Tarih ve Medeniyet 20 milyon kilometrekareden 800 bin kilometrekareye... Linç edilişimizin seyir defteri Batı'nın niyeti, daha 1830'larda Fransa'nın Cezayir'i bizden koparmasıyla ilk işaretlerini verir. Sonra Tunus'u, Mısır'ı, Libya'yı, Balkanlar'ı kaybederiz. Derken, tarihimizin en budalaca kararlarından birini alarak, Almanya'nın safında savaşa katılırız. Ve sonunda muazzam bir coğrafyadan Anadolu'ya sığınmak zorunda kalırız. İlhan Bardakçı er yıl kasım ayında, beynimde uçları kor ateşe dönüşmüş di­ kenli bir kırbacın şaklamalarını hisseder gibiyimdir. 14 Kasım 1914 Çarşamba, sabah... Coğrafya atlaslarında kahkahalarımızı peçeleyen hüzünlü bir manzarayı hasretlenirim. O çarşamba sabahı, sınırlarımız da­ ha hâlâ tırısa kalkmış bir küheylân gibi­ dir. Irak bizimdir. Suriye mülkümüzdür. Kudüs'te sancağımız dalgalanır. Filis­ tin, Suudi ama, Mehmedimiz nöbette­ dir. Kağıt üstünde olsa bile, Mısır ve Libya bize düğümlenmiştir. Mekke, Medine, Taif, Bağdad, Bas­ ra, Şam, Halep, Akabe ve Midilli'de ferman-ı hümayunlarımız ses verir. Kısacası, daha hâlâ "Devlet-i Âl-i Osman"ızdir. H Ali Cemal Bey'in Birinci Dünya Savaşı sırasında çizdiği bu "Yaralı Asker" tablo­ su, üstüste uğradığımız felâketlerin hazin final sembolü gibi. Takati kesilmiş askerin dalgın bakışlarına, adeta imparatorluğun çöküş manzarasını seyretmenin kahredici çaresizliğive acısı oturmuş. Tarihte "di'li geçmiş" çekimleri bazan ne kadar sevimsiz oluyor. *** Tarih ve Medeniyetin Kasım 94 sayısında da, Osmanlı Türkü'nün son savaşını uzun uzun anlatmışım sizlere. Tekrara ne hacet... Günü gününe tam dört sene süren o badirede, 2 milyon 850 bin Anadolu Mehmed'i omuzda silâh hazırdır. Savaş son bulunca, bir de bakarız ki, terhis edip köylerine gönderebildiğimiz bu aziz gazilerimizin sayısı sadece 621 binden ibarettir. 2 milyon 229 bin evlâ­ dımızı tam dokuz cephede bozuk para gibi, bu budalaca girdiğimiz Dünya Kavgası'nda kaybetmişizdir. 941 bin 480 şehit. 990 bin 900 yaralı ve hasta. Ve 358 bin 520 kayıp ve esir... Hani az evvel saydığım eski vatan topraklarımız var ya; o aziz vatanın yüzde 7 8'ini yitirmişizdir. Islak elleri­ mizden kayan sabun misali... Ve, çocuklarımızı, dokuz cephede Allah'a ve Peygamberlerine uğurlamışızdır. *** İmparatorluğumuzu yağma değil, linç etmişlerdir. Ne var ki Batı'nın niye­ ti daha 1830'larda, Fransa'nın Cezayir'i bizden koparması ile ilk linç işaretlerini veriyordu. Devlet, Batılı süperler ve Rusya arasında pazarlık konusu yapıl­ mıştı. Zaman zaman aralarında çatışı­ yorlardı ama, hepsinin hedefi birdi: Türk'ü Anadolu'dan, geldiği toprak­ lara göndermek. İngiltere'nin 19. yüzyılın başından itibaren ortaya koyduğu program ve strateji ise akıllıca idi: Osmanlı Türkü'nü yok edip Asya'ya sürebilmek için, onun evvelâ Anadolu dışında sa­ hip olduğu toprakları ele geçirmek ve sonra, evet sonra Hilâfet'e bağlı olan Müslüman ülkeleri Hilâfet makamın­ dan koparmak... İşe böyle başlayacak­ lardı ve başlamışlardı da... Tunus'ta medeni (!) Batı 1881 yılı Nisan ayının 11. Salı günü sabahı, Fransa Dışişleri Bakanlığı, Paris'teki Almanya, İngiltere, İtalya ve Tarih ve Medeniyet Osmanlı'yı parça parça yutma planının