T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANA BİLİM DALI ATATÜRK İLKELERİ VE İNKİLAP TARİHİ BİLİM DALI ALMAN KAYNAKLARINA GÖRE II. DÜNYA SAVAÍI YILLARINDA TÜRK DIÍ POLİTİKASI Latif Çelik YÜKSEK LİSANS TEZİ Danışman Prof. Ramazan Çalık Konya - 2012 iii ÖNSÖZ II. Dünya Savaşı yılları Türk tarihinin çok yakın bir dönemi ve bu zaman dilimini yaşayan canlı tanıkların hala aramızda olmasına rağmen, kısıtlı arşiv bilgileri ile 1939-1945 arası dönemin resmini bir bütün olarak görmek mümkün değildir. Dönemin sıkıntı ve zorluklarını iç siyasete alet eden bakış açısı da, bahse konu yılların önemli dış politika deneyimlerinin net olarak araştırılmasındaki zorluklardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Tez konusu araştırma ile gelecek nesillere bilimsel süzgeçten geçmiş sağlam bilgiler bırakmak için savaş yıllarının Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini siyaset tarihi disiplini altında incelenmesine çalışılmıştır. Alman tarihi ve toplumunu çok iyi tanıyan tez danışmanı hocam Prof. Ramazan Çalık‟a, bu ülkede yaşayan biri olarak beni, dönem ile ilgili Alman arşiv belgelerini araştırmaya yönlendirmesine geldiğim noktada teşekkür etmek istiyorum. Bundesarchiv (Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı Resmi Arşivi) yetkilisi Bay Bäumle ve Bayan König‟e araştırmalarım sırasında gösterdikleri kolaylık ve sağladıkları imkanlar, Bundesbildstelle (Federal Almanya Tarihi Fotoğraf Resmi Dairesi) yetkilisi Bay Dr. Sander‟e dönemin resimleri ve Bundeszentrale für Politische Bildung‟a (Federal Almanya Politik Araştırmalar Merkezi) II. Dünya Savaşı yıllarına ait bilgiler için içtenlikle teşekkür ediyorum. Tez çalışması boyunca çeviri, resim ve araştırma-dosyalama konularında bana sürekli destek olan IKG - Kültür, Tarih ve İntegrasyon Araştırmaları Enstitüsü sekreteri sevgili eşim Aysel Çelik‟e de içtenlikle teşekkür ediyorum. iv ÖZET 70 yıl önce dünya genelinde 70 milyon insanın hayatına mâlolan II. Dünya Savaşı‟nda tarafsız kalmayı başaran genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin diplomatik kazanımları siyasal bilim açısından hâlâ önemini korumaktadır. Bu yüksek lisans tez çalışması ile, II. Dünya Savaşı‟nı saldırarak başlatan ve teslim olarak bitiren Almanya‟nın arşivlerindeki döneme ait belgelerin ışığında Türkiye‟nin dış politikasına yeni bir bakış açısının getirilmesi amaçlanmaktadır. Bu dönemi araştırırken Türkiye‟nin değişik ülkeler ile olan ilişkilerinin üçüncü ülkeler ile olan ilişkilerine domino etkisi yapacağı göz önüne alındığından, mümkün olduğunca fazlaca batılı kaynak kullanılmaya özen gösterilmiştir. Çalışmanın I. Bölümünde Türk Alman ilişkilerine genel bakış başlığı altında I. Dünya Savaşı dönemi ve iki milletin müttefik olmalarının tarihî sürece etkileri incelenirken II. Bölümde yenilginin taraflar üzerindeki etkileri incelenmiştir. III. Bölümde Türkiye‟nin güvenlik çemberi, IV. Bölümde savaşta rol oynayan ülkeler ile olan ilişkileri ve nihayet V. Bölümde savaşın ortasındaki Türkiye‟nin dış politikası Alman arşiv belgeleri ışığında incelenmeye çalışılmıştır. VI. Bölümde ise sonuç olarak, Alman kaynaklarına yansıyan yönü ile Türkiye‟nin savaşa girmesi ve girmemesi durumunda olmuşlar ve olabilecekler yorumlanmaya çalışılmıştır. v ABSTRACHT Die diplomatischen Bemühungen und die Neutralität der zu dieser Zeit des Zweiten Weltkriegs noch sehr jungen Republik Türkei verdienen zweifelsohne eine grundlegende Erforschung. Der Zweite Weltkrieg, der vor 70 Jahren mit mehr als 70 Mio. Toten endete, prägte auch die Beziehungen zwischen Deutschland und der Türkei grundlegend. Vorliegende Arbeit versucht anhand von zeitgenössischen Quellen ein neues Licht auf die Außenpolitik der Türkei während der Kriegsjahre und die Auswirkungen dieser Position auf die deutsch-türkischen Beziehungen werfen. Weiter spielen auch die Beziehungen zu den anderen europäischen Staaten während dieser Zeit eine zentrale Rolle, worin auch der eigentliche Grund für die vergleichsweise breite Palette an deutschen Quellen und Literatur bei der Arbeit liegt. Im ersten Abschnitt der Arbeit geht es um eine allgemeine Darlegung der deutsch-türkischen Beziehungen zur Zeit des Ersten Weltkriegs während im zweiten Part der Untersuchung insbesondere auf die gemeinsam erlebte Niederlage aus diesem ersten großen Krieg eingegangen wird. Der dritte Abschnitt widmet sich der türkischen Sicherheitsarchitektur und dem Sicherheitsempfinden während des Zweiten Weltkriegs, wobei die Beziehungen zu den einzelnen Ländern im vierten Teil näher untersucht werden. Der fünfte Abschnitt geht zentralen Aspekten der türkischen Außenpolitik im Krieg auf den Grund und legt den Hauptschwerpunkt auf die Beziehungen zum Dritten Reich. Im letzten Fazit-Part der Studie wird der Frage nach den Vor- und Nachteilen des sehr späten Kriegseintritts auf der Seite der Alliierten aus Sicht der Türkei behandelt. vi Kısaltmalar Auswertiges Amt Federal Almanya Arşivleri Dışişleri Bakanlığı Dairesi a.g.e. Adı geçen eser Bundesarchiv Federel Almanya Arşivleri c. Cilt çev. Çeviren M.C. Milletler Cemiyeti M.B.S. Möntroux Boğazlar Sözleşmesi s. Sayfa ss. Sayfadan sayfaya Sancak Hatay SSCB Sovyetler Birliği TDP Türk Dış Politikası TTK Türk Tarih Kurumu Üniv. Üniversite vii İÇİNDEKİLER Bilimsel Etik Sayfası ................................................................................................. i Tez Kabul Formu ...................................................................................................... ii Önsöz / Teşekkür ...................................................................................................... iii Özet ........................................................................................................................... iv Abstracht.................................................................................................................... v Kısaltmalar ve Simgeler Sayfası .............................................................................. vi İçindekiler..................................................................................................................vii Giriş .......................................................................................................................... 1 I.BÖLÜM 1. Türk - Alman İlişkilerine Genel Bakış ........................................................... 5 1.1. Türkiye‟de Alman İzleri ....................................................................... 6 1.2. Almanya‟da Türk İzleri ........................................................................ 9 1.3. Türk Kültürünün Alman Kültürüne Etkisi ........................................... 11 1.4. Osmanlı-Prusya Siyasi İlişkileri .......................................................... 14 1.5. 1878 Berlin Kongresi‟nin İkili İlişkilere Etkisi ................................... 18 1.6. Alman Danışmanlar Türkiye‟de ........................................................... 21 1.6.1. Osmanlı Ordusunun Yeniden Dizaynı .................................. 23 1.6.2. Osmanlı İmparatorluğu‟nda Demiryolu İnşaatları ................ 25 1.6.3. Osmanlı Alman Eğitim İlişkileri ........................................... 27 II.BÖLÜM 2. Birinci Dünya Savaşı ve Sonrası..................................................................... 30 2.1 Türkiye Üzerinde Alman Menfaatleri ..................................................... 32 2.2. Kaybedilen Savaşın Türkler Üzerindeki Etkileri................................... 35 2.3. Savaş Yenilgisinin Almanlar Üzerindeki Etkileri................................... 37 2.4. Kalkınan Almanya´da Kısıtlanan Demokrasi ........................................ 41 III. BÖLÜM viii 3. Türkiye‟nin Uluslararası Güvenlik Çenberi.................................................. 46 3.1. Türkiye Milletler Cemiyeti‟ne Üye Oluyor.......................................... 48 3.2. Balkan Antantı Paktı ............................................................................ 49 3.3. Montreux Boğazlar Konferansı ............................................................ 51 3.4. Türkiye‟nin İmza Koyduğu Uluslararası Taahhütler ........................... 53 IV. BÖLÜM 4. Savaşan Ülkeler ile Savaş Öncesi İlişkiler ...................................................... 56 4.1. Türkiye – İtalya İlişkileri ....................................................................... 57 4.2. Türk – Sovyet İlişkileri .......................................................................... 59 4.3. Türkiye – Fransa İlişkileri ..................................................................... 62 4.4. Türkiye - İngiltere İlişkileri ................................................................... 65 4.5. Türkiye - Almanya İlişkileri .................................................................. 68 V. BÖLÜM 5. Savaşanların Ortasında Savaşa Karşı 1939 - 1945 ......................................... 70 5.1. Türkiye´nin Müttefikler Safında İttifak Arayışı .................................... 71 5.2. Türkiye üzerinde Alman-Sovyet Pazarlığı ............................................ 78 5.3. Herkesin Gözü Türk Boğazlarında ........................................................ 80 5.4. Batı Avrupa‟yı Teslim Alan Hitler Balkanlar‟a İniyor ......................... 82 5.4.1. Türkiye‟nin Yeni Komşusu: Hitler ......................................... 83 5.4.2. Türk - Alman Saldırmazlık Paktı İmzalanıyor ........................ 86 5.4.3. Almanya‟nın Turancılık Oyunları ........................................... 91 5.4.4. Almanya‟nın Türkiye‟deki İstihbarat Çalışmaları .................. 98 5.4.5. Alman Hayallerinin Sonuna Doğru ...................................... 100 VI. SONUÇ .......................................................................................................... 106 Kaynakça.................................................................................................................. 110 Ekler......................................................................................................................... 117 EK-1 1923 - 1939 Döneminde Türkiye‟nin İmzaladığı........................... ix Uluslararası Anlaşmalar...................................................................117 EK-2 1923 - 1939 Yılları Arasında Türkiye‟nin İhracat ve İthalatı...........120 EK-3 Dönemin Önemli Íahsiyetlerinin Görev Süreleri.............................121 EK-4 1930 - 1939 Arası Döneme Ait Resimler......................................... 122 EK-5 1939 - 1945 Ankara Berlin Arasındaki Arşiv Belgeleri................... 142 EK-6 Adolf Hitler‟in İsmet İnönü‟ye Mektubu......................................... 163 EK-7 İsmet İnönü‟nün Adolf Hitler‟ Mektubu.......................................... 164 GİRİÍ 2 Uzun bir tarihî geçmişe sahip olan Türkiye ve Almanya devletleri II. Dünya Savaşı yıllarında yakın ilişki içerisinde olmuşlardır.1 En son teknolojilerin kullanıldığı bu savaşa odaklanan siyasi tarihçiler, 1939 yılı öncesi döneme çok az ışık tutmuşlardır. Almanya‟nın savaş öncesi 10 yılı incelendiğinde gidişatın varacağı noktanın çok kanlı bir savaş olduğu açıkça farkedilmektedir. Komşuları ile sürekli problem çıkaran Almanların Versay Antlaşmasını tanımadıklarını açıklamaları da Avrupa siyasetinin önüne koyulan ve hiç barış yolu ile çözülmesinden yana olunmayan bir problem konumuna getirilmiştir.2 Almanya ile 1925 yılında imzaladığı anlaşma ile ilişkileri geliştirmeyi amaçlayan iki yıllık genç Türkiye Cumhuriyeti ise aynı dönemde ülke kalkınması ve güvenlik kuşağı konuları ile meşguldür. Dönemin Türk Siyaseti‟nin eğitim, tarım ve kültürel hamleleleri öne çıksa da Avrupa‟nın sert kamplaşmalarını hayra yormayan Türkiye 1930 yılından itibaren süratle yeni paktların kurulmasını teşvik ve bu yöndeki çabalara öncülük ederek kendi güvenliğini garantiye almak çabasındadır. Savaş yıllarının doğru yorumlanması için savaşa giden yoldaki Alman ve Türk siyasetleri incelendiğinde her iki tarafın da savaş sonrası geldikleri noktanın da niyetlerinin sonucu olduğu açıkça görülecektir. Alman kaynakları incelenerek I. ve II. Dünya Savaşı arasında kalan zaman dilimini inceleyen geniş kapsamlı bir Türk-Alman ortak tarihi henüz yazılmamıştır.3 Genelde büyükelçilik yazışmalarına dayanan son dönem akademik çalışmalar özellikle Alman arşivlerine kaydırıldığında, bu dönem sadece yaklaşan bir savaşın estirdiği sert rüzgarlar ile değil, Türkiye ve Almanya‟nın idealizm olarak da birbirinden ayrıldıkları farkedilecektir.4 Versay Antlaşması sonrası Kayzer‟ini 1 Deutsches Nationalarchiv, Archiv des Auswärtigen Amtes, Korrespondenz und Schriftverkehr zwischen Berlin und der deutschen Botschaft in Ankara, 2. April 1943, Akte / Dokument Nr. 5, Telegramm Nr. 3. 2 Jacobsen, Hans-Adolf, “Nationalsozialistische Außenpolitik, 1933-1938“ Frankfurt am Main, Berlin 1968, s. 44. 3 Krecker Lothar, “Deutschland und die Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Vittorio Klostermann Verlag, Frankfurt 1964, s. 11. 4 Çelik Latif, “Siyaset ve Tarih bağlamında Türk – Alman İlişkileri“ Birlik Gazetesi Almanya Bask., Íubat 2004, s. 17. 3 kaybeden Almanya komşuları ile ilişkileri düzeltme yolunda gayret gösterirken5, Türkler ülkelerindeki işgalci son düşman askerini ancak 9 Eylül 1922‟de çıkarabilmişlerdir.6 Büyük toprak ve insan kayıpları ile önemli yaralar alan Türkler ve Almanlar ülkelerini kalkındırmak için milliyetçi söylemleri öne çıkarırken, Almanya kısa zamanda Alman olmayan herkese kuşku ile bakmaya başlamış, Türkiye ise “Yurtta sulh, Cihanda sulh“ prensibi etrafında savaşlardan uzak ve imkanlar ölçüsünde kalkınma çabalarını yoğunlaştırma yoluna gitmiştir.7 Almanya‟nın milliyetçiliği kendilerini tarihin en büyük yangınının müsebbibi yaparken, Türklerin milliyetçiliği „Son Vatan Parçası‟nı elde tutma“ şeklinde tezahür ederek savaştan uzak kalma gayretlerine temel oluşturmuştur.8 1918 yılı sonunda Almanların ve Türklerin yenilgiyi kabul etmeleri, 40 yıldan bu yana en üst düzeyde süren siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerin kırılma noktası olmuştur. Yenilginin akabindeki 5 yıllık dönem de İngilizlerin baskısı ile TürkAlman İlişkileri‟nin zoraki olarak dondurulduğu bir dönemdir. Ankara ile Berlin arasındaki ilk siyasî ilişkilerin kurulduğu 3 Mart 1926 gününe kadar her iki ülke de İngiltere‟nin yakın siyasî takibi altındadır.9 Türkiye‟nin Arap coğrafyasını, Almanya‟nın ise sömürgelerini terketmesi ile sonuçlanan savaş sonrası Türkler ve Almanlar ülkelerini yeniden yapılandırma yolunda çalışmaya başlamışlardır. Almanya, bereketli Afrika sömürgelerini ve Türkler ise orta doğu petrollerini kaybederken I. Dünya Savaşı‟nın mağluplerinin Almanlar ve Türkler olduğu ne kadar net ise dünya hakimiyetinin de artık İngilizler‟e geçtiği o kadar net olarak 5 Werner Conze, “Die Weimarer Republik“ in: Peter Rassow (Hrsg.): Deutsche Geschichte im Überblick, Stuttgart 1973, s. 645. 6 Kinross Lord, “Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu - II“ İstanbul 1966, s. 44. 7 Cremer Jahn / Przytulla, Horst, “Deutschsprachige Emigranten in der Türkei“ 1933-1945, Karl, M. Lipp Verlag, München 1991, s. 13. 8 Bkz. "Yurtta sulh, Cihanda sulh" Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilk defa 20 Nisan 1931‟de seçim beyannamesinde dile getirilmiştir; “Cumhuriyet Halk Fırkasının müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz” (CHP Genel Merkezi Kayıtları, 1930-35, dosya 42, sayfa 24). 9 Bkz. EK-1, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1923 – 1938 yılları arasında imzalanan uluslararası anlaşmalar. 4 ortaya çıkmıştır. Bu konuda, işbu çalışmanın yazarı ve araştırmacı Latif Çelik‟in tespitleri şöyledir: “Almanya‟ya Versay ve Türklere Sevr Anlaşmalarını dikte ettiren Büyük Britanya Krallığı, dünya enerji kaynaklarının %70‟den fazlasını elinde bulunduran ortadoğu bölgesinin 1920 yılından sonra tek hakimidir.“10 Almanya‟nın 1926 sonrası siyasileri tarafından öne çıkarılan söylemler “Almanya‟ya Haksızlık Yapıldığı“ ekseninde kitlelere ulaştırılmıştır. Bu durumu kullanan milliyetçi siyasetçiler toplum nezdinde büyük itibar görürken, aynı zamanda Avrupa‟nın önder ülkeleri arasında süratli bir kamplaşma başlamıştır.11 İkinci Dünya Savaşı gerçek anlamda büyük Avrupa Devletleri‟nin menfaat kavgasıdır. Yenilen devletlere dikte ettirilen anlaşmaların ağır ekonomik, siyasî, askerî ve hukukî şartlar içermesi, bu ülkelerin toplumlarında hoşnutsuzluğun çok ötesinde bir öç alma ve hesap kesmeye hazırlanma şeklinde algılanmıştır.12 Savaş sonrası çizilen sınırlardaki dikkatsizlik ve kasıtlar da kısa zaman sonra etnik çatışmalar ve sınır sorunlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Almanya‟da Nasyonal Sosyalistler serbest seçimler ile geldikleri iktidarda hızlı bir kalkınmayı başlatırken, ekonomik krizin giderek arttığı İtalya‟daki hoşnutsuzlukları kullanan Mussolini liderliğindeki faşistler siyasette ağırlığını koymaya başlamışlardır. Kısa süre sonra aralarındaki birliği deklere eden “Mihver Devletleri“ anlaşmaları 1930 ortalarının yaklaşan yeni bir cihan savaşı öncesi açık meydan okumalarıdır. Roma ve Berlin‟de yönetimi eline alan hükümetlerin antisemitist davranış ve tehditleri arttıkça Avrupa‟nın gitmekte olduğu çıkmaz sokak İngiltere ve Fransa tarafından daha ciddî tahmin edilmeye başlanmıştır.13 Sanayi devleri arasındaki karşılıklı savaş ve işgal 10 Çelik Latif, “Birinci Dünya Savaşı Sonrasında İslam Coğrafyası“ Konferans Bildirisi, Darmstad Üniversitesi – Almanya 2003, s. 7. 11 Jacobsen Hans-Adolf, “Nationalsozialistische Außenpolitik 1933-1938“ Frankfurt am Main, Berlin 1968, s. 66. 12 Çelik Latif, “II. Dünya Savaşı Batılı Sermayenin Kendi Aralarındaki Kirli Savaşıdır“ Birlik Gazetesi Almanya Baskısı, Nisan 2012, s. 6. 13 Buchbinder Wolfgang, “Der Faschismus in seiner Epoche“ Mondlicht Verlag, München 2000, s. 44. 5 tehditleri ile dolu karamsar siyasî ortam, Almanya - İtalya ekseninin karşısında bir İngiliz - Fransız müttefikliğin doğmasına yol açmıştır. II. Dünya Savaşı‟na giden yolda Türkiye‟nin jeopolitik durumunun farkında olan Mihver ve Müttefik Devletler, daha savaş başlamadan Türkiye‟nin kendi saflarında yer alması için sürekli diplomatik çaba harcamışlar, hatta siyasî ve askerî baskı yapmışlardır. Almanya ve İngiltere‟nin başını çektiği taraflardan gelen siyasî baskılara kararlı ve onurlu şekilde karşı koyarak “savaşın dışında kalma“ stratejisini adım adım uygulayan Ankara‟nın kararlı dış politikası, hem savaşın dışında kalmayı hem de savaş sonunda oluşan dengeler içerisinden toprak bütünlüğünü muhafaza etmeyi başaran bir ülke olarak çıkmasında önemli rol oynamıştır.14 Atatürk‟ün ölümünden 9 ay sonra başlayan II. Dünya Savaşı‟nın en başından itibaren Türk Dış Politikası‟nın ana hedefinin, savaşın dışında kalmayı, taraflara eşit uzaklıkta olmayı ve önceliğin ülke sınırlarının muhafazası olduğu taraflara açık bir dille ifade edildiği için tarafsızlık merkezli Türk dış politikasının ana hedefi de Türkiye‟nin kirli savaştan uzak kalmasını sağlamak yönündedir.15 Savaşan taraflara karşı ilişkilerinde değişik taktikler uygulayan Türkiye‟nin savaş dışı kalma stratejisi zaman zaman bir tarafa yaklaşıyor gibi görünse de ana hedef olan tarafsızlık ilkesi hiç bir zaman değişmemiştir. Savaş süresince Türkiye‟nin ciddiyetle takip ettiği temel politika, dengeleri gözetmeye endekslidir. Mihver Devletlerin belirleyici ülkeleri olan Almanya ve İtalya ile, müttefik devletlerin liderleri konumundaki İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve ilerleyen dönemde Amerika Birleşik Devletleri arasındaki güç ilişkileri, çatışmaları ve diğer rekabetleri kullanmayı Türkiye çok iyi başarmıştır. 1939 - 1945 yılları arasında denge siyasetini sürdürürken savaşın gösterdiği seyir ve trendleri de yakından takip eden Türkiye, savaşan tarafların askerî kayıp ve kazançlarını da dikkatlice takip ederek önemli değişkenlikleri sürdürdüğü dış politikasına yansıtmıştır. Tarafların askerî, siyasî ve ekonomik durumlarını gerçekçi bir şekilde değerlendiren Türkiye, dış politikasını basit manevralara kurban etmeden, 14 Sarınay Yusuf, “Türkiye‟nin Batı İttifakına Yönelişi ve Nato‟ya Girişi“ Ankara 1988, s. 20. 15 Önder Zehra, “Die türkische Außenpolitik im Zweitewltkrieg“ Südost-Institut München, R. Oldenburg Verlag München, s. 268. 6 nihaî hedefi olan “Savaşın Dışında Kalma“ politikasından son ana kadar taviz vermemeyi başarabilmiştir.16 Bu yüksek lisans tez çalışması ile II. Dünya Savaşı öncesi ve savaş süresince Federal Almanya askerî ve siyasî arşivlerinde yer alan Türk-Alman İlişkileri ve Türk Dış Politikası incelenecek, bu döneme ait Türk ve Alman kaynaklardan faydalanarak dönemin Türk Dış Politikasına yeni bir yorum getirilecektir. Türkiye‟nin savaş dışı kalma poltikasının ışığında, Almanya‟nın Türkiye‟yi etkilemek için ortaya koyduğu siyasî çabalar, askerî güç gösterileri, ekonomik rüşvetler, ideolojik yaklaşımlar ve Türkiye‟ye teklif edilen savaş sonrası vaatler incelendiğinde Türkiye‟nin uyguladığı politikanın ne kadar doğru bir yaklaşım olduğu ortaya çıkmış olacaktır. 1939-1945 yılları arasındaki Alman arşiv belgelerini incelerken bu dönemin Türk siyasetçileri de tarihî süreç içerisinde hakettikleri gerçek yere koyulmuş olacaklardır. I.BÖLÜM 1. TÜRK - ALMAN İLİÍKİLERİNE GENEL BAKIÍ Türk - Alman İlişkileri‟nin geçmişi 12. yüzyıldaki Haçlı Seferlerine kadar uzanır. Vatikan tarafından organize edilen orduların idaresini elinde bulunduran Kutsal Roma - Germen İmparatorluğu‟nun Alman asıllı komutanları Hohenstaufen Konrad III. ve I. Friedrich Barbarossa Kudüs‟e yaptıkarı seferlerde Anadolu güzergâhını kullanırken karşılarında Selçuklu Türkleri vardır.17 İki milletin tarih sahnesindeki bilinen en eski ilişki din motifli bir karşılaşma olarak tarihe geçerken, Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan ile anlaşarak Torosları aşıp Anadolu‟yu terketmek isteyen Alman komutan İmparator I. Friedrich Barbarossa‟nın Göksu ırmağını 16 Egner Björn, „Dieser Krieg geht uns nichts an - Die türkische Neutralität im Zweiten Weltkrieg“ Technische Universität Darmstadt, Institut für Geschichte Seminar, Sommersemester 2000. 17 Çelik Latif, “Türkiye‟de Alman İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2010, s. 24. 7 geçerken 1190 yılında boğulması ikili ilişkilerin günümüze kadar ulaşan acı bir hatırasıdır. 18 İslam Dünyası‟nın ön kalesi ve Kudüs yolu üzerindeki Anadolu platosunu savunan Türkler ile Haçlı Orduları‟nın idarecisi Almanlar arasındaki bu seferlerde Avrupa içlerine kadar esir olarak getirilen Türklerin günümüze kadar ulaşan nesilleri Almanya başta olmak üzerere Avrupa‟nın çeşitli ülkelerinde hayat sürmektedirler. 19 1.1. Türkiye’de Alman İzleri Haçlı Seferleri sonrası uzunca bir dönem Türkler ile Almanlar arasında ticarî, askerî ve kültürel ilişki olmamıştır. 14. yüzyılda Balkanlarda ilerleyen Osmanlı İmparatorluğu‟nun karşısına savunma amaçlı olarak çıkan birleşik Avrupa güçleri arasında küçük Alman birlikleri bulunsa da uzman tarihçiler bunları Avusturya Ordusu olarak adlandırmışlardır. İmparatorluğun Balkan şehirlerindeki pazarlara ticarî maksat ile gelen tüccarlar da Türk ve batılı tarihçiler tarafından Avusturyalılar olarak adlandırılmışlardır. 1763 yılında Osmanlı Elçisi olarak Berlin‟e gelen Ahmet Resmi Efendi ile başlayan Prusya – Osmanlı ilişkileri günümüze kadar devem eden son dönem Türk - Alman ortak tarihinin başlangıç noktasıdır. Almanya uzunca bir dönem Kutsal Roma - Germen İmparatorluğu sınırlarına dahil olmasına rağmen bu devlet Viyana‟da ikamet eden Habsburg hanedanı tarafından yönetilmiştir. Daha sonraki dönemde ise 1815 yılında kurulan Alman Konfederasyonu 1866 yılına kadar devam edecektir. 1871 - 1918 arası Alman İmparatorluğu, 1919 - 1933 arası Weimar Cumhuriyeti (Türkçe Vaymar şeklinde okunuyor) ve 1933 - 1945 yılları arası da Üçüncü İmparatorluk (ya da Üçüncü Reich) dönemi olarak bilinen Almanya‟nın tarihî gelişimine son olarak 1990 yılında İkinci Dünya Savaşı sonrası koparılan doğu bölümü (Türkçe adıyla Demokratik Almanya Cumhuriyeti; Almanca adıyla 18 Opll, Ferdinand, “Friedrich Barbaross“ Primius Verlag, Almanya 2010, s. 25. 19 Çelik Latif, “Goethe‟nin Türk Akrabaları - Soldan‟lar“, Türkische Spuren in Deutschland, Logophon Verlag, Almanya 2008, s. 90. 8 Deutsche Demokratische Republik) eklenince bu günkü halini almıştır. Almanya, tarihinin her döneminde gerek Osmanlı ile, gerekse 1923 senesinde tarih sahnesinde yerini alan modern Türkiye Cumhuriyeti ile geniş ilişki yumağına sahip olmuştur. 19. yüzyıl ortasından itibaren giderek artan Türk - Alman İktisadî ilişkileri ile ilgili Cenk Reyhan‟ın tespitleri şöyledir: “Bir yanda emperyalizm aşamasında kendisine hammadde kaynakları ve pazar arayan kapitalist bir devlet Almanya, diğer yanda sömürgeleşme sürecinde büyük bir devletin himayesini arayan hammadde ve pazar kaynağı imparatoryal bir devlet Osmanlı. Birbirine zıt gelişmişlik düzeyi ve toplumsal formasyondaki bu iki devletin kader ortaklığı.“20 Anlaşılıyor ki Türk - Alman ilişkileri ekonomik kader ortaklığı olarak başlayıp siyasî ve askerî sahalara kadar uzanan geniş yelpazeli bir stratejik birlikteliğe dönüşmüştür. İşbirliğinin Türkiye ayağı zaman ve konjonktüre göre trendlerde yükselme ve alçalma göstermesine rağmen hiç bir zaman sona ermemiş ve sürekli gelişme göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğunun büyük önem verdiği demiryolu inşaatı da Türkiye‟de Alman firmaları tarafından yürütüldü. Geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu açısından stratejik önemi de olan demiryolları Osmanlı Devleti tarafından merkezin gücünü uzaklara hissettirmek olarak algılanırken Almanlar‟ın hesabı iktisadî kazanç ve uzun vadede enerji kaynaklarına ulaşmaktır. Türkiye‟nin bir çok şehrindeki tren istasyonları Alman mimarların yapısı olduğu için birbirine büyük benzerlikler gösterirler.21 Cumhuriyet kurulduktan sonra özellikle eğitim alanında ciddi şekilde katkıları olan Alman akademisyenlerin İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin kurulmasında önemli görevler üstlenmişlerdir.22 Küçük bir bozkır kasabası iken 20 Cenk Reyhan, “Türk-Alman İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı 1878-1914” Belleten, Cilt: LXIX, Nisan 2005, s. 254. 21 Pohl Manfred, “Von Istanbul nach Bagdad“ Piper Verlag, München-Zürich 1999, s. 166. 22 Neumarkt Fritz, “Zuflucht am Bosporus, deutsche Gelehrte, Politiker und Künstler in der Emigration 1943-1953” Frankfurt 1980, s. 279. 9 1928 - 1936 yılları arasında Alman mimar ve mühendislerin katkısı ile 20. yüzyılın modern bir başkenti konumuna dönüşen Ankara‟daki Alman mimarî23 izlerini de gözardı etmek mümkün değildir. Cemil Koçak, Türk – Alman İlişkileri adlı eserinin Anadolu‟da Alman mimarisi adlı bölümünde şöyle demektedir: “Osmanlı modernizasyonunun adeta devamı niteliğinde bir Alman yardımı hemen her alanda (millî çıkarlar gözetilmek kaydıyla) sağlanmıştır. Bu alanlardan birisi de mimari alanıdır. Anadolu merkezli bir ulus devlet projesini uygulamaya koyan Cumhuriyet hükümeti bu alanda Alman uzmanların yardımına başvurmuştur. Bu hâliyle değişen ve gelişen Anadolu kentleri de sözkonusu yardımdan nasibini fazlasıyla almıştır. Ankara Şehremaneti´nin imâr plânı için açtığı yarışmayı Alman Prof. Hermann Jansen kazandı. Jansen´in planı, 1932´de tasdik edildi ve iki yıl sonra da uygulamaya kondu. Bu zat aynı zamanda Ankara İmar Müdürlüğü´nde 1938 yılına değin danışman olarak görev yapmıştır.“24 Tanzimat sonrası sürekli batı ile ilişki içerisinde olan Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisinin Avrupa‟dan aldıklarının yarıdan fazlası hep Almanya üzerinden Türkiye‟ye girmiştir. Fransa ve İngiltere‟nin askeri sahada Türklere karşı gösterdiği rekabeti de iyi kullanan Almanlar 19. yüzyıl sonrasında geliştirdikleri güleryüzlü kapitalizm modeli ile “Drang nach Osten“, yani Doğuya Doğru Genişleme projesi eksenli bir genişleme stratejisi yürütmüşlerdir.25 Türkiye‟ye batıdan gelen ekonomi, teknoloji, siyasî, askerî, eğitim, sağlık, harita ve daha bir çok alandakı yenilikler yüz yılı aşkın bir süredir sürekli Almanya ve Almanlar üzerinden girmiştir. Türkiye‟nin bir çok bölgesindeki birbirinden son derece bağımsız alanlardaki eserler görülen Alman stil ve damgaları son derece etkili Alman İzleri olarak görülebilir. 23 Hoffmann Werner, “Das Werden einer Hauptstadt: Biographien zur baulichen Entwicklung Berlins“ Berlin 1987, s. 387 - 406. 24 Koçak Cemil, “Türk-Alman İlişkileri (1923-1939)” T.T.K. Yayınevi, Ankara 1991, s. 48. 25 19. Yüzyılda sanayi devrimini tamamlayan Prusya (Almanya) kendisi ile yarışma halinde olan Avrupa‟nın diğer büyük güçleri İngiltere ve Fransa ile kıran kırana bir rekabet içindedir. Ülke yönetiminde ciddi etkileri olan büyük sermaye, Alman Çelik Sanayii için yeni pazarların acilen bulunmasının şart olduğuna ülke poltikacılarını inandımak için baskı yapmaya başlarlar. Prusya‟nın batısındaki engellerin tam tersi bir durum vardır ülkenin doğusunda. Fakir Polonya ve uçsuz bucaksız Rus stepleri ülkenin hayat sahası olarak dillendirilmeye başlanır. 19. Yüzyil ortalarında ülkenin doğusu için ortaya atılan strateji 1879 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu için de kullanılmaya başlanır. 3B = BBB olarak adlandırılan Berlin-Bosphorus-Bagdat politik açılımı da “Drang nach Osten24 = Doğuya Doğru Genişleme“ genişletilmiş Türkiye versiyonudur. 10 1.2. Almanya’da Türk İzleri Almanya coğrafyasındaki Türk İzleri ile ilgili kaynaklar son dönemde giderek artmaktadır. Özellikle Alman akademik camiasının konuya ilgi duyması iki milletin ilişkilerinin günümüzdeki seyrine olumlu yönde katkıda bulunurken uluslararası alanda kültürlerarası integrasyonu da geliştirmektedir. Almanya‟daki Türk İzleri bilinen son dönem ilişkilerin aksine 8 asır öncesine kadar uzanmaktadır. Avrupa içlerine satılan Türk esirlerden tarihin tozlu sayfalarında kalanlar ile ilgili bilgiler son dönemde giderek artarken bunlardan bazılarının zor şartlara rağmen toplumdaki heyecan verici yükselişlerini konu alan kitap, makale, sergi ve konferanslar da sıkça düzenlenmektedir.26 Türk esirler ile ilgili yapılan araştırmalarda varılan sonuçlar, bu esirlerin önemli bir kültürel etkileşim sağladığı ve özellikle Almanya‟nın inanç sistemi üzerindeki Türk İzleri iki milletin tarihinin bazı bölümlerinin yeniden yazılmasına kadar gidebilecek bilgileri araştırmacıların önüne sermektedir. Bu bağlamda önemli çalışmaları olan Nürnberg - Erlangen Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Hartmut Heller ilginç iddialar ileri sürmektedir: “Türk esirlerden 700 kadarının arşiv belgelerindeki izlerine ulaşmış durumdayım. Kilise kayıtlarındaki vaftiz belgeleri üzerinden sürdüğüm izlerde esirlerden bazılarının bin bir zorluklar ile dolu ortaçağ hayat şartlarındaki heyecan verici yükselişleri karşısında hayrete düşmemek mümkün değil. Alman toplumu içerisinde dinî eğitim alarak bölgenin en büyük kardinali, devlet hiyerarşisi ile kurduğu ilişkiler sayesinde üst düzey bürokrat ve halkın tercihi ile yaşadığı yerin 26 Margret Spohn, “Alles getürkt: 500 Jahre (Vor) Urteile der Deutschen über die Türken” Oldenburg: Bibliotheks- und Informationssystem der Univ., 1993, ISBN 3-8142-0438-7. 11 belediye başkanı olup şehrinin imar plânını çizecek kadar önemli görevlere gelen Türkler var.“27 Türk esirlerden geriye kalan önemli belgelerden biri de mezar taşlarıdır. Esirleri kendi aralarında pay eden yerel yöneticilerden bazıları zaman içinde onları toplumdan biri olarak görmeye başlayınca bir süre sonra bu esirlere kısıtlı da olsa bürokraside görev verdikleri görülmektedir. Hannover şehrindeki iki Osmanlı sipahisinin ilginç tarihi Türk esirlerin esaretten kısa bir süre sonra yeni hayatlarına uyum sağladıklarını göstermesi bakımından da ilginçtir. Türk esirlerin izleri ile ilgili çalışmalarda bulunan Alman tarihçiler28 Hannover‟deki iki Osmanlı askerinin ilginç hikayesine geniş yer ayırmışlardır. Prof. Hartmut Heller: “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana‟yı kuşattığında yardıma gelen Haçlı birlikleri içerisinde Hannover prensi Ludwig de bulunuyordu. Osmanlı ordusundan esir düşenler arasında bulunan Hasan ve Şemdinlili Derviş Mehmet adlı iki akıncıyı beraberinde Hannover‟e getirdi. Yakışıklı Türk esirler Hannover prensi Düşeş ünvanlı Sophie‟nin özel hizmetine verildiler. Düşeş‟in övgüsüne şahit olan bu iki akıncı 1691 yılında birkaç ay ara ile ölürler. Hannover‟in Königsworterplatz meydanında bulunan Neustaedter caddesinde bulunan Andreas Mezarlığı‟nda vasiyetleri üzere Kıble‟ye karşı gömülen Hasan ile Mehmet‟in Hıristiyan olmayan bir kimsenin Hıristiyan askerî mezarlığında gömülmesi yasak ve dine aykırı olduğu hâlde prenses Sophie‟nin özel izni ile bu mezarlığa gömüldükleri ortaya çıkmıştır.“29 Bavyera‟nın Ansbach şehrinin Rügland köyü mezarlığındaki Carl Osman30 ve Osnabrück şehrinin Johannisfriedhof mezarlığındaki Carl Aly (Türkçe: Ali) ile 27 Heller Prof. Hartmut, “Vom Beutetürken zum Mitbürger” Franken Verlag, Almanya 1990, s. 650655. 28 Behrend Günter Max, “Die osmanischen Gräber auf dem ehemaligen Neustädter Friedhof, Hannoversche Geschichtsblätter”, Hahnsche Buchhandlung Verlag, Hannover 2006, s. 181-187. 29 Heller Prof. Hartmut, “Muslime in deutscher Erde. Frühe Grabstätten des 14. bis 18. Jahrhunderts” : In fremder Erde. Zur Geschichte und Gegenwart der islamischen Bestattung in Deutschland. Berlin 1996, s. 45-62. 30 Heller Prof. Hartmut, “Carl Osman und das Tuerkenmariandl“ Die Zeit Verlag, Kultur Beilage Nr. 37 / 2003, s. 18. 12 ilgili araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlara göre sadece asker Türklerin değil, hızlıca Osmanlı‟nın elinden çıkan Macaristan‟daki zengin Türk ailelerin çocukları da fidye amacı ile Almanya içlerine esir olarak getirilmiş ve zamanla topluma karışarak hayatının bundan sonraki bölümünde Alman toplumuna asimile olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu için tarihinin en büyük siyasî ve askerî sarsıntısı denebilecek II. Viyana kuşatmasının özellikle Budin (Macaristan) Eyaleti‟nde sebep olduğu hasar hiç bir zaman hesaplanamamıştır. Münih arşivlerinde ortaya çıkan 1704 yılına ait belgelerde, Türklerin hâlâ esaretlerinin sona ermesini isteyen mektuplar yola çıkardıkları, 1699 yılında imzalanan Karlofça Anlaşması (Alm. Karlowitz) sonrasında bile Almanya‟daki Türk esirlerin tamamının serbest bırakılarak ülkelerine geri gönderilmediği ortaya çıkmaktadır.31 1.3. Türk Kültürünün Alman Kültürüne Etkisi Türklerin Alman kültürüne yaptığı katkıların önemli bölümü 17. yüzyıl sonraları ortaya çıkmıştır. II. Viyana kuşatması sonrası binlerce Türk‟ün Viyana‟nın batısına esir olarak götürülmesi Türk ve Alman milletleri arasında önemli bir kırılma noktasıdır. Esirlerin bir çoğunun güney Almanya‟daki çeşitli kale, kont ve derebeyler arasında paylaştırılıp, saray temizlikçisi, at bakıcısı ve hizmetçi olarak çalıştırıldığı Alman arşivlerinde sıkça karşımıza çıkan tarihî bir gerçek olarak öne çıkmaktadır.32 II. Viyana kuşatması ile çok sayıda Türk‟ün irili ufaklı bir çok Alman şehrine esir olarak gelmesi Alman toplumunda uzun vadede korkunun yerini sevginin alması şeklinde ilginç bir değişime yol açmıştır. Türkler ile ilgili olarak asırlardır tüm dinlediklerini, sert öğretisi ile tanınan katolik kilisenin bakış açısından alan küçük 31 Görge Michael, “Türken vor Wien“, Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 76. 32 www.timetürk.com. “Almanya‟da Bir Osmanlı Mezarı; Sipahi Osman“, Erişim: 18 Mayıs 2012, saat 20.20 13 Alman şehirlerindeki ahali, papazların en korkunç kelimeler ile anlattığı insanların sanılanın tam aksine kendileri gibi normal birer insan, hüzünlenen, eğlenen ve esir olduğu için söylenen herşeyi yerine getiren, ama ilginç adet ve yaşantıları olan insanlar olarak tanıma fırsatını yakalamışlardır.33 16. yüzyıl, batılı siyasî tarih bilimcileri tarafından Pax Ottomana, yani Türk Barışı olarak ta adlandırılır.34 Bu dönemde Avrupa‟da bir çok ülke Türklerden hem korkar hem de kendilerinden bir çok sahada çok ileride olduğuna inanmaktadırlar. Türkler ile Avrupalılar arasında özellikle kültürel iletişim konusundaki çalışmalarında tarihçi Prof. Hartmut Heller şu fikirleri ileri sürmektedir: “Osmanlı İmparatorluğu zamanında başlayan ve takip eden yıllar içinde devam eden Avrupa hedefli bir kültür transferi olmuştur ve bu Türk izleri kültür, dil ve hatta o kadar yoğun olmasa da bu kıta üzerindeki nüfus yapısını dahi etkilemiştir. Bu ifade ettiğimiz etkileşimi gösteren o kadar çok bulgu mevcuttur ki; Avusturya‟daki Kremsmünster‟den tutun ta İngiltere‟deki Woolich‟e kadar eski Batı aristokrasisinin mimarisinde bu izleri görmekteyiz. Çoğu kez hilâl ile birlikte inşa edilen kilise ve sarayların yanısıra Türklerin attığı toplardan bile Batı dünyası etkilenmiş, bulduğu yerlerde bunları dâhi motif olarak binalarının tavan ve duvarlarına örmüştür.“35 Türk – Avrupa ilişkileri açısından aynı zamanda ciddi bir etkileşime de sebep olan 1683 yılındaki kuşatmada Mehter takımının tamamına yakını birleşik haçlı ordusu tarafından esir edilmiştir. Türklerden ele geçirilen bir çok ganimet gibi mehteran takımının müzisyenleri de çesitli ülkelerin değişik şehirlerine doğru nerede biteceği bilinmeyen bir esaret yolculuğuna çıkarılmışlardır. Değişik giysisi, ilginç müziği ve görselliği ile devasa bir masalımsı görüntü veren mehter takımı ve 33 Çelik Latif , “Türkische Spuren in Deutschland“, Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 112. 