T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ TRAKYA KARA SINIRLARI Yüksek Lisans Tezi Necmi İNAL Ankara-2007 1 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ TRAKYA KARA SINIRLARI Yüksek Lisans Tezi Öğrencinin Adı Necmi İNAL Tez Danışmanı Prof. Dr. Yavuz ERCAN Ankara-2007 2 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ TRAKYA KARA SINIRLARI Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı : Prof. Dr. Yavuz ERCAN Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı Prof. Dr. Yavuz ERCAN Prof. Dr. Temuçin Faik ERTAN Doç. Dr. Oğuz AYTEPE İmzası ........................................ ........................................ ........................................ Tez Sınavı Tarihi 14.02.2007 Yukarıdaki sonucu onaylarım. (imza) Prof. Dr. Yavuz ERCAN Enstitü Müdürü 3 ÖZET Türkiye Cumhuriyeti Trakya Kara Sınırları isimli tezimizi Yunanistanla olan sınırlar ve Bulgaristanla olan sınırlar şeklinde iki ana bölümde anlattık. Fakat bu ana bölümlere geçmeden önce; sınırlar hakkında genel bilgiler, Trakya sınırının coğrafi özellikleri ve Trakya’ nın Osmanlı hakimiyetinden önceki tarihi hakkındaki bilgileri Giriş bölümünde verdik. Türkiye Bulgaristan Sınırı Bölümünde önce altyapı sağlamak için Osmanlı Yönetimi Öncesinde Bulgaristan’ dan bahsettik. Daha sonra sırasıyla; Bulgaristan’ da Osmanlı Yönetiminin Kurulması, Trakya’ nın Osmanlı Devleti İçin Önemi, Osmanlı Yönetiminde Bulgaristan, Bulgarların Milli Bilincini Kazanmaları, İsyanlar ve Bağımsızlık, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı konularını anlattık. Türkiye Yunanistan Sınırı bölümünde yine altyapı sağlamak için Osmanlı Yönetimi Öncesinde Yunanistan ve Yunanlıların Osmanlı Egemenliğine Girmesini anlattık. Daha sonra sırasıyla; Yunanistan’ ın Bağımsızlığını Kazanması, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı, 1897 Osmanlı Yunan Savaşı ve Sonuçları, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Mudanya Konferansı ve Lozan Andlaşması ve Bugünkü Durumdan bahsettik. i ABSTRACT We explained our thesis named The Territorial Boundary of Turkey Republic in two chapter: Turkey-Bulgaria Boundary and Turkey-Greece Boundary. But before these chapters, in the introduction, the general information about boundaries, geological condition of Thrace Boundary and the ancient history of Thrace was given. In the Turkey-Bulgaria Boundary Chapter, priory The Bulgaria Before The Ottomant’s Admistration was mentioned to get backround. After in turn in order; The Establishment Of The Ottoman’s Administration In The Bulgaria, The İmportance Of Thrace For The Ottomans, The Bulgaria In The Ottoman’ s Administration, The Gaining National Conscious Of The Bulgarian, The Bulgarian’ s Revolts and The Gaining İndependence Of The Bulgarians, The Wars Of The Balkan and The First World War were raconted. In The Turkey Greece Bounary Chapter, priory The Greece Before The Ottomant’s Admistration and The Establishment Of The Ottoman’s Administration In The Greece was mentioned to get backround . After in turn in order ; The Gaining İndependence Of The Greeks, 1877-1878 The Otoman- Russian War, 1897 The Ottomant-Greek War and The Results Of this War, The Wars Of The Balkan, The First World War, The İndependence War Turkish, The Lecture Of Mudanya and The Treaty Of Lozan and The Present Condition were reconted. ii İÇİNDEKİLER Sayfa No ÖZET ABSTRACT İÇİNDEKİLER KISALTMALAR ÖNSÖZ i ii iii v vi GİRİŞ A.Sınırlarla İlgili Terimlerin Açıklanması ( Sınırlarla İlgili Genel Açıklamalar) B.Bölgenin Coğrafi Durumu (1) Türkiye Yunanistan Sınırı (2) Türkiye Bulgaristan Sınırı C.Trakya’ nın Eski Tarihi 2 9 9 13 17 BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE BULGARİSTAN SINIRI A. Osmanlı Yönetimi Öncesi Bulgaristan B. Bulgaristan’ da Osmanlı Yönetiminin Kurulması C. Trakya’ nın Osmanlı Devleti İçin Önemi D. Osmanlı Yönetiminde Bulgaristan E. Bulgarların Milli Bilincini Kazanmaları, İsyanlar ve Bağımsızlık F. Balkan Savaşları (1) Birinci Balkan Savaşı’nın Cereyanı (2) İkinci Balkan Savaşı’ nın Sebep ve Sonuçları G. I. Dünya Savaşı 24 29 34 36 38 54 56 59 61 İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE YUNANİSTAN SINIRI A. Osmanlı Yönetimi Öncesinde Yunanistan ve Yunanlıların Osmanlı Egemenliğine Girmesi B. Yunanistan’ ın Bağımsızlığını Kazanması (1) Etniki Eterya (2) Etniki Eteryanın Kurucuları (3) Etniki Eterya Cemiyetinin Amacı ve Magali İdea (4) Yunan İsyanı (5) Bağımsız Yunanistan’ ın Kurulması C. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı D. 1897 Osmanlı Yunan Savaşı ve Sonuçları E. Balkan Savaşları iii 71 74 75 75 76 76 77 79 82 84 F. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti 86 G. I. Dünya Savaşı 87 H. Kurtuluş Savaşı 90 (1) Mondros Ateşkesi, Anadolu’ da Emperyalizm ve Yunan İşgallerinin Başlangıcı 100 (2) Türk Ulusal Direnişi ve Yunanistan’ ın Anadolu Hezimeti 116 I. Mudanya Konferansı 118 J. Lozan Andlaşması ve Bugünkü Durum 118 (1) Lozan Konferansından Önceki Durum 122 (2) Konferansın Gecikmesi 123 (3) Konferansın Açılışı ve İşleyişi 126 (4) Lozan Barış Antlaşması Metninin İçerdiği Konular 128 (5) Trakya Sınırının Önemi 128 (6) Lozan Görüşmelerinde Trakya Sınırı SONUÇ KAYNAKÇA ÖZGEÇMİŞ 136 139 146 iv KISALTMALAR AB : Avrupa Birliği ABD : Amerika Birleşik Devletleri C. : Cilt Çev. : Çeviren s. : Sayfa Numarası SBF : Siyasal Bilgiler Fakültesi TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi v ÖNSÖZ Günümüzde devletlerin toprakları birbirlerinden sınırlarla ayrılmaktadır. Bu sınırlar hangi kaygılarla çizilmektedir? Bu soruya cevap bulabilmek için değişik bakış açılarından bakılabilir. Coğrafi özellikler, hukuksal gerekçeler bunlardan birkaçıdır. Biz bu çalışmada T.C. Trakya Kara Sınırlarının nasıl oluşturulduğuna tarihi bakış açısıyla bakmaya çalıştık. Bunda amaç bu sınırların çizilmesinde etkili olan etkenlerin neler olduğunu ortaya koymaktır. Böylece konuyla ilgilenen devlet adamları, bilim adamları, akademisyenler, öğrenciler vs… ye yararlı bilgiler sunulacaktır. Ayrıca Avrupa Birliği sürecinde konu daha da fazla önem arz etmektedir. Bu bilgilerin Orta Doğu’ da sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı günümüzde konuyu anlamak için bir fikir vermesi de amaçlarımızdan birisidir. Yine bizim sınırlarımızla ilgili sözde iddiaların da nelere dayandırıldığı, nasıl bir süreç izleyebileceği hakkında bir bakış açısı kazanmada çalışmamızın yararlı olabileceğini düşünmekteyiz. Bu nedenle çalışmamızda sınırların hangi coğrafyadan ne zaman geçtiği hakkında bilgiler vermekten daha çok bu sınırların oluşmasının arkasındaki siyasal olayları gözler önüne sermeyi uygun bulduk. Türkiye Cumhuriyeti Trakya Kara Sınırları isimli bu incelemede, yürütücülüğümü üstlenen sayın hocam Prof. Dr. tez Yavuz ERCAN’ a çok teşekkür ederim. Çalışmam sırasında bana her türlü manevî desteği sağlayarak sürekli yanımda olan sevgili aileme de teşekkürü bir borç bilirim. Şubat 2007 Necmi İNAL vi GİRİŞ 1 A. Sınırlarla İlgili Terimlerin Açıklanması ( Sınırlarla İlgili Genel Açıklamalar) “ Devletin ülkesini, diğer devletlerin ülkesinden, sahipsiz ülkeden veya açık deniz ile uzaydan ayıran farazi çizgiye daha doğru bir deyişle iki boyutlu alana sınır denir.”1 Sınır kavramının tarih sahnesine çıkması egemen devletlerin ortaya çıkmasıyla olmuştur. Eski çağda böyle bir kavram yoktur.2 Bunun sebebi egemenlik kavramının üzerine başka bir devleti ve bölünmeyi kabul etmemesidir. Bunun sonucunda sınırların belirlenmesi zaruri bir hal almıştır. Çünkü sınırların belirlenmesi milletlerarası barış ve güvenliğin sağlanması için bir gerekliliktir.3 Sınırlar farazi bir çizgidir. Bu çizgi anlaşmalarla tespit edilir.4 Bir devletin ülkesinin sınırları belirli olmalıdır. Nitekim 6 Ocak 1916 tarihinde Amerika Devletler Hukuku Enstitüsü tarafından hazırlanan Devletlerin hak ve vazifeleri deklarasyonunda 14. maddede her devletin sınırları belirli bir ülkeye sahip olma hakkı olduğu belirtilmiştir.5 Sınırlar iki çeşittir. Bunlar Tabii Sınırlar ve Suni Sınırlardır. Bunlardan öncelikle Tabii Sınırlar hakkında bilgi verelim.6 “ Yeryüzünün tabii arızalarına, yani coğrafi arızalara tekabül eden sınırlara Tabii Sınırlar denir. “7 Bir başka tanımda ise, 1 Sevin, Toluner, Milletlerarası Hukuk Dersleri Devletin Yetkisi ( Yer ve Kişiler Bakımından Çevresi ve Niteliği), 4. Baskı, İstanbul, 1989, s. 31. 2 Münci, Kapani, Politika Bilimine Giriş, 4. Baskı, Ankara, 1988, s. 34 ; Pazarcı, Hüseyin, Uluslar arası Hukuk Dersleri, C.II, 2. Bası, Ankara, 1990, s. 246. 3 Enver,Bozkurt, Devletler Hukuku Bakımından Türkiye’ nin Sınır İlişkileri, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul, 1992, s.16. 4 a.g.e., s. 16. 5 a.g.e., s. 17. 6 a.g.e., s.17. 7 Ömer İlhan., Akipek, Devletler Hukuku, İkinci Kitap: Devletler Hukuku Şahıslarından Devlet, 3. Bası, Ankara, 1969, s. 15. 2 “ İki devlet ülkesi arasında bulunan dağlar yada sıradağlar, çöller, nehirler ve göller gibi tabii unsurlar göz önünde tutularak çizilen sınırlara Tabii Sınırlar denir.”8 Tabii Sınırlar, dünyanın bazı yerlerinde milletleri birbirinden ayıran; sıradağlar, akarsular, göller, ormanlar ve bataklıklardır. Bu tip sınırlarda sınır tespitinde bu tabii vakıalardan faydalanılır. Tabii Sınırlarda, sınır doğrultuları, dağlar ve akarsularda bunların uzantılarına bağlı olarak değişirken, göller ve bataklıklarda sınır daha çok düz hatlar halinde geçer.9 Tabii Sınırlar bazı avantajlar sağlar. Bunlardan en önemlisi, arazi üzerinde kolayca belirlenebilmesidir. Fakat bu halde bile çizgi kesin olarak belli olmadığından bu çizginin açıkça tespiti gerekir.10 Tabii Sınırları dört başlık altında inceleyebiliriz. Bunlar; yeryüzü şekilleri, akarsular, göller ve denizlerdir.11 Yeryüzü şekilleri dağlar ve ovalardır. Sınırlar geçirilirken milli menfaatler göz önünde bulundurulur. Özellikle sınırlar savunma bakımından değer taşımalıdır. Savunma için kolaylık sağlayan arazi arızaları sıradağlar ve akarsulardır. Fakat her zaman sınırları böyle doğal engellerden geçirmek mümkün olmaz. Bazı yerlerde sınırları ovalardan geçirmek gerekebilir. Bu durum barış şartlarında bir mahzur oluşturmazken savaş durumunda ilgili devletlerin en zayıf noktasını teşkil eder. Örnek vermek gerekecek olursa Polonya’ nın batıdan Almanya, doğudan Rusya ile olan sınırları ova üzerinden geçer. Bu durum Polonya’ nın I. ve II. Dünya Savaşlarında kolayca işgal edilmesi sonucunu doğurmuştur. Aynı durum Macaristan, Almanya ve Hollanda için de söz konusu olmuş, bu ülkeler de kolayca işgal edilmişlerdir.12 Ovaların sınır olarak belirlenmesi savunma açısında zafiyetler meydana getirdiğinden devletler önceden beri bu eksikliği gidermek için tedbirler düşünmüşlerdir. Bulunan bir çözüm şekli yüksek duvar inşa etmektir. Bu duruma 8 Haluk Hadi, Sümer ,Türkiye’ nin Kara Ülkesinin Sınırları, Yüksek Lisans Tezi, Ankarai 1987, s. 6. Cevat Korkut, Siyasi Coğrafya Açısından Devlet Sınırları ve Türkiye’ nin Sınırları, Karınca Matbaacılık ve Ticaret Kolektif Şirketi, İzmir, 1970, s. 9. 10 Bozkurt, s.17. 11 Korkut, s. 9. 12 a.g.e., s. 9-10. 9 3 örnek verecek olursak; Çin seddi, Roma İmparatorluğunun Balkanlardaki kuzey sınırındaki Transilvanya Alplerinden Karadeniz kıyısına kadar uzanan düzlükte, sıradağlar ile deniz arasındaki Trayan Duvarı, yine Kuzey İngiltere’ de sınır üzerindeki müdafaa amacıyla inşa edilen Picten Duvarından bahsedebiliriz. Fakat son zamanlarda bu tip yüksek duvarlar inşa etmek yerine devletler bu çeşit ovalardan geçen sınırlarda müstahkem mevkiiler yapma yoluna gitmişlerdir.Mesela; Fransızların Almanlara karşı yaptıkları Maginol Hattı, Almanların Fransızlara karşı inşa ettikleri Sieg Fried Hattı ve Finlerin Sovyetler Birliğine karşı Koreli’ de yaptığı Mannerheim Hattı gibi.13 Çeşitli özellikler taşıyan gruplar arasında tespit edilebilecek en iyi Tabii Sınır yüksek sıradağlar üzerinden geçirilebilen sınırlardır. Ancak sınır buradan geçirilmesi olayında bile çeşitli görüşler vardır.14 Bunlardan birisi de dağın en yüksek çizgisi olan hattı baladır. Bu görüşe göre dağın en yüksek noktalarından geçen çizgi sınır olarak kabul edilir.15 Bu yöntem bazı yazarlara göre hem mantıki hem de tespiti kolaydır.16 Diğer bir kriterse suların taksim hattı görüşüdür. Çünkü en yüksek nokta suları her zaman eşit olarak bölmeyebilir.17 Yine dağlar sınır olarak ele alındığında sınır dağın veya dağ silsilesinin eteğinden yani alt kısmında geçen çizgiden geçirilebilir. Böyle bir durumda dağ iki ülkeden birine dahil olur.18 Bu hallerin her biri sıradağların niteliklerine göre sınırın değerini değiştirir. Örneğin; Fransızlar ile Almanlar arasındaki Vosges’ lerin üzerindeki sınır bu tip kaygılarla sık sık değişmiştir. Almanlar bu sınırın dağın doruk hattından geçmesini isterken, Fransızlar sınır çizgisinin dağ sırasının doğu eteklerinden geçmesini müdafaa kolaylığı bakımından zaruri görmüşlerdir. Bunun nedeni; dağın Almanya’ ya bakan kısmının fazla eğimli Fransızlara bakan kısmının az eğimli olmasıdır. Sonuçta Fransızlar başarılı olmuş, Almanların Voges’ ların daha da doğusuna hatta 13 a.g.e., s. 10. a.g.e., s. 10. 15 Akipek, s.15. 16 Ayferi,Göze, Devletin Ülke Unsuru ( Sınırları ve Devletle Olan Münasabeti), İstanbul, 1959, s. 27. 17 Akipek, s. 15. 18 a.g.e., s.15. 14 4 Rhein nehrinin doğusuna çekilmesini sağlamışlardır. Yine İtalya ile Avrupa arasındaki sınır I. Dünya Savaşından önce Alplerin güney eteklerinden geçiyordu. Ve bu durumdan İtalyanlar zarar gördü. Ve bunun neticesinde İtalyanlar sulh müzakerelerinde bu sınırın dağın doruk hattına çekilmesini istediler ve bunda da başarılı oldular.19 Devletler sınırlarının mümkün olduğunca yeryüzü şekillerinden faydalanarak geçmesini arzu ederler. Hatta sınırların yüksek sıradağların doruk hattından geçmesi kafi olarak görülmemekte, sınırın dağın komşu ülkeye bakan eteklerinden geçmesi hatta bu eteklerin içerdiği platoları da içine almasını istemektedirler. Böylece savunmanın daha kolay olacağını düşünmektedirler.20 Tabii Sınırların diğer bir türü de akarsulardır.21 Akarsular yalnızca bir devlet içinde doğup sona erebileceği gibi; bir ülkede doğup diğer iki veya daha fazla sayıda devleti geçerek sınır oluşturabilir. Akarsuların sınır olabilmesi için devamlı olması gerekir.22 Akarsuların özelliği iki tarafında insan topluluklarını ve araziyi birbirinden ayırmasıdır. Bunun yanında akarsular istilalara karşı da savunma açısından büyük değer taşırlar.23 Akarsular geniş, derin ve hızlı akıntılı olma özellikleri askeri bakımdan elverişsiz şartlar hazırlar. Akarsuları taşırarak bataklıklar oluşturmak bu elverişsizliği artırır. Böylece akarsuyun koruyucu sınır olma özelliği artmış olur.24 Akarsuların sınır olarak belirlenmesi hususunda bazı noktalar önem arz eder. Bunlar şunlardır:25 - Akarsular ince bir şerit değildir. Geniştirler. Ayrıca bu genişlik de mevsimlere göre değişir. - Akarsularda derinlik yer yer değişir. 19 Korkut, s. 10-11. a.g.e., s. 11. 21 Bozkurt, s. 19. 22 Akipek, s. 15-16. 23 Korkut, s. 11. 24 a.g.e., s. 11. 25 a.g.e., s. 11-13. 20 5 - İki tarafın çeşitli açılardan sağlayacağı fayda aynı olmayabilir. - Yatağında nehir yastıkları adı verilen irili ufaklı adacıklar bulunabilir. - Akarsular bazen yatak değiştirebilir. - Akarsular devamlı olarak yer yer aşındırma veya biriktirmeler meydana getirmektedir. Bunun anlamı şudur; bazı kesimlerde herhangi bir kıyı için arazi kazancına bazı yerlerde de kaybına sebep olmaktadırlar. - Ovalık kesimlerde menderesler ve bunların gelişmesi ilginç durumlar yaratmaktadır. - Taşkınları engellemek için setler yapılması ve akarsuyun yatağının dümdüz bir doğrultuya kavuşturulması hallerinde tespit edilmiş sınırın yeni hali nasıl olacaktır? - Akarsular son dönemlerde bazı yerlerde önemli su yolları haline gelmiştir. Bu durum sınır tespitini nasıl etkiler. - Son olarak ilgili devletlerin askeri kudretleri sınır çizgisinin tespitinde ne derece rol oynar. Yukarıdaki tüm bu etkenler göz önünde bulundurularak akarsularda sınır dört şekilde tespit edilir:26 1- Sınır çizgisi akarsuyun sağ veya sol kıyısından geçirilir. Akarsu kıyısının zaman içinde değişmesi halinde yeni kıyı hattı sınırın geçtiği yer olarak kabul edilir. Yani sınır hareketli bir sınırdır. Fakat bu usulde iki taraftan biri akarsuyun imkanlarından mahrum edilmiş olur. Bu nedenle pek tatbik edilen bir usul değildir. Özellikle, nüfus yoğunluğunun fazla, iki taraftaki insan topluluklarının kültür seviyelerinin yüksek olduğu yerlerde bu şekilde sınır tespitine hiç gidilmemiştir. Hatta zaman zaman bu şekilde sınır tespit edilmiş olsa bile daha sonra çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda değiştirilmiştir. Buna en iyi örnek Şattülaraptır. İran’ da petrol bulununcaya değin, Irak Şattülarap’ın her iki kıyısına tamamen hakimdi. İran’ ın kendi kıyısı üzerinde dahi bir hakkı yoktu. Petrol bulunup, üretim artınca ve Abadan ihraç limanı haline gelince, İran Irak’ tan bu sınırın tashihi talebinde 26 a.g.e., s. 14-15. 6 bulundu. Uzun müzakereler sonucunda tashih gerçekleşti (1939). Sınır nehrin ortasından geçirilerek, doğu kıyısı İran’ a ait hale geldi. 2- Sınır çizgisi akarsu yüzeyinin tam ortasından geçirilebilir. Bu usul devletlerarası uygulamalarda görülür. Ancak; akarsu genişliğinin mevsimden mevsime değişiyor olması nedeniyle sınır çizgisinin de değişiyor olması, akarsu yatağının her yerde aynı derinlikte olmaması sebebiyle avcılık ve nakliyat konusunda mahzurlar yaratması nedenlerinden ötürü bu usul pek tercih edilmez. 3- Sınır hattı thalveg hattından geçirilir. Bu usul ikinci usule göre daha elverişli şartlar meydana getirir. Talveg Almanca bir terim olup, “vadi” anlamına gelir. Buradaki anlamı ise bir akarsuyun en derin yerlerinden geçen çizgidir. Bu usule ulaşıma elverişli akarsularda başvurulabilir.Ayrıca ulaşımla ilgili en iyi usuldür. Bu nedenlerle genellikle tercih edilir. 1913’ de Rezve Deresi üzerindeki Türk-Bulgar Sınırı ile 1923’ de tespit edilen Meriç üzerindeki Türk-Yunan sınırı bu esasa göre tespit edilmişlerdir. 4- Gemi işletmeye elverişli yerlerde thalveg hattı, diğer yerlerde su yüzeyinin ortasından geçen çizgi kabul edilir. Son anlaşmalarda kabul edilen usul budur. İkinci görüşe göre sınır akarsuyun tam ortasından geçirilir. Özellikle ulaşıma elverişli olmayan akarsularda bu usul uygulanır.27 Diğer bir tabii sınır göllerdir. İki veya daha fazla devlet arasında bulunan göllere sınır gölleri denir. Uygulamada yapılan anlaşmalarda bu tip göller ilgili devletler arasında paylaştırılır.28 Step, orman, bataklık ve çöl gibi tabii oluşumların sınır olması hususu halen tartışmalıdır.29 Türkiye ile İran arasında 23 Ocak 1932 tarihinde imzalanan hudut hattının tayinine ilişkin itilafnamenin 1. maddesinde bataklık esas alınmıştır.30 Şimdi de Suni Sınırlardan bahsedelim. Suni Sınırlar jeodezik ve geometrik esaslarla belirlenmiş sınırlardır. Bu sınırlara ihtiyaç duyulmasının sebebi tabii 27 Bozkurt, s.19. a.g.e., s. 21. 29 Akipek, s. 17; Göze, s. 30. 30 Reha, Parla, Belgelerle Türkiye Cumhuriyetinin Uluslar arası Temelleri Lozan Montrö Türkiye’ nin Komşularıyla İmzaladığı Başlıca Belgeler ( Suriye, Irak, İran, SSCB, Bulgaristan, Yunanistan) NATO, AET, Avrupa Konseyi, Kıbrıs, Ege Adalar Sevr Tehlikesi, Askeri Yargıtay Kararları Dergisi, 1987, s.179. 28 7 oluşumların göz önünde tutulmak istenmemesi veya tabii oluşumların yokluğudur. Suni Sınırlar tespit usullerine göre ikiye ayrılır31: Bunlardan birincisi jeodezik sınırlardır. Bunlara astronomik sınırlar da denir. Bu usulde sınırlar enlem ve boylam derecesi esas alınarak yapılır.32 İkinci olarak, geometrik sınırlar vardır. Geometrik sınırlar düz çizgiler veya eğriler, yarım daireler gibi geometrik hatlarla tespit edilir.33 Türkiye’ nin sınırlarından kabaca bahsetmek ve Bulgaristan ile Yunanistan sınırları hakkında bilgi vermek uygun olacaktır. Türkiye jeopolitik açıdan üç kıtayı birbirine bağlar. Karayollarıyla Türkiye Asya ile Avrupa arasında bir köprüdür. Türkiye hava yolları bakımından ise Avrupa, Asya ile Afrika arasında bir kavşak noktasıdır. Denizyolları açısından ise Türkiye boğazlar ile Karadeniz ve Akdenizi birbirine bağlar. Türkiye’ nin jeopolitik açısından ise konumu şöyledir: Türkiye Balkan, Ortadoğu ve Sovyetler Birliği kuvvet merkezleri arasındadır.34 Türkiye’ nin sınırları çok uzundur ve çeşitli özelliklere sahiptir. Bu sınırlar komşu ülkelerle ulaşımı aksatacak engel vasfına sahip değildir. Fakat özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu sınırları ulaşıma daha az elverişlidir.35 Türkiye-Bulgaristan sınırını belirleyen iki anlaşma mevcuttur. Bunlar; 16-29 Eylül 1913 tarihli Barış Andlaşması ve Lozan Barış Andlaşmasıdır.36 16-29 Eylül 1913 tarihli andlaşmada sınır geniş olarak belirtilmiştir.37 Lozan Barış Andlaşmasının 2 nci maddesinin 1 nci fıkrasında şu ifade vardır: “ Rezvenin denize döküldüğü yerden Türkiye’ ye Bulgaristan’ a ve Yunanistan’ a ait üç sınırın Meriç üzerindeki birleşme noktasına kadar: Bulgaritan’ ın bugünkü haliyle güney sınırı. “38 31 Bozkurt, s. 21. a.g.e., s. 21. 33 a.g.e., s. 22. 34 a.g.e., s. 23-24. 35 a.g.e., s. 24. 36 Akipek, s. 21; Toluner, s. 32; Pazarcı, s. 250. 37 Nihat,,Erim, “Türkiye Cumhuriyetinin Kuzey Doğu ve Doğu Sınırları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. IX, 1952, s. 458-461. 38 Parla, s. 1-2. 32 8 Türkiye-Yunanistan sınırını belirleyen andlaşma Lozan Barış Andlaşmasıdır.39 Bu andlaşmanın 2 nci maddesinin 2 nci fıkrasında şu şekilde sınır düzenlenmiştir. “ Oradan Arda ve Meriç nehirlerinin birleştiği noktaya kadar: Meriç akımyolu: Oradan Arda kaynağına doğru bu nehir üzerinde ve çörek köyün hemen yakınında olmak üzere belirlenecek bir noktaya kadar: Arda akımyolu: Oradan güneydoğu yönünde Bosna köyün bir kilometre denize dökülmesi yönünde Meriç üzerindeki bir noktaya kadar; …”40 B. Bölgenin Coğrafi Durumu (1) Türkiye Yunanistan Sınırı Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınır 204 kilometre uzunluktadır. Bunun 15 Km. kadarı kara, geri kalan kısmı Meriç nehri üzerindedir. Türkiye - Yunanistan sınırı Meriç nehri üzerinde, Türkiye - Bulgaristan sınırının bittiği yerden başlar. Arda ile Meriç birleştiği noktaya kadar nehrin talvegini takip eder. Buradan sonra 500 m. kadar Arda üzerinde akış yukarı ilerler, daha sonra, Karaağaç istasyonunu ve Bosna köyünü Türkiye’ de bırakacak şekilde güneydoğu doğrultusunda ilerler ve tekrar Meriç'e varır. Bu noktadan itibaren Ege denizine kadar nehrin ana kollarının talveg hattını takip eder.41 Sınırın başlangıç noktasının koordinatları 41 derece 42 dakika kuzey ve 26 derece 21 dakika doğudur. Bu sınır yeryüzünde belirlidir.42 Türkiye – Yunanistan sınırının bulunduğu, içine Meriç nehrinin yerleştiği alan, genel olarak kuzey - güney doğrultusunda uzanan bir çöküntü çukurudur. III. zaman sonlarında meydana gelmiş olan bu çöküntü alanının tabanı, her sene taşan Meriç nehrinin getirdiği alüviyonlarla dolmuş Meriç boyunca uzanan düz bir ova 39 Akipek, s. 21; Toluner, s. 32-34; Pazarcı, s. 249-250. Parla, s. 2. 41 Korkut, s. 176. 42 The Geographer Office Of The Geographer, İnternational Boundary Study Greece – Turkey Boundary, Bureau Of İntelligence and Research, November 23 1964, Washingthon, s. 2. 40 9 haline gelmiştir. Meriç ilçe merkezinin güneyinde bu işler henüz tamamlanamamıştır. Bilhassa İpsala çevresinden itibaren genişleyen bataklıklar, yer yer görülen sığ göller , (Türkiye tarafında Sığırcı gölü, Pamuklu gölü, Gala gölü, Dalyan gölü) henüz dolmakta olan yerlerdir.43 Türkiye – Yunanistan sınırı Balkan Yarımadasının güneydoğu ucundadır. Bölgenin başta gelen coğrafi yapıları kuzeybatıda Balkan Dağları ve güneybatıda Rodop Dağlarıdır. Bu iki sıradağın arasında Meriç nehrinin aktığı Rumeli çöküntüsü bulunur. Sınırın kuzeydoğusunda Istranca Dağları uzanır.44 Meriç taşma ovasının, Yunanistan’ da kalan batı kısmında Rodop Dağlarının uzantıları bulunur ve bunlar Meriç nehrine pek yaklaşmış durumdadırlar, düzlüklerin kenarında engebeli bir yerey meydana getirirler. Türkiye tarafında ise düzlük1er çok geniş alanlar kaplar. Bunların bazı yerlerinde, çöküntü esnasında kırıklardan çıkmış volkanik kültelerin meydana getirdiği yükseklikler bulunur. Gala gölünün doğusunda 385 m. ye kadar çıkan Hisarlı dağı ile Enez kasabasının üzerine kurulduğu yükseklik ( 50 m. Kadar) bunların en önemlileridir.45 Toplam Türkiye toprakları yüzölçümünün yaklaşık % 3 ü olan, Ege Denizinden Karadeniz’ e kadar uzanan 9000 mil karelik Avrupa Türkiyesi verimli topraklara sahiptir. Balkanlardaki bir çok yol Edirne’ den geçer. Edirne’ den İstanbul ve Boğazlara doğru ana iletişim hatları Istanca Dağlarının güneydoğusundaki tepecik ve vadilerde uzanır. İstanbul Boğaz geçişinin sekteye uğraması göz önünde bulundurulduğunda Çanakkale Boğazı’ na giden yol ikinci derecede önem kazanır. Çanakkale’ den Makedonya’ ya Ege Denizi’ nin kuzeyinde uzanan yol askeri birlikler için bir yaklaşma istikametidir.46 Türkiye – Yunanistan sınırı güneyde Ege kıyısında bulunmaktadır. Akdeniz iklimi etkisindedir.. Kışlar nispeten ılık geçer. En soğuk ay ortalaması 5 derece civarındadır. Zaman zaman kar yağar, sıcaklıklar 0 derecenin altına düşerse de soğuk devre çok uzun sürmez. Yaz mevsimi fazla sıcak değildir. En sıcak ay ortalaması 24 derece kadardır. Günlük ve yıllık sıcaklık farkları azdır. Yıllık yağış miktarı 60 cm. 43 Korkut s. 177. The Geographer Office Of The Geographer, s. 4-5 45 Korkut s. 177-178. 46 The Geographer Office Of The Geographer, s. 5. 44 10 ye yakındır ( Enez 59 cm.). Yağışın çoğu kış aylarına toplanmıştır. En kurak ay Ağustostur. Kuzeye gidildikçe iklim sertleşir. Edirne yakınlarında kara iklimi özellikleri baskın hale gelir. Kışlar daha şiddetli geçer. En soğuk ay ortalaması + 2 dereceye iner. Ocak ve Şubat aylarında minimumlar ortalaması 0 derecenin altındadır. Bu aylarda sıcaklığın – 20 derecenin altına düştüğü olmuştur ( Edirne’ nin mutlak minimum sıcaklığı – 22.2 derecedir.). Kar yağışları boldur. Yaz mevsimi oldukça sıcak geçer. Temmuz ve Ağustos aylarında sıcaklık çoğunlukla 30 dereceyi aşar. Mutlak maksimum sıcaklıklar ise 40 derecenin üstüne çıkar ( Edirne 41.5 derece)47 Kuzeyde Balkan Dağları bölgeyi Avrupa kıtasının kuzey rüzgarlarından korur. Böylece Akdenizin sıcak iklimi bölgeyi etkiler. 48 Yıllık yağış miktarı Ege kıyılarındakinden az değildir. 60 cm. etrafında oynar. Fakat yağış rejimi kuzeye çıkıldıkça değişir. Ençok yağışlı mevsim gene kış olmakla beraber yaz da kurak geçmez. Haziran ayı, hemen hemen Ocak ayı kadar yağışlıdır. Yıllık yağışın mevsimlere dağılışı oldukça düzenlidir. Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesi, tarihi, kültürel zenginliği ve bazı uluslar arası toplantılara ev sahipliği yapması nedeniyle turizm açısından önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle, Türkiye’ ye gelen turistlerin yaklaşık yarısı Marmara Bölgesini ziyaret etmektedir. Türkiye’ de turistik yatak kapasitesinin üçte birinin İstanbul’ da olması, turistelerin ağırlanmasını kolaylaştırmaktadır.49 Türkiye - Yunanistan sınırında nüfus yoğunluğu oldukça yüksektir. Meriç nehrinin Türkiye tarafında kalan kısımları, Yunanistan’ da kalan tarafından daha kalabalıktır. Nüfus yoğunluğu bakımından sınır boyları her yerde ayni özelliği göstermez. Genel olarak sınırın orta ve kuzey kısımları bilhassa tarım imkanlarının bolluğu, taşkınlardan nispeten az zarar gören yerler olması sebepleri ile kalabalıktır (Meriç ilçesinin nüfus yoğunluğu 49). Fakat, İpsala’ dan itibaren, nehrin ağzına kadar, hem Türkiye’ de hem de Yunanistan’ da kalan yerler çok tenhadır. Taşkın alanı meydana getiren, bataklık ve yazın sivrisineklerle dolu olan buralarda köylere 47 Korkut s. 178. The Geographer Office Of The Geographer, s. 5. 49 İbrahim Atalay ve Kenan Mortan, Türkiye Bölgesel Coğrafyası, İnkılap Kitapevi, Ankara, 1997, s. 123. 48 11 nadiren rastlanır.50 Bölgenin insan yapısı tarihte farklılıklar göstermiştir. I. Dünya Savaşından önce bölge ırk ve kültür açısından çeşitlilik arz ederdi. Bölgede Türkler, Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Yahudiler ve Arnavutlar yaşardı. Balkan terimi bu dönemdeki çeşitliliği ifade eder.51 Osmanlının son dönemlerinde nüfus çeşitlilik arz eder. 1912 de yapılan bir tahmine göre Doğu Trakya ( Meriç Nehrinden Marmara Denizine kadar olan bölge)’ da 2/3 oranında Türk, ¼ oranında Yunan vardı. Bununla birlikte şehirlerde Türk nüfus oranı ¼ ün biraz üzerindeyken Yunanlılar bu orandan fazlaydı. Ermeniler genelde daha büyük şehirlerde yaşarlardı: İstanbul’ da 200 000, Edirne’ de 9 000, 1000-2 000 arası Tekirdağ, Gelibolu ve Kırklareli’ nde.52 I. Balkan Savaşı sonunda (1912-13) yaklaşık 60 000 Bulgar Doğu Trakya’ yı terk etti. Çok azı Edirne ve Kırklareli’ nde kaldı. Ağustos 1914’ e kadar yaklaşık 60 000 Yunan Meriç’ in batısına göç etti. Buralara Pomak Türkleri, Bulgaristan, Makedonya, Sırbistan, Arnavutluk ve Yunanistan’ dan gelen Türkler yerleştirildi. Şu anda bölgede sadece Türkler yaşamaktadır.53 Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesi, önemli bir topografik engelin bulunmaması ve deniz ulaşımı için son derece elverişli olması nedeniyle oldukça iyi bir ulaşım ağına sahiptir. Ulaşım, sadece bölge açısından değil, kıt’ alar ve ülkeler arasındaki bağlantıyı sağlaması açısından da çok önemlidir. Bilhassa bölgedeki boğazların son derece önemli bir yeri vardır. Karadeniz’ ekomşu ülkelerin çoğunun dünyanın önemli limanlarına bağlantıları, İstanbul ve Çanakkale boğazları vasıtasıyla olmaktadır.54 Türkiye - Yunanistan sınır boylarında ekonomik faaliyetler hemen tamamıyla tarıma dayanır: Hayvancılık geçim kaynakları arasında ikinci sırayı alır. Endüstri daha çok mahalli ihtiyaçları temin eden küçük fabrikalardan ibarettir. Ençok yetiştirilen ürünler buğday, arpa, mısır, pirinç, susam, ayçiçeği ve kavun karpuzdur. 50 Korkut s. 178-179. The Geographer Office Of The Geographer, s. 6. 52 a.g.e. s. 6. 53 a.g.e. s. 6. 54 Atalay, s. 122. 51 12 Yaz aylarının yağışlı geçmesi, mısır, ayçiçeği, susam ve kavun - karpuzun bol yetiştirilmesini mümkün kılmaktadır. Meriç boylarında orta ve güney taraflarda pirinç en fazla para getiren ürün haline girmektedir. Ekstansif halde olmakla beraber hayvancılık oldukça ileridir. Bilhassa etleri makbul kıvırcık koyunları çok yetiştirilir. İpsala ve Enez taraflarında Yunanistan’ a satmak üzere, çiftliklerde domuz beslenir. Yunanistan’ da, sınırın Ege denizine yakın olan kısımlarında çok miktarda domuz yetiştirmektedir.55 Endüstri gelişmemiştir. Yalnız, hemen her tarafta un fabrikaları, ayçiçeği işleyen ve yağ çıkaran fabrikalar, beyaz peynir ve kaşar peyniri yapan mandıralar vardır.56 Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesi’ nde tarımsal alanlarda çoğunlukla sanayi bitkileri üretilir.57 Çevrenin ekonomik bakımdan kalkınması için Meriç nehrinin taşkınlarının önlenmesi gerekmektedir. Bu konuda Türk ve Yunan hükümetleri aralarında bir protokol imzalamışlardır. Nehre düz bir yatak açılması, yatağın iki tarafına setler yapılması kararlaştırılmıştır. Sınırın bu yeni yatağın talveg hattı olması kabul edilmiştir. Yeni sınır çizgisine göre, iki tarafa ait toprakların da karşı tarafa geçmesi gerekmektedir. Yeni yatak, iki tarafın arazi kaybetmemesini sağlayacak şekilde olacaktır. Yeni yatak açılmış, yatağın sağ tarafına taşkınları önleyecek setler yapılmıştır. Nehrin bizim tarafımızda kalan kısmına ise, iki devlet arasında meydana gelen anlaşmazlık sebebiyle set henüz yapılamamıştır. Bu durum her sene Türkiye'ye büyük zararlara mal olmaktadır.58 Herhalde en kısa zamanda, Mericin taşkınlarını önlemek ve etrafındaki çok zengin ovaları faydalı hale getirmek için, nehrin yatağı, konusu ve bu sebeple sınırın değiştirilmesi işi kesin şekline ulaştırılacaktır.59 (2) Türkiye Bulgaristan Sınırı Türkiye ile Bulgaristan arasındaki sınırların esasını, 1913 İstanbul Muahedesi 55 Korkut s. 179. a.g.e. s. 179. 57 Atalay, s. 127. 58 Korkut, s. 179-180. 59 a.g.e. s. 180. 56 13 ile tespit edilmiş olan sınır teşkil eder. Neuilly Andlaşması ile Bulgaristan'ın sınırları yeniden tespit edilirken, Osmanlı Devleti ile arasındaki sınırın Tunca Irmağının batısında kalan kısmı değiştirilmiş, bugün sınırlarımızdan 10 km. uzakta kalmış olan Lefke ve Sivilingrad (Cessur Mustafa Paşa) Bulgaristan arazisi içine alınmış; sınır, Osmanlı Devleti aleyhine doğuya kaydırılmıştır. Lozan'da, Neuilly ve Sevres andlaşmaları ile tesbit edilmiş olan sınır aynen kabul edilmiştir.60 Balkanlar şimdi tamamıyla Türkiye haricinde kalmıştır.61 Uzunluğu 269 km. olan Türkiye - Bulgaristan sınırı, Karadeniz kıyısında Rezve deresi ağzından başlar, ayni derenin talveg hattını takip ederek 40 km. kadar akış yukarı ilerler. İncesırt köyünün kuzeyinde akarsu yatağını terkeder, Kuzeybatıya doğru yönelir. 713 m. yüksekliğindeki Kartaltepe' nin doruk noktasından geçer. Ayni yönde lstranca dağlarının kuzey eteklerinde kabaca 500 m. eşyükselti eğrisi üzerinden ilerleyerek Çağlayık, Karaabalar, Ahlatlı köylerini Türkiye' de bırakır. Ahlatlı köyünün batısında, su bölümü çizgisi üzerinden uzanışına devam eder, güneye döner, 420 kuzey paraleline ulaşır. Buradan itibaren gene su bölümü çizgisini esas alarak batıya doğru ilerler, 500 m. yüksekliğindeki Bakacakkule tepesi ve Büyük Yayla tepeleri üzerinden geçer, Hamzabeyli ve Uzunbayır köylerini Türkiye' de bırakarak Tunca nehrine ulaşır. Daha sonra 10 km. mesafede Tunca nehri talvegini takip ederek güneye doğru ilerler. Çömlekköy' ün batısında Tunca' yı terk eder, evvela 20 km. kadar batıya, Bulgaristan' da kalan Üsküdar Köyü yakınlarından itibaren de güneye döner. Doğanca Köyünü Türkiye' de bırakarak Meriç nehrine ulaşır. Burada, Türkiye – Yunanistan - Bulgaristan sınırlarının birleştiği noktaya varılmış olur.62 Dar bir sahadan ibaret olan Avrupa Türkiyesinin Gelibolu yarımadası çıkarıldığı halde hiçbir yerde kuzeyden güneye uzunluğu 100 mili doğudan batıya genişliği 150 mili geçmez. Bununla beraber bu mıntıka dahilinde tabiat itibariyele engellik vasfı vardır. Bu nedenle her yerde savunulabilinir.63 Bulgar Türk sınırı Balkan Yarımadasının güneydoğusundadır. Kuzeyde 60 a.g.e. s. 180. İngiliz Deniz Erkanıharbiyesi İstihbarat Coğrafya Şubesi, Trakya, Büyük Erkanıharbiye Matbaası, Ankara, 1934. 