IGMG HADSCH-UMRA REISEN GmbH

advertisement
Perspektif
FEBRUAR / ŞUBAT 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sayı: 194
İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Yayın Organı
Sünneti
Öğrenmek
Kontakt: Jugendorganisation • Stichwort: KFÖ • Boschstr. 61-65 • 50171 Kerpen
kfo@igmg-genclik.org • Mobil: 0178 3312404 • Fax: 02237 656369
Informationen zum Inhalt und zur Bewerbung unter www.igmg.de
editör
Selamların en güzeli ile
“HALKIN ÖFKESİ”
İlk olarak Tunus’da başlayan “halk öfkesi” en çok Mısır’da yankı buldu. Ürdün, halkın öfkesinin daha da yaygınlaşmasını önlemek için hükümeti değiştirdi. Yemen’de
hareketli günler yaşanırken, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad
da reform yönünde adımlar atmaya başladı.
Mısır’da çok dramatik bir hâl alan gelişmeler, aynı zamanda Batı dünyasına karşı bir tepkiyi de gözler önüne serdi. Halk sadece bir yönetime değil, bu rejimleri ayakta tutmak isteyen uluslararası iradeye de tepkili idi. Pankartlar ve
sloganlar bu tepkiyi açıkça ortaya koydu. Batı dünyası, bu
tepkileri yerli yerinde değerlendirmek durumundadır. Bu
konudaki gelişmeleri gelecek sayımızda inceleyeceğiz.
Bu arada Türkiye Devlet Bakanı Sayın Faruk Çelik’in geçen ay gerçekleşen Avrupa ziyareti, bu coğrafyada yaşayan
Türk vatandaşlarının Türkiye’deki seçimlerde oy kullanabilmeleri, ikamet, aile birleşimi ve çifte vatandaşlık gibi sorunlarını tekrar gündeme getirdi. Berlin’de sivil toplum kuruluşları ile yapılan ve Genel Başkanımız Yavuz Çelik Karahan’ın da katıldığı toplantıda bu konulardaki hassasiyetlerimizi Sayın Bakan’a yeniden aktardık.
Öte yandan, son aylarda Avrupa’da camilere ve göçmenlere
yönelik saldırıların artmasını büyük bir endişe ile izliyoruz.
Elinizdeki sayımızda bu saldırıları değerlendiren bir yazıya yer veriyoruz. Kamuoyunun bu konudaki sessizliğini ise
mânidar buluyoruz. Sudan’da yaşananlar ve yapılan referandum
hakkında bir değerlendirme yazısını da okuyucularımıza sunuyoruz. Bu sayımızda ayrıca Şubat ayı içerisinde eda edeceğimiz Mevlid kandili vesilesiyle Efendimiz’in (s.a.v) sünneti ve onu öğrenmenin önemi üzerinde durduk. Okullar
için hazırlanan rehber kitapçıklarla ilgili bir değerlendirmeyi
de bu sayımızda okuyabilirsiniz. Ayrıca değerli İslam araştırmacısı Annemarie Schimmel hanımefendiyi vefat yıldönümü vesilesiyle yâd ediyoruz. Geçen ay ele almaya başladığımız küreselleşme konusunu bu sayımızda kültürel boyutu ile irdeliyoruz. Hollandaca yazılmış bir hadis kitabının
yazarı ile söyleşinin yanı sıra Almanya’da oluşan yeni kimliklere değinen bir yazıyı da ilginize sunuyoruz.
Gelecek sayımızda buluşmak üzere, Allah’a emanet
olun.
• Oğuz ÜÇÜNCÜ
Perspektif
IGMG AYLIK YAYIN ORGANI
FEBRUAR / ŞUBAT 2011 Yıl/Jg.: 17, Sayı/Nr.: 194
Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen
Tel.: 02237/ 656-0
Fax: 02237/ 656 555
www.igmg.de
E-Mail: dergi@igmg.de
YAYINCI • HERAUSGEBER
Islamische Gemeinschaft Millî Görüş • IGMG e.V.
Amtsgericht Bonn, VR 6621
Vertreten durch den Vorstand:
Osman Döring, Vorsitzender; Oguz Ücüncü,
Generalsekretär; Ali Bozkurt, stellv. Vorsitzender
Genel Yayın Yönetmeni / Chefredakteur:
Oğuz Üçüncü (V.i.S.d.P)
Dizgi-Layout: İlhan BİLGÜ
Baskı · Druck: Yavuzsöhne-Duisburg
Yayınlanan makale ve fikir yazılarının
sorumlulukları yazarlarına aittir.
Die in der Zeitschrift veröffentlichten Meinungen
binden die Autoren, nicht die IGMG
İLAN SERVİSİ · ANZEIGENSERVICE:
Tel.: 02237/ 656-201 • Fax: 02237/ 656 555
E-Mail: tanitma@igmg.de
ABONE SERVİSİ · ABONNEMENT:
Islamische Gemeinschaft Millî Görüş
Lastschriftabteilung:
Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen
Tel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555
E-Mail: mitglied@igmg.de
Yıllık abone ücreti: 59,-EURO
Jahresabonnement: 59,-EURO
IGMG Genel Merkez Üyelerine Ücretsizdir
Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos
Der Bezugspreis ist im Mitgliedsbeitrag enthalten
HESAP NO · BANKVERBINDUNG:
BANK AUSTRIA:
IBAN: AT 23 12 000 515 74 66 56 01
SWIFT: BKAUATWW
içindek i le r
gündem
“Önemli Bir Şey Yok”
5
Özel Muamele Gerekli mi?
6
Üniversiteliler Tarih ve Sanat Seminerlerinde Buluştu
8
teşkilat
IGMG, Avrupa’da Müslümanların
Siyasal ve Toplumsal Katılımını Ele Aldı
islam ve hayat
10
Sünneti Anlamak
12
Sünnet: Çağlar Üstü Örneklik
14
Hollandaca Hadis Literatürüne Bir Katkı
18
Tire Kimlikler
20
Kültürel Küreselleşme
22
“Bilinmeyen bir dilde konuşmuştur”
24
Referandum Sonrası Sudan Nereye Gidiyor?
26
Irak
28
Annemarie Schimmel (1922-2003)
30
Dünya Gezegeni, Yer Bilimi, Doğa Olayları
32
toplum
dünya
kültür
islam und leben
Die Sunna verstehen
34
Muslime in der Schule – kein Sonderfall
36
Nichts von Bedeutung?
38
aktuell
6
ÖZEL MUAMELE
GEREKLİ Mİ?
22
KÜLTÜREL
KÜRESELLEŞME
30
ANNEMARIE SCHIMMEL
gündem
“Önemli Bir Şey Yok”
Avrupa’da Camilere Saldırılar Çoğalıyor
venlik güçlerinin içinde bulundakları zaafiyeti bırakıp saldırıların önlenmesi için daha çok tedbir almasını istemelerini de takdirle karşılıyoruz.
Öte yandan, Strasburg’daki bir camiye yapılan kundaklama
girişimi sonrasında, Strasburg’daki Müslümanlar, polisin
“önemli bir zarar olmamış, o kadar da üzerinde durmayın”
yönlü açıklamasını bir teselli mi yoksa bir terkedilmişlik
Dünyanın her tarafında herhangi bir dinî kuruma, özelmi olarak algılamaları gerektiği ise ayrı bir soru olarak durlikle de mabed özelliği olan mekânlara yapılan saldırılar hermaktadır. Polisin tespitince bu saldırılar sonucunda önemzaman nefretle kınanmışlardır. Bu mekânlar arasında meli bir maddî zarar olmayabilir fakat bu saldırıların Müslüzarlıkların müstesna bir yeri vardır. Çünkü, ibadet mekânları
manların güven duygularında açtığı yaranın büyüklüğünün
doğrudan, o mabedin temsil ettiği dini ve o dine mensub
hiç mi önemi yok? Nitekim, ‘‘maddi zararın pek yüksek ololan insanları sembolize ederken mezarlıklar ise, hem yamadığı’’ bu saldırılar son bulmuş değildir ve Strasburg’daki
şayanları hem de geçmişte yaşamış olanları temsil eder. Bu
başka cami ve göçmen kökenli vatandaşlara ait dernek ve
gibi mekânlara yapılan saldırılar, umumî bir nefreti gösişyerleri de saldırıya uğramaya devam etmektedir. Türk Öğtermesi bakımından da önemlidir.
renci Kongresi Derneği ile Fas Havayolları’nın büroları bu
Son aylarda yine Avrupa’daki camilere yönelik kundaklama
saldırıların en son örnekleri olarak hafızalardaki yerlerini
saldırılarına şahit olduk, en çok da Almanya’nın başkenti
koruyor. “Önemli bir zarar olmamış, o kadar da üzerinde
Berlin’de. Berlin’deki saldırıların en dikkat çekici özelliği
durmayın” diyen polis, varlık sebebi olan güven telkin etise, camilerin sadece bir ay içerisinde 7 kere saldırıya uğme konusunda aslında ne kadar başarılı olmuş oluyor?
ramaş olmaları. Örneğin Berlin’in en eski minareli camiBerlin örneğine baktığımızda, saldırıları kimin düzenlelerinden biri olan Şehitlik Camii bir ayda iki kez saldıradiğine dair herhangi bir ize ulaşılabilmiş değil. Nasıl oluyor
ya maruz kalmış durumda.
da, sadece bir ayda 7 kere saldırıya uğrayan camilerin, daha
Bu saldırıların Müslümanları nasıl bir güvensizlik psidoğrusu bu camilerin temsil ettiği Müslümanların bir daha
kolojisine sürüklediğini açıklamaya gerek yok. Bundan dasaldırıya uğramaması için her hangi bir tedbir alınamıyor ve
ha üzücü olan yönü belki de, bu saldırıların kamuoyunda
saldırganlar, istedikleri zaman yeniden saldırıda bulunabilihak ettiği tepkiyi görmemiş olmasıdır. Müslümanların teryorlar? Bu soruya bizler, Müslümanlar olarak duygularımızı
kedilmişlik, saldırılara karşı emniyetsizlik ve huzursuzluk
da işin içine katarak ‘‘mâkul olmayan’’cevaplar bulabiliriz. Anduygusuna kapılması, saldırılardan ziyade saldırı sonrası
cak emniyetimizden sorumlu olan güvenlik güçlerinin daha
kamuoyu ve yetkililerin ilgisizlimâkul cevaplar bulmasını beklemek de en
ği ile daha da derinleşmektedir.
doğal hakkımızdır. Aksi takdirde, güBu arada, kamuoyunun olanvenlik güçlerinin bu saldırılara bir cevap
Strasburg’daki bir camiye
ca suskunluğuna rağmen Federal
bulma girişiminde dahi olmadıklarını
Hükümetin İnsan Hakları Sotelkin eden suskunlukları bizleri daha da
yapılan kundaklama girişimi
rumlusu, FDP’li Markus Löning
derinden yaralayacak, saldırganları ise
sonrasında Strasburg’daki
ve Hristiyan Birlik Partileri Mecaynı ölçüde cesaretlendirecektir. Bu tuMüslümanlar, polisin
lis Grubu Kilise ve Dinî Cemaatler
tumun yanısıra, dile getirilmesi gereken
“Önemli bir zarar olmamış, o
Sorumlusu Dr. Maria Flachbarth
bir diğer rahatsızlık, siyasetçiler ve hükükadar da üzerinde durmayın”
ile Yeşiller Partisi eski eş başmet yetkililerinin, Berlin’de entegrasyon
kanlarından ve Berlin Eyalet Baştartışmaları ile Müslümanları rencide
yönlü açıklamasını bir teselli
bakan adayı Renate Künast’ın
edip toplumda Müslümanlara yönelik nefmi, yoksa terkedilmişlik mi
kamuoyunda hakim suskunluğa
reti kışkırtacak sözlerine dikkat etmek duolarak anlayacaklar?
uymayıp tepki göstermesini, gürumunda olmalarıdır. İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de
FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 5
gündem
Özel Muamele Gerekli mi?
Eyaletlerin Okullar İçin Hazırladıkları Rehber Kitapçıklar
Üzerine Bir Değerlendirme
olduğu gibi sözünü ettiğimiz son kitapçığı da memnuniyetle
karşılayanların yanında reddedenler, eleştirenler de oldu. Tepkiler bağlamında, Rheinland-Pfalz Eyaleti’nin CDU Başkanı
Julia Klöckner’in kitapçığı “dünyadan bihaber” olarak niteleyip,
geri çekilmesini istediğini hatırlayalım. Benzer bir eleştiri,
Berlin’de yayınlanan kitapçık için Eğitim ve Bilim Sendikası’ndan
(GEW) gelmiş, spor ve yüzme derslerinin kız erkek ayrı ya2008 yılı başında Kuzey Ren Vestfalya (NRW) Eyapılması teklifi, “dünyadan bihaber” olmak sözleri ile değerleti Entegrasyon Sorumlusunun yayımladığı “Eğitim Kulendirilmişti. Öte yandan, aksi yönde sesler de yükselmiş,
rumlarında Sorunlar ve Fırsatlar” (Herausforderungen und
kitapçığın hazırlanmasında katkıları da olan Rahib Albrecht
Chancen in Bildungseinrichtungen), 2010 yılında da BerBähr, Klöckner’in eleştirisine, “Göçmenlerin sırtından seçim
lin Eğitim, Bilim ve Araştırma Senatörü tarafından yayımlanan
taktiği politikası”ve“Burada mesele dersin Müslümanlaştırılması
“İslam ve Okul” (Islam und Schule) kitapçığının ardından,
değil” sözleri ile cevap vermişti.
bugünlerde Rheinland-Pfalz Eyaleti de “Okulda Müslüman
Rheinland-Pfalz Eyaleti’nde hazırlanan kitapçık, kısa
Çocuk ve Gençler” (Muslimische Kinder und Jugendliche
olması hasebiyle “okul için gündelik hayatta pratik tavsiyein der Schule) başlıklı okulda Müslümanlarla ilişkilerde naler” bağlamında bir işlev görmek yerine, eyaletin siyasî dusıl davranılması gerektiğine ilişkin rehber bir kitapçık yaruşunu göstermeye hizmet ediyor gözükmesine rağmen,
yımladı.
şimdiye kadar bu yönde yapılan yayımların en başarılısı giHer şeyden önce bu tür yayımlardaki tavsiyelere gerbi gözüküyor. Bunun altında yatan temel sebep ise kanuçeklikle bağlantısı açısından ancak sınırlı olarak itibar
nî düzenlemeleri dikkate alarak onlara dayanması, kanunlarda
edilebileceğini belirtmeliyiz. Bunun sebeblerinden birinbelirtilenden ne eksik ne de fazla taleplerde ya da tavsiyelerde
cisi, yayımlarda yer alan tavsiyelerin her hangi bir tecrübulunmamış olmasıdır. Bu yaklaşımın sonucu olarak kibeden yoksun olması, ikincisi ise, İslamî dinî cemaatlerin
tapçık hazırlanırken ideolojik gerekçeler ve yaklaşımlarsürece dahil edilmesinde yaşanan
dan mümkün olduğunca kaçınılmış insorunlardır. Daha da önemlisi
tibası veriyor. Doğal olanın da bu olduğu,
ise, bu tür rehber niteliğindeki kidolayısıyla bu yaklaşımın zaten normal
Rheinland-Pfalz Eyaleti’nde
tapçıkların yayınlanmasının gerolduğu düşünülebilir. Oysa, örneğin, Kuhazırlanan rehber kitapçık,
çekten gerekli olup olmadığı sozey Ren Vestfalya’nın kitapçığında cinrusudur. Çünkü bu yayımlarda sösiyetlere yüklenen roller, Berlin’de de
kısa olması hasebiyle “okul
zü edilen Müslüman öğrenciler sanokulda namaz konusunda yazılanların
için gündelik hayatta pratik
ki başka bir iklime ait ve burada
ideolojik yaklaşımlar içerdiği düşünültavsiyeler” bağlamında bir
yaşamayan canlılar, ya da özel muadüğünde, maalesef doğal olan yaklaşıişlev görmek yerine, eyaletin
mele gerektiren öğrenci grubu imiş
mın her zaman benimsenmediği de
siyasî
duruşunu
göstermeye
gibi lanse ediliyor ki, bu da bazı
bir gerçektir.
tereddütlere yol açabiliyor ya da
En son yayımlanan kitapçıkta dinhizmet ediyor.
eleştirilerin önünü açıyor.
le doğrudan irtibatı olmayan “tereddütler”
Daha önce benzer yayımlarda
kavramının kullanılması da olumlu deAli Mete • amete@igmg.de
sayfa 6 • Perspektif
ğerlendirilmelidir. Çünkü, NRW’nin
toplantılar ya da cinsel bilgiler deryayınlandığı kitapçıkta “kökeni muhsi gibi konular da Müslümanların bu
temelen dinî aidiyetlerde bulunan soülkeye yerleşmelerinden sonra ortaya
runlar” (s. 3) Berlin’dekin de ise “diçıkmış değildirler. Çocukların okul
nî olarak gözüken çatışmalar” (s. 6gezilerinde günlerce ya da hafta bo7) gibi ifadeler ile meseleler doğruyunca ailelerinden uzak olması gibi
dan din ile irtibatlandırıyordu. Son
önemli meseleler, sadece Müslükitapçıkta kullanılan tereddüt kavramı
manların endişesini taşıdığı konular
ise daha kapsamlı ve tarafsız olmada değildir. Nitekim Berlin’de yası nedeniyle daha uygun duruyor. Bu
yımlanan kitapçıkta bu konuda haknedenle de tereddüt tabiri ile ilgili,
lı olarak “Alkol, uyuşturucu kullanıaynı zamanda yayının gayesine de uymı ya da cinsel ilişkiler konularında göçgun olarak “başka dinî inançlardan domen olmayan aileler de endişe taşıyorlar”
ğan olgulara da uyarlanabilir,” de(s. 16) denilmektedir.
nilmekte, doğrudan İslam ile irtibat
Rehber kitapçığında yer alan
kurulmamaktadır.
“İhtiyaca binaen okuldaki günlük akıAncak bu yaklaşımın da tutarlı bir
şı uygun bir şekilde biçimlendirmeye
şekilde sürdürülmek istenmesi halinde,
çalışan duyarlı öğretmen, aile ve ceher dinî, kültürel ve etnik gruba
miyetler” ifadelerine katılıyor, tekendileriyle ilişkilerde oluşan temelinde eyaletler ve federal yapının
reddütler nedeniyle özel bir muamele
siyasi talepleri olmaksızın gidilen
gerekecektir. Oysa okulun günlük
bu yolda kararlı olunması gerektiğini
akışında Müslümanlara ya da diğer
düşünüyoruz.
Rehber kitapçıkların en büazınlıklara özel bir muameleye ihtiRehber kitapçıkların en büyük hanyük
handikapı,
yerinde
tavsiyaç duyulması sözkonusu değildir.
dikapı ise, yerinde tavsiyelerde buyelerde bulunabilmek için
Aksi halde bu durum sadece yerinlunabilmek için empirik zeminden
de olmayan tavsiyelere yol açacak ve
yoksun olmalarıdır. Eyaletler, kiempirik zeminden yoksun oldaha fazla kafa karışıklığını berabetapçıklardaki tavsiyeleri neye dayamalarıdır. Eyaletler, kitapçıkrinde getirecektir.
narak yapıyorlar? Şüphesiz okullarlardaki tavsiyeleri neye dayaYazımızın konusu olan Rheinlanddan ve öğretmenlerden gelen beyanlara
narak
yapıyorlar?
Pfalz’daki kitapçıkta, okulların “ergenlik
dayanıyorlar. Fakat bunlar bir kitapçık
çağından itibaren spor ve yüzme dershalinde tavsiyeler olarak yayımlanlerinin tüm imkânlar kullanılarak kız
madan önce nerede ve nasıl toplaerkek ayrı düzenlenmesi” ile yükümnıyor? Müslüman cemaatler bu sülü tutulmasının önerilmesini memrecin neresinde ve nasıl – şayet yer
nuniyetle karşıladığımızı belirtmekle beraber, böyle bir çağalıyorlarsa tabii – bulunuyorlar? “Tipik Müslüman sorunrının zaten varolan kanunî düzenlemenin öngördüğünü yiları” gibi gösterişli ifadeleri kullanmadan önce, kitapçıknelemesi nedeniyle,esasen gereksiz olduğunu da hatırlatmalıyız.
larda ekseriyetle karşılaştığımız siyasî ve ideolojik yaklaTüm bunlara rağmen öğretmenlere “Müslüman kızlar için
şımları bertaraf etmek için, tavsiyelerin üzerine bina edispor ve yüzme derslerinde onlar için özel hazırlanmış (‘Burleceği geniş bir empirik zemine ihtiyaç vardır.
kini’ gibi) kıyafetlerin çatışmanın çözümüne yardımcı olaHer şeyden önce, ki bunu ifade ederken özellikle Kuzey
bileceği” gibi tavsiyeler edildiğinde ise sözünü ettimiz kaRen Vestfalya ve Berlin’deki kitapçıkları baz alıyoruz, dinî
nunun hiçbir işlevi olmayacaktır.
konular da (Bayram günlerinin tespiti, oruç, namaz vb.)MüsBu tür özel sayılabilecek sorunlardan ziyade, ifade edillüman cemaatlerin, kendi kaidelerini belirleme hakları ve yetmesi elzem olan hususlardan biri de bahsi geçen sorunlakilerinin tanınması gerekmektedir. Populist yaklaşım serrın sadece Müslümanların sorunları olmadığı gerçeğidir.
gileyenlerin argümanları ancak bu şekilde ortadan kaldırıBu nedenle yetkililerin, genel anlamda okul ve öğrencilelabilir. Aynı şekilde okulda günlük akışın normalleşmesi de
rin sorunları ile ilgilenmeleri daha mantıklı olacaktır.
ancak öğrencilerin varolan sorunlarını “İslamîleştirmek” giMüslümanlar, Ramazan ayında oruç tutarlar ve kendilebi bir yanlışa düşmeden ya da kültürel farkları yok sayan bir
rini duruma göre ayarlayabilirler. Fakat tüm yıl boyunca
perspektifden bakılmadan sağlanabilir yeterli bir kahvaltı yapmadan okula giden nice öğrenci varTercüme: Ömer Faruk Altıntaş
dır? Öte yandan okul gezileri öncesinde ailelerle yapılan
FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 7
teşkilat
Üniversiteliler Tarih ve Sanat
Seminerlerinde Buluştu
Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Birimi, yaklaşık kırk
üniversiteliyi yatılı eğitim programı çerçevesinde Kerpen’de
ağırladı. Misafir hocalarımız İbrahim Zeyd Gerçik ‘İletişim ile Yönetim Psikolojisi ve İnsan Kaynakları’ ve Dücane Cündioğlu ‘Sanatın Işığında Bilim ve Felsefe’ konularında seminerler verdiler. Ayrıca Osmanlıca, Yakın Tarih,
Ömer Nesefi Akaidi dersleri ve öğrencilerin kendi sunumları
da programda yer aldı. Öğrenciler ayrıca film akşamları düzenleyip Kitap Kulübü’ne ziyarette bulundular. IGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan, Genel Sekreter Oğuz Üçüncü, Gençlik Başkanı Mesud Gülbahar da farklı zamanlarda üniversitelilerle biraraya geldi. Genel Başkan Yavuz Çelik Karahan, öncelikle üniversitelilerin eğitimine verdikleri önemi belirtti. Onlara, gerek üniversiteli olarak, gerek
ise bir kul olarak en iyiler arasında olmalarını öğütlerken,
Allah ve Rasulünü her şeyden çok sevmek gerektiğinin ve
bunların sıkıntısız olmayacağının da altını çizdi. Gençlik
Başkanı Mesud Gülbahar ise üniversitelilere, genelden özele giden bu eğitimin kıymetini bilmelerini, gençleri bu tür
eğitime kazandırmalarını ve üniversite sonrası akademisyenler için projeler hazırlamaları öğüdünde bulundu.
