159-168 Stephan j

advertisement
Türkiye ve Almanya’da Dini Az›nl›klar Almanya’daki Museviler örne¤inde
Stephan J. Kramer
Öncelikle beni bu konferansa davet ettiği için konferansı düzenleyen
Konrad-Adenauer-Stiftung’a yürekten teşekkür etmek istiyoru m .
Almanya Yahudi cemaatinin bir temsilcisinin size hitap etmek için
buraya davet edilmesi öyle çokta olağan bir şey değil aslında. Her ne
kadar konferans başlığı olarak arka planda Müslüman – Yahudi diyalogu yer alsa da. Almanya’daki Yahudilerin temsilcisi olarak Almanya
Yahudileri Merkez Konseyi ve tabii ki Konrad-Adenauer-Stiftung’un
uzun yıllardan beri bu konu üzerinde önemle durmaktadır zaten.
Yaklaşık 115.000 Yahudi’yi temsil eden Almanya Yahudileri Merkez
Konseyi için söz konusu olan şey, Müslüman – Yahudi diyalogunun
159
Türkiye ve Almanya’da Dini Az›nl›klar - Almanya’daki Museviler
örne¤inde
uzun yıllardan beri çalışmalarımızın ve özellikle de merkez konseyi
başkanı olarak benim çalışmalarımın ayrılmaz bir parçası olmasıdır.
Başta Müslümanlar Merkez Şurası, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği
olmak üzere İslami kuruluşların temsilcileriyle ve Müslüman teşkilatlarıyla sıkı işbirliğinin geliştirilmesi, sadece dinlerarası diyalogun bir
parçası olarak benim çalışmamın bir parçası değil, bu diyalog aynı
zamanda birçok nedenden dolayı benim için çok önemli bir konudur,
çünkü Alman toplumundaki azınlıklar olarak bizleri hep birlikte
ilgilendiren bir dizi konu bulunmaktadır. Ama bu, bizleri ayıran ve
açıkça dile getirilebilecek ve dile getirilmek zorunda olan konuların da
olmadığı anlamına gelmez ve bu hususu hiçte saklamak niyetinde
değilim.
Özellikle uzun süre birlikte çalıştığım Türkiye’deki Musevi Cemaati
başkanı Sayın Ovadya’yı burada gördüğüme sevindim. Sayın Genç ve
Almanya’daki Türk toplumu ile de uzun yıllardır mevcut olan bir
işbirliği geleneğimiz bulunmaktadır.
Bu birliktelik özellikle Almanya’da yabancı düşmanlığından kaynaklanan olaylar meydana geldiğinde kendini göstermektedir.
Mölln’de Türk ailelerin oturduğu iki eve yapılan kundaklama 23 Eylül
2007 tarihinde 15. yılını doldurduğunda, Almanya Türk Toplumu
genel başkanı Kenan Kolat’la birlikte bu acılı günün anısına oraya bir
çelenk koyduk ve bu cinayetin kurbanlarını andık.
Bunu yapmamın diğer bir nedeni de, o zamanki Merkez Konseyi
başkanı merhum Ignatz Bubis’in gayet doğal olarak 1992’deki saldırı
yapıldığında olayın kurbanlarının yanında olduğunu ifade etmek ve
kurbanların yakınlarına ve dostlarına Almanya Musevi Cemaatinin
kendileriyle aynı duyguları paylaştıklarını bildirmek üzere Mölln’e
gitmiş olmasıydı.
160
Stephan J. Kramer
Bütün bunları size neden anlatıyorum? Amacım, birçok farklılıklara
rağmen, bütün ayırıcı özelliklere rağmen Almanya’da azınlıkların birlikte hareket etmeleri ve birbiriyle dayanışma içinde olmaları gerektiğini sizlere aktarmaktır. Bu, özellikle Yahudi ve Müslüman azınlık
için geçerlidir.
Bayanlar, baylar; Yahudi Merkez Konseyi bugün 100’ü aşkın Yahudi
cemaati ve 23 eyalet federasyonu içinde teşkilatlanmış yaklaşık 115.000
Yahudi’yi kapsamaktadır. Fakat bu rakam sadece Merkez Konseyi
üzerinden teşkilatlanmış Almanya Yahudilerini içerir. Merkez Konseyi
içinde teşkilatlanmamış Yahudileri de dahil edersek, halihazırda
Almanya’da yaşayan 250.000 Yahudi’nin olduğu ortaya çıkar.
