T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER: TÜRKİYE SOL HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ VE GÖRÜŞLERİ Yüksek Lisans Tezi Özge Unsur Ankara-2003 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER: TÜRKİYE SOL HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ VE GÖRÜŞLERİ Yüksek Lisans Tezi Özge Unsur Tez Danışmanı Prof. Dr. Ömür Sezgin Ankara-2003 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER: TÜRKİYE SOL HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ VE GÖRÜŞLERİ Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı: Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası Prof. Dr. Ömür Sezgin ................................... Prof. Dr. Yavuz Sabuncu ................................... Prof. Dr. Raşit Kaya .................................. Tez Sınavı Tarihi: 31.10.2003 ÖNSÖZ Böyle bir araştırma yapmaya yönelmemin nedeni, büyük ölçüde, 1960 öncesi sol akımların “Türkiye Sol Tarihi” üzerine yapılan değerlendirmelerde göz ardı edilen bir olgu olduğunu düşünmemdi. Özel olarak Şefik Hüsnü Değmer’in bu sol akımlar içindeki yerini inceleme fikri ise, Türkiye Solu üzerine bir çalışma yapmayı düşündüğüm sıralarda, Vedat Türkali’nin 1999 yılında yayımlanan “Güven” isimli romanını ve Metin Çulhaoğlu’nun Türkiye solunun bu unutulmuş dönemi ile ilgili değerlendirmelerini okumamla zihnime doğdu. Bu çalışmayı yapmamı sağlayan yazarlar yanında, çalışmam boyunca bana yardımlarını esirgemeyen değerli hocam Ömür Sezgin’e, konuyla ilgili Arşiv belgelerinden yararlanmama yardımcı olan Türkiye Sosyal Tarih ve Araştırma Vakfı (TÜSTAV) yetkili ve çalışanlarına, manevi destek sağlayan aileme, arkadaşlarıma ve Algın Okursoy’a teşekkür ediyorum. İÇİNDEKİLER GİRİŞ.................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1919-1925 DÖNEMİ TÜRKİYE’SİNDE SOL AKIMLAR VE ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER............................................................................................................ 7 I. TEORİK VE PRATİK BİRİKİM : OSMANLI’DA SOL AKIMLAR............................................................................................................. 7 1. TANZİMAT’TAN İKİNCİ MEŞRUTİYET’E SOSYALİZM VE KOMÜNİZM ÜZERİNE GÖRÜŞLER ................................................ 8 2. İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE SOSYALİZM VE HAREKETLERİ..................................................................................... İŞÇİ 10 II. SOVYET DEVRİMİNİN ETKİLERİ : 1918 – 1925 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE VE SOL AKIMLAR........................................................................... 14 1. SOVYETLER VE TÜRK MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİ.................. 15 2. SOL ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ : 1919 – 1925 YILLARI ARASINDA SOL PARTİ VE KURULUŞLAR............................................................. 18 A. Millici Güçlerin Denetimi Altında Kurulan Partiler : İttihatçı Solundan Halk Zümresi, Yeşil Ordu ve Resmi TKP’ne............................ 20 B. II. Enternasyonal Paralelindeki Örgütlenmeler .................................... 24 C. III. Enternasyonal Paralelindeki Örgütlenmeler................................... 26 a. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi (TİÇSP) ve Şefik Hüsnü Değmer................................................................................................ 26 Partinin Kuruluşu ve Faaliyetleri........................................................ 26 İşçi Hareketi ve Türkiye İşçi Derneği ................................................ 33 b. Yurtdışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Mustafa Suphi.................................................................................................... 36 c. Hafi (Gizli) Türkiye Komünist Partisi’nden Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF)’na.............................................................. 41 d. Partiler Arasındaki İlişkiler ve Şefik Hüsnü’nün Değerlendirmeleri................................................................................ 45 1. KOMÜNİST TEORİ VE TÜRKİYE......................................................... 50 iv 2. SINIFLAR VE SINIF MÜCADELESİ..................................................... 52 A. Sınıfların Konumlanışı.......................................................................... 52 B. Aydınlar................................................................................................ 55 C. Türkiye’de Sınıf Mücadelesi, Emperyalizme Karşı Mücadele ve Devrim ...................................................................................................... 56 3. KEMALİZM VE KEMALİST HÜKÜMET............................................. 58 A. Kurtuluş Savaşı’ndan 1923 Yılına Kadar Olan Değerlendirmeler....................................................................................... 59 B. Cumhuriyetin Kurulmasından Sonraki Değerlendirmeler.................... 62 C. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası: Sağ Muhalefet ve Şefik Hüsnü......................................................................................................... 66 4. EKONOMİ: KAPİTALİST OLMAYAN YOLDAN GELİŞME ............. 64 5. ŞEFİK HÜSNÜ VE KOMİNTERN-I....................................................... 69 İKİNCİ BÖLÜM 1925 – 1937 DÖNEMİ : TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ VE ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER................................................................................................ 78 I. 1925 – 1937 YILLARI ARASINDA TKP: İLLEGAL FAALİYET DÖNEMİ............................................................................................................... 78 1. 1925 YILI İÇİNDE TKP : BİR DÖNEMİN BİTİŞİ................................. 78 A. 1925 TKP Kongresi.............................................................................. 78 B. Takrir-i Sükun Kanunu ve 1925 Tutuklaması.. .................................... 80 2. 1926 VİYANA KONFERANSI VE “MENŞEVİK-TASFİYECİ” MERKEZ KOMİTESİ .............................................................................. 84 A. Viyana Konferansı................................................................................ 84 B. “Menşevik-Tasfiyeci Merkez Komitesi”............................................. 86 3. 1927 TEVKİFATI VE SONRASI............................................................. 89 A. “Menşevik-Tasfiyeci” Merkez Komitesinin Tasfiyesi......................... 89 B. 1927 Tevkifatı ...................................................................................... 92 v C. Geçici Merkez Komitesinin Oluşturulması .......................................... 93 4. 1929 YILI İÇİNDE TKP........................................................................... 96 A. Türkiye Komünist Gençler Birliği ve Hikmet Kıvılcımlı .................... 97 B. 1929 Tevkifatı ...................................................................................... 99 C. “Eskişehir İlan – ı Harbi”...................................................................... 100 5. NAZIM HİKMET MUHALEFETİ........................................................... 102 A. Muhalefetin Doğuşuna Giden Süreç: 1925-1929 Arası Nazım Hikmet ve Şefik Hüsnü ............................................................................. 102 B. Muhalefet Grubunun Doğuşu................................................................ 105 C. Muhalefetin Görüşleri........................................................................... 106 D. Komintern’in Mektubu ve Muhalefet Grubunun Tasfiyesi ................. 108 6. 1930-1932 YILLARI ARASINDA TKP................................................... 110 7. 1932 TKP KONGRESİ VE 1934 DIŞ BÜRO PLENUMU................................................................................................ 113 II. ŞEFİK HÜSNÜ’NÜN TEZLERİ...................................................................... 115 1. EMPERYALİZME KARŞI ORTAK MÜCADELEDEN SINIF MÜCADELESİNE.................................................................................... 116 2. KÖYLÜ SORUNU.................................................................................... 123 3. DİKTATÖRLÜK OLARAK KEMALİZM.............................................. 126 4. TKP DIŞINDAKİ MUHALİF UNSURLAR............................................ 128 A. Gerici Muhalefet.................................................................................. 128 B. Kürt Sorunu.......................................................................................... 130 C. Kadro Hareketi ve Diğer Muhalif Gruplar........................................... 131 5. EKONOMİ: DEVLET ELİYLE ZENGİNLEŞTİRME VE YABANCI SERMAYEYLE İŞBİRLİĞİ........................................................................... 135 6. ŞEFİK HÜSNÜ VE KOMİNTERN-II: “DESANTRALİZASYON 139 KARARI”........................................................................................................ SONUÇ.................................................................................................................. 144 vi KAYNAKÇA........................................................................................................ 150 EK: ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER’İN YAŞAMI...................................................... 163 KRONOLOJİ......................................................................................................... 165 ÖZET..................................................................................................................... 169 SUMMARY........................................................................................................... 170 vii GİRİŞ Şefik Hüsnü Değmer’in, liderliğini yaptığı Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) çerçevesindeki faaliyetlerinin ve Türkiye üzerine değerlendirmelerinin incelenmesi, tezin ana konusunu oluşturmaktadır. Genel olarak TKP hakkında, özel olarak da Şefik Hüsnü Değmer üzerine bir araştırma yapmanın belirli güçlükleri taşıdığının bilinmesi gerekir. Bu zorlukların başında bazı kişi ve hareketlerin TKP’yi tabulaştırmaları ve onu eleştirel bir gözle ele almamaları gelmektedir. Bu çalışmada, birincil kaynakların kullanılmasına dikkat edilmiş ve özellikle Tunçay’ın (1992, 2000) yapıtlarında yer alan belgeler ve Şefik Hüsnü’nün Aydınlık Dergisi ve Komintern organlarında yayımlanmış olan yazılarını derleyen “Türkiye’de Sosyal Sınıflar” (1997) ve “Yazı ve Konuşmalar” (1995) isimli eserler temel kaynak olarak kullanılmış, Komintern Arşivi’nden yeni belgeler sunan Akbulut (2002)’un yapıtından da büyük ölçüde yararlanılmıştır. Bu yayımlanmış eserler dışında, sınırlı da olsa, Türkiye Sosyal Tarih ve Araştırma Vakfı (TÜSTAV) Arşivinden Türkçe, Fransızca - Fransızca belgelerin kullanımında çeviri için yardım alınmıştır- ve İngilizce olmak üzere bazı belgelere yer verilmiştir. Ancak TKP belgelerinin bir bölümü hala daha gün ışığına çıkarılmamıştır. Ayrıca bazı yorumcuların da varolan belgeleri aktarırken tahrifatlara girişmiş olduğu da ileri sürülmektedir. Bu yüzden inceleme yaparken, bu türden yayınların ayıklanması gerekmektedir. Tevetoğlu (1967) ve Sayılgan (1972)’ın yapıtları bu çerçevede değerlendirilebilir. Ayrıca TKP’nin 1925 sonrası dönemde illegal bir parti oluşu, incelediğimiz döneme ait bir tarih yazıcılığını engelleyen önemli nedenlerden biri olmuştur. Örneğin 1940’lı yıllarda Partinin genel sekreterliğini yapan Reşat Fuat Baraner, bu durumun açıklamasını “Örgütsel bağları reddederdik, yazarsak kabul etmiş oluruz.” şeklinde yapmıştır. 1946 yılında çok-partili rejime geçilinceye kadar, Parti kadrolarının yazdığı herhangi bir tarihsel veya anı nitelikli belge bulunmamaktadır. 1 1946 yılındaki göreceli özgürlük ortamından etkilenen Şefik Hüsnü ise Partinin tarihini yazmaya çalışmış fakat hemen arkasından bu belgeler evinde yakalanmış ve üstelik de mahkemeye “itiraf” olarak sunulmuştur. Tüm bu güçlüklerin de ötesinde, siyasal iktidar mücadelesi olarak bakıldığında küçük ve önemsiz bir hareket olarak değerlendirilebilecek bu konuyu araştırmaya değer kılanın ne olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Bu soruya Mete Tunçay’ın yorumundan da hareketle, “düşünsel planda yapılan denemeler” şeklinde cevap verilebilir. Bir ikinci cevap ise, 1919-1960 dönemindeki sol hareketlerin, söz konusu döneme ait incelemelerde ve özel olarak sol hareketler üzerine yapılan araştırmalarda göz ardı edilmiş olmasıdır. Oysa ki TKP, ne kadar küçük bir hareket olursa olsun, uzunca bir süre (1925-1946) dönemin tek muhalif hareketi olma özelliğini korumuştur. Bu açıdan, Türkiye’yi bu hareketin bakış açısından değerlendirmek önem kazanmaktadır. Şefik Hüsnü’nün bu dönemdeki özgün konumu ise pek çok araştırmacının da takdir ettiği gibi, sadece uzun süre harekete liderlik etmesinden değil, kendisinin özgün değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır. Genel olarak, şimdiye kadar yapılan analizler, Şefik Hüsnü’nün ya bir Kemalist konumuna indirgenmesi ya da onun bilimsel sosyalizmi Türkiye’ye uygulayan bir devrimci olarak yüceltilmesi şeklinde olmuştur. Bu çalışmanın öne sürdüğü tez ise, her iki yaklaşımdan da farklı olarak, Şefik Hüsnü’nün Türkiye sol tarihinde, solu “Kemalizmin solu”na indirgeyen örneklerden (Örneğin TKP’de Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir) ayrıldığı ancak onun görüşlerinin ve önderliğini yaptığı hareketin tarihsel nedenlerden dolayı Kemalizm’den bağımsız olarak ortaya çıkamamış ve gelişememiş olduğudur. Bu bağımsız olamama durumunun üç boyutu olduğu düşünülmektedir: 1. İç nedenler: Türkiye solunun ortaya çıktığı veya gelişmeye başladığı dönemi 1919-1923 olarak ele alırsak, birinci boyutu Kemalist hareketin Kurtuluş Savaşı ile hareketi çoktan ele geçirmiş ve ülkede siyasi ağını kurmuş olması ile açıklayabiliriz. Ayrıca Kemalist yönetim, inceleyeceğimiz gibi, çeşitli yollarla, işçi sınıfı ile sol hareket arasında bağ kurulmasını engellemiştir. 2 2. Uluslararası konjonktür: Yine 1919-1923 dönemine ait başka bir gözlem, Türkiye’deki sol hareketin ana çizgileriyle Komintern’in etkisi altında gelişmiş olduğudur. Türkiye’nin konumu, Komintern prizmalarından ve Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkileri ekseninde değerlendirilmiştir. 3. Doktrin: Bu dönemde doğu sorunu, üçüncü dünya ülkeleri, kurtuluş mücadeleleri, üçüncü yol aranışları gibi olgular Komintern’i bile uğraştıran konular olurken, Türkiye sosyalistlerinin zihinlerinde de bulanıklığa yol açtıkları görülmektedir. Bu tarihsel koşullar çerçevesinde bir aydın hareketi olarak ortaya çıktığını söyleyebileceğimiz Şefik Hüsnü önderliğindeki oluşumu, 1919-1937 yıllarını kapsayacak şekilde inceleyeceğiz.. Konu, temelde, 1919-1925 ve 1925-1937 olmak üzere iki ayrı bölümde incelenecektir. Böyle bir sınıflandırmanın başlıca gerekçesi, ilk dönemde Şefik Hüsnü’nün yarı-legal TİÇSF , ikinci dönemde ise illegal bir parti olarak TKP’nin lideri olarak faaliyet göstermiş bulunmasıdır. Diğer ayırıcı noktalar ise, pek çok sol grubun görüldüğü ilk dönemin tersine, 1925 sonrası dönemde tüm sol grupları çatısı altında toplaması ve Şefik Hüsnü’nün Komintern’le ilişkileri bağlamında düşüncelerindeki kopuş noktalarının bu tarihlerle örtüşmesidir. Öncelikle Osmanlı’daki sınırlı sol mirası ve işçi hareketlerini aktaracağımız ilk bölümde, daha sonra 1917 Sovyet Devrimi’nin Türkiye üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz. Sovyet Devriminin Türkiye’ye olan etkisinin iki ayağı olduğu düşünülmektedir. Bunlardan birisi Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ve bu mücadeleyi yürüten Kemalist Kadro üzerindeki etkisidir. Bu dönemde, Kemalizm’i Sovyetlerle olan ilişkileri bağlamında sola kaydıran bazı etmenler ve olaylar olduğu düşünülmektedir. Bu olaylar ağı içinde Türkiye solu ve işçi hareketi ile Kemalizm’i kaynaştıran ve buluşturan önemli noktalar olmuştur. Kemalizm’in solla olan ilişkisi, uluslararası gelişmeler yani iki karşıt uç olarak Sovyetler Birliği’ne ve Batı devletlerine yakınlaşma-uzaklaşma bağlamında gelişmiştir. Bu ilişkinin sol 3 üzerindeki somut ifadesi ise, Kemalizm’in onu yakın ve uzak konumlardan savuşturmaya çalışması olmuştur. Sovyet devriminin Türkiye üzerindeki etkilerinin bir diğer ayağı ise, 19191925 yılları arasında gelişen Türkiye sol hareketidir. Bu dönemde, Şefik Hüsnü’nün önderliğini yaptığı TİÇSF’nin (1919-1925) yanı sıra, 1919-1923 yılları arasında faaliyet göstermiş başka sol partiler de bulunmaktadır. Pek çok yeni partinin kurulduğu bu dönemde solun yapısı, oldukça parçalı bir görünüm arz etmektedir. Bu dönemde kurulan sol partileri, “İkinci Enternasyonal çizgisinde”, “Millici güçlerin etkisi altında” ve “Üçüncü Enternasyonal çizgisinde” olmak üzere üç başlık halinde inceleyeceğiz. Bu, hem partiler ilişkileri göstermek hem de Şefik Hüsnü’nün önderlik ettiği TİÇSF’nin Türkiye solu içindeki konumunu anlamak açısından önem kazanmaktadır. Tüm bunlardan sonra ve bu bilgilerin ışığında Şefik Hüsnü’nün sosyalizm, sınıflar, Kemalizm ve ekonomi üzerine görüşlerini ve 1922 yılından itibaren ilişki içinde bulunduğu Komintern’in bu düşüncelere etkisini, bir başka deyişle Şefik Hüsnü’nün Türkiye üzerine özgün yorumları ile Komintern’in görüşleri arasındaki çatışmayı sorgulayacağız. İkinci bölümde ise Şefik Hüsnü, 1925 yılında tüm sol grupları çatısı altında birleştiren bir Kongre toplamış ve bu tarihte yürürlüğe konan Takrir-i Sükun Kanunu ile illegale itilmiş TKP’nin lideri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölümü, TKP’nin faaliyetlerini ve Şefik Hüsnü’nün görüşlerini değerlendireceğimiz iki kısım halinde inceleyeceğiz. TKP’nin 1925-1937 yılları arasındaki önemli faaliyetleri kronolojik bir sıra ile izlenmeye çalışıldı. 1926 yılında Viyana Konferansı’nda Çalışma Programı ile yeni yönelimini ve mücadele biçimini ortaya koyan TKP’nde bu tarihlerden itibaren çözülmeler başlamaktadır. Parti içindeki ilk büyük gerginlik, Vedat Nedim (Tör)ve Şevket Süreyya (Aydemir)’dan oluşan Merkez Komitesi’nin, bu Programı fazla sert bularak uygulamak istemediğini açıklaması ile oluşmaktadır. Bu dönemde Partinin, “Menşevik-Tasfiyeci Merkez Komitesi” olarak inceleyeceğimiz ve Partinin çizgisini sağa çeken bu grubun yanında, bir de “sol”dan 4 gelen muhalif bir hareketle karşı karşıya bulunduğu görülmektedir. Parti içinde 1929 yılında oluşan bu grup, “Nazım Hikmet Muhalefeti” başlığı altında incelenecektir. 1930-1935 yılları arasında TKP, bu muhalif grupla mücadele etmek, Komintern’in 1928 yılında güçlenen sol çizgisine ayak uydurmak ve Kemalistlerin muhalif hareketlere karşı giderek sertleşen tutumları gibi sebeplerle, sol çizgisini güçlendiren ve Kemalizm’e karşı daha kararlı ve net ifadelerle mücadele eden bir yönelim içinde olmuştur. Şefik Hüsnü’nün 1925-1935 yılları arasında büyük çoğunluğu Komintern organlarında yayınlanmış olan görüş ve tezlerini bu bölümde de farklı başlıklar altında inceleyeceğiz. Şefik Hüsnü’nün 1925 sonrası görüşlerinde, önceki dönemlerle karşılaştırıldığında büyük farklılıklar olduğu görülmektedir. Bu dönemde, “özgün” diye nitelendirdiğimiz savlarından büyük ölçüde vazgeçecek ve daha fazla Komintern’in yönlendirmesiyle hareket edecektir. Komintern’in 1935’teki VII. Kongresini ve Desantralizasyon Kararını incelediğimiz başlık altında, Komintern’in faşizm tehlikesini değerlendirerek dünya devrim stratejisinde yaptığı değişiklik ve TKP’nin bu koşullara ayak uyduramaması üzerinde durulacaktır. 1937 yılında Komintern’in Desantralizasyon Kararı, TKP için illegal faaliyet döneminin bitmesi anlamına gelmektedir. TKP’nin faaliyetlerinin bu karar ile tamamen son bulmadığını ancak bir dağılma sürecine girildiğini eklemek gerekir. Ancak 1937 yılından sonra Şefik Hüsnü’nün TKP faaliyetleri içinde azalan önemi ve bu tarihlerden itibaren Parti içinde Reşat Fuat Baraner ve Mihri Belli gibi isimlerin ön plana çıkmaya başlaması gibi olgular, Şefik Hüsnü Değmer’e odaklanmayı amaçlayan bu çalışmanın sınırlarını zorlamaktadır. Şefik Hüsnü Değmer adı, 1937 yılından sonra, 1944 yılında gerçekleştirilen İleri Demokratlar Cephesi Birliği ve 1946 yılında kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) olmak üzere iki defa karşımıza çıkmaktadır. 1946 yılından sonra ise Şefik Hüsnü, 1959 yılında sonlanacak ömrünün geri kalanını hapiste ve sürgünde geçirecektir. Şefik Hüsnü’nün bu son faaliyetleri, –özellikle de 1946 yılında Çok Partili Hayat’a Geçiş ile birlikte legal olarak kurduğu TSEKP’nin ayrı bir tez konusu olması 5 gerektiği düşüncesi ile- bir yüksek lisans tezinin sınırlılıkları da göz önünde bulundurularak çalışmaya dahil edilmemiştir. 6 BİRİNCİ BÖLÜM 1919-1925 DÖNEMİ TÜRKİYE’SİNDE SOL AKIMLAR VE ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER I. TEORİK VE PRATİK BİRİKİM: OSMANLI’DA SOL AKIMLAR Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyalist düşünce özellikle 19. yüzyılın son on yıllarında, giderek daha çok “azınlıklar” –Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Sırplar, Bulgarlar- arasında yayılmaya başlamıştır. 1 Bu yıllarda ortaya çıkan özgül milliyetçilikler, enternasyonalist anlamda bir sosyalist hareketi engellemiş, sonuç olarak, tek bir Osmanlı sosyalist hareketi yerine, her milliyetten sosyalistler ayrı ayrı etkinlik göstermişlerdir. 2 Dumont’un da belirttiği gibi 3, ilk zamanlarda sosyalist fikirlere bulaşmaktan yalnız Türk unsuru korunabilmiş, 1908 Jön Türk devrimine kadar sosyalizm, Müslümanlar arasında ancak bir avuç aydını cezbedebilmiştir. Bir anlamda, Osmanlı aydını ilke olarak, sosyalizmden uzak durmuştur. Sınıf mücadelesi ve saflaşma anlamına gelen sol ideoloji, bütünleştirmeci Osmanlı aydınının sınırlarına girmemiştir. Yine de, konumuz çerçevesinde, Tanzimat’tan İkinci Meşrutiyet’e gelen süreç kısaca incelenerek bazı önemli görüşler aktarılacak ve daha sonra İkinci Meşrutiyet dönemindeki sol örgütlenmeler ve işçi hareketleri incelenecektir. 1 P. Dumont, “20. Yüzyıl Başları Osmanlı İmparatorluğu İşçi Hareketleri ve Sosyalist Akımlar Tarihi Üzerine Yayımlanmış Kaynaklar”, Toplum ve Bilim, 1977, s. 31. 2 Osmanlı’daki azınlıklarda sosyalist ve milliyetçi akımlar için bkz. M. Tunçay, E.J. Zürcher (der), Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, İstanbul, 2000. 3 P. Dumont, ibid, s.31. 7 1. TANZİMAT’TAN İKİNCİ MEŞRUTİYET’E SOSYALİZM VE KOMÜNİZM ÜZERİNE GÖRÜŞLER Tanzimat’ta, mallarda ve kadınlarda ortaklık anlamına gelen ve bir çok çevrenin de genel olarak kabul ettiğine göre “komünizm”in tarifi yerine geçen “iştirak-i emval ve iyale” dair dikkat çekici kalem savaşları yapıldığı görülmektedir. Bu yıllarda komünist tabiri kullanılmış ve hatta daha sonraki yıllarda 1871 Paris Komünü etrafında hararetli tartışmalar meydana gelmiştir. Sadi’nin de belirttiği gibi, bu yıllarda Osmanlı’da yayımlanan dergi ve gazeteler gözden geçirildiğinde, “Komün”, “1. Enternasyonal” ve “komünizm” konularıyla ilgili pek çok malzeme göze çarpmaktadır. Bu malzemenin içinde, Komün’ü ve 1. Enternasyonal’i savunan yazılar yanında komünarları kundakçı olarak gösteren ve bu suçu 1. Enternasyonal’e yükleyen yazılara da rastlanmaktadır. 4 Komün’ü ve Enternasyonal’i savunan yazılara özellikle İbret isimli yayında rastlanmaktadır. 5 İbret yazarlarına göre, komün, “belediye yönetimi” demekti ve Komün’e kazandırılan bu yerel yönetimle ilgili içerik, Genç Osmanlılar’ın Padişahın merkezi otoritesini zayıflatmak heveslerinin karşılığı gibi görünmekteydi. 6 Bu yazarlarda “sınıf” ve “sınıf mücadelesi” gibi kavramların varolmadığını da eklemek gerekir. Örneğin, Basiret yazarı Ahmet Mithat Efendi, Birinci Enternasyonal’i “yoksulların davasını güden, cemiyete faydalı bir örgüt” olarak anlamıştır 7 Komün karşıtları da savunucularıyla aynı öncüllerden yola çıkarak “statükonun değişmesi” olarak gördükleri Komün’ü karalamak için “mal ve kadınlar üzerindeki ortaklık” söylemini kullanmışlardır. 8 4 K. Sadi, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, der. M. Tunçay, 1994, İstanbul, s. 45. Bir İbret yazarı olan Namık Kemal Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye ile ilgili yayın yapan Alman profesörleri tarafından, Komün savunucusu olarak dünyaya ilan edilmiştir. Bu konu hakkında geniş bilgi için özellikle K. Sadi’nin yapıtına (ibid., s. 82-92)) bakılabilir. 6 İ. Akdere, Z.Karadeniz, Türkiye Solunun Eleştirel Tarihi, 1996, İstanbul, s. 17,18. 7 Bu Osmanlı aydınlarının “naif” olarak nitelendirebileceğimiz savunularına karşın, Ali Rıza Paşa hükümeti, bu yazılarda tehdit edici bir yan görmüş olmalı ki, Enternasyonal savunucuları için gözdağı yüklü bir emirname yayımlamıştır. Beyannamede, “malların ortak bölüşümü” ve “hükümetin ortaklaşa idare edilmesi” gibi sakıncalı fikirlerin İmparatorluk sınırlarına girmemesi için gerekli tedbirlerin alınacağı vurgulanmıştır. Bkz. ibid, s. 19-20. 8 İbid, s. 18. 5 8 Birinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, komünizmi bir mal ortaklığı olarak reddeden anlayış devam ederken, komünizmin karşısında sosyalizmi savunan ve İslamiyet’le sosyalizmi bağdaştırmaya çalışan yazarlar göze çarpmaktadır. Örneğin, Tercüman-ı Şark gazetesinin Yazıişleri Müdürü Şemsettin Sami, 1878’de yazdığı bir makalesinde, “Sosyalizm, insanlık toplumunun hüsnü iradesiyle, refah ve mutluluğunu ve istisnasız olarak bütün fertlerin eşitliğini hiç kimsenin doğal haklarını çiğnemeyerek sağlayan; hak ve adaletin meydana çıkmasını ve doğal nimetlerden herkesin bol bol yararlanmasını ve pay almasını sağlayan bir selamet yoludur” diye sosyalizmi överken, komünizmi yerin dibine batırarak, savunduğu sosyalizmin komünizmden farklı bir şey olduğunu iddia ediyordu: “Komünizm, insanı hayvan yapmakta ve değişmeyen –yani ezeli ve ebedi olan- mukaddes ahlak yasası bu doktrini meşru saymamaktadır.” 9 Osmanlı İmparatorluğu’nda işçi hareketleri ise İkinci Meşrutiyet’e kadar oldukça sınırlı kalmıştır. Gerçek anlamda bir işçi derneğine rastlanmamakla beraber, 1866 yılında, amacı “fakir işçilere, din ve milliyet farkı gözetmeksizin iş bulmak ve gerekli iş araçlarını sağlamak” olan “Ameleperver Cemiyeti” adında bir cemiyet kurulmuştur. 10 İlk grev, bilinebildiği kadarıyla Şubat 1872’de telgraf işçilerinin gerçekleştirdiği grevdir. Bu ilk grevden sonra, 24 Temmuz 1908’de “Hürriyet” ilan edilinceye kadar Osmanlı toprakları üzerinde toplam 50 civarında grev daha olduğu bilinmektedir. 11 Bu grevlerin çoğu örgütlü grevler olarak değil, fevri iş bırakmalar şeklinde kendiliğinden gelişmiştir. Bunlardan 26 tanesi özel şirketlerde, geri kalanı ise devlete ait olan veya devlet tarafından işletilmekte olan işyerlerinde gerçekleştirilmiştir. 12 9 Şemsettin Sami’nin, Gotha programını benimsediğini ve bu programın her bendinin İslamiyet’e uygun olduğunu söylemesi de dikkate değerdir. Bkz. K. Sadi, 1994, s. 111. 10 Ş. Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketi, İstanbul, 1993, s. 56. 11 Bu sayılar, gerçekleşen bütün grevleri değil, yalnızca elimize ulaşmayı başarabilen grevleri yansıtmaktadır. Osmanlı basınında uygulanmakta olan sansür ve diğer benzeri sebeplerle, kayıtlara geçmemiş çok sayıda başka grevler de bulunmaktadır. 12 Y.S. Karakışla, “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 Grevleri”, Toplum ve Bilim, 1998, s. 188. 9 2. İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE SOSYALİZM VE İŞÇİ HAREKETLERİ 1908 yılında ilan edilen İkinci Meşrutiyetle birlikte Osmanlı İmparatorluğunda, özellikle de büyük şehirlerinde toplumsal ve siyasal yaşamın hareketlendiği görülmektedir. Sosyalist fikirler açısından düşünsel plan ele alındığında, İslamiyet’le sosyalizmi uzlaştırmaya çalışan görüşlerin, İkinci Meşrutiyet’ten sonra daha da netlik kazandığı görülmektedir. Bu görüşlerin belirgin ortak noktaları arasında, Müslümanların ve sosyalistlerin tefeciliğe karşı ve her ikisinin de enternasyonalist olduklarının vurgulanması sayılabilir. Ayrıca bu yazarlar, “zekat” konusuna da büyük önem vererek, sosyalizmin İslamiyet’te zekat gibi pratik bir şekle girerek, elle tutulur bir biçime büründüğünü öne sürmüşlerdir. 13 1908 yılının, işçi sınıfı içinde de önemli kaynaşmalara neden olduğu bilinmektedir. 1908 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları dahilinde yaklaşık 200000 ila 250000 sanayi işçisinin çalışmakta olduğu tahmin edilmektedir. 14 Karakışla’ya göre, 24 Temmuz 1908 gününden itibaren yaklaşık beş aylık süre zarfında, 52’si özel şirketlere karşı yapılmış olan 111 grev gerçekleşmiştir. 15 1908 grevleri sırasında, sayısını bildiğimiz 30 grevde toplam 42728 işçi grev yapmıştır. Oya Sencer ise yaklaşık 100000 dolayında işçinin 1908 Grev Dalgası’na katılmış olduğunu tahmin etmektedir. 16 Karakışla’ya göre, Osmanlı sanayi işçilerinin en az yarısının 1908 Grev Dalgası’na katılmış olduğu açıktır. 17 Özellikle İstanbul’da bu dönemde çıkan grevlerin en önemlileri, demiryolu ve ulaştırma alanında olmuştur. 18 1870’lerin başında grevlerin ortaya çıkışından beri, greve giden Osmanlı işçilerinin temel isteği, ücret artışı talebi olmuştur. 1908 Grevlerinin de en belirgin özelliği ekonomik nitelik taşımaları ve genelde ücret uyuşmazlıklarından 13 K. Sadi, 1994, s. 131. P.Dumont, 1977, s. 240; Ç.Keyder, 1989, s. 64; Ç.Keyder, 1987, s. 76, aktaran, Y.S.Karakışla, 1998, s. 188. 15 ibid, s. 188. 16 O.Sencer, 1969, s. 205, aktaran: Y.S.Karakışla, ibid, s.188. 17 ibid, s. 188. 18 M. Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-I: 1908-1925, İstanbul, 2000, s. 29. 14 10 kaynaklanmış olmalarıdır. Karakışla, 1908 grevlerini incelerken bir tek siyasi grevle karşılaştığını ifade eder. Bu da, Selanik’te bulunan restoranlarda çalışan garsonların, Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını tek taraflı olarak ilan etmesinden kısa bir süre sonra, 14 Eylül günü şehri ziyaret etmeye gelen Bulgarlar’ı protesto etmek için gerçekleştirdikleri grevdir. 19 Karakışla’ya göre, “Anadolu Demiryolu işçilerinin, isteklerini reddetmiş olan genel müdür Huguenen’in istifasını istemek” türünden örnekleri 1908 Grevlerinin “anti-emperyalist” doğasına bağlayan yazarların 20 görüşleri doğru görünmemektedir. Aksine, işçilerin yabancı sermayeye karşı tutumlarının son derece kişisel olduğu ve söz konusu grevlere katılan işçilerin “sosyalist anlamda” bir sınıf bilincine sahip olmadıkları görülmektedir. 21 Ayrıca o yıllarda ekonomide yabancı sermayenin egemenliği anımsanırsa 22, grevlerden öncelikle yabancı sermayeli şirketlerin etkilenmesi doğaldır. Ancak bu grevlerin “anti-emperyalist” olduğu anlamına gelmemektedir. Tunçay da, sosyalizm fikrinin bu dönemde Osmanlı toplumuna nüfuz ettiğini söylemenin yanlış bir yorum olacağını belirtirken, Hüseyin Avni’nin 23 ve Lütfü Erişçi’nin 24 yorumlarına da yer vermiştir. Tunçay’a göre, işçilerin ekonomik savaşlarını politik bir mecraya dökmeleri beklenemez çünkü ekonomik savaşın devamına bile izin verilmemektedir. 25 1908 yılında meydana gelen grevleri zorla bastıran hükümet, bir yandan bu hareketlerinde hukuki bir belgeye dayanma gereği duyduğu bir yandan da yabancı sermayeye teminat vermek zorunda kaldığı için Tatil-i Eşgal Kanunu’nu ilan 19 Y.S.Karakışla, 1998, s. 193. Özellikle Hüseyin Avni Şanda, Oya Sencer ve takipçileri (O.Sencer, 1969, s. 197) Aktaran, Y.S.Karakışla, 1998, s.195. Biz bu çalışmada benzer görüş ve Karakışla’nın belirttiği isimlere ek olarak Lütfü Erişçi ve İ. Akdere-Z. Karadeniz’e yer vereceğiz. 21 ibid, s. 188. 22 Ş. Güzel, 1993, s. 62. 23 Hüseyin Avni, grevlerin “ecnebi sermayesine karşı” gerçekleştiğini ifade etmiştir. Bkz. M. Tunçay, 2000, s. 31. 24 Tunçay Hüseyin Avni ile benzer bulduğu Erişçi’nin yorumuna da yer vermiştir. Lütfü Erişçi’ye göre 1908 yılında saray istibdadının yıkılmasında işçi sınıfının amiller arasında olduğu inkar edilemez. Ağustos ve Eylül aylarında başlayan 30 grev de iş şartlarının haklı tepkisi değil, Meşrutiyeti tamamlayan tezahürlerdir. Erişçi’nin “Türkiye’de İşçi Sınıfının Tarihi” isimli eserinden (s. 8-9) aktaran Tunçay, 2000, s. 31. İlhan Akdere ve Zeynep Karadeniz (1996, s. 46) de tüm bu yorumlarla bütünleşen görüşler ifade etmişlerdir. Yazarlara göre, 1908 yılında başlayan işçi eylemleri “özünde sermayeye yönelik bir tepkinin ifadesi”ydiler. 25 M. Tunçay, 2000, s. 31. 20 11 etmiştir. Tunçay’a göre, bu kanunda geniş bir genel hizmet anlayışından hareket edilerek, bu kavrama giren kurumlarda sendika kurulması yasaklanmış ve kurulmuş olan sendikalar feshedilmiştir. Grev hakkı çok kısıtlanmış ve anlaşmazlıkların öncelikle uzun bir uzlaşma sürecinden geçmesi öngörülmüştür. Bununla birlikte İttihat ve Terakki’nin siyasal özgürlüğü tamamen yok ettiği 1913 yılına kadar, birtakım işçi hareketleri devam edebilmiştir. 26 İşçi grevlerinin sendikalar ve partilerle ilişkisine gelince, 1908 yılından önce zaten sendikal anlamda bir örgütün olmadığı ancak işçilere yardım etmek amacıyla kurulan Ameleperver Cemiyeti gibi yardım kuruluşlarının olduğu görülür. 1908 yılından sonra gerçekleşen grevlerin büyük bir çoğunluğu ise kendiliğinden gelişmiş, arkasında güçlü bir işçi örgütlenmesi ve sendikaların önderliği bulunmayan grevlerdir. Bunun nedeni olarak, Osmanlı sosyalist hareketinin işçi hareketlerini yönlendirebilecek ve yönetebilecek birikimden ve yeterli güçten yoksun oluşu gösterilebilir. 1908 Grevlerinin yalnızca küçük bir kısmının işçi örgütleri ve sendikalar tarafından yönetilmiş olması, bu zayıflığın göstergesidir. Toprak’a göre, Türkiye’de sendikal gelişmelerde lonca geleneğinden kaynaklanan “zanaat zihniyeti”, uzun zaman etkinliğini sürdürmüştür. Bu yönüyle Türkiye’de işçi kesiminin örgütlenişi, Batı normlarından farklı unsurlar taşımaktadır. Batıda loncaların çözülüşü ve işçi sınıfının doğuşu geniş bir zamana yayılmış ve bu ülkelerdeki hızlı sanayileşme süreci lonca örgüt yapılarından bağımsız işçi örgütlerinin doğuşuna ortam hazırlamışken, Türkiye’de sanayileşme sürecine girilmeksizin Batı ile entegrasyon, özellikle hizmet sektörlerinde yoğunlaşan bir işgücü birikimine neden olmuştur. 27 Bu doğrultuda, 26 Şubat 1910 tarihli “Esnaf Cemiyetleri Hakkında Talimat” uyarınca birçok işçi örgütünün esnaf cemiyeti olarak kurulduğu görülmektedir. 28 Toprak’ın belirttiği gibi, bu esnaf teşkilatları –özellikle de İstanbul Esnaf Teşkilatıişçisinden çırağına, kalfasına, ustasına, esnafından sanatkarına, imalatçısından 26 M. Tunçay, ibid, s. 30. Z. Toprak, “Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne Sendikal Gelişmeler: İstanbul Umum Deniz ve Maden Kömürünü Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti”, Toplum ve Bilim, 1988, s. 141-142. 28 1325 (1910) tarihli Esnaf Cemiyetleri Talimatnamesi uyarınca kurulmuş bu işçi örgütlerine birkaç örnek verelim: Ekmekçi Amele Cemiyeti (1910), Markasya Deniz Amelesi Cemiyeti (1911), Hammal Esnafı Cemiyeti (1911). 27 12 fabrikacısına son derece çeşitli uğraş biçimlerini ve toplumsal kategorileri barındırmıştır. 29 Sadece İstanbul’u kapsamına alan bu talimat, 7 Mayıs 1912 tarihli aynı ismi taşıyan talimatla tüm Türkiye’ye yayılmıştır. Bu mevzuatın ilk maddesi uyarınca, bundan böyle esnaf, “lonca” yerine “cemiyet” kuracaktır. Türk unsurunun hakim olduğu, “sosyalist” adı ile kurulan ilk parti olan Osmanlı Sosyalist Fırkası (OSF) ise, 1910 Eylül’ünde Hüseyin Hilmi tarafından kurulmuştur. OSF’nın gazetelerde de yayımladığı parti programında anayasal yönetim, genel oy hakkı, grev ve sendika yasaklarının kaldırılması, herkese parasız eğitim hakkı, günde sekiz saat çalışma ve sigorta hakkı gibi genel talepler yer almakta, bunun yanı sıra yerel yönetimlerin ve belediyelerin güçlendirilmesi öngörülmektedir. Program, ekonominin devletleştirilmesi dışında, liberal demokrasi çerçevesini aşmamaktadır. 30 OSF, Meşrutiyet döneminde İştirak, İnsaniyet, Sosyalist ve Medeniyet adlı, yayın hayatları iki sayı ile yirmi sayı arasında değişen süreli yayınları neşretmiştir. 31 Tunçay’a göre, Hüseyin Hilmi çevresi için yapılabilecek birinci gözlem, türdeşlikten uzak oluşudur. 32 Gerçekten de, OSF yayınları incelendiğinde, herhangi bir yayına bakarak genellemeler yapmanın güç olduğu görülmektedir. Bu alanda geniş bir kaynak sunan Sadi, hem OSF’nin hem de daha sonra aynı çevre tarafından kurulacak olan Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF)’nın yayın organlarının “eklektik” olduğunu yazmıştır. Söz konusu yayın organları, liberal denilebilecek ve İslamiyet’le bütünleşmeye çalışan fikirleri öne sürerken aynı zamanda Marx, Lassale ve Jaures’ten bahsetmekten ve bu sosyalistlerin izinde yürüdüklerini anlatmaktan geri kalmamışlardır. 33 29 Z. Toprak, 1988, s. 144. M. Tunçay, “Amelenin Sürekli İstihdamına Dair Kanun Teklifi (1911)”, Toplumsal Tarih, 1996c, s. 21-23. 31 C. Okay, “Bezirganlar Cemiyeti Burjuva Toplumu”, Toplumsal Tarih, 1996, s. 42. 32 M. Tunçay, 2000, s. 32. 33 K. Sadi, 1994, s. 394. 30 13 OSF’nin dinle olan ilişkisinin ise bir uzlaştırma çabası olarak, daha çok İslamiyet’i sosyalizm için bir dayanak haline getirmek olduğu söylenebilir. 34 Hüseyin Hilmi’nin OSF dağıldıktan sonra, sürgünde iken Hürriyet ve İtilaf Partisi’ndeki bazı kimselerden himaye gördüğü bilinmektedir. 35 II. SOVYET DEVRİMİNİN ETKİLERİ: 1918-1925 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE VE SOL AKIMLAR 36 Türkiye’nin biten bir imparatorlukla doğan yeni bir milli devlet arasında geçen dönemi (1918-1922), Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın içine girdiği yeni koşullar çerçevesinde anlam kazanmaktadır. 1917 Ekim Devrimi ile Çarlık Rusya tarihten silinmiş ve yerini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne bırakmıştır. Bu rejim doğuyu temsil ederken, karşı tarafta ise batılı devletler yer almaktadır. Türkiye’nin bu dönemdeki konumu, bu iki ideolojik blok arasında ele alınmalıdır. 37 Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye’nin I. Dünya Savaşı’ndan sonraki döneminin, Sovyet Devriminden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Türkiye’de “emperyalizm karşıtlığı” düşüncesi, Ekim İhtilali’nin telkin ettiği bir düşünce olarak karşımıza çıkmaktadır. 38 Sovyet Devrimi’ne olan ilginin ve devrimin Türkiye’ye etkilerinin iki yönlü olduğu görülmektedir. Bir yandan Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra devleti kurtarma ve yeniden yapılandırma çabasında olan kadrolar Bolşeviklere ve sosyalizme yakınlaşırken, bir yandan da Sovyet Devriminin etkisi ile Anadolu’da, İstanbul’da ve yurtdışında etkinlik gösteren sol gruplar ortaya çıkmıştır. 34 Tunçay (ibid, s. 33), Osmanlı’da sosyalizm ve İslam ilişkisi ile ilgili olarak, “ulemadan bir zat” olan Abdülaziz Mecdi örneğini verir. Her iki anlayışı karşılaştıran Tunçay, Abdülaziz Mecdi’nin sosyalizmi kullanmaya kalkışan bir Müslüman, Hilmi’nin ise İslam’dan faydalanmak isteyen bir sosyalist olduğunu yazar. 35 ibid, s. 38. 36 Bu dönemde sosyalist, komünist veya işçi adı ile kurulan partilerin çok çeşitlilik arz etmeleri yüzünden, “sol akımlar” şeklindeki genel bir tanım tercih edilmiştir. 37 T.Z.Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler-II, İstanbul, 1999, s. 29. 38 Şefik Hüsnü, “Ekim İhtilali ve Türkiye”, Aydınlık, sayı 27, Kasım 1924, Türkiye’de Sosyal Sınıflar, İstanbul, 1997, s. 227-228. 14 Osmanlı İmparatorluğu’nda aydınların düşünce dünyasına yabancı olan sosyalist düşünce ve akımlar, 1918 yılına ancak sınırlı bir miras taşımıştı. 1919 yılında ortaya çıkan ve özellikle 1920 ve 1922 yıllarının ikinci yarısında canlanan solcu eylem ve örgütlenmelerin ise, öncelikle Kurtuluş Savaşı’nın yönetici kadrosuyla Sovyetler arasındaki ilişkiler ışığında ele alınması gereken bir konu olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda, öncelikle Sovyet Devrimi’nin genel olarak Türkiye ve bu yönetici kadro üzerindeki etkileri incelenecek, daha sonra ise 1919-1923 döneminde gelişen sol akımlar üzerinde durulacaktır. 1. SOVYETLER VE TÜRK MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİ Kurtuluş Savaşı’nı yöneten kadro, Sovyetler’in desteğini elde etmenin stratejik bir zorunluluk olduğunun bilincinde olmuştur. 39 Bu dönemde yeni yönetici kadronun Sovyetler’le ve batılı devletlerle –özellikle İngiltere ile- ilişkileri bağlamında, yöneliminin farklıklar gösterdiği görülmektedir. Türkiye’deki sol hareketler de, Sovyetler Birliği-Türkiye-İngiltere ilişkileri ekseninde gelişim göstermiştir. Sovyetler ise, genel olarak ulusal kurtuluş hareketlerine olumlu yaklaşmıştır. Bu dönemde, Sovyetler’in ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten bir ülke olarak Türkiye’ye ve Türkiye’deki sol hareketlere bakışının, dış politika ile ilgili kaygılarından etkilendiğini belirtmek gerekir. 40 Kurtuluş Savaşı’nın komutanları arasındaki ilk yazışmalarda, Bolşeviklik ve Ruslar’dan yardım sağlamak konuları önemli bir yer tutmaktadır. Bu dönemde, yardım konusunun siyasal anlamda bir yakınlaşmayı da beraberinde getireceği düşünülmektedir. 41 1919 yılından 23 Nisan 1920’de BMM’nin açılmasına kadar geçen sürede, Türklerle Sovyetler arasında bazı hazırlık temasları aranmıştır. Sovyetler’den bir mali ve askeri yardımın sağlanabileceğinin anlaşıldığı bu temaslar sonucunda, Türkiye’nin Bolşevik bir rejim kurmasının gerekip gerekmediği yönünde tartışmalar 39 M. Tunçay, 2000, s. 73. F. Claudin, Komintern’den Kominform’a (Cilt 1), İstanbul, 1990, s. 321. 41 M. Tunçay, 2000, s. 73. 40 15 olduğu görülmektedir. 1919 yılı içindeki bu yazışma ve tartışmaların genel havasına bakıldığında, savaşı yöneten kadronun, iki seçenek üzerinde durduğu görülmektedir: İngilizler’i yola getirmek ve Bolşevik yönetimi kurmak. Özellikle de, 16 Mart 1920’de İngilizler’in İstanbul’u işgalinden sonra, bu iki seçenek daha da netlik kazanmış ve Sovyetler Birliği ile ilişkiler “zorunlu” hale gelmiştir. 42 Bu yıllarda, Anadolu’da, hatta Büyük Millet Meclisi’ndeki genel duruma bakıldığında, Ekim Devrimi’nin etkisiyle, komünizmin ilan edilmesini isteyenlerin sayısının küçümsenmeyecek kadar az olduğu, hatta “kızıl renk” ve “yoldaş” hitabının yaygın hale geldiği görülmektedir. 43 1920 yılındaki genel havayı göstermek açısından Kazım Karabekir’in Meclise, Kolordulara, Vilayetlere aktardığı komünizmle ilgili aşağıdaki alıntıyı sunuyoruz: Zenginler, “kudret sermayenindir” iddiasında bulunurlar, komünistler de “kudret Allaha ve mükafatı çalışanlara ait olmalıdır”, diyorlar. 44 Sevr’in ilan edilmesi ile Kemalistler, daha da sola kayarlar. 1920’nin son aylarında, “yukarıdan aşağı bir komünist rejim” kurma tartışmalarının alevlendiği, hatta bir “Türk Şuralar Cumhuriyeti Anayasası” 45 hazırlandığı bilinmektedir.46 Vekiller Heyeti’ndeki bir konuşmasında, “Bu memleket ancak Bolşeviklikle kurtulur..Türkiye’nin Bolşevik ve komünist olduğunu derhal dünyaya ilan edeceğim” diyen Mustafa Kemal’le, Kazım Karabekir’in de benzer görüşler öne sürdüğü görülmektedir: Bekir Sami ve Yusuf Kemal Beyler yanımda iken geleceğimiz hakkındaki tartışmalarda ne Avrupa’nın esasen bir türlü anlaşamadığımız yönetim tarzında ne de çoktan modası geçmiş Müslüman ve Türk birliğinden bizim için kurtuluş olmadığını ve elden geldiği kadar az zamanda bize uygulanabilecek bir Bolşevik yönetimi kabul zorunda 42 R.N. İleri, Atatürk ve Komünizm, İstanbul, 1970, s. 79. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1860. 44 Aktaran, R.N.İleri, ibid, s. 103. 45 Bu anayasa, sonradan yok edildiği için, içeriği hakkında bir bilgiye ulaşamıyoruz. 46 R.N. İleri, ibid, s. 197. 43 16 olduğumuzu ve bunun da mümkün olduğu gürültüsüzce olmasını ittifakla uygun bulmuştuk. 47 kadar Tunaya, bu yaklaşımların “bir siyasi tedbir” olarak belirdiğini ifade etmiştir. 1920 başlarında, Müdafa-i Hukukçuların tespit etmiş oldukları “Vaziyetin Muhakemesi” gereğince, Meclis doğuya (Sovyetler Birliği’ne) ne kadar yakınlaşırsa Batı ile amacına daha uygun ve daha az fedakarlığı gerektiren bir uzlaşma sağlayabileceğini düşünmüştür. 48 Anadolu hareketi önderlerinin tutumlarındaki değişiklik, Londra Konferansı’na katılımın gündeme gelmesi ile açıklanabilir. Sol ile arasına belirli bir çizgi çizerek batının içini ferahlatmaya yönelen Kemalist hareket, sola karşı genel bir sindirme ve kovuşturma operasyonu da başlatmıştır. 49 Ancak bu solu bastırma politikası, Sovyetler’in Ankara hükümetiyle Mart ayında bir dostluk ve yardım anlaşması imzalamasına engel olmamıştır. Bu yakınlaşmada, Sovyetler’in dış politika kaygıları yanında, Kemalistler’in bir yandan hükümeti devirmeye çalıştıkları iddiasıyla solcuları cezalandırırken, öte yandan da anti-emperyalist tavırlarından ve hatta solcu bir genel siyaset görüşü aramaktan hala vazgeçmiş olmamaları etken olmuştur. 50 Türk-Sovyet ilişkileri, Sakarya ve Dumlupınar savaşları arasında geçen dönemde de iyi bir seyir izlerken, İzmir kurtarıldıktan sonra Sovyet askeri yardımına gerek kalmaması ile birlikte Batıya yaklaşılmıştır. Bu yaklaşımdaki asıl amaç, Lozan Konferansı öncesi Sovyet etkisinden sıyrılındığının kanıtlarını ortaya koymak olmuştur. Bu yönelimin 1923 yılında Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile somut bir şekle büründüğünü söylemek mümkündür. Bu konuya Şefik Hüsnü’nün özgün görüşlerini açıkladığımız bölümde tekrar değinilecektir. 47 Kazım Karabekir’in 3 Ağustos 1920 tarihli “Büyük Millet Meclisi Başkanlığına” başlıklı telgrafı, aktaran, R.N.İleri, 1970, s. 126. 48 T.Z.Tunaya, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876-1938), İstanbul, 2002, s. 79. 49 Bu sindirme operasyonunu, Çerkez Ethem ve kuvvetlerinin bastırılması ve 2. başlık altında inceleyeceğimiz Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmeleri, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’na yönelik kovuşturma başlatılması, Resmi TKP’nin kapatılması olarak özetleyebiliriz. 50 M. Tunçay, 2000, s. 104. 17 2. SOL ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ: 1919-1925 YILLARI ARASINDA SOL PARTİ VE KURULUŞLAR Sosyalist fikirlerdeki canlanmanın genel olarak Sovyet Devrimi’nin etkisiyle başladığını belirtmiştik. Bu canlanışın, özellikle bu hareketlerin örgütlenmesi için elverişli koşullar yaratan bir de “iç” sebebi bulunmaktadır. 1918 yılı itibariyle kendini gösteren savaş koşulları; iç politikada iktidarın devrilmesi, yeni bir hükümetin kurulması, Meclis-i Mebusan’ın feshedilmesi gibi önemli değişiklikler doğurmuştur. Bu yeni iktidar boşluğu, İkinci Meşrutiyet’i andıran bir siyasi özgürlük dönemini beraberinde getirmiş ve Türk Siyasal Yaşamında en çok siyasal partinin kurulduğu dönem, 1918-1923 yılları olmuştur. Tunçay’ın hesaplamasına göre, bu dönemde, 55 tane siyasal parti kurulmuştur. 51 Sol akımların ve işçi hareketlerinin asıl gelişme dönemi ise 1919-1923 yılları arasında olmuştur. 