T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ BULGARİSTAN VE ROMANYA’NIN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİKLERİNİN AB KARADENİZ POLİTİKALARINA ETKİSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Metin UZAL Tez Danışmanı Doç.Dr.Çınar ÖZEN Ankara-2009 ONAY Metin UZAL tarafından hazırlanan “Bulgaristan ve Romanya’nın AB Üyeliklerinin AB Karadeniz Politikalarına Etkisi” Başlıklı bu çalışma 02 Mart 2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Uluslar Arası İlişkilier Anabilim Dalında Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir. İmza .............. Prof.Dr.Haydar ÇAKMAK İmza .............. Prof.Dr.Hüseyin BAĞCI İmza .............. Doç.Dr.Çınar ÖZEN (Danışman) ÖNSÖZ Bu tez çalışmasında, 01 Ocak 2007 tarihinde gerçekleşen Bulgaristan ve Romanya’nın Avrupa Birliği üyelikleri sonrasında AB’nin Karadeniz Bölgesine yönelik politikalarında, meydana gelen değişiklikler irdelenmeye çalışılmıştır. Uluslar arası arenanın tüm önemli aktörlerinin bölgeye yönelik siyasetlerinin sebebini ortaya koyabilmek amacıyla bölgenin geçmişten günümüze süregelen jeostratejik ve jeopolitik önemi ortaya konulmaya çalışılmış ve bu öneme binaen diğer uluslar arası aktörlerin bölgedeki politikalarına değinilerek bu politikaların AB politikaları ile etkileşimi ve uyuşan/ çatışan tarafları irdelenmiştir. AB’nin Karadeniz Bölgesine yönelik politikalarındaki değişikliği vurgulamak üzere Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri öncesinde uygulanan politikalara geniş olarak yer verilmiş ve 01 Ocak 2007 sonrası meydana gelen değişiklikler ortaya konulmuştur. Konuya ilişkin kaynak bulmak özellikle güç olmuştur. Ayrı ayrı Avrupalı ülkelerin Karadeniz Bölgesine yönelik politikalarına girmemek maksadıyla temel kaynak olarak AB bildirileri ve dokümanlarından yararlanılmaya çalışılmış ancak bu konuda da AB’nin bütün olarak bölgeye yönelik politikalarından ziyade bölge ülkelerine yönelik bireysel politikaları çoğunlukta olduğu için kaynak sıkıntısı her aşamada yaşanmıştır. AB’nin Karadeniz’e kıyıdaş olması çok yakın zaman da gerçekleştiği için, halen tam olarak sonuçları alınmaya başlamayan yeni uygulamaların devamı ve geliştirilmesine yönelik önermelere çok fazla detaya girmeden değinilmiştir. Bu çabaların başarılı olabilmesi için hem AB’nin hem de bölge ülkelerinin karşılıklı olarak gayretlerini devam ettirmesi çok büyük önem taşımaktadır. Bu uzun ve yorucu çalışmanın hazırlanması döneminde bana karşı gösterdikleri anlayış ve yardımları için öncelikle aileme ve danışmanım Doç.Dr.Çınar ÖZEN’e şükranlarımı sunuyorum. ii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ..................................................................................................................i İÇİNDEKİLER........................................................................................................ii KISALTMALAR......................................................................................................iv TABLOLAR VE HARİTALAR.................................................................................v GİRİŞ..................................................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM KARADENİZ BÖLGESİNİN DÜNYA POLİTİKASINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ....5 1.1. Karadeniz Bölgesinin Artan Önemi..........................................................5 1.2. Karadeniz Bölgesi’nin Farklı Coğrafi Tanımlamaları................................8 1.3. Karadeniz Bölgesinin Jeostratejik Önemi................................................11 İKİNCİ BÖLÜM DİĞER AKTÖRLERİN KARADENİZ POLİTİKALARI......................................13 2.1. ABD’nin Karadeniz Politikaları.................................................................13 2..2. RF’nun Karadeniz Politikaları...................................................................22 2.2.1. RF’nun, Batının Karadeniz Bölgesindeki Faaliyetlerine Karşı İzlediği Politikalar..................................................................................................25 2.2.2. RF’nun Karadeniz Bölgesinde Enerji Kaynaklarına ilişkin İzlediği Politikalar ...............................................................................................29 2.2.3. Donmuş Çatışmalar ve RF........................................................................38 2.2.3.1. Moldova - Transdinyester Sorunu.............................................................38 2.2.3.2. Gürcistan - Abhazya ve Osetya Sorunu ...............................................40 2.2.3.3. Ermenistan Azerbaycan arasında yaşanan Dağlık Karabağ Sorunu........42 2.3. Diğer Aktörlerin Karadeniz Politikaları.......................................................45 2.3.1 Romanya’nın Karadeniz Politikaları..........................................................45 2.3.2. Bulgaristan’ın Karadeniz Politikaları.........................................................48 2.3.3. Türkiye’nin Karadeniz Politikaları ........................................................52 2.3.3.1. Karadeniz Görev Kuvveti BLACKSEAFOR...............................................53 iii 2.3.4 Ukrayna’nın Karadeniz Politikaları............................................................58 2.3.5. Gürcistan’ın Karadeniz Politikaları............................................................61 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİNİN KARADENİZ POLİTİKALARI.......................................63 3.1. Avrupa Birliği’nin 01 Ocak 2007 öncesi Karadeniz Politikaları .................64 3.1.1. TRACECA.................................................................................................65 3.1.2. INOGATE..................................................................................................67 3.1.3. Avrupa Komşuluk Politikası.......................................................................68 3.1.4. Bölgesel İşbirliği Örgütleri ve Avrupa Birliği İlişkileri ............................... 73 3.1.5. Enerji ve Enerji Güvenliği..........................................................................78 3.1.6. Avrupa Birliği ve Bölgesel İstikrar ve Çatışmaların Önlenmesi ...............89 3.2. 01 Ocak 2007 sonrası AB’nin Karadeniz Politikaları................................92 3.3. Avrupa Birliği ‘nin Karadeniz Politikaları ve Diğer Aktörler........................97 3.4. Avrupa Birliği Karadeniz Politikalarının Geleceği....................................101 SONUÇ...................................................................................................................105 KAYNAKÇA...........................................................................................................116 EKLER....................................................................................................................121 EK-1 “Karadeniz Sinerjisi” Özet Tercüme.............................................................121 ÖZET......................................................................................................................130 ABSTRACT............................................................................................................134 . iv KISALTMALAR CETVELİ AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri AGİT Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGSP Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikaları AKKA Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması BDT Bağımsız Devletler Topluluğu BIO Barış İçin Ortaklık BLACKSEAFOR Karadeniz Deniz Kuvveti BOP Büyük Orta Doğu Projesi CBC Cross Border Cooperation- Sınır ötesi İşbirliği CDC Community of Democratic Choice- Demokratik Tercih Topluluğu ENP European Neighbourhood Policy- Avrupa Komşuluk Politikası ENPI European Neighbourhood Policy Instrument EUBAM European Union Border Assistance Mission- AB Sınır yardım Misyonu GU(U)AM Gürcistan, Ukrayna (Özbekistan), Azerbaycan ve Moldova’dan oluşan bölgesel işbirliği Örgütü INOGATE Interstate Oil and Gas Transport to Europe KEİÖ Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü KUH Karadeniz Uyum Harekatı MAP Membership Actions Plans NATO North Atlantic Treaty Organization NGO Non Governmental Organization- Sivil Toplum Örgütü OPEC Oil Producing and Exporting Countries PAP Ortaklık Eylem Planı- Partnership Action Plan PCA Ortaklık ve İşbirliği Antlaşmaları RF Rusya Federasayonu SECI South East European Cooperation Inıtiative SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği STANAVFORMED NATO Akdeniz Daimi Deniz Gücü (Standing Naval Force For Mediterrenean) v TACIS Technical Assistance to the Commonwealth of Independent States TRACEA Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia vi HARİTA VE TABLOLAR CETVELİ Harita 1 Kalpgah ve Kenar Kuşak Ülkeleri.................................109 Harita 2 Romanya’daki ABD Üsleri............................................109 Harita 3 Bulgaristan’daki ABD Üsleri.........................................110 Harita 4 Moldova Transdinyeste Bölgesi...................................110 Harita 5 Gürcistan Abhazya ve Osetya Bölgesi.........................111 Harita 6 Nahcıvan ve Karabağ Bölgesi......................................111 Harita 7 TRACECA Ulaşım Ağları Harita 8 INOGATE Doğalgaz Hatları..........................................112 Harita 9 INOGATE Ham Petrol Hatları......................................113 Harita 10 Karadeniz Bölgesinden Geçen Doğalgaz hatları..........113 Tablo 1 Dünya Ham Petrol Üretiminin Bölgelere Göre dağılımı...114 Tablo 2 Bölgenin Kanıtlanmış Petrol Rezervleri...........................114 Tablo 3 Bölgenin Kanıtlanmış Doğalgaz Rezervleri.....................115 Tablo 4 Bölge Ülkelerinin Petrol Ve Doğalgaz Kaynakları............115 ..................................112 GİRİŞ Eski dönemlerde “Pontus Euxinus” (Konuksever Deniz) olarak adlandırılan Karadeniz, sadece denizi ile değil, kıyıları ve burada yaşayan insanları ile de özel bir bölgedir. Bu özel bölge, dünya politik gündeminde uzun bir ihmal döneminden sonra tekrar önem kazanmıştır. Bu önem Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki çekişmeler döneminde olduğundan büyük farklılıklar arz etmektedir. Bu farklılıkların temelinde artık Karadeniz’e kıyıdaş bir çok ülke olmasının yanısıra, bölge harici büyük güçlerin de bu bölgeye yönelik emelleri olması nedeniyle gösterdikleri ilgi yatmaktadır. Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından, Batının Karadeniz bölgesinde günden güne artan nüfuzu Karadeniz Bölgesi için yeni bir tarih yazılması anlamına gelmektedir. Zira Karadeniz Bölgesi tarihinde daha önce hiç yer almamış iki batılı gücün (ABD ve AB) dönüşüm baskısıyla karşı karşıya kalmıştır.1 Soğuk Savaş ve öncesinde uzun zaman dünyanın diğer bölgelerindeki gelişmelerin gerisinde kalarak politik gündemde önemli bir konuma sahip olamayan Karadeniz Bölgesi, Soğuk Savaşın bitişini simgeleyen SSCB’nin dağılmasından sonra önem kazanmaya başlamıştır. Bu önem artışı 1990’ların ilk yıllarında bölgenin hemen yakınındaki Yugoslavya ve Balkan krizleri nedeniyle gölgelenmiş olsa dahi, dünyanın dikkatinin bu bölgeye yoğunlaşması nedeniyle Karadeniz Bölgesi de bu dikkatten pay almıştır. 1 Hasan KANBOLAT: “Türkiye Karadeniz’de yeni ufuklara yelken açmak istiyor”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, No1,(2007),74 2 Ancak dünyanın asıl bölgeye ilgisini çeken olaylar 11 Eylül ve sonrasında yaşanan gelişmelerdir. ABD’nin terörle mücadele kapsamında başlatmış olduğu Afganistan ve Irak harekatları Karadeniz’i gündemin en üst sıralarına taşımıştır. Karadeniz Bölgesi’nin bu artan öneminde en büyük faktör; SSCB’nin dağılmasının ardından bölgede ortaya çıkan devletler ve bu devletlere yönelik Batının ve Rusya Federasyonu (RF)’nun politikalarının çatışması ve bölgenin bir rekabet alanı haline gelmiş olmasıdır Karadeniz Bölgesinin yeni devletleri olan Ukrayna ve Gürcistan’ın yanı sıra Varşova Paktından ayrılmalarından çok kısa bir süre içinde NATO ve AB üyeliklerini kazanan Bulgaristan ile Romanya, bir yandan bölgenin eski hegemonu RF’na karşı egemenliklerini güçlendirme çabasında diğer yandan da bölgeye her geçen gün artan şekilde ilgi gösteren ABD ve AB’nin politikalarını kendi çıkarlarına göre şekillendirerek avantaj sağlamaya çalışmaktadır. Bölgede etkin olmaya çalışan aktörlerin çoğalması sonucunda bölgenin coğrafi tanımlanmasında da bir kaç farklı yorum ortaya çıkmıştır. Öncelikle bölgenin iki güçlü yerel aktörü olan RF ve Türkiye sadece kıyıdaş ülkeleri kapsayan “Karadeniz” bölgesini empoze ederlerken, ABD ve AB, Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ancak bölgedeki her türlü gelişmeden etkilenen, Moldova, Ermenistan ve Azerbaycan gibi ülkeleri de kapsayan “Geniş Karadeniz” yorumunu kabul etmiştir. Bölgesel aktörler olan RF ve Türkiye, Karadeniz’in dış güçlere kapalılığını garantiye alan Montrö Sözleşmesinin delinmemesi için güç birliğine girmiştir. ABD ise tüm dünya denizlerinde olduğu gibi Karadeniz’de de serbest seyretme ve donanma bulundurma hakkını elde etmek için çabalamaktadır. Ancak ABD artık bu çablarında tek başına değildir. Özellikle Bulgaristan ve Romanya’nın AB üyeliklerinin ardından uluslar üstü bir 3 organizasyon olan AB’nin de bir “Karadeniz gücü”2 olarak değerlendirilmesi gerekip gerekmeyeceği tartışılmaya başlanmıştır. Bu hassas ve faydalanmaya açık bölgeye, hemen yanı başında gelişmekte olan siyaset sahnesinin diğer önemli oyuncusu AB de kayıtsız kalmamıştır. Orta Avrupa’nın entegrasyonundan sonra eski Doğu Bloğu ülkeleri olan Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkeleri de zaman içinde birliğe alınarak, AB Karadeniz’e kıyıdaş olmuştur. Bu aşamaya gelene kadar da AB'nin, Karadeniz’e tamamıyla ilgisiz olduğu söylenemez. Ancak bu ilgi genel olarak ekonomik temelde kalmış ve çok sınırlı olmuştur. Bölge ülkelerine yapılan destekler, özellikle Balkanlar’daki kötü tecrübelerden sonra bu bölgedeki “donmuş” kriz bölgelerinde3 yeni bir “Kosova” veya “Bosna Hersek“ olayı yaşamamak için etkin olmayı hedeflerken, bu bölgeden çıkan veya transit geçen enerji kaynaklarına olan bağımlılık nedeniyle bu transit hatlarının kontrolünde söz sahibi olmak ve Rusya’nın kontrolünü azaltmak için AB çeşitli faaliyetler yapmış -yapmaktadır. Bu çalışmada; 1 Ocak 2007 tarihinde gerçekleşen 6nci genişlemeyle, Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri sonrasında, AB’nin Karadeniz’e kıyıdaş olması nedeniyle, bu güne kadar izlemiş olduğu Karadeniz politikalarında olan/olabilecek değişiklikler ele alınmıştır. Karadeniz’in hem AB hem de dünya jeopolitiği açısından önemi vurgulanarak, diğer önemli aktörlerin de bu bölgeye olan ilgileri ve izledikleri politikalara da kısaca değinilerek, AB ile diğer aktörlerin ortak ve çekişen çıkarları irdelenmiştir. Ülkemizin de içinde olduğu bu çok aktörlü politik güç savaşında Karadeniz Bölgesinde etkili olmaya çalışan bölgesel ve bölge dışı aktörlerin 2 AB Moldova Özel Temsilcisi Peter Semneby’nin 18 Mayıs 2007’de ODTÜ’deki konuşmasına atfen, David BARCHAD:”Dipping a toe in the Black Sea”, Defense & Security Analysis (2006), cilt 2, sayı,22, 204 3 Vladimir SOCOR: “Frozen Conflicts: A Challenge To Euro-Atlantic Interesrs”, A New EuroAtlantic Strategy for the Black Sea Region, Der. Ronald D. Asmus, (Washington; The German Marshall Fund of the U.S., 2004),128. 4 izlemekte oldukları politikaların incelendiği bu çalışma kapsamında “Karadeniz Bölgesi “ terimi; kıyıdaş ülkeler ile birlikte Moldova, Azerbaycan ve Ermenistan’ı da kapsayan politik bölgeyi ifade etmek için kullanılmıştır. 5 BİRİNCİ BÖLÜM KARADENİZ BÖLGESİNİN DÜNYA POLİTİKASINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ akın ve uzaktaki devletler tarafından fark edilmiş ve bu önemli bölgeye sahip olmak veya kontrol etmek için savaşlar verilmiştir. Aslında coğrafi olarak küçük bir alana yayılmış bulunan Karadeniz Bölgesi tarih boyunca büyük göçlere tanık olmuş, çevresinde etki alanı kuran Bizans, Osmanlı ve Rus İmparatorluğunun zaman içindeki güç mücadelerine sahne olmuştur. “Tarihsel olarak Latinlerin Pontus Euxinus olarak adlandırdıkları Karadeniz her zaman bir geçiş bölgesi ve kavşak olmuştur. Sırasıyla bir Roma gölü, Rus – Osmanlı etki alanı, bir koridor, bir köprü fakat aynı zamanda da bir tampon, bir ara bölge olmuştur.”1 1.1 Karadeniz Bölgesinin Artan Önemi : Karadeniz Bölgesinin tarihi Asya, Avrupa ve Afrika arasında kavşak noktasında bulunması ile şekillenmiştir. Bir çok su ve karayolunun buradan geçiyor olması bölgenin kontrolünü de büyük güçler için önemli kılmıştır. Bir açık deniz olarak adlandırılamasa dahi Karadeniz, Tuna, Don ve Volga nehirleri ile önemli trafik güzergahlarına bağlanmakta, ayrıca doğu ile batıyı, kuzey ile güneyi birleştiren kara yollarını da bünyesinde barındırmaktadır. Bu yollar ilk çağlardan bu yana hem ticaret hemde askeri maksatlarla kullanılmıştır. Bu bölgede istikrar genelde bir güç merkezi (önce Bizans ardından Osmanlı ve daha sonra Rus/Sovyet İmparatorluğu) tek hakimken sağlanmıştır birden fazla güç merkezi olan zamanlarda ise genelde savaş ve 1 Jean DUFORC: “The Role of the wider Black Sea Area in a future European Security Space”, Rome National Defence College, Occasional Paper 10,(2004),12 6 istikrarsızlıklar baş göstermiştir.2 Bölgenin tarihi boyunca bir güç merkezinin etkin olduğu dönemler daha ağırlıkta olmuştur ancak bu istikrarlı dönemler aynı zamanda bölgenin dış etkilere de kapalı olduğu dönemler olmuştur. Bizans döneminde kıyılarına yerleştirilen yunan kolonileri ile gelişen ticaret ve kültür yaşamı Osmanlı döneminde dış ticaret ve etkilere kapalı bir şekil almıştır. Soğuk Savaş döneminde ise ABD’nin çevreleme politikalarının sonucunda SSCB’nin güneye inişinin boğazlarda bir batılı müttefik tarafından kontrol edildiği bir tampon bölge olmuştur. Soğuk Savaş dönemine kadar olan tarih sürecinde Osmanlı’nın zayıflayıp Rus çarlığının yükselme dönemleri hariç bu bölge politik olarak bölge dışı güç merkezlerinin dikkatini pek çekmemiştir. Rus çarlığının güçlenmesi sonrasında sıcak denizlere inmek hedefi izlemeye başlaması neticesinde, özellikle İngiltere’nin Akdeniz üzerinden Mısır ve Hindistan’a ulaşan ticaret yollarına hakimiyetine olumsuz etki edebilecek bu gelişme başta İngiltere olmak üzere Batının, Rus İmparatorluğunu önlemek üzere bölgeyle ilgilenmesine yol açmıştır. İngiltere, öncelikle zayıf da olsa bir Osmanlı devletinin mevcudiyetini devam ettirerek bölgede tampon vazifesi görmesini sağlamış, Boğazların kapalılığı ilkesinin garantörü olarak güçlü Rus donanmasının Akdeniz’e inmesini engellemeyi başarmıştır. Politik manevralar yeterli olmadığında da Kırım harbinde olduğu gibi askeri manevra ile Rusları Karadeniz’de tutmayı başarmıştır. Soğuk savaş döneminde de Batının Karadeniz Bölgesine olan ilgisi sadece SSCB’nin güneye inmesinin engellenmesi ile sınırlı kalmıştır. Anılan dönemde titizlikle gözetilen güç dengesi nedeniyle SSCB’nin kabullenemeyeceği bir politik manevra olan uydu devletlere müdahale 2 Mustafa AYDIN: “Europe’s New Region: The Black Sea in the Wider Europe Neighbourhood”, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt. 5, No. 2, (Mayıs 2005),258 7 etmek Batılı devletlerin gündemine girmemiştir. Batının müttefiki olarak Türkiye Karadeniz’de bekçilik görevini üstlenmiş, SSCB’nin çevrelenmesi Karadeniz’de de devam etmiştir. Soğuk savaş sırasındaki diğer politik gelişmeler nedeniyle nispeten sorunsuz bir dönem geçiren Karadeniz Bölgesi gündemin arka sıralarında kalmış ve layık olduğu ilgiyi görmemiştir. Karadeniz Bölgesinin bu dönemde yeterli ilgiyi görmemesinin göstergelerinden birisi de dönem içindeki uluslar arası ilişkiler alanında yapılan akademik çalışmalarda dahi özel olarak Karadeniz Bölgesi başlığı altında çalışmalar bulunmamasıdır.3 Karadeniz Bölgesi genel olarak söz konusu dönemde yapılan akademik çalışmalarda, Orta Doğu, Kafkaslar gibi çalışma konularının bir alt alanı olarak yer almıştır. Soğuk savaşın sona ermesinin ardından dahi Karadeniz hemen gündemde üst sıralara tırmanmamıştır. Özellikle Yugoslavya krizi nedeniyle batının dikkati Karadeniz’in yakınında olan bu bölgeye yoğunlaşmış ve Karadeniz yine ikinci planda kalmıştır. Bu dönemde AB bölgeyle ekonomik olarak ilgilenmeye başlamışsa da bu ilgi politik alana yönelmemiştir. Batının Karadeniz Bölgesi’ne ilgisinin yoğunlaşması 11 Eylül olayları sonrasında ABD’nin Afganistan ve Irak harekatları için bu bölgede kullanabileceği ileri üsler araması ile başlamıştır. 11 Eylül olayları batı dünyasına tehlikenin artık Kıta Avrupa’sı veya Amerika’dan değil bu bölgelerin uzağından; Büyük Orta Doğu olarak tanımladıkları Orta Asya ve Orta Doğudan gelebileceğini ve batının sınırları içindeki istikrar ve güvenliği tehdit edebileceğini göstermiştir.4 3 Ronald D.ASMUS ve Bruce P. JACKSON: “ The Black Sea and The Frontıers Of Freedom”, A New Euro-Atlantıc Strategy For The Black Sea Region, Der, Ronald ASMUS, Konstantin DİMİTROV, Joerg Forbrig German Marshal Fonu Yayını, (2004),18 4 Ronald D.ASMUS ve Bruce P. JACKSON: “ The Black Sea and The Frontıers Of Freedom”, 17 8 Bu yeni gelişme aynı zamanda ülkelerin sadece kendi sınırları içinde güven ve istikrar sağlamalarının yeterli olmadığını, küreselleşmenin yan etkisi olarak çevreden kaynaklanan tehditlerin, batılı ülkeleri içlerinden vurabileceğini de göstermiştir. Bu nedenle batılı ülkeler öncelikle yakınlarında bulunan ve SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan -failed state5 - zayıf devletler olarak tanımladıkları devletlerin istikrarı için çaba göstermek gerektiğinin farkına vardılar. Batılı kaynaklara göre Karadeniz Bölgesinin son dönemde önem kazanmasının birbirleri ile alakalı 3 ayrı sebebi bulunmaktadır. “İlk olarak Romanya ve Bulgaristan başta diğer Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin, AB ve NATO’nun genişlemesinin batı kıyılarında son bulmaması, genişlemenin mümkünse Karadeniz’in doğu kıyılarına kadar devam etmesi gerektiğini düşünmeleri ve bu doğrultuda kamuoyu oluşturmalarıdır. Başta ABD olmak üzere bu görüşü paylaşan ülkelerin sayısı hızla artmıştır. İkinci faktör ise Batının stratejik olarak Avrupa’daki çatışmalardan uzaklaşarak terör ve Geniş Orta Doğu olarak adlandırılan coğrafyadan kaynaklanan istikrarsızlıklara odaklanmasıdır. Karadeniz Bölgesini dünya politikasında önem kazanmasında etken olan son faktör ise dünyanın ve özellikle Batının artan enerji ihtiyacının karşılanmasında Karadeniz Bölgesinin kazanmış olduğu önemdir.”6 1.2. Karadeniz Bölgesi’nin Farklı Coğrafi Tanımlamaları: SSCB’nin dağılması sonrasında; Karadeniz kıyısında Ukrayna, ve Gürcistan’la birlikte Karadeniz’in hinterlandında ancak kıyılardaki her gelişmeden eşit derecede etkilenen Moldova, Ermenistan ve Azerbaycan gibi 5 Gareth WİNROW,: “Geopolitics and Energy Security in the Wider Black Sea Region”, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt. 7, sayı 2, (Haziran 2007),220 http://www.informaworld.com/smpp/title~content=t713634533 6 Ronald ASMUS: ‘Next Steps in Forging a Euroatlantic Strategy for the Wider Black Sea’, Çev. Gül Aral, Avrasya Dosyası, Cilt 13, sayı 1, (2007),11-15 9 yeni ülkeler ortaya çıkmıştır. Yeni ülkeler ile birlikte bölgenin tanımı ve kapsamı konusunda yeni ve farklı görüşler ortaya atılmıştır. Türkiye ve RF gibi yerel aktörler bölgeyi sadece kıyıdaş ülkeler ile tanımlarken, etki alanını genişletme hedefinde olan ABD ve AB bölgeye; “Geniş (Wider) Karadeniz Bölgesi” veya “Büyük (greater) Karadeniz Bölgesi“ gibi tanımlamalar getirmiş, kıyıdaş olmayan Azerbaycan, Ermenistan gibi ülkelerin yanı sıra Hazar Bölgesi ülkelerini de bölgeye dahil etmeye çalışmışlardır. Bazı yorumcular Karadeniz’in bölgesel algılamasında farklılık ve karışıklıkların önemli bir rolü olduğunu belirtmiştir. Bölünmüşlük bölgeyi politik bir yapı olarak tanımlar ve coğrafi bir tanım üzerinde anlaşılmamış olması ile bu durum iyice belirginleşir. Bölgeyi sadece kıyıdaş devletlerle sınırlandıran küçük bir grup mevcut iken, diğer bir geniş kabul gören anlayış ise tüm KEİÖ üyelerinin dahil edildiği bir bölge tanımıdır. Aynı zamanda donmuş çatışmalara müdahil harici aktörler nedeniyle de Güney Kafkaslar ve Güney Doğu Avrupa ülkelerinin de dahil edildiği “daha geniş” bir Karadeniz Bölgesi tanımı gerekmektedir.7 Bölgenin sınırlarının tanımlanmasında özellikle bölgesel başat aktörlerce (RF ve Türkiye); kıyıdaş olan ülkeler (Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, RF, Gürcistan ve Türkiye) esas alınırken dış aktörlerce daha çok jeopolitik ve jeostratejik mülahazalarla kıyıdaş ülkelere ek olarak, kimi komşu ülkeleri de dahil eden bazen de birini dahil ederken başka birini (tamamen subjektif sebeplerle) hariç tutan tanımlar geliştirilmiştir. Bölgenin en büyük ve etkin bölgesel organizasyonu olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ), aynı zamanda en geniş kapsamlı Karadeniz Bölgesi tanımını da içermektedir. Bu örgüte kıyıdaş ülkelerin yanı sıra Yunanistan, Sırbistan, Arnavutluk gibi coğrafi olarak Karadeniz dışından 7 Razvan UNGUREANU:‘Remarks on a Security Concept for the Wider Black Sea Area’, NATO Defense College Occasional Paper, 11/1 (2005),31. 10 ülkeler de dahil edilmiştir.8 KEİÖ’nün kuruluşunda öncü rol oynayan Türkiye de kısıtlı Karadeniz Bölgesi tanımını benimsemesine rağmen örgütün etkin olabilmesi için geniş katılımı desteklemiştir. Daha çok AB’ne yakın kaynaklarca Geniş Karadeniz Bölgesi olarak; kıyıdaş ülkelerin yanında, Balkanlarda Moldova, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Güney Kafkasya’da Azerbaycan ve Ermenistan gibi ülkeler kastedilirken, ABD bu tanımı biraz daha genişletmektedir. ABD, Karadeniz’e yönelik oluşturduğu politikalarda Karadeniz’i, bir “havza” olarak değerlendirmekte, Büyük Orta Doğuya benzer bir biçimde, “Geniş Karadeniz Bölgesi” adı altında kurgulamaktadır. Bu kurguda Geniş Karadeniz Bölgesinin doğu ayağını, Avrupa-Atlantik sistemini Hazar ve Orta Asya’daki enerji yataklarıyla birleştiren Avrasya enerji koridoru oluşturmaktadır. Bu, Karadeniz’e kıyısı bulunmayan Azerbaycan ve Ermenistan’ın Karadeniz havzasına dahil edilmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Geniş Karadeniz Bölgesinin iz düşümü Kuzey - Batı ekseninde ise Karadeniz’e akan büyük ticari nehirlerin, yani Tuna, Dinyeper ve Dinyester’in geçiş yollarına kadar uzanmaktadır. ABD kaynaklarında Geniş Karadeniz Bölgesi olarak “Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya Federasyonu ve Gürcistan’ın yanı sıra, Moldova, Ermenistan, Azerbaycan, hatta Estonya, Letonya ve Litvanya da sayılıyor”.9 AB ve ABD’nin bu çok geniş kapsamlı tanımlarına karşın genel olarak; Karadeniz Bölgesi tanımına 6 kıyıdaş ülkenin yanı sıra Moldova, Ermenistan ve Azerbaycan gibi ülkelerin de katılması yönünde bir eğilim vardır ve bu çalışmada da Karadeniz Bölgesi tanımına bu ülkeler dahil edilmiştir. 8 KEİÖ’ne 12 ülke üye olup, (Türkiye, RF, Ukrayna, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Moldova, Ermenistan, Azerbaycan, Sırbistan, Arnavutluk) Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Almanya, İtalya, Polonya, Slovakya, Belarus, Hırvatistan, İsrail, Tunus, ABD ve AB de gözlemci statüsüne sahiptir. 9 Erhan TÜRBEDAR:”Karadeniz’de değişen Dinamikler, Bulgaristan ve Romanya’nın Rolleri” Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1,(2007), 227 11 1.3. Karadeniz Bölgesinin Jeostratejik Önemi : Karadeniz ve Karadeniz Havzası mevcut en önemli iki jeostratejik görüşün de dünyanın kontrolü için etki altına alınması gereken bölge olarak işaret ettiği coğrafi bölgede yer almaktadır. Bu alandaki en tanınmış teori olan, McKinder’in Dünya Adasının ve Dünya’nın kontrolü için şart koştuğu Heartland (Kalpgah), Karadeniz Havzasına dayanmaktadır. (Harita1) Diğer önemli teori olan Spykman’ın Kenar Kuşak Teorisinin işaret ettiği kuşağın önemli bir kısmı ise artık Karadeniz kıyısındaki küçük devletler tarafından işgal edilmektedir. Özellikle son dönemde artan önemi nedeniyle çevresel konumundan merkezi konuma kayan Karadeniz Bölgesinin, artık kalpgahın içinde olduğunu söylemek dahi mümkündür. Dolayısıyla dünya hakimiyetine giden her iki yol da Karadeniz ve Karadeniz Havzasının kontrolünü gerektirmektedir. Bu kadar önemli bir bölgenin neden hak ettiği öneme daha önce kavuşmamış olması Soğuk Savaş dengelerinden kaynaklanmıştır. Karadeniz Bölgesi 1989 yılına kadar iki blok arası tampon bölge görevini üstlenmiştir. Soğuk Savaş döneminde Karadeniz Bölgesine verilen önemin sadece bu göreve indirgendiği ve dünyada yaşanan diğer gelişmeler nedeniyle Karadeniz Bölgesinin gündemde olmadığı bir dönem yaşanmıştır. 1989 sonrası dönemde özellikle Yugoslavya’nın dağılması ardından yaşanan olaylar Batının dikkatini bu bölgeye yöneltmiştir. Yugoslavya krizinin çözümü ve NATO’nun son genişlemesi ile Karadeniz Bölgesi, Batı dünyasında tekrar ön plana çıkmıştır. Özellikle 11 Eylül ve ardından yaşanan diğer terör olayları Batı dünyası için asıl tehlikenin Amerika veya Kıta Avrupası’nın içinden değil daha ötelerden, Büyük Orta Doğu olarak tanımlanan bölgeden geleceğini 12 işareti olarak algılanmış ve Karadeniz Bölgesi’ni Batı dünyasının ilgi alanının merkezine oturtmuştur. Enerji ithalatını büyük ölçüde Orta Doğu’dan sağlayan devletler, özellikle 11 Eylül saldırıları ile enerjinin güvenlik boyutunu gündeme getirmeye başlamıştır. Batının ana tedarikçisi konumunda olan Orta Doğu’ya alternatif enerji kaynakları arama çalışmalarına önem vermişlerdir. Bu yüzden, petrol rezervlerine sahip olan Hazar devletleri ile iyi ilişkiler kurmanın, bu devletlerin iç istikrarını desteklemenin, Batının çıkarlarına uygun olduğu fikri batılı devlet adamlarının politikalarında etkin olmuştur. Rus petrolü ile Hazar havzasından çıkarılacak petrolün önemli kısmı, batıya Karadeniz’den aktarılacağı için, Karadeniz, geçiş koridoru olarak da önem arz etmektedir. Petrolün geçiş yolu olarak Karadeniz’in güvenliğinin sağlanması, düzenli petrol aktarımının sağlanıp petrol fiyatlarının dalgalanmasının engellenmesi de Batı için önemli duruma gelmiştir. “Bölgedeki çoğu batı menşeili büyük petrol şirketlerinin varlığı, Batının Hazar petrollerine Karadeniz üzerinden ulaşmasının öneminin bir göstergesidir. Bölgede meydana gelen her türlü gelişim batıyı da etkiler..... Büyük ölçekli petrol/gaz transferi bölge ülkelerinin ekonomilerine katkı sağlarken, boru hatlarının büyük kısmını kontrol edecek gücün, sadece Karadeniz ve Hazar bölgesinde değil global ölçekte de artan etkisi olacaktır.”10 10 Mustafa AYDIN: “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region after EU Enlargement”, Occasional Paper, No:53 ,(EU Institute For Security Studies, Haziran 2004),7 13 İKİNCİ BÖLÜM DİĞER AKTÖRLERİN KARADENİZ POLİTİKALARI Karadeniz’in tekrar politik gündemin en üst sıralarına tırmanmasının ardındaki -diğer etkenlerin de arkasında yatan- en önemli sebep; bu bölgenin artık çok aktörlü bir politik oyuna sahne olmasından kaynaklanmaktadır. Günümüzde Karadeniz’de 3 çeşit çıkar çatışması yaşanmaktadır; • Batı ülkelerin çıkarları - küçük nüanslarla ayrılmış olsa da ABD ve Avrupa Birliği’nin çıkarları bölgenin değişim ve transformasyonu gerektirmektedir. • Eski Sovyetler Birliğini temsilen Rusya Federasyonu (RF) ve Türkiye’nin gün geçtikçe biribirine yakınlaşan ve bölgenin dış güçlere kapalılığını ve status quo’yu savunan politikaları. • Bölgenin nispeten küçük ülkelerinin çıkarları ise daha farklı olup çok değişik beklentileri bulunmaktadır. Ukrayna, Gürcistan ve Moldova, RF etkisinden kurtulmak ve batıya yaklaşmak isterken, Azerbaycan, NahçıvanKarabağ ekseninde şekillenen kendi politik gündemini izlemektedir.11 Asıl konumuz olan AB’nin bölgeye yönelik politika ve faaliyetlerine değinilmeden önce karşılaştırma yapabilmek ve ortak/çelişen çıkar noktalarını ortaya koyabilmek adına bölgeyle ilgili başta ABD ve RF olmak üzere diğer ülkelerin politikalarına değinilmiştir. 