Bu insanların büyük bir kısmı son 16 yılda eski Sovyetler Birliği
ülkelerinden göç ettiğinden dolayı böyle oldukça yüksek bir rakam
ortaya çıkmaktadır. Gerçi bunların babaları büyük çoğunlukla
Yahudi’dir ve bu da onlara göç programı çerçevesinde Almanya’ya göç
etme imkanı vermiştir, ama diğer taraftan da içtihatlara göre – diğer bir
deyişle din hukuku ilkelerine göre Yahudiliğe mensubiyet içermemektedir. Bu yasaya göre ancak ya Yahudi bir anneden doğmuş veya
yetkin bir dini mahkeme önünde Yahudiliğe geçmiş olan biri Yahudi
sayılır. İşte Yahudilerin resmi istatistiklerde 115.000 olarak geçen
sayısının hatalı olduğunun ve Almanya’daki Yahudi cemaatinin
gerçek sayısını yansıtmamasının nedeni budur. Buna ilave olarak bu
rakam, sadece din hukuku ilkelerine göre Yahudiliğe geçenleri içermemekte ve yalnızca babaları Yahudi olanları dikkate almamaktadır.
Bu rakam ayrıca göç etmiş Yahudilerin Yahudi olmayan ve kendilerini
çoğu kez burada Almanya’da oldukça zor bir durumla karşı karşıya
bırakılmış hisseden aile bireylerini de dikkate almamaktadır. Öyleyse
bugün Almanya’da gerçekten çeyrek milyon Yahudi yaşamaktadır.
161
Türkiye ve Almanya’da Dini Az›nl›klar - Almanya’daki Museviler
örne¤inde
Bayanlar ve baylar; Yahudiliğin Almanya’da neredeyse yok edildikten
sonra, bugün Almanya’da yeniden canlanmakta olan bir Yahudi
yaşamının mevcut olması, bir mucize demektir. 1943 yılında
T h e resienstadt’a sürgün edildiği güne kadar Yahudilik Bilimleri
Yüksekokulu’nda ders vermiş olan dünyaca tanınmış Yahudi alimi
Leo Baeck, nasyonal sosyalistlerin imha politikası dolayısıyla şunları
söylemişti: “Almanya’da 1933’ten öncekine benzer bir Yahudilik bir
daha asla olmayacak.” Ve daha sonra, özellikle 1946/47 yıllarında
tekrar Almanya’da çalışan ve – karışık duygularla bile olsa –
Almanya’da tekrar bir Yahudi cemaatinin oluşmasına önemli ölçüde
katkıda bulunmuş olan da yine aynı hahamdı.
1945’te artık Almanya Yahudiliği yoktu. Zamanında göç etmeyi
başaran küçük bir kesim dışında Almanya’daki, daha sonra bunun da
ötesinde neredeyse bütün Av rupa’da bütün Yahudiler sistematik
şekilde baskıya maruz kaldılar, sürüldüler ve son olarak da seri olarak
katledildiler. Öldürülen milyonlarca Yahudi kadın, çocuk ve erkekten
geriye arşivlerdeki isimlerinden başka bir şey kalmadı. Kaldı ki bu
isimlerin de hepsi açıklanmadı.
O günden bugüne 60 yılı aşkın bir süre geçti ve Almanya’da tekrar
Yahudiler yaşıyor. Gerçi soykırımdan kurtulanların sayısı gün geçtikçe
azalıyor – ama aramızda savaş sonrasında doğmuş birinci, ikinci hatta
üçüncü kuşaktan olanlar var ve eski Sovyetler Birliği’nden kendisini
burada – hepsi değil, ama gittikçe artan sayıda – Almanya’da evinde
hisseden, siyasi ve toplumsal yaşama katılan ve kendilerini Alman
olarak görmeye hazır olan 200.000 Yahudi var. Geçmişi göz önüne alacak olursak, bu durum neredeyse bir mucize sayılır.
162
Stephan J. Kramer
Bayanlar ve baylar, müsaade ederseniz temsil ettiğim Merkez Konseyi
hakkında birkaç söz daha söyleyeyim. Almanya Yahudileri Merkez
Konseyi, siyasi çatı kuruluşudur. Biz, dar anlamda dini bir organizasyon değiliz. Ve çoğu kez yanlış lanse edildiği gibi biz Ortodoks bir kuruluş da değiliz. Merkez Konseyi, kendini Almanya’daki Yahudilerin
temsilcisi olarak görür ve tek bir cemaat prensibinden, yani bütün
mezhepleri bir çatı altında temsil eden bir cemaatten yanadır. Bu prensip, uygunluğunu ispatlamakla ve Yahudi toplumu içindeki bölünmeleri önemli ölçüde önlemekle kalmadı, aynı zamanda siyasi hareketi
de daha basitleştirmektedir. Bu husus, Merkez Konseyi’ne müracaat
eden devlet kuruluşları için de geçerlidir.