1919-1923 dönemindeki “sol” adı altında kurulan partileri üç grupta inceleyebiliyoruz: 1. Millici güçlerin denetimi altında kurulan Halk Zümresi, Yeşil Ordu ve Resmi Türkiye Komünist Partisi vb. örgütlenmeler. 2.Ekonomik savaşımı öne alan ve II. Enternasyonal paralelinde görülen Sosyal Demokrat Fırkası (SDF), Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF), TSF’ndan ayrılan Müstakil Sosyalist Fırkası (MSF), Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası (TİSF) vb. örgütlenmeler 3.Komintern (III.Enternasyonal)’e bağlı olan Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF)ve Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF). Bu dönemde, sol açısından genel tabloya bakıldığında, işçi sınıfına dayanmak isteyen “fırka” adlı kuruluşların çoğunun, pek siyasal amaçları olmayan, daha çok “sendika” niteliğinde çıkar grupları olduğu söylenebilir. 52 Birinci başlık altında değerlendirebileceğimiz örgütlenmeler, geniş ölçüde İttihatçıların yurtdışında “sol” adı altındaki faaliyetlerine dayanmaktadır. 51 52 M. Tunçay, “İşçi Sosyalist Fırkası 1921”, Tarih ve Toplum, 1990e, s. 7. M. Tunçay, 2000, s. 42. 18 Mayıs 1920’de kurulan, Büyük Millet Meclisi’nde Halk Zümresi adını taşıyan ve çoğunluğunu eski İttihatçıların oluşturduğu güçlü bir meclis grubuna dayanan Yeşil Ordu, bir çeşit İslam sosyalizmine yakın görünmekle beraber, faaliyetlerinin Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde olduğu da bilinmektedir. Bu bölüm açısından önemli olan bir diğer başlık, Mustafa Kemal’in solu denetim altına almak ve Sovyetler’in desteğini tek başına elde edebilmek için kurdurduğu Resmi TKP’dir. Genel olarak ele alacağımız II. Enternasyonal çizgisindeki partilerin, siyasal yaşamları boyunca çok önemli faaliyetleri olmamıştır. Ancak solun bu dönemdeki parçalı yapısı, partilerin birbirleri arasındaki geçişkenliği de beraberinde getirmiştir. II. Enternasyonal çizgisindeki bu partilerden, III. Enternasyonal çizgisinde olarak nitelendirdiğimiz partilere büyük kaymalar olmuştur. Komintern ve Üçüncü Enternasyonal çizgisindeki partiler ise, bu bölümün ağırlıklı kısmını oluşturmaktadır. İstanbul (TİÇSF), Anadolu (THİF) ve Yurtdışı (TKP) grubu olarak değerlendirilebilecek olan bu grupların birbirlerinden oldukça farklı gelişim gösterdikleri görülmektedir. Mete Tunçay’ın aktardığı bir şemaya göre 53, kökenini Almanya’da bulunan devrimci bir gruptan (Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası) alan ve bu grubun Türkiye’ye gelmesinden kısa bir süre sonra Şefik Hüsnü’nün önderliğinde birleşen TİÇSF, daha önce kurulmuş olan Sosyal Demokrat Fırkası ve Türkiye Sosyalist Fırkası’ndan beslenmiştir. THİF, kaynağını Gizli (Hafi) TKP’nden alırken, aynı zamanda Meclis’teki Halk Zümresi’nden ve Yeşil Ordu gibi kuruluşlardan yararlanarak siyaset yapmaya çalışmaktadır. İncelediğimiz kaynaklara göre, Rusya’da bağımsız olarak gelişen Türkiye Komünist Teşkilatları (TKT) ise, 1920’de Baku’de TKT 1. Kongresini toplayarak, Türkiye Komünist Partisi’ni kurmuş ve Türkiye’deki tüm sol grupları çatısı altında toplayan bir karar almıştır. Yine Mete Tunçay’ın aktardığı şemaya göre 54, Bakü Kongresi’nde kurulan TKP; TKT, TİÇSF ve THİF’nin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Ancak pratikte uygulamaya geçirilemeyen bu “birleştirme” kararı, 53 54 M. Tunçay, 2000, s. 274. ibid, s. 274. 19 çalışmamızın ikinci bölümünde inceleyeceğimiz 1925 Kongresine kadar Türkiye solunun gündemini meşgul etmiştir. 1925 yılına kadar, bu sol partilerin birbirleri ile ilişkileri de oldukça sorunlu ve tartışmalı görünmektedir. Bu çalışmada, bu tartışmaları da aktarmaya çalışacağız. A. Millici Güçlerin Denetimi Altında Kurulan Partiler: İttihatçı Solu’ndan Halk Zümresi, Yeşil Ordu ve Resmi TKP’ne Bu başlık altında inceleyeceğimiz örgütlenmeler, geniş ölçüde Birinci Dünya Savaşı sonrasında yurtdışına kaçan İttihatçılar’ın faaliyetleriyle ilgilidir. İttihatçılar’ın Enver, Cemal, Talat, Dr. Nazım, Dr. Bahaeddin Şakir gibi belli başlı önderleri, önce Almanya’ya giderek bir “Şark Kulübü” oluşturmuşlar ve daha sonra faaliyetlerini Rusya’ya taşıyarak bazı Sovyet temsilcileriyle gerçekleştirdikleri temaslar 55 sonucu, 1919 yılında Baku’de bir Türkiye Komünist Partisi56 kurmuşlardır. 57 Ayrıca Enver Paşa’nın, Moskova’ya vardıktan sonra “İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı” adlı bir örgüt kurma kararı verdiği görülmektedir. Enver Paşa, 15 Ağustos 1920 tarihinde Mustafa Kemal’e yazdığı bir mektupta da bu projesinden bahsetmektedir. 58 Bu İttihatçı grubun, Türkiye ile de ilişki içinde olduğu görülmektedir. Enver Paşa, Türkiye’deki İttihatçıları da bu grubun içinde toplamaya çalışmıştır. Bu doğrultuda, Büyük Millet Meclisi’ndeki geniş ölçüde İttihatçılardan kurulu olan “Halk Zümresi” isimli grupla iletişim sağlanmış ve İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’nın Türkiye seksiyonu gibi düşünülen Halk Şuralar Fırkası kurulmuştur. Bu işbirliği çabasının bir ürünü olarak, “Mesai” isimli bir program yayımlanmıştır. 55 Sovyetler’in İttihatçılara olan desteğini anlamak açısından, 1999 yılında yayımlanan on iki belge konuya ışık tutmaktadır. Ekim 1921 tarihli olan bu mektuplar, Kemalistlerin Londra Konferansı ile batıya yaklaşma eğilimi göstermesi dolayısıyla, Sovyetler’in Enver ve yandaşlarını bir alternatif olarak görmeleri ve yedekte tutmak istemeleri ile ilgilidir. Ancak Enver, Kemalist yönetim ile zıtlaşmayı göze almayan Sovyetler’den beklediği desteği alamaz ve Mayıs 1922’de Politbüro kararı ile İngiliz ajanı ve Doğu halklarının düşmanı olarak ilan edilir. Bkz. H.Kakınç, “Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını İttihatçılar Mı Öldürttü”, Toplumsal Tarih, 1999, s.30-34. 56 1920 Mayıs sonunda Azerbaycan’da gerçekleşen devrim sonrasında, buraya gelen Mustafa Suphi tarafından bir çoğu partinin dışına atılmışlardır. Mustafa Suphi’nin başkanlığındaki örgütlenmeyi “Yurtdışı TKP ve Mustafa Suphi” başlığı altında inceleyeceğiz. 57 Tunçay, 2000, s. 75. 58 ibid, s. 76. 20 İttihatçılar’ın Halk Zümresi ve Mesai Programlarında göze çarpan en önemli nokta, bir “halkçılık” savunusudur. 59 İttihatçıların sola yönelme sebepleri, aslında bu başlık altında incelediğimiz tüm hareketlerin amaçlarına ışık tutmaktadır. Taktik bir tutum olarak beliren bu yönelim, iki eski İttihatçı lideri olan Küçük Talat ve Nail Bey’in Mustafa Kemal’e 1920 yılında sundukları bir raporda açıklanmaktadır. Bu rapora göre, Türkiye’nin komünistliği kabul etmesi ve Türkiye’de sınıf temeline dayalı bir hükümet kurulması uygun değildir. Ancak Türkiye’de bir Sovyet idaresi kurulacaksa da bunun Sovyetler’in güvendiği Mustafa Suphi ve partisi (TKP) aracılığıyla gerçekleştirileceği açıktır. Bu yüzden, Sovyet yardımı için gerekenleri yaparken aynı zamanda Türkiye’de bir sol hareket meydana getirilmeli ve böylece “sosyalizm aleminde cephe alınmalı”dır. 60 Bu faaliyetlerle ilişki içinde bulunan ve yine Meclis’teki Halk Zümresi grubuna dayanan Yeşil Ordu isimli bir örgütlenme bulunmaktadır. Bu örgüt, 1920 Mayıs ayında ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda, İstanbul’un Milli Mücadele Hareketini “Bolşeviklik”le suçlayan tavrına karşı, Sovyetlerle yapılması zorunlu olan işbirliğine ortam hazırlamak amacı ile kurulan Yeşil Ordu, “Bolşevikliğin İslam’ın uygulanmasından başka bir şey olmadığı” şeklinde bir teze dayandırılmıştır. Yeşil Ordu’nun üyeleri arasında Şeyh Servet (Akdağ), Dr. Adnan (Adıvar), Hakkı Behiç, Yunus Nadi, Nazım gibi İttihatçı milletvekilleri bulunmaktadır. Genel sekreteri, Tokat mebusu olan Nazım’dır. 61 1920 Haziran ayında hazırlanan “Yeşil Ordu Nizamnamesi”, bu kuruluşun İslami-komünist rengini açıkça ortaya koymaktadır. Genel olarak, “Asya’nın ahlakının Batı kapitalizm ve emperyalizmi karşısında tehlikeye girdiği”nin üzerinde durulduğu bu belgede, yaratılmak istenen hareketin gerici niteliğinin komünizan fikirlere oranla öncelik taşıdığı görülmektedir. 62 Yeşil Ordu, yasal bir örgüt olarak kurulmamasına rağmen, kuruluşunun ve faaliyetlerinin Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde olduğu bilinmektedir. Ancak 59 M.Tunçay, Mesai: Halk Şuralar Fırkası Programı, Ankara, 1972, s. 18. ibid, s. 6-7. 61 M. Tunçay, 2000: s. 85. 62 ibid, s. 85. 60 21 Çerkes Ethem’in bu örgüte katılması, Mustafa Kemal’in örgütün faaliyetini durdurmak için harekete geçmesine sebep olmuştur. Yeşil Ordu, 1920 sonbaharında kesin olarak feshedilmiştir. 63 Bundan sonraki gelişmeler ise, Mustafa Kemal’in bu grubun çoğunluğunu kendi denetimi alması ile ilgilidir. M. Kemal, önce Meclis’e kendi Halkçılık Programı’nı sunmuş, daha sonra dağıtılan bu gruptan bir kısmına Resmi Türkiye Komünist Partisi’ni kurdurmuştur. 64 Ancak bu gruptan Tokat mebusu Nazım önderliğindeki bir grup, farklı bir çizgiye yönelerek Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’na katılmışlardır. 65 Resmi TKP’nin genel anlamda “solu kontrol altına almak ve Komintern’in desteğini tek başına elde etmek” olarak ifade edebileceğimiz amacı, Mustafa Kemal tarafından Ali Fuat Paşa’ya çekilen şifreli bir telgrafta şöyle ifade edilmektedir: Komünistliğin memleketimizde değil, henüz Rusya’da bile kabiliyet-i tatbikiyesi hakkında sarih kanaatler hasıl olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber dahilden ve hariçten muhtelif maksatlarla bu cereyanın memleketimiz dahiline girmekte olduğu...görülmüştür. En makul ve tabii tedbir olarak aklı başında arkadaşlardan, Hükümet’in malumatı tahtında bir Türkiye Komünist Fırkası teşkil ettirmek olacağı düşünüldü. Bu takdirde memlekette bu fikre müteallik bütün cereyanları bu muhassalaya rica etmek mümkün olabilir(...) 66 Ekim 1920’de kurulan Partinin kurucuları arasında Hakkı Behiç, Tevfik Rüştü (Aras), Yunus Nadi, Mahmut Esat (Bozkurt), Refik (Koraltan), Kılıç Ali gibi Meclis üyeleri bulunmaktadır. 67 Resmi TKP’nin Anadolu’da Yeni Gün isimli bir yayın organı bulunmaktadır. Yunus Nadi, bu gazetedeki yazılarında, temelde “Adına Bolşeviklik denilen bir Rus komünizmi olduğu gibi, bir Türk komünizminin de var olduğunu ve olacağını" savunduğu görüşlerini beyan etmiştir: 63 Tunçay, 2000, s. 85-89. Tunçay, 1972, s. 18. 65 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF), “Üçüncü Enternasyonal’e Bağlı Örgütlenmeler” başlığı altında incelenecektir. 66 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1870. Bu belgede göze çarpan önemli bir nokta, Mustafa Kemal’in İttihatçılarla aynı saiklerle hareket etmekte olduğudur. 67 M. Tunçay, 2000, s. 92. 64 22 Bu esasa göre, bir Türk'ün Ben Bolşevik oldum demesi, Ben Rus oldum demesinden farksız iken, işin farkında olmayan bizler Türk Bolşevik Gazetesi bile yayımlıyoruz. 68 “Anadolu'da Yeni Gün” gazetesinin resmi TKP'nin resmen kurulduğunu bildiren sayısında, “Tarihi Vazife” 69 başlıklı bir makale vardır. Bu makalede, Türk milletinin sosyalizm akımını bilip öğrenmesi gerektiği belirtilmekte, Türkiye'yi yönetenlerin hepsinin emekçi olduğu iddia edilmektedir : Bizde, tabiatiyle, kapitalist emperyalist olmayan hükümetimizin buna yani sosyalizm akımına engel olması tasavvur olunamaz. İdare makinesinin en yükseğinde bulunanlar bile -aldıkları burjuva terbiyesinden silkinmeyenler var mı yok mu bilemem- fakat gerçekte hiçbiri kapitalist değildir. Bizde yöneten de yönetilen de emekçidir. 70 Anadolu'da Yeni Gün gazetesinde çıkan bütün yazılar ve tüm yazarların savunuları bu doğrultudadır. Mustafa Kemal'in Sovyet Rusya'nın desteğini ve yardımını sağlamak için, “Bizde sınıf yoktur, tüm halkımız gadre uğramıştır” şeklindeki sözleri ve aslında “Bolşevik hareketle Türk ulusal hareketinin birbirine çok benzediği” türünden savunuları; solu kontrol altına almak için kurdurduğu Resmi TKP'nde bir “Türk komünizmi” düşüncesini savunmaya vardırılmıştır. Ancak bu türden hareketleri, sadece Sovyetler’den ihtiyaç duyulan bir yardımı elde etmek için geliştirilen politik manevralar olarak görmemek gerekir. Kemalizm’in sol kisvesi altında, solu yakın bir konumdan savuşturmaya çalışması olarak ifade edebileceğimiz bu faaliyetler yoluyla, halkçılık olarak ifade edilen ve temel olarak sınıfların inkarı üzerine kurulan düşünce solun içine sızdırılmış olurken, aynı zamanda Kemalist milliyetçilik de, sosyalizmin enternasyonalist niteliğini inkar ederek, “Türk bolşevizmi” olarak sol adı altında sunulmuştur. Resmi TKP’nin ömrü 3 ay sürmüş ve 1921 yılındaki solu bastırma dalgasının içinde bu parti de kendiliğinden eriyip gitmiştir. 71 68 K.Sadi, 1994, s. 453. Mustafa Suphi’nin de aynı isimle “Yeni Dünya” gazetesinde yayımlanan bir yazısı bulunmaktadır. Bu önemli ayrıntının, Mustafa Suphi’nin TKP’si ile bir rekabet içinde olunduğunun bir göstergesi olduğu düşünülmektedir. 70 K.Sadi, 1994, 460. 71 M. Tunçay, 2000, s. 94. 69 23 B. II. Enternasyonal Paralelindeki Örgütlenmeler: 1919 yılından itibaren milliyetçilik sol düşünce ve hareketlerin içine sızmaya başlarken, İslam’ın da azalarak dahi olsa bu düşünce içinde yer bulduğu görülmektedir. İslam’ı bir dayanak olarak kullanmaya devam eden partilerden biri de, 1919 yılında OSF’nin devamı olarak, yine Hüseyin Hilmi tarafından kurulan Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF)’dır. Ancak Mete Tunçay’ın da belirttiği gibi, Hilmi çevresi bu kez İslam üzerinde ayrıca durmamakta, sadece dine saygılı olduğunu belirtmektedir. 72 Ayrıca Hüseyin Hilmi’nin Hürriyet ve İtilaf Partisi ile olan ilişkilerinin soru işaretlerine sebep olması ve Alman sol basınından Sovyet Dışişleri Halk Komiserliği Bülteni’ne kadar pek çok kaynakta “İngiliz işbirlikçisi” olarak nitelendirilmesi 73, söz konusu partinin ismi dışında sosyalizmle bir bağının ve ilgisinin bulunmadığını göstermektedir. TSF’nin bu dönemdeki önemi, 1919-1921 yılları arasında işçi hareketlerini yönlendirmekteki başarısından ileri gelmektedir. TSF, bir çok işçi örgütünün kurulmasında rol oynamıştır. 74 Güzel’e göre bu başarıda, TSF’nin, Hürriyet ve İtilaf Partisi desteğinden yararlanmasının önemli bir payı olmuştur. 75 1920 yılında yapılan TSF’nin ikinci kongresinde kabul edilen tüzükle partinin tamamen Hüseyin Hilmi’nin diktatörlüğü altına sokulmasından ve çok geçmeden partinin bölünerek Hilmi’nin yolsuzluk gibi iddialarla suçlanmasından sonra partiden kopmalar meydana gelmiştir. TSF’ndan ilk ayrılma 1921 yılında gerçekleşmiştir. TSF lideri Hüseyin Hilmi ile anlaşamayan partililer, bu tarihte partiden ayrılarak, Türkiye İşçi Sosyalist Fırkasını kurmuşlardır. Bu partinin Marksist bir siyasal parti olmaktan çok, “dayanışma ve yardımlaşma” amacı ile kurulduğunu belirtmek gerekir. Fırkanın adı içinde “sosyalist” sözcüğü olması dışında, nizamnamesinin hiçbir maddesinde sosyalizme ilişkin bir cümle geçmediği görülmektedir. 76 72 M. Tunçay, 2000, s. 39. ibid, s. 41. 74 Bu partinin hazırladığı bir rapora göre, TSF şu örgütleri kurmuştur: İstanbul’da Elektrik Şirketi İşçileri Derneği, Tramvay Şirketi İşçileri Derneği ve Deri İşçileri Derneği; Taşrada Hereke Kumaş ve Halı Fabrikası Sendikası, Anadolu Demiryolu İşçileri Derneği, Konya İşçileri Sendikası, Eskişehir İşçileri Sendikası, Ankara İşçileri Sendikası. Aynı rapora göre, bu örgütler, 5000 üyeye sahiptir. Bkz. Ş. Güzel, 1993, s. 97. 75 Ş. Güzel, 1993, s. 105. 76 M. Tunçay, 1990e, s. 6-7. 73 24 1922 yılında TSF’nin kongresi toplandıktan sonra, TSF’den ayrılan partililer ise Müstakil Sosyalist Fırkası’nı kurmuşlardır. Çok geçmeden Hüseyin Hilmi’nin de esrarengiz bir şekilde öldürülmesiyle, TSF de büsbütün dağılmış ve tarihe karışmıştır. 77 1919-1923 yıllarındaki sol partiler arasında önemli bir çatışma noktası, II. ve III. Enternasyonal çizgileri ile ilgilidir. TSF’nin, Şefik Hüsnü’nün önderliğini yaptığı TİÇSF’nin işçi hareketini birleştirmeye yönelik çabalarını baltalamaya çalışması buna bir örnektir. 78 Şefik Hüsnü, TSF ve Sosyalist Hilmi üzerine görüşlerini şu şekilde ifade etmektedir: ..İştirakçı Hilmi Efendi, bu gerici partilere (Hürriyet ve İtilaf Partisi ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti) ve bizzat İngiliz işgal kuvvetlerine dayanarak, Türkiye’de o zamana kadar misli görülmemiş, azametli bir Amele Partisi ortaya çıkarmıştı. Ne oldukları tekmil İstanbul işçisince anlaşılmış olan birkaç kişi yabancı himayesine yaslanarak, bu partiyi yaklaşık iki yıl yaşatmayı başardılar. Temeli cebir, şiddet, hile ve dalavereden ibaret olan her yapmacık ve zoraki örgüt gibi, ilk vuruşta..yıkıldı. Ve arkasında bir kabus anısından başka hiçbir şey bırakmadı. 79 II.Enternasyonal çizgisindeki bir diğer örgüt ise, Sosyal Demokrat Fırkası (SDF)’dır. SDF, 1918 sonlarında Dr. Hasan Rıza adlı eski bir ittihatçı tarafından faaliyete geçirilmiştir. beyannameye göre, Partinin partinin 1919 amacı, başlarında bütün yayımladığı işçileri çalışma program ve hayatlarının düzenlenmesini, sendikalar halinde örgütlenmelerini, geçinmelerini, durumlarının yükseltilmesini ve kaza, hastalık, yaşlılık gibi hallerde yardım görmelerini sağlamaktır. Dr. Hasan Rıza’nın “Sosyalizm” adlı küçük bir kitabında, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar üzerine hiçbir fikir yürütülmeksizin İkinci Enternasyonal görüşüne atıfla sosyalist teoriyi açıklamaya çalıştığı bilinmektedir. SDF’nin bilinen 77 M. Tunçay, 2000, s. 40-41. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1868. 79 Şefik Hüsnü, “Türkiye’de İşçi Sınıfının Durumu”, Aydınlık, sayı 13, 10 Şubat 1923, Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s. 114. 78 25 herhangi bir faaliyeti yoktur. 1922 yazında gerçekleşen ayrılmalar sonucunda, parti kendiliğinden dağılmıştır. 80 C. Üçüncü Enternasyonal Paralelindeki Örgütlenmeler a. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) ve Şefik Hüsnü Değmer Partinin Kuruluşu ve Faaliyetleri: İstanbul’da 1919 yılında kurulan TİÇSF’nin öncüsü, aslında 1919 başlarında Almanya’da ortaya çıkan ve Berlin’de “Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi”ni (TİÇP) kuran bir grup olmuştur. 81 18 kişi oldukları bilinen bu gruptaki önemli isimler arasında Ethem Nejat 82, Hilmioğlu İsmail Hakkı 83, Vedat Nedim (Tör) 84, Ressam Namık İsmail, Baytar Ali Cevdet, Lem’i Nihat, Mehmet Vehbi (Sarıdal) sayılabilir. Tunçay’ın Türk Spartakistleri olarak adlandırdığı bu grubun Türkiye’ye etkileri büyük olmuştur. Çünkü bu Berlin grubunun kurduğu TİÇP, Türkiye İşçi Derneği ve 1 Mayıs 1919’da yayımlamaya başladığı Kurtuluş dergisi 85; Türkiye’deki ilk Marksist siyasal partinin, sendikanın ve yayınların çekirdeğini oluşturmuştur. 86 Berlin’de çift sayı olarak yayımlanan Kurtuluş dergisinde Marksist düşüncenin gelişimini, burjuva ekonomisinin işleyişini anlatan yazılar yanında bir Marx biyografisi, Jaures’e yazılmış bir mersiye ve okuyuculara tavsiye edilen bir kitap listesi bulunmaktadır. 80 M. Tunçay, 2000, s. 42. M. Tunçay, 2000, s. 167. 82 Eski bir İttihatçı olan Ethem Nejat, Berlin’deki solcu çevreye katılmıştır. İstanbul’a döndükten sonra Bakü Kongresi’ne giden Ethem Nejat, bu kongre ile kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri seçilmiştir. Türkiye’ye gelen Mustafa Suphiler grubu içinde 28-29 Ocak 1921’de öldürülmüştür. 83 Daha sonra Mustafa Suphi’nin TKP’sine katılmış ve Ethem Nejat gibi o da Mustafa Suphiler grubu içinde öldürülmüştür. 84 Diğer parti üyeleri gibi 1919 Mayısında Türkiye’ye dönmemiş, 1922 yılında toplanan Komintern’in kongresine katılmak üzere S.S.C.B’ne gitmiştir. Türkiye’ye gelince ise TİÇSF içinde çalışmaya başlamıştır. Bu parti içinde, Kurtuluş ve Aydınlık dergilerinde Marksist kuram ve işçi sorunları üzerine yazılar yazmıştır. 1925’teki TKP kongresinde Merkez Komitesi üyesi seçilmiştir.1926 Viyana Konferansı’na katılmıştır. Bu tarihten sonra, Ş.Hüsnü ve Komintern ile aralarındaki anlaşmazlık sonucu elindeki Parti evrakını polise vererek 1927 tevkifatını başlatmış, kendisi de tutuklanarak 2 ay hapse mahkum edilmiştir. Bu tarihten sonra TKP ile ilişkisi kesilmiş, Şevket Süreyya (Aydemir) ile birlikte Kadro kareketi içinde yer almıştır. 85 Berlin’de iki sayı olarak çıkarılan Kurtuluş dergisinin kapağında “Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi’nin organıdır” lejandı bulunmaktadır. 86 M. Tunçay, ibid, s. 468. 81 26 Şefik Hüsnü’nün gruba katılması ise, bu çevrenin üyelerinin Türkiye’ye dönerek çalışma merkezlerini İstanbul’a kaydırmalarıyla olmuştur. Sadrettin Celal 87 de bu sırada partiye katılanlar arasındadır. 88 Şefik Hüsnü, Türkiye’ye gelişinden TİÇSF’ne katılışına giden süreci şöyle anlatmaktadır: ..1912’de doktor olarak Türkiye’ye geldim. Sırası ile Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında askerlik yaptım. 1919’da mütareke başlangıcında Türkiye’de büyük siyasi cereyanlar baş gösterdi. Bunlar arasında “Amele Cemiyetleri” ve “Sosyalist Partiler” de vardı. Lakin hareketlerin başında durumu bütünlüğü ile kavrayacak merkezi teşekküller ve şahsiyetler belirmemişti. Sosyalist Parti Lideri Hilmi karacahil idi. Sosyal Demokrat Parti Reisi Dr. Hasan Rıza adap ve merasim içinde boğulmuş, kütlelerden uzak, zavallı bir ihtiyar idi. Yüksek münevverler, bilhassa Darülfunun camiasında öğretim üyelerinden pek çoğunun sosyalist istikamette bir kaynaşma içinde bulundukları işitiliyorsa da, bunların kimler olduğunu ve ne yapmak istediklerini bilmiyordum. Fakat böyle tutunaklı bir teşebbüsü desteklemek niyetindeydim ve uyanık bekliyordum. 1919 yılında Namık İsmail imzalı bir mektup aldım. Bu zat müşterek dostumuz Abdülhak Şinasi’den benim sosyalist mefkuresine kendini vermiş, Marksizmi esaslı bir tarzda tetkik etmiş bir vatandaş olduğumu öğrendiğini, bir sosyalist parti yaratmak için uğraştıklarını bildiriyor ve gayretlerimizi birleştirmek için randevu istiyordu. Bunun sık sık lafı edilen münevverler grubu olduğunu anladım. Derhal temasa geçtim. Namık İsmail genç bir ressamdı ve Beşiktaş’taki atölyesini bir toplantı salonu haline getirmişti. Haftada bir sosyalist dostları burada toplantı yapıyorlardı. O sırada toplantıya katılanlar 30-40 kişi kadardı. Konuşmaların sevki, idaresi gevşek ve plansızdı. Müdahale ederek sevk-i idareyi elime aldım. Bilahare Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi’nin nizamnamesinin esaslarını hazırlayarak hükümete verilmesini temin ettim...Partimize mensup kimseleri, hatırlayabildiğim kadarıyla şöyle sıralayabilirim: Eski İktisat Bakanlığı Genel Ticaret Müdürü Mehmet Vehbi (Sarıdal), Milli Eğitim 87 Sadrettin Celal (Antel), İstanbul’da doğmuş ve İkinci Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında Fransa’da pedagoji eğitimi görmüştür.1913’te yurda döndükten sonra öğretmenlik yapmıştır. Mütareke döneminde TSF’na üye olan S. Celal, 1920 yılının başında TİÇSF’na girmiştir. Aydınlık’ta daha çok eğitim ve kültür üzerine yazılar yazmış, 1922 yılında toplanan Komintern’in IV. Kongresi’ne katılmıştır. 1923 yılında, diğer TİÇSF çevresinin önemli isimleri gibi tutuklanmıştır.1925 yılındaki TKP kongresine katılmış ve aynı yıl meydana gelen tutuklamalarda 7 yıl hüküm giymiştir. 1926 yılında, bir yasa değişikliği sonucu serbest bırakılan S. Celal, bu tarihten sonra TKP’nden kopmuş ve öğretmenliğe dönmüştür. 1936 yılı sonunda İstanbul Üniversitesi Pedagoji Profesörlüğü’ne atanmış ve ölümüne değin 18 yıl çalıştığı bu görevinde, eğitimle ilgili çeşitli yapıtlar vermiştir. 88 M. Tunçay, 2000, s. 469. 27 Müdürlerinden Ethem Nejat, Çiftçi Kütüphanesi sahibi Akif, ressam Namık İsmail, ağabeyi Hüsnü İsmail, coğrafya profesörü Ali Yar, iktisat profesörü Münir, lise müdürlerinden Celal, sonradan katılan Sadrettin Celal, Nizamettin Ali (Sav), gazeteci Nizamettin Nazif (Tepedenlioğlu), gazeteci Suphi Nuri (İleri), eski Maliye Bakanı Nurullah Esad (Sümer), Fikri Servet, halen Moskova’da bulunan veteriner Cevdet. 89 TİÇSF’nin ilk kuruluş başvurusu 1919 Temmuz’una rastlamaktadır. Bu müracaat, dönemin Dahiliye Nazırı Adil Bey tarafından hoş karşılanmamıştır. İkinci başvuru, Dahiliye Nazırı Şerif Paşa tarafından incelenmekte olduğu cevabını almıştır. Ancak fırka “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” adı ile 22 Eylül 1919 tarihinde kendisini kurulmuş sayarak çalışmaya başlamıştır. 90 TİÇSF’nin ilk reisi ve Kurtuluş’un sorumlu yönetmeni Mehmet Vehbi (Sarıdal) olmuştur. Mehmet Vehbi Anadolu’ya gittikten sonra Partinin başkanı Namık İsmail, Kurtuluş’un sorumlusu ise Mehmet Selahattin olmuştur. 91 Şefik Hüsnü, bu tarihlerde kendisinin partinin genel sekreterliğine seçildiğini ifade etmektedir 92. Fırkanın yasallık kazanması ise 18 Aralık 1919 tarihinde yapılan seçimlerden bir gün önceye, yani 17 Aralık tarihine rastlamaktadır. Şefik Hüsnü, seçimden 15 gün önce verdiği bir demeçte, “kuruluş ilmühaberinin seçimden bir gün önce verildiğini” söylemiştir. 93 TİÇSF Nizamnamesi’nin birinci maddesi şöyledir: “İlmi sosyalizm esaslarına göre Türkiye işçi ve çiftçilerinin siyasi, iktisadi hukuk ve menfaatlerini siyanet ve 89 Sayılgan, Şefik Hüsnü’nün bu satırlarını, onun 1946 tevkifatında yapmış olduğu bir itiraf olarak yayımlamıştır. (A. Sayılgan, Türkiye’de Sol Hareketler (1871-1972), İstanbul, 1972, s. 100-103.) İleri ise, bunun savcı Kazım Alöç tarafından yapılan bir iftira olduğunu yazmıştır. Kazım Alöç, Şefik Hüsnü’nün 1946 yılında evinde bulunan otobiyografik incelemeyi; 1919-1925 yıllarını kapsayan bu yazısını, “itiraf” olarak yutturmak istemiştir. İleri’ye göre olay, Şefik Hüsnü’nün bu yıllarda samimi olarak demokratik bir döneme girileceğine inanarak evinde geçmiş yıllara ait notlarını bulundurması ve bunların yakalanmasından ibarettir. İleri, bu olayı Şefik Hüsnü’ye de doğrulattığını yazmıştır.(R.N. İleri, 1970, s. 130.) 90 T. Z.Tunaya, 1999, s. 483. 91 M. Tunçay, 2000, s. 470. 92 R. N.İleri, 1970, s. 102. 93 İkdam, 29 Kanun-ı Evvel 1335, aktaran, Tunaya, 1999: 482. 28 müdafaa için ‘Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi’ unvanıyle bir siyasi parti teşkil edilmiştir.” 94 TİÇSF, kuruluşundan sonra, bir “kuruluş bildirisi” ve “asgari parti programı” yayımlamıştır. Programın ilk maddesinde, Partinin Büyük Millet Meclisi’nin saltanatın ilgası, milli egemenliğin sağlanması kararlarını kabul ettikleri ve bu şiarlar için mücadele edileceği açıklanmıştır. Parti programındaki temel istekler, genel ve eşit oy hakkı, aşarın kaldırılması, kooperatifler kurmak, amele, köylü ve memurlara dernek kurma ve grev yapma hakkı, 8 saatlik işgünü, ücretsiz ve zorunlu eğitim olarak sıralanabilir. TİÇSF, 18 Aralık 1919 genel seçimlerine katılmıştır. Fırkanın genel seçimlere katılma gerekçesi, Şefik Hüsnü tarafından, “Fırka için seçim ve seçim kampanyası bir propaganda idi. Çünkü, Fırka kuruluş ilmühaberini İstanbul seçiminden bir gün önce almıştı.” şeklinde açıklanmıştır. 95 Fırkanın seçim öncesi ilk eylemi, 23 Ekim 1919 tarihinde düzenlenmiş olan “amele” toplantısı olmuştur. Toplantının, basındaki yankısının büyük olduğu görülmektedir. 96 Bu toplantıya TİÇSF’ndan başka şu kuruluşlar katılmıştır: - Berlin’de kurulan İşçi Derneği -Mesai Cemiyeti -Osmanlı Sanatkaran Cemiyeti -Bahri ve Berri Şoförleri Cemiyeti -Zeytinburnu Fabrikası Çalışanları -Baruthane, Ağırkapı, Hasköy Reji, Defterdar Bez Fabrikaları, Tersane Fabrikası, Salapuryacılar, Manavcılar, Hamallar Cemiyeti üyeleri. 97 TİÇSF, seçimleri kazanamamıştır. Şefik Hüsnü’nün seçimler üzerine yaptığı yorum ise, kazanamama sebebinin fırkanın geç kuruluş izni almasından kaynaklandığı ancak seçimin parti için tanıtma aracı olduğu yönünde olmuştur. 98 94 Gürses, 1994: 246. T.Z.Tunaya, 1999, s.486. 96 ibid. 97 25 Ekim 1919 tarikli Vakit gazetesinden aktaran, N. Karaca, “Mütareke Yıllarında Kurulduğu Varsayılan Bir Heyet: Sosyalist Birliği”, Toplumsal Tarih 1995, s. 51-52. 98 T.Z.Tunaya, ibid, s. 487. 95 29 İstanbul’da Kurtuluş Dergisi’nin çıkarılmasına devam edilmiştir. Bu yayınlarda, teorik konulara, Milletler Cemiyeti, Türkiye, İtalya, Belçika ve Fransa’da yapılan seçimler gibi güncel konu ve olaylara yer verilmiş ve ayrıca sanat ve edebiyat üzerine yazı ve çeviriler yayımlanmıştır. Kurtuluş Dergisi İstanbul’da beş sayı çıkabilmiştir. 99 19 Şubat tarihli beşinci sayıdan sonra, 16 Mart 1920’de İngilizler’in İstanbul’u işgal etmesinden sonra yayımlanması durdurulmuş, müttefik sansürü (ya da Damat Ferit Paşa hükümeti) tarafından yasaklanmıştır. 100 16 Mart 1920’de İngilizler’in İstanbul’u işgal etmesinden sonra TİÇSF’nin legal çalışmasına gem vurulmuştur. 101 15 Nisan 1923 tarihli TİÇSF beyannamesinde bu durum şöyle ifade edilmektedir: ....İngiliz ordusu İstanbul’umuzu ...işgal etmiş ve Meclis-i Milli’yi kapatmıştı. Bu üzücü olay ile başlayan kötü devrede, ... size rehberlik etmekle övünen partimiz üyeleri de, Ferid hükümetinin takip ve baskılarına maruz kalmıştı. Parti İdare Heyeti milletimizin varlığına suikast edenlerin içte ve dışta bir hainlik çemberi içine aldıkları İstanbul’da mücadeleye devam ile kuvvetlerimizi israf etmektense faaliyetimizi sınırlandırmayı, milli selamet adına daha tercih edilir bulmuştu. Bu sayede bir çok bilinçli arkadaşımızın Anadolu’da İstiklal Mücadelesi’ne katılmaları olanağı hazırlanmış bulunuyordu....Ameleden ve aydınlardan sizin teşkil ettiğiniz mazlum sınıfların savunusuyla tanınmış parti üyeleri milli mücadele cephesinde yer alabilmişlerdi. 102 TİÇSF’nde Anadolu hareketinin desteklenmesi eğilimi ağırlık kazanırken, işçi hareketinin daha canlı ve işçilerin yoğun olduğu İstanbul’dan ayrılmak istemeyen Şefik Hüsnü ve bazı partililer, 1919 sonlarından 1921 ortalarına kadar geçen sürede, bir yandan işçi sınıfı ile bağları kurma ve İstanbul işçilerini bir birlikte örgütleme çabalarını sürdürürken bir yandan da Balkan Partileri, örneğin Bulgaristan partisi aracılığıyla III. Enternasyonel’le ilişkiye geçerek varlıklarını kabul ettirmeye çalışmışlardır. 103 99 K.Sadi, 1994, s. 573. M. Tunçay, 2000, s. 169. 101 B. Şen, Cumhuriyetin İlk Yıllarında TKP ve Komintern İlişkileri, İstanbul, 1999, s. 46. 102 M. Tunçay , ibid, s. 482. (Bazı sözcükler Türkçeleştirilerek alınmıştır.) 103 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1876. 100 30 Damat Ferit kabinesinin 1920 Ekim’inde düşmesinden ve yerine 14 Ekim’de Tevfik Paşa kabinesinin geçmesinden sonra TİÇSF, legal olarak çalışmayı bir daha denemeyi düşünmeye başlamıştır. 104 Şefik Hüsnü ve Sadrettin Celal, İngiliz İşgali’nden sonra kapanan Kurtuluş’un yerine 1 Haziran 1921’de Aydınlık gazetesini çıkarmaya başlamışladır 105. 1921 1 Mayıs gösterilerini TSF düzenlerken, 1922 yılında 1 Mayıs, TİÇSF ve TSF’nin de içinde bulunduğu 1 Mayıs Komisyonu’nca düzenlenmiştir. 106 Şefik Hüsnü, 1 Mayıs 1922’de 6000 işçinin katıldığı belirtilen Kağıthane mitinginde “içinde yaşanılan cemiyetin çürük temeller üzerine kurulduğunu” ve “temelden değişme ameliyesi yapılmadıkça bunun düzelmeyeceğini” belirttiği konuşmasında devamla şunları ifade etmiştir: Yoldaşlar! Bu zorunlu hareketi sizin mensup olduğunuz proletarya sınıfı yapacaktır. Üretim araçlarını gasp edenlerin elinden zorla geri alır ve bütün işleyenlerin ortak malı olduklarını ilan edersek, ilk inkılap gayemizi elde etmiş oluruz. Ondan sonra iktidarı eline alacak işçi hükümeti, bugünkü mantıksız idarenin doğurduğu sefaletleri, haksızlıkları..Birer birer kökünden izole etmeye muvaffak olacaktır. Ancak böyle sınıfsız bir sosyalist cemiyet içinde maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı temin etmek ve yekdiğerinden farkı olmayan hakiki insanlar gibi yaşamak mümkündür. 107 TİÇSF, 1923 yılının 1 Mayıs’ında parti adına ilk kez bildiriler dağıtmış ve İstanbul hükümetine de yavaş yavaş el koymaya başlayan Ankara hükümetinden ilk darbeyi yemiştir. Partinin başkanı Namık İsmail, genel sekreteri Şefik Hüsnü, ileri gelenlerinden Sadrettin Celal, Ali Cevdet, Eczacı Vasıf, Hasan Ali gibi isimler 108, 104 G.S.Harris, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, (Çev) Enis Yedek, İstanbul, 1979, s. 145. Sayılgan’a göre, bu yıllarda Şefik Hüsnü, “münevver sosyalizmi”nden Marksizm yolu ile “ihtilalci sosyalizm”e geçmiş ve bu sebeple pek çok arkadaşı kendisini terk etmiş, yanında bir tek Sadrettin Celal kalmıştır. Bkz. Sayılgan, 1972, s. 106. 106 Ş. Güzel, 1993, s. 99. 107 Ziya Gazetesi, 10 Mayıs 1922’den aktaran, B.Şen, “Türkiye Komünist Hareketinde Şefik Hüsnü’nün Yeri”, H.B.Gürses, Şefik Hüsnü Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, İstanbul, 1994. Şefik Hüsnü’nün burada aktarılan konuşma metninden bazı kelimeler Türkçe karşılıkları ile yazılmıştır. 108 Dördü işçi olmak üzere toplam 16 kişi, İstanbul Ağır Cezası’nda yargılanmıştır. K.Sadi, 1994, s. 707. 105 31 TKP ve Türkiye Komünist Gençler Birliği (TKGB) 109’nin üyeleri olarak TBMM hükümetini devirmeye kalkmak suçlaması ile tutuklanmışlardır. 110 Tunçay , bu bildirinin Sofya’da basılıp Türkiye’ye getirilmiş olma ihtimalinin de bulunduğunu yazmıştır. 111 Söz konusu bildiride hükümete yönelik oldukça sert ifadeler kullanıldığı görülmekte, işçiler, “Türkiye’nin derebeyleri, ağaları, paşaları, zengin sermayedarları ve onların temsilcisi olan hükümete karşı mücadeleye” çağırılmaktadır. Bildiride, “Halk Fırkası’nın diğer burjuva fırkalardan bir farkı olmadığı”na işaret edilmektedir. Harris, Şefik Hüsnü’nün 27 Mayıs 1923’te “İleri” isimli gazetede 1923 tutuklamalarına ilişkin uzun bir yazı yayımladığını yazmıştır. Değmer, bu yazısında, kendisi ve arkadaşlarının, her ikisi de birer legal teşkilat olan Aydınlık ve TİÇSF yolu ile çalıştıklarını açıklamış, partinin ancak 150 üyesi olduğuna ve Türk emekçilerinin sosyal eylem için teşkilatlanmamış olduğuna dikkat çekerek, Komünist Partisinin hükümeti devirmeye kalkıştığı iddiasıyla “alay” etmiş, aynı zamanda Türkiye’nin Kurtuluş Savaşında tek sadık destekleyicisi olarak nitelediği Kominterne bağlılığı ile övünmüştür. 112 Buna karşın, sanıklar davalarını teknik bir noktaya, Hıyanet-i Vataniye kanununun henüz usulüne uygun şekilde ilan edilmemiş olmasına dayandırmışlardır. Bu kanun, henüz yürürlüğe konulmamış olduğu için, mahkeme savunmayı kabul etmiş, 1923 davası, beraatla sonuçlanmıştır. Komintern organlarında, 1923 davasında sosyalistlerin beraat etmesi, “onları hapiste tutarak üzerlerine işçilerin dikkatini çekmektense salıvermenin daha iyi olacağına karar verilmesi” şeklinde yorumlanmıştır. 113 1924 yılında ise 1 Mayıs, İstanbul ve Ankara’da kutlanmıştır. İstanbul’da Umum Amele Birliği, hükümet gösteri yapılmasına izin vermediği için Genel 109 Baku Kongresi’nde kurulan TKGB, TİÇSF tarafından yeniden harekete geçirilmiş görünmektedir. Bu dönemde TKGB’nin kimlerden oluştuğu ve faaliyetlerinin neler olduğundan bahseden bir kaynağa rastlanmadı. 110 M. Tunçay, “Komünist Gençleri Ne Yapmalı”, Toplumsal Tarih, 1998, s. 33. 111 M.Tunçay, Yeni Belgeler (Eski Sol Üstüne Yeni Bilgiler), İstanbul, 1982, s.334. 112 G.S.Harris, 1979, s. 182. 113 E.Verney, “Under Kemalist Rule”, Inprecorr, cilt 3, sayı 48 (28), 5 Temmuz 1923, s. 480-481; Aktaran, M. Tunçay, “Komintern ve Türkiye”, Birikim ,1979, s. 75. 32 Merkezi’nde bir toplantı düzenleyerek İşçi Bayramını kutlamıştır. Ayrıca bu dönemde, Aydınlık gazetesi güvenlik güçlerince aranmıştır. 114 TİÇSF, 1924 yılında kendini feshetmiştir. 115 Ancak 1925 yılına kadar Aydınlık’ın yayımlanmasına devam edilmiştir. İşçi Hareketi ve Türkiye İşçi Derneği Mücadele dönemi Anadolu’sunda (1919-1922 yıllarında) meydana gelen grevlerin, Osmanlı’da gerçekleşenlerden farklı olarak, anti-emperyalist bir nitelik taşıdıkları ve çoğunun yabancı sermayeye ait kuruluşlarda gerçekleştirildikleri görülmektedir. 116 Bu yıllarda yüzde 30’u İstanbul’da olmak üzere 19 grev gerçekleştirilmiştir. İzmir, Zonguldak, Eskişehir, Edirne, Konya, Bursa ve Adana gibi illerde de grevlere rastlanmaktadır. 117 Grevlerin çoğu; ulaştırma sektöründe, özellikle de yabancı sermayenin etkinliğindeki demiryolu işletmelerinde örgütlenmiştir. 118 İşçi sınıfı içindeki milliyetçi yaklaşımlar daha 1919-1922 yılları arasında gözlemlenmeye başlanmıştır. İşçi sınıfı, savaş koşullarında, “sınıf düşmanı patron”dan çok, “ülkeyi işgal eden dış düşman”ı görmüştür. 119 Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılı ve sonraki yıllarda milliyetçi yaklaşımlar gözlemlenen işçi grevlerinde, ekonomik istemlerin ön planda olduğu II. Meşrutiyet grevlerinden farklılaşmalar netlik kazanmıştır. 120 1923’ten itibaren yabancı sermayeli işletmelere karşı yapılan grevler yeni kurulan devletçe desteklenmekte, bu yolla işçi örgütlenmelerine Kemalizm’in milliyetçi ideolojisi nüfuz etmektedir. Bu politikanın kısa sürede değişikliklere uğramasına karşın, işçi sınıfı içindeki etkisi devam etmiştir. Buradan da Kemalizm’in sınıfsal farklılıkları reddedilmesi üzerine kurulmuş halkçılık ideolojisinin milliyetçi ideolojisiyle buluşarak başarı sağladığı sonucuna varılabilir. 121 114 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1896. T.Z. Tunaya, 1999, s. 488. 116 Y.S. Karakışla, 1998, s. 38. 117 Ş. Güzel, 1993, s. 101, 109. 118 Y.S. Karakışla, ibid. 119 Ş. Güzel, ibid, s. 108. 120 E. Serçe, “İzmir- Aydın Demiryolu Grevi: Siyasal İktidar, Sermaye ve İşçi Sınıfı Üçgeni Üzerine Bir Deneme”, Toplum ve Bilim, 1995, s. 87. 121 ibid, s. 86-105. 115 33 Bu doğrultuda, 1922 yılında “İstanbul Umum Amele Birliği” adı ile kurulan, 1923’te ise “Türkiye Umum Amele Birliği”ne dönüşen işçi örgütüne Kemalist kadronun sıcak yaklaşımının sebebi, yeni rejime işçi sınıfının desteğinin sağlanması amacı olarak yorumlanmaktadır. Rejimin bu örgütü yakından izleyişi, onunla ilişkisi, ve 1924 yılında kapatışı hükümetin özelde bu işçi örgütüne ve genelde işçi sınıfına bakışını tüm açıklığı ile vermektedir. Bu kapatılmayı, Takrir-i Sükun döneminin açık habercisi olarak yorumlarken, işçi sınıfı ve grevlere karşı hoşgörünün 1925 yılındaki Takrir-i Sükun ile tamamen sona erdiğini ve grevin yasaklandığını ekleyelim. TİÇSF ise 1921 yılı ortalarında Türkiye İşçi Derneği’ni kurmuş, dernek ilk kongresini 6 Ağustos 1921’de yaparak Profintern’e üye olmuştur. Dernek, o sıralarda İstanbul’da devlete ait işletmelerde örgütlüdür ve 500 kadar üyesi vardır. Aydınlık çevresinin amacı, ilk adımda Osmanlı Mürettipler Cemiyeti, Reji Tütün İşçileri Cemiyeti, Şirket-i Hayriye ve Tramvay şirketi işçilerinin işyeri derneklerini ve birliklerini Türkiye İşçi Derneği çatısı altında toplamak olmuştur. Aynı dönemde İstanbul’da sınıf temeline dayanan ve Türkiye İşçi Derneği gibi Profintern 122’e bağlı olan Beynelmilel İşçiler İttihadı önemli bir konuma sahiptir. 123 Bu örgüt, Komintern organlarında yapılan bir değerlendirmeye göre, İstanbul’un çeşitli milliyetlerden ve işkollarından işçileri bir arada toplamıştır.124 Ancak Türkiye İşçi Derneği, üye sayısı bakımından daha üstün bir konumdadır. Beynelmilel İşçiler İttihadı’nın 1921 yazının başında TİÇSF ile işbirliği yaptığı bilinmektedir. 125 Türkiye İşçi Derneği Merkez heyeti, 1922 Temmuz ayı başında, İstanbul’daki bütün solcu partilere ve işçi kuruluşlarına, birleşmek üzere konuşmak için yazılı bir çağrıda bulunmuş, fakat “Amele Siyanet Cemiyeti” ve TSF baştan bu toplantıya katılmayı reddetmişlerdir. Çağrıya uyan Beynelmilel İşçiler İttihadı, Mürettipler Cemiyeti, Müstakil Sosyalist Fırkası gibi kuruluşlar tarafından gönderilen delegeler, 122 Profintern (Kızıl Sendikalar Enternasyonali) 1921 yılında kurulmuş ve 1930’ların sonlarına doğru dağılmıştır. Bu süre içinde uluslararası işçi hareketinin gelişmesinde önemli bir rol oynamış ve emekçi kitlelerin mücadelelerine önderlik etmiştir. 123 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1878. 124 Kabakçiyef, “İstanbul’dan Mektup”, Internationale Presse-Korrespondenz, 1923, sayı 94, s. 793794, F. Bursalı(der.), Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi , İstanbul, 1979, s. 101. 125 M.Tunçay, 2000, s. 499. 34 21 Temmuz 1922’de konferans masasına oturmuşlardır. Ancak umulan birlik gerçekleştirilememiş ve bu yolda bazı hazırlık çalışmaları kararıyla yetinilmiştir. Şefik Hüsnü, Türkiye İşçi Derneği’nin, varlığını, 1922 Ekim’ine kadar sürdürdüğünü yazmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye İşçi Derneği’nin ve işbirliği içinde bulunulan Beynelmilel İşçiler İttihadı’nın tek hatası, işçi arasında yeteri kadar propaganda yapmadan, mümkün olduğu kadar çok zümreyi kendine çekmeyi başaramadan, bütün Türkiye işçisini kapsaması istenen genel bir birlik programıyla ortaya çıkmasıdır. Ayrıca Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1910 tarihli “Esnaf Cemiyetleri Hakkında Talimat”’ın etkisi ve bu talimattın öngördüğü esnaf çatısı altında örgütlenme şeklindeki geleneksel korporatif yapı varlığını sürdürmüştür. Bu loncaların devamı sayılabilecek yapıları çözmek zor olmuş ancak bu çözülüş de beraberinde, çalışan kesimin örgütsel yapısında bir dağılmayı beraberinde getirmiştir. Aydınlık dergisinin 15 Ağustos 1924 tarihli “Fevkalade Amele Nüshası”nda gelişmeler şu satırlarla verilmektedir: Son hafta Türkiye amele sınıfı ve bütün çalışanları için önemli ve heyecanlı bir haftadır. Bu hafta içindedir ki Türkiye amele sınıfının ilerlemesine, köhne...bir engel olan gedikler ilga edilmiş, binlerce liman ameleleri, hamallar hukuki anlamda serbest fakat teşkilatsız birer işçi olarak ortaya atılmışlardır. Gedikler, loncalar derebeylik şehirlerinin yadigarlarıdır. Loncalar amele sınıfının bilincinin yükselmesine ve ilerlemesine engel olan ... şekillerdir. Biz de derebeylik saltanatının son döküntülerinden olan sultanlığı ve hilafeti tarihe havale ettikten sonra, gedikleri ve loncaları da kaldıran hükümeti tebrik ederiz.. 126 Beyannamede, işçilerin gediklerden ve loncalardan kurtulmakla birlikte, bu defa da teşkilatsız kaldıklarına işaret edilmektedir: Gedikler ilga edilmiş, fakat şimdi de ortada teşkilatsız binlerce işçi kalmıştır. Bu binlerce işçinin kol kuvveti birtakım açıkgözlerin elinde istismar aracı olmak tehlikesi ile karşı karşıyadır. Önceden birkaç kahyanın hesabına çalışanla, şimdi de birkaç sermayedarın hesabına çalışmış 126 Aktaran, Z. Toprak, “Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne Sendikal Gelişmeler: İstanbul Umum Deniz ve Maden Kömürünü Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti”, Toplum ve Bilim, 1988, s. 145146. (Metin sadeleştirilerek verilmiştir.) 35 olacaklardır. Biz gediklerden kurtulan liman işçilerine, tahmil ve tahliye amelelerine diyoruz ki: -Arkadaşlar! Yeniden gediklerin tesisini istemeyin! Onlar sana dünyada en ağır ve zor işleri yaptıran, en pis şartlar içinde yaşatan, gençliğini çökerten bir bela idi. Bu cemiyet, iş saatlerini, iş ücretlerini, dinlenme yerlerini, hastane, eczane, kulüp ve dershane gibi gerekli yerleri temin eden, üstüne de senin kazandığını cebine indirmeyen bir teşkilat olsun. Herkesten çok çalışıyorsunuz. Herkesten iyi yaşamak hem göreviniz hem de açık hakkınızdır. 127 1924 Anayasası’nın tanıdığı örgütlenme hakkından yararlanan işçiler, özellikle büyük sanayi merkezlerinde sendikalar kurmaya girişmişlerdir. İstanbul’da ve İzmir’de aynı yıl içinde hemen hemen 20 sendika kurulmuştur. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bu dönemde sendikal hareketi baltalamak için iki ayrı önlem geliştirdiği görülmektedir. Bir yandan var olan sendikalara kendi ajanlarını sokarken diğer yandan da Türk İşçi Birliği adı altında bir örgüt kurulmasına önayak olmuşlardır. Fakat bir süre sonra hükümetin niyetlerinin farkına varan ve bağımsız bir işçi hareketinin kaçınılmazlığını anlayan işçiler, 20 sendikanın birleşmesi ile Amele Teali Cemiyeti’ni kurmuşlardır. 128 b. Yurtdışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Mustafa Suphi: Bu başlık altında inceleyeceğimiz örgütlenme, Birinci Dünya Savaşı sırasında Çarlık Rusyası’nda esir düşen ve Ekim Devrimi'nde Rus işçi ve köylüleriyle birlikte savaşan Türk esirleri arasında gerçekleştirilmiştir. Türkiye Komünist Partisi’nin kurulmasında, Mustafa Suphi’nin önemli bir yeri bulunmaktadır. İttihat ve Terakki döneminin muhalifleri arasında sayılan Mustafa Suphi, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Sinop'a sürgün edilmiş ve 1914 yılında buradan Rusya’ya kaçmıştır. 129 Mustafa Suphi, 1914'te siyasal mülteci sıfatıyla sığındığı Çarlık Rusya'sında Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine Kaluga iline sürülmüştür. Burada, çeşitli Türk sol devrimcileriyle ve Bolşevikler'le temas etmiş, doğu cephesinde esir düşerek Rusya içlerine gönderilen Türkiyeli askerler arasında da faaliyet göstermiştir. 127 Z. Toprak, 1988, s. 146. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1896. 129 M. Tunçay, 2000, s. 99. 128 36 Tunçay'a göre, Mustafa Suphi, bu dönemde Bolşevik fikirleri kabul ederek Bolşeviklerle işbirliği yapmaya başlamıştır. 130 Mustafa Suphi, 20 Temmuz 1918 yılında Türk Sol Sosyalistleri Konferansı’nı toplamıştır ve bu konferansla birlikte Türkiye Komünist Teşkilatı (TKT) kurulmuştur. Konferansta Rusya ve Türkiye'deki amele ve rençperler arasında, “teşkilatlanma” ve “sosyal devrim” cephesinin fiilen ve fikren savunusunun yapılmasına ve “ilk müsait fırsatta” Türkiye’den de getirilecek vekillerle Rusya’daki teşkilat vekillerinden oluşan ilk Türkiye Komünist Kongresi’nin düzenlenmesine ve “teşkilatın fırka haline getirilmesine” karar verilmiştir. Mustafa Suphi, bu konferansta, Türkiye’de sosyalizmin ütopizm devrini atlatıp yeni bir devre girmekte olduğunu belirtir. Bu da, artık, inkılap teşkilatlarında yalnız “münevver ve mütefekkir” 131 kimselerin değil, doğrudan zulme uğrayan kitlelerin de bulunması yani “inkılap ruhu”nun aşağı tabakalara nüfuz etmesiyle açıklanmaktadır. Türkiye Komünist Teşkilatları’nın 1. Kongresi, 10 Eylül 1920’de Baku’de Kızıl Ordu Kulübünde açılmış ve 16 Eylül’e dek devam etmiştir. Bazı yazarlar kongreyi, Türkiye Komünist Partisi'nin Birinci Kongresi olarak isimlendirse de kongrede de ifade edildiği gibi, asıl adı Türkiye Komünist Teşkilatları 1. Kongresi'dir ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) bu kongre ile meydana getirilmiştir. 132 Şişmanov, Mustafa Suphi'nin bu kongrenin Anadolu'da (Ankara’da) toplanması için teşebbüslerde bulunduğunu ancak Ankara hükümetinin izin vermemesi üzerine kongrenin memleket dışında yapılması yoluna gidildiğini yazmaktadır. 133 Aslan'a göre, TKT Kongresinin Ankara'da yapılmasının kararlaştırıldığı fikrine inanmak güçtür ancak Anadolu hükümetinin engelleyici tavrı 130 ibid, s. 99-100. Aydın ve düşünür. 132 K.Sadi, 1994, s. 557; D.Şişmanov, Türkiye’de İşçi ve Sosyalist Hareketi Kısa Tarihi, İstanbul, 1978, s. 101; Y.Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu Ve Mustafa Suphi (1918-1921) Ankara, 1997, s. 209. 133 D.Şişmanov, ibid, s. 98. 131 37 Baku’de yapılacak kongreye Türkiye'deki komünist grupların temsilcilerinin katılmasını önlemek konusunda kendisini göstermiştir. 134 Kongreye 15'i aşkın teşkilattan , 51'i İstanbul ve Anadolu'dan olmak üzere 74 delege gelmiştir. İstanbul, Ankara, İnebolu, Zonguldak, Ereğli, Samsun, Sivas, Kars, Trabzon, Rize, Erzurum, Eskişehir, Konya idi. İzmir ve Adana teşkilatlarında seçilen delegeler, buralardaki savaşlar yüzünden Kongreye ulaşamamışlardır. Topçuoğlu, bu Kongrede 21 kişilik bir Merkez Komitesi seçildiğini; seçilenler arasında, Kongreye katılmamasına rağmen Şefik Hüsnü’nün de bulunduğunu iddia etmektedir. 