2.1. ABD’nin Karadeniz Politikaları : ABD Soğuk savaş döneminden itibaren SSCB’ni çevreleme politikası kapsamında Karadeniz bölgesi ile ilgilenmiştir, ancak bu dönemde Karadeniz politikalarını Türkiye’nin mevcudiyeti ile sürdürmüş, dönemin 11 Ognyan MINCHEV: “Major Interests And Strategıes For The Black Sea Regıon”, Framework Analytical Review,( Sofya, Eylül 2006),3 14 şartları gereği dengeleri bozmamak adına sovyet coğrafyasına doğrudan müdahalelerde bulunmamıştır. 2002’de açıklanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde, Karadeniz ve Hazar bölgesi sadece doğalgaz ve petrol rezervleriyle12 değil; Hindistan, Pakistan ve Güney Doğu Asya pazarlarına açılmak için de önemli bir yol olarak kabul edilmiştir. Bu bilgiler ışığında ABD’nin temel amacı, bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmek ve Rusya’nın bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri etkisini azaltmak olarak özetlenebilir. Diğer önemli bir amacı ise SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan devletleri Avro-Atlantik Bloğuna bağlamaktır. SSCB’nin yıkılması sonrasında SSCB’den ayrılan cumhuriyetleri batı demokrasilerine yaklaştırmak adına bu bölgelerdeki reformları, bölgede faaliyet gösteren Sivil Toplum Örgütleri (NGO’lar) vasıtasıyla destekleyen ABD’nin bölgeye olan ilgisi, 11 Eylül sonrasında terörle mücadele kapsamında yeni bir şekil almıştır. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Kafkaslar üzerinden Orta Asya Cumhuriyetlerine uzanan etki alanları yaratma projesinde de Karadeniz havzası büyük önem taşımaktadır. Afganistan harekatında; Özbekistan ve Kırgızistan’da üsler tesis ederek bu projenin başlangıç aşamasını gerçekleştiren Amerika, Irak harekatında kuzeyden giriş için Türkiye’den gerekli onayı alamadığı için zorlanmıştır. Bu durum; Orta Asya ve Orta Doğu’ya, Avrupa’dan erişim yollarının Karadeniz Bölgesi’nden geçmekte olduğunu gösteren bir örnektir. 12 Bölgenin kanıtlanmış petrol rezervleri Energy Information Association (US Department of Energy) (EIA) verilerine göre 17- 49 milyar varil olarak hesaplanmaktadır. Bkz. Tablo 1, Doğalgaz rezervleri ise 232 trilyon ft3 olarak hesaplanmaktadır. Bkz. Tablo 2 15 Bu gerçeğin bilincinde olan ABD, “Genişletilmiş” Karadeniz Bölgesi olarak adlandırdığı, Hazar Denizi ve kıyılarını da kapsayan bu coğrafyaya yönelik politikalar geliştirmektedir. ABD’nin Karadeniz Bölgesine olan ilgisi ve politikaları uygulamalarda zaman zaman değişiklikler yaşansa bile değişmeyen üç ana hedefle özetlenebilir. • Bölgenin enerji kaynaklarının güvenliğini temin etme arzusu, • Krizleri çözme ve bölge ülkelerinde demokrasi kurmak, • Radikal teröristlerin bölgede bir dayanak noktası elde etmesine engel olmak. ABD, Karadeniz ve Kafkaslarda ortaya çıkan yeni devletlerin Batı yanlısı hükümetler tarafından yönetilmesi, bu ülkelerde demokrasi, insan hakları gibi değerlerin yerleşmesi için yoğun faaliyet içinde olduğunu iddia etmektedir. Bunun nedenlerini ise 11 Eylül sonrası gelişmelere dayandırmaktadır. ABD, 11 Eylül sonrası dünyadaki karışıklık bölgelerinden küresel terörün beslendiğini öne sürerek bu tür devlet yönetiminde boşluk olan veya ayrılıkçı bölgeler nedeniyle sorun yaşayan ülkelerde güçlü, otoritesini sağlamış ancak demokrasi ve insan haklarına da saygılı yönetimleri başa geçirmek için renkli devrimleri açık/gizli desteklemiştir. Özellikle Gürcistan ve Ukrayna’da kendine yakın hükümetleri başa geçirme hedefinde başarılı olmuştur. Karadeniz Bölgesi ülkeleri, RF’nun “yakın çevre”13 olarak adlandırdığı ülkelerdir ve ABD buralarda kendi taraftarı hükümetler yaratarak, RF’nu çevreleme politikasına da devam etmekte olduğunu göstermektedir. Bu durum ise doğal olarak RF’nun tepkisini çekmektedir. Rusya’nın son yıllarda özellikle Ukrayna ve Gürcistan ile yaşadığı sorunların arkasında ABD’nin 13 Fabrizio TASİNARDİ : "A Synergy for Black Sea Regional Cooperation: Guidelines for an EU Initiative", Center for European Policy Studies, CEPS Policy Brief, No:105 (2006),2 16 manevralarına karşılık verme ve eski etki alanını geri kazanma çabaları bulunmaktadır. ABD Afganistan harekatı sırasında, Kırgızistan ve Özbekistan’da üsler elde etmiş ve Orta Asya’ya ulaşan yol üzerinde bir köprübaşı elde etmiştir. Benzer durum Gül devrimini desteklediği Gürcistan ve Azerbaycan’da da gerçekleşmiştir. Özellikle Azerbaycan’da resmi olarak belirtilmese de bakım/onarım maksatları ile temin etmiş olduğu üsleri sayesinde Karadeniz’in doğu sahillerinde mevcudiyetini sağlam zemine oturtmuştur14. Tüm kaynaklarda özellikle “Geniş Karadeniz” (Wider Black Sea) olarak adlandırdıkları coğrafyanın sadece Batı bölümünde eksik kalan askeri mevcudiyetleri Romanya ve Bulgaristan’ın 2005 yılından itibaren sağladıkları tesisler ile tamamlanınca ABD’nin Karadeniz bölgesindeki askeri mevcudiyeti sağlamlaşmıştır. Bu iki yeni NATO ve AB üyesi devlet, ABD’nin Karadeniz konusundaki girişimlerinde en büyük destekçisi olarak gözükmektedir. Özellikle Romanya, ABD tarafından desteklenen politikalarında Karadeniz’i bir numaralı gündem maddesi haline getirmek ve bu bölgedeki tüm girişimlerde inisiyatif sahibi olmak için aşırı çaba göstermektedir. ABD’nin 11 Eylül öncesi Karadeniz bölgesinde başlatmış olduğu girişimlerin birincisi 1994 yılında Romanya ile NATO kanalıyla imzalanan Barış İçin Ortaklık (BİO) Anlaşması olmuştur. NATO üyeliğinin öncesinde aday ülkeleri NATO standartlarına hazırlamak hedefini taşıyan bu anlaşma Romanya’nın Batıyla entegrasyonunun da ilk safhasıdır ve anlaşmanın imzalanmasında ABD’nin etkisi büyük olmuştur. Daha sonra diğer Karadeniz ülkeleri olan Bulgaristan, Ukrayna ve Gürcistan ile de BİO anlaşmaları imzalanmıştır. 14 Kamil AĞACAN: “Karadeniz’e Kafkasya’dan Bakmak”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1, (2007), 216 17 ABD’nin Karadeniz bölgesinde gerçekleştirdiği en somut hareket ise bölgedeki ülkelerde askeri varlık bulundurmasıdır. Washington yönetimi Almanya’daki askeri varlığını önemli ölçüde azaltmak ve buradaki birliklerini Doğu Avrupa ve Orta Asya’ya kaydırarak Orta Doğu ve Afganistan’daki harekat alanlarına yakın olmak niyetindedir. Bu nedenle kendisine en iyi olanakları sağlayan Romanya ve Bulgaristan’da çeşitli üs kullanma anlaşmaları imzalayarak hem Karadeniz hem de Orta Asya’da olan menfaatlerini temin etme yoluna gitmiştir. Romanya ve Bulgaristan’da elde edilen bu askeri üsler ABD’nin Orta Doğu, Orta Asya harekat alanlarına ulaşmak için kullanabileceği bir “sıçrama tahtası” olarak da görev yapacaktır. Romanya topraklarında konuşlanacak olan ABD kuvvetlerinin faaliyetlerine ilişkin olarak, Romanya ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, 06 Aralık 2005 tarihinde imzalanan giriş anlaşması, 29 Haziran 2006 tarihinde, 268 sayılı kanun ile Romen parlamentosunca onaylanmıştır. Anlaşma hükümlerine göre, ABD kuvvetleri, Romanya topraklarında üs kurmayacaktır ancak Romen devletinin sunacağı tesis ve atış/eğitim alanlarını kullanabilecektir. Romen devletinin, ABD kuvvetlerinin kullanımına vermiş olduğu; askeri tesis ve eğitim alanları üzerindeki mülkiyet hakkı saklı olup, bu hak tesislerin bağlı oldukları komutanlıklarca kullanılacaktır. Romanya’da üçü Köstence bölgesinde (Mihail Kogelniceanu hava üssü, Babadağ Eğitim alanı, Macin/Smardan Eğitim ve atış alanı) ve birisi Braşov ili yakınlarında (Karpatların Doğu eteklerinde) Cincu Atış ve Eğitim alanı olmak üzere 4 üs/tesisi kullanmak üzere izin alan ABD, bu tesislerde 2006 ve 2007 yılı boyunca yaptığı bakım onarım çalışmaları sonrasında, 2007 Temmuz ayından itibaren askerlerini devriye/rotasyon usulüne göre konuşlandırmaya başlamıştır. (Harita 2) Öte yandan Nisan 2006 tarihinde Bulgaristan Dışişleri bakanı Ivaylo Kalfin ve ABD Dışişleri bakanı Condoleezza Rice, 10 yıl geçerli olmak üzere, 2500 ABD askerinin Bulgaristan’da konuşlanmasına izin veren, Savunma İşbirliği Anlaşmasını imzalamışlardır. Bu anlaşmaya göre rotasyon 18 dönemlerinde 30 günü aşmamak kaydıyla asker sayısı 5000’i bulabilecektir ve ABD askerleri Novo Selo Eğitim alanı, Bezmer Hava üssü ve Graf Ignatievo Hava Üssünde bulunacaklardır. (Harita 3) Bulgaristan ve Romanya’nın ABD ile işbirlikçi tutumları ve ABD liderliğindeki Irak Operasyonuna askeri olarak katılımları -Silahlı Kuvvetlerinin batı standartlarına göre yetersiz olmasına rağmen- bu iki ülkenin 2004 yılında NATO’ya üyeliğini kolaylaştırmıştır. Karadeniz’deki ABD üsleri konusunda RF’nun endişesini gidermek üzere tüm resmi söylemlerde bu üslerin Avrupa’daki üsler gibi daimi olmadığı ve “Amerikan üssü” olmadığı vurgulanmaktadır. İki ülkenin ortak kullanımına sunulmuş tesislerde geçici personel bulundurulacağı ABD yetkilileri ve ev sahibi ülkelerce savunulan tezdir. Ancak bu açıklamalar RF’nu rahatlatmadığı gibi NATO kanadındaki belirsizlikleri de ortadan kaldırmamıştır. Genel Sekreter Jaap de Hoop Scheffer Bulgar Milli Radyosuna verdiği bir demeçte; “Bulgaristan’da ABD üsleri açılmasına dair kararın ABD ve Bulgaristan arası ikili bir anlaşma olduğunu” ve “NATO’nun bundan nasıl yararlanacağı konusunda bir fikri olmadığını” ifade etmiştir.15 ABD, “Geniş Karadeniz” stratejisinin zeminini oluşturmak için, 2001 yılından itibaren çeşitli platformlarda, özellikle Romanya başta olmak üzere bölge ülkelerinde seminer, konferans ve sempozyumlar düzenleyerek, Karadeniz’de tehditler bulunduğunu savunmakta ve "Karadeniz, Karadeniz'e kıyıdaş olan ülkelere bırakılamayacak kadar önemlidir" söylemini vurgulayarak Karadeniz’in güvenliğini sürekli gündemde tutmaktadır. ABD, özellikle Bulgaristan ve Romanya gibi Karadeniz’e kıyıdaş ülkeleri bölgesel güvenlik ve istikrara katkıda bulunmak maksadıyla, çok uluslu bölgesel organizasyon ve inisiyatiflerde lider rolü üstlenmeleri için teşvik etmekte, 15 W. Alejandro SANCHEZ: Power and Interest News Report, http://www.pinr.com/report.php?ac=view_report&report_id=678&language_id=1 (29 Ağustos 2007) 19 şartların müsaade ettiği ölçüde de, bu tür organizasyonlara üye veya gözlemci statüsünde iştirak etmektedir. ABD’nin bu kapsamda başlatmış olduğu en önemli girişimlerden birisi ise Romanya Savunma Üniversitesi bünyesinde kurulmasını planladıkları “Karadeniz Güvenlik ve İş Birliği Koleji”dir. Söz konusu kolejin kurulması için, ABD başta Türkiye olmak üzere bir çok ülke ve üniversiteyi teşvik etmiş, ancak davet edilen ülke ve üniversitelerin koleji desteklememeleri nedeniyle proje başarılı olamamıştır.16 ABD desteğinde yürütülen bir diğer faaliyet ise “Genişletilmiş Karadeniz Bölgesi “ Çalışma Grubu ve bu grubun alt faaliyetlerinden olan “Mobil Temas Timleri”dir. Almanya’da konuşlu Amerikan Düşünce kuruluşu George Marshall Kurumu ve ABD Avrupa Kuvvetleri (USEUCOM) tarafından yönlendirilen faaliyetlerde, Mobil Temas Timlerinin amacı; bölge ülkelerinde gezgin eğiticiler vasıtasıyla, geleceğin liderlerini bölgenin güvenlik sorunları konularında bilinçlendirmek, eğitici havuzu oluşturmak gibi akademik amaçlarla ifade edilmektedir. Mobil Temas Timlerinin kurulması çalışması, sekteye uğrayan Karadeniz Güvenlik ve İşbirliği Kolejinin bir yan kol çalışması gibi gözükmekte ve Rusya ile Türkiye’nin katılımı için teşvikler yapılmaktadır. Karadeniz Bölgesinde Amerikan varlığı 1994 yılından itibaren bir nevi sessiz sedasız artarak gelişirken 2004 yılında beklenmeyen bir kriz ile bu durum gün ışığına çıkmıştır. 2001 yılı sonrasında Akdeniz’de NATO çatısı altında göreve başlayan Etkin Çaba (Active Endeavour) adlı Deniz Görev Gücünün faaliyet alanının Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesi girişimlerinin başta Türkiye olmak üzere RF tarafından da engellenmesi ile Karadeniz deniz alanı tartışma konusu olmuştur. 16 Söz konusu kolejin kurulması ile ilgili ön toplantılara görev gereği katılım sağlanmıştır. 20 Dünyanın tüm denizlerinde donanma bulunduran ABD, NATO çatısı altında dahi burada tahditsiz donanma bulundurmasını engelleyen Türkiye’ye karşı bölgedeki en büyük destekçisi olan Romanya ve Bulgaristan’ı kullanarak bu durumunun hukuki dayanağı olan Montrö Sözleşmesinin sorgulanmasını başlatmıştır. Karadeniz Bölgesinin ve özellikle deniz alanının gündemde kalması için en fazla girişimde bulunan ülke Romanya’dır. Romanya ABD tarafından “stratejik ortak” olarak tanımlanmakta ve Karadeniz’de inisiyatifi elinde tutması için desteklenmektedir. Aktif Çaba harekatının Karadeniz’e genişletilmesi sorununda Türkiye tarafından Karadeniz’den dışlandığını düşünen ABD, başta Romanya olmak üzere Bulgaristan ve Romanya’da üsleri ve bu iki ülkeye verdiği destekle Karadeniz’e arka kapıdan girmeye çalışmaktadır. Karadeniz’de Active Endeavour kapsamında deniz gücü bulundurmak için bir dönem Türkiye ile çatışma yaşandıktan sonra yeni dönemde bu projesinden vaz geçmiş gözüken ABD, Karadeniz’de Türkiye’nin başlatmış olduğu BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyum Harekatı (KUH)’na açıkça destek verdiğini tüm bölge ülkelerinin bu oluşumlara katılmalarının kolektif savunmaya katkı sağlayacağını beyan etmektedir.17 Bu politika değişiminde bölgenin istikrarsızlığını göz önünde tutarak Türkiye gibi bir müttefiki doğrudan karşıya almama düşüncesi etkin olmuştur. Ancak ABD Karadeniz deniz alanını kontrol etmenin başka yollarını aramaktan da geri kalmamaktadır. Bu gelişmenin örnekleri ise 2006 - 2007 yılı içinde Romanya’nın Mihail Kogelniceanu üssüne birkaç kez P3C Orion Deniz Karakol Uçağı getirerek18 havadan devriye imkanlarının test edilmesi ve sözde İran’a karşı Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da kurmayı planladıkları 17 Joshua KUCERA: “The United States Develops A Strategic Plan for the Blacksea”, Eurasianet, Mart 2007) www.nineoclock.ro (18 Şubat 2007) http://www.eurasianet.org/departments/insight/articles/eav030107.shtml (1 18 21 Füze Savunma Sisteminin mobil radarlarını, Gürcistan, Moldova ve Güney Kafkaslarda konuşlandırmayı gündeme getirmeleridir. Amerika’nın deniz kontrolünde ve deniz trafiğinin odak noktalarında uygulamakta olduğu strateji; genelde uçak gemileri kullanarak havadan keşif karakol ve hava vasıtaları ile tespit edilen hedefleri su üstü vasıtaları ile denetlemektir. Ancak uçak gemileri konsept olarak hava savunması kuvvetli olmasına rağmen su üstü ve su altı tehditlerine karşı zayıf platformlardır. Bu değerli platformları korumak için uçak gemileri her zaman bir eskort gücü ile (4-5 fırkateyn/korvet ve ikmal gemileri) ile kullanılmak zorundadır. Bu tertipte bir deniz gücünün toplam tonajı 100 000 ton civarında olacaktır ki bu durumda böyle bir gücün Karadeniz’de kullanılmasında Montrö’nün kısıtlayıcı şartları19 önem kazanmaktadır. Kıyıdaş olmayan ülkelere getirilen 30 000 ton sınırlamasının, bir uçak gemisi ve eskort kuvvetinin aynı anda Karadeniz’de bulunmasını engellediği gözönüne alınınca, ABD’nin hem Bulgaristan’da hem de Romanya’da deniz üssü değil de hava üssü almasının anlamı daha iyi anlaşılmaktadır. Bu üslerden kullanılacak deniz karakol uçakları uçak gemisinin avantajlarını sağlayabilecektir.20 Yukarıda arz edildiği gibi Amerika’nın Karadeniz’de askeri varlık bulundurma hedefi artık geri döndürülemez bir olgudur ve ABD bu kazanımını korumak için her türlü imkan ve olanağını harekete geçirmiş, bölge ülkeleri üzerinden amacına ulaşmak için her türlü politikayı uygulamaktadır. ABD için Karadeniz’in niçin bu kadar önemli olduğunu özetlemek gerekirse bunu 4 ana başlıkta toparlayabiliriz; 19 Montrö Sözleşmesine göre kıyıdaş olmayan devletler uçak gemisi ve deniz altılarını Karadeniz’e sokamazlar ve geçiş anında 15 000 tondan ve 9 parçadan fazla gemi olmaması genel kuralına ek olarak aynı anda Karadeniz’de 30 000 tondan fazla bir donanma bulunduramaz ve Karadeniz’de 21 günden fazla bulunamazlar. Montrö Sözleşmesi Md. 14 ve Md. 18. 20 12 - 18 Şubat 2007 tarihleri arasında Köstence Liman ziyaretini yapan USS Sullivans ile aynı dönemde Kogalniceanu hava üssünde bulunan P3C Orion Dz.Karakol Uçağı, Romen Firkateyni Regele Ferdinand ile birlikte müşterek eğitimler yapmıştır. Bu eğitimler gelecekteki bu tip görevlerin habercisi olarak değerlendirilmektedir. 22 • 11 Eylül olayları sonrasında ABD’nin terör odaklarını yok etme çabalarında Karadeniz’in Orta Doğu ve Orta Asya’ya ulaşım açısından stratejik bir konuma sahip olması ile artan önemi. • Yüzyıllardır arka bahçesi olarak gördüğü bu bölgeye Rusya’nın tekrar döneceği yönündeki hem yerel hem de dünya çapındaki endişelerden dolayı Karadeniz’e verilen önem. • Dünya Petrolünün %65’i doğal gazının ise %40’ına sahip, ancak gün geçtikçe istikrarsızlığa sürüklenen Orta Doğu doğal kaynaklarına en iyi alternatif olan Orta Asya ve Hazar denizi kaynaklarına güvenli ulaşımın sağlanması nedeniyle artan önemi. • ABD’nin olası İran harekatında sağlayacağı stratejik üstünlük nedeniyle artan önemi. 2.2. Rusya Federasyonun Karadeniz Politikaları : Karadeniz Bölgesi Rusya için tüm tarihi boyunca önem arz etmiş bir bölgedir. Karadeniz, Rusya’nın “sıcak denizlere inme” hayalini gerçekleştirilebileceği en kısa yol olması nedeniyle hem Rus çarlıklarının hem de SSCB’nin dış politikalarında çok önemli bir yer tutmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise, Moskova’ya Sovyetler Birliği’nin dağılmasının olumsuz etkilerini en şiddetli bir şekilde hissettiren bölge de yine Karadeniz Bölgesi olmuştur.21 Varşova Paktı üyesi olan Romanya ve Bulgaristan, Baltık ülkelerinden sonra batıyla entegrasyonu gerçekleştiren ilk eski sovyet uyduları olmuştur. Bu iki ülkenin ABD ve AB’yi Karadeniz Bölgesine çekmeleri yeterince sorun yaratmamış gibi bölgedeki SSCB’den ayrılan diğer devletler, (Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) bağımsızlık ilanlarının ardından batıyla yakınlaşarak Moskova’nın başını iyice ağrıtmıştır. 21 Oktay Rıfat TANRISEVER: “Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası”, Avrasya Dosyası, Cilt13, Sayı 1,(2007),174 23 RF’nun bu gelişmelere karşı yeni politikalar geliştirmesi dağılma sonrası yaşanan gelişmeler nedeniyle biraz geç kalmıştır. Bu gecikme nedeniyle avantajını kaybeden Rusya’nın Karadeniz Bölgesinde uyguladığı politikaları aslında “Batılı ülke ve kuruluşların bölgeye ilişkin stratejilerini başarısızlığa uğratmayı hedefleyen tepkisel bir politika”22 olarak özetlemek mümkündür. Rusya SSCB’nin dağılmasından sonraki ilk dönemde öncelikle dağılan imparatorluktan kurtarabilecekleri maksimum parçaya sahip olabilmenin yollarını araştırdığı için, Karadeniz Bölgesi için özel bir politika geliştirememiştir. Karadeniz bölgesindeki Türkiye, Bulgaristan ve Romanya dışındaki ülkelere ilişkin Rus politikası, 1993’den itibaren uygulamaya koyulan “Yakın Çevre” doktrini çerçevesinde şekillenmiştir. “Yakın Çevre” doktrini; Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerinde bölgesel istikrarı koruması, bu bölgedeki komşu devletlerin Moskova ile dostane ilişkiler kurmaya zorlanması ve Rus askerlerinin Bağımsız Devletler Topluluğu topraklarındaki varlığının devam etmesinin sağlanması şeklinde özetlenebilir. Uygulanmaya çalışılan bu doktrin Moskova’nın Karadeniz bölgesindeki eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi etki alanı içinde gördüğününün bir ilanıdır. Gerçekte bu doktrin sadece Karadeniz Bölgesindekiler değil tüm eski Sovyet uydularını kapsadığı için özel bir “Karadeniz Politikası” olarak adlandırılamaz. Zaten bu dönemde RF uğradığı büyük kayıplar nedeniyle bu hegemonik politikayı arzu ettiği gibi uygulayamamıştır. Bağımsızlığını ilan eden her eski Sovyet Cumhuriyeti, Rusya’nın gururuna darbe indirmiş olsa da içerde güçlenmeden çevrede etkili olamayacaklarının bilincinde olan Rus hükümetleri, Karadeniz Bölgesinde bağımsızlıklarını kazanan ülkelerle ilgilenmeyi ertelemek zorunda kalmış ve bunun neticesinde öncül politikalar yerine tepkisel politikalar üretebilmiştir. 22 Oktay R.TANRISEVER, a.g.m., 176 24 SSCB’nin dağılmasının Karadeniz’deki en somut sonucu RF’nun Karadeniz kıyılarının uzunluğunun eskisine oranla üçte bir azalmış olması ve buna bağlı olarak da Karadeniz donanmasının Ukrayna ile paylaşılması sonucunda Karadeniz’de Rus askeri varlığının azalmasıdır. Askeri güçteki bu azalma Rus yetkililerinde daha yakın ve önemli bir tehdit olarak algılandığı için bunun önlemlerini almaya gayret etmişlerdir. Bu dönemde batının bölgedeki en eski müttefiği olan Türkiye’nin donanma gücü mukayesesinde Karadeniz’de avantajlı duruma gelmesi nedeniyle; 1989 - 1995 arası dönemde, RF Karadeniz’de Türkiye’yi rakip olarak algılamış ve bu doğrultuda politikalar geliştirmiştir. Aynı dönemde yeni bağımsızlığını kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine karşı Türkiye’nin uygulamaya çalıştığı politikalar ve söylemler de bu bölgelerde Türkiye’nin RF’nun çıkarları hilafına bir politika izlediğinin işareti olarak algılanmış ve Türkiye karşıtı bu tutum Rus politikası haline gelmiştir. Türkiye karşıtı bu politikalar Putin’in başa geçmesine kadar olan dönemde devam etmiş, 2000 yılından itibaren ise iki ülke ilişkileri normale dönerek daha sonra bu ilişki işbirliğine dönüşmüştür.23 RF’nun Karadeniz Bölgesine Türkiye haricindeki ülkelere yönelik politikalarını genel olarak başta ABD olmak üzere Karadeniz Bölgesinde etkin olmaya başlayan Batının politikalarına karşı tepki hamleleri olarak özetleyebileceğimizi daha önce belirtmiştik. Bu politikanın çeşitli araçları bulunmaktadır ki bunlar; batı ile entegrasyon çabasındaki bölge ülkelerine karşı aldığı tedbirler ve enerji tekelini korumak yönünde attığı adımlardır. 23 Mitat ÇELİKPALA: “1990’lardan Günümüze Türk-Rus İlişkileri”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1 (2007), 268 25 2.2.1. RF’nun, Batının Karadeniz Bölgesindeki Faaliyetlerine Karşı İzlediği Politikalar : SSCB’nin yıkılması sonrası Doğu Bloğundan ayrılan ülkelerin çoğunluğu Batıyla entegre olmak için uğraşmıştır. Balkanlar ve Karadeniz kıyısında Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerin bu çabaları, Avro-Atlantik alanını doğuya doğru genişletmek isteyen ABD’nin çıkarlarıyla uyuşmaktaydı. Bu nedenle ABD, önceki dönemlerde yapmadığı şekilde SSCB sonrası ortaya çıkan devletleri desteklemiştir. ABD’nin Irak ve Afganistan harekatları dolayısıyla bölgeye yakın ilgi göstermesi ve bu bölgelere askeri ve siyasi varlığını nüfuz ettirmesi, RF’nun kendi etki alanı olarak gördüğü Karadeniz ve Güney Kafkasya’da batının lehine bir cephe kaybı hissinin yaşanmasına sebep olsa da, ilk başta global terörizmle mücadele kapsamında ABD’nin bölgeye girişi Çeçenistan sorunu ile uğraşan RF’nun bu konuyu global terörizmle ilişkilendirerek çözmesine yardımcı olabileceği inancıyla, RF tarafından da olumlu karşılanmıştır. Ancak bu düşünce kısa sürede sona ermiş ve ABD’nin Karadeniz’e girme girişimi, Amerikan yayılmacılığı ve Rusya’yı çevreleme politikasının bir uzantısı olarak algılanmaya başlanmıştır.24 Karadeniz bölgesinde, Moldova, Ukrayna ve Gürcistan gibi henüz batının diğer kurumları ile entegrasyonunu tamamlamamış ülkeler dahi zaman içinde NATO çatısı altında Barış İçin Ortaklık (BIO) gibi üyeliğe hazırlayıcı ön anlaşmalara katılmıştır. Bunun neticesinde her yıl diğer NATO ülkeleri ile BIO ülkelerinin katılımı ile Karadeniz’de Cooperative Partnership genel adı altında çeşitli tatbikatlar icra edilmektedir. Söz konusu ülkeler ile ittifakın mevcut ilişkilerinin daha ileri gitmemesi için RF elinden geleni yapmaktadır. Bu konuda Rusya’nın ilk kozu genelde 24 Oktay Rıfat TANRISEVER: a.g.m., 177 26 hedef ülkelerin içlerindeki ayrılıkçı bölgelerden kaynaklanan ve literatürde “donmuş çatışma” olarak adlandırılan istikrarsızlık kaynaklarını istismar ederek batının bu ülkelerde mevcut istikrarsızlık kaynakları nedeniyle desteğini engellemek ve bu ülkelerin batıyla entegasyonunu geciktirmektir. Ancak bu politika aynı zamanda bölgedeki istikrarsızlıkların bölge ülkelerince çözülemeyeceği savını savunan Batılı devletlerin bölgeye müdahale etmesi için mazeret yaratmıştır. RF’nun ikinci kozu ise bölge ülkelerinin Sovyet döneminden kalma ekonomik sistemlerinin ve doğal kaynaklar bakımından yetersizliğini istismar etmektir. Bu konu daha sonra incelenecek olmakla beraber, doğalgaz kaynakları bakımından mevcut bağımlılıklarından dolayı çevre ülkelerinin politikalarında etkili olmak üzere gaz fiyatlarına yapılan düzenlemeler en çok uygulanan yöntemdir. 2006 yılı başlarında Ukrayna’nın gazının kesilmesi ile başlayan enerji krizi sonrasında Ukrayna’da batı yanlısı hükümetin değişerek rus yanlısı politikalar izleyen Yanukovich’in partisinin yönetime getirilmesi bunun en güzel örneğidir. Ukrayna ve Gürcistan’ın Batıyla daha fazla entegre olması Rusya için Karadeniz Bölgesinde olası en kötü gelişmedir. Bu iki ülkede gerçekleşen renkli devrimlerin mevcut başarılarının daha üst seviyelere ulaşması ve NATO veya AB üyelikleri, bölgedeki diğer devletleri de etkileyecek ve onlarından da rus etkisinden çıkmalarının yolunu açacaktır. Ukrayna ve Gürcistan’ın olası NATO üyeliğinin yolunu açacak olan Üyelik Eylem Planlarına (MAP) dahil edilmesi Rusya için o kadar önemlidir ki uzun bir aradan sonra25 RF lideri Putin, Nisan 2008’de düzenlenen NATO zirvesine katılarak, ABD’nin bastırmasına rağmen (özellikle Almanya ve Fransa’nın desteği ile) bu iki ülkeyi MAP’na dahil ettirmemeyi başarmıştır. Bu 25 RF ile NATO arasında 1997 yılında imzalanan işbirliği anlaşması sonrasında iyi gelişen ilişkiler 1999 yılında NATO tarafından icra edilen Kosova harekatı sonrası kesintiye uğramış ve NATO zirvelerine RF, devlet başkanı seviyesinde katılmamıştır. 27 gelişmede AB’nin önemli devletleri Almanya ve Fransa’nın desteğinin yanı sıra; Ukrayna halkının %60’lara varan oranda NATO karşıtlığı ve ülkesinde RF üssü bulunduran bir ülkenin NATO’ya dahil edilmesinin çelişkili durumu da etkili olmuştur. Batının Karadeniz Bölgesindeki ülkelere karşı izlediği politikaların yanı sıra ABD’nin Karadeniz’de NATO veya başka kurumların çatısı altında donanma bulundurma çabaları da bir dönem gündemi çok meşgul etmiştir. Bu gelişmeye diğer kıyıdaşlar olumlu yaklaşırken Rusya ve Türkiye ortak tavır alarak bu gelişmeyi önleyebilmişlerdir. ABD uluslar arası terör, silah ve insan kaçakçılığına karşı Akdeniz’de başlatmış olduğu ve NATO çatısı altında devam eden Aktif Çaba harekatını (Operation Active Endeavor-OAE) Karadeniz’e genişletmek istemiş ve bunu çeşitli ortamlarda dile getirmiştir. Başta Romanya ve Bulgaristan olmak üzere diğer bölge ülkelerinin desteklediği bu girişim, Türkiye ve RF tarafından engellenebilmiştir. Bu engellemede, kıyıdaş olmayan güçlerin Karadeniz’e giriş ve burada kalış süresini kısıtlayan Montrö Anlaşmasının hükümlerinin yanı sıra; Türkiye’nin inisiyatifi ile 2001 yılında başlatılan, tüm kıyıdaş ülkelerin taraf olduğu BLACKSEAFOR deniz gücü ile 2004 yılında başlatılan ve halihazırda Bulgaristan ve Romanya’nın katılmadığı Karadeniz Uyum Harekatı adlı girişimler etkili olmuştur. Bu girişimler ile “Karadeniz’in güvenliğinin kıyıdaşlar tarafından sağlanabileceği” mesajı karşı tarafa verilmiştir. 11 Eylül sonrasında başlatılan Afganistan harekatı sırasında Karadeniz’in doğusunda Gürcistan, Azerbaycan ve Orta Asya’da Özbekistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde geçici sıfatıyla da olsa üsler elde eden ABD, Bulgaristan ve Romanya’da da 2005 yılında üsler elde ederek Karadeniz kıyılarında askeri varlığını sağlamlaştırmıştır. Bu konularda tüm karşı çıkmalarına rağmen başarı kazanamayan RF’nun, ABD’nin Karadeniz bölgesindeki askeri mevcudiyetine karşı en somut başarısı; Aktif Çaba 28 harekatının Karadeniz’e genişletilmesine, Türkiye’nin de katkıları ile engel olabilmesidir. Bu göreceli başarıda Fiona Hill ve Ömer Taşpınar’ın tanımıyla; Türkiye ve RF’nun oluşturdukları “Dışlananların İttifakı”26 etkin olmuştur. Nitekim; Karadeniz Bölgesinde terör, organize suçlar, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı ile mücadeleyi desteklediklerini açıklayan Rusya Genel Kurmay Başkan Yardımcısı, konuşmasında; Montrö ile yıllardır kıyıdaş devletlerin haklarını koruyarak, güvenlik ve istikrarın sağlanmasına büyük ölçüde katkı yapan Türkiye’ye teşekkür etmiş ve Karadeniz’in güvenliğini sağlayan ikinci enstrüman olarak, BLACKSEAFOR’un önemini vurgulayıp memnunluklarını belirtmiştir. Montrö’nün ve BLACKSEAFOR’un değiştirilmesine karşı olduklarını vurgulayan Rus genaral yeni önlemlerin de eklenebileceğini söyleyerek açıkça olmasa da NATO’nun Karadeniz’de kuvvet bulundurmasına karşı olduklarını belirtmiştir.27 Karadeniz’de ABD tarafından başlatılan ve büyük ölçüde başarılı olan askeri varlık bulundurma çabalarına karşın AB’nin bu bölgedeki faaliyetleri RF için daha tercih edilir olmuştur. Öncelikle AB bölgede yayılmacı bir politika izlemediği için dünyanın bu en büyük pazarıyla ilişkide olmak büyüyen ve gelişen Rus ekonomisi için büyük olanaklar sunmaktaydı. Ayrıca AB'nin Bulgaristan ve Romanya’yı üyeliğe kabul etmesine rağmen tüm bölge ülkelerine böyle bir perspektif sunamayacağı için hayal kırıklığına uğrayacak diğer ülkelerin RF’na daha fazla yakınlaşacağı umulmuştur. 