Merkez Konseyi, devlet kuruluşları için – müsaadenizle biraz avamca
bir tabirle ifade edeyim – tabiri caiz ise “işi yürüten”, yani bağlayıcı
açıklamalar yapan, her şeyi yapılandıran, organize eden ve devlet
kuruluşlarının muhatabı olarak bağlayıcı demeçler verebilecek ve
sözleşmeler yapabilecek bir muhataptır.
Almanya’daki Müslüman toplumundan da tek bir muhatap çıkarması
istenmektedir. Elbette şimdilerde Almanya İslam Şurası aracılığıyla
Almanya hükümetinin Almanya’daki Müslümanlarla diyalogu
kurumsal bir alana çekmeye ve böylece Alman devleti ile burada
yaşayan Müslümanlar arasındaki ilişkiyi sağlam bir zemine oturtmaya
çalıştığını sizler de biliyorsunuz. Mart 2007’de Almanya Müslümanları
Koordinasyon Konseyi’nin kurulması da bu bağlamda gerçekleşmiştir.
Bu bakımdan Müslümanlar Merkez Konseyi’nin daha doğru s u
Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi’nin kuruluş hikayesi,
Almanya Yahudileri Merkez Konseyi’nin kuruluş hikayesine benzemektedir.
163
Türkiye ve Almanya’da Dini Az›nl›klar - Almanya’daki Museviler
örne¤inde
Soykırım dehşetinin ardından, hiçbir şey Almanya Yahudileri Merkez
Konseyi’nin kurulması kadar zayıf bir ihtimal olarak görünmedi.
1946/47 soykırımını atlatan az sayıda Yahudi topluluğunun ne organize olma amacı, ne gücü ne de isteği vardı, ne de kendileri ve çocukları için Almanya’da bir gelecek planlıyorlardı. Nasyonal sosyalist
terör rejiminden sağ çıkanlar, farklı nedenlerle (yaş, hastalık ve ruhsal
rahatsızlık) Almanya’yı terk edemeyen ve Almanya’da yeniden bir
Yahudi topluluğu oluşturma yönünde en ufak bir niyetleri olmayan
insanlardı. Ayrıca Almanya’daki soykırımdan sağ kurtulan yaklaşık
15-20 bin kişiden birçoğu, Almanya’yı temelli olarak terk etmeden
önce kaçırılan veya sürgün edilen aile bireylerini arıyordu –ki bu
arayış çoğunlukla nafile bir arayıştı.
Bu durumdan dolayı, soykırımdan kurtulmuş olup Almanya’da kalan
Yahudilerle bir şekilde ilgilenmek için Yahudiler içinden bir muhataba
ihtiyaç olduğunun çabucak farkına varan kişi, Konrad-AdenauerStiftung’a adını veren zamanın Almanya başbakanı Konrad Adenauer
idi. Hükümetin “Yahudi Sorunları Dairesi” gibi bir tür daire kurma
düşünceleri belli olduktan sonra, sadece kısa bir süre öncesine
dayanan tecrübelerden dolayı bir Yahudi organizasyonu hayata geçirilmeye karar verildi. Fakat aslında bu organizasyon sadece Yahudileri
dağıtma/tasfiye etme birliği olarak düşünülmüştü. Ardından “son
çıkan kişi ışığı söndürsün” misali ve “İşte bu kadar. Almanya’daki
Yahudilerin hikayesi buraya kadarmış” demek için Merkez
Konseyi’nin, sadece Almanya’da kalan son Yahudilerin Filistin’e,
Amerika’ya veya neresi olursa olsun oraya göç etmelerini sağlaması
planlanmıştı.
164
Stephan J. Kramer
Fakat şüphesiz birçok Yahudi için ülkeyi kendi gücüyle terk etmenin
mümkün olmadığı, gün geçtikçe daha da belirginleşti. Bunun çok
çeşitli nedenleri vardı. Para yoktu, meslekleri yoktu, çoğu kez birkaç
kelimelik dil bilgisi de yoktu ve bütün bunlara rağmen çoğu kez
Almanya’ya, Alman kültürüne ve Almancaya sıkı bir bağlılık vardı.
Yahudi göçmenlere verilen kontenjanlar artırılmadığı için, göç edilen
ülkelere vize verilmesi de – temkinli ifade ediyorum – ağır aksak
yürüyordu. Şüphesiz birçoklarının ısrarla istediği Filistin’e, ABD’ye
veya başka bir ülkeye göç etme, bu nedenle mümkün olmadı.