62 Korkut, s. 180-181. 63 İngiliz Deniz Erkanıharbiyesi İstihbarat Coğrafya Şubesi, s. 2. 61 14 Bulgar tarafında esas fiziksel yapı C şeklindeki Karadeniz karşısındaki dağlardır. C nin kuzey tarafındaki ark Stara Planina adındaki Balkan Sıradağlarını oluşturur. Batı ark Merkezi Doğu Avrupa’ nın en yüksek noktası olan 9 597 feetlik Rila Dağlarıdır. Güney ark Rodop Dağlarından oluşur. Arkın içinde ise Meriç Nehrinin Ege Denizine aktığı verimli Rumeli çöküntüsü bulunur.64 Batı ve Orta Avrupa’ dan Basra Körfezi’ ne uzanan ana yol ve Uzak Doğu’ dan Çin’ e kadar eski ipek yolunun canlandırılması için düşünülen bağlantıları da Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesinden başlayacaktır. Halen, Orta Avrupa’ dan Bulgaristan üzerinden gelen ana kara yolu, Kapıkule sınır kapısından ülkemize geçerek bölge üzrinden Anadolu ile bağlantı sağlamaktadır.65 Bulgaristan sınırımızın orta kısmında, en yüksek yerleri Türkiye'de bulunan Istranca Dağlarının uzantıları yer alır. Buralarda ortalama yükseklikler 500-600 m. arasında değişir. Sınırdan Bulgaristan içlerine doğru, Yelika ve Rezve Derelerinin yukarı çığırları tarafından az çok çentilmiş, hafif meyilli ve monoton görünüşlü bir p1ato uzanır. Aksine, güneydoğuya, Trakya içerlerine doğru gidildikçe yüksekliklerin arttığı, yereyin akarsu vadileri ile fazlaca çentildiği, her hali ile dağlık bir görünüşün ortaya çıktığı belli olur.66 Sınırın, Istrancalar ile Karadeniz arasında kalan kısmı, genel olarak batıdan, yani Istrancalardan Karadenize doğru alçalan hafif meyilli bir plato ile kaplıdır. Platonun kenarı çok yerde denize kıyı düzlükleri bırakmayacak şekilde ulaşır. Bulgaristan’ da kalan kıyılar daha yüksek, Türkiye'de kalan kıyılar ise daha alçaktır. İğneada Kasabası yakınlarında gerçek kıyı ovaları yer alır.67 Sınırın batı kısmı, Tunca vadisi üzerinde bulunur. Buralarda vadi tabanı güneye gidildikçe, Meriç’ e yaklaşıldıkça genişler ve büyük bir ova haline girer. Ovanın iki tarafında yüksekliği 100 m. ye kadar çıkan tepeler bulunur. Tunca Vadisinden Istrancalara doğru yerey hafif hafif yükselerek plato görünüşünü kazanır.68 64 The Geographer Office Of The Geographer, International Boundary Study Bulgaria Turkey Boundary, Bureau Of Intelligence and Research. Washingthon, No: 49, May 15 1965, s. 5. 65 Atalay, s. 122. 66 Korkut, s. 181. 67 a.g.e. s. 181. 68 a.g.e. s. 181. 15 Türkiye – Bulgaristan sınırında, Istranca Dağları ile bunları doğudan ve batıdan çeviren yereylerin jeolojik yapısı, iki taraftaki plato düzlüklerinin, II. ve III. Zamana ait tabakaları kesiş durumu, akarsu vadilerinin plato içine fazla gömülmemiş durumda olması, buraların III. Zaman sonunda ( Pliosen ) aşındırılmış, deniz seviyesine yakın düzlükler haline getirilmiş bulunduğunu, IV. Zaman başlarında epirojenik bir hareketle yükselerek bugünkü seviyesine ulaştığını, arada geçen süre içinde dış etmenlerin çalışmaları sonucunda bugünkü görünüşün ortaya çıktığını anlatmaktadır.69 Trakya bölgesi global ve kır yoğunlukları ülke ortalamasına benzemektedir ve genellikle kırsal niteliktedir.70 Sınırın, Karadeniz kıyılarında bulunan doğu ucu ile Edirne yakınlarında bulunan batı ucu arasında uzaklık fazla olmadığı, arada yüksek dağlar bulunmadığı için iklim bakımından büyük farklar görülmez. Kış ve yaz sıcaklık ortalamalarındaki farklar, 2-3 derece kadardır. Kışın genel olarak kuzey yönlerden gelen rüzgarlar hakimdir. Bu sebeple sıcaklıklar düşüktür. Edirne'de Ocak ortalaması 20 derece, İğneada'da 30 derecedir. Yaz aylarında kara içinden gelen rüzgarlar hakimdir. Bu hal, denizin serinletici etkisini gösterdiği alanı çok daraltmıştır. Deniz kıyıları da hemen hemen iç kısımlar kadar sıcaktır. Edirne'de Temmuz ortalaması 24 derece, İğneada'da 22 derecedir. Istranca dağları sıcaklık bakımından arada biraz değişik bir bölge meydana getirir. Kışın buraları biraz daha soğuktur. Ocak ortalaması 0 derece civarındadır. Temmuz ayı nisbeten serindir. Bu ayda ortalamalar 20 derecenin altındadır.71 Yağış rejimi bakımından bütün sınır boylarında ayni özellikler görülür. Senenin her mevsimi hatta, her ayı yağışlıdır. Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak ayları ençok yağış alan aylardır. Bu aylarda yağış miktarı doğuda ortalama olarak 100 mm. nin üzerindedir. Enaz yağışlı aylar ise Temmuz, Ağustos ve Eylül'dür. Fakat bu aylarda bile ortalama yağış miktarı 30 mm. nin üstündedir. Yağış rejiminde, her tarafta görülen bu büyük yakınlık, yağış miktarlarında azçok bozulur. İğneada'da 83 cm. olan yıllık ortalama, Istrancalarda 140 cm. yi bulur. Edirne yakınlarında 60 cm. 69 a.g.e. s. 181-182. İmar ve İskan Bakanlığı, Marmara Bölgesi Bölgesel Gelişme, Şehirleşme ve Yerleşme Düzeni, Ankara, 1970, s. 20. 71 Korkut, s. 182. 70 16 ye kadar düşer.72 Istrancaların ve bunların doğusunda kalan yerlerin, her mevsimde bol yağış alan yerler olması, buraların higrofit karakterli kayın ormanları ile kaplanmasına sebep olmuştur. Batıya bakan yamaçlar daha çok meşeliklerle kaplıdır. Tunca yakınlarında step görünüşü hakimdir. Ağaçlar, akarsu boylarında toplanmıştır.73 İklim ve bitki örtüsü bakımından, sınırın Türkiye'de kalan kısmında görülen özellikler, Bulgaristan tarafında da aynen devam etmektedir.74 Sınır boylarının orta ve doğu tarafları nüfus yoğunluğunun az olduğu yerlerdir. Batı kısmı ise oldukça kalabalıktır.75 Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesi, yüzölçümü itibariyle, ülkemizin % 8’ ini kaplar. Ancak, Türkiye nüfusunun % 20’ den fazlası (13 Milyon) bu bölgemizde yaşar. Türkiye’ nin en kalabalık, en yoğun nüfuslu ve şehirleşmenin en ileri düzeyde olduğu bir bölgedir.76 Trakya şehirsel gelişmesi genellikle ulaşım ağına bağlı gözükmektedir.77 Bu çevrede ekonomi, her iki tarafta da tarım ve hayvancılığa dayanır. Ekilen ürünlerin başında buğday gelir. Yazların yağışlı geçmesi, mısır ve gündöndü ekimine de fazlaca yer verilmesine sebep olmuştur. Koyun en çok beslenen hayvandır. Kıvırcık koyunları çevrenin en önemli gelir kaynaklarındandır. Mandıralarda yapılan beyaz peynirler ve kaşar peynirleri yüksek kalitede yiyecek maddeleridir. Büyük çapta İstanbul’ a sevkedilir. Istrancadaki ormanlarda yakacak odun ve odun kömürü elde edilir. Bu konu, özellikle orman içindeki köylülerin baş uğraşı ve önemli gelir kaynağıdır.78 C. Trakya’ nın Eski Tarihi Prehistorik zamanlardan itibaren Anadolu'dan, Güney Rusya'dan silsile halinde birtakım kavimler, Güney-Doğu Avrupa'ya gelerek yerleşmişlerdir.Kökleri Orta-Asya 'ya dayanan; bir kısmı ,Balkan Dağları ile Karadeniz ve Ege Denizi arasındaki topraklara yerleşen ve daha önceki göçebe hayatını terkederek, yerleşik 72 a.g.e. s. 182. a.g.e. s. 182. 74 a.g.e. s. 182. 75 a.g.e. s. 182. 76 Atalay, s, 127. 77 İmar ve İskan Bakanlığı, s. 23. 78 Korkud, s. 182-183. 73 17 yaşayışı benimseyen bu topluluklar bölgede kuvvetli bir varlık haline gelmişlerdir. Bu kavimlerden Traklar, zamanla yaşadıkları yerlere adlarını vermişlerdir ki;Herodot'a göre Hintlilerden sonra dünyanın en büyük kavmidirler.79 MÖ.VIII-VI.asırlardaki yazılı kaynaklarda adlarına rastlanan Traklar,nehir kenarlarına ve münbit vadilere yerleşerek hayvancılık ve ziraatle meşgul olmuşlardır.80 Ancak diğer Asyalı kavimler gibi Traklar da harp kabiliyetlerini yerleşik hayat tarzından dolayı kaybetmemişlerdir. Bilhassa dağlık arazide yaşayanlar,tabiatın sert iklimine karşı devamlı bir mücadele içinde bulunduklarından,savaşlarda yine büyük maharet göstermişlerdir.81 Bu özelliklerinden dolayı Traklar, Helen Devletlerinde, Romalılar ve Bizans devirlerinde paralı asker olarak daima iltifat görmüşlerdir. Homere göre, Trak kılıçları büyük bir şöhrete sahipti. Bilhassa kılıç ve mızrak kullanırlardı. Hançer , balta, ok ve yay en çok kullandıkları madeni silahlardandı.82 Savaş ve avdan hoşlanan Traklar için tarihçi İksenefon, yaşayışlarında atın çok önemli bir yer işgal ettiğini belirtmektedir.83 Açık renkli tenleri olan Trakların saçlarıda kadınlarınınki gibi uzundu. Kenevirden yapılmıs çamaşır ve ayrıca kürkten yapılmış elbiseler giyerlerdi. 84 Dini hayat olarak ruhun ölümsüzlüğüne, ölümden sonra yeni bir hayata inanan Traklar, ağaçlara, kayalara, hayvanlara saygı göstermişlerdir. Tabii kuvvetlere, güneşe, akarsulara inanırlarken zamanla Yunan dininin, kültürünün etkisinde kalarak değişmişlerdir.85 Orta-Asya kaynaklı bu kavim, bir takım kabilelerden teşekkül etmekteydi. 79 Arif Mansel Müfid, Trakya’ nın Kültür ve Tarihi En Eski Zamanlardan Miladdan Sonra Altıncı Asrın Ortasına Kadar, Resimli Ay Matbaası T. L. Şirketi, İstanbul, 1938, s. 10. 80 Meydan Larousse, C. 12, İstanbul, 1973, s. 257-258. Umur Tuncer, Balkan Savaşları Sonunda Kurulan Batı Trakya Cumhuriyeti, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1985, s. 6. 82 A.g.e. s. 6. 83 Mansel, s. 10-11. 84 Tuncer, s. 7. 85 a.g.e. s. 7. 81 18 "Besler" ve "Odrislerll büyük kabilelerindendi.86 Yunanlıların Perslerle uğrastığı bir zamanda, Trakların milli hislerini tahrik eden Odris kabilesi kralı Teres,bu toplulukları siyasi bir çatı altında birleştirmiş ve Odris Krallırını kurmuştur(M.Ö.V.asır).87 Balkan Dağlarından Karadenize ve Ergene vadisine dağılan arazi üzerindeki hakim krallığın merkezi pek zikredilmemektedir. Ancak M.Ö. IV. asırda, Kipsela (İpsala) şehrinin başkent olması muhtemeldir.88 Bu topraklarda devlet kuran Traklar pek çok kasaba ve şehir kurmuş, merkezler arasında önemli yollar açmışlardır. Bu şehirlerden birçoğu isimleri kısmen değişerek günümüze kadar gelmiştir:Kipselaİpsala, Bizye-Vize,Aiuos-Enez,Kallipolis -Gelibolu v.s.89 Makedonya kralı Filip(Philippos)II ve oğlu Büyük İskender devrinde bölge, Makedonya sınırları içine alınmıştır. (M.Ö.352/1) Makedonya hakimiyetinden sonra,bu topraklara Keltler hakim olmuşlardır.(M.Ö.278-9)90 Traklar, Keltlerden sonra yer yer prenslikler kurarak varlıklarını zayıf bir şekilde sürdürmüşlerse de M.Ö. II. asrın başlarından itibaren bölgeye tecavüz eden Romalılar tarafından yıpratılmışlar; 46' da ise tamamen bir Roma eyaleti haline getirilmiştir.91 Uzun zaman devam eden Roma hakimiyeti 395'den itibaren bu topraklar üzerinde isim değiştirerek,Doğu Roma ve daha sonra de Bizans İmparatorluğu olarak devam etmiştir. Bununla birlikte bölge üzerinde yeni bir takım unsurların hakim olma teşebbüsleri de görülmektedir.92 IV. asırda bu topraklara doğru dalga dalga gelen Hun toplulukları yarım asırlık Hun-Türk hakimiyetini kurmuşlardır. 374'de Karadenizin kuzeyinden, İtil kıyılarından hareketlerine devam eden Hun savaşçıları; Önce Doğu-Gotlarını,sonra 86 Mansel, s. 20. Tuncer, s. 7. 88 Mansel, s. 27. 89 Tuncer, s. 7. 90 a.g.e. s. 7. 91 Meydan Larousse, c. 12, s. 257-258. 92 Tuncer, s. 8. 87 19 da Batı- Gotlarını bozarak güney-batıya. doğru ilerlemişlerdir.(375)93 378 baharında Tunayı geçen Hunların karşısında ciddi bir mukavemet gösteremeyen Romalıların yanısıra; Macaristan düzlüklerine doğru akınlarını sürdüren Hun birliklerinin karşısında yine ciddi bir engel çıkmamıştır.94 395' de tekrar büyük bir akını başlatan Hunların bir kolu Trakya’ya, diğer bir kolu da Kafkaslardan Anadolu içlerine doğru hareket etmiştir.95 Uldız zamanında Hun tehdidi Bizans üzerinde iyice artarken (400), Attila'nın ortaya çıkmasıyla(434) Bizansın esas felaket yılları başlamıştır. 96 Attila idaresindeki Hunlar zamanında Trakya toprakları üzerinde açıkça görülen bir hakimiyet kurulmasına rağmen, Bizanslıların anlaşmaları çiğnemeleri sebebiyle 441'de I. Balkan seferi düzenlenmiş, 447' de II. Balkan seferi düzenlenmiş, Hun süvarileri Bizansı muhasara maksadıyla Büyükçekmeceye kadar gelmişlerdir. Ancak Bizanslıların sulh istemesi üzerine Anatolia Andlaşması (447) yapılmış, Bizans'ın yıllık vergisi üç katına çıkarılmıştır.97 Attila' nın ölümünden ( 453) sonra eski gücünü kaybederek yıkılan (469) Hun-Türk idaresi yerine, yine Karadeniz'in kuzeyinden gelen diğer Türk toplulukları bu bölgede tekrar Türk hakimiyetini tesis etmişlerdir.98 Trakya'nın da dahil olduğu Balkanlar, Orta-Avrupa ve Karadenizin kuzey düzlüklerinde Hunlardan sonra hakimiyet kuranlar Avarlardır.99 Orta Asyadan Gök Türklerin baskısı neticesinde batıya doğru gelen bu topluIuklar Avrupa’ da V. yüzyıl ortalarından itibaren hakimiyetlerini tesis etmişlerdir.100 IX.. asırdan itibaren Peçenekler ve Uzlar, XI. asırda da Kumanlar yine bu bölgelere gelerek Türk hakimiyetini ve varlığını devralmışlardır.101 93 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ankara, 1977, s. 52-53.; Kurat Akdes Nimet, IV.- XVIII. Y.yıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1972, s. 18.; L Rasony, Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s. 71. 94 Kafesoğlu, s. 53. 95 Tuncer, s. 8. 96 a.g.e. s. 8. 97 Rasony, s. 71.; Kafesoğlu, s. 60. 98 Tuncer, s. 8. 99 Kurat, s. 24. 100 Rasony, s. 72.; Kafesoğlu, s. 140-141.;Kurat, s. 28. 101 Tuncer, s. 9. 20 Peçenekler menşei bakımından Batı Göktürkler, Oğuz boylarındandır.102 915' den itibaren başlayan Peçenek-Rus mücadeleleri 1036 yılına kadar devam etmiştir. Bu şekilde Hazarlar ve Kumanların yaptıkları mücadeleler de aynı zamanda Rusların Karadenize inmelerine engel teşkil etmiştir. 103 XI. asrın ilk çeyreğinde doğudan gelen Uzlar (Oğuzlar) Peçenekleri baskı altına alarak güney-batıya doğru Balkanlara, Trakya’ ya göç ettirmişlerdir. Uzlar etkili olarak ilk defa 1054 yılında Rusya' da varlıklarını hissettirmişlerdir. 1060 yıllarında ise Ruslar birleşerek bu defa Uz Türklerine büyük bir taaruzda bulunmuşlar ve Uzların da Balkanlara doğru hareket etmelerine sebep olmuşlardır. Bu yeni gelen Uz kafileleri Balkanlara önceden gelmiş bulunan Peçenekler tarafından kitleler halinde katledilmişlerdir. Bu arada bir kısım Uz topluluğu da salgın hastalıktan kırılmıştır. Böylece eski güçlerinden çok şey kaybeden Uzların geri kalanları bugün Dobruca yöresinde kalabalık olarak "Gagavuzlar" adı altında hala varlıklarını sürdürmektedir.104 Kumanlar (Kıpçaklar) Uzların peşinden Güney Rusya’ ya 1048 yılında intikal etmişlerdir. Daha çok “Kıpçak” adıyla anılmışlardır. Moğol istilasına kadar 1,5 asırdan fazla bu bozkırlara hakim olduktan sonra diğer gelen Türk topluluklarını da bünyelerine alarak güçlü bir devlet kurmuşlardır.105 Cengiz dönemindeki komutanlardan, bilhassa Cengiz' in torunu Batu zamanındaki Moğol saldırıları neticesinde birliklerini muhafaza edememişlerdir (1239) .Bu şekilde dağılan Kumanların önemli bir kısmı Macaristan ovalarına, bir kısmı da İtil Bulgariyasına, bir kısmı da Balkanlara doğru göç etmişlerdir. Bu şekilde dalgalar halinde Kuzeyden gelerek Tuna' yi aşan Türk kafileleri Balkanlarda, Trakya' da zaman zaman hakimiyet kurmuşlarsa da neticede bir takım sebeplerle eski güçlerini kaybederek bölgenin eski sahipleri tarafından çeşitli alanlarda kullanılmışlardır. Burada esas olan Bizanslıların çirkin politik oyunları olmuştur. Bu Bizans entrikaları neticesinde bölgeye gelmiş olan Türkler ya paralı asker olarak kullanılmışlar, ya kendi aralarında kanlı savaşlarla birbirlerini yıpratmışlar ya da 102 Kafesoğlu, s. 159; Rasony, s. 130. Tuncer, s. 9. 104 Kurat, s. 66.; Kafesoğlu, s. 164. 105 Tuncer, s. 9. 103 21 kültürel ve dini yöndeki Bizanslı misyonerlerin çalışmaları sonunda önce hristiyanlaştırılmışlar ve zamanla da yavaş yavaş Sılavlaştırılmışlardır. Bu gün her şeye rağmen kültürlerini, anadilleri olan Türk dilini muhafaza eden ancak Hıristiyan olmuş bulunan pek çok insan Güneydoğu Avrupa’ da yaşamaktadır. (Gagavuzlar)106 106 Ahmet Aydınlı, Batı Trakya Faciasının İç Yüzü, İstanbul, 1971, s. 24. 22 BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE BULGARİSTAN SINIRI 23 A. Osmanlı Yönetimi Öncesinde Bulgaristan 200 yıla yakın bir zamandır Bulgarların tarihi geçmişi ve menşei konusunda bir tartışma vardır. Bu tartışmalarda Bulgarların Urallı (Fin-Ugar), Slav, Moğol Fin kökenli olduklarına dair savlar ileri sürülmüştür. İlk defa 1882 yılında A. Vambery, Bulgarların Türk kökenli olduğunu söylemiştir. Bulgar bilim adamı Profesör İvan Şişmanov 1900 yılında bir eser yazmıştır. Bu eserinde İvan Şişmanov Bulgarlarla ilgili bütün belgeleri incelemiştir. Sonuçta da ilk Bulgar Devletini kuran Bulgarların Türk Menşeili olduğu görüşünü benimsemiştir. Bulgarların Türk menşeili olduklarının kesinlik kazanması 1922-1939 yılları arasında Bulgaristan’ da arkeolojik kazılar ve sanat tarihi araştırmaları yapan Macar tarihçisi G. Feher, Türk filolojisi uzmanları Gy. Nemeth ve L. Rasony’ nin dil incelemeleri sonucu gerçekleşmiştir. Bu bilgi yetkili uzmanlarca tetkik edildikten sonra bilim çevrelerinde kabul görmüştür. V. Yüzyıl Bizans tarihçisi Priskos, Bulgarların Hun Türkleri ile Oğur Türklerinin karışıp birleşmesinden meydana gelen yeni bir Türk topluluğu olduğunu eserinde belirtmiştir.107 Tarihte Bulgar adına ilk kez Bizans İmparatoru Zenon ( 474-491) zamanında rastlanmıştır. 482 yılında Bulgarlardan Zenon’ un Doğu Gotlarına karşı harp etmek üzere yardımına başvurduğu topluluk olarak bahsedilir. Bu topluluk o zamanlarda Karadeniz kuzeyinde yaşamaktadır. Bu nedenle Bulgarların ilk defa tarih sahnesine çıkışlarının V. Yüzyılın son çeyreği olduğu söylenebilir.108 Bulgar kelimesinin anlamı Türkçede karıştırmak, karışmak, karışık, karışmıştır.109 Bulgar ismi bu iki Türk topluluğunun karışmasını belirten bir ifadedir. Batı Hun İmparatoru Atilla öldükten ( 453) sonra oğlu İrnek, Orta Avrupa’ da tutunamamış ve etrafına topladığı Hun Türkleri ile doğuya doğru çekilerek kuzeybatı Karadeniz sahillerine yerleşmiştir. Burada kendi soyundan ve aynı kültüre sahip Oğur Türkleriyle karşılaşmıştır. Burada bu iki topluluk karışmıştır. Bu karışım sonucunda İrnek başkanlığında Bulgar adıyla yeni bir Türk topluluğu ortaya çıkmıştır. Bulgarlar ilk 107 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Tarihte Türk Bulgar İlişkileri, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2004 108 Kurat s. 109; Esin Emel, “Türk Tarihi Işığında Bulgaristan”, Türk Kültürü ( Mayıs 1978), s. 17; Koşay Hamit, “ İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei Hakkında”, V. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1960, s.237.; Namık Orkun Hüseyin, Türk Tarihi, Ankara, 1946, s.157; Rasonyi, s. 89; Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 6 . 109 Lazsio Rasonyi, Tuna Köprüleri, Ankara,1984, s. 5; Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 6. 24 ilişkilerini Bizanslılarla kurmuşlardır. Bulgarlarla Bizanslıların kurdukları iyi ilişkiler aralarında işbirliği yapılmasını da kolaylaştırmıştır.110 Tarihte Bulgaristan topraklarında Trak kavimleri yaşamışlardır. Roma İmparatorluğu döneminde Bulgaristan Roma’ nın Misya eyaletidir. VI. Yüzyılda Avrupa’ ya Avar akınları olmuştur. Bu akınlarda Slav nüfusunun bir bölümü Tuna bölgesi topraklarına yerleşmiştir. Bu dönemde Bulgarlarla Avarlar Roma İmparatorluğuna karşı işbirliği yapmıştır. Bulgarların en yoğun şekilde Balkanlara yerleştiği dönem Asparuh Han zamanıdır. 111 Esperuh Bulgarların bilinen ilk devletini 681 yılında kurmuştur. Bu devlet Tuna Bulgaristanı olarak bilinmektedir. Bu devletin sınırları Dobruca ve Beserabya dahil olmak üzere doğuda Karadeniz’ e batıda İsker Henri’ ne güneyde Balkan Dağlarına dek uzanmakta ve tüm Kuzey Bulgaristan’ ı kaplamaktaydı.112 Tuna Bulgar Devleti askeri ve siyasi bakımdan büyük bir etkinlik kazanmıştır. Bu devlet çevresindeki Bizanslılar ve Avarlara rağmen uzun bir zaman varlığını devam ettirmiştir. Bu devlet Balkanlar’ da Oğur Türkleri tarafından kurulan ilk devlettir. Devletin başkenti Şumnu kuzeyindeki Pliska şehridir. Devletin siyasi ve ekonomik ilişkileri daha fazla Bizanslılarla olmuştur.113 Esperuh’ tan sonra Bulgarların başına ünlü hükümdar Krum Han geçti ( 803). Krum Han’ ın yaptığı ilk iş 803’ te Büyük Avar Devleti’ nin yıkılmasından doğan boşluktan faydalanarak Doğu Macaristan’ ı işgal etmesidir. Daha sonra Krum Han Bizansı Trakya’ da güç duruma düşürmeye başladı. Ve Bizans ordularını birkaç yıl yaptığı savaşlarda bozguna uğratarak Selanik ve Thermopil bölgelerini de içine alan geniş toprakları ele geçirmeyi başardı.114 Krum Han’ ın en büyük emeli İstanbul’ u ele geçirmekti. Böylece doğu-batı arasındaki ticari trafiğin akışını hızlandırarak Bulgaristan’ ı büyük bir transit merkezi haline getirecekti. İstanbul önlerine kadar gelen Krum Han Leon’ a barış teklifinde bulunmuştur. Fakat bu görüşmeyi kabul eden Leon bir tuzak hazırlamıştır. Krum Han 110 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 6 . 111 a.g.e. s. 15. Halim Çavuşoğlu, Balkanlarda Pomak Türkleri, KÖKSAV, Ankara, 1993, s. 8. 113 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 9. 114 Rasonyi, Tuna Köprüleri, s. 25. 112 25 bu tuzaktan kurtulmayı başarmıştır. Bunun üzerine Bizans esirleri kılıçtan geçirilmiş, Gelibolu yağma edilerek Edirne zapt edilmiş, Edirne halkı Tuna’ nun kuzeyine sürgüne gönderilmiştir. Krum Han daha güçlü bir orduyla Lüleburgaz' ı ele geçirerek tekrar İstanbul surları önüne gelmiştir. Krum Han’ ın 13 Nisan 814’ te vefat etmesinden dolay Bulgar orduları geri çekilmek zorunda kalmıştır.115 Krum Han öldükten sonra yerine oğlu Omurtag ( 814-831) geçti. Omurtag babasının ruhuna saygı çerçevesinde Bizans ile 30 yıllık bir ticaret anlaşması imzaladı. Esasında Omurtag hayatını büyük eserler yapmaya adamış ve onun devrinde birçok eser meydana getirilmiştir. Bunların içinde Tuna Bulgar şehirleri arasında Pliska ve Preslav bu devirde yapılan sarayları ve su testileri ile ünlüdür.116 Omurtag Orta Avrupa’ nın tek tuz kaynağı olan Maroş ırmağı vadisindeki tuz kaynaklarını Franklardan alarak devletine önemli bir gelir sağlamış ve Bulgar Devletine ekonomik yönden en parlak dönemi yaşatmıştır.117 Omurtag ölünce Bulgarların başına oğlu Malamir ( veya Balamir) ( 831-836) geçti. Bizansta baş gösteren ayrılıklardan yararlanarak Omurtag ve Malamir İslav topraklarını Arnavutluk’ a kadar işgal ettiler, fakat yine de Ege Denizi’ ne ulaşamadılar.118 Malamirden sonra tahta Pressian (Persiyan) ( 836-852) geçti. Pressian Han Makedonya’ daki Slavları kendine bağlama çabasına girişti. Ayrıca Bulgaristan sınırını batıya doğru genişletti.119 Presian’ dan donra yerine I. Boris ( Bogoris) ( 852-889) geçti. Boris Han 864’ te Hristiyanlığı ( Ortodoks ) kabul etti. Boris Han bundan sonra ismini değiştirerek adını Mihail yaptı ve atalarından gelen Han ünvanını atarak Slavlar da olduğu gibi Knez ( Knuz ) ünvanını benimsedi.120 Bunlardan sonra Bulgarlar bir asır içinde Slavca konuşan Hristiyan bir millet haline geldiler.121 Bulgar Devleti yaklaşık 400 yıl Bizans’ ın etkisinde kalmıştır. Bundan sonra Bulgar Devleti Ortodoks baskısı altında kalmış Bulgarlar yerli halkla akrabalıklar 115 İbrahim Kafesoğlu , “ XII. Asra Kadar İstanbul’ un Türkler Tarfından Muhasaraları”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1957, s. 10. 116 İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Türk Araştırma Enstitüsü, Ankara,1987, s. 110. 117 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 10. 118 Meydan Larousse, C. 2, s. 631. 119 Ana Briatnnica, C. 5, Ana Yayıncılık, 1986, s. 93. 120 Çavuşoğlu, s. 48. 121 Mehmet Eröz, Hristiyan Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1983, s.9. 26 kurmuşlardır. Omurtag Han zamanında başlayan barış ve huzur devri bu kültürel değişime sebebiyet vermiş, zamanla Bulgarlar Slavlaşmıştır. Bogoris zamanında din değiştirmenin en büyük sebebi Hristiyan bir çevrenin içindeki Bulgar Devletinin devamını sağlamaya yönelik siyasi yaklaşımdır. 122 Bogoris devletinin Bizans tarafından asimile edilmesini engellemek amacıyla bazı adımlar attı. Bunlar; 870’ de Bulgar Kilisesinin doğuya bağlanmasını kabul etmesine rağmen bu kilisenin bağımsızlığını Bizans’ a kabul ettirmesi, İncili Bulgarcaya çevirtmesi ve Bulgar papazlar yetiştirmesidir.123 Bogoris’ ten sonra tahta oğlu I. Simon (893-927) geçti. Simon Bizansta gençliğini geçirmiştir. Burada aldığı kültürden etkilenmiştir. Bu sıralarda kendisini doğu imparatoru yapacak bir fethin hayalini kurmuştur. Simon Bulgar sınırlarını Adriyatik Kıyılarına, Sava ve Drina Irmaklarına kadar büyüttü ve Büyük Bulgaristanı oluşturmaya çalıştı. Bu arada Bulgarlarla Bizans arasındaki barış durumu 894’ te bozuldu. Bunun üzerine Bizans endişeye kapıldı ve Macarların yardımını istedi. Bu yardımın da etkisiyle Bulgarlarla Bizans arasında bir anlaşma yapıldı. Fakat bu durum Bulgarların İstanbul’ u tehdit etmelerini ve İstanbul’ u yıllık vergiye bağlamalarını engelleyemedi. Sonuçta Simon Bizans ile 904 yılında yaptığı bir anlaşma ile devletinin sınırlarını Selanik yakınlarına kadar genişletti. Bulgarlar Simon devrinde güçlerinin farkına daha iyi varmışlar, bunun sonucunda gelecekte Bizansın önüne dikilip hegemonyaları altına almaya çalışmışlardır.124 Simon ölünce yerine oğlu Peter (Petro) ( 927-969) geçti. Bu dönem pek uzun sürmemesine rağmen bu dönemde büyük başarılar kazanılmış, sınırlar genişletilmiş ve Bulgaristan gerçek bir imparatorluk haline gelmiştir. Bu büyük başarılara rağmen Bulgar İmparatorluğunun çöküşüne giden olayların seyri yine Petro döneminde hızlanmıştır. Bunun sebebi iç ve dış karışıklıklardır. 933 te Sırplar bağımsızlıklarını kazandı ve Bulgar Devletinin kuzeyi doğudan gelen yeni bir istila dalgası altında kaldı. Yine bu dönemde Bulgar Hanlarına Çar ünvanı verildi. Krallık Çar 2. Boris (969-972) zamanında yıkıldı. Bizanslılar 972 yılında I. İoannes Tmiskes liderliğinde Bulgaristan’ ın doğusuna hakim oldular. Çarın esir alınması ve hükümranlıktan 122 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 11. Çavuşoğlu, s. 49. 124 Auguste,Bailly, Bizans Tarihi, C.I,Çev.: Haluk Şaman, Tercüman 1001 Temel Eser No:46, s. 221222. 123 27 vazgeçirilmesi ile Bizans Bulgar Krallığını ilhak etmiştir. Ancak Bulgaristan’ ın batısı bağımsızlığını korumaya devam etti. Bizansın işgali çok sert olmuştur ve bunun neticesinde bir ayaklanma çıkmıştır. Bu ayaklanmanın başında Samoil ( Samuel) vardı. Samoil (980-1014) Bulgaristan’ ın kuzeyini ve Sırbistan’ ı ele geçirdi. Burada yeni bir Bulgar Krallığı kurdu. Samoil 1014 yılında Bizanslılara yenilmiştir. Bizans İmparatoru II. Basileios bu savaş sonrasında 15000 esir Bulgar askerinin gözlerini oyarak Samoil’ e gönderdi. Samoil bu olaydan iki gün geçtikten sonra üzüntüsünden ölmüştür. 1018’ den 1185’ e kadar eski Bulgaristan toprakları Bizans hakimiyeti altına girmiştir.125 Bizansın Bulgaristan üzerindeki egemenliği 1186 yılına değin sürmüştür. Bizans bu dönemde biraz zayıflamıştır. Bulgarları başına geçen Asen ve Peter kardeşler bu zayıflıktan yararlanarak bir ayaklanma başlatmışlardır. Bu ayaklanma ilk önce başarısız olmasına rağmen daha sonra sonuç verdi. Bulgarlar 1186’ da tekrar bağımsızlıklarını kazandılar. Preslav’ ı ele geçirerek Bizansı barış yapmaya zorladılar. Bu dönemde haçlı seferi sonucunda bir Latin İmparatorluğu kuruldu. Bu imparatorluk Bulgarlara savaş açtı. Ancak Bizans savaşta Edirne’ de büyük bir bozguna uğradı (1205). Bu savaşta Bizans İmparatoru da esir düştü. Asen’ in ikinci kardeşi Kaloyan krallığın sınırlarını güneyde Filibe, Makedonya’ nın büyük bir kısmı, batıda Niş ve Sofya’ yı da içine alacak şekilde genişletti. Kaloyan tacını Papadan alması sayesinde İkinci Bulgar Krallığının Avrupalı devletlerce tanınmasını sağlamıştır.126 İkinci Bulgar Devletinin en parlak dönemi II. İvan Asen’ in hükümdarlığı zamanıdır. Bu dönemde başarılı birkaç sefer sonrasında Arnavutluk, Epir, Makedonya ve Trakya egemenlik altına alınmıştır. Bulgarlar Balkanların en güçlü devleti oldukları sırada Moğol istilasına uğramıştır (1241). Moğol istilası sonrasında Bulgaristan çökmeye başlamıştır. Asenlerin son temsilcilerinin hükümdarlığı 1280 yılında son buldu. Bundan sonra gelen hükümdarlar merkezi yönetim kurmakta başarılı olamadılar.127 125 Oğuzhan Kösebey, Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Bulgar-Türk İlişkileri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi,İstanbul, 2000, s. 6. 126 Meydan Larousse, s. 631. 127 Kösebey, s. 7. 28 Çar Mihail Şişman’ ın 28 Temmuz 1330’ da Sırp Kralına yenilmesi sonucunda Bulgaristan’ ın Makedonya’ daki eyaletleri Sırp egemenliğine girmiştir. Mihail Şişman’ dan sonra 1331 yılında yerine İvan Alaksandr geçti. İvan Aleksandr bir bütün halindeki Bulgaristan’ ın son kralıdır. Ölümü hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bu tarihin 1353 ile 1371 arasında olduğu tahmin edilmektedir. En kuvveti rivayet Aleksandr’ ın 1365 yılında öldüğüdür.128 B. Bulgaristan’ da Osmanlı Yönetiminin Kurulması Bizans İmparatorluğu topraklarını Bulgar ve Sırp saldırılarına karşı koruyamıyordu. Bu nedenle Orhan Bey ( 1325- 1359) zamanında Osmanlı Devleti ile bir yardım anlaşması imzalandı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Balkan Yarımadasında Bizans İmparatorluğunu 6000 askerle korudu ( 1346). Bizans İmparatoru Kantakuzenos, bu yakınlaşma neticesinde kızı Teodora’ yı Orhan Gazi’ ye eş olarak vermiştir.129 Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi, Balkan Yarımadasına Bizans İmparatorluğuna yardım etmek için geçmiştir. Sonra bu bölgede yerleşmek için fetihlerini hızlandırmıştır. 1354 yılında Gelibolu’ yu ele geçirerek Bolayır ve Tekirdağ’ a kadar Marmara Denizi’ nin kuzey kıyılarını ele geçirmiştir. Osmanlı Devletinin bu yayılmacı hareketleri karşısında Bizans İmparatoru Kuntakuzenos endişeye düşmüştür. Bunun üzerine daha yakın zamanda yardımına başvurduğu damadı Orhan Bey aleyhinde faaliyet göstermeleri için Bulgar ve Sırplara başvurmuştur. Fakat istediği yardımı almamıştır. Bu durumda Kuntakuzenos zor durumda kalmıştır. Bu arada rakibi İmparator Yuannis arasında tahtı ele geçirme konusunda rekabet kızışmıştır. Bu mücadelede Osmanlı Devleti ve Cenevizliler Kuntakuzenosu, Bulgarlar, Sırplar ve Venedikliler Yuannis’ i desteklemişlerdir.130 Kuntakuzenos Osmanlı Devleti’ nin de desteğiyle rakibi imparatorluğun asıl sahibi Yuannis’ i Bozcaada’ya sürmüştür. Böylece otoritesini güçlendirmiştir (1353). Yine bu tarihte Osmanlı Devleti Bizans’ a yardımları karşılığında Çimpe Kalesine 128 a.g.e. s. 7. Osman Nuri Peremeci, Tuna Boyu Tarihi, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1942, s. 113. 130 İsmail Hakkı, Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. I, s. 137. 129 29 yerleşmiştir.131 Bu tarih Osmanlının ilk defa Rumeli’ ye yerleştiği tarih olarak kabul edilir. Sürgüne gönderilen Yuannis 1354 yılında Venediklilerin yardımıyla geri gelerek tahtı ele geçirmiştir. Kuntakuzenos manastıra çekilerek rahip olmuştur.132 Orhan Gazi Osmanlı Devleti’ nin Rumeli’ ye yerleşme girişimleri sırasında yaşlanmıştır. Bu nedenle askeri harekatların yönetimini büyük oğlu Süleyman’ a bırakmıştır. Süleyman Paşa Gelibolu, Bolayır, Malkara, Tekirdağ, Çorlu bölgelerini fethederek, buralara Türk iskanını kesin kılmak için Balıkesir ( Karesi) bölgesinden buralara Türk aşiretlerini yerleştirmiştir. Bizans İmparatoru Türklerin Rumeli’ ye yerleşmesinden rahatsız olmuştur. Ancak bunu engelleyecek gücü olmadığından bu duruma razı olmuştur.133 Osmanlı Devleti’ nin Rumeli’ deki fetih hareketleri, Anadolu’ dan gelen Türklerin Bulgaristan’ a yerleşme faaliyetlerine yoğunluk kazandırmıştır. Bulgaristan’ ın Osmanlı hakimiyetine girmesi Murat Hüdavendigar ( 1360-1389) zamanında başlamış ve Yıldırım Bayezit (1389-1402) zamanında tamamlanmıştır. Osmanlı Devleti Bulgaristan’ da diğer fethettiği yerlerde olduğu gibi yeni bir devlet düzeni getirmiştir. Osmanlı Devleti burada yepyeni bir iskan politikası izlemiştir. Bulgaristan’ da köy ve kasabalarını terk eden yerli halk yerine Anadolu’ dan Türkler yerleştirilmiştir. Böylece Balkanlara gelen ilk Hun Türklerinin yerine torunları Osmanlı Türkleri gelmiştir.134 Osmanlı Türkleri Balkanlara iki şekilde yerleşmiştir. İlkinde Balkanlarda yeni fethedilen yerlere Anadolu’ daki yakın yörelerden devlet eliyle yerleştirme olmuştur. İkincisinde fetihlere gönüllü olarak katılanlara ganimet elde etmek için katılanlardan bir kısmı alınan kalelere muhafız olarak diğerleri de istedikleri yerlere yerleştirilmişlerdir. Bunların yanında göçmenlerin bir bakıma öncüsü sayılabilecek Türklük şuuruyla hareket eden kolonizatör Türk dervişleri Balkanların Türkleşmesinde ve iskanında önemli rol oynamıştır.135 131 Münir M., Aktepe, “ Osmanlıların Rumeli’de İlk Fethettikleri Çimpe Kalesi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, C. I, Sayı: 2, İstanbul, 1950, s. 224. 132 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 18. 133 a.g.e., s. 18. 134 a.g.e. s. 19. 135 Ömer Lütfi Barkan, “ Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İstanbul Üniversitesi İkitisat Fakültesi Mecmuası, C. 13, İstanbul, 1953, s. 298. 30 Orhan Gazinin ölümünden sonra tahta çıkan Sultan I. Murat zamanında fetihler artarak devam etmiştir.. Bu dönemde önce Lala Şahin Paşa Edirne’ ye ordu komutanı olarak gönderilmiştir. Edirne fethedilirken, Bulgar ve Rumları kuzeyden müdahalesini engellemek için önce Kırklareli bölgesi zaptedilmiş, Sazlıdere bölgesinde Rum ve Bulgarlar bozguna uğratılmıştır. Bütün bu hazırlıklar neticesinde Edirne kuşatılmış ve şehir 1363 yılında direnişi bırakarak teslim olmak zorunda kalmıştır. Edirne’ nin fethinden sonra Lala Şahin Paşa Filibe şehrini almıştır. Osmanlı’ nın Balkanlar’ daki mühim komutanı Evrenos Bey de Gümülcine topraklarını fethetmiştir. Filibe’ nin Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmesi, Bulgaristan’ ın Sırplarla yakınlaşmasına sebebiyet vermiştir. Bizans İmparatoru Yuannis ise I. Murat’ a yakınlaşmayı çıkarlarına uygun bulmuş ve onunla anlaşma yaparak Osmanlı Devleti’ nin Balkanlarda ele geçirdiği toprakların Osmanlıda kalmasını kabul etmiştir. Sırp ve Bulgarlar I. Murat’ ın Balkanlardan Anadolu’ ya geçişini fırsat bilerek Edirne’ yi geri almak için ortaklaşa plan yapmışlardır.136 Papa V. Urban’ ın teşkili ile Macarlar, Bulgarlar, Sırplar, Eflaklılar ve Bosnalılar Osmanlı Devleti aleyhine aralarında anlaşmışlar ve Macar kralı Layoş komutasında müttefik bir ordu oluşturmuşlardır. Layoş komutasındaki bu ordu 1364 yılında Edirne’ yi geri almak için Osmanlı Devleti’ ne karşı harekete geçmiştir. Osmanlı Devleti’ nin komutanı olan Hacı İlbey Sırpsındığı mevkiinde bir gece baskınıyla bu orduyu bozguna uğratmıştır. Bu savaşın adı 1364 Sırpsındığı Savaşıdır. Bu başarıyla Osmanlı devleti' nin Balkanlar’ da ilerlemesi kolaylaşmıştır. 