tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü uluslar arası ilişkiler

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
BULGARİSTAN VE ROMANYA’NIN AVRUPA BİRLİĞİ
ÜYELİKLERİNİN AB KARADENİZ POLİTİKALARINA ETKİSİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Metin UZAL
Tez Danışmanı
Doç.Dr.Çınar ÖZEN
Ankara-2009
ONAY
Metin UZAL tarafından hazırlanan “Bulgaristan ve Romanya’nın AB Üyeliklerinin AB
Karadeniz Politikalarına Etkisi” Başlıklı bu çalışma 02 Mart 2009 tarihinde yapılan
savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak jürimiz
tarafından Uluslar Arası İlişkilier Anabilim Dalında Yüksek Lisans Tezi olarak kabul
edilmiştir.
İmza
..............
Prof.Dr.Haydar ÇAKMAK
İmza
..............
Prof.Dr.Hüseyin BAĞCI
İmza
..............
Doç.Dr.Çınar ÖZEN
(Danışman)
ÖNSÖZ
Bu tez çalışmasında, 01 Ocak 2007 tarihinde gerçekleşen Bulgaristan ve
Romanya’nın Avrupa Birliği üyelikleri sonrasında AB’nin Karadeniz Bölgesine yönelik
politikalarında, meydana gelen değişiklikler irdelenmeye çalışılmıştır.
Uluslar arası arenanın tüm önemli aktörlerinin bölgeye yönelik siyasetlerinin
sebebini ortaya koyabilmek amacıyla bölgenin geçmişten günümüze süregelen
jeostratejik ve jeopolitik önemi ortaya konulmaya çalışılmış ve bu öneme binaen
diğer uluslar arası aktörlerin bölgedeki politikalarına değinilerek bu politikaların AB
politikaları ile etkileşimi ve uyuşan/ çatışan tarafları irdelenmiştir.
AB’nin Karadeniz Bölgesine yönelik politikalarındaki değişikliği vurgulamak
üzere Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri öncesinde uygulanan politikalara geniş
olarak yer verilmiş ve 01 Ocak 2007 sonrası meydana gelen değişiklikler ortaya
konulmuştur.
Konuya ilişkin kaynak bulmak özellikle güç olmuştur. Ayrı ayrı Avrupalı
ülkelerin Karadeniz Bölgesine yönelik politikalarına girmemek maksadıyla temel
kaynak olarak AB bildirileri ve dokümanlarından yararlanılmaya çalışılmış ancak bu
konuda da AB’nin bütün olarak bölgeye yönelik politikalarından ziyade bölge
ülkelerine yönelik bireysel politikaları çoğunlukta olduğu için kaynak sıkıntısı her
aşamada yaşanmıştır.
AB’nin Karadeniz’e kıyıdaş olması çok yakın zaman da gerçekleştiği için,
halen tam olarak sonuçları alınmaya başlamayan yeni uygulamaların devamı ve
geliştirilmesine yönelik önermelere çok fazla detaya girmeden değinilmiştir. Bu
çabaların başarılı olabilmesi için hem AB’nin hem de bölge ülkelerinin karşılıklı olarak
gayretlerini devam ettirmesi çok büyük önem taşımaktadır.
Bu uzun ve yorucu çalışmanın hazırlanması döneminde bana karşı
gösterdikleri anlayış ve yardımları için öncelikle aileme ve danışmanım Doç.Dr.Çınar
ÖZEN’e şükranlarımı sunuyorum.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ..................................................................................................................i
İÇİNDEKİLER........................................................................................................ii
KISALTMALAR......................................................................................................iv
TABLOLAR VE HARİTALAR.................................................................................v
GİRİŞ..................................................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
KARADENİZ BÖLGESİNİN DÜNYA POLİTİKASINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ....5
1.1.
Karadeniz Bölgesinin Artan Önemi..........................................................5
1.2.
Karadeniz Bölgesi’nin Farklı Coğrafi Tanımlamaları................................8
1.3.
Karadeniz Bölgesinin Jeostratejik Önemi................................................11
İKİNCİ BÖLÜM
DİĞER AKTÖRLERİN KARADENİZ POLİTİKALARI......................................13
2.1.
ABD’nin Karadeniz Politikaları.................................................................13
2..2.
RF’nun Karadeniz Politikaları...................................................................22
2.2.1.
RF’nun, Batının Karadeniz Bölgesindeki Faaliyetlerine Karşı İzlediği
Politikalar..................................................................................................25
2.2.2.
RF’nun Karadeniz Bölgesinde Enerji Kaynaklarına ilişkin İzlediği
Politikalar ...............................................................................................29
2.2.3.
Donmuş Çatışmalar ve RF........................................................................38
2.2.3.1. Moldova - Transdinyester Sorunu.............................................................38
2.2.3.2. Gürcistan - Abhazya ve Osetya Sorunu
...............................................40
2.2.3.3. Ermenistan Azerbaycan arasında yaşanan Dağlık Karabağ Sorunu........42
2.3.
Diğer Aktörlerin Karadeniz Politikaları.......................................................45
2.3.1
Romanya’nın Karadeniz Politikaları..........................................................45
2.3.2.
Bulgaristan’ın Karadeniz Politikaları.........................................................48
2.3.3.
Türkiye’nin Karadeniz Politikaları
........................................................52
2.3.3.1. Karadeniz Görev Kuvveti BLACKSEAFOR...............................................53
iii
2.3.4
Ukrayna’nın Karadeniz Politikaları............................................................58
2.3.5.
Gürcistan’ın Karadeniz Politikaları............................................................61
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİNİN KARADENİZ POLİTİKALARI.......................................63
3.1.
Avrupa Birliği’nin 01 Ocak 2007 öncesi Karadeniz Politikaları .................64
3.1.1.
TRACECA.................................................................................................65
3.1.2.
INOGATE..................................................................................................67
3.1.3.
Avrupa Komşuluk Politikası.......................................................................68
3.1.4.
Bölgesel İşbirliği Örgütleri ve Avrupa Birliği İlişkileri ............................... 73
3.1.5.
Enerji ve Enerji Güvenliği..........................................................................78
3.1.6.
Avrupa Birliği ve Bölgesel İstikrar ve Çatışmaların Önlenmesi ...............89
3.2.
01 Ocak 2007 sonrası AB’nin Karadeniz Politikaları................................92
3.3.
Avrupa Birliği ‘nin Karadeniz Politikaları ve Diğer Aktörler........................97
3.4.
Avrupa Birliği Karadeniz Politikalarının Geleceği....................................101
SONUÇ...................................................................................................................105
KAYNAKÇA...........................................................................................................116
EKLER....................................................................................................................121
EK-1 “Karadeniz Sinerjisi” Özet Tercüme.............................................................121
ÖZET......................................................................................................................130
ABSTRACT............................................................................................................134
.
iv
KISALTMALAR CETVELİ
AB
Avrupa Birliği
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
AGİT
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
AGSP
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikaları
AKKA
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması
BDT
Bağımsız Devletler Topluluğu
BIO
Barış İçin Ortaklık
BLACKSEAFOR
Karadeniz Deniz Kuvveti
BOP
Büyük Orta Doğu Projesi
CBC
Cross Border Cooperation- Sınır ötesi İşbirliği
CDC
Community of Democratic Choice- Demokratik Tercih Topluluğu
ENP
European Neighbourhood Policy- Avrupa Komşuluk Politikası
ENPI
European Neighbourhood Policy Instrument
EUBAM
European Union Border Assistance Mission- AB Sınır yardım
Misyonu
GU(U)AM
Gürcistan, Ukrayna (Özbekistan), Azerbaycan ve Moldova’dan
oluşan bölgesel işbirliği Örgütü
INOGATE
Interstate Oil and Gas Transport to Europe
KEİÖ
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü
KUH
Karadeniz Uyum Harekatı
MAP
Membership Actions Plans
NATO
North Atlantic Treaty Organization
NGO
Non Governmental Organization- Sivil Toplum Örgütü
OPEC
Oil Producing and Exporting Countries
PAP
Ortaklık Eylem Planı- Partnership Action Plan
PCA
Ortaklık ve İşbirliği Antlaşmaları
RF
Rusya Federasayonu
SECI
South East European Cooperation Inıtiative
SSCB
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği
STANAVFORMED NATO Akdeniz Daimi Deniz Gücü (Standing Naval Force For
Mediterrenean)
v
TACIS
Technical Assistance to the Commonwealth of Independent
States
TRACEA
Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia
vi
HARİTA VE TABLOLAR CETVELİ
Harita 1
Kalpgah ve Kenar Kuşak Ülkeleri.................................109
Harita 2
Romanya’daki ABD Üsleri............................................109
Harita 3
Bulgaristan’daki ABD Üsleri.........................................110
Harita 4
Moldova Transdinyeste Bölgesi...................................110
Harita 5
Gürcistan Abhazya ve Osetya Bölgesi.........................111
Harita 6
Nahcıvan ve Karabağ Bölgesi......................................111
Harita 7
TRACECA Ulaşım Ağları
Harita 8
INOGATE Doğalgaz Hatları..........................................112
Harita 9
INOGATE Ham Petrol Hatları......................................113
Harita 10
Karadeniz Bölgesinden Geçen Doğalgaz hatları..........113
Tablo 1
Dünya Ham Petrol Üretiminin Bölgelere Göre dağılımı...114
Tablo 2
Bölgenin Kanıtlanmış Petrol Rezervleri...........................114
Tablo 3
Bölgenin Kanıtlanmış Doğalgaz Rezervleri.....................115
Tablo 4
Bölge Ülkelerinin Petrol Ve Doğalgaz Kaynakları............115
..................................112
GİRİŞ
Eski dönemlerde “Pontus
Euxinus”
(Konuksever
Deniz)
olarak
adlandırılan Karadeniz, sadece denizi ile değil, kıyıları ve burada yaşayan
insanları ile de özel bir bölgedir.
Bu özel bölge, dünya politik gündeminde uzun bir ihmal döneminden
sonra tekrar önem kazanmıştır. Bu önem Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı
İmparatorluğu
arasındaki
çekişmeler
döneminde
olduğundan
büyük
farklılıklar arz etmektedir. Bu farklılıkların temelinde artık Karadeniz’e kıyıdaş
bir çok ülke olmasının yanısıra, bölge harici büyük güçlerin de bu bölgeye
yönelik emelleri olması nedeniyle gösterdikleri ilgi yatmaktadır.
Sovyetler
Birliğinin
dağılmasının
ardından,
Batının
Karadeniz
bölgesinde günden güne artan nüfuzu Karadeniz Bölgesi için yeni bir tarih
yazılması anlamına gelmektedir. Zira Karadeniz Bölgesi tarihinde daha önce
hiç yer almamış iki batılı gücün (ABD ve AB) dönüşüm baskısıyla karşı
karşıya kalmıştır.1
Soğuk Savaş ve öncesinde uzun zaman dünyanın diğer bölgelerindeki
gelişmelerin gerisinde kalarak politik gündemde önemli bir konuma sahip
olamayan Karadeniz Bölgesi, Soğuk Savaşın bitişini simgeleyen SSCB’nin
dağılmasından sonra önem kazanmaya başlamıştır. Bu önem artışı
1990’ların ilk yıllarında bölgenin hemen yakınındaki Yugoslavya ve Balkan
krizleri nedeniyle gölgelenmiş olsa dahi, dünyanın dikkatinin bu bölgeye
yoğunlaşması nedeniyle Karadeniz Bölgesi de bu dikkatten pay almıştır.
1
Hasan KANBOLAT: “Türkiye Karadeniz’de yeni ufuklara yelken açmak istiyor”, Avrasya Dosyası,
Cilt 13, No1,(2007),74
2
Ancak dünyanın asıl bölgeye ilgisini çeken olaylar 11 Eylül ve
sonrasında yaşanan gelişmelerdir. ABD’nin terörle mücadele kapsamında
başlatmış olduğu Afganistan ve Irak harekatları Karadeniz’i gündemin en üst
sıralarına taşımıştır.
Karadeniz Bölgesi’nin bu artan öneminde en büyük faktör; SSCB’nin
dağılmasının ardından bölgede ortaya çıkan devletler ve bu devletlere
yönelik Batının ve Rusya Federasyonu (RF)’nun politikalarının çatışması ve
bölgenin bir rekabet alanı haline gelmiş olmasıdır
Karadeniz Bölgesinin yeni devletleri olan Ukrayna ve Gürcistan’ın yanı
sıra Varşova Paktından ayrılmalarından çok kısa bir süre içinde NATO ve AB
üyeliklerini kazanan Bulgaristan ile Romanya, bir yandan bölgenin eski
hegemonu RF’na karşı egemenliklerini güçlendirme çabasında diğer yandan
da bölgeye her geçen gün artan şekilde ilgi gösteren ABD ve AB’nin
politikalarını kendi çıkarlarına göre şekillendirerek avantaj sağlamaya
çalışmaktadır.
Bölgede etkin olmaya çalışan aktörlerin çoğalması sonucunda bölgenin
coğrafi tanımlanmasında da bir kaç farklı yorum ortaya çıkmıştır. Öncelikle
bölgenin iki güçlü yerel aktörü olan RF ve Türkiye sadece kıyıdaş ülkeleri
kapsayan “Karadeniz” bölgesini empoze ederlerken, ABD ve AB, Karadeniz’e
kıyıdaş olmayan ancak bölgedeki her türlü gelişmeden etkilenen, Moldova,
Ermenistan ve Azerbaycan gibi ülkeleri de kapsayan “Geniş Karadeniz”
yorumunu kabul etmiştir.
Bölgesel aktörler olan RF ve Türkiye, Karadeniz’in dış güçlere
kapalılığını garantiye alan Montrö Sözleşmesinin delinmemesi için güç
birliğine girmiştir. ABD ise tüm dünya denizlerinde olduğu gibi Karadeniz’de
de serbest seyretme ve donanma bulundurma hakkını elde etmek için
çabalamaktadır. Ancak ABD artık bu çablarında tek başına değildir. Özellikle
Bulgaristan ve Romanya’nın AB üyeliklerinin ardından uluslar üstü bir
3
organizasyon olan AB’nin de bir “Karadeniz gücü”2 olarak değerlendirilmesi
gerekip gerekmeyeceği tartışılmaya başlanmıştır.
Bu hassas ve faydalanmaya açık bölgeye, hemen yanı başında
gelişmekte olan siyaset sahnesinin diğer önemli oyuncusu AB de kayıtsız
kalmamıştır. Orta Avrupa’nın entegrasyonundan sonra eski Doğu Bloğu
ülkeleri olan Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkeleri de zaman içinde birliğe
alınarak, AB Karadeniz’e kıyıdaş olmuştur. Bu aşamaya gelene kadar da
AB'nin, Karadeniz’e tamamıyla ilgisiz olduğu söylenemez. Ancak bu ilgi
genel olarak ekonomik temelde kalmış ve çok sınırlı olmuştur. Bölge
ülkelerine yapılan destekler, özellikle Balkanlar’daki kötü tecrübelerden
sonra bu bölgedeki “donmuş” kriz bölgelerinde3 yeni bir “Kosova” veya
“Bosna Hersek“ olayı yaşamamak için etkin olmayı hedeflerken, bu bölgeden
çıkan veya transit geçen enerji kaynaklarına olan bağımlılık nedeniyle bu
transit hatlarının kontrolünde söz sahibi olmak ve Rusya’nın kontrolünü
azaltmak için AB çeşitli faaliyetler yapmış -yapmaktadır.
Bu çalışmada; 1 Ocak 2007 tarihinde gerçekleşen 6nci genişlemeyle,
Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri sonrasında, AB’nin Karadeniz’e
kıyıdaş olması nedeniyle, bu güne kadar izlemiş olduğu Karadeniz
politikalarında olan/olabilecek değişiklikler ele alınmıştır. Karadeniz’in hem
AB hem de dünya jeopolitiği açısından önemi vurgulanarak, diğer önemli
aktörlerin de bu bölgeye olan ilgileri ve izledikleri politikalara da kısaca
değinilerek, AB ile diğer aktörlerin ortak ve çekişen çıkarları irdelenmiştir.
Ülkemizin de içinde olduğu bu çok aktörlü politik güç savaşında
Karadeniz Bölgesinde etkili olmaya çalışan bölgesel ve bölge dışı aktörlerin
2
AB Moldova Özel Temsilcisi Peter Semneby’nin 18 Mayıs 2007’de ODTÜ’deki konuşmasına atfen,
David BARCHAD:”Dipping a toe in the Black Sea”, Defense & Security Analysis (2006), cilt 2,
sayı,22, 204
3
Vladimir SOCOR: “Frozen Conflicts: A Challenge To Euro-Atlantic Interesrs”, A New EuroAtlantic Strategy for the Black Sea Region, Der. Ronald D. Asmus, (Washington; The German
Marshall Fund of the U.S., 2004),128.
4
izlemekte oldukları politikaların incelendiği
bu çalışma kapsamında
“Karadeniz Bölgesi “ terimi; kıyıdaş ülkeler ile birlikte Moldova, Azerbaycan
ve Ermenistan’ı da kapsayan politik bölgeyi ifade etmek için kullanılmıştır.
5
BİRİNCİ BÖLÜM
KARADENİZ BÖLGESİNİN DÜNYA POLİTİKASINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
akın ve uzaktaki devletler tarafından fark edilmiş ve bu önemli bölgeye sahip
olmak veya kontrol etmek için savaşlar verilmiştir.
Aslında coğrafi olarak küçük bir alana yayılmış bulunan
Karadeniz
Bölgesi tarih boyunca büyük göçlere tanık olmuş, çevresinde etki alanı
kuran Bizans, Osmanlı ve Rus İmparatorluğunun zaman içindeki güç
mücadelerine sahne olmuştur. “Tarihsel olarak Latinlerin Pontus Euxinus
olarak adlandırdıkları Karadeniz her zaman bir geçiş bölgesi ve kavşak
olmuştur. Sırasıyla bir Roma gölü, Rus – Osmanlı etki alanı, bir koridor, bir
köprü fakat aynı zamanda da bir tampon, bir ara bölge olmuştur.”1
1.1 Karadeniz Bölgesinin Artan Önemi
:
Karadeniz Bölgesinin tarihi Asya, Avrupa ve Afrika arasında kavşak
noktasında bulunması ile şekillenmiştir. Bir çok su ve karayolunun buradan
geçiyor olması bölgenin kontrolünü de büyük güçler için önemli kılmıştır. Bir
açık deniz olarak adlandırılamasa dahi Karadeniz, Tuna, Don ve Volga
nehirleri ile önemli trafik güzergahlarına bağlanmakta, ayrıca doğu ile batıyı,
kuzey ile güneyi birleştiren kara yollarını da bünyesinde barındırmaktadır. Bu
yollar ilk çağlardan bu yana hem ticaret hemde askeri maksatlarla
kullanılmıştır.
Bu bölgede istikrar genelde bir güç merkezi (önce Bizans ardından
Osmanlı
ve
daha
sonra
Rus/Sovyet
İmparatorluğu)
tek
hakimken
sağlanmıştır birden fazla güç merkezi olan zamanlarda ise genelde savaş ve
1
Jean DUFORC: “The Role of the wider Black Sea Area in a future European Security Space”,
Rome National Defence College, Occasional Paper 10,(2004),12
6
istikrarsızlıklar baş göstermiştir.2 Bölgenin tarihi boyunca bir güç merkezinin
etkin olduğu dönemler daha ağırlıkta olmuştur ancak bu istikrarlı dönemler
aynı zamanda bölgenin dış etkilere de kapalı olduğu dönemler olmuştur.
Bizans döneminde kıyılarına yerleştirilen yunan kolonileri ile gelişen
ticaret ve kültür yaşamı Osmanlı döneminde dış ticaret ve etkilere kapalı bir
şekil almıştır. Soğuk Savaş döneminde ise ABD’nin çevreleme politikalarının
sonucunda SSCB’nin güneye inişinin boğazlarda bir batılı müttefik
tarafından kontrol edildiği bir tampon bölge olmuştur.
Soğuk Savaş dönemine kadar olan tarih sürecinde Osmanlı’nın
zayıflayıp Rus çarlığının yükselme dönemleri hariç bu bölge politik olarak
bölge dışı güç merkezlerinin dikkatini pek çekmemiştir. Rus çarlığının
güçlenmesi sonrasında sıcak denizlere inmek hedefi izlemeye başlaması
neticesinde, özellikle İngiltere’nin Akdeniz üzerinden Mısır ve Hindistan’a
ulaşan ticaret yollarına hakimiyetine olumsuz etki edebilecek bu gelişme
başta İngiltere olmak üzere Batının, Rus İmparatorluğunu önlemek üzere
bölgeyle ilgilenmesine yol açmıştır.
İngiltere, öncelikle zayıf da olsa bir Osmanlı devletinin mevcudiyetini
devam ettirerek bölgede tampon vazifesi görmesini sağlamış, Boğazların
kapalılığı ilkesinin garantörü olarak güçlü Rus donanmasının Akdeniz’e
inmesini engellemeyi başarmıştır. Politik manevralar yeterli olmadığında da
Kırım harbinde olduğu gibi askeri manevra ile Rusları Karadeniz’de tutmayı
başarmıştır.
Soğuk savaş döneminde de Batının Karadeniz Bölgesine olan ilgisi
sadece SSCB’nin güneye inmesinin engellenmesi ile sınırlı kalmıştır. Anılan
dönemde
titizlikle
gözetilen
güç
dengesi
nedeniyle
SSCB’nin
kabullenemeyeceği bir politik manevra olan uydu devletlere müdahale
2
Mustafa AYDIN: “Europe’s New Region: The Black Sea in the Wider Europe Neighbourhood”,
Southeast European and Black Sea Studies, Cilt. 5, No. 2, (Mayıs 2005),258
7
etmek Batılı devletlerin gündemine girmemiştir. Batının müttefiki olarak
Türkiye Karadeniz’de bekçilik görevini üstlenmiş, SSCB’nin çevrelenmesi
Karadeniz’de de devam etmiştir.
Soğuk savaş sırasındaki diğer politik gelişmeler nedeniyle nispeten
sorunsuz bir dönem geçiren Karadeniz Bölgesi gündemin arka sıralarında
kalmış ve layık olduğu ilgiyi görmemiştir.
Karadeniz
Bölgesinin
bu
dönemde
yeterli
ilgiyi
görmemesinin
göstergelerinden birisi de dönem içindeki uluslar arası ilişkiler alanında
yapılan akademik çalışmalarda dahi özel olarak Karadeniz Bölgesi başlığı
altında çalışmalar bulunmamasıdır.3 Karadeniz Bölgesi genel olarak söz
konusu dönemde yapılan akademik çalışmalarda, Orta Doğu, Kafkaslar gibi
çalışma konularının bir alt alanı olarak yer almıştır.
Soğuk savaşın sona ermesinin ardından dahi Karadeniz hemen
gündemde üst sıralara tırmanmamıştır. Özellikle Yugoslavya krizi nedeniyle
batının dikkati Karadeniz’in yakınında olan bu bölgeye yoğunlaşmış ve
Karadeniz yine ikinci planda kalmıştır. Bu dönemde AB bölgeyle ekonomik
olarak ilgilenmeye başlamışsa da bu ilgi politik alana yönelmemiştir.
Batının Karadeniz Bölgesi’ne ilgisinin yoğunlaşması 11 Eylül olayları
sonrasında ABD’nin Afganistan ve Irak harekatları için bu bölgede
kullanabileceği ileri üsler araması ile başlamıştır. 11 Eylül olayları batı
dünyasına tehlikenin artık Kıta Avrupa’sı veya Amerika’dan değil bu
bölgelerin uzağından; Büyük Orta Doğu olarak tanımladıkları Orta Asya ve
Orta Doğudan gelebileceğini ve batının sınırları içindeki istikrar ve güvenliği
tehdit edebileceğini göstermiştir.4
3
Ronald D.ASMUS ve Bruce P. JACKSON: “ The Black Sea and The Frontıers Of Freedom”,
A New Euro-Atlantıc Strategy For The Black Sea Region, Der, Ronald ASMUS, Konstantin
DİMİTROV, Joerg Forbrig German Marshal Fonu Yayını, (2004),18
4
Ronald D.ASMUS ve Bruce P. JACKSON: “ The Black Sea and The Frontıers Of Freedom”, 17
8
Bu yeni gelişme aynı zamanda ülkelerin sadece kendi sınırları içinde
güven ve istikrar sağlamalarının yeterli olmadığını, küreselleşmenin yan
etkisi olarak çevreden kaynaklanan tehditlerin, batılı ülkeleri içlerinden
vurabileceğini
de
göstermiştir.
Bu
nedenle
batılı
ülkeler
öncelikle
yakınlarında bulunan ve SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan -failed
state5 - zayıf devletler olarak tanımladıkları devletlerin istikrarı için çaba
göstermek gerektiğinin farkına vardılar.
Batılı kaynaklara göre Karadeniz Bölgesinin son dönemde önem
kazanmasının birbirleri ile alakalı 3 ayrı sebebi bulunmaktadır. “İlk olarak
Romanya ve Bulgaristan başta diğer Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin, AB ve
NATO’nun genişlemesinin batı kıyılarında son bulmaması, genişlemenin
mümkünse Karadeniz’in doğu kıyılarına kadar devam etmesi gerektiğini
düşünmeleri ve bu doğrultuda kamuoyu oluşturmalarıdır. Başta ABD olmak
üzere bu görüşü paylaşan ülkelerin sayısı hızla artmıştır.
İkinci faktör ise Batının stratejik olarak Avrupa’daki çatışmalardan
uzaklaşarak terör ve Geniş Orta Doğu olarak adlandırılan coğrafyadan
kaynaklanan istikrarsızlıklara odaklanmasıdır.
Karadeniz Bölgesini dünya
politikasında önem kazanmasında etken olan son faktör ise dünyanın ve
özellikle
Batının
artan
enerji
ihtiyacının
karşılanmasında
Karadeniz
Bölgesinin kazanmış olduğu önemdir.”6
1.2. Karadeniz Bölgesi’nin Farklı Coğrafi Tanımlamaları:
SSCB’nin dağılması sonrasında; Karadeniz kıyısında Ukrayna, ve
Gürcistan’la birlikte Karadeniz’in hinterlandında ancak kıyılardaki her
gelişmeden eşit derecede etkilenen Moldova, Ermenistan ve Azerbaycan gibi
5
Gareth WİNROW,: “Geopolitics and Energy Security in the Wider Black Sea Region”, Southeast
European and Black Sea Studies, Cilt. 7, sayı 2, (Haziran 2007),220
http://www.informaworld.com/smpp/title~content=t713634533
6
Ronald ASMUS: ‘Next Steps in Forging a Euroatlantic Strategy for the Wider Black Sea’, Çev. Gül
Aral, Avrasya Dosyası, Cilt 13, sayı 1, (2007),11-15
9
yeni ülkeler ortaya çıkmıştır. Yeni ülkeler ile birlikte bölgenin tanımı ve
kapsamı konusunda yeni ve farklı görüşler ortaya atılmıştır. Türkiye ve RF
gibi yerel aktörler bölgeyi sadece kıyıdaş ülkeler ile tanımlarken, etki alanını
genişletme hedefinde olan ABD ve AB bölgeye; “Geniş (Wider) Karadeniz
Bölgesi” veya “Büyük (greater) Karadeniz Bölgesi“ gibi tanımlamalar getirmiş,
kıyıdaş olmayan Azerbaycan, Ermenistan gibi ülkelerin yanı sıra Hazar
Bölgesi ülkelerini de bölgeye dahil etmeye çalışmışlardır.
Bazı yorumcular Karadeniz’in bölgesel algılamasında farklılık ve
karışıklıkların önemli bir rolü olduğunu belirtmiştir.
Bölünmüşlük bölgeyi
politik bir yapı olarak tanımlar ve coğrafi bir tanım üzerinde anlaşılmamış
olması ile bu durum iyice belirginleşir. Bölgeyi sadece kıyıdaş devletlerle
sınırlandıran küçük bir grup mevcut iken, diğer bir geniş kabul gören anlayış
ise tüm KEİÖ üyelerinin dahil edildiği bir bölge tanımıdır. Aynı zamanda
donmuş çatışmalara müdahil harici aktörler nedeniyle de Güney Kafkaslar ve
Güney Doğu Avrupa ülkelerinin de dahil edildiği “daha geniş” bir Karadeniz
Bölgesi tanımı gerekmektedir.7
Bölgenin
sınırlarının
tanımlanmasında
özellikle
bölgesel
başat
aktörlerce (RF ve Türkiye); kıyıdaş olan ülkeler (Bulgaristan, Romanya,
Ukrayna, RF, Gürcistan ve Türkiye) esas alınırken dış aktörlerce daha çok
jeopolitik ve jeostratejik mülahazalarla kıyıdaş ülkelere ek olarak, kimi komşu
ülkeleri de dahil eden bazen de birini dahil ederken başka birini (tamamen
subjektif sebeplerle) hariç tutan tanımlar geliştirilmiştir.
Bölgenin en büyük ve etkin bölgesel organizasyonu olan Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ), aynı zamanda en geniş kapsamlı
Karadeniz Bölgesi tanımını da içermektedir. Bu örgüte kıyıdaş ülkelerin yanı
sıra Yunanistan, Sırbistan, Arnavutluk gibi coğrafi olarak Karadeniz dışından
7
Razvan UNGUREANU:‘Remarks on a Security Concept for the Wider Black Sea Area’, NATO
Defense College Occasional Paper, 11/1 (2005),31.
10
ülkeler de dahil edilmiştir.8 KEİÖ’nün kuruluşunda öncü rol oynayan Türkiye
de kısıtlı Karadeniz Bölgesi tanımını benimsemesine rağmen örgütün etkin
olabilmesi için geniş katılımı desteklemiştir.
Daha çok AB’ne yakın kaynaklarca Geniş Karadeniz Bölgesi olarak;
kıyıdaş ülkelerin yanında, Balkanlarda Moldova, Makedonya, Arnavutluk,
Bosna-Hersek, Hırvatistan, Güney Kafkasya’da Azerbaycan ve Ermenistan
gibi ülkeler kastedilirken, ABD bu tanımı biraz daha genişletmektedir. ABD,
Karadeniz’e yönelik oluşturduğu politikalarda Karadeniz’i, bir “havza” olarak
değerlendirmekte, Büyük Orta Doğuya benzer bir biçimde, “Geniş Karadeniz
Bölgesi” adı altında kurgulamaktadır.
Bu kurguda Geniş Karadeniz Bölgesinin doğu ayağını, Avrupa-Atlantik
sistemini Hazar ve Orta Asya’daki enerji yataklarıyla birleştiren Avrasya enerji
koridoru oluşturmaktadır. Bu, Karadeniz’e kıyısı bulunmayan Azerbaycan ve
Ermenistan’ın
Karadeniz
havzasına
dahil
edilmesi
sonucunu
ortaya
çıkarmaktadır. Geniş Karadeniz Bölgesinin iz düşümü Kuzey - Batı
ekseninde ise Karadeniz’e akan büyük ticari nehirlerin, yani Tuna, Dinyeper
ve Dinyester’in geçiş yollarına kadar uzanmaktadır. ABD kaynaklarında
Geniş Karadeniz Bölgesi olarak “Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna,
Rusya Federasyonu ve Gürcistan’ın yanı sıra, Moldova, Ermenistan,
Azerbaycan, hatta Estonya, Letonya ve Litvanya da sayılıyor”.9
AB ve ABD’nin bu çok geniş kapsamlı tanımlarına karşın genel olarak;
Karadeniz Bölgesi tanımına 6 kıyıdaş ülkenin yanı sıra Moldova, Ermenistan
ve Azerbaycan gibi ülkelerin de katılması yönünde bir eğilim vardır ve bu
çalışmada da Karadeniz Bölgesi tanımına bu ülkeler dahil edilmiştir.
8
KEİÖ’ne 12 ülke üye olup, (Türkiye, RF, Ukrayna, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Gürcistan,
Moldova, Ermenistan, Azerbaycan, Sırbistan, Arnavutluk) Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Fransa,
Almanya, İtalya, Polonya, Slovakya, Belarus, Hırvatistan, İsrail, Tunus, ABD ve AB de gözlemci
statüsüne sahiptir.
9
Erhan TÜRBEDAR:”Karadeniz’de değişen Dinamikler, Bulgaristan ve Romanya’nın Rolleri”
Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1,(2007), 227
11
1.3. Karadeniz Bölgesinin Jeostratejik Önemi
:
Karadeniz ve Karadeniz Havzası mevcut en önemli iki jeostratejik
görüşün de dünyanın kontrolü için etki altına alınması gereken bölge olarak
işaret ettiği coğrafi bölgede yer almaktadır. Bu alandaki en tanınmış teori
olan, McKinder’in Dünya Adasının ve Dünya’nın kontrolü için şart koştuğu
Heartland (Kalpgah), Karadeniz Havzasına dayanmaktadır. (Harita1)
Diğer önemli teori olan Spykman’ın Kenar Kuşak Teorisinin işaret ettiği
kuşağın önemli bir kısmı ise artık Karadeniz kıyısındaki küçük devletler
tarafından işgal edilmektedir. Özellikle son dönemde artan önemi nedeniyle
çevresel konumundan merkezi konuma kayan Karadeniz Bölgesinin, artık
kalpgahın içinde olduğunu söylemek dahi mümkündür. Dolayısıyla dünya
hakimiyetine giden her iki yol da Karadeniz ve Karadeniz Havzasının
kontrolünü gerektirmektedir.
Bu kadar önemli bir bölgenin neden hak ettiği öneme daha önce
kavuşmamış
olması
Soğuk
Savaş
dengelerinden
kaynaklanmıştır.
Karadeniz Bölgesi 1989 yılına kadar iki blok arası tampon bölge görevini
üstlenmiştir. Soğuk Savaş döneminde Karadeniz Bölgesine verilen önemin
sadece bu göreve indirgendiği ve dünyada yaşanan diğer gelişmeler
nedeniyle Karadeniz Bölgesinin gündemde olmadığı bir dönem yaşanmıştır.
1989 sonrası dönemde özellikle Yugoslavya’nın dağılması ardından
yaşanan olaylar
Batının dikkatini bu bölgeye yöneltmiştir. Yugoslavya
krizinin çözümü ve NATO’nun son genişlemesi ile Karadeniz Bölgesi, Batı
dünyasında tekrar ön plana çıkmıştır.
Özellikle 11 Eylül ve ardından yaşanan diğer terör olayları Batı
dünyası için asıl tehlikenin Amerika veya Kıta Avrupası’nın içinden değil
daha ötelerden, Büyük Orta Doğu olarak tanımlanan bölgeden geleceğini
12
işareti olarak algılanmış ve Karadeniz Bölgesi’ni Batı dünyasının ilgi alanının
merkezine oturtmuştur.
Enerji ithalatını büyük ölçüde Orta Doğu’dan sağlayan devletler,
özellikle 11 Eylül saldırıları ile enerjinin güvenlik boyutunu gündeme
getirmeye başlamıştır.
Batının ana tedarikçisi konumunda olan Orta
Doğu’ya alternatif enerji kaynakları arama çalışmalarına önem vermişlerdir.
Bu yüzden, petrol rezervlerine sahip olan Hazar devletleri ile iyi ilişkiler
kurmanın, bu devletlerin iç istikrarını desteklemenin, Batının çıkarlarına
uygun olduğu fikri batılı devlet adamlarının politikalarında etkin olmuştur.
Rus petrolü ile Hazar havzasından çıkarılacak petrolün önemli kısmı, batıya
Karadeniz’den aktarılacağı için, Karadeniz, geçiş koridoru olarak da önem
arz etmektedir. Petrolün geçiş yolu olarak Karadeniz’in güvenliğinin
sağlanması,
düzenli
petrol
aktarımının
sağlanıp
petrol
fiyatlarının
dalgalanmasının engellenmesi de Batı için önemli duruma gelmiştir.
“Bölgedeki çoğu batı menşeili büyük petrol şirketlerinin varlığı, Batının
Hazar
petrollerine
Karadeniz
üzerinden
ulaşmasının
öneminin
bir
göstergesidir. Bölgede meydana gelen her türlü gelişim batıyı da etkiler.....
Büyük ölçekli petrol/gaz transferi bölge ülkelerinin ekonomilerine katkı
sağlarken, boru hatlarının büyük kısmını kontrol edecek gücün, sadece
Karadeniz ve Hazar bölgesinde değil global ölçekte de artan etkisi
olacaktır.”10
10
Mustafa AYDIN: “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region after EU Enlargement”,
Occasional Paper, No:53 ,(EU Institute For Security Studies, Haziran 2004),7
13
İKİNCİ BÖLÜM
DİĞER AKTÖRLERİN KARADENİZ POLİTİKALARI
Karadeniz’in tekrar politik gündemin en üst sıralarına tırmanmasının
ardındaki -diğer etkenlerin de arkasında yatan- en önemli sebep; bu
bölgenin
artık
çok
aktörlü
bir
politik
oyuna
sahne
olmasından
kaynaklanmaktadır. Günümüzde Karadeniz’de 3 çeşit çıkar çatışması
yaşanmaktadır;
• Batı ülkelerin çıkarları - küçük nüanslarla ayrılmış olsa da ABD ve
Avrupa
Birliği’nin
çıkarları
bölgenin
değişim
ve
transformasyonu
gerektirmektedir.
• Eski Sovyetler Birliğini temsilen Rusya Federasyonu (RF) ve
Türkiye’nin gün geçtikçe biribirine yakınlaşan ve bölgenin dış güçlere
kapalılığını ve status quo’yu savunan politikaları.
• Bölgenin nispeten küçük ülkelerinin çıkarları ise daha farklı olup çok
değişik beklentileri bulunmaktadır. Ukrayna, Gürcistan ve Moldova, RF
etkisinden kurtulmak ve batıya yaklaşmak isterken, Azerbaycan, NahçıvanKarabağ ekseninde şekillenen kendi politik gündemini izlemektedir.11
Asıl konumuz olan AB’nin bölgeye yönelik politika ve faaliyetlerine
değinilmeden önce
karşılaştırma
yapabilmek ve ortak/çelişen çıkar
noktalarını ortaya koyabilmek adına bölgeyle ilgili başta ABD ve RF olmak
üzere diğer ülkelerin politikalarına değinilmiştir.
2.1. ABD’nin Karadeniz Politikaları
:
ABD Soğuk savaş döneminden itibaren SSCB’ni çevreleme politikası
kapsamında Karadeniz bölgesi ile ilgilenmiştir, ancak bu dönemde
Karadeniz politikalarını Türkiye’nin mevcudiyeti ile sürdürmüş, dönemin
11
Ognyan MINCHEV: “Major Interests And Strategıes For The Black Sea Regıon”, Framework
Analytical Review,( Sofya, Eylül 2006),3
14
şartları gereği dengeleri bozmamak adına sovyet coğrafyasına doğrudan
müdahalelerde bulunmamıştır.
