Perspektif FEBRUAR / ŞUBAT 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sayı: 194 İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Yayın Organı Sünneti Öğrenmek Kontakt: Jugendorganisation • Stichwort: KFÖ • Boschstr. 61-65 • 50171 Kerpen kfo@igmg-genclik.org • Mobil: 0178 3312404 • Fax: 02237 656369 Informationen zum Inhalt und zur Bewerbung unter www.igmg.de editör Selamların en güzeli ile “HALKIN ÖFKESİ” İlk olarak Tunus’da başlayan “halk öfkesi” en çok Mısır’da yankı buldu. Ürdün, halkın öfkesinin daha da yaygınlaşmasını önlemek için hükümeti değiştirdi. Yemen’de hareketli günler yaşanırken, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da reform yönünde adımlar atmaya başladı. Mısır’da çok dramatik bir hâl alan gelişmeler, aynı zamanda Batı dünyasına karşı bir tepkiyi de gözler önüne serdi. Halk sadece bir yönetime değil, bu rejimleri ayakta tutmak isteyen uluslararası iradeye de tepkili idi. Pankartlar ve sloganlar bu tepkiyi açıkça ortaya koydu. Batı dünyası, bu tepkileri yerli yerinde değerlendirmek durumundadır. Bu konudaki gelişmeleri gelecek sayımızda inceleyeceğiz. Bu arada Türkiye Devlet Bakanı Sayın Faruk Çelik’in geçen ay gerçekleşen Avrupa ziyareti, bu coğrafyada yaşayan Türk vatandaşlarının Türkiye’deki seçimlerde oy kullanabilmeleri, ikamet, aile birleşimi ve çifte vatandaşlık gibi sorunlarını tekrar gündeme getirdi. Berlin’de sivil toplum kuruluşları ile yapılan ve Genel Başkanımız Yavuz Çelik Karahan’ın da katıldığı toplantıda bu konulardaki hassasiyetlerimizi Sayın Bakan’a yeniden aktardık. Öte yandan, son aylarda Avrupa’da camilere ve göçmenlere yönelik saldırıların artmasını büyük bir endişe ile izliyoruz. Elinizdeki sayımızda bu saldırıları değerlendiren bir yazıya yer veriyoruz. Kamuoyunun bu konudaki sessizliğini ise mânidar buluyoruz. Sudan’da yaşananlar ve yapılan referandum hakkında bir değerlendirme yazısını da okuyucularımıza sunuyoruz. Bu sayımızda ayrıca Şubat ayı içerisinde eda edeceğimiz Mevlid kandili vesilesiyle Efendimiz’in (s.a.v) sünneti ve onu öğrenmenin önemi üzerinde durduk. Okullar için hazırlanan rehber kitapçıklarla ilgili bir değerlendirmeyi de bu sayımızda okuyabilirsiniz. Ayrıca değerli İslam araştırmacısı Annemarie Schimmel hanımefendiyi vefat yıldönümü vesilesiyle yâd ediyoruz. Geçen ay ele almaya başladığımız küreselleşme konusunu bu sayımızda kültürel boyutu ile irdeliyoruz. Hollandaca yazılmış bir hadis kitabının yazarı ile söyleşinin yanı sıra Almanya’da oluşan yeni kimliklere değinen bir yazıyı da ilginize sunuyoruz. Gelecek sayımızda buluşmak üzere, Allah’a emanet olun. • Oğuz ÜÇÜNCÜ Perspektif IGMG AYLIK YAYIN ORGANI FEBRUAR / ŞUBAT 2011 Yıl/Jg.: 17, Sayı/Nr.: 194 Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen Tel.: 02237/ 656-0 Fax: 02237/ 656 555 www.igmg.de E-Mail: dergi@igmg.de YAYINCI • HERAUSGEBER Islamische Gemeinschaft Millî Görüş • IGMG e.V. Amtsgericht Bonn, VR 6621 Vertreten durch den Vorstand: Osman Döring, Vorsitzender; Oguz Ücüncü, Generalsekretär; Ali Bozkurt, stellv. Vorsitzender Genel Yayın Yönetmeni / Chefredakteur: Oğuz Üçüncü (V.i.S.d.P) Dizgi-Layout: İlhan BİLGÜ Baskı · Druck: Yavuzsöhne-Duisburg Yayınlanan makale ve fikir yazılarının sorumlulukları yazarlarına aittir. Die in der Zeitschrift veröffentlichten Meinungen binden die Autoren, nicht die IGMG İLAN SERVİSİ · ANZEIGENSERVICE: Tel.: 02237/ 656-201 • Fax: 02237/ 656 555 E-Mail: tanitma@igmg.de ABONE SERVİSİ · ABONNEMENT: Islamische Gemeinschaft Millî Görüş Lastschriftabteilung: Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen Tel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555 E-Mail: mitglied@igmg.de Yıllık abone ücreti: 59,-EURO Jahresabonnement: 59,-EURO IGMG Genel Merkez Üyelerine Ücretsizdir Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos Der Bezugspreis ist im Mitgliedsbeitrag enthalten HESAP NO · BANKVERBINDUNG: BANK AUSTRIA: IBAN: AT 23 12 000 515 74 66 56 01 SWIFT: BKAUATWW içindek i le r gündem “Önemli Bir Şey Yok” 5 Özel Muamele Gerekli mi? 6 Üniversiteliler Tarih ve Sanat Seminerlerinde Buluştu 8 teşkilat IGMG, Avrupa’da Müslümanların Siyasal ve Toplumsal Katılımını Ele Aldı islam ve hayat 10 Sünneti Anlamak 12 Sünnet: Çağlar Üstü Örneklik 14 Hollandaca Hadis Literatürüne Bir Katkı 18 Tire Kimlikler 20 Kültürel Küreselleşme 22 “Bilinmeyen bir dilde konuşmuştur” 24 Referandum Sonrası Sudan Nereye Gidiyor? 26 Irak 28 Annemarie Schimmel (1922-2003) 30 Dünya Gezegeni, Yer Bilimi, Doğa Olayları 32 toplum dünya kültür islam und leben Die Sunna verstehen 34 Muslime in der Schule – kein Sonderfall 36 Nichts von Bedeutung? 38 aktuell 6 ÖZEL MUAMELE GEREKLİ Mİ? 22 KÜLTÜREL KÜRESELLEŞME 30 ANNEMARIE SCHIMMEL gündem “Önemli Bir Şey Yok” Avrupa’da Camilere Saldırılar Çoğalıyor venlik güçlerinin içinde bulundakları zaafiyeti bırakıp saldırıların önlenmesi için daha çok tedbir almasını istemelerini de takdirle karşılıyoruz. Öte yandan, Strasburg’daki bir camiye yapılan kundaklama girişimi sonrasında, Strasburg’daki Müslümanlar, polisin “önemli bir zarar olmamış, o kadar da üzerinde durmayın” yönlü açıklamasını bir teselli mi yoksa bir terkedilmişlik Dünyanın her tarafında herhangi bir dinî kuruma, özelmi olarak algılamaları gerektiği ise ayrı bir soru olarak durlikle de mabed özelliği olan mekânlara yapılan saldırılar hermaktadır. Polisin tespitince bu saldırılar sonucunda önemzaman nefretle kınanmışlardır. Bu mekânlar arasında meli bir maddî zarar olmayabilir fakat bu saldırıların Müslüzarlıkların müstesna bir yeri vardır. Çünkü, ibadet mekânları manların güven duygularında açtığı yaranın büyüklüğünün doğrudan, o mabedin temsil ettiği dini ve o dine mensub hiç mi önemi yok? Nitekim, ‘‘maddi zararın pek yüksek ololan insanları sembolize ederken mezarlıklar ise, hem yamadığı’’ bu saldırılar son bulmuş değildir ve Strasburg’daki şayanları hem de geçmişte yaşamış olanları temsil eder. Bu başka cami ve göçmen kökenli vatandaşlara ait dernek ve gibi mekânlara yapılan saldırılar, umumî bir nefreti gösişyerleri de saldırıya uğramaya devam etmektedir. Türk Öğtermesi bakımından da önemlidir. renci Kongresi Derneği ile Fas Havayolları’nın büroları bu Son aylarda yine Avrupa’daki camilere yönelik kundaklama saldırıların en son örnekleri olarak hafızalardaki yerlerini saldırılarına şahit olduk, en çok da Almanya’nın başkenti koruyor. “Önemli bir zarar olmamış, o kadar da üzerinde Berlin’de. Berlin’deki saldırıların en dikkat çekici özelliği durmayın” diyen polis, varlık sebebi olan güven telkin etise, camilerin sadece bir ay içerisinde 7 kere saldırıya uğme konusunda aslında ne kadar başarılı olmuş oluyor? ramaş olmaları. Örneğin Berlin’in en eski minareli camiBerlin örneğine baktığımızda, saldırıları kimin düzenlelerinden biri olan Şehitlik Camii bir ayda iki kez saldıradiğine dair herhangi bir ize ulaşılabilmiş değil. Nasıl oluyor ya maruz kalmış durumda. da, sadece bir ayda 7 kere saldırıya uğrayan camilerin, daha Bu saldırıların Müslümanları nasıl bir güvensizlik psidoğrusu bu camilerin temsil ettiği Müslümanların bir daha kolojisine sürüklediğini açıklamaya gerek yok. Bundan dasaldırıya uğramaması için her hangi bir tedbir alınamıyor ve ha üzücü olan yönü belki de, bu saldırıların kamuoyunda saldırganlar, istedikleri zaman yeniden saldırıda bulunabilihak ettiği tepkiyi görmemiş olmasıdır. Müslümanların teryorlar? Bu soruya bizler, Müslümanlar olarak duygularımızı kedilmişlik, saldırılara karşı emniyetsizlik ve huzursuzluk da işin içine katarak ‘‘mâkul olmayan’’cevaplar bulabiliriz. Anduygusuna kapılması, saldırılardan ziyade saldırı sonrası cak emniyetimizden sorumlu olan güvenlik güçlerinin daha kamuoyu ve yetkililerin ilgisizlimâkul cevaplar bulmasını beklemek de en ği ile daha da derinleşmektedir. doğal hakkımızdır. Aksi takdirde, güBu arada, kamuoyunun olanvenlik güçlerinin bu saldırılara bir cevap Strasburg’daki bir camiye ca suskunluğuna rağmen Federal bulma girişiminde dahi olmadıklarını Hükümetin İnsan Hakları Sotelkin eden suskunlukları bizleri daha da yapılan kundaklama girişimi rumlusu, FDP’li Markus Löning derinden yaralayacak, saldırganları ise sonrasında Strasburg’daki ve Hristiyan Birlik Partileri Mecaynı ölçüde cesaretlendirecektir. Bu tuMüslümanlar, polisin lis Grubu Kilise ve Dinî Cemaatler tumun yanısıra, dile getirilmesi gereken “Önemli bir zarar olmamış, o Sorumlusu Dr. Maria Flachbarth bir diğer rahatsızlık, siyasetçiler ve hükükadar da üzerinde durmayın” ile Yeşiller Partisi eski eş başmet yetkililerinin, Berlin’de entegrasyon kanlarından ve Berlin Eyalet Baştartışmaları ile Müslümanları rencide yönlü açıklamasını bir teselli bakan adayı Renate Künast’ın edip toplumda Müslümanlara yönelik nefmi, yoksa terkedilmişlik mi kamuoyunda hakim suskunluğa reti kışkırtacak sözlerine dikkat etmek duolarak anlayacaklar? uymayıp tepki göstermesini, gürumunda olmalarıdır. İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 5 gündem Özel Muamele Gerekli mi? Eyaletlerin Okullar İçin Hazırladıkları Rehber Kitapçıklar Üzerine Bir Değerlendirme olduğu gibi sözünü ettiğimiz son kitapçığı da memnuniyetle karşılayanların yanında reddedenler, eleştirenler de oldu. Tepkiler bağlamında, Rheinland-Pfalz Eyaleti’nin CDU Başkanı Julia Klöckner’in kitapçığı “dünyadan bihaber” olarak niteleyip, geri çekilmesini istediğini hatırlayalım. Benzer bir eleştiri, Berlin’de yayınlanan kitapçık için Eğitim ve Bilim Sendikası’ndan (GEW) gelmiş, spor ve yüzme derslerinin kız erkek ayrı ya2008 yılı başında Kuzey Ren Vestfalya (NRW) Eyapılması teklifi, “dünyadan bihaber” olmak sözleri ile değerleti Entegrasyon Sorumlusunun yayımladığı “Eğitim Kulendirilmişti. Öte yandan, aksi yönde sesler de yükselmiş, rumlarında Sorunlar ve Fırsatlar” (Herausforderungen und kitapçığın hazırlanmasında katkıları da olan Rahib Albrecht Chancen in Bildungseinrichtungen), 2010 yılında da BerBähr, Klöckner’in eleştirisine, “Göçmenlerin sırtından seçim lin Eğitim, Bilim ve Araştırma Senatörü tarafından yayımlanan taktiği politikası”ve“Burada mesele dersin Müslümanlaştırılması “İslam ve Okul” (Islam und Schule) kitapçığının ardından, değil” sözleri ile cevap vermişti. bugünlerde Rheinland-Pfalz Eyaleti de “Okulda Müslüman Rheinland-Pfalz Eyaleti’nde hazırlanan kitapçık, kısa Çocuk ve Gençler” (Muslimische Kinder und Jugendliche olması hasebiyle “okul için gündelik hayatta pratik tavsiyein der Schule) başlıklı okulda Müslümanlarla ilişkilerde naler” bağlamında bir işlev görmek yerine, eyaletin siyasî dusıl davranılması gerektiğine ilişkin rehber bir kitapçık yaruşunu göstermeye hizmet ediyor gözükmesine rağmen, yımladı. şimdiye kadar bu yönde yapılan yayımların en başarılısı giHer şeyden önce bu tür yayımlardaki tavsiyelere gerbi gözüküyor. Bunun altında yatan temel sebep ise kanuçeklikle bağlantısı açısından ancak sınırlı olarak itibar nî düzenlemeleri dikkate alarak onlara dayanması, kanunlarda edilebileceğini belirtmeliyiz. Bunun sebeblerinden birinbelirtilenden ne eksik ne de fazla taleplerde ya da tavsiyelerde cisi, yayımlarda yer alan tavsiyelerin her hangi bir tecrübulunmamış olmasıdır. Bu yaklaşımın sonucu olarak kibeden yoksun olması, ikincisi ise, İslamî dinî cemaatlerin tapçık hazırlanırken ideolojik gerekçeler ve yaklaşımlarsürece dahil edilmesinde yaşanan dan mümkün olduğunca kaçınılmış insorunlardır. Daha da önemlisi tibası veriyor. Doğal olanın da bu olduğu, ise, bu tür rehber niteliğindeki kidolayısıyla bu yaklaşımın zaten normal Rheinland-Pfalz Eyaleti’nde tapçıkların yayınlanmasının gerolduğu düşünülebilir. Oysa, örneğin, Kuhazırlanan rehber kitapçık, çekten gerekli olup olmadığı sozey Ren Vestfalya’nın kitapçığında cinrusudur. Çünkü bu yayımlarda sösiyetlere yüklenen roller, Berlin’de de kısa olması hasebiyle “okul zü edilen Müslüman öğrenciler sanokulda namaz konusunda yazılanların için gündelik hayatta pratik ki başka bir iklime ait ve burada ideolojik yaklaşımlar içerdiği düşünültavsiyeler” bağlamında bir yaşamayan canlılar, ya da özel muadüğünde, maalesef doğal olan yaklaşıişlev görmek yerine, eyaletin mele gerektiren öğrenci grubu imiş mın her zaman benimsenmediği de siyasî duruşunu göstermeye gibi lanse ediliyor ki, bu da bazı bir gerçektir. tereddütlere yol açabiliyor ya da En son yayımlanan kitapçıkta dinhizmet ediyor. eleştirilerin önünü açıyor. le doğrudan irtibatı olmayan “tereddütler” Daha önce benzer yayımlarda kavramının kullanılması da olumlu deAli Mete • amete@igmg.de sayfa 6 • Perspektif ğerlendirilmelidir. Çünkü, NRW’nin toplantılar ya da cinsel bilgiler deryayınlandığı kitapçıkta “kökeni muhsi gibi konular da Müslümanların bu temelen dinî aidiyetlerde bulunan soülkeye yerleşmelerinden sonra ortaya runlar” (s. 3) Berlin’dekin de ise “diçıkmış değildirler. Çocukların okul nî olarak gözüken çatışmalar” (s. 6gezilerinde günlerce ya da hafta bo7) gibi ifadeler ile meseleler doğruyunca ailelerinden uzak olması gibi dan din ile irtibatlandırıyordu. Son önemli meseleler, sadece Müslükitapçıkta kullanılan tereddüt kavramı manların endişesini taşıdığı konular ise daha kapsamlı ve tarafsız olmada değildir. Nitekim Berlin’de yası nedeniyle daha uygun duruyor. Bu yımlanan kitapçıkta bu konuda haknedenle de tereddüt tabiri ile ilgili, lı olarak “Alkol, uyuşturucu kullanıaynı zamanda yayının gayesine de uymı ya da cinsel ilişkiler konularında göçgun olarak “başka dinî inançlardan domen olmayan aileler de endişe taşıyorlar” ğan olgulara da uyarlanabilir,” de(s. 16) denilmektedir. nilmekte, doğrudan İslam ile irtibat Rehber kitapçığında yer alan kurulmamaktadır. “İhtiyaca binaen okuldaki günlük akıAncak bu yaklaşımın da tutarlı bir şı uygun bir şekilde biçimlendirmeye şekilde sürdürülmek istenmesi halinde, çalışan duyarlı öğretmen, aile ve ceher dinî, kültürel ve etnik gruba miyetler” ifadelerine katılıyor, tekendileriyle ilişkilerde oluşan temelinde eyaletler ve federal yapının reddütler nedeniyle özel bir muamele siyasi talepleri olmaksızın gidilen gerekecektir. Oysa okulun günlük bu yolda kararlı olunması gerektiğini akışında Müslümanlara ya da diğer düşünüyoruz. Rehber kitapçıkların en büazınlıklara özel bir muameleye ihtiRehber kitapçıkların en büyük hanyük handikapı, yerinde tavsiyaç duyulması sözkonusu değildir. dikapı ise, yerinde tavsiyelerde buyelerde bulunabilmek için Aksi halde bu durum sadece yerinlunabilmek için empirik zeminden de olmayan tavsiyelere yol açacak ve yoksun olmalarıdır. Eyaletler, kiempirik zeminden yoksun oldaha fazla kafa karışıklığını berabetapçıklardaki tavsiyeleri neye dayamalarıdır. Eyaletler, kitapçıkrinde getirecektir. narak yapıyorlar? Şüphesiz okullarlardaki tavsiyeleri neye dayaYazımızın konusu olan Rheinlanddan ve öğretmenlerden gelen beyanlara narak yapıyorlar? Pfalz’daki kitapçıkta, okulların “ergenlik dayanıyorlar. Fakat bunlar bir kitapçık çağından itibaren spor ve yüzme dershalinde tavsiyeler olarak yayımlanlerinin tüm imkânlar kullanılarak kız madan önce nerede ve nasıl toplaerkek ayrı düzenlenmesi” ile yükümnıyor? Müslüman cemaatler bu sülü tutulmasının önerilmesini memrecin neresinde ve nasıl – şayet yer nuniyetle karşıladığımızı belirtmekle beraber, böyle bir çağalıyorlarsa tabii – bulunuyorlar? “Tipik Müslüman sorunrının zaten varolan kanunî düzenlemenin öngördüğünü yiları” gibi gösterişli ifadeleri kullanmadan önce, kitapçıknelemesi nedeniyle,esasen gereksiz olduğunu da hatırlatmalıyız. larda ekseriyetle karşılaştığımız siyasî ve ideolojik yaklaTüm bunlara rağmen öğretmenlere “Müslüman kızlar için şımları bertaraf etmek için, tavsiyelerin üzerine bina edispor ve yüzme derslerinde onlar için özel hazırlanmış (‘Burleceği geniş bir empirik zemine ihtiyaç vardır. kini’ gibi) kıyafetlerin çatışmanın çözümüne yardımcı olaHer şeyden önce, ki bunu ifade ederken özellikle Kuzey bileceği” gibi tavsiyeler edildiğinde ise sözünü ettimiz kaRen Vestfalya ve Berlin’deki kitapçıkları baz alıyoruz, dinî nunun hiçbir işlevi olmayacaktır. konular da (Bayram günlerinin tespiti, oruç, namaz vb.)MüsBu tür özel sayılabilecek sorunlardan ziyade, ifade edillüman cemaatlerin, kendi kaidelerini belirleme hakları ve yetmesi elzem olan hususlardan biri de bahsi geçen sorunlakilerinin tanınması gerekmektedir. Populist yaklaşım serrın sadece Müslümanların sorunları olmadığı gerçeğidir. gileyenlerin argümanları ancak bu şekilde ortadan kaldırıBu nedenle yetkililerin, genel anlamda okul ve öğrencilelabilir. Aynı şekilde okulda günlük akışın normalleşmesi de rin sorunları ile ilgilenmeleri daha mantıklı olacaktır. ancak öğrencilerin varolan sorunlarını “İslamîleştirmek” giMüslümanlar, Ramazan ayında oruç tutarlar ve kendilebi bir yanlışa düşmeden ya da kültürel farkları yok sayan bir rini duruma göre ayarlayabilirler. Fakat tüm yıl boyunca perspektifden bakılmadan sağlanabilir yeterli bir kahvaltı yapmadan okula giden nice öğrenci varTercüme: Ömer Faruk Altıntaş dır? Öte yandan okul gezileri öncesinde ailelerle yapılan FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 7 teşkilat Üniversiteliler Tarih ve Sanat Seminerlerinde Buluştu Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Birimi, yaklaşık kırk üniversiteliyi yatılı eğitim programı çerçevesinde Kerpen’de ağırladı. Misafir hocalarımız İbrahim Zeyd Gerçik ‘İletişim ile Yönetim Psikolojisi ve İnsan Kaynakları’ ve Dücane Cündioğlu ‘Sanatın Işığında Bilim ve Felsefe’ konularında seminerler verdiler. Ayrıca