135 Ancak bu bilgi doğru görünmemektedir. Bu Kongreye katılan TİÇSF üyeleri, Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı’dır. Kongreye başkanlık eden Mustafa Suphi, açılış konuşmasında, TKP’nin kuruluşunu Anadolu’daki anti-emperyalist mücadeleyi güçlendirici bir etken olarak nitelemiş ve bu girişimin Doğu halklarına örnek olacağını belirtmiştir. Mustafa Suphi, daha önce yaptığı çalışmalar hakkında Merkezi Heyet’in faaliyet raporunu okumuş ve yapılan seçimlerde TKP’nin başkanı olmuş, partinin genel sekreterliğine ise Ethem Nejat seçilmiştir. 136 l. Kongre, sadece 1918’de kurulan TKT’nin partileşmesi anlamına gelmemekte, ayrıca Türkiye’deki tüm sol grupları çatısı altında toplama özelliği taşımaktadır. Bu birleştirme kararı, Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı’nın önerisiyle alınmıştır. Bundan başka kongrede, partinin program ve tüzüğü hazırlanmış, parti strateji ve taktiğinin çizilmesi; milli kurtuluş savaşının genel planının, anayolunun gösterilmesi amaçlanmıştır. 137 Kongrede TKP’nin bir yandan Türkiye’de emperyalizme karşı olan mücadelenin derinleşmesine yardım etmesi, bir yandan da emekçilerin egemenliği 134 Y.Aslan, ibid, s. 210-211. Bu kongrede, faaliyet merkezinin Anadolu’ya taşınması kararlaştırıldığı (Bkz, Tunçay, 2000, s.102) göz önünde bulundurulursa, kongrenin de Anadolu’da toplanması için bazı girişimlere bulunulmuş olduğu düşünülebilir. 135 İ. Topçuoğlu, Neden 2 Sosyalist Partisi, İstanbul, 1976, s. 75. 136 M. Tunçay, 2000, s. 102. 137 M. Tunçay, 1982, s. 219. 38 için koşulları hazırlaması üzerinde durulduğu, “Anadolu’nun mevcut hükümeti son hükümet olarak kabul etmediği”nin vurgulandığı göze çarpmaktadır. 138 Kongrede belirtilen diğer konular ise, II. ve III. Enternasyonaller arasındaki farkın belirtilerek III. Enternasyonalden yana tavır konulması, sömürge sorunu, Türkiye’de bir Şura hükümeti kuruluncaya kadar bir kooperasyon hareketi başlatılmaya çalışılması, köylüleri devrim savaşına çekmenin gereği ve kadınlara tanınması gereken haklar olmuştur. 139 l. Kongre, “Türkiye İşçilerine” başlıklı bir de özel çağrı yayımlamıştır. Çağrıda, emperyalistlerin saldırısına karşı tek cephenin kurulması gerektiği ve TKP'nin bu cepheye girmeye hazır olduğu açıklanmış ayrıca emekçilere, halka sağlanması gereken asgari istekler öne sürülmüştür. Bu istekler arasında, sendika ve grev hakkı; tek dereceli, genel, eşit, serbest ve gizli oylamalı seçim sistemi; yürürlükteki bütün vergilerin kaldırılması ve yerine kazanç oranıyla artan (gelir) vergi sisteminin konulması; parasız genel öğretim; topraksız ve az topraklı köylülere bedava toprak ve tarım aletleri dağıtılması; padişahlığın yıkılması ve cumhuriyetin kurulması; 1 Mayıs gününün resmen işçi bayramı olarak tanınması; sarayınpadişahın, toprak beylerinin mallarına, mülklerine hemen el konulması; Düyun-u Umumiye'nin, "Reji"nin, tekelin, yabancı kumpanyaların, kapitülasyonların kaldırılması gibi maddeler yer almıştır. 140 Harris, Mustafa Suphi’nin kongredeki genel tutumunu, Türkiye’de derhal Sovyet güç ve nüfuzunun kurulması gerektiğini düşünen sol kanatla, partiyi tipik bir burjuva milliyetçi örgüt haline dönüştürebilecek sağ kanat arasında dengeli bir yol sağlamaya çalışmak olarak nitelendirmiştir. 141 TKT’nin ve sonrasında TKP’nin Moskova, Kırım, Taşkent ve Baku’de yayımladığı Yeni Dünya gazeteleri 142, önemli birer propaganda aracı olmuştur. Yeni Dünya’nın çıktığı dönem (1918-1921), Rusya’da Sovyet Devrimi'nin düşmanlarının 138 M. Tunçay, 1982, s. 66. ibid, s. 97. 140 M. Tunçay, 2000, s. 315-320. 141 G.S.Harris, 1979, s. 89. 142 İlk Yeni Dünya (Moskova-Nisan 1918), Merkez Müslüman Sosyalistler Komitesi’nin “Türkçe Naşir-i Efkarı” olarak yayımlanırken Kırım’daki Yeni Dünyanın yayımcısı “Şark Halkları Komünist Teşkilatları Merkez Bürosu”, yazıcısı Türk Komünistler Şubesi’dir. Haziran 1920’den Şubat 1921’e kadar 19 sayı olarak yayımlanan Yeni Dünyanın yayımcısı, TKP Merkez Heyeti’dir 139 39 kışkırttığı veya yöneltmeye çalıştığı gerici ayaklanmalara sahne olmuş ve Yeni Dünya gazetesi, Sovyet devrimine sahip çıkmak anlamında “yeni bir dünya”nın kuruluşuna destek vermiştir. Mustafa Suphi’nin Yeni Dünya’daki yazıları ile ilgili olarak yapılabilecek genel bir değerlendirme, onun teorik içerikli yazılardan çok propaganda ağırlıklı yazılara yönelmiş olmasıdır. Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketi üzerinde oldukça duran M. Suphi, bu harekete her türlü yardımın yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Mustafa Suphi’nin “Tarihi Vazife” adlı yazısı, onun Mustafa Kemal önderliğindeki hareketle ilişki içinde bulunduğunu göstermektedir. Söz konusu yazıda Mustafa Suphi, "Türkiye'de Milli Müdafaa şeklinde baş gösteren ayaklanmaya, müşterek düşman tarafından bu hareketin söndürülmesine yol vermemek için, her türlü yardımı tarihin yüklediği bir vazife" olarak gördüklerini ifade etmiştir. 143 Hem Türkiye Sol Sosyalistleri Konferansı’nda hem de Baku Kongresi’nde “mücadeleyi Türkiye’ye taşımanın gerekliliği” üzerinde duran Mustafa Suphi ve arkadaşları, 1920 yılının son aylarına doğru, izinli ya da çağrılı olarak Ankara’ya gitmeye karar vermişlerdir. Sırasıyla Kars ve Erzurum’a gelen Türk komünistleri, Kazım Karabekir ile Erzurum Valisi Rodoslu Hamit arasında yapılan plan doğrultusunda geldikleri illerde gerici gruplar tarafından karşılanmış ve “Halk sizi istemiyor” şeklinde bir düşünce yaratılarak Trabzon’a gönderilmişlerdir. 28 Ocak'ta Trabzon'a varan heyet, hazırlanmış bir motora bindirilerek yola çıkarılmış ve Karadeniz açıklarında, bir komplo sonucu öldürülerek denize atılmışlardır. 144 Tunçay, TKP’nin bu tarihten sonra yurtdışında başka etkinlikleri de olduğunu yazmıştır. 1922 yılında TKP imzası ile Türkiye İşçilerine yönelik üç bildiri yayımlanmış, TKT 1. Kongresi’nde seçilen Türkiye Komünist Gençler Birliği (TKGB) faaliyetlerine devam etmiş ve Osmanlıca Kızıl Şark dergisi çıkarılmıştır. 145 143 H. Erdem, Mustafa Suphi Bir Yaşam Bir Ölüm, İstanbul, 1999, s. 101-102. Karadeniz'de, bu kanlı komploda öldürülen 15 Türk komünisti şunlardır: Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Hilmioğlu (Arap) İsmail Hakkı, İsmail Hakkı, Bahaeddin, Kazım Hulusi, Maksut Ekşi, Hayrettin, Emin Şefik (Mühendis), Mehmet Ali, Tevfik (Tayyareci), Halifoğlu Mehmet, Mustafa Mehmet, Kazım Ali ve Cemil Nazmi. 145 M. Tunçay, 1982, s. 325-341. 144 40 c. Hafi (Gizli) Türkiye Komünist Partisi’nden Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’na Hafi TKP, Anadolu’da 1920 yazının başında kurulmuştur. Bu partinin kurulmasına, BMM Hükümeti nezdindeki ilk resmi Sovyet temsilcisi Şerif Manatov’un önayak olduğu bilinmektedir. Manatov, Ankara ve Eskişehir’de Bolşevik devrimi üzerine halk konferansları düzenlemiş ve başlangıçta hükümetten de yardım görmüştür. 146 Partinin özellikle Ankara-Eskişehir dolaylarında örgütlendiği bilinmektedir. 147 Hafi TKP’nin ileri gelen üyeleri arasında, Binbaşı Salih (Hacıoğlu), Muallim Mustafa (Nuri), Şeyh Kudbettin ve Ziynetullah (Nuşirevan) bulunmaktadır. Ayrıca meclisteki Halk Zümresi üyelerinden Tokat mebusu Nazım grubu olarak anılan çevre de bu partiye girmişlerdir. 148 Hafi TKP’nin görüşlerine ilişkin olarak, Parti Nizamnamesi ve 14 Temmuz 1920 tarihli beyannameden bilgi edinilebilmektedir. Bu belgeler incelendiğinde, hem “İngiliz politikasının aleti olan İstanbul hükümetinin” hem de “İttihatçıların maskeli olarak kurdukları Kuvayı Milliye hükümetinin” eleştirildiği ve partinin her ikisiyle de bir ilgisinin bulunmadığının vurgulandığı göze çarpmaktadır. Bunun dışında sözü geçen belgelerde, III. Enternasyonale olan bağlılık vurgulanmakta ve Türkiye’de Rusya’dakine benzer bir “şura hükümeti” kurulması öngörülmektedir. 149 Gizli TKP’nin faaliyetleri hakkında çok az şey bilinmektedir. Tunçay, Gizli TKP’nin Mustafa Suphi’nin örgütüyle ilişki içinde bulunduğunu ve Mustafa Suphi tarafından Anadolu’ya gönderilen Süleyman Sami isimli partili aracılığıyla Bakü örgütünden para istendiğini yazmıştır. 150 Bir süre sonra, Şerif Manatov’un çalışmaları, hükümetçe sakıncalı bulunmuş ve Manatov, sınır dışı edilmiştir. Bunun üzerine gizli TKP, eylem tabanını genişletmek ve yasallık kazanmak için bir takım çalışmalarda bulunmuştur. 146 M. Tunçay, 2000, s. 94. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1876. 148 M. Tunçay, ibid. 149 ibid, s. 95, 97. 150 ibid, s. 97. 147 41 Bu çalışmalar sonucunda, 7 Aralık 1920 tarihinde, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF) resmen kurulmuştur. THİF’nın kurucu ve yöneticileri araında Tokat mebusu Nazım, Bursa mebusu Şeyh Servet, Afyonkarahisar mebusu Mehmet Şükrü, Binbaşı Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nuşirevan bulunmaktadır. 151 Tunçay, THİF’nin savunduğu fikirlerde, komünist teoriden sapmalar görüldüğünü ve geniş halk kütlelerinin ve Meclis’teki Halk Zümresi- Yeşil Ordu mebuslarının desteğini kazanmak için, İslamiyet’in sola yakınlığı üzerinde durulduğunu yazmıştır. 152 Örneğin, Ankara’da THİF’nin sözcülüğünü yapan Emek gazetesinin 16 Ocak 1921 tarihli birinci sayısında, komünizmin esasları ele alınarak, bunların İslam’la çatışmadığı kanıtlanmaya çalışılmıştır. 153 THİF’nın bu dönemdeki ömrü çok kısa olmuştur. 154 Çerkez Ethem İsyanının yarattığı karışık hava ve solu bastırma politikaları çerçevesinde THİF kapatılmış ve Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından 12 Nisan'da (1921) tutuklanan Nazım Bey, 9 Mayıs'ta da THİF'ndan Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nuşirevan ile birlikte, "taklib-i hükümet cürümünü irtikap teşebbüs"lerinden ötürü 15'er yıl hapse mahkum edilmiştir. 155 THİF’nin yeniden canlanması, yöneticilerinin 1922 ilkbaharında çıkarılan afla tahliye olmalarından ve siyasi havadaki gevşemeden hemen sonraya rastlamıştır. Mart 1922’de yeniden kurulan ve bu dönemde Yeni Hayat adlı bir dergi yayımlamaya başlayan partinin, Komintern’in IV. Kongresi’ne sunulan bir rapora göre 1922 yazında 300 kadar üyesi bulunmaktadır. Parti tarafından, sanayi ve tarım işçilerinin bulunduğu yerlerde parti teşkilatları kurulmuş ve Zonguldak kömür madeni havzasında, Adana, Mersin, Sivas, Amasya, Trabzon, Samsun, Kayseri'de işçi örgütleri oluşturulmuştur. Çukurova'da 151 M. Tunçay, 2000, s. 97. İbid. 153 İbid, s. 140. 154 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1876. 155 M. Tunçay, 1982, s. 198. 152 42 kurulan Bölge Parti Komitesi tarafından, "Doğru Öz" 156 adlı bir gazete yayımlanmıştır. Tunçay’a göre, THİF kapatılmadan önceki dönem görüşleri ile benzer özellikler taşımasına karşın, bu kez İslamla uzlaşma çabası görülmemektedir. 157 Hatta THİF’nin bu dönemde çıkardığı Doğru Öz isimli gazetenin “keskin milliyetçi” bir özelliğe sahip olduğu da görülmektedir. 158 Kıvılcımlı ise, THİF’ni Rusya'daki "Halk Dostları" (Narodnovoltski) hareketine benzetmektedir. 159 Ona göre, THİF, “Türkiye işçisine ve köylüsüne hitabettiği halde, Türkiye işçi ve köylüsünü hiçbir zaman görmemiştir. Halk İştirakiyun'daki gizlilik yoksunluğu, taktik boşluğu ve teorik sefalet, partiyi pratik sefalete ve bozguna düşürmüştür” 160 Yayınladığı bildirilerle halkı isyana davet eden THİF, bu bildirilerde bol bol parlak söze yer vermiş ama bir yöntem öne sürmemiştir. Örnek olarak; Eskişehir işçilerini ve köylülerini isyana davet eden bir beyannameden bazı parçalar okuyalım: Amele... Köylü: Senelerden beri dünyayı her taraftan saran kapitaliz 161 zinciri bütün Rusya fukara-i kasibesinin 162 parçalayıcı bir darbesiyle kopup mahvolurken, Şark ve Garb'ın bütün mazlum ve masum işçi ve köylü halk kitleleri yeni bir hayata susamış kıyam ediyorlar. Bugün Şark'ta doğan yeni güneş sizin sararan namuslu alınlarınıza renk ve hayat vermek için çalışıyor, çalışacak, muvaffak oluyor ve elbette muvaffak olacaktır...Bugün size de düşen vazife bu cereyana tabi olmak ve bir an evvel Bolşevizmin nurlu güneşinden solgun ovalarımızı, sararan benizlerimizi.... kurtarmak ve diriltmek için çalışmaktır. 163 156 Şişmanov’a göre, gazetenin adı Doğru Söz’dür. (1978, s. 113) Mete Tunçay’ın gazete hakkında edindiği izlenim, belirgin bir sol nitelik taşımaksızın yolsuzluklarla uğraşan mücadeleci bir gazete olduğudur. (1982, s. 215) 157 M. Tunçay, 2000, s. 108. 158 M. Tunçay, “70 Yıl Önce Anadolu’da 1 Mayıs”, Toplumsal Tarih, 1994a, s. 29. 159 H.Kıvılcımlı, TKP’nin Eleştirel Tarihi Yol, İstanbul, 1978, s. 109. 160 ibid., s. 128. 161 Bildirinin gerçek metninde kapitalist değil, “kapitaliz” denilmektedir. 162 Bildiride proleter sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan fukara-i kasibe, “kazançlı yoksullar” anlamına gelmektedir. 163 H. Kıvılcımlı, ibid, s. 116-117. 43 THİF, 15 Ağustos 1922'de, bazı yazarlar tarafından 164 Ankara'da TKP'nin II. Kongresi olarak da anılan ilk kongresini toplamıştır. Ankara hükümeti izin vermediği için gizlice yapılan Kongre'ye, Şişmanov'a göre 128 delege gelmiştir. 165 Tunçay ise, bu Kongre'ye 308 üye ve 150'yi aşkın üye adayı temsilen 29 delegenin geldiğini, bunların 13'ünün Demiryolu ve Askeri Fabrika (İmalat-ı Harbiye) işçilerinin, 15'inin öğretmen, gazeteci ve doktor gibi aydınların delegeleri, 1'inin ise köylülerin delegesi olduğunu belirtmiştir. 166 Kongrede ele alınan konular şunlardır: Ülkenin içinde bulunduğu sorunlar, cephelerdeki durum, partinin uygulayacağı taktik, işçi ve köylü sorunu, toprak reformu, gençler arasında yürütülebilecek çalışmalar, örgüt meselesi, basın ve propaganda meselesi. Bu kongrede alınan kararlar arasında “milli burjuva hükümeti ile olan ilişkiler” ile ilgili karar önemlidir. Bu konuda Kemalist burjuva hükümetinin ancak belirli bir noktaya kadar savunulabileceği, Kemalistler arasında gericiliğin başkaldırmakta olduğu ve bunların emperyalizmle uyuşmak için can attığı değerlendirilmesi yapılarak, bu durumda işçi ve köylüler “içtimai inkılabın ikinci merhalesini başlatmaya, gericiliğe karşı demokratik mücadeleye” çağırıyordu. Bir yoruma göre, kararın hem özünde hem üslubunda milli hükümete ve Kemalistlere karşı İstanbul örgütüne oranla çok daha sert bir ifade ve işçi sınıfı hareketinin bağımsızlığına daha keskin bir vurgu gözleniyordu. 167 Kongrede; yeni tüzük ve programın kabulünden sonra, Merkez Komitesi'nin seçimi yapılmıştır: Salih Hacıoğlu 168, Affan Hikmet, Nazım, Ahmet Hilmi, Edip, Mehmet, Ata Çelebi, Berham Lütfü, Ruşen Eşref olmak üzere yeni komiteye on üç esas ve üç yedek üye seçilmiştir. 164 Bkz. M. Tunçay, 1982; D. Şişmanov, 1978 vd. Bu araştırmacılara göre, TKP’nin kurulmasını sağlayan Baku Kongresi milat kabul edilmek üzere, bundan sonraki gelişmeler, TKP başlığı altında değerlendirilmektedir. Mustafa Suphi başkanlığındaki 1920 tarihli Baku Kongresi ilk, THİF’nin düzenlediği 1922 tarihli kongre ikinci kongre sayılmaktadır. İkinci bölümde ise inceleyeceğimiz 1925 ve 1932 tarihli üçüncü ve dördüncü TKP kongreleri bulunmaktadır. 165 D. Şişmanov, 1978, s. 114. 166 M. Tunçay, 1982, s. 114. 167 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1876. 168 Salih Hacıoğlu, THİF’nin dağılmasından sonra TİÇSF içinde çalışacaktır. 44 Kongrede kabul edilen çalışma programı gerçekleştirilememiştir. THİF 1922 yılında kapatılmış ve üyeleri de tutuklanmıştır. Komintern organlarında, THİF’na yönelik tutuklamanın, “Lozan Konferansının hazırlanmakta olduğu bir sırada, Ankara Hükümetinin hem iç hem de dış siyasetinde bir değişikliği ifade ettiği” vurgulanmıştır 169. d. Partiler Arasındaki İlişkiler ve Şefik Hüsnü’nün Değerlendirmeleri: “TKP, Doğuşu, Kuruluşu, Gelişme Yolları” isimli broşürde TİÇSF-TKP ilişkisi üzerine şunlar ileri sürülmüştür: TİÇSF açık çalışmaya başladıktan sonra 170 bu partinin yönetim kuruluna burjuvaziden kimseler sokuldu. Bu adamlar devrimci çalışmaya karşı durdular. Bu parti kanalıyla onlar, işçi sınıfını, devrimci kuvvetleri, burjuvazinin yedekçisi yapmak, onun politikalarına bağlamak istediler. Partinin programını değiştirdiler. Programdaki “İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası, Türkiye’de işçi-köylü hükümeti kurmak için savaşır” maddesini kaldırdılar. Yerine, “Parti, parlamento seçimlerine katılır” dediler..Bu dönekliği, uşaklığı gören işçiler, partiden yüz çevirdiler. Devrim ülküsüne, proleter işçi davasına bağlı kalan işçiler, Komünist Partisi’nin İstanbul teşkilatlarına 171 girdiler. 172 Bu broşürden, TKP ile TİÇSF arasındaki ilişkilerin başlarda pek de iyi olmadığı anlaşılıyor. Broşürde, devamla TİÇSF’nin sonraki döneminden bahsedilmektedir: Mart 1920’de İngiliz –Antant Kuvvetleri- İstanbul’u resmen işgal ettiler. İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi dağıldı. 1920 yıllarının sonlarında, bu partiyi devrimci işçiler, ilerici aydınlar yeniden kurdular. Bu parti 1925 yılına kadar yaşadı. Aydınlık dergisi bu partinin yayın organıydı. Bu parti çok zayıftı. Kurulduğu günden, ta başından köylüye bağlanamadı. İşçi hareketinde sönük kaldı. Günden güne önemini kaybetti, söndü gitti. Komünist Partisinin kurulmasına 173 bu parti yardım etmiştir. 174 169 Orhan (Sadrettin Celal), “Kemalizm’in Yeni Yönelişi”, 2 Aralık 1922, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, F. Bursalı (ed.), 1979, s. 85. 170 Burada, TİÇSF’nin yasal olarak kurulduğu 17 Aralık 1919 tarihinin kastedildiği sanılmaktadır. 171 Burada Rusya’da kurulmuş bulunan Mustafa Suphi başkanlığındaki TKP’nin İstanbul teşkilatlarından söz edilmektedir. 172 Sayfa 6-7, Aktaran, M. Tunçay, 2000, s. 170. 173 Bu ifade ile İkinci bölümde inceleyeceğimiz 1925 Kongresinin kastedildiği düşünülmektedir. 174 M. Tunçay, ibid. 45 Bu belgeden de anlaşıldığı gibi, Türkiye’de TİÇSF ve THİF dışında bir de Rusya’da kurulan TKP’nin İstanbul teşkilatları bulunmaktadır. Bu durum, bazı yazarların incelemelerinde karışıklıklara sebep olmuştur. Örneğin Sayılgan, merkez olarak TİÇSF’ni alırken 175, Şen de TİÇSF’nin TKP’nin bir kolu olarak kurulduğunu ifade etmektedir. 176 Aslında tüm bu iddialar, “Rusya, İstanbul ve Anadolu’dan gelen komünist örgütlerin katılıp birleşmesiyle Bakü Kongresi’nde kurulan TKP” söylemi çerçevesinde yer almaktadır. Bu söyleme göre, 1920 Bakü Kongresi’nden itibaren birleşmiş tek bir parti olarak TKP vardır ve Türkiye’deki THİF ve TİÇSF adındaki partiler de bu tarihten sonra Anadolu ve İstanbul TKP olarak hareket etmektedirler. Akbulut’a göre, genel kabul gören bu anlayış, belgeler karşısında tartışmalı hale gelmektedir. Akbulut, bunu iki veriye dayandırır: İlk olarak, Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı’nın TİÇSF üyesi olmasına rağmen aslında TKP’nin kuruluş kongresine değil, Komintern kongresine gitmek üzere İstanbul’dan yola çıktıklarıdır 177. Dolayısıyla bu durum, İstanbul grubunu temsilen Baku Kongresi’ne katılmadıklarını göstermektedir. İkincisi ise, Şefik Hüsnü’nün 1926 yılında düzenlenen Viyana Kongresi’nde THİF’ndan bahsettiği halde Mustafa Suphi grubundan ve Bakü Kongresi’nden bahsetmemiş olmasıdır. 178 Akbulut, Mustafa Suphiler’in öldürülmelerinden sonra, Komintern’in hem Bakü’deki TKP Teşkilat Bürosu’nu hem İstanbul komünist grubunu hem THİF’nı hem de Beynelmilel İşçiler İttihadı’nı eşzamanlı olarak kabul ettiğini yazmıştır. 179 Komintern’in 1922 yılında düzenlenen Dördüncü Kongresi’nde ise Türkiye ile ilgili olarak, “İstanbul ve Ankara’da olmak üzere iki parti vardır” şeklinde bir bilgi verilmektedir. 180 TİÇSF ve THİF, Komintern’in Dördüncü Kongresine birer delege ile katılmışlardır. Bu delegeler, TİÇSF’ndan Sadrettin Celal ve THİF’ndan Salih Hacıoğlu’dur. Şefik Hüsnü, 1926 yılında 175 toplanan TKP’nin Viyana A. Sayılgan, 1972, s. 119. B. Şen, 1999. 177 Bu bilgi 1926 tarihli Viyana Kongresi’nde Şefik Hüsnü’nün kendisi tarafından verilmiştir. 178 E. Akbulut, Komintern Belgelerinde Nazım Hikmet, İstanbul, 2002, s. 12. 179 İbid, s. 11. 180 Eberlein, “Üye Kontrol Komisyon Raporu, Komünist Enternasyonal 4. Dünya Kongresi Tutanağı, Almanca, s. 366, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, F. Bursalı(der.), 1979, s. 63. 176 46 Konferansı’nda 181 Komintern’in Dördüncü Kongresinde alınan Türkiye’deki komünist grupları birleştirme kararından ve bu görevin İstanbul grubuna verildiğinden söz etmektedir. Bu tarihten sonra Şefik Hüsnü, TKP Genel Sekreteri unvanını almıştır. 182 Bilindiği gibi, TİÇSF ve THİF dönemlerinin legal sol partileri olarak kurulmuşlardı. Ancak bir de illegal bir organ bulunmaktaydı. Anlaşıldığı üzere, TİÇSF, Komintern’in Dördüncü Kongresinde kurulan bu yeraltı teşkilatının yerüstündeki bir uzantısı, Aydınlık da legal organı gibi faaliyet göstermeye başlamıştır. THİF ise, 1922 yılındaki tutuklamalarla dağılacak ve Salih Hacıoğlu ve bir grup THİF’li da bundan böyle TİÇSF içinde yer alacaktır. Harris’in de yazdıkları bunları doğrular yöndedir. TİÇSF ya da Aydınlık çevresi olarak anılan İstanbul grubu, Kemalist hükümet tarafından 1925’te kesin olarak kapatılmadan önce, birkaç yıl, Türkiye Komünist Partisi’nin “pek kapalı olmayan 183 bir cephesi” olarak kalmıştır. 184 Sonuç olarak, Bakü Kongresi’nin tüm sol grupları çatısı altında toplayan kararının pratikte ne kadar uygulamaya geçtiği veya hangi örgütleri kapsadığının oldukça tartışmalı olduğu görülmektedir. Bu da, bu dönemde tek bir merkezden hareket eden veya bir önceki dönemin devamı şeklinde faaliyet gösteren tek bir TKP yerine birden fazla komünist grubun bulunduğu fakat bu grupların ayrı ayrı da olsa Komintern’de Türkiye’yi temsil yetkisinin olduğunu göstermektedir. 1922 yılında ise “komünist grupları birleştirme” sorunsalının bu kez Şefik Hüsnü önderliğinde tekrar gündeme geldiği ve Komintern’in Dördüncü Kongresi’nden sonra TİÇSF’nin, TKP adı ile Komintern’in bir seksiyonu olarak faaliyet göstermeye başladığı görülmektedir 185. 1923 yılına gelindiğinde, TİÇSF hariç tüm sol gruplar dağılmış veya partileri kapatılmıştır. 1925 yılına kadar Türkiye’deki sol muhalefeti Şefik Hüsnü önderliğindeki grup yönlendirecektir. 181 Bu konferans, ikinci bölümde incelenecektir. E. Akbulut, 2002, s. 70. 183 Harris’in bu “pek kapalı olmayan” sözü ile TİÇSF’nin yarı-legal olarak niteleyebileceğimiz özelliğinin kastedildiği düşünülmektedir. 184 G. S. Harris, 1979, s. 54. 185 Bu birleşme sorununa 1925 yılındaki Parti Kongresi ile nokta koyulabilmiştir. 182 47 Düşünsel plandaki farklılıklara odaklanırsak, Mustafa Suphi’nin yazı ve konuşmalarının, TİÇSF’na göre daha propaganda içerikli olduğunu tespit edebiliriz. Buna karşılık, TİÇSF’nin yayınlarında, özellikle de Aydınlık dergisinde, Marksist doktrini incelemeye ve Türkiye’ye uygulanmasına yönelik konulara daha fazla yer verilmiştir. Mustafa Suphi’nin vurguladığı “Türkiye işçi sınıfının gelişmişliği” ve “proletaryanın devrim çağrısını beklediği” türünden yorumlara karşın, TİÇSF sınıfların ve kapitalizmin gelişmemiş olduğunu ifade ederek, bir anlamda daha gerçekçi verilerden yola çıkmaktadır. Şefik Hüsnü’nün Mustafa Suphi’ye ve onun TKP’sine yaklaşımı ise, bir “görmezden gelme” havası içindedir. Hareketin tarihini anlatırken Mustafa Suphi’nin TKP’sinden ve Bakü Kongresi’nden söz dahi etmemektedir. 186 THİF ve TİÇSF arasındaki en belirgin fark ise, Şefik Hüsnü’nün partisinin Kurtuluş savaşını ve Kemalist devrimleri daha destekler söylemleri bulunmasına karşın THİF’nin daha solda veya daha bağımsız bir hareket olarak görünmesidir. Şefik Hüsnü, hareketin tarihini değerlendirirken, THİF’ni, “ulusal kurtuluş hareketine karşı takındığı sol tavır ve fazla bağımsızlığı” yüzünden eleştirmiştir. Ancak THİF’nin bu görünümüne ve bu yönde eleştirilmesine karşın, Ankara çevresi ile İstanbul çevresi arasında bir farka dikkat çekilmelidir. Ankara grubu Yeşil Ordu ve Meclis içindeki Halk zümresi gibi gerici niteliğini önceki bölümlerde aktardığımız kuruluşlara dayanarak siyaset yapmaya çalışırken, Aydınlık grubu (TİÇSF) olarak adlandırılabilecek olan hareket ise İstanbul’da işçi örgütlenmesi içindeki rakip kuruluşlara karşı savaş vererek gelişmeye ve hareketin birliğini sağlamaya çalışmıştır 187 186 Herhangi bir belgeye dayandırılamamakla beraber, anı veya roman niteliğindeki bazı eserler, bize Şefik Hüsnü’nün Mustafa Suphi’ye bakışının sorunlu olduğunu göstermektedir Örneğin Güven isimli TKP tarihinden kesitler sunan, bir tür tarihsel-roman diyebileceğimiz eserde (V. Türkali, İstanbul, 1999), Şefik Hüsnü’nün Mustafa Suphi hakkında “maceracı” şeklinde bir yorumu bulunduğu yazılmaktadır. Bu yorumun, Kominterninkiyle uyum içinde olduğu görülmektedir. 187 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1874 48 III. ŞEFİK HÜSNÜ’NÜN ÖZGÜN SAVLARI Şefik Hüsnü, 1919-1924 yılları arasında Kurtuluş, Aydınlık ve Orak-Çekiç isimli gazetelerde pek çok yazı yazmıştır. Orak-Çekiç, işçilere yönelik ve işçi sorunlarına değinen bir gazete iken, içeriği ile daha çok aydın kesime yönelik olan Aydınlık’ta yazdığı Marksizm, Türkiye’deki toplumsal ve ekonomik koşullar, sınıflar, sınıf mücadeleleri, Kurtuluş Savaşı, Kemalist hükümet, Kemalizm vb. üzerine yazılar, onun “özgün tezlerini” incelememiz açısından bize ışık tutmaktadır. Şefik Hüsnü’nün savlarını alt başlıklar halinde incelemeden önce, onun yazılarında hangi verilerden hareket ettiğini açıklamamız gerekir. Şefik Hüsnü’ye göre: • Türkiye, ilkel kapitalizmle karışık bir derebeylik 188tir. • Türkiye’de sınıflar henüz gelişmemiştir. Çulhaoğlu’na göre (2002:11), bu iki veriden hareketle Türkiye’de iki sosyalist eğilim gözlenmiştir: Kapitalizmin ve sınıfların gelişmesini beklemeyi öneren bir yanıyla ortodoks ama genellikle liberalizme evrilen özellikler ve ikinci olarak, yine aynı veriden (kapitalizmin ve sınıfların gelişmemişliği) hareketle yönetici kesimin nötr olduğu sonucuna varan, özellikle de dış koşulların etkisiyle gerçekleşeceği düşünülen, sınıf mücadeleleri uğrağından geçmeyen, üçüncü yolcu bir sosyalizm aranışı. Çulhaoğlu, konjonktürün sosyalizmin bu ilk döneminde ikinci eğilimi başat kıldığı ve Türkiye’de şekillenen sosyalizmin mayasında jakoben yanın liberal yana ağır bastığı yorumunu yapmıştır. Çulhaoğlu’nun bahsettiği bu iki eğilim, esas olarak, Marksizm’in özgü toplumsal koşullara uygulanması olarak ifade edebileceğimiz, Lenin’de de varolan bir tarihsel maddecilik anlayışından kaynaklanmaktadır. Şefik Hüsnü’nün vardığı sonuçları doğru değerlendirebilmek açısından, aynı konu ile ilgili Komintern’in İkinci Kongresi’nde Milletler ve Sömürgeler Komisyonu’nun raporunda sunulan görüşleri incelemekte fayda vardır: 188 Şefik Hüsnü, “Türkiye’de Devrimin Şekli”, Aydınlık, 1 Kasım 1921, sayı 5, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 49. 49 ..kurtuluşlarına doğru yol almakta olan, savaştan beri de ilerleme yönünde belli bazı adımlar attıkları görülen geri kalmış ülkeler için kapitalist ekonomik gelişme aşamasının kaçınılmaz olduğu iddiasını doğru buluyor muyuz? Buna olumsuz cevap verdik. Eğer zaferi kazanan devrimci proletarya geri kalmış halklar arasında sistemli bir propaganda yürütürse ve şura hükümetleri ellerindeki bütün imkanlarla onların yardımına koşarlarsa, o takdirde geri kalmış hakların kapitalist gelişme aşamasından geçmelerinin zorunlu olduğunu sanmak yanlış olur..Komünist Enternasyonal, geri kalmış ülkelerin..belli aşamalardan sonra, kapitalist aşamadan geçmek zorunda kalmadan, komünizme varabilecekleri tezini de teorik gerekçesini göstererek savunmalıdır. 189 Bahsettiğimiz verilerden hareket edip jakoben bir sosyalizme evrilen bu anlayış, Şefik Hüsnü’yü temel olarak şu noktalara yöneltmiştir: -İşçi sınıfının tanımını geniş tutarak tabanı genişletmeye çalışmak. -İktidarla uzlaşma sağlamaya çalışmak. -Sınıf mücadelesi yerine “emperyalizme karşı ortak mücadele”yi koymak. (Bağımsızlık kavramının önem kazanması) -Özel sektöre ve yabancı sermayeye karşı “devletçilik”i ve “devlet tekelleri”ni savunmanın, ülkeyi sosyalizme yakınlaştıracağı düşüncesi. 1. KOMÜNİST TEORİ VE TÜRKİYE Şefik Hüsnü’nün sosyalizm ve Marksizm üzerine, özellikle Aydınlık’ta yayımlanmış pek çok yazısı bulunmaktadır. Bu yazılarda, Marksizm’i ve özellikle de dönemin teorik ve pratik gelişmelerini yorumlamıştır. Şefik Hüsnü, “Sosyalist Akımlar ve Türkiye” isimli yazısında işçi cephesinde; anarşizm, sosyalizm ve komünizm olmak üzere üç akım görüldüğünü yazmıştır. “Toplumculuktan çok bireyciliği”, “mutlak özgürlüğü” amaçlayan, anarşizm akımı, “kapitalist toplumun vaktinden önce açmış bir çiçeği”dir. Şefik Hüsnü, bu gibi sebeplerden ve de Türkiye’nin içinde bulunduğu “toplumsal ve ekonomik karmaşa” döneminden dolayı anarşizmden bahsetmeyi yersiz bulmaktadır. 189 Lenin, Toplu Eserler cilt: 31, s: 340-345, Leiteisen(der.), V. I. Lenin: Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, (çev.) Tektaş Ağaoğlu, İstanbul, 1970, s: 336. 50 Anlaşılmasına asıl gerek duyulan, aralarındaki farkların ortaya konmasının gerektiği iki akım, sosyalizm ve komünizmdir. Şefik Hüsnü’ye göre, bu iki işçi partisini ve Enternasyonalleri olayların akışı meydana getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, sosyalist partiler arasında “iktidar makamına hücum için savaş sonrası ortaya çıkan koşulların elverişli olduğu” ve “iktisadi ortamın henüz sosyalizmi uygulamak için elverişli olmadığı” şeklinde bir görüş ayrılığı belirmiştir. Birinci görüşü savunanların bağımsız olarak gelişmeye karar vermesiyle ortaya çıkan partiler “komünist” adını almışlardır. Teoride, amaç itibariyle komünistler ve sosyalistler arasında önemli bir fark bulunmamaktadır. Ancak pratikte önemli ayrılıklar görülmekte, bu da “teorik anlama” ya dayanmaktadır. Komünistlere göre, burjuva toplumunda yapılması gereken, “burjuva devlet mekanizmasının bozukluklarını tamir ederek” bu yönetim biçiminin devamını sağlamak değil, “devrimin toplumsal koşullarını hazırlamak”tır: “Buna dayanarak işçi sınıfı, henüz bir sosyalist yönetimin kurulmasına elverişli olmasa bile ilk eline geçen fırsatta yönetimi ele geçirmelidir.” Buna karşılık sosyalistler, burjuva toplumunun şartlarını reform yolu ile düzeltmek taraftarıdırlar ve bu yolla giderek geniş halk kitlelerini güvenini kazanacaklarını ve seçimlerle iktidarı ele geçireceklerine inanmaktadırlar. 190 Şefik Hüsnü, tüm bu gelişmeleri anlattıktan sonra Türkiye’ye geçer. Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye’nin özgün koşulları, bu çerçevede düşünmemize engel olmaktadır. Aşağıda aktaracağımız metin, Şefik Hüsnü’nün Türkiye üzerine değerlendirmelerine bir “giriş” niteliğindedir ..Fakat itiraf etmeliyiz ki, Avrupa için hayati bir önemi olan bu ihtilafların ülkemiz için bir değeri yoktur. Bizde eski geleneklere, parlak bir geçmişe sahip bir sosyalist parti yoktur. Esasen sermayeler hemen bütün yabancılara aittir. Sanayiimiz henüz pek geri, sınıf mücadelesi henüz hat devresinden pek uzak. Bu yüzden sosyal devrim meselesi bizde büyük bir özellik gösterir. İki muhalif kanada ayrılmak bizde söz konusu bile edilemez..... Türkiye’nin varoluşu ise pek özel bir görünüş arz eder. Bu şartlara ve halkımızın ruh yapısına göre hareket etmek bizim 190 “Sosyalist Akımlar ve Türkiye”, Aydınlık, sayı 16, Haziran 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s.146. 51 için –çabalarımızın şekilden, gösterişten ibaret kalmasını istemiyorsak- bir zorunluluktur. 191 2. SINIFLAR VE SINIF MÜCADELESİ A. Sınıfların Konumlanışı TİÇSF’nin Kuruluş Bildirisi 192’ne bakıldığı zaman, dönemin diğer “dünya proletaryası”na seslenen ve “birleşmeye” çağıran bildirilerden farklılık gösterdiği görülmektedir. Söz konusu bildiri, “Türkiye’nin işçi, köylü ve orta halli halk kitlelerine” şeklinde kapsayıcı bir ifade ile başlamaktadır. Bu kapsayıcı ifadeyi, Şefik Hüsnü’nün yazı ve görüşlerinde somutlaştıralım. Şefik Hüsnü, Kurtuluş dergisinin 20 Ekim 1919 tarihli ikinci sayısında yayımlanan “Yarınki Proletarya” başlıklı yazısında, Türkiye’de büyük endüstri ve bir işçi sınıfı olmadığını ve dolayısıyla sosyalizmin Türkiye’de temelsiz olarak savunulduğunu ifade eden görüşe karşı çıkmaktadır. 193 Şefik Hüsnü’ye göre, böyle bir görüşün altında proletaryanın yalnız maddi kuvvetlerini kullanarak geçimini sağlayan dar anlamı ile ele alınması yatmaktadır: Oysa proletarya deyimi, ilmi ve umumi anlamında, miras yoluyla gelmiş veya kazanılmış bir sermaye ve iradı olmayan, fikri veya maddi herhangi bir emek harcayarak yaşamasını sağlayan ve bir sebep dolayısıyla çalışmadığı zaman geçime yarayacak şeyden yoksun kalan insan sınıfının tümünü kapsar. Ve bizde bir sınıf halk: Memurlar, hekimler, mühendisler, yazarlar vb. nüfus tutarının pek büyük bir çoğunluğunu meydana getirir. 194 Şefik Hüsnü, derginin aynı sayısındaki “Bugünkü Proletarya ve Sınıf Şuuru” başlıklı yazısında ise, biri çalışan ve mülksüz, diğeri de mülkiyete sahip olan ve çalışmayan olmak üzere iki sınıf ayırt etmektedir. Ancak sınıfların varlığı, bu durumun bilincine varılmadıkça önemli değildir. Çünkü sınıf bilincine varılırsa, bireysel mücadeleden sosyal sınıf mücadelesine geçilebilir. 195 191 Aydınlık, sayı 16, Haziran 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 149. H.B. Gürses, 1994, s. 246-249. 193 Kurtuluş, İstanbul, 1975, s. 109-116. 194 ibid. 195 ibid, s. 170-175. 192 52 Bu dönemde bir diğer TİÇSF üyesi Ethem Nejat’ın da sınıflar üzerine benzer görüşleri öne sürdüğü, proleter kavramını oldukça geniş ele aldığı gözlemlenmektedir. Ethem Nejat, aynı tutumu daha basit bir şekilde “proleter, başkalarını kendisi yerine çalıştıracağına bizzat kendi emeği ve çalışması ile hayatını kazanandır” şeklinde dile getirmektedir. 196 Şefik Hüsnü, Aydınlık’ın ilk sayısında ise, “proletarya”yı tanımlamak için farklı bir yol izler. Şefik Hüsnü, yazısına Türkiye’deki burjuva sınıfını tanımlamakla başlar. Türkiye’de kentli burjuvazi ikiye ayrılmaktadır: yönetici sınıf ve ticaret, karaborsacılıkla zengin olan sınıf. Bu iki sınıf birbirleriyle sıkı ilişki içindedir ve aslında hükümet kuvvetleri bu zengin sınıfın dayanak noktasıdır. Kentlerdeki ikinci bir sınıf ise orta sınıf, yani küçük bir sermayeye, güvenli bir duruma veya az miktarda mülke sahip olan sınıftır. Orta sınıf, sosyal hareketlerin en büyük engelidir çünkü “bu kendinden başkasını düşünmeyen bencil sınıfın, çalışarak bir üst sınıfa dahil olacağı yönünde umutları bulunmaktadır”. Oysa ki, küçük burjuvaziden olanlar, rekabet ortamında yenik düşmeye ve yoksul sınıflara dahil olmaya mahkumdurlar. 197 Şefik Hüsnü bu noktada, proletaryanın tanımına geçer ve proletaryayı yukarıda tanımlanan sınıflar dışındaki tüm halk kitleleri olarak belirler. Bu başlık altında, kol gücü ile çalışan işçi ve hizmetliler, küçük ücretli memurlar, zeka işçileri ve serbest meslek sahiplerini saymaktadır. Proletarya için, “kol ve kafa yeteneklerini ancak karnını doyurabilecek kadar bir ücret karşılığında kiralayanlar topluluğu” tanımını yapan Şefik Hüsnü, tanımı geniş tuttuğunu kabul etmekle beraber, bunun Türkiye’nin özgül koşullarından kaynaklandığını ileri sürmektedir. Yukarıdaki tanımda sözünü ettiği “zeka işçileri”, Avrupa’da sosyal piramidin zirvesine eriştiği halde, Türkiye’de bunların çoğu “bütün ömrünü kendisi ve ailesi için bir lokma ekmek bulmak yolunda çalışarak” geçirmektedir. Köyde de buna benzer bir sınıflandırma söz konusudur. Köydeki toprak sahipleri (ağalar), sömürücü sınıfı oluşturmakla birlikte, şehir burjuvazisindeki sınıf birliği, köylerde görülmediği için, köydeki toprak sahipleri de henüz sınıf şeklinde görünmemektedirler. Şefik Hüsnü, köylerdeki küçük burjuvazi sayılabilecek 196 197 Ethem Nejat, “Proletarya Kimlerdir?”, 20 Eylül 1919, 1. sayı, Kurtuluş, 1975, s. 75-83. “Türkiye’de Sosyal Sınıflar”, Aydınlık, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s:13-22. 53 kesimleri ise, küçük toprak sahipleri, az miktarda hayvan sahibi olanlar, köylerde dükkancılık, kahvecilik, demircilik, nalbantlık, dülgerlik, terzilik sanatları ile uğraşanlar olarak belirlemiştir. En alt katmanda yer alan köydeki tarım işçilerinden ise, tıpkı büyük toprak sahiplerinde olduğu gibi henüz bir sınıftan söz etmek mümkün değildir. Şefik Hüsnü’nün Türkiye’deki sınıflar hakkındaki bu analizleri ve işçi sınıfının tanımını kendisinin de belirttiği gibi “geniş” tutması, Marksist sınıf tanımını tahrip ettiği yönünde eleştirilere sebep olmuştur. Hatta proletaryanın kapsamını geniş tutan bu tanım ile günümüzdeki “bilimsel ve teknik bir devrimin gerçekleşerek sınıflar arasındaki çelişkilerin ve sınırların ortadan kalktığını, işçi sınıfının çözülerek beyaz yakalı olarak tabir edilen hizmet sektörüne dahil olduğunu iddia eden” tezle ilişki kuran yorumlara da rastlanmaktadır. 198 Daha önce açıkladığımız gibi, sınıfsal yapıların inkarı biçiminde yorumlanan halkçılık ile farklı etnik yapılara karşıt bir anlayış şeklinde kendini gösteren milliyetçilik, II. Meşrutiyet’ten başlayarak işçi sınıfının bilincinin ve kimliğinin oluşumunu derinden etkilemiştir. Bu görüşlerin Kemalist kadro tarafından “sol” adı altında savunulduğunu ve bu yolla solun kontrol altına alınmaya çalışıldığını ise önceki bölümlerde örnekleriyle inceledik. Şefik Hüsnü’nün de sınıflar üzerine görüşlerinin Marksist sınıf kavramlaştırmalarına aykırı olduğu kabul edilmekle beraber, Kemalizm’in sınıfları inkar eden halkçılık ilkeleriyle, Şefik Hüsnü’nün “tek bir sınıfa gittiği” şeklinde yorumlanan sınıf tanımları arasında doğru orantı kuran yorumlar doğru bulunmamaktadır. Şefik Hüsnü’nün aktardığımız tüm tanımlamalarında, sınıfları üretim süreci içindeki konumlarına göre, “üretim araçlarına sahip olma ve olmama” bağlamında değerlendirdiği ve buradan hareketle iki temel sınıf belirlediği görülmektedir. Şefik Hüsnü, bu nesnel konumdan hareket edince, proletaryayı memurlar, mühendisler vb. ara sınıf unsurlarını da kapsayacak şekilde geniş algılamıştır. Ancak Şefik Hüsnü’nün bu yanlışı, ara sınıf unsurları hakkındaki bilgisizliğinden değil, kendi 198 Bkz.. İ. Akdere, Z. Karadeniz, 1996, s. 144. 54 ifadesiyle bu sınıfların Türkiye’deki özel konumu üzerine yorumlarından kaynaklanmaktadır. Şefik Hüsnü’nün sınıfları konumlandırmadaki yanlışını, salt ekonomik kategorilerden hareket etmek olarak nitelendirebiliriz. Şefik Hüsnü, sınıfların toplumsal sistem içindeki siyasal ve ideolojik formasyonlarını değerlendirmeye almamıştır. Tunçay’ın Şefik Hüsnü’nün 1919 yılından itibaren açıkladığı bu görüşleri ile ilgili bir yorumu, Türkiye’deki işçi sınıfının henüz gelişmemiş olduğunu göz önünde bulundurarak sosyalist hareketin tabanını genişletmeye çalışması, -kendi deyişiyle, “sosyalist harekete müşteri çekmeye çalışması”- olmuştur. 199 B. Aydınlar: Şefik Hüsnü (A) bölümünde bahsettiğimiz türden, aydınları zeka işçisi olarak proletaryaya dahil ettiği yazılarda, çelişkiye düşerek, onların “insaniyetçi nedenlerle sosyalizm davasına yardım etmeleri gerektiğini” de öne sürmüştür. 200 Aydınlara yaklaşım, Şefik Hüsnü’nün yazılarında olduğu gibi içinde bulunduğu çevre açısından da her zaman sorunlu bir nokta olmuştur. Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki hareket, pek çok kaynakta bir “aydın hareketi” olarak nitelendirilmektedir. Harris’e göre, özellikle Kurtuluş grubunun, Bolşevizmden ziyade Fransız radikal sosyalizmiyle benzeşen bir yanı vardır. 201 Bu grup, daha çok, önde gelen Fransız sol kanat sosyalisti Henri Barbusse’ün düşüncelerine kaymıştır. Barbusse’ün “ancak aydın olanların aydın olmayanları kurtarabileceği” temel inancı, Kurtuluş çevresinde bir ortaklık olarak karşılık görmüştür. 202 Şefik Hüsnü, 1921 yılında yazdığı bir yazı, bu anlayışı doğrular yöndedir: Aydın (münevver) sözcüğüyle nitelediklerimizin çoğu, da onunla (işçiyle) zaman arkadaşlığı ederek yüksek erdemlerini 199 M. Tunçay, 2000, s. 169. ibid. 201 G. S. Harris, 1979, s. 56. 202 Harris’e göre, Kurtuluş’un kapanmasından sonra onun yerine çıkarılan Aydınlık gazetesi de, Barbusse’un Clarté (Aydınlık) dergisine çok benzeyen bir nitelik taşımaktadır. (G. S. Harris, 1979, s. 147.) Kord-Ruwissch’e göre ise, Aydınlık’ın dış görünüş olarak pasifist eğilimli olarak nitelenen Clarté dergisine benzetilmesi, İtilaf devletleri birleşik işgal kuvvetlerinin sansür makamlarında, derginin sadece bir edebiyat ve ahlak dergisi olduğu sanısını uyandırmak içindir.(W. Kord-Ruwissch, “Türkiye’deki İşçi Sınıfı”, Birikim, 1989, s. 43.) 200 55 anlayıp kendisini sevmeyi öğrenmiş, zavallının iyi niyetini kötüye kullanarak doğruyu ve gerçeği kendisinden gizlemekle görevli yalancı edebiyata artık el sürmemeye, bu kirli işe zekasını harcamamaya cepheden ayrılırken yemin etmişti, aksine elinden geldiğince ona arka çıkacaktı. Şefik Hüsnü, “Türk Aydınları” isimli yazısında ise, Türkiye’deki aydınların, özgür bir iradeye sahip olmadıkları için kendi başlarına toplumsal bir varlıkları bulunmadığını yazmıştır. Doktor, mühendis, hukukçu, yazar, gazeteci olarak sıraladığı aydınlar, Şefik Hüsnü’ye göre, memur zihniyetinde olan bilinçsiz bir sınıftır. Bu yüzden, milli burjuva devrimini yapmak üzere olanların da bu hareket kabiliyetinden yoksun olan bu sınıfa dayanma çabaları bir anlam taşımamaktadır. Gerçek devrimler, belli ortak çıkarlara sahip, bilinçli toplumsal sınıfların hareketi sonucunda meydana gelmektedir. 203 C. Türkiye’de Sınıf Mücadelesi, Emperyalizme Karşı Mücadele ve Devrim Şefik Hüsnü, “devrim” ve “Türkiye’de devrim” sorunsalları üzerine yorum yaparken, sosyal devrim sorununun iktidara el koyma ve devrimin amaçladığı toplum düzenini uygulama aşamalarının her ülkede bir ve aynı olduğunu, farklılığın devrime götüren yolda yani arada geçen aşamalarda olduğunu ifade etmiştir 204. Şefik Hüsnü’ye göre, her devrim, en az üç büyük evreden geçerek amacına ulaşır: a. İktidara el koyma devresi; devrimci tedbirler ve şiddet devresi: Şefik Hüsnü’ye göre, birinci devre için usul ve kural tespiti mümkün değildir. Kararlar, birbirini izleyen olaylar karşısında duraksamadan verilir ve duruma hakim olmak için en köklü tedbirler uygulamaya konur. b. İmtiyazları elinden alınan sınıfın karşıdevrim hareketlerini veya buna yakın girişimlerini kırmaya ve halkı ülkücü toplum temellerine uygun bir tarzda yetiştirmeye yarayan bir yönetim kurma devresi: Türkiye gibi derebeylikle karışık ilkel kapitalizm devresinde bulunan ülkelerde, sosyal devrimin bu safhası en önemli 203 204 Aydınlık, 1 Kasım 1922, sayı 10, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s, 80-84. “Türkiye’de Devrimin Şekli”, Aydınlık, 1 Kasım 1921, sayı 5, ibid, s. 46-52 56 ve en uzun sürmeye aday olanıdır. Türkiye’deki olası devrim düşmanları büyük subaylar ve kapitalistlerdir. 205 Şefik Hüsnü’ye göre, büyük çoğunluğa sahip olan küçük burjuva sınıfını – küçük sermaye ve emeğini kendi kullanan esnaf ve satıcılardan ve birkaç dönüm toprağını kendisi işleyen ve eken orta köylüler- kendi tarafına çekmeyen bir hükümet ayakta duramaz. Çünkü şehir ve köy proletaryası ile birlikte tek üretici sınıf budur. c. Asıl amaç edinilen toplum düzeninin ve ülkünün uygulanma devresi: Bu son aşamada sosyal devrim sorunu bir ve her ülkede aynıdır. Ve bunların hepsi ortak mülkiyete ve üretim temeline dayalı sınıfsız, hükümetsiz, özgür bir sosyal kuruluşa ulaşır. 206 Şefik Hüsnü’nün amacının, sınıf mücadeleleri uğrağından geçmeden, “emperyalizme karşı mücadelede birlik”i esas alarak, hükümeti Türkiye’nin kapitalist olmayan bir yoldan gelişmesini sağlayacak şekilde etkileyerek veya yönlendirerek, ülkeyi sosyalizme bir adım daha yaklaştırmak olduğunu belirtmiştik. Çulhaoğlu’nun yaptığı bir saptamaya göre, bağımsızlığın sosyalizmin yolunu alabildiğine açan bir siyasi konumlanış olarak görülmesi, ilk dönem sosyalistlerinin hemen hemen hepsine damgasını vuran bir yaklaşımdır. Bağımsızlık, Türkiye gibi bir ülkenin sosyalizme geçişinde, örneğin gelişmiş bir işçi sınıfının varlığından daha önemli bir koşul sayılmaktadır. 207 Şefik Hüsnü de, sınıflar mücadelesinin varlığını yadsımadığını yazılarında vurgulamıştır. Ancak, sınıf farklarının pek derin olmadığı konusunda Kemalistlerle hemfikirdir ve gerçek anlamda bir sınıf mücadelesi, özel teşebbüs geliştiği sürece ortaya çıkacaktır. 208 Ona göre, bu dönemde, Türkiye’de sınıf mücadelesi daha çok yabancı kapitalistlerle yoksul halk arasında gerçekleşmekte ve bu mücadele “ulusal” bir nitelik kazanmaktadır: 205 “Türkiye’de Devrimin Şekli”, Aydınlık, 1 Kasım 1921, sayı 5, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 46-52 206 “Türkiye’de Devrimin Şekli”, Aydınlık, 1 Kasım 1921, sayı 5, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 46-52. 207 M. Çulhaoğlu, “Türkiye’de Sosyalist Düşüncenin Doğuşu: Konjonktürün Başatlığı”, Praksis, 2002b, s. 14. 208 Şefik Hüsnü, “Devrim Esaslarının Değiştirilmesi”, Aydınlık, sayı 18, Ekim 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s. 159. 57 Türkiye’de sınıflar ve sınıf mücadelesi yok değildir. Yalnız kapitalist burjuva sınıfı pek küçük ve zayıf bir azınlık, işçi ve köylü sınıfı ise büyük bir çoğunluk teşkil ettiği için sınıf mücadelesi, yabancı kapitalist ve bunların uyduları durumunda kalan yerli eşraf ve servet sahibi arasında olur ve çoğu halde bir ulusal mücadele halini alır. 209 Şefik Hüsnü’nün yazılarında bağımsızlığı sosyalizme yaklaştıran bir adım olarak tanımladığını görüyoruz: ..geri kalmış uluslar tarihi evreleri kısa sürede geçerek, güçlü bir burjuvazinin oluşmasına meydan vermeden, savaşımını kazanmış proletaryaların örnekliğinden aldıkları cesaret ve onlardan aldıkları yardımla sosyalizm hazırlığı biçiminde bir hükümet kurmayı başarırlar. Dünya ve ülkenin durumu ve ulusun çıkarları bunu gerektirir. Emperyalizm tehdidi altında bulunan ulusal bağımsızlık ancak bu sayede kurtulabilir. 210. Şefik Hüsnü bu durumu, Türkiye’deki güncel mücadelenin emperyalizme karşı gerçekleşmekte olduğuna bağlamaktadır: Rusya’da olduğu gibi, hükümdarlığın ortadan kaldırılışını bir halkçılık döneminin izlemesi kaçınılmazdı..Eriştiğimiz noktanın yolumuzun sonu olmadığı da asla unutulmamalıdır..Fakat bizim yalnızca bu bakış açısından hareket etmemiz yetmez. Daha acil ve yüce bir neden de siyasetimizi hızlıca geliştirmeye bizi yöneltmektedir. Türkiye çok özel ve girişik konumlu bir ülkedir..Eğer hücumlarımız, emperyalizme ve onu doğuran kapitalizme yöneltilmezse nedenler ortadan kalkmadığı için etkili olamaz. 211 Şefik Hüsnü’ye göre, emperyalizm karşısında Türkiye’nin devrimci doğu ile işbirliğine yönelme” olmak üzere tek seçeneği bulunmaktadır. 212 3. KEMALİZM VE KEMALİST HÜKÜMET Şefik Hüsnü’nün Kemalistler ve Kemalist hükümet üzerine yazılarının birbirleriyle çelişen ifadeler taşıdığı görülmektedir. Yaptığımız incelemeye göre, Kurtuluş Savaşı sırasında “koşulsuz destek sunma” anlayışı ve Savaş sonrası “halk hükümeti” beklentileri, Şefik Hüsnü’nün yazılarında giderek daha “temkinli” bir 209 Aydınlık, sayı 16 Haziran 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s.151. “Devrimimizin gelişimi”, Aydınlık, 1 Ocak 1923,sayı 12, ibid,, s. 104. 211 ibid, s. 105,106. 212 “Gerçek Devrime Doğru, Aydınlık, sayı 11, ibid, s. 96. 