2002’de açıklanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde, Karadeniz ve
Hazar bölgesi sadece doğalgaz ve petrol rezervleriyle12 değil; Hindistan,
Pakistan ve Güney Doğu Asya pazarlarına açılmak için de önemli bir yol
olarak kabul edilmiştir. Bu bilgiler ışığında ABD’nin temel amacı, bölgedeki
güç dengesini kendi lehine çevirmek ve Rusya’nın bölgedeki siyasi,
ekonomik ve askeri etkisini azaltmak olarak özetlenebilir. Diğer önemli bir
amacı ise SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan devletleri Avro-Atlantik
Bloğuna bağlamaktır.
SSCB’nin yıkılması sonrasında SSCB’den ayrılan cumhuriyetleri batı
demokrasilerine yaklaştırmak adına bu bölgelerdeki reformları, bölgede
faaliyet gösteren Sivil Toplum Örgütleri (NGO’lar) vasıtasıyla destekleyen
ABD’nin bölgeye olan ilgisi, 11 Eylül sonrasında terörle mücadele
kapsamında yeni bir şekil almıştır.
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Kafkaslar üzerinden Orta Asya
Cumhuriyetlerine uzanan etki alanları yaratma projesinde de Karadeniz
havzası büyük önem taşımaktadır. Afganistan harekatında; Özbekistan ve
Kırgızistan’da üsler tesis ederek bu projenin başlangıç aşamasını
gerçekleştiren Amerika, Irak harekatında kuzeyden giriş için Türkiye’den
gerekli onayı alamadığı için zorlanmıştır. Bu durum; Orta Asya ve Orta
Doğu’ya, Avrupa’dan erişim yollarının Karadeniz Bölgesi’nden geçmekte
olduğunu gösteren bir örnektir.
12
Bölgenin kanıtlanmış petrol rezervleri Energy Information Association (US Department of
Energy) (EIA) verilerine göre 17- 49 milyar varil olarak hesaplanmaktadır. Bkz. Tablo 1, Doğalgaz
rezervleri ise 232 trilyon ft3 olarak hesaplanmaktadır. Bkz. Tablo 2
15
Bu gerçeğin bilincinde olan ABD, “Genişletilmiş” Karadeniz Bölgesi
olarak adlandırdığı, Hazar Denizi ve kıyılarını da kapsayan bu coğrafyaya
yönelik politikalar geliştirmektedir.
ABD’nin Karadeniz Bölgesine olan ilgisi ve politikaları uygulamalarda
zaman zaman değişiklikler yaşansa bile değişmeyen üç ana hedefle
özetlenebilir.
• Bölgenin enerji kaynaklarının güvenliğini temin etme arzusu,
• Krizleri çözme ve bölge ülkelerinde demokrasi kurmak,
• Radikal teröristlerin bölgede bir dayanak noktası elde etmesine engel
olmak.
ABD, Karadeniz ve Kafkaslarda ortaya çıkan yeni devletlerin Batı
yanlısı hükümetler tarafından yönetilmesi, bu ülkelerde demokrasi, insan
hakları gibi değerlerin yerleşmesi için yoğun faaliyet içinde olduğunu iddia
etmektedir.
Bunun
nedenlerini
ise
11
Eylül
sonrası
gelişmelere
dayandırmaktadır. ABD, 11 Eylül sonrası dünyadaki karışıklık bölgelerinden
küresel terörün beslendiğini öne sürerek bu tür devlet yönetiminde boşluk
olan veya ayrılıkçı bölgeler nedeniyle sorun yaşayan ülkelerde güçlü,
otoritesini sağlamış ancak demokrasi ve insan haklarına da saygılı
yönetimleri başa geçirmek için renkli devrimleri açık/gizli desteklemiştir.
Özellikle Gürcistan ve Ukrayna’da kendine yakın hükümetleri başa geçirme
hedefinde başarılı olmuştur.
Karadeniz Bölgesi ülkeleri, RF’nun “yakın çevre”13 olarak adlandırdığı
ülkelerdir ve ABD buralarda kendi taraftarı hükümetler yaratarak, RF’nu
çevreleme politikasına da devam etmekte olduğunu göstermektedir. Bu
durum ise doğal olarak RF’nun tepkisini çekmektedir. Rusya’nın son yıllarda
özellikle Ukrayna ve Gürcistan ile yaşadığı sorunların arkasında ABD’nin
13
Fabrizio TASİNARDİ : "A Synergy for Black Sea Regional Cooperation: Guidelines for an EU
Initiative", Center for European Policy Studies, CEPS Policy Brief, No:105 (2006),2
16
manevralarına karşılık verme ve eski etki alanını geri kazanma çabaları
bulunmaktadır.
ABD Afganistan harekatı sırasında, Kırgızistan ve Özbekistan’da üsler
elde etmiş ve Orta Asya’ya ulaşan yol üzerinde bir köprübaşı elde etmiştir.
Benzer durum Gül devrimini desteklediği Gürcistan ve Azerbaycan’da da
gerçekleşmiştir. Özellikle Azerbaycan’da resmi olarak belirtilmese de
bakım/onarım
maksatları
ile
temin
etmiş
olduğu
üsleri
sayesinde
Karadeniz’in doğu sahillerinde mevcudiyetini sağlam zemine oturtmuştur14.
Tüm kaynaklarda özellikle “Geniş Karadeniz” (Wider Black Sea) olarak
adlandırdıkları coğrafyanın sadece Batı bölümünde eksik kalan askeri
mevcudiyetleri
Romanya
ve
Bulgaristan’ın
2005
yılından
itibaren
sağladıkları tesisler ile tamamlanınca ABD’nin Karadeniz bölgesindeki
askeri mevcudiyeti sağlamlaşmıştır.
Bu iki yeni NATO ve AB üyesi devlet, ABD’nin Karadeniz konusundaki
girişimlerinde
en
büyük
destekçisi
olarak
gözükmektedir.
Özellikle
Romanya, ABD tarafından desteklenen politikalarında Karadeniz’i bir
numaralı gündem maddesi haline getirmek ve bu bölgedeki tüm girişimlerde
inisiyatif sahibi olmak için aşırı çaba göstermektedir.
ABD’nin 11 Eylül öncesi Karadeniz bölgesinde başlatmış olduğu
girişimlerin birincisi 1994 yılında Romanya ile NATO kanalıyla imzalanan
Barış İçin Ortaklık (BİO) Anlaşması olmuştur. NATO üyeliğinin öncesinde
aday ülkeleri NATO standartlarına hazırlamak hedefini taşıyan bu anlaşma
Romanya’nın Batıyla entegrasyonunun da ilk safhasıdır ve anlaşmanın
imzalanmasında ABD’nin etkisi büyük olmuştur. Daha sonra diğer
Karadeniz ülkeleri olan Bulgaristan, Ukrayna ve Gürcistan ile de BİO
anlaşmaları imzalanmıştır.
14
Kamil AĞACAN: “Karadeniz’e Kafkasya’dan Bakmak”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1, (2007),
216
17
ABD’nin Karadeniz bölgesinde gerçekleştirdiği en somut hareket ise
bölgedeki ülkelerde askeri varlık bulundurmasıdır. Washington yönetimi
Almanya’daki askeri varlığını önemli ölçüde azaltmak ve buradaki birliklerini
Doğu Avrupa ve Orta Asya’ya kaydırarak Orta Doğu ve Afganistan’daki
harekat alanlarına yakın olmak niyetindedir. Bu nedenle kendisine en iyi
olanakları sağlayan Romanya ve Bulgaristan’da çeşitli üs kullanma
anlaşmaları imzalayarak hem Karadeniz hem de Orta Asya’da olan
menfaatlerini temin etme yoluna gitmiştir. Romanya ve Bulgaristan’da elde
edilen bu askeri üsler ABD’nin Orta Doğu, Orta Asya harekat alanlarına
ulaşmak için kullanabileceği bir “sıçrama tahtası” olarak da görev yapacaktır.
Romanya
topraklarında
konuşlanacak
olan
ABD
kuvvetlerinin
faaliyetlerine ilişkin olarak, Romanya ile Amerika Birleşik Devletleri
arasında, 06 Aralık 2005 tarihinde imzalanan giriş anlaşması, 29 Haziran
2006 tarihinde, 268 sayılı kanun ile Romen parlamentosunca onaylanmıştır.
Anlaşma hükümlerine göre, ABD kuvvetleri, Romanya topraklarında üs
kurmayacaktır ancak Romen devletinin sunacağı tesis ve atış/eğitim
alanlarını kullanabilecektir. Romen devletinin, ABD kuvvetlerinin kullanımına
vermiş olduğu; askeri tesis ve eğitim alanları üzerindeki mülkiyet hakkı
saklı olup, bu hak tesislerin bağlı oldukları komutanlıklarca kullanılacaktır.
Romanya’da üçü Köstence bölgesinde (Mihail Kogelniceanu hava üssü,
Babadağ Eğitim alanı, Macin/Smardan Eğitim ve atış alanı) ve birisi Braşov
ili yakınlarında (Karpatların Doğu eteklerinde) Cincu Atış ve Eğitim alanı
olmak üzere 4 üs/tesisi kullanmak üzere izin alan ABD, bu tesislerde 2006
ve 2007 yılı boyunca yaptığı bakım onarım çalışmaları sonrasında, 2007
Temmuz ayından itibaren askerlerini devriye/rotasyon usulüne göre
konuşlandırmaya başlamıştır. (Harita 2)
Öte yandan Nisan 2006 tarihinde Bulgaristan Dışişleri bakanı Ivaylo
Kalfin ve ABD Dışişleri bakanı Condoleezza Rice, 10 yıl geçerli
olmak
üzere, 2500 ABD askerinin Bulgaristan’da konuşlanmasına izin veren,
Savunma İşbirliği Anlaşmasını imzalamışlardır. Bu anlaşmaya göre rotasyon
18
dönemlerinde 30 günü aşmamak kaydıyla asker sayısı 5000’i bulabilecektir
ve ABD askerleri Novo Selo Eğitim alanı, Bezmer Hava üssü ve Graf
Ignatievo Hava Üssünde bulunacaklardır. (Harita 3)
Bulgaristan ve Romanya’nın ABD ile işbirlikçi tutumları ve ABD
liderliğindeki
Irak
Operasyonuna
askeri
olarak
katılımları
-Silahlı
Kuvvetlerinin batı standartlarına göre yetersiz olmasına rağmen-
bu iki
ülkenin 2004 yılında NATO’ya üyeliğini kolaylaştırmıştır.
Karadeniz’deki ABD üsleri konusunda RF’nun endişesini gidermek
üzere tüm resmi söylemlerde bu üslerin Avrupa’daki üsler gibi daimi
olmadığı ve “Amerikan üssü” olmadığı vurgulanmaktadır. İki ülkenin ortak
kullanımına sunulmuş tesislerde geçici personel bulundurulacağı ABD
yetkilileri ve ev sahibi ülkelerce savunulan tezdir. Ancak bu açıklamalar
RF’nu rahatlatmadığı gibi NATO kanadındaki belirsizlikleri de ortadan
kaldırmamıştır. Genel Sekreter Jaap de Hoop Scheffer Bulgar Milli
Radyosuna verdiği bir demeçte; “Bulgaristan’da ABD üsleri açılmasına dair
kararın ABD ve Bulgaristan arası ikili bir anlaşma olduğunu” ve “NATO’nun
bundan nasıl yararlanacağı konusunda bir fikri olmadığını” ifade etmiştir.15
ABD, “Geniş Karadeniz” stratejisinin zeminini oluşturmak için, 2001
yılından itibaren çeşitli platformlarda, özellikle Romanya başta olmak üzere
bölge ülkelerinde seminer, konferans ve sempozyumlar düzenleyerek,
Karadeniz’de tehditler bulunduğunu savunmakta ve "Karadeniz, Karadeniz'e
kıyıdaş
olan
ülkelere
bırakılamayacak
kadar
önemlidir"
söylemini
vurgulayarak Karadeniz’in güvenliğini sürekli gündemde tutmaktadır. ABD,
özellikle Bulgaristan ve Romanya gibi Karadeniz’e kıyıdaş ülkeleri bölgesel
güvenlik ve istikrara katkıda bulunmak maksadıyla, çok uluslu bölgesel
organizasyon ve inisiyatiflerde lider rolü üstlenmeleri için teşvik etmekte,
15
W. Alejandro SANCHEZ: Power and Interest News Report,
http://www.pinr.com/report.php?ac=view_report&report_id=678&language_id=1
(29 Ağustos 2007)
19
şartların müsaade ettiği ölçüde de, bu tür organizasyonlara üye veya
gözlemci statüsünde iştirak etmektedir.
ABD’nin bu kapsamda başlatmış olduğu en önemli girişimlerden birisi
ise Romanya Savunma Üniversitesi bünyesinde kurulmasını planladıkları
“Karadeniz Güvenlik ve İş Birliği Koleji”dir. Söz konusu kolejin kurulması
için, ABD başta Türkiye olmak üzere bir çok ülke ve üniversiteyi teşvik
etmiş, ancak davet edilen ülke ve üniversitelerin koleji desteklememeleri
nedeniyle proje başarılı olamamıştır.16
ABD desteğinde yürütülen bir diğer faaliyet ise “Genişletilmiş Karadeniz
Bölgesi “ Çalışma Grubu ve bu grubun alt faaliyetlerinden olan “Mobil
Temas Timleri”dir. Almanya’da konuşlu Amerikan Düşünce kuruluşu George
Marshall Kurumu ve ABD Avrupa Kuvvetleri (USEUCOM) tarafından
yönlendirilen faaliyetlerde, Mobil Temas Timlerinin amacı; bölge ülkelerinde
gezgin eğiticiler vasıtasıyla, geleceğin liderlerini bölgenin güvenlik sorunları
konularında bilinçlendirmek, eğitici havuzu oluşturmak gibi akademik
amaçlarla ifade edilmektedir. Mobil Temas Timlerinin kurulması çalışması,
sekteye uğrayan Karadeniz Güvenlik ve İşbirliği Kolejinin bir yan kol
çalışması gibi gözükmekte ve Rusya ile Türkiye’nin katılımı için teşvikler
yapılmaktadır.
Karadeniz Bölgesinde Amerikan varlığı 1994 yılından itibaren bir nevi
sessiz sedasız artarak gelişirken 2004 yılında beklenmeyen bir kriz ile bu
durum gün ışığına çıkmıştır. 2001 yılı sonrasında Akdeniz’de NATO çatısı
altında göreve başlayan Etkin Çaba (Active Endeavour) adlı Deniz Görev
Gücünün faaliyet alanının Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesi
girişimlerinin başta Türkiye olmak üzere RF tarafından da engellenmesi ile
Karadeniz deniz alanı tartışma konusu olmuştur.
16
Söz konusu kolejin kurulması ile ilgili ön toplantılara görev gereği katılım sağlanmıştır.
20
Dünyanın tüm denizlerinde donanma bulunduran ABD, NATO çatısı
altında
dahi
burada
tahditsiz
donanma
bulundurmasını
engelleyen
Türkiye’ye karşı bölgedeki en büyük destekçisi olan Romanya ve
Bulgaristan’ı kullanarak bu durumunun hukuki dayanağı olan Montrö
Sözleşmesinin sorgulanmasını başlatmıştır.
Karadeniz Bölgesinin ve özellikle deniz alanının gündemde kalması
için en fazla girişimde bulunan ülke Romanya’dır. Romanya ABD tarafından
“stratejik ortak” olarak tanımlanmakta ve Karadeniz’de inisiyatifi elinde
tutması için
desteklenmektedir.
Aktif Çaba harekatının
Karadeniz’e
genişletilmesi sorununda Türkiye tarafından Karadeniz’den dışlandığını
düşünen ABD, başta Romanya olmak üzere Bulgaristan ve Romanya’da
üsleri ve bu iki ülkeye verdiği destekle Karadeniz’e arka kapıdan girmeye
çalışmaktadır.
Karadeniz’de Active Endeavour kapsamında deniz gücü bulundurmak
için bir dönem Türkiye ile çatışma yaşandıktan sonra yeni dönemde bu
projesinden vaz geçmiş gözüken ABD, Karadeniz’de Türkiye’nin başlatmış
olduğu BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyum Harekatı (KUH)’na açıkça
destek verdiğini tüm bölge ülkelerinin bu oluşumlara katılmalarının kolektif
savunmaya katkı sağlayacağını beyan etmektedir.17 Bu politika değişiminde
bölgenin istikrarsızlığını göz önünde tutarak Türkiye gibi bir müttefiki
doğrudan karşıya almama düşüncesi etkin olmuştur.
Ancak ABD Karadeniz deniz alanını kontrol etmenin başka yollarını
aramaktan da geri kalmamaktadır. Bu gelişmenin örnekleri ise 2006 - 2007
yılı içinde Romanya’nın Mihail Kogelniceanu üssüne birkaç kez P3C Orion
Deniz Karakol Uçağı getirerek18 havadan devriye imkanlarının test edilmesi
ve sözde İran’a karşı Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da kurmayı planladıkları
17
Joshua KUCERA: “The United States Develops A Strategic Plan for the Blacksea”, Eurasianet,
Mart 2007)
www.nineoclock.ro (18 Şubat 2007)
http://www.eurasianet.org/departments/insight/articles/eav030107.shtml (1
18
21
Füze Savunma Sisteminin mobil radarlarını, Gürcistan, Moldova ve Güney
Kafkaslarda konuşlandırmayı gündeme getirmeleridir.
Amerika’nın deniz kontrolünde ve deniz trafiğinin odak noktalarında
uygulamakta olduğu strateji; genelde uçak gemileri kullanarak havadan keşif
karakol ve hava vasıtaları ile tespit edilen hedefleri su üstü vasıtaları ile
denetlemektir. Ancak uçak gemileri konsept olarak hava savunması kuvvetli
olmasına rağmen su üstü ve su altı tehditlerine karşı zayıf platformlardır. Bu
değerli platformları korumak için uçak gemileri her zaman bir eskort gücü ile
(4-5 fırkateyn/korvet ve ikmal gemileri) ile kullanılmak zorundadır. Bu tertipte
bir deniz gücünün toplam tonajı 100 000 ton civarında olacaktır ki bu
durumda böyle bir gücün Karadeniz’de kullanılmasında Montrö’nün
kısıtlayıcı şartları19 önem kazanmaktadır. Kıyıdaş olmayan ülkelere getirilen
30 000 ton sınırlamasının, bir uçak gemisi ve eskort kuvvetinin aynı anda
Karadeniz’de bulunmasını engellediği gözönüne alınınca, ABD’nin hem
Bulgaristan’da hem de Romanya’da deniz üssü değil de hava üssü
almasının anlamı daha iyi anlaşılmaktadır. Bu üslerden kullanılacak deniz
karakol uçakları uçak gemisinin avantajlarını sağlayabilecektir.20
Yukarıda arz edildiği gibi Amerika’nın Karadeniz’de askeri varlık
bulundurma hedefi artık geri döndürülemez bir olgudur ve ABD bu
kazanımını korumak için her türlü imkan ve olanağını harekete geçirmiş,
bölge ülkeleri üzerinden amacına ulaşmak için her türlü politikayı
uygulamaktadır.
ABD için Karadeniz’in niçin bu kadar önemli olduğunu
özetlemek gerekirse bunu 4 ana başlıkta toparlayabiliriz;
19
Montrö Sözleşmesine göre kıyıdaş olmayan devletler uçak gemisi ve deniz altılarını Karadeniz’e
sokamazlar ve geçiş anında 15 000 tondan ve 9 parçadan fazla gemi olmaması genel kuralına ek
olarak aynı anda Karadeniz’de 30 000 tondan fazla bir donanma bulunduramaz ve Karadeniz’de 21
günden fazla bulunamazlar. Montrö Sözleşmesi Md. 14 ve Md. 18.
20
12 - 18 Şubat 2007 tarihleri arasında Köstence Liman ziyaretini yapan USS Sullivans ile aynı
dönemde Kogalniceanu hava üssünde bulunan P3C Orion Dz.Karakol Uçağı, Romen Firkateyni
Regele Ferdinand ile birlikte müşterek eğitimler yapmıştır. Bu eğitimler gelecekteki bu tip görevlerin
habercisi olarak değerlendirilmektedir.
22
• 11 Eylül olayları sonrasında ABD’nin terör odaklarını yok etme
çabalarında Karadeniz’in Orta Doğu ve Orta Asya’ya ulaşım açısından
stratejik bir konuma sahip olması ile artan önemi.
• Yüzyıllardır arka bahçesi olarak gördüğü bu bölgeye Rusya’nın tekrar
döneceği yönündeki hem yerel hem de dünya çapındaki endişelerden dolayı
Karadeniz’e verilen önem.
• Dünya Petrolünün %65’i doğal gazının ise %40’ına sahip, ancak gün
geçtikçe istikrarsızlığa sürüklenen Orta Doğu doğal kaynaklarına en iyi
alternatif olan Orta Asya ve Hazar denizi kaynaklarına güvenli ulaşımın
sağlanması nedeniyle artan önemi.
• ABD’nin olası İran harekatında sağlayacağı stratejik üstünlük nedeniyle
artan önemi.
2.2. Rusya Federasyonun Karadeniz Politikaları :
Karadeniz Bölgesi Rusya için tüm tarihi boyunca önem arz etmiş bir
bölgedir.
Karadeniz,
Rusya’nın
“sıcak
denizlere
inme”
hayalini
gerçekleştirilebileceği en kısa yol olması nedeniyle hem Rus çarlıklarının
hem de SSCB’nin dış politikalarında çok önemli bir yer tutmuştur. Soğuk
Savaş sonrası dönemde ise, Moskova’ya Sovyetler Birliği’nin dağılmasının
olumsuz etkilerini en şiddetli bir şekilde hissettiren bölge de yine Karadeniz
Bölgesi olmuştur.21
Varşova Paktı üyesi olan Romanya ve Bulgaristan, Baltık ülkelerinden
sonra batıyla entegrasyonu gerçekleştiren ilk eski sovyet uyduları olmuştur.
Bu iki ülkenin ABD ve AB’yi Karadeniz Bölgesine çekmeleri yeterince sorun
yaratmamış gibi bölgedeki SSCB’den ayrılan diğer devletler, (Ukrayna,
Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) bağımsızlık ilanlarının ardından
batıyla yakınlaşarak Moskova’nın başını iyice ağrıtmıştır.
21
Oktay Rıfat TANRISEVER: “Sovyet Sonrası Dönemde Rusya’nın Karadeniz Politikası”, Avrasya
Dosyası, Cilt13, Sayı 1,(2007),174
23
RF’nun bu gelişmelere karşı yeni politikalar geliştirmesi dağılma sonrası
yaşanan gelişmeler nedeniyle biraz geç kalmıştır. Bu gecikme nedeniyle
avantajını kaybeden Rusya’nın Karadeniz Bölgesinde uyguladığı politikaları
aslında “Batılı ülke ve kuruluşların bölgeye ilişkin stratejilerini başarısızlığa
uğratmayı hedefleyen tepkisel bir politika”22 olarak özetlemek mümkündür.
Rusya SSCB’nin dağılmasından sonraki ilk dönemde öncelikle dağılan
imparatorluktan kurtarabilecekleri maksimum parçaya sahip olabilmenin
yollarını
araştırdığı
için,
Karadeniz
Bölgesi
için
özel
bir
politika
geliştirememiştir. Karadeniz bölgesindeki Türkiye, Bulgaristan ve Romanya
dışındaki ülkelere ilişkin Rus politikası, 1993’den itibaren uygulamaya
koyulan “Yakın Çevre” doktrini çerçevesinde şekillenmiştir. “Yakın Çevre”
doktrini; Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerinde bölgesel istikrarı koruması,
bu bölgedeki komşu devletlerin Moskova ile dostane ilişkiler kurmaya
zorlanması ve Rus askerlerinin Bağımsız Devletler Topluluğu topraklarındaki
varlığının devam etmesinin sağlanması şeklinde özetlenebilir.
Uygulanmaya çalışılan bu doktrin Moskova’nın Karadeniz bölgesindeki
eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi etki alanı içinde gördüğününün bir ilanıdır.
Gerçekte bu doktrin sadece Karadeniz Bölgesindekiler değil tüm eski Sovyet
uydularını kapsadığı için özel bir “Karadeniz Politikası” olarak adlandırılamaz.
Zaten bu dönemde RF uğradığı büyük kayıplar nedeniyle bu hegemonik
politikayı arzu ettiği gibi uygulayamamıştır.
Bağımsızlığını ilan eden her eski Sovyet Cumhuriyeti, Rusya’nın
gururuna darbe indirmiş olsa da içerde güçlenmeden çevrede etkili
olamayacaklarının bilincinde olan Rus hükümetleri, Karadeniz Bölgesinde
bağımsızlıklarını kazanan ülkelerle ilgilenmeyi ertelemek zorunda kalmış ve
bunun neticesinde öncül politikalar yerine tepkisel politikalar üretebilmiştir.
22
Oktay R.TANRISEVER, a.g.m., 176
24
SSCB’nin dağılmasının Karadeniz’deki en somut sonucu RF’nun
Karadeniz kıyılarının uzunluğunun eskisine oranla üçte bir azalmış olması ve
buna bağlı olarak da Karadeniz donanmasının Ukrayna ile paylaşılması
sonucunda Karadeniz’de Rus askeri varlığının azalmasıdır. Askeri güçteki bu
azalma Rus yetkililerinde daha yakın ve önemli bir tehdit olarak algılandığı
için bunun önlemlerini almaya gayret etmişlerdir.
Bu dönemde batının bölgedeki en eski müttefiği olan Türkiye’nin
donanma gücü mukayesesinde Karadeniz’de avantajlı duruma gelmesi
nedeniyle; 1989 - 1995 arası dönemde, RF Karadeniz’de Türkiye’yi rakip
olarak algılamış ve bu doğrultuda politikalar geliştirmiştir.
Aynı
dönemde
yeni
bağımsızlığını
kazanan
Orta
Asya
Türk
Cumhuriyetlerine karşı Türkiye’nin uygulamaya çalıştığı politikalar ve
söylemler de bu bölgelerde Türkiye’nin RF’nun çıkarları hilafına bir politika
izlediğinin işareti olarak algılanmış ve Türkiye karşıtı bu tutum Rus politikası
haline gelmiştir. Türkiye karşıtı bu politikalar Putin’in başa geçmesine kadar
olan dönemde devam etmiş, 2000 yılından itibaren ise iki ülke ilişkileri
normale dönerek daha sonra bu ilişki işbirliğine dönüşmüştür.23
RF’nun Karadeniz Bölgesine Türkiye haricindeki ülkelere yönelik
politikalarını genel olarak başta ABD olmak üzere Karadeniz Bölgesinde etkin
olmaya
başlayan
Batının
politikalarına
karşı tepki
hamleleri
olarak
özetleyebileceğimizi daha önce belirtmiştik. Bu politikanın çeşitli araçları
bulunmaktadır ki bunlar; batı ile entegrasyon çabasındaki bölge ülkelerine
karşı aldığı tedbirler ve enerji tekelini korumak yönünde attığı adımlardır.
23
Mitat ÇELİKPALA: “1990’lardan Günümüze Türk-Rus İlişkileri”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1
(2007), 268
25
2.2.1.
RF’nun, Batının Karadeniz Bölgesindeki Faaliyetlerine Karşı
İzlediği Politikalar :
SSCB’nin
yıkılması
sonrası
Doğu
Bloğundan
ayrılan
ülkelerin
çoğunluğu Batıyla entegre olmak için uğraşmıştır. Balkanlar ve Karadeniz
kıyısında Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerin bu çabaları, Avro-Atlantik alanını
doğuya doğru genişletmek isteyen ABD’nin çıkarlarıyla uyuşmaktaydı. Bu
nedenle ABD, önceki dönemlerde yapmadığı şekilde SSCB sonrası ortaya
çıkan devletleri desteklemiştir.
ABD’nin Irak ve Afganistan harekatları dolayısıyla bölgeye yakın ilgi
göstermesi ve bu bölgelere askeri ve siyasi varlığını nüfuz ettirmesi, RF’nun
kendi etki alanı olarak gördüğü Karadeniz ve Güney Kafkasya’da batının
lehine bir cephe kaybı hissinin yaşanmasına sebep olsa da, ilk başta global
terörizmle mücadele kapsamında ABD’nin bölgeye girişi Çeçenistan sorunu
ile uğraşan RF’nun bu konuyu global terörizmle ilişkilendirerek çözmesine
yardımcı olabileceği inancıyla, RF tarafından da olumlu karşılanmıştır.
Ancak bu düşünce kısa sürede sona ermiş ve ABD’nin Karadeniz’e girme
girişimi, Amerikan yayılmacılığı ve Rusya’yı çevreleme politikasının bir
uzantısı olarak algılanmaya başlanmıştır.24
Karadeniz bölgesinde, Moldova, Ukrayna ve Gürcistan gibi henüz
batının diğer kurumları ile entegrasyonunu tamamlamamış ülkeler dahi
zaman içinde NATO çatısı altında Barış İçin Ortaklık (BIO) gibi üyeliğe
hazırlayıcı ön anlaşmalara katılmıştır. Bunun neticesinde her yıl diğer NATO
ülkeleri ile BIO ülkelerinin katılımı ile Karadeniz’de Cooperative Partnership
genel adı altında çeşitli tatbikatlar icra edilmektedir.
Söz konusu ülkeler ile ittifakın mevcut ilişkilerinin daha ileri gitmemesi
için RF elinden geleni yapmaktadır. Bu konuda Rusya’nın ilk kozu genelde
24
Oktay Rıfat TANRISEVER: a.g.m., 177
26
hedef ülkelerin içlerindeki ayrılıkçı bölgelerden kaynaklanan ve literatürde
“donmuş çatışma” olarak adlandırılan istikrarsızlık kaynaklarını istismar
ederek batının bu ülkelerde mevcut istikrarsızlık kaynakları nedeniyle
desteğini engellemek ve bu ülkelerin batıyla entegasyonunu geciktirmektir.
Ancak bu politika aynı zamanda bölgedeki istikrarsızlıkların bölge
ülkelerince çözülemeyeceği savını savunan Batılı devletlerin bölgeye
müdahale etmesi için mazeret yaratmıştır.
RF’nun ikinci kozu ise bölge ülkelerinin Sovyet döneminden kalma
ekonomik sistemlerinin ve doğal kaynaklar bakımından yetersizliğini istismar
etmektir. Bu konu daha sonra incelenecek olmakla beraber, doğalgaz
kaynakları bakımından mevcut bağımlılıklarından dolayı çevre ülkelerinin
politikalarında etkili olmak üzere gaz fiyatlarına yapılan düzenlemeler en çok
uygulanan yöntemdir. 2006 yılı başlarında Ukrayna’nın gazının kesilmesi ile
başlayan enerji krizi sonrasında Ukrayna’da
batı yanlısı hükümetin
değişerek rus yanlısı politikalar izleyen Yanukovich’in partisinin yönetime
getirilmesi bunun en güzel örneğidir.
Ukrayna ve Gürcistan’ın Batıyla daha fazla entegre olması Rusya için
Karadeniz Bölgesinde olası en kötü gelişmedir. Bu iki ülkede gerçekleşen
renkli devrimlerin mevcut başarılarının daha üst seviyelere ulaşması ve
NATO veya AB üyelikleri, bölgedeki diğer devletleri de etkileyecek ve
onlarından da rus etkisinden çıkmalarının yolunu açacaktır.
Ukrayna ve Gürcistan’ın olası NATO üyeliğinin yolunu açacak olan
Üyelik Eylem Planlarına (MAP) dahil edilmesi Rusya için o kadar önemlidir ki
uzun bir aradan sonra25 RF lideri Putin, Nisan 2008’de düzenlenen NATO
zirvesine katılarak, ABD’nin bastırmasına rağmen (özellikle Almanya ve
Fransa’nın desteği ile) bu iki ülkeyi MAP’na dahil ettirmemeyi başarmıştır. Bu
25
RF ile NATO arasında 1997 yılında imzalanan işbirliği anlaşması sonrasında iyi gelişen ilişkiler
1999 yılında NATO tarafından icra edilen Kosova harekatı sonrası kesintiye uğramış ve NATO
zirvelerine RF, devlet başkanı seviyesinde katılmamıştır.
27
gelişmede AB’nin önemli devletleri Almanya ve Fransa’nın desteğinin yanı
sıra; Ukrayna halkının %60’lara varan oranda NATO karşıtlığı ve ülkesinde
RF üssü bulunduran bir ülkenin NATO’ya dahil edilmesinin çelişkili durumu
da etkili olmuştur.
Batının Karadeniz Bölgesindeki ülkelere karşı izlediği politikaların yanı
sıra ABD’nin Karadeniz’de NATO veya başka kurumların çatısı altında
donanma bulundurma çabaları da bir dönem gündemi çok meşgul etmiştir.
Bu gelişmeye diğer kıyıdaşlar olumlu yaklaşırken Rusya ve Türkiye ortak
tavır alarak bu gelişmeyi önleyebilmişlerdir.
ABD uluslar arası terör, silah ve insan kaçakçılığına karşı Akdeniz’de
başlatmış olduğu ve NATO çatısı altında devam eden Aktif Çaba harekatını
(Operation Active Endeavor-OAE) Karadeniz’e genişletmek istemiş ve bunu
çeşitli ortamlarda dile getirmiştir. Başta Romanya ve Bulgaristan olmak
üzere diğer bölge ülkelerinin desteklediği bu girişim, Türkiye ve RF
tarafından engellenebilmiştir. Bu engellemede, kıyıdaş olmayan güçlerin
Karadeniz’e giriş ve burada kalış süresini kısıtlayan Montrö Anlaşmasının
hükümlerinin yanı sıra; Türkiye’nin inisiyatifi ile 2001 yılında başlatılan, tüm
kıyıdaş ülkelerin taraf olduğu BLACKSEAFOR deniz gücü ile 2004 yılında
başlatılan ve halihazırda Bulgaristan ve Romanya’nın katılmadığı Karadeniz
Uyum Harekatı adlı girişimler etkili olmuştur. Bu girişimler ile “Karadeniz’in
güvenliğinin kıyıdaşlar tarafından sağlanabileceği” mesajı karşı tarafa
verilmiştir.
11
Eylül
sonrasında
başlatılan
Afganistan
harekatı
sırasında
Karadeniz’in doğusunda Gürcistan, Azerbaycan ve Orta Asya’da Özbekistan
ve Kırgızistan gibi ülkelerde geçici sıfatıyla da olsa üsler elde eden ABD,
Bulgaristan ve Romanya’da da 2005 yılında üsler elde ederek Karadeniz
kıyılarında askeri varlığını sağlamlaştırmıştır. Bu konularda tüm karşı
çıkmalarına rağmen başarı kazanamayan RF’nun, ABD’nin Karadeniz
bölgesindeki askeri mevcudiyetine karşı en somut başarısı; Aktif Çaba
28
harekatının Karadeniz’e genişletilmesine, Türkiye’nin de katkıları ile engel
olabilmesidir. Bu göreceli başarıda Fiona Hill ve Ömer Taşpınar’ın tanımıyla;
Türkiye
ve RF’nun oluşturdukları “Dışlananların İttifakı”26 etkin olmuştur.
Nitekim; Karadeniz Bölgesinde terör, organize suçlar, uyuşturucu ve insan
kaçakçılığı ile mücadeleyi desteklediklerini açıklayan
Rusya Genel Kurmay
Başkan Yardımcısı, konuşmasında; Montrö ile yıllardır kıyıdaş devletlerin
haklarını koruyarak, güvenlik ve istikrarın sağlanmasına büyük ölçüde katkı
yapan Türkiye’ye teşekkür etmiş ve Karadeniz’in güvenliğini sağlayan ikinci
enstrüman olarak, BLACKSEAFOR’un önemini vurgulayıp memnunluklarını
belirtmiştir.
Montrö’nün
ve
BLACKSEAFOR’un
değiştirilmesine
karşı
olduklarını vurgulayan Rus genaral yeni önlemlerin de eklenebileceğini
söyleyerek
açıkça
olmasa
da
NATO’nun
Karadeniz’de
kuvvet
bulundurmasına karşı olduklarını belirtmiştir.27
Karadeniz’de ABD tarafından başlatılan ve büyük ölçüde başarılı olan
askeri varlık bulundurma çabalarına karşın AB’nin bu bölgedeki faaliyetleri
RF için daha tercih edilir olmuştur. Öncelikle AB bölgede yayılmacı bir politika
izlemediği için dünyanın bu en büyük pazarıyla ilişkide olmak büyüyen ve
gelişen Rus ekonomisi için büyük olanaklar sunmaktaydı. Ayrıca AB'nin
Bulgaristan ve Romanya’yı üyeliğe kabul etmesine rağmen tüm bölge
ülkelerine böyle bir perspektif sunamayacağı için hayal kırıklığına uğrayacak
diğer ülkelerin RF’na daha fazla yakınlaşacağı umulmuştur.
2003 yılında AB tarafından geliştirilen Avrupa Komşuluk Politikası
(ENP)
RF‘nun beklentilerini sıkıntıya sokmuştur Bu politikanın, hukuki
çerçeve olarak tam üyelik perspektifi içinde ele alınan Türkiye dışındaki diğer
Karadeniz ülkelerini de kapsaması ve AB’nin bölge devletleriyle imzaladığı
Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları çerçevesinde öngörülenden daha derin ve
26
Fioana HİLL, Ömer TAŞPINAR: “ Turkey and Russia, Axis of the Excluded.” Survival, Cilt 48
No:1 (2006), 83
27
Hasan KANBOLAT, “Karadeniz’in Tarihi Yeniden Yazılıyor”, Cumhuriyet. Strateji, Yıl 2, No.
103, (19 Haziran 2006), 18-19.
29
kapsamlı bir ilişki modeli sunması, Moskova’da endişeyle karşılanmıştır. 28
Bu yönüyle ENP RF’nu en çok endişelendiren politika olmuştur, çünkü ENP
tarafından etki altına alması hedeflenen Avrupa’nın Karadeniz bölgesindeki
yakın çevresi ile Rusya’nın yakın çevresi örtüşmekteydi. 29
ENP karşısında da Rusya’nın kozu bölgenin istikrarsızlığını artırmak
olmuştur. AB’ni etkilemek üzere RF’nun kullandığı diğer bir araç ise,
Avrupa’nın son yıllarda hızla artan ve yakın gelecekte daha da fazla artması
beklenen Rusya kaynaklı doğal gaz bağımlılığını kullanmak ve başta
Almanya ve Fransa olmak üzere AB’nin güçlü ülkeleri ile onların lehine
enerji anlaşmaları yaparak AB politikalarında etkili olma çabalarıdır.
2.2.2. RF’nun Karadeniz Bölgesinde Enerji Kaynaklarına ilişkin İzlediği
Politikalar
:
2005 yılında dünyanın kesinleşmiş petrol rezervi 1.200 milyar varil ve
ortalama rezerv çıkarma ömrünün de 40 yıl civarında olduğu hesaplanmıştır.