34 Todorova Maria, “Die Erfindung von Balkan, Das Bild vom Balkan”, Aus dem Englischen von Uli Twelker, Primus Verlag, Darmstadt 1999. 35 Heller Hartmut, “Türkische Spuren in Deutschland“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 9. 14 müzisyenlerin giysileri 1685 yılından itibaren özellikle güney Almanya‟nın bir çok şehrinde taklit edilmeye başlanmıştır.36 16. ve 17. yüzyıllarda Türk müzik öğretmenlerinden nota dersi almayan batılı müzikçilerin kendi ülkesinde hiç bir değerinin olmadığını belirten Prof. Hartmut Heller bu konuda ilginç bilgiler vermektedir: “Askerî orkestralar ve sonraları komple müzik orkestraları Türklerden etkilenmiş, onların kullandığı ziller, çok sesli çalgılar veya davul gibi enstrümanlar taklit edilmiş ve Batı musikî sanatının temel taşlarını oluşturmuştur. Haydn, Mozart ya da Beethoven gibi Batı klasik müziğinin ustaları Türk etki ve ezgisini “Türk Marşları“ ve “Türk Operaları“ meydana getirerek almış ve yorumlamışlardır.“37 Özellikle Batı entelijensiyasının ve saygın kesimlerinin yabancı kültürlere ilgisi ve merakını tarif için “yabancı özentisi“ kelimesi kullanılmıştır. Bu özenti, 17. yüzyılda Türk kültür dünyasına da yönelir ve bunun siyasî-psikolojik nedenleri vardır: 1683‟te Viyana önlerinde durdurulan Osmanlı orduları artık Batı tarafından tehdit olarak algılanmadığından korkunun yerini merak almış, Hıristiyan alemi eskiden düşmanı olan kültürün hoşuna giden şeylerini almaya koyulmuştur; ne de olsa hoşa gitmekte ve bu egzotik farklılık bir nevî zenginlik olarak algılanmaktadır. Türkler askerî olarak Viyana önlerinde durdurulmasına rağmen kültürel olarak ilerlemeye devam etmektedirler. 1683 yılından sonraki 30 yıl içerisinde özellikle güney Almanya‟nın irili ufaklı bir çok şehrinde Türken-Trommel, yani Türk Davulu veya Türkenbund (Türkçe: Türk Birliği) adları verilen, gerçekte ise mehterin birer taklidi olan bir çok şehir bandoları kurulmuştur.38 Orta Avrupa‟da kültürel aktivitelere olan ilgileri ile tanınan Alman aristokratları arasında ciddî bir taraftar grubu olan bale, tiyatro ve operalar sadece mehter müziğini fon olarak çaldıkları için uzun yıllar tüm oyunlarını kapalı gişe olarak sunmuşlardır. Bu dönemde, Türk müziği, Tük kıyafetleri ve sanat alanında 36 Heller Hartmut, a.g.e., s. 9. 37 Heller Hartmut, “Janitscharenmusik für Kinderhände“ Aus Nürnberger Spielzeugmusterbüchern des 19. Jahrhunderts. In: Zs. Frankenland 43. 1991, s. 336-347 vd. 38 Heller, a.g.e. s. 340. 15 Türklere özgü çalışmalar taklit edilmeye başlanınca Alla Turca39, yani Türk Stili tanımlaması sıkça teleffuz edilmeye başlanmıştır.40 1.4. Osmanlı - Prusya Siyasi ilişkileri 1699 yılında imzalanan Karlofça Anlaşması ile ciddî bir toprak kaybı yaşayan Osmanlı İmparatorluğu bu yenilgiden kendine ders çıkarmak için öncelikle ilişkileri düzeltme yoluna gitmiştir. Türklerin artık eskisi kadar tehlike olamayacağına inanan Avusturya ve ona bağlı krallıklarda da yumuşama sezilmektedir. Daha önce sadece Viyana üzerinden yürütülen Avrupa‟ya yönelik Türk diplomasisinin özellikle Orta Avrupa‟nın değişik ülkelerinde de yayıldığı görülecektir. 1711 yılında Brandenburg Dükası Friedrich41 Wilhelms döneminde Avusturya‟dan “kral“ şanını almasından sonra hızlı bir yükselişe geçen Prusya, II. Friedrich döneminde Avusturya, Fransa ve Rusya karşısında beklenmeyen askerî başarılar elde etmesi, Avrupa rekabetine yeni bir devletin dâhil olduğunu işaret etmektedir. 1740 yılında Prusya Kralı Büyük Friedrich‟in “Eğer Türkler42 ülkeme gelse ben onlara camiler yapardım“ şeklinde açıklaması geniş yankı buldu. Kilisenin 39 Çelik Latif, “Türkische Spuren in Deutschland“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 260. Söz konusu tezde özellikle bkz.: “Mozart, Beethoven, Haydn ve Bach ortaya koyduğu yüzlerce diğer eserle adeta bir "Alla Turca" makam ve sitilinin doğmasına yol açtılar. Zaten Avrupa sanat dünyasında 18. yy başlarından sonra Türk rüzgarına kendini kaptırmayan sanatçı da kalmadı. Devrin feodal yapısı gereği, binlerce kont, düka, ve baronun bölüştüğü Avrupa coğrafyasında yüzlerce özel ve paralı Türk müzisyenlerin orkestraları çalıştırdığı bilinen tarihi bir gerçektir. Türk müzisyenlerden ders almamak o yılların Avrupa sanat camiasında büyük bir eksiklik idi. Türk rüzgarına kendini kaptıran Avrupa halklarıda devletten bağımsız olarak karnaval yada canları istediği zaman özel günlerde "Türkenmusik" (Türk­Müziği) çalmaya başladılar. Mehter takımlarının gayriresmi takliti diyebileceğimiz bu topluluklardan Fulda ve Lübeck şehirlerindekileri günümüze kadar ulaşmıştır.“ 40 Çelik, a.g.e., s. 260. 41 Albayrak Dr. Mustafa, “Osmanlı Alman İlişkilerinin Gelişimi“ Ortadoğu Teknik Üniversitesi Yayınları, İnternet erişim: 18 Mayıs 2012, saat 20.22 42 Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 249. Açıklama‟nın Almanca orjinal metni: “Alle Religionen seindt gleich und guht, wan nuhr die Leute, so sie profesieren [(öffentlich) bekennen], erliche Leute seindt, und wen Türken und Heiden kähmen und wolten das Land pöbplieren [bevölkern], so wollen wier sie Mosqueen und Kirchen bauen“; am 22. Juni 1740 schreibt er „Jeder soll nach seiner Façon selig werden“. (aus einem Brief, 1740). 16 hâlâ hakim güç olduğu ve Türk düşmanlığının prim yaptığı yıllarda Türkler hakkında övücü sözler söylemek hem genel siyasete aykırı, hem de alışılagelmişin çok ötesinde bir davranış idi. Osmanlı Sultanı, Kudüs‟e yapılacak kutsal ziyaret iznini Vatikan, Viyana, Roma ve St. Petersburg‟dan çok önce Kral ll. Friedrich‟e vermesi de Türklerin Prusya‟ya tarihî bir jestidir. Kral‟ın Türk dostluğunu sıkça dile getirmesine artık toplum da alışmıştır. 5 Eylül 1740 günü bir Fransız delegasyonu önünde konuşan II. Friedrich iki milletin de ortak tarihine uzun yıllar konuşulacak derin izler bırakan sözler söylemiştir. Söylendiği yıllarda ciddî sorumlulukları da olan Prusya Kralı‟nın söylemi aynen şöyledir: “Bütün dinler aynıdır ve iyidir. Eğer bir gün Türkler ülkeme gelip yerleşseler, ben onlara camiler yaparım. “Bir insan yeter ki dinini yaşamak istesin. Biz ona her kolaylığı sağlarız.”43 Prusya sarayı için alışılmış bu sözler, Fransızlar için pek de normal değildir. Kral II. Friedrich‟in bu sözleri Alman arşivlerinde günümüze kadar ulaşmıştır. Yine aynı yıllarda Johann Wolfgang von Goethe‟nin Osmanlı ve İslam ile ilgili açıklamaları da iki ülkenin yakınlaşmasına ivme kazandırmıştır. Prusya Avrupa‟da kendisi ile rekabet halindeki büyük ülkeleri ancak Osmanlı Devleti gibi sınırları hâlâ Belgrad civarında olan Osmanlı dostluğu ile dengeleyeceğini hesaplamaktadır. Osmanlı pazarında Fransa ve Avusturya‟nın hakimiyetini iyi bilen Prusyalılar kendi imarlarının bu ülke tüccarları kanalı ile Osmanlı topraklarına girince rekabet şanslarının kalmadığının farkına vararak Osmanlı Devleti ile direk ticarî ve siyasî anlaşmalar yapmak istemektedirler. Kral‟ın danışmanı Rexin44 Osmanlı tahtını ziyaret ederek iki ülke arasında ittifak anlaşması teklif etmiştir. Avusturya, Fransa ve Rusya gibi büyük devletlerin tepkisini dikkate alan Osmanlı Devleti ittifak anlaşması yerine 1761 yılından itibaren geçerli olacak şekilde “Kapitülasyon yerine geçecek bir serbest ticaret anlaşması“ imzalayarak iki ülkede karşılıklı elçilik açılması konusunda anlaşma imzalar. 43 Çelik, A.g.e. s. 249 44 Albayrak Dr. Mustafa, “Osmanlı Alman İlişkilerinin Gelişimi” Ortadoğu Teknik Üniversitesi Yayınları, s.1, Erişim tarihi: 18 Mayıs 2012, saat 12.02 17 Almanlara Tarabya sırtlarında, Osmanlılara ise Berlin‟de Colombiadamm caddesinde verilen karşılıklı mezarlık araziler de gelecekteki ilişkilerin giderek artacağına işaret etmektedir. Berlin‟de açılan Osmanlı Sefaretinde 2 Kasım 1763 günü 73 kişilik maiyeti ile Ahmet Resmi Efendi ilk Osmanlı elçisi olarak göreve başlamıştır.45 İki ülkenin karşılıklı siyasî temsilci bulundurmaları ilişkilere verdikleri önemi göstermektedir. İstanbul‟daki Prusya daimî elçisi yeni olmasına rağmen sarayda yüksek kâbul görmekte, hatta çabuk gelişen dostluk diğer Avrupa ülkelerini bile kıskandıracak düzeyde seyretmektedir. Askerî alanda disiplinli bir ordu kurarak kısa zamanda önemli bir güç olan ve kıtalar arasında çok sayıda Müslüman askere de sahip olan Prusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 1790 yılında imzalanan anlaşmaya göre Osmanlı‟nın Avrupa coğrafyasında bozulan dengesine yardımcı olmak üzerere ilkbaharda büyük bir saldırıya geçme konusunda anlaşan Prusya, diğer Avrupa devletlerinin tam aksine Türkler ile olan dostluğunu öne çıkarmakta ve bu dostluğun geleceğine güvenmektedir. Anlaşmadaki Osmanlı Devleti‟nin vaatleri ise, bu ülkenin Avusturya ve Rusya ile olan anlaşmazlıklarda bu ülkeye siyasî destek vadederken diğer bir önemli husus ta Akdeniz‟de diğer ülke gemilerine tanınan ticarî kolaylıklar olacaktır.46 Bir asır önce Viyana savunmasında birinci derecede rol oynayan Prusya güçleri artık Türkler ile yakın ilişki içinde ve geleceğin şekillenmesinde önemli kararların merkezi konumuna gelirken, Avrupa ülkeleleri arasındaki rekabeti artırmak isteyen Osmanlı Devleti bu ülkeyi Avusturya, Fransa ve Rusya ile eşit şartlarda gören bir politika izleyince ilişkiler beklenenden çok daha hızlı gelişme trendinde seyretmiştir. Napolyon‟un Rusya, Osmanlı ve Avusturya topraklarına yaptığı askerî harekâtlardan Prusya da nasibini alınca 1806 yılında kapanan Prusya elçiliği 1811 yılında tekrar açılmıştır. 18. Yüzyılın başından itibaren birinci lig devletler statüsünü Osmanlı‟nın da desteği ile alan Prusya, ilerleyen yıllarda Osmanlı devletini uzun yıllar devem edecek stratejik ortak olarak görmeye başlamıştır. Bir tarafta yeni dış pazar arayan 45 http://www.preussen-chronik.de/episode_jsp/key=chronologie_003420.html, Erişim tarihi: 10. Mayıs 2012, saat. 9.20; Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 66-71. 46 Karal Enver Ziya, “Osmanlı Tarihi“ Cilt: 5, 3. Baskı, Ankara, 1970, s. 18. 18 ve gelişen sanayisinin gücü ile siyasî başarılar sağlamaya çalışan Prusya, diğer tarafta ise Avrupa‟dan kendisine teknoloji transferi yapabilecek kabiliyette samimî bir müttefik arayan Osmanlı Devleti vardır ve üstelik dönemin bütün büyük ülkeleri de bu iki ülke ile ciddî bir rekabet halindedir. Yine her iki ülkenin topraklarına tecavüz eden ve etmesi imkan dahilinde olan ülkelerde de yine aynı coğrafyadaki benzer ülkelerdir. İki milletin ilişkilerinin seyrinde tarihî kaderin de önemli etkisi ortaya çıkmaktadır. Gerek Avrupa gerekse Ortadoğu siyasetlerinde iki ülkenin uzun yıllar devam edecek çeşitli alanlardaki işbirlikleri belirleyici olacaktır. Her iki ülke de karşı taraf ile olan ilişkilerini başka ükeler ile olan rekabetlerinde sürekli pazarlık-güç unsuru olarak ortaya koyacak ve bunu üçüncü ülkelere karşı caydırıcılık unsuru kullanmaya gayret edeceklerdir. Türkler ve Almanların ortak enerjisine odaklanan Avrupa‟nın diğer büyük devletleri savunma harcamalarını daha da artıracaklardır. 1.5. 1878 Berlin Kongresi’nin İkili İlişkilere Etkisi Sürekli yapılan değişiklikler ile deneme tahtasına dönen Osmanlı toplumu ardı arkası gelmeyen yenilgiler ile ciddî bir çöküş yaşamıştır 19. yüzyılın son çeyreğinde. Yapılan reformların halka inemeden kağıt üzerinde kalması devlet bünyesindeki çürümeyi önleyemezken anî bir ilerleme ile Tuna‟yı geçen kalabalık Rus Ordusu‟nun İstanbul kapılarına dayanması Türk insanının belleklerinde uzun dönem silinmeyecek izlerin yerleşmesine sebep olmuştur.47 1877 yılında Türk tarihinde 93 harbi olarak bilinen ve aynı anda hem Balkanlar hem de Doğu Anadolu‟dan Osmanlı topraklarına saldırıya geçen Rusların hızlı yürüyüşü, Avrupa devletlerini telaşa düşürmüştür.48 47 http://www.batitrakya.org/bati-trakya/hukuki-statu/osmanli-rus-savasi.html; 04.05.2012, saat 18.33 48 Son asır Türkiye tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden ve Rumî 1293 tarihine rastladığından, Türkiye tarihlerine “Doksanüç Harbi" diye geçen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı. Erişim tarihi: 19 Çarlık Rusyası Osmanlı‟yı Avrupa‟dan atmak, İstanbul‟u ele geçirmek, sıcak denizlere inmek, Hıristiyanları korumak ve Slavların hamisi olmak gibi bahaneler ile Osmanlı Devleti‟nin sürekli içişlerine müdahele ederken bu niyetlerini elde edebilmek için Kırım Hanlığı‟nı işgal etmesinin ardından 24 Nisan 1877‟de Anadolu ve Rumeli‟de aynı anda cepheler açarak ilerlemeye başlamıştır. Karadeniz‟in kuzey doğusu ile Volga boylarındaki Türk ülkelerini istilâ ederek Türkistan‟a doğru açılan Rusların emperyalist emellerine büyük Avrupa devletleri ancak Osmanlı Devleti‟nin yanında yer alarak karşı çıkmışlardır. Balkanlarda Karadağ, Romanya ve Bulgaristan‟ı konrolü altına alacak bir Rusya‟nın istediği anda sıcak denizlere inmesine kimsenin engel olamayacağını bilen Avrupa devletleri Ayestefenos49 (Yeşilköy) anlaşması şartlarının tekrar gözden geçirilerek Avrupa barışını kalıcı hâle getirmek istediklerini öne çıkararak Türk - Rus anlaşmasını uluslararası masaya getirme çalışmalarını başlatırlar. Gerçekte hepsinin düşüncesi Osmanlı‟yı kayırmaktan çok Ruslar‟ın bölgede bu kadar güçlenmesine engel olmaktır. Bu anlaşma ile Balkanlarda kesin hâkimiyet sağlayan Rusların İngiltere‟nin Hindistan hakimiyetini, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu‟nun ise Bosna - Hersek‟i kolayca ilhakına set çekilmiş oluyordu. İstanbul‟daki İngiliz, Fransız, Avusturya ve Prusya Büyükelçileri Bab–ı Ali‟ye anlaşmanın şartlarının ağır olduğu ve yeni bir konferans toplandığında belli maddelerde Osmanlı Devleti lehine değişiklikler yapılacağı konusunda güvence vererek Avrupa‟da uluslararası bir konferans toplanmasına önce Osmanlı Devleti‟ni ikna etmişlerdir. Rus askerî gücü karşısında oldukça zayıf kalan Osmanlı ordusunun uğradığı ağır yenilgiden sonra Osmanlı Devleti artık bu tarihten sonra Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki rekabetten faydalanmanın yollarını arayacaktır. Sultan II. Abdülhamit‟in dünden razı olduğu uluslararası konferans için batılı ülekeler bu sefer Rusya‟ya baskı yapınca tarafların kalıcı ve adaletli bir anlaşma 49 (1877-1878) Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan barış antlaşmasıdır. Rusların batıdan Yeşilköy‟e (eski adı Ayastefanos), doğudan Erzurum‟a kadar ilerleyince Osmanlı İmpartorluğu, barış istedi. Yeşilköy‟de 3 Mart 1878‟de yapılan anlaşma oldukça ağır koşullar içeriyordu. Buna göre; Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecekti. 2Büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna‟dan Ege‟ye, Trakya‟dan Arnavutluk‟a uzanacaktır. 3-Bosna-Hersek‟e otonomi verilirken, Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubeyazıt ve Eleşkirt Ruslara bırakılacaktı. Teselya Yunanistan‟a bırakılırken Girit ve Ermenistan‟da ıslahat yapılacaktır. Islahatta Ruslar Ermenilerin hamisi konumundadır. Osmanlı Devleti ise Rusya‟ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti. Ayastefanos Antlaşması, Osmanlı devrinde Sevr Antlaşması gibi kâğıt üzerinde kalan bir antlaşmadır. 20 için masaya orturmaları görüşü kâbul görmüştür. Özellikle Rusların Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Slav asıllıların, Ortodoksların ve Ermeni azınlığın hamisi olarak gösterilmesi Avrupalıların değiştirilmesini istediği en önemli maddelerden50 idi. Konferans yeri başlangıçta Paris olarak ortaya çıksa da Prusya ile gelişen ilişkiler ve diğer Avrupa ülkelerine göre son yıllarda daha az sorun yaşanan bir ülke olması da öne çıkınca uluslararası kongrenin Berlin‟de toplanması karara bağlandı. Rus Çarı Osmanlı Devleti‟ne istediği şartları dikte ettirerek Tuna‟ya doğru geri çekilse de Avrupa ülkeleri arasında konu ile ilgili ciddi bir rekabet başlamıştır. Rusların bölgedeki artan etkisinin uzun vadede kendileri için de önemli stratejik engeller olarak ortaya çıkacağını hesaplayan büyük güçler Berlin Kongresi öncesi alınan kararlara etki etmek için hazırlanmışlardır.51 Osmanlı Sarayı için Rus tehlikesini dengelemenin artık tek yolu Berlin Kongresi‟nde 1878 Ayestefenos Anlaşması‟nın şartlarının hafifletilmesi için tekrar masaya getirilmesine destek vermektir. 13 Haziran 1878 günü Berlin‟de Bismarck‟ın açış konuşması ile başlayan kongrede Osmanlı Devleti Alman asıllı bir Osmanlı Paşası52 olan Mehmet Ali Paşa tarafından temsil edilmiştir.53 Tarafların özel temsilcilerinin yanında, Berlin‟de 50 Rusya kadar Avrupa ülkeleri ile de ciddi ilişkileri bunlunan Osmanlı Emenileri‟nin tek koruyucusu konumunda Rusya‟nın görünmesi İngiltere‟yi rahatsız etmektedir. "Ermenistan‟dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti‟ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder" şeklindeki cümle Berlin Kongresi sonucu "Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir" şeklinde değiştirilecetir. İngiltere de bundan sonra Ermeniler üzerinde Rusya ile söz sahibi olacaktır. Bkz: http//www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/sorun/index.html; Erişim tarihi: 03.05.2012, saat 20.50 51 Rusların Akdeniz‟e inmeleri İngiltere ve Fransa donanmaları için hayati önemde tehlikedir. Güçlü bir Rusya ile karşı karşıya olmaktansa zayıf bir Osmanlı ile anlaşarak yaşamak bu iki ülke için çok daha önemlidir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise Balkanlardaki Slavlaşmadan çekinmektedir. Osmanlı Devleti‟nin her geri çekilmesinden sonra yeni komşularının Ruslar olduğunu farkeden Katolik Avusturya‟nın Rus ilerleyişinden tedirginliği sürekli artmaktadır. Sanayi devriminden en başarılı çıkan Avrupa ülkesi olarak Prusya Osmanlı pazarındaki etkisini giderek artırmak isterken Balkanlardaki Rus yayılmacılığının kendisi için ciddi bir tehlike arzedeceğini hesaplamaktadır. Avrupa ülkelerinden Berlin Kongresi‟ne katılanlar bu asgari menfaatlerini muhafaza ettikten sonra fazladan alacaklarını da kazanç olarak görmektedirler. 52 Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 186. 53 Çelik Latif, “Almanya‟da Evden Kaçtı, Osmanlı‟da Paşa Oldu“ Ortadoğu Gazetesi, Almanya Baskısı, 5 Kasım 2006, s,13 21 akredite olan büyükelçileri de son dönem Avrupa coğrafyasındaki önemli sınırların çizilmesinde derin izler bırakan uluslararası buluşmaya şahitlik etmişlerdir.54 Osmanlı Devleti‟nin Ruslara karşı korunmasından çok, alınan menfaatlerin Avrupa Devletleri arasında daha adil paylaşımını hedefleyen Berlin Kongresi‟nin galibi aslında ne Ruslar, ne de İngilizlerdir. Osmanlı Devleti ise hiç değildir. Yakın bir gelecekte Osmanlı Devleti‟nin yumuşak karnı Balkanların daha çok kaynamaya başlaması ve Ermeni isyanlarının 1878 sonrası hızla artması da bu iddiayı doğrulayacak niteliktedir.55 Bu yüksek lisans çalışmasının ana konusu olan Türk Alman ilişkileri açısından bakıldığında kongreye ev sahipliği yaparak arabulucu konumunda olan ve Türk delegesyonuna gösterdiği yakın ilgi ile Osmanlı Devleti‟ne “Avrupa‟da benden başka size destek çıkan başka hiç bir devlet yok“ hissine Sultan - Kayzer dostluğu da ekleyerek ortaya koyan Almanya‟nın uzun vadede hangi menfaatleri elde ettiği görülecek ve iki millet arasında yoğun bir ilişki dönemine girilecektir. 1.6. Alman Danışmanlar Türkiye’de 18. asır başından beri modernizasyon için sürekli çaba içinde olan Osmanlı İmparatorluğu hedefine hiç bir zaman tam olarak ulaşamasa da sürekli teknoloji transferlerini hedef alan politikalar yürütmüştür. Batı ülkelerinin giderek artan emperyalist iştahları, buna bağlı olarak birbirleri arasındaki rekabet ve gerekse 54 55 13. Haziran 1878 günü Bismark‟ın açış konuşması ile başlayan kongrede Andrássy - Heinrich von Haymerle Avusturya - Macaristan İmparatorluğu‟nu, Benjamin Disraeli ve Robert Arthur Salisbury İngiltere‟yi, Alexander Gortschakow ve Peter Schuwalow Rusya‟yı, William Henry Waddington ve Paul Desprez Fransa‟yı, Luigi Corti ve Eduardo de Launay İtalya‟yı, Alexander Carathéodory ve Mehmed Ali Paşa ise Osmanlı İmparatorluğu‟nu temsilen masaya oturmuşlardır. Kongrede sekreterya ise Almanya Federal Dışişleri Bakanlığı‟ndan özel temsilciler Bernhard Ernst von Bülow ve Chlodwig zu Hohenlohe-Schillingsfürst tarafından yürütülmüştür. (Bundesarchive, Deutsche Geschichte). Bkz. Halaçoğlu Yusuf, “Ermeni Tehciri“, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2012. 22 Osmanlı Devletinin iç isyanları sanayileşme hamlesine geçişi sağlayamamasındaki en önemli nedenlerden biri olmuştur. II. Viyana kuşatması sonrası gelen hezimeti uzun yıllar sadece askerî bir kayıp olarak gören Osmanlı Sarayı zaman içinde bu başarısızlığa neden olan sebepleri ortaya çıkarmak için ancak II. Mahmut devrinde konuya ciddî şekilde eğilecektir.56 Yenileşme hareketinin doğal sancılarının Osmanlı Devleti‟nde de ortaya çıkması normal olsa bile eğitim seviyesi çok düşük, geniş bir coğrafyaya yayılan çok uluslu Osmanlı toplumunun rönesans ve reform dalgalarının içinden dirilerek çıkan sanayileşmiş Avrupa‟nın karşısında durması artık imkansızdır. Avrupa ülkelerinden biri tarafından ortaya atılan ve günümüz gelişmesinin temeli sayılabilecek telefon, buharlı gemi, matbaa ve diğer küresel icadların kısa bir süre sonra diğer ülkelerde de ortaya57 çıkması Avrupalıların kendi aralarında bilimsel anlamda bölüşmeyi de başarabildiğinin işaretidir. Gerileme devrinde uzun yıllar saray-bürokrasi-halk üçgeni arasındaki tartışmaların bir sonuca ulaşamaması rönesans ve reform hareketleri öncesindeki Orta Avrupa toplumları ile büyük benzerlikler göstermektedir. Dünyanın yuvarlak olduğunu iddia eden bilgini hapse atan, atın ağzındaki diş sayısı için İncil‟e bakın diyen 15. yüzyıl Avrupası ile “matbaa Osmanlı Devletine gelse de İslam ile ilgili kitapları basmamalı“ diyen bakış açısı arasında büyük benzerlik vardır. İkisi arasındaki tek fark, Avrupa‟nın benzer zorlukları Osmanlı toplumundan 2 asır önce yaşamış olmasıdır. Osmanlı Devleti kılınç-kalkan devrinin sona erdiğini, ateşli-barutlu silahların (Türkçe: Frenk Ateşi) savaş meydanlarına kesin sonucu aldığına inandığında Avrupa bir çok hastalığa karşı aşı kullanmaya başlamış, buharlı gemi, telefon ve otomobil, halk kitleleri tarafından kullanlır duruma gelmiştir. Bugünkü tankların temeli sayılabilecek motorlu taşıtlara ağır silahların monte edilmesi ile Osmanlı Devleti ve Avrupa arasındaki güç dengesi Türkler aleyhine günümüze kadar gelen bir gelişme göstermiştir. 56 Karl Teply, “Kara Mustafa vor Wien - 1683 aus der Sicht türkischer Quellen“ Styria Verlag, Wien 1982, s. 44. 57 http://yenicag-da-avrupa-yeni-buluslar-cografi-kesifler-cografi/2901645, Erişim tarihi: 04.05.2012, saat 22.05 23 İmparatorluk Türkiyesi‟nin başkenti gereksiz tartışmalar ile zaman geçirirken Avrupa ülkelerinin arka arkaya yeni icadları kullanılır hale getirmeleri, Osmanlı Devleti‟nin bunları ithal etmek istediğinde ise -ancak- önemli tavizler karşılığında verilmesi veya hiç verilmemesi, verilse bile aşırı faizli kredilerin kullanılması ilerleyen dönemlerde devletin maliyesine de ciddî yükler getirecektir. Bütçesinin önemli bir kısmını yeni fetihler ve Hıristiyan tebanın ödediği vergilerden sağlayan Osmanlı Devleti, bir yarayı tedaviye uğraşırken başka yerden daha büyük sıkıntıların başgöstermesini bir türlü önleyememiştir. 1.6.1. Osmanlı Ordusu’nun Yeniden Dizaynı Osmanlı Devleti modernleşme için ilk Fransa‟nın kapısını çalmasına rağmen olumlu cevabın III. Friedrich Wilhelm‟den gelmesi Osmanlı Devleti nezdinde bu ülke açısından önemli bir etki yapmıştır.58 Osmanlı Sultanı‟nın ricası üzerine Prusya Kralı, aralarında yüzbaşı von Moltke‟nin de dahil olduğu 4 subayı eğitmen olarak İstanbul‟a göndermiştir.59 Zaman içinde giderek gelişecek ve ordu modernizasyonu dışındaki sahalara da kayacak olan işbirliğinin öncüleri olan Prusyalı eğitmenler, Osmanlı Ordusu‟nda kısa zamanda büyük sempati toplamayı başarmışlardır. Ayakta kalabilmeyi kendi gücünden çok ileri Avrupa ülkelerinin kendi aralarındaki rekabete bağlayan devletin dış politikası tamamen devletlerarası ilişkilerdeki ince noktaları yakalamaya odaklanmışken diğer sahalarda artık Avrupa‟nın hatırı sayılır bir ülkesi konumunda olan Alman uzmanlardan daha çok yararlanmanın yollarını aramaya başlamıştır.60 Rusya‟nın düşman tavrı, İngiltere‟nin 58 Jehuda L. Wallach, “Bir Askeri Yardımın Anatomisi“, Çev. Fahri Çeliker, Genelkurmay Basımevi Ankara 2005, s. 9. 59 A.g.e., s. 10. 60 Ortaylı İlber, “Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu“ Kaynak Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 78. 24 güven vermemesi, Fransa‟nın küçümsenmesi Sultan II. Abdülhamit‟e Prusya‟dan başka bir imkan da bırakmamaktadır.61 Otto von Bismarck‟ın denge politikası yerine artık dünya siyaseti izlemeye başlayan Almanya, 1878 Berlin Kongresi ile elde ettiği kazanımlarını hayata geçirmek için 14 Temmuz 1880‟de Osmanlı Devleti emrine çok sayıda eğitmen ve danışman göndermeyi kabul etmiştir. Osmanlı Devleti ise kurtarıcı olarak beklenen Alman uzmanların Türk üniforması ile ordu ve devlet kademelerinde görev yapmalarını kabul etmiştir.62 Türkiye‟ye gelen Alman uzmanların süratle üst rütbelere terfi ettirilmesi de Alman askerî personele oldukça câzip gelince Osmanlı ordusunda görev yapmak isteyenler birbiri ile yarışır hale gelmişlerdir. Osmanlı Devleti‟nin büyük ümitlerle davet ettiği Kaehler‟in 1885 yılında ölmesi üzerine Colmar von der Goltz olağanüstü yetkiler ile Alman askerî heyetin başkanlığına getirilir. Görev yaptığı süre içinde 4.000 sayfaya yakın dokümandan oluşan Türkçe broşür ve ders kitabı yayınlayan von der Goltz, aynı zamanda devletin dış politika ve çeşitli çalışmalarını günü gününe rapor olarak sunduğuna bakılırsa Almanların Türkiye‟ye olan ilgisi de giderek artmaktadır.63 Türkiye‟de görev yapan Alman askerî uzmanların kendi ülkelerine gönderdiği raporlardan Osmanlı Devleti‟nin acı gerçeğini öğrenmek te mümkün. Dr. Yavuz Özgüldür dönem ile ilgili olarak şunları kaydetmektedir: “Avrupa Ordularına oranla ilkel bir yapıya sahip, uzun süreden beri atış ve talim yapmayan, günlük eğitimi eksik, düzenli maaş almayan bir ordudan netice almak mümkün değildir. Reorganizasyon konusundaki raporlarımız ise yürürlüğe konmaktansa hasıraltı edilmektedir.“64 61 Özgüldür Yavuz, “Yüzbaşı Helmut von Moltke‟den Mareşal Liman von Sanders‟e Osmanlı Ordusunda Alman Askeri Heyetleri“, Ankara Üniversitesi Yayınları, s. 299. 62 Ortaylı İlber, a.g.e., s. 31. 63 Lothar Rathmann, “Alman Emperyalizminin Türkiye‟ye Girişi“, çev. Ragıp Zaralı, İstanbul 1982, s. 71. 64 Özgüldür Yavuz, “Yüzbaşı Helmut von Moltke‟den Mareşal Liman von Sanders‟e Osmanlı Ordusunda Alman Askeri Heyetler”i, Ankara Üniversitesi Yayınları, s. 302. 25 Osmanlı subaylarının bile sahip olmadığı bir çok askerî bilgi, öngörü ve rapor Alman askerî danışmanlar sayesinde kısa sürede Berlin‟deki Genelkurmay karargâhına ulaşmıştır. Bölge ile ilgili stratejik bilgiler ve Osmanlı Ordusu hakkındaki askeri değerlendirmeler Almanya‟nın gelecekteki Ortadoğu planlamaları için sistemli bir şekilde kullanılmıştır. Alman askeri uzmanların Osmanlı Ordusunun modernizasyonu başladıkları çalışmalar 20. Yüzyıl başından itibaren Türkiye‟de barışçı yayılma şeklinde kendini gösterecektir. 1.6.2. Osmanlı İmparatorluğu’nda Demiryolu İnşaatları Osmanlı Devletine eğitmen ve danışman olarak gelen Alman askeri danışmanlar ülkeleri için aynı zamanda iyi bir stratejisttirler. Türkiye‟den gönderdikleri haberlerde devletin gereksinimleri, piyasası, gıda, ulaşım, eğitim ve diğer alanlardaki ihtiyaçları Berlin‟e not edilirken aynı zamanda ciddi ekonomik analizler ile belli tavsiyeler de beraberinde gitmektedir. Askeri uzmanların göreve başlamasından kısa bir süre sonra Alman silah sanayiinin temsilcilerinin sıkça ziyaret ettiği İstanbul‟da artık değişik sektörlerden başka yatırımcılar da göze çarpmaktadır. Türkiye‟ye önce yol yapmayı ve arkasından bu yollarda kullanılacak motorlu taşıtları da Alman firmaları vermeye hazırdırlar. Makinalaşma için açık ve bâkir bir pazar konumundaki ülkeye Robert Bosch‟un temsilcilik vermesinin akabinde demiryolu inşaası için, Osmanlı Devleti‟ne teklif sunmak isteyen Georg von Siemens başkanlığındaki grup da pazar araştırmasına girmiş bulunmaktadır. Osmanlı Devleti‟nden maddî menfaat sağlamak için kıyasıya bir rekabete giren İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya arasındaki yarışta en önde olan Almanya, uçsuz bucaksız topraklarda gerek stratejik gerekse ekonomik açıdan demiryolunun önemine Osmanlı Sultanı‟nı inandırmayı başarmıştır. Bağdat Demiryolu projesi için İstanbul‟a gelen Georg von Siemens, Deutsche Bank‟tan sağladığı proje finansmanı 26 ile 2.200 kilometre uzunluğundaki hattın yapımına talip olmuştur.65 Almanların Türkiye‟de demiryolu yapmasını kendi menfaatlerine aykırı bulan İngiltere ile onun yedeğindeki Fransa‟nın sürekli karşı çıkmasına rağmen İstanbul‟dan başlayan hat Bağdat yakınlarına kadar döşenebilmiştir. Demiryolu projesinde Almanların gösterdiği başarıdan etkilenen Sultan II. Abdülhamit hattın Ankara‟dan doğuya doğru uzatılmasını teklif ettiyse de Bab-ı Ali, küstah bir şekilde gelip sert protesto notası veren Rus Büyükelçisi‟nin tepkisi ile karşılaşılınca hayata geçirilemedi. 1894 yılında Frankfurt‟ta kurulan Anadolu Demiryolları şirketinin halka sunulan hisselerinde %40 kâr vadedilmesi Alman iç piyasası için de ciddî bir hareketliliktir. Alman tarafının tespitlerine göre sorunsuz yürüyen askerî işbirliği iki ordu arasında entegreyi sağlamıştır. Bunun Türkçe açıklaması ise “Osmanlı ordusu tamamen Almanların kontrolündedir.“ Kayzer II. Wilhelm‟in 21 Ekim 1889‟da İstanbul‟u ziyaretinin ardından imzalanan “Osmanlı - Alman Dostluk, Ticaret ve Gemicilik Anlaşması“ na en çok sevinen de Alman yatırımcılar olmuştur. Krupp, Mannesmann ve Hanomag firmaları Osmanlı Devleti‟nde yıllarca sürecek ihaleleri kazanırlarken demiryolunu yapan Alman şirketlerine hat boyunca Alman kolonilerinin kurulması ile ilgili hiç kimsenin sahip olamadığı imtiyazlar da bahşedilmiştir.66 Osmanlı ordusunun dışında Osmanlı ekonomisi de Almanya‟ya entegre olmuş, ülkenin en basit ihtiyaçları bile Almanya ve Alman aracıların çalışmaları ile Avrupa‟dan sağlanır olmuştu. Giderek daha çok borç ve buhran sarmalına giren ve memuruna bile düzenli maaş ödeyemeyecek duruma gelen Türk Ekonomisi üzerindeki Alman etkisi azımsanmayacak boyutlara erişmiştir. Gelen Alman heyetler, istediği ürünü Türkiye‟ye istediği şartlarda satmayı çok iyi başardıklarından Türkiye pazarı oldukça cazip konumdadır. Osmanlı Devleti‟ne 65 Pohl Manfred, “Von Stanbul nach Bagdat“ Pieper Verlag, München 1999, s. 11. 66 Pohl, a.g.e., s. 77. 27 teknolojik yenilik, askeri malzemeler ve diğer stratejik ürünlerin tamamına yakını Almanya‟dan ithal edilir duruma gelmiştir.67 Ekonomi alanındaki bu kötü gidiş dış politikayı da etkileyecek, Osmanlı Devleti sonuçlarını hiç düşünmeden Alman Genelkurmay Karargâhının yönlendirmesi ile çok ciddî risklere bile evet diyecek bir ülke konumuna gelecektir. Adı sömürgecilik olmasa bile, özellikle 1878 Berlin Kongresini takip eden dönemde başlayan Türk - Alman ilişkileri, Osmanlı Devleti‟ne içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağı hediye etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sürecinin ele alınacağı bölümde de görüleceği üzere Almanların Osmanlı Devleti üzerindeki etkisi ordu başta olmak üzere diğer bir çok kurumda da hissedilir orandaydı denebilir. 1.6.3. Osmanlı - Alman Eğitim İlişkileri Almanya‟nın Türkiye‟de eğitim yolu ile barışçıl yayılma politikası 20. yüzyıl başlarında Berlin‟de kurulan “Auslandsverein“ler ile başlar.68 Bu dernekler Almanya‟nın Orta Doğu coğrafyasına açılan stratejik bilgi toplama kurumlarıdır. Alman eğitimcileri Türkiye‟ye gelmeye teşvik ederek yine Alman işadamlarının bağışları ile açılan okullarda Almanya‟ya sempati ile bakan ve gelecekte Türk Alman ilişkilerinde olumlu rol oynayacak ara elemanların yetiştirilmesi hedeflenmiştir. 1895 yılında “Vorderasiatische Gesellschaft“ (Ön Asya Cemiyeti), 1901‟de kurulan “Münchner Orientalische Gesellschaft“ (Münih Doğu Cemiyeti) ve 1904‟de kurulan “Deutsche Gesellschaft für die Erforschung Anatoliens“ (Anadolu Araştırma Cemiyeti) bu kurumların en önemlileridir. I. Dünya Savaşı‟ndan kısa bir süre sonra bunlardan Anadolu Araştırma Cemiyeti isim değiştirerek Alman-Türk Cemiyeti (Almanca: Deutsch-Türkischer Verein) adını almıştır. İktidardaki genç Osmanlıları çok iyi kontrol eden cemiyet, 1918 yılı sonlarına kadar Türk-Alman 67 68 Çelik Latif, “19. Yüzyılın Sonunda Türk - Alman İlişkileri“ Birlik Gazetesi, Almanya Baskısı, Haziran 2005, s. 6-9. Çelik Latif, “Die Friedliche Expansionsstrategie der Deutschen in der Türkei mittels Bildung und Erziehung“ Logophon Verlag, Mainz 2010, s. 114. 28 ilişkilerinin her safhasında son derece önemli çalışmalara imza atarak ikili ilişkilerde derin izler bırakmıştır. Avrupa‟da ciddi bir güç olan İngiliz - Fransız ekseni karşısında denge kurmak ve yeni yayılma alanları aramak, tıkanan Alman sanayisi için yeni pazarlar bulmak Almanya için olmazsa olmazlardandır. Kayzer‟in Sultan ile olan dostluğu da hesaba katıldığında Almanya‟nın önünde hiç bir engel yoktur. Bismarck‟dan bu yana ülkedeki kalburüstü entelektüeller de bu yönde görüş belirterek geliyorlardı. Osmanlı Sultanı ile Alman Kayzer‟i ilk buluşmalarında birbirlerinden etkilenerek ilerleyen yıllarda kardeşim diye hitabetmişlerdir. Balkan isyanlarındaki İngiliz parmağını iyi bilen Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika‟daki faliyetlerinden dolayı zaten Fransızlar ile bir türlü düzelmeyen ilişkileri sürdürürken kuzeydeki Rus tehlikesini de bunların üzerine koyunca Almanya ile ilişkilerde doğabilecek her engeli süratli bir şekilde kaldırmıştır. 20. Yüzyıl başından itibaren Osmanlı Devletinde çok sayıda askeri personel ile demiryolu çalışanı olduğu görülmektedir. İlişkiler çeşitli sahalara yayıldıkça ortaya ciddi bir tercüman ve çeviri açığının çıktığı görülünce Türk okullarnda Almanca‟nın öğretilmesi için harekete geçilmiştir.69 Osmanlı Devleti‟nden alınan izin ile Türkiye‟de Alman Okulları açılır. Almanya‟da yerleşik dernekler tarafından koordine ve finanse edilen bu okullardan Halep Alman Okulu, Bağdat Alman Okulu, Haydarpaşa Alman Yatılı Okulu, Yedikule Alman Okulu, Kudüs Alman Protestan Okulu, İstanbul Alman Okulu ile İzmir Özel Alman Meyerstein Okulu Almanya için önemli eğitim kurumlarıdır. Okulların finansmanı Alman sanayiciler, işadamları, çiftçiler ve Bavyera Bölgesi halkı tarafından sağlanmıştır. Alman dernekleri Osmanlı topraklarındaki Alman yatırımları konusunda halkı bilgilendirirken açıkça “Almanya için yeni hayat sahası“ diye milliyetçi propaganda yaparak halk desteğini kolayca kazanabilmişlerdir. Güçlü milliyetçi duyguları ile tanınan işadamı Robert Bosch Osmanlı İmparatorluğu‟nda kazandıklarının önemli bir bölümünü bu ülkedeki 69 Kloosterhius Klaus, “Deutsch-Türkisch Vereinigung Jahresbericht 1916“ Berliner Verlag 1995, s.142. 29 Almanca dili ve kültürünün gelişmesi amacı ile eğitim yatırımı olarak bu okullara aktarmıştır. Türkiye‟deki Alman Okullarını kuran ve maddi olarak destekleyen stratejik dernekler Almanca bölüm açan ya da müfredatına Almanca dilini koyan Türk okullarına da destek vermeye başlar. Bursa İttihad ve Terakki Eğitim Merkezi, Eskişehir Sanat Okulu, Kadıköy Yetiştirme Yurdu, Nişantaşı Kız Okulu, Íişli Kız Meslek Okulu da zengin Alman aileleri ve sanayiciler tarafından en çok desteklenen okulların başında gelmektedir.70 1915 yılında Almanya genelindeki bir çok gazetede Türkiye ile ilgili tanıtım yazıları yer almaktadır.71 Hükümet, siyaset ve bürokrasi işadamlarına geleceğin parlayan yıldızı Türkiye‟ye yatırım yapın çağrısında bulunmuştur. Türk - Alman Cemiyeti‟nin en önemli beyin takımlarından olan Ernst Jaeckh, Türklerin Alman kültür emperyalizminden rahatsız olmamaları için konferansların konuşmacılarından Türkiye‟nin Almanlaştırılmayacağının sık sık vurgulanmasını özellikle istemiştir. Ekonomi ve siyaseti birarada götürmek için eksiksiz şekilde işleyen projenin 1917 yılındaki maliyeti 70.000 Marktan fazladır.72 Türk-Alman Cemiyeti tüzüğü gereği sağlık eğitimi alanında da Osmanlı topraklarında yatırım yapmıştır. 1916 yılında İstanbul‟da büyükelçi olan Richard von Kühlmann‟ın gayreti ile Alman hastanesinin yapımına başlanır. Kühlman‟ın projesine Alman Dışişleri bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı onay verince Osmanlı 6. ordusunda danışman olan Rodenwald‟ın İzmir Alman hastanesi bünyesindeki “Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü“nü kurar. Almanların Türkiye‟deki sağlık yatırımları ordu üzerinden de mümkün olduğunca Türk topumuna ulaştırılmaya çalışılmıştır. Özellikle Alman propagandasına malzeme olacak şekilde hazırlanan sağlık merkezleri ülkenin çeşitli yerlerinde açılmıştır.73 İstanbul Emirgan‟da açılan 70 Çelik Latif, “Die Deutschen unterstützten auch türkische Schulen“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 118. 71 Radt Barbara “Geschichte der Teutonia“ Ergon Verlag, Würzburg 2001, s. 44. 72 Radt, a.g.e., s.47. 73 Çelik, a.g.e., s. 119. 