bülten sayı 8 - İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku

advertisement
Ocak 2010 Sayı 8
 Avrupa Topluluğu Ayrımcılık Yasağı Direktifleri Semineri, 5-6 Ekim 2009
Merkez üyelerinden Burcu Yeşiladalı ve Gökçeçiçek Ayata, 5–6 Ekim 2009 tarihlerinde Almanya’nın Trier kentinde Academy of European Law (ERA)
tarafından PROGRESS programı çerçevesinde düzenlenen “Avrupa Topluluğu Ayrımcılık Yasağı Direktifleri” konulu seminere katıldılar. Seminerde
Avrupa Topluluğu hukukunda eşitlik ilkesi, doğrudan/dolaylı ayrımcılık ve taciz gibi temel kavramlar, ayrımcılık vakalarında adalete erişim ve ispat
yükü, Avrupa Adalet Divanı içtihadında yaş temelli ayrımcılığın yasaklanması, Avrupa Birliği’nde Romanların karşılaştığı ayrımcı muameleler, çoklu
ayrımcılık, cinsel yönelim temelinde ayrımcılık, engellilik ve makul uyumlaştırma zorunluluğu ve Avrupa Birliği ayrımcılık yasağı hukukunun geleceği
konuları ele alındı.
 2. Türkiye-Avrupa Demokrasi Forumu, 9-10 Ekim 2009
Merkez üyelerinden Burcu Yeşiladalı ve Gökçeçiçek Ayata, 9-10 Ekim 2009 tarihlerinde Ankara’da Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ve Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi tarafından düzenlenen 2. Türkiye-Avrupa Demokrasi Forumu’na katıldılar. Her yıl
Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı (DİHAA) kapsamında gerçekleştirilen Türkiye-Avrupa Demokrasi Forumu, Türkiye’deki sivil toplum
örgütlerinin demokrasi ve insan hakları mücadelesinde karşılaştıkları ortak engellerin ve fırsatların tartışılmasını sağlayacak bir zemin oluşturmak
amacını güdüyor. Bu yılki Forum demokrasi ve insan hakları alanındaki sivil toplum-devlet diyaloğu konusunda bir tartışma platformu oluşturmayı
amaçlıyordu. Forumda sivil toplum-kamu diyaloğu, AB reformları sürecinde demokrasi, insan hakları ve diyalog, diyalog süreçlerinde muhalefet, denge
ve meşruiyet, sivil toplum-kamu diyaloğunda AB’nin rolü, diyalogda çözüme yönelik araçlar temaları çerçevesinde çeşitli sunumlar yapıldı ve
tartışmalar yürütüldü. Konuşmacılar arasında AB ve Türkiye’den sivil toplum temsilcileri, parlamenterler, kamu görevlileri, akademisyenler ve Avrupa
kurumlarının temsilcileri yer aldı.
 Engellilerin İnsan Haklarına İlişkin Eğitici Eğitimi, 10-11 Ekim 2009
Merkez’in, Raoul Wallenberg Human Rights and Humanitarian Law Institute – RWI (Raoul Wallenberg İnsan Hakları ve İnsancıl Hukuk Enstitüsü) ile
birlikte yürüttüğü Türkiye’de Engellilerin İnsan Haklarına Saygının Güçlendirilmesi Projesi’nin devamı niteliğinde olan “Engellilerin İnsan Haklarına
İlişkin Eğitici Eğitimleri”nin kapanış çalışması 10-11 Ekim tarihlerinde Lares Park Hotel’de gerçekleştirildi. Böylece, başta Birleşmiş Milletler Engelli
Hakları Sözleşmesi olmak üzere, Türkiye’nin taraf olduğu tüm uluslararası insan hakları sözleşmelerine ilişkin bilginin, engellilerin insan haklarına
saygının güçlendirilmesi amacıyla yaygınlaştırılmasını hedefleyen projenin ikinci aşaması da tamamlanmış oldu. Projenin ilk aşamasında sivil toplum
örgütlerine, avukatlara ve kamu kurumlarından temsilcilere yönelik seminerler düzenlenmişti. Yrd.
Doç. Dr. İdil Işıl Gül tarafından yürütülen eğitici eğitiminin sona ermesinin ardından, 28 Aralık 2009
tarihinde TBMM Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğü’nde görevli uzman ve uzman yardımcıları ile bir
toplantı yapılarak ulusal mevzuatın Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ne uyumlu hale
Merkez’den Haberler
1
getirilmesi için yapılması gerekenler tartışıldı.
İÇİNDEKİLER
İnsan Hakları Gündemi
Etkinlik Takvimi
Mercek
İnsan Hakları Hukuku Kararları
Yayınlar
 “Etkili Müzakerecilik” Konulu Eğitim ve Sempozyum: “Müzakere Eğitiminin Geleceği”,
14-16 Ekim 2009
5
İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan
6
Hakları Hukuku Uygulama ve
Araştırma
Merkezi,
ABD’nin
8
uyuşmazlık çözümünde ilk beş
11
arasında
yer
alan
üniversitelerinden
Hamline
Üniversitesi Hukuk Fakültesi,
Yayına Hazırlayanlar
M&SD International ve İtalya’nın
bu
alanda
önde
gelen
merkezlerinden ADR
Center
Yaman Akdeniz
işbirliği ile uyuşmazlık çözümü
Gökçeçiçek Ayata
konusunda eğitimlerin yer aldığı
Sevinç Eryılmaz Dilek
bir
kurs
ve
sempozyum
Eda Doğan
düzenledi.
Dünyanın
farklı
İdil Elveriş
üniversitelerinden eğitimcilerin
İdil Işıl Gül
katıldığı etkinlikler 14 Ekim günü
Galma Jahic
Seda Kalem
gerçekleşen bir günlük “Etkili
Ulaş Karan
Müzakerecilik” konulu eğitimin
Turgut Tarhanlı
ardından
iki
gün
süren
Burcu Yeşiladalı
sempozyumla devam etti. Müzakerenin Esasları, Zorlayıcı Taktiklerin Üstesinden Gelmek, Müzakere
Becerilerinin Geliştirilmesi ile İletişim ve İlişki Yönetimi konularında eğitimlerin verildiği etkinliklerde
İstanbul Bilgi Üniversitesi
İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi uyuşmazlık konusunda çeşitli sunumlar gerçekleştirildi ve katılımcıların, etkin birer lider ve
Kurtuluş Deresi Caddesi No:47
müzakereci olma, çıkarlarını etkili yöntemlerle savunma ve daha verimli iş ilişkileri kurma konularında
Dolapdere 34440 İstanbul
bilgi edinmeleri amaçlandı. Müzakere kursu ve sempozyuma katılanlara katılım sertifikası verildi.
3
E-mail : insanhaklarimerkezi@bilgi.edu.tr
Tel: 212 253 87 42
Faks: 212 253 89 11
 Atölye Çalışması: “Akademik Özgürlükler ve Üniversite Özerkliği: Balkan, Karadeniz ve
Hazar Havzası Ülkelerinde Gelişmeler ve Stratejiler”, 23-24 Ekim 2009
İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin ev sahipliğinde,
Bülten’deki yazıların içeriğinin sorumluluğu yazarlara Network for Education & Academic Rights (NEAR) ve Scholars at Risk Network (SAR) tarafından
ait olup, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin ve İstanbul Bilgi düzenlenen atölye çalışması, Balkanlar, Karadeniz ve Hazar Havzası ülkelerinden seçkin
Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araş- akademisyenlerin, hukukçuların ve uzmanların bir araya gelmesiyle 23-24 Ekim 2009 günlerinde
tırma Merkezi’nin görüşü şeklinde yorumlanamaz.
1
Devam...
santralistanbul’da gerçekleştirildi. Akademik özgürlük ve üniversite
özerkliği konularının bölgesel boyutlarıyla tartışıldığı etkinlikte katılımcılar,
sürmekte olan uluslararası çalışmaların şekillendirilmesi ve geliştirilmesi
konularında görüşlerini paylaştılar. Etkinliğin ilk gününde Afganistan,
Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Gana, Irak, Kazakistan, Kırgızistan,
Makedonya, Moldova, Romanya, Rusya, İngiltere ve Amerika’dan gelen
davetli katılımcılar, kendi ülkelerindeki altyapı ve mevcut şartlar hakkında
bilgi sağlayan raporlar
sundular. İkinci günde ise
vaka çalışmaları üzerine
grup
tartışmaları
gerçekleşti.
Turgut
Tarhanlı, Murat Belge,
Halil Berktay, Burhan
Şenatalar, Mete Tunçay,
Lami Bertan Tokuzlu,
Galma Jahic ve Seda
Kalem’in
de
katkı
sağladıkları
etkinlik
yüksek öğrenim değerlerinin uluslararası düzeyde geliştirilebilmesi için
düzenlenecek etkinlikler konusunda önerilerin paylaşılmasıyla sona erdi.
 Yargı Reformu Stratejisi Değerlendirme Sempozyumu, 24 Ekim
2009
24 Ekim 2009 tarihinde
Hukuk
ve
Hayat
Derneği
tarafından
Ankara’da
gerçekleştirilen
Yargı
Reformu
Stratejisi
Değerlendirme
Sempozyumu’na
Merkez
adına
İdil
Elveriş katıldı. Adalet
Bakanı Sadullah Ergin
ve
birçok
Bakanlık
yetkilisi ile Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Sami Selçuk’un da katıldığı
toplantıda Bakanlık tarafından geliştirilmiş olan ve AB’ye katılım
müzakereleri bakımından önem taşıyan Yargı Reformu Stratejisi
değerlendirildi. İdil Elveriş’in de “Yargının Verimliliği ve Yargıda
İhtisaslaşma” üzerine bir konuşma yaptığı toplantının sonuç bildirgesi için
lütfen
tıklayınız:
http://www.hukukvehayat.org/Turkce/KD-55-YargiReformu-Sempozyumu.aspx.
 3. Avrupa Pro Bono Forumu, 5-6 Kasım 2009
3. Avrupa Pro Bono (Ücretsiz Hukuki Yardım) Forumu 5-6 Kasım 2009
tarihinde Budapeşte’de yapıldı. Toplantıya Merkez’i temsilen İdil Elveriş
katıldı. Forum öncesinde Avrupa’da bulunan pro bono ağlarının
yöneticilerine yönelik toplantıya da katılan Elveriş, burada Merkez
tarafından yürütülen ücretsiz hukuki yardım ağına ilişkin bilgi verdi. Pro
Bono Forumu’na 32 ülkeden 150 temsilci katıldı. Forumda, özellikle
yaşanan ekonomik krizden kaynaklanan önemli sosyal sorunlara ilişkin
olarak avukatlarla STK temsilcilerinin işbirliği yapabileceği yenilikçi
yöntemlere vurgu yapıldı. Toplantının ev sahipliğini Public Interest Law
Institute (PILI) yaptı. Toplantı hakkında daha fazla bilgi için lütfen
tıklayınız: www.pili.org
 Belgeleme
ve Raporlama Yoluyla Türkiye’de Ayrımcılıkla
Mücadele Projesi “Ağ ve İletişim Kurma Semineri”, 6-7 Kasım
2009
İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma
Merkezi’nin Şubat 2009’dan bu yana yürütmekte olduğu Belgeleme ve
Raporlama Yoluyla Türkiye’de Ayrımcılıkla Mücadele Projesi kapsamında
6-7 Kasım 2009 tarihlerinde Ağ ve İletişim Kurma Semineri düzenlendi.
İstanbul’da düzenlenen seminer ile ayrımcılık yasağı alanında çalışan
STK’lar ve sendikalar arasındaki iletişimin güçlendirilmesi, yeni
ortaklıkların geliştirilmesi ve ileride ortaklaşa izleme ve belgeleme
çalışmaları yapmak için uygun zeminin yaratılması amaçlandı. Seminere;
ırk veya etnik köken, din veya inanç, cinsel yönelim ve engellilik
temelinde ayrımcılık alanında çalışan STK’ların, insan hakları örgütlerinin
ve sendikaların temsilcileri katıldı. Seminerin ilk günü açılışın ardından
Proje Koordinatörü Burcu Yeşiladalı tarafından projenin kısa tanıtımı
yapıldı. Ardından seminere katılan STK ve sendikaların birbirlerinin
amaçları, hedef aldıkları gruplar, etkinlikleri ve bağlı oldukları ağlar/
platformlar hakkında bilgi paylaşımına yönelik bir oturum düzenlendi.
Diğer oturumlarda proje çerçevesinde gerçekleştirilen Haritalama
Çalışması’nın bulguları paylaşıldı, iletişim ağları ve platformların
yürütülmesinde iyi uygulamalar ele alındı ve proje kapsamında
hazırlanmış olan Ayrımcılık Yasağı Eğitim Rehberinin ilk bölümü sunuldu.
Seminerin ikinci gününde ayrımcılıkla mücadele alanında ortak çalışmalar
yürütülmesi konusuna yönelik grup çalışmaları, eğitim rehberinin izleme
ve belgelemenin ele alındığı bölümünün sunulması ve katılımcıların bir dizi
ayrımcılık vakasında verilerin toplanması ve kullanılmasına yönelik
uygulamalı bir çalışması yer aldı. Kapanış oturumunda İnsan Hakları
Ortak Platformu (İHOP) ve Uluslararası Azınlık Hakları Grubu (MRG)
koordinasyonunda hazırlanmış olan Ayrımcılığın Önlenmesi ve Ortadan
Kaldırılması Kanun Taslağı sunuldu. Merkez üyeleri Yrd. Doç. Dr. İdil Işıl
Gül, Ar. Gör. Ulaş Karan ve Uzman Sevinç Eryılmaz Dilek
seminere sunum yaparak katkıda bulundular. Yrd. Doç.
Dr. Kenan Çayır (Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü), Yrd.
Doç. Dr. Levent Korkut (İnsan Hakları Ortak Platformu),
Nurcan Kaya (Uluslararası Azınlık Hakları Grubu), Şehnaz
Kıymaz Bahçeci (TCK Kadın Platformu ve CEDAW Sivil
Toplum Yürütme Kurulu), Av. Seda Akço (Çocuk İhmal ve
İstismarını
Önleme
Platformu),
TMMOB
Ziraat
Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık
(GDO’ya Hayır Platformu) seminerde konuşmacı oldular.
Proje kapsamında 2010 yılında ayrımcılık yasağı konulu
bir dizi eğitim semineri düzenlenecek ve izleme ve belgeleme faaliyetleri
koordine edilecektir. Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı—
Türkiye Programı çerçevesinde finansal olarak desteklenen ve Global
Dialogue ek finansmanı ile yürütülen proje hakkında detaylı bilgi için
lütfen
bakınız:
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/
source/221_sub5.asp
 “Global
Krizde Sosyal Devlet ve Sosyal Temel Haklar”
Sempozyumu, 6 – 7 Kasım 2009
Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Alman Akademik Değişim
Servisi’nin (DAAD) birlikte düzenlemiş olduğu “Global Krizde Sosyal Devlet
ve Sosyal Temel Haklar” başlıklı uluslararası sempozyum 6-7 Kasım 2009
tarihlerinde
Maltepe
Üniversitesi
Marmara
Kongre
Oteli’nde
gerçekleştirildi. Sempozyumda ilk gün küresel kriz “Anayasa Hukuku ve
Siyaset Bilimi” ve “İş Hukuku, Sosyal Hukuk ve Sosyal Siyaset” açısından
olmak üzere iki ayrı başlık altında değerlendirildi. Sempozyumun ikinci
günü ise konuyla ilgili alanlarda çalışan genç akademisyenlerin
sunumlarına ayrıldı. Bu oturumda İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Araştırma Görevlisi ve Merkez çalışanı Ulaş Karan “Sosyal Haklar
Korunması Açısından Mevcut Yükümlülükler ve Denetim Mekanizmaları”
başlıklı bir bildiri sundu.
