1 4. SANAT KURULTAYI BİLDİRİSİ / SANAT VE

advertisement
4. SANAT KURULTAYI BİLDİRİSİ / SANAT VE SİYASET
YÜCEL ERTEN
Yıkılan Berlin duvarının kalıntılarında şöyle bir grafitti vardı: “Siyasetle sanat
yapılamaz. Sanatla siyaset, belki!”.
Biraz paradoxal tınlayan bu sözü, “sanat” ve “siyaset” alanlarının birbiri ile çok
geçişimli olduğunu vurgulamak için seçtim. Ama kim ne derse desin, nereye ne yazarsa
yazsın; insan siyasal bir varlıktır. Sanatı da kuşkusuz siyasal bir tutum içerir. Ülkemizde
özellikle ödenekli sanat kurumlarımızın, “Aman siyasetten uzak duralım” şeklinde
ortaya koyduğu yaklaşım bizi yanıltmasın. Çünkü son duruşmada, “siyasete
bulaşmamak” düşüncesi de, bir siyasal anlayışın hizmetinde durmak anlamına gelir.
Burada bir tek şeyin ayrımını iyi yapmak gerekir: “Siyasal duruş” ile “gündelik
siyasete ve parti politikalarına yanaşma”nın farklı şeyler olduğunu bilmek.
Benim gözlemlerim, özellikle ödenekli sanat kurumlarımızda, siyasetten uzak
durduğunu sanmakla birlikte, iktidarların dümen suyuna girivermek, ya da dümen
suyundan çıkamamak gibi bir çelişkinin yaşandığı biçiminde. Yani sanatı siyasetten
soyutlamayı düşünmekten; tam da gündelik parti politikalarının, geçici iktidar isterlerinin
enstrümanı olmak gibi bir şey. Oysa kurumların, özgün sanat politikalarının olması
gerekir. Ben konuya bu cepheden yaklaşmak istiyorum.
Önce ilginç bir soruyu öne çıkarmakta yarar var. Çünkü bu soru, Kültür
Bakanlığı’nın 2000 Ekim'inde Ankara'da düzenlediği uluslararası bir sempozyumun
hazırlık ve davet belgesinde yer almıştır. Soru şöyle:
"Siyasal iktidarların değişiminden etkilenmeyecek kalıcı bir sanat politikası
nasıl bir sistemle gerçekleşmeli?"
Bu gerçekten önemli bir sorudur. Belki de en önemli sorudur. Öyle ki, bu sorunun
yanıtını kafamızda ve gönlümüzde aydınlığa kavuşturmadan, ortak bir ilerleme
sağlamamız zor olacaktır kanısındayım. Çünkü yalnızca biz sanatçılar, düşünürler,
yazarlar filan, kendi aramızda değil; siyasiler ve yöneticiler de bu sorunun muhatabıdır!
Sanırım, önce çok yalın bir gerçeğin kabul edilmesi gerekiyor: Çağdaş devlet,
sanatın özgürce üretilmesini sağlar, ama sanatın nasıl olması gerektiğine karışmaz.
Burada hemen "Nereye kadar özgür?" sorusuyla karşılaşacağımı biliyorum.
"Özgürlüğün bir sınırı, bir çerçevesi olmayacak mı?"…
Olacak tabii: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. Anayasa çerçeveyi, sınırı
belirlemiştir. Bu çerçevenin içinde sanat özgürdür.
"İyi ama, devletin hiç yönlendirmesi olmayacak mı?"
Soru bundan ibaretse, işte yanıtını vermiş olduk: Devletin yönlendirmesi
anayasanın ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin temel isterlerinde saklıdır. Bence
bunun hiç tartışılacak bir yönü yok.
Gelgelelim bu soru, içinde kamufle edilmiş olarak başka bir soruyu,
"Hükûmetlerin hiç bir yönlendirmesi olmayacak mı?" sorusunu taşıyorsa; burada
cesaretle bu sorunun gözlerinin içine bakmak ve yüzleşmek gerekir.