30 Akdeniz Alman Polikliniği ve sağlık lisesi ise Alman askeri personeli tarafından işletilen ve fakir halka sağlık hizmeti sunan bir kurumdur. İstanbul Alman Sosyal yardım Derneği Hastanesi, huzurevi ve kreş bölümleri ile 1916 yılı İstanbulun‟da en önemli Alman sağlık kurumlarından biri konumuna gelir. İstanbul Moda‟da kurulan Alman bayan Kannengiesser‟in polikliniğinin cemiyet bütçesi ise yılda 4.000 Mark‟dır. İzmir‟deki Alman hastanesinin Enfeksiyon hastalıkları enstitüsü ise Hamburg bölgesindeki zenginler tarafından desteklenmiştir. Alman sağlık yatırımları yine de İngiliz ve Fransızların etkisine ulaşamasa da Osmanlı Toplumu‟na sağlık alanında ciddi katkı sağladıkları görülmüştür.74 Türkiye‟de açılan eğitim kurumlarının birinci hedefi Osmanlı İmparatorluğu‟ndaki Alman barışçıl yayılmacılığının önünü açmaktır. Daha çok Türk gencinin Almanca bilmesi hem kendilerinin iki dile vakıf eleman ihtiyaçlarını karşılayacak, hem de Alman dili ile birlikte Alman kültürü de Türkiye‟de daha çok tanınacaktır. Türkiye‟ye çok sayıda işadamı, akademisyen, jeolog, mühendis, arkeolog ve araştırmacılarını göndermek isteyen Almanya Türkiye ile ilişkilere çok uzun vadeli bakarak ticaretin, siyasetin ve ilişkilerin gelişmesinin anahtarının dil olduğunu farkederek üst düzey politikacıları 75 kültürününTürkiye‟de yayılmasını teşvik etmiştir. arasında Alman dil ve Üst düzey Alman bürokrasisi arasında “Handel folgt Sprache“ (Türkçe: Ticaret dili takip eder) siyaseti ile Türkiye‟de barışçıl yayılmayı devlet politikası olarak görmüştür.76 II. BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAÍI VE SONRASI 74 Çelik Latif, “Die Deutschen unterstützten auch türkische Schulen“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 120. 75 Jäckh Ernst, “Bildung Projekte in der Türkei“ Hartman Verlag, Berlin 1950, s. 34 . 76 Çelik Latif, “Die friedliche Expansionsstrategie der Deutchen in der Türkei mittels Bildung und Erziehung“ Logophon Verlag, Mainz 2010, s. 116. 31 23 Temmuz 1914‟de başlayan I. Dünya Savaşı Avrupa‟daki kapitalist rekabetinin sahaya inmesidir. Karadeniz‟deki Rus limanlarını bombalayan Osmanlı müttefiki Alman denizciler gemilerindeki bayrak ve kafalarında fesler ile, Osmanlı İmparatorluğu‟nu da son tangoyu oynaması için zorla sahneye çekmişlerdir. Memurunun düzenli maaş alamadığı, şehirler arasında motorlu taşıtların geçeceği bir yolu olmayan, maliyesi Düyun-u Umumiye‟nin kontrolünde ve ordusu Almanya‟nın emrinde olan bir devletin oynadığı son kumar olarak tarihe geçecek olan I. Dünya Savaşı Türkler açısından sonun başlangıcı olarak belleklerde kalmıştır. Kafkasya ve İran‟ın istilaya kalkışılması, Süveyş kanalını geçip Kahire‟ye girme planları, Makedonya, Dobruca ve Galiçya'ya birlikler gönderilmesi, Mısır, Sudan, Trablusgarp, İran ve Hindistan'da ihtilâller çıkarma girişimlerinin hepsi kağıt üzerinde ve akıl süzgecinden geçirilmeden yapılan planlar olduğundan, başlayan ama başarılamayan girişimler olarak kalmıştır. Bazılarında geri çekilirken arkada onbinlerce insan kaybı olan taarruzlardan bazen geriye canlı kimse dönmemiş ya da topluca esir edilmişlerdir. Hepsinde ortak olan nokta, arzu edilen ile mümkün olan arasındaki akılmantık dengenin sağlanamamış olmasıdır.77 Düşman hakkında bilgi alamayan, çeşitli dillerde gelen bilgileri analiz eden dairenin sadece bir dil konuşabilen bir er tarafından yönetilen bir haberalma teşkilatı ile savaşa giren, her yönü ile savaştan önce bile ciddi organizasyon eksiklikleri olan Osmanlı Devleti‟ne en hızlı bilgi -ama Almanların işine yarayacak bilgi- Alman müttefiklerden gelmektedir. Osmanlı Ordusu‟nun genel harekat planlarını yapan, İngilitere ve Fransa‟nın askeri gücünü üzerine çekmesi için yeni cephelerin açılmasını da planlarına ekleyen Alman Genelkurmayı Osmanlı Devleti‟ni savaşın sonuna kadar istediği gibi yönlendirmiştir. Bütün Arap Coğrafyasını, Trakya ve Ege adalarını kaybeden Osmanlı Devleti temsilcileri 30 Ekim 1918 tarihinde Limni adasının Mondros limanına demirleyen Agamemnon zırhlısında teslim anlaşmasını imzalarken Türk Milleti‟nin tarihindeki bir perdeyi indirenler olarak tarihe geçmişlerdir. Teslim şartlarına dayanılarak ülkenin birçok bölgesi galip devletlerce işgal 77 Kurtcebe İsrafil – Balcıoğlu Mustafa, “Birinci Dünya Savışı Başlarında Romantik Bir Türk – Alman Projesi – Rauf Bey müfrezesi“ Ankara Üniversitesi Yayınları, 10573 pdf, s. 269. 32 edilmiş, ordu dağıtılmış, silah ve cephane galip devletlerin emrine verilmiştir. Türklerin ana yurdu da, galip devletler arasında taksime uğramıştır. İtalyanlar Antalya'ya, Fransızlar İskenderun, Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa‟ya girmişlerdir. Kars ve Batum‟u İngilizler işgal ederken, Trakya‟da Yunan ilerlemesi sürmektedir. Düşman donanması İstanbul sularında demirlemiş, Çanakkale ve İstanbul Boğazları tutulmuştur. İstanbul Hükûmeti İtilaf Devletlerinin baskı ve kontrolü altındadır. Anadolu'nun her şehrinde işgal güçlerinin subayları dolaşmakta ve İtilaf Devletleri temsilcisi sıfatıyla direktifler vermektedirler. Acı da olsa, 15 Mayıs 1919'da Yunan askerlerinin İzmir‟e girmesi üzerine bir gazetecinin verdiği işaret Türk Milleti‟nin uyanmasına sebep olmuştur.78 Osmanlı Devleti‟nin çökmesi ve akabinde Anadolu‟da çeşitli şehirlerin düşmanlar tarafından işgali üzerine milletin zihninde milli refleks ile Milli Mücadele başlamıştır. 19 Mayıs 1919‟da Samsun‟a çıkan kurtuluş savaşının önderi Mustafa Kemal 38 yaşında, olgun ve hayal peşinde koşmayan bir subaydır.79 Geride bıraktığı askerlik ömrü boyunca önemli tecrübeler kazanmış, realist düşünen ve fikirleri etrafında toplumu birleştirmeyi başaran bir şahsiyet olarak Erzurum ve Sivas Kongreleri sonrası kurtuluş hareketinin lideri seçilmiştir. Anadolu‟nun önemli şahsiyetlerini kendi fikirleri etrafında birleştirmeyi başaran bir lider olarak nihai zafere giden yolun daha en başında ortak akıla önem veren, danışan, anlatan ve kabul ettiren bir karizması ile öne çıkmıştır. Hırsla silaha sarılmadan önce akıl ile millete gitmenin örneğini vererek zafer sonrası devlet idaresinin parlamenter demokrasi olarak şekilleneceği konusunda da önemli işaretler vermişrtir. 2.1. Türkiye Üzerindeki Alman Menfaatleri 78 1881 ylında Selanik‟de doğan gazeteci Hasan Tahsin‟in asıl adı Osman Nevres‟tir. Ülkenin çeşitli yerlerinde Hasan Tahsin takma adı ile Teşkilat-ı Mahsusa adına faliyet gösterdikten sonra 1918 yılında İzmir‟e yerleşir ve Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) gazetesini yayınlamaya başlar. İzmir‟i işgale gelen ve seçkin Yunan Efzon Alayı‟nın en önünde bayrak tutan askerine, Kordonboyu‟nda ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatan sembol kişi olarak tarihe geçmiştir. 79 Akbıyık Yasar – Eraslan Cezmi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, II. Cilt, Ankara 2010, s. 1. 33 Alman Kayzeri II. Wilhelm Ortadoğu petrollerinin İngilizlerin eline geçmesini önleyip Türkler ile beraber işletmek siyasetini gütmektedir. Geri kaldığı sömürgecilik yarışını barışçı yolla faliyet gösterdiği Osmanlı Devletin‟de yürütmek isteyen Almanya giderek küçüleceğine ama gelecekte de varolacağına inandığı Türkiye ile paralel bir siyaset yürütmek istiyordu. Türklerin sahip olduğu tabii kaynaklar Almanya‟nın elinde olan endüstrinin sürekli ihtiyacı olacak ve Türklerdeki enerjiye sahip olduğu takdirde diğer Avrupalı rakipleri ile rekabet edebileceğine inanmaktadır. Osmanlı Devleti‟nin büyük bir pazar olması, zengin madenleri elinde bulundurması, gelişme yolundaki Türklere Almanya‟nın sahip olduğu her şeyi satma imkanının mevcut olması Almanların Türkler ile işbirliği yapma iştahını sürekli artırmaktadır. Gerçekte Avrupa‟nın sanayileşmiş ülkeleri arasındaki rekabetin kızışması 1878 Berlin Kongresi‟nin akabinde başlamıştır. 1879 yılından itibaren silahlanma konusunda Almanya‟nın en büyük müşterisi konumuna gelen Osmanlı Devleti kredi kullandığı için de Alman bankerlerinin büyük ilgi gösterdiği bir pazardır. 1890 yılında başlayan demiryolu inşaatları ise Almanya tarihindeki en büyük ihalelerden biri olarak tarihe geçecektir. 20. yy. İngiltere‟nin sömürge ülkelerinden giderek artan gelirleri bu konuda gözü geç açılan Almanya‟yı sürekli yeni arayışlara yöneltmiştir. Bölünen Balkanlar ve zayıflayan Osmanlı ise güçlü devletlerin gizli ajandalarındaki ilk sayfalarda yer almaktadır. Başlangıçta şark politikası olarak Osmanlı ile ilişkilerini geliştiren Almanlar, Fransa ve İngiltere‟nin ekonomik ve askeri baskıları karşısında Türklere olan yakınlıklarını daha da artırmışlardır. İngiltere - Fransa ikilisinin deniz aşırı sömürge rekabetinde de Almanlar‟a üstünlük sağlamaları Berlin Sarayı‟nın Osmanlı‟ya yaklaşmasını hızlandırmıştır. İstanbul‟daki Alman temsilciliğinden Enver-Talat-Cemal üçlüsünün hedefleri, hayalleri ve zaafları konularını Avrupa‟nın ağır siyasi havasının etkisi altında değerlendiren Berlin siyaseti 35 yıldır yürütülen Berlin – Bosphorus – Bağdat Projesinin tıkanma noktasına gelmemesi için İngiltere ile olan rekabetin bir savaş ile neticelenmesini hesap etmişlerdir.80 Orta doğuda yeni yeni aktüel olmaya başlayan petrol yatakları endüstri ülkeleri için artık hedef durumunda idi. Petrol ve gaz yatakları olan bölgelerde yaşayan Arap çoğunluğun Türklerden koparılmasının İngiltere ve Fransa tarafından milli politika olarak uygulanmaya başladığının farkına varan Kayzer II. Wilhelm yönetimi Osmanlı‟yı yanlarına almadıkları takdirde milyonlarca Rus askerinin de doğudan kendi üstlerine geleceğinin farkındadırlar. Rusları Kafkasya‟da oyalayacak olan Türkler Almanlara Avrupa‟da rahat bir nefes aldıracaktır. Politik 80 Wolf Rüdiger, “The Diplomatic History of the Bagdad Railroad“ London 1973, s. 24. 34 paralellikleri olan iki milletin çıkarlarındaki ortak mecburiyet işbirliğini bir çok sahada kaçınılmaz kımaktadır. Osmanlı-Alman ilişkileri II. Wilhelm zamanında doruk noktasına çıktı. Osmanlı askerini eğitmekte olan Alman askeri uzmanlar milliyetçi Osmanlı subaylarını kendi planları doğrultusunda etkileyebileceklerini anlayınca Türk ve Alman milletlerinin ortak çıkarları olan konuları ön plana çıkarma gayretine girmişlerdir. Türkiye‟ye ilk gelen Moltke‟den 20. Asrın başlarında defalarca İstanbul‟a gelerek Türk askerinin eğitiminde görev alan General Liman von Sanders ve General von der Goltz Berlin Sarayı‟nı birinci elden bilgilendiren önemli şahsiyetlerdir. Verdikleri bilgiler ve yaptıkları teklifler ile Almanya‟nın ortadoğu coğrafyasındaki politikasını şekillendiren askeri ve siyasi uzmanlar başta Berlin‟de görev yapan Osmanlı diplomatik misyonu olmak üzere Türk bürokratların duygusallığına hitap edilmesi gerektiğini işaret etmişlerdir.81 Almanlardan eğitim alan Türk subaylarının sayısının arttırılması, Türk öğrencilerin Alman propagandası için kullanılması, Alman toplumunun Türkleri daha yakından tanıması için Türk kültürünün tanıtılması, Türk – Alman dostluğunun kalıcı olması için Alman toplumunun daha derin bilgilendirilmesi, sokaklarda Müslüman Sultan‟ın Kayser‟e dost olduğunu belirten afişlerin asılması ve Türk – Rus düşmanlığından sıkça bahsedilmesi Berlin‟e yapılan teklifler arasındadır.82 Birinci Dünya Savaşı‟nın başladığı 1914 yılının güz döneminde açılan okullarda Türk – Alman dostluğuna işaret eden propaganda tabloları yer almaktadır. İlk ve orta okullarda Kayser ile Sultan‟ın resimleri ve İslam, Türk, Osmanlı konulu çocuklara hitap eden tablolar okulları süslemiştir. Aksiyonların tamamı Türk ve Almanları okullardan başlayarak birbirine yaklaştırmaya yöneliktir. Sultan‟ın şehri Kostantinopel ile Kayzer‟in otağı Berlin arasındaki bayramı sembolize eden tabloların yanında, Íark‟ın uyanışı ve Sultan konulu çalışmalar gerek okul, gerekse halkın toplanma yerlerinde Alman toplumuna tanıtılmıştır. 1915 Yılı Ostern (Türkçe: Paskalya) kartlarındaki dünyayı kucaklayan Türk, Alman ve Avusturya askerleri ise dostluğa yönelik propaganda çalışmalarının bir başka boyutudur.83 81 Wiesener Dr. Ernst, “Adler, Doppel Aar und Halbmond“ Hansa Verlag, Hamburg 1917, s. 41. 82 Celik Latif, “Alman Okullarında Türk Dostluğu Propagandası“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s.106. Çelik, a.g.e., s. 107. 83 35 Almanlar Türkiye‟de hayati öneme haiz menfaatlere sahiptiler. Uzun yıllar her sahada yaptıkları yatırımların elden gitmesi demek, herşeyin İngilizlerin eline geçmesi demek olacağından Türkiye‟yi son ana kadar elden bırakmak istememişlerdir. Türkler ise bu dostluğu kabul etmeye ve uzatılan dala tutunmaya konjünktür gereği o dönem mecburdurlar.84 2.2. Kaybedilen Savaşın Türkler Üzerindeki Etkileri Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti kasatura yapacak durumda bile değildir. Bu savaşın Türkler açısından zafer ile sonuçlanması için bir mucize gerekli olduğu Osmanlı Devletini yöneten bir çok üst düzey devlet adamındaki ortak görüştür.85 Savaşın çıkış sebebinin Osmanlı Coğrafyasının bölüşülmesi olduğu kısa zamanda anlaşılınca Osmanlı askeri savunma için elindeki tüm güçlerini düşman karşısına göndermiştir. Yemen, Kanal, Filistin, Irak, Sarıkamış, Makedonya, Galiçya ve Çanakkale‟de başlayan kanlı çatışmalara ciddi bir harekat planı bile yapamadan katılan Osmanlı Devleti birbiri ardına aldığı yenilgiler ile büyük insan zayiatları vermekten kurtulamamıştır. Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918‟de savaşa son veren imzayı attığında bütün Arap coğrafyasını kaybederken o cephelere gönderdiği onbinlerce askerinden de bir haber alamayacağını anlayacaktır. Rus Ordusu‟nun Diyarbakır önlerine kadar gelmesi, Balkanların bir daha hayal bile edilemeyecek kadar net bir şekilde elden çıkması, Ege Adalarındaki Müslüman ahalinin başından ne geçtiğini sormaya bile fırsat bulamadan Ermeni sancakları ile Fransızların Adana‟ya girmeleri86 Türklerin moral değerlerini tarihte olmadığı kadar yerle bir etmiştir. Doğu Anadolu‟daki Rus destekli zulümler Yunanlıların İzmir‟e çıkması ile geldiği noktada tavan yapmıştır. 84 Anadolu Demiryolları‟ndan hisse alan Almanlar, Osmanlı Devleti‟nin batması halinde milyonlarca mark değerindeki birikimlerinin yok olacağını düşünen yatırımcılar da sürekli olarak siyasete baskı yapmaktadırlar. (Leipziger Zeitung, 17. 05.1917) 85 Tesbi Mehmet Ali, “Atatürk Dönemi Türkiyesi‟nin Ekonomi Politikası“ Anamur Akdeniz Postası, 28 Kasım – 9 Aralık 2001, s. 8. 86 Ener Kasım, “Adana ve Çevresinin İşgali - Türkiye Cumhuriyeti Tarihi“ Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2009, s. 245. 36 Tarihin hiç bir devrinde hiç bir milletin boyunduruğu altına girmemiş olan Türk Milleti elindeki son imkanlar ile düşmana karşı çıkmayı, ama akıllı hareket etmek gerektiğini farkederek vatan müdafası için biraraya gelmeye başlamıştır. Ömrünün son 10 yılını savaş meydanları ve savaş kararı veren politikacıların hatalarını birebir yaşayarak geçiren Mustafa Kemal, herşeyini kaybetmiş bir millete 19 Mayıs 1919 günü Samsun‟da “Savaşı kaybettik ama, ümidi asla“ diyerek işe başlayacaktır. Erkek nüfusun önemli bir bölümünü adını bile duymadıkları cephelerde kaybeden Anadolu insanı, en önemli silahlarının birlik olduğuna inanıp İstiklal Savaşı‟na bu ruhla başladıkları için, işgalden 3 yıl sonra genç bir cumhuriyete sahip olmayı başarabilmişlerdir.87 Uzak diyarlardaki topraklarda gözümüz yok ama Anadolu‟da düşman çizmesi istemiyoruz dercesine verilen amansız mücadele sonunda kurulan genç cumhuriyetin insanları, silahlı savaşlar bitti ama şimdi ülkeyi ayağa kaldırmalıyız diyerek harekete geçmişlerdir. Türk Ordusunun İzmir‟e girişinden 5 ay sonra ve Lozan anlaşmasından 4 ay önce İzmir‟de toplanan iktisad kogresi ekonomik hamlenin habercisidir.88 17 Şubat 1923 günü Banka-Han binasında 1135 delege önünde konuşan İktisat Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey bu hususta: “Bu Kongreyi millet ve memleketimizin kabiliyet ihtiyacat-ı iktisadiyesini elbirliği ile tetkik ederek ona göre bir ittila usulü vaz ve tetkik eylemek aynı zamanda memleketimizin muhtelif ve şimdiye kadar yek diğerine yabancı kalmış iktisat amillerini birbiri ile tanıştırmak için açıyoruz.“89 Türkiye Cumhuriyeti ekonomik kalkınmaya harcadığı efor dış siyasetine de yansıyacaktır. 1911 yılından beri çok sayıda cephede sürekli insan ve toprak kaybı yaşayan Türkler hem nüfus hem de ülke kalkınması için savaşsız yılların önemini anlamışlardır. Ekilmeyen araziler, kaldırılamayan ürünlerin toplanamayan vergileri olduğunu farkeden Türkiye Cumhuriyeti kurucu kadrosunun hayallerini lider Mustafa 87 Altuğ Yılmaz, “Türk İnkilap Tarihi“ İstanbul 1985, s. 163. 88 Hafızoğulları Prof. Dr. Zeki, “İzmir-İktisat Kongresi Görüşler ve Değerlendirmeler“ Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 46, Cilt: XVI, Mart 2000, s. 44. 89 İzmir İktisat Kongresi hakkında bkz., Afet inan, “İzmir İktisat Kongresi“ 17 Şubat - 4 Mart 1923, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989. 37 Kemal Paşa bir seçim konuşmasında verecektir: “Cumhuriyet Halk Fırkasının müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz.“90 Lozan‟da imzalanan anlaşma ile Türkiye‟nin milli sınırlarının kabul edilmesinin ardından ülke yönetiminin cumhuriyet olduğu ilan edilmiştir. Hızlı kalkınmayı, kendine güvenmeyi ve milli sınırlar içerisindeki ulus devlet bilincinin yerleşmesi için eğitim, vatandaşlık ve askerlik yasalarında değişiklik yapılmıştır. Cumhuriyetin gençliğe emanet edildiği belirtilerek “Ey Türk Gençliği“ diye başlayan kitabe ülke tarihi boyunca geleceğe ışık tutan bir manifesto şeklinde sunulmuştur. Eğitimde “Bir Türk Dünyaya Bedeldir“, “Türk, Öğün, Çalış Güven“, “Ne mutlu Türküm Diyene“ vecizeleri özellikle ilk 10 yılda önemli manalar ifade etmektedir. Cumhuriyetin ilanının 10. Yıl törenleri için özel olarak yazılan yürüyelim arkadaşlar diye başlayan “10. Yıl Marşı“ milliyetçi vatansever bir gençlik yetiştirmeyi hedeflese de, saldırgan ve faşizan öğretilere hep uzak kalınmaya çalışılmıştır. İzmir‟e girerken bile yere serilen Yunan bayrağına basmamaya özen gösteren bir liderin kurduğu devlette, yetiştirmek istediği gençliğin her şeyden önce onurlu olması hedeflenmiştir. Bütün bu politikalar Türk Milleti‟nin I. Dünya Savaşı yenilgisi ile bozulan morali ve kaybolan kendine güvenini tekrar kazanmaya yöneliktir. 2.3. Savaş Yenilgisinin Almanlar Üzerindeki Etkileri Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte Birinci Dünya Savaşı‟ndan yenik ayrılan Almanya 11 Kasım 1918 tarihinde Compiegne Ateşkes Antlaşması imzalamış, bu anlaşmada Almanlar savaşın patlak vermesinden birinci derecede sorumlu olduklarını, Almanların müttefikleri ile birlikte savaşın uzamasından sorumlu oldukları, bu tutumun neticesinde zarara uğrayan müttefik kuvvetlerin her türlü maddî zararlarını tanzim edeceğini de imza altına almıştır. Daha sonra ise Paris‟in bir banliyösü olan Versailles‟de (Türkçe‟de isim “Versay“ olarak okunduğundan bundan böyle çalışma 90 Bkz. “Cumhuriyet Halk Fırkasının müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk“ (CHP Genel Merkezi Kayıtları, 19325 - 30, dosya 42, sayfa 24). 38 boyunca bu şekilde anılacaktır; L.Ç.) Almanya ile “Versay Barış Antlaşması“ imzalanmıştır. Versay Barış Antlaşması, I. Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri ile Almanya arasında 18 Ocak 1919‟da başlayan Paris Barış Konferansı'nda müzakere edilmiş, 7 Mayıs 1919‟da son metin Almanlara deklare edilerek, 23 Haziran‟da Alman Parlamentosu‟nca kabul edilerek, 28 Haziran‟da Paris‟in Versay banliyösünde imzalanmıştır. İçerdiği çok ağır koşullardan ötürü Versay Antlaşması Almanya‟da büyük tepkiye yol açmış ve "ihanet" olarak kabul edilmiştir. Birçok tarihçi Almanya‟da 1920‟lerde yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa, Nazi Partisi‟nin (NSDAP) iktidara gelişine ve İkinci Dünya Savaşı‟na nihai olarak Versay Antlaşması‟nın neden olduğu düşüncesindedir.91 Mağlup çıktığı savaşla birlikte oldukça geniş nüfus ve toprak kaybını, kapsamlı silahsızlanmayı ve astronomik düzeyde savaş tazminatları ödemeyi kabul etmek zorunda bırakılan Almanya tarihinde ilk defa bu denli bir enkaz yığını ile karşı karşıya kalmıştır.92 “Tanrı‟nın ulusuna yansıyan güneşi“ sıfatı ile de anılan “muhteşem“ Kayzer II. Wilhelm‟in tahttan indirilerek komşu ülke Belçika‟ya sürgüne gönderildiği 1919 yılında Sosyal Demokrat Friedrich Ebert önderliğinde kurulan hükümetin bir türlü düzeni sağlayamaması ilk demokrasi denemesinden de kısa bir süre sonra vazgeçilmesine yol açacaktır. Fransa ile aralarındaki tarihi düşmanlık (Alm.: Erbfeindschaft) dolayısı ile Almanlar yenilgiyi bir türlü hazmedememektedir. Sömürgelerinin tamamına el koyulan, Elsas ve Latronya bölgelerini Fransa‟ya kaptıran, Ruhr bölgesinin bir bölümü işgale uğrayan ve Baltık kıyılarındaki Alman nüfusun yoğun olarak yaşadığı topraklarını kaybeden Almanlar‟a bir darbe de güneyden vurularak Avusturya da kendisinden ayrı bir devlet olarak kurulmuş, Almanya bir daha Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt etmek zorunda bırakılmıştı.93 91 Öyle ki, dönemin Sosyal Demokrat Partili (SPD) başbakanı olan Philipp Scheidemann dahi Versay Antlaşması hakkında söylediği “Bizlere bu ağır vebali yükleyen eller kırılsın“ sözüyle ünlenmiştir. Bkz. Gellinek, Christian: Philipp Scheidemann. “Gedächtnis und Erinnerung”. Waxmann, Münster 2006, s. 44. 92 Versay Antlaşması‟nı kapsamlı olarak ele alan ve anlaşmanın dönemin Alman toplumu üzerindeki derin psikoloji nedenlerini ayrıntılı olarak ele alan değerli bir kaynak için bkz. Lorenz, Thomas: Die Weltgeschichte ist das Weltgericht! “Der Versailler Vertrag in Diskurs und Zeitgeist der Weimarer Republik“ Frankfurt 2009, özellikle s. 23-45 ile s.66-101 vd. 93 Bilindiği gibi Hitler‟in ilk icraatlarından bir tanesi, daha sonra bu hükmü yok sayarak Avusturya‟yı yeniden Almanya‟ya ilhak olacaktır. Enteresandır ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da müttefikler 39 Daha da önemlisi, disiplini ile adından sıkça söz ettiren Prusya ordusu lağvedilerek ülke içinde Almanlar‟a sadece polis bulundurma izini verilmiştir. Buna göre Almanya, mecburi askerliği kaldırıyor, en çok 100 bin kişilik bir ordu bulundurmak yetkisine sahip oluyordu. Ayrıca, Almanya bir daha denizaltı ve uçak da yapamayacak, bütün gemilerini de İtilaf Devletleri‟ne teslim edecekti. Almanya, ödeme kabiliyetinin çok üstünde bir tamirat borcu ile de yükümlü tutuluyor, ekonomik ve siyasi bakımdan ağır yükümlülükler altına alınıyordu. Diğer yandan birçok Alman da Wilson hükümleri çerçevesinde yeni kurulan devletlerin sınırları içinde kalmış, bu durumun doğal bir sonucu olarak azınlık meselesi, Versay Barış Antlaşmasının uygulanması ile ortaya çıkmıştır. 94 Tarihi bir karekteri olan Habsburg hanedanı sona ererken kıymeti pek anlaşılmayan ilk demokrasi denemelerini de Almanya 1918 yılından sonraki 5 yıl içerisinde yaşayacaktır. Siyasi tarihçilerin Weimar Cumhuriyeti olarak adlandırdıkları bu dönem siyasi görüşlerin tamamının temsil edildiği bir ara dönem olsa da Almanya‟nın ilk çok partili demokrasi denemesi olarak tarihe geçecektir.95 Liberal demokrasiyi yerleştirmek için yapılan bu ilk girişim, yoğun sivil anlaşmazlıkların olduğu bir dönem 1923 yılında ve Adolf Hitler'in Nazi Partisi'nin iktidara gelmesiyle sona erdi. Siyasi propaganda olarak Almanlara yapılan haksızlıkları ve bunun öcünü almayı ana politika olarak seçmenlere sunan Nasyonal Sosyalistlerin iktidara gelmesini önemsemeyenler, 1923 – 33 arası 10 yıllık dönemdeki sanayi hamlelerine bakarak diktatörün daha çok diktatörleşmesine aptalca seyirci kaldıklarını sağ kalabilenler pişmanlıklarını ancak hatıralarında Almanlara bu hükmün aynısını tekrar imzalatmışlardır – ta ki bir farkla: 1945‟teki hükümde müttefikler bu hükme özel vurgu yapmak isteyerek bu sefer “sonsuza kadar iki ülkenin birleşmesini yasak“ etmişlerdir. 94 Savaşta Almanların toprak kayıpları ilk bakışta pek fazla görünmese de gerçekte bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Alsas-Latronya bölgesi, Batı Prusya‟nın tamamı, Posen Eyaleti, Neidenburg bölgesi, Reichtaler havzası, Hultschiner bölgesi, Aşağı Şilezya‟nın tümü, Kamerun, Çin‟de bulunan Kiatçu havzası, Pasifik Okyanusu‟nda bulunan Mariyanen ve Marşal ada takımlarının tümü. Ayrıca Almanya‟nın ve Avusturya‟nın sahip olduğu koloniler olan Samoa, Yeni Gine, Tanzanya, Ruanda, Burundi, Namibya veya Somali Alman Kıyı Yerleşkeleri‟nin tümü Milletler Cemiyeti‟nin kontrolüne devredilmiştir. Bkz.: Wilfried Westphal: Geschichte der deutschen Kolonien, Berlin 1991, s. 126 vd. 95 Hirsch Dr. Ernst, “Hatıralarım: Kayzer Dönemi Weimar Cumhuriyet Atatürk Ülkesi“ Çev., Fatma Suphi, Tubitak Yayınları, Ankara 1985, s. 165. 40 yazabileceklerdir. 1933 yılında Adolf Hitler yönetimi tipik “demokratik” sistemin mekanizmalarını tahrip ettiği için bu tarih Weimar Cumhuriyetinin sonu sayılır. Siyasi yelpazenin her rengine mensup her Alman‟ın belleklerindeki kötü bir anı olarak hatırladığı “Versay Sendromu“nu pazarlayarak iktidara gelen Nasyonal Sosyalistler 1923 yılında anlaşmanın Almanya‟ya yüklediği yükümlülüklerden olan savaş tazminatını ödemeyeceğini resmen açıklayınca, tehlikeli bir sanayi diktatörünün ayak sesleri olduğu pek farkedilmemiştir. Aynı yıl başgösteren dünya ekonomik krizinin en çok hissedildiği Avrupa ülkesi olan Almanya‟nın ödeyemediği borçları dolayısı ile tüm gelirleri Fransa ve İngiltere‟nin başını çektiği bir nevi Düyun-u Umumiye İdaresi‟ne devredilmesi ise Hitler yanlısı revizyonist, kralcı, milliyetçi ve onuru kırılmış yığınlarının yoğun destek verdiği NSDAP partisiyle daha güçlü olarak parlamentoya girmelerine sebep olmuştur.96 Versay Masası‟nın galip devletleri Almanya‟yı sıkıştırdıkça sivil toplumun diktatörün kucağına doğru koştuğunu farkedemediler. Yağmurdan kaçanları doluya tutulduğu gibi kin satarak iktidara yürüyen Almanya, yakın gelecekte sadece Fransa değil, bir çok ülkeden öç alacağını açıklayacaktır. Versay‟da atılan imzanın aynısını yıllar sonra Paris‟i işgal ettiğinde aynı vagonda Fransızlara imza ettiren Hitler‟in neleri hesap ettiğini insanlık farkettiğinde vakit artık çok geçtir.97 Türkler ve Almanlar hayallerle I. Dünya Savaşı‟na girmişlerdir. Birlikte yenildiler, birlikte Kayzer ve Sultan ile imparatorluklarını da kaybettiler. Türkler yenilginin 5. Yılında cumhuriyetlerini kurup demokrasi yolunda ülke kalkınmasına yönelirken, Almanya öç alma ve hesap sorma endeksli politikalar uygulamaya başladı. 15 Yılda Almanya, Alman olmayanlara zindan olan bir ülke haline gelirken, Türkiye bu zindandan kaçanların canını kurtarmak için sığındıkları aydınlık bir ülke olma yolunda ilerlemektedir. 1935 yılının siyasi tarih bilimcilerine sorulsa 96 Bugün pek bilinmemekle beraber Almanya‟nın Birinci Dünya Savaşı‟ndan miras aldığı tazminat ödemelerinin son taksiti 2010 yılında ödenmiştir. Konuyla ilgili Rheinische Post gazetesinin 02.12.2009 tarihli aydınlatıcı haberi için bkz.: http://www.rponline.de/politik/deutschland/deutschland-zahlt-noch-immer-kriegsschulden-1.2296603 97 Almanya‟nın Birinci Dünya Savaşı‟ndan yenik çıkmasının beraberinde getirdiği toplumsal eziklik duygusunun sonuçlarını ele alan önemli bir çalışma için bkz. John Maynard Keynes: Krieg und Frieden. Die wirtschaftlichen Folgen des Vertrages von Versailles. Herausgegeben und mit einer Einleitung von Dorothea Hauser. Berenberg-Verlag, Berlin 2006. 41 “Almanya‟ya ya bir savaşa sebep olur, yada bir savaşın en ortasında yer alır“ diye nitelendirilirdi. Tükiye için yapılacak tanımlama ise muhtemelen, “Ayakları yere basan siyasetçilerin yönetimindeki Türkiye mümkün olduğu kadar savaştan uzakta kalır“ şeklinde olurdu. 2.4. Kalkınan Almanya’da Kısıtlanan Demokrasi 1923 yılında iktidara gelen Nasyonal Sosyalistlerin ilk 10 yılındaki siyasi çekişmeleri gelip geçici olarak algılamaya çalışan Alman toplumu, özellikle insan hakları konusunda artan şikayetleri mümkün olduğu kadar dikkate almamışlardır. Demokrasi, insan hakları ve bireysel hürriyetler konusunda en fazla öne çıkan Sosyal Demokrat Friedrich Ebert‟in Versay‟in hemen akabindeki siyasi başarısızlığı ise Nasyonal Sosyalistlerin hatalarını örtmeye yetmektedir. Hızla örgütlenen Hitler Gençliği (Alm. Hitler-Jugend, kısa adı HJ) Almanlar'ın üstün bir ırk olduğunu ve başlarına gelen tüm kötülüklerin sorumlusunun başta Yahudi, Çingene, komünist ve Sosyal Demokratlar olduğunu ileri sürüyorlardı.98 Yapılan yollar, düşen işsizlik rakamları ve milliyetçi söylemler Nasyonal Sosyalistler‟in her seçimde daha çok oy almasını sağlıyordu. 1929 yılındaki dünya ekonomik kriz ile boğuşurken Almanya‟nın nisbeten daha rahat olması da planlı kalkınma ve disiplinli çalışmanın eseridir. 1933 yılında Almanya yönetiminde artık tek söz sahibi olan Adolf Hitler, sürekli “Almanya‟nın ellerini bağlayan hiç bir anlaşmayı tanımayacağını söylerken dünya bunu iç politika popülizmi olarak algılamıştır. Oysa önüne hedef koyan, toplumu yönlendiren hatta bu uğurda düyanın değişik ülkelerinde güvendiği subaylarını bile eğitmeye başlayan bir stratejinin sahibi idi Hitler. İktidar partisinin açıkça Yahudi düşmanlığı yapması toplumda geniş yankı bulunca baskılar da artmaya 98 Nazi hücum kıtası SS´in yanısıra HJ olarak bilinen Hitler Gençliği (Almanca: Hitlerjugend) Alman gençlerini nazi ilkelerine göre yetiştirmek amacı ile Baldur von Schirac tarafından 1922 yılında kurulmuştur. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi‟nin alt kuruluşu olan ve direk Hitler‟e bağlı olan gruba Alman gençlerinin %60‟dan fazlası üye olmuştur. 1 Temmuz 1936‟da örgüt sadece ari Almanların katılması mecburi tutulan bir devlet kurumu haline gelecektir. Örgütü daha sonra Arthur Axmann yönetecektir. 42 başlar. İlk hedefler en yukaridakiler olur ve üniversitelerde görev yapan Yahudi asıllılara kısıtlama getirilir. Devlet dairelerinde çalışmaları kısıtlananlar ve engeller ile karşılaşanlar şikayet edecek bir makam da bulamayınca baskının nisbeten taşınabilir olduğu yıllarda Almanya dışına çıkmayı denerler. Günah keçisi olarak görülen bu grup, Almanya‟da asırlardan bu yana Almanlara göre çok ileri boyutta ekonomi, banka, bilim, ve eğitimde çok ileridirler. Hitler‟in baskılarından kurtulmak isteyenlere Hollanda, İngiltere, İsviçre ve Amerika‟ya göçmek tek alternatif durumdadır. Latin alfabesini alan, eğitim devrimini harekete geçiren, kılık kıyafette Avrupa‟ya uyum sağlayan, batılı yasaları uygulayan ve Avrupai tarzda bir devlet sistemi yapılanmasını kabullenen Türkiye özellikle eğitim alanında da ülke genelinde bir seferberlik başlatmışlardı. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne Osmanlı İmparatorluğu‟ndan bir üniversite ve yedi eğitim kurumu miras kalmıştı. Bilim ve teknolojide Osmanlı İmparatorluğu'nun geç kalmışlık mirasını devralan Türkiye, bu açığı kapatmak için dışarıdan eğitim konusunda destek almaya mahkumdur. Almanya ve Türkiye‟nin ortak kaderleri bir defa daha kesişecek ve birinin ihtiyacı olduğu anda diğeri farkında olmadan kapatacak ve Mustafa Kemal Atatürk ülkeden kovulan Yahudi asıllı Alman akademisyenleri Türkiye‟ye davet edecektir. Türkler ülkenin en büyük üniversitesi olan İstanbul Dar-ül Fünun‟u yeniden yapılandırmak için yurtdışından mutlaka bilimsel destek almalarının şart olduğunun farkındaydılar. 1932 yılında Türk hükümeti İsviçre‟de yaşayan Alman asıllı Pedagoji Profesörü Albert Malche‟ye Türkiye‟de eğitimin yeniden yapılandırılması konulu bir çalışma yapması için yetki vermişti. İsviçre‟de yaşayan bazı bilim adamları Leipzig‟li Alman profesör Philipp Schwartz‟a Türk hükümetinin akademisyenlere olan ihtiyacını anlatınca 1933 yazında hiç düşünmeden ilk olarak gelen Philipp Schwartz oldu. Alman akademisyenler özellikle 1933 Üniversite Reformu‟nda Türkiye‟ye önemli katkı sağlamışlardır. Hitler Almanyası birçok kimseyi ilticaya zorlayan dramatik siyasal ortam yaratmıştır. Almanya kaynaklı sebepler kadar, Türkiye'deki sosyal, kültürel gelişmeler de bu geniş çaplı entelektüel insan gücü hareketinin yönünü belirlemiştir. İltica, genellikle tek taraflı ihtiyaç ve insan iradesinin sonucu olan bir eylemdir. 1933‟deki Alman hocaların, sanatçıların, uzmanların Türkiye'ye gelişinde ise karşılıklı 43 "muhtaçlık" olayın esasl unsuru ve belirleyicidir. Alman aydınların yurtlarından ayrılmaları ile ilgili hatıralarını kaleme alan Prof. Hans Riedmann: “Türkiye'nin köklü sosyal, kültürel yenilik proğramları için nitelikli insan gücüne olan ihtiyacı da Alman akademisyenlerin Türkiye‟ye yönelmesinde etkilidir.“99 19 Ocak 1932‟de Cenevre Üniversitesi profesörlerinden Albert Malche Türkiye‟nin üniversite reformuna kaynak olabilecek şekilde objektif bir rapor hazırlaması için Türkiye‟ye davet edilerek çalışmalara başladı. 1 Haziran 1933‟de Başvekil İsmet İnönü, Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Dr. Tevfik Rüştü Aras, Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Yusuf Kemal Tengirşenk ve Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Esat Sağay Beylerin katıldığı beş toplantıda müzakere edilerek onaylanır. Modern üniversite reformunu öngören ve Prof. Malche‟nin önerileri dikkate alınarak hazırlanan 2252 sayılı İstanbul Darülfünunun kapatılarak yeni bir üniversite kurulmasına dair kanun 31 Mayıs 1933‟de yayınlanarak 1 Ağustos 1933‟de yürürlüğe girer. Türk hükümetinin Almanya‟dan kovulan Yahudi bilimadamları ile temas kurduğunu öğrenen Hitler 8 Mayıs 1933 günü Berlin‟deki makamında öfkeyle “Benim ortadan kaldırmak istediğim bu Yahudi Alayı‟nı Mustafa Kemal koruyamaz. Buna müsaade veremem”100 diye tehditte bulunur ve ardından Atatürk‟e “Bu komünist profesörleri ülkenize sokmayınız” mesajı gönderir. Atatürk bu bilgi kendisine iletildiğinde Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras ve Maarif Vekili Dr. Reşit Galip‟e “Bir onbaşı beni cinayetlerine alet edemez” diyerek Türkiye‟ye sığınmak ve Türk Üniversitelerinde görev yapmak isteyen Alman profesörlerle ilgili işlemlerin süratlandırılması talimatını verir. 1935 – 36 eğitim yılı başında Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey: “Bugün alışılmışın dışında, örneği gösterilemeyecek bir iş yapılan çok önemli bir gün oldu. 500 yıl kadar önce İstanbul‟u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginler 99 Riedmann Hans, “Alman Akademisyenlerin Türkiye Macerası“ Köprü Yayınları, İstanbul 1976, s. 146 vd. 100 Íen Faruk, “Ayyıldız Altında Sürgün – Scurla Raporu“ Günizi Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 145. 44 İtalya‟ya göç etmişti, buna engel olamamıştık. Sonuç olarak Rönesans gerçekleşti. Bugün ise Avrupa‟dan bunun karşılığını alıyoruz.”101 Kendisine sunulan ön anlaşma metni ile Prof. Schwartz‟ın bıraktığı akademisyenler listesini onaylayan Atatürk, aynı zamanda Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili (Sağlık ve Sosyal İşler Bakanı) Dr. Refik Saydam‟dan Ankara Nümune Hastanesi ve Hıfzısıhha Enstitüsü için de benzer temaslar yapmasını ister. Genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin Üniversite Reformu Yasası 1 Ağustos 1933‟de yürürlüğe girerken, kontratları imzalanmış çoğu Yahudi kökenli mülteci bilim adamları aileleriyle beraber Türkiye‟ye gelmeye başlar. Türkiye geleneksel, tarihi ve insani hoşgörüsüyle kucak açtığı Alman profesörlere ülkenin kültürel ihtiyacını destekleme olanaklarının da kapılarını açmıştır. Üniversite 18 Kasım 1933 günü, ancak üç hafta kadar önce 27 Ekim1933 tarihinde göreve başlayan yeni Maarif Vekili Hikmet Bayur tarafından, Beyazıt Meydanında eskiden Harp Bakanlığı (Milli Savunma Bakanlığı) olarak kullanılan bugünkü Merkez Bina‟da açılır. Prof. Malche'nin hazırladığı rapor hükümetin üniversite reformu, yabancı öğretim üyesi ihtiyacının ortaya çıkması gibi sonuçları ortaya çıkarmıştır. Almanya‟yı terk eden ilk göçmenler Zürih‟te Philipp Schwartz başkanlığında bir birlik oluşturarak ihtiyaç olan her alanda çok sayıda Yahudi asıllı bilimadamının Türkiye‟ye davet eilmesini sağlamışlardır. Sadece Yahudi oldukları için ülkelerinde siyasi takibata uğrayan ve yerine göre hayatını da kaybeden bu insanlara kıt imkanları ile destek çıkan Türkiye Cumhuriyeti Hitlerin de gazabını üzerine çekmiştir onlara yardım ettiği için. İstanbul Üniversitesi‟ne gelen hocaların dışında çeşitli kamu görevlerine getirilen Alman uzmanlar da vardı. Ankara ve İstanbulda üniversiteleri ve diğer kademelerdeki görevlendirmelere bakınca konuyu “entellektüel transfer“ olarak değerlendirenler de oldu. Türkiye‟nin Avrupa‟nın en karanlık yıllarında insanlık için önemli bir varlık olan yüzlerce Alman asıllı akademisyenin hayatta kalmasını sağlamıştır onlara açtığı kapı ile. 101 Widmann Herman, “Exil und Bildungshilfe – Die Deutschsprachige akademische Emigration in der Türkei nach 1933“ Bern/Frankfurt a. Main 1973, s. 135. 45 1986 yılında İstanbul Üniversitesi girişinde Alman bilim insanlarının anısına bir hatıra levhası konuldu. Alman Cumhurbaşkanı Richard von Weizsaecker konuşmasında şunları söylemiştir: “Bilim vicdan sorunu olmaktan çıkarılıp, ırkçı ve cani bir ideolojinin emrine sokulmaya zorlandığında, en iyi akademisyenlerimiz ülkemizi terk etmek zorunda kaldı. Bizim ülkemizde bilimsel çalışma özgürlüğünü kaybeden bu insanlar kendilerine bu imkanı verecek ülkeler aradılar. Türkiye bu durumdaki akademisyenlerimize sahip çıkan önemli bir ülke olarak tarihe geçti.“102 Almanya‟nın bahse konu Nasyonal Sosyalist yılları insani değerlerin ayaklar altına alındığı bir zaman kesiti olarak dersler çıkarılması, bu nedenle barışçıl bir dünya kurmak isteyen herkesçe devamlı hatırlanması gereken bir dönemdir.103 Nazi takibatının Almanya ve insanlığa neye malolduğunu tarih çok net bir şekilde ortaya koymuştur. Atatürk‟ün genç Cumhuriyeti bu insanların çıkış şansları bulmasına önemli katkı sağlamıştır. Ülkesindeki aydınlara karşı bir kin kampanyası yürüten Hitler, Dr. Schurla adlı bir üst düzey müfettişini Türkiye‟ye kaçan bilimadamlarını takip için gönderdiyse de başarılı olamaz. Türkiye‟de sürgündeki Alman bilimadamları ile ilgili İstanbul Üniversitesi‟ndeki bir toplantıda söz alan Almanya'nın İstanbul Başkonsolosu Matthias Ludwig Bogislav Von Kummer: “Nazi yönetiminin, 1940'larda kendisine yakın bilim adamları yolu ile, ırkçılıktan kaçarak İstanbul Üniversitesine sığınanları geri getirmek için çaba sarfettiği artık bir gerçek.