 “Kent ve İnsan Hakları” Sempozyumu, 13-14 Kasım 2009
İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma
Merkezi tarafından 13-14 Kasım 2009 tarihlerinde düzenlenen “Kent ve
İnsan Hakları” sempozyumunda kent çalışmaları, kent ve planlama,
mimarlık, kadın çalışmaları, engelli hakları ve erişim, adalete erişim, göç
ve iltica meseleleri, kent ve suç, kent ve ayrımcılık konularında çalışmalar
yapan akademisyen ve
araştırmacıların bildirilerine
yer verildi. İki gün süren ve
dört oturumdan oluşan
etkinlikte; “Kent Hakkından
Kentte İnsan Haklarına”,
“Kentsel Dönüşüm ve Kentte
İnsan Hakları”, “Kentsel
Muhalefeti Kent Hakkı
Kavramı
Üzerinden
Düşünmek”, “Kentte Barınma
Hakkı: Kim İçin? Samatya
Sokaklarında ‘Zorunlu’
Göçmenlerin ‘Yer-Kurma’
Pratikleri”, “Öznellikleri
Dışlamayan Bir Kamusal Alan Mümkün mü? “Yerim mi Dar Yenim mi? :
2
Devam...
Cinsiyete Dayalı Kentsel Hak İhlâlleri ve Ötesi” ve “Bir Vatandaşlık Hakkı
Olarak Kent Hakkı: İstanbul Özelinde Sakat Hakları” başlıklı tebliğler
tartışılarak kısa belgesel film gösterimlerine yer verildi.
 Bağımsız Yaşamın Koşullarını Yaratma, 3-4 Aralık 2009
Avrupa Komisyonu İstihdam, Sosyal İşler ve Eşit
Fırsatlar Genel Müdürlüğü tarafından Avrupa
Engellilik Günü çerçevesinde 3-4 Aralık 2009
tarihinde Brüksel’de düzenlenen “Bağımsız Yaşamın
Koşullarını Yaratma” başlıklı Konferans’a Merkez’i
temsilen
Yrd.
Doç. Dr. İdil Işıl
Gül
katıldı.
Birleşmiş
Milletler Engelli
Hakları
Sözleşmesi’nin
“bağımsız
yaşama”nın
önkoşullarına
ilişkin
hükümlerinin tartışıldığı Konferans,
Avrupa Birliği’nin ve üye devletlerin,
Sözleşme’ye uyum için atması gereken somut adımların da tartışıldığı bir
forum oldu.
 Özürlüler Vakfı Kongresi, 11-12 Aralık 2009
Merkez üyesi Yrd. Doç. Dr. İdil Işıl Gül, Özürlüler Vakfı tarafından 11-12
Aralık tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Kongre’nin ilk
gününde “Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin Ulusal
Düzlemde Uygulanması” başlıklı bir tebliğ sundu.
 “İnternet ve Sansür” Konulu Panel, 12 Aralık 2009
İnternet
Teknolojileri
Derneği
XIV.
Türkiye'de
İnternet
Konferansı
İstanbul
Bilgi
Üniversitesi
İnsan
Hakları
Hukuku
Uygulama
ve
Araştırma
Merkezi’nin
işbirliğiyle
12
Aralık 2009 tarihinde Dolapdere Kampüsü’nde düzenlendi. Doç. Dr.
Yaman Akdeniz’in hazırladığı ve moderatörlüğünü üstlendiği "Internet ve
Sansür: Web 2.0 Tabanlı Sosyal Topluluklar ve Türkiye’de Erişim
Engelleme Uygulamaları" isimli panele Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk
Eczacıbaşı, NTV’den Burcu Esmersoy, Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığı, İnternet Daire Başkanı Osman Nihat Şen, MÜYAP Başkanı
Bülent Forta ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Yrd.
Doç. Dr. Kerem Altıparmak katıldı. Panelde Web 2.0 tabanlı sosyal
topluluklar ve web sitelerine ilişkin olarak verilen erişim engelleme
kararları ve özellikle YouTube, Last.fm ve Myspace gibi web sitelerine
erişim engellemeleri tartışıldı. Engelleme kararlarının hukuka uygun olup
olmadığı ve bu kararların olumsuz sonuçları ele alındı.
ömür boyu hapse
çevirdi.
Ancak
Gerçekleri Araştırma ve Adalet Komisyonu
öğrenciler, 31 yıl önce
tarafından gerçekleştirilen "Diyarbakır Cezaevi Okul Değil Müze
cinayetten
hüküm
Olsun!" Kampanyası 4 Ekim itibarıyla 1870 imzayı geçti.
giymiş bir adamın
Kampanya metnine http://diyarbakir.yurttas.tv adresinden
dosyasıyla
ilgili
ulaşılabilir.
çalışırken şaşırtıcı bir
 Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün
durumla karşılaştılar.
yayımladığı Dünya Basın Özgürlüğü Sıralaması’nda Türkiye 2008
Projenin
direktörü
yılına göre 20 sıra gerileyerek 122. sıraya yerleşti. Bu sıralamayla,
David
Protess’in,
Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında en kötü 50 ülke arasında
savcıların, öğrencilere
yer aldı. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun (TGDP)
ilişkin notları,
not
yaptığı araştırmaya göre Türkiye cezaevlerinde halen 8’i yazı işleri
alma kriterlerini, ders
müdürü olmak üzere, 33 gazeteci ve yazar bulunmakta. Bianet’in
müfredatını,
masraf
Fotoğraf: http://www.medill.northwestern.edu/journalism/undergrad/
22 Ekim 2009 tarihli haberine http://bianet.org/ adresinden page.aspx?id=59507
çizelgelerini
ve
ulaşılabilir.
öğrencilerin
e T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu maillerini istemesi savcıların sınırları aştığı yorumunu yaptı.
Ekim 2009
 Diyarbakır Cezaevi
Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı
Emniyet Genel Müdürlüğü arasında, aile içi şiddet mağdurlarına ve
mağdur çocuklara yönelik verilen hizmetlerin kurumsal kapasitesinin
artırılması ve işbirliğinin geliştirilmesine ilişkin bir protokol imzalandı.
Protokol çerçevesinde, polis merkezlerine gelen tüm aile içi şiddet
vakaları ‘aile içi şiddet form’larıyla kayıt altına alınacak ve bu vakalar
hakkında bir veritabanı oluşturulacak. Merkezlerde ayrıca şiddet mağduru
kadınları, yasal hakları ve şiddet görmeleri durumunda başvurabilecekleri
korunma mekanizmaları hakkında bilgilendirecek broşürlerin dağıtılması
da gündemde. Protokole ilişkin olarak İçişleri Bakanlığı tarafından 22
Ekim 2009’da yapılan basın açıklamasına http://www.icisleri.gov.tr/
default.icisleri_2.aspx?id=4033 adresinden ulaşılabilir.
 Kadın
hakları konusunda çalışan kurumlara, 2009 yılın son ayları
itibarıyla dört yeni araştırma merkezi eklendi. Ekim 2009’da Dokuz Eylül
Üniversitesi bünyesinde kurulan Kadın Hakları ve Sorunları Uygulama ve
Araştırma Merkezi, İzmir Ekonomi Üniversitesi bünyesinde kurulan
Toplumsal Cinsiyet Sorunları ve Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma
Merkezi ve yine Ekim ayı içinde kurulan Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Kadın Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Kasım 2009’da
kurulan Kırıkkale Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma
Merkezi bu alanda faaliyete başlayan yeni merkezler.
 New
York Times gazetesinin 25 Ekim 2009 tarihli haberine göre,
Chicago’da bulunan Northwestern Üniversitesi Gazetecilik Okulu
öğrencileri on yıldan daha fazla bir süredir savcı ve polislerin işlerini nasıl
yaptıklarını inceliyor. Medill Innocence Project adı verilen bu programla
şimdiye kadar on bir mahkumun serbest bırakılması sağlandı. Hatta
Illinois eyaleti valisi yanlış karar verildiği sonradan anlaşılan bu vakalara
değinerek, ölüm cezalarının infazını bekleyen tüm mahkumların cezalarını
Kasım 2009
 ODTÜ’den
Prof. Yakın Ertürk Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme
Komitesi’ne seçildi. Türkiye, bu görev için Temmuz ayında üç kişilik bir
aday listesi göndermiş, ancak liste Konsey tarafından “adaylar uygun
değil” gerekçesiyle geri gönderilmişti. Türkiye’nin ilk listesinde Adalet
Bakanlığı’ndan bürokratların isimleri bulunuyordu. Komite ise
çalışmalarında Adalet Bakanlığı’nın doğrudan muhatap olduğunu,
dolayısıyla Bakanlık’ta görev yapan herhangi birinin tarafsız olamayacağını
belirterek adayları geri çevirmişti. Prof. Ertürk’ün son görevi, BM İnsan
Hakları Komisyonu’nun Kadına Karşı Şiddet Özel raportörlüğüydü. Bu
sıfatıyla, tüm dünyada kadının durumunu araştırdı. Özellikle Suudi
Arabistan’da kadının durumu konusunda yaptığı araştırma ve çalışmalar
büyük yankı uyandırmıştı. Haber için bkz: www.hurriyet.com.tr.
 Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, kanser hastası olan dört hükümlünün
(Güler ZERE, Fehmi AKAR, Şirin AYDIN, Nurettin ATEŞ) cezalarını kaldırdı.
Cezaların kaldırılmasına ilişkin karar 7 Kasım 2009 tarihinde Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanı’nın Anayasa'nın
104'üncü maddesinin 2'nci fıkrasının b bendinde "Sürekli hastalık, sakatlık
ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak"
yetkisi olarak adlandırılan özel af yetkisi, sürekli hastalık, sakatlık ve
kocama nedenleriyle sınırlı. Cezanın kaldırılması cezayı gerektiren suçun
niteliğine değil, hükümlünün sağlık durumuna bağlı. Hastalıklar kanunda
ayrıntılı olarak belirtilmemekle beraber, hastalığın niteliğine ve cezaevinde
duramayacak sağlık koşullarına sahip olmaya bağlı olarak değişiklik
göstermektedir. Milliyet gazetesinin haberine göre, vücudu tamamen felç
olan ve felce bağlı olarak vücudunda yaralar oluşan Derviş Uzun ile
şizofreni hastası olan Mehmet Akatekin’in cezaları da Abdullah Gül
3
Devam...
tarafından 2008 senesinde
kaldırılmıştı.
10.
Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer’in özel af
yetkisini
kullanarak
cezalarını
kaldırdığı
mahkumların çoğunluğunu
sinir sistemine ciddi zararlar
veren, gelişen bir akıl
hastalığı olarak tanımlanan
Wernicke
Korsakoff
mahkemelerin görevlerini gereği gibi yerine
getiremedikleri ifade edildi. Şiddetin daha çok
yaşandığı gece saatlerinde veya hafta
sonlarında mahkemelerin çalışmıyor olması ve
mesai saatlerinde şiddetten korunmak için Aile
Mahkemeleri’nde dava açan kadınların
başvurularının tevzi bürosunda bekletilmesi ve
dosyaların ertesi gün mahkemeye gönderilmesi
başlıca sorunlar olarak tanımlandı. Bu
sorunlara ilişkin olarak, KAHDEM tarafından
getirilen
çözüm
önerilerine
http://
www.kahdem.org.tr/ sayfasından ulaşılabilir.
sendromuna yakalanan
m a h k u m l a r
o l u ş t u r m a k t a yd ı .
Eski
Başbakan
Necmettin
 Türkiye’de nüfusun %12,29’unu oluşturan
Erbakan ise Refah Partisi’ne
özürlülerin yaşadıkları sıkıntı ve ayrımcılığa
verilen Hazine yardımının
dikkat çekmek için Metrobüs duraklarında
kullanımında
yapılan
düzenlenen eylemi,“Mecidiyeköy’de dün
Fotoğraf: http://www.gundem-online.net/resimler/guler_zere_serbest_kalsin2.jpg
usulsüzlük
nedeniyle
insanlık izne çıkmıştı!” başlığıyla duyuran
mahkum olmuş, fakat
Radikal gazetesine göre, 19 Aralık günü yaşanan tahammülsüzlükleri
cezası 2008 senesinde Abdullah Gül tarafından “sürekli hastalık” ortaya koydu. Kendilerine “Sokağa niye çıkıyorsunuz” diye bağırılan,
gerekçesiyle kaldırılmıştır. Ahmet Necdet Sezer, af yetkisini 260 kişi için ancak “Bir grup tekerlekli sandalyeli metrobüsle gezmeye çıkarsa ne
kullanırken, eski Cumhurbaşkanlarından Kenan Evren 27, Süleyman olur?” diyerek yola çıkan Özürlüler Vakfı üyeleri, engelli asansörünün
Demirel 100 mahkumun cezaevinden çıkmasını sağlamıştı. Turgut Özal da
görevde kaldığı dört yıllık süre içinde 21 mahkumu affetmişti.
http://www.stratejikboyut.com/haber/kim-kac-mahkum-affetti-10966.html
 CHP
Adana Milletvekili Prof. Dr. Nevin Gaye Erbatur, Yargıtay
2. Hukuk Dairesi’nin 2007 yılında evliliğin iptali için açılan bir
davada, “Davalı kadının zifaf gecesi bakire (kız) çıkmadığı
toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Bu suretle kadında
bulunması lazım gelen vasfın bulunmaması sebebiyle kocanın
davasının kabulü gerekirken reddi isabetsizdir” gerekçesiyle
evliliğin geçersiz olduğu yönünde verdiği kararına ilişkin olarak
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e yazılı bir soru önergesi yöneltti.
12 Kasım 2009 tarihli önergede Erbatur, kadının hala bir erkeğe
bağlı bir varlık olarak algılanmasının en net göstergesi olarak
yorumladığı kararın, kadın hak ve özgürlükleri konusunda
gerçekleştirilen yasal iyileştirmelerin hala gündelik yaşam
pratiklerine ve adalet uygulayıcılarına yansımadığının bir
göstergesi olduğunu ifade etti. Soru önergesine http://
www2.tbmm.gov.tr/d23/7/7-10851s.pdf adresinden ulaşılabilir.