210 58 yoruma yönelmiş, 1923 tutuklaması ve ardından gelen Cumhuriyet’in ilanının beklentileri karşılamaktan uzak olması, bu yaklaşımlarda önemli kırılma noktaları sağlamıştır. Özellikle 1924 yılından itibaren, bu tarihe kadar zaman zaman nötr fakat en çok da yoksul kitlelerin yanında olarak nitelendirilen hükümet, “burjuvazinin temsilcisi” şeklinde yorumlanmaya başlanmıştır. Söz konusu karışıklığı gidermek açısından, Şefik Hüsnü’nün bu konudaki yazıları, kronolojik bir sıra ile incelenmeye çalışılacaktır. A. Kurtuluş Savaşından 1923 Yılına Kadar Olan Değerlendirmeler Dönemin koşulları da göz önünde bulundurulduğunda, incelediğimiz gibi, iki uç “sol” yorum göze çarpmaktadır: THİF’nin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve Kemalistlerin faaliyetlerine ilgisiz kalan tutumu ve Şefik Hüsnü’nün Kemalistleri ve Kemalist devrimleri destekleyen tutumu. Bunlara ekleyebileceğimiz aynı döneme ait bir diğer yorum ise, TSF’ninkidir. TSF’nin savaş yıllarında çıkardığı İdrak gazetesinde, kurtuluşu galip devletlerin iyi niyetlerinden beklediği görülmektedir. Şefik Hüsnü ise, TİÇSF adına TBMM’ne gönderdiği bir telgrafta, Partinin Kurtuluş hareketini desteklediğini belirtmiştir: İstanbul’un şuurlu işçileri, köylü ordularının bütün dünya proletaryasının yardımıyla dünya emperyalizmine karşı kazandıkları zaferi kalpten alkışlamışlardır...İlerleme yolunda yapılacak mücadelede tüm emekçi sınıfın inkılapçılarla sonuna kadar beraber olacağını temin ederiz. Yakın gelecekte işçi ve çiftçilerimizi hakiki kurtuluşa götürecek yegane çare olan... mülkiyete ilişkin sosyal inkılabın gerçekleşmesini katiyen ümit ettiğimizi arz ederiz. 213 Şefik Hüsnü’nün Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra yazdıkları da temkinli de olmakla beraber, Anadolu devrimi ve hükümetini destekler yöndedir: Anadolu devrimi, kökten bir toplumsal devrimden başka bu ulusu kurtaracak çare olmadığına inananları tatmin etmekten çok uzaktır. Çözülmesi geren birçok meselenin bundan sonra halledilmesi olanağı bulunmayacağına inanmakla beraber, samimi olmasını pek dilediğimiz bu devrim girişimlerinin, şimdiki yönetime bakarak büyük bir ileri adım olduğunu 213 T. Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, s.439’dan aktaran: D. Şişmanov, 1978, s. 71. 59 söylemek zorundayız. Ve onu tutucu ve gelenekçi saldırılara karşı savunmayı görev sayıyoruz. 214 Şefik Hüsnü, yine 1922 yılında, bu kez saltanatın kaldırılmasından sonra yazdığı bir yazıda, proletaryanın, emperyalistleri ülkeden kovmaktan başka ikinci bir görevi daha olduğunu belirtmiştir. Bu görev, “devrim yolunda kazanılmış yeri, herhangi bir karşıdevrim girişimine karşı korumak”tır. Şefik Hüsnü’ye göre, bu yalnızca bir hak değil, “açık bir görev”dir. 215 Dolayısıyla, Şefik Hüsnü’nün beraberlik önerisi, yalnız “emperyalizmle mücadele edilen süre” ile sınırlı kalmamakta, barışın kuruluşundan sonra da el birliğiyle çalışılması da önerilmekteydi. Şefik Hüsnü’nün bu yazıda Kemalistler üzerine ilgi çekici yorumları bulunmaktadır: Devrim önderlerinin iyi niyetinden kimsenin şüphe etmeye hakkı yoktur. Şimdiye değin yaptıkları her türlü ümidi haklı kılacak niteliktedir. Siyasetlerinde uluslararası proletaryaya ve proletarya hükümetlerine ve örgütlerinde ülkenin işçi sınıflarına dayanmaları, yoksullar ve orta halliler yararına bir düzen yaratmak eğiliminde olmaları doğru yönde olduklarını gösteriyor. 216 Bu yazıda göze çarpan bir başka nokta, Şefik Hüsnü’nün kapitalistleşme sürecinin Türkiye’de gerçekleşeceğini kabul etmesi fakat hükümeti ellerinde tutan Kemalistleri iyi niyetleri ile tamamen bunun dışında bırakmasıdır. Şefik Hüsnü, aşağıda sunacağımız alıntıda, bu sürecin, yönetimin isteği dışında, bir zorunluluk olarak gelişeceğini ifade etmek ister gibidir: ..Bütün iyi niyetlere rağmen hükümet kapitalistlerin, servet sahiplerinin nüfuzu altında kalacak...Ülkenin bayındırlığı ve doğal zenginliklerin işletilmesi sonucu, bir yandan belirli ellerde büyük servetler biriktikçe, öbür yandan da ölümsüz gücünü tedarikten aciz ezilmişlerin sayısı artacak. 217 Fakat Şefik Hüsnü, yazının devamında yukarıdaki düşünce ile çelişerek, sözü edilen süreci tekrar yönetimin tutumuna bağlar: 214 “Anadolu’da Gelen Düşünceler Etrafında Tartışma”, Aydınlık sayı 10, 1922, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 86. 215 “Gerçek Devrime Doğru”, Aydınlık, sayı 11, 1 Aralık 1922, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 89-96. 216 ibid, s.94. 217 Şefik Hüsnü’nün bu yazısının, aktardığımız bölümünün başı sansür edilmiştir. 60 Bu ihtimaller bugünkü politik devrimi yapanların işin ortasında durup: “Buraya kadar!..Daha ileri gitmek yok!..” diyecekleri varsayımına göredir. Oysa biz böyle bir varsayımın olmadığını sanıyoruz. Şefik Hüsnü, 1923 Mayıs’ında yazdığı ve yukarıdaki görüşlere paralel yorumların yer aldığı bir yazıda da, Türkiye’de söz konusu tarihten itibaren başlıca üç siyasal akım için imkan bulunduğundan bahsetmektedir: 1)Bugünkü devrimi yapan ve yaşatmaya uğraşanların temsil ettiği akım 2)Derebeylik kalıntısı olan geleneklere ve Osmanoğlu Hanedanlığına bağlı olanları çevresinde toplayan karşıdevrimci akım 3)Fakir işçi ve köylü kitleleri ve orta sınıflar lehine devrimimizi derinleştirmek, geliştirmek ve onu kolektif mülkiyete dayalı bir toplumsal devrimle sonuçlandırmak amacını güden sosyalist akım. 218 Yazıda, birinci ve üçüncü akımın, “kazanılmış olan hakları eylem alanına aktarmak için”, karşıdevrimcilere karşı uzun süre el ele hareket edeceği belirtilmiştir. Türkiye’de henüz devrim koşullarının oluşmadığı verisinden hareket eden Şefik Hüsnü, cumhuriyetçiler ve devrimciler arasındaki bu işbirliği önerilerinden dolayı, “işçi sınıfını Kemalizm’in yedek gücü haline getirmeye çalışma” ve “sosyalist partiyi burjuva partisinin sol kanadına dönüştürme” şeklinde eleştirilmiştir. Körü körüne hareket etmenin karşısında olduğunu belirten Şefik Hüsnü, çok şiddetli bir mücadeleye girmenin zamansız olduğunu belirtmekle beraber, partinin bir derin örgüt ve kuruluş döneminde olduğunun da gözden kaçırılmaması gerektiğini ifade etmiştir. 219 Yani Şefik Hüsnü’nün “bağımsız hareket etme” ve “tamamen Kemalistlerin izinden gitme” arasında bir orta yol peşinde olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü’nün Ağustos 1923’te, 1923 komünist davasını eleştiren yorumlarının yer aldığı yazısında, Kemalistlere yaklaşımının daha da “temkinli” hale geldiği görülmektedir. Bu yazısında, hükümetin işçi ve köylü kitlelerine dayanarak 218 “Seçim, Yoksul ve Orta Halli Sınıflar”, Aydınlık, sayı 15, Mayıs 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 125. 219 ibid,s. 128. 61 veya bazı imtiyazlı zümre çıkarlarına göre faaliyette bulunmak arasında iki seçimi olduğunu söyler. 220 B. Cumhuriyetin Kurulmasından Sonraki Değerlendirmeler Doğu ile emperyalizme karşı işbirliği içinde bulunulan bir “halk hükümeti” beklentisi içinde olan Şefik Hüsnü, Cumhuriyet kurulmadan önce, batıya yönelen hükümet hakkında endişelerini dile getirmiş ve yeni Millet Meclisi’nin “ilk Meclisi harekete geçiren devrimci ruhtan yoksun olduğunu” yazmıştır: Gazete haberlerinden ve tartışmalarından anlaşıldığına göre, Türkiye’yi hanedansız birer hükümdarlıktan başka bir şey olmayan Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetlere benzetmek söz konusu ediliyor. Bu cumhuriyetler bilindiği gibi burjuva hükümetine en elverişli sınıf hükümetinden başka bir şey değildir. 221 Yazının devamında, “devrim esaslarını” değiştirerek “halk devletinin temelini” bozmaya yönelen hükümeti daha sert bir dille eleştirir: ..Meclis Başkanı’ndan ayrı bir devlet başkanlığı seçimi, yürütme gücünün meclisten alınarak Avrupa kabineleri tarzında bir bakanlar kuruluna verilmesi, ulusun elde ettiği ve cidden kullanmak azminde bulunduğu egemenlikle alay etmek demektir. Halk devletinin temelini bozmaya eş olan bu değişiklik önerileri çerçevesinde propaganda ve yayımda bulunan, Millet Meclisi’nden başka bir kurul olsa, ihtimal Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun hükümlerini uygulamak söz konusu olacaktı 222. Cumhuriyetin ilanından sonra ise, artık Şefik Hüsnü ve Aydınlık çevresi, iktidarı “halk hükümeti” olarak nitelendirmeyi tamamen bırakacak hatta uzun bir süre iç politikayı söz konusu bile etmeyecektir. 223 Gerçekten de, Şefik Hüsnü’nün Cumhuriyetin ilanından sonraki Aydınlık sayısında, bu konuya hiç değinmeden, yıl dönümü nedeniyle Rus Devriminden söz ettiği görülmektedir. Bundan sonraki iki ay ise Aydınlık dergisi çıkmamış veya çıkarılamamıştır. 220 “Yeni Millet Meclisi’nden Halk Ne Bekliyor?”, Aydınlık, sayı 16, Ağustos 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s.140. 221 “Devrim Esaslarının Değiştirilmesi”, Aydınlık, sayı 18 Ekim 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s. 157. 222 Altını ben çizdim. 223 M. Tunçay, 2000, s. 188. 62 Şefik Hüsnü, Şubat ayında tekrar yayımlanmaya başlanan Aydınlık’ta ise reform girişimlerini eleştiren bir yazı yazmıştır. İktidarı “ütopist” olarak nitelendirdiği bu yazıda, ekonomik devrim yapılmaksızın toplumsal anlamda bir takım iyileştirmelere gidilmeye çalışıldığına değinmektedir: ..düşüncelerimiz kadar ahlaki, hukuki, dini anlayışlarımız da toplumda geçerlikte olan üretim tarzı ve üretim ilişkileri ile sıkı sıkıya bağlıdır. Madde üzerindeki uğraşılarımız-yani ekonomimiz- düşüncelerimiz ve duygumuz üzerinde, farkına varılsın veya varılmasın, daima derin izler bırakır. Aile kurumumuz, eğitimimiz, toplum hayatımız bunların etkisiyle evrimleşir. Yoksa herhangi bir istek, bir heves, bir hayal – uygulansa bile- kök salamaz, olayların tarihsel akışını değiştiremez. Hayatın akışı yönünde olmayan toplumsal girişimler daima bozguna uğramak zorundadır. 224 Şefik Hüsnü’ye göre, bu “gerçeği ters gösteren” anlayışı anlamak zordur. Düzenlemeye eğitim, aile veya dinle başlanması gerektiğini öne süren ve herşeyi yasalardan bekleyen savları, bu tür düzenlemelerin “zorlama” olacağını ifade ederek eleştirir: Zirai ve sınai üretimimiz, iğreti bir kapitalizmle yamalanmış bugünkü ilkel biçimini korudukça, en mükemmel yasalarla donatılmış bulunduğumuz...konusunda umulmaz bir başarı temin ettiğimiz düşünülse bile, türlü nedenlerle ekonomik gelişmemiz durduğu takdirde, bu zorlama düzenlemenin toplumsal durumumuzda görülür bir etki bırakabileceği söylenemez. 225 Şefik Hüsnü’nün kendi döneminde de, Kemalistler’e ilişkin tutumunun, hükümet hakkındaki yazılarının eleştiri konusu olduğu bilinmektedir. 1924 yılı Mayıs ayına ait bu yazısında şöyle demektedir: Bize mektup gönderenlerin çoğu, bizim Cumhuriyet hükümeti hakkındaki yayımlarımızı bile eleştiriyorlar. Bu eleştirilerde, iktidar makamını ele almış olan sınıfın devrimimizi işçi ve yoksul sınıflar lehinde, köklü dönüşümlerle derinleştirebileceğini sanmamın fazla 226 iyimserlik olduğu belirtiliyor. 224 “Toplumsal Düzenleme Konusu”, Aydınlık, sayı 20, Şubat 1924, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 175. 225 ibid, s. 177. 226 “İşçi Sınıfı Cumhuriyet Hakkında Ne Düşünüyor”, Aydınlık, sayı 21, Mayıs 1924, ibid, s. 183. 63 Şefik Hüsnü, Cumhuriyetin işçi sınıfı ve sınıflararası uzlaşma girişimleri için bir hayal kırıklığı olduğunu ilk kez bu yazıda ifade etmiş ve bu güven duygusunu sarsan olayları ve politikaları açıklamıştır. Bunlardan en önce sayılanlar, 1923 tutuklaması ve hükümetin yine aynı tarihte gerçekleşen grevlerde işçilere karşı aldığı tavırdır. Bu grevlerde hükümet, yabancı kapitalistlerin yanında yer alarak grevcileri çalışmaya zorlamışlardır 227. Bunun dışında hükümetin denetiminde olmayan tüm işçi kuruluşları kanunsuz olarak nitelendirilmiş ve feshedilmiştir. Ayrıca tüm vaatlere rağmen İş ve Sendika Yasaları hala hazırlanmamış ve işçi lehine girişimlerde bulunan Mahmut Esat Bey (Bozkurt) de istifaya zorlanmıştır. 1923 yılından sonra, Şefik Hüsnü’nün yazılarında ve Aydınlık dergisinde Halk Fırkası’ndan yavaş yavaş “bir burjuva yöneliminin temsilcisi” diye söz edilmeye başlanmıştır. Bu yazıda, şimdiye kadar açık bir şekilde üzerinde durulmayan fakat burjuvaziden bağımsız görülen Kemalist iktidarın sınıfsal analizine ilk defa girişildiği görülmektedir. Şefik Hüsnü önce, yazının devamında, Kemalistlere yaklaşımının bir iyi niyet meselesi olmadığını anlatırken, iktidarı işçi sınıfının karşısına yerleştirmektedir: ..Çünkü bugün iktidarda bulunanlar, işçininkinden ayrı ve onlarınkine zıt belirli çıkarlara sahip bir sınıfın temsilcileridir. Devrim yoluyla, daima o çıkarların savunulması zorunluluğuyla kararsızlık göstermeye ve yarı yolda durmaya mahkumdurlar. Teorik olarak kabul ettikleri prensipleri, esasları, pratiğe geçince daima feda etmek zorunda kalacaklardır. Şefik Hüsnü, “devrimin derinleştirilmesi” yönünde beklentilerin boşa çıkmasını bu kez, iktidarın sınıfsal karakterine bağlamıştır. Hükümete önceleri “geniş bir kredi açıldığını” kabul eden Şefik Hüsnü, yazının devamında da bu tip beklentilerin “hiç olmazsa ulusal koşulların baskısı altında gerçekleşeceği”ne yönelik bir düşünceden kaynaklandığını belirtmiştir. Fakat artık iktidarın toplumsal temeli, hiçbir ilerici girişimde bulunulamayacağını açıkça göstermektedir. Bu temel, “büyük kapitalist mevkiine yükselmek isteyen bir küçük burjuva sınıfına” dayanmaktadır. İktidar, bu yazıda “hakim sınıf” olarak ele alınır: 227 1923 yılında gerçekleşen ve hükümetin söz konusu tavrını göstermek açısından iki önemli grev, Aydın Demiryolcuları grevi ve Rumeli Demiryolcuları grevidir. Her iki grevde de hükümet, yabancı sermayeden yana tavır koyarak grevlerin sona ermesini sağlamıştır. 64 Durum biraz dikkatle incelenecek olursa görülür ki, milletvekillerinin çoğunluğu küçük burjuvazi (esnaf, zanaatçı, küçük memur, kaza ve nahiye zenginleri vb.) ailelerine mensuptur. Bunların hepsini harekete geçiren zemberek, ülkenin iktisadi gelişmesinde önemli bir etken olmak, büyük kapitalist mevkiine yükselme hırsıdır. Bir kelimeyle bugünkü hakim sınıf, kapitalist aleminde tarihi rol oynamaya kendisini aday sanan Anadolu’nun aracı zenginlerinden ve onunla işbirliğinde bulunan aydınlardan oluşmaktadır. Bu sınıf, doğaldır ki işçi hareketlerini hoş görmez. Şefik Hüsnü, 1924 yılında Halk Fırkası’nın karışık bir görünüm arz ettiğini yazmıştır. Yazıda, Partinin bu yeni yükselen sınıf yanında Türkiye’deki feodal sınıflardan (ağalar, beyler, şeyhler ve tebaası) da güç aldığını yazmıştır. Bunun sebebi, bu geri unsurların kendi vasıtalarıyla duruma hakim olamayacaklarını anlamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu sınıfın önünde, “bütün şehirlerin karşıdevrimci burjuvalarıyla birlik olmak” ve “devleti yeni bir temel üzerine kurmak isteyenlerin tarafına geçmek” olmak üzere iki şık bulunmaktadır ve bu geri sınıf, şehirli burjuvalarla rekabet edemeyeceklerini ve Türkiye’de devrimi gerçekleştiren Halk Fırkası’nın kendilerinin nüfuzlarını yürütmekte devam etmelerine kolayca engel olamayacaklarını bildikleri için ikinci şıktan yana tavır almışlardır. 228 Ayrıca Şefik Hüsnü, İttihatçılarla Kemalistler arasında sınıfsal bir bağ olduğunu ve bu durumun politik anlamda bir devamlılığa yol açacağını ifade etmiştir: Mütarekeden beri Halkçılara muhalefet eden İttihatçılar, Meşrutiyet’in ilanı sıralarında aynı durumda ve aynı eğilimde idiler. Bugün ise eski ittihatçılık adına hareket edenler, ülkenin felaketi ve sefaleti pahasına amaçlarına ulaşan, yüksek mali çevreler ve tüccarlar arasında ve bütün işlerde söz sahibi olan kişilerdir. Bu büyük burjuvazinin çıkarları geçici olarak ülkeye hakim olanların çıkarları ile tersmiş gibi görünmektedir. İki yan da, işçiyi siyasi emellerine alet etmek için kendi yanına çekmeye uğraşmaktadır. Fakat yarın işler gelişmeye başladıkça çıkarların münasip bir tarzda taksimi çareleri bulunacağından aralarındaki zıtlık kalkacak, her ikisi de birlikte işçiden yüz çevirecektir. Tüm bunların yanında Hükümetin yaptığı iyi şeyler de yok değildir: Millet Meclisi Hilafeti kaldırmış, Osmanlı Hanedanını ülkeden kovmuş, din ve devlet 228 “Yıkıcı Halkçılıktan Yapıcı Halkçılığa”, Aydınlık, Aralık 1924, sayı 28, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 234. 65 işlerini birbirinden ayırmıştır. Tüm bu gelişmeler, bir “halkçılık ilkesinden esinlenmektedir. Ancak Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistler’in halkçılığı “yıkıcı halkçılık”tır. Ve bu girişimlerin arkasından olumlu ve yaratıcı (yapıcı) eylemler gelmezse, yapılanlar da kalıcı olmayacaktır. 229 Tüm bu yorumlarda, Şefik Hüsnü’nün iktidara karşı tutumunda, önceki savundukları esasların tamamen zıddına yöneltecek kadar büyük ve önemli bir sapma olduğu görülmektedir. Bu sapmanın, Kemalistlerin yön değiştirmesi olarak tanımlayabileceğimiz somut bir durum yanında, iktidarın sınıfsal karakterinin doğru değerlendirilememiş olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Şefik Hüsnü, 1923 sonrası giriştiği sınıfsal değerlendirmelerde ise, iktidarın sınıfsal karakterini, hükümet üyelerinin sınıfsal konumlarıyla açıklamaya çalışılarak ikinci bir yanlışa düşmüş görünmektedir. Bir üçüncü sebep de, sonraki bölümde inceleyeceğimiz Komintern’in Şefik Hüsnü çevresine yönelttiği eleştirilerdir. Ancak Kemalistleri değerlendirmeye yönelik bu değişimin partinin izleyeceği politika anlamında önemli bir değişikliğe yol açmadığı görülmektedir: Halkçı Parti, sınıfsal konumu gereği tereddütlü hareket etmektedir fakat bu durum, sosyalistleri “burjuva devrimin tamamlanması” konusunda hükümeti teşvik etmekten veya zorlamaktan alıkoymamalıdır. C. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası: Sağ Muhalefet ve Şefik Hüsnü 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF)’nın kurulmasından sonra, Şefik Hüsnü, “Ülkemizde Siyasal Partilerle Sınıflar Arasındaki İlişki” isimli bir yazı yazmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre TpCF’nin kurulması, “burjuva partilerinin artık yüzlerine maske takarak halk huzuruna çıkmaya başladıkları” bir döneme girilmiş olduğunun parlak bir örneğini oluşturmaktadır. 230 Şefik Hüsnü’ye göre, TpCF, “büyük sanayi” sınıfını yani burjuvaziyi temsil etmektedir. Bu sınıfsal altyapısının bir ürünü olarak da iktisadi liberalizmi savunmaktadır, devlet müdahalesine ve devlet tekellerine karşıdır. 231 Bu parti, işçi 229 “Yıkıcı Halkçılıktan Yapıcı Halkçılığa”, Aydınlık, Aralık 1924, sayı 28, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 215. 230 Aydınlık, sayı 28, Aralık 1924, ibid, s. 231. 231 ibid. 66 sınıflarını tehdit çekinmemektedir. eden bir program çerçevesinde mücadeleye atılmaktan 232 Şefik Hüsnü’ye göre, Halk Fırkası ve TpCF, aynı sınıfın farklı görünümleridir; burjuva sınıfının imtiyazlarını değişik usullerle savunan örgütlerdir ve bu anlamda işçi sınıfına karşıdırlar. 233 Bu farklı görünümleri Şefik Hüsnü başka bir yazısında açıklamıştır. Şefik Hüsnü’ye göre, burjuvazi ekonomik eğilimleri açısından ikiye ayrılır. Bunlardan birincisi, İTC’nin ekonomik faaliyetleri sonucu ortaya çıkan “kozmopolit kapitalistler” yani vurguncular ve ticaret sermayedarlarıdır. Bugün, yabancı finans kapitalin ortakları olan bu vurgun kapitalistlerini TpCF temsil etmektedir. İkinci grup ise, “sınai sermaye”dir. Halk Fırkası’nın dayandığı küçük burjuva unsurlar arasında böyle himayeci ve çıkarları “ulusal bir ekonominin kurulması” yönünde olan bir sınıf yükselmektedir. 234 Şefik Hüsnü’nün işçi sınıfının bağımsızlığını kesin bir tarzda vurgulamaya başlaması da TPcF’nın kurulmasından sonraki döneme rastlamaktadır. Ayrıca Şefik Hüsnü, önceleri sosyalist mücadelenin zamansız olduğunu belirtmesine rağmen aşağıdaki alıntısında işçi sınıfının yakın bir gelecekte iktidarı ele geçireceğinden bahsetlmektedir. Burjuva partilerinin (Halk Fırkası ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası), iyi niyetten uzak bir şekilde, işçi sınıfını özel çıkarları için peşlerinden sürüklemeye çalıştığını belirttiği yazısında, bu konuda başarıya ulaşılamayacağını vurgulamaktadır: Fakat burjuvalarımız şunu akıllarında tutsunlar ki, ne yalan ne gösteriş ne de korkutma.. işçi sınıfına bağımsız bir sınıf olduğunu, bizzat kendi amaçları için çarpışmak zorunda bulunduğunu, ekonomik evrimleşmenin baskısı ile yakın bir gelecekte iktidarı ele almasının söz konusu olacağını ve bu tarihi görevi gereği gibi yapabilmek için güçlü bir örgüt çevresinde toplanması gerektiğini unutturmayacaktır.. bu partilerin, kendisini ezmek ve soymakla geçinen burjuva 232 “Türk Köylü Sınıfının Kurtuluşu”, Aydınlık, 1 Ocak 1925, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 238. 233 “Ülkemizde Siyasal Partilerle Sınıflar arasındaki İlişki”, Aydınlık, Aralık 1924, sayı 28, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 235. 234 “Türkiye’de Ekonomik Sorun 1, Aydınlık, Şubat 1925, sayı 30, ibid, s. 244, 245. 67 sınıfının imtiyazlarını değişik usullerle savunan karşı örgütler olduğunu her Türk işçisi bilmelidir. 235 4. EKONOMİ: KAPİTALİST OLMAYAN YOLDAN GELİŞME Şefik Hüsnü, Türkiye’nin ekonomik gelişiminin kapitalist olmayan bir yoldan yönlendirilebileceğini ve hükümetin de bu anlamda etkilenebilir olduğunu düşünmekteydi. 236 “Gerçek Devrime Doğru” isimli yazısında, şu tespitleri yapmaktadır: ..özel teşebbüs ve serbest rekabet yollarında, Türk burjuvazisinin bugünden yarına büyük kapitalistliğe erişmesi, ülkenin ekonomik durumuna hakim olması pek umulamaz. Daha uzun bir süre ve özellikle de pek yakın olan kalkınma döneminde, en başta gelen işlerin sağlayacağı büyük gelirleriRumlar bir yana bırakılsa bile- gene yabancı ve Musevi unsurlar cebe atacaklardır. Türkler pek az istisnalarla bunların uyduları durumunda kalacaklardır. Bu bakımdan kaşarlanmış Avrupalı bir burjuva zihniyeti taşımayan Türk mücahitlerinin gönüllü olarak kapitalizm muhafızlığı etmesi çok uzaktır. 237 “Kapitalist olmayan yol” kavramının Şefik Hüsnü’nün görüşlerinde “özel sektör kapitalizmine karşı bir devletçilik savunusu” 238 olarak somutlaştığını görüyoruz. Bu anlayışın bir ürünü olarak, Şefik Hüsnü, kapitalizmin ve kapitalist bir burjuva sınıfının gelişmesini adeta iradi bir durum olarak nitelendirmektedir: Devrim yolunda devam etmezsek, ülkemizde gündelik varlığı pek o kadar hissedilmeyen kapitalist burjuva sınıfını adeta yaratmış olacağız. 239 Şefik Hüsnü’nün ekonomi üzerine en çok eleştiri aldığı yorumlardan biri, İktisat Kongresi üzerine yazdığı yazılarda, Kongreyi olumlu bir gelişme olarak değerlendirmesi olmuştur. İşçilerin yeteri kadar temsil hakkının olmadığı ve kongre ile liberal bir yola sapıldığı yönündeki eleştirilerin aksine Şefik Hüsnü, İktisat 235 “Ülkemizde Siyasal Partilerle Sınıflar arasındaki İlişki”, Aydınlık, Aralık 1924, sayı 28, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 235. 236 M. Tunçay, 2000, s. 226. 237 Aydınlık, 1 Aralık 1922, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 95. 238 Şefik Hüsnü’nün devletçilik üzerine, “ulusun iktisadi gelişmeye ulaşması için ortaklaşa çabası” şeklinde genel bir tamını bulunmaktadır. Bkz. “Toplumsal Düzenleme Konusu”, Aydınlık, sayı 20, Şubat 1924, ibid, s. 178. 239 “Devrimimizin Gelişimi”, Aydınlık, sayı 12, 6 Ocak 1923, ibid, s. 106. 68 Kongresi’nin işçilerin gözünde değerinin büyük olduğunu ve kongrede “işçilerin seçim programına temel olacak gayet geniş fikirleri” olduğunu yazmıştır. 240 Oybirliği ile kabul edilen önemli maddelerden bazıları, sendika ve grev hakkı, 8 saatlik çalışma süresi, vergi sisteminin değiştirilmesi olarak sayılmaktadır. Daha sonraki yazılarında da, İktisat Kongresi’nde kabul edilen esasların yerine getirilmemesini eleştirerek bu maddeler üzerinden hükümete yüklenmiştir. Şefik Hüsnü’nün bu olumlu düşünceleri, Cumhuriyetin beklentileri karşılamaması üzerine değişikliğe uğrayacaktır. Şefik Hüsnü, Cumhuriyet kurulmadan kısa süre önce yazdığı bir yazıda, hükümet hakkındaki bazı endişelerini yansıtmakta ve özel teşebbüse devam edildiği sürece, sınıf mücadelelerinin zorunlu hale geleceğini vurgulamaktadır. Burada göze çarpan en önemli nokta, liberal olmayan hükümet politikalarıyla sınıf mücadeleleri uğrağından geçmeyen bir gelişmenin sağlanabileceğinin düşünülmesidir : ..Bizde ise, devlet adamlarımız devrimin başından beri, sınıf farklarının pek derin olmadığını ve bu farkların sınıf mücadelelerine yer verecek dereceleri bulmasına engel olacaklarını ilan ettiler. Gerçekten Millet Meclisi Hükümetinin şimdiki biçimi –özel teşebbüs devam ettiği ve geliştiği sürece sınıfların teşekkülü ve mücadelesi zorunlu olmakla beraber- bu amaç için en iyi şekildi. 241 Şefik Hüsnü’nün bu türden yorumlarının Kemalistlerle paralellik içinde olduğunu vurgulamamız gerekir. Mustafa Kemal Halk Partisi’ni kurma kararı aldığı zaman, şöyle bir açıklama yapmıştır: “Ben öyle bir parti kurulmasını tasarlıyorum ki bu parti milletin bütün sınıflarının refahını ve mutluluğunu sağlamaya yöneltilmiş bir programa sahip olsun.” 242 Ancak Cumhuriyetin kurulması ile Aydınlık çevresinde büyük bir hayal kırıklığının meydana geldiğini “Kemalizm ve Kemalist Hükümet” başlığı altında incelemiştik. Şefik Hüsnü, iç politika üzerine yazdığı yazılarda, en çok bir ekonomik devrim yapılmaksızın sosyal düzenlemelere gidilmeye çalışılmasını eleştirmekteydi. Şefik Hüsnü’nün bu 1924 yılına ait yazısına bakarak, “özel teşebbüs” veya “devletçi usullerle” ekonomik gelişmenin bir an önce sağlanması gerektiğini düşündüğünü 240 “İktisat Kongresi’nden Sonra”, Aydınlık, sayı 14 Nisan 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s. 23. 241 “Devrim Esaslarının Değiştirilmesi”, sayı 18, Ekim 1923, ibid, s. 158. 242 13 Ocak 1923, Aktaran, İleri, 1970, s. 312. 69 görüyoruz. Özel sektör kapitalizmini tartışma alanına alması, Şefik Hüsnü’nün “kapitalist olmayan yoldan gelişme” yönündeki umutlarını yitirmeye başladığını göstermektedir: Bugünkü medeniyet alemini kapitalizmin evrimi gıpta ile baktığımız hale getirmiştir. Gözümüzün önünde duran bu örnekten ders alalım. Bizim de ilk işimiz üretimimizi çağdaş vasıtalarla artırarak büyük sermayeler biriktirmek olmalıdır. Çabalarımızın ağırlık merkezini bu ekonomik alana aktarmak zorundayız. Diğer her işte başarımız burada elde edeceğimiz olumlu sonuçlara bağlıdır. 243 Şefik Hüsnü, Türkiye’nin yükselmesi için iki seçenek bulunduğunu belirtir. Bunlardan biri, tercih edilmemekle beraber, liberal ekonomidir. Ancak Şefik Hüsnü bu yoldan kapitalizmin kendi kendine gelişmesini beklemeye razı değildir: ..ya eskiden beri yapıldığı gibi özel teşebbüsün teşviki ve desteklenmesi ile yetinilir, devlet iyiliksever bir gözlemci durumunda kalır. Ve köhne ekonomi kurallarına dayanarak Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi, kendi kendine kapitalizmin gelişmesi beklenir. Bu takdirde çoğunlukla cılız kuvvetlerimiz kısa zamanda rekabet mücadelesinde gürbüz yabancı sermayeye karşı zebun olacağından, yabancı tröstler serbestçe gelir, ülkemizi bir sömürge gibi sömürür ve halkımızı bağımsızlığından eder. 244 Bunun yerine, ikinci tercih olan, devlet kapitalizmini açıkça savunmaktadır: ..Hızla ilerlemek ihtiyacı, yerli kapitalizmin tek tek çabalarıyla amaca ermenin imkansızlığını bize anlatır. Üretim alanında az zamanda çok iş çıkarmanın tek yolu, ulusal çabalarımızı ortak ve belirli bir amaca doğru bizzat devletin yöneltmesidir. Özel deyimiyle vakit geçmeden bir devletçilik (devlet sermayedarlığı) yapmaya koyulmalıyız. Çıkar yol budur. 245 Tüm bu yorumlardan, Şefik Hüsnü’nün özellikle Cumhuriyet sonrasında iktidarın “kapitalist bir yola girdiğini” ve “kapitalizmin bir zorunluluk haline geldiğini” kavradığını görüyoruz. Türkiye’de çok cılız olan yerli burjuvazinin yaratılmasının hem uzun bir süreç alacağını hem de yabancı kapitalistlerle baş 243 “Toplumsal Düzenleme Konusu”, Aydınlık, sayı 20, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s. 177-178. 244 ibid. 245 ibid. 70 edilemeyeceği için ülkenin sömürge haline geleceğini düşünen Şefik Hüsnü, kapitalizmin bu yoldan gelişmesini beklemeye razı değildir. Hükümetin tercihini kapitalist yönde yaptığı açıkça anlaşılınca, “devletçilik” veya “devlet kapitalizmi” ve bu bağlamda “devlet tekelleri” daha açık olarak savunulmaya başlanmıştır. Tunçay’ın Şefik Hüsnü’nün bu görüşleri üzerine yorumu, “sosyalizme geçmek için önce kapitalizmin gelişmesini bir ön mesele sayma” şeklinde ifade edilebilecek “Menşevikçe bir kaygı da taşıyan bir eğilim” olduğu yönündedir.246 Ancak Şefik Hüsnü’nün görüşlerinde, bu eğilimin zaman zaman “üçüncü yolcu” bir anlayışla bir arada görüldüğü düşünülmekle beraber, ön plana çıkanın daha üçüncü yolcu bir seçenek olduğu düşünülmektedir. Belirttiğimiz ve Şefik Hüsnü’nün yazılarında da örtülü olarak ifade edildiği gibi, amaç, henüz sosyalist bir devrimin gerçekleşmesinin oldukça erken görüldüğü Türkiye’de, şartların bir an önce olgunlaşmasını sağlamaktır. Ancak burada şartların olgunlaşması olarak ifade edilen, “sosyalist devrimin, kapitalizmin gelişip çelişkilerin keskin bir hale geldiği bir dönemde gerçekleşebileceği” şeklindeki anlayıştan çok uzaktır. Şefik Hüsnü’ye göre, sosyalizme yaklaştıracak olan yol, “özel sektör kapitalizminin yol açacağı acıları çektirmeden” 247 ve dolayısıyla sınıf mücadelelerinin uğrağından geçmeden gerçekleştirilecek olan yoldur. Şefik Hüsnü’nün düşünce sistematiğine göre, Türkiye’nin öncelikli sorunu ekonomik refaha kavuşmaktır ve bunun için iki yol bulunmaktadır: Ya özel sektör kapitalizmi yolu ile gelişme sağlanacak, kapitalist devletlerle baş edemeyen girişimciler iflasın eşiğine sürüklenecek ve ülke bir kez daha emperyalizmin boyunduruğu altına girecektir ya da devlet tekelleri yolu ile yavaş da olsa ekonomik gelişme, bağımsız olarak yürütülecek 248 ve yerli burjuvazinin büyük kapitalist olması engellenecektir. 249 Dolayısıyla, ekonomik bağımsızlık için tekelden vazgeçilemez. 246 M. Tunçay, 2000, s. 225, 226. ibid, s. 226. 248 “Ekim İhtilali ve Türkiye”, Aydınlık, sayı 25, Eylül 1924, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s. 219 249 ibid, s. 222. 247 71 Şefik Hüsnü, 1924 yılında yazdığı “Devlet Tekeline Niçin Taraftarız” isimli yazısında, bu konuya şöyle açıklık getirmektedir: Türkiye’nin ekonomik bakımdan yükselmesi, fakat aynı zamanda, eskiden olduğu gibi, emperyalist kapitalist devletlerin nüfuzu ve hakimiyeti altına düşmemesi için ne yapmalıdır? Anlaşılması gereken nokta budur. Tekel, bu güç işi başarmak için akla gelen çarelerin en pratiği ve en etkilisidir..Ülkeyi maddi refah ve bolluğa ulaştırmak olan amacımıza belki biraz geç ve güç erişeceğiz. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullar bizim başarı şansımızı sınırlamaktadır ve devlet tekelinin tek sakıncası da budur. Fakat emperyalist devletlerin ekonomik esareti altına girmeyi kabul etmektense, ilerleme ve gelişme yolunda yavaş da olsa kudretimiz yettiği tarzda yürümek bin kez daha yeğdir. 250 Ancak Şefik Hüsnü, Halkçı Hükümetin, istenilen tarzda bir tekelcilik yapmayacağının ortaya çıktığını açıklamaktadır. Yine de sosyalistler, böyle bir anlayışı kabul ettirmek için mücadele etmelidirler: Bugünkü..hükümetin..istenilen ruhta bir tekelcilik yapacağını umacak kadar hayalci değiliz. Aydınlık’ta çıkan son makalemizde 251 belgeleriyle açıkladığımız gibi Anadolu köylüsünün ulusal zaferinden beri kaderimizi elinde tutanlar, özel teşebbüs usulleriyle kalkınmaya can atan bir burjuva sınıfın tüm niteliklerini taşımaktadırlar. Ve burjuvazi düne kadar kendi hayatına kasteden Avrupa kapitalizmi ile bugün artık uzlaşma safhasına girmiş bulunuyor. 252 5. ŞEFİK HÜSNÜ VE KOMİNTERN-I Komintern’in Türkiye’ye ve Türkiye sol hareketine bakışını anlamak için, “ulusal kurtuluş hareketleri” üzerine politikasını değerlendirmek gerekmektedir. Komintern’in 1919 yılının Mart ayında toplanan 1. Kongresi’nde bu konuya çok az önem verildiği, sömürgeler üzerine, “Kolonilerin kurtuluşu ancak metropol işçi sınıfının kurtuluşu ile birlikte mümkündür” şeklinde genel bir yorumla yetinildiği görülmektedir. 253 250 “Devlet Tekeline Niçin Taraftarız?”, Aydınlık, sayı 25, Eylül 1924, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s. 219. 251 “İşçi Sınıfı Cumhuriyet Hakkında Ne Düşünüyor” isimli makalenin kastedildiği sanılmaktadır. Bkz. ibid, s. 186. 252 “Devlet Tekeline Niçin taraftarız?”, ibid, s. 222. 253 F. Claudin, Komintern’den Kominform’a (Cilt 1), İstanbul, 1990, s. 313. 72 Ancak 1. Kongreden sonra, ulusal sorunun Komintern tartışmalarında önemli bir yer tutmasını sağlayacak bazı gelişmeler olmuştur. Bunlardan birincisi, bir proletarya devrimimin gerçekleşmesine ilişkin umutların biraz daha uzaklaşmasıdır. İkincisi, anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketlerinin Batı’da bir devrimci kabarışın yatışmasına karşılık, önemli bir gelişme göstermesidir. Son olarak ulusal sorunun Sovyet Rusya içinde de ön plana çıkması, 19 Temmuz-7 Ağustos 1920 arasında toplanan II. Kongrede bu konular üzerinde daha çok durulmasına neden olmuştur. Bu kongrede tartışma temel olarak iki konu çerçevesinde dönmüştür: Ulusal kurtuluş hareketlerinin nasıl dünya sosyalist devriminin bir parçası olarak değerlendirilebileceği ve Komintern’in bu çerçevede nasıl bir politika izleyeceği. 254 “Milletler ve Sömürgeler Sorunu Komisyonu tarafından Komintern’in İkinci Kongresi’ne sunulan raporda, tartışmalı olduğu belirtilen “geri kalmış ülkelerde burjuva demokratik hareketler” sorunu hakkında oybirliği ile bu hareketlerin “burjuva demokratik” yerine, “milli-devrimci hareket” olarak adlandırılmasına karar verildiğinden söz edilmektedir. Bu terimi kullanmanın anlamı şöyle açıklanmaktadır: Biz, komünistler olarak, sömürgelerde burjuva-kurtuluş hareketlerini ancak devrimci oldukları ve ancak bu hareketlerin bizim köylüleri ve sömürülen yığınları devrimci bir ruhla eğitip örgütlememize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz. 255 Ayrıca II. Kongre’de dünya komünist partilerinin Komünist Enternasyonal’e üye olmaları için yerine getirmeleri gereken 21 şart kararlaştırılmıştır. Bu şartlardan, 8. madde, emperyalist ülkelerdeki komünist partileri, ezilen milletlerin kurtuluş mücadelelerini açık ve somut bir biçimde desteklemekle yükümlü kılmaktadır. 256 Bu türden konular, Komintern’in Üçüncü (1921), Dördüncü (1922) ve Beşinci (1924) Kongrelerinde de tartışılmaya devam edilmiştir. Birinci kongrede özellikle Hintli komünist Roy tarafından öne sürülen, “Avrupa kapitalizminin sömürgelerden sağladığı kaynaklar sayesinde Avrupa proletaryasına ekonomik 254 F. Claudin, 1990, s. 313, 314. C. Leiteisen, V. I. Lenin Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, (çev.)Tektaş Ağaoğlu, İstanbul 1970, s. 333. 256 Komintern’in IV. Kongresine katılan Sadrettin Celal, bu şartın Avrupa ülkelerindeki komünist partileri tarafından yerine getirilmediğini belirtmekte ve Komintern’i, şubelerini bu konuda görevlendirmeye çağırmaktadır. Orhan (S.Celal), Doğu Meselesi Üzerine Tartışma, 23 Kasım, 1922, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, F. Bursalı (der.), 1979, s. 82. 255 73 tavizler verme konumunda olduğu ve bu yüzden Avrupa’daki devrimci hareketin kaderinin bütünüyle Doğudaki devrimin gidişatına bağlı bulunduğu” şeklindeki tez İkinci Kongrede önemli bir politika değişikliğinin habercisi olarak şu şekilde formüle edilmiştir: Sömürgelerden sağlanan fazla kar modern kapitalizmin başlıca dayanağıdır ve kapitalizm, bu fazla kar kaynağından yoksun bırakılmadıkça Avrupa işçi sınıfının kapitalist düzeni yıkması mümkün olmayacaktır. 257 Şefik Hüsnü’nün de, Aydınlık’ta yayımlanan yazılarındaki görüşlerinde de buna benzer bir savunu göze çarpmaktadır. Şefik Hüsnü , incelediğimiz gibi, yabancı ve yerli kapitalistler ile devlet arasında yaptığı seçimin bir ayağını bu teze dayandırmaktaydı. Şefik Hüsnü’ye göre bütün geri kalmış ülkelerin bağımsızlık mücadelelerinin alkışlanması gerekiyordu çünkü bu, dünya devrimi yolunda bir adımdı. Artık sömürge halklarının kurtuluş mücadelesine dünya devrimci mücadelesinde önemli bir rol veren ve artık bu türden bağımsızlık mücadelelerini metropollerdeki proletaryanın zaferine bağımlı görmeyen Komintern’in bu sömürge politikasının aslında Sovyetlerin dış politikası ile ilgili kaygılardan etkilenerek oluşturulduğu anlaşılmaktadır. 258 Bu konunun anlaşılması için, Türkiye ile yaşanan deney özellikle önem kazanmaktadır. Kemalistlerle girişilen işbirliği ve dostluk döneminden sonra, Türkiye sol hareketi de, bu ilişkiler çerçevesinde Komintern’in prizmalarından değerlendirilecektir. Örneğin, 1921’de iki ülke arasında imzalanan dostluk anlaşması, Mustafa Suphiler’in öldürülmesinden sonraki bir tarihe denk gelmektedir. Komintern, 1923 yılında, Şefik Hüsnü’nün görüşlerine benzer şekilde, Türkiye’deki işçi hareketini şöyle değerlendirmektedir: Türkiye’de çok az sayıda endüstri işçisi olduğu, sendikalar kötü örgütlenmiş olduğu, sosyalist fikirler aralarında pek yayılmadığı, kalıcı milliyetçi ve dinsel önyargılar taşıdıkları için, işçi hareketi henüz embriyon dönemindedir. 259 257 F. Claudin, 1990, s. 317. ibid. 259 Verney, “Under Kemalist Rule”, Inprecorr, cilt 3, sayı 48, 5 Temmuz 1923, s. 480-481, aktaran M. Tunçay, “Komintern ve Türkiye”, Birikim, 1979, s.75. 258 74 Tüm bu bilgilerin ışığında, Komintern’in Aydınlık grubu ile olan ilişkilerin seyrine dönebiliriz. İncelediğimiz dönemde ilişkilerin başından itibaren sorunlu geliştiği ve Şefik Hüsnü ile diğer Aydınlık yazarlarının çok kere “sınıfsal işbirliği” iddialarıyla karşılaştıkları görülmektedir. O sıralarda İstanbul’da faaliyet gösteren ve Kızıl Sendikalar Enternasyonali (Profintern)’e bağlı olan Beynelmilel İşçiler İttihadı, değişik uluslararası suçlamıştır. forumlarda, Aydınlık’ta sıkça Aydınlık incelenen grubunu “ulusal “burjuvaziye bağımsızlık” hizmet”le sorunsalını enternasyonalizmden sapma olarak değerlendirerek bu durumu Komintern’e bildirmişlerdir. 1922 yılında Komintern’in Dördüncü Kongresinde bir konuşma yapan Sadrettin Celal, bu türden suçlamalara karşılık, İstanbul komünistlerinin düzenli yer altı örgütlenmesi ve başarılı sendika çalışmaları yaptıklarını ifade etmiştir. Ayrıca Sadrettin Celal konuşmasında, asıl işleri baltalayanın Beynelmilel İşçiler İttihadı olduğunu belirtmiştir: ..Temmuzda bu grup (İstanbul Grubu), sermayenin genel saldırısına karşı bir Birleşik Cephe oluşturmak için İstanbul’daki en önemli işçi sınıfı örgütlerini bir toplantıya çağırdı. Fakat o zamana dek bizim şehirdeki en yüksek sınıf bilinçli işçi sınıfı örgütü saydığımız Beynelmilel İşçiler İttihadı, işçi sınıfının henüz hazır olmadığını, önce eğitilmesi gerektiğini öne sürerek bu girişimi sabote etti. 260 Bu kongreden sonra da Aydınlık grubu artık Komintern’in bir seksiyonu haline gelmiştir. Bu pratikte, TKP’nin izleyeceği politikanın bundan böyle Komintern tarafından belirleneceği anlamına gelmektedir. 261 Bu durumu İstanbul’da inceleyen Komintern görevlisi Şarki Rizayev ise 7 Nisan 1923 tarihli mektupta şu saptamayı yapmıştır: Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu’nun Doğu Bölümü, şimdiye kadar Aydınlık çevresinin burjuva milliyetçi eğilimlerden ve aydınlardan oluştuğu şeklinde yanlış bilgilendirilmiştir. 262 Komintern-Aydınlık grubu arasındaki anlaşmazlığın 1923 yılındaki İktisat Kongresi’nde yeniden patlak verdiğini görüyoruz. Bu anlaşmazlıkta, Şefik 260 Aktaran, M. Tunçay, 2000, s. 509,510. B. Şen, 1999, s. 97. 262 ibid, s. 94. 261 75 Hüsnü’nün İktisat Kongresi’ni olumlu değerlendirişi yanında, Kongreden sonra yazdığı ve cumhuriyetçilerle sosyalistlerin işbirliğini savunduğu yazılar önemli rol oynamıştır. 263 Komintern’in 17 Haziran-8 Temmuz 1924 tarihleri arasında toplanan Beşinci Kongresinde de Aydınlık’ın en çok eleştirildiği nokta, bu “sınıfsal işbirliği” ve “ulusal kapitalizmin geliştirilmesi” savunuları olmuştur. Komintern, Aydınlık grubunun tutumunu, “ulusal burjuvazinin sol kanadına dönüştüren tehlikeli bir oportünist sapma” 264 olarak değerlendirmiştir. Komintern’in görüşlerini dile getiren Manuilski’ye göre, Aydınlık’ın yanlışı, “İkinci Enternasyonal’in sosyal-patriyotik ideolojisi”nden kaynaklamaktadır. 265 Bu açıdan bakıldığı zaman, Şefik Hüsnü’nün Beşinci Kongreden sonra yazdığı “Devlet Tekeline Niçin Taraftarız” yazısı, bir anlamda bu eleştirilere karşı bir savunu niteliği taşımaktadır. Şefik Hüsnü, bu “sol”dan gelen eleştiriye yer vermiştir. Ona göre, “Yoksul kitlelerin yabancı ve yerli kapitalistler veya tekelci bir burjuva hükümeti tarafından ezilmesi arasında önemli bir fark bulunmadığı” şeklindeki görüş sahipleri yanılmaktadır. Çünkü, evriminin son sınırına varmış olan Avrupa kapitalizmi, içine düştüğü bunalımdan kurtulmak için geri kalmış ülkelere yönelecektir: “Hem bolluk hem yokluktan (ürün stokları ile hammadde yokluğu) bunalmış olan kapitalizme, kendi ciğerlerimizden bir hayat üflemiş olacağız.” 266 Manuilski’nin Türkiye ile ilgili diğer önemli sözleri şunlardır: İkinci Kongrede genç Komünist kesimlerini iktidar yolunda yürüyen burjuvazinin önderliği altındaki ulusal kurtuluş hareketleri konusunda alacakları tutumu belirledik. Fakat o zamandan beri Doğu ülkelerinde yeni bir durumla karşılaştık: İktidarı ele geçirmiş burjuvazilere karşı ne yapacağız? 267 Bu sözlerden, henüz yeni bir sorunsal olarak görünen bağımsızlık mücadeleleri ile ilgili, sadece Türkiyeli komünistlerin ve Şefik Hüsnü’nün değil, Komintern’in de bir bulanıklık içinde olduğu anlaşılmaktadır. Burada Şefik Hüsnü 263 B. Şen, 1999, s. 96. ibid. s. 96. 265 M. Tunçay, 2000, s. 191. 266 “Devlet Tekeline Niçin Taraftarız”, Aydınlık, sayı 25, Eylül 1924, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 221. 267 Aktaran, M. Tunçay, 2000, s. 559. 264 76 ile aralarındaki anlaşmazlığın, “burjuvazi ile işbirliği yapılacak süre”de ortaya çıktığı görülmektedir. Şefik Hüsnü, Cumhuriyet kurulduktan sonra da, kazanımların savunulması ve korunması adına bu işbirliğinin sürdürülmesi gerektiğini ifade etmekteydi. Manuilski, başta sorduğu soruya, konuşmasının devamında bir cevap vermemiş, Aydınlık grubunu eleştirmeye devam etmiştir. Manuilski’ye göre Aydınlık’ın sahip olduğu görüş, “Yasal Marksizm” 268 adı verilen bir eğilime tekabül etmekteydi. Ayrıca, bu grup, “üretici güçlerin gelişmesinin çıkarları” ile “kapitalizmin gelişmesinin çıkarları”nı karıştırmaktaydı. 269 Bu gelişmeden sonra ilişkilerin ne kadar gergin bir noktaya geldiğini belirtmekte fayda vardır. İstanbul grubunun Komintern’e gönderdiği, Türkiye politikasını gözden geçirmesini istediği mektuba 270 Komintern şöyle bir karşılık vermiştir: Yazdığınız ani ve kısa mektubunuzda Doğu Bölümünün Türkiye’de izlediği politik çizgiyi, hiçbir kanıt göstermeden olgunlaşmamış, irreel ve ütopik olarak ilan ediyorsunuz. 271 Yavaş yavaş Kemalist hükümeti eleştirmeye başlayan Şefik Hüsnü ve Aydınlık yazarları, bu tarihten sonra hükümeti, “bir burjuva yönetimi” olarak değerlendirmeye başlayacaklardır. Bunda Komintern’in eleştirilerinin katkısının büyük payı olduğu açıktır. Ancak yazılarda görüldüğü gibi hala bir “savunu” havası sezilmektedir. Şefik Hüsnü’nün görüşlerindeki değişiklik, 1925 yılından sonra daha açıklık kazanacaktır. 268 Aydınlık grubu, Rusya’daki işçi sınıfını kapitalizmin gelişmesini teşvike çağıran “legal Marksizm” olarak tanımlanan Struvercilik hareketine benzetilmiştir. 269 “KEYK Raporu, Türkiye Komünist Partisi, Komünist Enternasyonal 5. Dünya Kongresi Tutanağı”, 1924, s. 625-633, Türkiye’de Komünist ve işçi Hareketi, 1979, s. 120. 270 Bu mektuba herhangi bir kaynakta rastlanmadı. İçeriği için Şen (1998, s. 95)’in yorumundan yararlanılmıştır. 271 Aktaran, B. Şen, 1999, s. 95. 77 İKİNCİ BÖLÜM 1925-1937 DÖNEMİ: TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ VE ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER I. 1925-1937 YILLARI ARASINDA TKP: İLLEGAL FAALİYET DÖNEMİ 1. 1925 YILI İÇİNDE TKP: BİR DÖNEMİN BİTİŞİ A. 1925 TKP Kongresi 1925 yılı, TKP için pek çok açıdan dönüm noktası olmuştur. 1919-1924 yılları arasında TKP önderlerinin zihinlerinde bulanıklık yarattığını gördüğümüz kuramsal sorunlar, bu dönemden sonra tekrar ve Komintern’in eleştirisi üzerine, onun öngördüğü doğrultuda ele alınacak ve söz konusu karmaşa derinleşecektir. 1925 yılının başlarında, Aydınlık dergisinin çıkarılmasına devam edilmiş ve 21 Ocak 1925’ten itibaren Orak Çekiç adı altında ayrı bir “Haftalık Siyasi Amele ve Köylü Gazetesi” çıkarılmaya başlanmıştır. Bu gazetenin günlük işçi olaylarını ele aldığı ve Komintern’in eleştirilerine de uygun şekilde, Halk Fırkası’nı “burjuvalaşma süreci içinde bozguncu bir yapı” olarak değerlendirdiği görülmektedir. 272 Ancak bu ifadelerde Komintern’in etkisi de göz ardı edilmemelidir. Çünkü 1924 yılında TKP’yi “sağ sapma” ile suçlayan Komintern, 1925 tutuklamasından sonra da, TKP’ne, “kitle partisi olması ve Bolşevikleşmesi için yöntemlerin anlatıldığı beş maddelik bir yönerge” göndermiştir. 273 Şefik Hüsnü de, Aydınlık’ın son sayılarında Halk Fırkası’nın değişime uğramasının niçin “zorunlu” olduğunu şu sözlerle açıklamaktadır: İktidardan yararlanarak bir kısım küçük ve orta sermayenin sahipleri cüretli işlerle büyük güce sahip olur, artık ekonomik baskı istemezler.. Zorunlu olarak yabancı sermaye ile işbirliği ederler. Hükümete baskıda bulunurlar...Halk Fırkası bu iniş üzerindedir..Bu küçük burjuva fırkasına mensup nüfuzlu 272 273 M. Tunçay, 2000, s. 194, 195. B. Şen, 1999, s. 97. 78 üyelerin sermayeleri azalacaktır. 274 arttığı oranda devrimciliği Böyle bir stratejik değişim ortamında, 15 Şubat 1925’te (Şeyh Sait İsyanından iki gün önce) Şefik Hüsnü’nün Akaretler’deki evinde Parti Kongresi toplanmıştır. 275 Bazı yazarlar tarafından bu, üçüncü kongre olarak adlandırılmakla beraber, Komintern’in dördüncü kongresinden itibaren TKP Teşkilatlanma Sekreteri unvanını kullanmaya başlayan Şefik Hüsnü, 1925 yılındaki Kongreyi TKP’nin ilk kongresi saymaktadır. 276 Tunçay’a göre, bu kongre hakkında bildiklerimiz, hakkındaki söylentilere dayanmaktadır. 277 Sayılgan, kongreye katılanlar arasında şu isimleri saymaktadır: Hasan Ali (Ediz) 278, Nazım Hikmet (Ran) 279, Dr. Hikmet (Kıvılcımlı) 280, Baytar 274 Aktaran, R. N. İleri, 1970, s. 291. E. Akbulut, 2002, s. 31. 276 E. Akbulut, 2002, s. 70. 277 M. Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-2 (1925-1936), İstanbul, 1992, s. 20. 278 1904’te doğdu. 1 Mayıs 1923 dolayısıyla gerçekleştirilen TİÇSF’na yönelik tutuklamada yer aldı. SSCB’ne giderek KUTV’da eğitim gördü. 1925 TKP Kongresinde MK üyeliğine seçildi. 1925 Takriri Sükun Kanunu’ndan sonra, gıyaben 15 yıl ceza aldı.1926’da Viyana Konferansına katıldı. 1927 tevkifatında da gıyaben hapis cezasına çarptırıldı. 1929 yılındaki tutuklamalardan sonra, TKP yöneticilerinin büyük çoğunluğunun tutuklanması sebebiyle, 1930 yılında Şefik Hüsnü tarafından Moskova’dan Türkiye’ye gönderildi. 1930 yazında tutuklandı.1933 affıyla hapisten çıktı.1935-36 yılında bazı gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı. Bu tarihlerden sonra TKP ile ilişkisini kestiği sanılmaktadır. 279 1902’de doğdu. 1921 yılında kısa bir süre öğretmenlik yaptı. 