Rezervlerin % 62’si Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde toplanmış ve tüm
rezervlerin % 20’si ile Suudi Arabistan, dünyanın en büyük rezervlerine sahip
ülkesidir. Uluslararası Enerji Ajansına göre, Türkistan (Orta Asya) ve
Kafkasya’da yer alan Türk devletlerinin ispatlanmış petrol rezervleri 17- 50
milyar varil, tahmin edilen kapasite rezervleri ise
186 - 200 milyar varil
arasındadır. Dünyanın kesinleşmiş doğal gaz rezervlerinin ise 60 yıl daha
üretim yapılacağı hesaplanmaktadır. 30 Dünyadaki ham petrol üretiminin
bölgelere göre dağılımı tablo 1’de görülmektedir.
Rusya kanıtlanmış petrol rezervleri açısında dünyanın 8’ncisi olmasına
rağmen üretim olarak petrolde Suudi Arabistan’dan sonra ikinci sıradadır.
Doğal üretiminde dünya birincisi olan Rusya hem gaz hem petrol göz önüne
28
Oktay Fırat TANRISEVER, a.g.m.,179-180
Oktay Fırat TANRISEVER, a.g.m.,180
30
Uluslararası Enerji Ajansı, World Energy Outlook, (2006)
29
30
alındığında Suudi Arabistan’ın da önünde birinci sırada bulunmaktadır. 31
Dünya petrol üretimin yaklaşık yüzde 12’sini gerçekleştiren
Rusya iç
tüketimde kullandığı miktar olan üretiminin üçte biri - ki bu Rusya’yı dünyanın
5nci büyük petrol tüketicisi yapmaktadır- dışında kalan petrolü ağırlıklı olarak
Avrupa Birliği ülkelerine satmaktadır.32
Doğalgaz’da ise durum daha dikkat çekicidir. Dünyanın kanıtlanmış en
büyük doğalgaz rezervleri Rusya’nın elindedir. 2.000–2.300 trilyon metreküp
civarındaki bu rezervler dünya toplamının yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır.
İkinci sıradaki İran’ın sahip olduğu doğalgaz, Rusya’nın ancak yarısına
ulaşabilmektedir. Uluslararası alanda karşı karşıya bulunduğu sıkıntılı durum
İran’ı bu kaynağı etkin bir biçimde kullanabilme konusunda kısıtlarken,
Rusya’yı daha da ağırlıklı bir konuma taşımaktadır
RF bölgedeki donmuş çatışmaları kendi çıkarları doğrultusunda
kullandığı gibi kendi ülkesinden ve eski Sovyet cumhuriyetlerinden çıkarılan,
enerji kaynaklarını hem çevresindeki ülkelerin hem de Batının politikalarını
etkilemek için başarılı bir şekilde kullanmaktadır.
Enerji kaynaklarının bulunduğu diğer bölgelerin bir türlü istikrara
kavuşmaması, bir taraftan Rusya’yı neredeyse tek “güvenilir” tedarikçi
konumuna getirirken, diğer
taraftan da fiyatların artmasına neden
olmaktadır. Enerji kaynaklarının fiyatlarının artması da hiç kuşkusuz
Rusya’nın işine yaramıştır. Ana geliri olan bu kaynaklar sayesinde Rusya
hem iç, hem dış borçların büyük bir kısmını kapatmış ve ülke içinde halkın
refah düzeyini yükseltmeye yönelik bazı reformlar başlatmıştır. Kremlin’in
ekonomik sorunları çözmesi ve enerji kozunu iyi kullanması, Rusya’nın
uluslararası arenadaki hareket alanını da genişletmekte ve bağımsız bir
politika izlemesine fırsat tanımaktadır. Nitekim sahip olduğu enerji
31
Dimitrios TRİANTAPHYLLOU: 'Energy Security and Common Foreign and Security Policy
(CFSP): The Wider Black Sea Area Context', Southeast European and Black Sea Studies, (01 Haziran
2007), 292
32
Dimitrios TRİANTAPHYLLOU, a.g.m.,294
31
kaynakları sayesinde Rusya’nın ABD’ye birçok konuda karşı çıkabildiği ve
adeta Soğuk Savaş dönemi rüzgarları estirdiği söylenebilir.33
RF sadece kendi kaynaklarına sahip olmanın yanı sıra Sovyet
döneminden kalma boru hatları ile Hazar ve Orta Asya ülkelerinin büyük
kaynaklarının Batıya aktarılmasında kilit bir rol oynamaktadır. Karadeniz
Bölgesindeki ülkeler Azerbaycan hariç doğal gaz ve petrol kaynakları
açısından fakirdir. Bu ülkeler özellikle doğal gaz bakımından tamamen
Rusya’ya bağımlıdırlar. Rusya ise bu ülkeler ile ilişkilerinin seyrine bağlı
olarak gaz fiyatlarını ayarlayarak ülkelerin iç politikalarında etkin olmaktadır.
RF’nun
enerji
silahını
yakın
çevresindeki
ülkelere
karşı nasıl
kullandığının en güzel örneği 2006 yılı başında Ukrayna’da yaşanmıştır.
Rusya,
kendi
taraftarı olan Yanukoviç
hükümeti
zamanında
bin
metreküpünü 50 dolardan verdiği gazı, batı taraftarı hükümet başa geçince
230 dolara yükseltmiş ve fiyat kabul edilmeyince kış ortasında Ukrayna’nın
gazını kesmiştir. Bu durum bir süre devam ettikten sonra araya AB ülkelerin
girmesi nedeniyle sorun Ukrayna’nın daha makul olan 130 doları kabul
etmesi ile çözülebilmiştir.34
2006
kışında
Ukrayna’nın
gazının
kesilmesi
AB’ne
de
kendi
bağımlılığını sorgulatmış ve bu olaydan sonra AB’nin enerji kaynaklarının
alternatif arayışları artmıştır. Ukrayna sorununda müdahaleci olan AB, aynı
dönemde Beyaz Rusya ile Rusya arası yaşanan gaz soruna karışmamıştır
çünkü Batıya aktarılan gaz hatlarının %80’i Ukrayna üzerinden geçmektedir
ve kriz döneminde Ukrayna üzerinden batıya aktarılan gaz miktarında
önemli azalmalar yaşanmıştır.
33
İlyas KAMALOV, “Rusya’nın Rol Arayışları ve ABD ile İlişkileri”, Stratejik Analiz, sayı 84,
(Nisan 2007), 31
34
Ebru Kunt AKIN: “Karadeniz’de 2006’ya Bakış, 2007’den beklenenler”, TC Bahçeşehir
Üniversitesi Karadeniz Kafkasya Araştırmaları Uygulama ve Dokümantasyon Merkezi, (2006),2
32
Gaz fiyatlarıyla oynarak çevre ülkelerin politikalarında etkili olma
stratejisi bu zamana kadar diğer ülkelerde de denenmiş ve başarılı olmuştur.
Gürcistan, Ermenistan ve Moldova’da bu örnekler yaşanmıştır. Örneğin
Moldova’nın AB ile yakınlaşmaya başladığı, Rusya’ya karşı eleştiriler getirip,
Rusya ile ilişkilerinin bozulduğu dönemde, Ukrayna ile Rusya gaz krizi
yaşanırken bile Ukrayna, Moldova’ya gaz sağlamayı sürdürmüştür. Ne var
ki, 4 Ocak 2006’da Rusya’nın teklifini kabul ettiğini açıklayan Ukrayna, bir
yandan da Moldova’yı son derece çaresiz durumda bırakmıştır. Zira, kabul
ettiği anlaşmada, Ukrayna’ya verilen gazın bir başka ülkeye (Moldova)
aktarılamayacağı hususu da yer almaktaydı.35 Dahası, Moldova Gaz
şirketinin
yüzde
51’lik
Transdinyester bölgesinde
hissesi
Rus
Gazprom’un
kontrolündedir.
kullanılan gazın ücretinin Rusya’ya ödenmesi
konusunda da anlaşmazlıklar yaşanmaktadır ve son 4 yıldır Trasndinyester
bölgesinde kullanılan gazın parası ödenmemiştir. Bu duruma karşın
Gazprom, Moldova’ya Transidnyester bölgesindeki gaz dağıtım şirketini
kendisine devretmesi karşılığında borçların silinmesini teklif etmiştir.36
Her ne kadar Ermenistan, Rusya’yı rahatsız edecek bir politika izlemese
de, Gazprom’un fiyatları artırmak istediği ülkeler arasında Ermenistan da yer
almıştır. Rusya, Ermenistan’a ihraç ettiği gazın bin metrekübü için 110 Dolar
istemiş, ancak Ermenistan’daki bütün gaz sistemini Rusya’nın kontrolüne
verilmesi halinde gazı eski fiyattan alabileceğini bildirmiştir. Nitekim, 22 Ocak
2006 tarihinde Moskova’da bulunan Ermenistan Devlet Başkanı Robert
Koçaryan, Moskova’nın teklifini kabul etmek zorunda kalmıştır.37 Neticede
Rusya, İran-Ermenistan boru hattının da yüzde 45’ine sahip olmuş ve
böylece İran gazının Gürcistan, Ukrayna ve Avrupa’ya ihracatını kontrol
altına alma yönünde önemli bir adım atmıştır.38
35
Necdet PAMİR, İlyas KAMALOV: “Rus Gazı ve Enerjide Bağlılığın Bedeli”, Stratejik Analiz
Sy.70 (Şubat 2006),23
36
Burcu GÜLTEKİN-PUNSMANN:”Black Sea Regional Policy Approach: A Potential Contributor
to European Energy Security”, Policy Brief, No.6, (Int. Center For Black Sea Studies, Mayıs 2008),7
37
Necdet PAMİR, İlyas KAMALOV: a.g.m.,25
38
Necdet PAMİR, İlyas KAMALOV, a.g.m.,20
33
Rusya’nın en yeni ve etkili silahının “Enerji” olduğunu düşünürsek,
Gazprom ve Lukoil gibi dev şirketlerini de yeni silahlı kuvvetleri olarak kabul
edebiliriz. Özellikle Gazprom Rusya’da işletilen tüm doğalgaz yataklarını ve
boru hatlarını kontrol ettiği gibi, Orta Asya’da üretilip batıya aktarılan gazın
da büyük kısmının kontrolünü elinde bulundurmaktadır.
Gazprom Rusya haricinde Kafkas ve Doğu Avrupa ülkelerinin bir
çoğunun enerji nakil hatlarının özelleştirme ihalelerine girmek süretiyle bu
ülkelerdeki boru hatlarını da kimi zaman doğrudan kimi zaman paravan
şirketler aracılığı ile ele geçirmiştir. Son dönemde Kosova bağımsızlığı
arefesinde özelleştirmeye açılan Sırp milli doğalgaz şirketini de alan
Gazprom, Kosova bağımsızlığına karşı oluşunda Sırbistan’ın yanında
durmanın mükafatını da en baştan almış görünmektedir.
RF’nin Karadeniz Bölgesi politikalarını incelerken değinilmesi gereken
bir diğer konuda bölgeden transit geçen enerji hatlarının kontrolünde
yaşanan mücadele ve RF’nun bu konudaki girişimleridir. Karadeniz
Bölgesinden ve çevresinden Batıya aktarılan petrol ve doğal gazın nakil
yolları ve bu yolların kontrolü üzerinde yaşanan mücadele, özellikle AB’nin
alternatif arayışlarının artması sonrasında RF’nun aldığı karşı tedbirler ile
tırmanmıştır.
Mckinder’in ünlü Dünya Adası ve Kalpgah teorisine göre dünyanın
kontrolü için elde edilmesi gereken kalpgah; Rusya ve Karadeniz Bölgesini
işaret etmektedir. Bu teori günümüzde “ihraç yollarını kontrol eden petrol ve
gazı kontrol eder, petrol ve gazı kontrol eden ise Kalpgah’ı kontrol eder”
39
şeklinde yeniden kurgulanabilir. Bu gerçeğin farkına varan batılı devletler,
RF’nun transit yollarını kontroldeki avantajını kendi lehlerine çevirmenin
yollarını aramaktadırlar. Bunun yolu ise öncelikle enerji kaynaklarının
Rusya’dan bağımsız yeni kaynaklarla (Hazar ve Orta Asya kaynakları)
39
S.L,O’HARA: “Great game or grubby game? The struggle for control of the Caspian.” Geopolitics,
No.1,(2004),139
34
desteklenmesi ve bu bölgelerden batıya aktarım yollarında Rusların
kontrolündeki boru hatları veya Boğazlar gibi düğüm noktalarından ayrı
alternatif yollar bulmaktır.
Rusya’nın yakın çevresi ve Avrupa üzerinde oynadığı oyunda etkili
silahı olan enerjiye en büyük talep AB ülkelerinden gelmektedir. Halen enerji
ihtiyacının %70’ini ihracatla karşılayan AB ülkeleri bu miktarın %25’ini Rusya
üzerinden karşılamaktadır. İlk bakışta pek büyük gözükmeyen bu oran diğer
doğalgaz tedarikçileri olan Norveç ve Cezayir’in kapasitelerinin sonuna
gelmiş olması ve diğer tedarikçi bölge olan Orta Doğu’nun devamlı kaynayan
bir kazan olması nedeniyle istikrarlı gaz akışından emin olamayan AB için
geriye tek alternatif RF kalmış gözükmektedir. AB kaynakları 2020 itibariyle
enerji
alanında
Rusya’ya
olan
bağımlılığın
%70’lere
ulaşacağını
hesaplamaktadır.40 Moskova ayrıca, Kuzey Afrika başta olmak üzere
Avrupa’ya kaynak sağlayabilecek diğer alternatifler üzerinde de etkili olmayı
amaçlamaktadır ve bu bağlamda Cezayir ve Libya üzerinde nüfuz kurmak
için büyük çaba sarfetmiştir. Bu durum, Moskova’nın Avrupa’daki fiyatları
kontrolünde tutmak için bir gaz karteli oluşturmaya çalıştığını düşünen Batılı
liderlerin kaygılarının artmasına yol açmaktadır. Nitekim Petrol İhraç Eden
Ülkeler (OPEC) örgütü benzeri bir Gaz OPEC’i kurma niyeti çeşitli ortamlarda
Rus politikacıları ve Gazprom yetkililerince dile getirilmiştir.41
AB, ithal ettiği gazın yüzde 26’sını Gazprom’dan almaktadır. Aynı
şekilde ham petrolün dörtte biri de Rusya’dan ithal edilmektedir. AB’nin petrol
ve gaz alanlarında dışa bağımlılığının 2030 yılında yüzde 50’den yüzde 70’e
çıkacağı bir çok analist tarafından belirtilmektedir.42 Diğer tedarikçi bölgelerin
güvenlik ve uzun vadeli yatırımlar açısından istikrarlı olmaması nedeniyle
Geniş Karadeniz olarak adlandırılan bölgeden ithal edilecek enerjinin önemi
40
Bert MİDDEL: “Frameworks And Areas Of Co-Operation In The Black Sea Regıon”, AP-NATO
Komisyonuna sunulan rapor (2006)
41
İlyas KAMALOV, a.g.m., 35
42
Deniz ALTINBAŞ, “Avrupa, Enerjide Rusya’ya Bağımlılığını Kırmaya Çalışıyor”, Stratejik
Analiz, (Haziran 2006),10
35
iyice artmıştır. Bu gerçeğin doğal sonucu olarak RF’nun da AB politikalarına
olan etkisi artmaktadır.
Bu gerçeğin farkında olan AB, Rus enerji kaynaklarına olan
bağımlılıktan kurtulmak üzere çeşitli alternatif arayışları içerisindedir. AB’nin
alternatif arayışlarına detaylı olarak daha sonra değinilecek olmakla birlikte,
bu bölümde RF’nun bu alternatiflere karşı geliştirdiği politikalara değinilmeye
çalışılmıştır.
RF’nun çok ileri görüşlü bir politika izlemesi sonucunda tüm eski SSCB
ülkelerinden çıkarılan doğalgazın batıya nakil hatları Rusya üzerinde
gerçekleşmektedir. Türkmenistan ve Kırgızistan gibi büyük doğal gaz
kaynaklarına sahip ülkeler ile yapılan anlaşmalar sonucunda bu ülkelerden
çok ucuz fiyata alınan gaz üzerine büyük karlar konularak batıya
satılmaktadır.
RF’nun bu ticaret sonrasında, hem ekonomik refahını hem de politik
etkisini artırarak tekrar Global Politikada güçlü duruma gelmesinden
endişelenen AB ve ABD tarafından bu durumun önüne geçmek üzere
zengin Orta Asya kaynaklarının batıya aktarılmasında Rusya’yı baypass
etmenin yolları aranmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattı,
batının desteklediği halen gerçekleşmiş bulunan tek proje olmasının yanı
sıra, Bakü-Tiflis-Erzurum, Köstence-Trieste boru hatları ve AB’nin en büyük
ve önemli projesi olan Nabucco doğal gaz boru hattı projelerini
gerçekleştirmek üzere karşılıklı anlaşmalar imzalanarak süreç başlatılmış ve
önemli adımlar atılmış durumdadır.
Rusya’nın hem batının bu alternatif kaynak ve transit yolları aramasına
karşı hamle olarak, hem de kendi kontrolündeki enerji hatlarının batıya
aktarılmasında alternatife sahip olmak için kendisi de alternatif hatlar
gerçekleştirmek peşindedir. Çünkü enerji tüketicileri için bir tek tedarikçiye
bağlı kalmak ne kadar sakıncalı ise, enerji üreticisi olan ülkeler için de bu
36
enerjiyi tüketicilere ulaştırmak için tek bir transit ülkesine bağlı kalmak da
aynı oranda sakıncalıdır. Bu yüzden RF çeşitli girişimlerde bulunmaktadır.
Öncelikle RF, Avrupa ülkeleri ile bireysel anlaşmalar yaparak, onlara
daha iyi şartlarla ve güvenilir gaz tedariği konusunda teminatlar vererek
karşısında AB’yi blok olarak almadan “böl ve yönet” taktiğini uygulamak
yoluna gitmiştir.
Bu politikasında ilk başarılı sonucu Kuzey Akıntısı (North Stream) adını
verdikleri Baltık Denizinden Almanya’ya ulaşımı sağlayan gaz hattı
anlaşmasını
imzalayarak
almıştır.
AB’nin
önde
gelen
ülkelerinden
Almanya’yı, Ukrayna ve Polonya’yı baypass ederek Rus gazına bağımlı
kılan bu anlaşma, AB içinde de tartışmalar yaratmıştır.
İkinci önemli Rus projesi de Rus gazını güneyden Balkanlar ve başta
İtalya olmak üzere Avrupa’ya iletecek olan, Güney Akımı doğalgaz hattıdır.
Karadeniz’in altından Bulgaristan Burgaz’a iletilecek Rus gazı buradan iki
kola ayrılarak Yunanistan ve Adriyatik altından İtalya güneyine Otranto’ya,
ikinci kol ise Sırbistan-Avusturya’ya ulaşacaktır. Gazprom ile İtalyan Eni
şirketleri, Kasım 2007'de Moskova'da Güney Akım doğalgaz boru hattı
anlaşmasını imzalamışlardır. İki şirketin yüzde 50-50 ortak olduğu projenin
toplam maliyeti 10 milyar dolar olup, boru hattının uzunluğu 900 kilometreyi
bulacaktır.
Proje aşamasındaki Güney Akım hattı Rusya Federasyonu’ndan
(Beregova) başlayıp Bulgaristan’a (Varna) ulaşacaktır. Ancak, Türkiye
Romanya ve Ukrayna'yı by-pass eden Güney Akım projesi ile birlikte
Karadeniz yeniden gündeme gelmiştir. Çünkü, Karadeniz'in tabanından
geçecek boru hattının doğrudan döşenmesi durumunda projede yer
almayan kıyıdaş ülkelerin ekonomik sahasına girme zorunluluğu ortaya
çıkmaktadır.
37
Özellikle Güney Akımı projesi, Türkmen gazını Türkiye üzerinden,
Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya’ya iletecek olan Nabucco
projesine tam bir alternatif olarak gözükmektedir ve her iki projenin ilerleme
hızına bakıldığında Güney Akımının daha ileri seviyede olduğu, Nabucco’yu
yavaşlatmak
veya
engellemek
hedefinde
başarılı
olabileceği
değerlendirilmektedir.
Bu
değerlendirmeyi
destekleyecek
bir
gelişme
de
Rusya’nın
Nabucco’ya alternatif olarak geliştiridiği Güney Akım doğal gaz hattı
projesine, Şubat 2008 ayı içinde Macaristan’ın da Gazprom’la ortaklık
anlaşmasını imzalamayarak katılması olmuştur. Bu gelişme Nabucco
projesinin de içinde bulunan Macaristan’ın diğer projeden ayrılmasının
işareti olarak yorumlanmıştır.43
2007 yılı Mart ayı içinde Macaristan’ın Nabucco’nun gerçekleşmesi ile
ilgili ciddi endişelerini dile getiren başbakan Ferenc Gyurcsany “halkı kışın
hayallerle ısıtamayayız, ancak gaz ile ısıtabiliriz”44 diyerek Macaristan’ın
Nabucco’daki belirsizliklerden şikayetini ve Güney Akımına dahil olma
niyetini gündeme getirmiştir. Macaristan aynı anda her iki projeye (Nabucco
ve Güney Akımı) dahil olmalarının bir sorun teşkil etmeyeceğini dile
getirmektedir. İlginçtir ki Macaristan’ın bu tutumuna en sert tepki AB’den
ziyade ABD’den gelmiştir. ABD Avrupa ve Avrasya İşlerinden sorumlu
Dışişleri Bakan yardımcısı Mathew Bryza “Macaristan’ın Nabucco’nun
uygulanmasındaki ciddi niyetini AB nezrinde net bir şekilde konfirme etmesi
gerektiğini” açıklamıştır.45
Rusya’nın kendisine “başkaldıran cumhuriyetlere” karşı gaz konusunda
uyguladığı bu baskı politikasının, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın
desteği olmaksızın gerçekleşemeyeceği dikkatten kaçmamalıdır. Kendi
43
44
03 Mart 08 tarihli gazete haberi http://www.nineoclock.ro/index.php
13 Mart 07 tarihli gazete haberi, www.nineoclock.ro/index.php?page=detalii&categorie=business&id=20070313-
509407
45
03 Mart 08 tarihli gazete haberi http://www.nineoclock.ro/index.php
38
üretiminin büyük kısmının aynı zamanda iç tüketime de
harcandığının
bilincinde olan RF, zamanında gerçekleştirdiği girişimlerle Orta Asya
cumhuriyetlerinin enerji kaynaklarının batıya transitinde söz sahibi olacak
anlaşmalar imzalamıştır. Bu anlaşmalara göre, artık hiç bir ülke, Moskova’yı
devre dışı bırakarak söz konusu ülkelerden ucuz gaz satın alamayacaktır. 46
Bütün bu hususlar, Rusya’nın en azından enerji bakımından BDT
coğrafyasına tekrar hâkim olduğunun bir göstergesidir.
2.2.3. Donmuş Çatışmalar ve RF
:
Karadeniz bölgesindeki donmuş çatışmaların tamamı, Sovyetler
Birliği’nin 1991’de dağılmasından hemen bir kaç yıl önce ortaya çıkmış olup,
dağılma sürecinde tırmanışa geçerek askeri bir nitelik kazanmıştır. 1990’lı
yılların
ilk
yarısında
gerçekleşen
sıcak
sonuçlandırılmış ise de, çatışmaların tarafları
barış sağlanamamıştır. Şu
çatışmalar
ateşkesle
arasında henüz kalıcı bir
anda bu sorunların kalıcı bir çözüme
kavuşturulması olasılığı varsa da, tekrar sıcak çatışmalara dönüşme
olasılıkları da aynı derecede güçlüdür.47
2.2.3.1. Moldova- Transdinyester Sorunu
:
Moldova’da Dinyester Nehri ile Ukrayna sınırı arasında kalan bölgeye
Transdinyester adı verilmektedir. Nüfusunun yüzde 43’ü Moldovalı/Romen,
yüzde 28’i Ukraynalı ve yüzde 25’i de Rus kökenli olan bu bölge, 2 Eylül
1990 tarihinde Moldova’dan bağımsızlığını ilan etmiş ve bölgeye Rus
askerleri ile Ukraynalı ve Kazak gönüllü milisler konuşlandırılmıştır. Bölgede
patlak veren savaş 1992 yılında ateşkes ile sonuçlanmışsa da soruna nihai
bir çözüm halen getirilememiştir.
46
47
Burcu GÜLTEKİN-PUNSMANN, a.g.m.,9
Ebru Kunt AKIN: a.g.m.,12
39
Uluslararası
hukuka
göre
Transdinyester,
halen
Moldova
Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır. Ancak bölgede Moskova’nın siyasi ve askeri
yardımıyla bir devlet kurulmuştur. Resmi adı Pridnestrovskaia Moldavskaia
Respublica olan bu devletin başkenti Tiraspol’dur. 1999 yılındaki AGİT
İstanbul Zirvesi sonunda yayınlanan bildiride, bu sorunun çözümünde
Moldova’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin garanti altına alınmasına
verilen önem kayıt altına alınmıştır. Bölgede halen 1992 yılında oluşturulan
“Ortak Kontrol Komisyonu”adını taşıyan askeri kuvvet görev yapmaktadır.
Rusya Federasyonu, Moldova ve Transdinyester Silahlı Kuvvetlerinin
oluşturduğu bu güçte 10 Ukraynalı gözlemci de görev yapmaktadır.
Moldova, bu soruna barışçıl bir çözüm getirilebilmesi için Rusya
Federasyonu, Romanya ve Ukrayna ile görüşmeleri sürdürmekte, AGİT ve
Birleşmiş Milletler ile işbirliği yapmaktadır. Sovyetler Birliği dönemindeki
Moldova’nın bütün sanayi altyapısının bulunduğu bu bölgenin büyük tesisleri
Rusya’nın büyük şirketleri olan Birleşik Enerji Sistemleri, Gazprom ve bazı
çelik üreticilerinin eline geçmiş durumdadır.
Moldova’da yaşanan Transdinyester sorununda RF, ayrılıkçı rejimi
doğrudan destekleyerek bu ülkenin istikrarını engellemekte, olası bir AB
üyeliğinin önünü kesmekte ve Transdinyester bölgesinde 1992 yılından beri
bulundurduğu askeri kuvvet vasıtasıyla genişleyen Batıya karşı bir ileri
karakola sahip bulunmaktadır.48 1999 yılında AGİT İstanbul zirvesinde kabul
etmiş olmasına rağmen buradaki askeri varlığına halen son vermeyen
Rusya tüm itirazlara rağmen askerlerini bölgede tutmaktadır. (Bkz. Harita 4)
48
Rusya Federasyonu’nun Transdinyester bölgesindeki askeri varlığı “Rus Birlikleri Harekat Grubu”
(RBHG) olarak adlandırılmaktadır. RBHG takviyeli motorize piyade tugayı seviyesinde olup, her biri
400 askerden müteşekkil 2 tabur ve yardımcı birliklerden oluşmakta ve toplam 1600-1800 kişilik bir
güçtür.
40
2.2.3.2. Gürcistan - Abhazya ve Osetya Sorunu
:
Gürcistan’ın SSCB’den ayrılmasından itibaren bu ülkenin içindeki
etnik grupların Gürcistan hükümeti ile sorunlarını istismar etmek ve
Gürcistan’ı zayıflatmak amacıyla RF, Abhazya ve Osetya ayrılıkçı rejimlerini
desteklemektedir. Gürcistan’ın Ukrayna ile birlikte NATO’ya
yakınlaşması
Batıyla entegrasyon ve NATO üyeliği sürecinden endişelenen Kremlin,
Tiflis’teki yöneticileri sıkıştırmak için elinden geleni yapmaktadır. 2007 yılı
içinde yaşanan diplomat krizi ve bunun ardından gelen RF’nun ekonomik
müeyyideleri Rus-Gürcistan ilişkilerindeki gerginliğin en son örnekleridir.
Gürcistan, 1991’de SSCB’den bağımsızlığını ilan ettikten sonra
1989’dan beri ayrılıkçı talepleri olan Abhazya ve Güney Osetya, bu sürece
itiraz ederek Gürcistan’a karşı bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Gürcü
yönetimi bu cumhuriyetlerin özerkliklerini iptal etmiş ve bu bölgelere silahlı
birlikler göndermiştir. Uzun yıllar süren çatışmalar, Birleşmiş Milletler ve
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)’nın çabaları neticesinde durmuş
ve ihtilaf bölgelerine Rus barış gücü askerleri konuşlandırılmıştır. Bu
süreçte, Abhazya bağımsızlığını ilan etmişti, ancak en yakın destekçisi
Rusya da dahil olmak üzere henüz hiçbir ülke Abhazya’nın bağımsızlığını
tanımamıştır.
Güney
Osetya
ise,
Gürcistan’dan
ayrılarak
Rusya
Federasyonu’na bağlı Kuzey Osetya ile birleşmek istemektedir. Güney
Osetya ve Abhazya’daki 2.500 kişilik Rus barış gücünün varlığı ve
Rusya’nın bölgedeki halkın %90’ına Rus pasaportu vermesi ile destek bulan
ayrılıkçı rejimlerin ortadan kalkması ve toprak bütünlüğünün sağlanması
Gürcistan’daki yönetimlerin en önemli amacıdır.
Saakaşvili
yönetimi,
Rusya’nın,
Abhazya
ve
Güney
Osetya
bölgelerindeki ayrılıkçı oluşumları desteklemesini ve bu iki bölgeyi Gürcistan
ile ilişkilerinde birer baskı aracı olarak kullanmasını ağır bir dille
eleştirmektedir. Bunun bir örneği Gürcistan Devlet Başkanı Mikhail
Saakaşvili’nin, 24 Eylül 2006’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı
41
konuşmadır. Saakashvili, bu konuşmada Rusya’yı “ülkesinin bazı bölgelerini
fiilen işgal etmekle ve bağımsızlık talep eden Abhazya ve Güney Osetya’da
yaşayanlara Rus vatandaşlığı vererek uluslar arası hukuka aykırı hareket
etmekle” suçlamıştır.49
Ekim 2006’da Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan casusluk krizini
nedeniyle kötüleşen ilişkileri fırsat bilen Gürcistan’daki ayrılıkçı bölgelerin
yönetimleri, Rusya’nın desteğinden yararlanarak bu dönemde bazı
girişimlerde
bulunmuşlardır.
Güney
Osetya’da
12
Kasım
2006‘da
bağımsızlık için referanduma gidilmiş ve aynı gün yapılan Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde Eduard Kokoity başkan seçilmiştir. Ancak Güney Osetya içinde
Gürcü asıllı halkın yaşadığı bölgede aynı tarihte yapılan rakip bir
referandumda Gürcistan’la mevcut statükonun korunması kararı çıkmış ve
Dmitri
Sanakoyev
başkan
seçilmiştir.
Böylece
tanınmayan
Güney
Osetya’nın tanınmayan iki hükümeti olmuştur. Aynı tarihlerde Rusya
Federasyonu’na bağlı Kuzey Osetya’lı parlamenterler Rusya Federasyonu
Devlet Duması’na Oset halkına soykırım yapıldığının tanınmasını isteyen bir
başvuru yapmış, 6 Aralık 2006’da Rusya Federasyonu Devlet Duması,
Kremlin’e bağımsızlık isteyen Güney Osetya’ya yönelik bir politika
oluşturulması yönünde tavsiye kararı almıştır.
Abhazya’da ise Gürcü güçleri, Temmuz 2006’da Yukarı Kodori Gorge
bölgesinde bir operasyon yapmıştır. Bu operasyonu takiben o güne kadar
Tiflis’te yerleşik olan ve Gürcistan hükümeti tarafından desteklenen
“Sürgündeki Abhazya Hükümeti”, Eylül ayında bu bölgeye taşınmıştır. Bu
durumu protesto eden Rusya ve ayrılıkçı Abhazya yönetimi, bölgedeki
Gürcü kuvvetlerinin ve Kodori’deki bu yönetimin çekilmesi için uluslararası
toplum nezdinde yoğun çalışmalar sürdürmüştür. Ekim 2006 ayındaki kriz
sırasında ise ayrılıkçı Abhazya parlamentosu, 18 Ekim’de oybirliği ile Rusya
Devlet Başkanı ve parlamentosuna resmi olarak Rusya tarafından bağımsız
49
Ebru Kunt AKIN, a.g.m.,13
42
bir devlet olarak tanınma talebi ile başvurma kararı almıştır. Bütün bu
gelişmeleri fırsat bilen Gürcü yetkililer, Rusya’nın tarafsız olmadığını ileri
sürerek barış gücünden çekilmesi gerektiğini ve AGİT’in çatışmaların
çözümlenmesi sürecinde aktif olması gerektiğini savunmaktadır. Gürcistan
bu konuda ABD ve AB’nin desteğini arkasına almış durumdadır.
Karadeniz bölgesinde Rusya’ya karşı bir denge oluşturmak isteyen
ABD, Gürcistan ile de ikili askeri ilişkilerini ciddi bir biçimde geliştirmiştir. Bu
çerçevede, ABD Nisan 2002’de Gürcistan’ın sınır güvenliğinin sağlanması
ve silahlı kuvvetlerinin modernizasyonu için 64 milyon dolar bütçeli “Eğit ve
Donat” programını başlatmıştır.50 Gürcistan’ın ABD’yle giderek artan
işbirliğinden cesaret alan Tiflis, NATO üyeliği için 2002 sonbaharında
resmen
başvuruda
bulunmuştur. Zaten
ABD’nin
Gürcistan’a verdiği
destekten rahatsız olan Moskova, Tiflis ile NATO arasında gelişen
ilişkilerden daha fazla endişelenmeye başlamıştır. Bu nedenle, Rusya
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Aleksander Yakovenko, “NATO radarlarının ve
keşif uçaklarının (AWACS) Gürcistan’da konuşlandırılma ihtimali Rusya’nın
ulusal çıkarlarına aykırıdır ve Moskova’yı koruyucu karşı önlemler almaya
zorlar” diyerek, ülkesinin konuyla ilgili hassasiyetini vurgulamıştır.51
Şubat 2008 içinde açıklanan Kosova bağımsızlığı öncesinde Rus devlet
başkanı Putin olası bir bağımsızlık ilanının Abhazya ve Osetya için de örnek
teşkil edeceği mesajını vererek, Gürcistan içindeki bu karışıklığın daha uzun
bir süre gündeme kalacağının sinyallerini de vermiştir. (Bkz.Harita 5)
50
Eric A MİLLER: “Morale of US-Trained Troops In Georgia Is High, But US Advisors Concerned
About Sustainability”, Eurasia Insight, (5 Mayıs 2003),13
51
Oktay Rıfat TANRISEVER, a.g.m., 179
43
2.2.3.3.
Ermenistan Azerbaycan arasında yaşanan Dağlık Karabağ
Sorunu:
Azerbaycan
ve
Ermenistan
arasında
1988-1994
arası
savaş
çıkmasına neden olan Yukarı Karabağ bölgesi, resmi olarak Azerbaycan’a
bağlı ancak Ermenilerin çoğunlukta olduğu bir bölgedir. Bu bölgede ve
çevresindeki
ordusunun
Azerilerin
filli
çoğunlukta
mevcudiyeti
olduğu
vardır.
yedi
bölgede
Azerbaycan,
Ermenistan
bölgede
kendi
hükümranlığının tanınması koşuluyla otonom bir statü tanıyacağını bildirmiş
olmasına rağmen Karabağ’daki Ermeniler bağımsızlık için ısrar etmektedir.
1994’te ateşkesin sağlanmasının ardından sorunun çözümüne ilişkin
pek çok girişim ve görüşme yapılmıştır. AGİT bünyesinde Rusya, ABD ve
Fransa öncülüğünde oluşturulan Minsk Grubu, taraflar arasında uzlaşmaya
varılabilmesi için arabulucu işlevini görmektedir. 1998’e kadar mekik
diplomasisi ile yürütülen görüşmeler bu tarihten itibaren taraflar arası
yüzyüze görüşmelere çevrilmiştir.
Bir süre durağan giden süreç Mayıs 2004’ten sonra yoğunlaşmıştır.
Prag Süreci adı verilen bu süreçte Devlet Başkanları 4, Dışişleri Bakanları 12
kez toplantı yapmıştır. Üzerinde görüşülen konular: Ermenistan’ın Dağlık
Karabağ dışında işgal ettiği diğer bölgelerden çekilmesi, bölgeye barış gücü
askerlerinin konuşlandırılması, Azeri mültecilerin geri dönüşü ve geri
dönüşten sonra yapılacak halk oylaması ile Azerbaycan’dan bağımsızlığa
veya birleşmeye karar verilmesidir.
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in, 28 Kasım’da Minsk’te
yapılan BDT liderleri toplantısında Ermenistan Devlet Başkanı ile biraraya
gelerek sözlü olarak bazı konularda anlaştığı bildirilmiştir. Görüşme sonrası
Aliyev’in 29 Kasım 2006’da televizyonda yaptığı açıklama ile “uzun süredir
tıkanan müzakerelerde bir açılım yaşandığını ve görüşmelerde sonuç
aşamasına
gelindiğini”
duyurması
bu
yönde
yapılan
en
olumlu
44
açıklamalardan biriydi. Ancak 10 Aralık 2006’da Yukarı Karabağ’da
bağımsızlığını ilan eden, fakat tanınmayan ayrılıkçı bölgede halkoylaması ile
anayasa kabul edilmesi, bu konuda hala taraflar arası anlaşmanın
sağlanmasının zor olduğunu göstermektedir. Azerbaycan, AB, Avrupa
Konseyi, AGİT, GUAM gibi devlet ve uluslararası örgütler bu referandumu
tanımadıklarını ve bu davranışın iyi yönde giden görüşmeleri kötü
etkileyebileceğini açıklamıştır.52 (Bkz: Harita 6)
Rus devlet adamı Gorchakov’un “Rusya surat asıp beklemez, güçlerini
toplar”53
cümlesinin
gerçekliği
bu
coğrafyadaki
ülkeler
tarafından
sorgulanmamaktadır. Romanya eski savunma bakanlarından Mircea
Pascu’nun sözleri ile “soru; Rusya geri gelecek mi değil, geldiği zaman biz
hazır olacakmıyız ?”54 dır. Bu
düşünce Bulgaristan ve diğer ülkeler
tarafından da paylaşılmaktadır. Rusya’nın “hazırlık” dönemini bir çok yönden
başarılı bir şekilde değerlendirdiği verilen örneklerde görülmektedir. Bu
gelişmeler eski hegemonun geri dönmesinden endişelenenlerin haklı
olabileceğini göstermektedir.
RF’nun da gelişmeleri kendisi için doğru değerlendirerek olumlu
politikalar ürettiği ve artık tekrar global düzeyde güç olduğunun farkına
vardığı bir gerçektir. Artık dünya olaylarına pasif kalmayacaklarını, 10 -11
Şubat 2007 tarihlerinde Almanya’da 43üncüsü düzenlenen Münih Güvenlik
Konferansı’nda RF Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözleri işaret etmektedir.