“104 Türkiye Cumhuriyetindeki çeşitli fakültelerin temelini atan, kanunlarını yapan ve devletin yapılanmasında önemli emekleri olan Alman bilimadamlarından Fritz Neumark ve Ernst Hirsch‟in yaptığı çalışmalar günümüz Türkiyesi‟nde İktisad fakültesinde hala “Hirsch Kanunları“ olarak bilinmektedir. 102 Hürriyet Gazetesi Arşivi, “Alman Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker‟den anlamlı Sözler“ Almanya Baskısı, 6 Mayıs 1986, s. 12. 103 Grossmann Richardt, “Emigration - Geschichte der Hitler Flüchtlinge 1933 – 1945“ Frankfurt 1959, s. 66. 104 Hürriyet Gazetesi Arşivi, “Ernst Hirsch İstanbul‟da Öğrencileri Tarafından Anıldı“ Almanya Baskısı, Ekim 2005, s. 19. 46 Almanya ilerledikçe ve geliştikçe insan haklarını kısıtlayan, Türkiye ise en tabi hak olan insan haklarına önem vererek kalkınmaya çalışan bir ülkedir. İki ülkenin birbirine bu kadar zıt politikalar izlemelerinin ardındaki nedenler tarihi, dini ve kültürel nedenlere bağlansa da Nasyonal Sosyalistlerin Almanya‟da iktidarda olduğu yıllarda Türkiye mükemmel bir insanlık dersi vermiştir. III. BÖLÜM 3. TÜRKİYE‟NİN ULUSLARARASI GÜVENLİK ÇEMBERİ Birinci Dünya Savaşı‟ndan büyük bir moral yıkıntısı ile çıkan Türkiye, 1925 yılından sonra dünyaya açılma politikası uygulamaya başlayacaktır. Sovyetler Birliği ile 16 Aralık 1925 tarihinde imzalanan anlaşmanın adı iyi komşuluk anlaşması olsa da gelecek için güvenlik kaygılarına atıfta bulunan maddeler içermektedir.105 Anlaşmada, her iki devletin de birbirini barışçıl yoldan kontrol etmesini sağlayacak şartlar yer almaktadır.106 Balkan ve Sadabad Paktlarına öncülük edip destek vererek yakın çevresinde güvenlik çemberi oluşturmaya çalışan Türkiye büyük Avrupa Devletlerinin rekabetinden en az şekilde etkilenmenin yollarını aramaktadır. 1926 Mart ayı başından itibaren A.B.D., Sovyetler Birliği ve Almanya ile ticaret anlaşmaları imzalayan Türkiye Cumhuriyeti ilerleyen yıllarda uluslararası alanda daha çok kabul görmek için Milletler Cemiyeti üyeliğini gündeme getirecektir. Galip ülkeler tarafından kurulan Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) İngiliz – Fransız yörüngesinde kaldığı için genel bir kabul görmemiştir. İngiltere ise Türkiye‟nin cemiyete üyeliğine sıcak bakmaktadır. Musul sorununun barışçıl şekilde halledilmesinin ardından Türkiye‟nin müttefikliğine daha çok ilgi duyan İngilizler, 105 Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 314. 106 Tellal Erel, “SSCB ile İlişkileri – 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması“, a.g.e., s. 315. 47 Arap coğrafyasındaki manda yönetimleri nedeniyle de Türkiye‟nin gücünü yanlarında hissetmek istemektedirler. 1925 yılından sonra başlayan ülkelerarası rekabetin çıkış sebebi Almanların kendilerine ağır yükümlülükler getiren Versay Anlaşması‟nı kabullenmek istememeleridir. Almanya kendine göre haklı eleştirileri sürekli dile getirse de 1929 yılı ekonomik buhranı ile birlikte giderek ağırlaşan bir yük getiren Versay yükümlülüklerini artık tanımadıklarını 1933 yılının Mart ayında Nasyonal Sosyalistler tam olarak iktidara gelince açıklayacaktır.107 Bunun karşılığı İngiltere ve Fransa‟nın kazanımlarının da kabul edilmemesidir demektir. Milletler Cemiyeti konuyu ele alıp orta yol bulmaya çalışsa da, baştan beri İngiltere – Fransa ikilisinden yana tavır koyarak istenen tarafsızlık ve güveni bir türlü elde edemeyen bu kurum, büyük ülkelerin sert açıklamaları karşısında iyiniyet bildirileri yayınlamaktan ileri gidememiştir.108 Avrupa‟nın belirleyici devletleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki rekabetin gittikçe kızışması bu ülkeler ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkileri olan bir çok ülkede çeşitli istikrarsızlıkların başgöstermesine yol açmıştır. Genel politikası savaşa girmemek, girdiği takdirde de sadece savunma yapmak olan Türkiye çevresindeki ittifakları, ikili anlaşmaları ve bu yöndeki gayretleri de yakından takip etmektedir. 3.1. Türkiye Milletler Cemiyeti’ne Üye Oluyor 107 1919 sonrası Almanya‟da iktidara gelen tüm hükümetler anlaşma şartlarını eleştirselerde, açıkça yürürlükten kaldırdığını belirten hükümet Adolf Hitler liderliğindeki Almanya Nasyonal Sosyalist Partisi olmuştur. Parti‟nin kurulduğu 1920 yılında yayınladığı bildirilerde Versay‟da Almanya‟ya haksızlık yapıldığı ve bu anlaşmayı iktidara geldiklerinde değiştirecekleri belirtilmektedir. 108 Keskin Funda “Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye“ İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 308. 48 Birinci Dünya Savaşı‟nın galip devletleri bu savaşın acı tecrübelerini göz önünde tutarak gerginliklerin mümkün olduğu kadar barış içinde halledilmesine imkan sağlamak amacıyla evrensel bir örgüt olarak Milletler Cemiyeti‟ni (Bundan sonra M.C. olarak adlandırılacaktır. L. Çelik) kurmuşlardır. Örgüt bu haliyle nicelik ve nitelik olarak ta, tarihte bir ilktir. Örgütün yasası yenik devletler ile yapılacak barış anlaşmasına paralel olarak hazırlanmış ve müttefiklerin 25 Ocak 1919 günü yaptıkları toplantıda kabul edilmiştir. Türkiye‟nin M.C.‟ne katılmakta geç kalmasının bazı nedenleri şunlardır: 1) M.C.‟nin galip devletler tarafından kurulmuş olması ve başlıca işlevinin Versay Antlaşması‟nın denetlenmesi gibi algılanmaktadır. 2) Türkiye aleyhine sonuçlanan Musul meselesinde M.C.‟nin İngiltere‟nin güdümünde hareket etmesine Türkiye‟de tepki doğmuştur. 3) SSCB, M.C.‟nin kuruluş ve işleyişine sürekli eleştiri getirmektedir. Milli Mücadele yıllarından beri dostane bir şekilde devam eden Türk – Sovyet ilişkilerinde yeni bir krize yol açmamak için dikkatli davranmak istenmiştir. 1930 yılına gelindiğinde statükocu müttefikler Türkiye‟ye daha çok önem vermeye başlamışlardır. Uluslararası sorunlara bakışı, aşırı hareketler tasvip etmeyen açıklamaları ve kuvvet kullanımını yasaklayan Briand-Kellogg Antlaşması‟nın imzalandığı konferansa katılması da zaten Türkiye‟yi statükocu müttekfikler ile paralel bir konuma getirmiştir. Türkiye‟nin Cemiyete girişi İspanya temsilcisinin girişimi ve Yunanlıların da desteklemesi ile 6 Temmuz 1932‟de genel kurula sunulan önergenin oybirliği ile kabul edilmesi ile gerçekleşmiştir. 18 temmuz 1932 günü ise Türkiye Cumhuriyeti iffifakla üyelik statüsü kazanmıştır. Türkiye Cemiyete üye olduktan sonra organlarının aldığı tüm kararlara uymuştur. Cemiyet üyeliği Türkiye‟nin yeni dönemde oluşturacağı güvenlik çemberi politikası ile de uyumludur. 3.2. Balkan Antantı Paktı 49 Birinci Dünya Savaşı sonrası tüm Avrupa ülkelerinde “Barışın ancak ortak bir güvenlik sisteminin kurulması ile önlenebileceği“ görüşü hakimdir.109 Yunanistan ile ilişklerini 1929 yılında düzelten Türkiye, Balkan Coğrafyası‟nda ortaya çıkacak güçlü bir birlikteliğin bölgede gözü olan emperyalist güçlere önemli bir uyarı olacağını sürekli tekrarlarken 5 Ekim 1930 günü Atina‟da Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye‟nin katılımı ile toplanmıştır. Devletlerin siyasi sistemlerinin dikkate alınmadığı konferansta gelecek yıl bir birliğin oluşması için çaba gösterilmesi, savaşın yasaklanarak sorunların barışçı yönden çözümlenmesine çalışılması ve Balkan ülkeleri arasındaki ticari, siyasi ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesini amaçlayan temenni kararları alınabilmiştir. Türkiye‟nin yoğun çabaları ile 23 Ekim 1931‟de statükocu ve revizyonist devletler arasındaki tartışmaların doruğa çıktığı ikinci konferansta Türkiye bilinçli olarak ticari ve ekonomik ilişkileri öne çıkarmaya çalışırken durumdan endişelenen Yunanistan‟ın Türkiye‟nin en büyük destekçisi olması ilginçtir. Bulgaristan‟ın Almanya ve Arnavutluk‟un da İtalya ile olan özel ilişkileri konferansın bir sonuca ulaşmasını engellemiştir. 1 yıl sonra 23 Ekim 1931‟de bu sefer Bükreş‟te toplanan konferansta dış tehditlerden söz edilirken adı verilmeden İtalya işaret edilmektedir. Aynı konferansta, Rusya ve Almanya‟nın da Balkan Coğrafyası ile ilgili öteden beri ilgisinin olduğunu bilen katılımcıların kendi aralarında da anlaşmazlık başgöstermiştir. Üçüncü Balkan Konferansı yine 1 yıl sonra bu sefer Bükreş‟te toplanacaktır. Avrupa‟da esen savaş rüzgarları dolayısı ile günvenlik kaygılarının öne çıktığı konferansta Bulgaristan sürekli olarak ayrı bir yol izemektedir. 5 Kasım 1933 günü Selanik‟de toplanan dördüncü Balkan konferansında Bulgaristan yoktur ama daha sonra Belgrad‟da yapılacak toplantıda en son imzalayan ülke olacaktır. Balkan Antantı Paktı 1936 yılı sonuna kadar uluslararası politikada başarılıdır. İtalya‟nın Ekim 1935‟te Habeşistan‟a saldırmasını ve Milletler Cemiyeti ile birlikte kınama cesaretini gösterecektir. Türkiye‟yi, Boğazlar rejiminin değiştirilmesi için 109 I. Dünya Savaşı sonunda atılan imzalarda galiplerin mağluplere altından kalkamayacakları istekleri kabul ettirdikleri bütün dünyada genel kanaattir. Almanların elinden tüm sömürgeleri ile maden bölgeleri, Türklerin ise petrole sahip tüm Arap Coğrafyası İngiliz – Fransız sömürge ikilisinin eline geçmiştir. Kutuplaşmaların genel kanaatı bu anlaşmanın değiştirilmesi ya da bu olmaz ise tedavülden zorla kaldırılmasıdır. 50 destekleyip Montreux Konferansı‟nda birlikte hareket etmeleri, Balkan Antlantı Paktı‟nın geriye bıraktığı diplomatik bir başarı örneklerinden biri olarak tarihe geçecektir. 1936 yılından sonra Almanya‟nın Balkanlar ve Ortadoğu‟yu İtalyanların ise küçük Balkan Devletleri‟nin birbirinden koparma siyaseti karşısında Balkan Antantı işlevini kaybetme trendine girecektir. Balkan Devletleri arasında Türkiye‟nin uzun uğraşıları sonrası sağlanan birlik İngiltere ve Fransa‟nın Almanya – İtalya ikilisinin saldırgan politikalarına karşı güven savsaklama politikalarından olumsuz şekilde etkilenmişlerdir. Oysa yaşatılabilecek bir Balkan Paktı ilerleyen dönemde kendileri için de son derece faydalı işlevleri yerine getirebilecekti. Balkan Antantı Paktı‟nın 3. Maddesi dikkat çekicidir: “Eğer Balkan Antantı Paktına üye ülkelerden biri Balkanlı olmayan devletlerden birinin saldırısına uğrarsa ve bir Balkan Devleti bu saldırıya o anda ya da sonradan katılırsa, Balkan Antattı Paktı‟nın hükümleri karşı tarafa tümüyle uygulanacaktır.“110 Ocak 1937‟den sonra Balkan ülkeleri arasında çözülme başlayacaktır. Başbakan İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Balkan Antantı‟nı ayakta tutmak için Balkan Devletlerini tek tek ziyaret etseler de bir sonuç alamamışlardır. 10 yıllık Genç Türk Siyaseti‟nin Balkanlarda barışı koruma adına gösterdiği tüm çabalar buhranlı yılların Avrupası‟nda önemli bir denge unsuru olan Balkan Paktı‟nın ömrünü uzatmaya yetmeyecek ve üye devletler son toplantılarını 2 Mayıs 1940 yılında Belgrad‟da yapacaklardır. Kısa bir zaman sonra Hitler ordularının Avusturya‟nın güneyine inince Türkiyenin bölge için kaygılarının ne kadar önemli olduğu ortaya çıktığında ise, vakit çok geç olacaktır. 110 Soysal İsmail, “Türkiye‟nin Siyasal Antlaşmaları“ Yayınları, Ankara 1989, s. 147. I. Cilt (1920-1945) İkinci Baskı, TTK 51 3.3. Montreux Boğazlar Konferansı Lozan Antlaşmasından sonra 13 yıl yürürlükte kalan ve önemli bir sorun ile karşılaşılmamasına rağmen gelişen olaylar Karadeniz ve Akdeniz‟e açılan Türk Boğazları‟nın durumunun tekrar gözden geçirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Lozan Antlaşmasında boğazlar konusunda Türkiye‟nin fazla sorun çıkarmamasının önemli bir nedeni hem barışı bir an önce elde etmek, hem de Milletler Cemiyeti bünyesindeki kollektif güvenlik sisteminin işleyeceğine olan inancıdır.111 Türkiye 1923 yılında kabul edilen Möntroux Boğazlar Sözleşmesi MBS‟de bir takım değişiklikler yapılması için girişimleri olduysa da, 1933 yılından itibaren ciddi anlamda Londra nezdinde kendi lehine değişiklikler yapılması için harekete geçmiştir. Zaman zaman dünya genelindeki silahlanmaya dikkat çekerek önlenmesi konusunda çıkışlar yapan Türkiye‟nin tekliflerine ciddi anlamda İngiltere de ilgi göstermeyince Nisan 1935‟de Balkan Antantı Konseyi ve Eylül 1935‟deki MC Genel kurulunda fırsatlar yakalayan Türkiye konuyu gündeme getirecektir. Boğazlar konusunun önemi arttıkça çalışmalarını hızlandıran Türkiye 10 Nisan 1936 tarihinde sözleşmeye taraf olan ülkelere bir nota gönderir, gerekçe olarak uluslararası hukukta önemli bir yeri olan „rebus sic stantibus‟ geleneğine atıfta bulunarak değişen şartların gözönüne alındığı yeni bir anlaşma için ilgili tarafları masaya davet eder. Bu konuda Kudret Özersay: “Latince‟de „Koşullar değiştiği takdirde‟ anlamına gelen bir hukuk ilkesidir. Anlaşmanın yapıldığı tarihlerde olmayan ama anlaşma imzalandıktan sonra ortaya çıkan yeni koşullar nedeni ile taraflar anlaşmada değişiklikler yapmaya veya tamamen yürürlükten kaldırma hakkına sahiptirler.“112 111 112 Özersay Kudret, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 370-384 „Rebus sic stantibus‟ ilkesine başvurulabilmesi için belli şartlar vardır: 1) Ortaya çıkan değişiklik köklü bir değişiklik olmalıdır; 1) Önceki koşulların anlaşmanın ana gerekçelerini oluşturması gerekmektedir; 3) Ortaya çıkan değişiklik tarafların yükümlülüklerini önemli ölçüde etkilemelidir. Uluslararası hukuk sisteminin en önemli ilkelerinden olan pacta sunt servenda (ahde vefa) ilkesi ile çelişen bu ilkenin iki kuraldışılığı bulunmaktadır: 1) Sınır anlaşmalarına son vermek için bu ilkeden yararlanılamaz; 2) Koşulların değişmesindeki yükümlülüklerini yerine getirmemek suretiyle neden olan taraf bu ilkeyi ileri süremez“, bkz. a.g.e., s. 375 vd. 52 İngiltere ve Fransa‟dan bu konuda destek sağlayan Türkiye, Amerika‟yı da Rus kartını ileri sürerek yanına aldıktan sonra 22 Haziran 1936 tarihinde konferansın toplanmasını sağlamıştır. Boğazlar üzerindeki hakimiyetini perçinlemeyi hedefleyen Türkiye geleneksel tecrübelerine dayanarak büyük devletler arasındaki rekabeti çok iyi takip etmeyi başarmıştır. Boğazlar konusunda, batılı devletlerin hakim olduğu bir konsorsiyumun söz sahibi olmasından, sadece Türkiye‟nin hakimiyetinde olmasının Rusya için daha faydalı olduğuna Sovyetler Birliği‟ni inandıran Türkiye, batılı ülkelere de boğazların hakimiyetinin Türkiye‟de olmasının Sovyetlerin Akdeniz‟e inmelerini kontrol açısından önemini anlatarak kendi tezlerine destek olacak önemli bir siyasi başarı sağladı. Türkiye‟nin çeşitli ülkeler nezdinde yürüttüğü politikanın başarısı sonucunda 20 Temmuz 1936 tarihinde savaş ve barış anında Çanakkale ve İstanbul Boğazları‟nın kontrolünü belli şartlar karşılığında tamamen Türkiye‟ye bırakmışlardır.113 Lozan‟da taraf olduğu halde Hitler Almanyası ile işbirliği yaptığı için Montrö‟ye çağrılmayan İtalya protesto ettiyse de alınan karar taraflarca imza edilerek sözleşme yeni şekli ile yürürlüğe girmiştir. Konuyu gündeme getirmek için uzun yıllar fırsat gözleyen Türkiye, Avrupa siyasetindeki bulutlu hava sırasında ustaca manevralar ile egemenliğinin üzerindeki önemli bir gölgeyi daha halletmeyi başarmıştır. Türkiye‟nin askeri güç kullanmayı bile ima etmeden sadece büyük devletlerin kendi aralarındaki rekabeti izleyerek aldığı sonuç ilerleyen yıllarda savaşa taraf olan tüm ülkeler tarafından doğru bir politika olarak kabul görecektir.114 İtalya‟nın canı istediği anda Habeşistan‟ı (Bugün: Etiyopya) işgal ettiği ve Almanya‟nın Versay‟ı tanımıyorum diyerek Rheinland‟da asker çıkardığı bir dönemde, Türkiye de askerini Türk Boğazlarına sokabilir, bu eylemi dışarıda günün koşullarında anlayışla da karşılanabilirdi. Öyle yapmadı ve inandırma yolunu seçerek (hukuken yansız İsviçre devletinin kenti) Montrö‟de (Montreux, 23 Haziran-20 Temmuz 1936) Lozan‟ı imzalamış olan öteki devletlerle buluşup anlaşarak kendi Boğazlarına askerini soktu ve uluslararası kurulu sona erdirdi. Elde edilen sonuç, 113 Müller Reinhard, “Kontrollierte Durchfahrt. Das Abkommen von Montreux und der Zugang zum Schwarzen Meer“, Frankfurter Allgemeine Zeitung, 5 Eylül 2008, s. 12. 114 http://www.mfa.gov.tr/turk-bogazlari.tr.mfa, “Türk Boğazlarının konumu ve özellikleri“, Erişim tarihi: 1 Haziran 2012, saat 22.30 53 Türkiye için aynı zamanda gelecekte herkesin ihtiyacı olan barışa karşı da bir samimiyet zaferidir. Türkiye‟nin kendi güvenliği için ortaya koyduğu çabaların savaşan devletler tarafından zaman zaman eleştirilmesinin, 1945 sonrası doğru olmayan bir analiz olduğu ortaya çıkacaktır. Tahrip edilmiş ülkeler ve milyonlarca insanın hayatına malolan 6 yıllık savaş sırasındaki „Türk Dış Politikası‟ batılı siyasi tarih analizcileri tarafından incelenmesi gereken önemli bir „dış poltika modeli‟ olarak çeşitli konferans, seminer ve makalelere konu edilecektir. Bir başka önemli nokta ise, siyasetçilerin gelecek nesillere bırakacakları vatanın bağımsızlığı için gençlerini ölüme göndermelerinin son çare olduğunun ortaya koyulması açısından da ilginç bir özelliğe sahip olduğu farkedilecektir. 3.4. Türkiye’nin İmza Koyduğu Uluslararası Taahhütler İkinci Dünya Savaşı başlamadan115 önce Türkiye‟nin genel politikası ulusal egemenliğine ve toprak bütünlüğüne her hangi bir zarar gelmeden bu badireyi en hafif şekilde atlatmaktır. Savaş başlamadan önce Türkiye‟nin imza attığı tüm uluslararası anlaşmalar ya savaşın dışında kalma ya da en az zararla bu sıkıntılı yılları atlatma üzerine kuruludur.116 Türkiye kendisini doğrudan savaşın içine çekebilecek yükümlülüklerden bilinçli olarak uzak durmuş, böyle bir sorumluluğa hiç bir zaman girmek istememiştir. Başlayacağı kesin olan savaş öncesi Türkiye, çeşitli uluslararası çok ve tek taraflı anlaşmalar ile imkanlar ölçüsünde güvenliğinin garanti olması için çalışmalar yapmıştır. 1925 – 1939 yılları arasında toplam 16 devlet ile yapılan uluslararası 115 Ülman Haluk, Gönlübol Mehmet, Sezer Duygu, “Olaylarla Türk Dış Politikası 19191965“ 9. Baskı, A.Ü.S.B.F. Yayınları, Sevinç Matbaası, İstanbul 1969, s.146. 116 Hoffmann Brigitte, “Türkei im Zweiten Weltkrieg 1939 – 1945“ Ringelmann Verlag, Mannheim 2008, s. 44. 54 sözleşmeler savaş boyunca Türkiye‟nin güvenliğinin sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Savaşın resmen başladığı tarih olan 1 Eylül 1939‟a kadar Türkiye‟nin imza koyduğu anlaşmalar sırası ile şunlardır: 117 1) 27 Ağustos 1928 tarihli Briand-Kellogg Pakt ile „savaşların uluslararası politikanın gerçekleştirilmesinde araç olamayacağı‟ konulu uluslararası taahhüt; 2) 17 Aralık 1925 tarihli SSCB imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık (Saldırmazlık) Anlaşması ve ilerleyen yıllarda eklenen uzatma protokolleri sonucu üstlenilen „tarafsızlık ve saldırmazlık‟ yükümlülükleri; 3) 25 Mayıs 1928 tarihli Türkiye ile Afganistan arasında imzalanan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması ile „birbirleri aleyhine olabilecek hiç bir pakta girmeme‟ protokolleri; 4) 30 Mayıs 1928 tarihli Türkiye İtalya arasında imzalanan Tarafsızlık, Uzlaşma ve Yargısal Çözüm Anlaşması çerçevesinde “içlerinden birine karşı yöneltilmiş hiç bir siyasal ya da ekonomik tertibe“ katılmama protokolü; 5) 17 Aralık 1929 tarihli Türkiye - SSCB Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması‟nın uzatılmasına ilişkin ek protokol ile, „karşı tarafa bildirmeksizin kara ya da denizden komşusu olan devletler ile siyasi anlaşmalar yapmayı hedefleyen görüşmeler başlamadan önce karşı tarafa haber vererek mutabakatını almayı‟ içeren taahhüt; 6) 5 Aralık 1923 tarihli Türkiye - İran Dostluk, Güvenlik, Tarafsızlık ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde „saldırmazlık ve tarafsızlık‟ protokolü; 7) 9 Íubat 1934 tarihli Balkan Paktı çerçevesinde Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Arnavutluk ile „pakt üyelerinin biri, bir Balkan devleti veya dışarıdan başka bir devletin saldırısına uğraması karşısında birlikte karşı koyma‟ taahhüdü; 8) 8 Temmuz 1937 tarihli Sadabat Paktı ile Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında „içişlerine karışmama ve sınırların dokunulmazlığına saygı‟ protokolü; 117 Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 399. 55 9) 12 Mayıs 1939 tarihli İngiltere ile imzalanan „Akdeniz‟de bir savaş halinde yardımlaşma taahhüdü ve bu çerçevede bir anlaşma yapma‟ niyet beyanı; 10) 23 Haziran 1939 tarihli Fransa ile imzalanan –İngiltere ile aynı içeriklianlaşma. 1925 - 1939 yılları arasnda T.D.P.‟yı yakından takip eden Almanya, Türkiye ile ticari ve eğitim ilişkilerini giderek geliştirecektir. 1879 yılı sonrası başlayan ikili ilişkilerin de önce ticaret ve eğitim alanında başlayıp daha sonra askeri müttefikliğe kadar gittiğini iyi bilen geleneksel Prusya disiplinli Alman entellektüeller ve onların yetiştirdikleri gençler Berlin bürokrasisinde önemli makamları işgal etmektedirler. Türkiye‟nin savaş süresince izlediği dış politikanın net olarak anlaşılabilmesi için özellikle Avrupa ülkelerinin pozisyon ve dış politika taktiklerinin bilinmesinde fayda vardır. Savaşan ülkelerin Türkiye‟den taleplerinin daha sağlıklı bir şekilde ortaya koyulabilmesi için bahse konu ülkelerin uluslararası ortamı ne şekilde etkiledikleri de ayrı bir öneme haizdir. Bu ülkeler ile Türkiye‟nin ikili ilişkilerinin seyir çizgilerini bilmek, döneme ait T.D.P.‟na yönelik gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek için önemlidir. IV. BÖLÜM 4. SAVAÍAN ÜLKELER İLE SAVAÍ ÖNCESİ İLİÍKİLER Büyük Avrupa ülkeleri arasındaki politik ayrılığın genel bir savaşa neden olacağını farkeden Türkiye bu ülkelerin hepsi ile ayrım gözetmeksizin yazılı bir „dostluk ve işbirliği‟ protokolüne kadar gidecek anlaşmalar yapmaya çalışmıştır. Mihver (Almanya – İtalya – Japonya) ve Müttefik (İngiltere – Fransa) devletler olarak kamplara ayrılan savaşa taraf ülkeler jeopolitik önemi dolayısıyla Türkiyeyi kendi yanlarında savaşa sokmak için önemli çabalar harcamışlar, bu yönde Türkiye‟ye çok büyük baskılar yapma yoluna gitmişlerdir.118 118 Sarınay Yusuf, “Türkiye‟nin Batı İttifakına Yönelişi ve Nato‟ya Girişi“ Ankara 1988, s. 20 . 56 Tarafların yoğun diplomatik baskılarına karşı onurlu ve kararlı bir dış politika direniş çizgisi göstererek savaş yangınının dışında kalma gayretleri, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığından taviz vermeden ayakta kalabilmesinde önemli rol oynamıştır.119 Avrupa genelindeki genel bir savaşın boyutunu beklenenden çok daha fazla yıkıcı olacağını hesaplayan Türkiye, bölgesel tansiyonun düşürülmesi için yaptığı politik çalışmalarda niyetini açıkça ilan ederek taraflara güven vermeye özellikle dikkat etmiştir. Türkiye‟nin uzun uğraşlarından sonra 1937 yılında Balkan Antlantı Paktı bünyesinde biraraya gelen ülkelerin bölgeye dışarıdan yapılacak ilk müdahelede nasıl bir sınav verecekleri de Türkiye‟nin gelecekteki dış politika çizgisinde belirleyici olmuştur. Türkiye‟nin Balkan ülkeleri ile birlikte hayata geçirmeye çalıştığı güvenlik kuşağı, uzun ortaya çıkabilecek sorunlara nasıl bir yaklaşım göstereceğinin de işareti olarak görülmelidir. 4.1. Türkiye – İtalya İlişkileri Faşist Partinin lideri olarak 30 Ekim 1922‟de Roma‟da başbakanlık koltuğuna oturan Duçe120 Mussolini‟nin (Benito Amilcare Andrea Mussolini) dış siyaseti kendinden önceki Baron Sonnino121 kuşağının yayılmacılığından farklı değildir. Afrika‟da122 sömürgeci işgale hız vererek 1935 yılında Habeşistan‟a saldırısı ile emperyalist emellleri açıkça ortaya çıkan İtalya‟nın sınırları dışına taşan tavır ve 119 Timur Taner, “Türkiye‟de Çok Partili Hayata Geçiş“ İletişim Yayınları, Ankara 1991, s. 38. 120 İtalyan Faşistlerin parti lideri Mussolini‟ye verdikleri kendilerine göre milli paye. Bkz. Mantelli Brunello, “Kurze Geschichte des italienischen Faschismus“ Wagenbach Verlag, Berlin 1999. 121 20. Yüzyıl Başlarında İzmir, Ege daha sonra Antalya yöresine göz dikmiş olan emperyalist Baron Sonnino kuşağına verilen isim. Ataöv Türkkaya, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye‟nin Dış Siyaseti (1)“ Türk Solu Yayınları, 166. Sayı, Ankara 2012, s. 12. 122 A.g.e., Ataöv Ihsan, s. 12. 57 eylemleri Akdeniz‟de ciddi anlamda silahlanma yarışı başlatmıştır. Sorumsuz hareketlerinin bölge güvenliğini tehlikeye attığını bildiği halde Ege‟deki Türk kıyılarına yakın Oniki Ada‟lardan bazılarını (örneğin, Leros‟u) silâhlandırması da Türkiye‟ye karşı dostluğun değil tarafsızlığın bile ötesinde bir tavır olarak görülmektedir. Mussolini‟nin 7 Nisan 1939 günü 30 tümen asker ile öteden beri „Balkanlarda İtalyan Hayat Sahası‟ olarak gördüğü Arnavutluk‟a girmesi Türkiye‟de derin kaygı uyandırmıştır. Balkan Antlantı Paktı dolayısı ile Türkiye‟nin güvenlik bölgesine taşınan savaşta Balkanların güvenliği için biraraya gelen ülkelerin cılız protestosunun bir işe yaramadığını gören Türkiye batı Anadolu sahillerinde askerî tedbirlerini artırma yoluna girerken diğer yandan da İngiltere ile de Akdeniz güvenliği için görüşmelere başlamıştır. Onikiadalar dolayısı ile zaten komşu olunan İtalya‟nın oldu bittisini hesaplayan Türkiye, bu ülkeyi öteden beri topraklarında gözü olan emperyalist devletlerden biri olarak görmektedir.123 Mussolini‟nin konuşmalarında sıkça Akdeniz‟e ilişkin Mare Nostrum (Bizim Deniz) kavramını kullanması Türkiye için ayrı bir rahatsızlık konusudur.124 Akdeniz‟de Türk Ticaret gemilerine kimliği bilinmeyen saldırıların ardında İtalyanların olduğu şüphesi de ilişkilerdeki gerginliği giderek artıran bir başka nedendir. Daha da önemlisi I. Dünya Savaşı sonunda Türkiye‟nin işgalinden kendine düşen payın verilmediğini belirten İtalyan devlet adamlarının tavrı da, Türkiye‟de bir İtalyan yayılmacılığına bir başka işaret olarak algılanmaktadır. 123 Bizzat Duçe Mussolini (İtalyanca: Benito Amilcare Andrea) tarafından 19 Mart 1934 tarihindeki İtalyan Faşist Kongresinde “Tarihi hedeflerimiz Asya ve Afrika‟dır. Bunu doğal bir gelişme olarak görülmesi gerekmektedir“ şeklinde konuşmuştur. Roma‟daki Türkiye Büyükelçisi konunun üzerine gidince İtalyan lider bir başka konuşmasında “Türkiye bizim için bir Avrupa ülkesidir, sözlerimle Türkiye kastedilmiyor“ şeklinde düzeltme yapma ihtiyacı duymuştur. Topraklarının % 95‟i Asya‟da olan Türkiye, ikili ilişkilerdeki tarihi gerçeklerin de ışığında Mussolini‟nin bu sözlerinden teskin olmamıştır. (Oran B. “Türk Dış Politikası“ s. 415) 124 Latince „Bizim Deniz‟ manasındadır. Mare Nostrum kendisini mitolojik Latin İmparatorluğunun mirasçısı olarak gören İtalyan faşistlerinin milli hayalidir. Mitolojik Roma İmparatorluğu‟na kadar uzanan dönemi içerisine alan Mussolini‟nin faşist ideologları Akdeniz‟in tamamını kendi etki alanları olarak gördüklerinden parti propagandası olarak sıkça kullanmışlardır. Mare Nostrum iddiası Mussolini‟nin siyasetteki sözcülerine göre Akdeniz‟de İtalya‟dan başka hiç bir milletin hakkı yoktur ve kıyısı olan ülkeler Akdeniz‟in hakimi olan İtalya‟dan izin almak zorundadırlar. Bu konuda Bkz. Tasca Angelo, “Glauben, Kämpfen, Gehorchen. Aufstieg des Faschismus in Italien Nascita e avvento del fascismo“ Edition Promedia Verlag, Wien 2001 58 Savaş öncesi fırtınalı yıllarda defakto konjonktürü iyi takip eden Türkiye stratejik ve akılcı politikaya hep önem vermiştir. Örneğin, Mussolini‟nin 7 Nisan 1939‟da Arnavutluk‟a saldırmasını, “Türkiyenin güvenlik bölgesine karşı girişilen bir tecavüz“ olarak değerlendirmiş ve müttefik devletlerinden İngiltere ile savaş öncesinden beri devam edegelen görüşmeleri başarı ile sonuçlandırarak bir deklarasyonla neticelendirmeyi başarmıştır. 12 Mayıs 1939 tarihli Türk - İngiliz ortak deklarasyonu sonucunda açıkça görüldüğü gibi Türkiye, ülke çıkarlarını savaşa girmeden emniyet altına almak için önemli politik başarı elde etmiştir. Yayınlanan deklarasyonun 3. Maddesi ile: “Türkiye ve İngiltere Akdeniz‟de bir savaş çıktığı takdirde birbiri ile işbirliği yapmaya söz vermişlerdir.“125 4.2. Türk – Sovyet İlişkileri Türkiye savaş başlamadan önce, ayrım gözetmeden iyi niyet, dostluk ve saldırmazlık gibi çeşitli adlar altında imza altına alınabilecek güvenlik hedefli anlaşmalar için bir çok ülke ile görüşmeler yürütmüştür. İngiltere ve Fransa tarafından İtalyanların Arnavutluk saldırısı sonrası Romanya ve Yunanistan‟a verdikleri garantinin aynısının Türk Dışişleri‟ne de teklifine dikkatli yaklaşan Türkiye, mihverlerin de tepkisini çekmemek için temkinli hareket ederek durumdan Moskova‟yı haberdar ederek nabız yoklamak istemiştir. Rus Başbakan Molotov‟un İnönü‟ye cevabı „Balkanlar ve Karadeniz bölgesinde ortaya çıkan yeni durum çerçevesinde değerlendirmeler yapılarak yeni saldırılara karşılık alınacak tedbirlerin görüşülmesini‟ teklif etmesi Türkiye‟nin kuzey komşusu tarafından da yakın siyasi markaja alındığını ortaya koymaktadır. 125 Akandere Osman – Polat Hasan Ali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ I. Uluslararası Tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman İlişkileri Sempozyumu, Konya 2010, s. 1-11. 59 Rus temsilcilerin Ankara‟da görüşmeler yürüttüğü dönemde Almanya‟nın da Franz von Papen‟i Ankara‟ya ataması bahse konu dönemin diplomatik görüşmelerinin „kıran kırana‟ geçtiğini göstermesi açısından önemlidir. Tarafsızlığını korumak için herkes ile her şeyi konuşabileceğini belirten Türkiye, açık politikalarına karşılık gizli oyunların oynandığı çeşitli ülkelerin siyasi masalarının da en önemli bir ülkesi konumundadır. İtalyanların ani Arnavutluk harekatını gizli planın bir parçası olarak gören Türkiye, İngiltere – Fransa – Rusya üçlüsü ile eşit görüşmeler yürütüp güvenlik anlaşmaları imzalama çabasında olduğu dönemde, kuzey komşusu hala Hitler Almanyası ile flört edecek kadar saf olduğu için maalesef ilerleme sağlayamamıştır. Çeşitli ülkeler birbirleri ile görüşmelerinde alternatif ve samimi olmayan siyasetlerinin de etkisi ile, özellikle büyük Avrupa ülkeleri Türkiye ile bir anlaşma imzalamadan Türkiye‟nin kimle ne imzaladığına daha çok önem vermektedirler. Türk Heyeti SSCB ile 1929 yılı protokolünün 2/1 maddesi gereği mevcut durumu karşılıklı danışmalar ile özellikle Alman saldırganlığına karşı ittifak arayışı için masaya oturduğu halde Ruslar Kremlin‟in bir başka odasında Nazi Almanyası ile gizli ittifak pazarlıkları yapmaya çalışmaktadırlar. Türkiye ise gayet iyi niyetli olarak Alman – İtalyan saldırganlığına karşı İngiltere – Fransa – Rusya dostluklarının peşindedir.126 Türkiye‟nin uzun süre büyük ümitler ile yürüttüğü görüşmeler Rusların ani sürprizi ile karşılaştığında sadece Ankara değil, Paris ve Londra‟da şok olacaklardır. 23 Ağustos 1939 günü Moskova‟dan yapılan açıklama Alman – Sovyet Saldırmazlık Paktı‟nı haber vermektedir. Barış denklemlerinin tekrar değiştiğini gören Türkiye, tehlikenin önce Akdeniz, ikinci ihtimal olarak ta Balkanlardan geleceğini düşünmüştü.127 Ortaya çıkan yeni risk analizine göre kökü tarihe kadar uzanan kuzeydeki komşuya da artık ciddi şekilde dikkat edilmelidir. Hitler‟in 1 Eylül‟de Polonya‟ya saldırarak yarısını Stalin‟e vermesi, Türk – Rus görüşmelerinde Moskova‟nın ayak sürümesine sebep olmaktadır. 126 Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, I. Cilt, İstanbul 2001, s. 416. 127 A.g.e., s. 418. 60 Almanya ile anlaşınca diplomatik alanda daha da güçlendiğine inanan Sovyetler Birliği‟nin Ankara Büyükelçisi Vladimir Terentif, Başbakan Íükrü Saraçoğlu‟nu yeni gelişmeleri değerlendirmek ve uygun bir anlaşma yapmak için Moskova‟ya davet ettiğinde, Türkiye önemli sürprizler ile karşılaşacaktır. Hala Moskova ile bir anlaşma peşinde olan Türk Başbakan Saraçoğlu iki ülkenin dostluğundan bahsederken Rusların Monreux Boğazlar Sözleşmesinin Ruslar lehine değiştirilmesini ve Kars ve Gümrü anlaşmaları ile çizilen Kafkasya sınırında yeni düzeltmeler yapılmasını istemeleri niyetlerini açıkça ortaya koymuştur. Zaman zaman Sovyet lideri Stalin‟de görüşmelere bizzat katılarak Rus isteklerini dile getirse de Türk Başbakan Saraçoğlu‟nun „bunlar şu anki görüşmemizin konusu değil‟ tepkisi ile karşılaşmışlardır.128 Bu konuda Osman Akandere / Hasan Ali Polat; “Yeni ittifaklar ve anlaşmalara göre, Ankara‟nın da tamamen olmasa bile sıkça değiştirmek zorunda kaldığından önündeki seçenekler ise son derece zorlu, biri için diğerinden vazgeçmeyi kolayca göze alamayacağı seçenekler şeklindedir.“129 Yaklaşan tehdit risklerini en aza indirmek isteyen Türkiye‟nin önündeki sadece olduğunu ve dördüncüsünü beklemenin de çok geç olabileceğini belirten Cemil Koçak: “Türkiye, ya Hür Dünya‟yı temsil eden İngiliz-Fransız ikilisinin önderlik ettiği batılı devletlerden kopup Almanya‟nın kontrolünde gelişen Mihver devletleri ile birlikte olacak, ya şimdiye kadar çeşitli ülkeler ile imza altına aldığı ikili deklarasyonlara sadık kalmaya gayret edecek, 128 Moskova‟da çeşitli oyalama taktikleri ile 23 gün süren Türk – Rus görüşmeleri sonucundan bir anlaşma imzalanması ümidini kesen Türkiye Başbakanı Íükrü Saraçoğlu nazik bir dille, “Bundan sonra Stalin Yoldaş‟ın bana yapacağı en büyük iyilik buradan bir an önce ayrılarak ülkeme dönmemi sağlamasıdır“ şeklinde konuşmuştur. Fakat Ankara‟dan Saraçoğlu‟na gelen mesaj ise, „Rus niyetlerini tam olarak öğrenmek için sonuna kadar bekle‟ şeklinde olacaktır. Ayrıca bkz. Oran Baskın, a.g.e. s.420 vd.). 129 Akandere Osman – Polat Hasan Ali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye baskısı ve Savaşın içine çekme gayretleri“ I. Uluslararası tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman İlişkileri Sempozyumu, 8-10 Ekim 2009 Konya, s. 3. 61 ya da, hem batılı ittifak, hem de kendisi için çok tehlikeli olan kuzey komşusu Rusya ile anlaşarak iyi ilişkiler yürütmektir.“130 Sovyetlerin Nazi Almanyası‟na güvenerek Türkiye‟ye karşı takındığı emperyalist tutum Türk – Rus ilişkilerinde derin etkiler bırakacak ve Cumhuriyet tarihi boyunca ilişkilerin geldiği noktayı sıfırlayacaktır. Bu durumda Türkiye‟nin başından beri ihmal etmeden sürekli ilerlettiği Türkiye – İngiltere – Fransa işbirliği döneme damga vuran gelişmeler olarak tarihe geçecektir. Başbakan Íükrü Saraçoğlu‟nun hatıralarında „görüşmeden daha ziyade bir boğuşma idi‟ şeklinde bahsedeceği Moskova görüşmelerinin sonucu son dönem Türk Rus ilişkileri için de önemli bir kırılma noktası olacaktır. Ruslara karşı savaş sonuna kadar devam edecek bu güvensizlik 1945 sonrası barış ortamında Türkiye‟nin bağlantısız kalmaktansa NATO‟da yer almayı seçmesinde de Stalin‟in açık ve sonu gelmeyen isteklerinin olumsuz etkisinin izleri görülecektir.131 4.3. Türkiye – Fransa İlişkileri I. Dünya Savaşı‟na ve akabindeki Sevr görüşmelerinde masanın karşısındaki taraf olmasına rağmen, Anadolu‟dan Ankara hükümetini tanıyarak ayrılan ilk işgal güçü olmaları, son dönem Türk – Fransız ilişkilerindeki önemli noktalardan biridir. Güneydeki işgal bölgelerini sorunsuz bir şekilde Ankara Hükümeti ile koordineli 130 131 A.g.e., Akandere – Polat, s. 3; Koçak C., “Türkiye‟de Milli Şef Dönemi“ s. 91; Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik“ s. 25-26. Sovyetler Birliği‟nin ilk fırsatta tekrar eski tarihi düşmanlık defterlerini karıştırması Türkiye tarafında, „kağıt üzerinde anlaşma yapılsa bile Rusların samimiyetine güvenilmez. Fırsat bulduklarında çok çabuk değişip gerçek niyetlerini ortaya koyar‟ düşüncesinin egemen olmasını beraberinde getirmiştir. Savaştan galip çıkan Stalin‟in Potsdam ve Yalta görüşmelerindeki tavırları da Türkleri süresi belirsiz bir şekilde İngiltere ve Fransa´nın – ileriki yıllarda ise Amerika ve NATO‟nun - kucağına atacaktır. Bkz. Sarınay Y., “Türkiye‟nin Batı İttifakına Yönelişi ve Natoya Girişi“ Ankara 1988; Önder Z., “Die Türkische Aussenpolitik“ s. 25-27; Gürün B., “Türk-Sovyet İlişkileri 1920-1953“ Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s. 197-208; A. Suat, Güç Komşuluk, “Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri 1920-1964“ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara-1992, s. 129-148. 62 olarak boşaltan Fransızların Lozan görüşmeleri sırasında da olumlu tavır takınmaları Türkiye Cumhuriyeti‟nin Fransa ile ilişkilerinin başka ülkelere göre çok daha çabuk gelişmesine vesile olmuştur. Milli Mücadele sonrası Fransa ile Türkiye arasında en öne çıkan iki sorun Osmanlı döneminden kalan borçlar sorunu ve Hatay konusudur. Her ikisinde de ilişkilerin nazikliği ve iki ülkenin de birbirine karşı verdiği önem dolayısı ile görüşmeler yolu ile çözülmüştür. Fransa‟nın Musul konusunda İngiltere ile birlikte hareket etmesini de Türkiye fazla öne çıkarmamıştır.132 Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarından itibaren, Osmanlı döneminden miras kalan bir çok sorunu çözmek için Fransa ile Türkiye masaya oturacaktır. Misyoner okulları ile ilgili konular Lozan‟da gündeme geldiğinde Türk heyeti „yeni devletin milli eğitim politikası ışığında var olan imkanlardan Fransız okulları da yararlanacaktır‟ şeklinde yuvarlak bir cevapla konuyu geçiştirmesini Fransa 1925‟de tekrar gündeme verilemeyeceğini getirdiğinde, belirterek kesinlikle konuyu Fransa‟ya gündemden bu konuda kaldırmıştır. Bu ayrıcalık okulların „azınlıkların kimliklerinin gelişmesine destek olmak‟ gibi kendilerine özgü gayeleri de Türkiye‟nin dikkatinden kaçmamıştır.133 Osmanlı borçlarından önemli bir kısım Türkiye Cumhuriyeti‟ne miras kalmıştır. Çok sayıda alacaklı ülke olmasına rağmen Osmanlı Devleti‟nin tahvil satarak en çok borçlandığı ülke Fransa‟dır. Lozanda konu ile varılan anlaşmaya göre Türkiye bu borçları Osmanlı‟dan ayrılan ülkeler arasında paylaştıktan sonra kendi üzerine düşen bölümünü ödeyecektir. 1912 öncesi borçlardan % 62 ve sonraki borçlardan % 73‟lük bölümü için varılan anlaşmaya göre Türkiye Cumhutiyeti bu borçları ödemeyi kabul etmiştir.134 Ancak dünya genelindeki 1929 yılı ekonomik krizi baş gösterdiğinde Türkiye ödemelerde kolaylık gösterilmesi için Fransa‟daki Duyun-u Umumiye merkezine başvurdu. Yapılan yeni taksitlendirmeler ile Türkiye 132 Demir İsmet, “Musul-Kerkük ile ilgili arşiv belgeleri 1525-1919“ Başbakanlık Basımevi, Ankara 1993, Ankara 1993, Ankara 1993, s. 734. 