Ve yanıtımız açık olmalıdır: "Hayır! Sanatın içeriği ve biçimi, hükûmetlerin,
1
yerel yöneticilerin, yani siyasal iktidarların konusu değildir, olamaz!"…
Siyasal iktidarların yönlendirmesine açık sanat kurumları, tarihte örnekleri
görüldüğü gibi, gün gelir siyasetin boyunduruğu altına girerler. Bunun sonucu olarak da
militarizmden fundamentalizme, faşizmden komünizme kadar, uç noktalara itilebilir ya
da sürüklenebilirler. Herhangi bir siyasal iktidar mensuplarının "Ama biz öyle şeyler
yapmayız ki" demesinin burada herhangi bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Çünkü siz belki
yapmazsınız, ama yolu açık bırakırsanız, başkaları gelir, yapar! Sanırız, önce bu netliğe
ihtiyacımız var.
Üstelik siyasal erk, bu yalın, ama çetin gerçeği kabul etme cesaretini
gösterebildiği zaman; işi çok daha kolaylaşacaktır. Düşünsenize, o zaman sanatsal üretim
için politika belirlemek gibi, “siyasetçi”nin tabiatına aykırı bir görevden kendini
kurtarmış olacaktır. (“siyasetçi” sözcüğünü tırnak içinde kullandığımı belirteyim.) Evet,
tırnak içindeki siyasetçi, sanatsal üretim için politika belirlemek gibi bir zahmetten
kurtulmuş olacaktır. Ama geriye halâ çok önemli bir görev kalır: Anayasanın emirleri ile
sanatın özgürlüğünü bağdaştırmak!
Bir başka deyişle: Halkın vergilerinden oluşan kaynaklarla hizmet veren sanat
kurumlarının nasıl yaşayacağına ve nasıl yönetileceğine dair kalıcı politikalar oluşturmak.
Ve madem ki sanat özgürdür; bunu gerçekten siyasal iktidarların değişiminden ve
çalkantısından etkilenmeyecek biçimde yapmak! Yani kendi iktidar sürecinin, kendi
zaman diliminin ötesini de görerek; kurumları sağlam, objektif ve demokratik yasal
dayanaklara kavuşturmak! Bunun, siyasetçiyi de yüceltecek, (yani tırnak içinde
anılmaktan kurtaracak) bir tercih olacağını ayrıca vurgulamama gerek var mı
bilmiyorum.
Demek ki devletin, hükümetin ya da Kültür Bakanlığının ya da Kültür ve Turizm
Bakanlığının sanat politikası ancak şu olabilir: "Sanat kurumları için, sanat politikası
değil; siyasi iktidarların değişiminden etkilenmeyecek, kalıcı bir yönetim politikası
oluşturmak"… Başka şey değil!
Bunun sağlıklı gerçekleşmesi için; üç ayrı katmanın anlayış ve davranış birliği
gerekir: Siyasal erk, kurum yöneticileri ve kurum çalışanları. Sözkonusu dönüşüm, ancak
bu üç cephenin birden, bu anlayışa sahip olmaları ve içtenlikle savunmaları durumunda
gerçekleşebilir.
Ama ne yazık ki genelde, her üç cephede de ne yazık ki bu irade görünmüyor.
Onun yerine objektif bakmayı başaramayan siyasetçiler, yöneticiliği siyasal iktidara
yanaşmak şeklinde anlayan kurum yöneticileri ve başarıyı yöneticilere yanaşmakta
arayarak gündelik hesapların açmazından çıkamayan çalışanlar görünüyor. Bu
saptamaların kapsamadıkları alınmasınlar lütfen. Ayrıksı durumlar kuralı bozmaz…
Bir başka saptamam da şudur: Bu tür tartışma ortamlarında, iki ayrı konu,
gereksiz bir biçimde birbirinin içine giriyor ve bir bulanıklık oluşturuyor.
Bunlardan birisi, Türkiye'deki sanatçı örgütlerinin bir birlik oluşturma girişimidir.
Türkiye'deki sanatçı örgütleri biraraya gelerek, bir federasyon, bir konsey ya da benzeri
bir yapı oluşturabilirler. Bu, doğaldır, yararlıdır. Desteklenmesi gereken bir girişimdir.
Safları sıklaştırır, örgüyü güçlendirir. Bunu da bu örgütlerin temsilcileri, yöneticileri bir
araya gelip yaparlar. Ne alâ. Buna kimsenin itirazı yok.