1367 yılında Bulgaristan’ ın Kızılağaç, Yanbolu, Aydas, Korinabat, Süzebolu gibi şehirleri Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmiştir. Osmanlı Devleti’ nin Rumeli topraklarına yerleşme sürecinde Bulgaristan’ ın başında Çar Aleksandr İvan Asen bulunuyordu. Edirne ve Filibe’ nin fethi Bizans İmparatorluğu kadar Bulgarları da endişelendirmiştir. Bunun üzerine harekete geçen Bulgar Çarı Asen, Kırklareli, Midye, Pınarhisar ve Vize şehirlerini yaptığı seferlerle geri almıştır. Ancak Çarın 1365 yılında vefatı, Osmanlı Devletine karşı başarısının kısa süreli olmasına sebebiyet vermiştir.137 136 137 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 21. a.g.e. s. 22. 31 Osmanlı Devleti Çar Asen’ in ölümünü fırsat bilerek Bulgaristan’ a yönelik faaliyetlerini daha kolay sürdürmüştür. Asen’ in ölümü sonrasında Bulgaristan Devleti, küçük oğlu Şişman, Eflak prensesinden olan oğlu İvan Stratişmir, Dabrotiç ve Sırp hanedanından prens Konstantin arasında paylaşılmıştır. Şişman Şuşmanus (1371-1393) en büyük payı almış ve devlet merkezini ele geçirmiştir. Bulgaristan’ ı paylaşan kardeşler Osmanlı Devleti’ ne karşı bir mukavemet cephesi kuramamışlardır. Paylaşım neticesinde hanedanın beşiği sayılan Vidin şehrini ele geçiren İvan Stratişmir, durumdan memnun olmayıp kardeşi Şişman aleyhine destek arayışına girmiştir. İvan Stratişmir Eflak Prensi Vladislov ile Bosna kralı Tvartko’ nun yardımıyla kardeşi Şişman’ ın elinden Sofya’ yı alabilmiştir. Ancak bu sırada Balkanlarda gözü olan Katolik Macar kralı Layoş İvan Stratişmir’ in elindeki Vidin şehrini ele geçirmiş (1365), halkı Katolik olmaya zorlamış, 200 000 Bulgarı zorla Ortodoksluktan çıkarıp Katolik yapmıştır. Batı Bulgarları Katolik zulmüne tahammül edememişler ve 1369 yılında Kral Şişman ile Eflak prensine yardım çağrısında bulunmuşlardır. Kral Şişman Vidin şehrine gelerek Macarları Vidin’ den çıkarmış ve Katolik rahipleri katlettirmiştir. Ancak bir yıl geçtikten sonra Macar kralı Layoş Vidin’ i tekrar ele geçirerek intikamını almıştır. Vidin şehri haçlı seferleri için stratejik konumundan dolayı Macar kralı için önemli olmuştur. Vidin şehri Eflak prensi Vladislav’ ın yardımıyla İvan Stratişmir’ e verilmesine rağmen Stratişmir Macar hakimiyetini daha uygun bulmuştur.138 Sırp kralı Vukaşin 1371’ de Bulgar kralı Şişman ile birleşerek Balkanlar’ da Osmanlı Devleti için bir tehdit haline gelmiştir. I. Murat bu tehlikeyi fark etmiştir. Ve 1371’ de Çimen Savaşında Bulgar ve Sırplara karşı başarı elde etmiştir. Eflak prensi Layko, kral Şişman idaresindeki Bulgar topraklarına göz dikmiş ve 1373’ te Niğbolu’ yu ele geçirmiştir. Kral Şişman güneyden de Osmanlılar tarafından sıkıştırılınca varlığını korumak için Osmanlı Devleti’ nin himayesini ve asker vermeyi kabul etmiştir. Kral Şişman Osmanlılarla daha da yakınlaşmak için kız kardeşi Mara’ yı I. Murat’ a eş olarak vermiş ve akrabalık kurmak istemiştir. Bununla birlikte Kral Şişman Osmanlıların Avrupa’ da ilerlemesini engellemek için Avrupalı Devletler ve Bizanslılarla işbirliğine girmiştir. Sultan I. Murat kral Şişman’ ın bu gizli niyetini fark ederek öncelikle Bulgarları saf dışı bırakmak için Veziriazam 138 a.g.e. s. 22. 32 Çandarlızade Ali Paşa’ yı 30.000 kişilik bir güçle 1388’ de Bulgaristan üzerine göndermiştir. Bu sefer sonucunda Osmanlılar Pravadi, Silistre, Rusçuk şehirleri ile Şumnu ve civarı kaleleri ve Niğbolu çevresindeki yerleri ele geçirmiştir. Niğbolu’ ya sığınan ve kayıtsız şartsız teslim olan kral Şişman’ a Tırnova bölgesinin yönetimi görevi verilmiştir.139 Osmanlı’ nın sınırı Tuna’ ya kadar dayanmıştır. Osmanlılar Balkanlar’ daki egemenliğini artırmak için faaliyetlerine devam etmişler 15 Haziran 1389’ da Sırp kralı Lazarla Birinci Kosova Savaşını yaparak kesin bir zafer kazanmıştır. I. Murat bu savaş sonrasında savaş alanında şehit düşmüş yerine Yıldırım Bayezıt geçmiştir.140 Yıldırım Bayezıt, I. Kosova Savaşında ölen Sırbistan kralı Lazar’ ın oğlu Stefan Lazareviç ve annesi Militza ile dostça münasebet kurmayı siyasetine uygun görmüştür. Bunun için onlarla anlaşma imzalamış ve Lazareviç’ in kızkardeşi Despina’ yı da eş almak suretiyle akrabalık tesis etmiştir. Bu akrabalık neticesinde Lazareviç Yıldırım Bayezıtın saltanatı süresince Osmanlı Devletine sadık kalmıştır. 1396’ daki Niğbolu ve 1402 Ankara Savaşında Sırp askerleri Osmanlı safında yer almışlardır.141 Bu sırada Macaristan Balkanlara göz dikmiştir. Ve Bulgaristan’ ın hamiliğini üstlenmiştir. Bulgaristanla Macristan’ ın ittifak yapma ihtimali ortaya çıkmıştır. Bu ihtimal üzerine Yıldırım Bayezıt Bulgaristan’ da kesin sonuç almak istemiştir. Yıldırım Bayezit büyük oğlu Süleyman Çelebi komutasındaki Osmanlı ordusunu Bulgaristan’ a sevk etmiştir. O tarihte Osmanlı ordusu Bulgaristan’ ın asıl başkenti Tırnova' yı kuşatmıştır. Bulgar direnişi üç ay sürmüştür. Nihayet 17 Temmuz 1393’ te şehir ele geçirilmiştir. Bulgaristan’ ın Osmanlı Devleti’ ne katılması sırasında bazı Bulgar aileleri Anadolu’ ya göç ettirilmiştir.142 Osmanlı Devleti’ nin saldırısı karşısında Doğu Bulgaristan kralı Şişman ve oğlu Aleksandr Niğbolu’ ya sığınmıştır. Fakat Osmanlı askerlerince yakalanarak tutsak edilmişlerdir. Kral Şişman’ ın oğlu Alexandr Müslüman olmuştur. Ve Yıldırım Bayezıt tarafından Samsun Sancak beyliğine atanmıştır. Stratişmir ise Osmanlı Devletine tabi kalmak kaydıyla Vidin 139 a.g.e. s. 22. a.g.e. s. 23. 141 Uzunçarşılı, s. 201. 142 Barkan, s. 338. 140 33 şehrinin yönetimini üstlenmiştir. Stratişmir 1396 Niğbolu savaşından önce Osmanlılar aleyhine haçlılar tarafına geçmiştir.143 Osmanlıların Arnavutluk ve Makedonya’ da avantaj elde etmesi ve Bulgaristan’ ı zaptetmesi başta Macaristan olmak üzere Avrupalı Devletleri endişelendirmiştir. Macaristan Balkanlarda yayılma emelleri taşımaktadır. Avrupalı Devletler bunun üzerine Osmanlı aleyhine haçlı seferleri planlamışlardır. Bütün bunların yanında Yıldırım Bayezıt' ın İstanbul’ u kuşatarak Bizansı tehdit etmesi Batı Hristiyanlığını harekete geçirmiştir. 100.000 kişilik bir haçlı ordusu teşkil edilmiştir. Bu ordunun içinde Fransız, İngiliz, Alman, Sırp, Çek, Macar güçleri Rodos Şövalyeleri ve Macaristan’ a kaçmış Bulgar boylarının da bulunduğu Eflak kuvvetleri de bulunmaktadır. Haçlı ordusu 1396’ da Tuna kıyısındaki Türk üssü Niğbolu önüne kadar gelmiştir. Bu sırada Yıldırım Bayezıt İstanbul’ u kuşatmıştır. Bu olay üzerine Yıldırım 60.000 kişilik bir kuvvetle Niğnolu’ yu savunan Doğan Beye yardım etmek üzere Niğbolu önlerine gelmiştir. 25 Eylül 1396’ da kesin bir zafer kazanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti Balkanlardaki hakimiyetini güçlendirmiştir. Yıldırım bu zaferden sonra Anadolu’ da Türk birliğini sağlamak için tekrar Anadolu’ ya dönmüştür.144 28 Temmuz 1402’ de Osmanlı Devleti Timur Devletine karşı yenilmiştir. Bu yenilgi sonrasında Osmanlı 11 yıllık fetret devrine girmiştir (1402-1413). Bu dönemde Osmanlının Balkanlardaki gücü zayıflamasına rağmen Bulgarlar Osmanlı Devleti’ nden ayrılma girişiminde bulunmamışlardır. Bunun sebebi Osmanlının idaresindeki tüm topluluklara ayrım gözetmeksizin hoşgörülü davranmasıdır.145 C. Trakya’ nın Osmanlı Devleti İçin Önemi Osmanlı Türklerinin Rumeliye geçişlerinde yüksek Türk kültürünün, adaletinin devlet teşkilatının, üstünlüğün ve esasen Türklerde varolan "Cihan hakimiyeti mefküresinin" rolü büyüktür. Bundan önce Türklerin Orta Doğudan Avrupa’ ya yönelik harekatlarında esas zemini teşkil eden yer Anadolu idi. Malazgirtle başlayan güçlü Türk fütuhatı ve akabinde akın akın gelen Oğuz boyları çok kısa zamanda Anadolu’nun Türkleşmesine sebep olmuştur. Anadolu’ nun 143 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 23. a.g.e. s. 24. 145 A., Lamartine, Türkiye Tarihi, c. II, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, s. 233. 144 34 Türkleşmesi dünya tarihinin en mühim hadiselerinden birini teşkil etmiştir.146 Bu Türkleşmeden diğer önemli husus da İslamiyet’ in yerli ahali arasında yayılmasıdır.147 Osmanlı Türkiyesi döneminde ise Selçuklulardan miras alınan manevi kuvvetler sayesinde; milliyet, İslamiyet ve insanlık duygularını tam bir ahenkle terkip edilmiş,Türk kültürü İslam cihadı ile birleştirilmiştir. Böylece "Osmanlı cihan hakimiyeti linin yükseltmiştir. kudreti, onu, cihanşumul bir imparatorluk derecesine 148 Rumeli' deki Osmanlı Türk harekatı basit bir toprak kazanmaktan veya komutanların fatihlik arzularını tatmin gayesini gütmüyordu. Türk insanı kendisine ikinci bir vatan olarak seçtiği Anadolu’ nun bütünleyicisi durumundaki Rumeli topraklarına yine "vatanlaştırma" arzularıyla geçmiştir.149 Askerin bu toprakları elde etmesinde aslında pek çok amil bu1unmaktadır. Bunlardan biri olan mevcut tekfurların, hristiyan idarecilerinin kötü yönetimleridir ki; bu toprakların fethedilmesinde ve daha sonra vatanlaştırılmasında önemli rolü olmuştur. Bunların yanında bu yörelere gelen Müslüman Türklerin hoşgörülü, adil ve üstün meziyetli tavırları, yaşayışları da etkili olmuştur.150 Rumeli' deki yer1eşmenin, İslamlaşmanın ilk temelini Sarı Saltuk’ un müritleri ile Rumeli' ye gelmesi ve Dobruca' da İslamiyeti yayması hadisesi teşkil eder. Buna İbn-i Batuta şahit olmuş, Evliya Çelebi ve diğer Osmanlı eserlerinde de konu yer almıştır.151 Bilahare Moğollara mağlup olan neticede Bizansa koçan II. Keykavus ve taifesi de Rumeli' ye sürgün edilmiştir. Bu kafileler de bu mıntıkaların İslamlaştırılmasında önemli rol oynamıştır.152 Bu suretle daha ilk günden itibaren yeni fethedilen yerlerin işlenmesi, harap memleketlerin şenlendirilmesi önemli ölçüde muhacire ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Ayrıca yabancı memleketlerden bir istinatgahın temininin, büyük yolların, vadilerin 146 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi Tarihi, İstanbul, 1969, C. 2, s. 162. Tuncer, s. 10. 148 a.g.e. s. 10. 149 a.g.e. s. 11. 150 a.g.e. s. 11. 151 Turan, s. 192. 152 Tuncer, s. 11. 147 35 Türk unsuru ile iskanı meselesi hayatı bir ehemmiyet arz etmekteydi.153 Bu arada Anadolu’ da sıkışmış olan aşiretlerin doğudan gelen yeni kafilelerle otlak sıkıntıları, geçim şartları zorlaşmıştı. Bu fetihler döneminde bu şekilde rahatsız olan kalabalık Türk aşiretlerin büyük bir kısmı kendi arzularıyla Rumeli’ ye geçmek istemişlerdir. Bunlarla birlikte devletin sıkı teşkilatına kendini uyduramayan, isyan ve bozgunculuk emareleri gösteren göçebeler de birçok zaruretlerin tazyiki altında bulunan devlet tarafından bir vesile ile ve cezaen fethedilen boş topraklar üzerine yerleşmeye mecbur edilmiştir.154 Rumeli’ nin fütuhatında incelendiğinde şu görülür ki; önce arazinin fethi ve İslam ahalisinin iskanı meselesi göz önüne alınmıştır. Esasen bir taraftan Suriye ve Mısır, diğer taraftan Rusya arasındaki büyük ticaret ve muhaceret yolları üzerinde daha evvel teşekkül eden bütün Türk devletlerinin rolü de "emme basma bir tulumba" gibi Orta Asya insan kaynaklarından kabararak taşan, bir müddet İran yaylalarında toplanan kitlelerin daha batıdaki topraklara yerleştirilmesiydi.155 Süleyman Paşa ve arkadaşlarının Rumeli’ ye geçtiklerinden itibaren Anadolu’ dan muhacir getirilmesi lüzumu ile başlayan iskanlar neticesinde pek çok önemli kavşak, vadi Türk-İs1am ahalisi ile donatılmıştır. Böylece Paşa Livasında, Çirmen Livasında, Vize, Hayrabolu, Edirne, Kırkkilise, Karasu, Selanik taraflarına binlerce yörük yerleştirilmiştir.156 D. Osmanlı Yönetimi Altında Bulgaristan Bulgaristan'ın Osmanlılar tarafından fethedilmesinin ardından bir takım karışıklıklara rağmen uzun süre fazla bir başkaldırı eylemi görülmemiştir. Bunda Osmanlının onlara inanç özgürlüğü vermesi ve halkın yerel yönetime yönelik olan taleplerinin göz önünde bulundurması etkilidir. Hemen belirtmek gerekir ki Osmanlının hakimiyetini devam ettirmek için hoşgörülü davranmak zorunda olduğuna dair görüşler de bulunmaktadır.157 1396 ile 1878 yılları arasında yaklaşık 500 yıl süren Osmanlı hakimiyeti 153 a.g.e., s. 11. Ömer Lütfü Barkan, Osmanlı İmparatorluğunda İskan ve Kolonizasyon Metodları, İstanbul, 1949-50, s. 60. 155 Tuncer, s. 12. 156 Barkan, s. 61. 157 Kösebey, s. 9. 154 36 sırasında Bulgaristan'da büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Osmanlı kuvvetlerinin Balkan yarımadasına geçmelerinin, arkasından Anadolu' da yaşamakta olan büyük halk kitleleri Balkanlara ve Rumeli' ye dolayısıyla da Bulgaristan'a geçtiler. Yeni köyler ve kasabalar kurdular. İstanbul fethedilip başkent yapılınca imparatorluk, Marmara'nın iki yakasında simetrik olarak büyüdü. Doğuda Anadolu'nun birliği sağlandı ve batıda Rumeli devlete güçlü bir şekilde bağlandı. Asya'da Anadolu, Avrupa'da Rumeli, ortada ise başkent İstanbul. Osmanlı İmparatorluğu işte bu denge üzerine oturmuştu. Bu jeopolitik denge, demografik denge ile de perçinlendi. Bugünkü Türkiye topraklarının yanı sıra, Tuna nehrinin güneyindeki Rumeli toprakları da yoğun biçimde Türkleştirildi.158 Bulgaristan, doğrudan Osmanlı yönetimi altına alınarak Rumeli Eyaletinin önemli bir bölümü olarak yer almıştı. Klasik dönemde Bulgaristan' ı Sofya, Silistire, Vidin, Köstendil, Vize ve Çirmen sancaklarına ayrılmış olarak görmekteyiz. 17 . yüzyıldan itibaren ise çeşitli idari bölümlere bölünmüştür.159 1864 yılında meydana getirilen il kanunu ilk kez Bulgaristan'da uygulanmıştır. Oluşturulan Tuna ili sınırlarına ise; Rusçuk, Varna, Vidin, Tolci ve Tımova girmekteydi. Bulgaristan İmparatorluk merkezinin yanındaydı ve Avrupa'ya karşı yapılan seferlerin ana yolu üzerinde bulunmaktaydı. Bu sebeple de Osmanlılar zamanında gelişti, yeni şehirler kuruldu ve eski şehirler daha da büyüdü. Bulgaristan 17. yüzyılın sonlarına kadar hiç düşman istilasına uğramadı. Aynı zamanda Bulgaristan yeniçeri ocağı için devşirme oğlanı toplanan bölgelerden biri olmuştu. Ayrıca başka eski Bulgar askeri gruplarından bir bölümü I. Murat zamanında seferlerde ordunun ve ileri gelen devlet adamlarının atlarına bakmak, ve çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere ve voynuk adıyla Osmanlı askeri kadroları içine alındı.160 Burada voynuklar ve voynuk kelimesi üzerinde kısaca durmak istiyorum. Voynuk Slavea bir kelime olup asker anlamına gelmektedir. Zira voynuklarda ilk devirlerde askeri hizmet görmüşlerdi. Voynuklar başlangıçta Osmanlı ordusunun savaşçı sınıfı arasında bulunmuş hatta akıncılar ile birlikte akına gitmişler, casusluk 158 N. Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1986, s. 47. Mahir Aydın, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1996, s. 14-15. 160 Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Bulgar Türk İlişkileri, Cem Yayınevi, İstanbul, 1984, s. 51-52. 159 37 yapmak, derbent ve sınır kalelerini beklemek gibi bir çok önem arz eden görevlerde bulunmuşlardı. Daha sonraları ise geri hizmete alınmış olmalarına rağmen yaptıkları hizmetler önemli olmuştur. Voynuklar gördükleri hizmetler karşılığında hemen hemen bütün vergilerden muaf tutulmuşlar ve diğer bazı maddi avantajlardan yararlanmışlardır.161 Bulgarlar genellikle Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında reaya denilen vergiye bağlı çiftçi sınıfı halinde kalmışlardı. Onların Müslüman halktan fazla olarak ödemek zorunda oldukları cizye idi.162 Dini açıdan Osmanlı hoşgörüsü yanı sıra, Rumeli'de Bogomilizmin yaygın şekilde bulunması da Hıristiyanlar arasında İslam dininin kabulünü ve bölgede yayılmasını kolaylaştırmıştır. Esasen Bulgar kilisesi de, bu sıralarda Ortodoks birliğinin dışında kalmış milli bir din hüviyetinde idi. Bizans'tan ve Rum Ortodoks kilisesinden de her zaman için bir korku duymuş ve mümkün olduğunca bu ikisinden uzakta kalmaya özen göstermişti. Bu iki kilisenin sempatisinden uzakta kalan Bulgarlar için tek sığınma yeri Osmanlı hakimiyeti olmuştu . Ama Osmanlı hükümeti, Ortodoks Hıristiyan halkın dini lideri olarak İstanbul'da bulunan Fener Rum Patrikhanesini tanıdığı için, Bulgar kilisesi de 1394 yılında lağvolunarak buraya bağlanmıştı. Bu Osmanlı merkezi yönetim anlayışının sonucu olan bir durumdu. Ancak Patrikhane ilk zamanlardan itibaren dini yetkilerini Bulgarları istismar etmek ve onları Rumlaştırmak amacıyla kullanmaya başlamıştı. Bütün Bulgarca dini kitaplar, ibadet ve ayinler Rumcaya çevrildi ve hatta 1767 yılında bağımsız Bulgar kilisesinin son kalıntısı olan Oharida Başpiskoposluğu da Patrikhane tarafından lağvolundu.163 E. Bulgarların Milli Bilincini Kazanmaları, İsyanlar ve Bağımsızlık Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlarda ilk ayaklanma ile 1403 yılında karşılaşmıştır. Osmanlının içinde bulunduğu durum ve taht kavgalarından yararlanarak Bulgarlar ortak bir ayaklanmaya gidecek şekilde örgütlenmişlerdi. Fakat bu ayaklanma bastırılmıştı. 1443 ve 1444 teki Haçlı Seferleri esnasında Bulgar topraklarından geçerken büyük sevgi gösterileri ile karşılaşmışlardı. 1444 yılında tüm kuzey Bulgaristan kurtuluşunu bekler durumda idi. Ancak Haçlı ordusu 161 Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarlar ve Voynuklar, TTK, Ankara, 1989, s. 17,96. 162 Tuğlacı, s. 53. 163 M. Hüdai Şentürk, Osmanlı Devletinde Bulgar Meselesi, TTK,Ankara,1992, s. 14-19. 38 beklentileri yerine getiremeyince Bulgarların bu hayalleri boşa çıkmış oldu.164 1595 yılına gelindiğinde Bulgarların ilk büyük isyan hareketi görülmeye başlandı. Doğu Bulgaristan'da Tuna' ya yakın bölgelerde yaşayan halk Transilvanya ve Eflak voyvodalarının tahrikleriyle silahlanıp düşmanla birleşti. Ayaklanmanın merkezi Tırnova idi. Sinan Paşa bu isyanı bastırmıştır.165 Osmanlı ordularının 1683 deki başarısız II. Viyana kuşatmasının ardından Osmanlının Balkanlardaki gücü zayıflamış bu da Balkanlarda anarşinin yayılmasına neden olmuştu. Bu yapı içinde irili ufaklı isyanlar eksik olmamaya başlamıştı. 18. yüzyılın sonlarına doğru da Osmanlı yönetimine meydan okuyan asker kaçakları, haydut ve Kırcalıların baskıları da mevcut durumu daha güçleştirdi. Hatta 1794 yılında Vidin' de Pazvandoğlu Osman adlı bir feodal bey kendi bağımsızlığını ilan etmekten geri kalmamıştı.166 Bazı çeteleri saymazsak Bulgarlar genel olarak Osmanlı hakimiyeti altında milli bağımsızlığa dayanan isyan hareketlerine 17. ve 18. yüzyıllarda girişmemişlerdir. 19. yüzyılın ortalarına doğru ise çete hareketleri başta Rusya olmak üzere bazı devletlerin teşviki ile de milliyetçi komitelerle işbirliğine gitmeye başlamışlardır. Esasen 18. yüzyılın sonlarına doğru dünya, Bulgar adı ile tanınan bir milletin varlığından habersiz bir haldeydi. Bulgar adını hatırlayan pek kalmamıştı. Ayrıca bu devirde milli duyguları ve istiklal ruhunu canlandıracak bir teşkilatları yada kadroları yoktu. Zaten bunların oluşabilmesi için öncelikle Rum Helenizm'inin aşılması gerekmekteydi. Şöyle ki Yunan klasiklerinin okutulmuş olduğu Rum okullarında öğrenim gören Bulgarlar, Bulgar olmaktan utanmaya ve kimliklerini gizlemeye başlamışlardır. Rumların ağır manevi baskıları altında benliklerini kaybetmeye başlamış olan Bulgarların yeniden kendilerine gelmelerini sağlayan kişi Otests Paisiy adındaki bir Bulgar keşişi olmuştur. Bulgarların içine düştükleri bu olumsuz durum Paisiy' i etkilemiştir. Zaten kendi gibi diğer Bulgar keşişleri de manastırdaki diğer Bulgar olmayan keşişler tarafından Bulgar olmaları dolayısıyla alaya alınmakta ve aşağılanmaktaydılar. Bu durumu hazmedemeyen Paisiy milletinin geçmişine yönelik yoğun araştırmalara girişmiştir. Bu araştırmaları sırasında gittiği Karlofça' da Rus misyonerlerden yeni fikirler de almıştı. Bu incelemeleri sonucunda 164 O. Suat Özçelebi, Bulgaristan’ da Türk Azınlığı Açısından Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1991, s. 33. 165 Tuğlacı, s. 53-54. 166 Ana Britannica, C. 7, Ana Yayıncılık, 1994, s. 13. 39 Slav-Bulgar Halkının, Çarlarının ve Azizlerinin Tarihi adlı bir kitap yazdı. Kitabın önemli olan kısmı sunuş bölümüdür.167 Gerçekten çok çarpıcı ifadelere ter verilmiş olan sunuştaki ki bir bölümü özellikle Bulgarları nasıl etkilemiş olabileceğini göstermek maksadıyla aynen sunmak istiyorum. "Bulgar, kendi soyunu ve dilini öğren. Vatanını sev. Milletinin geçmişlerini öğrenmeye çalış. Bir zamanlar senin de çarların, patriklerin ve azizlerin vardı. Diğer milletler kendi tarihlerini biliyor ve öğreniyorlar. Onlar kendi tarihlerini, pek sevdikleri kendi ana dilleri ile yazıp okuyorlar. Yunanlılar, Sırplar bizi hakir görüp bizimle eğleniyorlar; bizi hükümdarsız, patriksiz, azizsiz, tarihsiz sayıyorlar. İşte ben bunun için tarih yazmaya uğraştım. Ta ki hiçbir Bulgar, bizim milletimizin de şanlı, hatta hepsinden daha şanlı geçmişi olduğunu öğrensin. Bizim hükümdarlarımız, vaktiyle Bizans hükümdarlarından vergi almışlar; bizim patriklerimiz ise başka milletlere yazı ve kitap vermişler. Ben öyle şaşkın Bulgarlar tanırım ki, kendi soylarını bilmezler ve tanımazlar. Ancak Rumca okuyup yazarlar ve kendilerine Bulgar denmesinden utanırlar. Acaba niçin? Ey akılsız, sana Bulgar denmesinden niçin utanıyorsun? Niçin Bulgar gibi düşünüp Bulgar gibi yaşamıyorsun? Diyorsun ki: Rumlar daha okumuş, daha nazik; Bulgarlar ise kaba ve cahil, güzel sözler söyleyemiyorlar. Bunun için Rum olmak daha iyi. Bil ki, RumIardan daha nazik, daha malumatlı milletler de vardır. Rumlar milliyetlerini dillerini bırakıyorlar mı? Allah,fakirleri, mazlum çobanları, sabancı Bulgarları daha çok sever. İşte ben, böyle Bulgarlığı, Bulgar dilini hakir gören, yabancı dillere, yabancı adetlere meyleden Bulgarları gördüm de bu kitabı yazdım ve herkesi bu kitabı okıımaya, Bulgar milletinin mazisini öğrenmeye davet ediyorum ,,168 Bu belgeyi biraz yorumlarsak Yunanlıların, Sırpların ve Rumların Bulgarları aşağıladığını ve küçük gördüğünü söyleyebiliriz bu da bize Bulgar milliyetçiliğinin ilk hareketlerinin neden Osmanlılara değil de Rumlara karşı olduğunu anlamamızı sağlar. Paisiy' in bu çalışması çok etkili olmuş ve Bulgarlarda müthiş bir uyanış meydana getirmiştir. Burada değinmemiz gereken önemli bir isimde Paisiy' in halefi olan Kazanlı Sofroniy' dir. Sofroniy de Bulgaristan'ın kurtulması için çaba harcamış ve bu doğrultuda Rusya'dan yardım almıştır hatta Sofroniy daha ileri giderek 1811 167 168 Şentürk, s. 44-53. a.g.e. s. 53-54. 40 yılında Osmanlıdan kurtulmak için Rus Çarına başvurmuştur. Daha sonra ortaya çıkan belgelerde de ortaya çıktığı gibi kendisi Bükreş'te Rum parasıyla yaşamış, Rus hariciye memurları ve genelkurmay yetkilileri ile sıkı münasebetlere girmiştir. Daha bir çok isim Rusya' dan yardım almış ve Panslavizm fikrinden etkilenmiştir. Daha sonra Osmanlıya karşı oluşan Bulgar hareketlerinin arkasında Rusya ve Panslavizm olmuştur. Çar Petro zamanında ideoloji haline getirilen Panslavizm' in en büyük hedefi Osmanlı üzerinde yoğunlaşmıştır. Özellikle 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı, Panslavizm' in ilk gelişme yıllarına rastlamaktadır.169 1828/1829 Osmanlı - Rus savaşında Ruslar, Bulgaristan' a girdiklerinde çok şaşırmışlardı. Zira burada kendileri ile aynı mezhepten olan ve yakın bir dili konuşan Bulgarlar ile karşılaşmışlardı. Rus Çarı, Maraşel Graf Vitkenstein imzası ile Bulgarlara seslenen bir ilan dağıtmıştı. Bu ilan Bulgar halkına Rus askerlerinden korkmamaları, onlar ile dostluk kurmaları, güvenle davranmaları, Rus askerlerinin yiyecek ihtiyaçlarını karşılama konusunda kendilerine yardım etmeleri ve sakin olmaları istenmekteydi. Bu savaş sonrasında Georgi Mamarçev adlı Bulgar bir ayaklanma girişiminde bulunmuştu. Ancak Bulgarlar için vakit henüz erken idi ve bu ayaklanma, General Dibiç kumandasındaki Ruslar tarafından bastırılmıştı. Çünkü Bulgarlar yolun başında idi. Milli bilinci kazanmak için zamana ihtiyaçları bulunmaktaydı. Bu sebeple 1835 yılında Mamarçev' in Tırnova' da giriştiği diğer bir ayaklanma, Bulgar vilayetlerinde yaşayan Hıristiyan ileri gelenleri tarafından ihbar edilmiş ve bu sebeple de başarısızlığa uğramıştı.170 Osmanlı devletini meşgul eden diğer bir isyan 1841 yılında merkez olarak Niş' de başlayan ardından çok kısa bir zaman içerisinde çok geniş bir alana yayılan Niş isyanıdır. İsyanın görünen sebebi ekonomik ağırlıklıdır. Kendilerinden alınan verginin haksız olduğu iddialarını taşıyan Bulgarlardan bir kısmı yapılan tahriklere kapılarak hükümete karşı ayaklanmışlardır. Sayıları başlangıçta az olan isyancıların sayıları kısa bir zaman içerisinde çoğalarak diğer köy ve kasabalara yayılmıştır.171 Milyo başkanlığında toplanan ve sayıları yaklaşık olarak 1500 olan köylülere Şehirköyü ve Leskofça köylüleri de katılmıştır. Daha sonra olaylar Vidin'e kadar 169 a.g.e. s. 44-76. Aydın, s. 37. 171 Şentürk, s. 108. 170 41 yayılmış ve asiler Kotine boğazını tutarak İstanbul'a giden yolu kesmeye muvaffak olmuşlardır. Bununla da kalmayıp ulaştıkları yerlerdeki Müslüman ahaliyi ve Türkleri de katletmişlerdir.172 Olaylar iyice yayılınca yanında 50 kadar adamı bulunan Sabri Paşa, çevre il ve ilçelerden yardım talebinde bulunmuş ancak yeterli bir cevap alamamıştı. Bunun üzerine Sabri Paşa kendi bir takım çözüm arayışlarına girişmek zorunda kaldı. Zira isyan hareketi iyice korku verir bir durum almaya başlamıştı. Sabri Paşa bu duruma en uygun çıkar yolu olarak halk arasından gönüllü askerler toplama yolunu benimsemişti. Ancak halk arasından toplanacak bu gönüllü birliklerin bir yağmacılık hareketine de girişmelerinden korkuyordu. Bu sebeple yerel halktan çoğunlukla da Arnavutlardan oluşan birliğin başından bir yağmacılık hareketine girişilmemesi hususunda söz almıştı. Sabri Paşa bu kuvveti kullanarak isyanı bastırmayı başarmıştı. Ancak oluşturulan birliğin askerleri sözlerinde durmayarak yağma hareketlerine giriştiler, bu da olayları içinden çıkılmayacak hale soktu.173 Çok kısa bir süre içerisinde bastırılmış olan isyan yeniden alevlenerek Niş için eskisinden de daha tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Durumun önemini kavramakta gecikmeyen yönetim, meseleyi incelemek ve düzeni yeniden sağlamak amacıyla Edirne Valisi Yakup Paşayı yeteri miktarda asker ile birlikte Niş'e göndermiştir. Ardından olayların bastırılmasında ihmalleri görülen Niş Valisi Sabri Paşa görevden alınmış ve diğer suçlular da yargılanmak üzere İstanbul'a sevk edilmiştir. Böylece isyan sona erdirilmiş ve sükunet sağlanmıştır. Daha sonra yapılan araştırmalar neticesinde de isyanın aslında vergi meselesi ile ilgili olmaktan çok, Sırbistan'ın kışkırtma ve tahrikleri sonucu ortaya çıktığı anlaşılmıştır.174 1849 yılının Nisan ayında, Vidin' e bağlı Boyniça kasabasının Bulgar halkı, devlet görevlileri ve o bölgede yaşamakta olan Türk halkından şikayetçi olduklarını bildirerek yeni bir ayaklanma hareketi başlatmışlardı. Bu olayın duyulmasının ardından bazı köylüler de bu isyan hareketine katılmışlardı. Bu olayın vuku bulmasını takiben Vidin' de defterdarlık görevinde bulunan İbrahim Efendi, asileri ikna etmek amacıyla olay bölgesine gitti. Ancak girişimleri neticesinde bir sonuç 172 Aydın, s. 38. Kösebeyoğlu, s. 15-16. 174 Şentürk, s. 16. 173 42 alamayınca Mirliva Ali Paşa bir miktar asker ile beraber asilerin üzerine gönderildi. Askerlerin geldiğinin duyulması üzerine köylülerin bir bölümü bu ayaklanamadan vazgeçtiler, diğer bölümü ise Sırbistan'a kaçtı ancak Sırbistan'ın asileri geri iade edeceğini açıklaması üzerine köylerine geri dönmek zorunda kaldılar.175 Bu olayın ardından bir sene sonra 13 Mayıs 1850 tarihinde Vidin isyanı daha önce gerçekleşen isyanlardan daha geniş çapta ve şiddetli olarak yeniden patlak verdi. Ayaklanan asiler önce devlet görevlilerini, ardından da ayırt etmeksizin önlerine gelen Müslüman halkı katletmeye başladılar. Önemli geçit ve mevkileri ellerine geçirerek bölgenin diğer bölgelerle olan irtibatlarını kestiler. Ardından her türlü yöntemi kullanarak henüz ayaklanmamış olan köylüleri de ayaklanmaya zorladılar böylece sayılan iyice arttı ve 10 bini geçmeye başladı. Olaylara zamanında müdahale etmek amacıyla bölgede başıbozuk denilen gönüllü kuvvetler kuruldu. Bu kuvvetlerin sayısı 400 - 500 kişiye ulaşınca isyancılara karşı harekete geçildi ve isyancılar sayılarının çok olmasına rağmen perişan olup dağıldılar ve Vidin Kalesi kurtarıldı.176 Vidin isyanından sonra asiler yine boş durmamışlardır. Rusya ve Sırbistan'ın yardım, teşvik ve tahrikleri ile isyan hazırlık ve faaliyetlerini ara vermeden sürdürmüşlerdir. Rusya kendi yönetimi altında bulunan insanlar zor hayat şartları altında yaşarken, Osmanlı yönetimini eleştirerek Ortodoksların haklarını koruduğunu ileri sürüyordu. Hasta adamın mirasını paylaşmak fikrinde olan Rusya'nın İngiltere'ye yaptığı teklif kabul görmeyince tek başına harekete geçti ancak Kırım Savaşında yenilince saldırgan siyasetine bir süre ara vermek zorunda kaldı. Askeri yönden eli bağlanan Rusya politik yöne ağırlık vererek Panslavizm politikası yönelmiştir. Hatta denilebilir ki bu politika 1859 yılından sonra Rusya'nın özellikle Osmanlı yönetimine karşı izlediği değişmez politika haline gelmiştir.177 Kırım savaşından sonra Bulgarların büyük bir çoğunluğunun isteği; bağımsızlık için sistematik ve milli mücadeleyi kapsayan savaşı kendi inançları çerçevesinde organize etmek ve sürdürmekti. Bunu ilk kavrayan kişi ise Georgi Stoikov Rakovski olmuştur. Rakovski geniş Bulgar halk yığınları üzerinde ulusal 175 Aydın, s. 42-43. Şentürk, s. 109. 177 Aydın, s. 52-53. 176 43 devrim mücadelesi kavramını oluşturmuş ve ilk kez olmak üzere ulusal devrim ruhunu yükselterek ulusal devrimin programını hazırlamıştır. Ayrıca kendisi bağımsızlık mücadelesini yönetecek ilk örgütsel birimleri kuran kişidir. Burada belirmek gerekir ki; Rakovski kitlesel devrim savaşının gerekli olduğuna Kırım savaşı sonrasında karar vermiştir.178 Yoğun propaganda faaliyetleri ve Rus kışkırtmaları sonuçlarını vermiş ve Osmanlıya karşı Bulgar isyanları şiddetini arttırarak yoğunlaşmıştır. İlk başta bazı isyanlar hemen haber alınarak bastırılabilirken sonraki aşamalarda bu isyanların sonuçları çok kanlı olmuştur. Panslavizm hareketleri Bulgar milli bilincinin oluşmasına yol açmakla beraber Bulgarların Slav birliğine sıcak bakıp bakmadıkları sorusuna farklı cevaplarda alınabilmektedir. Zira Balkanlar üzerine çalışan tarihçiler 19. yüzyılda Rusya'nın teşvik ettiği Slav birliği hareketi Bulgaristan' da kabul görmemiştir.179 Buradan Bulgarlar milli bilinçlerini kazanma aşamasında Ruslardan da büyük destek almışlar ve yararlanmışlardır. Buna karşılık Bulgarlar Slav birliğinden uzak durmayı tercih etmişlerdir.180 Rusya'nın bu tutumu sürerken bu tarihlerde Osmanlı yönetimi de boş durmayarak Fransız departman sistemi örnek alınarak hazırlanan Vilayet sistemi uygulaması ilan edilerek 13 Ekim 1864 yılında yürürlüğe koyuldu. Böyle bir değişiklikten beklenen amaç, vilayet yönetiminde merkezi otoritenin almış olduğu yükü hafifletmek ve halkın katılımının artmasını sağlamaktı. Bu konuda Niş vilayeti, Mithat Paşa' nın başarılı yönetiminden dolayı pilot bölge olarak seçildi.181 Sonuç olarak ilk önce diğer illere örnek olmak üzere Silistire, Vidin ve Niş eyaletleri birleştirilip merkezi Rusçuk olan Tuna vilayeti oluşturuldu ve bu vilayet 3 sancağa, 45 kazaya ve 17 nahiyeye ayrılmıştı.182 Demokrasi tarihimizde çok önemli bir yer teşkil eden bu meşhur nizamname uyarınca vilayetlerde valilerin, sancaklarda mutasarrıf1arın ve kazalarda da kaymakamların gözetiminde birer idare meclisi bulunacak ve bu meclislerin yerel 178 Tuğlacı, s. 63. Hasan Ünal, 1908-1909 Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, Mart 1997, s. 54. 179 180 Kösebey, s. 18. Aydın, s. 62-63. 182 Şentürk, s. 169. 181 44 hükümet erkanından oluşan doğal üyelerinden maada bütün Müslüman ve Gayri Müslim üyeleri kanunun tayin ettiği usule göre 2 yılda bir seçilecektir.183 Mithat Paşa 1864 ile 1868 yıllan arasında Tuna Valiliği görevini yürütmüştü. Bu süre içerisinde halkın ekonomik refah düzeyi yükselmiş, asayiş ve güvenlik sağlanmış, komitaların faaliyetleri kısıtlanmış ve güvenlik sağlanmıştır. Ancak bu olumlu gelişmeler Panslavistlerin işine gelmemişti.184 Rus Büyükelçisi olarak İstanbul'da bulunan ünlü Panslavist Nikolay Pavloviç İgnatief bir yandan Osmanlı yönetimini Mithat Paşa aleyhine kışkırtmaya çalışıyor, diğer yandan da Romanya'da üstlenen komitecilerin Tuna nehrini geçerek isyan çıkarmalarına çalışıyordu. Nitekim çok geçmeden 1867 yılının Mayıs ayında Bulgar halkını ayaklandırmak amacıyla bir teşebbüs görülmüş ise de Mithat paşa gerekli tedbirleri zamanında alarak olayı büyümeden bastırmıştır. Ruslar ve Sırplar bu gibi faaliyetlerde yetinmeyip Mithat Paşaya karşı çeşitli suikastlar düzenlemiş ancak bu teşebbüslerde sonuç getirmemiştir. 1868 yılında Mithat Paşanın tayininin çıkmasını fırsat bilen Slav çeteleri Bulgaristan'da yeni bir isyan çıkarmışlar ancak Mithat Paşa geçici olarak geri dönerek bu isyanı da bastırmıştır.185 Bulgarların bağımsızlık yönündeki faaliyetlerini geliştirmek ve gerçek anlamda bağımsızlığa kavuşmaları için bu fikre uygun olarak bağımsız bir kiliseye de ihtiyaçları bulunmaktaydı. Yıllarca Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin baskısı altında ezilen Bulgarlar, bu baskıdan kurtulmak ve kendi bağımsız kiliselerini kurmak amacı ile çeşitli faaliyetler içine girmişler ancak başarılı olamamışlardı.186 Tanzimat Fermanı Osmanlı halkının haklar yönünden eşit olduğunu bildirmekteydi. Bu durum Bulgarların ayrı bir kilise kurmak için hükümete başvurmalarına zemin hazırlamıştı. Bulgarların bu istekleri Tanzimat Fermanı hükümlerine uygun idi ancak mevzuata aykırı bulunuyordu. Zira İstanbul 'un fethinden beri kilise inşaatı yasaklanmıştı ve hükümet bu durumu göz önünde bulundurarak Bulgarların bir kilise değil ancak bir papaz hane kurmalarına izin vermişti. Bu izni alınca Bogordi adlı Bulgar aydını evini bağışlayarak kilisenin kurulmasında ön saflarda yer alan kişilerden biri oldu ve böylece de 9 Ekim 1849 183 Danişmend, C. 4, s. 226. Aydın, s. 63. 