Mardin’de Süryani İzleri “Dünyanın değişik yerlerine göç etmiş bütün Süryanilere ve diğer etnik dini kimliklere sahip hemşerilerimize şu çağrıda bulunuyorum: Mardin'e, doğduğunuz, kendinizi ait hissettiğiniz bu topraklara geri dönün” S. 2 YIL 1 SAYI 3 MAYIS 2012 SÜRYANİLER: Samimiyet Bekliyoruz Ortadoğu’yu işgal eden, bu bölgede devlet kuran her güç, Süryanilerin yarattığı eserlerden yararlanmasına rağmen, Süryanileri göz ardı edip onların yok oluşuna göz yumdu. Kimi yönetimler daha da ileri giderek, uyguladıkları katliamcı politikalarla bu sürecin hızlanmasına katkı sundular. 1915 bu karanlık tarihin en üst aşamasını oluşturuyor. 5000 yıldır bu topraklarda yaşayan Süryaniler tarih içerisinde çok şey yaşayıp çok şey gördüler. Tarihin ilk merkezi (Akad) devletini kurdular. Günümüzde olduğu gibi, herkesin iştahını kabartan Ortadoğu’da uzun süre Qadmoyutho Seyfo’nun Uluslararası Etkisi Seyfo’nun üzerinden 97 yıl geçmesine rağmen uluslararasında gündem olmaya devam etmektedir. Özellikle 24 Nisan günü yaklaştığında tartışmalar, siyasi ilişkiler ve diplomatik görüşme trafiği her yıl daha fazla hız kazanmaktadır. Çünkü Osmanlı’nın devamı olan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri 1915 yılında işlenen suçları, ciddi bir vicdan muhasebesine tabi tutmuyor; yapılan tartışmaları da bastırmaya çalışıyorlar. Durum böyle olunca da iç ve dış tartışmaların önü kesilmiyor. Doğrusu bu ya, acının yaşanmaya devam ettiği yerlerde de tartışmaların önünü kesmeye ve durdurmaya da hiçbir devletin gücü yetmeyecektir. Üstelik – her şeye rağmen - Türkiye’de oluşturulan birçok platformun yaptığı tartışmalar sonucunda soykırımı kabul etme konusunda alınan kararlar, birçok yeni gelişmeye zemin hazırladı. Türkiye’de bugüne kadar “Tabu” sayılan Seyfo, bu şekilde hem içeride hem de dışarıda gündeme gelmiş oldu. Bu çerçevede aydınların Türkiye’de birkaç yıldan beri başlattıkları özür dileme kampanyaları çok anlamlı, insani ve güven verici bir çıkış olmuştur. Türkiye’de duyarlı ve toplumsal barışı savunan insanların çoğalması, tarihi gerçeklerle yüzleşmeye çalışması asıl Devamı Say. 4 1 Mayıs’ta Herkes Oradaydı Ermenistan’da Süryani Soykırım AnıtıAçıldı S. 10 S. 10 egemenlik kurup büyük İmparatorluklar (Asur, Babil, Kalde) yarattılar. İcat ettikleri savaş aygıt ve yöntemleriyle uzun süre dünyaya korku saldılar. Onlarca icat yapıp insanlığın gelişmesi için de büyük bir emek harcadılar. S. 4 Diriliş Bayramı’nı Birlikte Kutladılar Mezo-Der’de SEYFO Anması Yapıldı S. 11 S. 11 “Bölgemizdeki Yaşamı İyileştirmeye Çalışacağız” “Süryaniler, daha Türkiye kurulmadan çok önce bu topraklarda yaşıyordu. Birçok anlamda bu topraklardaki yaşamın kolaylaşması, gelişmesi için büyük emekler de sarf ettiler. Ancak ortaya çıkan değişik gelişmeler neticesinde tarihin bir döneminden itibaren sesleri duyulmaz bir duruma geldi” Bizim hedefimiz her şeyden önce halkımızı tanıtmak, sorunlarına dikkat çekmek ve taleplerini ortaya koymaktır. Bunun yanında bölgemizdeki yaşamın iyileştirilmesi temelinde de çalışmalarımız olacak. Belirlediğimiz bu hedefler doğrultusunda bizimle beraber çalışmak isteyenlerle ortak çalışmalar, projeler geliştireceğiz. S. 6 24 Nisan ve Seyfo Seyfo Yıllar Sonra Suriye Rejimi İnsanlık . . . 2015 Kozumuz: “Türk diasporası” Tuma ÇELİK Yavuz ÖNEN Şabo BOYACI Suphi AKSOY Baskın ORAN Sayfa 3 Sayfa 5 Sayfa 7 Sayfa 9 Sayfa 11 2 Sayı 3 Mayıs 2012 Mardin’de Süryani İzleri Binlerce yıla dayanan Süryani tarihi, dünyada yaşayan en eski dillerden biri olan Süryanice, Süryanilerin diğer toplumlarla tarihsel ilişkileri, Süryanilerin tarihi süreç içerisinde yarattığı eserler, kiliseler, müzik, el yazmaları ve Süryanilerle ilgili daha birçok konu üzerine yapılan araştırma sonuçları 2 günlük süre boyunca dinleyicilere anlatıldı Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü tarafından 20-22 Nisan 2012 tarihinde; “Süryaniler ve Diğer Kültürlerle Etkileşimleri”ni konu alan ve bu alanda Türkiye’nin en kapsamlı sempozyumu olan “I. Uluslararası Süryani Sempozyumu” Mardin’de düzenlendi. Aralarında Amerika, İspanya, Norveç, Rusya, Hindistan, Çin ve Japonya’nın du bulunduğu 16 değişik ülkeden 80’e yakın bilim adamı tarafından sunum yapılan Sempozyum 3 gün sürdü. Mardin Erdoba Elegance Otel'de düzenlenen sempozyumun açılışına Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, Mardin Vali Vekili ve Yardımcısı Turan Erdoğan, Türkiye'nin ilk Süryani Milletvekili Erol Dora, Mardin-Diyarbakır Metropoliti Saliba Özmen, Turabdin Metropoliti Samuel Aktaş, ABD Adana Konsolosu Daira Darnell'in yanısıra kalabalık bir dinleyici kitlesi katıldı. Açılış konuşmasına 5 dilde yaptığı selamlama ile başlayan Rektör Omay, sempozyumla Mezopotamya coğrafyasının bütün bileşenlerini yeni bir anlayışla değerlendirmeyi, görünür kılmayı ve yeniden canlandırmayı hedef edindiklerini söyledi. SÜRYANİLERE DÖNÜŞ ÇAĞRISI Konuşmasında Türkiye'de bu alanda yapılmış en geniş, kapsamlı ve katılımlı sempozyum olduğunu söyleyen Omay, "Süryaniler bilgi, düşünce ve sanatın medeniyetler arası yayılımına neden olmuş, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına büyük katkılar sunmuş bir halktır” dedi. Köklü ve zengin geçmişleri ile insanlık tarihine, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına büyük katkıları olan Süryanilerle aynı şehri, aynı sofrayı paylaşmaktan mutluluk duyduğunu söyleyen Omay, ayrıca Süryanilere anavatanlarına geri dönme çağrısı da yaptı: "Bugün burada önemli bir davetiye yapmak AYLIK SABRO (UMUT) BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Tuma ÇELİK Süryanice Sorumlusu: Yuhanun VERGİLİ Yönetim Yeri: Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad. No 40 Midyat-Mardin Basıldığı Yer: Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87 Topkapı – İstanbul Basım Tarihi: Mayıs 2012 istiyorum. Dünyanın değişik yerlerine göç etmiş bütün Süryanilere ve diğer etnik dini kimliklere sahip hemşerilerimize şu çağrıda bulunuyorum: Mardin'e, doğduğunuz, kendinizi ait hissettiğiniz bu topraklara geri dönün. Süryani Kadim Patriği Kadasetli İğnatiyus Zakka 1. Iwas'a da şu davetimi sunuyorum: Cumhuriyetimizin ilk zamanlarında yaşanan ihmal ve hatalarımızdan dolayı Suriye'ye taşıdığınız patriklik merkezinizi tekrar Mardin'e, bu topraklara taşıyınız. Başımızın gözümüzün üzerinde yeri var." Bir sosyal bilimler üniversitesi olarak şehrin kültürel zenginliğinin bilinciyle hareket ettiklerini söyleyen Üniversitenin Yaşayan Diller Enstitüsü Başkanı Kadri Yıldırım ise, "Dillerin ve dinlerin şehri Mardin'de, tarihinden kökünü alıp modern geleceğe yansıyan Sadece bölgemiz değil, dünya kültürü açısından da büyük öneme sahip olan Süryanilerin diğer kültürlerle ilişkilerinin bu sempozyumda incelenmesi, bu kültürle etkileşim içinde şekillenen diğer kültür ve inançların da farklı bir bakış açısıyla ele alınmasına katkı sunacaktır" dedi. EROL DORA: "DAVETİ OLUMLU BULUYORUZ" Sempozyumun yapıldığı iki gün boyunca Mardin’de kalan ve Sempozyuma katılan Süryani Milletvekili Erol Dora, yapılan bu sempozyumun Türkiye'de yaşanan değişim ve dönüşümlerin bir göstergesi olduğunu söyledi. Bu sempoyzumu düzenleyenlere ve emeği geçenlere de teşekkür eden Dora, bölgedeki çatışmaların Süryanileri tedirgin ettiğini ve bölgeye dönüşlerini engellediğini söylerken; “Bu durum aynı zamanda tekrar Süryani halkının kültürünün Mezopotamya'da yeşermesi ve bölgede yaşayan bütün farklı etnik kimliklerin ve inançların birlikte yaşamalarına da bir adımdır. Bu açıdan çok mutlu olduğumu söylemek istiyorum" diye konuştu. Dora, Rektör Omay'ın patriklik merkezinin Mardin'e getirilmesi davetine sıcak baktığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Biliyorsunuz cumhuriyetin başlangıcında patriğimiz 1930'larda Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. Rektörün davetini olumlu buluyoruz. Demek ki Türkiye kendi tarihi ile yüzleşme anlamında adımlar atmaya yönelik yeni bir vizyona sahiptir. (...) Mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum. (...) Bizim arzumuz bölgede bütün halkaların barış içinde yaşayabildiği ve Avrupa'ya gitmiş şimdi diasporanın içinde yaşamış olan Yezidiler, Süryaniler, Kürtler, Araplar ve bu bölgeye ait olan Mıhalmiler hepsinin esas kendi anavatanlarında birlikte yaşamaları. Bizim özlemimiz budur. Bunun gerçeklemesi için de çalışıyoruz" AYNI ANDA İKİ AYRI SALONDA Dünyanın öbür ucundaki Avustralya dahil bir çok yerden dinleyicinin katıldığı sempozyumda iki ayrı salonda aynı anda yapıldı. Bu yüzden bazen hangi oturuma katılacağı konusunda kararsız kalan dinleyiciler, Süryaniler hakkında birçok yeni şey öğrenme imkanına sahip oldular. Sunumların sonundaki kısa zaman aralığında sorularını sorma imkanı bulamayan dinleyiciler ile sunum yapan akademisyen-konuşmacılar arasında hararetli tartışmaların yaşandığı aralarda merak edilen birçok şey açığa kavuştu. 500 yıldan daha uzun bir zamandır dünyanın saygın üniversitelerinde yapılan Süryani Araştırmaları’nda ortaya çıkan sonuçların tartışıldığı bu sempozyumda söylenenler ve tartışılanlar, aynı zamanda bir kitap haline getirilecek ve Türkiye’deki yeni araştırmalara kaynaklık edecek. Dolayısıyla Türkiye’de bu alanda yaşanan büyük bir ihtiyacı da karşılamaya çalışacak. Binlerce yıla dayanan Süryani tarihi, dünyada yaşayan en eski dillerden biri olan Süryanice, Süryanilerin diğer toplumlarla tarihsel ilişkileri, Süryanilerin tarihi süreç içerisinde yarattığı eserler, kiliseler, müzik, el yazmaları ve Süryanilerle ilgili daha birçok konu üzerine yapılan araştırma sonuçları 2 günlük süre boyunca dinleyicilere anlatıldı. Dinleyiciler de merak ettiği birçok şeyi konuşmacılarla paylaştı. İlişki Adresleri: Genel Kurallar: Abone ve Reklam Fiatları: Banka Bilgileri: Midyat: e-Mail: gazetesabro@hotmail.com Tel: +90 506 674 53 00 Gazetede yayınlanan yazılardan, altında imzası olan yazarlar sorumludur. Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı) Ziraat Bankası, Mardin: Gabi YERLİ Tel: +90 482 212 79 79 Tel: +90 533 643 76 49 Gazetenin imzasıyla yayınlanan yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur. İstanbul: Edip ASLAN Tel: +90 530 787 28 21 Bedri DİRİL Tel: +90 538 257 64 72 Zeki AYDIN Tel: +90 532 296 57 69 Kaynak göstermek kaydıyla, gazetede yayınlanan yazılar başkaları tarafından kullanılabilir. Gazeteye gönderilen yazılar, kullanılsın veya kullanılmasın, gazetenin malı sayılır ve başka bir dönemde kullanılabilir. Abone: 1 Yıl; 35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı) 6 Ay; 20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı) 3 Ay; 10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı) İstanbul/Beyazıt Şubesi Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK Hesap No: 59447239-5001 IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01 Reklam: Yıllık; 750,- (1/2), 500,- (1/4), 350,- (1/8), 250,-(1/16) 6 Ay; 500,- (1/2), 350,- (1/4), 250,- (1/8), 175,-(1/16) 3 Ay; 350,- (1/2), 250,- (1/4), 175,- (1/8), 125,-(1/16) Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı gösterme konusunda ilke kararına sahiptir. Abone olmak isteyen okuyucularımızın, abonelik ücretlerini banka hesap numaramıza yatırmalarını ve adreslerini elektronik veya normal posta yoluyla tarafımıza ulaştırmaları sonrasında gazeteyi ellerine ulaştıracağız. Sayı 3 Mayıs 2012 Sempozyuma katılan akademisyenkonuşmacılar o kadar çok ve çeşitlilik arz ediyordu ki, bazen konuşmacılar bile duydukları yeni şeyler karşısında şaşırmaktan kendilerini alamıyorlardı. MARDİN’DE SÜRYANİ İZLERİ Sempozyumda sunumların yapıldığı 2 günün sonunda 3. günde katılımcılar için bir şehir turu düzenlendi. Bu turda da ağırlıklı olarak Süryanilerin Mardin’de yarattığı eserler başta olmak üzere birçok yer dolaşıldı. Mardin Kırklar Kilisesi, şu 3 somut olarak yaşamanın verdiği hazzı duydular. Bu arada birbirlerini ilk kez bu sempozyum vesilesiyle görüp tanışan akademisyenler arasında da yeni dostluklar kuruldu ve birlikte çalışma Tuma ÇELİK sözleri verildi. Deyr-ul Zafaran Manastırı’nda verilen aradan sonra Yıllar sonra ilk kez “Abun dba Şmayo” (Göklerdeki Babamız) duasını Süryanice Kasımiye medresesi dolaşıldı ve ardından okudum. Hem de bir manastırda ve yüksek sesle. Daha da önemlisi, Süryaniler üzerinde tekrar, konaklamanın yapıldığı otele yaptıkları araştırmaları anlatmak üzere, dünyanın değişik ülkelerinden topraklarımıza dönüldü. gelmiş akademisyen ve araştırmacıların önünde. Akşam ise aralarında Mardin Valisi ve Mardin Artuklu Üniversitesi tarafından 20-22 Nisan 2012 tarihinde Mardin’de Belediye Başkanı’nın da bulunduğu yapılan; “I. Uluslararası Süryani Sempozyumu”nun son gününde yapılan gezide, çoğunluğu Süryaniler tarafından yaratılan Mardin’deki eserler katılımcılara gösterildi. Bu arada Mardin’deki Süryani Zafaran Manastırı’nda öğlen yemeği için ara verildi ve orada uzun bir zaman geçirdik. YILLLAR SONRA Aslında defalarca ziyaret ettiğim bu manastırda bazen günlerce kalıp konakladım. Ama bu kez, yani 22 Nisan’da yaptığımız bu gezi sırasında, hiçbir zaman yaşamadığım duyguları yaşadım. Çünkü etrafımda bu sefer dünyanın değişik bölgelerinden gelmiş ve Süryaniler hakkında her türlü bilgiye aç insanlar vardı. Bir taraftan, çoğunu yakından tanıdığım bu misafirlerin sorularına cevap verirken, diğer taraftan bilmediğim birçok şeyi bu araştırmacılardan öğrendim. İşte bu esnada, Mor Hnanaya kilisesinin tanıtımı yapıldığı sırada, değerli dostum Dr. Abrohum Lahdo’nun ricası üzerine; Süryanice dili ve müziğini uygulamalı olarak göstermek için “Abun dba Şmayo” duasını yüksek sesle ve makamına göre okuduk. an müze olan Süryani-Katolik Patriklik Merkezi, Ulu Cami, Yaşayan Diller Enistitüsü’nün yerleşkesi olan Zinciriye Medresesi ve diğer yerler dolaşıldı. Özellikle Türkiye’li Süryaniler açısından önemli bir yere sahip olan Deyr-ul Zafaran Manastırı ise hem dinlenme hem de öğlen yemeği için verilen ara için ayrıldı. Dünyanın değişik ülkesinden gelen akademisyenler, Mezopotamya Ovasına bakan dağın yamacında binlerce yıl önce kurulan manastırda verilen arada bir yandan dinlenirken diğer yandan da kütüphanelerde yaptıkları araştırmaları Evet, Mardin Artuklu Üniversitesi tarafında yapılan 3 günlük sempozyumun en güzel yanı elbette anlatmaya çalıştığım bu anekdot değildi. İçinde daha birçok güzellik devetlilerin katıldığı bir yemek verildi. taşıyordu bu sempozyum. Burada yapılan konuşmalarda genel Japonya, Kanada, Norveç, Kırgızistan, Amerika, Avustralya, vd, birçok ülkeden gelip olarak sempozyumun çok başarılı geçtiği Süryaniler’in merkezlerinden biri olan Mardin’de yapılan sempozyumda, Süryaniler ve gerekli mesajı verdiği konusunda ortak üzerine sunumlar yaptı araştırmacılar. Birçoğu da, en azından benim için, Süryaniler’e düşüncelerin yer aldığı konuşmalar yönelik yeni şeyler söylediler. yapıldı. Ardından, Türkiye’de Süryani müzisyen olmadığı için, Süryani Müziği Örneğin; “Köroğlu Destanı”nın Süryanice harflerle de yazıldığını bugüne kadar konusunda sunum yapmak için bilmiyordum. Yine, Muş Alparslan Üniversitesi’nden Ercan Çağlayan arkadaşın yaptığı sempozyuma Almanya’dan katılan ve sunumda söylediklerinin içinde de benim için birçok yeni şey vardı. Kısacası 2 günü aynı zamanda amatör olarak şarkı söyley- sunum olmak üzere 3 gün devam eden sempozyumda, Süryaniler üzerine çok şeyler en Dr. Abrohum Lahdo’nun söylediği söylendi. Sempozyumda söylenenleri dinlemek için de birçok yerden değişik insanlar Süryanice şarkıların eşliğinde gece insanlar geldi. Hatta Amerika’nın Adana Başkonsolosu da gelmişti... tamamlandı. Bu müzikli gece aynı Anlayacağınız çok güzel şeyler vardı bu 3 günün içerisinde. Dolayısısyla emeği zamanda sempozyumun da son anlarını geçen herkesi tekrar kutlamak istiyorum. oluşturuyordu. Elçin DEMİREL Bunca güzel şeylerin arasında “şık” olmayan şeylerin olması herhalde adettendir. Mesela; açılışa katılan 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde seçilen ilk Süryani Milletvekili olan Erol DORA’ya, yine yöneticileri ile birlikte salonda yer alan Mardin ve Turabdin Süryani Metropolitliklerine, açılış konuşmalarında yer verilmemesi “şık” olmayan bir eksiklikti. Elbette “zorunlu” değil ama Vali, Belediye Başkanı, AK Parti temsilcileri ve hatta aynı günlerde sempozyumun yapıldığı otelde konaklayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın açılışa katılmaması da eksilikti. Tabi bu eksiklikler sempozyumun değerini düşürmedi. Ancak Süryanilerin kafasında da; Hükümet ve Hükümeti oluşturan AK Parti çevrelerine yönelik soru işaretlerinin oluşmadığını, maalesef söyleyemiyoruz. Gerçekten insan sormadan edemiyor; bir devlet kurumu olan Artuklu Üniversitesi tarafından organize edilen ve her anlamda en üst düzeyde katılımın olduğu bu sempozyuma, neden hiçbir devlet yetkilisi ve AK Partili kimse katılmadı? Yoksa hükümetin ve AK Parti’nin Süryanilere yönelik bir tavrı mı var? Bence en kısa zamanda birilerinin bu sorulara karşılık vermesi gerekiyor. Yoksa Süryanilerin kafasında yeni başka sorular oluşmaya başlar... tuma.celik@esu.cc 4 Sayı 3 Mayıs 2012 Qadmoyutho SÜRYANİLER: çözümü de beraberinde getirecektir. Hükümetler ne kadar direnirse dirensin, Türkiye toplumunun aydınlanması ve resmi ideolojinin kalıplarından, yasaklarından kurtulması karşısında dayanmayacaklardır. Kemalist ideolojiye dayalı tek ulus yaratma siyaseti, meydana gelen demokratik talepler ve gelişmeler karşısında her gün biraz daha iflas etmekte ve gerçekler gün ışığına çıkmaktadır. Türkiye halkları da yaratılan bu ortam sayesinde birbirlerini daha iyi tanımaktadır. Yaşanan bu gelişmeler her anlamda umut verici olduğu kadar yaraları sarma çabasını da beraberinde getirmektedir. Bu da boşa kaybedilen birçok değerin yeniden kazanılmasını sağlamaktadır. Herkesin çıkarına olan bu gelişmeler aynı zamanda Türkiye’nin de önünü açmaktadır. Ortaya çıkan bu tablo perspektifinde geleceğe daha iyimser bakmak mümkündür. Çünkü günümüzde Türkiye içinde ve dışında, bütün Ortadoğu’da önemli değişim ve gelişmeler yaşanmaktadır. Samimiyet Bekliyoruz Süryaniler bütün bu olumsuzluklara rağmen bir an bile yaşam umutlarını kaybetmediler ve hayata küsmediler. Her olumsuzluğun, her baskının ve her katliamın ardından yeniden hayata sarıldılar. Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde 1915 yılında yaşadıkları SEYFO’dan sonra da aynı umudu taşıdılar. Türkiye’nin kuruluşu ile birlikte yaşamak için yeniden mücadeleye başladılar. “Osmanlı İmparatorluğu’nda hile, ayak oyunu, dalavere, vb. oyunlar eksik olmazdı. Türkiye’yi kuran kadrolar da Osmanlı’nın eğitimiyle büyüyüp kültürüyle şekillendiler. Ayrıca İmparatorluğun birçok yerinde yöneticilik yapan kişilerdi. Dolayısıyla Osmanlı’daki oyun kültürü Türkiye’nin damarlarına işlemiş ve devam etmektedir” diyor Gabriel AYDIN Görüldüğü gibi tekçi rejimlerin bir bir çözüldüğü bir süreçten ve ekliyor; “Süryaniler her an yeni bir oyuna ve dalageçiyoruz. Bu nedenle tekçi rejimlerin örtbas etmeye çalıştığı vereye getirilmekten korkuyorlar.” bütün suçlar da ortaya çıkmaktadır. İstense de istenmese de günümüzde herkes geçmişin uygulamalarıyla yüz yüze gelmektedir. Bu anlamda hiç kimse geçmişte işlenen suçlara sahip çıkmak zorunda değildir. Dolayısıyla Türkiye’de “Siyasal İslamcı”ların içinden bir grubun Kemalistlerle ittifakının tekçi sistemi ayakta tutmaya hem gücü yetmeyecektir, hem de bu çaba boşunadır. Ortaya çıkan gelişmelere bakıldığında Türkiye’de toplumsal kabuk ve zihniyet yavaş da olsa değişmektedir. Onun için bazı insanlar çıkıp da “İttihat ve Terakki’nin 1915 yılında yaptığı Soykırımı savunmak, işlediği insanlık suçuna ortak olmak zorunda değiliz” diyorlar. Ayrıca Ermeni, Süryani, Rum halklarından da özür diliyorlar. Toplumda özür dileme kültürünün yaygınlaştırılması karşılıklı saygı ve güveni de geliştirecektir. Türkiye’nin içindeki gelişmeler ve dış etki AK Parti hükümetini birçok konuda olduğu gibi, 1915 Soykırımı konusunda da bir sınavla karşı karşıya getirmektedir. Aslında Türkiye’de yaşanan bütün olayların en önemlilerinden biri olan ve birçok tabuyu yerle bir edecek, gerçek açılımlara ve sıfır sorunlara yol açacak olan 5000 yıldır bu topraklarda yaşayan Süryaniler tarih 1915 soykırımının kabul edilmesidir. Çünkü birçok sorunun kaynağında bu katliamcı mantık ve siyasal yaklaşım yatmaktadır. içerisinde çok şey yaşayıp çok şey gördüler. Tarihin ilk merkezi (Akad) devletini kurdular. Günümüzde Eğer bu durum görülmez, tarihsel ve toplumsal gerçeklik kabul olduğu gibi, herkesin iştahını kabartan Ortadoğu’da edilmezse ne