Lille Yerel Mahkemesi (Fransa) tarafından verilen Nisan 2008
tarihli bir karara ilişkin benzer bir soru önergesi, Temmuz
2009’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne getirilmiştir. Önergede, bozuk olduğu Mecidiyeköy Metrobüs durağında, tekerlekli sandalyeleriyle
mahkemenin kadının müstakbel kocasına bekareti konusunda yalan tek merdivenin girişinde eylem yaptı. Engelsiz yolculara “Bir dakika bakar
söylediği gerekçesiyle evlilik hakkında iptal kararı aldığı ve kararın mısın?” ve “Buradan geçemiyoruz” diye seslerini duyurmak ve farkındalık
Fransa’da ciddi tepki alması sonucunda temyiz edildiği belirtilmiştir. yaratmak isteyen engellilerin beş dakikalık eylemi merdivenleri tıkayınca
Önerge sahibi, kararı kişinin kendi bedenini kontrol etme hakkının ihlali polis de “artık eylemi bitirin” diye çıkıştı. Engelliler, seslerini duyurmak için
olarak değerlendirmiş ve bu ihlalin sadece kadın bedeni üzerinden geldikleri merdivende, izdihamda ezilmekten son anda kurtuldu. Kimi
gerçekleştirilmiş olmasını da ayrımcı bir uygulama olarak tanımlamıştır. yolcular, “Bir dakika bakar mısınız?” çağrısına uyup eyleme destek verdi.
Komite cevabında kararın üst mahkeme tarafından bozulduğunu belirtmiş Özürlüler Vakıf Başkanı Seyhan Sandıkyapan sonuç alana kadar bu
ve Avrupa Konseyi’nin cinsiyet eşitliğini insan haklarının ayrılmaz bir eylemlere devam edeceklerini belirtti. Haber için bkz:
parçası olarak değerlendirdiğinin altını çizmiştir. Soru önergesine ve http://www.radikal.com.tr.
cevaba https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=1471057&Site=CM
 Yayın politikasını farklı kültür ve kimlikleri yansıtmak olarak tanıtan SU
adresinden ulaşılabilir.
TV, Kürtçe’den sonra Ermenice haber yayınına da başladı. DIHA’nın
 Baran Tursun Polis Mağdurları Vakfı, Kaos Gey ve haberine göre, İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul Kampüsü’nde
Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği, düzenlenen basın toplantısına SU TV Gelen Müdürü Mehmet Demir ve
Mahsus Mahal Derneği ve Pembe Hayat LGBTT Ermenice Haber Editörü Melisa Boz, Genel Yayın Yönetmeni İrfan Kuzu ve
Dayanışma Derneği Uluslararası Ceza Mahkemesi Haber Müdürü Cafer Solgun katıldı. Yayın politikası hakkında bilgi veren
Koalisyonu’na üye olarak katıldı. Yeni üyelerin katılımı ile SU TV Gelen Müdürü Mehmet Demir, Ermenice yayın yapmayı Agos
birlikte, UCM Koalisyonu’na üye örgütlerin sayısı 20’ye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından
yükseldi. Komisyon hakkında ayrıntılı bilgiye ve onun anısına planladıklarını belirterek, yayını Dink’e ve ailesine
Komisyon’a üye örgütlerin listesine http:// adadıklarını söyledi. Demir, çok kültürlü ve dilli yayın politikası
www.ucmk.org.tr/ adresinden ulaşılabilir.
çerçevesinde önümüzdeki dönemde Lazca, Çerkesçe, Boşnakça’nın da
 13 Kasım 2009 tarihli ve 27405 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Farklı aralarında bulunduğu pek çok dilde yayın yapacaklarını ifade etti.
Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo-TV yayınları hakkında yönetmelik Demokrasisi ile övünen Avrupa ve ABD’de dahi milyonlarca Ermeni
yaşamasına rağmen bu dilde yayın yapan bir televizyon olmadığına dikkat
yürürlüğe girdi. http://www.gundem-online.net/search/D%C4%B0HA
çeken Demir, yayınlarının sadece Türkiye için değil Avrupa ve ABD içinde
 Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM) bu yılki 25 Kasım 2009 ilk olduğunu söyledi. SU TV’nin Ermenice haber yayınları 28 Aralık’tan
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde, Aile Mahkemeleri’nin mevcut itibaren hafta içi saat 20.00’den itibaren verilecek.
işleyişindeki sorunlara dikkat çekmek amacıyla alınabilecek önlemler
konusunu gündeme getirdi. KAHDEM tarafından yapılan basın  78’liler Vakfı, “Maraş Katliamı Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu”
açıklamasında, Aile Mahkemeleri’nin yasalarla tanımlanmış olan veya kurulmasına ilişkin bir açıklama yaptı. 1978 yılının 20-24 Aralık tarihleri
olmayan muhtemel şiddetten koruma konusunda karar verebilen tek arasında Maraş’da katledilenlerin resmi olarak kabul edilen sayısının 117
görevli yer olduğuna dikkat çekilerek, bu derece önemli konumdaki olduğuna ancak yaşayanların yüzlerce ölümden bahsettiğine değinilen
4
Devam...
açıklamada, süreçteki davaların da tam bir adaletsizlik örneği olduğu
vurgulandı. Açıklamaya göre, 804 kişi katliamın faili olarak yargılanmış.
Bunlar içinde katliamın asli faili olmakla suçlanan 68 kişi hiç
yakalanmamış; 379 kişi beraat etmiş; 1 ile 15 yıl arasında mahkumiyet
cezası ile yargılanan ve cezalarından 1/6 oranında indirim yapılan 314 kişi
RAPORLAR, DERGİLER…
 İnsan
Hakları Araştırmaları
Derneği’nin
(İHAD) iltica ve sığınma hakkına ilişkin Ekim
2009 raporunda, yasadışı sınır ihlali nedeniyle gözaltına alınan
mülteci, sığınmacı ve
göçmen sayısının 3590
kişi, sınır dışı edilen
mülteci, sığınmacı ve
göçmen sayısının 277
kişi, hayatını kaybetmiş
olarak
bulunanların
sayısının ise 7 kişi
olduğu belirtildi. Kasım 2009 raporunda ise
1907 kişinin gözaltına alındığı, 311 kişinin
sınırdışı edildiği ve 7 mülteci, sığınmacı ve
göçmenin de hayatını kaybettiği ifade edildi.
İHAD’ın din ve vicdan özgürlüğüne
ilişkin olarak hazırladığı aylık raporların Ekim sayısında da din ve vicdan özgürlüğü konusunda devam
eden sorunların Ekim 2009’da güncelliğini koruduğu belirtilirken,
Aİ HM’nin Bozca ada Kimisis
Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi
Vakfı’nın başvurusunda Türkiye
hakkında mahkumiyet kararı verdiğine değinildi. İHAD raporlarına
http://www.ihad.org.tr/
anasayfa.php adresinden ulaşılabilir.
İNSAN HAKLARI TAKVİMİ
7 Nisan
Dünya Sağlık Günü (WHO)
8 Nisan
Dünya Romanlar Günü
1 Mayıs
Uluslararası İşçi Günü
3 Mayıs
Dünya Basın Özgürlüğü Günü
5 Haziran
Dünya Çevre Günü
12 Haziran Uluslararası Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü
Temmuz
11
Dünya Nüfus Günü
Ağustos 6
Hiroşima Günü (Hiroşima Kurbanlarını Anma Günü)
Ağustos 7
Transgender Uluslararası Haklar ve Eğitim Günü
Ağustos 12 Uluslararası Gençler Günü
Araştırma Fonu
 Koç Üniversitesi
mahkeme sonuçlanmadan salıverilmiş; 29 kişi hakkında verilen idam
cezası ve 7 kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından
bozulmuş. 1991’de çıkan Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklikle
de katliam sorumlularının hepsi salıverilmiş.
Göç Araştırmaları Programı (MiReKoc), tüm
akademisyenlere ve araştırmacılara açık olan ve göç araştırmalarına fon
sağlayan bir programıdır. MiReKoc’un temel amacı, Türkiye’de göç
alanında gerçekleştirilecek yeni araştırmalarla, çok disiplinli ve
disiplinlerarası araştırmaları teşvik etmek ve bu konuyla ilgili araştırma
kapasitesini geliştirmektir. Bu amaçla her sene araştırma önerilerinin
değerlendirildiği bir fon duyurusu yapılır. 2010-2011 dönemi için,
MiReKoc iki çeşit fon duyurusunda bulunmaktadır: “Tematik olarak
açık” (T-A) Araştırma Yarışması ve “Tematik olarak odaklı” (T-O)
Araştırma Yarışması. (T-A) Araştırma Fonu Yarışması, MiReKoc’un göç
araştırmaları için belirlediği genel şartlara uyan, göç alanında Türkiye’yi
ilgilendiren her konuda gerçekleştirilecek tüm
projelere açıktır. Buna bağlı olarak program
yeni ortaya çıkan göç konularında ve daha
önce araştırılmış fakat yeni araştırma
gerektiren konular üzerine araştırma
önerilerini desteklemektedir. (T-O) Araştırma
Fonu Yarışması ise, MiReKoc Bilimsel Danışma
Kurulu tarafından belirlenen belli konu
başlıkları çerçevesinde hazırlanan araştırma
önerilerine açıktır. Önerilen projeler, Türkiye
ile ilgili göç konularına odaklı olmalıdır. Verilen
 İnsan
Hakları Ortak Platformu’nun (İHOP)
Ayrımcılığın Önlenmesi çalışmaları kapsamında
sürdürdüğü “Yazılı Basında Ayrımcılığın Çerçevelenmesi Araştırması”nın ilk aşamasının sonuç
raporunu “I. Aşama: İçerik Analizi
Sonuçları ve Başlıklarda IrkçıAyrımcı Söylemlerin Araştırılması”
alt başlığı ile yayımladı. Haber ve
yazıların niteliksel çözümlenmesi
sonucu çıkan ara sonuçlardan ilki
ayrımcı içerik taşıyan haberlerin
yaygınlığı oldu. Ayrımcılık karşıtı
metinlerin de tahrif edildiğini tespit eden rapor, bunu editöryel
zayıflıklara bağladı. Raporun tamamı http://www.ihop.org.tr/dosya/
irkwebfinal.pdf adresinden indirilebilir.
fon miktarı 5 000 ile 45 000 ABD Doları arasında değişmektedir. 20102011 Dönemi araştırma tekliflerinin gönderilmesi için son tarih 09 Nisan
2010 olarak belirlenmiştir. Ayrıntılı bilgi için bakınız http://
www.mirekoc.com.
Konferans
 Avrupa Bilim
Vakfı (European Science Foundation – ESF), İsveç’teki
Linköping Üniversitesi ile ortak 6-10 Ağustos 2010 tarihleri arasında “Ev,
Göç ve Şehir: Yeni Anlatılar, Yeni Yöntemler” (Home, Migration and the
City: New Narratives and New Methodologies) başlıklı bir araştırma
konferansı düzenleyecektir. Konferans, göç araştırmalarında
disiplinlerarası yaklaşımı yaygınlaştırmayı ve teşvik etmeyi
amaçlamaktadır. Göç anlatıları, yeni
yolculuk bölgeleri ve değişen ev algısı
bağlamında ev ve hareket, şehirler,
yerler ve mekanlar konferansın ana
temalarıdır. Konferansa katılım için son
başvuru tarihi 16 Nisan 2010 günüdür.
Ayrıntılı bilgi için bakınız http://
www.esf.org/.
Eğitim Programları
 Avrupa Hukuku Akademisi (Academy of
European Law - ERA), İLERLEME (PROGRESS)
programı çerçevesinde bu yıl çerisinde “Kadın Erkek Eşitliğine İlişkin Avrupa Birliği
Hukuku” (EU Law on Equality between Women
and Men) başlıklı üç, “Avrupa Birliği Ayrımcılık
Hukuku” (EU Anti-Discrimination Law) başlıklı
altı eğitim semineri düzenleyecektir. Kadınerkek eşitliğine ilişkin seminerlerde doğrudan/
dolaylı ayrımcılık ve cinsel taciz kavramları, ispat yükü ve olumlu eylem,
toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin ana politikalara dahil edilmesi, iş hayatı
ile özel hayata ilişkin sorumlulukların uzlaştırılması ve bu bağlamda
ebeveyn izni, eşdeğer işe eşit ücret ve çoklu ayrımcılık gibi konulara
değinilecek ve Avrupa Birliği yönergeleri ile güncel sorunlar ele
alınacaktır. Almanya’nın Trier kentinde düzenlenecek olan seminerlerden
8 - 9 Mart 2010 tarihlerinde gerçekleşek olan hukuk uygulayıcılarına, 19 –
20 Nisan 2010 tarihlerindeki seminer yargı mensuplarına, 20 – 21 Eylül
2010 tarihlerindeki seminer ise hukuk alanında çalışan akademisyenlere
yöneliktir. Ayrımcılığa ilişkin seminerlerde ayrımcılıkla ilgili AB
Direktiflerine ve üye devletlerdeki duruma ilişkin bilgi aktarımı yapılacak
ve iyi örneklerin paylaşımı sağlanacaktır. Seminerlerde özellikle ırk ve
etnik kökene bağlı ayrımcılığı yasaklayan 2000/43 sayılı AB Direktifi ile
istihdam ve meslek seçiminde din ve inanç, engellilik, cinsel yönelim gibi
5
Devam...
nedenlere dayanan ayrımcılığı yasaklayan 2000/78 sayılı AB Direktifi
üzerinde durulacaktır. Bu seminerlerden 22-23 Şubat 2010 ve 22-23
Kasım 2010 tarihlerinde gerçekleşecek olanlar hukuk uygulayıcılarına; 1516 Mart 2010, 12-13 Nisan 2010 ve 8-9 Kasım 2010 tarihlerindeki
seminerler yargı mensuplarına; 13-14 Eylül 2010 tarihlerindeki seminer
ise hukuk alanında çalışan akademisyenlere yöneliktir. Konuyla ilgili daha
fazla bilgi almak için, www.era.int/anti-discrimination ve www.era.int/
gender internet sitelerini ziyaret ediniz.
 Cenevre
İnsan Hakları
Enstitüsü
(Geneva
Institute for Human
Rights), Cenevre Eğitim
Kursları 2010 programını
açıkladı. 2010 Programı
dahilinde 26-30 Nisan
tarihleri
arasında
İşkenceye
Karşı
Komite’nin (CAT) Rolü,
1 0 -14
Mayıs
2 01 0
tarihleri
arasında
Ekonomik,
Sosyal,
Kültürel
Haklar
Komitesi’nin (CESCR) ve Evrensel Dönemsel Değerlendirmenin (Universal
Periodic Review – UPR) Rolü, 7-11 Haziran 2010 tarihleri arasında Çocuk
Hakları Komitesi (CRC) ve İnsan Hakları Konseyi’nin (HRC) Rolü, 4-8 Ekim
2010 tarihleri arasında Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması
Komitesi’nin (CEDAW) Rolü ve son olarak 29 Kasım-3 Aralık 2010 tarihleri
arasında Evrensel Dönemsel Değerlendirmenin (Universal Periodic Review
– UPR) Rolü konulu eğitimler düzenlenecektir. Eğitimlerin tümü bu
mekanizmaların oturumlarıyla aynı tarihlere denk gelmektedir ve eğitime
katılanların oturumlara da katılması sağlanacaktır. Ayrıntılı bilgi için
bakınız http://www.gihr.ch.