Osmanlıca, Yakın Tarih, Ömer Nesefi Akaidi dersleri ve öğrencilerin kendi sunumları da programda yer aldı. Öğrenciler ayrıca film akşamları düzenleyip Kitap Kulübü’ne ziyarette bulundular. IGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan, Genel Sekreter Oğuz Üçüncü, Gençlik Başkanı Mesud Gülbahar da farklı zamanlarda üniversitelilerle biraraya geldi. Genel Başkan Yavuz Çelik Karahan, öncelikle üniversitelilerin eğitimine verdikleri önemi belirtti. Onlara, gerek üniversiteli olarak, gerek ise bir kul olarak en iyiler arasında olmalarını öğütlerken, Allah ve Rasulünü her şeyden çok sevmek gerektiğinin ve bunların sıkıntısız olmayacağının da altını çizdi. Gençlik Başkanı Mesud Gülbahar ise üniversitelilere, genelden özele giden bu eğitimin kıymetini bilmelerini, gençleri bu tür eğitime kazandırmalarını ve üniversite sonrası akademisyenler için projeler hazırlamaları öğüdünde bulundu. Seminer süresince, Mehmet Küçükerdoğan’ın verdiği Osmanlıca dersinde Hayati Develi’nin ‘Osmanlı Türkçesi Kılavuzu 1-2’ kullanılırken, Ömer Nesefi (ö. 537/1142) Akaidi derslerinde orijinal metnin tercümesi işlendi. Ersin Kocakaya’nın verdiği Nesefi Akaidi dersinde öğrenciler genel hatlarıyla: ‘bilmeden yargılamamalı, tanımadan tanımlamamalı, hakkıyla eleştirmek için aynı konumda veya daha üstünde olmalı, haddini aşan, zıddına inkılâp eder, nefsini eleştiren kemale erebilir’ gibi tavsiyelerinden ve ‘özellikle ilmi, zihni ve sosyal hiyerarşimiz bozuldu, yok oldu’ tespitlerinden faydalandılar. Kocakaya konuşmasına, ‘İlim zâtı için istendiğinde ilim olur’ ve ‘görünürde veya zihinde doğru olan, doğrula- sayfa 8 • Perspektif nabilir olan, hakikatte yanlış olabilir’ cümleleriyle başladı ve sözlerine devamla, zihni veya bedensel rahatsızlıklar, uyuşturucu etkisi, dil kullanımı, farklı sosyalleşme, olgulara yüklenen öznel/ferdi mânalar, ferdi çağrışımlar (iltizam) göz önünde bulundurularak, mümkün olduğu kadar bunlardan bağımsız bir şekilde, ön kabuller eşliğinde ilimin ve düşüncenin üretilmesi ve tartışılması gerektiğini açıkladı. Kocakaya akabinde, ‘ön kabulsüz düşünce yoktur’ ve ‘bilimle temelindeki ön kabuller tartışılmaz dediklerinde, bilimi kutsamış oluyorlar’ tespitlerini de sözlerine ekledi. Kocakaya, metafiziğimizi yani nazariyemizi kaybettiğimize, klasik fizik ile ilintili olarak İslami yorumların Osmanlı’da var olduğuna, fakat izafilik teorisi çerçevesinde henüz İslami yorumların gelişmediğine dikkat çekti. Üniversitelilere önce kavram dünyalarını genişletmelerini, bilgi edinmelerini, fikir geliştirmelerini, daha sonra iddialarını ifade etmelerini ve yaymalarını, akabinde ise bu fikirler hakkında tartışmalarını ve iddialarını savunurken geliştirmeleri tavsiyesinde bulundu. İbnu’l Ekfani’nin Tasnifu’l Ulum kitabından bahseden Kocakaya; artık Müslümanların ilmi alanda zayıf olmaktan ve kendini savunanlar olmaktan çıkıp, soru soran, sorgulayan, eleştiren ve tanımlayan olmaya başlamaları gerektiğinin de altını çizdi. Yakın Tarih dersi veren Üniversiteliler Başkanı Celal Tüter, Cemil Aydın’ın (2007) ‘Emperyalizm Karşıtı Bir İmparatorluk: Osmanlı Tecrübesi Işığında 19. Yüzyıl Dünya Düzeni’ ile Avigdor Levy’nin (1983) ‘Osmanlı Uleması ve Sultan II. Mahmud’un Askeri Islahatı’ makalelerini okutarak, üniversitelilerle bu makaleler üzerine müzâkereler gerçekleştirildi. Dücane Cündioğlu ise dersinde Heinrich Wölfflin’in (1915) ‘Kunstgeschichtliche Grundbegriffe’ (Sanat Tarihinin Temel Kavramları) isimli eserini ve Erwin Panofsky’nin (1936) ‘İkonografi ve İkonoloji’ eserini temel alarak resim tarihine istisnaî, kendine has bir özet ve bakış sundu. Batılı görsel sanatlar arasında bulunan resim sanatının Rönesans, Klasik, kısmen Maniyerizm, Barok, Rokoko, Neo-Klasik, Ön-Raffaelloculuk, Desenizm, Kolorizm, Empresyonizm, Ekspresyonizm, Kübizm gibi isimler altında tarif edilen akım ve dönemlerini nasıl fark ve ayırt edebileceğimizi, nasıl anlamamız gerektiği- ni, bu sanat akımlarının dini, siyasi veya bilimsel etki altında kaldığını nasıl yorumlayabileceğimizi açıkladı. Cündioğlu özellikle Klasik dönemi Barok dönem ile karşılaştırdı. Anlaşılırlığı sağlama açısından Klasik-Barok, çizgi-renk, kemal-zeval, detay-dağınıklık, idealizm-realizm, biçim-içerik, belirlilikbelirsizlik, kesinlik-dinamizm, düzgünlük-düzensizlik, mutlaklık-değişkenlik, sebat-izafet, şekil-öz, tasvir-tahlil, phenomen-essence, monarşi-demokrasi, alışılmış-yeni, MedreseTekke, Fıkıh-Tasavvuf gibi kelime çiftlerini kullanan Cündioğlu, Klasik bir eser olan Leonardo da Vinci’nin ‘Son Akşam Yemeği’ ile başlattığı seminerlerini, Ön-Raffaellocular’dan (Preraphaelist) sayılabilecek Leighton’un ‘Alma Taderna’sı ile bitirdi. Yorumlarken de ilmi gelişmelerin (fizik, anatomi gibi), siyasi rejim ve görüşlerin (savaşlar, Fransız İhtilalı gibi) ve burjuvanın oluşmasının sanat üzerindeki etkilerinden bahsetti. Müslümanlar olarak siyasi, toplumsal, sanatsal veya bilimsel alanlarda Batı’daki gelişmelere müdahil olabilmek için, yani dünyayı, insanları, hayatı güzelleştirebilmek için, önce sahici temasın, sonra ise anlama ve yorumlamanın gerekliliğini vurguladı. Bunun için ise (ebru, çini, nakş, minyatür, tasvir, hat veya mimari kısmen ilgilenilmiş olsa da) görsel sanatlar ile fazla ilgilenmemiş olan Doğu topluluklarından gelen bizlere, ‘görmeyi öğrenmeliyiz’ çağrısında bulundu. Cündioğlu sözlerine şöyle devam etti: Doğulular olarak bizlerin, edebiyat ve şiir, biraz da musiki asıl sanat alanlarımız iken, bir yüzyıl içinde televizyonla, kamerayla, resimle, modayla, tasarımla vs. birdenbire karşılaştığımız, tamamıyla görmeye odaklı bir dünyada, ‘görmeyi öğrenmeliyiz’. Avrupa’da düşünce üretebilecek yegane kesim olan üniversitelilere, bu süreci bizzat başlatma görevi düştüğünü hatırlatan Cündioğlu’na göre, gelecek nesiller için görsel sanatlar hakkında bilgi sahibi olmanın ve yaşamı güzelleştirme yolunda kullanmanın doğal olacağının altını çizdi. İbrahim Zeyd Gerçik ilk seminerinde, ‘Bir Yönetim Modeli – Mimar Sinan ve Süleymaniye’ konusunu işledi. Bizlerin eskiyi bünyemizde taşıdığımızı ama yeni çağın nesilleri olduğumuzu açıklayan Gerçik, geçmişin tecrübelerinden istifade ederek, Mimar Sinan gibi kendimizi ve görüşümüzü dünyaya ancak ardımızda bırakacağımız eserlerle ifade edebileceğimizi ve hatırlatabileceğimizi söyledi. Osmanlı’nın başarısının kaynağında ilim, edep, sadakat, adalet, güven, insana kıymet verme, emanet duygusu gibi hususi değerlerin yattığına dikkat çekti ve sözlerine Şeyh Edebali örneği ile devam etti. Osmanlı’da yapılan işin en iyi şekilde yapılması ilkesi Süleymaniye misalinde öne çıkıyorken, o zamanki eğitim sisteminin Sinan’ı taş ustalığında çıraklık gibi kaba ve alçak bir işten başlatıp, en ince ve yüksek sorumluluklara kadar taşıdığını vurgulaması da konuşmasının önemli kısımlarındandı. ‘İletişim Psikolojisi ve İnsan Kaynakları’ konusunda ise, öğrenme üzerine konuşan Gerçik, tekrarın, azimle odaklanmanın ve hususi olarak çocuklar için tekrarlanan telkinlerin önemine işaret etti ve sözlerine ‘‘bunlar, öğrenilmeye çalışılan şeyin 21-40 gün içinde insanda bir davranış alışkanlığına veya kişilik özelliğine dönüşmesini sağlar’’ şeklinde devam etti. Gerçik’e göre: ‘‘Alışılanı terk etmek ise zordur, zira değişim için farkındalık, rahatsızlık ve bahsedilen 21-40 gün içinde dirençlere karşı kararlılık şarttır ki, alışkanlık değişebilsin. Herhangi bir kişideki hoş olmayan bir alışkanlık değiştirilmeye çalışıldığında, kişiye seçim hakkı tanımak ve iyi niyetle dahi olsa zorla biçimlendirmeye çalışmadan rehberlik yapmak kaçınılmazdır ki, bu ailede başlar. Ancak bu şekilde samimi, eleştirebilen ve eleştiriyi kabul edebilen fertler yetişir.’’ Son olarak ailevi konularda birçok hayati bilgi aktaran Gerçik, ehliyet sahibi liderlerin, liderler yetiştirmesi gerektiğini de vurguladı. Katılımcı üniversitelilerden biri dolu dolu geçen bu dokuz günü, “Avrupa’da yaşıyoruz, burada olup bitene bir mana vermeye çalışmanın yanısıra, kendi meselelerine yorum ve çözüm üretmek, geçmişte kaleme alınmış ciddi bir eseri anlamaya çalışmak, hatta adını dahi duymak bize daha güçlü bir kimlik kazandırıyor. Artık ciddi sorumlulukların yüklenildiği bir yola çıkmış durumdayız.” Sözleri ile değerlendirdi. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 9 teşkilat IGMG, Avrupa’da Müslümanların Siyasal ve Toplumsal Katılımını Ele Aldı sı gerektiğine değinen Bilgü, bu tür tepkilerin organizeli bir biçimde yapılması ile ancak faydalı sonuçlar elde edilebileceğini vurguladı. Toplantının ilk gününde Hannover Bölge Tanıtma Başkanı Hacı Davut Toklu’nun Hannover bölgesiyle ilgili sunumunun ardından, bölgelerde ve merkezde yapılan hizmetler ele alındı. Genel Sekreterlik bünyesinIGMG Bölge Tanıtma, Basın-Yayın ve Dış İlişkiler de yürütülen çalışmalarda ilk olarak vatandaşlık ve derBaşkanları’nın katılımlarıyla Kerpen’de düzenlenen nekler hukukunda yaşanan gelişmeler aktarıldı. Daha sontoplantıda, Avrupa’da yaşayan Müslümanların siyasal ve ra Hukuk Bürosu Ayrımcılıkla Mücadele Birimi sorumlusu toplumsal katılımı müzâkere edildi. IGMG Genel Sekreterlik Ümit Hazar, 2010 yılındaki gelişmeler hakkında bilgi verbirimi tarafından organize edidi. Hazar, genel olarak okul, işyeri, halen koordinasyon toplantısında, pishane ve gençlik daireleri gibi alanmerkez ve bölge çalışmaları da larda ayrımcı uygulamaların söz konusu ele alındı. Toplantının açılış koolduğunu ifade etti. Ayrımcılıkla MüGenel Sekreterlik bünyesinde nuşmasını yapan İlhan Bilgü, cadele Birimi’ne okulda yaşanan ayyürütülen çalışmalarda ilk olaAvrupa’da yaygınlaşan İslam rımcı uygulamalar nedeniyle başvurak vatandaşlık ve dernekler düşmanlığından hareketle, yapılan ruların yapıldığını kaydeden Hazar, bu hukukunda yaşanan gelişmedış ilişkiler, tanıtma ve basın alanların yüzme dersi, spor dersi, sıler aktarıldı. Daha sonra Huyayın çalışmalarının önemini nıf gezileri, okulda namaz ve başörkuk Bürosu Ayrımcılıkla Mühatırlattı. Cami saldırıları ile tüsünden oluştuğunu bildirdi. Hacadele Birimi sorumlusu Ümit iyice açığa çıkan İslam düşzar, konuşmasında ayrıca, gelecekte yamanlığına karşı gösterilen teppılması hedeflenen çalışmalara da deHazar, 2010 yılındaki gelişmekilerin ölçülü, programlı ve geğindi. Bu bağlamda ayrımcılıkla müler hakkında bilgi verdi. leceği hesaba katarak yapılmacadele çalışmasında psikoloji ve sos- sayfa 10 • Perspektif yal pedagoji gibi alanlarda uzman Bölge birim başkanları ise, Avkişilere ihtiyaç olduğunu hatırlatrupa ülkelerinde ve Almanya böltı. Basın Takip Sorumlusu Yusuf Kügelerinde yapılan yerel hizmetler hakçük ise, Avrupa’da yayın yapan kında bilgi verdiler. Ayrıca Fransa Türk basınında IGMG hakkında çıİslam Konseyi seçimleri ve Avuskan haberler konusunda bölge biturya Diyanet seçimleri toplantıda rim başkanlarını bilgilendirdi. gündeme gelen gelişmelerdi. Buna Toplantının sonraki bölümünek olarak Belçika Bölgesi Dış İlişde Açık Cami Günleri Genel Koorkiler Başkanı Mustafa Akyüz, devdinatörü Ali Mete, 3 Ekim 2010 talet tarafından tanınan camilere yörihinde gerçekleştirilen Açık Cami nelik devlet desteği hakkında kapGünü programıyla ilgili sonuç rasamlı bilgi verdi. Ayrıca, Almanya porunu aktardı. Mete, IGMG’nin Albölgelerinde, Bremen 2010 Enmanya’da toplam 134 cemiyette dütegrasyon Haftası, Dortmund Yazenlediği Açık Cami Günü için bancılar Haftası ve Bielefeldt Abfarklı materyaller hazırlandığını raham Fest gibi etkinliklere katılısöyledi. Bu etkinlik için Almanya mın gerçekleştiğine dikkat çekildi. Müslümanları Koordinasyon KuToplantının ikinci gününde Abdulgani E. Karahan rulu bünyesinde yürütülen çalış‘‘Avrupa’daki Müslümanların Siyasal malara da değinen Mete; afiş, broKatılımı’’ konusunda müzâkere Toplantının ikinci gününde şür ve site çalışmalarının bu bünyapıldı. Engin Karahan müzâkereye ‘‘Avrupa’daki Müslümanların yede gerçekleştirildiğini aktardı. giriş maksadıyla yaptığı konuşmaMete, son olarak organizasyonun da siyasal katılımdan ‘siyaset’ bağSiyasal Katılımı’’ konusunda Almanya dışına taşınması gerektilamında dar bir alanın anlaşılmaması müzâkere yapıldı. Engin Kağini, üretilen materyallerin tercügerektiğini; medya, basın ve bilim rahan müzâkereye giriş makmeyle Almanya dışı bölgelerde camiasıyla ilişkilerin geliştirilmesinin sadıyla yaptığı konuşmada kullanılabileceğini hatırlattı. Ali de bu alana girdiğinin altını çizdi. siyasal katılımdan ‘siyaset’ Mete ayrıca, Genel Sekreterlik, Karahan, genel merkezin çalışmabağlamında dar bir alanın Gençlik Teşkilatı ve Kadınlar Geçlarını bu anlayışla yürüttüğünü ve anlaşılmaması gerektiğini; lik Teşkilatı tarafından düzenlenen toplumun her katmanıyla ilişkilemedya, basın ve bilim camiaDış İlişkiler Eğitim Kursu (DİEK) rin geliştirilmesi için çaba sarfesıyla ilişkilerin geliştirilmehakkında bilgi verdi. Mart ayında dildiğini söyledi. Yapılan müzâkesinin de bu alana girdiğinin başlayacak olan kursun amacının, rede Avrupa ülkelerinde Müslüaltını çizdi. bölgelerde dış ilişkiler alanında ihmanları siyaset alanında temsil tiyaç duyulan kişileri eğitmek olmaksadıyla şekillenen oluşumlar da duğunu ifade eden Mete, kursun ayda bir seminer olaele alındı. Toplantı, kapanış Kuran’ı Kerim’inin okuncak şekilde, bir yıllık bir kurs olarak planlandığını hatırlattı. masıyla son buldu. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 1 islam ve hayat Sünneti Anlamak Sünneti anlamak ve yaşamak, dini anlamak ve yaşamak demektir. Çünkü Sünnet, Kur’ân’la gelen hükmü destekler ve güçlendirir; açıklanmaya muhtaç olan Kur’ân âyetlerini beyan eder, açıklayıcı hükümler getirir ve Kur’ân’da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir. killeri O’nun fiili sünnetine misaldir. “Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın,”2 “Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın”3 hadis-i şerifleri sözlü olarak O’nun fiili sünnetine işaret etmektedir. Bazen Hz. Peygamber (sav), görüp işittiği halde yapılan işlere karışmaz ve karşı çıkmazdı. Onun o işe karşı çıkmamış olması onu kabullenmesi demekti. Çünkü Peygamber (as), bir iş yapılırken veya bir söz sarSünnet, sözlük anlamı itibariyle yol, gidiş, tabiat, şefedilirken orada hazır olur da yapılan işe veya söze müdariat, yüz, yüzün görünen yeri, alışılmış yol manalarına gehele ederek düzeltme veya reddetme yoluna gitmezse, bu lir. Dini ıstılahta ise, Hz. Peygamber (sav) Efendimizin söz, durum onun o işi veya sözü uygun bulması ve doğru olfiil ve takrirlerinin bütününü ifade eden bir terimdir. Çoduğunu hâl dili ile bildirmiş olması demektir. Örneğin Peyğulu ise, “sünen”dir. gamber Efendimiz (as), kabir ziyareti yapan kadınları görSünnet, Fıkıh ilminde hüküm elde etme konusunda Kur’ândüğü halde onları bundan menetmemiştir. Bu da takriri ı Kerim’den sonra ikînci temel kaynaktır. “Âllah’a itaat edin, sünnetin örneği olmuştur. Rasûle itaat edin ve kötülüklerden sakının”, (Mâide Suresi, Sünnet, rivayet yani zamanımıza ulaşması yönü ile de, [5:92]) “Kim Rasûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” Mütevatir, Meşhur ve Âhad olmak üzere ayrıca üç kısma (Nisâ Suresi, [4:80]). “Peygamber size ne verdiyse onu alın ayrılır. Ahad sünnetin alt bölümleri de vardır ki, böyle bir ve size neyi yasakladıysa ondan da yazıda o kısımlara inmek istemiyoruz. sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Ayrıca Sünnetin Kur’an’a nisbetle yeAllah’ın azabı çetindir“ (Haşr Suri ve fonksiyonu konusunu da bir başresi, [59:7]). “De ki: Eğer Allahı ka yazıya bırakıyor ve yazımızı sünne“Ben namazı nasıl kılıyorseviyorsanız bana uyun ki Allah da tin gerekliliğine ve onu anlamanın lüsam, siz de öyle kılın,” “Hac sizi sevsin ve günahlarınızı bağışzumuna hasrediyoruz. ile ilgili ibadetlerinizi benlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirPeygamberler, Allah tarafından seden alın” hadis-i şerifleri sözgeyicidir.” (Âl-i İmrân Suresi, çilen ve gönderilen, “tevhid” elçileridir [3:31]) ayetleri bunun delilidir. lü olarak O’nun fiili sünnetive de getirmiş oldukları tevhid mesajıHz. Peygamber (sav)’in çeşitli na insanları itaate çağırırlar. Dolayısıyla ne işaret etmektedir. Bazen vesilelerle söylemiş olduğu sözpeygamberlerin iki önemli görevi varHz. Peygamber (sav), görüp leri, sözlü sünneti oluşturur. dır. Birincisi, Rabbimizden almış oldukları işittiği halde yapılan işlere “Âmeller ancak niyetlere göredir ve vahyi, insanlara ulaştırma, yani risalet karışmaz ve karşı çıkmazdı. herkese niyetinin karşılığı vardır”1 görevi, ikincisi ise, vahiy kaynaklı mehadisi gibi. Hz. Peygamber sajın yaşanması konusunda, insanlardan (as)’ın namaz kılış ve haccediş şeitaat edilmesi istenen uygulamaları bizHulusi Ünye • mhulusiunye@hotmail.com sayfa 12 • Perspektif Sünneti öğrenme ve yaşatma noktasında ev, aile, cami ve medrese (okul) ortamları da çok önem arzetmektedir. İslamı daha canlı yaşayan ailelerde, sünnete uygun yaşama biçimi daha küçük yaşlardan itibaren çocuklara da öğretilmekte ve bir yaşama biçimi olarak sünnet ebediyyen onların hayatında yer bulmaktadır.. zat tatbik etmeleri, yani iman edenlere bizzat yaşantılarıyla örnek teşkil etmeleridir . Yani Peygamberler, tebliğ etmiş oldukları vahiy bilgilerini eylemleştirme konusunda ilk örnek olmuşlar ve onların örneklikleri kesintisiz devam etmiştir. Sünneti anlamak ve yaşamak dini anlamak ve yaşamak demektir. Çünkü Sünnet, Kur’ân’la gelen hükmü destekler ve güçlendirir; açıklanmaya ihtiyaç duyulan Kur’ân âyetlerini beyan