AK Parti Hükümeti ne de başka bir hükümet, toplu- uzun süre egemenlik kurup büyük İmparatorluklar mun her kademesine sirayet etmiş olan tekçi ve katliamcı (Asur, Babil, Kalde) yarattılar. İcat ettikleri savaş hastalıktan kurtulabilir. Kurtulmadıkça da ciddi bir çıkış ve aygıt ve yöntemleriyle uzun süre dünyaya korku önemli bir gelişme kaydedemez. Günümüzde Türkiye içinde ve saldılar. Onlarca icat yapıp insanlığın gelişmesi için dışında baş döndürücü gelişmeler yaşanmakta, bütün büyük ülkeler yeni siyasal hamleler için adeta bir yarışın içerisine girmiş de büyük bir emek harcadılar. bulunmaktadır. Böylesi bir dönemde, Birleşmiş Milletlerin bazı kurumlarında, Avrupa Parlamentosunda, 21 ülkenin meclis ve senatolarında, yerel düzeyde onlarca meclis-kanton ve belediye yönetiminde kabul edilen 1915 Soykırımı konusunda bir çıkış Türkiye’yi, en azında kendi toplumu içinde şaha kaldırır. Böylesi bir adım, yıllardan beri bu konuda çaba sarf eden Süryani, Ermeni, Rum halklarının kurum-kuruluşları, Türkiyeli –her kesimden- aydın çevrelerin gücünü de yanında görecektir. Ki böyle bir adımı atmaktan kaçınmak da artık mümkün değildir. Her halkın tarihinde olduğu gibi Süryanilerin tarihinde de bu parlak geçmişin yanında karanlık dönemler de yaşandı. Akad, Babil, Asur İmparatorluklarının yıkılışı, Kalde İmparatorluğu’nun yerle bir edilişi bu dönemlerin başında gelmektedir. Dini anlamda Bizans ile yaşadığı çatışma da yüzlerce yıl süren katliamlar döneminin başlangıcı oldu. Bir anlamda egemenlik savaşıdır bu, kazanırsanız Bu arada 97 yıl önce Seyfo’da hayatını kaybeden herkesi saygıyla anıyor, bu yaranın kapanması ve gerçekliğin kabul edil- idare edersiniz. Kaybederseniz de idare edilirsiniz. mesi için mücadele verenleri de cesaret ve fedakarlıklarından Süryaniler bu anlamda her iki durumu da yaşadılar ve hem idare ettiler, hem de edildiler. Ama idare dolayı tebrik ediyoruz. ܀܀܀܀ edildikleri dönemde gördükleri haksızlıklar nedeniyle birçok şeylerini kaybedip, gün be gün erimeye başladılar. Ortadoğu’yu işgal eden, bu bölgede devlet kuran her güç, Süryanilerin yarattığı eserlerden yararlanmasına rağmen, Süryanileri göz ardı edip onların yok oluşuna göz yumdu. Kimi yönetimler daha da ileri giderek, uyguladıkları katliamcı politikalarla bu sürecin hızlanmasına katkı sundular. 1915 bu karanlık tarihin en üst aşamasını oluşturuyor. Süryaniler bütün bu olumsuzluklara rağmen bir an bile yaşam umutlarını kaybetmediler ve hayata küsmediler. Her olumsuzluğun, her baskının ve her katliamın ardından yeniden hayata sarıldılar. Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde 1915 yılında yaşadıkları SEYFO’dan sonra da aynı umudu taşıdılar. Türkiye’nin kuruluşu ile birlikte yaşamak için yeniden mücadeleye başladılar. Ama aradan geçen 90 yıllık süreçte yaşananlar bu anlamda ciddi bir gelişmenin kaydedilmediğini, aksine durumun daha kötüye gittiğini gösteriyor. “Bizler Türkiye’nin kuruluşuna sevinirken; yöneticiler 1924 yılında, Hakkari’de yaşayan doğudaki kardeşlerimiz (Nasturiler)’e sürgün veya kendini inkar etmeyi dayattılar” derken, yüzündeki güvensizlik izleri net olarak ortaya çıkıyordu İskender ABACI’nın. “Evet, ama o dönemde devlet ‘Nasturiler, Musul konusunda Türkiye ile sorun yaşayan İngilizlere destek veriyordu’ diyor” dediğimizde, İskender ABACI’nın yüzündeki güvensizlik daha da belirginleşiyordu: “Hayır. Hakkari’nin dağlık kesimlerinde yaşayan köylü Nasturilerin böyle bir yaklaşımı yoktu. Kaldı ki o dönemde Musul sorunu da çözülmüştü” diyor ve soruyor: “Peki o zaman Lozan’ın açık hükümlerine rağmen 1928 yılında okullarımız neden kapatıldı?” Gayrimüslim (Hristiyan) oldukları için Lozan Antlaşması’na göre azınlık statüsünde ele alınması Sayı 3 Mayıs 2012 gereken Süryaniler bu haklarından yararlandırılmadı. Bu da devletin keyfi uygulamaları sonucunda yapıldı. Dolayısıyla başta dünyanın yaşayan en eski 3 dilden biri olan Süryanice olmak üzere birçok kültürel değerini kaybetmekle yüz yüze kaldı. Aradan geçen yıllarda gördükleri baskılar yüzünden çareyi göç etmekte buldular. “Topraklarını bu derece seven ve ülkelerine bu derece sahip çıkan Süryaniler neden göç etti?” diye sorduğumuz soruya, “1985-95 yılları arasında kendi yaşam alanlarında varlıklarını sürdürmeye çalışmaktan başka derdi olmayan Süryanilere yapılan saldırılar sonucunda 50’den fazla insan öldürüldü” diye cevap veriyor Nuri İZGİN. Ardından da ekliyor; “eğer göç etmeseydik ve yurtdışında sesimizi duyurmaya çalışmasaydık, belki de şimdi bitmiş, bitirilmiştik!” “Ama” diyor Nuri İZGİN, “Biz göçü hiçbir zaman kurtuluş olarak görmedik. Bunun için de sürekli ülkemize dönmenin koşullarını oluşturmaya çalıştık. Atılan her olumlu adıma da anında cevap verdik.” Gerçekten de Süryaniler, dönemin başbakanı olan Bülent ECEVİT’in yaptığı açıklamayı temel alıp 2000 yılların başında ülkelerine dönmeye başladılar. Ancak dönenlerin büyük bir bölümü birçok sorunla karşı karşıya kaldı. Yine aynı dönemde yapılan kadastro çalışmalarında, Süryanilerin sahip olduğu toprakların çok büyük bir bölümü hazine ve orman arazisi olarak devletin eline geçti. Daha önce yaşadıkları evlerin bir kısmına korucular ve çevre köylerden insanlar yerleşti. Bu yeni yerleşimciler de, kendi malları olmayan bu evlerden çıkmak için yüklü miktarda para talep ediyorlar. Devletin verdiği söze rağmen köylerine yerleşen korucuları çıkarmak için büyük miktarda para ödeyen Süryaniler, “kime güvenelim” diye haklı olarak soruyorlar. Yine haklı olarak devletin samimiyetini sorgulamaya başlıyorlar. “Bizi süs biblosu olarak kullanıyorlar” diyen Süryaniler gün geçtikçe artıyor. AK Parti’nin attığı adımlar ve özellikle AB ile uyum süreci esnasında yapılan reformlar döneminde yeniden umutlanan Süryani aydınları, zaman içerisinde yaşananlar yüzünden karamsar olmaya başladılar. “AK Parti yöneticilerinin yurtdışında yaptıkları konuşma ve verdikleri sözler ile Türkiye’de yaptıkları uygulamalar birbirinden çok farklı. Artık neye inanacağımızı ve neye göre hareket edeceğimizi bilmez bir durumdayız” diyen Muşe GÖKSU, örnek olarak Süryani Televizyonu Suroyo TV’de Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’den dinlediklerini gösteriyor. Yaklaşık 3 yıldır devam eden Mor Gabriel davalarında devlet kurumlarının sergiledikleri tutum arasında da çelişki gören ve bu durumdan şikayetçi olanlar; “kime güvenelim, kim doğru söylüyor?” diye soruyor ve samimiyet beklediklerini ortaya koyuyorlar. Çünkü bir tarafta Süryanilere sahip çıkıldığı söylenirken, en kadim kurumlarına yapılan saldırılara sessiz kalınıyor. Hatta bazı yöneticiler saldırıları destekleyen yaklaşımların içinde yer alıyor. Türkiye’deki Süryani kurumları da, Tarih kitaplarındaki Süryanilere yönelik tanımlamaların yanlışlığını ortaya koyarken, Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’ın yayınladığı 5862 sayılı Başbakanlık genelgesini örnek gösteriyor ve haklı olarak devletin ciddiyeti ile yöneticilerin samimiyetini sorguluyorlar. Yine Süryaniler, Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’ın 1938 Dersim Katliamı konusunda sergilediği tavrı neden 1915 için göstermediğini, yüksek sesle olmasa bile içten içe soruyorlar. Karşılaştığımız ve görüşlerine başvurduğumuz hemen hemen bütün Süryaniler, ortaya çıkan bu durumdan rahatsız olduklarını söyleyerek, devletin ve yöneticilerin kendilerine samimi bir yaklaşım içinde olmalarını gerektiğinin altını çiziyorlar. Bu ülkede yaşayan en eski halk olan Süryanilerin bu talebi aslında herkesin de talebi: SAMİMİYET BEKLİYORUZ. ܀܀܀܀ SEYFO 5 Yavuz ÖNEN Kılıç yılı-kılıçtan geçirilme yılı anlamında kullanılan ve Süryani soykırımının adı olan yazı başlığının ne anlama geldiğini çok az kimse bilir. Zira Süryani halkının uğradığı soykırımı da çok az kimse bilir. Uluslararası alanda da durum aynıdır. Bu bilinmezliğin temel bir nedeni var. Jön Türkler, Osmanlı topraklarındaki tüm Hristiyanları yok etme ya da Türkleştirme politikasını uygularken etnik köken ve mezhep ayırımı yapmadan Ermeni, Süryani (Asuri-Keldani-Nasturi)’leri köklerini kazıma amacıyla katlettiler. 1915 soykırımı esas olarak Ermenileri hedef alan bir hareket olarak bilindiği için Süryani halkının adı pek anılmaz. 24 Nisan soykırımının yıldönüm günü tüm halklara mı yalnızca Ermeni halkına mı ait olmalı tartışması aynı nedenle tarafların da gündeminde yer alıyor. Az da olsa Süryani soykırımı üzerine yazılmış kitaplar var. Katliamdan kurtulmuş olanların anıları da yayınlandı. Artık dünya kamuoyu Süryani soykırımı hakkında bir bilgiye sahip. Bu belgelerin bazılarını okudum. Özellikle tanıkların anlatımları beni derinden sarstı. Bu konudaki cehaleti bir miktar gidermiş bir TC vatandaşı olarak geç de olsa bu konuda yazmayı ve Süryani halkıyla dayanışmayı bir insanlık borcu sayıyorum. Soykırım meselesinde yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğu: ‘Ermeniler ya da Hristiyan diğer unsurlar, isyan etti, Rus ordusuyla işbirliği yaptı, müslümanlara yönelik katliam yaptı, sonuç olarak onlar bizi kesti biz de onları’ biçiminde bir söylemi dile getirirler. 1968 yılında toplumsal hareketliliğin ve isyanın yaşandığı dönemde Paris’teydim. Kaldığım otelde tanıştığım Ermeni asıllı Amerikalı bir tiyatro sanatçısının ‘Ermeni soykırımı hakkında ne düşünüyorsun?’ sorusuna muhatab olmuştum. Bu konuda en ufak bir bilgim yoktu, tüm eğitim döneminde bilgi edinmem engellenmişti. Verdiğim yanıt yukarıda yazdığım klişe sözcüklerden ibaretti. Görüşmemiz çok kısa sürmüştü bu nedenle. Aynı soruya yurt dışına çıkmış ya da yabancılarla ilişkisi olan hemen her TC yurttaşının muhatab olduğunu biliyoruz. Benim yaşadığımın benzerini, radyo ve televizyon alanında öğrenim için 1951 yılında ABD’ye Colombia Üniversitesine gitmiş olan, insan hakları mücadelesinde birlikte olduğumuz değerli insan Mahmut Tali Öngören de yaşamış. Yazarı Türkiye’den göç etmiş Ermeni bir aileden olan bir Amerikan piyesinden bir sahneyi televizyona uyarlamak için ödev vermişler. Rol teklif ettiği genç bir öğrenci kadın bu teklifi şiddetle reddetmiş. Bu kadın Ermeniymiş. Red nedenin Ermeni meselesi olduğunu anlayamamış. Sonra Colombia Üniversitesi’nin kütüphanesindeki kitaplar sayesinde Ermeni meselesini bilmeyen diğer öğrenci arkadaşlarıyla olayı öğrenmeye başlamış. Şok olmuştuk diyordu. Türkiye toplumunun genelinde bu şoku yaşamamız gerektiği çok açık. SEYFO konusunda da artık değişik kaynaklara ulaşmak ve çeşitli yaklaşımlardan haberdar olmak gerekir. Özellikle tanıkların anlattığı ve her bir sahnesi insanlık suçu oluşturan katliamı okumuş biri olarak Süryani halkının çektiği acılara ayrı bir sayfa açmak gerektiğini görüyorum. Bu konuda diyasporada yaşayan Süryani bilim insanlarının ve değişik ülke araştırmacılarının bazı yayınları var. Bunların bir envateri yapılmalıdır. Bu kitapların kamuoyunda okunmasını sağlamak gerekir. Bu yayınlar kütüphanelere girmelidir. Bir bilgilenme zemini oluşmadan diyalog ortamı da oluşmaz. Böylesi bir çabanın önündeki engeller de ayan beyan ortada. Bütün zorluklarına rağmen Süryani soykırımının unutulmaması için ve bir onarım sürecini başlatmak için çabaları sürdürmek gerekiyor. Bugün Türkiye’de muhafazakar sert bir iklim yaşıyoruz. Türklük ve Müslümanlık politik yaşamımıza hakim vaziyette. Tarihten gelen kin, nefret, düşmanlık ve öcalma ruh halinin halklar arasında çok derin fay hatları oluşturduğunu da biliyoruz. Diğer tüm tarihi vakalarda olduğu gibi SEYFO vakasıyla da yüzleşme iradesine gereklilik var. Ancak günümüzde AKP’nin temsil ettiği siyasi irade 1915’lerin güvenlik psikozuyla yüklü. Yüz yıl sonra benzer bir yaklaşımı Kürtler’e uyguluyor. Hükümeti barış ortamına davet etmek ve sürekli bir barışın sağlanması için ikna etmek esastır. SEYFO’nun Cumhuriyet rejiminin doğrudan sorumlu olduğu bir konu olmadığı söylenebilir. Ancak SEYFO’nun izlerini günümüz Türkiyesinde de görüyoruz. Zor olan bir konuyu gündeme taşımak ve bu konuda bir şeyler başlatmak adına bazı öneriler yapılabileceğine işaret etmek istiyorum. Başkentimizin ve değişik illerimizin caddelerine ve meydanlarına tehcir ve katliamda görev yapmış bazı görevlilerin verilmiş olan isimleri değiştirilebilir. Adları değiştirilmiş olan Süryani köy ve kasabalara eski adları verilebilir. Süryani kültürünün geliştirilmesi için ve SEYFO’nun araştırılması için bir Kültür ve Araştırma Merkezi kurulması düşünülebilir. Bu amaçla Süryani kuruluşları Hükümetten destek isteyebilir. Milli eğitim sistemi içinde Anadilde eğitimin olanakları geliştirilebilir. Manastırlarda okullar yeniden açılabilir. Süryani halkına yönelik güncel baskılara ve haksızlıklara son verilmesi için hak talepleri sürekli gündemde tutulabilir. Tüm Anadolu halkların kardeşçe yan yana yaşayabileceği bir Türkiye hayalini beslemek için öneri geliştirmek ve çabalarımızı sürekli kılmak gerekir. Halkların Demokratik Kongresi böylesi bir çabanın ortamını oluşturabilir. SEYFO vakası yalnızca Türk-Osmanlı yönetimi ile Süryaniler arasında bir mesele de değildir. Tehcir kararlarının uygulanmasında ve bu süreç içindeki öldürmelerde rol almış Kürtler ve Çerkezler de var. I. Dünya savaşında Osmanlı ile aynı cephede savaşan Almanya yönetimi ve Osmanlı ordusunda görevli ve tehcire ve soykırıma tanıklık etmiş Alman subayları da var. Bu nedenle uluslararası boyutuyla konunun incelenmesi gerekir. Bilgilenmenin 1. Dünya savaşı koşullarıyla ilgili yanlarıyla da tamamlanması önemlidir. Konuyu tam olarak kavramamıza yardımcı olur. SEYFO’yu uluslararası arenada tartışmaya açmak için yeniden etkinlikler düzenlemek yararlı olur. Geçmiş 24 Nisanda yeniden andığımız soykırımın yıldönümünde SEYFO’yu hatırlatmak ve hafızalara yerleştirmek için bir şeyler yazdım. Tarih yaşamı öğretmek için değerlidir. Hafıza özgür olmanın ön koşuludur. Hafızası olmayan halklar özgür olamaz demişti François Mitterand. Bu deyişi de hafızalarımıza yerleştirelim ve gereğini el birliğiyle yapalım. 1915-1918 yılları arasında katledilen ve yüzyıllar boyu yaşadığı topraklarından göçe zorlanan Süryani halkının anısı önünde saygıyla eğliyorum. Süryani halkı da Cumhuriyet döneminde uzun yıllar acılarını içine gömdü. Çocukluk dönemini geçirdiğim Midyat sokaklarında da konuşulduğunu duymadım SEYFO’nun. Tanıklıkları okudukça derinden etkileniyorum. Ateş düşmüş Süryani halkının üzerine. O ateşte ben de yanıyorum. Bir daha ve asla insanlar yanmasın. ܀܀܀܀ 6 Sayı 3 Mayıs 2012 SÖYLEŞİ Elçin DEMİREL “Bölgemizdeki Yaşamı İyileştirmeye Çalışacağız” Söyleşimizin bu ayki konuğu Evgin TÜRKER. Yaklaşık 25 yıl yurtdışında yaşadıktan sonra 2 sene önce tekrar Türkiye’ye döndü. Yaklaşık 1 yıldır Güneydoğu (Turabdin) Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği’nin başkanlığını yapıyor. Bunun yanında yeni kurulan Süryani Dernekler Federasyonu’nun da başkanlığını yapıyor. Kendisiyle Türkiye’de kurulan ilk Süryani federasyonu hakkında söyleşi yaptık. Her şeyden önce neden Federasyon? Başta Turabdin olmak üzere bölgemizde ve İstanbul’da çok fazla Süryani Derneği var. Evet, bütün bu, ihtiyaçtan doğdu ve gereklidir. Ama birlikte ses çıkarma ve ortak çalışmalar içerisinde yer alma konusunda zorluklar var. Bu yüzden de sorunlarımızı etkili bir şekilde dile getirebilmek, daha büyük çalışmalara imza atabilmek için harekete geçilmesi gerekiyordu. İşte federasyon bu ihtiyaçlardan doğdu. Artık hepimiz, farklı yerlerde de olsak tek bir çatı (Federasyon) altında birleştik. Federasyonu ne zaman kurdunuz ve kimlerle bu yola çıkıyorsunuz? 2012 yılının Ocak ayında kuruluş işlemleri tamamlandı. Şu an derneklerimizin büyük bölümü Midyat merkezli. Dolayısıyla biz de federasyonumuzu Midyat merkezli olarak kurduk. Kaldı ki Türkiye Süryanileri açısından Midyat en önemli merkezlerin başında gelmektedir. Federasyonumuz, Türkiye’de Süryani kimliğini, kültürünü geliştirmek ve korumak adına faaliyet yürüten 8 dernekle birlikte kurduk. Bu anlamda Türkiye’de kurulan ilk federasyondur. Ancak bu durum özellikle göç ülkelerinde yaşanan aydınlanma, Türkiye’de AB’ye uyum sürecinde Sivil Toplum Kuruluşlarına atfedilen önem sayesinde Süryaniler arasında da STK’ların oluşmasını hızlandırdı ve gidişatı ters yöne çevirdi. bulunan bütün Süryani derneklerine çağrı yaptık ve böyle bir oluşum için toplantılara, tartışmalara başladık. Bazı dernekler imkansızlıklarından dolayı bu toplantılara katılıp düşüncelerini ortaya koyamadı. Bazı dernekler bu çalışmalara daha sonra katılacaklarını dile getirdiler. Sonuç olarak hedeflerde ve çalışmalarda ortaklaştığımız 8 dernekle resmi başvurumuzu yaptık. “Aslında Cemaat Vakıfları tanımına giren kurumlarımız vardı ve devlet istediği zaman bu Daha önce taleplerinizi nasıl dile vakıfları değerlendirmeye alıyordu. Ama getiriyordunuz? Biliyorsunuz Osmanlı İmparatorluğu dediğimiz gibi bu tamamen keyfi bir döneminde “Millet Sistemi” vardı. Dolayısıyla Hristiyan halklar, sahip biçimdeydi” oldukları dini kurumlar Süryaniler asırlardır bu topraklarda yaşayan bir toplum. Daha önce Federasyon kurulmamasının nedenleri sizce nelerdir? Doğru söylüyorsunuz. Süryaniler, daha Türkiye kurulmadan çok önce bu topraklarda yaşıyordu. Birçok anlamda bu topraklardaki yaşamın kolaylaşması, gelişmesi için büyük emekler de sarf ettiler. Ancak ortaya çıkan değişik gelişmeler neticesinde tarihin bir döneminden itibaren sesleri duyulmaz bir duruma geldi. Hatta yaşanan göçler nedeniyle fiziki olarak de yok olmaya başlamışlardı bu topraklarda. Dolayısıyla yok olma sürecini yaşayan bir halkın federasyon oluşturma derdi olmaz, olamazdı. Kuruluş sürecinden bahseder misiniz? Her şeyden önce bizler, böyle bir çalışmanın gerekliliği üzerinde görüş birliğine vardığımız birkaç dernekle bir araya geldik. İlginçtir, Süryani kültürünü korumak ve tanıtmak amacıyla kurulan derneklerin hemen hiçbirinin resmi adında “Süryani” kelimesi geçmiyordu. Öncelikle bunu düzeltmek için gerekli tüm işlemleri yaptık. Bu noktada Mardin Dernekler Müdürlüğü çok yardımcı oldu. Ardından ortak bir tüzük ve hedefler belirledik. Daha sonra da Türkiye’de aracılığıyla temsil ediliyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, bu temsiliyet daha çok cemaat vakıflarına geçti. Keyfi bir biçimde “azınlık” statüsünde değerlendirilmeyen biz Süryaniler, bu dönemde maalesef temsil edilmez bir duruma dönüştük. Aslında Cemaat Vakıfları tanımına giren kurumlarımız vardı ve devlet istediği zaman bu vakıfları değerlendirmeye alıyordu. Ama dediğimiz gibi bu tamamen keyfi bir biçimdeydi. Kaldı ki Vakıflarımızın büyük bölümü; dini cemaatler şeklinde örgütlenen Kilise ve Manastırlarımızın ihtiyaç ve sorunlarını dile getirmek için oluşturulan kurumlardır. Süryani kültürünü, dilini, folklorunu korumak ve geliştirmek için gerekli tedbirleri almak, gerekli platformlarda bunları dile getirmek bugüne kadar sahip olduğumuz vakıfların görev alanına girmiyor. Kısacası bugüne kadar sesimizi kimselere duyuramıyorduk diyebiliriz. Bize biraz Federasyon olarak yaptığınız çalışmalardan ve planınızdan bahseder misiniz? Her şeyden önce biz yeni bir kuruluşuz. Dolayısıyla önce kendi yapılanmamızı güçlendirmek ve geliştirmek istiyoruz. Bu anlamda kurucu derneklerimizle bir araya Sayı 3 Mayıs 2012 geldik ve çalışma planı temelinde bir taslak hazırladık. Önümüzdeki aylarda İlk Olağan Yönetim Kurulu toplantımızı yapacağız. O zamana kadar da, henüz federasyon içinde yer almayan diğer derneklerle ilişkiye geçip katılımlarını sağlamaya çalışacağız. Bu arada ortaya çıkabilecek gelişmelere de cevap olmaya çalışacağız. 