Diğer
 İnsandan
İnsana Programı (People to People – P2P) Türkiye’deki sivil
toplum kuruluşlarını bölgesel, ulusal ve Avrupa düzeyinde desteklemeyi
amaçlamaktadır. Bu nedenle, STK’ların AB politika, program, girişim ve en
iyi uygulamalarına ilişkin fikir edinmelerini ve genişleme ve ortaklık
perspektifinden karşılıklı anlayışın geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere
program kapsamında STK’ların AB kurumlarını, ilgili şemsiye STK’ları
ziyarete ederek, bu kurumlar hakkında bilgi edinmeleri ve iletişim ağları
oluşturmaları sağlanmaktadır. Program kapsamında iki tür faaliyet
desteklenmektedir. Bunlardan ilki birden fazla ülkeye yönelik çalışma
ziyaretleri düzenlenmesi ikincisi ise bir ülkeye yönelik etkinliklerdir. Cinsel
eğilim ve toplumsal cinsiyet kimliğinin ifade edilmesi özgürlüğüne saygı,
insan kaçakçılığıyla mücadelede sivil toplumun
rolü, Türkiye’de
ayrımcılığın önlenmesi, hapishanelerde insan hakları ve insan hasiyetine
saygı ve aile içi şiddetle mücadele vb. konularda düzenlenecek
etkinliklerin tarihleri ve bu etkinliklere ait son başvuru tarihleri için bakınız
www.avrupa.info.tr. Programa başvuru için bir STK’nın üyesi olma ve
birden fazla ülkeye yönelik çalışma ziyaretlerinde yeterli düzeyde İngilizce
bilme şartı aranmaktadır. Bir ülkeye yönelik etkinliklerdeyse tercüme
desteği sağlanacağından bu şart aranmamaktadır.
HAPSEDEN ÜLKE,
AFFEDEN ÜLKE
Yrd. Doç. Dr. Galma Jahic
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Türkiye’de cezaevi nüfusu ne durumda olmalı (veya ne durumda olmasını İlk önce genel trendlerin ne yönde olduğuna bakmakta yarar var. Son 40
isterdik) ve şu anda ne durumda? İlk sorunun cevabı, Türkiye’de nasıl bir yıla ilişkin verilerden üç ana trend tespit etmek mümkün:
ceza adaleti ve suçla mücadele politikası olmasının yararlı olacağının düşüHükümlü nüfusunda dönemsel dalgalanmalar söz konusu;
nüldüğüne bağlıdır: Daha çok kişiyi cezaevine hapseden bir politika mı
tercih ederiz, yoksa daha az kişiyi hapseden bir politika mı? Bu konuda
Tutuklu nüfusunda dalgalanmalar olmakla birlikte, yıldan yıla çok
karar verebilmek için, şu andaki durumun ne olduğunu anlamak ve tarihbüyük değişikliler gözlemlenmemekte;
sel gelişimin ne yönde gerçekleştiğini anlamak gereklidir. Şekil 1, 1970’ten
bugüne kadar Türkiye’deki cezaevlerinin nüfusunun nasıl değiştiğini gös2005’ten beri hem tutuklu, hem hükümlü nüfusundaki artışlar, cezatermektedir.1, 2 Bu verileri olduğu gibi kabul etmemek gerekir. Zira, veriler
evi nüfusunu şimdiye kadar hiç gelmediği boyutlara ulaştırmış durumdaha derinlemesine incelendiğinde bazı beklenmedik resimlerin ortaya
da.
çıktığı söylenebilir.
Şekil 1. 1970-2008 Arasında Türkiye'deki Cezaevlerinin Nüfusu
120.000
Hükümlü nüfusu
Tutuklu nüfusu
Toplam
100.000
Kişi sayıs
80.000
60.000
40.000
20.000
0
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
1990
1989
1988
1987
1986
1985
1984
1983
1982
1981
1980
1979
1978
1977
1976
1975
1974
1973
1972
1971
1970
Yıllar
1
İstatistikler Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğün web sitesinden alınmıştır, http://www.cte.adalet.gov.tr/kaynaklar/istatistikler/yillar/yillar_1.htm . (erişim 14 Şubat
2010).
2
Cezaevlerinin kalabalıklaşma durumu tespit edilirken, normalde iki ayrı istatistiki gösterge kullanılır: akış ve durum istatistikleri. Akış her yıl cezaevine giren ve çıkan toplam
kişi sayısını gösterir. Durum, belli bir tarihte cezaevinde bulunan toplam kişi sayısını gösterir. Buradaki şekilde kullanılan veriler akış verileri değil, durum verileridir.
6
Devam...
Yukarıdaki şekle bakıldığında, 1974-1981, 1991-1999 ve son olarak 2005
ve sonrası tırmanışları tespit etmek mümkün. Azalmalara gelince, 19731974, 1985-1986, 1990-1991 ve 1999-2000 yıllarında keskin, bir yıla
mahsus düşüşler görülüyor. Bunların yanısıra, 1981-1985, 1986-1990 ve
2000-2005 arasındaki dönemlerde hükümlü nüfusunun fazla değişmediğini
tespit etmek mümkündür. Genel olarak, tırmanışların azalmalara göre
daha yavaş olduğu söylenebilir. Bu trendleri artan ve azalan suç oranlarına
atıfta bulunarak açıklama içgüdüsü oldukça yaygındır. Nitekim, bu tarz
istatistikler popüler medyada genelde suç oranlarına bağlanır. Fakat,
adalet sistemi istatistikleri bize aslında suç hakkında değil, sisteme ilişkin
bilgi vermektedir. Gerçekten de, mahkum nüfusundaki keskin düşüşleri
suç oranlarıyla değil, “af” olarak bilinen kanunlar ve kanun değişiklikleriyle
açıklamak çok daha kolay görünmektedir:
uygulamalarının cezaevi nüfusu üzerindeki etkisini göstermektedir ve
böylece kişilerin bireysel (suç) davranışlarının cezaevi nüfusu açısından
önemsizliğini öne çıkartmaktadır.
Afların uzun vadeli sonuçlarının ne olduğu da sorulması gereken sorular
arasındadır. Bir taraftan, cezaların tam infaz edilmemesinin hükümlü kişiler
üzerindeki etkisi araştırılabilir (bu kişiler tekrar suç işliyor mu; cezalar tam
infaz edilmiş olsa durum bu açıdan farklı mı olurdu gibi soruların sorulması
gerekli görünmektedir). Ayrıca, dönemsel olarak bu tür kanunların
çıkartılmasının toplum üzerinde yarattığı etkiler de incelenmelidir (örneğin
afların standart bir politika haline gelmesinin, vatandaşın gözünde ceza
adaleti sisteminin güvenilirliğini nasıl etkilediği değerlendirilmelidir). Ve son
olarak, afların cezaevi nüfusu üzerinde uzun vadeli etkisinin ne olduğu da
tartışılabilir. Burada, bu son soruya odaklanılacaktır:
 1974’teki
düşüşün, “Af Kanunu” olarak bilinen 1803 sayılı
“Cumhuriyetin 50nci Yılı Nedeniyle Bazı Suç ve Cezaların Affı Hakkında
Kanun”un kabul edilmesi ve yürürlüğe girmesine ilişkin olması
muhtemeldir. Bu Kanun ile bir çok suçun cezası azaltılmış ve bu sayede
bir çok mahkum kişinin cezaevinden çıkması sağlanmıştır.
 Benzer
şekilde, 1990-1991 yılları arasındaki düşüşün, 1991’de kabul
edilen 3713 sayılı “Terörle Mücadele Kanunu”nun geçici maddeleriyle
sağlanan şartlı salıvermenin ve ertelemenin getirilmesine bağlı olduğu
söylenebilir. Bu düzenleme 1974’teki “Af Kanunu” gibi olmasa da,
uygulamada bir çok mahkumun aldığı cezaya göre çok daha erken bir
zamanda cezaevinden bırakılmasına neden olduğundan “af” olarak
nitelendirilmektedir.
 1999-2000 arasındaki mahkum sayılarındaki azalma, 2000 yılında 4616
sayılı “23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla
Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun”un kabul
edilmesi ve uygulanmasıyla doğrudan bağlantılıdır.3 Bu Kanun da benzer
bir etki yarattığı için, genellikle “af” olarak nitelendirilir.4, 5
Şu halde, şekilde görünen hükümlü nüfusundaki dört ani düşüşten
üçünün, mahkumların serbest bırakılmasını amaçlayan kanunlara bağlı
olduğu söylenebilir. 1985’teki düşüşün buna benzer bir açıklaması olmasa
da, 1983 seçimlerinden iki yıl sonra gerçekleşen böyle bir düşüşün, askeri
darbe sırasında mahkum olan bazı kişilerin serbest bırakılmasına ilişkin
olması ihtimali vardır. Bu sonuçlar bize hukuk sisteminin ve

Bu “aflar” olmasaydı, cezaevlerinin durumu ne olurdu?
Ele alınan sorunun cevabına yönelik olarak, afların cezaevi nüfusunu nasıl
değiştirdiğine dair bir takım tahminler hesaplandı. Bu tahminler bir
simülasyon olarak Şekil 2’de gösterilmektedir.6
Şekilde, “af” yıllarında
(1974, 1991 ve 2000) bir önceki yıllara göre mahkum nüfusu aynı olarak
var sayıldı (af etkisi kaldırıldı). Ancak, diğer tüm artış ve azalmalara
dokunulmadı. Bu şekilde, aflar olmasa, fakat diğer her şey sabit kalsaydı
ve başka bir değişiklik yapılmasaydı, cezaevi nüfusu nasıl olurdu sorusuna
bir nevi cevap almaktayız. Pembe çizgi gerçek mahkum verilerini
gösterirken, mavi çizgi bu tahmini projeksiyonu göstermektedir. Buradan
anlaşılan, aflar gerçekleşmeseydi, hükümlü nüfusu bugün olanın
neredeyse üç kat olacaktı. Bu sayılar Türkiye’deki bugünkü cezaevlerinin
kapasitesini kat kat aşmaktadır. Bu projeksiyon vahim görünse de, cezaevi
nüfusunun ülkenin nüfusuna göre de artış gösterip göstermediğine
bakılmalıdır, çünkü ülke nüfusu artarken, cezaevi nüfusunun
değişmemesini beklemek gerçekçi olmazdı. Bundan dolayı Şekil 2’de
Türkiye’nin nüfusuna ilişkin veriler de eklenmiştir (sarı çizgi).7 Şimdi
eğrileri tekrar değerlendirildiğimizde, projeksiyonda görünen hükümlü
nüfus artışının (yeşil çizgi), ülkenin nüfus artışına çok yakın olduğunu
görmek mümkündür. Gerçek mahkum verilerinde ise, yıldan yıla
dalgalanmalar söz konusu olsa da, yıllar içinde sabit, artış göstermeyen bir
hükümlü nüfusu söz konusu (kırmızı çizgi).8 Bu anlamda, aflar olmasaydı,
mahkum nüfusunun artışı ülkenin nüfus artışını takip edecekti. Aflar
neticesinde mahkum nüfusu aslında genel ülke nüfus artışına rağmen
değişiklik göstermemektedir. Bu önemli bir sonuçtur.
7
90000000
Ülke nufusu (WB verileri)
80000000
Projeksiyon (aflar olmazsa)
70000000
120.000
Hükümlü
100.000
Linear (Projeksiyon (aflar olmazsa))
Linear (Hükümlü )
60000000
80.000
50000000
60.000
40000000
40.000
30000000
20000000
Cezaevi nufusu (kişi sayıs
Türkiye nufusu (kişi sayıs
Şekil 2. Hükümlü sayıları: Gerçek Veriler ve Projeksiyon
20.000
10000000
0
0
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
1990
1989
1988
1987
1986
1985
1984
1983
1982
1981
1980
1979
1978
1977
1976
1975
1974
1973
1972
1971
1970
Yıllar
3
Bu konuya ilişkin tartışması için bkz. Seydioğulları, İ. H. (2006). Türkiye’de ceza afları: Ankara’da af konulu alan araştırması. Polis Bilimleri Dergisi, Cilt: 8 (3-4) , s. 1-28;
Bkz. http://www.pa.edu.tr/objects/assets/content/file/dergi/77/1-28.pdf (erişim 14 Şubat 2010).
4
Kanunun çıkarılmasında Rahşan Ecevit’in etkisinden dolayı “Rahşan” affı olarak biliniyor.
5
Bu yazıda bundan sonra bu üç kanuna atıfta bulunurken “aflar” terimi kullanılacaktır, bunların hukuki anlamda “af” olmazsa da.
6
Bu tarz “simülasyon”ları gerçekçi bir şekilde yapmak son derecede zor oluyor. Şekilde gösterilen projeksiyonun gerçekçi olmamasına dikkat edilmeli: Cezaevlerin toplam
kapasitelerinden dolayı gerçek sayılar projeksiyonlardaki sayılarına ulaşması mümkün olamazdı zaten, ve aflar çıkmasaydı da, başka bir müdahale mutlaka yapılırdı. O yüzden, buradaki projeksiyon sadece tartışma amaçlı olduğuna dikkat edilmeli. Bunlar gerçeklere ilişkin tahminler olarak düşünülmemeli.
7
Veriler Dünya Bankası “World Development Indicator” veritabanın alınmıştır, bkz. http://ddp-ext.worldbank.org/ext/DDPQQ/member.do?
method=getMembers&userid=1&queryId=135. (erişim 14 Şubat 2010).
8
Aslında, 2005’ten sonraki tırmanış aynı şekilde devam ederse bu resim değişebilir, fakat geçmişteki trendlere bakarak, mahkum nüfusunun artışını terse çevirmek üzere
yakında bir kanun değişikliğinin yapılacağını düşünülmesi yanlış olmaz.
Devam...
Bu sonuç aslında ülkenin genel nüfusunda, mahkum oranlarının azaldığının
söylenmesini mümkün hale getiriyor. Aşağıdaki Şekil 3 tam da bunu ortaya
koymaktadır. Bu şekil, 1970’ten beri genel nüfustan 1000 kişiye düşen
mahkum sayılarını (mavi) ve ortaya çıkan eğrinin “trend” çizgisini (yeşil)
göstermektedir. Bu trend çizgisi, mahkum sayısında artış olsa da, genel
olarak son 40 yılda mahkum nüfusunun genel nüfusa oranında bir
düşüşün söz konusu olduğunu net bir şekilde göstermektedir.