1922’de KUTV’da eğitim gördü. 1924 yılında Türkiye’ye dönerek Aydınlık’ta yazılar yazmaya başladı. 1925’te TKP Kongresine katıldı. 15 yıl kürek cezasına mahkum edildiği 1925 davasından önce SSCB’ne gitti. 1926’da Viyana Konferansı’na katıldı. 1927 yılında gıyaben 3 ay hapse mahkum oldu .1928 yılında tutuklanarak 3 ay hapis cezası aldı. TKP içindeki Muhalefet Grubuna öncülük etti. 1929 yılında Pavli adasında bir kongre düzenledi ve bunun üzerine 1930 yılında TKP’nden atıldı. 1932 yılında 4 yıl hapse mahkum oldu, 1933 affı ile cezası düştü. 1936 yılında gizli örgüt yöneticiliği iddiasıyla tutuklandı ancak yargılama sonunda beraat etti. 1937 yılı sonlarında kendisini ziyarete gelen bir Kara Harp Okulu öğrencisini polis sanarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne haber vermesinden sonra başlayan “Harbiye” ve “Donanma” davalarında yer aldı. 1950 yazında afla tahliye oldu. 1951 yazında Türkiye’den ayrılarak SSCB’ne gitti. 1963’te Moskova’da öldü.Şiirleri, oyunları, yazıları, mektupları 29 ciltte toplandı. Hakkında 100’den fazla kitap yazıldı. 280 1902’de dünyaya geldi. 1919’da Kuvayı Milliye hareketine katıldı.Askeri öğrenci olarak gerçekleştirdiği tıp öğrenimi sırasında TİÇSF aracılığıyla devrimci faaliyete katıldı. Aydınlık’ta takma adla yazılar yazdı. 1925’te TKP Kongresine katıldı.Aynı yıl, 10 yıl kürek cezasına çarptırıldı ve ertesi yıl çıkan afla tahliye oldu. İllegal Alev ve Bolşevik dergilerini çıkardı.1927 tevkifatında yer aldı, 3 ay hapse mahkum oldu. 1928’de Kıvılcım dergisini çıkardı. 1929’da 4 yıl 6 ay hapis cezası aldı. 1933 affı ile hapisten çıktı. 1935’te Marksizm Bibliyoteği yayınevini kurdu.Marx, Engels ve Lenin’in eserlerini yayımladı. 1938 yılı Donanma davasında 15 yıl ağır hapis cezasına mahkum edildi.1950 affı ile hapisten çıktı. 1954’te Vatan Partisi’ni kurdu. Parti 1957 yılında kapatıldı ve Hikmet Kıvılcımlı da 2, 5 yıl hapis yattı. 1965 yılında Tarihsel Maddecilik yayınlarını kurdu. Tarih Tezi’ni “Tarih, Devrim, Sosyalizm” adıyla yayımladı. 1967’de Sosyalist Gazetesini yayınladı. 1968’de İşsizlik ve Pahalılıkla mücadele Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. 1971 yılında öldü. Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümünden önce ve sonra pek çok eseri yayımlandı. 275 79 Salih (Hacıoğlu), Elektrikçi Nuri, Faik Usta, Şevket Süreyya (Aydemir) 281, Devlet Demiryolları memurlarından Mahmut ve Vanlı Kazım. 282 Akbulut, kongrede 28 delege ve o dönem için nispeten güçlü olan Komsomol’dan birkaç temsilcinin hazır bulunduğunu yazmıştır. 283 Kongrenin gündeminde şu sorunlar yer almıştır: 1. Köylü sorunu. Konuşmacı, Hacıoğlu Salih. 2.İşçi sınıfının durumu ve işçiler arasında yürütülen çalışmalar. Konuşmacı, Şevket Süreyya 3.Gençlik içinde çalışma. Konuşmacı, Alimov 4.Parti tüzüğü 5.Parti yönetim organlarının seçimi 284 Türkiye’deki komünist örgütlerin parti etrafında toplanmasını sağlayan bu kongrede, Şefik Hüsnü genel sekreterliğe seçilmiş ve ülkedeki gergin hava da hesaba katılarak Şefik Hüsnü’ye oldukça geniş yetkiler tanınmıştır. B. Takrir-i Sükun Kanunu ve 1925 Tutuklaması: 1925 Kongresi toplanmadan kısa bir süre önce, Mete Tunçay’ın “dinsel bir giysi altında ulusal bir başkaldırı” 285 olarak nitelendirdiği Şeyh Sait ayaklanması patlak vermiştir. Ancak bu ayaklanmayı hem TKP’liler hem de Komintern organları İngiliz emperyalizminin kışkırtmasıyla, ilerici burjuvaziye karşı gerici feodalizmin tepkisi olarak değerlendirmişlerdir 286 Orak Çekiç’in 5 Mart 1925’te çıkan yedinci ve son sayısı, Şeyh Sait isyanına şiddetle cephe almaktadır:(manşet) “Yobazların Sarıkları Yobaz Zümresine Kefen Olmalı! Yobazlarıyla, Ağalarıyla, Şeyhleriyle, Halifeleriyle, Sultanlarıyla Birlikte Kahrolsun Derebeylik! İrtica ve Derebeyliğe Karşı Mücadele İçin Köylüler Köy Meclisleri, Ameleler Sendikalar Etrafında Teşkilatlanmalıdırlar.” Ayrıca TKP’nin bu süreçte hükümet ile birlikte hareket edeceği açıklanmıştır: “Arkadaş, kara kuvvet 281 1897’de doğdu. Mustafa Suphi’nin kurduğu TKP’ne katıldı. 1921’de KUTV’da eğitim gördü. 1924 sonlarında Türkiye’ye dönerek Aydınlık dergisinin yazı kadrosuna katıldı.1925 TKP Kongresine katıldı, 1925’te 10 yıl kürek cezasına mahkum oldu. 1926 affı ile hapisten çıktıktan sonra TKP içinde etkin olmaya başladı. 1927 tutuklamasında yer aldı. Bu tarihten sonra TKP’nden koptu ve 1932’de Kadro hareketi içinde yer aldı.1976 yılında öldü. 282 A. Sayılgan, 1972, s. 189. 283 E. Akbulut, ibid, s. 30. 284 ibid. 285 M. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), İstanbul, s. 136. 286 M. Tunçay, 1992, s. 20. 80 bizim de, burjuvazinin de düşmanıdır. Biz herşeyden evvel bu düşmanı yenmeliyiz; burjuvazi ile de ayrıca kozumuzu paylaşırız.” 287 “Kürt ayaklanması”nın görünüş olarak irticai bir temele dayanması, Halk Fırkası’nın yalnız bu hareketi bastırmayıp, kendisine karşı belirmiş tüm tepkileri söndürebilmesi için zemin hazırlayıcı bir etken olmuştur. Yeni kurulan İsmet Paşa Kabinesi, bir yandan Doğudaki ayaklanmayı askeri tertiplerle tasfiye ederken bir yandan da 4 Mart 1925 yılında kabul edilen Takrir-i Sükun Kanununa dayanarak her türlü muhalefeti susturmuştur. 1924 yılında kurulan ve Halk Fırkası’nın giriştiği siyasal devrimlere ve özellikle de laikliğe karşı halk kitleleri arasında doğan tepkilerin aracı olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi, Şeyh Sait ayaklanmasında hükümeti destekleyen TKP de bu çerçevede yer almıştır. Komintern Yayınlarında bu tutuklamaların sebebi, şöyle açıklanmıştır: TKP 1925’teki tutuklamalardan önce, Aydınlık adlı yasal bir aylık kuramsal organ (1500 tiraj), aynı adla (Fevkalade Amele Nüshaları) bir işçi organı (3000 tiraj), Orak Çekiç diye bir haftalık gazete, ayrıca yasadışı bir organ yayımlanmaktaydı. Bunlardan başka 5 tane yasal risale (toplam tiraj 15000) ve birçok yasadışı risaleler çıkarmıştı. Parti, Kemalist özgürlüğün değerini abartarak 1924’te bütün aygıtını yasallaştırmış ve bu yargılama sonucunda geniş ölçüde zayıflamış ve çözülmüştür. 288 Komünistlere karşı yürütülen kovuşturma, ilk olarak Aydınlık ve Orak Çekiç dergilerinin yayımlanmasına son verilmesi ile başlamıştır. 289 Bunun üzerine Şefik Hüsnü ve Hasan Ali Nisan ayında yurtdışına kaçmışlardır. Kalanların çoğu ise mücadeleye devam etmeye çalışmışlar, yayın organlarının kapatılması üzerine, Bursa’da beş yıldır çıkmakta olan Yoldaş gazetesine el koyarak 23 Nisan’da onu radikal bir içerikle yayımlamaya başlamışlardır. Ancak 1 Mayıs 1925’te yayımladıkları bir beyanname üzerine, bu çevre üyelerinin 38 kişi olmak üzere, hemen hemen tüm ileri gelenleri tutuklanarak Ankara’daki İstiklal Mahkemesi’nde “komünist teşkilat ve propagandası yapmak suretiyle emniyet-i dahiliyeyi ihlal ve binnetice şekl-i hükümeti tağyire matuf ef’al ve harekatta bulunmak” ithamı ile 287 M. Tunçay, 2000, s. 199. “The Communist International:Between The Fifth and Sixth World Congresses”, 1924-1928, London, 1928; M. Tunçay, 2000, s. 200. 289 A. Sayılgan, 1972, s. 191. 288 81 yargılanmışlardır. 12 Ağustos 1925’te verilen karara göre, çoğu, 7, 10 ve 15 senelik üç kategori üzerinden küreğe mahkum edilmişlerdir. 290 Sayılgan’a göre, bu davada hüküm giyen komünistlerden bazıları şunlardır: Yoldaş gazetesi sahibi İbrahim Hilmi, Amele Teali Cemiyeti azasından Şevki, Elektrikçi Nuri, Güzel Sanatlar öğrencisi Samih, Öğrenci Nuri Haydar, Sadrettin Celal (Antel), 7’şer yıla; Süleyman Necati (üster), Amele Teali Cemiyeti Genel Sekreteri Abdi Recep, Şevket Süreyya (Aydemir), Orak Çekiç gazetesi müdürü Eczacı Vasıf, Askeri Doktor Mümtaz, Askeri Tıp talebesi Hüseyin Hikmet (Kıvılcımlı), 10’ar yıla; Şefik Hüsnü (Değmer), Nazım Hikmet (Ran), Hasan Ali (Ediz) de 15’er yıla mahkum olmuşlardır. 291 Tunçay, Şefik Hüsnü’nün Almanya’ya, Hasan Ali ve Nazım Hikmet’in Rusya’ya gittiğinin anlaşıldığını yazmıştır. 292 Şefik Hüsnü, 1926 yılında yazdığı “Türkiye’de Komünist Hareket” isimli yazısında, 1925 tutuklamasını şöyle değerlendirmiştir: ..Aynı yılın (1925) 5 Mart’ında Kemalist burjuvaziden korkunç bir darbe yediği zaman Komünist hareket, bu çok verimli çalışmanın en iyi dönemindeydi. Komünist savaşçıların çalışmaları öteden beri sıkı bir polis denetimi altındaydı. Hükümetin, bu çalışmalara son vermek için en küçük bir fırsatı kullanacağı herkes tarafından biliniyordu. Ancak bütün komünist yayınların çıkmasını bir anda yasaklayan bakanlık yönergesi yine de beklenmiyordu. Çünkü, o sırada, aşırı sert önleme gerekçe olacak hiçbir şey olmamıştı. 293 Ayrıca yazıda, polisin illegal bir partinin varlığını kanıtlayacak önemli belgeler ele geçirmiş olduğunun sanıldığı fakat iddianamede yargılanan komünistler aleyhine hiçbir ciddi kanıtın bulunmadığının anlaşıldığı belirtilmektedir. 1925 tutuklaması, Türkiye sol hareketi için bir dönemin bitişini simgelemektedir. Şefik Hüsnü de bu durumu, “Bu kayıplar yüzünden ağır bir darbe yiyen komünizm, yeni mücadele koşullarına uymak ve bunun sonucu olarak çalışma biçimini değiştirmek zorunda kaldı” 294 sözleriyle ifade etmiştir. Burada sözü edilen 290 M. Tunçay, 2000, s. 202. A. Sayılgan, ,ibid. 292 M. Tunçay, ibid, s. 222. 293 25 Ekim 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926, sayı 6 (15), s. 269-273, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, 1995, s. 63. 294 ibid, s. 63. 291 82 dönem, “illegal çalışma dönemi”dir. Şefik Hüsnü, yazısında devamla, komünist basının yasaklanmasından 1926 yılındaki Viyana Konferansı’na kadar geçen zamanı üç döneme ayırmıştır: İlk dönemde komünistler kendilerini, milliyetçi burjuvazinin meydan okumalarına cevap verebilecek kadar güçlü sandılar. Yayın organlarına karşı girişilen baskılara cevap olarak, taşrada teni bir yayın organı çıkardılar. 295 Sendikalara ve işçi derneklerine katılmaktan da geri kalmadılar. 1 Mayıs 1925’te bir kitapçık yayımlayıp komünist basının susturulmasına karşı protesto eylemleri niteliği taşıyan gösteriler düzenlediler..Kitapçığın ve 1 Mayıs gösterisinin ümit verici sonuçlarına rağmen, hareketin teröre karşı koyabilmesi için, kitleler tarafından yeterince desteklenmediğini gösterdi. Ayrıca hükümet, bütün sert önlemlerine rağmen ajitasyona devam eden herkesin işini kısa yoldan bitirmek için gerekli kararları almada duraksamadı. Bu dönem, 1925 yılının 5 Mart’ından Mayıs sonuna kadar sürdü. 296 İkinci dönem olarak adlandırılan “komünistlerin tutuklanması ve yargılanması” aşamasında ise şu gelişmeler göze çarpmaktadır: ..Bu dönemde belli bir panik göze çarpmaktadır. Kamuoyunda çok tanınan savaşçılar yasal çalışmaları yüzünden İstiklal Mahkemesi’ne verildiler. Yalnızca çok gizli bir kesim çalışmalarını sürdürüyor. Merkez ile taşra arasındaki bağ çok yetersizdir. İşçilerin daha önce komünist harekete yönelmiş olan bütün dikkatleri, şimdi zindanlara atılmış olan komünistlerin kaderlerinin belirleneceği Ankara İstiklal Mahkemesi’ne çevrilmiştir. Bekleme döneminin sona erdiği 13 Ağustos 1925 gününe kadar, yarı-legal çalışmaya yeniden başlanabileceği konusunda hala bazı hayaller yaşanıyordu. 297 Üçüncü dönemde ise, komünistlerin yargılanmasında verilen kararların sertliği, yarı-legal çalışma umutlarını tümden yıkmıştır. Bu dönem, herkesin, “artık milliyetçi demokrasiden hiçbir şey beklenmeyeceğini” 298 kavradığı bir dönem olmuştur. Şefik Hüsnü, illegal döneme geçiş zorunluluğunu şu sözlerle aktarmaktadır: 295 Burada, Bursa’da çıkarılan Yoldaş gazetesi kastedilmektedir. “Türkiye’de Komünist Hareket”, 25 Ekim 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926, sayı 6 (15), s. 269-273, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, 1995, s. 64. 297 “Türkiye’de Komünist Hareket”, 25 Ekim 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926, sayı 6 (15), s. 269-273, ibid, 1995, s. 64. 298 ibid. 296 83 ..Yönetici merkez, bütün çalışmalarını engelleyen çeşitli zorluklarla karşı karşıyaydı. Merkezin çözmesi gereken ilk mesele, ne pahasına olursa olsun Parti’nin taban örgütüne hakim olmaya başlayan paniği yok etmek, sonra örgütün daha fazla dağılmasına engel olmak için az ya da çok darbe yemiş kadroları olabildiğine kısa bir zaman içinde yeniden toplamaktı. Bu acil önlemler alınmadan, Partinin işçilerle ilişkisini sürdürebilmesi gerçekten söz konusu olamazdı. Bu ilişkilerin kaybolması, partinin ölümü demekti. Bu tehlike karşısında merkez, tutuklanmış olan savaşçıların hüküm giymelerinden sonra eski ilişkileri yeniden kurmak ve düzenli bir gizli çalışmaya zemin hazırlamak için taşraya gizli görevliler gönderdi. 2. 1926 VİYANA KONFERANSI VE “MENŞEVİK-TASFİYECİ” MERKEZ KOMİTESİ A. Viyana Konferansı Yakın bir zamana kadar, TKP’nin tarihinde önemli bir yer tutan Viyana Konferansı hakkında belgesel bir kaynak bulunmamakta idi. Bu kaynaklardan sadece Sayılgan’ın yapıtında, Konferansa Türkiye’den ve Moskova’dan dörder kişinin katıldığı açıklanmıştır. Bunlar, Türkiye’den Vedat Nedim, Hamdi Alev (Şamilov) 299, Faik Usta ve Balıkesirli Baytar Mehmet; Rusya’dan Dr. Şefik Hüsnü (Değmer), Ali Cevdet, Nazım Hikmet, Hasan Ali (Ediz)’dir. 300 2002 yılında yayımlanan bir eser 301 ise, Viyana Konferansı tutanaklarından sınırlı da olsa, bazı belgeler sunmaktadır. Akbulut, 27-29 Mayıs 1926 tarihlerinde toplanmış olan Viyana Konferansı’na yurtdışından B. Ferdi (Şefik Hüsnü), Halim (Hasan Ali) ve Nazım Hikmet, Türkiye’den ise Şamil (Hamdi Şamilov), Asım 299 1894 yılında doğdu. 1. Dünya Savaşı yıllarında komünist düşünce ile tanıştı.KUTV’da eğitim gördü. 1924 yazında Türkiye’ye döndü. 1925 TKP Kongresine katıldı. 1925 tutuklamalarının dışında kaldı. 1926 Viyana Konferansına katıldı. Vedat Nedim’in sekreterliğindeki Merkez Komitesi’ni yetersiz görerek Nazım Hikmet’in muhalefet grubu içinde yer aldı. 1930’da Nazım Hikmet’le birlikte Partiden atılanlar arasında yer aldı. 1938 yılında Donanma askerini askeri isyana tahrik ve teşvik ettiği gerekçesiyle yargılandı. 18 yıl hapis cezasına mahkum oldu, 1950 affı ile hapisten çıktı.1950 yılından sonra başka hiçbir faaliyette ismine rastlanmadı.1969’da İstanbul’da öldü. 300 A. Sayılgan, 1972, s 193-194.. 301 E. Akbulut, 2002. 84 (Vedat Nedim) ve Mehmet (Baytar Mehmet)’in katıldığını açıklamıştır. Yani bu listede, Sayılgan’ın sözünü ettiği Faik Usta ve Ali Cevdet yer almamaktadır. 302 Bu konferansta, TKP’nin başkanlığına Şefik Hüsnü, genel sekreterliğine ise Vedat Nedim (Tör) getirilmiştir. 303 1925 Kongresi’nde TKP’nin program ve tüzük sorunları ele alınmadığından, konferansta ülkedeki siyasal durumun değerlendirilmesinin yanı sıra bu konulara ağırlık verildiği görülmektedir. 304 Tartışmalardan anlaşıldığı kadarıyla ana konular, burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadele, demokrasinin niteliği ve bu ilkesel konular çerçevesinde pratik olarak Kemalizm ve irtica konusunda takınılacak tutum olmuştur. 305 Bunun dışında Konferansta görüşülen konular ancak başlık olarak aktarılabilecektir. 27 Mayıs 1926 günü için Konferansın gündemi şöyledir: 1. Program projesi 2. Türkiye’nin siyasi vaziyeti ve partinin nokta-i nazarı hakkındaki tez 3. Asım (Vedat Nedim) yoldaşın yine aynı tarzda bir raporu 4. Türkiye merkezi teşkilatı hakkında bir tez 5. Eski teşkilat platformunun bir daha gözden geçirilmesi 6. Neşriyat meselesi 7. Gençlik Meselesi 306 28 Mayıs 1926 günü için ise gündemde şu konular vardır: 1. Asım (Vedat Nedim) yoldaşın merkez ve vilayetler hakkında umumi teşkilat raporu 2. Taşra raporları 3. İcra Komitesi hakkında malumat 307 Son olarak, 29 Mayıs’ta şu konular görüşülmüştür: 1. Suriye ile rabıta 2. Pan-İslamist kongreler 3. Yakın neşriyatı somut olarak tesbit etmek 302 E. Akbulut, 2002, s. 67. M. Tunçay, 2000, s. 40. 304 E. Akbulut, ibid. 305 E. Akbulut, ibid, s. 72. 306 TÜSTAV Arşiv belgeleri, CD 22, Klasör 28-36, Belge 4. Aktaran, E. Akbulut, 2002 s. 67, 68. 307 ibid, s. 68. 303 85 4. Burjuva gazetelerine iştirak meselesi 5. Hapishanedeki arkadaşlar hakkında karar. 308 Tartışmaların genel çerçevesine bakıldığında, Konferansın yurtdışında bulunan Şefik Hüsnü’nün, 1925 tutuklamalarına dahil olmayıp Türkiye’de kalan komünistlerin çalışmalarından memnun olmadığı ve bu çalışmalara bir yön verilmesi gerektiğini düşündüğü için toplandığı anlaşılmaktadır. Konferansta, TKP’nin politikaları neticesinde Partinin işçi yığınları üzerindeki etkisini kaybettiği ve yığınlardan uzaklaşarak devrimci kimliğini yitirme tehdidi altında olduğu üzerinde durulmuştur. 309 Konferansa katılanlar arasında genel bir uyum gözlenmemektedir. Şefik Hüsnü ve diğer TKPliler ile Vedat Nedim arasında ve yine Şefik Hüsnü ile Nazım Hikmet arasında bazı tartışmalar yaşanmıştır. Parti içindeki çözülmelerin temellerini göreceğimiz bu tartışmaları “Menşevik-Tasfiyeci Merkez Komitesi” ve “Nazım Hikmet Muhalefeti” başlıkları altında değerlendirmeye çalışacağız. Viyana Konferansı’nda, TKP’nin yeni bir eylem programı ve tüzüğü kabul edilmiştir. Komintern’in direktifleri doğrultusunda hazırlanan bu Programın TKP’deki değişimi yansıttığı söylenebilir. 1925’e kadar geçen dönemde emperyalizme karşı burjuvazi ile birlikte savaş verme düşüncesi, 1926 Programında yerini Kemalist Halk Partisi’ne karşı mücadelenin emperyalizme karşı mücadeleden ayrılamayacağı ilkesine bırakmıştır. 310 B. “Menşevik-Tasfiyeci Merkez Komitesi” 1925 tutuklamalarından önce; Şefik Hüsnü, Nazım Hikmet ve Hasan Ali’nin yurtdışına kaçması ve İstiklal Mahkemesi’nin TKP ileri gelenlerinden bir kısmını mahkum etmesinden sonra Parti, bu tutuklamadan sıyrılabilenlere kalmıştır. Bunların en önemlisi Vedat Nedim (Tör)’dir. Yine, 1926 yılında yeni Türk Ceza Kanunu’nun kabul edilmesiyle birlikte salıverilen komünistler arasında yer alan Şevket Süreyya Aydemir’in ise bu süreçte parti yönetiminde etkin olduğu anlaşılmaktadır. 311 308 TÜSTAV Arşiv belgeleri, CD 22, Klasör 28-36, Belge 4; Aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 68. E. Akbulut, ibid, s. 74. 310 “Türkiye Komünist Partisi Çalışma Programı (1926)”, 3. Madde, H. B. Gürses, Şefik Hüsnü Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, İstanbul, 1994, s. 256. 311 M. Tunçay, 1992, s. 40. 309 86 Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu’nun 1925-1926 yıllarını kapsayan “Doğu Ülkelerinde Devrimci Hareketler” üzerine raporunun Türkiye ile ilgili bölümünde TKP üzerine şunlar ileri sürülmekteydi: ..Partinin çekirdeğini aydınlar (öğrenciler) oluşturmaktaydı. Partinin açık bir çizgisi yoktu; en önemli mesele olan Kemalist hükümete karşı tutum konusunda bile Parti açık bir tavır alamıyordu. Yönetimdeki arkadaşlar arasında her ikisi de aynı derecede tehlikeli olan iki sapma dikkati çekmekteydi. Yoldaşların bir bölümü, Kemalistlerle aynı blok içindeydiler ve Partiyi liberalizmin yoluna sokmak istiyorlardı. Baskılardan dolayı özellikle güçlenmiş olan diğer bölüm ise, “gerici burjuvazinin temsilcisi” olarak nitelendirdiği Kemalist harekete karşı kararlı bir mücadele istiyordu. Partinin kitle içinde çalışma konusunda hiçbir tecrübesi yoktu. Parti, sadece proletaryanın ve aydınların üst tabakaları arasında çalışma yapıyordu. Köylü kitleleri, partinin varlığından bile haberdar değildiler. 312 Bu rapordan da anlaşılacağı gibi, 1925 yılından itibaren etkin olmaya başlayan bu grubun Şefik Hüsnü ve Komintern ile bu tarihlerden itibaren anlaşmazlığa düştükleri anlaşılmaktadır. Komintern’in direktifleri doğrultusunda hazırlanan 1926 programını kabul etmeyen ve ülke içinde “edilgin” bir tutum izleyen bu yönetimin tutumu parti içinde bir bölünmeye sebep olmuştur. Sayılgan’a göre (1972: 194), yönetimin bu tutumunun sebebi, “mücadeleyi Komintern’in kararlarına göre değil, Türkiye şartlarına göre yürütmek” şeklindeki bir düşünceden kaynaklanmaktadır. 313 Vedat Nedim’in TKP’nin Komintern tarafından verilen direktiflere ve 1926 programına göre çalıştırmanın “cezaevlerini doldurmaktan başka hiçbir şeye yaramayacağı”nı ve “Komintern’in direktiflerini sadece birer tavsiye olarak gördüğü”nü ifade etmesi, Komintern’le olan ilişkilerde gerginliğe sebep olmuştur. 314 Komintern’in Altıncı Kongresi’nde KEYK Raporunun Türkiye ile ilgili bölümünde bu konu üzerinde durulmuştur. Bu raporda, Vedat Nedim yönetimindeki Merkez Komitesi, Menşevik-tasfiyeci şeklinde nitelendirilmektedir: 312 “Komünist Enternasyonal Tutanakları”, Carl Hoym und Nachfolger Basımevi, s. 1-355, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, (ed.) F. Bursalı, 1979. 313 A. Sayılgan, 1972, s. 194. 314 B. Şen, 1999, s. 98. 87 Bu sapmanın taraftarları, işçileri siyasi mücadeleye çekmek yerine onlara “Marksist eğitim” vermekle yetinmeyi ve olsa olsa ekonomik mücadeleyi 315 savunuyorlardı. Ama bu yoldaşlar, yönetimde bulunmalarına rağmen ekonomik mücadelede de pasif davrandılar. Büyük grevlerde, örneğin tütün işçilerinin grevinde, Parti hiçbir rol oynamadı. Ayrıca İstanbul kayıkçılarının Kemalist Şirketi Hayriye’ye karşı mücadelesi silahlı çatışmaya kadar vardığı halde, bu Parti yöneticileri, Kemalistlerin desteklenmesinden yana 316 çıktılar. Bu anlaşmazlık noktaları, 1926 yılında Şefik Hüsnü’nün TKP Merkez Komitesi’nin faaliyetlerini yönlendirmek amacıyla topladığı Viyana Konferansı’nda açıkça görülmektedir. Vedat Nedim ve Şefik Hüsnü, teorik ve pratik pek çok noktada ters düşmüşlerdir. Vedat Nedim Konferansta, Türkiye’de kendiliğinden gelişen hareketleri abartmamak gerektiği ve bilinçli sınıf hareketi denildiği zaman, bundan “komünistlerin doğurduğu hareketleri” anlamak gerektiğini savunmuştur. Şefik Hüsnü gibi, Konferansta bulunan Hamdi Şamilof ve Nazım Hikmet de bu görüşe karşı çıkmışlardır. Şefik Hüsnü, bu sözlere şöyle bir müdahalede bulunmuştur: Görüyorum ki amele meselesi hakkında bazı arkadaşlarda yanlış bir telakki var..Türkiye amele sınıfı hakkında Asım (Vedat Nedim) yoldaşın sarf ettiği sözleri Türkiye Komünist Fırkası rehberi sıfatıyla reddediyorum. 317 Yine Viyana Konferansı’nda Vedat Nedim, “Komünist Partisi adına konuşmak, burjuvazinin acımasız terörünü davet edecek ve Parti örgütlerinin dağılmasına yol açacaktır. Çünkü Parti zayıftır ve burjuvazinin terörüne dayanamaz.” görüşünü savunmuştur. 318 Böylesi bir anlaşmazlık ortamında, Şefik Hüsnü’nün neden Vedat Nedim’e Genel Sekreterlik görevini verdiği sorusu gündeme gelmektedir. Şefik Hüsnü, daha sonraki bir raporunda, bu konuya açıklık getirmektedir. Bu rapora göre, komünist 315 Vedat Nedim yönetiminin ekonomik mücadeleyi nasıl uyguladığına bir örnek oluşturması açısından, “kayıkçılar grevi” örneğini vermek gerekir. Bu grevde TKP yönetimi, “kayıkçıların proleterleşmiş küçük burjuvaziyi temsil ettikleri” ve “partinin görevinin onların proleterleşmelerini hızlandırmak olduğu” savunularıyla Kemalist önderleri destekler bir tutum takınmışlardır. Bkz. S.J. Astreiou, “TKP 1925-1935”, Birikim 1989, s. 62. 316 “Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı”, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketleri, (ed.) F. Bursalı, 1979, s. 191-192. 317 TÜSTAV, Eski Türkçe, CD 22, Klasör, 28_36, Belge 11 vd’nden aktaran, Akbulut, 2002: 74. 318 E. Akbulut, 2002, s. 74. 88 hareketin devamlılığını sağlamak için tek yol, Partinin “1925 tutuklamasına dahil olmayan bu kalıntılarla” yönetimiydi. Şefik Hüsnü, bu “kalıntılar”dan Vedat Nedim’e öncelik verme sebebini, onun “en çok siyasal bilgiye sahip olan partili” olduğu şeklinde açıklamıştır. 319 3. 1927 TEVKİFATI VE SONRASI A. “Menşevik-Tasfiyeci” Merkez Komitesinin Tasfiyesi Viyana Konferansı’ndan sonra Şefik Hüsnü ve Vedat Nedim-Şevket Süreyya arasındaki ilişkiler iyice gerginleşmiştir. Şefik Hüsnü, Şevket Süreyya’nın eleştirdiği görüşlerini yazdığı bir raporda aktarmaktadır. Bu rapora göre, Şevket Süreyya, Türkiye’de henüz bir ulusal burjuvazinin gelişmediğini düşünmektedir. Kemalizm ise, devlet erkini kullanan bir bürokrasiden başka bir şeyi temsil etmemektedir. 320 Şefik Hüsnü ve Nazım Hikmet bu dönemde TKP Merkez Komitesine mektuplar göndermiştir. Mektubun genel havasından da, dış büronun (Şefik Hüsnü, Nazım, Hamdi Şamilof, Hasan Ali) özellikle Şevket Süreyya’nın bağımsız hareket etme eğilimlerini eleştirdiği, Vedat Nedim’in ise henüz dış büro ile bağları tamamen koparmadığı anlaşılmaktadır: Aydemir’e Ferdi (Şefik Hüsnü) ile Nazım’ın mektuplarını verdik. Ancak bu mektuplar bize aşırı sert geldi. Bu içinde yaşadığımız ortamın psikolojik etkisinin tipik bir örneği. Herşeyin hemen, mükemmel ve ideal bir biçimde olmasını istiyorsunuz..Aydemir karakterindeki bir komünistin böylesi aceleci bir tarzda likide edilebileceğine inanmıyoruz.. Aydemir kesin bir konspirasyona 321, aşırı bir ihtiyata taraftar. Parti’nin ilanı konusunda bizden biraz farklı düşünüyor. İnanıyorum ki, hatalı olduğuna onu ikna edeceğiz. 322 Önemli bir nokta da, Merkez Komitesi’nin Dış büro ile arasındaki anlaşmazlığın teorik değil, pratik sorunlardan kaynaklandığını öne sürmesidir. Şefik Hüsnü, Merkez Komitesi’nin son raporundan şöyle aktarmaktadır: 319 TÜSTAV Arşivi, Fransızca, Klasör 3_8, Belge 389, aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 91. TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 29, Klasör 3_8, Belge 389, E. Akbulut, 2002, s. 82. 321 Gizlilik 322 TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 22 Klasör 28-36, Belge 428, E. Akbulut, ibid, s. 81-82. 320 89 Çok haksız olarak saldırıya uğruyoruz. İlkesel olarak hemen hemen her noktada sizlerle mutabıkız. Partimizin varlığının ilanı sorunlarında, seçimler konusunda, komünist hücrelerin faaliyeti konusunda bizi ayıran hiçbir şey yok ve sizlerin teorik formülasyonlarınızın altına imza atabiliriz. Ancak, bunların pratik faaliyetimizde uygulanmalarına gelince, bu başka bir şey. Burada, sizinle mutabık değiliz. 323 Bu son raporda artık, savunmadan ziyade bir meydan okuma havası sezilmiştir. İlişkileri tamamen kopma noktasına getirenin de bu rapor olduğu sanılmaktadır. Çünkü, Şefik Hüsnü söz konusu raporun aktarılmasından sonra, “Tüm bu saptamalar ve belgeler karşısında, sözcüğü sakınmamak ve Türk seksiyonumuz oldukça uzun zamandır bir komünist yönetimden yoksundur demek gerekiyor” yargısını dile getirmiştir. Bu kopmayı sağlayan Merkez Komitesi ifadeleri şunlardır: Bizden olmayan ve bizden uzakta yaşayanlar 324, buradaki olaylar hakkında doğrudan bir değerlendirme yapamaz. Ve, size göre bize karşı onlar haklı. Bize önerdiğiniz önlemler, kaçınılmaz olarak yönetici kadrolarımızın yıkıma uğraması sonucunu verecektir. Bunları uygulamayı reddediyoruz. Faaliyetimizin biçimlerini seçme konusunda tam bir özgürlüğe sahip olmalıyız. El ilanı ve bildiri yayımlama şu anki durumda zararlıdır. 325 Şevket Süreyya, 1967 yılında yaptığı bir konuşmada, bu sıralarda parti içindeki anlaşmazlığı çözmek için Kitaigorodski isimli Komintern yetkisinin Türkiye’ye geldiğini ve kendisinin bu temsilciyi tersleyerek aynı gün geri dönmek zorunda bıraktığını ifade etmiştir. 326 Şevket Süreyya’nın Komintern yetkilisini kovup kovmadığı açık olmamakla beraber, aralarında oldukça sert bir tartışma geçtiği, Şevket Süreyya’nın Şefik Hüsnü’ye yazdığı raporlardan birinde görülmektedir: Komintern’in gönderdiği görevliye göre, dar görüşlü milliyetçileriz. 327 İdeolojimizde ve eylemimizde, enternasyonalizmin en küçük izi bile yok. Tüm bu laf ebeliklerinin üzerinde durmaya bile değmez. Davranış hattımızı yalnızca birinci olarak içinde yaşadığımız nesnel koşulların sağladığı olanaklar ve sonra da kendi öz maddi ve manevi güçlerimiz belirliyor. 323 TÜSTAV Arşivi, Fransızca CD 29, Klasör 3_8, Belge 389, ibid, 2002, s. 91. Komintern Yürütme Kurulu kastedilmektedir. 325 TÜSTAV Arşivi, Fransızca CD 29, Klasör 3_8, Belge 389, Aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 91. 326 Şevket Süreyya’nın 7 Ocak 1967 tarihinde Sosyalist Kültür Derneği’ndeki sözleri, aktaran, M. Tunçay, 1992, s. 49. 327 Şevket Süreyya, daha sonraki yıllarda TKP’ye milliyetçiliği getirenin kendisi olduğunu ifade edecektir. 324 90 1928 yılına ait bir Komintern raporunda, Partinin bu “Menşevik-tasfiyeci” unsurlardan temizlenmesinden 1927 tevkifatına kadar geçen süreç şöyle anlatılmaktadır: Eski Merkez Komitesi, Komintern’in talimatlarını ve 1926 Kongre kararlarını baltaladı. Gitgide daha açık bir şekilde Menşevik görüşü savundu ve hatta Komintern’den bağımsız olmayı talep etti. Komintern başka önlemler almaya zorlandı. Bütün sağlıklı unsurlar, Komintern’in çizgisini doğru kabul ettiler ve birleştiler. Partinin durumu böylece düzeldi. Bunun sonucu olarak Parti çalışması 1927 yılında canlandı: gizli yayınların çıkarılması 328, güçlü bir sendika çalışması, işçilerin siyasi mücadeleye çekilmesi..gibi. 329 Burada Komintern’in “almaya zorlandığı önlemler”, Şefik Hüsnü’nün 1927 Ağustosunda yurda gönderilmesi ve Merkez Komitesi’nin tasfiye edilmesidir. “TKP’nin bölünüp parçalanması tehlikesi” ile karşı karşıya bulunduğunu ifade eden Şefik Hüsnü, bu durumun önlenmesi için alınması gereken bir dizi önlem öne sürmüştür. Bu önlemler, temel olarak, Merkez Komitesi’nin dağıtılması ve Partinin siyasal ideolojik yönetiminin Dış büronun emrinde çalışacak olan bir “teknik yürütme komitesi”ne verilmesi ve Parti’nin illegal bir siyasal organa kavuşturulmasından oluşmaktadır. Ayrıca bir parti konferansının en kısa sürede toplanması gerektiğinden bahsedilmektedir. 330 Şefik Hüsnü, 1926 yılında siyasi birikimine güvendiği gerekçesi ile görev verdiği Vedat Nedim’in yönetimindeki Merkez Komitesini görevden almıştır. 1927 Tevkifatı arifesinde bu MK şu isimlerden oluşmaktaydı: Vedat Nedim, Şevket Süreyya, Salih Hacıoğlu, Hamdi Şamilof, Mahmut, Nuri (Elektrikçi), Faik, Vanlı Kazım, Sadrettin Celal. Şefik Hüsnü, bunlardan; Vedat Nedim, Şevket Süreyya, Salih Hacıoğlu, Hamdi Şamilof, Mahmut (küçük memur) ve Elektrikçi Nuri’nin yönetici rol oynamaya ve güvene layık olmadıklarını açıklamış, geri kalan MK üyelerinin güvenilir olduğunu ifade etmiştir. 331 Ancak Şefik Hüsnü’nün güvendiği 328 1927 yılında Şefik Hüsnü’nün yurda dönmesinden sonra çıkarılan Bolşevik gazetesi kastedilmektedir. 329 Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, F. Bursalı (ed.), 1979, İstanbul, s. 192, 193. 330 TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 34_36, Belge 390 vd., aktaran, E. Akbulut 2002, s. 86. 331 E. Akbulut, 2002, s. 91, 92. 91 aydınlardan biri olan Sadrettin Celal de, bu tarihlerde partiden ayrıldığını açıklayacaktır. B. 1927 Tevkifatı Şefik Hüsnü’nün kılık değiştirerek Türkiye’ye dönmesinden sonra, yukarıda bahsettiğimiz önlemler doğrultusunda Bolşevik isimli bir dergi yayımlanmıştır. 332 Bu dergide, genel olarak, işçi sınıfının varlığını yadsıyan burjuvazinin devrimciliğinin artık sona erdiği ve karşı-devrimci safa geçtiği yönündeki propagandaya ağırlık verilmiştir. 333 Komintern organlarında da, Partinin etkinliklerinin bu olaydan sonra artmaya başladığından bahsedilmekte ve 1927 tevkifatının nasıl başladığına işaret edilmektedir: Fakat polis, Partinin yükselen etkisi karşısında kaygı duymaktaydı ve bundan dolayı yeni tutuklamalara girişti. 1927 yılı sonunda, Partinin İstanbul’da ve diğer şehirlerde artan etkinliği yüzünden iki yüz kadar kişi tutuklandı..Eski Merkez Komitesi sekreteri, Partinin gizli çalışması konusunda polisin baş tanığı olarak ortaya çıktı. 334 Bu rapordan da anlaşılacağı gibi Vedat Nedim, Şefik Hüsnü’nün, kendisinin başında bulunduğu Merkez Komitesi’ni dağıtmasının ertesinde polise Şefik Hüsnü’yü ihbar ederek yakalatmıştır. Vedat Nedim, polise, TKP’nin Ankara, Eskişehir, Adana ve İzmir teşkilatlarını bildirmiş, Şefik Hüsnü’nün “Türkiye Komünist Partisi Merkez Heyetine” hitaben yazılmış Moskova’dan gönderdiği mektupla, “Viyana Komitesine götürülmek üzere” kendisine verilmiş olan Fransızca mektubu da polise vermiştir. 335 25 Ekim günü Vedat Nedim ve Şefik Hüsnü’nün tutuklanması ile başladığı kabul edilen 1927-1928 davasının Türkiye’deki solun tarihinde birtakım özellikleri vardır. Bunlardan birincisi, hareketin o zamanki belli başlı bütün önderlerini kapsayışıdır. İkincisiyse, bu davanın ondan önceki ve sonraki kalabalık davalardan farklı olarak, sivil adliyede ve açık duruşmalarda yapılmış olmasıdır. 332 M. Tunçay, 1992, s. 50. M. Tunçay, 1992, s. 146-148. 334 “Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı”, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 192, 193. 335 A. Sayılgan, 1972, s. 195-196. 333 92 16 Ocak 1928 tarihinde başlayıp 23 Ocak 1928’de sona eren 1927-1928 davasında toplam olarak 56 sanık vardır. Bunlardan birinin hastalığı dolayısıyla davası tefrik edilmiştir. Geri kalan 55 kişiden 25’i beraat ettirilmiş 336, 30’u ise çeşitli hapis ve para cezalarına mahkum olunmuştur. Bu davada ceza alanların bazıları şöyledir: Şefik Hüsnü (1 yıl 6 ay) 337, Vedat Nedim (4 aydan 2 ay 20 güne indirilmiştir), Baytar Salih (Hacıoğlu) (4 ay), Hikmet (Kıvılcımlı) (3 ay), Muallim Adnan (Sadık) (3 ay), Hamdi Şamilof (4 ay), Sarı Mustafa (3 ay), Nazım Hikmet (3 ay), Hasan Ali (Ediz) (3 ay), Hüsamettin (Özdoğu) (3 ay), Laz İsmail (Bilen) (4 ay) 338 C. Geçici Merkez Komitesinin Oluşturulması Bu tutuklamaların ardından Şefik Hüsnü ve Komintern’in TKP Geçici Merkez Komitesi listesini ayrı ayrı oluşturdukları görülmektedir. Şefik Hüsnü’nün önerisi, Dr. Hikmet (Kıvılcımlı) önderliğindeki Eczacı Vasıf, Saatçi Niko, Seyfi, Hakkı, İsmail (Bilen) ve Hüsamettin (Özdoğu) isimli partililerden oluşacak bir Geçici MK’dir. Bu isimlere ek olarak, Ali Cevdet’le Hasan Ali (Ediz)’in de Türkiye’ye kısa süre içinde gelmesi gerektiğini ifade etmiştir. Şefik Hüsnü, böylesi bir Komite ile kendi güvendiği çevre ile Komintern’in üzerinde durduğu İsmail (Bilen) ve Hüsamettin (Özdoğu)’i 339 bir araya getirmektedir. Şefik Hüsnü, kendisinin hapiste bulunduğu bu sıralarda TKP’nin konumunu Komintern’e yazdığı bir raporda aktarmaktadır. Bu raporda, Parti içinde üç ayrı grubun oluştuğunu ifade etmektedir. Söz konusu rapor incelenecek olursa, Şefik Hüsnü’nün 1927-1929 dönemini neden bir “Fetret Devri” olarak nitelendirdiği daha iyi anlaşılacaktır: a) Eski MK ve onu izleyen üç beş unsur. Çoğunluğu KUTV öğrencisi olan bu unsurlar, Partiyi uçurumun kenarına kadar götürdükten sonra, sapmalarını açıkça itiraf etmeksizin mahkemeden bu yana bize yaklaşmaya çabalıyorlar...Açıkça görülüyor ki, Partiden kesin olarak uzaklaştırıldıkları takdirde 336 Şevket Süreyya, beraat edenler arasındadır. Şefik Hüsnü, bu davada 6 ay ceza almakla birlikte Ankara İstiklal Mahkemesi’nin 1925 yılında verdiği 15 yıllık cezadan indirilen 1 yılla birleştirilince toplam cezası 1 yıl 6 ay olmuştur. Bkz. M. Tunçay, 1992, s. 55. 338 M. Tunçay, 1992, s. 53, 54. 339 Şefik Hüsnü’ye göre, İsmail Bilen ve Hüsamettin Özdoğu Partiyi yönetecek kadar olgun değillerdi. Partinin kaderini tek başına onların eline bırakmak çok tehlikeli olacaktı. 337 93 sistemli bir fraksiyonculuğa girişmeye karar vermişler. Ancak..söz konusu olan, arkasında örgütü olmayan birkaç şeften ibarettir. b) İs. (İ. Bilen) ve Az. (H. Özdoğu)’in mensup olduğu diğer grup. Bu birinci grubun hatalarına taban tabana zıt hatalar taşıyor. Nitekim bir tür savunma tepkisiyle bu grubu oluşturan birincilerin pasifliği ve oportünizmi olmuştur. Maceracı mizaçlı ve dar görüşlü unsurlardan oluşmuş bu grup, hareketimizin örgütlenmesi ve gelişmesi açısından pratik yararını gözetmeden çarpıcı eylem fetişizmi içinde..her zaman bir şeye veya birine karşı mücadele gereksinimi sabit fikrini taşıyor. Bu, deyim yerindeyse, kendi kendine yeterli bir fraksiyonculuk. Nitekim, Moskova’dan döner dönmez Fahri (Ali Cevdet) ve Halim (Hasan Ali)’e karşı kötü niyetli bir kampanya başlatmaktan başka yapacak bir iş bulamadılar. c) Üçüncü grup, partinin temel çekirdeğini oluşturuyor. Son on yılın proleter hareketine doğrudan katılmış işçilerden ve genç aydınlardan oluşuyor. Bu unsurlar, partinin kurucularının çevresinde toplanıyor ve Komintern’in direktiflerini kelimesi kelimesine izliyorlar. Üyelerimizin çoğunluğunu bunlar oluşturuyor. 1927 tutuklamalarından sonra, Komintern organlarında yayımlanan yazılarda Kemalistlere sert eleştirilerin yer aldığı görülmektedir. “Türkiye’de Komünist Tertip” başlıklı, 1928 tarihli bir yazıya göre, Türkiye hükümetinin Komünist Partisi’ne yönelttiği baskılar, Kemalist hükümetin gericilerin yani emperyalizmin safına doğru bir dönüş yaptıklarını göstermektedir. 340 Söz konusu yazıya göre, Türkiye’de Komünistlere yönelik gerçekleştirilen bu tertipler, uluslararası proletaryaya şu görevleri yüklemektedir: 1. Tutuklanan Türkiyeli komünistlerin serbest bırakılması için bir kampanya açmak. 2. Tutuklanan komünistlere işkence yapan, onları ölüm cezasıyla tehdit eden ve..iftira atan Kemalist hükümetin işlediği suçları ortaya çıkarmak. 3. ..Türkiye Komünist Partisi’nin gerçek hedeflerini ve görevlerini tanıtmak. 4. Kemalistlerin gericilikle ve emperyalizmle uzlaşma çabalarına karşı mücadelesinde, Türkiye Komünist Partisini sonuna kadar desteklemek. 340 Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 1, s. 28-31, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketli, s. 199. 94 5. Kemalistlerin feodal gericilik ve emperyalistlerle uzlaşma çabalarına karşı, bütün ülkelerin işçilerinin devrimci birleşik cephesini çıkarmak. 341 Yazının devamında ise, TKP’nin mücadelesinin “yeni bir döneme” girdiğinden söz edilmektedir. TKP ve Türkiye işçi sınıfı Kemalist hükümetle olan ilişkilerini yeniden gözden geçirme zorunluluğuyla karşı karşıyadır. TKP için bu dönem, eskisine oranla daha ağır sorumluluklar ve güçlüklerle dolu olacaktır. 342 1928 yılının 1 Mayıs’ında bildiri dağıtan TKP üyelerinin tutuklamalarına devam edildiği görülmektedir. Bu tutuklamalar İstanbul ve Ankara’da gerçekleşmiştir. 343 1928 yılında gerçekleşen on tutuklamada 74 kişi yargılanmış ve bunlardan 21’i beraat etmiş, diğerleri ise 25 gün ile 4,5 yıl arasında olmak üzere hapis cezasına çarptırılmıştır. 1928 yılında, Trakya Demiryolları ve İstanbul Tramvayları Grevleri görülmüştür. 344 Şefik Hüsnü, 1928 yılındaki İstanbul Tramvay işçileri grevinden şöyle bahsetmektedir: Benim İç Anadolu’ya sürüldüğüm 1928 yılında İstanbul tramvay işçilerinin büyük grevini patlatmıştık; iki bin işçi hayranlık verici bir dayanışma coşkusu içinde işi bırakıyor ve 10-12 gün boyunca güçlü yabancı şirkete karşı savaşıyordu. Şirketten yana olan hükümetin müdahalesi onları sindirmeyi başaramıyordu. Ancak sonunda bu grev, hükümetin yardımıyla yenilgiye uğratıldı. Çok sayıda yoldaş bu sırada tutuklandı. Bu hareketimiz için durgun bir dönemin başlangıcı olmuştur. 345 341 ibid, s. 199-200. Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 1, s. 28-31, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketleri, s. 200. 343 M. Tunçay, 1992, s. 60. 344 ibid, s. 64. 345 “Extraits D’un Expose Polique Des Liquidationnıstes Turcs”, 1927, TÜSTAV, Döküm 1, Film 38, CD 33 1-6, Sıra 285, s. 448-456. 342 95 4. 1929 YILI İÇİNDE TKP Şefik Hüsnü, 17 Nisan 1929 yılında tahliye edildikten sonra, sırasıyla Varşova, Berlin ve Paris’te bulunarak, on yıl süreyle yurt dışında kalacak ve TKP’yi dışarıdan yönetecektir. Bu tarihten sonra TKP, hemen hemen her yıl tutuklamalara maruz kalmıştır. 346 Şefik Hüsnü’nün yurtdışına çıktığı sıralarda, TKP içinde Nazım Hikmet önderliğinde bir muhalefet grubu oluşmuştur. Bu gelişme karşısında, 1929 sonbaharından itibaren TKP’ndeki faaliyeti Hasan Ali (Ediz) örgüt sekreteri ve Ali Cevdet ajitasyon propaganda sekreteri olarak yürütecektir. 347 Dr. Hikmet (Kıvılcımlı)’in de Parti içinde önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Ayrıca, Merkez Komitesi, bu tarihlerde, daha sonraki yıllarda Partide önemli bir rol oynayacak olan Reşat Fuat’ın Türkiye’ye gönderilmesini istemiştir. 348 Bu başlık altında öncelikle, Hikmet Kıvılcımlı’nın 1929 tevkifatında ortaya çıktığı anlaşılan Türkiye Komünist Gençler Birliği örgütü ve TKP içindeki faaliyetlerini inceleyecek daha sonra 1929 İzmir tevkifatı üzerinde duracağız. Partinin çizgisi açısından bakıldığında, TKP’nin Komintern’in Altıncı Kongresinden sonra “işçilerin en büyük düşmanlarının milli devrim davasına ihanet eden milliyetçi burjuvazi olduğu” yönündeki sol çizgisini güçlendiren bir propaganda kampanyası başlattıkları görülmektedir. 349 TKP’nde meydana gelen bu çizgi değişiminin Komintern’in etkisi yanında başka sebepleri de olduğu düşünülmektedir. Bunlardan birisi, İsmet (İnönü) ve özellikle de Mustafa Kemal’in 1929 yılında komünistlere yönelik sert ve tehdit dolu açıklamalarıdır. Bu konuyu “Eskişehir İlan-ı Harbi” başlığı altında inceleyeceğiz. Bir diğer nokta da, 1929 yılında TKP içinde Nazım Hikmet önderliğinde muhalif bir hareketin doğmasıdır. Parti içindeki muhalefete 5. başlık altında değineceğiz. 346 A. Sayılgan, 1972, s. 201. E. Akbulut, 2002, s. 110. 348 E. Akbulut, 2002, s. 115. 349 S. J. Asteriou, 1989, s. 63. 347 96 1929 yılında Şefik Hüsnü tarafından yazıldığı düşünülen bir belgede 350, TKP’nin 1929 yılı içindeki durumu genel olarak resmedilmektedir. Burada genel olarak Kemalistlerin tutumlarının sertleşmesi ve 1929 yılında meydana gelen tutuklamalardan bahsediliyor: Komünist Parti bugün, bu elverişli durumda kendisinden beklenen görevleri yerine getirmek için iki yıl öncesinden çok daha iyi durumda. İki yıl öncesini hatırlayınız, partinin başında Komintern’in yönergelerine adeta isyan eden tasfiyeci ve oportünist bir Merkez Komite bulunuyordu. Bir Komintern temsilcisi 351 ülkeye gitti, bu Merkez Komiteyi dağıttı, oportünistleri engelledi ve Komünist Partide büyük bir etkinlik dönemi başlattı..1929’un başlarında Moskova’da bulunan yoldaşlarımızdan biri İstanbul’a döndü. Tutuklu bir çok yoldaş cezalarını tamamlıyor ve özgürlüklerini kazanıyordu. Bu sırada İsmet Paşa komünistlere karşı tehditler içeren bir konuşma yapıyordu, İtalya ile bir dostluk ve tarafsızlık anlaşması bir sonuca bağlanmış, borç sözleşmeleri imzalanmıştı,vs. bu olaylar nedeniyle Parti Kemalizmin ihanetini kızgın bir dille açıklayan bildiriler yayımladı. Ayrıca Parti, basın organlarının yayınını başlatıyordu.. Tüm bunlar Kemalist polisi yeniden endişelendirdi, kitlesel tutuklamalar oldu..bu kez Kemalistler çok sert vurdu. Yoldaşlarımıza işkence yapıldı, kendilerinden geçinceye kadar dövüldü. 352 A. Türkiye Komünist Gençler Birliği ve Hikmet Kıvılcımlı 1919-1925 yıllarını kapsayan dönemde bir Türkiye Komünist Gençler Birliği (TKGB) teşkilatının Bakü Kongresi’nde kurulduğunu ve Mustafa Suphi ve diğer 14 TKP’linin öldürülmelerinden sonra bazı faaliyetlerde bulunduğunu belirtmiştik. 353 TKGB, 1925 yılından sonra, yeniden faaliyete geçirilmiş görünmektedir. TKGB’nin, bu yıllarda Hikmet Kıvılcımlı’nın yönetiminde olduğu sanılmaktadır. Hikmet Kıvılcımlı, 1927 yılında Alev gazetesini çıkarmıştır. 354 Yine Kıvılcımlı tarafından 350 Extraits D’un Expose Polique Des Liquidationnıstes Turcs, 1927, TÜSTAV, Döküm 1, Film 38, CD 33 1-6, Sıra 285, Say: 448-456. Bu belge, imzasız olmakla birlikte, yazanın 1928 yılında Anadolu’ya sürüldüğünden bahsetmesi, sahibinin Şefik Hüsnü olduğunu düşünmemize sebep olmuştur. Hikmet Kıvılcımlı’nın Şefik Hüsnü’yü hapishanede ziyaret sırasında yakalanan “Alev” gazetesi sebebiyle, Şefik Hüsnü 28 Ekim’de Yozgat’a sürülmüştür. Cezasını tamamlayıp 17 Nisan’da tahliye edilinceye kadar burada kalacaktır. 351 Bahsedilen Komintern temsilcisi, Şefik Hüsnü’nün kendisidir. 352 “Extraits D’un Expose Polique Des Liquidationnıstes Turcs”, 1927, TÜSTAV, Döküm 1, Film 38, CD 33 1-6, Sıra 285, Say: 448-456. 353 Bkz. Yurtdışı TKP ve Mustafa Suphi, s. 22. 354 M. Tunçay, 1992, s. 43. 97 1928 yılında yayımlanan Kıvılcım gazetesinde TKGB’nden bahsedildiğini görüyoruz. Dr. Hikmet (Kıvılcımlı)’in yayınladığı Kıvılcım gazetesinde, propagandatif ifadelerin ağırlıkta olduğu görülmektedir. Üslubun sertliğini göstermek açısından bu gazeteden bir alıntı sunuyoruz: ..Türkiye’de amele yoktur diyen, seni inkar edenler, yağlı lekeler gibi kâşaneleri, apartmanları ile yükseliyor, senin başına bela kesiliyorlar, memleketin Allahı biziz diyorlar. Bunlar, zengin, türedi, varlıklı sınıf burjuva!...bezirganlardır. Bu çapulculuk “Halkçılık-Demokrasi” namı altında kurulmuş bir hakim sınıf tuzağından başka nedir? Fakat, ey gürbüz vücutlu, temiz yürekli işçi, çiftçi, bugün mebus intihabatında sana emir ile istediği kodamanı seçtirerek seni peşine takan, seni koyun sürüsü gibi kırkan, bin tür vergiyle soyan..buna mukabil sana hiç manasını anlayamadığı “demokrasi diye kumpas kuran..bezirganlar da daha dün kara Sultan devrinde halifenin kuyruğunu yalayan aşağılık “kapıkulu” ve “bezirgan” idiler. 355 TKGB, 1929 1 Mayıs’ında TKGB Merkezi Komitesi başlıklı bir beyanname de yayımlamıştır. Yeni bir savaş hazırlığında olan emperyalist devletlere karşı halkın mücadeleye çağırıldığı bildiride, TKGB’nin istekleri şu şekilde belirtilmiştir: Türkiye Komünist Gençler Birliği, her sahada foyası meydana çıkan Türkiye burjuvazisini..protesto eder. TKGB, burjuvazinin bu hareketlerine karşı mücadele için, işçi, köylü ve inkılapçı gençliğini kendi bayrağı altına davet eder. Kuru bir laftan ibaret olan Takrir-i Sükun Kanunu’nun yalnız kaldırılmasını değil, işçi, köylü ve fakir halk kitlelerine serbest teşkilat ve serbest neşriyat ve serbest içtima haklarının tanınmasını ister. TKGB, fakir köylüler için ücretsiz toprak, işçi için Türkiye Komünist Partisi’nin teklif ettiği bir Mesai Kanunu’nun kabulünü ister. TKGB, halkı boğmakta olan istihlak, kazanç vergilerinin derhal kaldırılmasını ve yeni gümrük tarifesinin fakir halkın menfaatini gözetmek suretiyle yapılmasını ister. TKGB işçi için 1 Mayıs’ın resmi bir gün olarak tanınmasını ister. 356 Ayrıca bildiride, TKP ve TKGB’nin “resmi bir teşkilat olarak tanınmasının istendiği” vurgulanmaktadır. 355 Kıvılcım, TKP Naşir-i Efkarı, 1928, M. Tunçay, 1992 içinde, s. 151. “Türkiye Komünist Gençler Birliği’nin 1 Mayıs Beyannamesi (1929)”, Tunçay, 1992 içinde, s.166. B bölümünde inceleyeceğimiz 1929 tevkifatının gerekçelerinden biri de, bu beyannamedir. 356 98 B. 1929 Tevkifatı 25 Haziran’da başlayan davada tutuklanan komünistlerin suçlandığı beyannameler, Yaşasın 1 Mayıs Beyannamesi, TKP’nden bahsedilen ve hükümetin Osmanlı borçlarını ödemeyi kabul etmek, Musul vakası, emperyalist İtalya ile dostluk ve İtalyan muhacirlerin Türkiye’ye gelmesinin kabul edilmesi yüzünden suçlandığı TKGB imzasını taşıyan beyanname ile imzasız Şapka İnkılabının “Kadınların çıplaklanması”, Harf İnkılabı’nın “Şikayetlerin susturulması” olarak nitelendirildiği irticai bir beyannamedir. İzmir davası, komünistlerin basına ve kamuoyuna açık son davası olmuştur. Sadi, İzmir’de görülen bu mahkemelerin en ince ayrıntısına kadar İzmir gazetelerinden aktarıldığına işaret etmiştir. 357 Örneğin, 26 Haziran 1929 tarihli Yeni Asır gazetesinde, mahkumların elbiselerinin şıklığından, ceket iliklerinde kırmızı karanfiller taşıdıklarına kadar pek çok ayrıntıya yer verilmektedir. Aralarında Dr. Hikmet (Kıvılcımlı), Hüsamettin (Özdoğu), Laz İsmail (Bilen)’in de olduğu 36 kişinin “komünist perdesi altında irticai beyannameler dağıtarak, halkı hükümet aleyhinde galeyana getirmek”le suçlandıkları belirtilmiştir. Savcının “ülkede her fikrin serbest olduğunu” belirterek, davanın “komünistlik” meselesi olmadığı, sanıkların “dini taassup ve yobazlıklardan istifade ederek memleketi ihtilale sevk etmek ve hükümet aleyhinde galeyana getirmek” üzere hareket ettiklerinin ifade edilmesi, komünistlerin bile irtica ile suçlanarak yargılandıklarını göstermesi açısından ilginçtir. Dr. Hikmet Kıvılcımlı, savunmasında, “komünistlik davasından dolayı geldiğini” veya “komünistlik sıfatı ile davada bulunduğunu” defalarca tekrar etmiştir. Hikmet Kıvılcımlı’nın savunması gazetelere, “Marksizmi izah etmiş, velhasıl kendi hesabına bir hayli propaganda yapmıştır” şeklinde yansımıştır. 358 Önemli bir nokta, mahkemede “işkence” iddiasının ortaya atılmasıdır. Kıvılcımlı, sanıkların hiçbirinin yakalandıkları gün veya akşamı hakim huzuruna çıkarılmadıklarını ve işkenceye maruz kaldıklarını ifade etmiştir. Diğer sanıkların da 357 K. Sadi, 1994, s. 711-718. Vakit Gazetesi, 29 Haziran 1929, aktaran, E. Karaca, “Bir Komünist Tevkifatının Öyküsü”, Birikim, 1990, s. 54. 358 99 savunmalarının kendilerine verilen ifadeleri işkence altında imzaladıklarına yöneliktir. Kıvılcımlı bu durumu şöyle dile getirmiştir: ..poliste tevkif edilen bir insanın yirmi dört saatten fazla kalmaması bundan dolayı bir zaruret-i kanuniye halini almıştır. Halbuki, bizler her birimiz sekizer onar gün polis idarelerinde alıkonuldu. İşkenceler altında bir insanın kendi kendine itiraflar yazmasından daha tabii ne olabilir? 359 Laz İsmail (Bilen)’in savunması ise daha çok irticayı reddetmek üzerinden olmuştur: Ben komünistlikten değil, İcra Vekilleri Heyeti’ni İskat cürümünden maznun imişim. Halbuki beni komünist olarak tevkif ettiler. Komünistliğe irtica atfetmeyi şiddetle reddederim..İrtica ile alakadar değiliz..Komünist perdesi altında tabirini reddederim. Ben yalnız komünistim. Perde arkasında gizlenmek yani maske taşımak irticaa mahsustur. 360 Dava, 16 Temmuz’da sona ermiş ve sanıklar, dört ay ile dört buçuk yıl arasında değişen cezalara çarptırılmış, 9 kişi de beraat etmiştir. TKP Merkez Komitesi üyeleri Hikmet Kıvılcımlı, İsmail Bilen ve Hüsamettin Özdoğu dört buçuk sene ve sabıkalarından dolayı on beş gün fazla ceza almışlardır. 361 C. “Eskişehir İlan-ı Harbi” 4 Mart 1929’da son iki yıl hemen hemen hiç kullanılmayan Takrir-i Sükun Kanunu’nun süresinin dolması dolayısıyla TBMM’nde bir konuşma yapan İsmet Paşa şöyle demiştir: Vergilerin ağırlığından, (Osmanlılara ait) borçların tanındığından, BMM’nin dağılması lüzumundan tutturarak her çeşit Cumhuriyet aleyhtarına yardakçılığa yeltenen bir gizli propaganda da Komünist adını taşıyan mahdut bir zümreden yayılır ki, bunların da marifetlerine zabıta ve adliye havadisi sırasında ara sıra rast gelirsiniz. 362 Komünizme asıl sert çıkış ise, 1929 Davası sanıklarının İzmir Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki mahkumiyet kararının açıklanmasından birkaç hafta sonra ve hüküm henüz Temyiz’de incelenmemişken, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in Temyiz Mahkemesi üyelerine hitaben Eskişehir’de yaptığı konuşmadır: 359 Bkz. K. Sadi, 1994, s. 764-765. ibid, s. 771-773. 361 M. Tunçay, 1992, s. 73. 362 Ayın Tarihi, 57-58-59. B. Kanun 1928, İk Kanun ve Şubat 1929, aktaran, M. Tunçay, 1992, s. 68. 360 100 Türk milletinin içtimai nizamını ihlale müteveccih didinmeler boğulmaya makhumdur. Türk milleti kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen müfsid, sefil, vatansız ve sebükmağzların (hafif beyinlilerin) hezeyanlarında gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha edecek bir heyet değildir..O şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, kahredilmeye mahkumdur. Bunda köylü, amele ve bilhassa kahraman ordumuz candan beraberdir, bundan kimsenin şüphesi olmasın..bu memleketteki komünistler sadece bizim tevkif ve hapsettiklerimizden ibaret değildir. Bu işlerle bizzat ve yakından alakadar olacağım. 363 Bu konuşma, TKP tarafından “savaş ilanı” olarak değerlendirilmiş ve karşısında “Eskişehir İlan-ı Harbi” başlıklı bir bildiri yayımlanmıştır. Bu bildiride, “komünistlere uzun uzadıya küfür ettikten sonra Türkiye amelesinden, köylüsünden ve esnafından yardım dileyen” Mustafa Kemal’in sözleri, “Türkiye komünist hareketinin geçen zaman zarfında Türkiye burjuvazisi için daha büyük bir tehlike haline geldiği” şeklinde yorumlanmıştır: Türkiye burjuvazisi, Cumhurreisinin ağzıyla Eskişehir İstasyonunda TKP’ne harp ilan etti. Bu; çoktandır devam eden bir muharebenin, burjuva devletinin en yüksek makamı tarafından resmen tasdiki demektir. 364 Bildiride, TKP’nin bu nutuktan çıkarması gereken bazı dersler olduğu belirtilmiştir: ..Ameleler, köylüler arasında ve ordunun içinde çalışmaya daha ziyade ehemmiyet vermek, esnaf tabakalarıyla temasımızı daha ziyade sıklaştırmak ve bu hususta “köylü, ordu, esnaf” arasında gizli neşriyata büyük bir azimle başlamak, başlanan yerlerde ise devam etmektir..Halk Fırkası’nın, Halk Fırkası Hükümeti’nin, BMM’nin, Cumhurreisinin yüzlerindeki maskeyi yırtmak ve şahısların nasıl burjuva müessesesi ve mümessilleri olduğunu, emekçi 363 Atatürk’ün Eskişehir Garında kendisini karşılamaya gelen Temyiz hakimlerine yönelik 5 Ağustos 1929’da yaptığı konuşma, H. B. Gürses, 1994 içinde, s. 272-273. Bunu izleyen günlerde de, hemen hemen bütün gazeteler bu nutku onaylayan ve öven haber ve makaleler yayımlamışlardır. Atatürk’ün bu konuşmanın sonunda, “Şurası unutulmamalıdır ki, Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir.” sözlerini söylediği iddiası ortaya atılmış ve bu 1960’larda çok tartışılan bir konu olmuştur. Sonunda bu iddia çürütülmüştür. Ancak bu noktanın aslında o kadar da önemli olmadığı ve Eskişehir nutkunun yeterince sert ifadeler taşıdığı açıkça görülmektedir. Bu konuda geniş bilgi için bkz. M. Tunçay, 1992, s. 68, 80). 364 TKP Merkez Komitesi imzasıyla 10 Ağustos 1929’da yayımlanan beyanname, Gürses, 1994, s. 273. 101 sınıfına göstermek TKP’nin önünde duran en mühim vazifelerdendir. TKP, Türkiye burjuvazisinin reisi, Türkiye amele, köylü ve esnafının en büyük düşmanı olan M. Kemal Paşa’nın resmi harp ilanını, büyük bir soğukkanlılıkla karşılar ve mücadelesine devam eder. 365 Yine 1929 yılında yayımlanan “Kommunist” gazetesinde bu konu üzerinde durulmaktadır. Takrir-i Sükun Kanunu’nun kalkmasının rejimde bir değişikliğe yol açmadığı belirtilen bir yazıda, İsmet (İnönü) ve Mustafa Kemal’in bahsettiğimiz konuşmalarına değinilmekte ve bu konuşmalar “Türkiye burjuvazisinin Türkiye komünist hareketinden korktuğu” ve bu nedenle de “TKP’nin doğru yolda olduğu” şeklinde yorumlanmaktadır. 366 5. NAZIM HİKMET MUHALEFETİ A. Muhalefetin Doğuşuna Giden Süreç: 1925-1929 Arası Nazım Hikmet ve Şefik Hüsnü 1929 yılı itibariyle su yüzüne çıkan Nazım Hikmet muhalefetinin doğru anlaşılabilmesi için, öncelikle Nazım’ın bu tarihe kadar TKP içindeki yeri ve özel olarak Şefik Hüsnü ile olan ilişkileri aktarılması gerekmektedir. Nazım muhalefeti, TKP’nin bu tarihten sonraki faaliyetlerini de etkileyecek en büyük kopmayı meydana getirmiştir. Öyle ki, Tunçay’ın belirttiği gibi bu kopuş, 1946 yılında yasal olarak kurulacak iki sosyalist partinin 367 çatışmasında bile devam edecektir. 368 Nazım Hikmet’in TKP ile ilişkisinin daha önceki tarihlerden itibaren başladığı bilinmekle beraber Aydınlık Grubu’na fiilen 1924 sonlarında Türkiye’ye döndükten sonra dahil olduğu bilinmektedir. Nazım’ın Türkiye’ye gelişinde Şefik Hüsnü’nün etkili olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü, Nazım ve diğer bazı KUTV 369 öğrencilerinin “kadro gereksinimi” 365 dolayısıyla yurda gönderilmelerini ibid, s. 274. Kommunist (1929), Tunçay, 1992 içinde, s. 180. 367 Esat Adil Müstecablıoğlu’nun kurduğu Türkiye Sosyalist Partisi ve Şefik Hüsnü Değmer’in kurduğu Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi. 368 M. Tunçay, 1992, s. 77. 369 Doğu Emekçileri Üniversitesi. 366 102 istemektedir. 370 Nazım Hikmet, Türkiye’ye döndükten sonra, Aydınlık dergisinde, 21 Ocak 1925 yılında yayına başlayan ve 5 Mart 1925’te yedinci ve son sayısı çıkan Orak Çekiç dergisinde yazı ve şiirler yazmıştır. Nazım Hikmet, Aydınlık dergisinde yayımlanan “Türkiye’de Amele Sınıfı ve Amele Meselesi” isimli yazısında, Şefik Hüsnü’nün yaptığı analizlerden farklı olarak, daha yalın ve düz yorumlarda bulunmuştur. 371 Nazım Hikmet’e göre, Türkiye’de bir amele sınıfı ve amele sorunu olduğu açıktır. Bu sorun, kendisini iki cephede belli etmektedir. Birincisi, “dahili sermayenin harici sermaye ile rekabet edebilmesi için ameleyi mümkün olduğu kadar çok ve insafsız şekilde istismar etmesi gerektiği”, yani işçi sınıfının yerli burjuvazi ile olan çelişkisidir. Amele meselesinin ikinci veçhesi, “Türkiye’deki ecnebi şirketleriyle Türk amelesi arasındaki tezat” iken üçüncü veçheyi ise “Türkiye’ye girmek isteyen ecnebi sermayesinin simsarlarıyla Türkiye amelesi arasındaki tezat” oluşturmaktadır. Meselenin dördüncü ve son yönü ise, “hükümet ve amele arasındaki anlaşmazlık”tır. Nazım yazısını, Türkiye’de “ameleyi teşkilatlandırmaya sevk edenin, tarihi-iktisadi zorunluluklar ve amelenin sınıfsal niteliği olduğunu ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de geleceğin amele sınıfının ellerinde olduğunu ifade ederek bitirmektedir. 372 Nazım Hikmet, 1925 yılındaki davada 15 yıl kürek cezasına çarptırıldığında İzmir’de bulunmaktaydı. Bu sıralarda Berlin’e kaçmış olan Şefik Hüsnü’nün, Komintern’in Doğu Seksiyonuna yazdığı ve söz konusu tutuklamaları değerlendirdiği mektuplarda, özellikle Nazım Hikmet’in Türkiye’den kaçırılmasını istemesi 373 göze çarpmaktadır. Bunun üzerine Nazım Hikmet, Moskova’ya gelmiş ve daha sonra Şefik Hüsnü’ye teşkilat ve örgütlenme sorunlarına da değinen mektuplar yazmıştır. 374 Nazım Hikmet, bu mektupların ilkinde Şefik Hüsnü’ye güvenini “Sana, fırkamızın katibine ve rehberine itimadımız her zamankinden ziyadedir” diyerek vurgularken, ülkede değişen koşullar sebebiyle, TKP’nin mücadele biçimlerini 370 Fransızca, CD 25A, Klasör 32_36, Belge 698’den aktaran, Akbulut: 2002: 25. M. Tunçay, 2000, s. 193. 372 ibid, s. 267-269. 373 TÜSTAV, Fransızca CD 26, Klasör 33_36, Belge 402-405, aktaran, Akbulut: 2002, s. 35. 374 E. Akbulut, 2002, s. 35-37. 371 103 değiştirmesi gerekliliği üzerinde durmaktadır. “İllegal çalışmaya geçiş” olarak adlandırdığımız dönemde yazılmış olan bu mektupta, Nazım Hikmet’in “tek başına hareket etme” yönünde bir eğiliminin olduğu açıkça görülmektedir. Akbulut’a göre, bu, komünist partilerin çalışma anlayışlarında alışılmış bir yaklaşım değildir. 375 Aşağıdaki alıntıda göreceğimiz gibi Nazım Hikmet, radikal değişiklikleri oluşturup Parti organlarına götürmeksizin tartışmaktadır: Şüphesiz ki, fırkamızın geçirdiği son buhran, bize yeni mücadele ve teşkilat usullerini kabul ettirecektir..Burada biz Hasan (Ali Ediz) ile beraber yeni bir teşkilat fikrini müdafaa ettik ve taraftar da kazandık ki o da şudur: Fıkranın fikri ve esasi idare heyetini memleket haricinde vücuda getirmek, memleket dahilinde teknik bir büro teşkil etmek, yani bir zamanlar Bolşevik Fırkası’nda olduğu gibi iki teşkilat vücuda getirmek ve şüphesiz memleket dahilinde çalışacak olan teknik büroyu hariçteki fikri ve idari heyetin emri altında bulundurmak, sonra gizli bir fırka gazetesine de duyulan ihtiyacı kabul edersek, bu fikrin Şark şubesinde taraftarları vardır. Herhalde bunları düşünürsün. Benim ve Hasan’ın fikirleri, bugünkü şeraite en muvafık teşkilat tarzını bu surette görüyor. 376 Nazım Hikmet, Şefik Hüsnü’ye gönderdiği ikinci mektupta, yukarıda bahsedilen “yurtiçinde teknik kadro ve yurtdışında fikri ve idari kadro” şeklinde özetleyebileceğimiz görüşü üzerinde tekrar durmakta ve Hasan Ali ile oluşturdukları bu tezin Şark Şubesi tarafından kabul edildiğini ifade etmektedir. Buradaki vurgu ağırlaşmış ve Şefik Hüsnü’nün beklendiği üzerinde durulmuştur: Fırkanın yeni teşkilat prensipleri üzerine kurulmasının icap ettiğine hepimiz kaniiz. Fakat kati değil, senin gelmene ertelenmiştir. Orada hergün gecikmen birçok boş zamanın geçmesine sebebiyet verecektir..Bu tez şark şubesi tarafından aynen kabul edilmiş gibi görünüyor. Halim’le (Hasan Ali Ediz) hergün beraberiz, her an senin hareketini bildirecek telgrafını bekliyoruz 377. Nazım Hikmet’in bu mektuplarda ısrarla üzerinde durduğu noktalardan biri de, partinin illegal bir yayın organına sahip olması gerektiğidir. Bu konuda da, “Neşriyat meselesi kabul edilmiştir” gibi kesin vurgular göze çarpmaktadır. 375 ibid, s. 37. TÜSTAV, Eski Türkçe, CD 21, Klasör 27_36, Belge 518-519, aktaran, Akbulut, 2002, s. 36. 377 TÜSTAV, Eski Türkçe, CD 21, Klasör 27_36, Belge 522, E. Akbulut, ibid, s. 39. 376 104 1929 yılında başlayacak olan muhalefetin ilk nüvelerini gördüğümüz bu mektuplardan sonra, 1926 Viyana Konferansı’nda Nazım ile Şefik Hüsnü’nün tartışmalarına tanık oluyoruz. Bu konferansta Nazım Hikmet ile Şefik Hüsnü arasında kapitalist ülkelerde demokrasi ve diktatörlük konusunda bir tartışma gelişmiştir. Şefik Hüsnü’nün bu konu ile ilgili net bir çözüme varılamayacağını, Avrupa’da kimi yerlerde nispi bir demokrasi varken kimi yerlerde de faşist yönetimlerin varolduğunu söylemesine karşın Nazım Hikmet, burjuvazinin düşmanlarını bertaraf etmesi ile iktidarı ele geçirmesine kadar geçen dönemde nispi bir demokrasinin mevcut olabileceğini ancak burjuvazi iktidara yerleştikten sonra bir demokrasiden söz edilemeyeceğini, kendi diktatörlüğünü kurmasının bir zorunluluk haline geleceğini savunmuştur. 378 Viyana Konferansı’ndan sonra ise Nazım Hikmet, “15 yıla mahkum olduğu halde” Türkiye’ye görev başına gönderilmesi isteğini dile getirmiştir 379. Bu belgede asıl önemli olan nokta, bu isteğin veya başvurunun TKP organlarına değil, doğrudan Doğu Seksiyonu Sekreterliği’ne yapılmasıdır. Nazım Hikmet’in prosedürü bilmesine rağmen böyle bir davranışta bulunması, Komintern Doğu Sekreterliği’nin dikkatini Türkiye’de yaşanan gelişmelere yani, “Menşevik-tasfiyeci” şeklinde nitelendirilen Merkez Komitesi’ne çekmek istediğini düşündürmektedir. Belgede göze çarpan bir başka nokta, Nazım Hikmet’in kendisini, TKP’nde “başlıca politika belirleyicilerden biri” olarak görmesidir. 380 B. Muhalefet Grubunun Doğuşu Şefik Hüsnü’nün “Fetret Devri” olarak adlandırdığı 1927-1929 dönemine ait rapor ve yazılarını incelediğimizde Nazım Hikmet’e karşı tavrının pek de olumsuz olmadığı görülmektedir. Bu dönemde Merkez Komitesi oluşturma hazırlıkları içinde olan Şefik Hüsnü, Parti içindeki çeşitli grupların varlığını ifade etmekteydi. Ancak 17 Nisan 1928 yılında ele aldığı raporda, Nazım Hikmet’i bağımsız bir madde olarak ele aldığı, onu herhangi bir gruba mensup olarak görmediği ve Türkiye’ye dönüp 378 TÜSTAV, Eski Türkçe, CD22, Klasör 28-36, Belge 6 ve devamından aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 70-71. 379 TÜSTAV, Eski Türkçe, CD 27, Klasör 34_36, Belge 16, ibid, s. 76-77. 380 E. Akbulut, 2002, s. 77. 105 taşra örgütlerinde çalışabileceği belirtilmektedir. Şefik Hüsnü’ye göre, Nazım Hikmet’in “en kötü durumda bile bir sakıncası olmayacaktı”. 381 Bu doğrultuda Laz İsmail (Bilen) ile birlikte 1928 yazında Türkiye’ye gelen Nazım Hikmet, yakalanmış ve Ankara Cezaevi’ne getirilmiştir. 19 Nisan 1929’da serbest bırakılan Nazım Hikmet, bu dönemde bir yayın faaliyetine girişmiştir. Aynı zamanlarda yurt dışına çıkan Şefik Hüsnü, bir küçük burjuva sol dergide yazarlık yapan Nazım Hikmet’in “oportünist hatalara düştüğünü” ifade etmiştir. 382 Şefik Hüsnü’nün söz ettiği bu dergi, Sabiha ve Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Ay’dır. Şefik Hüsnü’nün bu dönemde Nazım Hikmet’le ilgili ifadeleri, onun muhalefet hareketi içinde yer almaya başladığını göstermektedir. Tunçay, Nazım Hikmet’in 1929 yılının bahar ya da yaz aylarında Pendik yakınlarındaki Pavli adasında gizli bir muhalefet toplantısı düzenlediğini yazmaktadır. Tunçay’a göre, bu toplantıya Nazım dışında yedi kişi daha katılmıştır: Hamdi Şamilof, karısı Emine, Seyfettin Osman, Deli Mehmet, Şaban ağa oğlu Fuat, Şoför Süreyya ve Zeki (Baştımar). 383 Şefik Hüsnü’nün “maceracı” olarak eleştirdiği ve Vedat Nedim grubunun “pasifist” çizgisinin tam zıttı olarak Partiye soldan ters düştüklerini ifade ettiği Hüsamettin (Özdoğu) ve İsmail (Bilen)’in de bu muhalefet grubu içinde yer aldığı bilinmektedir. C. Muhalefetin Görüşleri TKP yöneticilerinin Nazım muhalefeti ile ilgili öne sürdüğü başlıca savlardan birisi, bu grubun ve TKP’nden ayrı bir programa, teoriye ve platforma sahip olmadıklarıdır. Hasan Ali, J. Orleans imzasıyla Komintern’e gönderdiği mektuplarda Nazım grubunun herhangi bir teoriye sahip olmamakla beraber, kendileri ile aralarındaki farkın bir Bolşevik ile Menşevik arasındaki farka benzediğini belirtmektedir 384. Hasan Ali’nin aktarımıyla bu grup Merkez komitesinden farkını şöyle ortaya koymaktadır: 381 TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 34_36, Belge 623 vd.; E. Akbulut, 2002, s. 99. TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 25_36, Belge 200 vd., ibid, s. 108. 383 M. Tunçay, 1992, s. 76. 384 TÜSTAV Arşivi, Film 36, CD 27 35_36, s. 403. 382 106 “Şimdiye kadar Türkiye’deki komünist hareket, muayyen şahısların etrafında inkişaf eden bir hareket mahiyetini almıştır. Bizim yaptığımız hareket şahısların etrafında olmaktan ziyade fikirler etrafında inkişaf edecek olan bir harekettir. Bizim hareketimiz..şimdiye kadar vaki olan Türkiye komünist hareketinden tamamen ayrı bir mahiyettedir..Bizim mazi ile hiçbir alakamız yoktur. Şimdiye kadar Türkiye komünist hareketinin başında olan Doktor (Şefik Hüsnü) gibi şahsiyetler bu hareket için bir bela olmuştur..Sabık Seka (Merkez Komitesi) kuvvetini kütleden almamıştır. Biz kütleyi temsil ediyoruz.(..)” 385 Muhalefet ise Komintern’e ilk raporunu, TKP Merkez Komitesinin muhalefet üyesi olduğunu ileri sürdüğü Tufan (Fuat Alyanak) aracılığıyla göndermiştir. Bu kez muhalefetin görüşlerini kendi ifadelerinden okuyalım. Hasan Ali’nin ifadeleriyle benzer şekilde, muhalefetin TKP ile ayrılığının teorik alanda ortaya çıkmadığı, dahası herhangi bir teorik sorunu dile getirmediği anlaşılmaktadır: Nazariyede fevkalade doğru görünen bu arkadaşlar, pratikte kendi gruppa menfaatlerini fırkanın menfaatinden üstün tutacak kadar prensipsizlik göstermişlerdir. 386 Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi Muhalefet grubu, asıl hizipçilik faaliyetinin başlatanın kendileri değil, Merkez Komitesi olduğunu düşünmektedirler. Ayrıca belgede, Merkez Komitesinin memleketin vaziyeti hakkında Komintern’i de yanlış bilgilendirdiğini öne sürülmektedir. Muhalefetin bir başka eleştiri noktası, TKP’nin uzun bir süredir görevlerini yerine getirmediği olmuştur: Yedi seneye yakın bir zamandır bu arkadaşlar, fırkanın ve Komintern’in kendilerinden beklediği vazifeleri yapmamışlardır. Ne fırkanın devamlı bir organını yaratabilmişler ne de bizim gibi genç fırka teşkilatçılarına ufak bir teşkilat tecrübesi bırakmamışlardır..Her yeni tevkifatta fırka tanınmış kadrosu içeri girmiş ve işlere daima yeniden başlanmıştır. 387 Muhalefetin vurguladığı önemli bir nokta, tüm bu eleştiriye neden olan durumların fırkanın içinde bir “münevverler ailesi” meydana gelmiş olmasından ileri 385 TÜSTAV Arşivi, Film 36, CD 27 35_36, s. 458-462. TÜSTAV Arşivi, Film 36, CD 27 35_36, s. 415-418. 387 ibid. 386 107 geldiğidir. Muhalefet mektubunda, “buhrana son vermek için” bu aydınlar kadrosunun görevden alınmasının yeterli olacağı görüşündedir. Haziran ya da Temmuz 1930’da Muhalefet bir toplantı daha yapmış, bu toplantının tutanakları Komintern’e Nisan 1931’de ulaştırılmıştır. İmzacıları, bölge komiteleri olarak örgütlenmiş bulunan İstanbul, Ankara, Samsun, Adana, Trakya, Lazistan, Bursa, Muğla komünistleri olarak belirtilen raporda, “muhalefet” adına değil, Partinin kendisi adına hareket edildiğine vurgu yapılmıştır. Bu grup, kendisini “parti örgütlerini elinde tutan emekçiler” 388 olarak tanımlamakta ve “10 kişi” diye tanımladıkları aydınlar kadrosuna karşı mücadele ettiklerini ifade etmektedirler. Muhalefet grubuna göre, 1929 yılında İsmail Bilen ve Hüsamettin Özdoğu’nun tutuklanmasından sonra, Merkez Komitede kalan “Şefik Hüsnü, Ali Cevdet ve Hasan Ali” olarak ifade ettikleri “aydın grubu” parti kitlesinden ve işçi sınıfından tümüyle kopmuştur. 389 Bu toplantıda alınan kararlar ise şöyle ifade edilmektedir: a) Ankara, Adana, İstanbul, Bursa, Trakya, Lazistan gibi Türk bölge örgütlerine mensup yoldaşlar olan bizler, ideolojik ve taktiksel açıdan Komintern’in en bilinçli savaşçıları ve sadık askerleriyiz. Troçkizme ve küçük burjuva hareketlerine fazlasıyla düşmanız. b) (..)GMK (Geçici Merkez Komitesi), Parti örgütleriyle ilişki kurmadı..Ayrıca Komintern’e tüm partiyi bir muhalefet grubu, polis ajanları, Kemalizmin adamları olarak gösterdi. Grup olarak gösterilen gövde, Türk komünist örgütlerinin tamamıdır! c) Bu nedenle, ..Komintern’den Türk Komünist Partisi ve işçi hareketleri ile daha fazla ilgilenmesini talep ediyoruz..İşçilerden oluşan bir merkez oluşturmak ve bu merkeze diğer bölge örgütlerine liderlik etme kabiliyetini kazandırarak harekete gelişme olanağı vermek için, Komintern’den böyle bir merkezi mümkün olan en kısa süre içinde oluşturmasını talep ediyoruz. 390 388 Türkali (1999: 592)’nin ifade ettiğine göre, Nazım muhalefetinin işçiler arasında gerçekten de büyük bir yandaş topluluğu bulunmaktaydı. Hatta bu yüzden Nazım muhalefeti bazı sol çevrelerce “İşçi muhalefeti” olarak da adlandırılmaktaydı. 389 TÜSTAV Arşivi, CD 27, Klasör 35_36, Belge 858 vd., aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 144-161. 390 ibid. 108 D. Komintern’in Mektubu ve Muhalefet Grubunun Tasfiyesi: “Türkiye Komünist Fırkası Azalarına Komintern’in Açık Mektubu” başlığı altında TKP’nin 1930 yılında çıkardığı İnkılap Yolu gazetesinde de yayımlanan Komünist Enternasyonal’in mektubunda, muhalefet grubunun açıkça mahkum edildiği görülmektedir. Bu belgede muhalefet, “amele sınıfının saflarına sokulmuş Kemalizm’in adamları” olarak nitelendirmektedir: Komünist Enternasyonalin İcra Komitesi “Muhalefet” namı altında Türkiye Komünist Fırkasının Merkez Komitesi aleyhine saldırgan grubun bir komünist grubu olmadığına bütün Türkiye Komünist Fırkası azalarının ve işçilerin nazari dikkatlerini celbeder, bu muhalefet fırkanın sabık küçük burjuva unsurlardan, daha 1927 senesinde Fırkadan terkedilen bozgunculardan, Troçkistlerden ve açıktan açığa polis olan bazı hafiyelerden mürekkeptir. Bu “Muhalefet” amele sınıfının saflarına sokulmuş Kemalizmin adamlarıdır. Bu grubun komünizmle herhangi bir alakası bile mevcut değildir. O, değil amele sınıfının fakat burjuvazinin ve derebeyliğin menfaatlerine hizmet etmektedir.Komünist Enternasyonal’in İcra Komitesi, ..bu grubun tesiri altında kalmış olan bütün komünist fırka azalarını ve bütün işçileri, bu dönekler grubu ile olan her türlü alakalarını kesmeye ve saflarını, Komünist Enternasyonal’in itimadına mazhar olan Türkiye Komünist Fırkası ve onun Merkez Komitesi etrafında saklaştırmaya davet eder. 391 Yine İnkılap Yolu gazetesinde yayımlanan “Türkiye Komünist Azalarına” başlıklı belgede de, Komünist Enternasyonali İcra Komitesi’nin bu müdahalesiyle TKP içindeki “oportünist cereyanın” tarihe karıştığı ifade edilmektedir. Bu bildiride Nazım muhalefetinin Partiden tasfiye edilmiş bulunan Vedat Nedim-Şevket Süreyya çizgisi ile özdeş tutulması dikkati çekmektedir. Bildiride, “Hafiyeler Fırkası”, “oportünistler” ve “Troçkistler” şeklinde eleştirilen muhalefet grubu, Nazım, Hamdi (Şamilof), Mussolini Ahmet, Sarı Mustafa (Börklüce) ve yandaşları olarak açıklanmış ve bu grubun TKP ile tüm bağlarının kesildiği ifade edilmiştir. 392 391 “Türkiye Komünist Fırkası Azalarına Komintern’in Açık Mektubu”, M. Tunçay, 1992 içinde, s. 202. 392 M. Tunçay, ibid, s. 204, 205. 109 6. 1930-1932 YILLARI ARASINDA TKP Şefik Hüsnü, 1930 yılında TKP’nin içinde bulunduğu durumu anlatırken, genel olarak Nazım Hikmet muhalefetinin faaliyetlerinden bahsetmektedir. TKP’nin bu dönemdeki atılımının ise, büyük ölçüde bu muhalefet grubunun etkileri ile mücadele etmek amaçlı olduğu anlaşılmaktadır: Partinin örgütsel bir toparlanışı gerçekleştirdiği ve yaşamsal önemdeki kimi siyasi görevlerin önünde durduğu tam da bu dönemde, Parti, eylemine alabildiğine zarar veren büyük bir iç güçlükle karşı karşıyaydı. Sol fraksiyonun doğrudan işbirlikçileri, bu uğrağı, Parti Merkez Komitesinin uygulamaya çalıştığı yeniden örgütlenme ve disiplini pekiştirme önlemlerine karşı koymak amacı ile örgütlü bir muhalefet halinde bir araya gelmek için ve Parti yönetimini ele geçirmeye kalkışmak için uygun buldu(..)Bu provokasyona karşı kararlı bir mücadele Partinin en önemli görevlerinden biri haline geldi. 393 Bir önceki bölümde muhalefetin tasfiye edilmesi sürecinde incelediğimiz gibi, Komintern de Partinin bu mücadelesine destek vermişti. Komintern TKP Merkez Komitesinden yana tavır koyarken, aynı zamanda bu Merkez Komitesinin Türkiye içindeki yeni gelişmelere ve bu ideolojik sapmalara karşı paralel olarak hazırladığı eylem programı taslağına ve siyasi hattını açıklamak için giriştiği yayın faaliyetlerine de destek verdiğini açıklıyordu. Şefik Hüsnü, TKP’nin 1930 Eylem Programı ve “İnkılap Yolu” adlı derginin çıkarılmaya başlanması olarak özetleyebileceğimiz, muhalefet grubuna karşı teorik alanda yürütülen mücadeleden şöyle bahsetmektedir: Aynı süreçte, dış bürosuyla mutabık bir halde Merkez Komitesi, Kemalist Partinin emperyalizmle daha ilk uzlaşma adımlarını attığı dönemde kaleme alınmış ve ona karşı oportünist bir anlamda yorumlanabilecek, kimi hayırhah değerlendirmeler içeren Partinin eski eylem programı 394 üzerinde ilkesiz muhalefetin spekülasyon yaptığını göz önünde bulundurarak yeni bir eylem programı hazırlanmasına karar verdi. Bu iç sağlamlaştırma çabalarına paralel olarak, Parti, sapmalara karşı ideolojik mücadele ve siyasi hattını yaygınlaştırma çalışmasını İnkılap Yolu adlı bir teorik merkez organ yayımına başlayarak sistematize ediyordu. 393 394 TÜSTAV Arşivi, Fransızca Cd 35, Klasör 6_6, Belge 259 vd., aktaran, E. Akbulut: 2002, s. 292. 1926 Çalışma Programı kastedilmektedir. 110 Parti içinde değişik ideolojik eğilimlerin doğmasının ve üyelerin siyasi formasyonundaki düşüklüğün ana nedeni, her türlü komünist yayının azlığıydı; Parti 1925 terörünün darbelerinden bu yana, ideolojik ve teorik faaliyetini yeniden başlatamamıştı.İlk sayıları 1930 ortalarında yayımlanan İnkılap Yolu’nun çıkışı, bu boşluğu başarılı bir biçimde dolduruyordu. Şefik Hüsnü’nün de bahsettiği gibi, TKP Faaliyet Programı’nı 1930 yılında tekrar yayımlamıştır. 1926 tarihli programdan farklı olarak, “Türkiye Meselesine Dair Tezler” başlıklı bir bölüm eklenmiştir. Ayrıca, Programın başında Şefik Hüsnü’nün bir sunuş yazısı da yer almaktadır. “Türkiye Meselesine Dair Tezler” başlığı altında, genel olarak Türkiye’nin “iktisadi olarak bir yarı-sömürge haline geldiği” ve “Kemalizm’in yeni yöneliminin emperyalizmle uzlaşma yönünde olduğu” saptaması yapılmaktadır. Bilindiği gibi, TKP, 1925 yılında Aydınlık Dergisi’nin faaliyetine son verildikten sonra, düzenli ve kuramsal içerikli bir yayın organına sahip olamamıştır. TKP’nin 1925-1930 yılları arasındaki yayınları 1927 yılında üç sayı olarak yayımlanan Alev, tek sayı olarak Bolşevik, 1928 yılında yayımlanan Kıvılcım ve 1929 yılında iki sayı olarak yayımlanan Kommunist gazeteleridir. Bunlardan Alev ve Kıvılcım gazetelerinin Hikmet Kıvılcımlı tarafından çıkarıldığını TKGB’nin faaliyetlerini değerlendirdiğimiz başlık altında belirtmiştik. Ancak üç sayıdan fazla yayımlanamamış olan bu yayın organlarının tümü, ülkedeki konjonktürel gelişmelerden haber veren ve bu doğrultuda halkı TKP’nin saflarına katılarak mücadele etmeye çağıran propaganda amaçlı yayınlardı. Temmuz-Ağustos 1930’da yayına başlayan İnkılap Yolu’nun ilk sayısı ise şöyle başlamaktadır: “Türkiye Komünist Fırkası Merkez Komitesi –beş senelik bir fasıladan sonra- bugün yeniden muntazam nazari ve siyasi neşriyatına başlıyor” 395 ayrıca İnkılap Yolu’nda,TKP’nin daha önce çıkan yayın organları ile ilgili şu ifadeler yer almaktadır: Bizim yapılmadığından şikayet ettiğimiz neşriyat, ameleyi harekete getirmek hususunda çok müessir olan, hususi vaziyetlerle ve hadiselerle alakadar ve her an inkıtaa uğrayan “muhtasar müfit” neşriyat değildir. Biz.. tekmil mücahitlerin fikriyat seviyelerini yükseltecek, onları Marxist ve Leninist 395 M. Tunçay, 1992 içinde, s. 187. 111 nazariyatın belli başlı prensipleri ve akideleri ile tanış edecek, bu cihanşimul yüksek inkılap nazariyatına tevkifan memleketimize ait içtimai, iktisadi ve siyasi hadisatı mesaili tahlil etmenin yollarını gösterecek..milli ve beynelmilel meseleler hakkında Kominternin ve TKP’nin nokta-i nazarlarını ve tezlerini tebliğ edecek.. muntazam bir tarzda çıkan ilmi ve siyasi bir fırka gazetesine..işaret etmek istemiştik. Bu nevi neşriyat itibarı ile TKP’nin son beş senelik faaliyeti feci bir boşluk arzeder 396. İnkılap Yolu’nda, TKP’nin geçmişinin ve Türkiye’deki Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması, Kürt isyanları gibi güncel olayların aktarıldığı bölümlerin yanı sıra, “Marksizm ve Leninizm meseleleri” başlığı altında Lenin’in Parti gazetesinin öneminden bahsettiği bir alıntısı yer almıştır. Bundan sonraki sayfalarda ise, Nazım Muhalefetinin tasfiyesi sürecini aktarırken üzerinde durduğumuz metinler “Fırkaya Dair Tezler” başlığı altında ele alınmıştır. Ayrıca Dünyadaki gelişmelerden ve komünist partilerinden haber veren “Beynelmilel Havadisler” isimli bir bölüm de bulunmakta, “Memleket meseleleri” başlığı altında, yeni başlayan ekonomik buhrana değinilmektedir. Bu dönemde, Vilayet Komitelerinin de düzenli bir yayın faaliyetine giriştikleri gözlenmektedir. TKP’nin 1930 yılında çıkardığı Kızıl İstanbul ve Kızıl Eskişehir gibi dergilerde, Kemalist hükümete olduğu kadar Kemalizm’in uşağı olarak nitelendirdikleri Nazım muhalefetine de sert ifadelerle yaklaşıldığı görülmektedir. 397 Bunun dışında, TKP’nin bu tarihlerdeki faaliyetleri ise, 1 Mayıs ve 1 Ağustos bildirileri dağıtmaktan ibaret gibi görünmektedir. 1930 yılında 1 Mayıs tutuklamaları, 1931 yılında ise 1 Mayıs ve 1 Ağustos olmak üzere iki büyük tutuklama gerçekleşmiştir. 398 Akbulut’a göre, Hasan Ali de 1 Ağustos Bildirisi dolayısıyla tutuklananlar arasında yer almış ve bu tutuklama Geçici Merkez Komitesi’nin daha otorite sağlayamadan ciddi bir darbe yemesine neden olmuştur. Ayrıca 1931 Mayısında Nazım Hikmet’in de tutuklananlar arasında yer aldığı görülmektedir. 399 396 ibid, s. 188. M. Tunçay, 1992, s. 83. 398 M. Tunçay, ibid, s. 92. 399 ibid, s. 397 112 7. 1932 TKP KONGRESİ VE 1934 DIŞ BÜRO PLENUMU 1932 yılında gerçekleşen Parti Kongresi, Zeki (Baştımar)’nin evinde toplanmıştır. 400 Bu kongreye kimlerin katıldığı ve neler konuşulduğu tam olarak bilinmemekle beraber, Şefik Hüsnü’nün yazdığı bir rapora dayanarak, Kongrenin muhalefet ve muvafakat (Geçici MK) unsurlarını bir araya getirdiğini söyleyebiliriz. İncelediğimiz gibi, Zeki (Baştımar) ve İsmal (Bilen) isimli Partililer Nazım Hikmet muhalefeti içinde yer almaktaydı. Ancak bu kongreden sonra oluşturulan Merkez Komitesi içinde yer alarak, muhalif saflarda yer almaktan vazgeçtikleri görülmektedir. Şefik Hüsnü bu Kongre üzerine şöyle bir özet bilgi vermektedir: Konferans (Kongre) Şubat 1932’de toplanabildi. Aralarında çok sayıda eski muhalifin de bulunduğu 25 delege Konferansa katıldı. Çok sayıda karar (Partinin siyasal ve örgütsel görevleri, sendikalarda çalışma, emperyalist savaşa karşı mücadele vb. hakkında) alındı ve aralarında birkaç eskiden ihraç edilmiş kişi de olmak üzere 20’ye yakın üyesi olan bir Merkez Komite seçildi. 401 Bu kongreden sonra geniş çaplı tutuklamaların meydana gelmesi ise, Şefik Hüsnü tarafından Partiye provokatörlerin sızmış olması ile açıklanmıştır. Ayrıca TKP Dış Bürosu ile Komintern bu tutuklamaların nedenini “bolşevikçe konspiratif” çalışmanın bilinmemesinden kaynaklandığını öne sürmüşlerdir. Bu düşünceyle, 1932 yılının Temmuz ayında “Gizli Çalışma Usulleri” başlıklı bir makale hazırlanmış ve Parti üyelerine ulaştırılmıştır. Bu belgede, illegal çalışmalarda polisin dikkatini çekmemek için yapılması gerekenler hakkında öğütler verilmekte ve şu sonuçlara ulaşılmaktadır: 402 TKP, 1927’den beri mütemadi surette polisin takibatına maruz kalmıştır.(..) Bu son zamanlarda vuku bulan tevkifatların hep kitlevi bir mahiyet alması, aramıza sokulmaya muvaffak olan hafiye ve provokatörlere karşı kendimizi müdafaa etmesini daha henüz öğrenemediğimizi ispat etmektedir. 400 M. Tunçay, 1992, s. 96. TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 35, Klasör 6_6, Belge 259 vd., aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 296. 402 TÜSTAV Arşivi, Film 29, CD 25 A, Klasör 30_36. 401 113 (...)Provokasyon, burjuvazinin en iyi silahıdır. 403 1932 Kongresinde seçilmiş olan MK üyelerinden çoğunun tutuklanması sebebiyle 1934 yılında TKP’nin Dış Büro Plenumu toplanmıştır. 1934 Plenum kararında olumlu bulunan Parti çalışmaları şöyle belirtilmiştir: 1. Merkez Komitesi Partinin ana çizgisinden ayrılmamıştır 2. Parti matbaasını kurmuş, yayın işini canlandırmıştır. 3. Komsomolunu 404 faaliyete geçirmiştir. 4. KUTV’a öğrenci gönderme işinde başarılı olmuştur. 5. Cumhuriyetin 10. yıldönümünde ve 1 Ağustosta bildiriler dağıtmıştır. 405 Plenumda TKP’nin olumsuz bulunan faaliyetleri daha fazladır. En çok üzerinde durulanlar şunlardır: 1. Sokak yürüyüşleri ve nümayişler yapılmamıştır. 2. İşletmelerde protesto toplantıları düzenlenmemiştir. 3. Ulusal ve uluslararası işçi hareketi ile dayanışmada yetersiz kalınmıştır. 4. Komintern tarafından verilen direktifler hayata geçirilememiştir. 5. Bir dizi önemli konuda “fırkanın ne düşündüğü ve ne gibi inkılabi tedbirler ileri sürdüğü geniş kitlelere bildirilmemiştir. 406 Parti Plenumu sonrasında 66 kişilik bir “Kara Liste” hazırlanarak bunların partiden ihraç edildiği ilan edilmiştir. 403 TÜSTAV Arşivi, Film 29, CD 25 A, Klasör 30_36. Bu makale ile ilgili ilginç bir öykü de vardır. İllegal çalışmanın güvenlik içinde nasıl sürdürüleceğini anlatan bu broşür, hapishane arkadaşlarını ziyarete gelen bir partilinin üzerinde polis tarafından üst araması yapılırken bulunmuştur. (Bkz. B. Şen, 1999, s. 33). 404 Komsomol, Komünist partilerinde gençlik örgütlerine verilen isimdir. 405 RTseHIDNI: f: 495, op: 11, d: 373, L: 23-26, Komintern Arşivinden aktaran, B. Şen, 1999, s. 104. 406 RTseHIDNI: f: 495, op: 11, d: 373, L: 23-26, Komintern Arşivinden aktaran, B. Şen, 1999, s. 104. 114 II. ŞEFİK HÜSNÜ’NÜN TEZLERİ TKP’nin 1925 sonrası uğradığı değişimleri ve bunların nedenlerini, ana hatlarıyla belirtmiştik. Şimdi bu illegal mücadeleye geçiş döneminin tezlerini farklı başlıklar altında açımlayacağız. Bu dönüşümlerin ana ekseni, Şefik Hüsnü’nün, 1919-1925 yılları arasındaki “özgün” diye nitelendirilebilecek tezlerden daha klasik anlamda “Marksist-Leninist” bir yoruma doğru yönelmesidir. Bu bölümde Şefik Hüsnü’nün tez ve görüşlerini incelememize olanak veren yazıları, onun “Ferdi” takma adıyla Komintern organlarında yazmış olduğu yazılardır. Önceki bölümde incelediğimiz yazıları, büyük ölçüde “Aydınlık” isimli legal bir dergideki yazılarından oluşmakta ve bazı ifadeleri sansüre uğramaktaydı. Bu dönemde ise herhangi bir sansür tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaması Şefik Hüsnü’ye yazılarını yazarken belli bir rahatlık sağlamış olsa gerektir. Ayrıca 1926 ve 1930 Programlarını da, büyük ölçüde Şefik Hüsnü’nün kaleminden çıkmış olduğunu göz önünde bulundurarak bu başlık altında inceleyeceğiz. Ancak Şefik Hüsnü’nün yazılarının Parti Programlarındaki kadar sert ve kesin ifadeler içermediği de göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin, Programdaki “Emperyalizme karşı mücadelenin Kemalizm’e karşı mücadeleden ayrılamayacağı” tezi, Şefik Hüsnü’nün özellikle 1925-1929 dönemine ait yazılarında, Kemalistlerin emperyalizmle uzlaşma ve çatışma dinamiklerini gözler önüne sermek şeklinde olmuştur. Şefik Hüsnü’nün 1929-1930 yıllarından itibaren ise Kemalistlere daha sert bir tutum takındığı ve artık Kemalizm’i emperyalizmle tamamen uzlaşmış olarak değerlendirdiği görülmektedir. Bunun sebepleri çeşitlidir. Kemalistler’in somut politikaları yanında Komintern’in VI. Dünya Kongresi’nde sol çizgisini güçlendirmesi ve TKP’ndeki muhalif grubun eleştirileri bunlar arasında sayılabilir. Şefik Hüsnü’nün 1925-1929 yılları arasındaki görüşlerini “Emperyalizme Karşı Ortak Mücadeleden Sınıf Mücadelesine”, “Köylü Sorunu”, “Diktatörlük Olarak Kemalizm”, “TKP Dışındaki Muhalefet” ve “Ekonomi” ve “Komintern-II” ana başlıkları altında inceleyeceğiz. Şefik Hüsnü’nün bu dönemdeki görüşleri şu temel noktalardan beslenmektedir: 115 -Milli kurtuluş hareketi, bir orta sınıf hareketi olarak başlamıştır. Farklı sınıfların bir blok oluşturması ile yürütülen bu mücadele sonucunda bazı gruplar dışlanmış ve iktidar küçük burjuvazi ve büyük-orta toprak sahiplerinin eline geçmiştir. Artık “kapitalist” olarak nitelendirilebilecek Kemalizm, bu orta sınıf kitlesinden ayrılmaktadır. -Kapitalist olmayan gelişme söyleminin yerini “Burjuva milliyetçiliği kapitalist gelişmeyi içinde barındırır” yargısı almıştır. Ancak Şefik Hüsnü’ye göre, bu burjuva unsurların desteklenmesi milli hareketin başlarında zorunlu ve gerekli bir durumdu. -Kemalistler, iktidarı ele geçirdikten sonra devrimci ve anti-emperyalist olma özelliklerini kaybetmişlerdir. 1. EMPERYALİZME KARŞI ORTAK MÜCADELEDEN SINIF MÜCADELESİNE 1919-1925 döneminde yazdığı yazılarda, emperyalizme karşı mücadelede bir “sınıflararası işbirliği/uzlaşı” arayışı içinde olan Şefik Hüsnü, 1925 yılından sonraki dönem yazılarında artık sınıf mücadelelerinin keskinleşmesinin söz konusu olduğunu yazmıştır. 407 Şefik Hüsnü’nün bu dönem yazılarında Kemalistler üzerine temel savunusu, Kemalist hareketin 1919-1922 yılları arasında antiemperyalist ve devrimci olduğudur. Komünistler de Kemalizm’i bu özellikleri dolayısıyla söz konusu dönemde desteklemişlerdir. Şefik Hüsnü’nün 1927 yılında Komintern organlarında Çin Devrimi üzerine iki yazısı yayımlanmıştır. Bu yazılarda Ş. Hüsnü, Çin Devrimi ile Kemalist Devrimi bir karşılaştırmaya tabii tutmuş ve özellikle “geri kalmış ülkelerde milli burjuvazi” ve “emperyalizme karşı mücadele”sorunu üzerine durmuştur. Şefik Hüsnü “Çin Meselesi” üzerine Komünist Enternasyonal Sekizinci Genel Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, geri ülkelerin büyük burjuvazisi ile 407 “Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi”, 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, 1995, s. 41. 116 kapitalist ülkelerin büyük burjuvazisini aynı kefeye koymanın yanlışlığına dikkat çekmektedir. 408 Şefik Hüsnü’ye göre, geri kalmış ülkelerde genç ve milli burjuvaziye “devrimci” olma niteliğini veren, ülkede uluslararası mali sermayenin sadece bir uzantısı olarak milli niteliği olmayan, yozlaşmış bir büyük burjuvazinin varolmasıdır. Bu sınıf, “ülkeyi sömürme üzerindeki hakimiyet hakkını, emperyalizme ve ajanlarına karşı savunmak zorundadır. Şefik Hüsnü, bu yüzden proletarya ve köylülüğün emperyalizme karşı bu milli burjuvazi ile bir blok kurmasının gerekliliği üzerinde durur. Ancak bu blok, milli burjuvazi anti-emperyalist özeliklerini koruduğu sürece geçerli olacaktır: Milli burjuvazinin işte bu devrimci niteliği bir kere ortaya çıktıktan sonra, proletaryanın örgütü olarak, bizim, burjuvaziyle emperyalizm arasında bir silahlı mücadele başladığında bu burjuvaziyle doğrudan doğruya bir blok kurmamız gerekir.. Partinin yeri, emperyalizmin hegemonyasına karşı böyle bir bloğun içindedir. Şefik Hüsnü, bu dönemde “proletaryanın yönetimi tek başına ele geçirebileceği” türden eleştirileri ise böyle bir durumun imkansız olduğunu, Çin ve Türkiye gibi milli kurtuluş hareketi yürüten ülkelerde mücadeleyi başlatanın burjuvazi olduğunu ve proletarya ile köylülüğün ise onu kapitalist olmayan devrim yönünde ilerletmeleri gerektiğini belirterek yanıtlamaktadır. 409 İktidarı ele geçirdikten sonra “her geçen gün daha fazla kapitalist tarafa geçen ve yabancı sermaye ile uzlaşan” Kemalist hükümetin hala daha anti-emperyalist niteliğini korumasını sağlayan ve “milli burjuvazi” yaratma amaçları ile ilgili olan bazı nedenler bulunmaktadır. 410 Anadolu demiryolu meselesinin yabancı sermaye açısından olumsuz bir çözüme bağlanması, yabancı işletmelerin bir takım kısıtlamalara tabii tutulması gibi uygulamalar 411 bunlar arasında sayılabilmektedir. 408 “Çin Meselesi”, Komintern Yayını, Mayıs 1927, s. 86-94, ibid, 1995, s. 96-104. Bu konuşmanın “tutucu burjuvazi” ile “devrimci milli burjuvazi” arasında hiçbir fark olmadığını söyleyen Troçki’ye cevap niteliğinde olduğu görülmektedir 409 ibid, s. 98. 410 ibid.,s. 103. 411 “Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 22, s. 1076, 1087, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 109. 117 Kemalistlerin bu yöndeki ekonomik politikalarını ayrıntılı olarak “Ekonomi” başlığı altında inceleyeceğiz. Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistler, dış siyaset alanında da daha uzun bir süre Doğu ile Batı arasında yalpalayacaklar ancak uzun vadede dış siyasetin ağırlık noktasının Sovyetler Birliği’ne yakınlaşma yönünde olması gerektiğini kavrayacaklardır. 412 Türkiye, Musul’u İngiltere’ye vermek zorunda kaldığı döneme kadar, antiemperyalist tutumunu korumaya devam etmiştir. Bugünkü tutumu da, emperyalist devletlerle yakınlaşma eğilimi yerine, Rusya’nın yanında yer alma eğilimidir. Bu eğilim, Kemalistler’in Milletler Cemiyeti’ne daimi üyelik talebinin reddedilmesinden kaynaklanmaktadır. Komintern organlarında ise değerlendirme, 1928 yılında Kemalist Türkiye’nin dış siyasetinin Sovyetlerle dost bir çizgi ile Batıya açık bir çizgi arasında bocalamaya devam ettiği fakat son zamanlarda ikinci eğilimin ağır bastığı yönünde olmuştur. 413 Şefik Hüsnü’nün değerlendirmelerindeki değişikliğin Kemalizm’in sol harekete karşı artan baskısından da kaynaklandığını belirtmiştik. 1925 davasının, Şefik Hüsnü’nün yazılarında giderek Kemalistlere sert ifadelerle yaklaşmasında etkili olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü, 1925 yılında “Ferdi” takma adı ile komünist davası hakkında yazdığı bir yazıda, “Kemalizm’in tarihinden hiçbir zaman silinmeyecek olan bu korkunç karar, hedefin komünist hareketten başka bir şey olmadığını gösterdi.” 414 şeklinde ifadelerle Kemalistleri eleştirmiştir. Şefik Hüsnü’ye göre, bu dönemde legal bir faaliyet yürüten komünistlerin tasfiyesi, Kemalist milli burjuvazinin bu radikal kanadı tarafından gerçekleştirilmişti. Tam da bu sırada, komünistlerin yayınlarında “Kürt isyanı ve feodalizmin tasfiyesi” konularında Halk Partisi’ni bütün güçleriyle destekleyeceklerini açıklamalarına rağmen “gericileri can evinden vurmak için bir silah olarak sunulan” Takrir-i Sükun 412 “Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Toplantısında Uluslararası Durum ve Komintern’in Görevleri Üzerine Konuşma”, Internationale Presse Korrespondenz, 1926, sayı 152, s. 2719-2721, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 75, 76. 413 “Ortadoğu-Türkiye”, Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 189. 414 “Yeni Türkiye’de Komünist Avı”, 8 Eylül 1925, Internationale Presse-Korrespondenz, 1925, sayı 129, s. 1882, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, 1995: s. 17. 118 Yasası, komünistlerden kurtulmak için kullanılmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre bu durum, burjuvazinin yüksek bir sınıf bilincine sahip olduğunu göstermekteydi. 415 Şefik Hüsnü, Komünist partilerinin görevlerini bu dönemde iki yönlü açıklamaktadır. Bunlardan birincisi, emekçileri ve burjuvaziyi emperyalizme karşı mücadeleye sevk etmek diğeri ise proletaryanın köylülük ile ittifak halinde iktidarı ele geçirmesini sağlamaktır. 416 Bu yorum da, artık Türkiye’deki güncel mücadelenin belirleniminde bir değerlendirme farklılığını yansıtmaktadır. Artık nesnel olarak var olan ve gittikçe büyüyen bir işçi sınıfı vardır ve TKP de bu sınıfa dayanarak mücadelesini sadece “emperyalizmle mücadele” ile sınırlı tutmayarak, “sınıf savaşımı” doğrultusunda yürütebilecektir. 1926 Programının dördüncü maddesine göre, TKP, esas vazifesini, “Türkiye amele sınıfını, günlük iktisadi ve siyasi menfaatlerini müdafaaya muktedir bir siyasi kuvvet halinde birleştirmek ve bütün kitlesel mücadelelerin sevk ve idare edicisi durumuna yükseltmek için teşkilatlandırmak” olarak belirlemiştir. Aynı programın yirmi birinci maddesinde ise, şöyle denilmektedir: TKP, kapitalizm çerçevesindeki reformların omuzlarındaki yükü gerçekten azaltabileceğine hiçbir şekilde inanmamakla beraber, amelelerin maddi şartlarını düzeltmek uğruna verdikleri bütün mücadelelere önderlik eder ve böylece onları amacı burjuva diktatörlüğünü devirmek olan büyük, belirleyici mücadeleye hazırlar. 417 Şefik Hüsnü’ye göre, emperyalizme karşı mücadelede ortak hareket etme dönemi sona ermiştir. Emperyalizme karşı mücadeleyi yürütebilecek yegane güç, işçi sınıfıdır ve 1926 Programı’nı aktarırken ifade ettiğimiz gibi bu mücadele, Kemalist Halk Partisine karşı olan mücadeleden ayrılamaz. Hükümete karşı uzlaşmaz ve kararlı bir mücadele verilmesi gerektiği savunulan 1926 Programında, Kemalist Halk Partisine karşı mücadelenin amacı şöyle belirtilmiştir 418: ..bu partinin halk düşmanı yüzünü, yabancı emperyalizmle uzlaşma yönünde gelişmesini ve burjuva diktatörlüğünün 415 ibid, s.63. “Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Toplantısında Uluslararası Durum ve Komintern’in Görevleri Üzerine Konuşma”, Internationale Presse Korrespondenz, 1926, sayı 152, s. 2719-2721, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 78. 417 “Türkiye Komünist Partisi Çalışma Programı (1926)”, 3. Madde, H. B. Gürses, Şefik Hüsnü Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, İstanbul, 1994, s. 260. 418 İbid. 416 119 çıkarına olarak amele, köylü ve kitlelerin sınıf mücadelesini bastırma amacı güden, ancak sınıf çatışmalarının büyümesini önlemekten aciz kalan girişimlerini açığa çıkarmaktır. 1930 Programında da Türkiye’nin emperyalizmin boyunduruğu altına girmesine karşı girişilecek mücadelenin ancak işçi sınıfı önderliğinde gerçekleşebileceği üzerinde durulmaktadır: Ancak ve ancak amele ve köylü kütlelerinin emperyalizme karşı ve emperyalizme teslim olmakta bulunan Kemalizme karşı mücadelesi memleketin bil’ahara tekrar emperyalizm tarafından esaret altına alınmasının önüne geçilebilir.Türk iktisadiyatına kumanda eden sevkül ceyşi merkezler 419 zaptetmeye ve Türkiye’nin devlet olarak istiklalini tahditetmeye 420 ve hatta onu büsbütün istiklalinden mahrum etmeye uğraşan emperyalizme aleyhtar mücadeleyi ancak amele sınıfı sevkü idare edebilir ve onu bizzat Halk Fırkası hükümetini yıkmak suretiyle, sonuna kadar devam ettirebilir. 421 Komintern organlarına göre, Türkiye’deki işçi sayısı, 1926 yılı için sendikaların kesin olmayan verilerine göre 250 binden fazladır. Bunların 40-60 bini yani dörtte biri, sanayi işçisidir. Bu işçilerin yalnızca yüzde 25’i örgütlüdür. Türkiye’de ekonomik istikrarsızlığın bir sonucu olarak, işçi sınıfının sayısı örgütlenmesi ile eşit biçimde gelişmemiştir. Bu durum, ekonomik istikrarsızlığın bir sonucudur. 422 1929 yılında yazdığı bir yazıda Şefik Hüsnü, sınıflar mücadelesinin gelişmesinin nesnel koşullarının oluştuğunu ortaya koymaktadır. Şefik Hüsnü’ye göre, yapılan istatistiksel çalışmalar, işçi sınıfı hakkında daha kesin verilere sahip olmamızı sağlamaktadır. Bu istatistiklere göre, Türkiye’de 256.000’i endüstride çalışan aşağı yukarı 400.000 ücretli bulunmaktadır. Küçük ve büyük toplam 65.000 endüstriyel işletme vardır. Bunlardan 50.000’den fazlasının 10 işçiye kadar çalıştırılan küçük işletmeler olduğu doğru olmakla beraber, 120.000’den fazla işçi beş sanayi merkezinde toplanmıştır. 419 Askeri birliklerin gerekli yere sevkini ve geri çekilme işini idare eden merkezler. Sınırlamaya. 421 M. Tunçay, 1992 içinde, s. 187 vd. 420 422 “Türkiye’de İşçi Hareketi”, Internationale, Presse-Korrespondenz, 1926, sayı 119, s. 2037, 2038, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi , s. 54. 120 Şefik Hüsnü, bu verileri, TKP’nin bir işçi siyaseti yürütebileceğinin ve “köylü-işçi hükümeti” parolasıyla savaşmak için dayanabileceği bir işçi sınıfının varlığının göstergesi olarak sunmaktadır. Şefik Hüsnü’ye göre, TKP’nin güncel görevi Kemalizm’i devirip işçi ve köylülerin demokratik diktatörlüğünü ortaya koymaktır. 423 Şefik Hüsnü, bu sebeplerle sürekli büyüyen işçi sınıfı karşısında burjuvazinin zayıf olmasının Türkiye’de belirleyici rol oynadığını yazmıştır. 424 Komintern organlarında da bu duruma işaret edilmiştir. 1927 tarihli “Türkiye’de İşçi Sınıfının Durumu” başlıklı yazıda, Türkiye proletaryasının gözle görülür bir biçimde büyüdüğü kaydedilmektedir. Türkiye proletaryasının safları, bir yandan köylük bölgelerden gelenler, öte yandan küçük burjuvazi ve kısmen de Halk Partisi’nin izlediği maliye ve vergi siyaseti yüzünden iflasa sürüklenen orta burjuvazi tarafından doldurulmaktadır. 425 Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye işçi hareketinin kendiliğinden bir gelişimi söz konusudur ve bu hareketin yalnızca komünistlerin etkisi altında geliştiğini söylemek, “işçi hareketinin kendiliğindenliğini” inkar etmektir. Türkiye işçi sınıfının kültür düzeyi düşük olmakla birlikte sınıf içgüdüsü çok gelişmiştir. 426 Şefik Hüsnü’nün üzerinde durduğu diğer önemli noktalar, orta sınıfların dağılması ve işsizlik sorunları olmuştur. Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistlerin işçilere yönelik tavırları, ekonomi politikalarının ana çizgisi tarafından belirlenmektedir. Bu politikalar, hem şehirlerdeki hem de köylük bölgelerdeki küçük işletmelerin hızla çökmesine ve proletarya kitlesinin hızla büyümesine sebep olmaktadır. Bunun sonucunda da, burjuvazinin gelişmesi ile paralel ve onu destekleyici olarak bir “işsiz ordusu” oluşmaktadır. Şefik Hüsnü orta sınıfların dağılma mekanizmalarından biri olarak “vergi yükünün orta sınıfların sırtına yüklenmesi” üzerinde durmaktadır. Türkiye’deki “ekonomik durgunluk” ve “vergilerin giderek ağırlaşması” sorunları birbirlerini besleyen iki etmen olarak yer almaktadırlar. 423 TÜSTAV Arşivi, CD 27, Klasör 35_36, Belge 290, s. 269-292. “Çin Devrimi Kemalist Yolu İzleyemez”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 25, s.12251231, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 121. 425 J. Kitaygorodski, Internationale Presse-Korrespondenz, 25 Kasım 1927, sayı 116, s. 2602-2603, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi , s. 167. 426 “Türkiye’de Komünist Hareket ve Emekçilerin Durumu”, 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 9, s. 412-415, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 69. 424 121 Şefik Hüsnü’nün 1929-1930 ve sonraki dönemlerde yazdığı yazılarda artık Kemalizmin emperyalizmle uzlaşması üzerine daha net ifadeler yer aldığı görülmektedir. Şefik Hüsnü’ye göre, emperyalizme ve yabancı sermayeye karşı mücadele dönemi bu yıllarda artık tamamen kapanmış bulunuyordu ve Kemalizm de açık bir şekilde emperyalizm ile uzlaşmıştı. Mücadele döneminin çabuk kapandığını öne süren Şefik Hüsnü burjuvazinin ulaştığı son aşamayı şu sözlerle ortaya koymaktadır 427: Burjuvazi, çocukluk döneminden çıkmadan, toplumsal görevlerini gerçekleştirmeden önce, proletaryaya karşı mücadele ve yabancı sermayeyle uzlaşma aşamasına çoktan ulaştı. Şefik Hüsnü, 1930 yılında yazdığı bir yazıda da, yukarıdaki yoruma benzer şekilde, Kemalizm’in geriye gidişinin belirtilerinin artık açıkça görüldüğü saptamasını yapmaktadır. Kemalistler, dış politikada ilkesiz bir tutumla, bir yandan emperyalist devletler arasındaki çatışmaları kullanırken, bir yandan da Sovyetler Birliği ile dost görünmeye yönelik manevralar yapmaktadırlar. 428 Kemalistlerin emperyalizmle uzlaştığını gösteren somut belirtiler ise, “İtalya ile ekonomik dostluk antlaşmaları imzalamaları” ve “Fransız emperyalizminin hatırı için İskenderun’daki Türk halkına ihanet edilmesi” gibi olaylardır. Şefik Hüsnü, Yine Kemalistlerin tutumlarındaki somut değişikliği anlamak açısından “kapitalist olmayan gelişme” yönündeki söylemlerindeki değişimi aktarmaktadır. Türkiye’de uluslararası mali gruplarla ilişkiye girilmesinden bu yana Kemalistlerin “Biz bize benzeriz” şeklinde de formüle ettiği, Şefik Hüsnü’nün “kendine özgü bir toplumsal düzen kurulacağı” olarak aktardığı bu söylem yerini, “Türk halkının Avrupalı halklar topluluğu üyelerinden hiçbir farklarının olmadığı” yönündeki ısrarlı açıklamalara bırakmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistlerin emperyalizmle çatışma eğilimleri gibi, emperyalizme teslimiyetleri de sınıfsal çıkarlarından kaynaklanmaktadır. Ülkeyi emperyalizme boyun eğmeden kurma konusundaki inancını yitiren Kemalistler, yine “hakim sınıf” olarak durumlarını kurtarmak için emperyalist devletlere teslimiyetten 427 TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 25 A Klasör 32_36, Belge 764, s. 76-85. “Doğu Milliyetçiliği Emperyalizm Önünde Diz Çöküyor”, 1930, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 2-3, s. 160-170, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s.131. 428 122 başka yol göremez olmuşlardır. Aslında bu durum da, Kemalistlerin giderek güçsüzleştiğini göstermekteydi. 2. KÖYLÜ SORUNU TKP, birinci bölümde incelediğimiz dönemde, köylüye yönelik propaganda yapmadığı gerekçesiyle Komintern tarafından eleştirilmişti. 1925 sonrası dönemde Şefik Hüsnü, “Türkiye’nin temel niteliği bakımından bir tarım ülkesi olduğunu ve Anadolu nüfusunun büyük bir bölümünü köylülüğün meydana getirdiği”ni vurgulayarak “köylü sorunu” üzerinde daha çok duracaktır. Şefik Hüsnü, Türkiye proletaryasının “toplu halde bulunduğu illerin emperyalistlerin işgali altında bulunduğu” gerekçesiyle milli bağımsızlık hareketine katılamadığını 429 ancak bu mücadelenin “özellikle ilk döneminde düzensiz mücadele birliklerinde kendiliğinden örgütlenen ve hem emperyalist saldırganlara hem de hain sultana karşı tavır alan küçük köylülüğün eseri” 430 olduğunu yazmıştır. Şefik Hüsnü, Kemalist devrim–köylülük ilişkisi üzerine şunları yazmıştır: Bugün şu açıktır: Kemalist devrim her şeyden önce şehirlerin orta tabakalarından ve Anadolu’nun köylük bölgelerinden çıkmış genç bir burjuvazinin yönettiği ve yararlandığı bir köylü devrimiydi. 431 Daha sonra Şefik Hüsnü, Yeşil Ordu’dan ve bu orduya katılan Çerkez Ethem’in yoksul köylü kitleleri üzerindeki etkilerinden ve Kurtuluş Savaşındaki konumlarından bahsetmektedir. Şefik Hüsnü’ye göre, köylüler emperyalizme karşı mücadelede silahlı çetelerin yok edilmesinde o denli büyük rol oynamışlardı ki Mustafa Kemal “Köylü efendimizdir şiarını öne sürmek zorunda kalmıştı. 432 Ancak Şefik Hüsnü’ye göre, “ülkenin emperyalist işgalden tam kurtuluşuna kadar milliyetçilerin safında kalıp onlarla işbirliği etmesi ve aynı zamanda da yoksul 429 “Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Toplantısında Uluslararası Durum ve Komintern’in Görevleri Üzerine Konuşma”, Internationale Presse Korrespondenz, 1926, sayı 152, s. 2719-2721, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 76. 430 “Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 17, s. 836848, ibid, s. 81. 431 ibid. 432 “Çin Devrimi Kemalist Yolu İzleyemez”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 25, ibid, s. 122 123 köylülerin çıkarlarını savunması gereken” Çerkez Ethem, Mustafa Kemal’le aralarındaki çatışmayı bahane ederek emperyalist devletlerin safına geçmiştir: Bundan sonra bütün iktidar, yalnızca köylülerin varlıklı kesimlerinin ve küçük burjuvazinin temsilcisi olan Kemalistler’in eline geçmiştir. 433 Köylülüğün bugünkü durumuna bakıldığında, bu kitlelerin çoğunluğu yani %76’sının küçük ve yoksul köylülerden meydana geldiği görülmektedir. Bunların tümü ekilebilir arazilerin yalnızca %7. 3’üne sahipken, büyük toprak sahipleri ve zengin köylüler ekilebilir toprakların %66,6’sına sahiptir. Hiç toprağı olmayan köylüler, küçük ve çok küçük köylü kitlesi köylülüğün %83’ünü oluşturur. 434 Şefik Hüsnü, tarım yapısı ve mülkiyet ilişkileri bakımından Türkiye’yi üç bölgeye ayırır: 1. Doğu Anadolu: Toplumsal farklılaşma sürecinin çok yavaş işlediği bölgede, mülkiyet ilkel-feodal biçimini korumaktadır. Köylülerin işledikleri topraklar henüz kendilerine ait olmazken, bölgenin iki milyonluk nüfusunun sadece bir iki bin kişilik mütegallibe (şeyhler, beyler) bölümü herşey yani toprak, hayvan ve insanlar üzerinde mülkiyet ve kullanma hakkına sahiptir. 2. İç Anadolu ve Kuzey Anadolu: 1864’te gerçekleştirilen toprak reformu sonrasında pek çok köylü, kendi durumlarını mülk sahibi olarak belli koşullarla yaptırıma bağlamış ve yasallaştırmıştır. Bunun sonucu ise, toprağın ufak parçalara bölünerek küçük ve orta köylü kitlesinin nüfusun çoğunluğunu meydana getirmeye başlaması olmuştur. Ancak bu durum, ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri büyüklükte toprağa sahip olmayan köylüleri çevredeki büyük toprak sahiplerinden toprak kiralamak zorunda bırakmıştır. Bu şekilde bölge, “tefecilerin cenneti” durumuna gelmiştir. dolup taşan genç burjuvazinin siyasi örgütü olma durumuna git gide daha fazla gelmektedir. Bu niteliğinden ötürü Halk Partisi, zorunlu bırakılmadıkça, toprak meselesine geniş yığınların çıkarlarına uygun köklü bir çözüm bulma yeteneğinden yoksundur. 433 “Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 1782., Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 122 434 “Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 17, s. 836848, ibid, s. 85 124 3. Batı ve Güney Anadolu (Eskişehir, İzmir Adana): tarımsal gelişme bakımından ileri düzeyde olan bölgede, toprak bu kez modern işetmeler biçiminde büyük toprak sahiplerinin elinde toplanmış, küçük köylüler ise topraklarını zenginleşen komşularına ve kendilerine borç veren şehirli burjuvalara devrederek “toprak kiracısı”, hatta “gündelikçi konumuna düşmüşlerdir. Kemalist Parti,bu bölgenin zengin çiftçilerinin ekonomik bakımdan kalkınmalarını bütün imkanlarıyla desteklemektedir. Kemalistlerin tarımda “hakim koşulların çerçevesinde yaptıkları düzeltmeler”, 1924 yılında aşarın kaldırılması, köylüye kredi sağlanması, tarım kooperatiflerinin kurulması olarak sayılmaktadır. Ancak Şefik Hüsnü, bu düzenlemelerden yoksul kitlelerin yararlanamadıklarını belirtir. Yoksul köylülere kredi verilmezken, kurulan tarım kooperatifleri de büyük çiftçilerin kurdukları kooperatifleridir. 435 Komintern organlarına göre de, Kemalistlerin tarım ve köylü siyaseti, zengin köylüleri kayırma, Ziraat Bankalarının sadece kredi alabilecek köylülere borç ve kredi vermesi ve ağır vergi koşullarından oluşmaktadır ve bu durum Türkiye köylerinde sınıflaşmayı artıran bir zemin yaratmıştır. 436 Yine aynı şekilde, Komintern’in 1928 yılında düzenlenen Altıncı Dünya Kongresi’nde de, Kemalistlerin toprak reformunun köylülük içindeki sınıf farklılaşmasını geliştirdiği üzerinde durulmaktadır. 437 Ayrıca Kemalistler, Anadolu’nun doğu illerindeki feodal kalıntıları tasfiye etmek içinde köklü eylemlerde bulunmamışlardır. Öyle ki, hükümet, 1925 yılında gerçekleşen Kürt ayaklanmasını bile değerlendirememiştir. Şefik Hüsnü, Kemalistler’in feodalizmi tasfiye etmek konusunda tereddütlü davranışlarını şöyle açıklamaktadır: Ancak bu yarım önlemlerle eğer feodalizmin kanunsuz bir şekilde sürdüğü bu bölgelerden, halkı esir durumunda tutan ayrıcalıklı toprak beyleri uzaklaştırılabilseydi, tedbirler ancak 435 “Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 17, s. 836848, Yazı ve Konuşmalar, s. 87-88-90-94. 436 J. Kitaygorski, “Türkiye’de İşçi Sınıfının Durumu”, 29 Eylül 1927, Heft 38-39, Berlin, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 166. 437 Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 187. 125 o zaman devrimci bir anlam taşıyabilirdi..Böylece doğu illerindeki reform feodalizme değil, yalnızca Kemal hükümetine düşmanca tavır alan bazı feodallere indirilen bir darbedir. 3. DİKTATÖRLÜK OLARAK KEMALİZM Şefik Hüsnü, Kemalizm’in bir “baskı rejimi” olmasının gerekçesini, onun ortaya çıkışında aramaktadır. Kemalizm’in iktidara gelişi, uzun bir sınıf mücadelesi sonucunda ve bir halk kitlesinin desteği ile gerçekleşmemiştir. Mustafa Kemal, iktidarı ele geçirdikten sonra siyasi muhaliflerini bertaraf etmiş ve daha sonra bir parti kurma işine girişmiştir. Arkalarında bir halk kitlesinin desteğini hissetmeyen milletvekilleri de resmi görüşlerle çelişen herhangi bir şey söylemeye cesaret edememektedir. Böylece Mustafa Kemal, sınırsız bir diktatörlük uygulayabilmektedir. Bu terör rejiminin amacı, kendi siyasetlerine yönelen her türlü muhalefet denemesini daha baştan boğmaktır. Halk Partisi’ndeki muhalif sesleri susturmak için ise iki yola başvurulmaktadır: Söz konusu muhalif kişi ya elçi ya da büyük bir işletmeye müdür yapılarak partiden gönderilmekte veya ona acımasızca bir iftira kampanyasına girişilerek gözden düşürülmektedir. 438 Ayrıca, 1921 yılından itibaren Kemalizm, “komünizm düşmanı” olma özellikleri ile de ön plana çıkıyordu. Şefik Hüsnü bu konuda Büyük Millet Meclisi’nde 3 Ocak 1921 tarihinde Avni Bey’in bir konuşmasını örnek göstermektedir: Komünizm bir hastalıktır, görülmeyen bir mikroptur. Hükümet istese de istemese de bu mikrop, memleketin içine sızacak ve girdiği yerlerde tahribata yol açacaktır. 439 Mustafa Kemal ise bu konuşmaya şöyle cevap vermiştir: ..(Avni Bey) buyurdular ki, istense de istenmese de bu bir mikroptur, girer. O halde çaresi yok demektir. Yalnız..bu bulaşıcı ve sakınılması imkansız diye tanımladıkları komünizme karşı çare vardır. Bu çare, komünizm prensiplerinin, kaidelerinin 438 “Türkiye’de Siyasi Mücadeleler”, Internationale Presse Korrespondenz, 1926, sayı 114, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 46, 47. 439 “Çin Devrimi Kemalist Yolu İzleyemez”,Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı: 25, ibid, s. 123. 126 memleketimizde ve milletimiz arasında uygulanma kabiliyetini kavramak veya kavrayanlarımız vasıtasıyla bütün memlekete ve bütün millete anlatmaktır..uygulanma kabiliyeti olmadığına göre ve hatta uygulanmaya yeltenenlere karşı hükümet, her türlü yolu kullanmakta kendisini gayet meşru görür. 440 Şefik Hüsnü’nün bu erken döneme ait izlerini saptadığı “komünizm düşmanlığı”, “Eskişehir İlan-ı Harbi” başlığı altında değerlendirdiğimiz gibi, 1929 yılında doruk noktasına ulaşmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye işçi sınıfının hareketi son on yılda üç kez ani bir biçimde yükselmiş ve hemen ardından geri çekilmiştir. Birinci yükseliş, istibdadın yıkılmasının hemen ardından (1908), ikinci yükseliş 1919’da, üçüncüsü ise 1924-1925 döneminde olmuştur. Kemalist yönetimin işçilere yönelik baskısı ise, koşullara göre çeşitli biçimler almaktadır. Bu biçimler, işçi gazetelerinin yasaklanması, komünistlerin tutuklanması ve işçi sendikalarının başına kendi adamlarını geçirmeye çalışmak gibi, işçi sınıfını örgütsüz bırakmaya yönelik tedbirlerdir. 441 Şefik Hüsnü, 1925 yılından beri “diktatörlük” olarak ortaya çıkan Kemalizm’in “faşist bir dönüşüm” geçirdiklerini söylemenin doğru olmayacağını vurgulamaktadır. Ancak bu durum, kendilerine karşı yönelen muhalif hareketleri bastırmak için kimi “faşist” yöntemleri benimsemelerine ve uygulamalarına engel olmamaktadır. Şefik Hüsnü, Kemalizmin bu baskıcı siyasetinin, halk kütleleri arasında büyük bir hoşnutsuzluğuna sahip olmasına yol açtığını ifade etmiştir. Bugünkü konumda, bu hoşnutsuz kütlelerin seslerini yükseltmemeleri, bazı çevreler arasında halk içinden muhalif bir hareketin doğması ile ilgili karamsar düşüncelere neden olmakla beraber, Şefik Hüsnü, yakın bir zamanda “Kemalizmin varlığının tartışma konusu haline geleceğini” vurgulamıştır. 442 Şefik Hüsnü, 1929 yılında yazdığı bir yazısında şöyle demektedir: 440 ibid. “Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı: 22, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 119. 442 TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 35_36, Belge 290, sy. 269-292. 441 127 Biz Kemalist diktatörlük ve Kemalist terörün çoktan en yüksek aşamaya ulaştığına inanıyoruz. Kitlelerin maruz kaldığı baskılar dayanma sınırlarını şimdiden aşıyor. Tüm bunlar 1931 genel seçimlerinden önce kentlerin ve köylerin emekçi kitlelerinin küçük azınlığın aşırı baskısına son vermeye yönelik kalkışmalarının olacağını iddia etmemizi sağlıyor. Bu güncel olaylar, TKP’yi hazırlıksız bulmamalıdır. Şefik Hüsnü’nün 1930-1931 yıllarında Kemalist diktatörlüğü değerlendirdiği yazıların iyice sertleştiği görülmektedir. Bu tutumunda, 1930 yılında kurulan ve Halk Partisinin sağa kaymasından başka bir şeyi ifade etmediğini düşündüğü Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyiminin önemli rolü olduğu düşünülmektedir. 4. TKP DIŞINDAKİ MUHALİF UNSURLAR A. Gerici Muhalefet Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalist devrimin her aşaması, birbiriyle rekabet halinde olan ve birbirine düşman çeşitli burjuva gruplar arasındaki uçurumu biraz daha derinleştirmiştir. Bu gruplardan gerici muhalefet, “eski rejimin büyük burjuvazisinin çıkarlarını yansıtmakta ve uluslararası sermaye tarafından desteklenmekte”dir. Şefik Hüsnü bu grubu üçe ayırır: 1. İngiliz sermayesinin uşakları (Terakkiperverler) 2. Alman sermayesiyle sıkı bir işbirliği içinde olanlar (İttihatçılar) 3. Belirli bir görüşü olmayan ama gene de Sovyetler Birliği ile dostluğu geliştirmek isteyenler (bazı İttihatçılar ve İlk meclisteki İkinci Grup’un kalıntıları. 443 Bu farklı akımların üzerinde birleştikleri ortak nokta, yabancı sermayenin çıkarlarının savunulmasıdır. Bu doğrultuda siyasetleri şu taleplerle özetlenebilmektedir: Serbest ticaret, devletin ekonomiye müdahale etmemesi, inanç ve geleneklere saygı, reformlara son verilmesi. Şefik Hüsnü, bu gerici olarak nitelendirdiği grupların Kemalist burjuvaziden farkını şöyle ortaya koymaktadır: Kemalizm’in sınıfsal çıkarları gereği, emperyalist “Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926, sayı 9, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 41. 128 sermayenin ülkeye girişini engellemek için bir süre ulusal bağımsızlıktan feragat etmemek yönünde tutumları olduğunun saptanmasına rağmen burjuvazinin gerici katmanları ajanları olduğu emperyalist sermayeye ülkenin kapılarını açmaya bağımsızlık savaşı döneminden beri razıydı. Şefik Hüsnü, Kemalizm’in gerici bir aşamaya girdiğini saptadığı bir dönemde bile, burjuvazinin bu farklı katmanları arasındaki farkı ortaya koymanın önemi üzerinde durmuştur. Şefik Hüsnü’ye göre, “burjuvazinin iki cephesine birbirlerini boğazlamalarına izin vermek” veya “gericiliğe Kemalizm’i devirmek için yardım etmek” büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü komünistlerin görevleri her şeyden önce gerici ve monarşist unsurları ülkeden tasfiye etmektir. 444 Şefik Hüsnü, 1930 yıllarında kurulan Serbest Fırka’nın ise tamamen yapay yollarla ortaya çıktığını vurgulamaktaydı. Halk Partisi bu dönemde iki baskı ile karşı karşıya idi: Birincisi, Halk Partisinin vermiş olduğu bir çok tavize rağmen bir türlü hoşnut edemediği emperyalist sermayenin baskısı; ikincisi ise sefalet ve yoksulluğun son sınırına varması sonucu kaynaşmaya başlayan hareket yada kısmen isyan etmiş bulunan halk kütlelerinin baskısı idi. Bu iki tehlikeyle aynı anda mücadele etmeye korkan, “boyun eğdiği izlenimini uyandırmadan” emperyalizme teslim olmak isteyen ve hoşnutsuz halkı bir takım vaatlerle oyalayarak zaman kazanmak isteyen Kemalistler, adeta “Halk Partisine bir muhalefet partisi doğurtmuştu.” 445 İnkılap Yolu’nda da bu gelişmeye yer verilmiştir. “Muhalefet oyunun içyüzü” başlıklı bu makaleye göre, Serbest Fırka, tamamen Halk Fırkası’nın bir oyunundan ve manevrasından ibarettir; emperyalizme teslim olmaya hazırlanan Halk Fırkasının bir kısmı SCF adını almıştır 446. Şefik Hüsnü, bu partinin tümüyle “karşıdevrimci ve gerici” bir parti olduğunu açıklamıştır. Ancak bu siyaset de Halk Fırkası içinden çıkmaktadır. Halk Partisi ve Serbest Fırka, aynı örgütün iki ayrı biçimidir: “Halk Partisinin Serbest Fırka maskesi altında izlemeyi tasarladığı siyaset, bugüne dek izlediği siyasete oranla daha 444 TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 35_36, Belge 290. “Türkiye’de Muhalefetçilik Oyunun Perde Arkası”, Internationale Presse-Korrespondenz, 1930, sayı: 79, s. 1956, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s.146-147. 446 M. Tunçay, 1992, s. 198. 445 129 karşıdevrimci ve gericidir.” Şefik Hüsnü bu girişimi, “Terakkiperver Fırkanın ruhunun canlandırılması” olarak da yorumlamıştır. 447 B. Kürt Sorunu Şefik Hüsnü’nün Kürt isyanları ve Kürt sorununa doğrudan değindiği bir yazısı bulunmamakla beraber, TKP’nde bu sorun zaman zaman tartışılmıştır. 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanının TKP tarafından feodal bir başkaldırı olarak değerlendirildiğini ve TKP’nin bu konuda Kemalist hükümete tam destek verdiğini incelemiştik. TKP’nin 1926 yılındaki Faaliyet Programı’nda azınlıklara yaklaşımı, “kendi kaderlerini tayin hakkı” ilkesi ile belirtilmiştir. 448 1930 yılında yayımlanan İnkılap Yolu Dergisinde ise TKP’nin faaliyetlerine dair uzun bir özeleştiri yazısı yayımlanmıştır. Bu yazıda, 1925 Şeyh Sait İsyanında TKP’nin takındığı tutum üzerinde önemle durulmaktadır. Beş yıl sonra yapılan bu değerlendirmeye göre TKP, bu Kürt isyanını sadece irticaa karşı değil, tüm muhalif hareketlere karşı kullanan İsmet Paşa’nın (İnönü) anti-devrimci niyetlerini ilk hamlede sezememiş ve İsmet Paşa Hükümetinin kuruluşunu resmi organında 449 “milliyetçi burjuvazinin muhafazakar kanadı aleyhine, devrimci kanadını tarafından kazanılmış bir zafer” olarak yorumlamıştır. TKP’nin 1930 yılında meydana gelen ayaklanmalara yaklaşımının farklı olduğu görülmektedir. Örneğin 1929 yılında yayımlanan Kommunist gazetesinde “irticaa karşı burjuvazinin desteklenmesi” yerine “irticai faaliyetlerin burjuvazinin devrimi tamamlamadığı için gerçekleştiği ve bu anlamda burjuvazinin feodalizmin bekasıyla uyuştuğu” şeklinde bir yorum bulunmaktadır. 450 1930’da Kürt isyanlarında TKP’nin farklı bir tavır takındığı görülmektedir. TKP bu isyanı, “isyana katılan yoksul köylülük ve halk” ve “hareketi teşkilatlandıran tabaka ve hariçten körükleyenler” olmak üzere iki cephede değerlendirmektedir. Herşeyden önce, Kürt İsyanı, İngiltere tarafından idare edilen ve kışkırtılan bir 447 “Türkiye’de Muhalefetçilik Oyunun Perde Arkası”, Internationale Presse-Korrespondenz, 1930, sayı: 79, s. 1956, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar , s. 148. 448 Bkz. Türkiye Komünist Partisi Çalışma Programı (1926), madde 12, H. B. Gürses, Şefik Hüsnü Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, s. 258. 449 Orak Çekiç dergisi kastedilmektedir. 450 Kommunist (1929), M. Tunçay, 1992, s. 179. 130 isyandır”. Fakat İngilizlerin asıl amaçları bağımsız bir Kürdistan meydana getirmek değil, Sovyetler Birliği’ni emperyalizmle uzlaşmış devletlerden oluşan bir çember içine almaktır. 451 Ancak, isyanda irticaın rolü ne kadar büyük olursa olsun, halkın bu isyana katılması onun “hakim sınıf hükümetine karşı” mücadeleye giriştiğini göstermektedir. Bu bakımdan İsyan, ezilen köylülüğün “kurtuluş mücadelesi” olarak görülmektedir. Köylülüğün irticai faaliyetlerin peşine takılmasının sakıncalı bulunduğu da ifade edilmekle beraber, bu durum TKP’nin köylülük içindeki propagandasının ve faaliyetlerinin olmayışına bağlanmaktadır. Ayrıca, azınlık sorunu ile ilgili olarak, 1926 Programının “kendi kaderini tayin hakkı” ilkesini kabul ettiğine yönelik maddesinden alıntı da yapılmıştır. 452 C. Kadro Hareketi ve Diğer Muhalif Gruplar 1925-1927 davalarından sonra, TKP’nin bu tarihlerde tutuklanan entelektüel seçkinlerine, güç ve faaliyetlerini Kemalizm’in ideolojik gelişimine katkıda bulunmaya yöneltmeleri olanağının verildiği görülmektedir. Bu tarihlerde TKP’nden ayrılan isimler, hükümet tarafından önemli görevlere getirilmişlerdir. Kemalizmin ideolojik gelişimine katkıda bulunma girişimlerinden en önemlisi de “Kadro” hareketidir. 1931’den itibaren, Kemalist yönetimin belirlediği çerçevenin dışına çıkmamak koşulu ile Kadro dergisi ve yazarları, Kemalist yönetimin gösterdiği anlayıştan göreceli de olsa yararlanmıştır. Bu anlayış, üç yıl sürmüştür. 453 Çulhaoğlu’na göre, Kadro başlarda Kemalistlerden destek görmüşse de, bir süre sonra dönemin Cumhuriyet kadroları, sistematik her ideolojik kurgunun kendi içinden radikal ve etkili kopuşlara olanak tanıyacaklarını sezerek buna engel olmak istemişlerdir. 454 Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, İsmail Hüsrev Tökin, Burhan Asaf Belge ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan oluşan düzenli Kadro 451 İnkılap Yolu, Temmuz-Ağustos 1930, ibid, s. 194-195. İnkılap Yolu, Temmuz-Ağustos 1930, M. Tunçay, 1992, s. 192-193, 196. 453 İbid, s. 97. 454 M. Çulhaoğlu, 1998, s. 99. 452 131 yazarlarından Yakup Kadri hariç tümünün TİÇSF ve TKP hareketi içinde yer aldıkları dikkati çekmektedir. 455 Komintern’in bir raporunda bu eski TKP’lilerin Kadro girişimleri üzerine şunlar ileri sürülmektedir: Partinin içinde bulunduğu geçici güçlüklerden kendi mevki düşkünlükleri için yararlanmak isteyen üç kişilik bir aydın grubu, kısa bir süre önce partiden koptu. Bunlar şimdi, Parti çizgisine karşı olan bir dergi çıkararak ihanetlerini haklı göstermeye çabalamaktadırlar. Bu dergide yer alan oportünist cümleler keşmekeşi arasında birkaç “sol” düşünceye de rastlanmaktadır. Fakat, milli burjuvaziyle olan güçlü bağlarına bakılacak olursa bunların Kemalizm’le açıkça birleşmekte tereddüt etmeyeceklerini daha şimdiden görmek mümkündür. Bu grubun başını çekenlerin işçi kitleleri içinde hiçbir etkileri olmadığı için, bu kopma Parti için bir tehlike meydana getirmemektedir. 456 Bir üstyapı kurumu olan devletin, bilinçli bir aydın kadro önderliğinde, ulusal ve sınıfsız bir altyapı oluşumunu gerçekleştirebileceğini ileri süren Kadro hareketinin ideolojik olarak eklektik olduğu görülmektedir. Kadrocuların Marksist tartışmaları yakından takip ettikleri, Leninizm’den doğrudan etkilendikleri, Sovyet deneyimlerinden kimi çıkarsamalar yaptıkları açık olmakla birlikte, faşizmde olduğu gibi otoriteryan bir yaklaşımı benimsemiş ve milleti organik anlamda bir bütün olmaya davet etmiştir. Kadrocular, 1925 öncesi Aydınlık grubunun vurguladığına paralel şekilde, toplumda kapitalizme özgü sınıfların ortaya çıkmasının engellenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. 457 Önemli bir nokta, Kadro yazarlarının, özellikle TİÇSF’nda yani 1919-1925 arası dönemde öne sürdükleri görüşleri değiştirmeden, bu kez “Kadro” adı altında öne sürmeye başladıkları yönündeki savunularıdır. Bu, Kadro üzerine değerlendirme yapan bazı yazarların da vurguladıkları bir nokta olmuştur. 458 Hatta Şefik Hüsnü ve diğer TKP’lilerin savunularının 1925 sonrası değişime uğraması, değişenin Şevket Süreyya ve Vedat Nedim gibi Kadrocular değil de bizzat Şefik Hüsnü olduğu yönünde bazı değerlendirmelere sebep olmuştur. Bu değerlendirmeyi yapanlardan 455 M. Türkeş, Kadro Hareketi Ulusçu Sol Bir Akım, Ankara, 1999, s. 69. “Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu Raporu, Doğu Ülkelerinde Devrimci HareketlerTürkiye”, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 165. 457 M. Türkeş, 1999, s. 129-130. 458 Bkz. M. Tunçay, 1992, s. 49. 456 132 biri olarak Tunçay’a göre değişen Kadrocular değil, olsa olsa Şefik Hüsnü ve belki de Kemalistler’in sol harekete karşı tutumlarıdır. Ancak Şevket Süreyya ve Vedat Nedim gibi eski TKPlilerin çizgilerini hiç değiştirmeden Kadro’da sürdürdüklerini ifade etmek çok yanlış olacaktır. Aydemir, 1920’li yıllarda diğer Aydınlık yazarlarına benzer şekilde, Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından gerçekleştirilecek olan kalkınma ve sanayileşmeyi, sosyalizm için bir ön koşul saymaktaydı. Ancak kalkınma ve sanayileşme, komünizmden kadroculuğa geçiş döneminde, bu kez sınıf mücadeleleri yoluyla gelecek bir sosyalizme alternatif olarak tek başına özgün bir hedef sayılmaktadır. 459 Türkeş’in de belirttiği gibi Kadrocular, sosyalizmin gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerle sanayileşmemiş ülkeler arasındaki niteliksel farkları gideremeyeceği ve sanayileşmiş ülkelerdeki işçilerin kazanılmış haklarından feragat etmeyecekleri noktalarından hareketle, sosyalist modelin Türkiye için iyi bir alternatif olmadığı düşüncesindeydiler. 460 Örneğin Aydemir, Türkiye’yi ve benzer konumdaki ülkeleri, batılı sınıf mücadeleleri tarihinin dışında bir çizgiye yerleştirmektedir. Aydemir’e göre, çelişki artık, kapitalist ve proletarya arasında değil, sermayedar memleketler ve sermayeden yoksun memleketler arasındadır. 461 Timur’a göre, Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında ortaya konan “mazlum millet” ve bunun bir uzantısı olan “emperyalizm karşıtlığı” söylemleri, Cumhuriyet’in ilanından sonra giderek unutulmuş ve Kemalizm’in radikalizme giden içtihat kapısı zorlayacaklardır. kapanmıştır. 1930larda kadrocular bu kapıyı boşuna 462 Şefik Hüsnü ise, 1932 yılında yazdığı “Halk Fırkası İçinde ve Etrafında Yeni Fikir Cereyanları” isimli yazısında, Kadro Hareketini, “Halk Fırkası’nın diktatörlüğünü yıkımdan kurtarmak amacıyla, TKP’nden kovulmuş yüreksiz unsurlar yetişti” şeklinde değerlendirmektedir.: 459 M. Çulhaoğlu, “Şevket Süreyya Aydemir: Suyu Ararken Yolunu Yitiren Adam, Toplum ve Bilim, 1998, s. 93. 460 M. Türkeş, ibid, s. 215. 461 Aydemir, Ş.S.(1968) İnkılap ve Kadro, Bilgi Yayınevi, s.52-53’ten aktaran, M. Çulhaoğlu,1998, s. 97. 462 Kemalizmin radikalizm kapısını boşa zorlayan sonraki dönem hareketlerinden 1960’lı yılların Yön’ü de bu çerçevede düşünülebilir. T. Timur, Osmanlı Kimliği, Ankara, 2000, s. 168. 133 Moskova’nın Şark Darülfünunda 463 yarım yamalak öğrendikleri, Marksizm esaslarından, yalan yanlış bir araya getirdikleri, birkaç fikirden Halk Fırkası’na bir siyasi ve iktisadi platform tertibine teşebbüs ettiler. Ortaya tam devletçilik, yarım devletçilik gibi, Büyük Cihan Harbinden sonra..hakiki sosyalizmin aşk ve heyecanla kurulduğu bir devirde artık manası kalmamış bir takım metalip ileri sürüldü. Bu ilaçların tesirine, onları tavsiye edenlerin bile, samimi olarak inandıkları şüphelidir. Bu birbirine benzer tekliflerin halkın gözünü boyamaktan başka bir işe yaramayacakları meydandadır. 464 Şefik Hüsnü’nün ve TKP’nin, Parti içindeki Nazım Hikmet muhalefeti ve yukarıda incelediğimiz Kadro hareketi gibi diğer muhalif hareketleri de aynı çerçevede değerlendirdikleri görülmektedir. Şefik Hüsnü, yukarıda bahsettiğimiz Kadrocuları eleştirdiği yazısında, Serteller’in çıkardığı Son Posta dergisini ve İzmir’deki Yeni Asır gibi gazeteleri, “diktatörlüğe karşı sözde muhalif neşriyat yaptıkları” gerekçesi ile eleştirmektedir. Şefik Hüsnü, Komintern’in dilini kullanarak bu türden hareketleri “sosyal faşist” şeklinde nitelendirmiştir: Bu münevver küçük burjuvalar, Avrupa’daki amele menfaatlerine her gün hıyanet eden, sermayedar burjuvazilerin hakimiyetlerini, proletarya sınıfının inkılabi mücadelelerle devirmelerine mani olan, sosyal demokrat oynak siyasetlerinin taklit olunması lehinde bulunuyorlar..ve sosyalizm prensibine taraftar oldukarı zehabını uyandırmak için Avrupa’daki sosyal faşistlerin kullandığı aynı iğfalkar lisanı kullanmaktadırlar. 465 Şefik Hüsnü’ye göre bu görüşlerde ortak olan yan, orta ve büyük burjuvazilerin iktisadi temellerini sağlamlaştırma çıkarlarına hizmet eden bir “devletçilik” savunusudur. Ancak söz konusu dönem için artık “devlet sosyalizmi”ni savunmanın bir anlamı yoktur: Mevcut ferdi mülkiyet ve sermayedarlık nizamı altında, devlet sosyalizminden bahsetmek, manası olmayan boş bir laf sarf etmekle eşdeğerdir. Çeşit çeşit sosyalizm devri artık kapanmıştır. Sosyalizmin bugün yalnız bir türlüsü vardır..Bunun haricinde ne söylenirse hep, bile bile emekçileri iğfal maksadıyla irtikap edilmiş bir safsatadan, yalandan ibarettir.Ortada hakim bir zenginler sınıfı dururken ve emekçi halk bunların soygunu altında açlıktan kıvranırken, iktisadi 463 Şevket Süreyya ve Vedat Nedim, Doğu Emekçileri Üniversitesi (KUTV)’da eğitim görmüşlerdi. M. Tunçay, “Şefik Hüsnü, Kemalist Türkiye Nereye Gidiyor?”, Toplumsal Tarih, 1997, s. 22. 465 ibid. 464 134 planlaştırmadan bahsetmek, fikirleri teşviş etmeye mahsus ve mugalata yapmak değildir de nedir? 466 TKP’nin Kızıl İstanbul gazetesinin 8.12.1930 tarihli sayısında da, Nazım Hikmet ve yazılarının yer aldığı Serteller’in Son Posta ve Resimli Ay dergisinin küçük burjuva olarak değerlendirilip eleştirildiği ve bu yayınların okunmaması konusunda bir uyarı yapıldığı görülmektedir: ..bunlar da bugünkü rejim altında maddi surette tatmin olunmamış bazen aksi inkılaba bazen esnaf ve küçük burjuva müdafii gibi görünen bazen de sıkılmadan kendilerine ameleci süsü veren, takip ettiği yolu tespitten aciz bir gazetedir. Sabiha Zekeriya’nın (Sertel) belediye meclisine namzetlik vesilesi ile neşrettiği beyannamede amele ve esnaf için serdettiği (ifade ettiği) maddeleri hiçbir zaman kendisinin amelenin hakiki menfaatini düşünen birisi olduğunu katiyen göstermez. Bilakis onların palavraları, ameleyi uyuşturacak ve mücadeleden uzaklaştıracak mahiyettedir. 467 5. EKONOMİ: DEVLET ELİYLE ZENGİNLEŞTİRME VE YABANCI SERMAYEYLE İŞBİRLİĞİ Birinci bölümde incelediğimiz gibi, Şefik Hüsnü’nün “büyük burjuvazinin gelişmesinin önlenmesi” ve “ekonomik bağımsızlığın sağlanması” için desteklediği tekelcilik anlayışı, İttihatçılarla da devamlılık sağlayacak şekilde, “yerli ve ulusal bir burjuvazi yetiştirmeyi” amaçlamaktaydı. Kemalistler 1923-1929 yılları arasında devletin kaynaklarını ve siyasi iktidarın ekonomik olanaklarını ayrıcalıklı koşullarla özel şahıslara devretmişlerdi. 468 Ayrıca bu dönemde “kapitalist olmayan gelişme yolu” şiarı göze çarpıyordu. Bu şiar, Şefik Hüsnü’nün de dediği gibi Mustafa Kemal’in “devrimin kapitalist ve sosyalist olmayan kendine özgü bir yol izlemesi gerektiği” türünden açıklamalarına dayanan bir tür yöneltme arayışıydı. Ancak bu dönemde Şefik Hüsnü, 1921 yılından itibaren “kapitalist olmayan gelişme”nin bütün yollarının kapandığını ifade 466 M. Tunçay, 1997, s. 23. Kızıl İstanbul, 8.12.1930, M. Tunçay, 2000, s. 237. 468 K. Boratav, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Devletçilik ve Ekonomik Yapı”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1989, s. 1866. 467 135 etmiştir. 469 Şefik Hüsnü’nün bu dönemdeki yazılarında, 1919-1925 yılları arasında gözlenen “kapitalist olmayan gelişme” söylemini bir kenara bıraktığı ve hükümeti tereddütsüz olarak “kararlılıkla kapitalist yolda ilerleyen” 470 bir yapı olarak nitelendirdiği görülmektedir. 1926 Programında, ekonomi alanındaki belirleyici görüş ise bu kez, “devlet tekellerine karşı” bir anlayış olmuştur. Programın yirmi sekizinci maddesinde bu konu üzerine şöyle denilmektedir: TKP, Kemalist diktatörlüğün iktisadi siyasetine, büyük kapitalist işletmeleri ve yerli ve yabancı sermayeye ait ortak işletmeleri devletin zararına olarak para yardımlarıyla, vergi muaflıklarıyla destekleme ve tekeller oluşturma siyasetine karşı mücadele eder. 471 Şefik Hüsnü de, 1926 yılından itibaren Komintern organlarında yayımlanan yazılarında kurulan bu şirketlerden ve hükümetin beklenilen tarzda bir tekelcilik politikası yürütmediğinden bahsetmektedir: Görüldüğü gibi gerçek anlamıyla bir devletleştirme ve tekelleştirme süreci ile karşı karşıya değiliz. Burada söz konusu olan, daha çok, sanayi ve ticaret alanında aşırı bir koruma siyasetinin çeşitli biçimleridir. Hükümet, tek başlarına etkin bir rol oynayabilecek güçte olmayan birbirinden kopuk kapitalistleri bir araya getirmeyi ve onları devlet aygıtının maddi ve manevi desteği ve yardımıyla canlandırmayı üstlenmiştir. 472 Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistler’in bu “milli sermaye oluşturma” politikası ayrıcalıklı bir kesim yaratmakta; sermayenin Anadolu burjuvazisinin siyasi değişiklerle en çok korunan tabakasının elinde toplanmasına yol açmaktadır. 473 1926 Çalışma Programı’nın ikinci maddesinde de, “Milli Kurtuluş inkılabının ilk dönemlerinde burjuva önderliğin rehberi olarak ortaya çıkan Halk Partisi’nin, daha sonra İnkılap zaferlerini, emperyalizme bağımlı eski büyük iş burjuvazisinin ve 469 “Çin Devrimi Kemalist Yolu İzleyemez”, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 25, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 122. 470 “Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı: 22, ibid, s.106. 471 M. Tunçay, 1992, s. 261. 472 Türkiye’nin Ekonomik ve Mali Durumu, Internationale Presse-Korrespondenz, 1926, sayı 59, s. 839-841, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 26. 473 “Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926, sayı 9, s. 891-897, ibid, s. 41. 136 azınlık milletler burjuvazisinin yerini alan Türk iş burjuvazisinin hakimiyeti ve zenginleşmesi için bir temel olarak kullanmaya başladığı” 474 yönünde bir tespit yapılmıştır. Şefik Hüsnü, Halk Partisi’nin kendi en nüfuzlu üyelerini ekonomik girişimlere atılmaları için özendirmesinin aynı zamanda Halk Partisi’ni yozlaştıran bir etken olduğunu belirtmiştir: Kemalizmin en seçkin siyasi önderleri, hükümetin de maddi ve manevi desteğiyle, oldukça kısa bir süre içinde iş dünyasının en iyi yerlerine kurulmayı bildiler. Bir sürü milletvekili, yüksek rütbeli subay ve eski bakanın akşamdan sabaha bankacı, sanayici ve tüccar oluverdiği görüldü..Bunu “ülkenin ekonomik kalkınması” kisvesi altında gizlemeye özen gösteriyorlardı. 475 Yine aynı şekilde, “yabancı sermaye” konusunda da ittihatçıların “milli iktisat” görüşüne yakın bir çizgi izlediği görülmektedir. Kemalistler ittihatçılardan devraldıkları bu çizgiyi, “yerli ortaklarla işbirliği yapan yabancı sermayeyi teşvik” ancak “tek başına imtiyazlar alarak tek başına ekonomiye hakim olma peşindeki yabancı sermayeyi tasfiye” şeklinde sürdürmüşlerdir. Bunun sonucunda da, büyük ölçüde ticaret alanında olmak üzere çok sayıda yabancı-yerli ortaklığına dayalı şirket kurulmuştur. 476 Şefik Hüsnü, İttihatçıların ekonomi politikaları ile Kemalistlerinki arasında konjonktürel anlamda bir fark olduğunu öne sürmektedir. Çünkü, İttihat ve Terakki burjuvazisi iktidara geldiği sırada emperyalist kuşatma nedeniyle dış destekten yoksundu ve uluslararası yabancı sermaye ile hızla uzlaşmak zorunda kalmıştı. Ancak “savaşın yol açtığı olağanüstü koşullar sonucunda”, Kemalist hükümet, kapitülasyonları kaldıracak ve kendi bağımsız gelişmesini güvence altına alacak dinamikleri bulmuştur. Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye’deki devlet aygıtının her alandaki kesin hakimiyeti, bu bağımsız gelişmeyi kolaylaştıran bir etken olmuştur. 477 474 M. Tunçay, 1992, s. 256. “Türkiye’de Siyasi Mücadeleler”, Internationale Presse-Koorespondenz, 1926, sayı: 114, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 45. 476 K. Boratav, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Devletçilik ve Ekonomik Yapı”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1989, s.1887. 477 “Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı: 22, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 107. 475 137 Şefik Hüsnü’nün bu dönemdeki tutumu, ortak hedefleri “ülkedeki bütün sermayeyi ellerinde toplamak ve mümkün olan en kısa sürede sermaye biriktirmek” olan Kemalistler’in yabancı sermaye ile çatışmasını ve onunla uzlaşmasını sağlayan dinamikleri ortaya koymak olmuştur. Kemalistler’in sınıfsal çıkarları “yabancı sermayeye mesafeli” davranmasını gerektirirken aynı zamanda uluslar arası sermaye ile bağını tümden koparmaya da çekinmektedir. Kemalistlerin “sermaye açığı”, onları emperyalizme uzlaşmaya zorlayan bir etkendir. Şefik Hüsnü’nün bu görüşlerinde, Türkiye’de yabancı sermaye ile işbirliği içinde olan ve Şefik Hüsnü’nün “gerici muhalefet” olarak değerlendirdiği bir grubun bulunmasının da etkisi olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte “bir süre daha hükümetin ekonomik alanda bağımsız bir çizgi izleyeceği” yönündeki varsayımlarını, belirttiğimiz gibi, hükümetin “sınıfsal çıkarları”na bağlamaktadır. Şefik Hüsnü 1926 yılında şöyle yazmıştır: ..genç milliyetçi burjuvazinin hayati çıkarları, Halk Partisi’nin daha uzun bir süre emperyalist sermayeye kuşkuyla bakmasını ve güvensizlik beslemesini gerektirmektedir. 478 Şefik Hüsnü, benzer şekilde, hükümetin ekonomik politikasını şu sözlerle açıklamaktadır: Hükümetin, milliyetçi burjuvazi ile işbirliği şeklindeki bu ekonomi politikası, ülkenin ekonomik yönden yabancı sermayenin etkisinden uzaklaşmasına yaramaktadır. 479 Buna rağmen Şefik Hüsnü, Türkiye’nin 1926 yılında sanayi ve ticaret faaliyetinin büyük bir bölümünün hala yabancı kapitalistlerin denetimi altında olduğunu vurgulamıştır. 480 Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalizm’in yabancı sermaye ile bir an önce uzlaşma eğilimi gösteren kanadı, ticaret ve vurgunculuk yapan kanadıdır. Türkiye ticaretinin 478 “Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi”, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı: 9, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s .42. 479 “Türkiye’nin Ekonomik ve Mali Durumu”, Internationale Presse-Korrespondenz, 1926, sayı 59, s. 839-841, ibid, s. 29. 480 “Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları”, 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 6, s. 1000-1002, ibid, s. 31. 138 gelişmesinde belirleyici olan özellik de, büyük işletmelerin hakimiyeti ve küçük işletmelerin parçalanması olmuştur. 481 Şefik Hüsnü’ye göre, bu milli burjuvazi yaratma siyasetinin en dolaysız sonucu, bir yandan genel bir pahalılık, öte yandan da tüketici kütlelerini ezen vergilerin artması olmuştur. Bu durum da bir “kısır döngü” yaratmaktadır. Hükümetin halkın sırtına yüklediği vergi yükü, ihtiyaçlarını karşılama olanağını halkın elinden almakta, iç pazarı daraltmakta ve böylece bizzat vergi kaynaklarının kurumasına yol açmaktadır. 482 6. ŞEFİK HÜSNÜ VE KOMİNTERN-II: “DESANTRALİZASYON KARARI” Komintern’in 1928 yılında düzenlenen VI. Kongresinde, iktidar savaşı komünist partilerin güncel mücadelesi olarak belirlenmişti. VI. Kongrede, “Emperyalizm devresi, ölüm halinde sermayedarlık devresidir” tespiti yapılıyor ve katı bir anlayışla sosyal demokrat partiler “sosyal faşist” olarak nitelendiriliyordu. 1933’ten beri faşizm ve somut olarak Hitlerci devlet, büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. 1934 yılında ise bu “faşizm” ve “savaş tehlikesi” gibi gelişmeler göz önünde bulundurularak, şu tespitlerde bulunulmaktaydı: Faşizm, mali sermayenin en mürteci, en milliyetperver ve en emperyalist unsurlarının açık bir tedhişçi diktatorasıdır (..)Kapitalistler, artık burjuva demokrasisi unsurlarını idame ettirecek vaziyette değiller. Faşizm, kapitalizm nazarında kapitalizmin yıkılmasına karşı bir çaredir. Ancak faşist diktatorası her memleketin geçmek zorunda olduğu bir merhale değildir. 483 TKP ise 1934’te, emperyalistlerin, SSCB’ne ve ezilen halklarca yürütülen ulusal kurtuluş savaşlarının kalesi olan ülkelere karşı yeni savaşlar peşinde olduğunu ortaya koyuyordu. Ali Cevdet, 1933’te Komintern organlarında yayımlanan bir raporunda, iktidar savaşını yine güncel bir sorun olarak kabul etmekle beraber, 481 “Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 22, s. 10761087, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 114, 116. 482 Devrimci dalganın geri çekilmesi, s. 39-40. 483 “Faşizm, Harp Tehlikesi ve Komünist Fırkaların Vazifeleri”, TÜSTAV Arşivleri, Film 31, CD 25A, Klasör 30_36, s. 280. 139 emperyalistlere karşı ikili bir siyaset izleyen Kemalistlerin çıkarları ile emperyalistlerin çıkarları arasında belirli nesnel zıtlıklar olduğunu ifade ediyordu. Bu noktada, TKP’ne düşen görev, Kemalistlerin yabancı sermayeye karşı tutumlarını teşhir etmek olarak belirlenmişti. Çünkü TKP’nin Kemalistlere ve gericilere karşı yürüttüğü mücadele ancak bu şekilde kitleler tarafından anlaşılabilir ve o zaman Parti bu kitleleri emperyalizme karşı mücadeleye sevk edebilirdi. Ayrıca Ali Cevdet, “legal kitle sendikaları için mücadele ederken legalizm hayallerine kapılmamak gerektiğini” de vurguluyordu. 484 1935’teki VII. Komintern Kongresinde ise “sınıf sınıfa karşı” stratejisinin yerini “faşizme karşı ortak cephede demokratik savaş” almıştır. VII. Kongrede Komintern, ülkeleri “savaş yanlısı” ve “savaşa karşı” şeklinde ikiye ayırırken Kemalist Türkiye’yi “savaştan çıkarı olmayan ülke” saymıştır. Bu noktada TKP’ye düşen görev ise Kemalistleri demokrat bir çizgiye çekmek, faşist Almanya ile ilişkilerini geliştirmesini engelleyip Sovyet dostu ve emekçi yanlısı bir politika izlenmesini sağlamak olarak belirlenmiştir. 485 Pratikte Kemalistlerin ilerici kanadının desteklenmesi anlamına gelen bu Kongre kararları, daha VI. Kongre Kararlarını uygulamaya geçirmeye çalışan TKP içinde tereddüt yaratmıştır. 1930 yılında Komintern’in güçlenen sol çizgisi ile uyumlu olarak TKP de 1925 öncesi dönem için özeleştiri sunmaktaydı. İnkılap Yolu’nun ilk sayısında, TKP’nin geçmiş yıllardaki etkinlikleri, Komintern’in gözüyle şöyle özeleştiriye tabii tutulmaktaydı: 1924-1925 senesinde TKP önderleri Kemalizmin devrimci rolünü değerlendirmek konusunda tereddütlü davranmışlardı. Oysa ki Kemalist Anadolu burjuvazisi, daha istiklal mücadelesi devam ettiği sırada sınıfsal diktatörlüğünü oluşturmakla beraber, 1925 Mart’ına kadar bu diktatörlüğü “bir demokrasi cilası” altında gizleyebilmişti. Takrir-i Sükun kanunu ile ise, diktatörlük, “açıktan açığa tatbikinden çekinilmeyen , resmi bir mahiyet” almıştı. 