7 Bizim hedefimiz her şeyden önce halkımızı tanıtmak, sorunlarına dikkat çekmek ve taleplerini ortaya koymaktır. Bunun yanında bölgemizdeki yaşamın iyileştirilmesi temelinde de çalışmalarımız Şabo BOYACI olacak. Belirlediğimiz bu hedefler doğrultusunda “Acının ve gözyaşının milliyeti olmaz” sözü insani açıdan çok bizimle beraber çalışmak isteyenlerle ortak şeyler anlatır. Uzun süredir bu topraklara hakim olan tek tipçi çalışmalar, projeler geliştireceğiz. anlayışın farklı kültürleri buluşturduğu ortak noktalardan bir tanesi acı ve göz yaşı olmuştur. Bu açıdan 24 Nisan önemli bir Anladığımız kadarıyla anlama sahiptir. Bu tarih, Anadolu’da yaşayan halkların belki de “Federasyon merkezimiz Turabdin’in federasyonun merkezi Midyat oluşa doğru başladıkları yürüyüşün tarihi olarak görülebilir. merkezi ve Türkiye Süryaniliğinin kalbi olacak. Peki, İstanbul, Adıyaman yok Aslında amaç bir tek halkı ortadan kaldırmak değildi. Amaç İttihat sayılan Midyat’ta olacak. Ancak diğer illerde ve Diyarbakır’daki derneklerin ve Terraki ideolojisinin öngördüğü şekilde bu topraklarda binlerce durumu, bu oluşuma katkıları yıldır yaşamakta olan kadim halkları ve kültürleri bir şekilde bulunan Süryani kurumlarıyla da ortak veya sizin bu kurumlara ortadan kaldırmaktı. yaklaşımınız nasıl olacak? çalışmalar yürüteceğiz” Bu konuda o döneme ait gazete küpürlerini incelediğimiz Bizim Türkiye genelinde Süryani zaman tek tipleştirme politikalarının ileride nasıl da acımasız bir Ortodoks Kilisesine ait Turabdin, şekilde hayata geçirildiğini görürüz. Örneğin aşağıda bir Yakın zamanda Artuklu Üniversitesi’nin Teoloji Mardin, Adıyaman ve İstanbul’da olmak üzere 4, röportajdan alıntınan kısa bir bölüm İttihat ve Terakki partisinin Fakültesi Midyat’ta kurulması öngörülüyor. Bu Keldani Katolik Kilisesine ait İstanbul’da 1 bu niyetini iyiden iyiye ortaya çıkarmaktadır. fakülte bünyesinde oluşturulacak Süryaniyat Metropolitliğimiz ve yine İstanbul’da Süryani Genç Türkler'den Nazım Bey herşeyi net bir şekilde Bölümü ile işbirliği Katolik Kilisesinin çerçevesinde ortak 1 papa vekilliği var. açıklıyordu. Onunla yapılan söyleşi ilk olarak, İzmir'de [4 Eylül] çalışmalar yapmayı Bütün bu kiliselere ''Genç İzmir'' gazetesinde, ardından 8 Eylül 1908'de, Atina'da planlıyoruz. mensup Türkiye ''Atinadan'' gazetesinin 2126 sayısında yayınlandı. Bu söyleşi 27 Şubat 2012’de bir genelinde yaşayan meşhur avukat ve şair olan Mikail Argiropulos tarafından heyetle birlikte Meclis halkımızın değişik gerçekleştirilmiştir. Anayasa Uzlaşma Sivil Toplum ''Biz Tabiat kanunlarına dayanıyoruz, ben bir doktor olarak her Komisyonu’na, yeni Kuruluş (STK)’ları bilim adamı gibi bu kanunlara hürmet duymayı kendimi vaad anayasa çalışmalarında yer var. Ancak halkımız etmiş bulunuyorum. Hayal dünyasını temsil eden tüm o aldatacı almasını istediğimiz daha çok İstanbul güzel kavramlar, aslında sadece güzel sözlerden ibarettir… Tabiat konuları içeren bir dosya ve Turabdin’de kanunları hükmettiğinden, şüphesiz Osmanlıların resmi dilinden sunduk ve halkımızın t o p l a n m ı ş başkası olması söz konusu olamaz. Hayatımız pahasına çalışmalar Türkiye’deki durumuna d u r u m d a d ı r . yaptığımız genç Devletimiz bu şartlar altında varlığını sürdürecek. ilişkin bir sunum yaptık. Kurumları da daha Aynı ruhu taşıyan, aynı dili konuşan ve tek bir vücud halinde Bizce bu çalışmanın çok buradadır. Şu olacak. Başımızdaki belaları başımıza başka bir bela sarmak için Süryani Dernekleri a n d a atmadık. Türkiye'yi hiçbir zaman ayrı filetik ve dilsel bölgelere Federasyonu olarak federasyonumuza ayrılmış olan Avusturya'ya dönüştüğünü görmeyi hayal bile yapılması önemliydi. bağlı derneklerin etmediğimizi ve öyle bir duruma hiçbir zaman müsaade Çünkü Türkiye’deki hemen hepsi etmeyeceğimize aklınıza iyice koymanız gerekiyor. Genç Türkler Süryaniler ilk kez ortak bir Turabdin (Mardin- tek bir vücud halinde bugünden itibaren, isteklerine ters hareket çatı (federasyon) olarak Ş ı r n a k ) ’ d e edenlerin veya bu gibi düşüncelerini açığa vuranların şimdiye ortaya çıkıyor ve b u l u n u y o r . kadar haritalarda gösterilen ve alışıldığı gibi karşısında olacaktır. Ortak bir Vatanın selameti için, bu dilsel sınırlamaları, filetik taleplerini ortaya Dolayısıyla ayrılıkları, en önem mahalleleri Müslüman, Yunan, Ermeni, koyuyordu. Yıllardan beri f e d e r a s y o n Yahudi diye bölerek yapılan ayrıcalıkları kökünden kazacağız ve varlığı unutulmuş, farkında merkezimiz de her yönden başka her milliyeti ezeceğiz” olunmamış bir halkın Turabdin’in İTC’nin güçlü adamının açık sözlü mülakatında çizdiği etnik temsilcilerinin ortaya çıkıp merkezi ve Türkiye taleplerini dillendirmesi Süryaniliğinin kalbi temizlik politikası gelecek yıllarda derece derece uygulanarak önemliydi. Federasyon sayılan Midyat’ta Birinci Dünya Savaşı içinde 1915 soykırımıyla doruğa ulaşacak, olarak önümüzdeki süreçte olacak. Ancak diğer Hıristiyan ve kadim unsurlar zor kullanılarak tarihsel sık sık bu tür çalışmaların illerde bulunan topraklarından söküleceklerdir. Bin yıllardır tarihsel içinde yer alacağız. Süryani kurumlarıyla da ortak çalışmalar coğrafyalarından uzaklaştırılan unsurların arkalarında bırakmak Bölgemize gelen ve bizimle ilişkiye giren yerli yürüteceğiz. Biz şu an 8 dernekle federasyonumuzu zorunda kaldıkları birikimlerine emval-i metruke denilerek el yabancı kişi ve kurumlara bölgemizi ve halkımızı kurduk. Diğer derneklerle de iletişim içindeyiz. konmuştur. Savaşın sisli ortamı arasında paylaşılmıştır. Bu unsurların malları ve mülkleri devlet ve yerel eşraf arasında pay tanıtmaya çalışıyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz Umudumuz bütün bu dernekleri bir çatı altında edilmiştir. (*) aylarda bölgeye gelen Almanya Büyükelçisi’nin toplamaktır. Yalnız unutulmaması gereken bir gerçek var ki o da bu Midyat programını hazırladık ve kendisini ağırladık. politikalar hayata geçerken İttihat ve Terakki anlayışı asla tek başına hareket etmemiştir. Bütün bu süreçte Osmanlı’nın müttefiği olan Almanlar askeri yetkililer de İTC’ye her türlü desteği sağlamış ve yardımcı olmuşlardır. Yüzyılın başlarında İttihat Terakki ve Almanlar, Anadolu coğrafyasında büyük bir insanlık suçunu beraberce işlemişlerdir. 24 NİSAN ve SEYFO ܀܀܀܀ Bu politikalar neticesinde büyük çoğunlukla Turabdin bölgesinde yaşayan Süryaniler de etkilenmişler ve kırımlara uğramışlardır. Süryaniler kendi dillerinde bu kırımları SEYFO yani kılıçtan geçirilme olarak adlandırmışlardır. Belki kayıpları diğer halkların kayıpları kadar fazla değildi ama gene de yaşadıkları bu korkunç olaylar; Süryanilerin toplumsal belleğinde travmalar yaşatmış, azalmalarına vesile olmuş ve nihayetinde tespih taneleri gibi dağılmalarına neden olmuştur. Üzerinden 97 sene geçmiş olsa da bu acıların ve kayıpların, büyük bir çoğunluk tarafından sürekli olarak inkar edilmesi acıları daha da attırmıştır. Yaşanan acılar hepimizin acılarıdır ve yazının girişinde belirttiğimiz gibi acı ve gözyaşının milliyeti asla yoktur. İnsanlığın bir daha böyle büyük felaketler yaşamaması ise en büyük temennimizdir. 1915 olaylarında hayatını kaybeden bütün kurbanları rahmet ve sevgiyle anıyoruz. (*) ÇETİNOĞLU, Sait (03/2012). “İttihat ve Terakki Komitesinin Etnik Temizlik Politikası ve Cumhuriyet Dönemi Sonrası Mardin'de Mülkiyet Değişimi”, Çok Kültürlü Yaşamda Süryaniler ve Mülkiyet Sorunu Konfransı Tebliği, İstanbul sboyaci@gmail.com 8 Sayı 3 Mayıs 2012 MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA Dizi Yazı 3 SÜRYANİ HALKI I. BÖLÜM MEZOPOTAMYA’DA TARİHİN BAŞLANGICI B- NEOLİTİK DÖNEM Mezolitik dönemden Erken-Neolitik döneme geçiş aşamasında göçebe ve yarı göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçişin zorunlu koşulları doğdu. Mezolitik dönemdeki yaşam koşulları ve tarzı yetersiz kaldığından ve hazır bulunan yabani tahılların yetmemesi sonucu tarıma geçilmesi ve evcilleştirilen hayvan sürülerinin çoğaltılması toplulukları yerleşik yaşama bağladı. Bu durumda topluluklar ev yaparak, barınak ihtiyaçlarını karşılayıp küçük yerleşim yerlerini kurdular. Artı ürünlerini her zaman sırtlarında ve yanlarında taşıyamayacaklarından bunları saklayacak ambarların ve çanak-çömleklerin yapımına ihtiyaç duymuşlardır. Üretimde kullanmak üzere birçok yeni alet yaptılar. Neolitik döneme geçişin zorunlu koşullarının oluşmasıyla Mezopotamya kültürünün güçlü ve esas temelleri atılmış oldu. Neolitik dönemde Mezopotamya’da birçok kültür gelişerek geniş alanlara yayıldı. Neolitik dönemin başında ortaya çıkan ilk kültür Hassuna kültürüdür. yağmur sularıyla yetişen tarım alanının güneyinde, yani dışında kalmaktadır. Bu yüzden bu kültürün merkezlerinden olan Tel Savan ve Çoga Mami’de, sulama kanalları açılarak, sulu tarıma geçildi. Tel Savan’da tarım sezonu, nehirlerin taşmasına göre ayarlanıyordu. Bu iki yerleşim yerinde ikişer çeşit buğday ve arpa yetiştirilerek başka tahıl çeşitleri de kullanılıyordu. Köyleri yaklaşık 5 hektar büyüklüğündeydi. Samarra kültüründe özel mülkiyetin başladığı, bulunan mühürlerden anlaşılıyor. Zanaatçılık geliştiği için çömleklere markalar takılıyordu. Böylece zanaatkarlar el sanatlarına dayanarak kendilerini keşfettiler. Samarra kültüründeki refah, insanları üretim dışına çıkaran bazı sanatsal alanlarla uğraşmasına zemin hazırladı. Örneğin Tel Savan’da birçok çocuk birlikte çalışıyor, çok güzel motiflerle taş aletlerini işliyor, albasttan (bir mermer çeşidi) kadın heykelleri yapıyorlardı. 1- Hassuna Kültürü: (M.Ö. 6500-5500) Hassuna kültürü Mezopotamya’daki Erken-Neolitik’in ilk aşaması olarak kabul edilmektedir. Bu kültür adını ilk bulunduğu yer olan Tel Hassuna’dan almaktadır. Tel Hassuna Dicle nehrinin batısında Musul şehrinin 30 km. güneyinde olup, kültürün merkezi Mardin ve Diyarbakır’dır. Hassuna kültürünün belirleyici özellikleri taş aletleri ve basit işlenmiş çömleklerdir. Bunlar stil ve işleyiş bakımından Jarmo’da yapılan çömleklerin bir uzantısı olarak görülebilir. Hassuna’nın ilk insanları yarı göçebeydiler. Bunlar ilkel bir tarım sistemine sahip olup, kamp yerlerinde yaşıyor ve topladıkları tahılları çömleklerde saklıyorlardı. Hassuna insanlarının geçici olarak kullandıkları ilk evlerinden bir iz kalmadı, fakat birkaç kuşaktan sonra göçebeliği bırakarak geliştirdikleri, tarım aletleri sayesinde yerleşik yaşama geçtiler ve köy yaşamına başladılar. Yaptıkları binalarda kullandıkları teknik gün geçtikçe daha fazla gelişti. Bu evler dikdörtgen şeklinde olup duvarları samanlı çamurdan yapılmaktaydı ve her evin 6-7 tane çıkış yeri vardı. Çoğalan buğdaylarını yer altında yaptıkları ambarlarda saklamaktaydılar. Bu evlerden bazılarında ekmek yapmak için tandırlar da bulunmaktaydı. Ev yapma sanatı ilerledikçe çömlek sanatında da ilerlemeler kaydedilmiş ve bunlar daha ince stillerde işlenmeye başlanmıştır. Daha önceleri çömlekler parlatılarak basit motiflerle işlenmekteydi. Hassuna kültürünün son dönemlerinde çömleklerdeki motifler giderek çoğaltılmaya başlandı. Bunlar, birçok bitki ve hayvan figürleriyle estetik açıdan daha da zenginleştirildi. 2- Samarra Kültürü: (M.