Seminer süresince, Mehmet Küçükerdoğan’ın verdiği
Osmanlıca dersinde Hayati Develi’nin ‘Osmanlı Türkçesi
Kılavuzu 1-2’ kullanılırken, Ömer Nesefi (ö. 537/1142) Akaidi derslerinde orijinal metnin tercümesi işlendi. Ersin Kocakaya’nın verdiği Nesefi Akaidi dersinde öğrenciler genel
hatlarıyla: ‘bilmeden yargılamamalı, tanımadan tanımlamamalı,
hakkıyla eleştirmek için aynı konumda veya daha üstünde
olmalı, haddini aşan, zıddına inkılâp eder, nefsini eleştiren
kemale erebilir’ gibi tavsiyelerinden ve ‘özellikle ilmi, zihni
ve sosyal hiyerarşimiz bozuldu, yok oldu’ tespitlerinden faydalandılar. Kocakaya konuşmasına, ‘İlim zâtı için istendiğinde
ilim olur’ ve ‘görünürde veya zihinde doğru olan, doğrula-
sayfa 8 • Perspektif
nabilir olan, hakikatte yanlış olabilir’ cümleleriyle başladı ve
sözlerine devamla, zihni veya bedensel rahatsızlıklar, uyuşturucu etkisi, dil kullanımı, farklı sosyalleşme, olgulara yüklenen öznel/ferdi mânalar, ferdi çağrışımlar (iltizam) göz
önünde bulundurularak, mümkün olduğu kadar bunlardan
bağımsız bir şekilde, ön kabuller eşliğinde ilimin ve düşüncenin üretilmesi ve tartışılması gerektiğini açıkladı. Kocakaya akabinde, ‘ön kabulsüz düşünce yoktur’ ve ‘bilimle temelindeki ön kabuller tartışılmaz dediklerinde, bilimi kutsamış oluyorlar’ tespitlerini de sözlerine ekledi. Kocakaya,
metafiziğimizi yani nazariyemizi kaybettiğimize, klasik fizik
ile ilintili olarak İslami yorumların Osmanlı’da var olduğuna, fakat izafilik teorisi çerçevesinde henüz İslami yorumların gelişmediğine dikkat çekti. Üniversitelilere önce kavram dünyalarını genişletmelerini, bilgi edinmelerini, fikir geliştirmelerini, daha sonra iddialarını ifade etmelerini ve yaymalarını, akabinde ise bu fikirler hakkında tartışmalarını ve
iddialarını savunurken geliştirmeleri tavsiyesinde bulundu.
İbnu’l Ekfani’nin Tasnifu’l Ulum kitabından bahseden Kocakaya; artık Müslümanların ilmi alanda zayıf olmaktan ve
kendini savunanlar olmaktan çıkıp, soru soran, sorgulayan,
eleştiren ve tanımlayan olmaya başlamaları gerektiğinin de
altını çizdi.
Yakın Tarih dersi veren Üniversiteliler Başkanı Celal
Tüter, Cemil Aydın’ın (2007) ‘Emperyalizm Karşıtı Bir İmparatorluk: Osmanlı Tecrübesi Işığında 19. Yüzyıl Dünya Düzeni’ ile Avigdor Levy’nin (1983) ‘Osmanlı Uleması
ve Sultan II. Mahmud’un Askeri Islahatı’ makalelerini okutarak, üniversitelilerle bu makaleler üzerine müzâkereler
gerçekleştirildi.
Dücane Cündioğlu ise dersinde Heinrich Wölfflin’in (1915)
‘Kunstgeschichtliche Grundbegriffe’ (Sanat Tarihinin Temel
Kavramları) isimli eserini ve Erwin Panofsky’nin (1936) ‘İkonografi ve İkonoloji’ eserini temel alarak resim tarihine istisnaî, kendine has
bir özet ve bakış sundu. Batılı görsel sanatlar arasında bulunan resim sanatının Rönesans, Klasik, kısmen Maniyerizm,
Barok, Rokoko, Neo-Klasik, Ön-Raffaelloculuk, Desenizm, Kolorizm, Empresyonizm, Ekspresyonizm, Kübizm
gibi isimler altında tarif edilen akım ve
dönemlerini nasıl fark ve ayırt edebileceğimizi, nasıl anlamamız gerektiği-
ni, bu sanat akımlarının dini, siyasi veya bilimsel etki altında
kaldığını nasıl yorumlayabileceğimizi açıkladı. Cündioğlu özellikle Klasik dönemi Barok dönem ile karşılaştırdı. Anlaşılırlığı sağlama açısından Klasik-Barok, çizgi-renk, kemal-zeval,
detay-dağınıklık, idealizm-realizm, biçim-içerik, belirlilikbelirsizlik, kesinlik-dinamizm, düzgünlük-düzensizlik, mutlaklık-değişkenlik, sebat-izafet, şekil-öz, tasvir-tahlil, phenomen-essence, monarşi-demokrasi, alışılmış-yeni, MedreseTekke, Fıkıh-Tasavvuf gibi kelime çiftlerini kullanan Cündioğlu, Klasik bir eser olan Leonardo da Vinci’nin ‘Son Akşam
Yemeği’ ile başlattığı seminerlerini, Ön-Raffaellocular’dan (Preraphaelist) sayılabilecek Leighton’un ‘Alma Taderna’sı ile bitirdi. Yorumlarken de ilmi gelişmelerin (fizik, anatomi gibi),
siyasi rejim ve görüşlerin (savaşlar, Fransız İhtilalı gibi) ve burjuvanın oluşmasının sanat üzerindeki etkilerinden bahsetti.
Müslümanlar olarak siyasi, toplumsal, sanatsal veya bilimsel
alanlarda Batı’daki gelişmelere müdahil olabilmek için, yani
dünyayı, insanları, hayatı güzelleştirebilmek için, önce sahici temasın, sonra ise anlama ve yorumlamanın gerekliliğini vurguladı. Bunun için ise (ebru, çini, nakş, minyatür, tasvir, hat
veya mimari kısmen ilgilenilmiş olsa da) görsel sanatlar ile fazla ilgilenmemiş olan Doğu topluluklarından gelen bizlere, ‘görmeyi öğrenmeliyiz’ çağrısında bulundu. Cündioğlu sözlerine şöyle devam etti: Doğulular olarak bizlerin, edebiyat ve şiir, biraz da musiki asıl sanat alanlarımız iken, bir yüzyıl içinde televizyonla, kamerayla, resimle, modayla, tasarımla vs. birdenbire karşılaştığımız, tamamıyla görmeye odaklı bir dünyada, ‘görmeyi öğrenmeliyiz’. Avrupa’da düşünce üretebilecek yegane kesim olan üniversitelilere, bu süreci bizzat başlatma görevi düştüğünü hatırlatan Cündioğlu’na göre, gelecek nesiller için görsel sanatlar hakkında bilgi sahibi olmanın
ve yaşamı güzelleştirme yolunda kullanmanın doğal olacağının altını çizdi.
İbrahim Zeyd Gerçik ilk seminerinde, ‘Bir Yönetim Modeli – Mimar Sinan ve Süleymaniye’ konusunu işledi. Bizlerin eskiyi bünyemizde taşıdığımızı ama yeni çağın nesilleri
olduğumuzu açıklayan Gerçik, geçmişin tecrübelerinden
istifade ederek, Mimar Sinan gibi kendimizi ve görüşümüzü
dünyaya ancak ardımızda bırakacağımız eserlerle ifade edebileceğimizi ve hatırlatabileceğimizi söyledi. Osmanlı’nın
başarısının kaynağında ilim, edep, sadakat, adalet, güven,
insana kıymet verme, emanet duygusu gibi hususi değerlerin yattığına dikkat çekti ve sözlerine Şeyh Edebali örneği ile devam etti. Osmanlı’da yapılan işin en iyi şekilde
yapılması ilkesi Süleymaniye misalinde öne çıkıyorken, o
zamanki eğitim sisteminin Sinan’ı taş ustalığında çıraklık
gibi kaba ve alçak bir işten başlatıp, en ince ve yüksek sorumluluklara kadar taşıdığını vurgulaması da konuşmasının önemli kısımlarındandı. ‘İletişim Psikolojisi ve İnsan
Kaynakları’ konusunda ise, öğrenme üzerine konuşan
Gerçik, tekrarın, azimle odaklanmanın ve hususi olarak çocuklar için tekrarlanan telkinlerin önemine işaret etti ve
sözlerine ‘‘bunlar, öğrenilmeye çalışılan şeyin 21-40 gün
içinde insanda bir davranış alışkanlığına veya kişilik özelliğine dönüşmesini sağlar’’ şeklinde devam etti. Gerçik’e
göre: ‘‘Alışılanı terk etmek ise zordur, zira değişim için farkındalık, rahatsızlık ve bahsedilen 21-40 gün içinde dirençlere
karşı kararlılık şarttır ki, alışkanlık değişebilsin. Herhangi
bir kişideki hoş olmayan bir alışkanlık değiştirilmeye çalışıldığında, kişiye seçim hakkı tanımak ve iyi niyetle dahi olsa zorla biçimlendirmeye çalışmadan rehberlik yapmak kaçınılmazdır ki, bu ailede başlar. Ancak bu şekilde
samimi, eleştirebilen ve eleştiriyi kabul edebilen fertler yetişir.’’ Son olarak ailevi konularda birçok hayati bilgi aktaran Gerçik, ehliyet sahibi liderlerin, liderler yetiştirmesi gerektiğini de vurguladı.
Katılımcı üniversitelilerden biri dolu dolu geçen bu dokuz günü, “Avrupa’da yaşıyoruz, burada olup bitene bir mana vermeye çalışmanın yanısıra, kendi meselelerine yorum ve çözüm üretmek, geçmişte kaleme alınmış ciddi bir
eseri anlamaya çalışmak, hatta adını dahi duymak bize daha güçlü bir kimlik kazandırıyor. Artık ciddi sorumlulukların yüklenildiği bir yola çıkmış durumdayız.” Sözleri ile
değerlendirdi. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 9
teşkilat
IGMG, Avrupa’da Müslümanların Siyasal
ve Toplumsal Katılımını Ele Aldı
sı gerektiğine değinen Bilgü, bu tür tepkilerin organizeli
bir biçimde yapılması ile ancak faydalı sonuçlar elde edilebileceğini vurguladı.
Toplantının ilk gününde Hannover Bölge Tanıtma
Başkanı Hacı Davut Toklu’nun Hannover bölgesiyle ilgili sunumunun ardından, bölgelerde ve merkezde yapılan hizmetler ele alındı. Genel Sekreterlik bünyesinIGMG Bölge Tanıtma, Basın-Yayın ve Dış İlişkiler
de yürütülen çalışmalarda ilk olarak vatandaşlık ve derBaşkanları’nın katılımlarıyla Kerpen’de düzenlenen
nekler hukukunda yaşanan gelişmeler aktarıldı. Daha sontoplantıda, Avrupa’da yaşayan Müslümanların siyasal ve
ra Hukuk Bürosu Ayrımcılıkla Mücadele Birimi sorumlusu
toplumsal katılımı müzâkere edildi. IGMG Genel Sekreterlik
Ümit Hazar, 2010 yılındaki gelişmeler hakkında bilgi verbirimi tarafından organize edidi. Hazar, genel olarak okul, işyeri, halen koordinasyon toplantısında,
pishane ve gençlik daireleri gibi alanmerkez ve bölge çalışmaları da
larda ayrımcı uygulamaların söz konusu
ele alındı. Toplantının açılış koolduğunu ifade etti. Ayrımcılıkla MüGenel Sekreterlik bünyesinde
nuşmasını yapan İlhan Bilgü,
cadele Birimi’ne okulda yaşanan ayyürütülen çalışmalarda ilk olaAvrupa’da yaygınlaşan İslam
rımcı uygulamalar nedeniyle başvurak vatandaşlık ve dernekler
düşmanlığından hareketle, yapılan
ruların yapıldığını kaydeden Hazar, bu
hukukunda yaşanan gelişmedış ilişkiler, tanıtma ve basın
alanların yüzme dersi, spor dersi, sıler aktarıldı. Daha sonra Huyayın çalışmalarının önemini
nıf gezileri, okulda namaz ve başörkuk Bürosu Ayrımcılıkla Mühatırlattı. Cami saldırıları ile
tüsünden oluştuğunu bildirdi. Hacadele Birimi sorumlusu Ümit
iyice açığa çıkan İslam düşzar, konuşmasında ayrıca, gelecekte yamanlığına karşı gösterilen teppılması hedeflenen çalışmalara da deHazar, 2010 yılındaki gelişmekilerin ölçülü, programlı ve geğindi. Bu bağlamda ayrımcılıkla müler hakkında bilgi verdi.
leceği hesaba katarak yapılmacadele çalışmasında psikoloji ve sos-
sayfa 10 • Perspektif
yal pedagoji gibi alanlarda uzman
Bölge birim başkanları ise, Avkişilere ihtiyaç olduğunu hatırlatrupa ülkelerinde ve Almanya böltı. Basın Takip Sorumlusu Yusuf Kügelerinde yapılan yerel hizmetler hakçük ise, Avrupa’da yayın yapan
kında bilgi verdiler. Ayrıca Fransa
Türk basınında IGMG hakkında çıİslam Konseyi seçimleri ve Avuskan haberler konusunda bölge biturya Diyanet seçimleri toplantıda
rim başkanlarını bilgilendirdi.
gündeme gelen gelişmelerdi. Buna
Toplantının sonraki bölümünek olarak Belçika Bölgesi Dış İlişde Açık Cami Günleri Genel Koorkiler Başkanı Mustafa Akyüz, devdinatörü Ali Mete, 3 Ekim 2010 talet tarafından tanınan camilere yörihinde gerçekleştirilen Açık Cami
nelik devlet desteği hakkında kapGünü programıyla ilgili sonuç rasamlı bilgi verdi. Ayrıca, Almanya
porunu aktardı. Mete, IGMG’nin Albölgelerinde, Bremen 2010 Enmanya’da toplam 134 cemiyette dütegrasyon Haftası, Dortmund Yazenlediği Açık Cami Günü için
bancılar Haftası ve Bielefeldt Abfarklı materyaller hazırlandığını
raham Fest gibi etkinliklere katılısöyledi. Bu etkinlik için Almanya
mın gerçekleştiğine dikkat çekildi.
Müslümanları Koordinasyon KuToplantının ikinci gününde
Abdulgani E. Karahan
rulu bünyesinde yürütülen çalış‘‘Avrupa’daki Müslümanların Siyasal
malara da değinen Mete; afiş, broKatılımı’’ konusunda müzâkere
Toplantının
ikinci
gününde
şür ve site çalışmalarının bu bünyapıldı. Engin Karahan müzâkereye
‘‘Avrupa’daki Müslümanların
yede gerçekleştirildiğini aktardı.
giriş maksadıyla yaptığı konuşmaMete, son olarak organizasyonun
da siyasal katılımdan ‘siyaset’ bağSiyasal Katılımı’’ konusunda
Almanya dışına taşınması gerektilamında dar bir alanın anlaşılmaması
müzâkere yapıldı. Engin Kağini, üretilen materyallerin tercügerektiğini; medya, basın ve bilim
rahan müzâkereye giriş makmeyle Almanya dışı bölgelerde
camiasıyla ilişkilerin geliştirilmesinin
sadıyla yaptığı konuşmada
kullanılabileceğini hatırlattı. Ali
de bu alana girdiğinin altını çizdi.
siyasal katılımdan ‘siyaset’
Mete ayrıca, Genel Sekreterlik,
Karahan, genel merkezin çalışmabağlamında dar bir alanın
Gençlik Teşkilatı ve Kadınlar Geçlarını bu anlayışla yürüttüğünü ve
anlaşılmaması gerektiğini;
lik Teşkilatı tarafından düzenlenen
toplumun her katmanıyla ilişkilemedya, basın ve bilim camiaDış İlişkiler Eğitim Kursu (DİEK)
rin geliştirilmesi için çaba sarfesıyla ilişkilerin geliştirilmehakkında bilgi verdi. Mart ayında
dildiğini söyledi. Yapılan müzâkesinin de bu alana girdiğinin
başlayacak olan kursun amacının,
rede Avrupa ülkelerinde Müslüaltını
çizdi.
bölgelerde dış ilişkiler alanında ihmanları siyaset alanında temsil
tiyaç duyulan kişileri eğitmek olmaksadıyla şekillenen oluşumlar da
duğunu ifade eden Mete, kursun ayda bir seminer olaele alındı. Toplantı, kapanış Kuran’ı Kerim’inin okuncak şekilde, bir yıllık bir kurs olarak planlandığını hatırlattı.
masıyla son buldu. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 1
islam ve hayat
Sünneti Anlamak
Sünneti anlamak ve yaşamak, dini anlamak ve yaşamak demektir. Çünkü Sünnet, Kur’ân’la gelen hükmü destekler ve
güçlendirir; açıklanmaya muhtaç olan
Kur’ân âyetlerini beyan eder, açıklayıcı
hükümler getirir ve Kur’ân’da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir.
killeri O’nun fiili sünnetine misaldir. “Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın,”2 “Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın”3 hadis-i şerifleri sözlü olarak O’nun fiili sünnetine işaret etmektedir. Bazen Hz. Peygamber (sav), görüp
işittiği halde yapılan işlere karışmaz ve karşı çıkmazdı. Onun
o işe karşı çıkmamış olması onu kabullenmesi demekti.
Çünkü Peygamber (as), bir iş yapılırken veya bir söz sarSünnet, sözlük anlamı itibariyle yol, gidiş, tabiat, şefedilirken orada hazır olur da yapılan işe veya söze müdariat, yüz, yüzün görünen yeri, alışılmış yol manalarına gehele ederek düzeltme veya reddetme yoluna gitmezse, bu
lir. Dini ıstılahta ise, Hz. Peygamber (sav) Efendimizin söz,
durum onun o işi veya sözü uygun bulması ve doğru olfiil ve takrirlerinin bütününü ifade eden bir terimdir. Çoduğunu hâl dili ile bildirmiş olması demektir. Örneğin Peyğulu ise, “sünen”dir.
gamber Efendimiz (as), kabir ziyareti yapan kadınları görSünnet, Fıkıh ilminde hüküm elde etme konusunda Kur’ândüğü halde onları bundan menetmemiştir. Bu da takriri
ı Kerim’den sonra ikînci temel kaynaktır. “Âllah’a itaat edin,
sünnetin örneği olmuştur.
Rasûle itaat edin ve kötülüklerden sakının”, (Mâide Suresi,
Sünnet, rivayet yani zamanımıza ulaşması yönü ile de,
[5:92]) “Kim Rasûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur”
Mütevatir, Meşhur ve Âhad olmak üzere ayrıca üç kısma
(Nisâ Suresi, [4:80]). “Peygamber size ne verdiyse onu alın
ayrılır. Ahad sünnetin alt bölümleri de vardır ki, böyle bir
ve size neyi yasakladıysa ondan da
yazıda o kısımlara inmek istemiyoruz.
sakının. Allah’tan korkun. Çünkü
Ayrıca Sünnetin Kur’an’a nisbetle yeAllah’ın azabı çetindir“ (Haşr Suri ve fonksiyonu konusunu da bir başresi, [59:7]). “De ki: Eğer Allahı
ka yazıya bırakıyor ve yazımızı sünne“Ben namazı nasıl kılıyorseviyorsanız bana uyun ki Allah da
tin gerekliliğine ve onu anlamanın lüsam, siz de öyle kılın,” “Hac
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışzumuna hasrediyoruz.
ile ilgili ibadetlerinizi benlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirPeygamberler, Allah tarafından seden alın” hadis-i şerifleri sözgeyicidir.” (Âl-i İmrân Suresi,
çilen ve gönderilen, “tevhid” elçileridir
[3:31]) ayetleri bunun delilidir.
lü olarak O’nun fiili sünnetive de getirmiş oldukları tevhid mesajıHz. Peygamber (sav)’in çeşitli
na insanları itaate çağırırlar. Dolayısıyla
ne işaret etmektedir. Bazen
vesilelerle söylemiş olduğu sözpeygamberlerin iki önemli görevi varHz. Peygamber (sav), görüp
leri, sözlü sünneti oluşturur.
dır. Birincisi, Rabbimizden almış oldukları
işittiği
halde
yapılan
işlere
“Âmeller ancak niyetlere göredir ve
vahyi, insanlara ulaştırma, yani risalet
karışmaz ve karşı çıkmazdı.
herkese niyetinin karşılığı vardır”1
görevi, ikincisi ise, vahiy kaynaklı mehadisi gibi. Hz. Peygamber
sajın yaşanması konusunda, insanlardan
(as)’ın namaz kılış ve haccediş şeitaat edilmesi istenen uygulamaları bizHulusi Ünye • mhulusiunye@hotmail.com
sayfa 12 • Perspektif
Sünneti öğrenme ve yaşatma
noktasında ev, aile, cami ve
medrese (okul) ortamları da
çok önem arzetmektedir. İslamı daha canlı yaşayan ailelerde, sünnete uygun yaşama biçimi daha küçük yaşlardan itibaren çocuklara da
öğretilmekte ve bir yaşama
biçimi olarak sünnet ebediyyen onların hayatında yer
bulmaktadır..
zat tatbik etmeleri, yani iman edenlere bizzat yaşantılarıyla örnek teşkil etmeleridir . Yani Peygamberler,
tebliğ etmiş oldukları vahiy bilgilerini eylemleştirme konusunda ilk
örnek olmuşlar ve onların örneklikleri kesintisiz devam etmiştir.