2003 yılında AB tarafından geliştirilen Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) RF‘nun beklentilerini sıkıntıya sokmuştur Bu politikanın, hukuki çerçeve olarak tam üyelik perspektifi içinde ele alınan Türkiye dışındaki diğer Karadeniz ülkelerini de kapsaması ve AB’nin bölge devletleriyle imzaladığı Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları çerçevesinde öngörülenden daha derin ve 26 Fioana HİLL, Ömer TAŞPINAR: “ Turkey and Russia, Axis of the Excluded.” Survival, Cilt 48 No:1 (2006), 83 27 Hasan KANBOLAT, “Karadeniz’in Tarihi Yeniden Yazılıyor”, Cumhuriyet. Strateji, Yıl 2, No. 103, (19 Haziran 2006), 18-19. 29 kapsamlı bir ilişki modeli sunması, Moskova’da endişeyle karşılanmıştır. 28 Bu yönüyle ENP RF’nu en çok endişelendiren politika olmuştur, çünkü ENP tarafından etki altına alması hedeflenen Avrupa’nın Karadeniz bölgesindeki yakın çevresi ile Rusya’nın yakın çevresi örtüşmekteydi. 29 ENP karşısında da Rusya’nın kozu bölgenin istikrarsızlığını artırmak olmuştur. AB’ni etkilemek üzere RF’nun kullandığı diğer bir araç ise, Avrupa’nın son yıllarda hızla artan ve yakın gelecekte daha da fazla artması beklenen Rusya kaynaklı doğal gaz bağımlılığını kullanmak ve başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB’nin güçlü ülkeleri ile onların lehine enerji anlaşmaları yaparak AB politikalarında etkili olma çabalarıdır. 2.2.2. RF’nun Karadeniz Bölgesinde Enerji Kaynaklarına ilişkin İzlediği Politikalar : 2005 yılında dünyanın kesinleşmiş petrol rezervi 1.200 milyar varil ve ortalama rezerv çıkarma ömrünün de 40 yıl civarında olduğu hesaplanmıştır. Rezervlerin % 62’si Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde toplanmış ve tüm rezervlerin % 20’si ile Suudi Arabistan, dünyanın en büyük rezervlerine sahip ülkesidir. Uluslararası Enerji Ajansına göre, Türkistan (Orta Asya) ve Kafkasya’da yer alan Türk devletlerinin ispatlanmış petrol rezervleri 17- 50 milyar varil, tahmin edilen kapasite rezervleri ise 186 - 200 milyar varil arasındadır. Dünyanın kesinleşmiş doğal gaz rezervlerinin ise 60 yıl daha üretim yapılacağı hesaplanmaktadır. 30 Dünyadaki ham petrol üretiminin bölgelere göre dağılımı tablo 1’de görülmektedir. Rusya kanıtlanmış petrol rezervleri açısında dünyanın 8’ncisi olmasına rağmen üretim olarak petrolde Suudi Arabistan’dan sonra ikinci sıradadır. Doğal üretiminde dünya birincisi olan Rusya hem gaz hem petrol göz önüne 28 Oktay Fırat TANRISEVER, a.g.m.,179-180 Oktay Fırat TANRISEVER, a.g.m.,180 30 Uluslararası Enerji Ajansı, World Energy Outlook, (2006) 29 30 alındığında Suudi Arabistan’ın da önünde birinci sırada bulunmaktadır. 31 Dünya petrol üretimin yaklaşık yüzde 12’sini gerçekleştiren Rusya iç tüketimde kullandığı miktar olan üretiminin üçte biri - ki bu Rusya’yı dünyanın 5nci büyük petrol tüketicisi yapmaktadır- dışında kalan petrolü ağırlıklı olarak Avrupa Birliği ülkelerine satmaktadır.32 Doğalgaz’da ise durum daha dikkat çekicidir. Dünyanın kanıtlanmış en büyük doğalgaz rezervleri Rusya’nın elindedir. 2.000–2.300 trilyon metreküp civarındaki bu rezervler dünya toplamının yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır. İkinci sıradaki İran’ın sahip olduğu doğalgaz, Rusya’nın ancak yarısına ulaşabilmektedir. Uluslararası alanda karşı karşıya bulunduğu sıkıntılı durum İran’ı bu kaynağı etkin bir biçimde kullanabilme konusunda kısıtlarken, Rusya’yı daha da ağırlıklı bir konuma taşımaktadır RF bölgedeki donmuş çatışmaları kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı gibi kendi ülkesinden ve eski Sovyet cumhuriyetlerinden çıkarılan, enerji kaynaklarını hem çevresindeki ülkelerin hem de Batının politikalarını etkilemek için başarılı bir şekilde kullanmaktadır. Enerji kaynaklarının bulunduğu diğer bölgelerin bir türlü istikrara kavuşmaması, bir taraftan Rusya’yı neredeyse tek “güvenilir” tedarikçi konumuna getirirken, diğer taraftan da fiyatların artmasına neden olmaktadır. Enerji kaynaklarının fiyatlarının artması da hiç kuşkusuz Rusya’nın işine yaramıştır. Ana geliri olan bu kaynaklar sayesinde Rusya hem iç, hem dış borçların büyük bir kısmını kapatmış ve ülke içinde halkın refah düzeyini yükseltmeye yönelik bazı reformlar başlatmıştır. Kremlin’in ekonomik sorunları çözmesi ve enerji kozunu iyi kullanması, Rusya’nın uluslararası arenadaki hareket alanını da genişletmekte ve bağımsız bir politika izlemesine fırsat tanımaktadır. Nitekim sahip olduğu enerji 31 Dimitrios TRİANTAPHYLLOU: 'Energy Security and Common Foreign and Security Policy (CFSP): The Wider Black Sea Area Context', Southeast European and Black Sea Studies, (01 Haziran 2007), 292 32 Dimitrios TRİANTAPHYLLOU, a.g.m.,294 31 kaynakları sayesinde Rusya’nın ABD’ye birçok konuda karşı çıkabildiği ve adeta Soğuk Savaş dönemi rüzgarları estirdiği söylenebilir.33 RF sadece kendi kaynaklarına sahip olmanın yanı sıra Sovyet döneminden kalma boru hatları ile Hazar ve Orta Asya ülkelerinin büyük kaynaklarının Batıya aktarılmasında kilit bir rol oynamaktadır. Karadeniz Bölgesindeki ülkeler Azerbaycan hariç doğal gaz ve petrol kaynakları açısından fakirdir. Bu ülkeler özellikle doğal gaz bakımından tamamen Rusya’ya bağımlıdırlar. Rusya ise bu ülkeler ile ilişkilerinin seyrine bağlı olarak gaz fiyatlarını ayarlayarak ülkelerin iç politikalarında etkin olmaktadır. RF’nun enerji silahını yakın çevresindeki ülkelere karşı nasıl kullandığının en güzel örneği 2006 yılı başında Ukrayna’da yaşanmıştır. Rusya, kendi taraftarı olan Yanukoviç hükümeti zamanında bin metreküpünü 50 dolardan verdiği gazı, batı taraftarı hükümet başa geçince 230 dolara yükseltmiş ve fiyat kabul edilmeyince kış ortasında Ukrayna’nın gazını kesmiştir. Bu durum bir süre devam ettikten sonra araya AB ülkelerin girmesi nedeniyle sorun Ukrayna’nın daha makul olan 130 doları kabul etmesi ile çözülebilmiştir.34 2006 kışında Ukrayna’nın gazının kesilmesi AB’ne de kendi bağımlılığını sorgulatmış ve bu olaydan sonra AB’nin enerji kaynaklarının alternatif arayışları artmıştır. Ukrayna sorununda müdahaleci olan AB, aynı dönemde Beyaz Rusya ile Rusya arası yaşanan gaz soruna karışmamıştır çünkü Batıya aktarılan gaz hatlarının %80’i Ukrayna üzerinden geçmektedir ve kriz döneminde Ukrayna üzerinden batıya aktarılan gaz miktarında önemli azalmalar yaşanmıştır. 33 İlyas KAMALOV, “Rusya’nın Rol Arayışları ve ABD ile İlişkileri”, Stratejik Analiz, sayı 84, (Nisan 2007), 31 34 Ebru Kunt AKIN: “Karadeniz’de 2006’ya Bakış, 2007’den beklenenler”, TC Bahçeşehir Üniversitesi Karadeniz Kafkasya Araştırmaları Uygulama ve Dokümantasyon Merkezi, (2006),2 32 Gaz fiyatlarıyla oynarak çevre ülkelerin politikalarında etkili olma stratejisi bu zamana kadar diğer ülkelerde de denenmiş ve başarılı olmuştur. Gürcistan, Ermenistan ve Moldova’da bu örnekler yaşanmıştır. Örneğin Moldova’nın AB ile yakınlaşmaya başladığı, Rusya’ya karşı eleştiriler getirip, Rusya ile ilişkilerinin bozulduğu dönemde, Ukrayna ile Rusya gaz krizi yaşanırken bile Ukrayna, Moldova’ya gaz sağlamayı sürdürmüştür. Ne var ki, 4 Ocak 2006’da Rusya’nın teklifini kabul ettiğini açıklayan Ukrayna, bir yandan da Moldova’yı son derece çaresiz durumda bırakmıştır. Zira, kabul ettiği anlaşmada, Ukrayna’ya verilen gazın bir başka ülkeye (Moldova) aktarılamayacağı hususu da yer almaktaydı.35 Dahası, Moldova Gaz şirketinin yüzde 51’lik Transdinyester bölgesinde hissesi Rus Gazprom’un kontrolündedir. kullanılan gazın ücretinin Rusya’ya ödenmesi konusunda da anlaşmazlıklar yaşanmaktadır ve son 4 yıldır Trasndinyester bölgesinde kullanılan gazın parası ödenmemiştir. Bu duruma karşın Gazprom, Moldova’ya Transidnyester bölgesindeki gaz dağıtım şirketini kendisine devretmesi karşılığında borçların silinmesini teklif etmiştir.36 Her ne kadar Ermenistan, Rusya’yı rahatsız edecek bir politika izlemese de, Gazprom’un fiyatları artırmak istediği ülkeler arasında Ermenistan da yer almıştır. Rusya, Ermenistan’a ihraç ettiği gazın bin metrekübü için 110 Dolar istemiş, ancak Ermenistan’daki bütün gaz sistemini Rusya’nın kontrolüne verilmesi halinde gazı eski fiyattan alabileceğini bildirmiştir. Nitekim, 22 Ocak 2006 tarihinde Moskova’da bulunan Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan, Moskova’nın teklifini kabul etmek zorunda kalmıştır.37 Neticede Rusya, İran-Ermenistan boru hattının da yüzde 45’ine sahip olmuş ve böylece İran gazının Gürcistan, Ukrayna ve Avrupa’ya ihracatını kontrol altına alma yönünde önemli bir adım atmıştır.38 35 Necdet PAMİR, İlyas KAMALOV: “Rus Gazı ve Enerjide Bağlılığın Bedeli”, Stratejik Analiz Sy.70 (Şubat 2006),23 36 Burcu GÜLTEKİN-PUNSMANN:”Black Sea Regional Policy Approach: A Potential Contributor to European Energy Security”, Policy Brief, No.6, (Int. Center For Black Sea Studies, Mayıs 2008),7 37 Necdet PAMİR, İlyas KAMALOV: a.g.m.,25 38 Necdet PAMİR, İlyas KAMALOV, a.g.m.,20 33 Rusya’nın en yeni ve etkili silahının “Enerji” olduğunu düşünürsek, Gazprom ve Lukoil gibi dev şirketlerini de yeni silahlı kuvvetleri olarak kabul edebiliriz. Özellikle Gazprom Rusya’da işletilen tüm doğalgaz yataklarını ve boru hatlarını kontrol ettiği gibi, Orta Asya’da üretilip batıya aktarılan gazın da büyük kısmının kontrolünü elinde bulundurmaktadır. Gazprom Rusya haricinde Kafkas ve Doğu Avrupa ülkelerinin bir çoğunun enerji nakil hatlarının özelleştirme ihalelerine girmek süretiyle bu ülkelerdeki boru hatlarını da kimi zaman doğrudan kimi zaman paravan şirketler aracılığı ile ele geçirmiştir. Son dönemde Kosova bağımsızlığı arefesinde özelleştirmeye açılan Sırp milli doğalgaz şirketini de alan Gazprom, Kosova bağımsızlığına karşı oluşunda Sırbistan’ın yanında durmanın mükafatını da en baştan almış görünmektedir. RF’nin Karadeniz Bölgesi politikalarını incelerken değinilmesi gereken bir diğer konuda bölgeden transit geçen enerji hatlarının kontrolünde yaşanan mücadele ve RF’nun bu konudaki girişimleridir. Karadeniz Bölgesinden ve çevresinden Batıya aktarılan petrol ve doğal gazın nakil yolları ve bu yolların kontrolü üzerinde yaşanan mücadele, özellikle AB’nin alternatif arayışlarının artması sonrasında RF’nun aldığı karşı tedbirler ile tırmanmıştır. Mckinder’in ünlü Dünya Adası ve Kalpgah teorisine göre dünyanın kontrolü için elde edilmesi gereken kalpgah; Rusya ve Karadeniz Bölgesini işaret etmektedir. Bu teori günümüzde “ihraç yollarını kontrol eden petrol ve gazı kontrol eder, petrol ve gazı kontrol eden ise Kalpgah’ı kontrol eder” 39 şeklinde yeniden kurgulanabilir. Bu gerçeğin farkına varan batılı devletler, RF’nun transit yollarını kontroldeki avantajını kendi lehlerine çevirmenin yollarını aramaktadırlar. Bunun yolu ise öncelikle enerji kaynaklarının Rusya’dan bağımsız yeni kaynaklarla (Hazar ve Orta Asya kaynakları) 39 S.L,O’HARA: “Great game or grubby game? The struggle for control of the Caspian.” Geopolitics, No.1,(2004),139 34 desteklenmesi ve bu bölgelerden batıya aktarım yollarında Rusların kontrolündeki boru hatları veya Boğazlar gibi düğüm noktalarından ayrı alternatif yollar bulmaktır. Rusya’nın yakın çevresi ve Avrupa üzerinde oynadığı oyunda etkili silahı olan enerjiye en büyük talep AB ülkelerinden gelmektedir. Halen enerji ihtiyacının %70’ini ihracatla karşılayan AB ülkeleri bu miktarın %25’ini Rusya üzerinden karşılamaktadır. İlk bakışta pek büyük gözükmeyen bu oran diğer doğalgaz tedarikçileri olan Norveç ve Cezayir’in kapasitelerinin sonuna gelmiş olması ve diğer tedarikçi bölge olan Orta Doğu’nun devamlı kaynayan bir kazan olması nedeniyle istikrarlı gaz akışından emin olamayan AB için geriye tek alternatif RF kalmış gözükmektedir. AB kaynakları 2020 itibariyle enerji alanında Rusya’ya olan bağımlılığın %70’lere ulaşacağını hesaplamaktadır.40 Moskova ayrıca, Kuzey Afrika başta olmak üzere Avrupa’ya kaynak sağlayabilecek diğer alternatifler üzerinde de etkili olmayı amaçlamaktadır ve bu bağlamda Cezayir ve Libya üzerinde nüfuz kurmak için büyük çaba sarfetmiştir. Bu durum, Moskova’nın Avrupa’daki fiyatları kontrolünde tutmak için bir gaz karteli oluşturmaya çalıştığını düşünen Batılı liderlerin kaygılarının artmasına yol açmaktadır. Nitekim Petrol İhraç Eden Ülkeler (OPEC) örgütü benzeri bir Gaz OPEC’i kurma niyeti çeşitli ortamlarda Rus politikacıları ve Gazprom yetkililerince dile getirilmiştir.41 AB, ithal ettiği gazın yüzde 26’sını Gazprom’dan almaktadır. Aynı şekilde ham petrolün dörtte biri de Rusya’dan ithal edilmektedir. AB’nin petrol ve gaz alanlarında dışa bağımlılığının 2030 yılında yüzde 50’den yüzde 70’e çıkacağı bir çok analist tarafından belirtilmektedir.42 Diğer tedarikçi bölgelerin güvenlik ve uzun vadeli yatırımlar açısından istikrarlı olmaması nedeniyle Geniş Karadeniz olarak adlandırılan bölgeden ithal edilecek enerjinin önemi 40 Bert MİDDEL: “Frameworks And Areas Of Co-Operation In The Black Sea Regıon”, AP-NATO Komisyonuna sunulan rapor (2006) 41 İlyas KAMALOV, a.g.m., 35 42 Deniz ALTINBAŞ, “Avrupa, Enerjide Rusya’ya Bağımlılığını Kırmaya Çalışıyor”, Stratejik Analiz, (Haziran 2006),10 35 iyice artmıştır. Bu gerçeğin doğal sonucu olarak RF’nun da AB politikalarına olan etkisi artmaktadır. Bu gerçeğin farkında olan AB, Rus enerji kaynaklarına olan bağımlılıktan kurtulmak üzere çeşitli alternatif arayışları içerisindedir. AB’nin alternatif arayışlarına detaylı olarak daha sonra değinilecek olmakla birlikte, bu bölümde RF’nun bu alternatiflere karşı geliştirdiği politikalara değinilmeye çalışılmıştır. RF’nun çok ileri görüşlü bir politika izlemesi sonucunda tüm eski SSCB ülkelerinden çıkarılan doğalgazın batıya nakil hatları Rusya üzerinde gerçekleşmektedir. Türkmenistan ve Kırgızistan gibi büyük doğal gaz kaynaklarına sahip ülkeler ile yapılan anlaşmalar sonucunda bu ülkelerden çok ucuz fiyata alınan gaz üzerine büyük karlar konularak batıya satılmaktadır. RF’nun bu ticaret sonrasında, hem ekonomik refahını hem de politik etkisini artırarak tekrar Global Politikada güçlü duruma gelmesinden endişelenen AB ve ABD tarafından bu durumun önüne geçmek üzere zengin Orta Asya kaynaklarının batıya aktarılmasında Rusya’yı baypass etmenin yolları aranmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattı, batının desteklediği halen gerçekleşmiş bulunan tek proje olmasının yanı sıra, Bakü-Tiflis-Erzurum, Köstence-Trieste boru hatları ve AB’nin en büyük ve önemli projesi olan Nabucco doğal gaz boru hattı projelerini gerçekleştirmek üzere karşılıklı anlaşmalar imzalanarak süreç başlatılmış ve önemli adımlar atılmış durumdadır. Rusya’nın hem batının bu alternatif kaynak ve transit yolları aramasına karşı hamle olarak, hem de kendi kontrolündeki enerji hatlarının batıya aktarılmasında alternatife sahip olmak için kendisi de alternatif hatlar gerçekleştirmek peşindedir. Çünkü enerji tüketicileri için bir tek tedarikçiye bağlı kalmak ne kadar sakıncalı ise, enerji üreticisi olan ülkeler için de bu 36 enerjiyi tüketicilere ulaştırmak için tek bir transit ülkesine bağlı kalmak da aynı oranda sakıncalıdır. Bu yüzden RF çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. Öncelikle RF, Avrupa ülkeleri ile bireysel anlaşmalar yaparak, onlara daha iyi şartlarla ve güvenilir gaz tedariği konusunda teminatlar vererek karşısında AB’yi blok olarak almadan “böl ve yönet” taktiğini uygulamak yoluna gitmiştir. Bu politikasında ilk başarılı sonucu Kuzey Akıntısı (North Stream) adını verdikleri Baltık Denizinden Almanya’ya ulaşımı sağlayan gaz hattı anlaşmasını imzalayarak almıştır. AB’nin önde gelen ülkelerinden Almanya’yı, Ukrayna ve Polonya’yı baypass ederek Rus gazına bağımlı kılan bu anlaşma, AB içinde de tartışmalar yaratmıştır. İkinci önemli Rus projesi de Rus gazını güneyden Balkanlar ve başta İtalya olmak üzere Avrupa’ya iletecek olan, Güney Akımı doğalgaz hattıdır. Karadeniz’in altından Bulgaristan Burgaz’a iletilecek Rus gazı buradan iki kola ayrılarak Yunanistan ve Adriyatik altından İtalya güneyine Otranto’ya, ikinci kol ise Sırbistan-Avusturya’ya ulaşacaktır. Gazprom ile İtalyan Eni şirketleri, Kasım 2007'de Moskova'da Güney Akım doğalgaz boru hattı anlaşmasını imzalamışlardır. İki şirketin yüzde 50-50 ortak olduğu projenin toplam maliyeti 10 milyar dolar olup, boru hattının uzunluğu 900 kilometreyi bulacaktır. Proje aşamasındaki Güney Akım hattı Rusya Federasyonu’ndan (Beregova) başlayıp Bulgaristan’a (Varna) ulaşacaktır. Ancak, Türkiye Romanya ve Ukrayna'yı by-pass eden Güney Akım projesi ile birlikte Karadeniz yeniden gündeme gelmiştir. Çünkü, Karadeniz'in tabanından geçecek boru hattının doğrudan döşenmesi durumunda projede yer almayan kıyıdaş ülkelerin ekonomik sahasına girme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. 37 Özellikle Güney Akımı projesi, Türkmen gazını Türkiye üzerinden, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya’ya iletecek olan Nabucco projesine tam bir alternatif olarak gözükmektedir ve her iki projenin ilerleme hızına bakıldığında Güney Akımının daha ileri seviyede olduğu, Nabucco’yu yavaşlatmak veya engellemek hedefinde başarılı olabileceği değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmeyi destekleyecek bir gelişme de Rusya’nın Nabucco’ya alternatif olarak geliştiridiği Güney Akım doğal gaz hattı projesine, Şubat 2008 ayı içinde Macaristan’ın da Gazprom’la ortaklık anlaşmasını imzalamayarak katılması olmuştur. Bu gelişme Nabucco projesinin de içinde bulunan Macaristan’ın diğer projeden ayrılmasının işareti olarak yorumlanmıştır.43 2007 yılı Mart ayı içinde Macaristan’ın Nabucco’nun gerçekleşmesi ile ilgili ciddi endişelerini dile getiren başbakan Ferenc Gyurcsany “halkı kışın hayallerle ısıtamayayız, ancak gaz ile ısıtabiliriz”44 diyerek Macaristan’ın Nabucco’daki belirsizliklerden şikayetini ve Güney Akımına dahil olma niyetini gündeme getirmiştir. Macaristan aynı anda her iki projeye (Nabucco ve Güney Akımı) dahil olmalarının bir sorun teşkil etmeyeceğini dile getirmektedir. İlginçtir ki Macaristan’ın bu tutumuna en sert tepki AB’den ziyade ABD’den gelmiştir. ABD Avrupa ve Avrasya İşlerinden sorumlu Dışişleri Bakan yardımcısı Mathew Bryza “Macaristan’ın Nabucco’nun uygulanmasındaki ciddi niyetini AB nezrinde net bir şekilde konfirme etmesi gerektiğini” açıklamıştır.45 Rusya’nın kendisine “başkaldıran cumhuriyetlere” karşı gaz konusunda uyguladığı bu baskı politikasının, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın desteği olmaksızın gerçekleşemeyeceği dikkatten kaçmamalıdır. Kendi 43 44 03 Mart 08 tarihli gazete haberi http://www.nineoclock.ro/index.php 13 Mart 07 tarihli gazete haberi, www.nineoclock.ro/index.php?page=detalii&categorie=business&id=20070313- 509407 45 03 Mart 08 tarihli gazete haberi http://www.nineoclock.ro/index.php 38 üretiminin büyük kısmının aynı zamanda iç tüketime de harcandığının bilincinde olan RF, zamanında gerçekleştirdiği girişimlerle Orta Asya cumhuriyetlerinin enerji kaynaklarının batıya transitinde söz sahibi olacak anlaşmalar imzalamıştır. Bu anlaşmalara göre, artık hiç bir ülke, Moskova’yı devre dışı bırakarak söz konusu ülkelerden ucuz gaz satın alamayacaktır. 46 Bütün bu hususlar, Rusya’nın en azından enerji bakımından BDT coğrafyasına tekrar hâkim olduğunun bir göstergesidir. 2.2.3. Donmuş Çatışmalar ve RF : Karadeniz bölgesindeki donmuş çatışmaların tamamı, Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından hemen bir kaç yıl önce ortaya çıkmış olup, dağılma sürecinde tırmanışa geçerek askeri bir nitelik kazanmıştır. 1990’lı yılların ilk yarısında gerçekleşen sıcak sonuçlandırılmış ise de, çatışmaların tarafları barış sağlanamamıştır. Şu çatışmalar ateşkesle arasında henüz kalıcı bir anda bu sorunların kalıcı bir çözüme kavuşturulması olasılığı varsa da, tekrar sıcak çatışmalara dönüşme olasılıkları da aynı derecede güçlüdür.47 2.2.3.1. Moldova- Transdinyester Sorunu : Moldova’da Dinyester Nehri ile Ukrayna sınırı arasında kalan bölgeye Transdinyester adı verilmektedir. Nüfusunun yüzde 43’ü Moldovalı/Romen, yüzde 28’i Ukraynalı ve yüzde 25’i de Rus kökenli olan bu bölge, 2 Eylül 1990 tarihinde Moldova’dan bağımsızlığını ilan etmiş ve bölgeye Rus askerleri ile Ukraynalı ve Kazak gönüllü milisler konuşlandırılmıştır. Bölgede patlak veren savaş 1992 yılında ateşkes ile sonuçlanmışsa da soruna nihai bir çözüm halen getirilememiştir. 46 47 Burcu GÜLTEKİN-PUNSMANN, a.g.m.,9 Ebru Kunt AKIN: a.g.m.,12 39 Uluslararası hukuka göre Transdinyester, halen Moldova Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır. Ancak bölgede Moskova’nın siyasi ve askeri yardımıyla bir devlet kurulmuştur. Resmi adı Pridnestrovskaia Moldavskaia Respublica olan bu devletin başkenti Tiraspol’dur. 1999 yılındaki AGİT İstanbul Zirvesi sonunda yayınlanan bildiride, bu sorunun çözümünde Moldova’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin garanti altına alınmasına verilen önem kayıt altına alınmıştır. Bölgede halen 1992 yılında oluşturulan “Ortak Kontrol Komisyonu”adını taşıyan askeri kuvvet görev yapmaktadır. Rusya Federasyonu, Moldova ve Transdinyester Silahlı Kuvvetlerinin oluşturduğu bu güçte 10 Ukraynalı gözlemci de görev yapmaktadır. Moldova, bu soruna barışçıl bir çözüm getirilebilmesi için Rusya Federasyonu, Romanya ve Ukrayna ile görüşmeleri sürdürmekte, AGİT ve Birleşmiş Milletler ile işbirliği yapmaktadır. Sovyetler Birliği dönemindeki Moldova’nın bütün sanayi altyapısının bulunduğu bu bölgenin büyük tesisleri Rusya’nın büyük şirketleri olan Birleşik Enerji Sistemleri, Gazprom ve bazı çelik üreticilerinin eline geçmiş durumdadır. Moldova’da yaşanan Transdinyester sorununda RF, ayrılıkçı rejimi doğrudan destekleyerek bu ülkenin istikrarını engellemekte, olası bir AB üyeliğinin önünü kesmekte ve Transdinyester bölgesinde 1992 yılından beri bulundurduğu askeri kuvvet vasıtasıyla genişleyen Batıya karşı bir ileri karakola sahip bulunmaktadır.48 1999 yılında AGİT İstanbul zirvesinde kabul etmiş olmasına rağmen buradaki askeri varlığına halen son vermeyen Rusya tüm itirazlara rağmen askerlerini bölgede tutmaktadır. (Bkz. Harita 4) 48 Rusya Federasyonu’nun Transdinyester bölgesindeki askeri varlığı “Rus Birlikleri Harekat Grubu” (RBHG) olarak adlandırılmaktadır. RBHG takviyeli motorize piyade tugayı seviyesinde olup, her biri 400 askerden müteşekkil 2 tabur ve yardımcı birliklerden oluşmakta ve toplam 1600-1800 kişilik bir güçtür. 40 2.2.3.2. Gürcistan - Abhazya ve Osetya Sorunu : Gürcistan’ın SSCB’den ayrılmasından itibaren bu ülkenin içindeki etnik grupların Gürcistan hükümeti ile sorunlarını istismar etmek ve Gürcistan’ı zayıflatmak amacıyla RF, Abhazya ve Osetya ayrılıkçı rejimlerini desteklemektedir. Gürcistan’ın Ukrayna ile birlikte NATO’ya yakınlaşması Batıyla entegrasyon ve NATO üyeliği sürecinden endişelenen Kremlin, Tiflis’teki yöneticileri sıkıştırmak için elinden geleni yapmaktadır. 2007 yılı içinde yaşanan diplomat krizi ve bunun ardından gelen RF’nun ekonomik müeyyideleri Rus-Gürcistan ilişkilerindeki gerginliğin en son örnekleridir. Gürcistan, 1991’de SSCB’den bağımsızlığını ilan ettikten sonra 1989’dan beri ayrılıkçı talepleri olan Abhazya ve Güney Osetya, bu sürece itiraz ederek Gürcistan’a karşı bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Gürcü yönetimi bu cumhuriyetlerin özerkliklerini iptal etmiş ve bu bölgelere silahlı birlikler göndermiştir. Uzun yıllar süren çatışmalar, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)’nın çabaları neticesinde durmuş ve ihtilaf bölgelerine Rus barış gücü askerleri konuşlandırılmıştır. Bu süreçte, Abhazya bağımsızlığını ilan etmişti, ancak en yakın destekçisi Rusya da dahil olmak üzere henüz hiçbir ülke Abhazya’nın bağımsızlığını tanımamıştır. Güney Osetya ise, Gürcistan’dan ayrılarak Rusya Federasyonu’na bağlı Kuzey Osetya ile birleşmek istemektedir. Güney Osetya ve Abhazya’daki 2.500 kişilik Rus barış gücünün varlığı ve Rusya’nın bölgedeki halkın %90’ına Rus pasaportu vermesi ile destek bulan ayrılıkçı rejimlerin ortadan kalkması ve toprak bütünlüğünün sağlanması Gürcistan’daki yönetimlerin en önemli amacıdır. Saakaşvili yönetimi, Rusya’nın, Abhazya ve Güney Osetya bölgelerindeki ayrılıkçı oluşumları desteklemesini ve bu iki bölgeyi Gürcistan ile ilişkilerinde birer baskı aracı olarak kullanmasını ağır bir dille eleştirmektedir. Bunun bir örneği Gürcistan Devlet Başkanı Mikhail Saakaşvili’nin, 24 Eylül 2006’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı 41 konuşmadır. Saakashvili, bu konuşmada Rusya’yı “ülkesinin bazı bölgelerini fiilen işgal etmekle ve bağımsızlık talep eden Abhazya ve Güney Osetya’da yaşayanlara Rus vatandaşlığı vererek uluslar arası hukuka aykırı hareket etmekle” suçlamıştır.49 Ekim 2006’da Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan casusluk krizini nedeniyle kötüleşen ilişkileri fırsat bilen Gürcistan’daki ayrılıkçı bölgelerin yönetimleri, Rusya’nın desteğinden yararlanarak bu dönemde bazı girişimlerde bulunmuşlardır. Güney Osetya’da 12 Kasım 2006‘da bağımsızlık için referanduma gidilmiş ve aynı gün yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Eduard Kokoity başkan seçilmiştir. Ancak Güney Osetya içinde Gürcü asıllı halkın yaşadığı bölgede aynı tarihte yapılan rakip bir referandumda Gürcistan’la mevcut statükonun korunması kararı çıkmış ve Dmitri Sanakoyev başkan seçilmiştir. Böylece tanınmayan Güney Osetya’nın tanınmayan iki hükümeti olmuştur. Aynı tarihlerde Rusya Federasyonu’na bağlı Kuzey Osetya’lı parlamenterler Rusya Federasyonu Devlet Duması’na Oset halkına soykırım yapıldığının tanınmasını isteyen bir başvuru yapmış, 6 Aralık 2006’da Rusya Federasyonu Devlet Duması, Kremlin’e bağımsızlık isteyen Güney Osetya’ya yönelik bir politika oluşturulması yönünde tavsiye kararı almıştır. Abhazya’da ise Gürcü güçleri, Temmuz 2006’da Yukarı Kodori Gorge bölgesinde bir operasyon yapmıştır. Bu operasyonu takiben o güne kadar Tiflis’te yerleşik olan ve Gürcistan hükümeti tarafından desteklenen “Sürgündeki Abhazya Hükümeti”, Eylül ayında bu bölgeye taşınmıştır. Bu durumu protesto eden Rusya ve ayrılıkçı Abhazya yönetimi, bölgedeki Gürcü kuvvetlerinin ve Kodori’deki bu yönetimin çekilmesi için uluslararası toplum nezdinde yoğun çalışmalar sürdürmüştür. Ekim 2006 ayındaki kriz sırasında ise ayrılıkçı Abhazya parlamentosu, 18 Ekim’de oybirliği ile Rusya Devlet Başkanı ve parlamentosuna resmi olarak Rusya tarafından bağımsız 49 Ebru Kunt AKIN, a.g.m.,13 42 bir devlet olarak tanınma talebi ile başvurma kararı almıştır. Bütün bu gelişmeleri fırsat bilen Gürcü yetkililer, Rusya’nın tarafsız olmadığını ileri sürerek barış gücünden çekilmesi gerektiğini ve AGİT’in çatışmaların çözümlenmesi sürecinde aktif olması gerektiğini savunmaktadır. Gürcistan bu konuda ABD ve AB’nin desteğini arkasına almış durumdadır. Karadeniz bölgesinde Rusya’ya karşı bir denge oluşturmak isteyen ABD, Gürcistan ile de ikili askeri ilişkilerini ciddi bir biçimde geliştirmiştir. Bu çerçevede, ABD Nisan 2002’de Gürcistan’ın sınır güvenliğinin sağlanması ve silahlı kuvvetlerinin modernizasyonu için 64 milyon dolar bütçeli “Eğit ve Donat” programını başlatmıştır.50 Gürcistan’ın ABD’yle giderek artan işbirliğinden cesaret alan Tiflis, NATO üyeliği için 2002 sonbaharında resmen başvuruda bulunmuştur. Zaten ABD’nin Gürcistan’a verdiği destekten rahatsız olan Moskova, Tiflis ile NATO arasında gelişen ilişkilerden daha fazla endişelenmeye başlamıştır. Bu nedenle, Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Aleksander Yakovenko, “NATO radarlarının ve keşif uçaklarının (AWACS) Gürcistan’da konuşlandırılma ihtimali Rusya’nın ulusal çıkarlarına aykırıdır ve Moskova’yı koruyucu karşı önlemler almaya zorlar” diyerek, ülkesinin konuyla ilgili hassasiyetini vurgulamıştır.51 Şubat 2008 içinde açıklanan Kosova bağımsızlığı öncesinde Rus devlet başkanı Putin olası bir bağımsızlık ilanının Abhazya ve Osetya için de örnek teşkil edeceği mesajını vererek, Gürcistan içindeki bu karışıklığın daha uzun bir süre gündeme kalacağının sinyallerini de vermiştir. (Bkz.Harita 5) 50 Eric A MİLLER: “Morale of US-Trained Troops In Georgia Is High, But US Advisors Concerned About Sustainability”, Eurasia Insight, (5 Mayıs 2003),13 51 Oktay Rıfat TANRISEVER, a.g.m., 179 43 2.2.3.3. Ermenistan Azerbaycan arasında yaşanan Dağlık Karabağ Sorunu: Azerbaycan ve Ermenistan arasında 1988-1994 arası savaş çıkmasına neden olan Yukarı Karabağ bölgesi, resmi olarak Azerbaycan’a bağlı ancak Ermenilerin çoğunlukta olduğu bir bölgedir. Bu bölgede ve çevresindeki ordusunun Azerilerin filli çoğunlukta mevcudiyeti olduğu vardır. yedi bölgede Azerbaycan, Ermenistan bölgede kendi hükümranlığının tanınması koşuluyla otonom bir statü tanıyacağını bildirmiş olmasına rağmen Karabağ’daki Ermeniler bağımsızlık için ısrar etmektedir. 1994’te ateşkesin sağlanmasının ardından sorunun çözümüne ilişkin pek çok girişim ve görüşme yapılmıştır. AGİT bünyesinde Rusya, ABD ve Fransa öncülüğünde oluşturulan Minsk Grubu, taraflar arasında uzlaşmaya varılabilmesi için arabulucu işlevini görmektedir. 1998’e kadar mekik diplomasisi ile yürütülen görüşmeler bu tarihten itibaren taraflar arası yüzyüze görüşmelere çevrilmiştir. Bir süre durağan giden süreç Mayıs 2004’ten sonra yoğunlaşmıştır. Prag Süreci adı verilen bu süreçte Devlet Başkanları 4, Dışişleri Bakanları 12 kez toplantı yapmıştır. Üzerinde görüşülen konular: Ermenistan’ın Dağlık Karabağ dışında işgal ettiği diğer bölgelerden çekilmesi, bölgeye barış gücü askerlerinin konuşlandırılması, Azeri mültecilerin geri dönüşü ve geri dönüşten sonra yapılacak halk oylaması ile Azerbaycan’dan bağımsızlığa veya birleşmeye karar verilmesidir. Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in, 28 Kasım’da Minsk’te yapılan BDT liderleri toplantısında Ermenistan Devlet Başkanı ile biraraya gelerek sözlü olarak bazı konularda anlaştığı bildirilmiştir. Görüşme sonrası Aliyev’in 29 Kasım 2006’da televizyonda yaptığı açıklama ile “uzun süredir tıkanan müzakerelerde bir açılım yaşandığını ve görüşmelerde sonuç aşamasına gelindiğini” duyurması bu yönde yapılan en olumlu 44 açıklamalardan biriydi. Ancak 10 Aralık 2006’da Yukarı Karabağ’da bağımsızlığını ilan eden, fakat tanınmayan ayrılıkçı bölgede halkoylaması ile anayasa kabul edilmesi, bu konuda hala taraflar arası anlaşmanın sağlanmasının zor olduğunu göstermektedir. Azerbaycan, AB, Avrupa Konseyi, AGİT, GUAM gibi devlet ve uluslararası örgütler bu referandumu tanımadıklarını ve bu davranışın iyi yönde giden görüşmeleri kötü etkileyebileceğini açıklamıştır.52 (Bkz: Harita 6) Rus devlet adamı Gorchakov’un “Rusya surat asıp beklemez, güçlerini toplar”53 cümlesinin gerçekliği bu coğrafyadaki ülkeler tarafından sorgulanmamaktadır. Romanya eski savunma bakanlarından Mircea Pascu’nun sözleri ile “soru; Rusya geri gelecek mi değil, geldiği zaman biz hazır olacakmıyız ?”54 dır. Bu düşünce Bulgaristan ve diğer ülkeler tarafından da paylaşılmaktadır. Rusya’nın “hazırlık” dönemini bir çok yönden başarılı bir şekilde değerlendirdiği verilen örneklerde görülmektedir. Bu gelişmeler eski hegemonun geri dönmesinden endişelenenlerin haklı olabileceğini göstermektedir. RF’nun da gelişmeleri kendisi için doğru değerlendirerek olumlu politikalar ürettiği ve artık tekrar global düzeyde güç olduğunun farkına vardığı bir gerçektir. Artık dünya olaylarına pasif kalmayacaklarını, 10 -11 Şubat 2007 tarihlerinde Almanya’da 43üncüsü düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda RF Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözleri işaret etmektedir. Putin’in ABD’yi kastederek, “her alanda sınırlarını aştı” ifadesini kullanması ve ABD’nin politikasını eleştirmesi, Rusya’nın 12 Aralık 2007 itibarıyla Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nı (AKKA) askıya alma kararı, Karadeniz ve Hazar bağlamında özel etki alanları yaratma girişimleri ile İran 52 Ebru Akın KUNT, a.g.m.,14 1856-1881 yılları arası Çarlık Rusya’sının Başbakanlığını ve Dışişleri bakanlığını yürüten Alexander Mikhailovich Gorchakov’un, Kırım harbi sonrası Rus politikasını özetlemek üzere yaptığı yorum. “Russia never sulks, but concentrates her forces.” Barbara JELAVİCH: A Century of Russian Foreign Policy, 1814 - 1914., Philadelphia-ABD ( 1964),147 54 20-23 Mayıs 2007 tarihleri arasında Köstence’de düzenlenen “Karadeniz ve Hazar Denizi Güvenlik Sempozyumu” sırasındaki tebliğden 53 45 ve Suriye gibi Orta Doğu ülkeleriyle farklı düzeyde yeniden kurulmaya çalışılan ilişkiler ve Kosova ve Abhazya gibi sorunlara Batı’dan farklı yaklaşımlar gibi sayısı daha da arttırılabilecek başlıklar, Rusya’nın yeniden bir uluslararası kutuplaşma yaratıp yaratmayacağı konusunu gündeme getirmiştir.55 2.3. Bölgedeki Diğer Aktörlerin Karadeniz’e Yönelik Politikaları : Karadeniz Bölgesindeki diğer ülkelerin de ajandalarında Karadeniz ile ilgili konular bulunmakla beraber, öncelik sırasında her ülke için farklılıklar bulunmaktadır. Diğer ülkeler arasında Karadeniz’e en öncel sırada ilgi gösteren ülkeler Türkiye ve Romanya’dır. Bu ülkeleri diğerleri takip etmektedir. (Bulgaristan, Ukrayna ve Gürcistan) 2.3.1. Romanya’nın Karadeniz Politikaları : Romanya 2004 yılından itibaren Karadeniz’i politikalarının en önemli maddesi haline getirmiş ve ilgili ilgisiz her faaliyete “Karadeniz” ibaresini de ekleyerek bu konuda bir farkındalık yaratma gayreti içine girmiştir.56 Görünürde Karadeniz’e bu yoğun ilginin sebebi eski bir Gemi süvarisi olan ve Köstence bölgesinde doğup büyüyen cumhurbaşkanı Basescu’nun şahsi ilgisidir, ancak aslında Romanya, Karadeniz konusunda ABD’nin bölgedeki sözcüsü ve eli durumundadır. Cumhurbaşkanı Basescu’ya göre ABD ile ortaklık iki temele dayanmaktadır. Birincisi askeri üslerle bölgede ABD mevcudiyeti ve diğeri de bölgenin problemlerinin uluslar arası hale getirilmesidir.57 55 56 Mitat ÇELİKPALA: a.g.m.,55 2007 yılı Nisan ayında Bükreş’te icra edilen Savunma Fuarına dahi “Karadeniz Savunma Fuarı” adını koymaları buna örnektir. 57 Paul CİOCOİU: “New security role emerges for Black Sea region” , Southeast European Times, http://www.setimes.com (11.08.2006) 46 Romanya geleneksel olarak Doğu bloğunda iken dahi Batıya en fazla dönük Balkan ülkesi olagelmiştir. 1989 devriminden sonra Romanya demokrasiye geçiş ve serbest piyasa ekonomisi kurallarını uygulama kararı vermiş ve ilk hükümet açıklamasında, “ana hedef Avrupa kulübüne dahil olmak” olarak belirtilmiştir. Avrupa standartlarında demokrasiye ve ekonomiye sahip olmamasına rağmen, başvuruda bulundukları 1991 yılından 16 sene sonra AB’ne, Batı standartlarında Silahlı Kuvvetlere sahip olmamasına rağmen de 2004 yılında NATO’ya dahil olmuştur. Romanya söylemlerinde bölgedeki demokratik süreci desteklediğini ve geçiş sürecindeki ülkelere destek verdiğini beyan etmektedir. Bölgenin güvenlik ve istikrarında önemli bir rol oynamaya çalışan ve başta ABD olmak üzere Batı adına Karadeniz’de bölgesel liderliğe soyunan Romanya’nın adımları, Türkiye’nin de aralarında olduğu kıyıdaş ülkeler tarafından kuşku ve hoşnutsuzlukla izlenmektedir. Romanya bazı dış politika sorunlarını Batı’nın desteğiyle çözeceğine inanmaktadır; bunların başında da, Bükreş’in tarihi ilgi alanında olan Moldova’da, ayrılıkçı Rus hareketiyle mücadele edilmesi gelmektedir. Bu nedenle bölgede mümkün olduğu kadar batılı güçlerin etkin olmasını arzu etmekteler ve daima Batının çıkarlarının sözcüsü rolüne soyunmaktalar. Romanya yaptığı ikili anlaşmalar ile bölgede aktif rol oynamaya ve ayrıca Hazar petrollerinin batıya aktarılmasında geçiş yolu olarak kullanılacak, Köstence–Trieste petrol hattından ekonomik kazanç sağlamaya çalışmaktadır. 29 Mart 2004 tarihinde NATO, 01 Ocak 2007 tarihinde de AB üyesi olan Romanya; son yıllarda ABD’nin de desteği ile giriştiği Karadeniz'de öncü ve etkin bir politika izleme arayışına devam etmektedir. Romanya Karadeniz politikasını, NATO ve AB'nin bölgeye daha fazla katılması üzerine oturtmakta ve dış politikasının önemli bir boyutu haline dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda, ABD’nin Romanya’da askeri üsleri kullanmasına müsaade etmiştir. Romanya'nın bu yaklaşımının 47 arkasında, Karadeniz'de Rusya ve Türkiye faktörlerini dengeleme ve askeri zafiyetlerini NATO ve AB'yi bölgeye çekerek kapama arayışı yatmaktadır. Romanya, belli bir süre, resmen olmasa da bazı düşünce kuruluşları ve hükümet dışı oluşumlar aracılığıyla Montrö Sözleşmesini de sorgulamış, ancak ABD'nin bu konudaki tutumunun değişmesinden sonra bu yaklaşımından vazgeçmiş gözükmektedir. Romanya, başından beri Türkiye tarafından başlatılan BLACKSEAFOR’un uygulanmasını sekteye uğratmak için kısıtlayıcı ve engelleyici bir tutum takınmış ve bu niyetinin göstergesi olarak, Ocak 2006’da da sürecin 6 aylığına askıya alınmasını önermiştir. Ancak ABD politikalarındaki değişime paralel olarak Mayıs 2006'da Ankara'da yapılan ikili siyasi-askeri istişarelerde; Romen tarafı, ülkemizin Karadeniz güvenliğinde oynadığı öncü rolü desteklediğini açıkça belirtmiş, Karadeniz Uyumu Harekatına (KUH) katılım niyetini de beyan etmiştir. KUH ile ilgili endişeleri Amerika’nın da olumlu görüş bildirmeye başlamasından itibaren değişmeye başlayan Romanya sonunda cumhurbaşkanı Basescu’nun ağzından Karedeniz’de Rusya ve Türkiye’nin başlatmış olduğu girişimlerde yer alacaklarını beyan etmiştir.58 Bu gelişmenin ardından da Mayıs 2008 itibariyle Romen tarafının KUH’a katılım için müzakerelere başlamaya hazır olduğu Türk Dışişlerine iletilmiştir. Halihazırda iki arasındaki Mutabakat Mutırasının imzalanmasına yönelik görüşmeler devam etmektedir. Üyesi olmakla birlikte, Romanya'nın BLACKSEAFOR konusunda da hala ciddi tereddütleri bulunmaktadır, özellikle Ruslarla bilgi değişimine ve kendi deniz kuvvetlerini diğer ülkelerin komutasına teslim etme hususuna 58 19 Mart 2007 tarihli gazetelerde Basescu “Karadeniz’i, Akdeniz gibi açık deniz yapmak istediklerini ancak bölgesel güçlerinin buna izin vermediğini, artık Romanya’nın da gerçeklerin farkında olarak Türkiye ve Rusya’nın başlattığı tatbikat vb. faaliyetlere katılım sağlayacağını” açıklamıştır. www.nineoclock.com.ro 48 yanaşmaya sıcak bakmayan Romanya BLACKSEAFOR sürecinin de daha yavaş ilerlemesini arzu etmekte ve sadece mevcut haliyle; bir iyi niyet göstergesi, karşılıklı liman ziyaretleri seviyesinde devamından yana gözükmektedirler. Romanya Karadeniz’deki gelişmelerde inisiyatifi elde bulundurmak amacıyla Haziran 2006 başında Bükreş’te “Karadeniz Diyalog ve Ortaklık Forumu” adı altında bir konferans düzenlemiştir. Yine Amerikan desteği ile düzenlenen ve BLACKSEAFOR’a bir alternatif getirmek veya bu girişimi zayıflatmak amacı taşıyan bu faaliyete, Romanya, Ukrayna, Gürcistan Azerbaycan ve Ermenistan Cumhurbaşkanları katılmış; BM, NATO, AB ve AGİT delege göndermiş, ancak Türkiye bakan seviyesinde, Rusya ise sadece Bükreş’teki Büyükelçisi ile temsil edilmiştir. Türkiye ve Rusya’nın düşük seviyede katılımının sebebi Forum öncesi kamuoyunda yaratılan “Karadeniz’de Rus ve Türkiye hakimiyeti” olarak algılanan durumu değiştirmeyi hedefleyen bir toplantı olduğu fikridir. Bu fikrin yayılmasının sebebi ise genelde Romanya, özelde Romen Cumhurbaşkanı Basescu’nun söylemleri olmuştur. Neticede her yıl tekrarlanması planlanan Forumun ikincisi halen yapılmamıştır ve yapılması gündemde bulunmamaktadır. Karadeniz’de batılı güçlerin varlığını her koşulda destekleyen Romanya bu maksatla bölge dışı devletlerin desteklediği, Demokratik Tercih Grubu (Community Of Democratic Choice), Ukrayna’nın Dostları ve GUAM gibi bölgesel ve bölgeler arası kurumlara da katılmış ve etkin olarak rol almaktadır. 2.3.2. Bulgaristan’ın Karadeniz Politikaları . 01 Ocak 2007’de komşusu Romanya ile birlikte, (yine bir çok eksikliklerine rağmen!) AB’ye üye olan Bulgaristan da yaptığı ikili anlaşmalar 49 ile bölgede aktif rol oynamaya çalışmaktadır. Bulgaristan genel olarak AB ve ABD’nin Karadeniz konusundaki taleplerini desteklemektedir. Ancak Romanya gibi ön saflarda yer almamaya gayret etmektedir. Bulgaristan ve Romanya’nın Rusya ile ilişkileri geleneksel olarak farklılık arz etmektedir. Bulgaristan Rusya’nın daha sadık ve yakın bir müttefiki olagelmiş ve Rusya ile daha sıkı kültürel bağlara sahip olmuştur. Yine de bu yakın ilişki Bulgaristan’ın NATO ve müteakiben AB üyesi olmasını engellememiştir, Bükreş ve Sofya’daki siyasi elitler bir çok diğer Doğu Bloğu ülkesinde olduğu gibi Avrupa’nın ekonomik ve sosyal/kültürel birliğine tam anlamıyla entegre olmak arzusundadır. Hem kendi şahsi başarıları hem de ulusal refahları açısından bu hedefin gerçekleşmesi politikalarının birinci önceliğidir. Bu entegrasyonun gerçekleşmesi için batı siyasi ve mali kurumlarına kabul edilmeleri gerekliydi. Dolayısıyla bu ülkelerdeki liderler AB üyeliğini en önemli hedef olarak görmüş ve zaman içinde gerçekleştirmiştir. Ancak özellikle ulusal güvenlik konularında, Bulgaristan ve Romanya’nın hem eski hem yeni liderleri, stratejik ittifak tercihlerini Avrupalı güçlerden ziyade, ABD ve daha az seviyede de olsa İngiltere’den yana kullanmışlardır. Bu ayrım en somut olarak 2003 yılında Irak harekatında ortaya çıkmıştır. 2003 yılında (ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in deyimi ile) “eski Avrupa”nın ABD’nin liderliğindeki koalisyona katılmamasına rağmen, Polonya, Romanya, Bulgaristan gibi eski Varşova Paktı, (o zaman için) yeni AB adayı ülkeler ABD’yi destekleyerek koalisyona askeri yardımda bulunmuşlardır. Bu hareketleri ve ardından özellikle Fransa’nın önderliğini yaptığı daha bağımsız ve etkin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikaları (AGSP)’nı desteklememeleri yüzünden Fransız Cumhurbaşkanı Chirac’ın 50 tehditlerine maruz kalmalarına rağmen, ABD yanlısı tutumlarını 59 sürdürmüşlerdir. Romanya ve Bulgaristan’ın güvenlik konularında AB’den ziyade Avro Atlantik (daha doğrusu ABD) eksenli bir politika izlemelerinde, AB’nin Balkanlar’da yaşanan krizlerdeki etkisizliğinin yarattığı endişeler ve Rusya’nın gelecekte tekrar güçlenerek geri geleceğine olan inançları en büyük etken olmuştur. Bulgaristan, NATO üyesi olarak, genel anlamda Karadeniz politikasında ABD'nin tutumuna ve telkinlerine bağlı kalmaktadır. Bu kapsamda ABD’nin Bulgaristan’da askeri üsler kurmasına müsaade etmiştir. Bulgaristan da Romanya gibi Karadeniz konusunda düzenli olarak uluslararası konferanslar düzenlemekte ve özellikle NATO ve AB ülkelerinin dikkatlerinin Karadeniz bölgesine çekilmesine çalışmaktadır. Deniz güvenliği bağlamında daha esnek bir tavır sergilemeye başlayan Bulgar tarafı, 2005 Mart ayında iletilen KUH'a katılım önerisine uzun süre cevap vermemiş, son olarak NATO Dışişleri Bakanları toplantısı vesilesiyle Nisan 2006’da Sofya'da yapılan ikili danışma toplantısında KUH hakkında ayrıntılı bilgi talep etmiş ve bu konuya yaklaşımını yakın dönemde şekillendireceğini belirtmiştir. Bükreş'te yapılan Karadeniz Diyalog ve Ortaklık Forumu Zirvesinde konuşan Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı KALFIN'in, BLACKSEAFOR'a atıfta bulunması dikkat çekmiştir. Bulgaristan, BLACKSEAFOR'un dönüşüm sürecine de ihtiyatlı yaklaşmaktadır. 59 Bu ABD yanlısı tutumun bir gerekçesini bu ülkelerin tarihsel geçmişlerinde arayabiliriz. Baltık ve Karadeniz ülkeleri tarihleri boyunca hep bir hegemonun etkisi altında kalmıştır (Baltık ülkeleri için Rusya, Almanya, Karadeniz bölgesindeki ülkeler için Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer büyük Kıta devletleri) Yeni dönemde bu ülkeler başka çareleri olmadığının da farkında olarak, hemen yakınlarındaki bir hegemonun kontrolü altında olmaktansa (AB veya RF) Okyanus ötesindeki bir hegemonu tercih etmişlerdir. 51 Bu iki ülkenin kendi politik ajandalarındaki farklılıklardan dolayı Karadeniz’e aynı önemi verdiklerini söylemek mümkün değildir. Bulgaristan için Balkanlar daha önceliklidir ve asıl hedef geleneksel olarak çıkarları bulunan Balkanlar’daki istikrar olarak gözükmektedir, Bu bölgedeki istikrasızlığın kendisine de sıçrayabileceği endişesinin yanı sıra özellikle batı balkanlar Bulgaristan’ın önemli ticari ve politik ortakları ile bağlantısını sağlamaktadır.60 Balkan ülkelerinin NATO ve Batı güvenlik sistemine entegre olmasına çabalayan Bulgaristan, Karadeniz ile ilgili konuları ikinci gündem maddesi olarak yürütmektedir. Bu tutumun ardında Bulgaristan’ın Balkanlar’da yaşanan gelişmelerden Romanya’ya nazaran daha fazla etkilenmesinin yanı sıra ülke içi reformlar ve AB ve NATO üyeliğine konsantre olunması yatmaktadır. Bu nedenle Karadeniz’in Bulgaristan için ikinci sıradaki gündem maddesi olduğu söylenebilir. Bulgaristan, ABD ve Batıyla entegre olmasına rağmen Rusya ile ilişkilerini de halen belirli bir seviyede devam ettirmektedir. Romanya’nın aksine Rusya ile samimi ilişkilerde bulunmanın mükafatı da Mart 2007 tarihinde RF ile imzalanan Güney Akım projesine ortaklık anlaşması olmuştur. Kuşkusuz, AB’yi Karadeniz’e çekmekle, hem Bulgaristan’ın, hem de Romanya’nın bazı beklentileri bulunmaktadır. AB’nin girişimleriyle Karadeniz bölgesinde barış ve istikrar ortamı pekiştiği sürece, başlı başına her iki ülkeye olumlu siyasi, ekonomik ve güvenlik yansımaları olacaktır. Bulgaristan kaynaklı bir resmî belgede, Bulgaristan’ı bölge ve Avrupa güvenliğinin önemli bir unsuru haline getirebilmek amacıyla, Bulgar üreticileri ve tüccarlarının geleneksel piyasalarında, 60 özellikle de Bağımsız Devletler Topluluğu Marin LESSENSKİ: “The Black Sea Cooperatıon : An Outlook From Bulgarıa”, Xenophon Paper No2 (2007), 39 52 ülkelerinde, kaybetmiş belirtilmektedir. 61 oldukları konumlarını geri almaları gerektiği Herhalde Bulgaristan, AB’nin varlığı ve ihraç ettiği liberal politikalar sayesinde, bu hedefine daha kolay ulaşabileceğine inanmaktadır. 2.3.3. Türkiye’nin Karadeniz Politikaları : Batılı ülkeleri Karadeniz konusunda en fazla hayalkırıklığına uğratan ülke Türkiye olmuştur. Öncelikle 2005 yılında ABD’nin Active Endeavor harekatının Karadeniz’e genişletilmesini engelleyen (RF ile birlkte) ardından KEIÖ’ne gözlemci statüsü için başvuran ABD’yi desteklemeyen Türkiye, Karadeniz’in her ortamda gündeme getirilmesinden rahatsızlık duymaktadır. Karadeniz Bölgesini batılı güçlerin tarif ettiği “Geniş” Karadeniz olarak kabul etmeyen Türkiye için Karadeniz bölgesi deniz alanı ve kıyıdaş ülkelerden oluşmaktadır. Türkiye bu bölgede batının ısrarla üzerinde durduğu gibi global tehditler olmadığı, bölge (kıyıdaş) ülkelerin çabaları ile çözülebilecek riskler olduğu tezini savunmaktadır. Türkiye’nin de bölgede liderlik çabaları vardır ve bir ölçüde bu konuma ulaşabilmesi en olası aday da Türkiye’dir. Romanya gibi imkan ve kapasiteleri uygun olmadığı halde dış destekle bu role soyunmuş bir ülke olmadığı gibi, Rusya gibi bölge ülkelerinin hafızalarında hala taze olan ürkütücü bir geçmişi de yoktur. Batı ile entegre olmak isteyen (RF hariç) bölge ülkeleri için, batının bölgedeki en eski müttefiki olarak da bir örnek teşkil etmektedir. Türkiye’nin bölgesel liderliğine olası tek tepki Rusya’dan beklenirken, Türkiye’nin AB ve ABD ile yaşadığı hayalkırıklıkları sonucunda bu ülkelerin beklentileri hilafına gerçekleştirdiği girişimler, Rusya iyileşmesine ve karşılıklı bir yakınlaşmaya yol açmıştır. 61 Erhan TÜRBEDAR: a.g.m., 237 ile ilişkilerin 53 Türkiye’de bu dönemde kozlarını akıllıca kullanarak Rusya ile ilişkileri gerecek söylemlerden uzak durmuştur. “Bölgesellik” kozunu kullananan Türkiye’nin Karadeniz’e yönelik ilk bölgesel girişimi olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ) kurulduğu 1992 senesinde ortak liderlik vizyonunu ortaya koyduğu için bölgedeki küçük ülkelerin katılımını kolaylaştırmış ve başarılı olmuştur. 16nci yılını başarıyla tamamlayan KEIÖ artık kuruluş amacı olan ekonomik serbest bölgeler yaratmaktan daha ileri giderek bölgesel güvenlik, çevre ve diğer alanlarda da işbirliği politikaları üretir hale gelmiştir. Bölgesel ekonomik işbirliğinden sonra askeri alanda da başarılı işbirliği örneği yine Türkiye tarafından ortaya konulmuştur. Öncelikle 2001 yılında kıyıdaş 6 ülkenin de katılımı ile BLACKSEAFOR adı verilen Karadeniz Kuvvetinin kurulmasını sağlamıştır. Kıyıdaş ülke Deniz Kuvvetlerinin her yıl değişen komuta altındaki bir kuruluşa kuvvet tahsis ettikleri ve bu kuvvetin 6 ayda bir denize çıkarak, ortak eğitim/tatbikatlar, mayın arama vb. faaliyetler ile birlikte liman ziyaretleri kültürel faaliyetler yaptıkları BLACKSEAFOR aktivasyon dönemleri, Karadeniz ülkelerinin Deniz Kuvvetleri arası yakın işbirliği ve dostluklar oluşmasına yol açmıştır. 2.3.3.1 Karadeniz Görev Kuvveti (BLACKSEAFOR) : Karadeniz'de gerçekleştirilen donanmalar arası işbirliği aslında 80’lerde ilk doğal gaz hattı için yapılan yakınlaşmasının son aşamasıdır. 62 anlaşmalarla başlayan Türk Rus 1990'lı yılların başından itibaren siyasi ve ekonomik alandaki gelişmeler paralelinde, Karadeniz'e sahildar ülke Deniz Kuvvetleri'nin de işbirliği içinde hareket etmesi fikri, ilk olarak 1994-1995 yıllarında oluşturulmuştur. Bu fikir daha sonra, 1998 yılında Varna'da icra edilen Karadeniz Deniz Kuvvetleri Komutanları Toplantısı'nda Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı tarafından diğer ülkelere önerilmiş ve tüm üyelerin geniş 62 David BARCHAD, a.g.m., 205 54 desteğini almıştır. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Salim Dervişoğlu tarafından ortaya atılan BLACKSEAFOR fikri; Türkiye, Bulgaristan, Gürcistan, Rusya Federasyonu, Romanya ve Ukrayna olmak üzere 6 ülkeyi kapsamıştır. Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu, ya da kısa adıyla BLACKSEAFOR’un kuruluşu yönündeki çabalar, 1998 yılından itibaren diplomat, deniz subayları ve yetkili uzmanların katılımı ile bir Türk Amirali başkanlığında icra edilen Uzmanlar Grubu (EXPERTS GROUP) toplantıları ile sürdürülmüştür. Bu toplantılarda, BLACKSEAFOR kuruluş anlaşması ve ekleri ile, Karadeniz Deniz Kuvvetleri Komutanlar Komitesi (BSNC) ve Planlama Grubu (PG) görev talimatları hazırlanmıştır. Uzmanlar Grubu seviyesinde Türkiye’de dört, Romanya’da iki, Ukrayna, Gürcistan, Bulgaristan ve Rusya Federasyonu’nda birer kez olmak üzere toplam 10 toplantı icra edilmiştir. BLACKSEAFOR kuruluş sürecindeki önemli aşamalardan birisi olan ve devletlerin siyasi irade, kararlılık ve desteğini gösteren “Niyet Mektubu”, Karadeniz’e sahildar devletlerin büyükelçileri tarafından 28 Haziran 2000 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. BLACKSEAFOR girişiminin en önemli aşaması olan “Kuruluş Anlaşması” ise; 2 Nisan 2001 tarihinde İstanbul Çırağan Sarayı’nda Karadeniz devletlerinin dışişleri bakanları ve yetkilendirdikleri üst düzey temsilcileri tarafından imzalanmıştır. Anılan imza törenine, Karadeniz Deniz Kuvvetleri Komutanları da iştirak etmişlerdir. Bu anlaşmanın imzalanması ile, bölge tarihinde ilk kez Karadeniz’e sahildar devletlerin temsilcileri bir araya gelerek, Deniz Kuvvetleri’ni insani yardım, arama kurtarma ve çevre koruma gibi maksatlarla ortak bir oluşum içine sokma kararlılığını göstermişlerdir. 55 Ülkelerin Deniz Kuvvetleri Temsilcileri, oluşturulacak görev kuvveti ile ilgili planlamaları yapmak üzere son olarak 20 Nisan 2001 tarihinde Tiflis’te (Gürcistan) toplanmışlar ve bu toplantıda, hazırlanmış olan Görev Grubu kullanım konsepti, Daimi harekat emri ve görev talimatı komutanlar arasında görüşülmüştür. BLACKSEAFOR anlaşmasını imzalayan bakanlar ve yetkili temsilciler, bu girişimin amacının, sahildar devletler arasında bölgesel istikrarın, dostluğun, iyi ilişkilerin ve karşılıklı anlayışın daha da geliştirilmesi olduğunu beyan etmişlerdir. İlk aktivasyon faaliyetlerinin icra edilebilmesi ve bu faaliyetlere iştirak edecek bir harp gemisinin tefrik edilebilmesi için mevzuatımıza uygun olarak BLACKSEAFOR kuruluş anlaşması 21 Haziran 2001 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş ve Cumhurbaşkanı’nın onaylamasını müteakip, 26 Haziran 2001 tarihinde 2444 sayılı resmi gazetede yayımlanmıştır. Arama ve kurtarma harekatı, İnsani yardım harekatı, Mayın karşı tedbirleri harekatı, Çevre koruma harekatı, İyi niyet ziyaretleri, Taraflarca kararlaştırılan diğer görevler olarak belirlenen görev kapsamında yılda iki kez aktive edilen BLACKSEAFOR grubu, her yıl değişen komuta altında Karadeniz’de tatbikatlar ve liman ziyaretleri gerçekleştirmektedir. BLACKSEAFOR, Kara veya Hava Kuvvetleri’nden doğrudan bir katılım olmadan, sadece Deniz Kuvvetleri unsurlarından oluşacak, gerektiğinde ise diğer kuvvetlerin unsurları ile desteklenebilecektir. Kuvvete tahsis edilen unsurlar, kendi ülkelerindeki daimi ana üslerinde bulunacaklar ve planlama grubu toplantılarında hazırlanmış aktivasyon programlarına uygun olarak, tatbikat ve eğitim faaliyetlerine iştirak edeceklerdir. Bununla birlikte, beklenmedik durumlar için, taraflarca karar alınması halinde, gerekli uygun kuvveti teşkil etmek üzere BLACKSEAFOR unsurları bir araya getirilecektir. 56 BLACKSEAFOR, Birleşmiş Milletler (BM) veya Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) kapsamındaki harekatlarda da görevlendirilebilecek, bununla birlikte kuvvet, görev ve amaçlarına uygun olarak, diğer uluslar arası faaliyetlere de iştirak edebilecektir. BLACKSEAFOR içinde iştirakte Taraflar, bulunma bu yönünde, tür faaliyetlere kendi ulusal mevzuatlarına uygun olarak onay alacaklardır. BLACKSEAFOR Karadeniz’de kullanılmak amacıyla tesis edilmiş olup, gerektiğinde tarafların oybirliği ile alacağı karar uyarınca başka bir bölgede de görevlendirilebilecektir. BLACKSEAFOR’un Karadeniz dışında görevlendirilmesi halinde, kuvvetlerin statüsü her bir durum için özel bir düzenlemeyle belirlenecektir. Çağrı kuvveti (On Call) olarak görev yapan BLACKSEAFOR yerine daimi bir kuvvet oluşturmak ve daha etkin görevler icra etmek maksadıyla yine Türkiye tarafından 2004 yılında gündeme getirilen Karadeniz Uyum Harekatı Blacksea Harmony–KUH) başta Romanya ve Bulgaristan’ın gönülsüzlükleri nedeniyle istenen seviyede etkin olamamıştır. Ancak 2005 yılında Ukrayna ve 2006 yılında Rusya federasyonunun resmi olarak bu kuvvete katılmaları ardından ABD destekli olarak Romanya ve Bulgaristan’ın da söylemlerini yumuşatmaları, KUH için olumlu beklentileri artırmıştır. Halen Karadeniz Ereğli’de bir karargah olarak kurulan KUH’a ülkelerin devamlı olarak kuvvet tahsis etmeleri halinde Akdeniz’deki NATO’nun STANAVFORMED (Akdeniz daimi Deniz Gücü) benzeri bir oluşum, sadece kıyıdaş ülkelerin katılımı ile sağlanacak ve deniz alanında yaşanan risklerin (özellikle Kitle imha silahları, insan ve Uyuşturucu Madde kaçaklığı konularının) önüne geçilebilecektir. Türkiye’nin bu girişimlerde başarılı olmasının sebebi Rusya ile kurmuş olduğu iyi ilişkilerdir. Bu yakınlaşmanın sebebi Fioana Hill ve Ömer Taşpınar birlikte yazdıkları makalede belirtildiği gibi; “Dışlananların” ittifakı olarak 57 değerlendirilmiştir. “Geçmişten gelen çekişmelere sahip bu iki ülke Dünya meseleleri ile ilgili yeni bir vizyondan ziyade iki tarafın da ABD ile yaşadığı hayalkırıklıkları nedeniyle bir araya gelmiş gözüküyorlar. Türkiye’nin Irak politikası nedeniyle ABD’ye duyduğu öfke, Rusya’nın uzun zamandır ABD’nin kendi etki alanına yerleşme çabalarına karşı duyduğu sıkıntıyla örtüşmektedir.”63 90’lar boyunca Türk Rus ilişkileri gergin seyretmiştir, Rusya’ya göre Türkiye bölgede Amerikan ideallerini temsil ediyordu ve SSCB’den ayrılan Türki cumhuriyetler üzerinde tarihten gelen bağlarını kullanarak etki sağlamaya çalışıyordu. 2000-2001 arası, karşılıklı imzalanan protokoller ile yumuşamaya başlayan ilişkilerde asıl değişim 2003 yılından itibaren meydana gelmiştir. İkili ilişkilerdeki bu olumlu gelişmede 1 Mart 2003’te tezkerenin meclisten geçmemesi kadar Putin ve Erdoğan’ın bir çok kereler bir araya gelmesi ve aynı yıl içinde inşasına başlanan Mavi Akım boru hattı da etken olmuştur. Aynı dönemde iki ülke arası ticaret büyük miktarda artmış ve 2004 yılında 10 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2007 yılında 25 milyar dolara çıkmıştır.64 Rusya ile yakınlaşan Türk Politikası, başlarda özellikle ABD’nin tepkisini çekmesine rağmen, son dönemde ABD’nin Karadeniz ile ilgili söylemlerinde bir yumuşama olması ile birlikte nispeten iki ülke ilişkileri normalleşmiştir. Bu normalleşme Türkiye’nin geri adım atması ile olmamıştır, bilakis Türkiye halen aynı tezleri savunurken ABD’nin bölgeye direk müdahelesini önlemeye çalışmaktadır. Öte yandan ABD ise Karadeniz’e olan ilgisini azaltmamıştır, ancak yukarıda anlatılan manevralar ile kazandığı avantajlı konumunu devam ettirirken, bölgede yeni hasımlar edinmekten kaçınmak için Türkiye karşıtı söylemlerini yumuşatarak eski müttefiki ile buzları eritme çabasındadır. 63 64 Fioana HİLL, Omer TASPINAR: “ Turkey and Russia, Axis of the Excluded.” Survival, Cilt 48 No:1 (2006), 81-92 Fioana HİLL, Omer TASPINAR: a.g.m.,83 58 2.3.4 Ukrayna’nın Karadeniz Politikaları: Ukrayna Karadeniz’e yönelik doğrudan ve yoğun bir gündemi yoktur. Ukrayna’yı Karadeniz’de en fazla ilgilendiren konu Rusya donanmasına kiraladıkları Sivastopol limanının durumu ile Rusya’nın Ukrayna’yı baypas etmek maksadıyla Karadeniz’in altında inşa ettiği boru hatlarıdır. SSCB’den ayrıldıktan sonra Rus Donanmasının paylaşımında varılan anlaşma gereği RF donanması Karadeniz’deki üslerinin bir kısmını kaybedince, Ukrayna sınırlarında kalan Sıvastopol limanını kullanmak üzere bir kira anlaşması yapılmıştır. 2017 yılına kadar devam edecek olan anlaşmanın geleceği Ukrayna’da merak ve endişe konusudur. Ancak Ukrayna için asıl endişe; Rus doğal gazının kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya naklini sağlayan boru hatlarından elde ettiği avantajları kaybetmesine sebep olabilecek, Güney Akımı gibi kendi topraklarını baypass edecek alternatif deniz altı hatlarıdır. Ukrayna kendi ülkesinden gelen geçen boru hatlarından maddi gelirle birlikte kendi ihtiyacını karşılayacak gazı da temin etmektedir. Bu gaz hattının elinden çıkması halinde yaşayabileceği sıkıntılar Ukrayna için endişe kaynağıdır. Her kış doğal gaz fiyatları nedeniyle yaşanan anlaşmazlıklar bahanesi ile Ukrayna’nın gazını kesen Rusya, (kısmen) bu ülkeden geçen hatlar nedeniyle müdahale ederek sorunun çözümüne katkı sağlayan AB müdahalesi olmadan Ukrayna’yı kendi isteklerine boyun eğdirmek için uzun süre gazsız bırakabilir. Bu durumun farkında olan Ukrayna Güney akımında devre dışı kalan diğer ülke Romanya’yı da yanına çekerek bu projeyi önleme yolları arayışındadır. BM deniz Hukuku sözleşmesi Md.79’daki “uluslar arası sulardan geçecek boru hatlarının kıyıdaş ülkelerin anlaşması ile 59 gerçekleşebileceği” hükmüne atıfla, kendilerine danışılmadan başlatılan bu projeyi engellemek istediklerine dair haberler basına yansımıştır.65 Rusya ve Ukrayna arası tarihten gelen bir dizi sorun bulunmaktadır. Yukarıda sayılanların haricinde; SSCB mirasının ve borçlarının paylaşımı, Nükleer silahların dağılımı ve Ukrayna’nın BDT’nun şekline ilişkin görüş ayrılıklarının yanı sıra Kırım da iki ülke arasında önemli bir sorundur. Bu sorunların yanısıra 300 yıllık ortak tarihe sahip olmaları nedeniyle de iki ülkenin etnik ve kültürel bağları bulunmaktadır. Rusya halen Ukrayna’nın en büyük ticaret ortağıdır ve Ukrayna’nın zengin çelik sanayi, Sovyet teknolojisi ile kurulmuş olup, Rus sistemine bağımlıdır. Dolayısıyla bu ilişkinin kopması iki ülke için de yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Ukrayna batıyla entegrasyon arzusu ile Rusya’ya olan enerji bağımlılığı arasında sıkışmış gözükmektedir. 2006 yılında gaz fiyatları nedeniyle RF ile yaşanan kriz sonrasında ülkede meclis seçimlerine gidilmiş ve Yanukovich liderliğindeki Bölgeler Partisi seçimi kazanınca başbakanlığa tekrar Yanukovich gelmiştir. Yanukovich yönetimi doğal olarak daha Rus taraftarı politikalar yürütmüş ve batıyla ilişikilerinde bir gerileme yaşanmıştır. Halk da önceki hükümetin yarattığı hayalkırıklığı nedeniyle batı aleyhinde gösterilerde bulunmuş ve bu gelişmeler sonucunda 2006 Temmuzunda Ukrayna’da yapılması planlanan See Breeze ve Kırım yarımadasında icra edilecek Tight Knot tatbikatları iptal edilmiştir. Batıya karşı kazanılan bu başarı, Ukrayna halkının NATO karşıtı duygularını ateşlemiş ve 14 Eylül 2006 tarihinde Başkan Yanukovich NATO Genel Sekreterine “halkın genel karşıt tutumu ve Rusya ile iyi ilişkiler kurma arzuları” 65 nedeniyle Ukrayna’nın NATO üyeliğine başvurmayacağı Eurasia Daily Monitor, 6 Mart 08 tarihli haber http://www.jamestown.org/edm/article.php?article_id=2372860 60 bildirilmiştir.66 Ancak daha sonra 2007 yılında yapılan erken seçimlerle ile tekrar başbakanlık görevine getirilen Yulia Tomaşenko hükümeti, NATO üyeliği başvurusunu tekrarlamıştır. Bu gelişme ile tekrar batıyla entegrasyon yolunda girişimlerde bulunan Ukrayna bir yandan AB ile Komşuluk Politikası kapsamında yakınlaşmakta, diğer yandan son zirvede başarısız olsa da NATO ile doğrudan ilişki kurma çabasındadır. Ukrayna iç politikası da bu ayrım doğrultusunda kutuplaşmış hatta ülkenin doğusunda RF yanlısı, batısında ise avro atlantik bloğu yanlısı oylar çoğunluktadır. Bu çatışma RF’nun müdahaleleri ile yakın gelecekte de devam edecek gözükmektedir. Ukrayna Karadeniz’de Batının politikaları için çok önemli bir konumdadır ancak Rusya Federasyonu için olan önemi de aynı derecede çok büyüktür. Ukrayna’nın kaybedilmesi Rusya için çok büyük bir darbe olacaktır. Çünkü Rusya’nın tekrar süper güç haline gelebilmesi için Ukrayna’ya ihtiyacı vardır. “Ukrayna’nın Rusya’dan ayrılması Rusya’nın jeopolitik seçeneklerini kısıtlayacaktır... Baltık ülkeleri ve Polonya kontrolünden çıksa bile Rusya etkili bir Avrasya İmparatorluğu hevesini sürdürebilir, ama 52 milyon Slav nufüsü ile Ukrayna olmaksızın Moskova’nın bu imparatorluğu kurma çabaları, Rusya’yı milliyetçilik ve dini olarak aktive olmuş Slav olmayan uluslarla çatışmanın ortasında bırakacaktır...”67 Rusya’nın tekrar global bir aktör olma çabaları düşünüldüğünde Ukrayna’nın kaybı kabul edilemez bir durum olacaktır. Ukrayna sadece petrol ve doğal gazın toprakları üzerinden Avrupaya ulaşmasını sağlayan bir geçiş ülkesi değil aynı zamanda Rusya’nın tahıl 66 Ariel COHEN, Irwin D. CONWAY: “U.S. Strategy in the Black Sea Region” The Heritage Foundation (9 Aralık 2006) http://www.heritage.org/Research/RussiaandEurasia/bg1990.cfm#_ftn 67 Zbigniew, BRZEZİNSKİ, “Büyük Satranç Tahtası”, Çev. Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık, (İstanbul, Sabah Yayınları, 1998), 47 61 ambarıdır da. Sadece bu özelliği bile Ukrayna’yı Rusya için vazgeçilmez kılmaktadır.68 Ukrayna’nın Rusya için bir diğer önemi de Avrupa’ya giden enerji nakil hatlarının %80’inin Ukrayna’dan geçmesidir ve son dönemdeki güçlenmesinin en büyük etkeni olan gaz/petrol gelirlerin kontrolünü kaybetmemek, RF için gerçekten çok önemlidir. Bu önemi nedeni ile Ukrayna Karadeniz’de RF ve Avrupa Birliği, ABD arası güç oyunlarının en birinci sahnesi olmaya devam edecektir. 2.3.5. Gürcistan’ın Karadeniz Politikaları : Gürcistan’ın Karadeniz’e yönelik politikası batıyla entegrasyon çabasına paralel olarak özellikle ABD politikalarıyla eşgüdüm içindedir. Rusya karşısında tek kalmaktan duydukları endişe ile Karadeniz’i açık deniz olarak kabul etme gayreti içindedirler. Bunu en iyi Mart 2006’da Ankara Büyükelçileri Grigol Mgaloblişvili’nin su sözlerinde görebiliriz. “Karadeniz kimsenin arka bahçesi değildir. Karadeniz’in yeni uluslar arası aktörleri de hesaba katılmalı, açık deniz olarak kabul edilmelidir.”69 Kendisinin RF karşısında tek başına kalmaktan kurtaracağına inandığı NATO üyeliği için yoğun çaba harcayan Gürcistan özellikle RF destekli etnik sorunlarına çözüm için NATO’ya üyeliğini zorlamaktadır. Bu gerçeklerin ışığında Karadeniz’e yönelik politikaları da ABD politikaları tarafında şekillenmektedir. 2008 NATO zirvesinde umduğunu bulamayan Gürcistan 2008 Ağustos’unda RF ile yaşadığı çatışmada ABD tarafından desteklenmediği için zor durumda kalmış ve geri adım atarak Rus isteklerini kabullenmiştir. 68 Kemal OLÇAR: “Karadeniz Politikaları ve Türkiye Ukrayna Stratejik ilişkileri”, (İstanbul, IQ yayınları, 2007), 203 69 Özgen ACAR: “Çırpınırdı Karadeniz Bakardı Türk’ün Bayrağına” , Stratejik Analiz, Sayı 72, (Nisan 2006), 56 62 Ağustos 2008 tarihinde yaşanan olay son dönemde sürekli Batı tarafından Rus etkisinden uzaklaştırılmaya çalışan tüm küçük Karadeniz devletlerine bir nevi uyarı olmuştur. Rusya bölgenin kendi arka bahçesi olduğunu bir kez daha ispatlamış ve bu küçük ölçekli çatışma provasında galip gelerek diğer bölge devletlerine de bir mesaj vermiştir. 63 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİNİN KARADENİZ POLİTİKALARI Avrupa Birliği’nin her genişlemesi beraberinde yeni fırsatlar ve yeni sorunlar getirmiştir. 2004 yılındaki büyük genişleme de bu duruma bir istisna olmamıştır. AB’nin 2004 yılında gerçekleştirdiği 5nci genişlemenin önem arzeden tarafı sadece katılan ülkelerin sayıları değil, aynı zamanda genişlemenin yönü olmuştur. Doğuya doğru genişleme sonrasında AB, Rusya ile komşu olarak, yeni ve çözümü daha öncekilere nazaran daha karışık problemlerle karşılaşmıştır. 2007 yılında gerçekleşen 6ncı genişlemeden sonra ise AB sınırlarının Karadeniz’e ulaşmasıyla, 2004 yılından itibaren uğraşmak zorunda kaldığı problemlere Karadeniz boyutu da eklenmiştir. Avrupa sonlarında Birliği artmaya açısından Karadeniz başlamıştır. Bu Bölgesinin zamana önemi kadar AB 90’ların özellikle Balkanlar’daki sorunlara yoğunlaşmış ve Karadeniz Bölgesine yönelik sınırlı politikalar üretmiştir. AB Konseyinin 2001 zirvesinde alınan, Doğu Avrupa ülkelerinin birliğe katılım kararı sonrası bu bölgeye yönelik politikalarda da artış gözlenmiştir. Karadeniz Bölgesinin AB için artan öneminin sebepleri özetle; AB’nin yakın çevresinde bulunması nedeniyle buradan kaynaklanan başta terör ve terör ihracı gibi problemlerin AB’nin problemi olmasının yanısıra, Avrupa’nın artan enerji gereksinimini nedeniyle ihtiyaç duyduğu RF ve Kazak petrolleri ile Rus ve Hazar doğalgazının geçiş yolu olmasından da kaynaklanmaktadır. Son yıllarda AB, petrolün %25’ini, doğal gazın %40’ını RF’dan karşılamaktadır. Bu nedenle AB politikalarında RF’nun etkisinin artığı kabul edilen bir görüştür. AB yetkililerince bu sorunun tek çözümü olarak doğal gaz ve petrol temin kaynaklarını çeşitlendirmek gerektiği kabul görmektedir. 64 Jeolojik konumu açısından AB ülkeleri için en uygun alternatif kaynaklar Ortadoğu’dan sonraki en büyük 2nci petrol rezervine ve 3ncü doğal gaz rezervine sahip Orta Asya cumhuriyetleridir1 (Hazar denizi ve Kazakistan kaynakları). Bu bölgelerdeki kaynakların Avrupa’ya ulaşımı için en uygun yol ise yine Karadeniz üzerinden ve çevresinden geçmektedir. Karadeniz’in AB için önem kazanmasındaki diğer etken ise bölgeden kaynaklanan istikrarsızlıkların Avrupa içinde olası etkileridir. Bu bölgede fazla miktarda çatışma bölgesi bulunmaktadır. Çatışma bölgeleri tüm dünyada genel kabul gördüğü üzere, terörizm, insan ve silah kaçakçılığı ve organize suçlar konusunda suçlulara güvenli bir liman sağlamakta ve buralardan batıya istikrarsızlık ihraç edilmektedir. AB’nin bölgeye yönelik politikalarını incelerken Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri sonrası farkları daha iyi ortaya koyabilmek için, bu tarihten öncesi ve sonrası ayrı başlıklar altında incelenmeye çalışılmıştır. 3.1. AB’nin 01 Ocak 2007 Öncesi Karadeniz Politikaları : Karadeniz Bölgesinden ilk kez bahseden ciddi AB dokümanı 2003 Aralık ayında yayınlanan Avrupa Güvenlik Stratejisi belgesidir. Bu belgede dahi AB’nin doğu boyutuna çok az değinilmiştir. Ana konular olarak; Avrupa’nın bölünmesine engel olunması, Doğu ile AB’nin ekonomik ve politik menfaatlerinin paylaşılması ve AB’nin doğunun politik sorunlarına müdahale etmesi konuları yer almaktaydı. AB’nin 90’lı yıllarda bölge ile ilgisi daha çok ekonomik olmuştur. Ekonomik ve teknik yardımlar yaparak bölgenin AB ile ticari ilişkilerini artıracak alt yapıyı oluşturma gayretleri ile sınırlı kalan ilişkilerde AB’nin 1 Bölge ülkelerinin petrol kaynakları BP kaynaklarına göre: 253 milyar varil ve doğalgaz kaynakaları ise 84 trilyon metreküp olarak hesaplanmaktadır. Bkz. Tablo 4 65 ilgilendiği ana alanlar; Sınır Aşan Suçların Önlenmesi, Sınır Kontrolleri, Çevresel Sorunlar, Ülkeler Arası Alt Yapı Yatırımları ve Sınır Aşan Güvenlik Sorunlarıdır. Ancak Avrupa Birliği’nin bu bölgede batı yanlısı rejimler oluşturmak ve bölge ülkelerinin modernleşmesine katkı sağlamak için kullandığı en önemli ve en eski mekanizma TACIS (Technical Assistance to the Commonwealth of Independent States)’dir. AB’nin Hazar ve Karadeniz‘e yönelik stratejilerinin temel araçları, TACIS programı ve bunun çatısı altında yürütülen TRACECA ve INOGATE projeleri kapsamında önce RF daha sonra diğer bölge ülkeleri ile imzalanan PCA (Ortaklık ve İşbirliği Antlaşmaları)’dır. İlk PCA Soğuk Savaşın hemen ardından RF ile 1994’de imzalanmıştır. PCA’lar TACIS, INOGATE ve TRACE gibi projelerin siyasi diplomatik çatısını oluşturmaktadır.2 Avrupa Birliği geçiş dönemindeki Orta Asya ve Kafkasya ülkelerinin demokrasi ve serbest pazara uyumunu kolaylaştırmak için bu ülkelere gerekli mali ve teknik yardımda bulunmak ve bu coğrafyada Avrupa Birliği’nin etkisini daha da artırarak Avrupa’nın uzun süreli güvenliğini artırmak3 için TACIS programını geliştirmiştir. TACIS ana programının altında geliştirilen iki önemli proje ise, Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayacak otoyol ağlarını kapsayan TRACECA ve bölge ülkelerinin enerji altyapılarını geliştirmeyi hedefleyen INOGATE projeleridir. 3.1.1. TRACECA Projesi : Karadeniz bölgesi Avrupa ile zengin kaynaklara sahip, Orta Asya ve Hazar denizini birbirine bağlayan önemli bir ulaşım yoludur. Bu doğu batı 2 H.Pınar ÖZCAN, “Türkiye’nin ve Avrupa Birliği’nin Hazar Coğrafyasında Kesisen Enerji Politikalar”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008, 122 3 H.Pınar ÖZCAN, a.g.e.,123 66 eksenini kurabilmek için AB, 1997 yılında Helsinki’de düzenlenen Pan Avrupa Konferansında TRACECA (Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia) projesini hayata geçirmiştir. 07-08 Eylül 2005 tarihinde Bakü’de toplanan Karadeniz, Kafkaslar ve Orta Asya’dan 12 ülke devlet başkanı Bakü Süreci adı verilen ve tarihi İpek Yolunu tekrar canlandıracak, aralarında ekonomik ilişkileri, ulaşım bağlantılarını artıracak çok taraflı anlaşmalar imzalamıştır. TRACECA projesi Avrupa’yı Rusya, Baltık Denizi ve Orta Asya’ya bağlayan Pan-Avrupa koridoru adı verilen otoyolları içermektedir. Taşıma koridorları ve TRACECA projesi ile birlikte Karadeniz Limanlarında büyük bir dinamizm yaşanmakta ve liman kapasiteleri hızla artırılmaktadır.4 Orta Asya yer altı zenginliklerinin Kafkasya limanları Karadeniz üzerinden Avrupa’ya tasınması ve karsılıklı ticaretin büyümesine katkıda bulunan birçok PanAvrupa koridoru, Karadeniz bölgesinden geçmektedir. Örneğin 8 numaralı doğu batı varyantı Adriyatik denizini Orta Asya’ya bağlarken, 9 numaralı varyant Kuzey güney ekseninde Baltık Denizini, Rusya-Azak denizi Karadeniz’e bağlar ve 7 numaralı Tuna varyantı ise Tuna Volga ve Don nehirlerini irtibatlamaktadır. Özellikle 7 numaralı koridorun çok büyük bir ticaret hacmi vardır. Rusya Don Volga kanalını 1962 yılında bitirmiştir, 1990 yılında da Main Tuna kanalının açılması ile büyük gemiler Kuzey denizinden Hazar denizine kadar yolculuk yapabilmektedir. (Bkz. Harita 7) Ancak günümüze değin bu projelerin temel altyapıları tamamlanabilmiş olmasına rağmen bahse konu koridorlar henüz faaliyete geçirilememiştir. AB bu projelere 100 milyar avrodan fazla para yatırmıştır, ancak bölge ülkelerinin ekonomilerinin yetersizliği dikkate alınınca sadece AB’nin katkıları ile projelerin gerçekleşmesi güç gözükmektedir. Bu projelerden sonra hayata geçirilen ve ileride bahsedeceğimiz Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) da bu 4 Murat ERDAL: “Pan-Avrupa Tasıma Koridorları”, www.meslekiyeterlilik.com.tr 67 projeler için ayrı bir fon yaratamadığı için projelerden istenen yararın sağlanmasının daha uzun süreceği tahmin edilmektedir. 3.1.2. INOGATE Projesi: Daha önce bahsedildiği gibi Orta Asya ve Hazar bölgesinin çok büyük enerji kaynakları vardır ancak bu bölgelerde mevcut altyapı ve teknolojik kısıtlamalardan dolayı enerji kaynaklarının verimli olarak işletilmesi mümkün değildir. Bu eksikliklerin giderilmesi ve altyapının geliştirilmesi için gerekli sermaye ise AB’de bulunmaktadır. Bu nedenle AB 1995 yılında INOGATE (Interstate Oil and Gas Transport to Europe) programını yaratmıştır. (Harita 8-9) Bu bölgesel program, bölgeye teknik yardım sağlamak ve doğal gaz ile petrol altyapılarına yatırım yapmayı hedeflemektedir. Ayrıca üretici ülkeler ile tüketici ülkeler arasında işbirliğini de artırmak hedeflerden bir diğeridir. INOGATE projesinin de başarısı tartışmaya açıktır, en başta bölgenin altyapı olarak en güçlü ülkesi olan RF‘nun programa dahil edilmemesi bu başarısızlığın etkenlerinden biridir. RF’nun proje dışında bırakılmış olması gerçeği aslında programın bölge ülkelerinin yararından daha çok, AB’nin Rus kaynaklarından bağımsız alternatif arayışlarının bir sonucu olduğunu göstermektedir. INOGATE’in yeteri kadar başarılı olmamasının bir diğer gerekçesi de programa dahil ülkeler arasındaki bazı politik nedenlerle projelerin bir kısım ülkeleri devre dışı bırakmasıdır. Örneğin programın en önemli projesi olan Bakü, Tiflis, Ceyhan Boru hattı, Azerbaycan ve Türkiye’nin Ermenistan ile yaşadığı problemler nedeniyle Ermenistan’ı devre dışı bırakmıştır. AB ve NATO’nun doğuya genişlemesi ve global terörle mücadele kapsamında bölgenin harekat alanlarına yakınlığı ve bu alanlara transit yolların öneminin ortaya çıkması ile Karadeniz’in ekonomik öneminin yanı 68 sıra jeostratejik önemi gündeme gelince, Karadeniz tekrar AB ve ABD çevrelerinin gündeminde önemli bir yer almıştır. Bu dönemde AB, Karadeniz bölgesine bölgesel olarak yaklaşmaktan ziyade, bölge ülkeleri ile ikili anlaşmalar yapmak suretiyle ilişki kurmuştur. Daha sonra geliştirilen Avrupa Komşuluk Politikasına (ENP) Karadeniz bölgesi ülkeleri de dahil edilerek genel bir politikanın bir parçası haline getirilmişlerdir. 3.1.3. Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) : 19 Ocak 2004 tarihinde Avrupa Parlamentosu, AB üyeliği beklentisi olmayan ancak AB ile yakın politik ve ekonomik ilişkiler içinde olmak isteyen ülkeleri kapsayacak bir komşuluk politikasını onaylamıştır. 12 Mayıs 2004’te yayınlanan AB strateji belgesinde de yer alan ENP, Avrupa’nın doğusunda ve Akdeniz kıyılarında AB için bir dostluk çemberi oluşturmak üzere kurulmuştur. Üyeliğe bir alternatif olarak geliştirilen bu politika, Mısır’dan Ukrayna’ya kadar ENP’ye dahil ülkelere, AB ortak pazarında; malların, hizmetlerin, insanların ve paranın serbest dolaşımı da dahil bir çok işbirliği imkanı önermektedir. 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’nin 5nci genişlemesinden sonra, Daha Geniş Avrupa (Wider Europe-European Neighbourhood Policy (ENP): A New Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours) programı çerçevesinde AB, Karadeniz ve Güney Kafkasya ülkeleri ile ilişkileri düzeltmek ve bu ülkeleri AB standartlarına yükseltmeye yardım yönünde adımlar atmaya başlamıştır. Bu bağlamda AB, Karadeniz ve Güney Kafkasya’daki dondurulmuş çatışma bölgelerindeki sorunların çözülmesinde, siyasi ve ekonomik reformların gerçekleştirilmesinde daha etkin bir rol üstlenmeye başlamıştır. Daha Geniş Avrupa programında demokrasiye geçiş süreci, ödüllerle teşvik edilen ve Kopenhag Kriterleri benzeri koşulların yerine 69 getirilmesi karşılığında adeta “AB’ye üyelik dışında her şeyin”5 teklif edildiği uzun bir süreç olarak aktarılmaktadır. Çizilen hukukî çerçeve ise “ortaklıktan daha fazla, üyelikten daha az bir dizi hakları” içermektedir.6 ENP eylem planlarında insan haklarının, demokrasi ve hukuk düzeninin geliştirilmesi, konularının önceliği bulunmaktadır. Bu konuların yanı sıra gerekli koşulları yerine getiren üye ülkelere serbest dolaşıma kadar çeşitli kolaylıklar ve imtiyazlar tanınabilecektir. Avrupa Komisyonunun hazırladığı ülke raporları doğrultusunda her ülke için özel eylem planları geliştirilmektedir. Karadeniz bölgesinde ilk başta Moldova ve Ukrayna ile (Ortaklık Eylem Planı) PAP imzalanmış ve daha sonra 14 Haziran 2004 tarihinde de Güney Kafkas ülkeleri (Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan) ile PAP’lar imzalanmıştır. Eylem planlarında yer alıp da başarılan hedefler arasında örnek olarak Ukrayna’nın Pazar reformları, vize kolaylıkları ve enerji konularının yanısıra Moldova Ukrayna sınırında oluşturulan EUBAM (European Union Border Assistance Mission) Sınır Yardım Misyonu gösterilebilir. Getirdiği yeniliklere rağmen ENP hedef ülkelerde pek heyecanla karşılanmamıştır. Özellikle Karadeniz Bölgesi ülkelerinde bu hoşnutsuzluk had safhadadır, çünkü Karadeniz bölgesinden ENP’ye katılan ülkelerin üyelik beklentileri vardır ve ENP bu beklentilerine tam bir alternatif sağlamadığı gibi üyeliğin avantajları olmadan getirilen tüm AB normlarına uyma zorunluluğu bölge ülkelerine bir yük getirmektedir. Bu durum ENP’nin hedef ülkelerden çok AB iç dinamiklerine hizmet ettiği şeklinde yorumlanmaktır. ENP strateji belgesinde de belirtildiği gibi ENP’nin Akdeniz bölgesine ve güney komşularına yönelik politikasında “Akdeniz’de bir çok farklı sektörde 5 6 2003 yılında AB Komisyonu başkanı Romano Prodi tarafından ortaya konulan hedef. "anything but the instutitions." Irıs KEMPE, Kurt KLOTZLE:“The Balkans and the Black Sea Region: Problems, Potentials,and Policy Options” CAP Policy Analysis, No:2 (2006),10 Irıs KEMPE, Kurt KLOTZLE, a.g.m., 11 70 bölgeler arası girişimleri ve işbirliğini destekleyen belirgin/özel bir bölgesel boyut“ bulunurken, RF ve SSCB’den bağımsızlığını kazanan Karadeniz bölgesi ülkelerine yönelik AB politikalarının bölgesel işbirliğini veya ekonomik entegrasyonu geliştiren bir yönü bulunmamaktadır. Tam üyelikten sonra programa katılan ülkeler için en önemli avantaj olarak değerlendirilen vizesiz serbest dolaşım ve ticari malların serbest dolaşımı konusu dahi vaatten öteye gidememiş ve somut adımlar gerçekleştirilememiştir. Bu durum da üye ülkelerin hayal kırıklığını artırmıştır. ENP sadece Karadeniz ülkelerine göre bir politika olarak geliştirilmemiştir. AB’nin tüm komşularını (Akdeniz’den Hazar’a kadar geniş bir coğrafyada) kapsamaktadır ancak; bu durum birbirinden çok farklı özellikleri olan ülkeleri aynı kefeye koyduğu ve hemen hemen hepsi için aynı (yöntemler ve uygulanan araçlar farklı dahi olsa) çözümü ürettiği için eleştirilmektedir. Bu nedenle ENP içinde gruplandırmalara gidilerek aynı geçmiş ve beklentilere sahip ülkeleri aynı gruplarda toplayarak bu ülkelerin değişiminde etkili olunabileceği şeklinde bir kanaat oluşmuştur. “AB’nin görevi; yakın çevresinde istikrar ve iyi yönetimlere belirgin bir katkı sağlamak ve AB’nin doğusuna doğru ve Akdeniz sınırlarında yakın ve işbirlikçi ilişkiler kurulacak iyi yönetilen bir hükümetler kuşağı oluşturmak”tır. 7 ENP bu stratejiye hizmet için geliştirilmiş olmasına rağmen üye ülkelerden daha çok AB iç yapısına hizmet eden bir politikadır. Bu durumun aslında normal karşılanması gerektiği de AB’nin mevcut yapısına ve sınırlarına bakıldığında görülebilir. 2004 genişlemesi sonrası literatüre “genişleme yorgunluğu” olarak yerleşen belirsiz ve vizyonsuz bir döneme girilmiştir. Bu arada AB anayasası çalışmaları da Fransa ve Hollanda’daki “hayır” oyları ile sekteye uğrayınca, 7 Aralık 2003 ‘de yayınlanan AB Güvenlik stratejisinden 71 AB’nin yeni üyeler kabul etmesi ihtimali, neredeyse kalmamıştır. Hatta 2004 genişlemesinden son anda yetersizlikleri nedeniyle çıkarılıp bir sonraki genişlemeye bırakılan Romanya ve Bulgaristan’ın dahi üyelikleri ile ilgili kuşkular doğmuştur. Mali açıdan da 2013 yılına kadar olan AB bütçesi hazırlandığı için “hazım” kapasitelerinin üzerinde yeni üye almaları en azından yeni bütçe dönemine (2013-2018) kadar imkansız gözükmektedir. Bu gerçeklerin bilincinde olarak, AB çevresindeki ülkelere yeni bir vaate bulunma zorunluluğu hissetmiştir. Yani ENP, Avrupa’nın genişleme (yeni üyelik) yerine, beklenti içindeki ülkelere sunduğu yeni bir ödüldür. ENP kağıt üzerinde her ülke için özel sipariş programlar üreterek herkes için tek tarife programlar üretmeyecektir. Gerçekte de her ülke için farklı öncelikler ve farklı programlar yapılmaya çalışılmasına rağmen bu politika özellikle Karadeniz bölgesinden bu programa katılan ülkeleri tatmin etmemektedir. Bu tatminsizliğin arkasındaki en büyük sebep Akdeniz bölgesindeki komşuların aksine Karadeniz bölgesindeki komşuların hepsinin üyelik beklentileri vardır ve ENP bu beklentiyi karşılamamaktadır. AB’nin Karadeniz bölgesine yönelik asıl politikası ENP ile şekillenmiştir. Bu politika ile demokratiklik bölge ülkelerine düzeyini, üyelik ekonomilerini, vaadinde insan bulunmadan, hakları onların standartlarını yükseltmek ve sonuçta AB sınırları etrafında istikrarlı bir kuşak elde etmek hedefi taşır ve yeni bölünmelerin önüne geçmek üzere geliştirilmiştir ancak “komşu” kelimesi kendi başına bir ayrımcılık kaynağı olarak görülmektedir. ENP’nin uygulandığı ülkeler, Komşu kelimesinden “sistemin parçası olmadıkları ve olamayacakları, ancak olsa olsa komşusu olabilecekleri”ni 72 yorumlamaktadır.8 Analist Micheal Emerson’a göre 9 bu isim yerine “Avrupa Entegrasyon Politikası” adı verilse daha olumlu psikolojik etki yaratabilirdi. AB politikalarının Karadeniz ülkeleri üzerinde etkili olma şansı aslında komşuluk politikasında yer alan diğer ülkelere nazaran daha fazladır. Çünkü AB’ne üyelik hedefi olmayan özellikle Akdeniz diyaogu ülkelerinin aksine hepsinin üyelik hedefi var bu gerçeği de bölgede en etkin organizasyon olan KEİÖ’nin kuruluş belgesinde belirtmişlerdir.10’ Ancak bu güne kadar istenilen seviyede başarılı olamamıştır. Bu başarısızlığın sebeplerinden biri yukarıda bahsedilen ortak üyelerin kuşkuyla yaklaşmaları olduğu kadar AB’nin ve AB ülkelerinin tek tek bölgeye yaklaşımından da kaynaklanmaktadır. AB Karadeniz bölgesine, bölgesel yaklaşmaktan ziyade tek tek ülkeler ile (daha çok AB’nin çıkarına) ilgili politikalar geliştirerek ilişki kurmaktadır. ENP’nin tanımında da bu husus vardır. Ancak tümüyle Karadeniz bölgesini hedef alan bir politika yakın zamana kadar üretilememiştir. Karadeniz’e yönelik, daha önce Baltık ülkeleri için üretilen “Kuzey Boyutu” benzeri bir politika tek tek ülkelere yönelik politikalardan daha fazla etkili olarak bölgenin demokratikleşmesine ve istikrara kavuşmasında başarılı olabilir. Bu bölgesel yaklaşım beklentisi ile “ENP’nin genel bir politika olduğu ve farklı gruplardan ülkeler için aynı politikayı uyguladığı” yönündeki eleştiriler çelişkili gibi gözükebilir. Fakat ENP’de eleştirilen husus birbirinden farklı beklentileri olan devletlere karşı tek bir politika üretmek iken, “Karadeniz Boyutu” veya bölgesellikten beklenen ise aynı coğrafyayı ve aynı hedefi paylaşan11 ülkeler ile tek tek farklı kapsamlı ve farklı avantajlar sağlayan 8 Micheal EMERSON: “The Black Sea as Epicentre of the Aftershocks of the EU’s Earthquake”, Centre for European Policy Studies, No 79, (Temmuz 2005), 6 9 Micheal EMERSON: a.g.m.,7 10 25 Haziran 1992 tarihli Boğaziçi Bildirgesi www.turkey.org/politics/bsec 11 Karadeniz Bölgesi veya Geniş Karadeniz Bölgesi olarak bahsedilen coğrafyaya Kıyıdaş ülkeler ile birlikte Azerbaycan, Ermenistan ve Moldova dahildir. Bu ülkelerden Bulgaristan ve Romanya AB üyesi, Türkiye tam üyelik müzakereleri yapan ülke ve RF ise özel statütede “stratejik ortaklık” 73 anlaşmalar yapmak yerine herkesin ortak çıkarlarını sağlayacak temel şartlarda anlaşma yapılmasıdır. Unutulmamalıdır ki bu bölgenin ENP’ye dahil ülkeleri hem zayıf ekonomileri hem de iç sorunlarıyla boğuşan ülkelerdir ve geçmişten gelen sorunlar nedeniyle birbirlerine karşı hasmane politikalar da yürütmektedir. Böyle bir toplulukta ortak çıkarlara yönelik, bireysel anlaşmalar yapmak doğal olarak zordur. Bunun yerine genel olarak bölgeye yönelik politikalar üretildiği takdirde farklı ülkelerin çelişen çıkarlarını gözetmekten daha olumlu sonuçlar alınabilecektir. 3.1.4. Bölgesel İşbirliği Örgütleri ve Avrupa Birliği İlişkileri : Karadeniz Bölgesinin bütün olarak bir “bölge” halinde davranamaması nedeniyle ENP’nin veya Avrupa Birliği’nin de Karadeniz ülkelerine karşı Bölgesel yaklaşımında eksiklikler yaşanmıştır. Karadeniz Bölgesi ülkelerinin bölgesel kimlik oluşturmasının bir çok nedeni bulunmaktadır. Bu sebepleri başlıca iç sebepler ve dış sebepler olarak ayırmak mümkündür. Karadeniz’de bölgesel kimlik oluşmamasının dış nedenlerinden en önemlisi dış güçlerin de tek tek bölge ülkeleri ile ilişki kurdukları takdirde onları istismar edebilmeleri sebebiyle bu durumu tercih etmeleri ve Karadeniz’i 2000’li yıllara kadar gündemlerine gerektiği şekilde almamaları olmuştur. Aynı şekilde bölge ülkeleri de bazı durumlarda bireysel olarak Avrupa ülkeleriyle mevcut iyi ilişkileri ve avantajlı konumlarını korumak adına Avrupa Birliği ülkelerine karşı tek bir blok olmayı tercih etmemişlerdir. Karadeniz Bölgesinde bölgesel kimlikle ilgili sorunun somut bir örneği de özellikle aynı zamanda Balkan ülkeleri de olan batı Karadeniz ülkelerinin kendilerini daha prestijli bir isim olan “Güney Doğu Avrupa” ülkeleri olarak adlandırmalarında da görülmektedir. anlaşması ile diğer ülkelerden ayrılmıştır. ENP’na üye ülkeler (Moldova, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan)’in nihai hedeflerinde batıyla entegrasyon ve AB üyeliği bulunmaktadır. 74 Karadeniz Bölgesi ülkelerinin başta AB olmak üzere batılı güçlere karşı toplu bir duruş gösterememeleri, Batının da onlara karşı bölgesel bir yaklaşım göstermemesi sonucunu doğurmuştur, ancak bu durum yakın zamana kadar iki tarafın da tercih ettiği bir ilişki biçimi idi. Bu tercihin sebebi Karadeniz ülkeleri arasında bölgesel işbirliğinin yeterli derecede gelişmemiş olmamasıdır. Bölgesel işbirliği alanında en önemli kurum Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ) olmakla beraber burada da ulaşılan seviye – son zamanlardaki olumlu gelişmelere rağmen- yeterli seviyede değildir. 1992 yılında Türkiye’nin öncülüğünde kurulan KEİÖ bölge ülkeleri arasında ticareti artırarak, düşük vergi oranları vb. düzenlemeler ile ekonomik entegrasyon için kurulmasına rağmen son dönemde organize suçlar, ulaşım, iletişim ağları ve güvenlik gibi konulara da eğilmeye başlamıştır. KEİÖ’nün 12 üyesi vardır (kıyıdaşların yanı sıra Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Moldova, Yunanistan, Sırbistan) ve AB ile ABD’nin de arasında olduğu 12 gözlemci statüsünde üyesi bulunmaktadır. Kurulduğu günden itibaren büyük yapısal değişimler geçirdikten sonra son dönemde ilgi alanını da genişleten KEİÖ, bölgesinde kriz yönetimi, polisiye işbirliği, sınır kontrolleri ve organize suçlarla terörizmle savaş gibi alanlarda da etkili olmaya çalışmaktadır. KEİÖ’nin ilgi alanlarındaki bu değişiklik bu örgütün AB ile işbirliği ve entegrasyon isteği ile alakalı olarak yorumlanmalıdır. KEİÖ bölgenin en geniş katılımlı örgütü olması nedeniyle işlevsel olarak da en önemli örgüttür. İçinde AB üyesi ülkeler, AB üyelik beklentisi olan ülkeler ve ENP’ye dahil olan ülkelerin yanısıra RF’nun da bulunması, aralarında çeşitli sorunlar olması nedeniyle bir araya gelmesi zor olan (Ermenistan –Azerbaycan vb.) ülkeleri bir araya getirmesi ve işbirliği yapmalarını sağlanması nedeniyle başlı başına başarılı bir örgüttür. Tabi bu çok başlılık aynı zamanda bir zayıflık da yaratmaktadır çünkü bu kadar farklı 75 gündemleri olan ülkeleri aynı politik hedeflere yöneltmek büyük bir çaba gerektirmektedir. KEİÖ ile AB işbirliği de çok sınırlı kalmış ve yıllarca KEİÖ’nden AB’ye gözlemci statüsü alması yolunda talepler gelmesine rağmen AB’nin Gözlemci statüsü almak için başvuru yapmaması nedeniyle bu gerçekleşmemiştir. AB KEİÖ’nde gözlemci statüsünü ancak 2007 yılında almıştır.12 Bölgedeki ikinci Bölgesel İşbirliği kurumu olan GUAM, 1996 yılında ABD desteği ile Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova devlet başkanlarının girişimiyle kurulmuştur. 1999 yılında Özbekistan’ın da katılımıyla adı GUUAM olmuş fakat 2002 yılında Özbekistan üyeliğini askıya almasının ardından da 2005 yılında tamamen örgütten ayrılmıştır. 2001 yılında Yalta konferansında örgüt üyesi ülkelerin liderleri örgütün temel prensipleri ve hedeflerini; ekonomik işbirliği, ulaşım ağlarının geliştirilmesi, bölgesel güvenliğin artırılması ve organize suçlar ile terörizme karşı savaş olarak belirlemiştir. Ukrayna ve Gürcistan’daki renkli devrimlerden sonra 2005 yılında Kişinev’de gerçekleştirilen zirvede liderler, bölgesel işbirliğine daha fazla önem vererek, özellikle üç alanda yoğunlaşan yeni hedefler ilan etmişti. Bu hedefler, bölgenin daha demokratikleşmesi, AB ve NATO ile daha fazla işbirliği ve yakınlaşma ve donmuş çatışmaların çözümünde daha fazla uluslar arası katılım da dahil krizlerle müdahalede yeni yöntemler belirlemektir. 22 Nisan 2006 tarihinde Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova hükümetleri Kişinev’de bu kurumu Avro Atlantik entegrasyonlarının bir aracı haline getirmek umuduyla GUAM’ı tekrar hayata geçirmiştir. Bu gelişme Özbekler tarafından destek görmemiş ancak Litvanya, Romanya, Bulgaristan 12 Black Sea Monitor, Sayı.5, (Temmuz 2007),13 76 cumhurbaşkanlarının yanısıra, ABD dışişleri temsilcisi tarafından gözlemci olarak katılım sağlanmıştır. GUAM’ın ilgi alanı daha fazla bölgesel güvenlikle alakalı konulara yoğunlaştığı için KEİÖ’nden ayrılmaktadır, fakat aynı konuda daha geniş kapsamlı Demokratik Tercih Grubu (Community of Democratic Choice CDC)’nun da yakın dönemde faaliyete geçmesi ile önemini yitirmiş gözükmektedir. Aralık 2005’de Kiev zirvesinde özellikle Ukrayna Devlet başkanı Yuşçenko ile Gürcistan devlet başkanı Saakasvili tarafından başlatılan CDC, Baltık, Balkan ve Karadeniz bölgesinden 9 ülkenin (Letonya, Litvanya, Estonya, Romanya, Moldova, Slovenia, Makedonya, Ukrayna ve Gürcistan) bir araya geldiği bir oluşumdur. AGİT, Avrupa Konseyi, AB ve ABD de CDC’na gözlemci olarak katılmaktadır. CDC öncelikle demokratik değerlerin promosyonu, bölgesel istikrar ve ekonomik refah konularında yoğunlaşmıştır. Kiev zirvesi sonuç bildirgesinde belirtildiği üzere CDC “Karadeniz, Baltık ve Hazar bölgesindeki tüm ülkeleri; bölgesel işbirliği, demokrasinin ve insan haklarının geliştirilmesi çabalarında birleştirmek” için kurulmuştur. Son olarak da yine CDC’nun izdüşümünde Romanya tarafından başlatılan ancak Rusya ve Türkiye’nin desteğini alamadığı için sonuçsuz kalan Karadeniz Forumu bölgesel işbirliği çabalarının örnekleri arasında bulunmaktadır Bu tür yerel girişimler batılı kurumlar ile Karadeniz bölgesi arasında bağlantıları güçlendirmeye gayretindedir ve bölgeye yönelik daha kapsamlı Avro-Atlantik stratejiler üretilmesini sağlayabilir. 13 Karadeniz Bölgesindeki bölgesel işbirliği çabalarından anlaşılacağı gibi bu coğrafyada hem bölgesel hem de bölgeler arası işbirliği mevcuttur. “Ancak bu çok boyutluluk aynı zamanda bölgenin kimliği ve sınırları üzerinde bir 13 Irıs KEMPE, Kurt KLOTZLEa.g.m.,19 77 uzlaşının olmadığı ve bölgesel aktörlerin çatışan çıkarları yanı sıra harici aktörlerinde farklı çıkarları olduğunu göstermektedir.”14 Bu zamana kadar AB içinde bir Karadeniz boyutu oluşmamasının temel nedeni içeriden desteğin olmaması olarak yorumlanmaktadır. 2007 yılına kadar tek AB üyesi ve aynı zamanda KEİÖ üyesi olan Yunanistan’ın, KEİÖ içindeki etkin konumu ve 2003 yılındaki AB dönem başkanlığında bu konuya eğilme girişimleri Irak harekatının gölgesinde kalarak yetersiz olmuştur. 