eder, açıklayıcı hükümler getirir ve Kur’ân’da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir. Elbette biz dinimizin temel pek çok hususunu, Kur’an’dan öğreniriz. Ancak Kur’ani bir ahlakın ve dış müdahele ile mücadele tarzımızın oluşmasında ve Kur’an’ın bildirdiği hükümlerin uygulanmasında, Peygamberimizin örnekliği bizi yakinen ilgilendirir; bizim için en temel önceliği oluşturur. Bütün bunlardan dolayı sünneti öğrenmeli, anlamalı ve yaşamalıyız. Çünkü dinimizin bugün bize ulaşmış olan şekli, bilhassa sünnetle yoğrulmuş şeklidir. Temelini Kur’an’da bulan birçok ibadet ve insanlar arası ilişkilerin yaşam biçimi olarak ortaya çıkması, sünnetle olmuştur. Sünneti aradan çıkarırsak birçok ibadeti yerine dahi getiremeyiz. Örneğin, namaz kılamayız, zekat veremeyiz, faiz gibi bir yasağı kavrayamayız, şirket, vakıf gibi birçok kuruluşun yönetim prosedürünü uygulayamayız. Yani sünnet sayesinde dini daha iyi anlar ve onu hayatımızda tatbik ederiz. Sünnet bilgisi, bize çeşitli kanallardan ulaşmaktadır. Bugün elimizde yüzbinlerce Peygamber sözünü sayfaları arasında cemetmiş, hadis eserleri mevcuttur. Yani yazılı kaynaklarla sünnet bilgisine ulaşmaktayız. Son zamanlarda Arapça aslından Türkçe’ye de kazandırılan metin ve şerhleri içeren hadis eserleri, insanımızın sünnetten yararlanması adı- na büyük imkânlar sunmaktadır. Bu eserler vasıtasıyla, karşımıza çıkan problemleri çözme noktasında büyük kolaylıklar edinilmiş durumdadır. Ayrıca sünneti öğrenme ve yaşatma noktasında ev, aile, cami ve medrese (okul) ortamları da çok büyük önem arzetmektedir. İslami hassasiyetleri daha kuvvetli olan ailelerde, sünnete uygun yaşama biçimi daha küçük yaşlardan itibaren çocuklara da öğretilmekte ve bir yaşama biçimi olarak sünnet ebediyyen onların hayatında yer almaktadır. Yemede, içmede, giyim ve kuşamda, helal ve haramı her merhalede göz önünde bulundurmada sürekli ve tek ölçü, sünnete uygun yaşama kaygısıdır. Bir de beraber yaşanılan toplum içinde gözetilmesi gereken uygulamaların cereyan ettiği yerler vardır ki, bunların başında camiler gelir, bu mekanlarda da sünnet bizim en önemli ölçümüzdür. Sünnet eğitiminde belki en temel ve metodlu eğitim camilerimizde yapılan dersler sayesinde gerçekleşmektedir. Onun için de bilhassa gençliğimizin camilerimizde verilen Kur’an ve Sünnet derslerine katılmalarına gerektiğince dikkat etmemiz gerekmektedir. Çocuklarımız ve gençlerimiz, Kur’an bilgisinin yanında, O’nun eksiksiz bir uygulaması olan Sünnet sayesinde, kendi kültürlerini bütünüyle içselleştirip, içinde yaşadıkları kültür ikliminin zararlı etkilerinden, kendilerini, Allah’ın inayet ve keremiyle muhafaza etmiş olacaklardır. 1 Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, I; İmân, 41; Müslim, İmâre, 155 Buhârî, Ezân, 18; Edeb, 27; Âhad, I 3 Ahmed b. Hanbel, III, 318, 366 2 FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 3 islam ve hayat Sünnet: Çağlar Üstü Örneklik Hz. Peygamber’in (s.a.v), Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ ederken gerekli hâllerde onu açıklama ve uygulayarak gösterme görevi, sünnetin esasını teşkil ettiği için, İslam bilginleri dinin anlaşılması ve yaşanmasında hadis ve sünnetin işlevsel değerini üç kısımda ele almışlardır: Kur’an doğrultusunda hüküm getiren, Kur’an’ı açıklayan ve Kur’an dışında yeni hükümler koyan sünnetler. Ahmet Arslan • ahmetasl@yahoo.com genel kavramı altında ifade edildiği için tüm bunları konu edinen ilim dalına da “Hadis” adı verilmiştir. Sünnetin İşlevleri Hz. Peygamber’in (s.a.v), Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ ederken gerekli hâllerde onu açıklama ve uygulayarak gösterme görevi, sünnetin esasını teşkil ettiği için, İslam bilginleri dinin anlaşılması ve yaşanmaİslam dininin temel kaynaklarından biri olan “sünsında hadis ve sünnetin işlevsel değerini üç kısımda ele net”, özel anlamıyla, bu dini tebliğ eden Hz. Muhammed almışlardır: Kur’an doğrultusunda hüküm getiren, ’in (s.a.v), inananlar için örnekliğini ifade eden bir kavKur’an’ı açıklayan ve Kur’an dışında yeni hükümler koramdır. Arapçada fiil olarak, yeni bir şey ortaya koymak, yan sünnetler. iyi veya kötü çığır açmak anlamlarına gelen sünnet, isim Hz. Peygamber’in (s.a.v), Kur’an’da yer alan ilahî buyolarak âdet, gidişat, davranış tarzı, kural gibi anlamlar içerukların ve ahlakî kuralların yerine getirilmesini ashabından rir. Hz. Peygamber’in (s.a.v), İslam dininin öğretilerini istemesi birinci grup sünnete girmektedir. Örneğin, açıklamak, uygulamak, dinî ve ahlakî açıdan müminleHz. Peygamber’in(s.a.v), Kur’an’da bildirilen ibadetlere örnek olmak için ortaya koyduğu söz, tatbikat ve takrin yerine getirilmesini ashabına emrirlerin (onayların) genel adıdır. retmesi, onları Allah’a ortak koşmakİslam dininin Kur’an’dan sonraki tan, yalancılıktan, ana-babaya isyanikinci kaynağı olarak “sünnet”in Hz. Peygamber’in (s.a.v) dan, haksız yere insan öldürmekten, ıstılahi (terimsel) bir anlam kaiçki, kumar ve zinadan menetmesi zanması ise Hz. Peygamber’in sünnetinin önemli bir bu tür sünnetlerdendir. Bunlar bir (s.a.v) vefatından sonradır. Hicbölümü Kur’an’ı açıklama ve bakıma Kur’an’ın tebliği sayılabilir. Hz. rî üçüncü asırdan sonra hadis ve yorumlama şeklindedir. Bu Peygamber’in (s.a.v), çeşitli vesilelerle sünnet terimleri genellikle eş görev bizzat Allah (c.c.) taraashabına, kendi ifadeleriyle yaptığı anlamlı olarak kullanılmış ve fından kendisine verilmiştir. bu açıklamalar, Kur’an metninden sünnet, kavlî (sözlü), fiilî ve farklıdır. Ancak bunlar Kur’an’a datakrirî (onaylı) olarak üçe ayyandıkları için hüküm olarak aynen rılmıştır. Nebevî söz ve uygulaKur’an gibidir. Örneğin, Kur’an’da, “Ey maların aktarıldığı şifahî rivayetler iman edenler! Mallarınızı aranızda ve yazılı metinlerin hepsi “hadis” sayfa 14 • Perspektif batıl yolla yemeyin.” (Nisâ Suresi, (s.a.v), özellikle bazı ticari ve top[4:29]) buyrulmuş, Hz. Peygamber lumsal ilişkileri düzenleyen kural(s.a.v) de buna uygun olarak “Rılarda, içinde bulunduğu toplumun zası olmadan bir kimsenin malının örf, âdet ve uygulamalarını esas albaşkasına helal olmayacağını” ifade mıştır. Alışverişte şart koşma özetmiştir. Kur’an’ın tebliğcisi ve gürlüğü (muhayyerliği), şuf’a Hz. Peygamber (s.a.v) bazı açıklayıcısı olan Hz. Peygamber’in (önalım hakkı) kuralları ve diyet (ma(s.a.v) pek çok söz ve uygulamasılî ceza) hükümleri buna örnek vedurumlarda Kur’an’da bulunnın Kur’an ayetleriyle benzerlik rilebilir. mayan hükümler de koymuşgöstermesi doğaldır ve bu konuda Hz. Peygamber’in (s.a.v) tur. Peygamberliğinin yanı çok sayıda örnek göstermek mümKur’an’dan bağımsız hüküm kosıra toplumun lideri ve yönekündür. yamayacağını ileri süren bazı bilginler ticisi olması onu, bazı probHz. Peygamber’in (s.a.v) sünvarsa da, bu görüş isabetli değildir. netinin önemli bir bölümü Kur’an’ı Çünkü evrensel bir din olan lemlerin çözümünde bir tür açıklama ve yorumlama şeklindeİslam’ın kıyamete kadar canlılığıiçtihada yöneltmiştir. dir. Bu görev bizzat Allah tarafınnı sürdürmesi, gelişen ve değişen dan kendisine verilmiştir: “Sana da şartlara göre yeni hükümler verilZikri (Kur’an’ı) indirdik ki düşünüp mesiyle mümkündür. Dinin temel öğüt almaları için kendilerine indiilkelerini referans alacak bu tür yerileni insanlara açıklayasın.” (Nahl ni hükümleri vermede fakihlere, müçSuresi, [16:44]) “(Kendilerine intehidlere tanınan hakkın bu dinin dirileni) açıklasın diye biz her peypeygamberine tanınmaması düşügamberi kendi kavminin diliyle gönnülemez. Bu yüzden, İslam tarihinde derdik.” (İbrâhîm Suresi, [14:4]) AsHz. Peygamber (s.a.v) ve arkadaşhap, inen ayetlerden anlayamalarından başlayarak her dönemde dıkları yerleri Hz. Peygamber’e İslam bilginlerince Kur’an’da ol(s.a.v) sorarlar, o da bunlarla ne kasmayan ama özü itibarıyla ona ters tedildiğini açıklardı. Örneğin, düşmeyen çok sayıda hüküm veKur’an’da namazın kılınması emrilmiştir. redilmiş ancak kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı açıklanmamıştı. Bu konuda bilgi almak isteyen arkadaşlarıSünnetin Müslümanlar İçin Bağlayıcılığı na Hz. Peygamber (s.a.v), “beni namaz kılarken gördüKur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in (s.a.v) hem müğünüz gibi kılınız,” buyurmuştur. Hac ve zekât ibadetibelliğ (tebliğ eden, duyuran), hem de mübeyyin (açıknin nasıl ve ne şekilde yerine getirileceğini açıklayan halayan) olarak gönderildiğini belirtirken, ona itaatin Aldisler de böyledir. lah’a itaatla eşdeğer olduğunu vurgulamış, müminleri onu Hz. Peygamber (s.a.v) bazı durumlarda Kur’an’da budinlemeye ve itaat etmeye çağırmıştır. Ayrıca bazı ayetlunmayan hükümler de koymuştur. Peygamberliğinin yalerde onun ahlakî yüceliğine, meziyetlerine ve güzel örnı sıra toplumun lideri ve yöneticisi olması onu, bazı probnekliğine atıfta bulunulmuştur. Hz. Muhammed’in(s.a.v) lemlerin çözümünde bir tür içtihada yöneltmiştir. Bu hüilk muhataplarına yönelik bu hitapların sadece onlarla kümlerde aklî muhakemesini kullanmasının yanı sıra, içinsınırlı olamayacağı açıktır. Sünnet, meşruiyetini ve kayde bulunduğu toplumun örf ve ihtiyaçlarını da dikkate naklık değerini Hz. Peygamber’in (s.a.v) müminler karalmıştır. şısındaki konumuna işaret eden bu ayetlerden almaktadır. Örneğin, kadınların özel hâllerinde namaz ve oruç Hz. Peygamber’in (s.a.v) söz ve eylemlerinin bağlayıcılık ibadetlerini yerine getirmemeleri de sadece Hz. Peyyönünden değerlendirilmesi, hadis ve fıkıh bilginlerini gamber’in (s.a.v) beyanına dayanmaktadır. Hz. Peygamber uğraştıran önemli bir konu olmuş, tarihî süreç içinde bir FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 5 islam ve hayat hayli tartışılan bu konuyla ilgili tir. Çoğu kez Hz. Peygamber’in birçok eser kaleme alınmıştır. (s.a.v) kendisinin olumlu ya da Sünneti bağlayıcılık açısından deolumsuz bir görüş belirtmediği bir ğerlendirmede sahâbe döneminden davranışın farz mı, vacip mi ya da beri süregelen başlıca üç yaklaşım mendup mu olduğu özellikle fasöz konusudur. Bunlar, zahirî, fıkkihlerin değerlendirmeleriyle teshî ve içtihadî yaklaşımlardır. Zapit edilmiştir. hirî yaklaşım, Hz. Peygamber’in İslam bilginleri genellikle, Hz. Kur’an-ı Kerim, (s.a.v) sözlerinin zahirine sarılarak, Peygamber’in (s.a.v) söz ve eyHz. Muhammed’in (s.a.v) onları lafzî ve harfî (literal) anlayan, lemlerini dinî ve dünyevî olmak üzeüstün ahlakî kişiliğine, davranışlarına ise daha çok şeklî ve re iki temel ayırıma tâbi tutmuşlardır. yüzeysel yaklaşan bir eğilimdir. Buna göre, Hz. Peygamber’in insanî erdemlerine değindiği Fıkhî yaklaşım, Hz. Peygamber’in (s.a.v) dinle ilgili söz ve eylemleri hâlde, onun fizikî özellikleri(s.a.v) söz ve davranışlarının kaymüminleri için bağlayıcı kabul edilne, giyim-kuşamına, yemenağının, gerekçesinin ve maksadımiş, dünyevî tutum ve davranışlaiçmesine, dünyevî becerilerinın ne olduğunu, onu hangi ortam rı bağlayıcı sayılmamıştır. Burada ve şartlarda söylediğini, bağlayıcı olup dinî-dünyevî ayırımı, Hz. Peyne temas etmemiştir. olmadığını kavramaya çalışan yakgamber’in (s.a.v) söz ve eylemlerinin laşımdır. İçtihadî yaklaşım ise, bakaynak ve niteliğini anlamak için yazı yönetici sahabilerin Hz. Peypılmıştır. “Yani Hz. Muhammed’in gamber’in (s.a.v) vefatından son(s.a.v) bir davranışının kaynağı vahra değişen şartlar karşısında sünneti ye mi; yoksa kendi bilgi ve tecrübeele alış tarzları, yeni problemlere çösine mi dayanmaktadır? Bu davrazüm bulmaları, hakkında nebevî tanış, dinin inanç ve ibadet alanıyla velimat ve tatbikat bulunan bazı koya diğer kurallarından biriyle mi ilnularda içtihatlarına dayalı farklı tagilidir yoksa bireysel veya toplumsal sarruflarını ifade etmektedir. hayatla ilgili rutin insanî bir davraKonuyla ilgili çalışmalarda örnış mıdır?” nekleri verilen bu yaklaşımlardan Aslında İslam dinine göre insanın fıkhî ve içtihadî olanların, İslam topbütün söz, eylem ve tutumlarının lumunun sosyal gerçekliğine, gelişme dinî bir değeri vardır. Dinin amave ilerlemenin temel dinamiklerine daha uygun olduğu cı insanın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak olduaçıktır. Zahirî yaklaşımın sonraki asırlarda şekillenmiş ğuna göre, bütün insanî eylemlerin iyi-kötü, doğru-yanen katı biçimini temsil eden Zahiriyye mezhebi, gerçekliğe lış, güzel-çirkin, günah-sevap, helal-haram gibi dinî deuymadığı için kısa sürede ortadan kalmıştır. Hz. Peyğerlendirmelere tâbi tutulması doğaldır. Ancak kendigamber’in (s.a.v) vefatının üzerinden henüz on yıl dane itaat edilmesi ve örnek alınması Allah (c.c) tarafınhî geçmeden, onu en iyi anlayan arkadaşlarından Hz. Ömer, dan emredilen bir peygamber, hangi yönüyle örnek alısünneti maksadına uygun yorumlayarak, şeklen Hz. Peynacak ve insanlara model olacaktır? Kur’an-ı Kerim, Hz. gamber’in (s.a.v) tatbikatından farklı ama özü itibarıyMuhammed’in (s.a.v) üstün ahlakî kişiliğine, insanî erla aynı olan birçok uygulamaya imza atmış, demlerine değindiği hâlde, onun fizikî özelliklerine, giHz. Peygamber (s.a.v) döneminde mevcut olmayan yim-kuşamına, yeme-içmesine, dünyevî becerilerine te150 civarında meseleye içtihatta bulunarak çözüm üretmas etmemiştir. Örneğin Kur’an’da onun “yüce bir ahmiştir. Müslümanların sünnet anlayışlarının şekillenmesinde lâk sahibi olduğu” (Kalem Suresi, [68:4]), “müminlere karsahâbe ve tâbiîn nesliyle onları takiben ortaya çıkan ekolşı şefkatli ve merhametli olduğu” (Tevbe Suresi, [9:128]), lerin büyük rolü olduğu şüphesizdir. Neyin sünnet olup “utangaç olduğu” (Ahzâb Suresi, [33:53]), “nazik ve yuolmadığı, sünnetse hangi ölçüde bağlayıcı olduğu, onmuşak kalpli olduğu” (Âl-i İmrân Suresi, [3:159]) ifade ların bakış açıları ve değerlendirmeleriyle belirlenmişedilmiş, ancak sıradan beşerî faaliyetlerinden fazla bah- sayfa 16 • Perspektif sedilmemiştir. Kur’an ona itaat Sonuç Olarak edilmesini isterken peygamberlik Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefamisyonuna, onu örnek gösterirtından sonra onun misyonunu iyi ken de ahlâki meziyetlerine dikkat kavrayamayan bazı kimseler, bir yançekmiştir. Bu durumda Hz. Mudan insanüstü nitelikler atfederek hammed (s.a.v)’in söz ve eylemleO’nu (s.a.v) her şeyden haber verinin bağlayıcılık yönü, O’nun ren bir kâhin gibi algılamışlar, di(s.a.v) peygamberlik görevi ve ahğer yandan, peygamberlerin her şeO (s.a.v), Allah’tan aldığı kutlakî kişiliğiyle sınırlı olmaktadır. O yin en üst bilgisine sahip olduklasal görevi yerine getirir ve hâlde, Hz. Peygamber’in (s.a.v) rı varsayımından hareketle Hz. insanları Allah’ın dinine daAllah’tan (c.c) alıp insanlara tebliğ Muhammed (s.a.v)’in her alanda rehettiği vahiy çerçevesindeki açıklaberlik edebilecek bilgi ve beceriyvet ederken, ahlakî kişiliği, mak, uygulamak, öğretmek, tavsile donanımlı olduğu düşüncesine ilkeli, tutarlı, azimli, sabırlı, ye etmek, emretmek, yasaklamak şekkapılmışlardır. fedakâr ve hoşgörülü tutulinde tezahür eden hadis ve sünneti Buna göre Hz. Muhammed muyla toplumun her kesimibağlayıcıdır. (s.a.v) Allah’ın elçisi olmasının yaÖrneğin inanç ve ibadet konunı sıra, örneğin, en iyi tabip, en bane önder ve örnek olmuştur. larında yaptığı açıklamalar ve uyşarılı tüccar, en bilgili çiftçi gibi tagulamalar bağlayıcı fakat tıp, zirasavvur edilmiştir. Hâlbuki Hz. Peyat, ticaret, sanat vb. konularda yapgamber’in böyle bir iddiası olmatığı birçok tasarruf bağlayıcı değildığı gibi, bunlar O’nun (s.a.v) peydir. Böyle bir ayırımı bizzat Hz. Mugamberlik görevinin zorunlu unhammed (s.a.v)’in yaptığı, hadis kaysurlarından da değildir. O (s.a.v), naklarında yer almaktadır. Misal olaAllah’tan aldığı kutsal görevi yerirak hurma aşılama hadisi olarak meşne getirir ve insanları Allah’ın dinine hur olan bir rivayete göre Hz. Mudavet ederken, ahlakî kişiliği, ilkehammed (s.a.v), Medine’ye gelli, tutarlı, azimli, sabırlı, fedakâr ve diğinde hurma aşılayan bazı kimhoşgörülü tutumuyla toplumun seleri görerek ne yaptıklarını sorher kesimine önder ve örnek olmuş, onların aşılama yaptıklarını söymuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.v) lemeleri üzerine “yapmasanız daha sünneti, nasıl başarılı bir tüccar ya iyi olacağını umarım” demiştir. Bunun üzerine aşılamada çiftçi olunacağının değil, nasıl iyi bir insan ve olgun yı bırakan çiftçilerin hurmaları olgunlaşmadan dökülmüş, bir Müslüman olunacağının reçetesi niteliğindedir. O nedurum kendisine iletilen Hz. Muhammed (s.a.v), “Ben denle, Hz. Peygamber’in (s.a.v) bir beşer olarak kişisel ancak bir beşerim. Size dininizden bir şey emredersem uyun, zevk ve tercihlerine göre ortaya koyduğu davranışlarıykendi görüşümden bir şey söylersem ben de insanım” şekla, içinde yaşadığı toplumun örf ve âdetlerine tâbi olalinde karşılık vermiştir. Rivayetin başka bir şeklinde ise, rak yaptığı eylemleri bağlayıcı sünnet kapsamında yer “Siz (kendi) dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz” ifadesi varalmamıştır. Hz. Peygamber’e (s.a.v) itaat etmenin ve ona dır. Bu rivayetten anlaşıldığına göre tarıma elverişli bir tâbi olmanın, onu taklit etmekle değil, örnek almakla mümbölge olmayan Mekke’de yetişen Hz. Muhammed kün olacağının bilinmesidir. Çünkü örnek almak, bilin(s.a.v), Medine’ye geldiğinde, fazla tecrübesi olmadığı çli, istemli ve öze ilişkin bir faaliyetken, taklit bilinçsiz bir konuda tahminde bulunmuş, tahmininin doğru çıkve yüzeysel bir davranıştır. maması üzerine de gerekli açıklamayı yapmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v) fiillerinin müminler için bağlayıcı Kaynak: İslam’a Giriş, Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar; Komisyon, olan ve olmayan şeklinde bir ayırıma tâbi tutulması, esas DİB Yay. 653, Nisan 2007 Ankara, ISBN: 2007-06-Y-0003-653 itibarıyla, onun sünnetinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanan zorunlu bir durumdur. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 7 islam ve hayat Hollandaca Hadis Literatürüne Bir Katkı ‘Inleiding tot de Hadithwetensachap’ (Hadis İlmine Giriş) Kitabı Hakkında Özcan Hıdır İle Söyleşi Ali Mete • amete@igmg.de Sayın Hocam, yakın zamanlarda Inleiding tot de Hadithwetenschap adlı Hollandaca dilinde hadis metodolojisi, hadis ilimleri ve hadis tartışmalarına dair bir kitap kaleme aldınız. Niçin böyle bir kitabın neşrine ihtiyaç duydunuz? Özcan Hıdır: Kitabın önemini birkaç açıdan ifade etmem mümkündür. Birincisi, Hollanda’da yaşayan yaklaşık bir milyon müslümana İslâmî terim, terminoloji, anlayış ve hakikatleri Hollandaca anlatmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Aslında bu ihtiyaç Almanca’da da ihtiyaçtır. İkincisi, Avrupa’da yaşayan özellikle üçüncü ve dördüncü nesil artık Türkçe anlamada zorlanıyor. Onlara İslâmî terimleri Hollandaca – ve dahi diğer Avrupa dillerinde – anlatacak eserler yazmak veya yazdırmak, burada yaşayan müslümanların önemli vazifeleri arasındadır. Üçüncüsü, genel olarak Batı’da özelde de Hollanda’da Kur’ân-ı Kerîm bilinmekle birlikte İslâm’ın ikinci kaynağı olan hadis ve sünnete dair ilimler pek bilinmiyor. Çoğu zamanda hadisler ve sünnet, bilinçli veya bilinçsiz olarak “adet-gelenek” ile karıştırılıyor. Dolayısıyla kitap, İslâm’ın bu ikinci kaynağı hakkında Hollandalı okuyuculara da akademik perspektiften derli toplu bir bilgi vermeyi amaçlıyor. Zira Hollanda’da İslami araştırmaların oldukça köklü bir geleneği var. Biz bunlara “oryantalistik çalışmalar” diyoruz. İstedim ki giriş tarzı olan bu eser, hem genel anlamda hadis ilimlerini Hollandaca okuyucuya takdim etsin hem de özellikle Kur’an ve hadise dair oryantalistik çalışmaların ve bu çalışmalardaki görüş ve iddiaların bir değerlendirmesini yapsın. Kitapta klasik hadis metodolojisi eserlerinde bulunamayacak bazı konuları da ele aldık. Buna göre “Hollanda’da hadislerin önemi”, “Şia, Mu’tezile, Haricîlik ve Zeydîlik gibi mezheplerin hadise bakışları”, “Ehl-i Kur’an-Kur’ancılık, Ahmedîlik ve Selefîlik” gibi modern dönemdeki akım- sayfa 18 • Perspektif ların ve Fazlur Rahman gibi düşünürlerin hadis ve sünnet algılamaları da kitapta ele alınıyor. Ayrıca Ebû Hanîfe’nin hadis anlayışına dair öteden beri yapılan tenkitler de değerlendiriliyor. Kitabın içeriği, en önemli hususiyetleri ve kitabı hazırlarken yaşadığınız zorluklar hakkında neler söylemek istersiniz? Özcan Hıdır: Kitap her şeyden önce adı üzerinde olduğu gibi, “inleiding-giriş” tarzı bir eserdir. Kitap, temel hadis terimleri, hadis usûlü, hadis ilimleri, hadislerin oluşum tarihi, temel hadis kitapları ve hadis âlimleri hakkında çok derinlemesine olmayan bilgiler içeriyor. Son bölümünde ise 18. Yüzyıldan itibaren başta Ignaz Goldziher, Snouck Hurgronje, Jospeh Schacht, G.H.A. Juynboll ve Harald Motzki olmak üzere Batılı islamologların hadis ve sünnete yönelik tenkitlerini ortaya koyuyor. Ardından da, Muhammed Mustafa el-A’zami ve Fuat Sezgin başta olmak üzere, “müslüman oksidentalistler” veya daha doğru tabirle “hadis oksidentalistleri” olarak isimlendirdiğim âlim ve araştırmacıların Batılı islamologların hadis ve sünnete yönelik değerlendirmelerini konu ediniyor. Dolayısıyla kitap, en temel özellik olarak Ehl-i sünnet bakış açısıyla, Müslüman bir araştırmacının kaleminden Batı’da ve özellikle de Hollanda’da yaşayan müslümanlar ile Hollandaca konuşan insanlara hadis ilimlerini, hadis terimlerini, içerisinde yaşanılan konteksi de göz önünde tutarak, uygun bir dil ve üslûpla anlatmak gibi bir temelden hareket ediyor. Oryantalist terimi yaygın olarak bilinir ama bahsettiğiniz ‘Oksidentalistler’ kimlerdir? Özcan Hıdır: Müslüman olmayıp İslâm’ı ve İslâmî kaynakları araştıranlara biz “oryantalist” diyoruz. Buna göre Müslüman olup da Batı’yı araştıran Batı’nın kaynaklarına yönelik esaslı değerlendirmelerde bulunanlara da ben Cemil Meriç ve Hasan Hanefî gibi düşünürlerin kullandıkları “müstağrip” ifadesinden hareketle “oksidentalist” diyorum. Her ne kadar Cemil Meriç bunu o dönemin konjonktürü dolayısıyla daha ziyade “negatif” anlamda kullanmışsa da ben Hasan Hanefi’nin tanımını esas alıyorum. Dolayısıyla benim nazarımda oksidentalist bir çeşit “dinî -entelekna bir röportaj konusudur. Dolayısıyla tüel lider”dir ve günümüzde içerisinİslami cemaatler ve kurumlar bu işlerde de yaşadığımız ülkelerde bu tür insanlara öncülük etmelidir. şiddetle ihtiyaç duymaktayız. Bu eserinizin Batı dünyasına – Peki kitabınız kamuoyunda özelde Hollanda toplumuna- sizin nasıl karşılandı? tabirinizle “oksidentalist bir katkı” Özcan Hıdır: Çoğunlukla taksağladığını söyleyebilir miyiz? dir gördüğünü söyleyebiliriz. Tabii Özcan Hıdır: Öyle olduğunu ki ister istemez eleştiriler de oldu. Şu düşünüyor ve umuyorum. Zira hadis ana kadar Hollandaca – hıristiyanve sünnetin müslümanların davranış lara ait – iki dergide tanıtım yazısı çıkkodları, günlük yaşayışları üzerindetı. Bu yazılarda büyük bir takdir olki tesirini çok önceden keşfeden Bamakla birlikte, eserin Ehl-i sünnet batılı araştırmacılar, yaklaşık 100-150 yılkışıyla – Batılılar ortadoks diyorlar dan bu yana ortaya koydukları çalış– ele alındığını ifade ediyorlardı ki, malarında İslam’ın temel kaynakları böyle bir eleştiriyi bekliyordum ve hakkında pek çok iddia ortaya atnormal karşıladım zaten. Kitabı kenmışlar ve teoriler geliştirmişlerdir. dilerine gönderdiğim Hollanda’nın Ayrıca Hollanda, özellikle hadis araşbelli başlı oryantalistleri/İslamotırmaları bağlamında, önemli bir geçlogları da tebrik ve takdir içeren mişe sahiptir. Şöyle bir misal vermek mailler gönderdiler. Bunlar arasınbunu açıklayıcı olur: Hadislerin 9 teda Prof. Harald Motzki, Prof. Komel hadis kitabındaki orijinal kaynaklarını ningsveld, Prof.J.J.Witkam ve Prof. bulmada bütün dünyada kullanılan 8 Hadislerin 9 temel hadis kiKarel Steenbrink gibi şarkiyatçılar mevciltlik Concordance-el-Mu’cemü’ltabındaki orijinal kaynaklacut. Zira Avrupa’da yaşayan müslümüfehresadlı eser, Leiden Üniversitesi rını bulmada bütün dünyada man entellektüellerden bu tür katbünyesinde 1936 yılında çalışmalarıkılar her zaman bekleniyor ve usuna başlayan Hollandalı islamolog kullanılan 8 ciltlik Concorlüne uygun yapılırsa da takdir görüyor. Arent Jan Wensink başkanlığındaki bir dance-el-Mu’cemü’l-müfehBu islamologların eleştirdikleri nokheyet tarafından hazırlanmıştır. Bu çares adlı eser, Leiden Üniversitalar da oldu, tabiatıyla. lışma 1980’li yılların sonlarında tatesi bünyesindeki bir heyet İslamı kendi terminolojisiyle mamlanabilmiş ve daha sonra da elHollandaca anlatmaya ihtiyaç buMu’cemü’l-müfehres adıyla Arapçaya tarafından hazırlanmıştır. lunduğunu söylediniz. Gelenektercüme edilmiştir. Yani burada şuna sel İslami terminoloji ile hollanvurgu yapmak istiyorum ki, Hollandaca karşılıkları noktasında zorda aslında hadis ve hadis ilimlerine şu luklar var mıydı, bu anlamda karveya bu saikle katkısı olan bir ülkedir. şılaştığınız zorluklar nelerdi? Ne var ki entellektüel ve bilimsel anlamda böyle bir geçmiÖzcan Hıdır:Tabiatıyla var. Aslında bu sadece Hollandaca şe sahip olsa da günümüzde hadis Hollanda toplumunda pek için değil genel olarak bütün Batı dilleri için geçerlidir. Her az biliniyor. Altı senedir, Hollanda’da bulunduğum süre zarşeyden evvel Batı dillerindeki dini terminolojiler, genelde hıfında zaman zaman katıldığımız toplantı ve panellerdeki soristiyan kültürü içerisinde ve Latince ve Yunanca kökenli oluşrulardan bu durum hemen anlaşılıyordu. muş. İslami ilimler ise Arapça gibi zengin bir dilde oluşmuş. Hocam, son olarak neler söylemek istersiniz? Siz bu terimleri tercüme ederken hıristiyan arka plana dayanan Özcan Hıdır: Son olarak şunu ifade etmek isterim ki, bazı terim ve anlayışları kullandığınız zaman başka bir probİslâm Dîni’nin temel kaynaklarına ve temel İslâm bilimlemle, kullanmadığınız zaman ise, anlatmaya çalıştığınızı uylerine dair Hollandaca dilinde referans kitaplarına önemgun bir terimle anlatamama gibi, daha başka bir problemle li gördüğüm şu iki sebeple ihtiyaç var: Birincisi, yukarıda karşılaşıyorsunuz. Bu itibarla aslında hemen her Batı dilinda söylediğimiz gibi, müslüman nesillerin buna ihtiyacı var. de İslami terim ve terminolojilerin kullanımına dair bir çaZira bu ihtiyacı Türkçe dilinde karşılayabilmek zordur. İkinlışma yap(tır)mak elzemdir. Bu yapılmadığı zaman ferdi çacisi de İslâmî meselelere ilgi duyan gayr-i müslimlerin, müslışmalarda oldukça farklı terimler kullanılıyor ve bu durum, lümanların anlatımıyla olan bu tür çalışmalara ihtiyacı var. İslam ile alakalı çok daha fazla kafa karışıklığına yol açabiliTeşekkür ediyor, kitabınızın hayırlı olmasını, amaçyor. Buna birçok örnek verilebilir ama bu aslında başlı başıladığınız hedeflere ulaşmasını temenni ediyoruz. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 9 toplum Tire Kimlikler Çift Kültürlü Kimlik Algısı başlangıçtır: Göçmen insanların kimliklerini oluşturan şeyler nelerdir? Özellikle de yaşadıkları ülkeyle hangi çerçevede kimlik bağı kurmaktadırlar? Siyasi-hukuki çerçevede mi, yoksa tarih-kültür çerçevesinde mi? Yeniden şekillenmekte olan kimlik unsurlarında etnik ve kültürel kökenin konumu nedir? Göçmenlerin kimliğine yönelik bu sorgulama, yukarıda Her yenilik bir takım düşünce ve kavramları beraberinde değindiğimiz eski ile yeni arasında yaşanan gerginliğin getirir. Bu durum aynı zamanda bir söylem çatışmasının ortaya çıkardığı bir durumdur. Batı Avrupa ülkelerine göç habercisidir. Nitekim yenilik, boş bir alanda değil, eskinineden ilk neslin kendisini tek dil ve kültür üzerinden taöncekinin var olduğu bir ortamda vuku bulmaktadır. Bu nımlamasına karşın, üçüncü-dördüncü nesiller ise çift boaçıdan bakıldığında Avrupa ülkelerinde göç ve İslam koyutlu kimlik tecrübesini yaşamaktadırlar. Bu nesiller donularında yaşanan çatışmalar ‘doğal’ toplumsal gelişmelerdir. ğum sonrası sosyalizasyon sürecinde öncelikle aile içeÇünkü bu unsurlar, yakın dönem Avrupa tarihi göz önünrisinde anadili-kültürü öğrenmiştir. Sonrasında, anaokula de bulundurulduğunda, adı geçen coğrafyada yaşayan veya ilkokula başlandığında ikinci bir dili öğrenme ornüfus için yeni gelişmelerdir. Bu sebepten Avrupa ülkelerinin tamına girer. Bu yeni durum aynı zamanda bir diğer külkimlik tanımlamaları, halkların benlik algısı, Avrupa’ya türle tanışma imkânını sunar. Hayat, sonraki dönemlerde göçün başlamasıyla birlikte gündemde yer alan konusürekli iki dil-kültür arasında yaşanılır. Aile hayatı daha lardandır. çok köken dilin-kültürün yaşandığı alan iken, okul ve iş Zeez Sternhell’in Le Monde diplomatique’de yayınlanan hayatı ise ikinci dilin-kültürün belirgin olduğu alanlarmakalesinde sorduğu sorular, tam da bu noktada konuya dır. Sözünü ettiğimiz hayat tarzı, biyografisinde göçmen farklı yaklaşımlar getiren iki tarafı tanıma noktasında ipuçkökenli olma özelliğini barındıran kişinin karakteristik ları vermektedir. ‘‘...Bir ulusun kimliği neden oluşmaktaözelliğidir. dır? Bir ulusal topluluk, siyasi ve hukuki olarak mı tanımlanır, Peki, çift boyutlu gelişen kimlik olgusunu nasıl tayoksa tarihi ve kültürü üzerinden mi? Şayet ikinci durum nımlamak gerekir? Soru, bu toplumsal gelişmenin öznesi söz konusuysa, dinin kültür içerisindeki konumu nedir? Bir olan kişilerin üzerinde durması gereken bir noktaya işainsanın hayatı için önemli olan nedir: Ortak noktalar mı ret etmektedir. Zira maksadı, içinde yaşadığı topluma her yoksa onu diğerlerinden farklı kıalanda katılımı gerçekleştirmek olan 1 lan mı?...’’ soruları bir tarafta ulugöçmen kesim için, reel çabanın yanı salcı kanadı diğer tarafta da çoksıra, bu realiteyi izah eden söylemleBatı Avrupa ülkelerine göç kültürlü bakış açısını hatırlatrin geliştirilmesi de önemlidir. Ya göç eden ilk neslin kendisini tek maktadır ki, dikkat çektiği konular kökenli kişinin yaşadığı durumu izah sadece çoğunluğa mensup kişieden ve böylelikle onu, kimliğinin dil ve kültür üzerinden taler için değil, göç kökenli nüfus her iki boyutuna da yabancılaştırmanımlamasına karşın, üçüncüiçin de önem taşımaktadır. Anyan kavramlar geliştirilecek, ya da dördüncü nesiller ise çift bocak soruları, bu kesime mensup asimilasyon veya marjinalleşmeyi içinyutlu kimlik tecrübesini yakişilerin biyografileri hesaba kade barındıran yaklaşımlar bu alanda hâşamaktadırlar. tılarak yeniden formüle etmek kim olacaktır. gerekir. Bu durumda şu noktaGöç eden veya göç kökenli bir kilar üzerinde düşünmek, onların şinin aidiyyetini sadece etnik kökeni benlik algısını çözümlemede bir üzerinden değilde, yaşadığı ülke üzeÜnal Koyuncu • ukoyuncu@igmg.de sayfa 20 • Perspektif Her ne kadar da bir takım kamusal baskılar bu yöne doğru zorlasa da, göçmen için, kendisini sadece yerleşik kültür üzerinden tanımlamak gibi bir çaba söz konusu değildir. Tabi burada kişiden kişiye, gruptan gruba değişen bir tutumdan bahsettiğimizi vurgulamak isterim. Çıkış noktamız iki kültüre de yabancılaşmamış göç kökenli kesimdir ve bu kesimin hayatında yerleşik kültürle birlikte köken kültürde canlılığını korumaktadır. rinden de netleştirmeye başlamasıyla farklı tanımlamalar gün yüzüne çıkmaktadır. Herşeyden önce eskiyerli halk ‘‘gerçek’’ ve ‘‘tam’’ gibi terimleri kullanarak kendi ‘‘özel’’ konumunun altını çizmektedir. Bu durumda yeni-yabancı kesim “gerçek” veya “tam” değildir. Örneğin Almanya’da eski nüfusu2 yeni bir formla ifadelendirmede ‘‘Gerçek Alman’’ ve ‘‘Bio-Alman’’ 3 gibi adlandırmalar kullanılırken, yeni nüfus ‘‘göç kökenli’’ ve ‘‘Yeni Alman’’ gibi kodlarla isimlendirilmektedir. Aynı siyasi coğrafyada yaşayan insanlar arasında sınıflandırmaya neden olan bu yaklaşımla ayrıca bir güç ilişkisi de inşa edilmektedir. Yine, Almanya’da son aylarda geliştirilen ve göçmenin entegrasyonunu ölçmede kullanılacak olan kriterlerin bazıları bir bakıma göçmenin ‘‘Tam Alman’’a dönüşmesini sağlayacak olan araçlar olarak değerlendirilebilinir. Fakat, her ne kadar da bir takım kamusal baskılar bu yöne doğru zorlasa da, göçmen için, kendisini sadece yerleşik kültür üzerinden tanımlamak gibi bir çaba söz konusu değildir. Tabi burada kişiden kişiye, gruptan gruba değişen bir tutumdan bahsettiğimizi vurgulamak isterim. Çıkış noktamız iki kültüre de yabancılaşmamış göç kökenli kesimdir ve bu kesimin hayatında yerleşik kültürle birlikte köken kültürde canlılığını korumaktadır. Göç araştırmaları sahasında kullanılan ve son olarak Naika Foroutan’ın ele aldığı ‘‘tire kimlikler’’ kavramı işte bu realiteye işaret etmektedir.4 Ne yerleşik kültür ne de köken kültür, aksine hem ilki hem de ikincisi.5 Anlamını kısaca bu cümleyle ifade edebileceğimiz tire kimlik yaklaşımı, şahsa ve mensubu bulunduğu topluma, ortak noktalarla birlikte farklılığı ifade etme fırsatı sunmaktadır. Özellikle de çoğulcu yapıya sahip olan toplumlarda tire kimliklerin kabulü ve yaygınlaşması yeni imkânlara kapı aralar ve göç kökenli vatandaşlara yönelik şu ana kadar uygulanan bir takım (bilinçli-bilinçsiz) siyasî zorlamalardan kurtarır. Kamunun, belirli bir etnisite, dil ve tarih tasavvurundan hareketle kültürcü bir yaklaşımla tanımlanmasından ziyade anayasanın özgürlükçü ilkeleri doğrultusunda hareket etmesini sağlar. Dil konusunda örneğin ülkenin yaygın ortak diline ek olarak azınlık veya göç kökenli kesimin dili kabul görür. Bu durum o dili konuşan kişilerin ülkeye yönelik aidiyyet duygularının güçlenmesine neden olabilir. Sonuç olarak göç toplumu olarak tanımlanan ülkelerde vuku bulan kimlik tartışmalarında sadece çoğunluk toplumdan yola çıkarak tanımlamalar getirmek eksik bir yaklaşım olacaktır. Göç hareketleri sonrasında oluşan azınlık kesimin benlik algısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun için kimliği şekillendiren köken unsurlarla yeni ülke etkilerini hesaba katan “tire kimlik” kavramı meselenin bu boyutunu anlamada anahtar vazifesi görebilir. 1 Zeez Sternhell: Nation, Gemeinschaft, Glaube. İç: Le Monde diplomatique, Ocak 2011, s. 3 2 “Eski nüfus” kavramı 1960 sonrası göç hareketi ile şekillenen yeni çerçevenin özelliklerini taşımayan nüfusa işaret etmektedir. 3 Tanımlamaların Almancası şu şekildedir: ‘‘Echter Deutscher’’, ‘‘BioDeutsche’’ 4 Tire Kimlikler kavramıyla ilgili yaklaşım çin bkz.: Dr. Naika Foroutan: Neue Deutsche, Postmigranten, und Bindungs-Identitäten. İç: Aus Politik und Zeitgeschichte, 46-47/2010, s. 9-15 5 Tire kimlik tanımlamasına örnek olarak yaygın bir kullanım olan “TürkAlman” (Deutsch-Türke) kavramsallaştırması gösterilebilir. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 1 toplum Kültürel Küreselleşme Hayat Tarzlarının Aynileşmesi, Farklılıkların Ortadan Kalkması ifade eden, (çağdaş) kültürlerin farklılıklarını ortadan kaldıran bir anlam ihtiva etmeye başlamıştır. ‘Spaces of Identity’ kitabının yazarları David Morley ve Kevin Robins’a göre de ‘kültürel küreselleşme’, tarih-aşırı ve ulus-aşırı modernleşmenin ve modernliğin evrensel gücü olduğundan dolayı aslında ‘batılılaşmadır’. Bu kavram, farklı pek çok olguya gönderme yapmasıySiyasî, iktisadî ve sosyal yapıların küreselleşmesinin la birlikte, batılılaşmayı savunanlar tarafından ‘ilerleme, ivme kazanması ile birlikte kültürel küreselleşme olgukalkınma, modernleşme’ gibi olumlu kelimelerle açıksu da daha hissedilir hâle gelmiştir. Bilgi ve iletişim teklanırken, ‘Batı gibi olma’, ‘ona benzeme’, ‘onun kalıpları nolojilerinin giderek yaygınlaşması, süreci eşi görülmemiş ve tanımları içinde var olma’ tanımlamasını daha çok hak şekilde hızlandırmaktadır. Şüphesiz kültürel küreselleşme, etmektedir. bahsi geçen küreselleşme fenomeninin en tartışmalı boİngiliz Sosyolog Stuart Hall da, günümüzde küresel yutlarından biridir. olanla yerel olanın iç içe geçtiği yeni bir tür küreselleşDünya görüşleri (Weltanschaaung), düşünce ve me sürecinin başladığını, kültürel küreselleşmenin Ame‘‘inanç’’ların üretildiği, bu düşünce ve inançlara uygun rikan kültürünün ve Avro-Amerikan yaşam tarzının hayat tarzlarının biçimlendirildiği kültür havzalarında oryeryüzüne yayılması olduğunu savunmaktadır. Hall aytaya çıkar ve kapsayıcılığı oranında yaygınlaşır. Buna parıca, modern ve postmodern küreselleşme olmak üzere ralel bir yargıyla; tarihsel, toplumsal gelişme süreci iki farklı küreselleşmeden söz eder. içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunModern küreselleşme, ‘iktisadî dönüşümle’ sınırlı olan ları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, inküreselleşmedir; postmodern küreselleşme ise ekonosanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü miden siyasete, çevreden kültüre hayatın tüm alanları kugösteren araçların bütünü olarak kültür, içinden doğup şatan küreselleşmeyi ifade eder. Kültürel küreselleşme çıktığı havzayı aşmaya, etkilerine açık toplumlara sızmaya, tartışmalarının ana odaklarından biri olan kültürün hoyani küreselleşmeye, bugün geçmojenleşme ve evrenselleşmesinin; bilmişte olduğundan çok daha gi akışı, ülkeler için fırsatlar, evrensel meyyaldir. Her geçen gün kenahlâk ve ilkeler gibi ifadelerle olumModern küreselleşme, ‘iktisadisinden daha sıklıkla bahsedilu olarak algılanması sözkonusu olduğu dî dönüşümle’ sınırlı olan külen ve etkilerini her geçen gün gibi, kültürlerin türdeşleşmesi, bendaha çok hissettiğimiz küreselzeşmesi, yaşam tarzlarının ‘Amerireselleşmedir; postmodern leşme, kültürlerin içiçe geçişini kanlaşması’ olgularını beraberinde küreselleşme ise ekonomiinsanlığın daha önce şahit olgetirdiği gerekçeleriyle olumsuz algıden siyasete, çevreden kültümadığı ölçüde hızlandırmakla kallanması da sık görülen yaklaşımlar arare hayatın tüm alanları kuşamayıp, bir içiçe geçişten çok ve sındadır. çağdaş (contemporain) kültürtan küreselleşmeyi ifade Amerikali Profesör Fredric Jamelerin benzeşmelerinden, birbirson ‘Globalization and Political Straeder. lerinden etkilenmelerinden zitegy’ adlı makalesinde kültürel küreyade, tek bir kültürel benzeşmeyi selleşmenin ‘Amerikanlaşma’ olduTaner Doğan • taner.dogan@web.de sayfa 22 • Perspektif ğu tezini savunmakta, bunun someninin hiç şüphesiz 20. yüzyılda nuçlarını ise “Amerikan televizyon ivme kazanan teknoloji, medya ve programlarına, müziğine, yiyeceğine, kitle iletişim araçları ile eşi görülgiysilerine ve filmlerine yer açmak için memiş bir yaygınlık kazandığı yadyerel, popüler ya da geleneksel biçimlerin sınamaz. Kültür, artık üretilen ve dünsaf dışı edilmesi ya da dilsizleştirilya geneline ihraç edilen bir metâ hamesi yoluyla dünya kültürünün tek line gelmiştir. Yeni çıkan ürünlerin, tipleştirilmesi, küreselleşmenin esası bilhassa dijital ortamlarda yapılan olarak görülmektedir. ABD modelreklamlar aracılığı ile pazarlanmalerinin yerel olan bir çok şeyin yerisı, bu ürünleri hedef kitleler için cani almasından duyulan bu korku, şimzip hale getirmektedir. İnsanların di kültür alanından, geri kalan diğer ilgisini çeken ve hayatlarının bir paralanlara doğru sıçramaktadır” sözçası olan bu ürünler, o toplumlarleri ile açıklamaktadır.Popüler külda daha önce varolmayan ilişkiler türün Amerika merkezli yayılması ağını da beraberinde getirerek gedil açısından büyük önem teşkil etleneksel kültürlerde erozyonlara mektedir. Başta müzik ve film seksebep olmaktadır. Bu anlamda törü olmak üzere ticaret ve siyasepazarlananlar sırf ürünler değil, tin küreselleşmesi ile birlikte İngiaynı zamanda onların imgeleri ve lizcenin ortak bir dil olarak yayıleşyayı anlamlandırış biçimleridir. ması küresel dili doğurmuştur. İş yerBu ürünler ile taşınan ve topluma lerine İngilizce isimlerin verilmedayatılan, belirli bir yaşam tarzıdır. si küreselleşmenin dil üzerindeki soKabul ettirilmeye çalışılan bu haKültür, artık üretilen ve dünmut etkilerinden bir tanesidir. Küyat tarzı, bilhassa yozlaşma ve yaya geneline ihraç edilen bir resel bir dilin doğması, dünya gebancılaşmayı beraberinde getirerek metâ haline gelmiştir. Yeni nelinde başta siyaset, ticaret ve geleneksel kültürlerde telafisi imçıkan ürünlerin, bilhassa dieğitim gibi konularda bir ihtiyaç olakansız erozyonlara aracı olmaktarak algılansa da, kültürün başında dır. Hızla benimsenen tüketim küljital ortamlarda yapılan rekgelen, dünya coğrafyasında farklı ulustürünün, geleneksel topluluk ve lamlar aracılığı ile pazarlanların varlığını anlamlı kılan ve külaile bağlarında açtığı yaralar nokması, bu ürünleri hedef kitletür birikimini nesilden nesile taşıtayı nazara alındığında dejenerasler için cazip hale getirmekyan ‘ana dilin’ geri plana atılmasıyon sürecinin ana aktörü olduğu intedir. na sebep olmaktadır. İngiliz edekar edilemez. biyatçı George Orwell da, ‘1984’ adSonuç olarak, başatlık ve holı romanında,dilde yapılan tahribatın mojenlik gibi temel özelliklere sainsanları duygu ve düşünce birlihip kültürel küreselleşmenin yeni ğinden uzaklaştırıp sürü haline getireceğini, milli benbir ‘Dünya Kültürü’nü doğurmakta olduğu tespitinde buliklerini eriteceğini vurgular. lunabiliriz. Hızla yerleşen bu kültür insanları; ortak daBirçok sosyoloğa göre kültürel küreselleşme, verilen mak tadı, müzik, dil ve moda gibi bir çok konuda merdiğer örneklerin yanı sıra Amerikan hızlı restoran (fastkezî (yani tek bir merkezce belirlenen) bir noktada bufood) zinciri McDonald’s ile ayrıca hız kazanmıştır. Bu luşturmayı hedeflemektedir. Böylelikle nesilden nesile süreci ilk defa ‘McDonalization’ (McDonaldslaşma) olaaktarılan ve gelenek haline gelen farklı kültür havzalarak adlandıran Amerikan sosyolog George Ritzer olmuştur. rına ait değerlerin büyük ölçüde kaybolması hız kazanırken, Ritzer’e göre bu durum iktisadın yanısıra, toplumun haempoze edilen ‘Dünya Kültürü’ popülerliğini arttırarak yat tarzını da belirlemektedir. ‘Hızlı, lezzetli ve ucuz’ olayerel kültürleri yerinden etmektedir. rak tarif edilen McDonald’s tarzı yemek, kültürel küreselleşme için verilebilecek en önemli örneklerden bir taKaynaklar nesidir. McDonald’s tarzı restoranların yayılmasıyla ‘Questions of Cultural Identity’ - Stuart Hall geleneksel yemeklerin gözden düştüğü ve unutulmaya ‘Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya’ - Erol Mutlu‘Globalization: yüz tuttuğunu hemen herkesin kişisel deneyimleri doSocial Theory and Global Culture ‘ - Roland Robertson ‘Spaces of Identity’ - David Morley & Kevin Robins layımında da söyleyebiliriz. Yukarıda izah ettiğimiz kültürel küreselleşme fenoFEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 3 dünya “Bilinmeyen bir dilde konuşmuştur” insan olan Hz. Adem’e öğretildiğine ve kendisinden sonraki tüm dillerin de bu dillerden neş’et ettiğine inanırız. Dolayısıyla diller, tıpkı kavimler gibi, Allah’ın bir hikmete binaen insanoğlunun farklılıklarını ortaya koyan işaretlerdendir. Bu farklılıkların menşei “ilahî” olduğundan en tabiî dokunulmazların başında gelir. Kuran’da, Bakara Sûresi‘nde; “Ve Âdem’e isimlerin Herhangi bir dilin kirli bir siyaset ve bir devletin sürekliliğini hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: ‘Haydi davanızda tesis çabalarında bir aracı olarak nasıl kullanılabileceğinin sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin’ dedi” buyuen iyi örneklerinden birini son zamanlarda Türkiye’de görulur (2:31) Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, rüyoruz. Şu sıralar yeniden gündeme gelen “Kürtçe”nin özel Hak Dini, Kur’an Dili adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken ya da resmî alanda kullanılıp kullanılamayacağı tartışmaşu açıklamalarda bulunur: “Lisan hususunda bütün Âdem ları tam da bu türden. Tartışmaların bir tarafında, “Türkoğullarının zamanımıza kadar vaki olan tenevvü (çeşitlençe”yi korumak adına yok sayılan bir dil ve son derece hakme) ve ilerlemelerinin hepsi, esas itibariyle, Hz. Âdem’in yalı olarak bu dili kullanan insanların varlıklarının (artık) resratılış bakımından şereflendirildiği bu isimleri öğrenme özelmi olarak da kabul edilmesi mücadelesi var iken , diğer taliğine borçludur. İlim ve mantık özelliği, bu şekilde, insan türafında, “Kürtçe”yi yok sayıp, sanki bu dilin kullanılmasırünün aslî yaratılışında kendisinde dahil bulunmuş ve bunnın “Türkçe”nin yok olmasına sebebiyet verecekmiş gibi dan önce insanlığa ait hakikat ve tam mânâsıyle Âdem’e özlanse ettirip Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını koruma idgü ruh tamam olmamış olur.” 1 Demek ki, herhangi bir indiasında bulunanlar var. Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasanın kendi dilini kullanabilmesi ve o dili geliştirmesine, sının bu şekilde korunabileceği iddiası, salt bir iddia olmaktan siyaset veya herhangi bir bekâ kaygısı ile muhalefet etmenin öte resmî bir ideoloji haline gelmiş durumda ve halkın büdinî olarak imkanı yoktur. yük bir kısmının vicdanlarında da kabul görmüş durumFakat, Türkiye’de dil tartışmalarını başlatanlar, başada. Kürtçe’nin varlık mücadelesini siyaseten temsil ettikrısızlıklarını örtbas edebilmek ve kendilerini “kutsallaştırmak” lerini iddia eden kimi politikacılar ise bir başka kirli siyaadına, devraldıkları rejimi ve uygulamalarını “ecinnî”leşsetin oyuncuları. Sahip oldukları ideolojik kabuller ve öntirebilmek için de çeşitli gayr-i kâbil-i bi’l idrâk (anlaşılma yargılar haklı oldukları iddialarında kendilerini destekleimkanı bulunmayan) uygulamalardan geri kalmıyorlar. Bu yen insanların bir araya gelmesine bizzat engel teşkil ediuygulamaların başında ise, dilde ve isimlerde “Türkçe”leşyor. Bütün bu tartışmalar içinde tirmenin yanısıra, bir kısım ahâlinin, ya orta yolu izlemek isteyenlerin zorunlu göç, ya da doğrudan varlıklaise kafası karmakarışık. rının inkârı ve “Türk” olduklarının kaTürkiye’de dil tartışmalarını Eskiler, insan için “hayvân-ı nâbullendirilmesi uygulaması gelmektebaşlatanlar, başarısızlıklarını tıka” der. Her ne kadar, kelime ilk dir. Ulus devletlerin kuruluş ve akabinde örtbas edebilmek ve kendileriakla gelen şekliyle “konuşan hayyayılışları ile ve Türkiye’de de bir ulus ni “kutsallaştırmak” adına, van” olarak anlaşılsa da, asıl anladevlet oluşturulması çabası sonrasında, mı, düşünüp konuşabilen canlıdır. uluslararası anlamda vatandaşlık sıfatından devraldıkları rejimi ve uygulaTasavvuf ehli de insanı, “nefs-i nâöte gitmemesi gereken “Türk”lük, aymalarını “ecinnî”leştirebilmek tıka” olarak tanımlarlar ki, anlamı, nı zamanda, “etnik” “tegayyür” (deiçin de çeşitli gayr-i kâbil-i bi’l benzer şekilde konuşabilen canlı ğiştirim) anlamda da, diğer etnik unidrâk (anlaşılma imkanı budemektir. Zira, insana has en besurların var oluşlarının inkarını getirdi. lunmayan) uygulamalardan lirgin iletişim aracı dildir. Bu minval üzere uygulanan devlet pogeri kalmıyorlar. Müslümanlar olarak bizler, litikaları, ekonomik, sosyal ve siyasal tüm dillerin Allah tarafından ilk gelişmelerde bir devlet ideolojisi olarak İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de sayfa 24 • Perspektif “Türk” olmayan “ahâlî”nin (bir yeri bir almak önemlidir. Ahâlî’nin ahyurt edinmiş herkesin) ezilmesini, adevalinin selameti ise, başta dil olmak Birkaç yıl öncesinde, Türkiye ta devletin (ülkenin değil) kalkınması üzere, o ahalinin inanç, gelenek ve Büyük Millet Meclisi’nde, ve modernleşmesi olarak değerlengöreneklerinin şuurunda olmak ve dirilmiştir. İlkesel olarak karşı çıkona göre ahâlînin işlerini kolaylaşşimdilerde ise mahkemelermadığımız ama içerik ve ideolojik hetırmak, kültürünü, ekonomisini ve sosde karşımıza çıkan tutanakdef olarak muhalif kaldığımız ilk döyal bağlarını kuvvetlendirici tedbirlarda geçen, “Sanık (veya hanem “Türk Dil Kurultay”larında bu ler almaktan geçer. Ahâlîye ideolotip) bilinmeyen bir dilde koruh hâlini (Türkçesi: Psikolojisini) ji, inanç, yeni bir düşünüş ve hayat nuşmuştur” ifadelerinden, görmek mümkündür. tarzı dayatmak ise asla devletin görZamanın Maarif Vekili (Millî evi değildir. Hemen herkesin sıklıkla “Sanık, ‘Kürtçe olduğunu sanEğitim Bakanı) Dr. Reşit Galip, 26 vurguladığı “demokrasi” veya “cumdığımız dil’de konuşmuştur” Eylül 1932 tarihinde toplanan 1. huriyet”,5 halkın, kendi (kamu) işifadelerine geçişi başarı ile lerini yazılı kurallara göre yönetTürk Dil Kurultayı açılış konuşmagerçekleştirmiş durumdayız. mesi demektir, yönetenlerin halka, sında şunları söyler: Mahkemelerin, “bilinmeyen kültür veya hayat tarzı dayatması de“Bizlerin, yani dünkü ve bugünmek değildir. Bu yüzdendir ki, devkü şartlar içinde okumuş ve yazmışların bir dil”den, “Kürtçe olduğu letin hangi resmî dili kullanacağı konuştuğumuz ve bilhassa yazdığımız sanılan bir dil”e geçiş yaphalkın bir problemi olabilir. Bu andile Türk dili demekte hakikî tereddüdüm ması, aslında, Türkiye’deki lamda devletin, halka, resmî dairevardır. 17 milyon Anadolu Türkü anlamsız tartışmaların aslınde şu dili konuşacaksın veya şu diliçinde ancak yüzde ona varabilecek bir de resmî işlemleri yapacaksın diye bir zümrenin anlıyabildiği dile Türkçe da ne denli büyük anlamlar dayatması olamaz. Eğer illa ki, bir dadenemez.” 2 ifade ettiğini göstermesi ba31.8.1936 tarihinde üçüncüsü yatma söz konusu olacak ise, o da, kımından önemlidir. yapılan Türk Dil Kurultayı’nın rahalkın devlete, resmî işlemleri şu dilporunda ise herhâlde Bakan Dr. Rede veya şu dillerde yapacaksın şekşit Galip’e nazire olsun diye şöyle bir linde bir dayatması olabilir. ‘‘Türkçe’’ kullanılır.: Problem, çok dilli bir toplumda res“1.- “Güneş – Dil” teorisi, lengüistik âleminde esaslı bir mî dil olarak hangi dilin tercih edileceği problemidir. Geçmiş devrim yapacak mahiyette tamamıyla orijinal, enteresan ve toplumlarda olduğu gibi, modern toplumlar da bu probleme derin bir teoridir. yaklaşırken, çoğunluk dilini tercih ettikleri gibi, zaman zaman 2.- Bu teori, yalnız lisaniyat meseleleriyle değil, aynı zaazınlık dillerini resmî dil olarak tanımışlardır. Bugün birden manda en geniş ve en çetin antropoloji, istuvar, preistuvar ve fazla resmî dilli ülkeler olmakla birlikte, bu problemin, adabiyo – psikoloji meselelerinin halliyle de ilgilidir.” 3 let ve hakkaniyet ölçülerine vurulduğunda hakikaten adil bir 4 Birkaç yıl öncesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, şekilde çözümlenmiş bir örneğini göstermek mümkün değildir. şimdilerde ise mahkemelerde karşımıza çıkan tutanaklarTürkiye, ahâlîsiyle barışık yaşamak için, dayatmacı poda geçen, “Sanık (veya hatip) bilinmeyen bir dilde konuşlitikalar yerine, makul ölçülerle ve iyi niyet ile yaklaşıp, hermuştur” ifadelerinden, “Sanık, ‘Kürtçe olduğunu sandığımız kesin hakkını gözeten adil bir yol bulmak durumundadır. dil’de konuşmuştur” ifadelerine geçişi başarı ile gerçekleşÜstelik, bu çetrefilli yolda herkesi memnun edene kadar. tirmiş durumdayız. Mahkemelerin, “bilinmeyen bir dil”den, Yeter ki, araya “ucube sesler” girmesin. “Kürtçe olduğu sanılan bir dil”e geçiş yapması, aslında, Türkiye’deki anlamsız tartışmaların aslında ne denli büyük an1 Hak Dini, Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır. Bakara Sûresi 31. lamlar ifade ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Ayet tefsiri. Burada sorulması gereken soru aynı zamanda şudur: 2 http://tdkkitaplik.org.tr/kurultay01/K010101.pdf 3 Yukarıda örneğini verdiğimiz, Türk Dil Kurultay’larında http://tdkkitaplik.org.tr/gdtr/gdtraporu.pdf 4 Büyük kelimesi haricinde Türkiye kelimesi dahil, hiçbiri Türkçe değildir. ortaya konulan dil ne kadar Türkçe’dir? Veya Abdullah Öca5 Demokrasi Yunanca bir kelimedir. Cumhuriyet ise Latince res publan’ın hem mahkemelere sunduğu, hem de, zaman zaman, lica kelimesinin tercümesidir. Her ikisinin anlamı da halkın ida“örgütlere” gönderdiği manifestolardaki dil ne kadar reye katılımı demektir. Siyaset bilimcilerinin bir kısmı demokraTürkçe’dir? Bana sorarsanız burada kullanılan ifadeler, “Türksiyi, tüm sosyal sınıfların, yani, halkın tamamının idareye katılımı çe olduğunu sandığımız bir dilde” kullanılmış ifadelerdir. olarak değerlendirirken, cumhuriyeti de üst sınıfların idaresi olarak tanımlar. Fakat bugün demokratik cumhuriyet diye bir siyasal Devlet olmak kolay değildir. Devlet olmayı kolaylaşve hukukî terim ile karşılaşmaktayız. tırmak için ise “ahâlî”nin ahvalini bilmek ve ona göre tedFEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 5 dünya Referandum Sonrası Sudan Nereye Gidiyor? Mehmet Özkan • metkan82@hotmail.com Ocak ayında Güney Sudan’da yapılan referandum, Sudan’ın 1956 yılında bağımsızlığını kazanması kadar önemli bir tarihi gelişme olarak görülmelidir. Referandum sonucunda Güney Sudan’ın muhtemelen ayrı bir devlet olarak ortaya çıkması beklenmektedir. Bu durum, doğuracağı siyasal sonuçlar açısından yeni bir sürecin başlangıcıdır. Bu çerçeveden bakıldığında söz konusu referandum sıradan bir oylama olmayıp Sudan ve bulunduğu bölgenin kaderini yeniden şekillendirecek denli önemlidir. Afrika’daki en geniş yüz ölçümüne sahip devlet olan Sudan, bölgenin en uzun süren iç savaşına sahne olmuş ülkesidir. 