185 Şentürk, s. 180-181. 186 Kösebey, s. 19. 184 45 yılında İstanbul'da bağımsız Bulgar kilisesi ve Bulgar Eksarhanesinin çekirdeği kurularak bağımsızlık hareketi değer kazanmıştı. Hükümet papaz hane kurulmasına ve burada kendi dillerinde ayin ve tören yapılmasına izin vermişse de Bulgar milletine sınırsız bir mezhep serbestisi verildiği takdirde ruhani liderlerinin Bulgar milletinin her konuda mercileri konumuna gelebileceğinden endişe etmeye başlamıştı. Zira ruhani liderler Bulgarların milliyetçilik düşüncelerini bir isyana kadar vardırabilirlerdi. Ancak mesele böyle sürüp gittikçe de çeşitli ihtilaflara yol açabilir ve Rusya'nın elinde bir tahrik unsuru olarak kalabilirdi.187 İşte bu sebeplerden dolayı hükümet Bulgar unsuruna milli bir hususiyet vermemek amacıyla onaylamadığı kilise istiklalini vermeye mecbur kaldı. 11 Mart 1870 yılında Bulgar kilisesini İstanbul Rum kilisesinden ayıran ferman verildi. Böylece de Bulgar kilisesi bağımsızlığını kazandı ve Eksarhlık resmen kabul edildi. Bulgaristan Kilisesinin Rum Ortodoks Kilisesinden ayrılması Ruslar' ın da işine gelmekteydi zira kendileri de bu kilise üyeleri kanalıyla Balkanlarda yoğun bir propaganda faaliyetine girişebilme olanağına kavuşmuşlardı.188 Yeni Eksarh idaresindeki kiliseye ruhani daire olarak hemen bütün Bulgaristan ile Makedonya ' nın bir kısmı tahsis edilmişti. Ancak Eksarhlık namzedinin hükümetçe kabulü ve Bulgar Sinodu tarafından onaylanması üzerine de Rum Patriği tarafından da dinen onaylanması gerekmekteydi ve bunun yanı sıra dualarda da Patriğin adını anmak mecburi idi. Ancak bu sonuç sanılanın aksine Rus siyasetinin bir başarısı değildi. Çünkü Rus Çarlığının üzerinde durduğu Slav birliği çabaları kadar önem arz eden Ortodoks birliği bu suretle biraz zedelenmişti.189 Bulgarların Osmanlı idaresine karşı giriştikleri en son ayaklanma 2 Mayıs 1876 yılında gerçekleşmiştir. Bu ayaklanmanın diğerlerinden ayrılan en önemli özelliği ardında çok yönlü bir Panslavist desteğin olmasıdır. Aslında Panslavistler sadece Bulgaristan'da değil bütün Balkanlarda genel bir ayaklanma çıkarmak istiyorlardı. İsyanın tarihi ilk başta 24 Nisan 1876 olarak belirlendi ancak hazırlıklar yetiştirilemediği için ayaklanma tarihi 12 Mayısa ertelenmişti. Gelişen olaylar üzerine ayaklanma belirlenen tarihten 10 gün önce yani 2 Mayıs 1876 da Edirne Vilayetinin 187 Şentürk, s. 220. Toktamış Ateş, Siyasal Tarih, Der Yayınları, İstanbul, 1997, s. 390. 189 Danişmend, s. 232. 188 46 Filibe sancağına bağlı Tatarpazarcığı kazasının Avratalan köyünde başladı.190 Bu isyan girişimi Osmanlı yönetimi tarafından şiddetle bastırılabilmişti. Girişilen harekat sırasına 4 000 den fazla asi öldürülmüştü. Bunun üzerine Ruslar Osmanlı kuvvetlerinin 15 000 den fazla Bulgarı öldürdükleri ve köyleri yakıp yıktıkları şeklinde bir propaganda faaliyetine başladı. Rusya ' nın bu girişimleri sonuç verdi ve Avrupa kamuoyu Osmanlı aleyhine döndü.191 Gelişmeler üzerine 1876 da İstanbul'da Kasımpaşa'da bulunan Bahariye Bakanlığının toplantı salonunda bir konferans toplandı. Konferansta yapılan müzakereler sonunda Osmanlı devletinin bağımsızlığını zedeleyebilecek bir takım görüşler ön plana çıktı. Bulgaristan'da iki bağımsız bölge kurulmasını da içeren bu teklifler Osmanlı devleti tarafından resmen reddedildi ve yapılmakta olan görüşmelerin faydasızlığı anlaşıldı. Ancak buna rağmen ümitler tamamen kesilmedi ve belki bir çözüm yolu bulunur ümidi ile Londra'da siyasi görüşmelere devam edildi. Bu görüşmelere sonucunda İstanbul Konferansında alınan kararları epeyce değiştiren ikinci bir anlaşma hazırlandı ise de bu da Ethem Paşa zamanında oluşturulan genel mecliste görüşülerek reddedildi.192 Bu gelişmeler sonunda Avrupa devletlerinin de desteğini arkasına alan Rusya Osmanlı devletine karşı savaş başlattı.193 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı Kafkaslar ve Tuna olmak üzere 2 cephede sürmüş ve Osmanlının ağır yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Bu yenilginin ardından 3 Mart 1878 tarihinde iki devlet arasında şartları çok ağır ve uygulanamayacak olan Ayastefanos Barış Anlaşması imzalanmıştır.194 Bu anlaşma ile Büyük Bulgaristan kuruluyordu. Sınırları, kuzeyde, Sırbistan'dan başlayıp, Tuna nehrini izleyerek Karadeniz'e, güneyde ise Ohri gölünden Ege denizindeki Kavala limanı da dahil olmak üzere Edirne' nin kuzeyinden yine Karadeniz'e uzanıyordu. Bulgaristan ise halkın seçtiği bir prens tarafından yönetilecekti ve seçilen bu prens diğer devletler tarafından da kabul edilip Osmanlı tarafından onaylanacaktı. Ayrıca bu prenslik yeni 190 Aydın, s. 80-93. Tuğlacı, s. 86. 192 Mehmed Arif Bey, 93 Moskof Harbi ve Başımıza Gelenler, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1973, s. 2229. 193 Kösebey, s. 21. 194 Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e, İmge Yayınevi, Ankara, 1997, s. 229. 191 47 yönetim oluşuncaya kadar, bir Rus komiseri tarafından idare edilecekti.195 Kurulacak olan Büyük Bulgaristan'ın sınırları Ege denizine kadar uzandığından, İstanbul ile Trakya arasındaki bağ koparılmış oluyor ve böylece de Türkleri Avrupa ve Trakya'nın tamamından söküp atmanın da yolu açılmış oluyordu. Bununla beraber Büyük Bulgaristan'ın adalar denizine inmesi demek, aslında Rusya'nın Akdeniz'e inmesi demekti. Böylece Rusya bir yandan Ege ve Adriyatik denizleri üzerinden Türk Boğazlarını, Basra yolu ile de Hindistan ve Hint Okyanusu'nu tehdit eder bir duruma geldi.196 Durum böyle olunca İngiltere' sömürgeleri ve sömürge yolu açısından bir endişeye kapılmıştır. Ayrıca diğer Balkan devletlerinin Rusya sayesinde genişleyip istiklallerine kavuşmaları da bütün Balkanları Rusya'nın nüfuzuna sokan bir durumdur. Bu da içerisinde büyükçe bir Slav nüfusu barındıran ve gözünü Bosna Hersek' e dikmiş olan Avusturya ' yı rahatsız etmiştir. İşte bu sebepler ile Londra ve Viyana hükümetlerinin teşebbüsleri ile ve Alman hükümetinin daveti ile de Berlin'de bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır.197 Bu kongreye geçmeden önce bu gelişmeye neden olan olaylardan biri olan genel yapıya kısaca değinmek gerekmektedir. Avusturya 1815 den beri yaptığı tüm uğraşlara rağmen batısında Almanya ve güneyinde de İtalya'nın birer devlet olarak ortaya çıkmalarına mani olamamıştı. Böylece Avusturya diplomasisinin batı ve güneyde yapacağı pek bir şey kalmamıştı. Bu sebeple de yönünü doğuya çevirmişti. Balkanlarda genişlemeye karar veren Avusturya'nın bu amaca yönelik hedefi doğuda Selanik ve Eğe denizi, güneyde ise Adriyatik Denizi olmuştur. Ancak Rusya da Osmanlıları Balkanlardan atarak oraya yerleşmek ve Panslavizm politikasını gerçekleştirmek istiyordu. Böylece kuzey-güney ekseninde hareket eden Rusya ile doğu - batı yönünde hareket eden Avusturya bir çıkar çatışması içine girmişlerdi. Son olarak da 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonrasında imzalanan Ayastefanos anlaşması bu çıkar çatışmasını iyice kızıştırmıştı. Böylece 1872 Eylülünde Bismark' ın çabalarıyla oluşturulan Birinci İmparator Ligi başarısızlığa 195 Aydın, s. 125-126. Necati Ulunay Ucuzsatar, “Türkiye Üçlü Kıskaçta”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Nisan 1994, sayı:2, s. 15. 197 Danişmend, s. 313-314. 196 48 uğramış oluyordu.198 Berlin anlaşmasına geri dönecek olursak; Berlin'de toplanan kongrede İngiltere, Avusturya, İtalya ve Fransa Ayastefanos Anlaşmasına karşı tutum sergilerken Bismark, Fransa'ya karşı Rusya'yı yanına almak istemiş ve Rusya karşıtı bir tutum sergilemekten kaçınmıştır. Bismark bir Alman Şansölyesi olarak görev yaptığı sürece Avrupa güçler dengesi çerçevesinde geliştirdiği barış ve ittifak politikalarıyla ülkesini güvenli bir konumda tutmak istemiştir. Bu şartlar altına toplanan kongre sonrasında 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Anlaşması imzalanmıştır.199 Berlin Anlaşması ile Bulgaristan Prensliği'nin sınırları daraltılmıştır. Ayastefanos Anlaşması ile belirlenmiş olan Bulgaristan toprakları Moesia ve Sofya bölgesini içine alan bağımsız bir prenslik ve Güney Bulgaristan'ı içine alan, Osmanlı sınırları içinde Doğu Rumeli olarak adlandırılan idari bir özerkliğe sahip bir eyalet olmak üzere iki parçaya bölünmüştür. Makedonya ise Osmanlıya geri verilmiştir. Böylece de Bulgaristan'ın Ege Denizi ile olan bağlantısı kesilmiştir.200 Berlin anlaşması ile Doğu Rumeli'nin Büyük Bulgaristan'dan ayrılması hem Bulgarların hem de Rusların pek hoşuna gitmemişti. Aslında Rusya, Doğu Rumeli'nin Bulgarlardan alınarak Osmanlı İmparatorluğu'na verilmesine istemeyerek razı olmuştu. Çünkü Rusya bu sebep ile stratejik değeri çok fazla olan Balkan geçitlerini Osmanlı İmparatorluğunun kontrolüne terk etmiş oluyordu. Tabi Rusya, Bulgar halkı ve yöneticileri Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a ilhakı konusunda teşvik çalışmalarını sürdürüyordu.201 Rusya'nın bu tip faaliyetleri her yerde sürüyordu. 1870'li yıllarda İstanbul'da Galatasaray Lisesi ve Robert Kolej' de okuyan bir grup Bulgar genci ile yakından ilgilenen Rus Sefareti yaptığı ikram, iltifat ve sohbetler ile bu gençleri kendine bağlamıştır. Rus sefareti tarafından Türk düşmanlığı ile doldurulan gençlere bu konuda her türlü telkin de yapılmaktaydı. Bu gençlerden biri olan Savof ileri ki 198 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1994, C. 1, s. 21-24. 199 İbrahim S. Canbolat, Değişen Dünya ve Alman Dış Politikası, Ezgi Kitapevi Yayınları, Bursa, 1995, s. 28. 200 Tuğlacı, s. 96. 201 Süleyman Kocabaş, Balkanlarda Panislamizm, Vatan Yayınları, Kayseri, 1989, s. 145. 49 yıllarda Bulgar ordularına kumandan olacak ve Balkan savaşında Türklere karşı Bulgar ordularının komutanlığını yapacaktır. Yine Galatasaray Lisesi'nden mezun gençlerden biri olan Jean Mihailof (Stoyan Mihailovski) ve Konstantin Veliçkof, Bulgar Devleti'nin kurulmasında önemli görevler üstlenmişler ve yeni kurulacak olan devletin temellerine Türk düşmanlığının tohumlarını ekmişlerdir. Hatta Mihailof ve Veliçkof'un Türk düşmanlığını işleyen eserleri ve şiirleri günümüzde dahi okunmaya devam etmektedir.202 Prens Alexandr Battenberg ülkeyi başlangıçta Rusya'ya dayanarak yönetmeye çalıştı ancak Avusturya, İngiltere ve Osmanlı hükümeti prensliğin Rusya'nın emri altında bulundurulmasına tepki gösterdiler. Bundan sonra da Rus Çarı ile Prensin arası açıldı. Daha sonra feshedilen anayasanın yeniden yürürlüğe girmesinin ardından Prens hükümeti seçim sonuçlarına göre Karavelov'a verdi.203 18 Eylülü'nde komitecilerin hükümet darbesi gerçekleştirmelerinin hemen öncesinde Doğu Rumeli Eyaleti de bir Avrupa Komisyon denetiminde muhtar bir prensliğe dönüşüyordu. Berlin Anlaşması'nın 18. maddesi uyarınca bir araya gelen Avrupa Komisyonu, 1878 yılının 14 Eylülünde Filibe şehrinde çalışmalarına başladı. 24 Eylül 1879 yılına kadar süren çalışmaları neticesinde Doğu Rumeli Vilayeti'nin anayasası düzenlendi. Kurulacak olan bu prenslik bir milli muhafız örgütüne sahip oluyor ve başına da Hıristiyan bir vali geçiyordu. Bu vali büyük devletlerin onayı alınarak Sultan tarafından atanacaktı. Bu göreve ilk olarak Rüstem Paşa tayin edilmesine rağmen bu tayinden vazgeçilerek bu göreve Aleko Bogordi getirildi. 27 mayıs 1879 da göreve başlayan Aleko Paşa 5 yıl süre ile bu görevi yürüttü. Görev süresinin bitmesinin ardından ikinci defa bu göreve gelmeye çalışmış olsa da bunda başarılı olamadı. Aleko Paşanın ardından bu göreve Gavril Krısteviç getirildi ve o da bu görevini vilayetin prensliğe katıldığı tarihe kadar yürüttü.204 Bulgaristan ve Doğu Rumeli'nin kurulmasının ardından prenslikte durum iyiye doğru gitmemiş ve siyasi partiler birbirleriyle mücadele içerisine girmişlerdi. Prens Alexandr meclisi 1879 yılının 6 Aralığında dağıtmış ve yeni seçilmiş olan 202 Refik Korkud, Komünist Bulgaristan’ ın Dosyası, Türkiye Fikir Ajansı, Ankara, 1986, s. 21. Tuğlacı, s. 96. 204 Aydın, s. 56. 203 50 meclis de, kendisine diktatörlük yetkileri vermişti. Buna rağmen Bulgaristan'da işler yoluna girmemiş ve Prens ile onu himaye edip koruyan Rusya'nın arası açılmaya başlamıştı. Bulgaristan'da yaşanan bu olumsuzluklara rağmen Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı özerk bir il olarak kurulmuş olan Doğu Rumeli'nin durumu iyiydi. Ancak burada yaşamakta olan Bulgarlar prenslik ile birleşmek için büyük çaba sarf etmekteydiler. Bu çabalar sonucunda Ağustos ayında Değirmendere'de toplanan gizli bir kongre ile Eylül ayında bir ayaklanma çıkarmayı planlayan Bulgarlar, Varna'da ikamet eden Prens Alexandr bunun yapılmaması uyarısında bulunmasına rağmen 1885 yılının 18 Eylülünde Filibe'de kansız bir isyan gerçekleştirdiler.205 İsyanda Gavril Paşa tutuklanarak İstanbul'a gönderildi ve Stranski başkanlığında kurulan geçici hükümet Bulgaristan Prensi Alexandr'ı Rumeli Valiliğine getirdi. Prens Alexandr, Rusya'nın tüm muhalefetine rağmen milli partisinin baskısı altında görevi kabul etti ve Filibe şehrine giderek çifte Bulgaristan Prensi unvanını aldı.206 Olayların bu şekilde gelişmiş olması Avrupa devletlerini de şaşırtmıştı. ilk önce meydana gelen olayların arkasında Rusya'nın olduğu düşünüldü ancak bu olaylar Rusya'nın da hoşuna gitmemişti. Rusya olaylar ile bir ilişkisinin olmadığını kanıtlamak için Bulgaristan'da bulunan tüm subaylarını geri çekti ve Prens Alexandr'ın Rus ordusunda aldığı tüm rütbeleri geri aldı. Avrupalı devletler de Bulgaristan'ın bu hareketini uygun bulmadıklarını bildirdiler ancak bu bildiriden öteye gidemedi.207 Osmanlı İmparatorluğunda ise Osman Paşanın müdahale fikri Sultan II. Abdülhamid tarafından kabul görmeyince sadrazam istifa etti. Yeni gelen sadrazam ise Prens Alexandr' ı Şarki Rumeli Eyaleti'nin valisi olarak tanıdı. Bu ise Osmanlı eyaletinin Bulgaristan Prensliği ile birleşmesi demek oluyordu. Daha soma 15 Haziran 1887'de Ferdinand Von Coburgu-Kohary Bulgar Prensi seçildi. Ferdinand' ın Bulgaristan'ın başına geçmesi Bulgaristan için bir dönüm noktası olmuştur. Daha Prens olduğu ilk günden beri Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan ederek kendisi de Çar 205 Coşkun Üçok, Siyasal Tarih, Ajans Türk, Ankara, 1961, s. 261-263. Tuğlacı, s. 96-97. 207 Üçok, s. 261-263. 206 51 unvanı almayı kafasına koymuştu. Ferdinand' ın ikinci emeli de Makedonya' yı Bulgaristan' a katmak ve bu suretle Ayastefanos Bulgaristan'ını tekrar canlandırmak idi. Ferdinand' ın Bulgar Prensi olmasıyla beraber Bulgaristan'ın Makedonya'daki faaliyetlerinin artması paralellik arz eder.208 Bulgarların Makedonya üzerideki iddiaları tarihe ve geleneklerine dayanmaktaydı. II. Abdülhamit' e göre Makedonya sorununda asıl suçlu olanlar Bulgarları ve Makedonya olaylarının planlanıp yönetildiği merkez üssü Sofya idi. Bulgarların bölgedeki kötü yönetime karşı takındıkları tavır propaganda içindi. Bu Avrupa devletlerinin dikkatini çekmeye yönelik planlı bir davranıştır ve bu yönde de başarılı olmaktadırlar.209 1890'dan itibaren ilk Makedonya komitesini Bulgarlar kurarlar. Bulgarlar ayrıca bu bölgede yaşayan Hıristiyan unsurlar üzerinde hakimiyet kurmak amacıyla da diğer Hıristiyanlara karşı da çete hareketlerine girişmeyi ihmal etmemişlerdir.210 Bulgaristan Makedonya'yı izlemeye başladığında diğer Balkan devletleri bu politikayı sınırlama arayışlarına girişmişlerdi. Osmanlı yönetiminin ise belirgin bir Balkan politikası tam anlamıyla yoktu. Osmanlı Hükümeti ve yöneticilerinin genel tutumu bölgedeki diğer güçlerin faaliyetlerine karşı alınmış savunma önlemlerinden ibaretti. Oysa ki Makedonya Osmanlı İmparatorluğu için kaybedilmemesi gereken bir bölge konumundaydı. Aslında Osmanlı İmparatorluğunun bu tutumunun temelinde yatan düşünce, Balkan devletleri arasındaki farklılıklardan ve büyük güçlerin status quo yanlısı davranışlarından faydalanmak idi. Ancak 1878 yılında Bulgar Sorunu olarak ortaya çıkan Makedonya bunalımı 1903 yılında meydana gelen büyük ayaklanma ve Avrupa'nın da işin içine karışması ile bir Makedonya sorunu halini almıştır. Makedonya sorunu farklı unsurların bölgede izlediği yayılmacı politikalar sebebiyle hızla tırmanışa geçerek, içinden çıkılamaz girift bir sorun halini almıştı. 1908 yılında meydana gelen gelişmelere paralel olarak Makedonya sorunu Balkan devletlerini ortaklaşa çözmeye çalıştıkları bir Balkan problemi olmuştur. Prens Ferdinand’ a göre bütün sorunun temelinde Osmanlı 208 Tuğlacı, s. 98. Hüseyin Savaş, Türk Siyasal Tarihinde Makedonya Sorunu, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Bursa, Kasım 1992, C. XII, sayı:1, s. 190-193. 210 Nevzat Köseoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyetleri Üzerine Düşünceler, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s. 603. 209 52 yönetimi vardı ve Bulgarların Makedonya'da istedikleri en azından otonomiydi. Fakat Prens Ferdinand' ın ilk amacı komşu ve Avrupa devletleri ile ilişkilerini düzeltmekti.211 Bu çerçevede Avusturya ile olan ilişkilerini de ilerleten Bulgaristan yaptığı görüşmelerin ardından Avusturya’ nın Bosna Hersek' i işgal etmesine karşılık, Bulgaristan'ın bağımsızlığının tanınması desteğini elde etmeyi başardı. Bu şekilde Avusturya'nın da desteğinin alan Bulgarlar, 1908 yılının 6 Ekim günün bağımsızlığını ilan etti.212 Osmanlı açısından bu krizin Bulgaristan kısmı, Avusturya - Macaristan kısmından çok daha önemli idi. Çünkü iki ülke arasındaki ilişkiler Eylül 1908 ortalarından itibaren Osmanlı Hükümetinin İstanbul'daki Bulgar temsilcisi Geshov' u padişahın yabancı diplomatlar onuruna verilen yemeğe davet etmemesi ile ilişkiler hızla gerginleşmiş ve Bulgar bağımsızlığından önceki günlerde Sofya Hükümetinin topyekün bir savaş hazırlığı yapmakta olduğu haberleri üzerine gerginlik en üst düzeye ulaşmıştır.213 Çar Ferdinand' dan sonra Bulgaristan'ın en zengin adamlarından olan Geshov, 1908'de II. Meşrutiyetin ilanından sonra Bulgaristan'ın İstanbul Büyükelçisi olmuştu. Padişahın verdiği yemeğe davet edilmediğini bahane edip İstanbul'u terk etmiş ve iki ülke arasındaki ilişkilerin kesilmesine neden olmuştur. Zaten sefirliğe tayin edilme sebebi de bu idi.214 Bu durumda Osmanlı Hükümetinin iki seçeneği mevcuttu: Ya duruma göre derhal Bulgaristan'a askeri bir karşılık vermek ya da diplomasi yolu ile yaşanan krize çözüm bulmak.215 Hükümet içinde bulunduğu olumsuz şartlarda Bulgaristan'ın bağımsızlık kararına verilecek cevabı ve Avrupa devletlerinin Bulgaristan'ın bu kararına verecekleri cevabı beklemeye başlar. Bu doğrultuda büyük devletlerin tavırları 211 A. Gül Tokay,Makedonya Sorununa Tarihsel Bir Bakış Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, s. 26- 27. 212 213 214 215 Ahmet Halaçoğlu, Rumeli’ den Türk Göçleri, TTK, Ankara, 1994, s. 11. Kösebey, s. 30 Refik Korkud, Komünist Bulgaristan’ ın Dosyası, Türkiye Fikir Ajansı, Ankara, 1986, s. 10. Kösebey, s. 31. 53 Osmanlı lehine görülmekte hata ve hatta bu devletler Bulgaristan'ı barışı bozucu tavırlardan kaçınmaları konusunda uyarırlar. Bundan da cesaret alan Osmanlı hükümeti Bulgaristan'a bağımsızlık konusunda olumsuz yanıt verir.216 Osmanlı devletinin bu bağımsızlığı tanımamasının ardından Bulgaristan Fransa'nın aracılığına başvurdu. Fransa ve İngiltere'nin iknaları ile 1908 yılı sonlarına doğru Osmanlı Devleti Bulgaristan ile bağımsızlık karşılığı alacağı tazminatı görüşmeye başladı. Osmanlı Devletinin Bulgaristan'dan çok ağır tazminat istemesi üzerine ilişkiler gerildi.217 1909'da varılan anlaşmaya göre Osmanlı İmparatorluğu Bulgaristan'dan 100 milyon Mark tazminat alacaktı. Ancak Osmanlı Hükümeti Rus Büyükelçisinden Bulgaristan'ın bu borcunu Rusya'ya hala ödenmemiş bulunan 1877- 1878 Osmanlı Rus savaşının tazminat borcuna karşılık olarak sayılacağını öğrendi. 19 Nisan 1909' da iki anlaşma imzaladılar. Böylece Berlin Anlaşmasından beri fiili olarak bağımsızlığını sağlamış bulunan Bulgaristan, imzalanan anlaşma ile hukuki bağımsızlığını da elde etmiş bulunuyordu.218 Avusturya'nın Bosna'yı ilhak etmesinin ardından Balkan Devletlerinin arasında varolan Makedonya sorunu aralarında bir ittifak oluşmasını engellemiş olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu olumsuz durumdan yararlanan Balkan Devletleri aralarında anlaşma yoluna gittiler. Bulgaristan ve Sırbistan arasında yapılan ilk anlaşmanın ardından Bulgarlar ile Yunanlılar arasında bir anlaşma yapıldı. Karadağ ise Bulgaristan ve Sırbistan ile aynı türden anlaşmalar yaptı.219 F. Balkan Savaşları Balkanlar'da Osmanlı Devleti'nin egemenliği 1356 yılında Gelibolu yarımadasına çıkılmasıyla başlamıştır. Osmanlı Devleti Sadrazam Sokullu Mehmet Paşanın ölümüne kadar topraklarını genişleterek egemenliğini kurmuş ve Balkanlar'da bir istikrar dönemini başlatmıştır. Bu istikrar XVIII. yüzyıldan itibaren bozulmaya başlamış ve XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti yok olma tehlikesiyle karşı 216 Ünal, s. 55. Tuğlacı, s. 101. 218 Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Emir Yayınları, İstanbul, 1996, s. 635. 219 Standford J. Shaw-Ezel Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul, 1983. 217 54 karşıya kalmıştır.220 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinden (93 Harbi) önce Bulgaristan'daki Türk nüfusu Bulgarlardan fazla olmasına rağmen Bulgaristan'ın uyguladığı milliyetçi tavırlar sonucu yüz binlerce Türk, Bulgaristan'ı terk etmek zorunda bırakılmıştır. 1877’ de başlayan Osmanlı-Rus Harbi'nden Osmanlı Devleti yenilgiyle ayrılmıştır. Savaşın sonunda imzalanan 1878 Ayastefanos Anlaşması'na göre büyük Bulgar Devleti'nin kuruluşu sağlanmıştır. Diğer devletlerin bu anlaşmaya itirazları üzerine 13 Haziran-13 Temmuz 1878 yılında Berlin'de toplanan Barış Kongresi'nde Bulgaristan üçe bölünmüştür.221 Doğu Rumeli ayrı bir özerkliğe kavuşturulup Osmanlı Devleti'ne bağlanmış, Makedonya ise yenilikler yapılması şartıyla Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır. Bulgaristan topraklarının bir kısmında da Bulgar Özerk Prensliği kurularak prensliğin başına Alman botanikçisi Ferdinand getirilmiştir. Kral Ferdinand, Birinci Balkan Savaşı'nın öncülüğünü yapmıştır.222 Bulgaristan, Osmanlı Devleti'nde (1908 yılında) ilan edilen Birinci Meşrutiyet'ten istifade ederek tam bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlı Devleti de Rusya'ya olan 125 milyon franklık tazminat borcunun silinmesi kaydıyla 19 Nisan 1909 tarihli anlaşma ile Bulgaristan'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır. Bulgaristan bu tarihten sonra Osmanlı Devleti aleyhine genişleme sürecine girmiştir.223 Balkanlar'daki bu hareketlenmeye destek veren Rusya, Bulgaristan ve Sırbistan'ın Osmanlı Devleti aleyhine ittifak kurmalarını sağlamıştır. 13 Mart 1912 tarihinde yapılan Bulgar-Sırp Anlaşması'na göre her iki devlet Osmanlı Devleti'nden alacakları topraklar konusunda anlaşmış ve aralarında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde Rusya'nın hakemliğini kabul etmişlerdir.224 Ardından 29 Mayıs 1912'de Bulgaristan-Yunanistan Anlaşması imzalanmış, Ağustos 1912'de ise Karadağ'ın katılımıyla Osmanlı Devleti'ne karşı kurulan Balkan ittifakı tamamlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine Balkan devletleri her türlü hazırlıklarını tamamlayarak Türk sınırlarına yığınak yapıp ve savaş durumuna 220 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 79. Mufassal Osmanlı Tarihi, C. 1, İstanbul, 1963, s. 3328. 222 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 79. 223 a.g.e. s. 79. 224 Rıfat Üçarol, Siyasi Tarih, İstanbul, 1985, s. 357. 221 55 geçmişlerdir. Birinci Balkan Savaşı'nda Balkan devletlerinin hedefleri şunlar olmuştur225: a. Bulgarlar, Balkanlar'da yaşayan bütün devletlerin özünü teşkil ettikleri inancı ile dinsel ve siyasal bir birlik kurmayı ve Makedonya'nın Bulgar kısmını almayı, b. Karadağ; Balkanlar'da Arnavutlardan ve Makedonya'dan bir kısım toprak alarak daha fazla büyümeyi, c. Sırplar; eski büyük Sırbistan'ı tekrar kurmayı ve kendilerinin saydıkları Makedonya'nın ve Arnavutluk Kosova'sının bir kısmını almayı, ç. Yunanlılar ise eski şark imparatorluğunu kurmayı planlamıştır.Osmanlı Devleti ise kuvvet kullanarak Balkan müttefiklerinin tehditlerinden korunmayı ve düşmanın silahlı kuvvetlerini yok etmeyi çözüm olarak görmüştür. Osmanlı Devleti, Birinci Balkan Savaşı'na ekonomik ve siyasi sıkıntılar içinde girmiştir. Hükümetin zaafları, politik yalnızlık, devam eden Trablusgarp Savaşının masrafları, eğitimli 70.000 askerin terhis edilmiş olması, Arnavutluk, Suriye ve Yemen isyanlarının yol açtığı yıkım devletin malı gücünü tüketmiştir. Alınan iç ve dış borçların faizleri devletin altından kalkamayacağı düzeye çıkmış ve dolayısıyla ordunun yeni silahlarla donatılması imkansız hale gelmiştir. Bunlara ilaveten demir yolu ve kara yolu yetersizliği seferberlikte asker naklini sorun haline getirmiştir. İtalya ile Trablusgarp Savaşı devam ettiğinden, İtalyan donanması Ege denizi yolunu kapatmıştır. Türk donanması ise otuz yıldır Haliç'te çürümeye terk edilmiş bir durumdadır. Ordu, düşmanlarına nazaran az eğitimli ve yorgundu. Kısaca halk ve ordu savaşa hazır değildi. Harbe hazır olan Balkan bağlaşıkları birbirlerine komşu oldukları gibi araları da demir ve kara yolu ile bağlıydı; her biri bir cephede savaşacaktı.226 (1) Birinci Balkan Savaşı'nın Cereyanı Balkan devletleri hedeflerine ulaşmak için Osmanlı Devleti'nden önce seferberliklerini tamamlayıp kralından erine kadar milli hedeflerinde birleşmiş, hatta 225 226 Balkan Harbi (1912-1913), C. 1., Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 1993, s. 56. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 80. 56 dini, milli ve tarihi çıkarları yüzünden birbirleriyle anlaşma imkanları olamadığı halde müşterek düşmanları için geçici de olsa anlaşabilmişlerdir. Siyasi, askeri ve ekonomik hazırlıklarını tamamlayan Balkan devletleri Osmanlı Devleti'ne karşı taarruza geçmişlerdir.227 Bulgar kuvvetleri 18 Ekim 1912'de Yanbolu-Kırklareli istikametinde olmak üzere taarruzlarına başlamıştır. 21 Ekim 1912 tarihinde 2 nci Ordu ileri kısımlarıyla Arda ve Tunca nehirleri arasında 35 km' lik cephe üzerinde Edirne'nin 16-20 km batısı ve kuzey bölgesine kadar ilerlemiştir. 1 nci ve 3 ncü ordular, Tunca nehrinin doğusundan, 55 km' lik bir cephe ile Edirne-Kırklareli hattının 15-20 km kuzeyine kadar yaklaşmıştır.228 Karargahı Lüleburgaz'da bulunan Türk Doğu Ordusu, Bulgar ordusuna karşı, Kırklareli-Edirne-Yenice hattında savunma kararı vermişti. İstanbul'daki mürettep 18 nci Kolorduya Kırklareli bölgesine, Tekirdağ'daki 17nci Kolorduya Saray köyüne yanaşması için emir verilmişti. Başkomutan Vekili Nazım Paşanın sürekli işe karışması ve baskısı sonucu iki kat üstün Bulgar ordularına karşı Kırklareli ve Edirne çevresinde bulunan 1 nci, 2 nci, 3 ncü, 4 ncü Kolordular, siklet merkezi Kırklareli-Yanbolu genel istikameti olmak üzere taarruza başladı. 22-23 Ekim 1912 tarihlerinde icra edilen şiddetli çarpışmalar sonucu Bulgar ordusu geri çekilme yollarının tespiti için planlama yaparken bunu yanlış değerlendiren Türk ordusu komutanlığı da Kırklareli-Edirne-Yenice hattına çekilme kararı vermiştir. Süloğlu bölgesinde Bulgar ordusuna karşı üstünlük sağlanmasına rağmen alınan bir yanlış kararı değerlendiren Bulgarlar karşı taarruza geçmiştir. Taarruz sonucu Türk ordusu bu bölgede tutunamayarak 24 Ekim 1912 akşamı Pınarhisar-Lüleburgaz hattına çekilmek zorunda kalmıştır. Dört gün süren buradaki muharebelerden sonra da Çatalca hattına çekilip bu bölgede tertiplenmişlerdir.229 21 taburlu Kırcaali Müfrezesinin, Bulgar Rodop Grubunun taarruzu karşısında hemen dağılması ve yerli halkla birlikte panik halinde Gümülcine' ye çekilmesiyle Bulgarlar Batı Trakya'ya hakim olmuştur. Böylece doğu ve batıdaki 227 a.g.e. s. 80. a.g.e. s. 80-81. 229 a.g.e. s. 81. 228 57 Türk ordularının bağlantısı savaşın başlamasından on bir gün sonra kesilmiştir.230 Batı Ordusu bölgesi, Karadağ Ordusunun merkez ve güney grupları İşkodra' ya, kuzey grubundan 4 ncü Tümen, Berena-Akova doğrultusunda taarruz etmiştir. Bu kuvvet Sırp İbar ordusunda bir tugayla birlikte Taşlıca' yı ele geçirmiştir. Taşlıca' daki müfreze komutanı savaşmadan Avusturya'ya. sığınmıştır. Kuzey Grubunun Şin Tümeni Gosini ve İpek bölgesine taarruz etmiştir. Sırp Şumadya Tümeni ile birlikte Yakova üzerinden İşkodra' ya gelmiş ve İşkodra' nın kuşatılmasına katılmıştır. Burada ağır kayıplar veren Karadağ Ordusu, çok güçsüz duruma düşmesine rağmen son İşkodra Kalesi komutanının ihaneti neticesinde, Karadağlılarla anlaşmak zorunda kalmış ve kaleyi boşaltarak Draç bölgesine çekilmiştir.231 2 nci Bağlaşık (Sırp-Bulgar) Ordu, Komanova' ya ilerlemiş, 1 nci ve 3 ncü Sırp Ordusunun da katılmasıyla Komanova mevziinin yan ve gerilerine taarruza geçmiştir. İlk gün Sırplar büyük kayıplar vermiştir. Ordumuzun başarıya ulaşacağı bir sırada, rediflerin mevzilerden kaçtıkları görülmüştür. Boşalan mevziler 24 Ekim 1912 günü genel ihtiyatın gönderilmesiyle de kapatılamamıştır. Böylece Komanova Muharebesi'ni kaybeden Türk birlikleri, Üsküp-Köprülü hattında savunmaya geçerek Batı Ordusu asıl kuvvetlerinin daha güneye atılmasını önlemiştir.232 Üsküp-Köprülü hattında çetin savaşlarda ve Pirlepe kuzeyi bölgesinde de başarı kazanamayan Batı Ordusu birlikleri, Manastır-Kırçova hattına çekilmiştir. 6-8 Kasım 1912'de yapılan üç günlük Manastır Muharebesi'nde de yenilgiye uğrayan Batı Ordusu birlikleri (5 nci, 6 ncı, 7 nci kolordular) düzensiz bir şekilde Arnavut dağlarına çekilmiştir.233 Bağlaşık 2 nci Ordu içindeki Bulgar 7 nci Ordu içindeki 7 nci Tümen, Koçana-İştip doğrultusunda ileri harekatını sürdürmüştür. Bu doğrultudaki Ustruma Kolordusu birliklerimizi geri atarak Camaibala-Kresne-Demirhisar ve NevrekopSerez üzerinden Selanik'e ilerlemiştir. Teselya bölgesinde yığınak yapan Yunan ordusu, 18 Ekim 1912'de sınırı geçmiştir. Zayıf mürettep 8 nci Kolordu, 230 a.g.e. s. 81. a.g.e. s. 81. 232 a.g.e. s. 81. 233 a.g.e. s. 82. 231 58 birliklerimizi, Glikoz-Livadi hattındaki mevzilerden kolayca atarak Selanik'in 25 km batısındaki Yenice'ye kadar ilerlemiştir. Yenice Muharebesi'nde komutanın ilgisizliği ve bilgisizliği yüzünden yenilgiye uğrayan zayıf mürettep 8 nci Kolordu ve Ustruma Kolordusu karma kuvveti, Selanik bölgesine çekilmiştir. Vardar kıyısında savunmayı göze alamayan Hasan Tahsin Paşa kırk bin kişiye yaklaşan bir kuvveti, araç ve gereçleriyle Yunanlılara teslim etmiştir. Yunanlılar muharebe etmeden Selanik'i ele geçirmişlerdir. Bulgarlar ise hedefi ele geçirmede geç kalmıştır.234 Yunan sınırının ikinci derecedeki Epir cephesini, Yanya Kalesi'yle birlikte savunmayla görevlendirilen bağımsız Yanya Kolordusu ve kahraman komutanı Esat Paşa, emrindeki Arnavut rediflerin ihaneti ve Batı Ordusu komutanının ilgisizliğine rağmen altı aya yakın süre kahramanca çarpışarak son kurşunlarını da attıktan sonra teslim olmak zorunda kalmıştır.235 (2) İkinci Balkan Savaşı'nın Sebep ve Sonuçları Birinci Balkan Savaşı sonucunda Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında 30 Mayıs 1913 tarihinde Londra Barış Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma hükümlerine göre, Osmanlı Devleti'nin Midye-Enez sınırının batısında kalan bütün toprakları Balkan devletlerine bırakılmıştır. Bulgaristan'a en büyük hisse verilmiştir. Girit Yunanistan'a verilmiş, Ege adalarının geleceğinin saptanması büyük devletlere bırakılmıştır. Arnavutluk'un sınırları büyük devletlerce belirlenecek şekilde bağımsızlığı kabul edilmiştir.236 Londra Anlaşması'nın belirlediği paylaşım esasları, Balkan devletlerini memnun etmemiş, özellikle Makedonya'nın paylaşımı meselesi önemli bir ihtilafa yol açmıştır. Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki topraklarının paylaşımı konusunda anlaşamayan Balkan ülkeleri İkinci Balkan Savaşı'na giden yolu açmıştır. Balkanlar'ın siyasİ yapısını yeniden değiştiren bu savaş ittifakın bozulmasıyla başlamış ve Balkan devletlerini birbirlerine düşürmüştür. 1913 yılı Haziran ortalarında Sırplarla Yunanlılar, Bulgarlara karşı anlaşma yapmıştır. Bulgar ordusu 234 a.g.e. s. 82. Burhan Yener, Balkan Harbi ve Alınacak Dersler, Stratejik Araştırma ve Etüt Bülteni, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2001, sayı 1, s. 57-58. 236 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 82. 235 59 29-30 Haziran 1913 gecesi, Makedonya'da Sırp, Yunan ve Romen ordularına saldırmış ve İkinci Balkan Savaşı başlamıştır. Bulgar ordusu, Kılkış' ta yenilmiş ve zor duruma düşmüştür. Bunu fırsat bilen Osmanlı Hükumeti, Türk ordusunun Edirne üzerine hareketini emretmiştir. Çatalca Ordusu, Bolayır Kolordusuyla hiçbir direnmeyle karşılaşmadan Doğu Trakya'da ilerlemiş ve Bulgaristan, Türk ordusunun Edirne'ye girişini kabul etmek zorunda kalmıştır.237 İkinci Balkan Savaşı'nda Osmanlı Devleti Edirne'ye kadar olan topraklarını tekrar kazanmıştır. ikinci Balkan Savaşı'nı sonuçlandıran anlaşmalardan ilki 10 Ağustos 1913 tarihinde Bulgaristan'la diğer Balkan devletleri arasında imzalanan Bükreş Anlaşması olmuştur. Yapılan savaşlardan dolayı birçok Türk ailesi Edirne'ye doğru göç etmek zorunda kalmıştır. Bükreş Anlaşması'ndan sonra, Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında da ayrı ayrı anlaşmalar yapılmıştır. Bunlardan ilki Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913 tarihinde imzalanan İstanbul Anlaşması'dır.238 Bu anlaşmanın birinci maddesine göre Edirne ve Edirne'nin batısında çapı 30 km. tutan yarım daire şeklindeki bir toprak parçası Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır. Meriç-Mesta/Karasu-Edirne arasında kalan Batı Trakya toprakları ise Bulgaristan'a verilmiştir. Böylece Bulgaristan Balkan savaşlarından %20 oranında büyümüş olarak çıkmış ve nüfusunu 400.000 kişi çoğaltmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınırlar Enez'den başlayıp, Meriç nehrinin doğu kıyısını 60 km takip edip doğuya doğru açılıp Edirne'nin kuzeyinden Karadeniz'e ulaşmıştır. Terk edilen yerlerdeki vakıflar, mülkler, okullar ve mezarlıklara ait hakların mahfuz kalacağı şarta bağlanmıştır.239 Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 14 Kasım 1913 tarihinde Atina Anlaşması, Sırbistan'la ise 13 Mart 1914 tarihinde İstanbul Anlaşması imzalanmıştır.240 Osmanlı Devleti Balkan Savaşları sonucunda, Meriç nehrinin batısındaki bütün Balkan topraklarını kaybetmiştir. Avrupa'daki topraklarının %83'ünü kaybeden Osmanlı Devleti aynı zamanda bölgesel nüfus kaybına da uğramıştır. Yarım milyona yakın insan Rumeli'den göç etmiştir. Balkan savaşları bölgenin 237 Hüseyin Kabasakal, 1912-1913 Balkan Savaşında Mustafa Kemal, Silahlık Kuvvetler Dergisi, Eylül 1981, sayı 279, s. 42. 