Sünneti anlamak ve yaşamak dini anlamak ve yaşamak demektir. Çünkü Sünnet, Kur’ân’la gelen hükmü destekler ve güçlendirir; açıklanmaya ihtiyaç duyulan Kur’ân âyetlerini beyan eder, açıklayıcı hükümler getirir ve Kur’ân’da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir. Elbette biz dinimizin temel pek çok hususunu, Kur’an’dan öğreniriz. Ancak
Kur’ani bir ahlakın ve dış müdahele ile mücadele tarzımızın oluşmasında ve Kur’an’ın bildirdiği hükümlerin uygulanmasında, Peygamberimizin örnekliği bizi yakinen ilgilendirir; bizim için en temel
önceliği oluşturur.
Bütün bunlardan dolayı sünneti öğrenmeli, anlamalı
ve yaşamalıyız. Çünkü dinimizin bugün bize ulaşmış olan
şekli, bilhassa sünnetle yoğrulmuş şeklidir. Temelini
Kur’an’da bulan birçok ibadet ve insanlar arası ilişkilerin
yaşam biçimi olarak ortaya çıkması, sünnetle olmuştur. Sünneti aradan çıkarırsak birçok ibadeti yerine dahi getiremeyiz.
Örneğin, namaz kılamayız, zekat veremeyiz, faiz gibi bir
yasağı kavrayamayız, şirket, vakıf gibi birçok kuruluşun yönetim prosedürünü uygulayamayız. Yani sünnet sayesinde dini daha iyi anlar ve onu hayatımızda tatbik ederiz.
Sünnet bilgisi, bize çeşitli kanallardan ulaşmaktadır. Bugün elimizde yüzbinlerce Peygamber sözünü sayfaları
arasında cemetmiş, hadis eserleri mevcuttur. Yani yazılı kaynaklarla sünnet bilgisine ulaşmaktayız. Son zamanlarda Arapça aslından Türkçe’ye de kazandırılan metin ve şerhleri içeren hadis eserleri, insanımızın sünnetten yararlanması adı-
na büyük imkânlar sunmaktadır.
Bu eserler vasıtasıyla, karşımıza çıkan problemleri çözme noktasında
büyük kolaylıklar edinilmiş durumdadır.
Ayrıca sünneti öğrenme ve yaşatma noktasında ev, aile, cami ve medrese (okul) ortamları da çok büyük
önem arzetmektedir. İslami hassasiyetleri daha kuvvetli olan ailelerde,
sünnete uygun yaşama biçimi daha
küçük yaşlardan itibaren çocuklara
da öğretilmekte ve bir yaşama biçimi olarak sünnet ebediyyen onların
hayatında yer almaktadır. Yemede,
içmede, giyim ve kuşamda, helal ve
haramı her merhalede göz önünde
bulundurmada sürekli ve tek ölçü, sünnete uygun yaşama kaygısıdır. Bir de
beraber yaşanılan toplum içinde gözetilmesi gereken uygulamaların cereyan ettiği yerler vardır ki, bunların
başında camiler gelir, bu mekanlarda da sünnet bizim en önemli ölçümüzdür. Sünnet eğitiminde belki en temel ve metodlu eğitim camilerimizde yapılan dersler sayesinde gerçekleşmektedir.
Onun için de bilhassa gençliğimizin camilerimizde verilen Kur’an ve Sünnet derslerine katılmalarına gerektiğince dikkat etmemiz gerekmektedir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz, Kur’an bilgisinin yanında, O’nun eksiksiz bir uygulaması olan Sünnet sayesinde,
kendi kültürlerini bütünüyle içselleştirip, içinde yaşadıkları kültür ikliminin zararlı etkilerinden, kendilerini, Allah’ın
inayet ve keremiyle muhafaza etmiş olacaklardır. 1
Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, I; İmân, 41; Müslim, İmâre, 155
Buhârî, Ezân, 18; Edeb, 27; Âhad, I
3
Ahmed b. Hanbel, III, 318, 366
2
FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 3
islam ve hayat
Sünnet: Çağlar Üstü Örneklik
Hz. Peygamber’in (s.a.v), Allah’tan aldığı vahyi
insanlara tebliğ ederken gerekli hâllerde onu
açıklama ve uygulayarak gösterme görevi, sünnetin esasını teşkil ettiği için, İslam bilginleri
dinin anlaşılması ve yaşanmasında hadis ve
sünnetin işlevsel değerini üç kısımda ele almışlardır: Kur’an doğrultusunda hüküm getiren,
Kur’an’ı açıklayan ve Kur’an dışında yeni hükümler koyan sünnetler.
Ahmet Arslan • ahmetasl@yahoo.com
genel kavramı altında ifade edildiği için tüm bunları konu edinen ilim dalına da “Hadis” adı verilmiştir.
Sünnetin İşlevleri
Hz. Peygamber’in (s.a.v), Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ ederken gerekli hâllerde onu açıklama ve
uygulayarak gösterme görevi, sünnetin esasını teşkil ettiği için, İslam bilginleri dinin anlaşılması ve yaşanmaİslam dininin temel kaynaklarından biri olan “sünsında hadis ve sünnetin işlevsel değerini üç kısımda ele
net”, özel anlamıyla, bu dini tebliğ eden Hz. Muhammed
almışlardır: Kur’an doğrultusunda hüküm getiren,
’in (s.a.v), inananlar için örnekliğini ifade eden bir kavKur’an’ı açıklayan ve Kur’an dışında yeni hükümler koramdır. Arapçada fiil olarak, yeni bir şey ortaya koymak,
yan sünnetler.
iyi veya kötü çığır açmak anlamlarına gelen sünnet, isim
Hz. Peygamber’in (s.a.v), Kur’an’da yer alan ilahî buyolarak âdet, gidişat, davranış tarzı, kural gibi anlamlar içerukların ve ahlakî kuralların yerine getirilmesini ashabından
rir. Hz. Peygamber’in (s.a.v), İslam dininin öğretilerini
istemesi birinci grup sünnete girmektedir. Örneğin,
açıklamak, uygulamak, dinî ve ahlakî açıdan müminleHz. Peygamber’in(s.a.v), Kur’an’da bildirilen ibadetlere örnek olmak için ortaya koyduğu söz, tatbikat ve takrin yerine getirilmesini ashabına emrirlerin (onayların) genel adıdır.
retmesi, onları Allah’a ortak koşmakİslam dininin Kur’an’dan sonraki
tan, yalancılıktan, ana-babaya isyanikinci kaynağı olarak “sünnet”in
Hz.
Peygamber’in
(s.a.v)
dan, haksız yere insan öldürmekten,
ıstılahi (terimsel) bir anlam kaiçki, kumar ve zinadan menetmesi
zanması ise Hz. Peygamber’in
sünnetinin önemli bir
bu tür sünnetlerdendir. Bunlar bir
(s.a.v) vefatından sonradır. Hicbölümü Kur’an’ı açıklama ve
bakıma Kur’an’ın tebliği sayılabilir. Hz.
rî üçüncü asırdan sonra hadis ve
yorumlama şeklindedir. Bu
Peygamber’in (s.a.v), çeşitli vesilelerle
sünnet terimleri genellikle eş
görev bizzat Allah (c.c.) taraashabına, kendi ifadeleriyle yaptığı
anlamlı olarak kullanılmış ve
fından
kendisine
verilmiştir.
bu açıklamalar, Kur’an metninden
sünnet, kavlî (sözlü), fiilî ve
farklıdır. Ancak bunlar Kur’an’a datakrirî (onaylı) olarak üçe ayyandıkları için hüküm olarak aynen
rılmıştır. Nebevî söz ve uygulaKur’an gibidir. Örneğin, Kur’an’da, “Ey
maların aktarıldığı şifahî rivayetler
iman edenler! Mallarınızı aranızda
ve yazılı metinlerin hepsi “hadis”
sayfa 14 • Perspektif
batıl yolla yemeyin.” (Nisâ Suresi,
(s.a.v), özellikle bazı ticari ve top[4:29]) buyrulmuş, Hz. Peygamber
lumsal ilişkileri düzenleyen kural(s.a.v) de buna uygun olarak “Rılarda, içinde bulunduğu toplumun
zası olmadan bir kimsenin malının
örf, âdet ve uygulamalarını esas albaşkasına helal olmayacağını” ifade
mıştır. Alışverişte şart koşma özetmiştir. Kur’an’ın tebliğcisi ve
gürlüğü (muhayyerliği), şuf’a
Hz. Peygamber (s.a.v) bazı
açıklayıcısı olan Hz. Peygamber’in
(önalım hakkı) kuralları ve diyet (ma(s.a.v) pek çok söz ve uygulamasılî ceza) hükümleri buna örnek vedurumlarda Kur’an’da bulunnın Kur’an ayetleriyle benzerlik
rilebilir.
mayan hükümler de koymuşgöstermesi doğaldır ve bu konuda
Hz. Peygamber’in (s.a.v)
tur. Peygamberliğinin yanı
çok sayıda örnek göstermek mümKur’an’dan bağımsız hüküm kosıra toplumun lideri ve yönekündür.
yamayacağını ileri süren bazı bilginler
ticisi olması onu, bazı probHz. Peygamber’in (s.a.v) sünvarsa da, bu görüş isabetli değildir.
netinin önemli bir bölümü Kur’an’ı
Çünkü evrensel bir din olan
lemlerin çözümünde bir tür
açıklama ve yorumlama şeklindeİslam’ın
kıyamete kadar canlılığıiçtihada yöneltmiştir.
dir. Bu görev bizzat Allah tarafınnı sürdürmesi, gelişen ve değişen
dan kendisine verilmiştir: “Sana da
şartlara göre yeni hükümler verilZikri (Kur’an’ı) indirdik ki düşünüp
mesiyle mümkündür. Dinin temel
öğüt almaları için kendilerine indiilkelerini referans alacak bu tür yerileni insanlara açıklayasın.” (Nahl
ni hükümleri vermede fakihlere, müçSuresi, [16:44]) “(Kendilerine intehidlere tanınan hakkın bu dinin
dirileni) açıklasın diye biz her peypeygamberine tanınmaması düşügamberi kendi kavminin diliyle gönnülemez. Bu yüzden, İslam tarihinde
derdik.” (İbrâhîm Suresi, [14:4]) AsHz. Peygamber (s.a.v) ve arkadaşhap, inen ayetlerden anlayamalarından başlayarak her dönemde
dıkları yerleri Hz. Peygamber’e
İslam bilginlerince Kur’an’da ol(s.a.v) sorarlar, o da bunlarla ne kasmayan ama özü itibarıyla ona ters
tedildiğini açıklardı. Örneğin,
düşmeyen çok sayıda hüküm veKur’an’da namazın kılınması emrilmiştir.
redilmiş ancak kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı açıklanmamıştı. Bu konuda bilgi almak isteyen arkadaşlarıSünnetin Müslümanlar İçin Bağlayıcılığı
na Hz. Peygamber (s.a.v), “beni namaz kılarken gördüKur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in (s.a.v) hem müğünüz gibi kılınız,” buyurmuştur. Hac ve zekât ibadetibelliğ (tebliğ eden, duyuran), hem de mübeyyin (açıknin nasıl ve ne şekilde yerine getirileceğini açıklayan halayan) olarak gönderildiğini belirtirken, ona itaatin Aldisler de böyledir.
lah’a itaatla eşdeğer olduğunu vurgulamış, müminleri onu
Hz. Peygamber (s.a.v) bazı durumlarda Kur’an’da budinlemeye ve itaat etmeye çağırmıştır. Ayrıca bazı ayetlunmayan hükümler de koymuştur. Peygamberliğinin yalerde onun ahlakî yüceliğine, meziyetlerine ve güzel örnı sıra toplumun lideri ve yöneticisi olması onu, bazı probnekliğine atıfta bulunulmuştur. Hz. Muhammed’in(s.a.v)
lemlerin çözümünde bir tür içtihada yöneltmiştir. Bu hüilk muhataplarına yönelik bu hitapların sadece onlarla
kümlerde aklî muhakemesini kullanmasının yanı sıra, içinsınırlı olamayacağı açıktır. Sünnet, meşruiyetini ve kayde bulunduğu toplumun örf ve ihtiyaçlarını da dikkate
naklık değerini Hz. Peygamber’in (s.a.v) müminler karalmıştır.
şısındaki konumuna işaret eden bu ayetlerden almaktadır.
Örneğin, kadınların özel hâllerinde namaz ve oruç
Hz. Peygamber’in (s.a.v) söz ve eylemlerinin bağlayıcılık
ibadetlerini yerine getirmemeleri de sadece Hz. Peyyönünden değerlendirilmesi, hadis ve fıkıh bilginlerini
gamber’in (s.a.v) beyanına dayanmaktadır. Hz. Peygamber
uğraştıran önemli bir konu olmuş, tarihî süreç içinde bir
FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 5
islam ve hayat
hayli tartışılan bu konuyla ilgili
tir. Çoğu kez Hz. Peygamber’in
birçok eser kaleme alınmıştır.
(s.a.v) kendisinin olumlu ya da
Sünneti bağlayıcılık açısından deolumsuz bir görüş belirtmediği bir
ğerlendirmede sahâbe döneminden
davranışın farz mı, vacip mi ya da
beri süregelen başlıca üç yaklaşım
mendup mu olduğu özellikle fasöz konusudur. Bunlar, zahirî, fıkkihlerin değerlendirmeleriyle teshî ve içtihadî yaklaşımlardır. Zapit edilmiştir.
hirî yaklaşım, Hz. Peygamber’in
İslam bilginleri genellikle, Hz.
Kur’an-ı Kerim,
(s.a.v) sözlerinin zahirine sarılarak,
Peygamber’in (s.a.v) söz ve eyHz. Muhammed’in (s.a.v)
onları lafzî ve harfî (literal) anlayan,
lemlerini dinî ve dünyevî olmak üzeüstün ahlakî kişiliğine,
davranışlarına ise daha çok şeklî ve
re iki temel ayırıma tâbi tutmuşlardır.
yüzeysel yaklaşan bir eğilimdir.
Buna göre, Hz. Peygamber’in
insanî erdemlerine değindiği
Fıkhî yaklaşım, Hz. Peygamber’in
(s.a.v) dinle ilgili söz ve eylemleri
hâlde, onun fizikî özellikleri(s.a.v) söz ve davranışlarının kaymüminleri için bağlayıcı kabul edilne, giyim-kuşamına, yemenağının, gerekçesinin ve maksadımiş, dünyevî tutum ve davranışlaiçmesine, dünyevî becerilerinın ne olduğunu, onu hangi ortam
rı bağlayıcı sayılmamıştır. Burada
ve şartlarda söylediğini, bağlayıcı olup
dinî-dünyevî ayırımı, Hz. Peyne temas etmemiştir.
olmadığını kavramaya çalışan yakgamber’in (s.a.v) söz ve eylemlerinin
laşımdır. İçtihadî yaklaşım ise, bakaynak ve niteliğini anlamak için yazı yönetici sahabilerin Hz. Peypılmıştır. “Yani Hz. Muhammed’in
gamber’in (s.a.v) vefatından son(s.a.v) bir davranışının kaynağı vahra değişen şartlar karşısında sünneti
ye mi; yoksa kendi bilgi ve tecrübeele alış tarzları, yeni problemlere çösine mi dayanmaktadır? Bu davrazüm bulmaları, hakkında nebevî tanış, dinin inanç ve ibadet alanıyla velimat ve tatbikat bulunan bazı koya diğer kurallarından biriyle mi ilnularda içtihatlarına dayalı farklı tagilidir yoksa bireysel veya toplumsal
sarruflarını ifade etmektedir.
hayatla ilgili rutin insanî bir davraKonuyla ilgili çalışmalarda örnış mıdır?”
nekleri verilen bu yaklaşımlardan
Aslında İslam dinine göre insanın
fıkhî ve içtihadî olanların, İslam topbütün söz, eylem ve tutumlarının
lumunun sosyal gerçekliğine, gelişme
dinî bir değeri vardır. Dinin amave ilerlemenin temel dinamiklerine daha uygun olduğu
cı insanın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak olduaçıktır. Zahirî yaklaşımın sonraki asırlarda şekillenmiş
ğuna göre, bütün insanî eylemlerin iyi-kötü, doğru-yanen katı biçimini temsil eden Zahiriyye mezhebi, gerçekliğe
lış, güzel-çirkin, günah-sevap, helal-haram gibi dinî deuymadığı için kısa sürede ortadan kalmıştır. Hz. Peyğerlendirmelere tâbi tutulması doğaldır. Ancak kendigamber’in (s.a.v) vefatının üzerinden henüz on yıl dane itaat edilmesi ve örnek alınması Allah (c.c) tarafınhî geçmeden, onu en iyi anlayan arkadaşlarından Hz. Ömer,
dan emredilen bir peygamber, hangi yönüyle örnek alısünneti maksadına uygun yorumlayarak, şeklen Hz. Peynacak ve insanlara model olacaktır? Kur’an-ı Kerim, Hz.
gamber’in (s.a.v) tatbikatından farklı ama özü itibarıyMuhammed’in (s.a.v) üstün ahlakî kişiliğine, insanî erla aynı olan birçok uygulamaya imza atmış,
demlerine değindiği hâlde, onun fizikî özelliklerine, giHz. Peygamber (s.a.v) döneminde mevcut olmayan
yim-kuşamına, yeme-içmesine, dünyevî becerilerine te150 civarında meseleye içtihatta bulunarak çözüm üretmas etmemiştir. Örneğin Kur’an’da onun “yüce bir ahmiştir. Müslümanların sünnet anlayışlarının şekillenmesinde
lâk sahibi olduğu” (Kalem Suresi, [68:4]), “müminlere karsahâbe ve tâbiîn nesliyle onları takiben ortaya çıkan ekolşı şefkatli ve merhametli olduğu” (Tevbe Suresi, [9:128]),
lerin büyük rolü olduğu şüphesizdir. Neyin sünnet olup
“utangaç olduğu” (Ahzâb Suresi, [33:53]), “nazik ve yuolmadığı, sünnetse hangi ölçüde bağlayıcı olduğu, onmuşak kalpli olduğu” (Âl-i İmrân Suresi, [3:159]) ifade
ların bakış açıları ve değerlendirmeleriyle belirlenmişedilmiş, ancak sıradan beşerî faaliyetlerinden fazla bah-
sayfa 16 • Perspektif
sedilmemiştir. Kur’an ona itaat
Sonuç Olarak
edilmesini isterken peygamberlik
Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefamisyonuna, onu örnek gösterirtından sonra onun misyonunu iyi
ken de ahlâki meziyetlerine dikkat
kavrayamayan bazı kimseler, bir yançekmiştir. Bu durumda Hz. Mudan insanüstü nitelikler atfederek
hammed (s.a.v)’in söz ve eylemleO’nu (s.a.v) her şeyden haber verinin bağlayıcılık yönü, O’nun
ren bir kâhin gibi algılamışlar, di(s.a.v) peygamberlik görevi ve ahğer yandan, peygamberlerin her şeO (s.a.v), Allah’tan aldığı kutlakî kişiliğiyle sınırlı olmaktadır. O
yin en üst bilgisine sahip olduklasal görevi yerine getirir ve
hâlde, Hz. Peygamber’in (s.a.v)
rı varsayımından hareketle Hz.
insanları Allah’ın dinine daAllah’tan (c.c) alıp insanlara tebliğ
Muhammed (s.a.v)’in her alanda rehettiği vahiy çerçevesindeki açıklaberlik edebilecek bilgi ve beceriyvet ederken, ahlakî kişiliği,
mak, uygulamak, öğretmek, tavsile donanımlı olduğu düşüncesine
ilkeli, tutarlı, azimli, sabırlı,
ye etmek, emretmek, yasaklamak şekkapılmışlardır.
fedakâr ve hoşgörülü tutulinde tezahür eden hadis ve sünneti
Buna göre Hz. Muhammed
muyla toplumun her kesimibağlayıcıdır.
(s.a.v) Allah’ın elçisi olmasının yaÖrneğin inanç ve ibadet konunı sıra, örneğin, en iyi tabip, en bane önder ve örnek olmuştur.
larında yaptığı açıklamalar ve uyşarılı tüccar, en bilgili çiftçi gibi tagulamalar bağlayıcı fakat tıp, zirasavvur edilmiştir. Hâlbuki Hz. Peyat, ticaret, sanat vb. konularda yapgamber’in böyle bir iddiası olmatığı birçok tasarruf bağlayıcı değildığı gibi, bunlar O’nun (s.a.v) peydir. Böyle bir ayırımı bizzat Hz. Mugamberlik görevinin zorunlu unhammed (s.a.v)’in yaptığı, hadis kaysurlarından da değildir. O (s.a.v),
naklarında yer almaktadır. Misal olaAllah’tan aldığı kutsal görevi yerirak hurma aşılama hadisi olarak meşne getirir ve insanları Allah’ın dinine
hur olan bir rivayete göre Hz. Mudavet ederken, ahlakî kişiliği, ilkehammed (s.a.v), Medine’ye gelli, tutarlı, azimli, sabırlı, fedakâr ve
diğinde hurma aşılayan bazı kimhoşgörülü tutumuyla toplumun
seleri görerek ne yaptıklarını sorher kesimine önder ve örnek olmuş, onların aşılama yaptıklarını söymuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.v)
lemeleri üzerine “yapmasanız daha
sünneti, nasıl başarılı bir tüccar ya
iyi olacağını umarım” demiştir. Bunun üzerine aşılamada çiftçi olunacağının değil, nasıl iyi bir insan ve olgun
yı bırakan çiftçilerin hurmaları olgunlaşmadan dökülmüş,
bir Müslüman olunacağının reçetesi niteliğindedir. O nedurum kendisine iletilen Hz. Muhammed (s.a.v), “Ben
denle, Hz. Peygamber’in (s.a.v) bir beşer olarak kişisel
ancak bir beşerim. Size dininizden bir şey emredersem uyun,
zevk ve tercihlerine göre ortaya koyduğu davranışlarıykendi görüşümden bir şey söylersem ben de insanım” şekla, içinde yaşadığı toplumun örf ve âdetlerine tâbi olalinde karşılık vermiştir. Rivayetin başka bir şeklinde ise,
rak yaptığı eylemleri bağlayıcı sünnet kapsamında yer
“Siz (kendi) dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz” ifadesi varalmamıştır. Hz. Peygamber’e (s.a.v) itaat etmenin ve ona
dır. Bu rivayetten anlaşıldığına göre tarıma elverişli bir
tâbi olmanın, onu taklit etmekle değil, örnek almakla mümbölge olmayan Mekke’de yetişen Hz. Muhammed
kün olacağının bilinmesidir. Çünkü örnek almak, bilin(s.a.v), Medine’ye geldiğinde, fazla tecrübesi olmadığı
çli, istemli ve öze ilişkin bir faaliyetken, taklit bilinçsiz
bir konuda tahminde bulunmuş, tahmininin doğru çıkve yüzeysel bir davranıştır. maması üzerine de gerekli açıklamayı yapmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v) fiillerinin müminler için bağlayıcı
Kaynak: İslam’a Giriş, Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar; Komisyon,
olan ve olmayan şeklinde bir ayırıma tâbi tutulması, esas
DİB Yay. 653, Nisan 2007 Ankara, ISBN: 2007-06-Y-0003-653
itibarıyla, onun sünnetinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanan zorunlu bir durumdur.
FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 7
islam ve hayat
Hollandaca Hadis Literatürüne Bir Katkı
‘Inleiding tot de Hadithwetensachap’ (Hadis İlmine Giriş)
Kitabı Hakkında Özcan Hıdır İle Söyleşi
Ali Mete • amete@igmg.de
Sayın Hocam, yakın zamanlarda Inleiding tot de Hadithwetenschap adlı Hollandaca dilinde hadis metodolojisi, hadis ilimleri ve hadis tartışmalarına dair bir kitap kaleme aldınız. Niçin böyle bir kitabın neşrine ihtiyaç duydunuz?
Özcan Hıdır: Kitabın önemini birkaç açıdan ifade etmem mümkündür. Birincisi, Hollanda’da yaşayan yaklaşık bir milyon müslümana İslâmî terim, terminoloji, anlayış ve hakikatleri Hollandaca anlatmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Aslında bu ihtiyaç Almanca’da da ihtiyaçtır. İkincisi, Avrupa’da yaşayan özellikle üçüncü ve dördüncü nesil artık Türkçe anlamada zorlanıyor. Onlara İslâmî terimleri
Hollandaca – ve dahi diğer Avrupa dillerinde – anlatacak
eserler yazmak veya yazdırmak, burada yaşayan müslümanların
önemli vazifeleri arasındadır. Üçüncüsü, genel olarak Batı’da özelde de Hollanda’da Kur’ân-ı Kerîm bilinmekle birlikte İslâm’ın ikinci kaynağı olan hadis ve sünnete dair ilimler pek bilinmiyor. Çoğu zamanda hadisler ve sünnet, bilinçli veya bilinçsiz olarak “adet-gelenek” ile karıştırılıyor.
Dolayısıyla kitap, İslâm’ın bu ikinci kaynağı hakkında Hollandalı okuyuculara da akademik perspektiften derli toplu bir bilgi vermeyi amaçlıyor. Zira Hollanda’da İslami araştırmaların oldukça köklü bir geleneği var. Biz bunlara “oryantalistik çalışmalar” diyoruz. İstedim ki giriş tarzı olan
bu eser, hem genel anlamda hadis ilimlerini Hollandaca
okuyucuya takdim etsin hem de özellikle Kur’an ve hadise dair oryantalistik çalışmaların ve bu çalışmalardaki görüş ve iddiaların bir değerlendirmesini yapsın.
Kitapta klasik hadis metodolojisi eserlerinde bulunamayacak bazı konuları da ele aldık. Buna göre “Hollanda’da
hadislerin önemi”, “Şia, Mu’tezile, Haricîlik ve Zeydîlik gibi mezheplerin hadise bakışları”, “Ehl-i Kur’an-Kur’ancılık, Ahmedîlik ve Selefîlik” gibi modern dönemdeki akım-
sayfa 18 • Perspektif
ların ve Fazlur Rahman gibi düşünürlerin hadis ve sünnet
algılamaları da kitapta ele alınıyor. Ayrıca Ebû Hanîfe’nin
hadis anlayışına dair öteden beri yapılan tenkitler de değerlendiriliyor.
Kitabın içeriği, en önemli hususiyetleri ve kitabı hazırlarken yaşadığınız zorluklar hakkında neler söylemek istersiniz?
Özcan Hıdır: Kitap her şeyden önce adı üzerinde olduğu gibi, “inleiding-giriş” tarzı bir eserdir. Kitap, temel
hadis terimleri, hadis usûlü, hadis ilimleri, hadislerin oluşum tarihi, temel hadis kitapları ve hadis âlimleri hakkında çok derinlemesine olmayan bilgiler içeriyor. Son bölümünde
ise 18. Yüzyıldan itibaren başta Ignaz Goldziher, Snouck
Hurgronje, Jospeh Schacht, G.H.A. Juynboll ve Harald Motzki olmak üzere Batılı islamologların hadis ve sünnete yönelik tenkitlerini ortaya koyuyor. Ardından da, Muhammed Mustafa el-A’zami ve Fuat Sezgin başta olmak üzere, “müslüman oksidentalistler” veya daha doğru tabirle
“hadis oksidentalistleri” olarak isimlendirdiğim âlim ve araştırmacıların Batılı islamologların hadis ve sünnete yönelik değerlendirmelerini konu ediniyor.
Dolayısıyla kitap, en temel özellik olarak Ehl-i sünnet
bakış açısıyla, Müslüman bir araştırmacının kaleminden
Batı’da ve özellikle de Hollanda’da yaşayan müslümanlar
ile Hollandaca konuşan insanlara hadis ilimlerini, hadis terimlerini, içerisinde yaşanılan konteksi de göz önünde tutarak, uygun bir dil ve üslûpla anlatmak gibi bir temelden
hareket ediyor.
Oryantalist terimi yaygın olarak bilinir ama bahsettiğiniz ‘Oksidentalistler’ kimlerdir?
Özcan Hıdır: Müslüman olmayıp İslâm’ı ve İslâmî kaynakları araştıranlara biz “oryantalist” diyoruz. Buna göre Müslüman olup da Batı’yı araştıran Batı’nın kaynaklarına yönelik esaslı değerlendirmelerde bulunanlara da ben Cemil Meriç ve Hasan Hanefî gibi düşünürlerin kullandıkları “müstağrip”
ifadesinden hareketle “oksidentalist” diyorum. Her ne kadar
Cemil Meriç bunu o dönemin konjonktürü dolayısıyla daha ziyade “negatif” anlamda kullanmışsa da ben Hasan Hanefi’nin tanımını esas alıyorum. Dolayısıyla benim nazarımda
oksidentalist bir çeşit “dinî -entelekna bir röportaj konusudur. Dolayısıyla
tüel lider”dir ve günümüzde içerisinİslami cemaatler ve kurumlar bu işlerde
de yaşadığımız ülkelerde bu tür insanlara
öncülük etmelidir.
şiddetle ihtiyaç duymaktayız.
Bu eserinizin Batı dünyasına –
Peki kitabınız kamuoyunda
özelde Hollanda toplumuna- sizin
nasıl karşılandı?
tabirinizle “oksidentalist bir katkı”
Özcan Hıdır: Çoğunlukla taksağladığını söyleyebilir miyiz?
dir gördüğünü söyleyebiliriz. Tabii
Özcan Hıdır: Öyle olduğunu
ki ister istemez eleştiriler de oldu. Şu
düşünüyor ve umuyorum. Zira hadis
ana kadar Hollandaca – hıristiyanve sünnetin müslümanların davranış
lara ait – iki dergide tanıtım yazısı çıkkodları, günlük yaşayışları üzerindetı. Bu yazılarda büyük bir takdir olki tesirini çok önceden keşfeden Bamakla birlikte, eserin Ehl-i sünnet batılı araştırmacılar, yaklaşık 100-150 yılkışıyla – Batılılar ortadoks diyorlar
dan bu yana ortaya koydukları çalış– ele alındığını ifade ediyorlardı ki,
malarında İslam’ın temel kaynakları
böyle bir eleştiriyi bekliyordum ve
hakkında pek çok iddia ortaya atnormal karşıladım zaten. Kitabı kenmışlar ve teoriler geliştirmişlerdir.
dilerine gönderdiğim Hollanda’nın
Ayrıca Hollanda, özellikle hadis araşbelli başlı oryantalistleri/İslamotırmaları bağlamında, önemli bir geçlogları da tebrik ve takdir içeren
mişe sahiptir. Şöyle bir misal vermek
mailler gönderdiler. Bunlar arasınbunu açıklayıcı olur: Hadislerin 9 teda Prof. Harald Motzki, Prof. Komel hadis kitabındaki orijinal kaynaklarını
ningsveld, Prof.J.J.Witkam ve Prof.
bulmada bütün dünyada kullanılan 8
Hadislerin 9 temel hadis kiKarel Steenbrink gibi şarkiyatçılar mevciltlik Concordance-el-Mu’cemü’ltabındaki
orijinal
kaynaklacut. Zira Avrupa’da yaşayan müslümüfehresadlı eser, Leiden Üniversitesi
rını bulmada bütün dünyada
man entellektüellerden bu tür katbünyesinde 1936 yılında çalışmalarıkılar her zaman bekleniyor ve usuna başlayan Hollandalı islamolog
kullanılan 8 ciltlik Concorlüne uygun yapılırsa da takdir görüyor.
Arent Jan Wensink başkanlığındaki bir
dance-el-Mu’cemü’l-müfehBu islamologların eleştirdikleri nokheyet tarafından hazırlanmıştır. Bu çares adlı eser, Leiden Üniversitalar da oldu, tabiatıyla.
lışma 1980’li yılların sonlarında tatesi bünyesindeki bir heyet
İslamı kendi terminolojisiyle
mamlanabilmiş ve daha sonra da elHollandaca anlatmaya ihtiyaç buMu’cemü’l-müfehres adıyla Arapçaya
tarafından hazırlanmıştır.
lunduğunu söylediniz. Gelenektercüme edilmiştir. Yani burada şuna
sel İslami terminoloji ile hollanvurgu yapmak istiyorum ki, Hollandaca karşılıkları noktasında zorda aslında hadis ve hadis ilimlerine şu
luklar var mıydı, bu anlamda karveya bu saikle katkısı olan bir ülkedir.
şılaştığınız zorluklar nelerdi?
Ne var ki entellektüel ve bilimsel anlamda böyle bir geçmiÖzcan Hıdır:Tabiatıyla var. Aslında bu sadece Hollandaca
şe sahip olsa da günümüzde hadis Hollanda toplumunda pek
için değil genel olarak bütün Batı dilleri için geçerlidir. Her
az biliniyor. Altı senedir, Hollanda’da bulunduğum süre zarşeyden evvel Batı dillerindeki dini terminolojiler, genelde hıfında zaman zaman katıldığımız toplantı ve panellerdeki soristiyan kültürü içerisinde ve Latince ve Yunanca kökenli oluşrulardan bu durum hemen anlaşılıyordu.
muş. İslami ilimler ise Arapça gibi zengin bir dilde oluşmuş.
Hocam, son olarak neler söylemek istersiniz?
Siz bu terimleri tercüme ederken hıristiyan arka plana dayanan
Özcan Hıdır: Son olarak şunu ifade etmek isterim ki,
bazı terim ve anlayışları kullandığınız zaman başka bir probİslâm Dîni’nin temel kaynaklarına ve temel İslâm bilimlemle, kullanmadığınız zaman ise, anlatmaya çalıştığınızı uylerine dair Hollandaca dilinde referans kitaplarına önemgun bir terimle anlatamama gibi, daha başka bir problemle
li gördüğüm şu iki sebeple ihtiyaç var: Birincisi, yukarıda
karşılaşıyorsunuz. Bu itibarla aslında hemen her Batı dilinda söylediğimiz gibi, müslüman nesillerin buna ihtiyacı var.
de İslami terim ve terminolojilerin kullanımına dair bir çaZira bu ihtiyacı Türkçe dilinde karşılayabilmek zordur. İkinlışma yap(tır)mak elzemdir. Bu yapılmadığı zaman ferdi çacisi de İslâmî meselelere ilgi duyan gayr-i müslimlerin, müslışmalarda oldukça farklı terimler kullanılıyor ve bu durum,
lümanların anlatımıyla olan bu tür çalışmalara ihtiyacı var.
İslam ile alakalı çok daha fazla kafa karışıklığına yol açabiliTeşekkür ediyor, kitabınızın hayırlı olmasını, amaçyor. Buna birçok örnek verilebilir ama bu aslında başlı başıladığınız hedeflere ulaşmasını temenni ediyoruz. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 1 9
toplum
Tire Kimlikler
Çift Kültürlü Kimlik Algısı
başlangıçtır: Göçmen insanların kimliklerini oluşturan
şeyler nelerdir? Özellikle de yaşadıkları ülkeyle hangi çerçevede kimlik bağı kurmaktadırlar? Siyasi-hukuki çerçevede mi, yoksa tarih-kültür çerçevesinde mi? Yeniden
şekillenmekte olan kimlik unsurlarında etnik ve kültürel kökenin konumu nedir?
Göçmenlerin kimliğine yönelik bu sorgulama, yukarıda
Her yenilik bir takım düşünce ve kavramları beraberinde
değindiğimiz eski ile yeni arasında yaşanan gerginliğin
getirir. Bu durum aynı zamanda bir söylem çatışmasının
ortaya çıkardığı bir durumdur. Batı Avrupa ülkelerine göç
habercisidir. Nitekim yenilik, boş bir alanda değil, eskinineden ilk neslin kendisini tek dil ve kültür üzerinden taöncekinin var olduğu bir ortamda vuku bulmaktadır. Bu
nımlamasına karşın, üçüncü-dördüncü nesiller ise çift boaçıdan bakıldığında Avrupa ülkelerinde göç ve İslam koyutlu kimlik tecrübesini yaşamaktadırlar. Bu nesiller donularında yaşanan çatışmalar ‘doğal’ toplumsal gelişmelerdir.
ğum sonrası sosyalizasyon sürecinde öncelikle aile içeÇünkü bu unsurlar, yakın dönem Avrupa tarihi göz önünrisinde anadili-kültürü öğrenmiştir. Sonrasında, anaokula
de bulundurulduğunda, adı geçen coğrafyada yaşayan
veya ilkokula başlandığında ikinci bir dili öğrenme ornüfus için yeni gelişmelerdir. Bu sebepten Avrupa ülkelerinin
tamına girer. Bu yeni durum aynı zamanda bir diğer külkimlik tanımlamaları, halkların benlik algısı, Avrupa’ya
türle tanışma imkânını sunar. Hayat, sonraki dönemlerde
göçün başlamasıyla birlikte gündemde yer alan konusürekli iki dil-kültür arasında yaşanılır. Aile hayatı daha
lardandır.
çok köken dilin-kültürün yaşandığı alan iken, okul ve iş
Zeez Sternhell’in Le Monde diplomatique’de yayınlanan
hayatı ise ikinci dilin-kültürün belirgin olduğu alanlarmakalesinde sorduğu sorular, tam da bu noktada konuya
dır. Sözünü ettiğimiz hayat tarzı, biyografisinde göçmen
farklı yaklaşımlar getiren iki tarafı tanıma noktasında ipuçkökenli olma özelliğini barındıran kişinin karakteristik
ları vermektedir. ‘‘...Bir ulusun kimliği neden oluşmaktaözelliğidir.
dır? Bir ulusal topluluk, siyasi ve hukuki olarak mı tanımlanır,
Peki, çift boyutlu gelişen kimlik olgusunu nasıl tayoksa tarihi ve kültürü üzerinden mi? Şayet ikinci durum
nımlamak gerekir? Soru, bu toplumsal gelişmenin öznesi
söz konusuysa, dinin kültür içerisindeki konumu nedir? Bir
olan kişilerin üzerinde durması gereken bir noktaya işainsanın hayatı için önemli olan nedir: Ortak noktalar mı
ret etmektedir. Zira maksadı, içinde yaşadığı topluma her
yoksa onu diğerlerinden farklı kıalanda katılımı gerçekleştirmek olan
1
lan mı?...’’ soruları bir tarafta ulugöçmen kesim için, reel çabanın yanı
salcı kanadı diğer tarafta da çoksıra, bu realiteyi izah eden söylemleBatı Avrupa ülkelerine göç
kültürlü bakış açısını hatırlatrin geliştirilmesi de önemlidir. Ya göç
eden ilk neslin kendisini tek
maktadır ki, dikkat çektiği konular
kökenli kişinin yaşadığı durumu izah
sadece çoğunluğa mensup kişieden ve böylelikle onu, kimliğinin
dil ve kültür üzerinden taler için değil, göç kökenli nüfus
her iki boyutuna da yabancılaştırmanımlamasına karşın, üçüncüiçin de önem taşımaktadır. Anyan kavramlar geliştirilecek, ya da
dördüncü nesiller ise çift bocak soruları, bu kesime mensup
asimilasyon veya marjinalleşmeyi içinyutlu kimlik tecrübesini yakişilerin biyografileri hesaba kade barındıran yaklaşımlar bu alanda hâşamaktadırlar.
tılarak yeniden formüle etmek
kim olacaktır.
gerekir. Bu durumda şu noktaGöç eden veya göç kökenli bir kilar üzerinde düşünmek, onların
şinin aidiyyetini sadece etnik kökeni
benlik algısını çözümlemede bir
üzerinden değilde, yaşadığı ülke üzeÜnal Koyuncu • ukoyuncu@igmg.de
sayfa 20 • Perspektif
Her ne kadar da bir takım kamusal baskılar bu yöne doğru zorlasa da, göçmen için,
kendisini sadece yerleşik kültür üzerinden tanımlamak
gibi bir çaba söz konusu değildir. Tabi burada kişiden kişiye, gruptan gruba değişen
bir tutumdan bahsettiğimizi
vurgulamak isterim. Çıkış
noktamız iki kültüre de yabancılaşmamış göç kökenli
kesimdir ve bu kesimin hayatında yerleşik kültürle birlikte köken kültürde canlılığını korumaktadır.
rinden de netleştirmeye başlamasıyla farklı tanımlamalar gün yüzüne
çıkmaktadır. Herşeyden önce eskiyerli halk ‘‘gerçek’’ ve ‘‘tam’’ gibi terimleri kullanarak kendi ‘‘özel’’ konumunun altını çizmektedir. Bu durumda yeni-yabancı kesim “gerçek” veya “tam” değildir. Örneğin
Almanya’da eski nüfusu2 yeni bir
formla ifadelendirmede ‘‘Gerçek Alman’’ ve ‘‘Bio-Alman’’ 3 gibi adlandırmalar kullanılırken, yeni nüfus ‘‘göç kökenli’’ ve ‘‘Yeni Alman’’
gibi kodlarla isimlendirilmektedir.
Aynı siyasi coğrafyada yaşayan insanlar arasında sınıflandırmaya neden olan bu yaklaşımla ayrıca bir güç
ilişkisi de inşa edilmektedir. Yine,
Almanya’da son aylarda geliştirilen
ve göçmenin entegrasyonunu ölçmede kullanılacak olan kriterlerin
bazıları bir bakıma göçmenin
‘‘Tam Alman’’a dönüşmesini sağlayacak olan araçlar olarak değerlendirilebilinir.
Fakat, her ne kadar da bir takım kamusal baskılar bu
yöne doğru zorlasa da, göçmen için, kendisini sadece yerleşik kültür üzerinden tanımlamak gibi bir çaba söz konusu değildir. Tabi burada kişiden kişiye, gruptan gruba değişen bir tutumdan bahsettiğimizi vurgulamak isterim. Çıkış noktamız iki kültüre de yabancılaşmamış göç
kökenli kesimdir ve bu kesimin hayatında yerleşik kültürle birlikte köken kültürde canlılığını korumaktadır.
Göç araştırmaları sahasında kullanılan ve son olarak Naika Foroutan’ın ele aldığı ‘‘tire kimlikler’’ kavramı işte bu
realiteye işaret etmektedir.4 Ne yerleşik kültür ne de köken kültür, aksine hem ilki hem de ikincisi.5 Anlamını
kısaca bu cümleyle ifade edebileceğimiz tire kimlik
yaklaşımı, şahsa ve mensubu bulunduğu topluma, ortak
noktalarla birlikte farklılığı ifade etme fırsatı sunmaktadır.
Özellikle de çoğulcu yapıya sahip olan toplumlarda
tire kimliklerin kabulü ve yaygınlaşması yeni imkânlara kapı aralar
ve göç kökenli vatandaşlara yönelik şu ana kadar uygulanan bir takım (bilinçli-bilinçsiz) siyasî zorlamalardan kurtarır. Kamunun, belirli bir etnisite, dil ve tarih tasavvurundan hareketle kültürcü bir yaklaşımla tanımlanmasından ziyade
anayasanın özgürlükçü ilkeleri
doğrultusunda hareket etmesini
sağlar. Dil konusunda örneğin ülkenin yaygın ortak diline ek olarak
azınlık veya göç kökenli kesimin dili kabul görür. Bu durum o dili konuşan kişilerin ülkeye yönelik aidiyyet
duygularının güçlenmesine neden
olabilir.
Sonuç olarak göç toplumu olarak tanımlanan ülkelerde vuku bulan kimlik tartışmalarında sadece çoğunluk toplumdan yola çıkarak tanımlamalar getirmek eksik bir yaklaşım olacaktır. Göç hareketleri
sonrasında oluşan azınlık kesimin
benlik algısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun
için kimliği şekillendiren köken unsurlarla yeni ülke etkilerini hesaba katan “tire kimlik” kavramı meselenin bu
boyutunu anlamada anahtar vazifesi görebilir. 1
Zeez Sternhell: Nation, Gemeinschaft, Glaube. İç: Le Monde diplomatique, Ocak 2011, s. 3
2
“Eski nüfus” kavramı 1960 sonrası göç hareketi ile şekillenen yeni
çerçevenin özelliklerini taşımayan nüfusa işaret etmektedir.