Bu sonuçlara bakıldığına, Türkiye’de mahkum sayılarının son 40 yılda
artmış olmasına rağmen, aslında mahkumların genel nüfusa oranında
azalma olduğunu göstermektedir. Bu durumun daha sosyal refah odaklı
bir ceza politikasına ilişkin olduğu söylenemez. Aksine, belirli aralıklarla
yapılan aflar sayesinde böyle bir trendin mevcut olduğu yukarıda ortaya
konulmuştur. Afların, adalet sisteminin hatalarını düzeltmek için seçici
olarak kullanılan bir araç olması gerekirken9, Türkiye’de aflar bir “cezaevi
nüfusu” yönetim aracı haline gelmiştir. Her ne kadar cezaevi nüfusunun
artmaması gerektiğini düşünsek de, böyle bir sonucun gerçek, toplumsal
iyileşme yaratan bir politikayla gerçekleşmesi gerekir. Başka bir değişle,
her toplumda ideal amaç cezaevlerinin tamamen boş olmasıdır; hatta
cezaevlerine ihtiyaç duyulmamasıdır. Fakat bunun gerçekleşmesi için
kullanılacak temel yöntem mahkumları sadece serbest bırakmak (af)
olmamalıdır. Tam tersine, çok daha geniş, suçların nedenlerini ortadan
kaldıran, eğitim, sağlık ve ekonomi alanında faaliyet gösteren kurumları da
dahil eden bir suç önleme politikası geliştirilmelidir. Uzun vadeli planlı
politikalar yerine, kısa vadede sonuç veren ama uzun vadede nasıl bir
yetki yarattığı bilinmeyen içgüdüsel uygulamalar Türkiye’de
sıkça
kullanılmaktadır. Aflar Türkiye’de bu anlamda bir ceza adaleti politikasının
hiç bir zaman geliştirilmediğinin bir göstergesidir.
1000 kişiye düşen mahkum say
Şekil 3. 1000 kişiye düşen mahkum sayısı (gerçek veriler)
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
1990
1989
1988
1987
1986
1985
1984
1983
1982
1981
1980
1979
1978
1977
1976
1975
1974
1973
1972
1971
1970
Yıllar
İkinci mesele ise, son yıllarda yaşanan artışa ilişkindir. Bu artış şu anda bu
genel trendlerde büyük bir değişiklik yaratmadı; fakat son beş yılda
yaşanan % 100’ün üzerinde nüfus artışının devam etmesi halinde,
cezalandırma politikaları çok daha geniş toplumsal etkiler yaratmaya
başlayacaktır. Cezaevlerinin son derece pahalı kurumlar olduğu
unutulmamalıdır, hem maddi hem manevi anlamda. Her mahkum geride
bir aile bırakmaktadır ve çoğu zaman cezaevine kapatılan kişi aileye gelir
getiren tek kişi olduğu için, cezaevi nüfusundaki artış, aynı zamanda
dışarıda yoksulluğun artmasına neden olmaktadır. Ayrıca, cezaevlerinin
suç ve tekerrürü önlemekte son derece başarısız kurumlar olduğunu
dikkate alarak10 bu politikanın yararlarını ve zararlarını tarttığımızda, son
derecede olumsuz bir resim ortaya çıkmaktadır. Geçmişteki trendlere
bakarsak, yakınlarda bir affın çıkması beklenebilir. Fakat, daha önce de
belirtildiği gibi, afların kullanımı yerine, daha analitik bir yaklaşımla, suç
önlemede yararlı olan uygulamaları dikkate alarak, uzun vadeli ve hedefli
bir politika geliştirmek çok daha yararlı olacaktır. Türkiye “affeden” bir ülke
olmadan, “hapsetmeyen” bir ülke olabilir.
9
Sözüer, A. (2001) Türk hukukunda af, 4454 ve 4616 sayılı Kanunlarda öngörülen şartla salıverilme ve ertelemeye ilişkin hükümlerin hukuksal niteliği ile bu hükümlerin
Anayasaya uygunluğu sorunu. Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 18, s. 219-252; Bkz. http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg18/SOZUER.PDF (erişim 14
Şubat 2010).
10
Akademik araştırmalar hapis cezalarının uzatılması ya da daha geniş kullanımının suç ve tekerrür oranları üzerinde hiçbir etkisi olmadığını göstermektedir ve cezaevlerinin
caydırıcı etkisi olmadığı artık kabul edilen bilimsel bir gerçektir.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER
Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Komitesi, kültürel yaşama
katılım hakkı konulu 21 No’lu Genel Yorumunu yayımladı.
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşme’nin denetim organı olan
Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Komitesi, 2-20 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 43. oturumunda kültürel
yaşama katılım hakkı konulu 21 No’lu Genel
Yorum’u yayımladı.
Sözleşme’nin 15. maddesinin ilk paragrafı ile ilgili
olarak yayımlanan Genel Yorum “Herkesin kültürel yaşama katılım hakkı” başlığını taşıyor. Genel
Yorum, ilgili maddenin kapsamı ve taraf devletlerin yükümlülükleri konusunda taraf devletlere
yardımcı olmayı amaçlıyor. Genel Yorum, taraf
devletlerin herkesin kültürel yaşama katılımı
noktasında kültürel pratiklere, kültürel mal ve
hizmetlere erişimi engellememe gibi negatif
yükümlülükleri olduğu kadar, kültürel yaşamın
geliştirilmesi, kolaylaştırılması ve katılımın sağlanması için önkoşulların güvence altına alınması,
kültürel eşya ve mekânların korunması ve bunlara erişimin sağlanması gibi pozitif yükümlülükleri
de olduğunu vurguluyor.
Komite, kültürel yaşama katılım hakkının, ancak
diğer insan haklarını ihlal eden gelenek ve adetler gibi olumsuz uygulamalar söz konusu olduğunda, başka bir deyişle, belirli şartlarda ve
gerekli olduğunda sınırlanabileceğini belirtiyor ve
bu anlamda söz konusu hakkın aynı zamanda bir
özgürlük olarak değerlendirilebileceğini vurguluyor. Komite ayrıca söz konusu hakkın Sözleşme’nin 15. maddesinde yer alan diğer haklarla ve
karşılıklı anlayış ve kültürel değerlere saygıyı
güçlendirmeyi içeren eğitim hakkı ile yakın ilişki
içerisinde olduğunu ifade ediyor.
Genel Yorum’da, söz konusu hakkın taraf devletler açısından saygı gösterme, koruma ve yerine
getirme şeklinde üç türde yükümlülük doğurduğu
belirtiliyor. Saygı gösterme yükümlülüğünün,
kültürel yaşama katılım hakkına doğrudan veya
dolaylı olarak müdahale edilmesinden kaçınma;
koruma yükümlülüğünün kültürel yaşama katılım
hakkının üçüncü kişilerce gerçekleştirilebilecek
müdahalelere karşı korunma ve yerine getirme
yükümlülüğünün bu hakkın bütünüyle hayata
geçirilmesine yönelik uygun yasal, idari, yargısal,
bütçe, geliştirme ve diğer önlemlerin alınması
yükümlülüğü anlamına geldiği de, Genel Yorum’da ifade edilen hususlar arasında bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi,
Türkiye’nin Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'ye Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara
Dâhil Olmaları Konusundaki İhtiyari Protokol kapsamında sunduğu raporunu değerlendirdi.
Birlemiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme
ile Sözleşme’nin denetim organı olarak oluşturulan Çocuk Hakları Komitesi, 14 Eylül - 2 Ekim
2009 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 52. oturumda Türkiye’nin Çocuk Haklarına Dair Sözleş-
8
Devam...
dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmişti.
Önüne ilk kez gelen bu konuda gelen bir başvuruda AİHM 2. Dairesi, 8 Temmuz 2008 tarihinde
kararını verdi. Mahkeme yasama dokunulmazlığının meşru bir amaç taşıdığını ve parlamento ile
üyelerinin tam bağımsızlığının sağlanmasının
güvence altına alınmasına yönelik olduğunu
belirtti.
Mahkeme, yasama dokunulmazlığının kaldırılması
noktasında nesnel ölçütlerin belirlenmemiş olduğunu, mevcut ölçütlerin siyasal bir nitelik taşıdığı
şeklinde değerlendirilebileceğini, nesnel ölçütlerin yokluğunda dokunulmazlığın kaldırılmaması
yönündeki bir karardan dolayı başvurucunun
yanı sıra milletvekilleri tarafından işlendiği iddia
edilen suçların mağdurlarının da haklarını savunma araçlarından yoksun bırakıldığını, dokunulmazlığın kaldırılması usulünde belirli bir sürenin
öngörülmemiş olduğunu, Türkiye’de yasama
dokunulmazlığının kamuoyu tarafından oldukça
eleştirildiğini ve yolsuzlukla mücadelede önemli
bir sorun olarak değerlendirildiğini, başvurucunun bu şekilde yaşanan gecikme sonucu zaman
kazanmaya çalışmak ve adaletin seyrini geciktirmek şeklinde anlaşılabileceğine dair endişelerini
anlayışla karşıladığını ifade etti. Mahkeme bu
açılardan başvurucunun Sözleşme’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı kapsamında
mahkemeye erişim hakkından orantısız olarak
mahrum bırakıldığına ve 6. maddenin ihlal edildiğine karar verdi. Karar 4’e karşı 3 oy ile alındı. 8
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararla- Temmuz 2008 tarihinde verilen kararın ardından
Hükümet tarafından 3 aylık itiraz süresi içerisinrında Türkiye
de Büyük Daire’ye itiraz edildi.
AİHM Büyük Dairesi ise 2. Daire kararının aksi
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde 2009 yılı 1
yönünde bir kararla, yasama dokunulmazlığın
Ekim ve 31 Aralık tarihleri arasında
Türkiye ile ilgili 93 dava sonuçlandı.
Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokolleri’nde yer alan
bazı hakların ihlal edildiğine ve çeşitli
miktarlarda tazminat ödenmesine
karar verdi. Türkiye ile ilgili sonuçlanan davalarda altı kez yaşam hakkının, sekiz kez işkence ve kötü muamele yasağının, 13 kez kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının, 65 kez adil yargılanma hakkının, iki kez özel yaşama
ve aile yaşamına saygı hakkının, bir
kez ifade özgürlüğünün, dört kez
toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün, altı kez etkili başvuru hakkının ve 16 kez
kaldırılmasına dair TBMM kararlarının doğası
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verildi.
gereği siyasi kararlar olduğunu ve bir mahkeme
kararının taşıması gerektiği ölçütleri taşımak
Kart v. Türkiye (başvuru no. durumunda olmadığını, başvurucunun yasama
8917/05)
dokunulmazlığının kaldırılmasına dair talebinin
benzeri diğer tüm talepler gibi reddedildiğini ve
AİHM Büyük Dairesi 3 Aralık 2009 bu anlamda ayrımcı veya keyfi bir nitelik taşımatarihinde açıkladığı kararında hakkında açılmak dığını belirtti.
istenen iki ceza davasında yargılanabilmek ve Mahkeme ayrıca başvurucunun iki dönem milletaklanabilmek amacıyla yasama dokunulmazlığı- vekili olarak hakkında yürütülen ceza soruşturnın kaldırılmasını talep eden, ancak bu talebi malarının milletvekilliği sıfatı sona erene kadar
TBMM tarafından reddedilen milletvekili başvuru- durdurulacağını bildiğini ve bu durdurma durucunun, AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenen adil munun süren soruşturmaya veya yargılamaya bir
yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar müdahale anlamını taşımadığını ifade etti. AİHM,
verdi.
başvurucunun itibarını korumak amacıyla yargı2002 yılında yapılan genel seçimler sonucunda lanmasına izin verilmesine dair talebinin diğer
milletvekili seçilen başvurucunun, milletvekili ceza davalarından bir farklılığı bulunmadığını ve
seçilmeden önce avukat olarak çalıştığı dönemde bu anlamda her sanık gibi kendisinin de onuruhakkında açılan iki ceza davası bağlamında mil- nun masumiyet karinesi kapsamında korunacağıletvekilliği dokunulmazlığının uzun bir süredir nı, başvurucunun yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasını talep etmesine karşın bu talebi kaldırılmamasının ceza yargılamasını geçici olaMeclis Genel Kurulu tarafından iki yılı aşkın bir rak durdurduğunu ve söz konusu davaların esasüredir ele alınmamıştı. 2007 genel seçimlerinde sına girilmesini tümüyle engellemediğini vurgulatekrar milletvekili seçilen başvurucunun dosyası dı.
halen Meclis Genel Kurulu tarafından ele alınma- Mahkeme sonuç olarak TBMM tarafından parlamış durumda bulunuyor. Başvurucu yasama mentonun korunmasına dair öngörülen amacın
görevi ile ilgisi bulunmayan iki davada yasama meşru ve bu anlamda alınan kararın orantılı
me'ye Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara Dâhil
Olmaları Konusundaki İhtiyari Protokol kapsamında sunduğu ilk taraf devlet raporunu değerlendirdi ve raporla ilgili sonuç gözlemlerini 2
Ekim 2009 tarihinde yayımladı.
Protokol’ün 8. maddesine göre taraf devletler,
Protokol’ün onay tarihinden itibaren iki yıl içinde
Protokol'de yer alan hükümlerin uygulanmasına
yönelik aldıkları tedbirleri içeren kapsamlı bir
raporu Komite'ye sunmakla yükümlüdür. Komite
sonuç gözlemlerinde, öncelikle Çocuk Haklarına
Dair Sözleşme’ye Türkiye tarafından konulan
çekincelerin kaldırılmasını tavsiye etmiştir. Komite diğer konuların yanında ayrıca, Protokol’e
ilişkin farkındalığın artırılmasına ve eğitime yönelik çalışma yapılmasını, okullarda insan hakları ve
barış eğitimi verilmesini, ceza kanunlarına Protokol hükümlerinin ihlalini açıkça suç sayan hükümler konulmasını, Terörle Mücadele Kanunu’nun çocukların yetişkinler için öngörülmüş "Özel
Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri"nde yargılanmasını
önleyecek biçimde değiştirilmesini, çocukların
ancak son çare olarak ve mümkün olan en kısa
süre için özgürlüklerinden mahrum edilmesinin
sağlanmasını tavsiye etti.
AVRUPA İNSAN
HAKLARI MAHKEMESİ
olduğunu kabul etti ve 13’e karşı 4 oyla AİHS’nin
6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının
mahkemeye başvurma hakkı bağlamında ihlal
edilmediğine hükmetti.
Karar TBMM’de bekleyen çok sayıda dokunulmazlık dosyasını yakından ilgilendiriyor. Bu davada verilen kararla, suç duyurusu ya da savcılığın
re’sen harekete geçmesi yoluyla milletvekillerine
karşı açılan ceza davalarının dokunulmazlık gerekçe gösterilerek engellenmesinin Sözleşme’ye
aykırı olup olmadığı konusu değerlendirilmiş
oldu.
Kalender v. Türkiye
(başvuru no. 4314/02)
AİHM, 15 Aralık 2009 tarihinde açıkladığı kararında yaşanan bir tren kazasında
TCDD tarafından gerekli güvenlik önlemlerinin
alınmadığı, TCDD görevlileri hakkında ceza davası açılmadığı ve yargılamaların makul sürede
gerçekleştirilmediği gerekçeleriyle AİHS’nin 2. ve
6. maddelerinde düzenlenen yaşam hakkı ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi.
Başvurucuların üç yakını 1997 yılında gerçekleşen bir tren kazasında yaşamını yitirmiştir. Olayın
ardından açılan ceza soruşturmasında, gerekli
güvenlik önlemlerini almadığı gerekçesiyle TCDD
kusurlu bulunmuştur. Başvurucuların yakınlarına
çarpan diğer trenin makinisti, hakkında açılan
ceza davası sonucunda beraat etmiştir. TCDD
hakkında ise soruşturma açılmamıştır. Başvurucular tarafından TCDD aleyhine tazminat talebiyle hukuk davası açılmış, TCDD tarafından ise
gerçekleşen kaza sonucu tren seferlerinde yaşanan gecikmeler nedeniyle başvurucular aleyhine tazminat davası açılmıştır.
