Osmanlı’da Pragmatizm BATUHAN BAYRAKTAR Tarih öğretmenim Nalan Eryılmaz’a İçindekiler 1- Pragmatizm Nedir? 3- Osmanlı’da Pragmatizm Hangi Alanlarda Bulunurdu? 5- Osmanlı’da Diplomasi 8- İmtiyazlar 8- Ticaret 12- II. Abdülhamit’in Verdiği İmtiyazlar 15- Yönetim’de Pragmatizm 15- Kardeş Katli 16- Yavuz Sultan Selim’in Sünni Kürtleri Şii Türkmenlere Tercih Etmesi 17- 4. Murat 21- Din 22- Devşirme Sistemi ve Enderun 23- Sonuç 24- Kaynakça Pragmatizm Nedir? Tarih içinde tüm büyük devletlerin kullandığı bu yöntem, devletlerin daha da güçlenmesini sağlıyordu. Dikkat çekmek gerekirse bu düşünceyi tüm büyük devletler kullandı ve kullanıyor. Ben ise sadece Osmanlı Devleti’nde bu düşünce nasıl yürütülüyordu onu cevaplayacağım. Daha öncede dediğimiz gibi bu düşünce devletleri güçlendiriyordu. Peki bu düşünce neydi ve devletleri nasıl güçlendiriyordu? Pragmatizmin temelleri Epikür1 gibi Antik Yunan filozoflarına dayanan bu düşünce, tam seklini ABD’li Charles Sanders Peirce2 ve Wiliam James3 tarafından aldı. Pragmatizm düşüncesinde yapılan bir olayda sonuca bakılırdı. Sonuç başarıya ulaşmışsa yapılan is doğrudur. Yani bir çeşit empirizm4 olan bu felsefe “pratik değeri” olan, basarı sağlayan yayarlı ve verimli olan her şeye itibar eder. Su halde pragmatizm, gerçekçiliği ve doğruluğu, yalnızca eylemlerin başarılı sonuç almasında bulmaktadır.5 Epikür ve Bentham, hareketlerin doğruluğunu sebep oldukları mutluluğa göre ölçüyorlardı ve bunun adını “zevk” koymuşlardı. Ancak ikisinin arasında farkta yok değildi. Epikür kişiyi en mutlu eden şeyi yapmasını tavsiye etmesine karşılık Bentham herkesi en mutlu edecek şeyi yapmayı uygun görüyordu.6 Öte yandan John Stuart Mill ‘in yazdığı “Utilitarianism”7 kitabında “Mutsuz bir Sokrat, mutlu bir domuz olmaktan yeğdir” diyordu. Pragmatizmin eleştirildiği bir kısmı ise sağduyu ile çeliştiği içindir. Pragmatistlere göre: Her şey, dünyalık amaçlarımıza araç olduğu kadar -1- gerekli ve değerlidir. Kendilerine yarar sağlayan ve keyiflerine yardımcı olan doğru kabul edilir. “Akla ve vicdana göre doğru olan, faydalıdır.” yaklaşımını reddeder.8 Örnek verirsek Sultan I. Süleyman’ın kendi öz oğlunu idam ettirmesi gibi. Bu gibi sağduyuya kapalı olaylar genellikle diplomaside ve iç islerinde görülür. Ancak pragmatizmin etkileri sadece diplomasi ve içişleri ile sınırlı değildir. Tarihte başka örnekleri vardır. _____________________________________________________________ 1- d M.Ö. 341 Samos, ö M.Ö. 270 Atina 2- d 1839, ö 1914 3- d 11 Ocak 1842, ö 26 Agustos 1910 4- Deneycilik, ampirizm veya empirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle bos bir levha (tabula rasa) gibidir. 5- Prof. Dr Süleyman Hayri BOLAY, Lise Felsefe, 2008, sf. 50 6- Faydacılık, www.wikipedia.org 7- Ahlak felsefesinde bir kilometre tası ve etik konusunda kusursuz bir sunum; bireylerin ve toplumun taleplerini karşılaştıran bu ünlü çalışma, bütün hareketlerin bastan sona, en büyük mutluluğu üretmesi gerektiğini bildirir. 19. yüzyıldaki entelektüel ve ahlaki çelişkilerle ilgili olduğu kadar günümüzle de ilgili hâlâ. 8- Adem Kahriman, Pragmatizm Nedir?, www.haberdem.com -2- Osmanlı’da Pragmatizm Hangi Alanlarda Bulunurdu? Osmanlı Devleti de kendinden önceki ve sonraki devletler gibi Pragmatizm’i kullanmıştır. Bu düşünce sisteminin bu dönemde tam adı koyulmamış olsa da, bu sistemin kuralları uygulanmıştır. Osmanlı Devleti, Pragmatizm’i en çok diplomaside kullanmıştır. Zaten bu düşünce sistemi de en çok diplomaside kullanılırdı. Diplomasiden sonra iç meseleler başlığı altında yönetim ve iç çekişmelerde bulunur diyebiliriz. Pragmatizm’in Diplomasi İle İlişkisi Çoğu insan söyler “Devletler arası ilişkilerde duygusallık olmamalıdır.”, nitekim de öyledir. Bir ülke başka bir ülkeye karsı duygusal davranmamalıdır. işte diplomasi ile Pragmatizm’in arasındaki bağlantı buradadır. Pragmatizm’in