133 Ayas Nevzat, “Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi“ M.E.B. Yayınları, Ankara 1948, s. 393 - 394; Taşdemirci Ersoy, “Türk Eğitim Tarihinde Azınlık Okulları ve Yabancı Okullar“ Eciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 10, Yıl: 2001, s. 30. 134 Uzgel İlhan, “Türk Dış Politikası - Osmanlı Borçları Sorunu“ İletişim Yayınları, 16. Baskı, İstanbul 2012, s. 279. 63 107.528.461 altın liradan oluşan borç 25 Mayıs 1954‟de son taksitin yatırılması ile tamamen temizlenmiştir.135 Fransa ile Türkiye arasındaki bir başka önemli konu ise Sancak (Íimdi: Hatay) konusudur. 136 Bölge, uluslararası literaturda anavatana katılana kadar bu isimle anılacaktır. 1921 yılında Türkiye ile Suriye arasında imzalanan Ankara Anlaşması Lozan‟da gündeme en az gelen ve iki ülke tarafından geçmişteki şekline ve özüne dokunmadan kabul edilmiştir. Lozan sonrası Suriye‟de manda idaresini hayata geçiren Fransa „böl ve yönet‟ taktiği ile Halep, Íam ve Sancak adlı idari bölgeler kurmuştur. Zaman zaman Arap milliyetçilerinin Fransa‟ya karşı ayaklanmaları sonucu çıkan kargaşa, 1930 yılında İngiltere‟nin bölgeden çekilmesi ile daha da artacaktır. Türkiye‟deki gelişme ve reformları çok iyi takip eden Sancak Türkleri kendilerini sürekli geliştirdiler. Suriye‟de petrolün de istenildiği oranda çıkmaması üzerine 1936 yılında Fransa kendi coğrafyasındaki güçlüklerini de hesaba katarak bölgeden çekilmenin sinyallerini vermeye başlamıştır. Sancak konusunda bölgedeki Türk nüfus oranı ve Türkiye ile iyi ilişkileri kaybetmeyi göze alamayan Fransa, 1936 yılında bölgenin Türkiye‟ye bağlanması için Türkiye ile koordineli çalışmaya başlamıştır. Bağımsız bir devlet olan ve kısa bir süre sonra da Türkiye‟ye katılacak olan bölgeye Hatay ismini Atatürk verecektir.137 Atatürk‟ün ölümünden kısa bir süre sonra Türkiye Cumhuriyeti‟nin ilk defa toprak kazanımında yardımı olan bir Avrupa ülkesi konumunda olan Fransa, Türkiye‟nin dış politikasında önemli bir yere sahip olurken Almanya ve İtalya‟nın taşkınlıklarını dizginlemede iki devlet birbiri ile olan ilişkisi samimi bir uluslararası işbirliği çizgisinde ilerleyecektir. Hatay‟ın anavatana katılışı ile ilgili olarak çalışmalarda bulunan tarihçi Bekir Tünay: 135 A.g.e., s. 27. 136 Osmanlı döneminde İskenderun Sancağı olarak geçen bölge Alman ve Fransız resmi yazışmalarına da bu isimle geçmiştir. 137 Avrupalılar Çin‟in kuzeyine "Hıtay" derlerdi (Rusçada "Kitay"). "Hıtaylar" ismini taşıyan yarı göçebe Türk-Moğol kabileleri 10. yüzyılda Mançurya‟yı ve Çin‟in kuzeyini işgal etmişler ve burasının ismi "Hıtay" kalmıştı. Atatürk "Hıtaylar"ın Anadolu‟ya da gelmiş olduklarına inanıyordu. "40 asırlık Türk yurdu" saydığı Antakya‟ya Hatay ismini bu yüzden vermişti. Bkz. Armağan Mustafa, Gizlenen Tarihimiz, Ankara 1999. 64 “Atatürk‟ün Hatay‟ı silâh zoruyla alabileceğini, Fransızlar anlamışlardır. Bunu dikkate alarak bir askerî anlaşma yapma yoluna gidilmiştir. Oysa Atatürk‟e göre savaş, hayatî olmadıkça yapılmamalıdır. Bu askeri anlaşma ile Hatay‟da tarafsız bir seçim kabul edilse de Türkiye‟nin maksadı bir kısım askeri gücün Hatay‟a girmesini sağlamaktır. Orgeneral, Şükrü Kanatlı (o zaman Kurmay Albay) kumandasındaki birliklerin bölgeye girmesinin ardından, 13 Ağustosta seçimler yapılmış ve ezici çoğunlukla Türklerin kazandığı açıklanmıştır. Böylece de bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938‟de kurulmuştur. Bu Cumhuriyet de, 30 Haziran 1939‟da Türkiye‟ye iltihak kararını aldı. Ana yurdun bölünmez, vazgeçilmez bir parçası olan Hatay, ana yurtla bütünleşti.“138 İkinci Dünya Savaşı‟nın hemen öncesinde Türkiye - Fransa ilişkileri Avrupa‟daki bir çok ülkenin birbirleri ile olan ilişkilerinden çok daha fazla samimi ve pürüzsüz bir işleyişe sahiptir.139 4.4. Türkiye – İngiltere İlişkileri Atatürk‟ün son yıllarına kadar Musul sorunu hariç Türk - İngiliz ilişkileri pürüzsüz yürüdü. Doğudaki Kürt Sorunu ile batıdaki denge / ittifak sorununu çok iyi takip eden genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı‟nın son dönem politikalarının küçültülmüş halini -ama bu sefer doğru ata oynayarak- Cumhuriyet döneminde uygulamaya koyacaktır. Cumhuriyet dönemininde Türkiye‟nin dış politika için elindeki alternatifleri de sınırlıdır. Bu tercihler İngiltere - Fransa ekseni, Almanya İtalya Birliği ve SSCB‟dir.140 138 Tünay Bekir, “Atatürk ve Hatay“ Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 5, Cilt: II, Mart 1986. 139 Çelik Alperen, “II. Dünya Savaşı Öncesi Avrupa ülkeleri“ Birlik Gazetesi Almanya Baskısı, Íubat 2004, s. 33-35. 140 Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası - Batıda Dış Politika“ İletişim Yayınları, I. Cilt, İstanbul 2001, s. 253. 65 Lozan‟dan beri sürüncemede olan Musul sorunu (1926), Ege‟deki Yunanistan ile olan sorunların kökünden çözümlenmesi (1930) ve Milletler Cemiyeti üyeliği (1930) Türk İngiliz ilişkilerinin hızlı bir şekilde büyümesinin en önemli nedenlerinden biridir. Türkiye‟nin dış politikasında özellikle demokratik değerler söz konusu olduğunda, dünya barışının lideri olarak görülen İngiltere‟nin sürekli Fransa ile beraber hareket etmesi de bu devletin dünya genelindeki politikalarını hızlı bir şekilde inandırıcı hale getirmektedir. Akdenizdeki tehditvar çıkışları olan İtalya ile 20. Yüzyılın en büyük diktatörlüğüne aday Hitler‟in tavırları da Türkiye‟nin İngiltere ile olan ilişkilerini daha da önemli hale getirmektedir. Ege sahillerine çok yakın olan adalarda askeri üsleri olan ve Akdeniz‟in kendilerine ait olduğu hayallerini bizzat Mussolini‟nin dile getirdiği Faşist İtalya‟nın çıkışları da, Türkiye‟yi İngiltere ile daha çok işbirliği yapmasının nedenlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.141 Dış tehditlerin önlenmesi veya dengelenmesi için güçlü ülkeler ile müttefik pozisyonları geliştirmenin uluslararası politikaların değişmez ilkelerinden olduğunun iyi farkında olan Türk siyasetçilerin gayretleri, birbirleri ile rekabet halinde olan ülkelelerin sadece müttefik olarak kullanılmayacak, aynı zamanda o ülkelerin Türkiye‟ye yaklaşımlarında Türkiye ile yakın işbirliğinde olmanın değerinin daha da arttığını farketmelerine yol açacaktır. Bir asırdan bu yana gerek Akdeniz, gerekse Türkiye‟nin hinterlandı konumundaki İngiliz etkisini çok iyi farkeden Türk siyasetinin, İngiltere ile işbirliği özellikle II. Dünya Savaşı‟nın başlangıç yıllarında en gerçekçi kararlardan biri konumundadır. Rekabet halindeki Avrupa ülkeleri arasında bölgede en fazla askeri üssü ve müttefiği bulunan İngiltere‟nin Türkiye ile olan ilişkilerinin bu dönemde en üst düzeyde olması Türkiye‟nin kendini savaşın dışında tutabilmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Türkiye‟nin 1930 yılından beri özellikle Balkanlarda ve Orta Doğu‟da çeşitli ülkeleri biraraya getirerek bölgeye dışarıdan yapılacak bir müdaheleye karşı olduğunu ortaya koymasındaki politikalarının tamamında Türk - İngiliz fikir birliğinin izlerini 141 Bauer Renate, “Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Neue Ekonomi Magazin, Alp Media Almanya, Würzburg 2006, s. 47. 66 görmek mümkündür. Türkiye‟nin uluslararası çabalarında adı sıkça geçecek „dışarıdan bir saldırı, statükoyu bozmaya yönelik hareketler ve barışı tehlikeye atacak davranışlar‟ adlandırmalarının tarif ettiği tüm kelimelerin muhatabı İngiltere‟nin de rekabet halinde olduğu Almanya - İtalya ikilisi ile henüz kimden yana tavır koyacağı belli olmayan SSCB‟dir. Uluslararası bir çok sıkıntı da Türkiye - İngiltere arasındaki danışma mekanizmalarının sürekli açık tutularak bölgedeki barışın korunmasına yönelik olarak her iki ülkenin de bir çok gelişmeyi benzer ölçü ve algılamalar ile değerlendirmelerine yol açmaktadır. Atatürk‟ün son yıllara kadar sıkça görüştüğü İngiltere‟nin Ankara Büyükelçisi P. Lorrain‟e Motreux konusundaki desteklerinden dolayı teşekkür mehiyetinde diğer diplomatlardan ayrı bir önem vermesi de iki ülke arasındaki ilişkilerin sağlamlığını daha da öne çıkarmaktadır. 1938 yılı sonundan itibaren Türkiye‟nin İngiltere ile görüşmelere başlayarak ittifak teklifini Hitler‟i tanımadıkları için hala onu yatıştırma142 (İngilizce: appeasement) politikası yürüten İngiliz siyaseti yüzünden gerçekleşmemiştir. Nazilerin Çekoslovakya‟yı işgali sonrası ancak gözleri açılan İngiltere Atatürk dönemi Türk Dış Politikası‟nın önemini ve kendilerine Türkiye‟nin yaptığı teklifin değerini anlayabilecektir. 1939 yılının yaz aylarına kadar Türk - İngiliz münasebetlerinde gelişmeleri değerlendirme açısından büyük benzerlikler göze çarpmaktadır. İki ülkenin uluslarası sorunlara bakışlarındaki benzerlikler tarafları giderek daha çok biraraya getirmektedir. T.D.P.‟nin bakış açısı İngiliz Siyaseti nezinde Türkiye‟yi bölgede rol oynayabilecek potansiyel bir ülke konumuna getirecektir. Ancak Londra ve Ankara‟nın karşılıklı menfaatlerdeki detay hesaplarına inmesi iki ülkenin ittifak anlaşmasına kadar 142 II. Dünya savaşı öncesi İngiltere başbakanı Neville Chamberlein ile özdeşleşen bir politikadır. Hitler‟in esas ilgi alanının doğuda olduğuna inandığı için kendileri ile ittifaka girdikten sonra Rus topraklarına yöneleceğini umut ederek, Südetleri aldıktan sonra daha önce Bismarck‟ın da yaptığı gibi Hitler‟in de durarak kazanımlarını elinde tutmak isteyeceğini tahmin etmektedir. Hitler‟in ise Bismarck‟dan çok Napolyon‟a benzeyerek durmak bir yana, taleplerinde çok daha aşırılıklara kaçtığı görülmüştür. Münih Anlaşması sonrası Londra‟ya dönerken uçakta yanındakilere “Bugün onurlu bir barış yapmanın mutluluğu ile ülkeme dönüyorum“ demiştir. Alman ordularının hiç bir Alman‟ın yaşamadığı Çekoslovakya topraklarına girmesinden sonra ise İngiliz başbakan bizzat yatıştırma politikasının bittiğini ilan etmek zorunda kalmıştır. Bkz. Aydın Mustafa, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, I. Cilt, İstanbul 2001, s. 408. 67 yaklaşan paralel bakış açılarına rağmen, dış etkenlerin de etkisi ile ittifak anlaşması için imzaların atılması bir türlü gerçekleşmeyecektir. Avrupa‟nın irili ufaklı bir çok ülkesinde olduğu gibi çeşitli ülkelerin politik menfaatleri her ay değişebilmekte ve bu ay yapılan tekliflerini gelecek ayki görüşmelerde masadan çektiklerini söylebildikleri bir dönemde T.D.P., İngiltere ile yakın ilişki yürüterek, son derece zor uluslararası sınavlardan başarı ile çıkmıştır.143 4.5. Türkiye - Almanya İlişkileri Türkiye‟nin son yüzyılda en çok ilişkide bulunduğu Almanya ile ilişkilerini çok kısa geçeceğimiz bu bölümde açıyı iyice daraltarak savaş öncesindeki -ama savaşı direkt etkileyecek- son bir kaç yıldaki ikili ilişkileri öne çıkarmaya çalışacağız. Bir önceki savaşın mağlüp müttefiklerinden olan Almanya‟nın Versay‟a sürekli atıfta bulunarak eleştirmesi Türkiye‟den sempati de toplamıyor değildir. Sevr‟in oldukça iyi bir renövize edilmiş şekli olan Lozan Alaşması‟nda Türkiye‟nin de memnun olmadığı taraflar vardır ama gelinen konjunktürde bunları öne çıkarmakta bir fayda görmeyen T.D.P., Avrupa‟nın Almanya liderliğinde giderek kararan siyasi havasını da yakından takip etmektedir. Almanya‟da iktidara gelen Nasyonal Sosyalistler bir çok ülkeden eleştiri alırken Türkiye‟nin, „Almanların demokratik kararı‟ diyerek gayet normal karşıladığı Hitler iktidarı ile siyasi boyutlarda o kadar olmasa da ticari ilişkiler en yüksek düzeye çıkmıştır. İki ülkenin geçmişteki iyi ilişkilerinin üzerine bina edilen son dönem politik gelişmelerdeki zamana ayarlı olumlu-olumsuz gelişmelerin tamamı, Almanya‟nın sürekli atak politika uygulayarak durumların yeniden değerlendirilmesine mecbur kalındığından ileri gelmektedir. 143 Körber Manuela, “Türkei im Zweiten Weltkrieg“ İntegrationszeitung, Alp Media Würzburg, April, 2008, s. 12 68 1933 yılında başlayan Nazi iktidarıyla birlikte Almanya, siyasî ve iktisadî nüfuzunu bütün Avrupa‟da olduğu gibi Türkiye ile olan ilişkilerinde de kullanmaya başlamıştır. 1934 yılından itibaren Türkiye, Almanya ile sıkı bir iktisadî işbirliğine girmiş ve Almanya Türkiye‟nin en büyük ticari partnerlerinden biri konumuna gelmiştir.144 Türkiye üzerindeki iktisadî nüfuzunu kullanarak Türk-Sovyet ve Türkİngiliz münasebetlerinde gerginlik yaratıp Türkiye‟yi revizyonist guruba çekmekte başarılı olmasa da, bu yoldaki çabaları ile T.D.P. analizlerinde ikili ilişkiler sürekli olarak uzun yıllar birinci sorun olarak devam etmiştir. 1934 yılından sonra Türkiye‟nin Balkan ülkeleri ile başlayan Balkan paktı girişimleri konusunda Almanya‟nın rahatsızlığı vardır ama bu rahatsızlığın nedenini Türkiye‟ye hiç sormayarak ilişkilerin sorunsuz süreceğini sanan Hitler yönetimi, Türkiye‟ye karşı uyguladığı yanlış politika ile T.D.P.‟nin İngiltere ile zaman zaman paralellikler arzetmesine fırsat sağlamıştır.145 Oysa yaklaşımları net bir Almanya‟nın T.D.P. ile uyumlu olacak bir bölge politikasının kendine hiç bir zaman olumsuz etkisi olmayacağı gibi tam tersi büyük faydalar sağlayacağı kesindir. Alman Dışişlerinin Türkiye temsilciliğinin vizyon darlığı iki ülke ilişkilerinin zaman zaman ters yönde ilerlediği konumlara girmesine sebep olmuştur. Türk Boğazları‟nın önemini en iyi bilen ülkelerden biri olan Almanya, kendisi açısından uygun görülmeyen bir statüye bağlanacağı endişesiyle, Montreux (Montrö) Sözleşmesine katılmadığı gibi tasvip etmediğini de açıklamıştır. Fransa ile Hatay görüşmeleri sürerken de zaman zaman itirazlarını belirten, hatta bu itirazlardan Türklerin alınıp kırılacağının da farkında olarak Türkiye açısından kabul edilemez çıkışlar yapan Almanya bütün bunlara rağmen Türkiye ile olan iktisadi ilişkilerini sürekli yükseltecektir. 1938 yılında Alman Ticaret Bakanı Funk‟un Türkiye‟yi ziyareti sırasında üzerinde mutabakata varılan; Türkiye‟ye on yıl süreyle 150 milyon mark kredi verilmesini öngören antlaşma 16 Ocak 1939‟da Berlin‟de imzalanmıştır. Yine 25 Temmuz 1938'de Berlin‟de iki ülkenin imzaladığı bir ticaret antlaşması ile de Türk-Alman ticarî münasebetlerinin geliştirilmesine çalışılmıştır. 144 Bkz, Ek-2,Uluğbay Hikmet, DIE, Göstergeler 1923 - 1938, s. 418 - 430 yılları arasında bazı ülkelerin Türkiye‟nin ithalat ve ihracatındaki payları. 145 Hundt Monika, “Türkei und Deutschland 1933 - 1945“ Integrationszeitung - Miteinander für eine bessere Zukunft“ Alp Media-Verlag, Würzburg 2009, s.12. 69 Almanya‟nın Türkiye ile olan ticaretinde krom özel bir yer tutmaktadır. 1935 1939 döneminde Türkiye için en önemli ihracaat kalemi olan krom, sadece Almanya değil rekabet halinde olduğu İngiltere ve Fransa‟ya da geniş oranda ihraç edilmektedir. Almanya‟nın Türkiye‟den aldığı krom oranını artırarak başka ülkelere (Burada kastedilen başka ülkelerin öncelikle İngiltere ve Fransa olduğu sanılmaktadır.) satılmaması teklifi Türkiye tarafından görüşme konusu bile yapılamayacağı ifade edilerek reddedilmiştir. V. BÖLÜM 5. SAVAÍANLARIN ORTASINDA SAVAÍA KARÍI (1939 - 1945) II. Dünya Savaşı öncesi T.D.P.‟nın birincil hedefi Lozan Anlaşması ile oluşan statükonun devamı yönündedir.146 1930 yılından itibaren Türkiye'nin gerek yakın komşuları gerekse Balkan Ülkeleri ile sağlamlaştırmaya çalıştığı ilişkilerindeki nihai hedef Avrupa kökenli emperyalist devletlerin yayılmacı kavgasının dışında kalmaktır. Türkiye 6 yıl boyunca ısrarla sürdürdüğü bu politika ile hem etrafında bir güvenlik çemberi oluşturmayı hem de uluslararası problemleri barışçı yoldan çözmeye örnek teşkil edecek ciddi bir dış politika modeli sergilemiştir.147 Savaşan ülkelerin hepsinin güvenini kazanmak, bu olmasa bile savaş halindeki ülkeleler ile en azından ilişkilerini kesmeden kanalları açık tutabilmeyi başaran çok az ülkeden biri olan Türkiye, herkes için önemli olan su yollarının kontrolünü Montrö eline almayı başardıktan sonra bile, elindeki imkanı savaşan ülkelere karşı kullanmayacak kadar ahlaki bir tavır sergilemiştir. Yaptıkları gizli – açık görüşmeler ile müttefik olacak kadar ileri gittikten sonra bir gecede birbirlerine saldırı başlatan ülkelerin varolduğu ilginç bir dönem olan II. Dünya Savaşı, Avrupa ülkelerinin attıkları imzalar ve yükümlülüklerine karşı da bir sadakat sınavıdır. Bu duruma düşmeyen Türk hariciyesi güçlü bir orduya değil ama, sağlam bir ahlaki karekter ve 146 Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“, Nr. 1220, R 29775. 147 Özçelik Mücahit, “II. Dünya Savaşında Türk Dış Politikası“ Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sayı: 29 Yıl: 2010/, s. 253-269. 70 mantık ölçüleri içerisinde kalarak savaşın başından en sonuna kadar taraflara aynı duruşu sergilediler; “Biz bu savaşın dışında kalmak istiyoruz, ama ülkemize saldırı olursa karşılığını veririz.“ Türkiye‟nin boğazları kapatmasının ne manaya geldiğini I. Dünya Savaşı‟ndan çok iyi bilen ülkeler zaman zaman Türkiye‟ye karşı aleyhte tavır sergiledikleri halde, Türkiye boğaz silahı ve Orta Doğu Coğrafyası‟na hakim konumunu II. Dünya Savaşı boyunca hiç kimseye karşı kullanmamıştır. Stratejik konumu dolayısı ile savaşın seyrini değiştirebilecek bir Türkiye‟yi yanına çekmek isteyen tarafların diplomatlarının da kıyasıya çekiştiği Ankara, 6 yıl boyunca savaş atmosferini bölgede en çok teneffüs eden başkentlerden biri konumunda olacaktır.148 Müttefik ve Mihver bloklarının her ikisinin de Türkiye‟nin dostluğuna mecbur olmaları şansını çok iyi kullanan Türkiye, tarafların baskılarına son ana kadar karşı koyarak savaşın sonunda istediği „tarafsızlık ve savaş dışı kalma‟ hedefine de ulaşmıştır. Türkiye‟nin en kritik anlarda bile soğukkanlılığını kaybetmeyip hayale kapılmaması ve durumu kötüye gidene „ben de bindireyim‟ diyecek kadar fırsatçılığa soyunmadan ahlaki değerlerden uzaklaşmaması istediği sonucu almasındaki en önemli etkenler olarak tarihe geçmiştir.149 5.1. Türkiye’nin Müttefikler Safında İttifak Arayışı Akdeniz‟deki tahditkar hava giderek artınca, Türkiye ilişkilerinin daha stabil bir görüntü verdiği İngiltere – Fransa ekseni ile diyaloğa girmiştir. Montrö ve Hatay konularında İngiltere – Fransa ikilisinin siyasi desteğini arkasına alan Türkiye, 7 Nisan 1939‟da İtalyanların Arnavutluk‟a asker çıkarması ile müttefik ülkeler nezdinde ilişkileri artırarak askeri işbirliği ihtimallerini araştıran Türkiye güvenliğini 148 Bazna Elyasa, “Ankara Casusu / 2. Dünya Savaşı‟nın En Tehlikeli Ajanı: Çiçero“ Karakutu Yayınları, İstanbul 2005, s.55; Bkz., Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatssekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 29770. 149 Ekinci Necdet, “İnönü Dönemi ve II. Dünya Savaşı Yılları“ Genel Türk Tarihi , Cilt 9, Ankara, 2002, s. 646. 71 garantiye alacak anlaşmalar yapmaya çalışmıştır. Türkiye ile güvenlik ve işbirliği anlaşması imzalamaya prensipte karşı olmayan İngiltere ve Fransa ikilisinin kendilerine göre hesaplarında S.S.C.B. ile de ittifak arayışları vardır. Her iki ülke de Hitler‟in askeri gücünü S.S.C.B. olmadan durdurabilmenin zorluğu konusunda hemfikirdirler. Bu iki ülkenin Sovyetler ile yapacakları ittifak görüşmelerinde özellikle boğazlar konusunun da gündeme geleceği Türkiye tarafından tahmin edildiği için bahsekonu ülkelerin uluslararası görüşme ve ilişkileri de T.D.P. tarafından yakın takibe alınmıştır. Japonya‟nın Mancurya‟yı işgali, Almanya‟nın Saarland bölgesini Fransa‟dan geri alarak ve Ren bölgesine girmesi, Hitler‟in sürekli gerginlik politikaları yaratarak güç gösterisinde bulunması, Almanya‟nın Avusturya‟yı ilhakı, İtalya‟nın Habeşistan‟a saldırması, İspanya içsavaşında Franko‟nun hakimiyeti ve bütün bu korku merdivenlerinin Berlin – Roma Mihver Anlaşması ile zirve yapmasının Avrupa‟yı adım adım bir savaşa doğru götürdüğünde hemfikir olanların sayısı giderek artmaktadır.150 Hitler – Mussolini çizgisinde bu gelişmeler olurken Türkiye mutlaka stratejik önemi dolayısı ile gündeme gelecek olan Montrö Boğazlar Sözleşmesini masaya getirerek Mihver Devletere hiç sormadan başarılı bir şekilde halletmesi İtalya ve Almanya tarafından düşük yoğunluklu tepki ile karşılanmıştır. Montrö masasından güçlü olarak kalkan Türkiye ise, buradaki İngiliz – Fransız desteğinin önemini çok iyi kavrayarak bu iki ülkeye biraz daha yaklaşmıştır. Hızla gelişen olaylar Türkiye‟yi bir taraftan mihver devletlerden uzaklaştırırken diğer taraftan kademeli müttefik devletlere yaklaştırmaktadır. Daha önce rutin görüşmeler olarak ilerleyen Türkiye – İngiltere – Fransa Üçlü İttifak görüşmeleri İtalya Balkanlara inince daha da önem kazanmış ve taraflar acele etmeye başlamışlardır. Görüşmelerin devam ettiği bir ortamda İngiltere ve Türkiye „ortak demeç‟ vererek birlikte hareket edeceklerinin sinyalini vermişlerdir. Mihver Devletleri‟nin saldırgan politikalarına karşı denge unsuru olan Türk – İngiliz Ortak Demec‟i konusunda Baskın Oran: “Kendi güvenlikleri yararına olarak, karşılıklı yükümlülükleri gerektirecek uzun süreli kesin bir anlaşma imzalayacak (madde 2) ve bu kesin anlaşma imzalanana kadar da Akdeniz Bölgesi‟nde bir saldırı ortaya çıktığında, etkili bir şekilde işbirliği 150 Antonio Arena, “Seconda Guerra Mondiale e la Turchia“ Trasmissione Stelle, Roma 1970, s. 145. 72 yapmaya ve birbirlerine ellerinden gelen tüm yardımı yapmaya ve kolaylığı göstermeye hazır“ olacaklardır. 151 Türk İngiliz yakınlaşmasında kendilerinin Türkiye‟ye verdiği güvensizliği kaale almadan, böyle bir ittifakın Türk – Alman ilişkilerine zararı olacağını belirten Almanya konu ile ilgili rahatsızlığını Ankara‟ya iletmiştir. Daha da ileri giderek böyle bir ittifak anlaşmasının bölgede savaş ihtimalini artıracağını açıklayarak engel olmaya çalıştıysa da başarılı olamamıştır. Almanya‟nın tepkilerine Türkiye en yetkili ağızdan cevap vermiştir. Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İnönü, CHP‟nin 5. Büyük Kurultayında yaptığı uzun açılış konuşmasında Türk - İngiliz ittifakını en yüksek düzeyden ve açık bir dille ortaya koyacaktır. Bu konuda Osman Akandere / Hasan Ali Polat: “Avrupa‟yı etkileyen son güvensizlik ortamı içinde Türk-İngiliz işbirliği, üçüncü bir ülkeye karşı saldırı amacı olmayan, tam tersi kendi emniyetimiz ve bölge barışını sağlama doğrultusunda, insanlığın geleceği ve hür dünya ideallerini korumak için yapılmış bir taahhüttür. Gerektiği zaman barış ve hürriyet idealine destek olacak yeni taahhütlerden de Türk ve İngiliz Hükümetleri çekinmeyeceklerdir. Yakın coğrafi komşularımıza yapılacak saldırıların kısa bir zaman sonra bizi de etkileyebileceğini göz önüne alarak gerekli önlemleri en ciddi şekilde almaya kararlıyız.“152 Almanya‟nın S.S.C.B. ile görüşmelerini yakından takip eden İngiltere – Fransa ikilisi stratejik bir bölge ülkesi olan Türkiye‟yi kesin olarak kaybetmemek niyetinde olsalar da kaynamaya başlayan Balkanlarda İtalyan saldırısından sonra Türkiye‟nin önemi daha da artmıştır. Balkan Antlantı Paktı‟nın153 özü itibari ile savaşa karşı olması ve Türkiye‟nin kuruluş aşamasındaki lider gayretleri ile herkese açık - savaş 151 Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası - 1939 – 1941 Savaşan Tarafların Türkiye Rekabeti“ İletişim Yayınları, I Cilt, İstanbul 2001, s. 417. 152 Osman Akandere - Hasan Ali Polat, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ I. Uluslararası Tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman İlişkileri Sempozyumu, 8-10 Ekim 2009, Konya; Kadri Kemal Kop, “Milli Şefin Söylev, Demeç ve Mesajları“ Akay Kitabevi, İstanbul 1945, s. 36-37. 153 Balkan Antlantı Paktı bundan sonra BAP kısaltılmış şeklinde geçecektir. 73 dışında kalmak isteyen önemli ülke (Alm: wichtigstes kriegneutrales Land) konumu büyük ülkeler nezdinde siyasi değerini de artırmaktadır.154 Hitler‟in 1 Eylül 1939 tarihinde Polonya‟ya saldırarak start verdiği savaşta „birtaraf olan bertaraf olur‟ mantığı ile hareket eden Türkiye, güvenlik çenberine Avrupa ve bölgenin en güçlü ülkesi olarak görülen İngiltere ile sağladığı yakınlık dolayısı ile rahat bir nefes alırken, diğer taraftan da Hatay konusunda uzlaşmaya vararak aynı şartlarda Fransa ile de ön ittifak yapmıştır. Fransa‟nın Hatay konusunda Suriye‟nin itirazlarına rağmen Türkiye‟den yana tavır koyması ve bu konuda işi yokuşa sürmemesi Türkiye üzerinde olumlu tesir bırakmıştır. Fransa ile nihai sonuca ulaşan Hatay görüşmelerinde her iki taraf ta oldukça memnun ayrılırken 15 yaşındaki genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin Monrö ve Hatay gibi iki önemli konuyu silah kullanmadan halledip bunun üzerine bir de, İngiltere – Fransa ikilisinin güvenini kazanması, T.D.P.‟nin önemli bir başarısı olarak görülmelidir. İkinci Dünya Savaşı dönemindeki T.D.P.‟yi değerlendiren Oral Sander: “II. Dünya Savaşı başlarken, Türkiye batı demokrasileri ile işbirliği yapmış, savaşın Akdeniz‟e, Balkanlara ve Ortadoğu‟ya yayılmasını önlemek istemiştir. Türk Devlet Adamları II. Dünya Savaşında memleketi savaşın yıkıntılarından korumak için çaba harcamışlardır. Türk dış politikasının bu başarısının en önemli nedenlerinden biri, devleti yönetenlerin, I. Dünya Savaşı‟nda Osmanlı devletini savaşa sokup sonunda yıkan gelişmeleri iyi değerlendirmeleri ve yakın tarihten ders alarak aynı hataları tekrarlamamalarıdır.“155 Avrupa‟da start alan savaşın nasıl bir genişleme göstereceği konusunda sonucu kimsenin inandırıcı bir tahmin yürütemediği bir ortamda devam eden yoğun siyasi görüşmeler sonunda Türkiye isteklerini elde ederken kötü niyetli ülkelere karşı da ciddi anlamda caydırıcı güce sahip müttefikler kazanmıştır. Bu konuda Osman Akandere / Hasan Ali Polat: 154 155 Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 29770. Oral Sander. “Olaylarla Türk Dış Politikası“ I. Dünya Savaşı‟nın Sonundan 1980‟e Kadar” İmge Yayınevi, Ankara 1992, s. 103. 74 “Savaşan en önemli iki ülke ile ittifak yapabilme başarısı aynı zamanda Türkiye‟ye verilen önemi ortaya koymaktadır. Bu anlaşmalar aynı zamanda savaşan taraflara kabul ettirilmiş önemli bir pozisyon ve savaş karşıtlığı yönünde ortaya koyulan ciddi bir diplomatik tavırdır. Önemli bir başarı olan antlaşmaların özeti, Türkiye saldırıya uğrarsa, Fransa ve İngiltere, Türkiye‟ye her türlü yardımı yapacaklardır. İki ülkenin bu tahhüdüne karşı Türkiye, Akdeniz‟de İngiltere ve Fransa‟ya bir saldırısı olması durumunda yardımda bulunacaktır.“156 Almanya – İtalya ekseninin yayılmacı politikalarına karşı İngiltere ve Fransa ile anlaşmalar yapan Türkiye Akdeniz‟de esaslı bir saldırıyı İtalya‟dan beklemektedir. İtalya‟nın Arnavutluk‟tan sonra Adriyatik sahillerinden aşağı inerek Yunanistan‟a saldırması, Türkiye‟nin tehlike İtlaya‟dan gelecek tezlerini de desteklemektedir. İtalyan saldırılarına karşı İngiliz - Fransız desteğini sağlamak Türkiye Siyasetinin 1939 yılı sonundaki ana ekseni konumundadır. Türkiye her iki ülke ile yaptığı anlaşma ile İtalya tehlikesini minimize etmede önemli bir mesafe kaydetmiştir. Balkanlardaki İtalyan saldırganlığı sonucunda giderek artan Akdeniz‟deki güvensizlik ortamına şimdi de Baltık sahillerindeki Alman ilerleyişi Türkiye‟nin güvenlik kaygılarının hiçte abartılı olmadığını ortaya koymuştur. Özellikle Fransa için İtalyan saldırganlığı sadece Ege ve Akdeniz sahillerinde değil, Alp Dağlarındaki her an patlayabilecek sınır komşuluğu dolayısı ile de ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Fransa‟nın bir diğer şanssızlığı da hem İtalya hem de Almanya ile kontrolü oldukça güç sınırlara sahip olmasıdır. Mihver Devletlerinin Balkanlarda ve Baltık kıyılarında başlattıkları harekatın nerde biteceğini kestiremeyen bir çok ülke İngiltere‟nin vereceği tepkinin sertlik derecesini beklerken, Fransa ve İngiltere‟nin aynı anda Almanya‟ya savaş ilan etmeleri157 Türkiye için de önemli gelişmeleri beraberinde getirecek sıcak çatışma ortamlarının habercisi konumundadır. T.D.P. için sonraki 156 Akandere Osman - Polat Hasan Ali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ I. Uluslararası tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman İlişkileri Sempozyumu, 8-10 Ekim 2009, Konya; Türk-İngiliz ve Fransız Üçlü ittifak Antlaşması‟nın maddeleri için bkz. Sarkis, Sicilli Kavanini, C. 20, s. 1150 - 1152; İsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye‟nin Siyasal Anlaşmaları (1920-1945), C. I, Ankara 1983, s. 603-609; Ayrıca bkz, Önder Zehra, Die Türkische Aussenpolitik, s. 32-33, OTDP, s. 149151. 157 Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik im Zweiten Weltkrieg“ R. Oldenburg Verlag, München 1997, s. 18. 75 dönemde yeni ittifaklar ile caydırıcılığın artırılması yönünde yoğun çabalar harcayacak, bu politikalardaki başarısı ölçüsünde Türkiye‟yi savaşın dışında tutma başarısını gösterecektir. 1939 yılı sonuna kadar Türkiye‟yi savaş dışı tutan nedenlerden biri de Sovyet faktörüdür. Türkiye ile görüşmelerinde Almanya bir taraftan bu korkuyu canlı tutmaya çalışırken diğer taraftan da Türkiye‟nin İtalyanlardan duyduğu endişeleri gidermeye çalışan bir yaklaşım sergilemiştir. S.S.C.B. ise Türkiye‟yi kontrol etmenin en kolay yolunun sürekli baskı ve stres altında tutmak olduğuna inanmaktadır. Akdeniz‟de gelecekte izleyeceği proğram hakkında bilgi vermekten kaçınan İtalya ise Türkiye‟nin endişelerini artırmaktadır. Türkiye bundan sonra kuzeyindeki S.S.C.B. ile Oniki Adalar‟dan komşusu olan İtalya‟nın korku kıskacı arasında yeni güvenlik stratejisi uygulama yolunda gayret gösterecektir.158 19 Ekim 1939 günü İtalya‟nın İngiltere ve Fransa‟ya karşı savaş ilanı sonrası aslında Türkiye Üçlü İttifak Antlaşması gereği bu iki ükenin yanında olması gerekir ama, bu iki ülke de Türkiye‟ye söz verdikleri silahları teslim edebilmiş değillerdir. 1940 yılı başlarından itibaren Almanya‟nın yıldırım harbi sonrası müttefik İngiltere fazla ses çıkarmazken Fransa ciddi bir sarsıntı geçirecektir. Yükselen tansiyonun yeni adı Almanya‟dır ve bütün Avrupa artık hergün Alman Orduları‟nın zafer haberlerini izleyeceklerdir. Fransa‟nın kısa sürede yıkılması Türkiye için de büyük sürprizdir. İtalya ise yaptığı „Eğer Akdeniz ülkeleri Almanya – İtalya ikilisi ile ilişkiyi keserse tarafsızlıklarını kaybetmiş sayılacaklar ve bundan sonraki saldırıların hedefi olabilirler‟ şeklindeki fütursuz açıklaması Türkiye‟ye aba altından sopa göstermektir.159 İtalya savaşa girince İngiltere ve Fransa‟nın Ankara Büyükelçileri Ankara‟da Dışişleri Bakanlığı‟na gelerek Türkiye‟nin de kendileri ile birlikte savaşa girmesi gerektiğini belirtseler de Türkiye kendince haklı sebebler ileri sürerek bunun şimdilik mümkün olmadığını uygun bir dille cevap olarak iletti. Burada Türkiye‟yi esas düşündüren savaşa girdiği andan itibaren Türkiye, Sovyetlerin fırsat kollayarak 158 Ringelmann Beatrix, “Deutsch-Türkische Beziehungen 1939 – 1945“ Maudere Verlag, 1977 Würzburg, s. 142. 159 Menna Richardo, “Der Zweite Weltkrieg im Mittelmeer“ Freund Verlag, Düsseldorf 1966, s. 19. 76 kendine saldırmayacağından emin olmak istemektedir. 1940 yılının bahar aylarında savaşı devam ettirecek güç olarak ortada duran üç merkezden biri olan S.S.C.B. Bulgaristan ile birlikte Türkiye‟ye karşı bir harekete hazırlandığı anti-psikolojik haberlerini sürekli sızdırarak Türkiye‟nin bir yanlış yapması için stres politikası uygulayacaktır. Türkiye, „savaşa gir‟ diyen müttefik dengesi ile „sakın ha girme‟ diyen mihver dengeleri arasında durumu idare etmeye çalışırken üçüncü güç konumundaki S.S.C.B.‟nin sessizliği ise esas korkutucu olandır. Müttefik ve Mihver ile kanalları sürekli açık tutan Türkiye, S.S.C.B. ile görüşmelerinde daha ilk andan itibaren bu ülkenin toprak istekleri gündeme gelince hiç bir ilerleme sağlanamadığının farkındadır. Sovyetlerin kendine özgü politikalarını bilen Türk görüşmeciler masaya oturduklarında mümkün olduğunca sinirlerini sağlam tutmaya gayret edeceklerdir.160 Türkiye – İngiltere - Fransa arasında oluşan güven ortamı sonrası imza altına alınan anlaşmaların Rusların tepkisini almasını anlamak mümkün değildir. Oysa bu anlaşmalar iyi incelendiğinde hepsinin özü Türkiye‟nin toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Bu ruhu taşıyan anlaşmalara karşı olan S.S.C.B.‟nin Türkiye‟nin toprak bütünlüğü ve milli sınırları ile sorunları var demektir. Türkiye‟ye karşı hiçbir ortam yumuşatıcı ve güven verici yaklaşıma hazır olmayan bu ülke, Türkiye‟nin batılı ülkeler ile yaptığı anlaşmaları „Türkler artık tarafsızlıklarını kaybederek büyük bir aptallık yaptı‟ şeklinde açıklamalar yapmıştır. Güney komşusu Türkiye için art niyetlerini saklamaya gerek görmeyen S.S.C.B. Türkiye‟ye yaptığı petrol sevkiyatını da durdurarak ekonomik kıskaca almayı bile baskı unsuru olarak kullanacaktır.161 Oysa Türkiye, uyguladığı kendisi ile arasındaki Kafkasya sınırı ile uzun Karadeniz kıyılarını savaş dışında kalarak güvenli hale getirmektedir. Rusların iddiaları son derece mantıksız olduğu gibi tam tersi Türkiye, savaşan her ülke ile alaşma yaparak “savaşan devletler” arasında yer almak istemediğini en açık şekilde ortaya koymuştur.162 160 Morgenstern Andrea, “Neutral Türkei aus dem Zweiten Weltkrieg“ Gebirge Verlag, 1970 Ulm, s. 66. 161 Gürün Kâmuran, “Türk-Sovyet İlişkileri 1920 – 1953“ TTK Yayınları, Dizi, Sayı 67a, Yıl 2010, s. 208-209; Bilge, Güç Komşuluk“ s.145-146; Önder, “Die türkische Aussenpolitik im Zweiten Weltkrieg“ R. Oldenburg Verlag, München 1997. 162 Gerçekte Türkiye‟nin tarafsızlık politikası İngiltere ve Fransa ile yaptığı savunma antlaşmasına kadar olan dönemi kapsayabilir. Türkiye savaşın çok yaklaştığı bu dönemde savaşa girmeyerek 77 İngiltere, Fransa ve Rusya ile her ülkenin konum ve özelliğine göre, ikili ilişkilerini masaya yatırarak savaş karşıtlığına endeksli güvenlik politikasını güçlendiren ülke olarak Türkiye‟nin durduğu noktayı 1 Kasım 1939 günü Cumhurbaşkanı İsmet İnönü verecektir: “Üçlü İttifak Antlaşması kimsenin aleyhine değildir, hiç bir ülkeyi hedef almaz, sadece güç ve etkimizin yetiştiği coğrafyada uluslararası barışa hizmet ederek ülkemizin geleceğini garanti altına almaya yönelik gayretlerden ibarettir. Bu siyasetimiz bugünkü şartlarda değişmeyecektir.” 163 Cumhurbaşkanı‟nın verdiği açık mesaj ve gösterdiği barış hedefi doğrultusundaki siyasi sunuşun ardından, İngiltere – Fransa – Türkiye arasında imza edilen “Üçlü İttifak Anlaşması“ 8 Kasım 1939 günü TBMM‟de görüşülerek 354 kabul oyu ile onaylanmıştır.164 5.2. Türkiye Üzerinde Alman-Sovyet Pazarlığı Ankara‟da görevli Sovyet Büyükelçisi Vladimir Terentief, 4 Ağustos günü ziyaret ettiği Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Íükrü Saraçoğlu‟na ülkesinin duruşu hakkında bilgi verirken, Türkiye ile olan dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerinden memnuniyet duyduklarını ileterek, Türkiye‟nin son gelişmeler ile ilgili görüşlerini öğrenmek istediğini belirtip kendisini Moskova‟da ağırlamaktan memnuniyet duyacaklarını iletmiştir. 4 Eylül günü tekrar Saraçoğlu‟nu ziyaret ederek İngiltere ve Almanya‟nın kendilerine karşı bir komploya girme ihtimali karşısında güvenlik tedbirleri olarak Almanya ile saldırmazlık paktı imzaladıklarını belirtmiştir.165 Atatürk‟ün tarafsızlık politikasından kolay kolay sapmayacağını göstermektedir. Bkz, Baskın Oran, “Atatürk‟te ve Günümüzde Bağımsızlık ve Batılılaşma Kavramları” AÜ SBFD, Atatürk özel Say., C. XXXVI, Nr. 194, (Ocak-Aralık 1981.), s. 205-206. 163 Bkz. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‟nün bu konuşması, TBMM ZC., d. 6, i. f, c. 6, (1.11.1939). 164 Bkz. TBMM ZC., d. 6, i. f, (8.11.1939). 165 Bianka Pietrow-Ennker, “Stalinistische Außen- und Deutschlandpolitik 1939-1941“ 3. Auflage. Fischer Verlag, Frankfurt am Main 2000, s. 85. 78 Ortaya çıkan yeni durum Türkiye‟nin güvenlik kuşağı oluştururken sıra ile uygulamaya koyacağı denklemler arasında bulunmadığından bu sefer barış için güvenlik arayışlarında yeni bir projelendirmeye gitmek zorunda kalacaktır.166 S.S.C.B.‟nin Türkiye‟ye karşı sürekli olumsuz bakış açısı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan güvensizlik ortamı uzun vadede iki ülkenin ilişkilerine de etki edecektir. Bu ülkenin sahip olduğu rejimden olsa gerek hür dünyadaki tüm ülkelere kuşku ile bakması dış politikasına sürekli olarak yıkıcı, uzaklaştırıcı ve uzlaşmaz bir görüntü olarak yansımış, bundan en çok ta güney komşusu Türkiye etkilenmiştir. SSCB‟nin komşularına güven vermeyen hatta zaman zaman kasıtlı olarak Türkiye‟yi ürkütücü politika izlemesi dolayısı ile Türkiye uzun yıllar kuzey komşusuna karşı sürekli teyakkuz halinde kalacaktır.167 Türkiye‟nin Sovyetler ile görüşmesi Hitler‟in de yakın takibi altındadır. Türkiye‟yi Sovyet korkusu ile elde tutmak isteyen politikalarının işlevini yitireceği konusunda endişelenen Almanlar, sürekli dostluktan bahsederek Balkanlardaki İtalya varlığının kendilerine karşı olmadığını, kendilerinin ise Yunanistan‟da gözlerinin olmayıp sadece bu ülkedeki İngiliz varlığına karşı denge unsuru olarak asker gönderdiklerini Türkiye‟ye aktarmaktadırlar. Ankara‟daki Alman Büyükelçi von Papen Türkiye‟yi yakından takip etmekte ve özellikle İnönü - Saraçoğlu ikilisi ile yakın diyaloğa sahiptir. Büyükelçi von Papen‟in Berlin‟den aldığı emir ise kesindir; Türkler mümkün olduğu kadar oyalanmalıdır.168 Almanya Sovyetler ile uzun zamandan beri görüşme halindedir. 23 Ağustos 1939‟dan beri hayatta olan Alman – Sovyet Saldırmazlık ve Dostluk Anlaşması hala geçerli olmasına rağmen iki ülke de birbirinin ayağına basmamaya özel bir özen göstermektedirler. Son derece yapay olduğu tarafların davranışından belli olan bu birliktelik ilk sürtüşmesini Romanya konusunda yaşayınca Almanya Sovyetlerin Balkanlar‟a inmesini istemediğini belirtince zoraki evllik çatırmdamaya başlamıştır. 166 Rossi Angelo, “Turchia nel mezzo della Seconda Guerra Mondiale“ Stendere la luce della luna, Roma 1971, s. 141. 167 Stein Barbara, “Die türkisch-russischen Beziehungen 1939 – 1945“ Homework Seminar, Universität Würzburg 1972, s. 8. 