238 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 83. 239 Halil Şimşek, Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul, 1999, s. 18. 240 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 83. 60 toplumsal yapısını bozmuş, göçlerle birlikte yoğun bir nüfus kaybına uğrayan Balkanlar, birçok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Yüzyıllardır süren Türk hakimiyetinde barış ve huzur içinde yaşayan Balkan halkları savaşlar süresince ve sonrasında büyük acılar çekmişlerdir. Ekim 1912'den Ağustos 1913'e kadar on ay süren Balkan savaşları sadece savaşan devletleri değil, bütün Avrupa devletlerini etkilemiştir. Çıkarları çatışan devletler, bu bunalımdan dolayı karşı karşıya gelmişler ve silahlanma yarışına girmişlerdir. Bu boyutu göz önüne alındığında Balkan savaşlarının; Birinci Dünya Savaşı'nın yakın sebeplerinden biri olduğunu söylemek mümkündür.241 G. Birinci Dünya Savaşı Almanya-Avusturya arasındaki 1879 ittifakına karşı Rusya ve Fransa arasında 1892'de başlayarak bir ittifaka dönüşen askeri yakınlaşmanın yanı sıra Almanya ve İngiltere arasındaki ekonomik rekabet, Birinci Dünya Savaşı'nın ana sebepleri arasında sayılmıştır. Almanya Berlin-Bağdat projesi ile hayata geçirdiği "drang nach osten (şarka doğru)" politikasını uygulamaya koyduktan sonra Orta Doğu'da İngiltere ile siyası ve ekonomik bir rekabete girişmiştir. Bu rekabet silahlanma yarışını da beraberinde getirmiştir. İngiltere, Almanya'nın Afrika ve Uzak Doğu'daki faaliyetlerinden rahatsız olmuş, denizlerde kendisine rakip olacak güçlü bir Almanya'nın varlığını kendisi için büyük bir tehdit olarak görmüştür. Fransa ise 1870'te AlsaceLoren bölgesinin kaybını unutamamış ve Almanya'nın güçlenmesinden kaygı duymuştur. Böylece Rusya ile birlikte Avrupa'nın büyük devletleri XIX. yüzyıl sonlarında bloklaşmaya başlamışlardır. Bu bloklaşmaların savaşa dönüşmesi yalnızca bir kıvılcım bekliyordu. Bu kıvılcım yani Birinci Dünya Savaşı'nın görünen sebebi ise Avusturya veliahdının Saraybosna' da bir Sırp tarafından öldürülmesi olmuştur. Savaş, 28 Haziran 1914 günü Ferdinand' ın öldürülmesi üzerine Avusturya'nın Sırbistan'a savaş ilan etmesiyle fiilen başlamıştır. Savaştan önce, Avrupa'da İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Üçlü İtilaf (Uzlaşma), Almanya, Avusturya ve İtalya arasında da Üçlü İttifak (Bağlaşma) adı verilen iki blok meydana gelmiştir. İtalya, savaşın ilerleyen dönemlerinde taraf değiştirerek 241 a.g.e., s. 83. 61 İtilaf devletleri tarafına geçmiştir.242 Yakın çağın başından Birinci Dünya Savaşı'na kadar, Osmanlı Devleti'nin başlıca gayesi, imparatorluğun varlığını korumak amacıyla savunma siyaseti takip etmek olmuştur. 1878'den sonra İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı toprak bütünlüğünü tehdit eder bir siyaset izlemeleri ve bu iki devletin Rusya ile de anlaşmaları Osmanlı Devleti'ni uluslararası alanda yalnızlığa itmiştir. Özellikle 1908 yılında İngiltere ve Rusya'nın Reval' de Osmanlı Devleti topraklarının parçalanmasına yönelik bir anlaşma yapmaları Osmanlı Devleti'ni endişeye düşürmüştür. Bu ortamda güçlü bir müttefik arayan Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa'ya cephe almış olan ve Rusya'ya karşı düşmanlığı ile bilinen Almanya'yla yakınlaşmak durumunda kalmıştır. Almanya'nın ekonomik ve siyasi ihtirasları da bu ittifakın oluşmasını kolaylaştırmıştır. Balkan Savaşı'ndan önce İngiltere, Fransa ve Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne, Balkanlar'daki statükonun aynen korunacağına dair verdikleri sözü tutmamış olmaları, İngiltere ve Fransa'nın müttefiki Rusya'nın Boğazlar üzerindeki tarihi istekleri, Osmanlı Devleti'ni Almanya ile birleşmeye sevk etmiştir. Osmanlı Devleti, düşmanca politikaları ile kendisini güç duruma düşüren devletlere karşı müttefiksiz kalmamak amacıyla 2 Ağustos 1914'te Almanya ile gizli bir ittifak anlaşması imzalamıştır.243 Balkan savaşları, Balkan ülkelerini iki karşıt kampa bölmüştür. Sırbistan, Romanya ve Yunanistan, arasındaki birliğin karşısında Bulgaristan yerini almıştır. Sırbistan, Romanya ve Yunanistan Balkan savaşlarından galip çıktıklarından, itilaf devletlerinin yanında yer almıştır. Rusya, Avusturya'nın Balkanlar'daki baskısını sınırlamak ve Osmanlı Devleti üzerindeki isteklerini gerçekleştirmek için, bu grubun öncülüğünü yapmıştır. Balkanlar'da Rusya'nın planlarına karşı çıkan Avusturya ise bir an önce Sırbistan'a egemen olmak yönünde hareket belirlemiştir. Avusturya'nın bu politikası, Balkanlar'da Sırbistan aleyhine genişleyip' Ayestefanos Bulgaristan'ını kurmak isteyen Bulgaristan'ın işine gelmiştir. Bu yüzden Bulgaristan, Balkan savaşlarından sonra Avusturya yanlısı bir dış politika izlemeye başlamış ve bu devletle ittifak kurmaya çalışmıştır. Almanya tarafından da desteklenen bu 242 a.g.e. s. 85-86. Yusuf Hikmet Bayur, c. III’ ten nakleden Wangenheim’ in Telgrafları ve Savaşın Patlamasına Dair Alman Belgeleri, Türk İnkılabı Tarihi, c.II, Kısım IV, Ankara, 1952, s. 643. 243 62 yakınlaşma, 1914 Haziranında büyük miktarda bir borç anlaşmasına varmış ve böylece Bulgaristan, fiilen Üçlü ittifaka bağlanmıştır.244 Almanya bu dönemde Osmanlı Devleti'ne karşı ikili bir politika izlemiştir. Almanya, Birinci Dünya Savaşı'nda Liman Von Sanders gibi ünlü bir generalini Osmanlı Hükümeti üzerinde etki kurmak ve Osmanlı ordusunu güçlendirmek için göndermişti. Osmanlı ordularının komutasında en yüksek mevkilere kadar gelecek olan Sanders' in askeri etkisi Bağdat demir yolu ayrıcalıklarıyla düşünüldüğünde, Almanya Yakın Doğu'da büyük bir üstünlüğe sahip olacaktı. Alman politikasının ikinci yüzü, Almanya'nın 1914 yılında gizli olarak İngiltere ve Fransa ile yaptığı demir yolu anlaşmasıydı. Bu, Osmanlı Devleti'nin etki alanlarını bölüyordu. Devlet, bütün çabalara rağmen parçalanacak olursa Almanya bu paylaşmadan aslan payını alacaktı.245 İtilaf devletlerinin Balkanlar'a ve Osmanlı Devleti'ne yönelik politikaları ise karışık ve birlikten uzaktı. İngiltere ve Fransa, Almanya ile yaptıkları demir yolu anlaşmalarıyla, devletin etki alanlarını ayırmışlardır. Rusya ise bu durum karşısında Osmanlı Devleti'yle ilgili konularda "statükocu" bir tavır almıştır. Çünkü, Boğazlar' da Almanya gibi güçlü bir devleti komşu olarak istemiyordu. İşine gelen, hiçbir büyük devletin karışmaması ve durumun olduğu gibi korunmasıydı. Ancak böyle bir durumda, Boğazlar konusundaki emellerini gerçekleştirme olanağına sahip olabilirdi. Oysa, Almanya'nın İstanbul'daki çok yönlü faaliyeti hiç işine gelmemişti. işte bu nedenle, "statükocu" bir Osmanlı politikası izlemeye başlamıştı. Rusya, Balkanlar'da ise kendi denetiminde bir Balkan ittifakı kurmak peşindeydi.246 Çok partili siyasi hayatı olan Bulgaristan'daki partilerin çoğu Meclise mebus sokabilmişlerdi. Sayıları 15-16 olan bu partilerden en önemlileri Balkan Harbi'ni yapan Doktor Danef' in partisiyle, İstanbulof ve Çiftçi partileriydi. Danef, Rus taraftarı Progresist (Terakkiperver) Partinin lideriydi. Rus taraftarı diğer parti Narodna Parti (Millet Partisi)siydi. Bu partinin lideri de Geşof' tu. Progresistlere ve Narodnaklara, Rus taraftarı manasına "Rusofil" deniliyordu. Bunlar Türk ve Alman düşmanı idiler. Rusların yardımıyla Makedonya'ya sahip olacaklarına inanıyorlardı. 244 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 86. a.g.e., s. 86-87. 246 a.g.e., s. 87. 245 63 Rusları, kendi deyimleriyle "osvaboditel" yani "kurtarıcı" telakki ediyorlardı. Danef ve Geşof' tan başka, Todorof, Bobçef ve Macarofun da dahil oldukları Rusofilleri Balkan Harbi'nden sonra Bulgar milletinin gözünden düşüren Rus Çarı Nikola' nın Romanya seyahati olmuştu. Çar Nikola bu seyahatinde, Dobruca' nın Silistre, Tutrakan, Dobriç ve Balçık şehirlerinin Rumenlere verilmesinin Ruslar tarafından desteklendiğini söylemişti. Bu beyanat, Rusofillerin sonu olmuştu. Ruslara, Ruslarla beraber İngiliz ve Fransızlara sempati beslemeyen diğer partiler liberallerdi. Radoslavot Partisi ve Liberal Parti bunlardandı. Açkof ve Radaslavof bu partilere mensuplardı. İstanbulof Partisi de Rus aleyhtarıydı. Petkof ve İstanbulof da bu partilerdendi.Ruslara beslenen bu antipatinin sebepleri arasında en önemlisi Dobruca meselesidir. Çünkü Ruslar, Bulgarları "Bükreş Muahedesi" imzalamaya zorlamışlardı. İngiliz ve Fransızların da hazırlanmasında etkili oldukları bu muahede ile Bulgarlar Dobruca' yı kaybetmişlerdi. Rusların Sırp ve Yunan emellerini destekledikleri meydana çıkmıştı. Bu bakımdan Rus aleyhtarı bu partilere de "Germanofil" yani "Alman taraftarı" deniliyordu. Üçüncü grup ise Malinof' un Demokrat Partisi ile Radikal ve Sosyal Demokrat Partileriydi. Bunlar bir nevi muvazene unsuru idiler. Rus Çarı Nikola' nın ülkesinde henüz ihtilal rüzgarları esmeye başlamadan yıllarca önce Komünist Partisi Bulgar Milli Meclisinde temsil ediliyordu. Mebusları Georgi Dimitrof, Kirkof, Kolarof ve Bulagiyef idi. Bulgar Meclisindeki gruplaşmalar dışında bir de Çiftçi Partisi yer alıyordu. Rusofiller itilaf devletlerini tercih ediyorlardı. Bu suretle, Rusların yanında savaşa girip de galip gelecek olurlarsa, Edirne de dahil olmak üzere, Doğu Trakya kendilerine verilecekti. Makedonya'nın kaybedilişindeki acı da böylelikle giderilmiş olacaktı. Alman taraftarı partiler ise Makedonya'yı yeniden ele geçirmenin çarelerini araştırıyorlardı. Almanlarla birlikte savaşa katılırlarsa bu hayalleri gerçekleşecekti. Çünkü Avusturyalılar, Makedonya'yı paylaşan iki devletten biri olan Sırbistan'ın topraklarında ilerliyorlardı. Bulgaristan'da Sırbistan'a bir cephe açarsa kaybettiği Makedonya topraklarına yeniden sahip olabilirdi. Halbuki Bulgaristan'ın her ne pahasına olursa olsun, Müttefiklerin safında yer almasının gerektiği hakkındaki kanaat İttihat ve Terakki liderlerinin içinde yer etmişti. Bu suretle Avrupa'nın ortasından yani Almanya ve Macaristan'dan, Hint yoluna yani Osmanlı Devleti'nin doğu sınırına kadar uzanan bir zincirin halkaları arasındaki eksik tamamlanacaktı. 64 Stratejik durumu çok önemli olan Bulgaristan'ın bu tanrı vergisi durumundan gerektiği şekilde istifade edebilmek için Bulgar kralı ve diplomatları da var güçleriyle çalışıyorlardı. Kral Ferdinand, damarlarında German kanı taşıyan bir asilzadeydi. Duygusal bakımdan Almanya'ya bağlı bulunmasını tabi karşılamak lazımdı. Fakat bu haris yaradılışta, fırsattan istifade ederek namını yükseltmek arzuları da çırpınıyordu ve eline geçen bu fırsattan yeterince faydalanması gerekiyordu. Parlamentonun durumu ise biraz da umumı efkara bağlıydı. Bulgar milletinde yeni uyanan milliyetçiliğin tesiriyle ve uzun esaret yıllarının hatıralarıyla Türklere karşı bir düşmanlık vardı. Balkan Harbi'nin ruhlarda ve vicdanlarda bıraktığı acı hatıralar silinmemişti. Komünist Partisi Bulgar Milli Meclisinde temsil ediliyordu. Mebusları Georgi Dimitrof, Kirkof, Kolarof ve Bulagiyef idi. Bulgar Meclisindeki gruplaşmalar dışında bir de Çiftçi Partisi yer alıyordu. Rusofiller itilaf devletlerini tercih ediyorlardı. Bu suretle, Rusların yanında savaşa girip de galip gelecek olurlarsa, Edirne de dahil olmak üzere, Doğu Trakya kendilerine verilecekti. Makedonya'nın kaybedilişindeki acı da böylelikle giderilmiş olacaktı. 247 Bütün bunlara ilaveten Bulgar aydınlarında bir Fransız hayranlığı vardı. Aydın kimselerin bir kısmı ile halkın büyük çoğunluğu Rusların "Slav Birliği" propagandasının etkisi altında idiler.248 Balkan savaşlarından sonra Osmanlı Devleti, Mustafa Kemal'i yarbay rütbesine yükselterek Bükreş ve Çetine askeri ataşeliğini de uhdesinde bulundurmak şartıyla 16 Şubat 1913'te Bulgaristan'a Sofya askeri ataşesi olarak 249 görevlendirmiştir. Mustafa Kemal Bulgaristan'da ülkesini ilgilendiren meseleleri çözmek için birçok girişimde bulunmuştur. Bu meselelerden biri de Pomaklar meselesiydi. Bulgarlar, Balkan Savaşı'ndan sonra Bulgaristan dahilinde yaşayan Pomakları Hristiyan yapmaya başlamışlardı. Bu sistemlerine gayet sistemli devam ediyorlardı. Mustafa Kemal, ileride muhtemel herhangi bir hadisede Pomaklardan "din kardeşliği" dolayısıyla istifade edebileceğini düşünmekteydi. Onun için Bulgar Hükümeti nezdinde devamlı müracaatta bulunarak Pomakların dinlerine müdahale 247 a.g.e., s. 87-88. Atlan Deliorman, Mustafa Kemal Balkanlarda, Türkiye Yayın Evi, İstanbul, 1959, s. 31, 35-36. 249 İsmail Hami Danişment, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. IV, s. 408. 248 65 edilmemesine çalışmıştır. Neticede buna muvaffak olmuş ve Radoslavof Hükümeti Pomakların din hürriyetine karışmamayı kabul etmiştir.Birinci Dünya Savaşı arifesinde siyası vaziyet iyice karışınca Sofya Büyükelçisi Ali Fethi Bey Mustafa Kemal ile görüşmelerinde Bulgarların Türklerle anlaşmak için bazı şartlar ileri sürdüğünü söylemiştir. Artık, Bulgaristan tarafsızlık politikasından vazgeçmişti. Fakat hangi cepheyi seçecekti? Elbette ki menfaatlerini ön plana alacak ve bazı şartlar ileri sürecekti. Bulgarlar, Türklerle aynı safta savaşa girmek için Doğu Makedonya'yı, Mebipçede olan Bulgar sınırının Cisri Mustafa Paşaya kadar uzatılmasını, Edirne'deki Karaağaç istasyonu ile kasabasının kendilerine teslimini istiyorlar ve bütün Bulgar göçmenlerinin yerlerine dönmelerini, bunlara tazminat verilmesini şart koşuyorlardı. Bu şartlar çok ağırdı. Mustafa Kemal, bu vaziyet üzerine Harbiye Nazırı General Kovaçef ve Genelkurmay Başkanı General Jekof ile temasa geçmiştir. Onların fikrince, Balkan Harbi'nin Bulgar umumi efkarında bıraktığı kötü intibalara karşılık, Türklerin bu kadar bir fedakarlıklarda bulunmaları zaruri idi. Böylece umumi efkarı tatmin etmiş olacaklarını ileri sürüyorlardı. Halbuki bu istekler, Balkan Harbi'nden sonra Bulgarlarla Türkler arasında İstanbul'da imzalanmış olan protokole aykırıdır. Bu protokolün beşinci maddesinin c fıkrasında "bütün müşterek hudut boyunca 15 kilometrelik bir mıntıka dahilinde emlakın ihtiyarı olarak mütekabilin mübadelesinde ittifak edildiği" kaydı vardır. Yine bu protokole göre250: 1. Kırklareli ve Edirne vilayetlerindeki Bulgar köylerinin Bulgaristan'a terk olunan Trakya arazisinden ana vatana tehcir edilmiş, Türkler tarafından işgal olmasına mebni, onların Bulgaristan'da terk ettikleri emlakin Türkiye'den giden Bulgarlara verilmesi, 2. Taraflarca hukuku tasarrufiyeden tamamen riayet olunarak köylerin birleştirilmelerine müteakip komisyon tarafından kıymet takdirine başlanacağı, 3. Hasıl olacak tezatlardan dolayı verilecek tazminatın tayin edileceği, 4. Mübadelenin mübadele sahasına dahil köylerin heyeti mecmuasını istihdaf edeceği hususlarında anlaşmaya varılmış ve her iki taraf komisyonları çalışmaya 250 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 88-89. 66 başlamıştır. Artık bu vaziyette Bulgarların istekleri abartılı bulunuyordu. Kral Ferdinand' ın Türkiye'den istediği bu tavizler hakikaten yerine getirilir gibi değildi. Radaslavof Hükümeti de bu suretle Balkan Harbi'nde Edirne'yi elinde muhafaza edemeyen Bulgar milletini tatmin edebileceğini hesaplıyordu.251 Bulgaristan'daki Türk Sefaretinin üzerinde durduğu husus bilhassa muhacirler meselesiydi. Sefaret, bu mesele üzerinde titizlikle duruyor ve İstanbul'la temas etmeden bu konuda bir şey beyan edemeyeceğini bildiriyordu. Fakat Bulgarlar Türklerle temas ettiği günlerde boş durmuyorlar, İngilizler ve Ruslarla da gayri resmi olarak müzakerelerde bulunuyorlardı.252 Osmanlı Hükümeti, ittifak anlaşmasını imzaladığı gün, genel seferberlik ilan ederek Mebuslar Meclisini dağıtmış, bu karardan iki gün sonra da tarafsızlığını ilan etmişti. Almanya, Türkiye'yi tarafsızlıktan ayırarak bilfiil kendi yanında savaşa katılmaya razı etmeye çalışmıştır. Bu sırada Osmanlı Hükümetinin başında olan İttihat ve Terakki önderleri Enver ve Talat Paşaların bilgisi dahilinde gelişen ancak diğer kabine üyelerinden saklanan bir olay Türkiye'nin savaşa katılmasının görünür sebebi olmuştur. 11 Ağustos 1914'te Akdeniz'den gelen Goben ve Breslav adlı Alman zırhlıları, peşlerinde İngiliz gemileri olduğu halde Çanakkale Boğazı'nı geçmişlerdir. Osmanlı Devleti bu zırhlıları satın aldığını ilan etmek suretiyle, bu olayların itilaf devletleriyle savaşa dönüşmesini geçici bir süre de olsa önlediyse de 29 Ekim'de Alman Amirali Souchon komutasındaki Goben ve Breslav gemilerinin Odesa ve Sivastaporu bombardıman etmesi, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesine neden olmuştur. Rusya 2 Kasımda, İngiltere ve Fransa 5 Kasımda Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmişlerdir.253 Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na katılması ile savaş alanı genişlemiştir. İngiltere Süveyş Kanalını, Mısır'ı, Doğu Akdeniz'i ve İran Körfezini savunmak zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti'nin savaşa katılması, Almanlar için Orta Doğu'ya hakimiyeti ifade eden Berlin-Bağdat demir yolu hattı projesini gerçekleştirme yolunda önemli bir adımdır. İngiltere'nin buna tepkisi ise 1878'de 251 a.g.e. 89-90. Deliorman, s. 46-47. 253 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 90. 252 67 geçici bir süre için üslendiği Kıbrıs'ı ülkesine katmak olmuştur. Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi Almanya ve müttefikleri için paha biçilmez bir değer olarak vasıflandırılmıştır. Almanya öncelikle Osmanlı sultanının halifelik sıfatından yararlanmaya çalışmıştır. Halifenin dini lider olarak İslam alemindeki etkisi dolayısıyla cihadı mukaddes ilan etmesiyle bütün Müslümanların Hristiyanlara karşı ayaklanacağı düşünülmüştür. Ancak 23 Kasım 1914'te ilan edilen cihadı mukaddesten beklenen sonuç alınamamıştır. Irak'ta ve Suriye'de Türk askeri, sadece İngilizlerle değil İngilizlerle ittifak kuran Müslüman Araplarla da çarpışmıştır. Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi, Rus kuvvetlerinin bir kısmının Osmanlı ordusu ile savaşmak zorunda kalmaları nedeniyle doğudaki Alman cephelerinin ferahlamasına sebep olacaktı. Osmanlı kuvvetleri tarafından Süveyş kanalının ele geçirilmesiyle İngiltere'nin Hindistan deniz yolu kesilecekti. Almanların asıl planı Belçika üzerinden Fransa'ya yürümek, Fransa'yı yenerek Rusya'ya bütün gücü ile saldırmaktı. Ancak Almanların batı cephesi savaş planları, İngiltere, Belçika ve özellikle Fransa'nın ısrarlı direnmesi sonucu başarısızlığa uğramıştır. Doğuda Hindenburg ise Rusları Tannenberg' de büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Ancak kesin sonuç alınamadığından, karşılıklı mücadele ve yıpratma halini almıştır.254 1915 yılı içinde gerek Avrupa cephesinde olan savaşlarda Rus, Alman Avusturya ve Macaristan ordularından yedikleri darbe, gerekse yılın ikinci yarısına doğru Çanakkale Cephesi'nde İngiliz ve Fransızların uğradıkları başarısızlık, savaşın başında tarafsız kalmayı sağlayan Bulgaristan, Merkezi devletler tarafına kaydırmıştı. Nihayet Bulgaristan, Almanya, Avusturya ve Macaristan ile Makedonya, Dobruca ve Doğu Trakya (Meriç koridoru) üzerindeki emellerini gerçekleştirmekle (16 Eylül 1915)255, Merkezi devletler safında yer alarak (23 Eylül 1915) Sırbistan'a savaş ilan etmişlerdir.256 1915 yılı içinde İtalya'nın İtilaf devletlerine katılması ile Avrupa'da bir de 254 a.g.e. s. 90-91. Tunca Nehrinden Meriç Nehrine kadar belirlenmiş sınır hattı, 12 Bulgar sınır bölüğü tarafından 29 Eylül 1915 tarihinden 30 Eylül 1915 tarihine kadar olan bir günlük sürede, Meriç Nehrinden Gala Gölüne kadar olan toprak ise aşamalı olarak 30 Eylül 1915 tarihinden 4 Ekim 1915 tarihine kadar 11 ve 12 Bulgar sınır bölüğü tarafından, Gala Gölünden denize kadar olan bölge ise Bulgar 40 ncı Piyade Alayının bir takımı tarafından işgal edilir.Bkz. Alb Angel Dobrav, 1915 Yılında Bulgar-Türk Sınırının Düzeltilmesi, XX, Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Bulgar Askeri-Siyasi İlişkileri, Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 2005, s. 1-7. 256 a.g.e. s. 91. 255 68 İtalya cephesi açılmıştır. İtilaf devletlerinin Balkanlar'da yeni bir cephe açma gereği, Yunanistan'ın da İtilaf devletleri yanında yer almasına sebep olmuştur. 1916 yılında İtilaf devletlerine Romanya da katılmıştır. 1917 yılında Rusya'da ihtilal çıkması üzerine Doğu Cephesi kapanmış, 3 Mart 1918 tarihinde Brest-litowsk Barış Anlaşması'nın imzalanması ile Almanya doğuda barışa kavuşmuştur. Romanya yenilgisi ve 7 Mayıs 1918 tarihli Bükreş Barış Anlaşması'nın imzalanması sonucunda Romanya da saf dışı kalmıştır. Almanya'nın doğu cephesindeki başarısına rağmen ABD'nin 1917'de savaşa katılması savaşın kaderini değiştirmiştir.257 Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı Almanya ve müttefiklerinin yenilgisi ile sonuçlanmıştır. ABD'nin savaşa katılmasıyla itilaf devletleri güçlenmiş böylece özellikle batı cephesinde çözülmeler başlamıştır. Almanya'nın müttefiki olan Avusturya-Macaristan imparatorluğu ve Bulgar Krallığı ise Rusya'nın savaştan çekilmesiyle rahatlamışlarsa da 1918 yılının ortalarından itibaren savaşın kaderi belli olmaya başlamıştır. Avusturya-Macaristan 1918 yılı ortalarında Piave' de yenilgiye uğradıktan sonra, ülkesinde baş gösteren ekonomik ve siyasi karışıklıklardan dolayı barış yapmaya yönelmiştir. 1916 yılının ilkbaharında Makedonya'ya yapılan büyük Bulgar Alman saldırısı sonuç vermemiştir. 1917 yılında Yunanistan da Bulgaristan'a karşı harekete geçmiş ancak Alman yanlısı olan Radoslavov Hükümeti düşmüştür. 15 Eylül 1918'de Bulgar Hükümeti mütareke isteyerek 29 Eylül 1918'de Selanik Ateşkesi imzalamak suretiyle savaştan çekildiğini ilan etmiştir. Bulgar ordusunun bir bölümü Sofya üzerine yürüyerek cumhuriyeti ilan etmek istemiştir. Çar Ferdinand, 3 Ekim 1918'de oğlu III. Boris lehine tahttan çekilmek zorunda kalmıştır.258 Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918, Avusturya-Macaristan ise 3 Kasım 1918'de Ateşkes Anlaşması'nı imzalamışlardır. 3 Ekim 1918'den itibaren barış teşebbüsünde bulunan Almanya 11 Kasım 1918'de Ateşkes Anlaşması imzalayarak silahlı çatışmaya son vermiştir.259 257 a.g.e. s. 91. Şimşek, s. 20. 259 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 91. 258 69 İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE YUNANİSTAN SINIRI 70 A. Osmanlı Yönetimi Öncesinde Yunanistan ve Yunanlıların Osmanlı Egemenliğine Girmesi Yunanistan, toprakları üzerinde insanların yaşamaya başladığı en eski çağlardan bu güne kadar pek çok kavmin egemenliğinde kalmış ve Ege uygarlığı başta olmak üzere çeşitli uygarlık evrelerinin sergilendiği, genel konumu ile Balkan Yarımadasının güney uzantısını teşkil eden 131.980 kilometrekare büyüklükte bir ülkedir.260 Paleolitik veya neolitik çağlarla tanrılar dönemine, göçlerle şehir devletlerine, Pers istilasından Makedonyalıların ve Romalıların hegemonyasına,Osmanlı egemenliği ile Yunan bağımsızlık hareketine ve günümüze kadar geçen geniş bir zaman dilimi doğal olarak yüzyılları kapsamaktadır. Türklerin Yunanlı-Yunanistan diye adlandırdığı bu topluluğa ve ülkeye Batılılar Greek-Greece, Grecque-Grece, Griecle-Griechenland derken Yunanlılar da kendilerini Ellinas-Ellinidha şeklinde adlandırmakta ve ülkelerine de Ellas demektedirler.261 Bugün bizim Yunanlı dediğimiz halk M.Ö. VIII. Yüzyılda Akdeniz'in büyük bir bölümüne yayılıp koloni şehirleri kurmuşlardır. Bunların M.Ö 2000 yılı başlarına doğru Akalar, M. O 1150 yıllarında kavimler göçü sırasında yöreye gelen Dorlar, M.Ö. 279 larda müstevli Keltler (Galatlar), Slavlar, Avarlar, Traklar ve İllirya' lıların karışımından oluştuğu bugün artık gerek yapılan kazılar, gerekse dil ve din incelemeleri ile kesinleşmiştir.262 Yine Yunanlıları ifade etmek üzere Batılılar tarafından kullanılan Grek kelimesi Latinlerden kalmadır. Latin halk dilinde" Graikus" olarak geçen bu kelime Latince' den bütün batı dillerine geçmiş ve zamanla bu günkü halini almıştır.263 Batı Anadolu' yu ve dolayısıyla İyonya' yı (İzmir-Güllük Körfezi arasındaki 260 Cemal Özkan, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk-Yunan İlişkileri, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1987, s. 56. 261 Arzu Yoğurtçuoğlu, Rum İsyanı ve Yunanistan Devletinin Kuruluşu (1821-1830), Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, 1999, s. 27. 262 Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, TTK, Ankara, 1984, s. 9. 263 Muzaffer Erendil, Yunanlıların Kökeni ve Yunan Milleti ile (Greklerle) İlgili Kavram ve Deyimler, III. Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1986, s. 102. 71 bölge) ele geçiren Perslerin Ege' deki düşmanlarına verdikleri "Yauna" sözcüğü sonradan Türkler tarafından yanlış olarak benimsenmiş ve "Yunan" olarak kullanıla gelmiştir.264 Bu gün bizim Yunan, Batılıların Grek ya da Helen dedikleri sözcükler Rum kelimesinden anlam bakımından farklıdır. Rum, etimolojik ve tarihsel kullanılışıyla Roma'dan kaynaklanmıştır. Bu sözcükle "Roma imparatorluğu", "Roma İmparatorluğunda yaşayan kimse". "Arap ilinden başka ilden olan kimse", "Anadolulu" ve "Osmanlı" anlamları kastedilir. Yani bu söz geniş bir toplum ve ülkeyi kapsamaktadır. Yunan ise Yunanistan ve Mora ile sınırlı, daha dar çerçeveli bir anlam içerir.265 1985 kayıtlarına göre 10 milyon 300 bin dolayındaki Yunanlının bu suretle ırk birliğinden çok, Ortodoks mezhebi ile dil beraberliğinin yarattığı çeşitli etnik karışımlı melez bir topluluk teşekkül ettiği, dolayısıyla da "Antik Yunan Uygarlığı" nı meydana getiren kavim ile aynı olmadığı anlaşılmaktadır.266 Milat öncesi 1200-800 yıllarını içine alan ilk dönemle polis (şehir devletleri) medeniyeti ve Ellenistik çağ (M.Ö 360-30) yılları Yunanistan'ın ülke tarihinin ilk önemli devreleri olmuştur. Özellikle aslen Makedonya' lı olan Büyük İskender'in yönetiminde Yunanistan'ın sınırları Anadolu üzerinden Hindistan'a kadar genişlemiş ve medeniyet açısından parlak bir dönem yaşanmıştır. Medeniyet birikimi ile etkilediği, ancak nüfuzu altına girdiği Roma imparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra genellikle onun doğudaki devamı olarak kabul edilen Doğu Roma imparatorluğunun sınırları içinde kalan Yunanistan eski Yunan' ın son dönemlerinin izleri ile Hıristiyanlığın birleşmesi ve IV. ve V. Yüzyıllarda yabancı istilaları sonucu yeni ve apayrı bir çehre kazanmıştır.267 Türkler tarafından fethedilinceye kadar Mora' yı Bizans despotları, Attika Yarımadasını, Latin Dükaları yönetmekte, Selanik gibi kıyı kentleri, Ege adaları, İyonyen denizindeki Yedi Ada ile Akdeniz'deki Girit ve Kıbrıs adaları Venediklilerin, Cenevizlilerin veya Haçlı Seferleri sırasında bölgeye gelen 264 Yoğurtçuoğlu, s. 27. a.g.e., s. 27. 266 İ. Hami Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, Türkiye Basımevi, İstanbul, 1955, s. 204. 267 George Orstrogorskiy, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 1981, s. 24-26. 265 72 şövalyelerin elinde bulunuyordu.268 Rumlarla meskun bu adaların halkı Osmanlı idaresine severek girmişlerdi. Türk milletinin getirdiği adil ve huzurlu idarenin ünü her tarafa yayılmış, zulüm altında inleyen toplumlar için bir cazibe merkezi haline gelmişti. 269 Attika ve Mora' da yaşayan Rum halkı Latin ve Bizans despotlarının zulmünden kurtulmak için Yıldırım Bayezid' i ülkelerine davet etmişlerdir. Salona Piskoposu Dorotheus padişaha yazdığı bir mektupla Mora' yı zulüm ve asayişsizlikten kurtarmak için onu bizzat ülkesine davet etmişti. Bu olaydan Güney Yunanistan'daki Latin ve Bizans idaresinin ne derece bozuk olduğu anlaşılmaktadır.270 Latinlerin ülkeye hakim zulüm idaresinden nefret eden Mora ve Attika Yarımadası halkı Türklerden yardım istemişlerdi. Bu istek sonucu Timurtaş Paşa Teselya' dan hareketle 1394'te Attika' ya girmişti.271 Bunun ardından Yıldırım Bayezit 1394' de Mora seferine çıkıp buradaki Latin idaresine son vermiştir. 1395 yılı yazı boyunca bir taraftan İstanbul muhasara edilirken diğer taraftan Tırhala, Farsala, Domacı (Dömek) şehirleri alınmış, Termopil geçidi aşılarak Patras ve Atina şehirleri ele geçirilmiştir. Böylece Mora Yarımadasının işgali tamamlanmıştır (1397). 1402 Ankara Savaşı sonunda başlayan Fetret Devriyle birlikte ele geçirilen bu yerler tekrar Latin ve Bizans derebeylerinin zalim yönetimine girmiştir.I. Mehmet (Çelebi) Eflak ile Macaristan'ı egemenliğine katarak Selanik'i geri almışsa da karışıklıklar nedeni ile Anadolu'ya yönelen ordunun baskısı kalkınca Rumeli'de çözülme tekrar başlamıştır.272 II. Murat döneminde, Latin zulmü altındaki Selanik ve Epir' deki Rum halkın Türkleri davet etmeleri üzerine 1430'da bu bölgelere sefer açılmış, Selanik ve Epir' in tekrar fethi ile buradaki Arnavut ve Rumlar rahat bir nefes almışlardır.273 Ege adalarındaki Rum halkı da diğerleri gibi Osmanlı idaresini tercih etmişlerdi. Adalardaki ahali Katolik şövalyelerin, İtalyan ve Venediklilerin zulmünden inliyordu. 1522'de Rodos'un şövalyelerden alınışı Rum halkı arasında 268 Yoğurtçuoğlu, s. 28. Süleyman Kocabaş, Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi, İstanbul, 1984, s. 9. 270 Danişment, s. 168. 271 Nikos A. Beos, İslam Ansiklopedisi, C. VIII, s. 422. 272 Yoğurtçuoğlu, s. 29. 273 Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza Türkiye Tarihi, C. III, Hayat Yayınları, İstanbul, s. 152. 269 73 büyük memnuniyet yaratmıştı. Aynı sevinç hali Sakız adasında da görüldü. Türklerin adayı ele geçirmesi, Kataolik Cenevizlilerin tazyiklerinden şikayetçi olan yerli Rumlar tarafından sevinçle karşılanmıştır.274 Kıbrıs adasında ise Venedik hakimiyeti vardı. Venedikli korsanların civardaki Müslümanlara zarar vermeleri sebebiyle 1571 'de Kıbrıs üzerine Lala Mustafa Paşa komutasında sefere çıkılmıştı. Kıbrıs' ı alan Türkler burada kölelik düzenini kaldırarak hürriyeti getirmişler, ada halkının mal, mülk sahibi olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlamışlardır.275 Girit adası üzerinde de Venediklilerin tam bir sömürü ve zulüm idaresi vardı. Venedikliler Rumlardan yalnız bütün salahiyetleri almakla yetinmeyip her vesile ile onlara hor bakmışlardır. Halk adeta sefil denilebilecek bir duruma düşmüş, ada sistematik bir şekilde soyulmuştur.276 Rumlar,Venediklilerin bu zulmüne dayanamayarak 15 defa ayaklanmışlardı. Zulüm idaresi sonucu pek çok Rum adayı terk etmişti. Osmanlı Devleti adaların fethi için Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa kumandasında bir kuvveti buraya göndermiş, Venediklileri yenen Yusuf Paşa, Rumların büyük tezahüratıyla karşılanmıştır.277 Türkler, Girit adasında da iyi bir idare kurup bu adayı da baştan başa imar etmişlerdir.278 Böylece Yunanistan yarımadasının ve Mora' nın büyük bir kısmı fethedilmiş, Rumlar baskı ve zulüm idaresinden kurtulmuşlardır. B. Yunanistan'ın Bağımsızlığını Kazanması Patrikhanenin çalışmalarını giderek arttırdığı bir dönemde dünya üzerinde meydana gelen değişiklikler, özellikle de Fransız İhtilalinin getirdiği milliyetçilik akımları Avrupa'yı sarsarken Osmanlı Devleti bünyesindeki Rumları da etkilemekte gecikmemiştir.279 Bu arada Balkanlarda ve Doğu Akdeniz'de üstünlük kurmak isteyen sömürgeci Büyük Devletler, Rumları kendi menfaatleri doğrultularında milletlerarası satrancın bir piyonu olarak kullanmışlardır.280 Yunanistan'ın 274 J. Hordtman, Sakız, İslam Ansiklopedisi, C. X., s. 95. Yoğurtçuoğlu, s. 30. 276 Cemal Tukin, Osmanlı İmparatorluğunda Girit İsyanları, Belleten Dergisi, C. IX, sayı. 34, TTK, Ankara, 1945, s. 176-177. 277 Hüseyin Hami Hanyevi, Girit Tarihi, İstanbul, 1325, s. 120. 278 Cemal Tukin, Girit, İslam Ansiklopedisi, C. IV, s. 795-796. 279 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V, Ankara, 1983, s. 175. 280 Halil Ergene, Neden Hedef Türkiye, Ankara, 1983, s. 56. 275 74 bağımsızlığını kazanmasında Batılı Devletlerin rolü olduğu kadar Etniki Eterya cemiyetinin rolü de oldukça büyük olmuştur.281 (1) Etniki Eterya Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Yunan isyanlarını hazırlayan ve idare eden gizli bir cemiyet282 olan Etniki Eterya cemiyeti 1814 yılının sonlarında o zamanlar Rusya'nın denetiminde bulunan Odessa şehrinde "Filiki Eterya" (Dostlar Cemiyeti) adıyla kurulmuştu.283 Bu cemiyetin ismi daha sonra 1894 yılında "Etniki Eterya" (Milli Cemiyet) olarak değiştirilmiştir.284 (2) Etniki Eterya 'nın Kurucuları Etniki Eterya Cemiyeti meslekleri tüccarlık olan Nikolas Skufas, Emmanuel Ksantos adlı iki Rum ile Athanasiyos Tsakaloff (Çakalof) isimli bir Bulgar tarafından kurulmuştu.285 Bütün gizli örgütlerde olduğu gibi bu örgüte girebilmek için de her türlü fedakarlıkta bulunmak şart koşulmuştu. Üyelerden, derneğin plan ve projelerini tam bir sır olarak tutmaları istendiği gibi gerektiğinde canları ve mallarını feda etmeleri istenmekteydi. İhtilalci karakterdeki bu örgüt, mali problemlerini çözebilmek için bünyesine özellikle büyük tüccar ve armatörleri kaydediyor; halk üzerinde daha etkili propaganda yapabilmek amacıyla da papazları kullanıyordu.286 Etniki Eterya Cemiyeti'nin başkanının kim olduğu hakkında bir taraftan esrarengiz bir hava estirilmeye çalışılmaktaysa da diğer taraftan bu kişinin Rus Çarı Aleksandır veya onun Rum asıllı Hariciye Nazın Kapodistrias olabileceği ima edilmekteydi Gerçekte ise cemiyeti, Çarın Rum olan yaveri Prens İpsilanti yönetiyor ve bizzat Çar tarafından dernek himaye ediliyordu.287 İstanbul' lu Rumlar' dan olan İpsilanti, Kapodistrias' tan da büyük destek alıyordu. Ayrıca Fener'deki Ortodoks Cihan Patriki Grigorios ile İstanbul'un "Fener Beyleri" denen Rum asilleri de cemiyetle işbirliği içinde idiler. Etniki Eterya Cemiyeti, kuruluşundan kısa bir süre 281 Berrin Birbiçer, Orta Anadolu’ da Yunan Mezalimi, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Edirne, 1996, s. 5. 