3
Tanımlamaların Almancası şu şekildedir: ‘‘Echter Deutscher’’, ‘‘BioDeutsche’’
4
Tire Kimlikler kavramıyla ilgili yaklaşım çin bkz.: Dr. Naika Foroutan: Neue Deutsche, Postmigranten, und Bindungs-Identitäten. İç:
Aus Politik und Zeitgeschichte, 46-47/2010, s. 9-15
5
Tire kimlik tanımlamasına örnek olarak yaygın bir kullanım olan “TürkAlman” (Deutsch-Türke) kavramsallaştırması gösterilebilir.
FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 1
toplum
Kültürel Küreselleşme
Hayat Tarzlarının Aynileşmesi, Farklılıkların Ortadan Kalkması
ifade eden, (çağdaş) kültürlerin farklılıklarını ortadan kaldıran bir anlam ihtiva etmeye başlamıştır.
‘Spaces of Identity’ kitabının yazarları David Morley ve Kevin Robins’a göre de ‘kültürel küreselleşme’, tarih-aşırı ve ulus-aşırı modernleşmenin ve modernliğin
evrensel gücü olduğundan dolayı aslında ‘batılılaşmadır’.
Bu kavram, farklı pek çok olguya gönderme yapmasıySiyasî, iktisadî ve sosyal yapıların küreselleşmesinin
la birlikte, batılılaşmayı savunanlar tarafından ‘ilerleme,
ivme kazanması ile birlikte kültürel küreselleşme olgukalkınma, modernleşme’ gibi olumlu kelimelerle açıksu da daha hissedilir hâle gelmiştir. Bilgi ve iletişim teklanırken, ‘Batı gibi olma’, ‘ona benzeme’, ‘onun kalıpları
nolojilerinin giderek yaygınlaşması, süreci eşi görülmemiş
ve tanımları içinde var olma’ tanımlamasını daha çok hak
şekilde hızlandırmaktadır. Şüphesiz kültürel küreselleşme,
etmektedir.
bahsi geçen küreselleşme fenomeninin en tartışmalı boİngiliz Sosyolog Stuart Hall da, günümüzde küresel
yutlarından biridir.
olanla yerel olanın iç içe geçtiği yeni bir tür küreselleşDünya görüşleri (Weltanschaaung), düşünce ve
me sürecinin başladığını, kültürel küreselleşmenin Ame‘‘inanç’’ların üretildiği, bu düşünce ve inançlara uygun
rikan kültürünün ve Avro-Amerikan yaşam tarzının
hayat tarzlarının biçimlendirildiği kültür havzalarında oryeryüzüne yayılması olduğunu savunmaktadır. Hall aytaya çıkar ve kapsayıcılığı oranında yaygınlaşır. Buna parıca, modern ve postmodern küreselleşme olmak üzere
ralel bir yargıyla; tarihsel, toplumsal gelişme süreci
iki farklı küreselleşmeden söz eder.
içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunModern küreselleşme, ‘iktisadî dönüşümle’ sınırlı olan
ları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, inküreselleşmedir; postmodern küreselleşme ise ekonosanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü
miden siyasete, çevreden kültüre hayatın tüm alanları kugösteren araçların bütünü olarak kültür, içinden doğup
şatan küreselleşmeyi ifade eder. Kültürel küreselleşme
çıktığı havzayı aşmaya, etkilerine açık toplumlara sızmaya,
tartışmalarının ana odaklarından biri olan kültürün hoyani küreselleşmeye, bugün geçmojenleşme ve evrenselleşmesinin; bilmişte olduğundan çok daha
gi akışı, ülkeler için fırsatlar, evrensel
meyyaldir. Her geçen gün kenahlâk ve ilkeler gibi ifadelerle olumModern küreselleşme, ‘iktisadisinden daha sıklıkla bahsedilu olarak algılanması sözkonusu olduğu
dî dönüşümle’ sınırlı olan külen ve etkilerini her geçen gün
gibi, kültürlerin türdeşleşmesi, bendaha çok hissettiğimiz küreselzeşmesi, yaşam tarzlarının ‘Amerireselleşmedir; postmodern
leşme, kültürlerin içiçe geçişini
kanlaşması’ olgularını beraberinde
küreselleşme ise ekonomiinsanlığın daha önce şahit olgetirdiği gerekçeleriyle olumsuz algıden
siyasete,
çevreden
kültümadığı ölçüde hızlandırmakla kallanması da sık görülen yaklaşımlar arare hayatın tüm alanları kuşamayıp, bir içiçe geçişten çok ve
sındadır.
çağdaş (contemporain) kültürtan küreselleşmeyi ifade
Amerikali Profesör Fredric Jamelerin benzeşmelerinden, birbirson ‘Globalization and Political Straeder.
lerinden etkilenmelerinden zitegy’ adlı makalesinde kültürel küreyade, tek bir kültürel benzeşmeyi
selleşmenin ‘Amerikanlaşma’ olduTaner Doğan • taner.dogan@web.de
sayfa 22 • Perspektif
ğu tezini savunmakta, bunun someninin hiç şüphesiz 20. yüzyılda
nuçlarını ise “Amerikan televizyon
ivme kazanan teknoloji, medya ve
programlarına, müziğine, yiyeceğine,
kitle iletişim araçları ile eşi görülgiysilerine ve filmlerine yer açmak için
memiş bir yaygınlık kazandığı yadyerel, popüler ya da geleneksel biçimlerin
sınamaz. Kültür, artık üretilen ve dünsaf dışı edilmesi ya da dilsizleştirilya geneline ihraç edilen bir metâ hamesi yoluyla dünya kültürünün tek
line gelmiştir. Yeni çıkan ürünlerin,
tipleştirilmesi, küreselleşmenin esası
bilhassa dijital ortamlarda yapılan
olarak görülmektedir. ABD modelreklamlar aracılığı ile pazarlanmalerinin yerel olan bir çok şeyin yerisı, bu ürünleri hedef kitleler için cani almasından duyulan bu korku, şimzip hale getirmektedir. İnsanların
di kültür alanından, geri kalan diğer
ilgisini çeken ve hayatlarının bir paralanlara doğru sıçramaktadır” sözçası olan bu ürünler, o toplumlarleri ile açıklamaktadır.Popüler külda daha önce varolmayan ilişkiler
türün Amerika merkezli yayılması
ağını da beraberinde getirerek gedil açısından büyük önem teşkil etleneksel kültürlerde erozyonlara
mektedir. Başta müzik ve film seksebep olmaktadır. Bu anlamda
törü olmak üzere ticaret ve siyasepazarlananlar sırf ürünler değil,
tin küreselleşmesi ile birlikte İngiaynı zamanda onların imgeleri ve
lizcenin ortak bir dil olarak yayıleşyayı anlamlandırış biçimleridir.
ması küresel dili doğurmuştur. İş yerBu ürünler ile taşınan ve topluma
lerine İngilizce isimlerin verilmedayatılan, belirli bir yaşam tarzıdır.
si küreselleşmenin dil üzerindeki soKabul ettirilmeye çalışılan bu haKültür, artık üretilen ve dünmut etkilerinden bir tanesidir. Küyat tarzı, bilhassa yozlaşma ve yaya geneline ihraç edilen bir
resel bir dilin doğması, dünya gebancılaşmayı beraberinde getirerek
metâ haline gelmiştir. Yeni
nelinde başta siyaset, ticaret ve
geleneksel kültürlerde telafisi imçıkan ürünlerin, bilhassa dieğitim gibi konularda bir ihtiyaç olakansız erozyonlara aracı olmaktarak algılansa da, kültürün başında
dır. Hızla benimsenen tüketim küljital ortamlarda yapılan rekgelen, dünya coğrafyasında farklı ulustürünün, geleneksel topluluk ve
lamlar aracılığı ile pazarlanların varlığını anlamlı kılan ve külaile bağlarında açtığı yaralar nokması, bu ürünleri hedef kitletür birikimini nesilden nesile taşıtayı nazara alındığında dejenerasler
için
cazip
hale
getirmekyan ‘ana dilin’ geri plana atılmasıyon sürecinin ana aktörü olduğu intedir.
na sebep olmaktadır. İngiliz edekar edilemez.
biyatçı George Orwell da, ‘1984’ adSonuç olarak, başatlık ve holı romanında,dilde yapılan tahribatın
mojenlik gibi temel özelliklere sainsanları duygu ve düşünce birlihip kültürel küreselleşmenin yeni
ğinden uzaklaştırıp sürü haline getireceğini, milli benbir ‘Dünya Kültürü’nü doğurmakta olduğu tespitinde buliklerini eriteceğini vurgular.
lunabiliriz. Hızla yerleşen bu kültür insanları; ortak daBirçok sosyoloğa göre kültürel küreselleşme, verilen
mak tadı, müzik, dil ve moda gibi bir çok konuda merdiğer örneklerin yanı sıra Amerikan hızlı restoran (fastkezî (yani tek bir merkezce belirlenen) bir noktada bufood) zinciri McDonald’s ile ayrıca hız kazanmıştır. Bu
luşturmayı hedeflemektedir. Böylelikle nesilden nesile
süreci ilk defa ‘McDonalization’ (McDonaldslaşma) olaaktarılan ve gelenek haline gelen farklı kültür havzalarak adlandıran Amerikan sosyolog George Ritzer olmuştur.
rına ait değerlerin büyük ölçüde kaybolması hız kazanırken,
Ritzer’e göre bu durum iktisadın yanısıra, toplumun haempoze edilen ‘Dünya Kültürü’ popülerliğini arttırarak
yat tarzını da belirlemektedir. ‘Hızlı, lezzetli ve ucuz’ olayerel kültürleri yerinden etmektedir. rak tarif edilen McDonald’s tarzı yemek, kültürel küreselleşme için verilebilecek en önemli örneklerden bir taKaynaklar
nesidir. McDonald’s tarzı restoranların yayılmasıyla
‘Questions of Cultural Identity’ - Stuart Hall
geleneksel yemeklerin gözden düştüğü ve unutulmaya
‘Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya’ - Erol Mutlu‘Globalization:
yüz tuttuğunu hemen herkesin kişisel deneyimleri doSocial Theory and Global Culture ‘ - Roland Robertson
‘Spaces of Identity’ - David Morley & Kevin Robins
layımında da söyleyebiliriz.
Yukarıda izah ettiğimiz kültürel küreselleşme fenoFEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 3
dünya
“Bilinmeyen bir dilde konuşmuştur”
insan olan Hz. Adem’e öğretildiğine ve kendisinden sonraki tüm dillerin de bu dillerden neş’et ettiğine inanırız. Dolayısıyla diller, tıpkı kavimler gibi, Allah’ın bir hikmete binaen insanoğlunun farklılıklarını ortaya koyan işaretlerdendir.
Bu farklılıkların menşei “ilahî” olduğundan en tabiî dokunulmazların başında gelir.
Kuran’da, Bakara Sûresi‘nde; “Ve Âdem’e isimlerin
Herhangi bir dilin kirli bir siyaset ve bir devletin sürekliliğini
hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: ‘Haydi davanızda
tesis çabalarında bir aracı olarak nasıl kullanılabileceğinin
sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin’ dedi” buyuen iyi örneklerinden birini son zamanlarda Türkiye’de görulur (2:31) Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır,
rüyoruz. Şu sıralar yeniden gündeme gelen “Kürtçe”nin özel
Hak Dini, Kur’an Dili adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken
ya da resmî alanda kullanılıp kullanılamayacağı tartışmaşu açıklamalarda bulunur: “Lisan hususunda bütün Âdem
ları tam da bu türden. Tartışmaların bir tarafında, “Türkoğullarının zamanımıza kadar vaki olan tenevvü (çeşitlençe”yi korumak adına yok sayılan bir dil ve son derece hakme) ve ilerlemelerinin hepsi, esas itibariyle, Hz. Âdem’in yalı olarak bu dili kullanan insanların varlıklarının (artık) resratılış bakımından şereflendirildiği bu isimleri öğrenme özelmi olarak da kabul edilmesi mücadelesi var iken , diğer taliğine borçludur. İlim ve mantık özelliği, bu şekilde, insan türafında, “Kürtçe”yi yok sayıp, sanki bu dilin kullanılmasırünün aslî yaratılışında kendisinde dahil bulunmuş ve bunnın “Türkçe”nin yok olmasına sebebiyet verecekmiş gibi
dan önce insanlığa ait hakikat ve tam mânâsıyle Âdem’e özlanse ettirip Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını koruma idgü ruh tamam olmamış olur.” 1 Demek ki, herhangi bir indiasında bulunanlar var. Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasanın kendi dilini kullanabilmesi ve o dili geliştirmesine,
sının bu şekilde korunabileceği iddiası, salt bir iddia olmaktan
siyaset veya herhangi bir bekâ kaygısı ile muhalefet etmenin
öte resmî bir ideoloji haline gelmiş durumda ve halkın büdinî olarak imkanı yoktur.
yük bir kısmının vicdanlarında da kabul görmüş durumFakat, Türkiye’de dil tartışmalarını başlatanlar, başada. Kürtçe’nin varlık mücadelesini siyaseten temsil ettikrısızlıklarını örtbas edebilmek ve kendilerini “kutsallaştırmak”
lerini iddia eden kimi politikacılar ise bir başka kirli siyaadına, devraldıkları rejimi ve uygulamalarını “ecinnî”leşsetin oyuncuları. Sahip oldukları ideolojik kabuller ve öntirebilmek için de çeşitli gayr-i kâbil-i bi’l idrâk (anlaşılma
yargılar haklı oldukları iddialarında kendilerini destekleimkanı bulunmayan) uygulamalardan geri kalmıyorlar. Bu
yen insanların bir araya gelmesine bizzat engel teşkil ediuygulamaların başında ise, dilde ve isimlerde “Türkçe”leşyor. Bütün bu tartışmalar içinde
tirmenin yanısıra, bir kısım ahâlinin, ya
orta yolu izlemek isteyenlerin
zorunlu göç, ya da doğrudan varlıklaise kafası karmakarışık.
rının inkârı ve “Türk” olduklarının kaTürkiye’de dil tartışmalarını
Eskiler, insan için “hayvân-ı nâbullendirilmesi uygulaması gelmektebaşlatanlar,
başarısızlıklarını
tıka” der. Her ne kadar, kelime ilk
dir. Ulus devletlerin kuruluş ve akabinde
örtbas edebilmek ve kendileriakla gelen şekliyle “konuşan hayyayılışları ile ve Türkiye’de de bir ulus
ni “kutsallaştırmak” adına,
van” olarak anlaşılsa da, asıl anladevlet oluşturulması çabası sonrasında,
mı, düşünüp konuşabilen canlıdır.
uluslararası anlamda vatandaşlık sıfatından
devraldıkları rejimi ve uygulaTasavvuf ehli de insanı, “nefs-i nâöte gitmemesi gereken “Türk”lük, aymalarını “ecinnî”leştirebilmek
tıka” olarak tanımlarlar ki, anlamı,
nı zamanda, “etnik” “tegayyür” (deiçin de çeşitli gayr-i kâbil-i bi’l
benzer şekilde konuşabilen canlı
ğiştirim) anlamda da, diğer etnik unidrâk (anlaşılma imkanı budemektir. Zira, insana has en besurların var oluşlarının inkarını getirdi.
lunmayan) uygulamalardan
lirgin iletişim aracı dildir.
Bu minval üzere uygulanan devlet pogeri kalmıyorlar.
Müslümanlar olarak bizler,
litikaları, ekonomik, sosyal ve siyasal
tüm dillerin Allah tarafından ilk
gelişmelerde bir devlet ideolojisi olarak
İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de
sayfa 24 • Perspektif
“Türk” olmayan “ahâlî”nin (bir yeri
bir almak önemlidir. Ahâlî’nin ahyurt edinmiş herkesin) ezilmesini, adevalinin selameti ise, başta dil olmak
Birkaç yıl öncesinde, Türkiye
ta devletin (ülkenin değil) kalkınması
üzere, o ahalinin inanç, gelenek ve
Büyük Millet Meclisi’nde,
ve modernleşmesi olarak değerlengöreneklerinin şuurunda olmak ve
dirilmiştir. İlkesel olarak karşı çıkona göre ahâlînin işlerini kolaylaşşimdilerde ise mahkemelermadığımız ama içerik ve ideolojik hetırmak, kültürünü, ekonomisini ve sosde karşımıza çıkan tutanakdef olarak muhalif kaldığımız ilk döyal bağlarını kuvvetlendirici tedbirlarda geçen, “Sanık (veya hanem “Türk Dil Kurultay”larında bu
ler almaktan geçer. Ahâlîye ideolotip) bilinmeyen bir dilde koruh hâlini (Türkçesi: Psikolojisini)
ji, inanç, yeni bir düşünüş ve hayat
nuşmuştur” ifadelerinden,
görmek mümkündür.
tarzı dayatmak ise asla devletin görZamanın Maarif Vekili (Millî
evi değildir. Hemen herkesin sıklıkla
“Sanık, ‘Kürtçe olduğunu sanEğitim Bakanı) Dr. Reşit Galip, 26
vurguladığı “demokrasi” veya “cumdığımız dil’de konuşmuştur”
Eylül 1932 tarihinde toplanan 1.
huriyet”,5 halkın, kendi (kamu) işifadelerine geçişi başarı ile
lerini yazılı kurallara göre yönetTürk Dil Kurultayı açılış konuşmagerçekleştirmiş
durumdayız.
mesi demektir, yönetenlerin halka,
sında şunları söyler:
Mahkemelerin, “bilinmeyen
kültür veya hayat tarzı dayatması de“Bizlerin, yani dünkü ve bugünmek değildir. Bu yüzdendir ki, devkü şartlar içinde okumuş ve yazmışların
bir dil”den, “Kürtçe olduğu
letin hangi resmî dili kullanacağı
konuştuğumuz ve bilhassa yazdığımız
sanılan bir dil”e geçiş yaphalkın bir problemi olabilir. Bu andile Türk dili demekte hakikî tereddüdüm
ması, aslında, Türkiye’deki
lamda devletin, halka, resmî dairevardır. 17 milyon Anadolu Türkü
anlamsız tartışmaların aslınde şu dili konuşacaksın veya şu diliçinde ancak yüzde ona varabilecek bir
de resmî işlemleri yapacaksın diye bir
zümrenin anlıyabildiği dile Türkçe
da ne denli büyük anlamlar
dayatması olamaz. Eğer illa ki, bir dadenemez.” 2
ifade ettiğini göstermesi ba31.8.1936 tarihinde üçüncüsü
yatma söz konusu olacak ise, o da,
kımından önemlidir.
yapılan Türk Dil Kurultayı’nın rahalkın devlete, resmî işlemleri şu dilporunda ise herhâlde Bakan Dr. Rede veya şu dillerde yapacaksın şekşit Galip’e nazire olsun diye şöyle bir
linde bir dayatması olabilir.
‘‘Türkçe’’ kullanılır.:
Problem, çok dilli bir toplumda res“1.- “Güneş – Dil” teorisi, lengüistik âleminde esaslı bir
mî dil olarak hangi dilin tercih edileceği problemidir. Geçmiş
devrim yapacak mahiyette tamamıyla orijinal, enteresan ve
toplumlarda olduğu gibi, modern toplumlar da bu probleme
derin bir teoridir.
yaklaşırken, çoğunluk dilini tercih ettikleri gibi, zaman zaman
2.- Bu teori, yalnız lisaniyat meseleleriyle değil, aynı zaazınlık dillerini resmî dil olarak tanımışlardır. Bugün birden
manda en geniş ve en çetin antropoloji, istuvar, preistuvar ve
fazla resmî dilli ülkeler olmakla birlikte, bu problemin, adabiyo – psikoloji meselelerinin halliyle de ilgilidir.” 3
let ve hakkaniyet ölçülerine vurulduğunda hakikaten adil bir
4
Birkaç yıl öncesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde,
şekilde çözümlenmiş bir örneğini göstermek mümkün değildir.
şimdilerde ise mahkemelerde karşımıza çıkan tutanaklarTürkiye, ahâlîsiyle barışık yaşamak için, dayatmacı poda geçen, “Sanık (veya hatip) bilinmeyen bir dilde konuşlitikalar yerine, makul ölçülerle ve iyi niyet ile yaklaşıp, hermuştur” ifadelerinden, “Sanık, ‘Kürtçe olduğunu sandığımız
kesin hakkını gözeten adil bir yol bulmak durumundadır.
dil’de konuşmuştur” ifadelerine geçişi başarı ile gerçekleşÜstelik, bu çetrefilli yolda herkesi memnun edene kadar.
tirmiş durumdayız. Mahkemelerin, “bilinmeyen bir dil”den,
Yeter ki, araya “ucube sesler” girmesin. “Kürtçe olduğu sanılan bir dil”e geçiş yapması, aslında, Türkiye’deki anlamsız tartışmaların aslında ne denli büyük an1
Hak Dini, Kur’an Dili, Muhammed Hamdi Yazır. Bakara Sûresi 31.
lamlar ifade ettiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Ayet tefsiri.
Burada sorulması gereken soru aynı zamanda şudur:
2
http://tdkkitaplik.org.tr/kurultay01/K010101.pdf
3
Yukarıda örneğini verdiğimiz, Türk Dil Kurultay’larında
http://tdkkitaplik.org.tr/gdtr/gdtraporu.pdf
4
Büyük kelimesi haricinde Türkiye kelimesi dahil, hiçbiri Türkçe değildir.
ortaya konulan dil ne kadar Türkçe’dir? Veya Abdullah Öca5
Demokrasi Yunanca bir kelimedir. Cumhuriyet ise Latince res publan’ın hem mahkemelere sunduğu, hem de, zaman zaman,
lica kelimesinin tercümesidir. Her ikisinin anlamı da halkın ida“örgütlere” gönderdiği manifestolardaki dil ne kadar
reye katılımı demektir. Siyaset bilimcilerinin bir kısmı demokraTürkçe’dir? Bana sorarsanız burada kullanılan ifadeler, “Türksiyi, tüm sosyal sınıfların, yani, halkın tamamının idareye katılımı
çe olduğunu sandığımız bir dilde” kullanılmış ifadelerdir.
olarak değerlendirirken, cumhuriyeti de üst sınıfların idaresi olarak tanımlar. Fakat bugün demokratik cumhuriyet diye bir siyasal
Devlet olmak kolay değildir. Devlet olmayı kolaylaşve hukukî terim ile karşılaşmaktayız.
tırmak için ise “ahâlî”nin ahvalini bilmek ve ona göre tedFEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 5
dünya
Referandum Sonrası Sudan Nereye Gidiyor?