İlk etabı Cezayir'de uygulandı. Son Cezayir Da­ yısı Hüseyin Paşa'nın sert tavrını bahane eden Fransızlar, karadan ve denizden hare­ kete geçerek 1830'da burayı işgal ettiler. Rusya büyükelçilerine, üzerinde "Son derece acele" kaydı bulunan bir nota gönderir. Mânâsını ve hedefini bugün dahi pek farkedemediğimiz bu nota, uzun zamandır sürdürülen Türk toprak­ larını yağma niyetlerinin artık en karar­ lı safhaya girişinin belgesidir. Bu küstah ve avını parçalayacak bir hayvanın acımasızlığını ortaya koyan nota aynen şöyle der: "Ekonomik ve sosyal bakımdan geri kalmış olan Osmanlı Deveti'nin hâkimiyeti altında bulunan Tunus'u ve diğerlerini işgal ederek kurtarma­ mız, Fransa'nın ve diğer bütün Avru­ pa ülkelerinin medeniyete karşı vaz­ geçilmez görevidir. Bu itibarla Fran­ sa Hükümeti, Tunus'u kurtarabil­ mek maksadı ile bu ülkeyi himayesi­ ne almak kararındadır." 24 Nisan Pazar günü, kararın uygu­ lamasına geçilir. Türkiye'den 1830'da kopardıkları Cezayir'den kara yolu ile harekete geçirilen 24 bin Fransız askeri Tunus'a girer ve başkentin iki kilometre civarına kadar uzanır. Fransa'nın Toulon limanından gemilerle yola çıkan 8 bin Fransız askeri de Bizerte limanına ayak basar. Girit, o zaman bizimdir. Bu adada bulunan üç savaş gemimiz, müdahale etmek için yola çıkarsa da, gelen bir ha­ ber devletin kararını değiştirir. Siyasi tarihte Bardoya da Arapça ismi ile Kasr-ı Said anlaşması ile Tunus boyun eğmiş ve Fransa'nın himayesini zorla kabul etmiştir. Gerçi Bâbıâlî andlaşmayı hiçbir za­ man geçerli saymamış ve Tunus'u bir Osmanlı eyaleti olarak kabule devam etmiştir ama, neye yarar?.. Barbaros tarafından 1574 yılı 13 Eylül Cuma günü devlete katılmak saa­ detini yaşayan Tunus'la beraberliğimiz artık son bulmuştur. Varan Bir'dir. 306 sene, 7 ay, 24 gün sonraki bu, "Elveda Tunus" feryadı, daha hâlâ o sahillerde yankılanır durur. Uğultusunu duyan kulaklarımız var mıdır?.. Elveda Mısır Mısır, devlete 1517'de, Yavuz'un zamanında katılır. Anlatmaya hacet yok bu emsalsiz zafer ve fethi... Katıldığı günden itibaren de, İmti­ yazlı Eyalet olur. Devletin en büyük geliri Mısır'dan sağlanır. Stratejik bakım­ dan, Arabistan ve Kuzey Afrika'daki eyaletlerimiz bakımından mutlak bir kontrol üssü olur. Uzak Doğu'dan gelen gemiler, yüklerini Aden'e çıkarırlar; ya­ ni Yemen'e... Kervanların getirdikleri servetler, Avrupa'ya İskenderiye'den yüklenir. Devlet sadece gümrük gelirin­ den, büyük kazanç sağlar. Buna Mı­ sır'ın tahıl üretimi de eklenince, o eya­ letimizin azametli önemi ortaya çıkar. Ve Süveyş Kanalı açılır. İngiltere artık mutludur. Mısır'ı ve Kanal'ı ele geçirdiği takdirde, Hindistan'da daha kolay at oynatabilecek ve Uzak Asya'da hâkimiyetini pekiştirecektir. Bunun içindir ki, gözü Mısır'dadır. Sultan Abdülaziz döneminde, Mısır Hıdivliği için veraset usûlünün tanın­ ması, büyük hataydı. Mısır'ı borçlandı­ ran İsmail Paşa, yekûnu 100 milyon sterline ulaşan borcunu ödeyemeyince, İngiltere, Süveyş Kanalı'nın hisselerini ister. Yüzde ellisini de eline geçirir. Böylece Mısır'a sahiplenişlerinin kapısı aralanmıştır. Hükümette değişiklik ol­ muş, Fransa ve İngiltere adamlarını ka­ bineye sokmuştur. Mısır ordusundaki Türk ve Çerkez subayların çoğunlukta olmaları, Mısır milliyetçilerini rahatsız etmektedir. Bunlardan 2500'ü ordudan çıkartılır. Huzursuzluğu İngiltere ve Fransa körükler. Arabî Paşa ayaklanır, Sultan Hamid ise hıdivi azleder. Yerine Meh1881 yılında, medeniyet (!) adına Tunus işgalini de gerçekleştirdi Fransızlar. Oradaki üç asrı aşkın beraberliğimizden, yandaki Dayı Yusuf Camii gibi hâtıralarımız kaldı. med Tevfik Paşa getirilir. Arabî Paşa da, kabineye Harbiye Nâzırı olarak gi­ rer. Hava gerginleşir. İngiltere ve Fran­ sa, sonucunu bile bile halkı tahrik eder­ ler. 11 Haziran 1882 Pazar günü, Kahi­ re ayaklanır. Yabancı elçiliklere bas­ kınlar verilir. Şehirdeki yabancılar sal­ dırıya uğrar ve mülkleri yağmaya hedef olur. İngiliz donanması İskenderiye'yi altı saat topa tutar. 12 Eylül Salı günü Arabî Paşa ordusu bozulur ve Paşa tes­ lim olur. Nihayet 15 Eylül 1882 Cuma günü, İngiliz ordusu Kahire'ye girer. Girmekle de kalmaz; yeni Hıdiv İsmail Paşa'nın önünde bir de resmi geçit dü­ zenlerler. Kahire'de, artık İngiliz ordusu var­ dır. Gerçi lafta, "Mısır üzerinde Os­ manlı Hakimiyet-i Aliyesi" sürmekte­ dir ve Mısır vergisi bize bırakılmıştır ama... Daha evvel Kıbrıs'ı İngiltere'ye ki­ ralamak zorunda kalmışızdır. 1878 Ber­ lin Andlaşması'ndan sonra Londra "Ya Kıbrıs'ı bana kiralayacaksın, ya işgal ederim" demiştir. Mısır'ın kapısı daha o vakit, Kıbrıs'ın elden çıkışı ile ardına kadar açılmıştır. Tunus'un elden çıkmasından tam bir sene sonra, Mısır'ı da İngiltere'nin zim­ metine terkederiz. Elveda Mısır... Yaralı arslanın tepesinde, artık ak­ babalar kanat çırpmaktadır. Tarih ve Medeniyet Hıdiv İsmali Paşa, Mısır'ı 100 milyon sterlin borç altına sokmuştu. Borçların ödenememesinden yararlanan İngiltere, önce Mısır'ın maliyesini kontrolü altına alacak, 1882 yılın­ da da ordusunu Kahire'ye sokacaktır. "Elveda Mısır" feryadımıza, çölle­ rin derinliklerinden cehennem alevi gi­ bi bir aksi şada cevap verir. "Elveda İmparatorluk!.." Doğrudur kulağımızı paralayan bu baykuş sadası. Doğrudur. Anlatacağım. Masada çürütülen zafer 1897 yılı 21 Mayıs'ı, bir cuma günü­ ne rastlar. Yıldız Sarayı'nın telgraf oda­ sında, o soğukkanlılığı ve mesafeli cidiyeti ile bilinen Sultan Hamid, elindeki müsveddeyi dikte ettiği sırada son dere­ ce heyecanlı ve neş'elidir. "Tesalya Ordusu Başkumandanı Müşir Gazi Ethem Paşa'ya "Devlete, millete ve saltanata bu son hizmetin, sadece devletimizin yü­ zünü ağartmayacak, fakat seni ve ah­ fadını ebediyete kadar nurlandıracaktır." Bu bir zafer tebriknamesi idi. Yunanlılar'ı Dömeke meydan muharebe­ sinde perişan etmiştik. Atina'ya girebi­ lirdik ama, Rusya ve Batılı süperler ri­ cada bulunmuşlardı. Yunanistan, aradığı belayı bulmuş­ tu. Daha 1895'den itibaren, Avrupa ga­ zeteleri hemen hemen her gün, Girit ha­ berleri ile dolup taşıyordu. Aynen bu­ gün Güneydoğu Anadolu ve Kıbrıs mes'elesinde olduğu gibi, o zaman da dünya aleyhimizde idi. Atina, devletimizin içinde bulundu­ ğu mali sıkıntının farkındadır. O kadar ki ünlü İllustration dergisinin özel mu­ habiri Paul Quillard, Tesalya'da sınır­ da bekleyen bir komutanımızla konuş­ mak ister. Muvaffak olamaz ve gazete­ sine aynen şu haberi geçer: "Türk komutanı beni kabul et­ mek istemedi. Sebebi, daha sonra kendisi ile konuşurken anladım. Ay­ lardır maaşını alamamıştı ve ayakla­ rında terlikleri vardı. Yunanlılar'ın ellerindeki silâhlar ve mühimmat, Türkler'i iki gün içinde bu dağ başın­ dan atabilecek bolluktaydı." Yunan gazeteleri de cüretkârdırlar. Şöyle yazarlar: "Türk ordusunun 200 bin askeri­ ne giydirecek postalı yoktur. Üstelik Batılılar bu savaşta yanımızda ola­ caklardır." 18 Nisan 1897 günü, Yunan elçisi Dışişleri Bakanlığı'na çağrılır ve pasa­ portu kendisine verilir. Bu, savaş ilânı demektir. Savaş başlar. Bizimle tutuştukları her kavgada, kendilerinden çok hayal­ lerine ve Batılılar'a güvenen Yunanlı­ lar, bir kez daha aldanacaklardır. Bu, ta­ rihin hükmüdür. Hedefleri Tesalya'dır, Selanik'tir, Trakya'dır. Ve daha sonra Kral olup Anadolu'yu zapta kalkışan veliahd Prens Konstantin ve ordusu, şa­ mar üstüne şamar yerler. Dedim ya, sa­ vaşı kazanırız. Yunanlılar 10 milyon al­ tın tazminata razı olurlar. Araya Fransa, İngiltere ve Rusya girer. Tazminat 4 milyon altına indirilir. Onu da alama­ yız. Rusya der ki: "1877 savaşında sizler bize tazmi­ nat vermeğe mahkum edilmiştiniz. Yunanlılardan alacağınız parayı bu borcunuza mahsub ediyorum." Alamayız tazminatı. Ama asıl facia, kazandığımız toprakların büyük bir kıs­ mını bırakmak zorunda kalışımızdır. Bizim Tesalya'dan da tamamen çekili­ riz. Savaşı biz, barışı Yunanlılar kazan­ mışlardı. "Veyl mağluba!" sözü âdeta "Veyl galibe!" şeklinde değiştirilmişti.. Şimdi sıra üçüncü hedefte idi: Ege'deki adalarımız ve Libya... Libya'daki destan ve hüsran.. Geniş bir tarih yorumu yaklaşımı ile İmparatorluğu sarsan büyük felâket, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı idi. "Plevne'den Dönen Yaralılar", Rumeli'den sökülüşümüzün başlangıç manzaralarını oluşturuyordu (Bedri Bey'in tablosu-AskeriMüze). bakarsanız, 1908 Meşrutiyet ilânı, as­ lında bir iç kavganın başlangıcı ve yağ­ malanmamızın hızlanmasından başka bir şeye yaramamıştır. Nedense milletlerarası münasebet­ lerde vefa, dostluk ve karşılıklı sadaka­ tin ham bir hayal olduğunu anlamamak­ ta nicedir ısrar etmekteyizdir. O gün, bu gafletimizin faturasını ağır şekilde öde­ riz. Yıllardan 191 1'dir. Eylül ayının 11. Perşembe günüdür. Sadrıâzam Hakkı Paşa, mükemmel bir salon adamıdır. Türk Jandarma teş­ kilâtını ıslah etmek için kendisine görev verilmiş olan İtalyan generali Robilant Paşa'nın yalısında, Boğaziçi'ne hakim olan terasta, bu İtalyan'la satranç oyna­ maktadır. Bir yaver gelir. Sadrazam hazretle­ rine henüz aldıkları bir gizli notayı ulaştırır. Hakkı Paşa umursamaz. Ne var ki, oyun bittikten sonra masasındaki zarfı açınca, beyninden vurulmuşa döner. Gelen notta, kendisinin başında bu­ lunduğu İttihad ve Terakki hükümeti­ nin, Trablus'ta, yani Libya'da, halkı İtalyan kolonisi aleyhine tahrik ettiği iddia olunarak, 24 saat içinde İtalya'nın istekleri kabul edilmediği takdirde, bu­ nun bir Causus Belli, yani savaş hali sayılacağı bildirilmektedir. Hakkı Paşa'nın bundan önceki gö­ revi Roma Büyükelçiliği idi. Ve İtal­ yanlar, hatta İtalyan gazeteleri, bir se­ neden fazla zamandır