Putin’in ABD’yi kastederek, “her alanda sınırlarını aştı” ifadesini kullanması
ve ABD’nin politikasını eleştirmesi, Rusya’nın 12 Aralık 2007 itibarıyla
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nı (AKKA) askıya alma kararı,
Karadeniz ve Hazar bağlamında özel etki alanları yaratma girişimleri ile İran
52
Ebru Akın KUNT, a.g.m.,14
1856-1881 yılları arası Çarlık Rusya’sının Başbakanlığını ve Dışişleri bakanlığını yürüten
Alexander Mikhailovich Gorchakov’un, Kırım harbi sonrası Rus politikasını özetlemek üzere yaptığı
yorum. “Russia never sulks, but concentrates her forces.” Barbara JELAVİCH: A Century of Russian
Foreign Policy, 1814 - 1914., Philadelphia-ABD ( 1964),147
54
20-23 Mayıs 2007 tarihleri arasında Köstence’de düzenlenen “Karadeniz ve Hazar Denizi Güvenlik
Sempozyumu” sırasındaki tebliğden
53
45
ve Suriye
gibi Orta Doğu ülkeleriyle farklı düzeyde yeniden kurulmaya
çalışılan ilişkiler ve Kosova ve Abhazya gibi sorunlara Batı’dan farklı
yaklaşımlar gibi sayısı daha da arttırılabilecek başlıklar, Rusya’nın yeniden
bir uluslararası kutuplaşma yaratıp yaratmayacağı konusunu gündeme
getirmiştir.55
2.3. Bölgedeki Diğer Aktörlerin Karadeniz’e Yönelik Politikaları
:
Karadeniz Bölgesindeki diğer ülkelerin de ajandalarında Karadeniz ile
ilgili konular bulunmakla beraber, öncelik sırasında her ülke için farklılıklar
bulunmaktadır. Diğer ülkeler arasında Karadeniz’e en öncel sırada ilgi
gösteren ülkeler Türkiye ve Romanya’dır. Bu ülkeleri diğerleri takip
etmektedir. (Bulgaristan, Ukrayna ve Gürcistan)
2.3.1. Romanya’nın Karadeniz Politikaları
:
Romanya 2004 yılından itibaren Karadeniz’i politikalarının en önemli
maddesi haline getirmiş ve ilgili ilgisiz her faaliyete “Karadeniz” ibaresini de
ekleyerek bu konuda bir farkındalık yaratma gayreti içine girmiştir.56
Görünürde Karadeniz’e bu yoğun ilginin sebebi eski bir Gemi süvarisi
olan ve Köstence bölgesinde doğup büyüyen cumhurbaşkanı Basescu’nun
şahsi ilgisidir, ancak aslında Romanya, Karadeniz konusunda ABD’nin
bölgedeki sözcüsü ve eli durumundadır. Cumhurbaşkanı Basescu’ya göre
ABD ile ortaklık iki temele dayanmaktadır. Birincisi askeri üslerle bölgede
ABD mevcudiyeti ve diğeri de bölgenin problemlerinin uluslar arası hale
getirilmesidir.57
55
56
Mitat ÇELİKPALA: a.g.m.,55
2007 yılı Nisan ayında Bükreş’te icra edilen Savunma Fuarına dahi “Karadeniz Savunma Fuarı”
adını koymaları buna örnektir.
57
Paul CİOCOİU: “New security role emerges for Black Sea region” , Southeast European Times,
http://www.setimes.com (11.08.2006)
46
Romanya geleneksel olarak Doğu bloğunda iken dahi Batıya en fazla
dönük Balkan ülkesi olagelmiştir. 1989 devriminden sonra Romanya
demokrasiye geçiş ve serbest piyasa ekonomisi kurallarını uygulama kararı
vermiş ve ilk hükümet açıklamasında, “ana hedef Avrupa kulübüne dahil
olmak”
olarak
belirtilmiştir.
Avrupa standartlarında
demokrasiye
ve
ekonomiye sahip olmamasına rağmen, başvuruda bulundukları 1991
yılından 16 sene sonra AB’ne, Batı standartlarında Silahlı Kuvvetlere sahip
olmamasına rağmen de 2004 yılında NATO’ya dahil olmuştur.
Romanya söylemlerinde bölgedeki demokratik süreci desteklediğini ve
geçiş sürecindeki ülkelere destek verdiğini beyan etmektedir. Bölgenin
güvenlik ve istikrarında önemli bir rol oynamaya çalışan ve başta ABD olmak
üzere Batı adına Karadeniz’de bölgesel liderliğe soyunan Romanya’nın
adımları, Türkiye’nin de aralarında olduğu kıyıdaş ülkeler tarafından kuşku
ve hoşnutsuzlukla izlenmektedir. Romanya bazı dış politika sorunlarını
Batı’nın desteğiyle çözeceğine inanmaktadır; bunların başında da, Bükreş’in
tarihi ilgi alanında olan Moldova’da, ayrılıkçı Rus hareketiyle mücadele
edilmesi gelmektedir. Bu nedenle bölgede mümkün olduğu kadar batılı
güçlerin etkin olmasını arzu etmekteler ve daima Batının çıkarlarının
sözcüsü rolüne soyunmaktalar.
Romanya yaptığı ikili anlaşmalar ile bölgede aktif rol oynamaya ve
ayrıca
Hazar
petrollerinin
batıya
aktarılmasında
geçiş
yolu
olarak
kullanılacak, Köstence–Trieste petrol hattından ekonomik kazanç sağlamaya
çalışmaktadır. 29 Mart 2004 tarihinde NATO, 01 Ocak 2007 tarihinde de AB
üyesi olan Romanya; son yıllarda ABD’nin de desteği ile giriştiği
Karadeniz'de öncü ve etkin bir politika izleme arayışına devam etmektedir.
Romanya Karadeniz politikasını, NATO ve AB'nin bölgeye daha fazla
katılması üzerine oturtmakta ve dış politikasının önemli bir boyutu haline
dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda, ABD’nin Romanya’da askeri
üsleri kullanmasına müsaade etmiştir. Romanya'nın bu yaklaşımının
47
arkasında, Karadeniz'de Rusya ve Türkiye faktörlerini dengeleme ve askeri
zafiyetlerini NATO ve AB'yi bölgeye çekerek kapama arayışı yatmaktadır.
Romanya, belli bir süre, resmen olmasa da bazı düşünce kuruluşları ve
hükümet dışı oluşumlar aracılığıyla Montrö Sözleşmesini de sorgulamış,
ancak
ABD'nin
bu
konudaki
tutumunun
değişmesinden
sonra
bu
yaklaşımından vazgeçmiş gözükmektedir.
Romanya,
başından
beri
Türkiye
tarafından
başlatılan
BLACKSEAFOR’un uygulanmasını sekteye uğratmak için kısıtlayıcı ve
engelleyici bir tutum takınmış ve bu niyetinin göstergesi olarak, Ocak
2006’da da sürecin 6 aylığına askıya alınmasını önermiştir. Ancak ABD
politikalarındaki değişime paralel olarak Mayıs 2006'da Ankara'da yapılan
ikili
siyasi-askeri
istişarelerde;
Romen
tarafı,
ülkemizin
Karadeniz
güvenliğinde oynadığı öncü rolü desteklediğini açıkça belirtmiş, Karadeniz
Uyumu Harekatına (KUH) katılım niyetini de beyan etmiştir.
KUH ile ilgili endişeleri Amerika’nın da olumlu görüş bildirmeye
başlamasından
itibaren
değişmeye
başlayan
Romanya
sonunda
cumhurbaşkanı Basescu’nun ağzından Karedeniz’de Rusya ve Türkiye’nin
başlatmış
olduğu girişimlerde yer alacaklarını beyan etmiştir.58 Bu
gelişmenin ardından da Mayıs 2008 itibariyle Romen tarafının KUH’a katılım
için müzakerelere başlamaya hazır olduğu Türk Dışişlerine iletilmiştir.
Halihazırda iki arasındaki Mutabakat Mutırasının imzalanmasına yönelik
görüşmeler devam etmektedir.
Üyesi olmakla birlikte, Romanya'nın BLACKSEAFOR konusunda da
hala ciddi tereddütleri bulunmaktadır, özellikle Ruslarla bilgi değişimine ve
kendi deniz kuvvetlerini diğer ülkelerin komutasına teslim etme hususuna
58
19 Mart 2007 tarihli gazetelerde Basescu “Karadeniz’i, Akdeniz gibi açık deniz yapmak
istediklerini ancak bölgesel güçlerinin buna izin vermediğini, artık Romanya’nın da gerçeklerin
farkında olarak Türkiye ve Rusya’nın başlattığı tatbikat vb. faaliyetlere katılım sağlayacağını”
açıklamıştır. www.nineoclock.com.ro
48
yanaşmaya sıcak bakmayan Romanya BLACKSEAFOR sürecinin de daha
yavaş ilerlemesini arzu etmekte ve sadece mevcut haliyle; bir iyi niyet
göstergesi, karşılıklı liman ziyaretleri seviyesinde devamından yana
gözükmektedirler.
Romanya Karadeniz’deki gelişmelerde inisiyatifi elde bulundurmak
amacıyla Haziran 2006 başında Bükreş’te “Karadeniz Diyalog ve Ortaklık
Forumu” adı altında bir konferans düzenlemiştir. Yine Amerikan desteği ile
düzenlenen ve BLACKSEAFOR’a bir alternatif getirmek veya bu girişimi
zayıflatmak amacı taşıyan bu faaliyete, Romanya, Ukrayna, Gürcistan
Azerbaycan ve Ermenistan Cumhurbaşkanları katılmış; BM, NATO, AB ve
AGİT delege göndermiş, ancak Türkiye bakan seviyesinde, Rusya ise
sadece Bükreş’teki Büyükelçisi ile temsil edilmiştir.
Türkiye ve Rusya’nın düşük seviyede katılımının sebebi Forum öncesi
kamuoyunda yaratılan “Karadeniz’de Rus ve Türkiye hakimiyeti” olarak
algılanan durumu değiştirmeyi hedefleyen bir toplantı olduğu fikridir. Bu fikrin
yayılmasının sebebi ise genelde Romanya, özelde Romen Cumhurbaşkanı
Basescu’nun söylemleri olmuştur. Neticede her yıl tekrarlanması planlanan
Forumun
ikincisi
halen
yapılmamıştır
ve
yapılması
gündemde
bulunmamaktadır.
Karadeniz’de batılı güçlerin varlığını her koşulda destekleyen Romanya
bu maksatla bölge dışı devletlerin desteklediği, Demokratik Tercih Grubu
(Community Of Democratic Choice), Ukrayna’nın Dostları ve GUAM gibi
bölgesel ve bölgeler arası kurumlara da katılmış ve etkin olarak rol
almaktadır.
2.3.2.
Bulgaristan’ın Karadeniz Politikaları
.
01 Ocak 2007’de komşusu Romanya ile birlikte, (yine bir çok
eksikliklerine rağmen!) AB’ye üye olan Bulgaristan da yaptığı ikili anlaşmalar
49
ile bölgede aktif rol oynamaya çalışmaktadır. Bulgaristan genel olarak AB ve
ABD’nin
Karadeniz
konusundaki
taleplerini
desteklemektedir.
Ancak
Romanya gibi ön saflarda yer almamaya gayret etmektedir.
Bulgaristan ve Romanya’nın Rusya ile ilişkileri geleneksel olarak
farklılık arz etmektedir. Bulgaristan Rusya’nın daha sadık ve yakın bir
müttefiki olagelmiş ve Rusya ile daha sıkı kültürel bağlara sahip olmuştur.
Yine de bu yakın ilişki Bulgaristan’ın NATO ve müteakiben AB üyesi
olmasını engellememiştir,
Bükreş ve Sofya’daki siyasi elitler bir çok diğer Doğu Bloğu ülkesinde
olduğu gibi Avrupa’nın ekonomik ve sosyal/kültürel birliğine tam anlamıyla
entegre olmak arzusundadır. Hem kendi şahsi başarıları hem de ulusal
refahları
açısından
bu
hedefin
gerçekleşmesi
politikalarının
birinci
önceliğidir. Bu entegrasyonun gerçekleşmesi için batı siyasi ve mali
kurumlarına kabul edilmeleri gerekliydi. Dolayısıyla bu ülkelerdeki liderler AB
üyeliğini en önemli hedef olarak görmüş ve zaman içinde gerçekleştirmiştir.
Ancak
özellikle
ulusal
güvenlik
konularında,
Bulgaristan
ve
Romanya’nın hem eski hem yeni liderleri, stratejik ittifak tercihlerini Avrupalı
güçlerden ziyade, ABD ve daha az seviyede de olsa İngiltere’den yana
kullanmışlardır. Bu ayrım en somut olarak 2003 yılında Irak harekatında
ortaya çıkmıştır. 2003 yılında (ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in deyimi ile)
“eski Avrupa”nın ABD’nin liderliğindeki koalisyona katılmamasına rağmen,
Polonya, Romanya, Bulgaristan gibi eski Varşova Paktı, (o zaman için) yeni
AB adayı ülkeler ABD’yi destekleyerek koalisyona askeri yardımda
bulunmuşlardır. Bu hareketleri ve ardından özellikle Fransa’nın önderliğini
yaptığı daha bağımsız ve etkin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikaları
(AGSP)’nı desteklememeleri yüzünden Fransız Cumhurbaşkanı Chirac’ın
50
tehditlerine
maruz
kalmalarına
rağmen,
ABD
yanlısı
tutumlarını
59
sürdürmüşlerdir.
Romanya ve Bulgaristan’ın güvenlik konularında AB’den ziyade Avro
Atlantik (daha doğrusu ABD) eksenli bir politika izlemelerinde, AB’nin
Balkanlar’da
yaşanan
krizlerdeki
etkisizliğinin
yarattığı endişeler
ve
Rusya’nın gelecekte tekrar güçlenerek geri geleceğine olan inançları en
büyük etken olmuştur.
Bulgaristan, NATO üyesi olarak, genel anlamda Karadeniz politikasında
ABD'nin tutumuna ve telkinlerine bağlı kalmaktadır. Bu kapsamda ABD’nin
Bulgaristan’da askeri üsler kurmasına müsaade etmiştir. Bulgaristan da
Romanya gibi Karadeniz konusunda düzenli olarak uluslararası konferanslar
düzenlemekte ve özellikle NATO ve AB ülkelerinin dikkatlerinin Karadeniz
bölgesine çekilmesine çalışmaktadır.
Deniz güvenliği bağlamında daha esnek bir tavır sergilemeye başlayan
Bulgar tarafı, 2005 Mart ayında iletilen KUH'a katılım önerisine uzun süre
cevap vermemiş, son olarak NATO Dışişleri Bakanları toplantısı vesilesiyle
Nisan 2006’da Sofya'da yapılan ikili danışma toplantısında KUH hakkında
ayrıntılı bilgi talep etmiş ve bu konuya yaklaşımını yakın dönemde
şekillendireceğini belirtmiştir.
Bükreş'te yapılan Karadeniz Diyalog ve Ortaklık Forumu Zirvesinde
konuşan Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı KALFIN'in,
BLACKSEAFOR'a
atıfta
bulunması
dikkat
çekmiştir.
Bulgaristan,
BLACKSEAFOR'un dönüşüm sürecine de ihtiyatlı yaklaşmaktadır.
59
Bu ABD yanlısı tutumun bir gerekçesini bu ülkelerin tarihsel geçmişlerinde arayabiliriz. Baltık ve
Karadeniz ülkeleri tarihleri boyunca hep bir hegemonun etkisi altında kalmıştır (Baltık ülkeleri için
Rusya, Almanya, Karadeniz bölgesindeki ülkeler için Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer büyük
Kıta devletleri) Yeni dönemde bu ülkeler başka çareleri olmadığının da farkında olarak, hemen
yakınlarındaki bir hegemonun kontrolü altında olmaktansa (AB veya RF) Okyanus ötesindeki bir
hegemonu tercih etmişlerdir.
51
Bu iki ülkenin kendi politik ajandalarındaki farklılıklardan dolayı
Karadeniz’e aynı önemi verdiklerini söylemek mümkün değildir. Bulgaristan
için Balkanlar daha önceliklidir ve asıl hedef geleneksel olarak çıkarları
bulunan
Balkanlar’daki
istikrar
olarak
gözükmektedir,
Bu
bölgedeki
istikrasızlığın kendisine de sıçrayabileceği endişesinin yanı sıra özellikle batı
balkanlar Bulgaristan’ın önemli ticari ve politik ortakları ile bağlantısını
sağlamaktadır.60
Balkan ülkelerinin NATO ve Batı güvenlik sistemine entegre olmasına
çabalayan Bulgaristan, Karadeniz ile ilgili konuları ikinci gündem maddesi
olarak yürütmektedir. Bu tutumun ardında
Bulgaristan’ın Balkanlar’da
yaşanan gelişmelerden Romanya’ya nazaran daha fazla etkilenmesinin yanı
sıra ülke içi reformlar ve AB ve NATO üyeliğine konsantre olunması
yatmaktadır. Bu nedenle Karadeniz’in Bulgaristan için ikinci sıradaki gündem
maddesi olduğu söylenebilir.
Bulgaristan, ABD ve Batıyla entegre olmasına rağmen Rusya ile
ilişkilerini de halen belirli bir seviyede devam ettirmektedir. Romanya’nın
aksine Rusya ile samimi ilişkilerde bulunmanın mükafatı da Mart 2007
tarihinde RF ile imzalanan Güney Akım projesine ortaklık anlaşması
olmuştur.
Kuşkusuz, AB’yi Karadeniz’e çekmekle, hem Bulgaristan’ın, hem de
Romanya’nın bazı beklentileri bulunmaktadır. AB’nin girişimleriyle Karadeniz
bölgesinde barış ve istikrar ortamı pekiştiği sürece, başlı başına her iki ülkeye
olumlu siyasi, ekonomik ve güvenlik yansımaları olacaktır. Bulgaristan
kaynaklı bir resmî belgede, Bulgaristan’ı bölge ve Avrupa güvenliğinin önemli
bir unsuru haline getirebilmek amacıyla, Bulgar üreticileri ve tüccarlarının
geleneksel piyasalarında,
60
özellikle
de
Bağımsız Devletler
Topluluğu
Marin LESSENSKİ: “The Black Sea Cooperatıon : An Outlook From Bulgarıa”, Xenophon Paper
No2 (2007), 39
52
ülkelerinde,
kaybetmiş
belirtilmektedir.
61
oldukları
konumlarını
geri
almaları
gerektiği
Herhalde Bulgaristan, AB’nin varlığı ve ihraç ettiği liberal
politikalar sayesinde, bu hedefine daha kolay ulaşabileceğine inanmaktadır.
2.3.3.
Türkiye’nin Karadeniz Politikaları :
Batılı ülkeleri Karadeniz konusunda en fazla hayalkırıklığına uğratan
ülke Türkiye olmuştur. Öncelikle 2005 yılında ABD’nin Active Endeavor
harekatının Karadeniz’e genişletilmesini engelleyen (RF ile birlkte) ardından
KEIÖ’ne gözlemci statüsü için başvuran ABD’yi desteklemeyen Türkiye,
Karadeniz’in her ortamda gündeme getirilmesinden rahatsızlık duymaktadır.
Karadeniz Bölgesini batılı güçlerin tarif ettiği “Geniş” Karadeniz olarak
kabul etmeyen Türkiye için Karadeniz bölgesi deniz alanı ve kıyıdaş
ülkelerden oluşmaktadır. Türkiye bu bölgede batının ısrarla üzerinde
durduğu gibi global tehditler olmadığı, bölge (kıyıdaş) ülkelerin çabaları ile
çözülebilecek riskler olduğu tezini savunmaktadır.
Türkiye’nin de bölgede liderlik çabaları vardır ve bir ölçüde bu konuma
ulaşabilmesi en olası aday da Türkiye’dir. Romanya gibi imkan ve
kapasiteleri uygun olmadığı halde dış destekle bu role soyunmuş bir ülke
olmadığı gibi, Rusya gibi bölge ülkelerinin hafızalarında hala taze olan
ürkütücü bir geçmişi de yoktur. Batı ile entegre olmak isteyen (RF hariç)
bölge ülkeleri için, batının bölgedeki en eski müttefiki olarak da bir örnek
teşkil etmektedir.
Türkiye’nin bölgesel liderliğine olası tek tepki Rusya’dan beklenirken,
Türkiye’nin AB ve ABD ile yaşadığı hayalkırıklıkları sonucunda bu ülkelerin
beklentileri
hilafına
gerçekleştirdiği
girişimler,
Rusya
iyileşmesine ve karşılıklı bir yakınlaşmaya yol açmıştır.
61
Erhan TÜRBEDAR: a.g.m., 237
ile
ilişkilerin
53
Türkiye’de bu dönemde kozlarını akıllıca kullanarak Rusya ile ilişkileri
gerecek söylemlerden uzak durmuştur. “Bölgesellik” kozunu kullananan
Türkiye’nin Karadeniz’e yönelik ilk bölgesel girişimi olan Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ) kurulduğu 1992 senesinde ortak liderlik
vizyonunu ortaya koyduğu için bölgedeki küçük ülkelerin katılımını
kolaylaştırmış ve başarılı olmuştur. 16nci yılını başarıyla tamamlayan KEIÖ
artık kuruluş amacı olan ekonomik serbest bölgeler yaratmaktan daha ileri
giderek bölgesel güvenlik, çevre ve diğer alanlarda da işbirliği politikaları
üretir hale gelmiştir.
Bölgesel ekonomik işbirliğinden sonra askeri alanda da başarılı işbirliği
örneği yine Türkiye tarafından ortaya konulmuştur. Öncelikle 2001 yılında
kıyıdaş 6 ülkenin de katılımı ile BLACKSEAFOR adı verilen Karadeniz
Kuvvetinin kurulmasını sağlamıştır. Kıyıdaş ülke Deniz Kuvvetlerinin her yıl
değişen komuta altındaki bir kuruluşa kuvvet tahsis ettikleri ve bu kuvvetin 6
ayda bir denize çıkarak, ortak eğitim/tatbikatlar, mayın arama vb. faaliyetler
ile birlikte liman ziyaretleri kültürel faaliyetler yaptıkları BLACKSEAFOR
aktivasyon dönemleri, Karadeniz ülkelerinin Deniz Kuvvetleri arası yakın
işbirliği ve dostluklar oluşmasına yol açmıştır.
2.3.3.1 Karadeniz Görev Kuvveti (BLACKSEAFOR)
:
Karadeniz'de gerçekleştirilen donanmalar arası işbirliği aslında 80’lerde
ilk
doğal
gaz
hattı için
yapılan
yakınlaşmasının son aşamasıdır.
62
anlaşmalarla
başlayan
Türk Rus
1990'lı yılların başından itibaren siyasi ve
ekonomik alandaki gelişmeler paralelinde, Karadeniz'e sahildar ülke Deniz
Kuvvetleri'nin de işbirliği içinde hareket etmesi fikri, ilk olarak 1994-1995
yıllarında oluşturulmuştur. Bu fikir daha sonra, 1998 yılında Varna'da icra
edilen Karadeniz Deniz Kuvvetleri Komutanları Toplantısı'nda Türk Deniz
Kuvvetleri Komutanı tarafından diğer ülkelere önerilmiş ve tüm üyelerin geniş
62
David BARCHAD, a.g.m., 205
54
desteğini almıştır. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Salim Dervişoğlu
tarafından
ortaya
atılan
BLACKSEAFOR
fikri;
Türkiye,
Bulgaristan,
Gürcistan, Rusya Federasyonu, Romanya ve Ukrayna olmak üzere 6 ülkeyi
kapsamıştır.
Karadeniz
Deniz
İşbirliği
Görev
Grubu,
ya
da
kısa
adıyla
BLACKSEAFOR’un kuruluşu yönündeki çabalar, 1998 yılından itibaren
diplomat, deniz subayları ve yetkili uzmanların katılımı ile bir Türk Amirali
başkanlığında icra edilen Uzmanlar Grubu (EXPERTS GROUP) toplantıları
ile sürdürülmüştür.
Bu toplantılarda, BLACKSEAFOR kuruluş anlaşması ve ekleri ile,
Karadeniz Deniz Kuvvetleri Komutanlar Komitesi (BSNC) ve Planlama Grubu
(PG) görev talimatları hazırlanmıştır. Uzmanlar Grubu seviyesinde Türkiye’de
dört,
Romanya’da
iki,
Ukrayna,
Gürcistan,
Bulgaristan
ve
Rusya
Federasyonu’nda birer kez olmak üzere toplam 10 toplantı icra edilmiştir.
BLACKSEAFOR kuruluş sürecindeki önemli aşamalardan birisi olan ve
devletlerin siyasi irade, kararlılık ve desteğini gösteren “Niyet Mektubu”,
Karadeniz’e sahildar devletlerin büyükelçileri tarafından 28 Haziran 2000
tarihinde Ankara’da imzalanmıştır.
BLACKSEAFOR
girişiminin
en
önemli
aşaması
olan
“Kuruluş
Anlaşması” ise; 2 Nisan 2001 tarihinde İstanbul Çırağan Sarayı’nda
Karadeniz devletlerinin dışişleri bakanları ve yetkilendirdikleri üst düzey
temsilcileri tarafından imzalanmıştır. Anılan imza törenine, Karadeniz Deniz
Kuvvetleri Komutanları da iştirak etmişlerdir.
Bu anlaşmanın imzalanması ile, bölge tarihinde ilk kez Karadeniz’e
sahildar devletlerin temsilcileri bir araya gelerek, Deniz Kuvvetleri’ni insani
yardım, arama kurtarma ve çevre koruma gibi maksatlarla ortak bir oluşum
içine sokma kararlılığını göstermişlerdir.
55
Ülkelerin Deniz Kuvvetleri Temsilcileri, oluşturulacak görev kuvveti ile
ilgili planlamaları yapmak üzere son olarak 20 Nisan 2001 tarihinde Tiflis’te
(Gürcistan) toplanmışlar ve bu toplantıda, hazırlanmış olan Görev Grubu
kullanım konsepti, Daimi harekat emri ve görev talimatı komutanlar arasında
görüşülmüştür.
BLACKSEAFOR anlaşmasını imzalayan bakanlar ve yetkili temsilciler,
bu girişimin amacının, sahildar devletler arasında bölgesel istikrarın,
dostluğun, iyi ilişkilerin ve karşılıklı anlayışın daha da geliştirilmesi olduğunu
beyan etmişlerdir.
İlk aktivasyon faaliyetlerinin icra edilebilmesi ve bu faaliyetlere iştirak
edecek bir harp gemisinin tefrik edilebilmesi için mevzuatımıza uygun olarak
BLACKSEAFOR kuruluş anlaşması 21 Haziran 2001 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş ve Cumhurbaşkanı’nın onaylamasını
müteakip,
26
Haziran
2001
tarihinde
2444
sayılı resmi
gazetede
yayımlanmıştır.
Arama ve kurtarma harekatı, İnsani yardım harekatı, Mayın karşı
tedbirleri harekatı, Çevre koruma harekatı, İyi niyet ziyaretleri, Taraflarca
kararlaştırılan diğer görevler olarak belirlenen görev kapsamında yılda iki kez
aktive edilen BLACKSEAFOR grubu, her yıl değişen komuta altında
Karadeniz’de tatbikatlar ve liman ziyaretleri gerçekleştirmektedir.
BLACKSEAFOR, Kara veya Hava Kuvvetleri’nden doğrudan bir katılım
olmadan, sadece Deniz Kuvvetleri unsurlarından oluşacak, gerektiğinde ise
diğer kuvvetlerin unsurları ile desteklenebilecektir. Kuvvete tahsis edilen
unsurlar, kendi ülkelerindeki daimi ana üslerinde bulunacaklar ve planlama
grubu toplantılarında hazırlanmış aktivasyon programlarına uygun olarak,
tatbikat ve eğitim faaliyetlerine iştirak edeceklerdir. Bununla birlikte,
beklenmedik durumlar için, taraflarca karar alınması halinde, gerekli uygun
kuvveti teşkil etmek üzere BLACKSEAFOR unsurları bir araya getirilecektir.
56
BLACKSEAFOR, Birleşmiş Milletler (BM) veya Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilatı (AGİT) kapsamındaki harekatlarda da görevlendirilebilecek,
bununla birlikte kuvvet, görev ve amaçlarına uygun olarak, diğer uluslar arası
faaliyetlere
de
iştirak
edebilecektir.
BLACKSEAFOR
içinde
iştirakte
Taraflar,
bulunma
bu
yönünde,
tür
faaliyetlere
kendi
ulusal
mevzuatlarına uygun olarak onay alacaklardır.
BLACKSEAFOR Karadeniz’de kullanılmak amacıyla tesis edilmiş olup,
gerektiğinde tarafların oybirliği ile alacağı karar uyarınca başka bir bölgede
de
görevlendirilebilecektir.
BLACKSEAFOR’un
Karadeniz
dışında
görevlendirilmesi halinde, kuvvetlerin statüsü her bir durum için özel bir
düzenlemeyle belirlenecektir.
Çağrı kuvveti (On Call) olarak görev yapan BLACKSEAFOR yerine
daimi bir kuvvet oluşturmak ve daha etkin görevler icra etmek maksadıyla
yine Türkiye tarafından 2004 yılında gündeme getirilen Karadeniz Uyum
Harekatı Blacksea Harmony–KUH) başta Romanya ve Bulgaristan’ın
gönülsüzlükleri nedeniyle istenen seviyede etkin olamamıştır. Ancak 2005
yılında Ukrayna ve 2006 yılında Rusya federasyonunun resmi olarak bu
kuvvete katılmaları ardından ABD destekli olarak Romanya ve Bulgaristan’ın
da söylemlerini yumuşatmaları, KUH için olumlu beklentileri artırmıştır. Halen
Karadeniz Ereğli’de bir karargah olarak kurulan KUH’a ülkelerin devamlı
olarak
kuvvet
tahsis
etmeleri
halinde
Akdeniz’deki
NATO’nun
STANAVFORMED (Akdeniz daimi Deniz Gücü) benzeri bir oluşum, sadece
kıyıdaş ülkelerin katılımı ile sağlanacak ve deniz alanında yaşanan risklerin
(özellikle Kitle imha silahları, insan ve Uyuşturucu Madde kaçaklığı
konularının) önüne geçilebilecektir.
Türkiye’nin bu girişimlerde başarılı olmasının sebebi Rusya ile kurmuş
olduğu iyi ilişkilerdir. Bu yakınlaşmanın sebebi Fioana Hill ve Ömer Taşpınar
birlikte yazdıkları makalede belirtildiği gibi; “Dışlananların” ittifakı olarak
57
değerlendirilmiştir. “Geçmişten gelen çekişmelere sahip bu iki ülke Dünya
meseleleri ile ilgili yeni bir vizyondan ziyade iki tarafın da ABD ile yaşadığı
hayalkırıklıkları nedeniyle bir araya gelmiş gözüküyorlar. Türkiye’nin Irak
politikası nedeniyle ABD’ye duyduğu öfke, Rusya’nın uzun zamandır
ABD’nin kendi etki alanına yerleşme çabalarına karşı duyduğu sıkıntıyla
örtüşmektedir.”63
90’lar boyunca Türk Rus ilişkileri gergin seyretmiştir, Rusya’ya göre
Türkiye bölgede Amerikan ideallerini temsil ediyordu ve SSCB’den ayrılan
Türki cumhuriyetler üzerinde tarihten gelen bağlarını kullanarak etki
sağlamaya çalışıyordu. 2000-2001 arası, karşılıklı imzalanan protokoller ile
yumuşamaya başlayan ilişkilerde asıl değişim 2003 yılından itibaren
meydana gelmiştir. İkili ilişkilerdeki bu olumlu gelişmede 1 Mart 2003’te
tezkerenin meclisten geçmemesi kadar Putin ve Erdoğan’ın bir çok kereler
bir araya gelmesi ve aynı yıl içinde inşasına başlanan Mavi Akım boru hattı
da etken olmuştur. Aynı dönemde iki ülke arası ticaret büyük miktarda
artmış ve 2004 yılında 10 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2007 yılında 25
milyar dolara çıkmıştır.64
Rusya ile yakınlaşan Türk Politikası, başlarda özellikle ABD’nin tepkisini
çekmesine rağmen, son dönemde ABD’nin Karadeniz ile ilgili söylemlerinde
bir yumuşama olması ile birlikte nispeten iki ülke ilişkileri normalleşmiştir. Bu
normalleşme Türkiye’nin geri adım atması ile olmamıştır, bilakis Türkiye
halen aynı tezleri savunurken ABD’nin bölgeye direk müdahelesini önlemeye
çalışmaktadır. Öte yandan ABD ise Karadeniz’e olan ilgisini azaltmamıştır,
ancak yukarıda anlatılan manevralar ile kazandığı avantajlı konumunu
devam ettirirken, bölgede yeni hasımlar edinmekten kaçınmak için Türkiye
karşıtı
söylemlerini
yumuşatarak
eski
müttefiki
ile
buzları
eritme
çabasındadır.
63
64
Fioana HİLL, Omer TASPINAR: “ Turkey and Russia, Axis of the Excluded.” Survival, Cilt 48
No:1 (2006), 81-92
Fioana HİLL, Omer TASPINAR: a.g.m.,83
58
2.3.4 Ukrayna’nın Karadeniz Politikaları:
Ukrayna Karadeniz’e yönelik doğrudan ve yoğun bir gündemi yoktur.
Ukrayna’yı Karadeniz’de en fazla ilgilendiren konu Rusya donanmasına
kiraladıkları Sivastopol limanının durumu ile Rusya’nın Ukrayna’yı baypas
etmek maksadıyla Karadeniz’in altında inşa ettiği boru hatlarıdır.
SSCB’den ayrıldıktan sonra Rus Donanmasının paylaşımında varılan
anlaşma gereği RF donanması Karadeniz’deki üslerinin bir kısmını
kaybedince, Ukrayna sınırlarında kalan Sıvastopol limanını kullanmak üzere
bir kira anlaşması yapılmıştır. 2017 yılına kadar devam edecek olan
anlaşmanın geleceği Ukrayna’da merak ve endişe konusudur.
Ancak Ukrayna için asıl endişe; Rus doğal gazının kendi toprakları
üzerinden Avrupa’ya naklini sağlayan boru hatlarından elde ettiği avantajları
kaybetmesine sebep olabilecek, Güney Akımı gibi kendi topraklarını
baypass edecek alternatif deniz altı hatlarıdır. Ukrayna kendi ülkesinden
gelen geçen boru hatlarından maddi gelirle birlikte kendi ihtiyacını
karşılayacak gazı da temin etmektedir. Bu gaz hattının elinden çıkması
halinde yaşayabileceği sıkıntılar Ukrayna için endişe kaynağıdır. Her kış
doğal
gaz
fiyatları
nedeniyle
yaşanan
anlaşmazlıklar
bahanesi
ile
Ukrayna’nın gazını kesen Rusya, (kısmen) bu ülkeden geçen hatlar
nedeniyle müdahale ederek sorunun çözümüne katkı sağlayan AB
müdahalesi olmadan Ukrayna’yı kendi isteklerine boyun eğdirmek için uzun
süre gazsız bırakabilir.
Bu durumun farkında olan Ukrayna Güney akımında devre dışı kalan
diğer ülke Romanya’yı da yanına çekerek bu projeyi önleme yolları
arayışındadır. BM deniz Hukuku sözleşmesi Md.79’daki “uluslar arası
sulardan
geçecek
boru
hatlarının
kıyıdaş
ülkelerin
anlaşması
ile
59
gerçekleşebileceği” hükmüne atıfla, kendilerine danışılmadan başlatılan bu
projeyi engellemek istediklerine dair haberler basına yansımıştır.65
Rusya ve Ukrayna arası tarihten gelen bir dizi sorun bulunmaktadır.
Yukarıda sayılanların haricinde; SSCB mirasının ve borçlarının paylaşımı,
Nükleer silahların dağılımı ve Ukrayna’nın BDT’nun şekline ilişkin görüş
ayrılıklarının yanı sıra Kırım da iki ülke arasında önemli bir sorundur.
Bu sorunların yanısıra 300 yıllık ortak tarihe sahip olmaları nedeniyle de
iki ülkenin etnik ve kültürel bağları bulunmaktadır. Rusya halen Ukrayna’nın
en büyük ticaret ortağıdır ve Ukrayna’nın zengin çelik sanayi, Sovyet
teknolojisi ile kurulmuş olup, Rus sistemine bağımlıdır. Dolayısıyla bu
ilişkinin kopması iki ülke için de yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Ukrayna batıyla entegrasyon arzusu ile Rusya’ya olan enerji bağımlılığı
arasında sıkışmış gözükmektedir. 2006 yılında gaz fiyatları nedeniyle RF ile
yaşanan kriz sonrasında ülkede meclis seçimlerine gidilmiş ve Yanukovich
liderliğindeki Bölgeler Partisi seçimi
kazanınca başbakanlığa tekrar
Yanukovich gelmiştir. Yanukovich yönetimi doğal olarak daha Rus taraftarı
politikalar yürütmüş ve batıyla ilişikilerinde bir gerileme yaşanmıştır. Halk da
önceki
hükümetin
yarattığı
hayalkırıklığı
nedeniyle
batı
aleyhinde
gösterilerde bulunmuş ve bu gelişmeler sonucunda 2006 Temmuzunda
Ukrayna’da yapılması planlanan See Breeze ve Kırım yarımadasında icra
edilecek Tight Knot tatbikatları iptal edilmiştir.
Batıya karşı kazanılan bu başarı, Ukrayna halkının NATO karşıtı
duygularını ateşlemiş ve 14 Eylül 2006 tarihinde Başkan Yanukovich NATO
Genel Sekreterine “halkın genel karşıt tutumu ve Rusya ile iyi ilişkiler kurma
arzuları”
65
nedeniyle
Ukrayna’nın
NATO
üyeliğine
başvurmayacağı
Eurasia Daily Monitor, 6 Mart 08 tarihli haber http://www.jamestown.org/edm/article.php?article_id=2372860
60
bildirilmiştir.66 Ancak daha sonra 2007 yılında yapılan erken seçimlerle ile
tekrar başbakanlık görevine getirilen Yulia Tomaşenko hükümeti, NATO
üyeliği başvurusunu tekrarlamıştır. Bu gelişme ile tekrar batıyla entegrasyon
yolunda girişimlerde bulunan Ukrayna bir yandan AB ile Komşuluk Politikası
kapsamında yakınlaşmakta, diğer yandan son zirvede başarısız olsa da
NATO ile doğrudan ilişki kurma çabasındadır.
Ukrayna iç politikası da bu ayrım doğrultusunda kutuplaşmış hatta
ülkenin doğusunda RF yanlısı, batısında ise avro atlantik bloğu yanlısı oylar
çoğunluktadır. Bu çatışma RF’nun müdahaleleri ile yakın gelecekte de
devam edecek gözükmektedir.