Ama zaman zaman bununla karıştırılan ikinci bir konu var ki, orası biraz daha
2
düşündürücü. O da, bugün Türkiye'de kültür ve sanat alanına kaynak ayıran, yatırım
yapan, destekleyen siyasi otoritenin ya da Kültür Bakanlığının bazı işlevlerini üstlenmeye
aday olacak bir yapı. Yani anayasal bir kurum ya da kuruluş.
Bu ikisi ayrı şeyler. Ve bunlardan birisi, öteki değil. Bu ikisinin birbirine
katıştırılması ya da karıştırılması, sakıncalı sonuçlar doğurabilir kanısındayım.
Kanımca, özerk yapılanmada, kurumlardan meslek alanına ve meslek alanından
da Türkiye geneline doğru kurulacak bir piramit esastır. Yani sözgelimi sahne sanatları
alanında, Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ve benzeri
kuruluşlar, özerkliklerine kavuşmuş olmalıdırlar. Bu temeldir.
Özerklik anlayışı içinde çalışan bu kuruluşların üstünde, salt bu sanat alanına
destek sağlayacak bir özerk kurum, örnekse "Türkiye Tiyatro Kurumu" bulunmalıdır.
Diğer alanlarda Türkiye Sinema Kurumu, Türkiye Müzik Kurumu ve benzerleri
olabileceği gibi.
Bu kurumların üzerinde de, güvencesini anayasadan alan ve demokratik
temsiliyet esasıyla bu kurumlara güvence veren bir üst kuruluş olabilir. Bunu da
"Türkiye Özerk Sanat Kurumu" diye adlandırmak mümkün.
Bu çözümün dışındaki her çözüm, kanımca bir ölçüde sakıncalıdır. Çünkü
Anayasada güvencesini bulmayan ve gerek akçasal, gerekse yönetsel bakımdan tam özerk
olmayan bir kurum, yalnızca yeni bir patron anlamına gelecektir.
Gelin bunun yanıtını, sahne sanatları alanından vermeye çalışalım: Bugün devlet,
şu ya da bu yolla Devlet Tiyatrolarına, Devlet Opera ve Balesine, diğer tam ödenekli
kuruluşlara, yerel yönetimlerdeki tiyatrolarına, özel tiyatrolara, çeşitli yol ve yöntemlerle,
nakdi ya da ayni katkılarda bulunmakta, kaynak ayırmaktadır. Alana yapılacak
yatırımların, ayrılacak kaynağın ya da desteğin, nasıl daha anlamlı kılınabileceği
konusunda; Kültür Bakanlığı düzeyinde de bir oluşumdan sözedilebilir. Yine demokratik
yöntemlerle hayata geçirilmesi şart olan bu oluşumda, konunun rasyonelleri araştırılabilir,
tartışılabilir. Halkın vergilerinden oluşan kaynağın, nasıl daha adaletli
yönlendirilebileceği, Türk sanatının geleceğine nasıl daha fazla katkıda bulunabileceği
irdelenebilir. Evet.
Ama işte oraya kadar! Ondan ötesi, kurumların ve kuruluşların kendi işidir. O
noktada sözkonusu olan, kurumların özerkliğini geliştirmektir.
Yoksa, hükûmetin altında, kurumların üstünde bir formül; bugün globalleşme,
yarın millileşme, öbürgün sektörleşme, ya da ne bileyim seçkinleşme, özelleşme ve
benzeri sapmaların ya da yaptırımların yatağı olur.
Söz buraya gelince, Devlet Tiyatroları özeline girmeden geçmek mümkün değil.
O bakımdan kısaca Devlet Tiyatroları açısından da durumu değerlendirelim. Öyle
sanıyorum ki, bu ölçekteki gözlem ve vargılarımız, diğer birçok ödenekli sanat kurumu
için de geçerli olacaktır.
Bilindiği gibi, Devlet Tiyatroları, bu ülkenin, tiyatro alanında fizikî bakımdan en
geniş yeri tutan kuruluşudur. Yarım yüzyılı aşan geçmişi ile bu kurumun önemini
tartışmayı gereksiz bulurum. Bununla zamanınızı almayayım.
Ne var ki bu kuruluş, bir yandan artık yetersiz kalan yasası, bir yandan siyasi
müdaheleler, bir yandan değnekçi-devletçi-merkeziyetçi yönetimler, bir yandan
3
istikrarsız iç politikalar, bir yandan potansiyel genel müdür adaylarının didişmeleri, bir
yandan da sanatçıların üzerine sinmiş olan memuriyet kokusu ile, bugün yaralı bir devi
andırmaktadır.