Libya'yı gözleri- Tarih ve Medeniyet Hayri Çizel'in, Askerî Müze'deki "İzmir'e Doğu" tablosu (1930). İmparatorluğumuz göçmüştü ama, son bir gayretle Anadolu'yu kurtarabilmiştik. ne kestirdiklerini saklamadan açıkla­ maktadırlar. Hakkı Paşa Roma'da iken dahi gerçeği görememiş ve bu ülkenin sathî dostluğuna güvenmiştir. Libya'da İbrahim Paşa kumanda­ sında mükemmel bir tümenimiz vardır. İngilizlerin, Fransa ve İtalya'nın paşa­ dan şikayetleri sonunda, o sırada Roma'da görevli olan sadrıâzamın "Aman Batı'lıları kızdırmayalım.." yolundaki ısrarıyla bu tümen Yemen'e gönderilmiş ve Libya'da askerimiz kal­ mamıştır. Verilen notadan üç gün sonra, 130 bin tonluk İtalyan donanması Bingazi açıklarında demir atar. Sahile bir hafta içinden 25 bin asker çıkarılır. Size burada, o bir buçuk senelik sa­ vaşın hikâyesini anlatacak değilim. Enver, Mustafa Kemal, Fethi (Okyar) beyler ve Türkiye'den kaçarak Libya'ya gelen bir avuç kurmay, o İtal­ yan donanmasını tam bir buçuk sene sa­ hilden beş kilometre öteye adım attır­ mazlar. Elveda Rumeli Ama dedim ya, Batı'nın niyeti bizi yağmalamak değil, linç etmektir. Libya Savaşı sona ermeden, o hainane gafleti­ miz ve iç çekişmelerimiz sonunda Bal­ kan Savaşı patlak verir. Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve boyuna poşu­ na bakmadan Karadağ eski efendileri­ nin gırtlağına çökerler. Çatalca'ya kadar gerileriz. Tarihimizin en acı ve ahlaksız ye­ nilgisine uğrarız. Orduyu politika bata­ ğında boğarız. Bereket Bulgar ve Sırplar'ın biribirlerine düşmelerine ve düş­ man saflarında patlak veren kolera sal­ gınına... Edirne'yi zor kurtarırız. Ama... Ama, elveda Selânike, elveda Yanya, elveda Kumanova... Daha acılı ve gerçek deyimi ile el­ veda 500 senelik bizim Rumeli. Rumeli, türkülerimizde yankılanır artık: "Alişimin kaşları" hâlâ "kare" midir? "Deryaya karşı köşklerimizde" hangi uğursuzlar Tuna'yı seyreyler? "Gönlümüzü" artık "bir sinsi fi­ rak" kemirecektir. Anadolu'ya sığınış Ve yazının başında anlattığım gün gelir çatar. O gün aslında Vatan Anamı­ zın alnına karalar çattığı günlerin baş­ langıcıdır. Tarihimizin en budalaca ka­ rarlarından birisini alarak Almanya'nın yanında yer alırız. Savaşa katıldığımız tarihte, Almanya savaşı fiilen kaybet­ miştir. Daha dört sene dayanabilmiş ise, bu bizim harcadığımız 2 milyon 229 bin vatan evlâdının ve yüzde 78'ini kay­ bettiğimiz bizim eski vatan toprakları­ nın yüzsuyu hürmetinedir. Anadolu'yu zor kurtarırız. Ama, asıl bugün dikkatli olmak za­ manıdır. Yağmacılar hâlâ kursaklarındaki ni­ yetlerin peşindedirler. Türkiye federas­ yonlara bölünmeli, bin yıllık Türk Gü­ ney Anadolu üzerinde, edepsizliklerine Osmanlının da tahammül göstermediği elleri kanlı Batı bağlantılı haydutlarla müzakere masasına oturulmalı ve Türk varlığının Asya'ya sürülme hazırlıkları­ na girişilmelidir. Elbette, devlet kurmak ile bazıları­ nın hayalhanelerinde turşu kurmaları arasında çok fark vardır. Ne var ki, bu hakikati yabancılardan önce bizim farketmemiz şarttır. 20 milyon 622 bin kilometrekarelik bir vatandan 800 bin kilometrekarelik Anadolu'ya sığınışımızın seyir defteri­ ni, bugünün ve geleceğin nesilleri iyi bellemelidirler.