Mehmet Özkan • metkan82@hotmail.com
Ocak ayında Güney Sudan’da yapılan referandum, Sudan’ın 1956 yılında bağımsızlığını kazanması kadar önemli bir tarihi gelişme olarak görülmelidir. Referandum sonucunda Güney Sudan’ın muhtemelen ayrı bir devlet olarak ortaya çıkması beklenmektedir. Bu durum, doğuracağı
siyasal sonuçlar açısından yeni bir sürecin başlangıcıdır. Bu
çerçeveden bakıldığında söz konusu referandum sıradan
bir oylama olmayıp Sudan ve bulunduğu bölgenin kaderini yeniden şekillendirecek denli önemlidir.
Afrika’daki en geniş yüz ölçümüne sahip devlet olan Sudan, bölgenin en uzun süren iç savaşına sahne olmuş ülkesidir. 1956 yılındaki bağımsızlıktan 1972’de Güney Sudan bölgesine verilen kısmî otonomiye kadar süren ilk iç
savaş, kısa bir durgunluktan sonra, 1983 yılından yeniden
başlamış ve 2005 yılında yapılan ve bu yıl yapılan referandumun
da önünü açan kapsamlı bir anlaşmanın imzalanmasına kadar devam etmiştir. 2005 sonrasında güneyin referandum
hazırlıklarına, kuzeyin ise Darfur sorununa kilitlenmesi nedeniyle yaşanan göreceli istikrar, bu referandum sonuçları
ile yeniden tehlikeye girecektir.
Bugünkü haliyle Güney Sudan, Batı Ekvatorya bölgesi hariç, dünyanın en fakir bölgelerinden birisi olarak gösterilmektedir. Bu durum, hem referandum sonucu kazanılacak bir siyasî bağımsızlık durumunu, hem de kaynakların paylaşımı açısından bölgenin geleceğini şekillendirecektir.
Temel gıda maddeleri, sağlık ve su eksikliği birçok yardım
kuruluşunu şimdiden alarma geçirmiş durumda olup referandum sonucu yeni çatışmaların yaşanması halinde ciddî sorunlar ile karşı karşıya kalınması muhtemeldir. Temel
ihtiyaç malzemelerinin eksikliğinin burada doğacak yeni
bir iç savaş ve otorite eksikliğiyle birleşmesi durumunda
Güney Sudan’ın ikinci bir Somali olması hiç de uzak bir
ihtimal olarak görülmemelidir.
Bu referandumun iki temel sonucu olacaktır. Bunlar, böl-
sayfa 26 • Perspektif
gesel açıdan bakıldığında, referandumun ilkin Afrika’daki
sınır tartışmalarını yeniden başlatacak olması ve benzer sorunlara sahip bazı devletlerde bölünme ve bağımsızlık taleplerini
tetikleme ihtimalini arttırmasıdır. Bu durum, şimdiden Afrika’daki birçok devleti ve hatta Afrika Birliğini endişelendirmektedir. Bu açıdan uzun vadede referandumun asıl yansımaları, yıllardır bağımsızlığının tanınmasını isteyen Batı
Sahralılar, Kongo’nun geleceği ve hatta bugünlerde tekrar
gün yüzüne çıkan fakat aslında Fildişi Sahilleri’nde yıllardır
süren din eksenli Kuzey-Güney çatışması üzerinde görülecektir. Yer yer çatışmaların yaşandığı ve temelde yine din
eksenli bir ayrışmanın var olmasına karşın Kuzey-Güney birlikteliğini koruyan Nijerya’da dahi bu referandumun uzun
vadeli etkileri hissedilecektir. Daha dar anlamda referandum,
Doğu Afrika ve Kuzey Afrika’daki güç dengesini yeniden düzenleyecek ve bölgesel aktörler de pozisyonlarını yeni oluşan duruma göre yeniden belirleyecektir.
Uluslararası toplum açısından ise bu referandumun sonuçları çok ciddî bir sınav niteliğinde olacaktır. Batılı devletler, Afrika kıtasında birçok kez kendi çıkarlarına uygun
olarak bölünme dâhil birçok radikal eylemin uygulanmaya konmasında temel bir rol oynarken, maalesef aynı etkinliği bölgenin yeniden yapılanması sürecinde göstermemişler
ya da bu konuda gayet seçici davranmışlar ve asıl sorumluluğu hep Afrika ülkelerine bırakmışlardır. Zaten birçok
sorunla boğuşan Afrika ülkeleri ise bu tür sorunlarla yeteri kadar ilgilenememiş ve dolayısıyla başlangıçta küçük
çaplı olan birçok sorun kronik hale gelmiştir. Güney Sudan’da ortaya çıkacak yeni durumun çatışmaya dönüşmeden
önce düzene konulması konusunda Batı’nın aktif bir tutum mu alacağı, yoksa her zamanki gibi Afrika’yı ‘‘doğal
sürecine” mi bırakacağı, önümüzdeki dönemde herkesin
merak ettiği asıl meseledir.
Genel olarak Batı’da, özel olarak ise Amerika’da, Güney Sudan ve Darfur meselesi insan hakları söylemine gizlenmiş dinî bir bakış açısı ile okunmaktadır. 2005 yılındaki
anlaşmanın mimarlarından olan Amerika’nın bölgeye ilgisinin iki temel nedeni vardır. Birincisi Amerika’daki Hıristiyan grupların Güney Sudan’daki Hıristiyan gruplar ile
çok yakın dayanışma içinde olması ve Amerikan kamuoyunu bu konuda çok ciddî şekilde yönlendirmeleridir. Ay-
Güney Sudan’da referandum için sıraya giren halk
nı şekilde BM ve diğer birçok insan hakları örgütü, 2005
sonrasında Darfur’da çatışmaların ve ölümlerin azaldığını rapor ederken, ‘Darfur’da soykırım yapılıyor’ söylemini o yıllarda en çok kullanan ve büyük ölçüde dünya kamuoyunu yönlendirerek uluslararası müdahale isteyen Amerika’daki muhafazakâr eğilimli kuruluşlardı. Geçmişe bakıldığında bu kurumların 1994 yılındaki Ruanda Soykırımı’nda hiç sesi çıkmazken Darfur’daki çatışma durumunun abartılmasında aktif rol almasının başka hiçbir açıklaması yoktur.
Amerika’nın oradaki ilgisinin ikinci sebebi ise, Çin’in
Sudan ile ilişkileri ve özellikle Çin’in bölgedeki petrol çıkarma işini doğrudan üstlenmiş olmasıdır. Çin Ulusal Petrol Şirketi, Sudan’daki petrol çıkarma işlerini kontrol
eden Büyük Nil Petrol Konsorsiyumu’nun en büyük ortağı olup %40’lik bir pay sahibidir. Dolayısıyla, bugün için
Sudan, Amerika ve Çin arasında Afrika kıtası üzerinde yaşanan rekabetin en önemli merkezlerinden birisi haline gelmiştir. 2007 yılı sonrasında, o yıla kadar Darfur konusunda son derece aktif olan Batı kamuoyunun bir anda ciddî
bir sessizliğe büründüğü düşünüldüğünde, uluslararası gündemin diğer öncelikleri ve konuya ilgisinin azlığı sebebiyle
aynı durumun Güney Sudan’da ortaya çıkacak benzer sorunlar için de geçerli olabileceği düşünülebilir.
Genel olarak bakıldığında referandum sonrası Sudan’da ortaya çıkacak yeni siyasî durum, referandum öncesi süreçten daha rahat geçmeyecektir. Yakın geçmiş düşünüldüğünde tarafların en küçük bir ihtilaf konusunda bile silahlara doğrudan ya da dolaylı olarak başvurabileceği
hiç de ihtimal dışı değildir. Fakat her şeyden önce bölgedeki gelişmelerin kaderi dört sorunun başarılı bir şekilde
çözülüp çözülememesine bağlı olacaktır: 1) Petrol gelirlerinin paylaşımı. (Kuyular daha çok güneyde yoğunlaştığı için Güney Sudan’ın daha fazla hak talep etmesi bek-
lenmektedir.) 2) Petrol paylaşımı ile bağlantılı olarak kuyuların yoğun olduğu özellikle Abyei bölgesinin durumu,
yani kimin kontrolünde olacağı sorunu (Abyei’de aynı dönemde yapılacak olan referandum şimdilik ileri bir tarihe
ertelenmiştir.) 3) Son derece kıt olan su kaynaklarının kontrolü/paylaşımı. 4) Referandum sonucunda Güney’in bağımsızlığını kazanması durumunda iki devlet arasındaki sınırın tam olarak nereden geçeceği meselesi. Bu sorunların hepsi muhtemel çatışmalara yol açmaya son derece müsait olup, ancak uzun vadede çözülebilecek sorunlardır. Bunun için cevaplanması gereken en önemli soru referandum
sonuçlarıyla beraber Sudan’da üçüncü bir iç savaşın mı başlayacağı, yoksa göreceli de olsa yeni bir siyasi istikrar döneminin mi oluşacağı sorusudur. Bunu elbette zaman gösterecek ancak göstergeler birinci ihtimalin daha yüksek olduğuna işaret etmektedir.
Referandum sonucunun beklenildiği gibi bağımsızlık
yönünde çıkması halinde güneyde yasayan Müslümanların durumu ile kuzeyde yaşayan Hıristiyan azınlıkların durumu da yeni tartışmalara ve hatta etnik temizlik girişimlerine yol açabilir. Şimdiden iki tarafın liderleri tarafından
buna yönelik güvence verici açıklamalar gelse de, bu sorunun büyük ihtimalle yukarıda bahsedilen dört temel konu çerçevesinde ele alınacağı ve hatta yer yer koz olarak
dahi kullanılabileceği düşünülmelidir. Ayrıca referandum
sürecinin genel olarak barışçıl geçmesine rağmen Ocak ayı
içinde özellikle Abyei’de yaşanan çatışmalarda yaklaşık 30
kişi hayatını kaybetmiştir. Bu durum, Abyei bölgesinin önümüzdeki dönemde ne kadar merkezî bir konuma geleceğini göstermesinin yanında bu tür çatışmaların referandum
sonrasında da devam edeceğinin işaretidir. Genel olarak
bakıldığında Sudan’daki referandum, şimdilik var olan temel sorulara doğru cevaplar vermek yerine yeni sorunlar
ve tartışmalar getirmeye gebedir. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 7
dünya
Irak
Yusuf Ziya Altıntaş • yza301@hotmail.com
Sümer, Akad, Babil, Asur ve Pers gibi dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış, geçmişte Mezopotamya
olarak adlandırılmış, sulak ve bereketli topraklar üzerinde kurulmuş bir devlet olan Irak, sahip olduğu petrol rezervleri ile yakın tarihte büyük güçlerin vazgeçemediği bir
bölge olmuş ve hali hazırda da olmaya devam etmektedir.
Resmi adı el-Cumhûriyetü’l-Irakıyye ve başkenti Bağdat olan Irak, körfez bölgesinde bulunan ülkeler arasında
topraklarının büyüklüğü bakımından 437.072 km2 yüz ölçümü ile Suudi Arabistan ve İran’dan sonra üçüncü sırada gelmektedir. Kuzeyde Türkiye ile 331 km’lik sınırı bulunan ve bu anlamda Arap olmayan dünya ile komşu, tek
Arap körfez devleti olan Irak’ın, batısında Suriye ve Ürdün,
doğusunda İran, güneyinde ise Suudi Arabistan ve Kuveyt
bulunur. Öte yandan Basra Körfezi’ndeki dar bir kıyı şeridi ile de dünya denizlerine açılma imkânına sahiptir.
Nüfus, Dini ve Etnik Yapı
Irak’ın günümüzdeki nüfusu yaklaşık olarak otuz milyondur ve ülke oldukça genç bir nüfusa sahiptir. Nüfusun
dağılımı ve bölgesel olarak yerleşiminde daha çok Fırat ve
Dicle nehirlerinin coğrafi konumu belirleyici olmuştur. İki
nehir arasındaki bereketli topraklar, yerleşim ve dolayısıyla
nüfus bakımından yoğunluk kazanırken dağlık alan ve çöllerde yerleşim çok nadirdir. Kentleşme oranının en yüksek olduğu bölge, yaklaşık yedi milyon nüfusu ile Bağdat
ve Bağdat’ın güneyinde yer alan Basra, Necef, Hille, Kerbela, Nasırıyye şehirleri ve çevreleridir. Ayrıca zengin petrol yatakları sebebiyle, ülkenin kuzeyinde yer alan Musul,
Kerkük, Erbil ve Süleymaniye şehirleri de giderek artan nüfusuyla öne çıkmaktadır.
Nüfusun yaklaşık olarak %70-75’ini Araplar, %1520’sini Kürtler ve %5’ini ise Irak Türkmenleri, Süryaniler
ve diğer etnik gruplar oluşturmaktadır. %97’si Müslüman
olan halkın, %60-65’i Şiiler, %32-37’si ise Sünnilerden oluşmaktadır. Irak’ın güneyinde genel olarak Şii Araplar yaşarken,
Bağdat civarında Sünni ve Şii Araplar birlikte yaşamaktadırlar. Ülkenin kuzeyinde ise Sünni, Yezidi Kürtleri ve Irak
Türkmenleri yaşamaktadır.
sayfa 28 • Perspektif
Irak’ın İslam İle Tanışması
Bugünkü Irak topraklarının bulunduğu Mezopotamya bölgesi sulak ve bereketli toprakları ile dünyanın ilk ve
en önemli yerleşim merkezlerinden biridir. M.Ö. 7. yüzyıla kadar Sümer, Akad, Babil ve Asur gibi medeniyetlere
beşiklik etmiş olan bu coğrafyada, daha sonra Persler hâkim olmuştur. İslam öncesi dönemde Araplar yine bu bölgede Main, Sebai ve Himyeri devletlerini kurmuşlardı.
İslam’ın doğuşu ve hızla yayılması ile birlikte Müslümanlar, fethetmeyi planladıkları bu bölgede siyasi birliği
sağladıktan sonra bu bölgeyi önce İran, daha sonra da Hindistan, Horosan ve Maveraünnehir’de gerçekleştirecekleri
fetihlerin merkez üssü olarak kullanmayı hedefliyorlardı.
Hz. Ebubekir tarafından başlatılan ve Hz. Ömer zamanında
tamamlanan Irak’ın fethi sırasında, fethedilen coğrafyanın
sınırları kesin olarak bilinememektedir. Irak coğrafyası, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde en parlak devrini yaşamıştır. Irak’ın, 637 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmesinin ardından Ali bin Ebu Talib döneminde İslam’ın merkezi haline getirilmiş ve başkent de Kufe’ye taşınmıştır.
İlim ve Kültür Başkenti: Bağdat
Abbasilerin iktidara gelmesiyle Bağdat şehri 762 yılından
itibaren yeni baştan imar edilerek İslam dünyasının merkezi olmuştur ve dünyanın en önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir. Halife ve devlet adamlarının desteklediği ilmi faaliyetler neticesinde Bağdat, âlimlerin akın ettiği, ilim ve münazara meclislerinin son derece faal olduğu bir merkez olmuştur. Bağdat’ta tercüme merkezi vazifesi görüp aynı zamanda halka açık bir kütüphane olarak da hizmet veren Beytülhikme ve benzeri eğitim
müesseseleri yine bu dönemde kurulmuştur. Bu müesseselerde birçok âlim, edebiyatçı, şair, muhaddis ve müderris yetişmiştir.
Ancak 1258’de Irak’a giren Moğollar, doğudan batıya
doğru ilerleyerek başta Bağdat olmak üzere önlerine çıkan
bütün şehirleri yakıp yıkmış, insanları öldürmüş, kütüphaneleri yok etmiş ve çok büyük bir tahribata neden olmuşlardır.
Tarihi kaynaklar, bu istila sırasında Bağdat Kütüphanesi’ndeki
eserlerin atıldığı Dicle Nehri’nin günlerce mürekkep renginde aktığı ve binlerce ciltlik eseri Basra Körfezi’ne taşıdığını kaydederler. Bu dönemde Moğollardan kurtulan Irak’taki âlim ve filozoflar Şam, Halep, Kahire, İskenderiye,
Magrib ve Endülüs’e kaçarak oralarda ilim hayatlarına de-
1980 yılında başlayıp sekiz sene süren Irak-İran savaşı, ülkede yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine
ve milyarlarca dolarlık maddî zarara
yol açmıştır. Savaşın bir kazananı da
olmamıştır. 1990 ortalarında Irak
orduları Kuveyt’e girerek bu ülkeyi işgal etmiştir. Bunun üzerine başlayan
Osmanlı Dönemi ve Yakın Tarih
Körfez Krizi, petrol fiyatlarının artmasına
Irak coğrafyası daha sonra Osmanlı
ve ekonomik dalgalanmalara sebep olDevleti ile Safeviler hanedanı arasındaki
muştur. ABD ve Avrupa devletlerinin
hâkimiyet mücadelesine sahne olmüdahalesiyle yenilgiye uğrayan Irak
muştur. Kanuni Sultan Süleyman
ordusu bölgeden çekilmek zorunda
1534’te Irak’ın da içinde bulunduğu
kalmıştır. Bu savaş sonrasında ülkecoğrafyanın tamamını fethetmiş ve beyde çıkan Şii ve Kürt isyanları Saddam
lerbeylik statüsüne sokmuştur. Irak’ın
Hüseyin yönetimince sert şekilde
Osmanlı topraklarına katılması, Yabastırılmıştır. BM Güvenlik Konsevuz Sultan Selim döneminde başlayi aldığı çeşitli kararlarla ülkeye iktiyan bir süreç olan Osmanlının İslam
sadî ve askerî ambargo koymuş ve dacoğrafyasının liderliğini üstlenme giha sonraki senelerde de sıkıntılı sürişiminin tamamlanması anlamına
reç devam etmiştir.
geliyordu. Bu dönemde kıymetli
ABD İşgali ve Bugünkü Irak
âlimler İstanbul’a götürülerek, çalışABD, 2003 yılı Mart ayında,
maları için kendilerine her türlü imIrak’ta kitle imha silahları olduğu idkân temin edilmiştir. Ülke, 1917’ye
diası ve aynı zamanda Irak halkını özkadar Osmanlı yönetiminde kalmışgürleştirmek bahanesiyle Irak’a saltır. 19. yüzyıl başları, İngiltere’nin önABD işgali, ölüm ve yıkım getirdi
dırarak Saddam Hüseyin hâkimiyecelikle Basra Körfezi’ne yönelik ilgitini sona erdirdi. Ancak işgal güçlesinin Irak’a da yöneldiği bir dönem
ri Irak’ta ne kitle imha silahı bulabildi
olmuştur. İngiltere’nin Irak’taki ekone de Irak halkı özgürleşti. Başlangıçta kayda değer bir dinomik ve stratejik çıkarları giderek dinî ve siyasi alanları da
reniş gerçekleşmezken, sonraki dönemlerde işgalci ABD
kapsamaya başlamış ve I. Dünya Savaşı öncesinde doruğa
güçlerine karşı yer yer şiddetli direnişler kendini gösterçıkmıştır. Bu nedenle savaş başlar başlamaz, 5 Kasım
di. Öte yandan ülkede mezhep çatışmalarının kışkırtılması
1914’te İngiliz askerlerinin bölgeye harekâtta bulunması ve
sonucunda derin bir ayrışma meydana gelirken, iç savaşı
22 Kasım’da Basra’yı işgal etmeleri hiç de sürpriz olmamıştır.
andıran ve günümüzde de hâlâ şiddetli çatışmaların yaşandığına
Başlangıçta zayıf kalan Osmanlı kuvvetleri daha sonra toüzülerek şahit olmaktayız.
parlanarak İngilizleri yenilgiye uğratmışlardır. Uzun zaman
ABD’nin Irak işgali süresince yaşanan çeşitli şiddet olaybüyük kayıp veren İngilizler, Bağdat’ı ancak 11 Mart
ları ve çatışmalarda bir milyondan fazla Iraklının öldüğü
1917’de işgal edebilmişlerdir. Ancak I. Dünya Savaşı’ndan
tahmin ediliyor. Yine bu olaylar sonucunda yaklaşık dört
sonra Osmanlılar bölgeden çekildiklerinden Iraklılar yalnız
buçuk milyon kişi evsiz kalırken, yaşanan şiddet arkasınve zayıf kalmışlardır. Bunun üzerine İngiltere ordularının Muda beş milyon yetim ve iki milyona yakın da dul bıraktı.
sul’u ve petrol yataklarını işgal etmesi, daha sonra milletlerarası
Ölen ABD askerlerinin sayısı ise beş bin civarında. Ayrıbir mesele haline gelmiştir. 1920’de yapılan San Remo Konca ABD’nin Iraklı tutuklulara yönelik muamelesi, yaptığı
feransı’nda galip devletler Osmanlı Devleti’nin Arap vilayetlerini
işkenceler ve keyfi olarak öldürdüğü Iraklı siviller dünya
paylaşırken, Irak’ın İngiliz mandası olması kararlaştırılmışkamuoyuna yansımış, maalesef bunlar sadece skandal
tır. 1932’de İngiltere’nin Irak üzerindeki manda yönetimi
olarak nitelendirilip kınanmakla yetinilmiştir. İşgal ettiği
yoğun baskılar neticesinde sona ermiş ve Irak, sözde bağımsızlığını
Irak’tan son zamanlarda kısmen de olsa geri çekilen
kazanarak Milletler Cemiyeti’ne kabul edilmiştir. İngiltere
ABD’nin arkasında bıraktığı enkazın birinci dereceden sobundan sonra da meşruti monarşi ile yönetilen Irak üzerinde
rumlusu olduğu aşikârdır. siyasi ve iktisadi nüfuzunu sürdürmüştür. Bundan sonraki
süreçte kanlı darbeler ve diktatörlükler ülkenin yakın geçmişine damgasını vurmuştur. 1963 yılında bir darbeyle ülKaynaklar
kenin başına geçen Saddam Hüseyin, 2003 yılında gerçek“Irak”, TDV İslam Ansiklopedisi, 19. Cilt, s. 83-115
leşen ABD işgaline kadar ülkeyi yönetmiştir. Bu arada
Günlük gazeteler
vam edebilmişlerdir. Daha sonraki
tarihlerde eski ilmî ve maddî zenginliğine tekrar erişemeyen Irak, sırasıyla Celayirliler, Timuroğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevilerin hâkimiyeti altında kalmıştır.
FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 2 9
kültür
Annemarie Schimmel (1922-2003)
Bereketli Bir Ömrün Kısacık Hikâyesi
Schimmel’in bu alandaki kabiliyeti hocalarının da gözünden
kaçmamıştır. İleriki yıllarda Arapça’nın yanı sıra Farsça ve Osmanlıca öğrenmeye başlayan Schimmel, “Memlüklüler döneminde, Mısır’da Halife ve Kadıların Durumu” başlıklı doktora tezini 1941 yılında tamamlamıştır. 1946 yılında, “Memİslam tarihi, düşüncesi ve sanatı üzerine araştırmalarlük Devleti’nde Asker, Emir ve Sultanların Sosyal ve Kültürel
da bulunmuş, konuları hakkında önemli ölçüde bilgi biRolleri” başlıklı doçentlik tezini sunduktan sonra, Marburg Ünirikimine sahip çok sayıda batılı müellifin olduğu, geçmişversitesi’ndeki akademik kariyerine doçent olarak başlamışte olduğu gibi bugün de bir hakikattir. Oryantalist ya da
tır. Üniversitede Arapça, Türkçe ve Farsça’nın yanısıra, İslam
şarkiyatçı olarak da adlandırılan, özellikle Edward Said’in
sanatları ve İslam edebiyatı tarihi dersleri de veren Schimmel,
meşhur Oryantalizm adlı eserinden sonra ekseriyetle
bu esnada, dinler tarihi alanında ikinci bir doktora çalışmasıolumsuz bir imaja sahip bu araştırmacıların eserlerini kana başlayıp çok geçmeden bu alanda da doktorasını başarıylın bir hamakat perdesinin arkasından bakmaksızın ilmî açıla tamamlamıştır.
dan göz ardı etmek pek mümkün değildir. Bununla birlikte,
Müteakip yıllar, Schimmel’in Türkiye ile ilişkilerinin sıbu alanda kimi müellifler vardır ki, eserleri ve şahsiyetlekılaşacağı yıllar olacaktır. İlk olarak 1952 yılında, yazma eserri ile hem Batı’da hem de Doğu’da hayranlık uyandırmış,
leri incelemek üzere İstanbul’a gelen Annemarie Schimmel,
kendilerine haklı olarak büyük hürmet gösterilmiştir.
kısa sürede aralarında Yahya Kemal, Samiha Ayverdi gibi isimVefatının yıldönümü münasebetiyle kendisini tanıtarak,
lerin de bulunduğu, ilim ve edebiyat çevrelerinden pek çok
hatırasını yâd etmeyi arzuladığımız Annemarie Schimmel hadost edinmekte gecikmeyecektir. Öyle ki dönemin İstanbul’unda
nımefendinin, sözünü ettiğimiz zümre içerisinde müstesna bir
çıkan Yeditepe, Hayat gibi edebiyat dergilerinde, “Cemile Kıyeri vardır. 7 Nisan 1922 tarihinde, Almanya’nın Erfurt şehratlı” müstear ismiyle yazıları dahi yayımlanır. Genç yaşlarinde dünyaya gelen Annemarie Schimmel, felsefî ve mistik
rından itibaren Mevlana’nın şiirlerine hayranlık duyan ve Mesnkonulara meraklı bir baba ile okumaya ziyadesiyle düşkün bir
evi’ye atıfla; “hayatımın yeni dönemindeki o uzun ve çetin
annenin kızıdır. Bir ev hanımı olan annesi Anna Schimmel, 1978
günlerimde acımı dindiren merhem” diyen Schimmel, Türyılında vefatına dek sürekli kızının
kiye’de bulunduğu bu dönemde Konya’ya
yanıbaşında olmuş, kitaplarını hergiderek, Mevlana’nın türbesini de ziyakesten önce okumuş ve müşfik yarret etme imkânı bulacaktır.
dımını kızından hiç esirgememiştir.
Annemarie Schimmel’in hayatında
Doğu
ve
bilhassa
İslam
kültüDoğu ve bilhassa İslam kültürüne
ayrıca zikredilmesi gereken bir de Anrüne ilgi duyan hocalarının da
ilgi duyan hocalarının da katkılarıyla
kara dönemi bulunur. Yeni kurulan
küçük yaşlardan itibaren tarih ve edeAnkara İlahiyat Fakültesi’nde, Dinler Takatkılarıyla küçük yaşlardan
biyat başta olmak üzere, çeşitli dinrihi kürsüsü için yapılan hocalık tekliitibaren tarih ve edebiyat başler ve dinler tarihi hakkında yorulfini kabul eden Schimmel, 1954-59
ta olmak üzere, çeşitli dinler ve
maksızın okuyup araştırmalarda
yılları arasında fakültede Dinler Tarihi
dinler
tarihi
hakkında
yorulbulunan Schimmel, okulda öğrendersi vermiştir. Bu dönemde hazırladığı
diği Fransızca ve Latince dillerinin
Dinler Tarihine Giriş adlı ders kitabımaksızın okuyup araştırmayanısıra Arapça eğitimi de almıştır.
nın yanısıra, Muhammed İkbal’in Calarda bulunan Schimmel, okulAraya giren ikinci dünya savaşı ve
vidname adlı eserini de Türkçe’ye terda öğrendiği Fransızca ve Laberaberinde getirdiği olumsuz şartcüme etmiştir. Hayatının bu dönemi
tince dillerinin yanısıra Araplar, genç Schimmel’in üniversiteye
Schimmel’e Anadolu kültürünü tanıma
ça eğitimi de almıştır.
devamına engel teşkil etmemiştir.
adına da kimi fırsatlar sunmuş, annesi
Üniversitede İslam sanatı tarihi ve
Anna Schimmel ile birlikte Anadolu coğArapça derslerine devam eden
rafyasında uzun ve maceralı seyahatler
Ömer Faruk Altıntaş • ofaltintas@igmg.de
sayfa 30 • Perspektif
Annemarie Schimmel'in İslam'ın
Mistik Boyutları adlı muhalled eserinin kapağı
Annemarie
Schimmel
Hatıratının başlığı Goethe'nin
meşhur divanını çağrıştırıyor
gerçekleştirmiştir.
gali, Sanskritçe, Çekçe, İbranice, esÖmrünü İslam dininin ince1959 yılında Türkiye’den ayrıki Yunanca, Latince, İtalyanca, Ruslikleri, özellikle de tasavvuf
larak, Marburg’a geri dönen Schimça, İspanyolca, Hollandaca, Fransızkültürü üzerine araştırmalar
mel, 1961 yılından itibaren Bonn Ünica ve İngilizce bilen Schimmel, bu dilversitesi’nde Arapça, Farsça ve
lerin çoğundan tercümeler de yapmıştır.
yaparak geçiren Schimmel,
Türkçe derslerinin yanısıra, dinler
Annemarie Schimmel, aralarınbu kültürden neşet eden şiir,
tarihi, tasavvuf ve İslam tarihi üzeda 1995 yılında verilen Alman Yamûsikî, mimarî, minyatür, rerine dersler vermiştir. Muhammed
yıncılar Birliği Barış Ödülü de olmak
sim
ve
hat
gibi
sanat
dallarıİkbal’e olan hayranlığı Hint-İslam
üzere birçok ödüle layık görülmüşkültürüne dair derin bir alâka duytür. Yazar arkasında yüzden fazla eser
nı incelemiş, bilgi ve izlemasını ve bilgi sahibi olmasını sağve binlerce makale bırakmıştır.
nimlerini kitaplarına vukufilamış, 1967 yılından itibaren, ta ki
Öne çıkan ve Türkçe tercümeleri
yetle aksettirmiştir. .
1992 yılında emekli oluncaya kadar
de bulunan bazı eserleri şunlardır:
Harvard Üniversitesi’nde Hint-İsMystische Dimensionen des Islam.
lam kültürü dersleri vermiştir.
Die Geschichte des Sufismus. (İslam’ın
Yazarın emeklilik dönemi de bereketli geçmiş, her yıl birMistik Boyutları. Sufizm’in Tarihi), Rumi: Ich bin der Wind
den fazla kitap yayımlanmıştır. Alanının en önemli araştırund du bist Feuer. Leben und Werk des Mystikers. (Ben
macılarından biri olan Annemarie Schimmel, “Doğu ve BaRüzgarım Sen Ateş, Mevlana Celaleddin Rumi’nin Hayatı
tı. Batılı-Doğulu Hayatım” (Morgenland und Abendland. Meve Eserleri), Die Träume des Kalifen. Träume und ihre Deuin west-östliches Leben) başlıklı hatıratını yayımladıktan kısa
tung in der islamischen Kultur. (Halifenin Rüyaları: İslam’da
bir süre sonra, 26 Ocak 2003 tarihinde Bonn’da vefat etmiştir.
Rüya ve Rüya Tabiri) Und Muhammad ist sein Prophet.
Mezar taşında, henüz küçük yaşlarda okuyup çok etkilendiDie Verehrung des Propheten in der islamischen Frömği, ömrü boyunca hatırından bir an olsun çıkarmadığı, “İnmigkeit. (Ve Hz. Muhammed O’nun Peygamberi’dir: Peysanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar” mealindeki hadisgambere İslam İnancında Gösterilen Hürmet), Wanderungen
i şerif Almanca ve Arapça olarak yazılıdır.
mit Yunus Emre (Yunus Emre ile Yollarda). Ömrünü İslam dininin incelikleri, özellikle de tasavvuf
kültürü üzerine araştırmalar yaparak geçiren Schimmel, bu
Kaynaklar:
kültürden neşet eden şiir, mûsikî, mimarî, minyatür, resim
1. Senail Özkan, Vefeyat-Zümrüt Hayallere Adanmış Bir Ömür, İsve hat gibi sanat dallarını incelemiş, bilgi ve izlenimlerini kilam Araştırmaları Dergisi, Sayı 9, s.153-166, 2003
taplarına vukufiyetle aksettirmiştir. Arapça, Farsça, Türkçe,
2. DİA İslam Ansiklopedisi, Annemarie Schimmel Maddesi, Cilt.36,
Yazar: Senail Özkan
Urduca, Peştuca, Sintçe, Gucerati, Marathi, Keşmiri, BenFEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 3 1
kültür
Dünya Gezegeni, Yer Bilimi, Doğa Olayları
Müslümanların Günlük Yaşamımıza Katkıları
İlknur Melekoğlu • imelekoglu@yahoo.de
11.yy’ın büyük âlimi Bîrûnî, karmaşık bir arazi ölçümü
(jeodezi) denklemi kullanarak dünyanın çevresini hesapladı, bu konuyla ilgili çalışmalarını Şehirlerin Koordinarlarının
Belirlenmesi adlı eserinde anlattı. Bu kitapta, dünya çevresinin
ölçülmesi sistematik ve ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Bîrûnî, enlem ve boylamları ölçmüş, antipotları ve dünyanın
yuvarlak olduğunu da saptamış, Galileo’dan altı yüzyıl önce dünyanın kendi etrafında döndüğünü söylemiştir. O zamanlar, aralarında Bîrûnî’nin de olduğu eğitimli Müslümanlar için dünyanın yuvarlak oluşu sıradan bir bilgiydi.
127-151 yıllarında Batlamyus dünyanın konumu üzerine kadim tasavvuru bildiğimiz kadarıyla ortaya koyan ilk
isim oldu. Büyük bir astronom ve matematikçi olan Batlamyus dünyanın evrenin merkezinde yer alan sistemini
açıklarken, sabit yıldızların boylamındaki değişikliğin yüzArazi ölçümü
yılda 1º ya da yılda 36 saniye olduğunu söylemiştir. “GeJeodezi, zemindeki açı ve mesafelerin ölçülmesi sayece ve gündüz eşitlik zamanının gerilemesi” olarak adlansinde arazilerin haritalara, doğru olarak yansıtılabilmesidırılan bu hareketle ilgili olarak Müslüman astronomlar sondir. Arazileri dengelemek ya da eşitlemek amacıyla Roraları daha doğru değerler elde etmişlerdir.10.yy’ın Bağmalılar basit arazi ölçüm teknikleri kullanmışlar, bu tekdatlı ünlü astronomu Muhammed Battani bu rakamları altnikleri İspanya’da Müslüman ve Hristiyanlar da kullanmışaltı yılda 1º ya da yılda 54.55 saniye olarak hesaplarmışlardır. Romalılar, bugün arazi ölçümünde kullanılan
ken, 1009’da ölen İbn Yunus ise yetmiş yılda 1º ya da yılnirengi1 usûlünü bilmiyorlardı. Bu usûlü Doğu’dan iki Müsda 51.43 saniye ya da bir tam tur için 25,175 yıl olarak helüman İspanyol âlimi Mesleme ve İbn Sefer kendi ustursaplamıştır. Onların bulduğu bu değerler, bugün yılda 50.27
lab tezleriyle birlikte getirmiştir. Mesleme’nin eseri 12.yy’da
saniye ya da tam tur için hesaplanan 25,787 yıla olan yaLatince’ye çevrilmiştir.
kınlığıyla muazzam hesaplamalardır.
Dik açılı üçgen ve kare kullanarak usturlapla yapılabiDünya ekseninin yörünge düzlemine eğikliği mevsimlerin
len bazı nirengi işlemleri bulunmaktadır. Bunların Romalılara
oluşmasına sebeb olmaktadır, Müslümanlar da bu konu
ait yer ölçme işlemleriyle birlikte kullanılması sayesinde
hakkında incelemeler yapmış bu eğikliği hesaplamaya çaMüslümanlar, alidat2 yardımıyla basit nirengi işlemlerini
lışmışlardır. 10.yy sonunda matematikçi ve astronom Tayapabiliyorlardı.
cikistanlı Hocendi de bu isimlerden biriydi ve güneşin meBugün nirengi ölçümü, düzlem trigonemetrisi karidyen geçişlerini gözlemlemek için İran, Tahran yakınlarında
nunlarını
kullanarak bilinmeyen bir noktanın konumunu
bir rasathane kurmuştur. Günümüzde 23º34 saniye olabelirlemek için hâlâ kullanılmaktadır. Ancak bugün ileri
rak saptanan bu eğikliği Hocendi o zamanlar 23º32 saniteknoloji olan GPS yani küresel koye olarak hesaplayarak şimdiki denumlandırma sisteminden yararlanılğerlere çok yakın bir rakam bulmaktadır.
muştur. Hocendi bu verilerden yola çıkarak belli şehirlerin enlem ve
Yer bilimi
boylamlarının yer aldığı bir liste
Mineraloji, minarelleri inceleyen
de hazırlamıştır.
bilim dalıdır. Mineral, belirli kimyasal
9.yy’da Halife Memun, Müsözelliklerde kristal yapıya sahip olan ve
lüman astronomlardan dünyadoğada kendiliğinden oluşan maddedir.
nın çevresini ölçmelerini istedi ve
Mücevher ve değerli taşlar özel türde
sonuç olarak 40,253.4 km rakaminerallerdir.
mına ulaşıldı; bugünkü rakamlar
Eski Mısırlılar, Mezopatamyalılar,
ise ekvatordan ölçüldüğünde
Hintliler,Yunanlılar ve Romanlılar’ın bel40,068.0 km kutuplardan
Ebu Reyhan el Birunî
li minareller, taş ve mücevherler hakkında
40,000.6 km’dir.
sayfa 32 • Perspektif
bilgileri vardı. Bu medeniyetlerin
ları da minerallerin sınıflandırılmatopraklarının bir bölümünün İslam
sı ile ilgili ansiklopedik bir çalışma
devletinin bir parçası haline gelmeyapmışlardır. Mineroloji alanında yasiyle değerli taş ve minareller hakkında
zılan eserlerin çoğu maalesef kayyazılan eserler Arapça’ya tercüme edilbolmuş, çok az bir kısmı günümüze
di. Bu eski bilgileri özümseyen Müsulaşabilmiştir.
lümanlar, bu alanda yapılan çalışmaları
bir sonraki aşamaya taşımışlardır. İsDoğa olayları
lam dünyasının geniş bir alana yaKurtubalı İbn Hazm’in yaşadığı
yılmasıyla Müslümanlar; Avrupa,
dönem ve öncesinde astrologlar, yılAsya ve Afrika’da çalıştılar. Malay adadız ve gezegenlerin ruhu ve zihni olları gibi uzak yerlerden toplanan
duğuna ve insanları etkilediğine inamineral, bitki ve hayvan bilgileri
nıyorlardı. 10.yy’da yaşayan İbn
2.yy’da yaşayan İbn Sina’nın felseHazm ise yıldızların ruhu ve zihni olfe ve doğa bilimleri ansiklopedisi olan
mayan gök cisimleri olduğunu ve inŞifa Kitabı gibi kitaplarda biraraya gesanları etkilemediğini şöylemiştir.
tiriliyordu. O dönemlerde ünlenen
Bîrûnî de 11.yy da med-cezirin debu kitap içerdiği bilgiler sebebiyle Rövinimsel olduğunu ve ayın evrelerinden
nesans sırasında Avrupalı bilim
kaynaklandığını belirterek, Hindistan’ın
adamlarına ilham kaynağı olmuştur.
Somnath şehrindeki med-ceziri açıkMineraller üzerine yazılan eserlerin çoğu
İbn Sina’nın Şifa Kitabı’nın milayarak, bunun ayın hareketleriyle
kaybolmuş durumda
neral ve meteoroloji ile alâkalı bölümde
alâkalı olduğunu ispatladı.
o dönemdeki tüm bilgiler eksiksiz olaKindi ise gökyüzünün mavi
rak bulunur. Bu bölüm altı kısımdan
renkte gözükmesiyle ilgili açıklama
oluşur: Dağların oluşumu, dağların bulut oluşmasındaki
yapmış, karanlık havanın dünyadan yansıyan ışıkla karışarak
avantajları, su kaynakları, depremlerin kökeni, minerallegörünür hale geldiğini, ortaya da karanlıkla ışık arasında
rin oluşumu, yeryüzü şekillerinin çeşitliliği. Oysa bu bubir rengin yani mavinin çıktığını söylemiştir. Nitekim bu
luşların çoğu bugün 18.yy’da yaşamış olan James Hutton’a
renk gökyüzünün gerçek rengi değil, ışık ve karanlığı kaatfedilir. Jeolojinin bu temel prensiplerinin ortaya konması,
rışması sebebiyle gözün algıladığı bir renktir.
yer biliminin ilk kez jeoloji olarak adlandırılması Avrupa’daki
Bundan bin yıl önce halife, İbn Heysem’den Nil’in akıRönesans’tan yüzyıllar önce gerçekleşmişti. İbn Sina’nın
şını düzenlemesinin istemişti, ancak o bunu eğer eski Mıbu alandaki katkılarını takdir eden tarihçiler, onun daha
sırlılar yapamadıysa kendisinin de yapamayacağını biliyordu.
11.yy’da sıradağların kökeni hakkında ortaya koyduğu hiSonrasında hayatını kurtarabilmek için deli numarası yapotezin üstünden sekiz asır geçtikten sonra dahî Hristipan İbn Heysem, ev hapsi cezasına çarptırıldı. Bu süre zaryan dünyasında radikal bir hipotez olarak karşılanacağını
fında penceredeki deliklerden gelen ışıkları inceledi ve gökbelirtmişlerdir.
kuşağını, etkilerini gözlemledi. Güneş ve ayın ufuk çizgi973 yılında doğan Bîrûnî’nin diğer pek çok alanın yasine yaklaştıkça daha büyük gözükmesinin sebebini ise, atnı sıra bu alanda da çalışmaları vardır. Hindistan’da da uzun
mosferin yarattığı etkiyle beynin görsel oyun oynaması olasüre bulunmuş olan Bîrûnî, Hintçe öğrenmiş, yoğun şerak açıkladı. Güneş ışınlarının atmosferde kırıldığını söykilde doğa tarihi ve jeoloji çalışmaları yapmıştır. Ganj havledi ve bundan yola çıkarak atmosfer yüksekliğini 10 mil
zasının çökelti özelliğini doğru şekilde tarif etmiştir. Bîrûnî’nin
(16 km) olarak hesapladı. 1319 yılında ölen Kemaleddin
çok önemli bir mineroloji çalışması olan “Değerli taşların
Farisi, İbn Heysem’in çalışmalarını devam ettirerek geliştanınması üzerine incelemeler” adlı eseri, onu bu alanın öntirmiş, güneş ışınlarının izlediği yolu cam bir kürenin içinde gelen isimlerinden biri yapmıştır.
de gözlemlemiştir. Elde ettiği verilerle de birincil ve ikin857’de ölen Yahya bin Meseveyh “Değerli taşlar ve özelcil gökkuşaklarının beyaz ışığın prizmayla kırılması sonulikleri” adlı bir eser kalme almıştır, 873’lü yıllarda ölen Kincu ortaya çıktığını belirlemiştir. di üç monografi yazmıştır; bunların en iyisi olan “Değerli
taşlar ve benzerleri” adlı eser ise kaybolmuştur. 10.yy âli1
Bir ölçme usûlü. Bu usûlde, çeşitli arazi tafsilatının mevkileri bir üçmi Hamdani ise Arabistan’la ilgili üç kitap yazmış bunlarda;
genler şebekesi kurularak bulunur
altın, gümüş, mineral ve değerli taşların özelliklerinden, ne2
Bir dürbünü ve düz kenarlı cetveli bulunan alet
relerde bulunabileceğinden ve arama yöntemlerinden
Kaynak: 1001 Inventions-Muslim Heritage in Our World, Prof.Salim T S
Al-Hassani, 2006, Foundation for Science, Technology and Civilisation
bahsetmiştir. 10 yy da İhvanı Safa adıyla tanınan bilim adamFEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 3 3
islam und leben
Die Sunna verstehen
An erster Stelle ist es die Aufgabe der Propheten, die Offenbarung (Wahy) Allahs unter den
Menschen zu verbreiten. An zweiter Stelle besteht ihre Aufgabe darin, die Offenbarung in
ihrem eigenen Leben umzusetzen, diese zu befolgen. Propheten waren also die ersten Vorbilder, die die Worte Gottes in ihrem Leben umsetzten und weiterführten.