2007 yılından itibaren Romanya bu konuyu gündeminde üst sıraya taşımış ve Kuzey Boyutunda Finlandiya’nın oynadığı rolü üstlenmeye çalışmaktadır. Ancak başarısı zaman içinde kendisini gösterebilecktir. AB’nin bölgeye yönelik en kapsamlı politikası olan ENP istenen sonuçları vermemiştir ancak bu konuda sorumluluk artık daha fazla bölge ülkelerine düşmektedir. “Çünkü bölgeden daha kuvvetli bir talep/baskı gelmedikçe AB’nin ENP’den daha kapsamlı ve bağlayıcı bir politika üretmesini beklemek gerçek dışı olur. Bu aşamada AB’nin verebileceğinin en fazlası ENP’dir. Karadeniz Bölgesi daha fazla reformlar gerçekleştirip kendini kabul ettirdiği takdirde AB de bölgeye daha fazla ilgi gösterip sorumluluk üstlenecek, donmuş çatışmalara çözüm arayacaktır. Aksine, yetersiz hükümetler ve demokrasi yolundaki kısıtlamalar, AB’nin daha fazla bölgede işbirliği yapmaması için bir mazeret olacaktır. Kısaca Karadeniz bölgesine genişleme için aktif taraf AB olmayacak, bölge ülkelerinin daha fazla aktif olması gerekecektir.”15 14 Bert MİDDEL,a.g.t., Georgiev ADRİAN, "The Black Sea region EU’s Black Sea region policies and Bulgaria’s potential contribution", yayınlanmış tez çalışması, College of Europe, European Political and Administrative Studies, (2006), 72 15 78 3.1.5. Enerji ve Enerji Güvenliği : AB’nin Karadeniz Bölgesine yoğun ilgisinin en önemli gerekçelerinden biri enerji güvenliğidir. AB ülkeleri, 2006 yılı başında Ukrayna-Rusya arasında yaşanan enerji krizi sonrasında enerji güvenliği ve çeşitlendirilmesi konusunda daha ciddi adımlar atması gerektiğinin farkına varmıştır. Orta Asya kaynaklarından Avrupa pazarlarına ulaşan enerjinin büyük bölümünün Rusya üzerinden transfer edildiği göz önünde bulundurulduğunda konunun Brüksel için önemi daha net anlaşılır. AB enerjisinin yarısından fazlasını, çoğu tehlikeli ve karmaşık güzergahlardan ithal etmektedir, halen ithalatının dörtte birini Karadeniz üzerinden gerçekleştirdiği için bu bölgede güvenli rotalar geliştirmek AB’nin yararınadır. AB’nin komşularıyla stratejik enerji ortaklığını güçlendirmek ENP’nin de önemli bir parçasıdır. Bu aynı zamanda enerji tedariğinin güvenliğini de kapsar. 2002 tarihli Yeşil Kitap’ta Avrupa Birliğinin o zamanki 15 üyesi için 2030 yılına kadar gaz talebinde %45 artış öngörülmüştür. Halen Avrupa dünyanın en büyük doğal gaz ithalatı AB tarafından gerçekleştirilmektedir ve bu durum 2030 yılına kadar değişmeyecektir.16 Karadeniz Bölgesi ve özellikle Güney Kafkaslar, Hazar ve Orta Asya kaynaklarının AB’ne ulaşımı için önem taşımaktadır. Üretici ülkelerden AB’ne mevcut ve planlı nakil hatlarının çoğu bu bölgeden geçmektedir. Ayrıca AB ve ENP üyesi ülkeler arasında gerekli kanuni düzenlemeleri yaparak enerji ağlarını geliştirmek her iki tarafın da çıkarına olacaktır. Çünkü bu bölgelerdeki zayıf ekonomiler de ekonomik getirisi çok fazla olan bu projelerden faydalanacak, gelişen ekonomi bu ülkelerin refahına ve sonunda da özlenen istikrara katkı sağlayacaktır. Enerji ve enerjiden kaynaklanan 16 Burcu GÜLTEKİN PUNSMANN, a.g.m., 3 79 refah, bölgedeki ülkelerin batının demokratik ve müreffeh toplumlarıyla entegrasyonu ve işbirliğini kolaylaştırabilecek bir araç olarak düşünülmelidir. Rusya’nın muazzam üretimi ve transporttaki stratejik önemi, Türkiye’nin Avrupa’nın 4ncü büyük tedarik arteri olma hayali, Gürcistan, Bulgaristan ve Romanya’nın gaz ve petrol transferindeki önemli rolleri gibi, bölgede bir çok ülkenin enerji sektöründe büyük yatırımları ve beklentileri bulunmaktadır. AB’nin enerji alanında politikası öncelikle ikili anlaşmalar yapmak olmasına rağmen bu konuda özellikle 2001 yılından itibaren 21 ülkeyi INOGATE çatısı altında toplayabilmiştir. Karadeniz bölgesinin, Batının ihtiyaç duyduğu OPEC dışı, İran bağlantısı olmayan ve Rusya’dan bağımsız alternatif enerji kaynaklarının geçiş yolu olduğu gerçeğinin farkına ABD çok daha önceleri varmıştır, ancak AB de bu konuda artık girişimlerde bulunmaktadır. Mart 2000 yılında yayınlanan Enerji Yeşil Kitabı bu durumu doğrulayan ifadeler içermektedir. Avrupa Birliği için ortak enerji politikasının temel metni sayılabilecek en kapsamlı çalışma olan 2000 yılında hazırlanan Yeşil Kitap, “Enerji Arzının Güvenliği İçin Bir Avrupa Stratejisi” adı taşımaktadır. Avrupa Birliğinde üçlü enerji politikası sütunu olarak adlandırılabilecek “rekabetçilik, çevre ve arz güvenliği” sütünlarından arz güvenliğine en fazla vurgu yapan kitap/dokuman olan Yeşil Kitap 2005 yılında AB devlet başkanlarının bir araya gelmesi ile “Avrupa İçin Ortak Bir Enerji Politikası” sloganı ile revize edilmiştir.ve genişletilmiştir. Revize edilen Yeşil Kitabın adı “Sürdürülebilir Rekabetçi ve Güvenli Enerji İçin Bir Avrupa Stratejisi” olmuştur. Bu Yeşil Kitap Avrupa ülkelerinin enerji meseleleri ile daha sistematik bir biçimde ilgilenmeye başladığının da açık bir göstergesidir. Avrupa Birliği enerji stratejisinin bileşenleri iç pazarın ve rekabetçiliğin korunması, çevre koruma ve sürdürebilirlik ve enerji arzı güvenliğidir. Birlik bir yandan ekonomik büyümenin sürdürebillirliğini sağlamayı diğer yandan da 80 çevreye zarar vermemeyi hedeflemektedir. Kısa vadede hükümetlerin planı enerji akışını ve her ne pahasına olursa olsun ekonomik büüymeyi artırmak olsa da orta ve uzun vadede enerji kaynaklarının aşırı kullanımı ve artan endstrileşmenin neticesinde küresel çevre sorunları ortaya çıkacağı için uluslar arası sitem düzeyinde çevre koruma da ihmal edilmemesi gereken bir öğe olarak karşımıza çıkar.17 Petrol Krizleri ile başlayan enerji arzı güvenliği kaygılarını gidermek diğer gelişmiş ülkelerle birlikte Avrupalı devletlerin de temel hedefi haline gelmiştir. Komisyon tarafından yayınlanan raporlarda enerji arzı güvenliğinin en önemli hedef olarak belirlenmesi ve bunun için enerji arzı kaynaklarının ve enerji arzınn sağlandığı bölgelerin çeşitlendirilmesi gibi bir dizi önlemin alınmasının gerekli olduğu vurgulanmaktadır. 18 Komisyon tarafından yayınlanan diğer bir doküman “Avrupa Birliği İçin Bir Enerji Politikası” başlığını taşıyan Beyaz Kitap ise enerinin 2020 yılına kadar geleceğini tartışan bir analizdir. Beyaz Kitapta sürdürülebilir gelişmeye katkı sağlayacak teknoloji tabanlı ve yenilikçi bir enerji sektörünün geliştirilmesinin gerekliliği vurgulanmaktadır. Enerji güvenliğinin batılı ülkeler için ekonomik istikrarın temeli olduğu tartışmasız bir gerçektir, bu yüzden batılı ülkeler güvenilir ve makul fiyat teklif eden - mümkünse farklı - kaynaklardan enerji ihtiyaçlarını temin etme yolları ararlar. Rusya’nın izlemekte olduğu tekelci politikalar başta AB olmak üzere diğer müşterilerini ürkütmüş bunun neticesinde Batılı ülkeleri Kafkaslar’dan ve Orta Asya’dan alternatif kaynak arayışına sokmuştur. Bu alternatif enerji hatlarından mevcut durumda transfere başlamış veya kısmen olsa da çalışır durumda olanların en önemlileri aşağıda belirtilmiştir. 17 18 H. Pınar ÖZCAN, a.g.e.,116-117 H. Pınar ÖZCAN, a.g.e.,117 81 Baku-Tiflis-Ceyhan (BTC) Petrol Boru Hattı : Azeri-Çırak-Güneşli (ACG) sahasından elde edilen petrolü Gürcistan ve Türkiye yoluyla, Akdeniz kıyısındaki Ceyhan Limanı’na iletmektedir. Günlük olarak yaklaşık 400 000 varil ham petrol pompalayan boru hattının, tam kapasitede tepe noktası olan; günlük bir milyar varil düzeyine, yapılacak iyileştirmelerden sonra 2010 yılında ulaşması beklenmektedir. BTC hattı kayda değer bir gecikme ve tahmini bedelin üzerinde bir harcama ile 13 Temmuz 2006’da faaliyete geçmiştir. Bu hattın açılması başından itibaren ABD destekli bir proje olmuştur. ABD hem RF’ndan bağımsız bir kaynaktan, alternatif yollar kullanılarak petrolü batıya aktarmış hem de bu proje ile batıyla yakınlaşma çabasında bulunan Gürcistan ile eski müttefiği Türkiye’ye stratejik avantajla beraber büyük bir ekonomik katkı sağlamıştır. BTC hattı sayesinde Azerbaycan da takip eden yıllarda %26’lara varan ekonomik büyüme ile dünyanın en hızla büyüyen ekonomilerinden biri olmuştur. Karadeniz - Hazar havzasındaki entegrasyon çabalarına büyük katkıları olan bu proje aynı zaman da KEİÖ’ne üye üç ülke arasında da bölgesel işbirliğinin güzel bir örneğini oluşturmuştur. Güney Kafkasya Doğal Gaz Boru Hattı (Bakü Tiflis Erzurum (BTE) hattı) : Azerbaycan’ın Şahdeniz sahasından elde edilen doğal gazı taşımak üzere BTC’ye paralel bir hat olarak inşa edilmiştir. Boru hattının inşası tamamlanmış ve Proje 3 Temmuz 2007 tarihi itibariyle faaliyete geçmiştir. Bu proje aynı zamanda Türkmenistan ve Kazakistan’da bulunan dünyanın 4’üncü büyük doğal gaz rezervlerine erişecek Hazar Geçişli Doğalgaz Boru Hattı Projesinin de ilk ayağı olarak değerlendirilmektedir. 82 Türkiye-Yunanistan Boru Hattı: 2007 yılı Kasım ayında devreye giren boru hattı, Anadolu üzerinden Avrupa’ya ulaşan ilk doğal gaz boru hattıdır. Yunanistan’dan sonra Adriyatik Denizi altından, İtalya’ya kadar uzatılması planlanan bu hattın devreye girmesiyle yıllık 4 milyar m3’e kadar gaz sevki yapılacak ve hat tam devreye girdiğinde bu miktar iki katına kadar çıkabilecektir. Bu hattın açılışı 2007 yılında Yunanistan ve Türkiye Başbakanları ile Azerbaycan Devlet başkanının katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Yunanistan’a başlangıç sevkıyatı yılda 750 milyon metreküp, tepe noktası ise toplam 12 milyar metreküp (üç milyar metreküp Yunanistan gerisi İtalya için) olacaktır. Ege ve Kıbrıs gibi temel konularda çatışma yaşamalarına rağmen Türkiye ve Yunanistan 2004 yılında bu projeyi imzalayabilmiştir. Balıkesir Karacabey’den, Yunanistan Komoti şehrini bağlayacak 285 km.lik bu doğal gaz boru hattı Azerbaycan Şahdeniz bölgesinin doğal gazını Avrupa’ya ulaştıracaktır. Bu mevcut hatların yanı sıra halen proje halinde bulunan, projelerinin çeşitli safhalarına ulaşılmasına rağmen nakliyata başlamamış ve ne zaman başlayacağına dair belirsizlikler bulunan bazı hatlar vardır. Bu hatların önemlileri aşağıdadır. Köstence-Trieste (-Omisalj) : Bu boru hattı Romanya’nın Karadeniz kıyısındaki Köstence Limanı’nı İtalya’nın Adriyatik kıyısındaki Trieste Limanı’na bağlamak üzere önerilmiştir. Proje Pan-Avrupa Petrol Boru hattı olarak da adlandırılmakta ve Sırbistan ve bazı başka komşu ülkelere ulaşan kısa uzantıları da içermektedir. Oradan da kuzeye İtalya’yı Avusturya ve Almanya’ya bağlayan Trans-Alpine Boru Hattı’na bağlanması beklenmektedir. İlgili beş ülkenin bakanları arasında Mayıs 2006’da projeye ilişkin bir mutabakat Muhtırası (MoU) imzalanmıştır. 83 Başlangıç kapasitesi günde 800.000 varil olup kapasitenin daha sonra günde 1,8 milyar varile çıkarılması beklenmektedir. Proje gerçekleşirse boru hattı 2011’de kullanıma girecektir. Nabucco Boru Hattı : AB’nin RF’dan bağımsız alternatif enerji hattı projelerinin en büyüğü olan Nabucco boru hattı Hazar ve/veya Orta Doğu doğal gazının Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya’nın artan doğal gaz talebini karşılamak üzere Türkiye yoluyla taşınması için önerilmiştir. Planlanan kapasite yılda 25 ila 31 milyar metreküptür. Proje AB tarafından desteklenmektedir. AB, Türkiye üzerinden geçecek bu boru hatlarını Rus kaynaklarına bağımlılığı azaltacak kaynak çeşitlendirmenin en akılcı yolu olarak görmekte ise de imkan dahilindeki bütün alternatif doğal gaz kaynakları hâlâ bazı güçlüklerle karşı karşıyadır ve doğal gazın Türk doğal gaz şebekesine pompalanmasına kadar pek çok güçlüğü yenmek gerekecektir. Bu yüzden de ilgili ülkeler, AB ve Türkiye arasında çok yakın bir işbirliği gerekmektedir. İlgili oyuncuların her birinin kendi katkılarıyla ve karşılıklı anlayışla ortaklaşa çözülmesi gereken ciddi sorunlar bulunmaktadır. Mevcut sorunlara bir örnek vermek gerekirse şu söylenebilir: Gazprom, Nabucco projesini iki ucundan da engellemeye çalışmaktadır. Gazprom hattın kaynak tarafında, Türkmen ve Kazak doğal gazını Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden doğu Türkiye’ye ve oradan da Avrupa’ya taşımak üzere önerilen trans-Hazar boru hattına karşı çıkmaktadır. Diğer yönde ise Gazprom ve Rusya, bu AB projesinin engellenmesi için Macar Hükümeti’nde önde gelen bazı unsurlarına güvenmektedir. Daha önce bahsedildiği gibi Macar hükümetinin kendi geliştirdikleri Güney Akımı projesine katılımını sağlamaları ile Nabucco’nun Macaristan ayağını engellemeyi neredeyse başarmışlardır. 84 Gazprom kendi Güney Akım boru hattını Karadeniz altından uzatarak Bulgaristan ve Sırbistan yoluyla Macaristan’a ulaştırmak ve Macaristan’ı Gazprom’un Orta Avrupa’nın diğer ülkelerine de girebilmesi için bir istasyon haline getirmek istemektedir. Macaristan, Nabucco konsorsiyumuna üye olmasına rağmen, Macar Hükümeti ile MOL petrol ve doğal gaz şirketi aynı zamanda Gazprom ile de görüşmeler yapmaktadır ve bu Rus tekeliyle niyet mektupları imzalamıştır. Halihazırda Macaristan’ın doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 85’ini zaten Gazprom karşılamaktadır. Gazprom’un Mavi Akım boru hattının Macaristan’a uzatılması ve Gazprom’un Avrupa’ya daha fazla genişleyebilmesi için bu ülkede depolama tesisleri kurması halinde Macaristan’ın bu tekele uzun vadeli olarak bağlanması ve alternatiflerin ortadan kalkması kesinleşmiş olacaktır. Türkiye’nin İran’la ve Gürcistan’la olan sınırını, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan topraklarını aşarak Avusturya’nın Baumgarten terminaline bağlamayı amaçlayan Nabucco boru hattı projesinin birinci aşamasının inşasının 2008-2010’da gerçekleştirilmesi öngörülmektedir. Ancak halen bu projenin ilerlemesine ilişkin somut adımlar çok azdır. Bu projeler gerçekleştirildiği takdirde Hazar ve Orta Doğu üreticileri için Avrupa’ya erişim mümkün hale gelirken AB için de Rusya’ya olan enerji bağımlılığında önemli bir rahatlama getirecektir. Ancak bu projelerin tam anlamıyla efektif olmaları 2012 yılından önce gerçekleşemeyecek gözükmektedir. Azerbaycan’daki Şah Deniz gaz projesi, 2012’den itibaren pazarlara arzda bulunmaya başlayacaktır. Azerbaycan ve Gürcistan’daki tüketim düzeyi göz önünde bulundurulduğunda, Şah Deniz’de yapılacak üretim Nabucco boru hattı için uygun olabilir ancak gelecekte Doğu Hazar’dan pompalanacak ilave kaynaklar için sadece Bakü - Erzurum boru hattının geliştirilmesi ve Trans-Hazar boru hatları yeterli olmayacaktır. Türkiye ile AB’yi birleştiren ilave kapasiteler oluşturulması ihtiyacı açıktır. 85 AB’nin alternatif kaynak ve güzergah yaratma çabasının olumlu sonuçlarının ortaya çıkması için daha uzun bir döneme ihtiyaç duyulmaktadır ve bu yüzden Brüksel’de petrol ve doğalgaz’a olan bağımlılığı azalatmak yolunda tedbirler alınmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda AB Komisyonu 2007 yılında aldığı bir kararla 2020 yılından itibaren AB üyesi ülkelerde kullanılan enerjinin % 30’unun yenilenebilir ve alternatif enerji kaynaklarından sağlanmasını kurala bağlamıştır. Bu kural çerçevesinde ülkeler enerji yatırımlarını çeşitlendirmek ve güneş, rüzgar ve su gibi temiz/yenilenebilir enerji kaynaklarının yanı sıra nükleer enerji gibi tartışmalı ancak dış bağımlılığı azaltacak kaynaklara yönelmek zorunda kalacaktır. Yine de kısa vadede bu alternatif enerji kaynaklarının enerji tüketimindeki oranı arzu edilen seviyelere ulaşamayacağı için petrol ve doğal gaz ana enerji kaynakları olmaya devam edecektir. RF ile AB arasındaki enerji kaynaklarına ulaşma mücadelesi de önümüzdeki dönemde azalmayarak devam edecektir. AB’nin kaynak ve ulaşım yollarını çeşitlendirme girişimleri karşısında RF da avantajlı konumunu kaybetmemek adına karşı hamlelerde bulunmaktadır. Daha önce bahsedildiği gibi, Kuzey ve Güney Akımı doğal gaz boru hatları, RF’nun AB’ne oranla daha ileri safhalara ulaşan ve hedefteki ülkelerin kafasını karıştırarak AB projelerine yoğunlaşmalarını önleyen başarılı örneklerdir. Bu iki önemli projenin yanı sıra ; aşağıdaki hatlarda RF tarafından teklif edilmiş ve faaliyete geçmeleri halinde Avrupa’ya daha fazla RF petrol/gazı temin ederek bağımlılığı artıracak projelerdir. Bakü-Novorossisk Petrol Boru hattı Azeri – Karadeniz’deki Çırak- Güneşli Novorossisk : petrolünü Limanı’na Rusya üzerinden ulaştırmaktadır. Rusya’nın Hisse sahibi uluslararası şirketler ile Azerbaycan ya da Rusya arasında çıkan sorunlar yüzünden petrol akışı sık sık kesilmektedir. 86 Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu (CPC) : Rus petrolünün büyük kısmı Karadeniz’den geçen tankerlerle Akdeniz’e ve oradan da Avrupa ve Asya pazarlarına taşınmaktadır. CPC iddialı bir petrol boru hattı projesidir ve bu hat Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Kazak petrolünü Rus toprakları üzerinden Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Novorossisk Limanı’na ulaştırmak için inşa edilmiştir. Mevcut kapasitesi günde 540,000 varildir. Bu kapasiteyi günde 1,4 milyon varile çıkarmak için çaba harcanmaktadır. Mavi Akım Doğal Gaz Projesi : Bu iddialı proje çerçevesinde inşa edilen boru hattının 2005 yılında resmi açılışı yapılmıştır. Karadeniz’in 2150 metre derinlikteki tabanından geçen boru hattı Rus doğal gazını doğrudan Türkiye’ye iletmektedir. Bu ikiz boru hattı Güney Rusya’daki Izobilnoye’den Karadeniz kıyısındaki Jugba’ya gitmekte, sonra Karadeniz’i geçerek Samsun Limanı’na ulaşmaktadır. Boru hattının Türkiye’ye yılda 16 milyar metreküp doğal gaz ileteceği hesaplanmaktadır. Arnavutluk-Makedonya-Bulgaristan (AMBO) Boru Hattı: Uzunluğu 570 mil ve kapasitesi günlük 750.000 varil olan bu hat, Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki Burgaz Limanı ile Arnavutluk Vlore Limanı’nı birbirine bağlayacaktır. Burgaz-Dedeağaç Boru Hattı : 1997’de Bulgaristan, Yunanistan ve Rusya 178 mil uzunluğunda, 700 milyon dolarlık bir petrol boru hattı inşa ederek Bulgaristan’ın Burgaz Limanı’nı Yunanistan’ın Akdeniz kıyısındaki Dedeağaç limanına bağlamayı kararlaştırmıştır. Proje gerçekleşirse bu boru hattı Boğazları baypas ederek 87 Karadeniz üzerinden günde 300.000 varil petrol iletecektir. 15 Mart 2007’de Rusya, Bulgaristan ve Yunanistan bu hattın inşasına yönelik bir anlaşma imzalamıştır. İnşa edilmesi durumunda söz konusu hat Rus petrolüne ek olarak bir miktar da Kazak petrolü taşınmasını sağlayacaktır. Kıyıköy-Saros Hattı : Günlük 1,2 milyon varil kapasitesi olacak bu hattın projesi birçok yönden hem Türk hem de uluslararası şirketlerce desteklenmektedir. Boğazlar üzerindeki yoğun tanker trafiği yüküne çözüm getirecektir ve Rusya da kendi ihtiyaçları dolayısıyla bu projeyi desteklemektedir. Ancak Türkiye resmen açıklamış olduğu çevrenin korunması ve ve askerî kaygılar gibi bazı nedenlerle başka bir baypas seçeneğini (Samsun-Ceyhan’ı) tercih etmektedir. Samsun-Ceyhan : Türkiye, Boğazlardaki petrol tanker trafiğinin yükünü ve dolayısıyla çevrenin karşı karşıya olduğu riskleri azaltmaya, bu amaçla da Karadeniz’den petrol akışı için kuzeyden güneye uzanan bir koridor oluşturmaya çalışmaktadır. Günde 1,4 milyon varil kapasiteli bu boru hattının Çalık, ENI, Shell, Indian Oil gibi Türk ve uluslararası enerji şirketlerince desteklenmesi beklenmektedir. Ancak bu projenin gerçekleşmesi için arzcıların, boru hattının içinden geçecek petrol miktarı konusunda güvence (through put guarantees) vermesi beklenmektedir. Brody-Odessa Hattı (Akış yönünün tersine çevrilmesi): 2001’de tamamlanan ve halihazırda kullanımda olan Brody-Odessa boru hattı, Karadeniz kıyısındaki Pivdenniy (Yujniy) terminalinden gelen Hazar petrolünü Ukrayna boru hattı sistemi üzerinden Avrupa’ya iletmek amacıyla inşa edilmişti. Ancak Ukrayna , Hazar arzcılarından petrol temin 88 etmeyi başaramadığı için günümüzde Rusya bu boru hattını ters yönde kullanmakta, bu yolla Ural havzasından çıkan Rus petrolü, uluslararası pazarlara gönderilmek üzere Karadeniz kıyısına ulaştırılmaktadır. Avrupalı tüketiciler ve Hazarlı üreticiler hâlâ bu boru hattında akış yönünün tersine çevrilerek başlangıçtaki amaca uygun hale getirilmesini istemektedir. Yukarıda görülen petrol ve doğal gaz botu hatları projelerinin çok çeşitli ve alternatifli olmasından da anlaşılacağı gibi Karadeniz Bölgesinin en önemli gündemi enerji ve enerji güvenliğidir. Bu konuya AB’nin dikkati özellikle 2006 yılı başında yaşanan Ukrayna – RF arası doğal gaz krizinden sonra yoğunlaşmıştır. Bu dönemde RF gazının Avrupa’ya aktarmında yaşanan kısa süreli aksama birlik ülkelerinin RF’na ne denli bağımlı olduğunu ve bu kaynakta yaşanabilecek sorununun ne denli büyük etkileri olacağını göstermiştir. Avrupa’nın enerji güvenliği, enerjiyi milli hedefleri için bir araç olarak kullandığı çeşitli tecrübelerle kanıtlanan ve ağırlığını giderek daha fazla hissettiren Rus dış politikası tarafından tehdit edilmektedir. Dolayısıyla, özellikle doğal gaz konusunda enerji kaynaklarını çeşitlendirmek Avrupa için çok büyük önem taşımaktadır. Dünya’da doğalgaz kaynaklarının en yoğun olduğu bölgeler Avrupa’ya komşudur, ancak en önemli kaynak olan Orta Doğu bölgesindeki karışıklıkların bir türlü sonlandırılamaması bu bölgeyi güvenilir tedarikçi konumundan uzaklaştırmaktadır. Kuzey Afrika gaz kaynaklarının da hem miktar olarak hem de RF ve Gazprom’un buralarda da etkin olmaya başlaması nedeniyle stratejik olarak ikinci sıraya düşmesi Rusya tarafından nispeten kontrol edilmeyen Hazar bölgesi kaynaklarının Avrupa için önemini artırmıştır. Avrupa, Orta Asya enerji üreticileri ile doğrudan boru hatları bağlantısı kurarak üç şekilde yarar sağlamayı hedeflemektedir. Birincisi, halen Rusya 89 tarafından belirlenen fiyattan daha düşük bir fiyata gaz satın alabilecektir. İkincisi, kaynaklarını ve ulaştırma yollarını çeşitlendirerek, Rus enerjisine bağımlılığını azaltarak fiyat belirme şansına sahip olacaktır ki bu, enerji güvenliğinin en önemli unsurudur. Üçüncü ve son olarak; Avrupa, Orta Asya üreticilerinin aracı olarak Gazprom’a olan bağımlılığına son verecek, Orta Asya üreticileriyle doğrudan etkileşim sağlayarak onların ekonomik imkanlarını geliştirecek ve bu bağlamda, şu anda bölgede eksik olan çoğulculuk ve demokratik ilerlemeyi destekleme olanağına sahip olacaktır. 3.1.6. Avrupa Birliği ve Bölgesel İstikrar ve Çatışmaların Önlenmesi : Avrupa için Karadeniz’in tek önemi kuşkusuz enerji güvenliği değildir. Avrupa’nın yakın çevresinde çok boyutlu güvenlik ve istikrarın sağlanması, AB’nin uzun yıllardır emek verdiği bir politikadır. Karadeniz’i Doğu ile arasında tampon bölge olarak gören AB, zayıf devlet yapılarından ve şimdilik dondurulmuş olan çatışmalardan kaynaklanan istikrarsızlıkların ve güvenlik boşluklarının giderilmesini arzulamaktadır. Bu amaçla bölgede bazı politikalar yürütmeye çalışmaktadırlar. Aralık 2003’te yayınlanan AB Güvenlik Stratejisinde, Birlik için önemli tehditler; Uluslar arası terörizm, Kitle İmha Silahlarının (KİS) yayılması, bölgesel çatışmaların sürmesi, hükümetlerin yetersizliği ve kanun uygulamalarındaki yetersizlikler ile ülke aşan organize suçlar olarak belirlenmiştir. Daha sonra bu listeye; enerji güvenliği, salgın hastalıklarla ve insan kaçaklığı ile mücadele gibi hususlar da dahil edilmiştir. AB Güvenlik stratejisinde yer alan tehditlerin hemen hepsi Geniş Karadeniz Bölgesinde mevcuttur. Bu tehditlere karşılık olarak geliştirilen strateji ise AB etrafında bir “dostluk çemberi” oluşturarak, komşularla işbirliği içinde güvenliği sağlamaktır. Ancak tüm bu komşularla ENP çatısı altında yapılan işbirliği üretememektedir. farklı tehdit ve ortamlar için en uygun çözümleri 90 Karadeniz Bölgesi ülkeleri daha önce belirtildiği gibi batıya dönük politikalar izlemelerine rağmen bir çok risk ve tehlike ile karşı karşıyadırlar. Bu tehlikeler; devlet kurma, çatışma önleme, demokratikleşme, enerji güvenliği ve ekonomik yetersizlik gibi başlıklar altında toplanabilirler. Bu sayılan sorunların bölgesel istikrara olduğu kadar uluslar arası güven ve istikrara da olumsuz etkileri vardır ve bu durum ise herkesten önce AB’yi etkileyecektir çünkü, artık bölgenin içinde bulunan AB için huzur ve istikrarın devamı adına çevreden gelecek istikrarsızlık kaynaklarının da engellenmesi lazımdır. AB’nin yakın çevresindeki çatışma bölgelerinde devam eden istikrarsızlık, Avrupa güvenliğini önemli ölçüde etkileyecek niteliktedir. Çatışmaların daha büyük ölçekli şiddet olaylarına dönüşmesi halinde ise, bölgeye yakınlığı nedeniyle en fazla etkiye maruz kalacak olan AB’nin çatışmaları çözmede ve barışı korumada öncü bir rol oynaması gerekeceğinden, Birlik durumdan ciddi şekilde etkilenecektir. Dolayısıyla bölgede istikrarı sağlamak Avrupa açısından önemi her geçen gün artan bir meseledir.19 Bölgede mevcut donmuş çatışmalar ülkelerin ekonomilerini ve kaynaklarını tüketmenin yanı sıra bu ülkelerde yolsuzluklara ve organize suçlara da zemin hazırlamaktadırlar. Böylece sebep ve sonuç ilişkisi biribirine karışmakta ve devamlı birbirlerini besleyen bir çevrim oluşmaktadır. Karadeniz bölgesindeki mevcut tüm sorunların temelinde yatan sebep aslında demokratikleşme sorunsalına indirgenebilir. Batı’yı en fazla rahatsız eden problem zayıf devletlerin sınırları ve ülke içinde düzeni sağlayamaması nedeniyle bu ülkelerde güvenilir bir liman bulan suç örgütlerinin buralardan batıya ve düm dünyaya; insan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerini 19 Svante E CORNELL, , Niklas NİLSSON: ”Daha Yakın Bir Güneydoğu Komşuluğu: Geniş Karadeniz Bölgesi ve Avrupa Güvenliği” Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1 (2007), 152 91 yürütmeleridir. Zayıf devletler ise varlıklarını bu ülkelerde demokrasi ve devlet geleneklerinin yeteri kadar yerleşmemiş olmasına borçludurlar. Bölgedeki mevcut bir çok totaliter rejimin yöneticileri; Demokrasi, İnsan Hakları vb. kavramları, Batı tarafından iç işlerine karışmak için kullanılan bir araç olarak görmekteler, gerçekten de bölgede sık sık bu hakların ihlali görülmektedir. Bölge ülkelerinin vatandaşları ise hem demokrasi anlayışlarının eksikliğinden hem de etkilerini doğrudan hissettikleri ekonomik sorunlar vb. yaşamsal konularla ilgilendikleri için demokrasi taleplerini hep bastıragelmiştir. Bu durum Ukrayna ve Gürcistan’da yaşanan renkli devrimlerden sonra değişmeye başlamıştır. Bu renkli devrimlere kadar bölgenin geleceğinin batıyla entegrasyonda olduğuna dair şüpheler çok fazlaydı ancak son yıllardaki demokratikleşme süreci ve batıyla sıkı bağlar kurma çabaları bölge ülkelerindeki Avro-Atlantik taraftarlarını cesaretlendirmiştir. Gürcistan ve Ukrayna haricinde bu bölgedeki ülkelerin demokratikleşmesinde sorunlar olmasının önemli bir nedeni de buradaki yöneticilerin tutumları ve SSCB ile olan bağlarıdır. Bu yöneticilerin demokrasi yorumu batıdan farklı olup RF ile daha uyumludur. Dolayısıyla bu yöneticiler ülkeleri SSCB’den ayrılmış olmasına rağmen hala RF ile yakın ilişkiler içindedirler. RF da daha önce de bahsedildiği gibi bu yöneticilerin batı tarafından hoş karşılanmayan yöntemlerini destekleyerek hem bu ülkeleri kendisine bağlamakta hem de etrafında bir dostluk çemberi yaratarak eski etki alanında egemenliğini sürdürmektedir. Bu iki farklı dostluk çemberinin kesişmesi ise çatışmalara sebep olmakta veya mevcut çatışmaların sürmesini sağlamaktadır. Çünkü çatışmaların tarafları ayrı ayrı destekçiler bulabilmektedir. Karadeniz Bölgesindeki Donmuş Çatışmalar konusunda en etkin kurum Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)’dır ancak yine de bu kurumunun 92 tam anlamıyla başarılı olduğunu söylemek zordur. Bu nedenle AB’nin bölgede daha fazla sorumluluk alması beklenmektedir. Bölgeye artan ilgisinin bir göstergesi olarak AB‘de Moldova’ya ve Güney Kafkaslar’a özel temsilciler atayarak bir nebze daha fazla etkin olma niyetindedir. 07 Temmuz 2003’te Güney Kafkasya bölgesine AB özel temsilcisi olarak Finli diplomat Haikki Talustitte’in atanması ile başlayan özel temsilcilik kurumu; - istek üzerine gerekli yardımı sağlamak, - mültecilerin yurtlarına geri dönüşünü desteklemek, - diğer uluslar arası örgütlerin bölge temsilcileri ile koordinasyonu sağlamak, - bölgenin yeniden inşasında çalışmak ve çatışmalardan etkilenen bölgelerde yapıcı katkılarda bulunmak, - Güney Osetya prosedürünün uygulanmasında Minsk Grubu ve BM gibi kurumları desteklemek, gibi görevler üstlenmiştir. Daha sonra AB tarafından Moldova’ya da Mart 2005 tarihinde özel temsilci atanmıştır. Zayıf yönetimler, çözülmemiş çatışmalar, güvenlik sektörü üzerindeki sivil denetim eksikliği ve yaygın yoksulluk, organize suçu hazırlayan şartlardır. Ancak güçlü, istikrarlı, bağımsız ve nihayetinde demokratik devletlerin ortaya çıkması, sorunu kökten çözmek için uzun vadede uygulanabilecek tek çözümdür. Bu nedenle bölgedeki tüm problemlerin çözümü için ilk aşamada bölgenin demokratikleşmesi önemlidir ve AB ile birlikte ABD bu yönde çabalarda bulunmaktadır. 3.2. 01 Ocak 2007 sonrası AB’nin Karadeniz Politikaları : “1 Ocak 2007 tarihinden itibaren Karadeniz’e kıyıdaş iki ülke, Bulgaristan ve Romanya, Avrupa Birliğine üye olmuştur. Bu tarihten itibaren Karadeniz çevresindeki komşularının refahı, istikrarı ve güvenliği her zamankinden daha fazla AB’nin yakın ilgisini çekmektedir. Karadeniz Bölgesi doğal kaynak bakımından zengin, Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu’nun 93 kesişim yollarında stratejik konuma sahip özel bir coğrafi bölgedir. Büyük bir nüfusa sahip bölge, insanları için bir çok fırsat ve zorluk sunmaktadır. Bölge muazzam gelişme kapasitesine sahip büyüyen bir pazar ve enerji ve ulaşım ağlarının merkezidir. Ancak aynı zamanda, çözülmemiş, “donmuş” çatışma noktaları, bir çok çevre sorunu ve yasadışı göç ve organize suçlara zemin sağlayan yetersiz sınır kontrolleri de olan bir bölgedir. ......”20 01 Ocak 2007 tarihinde gerçekleşen 6ncı genişlemesi ile Avrupa Birliği’nin artık fiilen Karadeniz’e kıyıdaş olduğu Avrupa Birliği tarafından da 01 Nisan 2007 tarihli yukarıda alıntı yapılan bildiride ilan edilmektedir. Artık AB’nin fiziki sınırları Atlantik’ten, Karadeniz’e dayanmıştır. Bu gelişme ile AB, artık ekonomisi için hayat damarı olan enerjinin zengin Hazar ve Orta Asya kaynaklarından batıya naklinde anayol olan Karadeniz’i kontrol etmede bir avantaj sağlamakla beraber, Geniş Karadeniz bölgesinde mevcut donmuş çatışmalardan uluslar arası terörizme kadar bir çok küresel güvenlik problemini de bünyesine almıştır. Bu problemlerin çözümü için ABD’nin askeri gücüne sahip olmayan AB, kültürel ve ekonomik yollarla sorunları çözmek, bölgede demokratikleşme ve insan haklarına saygı gibi temel hukuk kavramlarının yerleşmesine katkı sağlayarak mevcut sorunları iyileştirmek çabasındadır. AB bu bölge ülkeleri ile 90’larda başladığı ekonomik ilişkilerini, 2000’li yıllardan itibaren küresel güvenlik sorunu ile de ilişkilendirerek bölgenin demokratikleşmesi için çeşitli girişimlerle sürdürmektedir. Bölgenin zenginliklerinin de farkında olan Batı, özellikle enerji alanındaki RF ve güvensiz Orta Doğu kaynaklarına bir alternatif yaratabilmek için bu bölgede etkin olma çabasındadır. AB’nin hem enerji kaynaklarının güvenilirliği hem de bölgeden kaynaklanarak kendi sınırları içine yayılabilecek güvenlik sorunlarının önüne 1. 