282 Karal, s. 109. 283 Hammer, s. 244. 284 Üçarol, s. 103. 285 Murat Hatipoğlu, Yunanistandaki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101. Yılı, Ankara, 1988, s. 10. 286 Birbiçer, s. 6. 287 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, C. 5, İstanbul, 1983, s. 440-441. 75 sonra gelişerek Osmanlı toprakları içinde ve dışında İstanbul, İzmir, Sakız, Misolongi, Bükreş, Yaş, Yanya, Triyeste gibi önemli merkezlerde şubeler kurmuştu.288 Görüldüğü gibi kısa bir zaman zam içinde gelişip büyüyen cemiyetin idarecileri, kendi aralarında kolayca muhabere edebilmek için özel bir de lügatçe hazırlamışlardır.289 Buna göre "bigaraz" kelimesi padişahı, "muhibb-i insaniyet" Rusya İmparatoru' nu, "ziyade meşgul" sadrazamı, "kaynana" sözü ise Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa'yı anlatıyordu.290 (3) Etniki Eterya Cemiyetinin Amacı ve Megali İdea Etniki Eterya Cemiyetinin görünürdeki gayesi eğitim ve öğretimi Osmanlıların hıristiyan tebaası arasında yaymaktı. Cemiyetin asıl amacı ise, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan Rumlar' ı örgütlendirerek, isyana teşvik etmek olmuştur. Etniki Eterya ,güçlendikçe amaçlan da genişleyip büyümüştür. Cemiyetin ilk amaçlarından biri Mora' da bağımsız Yunan Devleti kurmaktı. Bundan başka Orta Yunanistan, Batı Trakya, Selanik, Ege Adaları, Oniki Ada, Girit, Batı Anadolu ve Kıbrıs'ı Yunanistan'a katmayı, Kuzey Anadolu'da Pontus Rum Devleti'ni kurmayı ve sonunda İstanbul'u da ele geçirerek Bizans İmparatorluğu'nu yeniden diriltmeyi yani "Megali İdea"yı gerçekleştirmeyi amaç edinmişlerdi. Böylece iki kıtalı, beş denizli "Büyük Yunanistan"ı kuracaklardı. Megali İdea sözü Yunanca' da büyük ülkü manasına gelmektedir. İlk defa Etniki Eterya Cemiyeti ' nin programı olarak ortaya konan bu fikir kısaca "Hellenlerin önderliğinde Bizans İmparatorluğu'nun yeniden ihyası" olarak tanımlanabilir291. Yunanlılar' ın bu politikalarının en büyük takipçisi ve destekçisi ise kilise ile ordu olmuştu. (4) Yunan İsyanı Rusya XVIII. yüzyıldan beri Osmanlı Devleti'ne karşı Avusturya ile çeşitli ittifaklar içine girerek, özellikle Boğazlara hakim durumdaki Türkleri zayıflatıp parçalamak ve sıcak denizlere inmek amacındaydı. Diğer yandan İngiltere varlığını sürdüren fakat zayıf bir Osmanlı'dan yana olup, Rusların güneye inmesini çıkarlarına uygun bulmamaktaydı. Avusturya da Osmanlı toprak bütünlüğünün 288 Üçarol, s. 103. Karal, s. 110. 290 Birbiçer, s. 6. 291 Egene, s. 85. 289 76 korunması görüşünü benimsiyordu. Çünkü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Devleti gibi idari yapısı içerisinde bir çok milletleri barındırıyordu.292 Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa ile Sultan II. Mahmud' un arası, içinde Rum parmağının da bulunduğu İstanbul Fener Patrikhanesi ve saray arasında çevrilen entrikalar sonucunda açılınca Ali Paşa isyan etti.293 Tepedelenli Ali Paşa'nın, Padişaha karşı olan bu isyanı Rumların işine yaramıştır. Osmanlı Devleti'nin Ali Paşa'ya karşı bulunduğu müdahale Tepedelenli' nin yörede kurmuş olduğu sıkı idareyi ortadan kaldıracak ve bunun sonucunda da Rum çetecileri ilk tedhiş hareketlerine başlamışlardır. Bu da "Yunan İsyanı" nın başlangıcını oluşturmuştur.294 1821 yılında başlayan isyan silsilesinin ilki Buğdan'da oldu. Ancak bölgedeki Romen halkın meseleye uzak durması sonucunda, olayların üstüne yetişerek müdahale eden Türk birlikleri tarafından isyan dağıtıldı. İsyanın elebaşısı olan İpsilanti Avusturya'ya kaçtı ve orada tutuklandı. Bu başarısız ayaklanmanın ardından Mora' da yeni bir isyan başlatıldı. Mora' daki şartlar etnik bakımdan daha uygundu. Nitekim burada başlatılan isyan hareketleri kısa zamanda genişleyerek adalara kadar sıçradı. Bu durum İstanbul'da panik yarattı ve Padişah Sultan II. Mahmut' un sert tedbirler almasına sebep oldu. Bu tedbirlerden biri de isyanda parmağı olan Fener Patriği II. Gregorius' un 22 Nisan 1821 'de Patrikhanenin kapılarından birinde resmi kıyafeti ile idam ettirmesi idi. Bab-ı ali 'nin aldığı bu kesin tavır, Avrupa Devletleri tarafından tepkiyle karşılandı. Başta Rusya olmak üzere devamlı Osmanlı Devleti'ne karşı baskı uygulayarak, hristiyanlara ciddi garantiler verilmesi istendi.295 (5) Bağımsız Yunanistan’ ın Kurulması Osmanlı Devleti ise bir taraftan Avrupalı Devletler ile uğraşırken - ki bunlara İngiltere de dahildir - diğer taraftan bir türlü kesin sonuç alamadığı ayaklanmalarla uğraşmaktaydı. Daha sonraları Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'yı Mora' ya Osmanlı kuvvetlerine yardıma göndermesi 292 Birbiçer, s. 7. Kocabaş, s. 60-61. 294 Birbiçer, s. 8. 295 a.g.e., s. 8. 293 77 sonucunda bir takım başarılar kazanılmıştır. Osmanlı Devleti'nin bir iç sorunu olan bu isyanları bastırmada tamamen başarılı olması üzerine büyük devletler duruma müdahale etmişlerdir. İlk müdahale Rusya'dan gelmiştir. Rusya, Yunan meselesini İngiltere ile müzakereye başlamış, bu görüşmeler 4 Nisan 1821'de "Petersburg Protokolü" ile sonuçlanmıştır. Avusturya, Prusya ve Fransa'ya da bildirilen bu belgede özetle "Yunanistan Osmanlı Devleti'ne vergiyle bağlı kalacak ama özerk bir devlet durumuna gelecek ve bütün Türkler Yunanistan'dan çıkarılacak" denmekteydi. Daha sonra Londra'da İngiltere, Fransa ve Rusya'nın imzaladığı Londra Protokolü ile Petersburg Protokolü teyid edilmiş ve Osmanlı Devleti'ne baskı yapılması karan alınmıştı. Osmanlı Devleti doğal olarak bunu içişlerine karışma görerek reddetmiştir. Bunun üzerine Londra Protokolünü imzalayan devletler harekete geçmişlerdir. İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Mora ve Çanakkale Boğazını abluka altına almışlardır. Mısır'dan Osmanlı'ya gelecek yardımı önlemek için Navarin' i de kontrol altına alan düşman donanması 20 Ekim 1827'de Navarin' de demirlemiş olan Osman1ı-Mısır birleşik donanmasını imha etmiştir.296 Bu olaydan sonra Osmanlı Devleti tazminat talebinde bulunmuş, bu da aradaki ilişkileri daha da gerginleştirmiştir. İngiltere ve Fransa Osmanlı'ya karşı savaş yanlısı değilken, Rusya 1828 yılının Nisan ayında Osmanlı Devleti'ne harp ilan etmiştir. Yapılan savaş Rusya'nın galibiyeti ile neticelenmiştir. Osmanlı Devleti barış istemek mecburiyetinde kalmış ve 14 Eylül 1829 yılında Edirne Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı Devleti bu antlaşma ile Petersburg Protokolünü tanımak zorunda kalmış; bu da Yunan Devletinin kurulması demek olmuştu. Osmanlı'dan ayrılıp da üzerinde milli bir devletin oluştuğu ilk toprak parçası Yunanistan olmuştur.297 3 Şubat 1830 tarihinde İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan yeni bir Londra Protokolü ile 49929 kilometrekare alana ve 100000 nüfusa sahip minicik bir Yunanistan'ın resmen kurulduğu ilan edildi. Bundan sonra bu ufak Devlet Batılı Devletler' in kanatlarının himayesi altında yavaş yavaş büyüyecektir.298 296 Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993), Ankara, 1993, s. 29. 297 Rıfat Üçarol, Küçük Kaynarca Anlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı İmparatorluğu, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1989, s. 380. 298 Mehmet Hocaoğlu, Belgelerle Yunan Barbarlığı, İstanbul, 1985, s. 23. 78 C. 1877 – 1878 Osmanlı Rus Savaşı Osmanlı Devleti 1870'li yıllarda iç ve dış durumu itibariyle tarihin en bunalımlı ve çok büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığı bir dönemi yaşıyordu. Yunanistan'da, Osmanlı Devleti'nin zor ve bunalımlı durumlarını gözetip, onun bu durumundan yararlanarak amaçlarına ulaşmayı esas almıştı. İşte Yunanistan'a böyle bir fırsatı 1877-1878 Osman1ı-Rus Savaşı ve bu savaş sonunda ortaya çıkan Devletlerarası durum vermiştir.299 Osmanlı Devleti'nin Londra Protokolü kararlarını reddetmesi ile Rusya ile arasındaki diplomatik ilişkiler sona ermiş ve Rusya 24 Nisan 1877 günü Osmanlı Devleti'ne harp ilan etmiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi iki cepheli bir harptir.300 Rusya harbin ilk iki ayında Romanya topraklarına yığınak yapmış, 21 Haziran günü de Tuna nehrini geçerek Bulgaristan topraklarına girmiştir.301 Rus ordusunun büyük kısmı da 26 Haziran 1877 tarihinde Tuna nehrinden geçerek Zimnitsa' dan Sviştov' a geçmişlerdir. 17 Temmuz 1877 günü Tırnova işgal edilmiş ve 19 Temmuz 1877 tarihinde de Ruslar Balkan dağlarının en stratejik yerinde bulunan ve Tırnova, Gabrova ve Kızanlık arasında yer alan Şıpka geçidini kontrolleri altına almışlardır.302 Rusların kısa sürede Tuna nehrini geçmeleri ve Balkan dağlarındaki stratejik mevzileri ele geçirmeleri Ruslara büyük avantaj sağlamıştır. Osmanlı Devleti Plevne' de 4 ay 23 gün süren büyük bir savunma örneği gösterse de burası da 10 Aralık 1877 günü Rusların eline geçmiştir. Plevne muharebelerinde Rus ordusunda Bulgar milis kuvvetleri de yer almıştır. Bu yenilgiden sonra Türkler geri çekilmeye başlamışlar, 3 Ocak 1878 günü Sofya, 8 Ocak '1878 günü Kızanlık ve Samokov, 16 Ocak 1878 günü Tırnova ve 17 Ocak 1878 günü de Filibe Rusların eline geçmiştir. Ruslar 20 Ocak 1878 günü Edirne'ye ulaşmışlar, 29 Ocak 1878'de Çorlu'yu, 6 Şubat 1878'de de Çatalca'yı işgal etmişlerdir. Bundan sonra İstanbul' a sadece 10 km mesafede bulunan Yeşilköy'e gelmişler ve karargahlarını buraya kurmuşlardır. Ancak aylardır süren savaşın verdiği maddi ve manevi yük ve kayıp sayısının fazla olması ve 299 Özdemir Necati, Türk-Yunan Sınır Münasebetleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1993, s. 14. 300 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 64. 301 H. Hikmet Süer, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi Rumeli Cephesi, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1993, s. 104. 302 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 65. 79 uluslararası durumun elverişli olmaması dolayısıyla İstanbul'a girmeye cesaret edememişlerdir.303 19 Ocak 1878 günü Osmanlı Devleti ateşkes için Rusya'ya müracaat etmiştir. 31 Aralık 1878 günü Edirne'de sağlanan ateşkesle 9 ay 7 gün süren harp sona ermiştir. Rusya diğer Avrupa devletlerinin müdahalesinden önce şartlarını Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmeye çalışmıştır. Ateşkesten bir ay sonra 3 Mart 1878 günü Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 29 maddeden oluşan Yeşilköy (Ayastefanos) Anlaşması imzalanmıştır.304 İngiltere ve Avusturya Yeşilköy Anlaşması'nın Rusya lehine büyük bir üstünlük sağlaması üzerine anlaşmayı yeniden gözden geçirmek amacıyla bir kongrenin toplanmasını istemişlerdir. Bu devletler öncelikle Balkan yarımadasında kurulan büyük Bulgaristan'ın Rusya'nın Balkan yarımadasındaki çıkarlarına hizmet edeceği gerekçesiyle itirazda bulunmuşlardır. Avusturya büyük Bulgaristan'ın kendisinin Selanik yolunu keseceğini dolayısıyla Adriyatik'e çıkışına engelleyeceğini görmüştür. İngiltere ise İngiliz Meclisinin 3 Mayıs 1878 tarihindeki "gayet gizli" raporunda Yeşilköy Anlaşması'na olan itirazlarını belirtmiştir. Buna göre Ege denizinde yeni bir denizci devlet ortaya çıkıyor ve ayrıca Balkan yarımadasının Slav olmayan halkları yok olma tehdidi altına giriyordu. İngiltere bu sakıncaları önlemek için Bulgaristan'ın Ege'den ve Makedonya'dan uzaklaştırılması gerektiğini düşünmekteydi. Ayrıca kurulan büyük Bulgaristan İstanbul'a çok yaklaştığı gibi Osmanlı Devleti'nin Avrupa ile olan bağlantısını da kesmekteydi.305 İşte bu durumu fırsat olarak gören Yunanistan da amaçları doğrultusunda bundan yararlanmak için harekete geçmiştir. Yunanistan da Berlin Konferansına katılarak orada söz sahibi olmak istiyordu. Yunanistan’ ın büyük istekle Berlin Konferansına katılmak istemesinin amacı yeni topraklar isteğiydi. Avrupa büyük devletlerinin de buna sahip çıkması, bu konferansın önemini daha da artıracaktır.306 İngiltere'nin Rusya'ya Yeşilköy Anlaşması'nın yerine geçecek yeni bir anlaşmanın yapılması konusundaki ısrarlı tutumu karşısında yeni bir savaşı göze alamayan Rusya bu teklifi kabul etmek zorunda kalmıştır. İngiltere Dışişleri Bakanı 303 a.g.e. s. 65. a.g.e. s. 65. 305 a.g.e. s. 66. 306 Özdemir, s. 15-16. 304 80 Salisbury ile Rusya'nın Londra Elçisi Schouvaloff arasında üç memorandum imzalanmıştır. İngiltere ile Rusya arasında anlaşma sağlandıktan sonra Yeşilköy Anlaşması'nın yerine geçecek yeni bir anlaşmanın imzalanması amacıyla 13 Haziran 1878 tarihinde Berlin Kongresi toplanmıştır.307 Berlin Anlaşması görüşmeleri çok uzun ve çekişmeli geçmiştir. 13 Haziran 1878’ den 24 Mayıs 1881 tarihine kadar aralıklı olarak sürmüştür. Yunanistanla ilgili sınır konusunda bir çok kararlar alınmış, bu kararlar değiştirilmiş veya kabul edilmemiş, çekişmeler sürerken zaman zaman durumlar öyle hale gelmiş ki, Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında savaşa bile karar verildiği görülmüştür. Sonra savaştan vazgeçme kararı alınmıştır. Daha sonra Berlin Konferansı tekrar toplanmış 1878 Berlin Anlaşmasının 24. maddesine göre Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında sınır çizilmesi hususunda anlaşmaya vardıkları taktirde altı büyük devletle arabuluculuk teklifi getirilmesi kabul edilmiştir. Uzun ve çekişmeli süren anlaşmada tek değişmeyen ve kati olarak alınan karar, altı büyük devlerin arabuluculuğu kararı idi. 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Anlaşmasının 24. maddesinde yazılı olan arabuluculuk yetkisi verilen altı büyük devlet şunlardı: Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya. Bu altı büyük devlet Avrupa’ nın barış ve güvenliği yönünden Osmanlı-Yunanistan sınırını düzenleme sorununu kesin olarak çözümlemeyi uygun görmüşler ve bu konuda bir anlaşma yapılmasına karar verilmiştir. Osmanlı Devleti ile yapılan görüşmeler sonucunda nihayet anlaşma 24 Mayıs 1881 yılında imzalanabilmiştir.308 Anlaşmanın imzalanması sırasında altı büyük devlet Yunanistan adına hareket ederek sürekli ve artan baskılarını Osmanlı Devletine göstermişler, bunun üzerine Osmanlı Devleti üç yıl süren diplomatik mücadele sonucunda Yunanistan’ a Teselya ile birlikte Epir’ den Narda’ yı vermek zorunda kalmıştır.309 Berlin Anlaşması ile Osmanlı Devleti’ nin Trakya’ da bir kısım toprağını Yunanistan’ a vermesi nedeniyle Osmanlı Devleti Trakya’ da gerilerken, Yunanistan ise Trakya’ da topraklarını sınırlarını genişletmiştir. Doğu ve Batı Trakya’ nın Osmanlı Devletinin korunması ve güvenliği açısından büyük ehemmiyeti vardır. 307 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 66. Özdemir, s. 16-17. 309 Üçarol, s. 228-229. 308 81 Çünkü Doğu ve Batı Trakya Osmanlı Devletinin Avrupa’ daki hassas bölgesiydi. Batı Trakya Osmanlı Devletinin sınır bölgesi olduğundan güvenliği açısından önem taşıyordu. 1878’ den 1912’ ye kadar Doğu ve Batı Trakya, İstanbul ve Boğazların korunması açısından ve Osmanlı ordusunu barındıran büyük asker ordugahı halindeydi. Bu bakımdan Osmanlı Devleti’ nin mukadderatı Doğu Trakya’ nın savunulmasına sıkı sıkıya bağlı görünüyordu. Batı Trakya’ da Doğu Trakya ile Makedonya, Epir ve Arnavutluğu birleştirmesi açısından bir kara köprü vazifesi görüyordu.310 D. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı ve Sonuçları Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından imzalanan Berlin Antlaşması'nda, Yunan İhtilafını çözümlemeye yönelik bir 24. bent oluşturulmuş, Yunanistan da bu bent' in içerdiği önermeye dayanarak uzlaşmanın her türünden kaçınmış ve Osmanlı-Yunan sınırlarının çizilmesi için büyük devletlerin karışmalarına yol açmıştır. Sonuçta, 1881 'de İstanbul'da toplanan bir konferansın ardından, Epir Osmanlı Devleti' nde kalmak üzere Teselya. Larissa ve Narda Yunanistan' a bırakılmıştır.311 Ancak, bu sonuç Megali İdeanın öngördüğü sınırlara uygun düşmüyordu ve Epir ile Güney Makedonya' nın her ne koşulda olursa olsun ilhak edilmesi gerekiyordu. İlk girişim, Bulgar-Sırp Savaşı ve Doğu Rumeli Bunalımının patlak verdiği sıralarda gerçekleşti. Bu girişimde, Teselya sınırını geçmeye kalkan Yunan birlikleri Ahmet Eyüp Paşa birliklerince kolayca püskürtüldü.312 İkinci girişim ise, Girit Ayaklanmaları'nın en yoğun döneminde, 1897'de gerçekleşti. Yunanistan, aynı zamanda Girit Ayaklanması'nı da kışkırttığı gibi Ethniki Eterya kanalıyla Avrupa kamuoyunu da önceden hazırlamıştı. Bu sıralarda Yunan kamuoyu da galeyana gelmiş, Girit'in işgali için Hükümet'e güç kullanması yönünde baskı yapmaya başlamıştı.313 İşte bu gelişmelere koşut olarak, aynı yıl içinde baş döndürücü bir süreç yaşandı: İlk iş Yunanistan Girit'e asker çıkardı ve bunu Ada'nın Yunanistan'a ilhak edildiği duyurusu izledi. O sırada, kuzeyde de bir başka plan uygulanıyordu. Ethniki Eterya ajanları Makedonyalı Rumlar' ı ve diğer 310 Özdemir, s. 20. Şenşekerci, s. 73. 312 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V-VIII, TTK, Ankara, 1988, s. 114. 313 Georges Castellan, Balkanların Tarihi 14-10 YY., Milliyet Yayınları, İstanbul, 1983, s. 348. 311 82 Balkan topluluklarını da Osmanlı Devleti' ne karşı ayaklandırmak üzere Teselya sınırında ihlal ve tahrik eylemlerine başlamışlardı.314 Ancak 1897 Nisanı'nda bir gönüllüler grubunun silah zoruyla sınırı geçmeye kalkışması315, bardağı taşıran son damla oldu ve Osmanlı Devleti 18 Nisan'da Yunanistan'a savaş açtı. Epir, Teselya ve denizlerde gerçekleşen316 savaşta; Yunan birlikleri çok geçmeden çözülmeye ve her cephede ağır yenilgiler almaya başladılar. Özellikle, Müşir Ethem Paşa komutasındaki Osmanlı Birliklerinin kazandığı Dömeke Savaşı, Babıali'ye bir anda Atina yollarını açtı. Ancak Rus Çarı, II. Abdülhamit' e çektiği bir telgrafla “ilerleyişin sürmesi durumunda bölgede siyasal bunalımların doğabileceğini, uygun olanın bırakışma olduğunu" bildirerek savaşa müdahale etti. 317 Sonuçta, 4 Aralık l897'de İstanbul Antlaşması ile kesin barış sağlanmış oldu. Anlaşma'ya göre; daha önce de belirtildiği üzere, Teselya Yunanistan'a bırakılmış, Girit özerk bir devlete dönüşmüş ve Yunanistan'ın Osmanlı Devleti'ne 4.000.000 Frank tazminat vermesi kararlaştırılmıştır.318 Osmanlı - Yunan Savaşı aynı zamanda, Osmanlı Devleti'nin tek başına girişip zaferle sonuçlandırdığı son savaş anlamına da geliyordu. Ne var ki. bu zaferin karşılığında elde ettiği sonuçlar; Müslümanlar ve Avrupa Devletleri önünde prestijini artırmış olmasından öteye geçemedi. Çünkü büyük devletler. her zamanki inisiyatiflerini ortaya koyarak, siyasal sonuçları yenik Yunanistan yararına yönlendirmişlerdi.319 Böylece Osmanlı Devleti; büyük bir zaferin içinden, oldukça ucuz sayılabilecek kazanımlarla ayrılmış oldu. Savaşın; Osmanlı ordularını Alman askeri heyetinin örgütlendirmiş olmasından dolayı, bundan böyle Alman nüfuzunun Osmanlı Devleti'nde daha kolay yayılmasına yardım etmiş olması ise, dolaylı bir sonuç olarak kendisini gösterdi.320 314 Hatipoğlu, s. 41. a.g.e., s. 41. 316 Karal, s. 116. 317 Hatipoğlu, s. 41. 318 Castellan, s. 349. 319 Akşin, s. 174. 320 Karal, s. 118. 315 83 E. Balkan Savaşları 1902'de, Fransa'nın Fas'ta genişleme olanağını kabul ettikten sonra, 1909'da da Rusya'nın Boğazlar' daki üstünlüğünü tanıyan İtalya; büyük devletlerin onayını alarak "Trablusgarp ve Bingazi' de İtalyanlar' a kötü davranıldığı” gerekçesiyle 1911 Eylülü'nde Osmanlı Devleti'ne savaş açtı321. Fazla direniş gösterilmeyen savaşta, İtalya 5 Kasım 1911 'de Trablusgarp ve Bingazi' yi topraklarına ilhak etti.322 İtalya 1912 Mayısı' nda Rodos ve Oniki Ada'yı da işgal etti.323 İşgallerin ardından 15-18 Ekim 1912' de imzalanan Ouchy Barışı ise; içerdiği yargılarla İtalya'dan çok, gelecekte Yunanistan'ın işine yarayacak bir tablo çiziyordu: Trablusgarp İtalya ' ya bırakılacak; Rodos ve Oniki Ada ise, Trablusgarp ve Bingazi' deki sivil-asker Osmanlı görevlilerinin boşaltılmasına dek İtalyan işgalinde kalacaktı.324 Nitekim Yunan dünyası da bu gelişmelere kayıtsız kalmadı. İlk iş, işgal altındaki Adalarda yaşayan Rumlar kıpırdandı. Patnos Adası'na gönderdikleri temsilcileri aracılığıyla gerçekleşen kongrede (4 Haziran 1912), anayurt Yunanistan ile birleşme kararı alındı.325 Bunu; Yunanistan'ın, iktidarının en güçlü olduğu dönemde Balkan İttifakı'na gitmesi izledi (1912). Aslında bu ittifak, üye ülkelerden çok belki de Rusya'yı kamçılıyordu. Çünkü Rusya öncülüğünde kurulacak bir Balkan Birliği, hem Balkanlar'daki Avusturya yayılmacılığına hem de Osmanlı Devleti'ne karşı bir araç olarak kullanılabilirdi. Sonuçta; 1912'de gerçekleşen SırbistanBulgaristan ve Bulgaristan- Yunanistan Antlaşmalan' nın ardından kendisine Yenipazar Sancağı ve İşkodra' nın vaat edildiği Karadağ'ın da katılımıyla "Birlik" doğmuş oldu. Yunanistan ise; birlik yoluyla, kuzeye doğru ve genel olarak Osmanlı Devleti aleyhine genişleme emellerini gerçekleştirebileceğini düşünüyordu. 326 Bu arada, Fransa'nın olurunu alan Rusya ise; Balkan Birliğini savaş 321 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C. 2, Bilgi Yayınları, Ankara, 1991-1992 s. 28; Üçarol,Siyasi Tarih, s. 347. 322 Turan, s. 28. 323 Turan, s. 28. 324 a.g.e., s. 29. 325 Şerafettin Turan, Geçmişten Günümüze Ege Adaları Sorunu, Boyutlar, Taraflar, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri- III. Askeri Tarih Semineri-Bildiriler, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler başkanlığı, Ankara, 1986, s. 45. 326 Haluk Ülman, Birinci Dünya Savaşına Giden Yol (ve Savaş), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1973, s. 195. 84 yönünde kışkırtmaya başladı. Osmanlı Devleti; bir savaş olasılığına karşı seferberlik ilan etmekle birlikte, uluslararası alanda mutlak bir yalnızlığa gömülmüştü.327 Büyük Devletler ise; Balkanlar'daki statükonun korunmasını istemekle birlikte, gelişmeler karşısında edilgin bir politika izliyorlardı. Böylece; Rusya'nın belirgin desteği, Osmanlı Devleti'nin mutlak yalnızlığı ve büyük devletlerin edilgin politikasının belirlediği nesnel koşullar gerekli savaş zeminini hazırlamış oluyorlardı.328 Nitekim 1912'nin Ekim ayında; önlenemeyen savaş süreci beklenen sonucu vermişti. 8 Ekim'de Karadağ, 17 Ekim'de Bulgaristan ve Sırbistan, 19 Ekim'de de Yunanistan ardı ardına Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiler.329 Mayıs 1913'e dek süren çarpışmalar; Osmanlı ordularının her cephede yenildiğini duyururken, savaşın da ilk aşaması anlamına geliyorlardı.330 Yunanistan'ın, Selanik ile Bozcaada, Limni, Semadirek ve Taşoz Adalarını; Bulgaristan ve Sırbistan'ın da Makedonya ve Trakya'nın büyük bir bölümünü işgal ettiği savaş sonucunda 30 Mayıs 1913' te Londra Antlaşması imzalandı. Buna göre; Osmanlı sınırları Meriç nehrine çekilirken, nehrin batısı da Balkan ulusları arasında paylaştırılıyordu. 331 Ancak bu çarpışmalar, daha önce de belirttiğimiz gibi Balkan Savaşı'nın ilk aşaması anlamına geliyordu. Çünkü Makedonya üzerindeki ortak emellere bir çözüm getirilememişti. Nitekim Yunanistan ve Sırbistan' ın Bulgaristan' a karşı işbirliği yapmaları, Balkanlar' daki barut fıçısını bir kez daha ateşlemişti. Bu işbirliği karşısında kendini tehdit altında gören Bulgaristan 1913 Haziranı'nda Yunanistan ve Sırbistan'a saldırırken II. Balkan Savaşı'nı da başlattı.332 Osmanlı Devleti; Balkan Devletlerinin iç hesaplaşmasından yararlanarak Edirne'yi kurtardıysa da, Meriç'in batısına geçmesi büyük devletler tarafından durduruldu.333 327 Balkan Harbi, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1979, s. 16. Şenşeekerci, s. 81. 329 Hatipoğlu, s. 57. 330 Üçarol, s. 356-358. 331 Nikos Svoronos, Çağdaş Helen Tarihine Bakış, Çev.: Panayot Abacı, Belge Yayınları, İstanbul, 1988, s. 85. 332 Şenşekerci, s. 82. 333 Haluk Ülman, Tanzimattan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 1 ve 2, s. 286-292. 328 85 II. Balkan Savaşı sonunda imzalanan Bükreş Antlaşmasıyla (10 Ağustos 1913), Bulgaristan'a Ege'de, Portolağo ile Dedeağaç arasında bir çıkış veriliyor, Arnavutluk'un bağımsızlığı tanınıyor, Sırbistan da Kuzey Makedonya'yı ele geçiriyordu. Yunanistan ise aslan payını almıştı: Selanik, Halkiditeya, Kavala limanı, Epir ve Yanya ile Oniki Ada, İmroz ve Bozcaada dışında tüm Ege adaları.334 Böylece yüzölçümü 65.000 km2'ye, nüfusu da 2.666.000'den 4.363.000'e ulaşan Yunanistan; Balkan Savaşları'nda enosis yolunda çok önemli aşamalar kaydetmiş oluyordu.335 14 Kasım 1913’ te ise Atina Anlaşması imzalandı.Girit dahil olmak üzere, Yunanistan 'm Balkan Savaşları'nda ele geçirdiği toprakların hukuki onayı gerçekleşti.336 F. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Bulgarların Yunanlılarla ve Sırplarla meşgul olması Osmanlı devletini harekete geçirdi. Bu sırada Bulgar birliklerinin boşalttığı Trakya üzerinde Türk askeri harekatı sürat1e geliştirildi. Aynı zamanda durumnn nezaketini kavrayan, Çatalcadaki ordunun kurmay başkanı Yarbay Enver Bey, kolordusuna bağ1ı üçyüz kişilik bir akıncı müfrezesine - Eşref Kuşçubaşı komutan1ığında- Lülebırgaz istikametinde bir keşif yaptırdı. Bu akıncı kuvvetin bir Bulgar taburunu esir etmesi Enver Beyi cesaretlendirdi. Böylece 13 Temmuz 1913' ten itibaren başlatılan yeni bir harekatla Midye-Enez hatttına ulaşıldı. ( 15 Temmuz 1913)337 Bu sırada Osmanlı hükümeti Doğu Trakya' nın tamamının işgaline karar verdi. Durumu diğer ilgili devletlere ayrıca duyurdu. Gönderilen bildiride:" Osmanlı hükümeti, delillerle göstermiştirki, Enez' den başlayan bir hudut İstanbul ve Çanakkale boğaz1arının korunmasını sağlayabilmesi için Meriç boyunca kuzeye doğru çıkması gerekir. Osmanlı hükümeti bu işi Bulcnristan'la çözmeyi daha uygun bulurdu. Ancak Bulgarlar ellerindeki yerlerde müttefiklerinin de gördükleri gibi öyle zuIüm yapıyorlarki, artık bekleyemeyiz. Bunun için Osmanlı hükümeti şimdiden Meriçi ele geçirmek zorundadır. Osmanlı Devleti Meriç hududunu kesin sayar ve onu 334 Svoronos, s. 85. Hatipoğlu, s. 59. 336 Şenşekerci, s. 83. 337 Celal Bayar, Ben de Yazdım, İstanbul, 1967, Cilt IV. 335 86 hiçbir bahane ile aşmamayı üzerine alır.”338 Bu gelişmeler karşısında Enver Bey de, 23 Temmuz 1913'de Edirne 'yi geri aldıktan sonra Meriçten öteye geçemedi. Batı Trakya harekatı, Bulgan zulüm ve tecavüzünün artması üzerine, Babı Ali'nin bir tasarrufu olarak başladı. Bu hulsusta 19 Ağustos 1913’ te Avrupadaki temsilcilere bildirildiği gibi; ahaliyi korumak için bir kısım kuvvetlerin Batı Trakya' ya gönderilmesi, Osmanlı askerinin Batı Trakya 'ya önceki taahütlerin hilafına Meriç nehrini geçmek manasında sayılmamasını bildirme konusunda idi. Bundan sonra harekat başladı. Edirne’ nin geri alınmasından sonra batıya doğru ilerleyen Osmanlı Kolordusu emrindeyken akıncı müfrezesinden 116 kişilik bir grup Edirne’ den Ortaköy’ e gönderildi. 15 Ağustos 1913’ de Batı Trakya’ ya giren bu akıncı müfrezesi umum çeteler kumandanı Eşref Kuşçubaşı emrinde idi.Sonuçta Btı Trakya ele geçirildi. Yunanlılar Batı Dedeağaçtan görüşmeler sonucunda çekildiler.339 Yunanlıların Dedeağaçtan görüşmeler sonucunda çekilmesi sonucunda Batı Trakya’ nın idare şeklinin, istiklalinin kesin olarak ve resmen açıklanmasının zamanı gelmiş oldu. Bu sebeple Garbi Trakya Hükümet-i Müstakilesi’ nin kuruluşu Eylül 1913 tarihinde resmen ilan edildi. G. Birinci Dünya Savaşı Balkan Savaşları'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin yönetimi tümüyle İttihat ve Terakki Partisi'nin eline geçmişti. Parti'nin en güçlü ve en önemli adamı olan Enver Paşa; Bağlaşık Bloğunda yer alan Almanya'nın savaşı kesinkes kazanacağına inanıyor ve bu yönde yönetimi etkilemeye çalışıyordu.340 Diğer yandan İttifak Devletlerinin kazanacağı olası bir zaferin sonuçları da az şey değildi: Almanya'nın kazanması durumunda, Balkan Savaşları'nda yitirilen topraklar geri alınabilir; Rusya'nın yenilmesi durumunda ise Orta Asya yolları açılabilirdi. Bu olasılıklardan yola çıkarak; devletin yaşatılmasından da öte, yeniden eski şaşasına kavuşturulabileceğini düşünenler, Enver Paşa' nın nüfuz alanını oluşturuyorlardı. Sonuçta, savaşta taraf olmak, ama mutlaka Almanya'nın tarafı olmak; İttihat ve 338 Ahmet Aydınlı, Batı Trakya Faciasının İçyüzü, İstanbul, 1971, s. 173. Tuncer, s. 12. 340 Pierre Renouvin, Birinci Dünya Savaşı Tarihi (1914-1918), Çev.: Adnan Cemgil, Altın Kitaplar Yayınevi, 1969, s. 191-192. 339 87 Terakki camiasının genel eğilimi durumuna gelmişti.341 28 Temmuz 1914'te Avusturya-Macaristan veliahtı arşidük Franz Ferdinand ve eşinin bir Sırp ulusçusu tarafından öldürülmesi sonucunda I. Dünya Savaşı başladı. Çok geçmeden Osmanlı Devleti de katıldı.342 Aynı sıralarda Yunanistan'da ise, tam bir iki başlılık yaşanıyordu. Dönemin Yunan Kralı ve aynı zamanda Alman İmparatoru II. Wilhelm' in de eniştesi olan Konstantin, Bağlaşık güçlerine karşı hem bir sempati duymakta, hem de bu güçlerin mutlak zaferine inanmaktaydı.343 Bu nedenle, Kral ve onun nüfuz alanına giren eski politikacılar, Balkan Savaşları sonucunda doğan statükonun korunabilmesi için savaşta tarafsızlık ilkesini savunmaktaydılar.344 Venizelos ise; İngiltere'nin gücüne bel bağlamış, Anlaşık Devletleri'nin yanında Savaşa katılmayı öngören bir politika izliyordu.345 Yunanistan, İtilaf Devletleri için başlangıçta bir güç olarak önem taşımıyordu. Bu nedenle; savaşın ilk zamanlarında Venizelos' un politikası Londra tarafından desteklenmemişti. Bunun bir nedeni de; olası bir Yunan taraftarlığının Osmanlı Devleti ile Bulgaristan'ı da etkileyebileceği endişesiydi.346 Osmanlı Devleti savaş'a girip de, Doğu Cephesi açılınca; Yunanistan'a ama özellikle de Venizolos' a Sırbistan'ı koruma gibi tarihsel bir misyon, dolayısıyla tarihsel bir fırsat yüklenmiş oldu.347 Çanakkale Savaşında başarısız olununca, bir süre sonra bu tarihsel misyon, İtilaf Devletlerinin Yunanistan'a İstanbul ve İzmir'i de vaat ettiği bir ortak çıkarma teklifine dönüştü. Bu teklif dönemin Genelkurmay Başkanı Meraksas tarafından reddedilince; Venizelos da, anayasaya aykırı olarak istifaya zorlandı (6 Mart 1915), yerine Dimitrios Gunaris getirildi.348 Bu sıralarda; İtilaf Devletleri de Çanakkale'de tarihsel bir yenilgiye uğramışlardı. Kuşkusuz bu sonuç, Kral Konstantin' in izlediği politikayı haklı 341 Üçok, s. 215. Şenşekerci, s. 85. 343 Svoronos, s. 87-88. 344 Castellan, s. 408. 345 Şenşekerci, s. 85. 346 Hatipoğlu, s. 62. 347 Castellan, s. 409. 348 Svoronos, s. 88. 342 88 çıkarıyordu. Bu nedenle Gunaris, iktidara gelişinden başlayarak İtilaf Devletlerine karşı ödünsüz bir politika izlemeye koyulmuştu. Bu gelişmenin sonucu ise, 26 Temmuz 1915 Londra Antlaşması ile Oniki Ada'nın tümüyle İtalya'ya bırakılması oldu.349 Bu olaydan kısa bir süre sonra Venizelos yeniden iktidara geldi (Ağustos 1915). Ancak, Sırbistan'a yardım gerekçesiyle, İtilaf Devletlerinin Selanik'e asker çıkarmasını kabul ettiğinden 5 Ekim'de ikinci kez istifa ettirildi. Bu istifayı; II Ekim'de Sırbistan 'a savaş açan Bulgaristan'ın, aynı zamanda çatışmada taraf olduğunu duyurması izledi.350 Aynı sırada iktidarda bulunan Zaimis Hükümeti ise, Kral'ın politikasını sürdürmekte ve Selanik'e yerleşen İtilaf Devletleriyle sürekli sürtüşmekteydi. Sonunda, Venizelos' un da parmağı bulunan bir İtilaf Devletleri ambargosu başlatıldı ve Zaimis düşürülerek Skuludis Hükümeti kuruldu.351 Ancak Skulutis son hükümet olmadı. Bu iç ve dış sürtüşme süreciyle birlikte, 1917 ortalarına dek Yunanistan' da iktidar sürekli el değiştirdi: Zaimis, Kallegeropulos, Lambros ve yeniden Zaimis Hükümetleri.352 Bu sırada bir de illegal hükümet kurulmuştu (Ağustos 1916): Selanik' te ve Venizelos ile Amiral Kundurioris ve General Donglis yönetiminde "Erliniki Amina Hükümeti.353 Bu hükümet, Venizelos' un Selanik'te bir Cumhuriyet yönetimi kuracağı endişesiyle İtilaf Devletlerince tanınmamakla birlikte; Yunanistan' ı iki kampa böldü: Kralcılar ve Venizelosçular.354 İşte bu aşamada ortaya çıkan tarihsel bir olay, bu çekişmeden Venizelosçuları galip çıkardı. 1915 yılında İstanbul'a girmek üzere İtilaf Devletlerinin onayını alan ve bu nedenle Yunanistan'ın bölgede savaşa girmesine sürekli karşı çıkan355 Rusya; Ekim Devrimi ile birlikte Çarlık rejimini noktalamıştı. Doğal olarak bu olgu, İtilaf Devletlerinin Yunanistan'a daha yoğun baskı yapabilmesi için gerekli zemini hazırlıyordu. Nitekim ilk iş; İngiliz ve Fransız baskısıyla, Konstantin tahtından 349 a.g.e., s. 88. A.g.e., s. 89. 351 Hatipoğlu, s. 66. 352 Hatipoğlu, s. 65-71. 353 Svoronos, s. 89. 354 Hatipoğlu, s. 70. 355 Svoronos, s. 88. 350 89 feragat ettirilerek, yerine oğlu Aleksandr getirildi (12 Haziran 1917).356 Bunu, İtilaf Devletlerince silahlandırılmış "Erliniki Amina" cephesinin Atina' ya gelerek iktidarı ele geçirmesi izledi.357 Ethniki Amina daha Selanik'te iken 1. Dünya Savaşı ' na taraf olduğundan, Venizelos Hükümeti'ne dönüşmesiyle birlikte artık resmi bir tavır alması gerekiyordu. Yunanistan Temmuz 1917’ de Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Artık savaşın sonlarıydı ve ne Çanakkale ne de Sırbistan cephesinde Yunan desteğine eskisi kadar gereksinim kalmamıştı. Bu nedenle Yunanistan, salt Makedonya cephesinde, yani savaşın sonu anlamına da gelen Eylül 1918 harekatında yer aldı. Ancak, savaş sonunu izleyen Paris Konferansı'nda söz sahibi olmasını sağlaması açısından bu katılım az şey ifade etmiyordu. 