1956 yılındaki bağımsızlıktan 1972’de Güney Sudan bölgesine verilen kısmî otonomiye kadar süren ilk iç savaş, kısa bir durgunluktan sonra, 1983 yılından yeniden başlamış ve 2005 yılında yapılan ve bu yıl yapılan referandumun da önünü açan kapsamlı bir anlaşmanın imzalanmasına kadar devam etmiştir. 2005 sonrasında güneyin referandum hazırlıklarına, kuzeyin ise Darfur sorununa kilitlenmesi nedeniyle yaşanan göreceli istikrar, bu referandum sonuçları ile yeniden tehlikeye girecektir. Bugünkü haliyle Güney Sudan, Batı Ekvatorya bölgesi hariç, dünyanın en fakir bölgelerinden birisi olarak gösterilmektedir. Bu durum, hem referandum sonucu kazanılacak bir siyasî bağımsızlık durumunu, hem de kaynakların paylaşımı açısından bölgenin geleceğini şekillendirecektir. Temel gıda maddeleri, sağlık ve su eksikliği birçok yardım kuruluşunu şimdiden alarma geçirmiş durumda olup referandum sonucu yeni çatışmaların yaşanması halinde ciddî sorunlar ile karşı karşıya kalınması muhtemeldir. Temel ihtiyaç malzemelerinin eksikliğinin burada doğacak yeni bir iç savaş ve otorite eksikliğiyle birleşmesi durumunda Güney Sudan’ın ikinci bir Somali olması hiç de uzak bir ihtimal olarak görülmemelidir. Bu referandumun iki temel sonucu olacaktır. Bunlar, böl- sayfa 26 • Perspektif gesel açıdan bakıldığında, referandumun ilkin Afrika’daki sınır tartışmalarını yeniden başlatacak olması ve benzer sorunlara sahip bazı devletlerde bölünme ve bağımsızlık taleplerini tetikleme ihtimalini arttırmasıdır. Bu durum, şimdiden Afrika’daki birçok devleti ve hatta Afrika Birliğini endişelendirmektedir. Bu açıdan uzun vadede referandumun asıl yansımaları, yıllardır bağımsızlığının tanınmasını isteyen Batı Sahralılar, Kongo’nun geleceği ve hatta bugünlerde tekrar gün yüzüne çıkan fakat aslında Fildişi Sahilleri’nde yıllardır süren din eksenli Kuzey-Güney çatışması üzerinde görülecektir. Yer yer çatışmaların yaşandığı ve temelde yine din eksenli bir ayrışmanın var olmasına karşın Kuzey-Güney birlikteliğini koruyan Nijerya’da dahi bu referandumun uzun vadeli etkileri hissedilecektir. Daha dar anlamda referandum, Doğu Afrika ve Kuzey Afrika’daki güç dengesini yeniden düzenleyecek ve bölgesel aktörler de pozisyonlarını yeni oluşan duruma göre yeniden belirleyecektir. Uluslararası toplum açısından ise bu referandumun sonuçları çok ciddî bir sınav niteliğinde olacaktır. Batılı devletler, Afrika kıtasında birçok kez kendi çıkarlarına uygun olarak bölünme dâhil birçok radikal eylemin uygulanmaya konmasında temel bir rol oynarken, maalesef aynı etkinliği bölgenin yeniden yapılanması sürecinde göstermemişler ya da bu konuda gayet seçici davranmışlar ve asıl sorumluluğu hep Afrika ülkelerine bırakmışlardır. Zaten birçok sorunla boğuşan Afrika ülkeleri ise bu tür sorunlarla yeteri kadar ilgilenememiş ve dolayısıyla başlangıçta küçük çaplı olan birçok sorun kronik hale gelmiştir. Güney Sudan’da ortaya çıkacak yeni durumun çatışmaya dönüşmeden önce düzene konulması konusunda Batı’nın aktif bir tutum mu alacağı, yoksa her zamanki gibi Afrika’yı ‘‘doğal sürecine” mi bırakacağı, önümüzdeki dönemde herkesin merak ettiği asıl meseledir. Genel olarak Batı’da, özel olarak ise Amerika’da, Güney Sudan ve Darfur meselesi insan hakları söylemine gizlenmiş dinî bir bakış açısı ile okunmaktadır. 2005 yılındaki anlaşmanın mimarlarından olan Amerika’nın bölgeye ilgisinin iki temel nedeni vardır. Birincisi Amerika’daki Hıristiyan grupların Güney Sudan’daki Hıristiyan gruplar ile çok yakın dayanışma içinde olması ve Amerikan kamuoyunu bu konuda çok ciddî şekilde yönlendirmeleridir. Ay- Güney Sudan’da referandum için sıraya giren halk nı şekilde BM ve diğer birçok insan hakları örgütü, 2005 sonrasında Darfur’da çatışmaların ve ölümlerin azaldığını rapor ederken, ‘Darfur’da soykırım yapılıyor’ söylemini o yıllarda en çok kullanan ve büyük ölçüde dünya kamuoyunu yönlendirerek uluslararası müdahale isteyen Amerika’daki muhafazakâr eğilimli kuruluşlardı. Geçmişe bakıldığında bu kurumların 1994 yılındaki Ruanda Soykırımı’nda hiç sesi çıkmazken Darfur’daki çatışma durumunun abartılmasında aktif rol almasının başka hiçbir açıklaması yoktur. Amerika’nın oradaki ilgisinin ikinci sebebi ise, Çin’in Sudan ile ilişkileri ve özellikle Çin’in bölgedeki petrol çıkarma işini doğrudan üstlenmiş olmasıdır. Çin Ulusal Petrol Şirketi, Sudan’daki petrol çıkarma işlerini kontrol eden Büyük Nil Petrol Konsorsiyumu’nun en büyük ortağı olup %40’lik bir pay sahibidir. Dolayısıyla, bugün için Sudan, Amerika ve Çin arasında Afrika kıtası üzerinde yaşanan rekabetin en önemli merkezlerinden birisi haline gelmiştir. 2007 yılı sonrasında, o yıla kadar Darfur konusunda son derece aktif olan Batı kamuoyunun bir anda ciddî bir sessizliğe büründüğü düşünüldüğünde, uluslararası gündemin diğer öncelikleri ve konuya ilgisinin azlığı sebebiyle aynı durumun Güney Sudan’da ortaya çıkacak benzer sorunlar için de geçerli olabileceği düşünülebilir. Genel olarak bakıldığında referandum sonrası Sudan’da ortaya çıkacak yeni siyasî durum, referandum öncesi süreçten daha rahat geçmeyecektir. Yakın geçmiş düşünüldüğünde tarafların en küçük bir ihtilaf konusunda bile silahlara doğrudan ya da dolaylı olarak başvurabileceği hiç de ihtimal dışı değildir. Fakat her şeyden önce bölgedeki gelişmelerin kaderi dört sorunun başarılı bir şekilde çözülüp çözülememesine bağlı olacaktır: 1) Petrol gelirlerinin paylaşımı. (Kuyular daha çok güneyde yoğunlaştığı için Güney Sudan’ın daha fazla hak talep etmesi bek- lenmektedir.) 2) Petrol paylaşımı ile bağlantılı olarak kuyuların yoğun olduğu özellikle Abyei bölgesinin durumu, yani kimin kontrolünde olacağı sorunu (Abyei’de aynı dönemde yapılacak olan referandum şimdilik ileri bir tarihe ertelenmiştir.) 3) Son derece kıt olan su kaynaklarının kontrolü/paylaşımı. 4) Referandum sonucunda Güney’in bağımsızlığını kazanması durumunda iki devlet arasındaki sınırın tam olarak nereden geçeceği meselesi. Bu sorunların hepsi muhtemel çatışmalara yol açmaya son derece müsait olup, ancak uzun vadede çözülebilecek sorunlardır. Bunun için cevaplanması gereken en önemli soru referandum sonuçlarıyla beraber Sudan’da üçüncü bir iç savaşın mı başlayacağı, yoksa göreceli de olsa yeni bir siyasi istikrar döneminin mi oluşacağı sorusudur. Bunu elbette zaman gösterecek ancak göstergeler birinci ihtimalin daha yüksek olduğuna işaret etmektedir. Referandum sonucunun beklenildiği gibi bağımsızlık yönünde çıkması halinde güneyde yasayan Müslümanların durumu ile kuzeyde yaşayan Hıristiyan azınlıkların durumu da yeni tartışmalara ve hatta etnik temizlik girişimlerine yol açabilir. Şimdiden iki tarafın liderleri tarafından buna yönelik güvence verici açıklamalar gelse de, bu sorunun büyük ihtimalle yukarıda bahsedilen dört temel konu çerçevesinde ele alınacağı ve hatta yer yer koz olarak dahi kullanılabileceği düşünülmelidir. Ayrıca referandum sürecinin genel olarak barışçıl geçmesine rağmen Ocak ayı içinde özellikle Abyei’de yaşanan çatışmalarda yaklaşık 30 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu durum, Abyei bölgesinin önümüzdeki dönemde ne kadar merkezî bir konuma geleceğini göstermesinin yanında bu tür çatışmaların referandum sonrasında da devam edeceğinin işaretidir. Genel olarak bakıldığında Sudan’daki referandum, şimdilik var olan temel sorulara doğru cevaplar vermek yerine yeni sorunlar ve tartışmalar getirmeye gebedir. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 7 dünya Irak Yusuf Ziya Altıntaş • yza301@hotmail.com Sümer, Akad, Babil, Asur ve Pers gibi dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış, geçmişte Mezopotamya olarak adlandırılmış, sulak ve bereketli topraklar üzerinde kurulmuş bir devlet olan Irak, sahip olduğu petrol rezervleri ile yakın tarihte büyük güçlerin vazgeçemediği bir bölge olmuş ve hali hazırda da olmaya devam etmektedir. Resmi adı el-Cumhûriyetü’l-Irakıyye ve başkenti Bağdat olan Irak, körfez bölgesinde bulunan ülkeler arasında topraklarının büyüklüğü bakımından 437.072 km2 yüz ölçümü ile Suudi Arabistan ve İran’dan sonra üçüncü sırada gelmektedir. Kuzeyde Türkiye ile 331 km’lik sınırı bulunan ve bu anlamda Arap olmayan dünya ile komşu, tek Arap körfez devleti olan Irak’ın, batısında Suriye ve Ürdün, doğusunda İran, güneyinde ise Suudi Arabistan ve Kuveyt bulunur. Öte yandan Basra Körfezi’ndeki dar bir kıyı şeridi ile de dünya denizlerine açılma imkânına sahiptir. Nüfus, Dini ve Etnik Yapı Irak’ın günümüzdeki nüfusu yaklaşık olarak otuz milyondur ve ülke oldukça genç bir nüfusa sahiptir. Nüfusun dağılımı ve bölgesel olarak yerleşiminde daha çok Fırat ve Dicle nehirlerinin coğrafi konumu belirleyici olmuştur. İki nehir arasındaki bereketli topraklar, yerleşim ve dolayısıyla nüfus bakımından yoğunluk kazanırken dağlık alan ve çöllerde yerleşim çok nadirdir. Kentleşme oranının en yüksek olduğu bölge, yaklaşık yedi milyon nüfusu ile Bağdat ve Bağdat’ın güneyinde yer alan Basra, Necef, Hille, Kerbela, Nasırıyye şehirleri ve çevreleridir. Ayrıca zengin petrol yatakları sebebiyle, ülkenin kuzeyinde yer alan Musul, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye şehirleri de giderek artan nüfusuyla öne çıkmaktadır. Nüfusun yaklaşık olarak %70-75’ini Araplar, %1520’sini Kürtler ve %5’ini ise Irak Türkmenleri, Süryaniler ve diğer etnik gruplar oluşturmaktadır. %97’si Müslüman olan halkın, %60-65’i Şiiler, %32-37’si ise Sünnilerden oluşmaktadır. Irak’ın güneyinde genel olarak Şii Araplar yaşarken, Bağdat civarında Sünni ve Şii Araplar birlikte yaşamaktadırlar. Ülkenin kuzeyinde ise Sünni, Yezidi Kürtleri ve Irak Türkmenleri yaşamaktadır. sayfa 28 • Perspektif Irak’ın İslam İle Tanışması Bugünkü Irak topraklarının bulunduğu Mezopotamya bölgesi sulak ve bereketli toprakları ile dünyanın ilk ve en önemli yerleşim merkezlerinden biridir. M.Ö. 7. yüzyıla kadar Sümer, Akad, Babil ve Asur gibi medeniyetlere beşiklik etmiş olan bu coğrafyada, daha sonra Persler hâkim olmuştur. İslam öncesi dönemde Araplar yine bu bölgede Main, Sebai ve Himyeri devletlerini kurmuşlardı. İslam’ın doğuşu ve hızla yayılması ile birlikte Müslümanlar, fethetmeyi planladıkları bu bölgede siyasi birliği sağladıktan sonra bu bölgeyi önce İran, daha sonra da Hindistan, Horosan ve Maveraünnehir’de gerçekleştirecekleri fetihlerin merkez üssü olarak kullanmayı hedefliyorlardı. Hz. Ebubekir tarafından başlatılan ve Hz. Ömer zamanında tamamlanan Irak’ın fethi sırasında, fethedilen coğrafyanın sınırları kesin olarak bilinememektedir. Irak coğrafyası, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde en parlak devrini yaşamıştır. Irak’ın, 637 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmesinin ardından Ali bin Ebu Talib döneminde İslam’ın merkezi haline getirilmiş ve başkent de Kufe’ye taşınmıştır. İlim ve Kültür Başkenti: Bağdat Abbasilerin iktidara gelmesiyle Bağdat şehri 762 yılından itibaren yeni baştan imar edilerek İslam dünyasının merkezi olmuştur ve dünyanın en önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir. Halife ve devlet adamlarının desteklediği ilmi faaliyetler neticesinde Bağdat, âlimlerin akın ettiği, ilim ve münazara meclislerinin son derece faal olduğu bir merkez olmuştur. Bağdat’ta tercüme merkezi vazifesi görüp aynı zamanda halka açık bir kütüphane olarak da hizmet veren Beytülhikme ve benzeri eğitim müesseseleri yine bu dönemde kurulmuştur. Bu müesseselerde birçok âlim, edebiyatçı, şair, muhaddis ve müderris yetişmiştir. Ancak 1258’de Irak’a giren Moğollar, doğudan batıya doğru ilerleyerek başta Bağdat olmak üzere önlerine çıkan bütün şehirleri yakıp yıkmış, insanları öldürmüş, kütüphaneleri yok etmiş ve çok büyük bir tahribata neden olmuşlardır. Tarihi kaynaklar, bu istila sırasında Bağdat Kütüphanesi’ndeki eserlerin atıldığı Dicle Nehri’nin günlerce mürekkep renginde aktığı ve binlerce ciltlik eseri Basra Körfezi’ne taşıdığını kaydederler. Bu dönemde Moğollardan kurtulan Irak’taki âlim ve filozoflar Şam, Halep, Kahire, İskenderiye, Magrib ve Endülüs’e kaçarak oralarda ilim hayatlarına de- 1980 yılında başlayıp sekiz sene süren Irak-İran savaşı, ülkede yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve milyarlarca dolarlık maddî zarara yol açmıştır. Savaşın bir kazananı da olmamıştır. 1990 ortalarında Irak orduları Kuveyt’e girerek bu ülkeyi işgal etmiştir. Bunun üzerine başlayan Osmanlı Dönemi ve Yakın Tarih Körfez Krizi, petrol fiyatlarının artmasına Irak coğrafyası daha sonra Osmanlı ve ekonomik dalgalanmalara sebep olDevleti ile Safeviler hanedanı arasındaki muştur. ABD ve Avrupa devletlerinin hâkimiyet mücadelesine sahne olmüdahalesiyle yenilgiye uğrayan Irak muştur. Kanuni Sultan Süleyman ordusu bölgeden çekilmek zorunda 1534’te Irak’ın da içinde bulunduğu kalmıştır. Bu savaş sonrasında ülkecoğrafyanın tamamını fethetmiş ve beyde çıkan Şii ve Kürt isyanları Saddam lerbeylik statüsüne sokmuştur. Irak’ın Hüseyin yönetimince sert şekilde Osmanlı topraklarına katılması, Yabastırılmıştır. BM Güvenlik Konsevuz Sultan Selim döneminde başlayi aldığı çeşitli kararlarla ülkeye iktiyan bir süreç olan Osmanlının İslam sadî ve askerî ambargo koymuş ve dacoğrafyasının liderliğini üstlenme giha sonraki senelerde de sıkıntılı sürişiminin tamamlanması anlamına reç devam etmiştir. geliyordu. Bu dönemde kıymetli ABD İşgali ve Bugünkü Irak âlimler İstanbul’a götürülerek, çalışABD, 2003 yılı Mart ayında, maları için kendilerine her türlü imIrak’ta kitle imha silahları olduğu idkân temin edilmiştir. Ülke, 1917’ye diası ve aynı zamanda Irak halkını özkadar Osmanlı yönetiminde kalmışgürleştirmek bahanesiyle Irak’a saltır. 19. yüzyıl başları, İngiltere’nin önABD işgali, ölüm ve yıkım getirdi dırarak Saddam Hüseyin hâkimiyecelikle Basra Körfezi’ne yönelik ilgitini sona erdirdi. Ancak işgal güçlesinin Irak’a da yöneldiği bir dönem ri Irak’ta ne kitle imha silahı bulabildi olmuştur. İngiltere’nin Irak’taki ekone de Irak halkı özgürleşti. Başlangıçta kayda değer bir dinomik ve stratejik çıkarları giderek dinî ve siyasi alanları da reniş gerçekleşmezken, sonraki dönemlerde işgalci ABD kapsamaya başlamış ve I. Dünya Savaşı öncesinde doruğa güçlerine karşı yer yer şiddetli direnişler kendini gösterçıkmıştır. Bu nedenle savaş başlar başlamaz, 5 Kasım di. Öte yandan ülkede mezhep çatışmalarının kışkırtılması 1914’te İngiliz askerlerinin bölgeye harekâtta bulunması ve sonucunda derin bir ayrışma meydana gelirken, iç savaşı 22 Kasım’da Basra’yı işgal etmeleri hiç de sürpriz olmamıştır. andıran ve günümüzde de hâlâ şiddetli çatışmaların yaşandığına Başlangıçta zayıf kalan Osmanlı kuvvetleri daha sonra toüzülerek şahit olmaktayız. parlanarak İngilizleri yenilgiye uğratmışlardır. Uzun zaman ABD’nin Irak işgali süresince yaşanan çeşitli şiddet olaybüyük kayıp veren İngilizler, Bağdat’ı ancak 11 Mart ları ve çatışmalarda bir milyondan fazla Iraklının öldüğü 1917’de işgal edebilmişlerdir. Ancak I. Dünya Savaşı’ndan tahmin ediliyor. Yine bu olaylar sonucunda yaklaşık dört sonra Osmanlılar bölgeden çekildiklerinden Iraklılar yalnız buçuk milyon kişi evsiz kalırken, yaşanan şiddet arkasınve zayıf kalmışlardır. Bunun üzerine İngiltere ordularının Muda beş milyon yetim ve iki milyona yakın da dul bıraktı. sul’u ve petrol yataklarını işgal etmesi, daha sonra milletlerarası Ölen ABD askerlerinin sayısı ise beş bin civarında. Ayrıbir mesele haline gelmiştir. 1920’de yapılan San Remo Konca ABD’nin Iraklı tutuklulara yönelik muamelesi, yaptığı feransı’nda galip devletler Osmanlı Devleti’nin Arap vilayetlerini işkenceler ve keyfi olarak öldürdüğü Iraklı siviller dünya paylaşırken, Irak’ın İngiliz mandası olması kararlaştırılmışkamuoyuna yansımış, maalesef bunlar sadece skandal tır. 1932’de İngiltere’nin Irak üzerindeki manda yönetimi olarak nitelendirilip kınanmakla yetinilmiştir. İşgal ettiği yoğun baskılar neticesinde sona ermiş ve Irak, sözde bağımsızlığını Irak’tan son zamanlarda kısmen de olsa geri çekilen kazanarak Milletler Cemiyeti’ne kabul edilmiştir. İngiltere ABD’nin arkasında bıraktığı enkazın birinci dereceden sobundan sonra da meşruti monarşi ile yönetilen Irak üzerinde rumlusu olduğu aşikârdır. siyasi ve iktisadi nüfuzunu sürdürmüştür. Bundan sonraki süreçte kanlı darbeler ve diktatörlükler ülkenin yakın geçmişine damgasını vurmuştur. 1963 yılında bir darbeyle ülKaynaklar kenin başına geçen Saddam Hüseyin, 2003 yılında gerçek“Irak”, TDV İslam Ansiklopedisi, 19. Cilt, s. 83-115 leşen ABD işgaline kadar ülkeyi yönetmiştir. Bu arada Günlük gazeteler vam edebilmişlerdir. Daha sonraki tarihlerde eski ilmî ve maddî zenginliğine tekrar erişemeyen Irak, sırasıyla Celayirliler, Timuroğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevilerin hâkimiyeti altında kalmıştır. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 9 kültür Annemarie Schimmel (1922-2003) Bereketli Bir Ömrün Kısacık Hikâyesi Schimmel’in bu alandaki kabiliyeti hocalarının da gözünden kaçmamıştır. İleriki yıllarda Arapça’nın yanı sıra Farsça ve Osmanlıca öğrenmeye başlayan Schimmel, “Memlüklüler döneminde, Mısır’da Halife ve Kadıların Durumu” başlıklı doktora tezini 1941 yılında tamamlamıştır. 