Ö. 5600-5000) Samarra kültürü Mezopotamya’daki Erken-Neolitik’in ikinci aşamasında ortaya çıkmıştır. Bu kültür de ismini ilk bulunduğu yer olan Bağdat’ın kuzeyindeki Samarra şehrinden almaktadır. Burada bulunan ince işlenmiş ve boyanmış çömlekler Hassuna kültürünün son döneminde yapılanlara benzemektedir. Samarra kültürünü Hassuna kültüründen ayıran en büyük etken ekonomisidir. Samarra kültürünün yerleşik alanları Hassuna kültürünün tersine, köylerin inşa tekniğinde de bir hayli ilerlemişlerdi. Evleri kare şeklinde olup aralarında sokaklar yaparak, geçişi kolaylaştırmak için taşlar döşemişlerdi. Evlerinin duvarları ilk defa Mezopotamya’da kullanılan kurutulmuş çamur kerpiçlerden yapılmıştı. Burada ilk rastlanılan diğer bir bulgu da, inşa ettikleri ve içinde yaşanılmayan büyük binalardır. Bu binalar çeşitli odalardan oluşarak 5-10 metre uzunluğundaydılar. Bunlar büyük ihtimalle ilk tapınaklardı. Tel Halaf kültüründe yapılan çanak-çömlekler prehistorik Mezopotamya’da yapılan ve işlenilen en güzel örnekleri barındırmaktadır. Motifler ve resimler çiçek, memeli hayvan ve kuş figürleri ile işlenip süslenmiştir. Bu döneme ait özel mülkiyeti belirleyen taştan yapılmış mühürlerin dışında, bakır da işlenmeye başlanmış ve ilk kez tarımda karasaban kullanılmıştır. Anaerkil dönemini teşkil eden tanrıça heykellerinin yanında, erkek gücünü temsil eden sembollere de rastlanmıştır. Tel Halaflılar ticarette gösterdikleri başarıyla da Van Gölü, Malatya ve Basra Körfezi’ne kadar ticaret alanlarını genişlettiler. Tel Halaf kültüründe gelişen refah, bazı bireylerin güçlenmesine, topluluk içinde öne çıkmasına yol açarken, giderek çoğunluğu etkileyen bir sömürü sisteminin ilk işaretlerini de veriyordu. Bu durumdan etkilenen birçok insan, kitleler halinde Mezopotamya’nın kuzeyinden güneyindeki bataklık bölgeye doğru göçetmişlerdir. 4- Tel Obeid Halkı ve Kültürü: (M.Ö. 5000-3750) Hassuna ve uzantısı olan Samarra kültürlerinde, elde edilen buğday, bir değiş-tokuş maddesi olmuştu. Buralarda yetiştirilen buğday uzak yerlerdeki zanaat aletleriyle değiştirilirdi. Örneğin Van Gölü’nün yakınlarından getirilen lav camı ile çeşitli aletler yapmışlardır. İran’dan da gözboyaları için kullanılan malagit ve antimonyumun yanısıra, zincir ve küpeler için de değerli taşlar getirilirdi. Basra Körfezi’nden de deniz kabukları getirerek takılar yapıyorlardı. 3- Tel Halaf Kültürü: (M.Ö. 5500-4300) Tel Halaf kültürü Hassuna kültürünün temelleri üzerinde ortaya çıkmıştır. İsmini Resulayn’da bulunan Tel Halaf’tan almaktadır. Bu kültür insanlığın gelişmesine hız kazandırmıştır. Bu kültüre ait insanlar çalışkan, yaratıcı karaktere sahip olup, özelliklerini bütün alanlara yayarak büyük gelişmeler kaydetmişlerdir. Kısa zamanda Akdeniz’den Zagroslara kadar yayılan bu kültür, Hassuna kültürünün sınırlarını fazlasıyla aşmıştır. Tel Halaflıların diğer bir özelliği de, barış içinde yaşayan çiftçiler olmalarıydı. Başta yerleşim yerleri basit köylerden oluşuyordu ve Mezopotamya’nın kuzey bölgelerinden güneye doğru gelen çiftçiler, değişik bir iklim ve coğrafyayla karşılaştılar. Fırat nehrinin güneyinde Basra Körfezi yakınlarında, Fırat sularının oluşturduğu tarıma çok elverişli bir alana yerleştiler. Toprağın elverişliliğinin yanında var olan sazlıklar, yılın büyük bir bölümünde balık tutma imkanını tanıyordu ki, bu koşullar, buraya gelen çiftçilerin yerleşme sürecini hızlandırdı. İlk olarak Tel Obeid’de izlerine rastlanılan bu topluluğa Tel Obeid halkı da denilmektedir. Bunlar çok çalışkan çiftçi olmalarının yanısıra su ve nehirlerle içiçe yaşamayı da öğrenmişlerdi. Tel Obeidliler balıkçılık yaparak, nehir kenarlarında hurma ağaçları yetiştirerek, kayıklar inşa edip geniş bir alana yayıldılar. Fırat nehrinin güneyi kurak olduğundan çiftçiler sulama yöntemine çok önem veriyorlardı. Buraya yerleşen ilk kolonistler ektikleri tohumlarla yılda birkaç kez ürün elde ediyorlardı. Dicle ve Fırat nehirlerinin sürekli taşmaları ve buraya yerleşenlere ve ekinlerine verdiği zarar bile onların bu bölgeye yerleşmelerini önleyemedi. Nehir sularının kısa süreli aralıklarla taşması halkı bazı önlemler almaya zorladı; kanallar, setler ve rezervler bu ihtiyacın bir sonucu olarak oluşturuldu. Bunların sağlam yapılabilmesi için de yapı tekniğiyle tanıştılar. Bu toplulukların elde ettikleri ürünlerin artışı aile sayısını da çoğalttı. Çünkü tarlada ne kadar çalışacak çocuk olursa, yerleşme ve genişleme alanı da o kadar büyüyordu. Bu da artı ürünlerin çoğalmasını sağlıyordu. Tel Obeidlilerin ilk evleri sazlıklardan ve kumla toprak karışımından oluşan çamurdan yapılıyordu. Güney Mezopotamya’da taş bulunmadığından çamur kurutularak ve zamanla bunu ısıtıp tuğlalar yaparak ev inşasında kullandılar Sayı 3 Mayıs 2012 ve köylerini büyüttüler. Aile ile başlayan topluluk büyüyerek küçük köy toplulukları haline geldi. Bu topluluklar üretimdeki görevleri gereği birbirine daha sıkı bağlanıyorlardı. Köylülerin sosyal alanda birbirlerine bu kadar sıkı bağlanmaları köylerin daha da büyümesine ve şehirleşmesine yol açtı. Köylüleri bu kadar birbirine bağlayan diğer bir faktör de inançları ve ibadet yerleriydi. Çünkü bu köylü kolonistler kuzeyden gelip yerleştikleri zaman, kurdukları yerleşim yerlerini korumak amacıyla kendilerine çeşitli inançlar ve tanrılar oluşturdular. Bunlara ibadet etmek için de tapınaklar yaptılar. Her köyün kendine göre koruyucu tanrıları oluştu. Tanrıları için kurdukları tapınakların büyüklüğü ortalama 4 metre uzunlukta olup, içinde sadece bir ibadet taşı ve bir kurban masası bulunuyordu. Zamanla bu tapınaklar köyün veya küçük şehrin merkezi haline geldi ve bunlara kurbanlar sunuldu. Köyün veya küçük şehrin ekonomisi geliştikçe tapınakların önemi de arttı ve diğer köyleri de içine alacak bir dini merkez haline geldiler. Tel Obeid kültürü M.Ö. 4000’li yıllarda Ortadoğu’da yayılarak, Akdeniz’den Zağros dağlarına, Basra Körfezi’nden Hazar Denizi’ne kadar geniş bir bölgeyi kapsadı. Tel Obeid halkı kendi etnik kimlik, kültür değerleri ve diliyle dünyada tanınan en eski toplumdur. Tel Obeid kültürü döneminde daha yazının keşfedilmemiş olması kullandıkları dili bulmayı güçleştirmiştir. Ama daha sonraları, Tel Obeid halkının yaşadığı Güney Mezopotamya’ya yerleşecek olan Sümerlerin tabletlerinden anlaşıldığı üzere, İdiklat (Dicle), Buranun (Fırat) gibi isimlerin yanında daha köy olarak Tel Obeidlilerin kurdukları Eridu, Ur, Lagaş, Nippur ve Kiş isimlerinin Sümerce değil de Tel Obeid diliyle olduğu ortaya çıktı. Yine Sümerlerin tarım ve üretimle ilgili kullandıkları sözcüklerin (çiftçi, saban, hayvancılık yapan, maden işleten, marangoz vs.) kökeni Tel Obeid diline dayanmaktadır. Tel Obeidliler önceki kültürlere göre daha güzel ve zarif işlenmiş çanaklar yapıyorlardı. Bunları yüksek derecede ısıtarak yeşil renk almasını sağlıyor, sonradan siyah renkle dekorunu çiziyorlardı. Tel Obeid halkının bölgelerinde oluşturdukları refah, onların tek halk olma pozisyonlarını değiştirdi. M.Ö. 5. binyılın sonlarında Arap yarımadasından çıkarak Suriye çölünden gelen Samili göçebe toplulukları buraya akın ettiler. Bundan sonra Tel Obeid ve Sami halkı sosyal ve kültürel alanda içiçe girerek yeni bir dönemi başlatarak; öncekilerinden daha ileri ve üretken olan bu topluluklar, yüksek medeniyetin temelini oluşturdular. 5- Eridu: (M.Ö. 4000-3500) Tel Obeid halkının en önemli ve gelişmiş merkezlerinden birisi Eridu şehridir. Eridu şehri döneminin en büyük şehri haline gelerek Tel Obeid kültürünün öncülüğünü yapmıştır. Eridu; kendi tapınağına sahip olan büyük bir şehirdi. Bu tapınak Güney Mezopotamya’da sonradan yapılacak olan “Ziguratların” ilk şekliydi. 4.5 metre yüksekliğinde olan bu tapınakta ibadet ve kurban masaları bulunuyordu. Büyük bir salonun her iki ucunda yapılan odaların merdivenleriyle dama çıkılıyordu. Dış duvarların mimarisi de, dönemine göre üstün bir sanata sahip olup, sonradan yapılan Ziguratların da esin kaynağı olmuştur. 6- Sami Toplulukları Sami topluluklarının Ortadoğu’ya ne zaman ve nereden geldikleri hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat bunların M.Ö. 4500 yıllarında Arabistan Yarımadası ve Suriye çöllerinde yaşadıkları bilinmektedir. Kendilerine özgü dilleri ve kültürleri olan Sami topluluklarının yaşam şekli, şimdiki Bedevileri anımsatan yarı göçebe biçimindeydi. Küçük topluluklar halinde hayvancılıkla uğraşarak, bir su kaynağından diğerine sürekli göç etmekteydiler. Yaşadıkları coğrafyanın çöl olması onların küçük topluluklar halinde dağılmalarına neden olmuştur. Çölde dağılan bu küçük topluluklar Akdeniz kıyısının (Filistin, Lübnan), Suriye ve Mezopotamya’nın yerleşim olanaklarını ve yüksek yaşam koşullarını keşfetmiş ve bu alanlara hızla yayılarak, yerleşmeye başlamışlardı. Buna tarihte Mezopotamya’nın “Samileşme” süreci de denilmektedir. Önce küçük gruplar halinde Fırat nehrini geçerek Mezopotamya’da bulunan yerleşik toplulukların etrafında konumlanan Sami topluluklar, giderek buralardaki yerleşik kültür ve topluluklarla kaynaşarak iç içe geçmiştir. Genelde evrimsel bir ivmede gerçekleşen bu yerleşmenin yanında, bazı dönemlerde dalgalar biçiminde de Mezopotamya’ya Sami kavimlerin girişi olmuştur. 9 Suriye Rejimi İnsanlık Suçu İşliyor Suphi AKSOY Suriye’de Esad rejimi, Suriye halklarına karşı işlediği suçlar nedeniyle uluslararası bir sanık haline gelmiştir. Çünkü halkın talepleri askeri güçle bastırılmaya çalışılmış, bunun için de Suriye rejimi binlerce sivilin kanını dökmüş ve hayatlarına son vermiştir. Bu vahşi uygulamalar nedeniyle Sunni ve Şii mezhebine bağlı Arapların önemli bir kesiminin Dürzilerin, Kürtlerin ve geç de olsa Süryanilerin önemli bir kesimi ile diğer halk topluluklarından binlerce kişinin, dolayısıyla milyonlarca Suriye’linin desteğini kaybetmiştir. Böylece rejim yönetilenlerin nefretini kazandığı için yönetemez bir duruma gelmiştir. İlk büyük Sami kavimlerinin yayılma dalgası M.Ö. 4000 yıllarında Tel Obeid kültürünün doruk noktasını yaşadığı dönemde gerçekleşti. Suriye çölünden Fırat nehri üzerinden geçerek, Tel Obeid halkının bulunduğu Güney Mezopotamya’ya kadar uzanan Sami toplulukların bu göç dalgaları sonucu Mezopotamya’daki etkileri de arttı. Çalışkanlıklarıyla bilinen Sami toplulukları, Tel Obeid halkıyla kaynaşarak, onların oluşturduğu ileri kültürden yararlanmış ve böylece medeniyetin temellerine hızlı bir şekilde ulaşıp, inşa ederek güçlendirmişlerdir. Bu süreç içinde Kuzey ve Orta Mezopotamya’ya tamamıyla yerleşen Sami toplulukları, yerleşik yaşamda, ziraatçılık ve hayvancılık alanında ilerlemeler sağlamışlardır. Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye özel temsilcisi Kofi Annan’ın hazırladığı planın Beşar Esad tarafından kabul edilmesi, geçmişte olduğu gibi zaman kazanma taktiğinden başka bir şey değildir. Bütün dünya Beşar Esad’ın oynadığı tiyatroyu bir yıldan beri seyretmektedir. İkinci büyük Sami topluluklarının göç dalgası M.Ö. 3000 yıllarında gerçekleşti. Bu dönemde Samilerin yoğun yaşadıkları bölgeler gittikçe güneye doğru ilerlemiştir. Mezopotamya’nın güneyinde tarihin bilinen ilk devletleşme süreci gerçekleşiyordu. “Sümer Uygarlığı” adı verilen bu yerleşik kültürle iç içe geçen Sami toplulukları, bu uygarlıktan çok şey almış, bu uygarlığa da dinamik- savaşçı insan yapılarıyla çok şey katmış, yayılmasında ön ayak olmuşlardır. Genelde Sümerler için ücretle askerlik yapan Samiler, Sümer şehirlerine zamanla yerleşmişlerdir. Bu konuda yaşanan iç içe geçmişlikten Tevrat’ta da söz edilmektedir. Tevrat’ta bazı Sümer kral isimleri arasında Sami isimleri de geçmektedir. Bu süreç ile birlikte, sosyo-ekonomik koşullar Mezopotamya’nın merkezinde yaşayan Samiler ile Fırat ile Akdeniz arasında yaşayan Samileri birbirinden ayırmaya başlamıştır. Güney Mezopotamya’daki olumlu yaşam koşulları, medeniyetin ve yazının keşfedilmesi, Doğu Samilerin Batı Samilerden daha üstün bir kültüre sahip olmasına yol açmıştır. Kültürün yanında, dilde de zamanla farklılıkların baş gösterdiği görülmektedir. Aynı kökten gelen Sami dili Doğu ve Batı diye ikiye ayrılmıştır. Birleşmiş Milletler genel kurulunda Tunus ve İstanbul’da Suriye’ye ilişkin yapılan toplantılarda dünya ülkelerinin çoğunluğu Beşar Esad yönetimine karşı tavır almış ve rejimle olan bağlarını gözden geçirmiştir. Bu anlamda Beşar Esad rejimi uluslararası hukuka göre suçüstü yakalanan bir sanık haline gelmiştir. Bu sanık ağır bir yargı sürecinden geçmektedir. Ancak sonunu gördükçe daha da saldırganlaşmaktadır. Saldırganlaştıkça da ülke içinde ve dışında muhalifleri çoğalmaktadır. Suriye halklarına karşı düşmanlık besleyen rejim komşularıyla da kavgalı bir konuma düşmüş ve üyesi olduğu Arap Birliğinden de atılmıştır. Devamı gelecek sayıda Beşar Esad diktatörlüğü ilk önce Suriye halkına karşı yaptığı baskılar nedeniyle kendi gücünü kaybetmeye başladı. Güç kaybettikçe de daha fazla saldırganlaştı ve dönülmez bir yola girerek kendi sonunu her gün biraz daha hızlandırmaktadır. Ayrıca dünyaya yalan söylediği için meşruiyetini kaybederek teşhir ve tecrit olmuştur. Dolayısıyla Beşar Esad’a ve onun yakın çevresine karşı birçok ülke yaptırım kararları almıştır. Suriye rejimi ayakta kalmak için bugüne kadar dinleri, mezhepleri ve farklı etnik kimlikleri kullanmıştır. Bu arada sinsi politikalarla en çok susturmaya ve kendine bağlamaya çalıştığı Süryani halkı olmuştur. Ancak 1 Nisan 2012’de Süryani halkının siyasi duruşu bakımından yeni bir tarih yazılmıştır. Süryani halkı 1 Nisan’dan itibaren ülke içinde ve dışında rejimin baskılarla egemen kıldığı korkuyu yenerek ulusal, tarihsel ve kültürel taleplerini ortaya koyarak gasp edilen haklarını elde etmek için sesini, mücadelesini Süryani Birlik Partisi’nin öncülüğünde bütün dünyaya duyurmuştur. Bir Nisan direnişiyle rejimin sahte politikalarına, halkın içinde yaratılan korkuya, Süryani halkından olup da rejimin yanında yer alan çıkarcılara ağır bir darbe vurulmuş ve yapılan tutuklamalar, saldırılar Süryani halkının mücadelesini geriletememiş; tam tersine güçlendirmiştir. Suriye tarihinde ilk kez, Süryani halkı adına ve onun siyasi partisinin öncülüğünde ulusal, örgütsel bir eylem ortaya konulmuştur. Yapılan bu eylem her türlü saldırı, ölüm dahi göz önüne alınarak yapılmış; halkın özgürlük özlemleri ve iradesi laikiyla temsil edilmiştir. Böylece Süryani halkına yönelik olumsuz yorumlar ve bakış açısı da değişmeye başlamıştır. Çünkü Süryani halkı siyasi irade olarak Suriye devriminin bir parçası olduğunu; demokrasi, özgürlük isteyen halklarla omuz omuza, el ele olduğunu ortaya koymuştur. ܀܀܀܀ 10 Sayı 3 Mayıs 2012 1 MAYIS’TA HERKES ORADAYDI Türkler, Kürtler, Lazlar, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Gürcüler, Çerkezler, Hristiyanlar, Aleviler, Sünniler, Ateistler, Muhafazakarlar, LGBT’ler, Kadınlar, Erkekler, Yaşlılar Çocuklar, İşçiler, Memurlar, Sanatçılar; kısacası herkes oradaydı. "Antikapitalist Müslüman Gençler" olarak adlandıran grubun ise taşıdıkları pankartlarda 4 ayrı dilde "Kölelere Özgürlük" yazıyordu. Fatih Camisi'nde hayatlarını kaybeden işçiler için gıyabi cenaze namazı kıldıktan sonra 1 Mayıs alanına giren Antikapitalist Müslüman Gençlerin, ellerinde taşıdıkları dövizlerde Kuran ve İncil'den ayetler bulunuyordu. 1 Mayıs kutlamalarının müdavimi olan İşçiler, Memurlar, Öğrenciler de Taksim’de hazır bulunanların arasındaydı. Herkesin kendi sendikası, örgütü, grubuyla birlikte ayrı ayrı yürümesine rağmen gönülleri, talepleri ve bağırdıkları sloganları aynıydı. Türkiye, tarihinin en renkli 1 Mayıs’ını kutladı. Tarihinde “kanlı kutlamalar”ın da bulunduğu 1 Mayıs kutlamalarında bu yıl en az iş polislere düştü. Bugüne kadar yapılan kutlamalar içinde en az polisin görev aldığı 1 Mayıs, bir şenlik havasında geçti. Ayrıca bu sene Taksim Meydanı’ndaki ana kürsüden, aralarında Süryanicenin de bulunduğu değişik dillerde 1 Mayıs’ın kutlanması da dikkat çekiciydi. Değişik sendika, parti, siyasal örgüt, taraftar grubu, öğrenci ve daha birçok sivil toplum kuruluşunun katıldığı İstanbul Taksim’deki kutlamalarda en çok ilgiyi, devletin şehir tiyatrolarına yönelik tavrı nedeniyle gündem olan sinemacı ve tiyatrocular gördü. Daha önceki katılımlardan daha büyük bir katılımla 1 Mayıs kutlamalarına katılan sanatçılar herkesin odağı durumundaydı. “Yaşasın 1 Mayıs” sloganının 14 ayrı dilde yazıldığı pankartla yürüyen Halkların Demokratik Kongresi korteji bir anlamda Türkiye’nin bütün renklerini bir araya getirme ve her ortamda onları temsil etmeye çalıştığını gösteriyordu. Taksime doğru yapılan yürüyüşün başka bir yerinde; “Kendileri Konuşsalar Halklar Hemen Dost Olur” pankartı altında bir arada yürüyen, “Halkların Anayasası”na imza atan farklı halk grupları da Türkiye’nin renkliliğini göstermeye çalışıyordu. Attıkları farklı dillerdeki sloganlar ve taşıdıkları dövizlerle de tam bir “farklılığın bir aradalığı”nı gösteriyorlardı. Bu yılki kutlamalara ilk kez katılan ve kendilerini Günümüzde, özellikle Türkiye’de gittikçe belirli çevrelerin denetimine girmeye başlayan spor kulüplerinin taraftarları da 1 Mayıs yürüyüşü yapanların arasında yer alıyordu. Galatasaray’ın “Tek Yumruk” Fenerbahçe’nin “Sol Açık” ve Beşiktaş’ın “Çarşı”sı oradaydı. Yanlarına ilişen başka taraftarları da bağrına basan bu gruplar; sosyalist içerikli pankartları taşıyor ve özellikle Che’nin resmi yer alan flama ve kaşkolları sallayarak ortak bir mücadelede yan yana olduklarını herkese göstermeye çalışıyorlardı. Bu yılki 1 Mayıs kutlamalarında belki de en fazla ilgiyi çeken gruplardan biri de gösteri sanatları emekçilerinin oluşturduğu gruptu. Kimisi palyaço kostümü, kimi ayağına bağladığı direkler, kimi piknik, kimisi de “jon” kıyafetiyle; ama hepsi de bir arada oradaydı. Üstelik hem taşıdıkları pankart ve dövizler, hem kullandıkları sloganlar, hem de bu sloganları kullanış biçimleri tam da gösteri sanatçılarına layık bir durumdaydı. Hakkını vermek gerekir: Halk da gereken ilgiyi esirgemiyordu onlardan. Bütün bu artıların yanında eksik olan şeyler de vardı: Polisler. Onlar her zamankinden daha az bir sayıyla yürüyüş kollarında meydandaki yerlerini almışlardı. Polisler belki slogan atmıyorlardı ama aramaların yapıldığı yerlerde yürüyüşçülere gösterdikleri kolaylıklarla günün daha da güzelleşmesine katkılarını sundular. İki ayrı koldan Taksim alanına doğru yürüyen kollar, attıkları sloganlarla seslerini duyurmaya çabalarken; “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Birlikte Ya Da Hiç Birimiz” sloganıyla her tarafın ilgisini sıcak tutmaya çalışıyorlardı. 1 Mayıs alanda yapılan konuşmalarla son bulurken; rahat bırakılırlarsa, bir arada ne de güzel yaşanabileceğini herkese gösteriyorlardı, orada olan herkes... ܀܀܀܀ Ermenistan'da Süryani Soykırımı Anıtı Açıldı Geçtiğimiz günlerde Süryani Soykırımı’nın tanınmasını için parlamentoya sunulan teklifi görüşmeyi kabul etmeyen Ermenistan’da 1915 Süryani Soykırım anıtı açıldı. Ermenistan'da yaşayan Süryanilerin yöneticilerinden Arsen Mikhailov tarafından açılan anıt, Ermenästan’ın Başkenti Erivan’da bulunuyor. Anıtın açılışında kısa bir konuşma yapan Mikhailov; “Ermeniler, Süryaniler ve Rumların, Osmanlılar’ın elinden çektiği acılar unutulmadı. Bugün burada açılışını yaptığımız bu anıt da unutulmayan bu acıların bir sembolüdür.“ dedi. Mikhailov ayrıca; 1915 yılında yapılan soykırımın tanınması için de Türkiye’ye çağrıda bulundu. Ermenistan Cumhuriyetçi Parti (ECP) Genel Başkan Yardımcısı Galust Sahakyan’ın da hazır bulunduğu açılış töreninde Mikhailov; anıtın yapım sürecinde yaptıkları katkılardan dolayı Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ve Ermenistan yönetimininİ şahsında bütün Ermeniler’eD teşekkür etti. M Şu anda Ermenistan Parlamentosunda çoğunluk partisi olan ECP Genel Başkan Yardımcısı Galust Sahakyan ise yaptığıA konuşmada; ″Ermeni toprağı sadece Süryaniler’i kabul etmedi, burası aynı zamanda Süryaniler‘in de yurdu. Ermeni halkıy y sizleri anlıyor ve kaderlerimizin bir olduğunu biliyor. Dolayısıyla birbirinden uzak ve farklı halklar olduğumuzu asla A düşünmedik.