Ukrayna
Karadeniz’de
Batının
politikaları
için
çok
önemli
bir
konumdadır ancak Rusya Federasyonu için olan önemi de aynı derecede
çok büyüktür. Ukrayna’nın kaybedilmesi Rusya için çok büyük bir darbe
olacaktır. Çünkü Rusya’nın tekrar süper güç haline gelebilmesi için
Ukrayna’ya ihtiyacı vardır. “Ukrayna’nın Rusya’dan ayrılması Rusya’nın
jeopolitik
seçeneklerini
kısıtlayacaktır...
Baltık
ülkeleri
ve
Polonya
kontrolünden çıksa bile Rusya etkili bir Avrasya İmparatorluğu hevesini
sürdürebilir, ama 52 milyon Slav nufüsü ile Ukrayna olmaksızın Moskova’nın
bu imparatorluğu kurma çabaları, Rusya’yı milliyetçilik ve dini olarak aktive
olmuş Slav olmayan uluslarla çatışmanın ortasında bırakacaktır...”67
Rusya’nın tekrar global bir aktör olma çabaları düşünüldüğünde Ukrayna’nın
kaybı kabul edilemez bir durum olacaktır.
Ukrayna sadece petrol ve doğal gazın toprakları üzerinden Avrupaya
ulaşmasını sağlayan bir geçiş ülkesi değil aynı zamanda Rusya’nın tahıl
66
Ariel COHEN, Irwin D. CONWAY: “U.S. Strategy in the Black Sea Region” The Heritage
Foundation (9 Aralık 2006) http://www.heritage.org/Research/RussiaandEurasia/bg1990.cfm#_ftn
67
Zbigniew, BRZEZİNSKİ, “Büyük Satranç Tahtası”, Çev. Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık,
(İstanbul, Sabah Yayınları, 1998), 47
61
ambarıdır da. Sadece bu özelliği bile Ukrayna’yı Rusya için vazgeçilmez
kılmaktadır.68
Ukrayna’nın Rusya için bir diğer önemi de Avrupa’ya giden enerji nakil
hatlarının
%80’inin
Ukrayna’dan
geçmesidir
ve
son
dönemdeki
güçlenmesinin en büyük etkeni olan gaz/petrol gelirlerin kontrolünü
kaybetmemek, RF için gerçekten çok önemlidir.
Bu önemi nedeni ile
Ukrayna Karadeniz’de RF ve Avrupa Birliği, ABD arası güç oyunlarının en
birinci sahnesi olmaya devam edecektir.
2.3.5. Gürcistan’ın Karadeniz Politikaları :
Gürcistan’ın Karadeniz’e yönelik politikası batıyla entegrasyon
çabasına paralel olarak özellikle ABD politikalarıyla eşgüdüm içindedir.
Rusya karşısında tek kalmaktan duydukları endişe ile Karadeniz’i açık deniz
olarak kabul etme gayreti içindedirler. Bunu en iyi Mart 2006’da Ankara
Büyükelçileri Grigol Mgaloblişvili’nin su sözlerinde görebiliriz. “Karadeniz
kimsenin arka bahçesi değildir. Karadeniz’in yeni uluslar arası aktörleri de
hesaba katılmalı, açık deniz olarak kabul edilmelidir.”69
Kendisinin RF karşısında tek başına kalmaktan kurtaracağına inandığı
NATO üyeliği için yoğun çaba harcayan Gürcistan özellikle RF destekli etnik
sorunlarına çözüm için NATO’ya üyeliğini zorlamaktadır. Bu gerçeklerin
ışığında Karadeniz’e yönelik politikaları da ABD politikaları tarafında
şekillenmektedir.
2008
NATO
zirvesinde
umduğunu
bulamayan
Gürcistan
2008
Ağustos’unda RF ile yaşadığı çatışmada ABD tarafından desteklenmediği
için zor durumda kalmış ve geri adım atarak Rus isteklerini kabullenmiştir.
68
Kemal OLÇAR: “Karadeniz Politikaları ve Türkiye Ukrayna Stratejik ilişkileri”, (İstanbul, IQ
yayınları, 2007), 203
69
Özgen ACAR: “Çırpınırdı Karadeniz Bakardı Türk’ün Bayrağına” , Stratejik Analiz, Sayı 72,
(Nisan 2006), 56
62
Ağustos 2008 tarihinde yaşanan olay son dönemde sürekli Batı tarafından
Rus etkisinden uzaklaştırılmaya çalışan tüm küçük Karadeniz devletlerine bir
nevi uyarı olmuştur. Rusya bölgenin kendi arka bahçesi olduğunu bir kez
daha ispatlamış ve bu küçük ölçekli çatışma provasında galip gelerek diğer
bölge devletlerine de bir mesaj vermiştir.
63
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİNİN KARADENİZ POLİTİKALARI
Avrupa Birliği’nin her genişlemesi beraberinde yeni fırsatlar ve yeni
sorunlar getirmiştir. 2004 yılındaki büyük genişleme de bu duruma bir istisna
olmamıştır. AB’nin 2004 yılında gerçekleştirdiği 5nci genişlemenin önem
arzeden tarafı sadece katılan ülkelerin sayıları değil, aynı zamanda
genişlemenin yönü olmuştur. Doğuya doğru genişleme sonrasında AB,
Rusya ile komşu olarak, yeni ve çözümü daha öncekilere nazaran daha
karışık
problemlerle
karşılaşmıştır.
2007
yılında
gerçekleşen
6ncı
genişlemeden sonra ise AB sınırlarının Karadeniz’e ulaşmasıyla, 2004
yılından itibaren uğraşmak zorunda kaldığı problemlere Karadeniz boyutu da
eklenmiştir.
Avrupa
sonlarında
Birliği
artmaya
açısından
Karadeniz
başlamıştır.
Bu
Bölgesinin
zamana
önemi
kadar
AB
90’ların
özellikle
Balkanlar’daki sorunlara yoğunlaşmış ve Karadeniz Bölgesine yönelik sınırlı
politikalar üretmiştir. AB Konseyinin 2001 zirvesinde alınan, Doğu Avrupa
ülkelerinin birliğe katılım kararı sonrası bu bölgeye yönelik politikalarda da
artış gözlenmiştir.
Karadeniz Bölgesinin AB için artan öneminin sebepleri özetle; AB’nin
yakın çevresinde bulunması nedeniyle buradan kaynaklanan başta terör ve
terör ihracı gibi problemlerin AB’nin problemi olmasının yanısıra, Avrupa’nın
artan enerji gereksinimini nedeniyle ihtiyaç duyduğu RF ve Kazak petrolleri
ile Rus ve Hazar doğalgazının geçiş yolu olmasından da kaynaklanmaktadır.
Son
yıllarda
AB,
petrolün
%25’ini,
doğal
gazın
%40’ını
RF’dan
karşılamaktadır. Bu nedenle AB politikalarında RF’nun etkisinin artığı kabul
edilen bir görüştür. AB yetkililerince bu sorunun tek çözümü olarak doğal gaz
ve petrol temin kaynaklarını çeşitlendirmek gerektiği kabul görmektedir.
64
Jeolojik konumu açısından AB ülkeleri için en uygun alternatif
kaynaklar Ortadoğu’dan sonraki en büyük 2nci petrol rezervine ve 3ncü
doğal gaz rezervine sahip Orta Asya cumhuriyetleridir1 (Hazar denizi ve
Kazakistan kaynakları). Bu bölgelerdeki kaynakların Avrupa’ya ulaşımı için
en uygun yol ise yine Karadeniz üzerinden ve çevresinden geçmektedir.
Karadeniz’in AB için önem kazanmasındaki diğer etken ise bölgeden
kaynaklanan istikrarsızlıkların Avrupa içinde olası etkileridir. Bu bölgede
fazla miktarda çatışma bölgesi bulunmaktadır. Çatışma bölgeleri tüm
dünyada genel kabul gördüğü üzere, terörizm, insan ve silah kaçakçılığı ve
organize suçlar konusunda suçlulara güvenli bir liman sağlamakta ve
buralardan batıya istikrarsızlık ihraç edilmektedir.
AB’nin
bölgeye
yönelik
politikalarını
incelerken
Romanya
ve
Bulgaristan’ın üyelikleri sonrası farkları daha iyi ortaya koyabilmek için, bu
tarihten öncesi ve sonrası ayrı başlıklar altında incelenmeye çalışılmıştır.
3.1. AB’nin 01 Ocak 2007 Öncesi Karadeniz Politikaları
:
Karadeniz Bölgesinden ilk kez bahseden ciddi AB dokümanı 2003 Aralık
ayında yayınlanan Avrupa Güvenlik Stratejisi belgesidir. Bu belgede dahi
AB’nin doğu boyutuna çok az değinilmiştir. Ana konular olarak; Avrupa’nın
bölünmesine engel olunması, Doğu ile AB’nin ekonomik ve politik
menfaatlerinin paylaşılması ve AB’nin doğunun politik sorunlarına müdahale
etmesi konuları yer almaktaydı.
AB’nin 90’lı yıllarda bölge ile ilgisi daha çok ekonomik olmuştur.
Ekonomik ve teknik yardımlar yaparak bölgenin AB ile ticari ilişkilerini
artıracak alt yapıyı oluşturma gayretleri ile sınırlı kalan ilişkilerde AB’nin
1
Bölge ülkelerinin petrol kaynakları BP kaynaklarına göre: 253 milyar varil ve doğalgaz kaynakaları
ise 84 trilyon metreküp olarak hesaplanmaktadır. Bkz. Tablo 4
65
ilgilendiği ana alanlar; Sınır Aşan Suçların Önlenmesi, Sınır Kontrolleri,
Çevresel Sorunlar, Ülkeler Arası Alt Yapı Yatırımları ve Sınır Aşan Güvenlik
Sorunlarıdır.
Ancak Avrupa Birliği’nin bu bölgede batı yanlısı rejimler oluşturmak ve
bölge ülkelerinin modernleşmesine katkı sağlamak için kullandığı en önemli
ve en eski mekanizma TACIS (Technical Assistance to the Commonwealth of
Independent States)’dir. AB’nin Hazar ve Karadeniz‘e yönelik stratejilerinin
temel araçları, TACIS programı ve bunun çatısı altında yürütülen TRACECA
ve INOGATE projeleri kapsamında önce RF daha sonra diğer bölge ülkeleri
ile imzalanan PCA (Ortaklık ve İşbirliği Antlaşmaları)’dır. İlk PCA Soğuk
Savaşın hemen ardından RF ile 1994’de imzalanmıştır. PCA’lar TACIS,
INOGATE
ve
TRACE
gibi
projelerin
siyasi
diplomatik
çatısını
oluşturmaktadır.2
Avrupa Birliği geçiş dönemindeki Orta Asya ve Kafkasya ülkelerinin
demokrasi ve serbest pazara uyumunu kolaylaştırmak için bu ülkelere gerekli
mali ve teknik yardımda bulunmak ve bu coğrafyada Avrupa Birliği’nin etkisini
daha da artırarak Avrupa’nın uzun süreli güvenliğini artırmak3 için TACIS
programını geliştirmiştir.
TACIS ana programının altında geliştirilen iki önemli proje ise, Orta
Asya’yı Avrupa’ya bağlayacak otoyol ağlarını kapsayan TRACECA ve bölge
ülkelerinin enerji altyapılarını geliştirmeyi hedefleyen INOGATE projeleridir.
3.1.1. TRACECA Projesi
:
Karadeniz bölgesi Avrupa ile zengin kaynaklara sahip, Orta Asya ve
Hazar denizini birbirine bağlayan önemli bir ulaşım yoludur. Bu doğu batı
2
H.Pınar ÖZCAN, “Türkiye’nin ve Avrupa Birliği’nin Hazar Coğrafyasında Kesisen Enerji
Politikalar”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2008, 122
3
H.Pınar ÖZCAN, a.g.e.,123
66
eksenini kurabilmek için AB, 1997 yılında Helsinki’de düzenlenen Pan Avrupa
Konferansında
TRACECA
(Transport
Corridor
Europe-Caucasus-Asia)
projesini hayata geçirmiştir.
07-08 Eylül 2005 tarihinde Bakü’de toplanan Karadeniz, Kafkaslar ve
Orta Asya’dan 12 ülke devlet başkanı Bakü Süreci adı verilen ve tarihi İpek
Yolunu
tekrar
canlandıracak,
aralarında
ekonomik
ilişkileri,
ulaşım
bağlantılarını artıracak çok taraflı anlaşmalar imzalamıştır.
TRACECA projesi Avrupa’yı Rusya, Baltık Denizi ve Orta Asya’ya
bağlayan Pan-Avrupa koridoru adı verilen otoyolları içermektedir. Taşıma
koridorları ve TRACECA projesi ile birlikte Karadeniz Limanlarında büyük bir
dinamizm yaşanmakta ve liman kapasiteleri hızla artırılmaktadır.4 Orta Asya
yer altı zenginliklerinin Kafkasya limanları Karadeniz üzerinden Avrupa’ya
tasınması ve karsılıklı ticaretin büyümesine katkıda bulunan birçok PanAvrupa koridoru, Karadeniz bölgesinden geçmektedir. Örneğin 8 numaralı
doğu batı varyantı Adriyatik denizini Orta Asya’ya bağlarken, 9 numaralı
varyant Kuzey güney ekseninde Baltık Denizini, Rusya-Azak denizi
Karadeniz’e bağlar ve 7 numaralı Tuna varyantı ise Tuna Volga ve Don
nehirlerini irtibatlamaktadır. Özellikle 7 numaralı koridorun çok büyük bir
ticaret hacmi vardır. Rusya Don Volga kanalını 1962 yılında bitirmiştir, 1990
yılında da Main Tuna kanalının açılması ile büyük gemiler Kuzey denizinden
Hazar denizine kadar yolculuk yapabilmektedir. (Bkz. Harita 7)
Ancak günümüze değin bu projelerin temel altyapıları tamamlanabilmiş
olmasına rağmen bahse konu koridorlar henüz faaliyete geçirilememiştir. AB
bu projelere 100 milyar avrodan fazla para yatırmıştır, ancak bölge ülkelerinin
ekonomilerinin yetersizliği dikkate alınınca sadece AB’nin katkıları ile
projelerin gerçekleşmesi güç gözükmektedir. Bu projelerden sonra hayata
geçirilen ve ileride bahsedeceğimiz Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) da bu
4
Murat ERDAL: “Pan-Avrupa Tasıma Koridorları”, www.meslekiyeterlilik.com.tr
67
projeler için ayrı bir fon yaratamadığı için projelerden istenen yararın
sağlanmasının daha uzun süreceği tahmin edilmektedir.
3.1.2. INOGATE Projesi:
Daha önce bahsedildiği gibi Orta Asya ve Hazar bölgesinin çok büyük
enerji kaynakları vardır ancak bu bölgelerde mevcut altyapı ve teknolojik
kısıtlamalardan dolayı enerji kaynaklarının verimli olarak işletilmesi mümkün
değildir. Bu eksikliklerin giderilmesi ve altyapının geliştirilmesi için gerekli
sermaye ise AB’de bulunmaktadır. Bu nedenle AB 1995 yılında INOGATE
(Interstate Oil and Gas Transport to Europe) programını yaratmıştır.
(Harita 8-9) Bu bölgesel program, bölgeye teknik yardım sağlamak ve doğal
gaz ile petrol altyapılarına yatırım yapmayı hedeflemektedir. Ayrıca üretici
ülkeler ile tüketici ülkeler arasında işbirliğini de artırmak hedeflerden bir
diğeridir.
INOGATE projesinin de başarısı tartışmaya açıktır, en başta bölgenin
altyapı olarak en güçlü ülkesi olan RF‘nun programa dahil edilmemesi bu
başarısızlığın etkenlerinden biridir. RF’nun proje dışında bırakılmış olması
gerçeği aslında programın bölge ülkelerinin yararından daha çok, AB’nin Rus
kaynaklarından bağımsız alternatif arayışlarının bir sonucu olduğunu
göstermektedir. INOGATE’in yeteri kadar başarılı olmamasının bir diğer
gerekçesi de programa dahil ülkeler arasındaki bazı politik nedenlerle
projelerin bir kısım ülkeleri devre dışı bırakmasıdır. Örneğin programın en
önemli projesi olan Bakü, Tiflis, Ceyhan Boru hattı, Azerbaycan ve
Türkiye’nin Ermenistan ile yaşadığı problemler nedeniyle Ermenistan’ı devre
dışı bırakmıştır.
AB ve NATO’nun doğuya genişlemesi ve global terörle mücadele
kapsamında bölgenin harekat alanlarına yakınlığı ve bu alanlara transit
yolların öneminin ortaya çıkması ile Karadeniz’in ekonomik öneminin yanı
68
sıra jeostratejik önemi gündeme gelince, Karadeniz tekrar AB ve ABD
çevrelerinin gündeminde önemli bir yer almıştır.
Bu dönemde AB, Karadeniz bölgesine bölgesel olarak yaklaşmaktan
ziyade, bölge ülkeleri ile ikili anlaşmalar yapmak suretiyle ilişki kurmuştur.
Daha sonra geliştirilen Avrupa Komşuluk Politikasına (ENP) Karadeniz
bölgesi ülkeleri de dahil edilerek genel bir politikanın bir parçası haline
getirilmişlerdir.
3.1.3. Avrupa Komşuluk Politikası
(ENP) :
19 Ocak 2004 tarihinde Avrupa Parlamentosu, AB üyeliği beklentisi
olmayan ancak AB ile yakın politik ve ekonomik ilişkiler içinde olmak isteyen
ülkeleri kapsayacak bir komşuluk politikasını onaylamıştır. 12 Mayıs 2004’te
yayınlanan AB strateji belgesinde de yer alan ENP, Avrupa’nın doğusunda ve
Akdeniz kıyılarında AB için bir dostluk çemberi oluşturmak üzere kurulmuştur.
Üyeliğe bir alternatif olarak geliştirilen bu politika, Mısır’dan Ukrayna’ya kadar
ENP’ye dahil ülkelere, AB ortak pazarında; malların, hizmetlerin, insanların
ve paranın serbest dolaşımı da dahil bir çok işbirliği imkanı önermektedir.
1 Mayıs 2004 tarihinde AB’nin 5nci genişlemesinden sonra, Daha Geniş
Avrupa (Wider Europe-European Neighbourhood Policy (ENP): A New
Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours)
programı çerçevesinde AB, Karadeniz ve Güney Kafkasya ülkeleri ile ilişkileri
düzeltmek ve bu ülkeleri AB standartlarına yükseltmeye yardım yönünde
adımlar atmaya başlamıştır. Bu bağlamda AB, Karadeniz ve Güney
Kafkasya’daki dondurulmuş çatışma bölgelerindeki sorunların çözülmesinde,
siyasi ve ekonomik reformların gerçekleştirilmesinde daha etkin bir rol
üstlenmeye başlamıştır. Daha Geniş Avrupa programında demokrasiye geçiş
süreci, ödüllerle teşvik edilen ve Kopenhag Kriterleri benzeri koşulların yerine
69
getirilmesi karşılığında adeta “AB’ye üyelik dışında her şeyin”5 teklif edildiği
uzun bir süreç olarak aktarılmaktadır. Çizilen hukukî çerçeve ise “ortaklıktan
daha fazla, üyelikten daha az bir dizi hakları” içermektedir.6
ENP eylem planlarında insan haklarının, demokrasi ve hukuk düzeninin
geliştirilmesi, konularının önceliği bulunmaktadır. Bu konuların yanı sıra
gerekli koşulları yerine getiren üye ülkelere serbest dolaşıma kadar çeşitli
kolaylıklar ve imtiyazlar tanınabilecektir.
Avrupa Komisyonunun hazırladığı ülke raporları doğrultusunda her ülke
için özel eylem planları geliştirilmektedir. Karadeniz bölgesinde ilk başta
Moldova ve Ukrayna ile (Ortaklık Eylem Planı) PAP imzalanmış ve daha
sonra 14 Haziran 2004 tarihinde de Güney Kafkas ülkeleri (Gürcistan,
Azerbaycan ve Ermenistan) ile PAP’lar imzalanmıştır. Eylem planlarında yer
alıp da başarılan hedefler arasında örnek olarak Ukrayna’nın Pazar
reformları, vize kolaylıkları ve enerji konularının yanısıra Moldova Ukrayna
sınırında oluşturulan EUBAM (European Union Border Assistance Mission)
Sınır Yardım Misyonu gösterilebilir.
Getirdiği yeniliklere rağmen ENP hedef ülkelerde pek heyecanla
karşılanmamıştır. Özellikle Karadeniz Bölgesi ülkelerinde bu hoşnutsuzluk
had safhadadır, çünkü Karadeniz bölgesinden ENP’ye katılan ülkelerin üyelik
beklentileri vardır ve ENP bu beklentilerine tam bir alternatif sağlamadığı gibi
üyeliğin avantajları olmadan getirilen tüm AB normlarına uyma zorunluluğu
bölge ülkelerine bir yük getirmektedir. Bu durum ENP’nin hedef ülkelerden
çok AB iç dinamiklerine hizmet ettiği şeklinde yorumlanmaktır.
ENP strateji belgesinde de belirtildiği gibi ENP’nin Akdeniz bölgesine ve
güney komşularına yönelik politikasında “Akdeniz’de bir çok farklı sektörde
5
6
2003 yılında AB Komisyonu başkanı Romano Prodi tarafından ortaya konulan hedef. "anything but
the instutitions." Irıs KEMPE, Kurt KLOTZLE:“The Balkans and the Black Sea Region:
Problems, Potentials,and Policy Options” CAP Policy Analysis, No:2 (2006),10
Irıs KEMPE, Kurt KLOTZLE, a.g.m., 11
70
bölgeler arası girişimleri ve işbirliğini destekleyen belirgin/özel bir bölgesel
boyut“ bulunurken, RF ve SSCB’den bağımsızlığını kazanan Karadeniz
bölgesi ülkelerine yönelik AB politikalarının bölgesel işbirliğini veya ekonomik
entegrasyonu geliştiren bir yönü bulunmamaktadır.
Tam üyelikten sonra programa katılan ülkeler için en önemli avantaj
olarak değerlendirilen vizesiz serbest dolaşım ve ticari malların serbest
dolaşımı konusu dahi vaatten öteye gidememiş ve somut adımlar
gerçekleştirilememiştir. Bu durum da üye ülkelerin hayal kırıklığını artırmıştır.
ENP
sadece
Karadeniz
ülkelerine
göre
bir
politika
olarak
geliştirilmemiştir. AB’nin tüm komşularını (Akdeniz’den Hazar’a kadar geniş
bir coğrafyada) kapsamaktadır ancak; bu durum birbirinden çok farklı
özellikleri olan ülkeleri aynı kefeye koyduğu ve hemen hemen hepsi için aynı
(yöntemler ve uygulanan araçlar farklı dahi olsa) çözümü ürettiği için
eleştirilmektedir. Bu nedenle ENP içinde gruplandırmalara gidilerek aynı
geçmiş ve beklentilere sahip ülkeleri aynı gruplarda toplayarak bu ülkelerin
değişiminde etkili olunabileceği şeklinde bir kanaat oluşmuştur.
“AB’nin görevi; yakın çevresinde istikrar ve iyi yönetimlere belirgin bir
katkı sağlamak ve AB’nin doğusuna doğru ve Akdeniz sınırlarında yakın ve
işbirlikçi ilişkiler kurulacak iyi yönetilen bir hükümetler kuşağı oluşturmak”tır. 7
ENP bu stratejiye hizmet için geliştirilmiş olmasına rağmen üye ülkelerden
daha çok AB iç yapısına hizmet eden bir politikadır. Bu durumun aslında
normal karşılanması gerektiği de AB’nin mevcut yapısına ve sınırlarına
bakıldığında görülebilir.
2004 genişlemesi sonrası literatüre “genişleme yorgunluğu” olarak
yerleşen belirsiz ve vizyonsuz bir döneme girilmiştir. Bu arada AB anayasası
çalışmaları da Fransa ve Hollanda’daki “hayır” oyları ile sekteye uğrayınca,
7
Aralık 2003 ‘de yayınlanan AB Güvenlik stratejisinden
71
AB’nin yeni üyeler kabul etmesi ihtimali, neredeyse kalmamıştır. Hatta 2004
genişlemesinden son anda yetersizlikleri nedeniyle çıkarılıp bir sonraki
genişlemeye bırakılan Romanya ve Bulgaristan’ın dahi üyelikleri ile ilgili
kuşkular doğmuştur.
Mali açıdan da 2013 yılına kadar olan AB bütçesi hazırlandığı için
“hazım” kapasitelerinin üzerinde yeni üye almaları en azından yeni bütçe
dönemine (2013-2018) kadar imkansız gözükmektedir. Bu gerçeklerin
bilincinde olarak, AB çevresindeki ülkelere yeni bir vaate bulunma
zorunluluğu hissetmiştir. Yani ENP, Avrupa’nın genişleme (yeni üyelik)
yerine, beklenti içindeki ülkelere sunduğu yeni bir ödüldür.
ENP kağıt üzerinde her ülke için özel sipariş programlar üreterek herkes
için tek tarife programlar üretmeyecektir. Gerçekte de her ülke için farklı
öncelikler ve farklı programlar yapılmaya çalışılmasına rağmen bu politika
özellikle Karadeniz bölgesinden bu programa katılan ülkeleri tatmin
etmemektedir. Bu tatminsizliğin arkasındaki en büyük sebep Akdeniz
bölgesindeki komşuların aksine Karadeniz bölgesindeki komşuların hepsinin
üyelik beklentileri vardır ve ENP bu beklentiyi karşılamamaktadır.
AB’nin Karadeniz bölgesine yönelik asıl politikası ENP ile şekillenmiştir. Bu
politika
ile
demokratiklik
bölge
ülkelerine
düzeyini,
üyelik
ekonomilerini,
vaadinde
insan
bulunmadan,
hakları
onların
standartlarını
yükseltmek ve sonuçta AB sınırları etrafında istikrarlı bir kuşak elde etmek
hedefi taşır ve yeni bölünmelerin önüne geçmek üzere geliştirilmiştir ancak
“komşu” kelimesi kendi başına bir ayrımcılık kaynağı olarak görülmektedir.
ENP’nin uygulandığı ülkeler, Komşu kelimesinden “sistemin parçası
olmadıkları ve olamayacakları, ancak olsa olsa komşusu olabilecekleri”ni
72
yorumlamaktadır.8 Analist Micheal Emerson’a göre 9 bu isim yerine “Avrupa
Entegrasyon Politikası” adı verilse daha olumlu psikolojik etki yaratabilirdi.
AB politikalarının Karadeniz ülkeleri üzerinde etkili olma şansı aslında
komşuluk politikasında yer alan diğer ülkelere nazaran daha fazladır. Çünkü
AB’ne üyelik hedefi olmayan özellikle Akdeniz diyaogu ülkelerinin aksine
hepsinin üyelik hedefi var bu gerçeği de bölgede en etkin organizasyon olan
KEİÖ’nin kuruluş belgesinde belirtmişlerdir.10’ Ancak bu güne kadar istenilen
seviyede başarılı olamamıştır. Bu başarısızlığın sebeplerinden biri yukarıda
bahsedilen ortak üyelerin kuşkuyla yaklaşmaları olduğu kadar AB’nin ve AB
ülkelerinin tek tek bölgeye yaklaşımından da kaynaklanmaktadır.
AB Karadeniz bölgesine, bölgesel yaklaşmaktan ziyade tek tek ülkeler
ile (daha çok AB’nin çıkarına) ilgili politikalar geliştirerek ilişki kurmaktadır.
ENP’nin tanımında da bu husus vardır. Ancak tümüyle Karadeniz bölgesini
hedef alan bir politika yakın zamana kadar üretilememiştir. Karadeniz’e
yönelik, daha önce Baltık ülkeleri için üretilen “Kuzey Boyutu” benzeri bir
politika tek tek ülkelere yönelik politikalardan daha fazla etkili olarak
bölgenin demokratikleşmesine ve istikrara kavuşmasında başarılı olabilir.
Bu bölgesel yaklaşım beklentisi ile “ENP’nin genel bir politika olduğu ve
farklı gruplardan ülkeler için aynı politikayı uyguladığı” yönündeki eleştiriler
çelişkili gibi gözükebilir. Fakat ENP’de eleştirilen husus birbirinden farklı
beklentileri olan devletlere karşı tek bir politika üretmek iken, “Karadeniz
Boyutu” veya bölgesellikten beklenen ise aynı coğrafyayı ve aynı hedefi
paylaşan11 ülkeler ile tek tek farklı kapsamlı ve farklı avantajlar sağlayan
8
Micheal EMERSON: “The Black Sea as Epicentre of the Aftershocks of the EU’s Earthquake”,
Centre for European Policy Studies, No 79, (Temmuz 2005), 6
9
Micheal EMERSON: a.g.m.,7
10
25 Haziran 1992 tarihli Boğaziçi Bildirgesi www.turkey.org/politics/bsec
11
Karadeniz Bölgesi veya Geniş Karadeniz Bölgesi olarak bahsedilen coğrafyaya Kıyıdaş ülkeler ile
birlikte Azerbaycan, Ermenistan ve Moldova dahildir. Bu ülkelerden Bulgaristan ve Romanya AB
üyesi, Türkiye tam üyelik müzakereleri yapan ülke ve RF ise özel statütede “stratejik ortaklık”
73
anlaşmalar yapmak yerine herkesin ortak çıkarlarını sağlayacak temel
şartlarda anlaşma yapılmasıdır. Unutulmamalıdır ki bu bölgenin ENP’ye
dahil ülkeleri hem zayıf ekonomileri hem de iç sorunlarıyla boğuşan
ülkelerdir ve geçmişten gelen sorunlar nedeniyle birbirlerine karşı hasmane
politikalar da yürütmektedir. Böyle bir toplulukta ortak çıkarlara yönelik,
bireysel anlaşmalar yapmak doğal olarak zordur. Bunun yerine genel olarak
bölgeye yönelik politikalar üretildiği takdirde farklı ülkelerin çelişen çıkarlarını
gözetmekten daha olumlu sonuçlar alınabilecektir.
3.1.4. Bölgesel İşbirliği Örgütleri ve Avrupa Birliği İlişkileri
:
Karadeniz Bölgesinin bütün olarak bir “bölge” halinde davranamaması
nedeniyle ENP’nin veya Avrupa Birliği’nin de Karadeniz ülkelerine karşı
Bölgesel
yaklaşımında
eksiklikler yaşanmıştır. Karadeniz Bölgesi
ülkelerinin bölgesel kimlik oluşturmasının bir çok nedeni bulunmaktadır. Bu
sebepleri başlıca iç sebepler ve dış sebepler olarak ayırmak mümkündür.
Karadeniz’de bölgesel kimlik oluşmamasının dış nedenlerinden en önemlisi
dış güçlerin de tek tek bölge ülkeleri ile ilişki kurdukları takdirde onları
istismar edebilmeleri sebebiyle bu durumu tercih etmeleri ve Karadeniz’i
2000’li yıllara kadar gündemlerine gerektiği şekilde almamaları olmuştur.
Aynı şekilde bölge ülkeleri de bazı durumlarda bireysel olarak Avrupa
ülkeleriyle mevcut iyi ilişkileri ve avantajlı konumlarını korumak adına
Avrupa Birliği ülkelerine karşı tek bir blok olmayı tercih etmemişlerdir.
Karadeniz Bölgesinde bölgesel kimlikle ilgili sorunun somut bir örneği de
özellikle aynı zamanda Balkan ülkeleri de olan batı Karadeniz ülkelerinin
kendilerini daha prestijli bir isim olan “Güney Doğu Avrupa” ülkeleri olarak
adlandırmalarında da görülmektedir.
anlaşması ile diğer ülkelerden ayrılmıştır. ENP’na üye ülkeler (Moldova, Ukrayna, Gürcistan,
Azerbaycan ve Ermenistan)’in nihai hedeflerinde batıyla entegrasyon ve AB üyeliği bulunmaktadır.
74
Karadeniz Bölgesi ülkelerinin başta AB olmak üzere batılı güçlere karşı
toplu bir duruş gösterememeleri, Batının da onlara karşı bölgesel bir
yaklaşım göstermemesi sonucunu doğurmuştur, ancak bu durum yakın
zamana kadar iki tarafın da tercih ettiği bir ilişki biçimi idi. Bu tercihin sebebi
Karadeniz ülkeleri arasında bölgesel işbirliğinin yeterli derecede gelişmemiş
olmamasıdır.
Bölgesel işbirliği alanında en önemli kurum Karadeniz Ekonomik
İşbirliği Örgütü (KEİÖ) olmakla beraber burada da ulaşılan seviye – son
zamanlardaki olumlu gelişmelere rağmen- yeterli seviyede değildir. 1992
yılında Türkiye’nin öncülüğünde kurulan KEİÖ bölge ülkeleri arasında
ticareti artırarak, düşük vergi oranları vb. düzenlemeler ile ekonomik
entegrasyon için kurulmasına rağmen son dönemde organize suçlar,
ulaşım, iletişim ağları ve güvenlik gibi konulara da eğilmeye başlamıştır.
KEİÖ’nün 12 üyesi vardır (kıyıdaşların yanı sıra Arnavutluk, Ermenistan,
Azerbaycan, Moldova, Yunanistan, Sırbistan) ve AB ile ABD’nin de arasında
olduğu 12 gözlemci statüsünde üyesi bulunmaktadır. Kurulduğu günden
itibaren büyük yapısal değişimler geçirdikten sonra son dönemde ilgi alanını
da genişleten KEİÖ, bölgesinde kriz yönetimi, polisiye işbirliği, sınır kontrolleri
ve organize suçlarla terörizmle savaş gibi alanlarda da etkili olmaya
çalışmaktadır. KEİÖ’nin ilgi alanlarındaki bu değişiklik bu örgütün AB ile
işbirliği ve entegrasyon isteği ile alakalı olarak yorumlanmalıdır.
KEİÖ bölgenin en geniş katılımlı örgütü olması nedeniyle işlevsel olarak
da en önemli örgüttür. İçinde AB üyesi ülkeler, AB üyelik beklentisi olan
ülkeler ve ENP’ye dahil olan ülkelerin yanısıra RF’nun da bulunması,
aralarında çeşitli sorunlar olması nedeniyle bir araya gelmesi zor olan
(Ermenistan –Azerbaycan vb.) ülkeleri bir araya getirmesi ve işbirliği
yapmalarını sağlanması nedeniyle başlı başına başarılı bir örgüttür. Tabi bu
çok başlılık aynı zamanda bir zayıflık da yaratmaktadır çünkü bu kadar farklı
75
gündemleri olan ülkeleri aynı politik hedeflere yöneltmek
büyük bir çaba
gerektirmektedir.
KEİÖ ile AB işbirliği de çok sınırlı kalmış ve yıllarca KEİÖ’nden AB’ye
gözlemci statüsü alması yolunda talepler gelmesine rağmen AB’nin Gözlemci
statüsü almak için başvuru yapmaması nedeniyle bu gerçekleşmemiştir. AB
KEİÖ’nde gözlemci statüsünü ancak 2007 yılında almıştır.12
Bölgedeki ikinci Bölgesel İşbirliği kurumu olan GUAM, 1996 yılında ABD
desteği ile Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova devlet başkanlarının
girişimiyle kurulmuştur. 1999 yılında Özbekistan’ın da katılımıyla adı GUUAM
olmuş fakat 2002 yılında Özbekistan üyeliğini askıya almasının ardından da
2005 yılında tamamen örgütten ayrılmıştır.
2001 yılında Yalta konferansında örgüt üyesi ülkelerin liderleri örgütün
temel prensipleri ve hedeflerini; ekonomik işbirliği, ulaşım ağlarının
geliştirilmesi, bölgesel güvenliğin artırılması ve organize suçlar ile terörizme
karşı savaş olarak belirlemiştir.
Ukrayna ve Gürcistan’daki renkli devrimlerden sonra 2005 yılında
Kişinev’de gerçekleştirilen zirvede liderler, bölgesel işbirliğine daha fazla
önem vererek, özellikle üç alanda yoğunlaşan yeni hedefler ilan etmişti. Bu
hedefler, bölgenin daha demokratikleşmesi, AB ve NATO ile daha fazla
işbirliği ve yakınlaşma ve donmuş çatışmaların çözümünde daha fazla uluslar
arası katılım da dahil krizlerle müdahalede yeni yöntemler belirlemektir. 22
Nisan 2006 tarihinde Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova
hükümetleri Kişinev’de bu kurumu Avro Atlantik entegrasyonlarının bir aracı
haline getirmek umuduyla GUAM’ı tekrar hayata geçirmiştir. Bu gelişme
Özbekler tarafından destek görmemiş ancak Litvanya, Romanya, Bulgaristan
12
Black Sea Monitor, Sayı.5, (Temmuz 2007),13
76
cumhurbaşkanlarının yanısıra, ABD dışişleri temsilcisi tarafından gözlemci
olarak katılım sağlanmıştır.
GUAM’ın ilgi alanı daha fazla bölgesel güvenlikle alakalı konulara
yoğunlaştığı için KEİÖ’nden ayrılmaktadır, fakat aynı konuda daha geniş
kapsamlı Demokratik Tercih Grubu (Community of Democratic Choice CDC)’nun da yakın dönemde faaliyete geçmesi ile önemini yitirmiş
gözükmektedir.
Aralık 2005’de Kiev zirvesinde özellikle Ukrayna Devlet başkanı
Yuşçenko ile Gürcistan devlet başkanı Saakasvili tarafından başlatılan CDC,
Baltık, Balkan ve Karadeniz bölgesinden 9 ülkenin (Letonya, Litvanya,
Estonya, Romanya, Moldova, Slovenia, Makedonya, Ukrayna ve Gürcistan)
bir araya geldiği bir oluşumdur. AGİT, Avrupa Konseyi, AB ve ABD de
CDC’na gözlemci olarak katılmaktadır. CDC öncelikle demokratik değerlerin
promosyonu, bölgesel istikrar ve ekonomik refah konularında yoğunlaşmıştır.
Kiev zirvesi sonuç bildirgesinde belirtildiği üzere CDC “Karadeniz, Baltık ve
Hazar bölgesindeki tüm ülkeleri; bölgesel işbirliği, demokrasinin ve insan
haklarının geliştirilmesi çabalarında birleştirmek” için kurulmuştur.
Son olarak da yine CDC’nun izdüşümünde Romanya tarafından
başlatılan ancak Rusya ve Türkiye’nin desteğini alamadığı için sonuçsuz
kalan Karadeniz Forumu bölgesel işbirliği çabalarının örnekleri arasında
bulunmaktadır Bu tür yerel girişimler batılı kurumlar ile Karadeniz bölgesi
arasında bağlantıları güçlendirmeye gayretindedir ve bölgeye yönelik daha
kapsamlı Avro-Atlantik stratejiler üretilmesini sağlayabilir. 13
Karadeniz Bölgesindeki bölgesel işbirliği çabalarından anlaşılacağı gibi
bu coğrafyada hem bölgesel hem de bölgeler arası işbirliği mevcuttur. “Ancak
bu çok boyutluluk aynı zamanda bölgenin kimliği ve sınırları üzerinde bir
13
Irıs KEMPE, Kurt KLOTZLEa.g.m.,19
77
uzlaşının olmadığı ve bölgesel aktörlerin çatışan çıkarları yanı sıra harici
aktörlerinde farklı çıkarları olduğunu göstermektedir.”14
Bu zamana kadar AB içinde bir Karadeniz boyutu oluşmamasının temel
nedeni içeriden desteğin olmaması olarak yorumlanmaktadır. 2007 yılına
kadar tek AB üyesi ve aynı zamanda KEİÖ üyesi olan Yunanistan’ın, KEİÖ
içindeki etkin konumu ve 2003 yılındaki AB dönem başkanlığında bu konuya
eğilme girişimleri Irak harekatının gölgesinde kalarak yetersiz olmuştur. 2007
yılından itibaren Romanya bu konuyu gündeminde üst sıraya taşımış ve
Kuzey Boyutunda Finlandiya’nın oynadığı rolü üstlenmeye çalışmaktadır.