en çok eleştirilen kısmıydı; sağduyuya, duygusallığa karsı olması. İşte devletler arası ilişkilerde sağduyu ve duygusallık yoktur. Pragmatizm’in Yönetim ve İç Çekişmeler ile İlişkisi Bir devletin yönetiminde devlete zarar verecek uygulamalar olmamalıdır. Sürekli kendisine fayda sağlayacak işlevlerde bulunmalıdır. Bir devlet kendisine neden zarar versin ki yöneticisi ülkeyi iyi yönetiyorsa? -3- Bir devlet sürekli kendine yarar sağlayacak işlevlerde bulunmalıdır demiştik. Yönetimde de diplomasi gibi sağduyu ve duygusallık yoktur Gerektiği zaman kendi halkını incitmeyecek, gerektiği zaman da incitecektir. Çeşitli yasaklar koyacaktır ki devlete zarar gelmesin. -4- Osmanlı’da Diplomasi Osmanlı Devleti’nin Dış Politikası’nı genel olarak 1699 Karlofça öncesi ve sonrası diye iki kısımda incelemek mümkün görünüyor. Bastan başlayalım: 1699 öncesi Osmanlı dış politikası nasıl isliyordu? Bu politikanın öncelikleri, kaygıları, koordinatları nasıl belirleniyordu?1 Osmanlı zirvede olduğu dönemlerde her büyük devlet gibi böl, parçala, fethet taktiğini uyguluyordu. Örnek verirsek Kanuni Sultan Süleyman, Sarlken’i yenmek için, Avrupa’da kurulan birliğin dağıtılması gerektiğini iyi biliyordu. Bunun için Sarlken’in eline düşmüş olan Fransa’ya destek veriyordu. (Bu konu daha sonra Tavizler bölümünde ayrıntılı bir şekilde anlatılacaktır.) Kısacası altın çağımızda diplomasi taviz üzerine çalışıyordu ve başarıda sağlanıyordu. Ancak bu tavizler ileride basımıza is açacaktı. 1699’dan sonra yani gerilemeye başladığımız dönemlerde dengeleme politikası uygulamaya başladık. Altın çağdan çok farklı bir şekilde artık güçsüz devletlere destek vermeyi bırakıp Osmanlı Devleti’nin, güçlü devletlerin yanında bulunmasını sağlamaya çalışılıyordu. Bu durum bile imparatorluğun ne kadar gerilediğini gösteriyordu. II. Abdülhamit’in devrinde ise yine dengeleme politikası görülüyordu. Ancak bu dengeleme politikası barış yanlısıydı. Osmanlı Devleti artık kendi basını belaya sokmamaya çalışıyordu. Ayrıca ülke içinde tavizler veriliyordu. Bu tavizler karşılıklı ve teslim olma tavizleriydi. Birde II. Abdülhamit’in 33 yıllık siyasetinin sırrı vardı; -5- “Düşünüyorum. Vatanımın nereden nereye geldiğini düşünüyorum. Üç kıtaya yayılmış koskoca bir cihangirlik, on yılda bir avuç toprak haline getirildi.( 1908-1918 ) Vebali kimin?... Kimin olduğunu bulsak ne ise yarar? Vatan elden gittikten sonra… Kırk yıldır büyük devletlerin birbirleriyle kapışmasını bekledim. Bütün ümidim oydu ve Osmanlı’nın bahtını buna bağlı görürdüm. O beklediğim gün geldi. Heyhat ki ben tahttan uzaklaştırılmış, ülkemi idare edenler de akıldan ve basiretten uzaklaşmışlardı. Kırk yıl beklediğim büyük fırsat, bir daha ele geçmemek üzere Osmanlı’nın elinden çıktı gitti. Otuz bu kadar yıl tahtan uzaklaşmamak için çalışsam bunun içindi. Saltanatım günlerinde bazı büyük devletlere tavizler vermişsem, bunun içindi. Donanmayı Haliç’e kapamış talime dahi çıkarmamışsam bunun içindi. Girid’i, İngilizler’e kaptırmamak için Yunan muhaberesini göze almışsam bunun içindi. Velhasıl 30 bu kadar yıl ne yapmışsam, ne etmişsem, doğrusu da yanlısı da yalnız bunun içindi. Bu sırrı kırk yıl içimde sakladım. Ahfadıma (Gelecek kuşaklar) beni tanımaları için anlatacağım. En güvendiğim Sadrazamlarıma bile açmadım. Çünkü sınıyarak öğrendim ki, iki kişinin bildiği sır olmaktan çıkıyor. Oysa bunun yabancı devletlerce bilinmemesi, duyulmaması gerekliydi. Osmanlılar ancak böyle bir fırsat zamanında ve basiretle kullandıkları taktirde kurtulacaklar, yeniden büyük devlet olacaktı. Bu kanaate nereden ve nasıl ulaşacağımı anlatabilmek için tahta çıktığım günlerde dünyayı ve memleketi nasıl bulduğumu bilmek lazımdır. Ben bu kanaate o günlerde ulaşmış değildim. Rus muhaberesini (1877-1878 Osmanlı-Rus Savası’ndan bahsediyor.) kaybettikten ve muhabere içinde büyük devletlerin