Dann wird euch Allah lieben und euch eure Sünden
verzeihen; denn Allah ist verzeihend und barmherzig.“
(Sure Âli Imrân, [3:31])
Die Worte des Propheten Muhammad (saw), die
er zu unterschiedlichen Anlässen gebrauchte, bilden
die „verbale Sunna“:
„Die Taten entsprechen ihrer Absicht und jeder beEtymologisch gesehen bedeutet das Wort „Sunna“
kommt den Gegenwert seiner Absicht.“ 1 Hadithe wie
gewohnte Handlungsweise, Brauch, oder überlieferte
„So betet, wie ihr mich beten gesehen habt.“ 2 und „HalNorm bzw. die Praxis des Propheten Muhammad (saw).
tet euch bei euren Gottesdiensten während der Hadsch
Im religiösen Kontext bezeichnet der Begriff Sunna die
an mich.“ 3 deuten auf seine „praktische Sunna“ hin.
Gesamtheit der zu befolgenden Taten, Worte und
Zeitweise griff der Prophet in Handlungen oder GeHandlungen des Propheten. Der Plural von Sunna ist „Suschehnisse nicht ein und ließ sie zu. Dies war in der
nan“.
Regel ein Zeichen seiner Akzeptanz.
In der islamischen RechtsDenn wenn der Prophet sich zu eiwissenschaft (Fikh) dient die
nem Ereignis nicht äußerte und keiPropheten sind auserwählte
Sunna, nach dem Koran, als
ne Reaktion zeigte, galt dies als EinGesandte, die den Menschen
zweitwichtigste Quelle des isverständnis. So gestatte der Prophet
die Botschaft des „Tawhîd“
lamischen Rechts. Folgende
beispielsweise den Frauen, die er im
(Monotheismus) vermitteln.
Verse verdeutlichen dieses:
Friedhof sah, den Besuch der Grä„Und gehorcht Allah und geber, indem er sich nicht dazu äußerSie erfüllen zwei wichtige
horcht dem Gesandten und
te. Dies ist ein Beispiel dafür, dass er
Funktionen. An erster Stelle ist
seid auf eurer Hut…“ (Sure
Zeuge einer Handlung war, doch diees die Aufgabe der Propheten,
Mâida, [5:92]) „Wer dem Gese weder empfahl noch verbat.
die
Offenbarung
(Wahy)
Alsandten gehorcht, der gehorcht
Die Sunna hat uns in Form von
Allah…“ (Sure Nisâ, [4:80])
lahs unter den Menschen zu
Überlieferungen erreicht und wird
„… Was euch der Gesandte
in drei Kategorien unterteilt: „Muverbreiten. An zweiter Stelle
aber gibt, das nehmt, und was
tawâtir“, „Maschhûr“ und „Ahad“.
besteht ihre Aufgabe darin, die
er euch verwehrt, das lasst sein.
Die letztere Kategorie wird nochOffenbarung in ihrem eigenen
Und fürchtet Allah. Allah
mals unterteilt, doch darauf soll hier
Leben umzusetzen, diese zu
straft fürwahr streng.“ (Sure
nicht eingehen werden. Stattdessen
Haschr, [59:7]) „Sprich: Wenn
soll im Folgenden auf die Anwenbefolgen.
ihr Allah liebt, dann folgt mir.
dung und Bedeutung der Sunna einHulusi Ünye • mhulusiunye@hotmail.com
sayfa 34 • Perspektif
Die Sunna verstehen und
ausleben bedeutet, die Religion (Dîn) zu verstehen und
auszuleben. Denn die Sunna
unterstützt und erklärt den
gegangen werden.
Sunna verstehen und in unserem LeKoran. Sie legt unverständliPropheten sind auserwählte
ben umsetzen.
che Koranverse aus und erGesandte, die den Menschen die
Das Wissen über die Sunna erBotschaft des „Tawhîd“ (Monoreicht
uns über verschiedene Wegänzt Angelegenheiten, die
theismus) vermitteln. Sie erfüllen
ge. Heutzutage haben wir Hadithim Koran so nicht vorzufinzwei wichtige Funktionen. An erswerke, die Tausende Überliefeden sind. Natürlich ist der
ter Stelle ist es die Aufgabe der
rungen des Propheten beinhalten.
Koran
der
Wegweiser
des
IsPropheten, die Offenbarung (WaEs sind also schriftliche Quellen,
hy) Allahs unter den Menschen zu
die uns die Sunna näher bringen. In
lams. Wir entnehmen ihm
verbreiten. An zweiter Stelle beletzter Zeit werden wieder verdie religiösen Aspekte unsesteht ihre Aufgabe darin, die Ofmehrt Übersetzungen von Hares Lebens. Er ist die „gelebte
fenbarung in ihrem eigenen Leben
dithwerken aus dem Arabischen
umzusetzen, diese zu befolgen.
herausgegeben, durch die das VerOffenbarung“, ohne dessen
Propheten waren also die ersten
ständnis der Sunna erleichtert
Vorbild die „verbale OffenbaVorbilder, die die Worte Gottes in
wird. Dank dieser können wir unrung“, der Koran, nicht verihrem Leben umsetzten und weisere Probleme lösen und sie verstanden werden kann.
terführten.
stehen.
Die Sunna verstehen und ausIm Übrigen spielen die Famileben bedeutet, die Religion (Dîn)
lie, das gesellschaftliche Umfeld
zu verstehen und auszuleben.
oder etwa der Islamunterricht in
Denn die Sunna unterstützt und
der Moschee eine große Rolle
erklärt den Koran. Sie legt unverbeim Verständnis der Sunna. Vor
ständliche Koranverse aus und erallem in Familien, in denen der Isgänzt Angelegenheiten, die im Kolam praktiziert wird, wachsen Kinran so nicht vorzufinden sind. Nader in einer Umgebung auf, in der
türlich ist der Koran der Wegweiihnen von klein auf die „praktische
ser des Islams. Wir entnehmen
Sunna“ vermittelt wird. Die Sunihm die religiösen Aspekte unsena ist der Maßstab für das muslires Lebens. Er ist die „gelebte Offenbarung“, ohne desmische Leben im Allgemeinen und etwa Kleidung und
sen Vorbild die „verbale Offenbarung“, der Koran, nicht
Nahrung im Besonderen. Ein weiterer Maßstab der Sunverstanden werden kann.
na sind die Moscheen, da hier die alltagsgebundene
Aus diesen Gründen müssen wir die Sunna erlerSunna praktiziert wird. Sicherlich sind der Unterricht an
nen, verstehen und leben. Denn der Islam, wie er unsich und die Art und Weise der Vermittlung der Sunna
sere heutige Zeit erreicht hat, wurde durch die Sunna geunseres Propheten wichtige Mittel, den kommenden
formt. Der Gottesdienst (Ibâda) und die zwischenGenerationen ein angemessenes Verständnis des Islams
menschliche Beziehungen, die im Koran verankert sind,
nahe zu bringen. Daher ist es von großer Bedeutung,
haben uns allein durch die Sunna erreicht. Wenn wir
vor allem Jugendlichen in den Moscheen, die Notdie Sunna ausblenden würden, wären wir nicht im Stanwendigkeit der Sunna im Alltagsleben näher zu brinde, die Gottesdienste durchzuführen. Beispielsweise
gen und sie mit diesen Werten zu erziehen. wären wir nicht in der Lage, das Gebet (Salah), das FasÜbersetzung: Meryem Özmen
ten (Sawm), die Almosensteuer (Zakat) in umfassender
Weise zu verrichten oder etwa Zinsverbot zu verste1
Buchârî, Bad’ul-Wahy, I; Îmân, 41; Muslim, Imâra, 155
hen oder das Gesellschafts- und Stiftungswesen auszu2
Buchârî, Azan, 18; Adab, 27; Ahad, I
üben. Also können wir unsere Religion nur durch die
3
Ahmad bin Hanbal, III, 318, 366
FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 3 5
aktuell
Muslime in der Schule – kein Sonderfall
Über Handreichungen zum Umgang mit Muslimen im Schulalltag
Handreichung als „weltfremd“ und forderte die Regierung auf, das Papier zurückzuziehen. Ähnliche Kritik gab
es auch an der Berliner Veröffentlichung, etwa von Seiten der Gewerkschaft für Erziehung und Wissenschaft
(GEW), die den Vorschlag, den Schwimm- und Sportunterricht geschlechtergetrennt abzuhalten, ebenfalls als
„weltfremd“ bezeichnete. In der Kritik Klöckners sieht
Nach der Anfang 2008 erschienenen Handreichung
der pfälzische Diakoniepfarrer Albrecht Bähr eine „wahl(„Herausforderungen und Chancen in Bildungseinrichtaktische Politik auf dem Rücken von Migranten“. „Es geht nicht
tungen“) des nordrhein-westfälischen Integrationsbeum eine Muslimisierung des Unterrichts“, so Bähr, der in die
auftragten und der Ende 2010 herausgegebenen BroVorbereitungen für das Papier eingebunden war.
schüre des Berliner Senators für Bildung, Wissenschaft
Obwohl das rheinland-pfälzische Faltblatt sehr kurz
und Forschung („Islam und Schule“) hat nun auch das
gehalten wurde und daher kaum als „praktische HandKultusministerium des Landes Rheinland-Pfalz ein ähnlungsempfehlung für den Schulalltag“ dienen kann, sonliches Faltblatt („Muslimische Kinder und Jugendliche
dern eher den Zweck der politischen Positionierung des
in der Schule“) veröffentlicht.
Bundeslandes zu erfüllen scheint, ist es das gelungensVorab sei darauf hingewiesen, dass die Empfehlungen
te unter den bisherigen Veröffentlichungen. Dies hat
solcher Publikationen nur begrenzt aussagekräftig sind,
hauptsächlich damit zu tun, dass es sich erstens stark auf
da erstens die empirische Basis fehlt und es zweitens an der
die gesetzlichen Bestimmungen stützt und nicht mehr und
Miteinbeziehung der islamiauch nicht weniger verlangt bzw. empschen Religionsgemeinschaften
fiehlt, als dort festgelegt ist. Als Folhapert. Noch wichtiger ist aber
ge dieser Ausgangslage verzichtet es
die Frage nach der Notwendigkeit
zweitens weitestgehend auf ideologiObwohl das rheinland-pfälziderartiger Handreichungen.
sche Begründungen und Herangesche Faltblatt sehr kurz gehalDenn in diesen erscheinen mushensweisen. Das ist nicht selbstverten wurde und daher kaum als
limische Schüler geradezu als
ständlich, wenn man bedenkt, dass
„praktische HandlungsempfehExoten bzw. gesondert zu besich die NRW-Handreichung beilung für den Schulalltag“ diehandelnde Schülergruppe, was
spielsweise beim Thema Geschlechnen kann, sondern eher den
oft zu mehr Unsicherheiten fühterrollen und das Berliner Papier etwa
Zweck der politischen Positioren kann oder Kritik provoziert.
in puncto Beten in der Schule eher
Wie bei den vorhergehenden
ideologisch leiten lassen.
nierung des Bundeslandes zu
Veröffentlichungen gab es StimSo wird in dem Faltblatt das nicht
erfüllen scheint, ist es das gemen, die das Papier begrüßten
unmittelbar
auf die Religion bezogelungenste unter den bisheribzw. ablehnten. So beurteilte die
ne Wort „Unsicherheiten“ verwendet,
gen Veröffentlichungen.
rheinland-pfälzische CDU-Voranstatt von „Probleme, die ihren Ursitzende Julia Klöckner die
sprung womöglich in der ReligionszuAli Mete • amete@igmg.de
sayfa 36 • Perspektif
gehörigkeit haben“ (S. 3) wie in der
zu geben haben nicht nur Muslime.
NRW-Handreichung und „religiös
Darauf weist die Berliner Veröferscheinenden Konflikten“ (S. 6-7)
fentlichung zu Recht hin, wenn dort
wie es im Berliner Papier heißt. Der
steht: „Manche solcher Bedenken, etBegriff der Unsicherheit ist um eiwa wegen Alkohol- und Drogenkonniges geeigneter, da er umfassensum oder sexuellen Kontakten, teider und objektiver ist. Deshalb ist
len auch Eltern von Kindern ohne
er, entsprechend der Zielsetzung
Migrationshintergrund.“ (S. 16)
der Handlungsempfehlung, „überWie in der Handlungsempfehtragbar […] auf Konstellationen, die
lung richtig festgestellt wird, „sind
sich aus anderen religiösen Bekenntes engagierte Lehrer, Eltern und Genissen ergeben“.
meinden, die aus dem Bedarf heraus,
Wenn dieser Ansatz aber konden Schulalltag angemessen zu gesequent weiterverfolgt werden
stalten versuchen“. An diesem pragwürde, käme man zu dem Ergebmatischen Weg, der kaum auf den
nis, dass jede religiöse, kulturelle
politischen Willen von Ländern
und ethnische Gruppe aufgrund
und Bund zurückzuführen ist, sollvon Unsicherheiten im Umgang
te weiterhin festgehalten werden.
mit ihr eine Sonderbehandlung beDenn um überhaupt verlässliWie in der Handlungsempfehnötigt. Eine besondere Behandlung
che Empfehlungen geben zu könlung richtig festgestellt wird,
von Muslimen oder anderen Minnen, fehlt eine empirische Grund„sind es engagierte Lehrer,
derheiten im Schulalltag ist jedoch
lage. Worauf stützen sich die Lännicht vonnöten und führt nur zu
der und der Bund bei solchen
Eltern und Gemeinden, die
unangemessenen Empfehlungen
Empfehlungen? Sicherlich auf Ausaus dem Bedarf heraus, den
und noch mehr Unsicherheit.
sagen und Erfahrungen von SchuSchulalltag angemessen zu
So wäre bei der aktuellen Publilen und Lehrern. Doch wo und wie
gestalten versuchen“.
kation zwar zu begrüßen, dass sie
werden diese festgehalten, bevor
die Schulen grundsätzlich in die
sie in eine Handlungsempfehlung
An diesem pragmatischen
Pflicht nimmt, „alle Möglichkeiten
einfließen? Welche Rolle kommt
Weg, der kaum auf den poliauszuschöpfen, um ab der Pubertät
hierbei den muslimischen Religitischen Willen von Ländern
einen nach Geschlechtern getrennten
onsgemeinschaften zu, wenn sie
und Bund zurückzuführen
Sport- und Schwimmunterricht anüberhaupt in die Erstellung solcher
ist, sollte weiterhin festgezubieten“. Jedoch ist dies nicht mehr
Papiere eingebunden werden? Beals ein Hinweis auf die gesetzlich
vor also etwas über „typisch mushalten werden.
geregelte Grundlage und daher eilimische“ Probleme ausgesagt wergentlich unnötig. Sobald Lehrern
den kann, müsste erst einmal eine
jedoch nahegelegt wird, dass, „speziell für muslimische Mädbreite empirische Basis bestehen, um politischen und
chen angefertigte Sport- oder Schwimmbekleidung (z. B. der
ideologischen Motivationen den Boden zu entziehen,
Burkini) bei der Lösung des Konflikts hilfreich“ sein könnwie sie teilweise in den bisherigen Publikationen zum
ten, wird diese Regelung untergraben.
Ausdruck kommen.
Abgesehen von solchen speziellen Problemen sind
Sie müssten ferner, und das bezieht sich insbeson„muslimische“ Probleme sicherlich nicht ausschließlich
dere auf die Handreichungen aus NRW und Berlin,
Probleme von Muslimen. Deshalb wäre es sinnvoller,
den muslimischen Gemeinschaften in religiösen Anwenn sich die Verantwortlichen mit umfassenderen Progelegenheiten (Bestimmung der Festtage, Fasten, Geblemen der Schulen und Schüler befassen würden. Musbete usw.) ihr Recht auf Selbstbestimmung gewährlime fasten im Ramadan und können sich darauf einleisten und ihre Kompetenz in Sachen der Religion
stellen. Aber wie viele Kinder gibt es wohl, die das gananerkennen. Nur so kann man der Argumentation von
ze Jahr über ohne ausreichendes Frühstück in die SchuPopulisten aller Couleur den Boden entziehen und zu
le gehen? Ferner finden Elternversammlungen vor Klaseiner Normalisierung des Schulalltags gelangen, ohsenfahrten oder dem Sexualkundeunterricht nicht erst statt,
ne bestehende Probleme von Schülern zu „islamisieseitdem oder weil es Muslime in diesem Land gibt. Sorren“ oder aus einer übertrieben kulturrelativistischen
gen, ihre Kinder für Tage und Wochen aus ihrer Obhut
Perspektive zu betrachten. FEBRUAR • ŞUBAT 2011 • sayfa 3 7
aktuell
Nichts von Bedeutung?
In Europa nehmen Anschläge auf Moscheen zu
ria Flachsbarth, und der Spitzenkandidatin der Grünen
für die Wahl zum Berliner Abgeordnetenhaus, Renate
Künast, die sich mit ihrer Kritik an den Übergriffen von
der schweigenden Mehrheit abhoben und Maßnahmen
zur Verhinderung weiterer Brandanschläge forderten.
Doch das sind leider nur Ausnahmen. Nach dem Anschlag auf eine Moschee in Straßburg meinte ein Polizist,
Angriffe auf religiöse Einrichtungen, insbesondere
es gebe keinen bedeutenden Sachschaden und man solauf Gebetshäuser, werden überall in der Welt aufs
le das nicht so ernst nehmen. Werden die Muslime in
Schärfste verurteilt. Das gilt auch für Friedhöfe. GeStraßburg diese Äußerung als Trost auffassen oder sich
betshäuser symbolisieren die Religion und damit auch seiim Stich gelassen fühlen? Zwar mag kein bedeutender
ne Anhänger. Friedhöfe stehen sowohl für die LebenSachschaden entstanden sein, aber die Auswirkung des
den als auch die Verstorbenen. Angriffe auf diese EinAnschlags auf die Psyche der Muslime ist nicht unberichtungen betreffen also die gesamte Gesellschaft.
deutend. Es sollte nicht der letzte Anschlag in Straßburg
In den letzten Monaten wurden wir Zeugen von
sein. Die Übergriffe auf eine türkisch-französische KulBrandanschlägen, die auf Moscheen in Europa verübt
tureinrichtung und ein marokkanisches Reiseunternehwurden. In der deutschen Hauptstadt Berlin gab es die
men sind die jüngsten Beispiele. Wie vertrauenerweckend
häufigsten Moscheeanschläge. Auffällig hierbei ist die
ist eine Polizei, die einen Anschlag kleinredet?
Tatsache, dass binnen eines Monats sieben Anschläge
Bezüglich der Moscheeanschläge in Berlin gibt es
auf Moscheen in Berlin verübt wurden. So war die Şehitnoch keinerlei Hinweise auf die Täter. Die Ereignisse
lik-Moschee, als eine der ältesten Moscheen Berlins, inwerfen die Frage auf, wieso nach zahlreichen Anschlägen
nerhalb eines Monats zwei Mal Ziel eines Anschlags.
noch immer keine Vorkehrungen zum Schutz der musWelche psychischen Auswirkungen diese Übergriffe
limischen Gemeinden dieser Moscheen getroffen werauf die muslimische Bevölkerung in Europa haben, ist
den, obwohl die Täter jederzeit erneut angreifen könnunschwer zu erahnen. Doch vor allem die unzureichenten? Auf diese Frage könnten sich Muslime emotional gede mediale Aufmerksamkeit ist besorgniserregend. Das
ladene Antworten zurechtlegen. Ohne Zweifel haben
Gefühl der Schutzlosigkeit, das infolge der Anschläge
wir jedoch ein Recht darauf, von der
entsteht, wird durch die TeilPolizei, die für den Schutz der Bürger
nahmslosigkeit der Öffentlichkeit
verantwortlich ist, eine zufriedenstelund der Politiker umso mehr
lende Antwort zu erwarten. AndernNach dem Anschlag auf eine
verstärkt.
falls wird das Schweigen der Polizei, das
Moschee in Straßburg meinte
Lobenswert ist in diesem
darauf hindeutet, dass sie nicht einein Polizist, es gebe keinen beZusammenhang jedoch die Halmal bestrebt ist, Antworten zu finden,
deutenden Sachschaden und
tung von Politikern wie dem
die Täter bestärken und sie ermutiman solle das nicht so ernst
Menschenrechtsbeauftragten
gen. Darüber hinaus sollten Politiker
nehmen. Werden die Muslime
der Bundesregierung, Markus
Abstand davon nehmen, mit islamin Straßburg diese Äußerung
Löning (FDP), der Beauftragfeindlichen Ausdrücken Hass gegenten der CDU/CSU-Bundesüber Muslime zu schüren. als Trost auffassen oder sich
tagsfraktion für Kirchen und Reim Stich gelassen fühlen?
Übersetzung: Fatma Yılmazer
ligionsgemeinschaften, Dr. Maİlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de
sayfa 38 • Perspektif
IGMG HADSCH-UMRA REISEN GmbH
Bosch Str. 61-65, 50171 Kerpen
Tel.: (02237) 656-310 • Fax: (02237) 656 319
Internet: www.igmghacumre.com
Mail: info@igmghacumre.com
BANKA: KREISSPARKASSE KÖLN
BLZ: 370 502 99 • Hesap-Nr. 149277781
IGMG EĞİTİM MÜFREDATI
Avrupa’da yaşayan okul öncesi
çocuklarımızın, dinini, dilini ve
kültürünü tanımaları ve
kimliklerinin oluşması için
hazırlanan kitabın içeriğini Ayetler,
Hadisler, Dualar, Öğretici Oyunlar,
Boyamalar, Türk Dili Etkinlikleri,
Deneyli Etkinikler ve El Becerileri
oluşturmaktadır.
IGMG EĞİTİM MÜFREDATI
Ana Sınıfı: 03-06 Yaş Grubu
Hazırlık Sınıfı: 07-08 Yaş Grubu
Temel Eğitim İlk Seviye: 09-12 Yaş Grubu
Temel Eğitım Orta Seviye: 13-15 Yaş Grubu
İhtisas Sınıfı: 16-18 Yaş Grubu ders konularını
içermektedir. Cami ve Eğitim merkezlerimizde
sınıf sisteminde uygulmaya konualcaktır
Kitap Kulübü
Merheimer Str. 229, D- 50733 Köln
Telefon: + 49 (0) 221 / 73 90 441 8
Fax: + 49 (0) 221 / 72 30 61
Email: info@kitap-kulubu.de
IGMG TEMEL EĞİTİM MÜFREDATI
Download