Buna rağmen her zaman ruhen şimdilerde atasözü haline gelen
“hazırlanmış valizler” üzerinde oturulsa ve asla burada, Almanya’da
uzun bir geleceğin olacağına inanılmasa bile, böylece zaruretten bir
meziyet ortaya çıkarıldı ve birbiri ardından yeniden Yahudi cemaatlerinde organize olmaya veya bu organizasyonları yeniden kurmaya
başlandı. İnsanlar bu Yahudi cemaatleri içinde, kendilerini Yahudi
olmayan Alman toplumundan izole ettiler.
Bu bağlamda, Yahudilerle ilgili bu yeni altyapı oluşumunda büyük
ölçüde Displaced Persons denilen, yani yerinden yurdundan edilmiş
insanların katkıda bulundukları gerçeğini zikretmek önemlidir. 1989
yılına kadar Almanya’da yaşamış 23-25 bin Yahudinin küçük bir kesimi bu Displaced Persons denilen insanların grubundan geliyordu.
1946-47 yıllarında Almanya’daki Yahudilerin sayısının birden bire
yaklaşık 200-250 bine çıktığını ve bu durumun Alman Yahudilerin geri
dönmeleriyle bağlantılı olmadığını, aksine Doğu Avrupa’dan ve kurtarılan toplama kamplarından ve gettolardan, özellikle doğudan,
Polonya, Ukrayna ve sürülen insanların toplandıkları diğer yerlerden
gelen göçmenlerin Batı yönüne kaçtıklarını bilmeniz gerekir. Bu göçmenler, göçe hazırlık yapmak üzere burada Displaced Persons kamplarında tutuluyorlardı.
165
Türkiye ve Almanya’da Dini Az›nl›klar - Almanya’daki Museviler
örne¤inde
Öyleyse tam olarak bakıldığında, bugün Yahudi cemaatlerinde kendilerine “yerleşik Yahudiler” diyen insanların kendileri de aslında göçmendir, çünkü bunlar, o tarihlerde doğudan gelen mültecilerin torunlarıdır. Maalesef bugün eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen yeni
Yahudi göçmenlere çoğu kez kendi durumlarından memnun olarak
bakan çok az insan bu gerçekleri hatırlamaktadır.
Bayanlar ve baylar, Yahudiler ile Müslümanlar arasındaki, ama aynı
zamanda Almanya’daki Hıristiyan topluluk arasındaki diyalog,
Merkez Konseyi bünyesinde önemli bir çalışma alanıdır. Burada
Yahudi topluluğu olarak bizlerin ilginçtir ki Yahudilik ile İslam
arasındaki birçok farklılığa rağmen, Müslüman kuruluşlarla diyalogda, Hıristiyan muhataplarımızla diyaloglarımızda yaşadığımız
uzlaşma sorunlarından çok daha azını yaşıyoruz. “Yakın Doğu”
konusu Yahudilerle Müslümanlar arasındaki diyalogda çoğu kez
ayrılıklara yol açsa bile, yine de çoğu kez Müslüman kardeşlerimizle
çok fazla müştereklerimizin olduğunu görebiliyoruz. Her şeyden önce
burada çok şükür ki Hıristiyan-Yahudi diyalogunda mevcut olan ve
sürekli sıkıntılara ve ayrılıklara yol açan karşılıklı olarak birbirinin
dinini değiştirmeye yönelik bir zorlama yok.
Buna ilave olarak Müslüman azınlık ile Yahudi azınlık arasında bizleri
aynı ölçüde ilgilendiren ve dolayısıyla da bizleri birbirimize bağlayan
birçok günlük politika konusu mevcuttur. Bu arada güncel konular
arasında kanaatimce basında sık sık “İslamofobi” kavramıyla
tanımlanan – ki bu da çok ta yerinde bir kavram değil – ve yayılmakta
olan “İslam düşmanlığına” ve antisemitizme karşı ortak mücadeledir.
Bence bu mücadele azınlıklar olarak Yahudiler ve Müslümanlar
tarafından birlikte, atak şekilde ve paralel yürütülmelidir. Almanya
Yahudileri Merkez Konseyi’nin merhum başkanı Paul Spiegel vaktiyle
166
Stephan J. Kramer
tecrübelerinden dolayı Yahudilerin toplumda sadece Yahudileri değil,
aksine genel olarak bütün azınlıkları ayrımcılığa tabi tutmayı hedef
alan eğilimler yayıldığında derhal reaksiyon gösteren “kendilerine
özgü bir bilinç” geliştirdikleri tespitinde bulunmuştu.
Bizleri birleştiren diğer konular, hayvan kesimi, başörtüsü tartışmaları
veya Davut Yıldızı ve kippa takmak, sinagog ve cami yapımı gibi
konulardır. Sizler hepiniz minarelerin Köln katedralinden yüksek olup
olamayacağı konusunda Almanya’da yapılan tartışmayı hatırlayacaksınız. Bu tartışmada, ileri gelen Yahudi şahsiyetlerin de Köln camiinin yapılmasına karşı olan cephede yer aldıklarını inkar etmiyorum.
Fakat bunlar mutlak bir azınlık konumunu temsil ediyordu. Örneğin
Köln Yahudi cemaati ısrarla Köln’deki Müslüman topluluğun nihayet
uygun bir camiye kavuşmalarına bütün gücüyle destek verdi. Fakat bu
bağlamda, sinagog ve cemaat merkezi yaparken biz Yahudilerin de
sorunlarımızın olduğunu size temin ederim.
Size sadece, mahalle sakinlerinin kendi mahallelerinde bir sinagogun
yapılmasını engellemek amacıyla akla gelebilecek bütün yasal yollara
müracaat ettikleri için bir cemaat merkezi inşaatının neredeyse 1,5 yıl
geciktiği Leipzig kentini bir örnek olarak veriyorum. İleri sürülen
nedenler, bahane olarak ileri sürülen ve açıklanan nedenlerin ötesinde,
büyük ölçüde güçlükle sözde güvenlik endişeleri arkasına saklanmaya
çalışılan reddetme tutumuydu.
Pazar ayinlerinde sürekli bahsedilen hoşgörüyü çok az açıklayan bir
tartışma için dikkate değer bir diğer örnek de ZDF televizyonunun
birkaç ay önce Birinci Kanal’daki geleneksel “Wort zum Sonntag”
(Pazar Sohbeti) programına dayanarak internette Müslümanlar için
“Forum für Muslime” (Müslümanlar Forumu) oluşturmayı ilan
etmesiydi. Bunun ilan edilmesi, Bavyera Halk Partisi genel
167
Türkiye ve Almanya’da Dini Az›nl›klar - Almanya’daki Museviler
örne¤inde
sekreterinin “Almanya’da cami kanallarına ihtiyaç yok” şeklindeki
beyanına yol açtı. Bu ise, belli ki bazı politikacılarda bu gerçeğin 2007
yılında bile Almanya’nın artık içinde birçok kültürün, dinin ve farklı
kökenlerden insanların yaşadığı ve bu insanların doğal olarak kendi
dinleri veya kültürleriyle – kamuoyunda bu toplumun bir parçası
olarak da – var olma haklarının bulunması gereken bir ülke olduğu
düşüncesinin doğal bir parçası olmadığını açıkça gösteriyordu. Elbette
aynı hak, Yahudi cemaati için de geçerli olmalıdır. Örneğin neden
burada bir “Wort zum Shabbat” (Şabbat Günleri Sohbeti) olmasın?
İşte bayanlar ve baylar, dini kanaatler ve dinlerin temsilcileriyle ilişkilerde saygının eksikliği sadece bu örnekte kendini göstermiyor.
Almanya’daki azınlıklar olarak Müslümanlar ve Yahudilerin, büyük
ölçüde Hıristiyanlığın etkisindeki çoğunluk toplumunda her
defasında yeniden talep etmek ve korumak zorunda oldukları saygı,
sadece bununla kalmıyor.
Müsaadenizle son bir sözle konuşmamı bağlayayım. Eğer bir çoğunluk
toplumunda entegrasyondan bahsediyorsak, bizlerin sabrımızı
yitirmememiz gerektiğini – bu her iki taraf için de geçerli – düşünüyorum. Güzel bir Kızılderili atasözü var, şöyle der: “Çimler çekilmekle
daha çabuk büyümez.”
Fakat bu cümleye bir ilave yapmama müsaade ediniz. Bu çimlerin
büyüyebilmesi için güneş, hava ve suyun mevcut olmasına çalışmak
gerek ve sanırım bizim başlamak zorunda olduğumuz nokta da
burasıdır. Tabii ki bu, çoğunluk toplumunun, içindeki azınlıklara ve de
dini azınlıklara nasıl baktığıyla çok yakından alakalıdır. Burada saygı
hususu çok önemli bir konudur – saygının olmadığı yerde bu
azınlıkların gelişmesi mümkün değil.
168
Download