Ancak başarısı zaman içinde kendisini gösterebilecktir.
AB’nin bölgeye yönelik en kapsamlı politikası olan ENP istenen
sonuçları vermemiştir ancak bu konuda sorumluluk artık daha fazla bölge
ülkelerine düşmektedir. “Çünkü bölgeden daha kuvvetli bir talep/baskı
gelmedikçe AB’nin ENP’den daha kapsamlı ve bağlayıcı bir politika
üretmesini beklemek gerçek dışı olur. Bu aşamada AB’nin verebileceğinin en
fazlası ENP’dir. Karadeniz Bölgesi daha fazla reformlar gerçekleştirip kendini
kabul ettirdiği takdirde AB de bölgeye daha fazla ilgi gösterip sorumluluk
üstlenecek, donmuş çatışmalara çözüm arayacaktır. Aksine, yetersiz
hükümetler ve demokrasi yolundaki kısıtlamalar, AB’nin daha fazla bölgede
işbirliği yapmaması için bir mazeret olacaktır. Kısaca Karadeniz bölgesine
genişleme için aktif taraf AB olmayacak, bölge ülkelerinin daha fazla aktif
olması gerekecektir.”15
14
Bert MİDDEL,a.g.t.,
Georgiev ADRİAN, "The Black Sea region EU’s Black Sea region policies and Bulgaria’s
potential contribution", yayınlanmış tez çalışması, College of Europe, European Political and
Administrative Studies, (2006), 72
15
78
3.1.5. Enerji ve Enerji Güvenliği
:
AB’nin Karadeniz Bölgesine yoğun ilgisinin en önemli gerekçelerinden biri
enerji güvenliğidir. AB ülkeleri, 2006 yılı başında Ukrayna-Rusya arasında
yaşanan enerji krizi sonrasında enerji güvenliği ve çeşitlendirilmesi konusunda
daha
ciddi
adımlar
atması
gerektiğinin
farkına
varmıştır.
Orta
Asya
kaynaklarından Avrupa pazarlarına ulaşan enerjinin büyük bölümünün Rusya
üzerinden transfer edildiği göz önünde bulundurulduğunda konunun Brüksel için
önemi daha net anlaşılır.
AB
enerjisinin
yarısından
fazlasını,
çoğu
tehlikeli
ve
karmaşık
güzergahlardan ithal etmektedir, halen ithalatının dörtte birini Karadeniz
üzerinden gerçekleştirdiği için bu bölgede güvenli rotalar geliştirmek AB’nin
yararınadır.
AB’nin komşularıyla stratejik enerji ortaklığını güçlendirmek ENP’nin de
önemli bir parçasıdır. Bu aynı zamanda enerji tedariğinin güvenliğini de
kapsar. 2002 tarihli Yeşil Kitap’ta Avrupa Birliğinin o zamanki 15 üyesi için
2030 yılına kadar gaz talebinde %45 artış öngörülmüştür. Halen Avrupa
dünyanın en büyük doğal gaz ithalatı AB tarafından gerçekleştirilmektedir ve
bu durum 2030 yılına kadar değişmeyecektir.16
Karadeniz Bölgesi ve özellikle Güney Kafkaslar, Hazar ve Orta Asya
kaynaklarının AB’ne ulaşımı için önem taşımaktadır. Üretici ülkelerden AB’ne
mevcut ve planlı nakil hatlarının çoğu bu bölgeden geçmektedir. Ayrıca AB
ve ENP üyesi ülkeler arasında gerekli kanuni düzenlemeleri yaparak enerji
ağlarını geliştirmek
her iki tarafın da çıkarına olacaktır. Çünkü bu
bölgelerdeki zayıf ekonomiler de ekonomik getirisi çok fazla olan bu
projelerden faydalanacak, gelişen ekonomi bu ülkelerin refahına ve sonunda
da özlenen istikrara katkı sağlayacaktır. Enerji ve enerjiden kaynaklanan
16
Burcu GÜLTEKİN PUNSMANN, a.g.m., 3
79
refah, bölgedeki ülkelerin batının demokratik ve müreffeh toplumlarıyla
entegrasyonu ve işbirliğini kolaylaştırabilecek bir araç olarak düşünülmelidir.
Rusya’nın muazzam üretimi ve transporttaki stratejik önemi, Türkiye’nin
Avrupa’nın 4ncü büyük tedarik arteri olma hayali, Gürcistan, Bulgaristan ve
Romanya’nın gaz ve petrol transferindeki önemli rolleri gibi, bölgede bir çok
ülkenin enerji sektöründe büyük yatırımları ve beklentileri bulunmaktadır.
AB’nin enerji alanında politikası öncelikle ikili anlaşmalar yapmak olmasına
rağmen bu konuda özellikle 2001 yılından itibaren 21 ülkeyi INOGATE çatısı
altında toplayabilmiştir.
Karadeniz bölgesinin, Batının ihtiyaç duyduğu OPEC dışı, İran
bağlantısı olmayan ve Rusya’dan bağımsız alternatif enerji kaynaklarının
geçiş yolu olduğu gerçeğinin farkına ABD çok daha önceleri varmıştır, ancak
AB de bu konuda artık girişimlerde bulunmaktadır. Mart 2000 yılında
yayınlanan Enerji Yeşil Kitabı bu durumu doğrulayan ifadeler içermektedir.
Avrupa Birliği için ortak enerji politikasının temel metni sayılabilecek en
kapsamlı çalışma olan 2000 yılında hazırlanan Yeşil Kitap, “Enerji Arzının
Güvenliği İçin Bir Avrupa Stratejisi” adı taşımaktadır. Avrupa Birliğinde üçlü
enerji politikası sütunu olarak adlandırılabilecek “rekabetçilik, çevre ve arz
güvenliği” sütünlarından arz güvenliğine en fazla vurgu yapan kitap/dokuman
olan Yeşil Kitap 2005 yılında AB devlet başkanlarının bir araya gelmesi ile
“Avrupa İçin Ortak Bir Enerji Politikası” sloganı ile revize edilmiştir.ve
genişletilmiştir. Revize edilen Yeşil Kitabın adı “Sürdürülebilir Rekabetçi ve
Güvenli Enerji İçin Bir Avrupa Stratejisi” olmuştur. Bu Yeşil Kitap Avrupa
ülkelerinin enerji meseleleri ile daha sistematik bir biçimde ilgilenmeye
başladığının da açık bir göstergesidir.
Avrupa Birliği enerji stratejisinin bileşenleri iç pazarın ve rekabetçiliğin
korunması, çevre koruma ve sürdürebilirlik ve enerji arzı güvenliğidir. Birlik
bir yandan ekonomik büyümenin sürdürebillirliğini sağlamayı diğer yandan da
80
çevreye zarar vermemeyi hedeflemektedir. Kısa vadede hükümetlerin planı
enerji akışını ve her ne pahasına olursa olsun ekonomik büüymeyi artırmak
olsa da orta ve uzun vadede enerji kaynaklarının aşırı kullanımı ve artan
endstrileşmenin neticesinde küresel çevre sorunları ortaya çıkacağı için
uluslar arası sitem düzeyinde çevre koruma da ihmal edilmemesi gereken bir
öğe olarak karşımıza çıkar.17
Petrol Krizleri ile başlayan enerji arzı güvenliği kaygılarını gidermek
diğer gelişmiş ülkelerle birlikte Avrupalı devletlerin de temel hedefi haline
gelmiştir. Komisyon tarafından yayınlanan raporlarda enerji arzı güvenliğinin
en önemli hedef olarak belirlenmesi ve bunun için enerji arzı kaynaklarının ve
enerji arzınn sağlandığı bölgelerin çeşitlendirilmesi gibi bir dizi önlemin
alınmasının gerekli olduğu vurgulanmaktadır. 18
Komisyon tarafından yayınlanan diğer bir doküman “Avrupa Birliği İçin
Bir Enerji Politikası” başlığını taşıyan Beyaz Kitap ise enerinin 2020 yılına
kadar geleceğini tartışan bir analizdir. Beyaz Kitapta sürdürülebilir gelişmeye
katkı sağlayacak teknoloji tabanlı ve yenilikçi bir enerji sektörünün
geliştirilmesinin gerekliliği vurgulanmaktadır.
Enerji güvenliğinin batılı ülkeler için ekonomik istikrarın temeli olduğu
tartışmasız bir gerçektir, bu yüzden batılı ülkeler güvenilir ve makul fiyat teklif
eden - mümkünse farklı - kaynaklardan enerji ihtiyaçlarını temin etme yolları
ararlar. Rusya’nın izlemekte olduğu tekelci politikalar başta AB olmak üzere
diğer müşterilerini ürkütmüş bunun neticesinde Batılı ülkeleri Kafkaslar’dan
ve Orta Asya’dan alternatif kaynak arayışına sokmuştur. Bu alternatif enerji
hatlarından mevcut durumda transfere başlamış veya kısmen olsa da çalışır
durumda olanların en önemlileri aşağıda belirtilmiştir.
17
18
H. Pınar ÖZCAN, a.g.e.,116-117
H. Pınar ÖZCAN, a.g.e.,117
81
Baku-Tiflis-Ceyhan (BTC) Petrol Boru Hattı
:
Azeri-Çırak-Güneşli (ACG) sahasından elde edilen petrolü Gürcistan ve
Türkiye yoluyla, Akdeniz kıyısındaki Ceyhan Limanı’na iletmektedir. Günlük
olarak yaklaşık 400 000 varil ham petrol pompalayan boru hattının, tam
kapasitede tepe noktası olan; günlük bir milyar varil düzeyine, yapılacak
iyileştirmelerden sonra 2010 yılında ulaşması beklenmektedir.
BTC hattı kayda değer bir gecikme ve tahmini bedelin üzerinde bir
harcama ile 13 Temmuz 2006’da faaliyete geçmiştir. Bu hattın açılması
başından itibaren ABD destekli bir proje olmuştur. ABD hem RF’ndan
bağımsız bir kaynaktan, alternatif yollar kullanılarak petrolü batıya aktarmış
hem de bu proje ile batıyla yakınlaşma çabasında bulunan Gürcistan ile eski
müttefiği Türkiye’ye stratejik avantajla beraber büyük bir ekonomik katkı
sağlamıştır.
BTC hattı sayesinde Azerbaycan da takip eden yıllarda %26’lara varan
ekonomik büyüme ile dünyanın en hızla büyüyen ekonomilerinden biri
olmuştur. Karadeniz - Hazar havzasındaki entegrasyon çabalarına büyük
katkıları olan bu proje aynı zaman da KEİÖ’ne üye üç ülke arasında da
bölgesel işbirliğinin güzel bir örneğini oluşturmuştur.
Güney Kafkasya Doğal Gaz Boru Hattı (Bakü Tiflis Erzurum (BTE) hattı) :
Azerbaycan’ın Şahdeniz sahasından elde edilen doğal gazı taşımak
üzere BTC’ye paralel bir hat olarak inşa edilmiştir. Boru hattının inşası
tamamlanmış ve Proje 3 Temmuz 2007 tarihi itibariyle faaliyete geçmiştir. Bu
proje aynı zamanda Türkmenistan ve Kazakistan’da bulunan dünyanın
4’üncü büyük doğal gaz rezervlerine erişecek Hazar Geçişli Doğalgaz Boru
Hattı Projesinin de ilk ayağı olarak değerlendirilmektedir.
82
Türkiye-Yunanistan Boru Hattı:
2007 yılı Kasım ayında devreye giren boru hattı, Anadolu üzerinden
Avrupa’ya ulaşan ilk doğal gaz boru hattıdır. Yunanistan’dan sonra Adriyatik
Denizi altından, İtalya’ya kadar uzatılması planlanan bu hattın devreye
girmesiyle yıllık 4 milyar m3’e kadar gaz sevki yapılacak ve hat tam devreye
girdiğinde bu miktar iki katına kadar çıkabilecektir. Bu hattın açılışı 2007
yılında
Yunanistan ve Türkiye Başbakanları ile Azerbaycan Devlet
başkanının katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Yunanistan’a başlangıç sevkıyatı
yılda 750 milyon metreküp, tepe noktası ise toplam 12 milyar metreküp (üç
milyar metreküp Yunanistan gerisi İtalya için) olacaktır.
Ege ve Kıbrıs gibi temel konularda çatışma yaşamalarına rağmen
Türkiye ve Yunanistan 2004 yılında bu projeyi imzalayabilmiştir. Balıkesir
Karacabey’den, Yunanistan Komoti şehrini bağlayacak 285 km.lik bu doğal
gaz boru hattı
Azerbaycan Şahdeniz bölgesinin doğal gazını Avrupa’ya
ulaştıracaktır.
Bu mevcut hatların yanı sıra halen proje halinde bulunan, projelerinin
çeşitli safhalarına ulaşılmasına rağmen nakliyata başlamamış ve ne zaman
başlayacağına dair belirsizlikler bulunan bazı hatlar vardır. Bu hatların
önemlileri aşağıdadır.
Köstence-Trieste (-Omisalj)
:
Bu boru hattı Romanya’nın Karadeniz kıyısındaki Köstence Limanı’nı
İtalya’nın Adriyatik kıyısındaki Trieste Limanı’na bağlamak üzere önerilmiştir.
Proje Pan-Avrupa Petrol Boru hattı olarak da adlandırılmakta ve Sırbistan ve
bazı başka komşu ülkelere ulaşan kısa uzantıları da içermektedir. Oradan da
kuzeye İtalya’yı Avusturya ve Almanya’ya bağlayan Trans-Alpine Boru
Hattı’na bağlanması beklenmektedir. İlgili beş ülkenin bakanları arasında
Mayıs 2006’da projeye ilişkin bir mutabakat Muhtırası (MoU) imzalanmıştır.
83
Başlangıç kapasitesi günde 800.000 varil olup kapasitenin daha sonra
günde 1,8 milyar varile çıkarılması beklenmektedir. Proje gerçekleşirse boru
hattı 2011’de kullanıma girecektir.
Nabucco Boru Hattı
:
AB’nin RF’dan bağımsız alternatif enerji hattı projelerinin en büyüğü
olan Nabucco boru hattı Hazar ve/veya Orta Doğu doğal gazının Bulgaristan,
Romanya, Macaristan ve Avusturya’nın artan doğal gaz talebini karşılamak
üzere Türkiye yoluyla taşınması için önerilmiştir. Planlanan kapasite yılda 25
ila 31 milyar metreküptür. Proje AB tarafından desteklenmektedir.
AB, Türkiye üzerinden geçecek bu boru hatlarını Rus kaynaklarına
bağımlılığı azaltacak kaynak çeşitlendirmenin en akılcı yolu olarak görmekte
ise de imkan dahilindeki bütün alternatif doğal gaz kaynakları hâlâ bazı
güçlüklerle karşı karşıyadır ve doğal gazın Türk doğal gaz şebekesine
pompalanmasına kadar pek çok güçlüğü yenmek gerekecektir. Bu yüzden de
ilgili ülkeler, AB ve Türkiye arasında çok yakın bir işbirliği gerekmektedir. İlgili
oyuncuların her birinin kendi katkılarıyla ve karşılıklı anlayışla ortaklaşa
çözülmesi gereken ciddi sorunlar bulunmaktadır.
Mevcut sorunlara bir örnek vermek gerekirse şu söylenebilir: Gazprom,
Nabucco projesini iki ucundan da engellemeye çalışmaktadır. Gazprom
hattın kaynak tarafında, Türkmen ve Kazak doğal gazını Azerbaycan ve
Gürcistan üzerinden doğu Türkiye’ye ve oradan da Avrupa’ya taşımak üzere
önerilen trans-Hazar boru hattına karşı çıkmaktadır. Diğer yönde ise
Gazprom ve Rusya, bu AB projesinin engellenmesi için Macar Hükümeti’nde
önde gelen bazı unsurlarına güvenmektedir. Daha önce bahsedildiği gibi
Macar hükümetinin kendi geliştirdikleri Güney Akımı projesine katılımını
sağlamaları ile Nabucco’nun Macaristan ayağını engellemeyi neredeyse
başarmışlardır.
84
Gazprom kendi Güney Akım boru hattını Karadeniz altından uzatarak
Bulgaristan ve Sırbistan yoluyla Macaristan’a ulaştırmak ve Macaristan’ı
Gazprom’un Orta Avrupa’nın diğer ülkelerine de girebilmesi için bir istasyon
haline getirmek istemektedir. Macaristan, Nabucco konsorsiyumuna üye
olmasına rağmen, Macar Hükümeti ile MOL petrol ve doğal gaz şirketi aynı
zamanda Gazprom ile de görüşmeler yapmaktadır ve bu Rus tekeliyle niyet
mektupları imzalamıştır.
Halihazırda Macaristan’ın doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 85’ini
zaten Gazprom karşılamaktadır. Gazprom’un Mavi Akım boru hattının
Macaristan’a
uzatılması
ve
Gazprom’un
Avrupa’ya
daha
fazla
genişleyebilmesi için bu ülkede depolama tesisleri kurması halinde
Macaristan’ın bu tekele uzun vadeli olarak bağlanması ve alternatiflerin
ortadan kalkması kesinleşmiş olacaktır.
Türkiye’nin İran’la ve Gürcistan’la olan sınırını, Bulgaristan, Romanya
ve Macaristan topraklarını aşarak Avusturya’nın Baumgarten terminaline
bağlamayı amaçlayan Nabucco boru hattı projesinin birinci aşamasının
inşasının 2008-2010’da gerçekleştirilmesi öngörülmektedir. Ancak halen bu
projenin ilerlemesine ilişkin somut adımlar çok azdır.
Bu projeler gerçekleştirildiği takdirde Hazar ve Orta Doğu üreticileri için
Avrupa’ya erişim mümkün hale gelirken AB için de Rusya’ya olan enerji
bağımlılığında önemli bir rahatlama getirecektir. Ancak bu projelerin tam
anlamıyla
efektif
olmaları
2012
yılından
önce
gerçekleşemeyecek
gözükmektedir. Azerbaycan’daki Şah Deniz gaz projesi, 2012’den itibaren
pazarlara arzda bulunmaya başlayacaktır. Azerbaycan ve Gürcistan’daki
tüketim düzeyi göz önünde bulundurulduğunda, Şah Deniz’de yapılacak
üretim Nabucco boru hattı için uygun olabilir ancak gelecekte Doğu
Hazar’dan pompalanacak ilave kaynaklar için sadece Bakü - Erzurum boru
hattının geliştirilmesi ve Trans-Hazar boru hatları yeterli olmayacaktır.
Türkiye ile AB’yi birleştiren ilave kapasiteler oluşturulması ihtiyacı açıktır.
85
AB’nin alternatif kaynak ve güzergah yaratma çabasının olumlu
sonuçlarının ortaya çıkması için daha uzun bir döneme ihtiyaç duyulmaktadır
ve bu yüzden Brüksel’de petrol ve doğalgaz’a olan bağımlılığı azalatmak
yolunda tedbirler alınmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda AB Komisyonu
2007 yılında aldığı bir kararla 2020 yılından itibaren AB üyesi ülkelerde
kullanılan enerjinin % 30’unun yenilenebilir ve alternatif enerji kaynaklarından
sağlanmasını kurala bağlamıştır. Bu kural çerçevesinde ülkeler enerji
yatırımlarını çeşitlendirmek ve güneş, rüzgar ve su gibi temiz/yenilenebilir
enerji kaynaklarının yanı sıra nükleer enerji gibi tartışmalı ancak dış
bağımlılığı azaltacak kaynaklara yönelmek zorunda kalacaktır.
Yine de
kısa vadede bu alternatif enerji kaynaklarının enerji
tüketimindeki oranı arzu edilen seviyelere ulaşamayacağı için petrol ve doğal
gaz ana enerji kaynakları olmaya devam edecektir. RF ile AB arasındaki
enerji
kaynaklarına
ulaşma
mücadelesi
de
önümüzdeki
dönemde
azalmayarak devam edecektir.
AB’nin kaynak ve ulaşım yollarını çeşitlendirme girişimleri karşısında RF
da avantajlı konumunu kaybetmemek adına karşı hamlelerde bulunmaktadır.
Daha önce bahsedildiği gibi, Kuzey ve Güney Akımı doğal gaz boru hatları,
RF’nun AB’ne oranla daha ileri safhalara ulaşan ve hedefteki ülkelerin
kafasını karıştırarak AB projelerine yoğunlaşmalarını önleyen başarılı
örneklerdir. Bu iki önemli projenin yanı sıra ; aşağıdaki hatlarda RF
tarafından teklif edilmiş ve faaliyete geçmeleri halinde Avrupa’ya daha fazla
RF petrol/gazı temin ederek bağımlılığı artıracak projelerdir.
Bakü-Novorossisk Petrol Boru hattı
Azeri
–
Karadeniz’deki
Çırak-
Güneşli
Novorossisk
:
petrolünü
Limanı’na
Rusya
üzerinden
ulaştırmaktadır.
Rusya’nın
Hisse
sahibi
uluslararası şirketler ile Azerbaycan ya da Rusya arasında çıkan sorunlar
yüzünden petrol akışı sık sık kesilmektedir.
86
Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu (CPC) :
Rus petrolünün büyük kısmı Karadeniz’den geçen tankerlerle Akdeniz’e
ve oradan da Avrupa ve Asya pazarlarına taşınmaktadır. CPC iddialı bir
petrol boru hattı projesidir ve bu hat Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra
Kazak petrolünü Rus toprakları üzerinden Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki
Novorossisk Limanı’na ulaştırmak için inşa edilmiştir. Mevcut kapasitesi
günde 540,000 varildir. Bu kapasiteyi günde 1,4 milyon varile çıkarmak için
çaba harcanmaktadır.
Mavi Akım Doğal Gaz Projesi :
Bu iddialı proje çerçevesinde inşa edilen boru hattının 2005 yılında
resmi açılışı yapılmıştır. Karadeniz’in 2150 metre derinlikteki tabanından
geçen boru hattı Rus doğal gazını doğrudan Türkiye’ye iletmektedir. Bu ikiz
boru hattı Güney Rusya’daki Izobilnoye’den Karadeniz kıyısındaki Jugba’ya
gitmekte, sonra Karadeniz’i geçerek Samsun Limanı’na ulaşmaktadır. Boru
hattının
Türkiye’ye
yılda
16
milyar
metreküp
doğal
gaz
ileteceği
hesaplanmaktadır.
Arnavutluk-Makedonya-Bulgaristan (AMBO) Boru Hattı:
Uzunluğu 570 mil ve kapasitesi günlük 750.000 varil olan bu hat,
Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki Burgaz Limanı ile Arnavutluk Vlore
Limanı’nı birbirine bağlayacaktır.
Burgaz-Dedeağaç Boru Hattı
:
1997’de Bulgaristan, Yunanistan ve Rusya 178 mil uzunluğunda, 700
milyon dolarlık bir petrol boru hattı inşa ederek Bulgaristan’ın Burgaz
Limanı’nı Yunanistan’ın Akdeniz kıyısındaki Dedeağaç limanına bağlamayı
kararlaştırmıştır. Proje gerçekleşirse bu boru hattı Boğazları baypas ederek
87
Karadeniz üzerinden günde 300.000 varil petrol iletecektir. 15 Mart 2007’de
Rusya, Bulgaristan ve Yunanistan bu hattın inşasına yönelik bir anlaşma
imzalamıştır. İnşa edilmesi durumunda söz konusu hat Rus petrolüne ek
olarak bir miktar da Kazak petrolü taşınmasını sağlayacaktır.
Kıyıköy-Saros Hattı :
Günlük 1,2 milyon varil kapasitesi olacak bu hattın projesi birçok yönden
hem Türk hem de uluslararası şirketlerce desteklenmektedir. Boğazlar
üzerindeki yoğun tanker trafiği yüküne çözüm getirecektir ve Rusya da kendi
ihtiyaçları dolayısıyla bu projeyi desteklemektedir. Ancak Türkiye resmen
açıklamış olduğu çevrenin korunması ve ve askerî kaygılar gibi bazı
nedenlerle
başka
bir
baypas
seçeneğini
(Samsun-Ceyhan’ı)
tercih
etmektedir.
Samsun-Ceyhan
:
Türkiye, Boğazlardaki petrol tanker trafiğinin yükünü ve dolayısıyla
çevrenin karşı karşıya olduğu riskleri azaltmaya, bu amaçla da Karadeniz’den
petrol akışı için kuzeyden güneye uzanan bir koridor oluşturmaya
çalışmaktadır. Günde 1,4 milyon varil kapasiteli bu boru hattının Çalık, ENI,
Shell, Indian Oil gibi Türk ve uluslararası enerji şirketlerince desteklenmesi
beklenmektedir. Ancak bu projenin gerçekleşmesi için arzcıların, boru
hattının içinden geçecek petrol miktarı konusunda güvence (through put
guarantees) vermesi beklenmektedir.
Brody-Odessa Hattı (Akış yönünün tersine çevrilmesi):
2001’de tamamlanan ve halihazırda kullanımda olan Brody-Odessa
boru hattı, Karadeniz kıyısındaki Pivdenniy (Yujniy) terminalinden gelen
Hazar petrolünü Ukrayna boru hattı sistemi üzerinden Avrupa’ya iletmek
amacıyla inşa edilmişti. Ancak Ukrayna , Hazar arzcılarından petrol temin
88
etmeyi başaramadığı için günümüzde Rusya
bu boru hattını ters yönde
kullanmakta, bu yolla Ural havzasından çıkan Rus petrolü, uluslararası
pazarlara gönderilmek üzere Karadeniz kıyısına ulaştırılmaktadır. Avrupalı
tüketiciler ve Hazarlı üreticiler hâlâ bu boru hattında akış yönünün tersine
çevrilerek başlangıçtaki amaca uygun hale getirilmesini istemektedir.
Yukarıda görülen petrol ve doğal gaz botu hatları projelerinin çok çeşitli
ve alternatifli olmasından da anlaşılacağı gibi Karadeniz Bölgesinin en önemli
gündemi enerji ve enerji güvenliğidir. Bu konuya AB’nin dikkati özellikle 2006
yılı başında yaşanan Ukrayna – RF arası doğal gaz krizinden sonra
yoğunlaşmıştır. Bu dönemde RF gazının Avrupa’ya aktarmında yaşanan kısa
süreli aksama birlik ülkelerinin RF’na ne denli bağımlı olduğunu ve bu
kaynakta yaşanabilecek sorununun ne denli büyük etkileri olacağını
göstermiştir.
Avrupa’nın enerji güvenliği, enerjiyi milli hedefleri için bir araç olarak
kullandığı çeşitli tecrübelerle kanıtlanan ve ağırlığını giderek daha fazla
hissettiren Rus dış politikası tarafından tehdit edilmektedir. Dolayısıyla,
özellikle doğal gaz konusunda enerji kaynaklarını çeşitlendirmek Avrupa için
çok büyük önem taşımaktadır.
Dünya’da doğalgaz kaynaklarının en yoğun olduğu bölgeler Avrupa’ya
komşudur, ancak en önemli
kaynak olan Orta Doğu bölgesindeki
karışıklıkların bir türlü sonlandırılamaması bu bölgeyi güvenilir tedarikçi
konumundan uzaklaştırmaktadır. Kuzey Afrika gaz kaynaklarının da hem
miktar olarak hem de RF ve Gazprom’un
buralarda da etkin olmaya
başlaması nedeniyle stratejik olarak ikinci sıraya düşmesi Rusya tarafından
nispeten kontrol edilmeyen Hazar bölgesi kaynaklarının Avrupa için önemini
artırmıştır.
Avrupa, Orta Asya enerji üreticileri ile doğrudan boru hatları bağlantısı
kurarak üç şekilde yarar sağlamayı hedeflemektedir. Birincisi, halen Rusya
89
tarafından belirlenen fiyattan daha düşük bir fiyata gaz satın alabilecektir.
İkincisi, kaynaklarını ve ulaştırma yollarını çeşitlendirerek, Rus enerjisine
bağımlılığını azaltarak fiyat belirme şansına sahip olacaktır ki bu, enerji
güvenliğinin en önemli unsurudur. Üçüncü ve son olarak; Avrupa, Orta Asya
üreticilerinin aracı olarak Gazprom’a olan bağımlılığına son verecek, Orta
Asya
üreticileriyle
doğrudan
etkileşim
sağlayarak
onların
ekonomik
imkanlarını geliştirecek ve bu bağlamda, şu anda bölgede eksik olan
çoğulculuk ve demokratik ilerlemeyi destekleme olanağına sahip olacaktır.
3.1.6. Avrupa Birliği ve Bölgesel İstikrar ve Çatışmaların Önlenmesi :
Avrupa için Karadeniz’in tek önemi kuşkusuz enerji güvenliği değildir.
Avrupa’nın yakın çevresinde çok boyutlu güvenlik ve istikrarın sağlanması,
AB’nin uzun yıllardır emek verdiği bir politikadır. Karadeniz’i Doğu ile
arasında tampon bölge olarak gören AB, zayıf devlet yapılarından ve şimdilik
dondurulmuş olan çatışmalardan kaynaklanan istikrarsızlıkların ve güvenlik
boşluklarının giderilmesini arzulamaktadır. Bu amaçla bölgede bazı politikalar
yürütmeye çalışmaktadırlar.
Aralık 2003’te yayınlanan AB Güvenlik Stratejisinde, Birlik için önemli
tehditler; Uluslar arası terörizm, Kitle İmha Silahlarının (KİS) yayılması,
bölgesel
çatışmaların
sürmesi,
hükümetlerin
yetersizliği
ve
kanun
uygulamalarındaki yetersizlikler ile ülke aşan organize suçlar olarak
belirlenmiştir. Daha sonra bu listeye; enerji güvenliği, salgın hastalıklarla ve
insan kaçaklığı ile mücadele gibi hususlar da dahil edilmiştir.
AB Güvenlik stratejisinde yer alan tehditlerin hemen hepsi Geniş
Karadeniz Bölgesinde mevcuttur. Bu tehditlere karşılık olarak geliştirilen
strateji ise AB etrafında bir “dostluk çemberi” oluşturarak, komşularla işbirliği
içinde güvenliği sağlamaktır. Ancak tüm bu komşularla ENP çatısı altında
yapılan işbirliği
üretememektedir.
farklı tehdit ve
ortamlar
için en uygun
çözümleri
90
Karadeniz Bölgesi ülkeleri daha önce belirtildiği gibi batıya dönük
politikalar izlemelerine rağmen bir çok risk ve tehlike ile karşı karşıyadırlar.
Bu tehlikeler; devlet kurma, çatışma önleme, demokratikleşme, enerji
güvenliği ve ekonomik yetersizlik gibi başlıklar altında toplanabilirler. Bu
sayılan sorunların bölgesel istikrara olduğu kadar uluslar arası güven ve
istikrara da olumsuz etkileri vardır ve bu durum ise herkesten önce AB’yi
etkileyecektir çünkü, artık bölgenin içinde bulunan AB için huzur ve istikrarın
devamı adına çevreden gelecek istikrarsızlık kaynaklarının da engellenmesi
lazımdır.
AB’nin
yakın
çevresindeki
çatışma
bölgelerinde
devam
eden
istikrarsızlık, Avrupa güvenliğini önemli ölçüde etkileyecek niteliktedir.
Çatışmaların daha büyük ölçekli şiddet olaylarına dönüşmesi halinde ise,
bölgeye yakınlığı nedeniyle en fazla etkiye maruz kalacak olan AB’nin
çatışmaları
çözmede
ve
barışı
korumada
öncü
bir
rol
oynaması
gerekeceğinden, Birlik durumdan ciddi şekilde etkilenecektir. Dolayısıyla
bölgede istikrarı sağlamak Avrupa açısından önemi her geçen gün artan bir
meseledir.19
Bölgede
mevcut
donmuş
çatışmalar
ülkelerin
ekonomilerini
ve
kaynaklarını tüketmenin yanı sıra bu ülkelerde yolsuzluklara ve organize
suçlara da zemin hazırlamaktadırlar. Böylece sebep ve sonuç ilişkisi biribirine
karışmakta ve devamlı birbirlerini besleyen bir çevrim oluşmaktadır.
Karadeniz bölgesindeki mevcut tüm sorunların temelinde yatan sebep
aslında demokratikleşme sorunsalına indirgenebilir. Batı’yı en fazla rahatsız
eden problem zayıf devletlerin sınırları ve ülke içinde düzeni sağlayamaması
nedeniyle bu ülkelerde güvenilir bir liman bulan suç örgütlerinin buralardan
batıya ve düm dünyaya; insan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerini
19
Svante E CORNELL, , Niklas NİLSSON: ”Daha Yakın Bir Güneydoğu Komşuluğu: Geniş
Karadeniz Bölgesi ve Avrupa Güvenliği” Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 1 (2007), 152
91
yürütmeleridir. Zayıf devletler ise varlıklarını bu ülkelerde demokrasi ve devlet
geleneklerinin yeteri kadar yerleşmemiş olmasına borçludurlar.
Bölgedeki mevcut bir çok totaliter rejimin yöneticileri; Demokrasi, İnsan
Hakları vb. kavramları, Batı tarafından iç işlerine karışmak için kullanılan bir
araç olarak görmekteler, gerçekten de bölgede sık sık bu hakların ihlali
görülmektedir.
Bölge
ülkelerinin
vatandaşları
ise
hem
demokrasi
anlayışlarının eksikliğinden hem de etkilerini doğrudan hissettikleri ekonomik
sorunlar vb. yaşamsal konularla ilgilendikleri için demokrasi taleplerini hep
bastıragelmiştir. Bu durum Ukrayna ve Gürcistan’da yaşanan renkli
devrimlerden sonra değişmeye başlamıştır. Bu renkli devrimlere kadar
bölgenin geleceğinin batıyla entegrasyonda olduğuna dair şüpheler çok
fazlaydı ancak son yıllardaki demokratikleşme süreci ve batıyla sıkı bağlar
kurma
çabaları
bölge
ülkelerindeki
Avro-Atlantik
taraftarlarını
cesaretlendirmiştir.
Gürcistan
ve
Ukrayna
haricinde
bu
bölgedeki
ülkelerin
demokratikleşmesinde sorunlar olmasının önemli bir nedeni de buradaki
yöneticilerin tutumları ve SSCB ile olan bağlarıdır. Bu yöneticilerin demokrasi
yorumu batıdan farklı olup RF ile daha uyumludur. Dolayısıyla bu yöneticiler
ülkeleri SSCB’den ayrılmış olmasına rağmen hala RF ile yakın ilişkiler
içindedirler. RF da daha önce de bahsedildiği gibi bu yöneticilerin batı
tarafından hoş karşılanmayan yöntemlerini destekleyerek hem bu ülkeleri
kendisine bağlamakta hem de etrafında bir dostluk çemberi yaratarak eski
etki alanında egemenliğini sürdürmektedir.
Bu iki farklı dostluk çemberinin kesişmesi ise çatışmalara sebep olmakta
veya mevcut çatışmaların sürmesini sağlamaktadır. Çünkü çatışmaların
tarafları ayrı ayrı destekçiler bulabilmektedir.
Karadeniz Bölgesindeki Donmuş Çatışmalar konusunda en etkin kurum
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)’dır ancak yine de bu kurumunun
92
tam anlamıyla başarılı olduğunu söylemek zordur. Bu nedenle AB’nin
bölgede daha fazla sorumluluk alması beklenmektedir. Bölgeye artan ilgisinin
bir göstergesi olarak AB‘de Moldova’ya ve Güney Kafkaslar’a özel temsilciler
atayarak bir nebze daha fazla etkin olma niyetindedir. 07 Temmuz 2003’te
Güney Kafkasya bölgesine AB özel temsilcisi olarak Finli diplomat Haikki
Talustitte’in atanması ile başlayan özel temsilcilik kurumu;
- istek üzerine gerekli yardımı sağlamak,
- mültecilerin yurtlarına geri dönüşünü desteklemek,
- diğer uluslar arası örgütlerin bölge temsilcileri ile koordinasyonu sağlamak,
- bölgenin yeniden inşasında çalışmak ve çatışmalardan etkilenen bölgelerde
yapıcı katkılarda bulunmak,
- Güney Osetya prosedürünün uygulanmasında Minsk Grubu ve BM gibi
kurumları desteklemek, gibi görevler üstlenmiştir.
Daha sonra AB tarafından Moldova’ya da Mart 2005 tarihinde özel
temsilci atanmıştır.
Zayıf yönetimler, çözülmemiş çatışmalar, güvenlik sektörü üzerindeki
sivil denetim eksikliği ve yaygın yoksulluk, organize suçu hazırlayan
şartlardır. Ancak güçlü, istikrarlı, bağımsız ve nihayetinde demokratik
devletlerin ortaya çıkması, sorunu kökten çözmek için uzun vadede
uygulanabilecek tek çözümdür. Bu nedenle bölgedeki tüm problemlerin
çözümü için ilk aşamada bölgenin demokratikleşmesi önemlidir ve AB ile
birlikte ABD bu yönde çabalarda bulunmaktadır.
3.2. 01 Ocak 2007 sonrası AB’nin Karadeniz Politikaları
:
“1 Ocak 2007 tarihinden itibaren Karadeniz’e kıyıdaş iki ülke,
Bulgaristan ve Romanya, Avrupa Birliğine üye olmuştur. Bu tarihten itibaren
Karadeniz çevresindeki komşularının refahı, istikrarı ve güvenliği her
zamankinden daha fazla AB’nin yakın ilgisini çekmektedir. Karadeniz Bölgesi
doğal kaynak bakımından zengin, Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu’nun
93
kesişim yollarında stratejik konuma sahip özel bir coğrafi bölgedir. Büyük bir
nüfusa sahip bölge, insanları için bir çok fırsat ve zorluk sunmaktadır. Bölge
muazzam gelişme kapasitesine sahip büyüyen bir pazar ve enerji ve ulaşım
ağlarının merkezidir. Ancak aynı zamanda, çözülmemiş, “donmuş” çatışma
noktaları, bir çok çevre sorunu ve yasadışı göç ve organize suçlara zemin
sağlayan yetersiz sınır kontrolleri de olan bir bölgedir. ......”20
01 Ocak 2007 tarihinde gerçekleşen 6ncı genişlemesi ile Avrupa
Birliği’nin artık fiilen Karadeniz’e kıyıdaş olduğu Avrupa Birliği tarafından da
01 Nisan 2007 tarihli yukarıda alıntı yapılan bildiride ilan edilmektedir. Artık
AB’nin fiziki sınırları Atlantik’ten, Karadeniz’e dayanmıştır. Bu gelişme ile AB,
artık ekonomisi için hayat damarı olan enerjinin zengin Hazar ve Orta Asya
kaynaklarından batıya naklinde anayol olan Karadeniz’i kontrol etmede bir
avantaj sağlamakla beraber, Geniş Karadeniz bölgesinde mevcut donmuş
çatışmalardan uluslar arası terörizme kadar bir çok küresel güvenlik
problemini de bünyesine almıştır.