Bilirkişi tarafından hazırlanan raporda
başvurucuların yakınları olayda %60
oranında, TCDD ise %40 oranında
kusurlu bulunmuştur. Dava sonucunda
başvurucular tazminata hak kazanmış
ve kendilerine gerekli ödeme yapılmıştır.
AİHM, öncelikle yerel mahkeme tarafından görevlendirilen bilirkişiler tarafından hazırlanan raporlarda olayın
gerçekleştiği istasyonda gerekli güvenlik önlemlerinin alınmadığının ortaya konulduğunu, güvenlik önlemlerinin yetersizliği ile başvurucuların ölümleri arasında illiyet bağının mevcut olduğunu belirterek
AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar
verdi. Mahkeme ayrıca, TCDD aleyhine ceza
soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yine 2.
maddenin ihlal edildiğine karar verdi.
Mahkeme yine yaklaşık dokuz yıl süren yargılama
sürecinin makul süre olarak kabul edilemeyeceğini ve nihai yargı kararının uygulanmasının da üç
yıllık bir süre sonunda gerçekleştiğini belirterek
adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğine hükmetti. Mahkeme başvuruculara toplam 85.000
Euro tazminat ve 1.500 Euro yargılama giderinin
ödenmesine karar verdi.
Bouchacourt v. Fransa
(başvuru no. 5335/06)
Gardel v. Fransa
(başvuru no. 16428/05)
M.B. v. Fransa
(başvuru no. 22115/06)
AİHM, 17 Aralık 2009 tarihinde açıkladığı bu üç
kararda daha önce küçüklere yönelik tecavüz
suçlamasıyla cezaya çarptırılan üç başvurucunun
9
Devam...
isimlerinin cinsel suç işleyen kişiler veri tabanına
eklenmesinin AİHS’nin 8. maddesinde yer alan
özel yaşa yaşama saygı hakkının ihlali olmadığına
karar verdi.
Değişik zamanlarda 15 yaşından küçük çocuklara
tecavüzle suçlanarak yargılanan ve çeşitli hapis
cezalarına çarptırılan üç başvurucunun isimleri
2004 yılında çıkarılan bir yasaya dayanarak ulusal cinsel suç işleyenler veri tabanına eklenmiştir.
Bu işlemden üç başvurucu da haberdar edilmiştir.
AİHM, öncelikle bu şekilde bir veri tabanına isimlerin girilmesinin sadece önleyici ve caydırıcı bir
amaç taşıdığını ve cezalandırıcı bir niteliği bulunmadığını belirtti. Yasal düzenlemeye göre 30
yıllık bir süreyle başvurucuların adreslerini her yıl
beyan etmesi yükümlülüğü ile adres değişikliklerini belli süreler içinde beyan etmesi yükümlülüğünün, ceza yaptırımı olarak değerlendirilemeyeceğini ve AİHS’nin 7. maddesinin ihlali anlamına
gelmeyeceğini ifade etti.
Mahkeme ikinci olarak ise, kişisel verilerin korunmasının, özellikle polis tarafından kullanıldığı
durumlarda bir kişinin özel hayatına saygı anlamında özel olarak önem taşıdığını, söz konu veri
tabanının önleyici amaçlarla öngörüldüğünü,
cinsel suç mağdurlarının devlet tarafından etkili
bir şekilde korunma talep etme hakkının söz
konusu olduğunu, öngörülen 30 yıllık sürenin
izlenen meşru amaçla orantılılık taşıdığını, ilgili
verilere ancak gizlik çerçevesinde belli amaçlarla
yargı organlarının, idari makamların ve güvenlik
güçlerinin ulaşabileceğini belirtti. Mahkeme,
cinsel suç işleyen kişilerin yer aldığı bir veri tabanında bu anlamda kamusal ve özel çıkarların
dengeli bir şekilde gözetildiğini belirterek
AİHS’nin 8. maddesinin ihlal edilmediğine karar
verdi.
Sejdic ve Finci v. Bosna Hersek
(başvuru no. 27996/06 ve 34836/06)
AİHM Büyük Dairesi, 22
Aralık 2009 tarihinde açıkladığı kararında parlamento ve devlet başkanlığı seçimlerinde Yahudi
ve Roman/Çingene olan iki başvurucunun adaylığının yasaklanmasının AİHS’nin 14. maddesinde
yer alan ayrımcılık yasağı ile birlikte Ek Protokol’ün 3. maddesinde yer alan serbest seçim hakkının ve 12 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinde
yer alan genel ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini
belirtti.
Her ikisi de Bosna Hersek vatandaşı olan,
Saraybosna’da yaşayan ve kamuoyunca tanınmış
kişiler olan başvurucular, Bosna Hersek Anayasası’nın Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar dışında kalan diğer etnik gruplara yasama organına girme
hakkını tanımaması; yasama organlarının sadece
sayılan üç etnik gruba mensup kişilerden oluşmasını öngörmesi ve adaylık başvurularının etnik
kimlikleri nedeniyle reddedilmesi sonucunda
AİHM’ye başvurmuştur. İlgili daire başvuruyu
Sözleşme’nin 30. maddesi gereği Büyük Daire’ye
yönlendirmiştir.
AİHM, öncelikle ayrımcılığın benzer durumdaki
kişilerin makul ve nesnel bir neden olmaksızın
farklı muameleye tabi tutuldukları durumda ortaya çıkacağını belirtti. Farklı muamelenin ırk veya
etnisite temelli gerçekleştiği durumlarda makul
ve nesnel olma ölçütünün olabildiğince dar yorumlanması gerektiğini vurguladı.
Mahkeme, Bosna Hersek’in yaşanan savaşın
ardından oluşturulan karmaşık yönetim yapısını
ve geçmişte yaşanan olayları göz önünde tutmakla birlikte, son yıllarda ülkenin giderek istikrarlı bir yapıya kavuştuğunu ve taraf olduğu
uluslararası andlaşmalar gereğince seçim siste-
mini değiştirmeyi taahhüt ettiğini belirtti. Mahkeme, Yahudi ve Roman/Çingene olan etnik kökenleri itibariyle Hırvat, Boşnak veya Sırp olmadıkları
gerekçesiyle parlamento seçimlerine katılamayan
iki başvurucunun durumunun serbest seçim
hakkıyla beraber ayrımcılık yasağının da ihlali
olduğuna hükmetti.
Başkanlık seçimleri ile ilgili olarak ise Mahkeme,
AİHS’nin 14. maddesinde yer alan ayrımcılık
yasağının Sözleşme’de yer alan haklar bakımında
koruma getirirken, 12 No’lu Ek Protokol’de yer
alan ayrımcılık yasağının hukuken tanınmış tüm
haklar bakımından ayrımcılık yasağını öngördüğünü, başvurucuların başkanlık seçimine adaylığının yasaklanmasının bu anlamda 12 No’lu Ek
Protokol’ün 1. maddesi kapsamında değerlendirilebileceğini belirterek, 12 No’lu Ek Protokol’ün 1.
maddesinde yer alan ayrımcılık yasağının da ihlal
edildiğine karar verdi.
Muñoz Díaz v. İspanya
(başvuru no. 49151/07)
AİHM, 8 Aralık 2009 tarihinde verdiği
kararda, geleneksel olarak gerçekleştirdikleri ve
resmi nitelik taşımayan evlilik bağının varlığına
karşın, Roman/Çingene başvurucuya eşinin ölmesi sonucunda emekli aylığının bağlanmamasının, AİHS’nin Ek Protokol’ün 1. maddesinde yer
alan mülkiyet hakkı ile birlikte 14. maddede yer
alan ayrımcılık yasağını da ihlal ettiğine karar
verdi.
Roman/Çingene etnik grubuna mensup olan ve
1971 yılında aynı etnik kökenden gelen eşiyle
mensubu oldukları topluluğun geleneklerine
uygun evlenen başvurucunun, bu evliliğinden altı
çocuğu olmuştur. Bu çocukların hepsi resmi
kayıtlarda yer almaktadır. Aile 1986 yılında
“geniş aile” statüsünü kazanmıştır. Başvurucunun eşi 19 yıl süresince inşaat işçisi olarak çalışmış ve sosyal güvenlik primlerini ödemiştir. Başvurucunun eşinin 2000 yılında hayatını kaybetmesi üzerine eşinin emekli aylığının kendisine
bağlanmasını talep eden başvurucunun bu talebi,
eşi ile resmen evli olmadıkları gerekçesiyle reddedilmiştir. İç hukukta yapılan yargılamaların son
aşaması olan Anayasa Mahkemesi’nde, başvurucunun resmi olarak evlenmesi mümkün iken
kendisinin bu yola başvurmadığı ve bu durumun
etnik kökeni ile bir ilgisinin bulunmadığı belirtilerek talebi reddedilmiştir.
AİHM, başvurucunun ailesinin sahip olduğu statüyü, başvurucunun eşinin yıllarca sosyal güvenlik primi ödemesini ve buna dair resmi bir belgesinin bulunmasını göz önünde tuttu. Mahkeme
başvurucunun mensubu olduğu etnik grubun, 50
yılı aşkın bir süredir İspanya’da bulunan, İspanya
toplumunda derin kökleri olan ve kendine özgü
değerleri bulunan bir topluluk olduğunu belirtti.
Mahkeme, İspanya’da 1971 yılında resmi evlilikle
ilgili bir düzenleme bulunmadığını, başvurucunun
din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde Roman/
Çingene ritüellerine göre evlenmeyi tercih ettiğini
vurguladı. Mahkeme, Avrupa ülkelerinde azınlıkların özel ihtiyaçlarının varlığının ve güvenliklerinin, yaşam tarzlarının ve kimliklerinin korunması
yükümlülüğünün tanınması, kültürel kimliklerinin
korunması yönünde ortaya çıkan bir uluslararası
konsensüsün mevcut olduğunu ifade etti.
Mahkeme başvurucunun evliliğinin diğer evlilikler
gibi aynı hakları sağladığı yönünde iyi niyet sahibi olduğunu, resmi evraklarında kendisinin eş
olarak yer aldığını ve bu anlamda emekli aylığı
bağlanmasında meşru bir beklentisinin bulunduğunu ve bu talebinin reddedilmesinde bu
iyiniyetinin ve kendisinin toplumsal ve kültürel
özelliklerinin dikkate alınmadığını belirtti. İspanya
Devleti’nin “geniş aile” statüsü vermesi, sağlık
hizmeti sunması ve 19 yıl boyunca sosyal güvenlik primi toplamasına karşın, başvurucunun evliliğinin tanınmamasının orantısız bir yaklaşım olduğunu belirterek AİHS’nin Ek Protokol’ün 1. maddesinde yer alan mülkiyet hakkı ile birlikte 14.
maddede yer alan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme, başvurucuya
70.000 Euro tazminat ve 5.412,56 Euro yargılama giderinin ödenmesine hükmetti.
Lautsi v. İtalya
(başvuru no. 30814/06)
AİHM, 3 Kasım 2009 tarihinde verdiği kararında İtalya’da devlet okullarında çarmıha
gerilmiş İsa figürünün asılı bulunmasının ebeveynlerin çocuklarına kendi din veya inançlarına
uygun eğitim vermesi ve çocukların din veya
vicdan özgürlüğü açısından AİHS’nin 9. maddesinde yer alan din ve vicdan özgürlüğüne ve Ek
Protokol’ün 2. maddesinde yer alan eğitim hakkına aykırı buldu.
Başvurucunun 11 ve 13 yaşlarında olan iki çocuğu 2001 ve 2002 yıllarında duvarlarında ilgili
figürün yer aldığı okullarda eğitim görmüştür.
Başvurucu, İtalyan Yüksek Mahkemesi’nin 2000
yılında oy kullanma yerlerinde bulunan aynı figürün seküler devlet ilkesine aykırı olduğu yönündeki kararını dayanak göstererek okul yönetimine başvurmuştur. Okul yönetimi talebi reddetmiştir.
Mahkeme’ye göre dersliklerde yer alan ve fark
edilmemesi mümkün olmayan bu figürler, her
yaştaki öğrenci tarafından kolaylıkla dini bir işaret olarak ve belirli bir dinin hâkim olduğu bir
okul ortamında eğitim gördükleri şeklinde yorumlanabilir. Bu aynı dine inanan öğrencileri
cesaretlendirebileceği gibi, özellikle dini azınlıklara mensup, diğer dinlere inanan veya ateist olan
öğrencileri de rahatsız edebilecektir. Sözleşme’de
güvence altına alınan din ve vicdan özgürlüğünün bir parçası olan herhangi bir dine inanmama
özgürlüğü sadece dini eğitimle veya dini hizmetlerle sınırlı değildir ve bir inancı, dini ya da ateizmi açıkça ortaya koyan semboller ve uygulamalar da bu kapsamdadır. Kişinin kaçınamayacağı
veya kaçınmak için orantısız bir çaba gerektiren
durumlarda, bu özgürlük ayrıca bir koruma öngörmektedir.
Mahkeme’ye göre özellikle zorunlu eğitimin kabul
edildiği ve çocuklarda eleştirel düşünceyi geliştirmeyi amaçlaması gereken kamusal eğitimde din
ve inançlar açısından tarafsız olunmalıdır ve bir
din veya inanç benimsetilmeye çalışılmamalıdır.
AİHM, bu şekilde bir uygulamanın AİHS’nin 9.
maddesinde yer alan din ve vicdan özgürlüğünü
ve Ek Protokol’ün 2. maddesinde yer alan eğitim
hakkını ihlal ettiğine karar verdi.
Bayatyan v. Ermenistan
(başvuru no. 23459/03)
AİHM 27 Ekim 2009 tarihinde açıkladığı kararında vicdani ret hakkının Sözleşme
tarafından tanınmadığını ve bu anlamda vicdani
ret hakkına yer verilmeyerek bir kişinin askerlik
hizmetinin yerine getirmemesi nedeniyle cezalandırılmasının AİHS’nin 9. maddesinin ihlali
anlamına gelmeyeceğini belirtti.
Yehova Şahidi olan başvurucu askerlik hizmetini
yerine getirmeye uygun bulunması ve askerlik
hizmetine çağrılmasına rağmen vicdani retçi
olduğunu belirterek askerlik hizmeti yapmayı
reddetmiş, ancak alternatif olarak sivil hizmet
yapabileceğini bildirmiştir. Başvurucu bunun
10
Devam...
ardından evinden ayrılmıştır. Başvurucu daha
sonra yakalanarak yargılanmış ve iki yıl altı ay
hapis cezasına çarptırılmıştır. Başvurucu 10 ayı
aşkın bir süre cezaevinde kaldıktan sonra şartlı
salıverilmiştir.
Başvurucu, askerlik hizmetini dini inancı gereği
reddetmesi sonucu cezalandırılmasının AİHS’nin
9. maddesinin ihlali anlamına geldiğini, ilgili maddenin Sözleşme’ye taraf ülkelerin büyük çoğunluğunda bu yönde uygulandığını ve bu yönde yorumlanması gerektiğini belirtmiştir.