bize bakışlarını yakından gördükten sonra edindim. Tek basına yasayacak ve direnecek gücümüz yoktu. Bizi parçalamakta birleşmiş düşmanlarımız kendi aralarında biz de bu parçalardan birinin vaz-6- geçemeyeceği kuvvet olabilirsek, yeniden dünya için söz konusu olabilirdik. Büyük devletler arasındaki rekabetin, eninde sonunda onları çatışmaya götüreceği gözler önündeydi. Öyleyse Osmanlı Devleti de böyle bir çatışmaya kadar parçalanma tehlikelerinden uzak yasamalı ve çatışma günü kendisini tüm ağırlığıyla ortaya koymalıydı. İste benim 33 yıllık süren siyasetimin sırrı…”2 Kalın yazılmış bölümde Osmanlı’nın Pragmatizm yaptığının en büyük kanıtıdır. Hem de devleti yöneten bir kişinin II: Abdülhamit’in kaleminden. _____________________________________________________________ 1- Prof. Dr. .lber ORTAYLI, Tarihin Isıgında, 2009, sf.67 2- Mustafa TURAN, II. Abdülhamit Han Ulu Hakan mı? Kızıl Sultan mı?, 2008, sf80 -7- İmtiyazlar Kapitülasyon batı dillerinde, İtalyancada yabancılara tanınan imtiyaz, Fransızcada ise teslim olma anlamına gelir. Osmanlı Devleti’nde yapılan anlaşmaların bazıları imtiyaz, bazıları eşit şartlarda yapılan anlaşmalar, bazıları ise teslim olma anlaşmasıdır. Kapitülasyonlar, Osmanlı Devleti’nde yabancıların statüsünü tespit eden hukuki, mali, idari ve dini özellikteki anlaşmalardır. Bunlara imtiyazat-ı cenebbiye de denir. 1 Osmanlı’da imtiyaz verilen konuların basında ticaret gelir. Ticaretten sonra askeri, adalet ve diplomasi sıralanabilir. Ticaret Osmanlı’da en çok taviz verilen alanların basında gelir. Bu tavizler ilk zamanlarda Osmanlı’ya fayda getirirdi. Çünkü ülkenin ekonomik durumunu sarsmazdı. Ancak son dönemlere doğru ülkenin sanayide geri kalması ile beraber Osmanlı’ya aşırı derecede zarar vermişti. İlk ticari kapitülasyonlar Fatih Sultan Mehmet zamanında Venedik Cumhuriyeti’ne verildi. Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmet’e karsı Avrupa’da ittifak yapabileceği bir devlet arıyordu. Nitekim de buldu. Anlaşmaya vardığı devlet Papalık’tı. Papa, diğer Katolik Avrupa devletlerini Osmanlı’ya karsı haçlı seferine davet edecekti. Haçlı seferinde en etken rol oynayan devlet hiç şüphesiz Venedik Cumhuriyeti olacaktı. Çünkü Doğu Akdeniz’de ki en etkin Katolik donanması Venedik Cumhuriyeti’nde bulunuyordu. -8- Bu durumu daha önceden sezebilen Fatih Sultan Mehmet, Venedik Cumhuriyeti’ne reddedilemez bir teklif sundu. Teklifte Venedik tüccarları Kefe ve Trabzon’da ticaret yapma hakkı verilmişti. Ayrıca bu teklif Ceneviz’e de sunuldu. Zaten ticaret ülkesi olan Venedik bu teklif sayesinde daha da zengin bir devlet olabilecekti. Sonunda Venedik bu teklifi kabul etti. Artık Venedik Haçlı seferine bırakın gemi göndermeyi, metelik bile veremeyecekti. Papa sonunda Haçlı Seferi’ni ilan etmiş Venedik ise sefere katılmamıştı. Çünkü elinde ki ticaret anlaşmasını kaybetmek istemiyorlardı. Venediksiz Haçlı Seferi’nde Papa’nın donanması çok kuvvetsizdi. Birçok asker gemilerde açlıktan ölüyordu. Fatih Sultan Mehmet bu şekilde amacına ulaşmıştı. Yaptığı anlaşma fayda getirmişti. Daha sonra Venedik Cumhuriyeti’ne tanınan bu imtiyazlar, 1512’de Kanuni Sultan Süleyman ile yapılan ticaret anlaşmalarıyla genişletilerek kabul edildi. Tarihimizde en önemli ticari imtiyazlar Fransa’ya verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Fransa’yı desteklemesinin nedeni Şarlken’in Avrupa’da oluşturduğu birliğin yıpratılması hatta parçalayıp ortadan kaldırılmasının istenmesidir. Fransa kralı Birinci Fransuva, Sarlken’e yenilerek esir düştü. İspanya’da hapiste bulunduğu 6 Aralık 1525’te annesi Louise de Savoie, Kont Jan dö Farnjipan’yi Kanuni Sultan Süleyman’a elçi olarak gönderdi. Louise de Savoie oğlunun kurtulması ve Fransa’nın Almanya – İspanya istilasına maruz kalmasının önlenmesini istedi.2 Bu durum Osmanlı Devleti için kaçınılmaz bir fırsat muhteşem