358 27 Kasım 1919' da imzalanan Neully Antlaşması ile Makedonya ve Batı Trakya sorunları çözüldü; Bulgaristan'ın Meriç'e dek terkettiği Ege kıyıları da Yunanistan'a bırakıldı. Megali İdeada yer alan Kuzey Epir, Adalar ve Küçük Asya , gerek İtalyan emperyalizmi gerekse Fransız-İngiliz çekişmesiyle çakışacağından; sürüncemede kalan bu sorun Yunanistan'ı Anadolu işgallerinde ve Sevres faciasında da söz sahibi yaptı.359 H. Kurtuluş Savaşı (1) Mondros Ateşkesi, Anadolu'da Emperyalizm ve Yunan İşgalleri'nin Başlangıcı Almanya ve Avusturya'nın savaştan çekilmesiyle birlikte, Osmanlı Devleti için de artık barıştan başka bir çözüm yolu kalmamıştı. Nitekim, Talat ve Enver Paşalar' ın iktidardan çekilmeleriyle, 19 Ekim'de kurulan yeni Hükümetin Başkanı Ahmet İzzet Paşa, aynı gün Meclis-i Mebusan' da Hükümet görüşlerini şöyle açıklıyordu : 360 “-İçte ve dışta düzenin ve barışın sağlanması lazımdır. - Vatanını sükunete, milletimizin istirahate ihtiyacı vardır. 356 Castellan, s. 410-411. Svoronos, s. 89. 358 Svoronos, s. 89. 359 Şenşekerci, s. 88. 360 Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C. I, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1987, s. 39. 357 90 - Wilson prensiplerine uygun bir barışı memnuniyetle kabııl edeceğiz. - Arap vilayel/eri işini, Hilafet ve Saltanata bağlılıkları ,şartıyla, bir özerklik vermek suretiyle çözmeye çalışacağız- " Hükümet görüşünden de anlaşılacağı gibi ilk hedefi barışı sağlamak olan yeni Hükümet; işe Bern Askeri Ataşesi General Halil (Sedes) ile ilişki kurmakla başlamıştır. Ardından, Büyükada'da esir olarak yaşayan, Kütilem-mare Komutanı General Tawshend' i İngilizler'in Akdeniz Komutanı Amiral Calthrope ile görüşmesi için serbest bırakmış; bunun sonucunda Calthrope 23 Ekim'de delegelerin gönderilmesini telgrafla sadrazama bildirmiştir.361 Böylece, Padişah ve Sadrazamlık arasındaki uzun tartışmalardan sonra; Bahriye Nazın Rauf(Orhay) Bey 'in başkanlığında, Hariciye Nezareti Müsteşan Reşat Hikmet Bey ve Kurmay Yarbay Sadullah Bey' den oluşan bir delegasyon seçilmiş362 ve gerekli talimatlar verildikten sonra, Delegasyon Limni Adası' nın Mondros Limanı' na gönderilmiştir.363 Agamemnon zırhlısında yapılan ve 4 gün süren görüşmelere İngiltere adına Amiral Calthrope katılmıştır. Bununla birlikte diğer İtilaf devletlerini de temsil etmektedir. Görüşmeler sonucunda Osmanlı delegasyonu; ateşkesi imzalamak zorunda kalmıştır.364 Osmanlı Devleti, tamamı 25 maddeden oluşan bu bırakışmayı imzalarken, "Boğazlar bölgesi hariç, hiç bir yerde Osmanlı topraklarını işgal edilmeyeceğine ve o tarihteki ileri hatlarımızın bir ateşkes sınırı olarak benimseneceğine inanmıştır".365 Oysa ateşkesin bazı maddeleri; İtilaf devletlerine geniş bir eylem zemini yaratacak, bir başka deyişle Osmanlı'nın paylaşılması konusundaki gizli anlaşmalara işlerlik kazanma olanağı tanıyacak birer hukuksal dayanak niteliğindedirler. Örneğin 7. madde: 361 Şenşekerci, s. 89. İsmail Soysal, Türkiye’ nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), TTK, Ankara, 1989, s. 12. 363 Şenşekerci, s. 90. 364 a.g.e., s. 89. 365 Mete Tunçay , Siyasal Tarih (1908-1923), Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye (1908-1980), Cem Yayınları, İstanbul, 1989, s. 55. 362 91 "Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhurunda herhangi sevkülceyş noktasını işgal hakkına haiz olacaklardır. " ve 24. madde: "Vilayeti Sitte 'de iğtişaş zuhurunda mezkur vilavetlerin her hangi bir kısmının işgali hakkını İtiltif Devletleri muhafaza ederler. " Nitekim 30 Ekim'i izleyen günlerde başta İtilaf Devletleri olmak üzere Ermeniler, Kürtler, Yunanlılar ve İranlılar Osmanlı topraklarını parçalamaya yönelik emellerini ortaya koymakta ve bu yöndeki eylemlerine koyulmakta hiç gecikmediler. Bu noktada; Türk ulusunun Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda karşı karşıya bulunduğu koşulları daha iyi anlayabilmek için bu eylemleri, dolayısıyla da Mondros Ateşkesi'ni uygulanma biçimini özetle açıklamamız gerekir: Daha Ateşkesin imzalandığı gün Çanakkale Boğazı ağzındaki tüm mayınlar toplanarak, büyük gemilerin geçmelerine uygun bir kapı açılmıştır. Nitekim 13 Kasım'da bu kapı aracılığıyla 61 gemi İstanbul önünde demir1emiş366, ardından İtilaf donanmasının İstanbul'a gelmesiyle 15 Kasım 'da Karadeniz Boğazı'nın işgaline başlanmıştır. Bir yandan İstanbul ve Boğazlar işgal edilirken öte yandan da Doğu Trakya sınırı İtilaf güçlerince ele geçirilmiştir. İşgallerle birlikte, İngiliz Ordusu Komutanı Wilson, karargahlarını İstanbul'a kurmuştur. Bu işgalleri, işgal edilen yerlerin çok geçmeden maddi ve manevi baskı altına alınması izleyecektir. Nitekim siyasal baskıların da sonucunda, Damat Ferit Paşa 2 Aralık'ta, Meclis-i Mebusan' ın dağıtılmasını istemiştir.367 Bu gelişmeleri izleyen başlıca İtilaf işgalleri ise şöyle sıralanabilir: İtalyan işgalleri 28 Mart 1919'da Antalya'da başlamıştır. 30 Mart'ta Paris Barış Konferansı İzmir'in Yunanlılarca işgalini tanıyınca; İtalyanlar' ın karara tepkisi Antalya'ya ek olarak 11 Mayıs'ta çok geçmeden Afyon, Konya, Bodrum, Fethiye, Selçuk ve Akşehir'i de ele geçirmek olacaktır. Bunların yanı sıra; demiryollarının korunması gerekçesiyle Edirne, Tekirdağ, Muratlı ve Alaşehir'e de askeri birliklerini yerleştirmişlerdir.368 366 Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, İstanbul, 1982, s. 9. Şenşekerci, s. 91. 368 Mete Tunçay, Batı’ da Siyasal Düşünceler Tarihi, C. 1, Teori Yayınları, Ankara, 1985, s. 10. 367 92 Suriye ve Irak cephelerinde de durum pek farklı değildir. 17 Aralık'ta Mersin'i işgal eden Fransızlar, ardından Tarsus, Adana ve Pozantı'yı da ele geçirmişlerdir.369 Daha önce İngilizlerce işgal edilen Amanos dağlarının doğusundaki bölge de kendilerine bırakılmasına karşın, bu işgallerle yetinmeyen Fransa, 1919 yılı başlarından yola çıkarak Urfa, Maraş ve Kozan' ı da işgal ederek kuzeye doğru ilerlemeye başlamıştır.370 Fransa'nın, işgal bölgelerini genişlettiği sıralarda; İngiltere de Musul' un 20 km. kadar güneyine ilerlemiş durumdadır. Bu ilerleyiş sürerken, bir süre sonra Ateşkesin 7. maddesinin ne anlama geldiği görülecektir. 7. ve 16. maddeleri gerekçe gösteren General Cassel; Ali İhsan Paşa komutasındaki 6. Ordu'nun Musul'u boşaltmasını istemektedir. 6. Ordu ise bu isteğe karşı koyabilecek durumda değildir. Dolayısıyla İngiliz isteği kabul edilir ve İngilizler bir müfrezeyle 3 Kasım' da Musul' u işgal ederler. Ancak bu işgaller Musul ile sınırlı kalmayacaktır. Musul'un ardından Doğu Cephesi'ne doğru kayan İngilizler 31 Ocak 1919'a kadar Kars, Ardahan ve Batum' u da ele geçirmişlerdir.371 Diğer illerde ise; Oltu, Kağızman ve Nahcivan gibi ulusal şuralar, düzenli Türk ordularının kurulmasına kadar yurtlarını savunmuşlar, Ermenilere karşı başarılı direnişler göstermişlerdir.372 Yunan işgalleri ise; Venizelos'un 30 Aralık 19l8'de Paris Barış Konferansı'na verdiği bir Muhtıra'yı temel almıştır. Asılsız kanıtlara ve Fener Patrikhanesi kaynaklı düzmece nüfus istatistiklerine dayalı Muhtıra'nın içerdiği başlıca Yunan istekleri şöyledir:373 I. Kuzey Epir (Güney Arnavutluk); II. Karasu Çayı'ndan İstanbul'a kadar olan bölgeyi de içermek üzere iki Trakya'; III. İzmit'in doğusunda Karadeniz kıyısından Antalya Körfezi ' nin batısına çekilecek bir çizginin batısı, yani Batı Anadolu; 369 a.g.e., s. 57; Kili, s. 10. Şenşekerci, s. 92. 371 a.g.e., s. 92. 372 A.g.e., s. 93. 373 Nurettin Türsan, Yunan Sorunu, Ankara, 1987, s. 47-54. 370 93 IV. Rodos ve Oniki Ada; V. Kıbrıs VI. Trabzon ili (Rum-Pontus Devleti). İşte bu düşler yığını, Venizolos' un baskısı sonucu Avrupalı siyaset adamlarınca kabul edilince, Yunanistan da Ateşkesi izleyen aylarda işgalci güçler arasında yerini alacaktır. Yunanistan'ın "Anadolu Serüveni"ni başlatan süreç şöyle gelişmiştir. Boğazlar ve İstanbul'un Ateşkesin hemen ardından İtilaf devletlerince işgal edildiğini daha önce belirtmiştik. İşte aynı devletler, bu işgallere koşut olarak İzmir'de de bir "Abluka ve Seyrüsefer Komutanlığı" kurmuşlardı. Bu komutanlık; temelde İzmir'in işgalini hazırlayan sürecin başlatıcısı rolünü oynamaktaydı. Nitekim aynı günlerde "İzmir'in Yunanistan'a ilhakı" amacını güden "Küçük Asya" adlı gizli bir dernek kurulmuştu. Dernek; "Yunan Kızılhaç Örgütü" nün "ilaç yardımı" adı altında gizlice getirdiği silahlarla giderek güçlenmekteydi. İzmir' de bir ilhak örgütlenmesi son raddesine varmıştı. Ve çok geçmeden bu örgütlenmenin doğal sonucu patlak verdi. "İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti" nin direnişi ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ' nın uyarıları sonuç vermemiş, 15 Mayıs 19l9'da İzmir, Yunan birliklerince işgal edilmişti. Bu aynı zamanda Yunanistan'ın Anadolu işgaller zincirinin de ilk halkası anlamına geliyordu.374 Görüldüğü gibi; Padişah, devlet adamları ve kimi aydınların iyimser görüşleri altında imzalanan Mondros Ateşkesi ile; emperyalist devletler, Anadolu üzerindeki emellerini, gecikmeden eyleme dökme fırsatını bulmuşlardır. Dahası, bu devletler kendi işgal ve eylemleriyle de yetinmemekte, Anadolu üzerindeki değişik etnik grupları ve gayri-müslim toplulukları da ayaklandırarak parçalanma sürecini hızlandırmaktadırlar. Aynı işgal sürecinde, Doğu' da alevlendirdikleri Kürt sorunu da bu stratejinin parçalarından salt bir tekidir. İşgaller boyunca; "Osmanlı ordularının dağıtılmış olması, silah ve cephanelere el konulması,nihayet ulaşım yollan, iletişim araçları, liman ve tersanelerin İtilaf Devletleri denetimine geçirilmesi" ise, Kurtuluş 374 Şenşeker, s. 94. 94 Savaşı'nın başladığı koşullar açısından ayrıca dikkate değerdir.375 Özetle; Ateşkesten çok bir teslimiyet belgesi olan Mondros ile, Osmanlı Devleti fiilen tarihe karışmakta; Ateşkesin uygulanma süreciyle de "ümmet devletinden ulus devletine geçiş"in ilk adımları atılmış bulunmaktadır. Bu sırada Trakya’ da olup bitene bir göz atalım. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'nde, doğrudan Trakya ile ilgili bir madde bulunmuyordu. Mütarekename'nin 15. maddesinde yer alan "Bütün demiryollarında İtilaf Devletleri kontrol subayları görevlendirilecektir" hükmü, Trakya'daki demir yollarını da ihtiva ediyordu. Fransızlar, bu hükme istinaden 4 Kasım 1915'de Uzunköprü-Sirkeci demiryolunu işgal ettiler. Ayrıca hattın işletmesine de el koydular. Bu iş için, elli subay ve üç bin asker görevlendirildi. Fransız kıta'atının bütün ihtiyaçları da Osmanlı Devleti tarafından karşılandı. Fakat, Fransızların bu işgali uzun sürmedi. Fransız kıta'atı 14 Ocak 1919'da yerlerini Yunan askerlerine bıraktı. Hadımköy' den Kuleliburgaz' a kadar bütün istasyonlar, bir piyade taburu ve bir süvari bölüğü tarafından işgal edildi. Mütarekenin ilk günlerinden itibaren, memleketlerinin işgal edileceği korkusunu taşıyan Trakyalılar, bu hadise üzerine iyice endişelenmeye başladılar. Bunda da haklıydılar. Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos, 30 Aralık 1915'de, Greece at the Peace Conference (Sulh Konferansı'nda Yunanistan) başlıklı bir muhtırayı İngiltere Başbakanı Lloyd George'a ve daha sonra da İtilaf Devletleri'nin diğer temsilcilerine sundu. Muhtırada Trakya'da kesif bir Rum nüfusu yaşadığı gösterilmekte ve buna binaen de Çatalca'ya kadarki Doğu Trakya topraklarının Yunanistan'a verilmesi istenmekte idi. Trakyalılar, Venizelos'un bu isteklerine ve Yunan kıta'atının işgaline sessiz kalmadılar. Kendi haklarının müdafaası için kurdukları, Trakya-Paşaeli Müdafa'a-i Hey'et-i Osmaniyyesi Cemiyeti'nin İstanbul Şubesi binasında bir toplantı düzenlediler (22 Ocak 1919). Trakya'nın geçirmekte olduğu felaketli durum karşısında birleşilmesi ve bölgeye gelen Yunan askerlerinin çıkartılması için teşebbüslerde bulunulması gerektiğine dair bazı kararlar aldılar. Nitekim bu hususta teşebbüse geçen Cemiyet Trakya'nın her yerinde teşkilatlandı ve bu işler için bir hey'et teşkil etti. Hey'et, başta Sadrazam Tevfik Paşa olmak üzere, Hükümet ve meb'usandan ileri gelenlerle görüşmelerde 375 Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul, 1986, s. 21. 95 bulundu. Görüşmelerden olumlu bir netice alınamadı. Çünkü, Hükümet o günlerde aynı endişeleri taşımıyordu. Hükümete göre, işgal muvakkat bir mahiyeti haizdi. Yunan askerleri şehirleri değil sadece demiryolu hattını işgal etmişlerdi. Esasen Trakya meselesi, diğer konular gibi Sulh Konferansı'nda halledilecekti. Bu bakımdan da, meseleye gayet iyimser bakıyordu. Ancak daha sonradan gelişen hadiseler, hükümetin iyimserliğinin kaybolmasına sebep olacaktır. 376 Sulh Konferansı, işte bu hava içerisinde 18 Ocak 1919'da Paris'te toplandı. Şark meselesinin içinde Trakya'nın akibeti de Sulh Konferansı'nda belli olacaktı. Konferans'ın ilk günleri Venizelos’ un isteklerini dinlemekle geçti. Venizelos, İstanbul ve Trakya'da kesif bir Rum nüfusu olduğunu iddia ederek Doğu Trakya'nın kendilerine verilmesini istiyordu. Osmanlı Hey'eti ise Haziran 1919'da dinlendi. Damat Ferid Paşa başkanlığındaki hey'et, 17 Haziran'da Onlar Meclisi önüne çıkarılarak Türk isteklerini anlattı. Trakya konusundaki görüşlerini anlatırken, bu topraklar üzerinde yaşayan ahalinin büyük çoğunluğunun Türk ve müslüman olduğunu bildirerek, Türk ve Yunanlılar arasında, Edirne ve İstanbul'un kolayca müdafaasını sağlayacak bir sınırın çizilmesini talep etti. 23 Haziran'da da Konferansa bir muhtıra sunarak, 1878 Berlin Kongresi'nin elzem kıldığı sınıra dönülmesini istedi. Bu sınır; Zeytinburnu, Demirhanlı, Cisrimustafapaşa, Karasu hattı idi. Osmanlı hey'etinin Trakya ve diğer konulardaki istekleri Konferans tarafından dikkate alınmadı ve Hey'et, nazikane bir şekilde müzakerelerden kovuldu (28 Ağustos 1919). 377 Osmanlı Hey'etinin çekilmesinden sonra Konferans. şark meselesi ile ilgili konuları kaldığı yerden görüşmeye devam etti. İngiltere, Fransa ve İtalya, Trakya' nın Osmanlı hakimiyetinde bırakılmaması hususunda anlaşmış bulunuyorlardı. Amerika Birleşik Devletleri, henüz bu ittifaka dahil değildi. Üç devletin Trakya'nın bütününün Yunanistan'a verilmesini istemelerine karşılık ABD, Ege Denizi'nde Bulgaristan'a mahreç açılması şartıyla, bölgenin batısındaki bu toprakların verilmesini kabul ediyor ve geri kalan bölümünün ise Milletler Cemiyeti himayesindeki İstanbul Hükümeti'ne bırakılmasını savunuyordu. Kesin bir anlaşma sağlanamaması üzerine, bu dönemde Bulgaristan ile Neuilly Andlaşması imzalandı 376 377 Veysi Akın, Trakya’ nın Türklere Devir Teslimi, Doktora Tezi, Erzurum Üniversitesi, s. 1. a.g.e., s. 2. 96 ve Doğu Trakya meselesi, Osmanlı Barış Andlaşması ile birlikte görüşülmek üzere tehir edildi.378 Bu ertelemeden sonra, Osmanlı Devleti'ni ilgilendiren meseleler uzun bir süre Konferans gündemine alınmadı. ABD, tarafsızlık politikasına dönerek Konferanstan çekildi. Ayrıca Bulgaristan'a bazı hakların verilmesi halinde, Trakya'nın bütününün Yunanistan'a verilmesine ses çıkarmayacağını bildirdi. Bu durum, Yunanistan ve onun müzakere masalarındaki hamisi İngiltere için bulunmaz bir fırsattı. Çünkü; bu hususta İngiltere, daha önceden Fransa ve İtalya ile anlaşmış durumda idi. İşte bu hava içerisinde, Sulh Konferansı, Osmanlı Devleti ile ilgili problemleri görüşmek üzere Londra'da toplanma karan aldı.379 Londra Konferansı, 12 Şubat -10 Nisan 1920 tarihleri arasında toplandı. İstanbul'un idaresi; Anadolu ve Trakya'nın işgalleri dahil olmak üzere, Osmanlı Devleti ile ilgili bütün meseleler müzakereye açıldı. Tartışmalar esnasında, Çatalca'ya kadar Trakya topraklarının Yunanistan'a verilmesi gündeme geldi. Venizelos, bu konuda ısrarlı idi. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon da kendisini destekliyordu. Halbuki, o günlerde İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri AmiraI J. de Robeck, kendisine Edirne dahil Doğu Trakya'nın Yunanistan'a bırakılmasının yanlış olacağı kanaatinde olduğunu ve böyle bir durumda buralarda silahlı bir direnme çıkacağını bildirmekte idi. Bu uyarıya rağmen Curzon. Yunanistan'ı desteklemeye devam etti. Konferans, 10 Nisan 1920'de dağılmadan önce Osmanlı Devleti'ni ilgilendiren önemli kararlar aldı. Trakya meselesinde de, SanRemo Konferansı'nda kesinleştirmek üzere, yapılacak bir barış anlaşmasında Yunanistan'a bırakılmasını öngördü.380 Osmanlı Devleti ile yapılacak barışın şartlarını tespit etmek ve bir taslak haline getirmek gayesiyle Sulh Konferansı, 18-26 Nisan 1920 tarihleri arasında SanRemo' da yeniden toplandı. İngiltere'yi Lloyd George, Fransa'yı yeni Başbakan A. Millerand ve İtalya'yı da Başbakan Nitti temsil ediyordu. Toplantıların çoğuna Japonya ve Yunanistan temsilcileri de katıldı. Kendi akıbeti belirlenecek olan Osmanlı Devleti temsilcileri ise davet olunmamışlardı. Buna rağmen Roma 378 a.g.e., s. 2-3. a.g.e., s. 3. 380 a.g.e., s. 5. 379 97 Büyükelçisi Galip Kemali (Söylemezoğlu) Bey, Konferans üzerinde etkili olabileceğini ümit ederek San-Remo'ya gitti. Konferans İzmir, İstanbul ve Boğazlar buna bağlı olarak da Trakya meselelerini görüştü. Genel hava, Trakya'nın bütünüyle Yunanistan'a bırakılmasından yana idi. Konferans çevresinden ve basından bu havayı sezinleyen Galip Kemali Bey, Konferansa bir muhtıra sundu. Türk hakları ile ilgili genel konulan ihtiva eden muhtırada, Trakya hususunda ise; bu topraklar üzerinde yaşayan nüfusun ekseriyetle Türk olduğu bildiriliyor ve Trakya'nın Osmanlı idaresinde kalması isteniyordu. İlgili devletlerin temsilcileri alınacak kararlar üzerinde daha önceden anlaşmış bulunduklarından, Galip Kemali Bey'in muhtırası Konferansa katılanlar tarafından dikkate alınmadı. Karar, Doğu Trakya Yunanistan'a verilecekti.381 S:an-Remo Konferansı kararları, Sabık Sadrazam Tevfik Paşa başkanlığındaki Osmanlı Hey'etine 11 Mayıs 1920'de Versailles'da tebliğ edildi. Tebliğ töreni sadece beş dakika sürdü. Kararlar Sevr muahedesi maddeleri idi. Çatalca'ya kadar olan Trakya toprakları Yunanistan'a bırakılmış bulunuyordu.382 Venizelos, Avrupa'da elde ettiği bu başarıyı aynı gün Yunan Meclisi'ne açıklayarak Karadeniz'e kadar bütün Trakya'nın kendilerinin olduğunu sevinçle haykırmakta idi.383 Osmanlı Hükümeti tarafından Sulh Konferansı'nın inisiyatifine bırakılan Trakya'nın kaderi San-Remo kararları ile belli olmuştu. Bütün Trakya Yunanistan'a terk ediliyordu. Avrupa'daki gelişmeleri günü gününe ve yakından takip eden Trakya-Paşaeli Müdafa'a-i Hukuk Cemiyeti ve Edirne'de bulunan I. Kolordu Kumandanlığı, muhtemel bir işgal tehlikesi karşısında tedbirler almak için harekete geçtiler. Bu iki teşkilatın çabalan ile 9-14 Mayıs 1920 tarihleri arasında Büyük Edirne Kongresi toplandı. Askeri ve siyasi tedbirler alınması Kongre tarafından karar altına alındı.384 Siyası faaliyetler için bir hey'et oluşturuldu ve bu hey'et. Avrupa'ya giderek teşebbüslerde bulundu. Kamuoyu oluşturulmasına çalışıldı.385 Askeri tedbirler olarak da, Cafer Tayyar (Eğilmez) Bey Trakya Milli 381 a.g.e., s. 5-6. Söylemezoğlu, s. 232-233. 383 Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’ da Milli Mücadele, C. 2, TTK, Ankara, 1983, s. 246. 384 Söylemezoğlu, s. 239-240. 385 Bıyıklıoğlu, s. 291-294. 382 98 Kumandanlığı'na getirildi. 25 Mayıs'tan geçerli olmak üzere seferberlik ilan edildi. Yerli Rumlar'ın çete faaliyetlerini önlemek gayesiyle de bölgede gönüllülerden oluşacak milli müfrezeler teşkil edildi. 386 Trakya'da Yunan işgaline karşı bu hazırlıklar yapılırken İtilaf Devletleri temsilcileri de, Hythe ve Boulogne' de bir araya gelerek Yunanistan'a Anadolu'da ileri harekat ve Trakya'yı işgal izni verdiler. 22 Haziran'da Konferans'tan bu izni alan Venizelos, aynı gün Boulogne' den Yunan ordusuna, Anadolu'da ileri harekat ve Trakya'yı işgal emri verdi. Yunan ordusunca emrin birinci kısmı derhal uygulamaya konuldu, ikincisinin ise hazırlıklarına başlandı. Batı Trakya'ya kuvvet yığıldı. Anadolu'da bulunan İzmir Tümeni'ne Trakya'daki harekata katılma emri verildi. Ayrıca iki tümen de hazır hale getirildi. Yunanistan Hükümeti de 3 Temmuz'da, Trakya'yı işgal kararı alarak işi resmileştirdi. 387 Osmanlı Hükümeti ise meselenin hala siyasi yollardan halledileceği kanaatinde idi. Bir taraftan, I. Kolordu'nun aldığı mukavemet tedbirlerini kırmak için faaliyetlerde bulunuyor; diğer taraftan da, hazırladığı bir muhtırayı Sulh Konferansı'na vermek üzere, Damat Ferit Paşa başkanlığındaki bir hey'eti Paris'e yolluyordu. Muhtıra, 11 Temmuz 1920'de Konferansa sunuldu. Muhtırada, SanRemo kararlan haksız bulunuyor ve Trakya hususunda ise; ırken, kültüren ve iktisaden Türk olduğu ifade edildikten sonra, bu toprakların Yunanistan'a bırakılması ile, milletlerin kendi mukadderatına hakim olmaları prensibine tecavüz edildiği ve aynı zamanda da İstanbul'un varlığının tehlikeye düşürüldüğü anlatılıyordu.388 İtilaf Devletleri, bu muhtırayı dikkate almadıkları gibi, Spa Konferansı'nı toplayarak Osmanlı Hükümeti'ne sert bir cevap hazırladılar. 16 Temmuz 1920 tarihini taşıyan cevabı nota ile San-Remo kararlarının tartışılamayacağı uyansında bulunarak, Trakya konusunda da Müttefiklerin bu toprakları Osmanlı hakimiyetinden çıkarmağa kesin kararlı olduklarını bildirdiler. Ayrıca andlaşma metninin imzalanması için de on gün mühlet verdiler. Fakat bu on günlük süre dolmadan Yunan birlikleri, Trakya'yı işgale başladılar.389 Trakya'ya Yunan taarruzu üç cepheden yapıldı: Tekfurdağı, Uzunköprü ve 386 Akın, s. 4. Akın, s.5. 388 Bıyıklıoğlu, s. 297-298. 389 Akın, s. 5. 387 99 Karaağaç. Yunanlılara Tekfurdağı cephesinde, İngiliz torpido gemileri ve uçakları da yardım ettiler. Bu cephede önemli bir Türk mukavemeti görülmedi. Diğer iki cephede uzun ve çetin çarpışmalar yapıldı. Altı gün süren savaştan sonra bütün Trakya işgal edildi. Trakya Milli Kumandam Cafer Tayyar Bey de esir edildi. I. Kolordu'nun mühim bir kısmı, külliyetli miktarda ahali ile birlikte Bulgaristan'a çekildi. Tekfurdağı ve Edirne'nin işgallerine Yunanistan Kralı Aleksandros da katıldı. Onun gelişi ile kiliselerde dini törenler yapıldı.390 (2) Türk Ulusal Direnişi ve Yunanistan'ın Anadolu Hezimeti Krallığın kuruluşundan Venizelos iktidarının başlangıcına değin, dünya devletlerindeki en aşağılık manzaraların, parti entrikalarının, hükümet istikrarsızlıklarının, çağdaş Fransız basınındaki kural tanımazlığın, A.B.D. ' nin memnuniyetleri iktidardaki parti mensuplarına dağıtma sisteminin, modern İspanya' nın askeri cuntalarının ve Güney Amerika Cumhuriyetlerinde sık sık vuku bulan askeri darbelerin hepsinin Yunanistan'da aynen mevcuttur.391 Görüldüğü gibi, Venizelos' un iktidara gelişine değin Yunanistan' ın temel sorunu her zaman için ülke içi istikrarın sağlanması olmuştur. Venizelos ile başlayan serüvenci ve Megali İdea'cı süreç ise; Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı'nda olduğu gibi Kurtuluş Savaşında da, Yunan yayılmacılığının temel belirleyicisi olacaktır. Kullanılan başlıca araç ise Wilson ilkeleri' dir. Ulusların kendi yazgılarını belirleme ve kendi kendilerini yönetmelerine dayanan bu sistem, Venizelos' un uydurma istatistikleriyle yoğrulup aşama aşama Anadolu'nun işgaline yönelik bir zemine dönüşmektedir.392 Dahası; Paris barış görüşmelerinde de; Wilson Venizelos potasında gelişen bu işgal düşüncesi iyice güçlendirilmiş, iş daha da ileriye götürülerek, Mondros'un 7. maddesinin Batı Anadolu'ya uygulanması işi İtilaf devletleri adına Yunanistan'a bırakılmıştır. Bu gelişmelerin sonucu ise doğal olarak bir önceki bölümde de söz ettiğimiz gibi 15 Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız ve Ameri- 390 a.g.e., s. 5. Yılmaz Altuğ, Bir Yunanlı Yazara Göre Türk İstiklal Savaşından Önce Yunanistan’ da Genel Durum, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 5, Sayı: 5, Atatürk Kültür, Dil ve Traih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, Temmuz 1989, s. 554ç 392 Abdurrahman Çaycı, Yunanistanın Anadolu Macerası ( Sevres’ e Doğru), Hacettepe ÜniversitesiAtatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi, Cilt:1, Sayı:1, Ankara, Ekim 1987, s. 4-5. 391 100 kan savaş gemilerince korunan bir Yunan ordusunun İzmir'e çıkartılması olacaktır.393 İzmir'in işgali aynı zamanda Yunan ileri harekatının da başlangıcı sayılmaktadır. Ekim 1919 tarihli "Milne Hattı"nın Paris Yüksek Konseyi'nce onayına dek Menemen, Büyük ve Küçük Menderes, Bayındır, Manisa, Aydın, Turgutlu, Tire ve Ödemiş bu ileri harekat çerçevesinde Yunan işgaline uğrayan ilk bölgeler olmuştur. "Milne Hattı" ise, gerek işgal bölgelerinin olası bir Türk taarruzuna karşı korunması, gerekse Yunanistan ve İtalya'nın işgal çekişmesine müdahalesi açısından Yunan yayılmacılığını bir ölçüde tescil etmiştir. 394 1919 yazında gerçekleşen bu süreç, bir süre sonra karşı direnişin güçlenmesine de yol açacaktır. Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 19I9'da Samsun'a çıkışı, Yunanistan hesabına acı bir sonun da başlangıcı olacaktır. Erzurum ve Sivas Kongreleriyle başlayıp (23 Temmuz 1919-4/11 Eylül 1919),23 Nisan 1920'de T.B.M.M.' nin açılışıyla hızlanan ulusal uyanış süreci bu acı sonun hazırlanmasında çok önemli kilometre taşları olmuştur. Ümmet toplumundan ulus toplumuna geçmekte olan Türk insanı artık, ulusal egemenliğe dayalı yepyeni bir devlet oluşumunun içerisindedir. Kaldı ki, işgalci düşünce ile yeni T.B.M.M.' nin karakteristik yapısı arasındaki çelişki bile Yunan yayılmacılığının başarısız olacağını daha başında belli etmiştir. Çünkü ulusal uyanış ile egemen olan direniş düşüncesi artık. "hat müdafaası" değil "satıh müdafaası" dır ve bu satıh yurdun tümünü kapsamaktadır. Mustafa Kemal'in yeni T.B.M.M.'yi tanımlarken söyledikleri de, bu oluşumu oldukça netleştirmektedir. "Efendileri Bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir hükümet değildir ve hakikaten kitaplarda mevcut olan hükümetlerin, mahiyeti islamiyesi itibariyle, hiçbirine benzemeyen bir hükümettir. Fakat hakimiyet-i milliyeyi, irade-i milliyeyi yegane tecelli ettiren bir hükümettir, bu mahiyette bir hükümettir: ilmi, içtimai noktasından bizim hükümetimizi ifade etmek lazım gelirse, Halk hükümeti deriz".395 Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere; az önce de değindiğimiz gibi, yeni hükümet kendi hukuksal ve düşünsel yapısı gereği Osmanlı Anayasası' nı, Padişahını 393 Şenşekerci, s. 96. Hatipoğlu, s. 92. 395 Ziya E. Karal, Atatürk’ ten Düşünceler, İstanbul, 1981, s. 25. 394 101 ve Hükümetini yadsıyarak; yarınki Türkiye Cumhuriyeti' nin temelini oluşturacak bir Halk Devleti niteliğine bürünmüştür. Fakat Anadolu direnişinin bu denli büyüyüp gelişmesi; Mustafa Kemal ve devrimci arkadaşlarına karşı çeşitli siyasal ve askeri tepkilerin doğmasına yol açacaktır. Örneğin; yurtiçindeki ayaklanmalar, İstanbul Hükümeti'nin Şeyhülislam aracılığıyla Mustafa Kemal ve arkadaşları adına ölüm fetvası çıkartması, Yunanistan'ın Ege ve Trakya bölgelerinde ilerleyişini hızlandırması bu tepkilerin belli başlı olanlarıdır. Tepkilerin en ağın ise, Damat Ferit’in 1O Ağustos 1920'de Sevres Barış Antlaşması' nı imzalaması olacaktır.396 Anımsanacağı üzere I. Dünya Savaşı sonunda toplanan Paris Barış Konferansı ' nda Almanya ile Versailles, Avusturya ile Saint-Germain, Bulgaristan ile Neully ve Macaıistan' la da Trianon Antlaşmaları imzalanmış; ancak Osmanlı Devleti ile kesin bir barış sağlanamamıştı.397 Bunun başlıca nedenleri arasında İtilaf Devletleri'nin öncelikle Almanya sorununu çözümleyip, Doğu işleri ile sonra ilgilenme eğilimleri; Balkanlara ve Boğazlara yeni bir statü verilmesi sorunu, azınlıkların durumu konusu ve Osmanlı Devleti ' nin parçalanması işi sayılabilir.398 Bundan başka, İtilaf Devletlerinin Anadolu'nun paylaşılması konusunda aralarında anlaşamamaları ve nihayet İtalya' nın Paris görüşmelerinden çekilmesi;399 Barış Konferansı önünde Yunan, Ermeni, Kürt ve diğer azınlıkların istekleri de Osmanlı Barışı'nı geciktirici etkenler olmuşlardır.400 Nitekim bir yıldan fazla bir süre bu geciktirici etkenlerin çözümü üzerinde çalışan İtilaf Devletleri 11 Mayıs 1920' de Sevres Antlaşması projesini açık1amışlardır.401 Bu açıklamanın yanı sıra, İtilaf Devletleri; Sevres projesini Ankara Hükümeti'ne de kabul ettirebilmek amacıyla, Yunanlılar' ı kışkırtmışlar ve Anadolu içlerine doğru yürümelerini sağlamışlardır.402 Ne var ki; Ankara Hükümeti Sevres projesini kabul etmezken; İstanbul Hükümeti Anadolu direnişini bir kez daha 396 Şenşekerci, s. 98. Armaoğlu, s. 145-148. 398 Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), TTK, Ankara, 1988, s. 105. 399 Türk Inkılap Tarihi, Gnkur. HTD Başk. Yayınları, İstanbul, 1977, s. 33. 400 Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye,Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara, 1993, s. 68-86. 401 Akyüz, s. 150. 402 Ünsal Yavuz, Atatürk; İmparatorluktan Milli Devlete, TTK, Ankara, 1990, s. 46. 397 102 gözden çıkararak onaylamış ve Osmanlı tarihinin en kara lekesi olan Sevres Barış Antlaşması'nı 10 Ağustos 1920'de imzalamıştır. Osmanlı Devleti adına Bağdatlı Hadi Paşa, Danıştay Başkanı Şair Rıza Tevfik ve Bern Büyükelçisi Reşat Halis'in imzaladığı Sevres, ne var ki tarihe yürürlüğe girmeyen antlaşma olarak geçecektir. Çünkü Ankara Hükümeti, daha önce 18 Haziran 1920' de başta İtilaf Devletleri olmak üzere tüm devletlere, İstanbul Hükümeti ile yapılacak anlaşmaları, alınacak kararlan tanımayacağını ilan etmiştir.403 Yürürlüğe girmeyen Sevres Antlaşması özetle şu kararları içermektedir:404 "1. Osmanlı İmparatorluğu' nun ülkesi, İstanbul dolayları ve Anadolu' nun ufak bir parçası ile sınırlandırılmıştır. 2. İstanbul ve Çanakkale Boğazları, savaş sırasında dahi bütün devletlerin gemilerine açık tutulacak, Boğazlar milletlerarası bir komisyon tarafından yönetilecektir. 3. İzmir ve Ege Bölgesinin içlerine uzanan yerler ve Midye-Büyükçekmece arasındaki çizginin batısında kalan bütün Doğu Trakya Yunanistan'a verilmiştir. 4. Doğu Anadolu'da iki yeni devlet kurulacaktır: Ermenistan ve Kürdistan. 5. Irak, Arabistan ve Suriye, İngiliz ve Fransızlarca paylaşılacaktır. 6.Antalya ve Konya bölgeleri İtalyanlar' a, Adana, Sivas ve Ma1atya ise Fransızlar'a verilmiştir. 7. Devletin askeri gücü sınırlandırılmıştır. En çok 50.700 kişi silah altında bulunacak; Orduda tank, ağır top, uçak bulunmayacak; denizde de 7 gambot ve 6 torpidodan başka hiçbir gemimiz olmayacaktır. 8. İktisadi, mali ve adli kapitülasyonlar en geniş biçimi ile tanınmış, azınlıkların hakları Türkler' den daha fazla tutulmuştur." Özetleyecek olursak; Sevres Antlaşması ile, Osmanlı Devleti İtilaf Devletlerinin ortak sömürgesi haline getirilmiş, Türkler'e yaşama bölgesi olarak 403 404 Kili, s. 84. Türk İnkılap Tarihi, Gnkur HTD Başk. Yayınları, İstanbul, 1977,s. 48-49. 103 Ankara, Kastamonu ve dolayları bırakılmış, İtilaf Devletleri de propagandasını yaptıkları ilkelere ters düşmüştür.405 Böylece Mondros Ateşkesi ile fiili olarak yok olan Osmanlı Devleti, bu antlaşmayla hukuksal olarak da ortadan kalkmıştır.406 Sevr Antlaşmanın 27. maddesinin çizdiği Türkiye'nin Trakya sınırı; Karadeniz Boğazı'nın girişinden Yunanistan'la Podima' nın yaklaşık 7 Km. Kuzeybatısındaki bir noktadan başlayıp, önce güneybatı yönünde ilerledikten sonra güneydoğu yönelip, çatalca istikametinde devam ederek Marmara Denizi kıyısındaki Kalikratia' ya kadar uzanır.407 Bu maddeye göre Boğazlar Komisyonunun denetimindeki İstanbul'un batısındaki bütün Trakya toprakları Yunanistan'a bırakılıyordu. Böylece Türkiye'nin (Osmanlı Devleti) Avrupa İle olan sınırları tamamen Yunanistan'la çizilmiş sınırlar olarak kalıyordu.408 Ancak; "L'Asie Française" dergisinin Sevres hükümleri için:"Bunlar gerçekten apaçık sırıtan yutturmacalardır. Türklerse böyle basit göz boyamalara kendilerini kaptırmayacak kadar ince zekalıdır ."409 dediği gibi, Anadolu direnişi iki yıl gibi bir süre içinde Türk Kurtuluş Savaşı destanını yazarak, Sevres lekesini temizleyecektir. Böylece Türk Ulusal Savaşının genel sonuçları içinde, "1918'de silahsızlandırılması başarılamayan Türkiye'nin 1920 'de parçalanmaya çalışılması çelişkisi" 410 de eriyip gidecektir. Şimdi bu destanı, Kurtuluş Savaşı' mızı kronolojik bir çerçevede irdelemeye çalışalım: "Kurtuluş Savaşı iki bölümde incelenmektedir: Birincisi, sıcak savaş denilen çarpışma bölümü; ikincisi de kalkınma ve uygarlaşma yolunda yapılan savaştır".411 Savaş'ın sıcak: savaş bölümü, Yunanlılar' ın 15 Mayıs 1919' da İzmir'e çıkışından, 30 Ağustos 1922'deki Başkomutanlık Meydan Muharebesi 'ne dek geçen süreyi kapsamaktadır. 405 Oral Sander, Siyasi Tarih ( İlkçağlardan-1918),İmge Yayınları, Ankara, 1989, s. 291. Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul, 1986, s. 61. 407 Nihat Erim, Devletlere Arası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri ( Osmanlı İmparatorluğu Anlaşmaları), C. I, Ankara, 1953, s. 539. 408 M. Cemil Bilsel, Lozan, C. 2, A.İhsan Matbaası, İstanbul, 1933, s. 306. 409 Akyüz, s. 152. 410 a.g.e., s. 159. 411 Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Konferansları III ( 1969), TTK, Ankara, 1970, s. 101-102. 406 104 Mustafa Kemal Ankara' da, ulusun meşru isteğini ve ulusal egemenlik ilkesini gerçekleştirecek olan T.B.M.M.' ni toplayarak, bu kentimizi yurtsever devrimcilerin merkezi yapmış; böylece de Kurtuluş Savaşı yolunda büyük bir adım daha atmıştır.412 Anadolu direnişçilerinin, işte bu son adımdan dolayı, gerek İtilaf Devletlerinin gerekse İstanbul Hükümeti'nin sert tepkilerine maruz kaldığını, bu tepkilerin en ağırının da İstanbul Hükümeti' nin sözde Barış Antlaşması olan Sevres' i imzaladığını belirtmiştik. İşte T.B.M.M.; kuruluşundan başlayarak, bir yandan ülke savunması için uğraşırken öte yandan da bu tepkilerin bir başka boyutu olan iç ayaklanmalarla uğraşacaktır. Ayaklanmacılar ya İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletlerinin propaganda yoluyla kışkırttığı cahil kesim ya da çıkarları uğruna Kurtuluş Savaşı'na karşı ayaklanan işbirlikçilerdir. Bu ayaklanmaların başlıcaları;·Ali Batı, Bozkır, Anzavur, Koçkiri, Düzce, Kuva-yı inzibatiye, Yozgat, Zile, Konya, Demirci Mehmet Efe, Pontus ve Çerkez Ethem Ayaklanmaları olmuş ve eylem alanı olarak da Anadolu'nun hemen her yanına yayılmışlardır. Mustafa Kemal, düşman karşısında savunmanın zayıflatılması pahasına iç cephenin temizlenmesine üstün çaba harcayarak, önce karşı devrimcileri yok etmiş, ardından asıl düşmanla savaşa başlamıştır.413 Çünkü Mustafa Kemal' e göre; " ..... asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri cephe doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu hal hiç bir vakit bir milleti mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir." 414 Kurtuluş Savaşı Batı, Güney ve Doğu olmak üzere üç cephede gerçekleşmiş; savaşımın ilk yarısına Kuva-yı Milliye, 1920 sonlarından başlayarak da düzenli ordularımız egemen olmuştur.415 Çünkü Kuya-yı Milliye Birlikleri stratejik açıdan kullanılmaya uygun olmayıp, kendi başlarına hareket etmekteydiler. Nitekim, bu birliklerin 22 Haziran 1920' deki Yunan saldırısını önleyememesi ve sonuçta başta Bursa olmak üzere pek çok yerin elden çıkması, T.B.M.M.' nde düzenli, disiplinli 412 Bernard Lewis, Modern Türkiye’ nin Doğuşu, Çev.: Metin Kıratlı, TTK, Ankara, 1970, s. 251. Mumcu, s. 66. 