Bu problemlerin çözümü için ABD’nin askeri gücüne sahip olmayan
AB,
kültürel
ve
ekonomik
yollarla
sorunları
çözmek,
bölgede
demokratikleşme ve insan haklarına saygı gibi temel hukuk kavramlarının
yerleşmesine katkı sağlayarak mevcut sorunları iyileştirmek çabasındadır.
AB bu bölge ülkeleri ile 90’larda başladığı ekonomik ilişkilerini, 2000’li
yıllardan itibaren küresel güvenlik sorunu ile de ilişkilendirerek bölgenin
demokratikleşmesi
için
çeşitli
girişimlerle
sürdürmektedir.
Bölgenin
zenginliklerinin de farkında olan Batı, özellikle enerji alanındaki RF ve
güvensiz Orta Doğu kaynaklarına bir alternatif yaratabilmek için bu bölgede
etkin olma çabasındadır.
AB’nin hem enerji kaynaklarının güvenilirliği hem de bölgeden
kaynaklanarak kendi sınırları içine yayılabilecek güvenlik sorunlarının önüne
1. 11.04.2007 tarihli ”Black Sea Synergy- a New Regional Cooperation Initiative “ başlıklı AP
Komisyonu bildirgesi giriş bölümü
94
geçebilmek için öncelik verdiği proje “Bölgenin demokratikleşmesine katkı
sağlamaktır.” Bu projenin asıl aracı ise üyelik için yeterli görülen ülkeler ile
üyelik
müzakereleri,
çerçevesinde
diğer
yürütülmüştür.
ülkeler
2007
ise
Avrupa
yılından
Komşuluk
itibaren
Politikası
Romanya
ve
Bulgaristan’ın üyeliğe alınmaları sonrası üyelik müzakereleri sadece Türkiye
ile yürütülmekte, Geniş Karadeniz olarak adlandırılan bölgedeki Moldova,
Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile ise ENP devam
ettirilmektedir.
Ancak ENP’in yukarıda bahsedilen yetersizlikleri ve ENP’na üye Geniş
Karadeniz Bölgesi devletlerinin tam üyelik beklentilerine cevap verememesi
nedeniyle bu politikanın geliştirilmesi ve/veya değiştirilmesi gereği ortaya
çıkmıştır.
Bu yetersizliğin farkında olan AB tarafından, Avrupa Komşuluk
Politikası’nın güçlendirilmesi hakkındaki 4 Aralık 2006 tarihli Avrupa
Komisyonu raporunda, Birliğin 1 Ocak 2007 tarihli genişleme dalgasından
sonra, Karadeniz bölgesine yönelik güçlendirilmiş bölgesel yaklaşımının,
ENP’nın önemli bir parçası haline getirileceği belirtilmiştir. Ayrıca bu bildiride
ENP’na getirilen önemli bir değişiklik de komşuluk politikası kapsamında
geliştirilen projelerin finansmanı için yaratılan European Neighbourhood
Policy Instrument (ENPI) adı verilen fonlardır. Yeni bütçe döneminin
başlangıcı olan, Ocak 2007 itibariyle devreye giren bu fon, hem AB üyesi
olan hem de olmayan ülkelerde kullanılabilen ilk fondur ve bu ENP
kapsamındaki ülkelerde yapılacak yatırımların ana kaynağını oluşturacaktır.21
Avrupa Komisyonu’nun 11 Nisan 2007’de yayımlanan “Karadeniz
Sinerjisi-Yeni Bölgesel İşbirliği İnisiyatifi” adlı başka bir raporunda ise, ayrıntılı
bir şekilde Karadeniz için bölgesel bir girişimin gerekli olduğuna işaret
edilmekte, bu girişimin Karadeniz halkları kadar, AB’nin refah düzeyine ve
21
Fabrizio TASİNARDİ a.g.m.,13
95
istikrarına da katkı yapacağı belirtilmektedir. Raporda, Karadeniz Sinerjisi’nin
aktörleri ise Romanya, Bulgaristan, Rusya Federasyonu, Türkiye, Ukrayna,
Yunanistan,
Azerbaycan,
Ermenistan,
Gürcistan
ve
Moldova
olarak
açıklanmıştır.
AB’nin Bulgaristan ve Romanya’nın katılımdan sonra stratejik olarak
önemi daha da artan Karadeniz Bölgesi için gerçek bir strateji üretmesinin
gerekliliği Brüksel çevrelerince de artık kabul edilmiştir. Bu yeni stratejinin
Geniş Karadeniz Bölgesi’ne, Baltık Ülkeleri için yapılan Kuzey Boyutu benzeri
bir
Karadeniz
Boyutu
getirmesi
hedeflenmektedir.
AB’nin
Karadeniz
Boyutu’nun eksikliği bu zamana kadar Geniş Karadeniz Bölgesinden sadece
Yunanistan’ın Birliğe üye olması nedeniyle, Birlik içi yeteri desteği
bulamamasından kaynaklanmaktaydı.
Birlik
içinde
Karadeniz
boyutu
geliştirilmesi
için
lider
rolünü
üstlenebilecek "core states" olarak adlandırılan ülkeler Bulgaristan ve
Romanya ve katılımın gerçekleşmesi halinde Türkiye'dir.22 Artık yeni üyeler
özellikle de Romanya bu konuda Kuzey Boyutunda Finlandiya’nın üstlenmiş
olduğu lider rolü üstlenmeye hazır ve isteklidir. Romanya’nın Birlik içindeki
prestiji ile de alakalı olacak böyle bir rol için zaman gereklidir ancak en
azından artık böyle bir sürecin başlayabileceğine dair bir beklenti oluşmuştur.
“Karadeniz Sinerjisi - Yeni Bölgesel İşbirliği İnisiyatifi” adlı belgeyle
AB’nin Karadeniz bölgesine yönelik bağlılığını ve bölgeye yönelik daha
koordineli politikalar izleyeceğini ilan etmesiyle birlikte, Romanya ve
Bulgaristan, AB adına bu konuda önemli rol üstlenmeye hazır olduklarını
bildirmiştir. Ancak, dış politikasında daha pasif olan Bulgaristan’a nazaran
Romanya’nın bu konuda daha etken olması beklenmelidir. Çünkü, Romanya,
sadece ABD’nin değil, son zamanlarda AB’nin de Karadeniz’de etkisinin
artırılması konusunda ciddi çabalar sarf etmektedir.
22
Ioana BAN: " The Black Sea Region and the European Neighborhood Policy” Central European
University CEU/ENS, No.2 (2006),7, www.ceu.hu/cens
96
AB’nin yeni dönemde Karadeniz Bölgesine yönelik politikalarında en
önemli ve temel değişiklik 11 Nisan 2007 tarihli bildiride yayınlanan
“Karadeniz Sinerjisi”dir. ENP çatısı altında geliştirilen yeni bir işbirliği girişimi
olan Karadeniz Sinerjisi hem bölge içi hem de bölge ülkeleri ile AB arasında
işbirliğini artırmayı hedeflemektedir. Böylelikle Aralık 2006’daki Komisyon
raporunda belirtilen “ENP’ye bir Karadeniz Boyutu” ekleme hedefini de
desteklemektedir."23
Söz konusu bildiride de belirtildiği gibi24 komisyonun amacı bağımsız bir
Karadeniz Stratejisi oluşturmak değildir. Karadeniz Sinerjisi bölgede değişik
ülkelere yönelik mevcut politikaları tamamlayıcı bir girişimdir. Bu girişim;
dikkatleri bölgesel seviyede odaklayacak ve devam eden işbirliği projelerini
canlandıracaktır. Dolayısıyla Karadeniz Sinerjisinin birincil hedefi bölge
ülkeleri
arasında
ve
bölgenin
geneli
ile
AB
arasında
işbirliğinin
geliştirilmesidir. Bu sinerji hem AB hem de bölge ülkelerinin ortak çıkarlarına
hizmet edecektir ve Karadeniz Bölgesini AB'ne bağlayacak Tuna İşbirliği
Süreci gibi mevcut girişimlerinin deneyimlerinden faydalanacaktır.
Karadeniz Sinerjisi AB’in bölge ülkelerinde istikrar ve reformları
desteklemek için mevcut politikalarını tamamlamayı hedeflemektedir ve AB’in
Akdeniz Ortaklığı ve Kuzey Boyutu gibi bölgesel politikalarından biri olacaktır.
Sinerjinin bölgedeki donmuş çatışmaların çözümüne de katkı sağlaması
umulmaktadır.
Geliştirilen bu stratejiye sinerji denmesinin sebebi zaten halihazırda her
ülke ile farklı stratejiler mevcut olmasıdır. AB bu terimle farklı stratejilerden
yeni ve bütüne yönelik bir strateji yaratabilmek için sinerji yaratmayı
hedeflemektedir. Karadeniz Sinerjisinin belirtilen amacı bireysel değil
bölgesel olarak gelişmektir.
23
24
11 Nisan 2007 tarihli "Karadeniz Sinerjisi- Yeni Bölgesel İşbirliği İnisiyatifi" Başlıklı AB
Bildirgesinden
11 Nisan 2007 tarihli "Karadeniz Sinerjisi- Yeni Bölgesel İşbirliği İnisiyatifi" Başlıklı AB
Bildirgesinin özet tercümesi Ek'te sunulmuştur.
97
Karadeniz Sinerjisi AB’nin devam eden, iyi yönetim, insanların dolaşımı,
güvenlik, enerji, ulaşım, çevre, denizcilik politikaları, balıkçılık alanları, ticaret,
araştırma, eğitim, iş bulma, bilim ve teknoloji gibi sektörel programlarının ve
girişimlerin üzerine inşa edilecektir. Bu faaliyetler arasında daha fazla
bağlantı sağlamak üzere geliştirilmiştir ve tüm katılanların ortak çıkarlarını
esas almaktadır.
Karadeniz
Sinerji
belgesi,
AB’nin
Karadeniz
bölgesindeki
operasyonlarıyla ilgili uzun bir öncelikler listesi içermektedir. AB bölgedeki
faaliyetlerini yürütmek için KEİÖ’nü asıl işbirlikçi olarak seçmiştir. Bu durum
AB’nin önceki dönemde uyguladığı bireysel yaklaşımdan rasyonel bir
değişikliktir. Artık tek tek bölge ülkelerinin farklı çıkarlarına hitap eden
politikalar ve uygulamalar yerine tüm Geniş Karadeniz Bölgesi ülkelerinin
temsil edildiği KEİÖ tarafından tespit edilecek politikalara öncelik verilecektir.
Bu durum bölgesel olarak istikrar ve refahın sağlanmasına olumlu katkılarda
bulunacaktır.
Bu durum aynı zamanda KEİÖ için de büyük bir gelişme ve başarı
örneği sayılabilir ve örgütün üyeleri nezrinde prestijini artıracaktır. Çünkü AB
ile ilişkileri geliştirmek ve AB’yi gözlemci statüsü ile KEİÖ’ne dahil etmek için
uzun zamandır verilen mücadele sonunda meyvesini vermiştir. AB Nisan
2007’de KEİÖ’ne gözlemci statüsü için başvurmuş ve Haziran 2007’de
İstanbul’da gerçekleştirilen KEİÖ
zirvesinde
AB’ye
gözlemci
statüsü
verilmiştir. Artık bu bölgesel organizasyonda tam üye RF ile birlikte AB ve
ABD (2006’dan beri) gözlemci statüsünde de olsa birlikte bulunmaktalar ve
uzlaşma ve işbirliği için bir ortam daha yaratılmıştır.
3.3. Avrupa Birliği ‘nin Karadeniz Politikaları ve Diğer Aktörler :
2007 yılbaşından itibaren fiziki olarak Karadeniz’e kıyıdaş olmak AB’nin
bölgeye yönelik politikalarında hali hazırda çok önemli değişiklikler yaratmasa
da yakın dönemde yeni üyelerin katkıları ile somut değişiklikler beklenmelidir.
98
Fakat bölgede etkin olmak için çalışan sadece AB değildir. Önceki
bölümlerde değinildiği gibi diğer uluslar arası aktörlerin de bölgeye yönelik
politikaları bulunmaktadır. Bu nedenle AB, Karadeniz Bölgesine yönelik
faaliyetlerinde bölgede etkin diğer güçlerin etki alanlarına da dikkat
etmelidir. Halihazırda bölgenin demokratikleşmesi ve istikrarın sağlanması
arzuları açısından AB ve ABD politikalarının birbirleri ile uyum içinde
olmasına rağmen, başta RF ile ilişkiler olmak üzere bazı hususlarda AB ve
ABD politikaları ters düşmektedir.
AB ve ABD’nin Karadeniz Bölgesi stratejilerindeki farklılıklar ikinci Irak
krizinden sonra iyice belirginleşmiştir. Bu farklılıklar şu şekilde özetlenebilir;
Öncelikle iki tarafın Rusya’ya bakışı farklıdır. ABD, RF’nu görünürde
bölgenin demokratikleşmesine ancak temelde bölgedeki kendi çıkarlarına
bir engel olarak görürken, AB, RF’nun bölgedeki etki alanını koruma
çabalarını ve bölgede batı ittifakına karşı bir denge unsuru oluşturma
isteğini anlayışla karşılamaktadır. Bu nedenle RF karşıtı politikaları daha
yumuşak ve işbirliğine yöneliktir.
AB ve ABD’nin bölgeye yönelik yaklaşımlarında diğer bir fark ise, ABD
tarafından bölgenin demokratikleşmesi için AB’nin hızla ve mümkün olduğu
kadar bölge ülkelerini de içine alacak şekilde doğuya genişlemesi
desteklenirken. AB artık genişlemenin sınırına geldiğinin bilincinde olarak
bölge ülkelerine üyelik vermektense onları başka politikalarla Avro-Atlantik
bloğuna bağlamak taraftarıdır. ABD’nin bu hızla ve olabildiğince fazla
katılımla genişleme teşviği, Brüksel’e yakın bazı çevrelerce “derinleşmeden”
genişlemeye zorlanarak sonunda AB’nin içten çökertilmesine yönelik bir
komplo planı olarak da algılanmaktadır.
Avrupa Birliği’nin bölgedeki demokratikleşme çabalarında başarılı
olması
için,
AB
sadece
Karadeniz
bölgesinin
diğer
ülkelerinin
demokratikleşmesi ve batıya entegrasyonu açısından değil, Rusya’nın da
99
aynı doğrultuda ilerlemesine katkı için de çabalamalıdır. RF, AB için hem
çok büyük bir ticaret ortağı hemde çok büyük bir pazardır. Diğer Karadeniz
ülkeleri ile olduğu gibi bu büyük ülke ile de ilişkilerini geliştirirken, bu
coğrafyadan kaynaklanan karışıkları bünyesine sokmamak için öncelikle bu
ülkelerde
batılı
eğerlerin
yerleşmesi
için
çabalayan
AB,
RF’nun
demokratrikleşmesinden en fazla kazancı sağlayacak taraftır. Ayrıca
RF'unda meydana gelecek olumlu değişimler bölgenin demokratikleşme
yolunda mücadele eden diğer devletlerine de giderek artan bir şekilde
olumu katkılarda bulunacaktır.
Batının daha
nedenlerinden
biri
önceki dönemde
de
bölgede
bu bölgeden uzak durmasının
fazla
etkin
olmasının
RF/SSCB’yi
endişelendirebileceği düşüncesi olmuştur. Bölgeyi Rusyanın zero sum
politikalarına bırakmak ise Karadeniz bölgesinin demokratikleşme yolunda
ilk adımlarını atan devletlerde olumsuz örnekler yaratacaktır. Bölge ülkelerin
batıyla ve özellikle AB ile entegrasyonu RF’nun da demokratikleşmesine
katkı sağlayabilir.
ABD'nin mali ve askeri gücüne sahip olmasa da veya Rusya gibi
bölgenin statükocu liderleri ve kültürel mirası nedeniyle avantajlı bir konumu
olmamasına rağmen AB bölgede Rusya ve ABD’ye göre önemli bir kaç
avantaja sahiptir. Bunların en önemlisi bölgedeki ülkelerin kendilerini
Avrupalı görüyor olması ve AB üyesi olmak için çabalamalarıdır. Bölge
ülkeleri ve halklarında, AB'nin RF ve ABD'nin aksine süper güç olma çabası
olmadığı düşüncesi hakim olduğu için, Avrupa Birliği’nin
diğer ülkeler
üzerinde “kendi etki alanını yaratıyor” izlenimi vermeden bölgede etkin olma
şansı çok fazladır. En önemli avantajı ise AB’nin Karadeniz Bölgesinde daha
etkin olması ve inisiyatif alması, ABD’nin bölgedeki her girişimden kendi
aleyhine bir gelişme olacağı endişesi duyan RF’nun da bölgede daha
işbirlikçi bir tutum almasına yardımcı olacaktır.
100
Ancak Avrupa Birliği’nin, RF'nun da bölgedeki etkisi ve avantajlarını göz
ardı etmemesi gereklidir. Öncelikle RF, AB'nin aksine farklı çıkarları ve
çatışmaları olan ülkelerden oluşmadığı için tek ses halinde, çabuk ve kararlı
adımlar atabilmektedir. Ayrıca RF bölgedeki ülkelere, AB ile entegrasyon
hayali (ki bu bile artık iyice uzak ve zor bir hayal haline gelmiştir) yerine kısa
vadede karlı yatırımlar, ekonomik katkılar ve de belki en önemlisi kışın sıcak
ve aydınlık evler sunmaktadır. Karşılığında da AB'nin katı normlarının yerine
daha az taleplerde buunmaktadır. Bütün bunların haricinde halen AB'nin
enerji bağımlılığını istismar ederek AB içinde de etkili olabilmesi, RF'nun
yakın çevresindeki etkisini iyice artırmaktadır.
AB de bu yüzden RF'nu karşısına almadan hem bölge ülkelerinin
demokratikleşmesine katkıda bulunmalı, hem de bu ülkelerin RF'na
bağımlılığını azaltacak alternatif enerji hatları ve ekonomik yatırımlar
yapmak zorundadır. Bu politikaların en önemli unsuru RF ile doğrudan bir
mücadeleye
girdiği
izlenimini
vermeden
bölge
ülkelerinin
batıyla
entegrasyonunu sağlamaktır. Bu politika zaman zaman RF'nun isteklerine
boyun eğmek anlamına da gelebilir. Ancak bu tarz politikalar Avrupalı
politikacıların yabancısı olduğu bir durum değildir. Bunun son örneği
NATO'nun
Bükreş
zirvesinde
bir
kez
daha
görülmüştür.
ABD'nin
bastırmasına rağmen, RF ile karşı karşıya gelme ihtimalini düşünen
Almanya ve Fransa gibi AB'nin lider devletlerinin çabaları ile Ukrayna ve
Gürcistan, NATO Üyelik Eylem Planlarına dahil edilmemiştir.
AB'nin Bölgede dikkate alması gereken diğer aktör de Türkiye'dir.
Öncelikle Karadeniz'in ikinci en büyük sahiline sahip ülke olması ve karasal
hatlar
vasıtasıyla
Hazar
ve
Orta
asya
kaynaklarının
Avrupa'ya
aktarılmasında en önemli transit ülkesi olan Türkiye'nin önemi Brüksel
tarafından iyice idrak edilmelidir. Devam eden üyelik müzakereleri
kapsamında Türkiye'ye bir çok konuda dayatmalarda bulunan AB, enerji
güvenliği açısından Türkiye'nin işbirliğine ihtiyaç duymaktadır.
101
Başta AB'nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için geliştirdiği en
önemli proje Nabucco olmak üzere karasal boru hatlarının en önemlileri
Türkiye'den geçmektedir. Deniz yolu ile düşünülen alternatif güzergahlar da
ya boğazlar yoluyla yada Karadeniz'de icra edilen BLACKSEAFOR ve KUH
gibi deniz karakol faaliyetleri vasıtasıyla kontrol edilmekte ve güvenliği temin
edilmektedir. Yine Karadeniz üzerinden Avrupa'nın güvenliği ve istikrarına
tehdit oluşturabilecek; insan, uyuşturucu madde ve KİS kaçakçılığı da, bu
tür deniz karakol faaliyetleri ile kontrol altına alınabilmektedir. Bu
faaliyetlerin başlatılmasında ve geliştirilmesinde Türkiye'nin öncü rolü ve
gerektiğinde ABD ile çatışmak pahasına da olsa bölgenin kontrolünde söz
sahibi olabilmesi, AB'nin Türkiye ile ilişkilerinde göz önünde tutması gereken
hususlardır. Belki de özellikle enerji güvenliği hususunda artan etkinliği ve
enerji aktarım yollarını kontrol etmesini sağlayan jeostratejik avantajları
Türkiye'nin AB üyeliğine kabulunü kolaylaştırarak faktör olacaktır.
3.4. Avrupa Birliği, Karadeniz Politikalarının Geleceği :
AB'nin
1
Ocak
2007
tarihinden
itibaren
Karadeniz'e
yönelik
politikalarında esas olarak değişen çok fazla bir şey yoktur. Halen ENP diğer
komşularla olduğu gibi Karadeniz Bölgesi ülkeleri ile de temel ilişkileri
şekillendirmeye devam etmektedir. Ancak Brüksel'deki yetkililer de bu
politikanın yetersizliği ve beklentileri karşılayamadığının farkında olarak,
bölge ülkelerine batı ile entegrasyonlarında gerekli reformları yapabilmeleri
için itici güç olabilecek bazı girişimlerde bulunmuşlardır.
AB tarafından getirilen en önemli yenilik yukarıda ana hatları özetlenen
Karadeniz Sinerjisi'dir. Karadeniz Sinerjisi ENP'nın eksik olan Karadeniz
Boyutunu geliştirebilmek için üretilmiş bir program olup yine ENP çatısı
altında ancak ENP'nın farklı programlarına eşgüdüm sağlayacak, bu farklı
programların sinerjisini kullanarak daha olumlu sonuçlar sağlayacak ve
Karadeniz Bölgesinin Batı ile olan entegrasyonunu kolaylaştıracak bir
program olarak geliştirilmiştir.
102
Karadeniz Sinerjisinin ENP'den farklı yönü; bölgeselliği öne çıkarması
olacaktır. 11 Nisan 2007 tarihli belgede belirtildiği üzere Sinerji programında,
AB ilk kez ana işbirlikçisi olarak KEİÖ'nü belirleyerek bu zamana kadar
izlemiş olduğu bireysel yaklaşımdan ayrılmıştır. Bunu ispatlamak üzere de
uzun süredir ertelediği KEİÖ'ne gözlemci statüsü alma başvurusunu yaparak
nihayet bu örgütte ABD ile birlikte kurum olarak yerini almıştır.25
Karadeniz Sinerjisinden başka AB Karadeniz politikalarında önemli bir
gelişme olarak; bölgeye yönelik fonların kullanımını kolaylaştırmak üzere
daha önceden geliştirilmesine rağmen 2007 yılında yeni bütçe dönemine
girilmesi ile yürürlüğe giren ENPI görülmektedir. ENPI bölgeler ve AB ile
ilişkileri bakımından değişik kategorilere giren (üyelik müzakeresi yapan
ve/veya ENP üyesi) ülkeler arasında devam eden projelerin bürokratik
engellerini aşmak üzere özel geliştirilmiş bir fondur. Bu fonlardan Karadeniz
bölgesine ayrılan paranın miktarı 2008 yılı için 1,7 milyar euro’dur.26
Bulgaristan ve Romanya'nın katılımı ile ilk kez AB Bölgesel Politika
fonları Karadeniz kıyısı için de açılmıştır. Bu iki üye ülkedeki bölgesel politika
programları, onların kıyı kesimleri arasındaki rekabeti ve çevre ile ilgili
konulardaki düzenlemelerinin seviyesini de artıracaktır. Ancak özellikle
altyapı finansmanları için mevcut kaynakların yetersiz olduğunu ve bölge
ülkelerinin de AB fonları haricinde katkıda bulunmalarının önemli olduğunu
hatırlatmak gerekir.
Bölge için halen en önemli politika ENP’tir. Ancak ENP’nin mevcut
mahzurlarının
giderilmesi
gerekmektedir.
Bu
konuda
Avrupa
Birliği
tarafından başlatılan çalışmalara ek olarak getirilecek bazı düzenlemeler bu
politikanın Karadeniz Bölgesinde başarı şansını artıracaktır.
25
AB'den önce Birlik üyesi, Almanya, Avusturya, Fransa, İtalya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile
Slovakya gözlemci statülerini almıştır.
26
Şubat 2008 ayı içinde Ukrayna Kiev’de düzenlenen Avrupa Birliği ve Karadeniz Bölgesi Dışişleri
Bakanları toplantısında AB Dış ilişkiler Komiseri Benita Ferrero Waldner “AB sınırı haline gelen
Karadeniz’deki projeler için 2008 yılında 1,7 milyar euro bütçe ayrıldığını ve bu paranın
Karadeniz’deki Güvenlik sorunları, terörizmle mücadele su kaynaklarının finansmanı ve diğer projeler
için kullanılacağını” açıklamıştır
103
Öncelikle ENP “üyelik hariç herşey” sloganıyla yola çıkmış bir projedir
ve gerekli şartları sağlayan tüm ENP üyesi ülkelere malların ve insanların
serbest dolaşım hakkının verileceği ümidini sunmuştur. Fakat bu güne değin
serbest dolaşım konusunda tek olumlu gelişme Ukrayna ile imzalanan ve
vize kolaylıkları sağlayan bir anlaşma olmuştur. Bu başarılı ve umut verici
örneğin paralelinde diğer ülkeler ile de benzer kolaylıklar sağlanması ve en
kısa zamanda bu tür anlaşmalar imzalanması çok önemlidir. Bu
tür bir
gelişme en başta ENP üyesi ülke hükümetlerinin, ülke içinde gerekli
reformları yapabilmesi adına ellerini kuvvetlendirecek ve şartlara uyan
ödülünü alır mesajını verecektir.
Ayrıca serbest dolaşım hedef ülkelerin ekonomilerine de katkıda
bulunarak genel olarak refahın artmasına da katkı sağlayacaktır. Refahın
artmasının ise istikrara olumlu katkıları olacağı kuşkusuzdur. Böylece AB
nihai hedeflerinden biri olan istikrara da katkıda sağlanmış olacaktır.
Dolayısıyla serbest dolaşım için bölge ülkelerine gösterilecek kolaylıkların
AB’ne geri dönüşü sanılandan fazla olacaktır. Avrupa Birliği de bu konudaki
girişimlerini artırmıştır. Ukrayna’ya sağlanan vize kolaylığı haricinde
Gürcistan ve Azerbaycan ile serbest ticaret bölgeleri kurulması yönünde
yapılan çalışmalar bu yönde faaliyetlere bir örnektir.
Güçlendirilmiş ENP, aynı zamanda ENP üyesi ülkeleri arası siyasi
ilişkileri de güçlendirebilir ki bu ülkeler arasında siyasi görüşmeler için
yaratılan yeni bir platform da aralarında devam eden sorunların çözümüne
olumlu bir katkı sağlayacak, bölgesel ve global istikrara giden yolda önemli
bir aşama olacaktır.
ENP’nin güçlendirilmesi için yapılabilecek düzenlemelerden birisi de
ENP’na
hükümetlerin
haricinde sivil
toplum örgütlerinin
de
katılım
sağlamasını teşvik etmek olacaktır. Özellikle AB ülkelerinde hükümetlerin
yanı sıra vatandaşların da işbirliği olmadan bu tür politikaların istenilen
seviyede çalışması mümkün değildir. ENP ülkeleri ile AB ülkelerinin sivil
104
toplum örgütleri arasında kültürel ve dinler arası diyalog şeklinde
başlatılacak bu tür faaliyetler halkların ENP konusunda bilinçlenmesini
sağlar. Bu kapsamda AB tarafından yürütülen Erasmus Mundus vb ögrenci
değişim programlarına ENP ülkelerinden kontenjan ayrılması etkili bir örnek
teşkil edebilir.
Ayrıca
somut
hedeflere
yönelik
işlevsel
işbirliği
ENP’nin
asıl
mekanizması haline getirilmelidir. Karadeniz sinerjsi de bu doğrultuda bir
programdır. AB için de önemli olan enerji alanı ve Pan-Avrupa alt yapı
sisteminin geliştirilmesi, çevre koruması alanında işbirliği gibi projeler somut
hedeflere yönelik işlevsel işbirliğinin başarılı örnekleridir.
ENP’nın güçlendirilmesi ve benimsenmesi için bölge ülkelerine finansal
ve tecrübe aktarımı alanında desteğin artırılarak devam ettirilmesi gereklidir.
Özellikle Bulgaristan ve Romanya’nın üyelik sürecindeki tecrübelerinin ENP
ülkelerine aktarılması diğer komşular da başarılı örnekler teşkil edecektir.
AB’nin bölgeye ve ENP’ye yönelik bir çok öncelikleri olmamalıdır. Küçük
bir öncelik listesi oluşturulmalı ve bu listedeki hususların uygulanabilir sonuç
verecek konular olması gerekir. AB farklı bölgelerden veya AB ile ilişkileri
bakımınından farklı statüde ortakları bir projede buluşturup kaynak yaratarak
sonuç alınabilecek ortak projeler için koordinasyon sağlamalıdır. Çevre ile
ilgili projelerde bu husus gerçekleştirilebilmiştir, bu nedenle çevre örneğinden
yararlanılarak diğer başlıklarda da aynı yöntemler kullanılmaya gayret
edililirse olumlu sonuçlar alınabilecektir.
ENP’de olması gereken bir diğer vasıf da her üyenin projeyi
sahiplenmesi hususudur. Bu özellikle ENP’nin başarısı için en kritik özellik
olarak düşünülebilir. Çünkü dış kaynakları bir proje yerine bölgenin
sahiplendiği projenin başarı şansı çok daha fazladır. Bu nedenle, AB kendisi
projeler getirmekten çok bölgeden kaynaklanan projelere destek sağlamalıdır
başarı bu şekilde daha kolay elde edilebilir.
SONUÇ
Avrupa ve Asyanın kesişme yolu üzerinde Güney Avrupa ve kanallar
vasıtasıyla Avrupa’ya ulaşım imkanı olan Karadeniz Bölgesi sadece stratejik
olarak önemli bir bölge değil, genişleyen Avrupa’da jeopolitik önemi olan bir
eksendir1
Bu eksen üzerinden ve etrafından Avrupa’ya hem zenginlik
kaynakları hem de AB ülkelerinin istikrar ve güvenliğine doğrudan olumsuz
etkileri olan illegal insan
ve silah, uyuşturucu gibi yasak maddeler de
taşınmaktadır.
Bu bölgenin demokratikleşmesi ve istikrarı diğer uluslar arası
aktörlerden ziyade, 2007 genişlemesi ile artık bir bölümü de sınırlarının
içinde kalan AB’ni ilgilendirmektedir. Çünkü Karadeniz bölgesinde fazlasıyla
mevcut olan risk sahalarında başlayacak olan bir karışıklık, ABD’den önce
AB içinde istikrarsızlığa neden olacaktır.
Güvenlik ve istikrarın yanı sıra Karadeniz Bölgesinin Avrupa’ya ulaşan
önemli miktarda petrol ve doğal gaz ihracatının kaynağı ve transit bölgesi
olması da bu bölgenin AB için önemini artırmaktadır. 2020’lerden itibaren
enerji ithalatının toplam tüketimin % 70’lerine varacağı hesaplanan AB için
dünyanın diğer bölgelerindeki sorunlu kaynaklardan ziyade Hazar ve Orta
Asya kaynakları en güvenilir ve ekonomik kaynaklar olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu kaynaklardan güvenilir ve kesintisiz enerji aktarımını garanti
altına almak da AB için önem arzetmektedir.
AB’nin 1990’larda Karadeniz bölgesinde Sovyet imparatorluğunun
dağılmasından sonra ortaya çıkan devletlere yönelik politikaları aynı
dönemde devam eden Yugoslavya krizi nedeniyle ikinci planda kalmış ve
daha çok bölge
ülkeleri
ile
ekonomik
ilişki
seviyesinde
kalmıştır.
Yugoslavya’da kazanılan kötü tecrübeler Karadeniz Bölgesinde de bulunan
1
Mustafa AYDIN, Europe’s Next Shore, 5
106
kriz noktalarında yeni facialar yaşanmaması için AB’ne bu bölgeye yönelik
aktif politikalar izlenmesi gerektiği konusunda uyarı olmuştur ancak bu kez
11 Eylül olaylarının arefesinde gelişen olaylar Karadeniz Bölgesini uluslar
arası gündemin ikinci planına itmiştir.
AB, 2004 yılında
gerçekleşen tarihi
genişlemeye hazırlanırken
Karadeniz Bölgesine fiziki olarak yaklaşmanın ve bölgenin tüm ülkelerine
–veya herhangi bir bölgedeki her ükeye- üyelik veremeyeceğinin bilincine
vararak bu tür yakın ilişki içinde olacağı ve/fakat bünyesine alamayacağı
ülkeler için Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) adı altında genel bir program
geliştirdi.
ENP hedef ülkelere yönelik ikili görüşmelerle tespit edilecek Eylem
Planları üzerinden bu ülkeleri Avrupa normalarına yaklaştırmak için gerekli
reformların yapılmasında yardımcı olmak ve sonuçta bu ülkelere malların ve
insanların serbest dolaşımına kadar varacak kolaylıklar sağlamayı öngören
genel bir programdır. Bu program içinde Kuzey Afrika ülkelerinden
Ukrayna’ya kadar çok çeşitli coğrafya ve çok çeşitli sorunları/beklentileri olan
devletler bulunmaktadır. Bazı ülke grupları bölgesel yaklaşım ile daha
avantajlı sonuçlar alabilmek adına; Akdeniz ülkeleri için Barselona Süreci,
Baltık ülkeleri için Kuzey Boyutu gibi ENP çatısı altında olmakla birlikte yeni
programlar geliştirmiştir.
Karadeniz
Bölgesi
için
bölgesellik
boyutu
halen
tam
olarak
geliştirilememiş olmakla birlikte 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın
üyelikleri sonrasında başlatılan Karadeniz Sinerjisi ile bu yönde ilk adım
atılmıştır.
AB’nin Karadeniz Bölgesine yönelik ana programı olan ENP’nin bölge
ülkelerinin beklentilerine cevap verememesi üzerine geliştirilmeye çalışılan
Karadeniz Boyutunun bu zamana kadar başarılamamasının ardında yatan
pek çok neden bulunmaktadır. Bu nedenlerden en temel bazıları bölge
107
ülkelerinin arasında bölgesel yaklaşımının tercih edilmemesi ve bölge
kimliğinin eksikliğidir.
Yine Karadeniz Boyutunun geliştirilememesinin bir
diğer nedeni de Barselona süreci veya Kuzey Boyutunda olduğu gibi Birlik
içinde kuvvetli bir destek bulamamış olmasıdır. Bu durum özellikle
Romanya’nın üyelik sonrası girişimleri ile aşılacak gözükmektedir.
Halen zamana ihtiyacı olmakla birlikte Romanya’nın, ABD ve AB’ni her
şekilde bölge sorunlarına angaje etme çabaları sonunda Karadeniz
Boyutunun gerçekleşeceği ve AB’nin Karadeniz Bölgesine yönelik bölgesel
bir yaklaşım geliştireceğinin sinyalleri Karadeniz Sinerjisi ile verilmiştir.
Karadeniz Sinerjisi ile AB ana işbirlikçi olarak bölgenin en eski ve kapsamlı
bölgesel organizasyonu Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünü belirleyerek
hem KEİÖ’nin bölge ülkeler nezrinde saygınlığını artırmış hem de bölgesel
yaklaşımı başlatacağını göstermiştir.
Karadeniz Sinerjisi’nde hedef 11 Nisan 2007 tarihli bildirgede de açık
olarak ifade edildiği gibi yeni kurumlar, yeni politikalar üretip zaten bölgede
fazlasıyla mevcut olan politikalara bir yenisini eklemek değil, mevcut
politikalardan daha somut hedeflere yönelik projeler geliştirmek ve bu
politikaların sinerjisinden faydalanmaktır.
Bölgede farklı sorunları ve farklı gündemleri olan ülkeler bulunmaktadır
fakat ortak payda olarak bu ülkelerin Avrupalılaşma arzusu kullanıldığı
takdirde, Avrupa’nın etrafında arzulanan dostluk çemberinin kurulması
gerçekleşebilecektir. Bölge ülkeleri arasında mevcut farklı beklentiler çatışma
kaynağı olarak düşünülebilir ancak farklılıklar karşılıklı eksiklikleri gidermek
için bir etken olarak değerlendirilirse güç artırıcı bir faktör de olabilir.
Bölgeye
yönelik
politikalar
uygulanırken
gözden
kaçırılmaması
gereken husus özellikle RF ile olan ilişkilerin olumlu yönde devam ettirilmesi
olacaktır. RF’nun enerji tekeli kırılmaya çalışılırken aynı zamanda kendisine
karşı bir tehdit olarak algıladığı demokratik yönetilen ülkeler kuşağının tehdit
108
oluşturmadığı, bölgede yapılan tüm faaliyetlerde RF ile işbirliği arandığı
mesajı açık olarak iletilmelidir. Bu hususta AB içinde mevcut bazı
uyumsuzluklar birlik içinde çözülerek AB, RF’na karşı politikalarında tek ses
olmalıdır. Gürcistan olaylarından dolayı Rusya’yı kınama girişimlerini
yumuşatmaya çalışan Fransa veya Almanya’nın kendi çıkarları için Rusya ile
Kuzey akımını imzalaması örneğinde olduğu gibi bu ahenki bozacak
girişimler AB’nin etkisi ve gücüne olumsuz yönde etki edecektir.
Zaten
AB’nin karışık iç yapısı ve karar alma mekanizması dışarıya karşı gücünü ve
etkisini azaltmakta ve komşuları bütün olarak AB’den net ve açık bir mesaj
almakta zorlanmaktadırlar.
ENP ortaklık temeline dayalı olarak kurulmuş bir politikadır, dolayısıyla
üye/ortak ülkeler bu politikaya sahip çıkmadıkları takdirde başarı şansı
düşüktür. ENP ortağı ülkelerin farkına varması gereken bir diğer gerçek de
mevcut şartları gereği, ENP’nin AB tarafından bu ülkelere sunulabilecek tek
çözüm olduğudur. Bu politika ve programlardan en fazla faydayı sağlamak
ancak ve ancak bölge ülkelerinin daha etkin ve istekli katkıları ile
olabilecektir.