168 Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 29772 79 1940 yılının 1 Kasım günü Berlin‟de biraraya gelen Sovyet Dışişleri bakanı Molotov ve Hitler Türkiye‟ye karşı ikili bir oyunu sahneye koymaktadırlar. Ankara‟da büyükelçi von Papen Türklere içeriği geniş ve Türkiye‟nin yararına olacak anlaşmalar teklif ederken, Berlin‟de Alman – Rus masasındaki pazarlık konusu da Türkiye üzerinedir. Durumu farkeden Türk Dışişleri ise von Papen‟i sık sık bakanlığa çağırarak Alman – Rus görüşmelerinin içeriği hakkında bilgi almak istemektedir. 4 Kasım Alman Dışişleri bakanı von Ribbendorf von Papen‟e gönderdiği özel mesajda Türklere yazılı hiç bir güvence vermemesi konusunda ikinci defa uyarılacaktır.169 5.3. Herkesin Gözü Türk Boğazları’nda Mihver, Müttefik ve S.S.C.B. üçgeninde herkesin dikkatinde Türkiye‟nin ağırlığının en çok hangi tarafta hissedileceği hesabı yapıldığı sırada Türkiye‟nin sessizce Montrö Konferansı‟nı toplayarak başarılı bir sonuç elde etmesi uluslararası gözlemciler tarafından T.D.P.‟nın önemli bir başarısı olarak görülmüştür. Ancak bu başarı Türkiye üzerinde emelleri olan ülkeleri rahatsız etmektedir. Tarih boyunca defalarca görüldüğü gibi savaşların kaderini geçitlere hakim olanlar çizmektedirler.170 Alman – Sovyet ittifak görüşmelerinin en hararetli olduğu günlerden biri olan 3 Kasım 1940 tarihinde Berlin‟de ayrı ayrı ve üçlü olarak görüşmeler yapan Hitler – Ribbentrop – Molotov Türkiye‟nin savaş içindeki durumunu görüşmektedir. Söze başlayan Adolf Hitler, şöyle devem eder: “S.S.C.B. – Almanya – İtalya ve Japonya‟nın oluşturacağı bir birliğe Türkiye‟nin de ilgi duyarak geleceğine inanıyorum. Montrö Konferansı ile Türk Boğazları konusunda kontrolün Türklere geçmesini Sovyetlerin kabullenmemesini anlayışla karşılıyor ve bu konuda ileride S.S.C.B. lehine değişiklikler yapılmasına 169 Oran Baskın, “Türk Dış Politikası - Türkiye Üzerinde Nazi-Sovyet Pazarlığı“ İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s. 432. 170 Akçay Zeynep, “Osmanlı Döneminde Serhad Beyleri“ Integration Gazetesi, Alp Media, Oktober 2010, s. 2. 80 Almanya destek olacaktır.“171 5 Kasım günü yapılan toplantıda daha da ileri giden Hitler boğazlardan sadece Mihver Devletleri ile Sovyet savaş gemilerinin geçebileceğini ve diğer bütün savaş gemilerine kapalı olacağını belirtecektir. Sovyetler ise kağıt üzerindeki garantilerin yetersiz olduğunu, daha gerçekçi garantiler istediğini belirterek Almanya‟yı boğazlar konusunda sıkıştırmaya devam etmiştir. Savaşın genişçe bir alana yayılması ya da Balkanlara inmesi durumunda Sovyet Donanması‟nın Karadeniz‟de hapsolmaması için Boğazlar konusu çok önemlidir ama, aynı konu Sovyetler kadar Almanya için de önemlidir. Romanya‟ya inecek Alman Ordusu da boğazlardan faydalanmak istemektedir. Alman – Sovyet anlaşmasına göre Ruslara boğazlarda üs verilmesi ve gemilerine geçiş için özel izin verilecektir. Oysa Müttefikler ise boğazların bekçiliğindeki tek yetkiyi Montrö‟de Türkiye‟ye vermişlerdir. Buradaki esas mesele Avrupa ülkelerinin hepsi, tarihi emelleri konusunda bilgi sahibi oldukları Ortodoks – Komünist Ruslar‟ın sıcak denizlere inmesine olumlu bakmamaktadırlar. Boğazları sadece yem olarak kullanarak S.S.C.B. tava getirilmektedir. Bunu farkedemeyen Ruslar sürekli olarak Türkiye‟ye karşı olan emellerini Berlin görüşmelerinde arka arkaya sıralayınca Rus isteklerinden Hitler bile ürkecek konuma gelmiştir. Paylaşılamayan Türk Boğazları anlaşmak üzere olan Almanya ve S.S.C.B.‟nin nerede ise yol ayırdımına gelmesine vesile olmuştur. Hitler Ruslar ile gelinen yolun buraya kadar olduğunu anlayarak işbirliğine son noktayı koymaya karar vermiştir. Sovyetler kendilerini bekleyen acı sürprizden haberi yok, hala boğazlar konusunda Almanya‟ya diretirken Hitler Barbarossa Harekat Planı‟nın düğmesine basacak ve 18 Aralık 1940‟da başlayacak Sovyetler Birliği işgal planlarının 15 Mayıs 1941‟de tamamlanması için ilk emrini verecektir.172 Hem Almanya‟nın kontrolüne girmemesi, hem de Rusların boğazları geçip Akdeniz‟e inmemesi için müttefik devletler de Türkiye‟nin konrolündeki statükonun devamından yanadırlar. Büyük ülkelerin tamamı kendileri açısından Türk Boğazları‟nı değerlendirirken Türkiye, savaşanların rekabetini kendi menfaatleri için 171 172 Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 29777 Akçay Zeynep, “Osmanlı Döneminde Serhad Beyleri“ Integration Gazetesi, Alp Media, Oktober 2010, s. 2. 81 kullanma yoluna gidecektir. 5.4. Batı Avrupa’yı Teslim Alan Hitler Balkanlar’a İniyor Mihver Devletleri ile arasında sessiz bir anlaşma173 (Alm: Nichtangriffspakt) bulunan S.S.C.B. 30 Kasım 1939 günü Finlandiya‟ya karşı Kış Savaşı olarak adlandırılan saldırıyı başlatmıştır. Fazla direnemeyen Finler 12 Mart 1940 günü teslim olunca İskandinav Yarımadası‟ndaki hedeflerini tamamlayan Sovyetler Lagoda Gölü kuzey kıyılarını ve Kuzey Buz Denizi‟ndeki küçük Fin kıyısını bir daha geri vermemek üzere sınırlarına katmışlardır. Almanya ise Baltık Ülkeleri‟ne 9 Nisan 1940‟da güneyden girerek Danimarka ve Norveç‟in işgalini 9 Haziran 1940 günü tamamlayınca İskandinav Yarımadası‟ndaki paylaşım da başarılmış oldu. İskandinavya‟dan sonraki hedefi Hitler‟in Benelüx Ülkeleri ve Fransa‟dır. Bu ülke 10 Mayıs 1940‟da Alman saldırısına uğrayınca Türkiye‟nin sorumluluklarının ne olacağı tartışılmaya baslamıştır. Fransa ile birlikte tarafsız Hollanda, Belçika ve Lüksemburg da artık Nazi Almanyası‟nın kontrolündedir. 10 Mayıs'ta Lüksemburg, 14 Mayıs'ta Hollanda ve 28 Mayıs'ta Belçika Alman kuvvetlerine teslim olmuştur. 22 Haziran'da Fransa, Almanya ile Ateşkes Antlaşması için masaya oturduğunda ülkenin kuzey yarısını ve tüm Atlantik kıyılarını kaybetmiş durumdadır. Bürokrat ve siyasetçilerinin önemli bir bölümü ülke dışına kaçan Fransa‟ya Hitler Versay‟ın imzasının atıldığı tren vagonunda aynı masada Fransa‟yı teslim alması uzun yıllar konuşulacaktır. Hitler‟in kuzey ve batıdan girdiği Fransa‟ya İtalya‟nın güneyden girmesi ile bu ülke sahneden çekilmiştir. İşgal bölgeleri için işbirlikçiler de bulan Hitler, Güney Fransa‟da, başkenti Vichy olan kukla bir rejim kurmuştur.174 Almanya‟nın bir sonraki hedefi İngiltere‟dir. Alman hava kuvvetleri hergün yüzlerce uçak ile Güney İngiltere‟deki hava alanlarını ve limanlarını bombalamaya 173 Uluslararası literaturda bir nevi karşılıklı saldırmazlık anlaşması olarak bilinir. Baltık ülkelerinin doğusundan ve güneyinden sıra ile giren Hitler ve Stalin arasında yazılı olmayan böyle bir anlaşmanın varlığı savaş sonrası Nürnberg‟de kurulan mahkemelerde ortaya çıkacaktır. Konu ile ilgili olarak Bkz: Rolf Ahmann, “Nichtangriffspakte: Entwicklung und operative Nutzung in Europa 1922-1939“ Nomos Verlagsgesellschaft, Baden-Baden 1988. 174 Bauer Hannelore, “Frankreichpolitik im Zweiten Weltkrieg“ Babil Verlag, Berlin 1972, s. 18. 82 başlayınca İngilizlerin sert direnişiyle karşılaşsalar da Londra başta olmak üzere ülkenin iç bölgelerindeki pek çok sivil hayatını kaybederken maddi kayıp çok ciddi rakamlardadır. Alman bombardımanları 1941 yılının sonuna kadar devam edecektir. Almanlar‟ın yeni hedefi Balkanlar‟dır. Hitler‟in hızlı yürüyüşü sadece Türkiye değil, Fransa ve İngiltere‟de de büyük heyecana yol açmıştır. Romanya‟yı ani bir hareketle ele geçirdikten sonra Bulgaristan‟a doğru inen Alman Orduları‟ndan Sovyetler de telaşa kapılmışlardır.175 Hitler Orduları‟nın hızlı yürüyüşü aralarında dostluk ve saldırmazlık paktı bulunmasına rağmen Ruslar‟ı endişeye sevketmiş, özellikle Bulgaristan ve Türk Boğazları konusunda öteden beri bilinen ilişkileri olan bu ülkenin yeni bir durum değerlendirmesi yapmasına yol açmıştır. Hitler‟in askeri gücü Türkiye için hem olumlu hem de olumsuz iki olguyu ortaya çıkaracaktır. Sovyetler öteden beri mesafeli bir politika uyguladıkları Türkiye‟ye karşı daha yumuşak hatta görüşme kanallarını yeniden açmak için fırsat kollamaya başlamışlardır. A.B.D. ise ilk defa Hitler saldırıları ile ilgili Türkiye‟ye nota ile destek vaadinde bulunmuştur. Buna karşılık Hitler artık Türkiye‟nin komşusu konumunda, Bulgaristan ve Yunanistan artık mihver devletlerin etki alanıdır. 1877 yılından beri Türkiye, yaklaşan tehlikeye karşı Trakya Bölgesi‟nde en büyük askeri yığınağı kendi imkanları ile yapmaya çalışacaktır. Bulgaristan‟ı heyecanlandıran Türk yığınağı hakkında bu ülkeye bilgi, verilir ve kendilerine karşı olmadığı, Bulgaristan‟ın işgali halinde Almanya‟nın İstanbul‟a doğru ilerlemesine engel olmak için alınan tedbir olduğu belirtilir. Türkiye Bulgaristan‟ı yatıştırmak ve kendi güvenliğini sağlamlaştırmak için Türk – Bulgar Saldırmazlık Bildirisi yayınlanmıştır. Ne İngiltere‟nin sözlü desteği ne de Türkiye‟nin saldırmazlık bildirisi Bulgaristan‟ın işine yaramayınca Hitler orduları 1 Mart 1941 günü Bulgaristan‟a girince bu ülke teslim olmak zorunda kalmıştır. 5.4.1. Türkiye’nin Yeni Komşusu: Hitler 175 Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 29767 83 Türkiye‟nin Avrupa‟ya açılan en önemli kapısı konumundaki Bulgaristan‟ı pes ettirerek Edirne‟nin karşısında Türkiye‟nin yeni komşusu konumuna gelmiştir. Almanya Türkiye‟yi müttefik olarak kazanmak için olmadık yollara başvuracak ve Türkiye‟ye sürekli yeni müttefiklik teklifleri iletecektir. Bunlardan en önemlileri Ege Denizindeki bazı adalar ile Trakya bölgesindeki sınır düzeltmeleri Alman Büyükelçiliği‟nin Ankara‟ya ulaştırdığı vaatlerdendir.176 Askeri tedbirlerini yoğunlaştıran ve Almanya‟nın siyasi alandaki baskısını soğukkanlılıkla karşılayan Türkiye, bu ülkenin Trakya Bölgesi, Meriç boyu ve Ege adalarındaki aşırı tavırlarına da karşılık vermeden savaş dışı kalma politikasında bir değişikliğe gitmeyecektir. Savaşan ülkeler arası dengeyi ve zaman zaman ortaya çıkan değişkenlikleri iyi takip eden Türkiye, savaş dışı kalma politikasından taviz vermemekte kararlıdır. Almanya‟nın Türkiye‟yi kendi saflarına kazanması bir anda savaşın seyrini değiştirecek kadar önemli olduğuna inanan Hitler, Türkiye‟yi açıkça tehdit etmeyerek menfaat teklifi ile kazanma yoluna gidecektir. Hitler‟in bu konuda çok güvendiği Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi von Papen177 bu görevi başarabilecek bir politik dehaya sahiptir. Alman Büyükelçi‟nin görevi sadece Türkiye ile iyi ilişkileri sürdürmek değil, aynı zamanda İngiltere, Fransa ve S.S.C.B. diplomatlarını da takip etmektir. Çeşitli ülkelerin ajanlarının cirit attığı 1941 yılı Ankarası‟da Türkiye‟de görev yapan Avrupa ülkelerinin diplomatları birbirini sıkı markaja alarak takip ederken, Türk İçişleri Bakanı Íükrü Kaya‟nın bizzat yönettiği özel bir polis (Police-Parallele) birimi de 176 Ankara‟da Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Saraçoğlu‟nu ziyaret eden Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi Von Papen, Hitler‟den İnönü‟ye bir mesaj getirmiştir. Söz konusu bu mesajın 4. Maddesinde, “Türkiye‟nin emniyet mıntıkalarında Türkiye‟nin tamamiyle tatmin edileceği,” 5. maddesinde ise “Edirne‟nin civarındaki arazinin ile sahillere yakın adaların Türkiye‟ye bırakılacağı” belirtilmiştir. Bkz. Akandere - Polat, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ Konya 2009, s. 7; Bkz. Savaş Yılları, s. 104. 177 Türkiye‟ye 2 Íubat 1939 yılında gelen ve 7 Nisan 1944 yılında ülkesine dönerek Almanya Dışişleri Bakanlığı‟na getirilen Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi von Papen, Hitler‟in Almanya‟da iktidara gelmesinde en önemli rol oyayan 5 kişiden biridir. Türkiye‟de göreve başladığı ilk günden beri Türk Siyaseti ve entellektüel kesim ile önemli dostluklar sağlayacaktır. Von Papen‟in görevi Türkiye‟yi Alman yanlısı pakta çekmek, bu olmazsa da İngilizler‟den yana kaymasına engel olmaktır. Alman Büyükelçi uzun yıllar Türk – Alman İlişkileri bir kazaya uğramadan devam etmesinde önemli bir görevi yerine getirecektir. 1944 yılında Hitler‟in son kabinesinde Dışişleri Bakanı olarak görev yapacak olan von Papen 9 Mayıs 1945 tarihinde Amerikan askerleri tarafından tutuklanarak uluslararası Nürnberg Mahkemesi‟nde hakim karşısına çıkarıldı. 84 onların hareketlerini izlemektedir.178 Ankara‟da Alman Büyükleçiye yapılan suikastın arkasında Rusların olduğu gerçeğini ertesi gün ortaya çıkaran Türkiye, herkesin her istediğini yapmakta serbest olmadığı bir ülke olduğunu da bu şekilde ortaya koymuş olmaktadır. Balkanları hızla geçen Alman Orduları Türkiye‟nin birinci derecede önemli gündemi olduğu günlerde Türkiye tarihinin en karmaşık dış politika baskısı ile karşı karşıyadır. En ufak bir hareketin önü alınmaz sonuçlar vereceği bir zaman diliminde T.D.P., ince eleyip sık dokuyarak alabileceği siyasi ve askeri tüm tedbirleri eksiksiz yerine getirme gayreti içerisindedir. Türkiye‟nin en önemli şansı hiç bir ülkeye karşı saldırı amacı olmadığını ve aldığı tüm tedbirlerin kendi güvenliği için olduğunu açıkca dile getirebilmesidir. Almanya‟nın yanında savaşa girmesi için Türkiye‟ye baskılar daha da artacaktır. Bulgaristan bir anda mihver, müttefik, S.S.C.B. ve Türkiye için aktüel olur. Almanya karşıtlarının hepsi Hitler‟i durdurmak için çare ararken, Almanya Türkiye‟yi müttefik olarak kazanmaya özel bir önem vermektedir. Ankara‟daki Alman Büyükelçi von Papen ise Berlin‟e verdiği bilgilerde Türkiye‟nin müttefikler safına kaymaması için azami dikkat gösterilmesi gerektiğini Berlin‟e her gün geçtiği bilgilerde tekrarlar. Hatta Bulgaristan‟ı kontrol eden Alman birliklerinin Türk sınırından uzak kalmasını ikili ilişkiler açısından önemli olduğunu belirtir. Büyükelçinin tavsiyelerine kulak veren Alman Dışişleri Bakanlığı von Papen‟in önerilerinin gereğini ivedilikle yerine getirmiştir. Büyükelçi von Papen ülkesi için o kadar başarılıdırki, Türkiye‟nin geçmişte hangi ülke ile hangi anlaşmaları yaptığını bile en ince detayına kadar bilmektedir.179 İstanbul‟daki Almanya Başkonsolosluğu‟nda Türk basınını da en ince 178 179 Savaş yılları Türkiyesi‟nde diplomatların hareketlerini kontrol altına almak için Türkiye tarafından onlara rahatsızlık vermeden yapılan polis takibatıdır. Bkz. Ortaylı İlber, “İkinci Dünya Savaşında Türkiye 1939 – 1945“ Timaş Yayınları, İstanbul 2011, s. 89. Türkiye‟den Alman Dışişleri Bakanlığı‟na 3 Mart 1940 günü Büyükelçi von Papen imzası ile gelen 3 sayfalık uzun telgrafta Türkiye‟nin yaptığı anlaşmaların uzun detayları ve açıklamaları ile yer almaktadır. von Papen‟in verdiği bilgilere göre Türkiye 1925 yılında Sovyetler Birliği ile “Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması“, 1928 İtalya ile “Tarafsızlık ve İşbirliğı Anlaşması“, 1929 yılında Macaristan ile “Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması“, 1929 yılında Bulgaristan ile “Dostluk ve iyi Komuşuluk Antlaşması“, 1930 yılında Fransa ile “Dostluk ve İşbirliğini Geliştirme Anlaşması“, 1930 yılında Yunanistan ile Dostluk ve İşbirliği Anlaşması, 1932 yılında İspanya ile “Dostluk ve İşbirliği Anlaşması“, 1933 yılında Romanya ile “Tarafsızlık ve Komşuluk Haklarına Riayet Anlaşması“, 1933 yılında Yugoslavya ile “Tarafsızlık ve Komşuluk Haklarına Riayet Anlaşması“ ve 1929 yılında ise Almanya ile “Hukuksal Alanda İşbirliği Anlaşması“ imzalanmıştır. Bkz. Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 107711. 85 detayına kadar Almanca‟ya çevirip Berlin‟e ileten von Papen‟in takibinde sadece devlet kontrolündeki radyo değil ülkedeki tüm günlük gazeteler de vardır. Türkiye‟de yayınlanan günlük gazetenin attığı manşet ve yazdığı haber, gün içinde Berlin‟e ulaşırken bu gazetelerin baş yazarları ve gazetelerin genel çizgileri Türkiye‟den gelen bilgiler ışığında Berlin tarafından çok iyi takip edilebilmektedir.180 Büyükelçi von Papen Türkiye‟nin Almanya‟ya yaklaşması için önce bu ükeyi anlamak gerektiğinin farkındadır. Alman Dışişleri bakanlığı “Türkiye‟ye hep vermekle meşgulüz, karşılığında ne alıyoruz“ şeklinde büyükelçiyi kritize etse de, esas başarının Türkiye ve Almanya arasında yazılı anlaşma yapabilmek olduğunun von Papen‟de farkındadır. Alman elçinin gayretleri iki ülke arasında bir saldırmazlık anlaşması yönünde giderek artacaktır. Türkiye sınırının karşı tarafındaki yüzbinlerce silahlı Alman askerinin hareketlerinden sürekli kuşku duymaktadır. Büyükelçi von Papen bundan sonra Berlin ile sayısı belli olmayan konuşmalarında iki ülke arasında bu yönde politika oluşturmaya çalışacaktır. Alman Büyükelçi von Papen‟in bu yöndeki gayretleri iki ülke arasındaki geleneksel iyi ilişkilerin bozulmamasında önemli rol oynayacaktır. 5.4.2. Türk – Alman Saldırmazlık Paktı İmzalanıyor Türkiye‟nin sıcak savaşa çekilmesi için ilk gayret İngiltere‟den gelmiştir. Almanların rotayı Balkanlara çevirip Ege Adalarını işgale başlayınca İngilizler Türkiye‟nin silahlı olarak kendi yanlarında yer alması için harekete geçmişler ve Ankara‟ya karşı bu isteklerini dile getirmişlerdir. Çok ilginçtir, Almanlar Türk sınırına yaklaşıp Ege ve Trakya‟dan Türkiye‟ye komşu olunca bu sefer de Türkiye‟den tarafsızlığından taviz vermemesini isteyeceklerdir. Türk-Alman yakınlaşmasını geçmiş tarihi de göz önüne alarak iyi takip eden İngiltere, Berlin Ankara arasındaki ilişkileri en ince ayrıntısına kadar kontrol altında tutarak ortaya çikabilecek bir yakınlaşmayı sürekli çok iyi takip etmiştir. Oysa İngilizlerin Türkiye‟ye karşı şüpheci tutumunun benzeri Almanlarda‟da mevcuttur. 1939 yılında 180 Bkz. Ekler bölümü; 18 Nisan 1940 tarih ve 247 sayılı telgrafta Türk basınının ciddi bir analizini çıkaran Büyükelçi von Papen, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Íükrü Esmer, Burhan Belge, Mehmet Zekeriya Sertel, Abidin Davar ve bu yazarların çalıştığı Tanin, Milliyet, Ulus gazeteleri hakkında bilgiler verilmektedir. Bkz. Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 107711. 86 çok bilinmeyenli bir denklem olan Almanya‟nın askeri gücü 1941 yılı Mayıs ayından itibaren daha net bir şekilde görülmeye başlayınca buna paralel olarak kendileri ile birlikte savaşa girmesi için Türkiye‟ye yaptıkları baskıyı artırma yoluna gitmişlerdir. Almanya‟nın Avrupa kıtasındaki en güçlü devlet olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasından sonra Türk – Alman ilişkilerindeki yakınlaşma da farkedilir derecede artacaktır. Almanya‟nın askeri başarılarını abartarak veren Türkçü - Milliyetçi basının da ilişkilerin gelişmesinde önemli etkisi vardır. Milli Íef İsmet İnönü, “Almanlar ile iyi ilişkiler kurmanın zamanı geldi“ diye açıklama yaptığında İngiltere ve Fransa‟nın büyük tepkisi ile karşılaşmıştır. Türk-Alman Anlaşması için gayret gösteren ve bu konuda hayli tecrübeli olan Ankara‟daki büyükelçileri Franz von Papen son derece ciddi teklifler ile Türkiye‟yi yanlarına çekmenin yollarını arayacaktır. Özü itibari ile hem Almanya ’hem de Türkiye’nin yararlarını gözeten’ bu anlaşma ile ilgili Cemil Koçak: “Almanya Türkiye‟ye karşı bir saldırıda bulunmayacak ve Türkiye‟ye bir saldırı sonucu doğurabilecek bir anlaşmaya da imza atmayacak. Buna karşılık Türkiye, Alman çıkarlarını zedeleyecek her türlü girişimden kaçınacak ve karşı her türlü girişimden uzak durup, “Üçlü İttifak Antlaşması”nın kendisini Almanya ile bir çatışmaya sürüklemeyeceğini net bir dille ilan edecekti.“181 Almanya ile görüşmeleri sürdüren Türkiye, ortaya çıkan metnin bir başka ülke ya da ülkelere karşı olmadığını öne çıkarmaya çalışmıştr. Müttefiklere karşı bir belge olmasından ziyade kendi ülke güvenliğini garanti altına almak isteyen bir anlaşma olmasına azami özen göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu başkanlığında, bakanlık dış ilişkiler daire yetkilileri Burhan Sanos, Cevat Dülke, Behcet Özdoğancı, Sait Rauf Sarper, Faiz Poroy, Cabir Selek ve Nazif İnan‟da oluşan Türk heyeti ile Almanya Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Dr. Carl Clodius başkanlığındaki Almanya heyeti182 tarafından 17 Haziran 1941 günü son şekli verilen anlaşma, ertesi gün Almanya tarafından da kabul edildiği açıklanınca 181 Koçak Cemil, “Türkiye‟de Milli Şef Dönemi“ İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 162-163. 182 Bkz. Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 107712. 87 18 Haziran 1941‟de “Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“ adı altında imzalanarak yürürlüğe girdiği ilan edilmiştir.183 İki ülke arasındaki anlaşmanın en önemli özelliği toprak bütünlüklerine saygılı olduklarını teyit etmeleridir. Türkiye ve Almanya birbirleri aleyhine bir faaliyette bulunmayacaklarını belirtirken kendi topraklarında bu gibi faaliyetlere de izin vermeyeceklerini teyit etmektedirler. Türkiye ve Almanya ortak çıkar ve menfaatlerinin korunup kollanması ve tartışma konusu olan meselelerde uzlaşıp belli noktada anlaşma sağlanmasını garanti etmişlerdir. Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması‟nın gelecek 10 yıl boyunca yürürlükte kalması Türkiye ve Almanya tarafından da imza altına alınmıştır.184 Türkiye ile Almanya arasında imzalanan “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“ ülke içinde sevince185 yol açarken kamuoyunda Türkiye‟nin zaferler kazanan Almanya‟nın yanında savaşa girdiği şeklinde yorumlanan asılsız ve abartılı yorumlara neden olmuştur.186 Ankara ile Berlin arasında varılan mutabakat sonucu imza edilen anlaşma Almanya ve İtalya toplumlarında da geniş yankı bulmuştur.187 Antlaşmanın müttefik cephesindeki yankıları da çok ilginçtir. İngiltere basınının Ankara – Berlin mutabakatını Almanların zaferi olarak nitelendirmesinin ardından İngiliz kamuoyunun savaş ve gelecekten tedirginliği de sezilmektedir. Müttefik devletler ise, Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması‟nı bir Alman zaferi olarak adlandırmışlardır. İki ülke arasındaki “Türk-Alman Dostluk ve 183 Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması‟nın maddeleri için bkz, Karakoç Sarkis, Sicilli Kavanini, C. 22, Cihan Kütüphanesi, 1941, s. 470-471. 184 Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik im Zweiten Weltkrieg“ R. Oldenburg Verlag, München 1977, s. 123-124. 185 Akşam Gazetesi, “Ayın Tarihi“ İstanbul Baskısı, 10.06.1941, Nr. 91, 1941, s. 84. 186 Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması‟nın Türk basınında nasıl karşılandığına ilişkin olarak bkz. Koçak Cemil, “Türkiye‟de Milli Şef Dönemi“ İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 162163. 168-169, dipnot/266, 267 ve 268. 187 Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik im Zweiten Weltkrieg“ R. Oldenburg Verlag, München 1977, s. 125-126. 88 Saldırmazlık Antlaşması“ Türkiye kamuoyundaki tartışmaların ardından 25 Haziran 1941‟de Türkiye Büyük Millet Meclisi‟nde görüşülerek kabul edilmiştir.188 Hayretle karşılanan ve Almanya ile birlikte zafer kazanmış bir hava yaratan anlaşma halk arasında fazla incelenmeden tartışılırken meclisteki konuşmalar da heyecan vericidir. “Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“ hakkında bilgi vermek için sıra ile kürsüye gelen Dışişleri Bakanı Íükrü Saraçoğlu - Ali Muzaffer Göker - Feridun Fikri Düşünsel: “Bu anlaşma sadece Türk ve Alman Milletlerine değil insanlığa da mutlu ve barış dolu günler getirecek. Anlaşmada hiç bir devlet ya da millet hedef alınmadığı gibi sadece insanlığa barış ve mutluluk vadeden bir dostluk belgesidir.“189 Türkiye‟yi kendisi ile bir anlaşma imzalamaya götüren yolda her türlü politik, askeri ve siyasi baskıyı harekete geçiren Almanya‟nın dışarıya yansımayan diğer bir hedefi de Türkiye‟yi kendi yanında göstererek hem kendi iç kamu oyuna, hem de müttefiklere karşı Türkiye‟yi kendi yanına çektiği mesajını vermek istemektedir. İlerleyen dönemde kazanacağı yeni askeri başarılar ve uygulayacağı politikalar ile Türkiye‟yi yanına çekebilmek Almanya için dışa yansıtılmayan nihai hedef olarak bir kenarda durmaktadır. Türkiye‟nin yakın gelecekte Almanya‟nın yanında savaşa gireceğinden Almanlar hala ümitlidirler.190 İmza edilen anlaşmanın hazırlanma safhasındaki Türkiye‟nin dikkatli ve kararlı tutumu daha ilk andan itibaren “Türkiye Almanya‟nın yanına kaydı“ şeklinde bir görüntüyü kesinlikle vermemektedir. Türkiye isteklerinin tamamına yakınını kayıt altına aldırdığı için diplomatik çevrelerde gerçekte bu anlaşma “Türk Dış Politikasının önemli bir başarısı“ olarak kabul görmüştür. Savaş içinde güvenliğini 188 Antlaşmanın TBMM‟deki görüşmeleri için bkz. TBMM ZC., d. 6, i. 2, c. 19, (25.6.1941); Jaeschke, Türkiye Kronolojisi, s. 52-53, (25.6.1941). 189 TBMM ZC., d. 6, i. 2, c. 19, (25.6.1941); Görüşmeler için ayrıca bkz, Goloğlu, Milli Şef Dönemi, s. 111-119. TBMM‟de anlaşmanın görüşülmesi sırasında konuşma yapan mebuslarla ilgili olarak bkz. Barutçu; bu antlaşma için konuşma yapanların, aynı zamanda müttefiklerle imzalanan Üçlü İttifak Antlaşması‟nın kabul edilmesi sırasında da konuştuklarını söyleyerek bu kişilerin “kürsüdeki davranış ve sözleri herkesi güldürüyordu” demektedir. Bkz, Ahmet Faik Barutçu, “Siyasi Anılar“ (1939-1954), Milliyet Yayınları, İstanbul 1977, s. 209. 190 Krecker Lothar, “Deutschland und die Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Vittoria Klostermann Verlag, 1964 Frankfurt, s. 153. 89 sağlama alan Ankara‟nın anlaşmadan elde ettiği bir başka önemli sonuçta, her iki taraf ile de hiç saklamadan gayet açık bir şekilde ticaret yapabilecek olmasıdır. Ankara savaş ortamında savaşan iki taraftan, hem İngiltere, hem de Almanya‟dan silah alabilmeyi başarması açısından da bu anlaşma son derece de ilginç bir uluslararası belge konumundadır.191 “Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“nın imzalanmasının ardından Alman ve İtalyan basını tarafından da abartılarak kendi iç kamuoylarına imaj düzeltme ve moral verme amacı ile sunulacaktır. Mihver devletlerinin toplumlarının sevinci karşı tarafta müttefiklerde aynı derecede Türkiye‟nin aleyhine tepkiler doğuracaktır. Londra, uzunca bir dönemden beri Türkiye‟ye yapılan askeri yardım ve malzeme sevkiyatının artık anlamsız olduğunu belirtirken, savaşa dahil olmadığı halde beklenmedik bir tepki ortaya koyan A.B.D. ambargo ile tehdit ederek “Ödünç verme ve kiralama kanununa dayanarak İngiltere üzerinden Türkiye‟ye yapılan askeri malzeme yardımını keseceğini“ yüksek sesle dile getirmiştir.“192 Türkiye ile “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması” imzalayan Hitler Almanyası‟nın hızlı dış politikasının acı sürprizlerine yetişmek mümkün değildir. Balkanlar‟da Türkiye ile komşusu olan Almanya‟nın Ankara ile imzaladığı “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“nın ertesi haftası 22 Haziran 1941 günü Sovyetlerin Alman Orduları‟na Birliği‟ne savaş ilan etmesi Türkiye için yeni bir şansı daha ortaya atmıştır. Sürekli boğazları ve doğu sınırlarını gündeme getirerek Türkiye‟yi köşeye sıkıştırmaya çalışan Sovyetler, bundan sonra ateş gücü çok yüksek olan Hitler Orduları ile başa çıkmak için kendi içlerine çekileceklerdir. Almanya‟nın bu ülkeye saldırması Türkiye‟yi Rus tehdidinden en az 4 yıl uzak tutacaktır.“193 5.4.3. Almanya’nın Turancılık Oyunları 191 Koçak Cemil, “Türkiye‟de Milli Şef Dönemi“ İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 171. 192 İngiltere, Türkiye‟yi Almanya‟nın kucağına atmamak için Amerika Birleşik Devletleri‟ni bu karardan vaz geçirmeye çalışmışsa da başarılı olamamış ve yardım kesilmiştir. ABD, 3 Aralık 1941‟de yeniden, fakat bu kez doğrudan Türkiye‟ye olacak şekilde başlamıştır. Bkz. Ülman, “TürkAmerikan Diplomatik Münasebetleri“ s. 35-36; Savaş Yılları, s. 119; OTDP, s. 170. 193 Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik nach dem Einmarsch Hitlers in die Sowjetunion 1941 – 1943“ R. Oldenburg Verlag, München 1977, s. 127; Savaş Yılları, s. 123; Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri, s. 239; Bilge, Güç Komşuluk, s. 161; Jaeschke, Türkiye Kronolojisi, s. 52. 90 Sovyetler‟in çok güvendiği savunma hatlarını başarı ile geçen Almanya‟nın bu ülkeyi güneyden de kuşatması gündeme geldiğinde Türk – Alman görüşmeleri tekrar devam edecektir. Büyükelçi von Papen bu sefer Türkiye‟nin bütün kesimlerini cezbedecek çok önemli bir konuyu gündeme getirerek Turancılık oyununu oynayacak ve Türklerin Pantürkist damarlarının harekete geçmesine sebep olacaktır. “Sovyetler Birliği‟nde yaşayan milyonlarca Müslüman-Türk Hürriyete Kavuşacak“ anonsu ile yapılan yayınların arkasında ciddi anlamda Alman Propaganda Merkezleri‟nin parmağının olduğu 1945 sonrası sağlıklı düşünce ortamında ortaya çıksa da, Türkiye‟nin bahsekonu yıllardaki temkinli yaklaşımının değeri de yine sonraki yıllarda anlaşılacaktır. Türkiye, savaşa girme karşılığında Kafkasya‟da önemli sınır düzeltmeleri vadeden Almanların tekliflerine temkinli yaklaşıp genelde konuşmayıp dinlemekle yetinirken, Türk Toplumu kısa zamanda Alman zaferleriyle coşan bir konuma gelmiştir. Türk-Rus ilişkilerinin tarihi sürecinin de çok iyi farkında olan T.D.P. önderleri Türkiye‟nin kuzeyindeki tehlikenin ancak Alman askeri gücü ile dizginlenebileceğine inansalar da reel politika hâlâ “dikkat ederek her iki taraf ile de iyi geçinip savaşın dışında kalma“ şeklindedir.194 Turancılık idealini iyi tanıyan Almanya için Enver Paşa ve Osmanlı İmparatorluğu‟nun son yılları bilinmeyen birşey değildir. ‟Yurta Sulh, Cihanda Sulh‟ ilkesi ile içe dönük politika uygulayan Türkiye Cumhuriyeti‟nin konuyu gündeme getirmemesi ve komşuları ile iyi münasebetler kurmaya gayret etmesi cumhuriyetin ilk yıllarında “Dış Türkler“ konusunu fazla öne çıkarmamıştır. Hitler Dönemi Almanyası‟nın Türkiye dışında yaşayan Türkler ile ilk tanışması Balkanları işgal etmesi ile gündeme gelecektir. Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan‟da 1945 yılı şartlarında 1 milyondan fazla Türk‟ün yaşaması Nazi Almanyası‟nın akılcı yayılmasını planlayanların aklına yeni bir kurgu getirdi; “Türkiye Dışında Yaşayan Türkler“ 194 “...Alman-Rus savaşı Türkiye‟de bayram havası yaratmıştır. Beş yüz yıllık tarihin yönetmesi ile bütün kalpler Almanları zaferi için çarpmağa başlamıştır. Herkes birbirini kutluyor, bayramınız kutlu olsun diyordu...” Bkz. Ahmet Faik Barutçu, “Siyasi Anılar“ (1939-1954), Milliyet Yayınları, İstanbul 1977, s. 206-207 vd. 91 Almanya‟nın işgal ettiği bazı ülkelerde esir alınanların kendilerini o ülke mensubu değil de195 Türk olarak adlandırmaları Almanya‟ya getirilen esirler arasında ciddi rakamlara ulaşması Alman stratejistlerin konuya ilgi duymalarına sebep olmuştur. Aidiyet duygusu açısından ele alındığında kendisini o ülkeye ait hissetmeyen insan topluluğunun en kolay kullanılacak kesim olduğu varsayımından yola çıkan Almanya, Türkiye‟de kendilerine yakın duran gazetelerde bu konuların haber ve makale olarak işlenmesine çalışmışlardır.196 Yunanistan‟ın işgalinden sonra esir edilen Yunan askerlerinin içerisindeki Türk asıllıların istedikleri takdirde Türkiye‟ye geçebileceklerini belirten Alman yetkililer zamanla bunu Türkiye için bir jest olarak kullanma yoluna gideceklerdir.197 Türkiye‟de Turancı kesimin Almanya‟ya olan sempatisi öteden beri bilinmektedir. Turancıların ideallerindeki topraklar ise Sovyet coğrafyasındadır. Esir Türkler için kurtuluş şansı Almanya‟nın zaferi kazanmasına endekslidir. Turancılık Türkiye‟de savaşın hemen arifesinde güç toplamaya başlamıştır. 1939 Mayıs‟ında Avrupa ülkelerine savaş ilan eden Almanya‟ya duyulan sempatinin Türkiye‟de giderek artmasında Reha Oğuz Türkkan‟ın çıkardığı Bozkurt dergisinin önemli etkisi vardır. Dergideki Turancı kadroda Hüseyin Namık Orkun, Nihal Adsız, Nejdet Sancar ve Abdülkadir İnan gibi fikir dünyasının önemli kalemleri yazmaktadır. Bozkurt Dergi‟si kısa zamanda kapatılsa da aynı kişilerin dernek faaliyetleri ve kitap yayınları devam etmiştir.198 Turancı yayınların tamamında Alman zaferlerinin övülerek anlatılmasının ardındaki gerçek nazizm ya da diktatörlüğe duyulan ilgi değil, Almanya‟nın Sovyetler‟i alt etmesidir. Almanya‟nın Sovyet topraklarındaki her 195 1940 yılı Temmuz ayında Yunanistan‟ı en ufak adalarına kadar işgal eden Alman birlikleri ülkenin kuzeyinden girdiklerinde Yunanlılardan önce Batı Trakya bölgesindeki Türk asıllılar ile karşılaşmışlardır. 196 Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi von Papen, 18 Nisan 1940 günü Berlin‟e geçtigi kripto haberde Türk basını ve günlük basının önemli gazetelerinin başyazar ve köşe yazarları hakkındaki düşüncelerini özetler. Von Papen‟in yayınlarını en beğendiği gazete Milliyet ve Başyazarı Peyami Safa‟dır. Bkz. Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 172245. 197 Çınar Burak, “İkinci Dünya Savaşı‟nda Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 215. 198 Çınar, A.g.e., s. 239. 92 zaferinin Türkiye‟de kutlandığı 1941 Eylül ayında Türkiye‟de Radyo Hitler199 adlı bir propaganda organı da harekete geçecektir. Merkezi ve yayın frekansı hiç bir zaman tesbit edilemeyecek olan bu radyonun yayın politikası uzun zaman belleklerde yer edecektir. Türk basınını iyi takip eden Alman Büyükelçi von Papen‟in milliyetçi yayınlara özel bir ilgisi vardır. Von Papen‟in Alman Dışişlerine yolladığı 1941 tarihli gizli bir belgede İstanbul Milletvekili Şükrü Yenibahça, Nuri Kıllıgil, Profesör Zeki Velidi Togan, Ahmet Caferoğlu ve Emekli Tümgeneral Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet Pan-Turan hareket içerisinde öne çıkan isimler olarak verilirken, Erkilet‟in Doğu Türkleri sorununda çalışan hükümetin önemli etki ajanlarından biri olduğu belirtilmiştir. Aynı belgede öne çıkan diğer iki isim ise Mehmed Emin Resulzade ve Mirza Bala‟dır.200 Woermann‟ın201 Eylül 1941 tarihli bir başka gizli raporunda ise Turancılık hareketinin amacının Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türk halklarına özgür bir devlet yapısı kazandırmak olduğunu ve bu bölgelerin Türkiye dışında kalacağını, ancak siyasal açıdan Türkiye‟ye bağlanacağını belirtmektedir. Turancılar, Alman yetkililer ile irtibatları sürekli artmaktadır. General Hüseyin Hüsnü Erkilet, Büyükelçi Hentig ile sürekli mektuplaşırken ağırlıklı konu ise Rusya‟daki Türkler‟in durumudur. Almanya Dışişleri Bakanı Ribbentrop, Büyükelçi von Papen‟e 5 Aralık 1942‟de çektiği telgrafta “Türkiye‟deki Alman dostlarını desteklemek için beş milyon Reichsmark yolladığını belirtmektedir. 202 199 “…Radyo Hitler, 1939 yılı sonlarında Türkiye‟de sadece akşamları yayın yapan radyo istasyonudur. Sürekli Alman ordularının zafer haberlerini dinleyicilere Türkçe olarak duyurmaktadır. Kısa dalga üzerinden yayın yapan radyonun yayınlarında Türk – Alman Dostluğu ile ilgili haberler, cephelerin durumu, Türkiye ve Almanya‟yı ilgilendiren heber ve istek türküleri de yer almaktadır. Toros Dağları‟ndaki geçitlere hakim olmaları ile ünlü Karakoyunlu Aşireti Lideri Hüseyin Çelik‟ten sözlü aktarım, 25 Nisan 2007, saat 12.10 200 Jäschke Gotthard, “Der Turanismus der Jungtürken. Zur osmanischen Außenpolitik im Weltkriege“ in: Die Welt des Islam 23 (1941), S. 1-54, hier S. 7ff. sowie Lothar Krecker: Deutschland und die Türkei im zweiten Weltkrieg. Verlag Klostermann, Frankfurt am Main 1964, s. 207. 201 Dr. Ernst Woerman, Alman Dışişleri Bakanlığı‟nın Türkiye ile ilişkilerinden sorumlu Müsteşar yardımcısıdır. 202 Çınar Burak, “II. Dünya Savaşı‟nda Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 224. 93 Almanların cephe başarılarının çok açık olduğu 1942 yılı Nisan ayına kadar Türkiye üzerindeki havaları çok etkilidir. Turancılık hareketlerine Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti‟nin de göz yumduğu da hissedilmektedir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Almanya‟nın Stalingrad‟ı kuşattığı günlerde von Papen‟e gayet neşeli olarak “Umut ederim, sonbaharda birliklerinizin Kafkasya‟da görünmesi yeni bir durum yaratacak ve bu durumda yeni kararlar almak gerekecek” demiştir.203 Almanya‟daki Yahudi karşıtı eylemlerin Türkiye‟de görülmesi de Türk – Alman ilişkilerinin bahse konu döneminde bir başka ilginç gelişmedir. 1934 yılında Trakya Bölgesi‟ndeki Yahudi karşıtı eylemler sonrası Edirne, Tekirdağ ve Çanakkale‟den çok sayıda Musevi vatandaş yaşadıkları şehirden İstanbul‟a göç etmek zorunda kalmışlardır. Türk kamuoyu bu olayların arkasında Başbakan İsmet İnönü‟nün parmağı olduğuna inanmış, ileriki dönemlerde “azınlıkları sevmeyen” şeklinde bir önyargı gelişmişti. Hatta İnönü, Cumhurbaşkanı seçildiğinde Yahudiler tedirgin olmuşlardır. Başbakan Refik Saydam, 4 Mayıs 1942‟de Anadolu Ajansı‟nda çalışan 26 Yahudi‟nin görevlerine son verilmesini istemişti.204 Almanya‟nın Sovyetlere karşı kazandığı askeri başarılar sonrası giderek daha fazla gelişen Turancılık hareketlerinin bir başka destekçisi de 1942 yazında Refik Saydam‟ın vefatı üzerine başbakan olan Şükrü Saraçoğlu‟dur. Başbakan Saraçoğlu, bir konuşmasında adeta Turancı gündemi Almanya‟nın da hoşuna gidecek bir şekilde tarif etmektedir: “Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.”205 27 Ağustos‟ta Alman Büyükelçi von Papen ile görüşen Başbakan Íükrü Saraçoğlu açık bir şekilde Türkiye‟nin Rusya‟nın çöküşünü arzuladığını 203 Auswärtiges Amt, Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1, Nr. 1220, R 29450 204 Çınar Burak, “II. Dünya Savaşı‟nda Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 225. 205 Çınar, a.g.e., s. 234 vd. 94 bildiriyordu.206 Almanya açık bir şekilde Sovyetlerin cephe gerilerinde tezgahlanmış oyunlar sahneye koyarak Rusya‟yı karıştırmak istemektedir. Bu ülkedeki Tük asıllı azınlığı heyecanlandırabilecek liderler ise Türkiyede‟dir. Rusya‟dan önce Türkiye‟de Turancı liderlerinde heyacanın yükselmesi gerektiği tezlerini açıkça ortaya koyan Alman Devleti görevlileri de vardır. 10 Ekim‟de Alman dışişlerinde görevli olan Clodius‟a ise bu konuda daha açık konuşmaktadır: “Türkiye‟nin SSCB‟de yaşayan 40 milyon Türk kökenlinin geleceğine ilgisiz kalması beklenmemelidir.