″ dedi. U y M O s m a n l ı y İmparatorluğu döneminde yapılan T S ü r y a n i Soykırım’na ilişkin g daha önce Fransa v ve Avustralya’da i A anıtlar açılmış, Av u s t r a l y a ’ d a k i A anıta, kimliği belirsiz kişiler tarafından defalarca saldırıdak M bulunulmuştu. Benzer bir anıtın İsveç’te de açılması konusunda çalışmalar yapılıyor. A ܀܀܀܀ g Sayı 3 Mayıs 2012 11 Diriliş Bayramı’nı Birliklte Kutladılar 2015 kozumuz: “Türk diasporası” Almanya’nın Türkiye’deki Büyükelçisi Eberhard Pohl, Diriliş Bayramını yurtdışından Turabdin’e dönen Süryani ailelerle birlikte kutladı. Baskın ORAN Tamam, masum arkadaşları ve abileri 1973’ten sonra ASALA tarafından katledildi. Yani, 14 Nisan’da Eşi ve danışmanı ile birlikte Turabdin!ne gelen Almanya Büyükelçisinin T.C. Dışişleri, Ermeni meselesinde hislerine kapılmaya müsait bir kurum. Ama o kadar da ziyaret ettiği ilk yer, şu andaki bütün yerleşimcileri kesin dönüş yapan Süryaniler olan değil. Başlatmak üzere olduğumuz fecaat, doğrudan hükümetin eseri. Uludere’sinden tut, Taksim “Piç” mitinglerine kadar AKP popülizmi iç politikada çok Kafro (Elbeğendi) köyü ve bu köyde yapımı tamamlanan Kültür Merkezi oldu. kötüye gidiyor. Gitsin varsın; kapaklanacak ve gitmemeyi öğrenecek. Ama dış politikada Türk-İslam Sentezciliği yapıp bir kapaklandın mı, zor kalkarsın. İki halk arasındaki Turabdin Metropoliti tarafından Midyat’taki düşmanlığı giderek azaltmanın tek çaresi sivil toplumun (NGO) önünü açmak iken, şimdi Mart Şmuni kilisesinde icra edilen Diriliş tam tersini yapmaya soyunduk: Devletimizin öncülüğünde, Türk ve Azeri GONGO’larının Bayramı ayinine katılan Büyükelçi yaptığı önünü açıyoruz. GONGO, yani sivil toplum görünümü altında, devletin/resmî ideolojinin Ziyaret esnasında Mor Gabriel Manastırı ile askerliğini yapan dernekler. birlikte Turabdin’deki Süryani köylerini de Pazarlama’nın kuralları dolaşatı. Özüne inildiğinde, olay basit: Türk-Azeri tezlerinin dünyaya pazarlanması. Yalnız, pazarlama bir bilimdir ve sanattır. Olmazsa-olmaz kuralları vardır: Büyükelçi, yaptığı ziyaretlerde kendisine 1) Malın niteliği. Bol reklamla satacağın mal, belli bir kalitenin çok altında olamaz. Oysa eşlik eden Süryani Dernekleri Feredasyonu malımız, kendi halkımızdan bir asırdır özenle sakladığımız Ermeni meselesini 1973’teki ilk Başkan ve yöneticilerinden de bölgede yaşayan Süryanilerin durumu hakkında bilgi aldı. cinayetle nihayet öğrenmeye başladığımızdan beri, hep aynı mal: “Biz onlara soykırım yapmadık, onlar bize yaptı”. 2) Pazarın ve alıcının niteliği. NasılMüslüman mahallesinde salyangoz satamazsan, bu Midyat ve çevre köylerindeki ziyaretlerini tamamlayan Büyükelçi daha sonra Mardin’e geçti. Burada Deyr-ul Zafaran Manastırı, Kırklar Kilisesi ve Mardin’deki tarihi yerleri malı da dünyaya satamazsın. Şimdi tırmanacağımız ring, 1920’lerden beri Ermenilerin tapuziyaret eden, yöneticilerinden bilgi alan Büyükelçi son Ziyaretini ise Mardin Valiliği’ne sunda; anca patak yiyip idman verirsin. Dünyanın hiçbir ülkesinde “Ermeni Meselesi” denmiyor; “Ermeni Soykırımı” deniyor. Ayrıca, şimdi diasporaya gideceğiz, “Biz size yaptı. soykırım yapmadık. Gelin Türkiye’ye, sizi ağırlayalım, kendiniz görün” diyeceğiz. Açtığımız toplu mezarlara da götürürüz, herhalde. Yaptığı ziyaretlerden çok etkilendiğini ve bölgede yaşayan Süryanilerin durumuna ilişkin 3) Pazarlamacının niteliği. İşin ustası olmalı, diplomatça hareket etmeli, güler yüz duyurucu bilgilere ulaştığını söyleyen Almaya Büyükelçisi Eberhard Pohl daha sonra göstermeli, tatlı dil kullanmalı, müşteriye asla terslenmemeli, inandırıcı olmalı. Bu fevkalade Mardin’den ayrıldı. ܀܀܀܀önemli öğeden bugün biraz bahsedelim. MEZO-DER’DE SEYFO ANMASI YAPILDI İstanbul’da Süryanilerin kurduğu sivil toplum örgütü olan Mezopotamya Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği’nde (Mezo-Der) 22 Nisan 2012 Pazar günü, 1915 yılında gerçekleşen Seyfo (Kılıç) olayları anma etkinliği düzenlendi. Çeşitli konuşmaların yapıldığı anma etkinliğinde, dinleyiciler de Seyfo konusunda konuşmacılara çeşitli sorular sordular. Seyfo anma etkinliğine konuşmacı olarak Tarih öğretmeni ve araştırmacı yazar Muzaffer İris, Mezopotamya Kültür Derneği yönetim kurulu üyeleri Tuma Özdemir ve Edip Arslan katıldılar. Anma etkinliği Seyfo kurbanları için 1 dakikalık saygı duruşuyla başladı. Oldukça fazla sayıda katılımın olduğu etkinlikte; Seyfo’nun ne olduğu, o dönemde yaşayan Süryaniler arasında kimlerin etkilediği ve yaşanan bu insanlık trajedisinin faillerinin kimler olduğu üzerine konuşmalar yapıldı. Ayrıca Seyfo öncesi ve sonrası Süryanilerin bölgdeki (Mardin, Adıyaman, Diyarbakır, Adana, Siirt, Elazığ, Harput, Urfa, Hakkari, Van ve Kars) durumu ile bu bölgede yaşayan komşu halklarla ilişkiler, Araştırmacı-yazar Muzaffer İris tarafından anlatıldı. İris ayrıca; Osmanlı nufüs sayımlarından yola çıkarak, yaşanan katliam ve tehcirle Hıristiyan nufüsün nasıl azaldığını çarpıcı bir şekilde göstermeye çalıştı. Toplantıyı izlemeye gelenler arasında bulunan yaşlı Süryani bireyleri de Seyfo olayına ilişkin olarak anılarını ve yaşadıklarını dernekte bulunan insanlarla paylaştılar. Aynwerd köyünden olan Hobil Aksoy Seyfo zamanı yaşayan akrabalarından duyduğu anlatımları Süryanice olarak anlattı. Hobil Aksoy, Aynwerd köyünde yaşayan Süryanilerin kendi köylerine katliam için gelen askeri birlikleri geri püskürttükten sonra diğer Süryani köylerinde (Bote, Keferze, Arnas vb gibi) yaşayan kardeşlerine yardıma nasıl koştuklarını anlattı. Akrabalarının, Bu olaylarla ilgili birçok anlatımın aralarındaki sohbetler sırasında çokça paylaşıldığını belirten Hobil Aksoy’un Süryanice konuşması anında tercüme edildi ve dinleyicilerle paylaşıldı. Ayrıca Seyfo anma etkinliğini takip etmeye gelen izleyicilerden bazıları da soru ve görüşlerini konuşmacılara yönelttiler. Halkların Demokratik Kongresi ilçe meclisi temsilcisi temsilcisi Murat Canoğlu, tarihsel süreçten ve Seyfo’da komşularına yaşattıkları acılardan dolayı pişman olduklarını ve Süryani halkından bu nedenle özür dilediğini ifade etti. Anma toplantısının sonunda konuşmacılar; Süryaniler’in Seyfo’yu yapılacak değişik etkinliklerle, beraber yaşadıkları halklara anlatmaları ve bu meselenin bu topraklarda çözülmesi gerektiğini ifade ettiler. Ş. Boyacı Kardeş Azerbaycan diplomatı Umarım farkındayız: Biz bu 73 model çürümüş malı, bu GONGO’lar eliyle pazarlayacağız. Mesela, “diplomatik” demişken, ortak çalışacağımız Azeri diplomatlardan başlayalım. “Azərbaycan Rəspublikasının Səfirliyi” antetli kağıda, Azeybaycan Büyükelçiliği’nden Basın Müşaviri Elsever Salmanov 10 Nisan 2012’de yazıyor: “Yazılarınızı yıllardan beri takip etmekteyiz. Azerbaycan’a olan nefretiniz yazılarınızda bariz bir şekilde görülmektedir. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine dair kasıtlı bir şekilde düşmanlık oluşturma gayretleri; Azerbaycan’ı Türkiye toplumuna ‘kötü’ gösterme azmi düşüncelerinizin ve kimliğinizin birer habercisidir.” “Bana, bundan sonra, bu türden milliyetçi resmî propaganda malzemesi göndermemenizi istirham eder, iyi günler dilerim” diye yazışım üzerine, cevabı: “Ben elbette size yazmak istemezdim. Lakin elinizde bulundurduğunuz gazete köşesini bir ‘dükkan’ gibi kullanmanız beni buna mecbur etti.” TTK’dan Profesörümüz Aslında, sıradan bir basın müşavirine kızmamak lazım, bizim TTK Ermeni Masası Başkanı Prof. Dr. Kemal Çiçek’in TV’de Garo Paylan’a söyledikleri varken: “Hrant Dink’i Taşnaklar öldürdü”. Bonus olarak da: “Sonunuz California’da biter” (Bianet, 30.04.2012). TTK Başkanı bunları niye der? Çünkü o koltukta bunun için oturtulmaktadır ve çünkü, Dışişleri’nin başına bugüne kadar gelmiş en geniş ufuklu bakan Davutoğlu da şöyle demektedir: “23 Nisan ile 24 Nisan’ın bizim için gün olarak bir özel farkı yok. 23 Nisan ulusal egemenlik bayramınızı da kutluyorum bu vesileyle. 24 Nisan’a bu derece önem atfetmeniz de doğru değil. Yarın da 25 Nisan, hayırlı olsun”. Davutoğlu ki, iki halkı barıştıracak protokollerin mimarı idi, kendisine istihza pek yakışmıyor. ‘Devlet aklı’ demek ki böyle bir şey: ‘23 Nisan’ı kutluyor, 24 Nisan için de ortak acıları paylaşıyorum’ bile demiyor. Niçin? Çünkü Başbakanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin soykırım gerekçesiyle tutuklama kararı çıkaracağı Sudanlı El Beşir hakkında “Bir Müslüman soykırım yapamaz” demiştir (Vatan, 8 Kasım 2009). İmamlar böyle olunca… …cemaati tahayyül edin. Özellikle de, diasporamızdakini. Bunun orkestrasyonunu, ABD’den Kayaalp Büyükataman başkanlığındaki “Turkishforum/Dünya Türkleri Birliği”yapıyor. Bu Pantürkçü dernek/site, Azeri sitelerinde (kendi ifadelerine göre “üç kez”) dolaşan bir yazıyı alıp, benim nüfustaki adımın Baskın Oranyan olduğunu ilan etmiş (Vazken akıllarına gelmemiş; ufuk yok ki), sonra da yaptığı daha gelişmiş ırk araştırmaları sonucu Arnavut kökenli olduğumu öğrenerek beni “aklamış”tı (bkz. 20.02.2011 tarihli R-2 yazım). Bu cemaatten bir birader yazıyor, adresi mehmetyilmaz@yahoo.ca olduğuna göre muhtemelen Kanada’dan: “Sayin Baskin ORAN, Senin gibi cahil, vatan haini, okudugunu anlamayan, ulke dusmani ve yabanci ajanlari oldukca memlekete ve millete piclik yapmak son bulmayacaktir. Bana adam gibi cevap verirsen seninle kibarca yazisirim. Aksi takdirde birak o ulkenin vatandasligini, cek git ait oldugun ulkede ve toplumda konus.” Uluslararası eposta trafiğinde çok aktif bir hanım, grubuna yazıyor, bana da cc’liyor; mantık tutarlılığını izleyiniz: “Ermenistan'da yaşayanlara Ermenistanlı demek gerekirmiş! Peki, öyle diyelim. Bizim vatandaşlarımız olup da Ermeni kökenli olanlara ne denecek? Her zaman dendiği gibi, ‘Ermeni’ denecek, doğrusu bu. Onlar ‘Ermeni’ ama bizler Türk değil, ‘Türkiyeli’! ‘Ermeni’ denilecek, ırkçı olunmayacak ama ‘Türk’ denilirse, ırkçı olunacak?! Mantığa bakar mısınız?” Şöyle bitiriyor, büyük harflerle: “Ataları adına Türklerden özür dilemeli! Türk soykırımı yaptılar, bizlerden özür dilemeliler!” Muhtemelen Fransa’da yaşayan bir diğerinden, tabii yine kes-yapıştır ile: “Tecrih Osmanli toprakli icerisinde yapilmistir. Buna nakil dahi denilebilir. Istanbul, Izmir gibi illerde ermeniler huzur icerisinde yasarlarken o bölgede ki ermeniler neden nakil edildiler bunu düsünmek gerekir. Herhalde durduk yerde hadi sunlari gönderelim denmedi !” Bazı mesajların altında özdeyişler mevcut: “Vatan aşkı maya gibidir; sütü bozuk olanlarda tutmaz! Umut bütün enerjilerin kaynağıdır!” Türkiye’nin 16 Nisan’da ilan ettiği 2015’e hazırlık stratejisinin enerji kaynağı, ayranım bu yarısı su, işte bu insan sermayemiz. Bu sermayeden bin adedini, Azerbaycan’ın bayraklarını söktüğü Bakü Türk Şehitliği’nde yatan askerlerimizin toprağa düşmesini simgeleyen 15 Eylül’de anavatanda ağırlayıp, seferberliği başlatacağız hayırlısıyla. Gazamız mübarek, yardımcımız Tanrı olsun, veleddalin amin… ܀܀܀܀ 12 Sayı 3 Mayıs 2012 ܀܀܀܀ Sayı 3 Mayıs 2012 ܀܀܀܀ ܀܀܀܀ 13 S. 12 S. 13