bir savaş nedeniydi. Çünkü Sarlken, Osmanlı Devleti için bir tehlike oluşturuyor ve bu tehlikenin bir an önce yok edilmesi gerekiyordu. Bu mektuba bir cevap yazıldı. Bu cevap şöyleydi; "Ben ki sultan-üs selatin ve burhan-ül havakıyn tac bahş-i hüsrevan-ı -9- ruy-ı zemin, zıllulah-ı fil-arzeyn akdeniz'in ve rumeli'nin ve anadolu'nun ve karaman'ın ve rum'un ve vilayet- zülkadriye'nin ve diyarbekir'in ve Malum Yapılanma'ın ve azerbaycan'ın ve acem'in ve halep'in ve mısır'ın ve mekke ve medine'nin ve kudüs'ün ve külliyen diyar-ı Arapınve yemen'in ve dahi bir çok memleketlerin ki aba-i kiram ve ecdat-ı izamım emerallahü berahinhüm kuvvet-i kahireleryle fethettikleri ve cenab-ı celalet-meabım dahi tig-ı ateşbar ve şemşir-i zafer-nigarım ile fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı sultan beyazıt han oğlu sultan selim han oğlu sultan süleyman han'ım. sen ki fransa vilayetinin kralı françesko'sun. dergah-ı selatin penahıma yarar ademin frankipan ile mektup gönderüp ve bazı ağız haberi dahi ısmarlayup memleketimiz düşman müsteli olup, el'an hapiste olduğunuzu ilam edüp halasınız hususunda bu canipten inayet-ü medet istida eylemişsiniz. her ne ki demiş iseniz benim paye-i serir-i alemmasirime arz olunup tamam malum oldu. imdi padişahlar sınmak ve haspolmak ayıp değildir. gönlünüzü hoş tutup azürde-hatır olmayasınız. öyle olsa bizim aba-ı kiram ve ecdad-ı izamımız nevveallahu merakidühüm daima def-i düşman ve feth-i memalik için seferden hali olmayup biz dahi anların tarikatına salik olup her zaman memleketler ve sa'b ve hasin kaleler fetheyleyüp gece gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Hak Sübhanahu Teala hayırlar müyesser eyleyüp meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele. baki ahval ve ahbar ne ise mezkur adem'nizden istintak olunup malumunuz ola şöyle bilesiniz" Modern Türkçesi ile “Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah'ın yeryüzündeki gölgesi Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve karaman'ın ve Rum'un ve Vilayet- Zülkadriye'nin ve Diyarbekir'in ve Malum Yapılanma'ın ve Azerbaycan'ın ve Sam'ın ve Halep'in ve mısır'ın ve Mekke ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve dahi nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım.Sen ki Fransa vilayetinin kralı Fransuva'sın.Hükümdarların sığındığı kapıma elçinizle mektup gönderip, ülkenizi düşman istila edip, şu anda hapiste -10- olduğunuzu bildirip, kurtuluşunuz konusunda bizden yardım talep ediyorsunuz.Söylediğiniz her şey dünyayı idare eden tahtımızın ayaklarına arz olunmuştur.Her şeyden haberdar oldum. yenilmek ve hapsolunmak hayret edilecek bir şey değildir.Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz.Böyle bir durumda atalarımız düşmanları mağlup etmek ve ülkeler fethetmek için seferden geri kalmamışlardır. biz de atalarımızın yolundayız ve daima memleketler ve alınmaz kaleler fetheylemekeyiz.Gece gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde kuşatılmıştır.Yüce Allah hayırlara bağışlasın. Allah'ın istediği ne ise olur. Bundan başka haberleri gönderdiğiniz adamınızdan öğrenesiniz. Böyle biliniz.” *** Şarlken daha durmamış Osmanlı Devleti’nin doğusundaki düşmanını kullanmaya başlamıştı. Almanya – İspanya imparatoru Sarlken, İran Şahı Tahmasb’a elçi göndererek Osmanlı Devleti’ne karsı ittifak kurmak istediğini belirtmişti. Bu durumun farkına varan Kanuni Sultan Süleyman, Fransa’dan yararlanmak istemişti. Sarlken’in Avrupa’ya hakim olmasını önleyen Fransa’ya siyasi desteğin yanında ekonomik destek de verdi. Ancak is ticaretle bitmemişti. Osmanlı donanması kendisini Batı Akdeniz’de iyice hissettirmeye başladı. Her iki ülke hükümdarı ölünceye kadar geçerli olan bu anlaşma 1566’da sona erdi. Ancak daha sonra yine anlaşma masasına oturuldu. Fransa’ya yeniden kapitülasyonlar verildi. 1569’da Fransa’ya verilen kapitülasyonlar, Fransa’nın tamamen gelişmesini sağladı. Ancak bu anlaşmada bitmesine rağmen yeni anlaşmalara imzalar atıldı. Sırasıyla 1581, 1597, 1614, 1673 ve 1740 yıllarında yeni kapitülasyonlar verildi.3 1740 anlaşması daha ağır bir anlaşmaydı. Bu anlaşmalar ile kapitü-11- lasyonlar sürekli hale getirildi ve diğer devletlere de verilmeye başlandı. Son kapitülasyonlar ile bu anlaşmalar ülkeye zarar vermeye başladı. Anlaşmalar, ülkenin ekonomisini günden güne batırıyordu. Kapitülasyonlar artık fayda getirmiyordu. Sürekli olan kapitülasyonlar 22 Mart 1922’deki Sakarya Zaferi’nden sonra Paris’te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları konferansında İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya, Türkiye ve kapitülasyonlardan yararlanacak diğer devletlerin katılmasıyla kurulacak bir komisyonla kapitülasyon hükümlerinin gözden geçirilmesi konusunda karara varılmıştı. Ülkemizde ise kapitülasyonlar Lozan Barış anlaşması ile yürürlükten kaldırılmıştır… II. Abdülhamit’in Verdiği İmtiyazlar II. Abdülhamit çok dengeli bir politika izlemişti. Diğer ülkeler için vazgeçilemez bir parça olmaya çalışmıştı. Çünkü Avrupa devletlerinin bu mücadelesinin bir gün çatışmaya döneceğini iyi biliyordu. ( Harita; İlber ORTAYLI, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, 2008, sf.209) -12- Abdülhamit’in o dönemdeki en büyük kozu bir köprü olması ve petrol yataklarını topraklarında bulundurmasıydı. Bu dönemde Osmanlı Devleti için tren yolu şarttı ancak ülkenin tren yolu yapacak gücü yoktu. Bunun için diğer büyük Avrupa devletleri ile masaya oturmuştu. Yapılacak tren yolu için imtiyazlar verilmek zorundaydı. Abdülhamit, Almanlara yaptırdığı tren yolu karşılığında petrol yataklarını sunacaktı. Alman Maden Mühendisi Paul Groskoph ve Habib Necip Efendi’nin başkanlığındaki araştırma birimi, 22 Ekim 1901’de çalışmalarını Abdülhamid Han’a sundu. -13- Sunulan bu haritadaki kuyuların bazıları Alman Devletine açılacaktı. Osmanlı Devleti ise ülkesinde ticareti ve ulaşımı kolaylaştıracaktı. 1- Aysenur Ergün, Büyük Osmanlı’nın Muhtesem Sultanı Kanuni, 2007, s17 2- www.osmanli700.gen.tr, http://www.osmanli700.gen.tr/olaylar/olayk6.html -14- Yönetim’de Pragmatizm Konumuzun basında “Gerektiği zaman kendi halkını incitmeyecek gerektiği zamanda incitecektir.” demiştik. Peki bu nasıldır. Hiçbir devlet halkına zarar verir mi? Belki de Şeyh Edabali’nin dediği gibi “Halkı yaşat ki devlet yasasın” diyeceksiniz. Ama her zaman bu böyle olmuyor maalesef. Bu tip olaylara Osmanlı tarihinde en büyük örneği IV. Murat ve dönemi olarak gösterebiliriz. Sadece halka karsı kalınmamıştır bazen de. Yöneticilerin arasında da anlaşmazlıklar çıkmıştır. Taht kavgaları çıkmıştır. Bu gibi durumlara da önlemler alınmıştır tabi ki. Kardeş Katli Fatih Sultan Mehmet’in Kanunnamesinde bulunan kardeş katli devletin menfaatine bir durumdu. Devletin geleceği için kardeşlerin öldürülmesi yasalaştırılmıştı. Kardeş Katli Kanunu, bastaki padişaha kardeşlerini öldürebilme hakkı veriyordu. Bu sayede diğer kardeşlerin isyan etmesi ve devletin hem ordu hem ekonomik hem de toprak bakımından zarar görmesini engelleyecekti. Bu durumda öyle ileri gidebilirdi ki devlet parçalanabilirdi. Bu duruma örnek olarak Fetret Devri veya Sultan II. Bayezid – Cem Sultan mücadelesini verebiliriz. Sultan II. Bayezid – Cem Sultan mücadelesini anlatmak gerekirse, Cem Sultan, Sultan II. Bayezid’a bir teklifte bulunmuştu. Bu teklif Osmanlı -15- Devleti’nin Anadolu ve Rumeli olarak ikiye ayrılması ve bir tarafını Cem Sultan bir tarafını Sultan II. Bayezid’ın yönetmesiydi. Neyse ki bu teklif Sultan II. Bayezid tarafından kabul edilmedi ve cevap olarak; “Bu kisver-i Rûm bir ser-i pûside-i arûs-i pûr namustur ki, iki dâmad hutbesine tâb götürmez” (Osmanlı Devleti öylesine namuslu bir gelindir ki, iki damat istemez). Ayrıca Cem Sultan, Papa’nın eline düştükten sonra Cem Sultan'ın bakım masrafları için Sultan İkinci Bayezid'den yılda 40.000 altından fazla para kopartmayı başarmış, Cem Sultan'ı serbest bırakma tehditleriyle de Osmanlı fetihlerini durdurmuştu. 1 Son olarak ise tarafsız tarihçiler, şehzade katlinin bir gaddarlıktan değil, devletin bütünlüğünü her şeyin üstünde tutma zaruretinden gelen cebrî bir fedakârlıktan kaynaklandığı yolunda hüküm vermişlerdir.2 İste bu gibi durumların önlenebilmesi için çıkarılan bu yasa her zaman uygulanmasa da Osmanlı Devleti’nin gerilemesini ve parçalanmasını engelliyordu. Bu kuskusuz o dönem için Osmanlı devletine fayda getiren bir kanundu ve bugün dahi – Herkes desteklemese de benim gözümde – doğru bulunuyor. Yavuz Sultan Selim’in Sünni Kürtleri Şii Türkmenlere Tercih Etmesi Dağılmış İran’ı Şii mezhebini yayarak toplayabilen Sah İsmail sadece İran ile sınırlı kalmamıştı. İran Şahı Şah İsmail, Anadolu topraklarını Safevi Devleti’ne katmak için Türkmen gruplarını kullanıyordu. Türkmen gruplar bir bir Şii olurken Kürt gruplar direniyordu. Bu bölgelerdeki Kürtlerin Şii olmamasının en büyük nedeni, Sah İsmail’den nefret etmeleriydi. Yavuz Sultan Selim ise bu bölgedeki Sünni Kürtleri, Şii Türkmenlere -16- tercih etmişti. Çünkü İran Şahı Sah İsmail propaganda ile Şiilestirdiği bölgelerden vergi alıyordu. Şah İsmail’in vergi alması (Osmanlı topraklarındaki insanlardan) bu bölgeyi Safevi Devleti adına ilhak ettiği anlamına geliyordu. Yavuz Sultan Selim ise kaybettiği Türkmenlerin yerine kazanabileceği Kürtleri seçmesi pek normal ve faydalıdır. Yavuz Sultan Selim bu hareketi ile kendi tebaasında bulunan bir kısım halkı gözden çıkarmıştı ancak ileride çıkacak Safevi Devleti yanlısı isyanı veya isyanları şimdiden bastırmış ve devlete fayda sağlamıştı. 4. Murat 4. Murat karakter olarak Yavuz Selim' e çok benziyordu. Hükümdarlık süreleri de aynı yani 8 er yıldır. -4. Murat’ın yönetimi tam olarak ele geçirmesinden sonra.Ama Yavuz döneminde hem devlet adamları - hem halk çok daha yüksek ahlaklıydı. Üstelik Yavuz 42 - 50 yaşlarında 4. Murat 20 - 28 yaşlarında padişah oldular. 4. Murat'ın genç yaşı dolayısıyla karakteri iyice olgunlaşmamıştı. 4. Murat dönemine gelinceye dek Osmanlı parasını tüketmiş - sanayisi çökmüş - yoksulluktan isyanlar içinde kavrulan - devlet bütçesini denkleştiremeyen - her yanda rüşvetin başını aldığı - dışarıda yıpratıcı savaşlarla boğuşan ve sürekli ağır kayıplara uğrayan bir ülke haline gelmişti. Hem devlet adamlarında hem de halkta ahlak bozulmuştu.* 4. Murat işte bu koşullar altında baştaydı. Ülkede reform yapılacak hal de yoktu. Sistem o kadar çürümüştü ki reformcu padişahları bile deviriyordu. Yeni padişah herkesin ahlaksız olduğu bir dünyada bir kez namussuzluğun tadını almış insanları bir daha namuslu yola sokamayacağı bir ortamda başa geçiyordu. -17- Ne yapmak istese çürümüş sistemden beslenen melunların direnişi ile karşılaşacaktı. Bunları bir daha iyi insan haline getirmek de mümkün değil. Sultan bu yüzden uygulayacağı politikaları yola gelmeyecek herkesi öldürerek uygulamaya başladı. Kısa süre içinde adam öldürmeye alıştı ve sadistleşti. Başta olduğu sürece yönetimin ve toplumun ahlakını düzeltmeye çalıştı. Alkol- sigara- topluca bulunma (dedikoduya yol açıyor diye) ve daha birçok şeyi yasakladı. Ama koyduğu kanunları uygulatması o kadar zordu ki sürekli adam öldürerek teröre başvuruyordu. Sert ve gaddar karakteri yüzünden ordunun desteğini sağlamıştı. (askerler böyle vahşi liderleri severler. Bunlar sık sık savaş çıkarır askerler de daha fazla maaş alır) Böylece bunca cinayetine rağmen iktidarını sarsacak bir güçle karşılaşmadı. Padişah yönetimle ilgili de birçok reform yaptı. Ama bunlar kendisinin hayatı ile sınırlı olan - temele oturmamış reformlar oldular. Ülkede maliye onun döneminde düzeldi. (çünkü yolsuzlukları