“207 Almanya, Türk kamuoyunun hareketlenmesinden de oldukça memnundur. Türk Hükümeti‟nin ülkede esen Turancılık rüzgarına karşı itidalli davrandığını görünce bu sefer kendileri bir toplantı düzenlemek için harekete geçerler. Turancıların liderlerinden Zeki Velidi Togan ise Almanya‟daki faaliyetleri hakkında Büyükelçi Saffet Arıkan‟a sürekli bilgi ileten ve iki taraf için de güvenilir bir lider konumundadır. Almanya‟nın 1942 yılı Ekim ayında Turancılık konusundaki toplantı Türkiye‟den davet ettiği Togan‟a, Türkiye‟nin dış ilişkilerinin nazik olduğu dönem ileri sürülerek izin verilmemiştir.208 Savaşın Türkiye‟de değil ama, Türkiye‟nin çepeçevre etrafında olduğu yıllarda politikacıların yaptıkları açıklamalarda da zikzaklar görülmektedir. Türk siyasetçilerinin ağzından çıkan açıklama, demeç ve konuşmaları, savaşan ülkelerin diplomatları tarafından anında ülkelerine iletildiği günlerde Türkiye‟nin önde gelen siyaset ve fikir liderlerinin de kimden yana olduğu analiz edilip fişlenmeye çalışılmaktadır. Türkiye‟yi en yakından takip edenlerin Almanlar olduğu, hatta bazı gelişmeleri etkileyebildikleri görülmektedir. 3 Mart 1942‟de Büyükelçi von Papen 206 Charles W. Hostler, The Middle East Journal, Cilt: 12, Ay: Yaz 1958, No. 3, s. 267. 207 Önen Nizam, “Turancı Hareketler: Macaristan ve Türkiye 1910-1944“ Ankara Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara-2003: Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-2000, Cilt 2:1941-1960, s.22. 1944„de yargılanan isimler içerisinde bulunan Alparslan Türkeş‟in Saraçoğlu dönemi için değerlendirmesi, Turancı düşünüşün bu döneme bakışını özetlemektedir. “İktidardaki Başbakan Şükrü Saraçoğlu‟nun milliyet anlayışındaki ırkçılık dozuna ancak Hitler‟in nasyonalizmindeki cermen ırkçılığı dozu denk gelebilirdi.” (Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, s.23.), s. 330. 208 T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, 030.10/ 229.542.9/ 30.6.1942 tarih ve 4-5845 sayılı Şükrü Saraçoğlu imzalı Başbakanlığa sunulan yazı. 95 tarafından Berlin‟e geçilen bilgilerde: “Ulaştırma Bakanı Ali Fuat Cebesoy‟un Mihver yanlısı ve İkinci Dünya Savaşı‟nı Sovyetler Birliği‟nin egemenliğini kırmaya yarayacak bir fırsat olarak bakmaktadır. İçişleri Bakanı Recep Peker ise Mihver‟e daha yakın bir politikanın savunucusu ve otoriter biridir.“209 Almanların Turancılık konusuna ilgisi büyüktür ama, Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟ni bu noktaya çekmekte zorlanmaktadırlar. Alman Devleti bu sefer Turancı fikir dünyasının önde gelen isimlerini takibe alacak ve onlara yaklaşmayı deneyecektir. Almanya‟nın yakından takip ettiği ve kendisi de Kırım kökenli olan General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile ilişki kurmaya çalışacaklardır. Alman General Warlimont, 23 Ocak 1942‟de Wehrmann‟a gönderdiği mektupta, Türkiye‟nin Sovyetler Birliği‟nde yaşayan Türklerin kaderi ile yakından ilgilendiğinden bahsetmektedir. Warlimont, Türk Hükümeti tarafından hoş görülen Turancılık propagandalarına bakarak Türkiye‟nin artık daha iyi anlayabileceklerini belirtirken Turancılar‟dan istedikleri gibi faydalanamadıklarını eklemektedir. 1941 yılında Budapeşte‟de Turan Cemiyeti‟nin yıllık kongresinde konuşan Ruşen Eşref Ünaydın Dünya Türklüğü‟nün birliğinden bahsederken kongrede Alman Türkologlar da misafir olarak bulunmaktadırlar.210 Alman yetkililer Türkiye‟de General Mirza Bala, General Mürsel Bakü, General Asim Gündüz ve Mareşal Fevzi Çakmak ile de yakın ilişki içindedirler. 1942 yılında Türkiye‟den gönderilen haberlere göre Mareşal Fevzi Çakmak Türk – Alman İlişkileri‟nin Turancılık emeline oturmasına memnuniyetini dile getirerek, Türkiye‟nin Almanya‟ya karşı savaşa girmeyeceğini, fakat saldırı olursa da kendini koruyacağını belirtmiştir. Çakmak daha da ileri giderek Almanlar‟ın Sovyetler Birliği‟ndeki Türklere sempatiyle bakmasından memnuniyetini dile getirerek, Almanya isterse Sovyetle r ile 209 Çınar Burak, “II. Dünya Savaşında Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 225. 210 Çelik Latif , “Macaristan‟da Türk İzleri“, Birlik Gazetesi Almanya Baskısı, Ekim 2002 sayısı, s. 14. 96 yaptıkları savaştan ellerine esir düşen Türklerin arasında hareket etmek üzere istihbarat elemanlarını göndermeye hazır olduğunu belirtmiştir. 211 1944 yılı ortalarından itibaren Türkiye‟deki Turancılık hareketlerinde bir yavaşlama görülecektir. Dergilerin sayısının azaldığı, finans kaynaklarında sıkıntı varlığı göze çarpacaktır. İktidar ile de araları eskisi gibi değildir. Turancıların hiç bir toplantısına devlet yöneticilerinden kimse katılmamaktadır. 2 yıl öncesinin Turancılık heyacanı artık çok az sayıda idealist tarafından yaşatılmaya çalışılsa da toplumda artık farkedilmemektedir. Aynı dönemde Turancı akımı karşıtı yazılar da artmaya başlamıştır. Sosyalizm ve Sovyetlerin başarısını konu edilen makaleler basında giderek artmaktadır. Türk dostu olarak bilinen Alman Büyükelçi von Papen ülkesine dönerek Dışişleri Bakanlığı koltuğuna otursa da Almanya‟nın gerilemesi devam etmektedir. Turancılığın yükselişi ve inişi ile aynı dönemde karşı hareketlerin ortaya çıkışı Alman – Sovyet savaşının seyri ile doğru orantılıdır. 11 Nisan 1944‟de Turancıların aleyhine bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‟nün çıkışından sonra Nihal Atsız – Sabahaddin Ali davası ile gerilen ortamda polisin sadece Turancı kesimi etkisiz hale getirmesi akabinde Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkan, Zeki Velidi Togan ve Hasan Ferit Cansever, Irkçılık – Turancılık suçlamaları ile tutuklanmışlardır. Almanya‟nın gizli ve Türkiye‟nın açık desteği ile yükselen Turancılık hareketi 3 Mayıs 1945 yılında minimize edilen bir konuma getirilmiştir. 5.4.4. Almanya’nın Türkiye’de İstihbarat Çalışmaları Hitler Almanyası‟nın Türkiye‟deki haber alma faaliyetleri 1937 yılından itibaren hızlanır. Bilgi toplamak için üst düzey ilişkiler kurmak isteyen Almanlar eski bir istihbaratçı olan Franz von Papen‟i Türkiye‟ye elçi olarak atamak istediklerinde Atatürk karşı çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı‟nın son yıllarından Türkiye‟yi tanıyan 211 Çınar, a.g.e., s. 226. 97 von Papen, 18 Nisan 1939‟da Türkiye‟de göreve başlayacaktır. Alman propagandası kasıtlı olarak Hitler ve Atatürk‟ün yan yana iki ulusal kahraman olarak gösterse de Türkiye buna bozulduğu için fazla öne çıkarmazlar. 12 Íubat 1939‟da Alman amiral Erich Raeder Berlin‟de Atatürk‟ü anma gününde “onur ve gurur verici bir örnektir“ demiştir. Almanlar Türkiye‟de bilgi toplama faliyetleri için çok çeşitli kaynakları kullanmaktadırlar. 3 Nisan 1941‟de Kazım Karabekir, Başbakan Refik Saydam‟a yabancı elçiliklere bilgi sızdırılması ile ilgili soru yönelttiğinde başbakan, “Bence serafetlere naklinden ziyade arkadaşların şurada burada münakaşaları neticesi açığa çıkıyor“ şeklinde cevap vermiştir.212 Alman istihbaratının en başındaki Tümgeneral Rohde‟nin ekibi merkezini Ankara‟ya kurmuştur. Barbarossa Harekatı‟nın öncesi 21 Haziran 1941‟den itibaren Almanlar Türkiye‟de istihbarat faliyetlerine Türkiye‟nin de bilgisi dahilinde hız vermişlerdir. 1942 başından itibaren oluşturulan Gürcü, Tatar, Kazak, Türkmen, Kafkas, Azeri ve Türklerden oluşan gruplar Almanya‟nın lehine sürpriz sonuçlar elde etmişlerdir. Bu grupların elde ettiği bilgiler zaman zaman Türkiye‟ye verilse de, Almanların esas hedefi Türkiye üzerinden Sovyetler hakkında daha net bilgilere sahip olmaktır. Bu konuda Burak Çınar: “Sovyet topraklarında yakalanan bu grupların içerisindeki iki eleman tutuklanınca Molotov ve Vishinsky Moskova‟daki Türk elçisini uyarmışlardır. Dışişlerine iletilen bilgiden sonra Rusya‟ya sızmalar bir müddet sona erecektir. “1941 Ekimin‟de 150 Kuzey Kafkasyalı‟nın 10 ay özel eğitimi sonrası kurulan Kuzey Kafkasya Özel Komandosu‟na bağlı “Íamil Grubu“ büyük bir harekat planlamıştır. Bunlardan 30‟u Maikop civarında paraşütle atlayarak Rus birliklerin arkasındaki köprü, demiryolu ve petrol tesislerini havaya uçurmuşlardır. Almanya‟nın bu bölgeyi ele geçirmesinin akabinde bu elemanların 29‟u sağ olarak geri döneceklerdir. Dağıstan asıllılardan oluşan diğer bir 40 kişilik grup ise Alman keşif kolu olarak başka cephelerde görev yapmışlardır.“213 212 Çınar Burak, “II. Dünya Savaşında Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 229. 213 Çınar, a.g.e., s. 231. 98 SD Başkanı Schellenberg214 Türk istihbaratı ile ilişkileri çok geliştirmiştir. Barbarossa Harekatı sonrasında da Almanların Ruslar için istihbarat faaliyetlerinde bulunmasına Türkiye engel olmamıştır. Diğer taraftan MAH,215 İngilizler ile işbirliği yapsa da görüşmeler bilgi alışverişinden ileri gitmemektedir. Türk istihbaratının tesbitleri de çok ilginçtir. Schellenberg ile yapılan bir görüşmede Türk tarafı: “Rusya‟daki başarılarınız ile yakından ilgileniyoruz, fakat Almanya‟nın gerilemesiyle fazla güçlenen bir Rusya ile karşı karşıya kalmamız tarihteki deneyimlere baktığımızda Türkiye için en büyük tehlikedir.“216 Propaganda konusunda güçlü olan Almanlar komünizm tehlikesini abartarak korku imparatorluğunu yaşatmaya çalışmaktadırlar. Diğer taraftan da Türklerin milli duygularını yukarıda tutmak için “Musul ve Halep Türkiye‟nin olmalıdır“ şeklinde milliyetçi propaganda yoğun bir şekilde sürdürülmektedir.217 1940 yılından itibaren değişik bir Almanya propagandası da Türkiye‟de öğrenciler vasıtasıyla çok yönlü yapılmaktadır. Alman istihbaratı dedikodular için Ermeni toplumunun içinden elemanlar kullanmaktadır. Alman firmalarının ticari temsilcisi konumundaki birçok Kürt ve Arap asıllı genç de Diyarbakır, Erzurum, Van başta olmak üzere bölgede Alman propagandası yapmaktadır. 1941-1942 kışında Türkiye‟de gösterilen Alman film sayısı 60‟tır. 7 Aralık 1942‟de Vatan Gazetesi Charlie Chaplin filminde Hitler rolünde bir resim yayınladığı için üç ay kapatılmıştır. Savaşın ilk yıllarında Türkiye‟deki okul kitaplarında Birinci Dünya Savaşı‟ndaki Türk Alman kardeşliğinden söz edilmemekte, Çanakkale‟de Almanların fazla bir rolü olmadığı, Türk askerlerini boşu boşuna feda ettikleri bilgileri yer almaktadır. Almanya‟nın ricasi üzerine kitaplardaki bu satırlar çıkarılır. Almanlar„ın ünlü Signal Dergisi Türkiye‟de Türkçe olarak yayınlanmaya başlayınca, İngilizler‟de Kahire‟de 214 SD = Sicherheitsdienst, Almanya´nın o dönem Haber Alma Örgütü. 215 MAH = Türkiye‟nin 1940 yıllarındaki haber alma örgütü. 216 Çınar, a.g.e., s. 231. 217 Çınar, a.g.e., s. 232. 99 Cephe dergisini Türkçe bastırıp Türkiye‟de karşı propaganda amacı ile ücretsiz olarak dağıtmaya başlayacaklardır.218 Almanların bir başka başarısı da Alman teknolojisini abartarak hayali olarak fısıltı gazetesi ile tanıtmalarıdır. Atom araştırmaları senelerdir bilinen Hitler‟in 1945 Íubat‟ında yaptığı “Nükleer Fizyon Sorununu çok önceden çözdük“ açıklamasının Almanya‟dan daha çok Türkiye‟de ilgi uyandırması çok ilginçtir. Türkiye kamuoyunu çok çabuk etkileyebilen Almanların propaganda 1944 yılı sonuna kadar sürekli açık ve aktif kalacaktır. Türk Dışişleri‟nin diplomatik kodlarını yıllar önce çözen Almanlar, Türkiye‟nin dış temsilciliklerine yolladığı direktiflerin tamamını çözebilmekte, Moskova ve Washington‟daki Türk Büyükelçiliklerinden gelen raporlardaki istihbarat bilgilerine sahip olabilmektedirler. Chicero olayı olarak bilinen İlyas Bazna‟nın çalışmaları ile İngiltere, Türkiye ve bu iki ülkenin diğer ülkeler ile ilişkilerini konu alan bilgileri yıllarca düzenli olarak elde etmişlerdir. Türkiye‟nin Karadeniz bölgesindeki askeri hareketliliğini, Adana konferansının sonuçlarını, Tahran dosyalarının içeriğini, Kahire toplantısının dosya içeriklerini, Sovyetlerin elindeki silahların listesini, Türkiye‟deki İngiliz ajanlarının listesi ve birçok bilgiyi elinde bulunduran Bazna‟yı (Chicero) Almanlar uzun yıllar kullanmışlardır. 5.4.5. Alman Hayallerinin Sonuna Doğru 6 yıl süren savaş boyunca bütün uluslararası görüşme ve ilişkilerinde “Savaş dışı kalma - Sıcak çatışmaya girmeme“ eksenindeki politikasını devam ettiren Türkiye, kuzey komşusu ile arasını düzeltmek için yeni bir şans yakalamıştır. Hitler‟in Sovyetler Birliği‟ne ani saldırısı sonrası bu ülkenin Türkiye‟ye karşı uyguladığı dış politikada yumuşama görülecektir. Sıcak çatışmaya hiç girmeyen Amerika, Balkanlardaki Alman etkisini sert şekilde eleştirirken bölgenin kaderi ile ilgilendiği açıklaması da Ankara için rahat nefes alma imkanıdır.219 Amerika‟nın savaşta koyacağı ağırlığın tarafının İngiltere 218 219 Klein Andrea, “Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Mittel Verlag, Frankfurt 1972, s. 145. Amerikan askeri temsilcisi Albay Donavan, Ankara‟yı ziyaret ederek başkan Roosvelt adına özel görüşmelerde bulunmuştur. Donavan, Ankara‟da Başbakan ve Dışişleri Bakanı başta olmak üzere 100 olacağı belli olmuştur. Nasyonal Sosyalist – Faşist tehlikenin büyüklüğünü farkeden Amerika, Avrupa‟nın geleceğinin giderek tehlikeye girdiğini görmüş ve diktatörlerin karşısında duran ülkelere moral vermek amacı ile nabız yoklamasına başlamıştır. Amerika Dışişleri Bakanı Curdel Hull Ankara‟ya moral vermek adına gönderdiği notalarda sessiz kalmalarının ilgisizlik olarak anlaşılmaması gerektiğine işaret ederek 9 ve 14 Şubat 1941 tarihli notalarda gayet açık bir dil kullanmaktadır: “İngiltere bu savaşı kesinlikle kazanacaktır. Bu ülkeye ne kadar savaş malzemesi ihtiyacı varsa karşılamaya hazırız, tüm ihtiyaçlarını tedarik edeceğiz. Bu yardım Hitler ve Mussolini diktatörlerine direnen herkese aynı şekilde savaş malzemesi olarak ulaştırılacaktır.“220 Türkiye Cumhuriyeti‟nin ABD‟ye cevabı nota ise uyguladığı politikanın kısa özeti gibidir: “Amerika ve İngiletere‟nin temsil ettiği hür dünya ideallerini saygı ile karşılıyor ve destekliyoruz. Fakat Türkiye olarak sıcak bir savaşta yer almamaya kararlıyız ama ülkemizi savunmaya kararlıyız. Müttefiklere desteğimiz siyasi alandadır, askeri bir hareketliliğe şimdilik katılmıyoruz.“221 Başta İngiltere olmak üzere, Sovyetler, Türkiye ve son dönemde ABD, Almanların ilerleyişinden rahatsızdırlar. Almanya son Balkan harekatı sonrası karşısındaki endişeli yelpazeyi daha da büyütürken, kendisine karşı gelişen askeri ittifakı çok az hesaplamış olacakki mantıksız saldırıları daha da artmıştır. Almanya‟yı durdurmak isteyenlerin hepsinin ilgi odağının Türkiye olması önemli bir gelişmedir. Avrupa‟nın her tarafını kaplayan Alman tehdidi mantığın kabul edemeyeceği birliktelikleri de ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bunlardan en ilginç olanlarından biri diğer Türk yetkilileriyle mevcut durumu değerlendiren görüşmeler yapmıştır. Bu konuda bkz. Savaş Yılları, s. 44; Koçak, Türkiye‟de Milli Şef Dönemi, s. 148. 220 Savaş Yılları, s. 44; Türkiye‟de Milli Íef Dönemi, s. 42OTDP, s. 165-166. 221 Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Refik Saydam, ABD Başkanı‟nın notalarına verdiği cevabi notalarda: “Türkiye‟nin baştan beri Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri ile aynı olan amaç ve ideale kalpten bağlıdır ve savaşmak durumunda bırakılsa dahi bu tutumu değişmeyecektir. Bkz, Akandere - Polat, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ Konya 8-10 Ekim 2009, s. Konya; Haluk Ülman, “Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri“ (1939-1947), “İkinci Cihan Harbi Başından Truman Doktrinine Kadar“ A.Ü. SBF Yayınları, Ankara 1979, s. 31. 101 de Türk - Sovyet yakınlaşmasıdır. Türk ve Sovyet heyetlerinin İngiltere‟nin bilgisi dahilinde yaptığı uzun ve yorucu görüşmeler sonunda sağlanan güven ortamında Ankara ve Moskova‟da aynı anda mutabakata varıldığı açıklanan noktalar konusunda ortak bir deklarasyon yayınlanacaktır. Türk – Sovyet yakınlaşmasına önem veren İngiltere ise her iki ülkeyi de işbirliği konusunda cesaretlendirmektedir.222 Deklarasyonla, her iki ülkeden birinin saldırıya uğraması durumunda, diğerinin savaşa girmeyip tarafsız kalması223 kararlaştırılmıştır. Sovyetlerin Türkiye üzerindeki asırlardan bu yana var olan askeri tehdidi ve emelleri göz önüne alındığında yayınlanan bu deklarasyon Sovyetler kadar Türkiye için de önemlidir. En azından kağıt üzerinde de olsa kuzey komşunun tehdidi kalkmıştır. Her ülke ile benzer içerikli anlaşmaları yapan Ankara‟nın Türkiye‟yi müttefik olarak kazanmak isteyen ülkelere karşı da değeri artmıştır. Kuzey komşunun açıktan olmasa da geleneksel olarak var olan tehdidini geçici de olsa arka plana atmayı başaran Ankara‟ya bu sefer de Almanların baskısı artmıştır ama, 1941 yılında imzaladıkları “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“na Türkiye‟nin uyacağından emindirler. Birinci Dünya Savaşı‟ndan tanıdıkları Türkiye‟nin attığı imzayı yok saymayacağına inançları tamdır. Sovyet topraklarından çok büyük bir alanı işgal eden Almanya bu ülkeyi güneyden kuşatıp Kafkasya‟dan vurmak gündeme geldiğinde tekrar Ankara‟nın kapısını çalacaktır. Bu seferki teklif Oniki Ada ile Kafkasya ve 222 “İngiltere‟nin temel amacı, Türk-Sovyet yakınlaşmasını sağlayarak Türkiye‟nin “Sovyet çekincesi” gerekçesini ortadan kaldırmaktı” Bkz., Koçak, Türkiye‟de Milli Şef Dönemi, s. 151. 223 25 Mart 1941‟de Ankara‟da Türkçe ve Moskova‟da Rusça olarak yayınlanan tebliğin muhtevası şöyledir: “Türkiye harbe girmeğe mecbur olduğu takdirde Sovyetlerin Türkiye„nin müşkülatından istifade ederek kendisine hücum edeceklerine dair ecnebi matbuatta çıkan haberler üzerine ve bunlarla alakadar bir istifsar dolayısıyla Sovyet Hükümeti atideki hususatı Türkiye Hükümetine bildirmiştir: 1-Bu gibi haberler Sovyet Hükümeti vaziyetine katiyen tevafuk etmemektedir. 2Şayet Türkiye hakikaten duçarı tecavüz olur ve topraklarını müdafaa için harbe girmeğe mecbur kalırsa o zaman Türkiye, Sovyetler ile arasında mevcut ademi tecavüz misakına istinaden Sovyetler Birliğinin tam “Comprehension” ve bitaraflığına güvenebilir. Bu beyanat dolayısı ile Türkiye Hükümeti Sovyet Hükümeti‟ne samimi teşekkürlerini beyan etmiş ve Sovyet Rusya‟nın da böyle bir vaziyete duçar olduğu takdirde Türkiye‟nin tam “Comprehension” ve bitaraflığına güvenebileceğini göstermiştir.” Bkz. Akandere Osman - Polat Hasan Ali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ I. Uluslararası tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman İlişkileri Sempozyumu, Konya 2010; Gürün Kâmuran, “Türk Sovyet İlişkileri“ TTK Yayınları, Ankara 1991, s. 223-224. 102 Trakya‟da Türkiye‟ye yeni bölgelerdir ama, alınan cevap hep aynı olacaktır: Kendi güvenliğimize bir halel gelmedikçe Türkiye bu savaşın dışında kalacaktır.224 II. Dünya Savaşı boyunca Türk-Alman ilişkilerinin seyri sadece Berlin ve Ankara değil, tam tersi her iki ülkenin yakın komşularındaki değişikliklerden de etkilenmektedir. Türkiye‟nin güney komuşusu Irak‟ta meydana gelen hükümet değişikliği de Ankara‟yı yakından ilgilendirmektedir. Tek başına yaşayamayacağı belli olan Alman yanlısı ihtilalcı lider Reşit Ali Geylani başkanlığındaki hükümete yardım etmek isteyen Almanya, alternatif planlar üzerinde düşünürken askeri malzemelerin Türkiye üzerinden geçirilmesi gündeme gelir. Türkiye‟nin cevabı ise değişmeyecektir; “Savaşa taraf olmak istemiyorum.“ 1943 yılı sonuna doğru Türkiye‟yi her iki tarafın baskıları da en üst düzeydedir. Oysa Türkiye‟nin elindeki yazılı belgelere göre Türkiye, her iki taraf ile de sadece bu kendisine bir saldırı olduğunda savaşa girecektir. Türkiye‟ye sadece Almanların değil, savaşan bütün ülkelerin temsilcilerinin değişik siyasi teklifleri ile de karşı karşıyadır. Türkiye hayır dedikçe tekliflerin içeriği zenginleştirilerek bir kaç hafta sonra tekrar masaya getirilmesi II. Dünya Savaşı döneminin önemli özelliklerinden biridir. Mihver devletlerin lideri Almanya ile Müttefik Devletlerin lideri İngiltere‟nin Türkiye‟ye uyguladıkları baskı politikaları arasında zaman zaman benzerlikler de olabilmektedir. Her iki ülkenin de A planları Türkiye‟yi kendi yanlarında savaşa zorlamaktır. Sıcak savaşa hayır diyen Türkiye‟ye karşı her iki tarafın B planları da ciddi benzerlikler arzetmektedir. Türkiye‟yi, kendi yanlarına çekemiyorlarsa karşı taraftaki düşmanları ile de olmamaları için benzer çabalar Almanya ve İngiltere‟de sürekli var olmuştur. Savaş dışında kalmak isteğini açıkça ortaya koyan Ankara‟nın tutumuna uzun uğraşlardan sonra hem Almanya hem de İngiltere‟nin başını çektiği taraflar saygı göstermek zorunda kalmışlardır. Savaşan güçleri birbirine karşı oyalayan ve zaman içinde enerjilerinin de inişe geçmesini izlemek Ankara‟nın temel politikası olmuştur. Türkiye‟nin kendi politikalarını uygulayabilmesinin temel 224 Hans-Adolf Jacobsen, “1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle İkinci Dünya Savaşı“ çev. İbrahim Ulus, Ankara 1989, s. 32; Ayın Tarihi, İlkteşrin (Ekim) 1940, No: 83, s. 163. 103 dinamiği iki büyük güce aynı mesafede durarak her iki tarafa benzer argümanlar ile karşı çıkabilmesidir. Savaş boyunca askeri planların uygulanması için Türkiye‟nin karşısına çok değişik teklifler ile çıkan ve Türkiye‟nin vereceği transit geçiş iznine karşılık Ankara‟nın toprak taleplerini kabul edeceğini açıklayan Almanya, Türkiye‟ye hem Trakya, hem de doğu da ciddi toprak teklifleri yapsa da yine sonuç alamayacaktır.225 Türk - Alman yakınlaşmasını sürekli izleyerek kontrol altında tutmak isteyen İngiltere de benzer teklifleri Ege Adaları için yapacaktır. Savaşan tarafların lideri konumundaki İngiltere ve Almanya‟nın benzer tekliflerini benzer cevaplar ile idare eden Türkiye, özellikle sınırları dışında bir oldu bitti ile yeni toprak parçasına sahip olmamaya özen göstermiştir. Türkiye kendisine yönelik toprak tekliflerini zaman zaman ‟sadece ülkemizin savunulmasına yönelik görüşebiliriz‟ diyerek rahatlıkla geri çevirmiştir. Diplomatik dil kullanmada başarılı olan Ankara, savunduğu tezlerin de güçlü olması ile iki taraf açısından da inandırıcılığını sürdürebilmiştir. Savaşta taraf olması için gelen baskılara karşık açık bir dil kullanan Ankara: “Dostlarımızın endişelenmesine gerek yok, tüm çabalarımız Türkiye‟nin güvenliği öncelikli olmak üzere bu savaşın dışında kalarak barışa katkıda bulunmaktır.“226 Türkiye‟nin kendileri ile müttefik olarak savaşa girmesini son ana kadar bekleyen Almanya, bütün siyasi, diplomatik ve ekonomik baskıları denemeye çalışacak, bunu yaparken de Türkiye‟yi kendinden uzaklaştırmamaya özen gösterecektir. Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi von Papen bunun ne kadar zor olduğunu ülkesine geçtiği notlarda kaleme alacaktır: “Türkleri Almanya için müttefik olarak kazanmak çok önemli ama bu hiç gerçekleşmeyebilir. Fakat Türkiye‟nin karşı tarafa geçmemesi daha da önemlidir, fakat bu gerçekleşecek, Türkiye düşmanımız olmayacaktır.“227 225 Glasneck Johannes, “Türkiye‟de Faşist Alman Propagandası“ Çev. Arif Gelen, Onur Yayınları, Ankara 1977, s. 127 226 Koçak, Türkiye‟de Milli Şef Dönemi, s. 157. 227 Koçak, a.g.e., s. 188 vd. 104 Son ana kadar Türk - Alman ilişkilerinin sağlıklı kalması için önemli çabalar ortaya koyan Büyükelçi von Papen Almanya Dışişleri Bakanı Ribbentrop‟dan Türk yanlısı davrandığı için azar işittiği olsa da Türkleri yakından tanıyan biri olarak hem ülkesine ikili ilişkilerin bozulmaması için uzun yıllar en sağlam bilgileri iletmiş, hem de “Çok Sevdiğim bir Ülke“ dediği Türkiye ile savaş süresince sağlıklı diplomatik kanalların açık kalmasını sağlamıştır.228 Türkiye başka ülkeler ile yaptığı anlaşmaların Almanya‟ya zarar vermemesine de özen göstermiştir. Türkiye‟den haber almada, basını yönlendirmede ve siyasi kanat ve bürokratlara yaklaşmada oldukça mahir olan Almanya, bir çok ülkeye saldırarak girdiği halde Edirne‟nin karşısında 2 yıl bekleyen askerini Türk sınırından uzak tutma konusunda oldukça titiz davranacaktır.229 Türkiye‟nin, Almanya‟ya biraz olsun yaklaşması için bizzat çaba gösteren Führer Adolf Hitler‟in Milli Íef İsmet İnönü‟ye yazdığı mektubun dostça satırlarında ciddi teklifler de yer almaktadır. Türkiye ve Cumhurbaşkanı İnönü hakkında kelimeleri seçerek kullanan Hitler, iki ülke arasında doğacak işbirliğinden stayişle bahsederek Türkiye‟nin savaşan müttefik olmasındaki faydaları sıralamıştır. Savaşın en başından beri Almanya için ilk seçenek Türkiye‟yi kazanmak, bu mümkün olmazsa Türkiye‟nin İngiltere yanında savaşa girmesini önlemektir. Hitler birincisini hayal etmiştir ama, ikincisi ile yetinmek zorunda kalmıştır. Ankara‟dan gelen Cumhurbaşkanı İnönü imzalı cevap ise aynı şekilde nazik, diplomatik ve kararlı bir dil ile Türkiye‟nin bilinen politikasını ifade eden satırları öne çıkaran şekilde kaleme alınmıştır. Üst düzey mektupların içeriğine bakıldığında her iki ülke bilinen duruşlarını sergileseler de birbirlerinden vazgeçemedikleri de açıkça anlaşılmaktadır.230 Türkiye ve Almanya‟nın son derece karmaşık ilişkiler içinde 228 Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi Franz von Papen 1944 yılında ülkesinde Dışişleri Bakanı olduktan sonra da Türkiye ile ilişkileri geliştirmek yönünde adımlar atacaktır ama, Alman orduları artık sürekli mevzi kaybetmektedir. Son bir hamle ile Oniki Ada‟yı Türklere teklif eden von Papen savaştan sonra yazdığı anılarında Türkiye‟nin dostu olduğunu yineleyecektir. Bu konuda bkz. Krecker Lothar, “Deutschland und Die Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Vittoria Klostermann Verlag, Frankfurt 1964. 229 Auswärtiges Amt, Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1, Nr. 1220, R 29440 230 Ek: 6 ve 7 105 olunan bir dönemde, birbirine zarar vermemeye özen göstermeleri tarihi süreç içindeki stratejik olduğu kadar samimi ilişkileri ile de yakından ilgilidir. VI. SONUÇ Galiplerin 1918 yılında Versay‟da dayatttıkları barış adlı emperyalist ezme belgesine karşı çıkan Almanya‟nın öç alma amacı ile başlattığı II. Dünya Savaşı insanlık tarihinin en acı dönemlerinden biri olarak belleklerde kalmıştır. Bütün dünyadan 60 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği 1939 – 1945 arası dönemde tek bir Türk‟ün burnunun kanamaması, T.D.P.‟nin uzak öngörü ve tahminlerini ortaya koymaktadır. Mihver ve müttefik devletlerin birbirinden cazip teklifler ile Türkiye‟yi kendi taraflarına çekme taktiklerinin hedefe ulaşmaması da bu savaşın varacağı son noktanın Türkiye tarafından doğru tahmin edildiğini işaret etmektedir. I. Dünya Savaşı‟na müttefik olarak giren Türkiye ve Almanya‟nın pek tabi 1939 yılında başlayan yeni savaşta da birlikte olabilecekleri öngörüsü kolay bir fikir jimnastiğidir. Alman siyaseti 1920 yılından itibaren Versay‟da kendilerine yapılan haksızlığı dile getirmeye başlayacaktır. Aynı yıllarda Türklerin Anadolu‟daki hürriyet mücadelesi, kendi ülkelerinde işini, ümidini ve ülkesini kaybetmiş şekilde bekleyen Alman generallerin de ilgi odağı konumundadır. Alman subayları Anadolu‟daki mücadelenin karşılarındaki ortak düşman olan İngiliz – Fransız – Yunan – İtalyan güçlerine karşı devam ettiğini görmekten sessiz bir mutluluk duymaktadırlar.231 Silahı elinden alınarak eve gönderilen bu subaylardan, fırsat bulabilen bazıları gizlice Anadolu‟ya geçip Türk İstiklal Hareketi‟ne destek için gelmişlerdir.232 Türklerin 231 Çelik Latif, “Deutsche Spuren in der Türkei“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 162. 232 Çelik Latif, “İstiklal Savaşında Alaman Zabit“ Hürriyet Gazetesi Almanya Baskısı, Frankfurt 4 Temmuz 2008, s. 24 …Genç Alman subayı Tröbst 1918 yılı sonlarında Türkiye´den ayrılmak zorunda kaldı. Çanakkale´den tanıdığı subaylardan Mustafa Kemal´in ülkesinde işgalcilere karşı mücadele verdiğini duyunca derhal yardıma koştu. Türk dostu Alman subayı Tröbst´ün ikinci Türkiye macerası böyle başladı. 1920 yılı ortalarında gizlice İstanbul‟a gelip, Anadolu´ya Alman Zabit Hans Tröbst´e başlangıçta Anadoludaki Kuvay-ı Milliyeciler inanmazlar ama o ısrarcıdır. Beni Mustafa Kemal ile görüştürün diye ısrarını haftalarca sürdürünce kendisine yardım edilerek harekat merkezi olan Ankara´ya getirilir. Türk-Alman Dostluk tarihinin de önemli bir kilometre taşlarından biri olan 106 kendilerine dikte edilen Versay benzeri Sevr‟i kabul edip teslim olmaması Almanya tarafından ilgi ile takip edilirken, Mustafa Kemal ve ileri gelen Türk generallerinin Alman toplumu arasındaki popülariteleri de giderek artacaktır. 1933 yılından itibaren iktidarı kesin olarak ellerine alacak olan Nasyonal Sosyalistlerin aşırı hareketlerini tasvip etmeyen bir T.D.P. ortaya çıkmaya başlamıştır. Hala Türkiye‟ nin en önemli ticaret ortağı Almanya olsa da, siyasi alanda iki ülke arasında uluslararası sorunlara bakışta ciddi ayrılıklar vardır. 1934 yılından itibaren çok sayıda Musevi asıllı Alman akademisyenin Türkiye‟ye sığınması ile Hitler ve Atatürk arasında ilk sürtüşme yaşanacaktır. Türkiye kendine hedef seçtiği “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh“ politikası ile eğitim, tarım, ekonomi, şehirleşme alanında yenilikler gerçekleştirmeye gayret ederek kendi yolunda ilerlerken, Almanya‟nın büyük Avrupa ülkeleri ile rekabeti giderek artmaktadır. 1933 yılında Adolf Hitler‟in iktidarının netleşmesi ile Avrupa ülkeleri arasındaki rekabetin geniş coğrafyaları etkileyecek ciddi anlamda bir silahlı çatışmaya doğru gittiği farkedilmektedir. Almanya ile ticari ilişkileri giderek artan Türkiye, siyasi anlamda İngiltere – Fransa ikilisi ile daha sakin bir politika yürütmektedir. Burada Atatürk ile Hitler‟in tamamen ters bir karekterde olmasının da önemli etkisi vardır. Berlin‟de yakın komşularından hesap sormak isteyen bir yönetim varken, Ankara‟nın siyaseti milli sınırlar içinde kalmayı değişimi gerçekleştirmek yönünde ilerleyecektir. 1937 yılında Türk – Alman ilişkilerine katkıda bulunması için Hitler Ankara‟ya Franz von Papen‟i göndermek istediğinde Atatürk karşı çıkacaktır. Nazi Almanyası‟nın en önemli diplomatlarından biri olan von Papen‟e karşı çıkan Türkiye aslında bu ülke ile siyasi anlamda ilişkilerin daha da artmasına sıcak bakmıyor demektir.233 Almanya‟nın von Papen‟i Türkiye‟de görevlendirmesinin ardındaki ana hedefin Türkiye‟yi kendi yanlarına çekmek olduğu bilinen bir gerçektir. T.D.P.‟nin kararlı tutumu ile Almanya‟nın bu hedefi gerçekleşmemiştir. İngiltere ve Fransa ile uluslararası alanda son yıllarda Montrö ve Hatay konularındaki ilerlemeler, Türk siyasetini Almanya‟dan ziyade bu ülkelere yaklaştıracaktır. Savaş dönemde Türkiye Tröbst´in heyecan dolu yaşamını yakında dokümanter olarak ekranlarda izleyeceğiz. Türk Dostu Almandan geriye kalan Türk jandarma kiyafetli resmi ise oğlu için en önemli övünç kaynağı. Bkz. EK -4 233 Almanya Büyükelçisi Franz von Papen ancak 1939 yılında İsmet İnönü deneminde Ankara‟da göreve başlayabilecektir. Bkz. Oran Baskın, “Türk Dış Poltikası“ İletisim Yayınları, İstanbul 2011. 107 ile Almanya arasındaki siyasi ilişkilerin artması, ancak Almanya‟nın Fransa‟yı safdışı etmesinden sonra giderek hızlanacaktır. Bu ülkenin Balkanlar‟a inerek Türkiye ile sınır komşusu olduğu yıllarda imzalanan 18 Haziran 1941 tarihli “Türk – Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“ savaş döneminde bu ülke ile yapılan en kapsamlı siyasi-askeri sözleşme olmasına rağmen özünde Türkiye‟nin güvenliğini garantiye alma belgesi konumundadır. Almanya‟nın elindeki her imkanı kullanarak son ana kadar Türkiye‟yi etkilemek için çaba göstermesine rağmen, T.D.P.‟nin savaş dışı kalmakta diretmesi, bahse konu dönemin karmaşık siyasi ilişkileri arasında Türkiye‟nin ciddi bir dış politika sınavından geçtiğini gözler önüne sermektedir. Türkiye, Almanya ile savaşa girseydi sonuç ne olurdu sorusunun birinci cevabını Sovyetler açısından ele aldığımızda, kuzeydeki Sovyetler Birliği‟nin sadece savaş döneminde Türkiye‟ye karşı birkaç defa politika değiştirmesinden yola çıkarak Almanya‟ya müttefik olacak bir Türkiye‟nin 1945 sonrası nasıl bir sonuç ile karşılaşacağı sorusu kolayca cevaplanabilir. Olası bir Türk – Alman müttefikliği sonrası 1943´te şoku atlatan bu ülkenin, savaş sonrasını bile beklemeden boğazlar ve Türkiye‟nin doğu sınırlarında çılgınca hareketlere girişebileceği Türkiye‟nin karşılaşabileceği tehlikeli sürprizlerden biridir. Almanya‟nın çok istediği Türk Alman müttefiliğinin İngiltere – Fransa eksenindeki yansımalarına baktığımızda bu ülkelerin sürekli ellerinde tuttuğu Kürt kartını Türkiye‟nin aleyhine Doğu Anadolu coğrafyasında oynayabileceği gibi, Montrö‟den memnun olmayan Rus müttefiklerinin de etkisi ile boğazlara getirecekleri yeni rejim sonrası Türkiye‟ye Ankara merkezli çok küçük bir ülke rolü biçilme ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Almanya yanında sıcak savaşa girmeyen Türkiye‟nin müttefikler cephesinde de silahlı güç olarak yer almaması, maalesef garip bir şekilde yine en çok S.S.C.B. tarafından polemik konusu yapılacaktır. Bu ülkenin elindeki her fırsatı her durumda Türkiye‟ye baskı unsuru olarak kullanmaya kalkması, 1945 sonrası ikiye ayrılan dünya sistemi içerisinde Türkiye‟yi sert rüzgarların beklediğinin de habercisidir. Savaşın akabindeki Potsdam Zirvesi‟nde Stalin‟in Türkiye üzerindeki istekleri sonrası gelişen uluslararası belirsizlik, T.D.P. çizgisinin eldeki mevcutlardan en iyisi olduğu konusunda kesin bir izlenim vermektedir. Bu savaşın bir gün sona erip enkazı kaldırıldığında bu ülke ve milletlerin bir şekilde yine var olacağını hesap eden Türkiye, 1945 sonrası hiç suçlanmayan tek ülke konumundadır. Türkiye‟nin 108 uyguladığı politika -Sovyetler anlamak istemese de- savaş sonrasında her iki tarafın siyaset bilimcileri tarafından en doğru seçim olarak nitelendirilecektir. Cumhuriyet Dönemi Türk Siyaseti‟nin en iyi uygulandığı dönem laboratuvarı olan 1939 - 1945 yılları arasındaki 6 yıl, Türkiye‟yi, hiç insan kaybı olmadığı gibi savaşan taraflara en çok insanî yardım yapan ülke konumuna da getirecektir. Savaş boyunca iyi niyetli olarak sıcak savaşa girmeme şeklindeki T.D.P., güçlü diktatörlerin arasında onurlu ve kararlı bir şekilde gücü oranında ülke sınırlarını savunma refleksinden başka bir şey düşünmemiştir. Türkiye ile ittifaka girse de, girmese de bu savaşı kaybedeceği kesin olan Almanya ise savaşın sonunda Türklerin samimiyetini bir defa daha anlayacaktır. Kaynakça Ahmann Rolf, Nichtangriffspakte: Entwicklung und operative Nutzung in Europa 1922-1939, Nomos Verlagsgesellschaft, Baden-Baden 1988 Akandere Osman - Polat Hasan Ali, II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya’nın Türkiye’ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya 2010 Akbıyık Yaşar – Eraslan Cezmi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, II. Cilt, Ankara 2010 Albayrak Mustafa, Türk - Alman İlişkilerinin Gelişimi ve Bağdat Demiryolu, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Yayınları, Ankara 2009 Altuğ Yılmaz, Türk İnkilap Tarihi, Çağlayan Yayınları, İstanbul 1985 Antonio Arena, Seconda Guerra Mondiale e la Turchia, Trasmissione Stelle, Roma 1970 109 Armaoğlu Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi“ (1914-1980), İkinci Basım, Ankara 1984 Ataöv Türkkaya, II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’nin Dış Siyaseti (1), Türk Solu Yayınları, 166. Sayı, Ankara 2012 Bauer Hannelore, Frankreichpolitik im Zweiten Weltkrieg, Babil Verlag, Berlin 1972 Bazna Elyasa, Ankara Casusu / 2. Dünya Savaşı’nın En Tehlikeli Ajanı: Çiçero, Karakutu Yayınları, İstanbul 2005 Behrend Günter Max, Die osmanischen Gräber auf dem ehemaligen Neustädter Friedhof, Hannoversche Geschichtsblätter, Hahnsche Buchhandlung Verlag, Hannover 2006 Cremer Jahn / Przytulla, Horst, “Deutschsprachige Emigranten in der Türkei“ 1933-1945, Karl, M. Lipp Verlag, München 1991 Çelik Latif, II. Dünya Savaşı’nda Türk-Alman İlişkileri, Birlik Gazetesi, Almanya Bask., Íubat 2001 Çelik Latif, Goethe’nin Türk Akrabaları - Soldan’lar, Türkische Spuren in Deutschland, Logophon Verlag, Almanya 2008 Çelik Latif, Deutsche Spuren in der Türkei, Logophon Verlag, Mainz 2010 Charles W. Hostler, The Middle East Journal, Cilt:12, Yaz 1958, No. 3 Çınar Burak, II. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi ve Türkiye, Hacettepe Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007 Egner Björn, Dieser Krieg geht uns nichts an - Die türkische Neutralität im Zweiten Weltkrieg, Technische Universität Darmstadt, Institut für Geschichte Seminar, Sommersemester 2000 Ener Kasım, Adana ve Çevresinin İşgali - Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2009 Erkin Feridun Cemal, Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası, Ankara 1968 Gürün Kamuran, Türk Sovyet İlişkileri, T.T.K. Yayınları, Ankara 1991 Görge Michael, Türken vor Wien, Logophon Verlag, Mainz 2008 Grossmann Richardt, Emigration - Geschichte der Hitler Flüchtlinge 1933 – 1945, Frankfurt 1959 110 Hafızoğulları Prof. Dr. Zeki, “İzmir-İktisat Kongresi Görüşler ve Değerlendirmeler“ Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 46, Cilt: XVI, Mart 2000 Heller Prof. Hartmut, Vom Beutetürken zum Mitbürger, Franken Verlag, Almanya 1990 Heller Prof. Hartmut, Muslime in deutscher Erde. Frühe Grabstätten des 14. bis 18. Jahrhunderts: In fremder Erde, Zur Geschichte und Gegenwart der islamischen Bestattung in Deutschland. Berlin 1996 Heller Prof. Hartmut, Carl Osman und das Tuerkenmariandl, Die Zeit Verlag, Kultur Beilage Nr. 37 / 2003 Hirsch Dr. Ernst, Hatıralarım: Kayzer Dönemi Weimar Cumhuriyet Atatürk Ülkesi, Çev., Fatma Suphi, Tubitak Yayınları, Ankara 1985, s. 165. Hoffmann Werner, Das Werden einer Hauptstadt: Biographien zur baulichen Entwicklung Berlins, Berlin 1987 Hoffmann Brigitte, “Türkei im Zweiten Weltkrieg 1939 – 1945“ Ringelmann Verlag, Mannheim 2008 Jacobsen, Hans-Adolf, “Nationalsozialistische Außenpolitik, 1933-1938“ Frankfurt am Main, Berlin 1968 Jäckh Ernst, Bildung Projekte in der Türkei, Hartman Verlag, Berlin 1950 Jäschke Gotthard, Der Turanismus der Jungtürken. Zur osmanischen Außenpolitik im Weltkriege, in: Die Welt des Islam 23 (1941) Berlin 1960 Jehuda L. Wallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Çev. Fahri Çeliker, Genelkurmay Basımevi Ankara 2005 John Maynard Keynes, Krieg und Frieden. Die wirtschaftlichen Folgen des Vertrages von Versailles, Herausgegeben und mit einer Einleitung von Dorothea Hauser. Berenberg-Verlag, Berlin 2006. Karal Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Cilt: 5, 3. Baskı, Ankara 1970 Karl Teply, “Kara Mustafa vor Wien - 1683 aus der Sicht türkischer Quellen“ Styria Verlag, Wien 1982 Keskin Funda Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, İletişim Yayınları, İstanbul 2009 Kinross Lord, “Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu - II, İstanbul 1966 Klein Andrea, Türkei im Zweiten Weltkrieg, Mittel Verlag, Frankfurt 1972 111 Koçak Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Yurt Yayınları, Ankara 1986 Kloosterhius Klaus, Deutsch-Türkisch Vereinigung Jahressbericht 1916, Berliner Verlag 1995 Koçak Cemil, Türk-Alman ilişkileri (1923-1939), T.T.K. Yayınevi, Ankara 1991 Kop Kadri Kemal, Milli Şef İsmet İnönü’nün Söylev, Demeç ve Mesajları, Akay Kitabevi, İstanbul 1945 Krecker Lothar, Deutschland und die Türkei im Zweiten Weltkrieg, Vittorio Klostermann Verlag, Frankfurt 1964 Kurtcebe İsrafil – Balcıoğlu Mustafa, Birinci Dünya Savışı Başlarında Romantik Bir Türk – Alman Projesi – Rauf Bey müfrezesi, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 2006 Lorenz Thomas, Der Versailler Vertrag in Diskurs und Zeitgeist der Weimarer Republik, Die Weltgeschichte ist das Weltgericht, Frankfurt 2009 Lothar Rathmann, Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi, Çev. Ragıp Zaralı, İstanbul 198 Mantelli Brunello, Kurze Geschichte des italienischen Faschismus, Wagenbach Verlag, Berlin 1999 Müller Reinhard, Kontrollierte Durchfahrt. Das Abkommen von Montreux und der Zugang zum Schwarzen Meer, Frankfurter Allgemeine Zeitung, 5. September 2008 Opll Ferdinand, Friedrich Barbarossa, Primius Verlag, Almanya 2010 Pohl Manfred, Von Istanbul nach Bagdat, Piper Verlag, München-Zürich 1999 Radt Barbara Geschichte der Teutonia, Ergon Verlag, Würzburg 2000 Ortaylı İlber, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Kaynak Yayıncılık, İstanbul 2009 Önder Zehra, Die türkische Außenpolitik im Zweiten Weltkrieg, Südost-Institut München, R. Oldenburg Verlag München Önen Nizam, “Turancı Hareketler: Macaristan ve Türkiye 1910-1944“ Ankara Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara-2003 Özgüldür Yavuz, Yüzbaşı Helmut von Moltke’den Mareşal Liman von Sanders’e Osmanlı Ordusunda Alman Askeri Heyetleri, AÜ Yayınları, Ankara 2010 112 Özersay Kudret, Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası, İletişim Yayınları, İstanbul 2009 Riedmann Hans, Alman Akademisyenlerin Türkiye Macerası, Köprü Yayınları, İstanbul 1976 Ringelmann Beatrix, Deutsch-Türkische Beziehungen 1939 – 1945“ Maudere Verlag, Spohn Margret, Alles getürkt: 500 Jahre (Vor) Urteile der Deutschen über die Türken, Oldenburg: Bibliotheks- und Informationssystem der Univ.Kassel 1993 Rossi Angelo, Turchia nel mezzo della Seconda Guerra Mondiale, Stendere la luce della luna, Roma 1971 Sarınay Yusuf, Türkiyenin Batı İttifakına Yönelişi ve Natoya Girişi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988 Soysal İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, I. Cilt (1920-1945) İkinci Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1989 Stein Barbara, türkisch-russischen Beziehungen 1939 – 1945, Homework Seminar, Universität Würzburg 1972 Íen Faruk, Ayyıldız Altında Sürgün – Scurla Raporu, Günizi Yayıncılık, İstanbul 2008 Tasca Angelo, Glauben, Kämpfen, Gehorchen. Aufstieg des Faschismus in Italien - Nascita e avvento del fascismo, Edition Promedia Verlag, Wien 2001 Tellal Erel, SSCB ile İlişkileri – 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması, Türk Dış Politikası - Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İletişim Yayınları, cilt II İstanbul 2001 Uluğbay Hikmet, DIE Göstergeleri 1923 - 1938, s. 418 - 430 yılları arasında bazı ülkelerin Türkiye‟nin ithalat ve ihracatındaki payları Todorova Maria, Die Erfindung von Balkan, Das Bild vom Balkan, Aus dem Englischen von Uli Twelker, Primus Verlag, Darmstadt 1999 Werner Conze, “Die Weimarer Republik“ in: Peter Rassow (Hrsg.): Deutsche Geschichte im Überblick, Stuttgart 1973 Widmann Herman, Exil und Bildungshilfe – Die Deutschsprachige akademische Emigration in der Türkei nach 1933, Bern/Frankfurt a. Main 1973 Wiesener Dr. Ernst, Adler, Doppel Aar und Halbmond, Hansa Verlag, Hamburg 1917 113 Wolf Rüdiger, The Diplomatic History of the Bagdad Railroad, Bristol Publishing House, London 1973 Makaleler: Çelik Latif, II. Dünya Savaşı’nda Türk-Alman İlişkileri, Birlik Gazetesi, Almanya Bask., Íubat 2001 Çelik Latif, Die Deutschen unterstützten auch türkische Schulen, Logophon Verlag, Mainz 2008 Çelik Latif, 19. Yüzyılın Sonunda Türk - Alman İlişkileri, Birlik Gazetesi Almanya Baskısı, Haziran 2005 Çelik Alperen, II. Dünya Savaşı Öncesi Avrupa ülkeleri, Birlik Gazetesi Almanya Baskısı, Íubat 2004, s. 33-35 Deringil Selim, İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası, Tarih ve Toplum, Kasım 1986 Hambauer Renate, Türkei im Zweite Weltkrieg, Neue Ekonomi Magazin, Alp Media Almanya, Würzburg 2006 Hundt Monika, Türkei und Deutschland 1933 - 1945“ Integrationszeitung Miteinander für eine Bessere Zukunft, Alp Media-Verlag, Würzburg 2009 Tesbi Mehmet Ali, Atatürk Dönemi Türkiyesi’nin Ekonomi Politikası, Anamur Akdeniz Postası, 28 Kasım – 9 Aralık 2001 Hürriyet Gazetesi Arşivi, “Alman Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker‟den anlamlı Sözler“ Almanya Baskısı, 6 Mayıs 1986 Kurat Yuluğ Tekin, Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış politikası (1923-1973)” Belleten Yay., C. XXXIX, S. 153-156, Ankara 1975 Oran Baskın, Atatürk ve Günümüzde Bağımsızlık ve Batılılaşma Kavramları” AÜ SBFD, Atatürk Özel Sayısı, Cilt: XXXVI, Nr. 194, (Ocak-Aralık 1981) Arşivler: Auswärtiges Amt, Politisches Archiv, Büro des Staatssekretärs - Türkei Band 1, Nr. 1220, R 29775 Bundesarchiv, Bundesbildstelle, Koblenz, Deutschland 114 Akşam Gazetesi, Ayın Tarihi, İstanbul Baskısı, 10.06.1941, Nr. 91, 1941, s. 84 Birlik Gazetesi, Almanya´da Türk İzleri Yazı dizileri (1996 - 2010), Almanya Baskısı TBMM ZC., d. 6, i. 2, c. 19, (25.6.1941) TBMM ZC., d. 6, i. 2, c. 19, (25.6.1941) T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, 030.10/ 229.542.9/ 30.6.1942 tarih ve 4-5845 Internet www.timetürk.com. Almanya’da bir Osmanlı mezarı; Sipahi Osman, Erişim: 18 Mayıs 2012, saat. 20.20 http://www.preussen-chronik.de/episode_jsp/key=chronologie_003420.html, Internet Erişim: 10. Mayıs 2012 http://www.batitrakya.org/bati-trakya/hukuki-statu/osmanli-rus-savasi.html; Erişim tarihi, 04.05.2012, saat 18.33 http://www.mfa.gov.tr/turk-bogazlari.tr.mfa, “Türk Boğazlarının konumu ve özellikleri“ İnternet erişim: 01 Haziran 2012 http://yenicag-da-avrupa-yeni-buluslar-cografi-kesifler-cografi/2901645, Erişim: 04.05.2012, saat 22.05 115 EK - 1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARAFINDAN 1923 - 1938 YILARI ARASINDA İMZALANAN ULUSLARARASI ANLAÍMALAR: 24 Temmuz 1923 Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında Lozan Barışı imzalandı. 10 Aralık 1923 Türkiye ile Avusturya arasında Dostluk Antlaşması imzalandı. 15 Aralık 1923 Türkiye ile Arnavutluk arasında İkamet Mukavelesi imzalandı. 15 Aralık 1923 Türkiye-Macaristan Dostluk Antlaşması İstanbul‟da imzalandı. 28 Ocak 1924 Türkiye-Avusturya Dostluk, Ticaret ve İkamet Antlaşmaları imzalandı. 31 Mayıs 1924 Türkiye Cumhuriyeti ile İsveç Kraliyeti arasında Dostluk Antlaşması imzalandı. 4 Ağustos 1924 Lozan Antlaşması yürürlüğe girdi. 27 Eylül 1924 Türkiye-İspanya Dostluk Antlaşması Ankara‟da imzalandı. 11 Ekim 1924 Türkiye-Çekoslavakya Dostluk Antlaşması imzalandı. 1 Aralık 1924 Türkiye ile Estonya arasında Dostluk Antlaşması imzalandı. 9 Aralık 1924 Türkiye-Finlandiya Dostluk Antlaşması imzalandı. 15 Ağustos 1925 Kayseri tayyare ve motor fabrikası için Junkers Firması‟yla antlaşma imzalandı. 19 Eylül 1925 Türkiye-İsviçre Dostluk Antlaşması Cenevre‟de imzalandı. 18 Ekim 1925 Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması Ankara‟da imzalandı. 28 Ekim 1925 Türkiye-Sırp-Hırvat-Sloven Dostluk Antlaşması imzalandı. 17 Aralık 1925 Türk-Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması ve bağlı üç protokol Paris‟te imzalandı. (SSCB bu antlaşmayı 7 Kasım 1945‟te bozdu.) 116 30 Ocak 1926 Türkiye-Şili Dostluk Antlaşması imzalandı. 18 Şubat 1926 Türkiye ile Amerika arasında geçici Ticaret Antlaşması imzalandı. 11 Mart 1926 imzalandı. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Ticaret Antlaşması 25 Mart 1926 imzalandı. Türkiye ile Almanya arasında geçici Ticaret Antlaşması 2 Haziran 1926 Türkiye ile Finlandiya arasında Ticaret Antlaşması imzalandı. 5 Haziran 1926 Türkiye, İngiltere ve Irak arasındaki Ankara‟da imzalanan antlaşması imzalandı. 20 Aralık 1926 Türkiye-Macaristan Ticaret Antlaşması imzalandı. 20 Aralık 1926 Türkiye-Macaristan Krallığı İkamet Mukavelenamesi imzalandı. 4 Mayıs 1927 Türkiye ile İsviçre arasında Ticaret Antlaşması imzalandı. 31 Mayıs 1927 Türkiye ile Çekoslovakya arasında Ticaret ve İkamet Antlaşması imzalandı. 28 Ağustos 1927 Türkiye, Belçika ve Lüksemburg Ticaret Antlaşması imzalandı. 4 Şubat 1928 Türkiye-İsveç Ticaret Antlaşması imzalandı. 12 Şubat 1928 Türkiye ile Macaristan arasında Ticaret Antlaşması imzalandı. 12 Mart 1928 Türkiye-Estonya Ticaret Antlaşması imzalandı. 9 Aralık 1928 Türkiye-İsviçre Uzlaşma Antlaşması imzalandı. 4 Ocak 1929 Türkiye-Uruguay Dostluk Antlaşması imzalandı. 27 Mart 1929 Yunan-Yugoslav Dostluk Antlaşması imzalandı. 11 Haziran 1929 Türkiye-Romanya Ticaret ve Seyrüsefer Antlaşması imzalandı. 12 Ağustos 1929 Türkiye ile Finlandiya arasında Ticaret Antlaşması imzalandı. 29 Ağustos 1929 Türkiye ile Fransa arasında Ticaret Antlaşması imzalandı. 4 Aralık 1929 Türkiye-Uruguay Dostluk Antlaşması imzalandı. 9 Aralık 1929 Türkiye-İtalya Tahkimnamesi imzalandı. 21 Aralık 1929 Türkiye ile İrlanda arasında geçici Ticaret Antlaşması imzalandı. 21 Mayıs 1930 Türkiye ile Macaristan arasında Ticaret Antlaşması imzalandı. 22 Haziran 1930 Türkiye ile Avusturya arasında Ticaret ve Hukuk Antlaşması imzalandı. 117 17 Eylül 1930 17 Ocak 1931 Türkiye-Litvanya arasında Dostluk Antlaşması imzalandı. Türkiye-Çekoslovakya Ticaret Antlaşması imzalandı. 16 Mart 1931 Türkiye-Norveç İkamet, Ticaret ve Seyrüsefer Antlaşması imzalandı. 5 Aralık 1931 Başbakan İsmet İnönü ile Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Yunanistan‟ı ziyaret ettiler. 2 Íubat 1932 Türk-Yunan Dostluk Antlaşması yürürlüğe konuldu. 3 Temmuz 1932 Türkiye ile Fransa arasında Antakya‟da Askeri Antlaşma imzalandı. Antlaşma uyarınca Türk askeri birlikleri 5 Temmuz‟da Hatay‟a girdi. 22 Nisan 1933 Osmanlı Duyun-u Umumiye (genel dış borçlar) İdaresi arasında imzalanan antlaşma ile Osmanlı dönemi borçlarının tasfiyesine başlandı. 8 Mayıs 1933 imzalandı. Türkiye ile Yunanistan arasında Ticaret Antlaşması 21 Ocak 1934 imzalandı. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Kredi Antlaşması 9 Şubat 1934 Türkiye, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya arasında Balkan Paktı imzalandı. 20 Temmuz 1936 Türkiye‟nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki tüm haklarını tanıyan ve kabul eden Monteux Antlaşması imzalandı. 9 Kasım 1936 Montreux Boğazlar Sözleşmesi resmen yürürlüğe girdi. 24 Ocak 1937 Bulgaristan ile Yugoslavya arasında "Ebedi" Dostluk Antlaşması imzalandı. 7 Nisan 1937 Türkiye ile Mısır arasında Dostluk, İkamet antlaşması imzalandı. 8 Temmuz 1937 imzalandı. Sadabat Paktı, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 12 Ocak 1938 14 Ocak 1938 8 Mayıs 1938 Türkiye-Letonya Ticaret Antlaşması imzalandı. Türkiye-Irak-İran-Afganistan arasında aktedilen Sadabat Paktı imzalandı. Türkiye ile Almanya arasında Kredi Antlaşması imzalandı. 27 Mayıs 1938 Türkiye ile İngiltere arasında Kredi Antlaşması imzalandı. 4 Temmuz 1938 Türkiye ve Fransa, Hatay‟da eşit sayıda asker bulundurmaları konusunda antlaşma yaptı. Türk birlikleri 4 Temmuz‟da Hatay‟a 118 girdi. EK - 2 1923 - 1939 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’NİN TEMEL GÖSTERGELERİ EK-2.1. 1923-1938 Döneminde Türkiye'nin İthalat ve İhracaatı EK-2.2. 1923-1938 Döneminde Türkiye'nin Temel Ekonomik Göstergeleri 119 EK - 3 DÖNEMİN ÖNEMLİ ÍAHSİYETLERİNİN GÖREVLERİ VE SÜRELERİ İsmet İnönü : Cumhurbaşkanı (1938 - 1950) Íükrü Saraçoğlu : T.C. Dışişleri Bakanı (1936-1942) T.C. Başbakanı (1942-1945) Mehmet Hamdi Arpağ : T.C. Berlin Büyükelçisi (1934-1939) Hüsrev Gerede : T.C. Berlin Büyükelçisi (1939-1942) Mustafa Saffet Arıkan : T.C. Berlin Büyükelçisi (1942-1944) Haydar Aktay : T.C. Moskova Büyükelçisi (1940-1943) Joachim von Ribbentropp : Almanya Dışişleri Bakanı (1938-1945) Friedrich Schulenburg : Almanya‟nin Moskova Büyükelçisi (1937-1941 Franz von Papen : Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi (1939-1944) : Almanya Dışişleri Bakanı (1944-1945) 120 Winston Churchill : İngiltere Başbakanı (1940-1955) Neville Chamberlain : İngiltere Başbakanı (1937-1940) Percy Loraine : İngiltere‟nin Ankara Büyükelçisi (1940 - 1945) Knatchbull Hugessen : İngiltere‟nin Ankara Büyükelçisi (1937 - 1940) Charles de Gaulle : Fransa Başbakanı (1959-1969) Josef Stalin : SSCB Devlet Başkanı (1927-1953) Wjatscheslaw M. Molotow : SSCB Dışişleri Bakanı (1939-1949) Vladimir Terentif : SSCB‟nin Ankara Büyükelçisi (1937-1944) Laurence Steinhardt : ABD‟nin Moskova Büyükelçisi (1939-1941) EK - 4 ALMAN ARÍİVLERİNDEN 1930 - 1945 ARASI DÖNEME AİT RESİMLER 121 Alp Media Özel Arşivi / Türkiye‟de Alman İzleri / Resim 34759 Yüzbaşı Christian Tröbst Jandarma Elbisesi ile „Silah arkadaşım Mustafa Kemal emperyalistlere baş kaldırmış ben Almanya‟da boş oturup bekleyemem“ diyerek gizlice Anadolu‟ya gelen Yüzbaşı Tröbst, Türk Ordusunda uzun yıllar Alaman Zabit adı ile anılacaktır. 122 Bundesarchiv, Bild 183-2009-0417-506 / Fotograf: o. Ang. 1932 Türkiye Güvenlik Kuşağı oluşturuyor Büyük Avrupa ülkeleri arasındaki rekabetin sonunun savaşa doğru gideceğini 1932 yılında tahmin eden Türk Siyaseti‟nin önde gelen isimleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü, İngiltere Genelkurmay Başkanı‟nı ağırlarken yemek masasındaki konu ise Avrupa‟da artan savaş riski ile Balkanların güvenliğidir. 123 Bundesarchiv, Bild 102-03073A / Fotograf: Pahl, Georg, 1933 Türk Büyükelçiliği Önünde Alman Tören Kıtası’nın resmi Geçidi Türkiye Cumhuriyeti‟nin tüm davetlerine en üst düzeyde katılan Alman Devlet yetkilileri bunu tam bir gösterişe dönüştürürlerdi. 29 Ekim 1923 günü kutlanan Cumhuriyet törenlerine katılan üst düzey Alman Komutanlar Türk askeri ateşesi ile resmi geçit töreninde görülüyorlar. 124 Bundesarchiv, Bild Bild 102-03544 / Fotograf: Pahl, Georg / 1934 - 1939 Berlin Büyükelçisi Ahmet Hamdi Arpağ Askeri Birliği Selamlıyor Reich Almanyası döneminde sokaklarda sıkça görülen yukarıdaki manzaralar ile başkentteki yabancı temsilcilere Almanya‟nın askeri gücünü göstermek yerleşmiş bir gelenek idi. Türkiye Büyükleçisi Ahmet Hamdi Bey´de böyle bir günde Unter den Linden Caddesi‟nde Alman tören kıtasını selamlarken görülüyor. 125 Bundesarchiv, Bild 102-03075 / Fotograf: Pahl, Georg / 29 Oktober 1933 Türkiye Cumhuriyet’nin 10. Yılı Berlin’de Kutlanıyor Türkiye‟nin Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa tarafından organize edilen 10. Yıl kutlama törenleri oldukça gösterişli olarak kutlanmıştır. Türkiye‟nin Berlin Büyükelçiliği görevlileri katılırken üst düzey Alman delegasyonu ise SA-Stabschef Ernst Röhm tarafından temsil edilmektedir. 126 Bundesarchiv, Bild 102-03076 / Fotograf: Pahl, Georg / 29 Oktober 1933 Türkiye Cumhuriyet’nin 10. Yılı Berlin’de Kutlanıyor Kutlama yapan Türkiye Cumhuriyeti Berlin temsilciliğini ziyaret için gelen Alman Heyeti SA-Gruppenführer Karl Ernst liderliğinde içeri giriyor. Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa ve elçilik yetkilileri Alman misafirleri karşılıyorlar. Kutlamalarda Almanya Cumhuriyeti‟ni ise SA-Stabschef Ernst Röhm temsil etmektedir. 127 Bundesarchiv, Bild 102-15163 / Fotograf: Pahl, Georg / Oktober 1933 Türk Cumhuriyeti’ni En İçten Dileklerimizle Kutluyoruz Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluş yıldönümü için büyükelçiliğe gelen üst düzey Alman delegasyonunu temsil eden Ernst Röhm ve Ernst Karl, Türk Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa ile birlikte balkondan törene katılanları selamlarken “Almanya Cumhuriyeti olarak, Türkiye Cumhuriyeti‟nin 10. Kuruluş Yıldönümü‟nü en içten dileklerimizle kutluyoruz“ diyeceklerdir. 128 Bundesarchiv, Bild 183-2009-1207-501 / Fotograf: o. Ang. / 31 November 1933 Franz von Papen Türk Büyükelçiliği’ni Ziyaret Ediyor. Türk - Alman İlişkilerine uzun yıllar ilgi duyan Alman siyasetçi Franz von Papen Devlet Başkanı Adolf Hitler‟in yakın çalışma arkadaşlarındandır. İleride Türkiye‟ye Büyükelçi olarak gelecek olan von Papen Türk - Alman ilişkilerini yakından tanıyan bir Alman Diplomat olarak ikili ilişkilerin gelişmesi için önemli gayretler göstermiştir. 129 Bundesarchiv, Bild 102-10799 / Fotoğraf: o. Ang. / November 1930 Almanya’dan alınan Ayyıldızlı Deniz Uçağı Türk Ordusu‟nun elindeki silahların önemli bir bölümü Alman silahlarından oluşmaktadır. Savaş başlamadan hemen önce Türk Silahlı Kuvvetlerine teslim edilen uçak saatte 190 kilometre sürate erişebilmektedir. 130 Bundesarchiv, Bild 146-2009-0140 Fotograf: o. Ang. / Februar 1943 Türk İşdünyası Temsilcileri Almanya’da 26 Íubat 1943 yılında Almanya‟yı ziyaret eden Türkiye Odalar Birliği temsilcileri Berlin Kurfürstendamm‟da yaptıkları toplantıda iki ülke arasında ticaretin gelişmesi için alınacak tedbirleri görüştüler. Toplantıda Türk heyetine Berlin‟de görevli Büyükelçi Saffet Arıkan başkanlık etti. 131 Bundesarchiv, Bild 102-03070 / Fotograf: Pahl, Georg / 29 Oktober 1933 Berlin’e gelen Türk Heyeti’ne Üst Düzey Karşılama 1933 yılından itibaren Almanya‟nın başkentine gelen tüm yabancı heyetlere Almanların askeri gücü en üst düzeyde hissettirilmeye çalışıldı. Íehre gelen Türk delegasyonu Alman tören kıtasını selamlarken görülmektedir. 132 Bundesarchiv, Bild 183-209-0417-508 / Fotograf: o. Ang. / 1937 Türkiye Balkan Güvenliği ile ilgileniyor Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya Genelkurmay Başkanları Ankara´da Gazi Mustafa Kemal‟in Balkan güvenliği ile ilgili sözlerini dikkatle dinliyorlar. İki yıl sonra Ata hayatta değildir ama söylediklerinin hepsi birebir çıkmış, karşısındaki 3 genelkurmay başkanı da orduları ile birlikte Hitler‟in eline esir düşmüşledir. 133 Bundesarchiv, Bild 183-2009-1207-501 / Fotograf: o. Ang. / 31 November 1933 Franz von Papen Türk Büyükelçiliğini Ziyaret Ediyor. Türk - Alman İlişkilerine uzun yıllar ilgi duyan Alman siyasetçi ve diplomat Franz von Papen Başbakan Adolf Hitler‟in yakın çalışma arkadaşlarındandır. İleride Türkiye‟ye Büyükelçi olarak gelecek olan von Papen, Türk - Alman ilişkilerini yakından tanıyan bir Alman Diplomat olarak ikili ilişkilerin gelişmesi için önemli gayretler göstermiştir. 134 Bundesarchiv, Bild 183-C10449 / Fotograf: o.Ang. Juli 1937 Ulaştırma Bakanı Ali Çetinkaya Berlin´i Ziyaret Ediyor Türkiye - Almanya arasındaki bilgi ve ulaşım sorunlarını görüşmek için Almanya‟yı ziyaret eden Ulaştırma bakanı Ali Çetinkaya elçilik yetkilisi Mehmet Bey ve dönemin Berlin Büyükelçisi Mehmet Hamdi Arpağ ile birlikte Unter den Linden bölgesinde Alman askeri Birliği‟ni selamlıyor. 135 Bundesarchiv, Bild 183-J08313 Fotograf: Hoffmann, Heinrich / Oktober 1943 Türkiye Cumhuriyeti’nin 20. Yılı Kutlu Olsun 29 Ekim 1943 günü Türkiye Cumhuriyeti‟nin 20. Kuruluş yıldönümünde Büyüklelçi Saffet Arıkan, Alman Devlet Bakanı Herr Meissner tarafından kutlanıyor. 136 Bundesarchiv, Bild 183-JO2931 / Fotograf: Hoffmann, Heinrich / 27 Juli 1942 Geri Çağrılan Büyükelçi Hüsrev Gerede Almanya‟yı terkediyor Türkiye‟nin geri çağırdığı Büyükelçi Hüsrev Gerede 27 Temmuz 1942 günü Berlin‟den ayrıldı. Büyükelçi Gerede‟yi ve yanındaki elçilik mensuplarını uğurlamaya çok sayıda Alman devlet görevlisi, parti temsilcisi ile Hitler tarafından özel olarak görevlendirilen Devlet Bakanı Otto Meissner tarafından uğurlandı. Resimde tren bekleyen Büyükelçi Gerede, eşi ve Alman görevliler görülüyor. 137 Bundesarchiv, Bild 183-B03617 / Fotograf: Ernst Schwahn / 1941 Türk - Alman Dostluk ve İşbirliği Anlaşması İmzalanıyor İki ülkenin temsilciliklerinde aynı anda imzalanan anlaşma için Federal Dışişleri Bakanlığı binasında biraraya gelen taraflar anlaşmayı parafe ettiler. Resimde Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede ve Almanya Dışişleri Bakanlığı Auswärtiges Amt temsilcisi özel yetkili von Weizäcker tarafından imzalandı. 138 Bundesarchiv, Bild 183-B03617 / Fotograf: Ernst Schwahn Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü tebrik eden Franz von Papen resmi kabulden ayrılıyor. Türkiye Cumhuriyeti‟nin 19. Kuruluş yıldönümü için Cumhurbaşkanlığında verilen resmi kabulde Almanya Cumhuriyeti‟ni temsil eden Ankara Büyükelçisi Franz von Papen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‟ye tebriklerini sunduktan sonra törenden ayrılıyor. 139 4 Mayıs 1944 tarihine kadar Almanya‟dan gönderilen silah ve ekipmanların listesi. (BCA: 10.52.344.9) 140 Bundesarchiv, Bild 183-V01032-3 / Fotograf: o. Ang. 1945-1946 Franz von Papen’in Nürnberg Mahkemesinde Biten Yolculuğu Birinci Dünya Savaşı‟nın yon yıllarında Filistin bölgesinde kısa dönem görev yapan Alman diplomat Franz von Papen istihbaratçı kimliği ile tanınmaktadır. 1937 yılında Ankara´ya atanması gündeme geldiğinde Atatürk‟ün karşı çıktığı elçi, 1939 - 1944 yılları arasında görev yaptıktan sonra Almanya‟nın Dışişleri Bakanlığı‟na getirilecektir. Savaşın bitiminde Amerikan işgal kuvvetleri tarafından tutuklanan von Papen, Nürnberg Mahkemesi tarafından savaş suçlusu olarak yargılanmıştır. EK - 5 FEDERAL ALMANYA CUMHURİYETİ ARÍİVLERİNDEKİ 141 1939- 1945 ARASI DÖNEME AİT TÜRKİYE İLE İLGİLİ BİRÇOÌU GİZLİ DAMGASI TAÍIYAN YAZIÍMALAR Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 II. Dünya Savaşı döneminde Ankara‟dan Almanya‟ya gönderilen -çoğu gizlibilgilerin bulunduğu dosya. 142 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi Franz von Papen tarafından gönderilen belgelerde Türkiye‟nin güvenlik kuşağı oluşturmak için yaptığı anlaşmalar bildiriliyor. 143 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Alman diplomatların en ilgisini çeken konuların başında Türkiye‟nin Balkan ülkeleri ile yaptığı anlaşmalar geliyor. 144 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Türkiye‟nin güvenlik kuşağı ile ilgili çalışmaları Almanya‟nın büyük ilgisini çekmiş olacakki, bu kondaki hareketlilik sürekli olarak izlenmiş. 145 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 II. Dünya Savaşı‟nın başlamasından sadece 3 ay önce Almanya‟dan alınan askeri malzemeler ile ilgili belge. 146 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 1 Mayıs 1939‟da alınan 124 milyon 809 bin Alman Mark‟ı değerindeki askeri teçhizat ile ilgili belge. 147 # Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 17 Mayıs 1939 tarihindeki belgede ise 70 milyon Alman Mark‟ı değerinde yeni bir sipariş ile ilgili bilgiler yer alıyor. 148 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Türkiye‟nın özellikle İngiliz - Fransız ilikisi ile yaptığı görüşmeler Almanya‟nın en çok ilgisini çeken konulardır. Türkiye‟nin Hatay konusunu Fransızlar ile görüştüğünü Berlin‟ e acele olarak bildiren belge. 149 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Türkiye‟nin Fransa ile yaptığı anlaşma ve Hatay konusunda Mareşal Fevzi Çakmak ve Orgeneral Asım Gündüz hakkındaki Berlin‟e bilgi ileten belge. 150 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Alman Büyükelçisinin Alman Dışişleri Bakanı´na “Türkiye´nin henüz Almanya saflarında savaşa katılmasının mümkün olmadığını, ancak yakın zamanda Türkiye´de şartların Almanya lehine değişeceğini ve Ankara üzerindeki İngiliz etkisinin azalacağını“ bildiren Kasım 1941 tarihli şifreli telgraf yazısı. 151 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Türkiye‟nin Belgrad Konferansı‟nda Romanya‟nın Dobruca bölgesi ile iligli olarak ortaya attığı görüşleri Berlin‟e acil kaydı ile ileten telgraf belgesi. 152 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Ankara´dan gönderilen bilgiler arasında Türk basınını konu alanların ayrı bir yeri vardır. Tanin Gazetesi Başyazarı Hüseyin Cahit hakkında Berlin‟e iletilen bilgiler. 153 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Tan Gazetesi Başyazarı Zekeriya Sertel ve İkdam Başyazarı Abidin Davar hakkındaki özel ve ailevi bilgileri en ince detayına kadar Berlin‟e ileten belge. 154 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Sabah satışa çıkan gazetelerin konu ile ilgili haberleri öğleden önce Berlin‟e mutlaka iletilirdi. İkdam‟ da Íükrü Ahmet‟in son makalesi ile ilgili özet bilgi iletiliyor. 155 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Alman diplomatik kaynaklarının Berlin´e yolladığı, Türkiye´deki Alman propaganda faaliyetlerinin hızlandırılması ve bu ülkedeki radyo yayınlarının daha profesyonel olarak yürütülmesini tavsiye eden Nisan 1940 tarihli telgraf. 156 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Türkiye‟de kamuoyunu etkileyici günlük basının yayın politikasını özetleyen bilgiler arasında Tan, Tanin ve Vakit Gazeteleri konulu Berlin‟ e ulaşan telgraf. 157 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Tasviri Efkar ve Peyami Sefa‟nın yazdıkları Almanlar için çok önemlidir. Ünlü yazarın makalesi ile ilgili Berlin‟e geçilen özet bilgi. 158 Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1 Türkiye‟nin serbest piyasadan silah arayışlarını da yakın takibe alan Almanya‟nın Ankara Büyükelçiliği konu ile ilgili bilgileri şifreli telgraf ile Berlin‟ e iletmiş. 159 Türkisch-deutschen Freundschaftsvertrag, in Ankara unterzeichnet 18. Juni 1941 Die deutsche Regierung und die türkische Republik, von dem Wunsch, die Beziehungen zwischen den beiden Ländern auf der Grundlage gegenseitigen Vertrauens und der aufrichtigen Freundschaft zu platzieren inspiriert, vereinbart unbeschadet der gegenwärtigen Verpflichtungen beider Länder, einen Vertrag abzuschließen. Für diesen Zweck die deutsche Reichskanzler ernannt Botschafter Franz von Papen und den Präsidenten der Türkischen Republik ernannt Außenminister Shukru Saracoglu als Bevollmächtigten, der auf der Grundlage von Vollmachten gewährt ihnen, die folgende Erklärung geeinigt: Artikel I Deutschland und die Türkei verpflichten sich gegenseitig, um die Integrität und Unantastbarkeit ihrer Territorien zu respektieren und keine Maßnahme, die direkt oder indirekt gegen den anderen Vertragspartner zu ergreifen. Artikel II Deutschland und die Türkei verpflichten sich in der Zukunft, um miteinander zu kommunizieren, in freundlicher Art und Weise in allen Fragen ihre gemeinsamen Interessen berühren, um darum zu verstehen, auf die Behandlung solcher Fragen zu bringen. www.aytürk.de/Türkisch-deutschen Freundschaftsvertrag; Internet Erisım 12.05.2012, Saat: 12.20 18 Temmuz 1941 günü Ankara‟da imzalanan “Türk - Alman Dostluk ve Saldırmazlık Paktı“nın Almanca Maddeleri. Artikel III 160 Der vorstehende Vertrag wird von den Artikeln über die Ratifikation, die unverzüglich in Berlin ausgetauscht werden soll ratifiziert werden. Der Vertrag tritt in Kraft am Tag der Unterschrift und ist von da an für einen Zeitraum von zehn Jahren wirksam. Die Parteien den Abschluss des Vertrags wird zum richtigen Zeitpunkt in Bezug auf die Frage der Ausweitung des Vertrags zustimmen. In zweifacher Ausfertigung in der ursprünglichen abgefasst, jede in deutscher und türkischer Sprache, in Ankara am 18. Juni 1941. WIRTSCHAFTLICHE HINWEIS Eine zusätzliche Note von der deutschen und türkischen Regierungen ausgetauscht sagte: Im Zusammenhang mit dem glücklichen Abschluss des deutsch-türkischen Vertrag heute habe ich die Ehre, Eurer Exzellenz die Aufmerksamkeit auf die Tatsache, dass meine Regierung bereit ist, soweit überhaupt möglich ist, die wirtschaftlichen Beziehungen zwischen Deutschland und der Türkei weiter zu bringen, wobei Berücksichtigung der Möglichkeiten, die die wirtschaftliche Struktur der beiden Länder gegeben und unter Zugrundelegung Erfahrungen zum Wohle beider Länder von einander während des Krieges gemacht. Beide Regierungen werden unverzüglich in Verhandlungen, um so weit wie möglich auf eine vertragliche Grundlage für die Durchführung dieser Vereinbarung erstellen, geben. www.aytürk.de/Türkisch-deutschen Freundschaftsvertrag; Internet Erisım 12.05.2012, Saat: 12.20 Anlaşmanın askeri konular dışında ekonomik konuları da içermesi bahse konu yıllarda Türkiye‟nin önemli bir başarısı olarak görülmüştür. PRESSE-Radio Erklärung 161 Im Zusammenhang mit dem glücklichen Abschluß des Vertrages die Bevollmächtigten der beiden Seiten den Wunsch aussprechen, dass die Presse beider Länder, sowie das Radio auf beiden Seiten, in ihren Publikationen und Sendungen werden immer berücksichtigt Geiste der Freundschaft und des gegenseitigen Vertrauens Das zeichnet deutsch-türkischen Beziehungen. www.aytürk.de/Türkisch-deutschen Freundschaftsvertrag; Internet Erisım 12.05.2012, Saat: 12.20 Anlaşmaya imza atan Türk ve Alman delegasyonlarının üyeleri. EK-6 ADOLF HİTLER‟İN İSMET İNÖNÜ‟YE YAZDIÌI MEKTUP 162 Berlin, 01.03.1941 Türkiye Cumhurbaşkanı Ekselans Bay İsmet İnönü Ankara Bay Başkan, Alman Hükümeti‟nin istememesine rağmen İngiltere ve Fransa'nın 3 Eylül 1939'daki savaş ilanı sonrası devam eden savaşta, Almanya´nın şu sıradaki hedefi, Avrupa kıtasında İngiliz nüfuzunu bertaraf etmektir. Bu; yüz yıllardan beri devam eden Avrupa‟daki devletleri birbirine karşı oynatarak yıpratma metoduna son vermenin bir koşulunu oluşturmaktadır. İngiltere'nin, Avrupa‟nın çesitli bölgelerinde askeri nüfuz kazanma yolundaki çabaları, Alman İmparatorluğu‟nu, bu bölgelerde, toprak kazanma yönünde veya siyasi nitelikte herhangi bir başka amaca yönelik olmayan önlemleri almaya zorunlu kılmaktadır. Bu bakımdan Ekselans, size, Yunan topraklarına yerleşme yolundaki İngiliz önlemlerinin gitgide tehditkar bir nitelik aldığı şu sırada, bu koşulların gerektiği belirli karşılıklı önlemleri almaya karar verdiğimi açıklamak isterim. Bu nedenle Bulgar Hükümeti‟nden, Alman Silahlı Kuvvetleri'nin bir kısım birliklerine, bu yoldaki belirli güvenlik önlemlerini uygulamak için izin vermesini rica etmiş bulunuyorum. Öteden beri Almanya'ya karşı dostluk ilişkileri içinde bulunan Bulgaristan, bu ilişkileri, Üçlü Pakta katılmak suretiyle daha da takviye etmiş ve alınacak önlemlerin Türkiye'ye yönelmeyeceğinden emin olarak, bunların uygulanması için gerekli izni vermiştir. Ben de Ekselans, size bu fırsattan yararlanarak resmen bildiririm ki, Almanya'nın bu önlemleri, hiçbir şekilde Türkiye'nin toprak bütünlüğüne veya siyasi yapısına yönelmiş değildir. Aksine, birlikte yürüttüğümüz büyük ve hayati savaşın hatıralarıyla ve bu savaşı izleyen ıstıraplı yılların hatıralarıyla dolu olarak, size, Almanya ve Türkiye arasında gerçek dostluğa dayanan bir işbirliği için gelecekte dahi bütün koşulların var olduğuna kesin olarak inandığımı belirtmek isterim. Çünkü; 1. Almanya bu bölgelerde hiçbir toprak çıkarı peşinde değildir. Alman birlikleri, söz konusu tehlikelerin giderilmesinden hemen sonra Bulgaristan ve Devlet Başkanı Antenoscu ile uyum içinde Romanya‟yı terk edeceklerdir. 2. Savaşın sona ermesinden sonra Avrupa‟nın yaralarını sarma yolunda başlayacak ekonomik gelişme, Almanya‟yı ve Türkiye‟yi zorunlu olarak, tekrar yakın ilişkiler içine sokacaktır. Bu alanda önemli bir faktör, Almanya'nın çıkarlarını, yalnız kendi endüstri mallarının satışında görmediği, aynı zamanda en büyük alıcı olma eğilimini de taşıdığıdır. Bunların dışında inanıyorum ki, savaştan sonra gerçekleşecek yeni anlayışlar düzeni, Almanya‟yı hiçbir şekilde Türk hükümetinin hedefleriyle karşı karşıya getirmeyecek, aksine, iki devletin yakınlaşması, bu alanda hem Türkiye'nin hem de Mihver Devletleri'nin çıkarına olacaktır. Bu bakımdan ben şimdi olduğu gibi gelecekte de, Almanya ile Türkiye‟yi karşı karşıya getirebilecek hiçbir neden olmayacağı görüşündeyim. Bu düşüncelerle, Bulgaristan‟da ilerleyen Alman birliklerinin Türk sınırlarından, orada bulunmalarının amacı hakkında yanlış bir anlaşılmaya meydan vermeyecek kadar uzak kalmalarını emrettim. Íu kayıtla ki, Türk hükümeti, bizi, bu tutumumuzda bir değişiklik yapmaya zorunlu kılacak önlemlere girişmeyi gerekli görmesin. Ancak böyle bir durum dahi, Almanya‟nın Yunan topraklarına yerleşme amacını taşıyan İngiliz önlemlerine karşı çıkma konusundaki isteğinde bir değişiklik yapmayacaktır. Bu mektubumu Ekselans, Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkileri hiçbir koşul altında kötüleştirmemek, aksine, mümkün olan her şekilde iyileştirmek ve uzak gelecekte dahi iki taraf için verimli olacak şekilde düzenlemek yolundaki içten isteğimin bir dile getirilmesi olarak kabul ediniz. Adolf Hitler Almanya İmparatoru EK-7 İSMET İNÖNÜ‟NÜN ADOLF HİTLER‟E YAZDIÌI MEKTUP Ankara, 12.03.1941 163 Ekselans Bay Adolf Hitler Almanya Íansölyesi Berlin Ekselanslarının gönderdikleri şahsi mektubu almakta şeref duydum. Nezaketinize teşekkür ederim. Mektubunuz layıkı ile incelenmiş ve muhtevası cumhuriyet hükümetine iletilmiştir. Aynı cephede katıldığımız ve şerefini ve acılarını aynı şekilde paylaştığımız son büyük savaştan sonra yeni Türkiye‟nin siyaseti, milli mücadelemizin başlangıcında tespit edilmiş olan prensiplere daima sadık kalmıştır. Türk istiklalinin en mutlak şekliyle teminat altında tutulması ve başkalarının haklarına hiçbir müdahalede bulunmaksızın, barışçı bir gelişmenin devam ettirilmesidir. Malumunuz üzere, 1939 ilkbaharından beri takip ettiği siyasetin temelinde de aynı prensipler yatmaktadır. Türkiye, toprak bütünlüğünü ve masuniyetini, şu veya bu devletler grubu arasındaki siyasi ve askeri kombinasyonların şekline göre mütalaa edemez ve tecayüzden masun olma hususundaki mukaddes hakkı üzerinde, herhangi bir yabancı devletin kazanacağı zafer açısından hüküm yürütülmesine müsaade edemez. Türkiye, bu sebepten, milli egemenlik alanı içine vaki olacak her müdahaleye karşı koymaya azimlidir. İmzaladığı savunma paktıyla olduğu gibi bu savaşın pek değişen olayları sırasındaki tutumuyla da Türkiye, mutlak istiklal hakkını muhafaza etmek hususundaki aynı sarsılmaz azmin delilini vermiştir. Cumhuriyet hükümetinin Balkan politikası, bölgeyi savaşın tahribatından uzak tutmaktan başka bir hedef gütmemiştir. Ekselanslarının tam yetkili büyükelçileri tarafından müteaddit defa verilen teminatı karşısında biz, Almanya‟nın da aynı hedefi güttüğünü ve bu sebepten, Avrupanın güneydoğusu ile ilgili Türk ve Alman siyasetleri arasında huzur verici bir paralellik olduğunu kabul etmekte haklıydık. Ekselansları itiraf edeceklerdir ki, bu durumun değişmesi, Türkiyenin siyasetinin ve tutumunun tamamen dışında kalan sebeplerin sonucudur ve İtalyan-Yunan savaşının çıkışından beri geçen olayların gelişmesinde, memleketimin en ufak bir sorumluluğu olduğundan bahsedilemez. Biz inanıyorduk ve hala inanıyoruz ki, ortada Türk ordularıyla Alman ordularını karşı karşıya getirecek hiçbir sebep yoktur. Almanya, Türkiye‟nin emniyet ve istiklal gerçeklerin karşı anlayışlı davrandığı müddetçe böyle bir felaket meydana gelemez. Reich hükümeti, Türkiyeden, onun bu maksatla yüklendiği vecibelerle bağdaşmayacak bir talebi olmayacağına dair bize, teminat vermiştir. Ekselanslarının bu alandaki her türlü vuzuhsuzluğu kaldırmak arzusunu taşıdıkları hususunda bana teminat vermelerini büyük bir memnuniyetle öğrenmiş bulunuyorum. Mazide olduğu gibi istikbalde de uyanık bir bekçilik görevi ifa edecek olan Türk Ordusu, reich hükümeti, cumhuriyet hükümetini tutumunu hareketlere tevessül etmediği müddetçe, Alman birliklerine karşı aynı şekilde davranacaktır. Bütün kalbimle temenni ederim ki, kısa bir zaman önce birlikte kan dökmüş olan Türk ve Alman askerleri, hiçbir zaman, geçici bir takımı olaylar uğruna birbirlerinin karşısına çıkmasınlar. O geçici olaylar ki, bence, tarih karşısında, siyasi veya askeri kombinasyonların çerçevesini çok aşacak olan bir felaketinin yaratılmasını asla mazur göstermezler. Ekselanslarının, Balkanlardaki durumun kritik bir anında bana gönderdiği mesajı okurken, Alman devleti şansölyesi ve führerinin, benden kendisinin Alman tutumu hakkında yaptığı gibi Türk görüşünü samimi ve gerçeklere uygun bir şekilde anlatmamı arzu ettiği intibasını edindim. Dünyanın içinde bulunduğu ciddi durumda, halklarına karşı sorumlu olan liderler, öyle bir lisan kullanmalarını gerektirmektedirki, bu, yakın veya uzak istikbalde ortaya çıkacak olaylarla yalandır diye damgalanmaya mahkûm olmasın. Mesajınızı bilhassa bu bakımdan memnuniyetle karşıladım. Ekselanslarının bu cevap yazısının muhteviyatında iki memleket arasındaki anlayışa dayanan münasebetlerin muhafazası için tek temeli teşkil eden gayretinin ifadesini bulacağından eminim. Ekselanslarının mesut teşebbüsüyle aramızda vaki olan teatisi muhakkak ki, Türk-Alman münasebetlerinin normalleştirilmesine ve iyileştirilmesine yardımcı olacaktır. Bu ümitle bay şansölye, en derin saygılarını ifade etmeme müsaadenizi rica ederim. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı