NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR Safa Geldin Mübarek Ramazan BAKİ SARISAKAL NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR -25 TİYATROLAR Ramazan ayı hiç şüphesiz ki ibadet ve mağfiret ayıdır. Buna rağmen bir sınıf vardır ki on bir ay çekmiş olduğu sıkıntıları bu ayda çıkarır. Mutfaklarının bacakları örümcek tutmuş olanlar bu ay zarfında faaliyete geçerler. Nefis yemekler pişirirler. On bir ay zarfında faaliyete geçerler, Nefis yemekler pişirirler. On bir ay zarfında ancak bir veyahut iki türlü yemek yiyenler bu ay içinde muhtelif yemekler yerler. Hatta on bir ay evlerinin köşesinden çıkmayanlar bile bu ay, inzivayı terk ederek Camilere giderler, vaiz ve hafız dinlerler, sergiyi gezerler, Direklerarasına giderek araba piyasasını temaşa ederler; bir kısmı da Ramazan’a mahsus olan eğlencelerden istifade etmek isterler. Yakın vakitlere kadar İstanbul ölü bir şehirdi. Beyoğlu müstesna olmak üzere İstanbul ve Üsküdar yakınlarında yaşayan halk, akşam olup da ortalık kararır kararmaz, evlerinin tenha ve sessiz köşelerine çekilmek mecburiyetini hissederlerdi. Kahveler kapanırdı. Sokaklarda kimseler kalmazdı. Yalnız Bekçilerin sopa sesleri işitilir ve mahalle köpekleri birbirlerine havlarlardı. Fakat Ramazan ayı, şehrin çehresini ve hayatını derhal değiştirirdi. İstanbul’a canlılık neşe ve şetaret getirirdi. Yedi yaşından yetmiş yaşına kadar herkes kendisinde, bu yeni hayatın zevk ve eğlencelerinden istifade etmek ihtiyacını hissederdi. Bu zevk ve eğlencelerde taşkın değildi. Ekserisi basit ve masum şeylerden ibaretti. Bir kısım halk kahvelerde ve gazinolarda vakit geçirirlerken, bir kısmı da Karagözlere ve tiyatrolara giderlerdi. O devirlerde tiyatro medeni bir ihtiyaç değil, ancak birkaç saati gülmekle geçirmeye mahsus bir eğlence mahalli idi. Beyoğlu müstesna olmak üzere İstanbul ciheti halkı, on bir aylarını ancak evleriyle mahalle kahvelerinde geçirirlerdi. Tiyatroların yüzlerini bile görmezlerdi. Ancak Ramazan’dan Ramazan’a direkler arasındaki tiyatrolara giderlerdi; bir veya birkaç defa oyun seyrettikten sonra, artık koca bir yıl, onun lakırdısı ile geçinilirdi. Şehzadebaşı İSTANBUL’DA TİYATRO MEKTEBİ Tiyatro Mektebi İttihaz Olunmak Üzere Bu kere Şehir Emanetince İsticar Kılınan Şehzadebaşındaki Letafet Apartmanı Yandaki Küçük Resim İse: Tiyatro Mektebi Teşkilatını yapmak Üzere Paris’ten Celbine Karar Verilen Odefon Tiyatrosu Sabık Müdürü Meşhur Anton 1 1 Tasviri Efkâr 25 Mayıs 1914, Sayı: 1089 Tiyatro eski bir şey değildi. Ancak geçen asırda. Sultan Aziz’in emriyle ilk tiyatro binası Dolmabahçe’de şimdi stadyumun bulunduğu binanın Maçka Caddesi üzerindeki köşede inşa edilmişti. Fakat bu tiyatro, Padişah ile saray ve devlet erkânına mahsus idi. Halk bundan istifade edemezdi. Ancak Beyoğlu’nda Naum’un Tiyatrosu ve onu müteakip Konkordiya ve Avrupa Tiyatroları açıldıktan sonra halk, sahne yüzü görebildi… Ramazan aylarında Şehzadebaşı’nda Direklerarası denilen o daracık saha adeta bir tiyatrolar caddesi haline gelirdi ve bu tiyatroların hepside ahşap binalardan ibaretti. Caddenin Şehzadebaşı yönüne doğru gidiş istikametinde, sol tarafından itibaren tiyatrolar başlardı. En başta Abdi Efendi’nin Tiyatrosu vardı Bir aralık Abdi Efendi, daha aşağıdaki bir binaya geçmiş; eski sahnesini Şevki Efendiye terk etmişti. Bundan sonra Kel Hasan Efendi’nin tiyatrosu gelirdi. Caddenin karşı tarafındaki binada meşhur Manakyan Efendi oyunlarını verirdi. … Bu dört sahnenin cazibesi halkı sinesine çekerdi. Manakyan Efendi’nin Dram Kumpanyası müstesna olmak üzere üç sahnede oynana oyunlar, genellikle tuluat’tan ibaretti. Tuluat hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan gelişigüzel sözlerle oynana oyun demekti. Bu oyunların hepsi gülünçlü mevzulardan ibaretti. Bunlara aktörlerin giyinişleri ve kıyafetleri de inzimam edince, on bir ay evlerine kapanıp kalmış olan halkım-n bu oyunlara rağbet göstermesi en tabi bir keyfiyetti. Memleketin en meşhur komikleri ve halka kendini sevdirmiş olan aktörleri, hemen hemen bu sahnelerde yetişmişlerdi. Komiklerin en başında Abdürrezzak denilen Abdi Efendi gelirdi. Onu Kel Hasan takip ederdi. Orta Oyunlarında Kavuklu denilen şahsı temsil eden Hamdi Efendi ile Şevki, üçüncü ve dördüncü sınıf komiklerdendi. Bunlar, hemen hepsi de – mesleklerine göre – sanatkâr addedilebilirdi. Hatta Avrupa sahnelerine çıkmış olsalar bile hepsi de ayrı ayrı sükse almak kabiliyetindelerdi. Fakat bu cihet ilave edelim ki hepsi de cahildi ve onlarda Avrupa kültürü görmüş olsalardı, hiç şüphe yok ki beynelmilel tiyatro aleminde, onlara da birer yer verilirdi. Hâlbuki bu taihsiz adamlar, oyunculuğu kendilerine iş güç edinmişler, beş-on para kazanıp gezinebilmek için en sefil ve gülünç kıyafetlere girmişler, o elim şartlar altında kendilerine göre bir isim ve şöhret yaparak isimlerini bugünlere kadar sürükleyebilmişlerdir. Manakyan Efendi böyle değildi. O, az çok okuyup yazmış ve biraz da kültür sahibi idi. İlme ehemmiyet veren bir muhitte yetişmişti. Avrupa tiyatrolarında ki artist denilen meslek erbabının nasıl çalıştığını işitmiş, bilenlerden tahkik etmişti ve sonra da kendi zihniyet ve kabiliyetinde olanlarla birleşerek memleketimizde ilk defa olarak sanat esasına dayanan bir sahne kurmak muvaffakiyetini göstermişti. Manakyan Efendi başlı başına bir firma sahibi idi. Arkadaşlarının çoğu Ermenilerden oluşuyordu. Fakat Osmanlılığını hiçbir zaman unutmamış olan bu zat, Türklerden yetenek sahibi olanlara da yer vermiş, kendisi büyük bir sanat hocası olmadığı halde kurmuş olduğu sahnede, bir hayli sanatkâr yetiştirmişti. 2 . 2 Ziya ŞAKİR, “ Tiyatrolar “, Akın 15 Haziran 1952