1946 yılında, “Memİslam tarihi, düşüncesi ve sanatı üzerine araştırmalarlük Devleti’nde Asker, Emir ve Sultanların Sosyal ve Kültürel da bulunmuş, konuları hakkında önemli ölçüde bilgi biRolleri” başlıklı doçentlik tezini sunduktan sonra, Marburg Ünirikimine sahip çok sayıda batılı müellifin olduğu, geçmişversitesi’ndeki akademik kariyerine doçent olarak başlamışte olduğu gibi bugün de bir hakikattir. Oryantalist ya da tır. Üniversitede Arapça, Türkçe ve Farsça’nın yanısıra, İslam şarkiyatçı olarak da adlandırılan, özellikle Edward Said’in sanatları ve İslam edebiyatı tarihi dersleri de veren Schimmel, meşhur Oryantalizm adlı eserinden sonra ekseriyetle bu esnada, dinler tarihi alanında ikinci bir doktora çalışmasıolumsuz bir imaja sahip bu araştırmacıların eserlerini kana başlayıp çok geçmeden bu alanda da doktorasını başarıylın bir hamakat perdesinin arkasından bakmaksızın ilmî açıla tamamlamıştır. dan göz ardı etmek pek mümkün değildir. Bununla birlikte, Müteakip yıllar, Schimmel’in Türkiye ile ilişkilerinin sıbu alanda kimi müellifler vardır ki, eserleri ve şahsiyetlekılaşacağı yıllar olacaktır. İlk olarak 1952 yılında, yazma eserri ile hem Batı’da hem de Doğu’da hayranlık uyandırmış, leri incelemek üzere İstanbul’a gelen Annemarie Schimmel, kendilerine haklı olarak büyük hürmet gösterilmiştir. kısa sürede aralarında Yahya Kemal, Samiha Ayverdi gibi isimVefatının yıldönümü münasebetiyle kendisini tanıtarak, lerin de bulunduğu, ilim ve edebiyat çevrelerinden pek çok hatırasını yâd etmeyi arzuladığımız Annemarie Schimmel hadost edinmekte gecikmeyecektir. Öyle ki dönemin İstanbul’unda nımefendinin, sözünü ettiğimiz zümre içerisinde müstesna bir çıkan Yeditepe, Hayat gibi edebiyat dergilerinde, “Cemile Kıyeri vardır. 7 Nisan 1922 tarihinde, Almanya’nın Erfurt şehratlı” müstear ismiyle yazıları dahi yayımlanır. Genç yaşlarinde dünyaya gelen Annemarie Schimmel, felsefî ve mistik rından itibaren Mevlana’nın şiirlerine hayranlık duyan ve Mesnkonulara meraklı bir baba ile okumaya ziyadesiyle düşkün bir evi’ye atıfla; “hayatımın yeni dönemindeki o uzun ve çetin annenin kızıdır. Bir ev hanımı olan annesi Anna Schimmel, 1978 günlerimde acımı dindiren merhem” diyen Schimmel, Türyılında vefatına dek sürekli kızının kiye’de bulunduğu bu dönemde Konya’ya yanıbaşında olmuş, kitaplarını hergiderek, Mevlana’nın türbesini de ziyakesten önce okumuş ve müşfik yarret etme imkânı bulacaktır. dımını kızından hiç esirgememiştir. Annemarie Schimmel’in hayatında Doğu ve bilhassa İslam kültüDoğu ve bilhassa İslam kültürüne ayrıca zikredilmesi gereken bir de Anrüne ilgi duyan hocalarının da ilgi duyan hocalarının da katkılarıyla kara dönemi bulunur. Yeni kurulan küçük yaşlardan itibaren tarih ve edeAnkara İlahiyat Fakültesi’nde, Dinler Takatkılarıyla küçük yaşlardan biyat başta olmak üzere, çeşitli dinrihi kürsüsü için yapılan hocalık tekliitibaren tarih ve edebiyat başler ve dinler tarihi hakkında yorulfini kabul eden Schimmel, 1954-59 ta olmak üzere, çeşitli dinler ve maksızın okuyup araştırmalarda yılları arasında fakültede Dinler Tarihi dinler tarihi hakkında yorulbulunan Schimmel, okulda öğrendersi vermiştir. Bu dönemde hazırladığı diği Fransızca ve Latince dillerinin Dinler Tarihine Giriş adlı ders kitabımaksızın okuyup araştırmayanısıra Arapça eğitimi de almıştır. nın yanısıra, Muhammed İkbal’in Calarda bulunan Schimmel, okulAraya giren ikinci dünya savaşı ve vidname adlı eserini de Türkçe’ye terda öğrendiği Fransızca ve Laberaberinde getirdiği olumsuz şartcüme etmiştir. Hayatının bu dönemi tince dillerinin yanısıra Araplar, genç Schimmel’in üniversiteye Schimmel’e Anadolu kültürünü tanıma ça eğitimi de almıştır. devamına engel teşkil etmemiştir. adına da kimi fırsatlar sunmuş, annesi Üniversitede İslam sanatı tarihi ve Anna Schimmel ile birlikte Anadolu coğArapça derslerine devam eden rafyasında uzun ve maceralı seyahatler Ömer Faruk Altıntaş • ofaltintas@igmg.de sayfa 30 • Perspektif Annemarie Schimmel'in İslam'ın Mistik Boyutları adlı muhalled eserinin kapağı Annemarie Schimmel Hatıratının başlığı Goethe'nin meşhur divanını çağrıştırıyor gerçekleştirmiştir. gali, Sanskritçe, Çekçe, İbranice, esÖmrünü İslam dininin ince1959 yılında Türkiye’den ayrıki Yunanca, Latince, İtalyanca, Ruslikleri, özellikle de tasavvuf larak, Marburg’a geri dönen Schimça, İspanyolca, Hollandaca, Fransızkültürü üzerine araştırmalar mel, 1961 yılından itibaren Bonn Ünica ve İngilizce bilen Schimmel, bu dilversitesi’nde Arapça, Farsça ve lerin çoğundan tercümeler de yapmıştır. yaparak geçiren Schimmel, Türkçe derslerinin yanısıra, dinler Annemarie Schimmel, aralarınbu kültürden neşet eden şiir, tarihi, tasavvuf ve İslam tarihi üzeda 1995 yılında verilen Alman Yamûsikî, mimarî, minyatür, rerine dersler vermiştir. Muhammed yıncılar Birliği Barış Ödülü de olmak sim ve hat gibi sanat dallarıİkbal’e olan hayranlığı Hint-İslam üzere birçok ödüle layık görülmüşkültürüne dair derin bir alâka duytür. Yazar arkasında yüzden fazla eser nı incelemiş, bilgi ve izlemasını ve bilgi sahibi olmasını sağve binlerce makale bırakmıştır. nimlerini kitaplarına vukufilamış, 1967 yılından itibaren, ta ki Öne çıkan ve Türkçe tercümeleri yetle aksettirmiştir. . 1992 yılında emekli oluncaya kadar de bulunan bazı eserleri şunlardır: Harvard Üniversitesi’nde Hint-İsMystische Dimensionen des Islam. lam kültürü dersleri vermiştir. Die Geschichte des Sufismus. (İslam’ın Yazarın emeklilik dönemi de bereketli geçmiş, her yıl birMistik Boyutları. Sufizm’in Tarihi), Rumi: Ich bin der Wind den fazla kitap yayımlanmıştır. Alanının en önemli araştırund du bist Feuer. Leben und Werk des Mystikers. (Ben macılarından biri olan Annemarie Schimmel, “Doğu ve BaRüzgarım Sen Ateş, Mevlana Celaleddin Rumi’nin Hayatı tı. Batılı-Doğulu Hayatım” (Morgenland und Abendland. Meve Eserleri), Die Träume des Kalifen. Träume und ihre Deuin west-östliches Leben) başlıklı hatıratını yayımladıktan kısa tung in der islamischen Kultur. (Halifenin Rüyaları: İslam’da bir süre sonra, 26 Ocak 2003 tarihinde Bonn’da vefat etmiştir. Rüya ve Rüya Tabiri) Und Muhammad ist sein Prophet. Mezar taşında, henüz küçük yaşlarda okuyup çok etkilendiDie Verehrung des Propheten in der islamischen Frömği, ömrü boyunca hatırından bir an olsun çıkarmadığı, “İnmigkeit. (Ve Hz. Muhammed O’nun Peygamberi’dir: Peysanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar” mealindeki hadisgambere İslam İnancında Gösterilen Hürmet), Wanderungen i şerif Almanca ve Arapça olarak yazılıdır. mit Yunus Emre (Yunus Emre ile Yollarda). Ömrünü İslam dininin incelikleri, özellikle de tasavvuf kültürü üzerine araştırmalar yaparak geçiren Schimmel, bu Kaynaklar: kültürden neşet eden şiir, mûsikî, mimarî, minyatür, resim 1. Senail Özkan, Vefeyat-Zümrüt Hayallere Adanmış Bir Ömür, İsve hat gibi sanat dallarını incelemiş, bilgi ve izlenimlerini kilam Araştırmaları Dergisi, Sayı 9, s.153-166, 2003 taplarına vukufiyetle aksettirmiştir. Arapça, Farsça, Türkçe, 2. DİA İslam Ansiklopedisi, Annemarie Schimmel Maddesi, Cilt.36, Yazar: Senail Özkan Urduca, Peştuca, Sintçe, Gucerati, Marathi, Keşmiri, BenFEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 3 1 kültür Dünya Gezegeni, Yer Bilimi, Doğa Olayları Müslümanların Günlük Yaşamımıza Katkıları İlknur Melekoğlu • imelekoglu@yahoo.de 11.yy’ın büyük âlimi Bîrûnî, karmaşık bir arazi ölçümü (jeodezi) denklemi kullanarak dünyanın çevresini hesapladı, bu konuyla ilgili çalışmalarını Şehirlerin Koordinarlarının Belirlenmesi adlı eserinde anlattı. Bu kitapta, dünya çevresinin ölçülmesi sistematik ve ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Bîrûnî, enlem ve boylamları ölçmüş, antipotları ve dünyanın yuvarlak olduğunu da saptamış, Galileo’dan altı yüzyıl önce dünyanın kendi etrafında döndüğünü söylemiştir. O zamanlar, aralarında Bîrûnî’nin de olduğu eğitimli Müslümanlar için dünyanın yuvarlak oluşu sıradan bir bilgiydi. 127-151 yıllarında Batlamyus dünyanın konumu üzerine kadim tasavvuru bildiğimiz kadarıyla ortaya koyan ilk isim oldu. Büyük bir astronom ve matematikçi olan Batlamyus dünyanın evrenin merkezinde yer alan sistemini açıklarken, sabit yıldızların boylamındaki değişikliğin yüzArazi ölçümü yılda 1º ya da yılda 36 saniye olduğunu söylemiştir. “GeJeodezi, zemindeki açı ve mesafelerin ölçülmesi sayece ve gündüz eşitlik zamanının gerilemesi” olarak adlansinde arazilerin haritalara, doğru olarak yansıtılabilmesidırılan bu hareketle ilgili olarak Müslüman astronomlar sondir. Arazileri dengelemek ya da eşitlemek amacıyla Roraları daha doğru değerler elde etmişlerdir.10.yy’ın Bağmalılar basit arazi ölçüm teknikleri kullanmışlar, bu tekdatlı ünlü astronomu Muhammed Battani bu rakamları altnikleri İspanya’da Müslüman ve Hristiyanlar da kullanmışaltı yılda 1º ya da yılda 54.55 saniye olarak hesaplarmışlardır. Romalılar, bugün arazi ölçümünde kullanılan ken, 1009’da ölen İbn Yunus ise yetmiş yılda 1º ya da yılnirengi1 usûlünü bilmiyorlardı. Bu usûlü Doğu’dan iki Müsda 51.43 saniye ya da bir tam tur için 25,175 yıl olarak helüman İspanyol âlimi Mesleme ve İbn Sefer kendi ustursaplamıştır. Onların bulduğu bu değerler, bugün yılda 50.27 lab tezleriyle birlikte getirmiştir. Mesleme’nin eseri 12.yy’da saniye ya da tam tur için hesaplanan 25,787 yıla olan yaLatince’ye çevrilmiştir. kınlığıyla muazzam hesaplamalardır. Dik açılı üçgen ve kare kullanarak usturlapla yapılabiDünya ekseninin yörünge düzlemine eğikliği mevsimlerin len bazı nirengi işlemleri bulunmaktadır. Bunların Romalılara oluşmasına sebeb olmaktadır, Müslümanlar da bu konu ait yer ölçme işlemleriyle birlikte kullanılması sayesinde hakkında incelemeler yapmış bu eğikliği hesaplamaya çaMüslümanlar, alidat2 yardımıyla basit nirengi işlemlerini lışmışlardır. 10.yy sonunda matematikçi ve astronom Tayapabiliyorlardı. cikistanlı Hocendi de bu isimlerden biriydi ve güneşin meBugün nirengi ölçümü, düzlem trigonemetrisi karidyen geçişlerini gözlemlemek için İran, Tahran yakınlarında nunlarını kullanarak bilinmeyen bir noktanın konumunu bir rasathane kurmuştur. Günümüzde 23º34 saniye olabelirlemek için hâlâ kullanılmaktadır. Ancak bugün ileri rak saptanan bu eğikliği Hocendi o zamanlar 23º32 saniteknoloji olan GPS yani küresel koye olarak hesaplayarak şimdiki denumlandırma sisteminden yararlanılğerlere çok yakın bir rakam bulmaktadır. muştur. Hocendi bu verilerden yola çıkarak belli şehirlerin enlem ve Yer bilimi boylamlarının yer aldığı bir liste Mineraloji, minarelleri inceleyen de hazırlamıştır. bilim dalıdır. Mineral, belirli kimyasal 9.yy’da Halife Memun, Müsözelliklerde kristal yapıya sahip olan ve lüman astronomlardan dünyadoğada kendiliğinden oluşan maddedir. nın çevresini ölçmelerini istedi ve Mücevher ve değerli taşlar özel türde sonuç olarak 40,253.4 km rakaminerallerdir. mına ulaşıldı; bugünkü rakamlar Eski Mısırlılar, Mezopatamyalılar, ise ekvatordan ölçüldüğünde Hintliler,Yunanlılar ve Romanlılar’ın bel40,068.0 km kutuplardan Ebu Reyhan el Birunî li minareller, taş ve mücevherler hakkında 40,000.6 km’dir. sayfa 32 • Perspektif bilgileri vardı. Bu medeniyetlerin ları da minerallerin sınıflandırılmatopraklarının bir bölümünün İslam sı ile ilgili ansiklopedik bir çalışma devletinin bir parçası haline gelmeyapmışlardır. Mineroloji alanında yasiyle değerli taş ve minareller hakkında zılan eserlerin çoğu maalesef kayyazılan eserler Arapça’ya tercüme edilbolmuş, çok az bir kısmı günümüze di. Bu eski bilgileri özümseyen Müsulaşabilmiştir. lümanlar, bu alanda yapılan çalışmaları bir sonraki aşamaya taşımışlardır. İsDoğa olayları lam dünyasının geniş bir alana yaKurtubalı İbn Hazm’in yaşadığı yılmasıyla Müslümanlar; Avrupa, dönem ve öncesinde astrologlar, yılAsya ve Afrika’da çalıştılar. Malay adadız ve gezegenlerin ruhu ve zihni olları gibi uzak yerlerden toplanan duğuna ve insanları etkilediğine inamineral, bitki ve hayvan bilgileri nıyorlardı. 10.yy’da yaşayan İbn 2.yy’da yaşayan İbn Sina’nın felseHazm ise yıldızların ruhu ve zihni olfe ve doğa bilimleri ansiklopedisi olan mayan gök cisimleri olduğunu ve inŞifa Kitabı gibi kitaplarda biraraya gesanları etkilemediğini şöylemiştir. tiriliyordu. O dönemlerde ünlenen Bîrûnî de 11.yy da med-cezirin debu kitap içerdiği bilgiler sebebiyle Rövinimsel olduğunu ve ayın evrelerinden nesans sırasında Avrupalı bilim kaynaklandığını belirterek, Hindistan’ın adamlarına ilham kaynağı olmuştur. Somnath şehrindeki med-ceziri açıkMineraller üzerine yazılan eserlerin çoğu İbn Sina’nın Şifa Kitabı’nın milayarak, bunun ayın hareketleriyle kaybolmuş durumda neral ve meteoroloji ile alâkalı bölümde alâkalı olduğunu ispatladı. o dönemdeki tüm bilgiler eksiksiz olaKindi ise gökyüzünün mavi rak bulunur. Bu bölüm altı kısımdan renkte gözükmesiyle ilgili açıklama oluşur: Dağların oluşumu, dağların bulut oluşmasındaki yapmış, karanlık havanın dünyadan yansıyan ışıkla karışarak avantajları, su kaynakları, depremlerin kökeni, minerallegörünür hale geldiğini, ortaya da karanlıkla ışık arasında rin oluşumu, yeryüzü şekillerinin çeşitliliği. Oysa bu bubir rengin yani mavinin çıktığını söylemiştir. Nitekim bu luşların çoğu bugün 18.yy’da yaşamış olan James Hutton’a renk gökyüzünün gerçek rengi değil, ışık ve karanlığı kaatfedilir. Jeolojinin bu temel prensiplerinin ortaya konması, rışması sebebiyle gözün algıladığı bir renktir. yer biliminin ilk kez jeoloji olarak adlandırılması Avrupa’daki Bundan bin yıl önce halife, İbn Heysem’den Nil’in akıRönesans’tan yüzyıllar önce gerçekleşmişti. İbn Sina’nın şını düzenlemesinin istemişti, ancak o bunu eğer eski Mıbu alandaki katkılarını takdir eden tarihçiler, onun daha sırlılar yapamadıysa kendisinin de yapamayacağını biliyordu. 11.yy’da sıradağların kökeni hakkında ortaya koyduğu hiSonrasında hayatını kurtarabilmek için deli numarası yapotezin üstünden sekiz asır geçtikten sonra dahî Hristipan İbn Heysem, ev hapsi cezasına çarptırıldı. Bu süre zaryan dünyasında radikal bir hipotez olarak karşılanacağını fında penceredeki deliklerden gelen ışıkları inceledi ve gökbelirtmişlerdir. kuşağını, etkilerini gözlemledi. Güneş ve ayın ufuk çizgi973 yılında doğan Bîrûnî’nin diğer pek çok alanın yasine yaklaştıkça daha büyük gözükmesinin sebebini ise, atnı sıra bu alanda da çalışmaları vardır. Hindistan’da da uzun mosferin yarattığı etkiyle beynin görsel oyun oynaması olasüre bulunmuş olan Bîrûnî, Hintçe öğrenmiş, yoğun şerak açıkladı. Güneş ışınlarının atmosferde kırıldığını söykilde doğa tarihi ve jeoloji çalışmaları yapmıştır. Ganj havledi ve bundan yola çıkarak atmosfer yüksekliğini 10 mil zasının çökelti özelliğini doğru şekilde tarif etmiştir. Bîrûnî’nin (16 km) olarak hesapladı. 1319 yılında ölen Kemaleddin çok önemli bir mineroloji çalışması olan “Değerli taşların Farisi, İbn Heysem’in çalışmalarını devam ettirerek geliştanınması üzerine incelemeler” adlı eseri, onu bu alanın öntirmiş, güneş ışınlarının izlediği yolu cam bir kürenin içinde gelen isimlerinden biri yapmıştır. de gözlemlemiştir. Elde ettiği verilerle de birincil ve ikin857’de ölen Yahya bin Meseveyh “Değerli taşlar ve özelcil gökkuşaklarının beyaz ışığın prizmayla kırılması sonulikleri” adlı bir eser kalme almıştır, 873’lü yıllarda ölen Kincu ortaya çıktığını belirlemiştir. di üç monografi yazmıştır; bunların en iyisi olan “Değerli taşlar ve benzerleri” adlı eser ise kaybolmuştur. 10.yy âli1 Bir ölçme usûlü. Bu usûlde, çeşitli arazi tafsilatının mevkileri bir üçmi Hamdani ise Arabistan’la ilgili üç kitap yazmış bunlarda; genler şebekesi kurularak bulunur altın, gümüş, mineral ve değerli taşların özelliklerinden, ne2 Bir dürbünü ve düz kenarlı cetveli bulunan alet relerde bulunabileceğinden ve arama yöntemlerinden Kaynak: 1001 Inventions-Muslim Heritage in Our World, Prof.Salim T S Al-Hassani, 2006, Foundation for Science, Technology and Civilisation bahsetmiştir. 10 yy da İhvanı Safa adıyla tanınan bilim adamFEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 3 3 islam und leben Die Sunna verstehen An erster Stelle ist es die Aufgabe der Propheten, die Offenbarung (Wahy) Allahs unter den Menschen zu verbreiten. An zweiter Stelle besteht ihre Aufgabe darin, die Offenbarung in ihrem eigenen Leben umzusetzen, diese zu befolgen. Propheten waren also die ersten Vorbilder, die die Worte Gottes in ihrem Leben umsetzten und weiterführten. Dann wird euch Allah lieben und euch eure Sünden verzeihen; denn Allah ist verzeihend und barmherzig.“ (Sure Âli Imrân, [3:31]) Die Worte des Propheten Muhammad (saw), die er zu unterschiedlichen Anlässen gebrauchte, bilden die „verbale Sunna“: „Die Taten entsprechen ihrer Absicht und jeder beEtymologisch gesehen bedeutet das Wort „Sunna“ kommt den Gegenwert seiner Absicht.“ 1 Hadithe wie gewohnte Handlungsweise, Brauch, oder überlieferte „So betet, wie ihr mich beten gesehen habt.“ 2 und „HalNorm bzw. die Praxis des Propheten Muhammad (saw). tet euch bei euren Gottesdiensten während der Hadsch Im religiösen Kontext bezeichnet der Begriff Sunna die an mich.