Mahkeme öncelikle Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin çoğunluğunda vicdani retçiler için alternatif
sivil hizmete yönelik yasal düzenlemelerin kabul
edildiğini belirtti. Ancak 9. maddenin 4. maddenin 3. fıkrası ile birlikte okunması gerektiğini ve
vicdani ret hakkının tanınıp tanınmamasının taraf
devletlere bırakıldığını, başvurucunun askerlik
hizmeti yapmayı reddettiği dönemde Ermenistan’ın henüz vicdani ret hakkını tanımamış olduğunu vurguladı ve başvurucunun cezalandırılmasının AİHS’nin ihlali anlamına gelmediğine karar
verdi.
Özbek ve Diğerleri v. Türkiye
(başvuru no. 35570/02)
AİHM, 6 Ekim 2009 tarihinde açıkladığı kararında
Protestan Kilisesi tarafından kurulmak istenen
vakfa izin verilmemesinin AİHS’nin 11. maddesinde yer alan örgütlenme özgürlüğünün ihlali
olduğuna karar verdi.
2000 yılında Ankara’da Kurtuluş Kiliseleri Vakfı
adıyla bir vakıf kurmak isteyen ve Ankara Asliye
Hukuk Mahkemesi’ne başvuran 16 başvurucunun
bu talebi, Vakıflar genel Müdürlüğü’nün vakıf
senedinde yer alan Protestan topluluğuna desteklemek amacının Medeni Kanun’a aykırı olduğu
yönündeki görüşü üzerine reddedilmiştir. Yargıtay’da başvurucular tarafından söz konusu amacın vakfı kurmak isteyen kişilerin gerçek amacını
yansıtmadığı, asıl amacın din veya inancı ne
olursa olsun ihtiyaç sahibi kişilere ve doğal felaketlerin kurbanlarına yardım etmek olduğu ifade
edilmiş, izin verildiği takdirde vakıf senedinde bu
yönde değişiklik yapılacağı belirtilmiş, ancak ilk
derece mahkemesinin ret kararı onanmıştır.
Başvurucular vakıfla benzer amaçları taşıyan,
ancak belirli bir topluluğa göndermede bulunmayan bir dernek kurmuşlardır.
Mahkeme kararında, karşılıklı çıkarlar doğrultusunda ortak hareket etmeye yönelik olarak bir
tüzel kişi oluşturma hakkının örgütlenme özgürlüğünün en önemli yönlerinden biri olduğunu
ifade etti. Başvurucuların yasal düzenlemelere
uyum sağlamak için vakıf senedinde değişiklik
yapmak istediklerini ifade etmelerine karşın bunun için zaman verilmeyerek vakıf kurmalarının
engellendiğini belirtti.
Mahkeme yeni bir vakıf için yeni bir vakıf senedi
hazırlamanın eskisine göre çok daha maliyetli
olacağını ifade etti. Mahkeme bir vakfın tescil
edilmesi talebinin Türk hukukunda yer almasına
karşın reddinin, demokratik bir toplumda gerekli
bie tedbir olmadığına ve AİHS’nin 11. maddesinin ihlal edildiğine hükmetti.
Kerem Altıparmak (yayına hazırlayan), 50. Yılında Avrupa İnsan yoğunlaşması ve sınıf oluşumları çerçevesinde ele alıyor.
Hakları Mahkemesi: Başarı mı, Hayal Kırıklığı mı? – 50 Years of Neoliberalizm Koşullarında Zorunlu Göç ve Kentleşme' altbaşlığını taşıyan
the European Court of Human Rights: Failure or Success?, Anka- ve dört bölümden oluşan kitabın bölüm başlıkları şöyle: Göç Olgusu, Yeni
ra Barosu Yayınları, Ankara, 2009, 262 s. Türkçe ve İngilizce
Kentsel Gerçeklik ve Göçmenlik Konumu, Türkiye'de Değişen Göç, GöçAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 50 yıllık menlik ve Kent Yaşamı ve Mersin Demirtaş Mahallesi Örneği.
performansının değerlendirilmesini amaçlayan
kitap dört bölümden oluşuyor. Reformu ve
Hamdi Yaver Aktan, Gündem Oluşturan
AİHS’nin yapısal kimliğini tartışan yazıların buYargı Kararlarında Laiklik ve İfade Özgürlülunduğu birinci bölümün bölüm başlığı “AİHM,
ğü, Adalet Yayınevi, Ankara, 2009, 562 s.
Reform ve AİHS’nin Niteliği”. Bu bölümde sisteISBN: 978-605-4144-457
me yönelik reform çabaları ile AİHS sisteminin
Ulus
adına yetki kullanan yargı organının verdiği
dönüşümünü ortaya koymaya çalışan yazılar
bazı kararlar kimi zaman ülke gündemine oturbulunuyor.
makta, olumlu ya da olumsuz algılamalarla tartıİkinci bölüm, “AİHS ve Yorum” konusunda iki
şılmakta ve değerlendirmelere konu olmaktadır.
yazıya yer veriyor. Kadim ulusal takdir yetkisiGelecek uygulamalara örnek olsun ya da olmasın
evrensellik geriliminin tartışıldığı bir çalışma ve
bu nitelikteki kararlar sadece hukuk dünyasında
Hukuk-Politika ekseninde yargı bağımsızlığının
değil, siyasal ve ekonomik alanlarda da etkisini
ne kadar gerçekleştirilebileceğini değerlendiren
göstermektedir. Küreselleşen dünyada uluslararabir yazı bu bölümde yer alıyor.
sı platformlarda, bu bağlamda dış ilişkilerde de
Üçüncü bölüm, iki çeviri yazı yanında dördüncü bölümle köprü niteliğini
ele alınmaktadır.
taşıyan bir yazıyı içeriyor. Başlığı: “Değişen Siyasi Ortamda Hassas DavaDerlemede yer verilen kararların büyük çoğunluğu
lar”. Bu bölümdeki çeviri yazıların ikisi de Türkiye’yi doğrudan ilgilendir- verildikleri tarihte ve sonrasında gündem oluşturmuş kararlardır. Gerek
mekle birlikte, bugüne kadar bilim insanları ve hukukçular tarafından ihmal sosyal bilimlerde ve gerekse gündelik tartışmalarda bu karalara atıflar
edilmiş konular. Birinci yazı göçmenlerin AİHS sisteminde korunmasına yapılmakta, değerlendirilmeleri hala sürmektedir.
ilişkin. İkincisi ise yine son dönemin popüler konularından insan hakları ile
insancıl hukuk arasındaki ilişkiyi ve AİHM uygulamasını değerlendiriyor. Derlemede laiklik ilkesini odak alan -türban- ve -siyasi parti kapatmaBölümün son yazısında ise, AİHM’nin bir hakikat komisyonu rolü oynayıp kararları, ifade özgürlüğü alanında ise özellikle ceza yargılamasına konu
oynayamayacağı tartışılıyor. Kitabın son bölümü, AİHM kararlarının uygu- olan söylemlere ilişkin kararlar örnek olarak seçilmiş, siyasi parti kapatma
lanması açısından bir Türkiye resmi çekiyor. Reformu, AİHS’nin kimliğini kararları sayfa miktarı itibari ile çok fazla olduğundan, ilgili kararların sadece gerekçe bölümlerine, ayrıca laiklik başlığı altında İnsan Hakları Avrupa
ve ihtiyaçları anlayabilmek için bu bölüme mutlaka bakılmalı.
Mahkemesinin aynı gerekçelerle gündem oluşturan iki kararına da yer
verilmiştir.
Sevilay Kaygalak, Kentin Mültecileri – Neoliberalizm Koşullarında Zorunlu Göç ve Kentleşme, Dipnot Yayınları, Ankara, Kasım
Mahmut Göçer, İnsan Haklarının Korunması ve
2009, 216 s. ISBN: 979-975-905-1853
Birleşmiş Milletler, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara,
Sevilay Kaygalak bu çalışmasında,
2009, 130 s. ISBN: 978-605-395-1940
Turkiye'de 1990-1996 yılları arasında yoSan Francisco Konferansı'ndan itibaren bütün Soğuk
ğunlaşan ve bireysel, toplumsal ve siyasal
Savaş dönemi boyunca, Birleşmiş Milletler ve özellikle
yönden pek çok sorun ve olguyu peşinden
Güvenlik Konseyi içinde, ihmal edilen ve Konsey’in
sürükleyen geniş ölçekli bir gelişme olmasıdaimi üyeleri arasında bir ideolojik karşıtlık ve ayrışma
na karşın, sosyal bilimler yazınında genelfaktörü olan insan hakları, günümüzde Güvenlik Konselikle görmezlikten gelinen zorunlu Kürt
yi’nin uluslararası barış ve güvenliği sağlama amacıyla
göçünü konu ediniyor.
yürüttüğü çalışmalarda, tüm uluslararası hukuk özneleGöçün yoksullukla ilişkisini kültürel ve
rinin karar alma süreçlerine etki eden bir ortak payda
sosyo-psikolojik faktörleri merkeze koyan
durumuna gelmiştir. Esasen insan haklarının böylece barışın korunması
ya da onu bir boyutta aşırı politikleştirip
çerçevesindeki yerini alabilmesi, sosyalist blokun çöküşünden itibaren
(devletin Kürt nüfusa yönelik politikayla
Güvenlik Konseyi’nin insan hakları alanında etkin ve dinamik bir rol üstlensınırlı tutarak) kendi başına ele alan yaklameye başlaması ile birlikte ortaya çıkmış olan bir gelişmedir.
şımlardan farklı olarak, dönemin ekonomiGüvenlik Konseyi’nin insan hakları alanına etkin bir şekilde müdahalesi, BM
politiği zemininde, neoliberal yeniden yapıŞartı'nın Konsey’in bu alandaki faaliyetine ne ölçüde izin verdiği, yani Konlanma, yoksulluğun toplumsal-mekânsal
sey’in bu alandaki yetkisinin hukuki dayanağı, uygulanması ve sınırları gibi
11
Devam...
bir hukuki çerçeve sorununu da beraberinde getirmiştir.
Fransa Aix-Marseille Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Yakın
Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi olan yazar, Güvenlik Konseyi’nin insan hakları alanında büyük bir
hızla gelişen faaliyetinin güçlü bir gerçeklik mi, yoksa bir
yanılsama mı oluşturduğunun ortaya konulabilmesi bakımından, bu hukuki çerçeveyi olabildiğince aydınlatmaya
çalışmaktadır.
Yasama Derneği, Sivil Toplum için Yasama Sürecine
Katılım El Kitabı, Ankara, Aralık 2009, 167 s. Yasama Derneği Yayınları, Yayın No. 1, ISBN: 978-60561017-0-0
Sivil toplumda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yapısı ile
kanun yapım ve denetim sürecine ilişkin bilgi açığına dair
(derleyen), Adalet Gözet:
Üzerine Bir İnceleme,
İstanbul
Bilgi
Üniversitesi
Yayınları,
İstanbul, Aralık 2009, 147 s. ISBN: 978605-399-123-6
Yargı
sisteminin
işleyişine
ilişkin
değerlendirmelerde,
vatandaşın
bu
sistem
içerisinde
nasıl
bir
rol
oynadığı, adliyelerin
ve
mahkemelerin
vatandaşa
hizmet
etmekte ne kadar
başarılı
olduğu,
vatandaşların yargı
sistemi hakkında ne
bildiği ve bu bilgileri
nereden
edindiği
gibi
sorular
genellikle
gözden
kaçmaktadır.
Türkiye’de, yargının
işleyişine
dair
tartışmalar
daha
ziyade
sistemin
eksikliklerine
odaklanmaktadır. Davaların uzunluğu, artan iş
yükünün ortaya çıkardığı sorunlar, hâkim ve
savcı sayısının azlığı gibi konular, adeta yargının
işleyişindeki aksaklıkların genel bir çerçevesini
oluşturmaktadır. Hatta bağımsızlık ve tarafsızlık
gibi, hukuk düzeninin temelini oluşturan ilkelerin
de gene sistemin yapısındaki veya işleyişindeki
sorunlarla bağlantılı olarak tartışıldığına sık sık
şahit olmak mümkündür. Bu kitap, İstanbul Bilgi
Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve
Araştırma Merkezi tarafından gerçekleştirilen
Adalet Gözet projesinde elde edilen bulguların
değerlendirilmesine
dair
farklı
alanlardan
araştırmacıların
katkılarından
oluşmaktadır.
Adalet Gözet, yargı sistemine vatandaşın
gözünden bakmayı hedefleyen bir inceleme
projesidir. Bu kitaptaki katkılar arasında,
Türkiye’de, vatandaşların mahkemelere yönelik
algı ve tutumları; bir kamu hizmeti olan adalet
hizmetlerinde performans kriterlerinin ölçülmesi;
hesap verebilirlik; adalet hizmetlerinde insan
hakları ve medyanın yargıya ilişkin haberleri
yansıtma
tarzı
gibi
konular
yer
almaktadır.Vatandaşların algıları, bu konulara
ilişkin bilgi seviyesi, görüşleri ve tutumları
ekseninde gerçekleştirilen bu inceleme, yargının
işleyişiyle ilgili tartışmalara ve değerlendirmelere,
özellikle hukuk ve toplum arasındaki bağın
güçlendirilmesi yönünde bir katkıdır.
Seda
Yargı
Kalem
Sistemi
gözlemlerinden hareketle bu el kitabını hazırlayan Yasama
Derneği, bu süreçlere sivil toplum kuruluşlarının katılımını
güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Kitap dört ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde,
TBMM’nin yapısı, görevleri ve işleyişi ele alınmakta; ikinci
bölümde yasamaya ilişkin temel kavram ve kurumlar tanıtılmakta; üçüncü bölümde kanun yapımı süreci açıklanmakta
ve dördüncü bölümde bilgi edinme ve denetim yollarına
ilişkin bilgilere yer verilmektedir. El kitabının sonunda bir de
yasama terimleri sözlüğü bulunmaktadır.
Hangi alanda çalışırsa çalışsın tüm sivil toplum kuruluşlarının yararlanabileceği kapsamda kaleme alınmış olan el
kitabı, yasama süreci hakkında hiçbir bilgi sahibi olmayan
kuruluşların dahi bu alanda etkin ve etkili olmasını sağlayacak bilgileri içeriyor. Kitabın tamamına www.yasader.org
adresinden de ulaşılabilir.