engellemişti) Dış ilişkilerde gelişmeler oldu. En güçlü düşman İran ile başarılı savaşlar verilip bu tehlike püskürtüldü. İç isyanlar bastırıldı rüşvetçi ve kokuşmuş bürokrasi büyük ölçüde temizlendi. Bütün bunlar on binlerce idam ve terör ile yapıldı. Korku üzerine konan yasaklamalarla sağlandı. Buna değdi mi? Osmanlı tarihçileri bu adamı sevmezler onlara göre bunca vahşete - önemsiz sebeplerle bir çok insanın öldürülmesine değmedi. Buna karşın bazı tarihçiler 4. Murat' ın Osmanlı devletinin ömrünü 50 yıl uzattığını düşünürler. Ahlaksız bir toplumun başına hükümdar olmak çok zor bir iştir. Yukarda * işareti koydum. Diplomasi biliminin en büyük uzmanı sayılan Nikola Makyavel vardır. 1400’lerin sonu – 1500’lerin başında İtalya' da yaşamıştı. Baş eseri olan Il Principe (hükümdar) adlı eserinde politika ile ahlakın kesin -18- olarak ayrılması gerektiğini belirtir. Politik dünyada her şey mübahtır der. (4. Murat' ında daha çocukken bu adamın kitabını okuduğu Venedik elçisi tarafından belirtilmiş.) Makyavel kendi çağında ve geçmiş çağlarda yaşamış hükümdarların doğru ve yanlış uygulamalarını bulup bunları inceler ve sonuçta hangi kişinin ya da yöntemin başarılı olduğuna bakar. Çok gerçekçidir ve tarafsız olarak dürüstçe konuşur. Ahlaktan değil gerçekçilikten yanadır. Makyavel kitabında bir şey daha der: "Nefret yalnızca kötülükle kazanılmaz. İyilikle de nefret kazanılır. Eğer ki bir hükümdarın dayandığı çevre ister halk - ister seçkinler sınıfı - ister askerler olsun bu çevre çürümüşse hükümdar onlara uymak zorundadır. Artık o ortamda iyi bir insan olamaz." Gerçektende 4. Murat' da Yavuz Selim' e benzemedi böyle bozuk bir çevrede gaddar bir adam oldu. O çevrede başka türlü bir adam olarak başta kalamazdı. 2. Osman - 2. Mustafa - 3. Selim gibiler kötü bir çevrede iyi adamlar oldukları için devrildiler. 4. Murat'ın reformları bir işe yaramadı çünkü kendi ölünce reformları da kendiliğinden bitmiş oldu. Düzeni değiştirmemiş - yalnızca saldığı korkuya dayanarak reform içerikli kanunlar koymuştu. Buna karşın devlet içindeki bir çok kötü niyetli adamı öldürdüğü için ülke bir süre rahatladı. Yerine geçen kardeşi İbrahim nasıl olsa öldürüleceği varsayıldığı için hiç eğitim almamıştı. (4. Murat mükemmel bir eğitim almıştı.) Zayıf karakterli padişah iyi niyetli bir adam olmasına karşın devlet işlerini yürütmekten anlayacak halde değildi. Onun devrinde yeniden kötü niyetli hainler güçlenmeye başladılar. Başlarında da her iki padişahında annesi olan Kösem sultan vardı. Sultan İbrahim annesi tarafından 8 yıl sonra devrilip öldürüldü. Ülke 1648 1651 arası bütün Osmanlı tarihinin en kötü ve karanlık dönemini yaşadı. Rüşvet - yolsuzluk - hırsızlık - ihanet - çürüme - yozlaşma 600 yıllık impa-19- ratorluğun hiç bir devrinde eşi- benzeri görülmemiş boyutlara vardı. Durumdan rahatsız olanlar Turhan sultanın etrafında toplandılar. Kösem sultan 1651 de torunu 3. Mehmet' ide öldürmek isteyince sarayda büyük bir savaş yaşandı. Kösem sultan zorlukla öldürüldü. Bundan sonra yeniden reform yapmak isteyen yeni kraliçe Turhan sultan 1656 da daha önce 4. Murat' ada hizmet etmiş olan Köprülü Mehmet paşayı görülmemiş yetkilerle sadrazam yaptı. Onunda ilk işi 4. Murat gibi bir idam furyası başlatmak oldu. 17. yy da Osmanlı temellerine ve iliklerine dek çürümüştü durum o kadara kadar kötüydü ki en küçük bir reform için bile buna engel olacağı belli olan bir çok kişiyi öldürmek gerekiyordu. 1- Cem Sultan, http://tr.wikipedia.org 2- Bir Günah’ın Anatomisi: Osmanlı Padisahları ve Kardes Katli, malumat.wordpress.com -20- Din Osmanlı İmparatorluğu için din çok önemli bir meseledir. İmparatorluk içerisinde dinlerin ve mezheplerin farklı önemleri vardı. İmparatorluk içerisinde en önemli din hiç kuskusuz İslam’dı. Ancak diğer dinler önemsenmeseydi bir felakete yol açabilirdi. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin adalet biçimi İslam hukukundan gelse de, Rum topraklarında bu farklıydı. Gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde o bölgelerin geleneklerine göre adalet yerine getiriliyordu. Bu kurallara örfi kurallar denir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettiğinde Ortodoks mezhebine bazı ayrıcalıklar vermişti. Tabi ki bu isten fayda sağlayacaktı yoksa Ortodoksluğa duyduğu bir hayranlıktan dolayı değil. Bu hamle ile Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı Devleti içerisinde Ortodoks ve Katolik halkın birleşip devlete büyük zarar verebilecek bir isyanı kendi zamanında bastırmış bulunuyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti Ortodoks bölgeler için hak iddia edebilecekti. Yıllar sonra İttihat ve Terakki hükümeti, “Kilise Kanunları” ile Ortodoks’ların ayrıcalıklarını kaldırmıştı. Amaçları Osmanlıcılık1 adı altında herkesi devlet karsısında eşitleyip bir olmasını sağlamaktı. Birleştiler birleşmesine, ancak Katolik ile Ortodokslar birleşip aralarına Müslümanları almamışlardı ve Osmanlı Devletine karsı ayaklanmaya başlamış ve II. Balkan Savaşı’na kadar Rumeli toprakları daha önceki dönemden daha hızlı bir şekilde kaybedilmiştir. -21- Devşirme Sistemi ve Enderun I.Murat devrine kadar yapılan fetihlerde sadece Türk ve Müslüman askerler kullanılıyordu. Gelenekler bunu emrediyordu. Bu nedenden dolayı Türk nüfusunda sürekli bir azalma vardı. Eğer bu durum devam ederse Türkler, azınlıklar arasında kaybolacaktı. Çözüm bulmak gerekiyordu. Çözüm yine geleneklerde bulundu. Bu çözüm devşirme sistemiydi. Devşirme sistemi ile fethedilen topraklardaki Hristiyan kişiler hem Müslüman olacaktı hem de asker olacaktı. Devşirilen kişiler sadece asker olmayacaklardı. Zeki olanlar ise Enderun mektebinde eğitilip devlet görevlisi olabileceklerdi. Bu yol ülkenin en önemli ikinci kişisine kadar yani sadrazamlığa kadar gidiyordu. Gayrimüslim tebaasından yararlanabilen Sultan I. Murat devlet için faydalı bir is yapmıştı. Sistem bir zaman sonra bozulmuş ve artık faydadan fazla zarar vermeye başlamıştı. Bu sistem Osmanlı Devleti için kanayan bir yara haline gelince II. Mahmut tarafından kaldırılmıştır. 1- Osmanlıcılık, bütün Osmanlı tebaasının din ve mezhepten bağımsız olarak eşit yurttaşlık haklarına sahip olmasını savunan siyasi görüsün adıdır. -22- Sonuç Sonuç olarak Osmanlı Devleti bilerek veya bilmeyerek de olsa pragmatizmi uygulamıştır. Devletin gelişmesi için, geri düşmemesi için kanunlar, imtiyazlar verilmiştir. Devletin geleceği için kötü islere bulaşılmıştır. Bunu kabul etmek gerek ve hor görmemek gerek. Padişahlarımız veya yöneticilerimiz bunu faydalı gördüler ki yaptılar. Bu olayları ele alıp Osmanlı mirasını reddetmek veya Osmanlı’ya karsı nefret ile bakmak olmaz. Bu Devlet’i Aliye için gereli olandır. -23- Kaynakça Kitaplar Ahmet Efe, 2007, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi Atilla Şahiner, 2008, Osmanlı Tarihi Ayhan Buz, 2008, Osmanlı Tarihi Ayşenur Ergün, 2007, Büyük Osmanlı’nın Muhteşem Sultanı Kanuni Halil İbrahim İnal, 2008, Osmanlı Tarihi İlber Ortaylı, 2008, Osmanlı İmparatorlugu’nda Alman Nüfuzu İlber Ortaylı, 2008, Osmanlı Sarayında Hayat İlber Ortaylı, 2009, Tarihin Işığında Mustafa Armağan, 2008, Ufukların Sultanı Fatih Sultan Mehmet Mustafa Turan, 2007, Cihan Hâkimiyetine Giden Yol Mustafa Turan, 2008, II. Abdülhamit Han Ulu Hakan mı? Kızıl Sultan mı? Nichole Jorga, 2008, Yenilmez Türk Süleyman Hayri Bolay, 2008, Lise Felsefe Vatan Gazetesi, Adım Adım Osmanlı Tarihi – Kuruluş: Bir İmparatorluk Doğuyor Vatan Gazetesi, Adım Adım Osmanlı Tarihi – Yükseliş: Görkemli Yıllar Vatan Gazetesi, Adım Adım Osmanlı Tarihi – Duraklama: Arayış Yılları Vatan Gazetesi, Adım Adım Osmanlı Tarihi – İmparatorluğun son Yılları İnternet Siteleri www.wikipedia.org www.haberdem.com www.osmanli700.gen.tr -24-