“ 3 deuten auf seine „praktische Sunna“ hin. Gesamtheit der zu befolgenden Taten, Worte und Zeitweise griff der Prophet in Handlungen oder GeHandlungen des Propheten. Der Plural von Sunna ist „Suschehnisse nicht ein und ließ sie zu. Dies war in der nan“. Regel ein Zeichen seiner Akzeptanz. In der islamischen RechtsDenn wenn der Prophet sich zu eiwissenschaft (Fikh) dient die nem Ereignis nicht äußerte und keiPropheten sind auserwählte Sunna, nach dem Koran, als ne Reaktion zeigte, galt dies als EinGesandte, die den Menschen zweitwichtigste Quelle des isverständnis. So gestatte der Prophet die Botschaft des „Tawhîd“ lamischen Rechts. Folgende beispielsweise den Frauen, die er im (Monotheismus) vermitteln. Verse verdeutlichen dieses: Friedhof sah, den Besuch der Grä„Und gehorcht Allah und geber, indem er sich nicht dazu äußerSie erfüllen zwei wichtige horcht dem Gesandten und te. Dies ist ein Beispiel dafür, dass er Funktionen. An erster Stelle ist seid auf eurer Hut…“ (Sure Zeuge einer Handlung war, doch diees die Aufgabe der Propheten, Mâida, [5:92]) „Wer dem Gese weder empfahl noch verbat. die Offenbarung (Wahy) Alsandten gehorcht, der gehorcht Die Sunna hat uns in Form von Allah…“ (Sure Nisâ, [4:80]) lahs unter den Menschen zu Überlieferungen erreicht und wird „… Was euch der Gesandte in drei Kategorien unterteilt: „Muverbreiten. An zweiter Stelle aber gibt, das nehmt, und was tawâtir“, „Maschhûr“ und „Ahad“. besteht ihre Aufgabe darin, die er euch verwehrt, das lasst sein. Die letztere Kategorie wird nochOffenbarung in ihrem eigenen Und fürchtet Allah. Allah mals unterteilt, doch darauf soll hier Leben umzusetzen, diese zu straft fürwahr streng.“ (Sure nicht eingehen werden. Stattdessen Haschr, [59:7]) „Sprich: Wenn soll im Folgenden auf die Anwenbefolgen. ihr Allah liebt, dann folgt mir. dung und Bedeutung der Sunna einHulusi Ünye • mhulusiunye@hotmail.com sayfa 34 • Perspektif Die Sunna verstehen und ausleben bedeutet, die Religion (Dîn) zu verstehen und auszuleben. Denn die Sunna unterstützt und erklärt den gegangen werden. Sunna verstehen und in unserem LeKoran. Sie legt unverständliPropheten sind auserwählte ben umsetzen. che Koranverse aus und erGesandte, die den Menschen die Das Wissen über die Sunna erBotschaft des „Tawhîd“ (Monoreicht uns über verschiedene Wegänzt Angelegenheiten, die theismus) vermitteln. Sie erfüllen ge. Heutzutage haben wir Hadithim Koran so nicht vorzufinzwei wichtige Funktionen. An erswerke, die Tausende Überliefeden sind. Natürlich ist der ter Stelle ist es die Aufgabe der rungen des Propheten beinhalten. Koran der Wegweiser des IsPropheten, die Offenbarung (WaEs sind also schriftliche Quellen, hy) Allahs unter den Menschen zu die uns die Sunna näher bringen. In lams. Wir entnehmen ihm verbreiten. An zweiter Stelle beletzter Zeit werden wieder verdie religiösen Aspekte unsesteht ihre Aufgabe darin, die Ofmehrt Übersetzungen von Hares Lebens. Er ist die „gelebte fenbarung in ihrem eigenen Leben dithwerken aus dem Arabischen umzusetzen, diese zu befolgen. herausgegeben, durch die das VerOffenbarung“, ohne dessen Propheten waren also die ersten ständnis der Sunna erleichtert Vorbild die „verbale OffenbaVorbilder, die die Worte Gottes in wird. Dank dieser können wir unrung“, der Koran, nicht verihrem Leben umsetzten und weisere Probleme lösen und sie verstanden werden kann. terführten. stehen. Die Sunna verstehen und ausIm Übrigen spielen die Famileben bedeutet, die Religion (Dîn) lie, das gesellschaftliche Umfeld zu verstehen und auszuleben. oder etwa der Islamunterricht in Denn die Sunna unterstützt und der Moschee eine große Rolle erklärt den Koran. Sie legt unverbeim Verständnis der Sunna. Vor ständliche Koranverse aus und erallem in Familien, in denen der Isgänzt Angelegenheiten, die im Kolam praktiziert wird, wachsen Kinran so nicht vorzufinden sind. Nader in einer Umgebung auf, in der türlich ist der Koran der Wegweiihnen von klein auf die „praktische ser des Islams. Wir entnehmen Sunna“ vermittelt wird. Die Sunihm die religiösen Aspekte unsena ist der Maßstab für das muslires Lebens. Er ist die „gelebte Offenbarung“, ohne desmische Leben im Allgemeinen und etwa Kleidung und sen Vorbild die „verbale Offenbarung“, der Koran, nicht Nahrung im Besonderen. Ein weiterer Maßstab der Sunverstanden werden kann. na sind die Moscheen, da hier die alltagsgebundene Aus diesen Gründen müssen wir die Sunna erlerSunna praktiziert wird. Sicherlich sind der Unterricht an nen, verstehen und leben. Denn der Islam, wie er unsich und die Art und Weise der Vermittlung der Sunna sere heutige Zeit erreicht hat, wurde durch die Sunna geunseres Propheten wichtige Mittel, den kommenden formt. Der Gottesdienst (Ibâda) und die zwischenGenerationen ein angemessenes Verständnis des Islams menschliche Beziehungen, die im Koran verankert sind, nahe zu bringen. Daher ist es von großer Bedeutung, haben uns allein durch die Sunna erreicht. Wenn wir vor allem Jugendlichen in den Moscheen, die Notdie Sunna ausblenden würden, wären wir nicht im Stanwendigkeit der Sunna im Alltagsleben näher zu brinde, die Gottesdienste durchzuführen. Beispielsweise gen und sie mit diesen Werten zu erziehen. wären wir nicht in der Lage, das Gebet (Salah), das FasÜbersetzung: Meryem Özmen ten (Sawm), die Almosensteuer (Zakat) in umfassender Weise zu verrichten oder etwa Zinsverbot zu verste1 Buchârî, Bad’ul-Wahy, I; Îmân, 41; Muslim, Imâra, 155 hen oder das Gesellschafts- und Stiftungswesen auszu2 Buchârî, Azan, 18; Adab, 27; Ahad, I üben. Also können wir unsere Religion nur durch die 3 Ahmad bin Hanbal, III, 318, 366 FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 3 5 aktuell Muslime in der Schule – kein Sonderfall Über Handreichungen zum Umgang mit Muslimen im Schulalltag Handreichung als „weltfremd“ und forderte die Regierung auf, das Papier zurückzuziehen. Ähnliche Kritik gab es auch an der Berliner Veröffentlichung, etwa von Seiten der Gewerkschaft für Erziehung und Wissenschaft (GEW), die den Vorschlag, den Schwimm- und Sportunterricht geschlechtergetrennt abzuhalten, ebenfalls als „weltfremd“ bezeichnete. In der Kritik Klöckners sieht Nach der Anfang 2008 erschienenen Handreichung der pfälzische Diakoniepfarrer Albrecht Bähr eine „wahl(„Herausforderungen und Chancen in Bildungseinrichtaktische Politik auf dem Rücken von Migranten“. „Es geht nicht tungen“) des nordrhein-westfälischen Integrationsbeum eine Muslimisierung des Unterrichts“, so Bähr, der in die auftragten und der Ende 2010 herausgegebenen BroVorbereitungen für das Papier eingebunden war. schüre des Berliner Senators für Bildung, Wissenschaft Obwohl das rheinland-pfälzische Faltblatt sehr kurz und Forschung („Islam und Schule“) hat nun auch das gehalten wurde und daher kaum als „praktische HandKultusministerium des Landes Rheinland-Pfalz ein ähnlungsempfehlung für den Schulalltag“ dienen kann, sonliches Faltblatt („Muslimische Kinder und Jugendliche dern eher den Zweck der politischen Positionierung des in der Schule“) veröffentlicht. Bundeslandes zu erfüllen scheint, ist es das gelungensVorab sei darauf hingewiesen, dass die Empfehlungen te unter den bisherigen Veröffentlichungen. Dies hat solcher Publikationen nur begrenzt aussagekräftig sind, hauptsächlich damit zu tun, dass es sich erstens stark auf da erstens die empirische Basis fehlt und es zweitens an der die gesetzlichen Bestimmungen stützt und nicht mehr und Miteinbeziehung der islamiauch nicht weniger verlangt bzw. empschen Religionsgemeinschaften fiehlt, als dort festgelegt ist. Als Folhapert. Noch wichtiger ist aber ge dieser Ausgangslage verzichtet es die Frage nach der Notwendigkeit zweitens weitestgehend auf ideologiObwohl das rheinland-pfälziderartiger Handreichungen. sche Begründungen und Herangesche Faltblatt sehr kurz gehalDenn in diesen erscheinen mushensweisen. Das ist nicht selbstverten wurde und daher kaum als limische Schüler geradezu als ständlich, wenn man bedenkt, dass „praktische HandlungsempfehExoten bzw. gesondert zu besich die NRW-Handreichung beilung für den Schulalltag“ diehandelnde Schülergruppe, was spielsweise beim Thema Geschlechnen kann, sondern eher den oft zu mehr Unsicherheiten fühterrollen und das Berliner Papier etwa Zweck der politischen Positioren kann oder Kritik provoziert. in puncto Beten in der Schule eher Wie bei den vorhergehenden ideologisch leiten lassen. nierung des Bundeslandes zu Veröffentlichungen gab es StimSo wird in dem Faltblatt das nicht erfüllen scheint, ist es das gemen, die das Papier begrüßten unmittelbar auf die Religion bezogelungenste unter den bisheribzw. ablehnten. So beurteilte die ne Wort „Unsicherheiten“ verwendet, gen Veröffentlichungen. rheinland-pfälzische CDU-Voranstatt von „Probleme, die ihren Ursitzende Julia Klöckner die sprung womöglich in der ReligionszuAli Mete • amete@igmg.de sayfa 36 • Perspektif gehörigkeit haben“ (S. 3) wie in der zu geben haben nicht nur Muslime. NRW-Handreichung und „religiös Darauf weist die Berliner Veröferscheinenden Konflikten“ (S. 6-7) fentlichung zu Recht hin, wenn dort wie es im Berliner Papier heißt. Der steht: „Manche solcher Bedenken, etBegriff der Unsicherheit ist um eiwa wegen Alkohol- und Drogenkonniges geeigneter, da er umfassensum oder sexuellen Kontakten, teider und objektiver ist. Deshalb ist len auch Eltern von Kindern ohne er, entsprechend der Zielsetzung Migrationshintergrund.“ (S. 16) der Handlungsempfehlung, „überWie in der Handlungsempfehtragbar […] auf Konstellationen, die lung richtig festgestellt wird, „sind sich aus anderen religiösen Bekenntes engagierte Lehrer, Eltern und Genissen ergeben“. meinden, die aus dem Bedarf heraus, Wenn dieser Ansatz aber konden Schulalltag angemessen zu gesequent weiterverfolgt werden stalten versuchen“. An diesem pragwürde, käme man zu dem Ergebmatischen Weg, der kaum auf den nis, dass jede religiöse, kulturelle politischen Willen von Ländern und ethnische Gruppe aufgrund und Bund zurückzuführen ist, sollvon Unsicherheiten im Umgang te weiterhin festgehalten werden. mit ihr eine Sonderbehandlung beDenn um überhaupt verlässliWie in der Handlungsempfehnötigt. Eine besondere Behandlung che Empfehlungen geben zu könlung richtig festgestellt wird, von Muslimen oder anderen Minnen, fehlt eine empirische Grund„sind es engagierte Lehrer, derheiten im Schulalltag ist jedoch lage. Worauf stützen sich die Lännicht vonnöten und führt nur zu der und der Bund bei solchen Eltern und Gemeinden, die unangemessenen Empfehlungen Empfehlungen? Sicherlich auf Ausaus dem Bedarf heraus, den und noch mehr Unsicherheit. sagen und Erfahrungen von SchuSchulalltag angemessen zu So wäre bei der aktuellen Publilen und Lehrern. Doch wo und wie gestalten versuchen“. kation zwar zu begrüßen, dass sie werden diese festgehalten, bevor die Schulen grundsätzlich in die sie in eine Handlungsempfehlung An diesem pragmatischen Pflicht nimmt, „alle Möglichkeiten einfließen? Welche Rolle kommt Weg, der kaum auf den poliauszuschöpfen, um ab der Pubertät hierbei den muslimischen Religitischen Willen von Ländern einen nach Geschlechtern getrennten onsgemeinschaften zu, wenn sie und Bund zurückzuführen Sport- und Schwimmunterricht anüberhaupt in die Erstellung solcher ist, sollte weiterhin festgezubieten“. Jedoch ist dies nicht mehr Papiere eingebunden werden? Beals ein Hinweis auf die gesetzlich vor also etwas über „typisch mushalten werden. geregelte Grundlage und daher eilimische“ Probleme ausgesagt wergentlich unnötig. Sobald Lehrern den kann, müsste erst einmal eine jedoch nahegelegt wird, dass, „speziell für muslimische Mädbreite empirische Basis bestehen, um politischen und chen angefertigte Sport- oder Schwimmbekleidung (z. B. der ideologischen Motivationen den Boden zu entziehen, Burkini) bei der Lösung des Konflikts hilfreich“ sein könnwie sie teilweise in den bisherigen Publikationen zum ten, wird diese Regelung untergraben. Ausdruck kommen. Abgesehen von solchen speziellen Problemen sind Sie müssten ferner, und das bezieht sich insbeson„muslimische“ Probleme sicherlich nicht ausschließlich dere auf die Handreichungen aus NRW und Berlin, Probleme von Muslimen. Deshalb wäre es sinnvoller, den muslimischen Gemeinschaften in religiösen Anwenn sich die Verantwortlichen mit umfassenderen Progelegenheiten (Bestimmung der Festtage, Fasten, Geblemen der Schulen und Schüler befassen würden. Musbete usw.) ihr Recht auf Selbstbestimmung gewährlime fasten im Ramadan und können sich darauf einleisten und ihre Kompetenz in Sachen der Religion stellen. Aber wie viele Kinder gibt es wohl, die das gananerkennen. Nur so kann man der Argumentation von ze Jahr über ohne ausreichendes Frühstück in die SchuPopulisten aller Couleur den Boden entziehen und zu le gehen? Ferner finden Elternversammlungen vor Klaseiner Normalisierung des Schulalltags gelangen, ohsenfahrten oder dem Sexualkundeunterricht nicht erst statt, ne bestehende Probleme von Schülern zu „islamisieseitdem oder weil es Muslime in diesem Land gibt. Sorren“ oder aus einer übertrieben kulturrelativistischen gen, ihre Kinder für Tage und Wochen aus ihrer Obhut Perspektive zu betrachten. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 3 7 aktuell Nichts von Bedeutung? In Europa nehmen Anschläge auf Moscheen zu ria Flachsbarth, und der Spitzenkandidatin der Grünen für die Wahl zum Berliner Abgeordnetenhaus, Renate Künast, die sich mit ihrer Kritik an den Übergriffen von der schweigenden Mehrheit abhoben und Maßnahmen zur Verhinderung weiterer Brandanschläge forderten. Doch das sind leider nur Ausnahmen. Nach dem Anschlag auf eine Moschee in Straßburg meinte ein Polizist, Angriffe auf religiöse Einrichtungen, insbesondere es gebe keinen bedeutenden Sachschaden und man solauf Gebetshäuser, werden überall in der Welt aufs le das nicht so ernst nehmen. Werden die Muslime in Schärfste verurteilt. Das gilt auch für Friedhöfe. GeStraßburg diese Äußerung als Trost auffassen oder sich betshäuser symbolisieren die Religion und damit auch seiim Stich gelassen fühlen? Zwar mag kein bedeutender ne Anhänger. Friedhöfe stehen sowohl für die LebenSachschaden entstanden sein, aber die Auswirkung des den als auch die Verstorbenen. Angriffe auf diese EinAnschlags auf die Psyche der Muslime ist nicht unberichtungen betreffen also die gesamte Gesellschaft. deutend. Es sollte nicht der letzte Anschlag in Straßburg In den letzten Monaten wurden wir Zeugen von sein. Die Übergriffe auf eine türkisch-französische KulBrandanschlägen, die auf Moscheen in Europa verübt tureinrichtung und ein marokkanisches Reiseunternehwurden. In der deutschen Hauptstadt Berlin gab es die men sind die jüngsten Beispiele. Wie vertrauenerweckend häufigsten Moscheeanschläge. Auffällig hierbei ist die ist eine Polizei, die einen Anschlag kleinredet? Tatsache, dass binnen eines Monats sieben Anschläge Bezüglich der Moscheeanschläge in Berlin gibt es auf Moscheen in Berlin verübt wurden. So war die Şehitnoch keinerlei Hinweise auf die Täter. Die Ereignisse lik-Moschee, als eine der ältesten Moscheen Berlins, inwerfen die Frage auf, wieso nach zahlreichen Anschlägen nerhalb eines Monats zwei Mal Ziel eines Anschlags. noch immer keine Vorkehrungen zum Schutz der musWelche psychischen Auswirkungen diese Übergriffe limischen Gemeinden dieser Moscheen getroffen werauf die muslimische Bevölkerung in Europa haben, ist den, obwohl die Täter jederzeit erneut angreifen könnunschwer zu erahnen. Doch vor allem die unzureichenten? Auf diese Frage könnten sich Muslime emotional gede mediale Aufmerksamkeit ist besorgniserregend. Das ladene Antworten zurechtlegen. Ohne Zweifel haben Gefühl der Schutzlosigkeit, das infolge der Anschläge wir jedoch ein Recht darauf, von der entsteht, wird durch die TeilPolizei, die für den Schutz der Bürger nahmslosigkeit der Öffentlichkeit verantwortlich ist, eine zufriedenstelund der Politiker umso mehr lende Antwort zu erwarten. AndernNach dem Anschlag auf eine verstärkt. falls wird das Schweigen der Polizei, das Moschee in Straßburg meinte Lobenswert ist in diesem darauf hindeutet, dass sie nicht einein Polizist, es gebe keinen beZusammenhang jedoch die Halmal bestrebt ist, Antworten zu finden, deutenden Sachschaden und tung von Politikern wie dem die Täter bestärken und sie ermutiman solle das nicht so ernst Menschenrechtsbeauftragten gen. Darüber hinaus sollten Politiker nehmen. Werden die Muslime der Bundesregierung, Markus Abstand davon nehmen, mit islamin Straßburg diese Äußerung Löning (FDP), der Beauftragfeindlichen Ausdrücken Hass gegenten der CDU/CSU-Bundesüber Muslime zu schüren. als Trost auffassen oder sich tagsfraktion für Kirchen und Reim Stich gelassen fühlen? Übersetzung: Fatma Yılmazer ligionsgemeinschaften, Dr. Maİlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de sayfa 38 • Perspektif IGMG HADSCH-UMRA REISEN GmbH Bosch Str. 61-65, 50171 Kerpen Tel.: (02237) 656-310 • Fax: (02237) 656 319 Internet: www.igmghacumre.com Mail: info@igmghacumre.com BANKA: KREISSPARKASSE KÖLN BLZ: 370 502 99 • Hesap-Nr. 149277781 IGMG EĞİTİM MÜFREDATI Avrupa’da yaşayan okul öncesi çocuklarımızın, dinini, dilini ve kültürünü tanımaları ve kimliklerinin oluşması için hazırlanan kitabın içeriğini Ayetler, Hadisler, Dualar, Öğretici Oyunlar, Boyamalar, Türk Dili Etkinlikleri, Deneyli Etkinikler ve El Becerileri oluşturmaktadır. IGMG EĞİTİM MÜFREDATI Ana Sınıfı: 03-06 Yaş Grubu Hazırlık Sınıfı: 07-08 Yaş Grubu Temel Eğitim İlk Seviye: 09-12 Yaş Grubu Temel Eğitım Orta Seviye: 13-15 Yaş Grubu İhtisas Sınıfı: 16-18 Yaş Grubu ders konularını içermektedir. Cami ve Eğitim merkezlerimizde sınıf sisteminde uygulmaya konualcaktır Kitap Kulübü Merheimer Str. 229, D- 50733 Köln Telefon: + 49 (0) 221 / 73 90 441 8 Fax: + 49 (0) 221 / 72 30 61 Email: info@kitap-kulubu.de IGMG TEMEL EĞİTİM MÜFREDATI