İdil Elveriş, Galma Jahic ve Seda Kalem, Bunlar; Türkiye’de mağdurfail
arabuluculuğunun
hukuki analizi, Türkiye’de
uygulayıcıların mağdur-fail
arabuluculuğu hakkındaki
ve
Avrupa
İstanbul
Bilgi
Üniversitesi
Yayınları, görüşleri
mağdur-fail
İstanbul, Şubat 2009, 270 s. ülkelerinde
ISBN:
978-605-399-069-7, arabuluculuğunun
karşılaştırmalı analizi. Söz
Türkçe ve İngilizce
konusu
araştırmaların
Birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de raporları bu kitaba dahil
de
gerek
ceza
gerek
hukuk edildi. Bu yayının hedefi,
mahkemeleri ile ilgili yakınmaların mağdur-fail arabuluculuğu
başında yığılma ve gecikmeler eğitimlerinde kullanılabilecek geniş çaplı bir
geliyor. Bu kitapta ele alınan eğitim materyali sunmak. Bu hedefe ulaşmak
araştırmada, eldeki kaynaklar ne için, kitapta mağdur-fail arabuluculuğunun
kadar sınırsız da olsa ve ne kadar çok sadece hukuki yönüne değil, aynı zamanda bu
mahkeme ve hâkim olsa da, gecikme uygulamanın temelinde yatan sosyal teorilere ve
sorununun çözülmesinin farklı bir tartışmalara da yer verildi. Hem Türkiye hem de
anlayış gerektireceği düşüncesinden karşılaştırmalı olarak Avrupa ülkelerindeki
ilişkin
analizlerin
de
dahil
yola
çıkılmış.
Dolayısıyla, uygulamaya
İstanbul’daki
Asliye
Hukuk edilmesiyle, çalışmanın teorik çerçevesinin somut
Mahkemeleri incelenerek, yargılama değerlendirmeler ile desteklenmesi hedeflendi.
sürecinin nasıl işlediği anlaşılmak Söz konusu yaklaşımla ortaya çıkan bu yayın,
istenmiş.
Bunun
için
de öncelikle üniversiteler ve barolar tarafından
mağdur-fail
arabuluculuğu
gecikmelerden
sorumlu
taraflar düzenlenen
kimlerdir, duruşmaların ne kadarında eğitimlerinde kullanılmak üzere hazırlanmış olsa
hiç bir işlem yapılmamaktadır, en uzun süren da aynı zamanda geniş çaplı bir akademik
davalar
hangileridir,
Asliye
Hukuk çalışma olarak da kabul edilebilir. Kitabı PDF
Mahkemelerinden en çok kimler faydalanır, formatında indirmek için:
tarafların yüzde kaçının avukatı vardır gibi http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/data/
sorulara cevap aranmış, bu sayede yargılama docs/
sürecinin aktör ve tarafları anlaşılmaya ve onarici_adalet_turkiye_ve_avrupa_bakisi.pdf
sorunları teşhis edilmeye çalışılmış. Yaşanan
sorunlar ne derece önemli ve içinden çıkılmaz
Galma Jahic ve Burcu
görünürse
görünsün,
sorunların
ve
Yeşiladalı
nedenlerinin verilere dayanarak tespit
(derleyenler), Onarıcı
edilmesi önemli görülüyor. Bu kitapta
Adalet,
Mağdur-Fail
sunulan araştırmanın, Türkiye’de sadece
Arabuluculuğu
ve
kanun
değişikliği
ile
sorunların
Ceza
Davalarında
çözülmeyeceğini
anlayan,
vatandaşın
Uzlaşma:
Eğitim
fikirlerini de dikkate alan ve veriye dayanan
Materyalleri, İstanbul
bir yargı politikası geleneğinin oluşmasına
Bilgi
Üniversitesi,
katkı sağlaması umuluyor.
İstanbul, Ekim 2008,
105 s. ISBN: 978-605Galma Jahic ve Burcu Yeşiladalı
399-068-0
(derleyenler), Onarıcı Adalet, MağdurBu kitapta yer alan
Fail
Arabuluculuğu
ve
Uzlaşma
materyaller, “Türkiye’de
Uygulamaları: Türkiye ve Avrupa Bakışı,
Mağdur-Fail
İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, Ekim
Arabuluculuğunun
Geliştirilmesi
Projesi”
2008, 202 s. ISBN: 978-605-399-067-3
çerçevesinde, arabuluculuğa ilişkin verilmesi
planlanan eğitim programlarında kullanılmak
Bu
kitap
“Türkiye’de
Mağdur-Fail
amacıyla hazırlandı. Kitapta arabuluculuk hizmeti
Arabuluculuğunun
Geliştirilmesi
Projesi”
sunmak isteyenler için önemli hususlar, çeşitli
kapsamında hazırlanan rapor ve seminerlerde
uluslararası kurumlar tarafından kabul edilmiş
sunulan tebliğlerden oluşuyor. Bahsi geçen proje
tavsiye ve ilke kararları, arabuluculuk etiğine dair
çerçevesinde üç farklı araştırma yürütüldü. kurallar, Türk hukukundaki bu alana ilişkin
İstanbul Asliye Hukuk Mahkemelerinde
Yargılama Süreci: Taraflar, Davalar ve
İşleyiş (Judicial Proceedings at Istanbul
Civil Courts: Parties, Cases and Process),
12
Devam...
tarafından gerçekleştirilmiş olan “Adalet Gözet
Projesi”, Türkiye’de vatandaşın gözünden
hukukun nasıl göründüğünü ortaya çıkarmaya
çalışmıştır. Proje kapsamında gerçekleştirilen
Adalet Barometresi, Türkiye genelinde farklı
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/data/
kesimlerden gelen insanların mahkemelerin
docs/onarici_adalet_egitim_materyalleri.PDF
işleyişine
ve
genel
olarak
Seda Kalem, Galma
yargılama sürecine ilişkin olarak
Jahic ve İdil Elveriş,
ne düşündüklerini ve ne gibi
Adliye
Gözlemleri,
deneyimleri olduğunu anlamayı
İstanbul Mahkemeleri:
amaçlayan bir anket çalışmasıdır.
Fiziksel
Koşullar,
Elde edilen bilgilerin, Türkiye’de
Duruşmalar
ve
hukukun ve adaletin nasıl
Gecikmeler,
İstanbul
anlaşıldığını
ve
nasıl
Bilgi
Üniversitesi
değerlendirildiğini gösteren bir
Yayınları,
İstanbul,
adalet barometresi oluşturması
Nisan 2008, 20 s. ISBN
hedeflendi. Uzun vadede ise, bu
978-605-399-036-6
bilgilerin paylaşılarak toplumun,
(pbk.)
geleceğini
şekillendirecek
politikaların
ve
Adliye
gözlemleri
en
basit
tanımıyla, yasaların yapılma süreçlerine etki etmelerini
vatandaşların adliyeye giderek oradaki işleyişe ve sağlamak amaçlanıyor.
mahkemelere ilişkin gözlemlerde bulunması ve İdil Elveriş, Galma Jahic ve Seda Kalem,
bunları yazılı olarak not etmesidir. Burada nihai Mahkemede
Tek
Başına:
İstanbul
amaç, hizmetin alıcısı olan vatandaşı aldığı Mahkemeleri’nde Müdafiliğin Erişilebilirliği
hizmeti değerlendirmede aktif hale getirmek ve ve Etkisi (Alone in the Courtroom:
bu sayede kişiler ile mahkemeler arasındaki Accessibility and Impact of the Criminal
uzaklığın giderilmesinde aracı olmaktır. Bir başka Legal Aid Before Istanbul Courts), İstanbul
deyişle, adliye gözlemleri ile yargılamada Bilgi Üniversitesi Yayınları, İnsan Hakları
herhangi bir hukuki, ekonomik veya benzer Hukuku Çalışmaları
menfaati olmayan vatandaşların mahkemeleri 6, İstanbul, 2007,
izlemesi ve mahkemelerin nasıl işlediğine dair 281 s. ISBN: 978objektif
değerlendirmelerde
bulunması 605-399-007-9
hedefleniyor. Bu noktadan hareketle, Merkez Türkçe ve İngilizce
tarafından gerçekleştirilmiş olan “Adalet Gözet
alınan,
Projesi” kapsamında hazırlanan yayın, İstanbul Gözaltına
tutuklanan
ve
adliyelerinde yapılan gözlemler sonucu derlenen
yargılanan
sanıklara
bulguları ortaya koyuyor. Vatandaş mahkemelere
yönelik olarak verilen
başvurduğu zaman nelerle karşılaşır, mahkeme
avukatlık hizmeti son
deneyimi nasıl bir ortamda gerçekleşir gibi
dönemde sık sık Türkiye
soruların cevaplanması için yapılan bu çalışmada,
gündeminde yer alıyor;
İstanbul’da seçilen on adliyeye sistemli olarak
gerçekleştirilen ziyaretler çerçevesinde bu önce yeni Türk Ceza
değişiklikleri
adliyelerin fiziksel durumu, erişilebilirlikleri, Kanunu
çerçevesinde
sonra da bu hizmeti sunan
adliyelerde alınan güvenlik önlemleri, rastlantısal
olarak seçilen mahkemelerde görülen davaların avukatlara ödenmeyen ücretlerle. Bu kitap ise
gecikme oranları gibi konularda toplanan bilgiler odağın, olması gereken yere, hizmetin alıcılarına
çevrildiğinde çıkan görüntüyü ortaya koyuyor.
derlenip analiz edildi.
İstanbul Ceza Mahkemelerinde tam da yeni
Seda Kalem, Galma Jahic ve İdil Elveriş, Kanun uygulamaya girdiği sırada yapılan
Adalet
Barometresi:
Vatandaşların gözlemler, incelenen dosyalar ve hâkim-savcıMahkemeler Hakkındaki Görüşleri ve avukat mülakatlarından çıkan hizmete ilişkin
Değerlendirmeleri,
İstanbul
Bilgi bulgular, söz konusu çabanın ne denli yerinde
Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Şubat olduğunu gösterdi. Zira araştırmanın temel
2008, 30 s. ISBN 978-605-399-024-6
bulgusu, hizmete erişim oranının
(pbk.)
beklentilerin de ötesinde düşük
olduğudur. Araştırma dünyada
Hukukun
vatandaşın
yaygın şekilde yapılan, “hukuk ve
hayatındaki yeri ve
toplum
çalışmaları”
açısından
algılanışı
Türkiye’de
Türkiye’de önemli bir ilk örnek
üzerinde durulan bir
teşkil
ediyor.
Bu
anlamda,
konu olmaktan çok
kanunların nasıl uygulandığını saha
uzaktır. Bunun en açık
bulguları ışığında gösteren kitap,
göstergesi olarak, resmi
hukuk
politikalarına
katkıda
makamlar
tarafından
bulunmayı hedefleniyor.
vatandaşların
hukuk
mevzuat ve proje çerçevesinde düzenlenmiş
çeşitli eğitimlerde yararlanılmış sunumlar yer
alıyor. Kitabı PDF formatında indirmek için
tıklayınız:
İhtiyari Protokol hükümlerine uygun şekilde,
Sözleşme’ye aykırılıkla ilgili bireysel başvuruları
inceleyip karara bağlarken dayandığı insan
hakları standartlarını yansıtıyor. Türkiye, her iki
Sözleşme’ye ve İhtiyari Protokol’e de taraf bir
devlettir. Sözleşmelerde yer alan uluslararası
insan
hakları
hukukunun
temel
kurallarının Türkiye
hukuk
düzeninde
hayata geçirilmesinin
hedeflendiği
bu
dönemde,
yol
gösterici
nitelikte
eserlere
ihtiyaç
duyulmakta.
Bu
anlamda,
Lema
Uyar’ın
yayına
hazırladığı
ve
çevirilerini
yaptığı
kitap,
Birleşmiş
Milletler insan hakları
sisteminin en önemli yapı taşları arasında yer
alan her iki Komite’nin hukuki deneyimini,
Türkiye hukuk literatürüne bir başvuru kaynağı
olarak sunuyor.
İdil Elveriş (derleyen), Türkiye’de Adli
Yardım: Karşılaştırmalı İnceleme ve
Politikalar (Legal Aid in Turkey: Policy
Issues and a Comparative Perspective),
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İnsan
Hakları Hukuku Çalışmaları 3, İstanbul,
2005, 288 s. ISBN: 975-6176-03-2 Türkçe
ve İngilizce
Adli yardım hizmeti, modern hukuk sistemlerinde
artık insan hakları alanında değerlendirilmesi
gereken bir niteliğe sahiptir. Bu durum, ceza
davaları konusunda özellikle önem taşır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği
sürecinde, süregelen iyileştirme çalışmaları
arasında da yer alan bu konunun Türkiye hukuk
camiasında da özellikle bu çerçevede yeterince
değerlendirilmesinin önemi büyüktür. İşte bu
anlayış gözetilerek hazırlanan kitap, İstanbul
Bilgi Üniversitesi’nde, 16
Nisan 2004 tarihinde
düzenlenen uluslararası
toplantıda
yapılan
sunum,
tartışma
ve
tavsiyeleri
içeriyor.
Ayrıca, bu toplantıda
sunulan “Türkiye’de Adli
Yardım Hizmetine İlişkin
Genel
Değerlendirme
Raporu” da, ilk kez bu
kitapta yayımlanıyor.
Raija
Hanski
ve
Martin
Scheinin
(derleyenler), İnsan Hakları Komitesi’nin
Emsal Kararları, Defne Orhun (çeviren),
İdil Işıl Gül (editör), İstanbul Bilgi
Üniversitesi
Yayınları,
İnsan
Hakları
sistemine ilişkin görüşleri, sistem ile ilgili Lema Uyar (derleyen ve çeviren), Birleşmiş Hukuku Çalışmaları 4, İstanbul, 2005,
deneyimleri üzerine ve/veya bu görüşleri olumlu Milletler’de İnsan Hakları Yorumları: İnsan xiv+642 s. ISBN: 975-6176-20-2
yönde değiştirmek adına yürütülen çalışmaların, Hakları Komitesi ve Ekonomik, Sosyal ve
bu konularla ilgilenmek üzere kurulmuş olan Kültürel Haklar Komitesi, 1981–2006,
İdil Işıl Gül (derleyen ve çeviren), Sivil
komisyonların, çalışma gruplarının eksikliği İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İnsan
Toplum Kuruluşları İçin Adım Adım Rapor
gösterilebilir. Kamu otoritelerinin konuya olan Hakları Hukuku Çalışmaları 5, İstanbul,
Hazırlama Kılavuzu: Birleşmiş Milletler
mesafelerinin yanı sıra, araştırmacıların da bu 2006, xvi+413 s. ISBN : 975-6176-63-6
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
konuda yaptıkları çalışmalar sınırlıdır. Bu
Sunulacak
Raporların
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, Komitesi’ne
durumda, Türkiye’de hukuk ile vatandaş
sözleşmelerin getirdiği raporlama sistemini Hazırlanması ve Sunumu, İstanbul Bilgi
arasındaki ilişkinin belirleyici unsurlarını ortaya
Yayınları,
İnsan
Hakları
yürütürken, sözleşmelerde yer alan her bir Üniversitesi
koymak ve bu unsurların bu ilişkiyi hangi yönde
hakkın kapsam ve içeriğini açıklayan Genel Hukuku Çalışmaları 2, İstanbul, 2004,
etkilediğini ortaya çıkarmak, bu boşluğu
Yorumlar kabul ediyor. Genel Yorumlar aynı x+165 s. ISBN: 975-6176-02-4
doldurmak
adına
da
özel
bir
önem
zamanda, İnsan Hakları Komitesi’nin Medeni ve
kazanmaktadır. Bu noktadan hareketle, Merkez
Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye Ek
17
13
Download