486 VII. Kongreye katılan Şefik Hüsnü, 21.12.1935 tarihinde yazdığı bir mektupta, TKP’nin içinde “Halk Cephesi” konusunda tereddütleri olan Partililer bulunduğundan bahsetmektedir. Şefik Hüsnü’nün aktarımına göre bu partililer, yeni 484 “Siyasi Durum ve Komünist Partisinin Görevleri”, 20 Nisan 1933, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 230-241. 485 B. Şen, 1999, s. 105-106. 486 M. Tunçay, 1992 içinde, s. 187 vd. 140 stratejinin TKP’nin köylüler ve işçiler için yaptığı demokratik özgürlükler mücadelesini zayıflatacağından ve kendilerinin Kemalistlerin anti-emperyalist önlemlerini desteklemekle yetinenler durumuna düşeceklerinden endişe etmekteydiler. 487 Komintern yönetimi ise, Şefik Hüsnü’nün bu açıklamalarını temelsiz bulmuş ve TKP yönetimini VII. Kongre kararlarına uymamakla suçlamıştır. 488 1936 yılında verilen ve 1937’de onaylanan Desantralizasyon (Separat-Merkezden ayrılma) kararının içeriği Desantralizasyon hakkında sonrası geniş bilgiye yayınladığı sahip “Türkiye değiliz. Komünist Ancak TKP’nin Partisi’nin Yeni Taktikasına Dair” 489 isimli bildiride, Komintern’in TKP’ne yönelik eleştiri noktaları açıkça görülmektedir. Bu kararın, sadece TKP’nde strateji değişikliğinin gerçekleştirilememiş olmasıyla ilgili olmadığı, “TKP’nin Kemalistlerin rolünü ve ilerici niteliklerini değerlendiremediği” şeklinde Partinin önceki faaliyetlerini de mahkum eden genel bir düşünce üzerine kurulu olduğu anlaşılmaktadır. Pratikte TKP’nin dağıtılması anlamına gelen bu kararın açıklanması üzerine Tunçay ve Türkali’nin eserlerinde bir olay anlatılmaktadır. Eski TKPlilerin anlatımlarından aktarılan bu olay, Desantralizasyon kararını açıklamak için Türkiye’ye gelen Komintern temsilcisinin söyledikleriyle ilgilidir. Bu kararın niteliğinin anlaşılması açısından bu cümleyi biz de aktarıyoruz: “Söylediklerimi işitince beni Mustafa Kemal’in casusu sanacaksınız ama değilim!” 490 Bu gelişmeler, TKP’nin 1936 yılında “Türkiye Komünist Partisi’nin Yeni Taktikasına Dair” isimli bildirisinde izlenebilmektedir. Bildiride, savaş tehlikesinin her geçen gün arttığından bahsedilmekte ve bu gelişme karşısında yeni teşkilatlanma prensibi şöyle belirtilmektedir: Bu vaziyet bütün düşüncelerimizi ve dikkatlerimizi memleketimizin bu en can alıcı meselesi üzerinde toplamamızı ve tekmil vatanseverlerle el ele vererek harp ve faşizme karşı barışı devam ettirmek için teşkilatlanmamızı zaruri kılmaktadır. 491 487 F: 495, op: 11, d: 372, L: 89 Komintern Belgelerinden aktaran, B. Şen, 1999, s. 105. ibid, s. 106. 489 TÜSTAV Arşivi, Film 31, CD 25A, Klasör 30_36, s.291 vd. 490 Bkz. M. Tunçay, 1992, s. 126; V. Türkali , 1999, s. 596 491 TÜSTAV Arşivi, Film 31, CD 25A, Klasör 30_36, s.291 vd. 488 141 Bu bildiride, TKP’nin Kemalistlere yönelik tutumları 1930 yılında yapılanın tam aksi yönünde uzunca bir özeleştiriye tabii tutulmakta ve Partinin “sekter” davrandığı öne sürülmektedir. Aşağıdaki alıntıda, Komintern’in eleştiri noktalarını açıkça görüyoruz: Partimiz uzun bir müddet ve bilhassa son seneler zarfında gündelik meseleleri işlemekte ve hükümet siyasetinin tezahürlerini tenkitle dar görüşlü bir tekkeci (sekter) alışkanlığa saplanıp kalmıştır.Bu yüzden kitlelerle temasımız ve başlıca vazifemiz olan bu kütlelerin iktisadi ve siyasi hareketlerini idare etmemiz çok güçleşmiştir. 492 Ayrıca, Kemalist hükümetin TKP tarafından sadece bir “askeri diktatörlük” olarak değerlendirildiği ve ilerici taraflarının, örneğin irticaa karşı mücadelesinin değerlendirilemediği üzerinde durulmaktadır. Bildiride, TKP’nin bu yanlış siyasetinin sorumluluğu Merkez Komitesine yüklenmektedir: Bu yanlış siyaset, hükümet faaliyetlerinin müspet taraflarını görmezlikten gelmeye, henüz inkılap kuvvetlerini teşkilatlandırmak ve kati mücadeleler için hazırlamak yoluna girmeyi becermemiş olduğumuza bakmayarak ulu orta amele ve köylü hükümeti şiarını ileri sürmeye ve bu şiar altında temerküz ettirmeye bizi sürükledi. 493 Bildirinin devamında ise, savaş tehlikesinden bahsedilmekte ve Kemalistlerin dış politikası barışa hizmet etmeye devam ettiği sürece TKP tarafından destekleneceği ileri sürülerek, “faşizme ve savaşa karşı” legal bir halk hareketinin oluşturulmasının tasarlandığı ifade edilmektedir: Bu vazifeler, ...çalışma usullerimizi kökten değiştirmemizi zorunlu kılmaktadır. Bundan böyle Partimiz bütün faaliyetlerini legal olarak yapmayı kararlaştırmıştır. Bu açık faaliyetimiz esnasında bizimle aynı muayyen meselelerde gayeleri birleşen Kemalist mücahitler ve teşekküller de dahil olmak üzere her türlü teşkilatla ve vatandaş gruplarıyla birlikte hareket etmeye ve birlik çalışma mukaveleleri bağlamaya gayret edeceğiz. 494 Bu belgede açıklanan yeni eylem stratejisi, TKP’ni eylemsizliğe itmiş, TKP bu tarihten sonra ortadan kalkmamakla beraber bir dağılma sürecine girmiştir. II. 492 TÜSTAV Arşivi, Film 31, CD 25A, Klasör 30_36, s.291 vd ibid. 494 “Türkiye Komünist Partisi’nin Yeni Taktikasına Dair”, TÜSTAV Arşivi, Film 31, CD 25A, Klasör 30_36, s.291 vd. 493 142 Dünya Savaşı koşulları ve çoğu deşifre olmuş kadroları ile Komintern’in öngördüğü doğrultuda legal faaliyet olanaklarının kalmaması gibi olgular TKP’nde görülen eylemsizliğin başlıca sebepleri arasında sayılabilir. TKP, Komintern tarafından kapatılan illegal yola 1944’te (Komintern’in kapatılmasından bir yıl sonra) tekrar başvurmuş fakat yine tutuklamalarla karşı karşıya kalmıştır. 495 495 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1932. 143 SONUÇ Osmanlı aydınının zihin dünyasına yabancı olduğunu saptadığımız sol akımların Türkiye’de asıl ortaya çıkış dönemi, 1919 yılıdır. Bu tarihe kadar, sol düşünceler İslamcı düşüncelerle bir arada sunulmuş, komünizme bir alternatif olarak görülen sosyalizm, İslamiyet’le bağdaştırmaya ve uzlaştırmaya çalışılmıştır. Bu dönemde “sosyalizm” kimi Osmanlı aydınları tarafından “adalet”, “refah”, “eşitlik” vb. kavramlarla bir arada düşünülmüş, henüz “sınıf” ve “sınıf mücadelesi” kavramları bu aydınların sınırlarına girmemiştir. Sovyet Devriminin etkisi altında ortaya çıkan sol düşünceler, 1919 yılından itibaren örgütlenmeye başlamışlardır. 1919-1923 döneminde varlık gösteren sol akımların önemli bir özelliği de, Kemalizm’in Türkiye’de siyasi ağını kurmaya başladığı bir dönemde gelişmiş olmalarıdır. Bu durum sadece solun “bağımsız hareket etme” eğilimini kısıtlayan bir olgu olmamış, düşünsel plandaki etkileri de büyük olmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren, İslami etkilerden sıyrılan sol düşünce, bu defa milliyetçi akımlarla iç içe geçmeye başlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan sol akımların bir başka özelliği ise, çok çeşitlilik arz etmeleridir. Kendi döneminde faaliyet gösteren diğer sol/sosyalist partiler arasındaki yerini belirlemeye çalıştığımız Şefik Hüsnü önderliğindeki TİÇSF’nin bir aydın hareketi olarak ortaya çıktığını ve yarı-legal olarak faaliyet gösterdiği 19191925 yılları arasında temel olarak “Dünya devriminin Türkiye için güncel mücadele olup olmadığını” tartıştığını söylemek yerinde olacaktır. Şefik Hüsnü, 1919-1925 yılları arasında, Türkiye’de henüz kapitalizmin ve sınıfların gelişmemiş olduğu verisinden hareketle Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal durumu ve ulusal kurtuluş mücadelesi üzerine yazılar yazmıştır. Şefik Hüsnü’yü bu dönemdeki diğer sol hareketlerden ayıran ve onun özgün konumunu belirleyen de Marksist düşünceyi Türkiye’nin koşulları çerçevesinde yorumlama çabası olmuştur. 1919-1925 yılları arasında, Şefik Hüsnü’nün sınıflar üzerine görüşlerinin temel ekseni; sosyalist tabanı genişletmek gibi bir kaygıdan da kaynaklanan, “işçi sınıfının tanımını geniş tutmak” şeklinde bir yönelim olmuştur. Türkiye’deki sınıfları 144 nesnel konumlarına göre tanımlayan Şefik Hüsnü’nün, bu sınıfların toplumsal sistem içindeki ideolojik ve toplumsal formasyonlarını belirlemede yetersiz kaldığı görülmektedir. Şefik Hüsnü’nün görüşlerinde, “bağımsızlık” kavramı, sosyalizme yaklaştıran bir etmen olarak, çoğu zaman “sınıf” kavramının yerini doldurmuştur. Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye’de güncel mücadele, yabancı kapitalistlerle yoksul halk arasında gerçekleşmektedir. Şefik Hüsnü’nün “emperyalizme karşı mücadele”de, yönetici sınıf ile bir işbirliği/uzlaşı arayışı içinde olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü’nün, ilk dönem yazılarındaki değerlendirmelerinde, bu yönetici sınıf ile ilgili beklentisi, bir “halk hükümeti” yönündedir. 1923 yılında Cumhuriyetin kurulmasıyla bu beklentinin gerçekleşmeyeceği anlaşılmış ve Şefik Hüsnü, Kemalistler’e karşı daha eleştirel bir tutum takınmaya başlamıştır. Bu tarihlerden itibaren Kemalist kadrodan “bir burjuva yöneliminin temsilcisi” diye söz etmeye başlayacaktır. Şefik Hüsnü’nün Türkiye devrimini ve bu devrimi gerçekleştiren kadronun sınıfsal perspektifini değerlendirişinin yüzeysel olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü, genellikle hükümetin sınıfsal karakterini üyelerinin sınıfsal konumlarıyla saptamaya çalışmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre ulusal devrim, farklı toplumsal sınıfların bir blok oluşturmasıyla kurulan bir orta sınıf hareketi olarak başlamış ancak daha sonra büyük sermaye sahibi olmak isteyen bir küçük burjuva aydın/asker zümrenin eline geçmiştir. Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistler ve “sağ muhalefet” olarak değerlendirdiği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve sonrasında da Serbest Cumhuriyet Fırkası, burjuva sınıfının farklı görünümlerini oluşturmaktadır. Yani Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye’de sınıfsal çıkarları gereği, yabancı sermaye ile bir an önce uzlaşma eğiliminde olan bir büyük burjuvazi (mali sermaye) ve yine sınıfsal çıkarları gereği, ulusal bir ekonominin kurulması için emperyalizmle uzlaşmakta bir süre tereddütlü davranan, yükselen yeni bir sınıftır. Bu sınıf da, sınai sermayeyi temsil etmektedir. Şefik Hüsnü’nün değerlendirmelerine göre, Türkiye’de komünistlerin tasfiyesi de bu ilerici burjuvazi tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu nokta, Şefik Hüsnü’nün içinde bulunduğu hareket açısından her zaman sorunlu bir nokta 145 olmuştur. İlerici girişimleriyle desteklenen bu sınıf aynı zamanda gücünü sol hareketin tasfiye edilmesine yöneltmiştir. 1919-1925 yılları arasında, Şefik Hüsnü, Türkiye’nin ekonomik gelişiminin “kapitalist olmayan bir yoldan” yönlendirilebileceği gerekçesiyle devlet tekellerini savunmuştur. Sınıf mücadeleleri, bu ilk dönem yazılarında “istenmeyen” veya devletçi ve korumacı bir takım politikalarla “engellenebilir” bir süreç olarak algılanmaktadır. Bu “kapitalist olmayan yol” söyleminin, Kemalizm’in sınıfsal ayrımı bulanıklaştırmayı amaçlayan “Türkiye’de kapitalizm ve sosyalizmden ayrı ve Türkiye’ye özgü bir rejimin kurulacağı” savlarıyla uyumlu olduğunu söylemek gerekir. TKP’nin ve Şefik Hüsnü’nün “sınıfların reddi üzerine kurulan” Kemalist halkçılığı değerlendirişi onun özüne yönelik bir çerçeve içinde olmamıştır. TKP’liler, Kemalistlerin sınıfsal yapıların varlığını reddeden söylemlerini eleştirmekle beraber, bu söylemlerin kaynağında Kemalist halkçılık ideolojisini görememişlerdir. Ancak Şefik Hüsnü’nün bu görüşlerini “bağımsızlık”, “kalkınma”, “sanayileşme” gibi olguları sosyalizme alternatif ve özgün bir model olarak belirleyen “Kadro” yazarlarının savları ile karıştırmamak gerekir. Şefik Hüsnü, kapitalist olmayan bir yoldan gelişme sağlanmasının, Türkiye’yi sosyalizme bir adım daha yaklaştıracağını düşünmüştür. Şefik Hüsnü’nün ve TKP’nin değerlendirmede yetersiz kaldığı bir diğer nokta, 1925 yılından itibaren kendini gösteren Kürt sorunu olmuştur. TKP’liler bu soruna “kendi kaderini tayin hakkı” çerçevesinde yaklaştıklarını belirtmekle beraber, bu söylemi Türkiye koşulları çerçevesine oturtamamışlardır. Şefik Hüsnü’nün önderliğini yaptığı hareketin 1922 yılından itibaren Komintern’in bir seksiyonu haline gelmesi ise pratikte, artık bu grubun politik çizgisinin Komintern tarafından belirlenmekte olduğu anlamına gelmektedir. Bu dönemde, Şefik Hüsnü’nün “özgün yorumları” ile Komintern’in görüşleri arasında bir çatışma söz konusudur. Komintern’in Türkiye’ye ve Türkiye’deki sol harekete bakışı ise, ulusal mücadele yürüten ülkelere yaklaşımının büyük ölçüde SSCB’nin dış politika ile ilgili kaygılarından oluştuğuna bir örnek teşkil etmektedir. 146 1924 yılında, Şefik Hüsnü’nün açıkladığımız görüşleri, Komintern tarafından “sınıfsal işbirliği” iddiasıyla karşılaşmış ve “tehlikeli bir oportünist sapma” olarak nitelendirilmiştir. Bu doğrultuda, özellikle 1925 yılından itibaren Şefik Hüsnü’nün görüş ve tezlerinde büyük değişimler meydana gelmiştir. 1925’e kadar dönemde görülen, “emperyalizme karşı ortak mücadele” anlayışı, bu tarihlerden itibaren yerini “emperyalizme karşı mücadelenin Kemalist Halk Partisine karşı mücadeleden ayrılamayacağı” ilkesine bırakmıştır. 1925’ten itibaren “işçi sınıfının bağımsızlığı” vurgulanmaya başlanırken, “sınıf mücadeleleri” daha fazla üzerinde durulan bir nokta olmuştur. Şefik Hüsnü, 1925 yılından itibaren yazdığı yazılarda, önceki dönem görüşlerinin bir savunusu niteliğinde niçin Kemalistlerin desteklenmek zorunda olduğunu açıklamış, bu dönemde “işçi sınıfının bağımsız bir hareket yürütemeyeceği”ni ifade ederek bu yöndeki eleştirilere cevap vermiştir. Bu değişimde, Komintern’in etkisi kadar 1925 yılında Türkiye’deki tüm muhalif hareketler gibi sol hareketi de giderek baskı altına alan Kemalistlerin tutumunun da etkili olduğu görülmektedir. Sol hareketin 1919-1925 yılları arasında desteklenen bu “ilerici burjuvazi” tarafından susturulması, TKP’nin mücadele biçiminde de bir değişime sebep olmuştur. Bu yeni dönem, “illegal” faaliyet dönemidir ve 1937 yılında Komintern’in TKP için verdiği Desantralizasyon (Merkezden Ayrılma) kararına kadar sürmüştür. 1925 yılından sonra, Türkiye’de faaliyet gösterme olanağı kalmayan Şefik Hüsnü, 1925-1927 ve 1929-1939 yılları arasında yurtdışında bulunmuş ve buradaki diğer Partililerle bir “dış büro” meydana getirmiştir. 1925 sonrası dönemde, Şefik Hüsnü’nün temsil ettiği çizgiye karşı iki muhalif oluşum gelişmiştir. Bunlardan ilki 1926 yılında ortaya çıkan ve Komintern’den bağımsız olmayı talep eden Vedat Nedim-Şevket Süreyya önderliğindeki Merkez Komitesi, diğeri de 1929 yılında ilk toplantısını düzenleyerek TKP merkez Komitesi’nden bağımsız davranan Nazım Hikmet muhalefetidir. Şefik Hüsnü’nün önderlik ettiği hareket, temelde bir aydın girişimiydi. Şefik Hüsnü, yazılarında, Türk aydınının “belirli ortak çıkarlara sahip ve bilinçli bir sınıf” olarak belirmediği anlayışı göze çarpmaktadır. “Aydın” sorunu, Şefik Hüsnü’nün 147 yazılarında çok yer almamakla beraber, önderlik ettiği hareket içinde pek çok defa tartışma konusu haline gelmiştir. Bunun ilk örneği, Şefik Hüsnü’nün “siyasal birikimi” gerekçesiyle Genel Sekreterlik görevini verdiği Vedat Nedim Tör’dür. Vedat Nedim, Şevket Süreyya ile birlikte “TKP’nin burjuvazinin terörüne karşı gelemeyeceği” gerekçesiyle, Parti faaliyetlerini sadece Kemalistler’in ilerici girişimlerinin desteklenmesi noktasına çekmişlerdir. Şefik Hüsnü 1927 yılında bu grubu TKP’nden tasfiye ederken, bu Merkez Komitesi’nin pasif tutumu, 1929 yılında ilk kongresini toplayarak kendisini asıl Parti ilan eden Nazım Hikmet muhalefetinin doğuşunda etkili olmuştur. Şefik Hüsnü, bu tarihten itibaren kendi çizgisindeki grubu “partinin temel çekirdeği” sayarak, bu çizgiye “sağ” ve “sol” olmak üzere iki karşıt grup belirlemiştir. Sağ çizgiye sahip olanlar, Vedat Nedim’in grubundan arta kalanlar olurken, bu eski Merkez Komitesi’nin sağ çizgisine tepki olarak oluşturulan bir de “maceracı” grup bulunmaktadır. 1930’lu yıllarda Şefik Hüsnü’nün eski MK üyeleri Vedat Nedim ve Şevket Süreyya’nın Kadro girişimleri ile Nazım Hikmet muhalefetini, yine Nazım Hikmet’in de ilişki içinde bulunduğu Sertel’lerin Resimli Ay ve Son Posta gibi girişimlerini değerlendirişi aynı yönde olmuştur. Bu hareketleri “küçük burjuva solu” başlığı altında değerlendiren Şefik Hüsnü, onları Avrupa’daki sosyal demokratlara Komintern’in diliyle sosyal faşistlere- benzetmektedir. 1928 yılındaki sol çizgisini güçlendiren Komintern VI. Kongresi, TKP içindeki muhalefet ve Kemalistler’in “Eskişehir Nutku” gibi girişimlerle tutumunu sertleştirmesi, Şefik Hüsnü’nün Kemalizm’i artık emperyalizmle uzlaşmış ve gerici bir aşamaya girmiş bir sınıf olarak değerlendirmesinde etkili olacaktır. Bu tarihlerden itibaren Kemalist yönetim, bir “diktatörlük” olarak vurgulanmaya başlanmıştır. Yabancı sermaye ile giderek uzlaşan ve “tekelcilik”i “devlet eliyle zenginleştirme” şeklinde uygulayan hükümet, Şefik Hüsnü tarafından eleştiriye tabii tutulmuştur. Şefik Hüsnü, Komintern tarafından da oldukça eleştirilen “devlet tekellerinin savunulması” düşüncesinden bu dönemde vazgeçmiştir. 1933 yılından beri somut olarak ortaya çıkan “faşizm” tehlikesi, Komintern’in politikalarında bir değişikliğe sebep olmuş ve Komintern, 1935 yılında 148 düzenlediği VII. Kongresi’nde güncel mücadelenin faşizme karşı gerçekleşmekte olduğu tanısını ortaya koymuştur. Komintern, bu kongrede Türkiye’yi “savaştan çıkarı olmayan ülkeler” sınıfına sokarak, TKP’ne Kemalistler’in ilerici kanadının desteklenmesi görevini vermiştir. TKP’nin Komintern’in bu kararını yerine getiremeyişinin iki temel sebebi bulunmaktadır. TKP’nin illegal faaliyet döneminde karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan biri de “gizlilik” sorunu olmuştur. Parti, hemen hemen her yıl tutuklamalara maruz kalmış, Parti içine sokulan “ajan”ların faaliyetlerine engel olamamıştır. Bu durum da Partinin hemen hemen hepsi teşhir olmuş olan kadrolarının tekrar legal bir faaliyete girişmesini engelleyen bir etkendir. Bir ikinci sebep ise, TKP içindeki bu “faşizme karşı halk cephesi” politikasının Partinin mücadelesini zayıflatacağı ve çizgisini sadece “Kemalistler’in desteklenmesi” şeklinde bir noktaya çekeceği endişesidir. Bunlar üzerine Komintern TKP için Desantralizasyon (Merkezden Ayrılma) kararını vermiştir. Bu kararın özelliği, eleştirisinin, “TKP’nin değişen mücadele koşullarına ayak uyduramadığı” noktası ile sınırlı kalmamış olmasıdır. Kararda, TKP’nin hükümetin ilerici yönlerini değerlendiremeyerek “sekter” davrandığı öne sürülmektedir. Şefik Hüsnü’nün 1919-1925 yılları arasında açıkladığı benzer görüşleri eleştiren Komintern, bu defa Şefik Hüsnü’nün savunduklarından daha net ve kesin bir şekilde “Kemalizm’in desteklenmesi” olgusu üzerinde durmuştur. Bu karar, pratikte, TKP’nin Komintern’den ayrılması ve legal faaliyet olanakları kalmayan Partinin kısa süre içinde dağılarak bir faaliyetsizliğe sürüklenmesi anlamına gelmektedir. Tüm bu değerlendirmelerin ışığında, Şefik Hüsnü’nün ve önderlik ettiği hareketin Kemalizm’e ve Kemalist iktidara bakışında varolan istikrarsızlığın Komintern’in yarattığı bir ikilem olduğu söylenebilir. Bu olgu, TKP’nin kuramsal anlamda teslimiyetçiliğe kapılmasına sebep olmuştur. KAYNAKÇA Akar, Atilla, (1989), Eski Tüfek Sosyalistler, İstanbul: İletişim Yayınları. 149 Akbulut, Erden, (2002), Komintern Belgelerinde Nazım Hikmet, İstanbul: TÜSTAV Yayınları. Akdere, İ., Karadeniz, Z., (1996), Türkiye Solunun Eleştirel Tarihi, İstanbul: Evrensel Basım Yayın. Akkaya, Yüksel, (1998), “Yerel Basında İşçi Sesi Örneği”, Toplumsal Tarih, 9 (53): 39-44. ______________,(2002), “Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık-II-“, Praksis, - (6): 63-103. Alkan, Mehmet Ö., (1998), “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi Yoldaş Defteri ve Beyanname”, Toplumsal Tarih, - (15): 24-25. Aralov, S.İ., (1985), Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Çev. Hasan Ali Ediz, Ankara: Birey Ve Toplum Yayınları. Arslan, Süleyman, (1976), TKP’nin Tarihsel Konumu, İstanbul: Emekçi Yayınları. Aslan, Yavuz, (1997), Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi (1918-1921), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Astreiou, Socrates-James, (1989), “TKP 1925-1935”, Birikim, -(8): 61-65. Balta, Ecehan, (2002), “Türk Solunda Milliyetçilik: Üç Kaynak Üç Dönemeç”, Praksis, -(6): 153-175. Başarır, Başar, (1996), “C. Halk Fırkasının İşçileri Kullanma Yolunda İlk Girişimi”, Toplumsal Tarih, 3 (13): 34-45. Bozarslan, Hamit, ( 1980), Şefik Hüsnü ve Sonrası, İstanbul: Eylem Yayınları. 150 Bursalı, Fatma(der.), (1979), Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, İstanbul: Aydınlık Yayınları. Carretto, Giacomo, (1985), “1930’larda Kemalizm Faşizm Komünizm Üzerine Polemikler-II”, Tarih ve Toplum, 3 (18): 422-431. Claudin, Fernando, (1990), Komintern’den Kominform’a (Cilt 1), Çev. Yavuz Alogan, İstanbul: Belge Yayınları. Çetik, Mete, (1998), “Mete Tunçay’ın Türkiye’de Sol Akımlar’ı Üzerine”, Toplum ve Bilim, -(78): 244-253. Çulhaoğlu, Metin, (1998), “Şevket Süreyya Aydemir: Suyu Ararken Yolunu Yitiren Adam, Toplum ve Bilim, -(78): 92-107. _____________, (2002a), Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, İstanbul: YGS Yayınları. _____________, (2002b), “Türkiye’de Sosyalist Düşüncenin Doğuşu: Konjonktürün Başatlığı”, Praksis, - (6): 63-103. Erdem, Hamit, (1999), Mustafa Suphi Bir Yaşam Bir Ölüm, İstanbul: Sel Yayıncılık. Gürses, Hasan Basri, (1994), Şefik Hüsnü Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, İstanbul: Sosyalist Yayınlar. Güzel, Şehmus, (1988), “1946 ve Sonrasında Türkiye’de Grev Tartışması”, Toplum ve Bilim, -(40): 87-127. 151 Güzel, Şehmus, (1993), Türkiye’de İşçi Hareketi, İstanbul: Sosyalist Yayınlar. Harris, George S., (1979), Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, (Çev.)Enis Yedek, İstanbul: Boğaziçi Basım ve Yayın Evi. İleri, R. Nuri, (1970), Atatürk ve Komünizm, İstanbul: Anadolu Yayınları. ___________, (1976), Türkiye’de Komünist Partisi Gerçeği ve Bilimsellik, İstanbul: Anadolu Yayınları. Kakınç, Halit, (1999), “Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını İttihatçılar Mı Öldürttü”, Toplumsal Tarih, 11 (61): 30-34. Karaca Emin, ( - ), Yer Altı Dünyadan Başka Bir Yıldız Değildi, İstanbul: Yön Yayınları. __________, (1990), “Bir Komünist Tevkifatının Öyküsü”, Birikim, - (5): 51-56. __________, (1999), Eski Tüfeklerin Sonbaharı, İstanbul: Gendaş Kültür Yayınları. Karaca, Niyazi, (1995), “Mütareke Yıllarında Kurulduğu Varsayılan Bir Heyet: Sosyalist Birliği” Toplumsal Tarih, 4 (24): 51-53. ____________, (1998), “Sosyalist Birliği”, Tarih ve Toplum, - (151): 48-51. Karakışla, Yavuz Selim, (1998), “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 Grevleri”, Toplum ve Bilim, - (78): 187-209. 152 Kıvılcımlı, Hikmet, (1978), TKP’nin Eleştirel Tarihi Yol, İstanbul: Kıvılcım Yayınları. Kord-Ruwissch, Will, (1989), “Türkiye’deki İşçi Sınıfı” Birikim, 4 (18): 41-44. Kurtuluş, (1975), İstanbul: Anadolu Yayınları. Kurtuluş Bayrağı, (1977), Kemalizm ve Türkiye: Komintern’deki TKP Delegasyonunca Yapılan Konuşmalardan Seçmeler, İstanbul: Kurtuluş Bayrağı. Köker, Osman, (1998), “Şefik Hüsnü’nün Komünist Manifesto Çevirisi”, Toplumsal Tarih, 10 (58): 19-21. Leiteisen, C. (der.), (1970), V. I. Lenin Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, (çev.) Tektaş Ağaoğlu, İstanbul: Ant Yayınları. Nesimi, Abidin, (1979), Türkiye Komünist Partisi’nde Anılar ve Değerlendirmeler (1909-1949), İstanbul: Prometre Yayınları. Okay, Cüneyd, (1996), “Bezirganlar Cemiyeti Burjuva Toplumu”, Toplumsal Tarih, 6 (35): 42-49. ___________, (1998), “Bir Müstakil Amele Mebus Namzedinin Beyannamesi”, Toplumsal Tarih, 9 (49): 34-36. Sadi, Kerim, (1994), Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, (Der.) Mete Tunçay, İstanbul: İletişim Yayınları. 153 Sayılgan, Aclan, (1972), Türkiye’de Sol Hareketler (1871-1972), İstanbul: Hareket Yayınları. Serçe, Erkan, (1995), “İzmir- Aydın Demiryolu Grevi: Siyasal İktidar, Sermaye ve İşçi Sınıfı Üçgeni Üzerine Bir Deneme”, Toplum ve Bilim, - (66): 86-104. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, (1989), İstanbul: İletişim Yayınları. Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, (1995), İstanbul: Kaynak Yayınları. Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, (1997), İstanbul: Kaynak Yayınları. Şen, Bilal, (1998a), “Bir Komintern Belgesinde Aralov-Yunus Nadi Görüşmesi, Toplumsal Tarih, 9 (60): 52-53. __________, (1998b), “Aralov- Yunus Nadi Görüşmesi”, Toplumsal Tarih, 10(55): 64. __________, (1999), Cumhuriyetin İlk Yıllarında TKP ve Komintern İlişkileri, İstanbul: Küyerel Yayınları. Şişmanov, Dimitır, (1978), Türkiye’de İşçi ve Sosyalist Hareketi Kısa Tarihi, İstanbul: Belge Yayınları. 154 Tevetoğlu, Fethi, (1967), Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara: Ayyıldız Yayınları. Timur, Taner, (2000), Osmanlı Kimliği, Ankara: İmge Yayınları. TKP Programları ve Mustafa Suphi Tezleri, (1997), İstanbul: Ürün Yayınları. Topçuoğlu, İbrahim, (1976), Neden 2 Sosyalist Partisi, İstanbul, Eser Matbaası. Toprak, Zafer, (1977), “Türkiye Sosyalist Fırkasının Bir Risalesi: Sosyalistlik Nedir”, Toplum ve Bilim, - (1): 124-140. ___________, (1988), “Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne Sendikal Gelişmeler: İstanbul Umum Deniz ve Maden Kömürünü Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti”, Toplum ve Bilim, - (40): 141-153. ___________, (1996a), “Şirket-i Hayriye Amele Cemiyeti ve 1925 Grevi”, Toplumsal Tarih, 5 (29): 6-14. ___________, (1996b), “Amelenin Sürekli İstihdamına Dair Kanun Teklifi (1911)”, Toplumsal Tarih, 6 (32): 6-10. ___________, (1997), “Bolşevik İttihatçılar ve İslam Kominterni”, Toplumsal Tarih, 8 (43): 6-13. Tunaya, Tarık Zafer, (1999), Türkiye’de Siyasal Partiler-II, İstanbul: İletişim Yayınları. 155 ________________, (2002), Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876-1938), İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Tunçay, Mete, (1972), Mesai: Halk Şuralar Fırkası Programı, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. ___________, (1977), “Sadrettin Celal Antel”, Toplum ve Bilim, -(3): 57-84. ___________, (1979), “Komintern ve Türkiye”, Birikim, -(52-53): 73-76. ___________, (1982), Yeni Belgeler (Eski Sol Üstüne Yeni Bilgiler), İstanbul: Belge Yayınları. ___________, (1986), “Anadolu Sosyalistleri Arasında İki Polemik”, Tarih ve Toplum, 6 (33): 55. ____________, (1987a), “Tek Parti Döneminde Basın”, Tarih ve Toplum, 7 (37): 48-51. ___________, (1987b), “1919-1920 Yıllarının Alman Sol Basınında Türkiye Konuları”, Tarih ve Toplum, 8 (48): 6-8. ___________, (1987ç), “Vlahov Efendinin Balkan Federasyonu Dergisi ve Şefik Hüsnü”, Tarih ve Toplum, 8 (45): 17-20. ___________, (1987d), “Alman İçişleri Bakanlığı Raporlarına Göre Komintern’in Emperyalizme ve Sömürgeci Zulme Karşı Birlik Adlı Yan Kuruluşu ve Dr. Şefik Hüsnü Değmer, Tarih ve Toplum, 8 (116). 156 ____________, (1988a), “Alman Sol Basınında ve Dışişleri Belgelerinde Türkiye Konuları”, Tarih ve Toplum, 9 (50): 5-8. ____________, (1988b), “Hollanda’da Türkiye Sol Tarihi”, Tarih Ve Toplum, 10 (10): 42-43. ___________, (1988c), “Alman Sol Basınında Türkiye 1919-1920” Tarih ve Toplum, 10 (55): 6-8. ___________, (1988ç), “Yeni Dünya’nın Yeni Serisinde Şevket Süreyya Aydemir’in Bir Yazısı”, Tarih ve Toplum, - (59): 6-7. ___________, (1988d), “66 Yıl Önceye Ait Bir 1 Mayıs Bildirisi”, Tarih ve Toplum, - (53): 6-8. ___________, (1988e), “Alman Sol Basınında Türkiye 1920”, Tarih ve Toplum, (56): 6-8. ___________, (1988f), “Ankara Demiryolcularının 1 Ekim 1922 Tarihli Bir Bildirisi”, Tarih ve Toplum, - (57): 7-8. ___________, (1988g), “TKP’nin 1920 Güzünde Rusya’da Yaşayan Türk Esirleriyle Türkiye Tebaasına Seslenişi”, Tarih ve Toplum, - (58): 19-20. ___________, (1988h), “Alman Sol Basınında Türkiye 1920-1921”, Tarih ve Toplum, - (57): 51-52. ___________, (1988ı), “İttihatçılarla Bolşevikler”, Tarih ve Toplum, - (52): 199200. ___________, (1989a), “Amele Gazetesi 1909 ve İki Mübareze” Tarih ve Toplum, - (66): 6-8. 157 Tunçay, Mete, (1989b), “1909 ve İki Mübareze”, Tarih ve Toplum, - (66): 6-8. ___________, (1989c), “70 Yıllık Bir Bildiri”, Tarih ve Toplum, 12 (70): 6-8. ___________, (1989ç), “Anadolu’da Resmi Komünist Fırkası”, Tarih ve Toplum, 11 (63): 7-8. ___________, (1989d), “Ethem Nejat Bey Eskişehir’de Ne Yaptı”, Tarih ve Toplum, 11 (61): 40-41. ___________, (1989e), “İstanbul’da İşçi Harekatı”, Tarih ve Toplum, 11 (89): 3839. ___________, (1989f), “Vazife’den İki Yazı”, Birikim, -(5): 67-70. ___________, (1990a), “Gizli Parti Katib-i Umumisi Vedat Nedim’in Takma Adla Yazdığı Bir Makale”, Tarih ve Toplum, 14 (83): 6. ___________, (1990b), “Bütün Dünya İşçi ve Köylüsünün Müşterek Vatanı” Tarih ve Toplum, 13 (76): 6-7. ___________, (1990c), “Türkiye Emekçilerine”, Tarih ve Toplum, 13 (78): 6-8. ___________, (1990ç), “Sosyalizm İçin Cidal”, Tarih ve Toplum, 13 (74): 7. ___________, (1990d), “Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz”, Tarih ve Toplum, 14 (84): 6-7. ___________, (1990e), “İşçi Sosyalist Fırkası 1921”, Tarih ve Toplum, 13 (75): 68. 158 ___________, (1991a), “Bundan 62 Yıl Öncesinin Yer Altı Basınına Bir Örnek”, Tarih ve Toplum, 16 (92): 6-7. ___________, (1991b), “Marxizmden Kemalizme Geçiş”, Tarih ve Toplum, 15 (87): 6-8. ___________, (1992), Türkiye’de Sol Akımlar-2 (1925-1936), İstanbul: BDS Yayınları.+ ___________, (1993a), “Komünist Enternasyonalin İkinci Kongresi, 1920”, Tarih ve Toplum, 20 (117): 60-62.+ ___________, (1993b), “TKP Gözüyle CHP (1936)-I” , Tarih ve Toplum, 19 (111): 14-19. ___________, (1993c), “TKP Gözüyle CHP-II” Tarih ve Toplum, 19 (112): 14-19. ___________, (1994a), “70 Yıl Önce Anadolu’da 1 Mayıs”, Toplumsal Tarih, 1 (5): 29-30. ___________, (1994b), “Amsterdam’da Bakü Sempozyumu”, Toplumsal Tarih, 1 (3): 57-64. ___________, (1996a), “Erzurum Kongresinin Bolşeviğinden Gaziye Açık Mektup, Toplumsal Tarih, 6 (32) :11-13. ___________, (1996b), “Önce Bolşevik Sonra Mürteci Bir Yazar Kürt Sorununa Nasıl Bakıyor”, Toplumsal Tarih, 6 (33): 12-15. ___________, (1996c), “Sosyalistler Türk Toplumuna Faydalı Oldular mı?”, Toplumsal Tarih, (5) 28: 21-27. 159 ___________, (1997), “Şefik Hüsnü: Kemalist Türkiye Nereye Gidiyor”, Toplumsal Tarih, 7 (41): 17-23. ___________, (1998), “Komünist Gençleri Ne Yapmalı”, Toplumsal Tarih, 9 (53): 33-35. ___________, (1999), Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. ___________, (2000), Türkiye’de Sol Akımlar-1 (1908-1925), İstanbul: BDS Yayınları. Tunçay, M., Zürcher, E.J. (Der.), (2000), Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923), İstanbul: İletişim Yayınları. Türkali, Vedat, (1999), Güven (I-II), İstanbul: Gendaş Kültür Yayınları.+ Türkeş, Mustafa, (1999), Kadro Hareketi Ulusçu Sol Bir Akım, Ankara: İmge Kitabevi. Türkiye Komünist Partisi (TKP) and Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP), \www.iisg.nl. Uyar, Hakkı, (1999), “Tek Parti Döneminde Seçimler”, Toplumsal Tarih, - (64): 21-33. Uyar, H., Çetin,T., (1994), “Tek Parti Yönetiminde Köylüye Yönelik Propaganda: Yurt Gazetesi”, Toplumsal Tarih, 1 (1): 51-58. Ünsal, Süha, (1995), “Osmanlı Sosyalist Fırkası”, Toplumsal Tarih, 3(15): 61-63. 160 Ünsal, Süha, (1998), “Türkiye’de Komünist Düşüncenin Kaynaklarından Biri Olarak Doktor Hikmet Kıvılcımlı”, Toplum ve Bilim, - (78): 108-133. Üstün, Mahmut, (2002), “Türkiye İşçi Sınıfına Bakarken...”, Praksis, - (8): 227-255. Zürcher, Erik Jan, (1999), Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları. 1922 Güzünde Beynelmilel İşçiler İttihadının Dağıttığı Bir Bildiri, (1987), Tarih ve Toplum, 7 (42): 4-5. BELGELER: Draft Letter To The Central Committee Of The Communist Party Of Turkey, 11.2.1929, TÜSTAV, Döküm 1, Film 41 CD 34/ 3-6, sıra 780, s. 538-542. Extraits D’us Expose Politique Des Liquidationnistes Turcs, 1927, TÜSTAV, Döküm 1, Film 38, CD 33 1-6, Sıra 285, s. 448-456. Faşizm, Harp Tehlikesi ve Komünist Fırkaların Vazifeleri, 4 Şubat 1934, TÜSTAV, Döküm 1, Film 31, CD 25A 30-36, s. 31. Question Turque, 31 Ekim 1929, TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/35-36, Sıra 346, s. 290-313. 161 Programme Of Action Of The Communist Party Of Turkey, 1926, TÜSTAV, Döküm 1, Film 38, CD 33 1-6, Sıra 236, s. 312-320. Rapport Sur la Situation en Turquie, 20.10.1929, TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/35-36, Sıra 346, s. 79-93. Situation Économique Sociale De La Turquie, TÜSTAV, Döküm 1, Film 33, CD 24/25 B 32-36, Sıra No 327, s. 764-773. “TKP Vilayet Komitelerinin İllegal Çalışma Yöntemleri Üzerine Broşürü”, 1933, TÜSTAV, Döküm 1, Film 29, CD 25 A/30-36, s. 312-320. Türkiye Komünist Partisi’nin Yeni Taktikasına Dair, 1936, TÜSTAV, Döküm 1, Film 31, CD 25 A/ 30-36, s. 291. 1 Ocak 1930 Tarihli Mektup (Türkçe), TÜSTAV, Döküm 1, Film 48, CD 27/35-36, s. 349. 25.5.1930 Tarihli Rapor (Türkçe), TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/ 35-36, s. 473-479. 18/19.9.1930 Tarihli Mektup (Türkçe), TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/35-36, s. 361. 15.1.1930 Tarihli Mektup (Türkçe), TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/35-36, s. 347 162 EK: ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER’İN YAŞAMI Şefik Hüsnü, 1887’de Selanik’te dünyaya geldi. Orta öğrenimini M. Garaud Koleji’nde yaptı. Yüksek öğrenim için Paris’e giderek Fen ve Tıp Fakülteleri’ni okudu. Sinir ve ruh hastalıkları uzmanlık eğitimi gördü. Paris’te bulunduğu yıllarda Jön Türkler’in faaliyetleriyle yakından ilgilendi ve Fransız sosyalist Jaures’ten etkilendi. Ayrıca Türk düşün ve sanat adamlarıyla yakından ilişki kurdu. Türkiye’ye döndüğü 1912’de Balkan Savaşı’na katıldı. Ardından 1. Dünya Savaşı’na katılarak Çanakkale Cephesi’nde Tabip Yüzbaşı olarak görev yaptı. 1919’da ilk sayısı Berlin’de yayımlanan Kurtuluş dergisini çıkaran devrimci grubun başına geçerek 20 Eylül 1919’dan itibaren dergiyi İstanbul’da yayımlamaya başladı. 22 Eylül 1919’da dergi çevresindeki kadroyla birlikte Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın kuruluşunu sağladı. Fırka’nın genel sekreterliğine getirildi. Kurtuluş dergisi hükümetçe kapatıldıktan sonra, Haziran 1921’de grubuyla beraber çıkarmaya başladığı Aydınlık dergisinde bilimsel sosyalist öğretinin yaygınlık kazanması yolundaki yazılarını sürdürdü. Bilimsel sosyalist teorinin kılavuzluğundan, Türkiye’de sınıfların mevzilenişine, kurtuluş savaşına, sosyal devrime ve işçi sınıfının ekonomik ve siyasal örgütlenme sorunlarına çözümleyici yaklaşımlarda bulundu. Aynı zamanda bilimsel sosyalist teorinin temel fikirlerini Aydınlık Külliyatı’ndan çıkan tercüme ve telif, broşür ve kitaplarında ele aldı. 1 Mayıs 1923 kutlamalarının ardından dağıttıkları ve Aydınlık’ta da yayımlanan bir bildiri nedeniyle tutuklandı. Kendisiyle birlikte tutuklanan Sadrettin Celal, Ali Cevdet, Vanlı Kazım, Hasan Ali (Ediz) ve Hüseyin Vasıf’la “hıyanet-i vataniye” yasasına göre yargılanmaları mümkün görülmeyince serbest bırakıldı. 1 Ocak 1925’te Akaretler’deki evinde TKP Kongresi toplandı. Kongre sonunda tekrar Merkez Komite üyeliğine ve TKP genel sekreterliğine seçildi. Şubat 1925’te Doğu’da Şeyh Sait önderliğinde başlayan Kürt ayaklanması üzerine çıkarılan Takrir-i Sükun kanununa dayanılarak Aydınlık başta olmak üzere Partinin tüm yayın organları kapatılıp önde gelen kadroları tutuklanmaya başlayınca yurtdışına gitti. Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından gıyabında 15 yıl kürek cezasına mahkum edildi. 163 Yurtdışında iken TKP’nin Viyana’da bir bürosunu oluşturdu. 1925 İstiklal mahkemesi terörünün yarattığı dağınıklığa son vermek için 1926 yılında Viyana’da Parti Konferansı’nı topladı. 1927 yılında kimlik ve kılık değiştirerek Türkiye’ye dönen Şefik Hüsnü, Vedat Nedim’în faaliyetini yetersiz bularak kendi sekreterliğinde geçici bir Merkez Komitesi oluşturdu. Bunu öğrenen Vedat Nedim, elindeki bütün parti evrakını da polise vererek ünlü 1927 Komünist Tevkifatı’na neden oldu. Şefik Hüsnü de partinin önde gelen aşağı yukarı bütün kadrosuyla birlikte tutuklandı. Yargılama sonucunda 18 ay hapse mahkum oldu. Bu cezasını önce İstanbul’da daha sonra da Yozgat Cezaevi’nde çekerek Nisan 1929’da tahliye oldu. Hemen yurtdışına çıktı. 1939’a dek Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşadı. 1928-1935 yılları arasında Komintern Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. Komintern’in yayın organlarında daha çok dünya komünist hareketi üzerine yazıları çıktı. 1939’da Türkiye’ye dönünce, 1941-1943 yılları arasında ihtiyat askerliği yaptı. 1945’te Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklikle “sınıf esasına dayanan parti kurulması yasağı” kalkınca legal sosyalist parti olarak Türkiye Sosyalist Partisi’nin kurulması konusunda TKP Plenumu’ndaki kadroyla anlaşmışken TSP’nin kuruluşundan bir buçuk ay sonra Haziran 1946’da Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ni (TSEKP) kurdu. Altı ay sonra her iki partinin de kapatılmasıyla birlikte tutuklandı. Beş yıl hapis cezası aldı. 1950 affıyla hapisten çıktıktan sonra 1951 yılında TKP yöneticilerinden olma iddiasıyla yeniden tutuklandı. Beş yıl hapis cezası aldı. Hapis cezasından sonra Manisa’da sürgünde cezasını çekmekte iken 1959’da öldü. 164 KRONOLOJİ 1887 Şefik Hüsnü, Selanik’te dünyaya geldi. 1908 II. Meşrutiyet ilan edildi. 1910 Osmanlı Sosyalist Fırkası kuruldu. 1912 Şefik Hüsnü Balkan Savaşına katıldı. 1914 Şefik Hüsnü, I. Dünya Savaşına katılarak Çanakkale Cephesi’nde Tabip Yüzbaşı olarak görev yaptı. 7 Kasım 1917 Çarlık Rusyası’nda sosyalist devrim oldu, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu. 1918 Sosyal Demokrat Fırkası kuruldu. 20 Temmuz 1918 Mustafa Suphi başkanlığında Türk Sol Sosyalistleri Konferansı toplandı ve Türkiye Komünist Teşkilatı kuruldu. 02-06 Mart 1919 Komintern I. Kongresi yapıldı. 1919 Türkiye Sosyalist Fırkası kuruldu. 1919 Berlin’de Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi kuruldu. 1 Mayıs 1919 Kurtuluş Dergisinin ilk sayısı Berlin’de yayımlandı. 10 Eylül 1920 Bakü’de Türkiye Komünist Partisi kuruldu. Mustafa Suphi Başkan, Ethem Nejat Genel Sekreter seçildi. 20 Eylül 1919 Kurtuluş İstanbul’da yayımlanmaya başladı. 22 Eylül 1919 Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kuruldu. Şefik Hüsnü Partinin Genel Sekreteri oldu. 7 Aralık 1920 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası kuruldu. 17 Aralık 1919 Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası yasallık kazandı. Mart 1920 Kurtuluş Dergisi yasaklandı. Mayıs 1920 Yeşil Ordu kuruldu. 1920 Hafi (Gizli) Türkiye Komünist Partisi kuruldu. 19 Temmuz-7 Ağustos 1920 Komintern’in II. Kongresi toplandı. Ekim 1920 Resmi TKP kuruldu. 28-29 Ocak 1921 Mustafa Suphi ve 14 TKP’li Karadeniz açıklarında öldürüldü. 1 Haziran 1921 Aydınlık yayımlanmaya başladı. 1921 Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası kuruldu. 165 1921 Türkiye İşçi Derneği kuruldu. 12 Nisan 1921 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın ileri gelenleri tutuklandı. Parti kapatıldı. 1922 Müstakil Sosyalist Fırkası kuruldu. Mart 1922 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası yeniden canlandırıldı. 15 Ağustos 1922 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ilk kongresini topladı. 12 Temmuz 1922 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası kapatıldı, üyeleri tutuklandı. 5 Kasım-5 Aralık 1922 Komintern’in IV. Kongresi toplandı. Şefik Hüsnü bu Kongreden sonra, TKP Teşkilatlanma Sekreteri ünvanını kullanmaya başladı. 1 Mayıs 1923 Şefik Hüsnü ve Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası’nın önemli isimleri TBMM hükümetini devirmeye kalkmak suçlaması ile tutuklandı. 1923 davası, beraatla sonuçlandı. 29 Ekim 1923 Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. 1924 Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kendini feshetti. 20 Nisan 1924 1924 Anayasası kabul edildi. 3 Mart 1924 Halifelik kaldırıldı. 17 Haziran-18 Temmuz 1924 Komintern’in V. Kongresi yapıldı. 4 Ağustos 1924 Lozan Antlaşması yürürlüğe girdi. 17 Kasım 1924 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. 22 Kasım 1924 Ali Fethi (Okyar) yeni kabineyi kurdu. 21 Ocak 1925 Orak Çekiç Gazetesi yayımlanmaya başladı. 13 Şubat 1925 Şeyh Sait İsyanı başladı. 15 Şubat 1925 Akaretler’de Türkiye Komünist Partisi kongresi yapıldı. Şefik Hüsnü Genel Sekreterliğe seçildi. 2 Mart 1925 Ali Fethi Bey hükümetten ayrıldı. 3 Mart 1925 İsmet Paşa yeni hükümeti kurdu. 4 Mart 1925 Takrir-i Sükun yasası çıkarıldı. 5 Mart 1925 Aydınlık ve Orak Çekiç’in yayımlanmasına son verildi. 1 Mayıs 1925 TKP’nden 38 kişi 1 Mayıs beyannamesi sebebiyle tutuklandı. Mayıs 1925 Şefik Hüsnü Almanya’ya, Nazım Hikmet ve Hasan Ali Rusya’ya gitti. 03 Haziran 1925 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. 166 12 Ağustos 1925 1 Mayıs’ta tutuklanan TKP’liler 7, 10 ve 15 yıllık cezalara çarptırıldılar. Şefik Hüsnü, 15 yıl kürek cezasına mahkum edildi. 17 Aralık 1925 Sovyetler Birliği ile dostluk ve saldırmazlık antlaşması yapıldı. 1 Mart 1926 Türk Ceza Kanunu kabul edildi. 1926 Şevket Süreyya ve diğer bazı TKP’liler Türk Ceza Kanunu’nun kabul edilmesiyle birlikte salıverildi. 26/29 Mayıs1926 TKP Viyana Konferansı’nı topladı. 1926 Çalışma Programı kabul edildi. Şefik Hüsnü başkanlığa, Vedat Nedim ise genel sekreterliğe getirildi. 28 Mayıs 1927 Teşvik-i Sanayi Yasası kabul edildi. Ağustos 1927 Şefik Hüsnü, Türkiye’ye geri döndü. Bolşevik ve Alev gazeteleri yayımlanmaya başlandı. 25 Ekim 1927 1927 Tevkifatı Şefik Hüsnü ve Vedat Nedim’in gözaltına alınmasıyla başladı. 23 Ocak 1928 1927 Tevkifatı sona erdi. Şefik Hüsnü, 1 yıl 6 ay cezaya çarptırıldı. 1928 Kıvılcım gazetesi yayımlandı. 1 Mayıs 1928 İstanbul ve Ankara’da TKP üyeleri tutuklandı. 17 Temmuz-1 Eylül 1928 Komintern’in VI. Kongresi yapıldı. Şefik Hüsnü Komintern Yürütme Kurulu Üyeliğine seçildi. 04 Mart 1929 Takrir-i Sükun Yasası kaldırıldı. 17 Nisan 1929 Şefik Hüsnü tahliye oldu. 1929 İki sayı olarak Kommunist gazetesi yayımlandı. 1 Mayıs 1929 Hikmet (Kıvılcımlı) Hüsamettin (özdoğu), Laz İsmail (Bilen)’in de aralarında olduğu bir grup TKPli tutuklandı. 1929 Pavli Adasında aralarında Nazım Hikmet’in de bulunduğu yedi kişi, gizli muhalefet toplantısını düzenledi. 1 Mayıs 1930 TKP’nde tutuklamalar oldu. Haziran/Temmuz 1930 Muhalefet grubu, ikinci toplantısını düzenledi. Temmuz/Ağustos 1930 İnkılap Yolu yayımlanmaya başlandı. 1930 Eylem Programı kabul edildi. 11 Ağustos 1930 Ağrı yöresinde Kürt ayaklanması başladı. 12 Ağustos 1930 Ali Fethi (Okyar) Başkanlığında Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. 17 Kasım 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası kendini feshetti. 167 1 Mayıs 1931 TKP’nde tutuklamalar oldu 1 Ağustos 1931 TKP’nde tutuklamalar oldu. 1932 TKP Kongresi Zeki (Baştımar)’ın evinde toplandı. Ocak 1932 Kadro Dergisi yayımlanmaya başladı. 26 Ekim 1933 Cumhuriyetin 10. yılı sebebiyle genel af yasası çıkarıldı. Aralık 1933 Komintern Yürütme Kurulu XIII. Plenumu toplandı. “Faşizm, savaş tehdidi ve komünist partilerin görevleri” sorununu ele aldı. 9 Ocak 1934 Birinci BeşYıllık Sanayi Planı açıklandı. 1934 TKP Dış Büro Plenumu toplandı. Temmuz-Ağustos 1935 Komintern’in VII. Kongresi toplandı. 1937 Komintern, TKP için Desantralizasyon Kararını verdi. 168 ÖZET Şefik Hüsnü Değmer, 1919-1925 yılları arasında, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası önderi olarak, yarı-legal olarak faaliyet göstermiştir. MarksistLeninist düşünceyi Türkiye’deki özgün koşullara uygulama çabası içinde olan Değmer, bu dönemde Türkiye’de sınıfların henüz gelişmemiş olduğu verisinden hareketle sınıflararası bir uzlaşı arayışı içinde olmuş ve önderliğini yaptığı “Aydınlık” grubuyla beraber Türkiye’deki güncel mücadelenin emperyalizme karşı gerçekleşmekte olduğu tanısını ortaya koymuştur. 1925 yılından itibaren Kemalist hükümetin artan baskısı ise “illegal” faaliyet döneminin başlamasına sebep olmuştur. Değmer, bu dönemde Türkiye Komünist Partisi lideri olarak faaliyet göstermiştir. 1925-1927 ve 1919-1939 yılları arasında yurtdışından Partiyi yöneten Değmer, burada bir dış büro oluşturmuştur. TKP, bu dönemde önemli iç çekişmeler yaşamıştır. Parti içinde, Değmer’in temsil ettiği çizgiye “sağ” ve “sol” olmak üzere iki farklı karşı çıkış meydana gelmiştir. Bu çizgiler, Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir liderliğindeki Merkez Komitesi ve Nazım Hikmet liderliğindeki muhalefet grubudur. Değmer’in 1922 yılından itibaren Komintern ile ilişkiye geçmesi ve önderliğini yaptığı hareketin bu tarihten itibaren Komintern’in bir organı olarak faaliyet göstermeye başlaması, bu görüşlerinde önemli değişikliklere sebep olmuştur. 1924 yılında görüşleri Komintern tarafından ağır eleştiriye uğrayan Değmer, bu tarihten itibaren “sınıf savaşımı” olgusu üzerinde yoğunlaşmıştır. 1937 yılında Komintern tarafından TKP için verilen Desantralizasyon kararı ise, Şefik Hüsnü’nün 1919-1925 yıllarındaki saptamalarına bir geri dönüşü simgeler niteliktedir. Bu karar, pratikte TKP’nin dağıtılması anlamına gelmiştir. 169 SUMMARY Şefik Hüsnü Değmer was active half-legally as the leader of the Turkish Laborers and Farmers’ Socialist Party (Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası) between the years 1919-1925. Değmer, who was exerting efforts for applying Marxist-Leninist ideology to the special conditions of Turkey, was seeking conciliation between classes, starting from the point that classes had not yet emerged in Turkey, and with the “Aydınlık” group that he was the leader of, made the diagnosis that the actual struggle in Turkey was against imperialism. The increasing pressure of the Kemalist Government since 1925 caused the period of “illegal” activities to start. In this period, Değmer functioned as the leader of the Turkish Communist Party. Değmer managed the party from abroad in 19251927 and 1919-1939, and established a bureau there. TKP encountered serious tiffs within the party in those periods. Two separate sides emerged that were at the right and at the left according to the position that was represented by Değmer. These sides were the Central Committee leaded by Vedat Nedim Tör and Şevket Süreyya Aydemir, and the Opposition Group leaded by Nazım Hikmet. When Değmer established a relationship with Comintern since 1922, the movement that he leaded began to function as an organ of the Comintern; and this caused very important modifications in his ideas. Değmer faced rather serious criticisms by the Comintern in 1924, and since then he focused on “battle of classes” fact. The De-centralization decision made by Comintern in 1937 for TKP can be a symbol of regression to the ideas of Şefik Hüsnü in 1919-1925 period. This decision practically meant the dissolving of TKP. 170