AB’nin ise, ortakların güçlendirilmiş ENP’nı benimselerini sağlaması
gereklidir. Bu ENP’nın başarısında temel faktör olacaktır ve ENP’nin başarılı
olması ortaklar için olduğu kadar AB için de önem taşımaktadır.
Unutulmamalıdır ki sadece şeffaf ve adanmış bir AB çevresinde şeffaf ve
demokrasiye saygılı toplumlar yaratabilir ve “Tek ve özgür bir Avrupa
oluşturma hayali, Karadeniz bölgesinin tüm ülkeleri Avro-Atlantik toplulukça
benimsenmedikçe tamamlanamayacaktır.”2
2
Mircea GEOANA: “A New Euro-Atlantıc Strategy For The Black Sea Region” German Marshal
Fonu Yayını, (2004),9, Der, Ronald ASMUS, Konstantin DİMİTROV, Joerg Forbrig
109
Harita 1: Kalpgah ve Kenar Kuşak Ülkeleri
Harita 2: Romanya’daki ABD Üsleri
110
Harita 3: Bulgaristan’daki ABD üsleri.
Harita 4 : Transdinyester – Moldova
111
Harita 5- Gürcistan - Abhazya
ve Osetya Sorunu
Harita 6 – Nahcıvan ve Karabağ
112
Harita 7. TRACECA Ulaşım Ağı
Harita 8 INOGATE Doğalgaz hatları
113
Harita 9 . INOGATE Ham Petrol hatları
Harita 10. Karadeniz Bölgesinden geçen Doğalgaz hatları
114
Tablo 1 Dünya Ham Petrol Üretiminin Bölgelere göre dağılımı
Tablo 2 Bölgenin kanıtlanmış petrol rezervleri
115
Tablo 3. Bölgenin kanıtlanmış Doğalgaz rezervleri
Tablo 4 Bölge Ülkelerinin Petrol Ve Doğalgaz Kaynakları
116
KAYNAKÇA
ACAR, Özgen. “Çırpınırdı Karadeniz Bakardı Türk’ün Bayrağına” Stratejik
Analiz Sayı 72, Nisan 2006 .
ADRİAN, Georgiev. "The Black Sea region EU’s Black Sea region policies
and Bulgaria’s potential contribution", yayınlanmış tez çalışması, College of
Europe, European Political and Administrative Studies, 2006
AĞACAN, Kamil. “Karadeniz’e Kafkasya’dan Bakmak”, Avrasya Dosyası Cilt
13, Sayı 1 2007
AKIN, Ebru Kunt.
“Karadeniz’de 2006’ya Bakış 2007’den Beklenenler”,
T.C. Bahçeşehir Üniversitesi Karadeniz -Kafkasya Araştırmaları Uygulama ve
Dokümantasyon Merkezi Yayını, 2006.
ALTINBAŞ, Deniz. “Avrupa, Enerjide Rusya’ya Bağımlılığını Kırmaya
Çalışıyor”, Stratejik Analiz, Haziran 2006.
ASMUS, Ronald D. ve JACKSON Bruce P. “ The Black Sea and The
Frontıers Of Freedom”, A New Euro-Atlantıc Strategy For The Black Sea
Region, Der, Ronald ASMUS, Konstantin DİMİTROV, Joerg Forbrig German
Marshal Fonu Yayını, 2004
ASMUS, Ronald. ‘Next Steps in Forging a Euroatlantic Strategy for the
Wider Black Sea’, Çev. Gül Aral, Avrasya Dosyası, Cilt 13, sayı 1, 2007
AYDIN, Mustafa. “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region”, İnstitute for
Security Studies, Occasional Paper No:53, Haziran 2004
117
AYDIN, Mustafa. “Europe’s New Region: The Black Sea in the Wider Europe
Neighbourhood”, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt. 5, No. 2,
Mayıs 2005
BARCHAD,David. “ Dipping a toe in the Black Sea”, Defense & Security
Analysis , 2006, cilt 2, sayı,22,
BAN, Ioana. “The Black Sea Regıon and The European Neıghbourhood
Policy” , Central European University yayını ,Şubat 2006
BRZEZİNSKİ, Zbigniew. Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş ve
Ergun Kocabıyık, İstanbul, Sabah Yayınları, 1998
CİOCOİ, Paul. “New security role emerges for Black Sea region” Southeast
European Times, http://www.setimes.com , 11.08.2006
COHEN Ariel ve I.CORWIN. “U.S. Strategy in the Black Sea Region”
Executive Summary dergisi, No. 1990, Heritage Foundation
yayını, 13
Aralık 2006
CORNELL,Svante E. ve N. NİLSSON ”Daha Yakın Bir Güneydoğu
Komşuluğu: Geniş Karadeniz Bölgesi ve Avrupa Güvenliği” Avrasya Dosyası,
Cilt 13, Sayı 1, 2007
ÇELİKPALA, Mitat. “Rus Enerji Stratejisi” Stratejik Analiz, sayı 96 , Şubat
2008
ÇELİKPALA, Mitat. “1990’lardan Günümüze Türk-Rus İlişkileri”, Avrasya
Dosyası, Cilt 13, Sayı 1, 2007
118
DUFORC, Jean. “The Role of the Wider Black Sea Area in a Future
European Security Space”, NDC Occasional Paper No.10, Roma NATO
Savunma Koleji, 2006
ERDAL, Murat. “Pan-Avrupa Tasıma Koridorları”, www.meslekiyeterlilik.com.tr
EMERSON, Michael. “The Black Sea as Epicentre of the Aftershocks of the
EU’s Earthquake”, CEPS No. 79, Temmuz 2005
GEOANA, Mircea.“A New Euro-Atlantıc Strategy For The Black Sea Region”
German Marshal Fonu Yayını, 2004 ,editörler, ASMUS Ronald, DİMİTROV,
Konstantin ve FORBRİG, Joerg.
GEORGİEV, Adrian. The Black Sea Region EU’s Black Sea Region Policies
and Bulgaria’s Potential Contribution, College Of Europe , European Polıtıcal
And Admınıstratıve Studies, 2005-2006 Akademik yılı Master Tezi.
GÜLTEKİN-PUNSMANN,Burcu.”Black Sea Regional Policy Approach: A
Potential Contributor to European Energy Security”, Policy Brief, No.6, Int.
Center For Black Sea Studies,Mayıs 2008,
HİLL, Fiona, TAŞPINAR,Ömer. “Turkey and Russia: Axis of the Excluded”,
Survival Dergisi Cilt 48 No:1, sonbahar 2006
JELAVİCH, Barbara.
A Century of Russian Foreign Policy, 1814 -1914,
Philadelphia-ABD,1964
KAMALOV, İlyas. “Rusya’nın Rol Arayışları ve ABD ile İlişkileri”, Stratejik
Analiz, sayı 84, Nisan 2007
KANBOLAT, Hasan. “Karadeniz’in Tarihi Yeniden Yazılıyor”, Cumhuriyet.
Strateji, Yıl 2, No. 103, 19 Haziran 2006
119
KANBOLAT, Hasan “Türkiye Karadeniz’de yeni ufuklara yelken açmak
istiyor”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, No.1,2007
KEMPE, Iris. ve KLOTZLE, K. “The Balkans and the Black Sea Region:
Problems, Potentials and Policy Options”, Policy Analysis No.2, Nisan 2006
KUCERA, Joshua. “The Unıted States Develops A Strategıc Plan For The
Black Sea”, Eurasıa Insıght, 3 Ocak 2007
LESSENSKİ Marin. “The Black Sea Cooperatıon : An Outlook From Bulgarıa”
Xenophon Paper No2
MİDDEL, Bert. “Frameworks And Areas Of Co-Operatıon In The Black Sea
Regıon”, AP- NATO Komisyonuna sunulan rapor ,2006
MİLLER, Eric A. “Morale of US-Trained Troops In Georgia Is High, But US
Advisors Concerned About Sustainability”, Eurasia Insight, 5 Mayıs 2003
MINCHEV, Ognyan. “Major Interests And Strategıes For The Black Sea
Regıon”, Framework Analytical Review,( Sofya, Eylül 2006
O’HARA, S.L. “Great game or grubby game? The struggle for control of the
Caspian.” Geopolitics, No.1, 2004
OLÇAR, Kemal “Karadeniz Politikaları ve Türkiye Ukrayna Stratejik ilişkileri”,
İstanbul, IQ yayınları, 2007
ÖZCAN, H.Pınar. “Türkiye’nin ve Avrupa Birliği’nin Hazar Coğrafyasında
Kesisen Enerji Politikalar”, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Gazi
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008
120
PAMİR, Necdet, KAMALOV, İlyas. “Rus Gazı ve Enerjide Bağlılığın Bedeli”,
Stratejik Analiz, Sy.70, Şubat 2006
SANCHEZ, W. Alejandro. Power and Interest News Report, 29 Ağustos
2007
SOCOR, Vladimir. “Frozen Conflicts: A Challenge To Euro-Atlantic Interesrs”,
A New Euro-Atlantic Strategy for the Black Sea Region, Der. Ronald D.
Asmus, Washington; The German Marshall Fund of the U.S., 2004
TRİANTAPHYLLOU, Dimitrios. “The Black Sea Region and its Growing
Influence”, Atina KEİÖ toplantısında yapılan tebliğ , 18 Temmuz 2006
TRİANTAPHYLLOU, Dimitrios. 'Energy Security and Common Foreign and
Security Policy The Wider Black Sea Area Context', Southeast European and
Black Sea Studies.
TASSİNARİ, Fabrizio.
“A Synergy for Black Sea Regional Cooperation:
Guidelines for an EU Initiative”, CEPS Policy Brief No. 105 Haziran 2006
TÜRBEDAR, Erhan.
“Karadeniz’de Değişen Dinamikler: Bulgaristan ve
Romanya’nın Rolleri” AVRASYA DOSYASI Cilt 13, Sayı.1, 2007
UNGUREANU, Razvan. ‘Remarks on a Security Concept for the Wider Black
Sea Area’, NATO Defense College Occasional Paper, 11/11, 2005
WİNROW, Gareth. “Geopolitics and Energy Security in the Wider Black Sea
Region”, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt. 7, sayı 2, Haziran
2007
121
EKLER
EK-1
COMMISSION OF THE EUROPEAN COMMUNITIES
Brussels, 11.04.2007
COM(2007) 160 final
COMMUNICATION FROM THE COMMISSION TO THE COUNCIL AND
THE
EUROPEAN PARLIAMENT
BLACK SEA SYNERGY - A NEW REGIONAL COOPERATION
INITIATIVE
KARADENİZ SİNERJİSİ – YENİ BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ GİRİŞİMİ
122
KARADENİZ SİNERJİSİ – YENİ BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ GİRİŞİMİ
1.
GİRİŞ : Bölgesel Politika İhtiyacı
1 Ocak 2007 tarihinden itibaren Karadeniz’e kıyıdaş iki ülke,
Bulgaristan ve Romanya, Avrupa Birliğine üye olmuştur. Bu tarihten itibaren
Karadeniz çevresindeki komşularının refahı, istikrarı ve güvenliği her
zamankinden daha fazla AB’nin yakın ilgisini çekmektedir.
Karadeniz Bölgesi doğal kaynak bakımından zengin, Avrupa, Orta
Asya ve Orta Doğu’nun kesişim yollarında stratejik konuma sahip özel bir
coğrafi bölgedir. Büyük bir nüfusa sahip bölge, insanları için bir çok fırsat ve
zorluk sunmaktadır. Bölge muazzam gelişme kapasitesine sahip büyüyen bir
pazar
ve enerji ve ulaşım ağlarının
merkezidir. Ancak aynı zamanda,
çözülmemiş, “donmuş” çatışma noktaları, bir çok çevre sorunu ve yasadışı
göç ve organize suçlara zemin sağlayan yetersiz sınır kontrolleri de olan bir
bölgedir. Son yıllardaki gelişmelere rağmen bölge ülkeleri arasında
ekonomik reformların hızı ve
yönetim kaliteleri açısında farklılıklar
bulunmaktadır. Bu konularda geliştirilecek dinamik bir bölgesel tutum hem
bölge ülkelerinin insanlarına hem de Avrupa’nın genelinde refah ve istikrara
katkı sağlayacaktır.
AB halihazırda bölgede demokratik ve ekonomik reformları hareket
geçirmek, istikrar sağlamak ve gelişimi desteklemek adına çok kapsamlı
işbirliği programları vasıtasıyla bir çok çabada bulunmuştur. Bu kapsamda 3
AB projesi konuyla alakalıdır. Türkiye ile üyelik öncesi görüşmeler, ENP ( 5
doğulu ENP ortağı ülke aynı zamanda Karadeniz İşbirliğinde de aktifdir.) ve
Rusya ile stratejik ortaklık. Bunun da ötesinde AB bir çok bölgesel sektörel
girişime de katkıda bulunmaktadır.
Karadeniz de bölgesel seviyede koordinasyon gerektiren bir çok risk
ve fırsat bulunmaktadır. Bu risk ve fırsatlar arasında; enerji, transport, çevre
123
serbest dolaşım ve güvenlik gibi kilit sektörler bulunmaktadır. Güçlendirilmiş
bölgesel işbirliği doğrudan uzun düredir devam eden çatışmaları çözmeye
yönelik değildir, ancak zaman içinde daha fazla karşılıklı güven yaratabilir ve
aradaki engellerden bazılarını kaldırabilir. Karadeniz Bölgesindeki kültürlerin
etkileşimi gözönüne alındığında artan bölgesel işbirliğinin bölgenin ötesinde
de faydalı etkileri olabilir.
Dolayısıyla bölgesel seviyede işbirliği önceliklerini ve mekanizmalarını
belirlemek üzere artan AB katılımının vakti gelmiştir. Bu Bildirgede Komisyon
AB’nin yeni bir bölgesel girişimi olarak Karadeniz Sinerjisini ortaya
koymaktadır.
2.
KARADENİZ SİNERJİSİNİN ÖZELLİKLERİ
:
Komisyonun amacı bağımsız bir karadeniz stratejisi oluşturmak
değildir, mevcut politikaları tamamlayıcı bir girişimdir. Bu girişim dikkatleri
bölgesel
seviyede
odaklayacak
ve
devam
eden
işbirliği
projelerini
canlandıracaktır. Dolayısıyla Karadeniz sinerjisinin birincil hedefi bölge
ülkeleri
arasında
ve
Bölgenin
geneli
ile
AB
arasında
işbirliğinin
geliştirilmesidir. Bu sinerji hem AB hem de bölge ülkelerinin ortak çıkarlarına
hizmet edecektir ve Karadeniz Bölgesini AB'ne bağlayacak mevcut
girişimlerinin deneyimlerinden faydalanacaktır. Ör. Tuna İşbirliği Süreci gibi.
Özel projelerde birliğin desteğinin yanısıra bölge ülkelerinin ve bölgesel
organizasyonların finansal
desteğinin sağlanması da önem arzeder.
Karadeniz yaklaşımının AB Orta Asya stratejisi ile de yakın ilgisi vardır.
Dolayısıyla ENP'na getirilecek Karadeniz Boyutunun önemli bölgeler arası
elamanları da olmalı.
124
3.
ANA İŞBİRLİĞİ ALANLARI.
Karadeniz Sinerjisi başlangıçta ortak öncelikler taşıyan ve AB’nin halen
mevcudiyetinin olduğu projelere yoğunlaşmalıdır. Bu projeler ;
a.
Demokrasi, İnsan Haklarına Saygı, ve İyi Yönetim
:
Avrupa Konseyi ve AGİT tüm Karadeniz Bölgesi ülkelerinin uyacağı
insan hakları standartlarını belirlemiştir. Bu bağlamda AB çabaları genelde
ikili ilişkiler şeklindedir. Ama bölgesel seviyede yapılan faaliyetler ulusal
tedbirleri de tespit ve değerlendirmede önemli rol oynar. Son yıllarda
Karadeniz Bölgesi'nde bölgesel kurumlar tarafından demokratik kurumların
kurulması, iyi yönetimlerin desteklenmesi ve kanun düzeninin kurulması
yönünde önemli sorumluluklar üstlenilmiştir. AB de bu girişimleri demokrasi
ve insan haklarını desteklemek ve idame ettirmek konusunda tecrübelerini
paylaşarak desteklemelidir
b.
İnsanların Dolaşımının Sağlanması Ve Güvenlik :
Sınırların kontrollerinin artırılması ve düzenlenmesi ve bölgesel gümrük
işbirliği insan ve silah kaçaklığı, uyuşturucu kaçakcılığı gibi organize suçların
önlenmesine yardım ettiği gibi Moldova Ukrayna sınırındaki EUBAM gibi
başarılı örnekler bölgedeki çatışmaların çözümüne de olumlu katkılarda
bulunur.
Önemli kanun dışı göç yolları Karadeniz Bölgesi'nden geçmektedir ve
bu konu Karadeniz Bölgesi için özellikle önemlidir. AB Komisyonu yakın
zaman içinde yayınlanacak bir bildiride Göç konusuna küresel yaklaşımı ve
göç konularının daha iyi yönetimi için yeni girişimlere yer verecektir. Birlik bu
konuda bölge ülkelerini halen sınır aşan suçlarla ilgli bölgesel işbirliği
kuruluşları olan Bükreş merkezli SECI ve Burgaz merkezli Karadeniz Bölgesi
Sahil Güvenlik Kuvvetleri arası Muhabere Ve Enformasyon Koordine Merkezi
125
başarılı örneklerinin
tecrübelerinden
yararlanmaları
konusunda
teşvik
etmektedir.
c.
Donmuş çatışmalar konusu
:
Avrupa Komisyonu bölgede devam eden donmuş çatışmalar konusunda
politik olarak daha fazla AB rolünü teşvik etmektedir. Ayrıca AB'nin katılımını
çatışmaların gözlenmesi gibi görevlerle daha da artırmayı tavsiye etmişir.
Sinerji Yönetim, ekonomik gelişmenin yetersizliği, sosyal birliktelik ve
güvenlik gibi sorunları çözerek genel duruma bir iyileştirme getirecektir. Bunu
yaparken güven artırıcı önlemlere özel bir önem vererek başka türlü bir araya
gelmeyen çatışma taraflarını bir araya getirecek işbirliği programları dahil
özel bir ihtimam gösterilmelidir.
d.
Enerji
: Karadeniz Bölgesi AB için stratejik öneme sahip
enerjinin üretim ve transportunda önemli bir güzergahtır. Enerji tedariği için
elverişli alternatif yollar sunar dolayısıyla AB dış politikasının önemli bir
parçasıdır. Enerji tedarik yollarının
çeşitlendirilmesi hem AB'nin hem de
dağıtıcı ülkelerin yararına olacaktır.
AB komisyonu enerji üreticileri, transit ülkeleri ve tüketicileri arasındaki
ilişkileri enerji güvenliği dialoğu ile güçlendirecektir. Bu diyalog Bakü süreci,
ENP ve AB Rusya Enerji Diyaloğu gibi çerçeve anlaşmalar ülkeler arası
yasal düzenlemeler ile geliştirecektir.
Bu hedef ayrıca mevcut Enerji
topluluğu anlaşmasının Moldova, Türkiye ve Ukrayna'yı da kapsamasını
sağlayacak sekilde genişletilmesi, PCA ve ticaret anlaşmaları ve Dünya
Ticaret Örgütüne üyelik müzakereleri gibi anlaşmalarla desteklenecektir. Bu
girişimlerin hedefi enerji üretimi, ulaştırması ve transiti konularındaki AB'nin
normlarına uygun, açık şeffaf ve ayrımcılık yapmayan bir çerçeve
belirlemektir. AB ayrıca bölge ülkelerine alternatif enerj kaynaklarını işletip
etkin
kullanmaları
yolunda
ve
geliştirmelerine de yardım edecektir.
enerji
tasarrufu
yolunda
bir
vizyon
126
AB aynı zamanda enerji istikrarına mevcut enerji altyapılarının
modernleştirilmesi ve yenilerinin yapılması yolunda bölgesel ortaklar ile yakın
işbirliği içindedir Bu kapsamda yeni Trans–Hazar, Trans-Karadeniz enerji
koridoru geliştirilmektedir. Bu koridor Orta Asya'dan Karadeniz üzerinden
AB'ne ilave gaz ihracı için yeni teknik alternatifler sunacaktır. Bunun yanı sıra
artan gaz ihracatının Karadeniz'de yarattığı tehlikeleri de önleyebilmek adına
AB'nin "bölgedeki işbirliğine sürdürülebilir ve ekolojik petrol boyutu"
getirmesinde de büyük fayda vardır.
e.
Ulaşım
: Bölgedeki bir çok transport projesinin tecrübelerinden
de yararlanarak komisyon etkinliği, emniyet ve güvenliği artıracak şekilde
ulaşım işbirliğini desteklemelidir. AB komisyonu transport işbirliğini nasıl
güçlendirip
devam
eden
projelerle
eşgüdüm
içinde
yürütebileceğini
araştırmaya başlamıştır.
f.
Çevre
:
Bu
alanda
bir
çok
proje
bulunmakla
beraber
uygulamada biraz geri kalınmıştır. Denizle ilgili çevre sorunlarına hitap
edecek bir politika oluştrulması mecburiyetinin farkında olan AB, 2005 yılında
AB deniz Stratejisi ve Deniz Stratejisi Direktifini yayınlamıştır. Bu strateji
AB'nin sınırlarındaki tüm denizlerde AB üyesi ülkelerin bölgenin tüm ülkeleri
ile işbirlği yapmasını gerektirir. Bu kapsamda üye ülkeler bölgesel deniz
anlaşmalarına katılmaya teşvik edilir.
AB'nin Karadeniz'in Kirlilikle Mücadele Komisyonuna katılması elzemdir.
Karadeniz Bölgesi ülkeleri çevre ile ilgiliçok taraflı anlaşmaları uygulamayı
artırmalıdırlar ve DABLAS görev kuvveti gibi varolan başarılı bir örneği diğer
çevresel konulara da uygulayarak doğa koruma, atıkların yönetimi,
endüstriyel ve hava kirliği gibi konularda da bölgesel projeler üretmelidirler.
Ayrıca AB Komisyonun bölgesel hareketleri destekleyerek iklim değişikliğinin
önlenmesi için Kyoto Protokolüne uygun mekanizmalar üretilmesini teşvik
etmelidir.
127
Diğer işbirliği alanları denizcilik sektörünün geliştirilmesi, balıkçılık,
ticaret, bilim ve araştırma konularıdır. Bu gibi girişimler sonucunda hem
bölgede refah artacak hemde sosyal sorunların temelini oluşturan işsizlik gibi
problemler çözülebilicektir.
Bulgaristan ve Romanya'nın katılımı ile ilk kez AB Bölgesel Politika
fonları Karadeniz kıyısı için de açılmıştır. Bu iki üye ülkedeki Bölgesel Politika
programları onların kıyı kesimleri arasındaki rekabeti ve çevre ile ilgili
seviyeyi artıracaktır.
4.
Sınır Ötesi İşbirliği (CBC) ve Yerel ve Sivil Aktörlerin Rolü:
AB Komisyonu Karadeniz CBC programını ENPI altında kurmuştur. Bu
"deniz havzası" programı kıyı kesiminde sivil toplum ve yerel seviyede
işbirliğini desteklemeye odaklanmıştır. Ortaklarının uygulanmasında ortak
sorumluluk alması ile yerel olarak yürütülecek bir programdır. Bu program
sayesinde kıyı kentleri ve toplukluları, üniversiteleri, kültürel kurumlarve
tüketici toplulukları dahil sivil toplum örgütleri arası temasların artırılması
hedeflenmektedir. Bu girişim özellikle karşılıklı gruplar arasında işbirlğini
artırmada sivil aktörlerin önemli olduğu çatışma yaşanan bölgelerde faydalı
olacaktır. Buna ek olarak Bölgesel Kalkınma fonundan mali destek alan
Bulgaristan-Romanya sınır işbirlği programları ve üyelik öncesi araçlardan
mali
kaynak
ayaranan
Bulgaristan-Türkiye
sınır
ötesi
programları
geliştirilecektir ve bu programlar Karadeniz'in batı kıyılarında işbirlğini
artıracak denizcilik ve kıyı hareketlerini mümkün kılacaktır.
5.
ENP’nin Güçlendirilmesi
:
Karadeniz Bölgesi’nde 5 ülke ENP'ye üyedir. ENP'nin güçlendirilmesi
ve ENP'ye bir kavramsal boyut getirilmesi serbest tcaret anlaşmalarının
zamanla
geliştirilmesi
Karadeniz
işbirliğini
de
artıracaktır.
Kanuni
seyahatlerin önündeki engellerin kaldırlması, Erasmus Mundus gibi öğrenci
128
değişim programları sayesinde yeni burslar verilmesi üniversiteler arası
kontak kurulmasını kolaylaştıracaktır.
6.
Bölgesel Organizasyonların rolü :
AB komisyonu yeni kurumlar veya bürokratik yapılar kurmak niyetinde
değildir. Karadeniz Bölgesi ülkeleri, ikili çerçevede veya bölgesel seviyede
görüşmelerde AB'nin ana partnerleri olmaya devam edecektir.
Avrupa
Komisyonun katkılarının çoğu yine komisyon tarfından başlatılan sektörel
programlar
kanalıyla
yapılacaktır.
Ama
buna
rağmen
AB
bölgesel
organizasyonlarla işbirliğine hazır olmalı ve daha fazla katılmalıdır. Türkiye
ve RF'nun kurucu üye olmaları ve bölgede çok geniş bir katılıma sahip
olması nedeniyle KEİÖ ile işbirliği Karadeniz Sinerjisinin başarısı için çok
büyük avantajlar sağlayacaktır.
İki kurum tarafından kabul edilirse bakanlar seviyesinde düzenli
toplantılar yapılarak bu toplantılarla AB ENP üyesi ülkeler toplantıları
ilişkilendirilebilir ve ENP ile ilgili hususlarda danışma sağlanabilir. Ayrıca AP
ile KEİÖ Parlamenter Asamblesi arasındaki mevcut iyi ilişkilerde bu maksatla
kullanılabilir,
7.
Mali Destek :
Projelerin finansmanı genelde ortak finansmanla sağlanacaktır.
Gerekli olduğu yerlerde Avrupa Komisyonu mali desteği ENPI'nin milli,
bölgesel ve sınır ötesi programları altında sağlanacaktır. Bölgesel işbirliği
girişimlerinin fonlandırılması yeni Avrupa Komisyonu Fon araçları sayesinde
daha kolay olacaktır. Avrupa Rekonstruksiyon ve Gelişim Bankası EBRD ve
Avrupa Altyapı bankası ile KEİÖ'nün Karadeniz Ticaret ve Gelişim
Bankasının bölgesel faaliyetleri halen belilrli bir seviyede olup, ortak
finansman
için Kuzey Boyutundan elde edilen tecrübeler ışığında yeni
129
mekanizmalar üretmek dahil Karadeniz sinerjisinin de bu faaliyetlere olumlu
katkıları olacaktır.
8.
Sonuç
.
Karadeniz Bölgesel topluluğu son yıllarda esaslı olarak değişti ve
gelişmeye devam ediyor. Bu şartlar altında AB'nin yeni bölgesel işbirliği
girişimi mevcut geniş kapsamlı ikili ve bölgesel aktivitelerini tamamlayacaktır.
AB'nin
Karadeniz
Bölgesinde
mevcudiyeti
yeni
fırsatlar
ve
perspektiflere kapı açar. Bölgeye istikrar ve refah getirmek daha kapsamlı ve
uzun soluklu çabalar gerektirir. Karadeniz'de bölgesel işbirliği alanında daha
fazla AB katkısı olması bu amaçlara katkı sağlayacaktır.
130
ÖZET
UZAL Metin, Bulgaristan ve Romanya’nın AB Üyeliklerinin, AB Karadeniz
Politikalarına Etkisi, Yüksek Lisans, Ankara 2009
Anahtar Sözcükler :
1.Karadeniz,
2. Avrupa Birliği,
3.Enerji Nakil hatları,
4.Donmuş Çatışmalar,
5.Avrupa Komşuluk Politikası,
6.Karadeniz Sinerjisi,
7.Romanya,
8.Bulgaristan,
9.Yakın Çevre,
10.Rusya Federasyonu
Soğuk savaşın sona ermesi ve SSCB’nin dağılması sonrasında
Karadeniz Bölgesinde bağımsızlığını kazanan ülkeler ilk aşamada Batının
gündeminde çok önemli bir yer
elde edememiştir. Bu dönemde yakın
cografyalarda meydana gelen, Bosna Hersek olayları, birinci Irak harekatı
gibi gelişmeler nedeniyle Avrupa ülkeleri ve ABD, Karadeniz Bölgesindeki
sorunları ikinci planda irdelemiştir.
11 Eylül ve sonrası gelişmeler tüm dünyaya; çatışmaların ve
istikrarsızlığın sürdüğü bölgelerin sadece kendileri ve yakın coğrafyaları için
değil, global olarak da istikrarsızlık yaratan tehditler olduğunu gösterdi. Bu
dönemde Balkanlardaki sorunların da çözülmüş/istikrara kavuşmuş olması
Karadeniz ile ilgilenilmeye başlanmasında etken olmuştur. Bu gelişmelere
paralel olarak Karadeniz bölgesinin kendi rezervleri ile birlikte, dünyanın en
önemli petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip Orta Asya kaynaklarının batıya
131
aktarılmasındaki stratejik konumunun farkına varılması, batının artan ilgisinin
belki de en önemli nedenidir.
Batı dünyasının ABD ile birlikte en önemli güç odağını oluşturan AB'nin
Karadeniz Bölgesine olan ilgisi coğrafi olarak daha yakın olmasına rağmen
ABD'nin gerisinde kalmıştır. Yakın döneme kadar bölge ülkeleri ile ekonomik
ilişkileri güçlendirmekle sınırlı olan AB ve Avrupalı devletlerin politikaları
bölgenin artan stratejik önemi ve doğal kaynaklarının zenginliği ile daha
kapsamlı bir hale gelmiştir.
Bu çalışmanın amacı 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren Karadeniz'e
kıyıdaş Bulgaristan ve Romanya’nın AB üyesi olmasının AB'nin günümüze
dek Karadeniz ile ilgili yürüttüğü politikalara
yapmış olduğu etkiyi
irdelemektir.
AB'nin Karadeniz Bölgesine yoğun ilgisi 2004 yılında gerçekleşen büyük
genişlemeden önce başlamıştır. Bu dönemde AB'nin genişlemesinin sonuna
yaklaşıldığının farkına varan ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Avrupa'da
üyelik beklentisi içinde bir çok ülkenin bulunduğunun bilincinde olan AB,
üyelik vermeden
komşularını etrafında
bir
dostluk çemberi
halinde
tutabilmenin yolunu "Avrupa Komşuluk Politikası" ile bulmuştur.
AB'nin komşuluktan öte ilişki kurmak istemediği bu ülkeler ile ilişkisini
şekillendiren ENP, 2007 yılına kadar olan uygulamalardan elde edilen
tecrübelerle Nisan 2007 tarihinde geliştirilmiştir. Karadeniz Bölgesi için bu
zamana kadar ENP'nin arzulanan başarıyı elde edememesinin sebeplerini
genel ve özel sebepler olarak sınıflandırabiliriz. Genel sebep; Fas'tan
Ukrayna'ya çok değişik cografyalarda ve farklı beklentiler içinde olan ülkelere
aynı reçetenin uygulanmaya çalışılmasıdır. Karadeniz Bölgesine özel sebep
ise; ENP'nın Baltık ülkeleri için geliştiridiği Kuzey boyutu veya Akdeniz
ülkeleri için Barselona süreci (ardından Akdeniz Diyalogu) gibi bölgesel
girişimlerin Karadeniz için geliştirilmemesi ve bilhassa birlik içinde (Kuzey
132
Boyutu için Finlandiya, Akdeniz Diyalogu için Fransa örneklerinde olduğu
gibi) lider konumu üstlenecek bir ülke olmamasından kaynaklanmaktadır.
2007 yılbaşından itibaren bu durum değişmiş gözükmektedir. AB
üyeliğini alan Bulgaristan ve de özellikle Romanya son dönemde üstlendiği
inisiyatiflerle yukarıda bahsedilen lider ülke sorumluluğunu üstlenmeye
hazırdırlar. Ancak bunun gerçekleşmesi için halen zaman gerekmektedir.
Son genişleme sonrasında AB’nin Karadeniz Bölgesindeki diğer ülkelere
yönelik temel politikası olan ENP’de köklü değişiklik olmamasına rağmen en
önemli eksiklik olarak ortaya çıkan “bölgesel yaklaşım” sorununa çözüm
getirmek üzere “Karadeniz Sinerjisi” geliştirilmiştir.
Bölge ülkeleri ile devam eden ilişkileri geliştirirken zaten mevcut olan
politikalara bir yenisini eklemeden bu politikaları koordine etmek, daha
belirgin ve ulaşılabilir hedefler belirleyerek sonuca varmak adına yeni
geliştirilen girişime “sinerji” adı verilmesinde hedeflenen ise mevcut
politikaların sinerjisinden yararlanmaktır.
Karadeniz sinerjisinin (ENP’nin bölgede istenen seviyede başarılı
olamamasının en önemli nedeni olan) bölgeselliğe en somut katkısı ise uzun
yıllar AB tarafından ihmal edilen bölgenin en geniş katılımlı ve efektif örgütü
olan
Karadeniz
Ekonomik
İşbirliği
Örgütünün
temel
ortak
olarak
belirtilmesidir. Maddi olarak da AB üyesi ve üye olmayan ülkelerin ortak
projeleri için kullanımı kolay fonları içeren ENPI (European Neighborhood
Policy Instrument) programının 2007 itibariyle devreye girmesi bu alanda bir
diğer olumlu değişmedir.
Karadeniz
bölgesinde
zayıf
demokrasilerden
“donmuş
çatışma”
bölgelerine küresel güvenliği etkileyebilecek bir çok istikrarsızlık kaynağı
bulunmaktadır. Bu bölgelerden yayılacak tehditler en önce komşu AB’ni
etkileyecektir. Bu nedenle bölge ülkelerinin istikrarı herzamankinden çok
AB’ni ilgilendirmektedir. Karadeniz Bölgesi ülkelerinin hükümetleri, AB
133
normlarına uymak için ülke içinde sıkıntılar yaratan reformları yaparken üyelik
hedefinin yerine halklarına başka ödüller sunmak zorundadır, aksi takdirde
bu ülkelerin totaliter geçmişlerinin hala taze olan hatıraları tekrar iktidara
gelebilir ve demokratikleşme çabaları hüsrana uğrar. Tüm bu ülkelere AB
üyeliği verilemeyeceği de çok açıktır. Ancak bu olumsuzluğun AB ile olan
işbirliğini ve Karadeniz Bölgesi ülkelerinin demokratikleşme çabalarını
sekteye uğratmaması için AB’nin bölge ülkelerine yardımlarını artarak devam
ettirmesi gereklidir.
134
ABSTRACT
UZAL, Metin, The effects of Bulgariana and Romanian Membership to EU’s
Black Sea Policies, Master Thesis, Ankara,2009
Key Words
1. Black Sea,
2. European Union,
3. Energy Transfer Pipelines,
4. Frozen Conflicts,
5. European Neighborhood Policy,
6. Black Sea Synergy,
7. Romania,
8. Bulgary,
9. Near Abroad,
10. Russian Federation
After the fall of USSR the newly independent states of the Black Sea
Region did not get much attention from the West at first.
Because of
developments in the vicinity like, Bosnia Herzogova and the first Iraq
Operation, the problems of Black Sea Region did not get the necessary
attention from Europe and USA.
9/11 incidents proved that the areas where conflicts and instabilty
prevails, are not only threats to their immediate vicinity, but to the whole
world. In this period as the problems in Balkans were quite stable, the West
got the chance to get involved with Black sea region. But the main reason for
the new interest in this region was that, besides its own rich resources, the
west had realized the strategical importance of Black Sea region as the
transit way for the rich natural gas and oil resources of Central Asia.
135
European Union (UE), though geographically closer to the region, was
less interested in the region compared to USA. The interest they have had in
the region was to secure bilateral economical ties up until recently. But the
increasing importance of the region changed this attitude.
The objective of this study is to analyze the affects of Bulgarian and
Romanian memberships to EU, on the EU Policies towards the Black sea
region. EU's increasing interest in the region commenced even before the
great enlargement of 2004. Knowing that the enlargement policy was coming
to an end and that there are many aspiring countries especially in the
Eastern and Southeastern Europe, EU find the the solution for keeping them
closely connected as a ring of friends without giving membership, with the
"European Neighborhood policy" (ENP).
ENP which builds the main frame of relations with those countries EU
does not want to be any closer than neighbors, was revised in April 2007 with
the experience acquired through out the years.
The reasons for ENP not to achieve desired goals especially in the
Black Sea region until then, can be classified as the general ones and
exclusive ones. Generally ENP covered a vast geography from the Morrocco
to Ukraine every country with an agenda of its own and with different
expectations, and the remedy was but one. In the case of Black sea, the
exclusive reason for ENP's shortcoming was the lack of a regional
dimension, as the Northern Dimension for Baltic states or Barcelona Process
(later Mediterrenean Dialogue) for the mediterrenean countries, and also lack
of leading countries from within the Union.
After January 2007 this sitiuation seems to have changed. Having
aquired membership, especially Romania with many recent iniatives, and
Bulgary seem to be ready for the leadership from within. But still some time
is needed to achieve this goal. After the last enlargement though there hasn't
136
been fundamental changes in the ENP, "Black Sea Synergy" has been
developed in order to tackle with the regionalism issue.
The objective of calling
this new iniative a "synergy" is to use the
synergy of many already existing policies in the region, in order to coordinate
them and set practical and achievable goals rather than general goals, and
not to create new policies or organizations in the region.
The most concrete contrubition of Black Sea Synergy to the regionalism
problem, which is the main reason for ENP 's failure in Black Sea Region, is
the recognition of organization of Black Sea Economical Cooperation
(BSEC), which had been neglected by EU for years, as the main interlocutor
in the region. Financially, introducing the ENP Instrument (ENPI) which
enables easy use of funds for the joint projects of member and non-member
countries, is an other development in this respect.
In the Black sea region there exists many sources of instability, ranging
from the weak democracies to "frozen conflicts". The threats from these
conflict areas will effect the EU more than any other related country or
organization, due to its vicinity and because some part of it, is also EU land.
Because of this fact the stability of the region needs EU's concern more than
ever. The governments of the countries around Black Sea needs to have
recompansation for their people while trying to empose the European norms
in their states. With the aspiration of membership taken from them, EU has to
find new rewards, otherwise with still fresh memories of their totalitarian past,
the democracies will fail in those states. And it's very obvious that the
membership can't be offered to each state in the region. Therefore EU has to
continue its growing assistance to those states in order not let the
democracies down.
Download