İşte bu gerçeğin sancısını çeken kurum mensupları, 10 yılı aşkın bir süredir,
kurumu dinamikleştirecek, sorumlu bir biçimde geleceğe taşıyacak bir çözümün, bir
rasyonelin peşinde koştular. Bu çalışmaların temelinde şu asgari müşterek yatıyordu:
1. Devlet Tiyatroları üst yönetiminin, yani Genel Müdürlüğün, Bakanlığa olan
bağımlılığını azaltmak, siyasi erk ile ilişkisini daha uygar bir hale getirmek gerek.
2. Tek tek bütün tiyatrolarımızın, hatta büyük kentlerde Birim'lere ayrılacak olan
tiyatrolarımızın, Genel Müdürlüğe bağımlılığını azaltmak, Genel Müdürlükle ilişkisini
daha uygar bir hale getirmek gerek.
Bir başka deyişle söylersek: Bakanlığın müdahalelerini asgariye indirmek ve bir
imparatorluğu andıran, artık kaotik görünen uçsuz bucaksız yapıdan, "yerinden
yönetim" yapısına, "özyönetim" anlayışına geçmek. "Demokratik bir oluşumla,
yerinden yönetilen, öz erkine sahip" tiyatrolara kavuşulması. Her tiyatroya, tek başına,
en geniş özerklik durumunun sağlanması.
Yıllarca savladığımız ve savunduğumuz bu “kurumsal özerklik” anlayışı,
başlangıçta sözünü ettiğim, “devletin kalıcı yönetim politikaları oluşturması” ilkesi
ile ters düşmez, örtüşür. Öte yandan, modüler biçimde öngörülen piramit yapısına da ters
düşmez. Yani tek tek özerkliğe sahip ödenekli “tiyatro kuruluşları”, onların
kaynaklarını rasyonalize edecek özerk “Türkiye Tiyatro Kurumu” ve bütün sanat
alanlarındaki benzeri kuruluşlara çatı oluşturacak, özerk “Türkiye Sanat Kurumu”
anlayışı ile de çelişmez, örtüşür. Türkiye'nin birçok kurum ve kuruluşuyla, merkezci
olmayan yönetim biçimlerini özlediği, amaçladığı, hedeflediği bir ortamda; sanat
kurumları için tepeden tırnağa öz erk gerekeceği açıktır.
Üstelik bunun böyle olması gerektiğini destekleyen, önemli bir de deney var:
İzmit Şehir Tiyatrosu. İzmit Büyükşehir Belediyesi’nin 6 yıl önce kurduğu, katma
bütçeli, yani ödenekli bir kurum. Bir Genel Sanat Yönetmeni ile yönetim kuruluna dayalı
yönetim biçimi, 23 kişilik sanatçı kadrosu, tek sahneli yapısı ile, yıllardır sözünü
ettiğimiz “Birim Tiyatro”nun sanki bir modeli. Benim artık sözetmekten usandığım, o
çok bildik müzmin parasal sorunlara rağmen; bir yıl içinde seyircisini % 70 oranında
artıran, ulusal çerçevede övgülerle anılan, uluslararası bir ödülü evine taşıyan bu tiyatro
bütün bu başarılarını neye borçludur dersiniz? Tabii ki bir ekip olarak tutumuna,
enerjisine, emeğine ve yaratıcılığına. Ama salt bunlara değil. Aynı zamanda tiyatronun öz
erkini tanıma erdemini gösterdikleri için, tırnak içinde anılmayan yerel yöneticilere.
Bütün kurumlarımızın bu uygarca yaklaşımdan nasibini almasını gönülden
diliyorum ama; bunun raslantılara bağlı kalmaması için, sözlerimin başına dönüyorum:
"Sanat kurumları için, siyasi iktidarların değişiminden etkilenmeyecek,
kalıcı bir yönetim politikası oluşturmak" ve bunun güvencesi olarak, “her katmanda
özerkliği gerçekleştirmek” hedefimiz olmalıdır.
Saygılarımla.
Yücel Erten
08.12.2003 İstanbul
4
Download