11.04.2007 tarihli ”Black Sea Synergy- a New Regional Cooperation Initiative “ başlıklı AP Komisyonu bildirgesi giriş bölümü 94 geçebilmek için öncelik verdiği proje “Bölgenin demokratikleşmesine katkı sağlamaktır.” Bu projenin asıl aracı ise üyelik için yeterli görülen ülkeler ile üyelik müzakereleri, çerçevesinde diğer yürütülmüştür. ülkeler 2007 ise Avrupa yılından Komşuluk itibaren Politikası Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliğe alınmaları sonrası üyelik müzakereleri sadece Türkiye ile yürütülmekte, Geniş Karadeniz olarak adlandırılan bölgedeki Moldova, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile ise ENP devam ettirilmektedir. Ancak ENP’in yukarıda bahsedilen yetersizlikleri ve ENP’na üye Geniş Karadeniz Bölgesi devletlerinin tam üyelik beklentilerine cevap verememesi nedeniyle bu politikanın geliştirilmesi ve/veya değiştirilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Bu yetersizliğin farkında olan AB tarafından, Avrupa Komşuluk Politikası’nın güçlendirilmesi hakkındaki 4 Aralık 2006 tarihli Avrupa Komisyonu raporunda, Birliğin 1 Ocak 2007 tarihli genişleme dalgasından sonra, Karadeniz bölgesine yönelik güçlendirilmiş bölgesel yaklaşımının, ENP’nın önemli bir parçası haline getirileceği belirtilmiştir. Ayrıca bu bildiride ENP’na getirilen önemli bir değişiklik de komşuluk politikası kapsamında geliştirilen projelerin finansmanı için yaratılan European Neighbourhood Policy Instrument (ENPI) adı verilen fonlardır. Yeni bütçe döneminin başlangıcı olan, Ocak 2007 itibariyle devreye giren bu fon, hem AB üyesi olan hem de olmayan ülkelerde kullanılabilen ilk fondur ve bu ENP kapsamındaki ülkelerde yapılacak yatırımların ana kaynağını oluşturacaktır.21 Avrupa Komisyonu’nun 11 Nisan 2007’de yayımlanan “Karadeniz Sinerjisi-Yeni Bölgesel İşbirliği İnisiyatifi” adlı başka bir raporunda ise, ayrıntılı bir şekilde Karadeniz için bölgesel bir girişimin gerekli olduğuna işaret edilmekte, bu girişimin Karadeniz halkları kadar, AB’nin refah düzeyine ve 21 Fabrizio TASİNARDİ a.g.m.,13 95 istikrarına da katkı yapacağı belirtilmektedir. Raporda, Karadeniz Sinerjisi’nin aktörleri ise Romanya, Bulgaristan, Rusya Federasyonu, Türkiye, Ukrayna, Yunanistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Moldova olarak açıklanmıştır. AB’nin Bulgaristan ve Romanya’nın katılımdan sonra stratejik olarak önemi daha da artan Karadeniz Bölgesi için gerçek bir strateji üretmesinin gerekliliği Brüksel çevrelerince de artık kabul edilmiştir. Bu yeni stratejinin Geniş Karadeniz Bölgesi’ne, Baltık Ülkeleri için yapılan Kuzey Boyutu benzeri bir Karadeniz Boyutu getirmesi hedeflenmektedir. AB’nin Karadeniz Boyutu’nun eksikliği bu zamana kadar Geniş Karadeniz Bölgesinden sadece Yunanistan’ın Birliğe üye olması nedeniyle, Birlik içi yeteri desteği bulamamasından kaynaklanmaktaydı. Birlik içinde Karadeniz boyutu geliştirilmesi için lider rolünü üstlenebilecek "core states" olarak adlandırılan ülkeler Bulgaristan ve Romanya ve katılımın gerçekleşmesi halinde Türkiye'dir.22 Artık yeni üyeler özellikle de Romanya bu konuda Kuzey Boyutunda Finlandiya’nın üstlenmiş olduğu lider rolü üstlenmeye hazır ve isteklidir. Romanya’nın Birlik içindeki prestiji ile de alakalı olacak böyle bir rol için zaman gereklidir ancak en azından artık böyle bir sürecin başlayabileceğine dair bir beklenti oluşmuştur. “Karadeniz Sinerjisi - Yeni Bölgesel İşbirliği İnisiyatifi” adlı belgeyle AB’nin Karadeniz bölgesine yönelik bağlılığını ve bölgeye yönelik daha koordineli politikalar izleyeceğini ilan etmesiyle birlikte, Romanya ve Bulgaristan, AB adına bu konuda önemli rol üstlenmeye hazır olduklarını bildirmiştir. Ancak, dış politikasında daha pasif olan Bulgaristan’a nazaran Romanya’nın bu konuda daha etken olması beklenmelidir. Çünkü, Romanya, sadece ABD’nin değil, son zamanlarda AB’nin de Karadeniz’de etkisinin artırılması konusunda ciddi çabalar sarf etmektedir. 22 Ioana BAN: " The Black Sea Region and the European Neighborhood Policy” Central European University CEU/ENS, No.2 (2006),7, www.ceu.hu/cens 96 AB’nin yeni dönemde Karadeniz Bölgesine yönelik politikalarında en önemli ve temel değişiklik 11 Nisan 2007 tarihli bildiride yayınlanan “Karadeniz Sinerjisi”dir. ENP çatısı altında geliştirilen yeni bir işbirliği girişimi olan Karadeniz Sinerjisi hem bölge içi hem de bölge ülkeleri ile AB arasında işbirliğini artırmayı hedeflemektedir. Böylelikle Aralık 2006’daki Komisyon raporunda belirtilen “ENP’ye bir Karadeniz Boyutu” ekleme hedefini de desteklemektedir."23 Söz konusu bildiride de belirtildiği gibi24 komisyonun amacı bağımsız bir Karadeniz Stratejisi oluşturmak değildir. Karadeniz Sinerjisi bölgede değişik ülkelere yönelik mevcut politikaları tamamlayıcı bir girişimdir. Bu girişim; dikkatleri bölgesel seviyede odaklayacak ve devam eden işbirliği projelerini canlandıracaktır. Dolayısıyla Karadeniz Sinerjisinin birincil hedefi bölge ülkeleri arasında ve bölgenin geneli ile AB arasında işbirliğinin geliştirilmesidir. Bu sinerji hem AB hem de bölge ülkelerinin ortak çıkarlarına hizmet edecektir ve Karadeniz Bölgesini AB'ne bağlayacak Tuna İşbirliği Süreci gibi mevcut girişimlerinin deneyimlerinden faydalanacaktır. Karadeniz Sinerjisi AB’in bölge ülkelerinde istikrar ve reformları desteklemek için mevcut politikalarını tamamlamayı hedeflemektedir ve AB’in Akdeniz Ortaklığı ve Kuzey Boyutu gibi bölgesel politikalarından biri olacaktır. Sinerjinin bölgedeki donmuş çatışmaların çözümüne de katkı sağlaması umulmaktadır. Geliştirilen bu stratejiye sinerji denmesinin sebebi zaten halihazırda her ülke ile farklı stratejiler mevcut olmasıdır. AB bu terimle farklı stratejilerden yeni ve bütüne yönelik bir strateji yaratabilmek için sinerji yaratmayı hedeflemektedir. Karadeniz Sinerjisinin belirtilen amacı bireysel değil bölgesel olarak gelişmektir. 23 24 11 Nisan 2007 tarihli "Karadeniz Sinerjisi- Yeni Bölgesel İşbirliği İnisiyatifi" Başlıklı AB Bildirgesinden 11 Nisan 2007 tarihli "Karadeniz Sinerjisi- Yeni Bölgesel İşbirliği İnisiyatifi" Başlıklı AB Bildirgesinin özet tercümesi Ek'te sunulmuştur. 97 Karadeniz Sinerjisi AB’nin devam eden, iyi yönetim, insanların dolaşımı, güvenlik, enerji, ulaşım, çevre, denizcilik politikaları, balıkçılık alanları, ticaret, araştırma, eğitim, iş bulma, bilim ve teknoloji gibi sektörel programlarının ve girişimlerin üzerine inşa edilecektir. Bu faaliyetler arasında daha fazla bağlantı sağlamak üzere geliştirilmiştir ve tüm katılanların ortak çıkarlarını esas almaktadır. Karadeniz Sinerji belgesi, AB’nin Karadeniz bölgesindeki operasyonlarıyla ilgili uzun bir öncelikler listesi içermektedir. AB bölgedeki faaliyetlerini yürütmek için KEİÖ’nü asıl işbirlikçi olarak seçmiştir. Bu durum AB’nin önceki dönemde uyguladığı bireysel yaklaşımdan rasyonel bir değişikliktir. Artık tek tek bölge ülkelerinin farklı çıkarlarına hitap eden politikalar ve uygulamalar yerine tüm Geniş Karadeniz Bölgesi ülkelerinin temsil edildiği KEİÖ tarafından tespit edilecek politikalara öncelik verilecektir. Bu durum bölgesel olarak istikrar ve refahın sağlanmasına olumlu katkılarda bulunacaktır. Bu durum aynı zamanda KEİÖ için de büyük bir gelişme ve başarı örneği sayılabilir ve örgütün üyeleri nezrinde prestijini artıracaktır. Çünkü AB ile ilişkileri geliştirmek ve AB’yi gözlemci statüsü ile KEİÖ’ne dahil etmek için uzun zamandır verilen mücadele sonunda meyvesini vermiştir. AB Nisan 2007’de KEİÖ’ne gözlemci statüsü için başvurmuş ve Haziran 2007’de İstanbul’da gerçekleştirilen KEİÖ zirvesinde AB’ye gözlemci statüsü verilmiştir. Artık bu bölgesel organizasyonda tam üye RF ile birlikte AB ve ABD (2006’dan beri) gözlemci statüsünde de olsa birlikte bulunmaktalar ve uzlaşma ve işbirliği için bir ortam daha yaratılmıştır. 3.3. Avrupa Birliği ‘nin Karadeniz Politikaları ve Diğer Aktörler : 2007 yılbaşından itibaren fiziki olarak Karadeniz’e kıyıdaş olmak AB’nin bölgeye yönelik politikalarında hali hazırda çok önemli değişiklikler yaratmasa da yakın dönemde yeni üyelerin katkıları ile somut değişiklikler beklenmelidir. 98 Fakat bölgede etkin olmak için çalışan sadece AB değildir. Önceki bölümlerde değinildiği gibi diğer uluslar arası aktörlerin de bölgeye yönelik politikaları bulunmaktadır. Bu nedenle AB, Karadeniz Bölgesine yönelik faaliyetlerinde bölgede etkin diğer güçlerin etki alanlarına da dikkat etmelidir. Halihazırda bölgenin demokratikleşmesi ve istikrarın sağlanması arzuları açısından AB ve ABD politikalarının birbirleri ile uyum içinde olmasına rağmen, başta RF ile ilişkiler olmak üzere bazı hususlarda AB ve ABD politikaları ters düşmektedir. AB ve ABD’nin Karadeniz Bölgesi stratejilerindeki farklılıklar ikinci Irak krizinden sonra iyice belirginleşmiştir. Bu farklılıklar şu şekilde özetlenebilir; Öncelikle iki tarafın Rusya’ya bakışı farklıdır. ABD, RF’nu görünürde bölgenin demokratikleşmesine ancak temelde bölgedeki kendi çıkarlarına bir engel olarak görürken, AB, RF’nun bölgedeki etki alanını koruma çabalarını ve bölgede batı ittifakına karşı bir denge unsuru oluşturma isteğini anlayışla karşılamaktadır. Bu nedenle RF karşıtı politikaları daha yumuşak ve işbirliğine yöneliktir. AB ve ABD’nin bölgeye yönelik yaklaşımlarında diğer bir fark ise, ABD tarafından bölgenin demokratikleşmesi için AB’nin hızla ve mümkün olduğu kadar bölge ülkelerini de içine alacak şekilde doğuya genişlemesi desteklenirken. AB artık genişlemenin sınırına geldiğinin bilincinde olarak bölge ülkelerine üyelik vermektense onları başka politikalarla Avro-Atlantik bloğuna bağlamak taraftarıdır. ABD’nin bu hızla ve olabildiğince fazla katılımla genişleme teşviği, Brüksel’e yakın bazı çevrelerce “derinleşmeden” genişlemeye zorlanarak sonunda AB’nin içten çökertilmesine yönelik bir komplo planı olarak da algılanmaktadır. Avrupa Birliği’nin bölgedeki demokratikleşme çabalarında başarılı olması için, AB sadece Karadeniz bölgesinin diğer ülkelerinin demokratikleşmesi ve batıya entegrasyonu açısından değil, Rusya’nın da 99 aynı doğrultuda ilerlemesine katkı için de çabalamalıdır. RF, AB için hem çok büyük bir ticaret ortağı hemde çok büyük bir pazardır. Diğer Karadeniz ülkeleri ile olduğu gibi bu büyük ülke ile de ilişkilerini geliştirirken, bu coğrafyadan kaynaklanan karışıkları bünyesine sokmamak için öncelikle bu ülkelerde batılı eğerlerin yerleşmesi için çabalayan AB, RF’nun demokratrikleşmesinden en fazla kazancı sağlayacak taraftır. Ayrıca RF'unda meydana gelecek olumlu değişimler bölgenin demokratikleşme yolunda mücadele eden diğer devletlerine de giderek artan bir şekilde olumu katkılarda bulunacaktır. Batının daha nedenlerinden biri önceki dönemde de bölgede bu bölgeden uzak durmasının fazla etkin olmasının RF/SSCB’yi endişelendirebileceği düşüncesi olmuştur. Bölgeyi Rusyanın zero sum politikalarına bırakmak ise Karadeniz bölgesinin demokratikleşme yolunda ilk adımlarını atan devletlerde olumsuz örnekler yaratacaktır. Bölge ülkelerin batıyla ve özellikle AB ile entegrasyonu RF’nun da demokratikleşmesine katkı sağlayabilir. ABD'nin mali ve askeri gücüne sahip olmasa da veya Rusya gibi bölgenin statükocu liderleri ve kültürel mirası nedeniyle avantajlı bir konumu olmamasına rağmen AB bölgede Rusya ve ABD’ye göre önemli bir kaç avantaja sahiptir. Bunların en önemlisi bölgedeki ülkelerin kendilerini Avrupalı görüyor olması ve AB üyesi olmak için çabalamalarıdır. Bölge ülkeleri ve halklarında, AB'nin RF ve ABD'nin aksine süper güç olma çabası olmadığı düşüncesi hakim olduğu için, Avrupa Birliği’nin diğer ülkeler üzerinde “kendi etki alanını yaratıyor” izlenimi vermeden bölgede etkin olma şansı çok fazladır. En önemli avantajı ise AB’nin Karadeniz Bölgesinde daha etkin olması ve inisiyatif alması, ABD’nin bölgedeki her girişimden kendi aleyhine bir gelişme olacağı endişesi duyan RF’nun da bölgede daha işbirlikçi bir tutum almasına yardımcı olacaktır. 100 Ancak Avrupa Birliği’nin, RF'nun da bölgedeki etkisi ve avantajlarını göz ardı etmemesi gereklidir. Öncelikle RF, AB'nin aksine farklı çıkarları ve çatışmaları olan ülkelerden oluşmadığı için tek ses halinde, çabuk ve kararlı adımlar atabilmektedir. Ayrıca RF bölgedeki ülkelere, AB ile entegrasyon hayali (ki bu bile artık iyice uzak ve zor bir hayal haline gelmiştir) yerine kısa vadede karlı yatırımlar, ekonomik katkılar ve de belki en önemlisi kışın sıcak ve aydınlık evler sunmaktadır. Karşılığında da AB'nin katı normlarının yerine daha az taleplerde buunmaktadır. Bütün bunların haricinde halen AB'nin enerji bağımlılığını istismar ederek AB içinde de etkili olabilmesi, RF'nun yakın çevresindeki etkisini iyice artırmaktadır. AB de bu yüzden RF'nu karşısına almadan hem bölge ülkelerinin demokratikleşmesine katkıda bulunmalı, hem de bu ülkelerin RF'na bağımlılığını azaltacak alternatif enerji hatları ve ekonomik yatırımlar yapmak zorundadır. Bu politikaların en önemli unsuru RF ile doğrudan bir mücadeleye girdiği izlenimini vermeden bölge ülkelerinin batıyla entegrasyonunu sağlamaktır. Bu politika zaman zaman RF'nun isteklerine boyun eğmek anlamına da gelebilir. Ancak bu tarz politikalar Avrupalı politikacıların yabancısı olduğu bir durum değildir. Bunun son örneği NATO'nun Bükreş zirvesinde bir kez daha görülmüştür. ABD'nin bastırmasına rağmen, RF ile karşı karşıya gelme ihtimalini düşünen Almanya ve Fransa gibi AB'nin lider devletlerinin çabaları ile Ukrayna ve Gürcistan, NATO Üyelik Eylem Planlarına dahil edilmemiştir. AB'nin Bölgede dikkate alması gereken diğer aktör de Türkiye'dir. Öncelikle Karadeniz'in ikinci en büyük sahiline sahip ülke olması ve karasal hatlar vasıtasıyla Hazar ve Orta asya kaynaklarının Avrupa'ya aktarılmasında en önemli transit ülkesi olan Türkiye'nin önemi Brüksel tarafından iyice idrak edilmelidir. Devam eden üyelik müzakereleri kapsamında Türkiye'ye bir çok konuda dayatmalarda bulunan AB, enerji güvenliği açısından Türkiye'nin işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. 101 Başta AB'nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için geliştirdiği en önemli proje Nabucco olmak üzere karasal boru hatlarının en önemlileri Türkiye'den geçmektedir. Deniz yolu ile düşünülen alternatif güzergahlar da ya boğazlar yoluyla yada Karadeniz'de icra edilen BLACKSEAFOR ve KUH gibi deniz karakol faaliyetleri vasıtasıyla kontrol edilmekte ve güvenliği temin edilmektedir. Yine Karadeniz üzerinden Avrupa'nın güvenliği ve istikrarına tehdit oluşturabilecek; insan, uyuşturucu madde ve KİS kaçakçılığı da, bu tür deniz karakol faaliyetleri ile kontrol altına alınabilmektedir. Bu faaliyetlerin başlatılmasında ve geliştirilmesinde Türkiye'nin öncü rolü ve gerektiğinde ABD ile çatışmak pahasına da olsa bölgenin kontrolünde söz sahibi olabilmesi, AB'nin Türkiye ile ilişkilerinde göz önünde tutması gereken hususlardır. Belki de özellikle enerji güvenliği hususunda artan etkinliği ve enerji aktarım yollarını kontrol etmesini sağlayan jeostratejik avantajları Türkiye'nin AB üyeliğine kabulunü kolaylaştırarak faktör olacaktır. 3.4. Avrupa Birliği, Karadeniz Politikalarının Geleceği : AB'nin 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren Karadeniz'e yönelik politikalarında esas olarak değişen çok fazla bir şey yoktur. Halen ENP diğer komşularla olduğu gibi Karadeniz Bölgesi ülkeleri ile de temel ilişkileri şekillendirmeye devam etmektedir. Ancak Brüksel'deki yetkililer de bu politikanın yetersizliği ve beklentileri karşılayamadığının farkında olarak, bölge ülkelerine batı ile entegrasyonlarında gerekli reformları yapabilmeleri için itici güç olabilecek bazı girişimlerde bulunmuşlardır. AB tarafından getirilen en önemli yenilik yukarıda ana hatları özetlenen Karadeniz Sinerjisi'dir. Karadeniz Sinerjisi ENP'nın eksik olan Karadeniz Boyutunu geliştirebilmek için üretilmiş bir program olup yine ENP çatısı altında ancak ENP'nın farklı programlarına eşgüdüm sağlayacak, bu farklı programların sinerjisini kullanarak daha olumlu sonuçlar sağlayacak ve Karadeniz Bölgesinin Batı ile olan entegrasyonunu kolaylaştıracak bir program olarak geliştirilmiştir. 102 Karadeniz Sinerjisinin ENP'den farklı yönü; bölgeselliği öne çıkarması olacaktır. 11 Nisan 2007 tarihli belgede belirtildiği üzere Sinerji programında, AB ilk kez ana işbirlikçisi olarak KEİÖ'nü belirleyerek bu zamana kadar izlemiş olduğu bireysel yaklaşımdan ayrılmıştır. Bunu ispatlamak üzere de uzun süredir ertelediği KEİÖ'ne gözlemci statüsü alma başvurusunu yaparak nihayet bu örgütte ABD ile birlikte kurum olarak yerini almıştır.25 Karadeniz Sinerjisinden başka AB Karadeniz politikalarında önemli bir gelişme olarak; bölgeye yönelik fonların kullanımını kolaylaştırmak üzere daha önceden geliştirilmesine rağmen 2007 yılında yeni bütçe dönemine girilmesi ile yürürlüğe giren ENPI görülmektedir. ENPI bölgeler ve AB ile ilişkileri bakımından değişik kategorilere giren (üyelik müzakeresi yapan ve/veya ENP üyesi) ülkeler arasında devam eden projelerin bürokratik engellerini aşmak üzere özel geliştirilmiş bir fondur. Bu fonlardan Karadeniz bölgesine ayrılan paranın miktarı 2008 yılı için 1,7 milyar euro’dur.26 Bulgaristan ve Romanya'nın katılımı ile ilk kez AB Bölgesel Politika fonları Karadeniz kıyısı için de açılmıştır. Bu iki üye ülkedeki bölgesel politika programları, onların kıyı kesimleri arasındaki rekabeti ve çevre ile ilgili konulardaki düzenlemelerinin seviyesini de artıracaktır. Ancak özellikle altyapı finansmanları için mevcut kaynakların yetersiz olduğunu ve bölge ülkelerinin de AB fonları haricinde katkıda bulunmalarının önemli olduğunu hatırlatmak gerekir. Bölge için halen en önemli politika ENP’tir. Ancak ENP’nin mevcut mahzurlarının giderilmesi gerekmektedir. Bu konuda Avrupa Birliği tarafından başlatılan çalışmalara ek olarak getirilecek bazı düzenlemeler bu politikanın Karadeniz Bölgesinde başarı şansını artıracaktır. 25 AB'den önce Birlik üyesi, Almanya, Avusturya, Fransa, İtalya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile Slovakya gözlemci statülerini almıştır. 26 Şubat 2008 ayı içinde Ukrayna Kiev’de düzenlenen Avrupa Birliği ve Karadeniz Bölgesi Dışişleri Bakanları toplantısında AB Dış ilişkiler Komiseri Benita Ferrero Waldner “AB sınırı haline gelen Karadeniz’deki projeler için 2008 yılında 1,7 milyar euro bütçe ayrıldığını ve bu paranın Karadeniz’deki Güvenlik sorunları, terörizmle mücadele su kaynaklarının finansmanı ve diğer projeler için kullanılacağını” açıklamıştır 103 Öncelikle ENP “üyelik hariç herşey” sloganıyla yola çıkmış bir projedir ve gerekli şartları sağlayan tüm ENP üyesi ülkelere malların ve insanların serbest dolaşım hakkının verileceği ümidini sunmuştur. Fakat bu güne değin serbest dolaşım konusunda tek olumlu gelişme Ukrayna ile imzalanan ve vize kolaylıkları sağlayan bir anlaşma olmuştur. Bu başarılı ve umut verici örneğin paralelinde diğer ülkeler ile de benzer kolaylıklar sağlanması ve en kısa zamanda bu tür anlaşmalar imzalanması çok önemlidir. Bu tür bir gelişme en başta ENP üyesi ülke hükümetlerinin, ülke içinde gerekli reformları yapabilmesi adına ellerini kuvvetlendirecek ve şartlara uyan ödülünü alır mesajını verecektir. Ayrıca serbest dolaşım hedef ülkelerin ekonomilerine de katkıda bulunarak genel olarak refahın artmasına da katkı sağlayacaktır. Refahın artmasının ise istikrara olumlu katkıları olacağı kuşkusuzdur. Böylece AB nihai hedeflerinden biri olan istikrara da katkıda sağlanmış olacaktır. Dolayısıyla serbest dolaşım için bölge ülkelerine gösterilecek kolaylıkların AB’ne geri dönüşü sanılandan fazla olacaktır. Avrupa Birliği de bu konudaki girişimlerini artırmıştır. Ukrayna’ya sağlanan vize kolaylığı haricinde Gürcistan ve Azerbaycan ile serbest ticaret bölgeleri kurulması yönünde yapılan çalışmalar bu yönde faaliyetlere bir örnektir. Güçlendirilmiş ENP, aynı zamanda ENP üyesi ülkeleri arası siyasi ilişkileri de güçlendirebilir ki bu ülkeler arasında siyasi görüşmeler için yaratılan yeni bir platform da aralarında devam eden sorunların çözümüne olumlu bir katkı sağlayacak, bölgesel ve global istikrara giden yolda önemli bir aşama olacaktır. ENP’nin güçlendirilmesi için yapılabilecek düzenlemelerden birisi de ENP’na hükümetlerin haricinde sivil toplum örgütlerinin de katılım sağlamasını teşvik etmek olacaktır. Özellikle AB ülkelerinde hükümetlerin yanı sıra vatandaşların da işbirliği olmadan bu tür politikaların istenilen seviyede çalışması mümkün değildir. ENP ülkeleri ile AB ülkelerinin sivil 104 toplum örgütleri arasında kültürel ve dinler arası diyalog şeklinde başlatılacak bu tür faaliyetler halkların ENP konusunda bilinçlenmesini sağlar. Bu kapsamda AB tarafından yürütülen Erasmus Mundus vb ögrenci değişim programlarına ENP ülkelerinden kontenjan ayrılması etkili bir örnek teşkil edebilir. Ayrıca somut hedeflere yönelik işlevsel işbirliği ENP’nin asıl mekanizması haline getirilmelidir. Karadeniz sinerjsi de bu doğrultuda bir programdır. AB için de önemli olan enerji alanı ve Pan-Avrupa alt yapı sisteminin geliştirilmesi, çevre koruması alanında işbirliği gibi projeler somut hedeflere yönelik işlevsel işbirliğinin başarılı örnekleridir. ENP’nın güçlendirilmesi ve benimsenmesi için bölge ülkelerine finansal ve tecrübe aktarımı alanında desteğin artırılarak devam ettirilmesi gereklidir. Özellikle Bulgaristan ve Romanya’nın üyelik sürecindeki tecrübelerinin ENP ülkelerine aktarılması diğer komşular da başarılı örnekler teşkil edecektir. AB’nin bölgeye ve ENP’ye yönelik bir çok öncelikleri olmamalıdır. Küçük bir öncelik listesi oluşturulmalı ve bu listedeki hususların uygulanabilir sonuç verecek konular olması gerekir. AB farklı bölgelerden veya AB ile ilişkileri bakımınından farklı statüde ortakları bir projede buluşturup kaynak yaratarak sonuç alınabilecek ortak projeler için koordinasyon sağlamalıdır. Çevre ile ilgili projelerde bu husus gerçekleştirilebilmiştir, bu nedenle çevre örneğinden yararlanılarak diğer başlıklarda da aynı yöntemler kullanılmaya gayret edililirse olumlu sonuçlar alınabilecektir. ENP’de olması gereken bir diğer vasıf da her üyenin projeyi sahiplenmesi hususudur. Bu özellikle ENP’nin başarısı için en kritik özellik olarak düşünülebilir. Çünkü dış kaynakları bir proje yerine bölgenin sahiplendiği projenin başarı şansı çok daha fazladır. Bu nedenle, AB kendisi projeler getirmekten çok bölgeden kaynaklanan projelere destek sağlamalıdır başarı bu şekilde daha kolay elde edilebilir. SONUÇ Avrupa ve Asyanın kesişme yolu üzerinde Güney Avrupa ve kanallar vasıtasıyla Avrupa’ya ulaşım imkanı olan Karadeniz Bölgesi sadece stratejik olarak önemli bir bölge değil, genişleyen Avrupa’da jeopolitik önemi olan bir eksendir1 Bu eksen üzerinden ve etrafından Avrupa’ya hem zenginlik kaynakları hem de AB ülkelerinin istikrar ve güvenliğine doğrudan olumsuz etkileri olan illegal insan ve silah, uyuşturucu gibi yasak maddeler de taşınmaktadır. Bu bölgenin demokratikleşmesi ve istikrarı diğer uluslar arası aktörlerden ziyade, 2007 genişlemesi ile artık bir bölümü de sınırlarının içinde kalan AB’ni ilgilendirmektedir. Çünkü Karadeniz bölgesinde fazlasıyla mevcut olan risk sahalarında başlayacak olan bir karışıklık, ABD’den önce AB içinde istikrarsızlığa neden olacaktır. Güvenlik ve istikrarın yanı sıra Karadeniz Bölgesinin Avrupa’ya ulaşan önemli miktarda petrol ve doğal gaz ihracatının kaynağı ve transit bölgesi olması da bu bölgenin AB için önemini artırmaktadır. 2020’lerden itibaren enerji ithalatının toplam tüketimin % 70’lerine varacağı hesaplanan AB için dünyanın diğer bölgelerindeki sorunlu kaynaklardan ziyade Hazar ve Orta Asya kaynakları en güvenilir ve ekonomik kaynaklar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kaynaklardan güvenilir ve kesintisiz enerji aktarımını garanti altına almak da AB için önem arzetmektedir. AB’nin 1990’larda Karadeniz bölgesinde Sovyet imparatorluğunun dağılmasından sonra ortaya çıkan devletlere yönelik politikaları aynı dönemde devam eden Yugoslavya krizi nedeniyle ikinci planda kalmış ve daha çok bölge ülkeleri ile ekonomik ilişki seviyesinde kalmıştır. Yugoslavya’da kazanılan kötü tecrübeler Karadeniz Bölgesinde de bulunan 1 Mustafa AYDIN, Europe’s Next Shore, 5 106 kriz noktalarında yeni facialar yaşanmaması için AB’ne bu bölgeye yönelik aktif politikalar izlenmesi gerektiği konusunda uyarı olmuştur ancak bu kez 11 Eylül olaylarının arefesinde gelişen olaylar Karadeniz Bölgesini uluslar arası gündemin ikinci planına itmiştir. AB, 2004 yılında gerçekleşen tarihi genişlemeye hazırlanırken Karadeniz Bölgesine fiziki olarak yaklaşmanın ve bölgenin tüm ülkelerine –veya herhangi bir bölgedeki her ükeye- üyelik veremeyeceğinin bilincine vararak bu tür yakın ilişki içinde olacağı ve/fakat bünyesine alamayacağı ülkeler için Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) adı altında genel bir program geliştirdi. ENP hedef ülkelere yönelik ikili görüşmelerle tespit edilecek Eylem Planları üzerinden bu ülkeleri Avrupa normalarına yaklaştırmak için gerekli reformların yapılmasında yardımcı olmak ve sonuçta bu ülkelere malların ve insanların serbest dolaşımına kadar varacak kolaylıklar sağlamayı öngören genel bir programdır. Bu program içinde Kuzey Afrika ülkelerinden Ukrayna’ya kadar çok çeşitli coğrafya ve çok çeşitli sorunları/beklentileri olan devletler bulunmaktadır. Bazı ülke grupları bölgesel yaklaşım ile daha avantajlı sonuçlar alabilmek adına; Akdeniz ülkeleri için Barselona Süreci, Baltık ülkeleri için Kuzey Boyutu gibi ENP çatısı altında olmakla birlikte yeni programlar geliştirmiştir. Karadeniz Bölgesi için bölgesellik boyutu halen tam olarak geliştirilememiş olmakla birlikte 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri sonrasında başlatılan Karadeniz Sinerjisi ile bu yönde ilk adım atılmıştır. AB’nin Karadeniz Bölgesine yönelik ana programı olan ENP’nin bölge ülkelerinin beklentilerine cevap verememesi üzerine geliştirilmeye çalışılan Karadeniz Boyutunun bu zamana kadar başarılamamasının ardında yatan pek çok neden bulunmaktadır. Bu nedenlerden en temel bazıları bölge 107 ülkelerinin arasında bölgesel yaklaşımının tercih edilmemesi ve bölge kimliğinin eksikliğidir. Yine Karadeniz Boyutunun geliştirilememesinin bir diğer nedeni de Barselona süreci veya Kuzey Boyutunda olduğu gibi Birlik içinde kuvvetli bir destek bulamamış olmasıdır. Bu durum özellikle Romanya’nın üyelik sonrası girişimleri ile aşılacak gözükmektedir. Halen zamana ihtiyacı olmakla birlikte Romanya’nın, ABD ve AB’ni her şekilde bölge sorunlarına angaje etme çabaları sonunda Karadeniz Boyutunun gerçekleşeceği ve AB’nin Karadeniz Bölgesine yönelik bölgesel bir yaklaşım geliştireceğinin sinyalleri Karadeniz Sinerjisi ile verilmiştir. Karadeniz Sinerjisi ile AB ana işbirlikçi olarak bölgenin en eski ve kapsamlı bölgesel organizasyonu Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünü belirleyerek hem KEİÖ’nin bölge ülkeler nezrinde saygınlığını artırmış hem de bölgesel yaklaşımı başlatacağını göstermiştir. Karadeniz Sinerjisi’nde hedef 11 Nisan 2007 tarihli bildirgede de açık olarak ifade edildiği gibi yeni kurumlar, yeni politikalar üretip zaten bölgede fazlasıyla mevcut olan politikalara bir yenisini eklemek değil, mevcut politikalardan daha somut hedeflere yönelik projeler geliştirmek ve bu politikaların sinerjisinden faydalanmaktır. Bölgede farklı sorunları ve farklı gündemleri olan ülkeler bulunmaktadır fakat ortak payda olarak bu ülkelerin Avrupalılaşma arzusu kullanıldığı takdirde, Avrupa’nın etrafında arzulanan dostluk çemberinin kurulması gerçekleşebilecektir. Bölge ülkeleri arasında mevcut farklı beklentiler çatışma kaynağı olarak düşünülebilir ancak farklılıklar karşılıklı eksiklikleri gidermek için bir etken olarak değerlendirilirse güç artırıcı bir faktör de olabilir. Bölgeye yönelik politikalar uygulanırken gözden kaçırılmaması gereken husus özellikle RF ile olan ilişkilerin olumlu yönde devam ettirilmesi olacaktır. RF’nun enerji tekeli kırılmaya çalışılırken aynı zamanda kendisine karşı bir tehdit olarak algıladığı demokratik yönetilen ülkeler kuşağının tehdit 108 oluşturmadığı, bölgede yapılan tüm faaliyetlerde RF ile işbirliği arandığı mesajı açık olarak iletilmelidir. Bu hususta AB içinde mevcut bazı uyumsuzluklar birlik içinde çözülerek AB, RF’na karşı politikalarında tek ses olmalıdır. Gürcistan olaylarından dolayı Rusya’yı kınama girişimlerini yumuşatmaya çalışan Fransa veya Almanya’nın kendi çıkarları için Rusya ile Kuzey akımını imzalaması örneğinde olduğu gibi bu ahenki bozacak girişimler AB’nin etkisi ve gücüne olumsuz yönde etki edecektir. Zaten AB’nin karışık iç yapısı ve karar alma mekanizması dışarıya karşı gücünü ve etkisini azaltmakta ve komşuları bütün olarak AB’den net ve açık bir mesaj almakta zorlanmaktadırlar. ENP ortaklık temeline dayalı olarak kurulmuş bir politikadır, dolayısıyla üye/ortak ülkeler bu politikaya sahip çıkmadıkları takdirde başarı şansı düşüktür. ENP ortağı ülkelerin farkına varması gereken bir diğer gerçek de mevcut şartları gereği, ENP’nin AB tarafından bu ülkelere sunulabilecek tek çözüm olduğudur. Bu politika ve programlardan en fazla faydayı sağlamak ancak ve ancak bölge ülkelerinin daha etkin ve istekli katkıları ile olabilecektir. AB’nin ise, ortakların güçlendirilmiş ENP’nı benimselerini sağlaması gereklidir. Bu ENP’nın başarısında temel faktör olacaktır ve ENP’nin başarılı olması ortaklar için olduğu kadar AB için de önem taşımaktadır. Unutulmamalıdır ki sadece şeffaf ve adanmış bir AB çevresinde şeffaf ve demokrasiye saygılı toplumlar yaratabilir ve “Tek ve özgür bir Avrupa oluşturma hayali, Karadeniz bölgesinin tüm ülkeleri Avro-Atlantik toplulukça benimsenmedikçe tamamlanamayacaktır.”2 2 Mircea GEOANA: “A New Euro-Atlantıc Strategy For The Black Sea Region” German Marshal Fonu Yayını, (2004),9, Der, Ronald ASMUS, Konstantin DİMİTROV, Joerg Forbrig 109 Harita 1: Kalpgah ve Kenar Kuşak Ülkeleri Harita 2: Romanya’daki ABD Üsleri 110 Harita 3: Bulgaristan’daki ABD üsleri. Harita 4 : Transdinyester – Moldova 111 Harita 5- Gürcistan - Abhazya ve Osetya Sorunu Harita 6 – Nahcıvan ve Karabağ 112 Harita 7. TRACECA Ulaşım Ağı Harita 8 INOGATE Doğalgaz hatları 113 Harita 9 . INOGATE Ham Petrol hatları Harita 10. Karadeniz Bölgesinden geçen Doğalgaz hatları 114 Tablo 1 Dünya Ham Petrol Üretiminin Bölgelere göre dağılımı Tablo 2 Bölgenin kanıtlanmış petrol rezervleri 115 Tablo 3. Bölgenin kanıtlanmış Doğalgaz rezervleri Tablo 4 Bölge Ülkelerinin Petrol Ve Doğalgaz Kaynakları 116 KAYNAKÇA ACAR, Özgen. “Çırpınırdı Karadeniz Bakardı Türk’ün Bayrağına” Stratejik Analiz Sayı 72, Nisan 2006 . ADRİAN, Georgiev. "The Black Sea region EU’s Black Sea region policies and Bulgaria’s potential contribution", yayınlanmış tez çalışması, College of Europe, European Political and Administrative Studies, 2006 AĞACAN, Kamil. “Karadeniz’e Kafkasya’dan Bakmak”, Avrasya Dosyası Cilt 13, Sayı 1 2007 AKIN, Ebru Kunt. “Karadeniz’de 2006’ya Bakış 2007’den Beklenenler”, T.C. Bahçeşehir Üniversitesi Karadeniz -Kafkasya Araştırmaları Uygulama ve Dokümantasyon Merkezi Yayını, 2006. ALTINBAŞ, Deniz. “Avrupa, Enerjide Rusya’ya Bağımlılığını Kırmaya Çalışıyor”, Stratejik Analiz, Haziran 2006. ASMUS, Ronald D. ve JACKSON Bruce P. “ The Black Sea and The Frontıers Of Freedom”, A New Euro-Atlantıc Strategy For The Black Sea Region, Der, Ronald ASMUS, Konstantin DİMİTROV, Joerg Forbrig German Marshal Fonu Yayını, 2004 ASMUS, Ronald. ‘Next Steps in Forging a Euroatlantic Strategy for the Wider Black Sea’, Çev. Gül Aral, Avrasya Dosyası, Cilt 13, sayı 1, 2007 AYDIN, Mustafa. “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region”, İnstitute for Security Studies, Occasional Paper No:53, Haziran 2004 117 AYDIN, Mustafa. “Europe’s New Region: The Black Sea in the Wider Europe Neighbourhood”, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt. 5, No. 2, Mayıs 2005 BARCHAD,David. “ Dipping a toe in the Black Sea”, Defense & Security Analysis , 2006, cilt 2, sayı,22, BAN, Ioana. “The Black Sea Regıon and The European Neıghbourhood Policy” , Central European University yayını ,Şubat 2006 BRZEZİNSKİ, Zbigniew. Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık, İstanbul, Sabah Yayınları, 1998 CİOCOİ, Paul. “New security role emerges for Black Sea region” Southeast European Times, http://www.setimes.com , 11.08.2006 COHEN Ariel ve I.CORWIN. “U.S. Strategy in the Black Sea Region” Executive Summary dergisi, No. 1990, Heritage Foundation yayını, 13 Aralık 2006 CORNELL,Svante E. ve N. NİLSSON ”Daha Yakın Bir Güneydoğu Komşuluğu: Geniş Karadeniz Bölgesi ve Avrupa Güvenliği” Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1, 2007 ÇELİKPALA, Mitat. “Rus Enerji Stratejisi” Stratejik Analiz, sayı 96 , Şubat 2008 ÇELİKPALA, Mitat. “1990’lardan Günümüze Türk-Rus İlişkileri”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1, 2007 118 DUFORC, Jean. “The Role of the Wider Black Sea Area in a Future European Security Space”, NDC Occasional Paper No.10, Roma NATO Savunma Koleji, 2006 ERDAL, Murat. “Pan-Avrupa Tasıma Koridorları”, www.meslekiyeterlilik.com.tr EMERSON, Michael. “The Black Sea as Epicentre of the Aftershocks of the EU’s Earthquake”, CEPS No. 79, Temmuz 2005 GEOANA, Mircea.“A New Euro-Atlantıc Strategy For The Black Sea Region” German Marshal Fonu Yayını, 2004 ,editörler, ASMUS Ronald, DİMİTROV, Konstantin ve FORBRİG, Joerg. GEORGİEV, Adrian. The Black Sea Region EU’s Black Sea Region Policies and Bulgaria’s Potential Contribution, College Of Europe , European Polıtıcal And Admınıstratıve Studies, 2005-2006 Akademik yılı Master Tezi. GÜLTEKİN-PUNSMANN,Burcu.”Black Sea Regional Policy Approach: A Potential Contributor to European Energy Security”, Policy Brief, No.6, Int. Center For Black Sea Studies,Mayıs 2008, HİLL, Fiona, TAŞPINAR,Ömer. “Turkey and Russia: Axis of the Excluded”, Survival Dergisi Cilt 48 No:1, sonbahar 2006 JELAVİCH, Barbara. A Century of Russian Foreign Policy, 1814 -1914, Philadelphia-ABD,1964 KAMALOV, İlyas. “Rusya’nın Rol Arayışları ve ABD ile İlişkileri”, Stratejik Analiz, sayı 84, Nisan 2007 KANBOLAT, Hasan. “Karadeniz’in Tarihi Yeniden Yazılıyor”, Cumhuriyet. Strateji, Yıl 2, No. 103, 19 Haziran 2006 119 KANBOLAT, Hasan “Türkiye Karadeniz’de yeni ufuklara yelken açmak istiyor”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, No.1,2007 KEMPE, Iris. ve KLOTZLE, K. “The Balkans and the Black Sea Region: Problems, Potentials and Policy Options”, Policy Analysis No.2, Nisan 2006 KUCERA, Joshua. “The Unıted States Develops A Strategıc Plan For The Black Sea”, Eurasıa Insıght, 3 Ocak 2007 LESSENSKİ Marin. “The Black Sea Cooperatıon : An Outlook From Bulgarıa” Xenophon Paper No2 MİDDEL, Bert. “Frameworks And Areas Of Co-Operatıon In The Black Sea Regıon”, AP- NATO Komisyonuna sunulan rapor ,2006 MİLLER, Eric A. “Morale of US-Trained Troops In Georgia Is High, But US Advisors Concerned About Sustainability”, Eurasia Insight, 5 Mayıs 2003 MINCHEV, Ognyan. “Major Interests And Strategıes For The Black Sea Regıon”, Framework Analytical Review,( Sofya, Eylül 2006 O’HARA, S.L. “Great game or grubby game? The struggle for control of the Caspian.” Geopolitics, No.1, 2004 OLÇAR, Kemal “Karadeniz Politikaları ve Türkiye Ukrayna Stratejik ilişkileri”, İstanbul, IQ yayınları, 2007 ÖZCAN, H.Pınar. “Türkiye’nin ve Avrupa Birliği’nin Hazar Coğrafyasında Kesisen Enerji Politikalar”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008 120 PAMİR, Necdet, KAMALOV, İlyas. “Rus Gazı ve Enerjide Bağlılığın Bedeli”, Stratejik Analiz, Sy.70, Şubat 2006 SANCHEZ, W. Alejandro. Power and Interest News Report, 29 Ağustos 2007 SOCOR, Vladimir. “Frozen Conflicts: A Challenge To Euro-Atlantic Interesrs”, A New Euro-Atlantic Strategy for the Black Sea Region, Der. Ronald D. Asmus, Washington; The German Marshall Fund of the U.S., 2004 TRİANTAPHYLLOU, Dimitrios. “The Black Sea Region and its Growing Influence”, Atina KEİÖ toplantısında yapılan tebliğ , 18 Temmuz 2006 TRİANTAPHYLLOU, Dimitrios. 'Energy Security and Common Foreign and Security Policy The Wider Black Sea Area Context', Southeast European and Black Sea Studies. TASSİNARİ, Fabrizio. “A Synergy for Black Sea Regional Cooperation: Guidelines for an EU Initiative”, CEPS Policy Brief No. 105 Haziran 2006 TÜRBEDAR, Erhan. “Karadeniz’de Değişen Dinamikler: Bulgaristan ve Romanya’nın Rolleri” AVRASYA DOSYASI Cilt 13, Sayı.1, 2007 UNGUREANU, Razvan. ‘Remarks on a Security Concept for the Wider Black Sea Area’, NATO Defense College Occasional Paper, 11/11, 2005 WİNROW, Gareth. “Geopolitics and Energy Security in the Wider Black Sea Region”, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt. 7, sayı 2, Haziran 2007 121 EKLER EK-1 COMMISSION OF THE EUROPEAN COMMUNITIES Brussels, 11.04.2007 COM(2007) 160 final COMMUNICATION FROM THE COMMISSION TO THE COUNCIL AND THE EUROPEAN PARLIAMENT BLACK SEA SYNERGY - A NEW REGIONAL COOPERATION INITIATIVE KARADENİZ SİNERJİSİ – YENİ BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ GİRİŞİMİ 122 KARADENİZ SİNERJİSİ – YENİ BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ GİRİŞİMİ 1. GİRİŞ : Bölgesel Politika İhtiyacı 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren Karadeniz’e kıyıdaş iki ülke, Bulgaristan ve Romanya, Avrupa Birliğine üye olmuştur. Bu tarihten itibaren Karadeniz çevresindeki komşularının refahı, istikrarı ve güvenliği her zamankinden daha fazla AB’nin yakın ilgisini çekmektedir. Karadeniz Bölgesi doğal kaynak bakımından zengin, Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu’nun kesişim yollarında stratejik konuma sahip özel bir coğrafi bölgedir. Büyük bir nüfusa sahip bölge, insanları için bir çok fırsat ve zorluk sunmaktadır. Bölge muazzam gelişme kapasitesine sahip büyüyen bir pazar ve enerji ve ulaşım ağlarının merkezidir. Ancak aynı zamanda, çözülmemiş, “donmuş” çatışma noktaları, bir çok çevre sorunu ve yasadışı göç ve organize suçlara zemin sağlayan yetersiz sınır kontrolleri de olan bir bölgedir. Son yıllardaki gelişmelere rağmen bölge ülkeleri arasında ekonomik reformların hızı ve yönetim kaliteleri açısında farklılıklar bulunmaktadır. Bu konularda geliştirilecek dinamik bir bölgesel tutum hem bölge ülkelerinin insanlarına hem de Avrupa’nın genelinde refah ve istikrara katkı sağlayacaktır. AB halihazırda bölgede demokratik ve ekonomik reformları hareket geçirmek, istikrar sağlamak ve gelişimi desteklemek adına çok kapsamlı işbirliği programları vasıtasıyla bir çok çabada bulunmuştur. Bu kapsamda 3 AB projesi konuyla alakalıdır. Türkiye ile üyelik öncesi görüşmeler, ENP ( 5 doğulu ENP ortağı ülke aynı zamanda Karadeniz İşbirliğinde de aktifdir.) ve Rusya ile stratejik ortaklık. Bunun da ötesinde AB bir çok bölgesel sektörel girişime de katkıda bulunmaktadır. Karadeniz de bölgesel seviyede koordinasyon gerektiren bir çok risk ve fırsat bulunmaktadır. Bu risk ve fırsatlar arasında; enerji, transport, çevre 123 serbest dolaşım ve güvenlik gibi kilit sektörler bulunmaktadır. Güçlendirilmiş bölgesel işbirliği doğrudan uzun düredir devam eden çatışmaları çözmeye yönelik değildir, ancak zaman içinde daha fazla karşılıklı güven yaratabilir ve aradaki engellerden bazılarını kaldırabilir. Karadeniz Bölgesindeki kültürlerin etkileşimi gözönüne alındığında artan bölgesel işbirliğinin bölgenin ötesinde de faydalı etkileri olabilir. Dolayısıyla bölgesel seviyede işbirliği önceliklerini ve mekanizmalarını belirlemek üzere artan AB katılımının vakti gelmiştir. Bu Bildirgede Komisyon AB’nin yeni bir bölgesel girişimi olarak Karadeniz Sinerjisini ortaya koymaktadır. 2. KARADENİZ SİNERJİSİNİN ÖZELLİKLERİ : Komisyonun amacı bağımsız bir karadeniz stratejisi oluşturmak değildir, mevcut politikaları tamamlayıcı bir girişimdir. Bu girişim dikkatleri bölgesel seviyede odaklayacak ve devam eden işbirliği projelerini canlandıracaktır. Dolayısıyla Karadeniz sinerjisinin birincil hedefi bölge ülkeleri arasında ve Bölgenin geneli ile AB arasında işbirliğinin geliştirilmesidir. Bu sinerji hem AB hem de bölge ülkelerinin ortak çıkarlarına hizmet edecektir ve Karadeniz Bölgesini AB'ne bağlayacak mevcut girişimlerinin deneyimlerinden faydalanacaktır. Ör. Tuna İşbirliği Süreci gibi. Özel projelerde birliğin desteğinin yanısıra bölge ülkelerinin ve bölgesel organizasyonların finansal desteğinin sağlanması da önem arzeder. Karadeniz yaklaşımının AB Orta Asya stratejisi ile de yakın ilgisi vardır. Dolayısıyla ENP'na getirilecek Karadeniz Boyutunun önemli bölgeler arası elamanları da olmalı. 124 3. ANA İŞBİRLİĞİ ALANLARI. Karadeniz Sinerjisi başlangıçta ortak öncelikler taşıyan ve AB’nin halen mevcudiyetinin olduğu projelere yoğunlaşmalıdır. Bu projeler ; a. Demokrasi, İnsan Haklarına Saygı, ve İyi Yönetim : Avrupa Konseyi ve AGİT tüm Karadeniz Bölgesi ülkelerinin uyacağı insan hakları standartlarını belirlemiştir. Bu bağlamda AB çabaları genelde ikili ilişkiler şeklindedir. Ama bölgesel seviyede yapılan faaliyetler ulusal tedbirleri de tespit ve değerlendirmede önemli rol oynar. Son yıllarda Karadeniz Bölgesi'nde bölgesel kurumlar tarafından demokratik kurumların kurulması, iyi yönetimlerin desteklenmesi ve kanun düzeninin kurulması yönünde önemli sorumluluklar üstlenilmiştir. AB de bu girişimleri demokrasi ve insan haklarını desteklemek ve idame ettirmek konusunda tecrübelerini paylaşarak desteklemelidir b. İnsanların Dolaşımının Sağlanması Ve Güvenlik : Sınırların kontrollerinin artırılması ve düzenlenmesi ve bölgesel gümrük işbirliği insan ve silah kaçaklığı, uyuşturucu kaçakcılığı gibi organize suçların önlenmesine yardım ettiği gibi Moldova Ukrayna sınırındaki EUBAM gibi başarılı örnekler bölgedeki çatışmaların çözümüne de olumlu katkılarda bulunur. Önemli kanun dışı göç yolları Karadeniz Bölgesi'nden geçmektedir ve bu konu Karadeniz Bölgesi için özellikle önemlidir. AB Komisyonu yakın zaman içinde yayınlanacak bir bildiride Göç konusuna küresel yaklaşımı ve göç konularının daha iyi yönetimi için yeni girişimlere yer verecektir. Birlik bu konuda bölge ülkelerini halen sınır aşan suçlarla ilgli bölgesel işbirliği kuruluşları olan Bükreş merkezli SECI ve Burgaz merkezli Karadeniz Bölgesi Sahil Güvenlik Kuvvetleri arası Muhabere Ve Enformasyon Koordine Merkezi 125 başarılı örneklerinin tecrübelerinden yararlanmaları konusunda teşvik etmektedir. c. Donmuş çatışmalar konusu : Avrupa Komisyonu bölgede devam eden donmuş çatışmalar konusunda politik olarak daha fazla AB rolünü teşvik etmektedir. Ayrıca AB'nin katılımını çatışmaların gözlenmesi gibi görevlerle daha da artırmayı tavsiye etmişir. Sinerji Yönetim, ekonomik gelişmenin yetersizliği, sosyal birliktelik ve güvenlik gibi sorunları çözerek genel duruma bir iyileştirme getirecektir. Bunu yaparken güven artırıcı önlemlere özel bir önem vererek başka türlü bir araya gelmeyen çatışma taraflarını bir araya getirecek işbirliği programları dahil özel bir ihtimam gösterilmelidir. d. Enerji : Karadeniz Bölgesi AB için stratejik öneme sahip enerjinin üretim ve transportunda önemli bir güzergahtır. Enerji tedariği için elverişli alternatif yollar sunar dolayısıyla AB dış politikasının önemli bir parçasıdır. Enerji tedarik yollarının çeşitlendirilmesi hem AB'nin hem de dağıtıcı ülkelerin yararına olacaktır. AB komisyonu enerji üreticileri, transit ülkeleri ve tüketicileri arasındaki ilişkileri enerji güvenliği dialoğu ile güçlendirecektir. Bu diyalog Bakü süreci, ENP ve AB Rusya Enerji Diyaloğu gibi çerçeve anlaşmalar ülkeler arası yasal düzenlemeler ile geliştirecektir. Bu hedef ayrıca mevcut Enerji topluluğu anlaşmasının Moldova, Türkiye ve Ukrayna'yı da kapsamasını sağlayacak sekilde genişletilmesi, PCA ve ticaret anlaşmaları ve Dünya Ticaret Örgütüne üyelik müzakereleri gibi anlaşmalarla desteklenecektir. Bu girişimlerin hedefi enerji üretimi, ulaştırması ve transiti konularındaki AB'nin normlarına uygun, açık şeffaf ve ayrımcılık yapmayan bir çerçeve belirlemektir. AB ayrıca bölge ülkelerine alternatif enerj kaynaklarını işletip etkin kullanmaları yolunda ve geliştirmelerine de yardım edecektir. enerji tasarrufu yolunda bir vizyon 126 AB aynı zamanda enerji istikrarına mevcut enerji altyapılarının modernleştirilmesi ve yenilerinin yapılması yolunda bölgesel ortaklar ile yakın işbirliği içindedir Bu kapsamda yeni Trans–Hazar, Trans-Karadeniz enerji koridoru geliştirilmektedir. Bu koridor Orta Asya'dan Karadeniz üzerinden AB'ne ilave gaz ihracı için yeni teknik alternatifler sunacaktır. Bunun yanı sıra artan gaz ihracatının Karadeniz'de yarattığı tehlikeleri de önleyebilmek adına AB'nin "bölgedeki işbirliğine sürdürülebilir ve ekolojik petrol boyutu" getirmesinde de büyük fayda vardır. e. Ulaşım : Bölgedeki bir çok transport projesinin tecrübelerinden de yararlanarak komisyon etkinliği, emniyet ve güvenliği artıracak şekilde ulaşım işbirliğini desteklemelidir. AB komisyonu transport işbirliğini nasıl güçlendirip devam eden projelerle eşgüdüm içinde yürütebileceğini araştırmaya başlamıştır. f. Çevre : Bu alanda bir çok proje bulunmakla beraber uygulamada biraz geri kalınmıştır. Denizle ilgili çevre sorunlarına hitap edecek bir politika oluştrulması mecburiyetinin farkında olan AB, 2005 yılında AB deniz Stratejisi ve Deniz Stratejisi Direktifini yayınlamıştır. Bu strateji AB'nin sınırlarındaki tüm denizlerde AB üyesi ülkelerin bölgenin tüm ülkeleri ile işbirlği yapmasını gerektirir. Bu kapsamda üye ülkeler bölgesel deniz anlaşmalarına katılmaya teşvik edilir. AB'nin Karadeniz'in Kirlilikle Mücadele Komisyonuna katılması elzemdir. Karadeniz Bölgesi ülkeleri çevre ile ilgiliçok taraflı anlaşmaları uygulamayı artırmalıdırlar ve DABLAS görev kuvveti gibi varolan başarılı bir örneği diğer çevresel konulara da uygulayarak doğa koruma, atıkların yönetimi, endüstriyel ve hava kirliği gibi konularda da bölgesel projeler üretmelidirler. Ayrıca AB Komisyonun bölgesel hareketleri destekleyerek iklim değişikliğinin önlenmesi için Kyoto Protokolüne uygun mekanizmalar üretilmesini teşvik etmelidir. 127 Diğer işbirliği alanları denizcilik sektörünün geliştirilmesi, balıkçılık, ticaret, bilim ve araştırma konularıdır. Bu gibi girişimler sonucunda hem bölgede refah artacak hemde sosyal sorunların temelini oluşturan işsizlik gibi problemler çözülebilicektir. Bulgaristan ve Romanya'nın katılımı ile ilk kez AB Bölgesel Politika fonları Karadeniz kıyısı için de açılmıştır. Bu iki üye ülkedeki Bölgesel Politika programları onların kıyı kesimleri arasındaki rekabeti ve çevre ile ilgili seviyeyi artıracaktır. 4. Sınır Ötesi İşbirliği (CBC) ve Yerel ve Sivil Aktörlerin Rolü: AB Komisyonu Karadeniz CBC programını ENPI altında kurmuştur. Bu "deniz havzası" programı kıyı kesiminde sivil toplum ve yerel seviyede işbirliğini desteklemeye odaklanmıştır. Ortaklarının uygulanmasında ortak sorumluluk alması ile yerel olarak yürütülecek bir programdır. Bu program sayesinde kıyı kentleri ve toplukluları, üniversiteleri, kültürel kurumlarve tüketici toplulukları dahil sivil toplum örgütleri arası temasların artırılması hedeflenmektedir. Bu girişim özellikle karşılıklı gruplar arasında işbirlğini artırmada sivil aktörlerin önemli olduğu çatışma yaşanan bölgelerde faydalı olacaktır. Buna ek olarak Bölgesel Kalkınma fonundan mali destek alan Bulgaristan-Romanya sınır işbirlği programları ve üyelik öncesi araçlardan mali kaynak ayaranan Bulgaristan-Türkiye sınır ötesi programları geliştirilecektir ve bu programlar Karadeniz'in batı kıyılarında işbirlğini artıracak denizcilik ve kıyı hareketlerini mümkün kılacaktır. 5. ENP’nin Güçlendirilmesi : Karadeniz Bölgesi’nde 5 ülke ENP'ye üyedir. ENP'nin güçlendirilmesi ve ENP'ye bir kavramsal boyut getirilmesi serbest tcaret anlaşmalarının zamanla geliştirilmesi Karadeniz işbirliğini de artıracaktır. Kanuni seyahatlerin önündeki engellerin kaldırlması, Erasmus Mundus gibi öğrenci 128 değişim programları sayesinde yeni burslar verilmesi üniversiteler arası kontak kurulmasını kolaylaştıracaktır. 6. Bölgesel Organizasyonların rolü : AB komisyonu yeni kurumlar veya bürokratik yapılar kurmak niyetinde değildir. Karadeniz Bölgesi ülkeleri, ikili çerçevede veya bölgesel seviyede görüşmelerde AB'nin ana partnerleri olmaya devam edecektir. Avrupa Komisyonun katkılarının çoğu yine komisyon tarfından başlatılan sektörel programlar kanalıyla yapılacaktır. Ama buna rağmen AB bölgesel organizasyonlarla işbirliğine hazır olmalı ve daha fazla katılmalıdır. Türkiye ve RF'nun kurucu üye olmaları ve bölgede çok geniş bir katılıma sahip olması nedeniyle KEİÖ ile işbirliği Karadeniz Sinerjisinin başarısı için çok büyük avantajlar sağlayacaktır. İki kurum tarafından kabul edilirse bakanlar seviyesinde düzenli toplantılar yapılarak bu toplantılarla AB ENP üyesi ülkeler toplantıları ilişkilendirilebilir ve ENP ile ilgili hususlarda danışma sağlanabilir. Ayrıca AP ile KEİÖ Parlamenter Asamblesi arasındaki mevcut iyi ilişkilerde bu maksatla kullanılabilir, 7. Mali Destek : Projelerin finansmanı genelde ortak finansmanla sağlanacaktır. Gerekli olduğu yerlerde Avrupa Komisyonu mali desteği ENPI'nin milli, bölgesel ve sınır ötesi programları altında sağlanacaktır. Bölgesel işbirliği girişimlerinin fonlandırılması yeni Avrupa Komisyonu Fon araçları sayesinde daha kolay olacaktır. Avrupa Rekonstruksiyon ve Gelişim Bankası EBRD ve Avrupa Altyapı bankası ile KEİÖ'nün Karadeniz Ticaret ve Gelişim Bankasının bölgesel faaliyetleri halen belilrli bir seviyede olup, ortak finansman için Kuzey Boyutundan elde edilen tecrübeler ışığında yeni 129 mekanizmalar üretmek dahil Karadeniz sinerjisinin de bu faaliyetlere olumlu katkıları olacaktır. 8. Sonuç . Karadeniz Bölgesel topluluğu son yıllarda esaslı olarak değişti ve gelişmeye devam ediyor. Bu şartlar altında AB'nin yeni bölgesel işbirliği girişimi mevcut geniş kapsamlı ikili ve bölgesel aktivitelerini tamamlayacaktır. AB'nin Karadeniz Bölgesinde mevcudiyeti yeni fırsatlar ve perspektiflere kapı açar. Bölgeye istikrar ve refah getirmek daha kapsamlı ve uzun soluklu çabalar gerektirir. Karadeniz'de bölgesel işbirliği alanında daha fazla AB katkısı olması bu amaçlara katkı sağlayacaktır. 130 ÖZET UZAL Metin, Bulgaristan ve Romanya’nın AB Üyeliklerinin, AB Karadeniz Politikalarına Etkisi, Yüksek Lisans, Ankara 2009 Anahtar Sözcükler : 1.Karadeniz, 2. Avrupa Birliği, 3.Enerji Nakil hatları, 4.Donmuş Çatışmalar, 5.Avrupa Komşuluk Politikası, 6.Karadeniz Sinerjisi, 7.Romanya, 8.Bulgaristan, 9.Yakın Çevre, 10.Rusya Federasyonu Soğuk savaşın sona ermesi ve SSCB’nin dağılması sonrasında Karadeniz Bölgesinde bağımsızlığını kazanan ülkeler ilk aşamada Batının gündeminde çok önemli bir yer elde edememiştir. Bu dönemde yakın cografyalarda meydana gelen, Bosna Hersek olayları, birinci Irak harekatı gibi gelişmeler nedeniyle Avrupa ülkeleri ve ABD, Karadeniz Bölgesindeki sorunları ikinci planda irdelemiştir. 11 Eylül ve sonrası gelişmeler tüm dünyaya; çatışmaların ve istikrarsızlığın sürdüğü bölgelerin sadece kendileri ve yakın coğrafyaları için değil, global olarak da istikrarsızlık yaratan tehditler olduğunu gösterdi. Bu dönemde Balkanlardaki sorunların da çözülmüş/istikrara kavuşmuş olması Karadeniz ile ilgilenilmeye başlanmasında etken olmuştur. Bu gelişmelere paralel olarak Karadeniz bölgesinin kendi rezervleri ile birlikte, dünyanın en önemli petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip Orta Asya kaynaklarının batıya 131 aktarılmasındaki stratejik konumunun farkına varılması, batının artan ilgisinin belki de en önemli nedenidir. Batı dünyasının ABD ile birlikte en önemli güç odağını oluşturan AB'nin Karadeniz Bölgesine olan ilgisi coğrafi olarak daha yakın olmasına rağmen ABD'nin gerisinde kalmıştır. Yakın döneme kadar bölge ülkeleri ile ekonomik ilişkileri güçlendirmekle sınırlı olan AB ve Avrupalı devletlerin politikaları bölgenin artan stratejik önemi ve doğal kaynaklarının zenginliği ile daha kapsamlı bir hale gelmiştir. Bu çalışmanın amacı 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren Karadeniz'e kıyıdaş Bulgaristan ve Romanya’nın AB üyesi olmasının AB'nin günümüze dek Karadeniz ile ilgili yürüttüğü politikalara yapmış olduğu etkiyi irdelemektir. AB'nin Karadeniz Bölgesine yoğun ilgisi 2004 yılında gerçekleşen büyük genişlemeden önce başlamıştır. Bu dönemde AB'nin genişlemesinin sonuna yaklaşıldığının farkına varan ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Avrupa'da üyelik beklentisi içinde bir çok ülkenin bulunduğunun bilincinde olan AB, üyelik vermeden komşularını etrafında bir dostluk çemberi halinde tutabilmenin yolunu "Avrupa Komşuluk Politikası" ile bulmuştur. AB'nin komşuluktan öte ilişki kurmak istemediği bu ülkeler ile ilişkisini şekillendiren ENP, 2007 yılına kadar olan uygulamalardan elde edilen tecrübelerle Nisan 2007 tarihinde geliştirilmiştir. Karadeniz Bölgesi için bu zamana kadar ENP'nin arzulanan başarıyı elde edememesinin sebeplerini genel ve özel sebepler olarak sınıflandırabiliriz. Genel sebep; Fas'tan Ukrayna'ya çok değişik cografyalarda ve farklı beklentiler içinde olan ülkelere aynı reçetenin uygulanmaya çalışılmasıdır. Karadeniz Bölgesine özel sebep ise; ENP'nın Baltık ülkeleri için geliştiridiği Kuzey boyutu veya Akdeniz ülkeleri için Barselona süreci (ardından Akdeniz Diyalogu) gibi bölgesel girişimlerin Karadeniz için geliştirilmemesi ve bilhassa birlik içinde (Kuzey 132 Boyutu için Finlandiya, Akdeniz Diyalogu için Fransa örneklerinde olduğu gibi) lider konumu üstlenecek bir ülke olmamasından kaynaklanmaktadır. 2007 yılbaşından itibaren bu durum değişmiş gözükmektedir. AB üyeliğini alan Bulgaristan ve de özellikle Romanya son dönemde üstlendiği inisiyatiflerle yukarıda bahsedilen lider ülke sorumluluğunu üstlenmeye hazırdırlar. Ancak bunun gerçekleşmesi için halen zaman gerekmektedir. Son genişleme sonrasında AB’nin Karadeniz Bölgesindeki diğer ülkelere yönelik temel politikası olan ENP’de köklü değişiklik olmamasına rağmen en önemli eksiklik olarak ortaya çıkan “bölgesel yaklaşım” sorununa çözüm getirmek üzere “Karadeniz Sinerjisi” geliştirilmiştir. Bölge ülkeleri ile devam eden ilişkileri geliştirirken zaten mevcut olan politikalara bir yenisini eklemeden bu politikaları koordine etmek, daha belirgin ve ulaşılabilir hedefler belirleyerek sonuca varmak adına yeni geliştirilen girişime “sinerji” adı verilmesinde hedeflenen ise mevcut politikaların sinerjisinden yararlanmaktır. Karadeniz sinerjisinin (ENP’nin bölgede istenen seviyede başarılı olamamasının en önemli nedeni olan) bölgeselliğe en somut katkısı ise uzun yıllar AB tarafından ihmal edilen bölgenin en geniş katılımlı ve efektif örgütü olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünün temel ortak olarak belirtilmesidir. Maddi olarak da AB üyesi ve üye olmayan ülkelerin ortak projeleri için kullanımı kolay fonları içeren ENPI (European Neighborhood Policy Instrument) programının 2007 itibariyle devreye girmesi bu alanda bir diğer olumlu değişmedir. Karadeniz bölgesinde zayıf demokrasilerden “donmuş çatışma” bölgelerine küresel güvenliği etkileyebilecek bir çok istikrarsızlık kaynağı bulunmaktadır. Bu bölgelerden yayılacak tehditler en önce komşu AB’ni etkileyecektir. Bu nedenle bölge ülkelerinin istikrarı herzamankinden çok AB’ni ilgilendirmektedir. Karadeniz Bölgesi ülkelerinin hükümetleri, AB 133 normlarına uymak için ülke içinde sıkıntılar yaratan reformları yaparken üyelik hedefinin yerine halklarına başka ödüller sunmak zorundadır, aksi takdirde bu ülkelerin totaliter geçmişlerinin hala taze olan hatıraları tekrar iktidara gelebilir ve demokratikleşme çabaları hüsrana uğrar. Tüm bu ülkelere AB üyeliği verilemeyeceği de çok açıktır. Ancak bu olumsuzluğun AB ile olan işbirliğini ve Karadeniz Bölgesi ülkelerinin demokratikleşme çabalarını sekteye uğratmaması için AB’nin bölge ülkelerine yardımlarını artarak devam ettirmesi gereklidir. 134 ABSTRACT UZAL, Metin, The effects of Bulgariana and Romanian Membership to EU’s Black Sea Policies, Master Thesis, Ankara,2009 Key Words 1. Black Sea, 2. European Union, 3. Energy Transfer Pipelines, 4. Frozen Conflicts, 5. European Neighborhood Policy, 6. Black Sea Synergy, 7. Romania, 8. Bulgary, 9. Near Abroad, 10. Russian Federation After the fall of USSR the newly independent states of the Black Sea Region did not get much attention from the West at first. Because of developments in the vicinity like, Bosnia Herzogova and the first Iraq Operation, the problems of Black Sea Region did not get the necessary attention from Europe and USA. 9/11 incidents proved that the areas where conflicts and instabilty prevails, are not only threats to their immediate vicinity, but to the whole world. In this period as the problems in Balkans were quite stable, the West got the chance to get involved with Black sea region. But the main reason for the new interest in this region was that, besides its own rich resources, the west had realized the strategical importance of Black Sea region as the transit way for the rich natural gas and oil resources of Central Asia. 135 European Union (UE), though geographically closer to the region, was less interested in the region compared to USA. The interest they have had in the region was to secure bilateral economical ties up until recently. But the increasing importance of the region changed this attitude. The objective of this study is to analyze the affects of Bulgarian and Romanian memberships to EU, on the EU Policies towards the Black sea region. EU's increasing interest in the region commenced even before the great enlargement of 2004. Knowing that the enlargement policy was coming to an end and that there are many aspiring countries especially in the Eastern and Southeastern Europe, EU find the the solution for keeping them closely connected as a ring of friends without giving membership, with the "European Neighborhood policy" (ENP). ENP which builds the main frame of relations with those countries EU does not want to be any closer than neighbors, was revised in April 2007 with the experience acquired through out the years. The reasons for ENP not to achieve desired goals especially in the Black Sea region until then, can be classified as the general ones and exclusive ones. Generally ENP covered a vast geography from the Morrocco to Ukraine every country with an agenda of its own and with different expectations, and the remedy was but one. In the case of Black sea, the exclusive reason for ENP's shortcoming was the lack of a regional dimension, as the Northern Dimension for Baltic states or Barcelona Process (later Mediterrenean Dialogue) for the mediterrenean countries, and also lack of leading countries from within the Union. After January 2007 this sitiuation seems to have changed. Having aquired membership, especially Romania with many recent iniatives, and Bulgary seem to be ready for the leadership from within. But still some time is needed to achieve this goal. After the last enlargement though there hasn't 136 been fundamental changes in the ENP, "Black Sea Synergy" has been developed in order to tackle with the regionalism issue. The objective of calling this new iniative a "synergy" is to use the synergy of many already existing policies in the region, in order to coordinate them and set practical and achievable goals rather than general goals, and not to create new policies or organizations in the region. The most concrete contrubition of Black Sea Synergy to the regionalism problem, which is the main reason for ENP 's failure in Black Sea Region, is the recognition of organization of Black Sea Economical Cooperation (BSEC), which had been neglected by EU for years, as the main interlocutor in the region. Financially, introducing the ENP Instrument (ENPI) which enables easy use of funds for the joint projects of member and non-member countries, is an other development in this respect. In the Black sea region there exists many sources of instability, ranging from the weak democracies to "frozen conflicts". The threats from these conflict areas will effect the EU more than any other related country or organization, due to its vicinity and because some part of it, is also EU land. Because of this fact the stability of the region needs EU's concern more than ever. The governments of the countries around Black Sea needs to have recompansation for their people while trying to empose the European norms in their states. With the aspiration of membership taken from them, EU has to find new rewards, otherwise with still fresh memories of their totalitarian past, the democracies will fail in those states. And it's very obvious that the membership can't be offered to each state in the region. Therefore EU has to continue its growing assistance to those states in order not let the democracies down.