414 Akçakayalıoğlu, Atatürk ve Kurtuluş, s. 99. 415 Tunçay, s. 68-69. 413 105 orduların kurulması konusunu gündeme getirmiştir.416 Böylece,12 Temmuz 1920' de, Kuva-yı Milliye Birliklerinde bulunan yetenekli personelin düzenli asker olarak ordu birliklerinin kadrolarına aktarılması ve yeniden bazı doğumluların silah altına alınması yönünde karara varılmış ve düzenli ordularımız kurulmaya başlanmıştır.417 Şimdi cephelerimizde cereyan eden olayları özetle açıklamaya çalışalım: I. Dünya Savaşı'nda Ruslar' ın yenilmesi ve Bolşevik Devrimi ile Kafkaslar' ın güneyinde Ermenistan ve Gürcistan devletçikleri doğmuştu. Bunlardan Ermenistan; Türk Ordularının Mondros yargıları gereği Kuzeybatı İran' ı ve Kafkasya'yı boşaltmalarından, Wilson İlkeleri ve Sevres yargılarının kendilerine tanıdıkları ayrıcalıklardan ve son olarak İngilizler' in sürekli kışkırtmalarından cesaret bularak, 1920 Eylül ayı başlarından yola çıkarak Türkiye'ye karşı büyük çapta bir saldırıya geçmişti.418 Bunun üzerine 28 Eylül'de ileri harekete geçen Türk ordusu, 29 Eylül' de Sarıkamış' ı ele geçirmiş, 30 Eylül' de de Merdenek' i işgal etmiştir. Ardından 7 Ekim'de Ankara Hükümeti'nden Kars'a askeri harekat yetkisi alan Kazım Karabekir Paşa, 28 Ekim'de harekete geçerek 7 Kasım'da askeri hedefleri başarıyla tamamlamıştır. Ermenistan Hükümeti, Türk Dışişleri Bakanlığı'nın 8 Kasım'da verdiği notayı kabul edince de419, 2/3 Aralık gecesi Gümrü Barış Antlaşması imzalanmıştır. Bu Antlaşmaya göre; Ermeniler Sevres'in tümüyle geçersiz olduğunu kabul etmişlerdir. Diğer yandan bu askeri zafer sonucu, Gürcistan'la da anlaşmaya varılabilmiş, Batum , Artvin ve Ardahan Gürcistan'dan geri alınmıştır. Bu askeri ve diplomatik zaferlerin yanı sıra, yalnızca Kars'tan 6 yüz çeşitli cins top, 12 makineli tüfek, binden fazla tüfek, 5 sandık piyade cephanesi, birçok bomba ve patlayıcı maddeler, fişekler, dumanlı ve dumansız barutlar ele geçirilmiş ve bunların Batı'ya aktarılması sağlanmıştır.420 Böylece Doğu Cephesi sorunu belirli ölçüde çözüme kavuşturulurken, kazanılan askeri ve diplomatik zaferlerle, Ordu ve Meclis'in halk önünde güveni ve saygınlığı artmıştır. Ankara Hükümeti' nin siyasal ve hukuksal açıdan yabancı ülkeler önünde de tanınması anlamına gelen "Doğu Cephesi ve Gümrü Zaferi"nin ardından, şimdi de 416 Türk İnkılap Tarihi, s. 64; Ateş, s. 1172-1173. a.g.e., s. 64. 418 Öztoprak, s. 117-129. 419 a.g.e., s. 127-128. 420 İsmet İnönü, Hatıralar, C I, Hazırlayan Sebahattin Seleki Ankara, 1985,, s. 223-224; Ateş, “ Milli Mücadelede”, s. 1174. 417 106 Güney Cephesi'nde geçen olaylara değinmeye çalışacağız: I. Dünya Savaşı sonrası Güney'de bulunan Türk askeri birlikleri de, Mondros Ateşkesi yargılarından payını almış, oldukça güçsüzleşmişlerdir. Fakat buna karşın Türk halkının bu bölgede Fransızlar' a karşı verdiği savaş eşsiz bir yurtseverlik örneğidir. Yalnızca birkaç zayıf Kuva-yı Milliye birlikleri ve çeşitli yerel örgütlerle yapılan direnişler sonucu, Fransızlar 11 Şubat 1920'de Maraş'tan, 10 Nisan 1920'de de Urfa' dan atılmışlardır.421 Maraş ve Urfa zaferlerinin ardından, Fransız basını: "Bizim olmayan bir politika için verecek tek adamımız yoktur. Fransa, başkası hesabına jandarma rolü oynamamalı. Çünkü Fransa'nın çıkarı ve gelenekleri Türk halkıyla devamlı savaşı değil barışı gerektirir." sözleriyle barış yanlısı demeçler vermeye başlamıştır.422 Diğer yandan, I. Dünya Savaşı'nın ardından küçük ve parçalanmış bir Almanya politikasını güden; ancak Versailles sisteminin sonucunda umduğunu bulamayan Fransa için, artık Anadolu işgalinin mantıksal ve öznel bir anlamı da kalmamıştır. Tersine Fransa, T.B.M.M. ile imzalanacak olası bir barışta, artık bazı yararlar bile görmektedir: Örneğin ekonomik açıdan, fazla parçalanmadan, yaşayabilir bir Türkiye, Fransızlar' ın Anadolu'daki çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi için oldukça olumlu görünmektedir; siyasal açıdan, İngiltere'nin Ortadoğu'daki siyasal nüfuzunu güçlendirmek için sürekli yardım yaptığı Yunanistan'a ve onun büyük düşlerine darbe vurulabilecektir; son olarak askeri açıdan Fransa, Türk ulusunun giriştiği eylemin nitelik ve niceliğini artık tümüyle anlamış durumdadır. Nitekim; Antep' i ancak 10 aylık bir kuşatma sonucunda ele geçirebilen, Adana olaylarında da ağır kayıplar veren Fransızlar, Sakarya Zaferi'nden sonra, 20 Ekim 192l' de Ankara Antlaşması' nı imzalayarak Türklerle savaşmaya son vermişlerdir. T.B.M.M. adına Yusuf Kemal Tengirşek, Fransa adına da Franklin Boullion' un imzaladığı antlaşmayla, Fransa Kilikya' yı boşaltacak, Suriye sınırı Türkler lehine değiştirilecek, İskenderun-Antakya bölgesinde özel bir yönetsel rejim uygulanacaktır.423 Ankara Antlaşması ' nın, Ankara Hükümeti' nin 13 Ekim' de Sovyetler ve Kafkas Hükümetleri ile yaptığı Kars Antlaşması' ndan bir hafta sonra imzalanması 421 Akyüz, s. 183-186; Ateş, s. 1175. a.g.e., s. 186. 423 a.g.e., s. 216. 422 107 Fransız ve Avrupa kamuoyları açısından ayrı bir anlam taşır. Çünkü Ankara Hükümeti'nin Fransa ile barış imzalaması sonucu; Türk-Sovyet ilişkileri Avrupa' da daha farklı yorumlanmaya ve tartışılmaya başlanmış, dolayısıyla Anadolu İhtilalinin komünizm davasıyla bir ilgisi olmadığı ortaya konarak bu yöndeki propagandalar çürütülmüştür.424 Güney Cephesi'ni böylece özetlemeye çalıştıktan sonra; şimdi de Kurtuluş Savaşı'nın asıl ağırlık noktasını oluşturan Batı Cephesi üzerinde durmaya çalışalım: 15 Mayıs 19l9'da İzmir'i işgal eden Yunanlılar; Megali İdea ülküleri uğruna, 1920 yazından başlayarak büyük çapta bir ilhak eylemi içine girmişlerdir. Artık, diğer cephelerdeki başarıların bir anlam kazanması, ulusal savaş yolunda kesin bir sonuç elde edilmesi için Batı Cephesi'nde kesin bir başarı sağlamak gerekmektedir. Nitekim I. İnönü Zaferi (6-11 Ocak 1921); Yunanistan' ın Anadolu Serüvenine son verme sürecinde, köklü başarıların ilki olmuştur. Bilecik'i işgal ettikten sonra Eskişehir-Ankara demiryoluna karşı yürüyerek taşımacılığı engellemeyi ve Türk Ordusunu ikiye bölmeyi, ardından Eskişehir'i alarak Ankara yolunu açık tutmayı planlayan Yunan ordusu; I. İnönü Savaşı'nda 3 bine yakın esir, 17 top ve önemli ölçüde levazım yitirerek bozguna uğramış ve geldiği yerlere çekilmiştir.425 Kurtuluş Savaşı'nın askeri harekat evresine girişini ilan eden I. İnönü Savaşı ile; Kuva-yı Mi1liye'ye umut bağlayan, ulusal eyleme karşı çıkan, Padişaha dayanarak ayaklanan tüm düşmanca hareketler saf dışı bırakılmış; böylece bir yandan ordu oluşturmak için gerekli ilkeler konulup, bu ilkelerin işe yararlılığı kabul ettirilirken, öte yandan T.B.M.M.' nin saygınlığının, nüfuzunun ve egemenliğinin sağlanması ve yüceltilmesi gerçekleştirilmiştir.426 Nitekim I. İnönü Zaferi; dış politikada da etkisini göstermiş, Türkiye'yi içten çökertemeyeceklerini anlayan İtilaf Devletleri İstanbul ve Ankara Hükümetlerini Londra'da bir konferansa davet etmişlerdir.427 Yine I. İnönü Zaferi'nin bir sonucu olarak; ilk iş örgütlenmesini tamamlama yoluna giden ve seferberlik çalışmalarını hızlandıran Ankara Hükümeti; bu yolda 424 a.g.e., s. 216-217. İzzet Öztoprak, Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, Ankara, 1989, s. 144. 426 İnönü, s. 245 427 a.g.e., s. 246. 425 108 yeni bir tarihsel adım atarak Osmanlı Anayasası' nı geçersiz saymış ve 20 Ocak 1921 'de T.B.M.M.'nin ilk Anayasası kabul edilmiştir. Mustafa Kemal'in, "bir yandan saltanat ve hilafet kurumlarına karşı olan geleneksel bağlılığı, öte yandan da yeni kurulan ulusal devletin egemenliğini belirtecek biçimde" hazırladığı 1921'Anayasası' nda Türkiye, "Halk Hükümeti" olarak ilan edilmiş; Anayasa' nın hazırlanmasında çıkan tartışmalar da, Mustafa Kemal'in: "Bugün vazedeceğimiz yasal esaslar mevcudiyet ve istiklalimizi kurtaracak olan Millet Meclisini ve milli hükümeti takviyeye matuf mana ve salahiyeti zamin ve natık olmalıdır!" sözlerinden hareketle çözümlenmiştir.428 İşte I. İnönü Zaferi'nin içte ve dıştaki bu başarılı sonuçlarından ve Londra' da önerilen barış planının Ankara Hükümeti' nce reddedilişinden sonra, İngilizler projelerinin Türklerce kabulü için Yunanistan'ı yeni bir saldırıya kışkırtmaya başlamışlardır. Böylece Türklerin çok az zamanda harcadığı çabalardan ve savaş alanlarında çözülemeyecek bir ordu kurduklarından habersiz Yunan Ordusu tam bir hata işleyerek 23 Mart'ta yeniden taarruza geçmiştir.429 Nitekim; esaslı bir savaşa hazırlıklı olan Türk Ordusu, Bursa-Eskişehir yönünde ilerleyen Yunanlılar'ın Kuzey birliklerini büyük bir direnişle püskürtünce; Uşak-Afyon yönünde ilerleyen Güney'deki Yunan birlikleri de hızla geri çekilmek zorunda ka1mışlardır. II. İnönü Zaferinin sonuçlarını şöylece özetlememiz mümkündür: İnönü yenilgisiyle saygınlığı büyük ölçüde sarsılan Yunanistan, hatalarını düzeltmek için büyük çapta bir taarruz hareketi hazırlıklarına koyuldu.430 Türkler içinse, Batı Cephesi'nde çok daha üstün ve örgütlü birliklere gereksinildiği anlaşıldı ve bu amaçla tüm Batı cepheleri İsmet Paşa'nın komutasına verilerek yeni hazırlıklara girişildi.431 Bir diğer sonuç olarak da; kimin savaş, kimin barış yanlısı olduğu ortaya çıktı. Aynı dönemde Fransız gazeteleri günlerce, "Atina 'da ,yaşasın savaş çığlıkları ile gösteriler yapılıyor; Yunan emperyalizmi Konstantincilerde, Venizelosçulardaki kadar kuvvetli, oysa Mustafa Kemal 'in Türkleri hürriyetlerini korumak için savaşıyor"432 diye yazacaklardı. Ardından da; "Tek bir çözüm var: 428 Altuğ, s. 120-123.. İnönü, s. 247. 430 Altuğ, s. 125. 431 Kili, s. 97. 432 Akyüz, s. 257-259. 429 109 Samimiyetle Türklerin bağımsızlığını tanımak, onlara İzmir'i, Edirne 'yi vermek... "433 şeklinde yazılıp çizilmeye başlandı. Ancak; tüm Türk ve dünya kamuoyunda yankılar uyandıran II. İnönü Zaferi'nin ardından; Yunan hazırlıkları sonuç verecek ve Kütahya-Eskişehir savaşları ile gelen felaket haberi büyük bir düş kınk1ığına ve ulusal savaşımın en bunalımlı günlerinin yaşanmasına yol açacaktır. II. İnönü Savaşı'nın ardından 8-15 Nisan tarihlerinde Aslıhanlar ve Dumlupınar çarpışmalarında Türk Ordusunun Yunan birliklerini mevzilerinden söküp atamaması başarısızlığı ve bunu izleyen Kütahya-Eskişehir yenilgilerinin (10-24 Temmuz) Kurtuluş Savaşı açısından çok kritik sonuçları olmuştur: Öncelikle, T.B.M.M. ve ulus üzerinde eziklik, karamsarlık, düş kırıklığı ve umutsuzluk duygularının belirmesi gibi ruhsal sonuçlan saymak mümkündür. Bu ruhsal sonuçlar; Yunanistan ve onu destekleyen İngilizler adına ise moral kaynağı olma yönünde gelişmiş, Sevres ve Megali İdea projeleri iyice canlanmıştır. Hatta Lloyd George; Eskişehir-Kütahya yenilgilerinin ardından İngiltere Parlamentosu' nda verdiği bir demeçte: "Yunanistan Kemal üzerine zafer kazandığından artık Sevr Antlaşmasıyla kendisine verilmiş olanlarla yetinemez, ona daha geniş çıkar sağlanılmalıdır"434 diyecek kadar ileri gitmiştir. Bir diğer sonuç da; Türk ordusunun Sakarya'nın doğusuna çekilmesi; Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi stratejik önemi büyük yerlerin elden çıkmasıyla savaş gücünün azalması olmuştur.435 Aslında Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'ya göre bu çekilme, tümüyle askeri kararlar gereğidir ve uyguladıkları stratejik savunma ve oyalama ilkesine uygundur.436 Nitekim Mustafa Kemal Paşa'nın 18 Temmuz günü Karacahisar köyünden İsmet Paşa' ya gönderdiği direktif de bunu doğrulamaktadır: "Ordu Sakarya doğusuna çekilmelidir. Bunun kamuoyunda yaratacağı sarsıntıyı kazanılacak başarı ile giderebiliriz. Biz askerliğin gereğini yapalım. Diğer 433 a.g.e., s. 262. Yusuf Hikmet Bayur., XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, TTK, Ankara, 1989, s. 219. 435 Mumcu, s. 84. 436 Cihat Akçakayalıoğlu, Kurtuluş Savaşı’ nın Yüksek Askeri Yönetimi, Atatürk Konferansları-VIII (1975-1976), TTK, Ankara, 1983, s. 249-250. 434 110 sakıncalara dayanırız. "437 Eskişehir-Kütahya yenilgilerini izleyen savaşlar arasında iki tarihsel kararın da yer aldığını görmekteyiz. Birincisi 3,4,5 Ağustos tarihli toplantılarındaki uzun tartışmaların ardından T.B.M.M.' nin Mustafa Kemal'i "Başkomutan" seçmesi ; ikincisi de Başkomutan'ın Yasa niteliğindeki tarihsel karan olan "Tekalif-i Milliye Emirleri "dir. Mustafa Kemal'i Başkomutan seçen 144 sayılı Kanunun 2. maddesi şu yetkileri belirtmektedir: "Başkumandan Ordunun maddi ve manevi kuvvetini azami tezyit ve sevki idaresini bir kat tarsin hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin buna müteallik selahiyetini Meclis namına fiilen istimale mezundur". Böylece Mustafa Kemal'in emirleri bundan böyle yasa niteliğinde olacaktır.438 Nitekim Mustafa Kemal; 7-8 Ağustos 1921 tarihinde bu yetkisinden yararlanarak, ulusun maddi-manevi tüm olanaklarının Kurtuluş Savaşına sunulması, "topyekün bir savaş"ın başlatılması anlamına gelen "Tekalif-i Milliye Emirleri "ni yayınlamıştır. 439 Emirler kendi anlatımlarını, Mustafa Kemal'in şu deyişinde yeterince bulmaktadır: "Harp, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla ve ellerindeki herşeyle, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleriyle birbirleriyle vuruşması demektir. Gelecekteki savaşların yegane başarı şartı da, en ziyade bu söylediğim hususta münderiç olacaktır".440 İşte Mustafa Kemal'in savaş hakkındaki bu görüşünden hareketle yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri sayesinde Yunanlılar 22 gün ve gece süren Sakarya Meydan Savaşı'nda büyük bir yenilgiye uğrayacak, tarihin hiç bir döneminde tutsaklık altında ve devletsiz yaşamayan Türk ulusunun yine öyle yaşamaya azimli ve kararlı olduğu tüm Batılı emperyalist güçlere ve Yunanistan' a ilan edilecektir. Eskişehir- Kütahya yenilgilerinin sonuçlarını böylece özetledikten sonra; Mustafa Kemal ve Türk Ulusu için "Ya İstiklal Ya Ölüm!" anlamına gelen Sakarya Meydan Savaşı ve Başkomutanlık Meydan Savaşı üzerinde durmaya çalışacak ve incelememizin bu kısmını tamamlayacağız: 437 Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1983, s. 334. TBMM Zabıt Ceridesi, C.:12, s. 18. 439 Şenşekerci, s. 109. 440 Lord Kinross, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev.: Necdet Sander, İstanbul, 1988, s. 330-331. 438 111 Daha önce de değindiğimiz gibi; Sakarya nehrine dayanan ve arkasında sürekli İngiliz desteği bulan Yunanistan, kazandığı moral ve cesaretle zafer şarkıları söylemekte,bundan böyle Sakarya'yı aşarak Ankara' yı almaya azmetmektedir. Nitekim bu azimleri çerçevesinde 14 Ağustos 1921 sabahı ilerlemeye başlayan Yunan ordusu, 22 Ağustos'ta Türk Ordusu ile karşı karşıya gelmiş, 23 Ağustos'ta da 5 Eylül'e dek sürecek 22 günlük cehennem savaşı başlamıştır. Güçler dengesinin Yunanistan lehine 1.5 kat fazla olduğu savaşta441 , Mustafa Kemal'in; "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük büyük her cüz-i tam, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüz-i tamın çekilmeğe mecbur olduğunu gören cüz-i tamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur"442 direktifine sonuna kadar uyan Türk Ordusu, 22 gün sonunda Yunan ordusunu perişan ettiği gibi; 13 Eylül'e kadar çekilmekte olan Yunan ordusunu izleyerek söz konusu kritik bölgeyi düşmandan arındırmıştır. Bu zaferden 6 gün sonra da, 19 Eylül'de Mustafa Kemal'e T.B.M.M. tarafından Gazi ve Müşir ünvanları verilmiştir.443 Sakarya Zaferi'nin Kurtuluş Savaşı'nın yazgısını etkileyecek nitelikte, iç ve dış çok önemli sonuçlan olmuştur. Şimdi kısaca bu sonuçlara değinmeye çalışalım: Öncelikle, Eskişehir:Kütahya yenilgileriyle ortaya çıkan olumsuz psikolojik gerginlik yerini coşku ve mutluluğa; T.B.M.M.'ne ve Kurtuluş davasına karşı duyulan güven duygularına bırakmıştır. Yunanistan ise, Türk Ordusunun hemen bir karşı taarruza geçeceği endişesiyle Batılı müttefiklerinden ve özellikle İngiltere' den yeniden yardım istemeye başlamış, ancak bu kez yalnız bırakılmıştır. Yunanistan' da her geçen gün artan bir umutsuzluk yayılmaya, kamuoyu da ısrarla ordunun terhisini istemeye başlamıştır.444 Yunan kamuoyundaki bu huzursuzluğa ek olarak; Türkiye'nin 13 Ekim 1921 'de Kars, 20 Ekim' de de Ankara Antlaşmaları imzalayarak dış politikada önemli adımlar atması, İtalya'nın da Türkiye'yi destekler nitelikte bir politika izlemeye başlaması Yunanistan ve İngiltere'yi tümden 441 Akçakayalıoğlu, s. 104. Nutuk-Söylev, C.:2, s. 826. 443 Kili, s. 101. 444 Öztoprak, s. 219. 442 112 telaşlandırmıştır. Çünkü Türkiye; 20 madde ve 3 ekten oluşan Kars Antlaşması sonucunda Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan Hükümetleri ile anlaşarak Doğu' daki karışıklığa tümden son vermiş, Ankara Antlaşması sonucunda güneyde Irak'a dek uzanan sınırını güvence altına almış, Hatay'a özel bir yönetim verilmesini ve son olarak İtalya ve Fransa'nın T.B.M.M.' ni ve Kurtuluş Savaşı'nı tanımalarını sağlamıştır. Böylece Doğu ve Güney cepheleri açısından rahatlayan Türkiye; bundan böyle tüm maddi ve manevi güçlerini Batı cephesinde kullanabilecektir. İşte bu kritik durumu sezen İtilaf Devletleri 22 Mart 1922'de Türk ve Yunan Hükümetlerine ateşkes önerisinde bulunmuşlardır. Ateşkes projesinde öngörülen başlıca koşullar ise şöyledir :445 1. İki taraf birlikleri arasında 10 km ' lik askerden arındırılmış bir alan bırakılacak, 2. Taraflar kuvvetlerini araç ve gereç bakımından güçlendirmeye çalışmayacaklar. 3. Kuvvetlerin o andaki konumlan değiştirilmeyecek, 4. Müttefikler arası bir komisyon Türk ordusunu ve askeri durumunu denetleyecek, 5. Ateşkes "3" ay süreli olacak, ancak barış için uygun ortam bulununcaya kadar ateşkes "3" ayda bir kendiliğinden yenilenecek, 6. Taraflardan biri ateşkesi bozup harekete geçmek isterse, bunu 15 gün öncesinden Müttefiklere bildirecek. Koşulların Yunanistan'ı gözeterek hazırlandığı oldukça açıktır ve bu durum, öneriden 4 gün sonra, yani 26 Mart'ta yine İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından hazırlanan Barış projesinde de ayan beyan görülecektir. Türkiye' nin durumuna gelince, Sevres' in yeniden düzenlenmesi anlamına gelen bu koşulları hemen reddetmek yerine, bir süre bekleyerek 5 Nisan'da kendi koşullarına uygun bir yanıt vermeyi yeğlemiştir. Buna göre: "Mütareke ile birlikte Anadolu'nun boşaltılmasına hemen başlanması şart koşulmuş ve bunun 4 ayda tamamlanması istenmiştir. Eğer boşaltma 4 ayda içinde tamamlanmazsa, 3 ay daha 445 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C. 2, Bilgi Yayınları, Ankara, 1992, s. 263. 113 uzatılabilecekti" 446 Dolayısıyla, Anadolu'nun boşaltılmasını ön plana çıkartan ve diğer sorunların çözümünü boşaltmanın sağlanması koşuluna bağlayan böyle bir yanıt başta İngiltere olmak üzere "Üçler" tarafından reddedilmiş ve ateşkes ve barışa zemin hazırlayacak bir uzlaşma sağlanamamıştır. Böylece, barış girişimlerinden bir sonuç alınamaması üzerine iki rakip güç; Türkiye ve Yunanistan yeni ve büyük çapta bir çarpışmaya hazırlanma süreci içine girmişlerdir. Fakat bu kez hazırlıkların çehresi farklıdır. Çünkü Sakarya Zaferi ile artık inisiyatifi eline alan Türk Ordusu, artık savunma için değil elde ettiği "Genel Taarruz" olanağı yönünde hazırlık yapmaktadır. Şimdi hedeflere yönelmek için stratejik taarruza hazırlanma zamanı gelmiştir.447 Büyük Taarruz öncesinde hazırlanılan üç savaş aracı vardır: Birinci araç, doğrudan doğruya ulusun kendisidir; ikinci araç ulusu temsil eden Meclis; üçüncü araç da ulusun silahlı evlatlarından oluşan Türk Ordusu'dur.448 İşte bu üç öğenin maddi ve manevi olarak hazır duruma gelmesinden sonra, Başkomutanlık Meydan Savaşı 26 Ağustos sabahı Mustafa Kemal'in buyruğu ile başlamıştır.449 Savaş, Yunan Ordusunun araç-gereç türlü silahlar ve lojistik olanaklar açısından üstün olmasına karşın, daha 30 Ağustos'ta Türkler' in kesin zaferiyle sonuçlanmış, 31 Ağustos'tan başlayarak yıldırım hızıyla yapılan izleme sonunda da Türk Ordusu 9 Eylül' de İzmir' e girmiş ve Anadolu Yunan ordularından temizlenmiştir.450 Artık, kurtarılacak bölge olarak geriye Yunan birliklerinin bulunduğu Çanakkale ve İzmit nihayet karma İtilaf Devletlerinin bulunduğu İstanbul kalmıştır. Bu sorun da az sonra değineceğimiz Mudanya Ateşkesi ile çözümlenecektir. Fakat Mudanya Ateşkesi ' nden önce birkaç tümceyle 30 Ağustos Zaferi'nin genel sonuçlarına değinmemiz yararlı olacaktır: Kurtuluş Savaşı'nın siyasal hedefi; bağımsız ve ulusal bir Türk Devleti'nin kurulması; askeri hedefleri ise siyasal amaca ulaşabilmek için düşmanın ulusal sınırlar dışına çıkartılması olmuştur. İşte 30 Ağustos Zaferi ile, 19 Mayıs 1919' dan 446 a.g.e., s. 264. Akçakayalıoğlu, s. 255. 448 Altuğ, s. 154-155. 449 Nutuk-Söylev, s. 898. 450 Akçakayalıoğlu, s. 263-271. 447 114 beri uğruna tüm Türk ulusunun seferber olduğu askeri hedef, sonunda gerçekleşmiştir. Bu başarı Misak-ı Milli'nin de gerçekleşmesini sağlamış, "Türk'ün yeni durum ve gücü karşısında eski düşmanlar dostluk eli uzatmak gereksinimi duymuşlardır"451. İşte bu dostluk girişimlerinin ilk somut örneği Mudanya Ateşkesidir. Şimdi bu Ateşkesin hemen öncesinde gerçekleşen belli başlı olaylara ana çizgileriyle değinelim: Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nin ardından; düşmanı kovalayarak İzmir ve Bursa'yı kurtaran Türk Ordusu'nun bazı birlikleri ilerlemeyi sürdürerek İzmit ve Çanakkale' de bulunan İngiliz birliklerinin önlerine dek gelmişlerdir. Ancak, bazı askeri planlar gereği, düşmanla kesinlikle bir çatışmaya girilmemiş, İngilizler' in de aynı tutumu benimsemesiyle siyasal ilişkiler çabuklaşmıştır.452 İlk önemli siyasal olay; Fransız ve İtalyan birliklerinin mevzilerini terk ederek Rumeli tarafına geçmesiyle İngiltere'nin yalnız kalması olmuştur. Hatta İngiltere, olası bir Türk saldırısına karşı dominyonları ile Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya' dan yardım bile istemiştir.453 Ancak, İngiltere'nin dominyonlarından beklediği yakınlığı görememesi üzerine artık barış görüşmeleri kaçınılmaz bir döneme girmiştir. Nitekim İtilaf Devletlerinin askeri harekata son verilmesi ve bir barış konferansı toplanması yönündeki 23 Eylül tarihli notası454 ve T.B.M.M.' nin bu notaya olumlu yaklaşımı üzerine Türkiye, İngiltere, İtalya ve Fransa temsilcileri 3 Ekim' de bir araya gelerek ilk görüşmelere başlamışlardır. Ancak görüşmelere, yenilen ve ateşkese mecbur kalan Yunanistan katılmamıştır. Hatta bunun yanı sıra; 23 Eylül Notası'ndan sonra Albay Plastiras gibi, "60 bin kişilik bir kuvvet toplayarak Trakya'yı güvence alana alacağını, hatta gerekirse İstanbul'u bile alacağını" 455 iddia eden Yunan düşperestleri de çıkmıştır. Misak-ı Milli ‘ nin metni şu şekildedir:456 “1. Osmanlı Devletinin yalnızca Arap çoğunluğunca oturulan ve 30 Ekim 1918 tarihli Ateşkesin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan 451 a.g.e., s. 271. İnönü, s. 17-18. 453 a.g.e., s. 19-21. 454 David Walder, Çanakkale Olayı, Çev. M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970, s. 288289. 455 Bayur, s. 304. 456 Ahmet Mumcu, Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul, 1996, s. 46-47. 452 115 bölgelerinin geleceği, halkın özgür biçimde verecekleri oylara göre saptamak gerekir. Sözü geçen Ateşkesin çizdiği sınır içinde, dince, ırkça ve asılca birlik, birbirine karşı saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu, gelenekleri ile toplumsal çevrelerine tüm olarak bağlı Osmanlı- İslam çoğunluğunca oturulan bölgelerin tamamı gerçekten ya da hükmen, hiçbir nedenle ayrılmaz bir bütündür. 2. Halkı özgür kalır kalmaz anavatana, kendi istekleri ile katılmış Kars, Ardahan ve Artvin için gerekirse tekrar halkoyuna başvurulmasını kabul ederiz. 3. Geleceği Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’ nın hukuksal durumu da, özgürce yapılacak halkoyu sonucuna uygun biçimde ortaya konulmalıdır. 4. İslam Halifeliğinin merkezi ve Osmanlı saltanatının başkenti İstanbul şehri ile Marmara Denizi’ nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak olmalıdır. Bu esas kalmak koşulu ile Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının Dünya ticaretine ve ulaşımına açılması hakkında bizimle diğer bütün ilgili devletlerin oybirliği ile verecekleri karar geçerlidir. 5. Yenen devletlerle düşmanları ve bazı ortakları arasında yapılan antlaşmalardaki esaslar çerçevesinde, azınlıkların hukuku, etraftaki ülkelerde bulunan Müslüman ahalinin de aynı hukuktan yararlanmaları koşulu ile tarafımızdan güvence altına alınacaktır. 6. Ulusal ekonomik gelişmemiz imkan çerçevesine girmek ve daha modern bir düzenli yönetimle işleri yürütebilmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim de tam bir bağımsızlığa ve serbestliğe ihtiyacımız vardır. Bu, yaşamamızın ve geleceğimizin bir esasıdır. Bu nedenle siyasal, adli ve mali gelişmemizi önleyecek sınırlamalra karşıyız. Borçlarımızın ödenmesi biçimi de bu esasa aykırı olamaz.” I. Mudanya Konferansı Konferansın toplanmasından önce Yunan birliklerinin İtilaf Devletleri'nin çizecekleri bir çizginin gerisine çekilmesi için söz veriliyor ve Mudanya yada İzmir'de toplantı yapılması öneriliyordu.457 Mustafa Kemal, Mudanya Konferansını kabul ediyor, ama Meriç Irmağı'na 457 Nutuk, C.II, s. 496-497. 116 dek Trakya'nın hemen bize geri verilmesini istiyordu. Bu amaçla Konferansa katılmak üzere, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'yı delege olarak atıyordu.458 Mudanya Mütarekesi İsmet Paşa'nın başkanlığında, İngiltere delegesi General Harrington, Fransa delegesi General Charpy, İtalya delegesi General Monbelli'nin katılımıyla 3 Ekim 1922'de başladı. Konferansta İtilaf Devletleri delegeleri, Türkiye'ye İngilizlerin 23 Eylül'de yaptıkları teklifi kabul ettirme uğraşı içindeydiler. İngiliz Generali Herrington Meriç'e kadar Yunanlılardan boşalacak Doğu Trakya'nın, barış konferansının sonuna kadar müttefik kontrolü altında bulundurulmasını, Türk heyetine kabul ettirmeye çalıştı. İsmet Paşa, Doğu Trakya' nın hemen Yunanlılar tarafından İtilaf devletlerine değil, doğrudan doğruya Türkiye'ye devir teslimini459 ve Müttefiklerinde İstanbul'u boşaltmalarını istedi.460 İngiliz ve İtalyan delegeleri, Mudanya da, ancak, Trakya'da İtilaf işgal ve kontrolünü konuşabileceklerini ve bundan ileri gidemeyeceklerini belirttiler. Konferansa katılan İtilaf Devletleri Delegelerinin, çözümü gereken konulardan kaçınmaları ve görüşmeleri bir karara varmaksızın uzatmaları, Mustafa Kemal'i şüphe içinde bırakmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal 6 Ekim'de Mudanya Konferansı başkanı İsmet ve Mudanya'da bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşalara Batı cephesi ordularına yeniden hareket serbestliği veren bir talimat gönderdi.461 Mustafa Kemal'in talimatı ve hareket direktifi, Mudanya Konferansının kesilmesi ve Müttefiklere de sıçraması mümkün yeni bir harp durumunun ortaya çıkmasıyla sonuçlanabilecek kritik bir ortam yarattı.462 İngiltere'nin İstanbul Yüksek komiseri Rumbold' un, Dışişleri Bakam Lord Kurzon' a çektiği telgrafla, İstanbul'a dönen Franklin Bouillon' nun İzmir'deki görüşmelerini anlattı. "Söylediklerine göre İstanbul'a ve Çanakkale'ye yürümeye hazır 150,000 Türk askeri İzmir'de bekliyormuş. Türkler İngilizlerin tutumunu 458 a.g.e., s. 497. Bıyıklıoğlu, s. 447. 460 Baytok, s. 159. 461 Türk İstiklal Harbi, İstiklal Harbinin Son Safhası, C. II, 6. Kısım, 4. Kitap, Ankara, s. 62. 462 İstiklal Harbi, s. 63. 459 117 anlayamıyorlarmış. Tehlikeli olmakla beraber yürümek niyetindeymişler ...”463 Durumun kritik bir safhaya girmesi Pelle ve Franklin Bouillon’ u harekete geçirdi ve bir çözüm yolunun bulunabileceğini içeren telgraflarını İsmet Paşa aracılığıyla Mustafa Kemal'e ilettiler. Mustafa Kemal bunun üzerine harekata başlamak üzere verdiği emri geri aldı.464 Mudanya Konferansı, son tarihi toplantısını 11 Ekim 1922’de yaptı. Hazırlanan anlaşma okunduktan sonra imza edildi.465 Böylece Trakya, Meriç'e kadar savaş yapılmadan Türkiye'nin oldu. Mütarekenin imzası ile birlikte İstanbul ve Boğazlar: Türk mülki idaresine teslim olunacak; ancak, İstanbul'da ve Boğazlarda bulunan İtilaf Devletleri, miktarları arttırılmamak kaydıyla barış antlaşmasına kadar kalabileceklerdi. Mudanya Konferansı ile o zamana kadar İtilaf devletleri içinde sadece Fransa'nın tanıdığı TB.MM. hükümeti; bütün İtilaf Devletlerine Antlaşmayı imzalatarak hukuki varlığını ve mevcudiyetini fiili ve resmi olarak onaylatmış oluyordu. J. Lozan Andlaşması ve Bugünkü Durum (1) Lozan Konferansından Önceki Durum Mudanya Konferansı'ndan sonra sıra Türkiye ile yapılacak barış antlaşmasına gelmişti. Ankara Hükümeti, barış görüşmelerinin İzmir'de olmasını ve görüşmelere Rusya Ukrayna ve Gürcistan'ın da katılmalarını öneriyordu.466 Fakat Lord Curzon' un yönlendirmeleri ile toplantı yeri İsviçre'nin Lozan şehri olarak İtilaf Devletleri'nce belirlenmişti. İtilaf Devletleri, ayrıca Bulgaristan, Sovyet Rusya, Ukrayna, Gürcistan ve diğer bazı devletleri tam üye olarak değil, ancak bu ülkeleri ilgilendiren konuların görüşülmesi sırasında hazır bulunmaları üzere konferansa çağırma kararını alıyordu.467 İtilaf Devletleri, Lozan'da toplanacak barış konferansına Türkiye'yi davet 463 Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk 1919-38, Rumbold’dan Lord Curzon’ a Tel.; No.503: C. 4, Ankara, 1984, s. 631. 464 Türk İstiklal Harbi, s. 64. 465 a.g.e., s. 83. 466 Sonyel, s. 290. 467 A.g.e., s. 291-292. 118 ederken yine aynı oyunu oynamış, Ankara Hükümeti ile birlikte İstanbul Hükümetini de konferansa çağırmışlardı. Böylece İtilaf Devletleri halen daha İstanbul' daki Hükümeti tanımak gayretinde olduklarını gösteriyorlardı. Mustafa Kemal'in kesinlikle reddetmesine rağmen, Tevfik Paşa ve Hükümeti'nin de konferansa katılmak için çaba sarf etmesi, Saltanat Makamının bir an önce kaldırılmasını gerektiriyordu. Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıldığını, yeni bir Türkiye Devleti'nin kurulduğunu, Anayasa gereğince egemenlik haklarının ulusa ait olduğunu belirten bir önerge düzenlendi. 30 Ekim 1922 günü önerge Mecliste gündeme alındı. Bu önergeye göre Hilafet ile Saltanat birbirinden ayrılacak, Saltanat kaldırılacak, Padişaha sadece Halifelik ünvanı kalacaktı. Önerge mecliste okununca ciddi biçimde karşı koyan iki kişi vardı: Mersin Milletvekili Albay Selahattin Bey ve Samsun Milletvekili Ziya Hurşit. 1 Kasım 1922 günü Meclis yine aynı konu ile açılmış ve tartışmalara neden olmuştu. Mustafa Kemal bunun üzerine Mecliste Türk ve İslam tarihinden örnekler vererek Hilafetle Saltanatın ayrılabileceğini, egemenlik ve milli Saltanat makamının, Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini savunan açıklamalarda bulunmuştu. Yapılan açık oylamada Saltanatın kaldırılması oy birliği ile kabul ediliyordu.468 Saltanatın kaldırılması ile birlikte, Saltanat Hükümeti'nin de hemen görevine son vermesi gerekiyordu. Nitekim dört gün daha görevde kalan İstanbul Hükümeti, bu süre içinde dahi İtilaf Devletleri ile entrikalar çevirmeye çalışıyor ve on1ann yardımlarını bekliyordu.469 Sonunda Tevfik Paşa Hükümeti, 4 Kasım 1922'de istifasını kanunen mevcut olmayan padişaha sunmuştu. 5 Kasım'da da sadrazamlıktan çekilerek Büyük Millet Meclisi Temsilcisi Refet Bey'e makamını devretti. Böylece İstanbul Hükümeti fiili olarak sona erdi. Diğer taraftan sadece Halifelik ünvanı kalan Vahideddin Efendi, 17 Kasım 1922 de İngiltere himayesine girerek Malaya adlı bir harp gemisiyle İstanbul'u terk etmiştir.470 Aynı gün TBMM, Abdülmecit Efendi'yi Sultan unvanı almadan, Halife tayin etmiştir. Böylece Osmanlı Hanedanının siyasi hükümranlığı artık son bulmuş, karar verme ve siyasi yetkilerinin tamamı Türkiye Büyük Millet Meclisi aracılığıyla 468 Türk İstiklal Harbi, s. 111-112 Sonyel, s. 293. 470 Nutuk, s. 506; İstiklal Harbi, s. 112. 469 119 millete geçmiştir.471 Padişah ve kukla yönetimi böylece siyasi sahneden çekilince, Ankara Hükümeti, Lozan Konferansı'nda birleşik bir Türkiye'yi temsil etme olanağına kavuşuyordu.472 Mustafa Kemal Paşa, Mudanya Mütarekesi'nin yürürlüğe girmesinin ardından Bursa'ya gitmişti. Doğu Cephesi komutanı Kazım Karabekir Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Milli Savunma bakanı Kazım Paşa, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Ordu komutanı Kemalettin Sami Paşa'da buradaydı. Günün konusu, İtilaf Devletleri'nin yer ve zaman tespitinden sonra yapılacak barış konferansıydı.473 Mebuslar kimi göndersek meselesini konuşa konuşa bitiremiyordu. Uzun tartışmalardan sonra nihayet her türlü vasıflara haiz olduklarına kanaat getirdikleri üç isim üzerinde durdular: Başvekil Rauf, Hariciye Vekili Yusuf Kemal, Sıhhiye Vekili Rıza Nur.474 Yapılacak olan barış görüşmeleri Türkiye için hayati öneme sahip olduğundan, Mustafa Kemal Paşa, kendi fikir ve görüşlerini kavramış olması bakımından İsmet Paşa'yı baş delege olarak düşünmekteyse de Mudanya konferansını nasıl yönettiğini ayrıntılarıyla dinledikten sonra ancak kendisini baş delege olarak barış konferansına göndermeye karar vermiştir.475 Mustafa Kemal, İsmet Paşa'nın delegeler başkanı olabilmesi için de Dışişleri Bakanı olmasını uygun görmüştür. Bu nedenle Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'i görevinden alıp yerine 26 ekim 1922'de İsmet Paşa'nın seçilmesini sağladı.476 2 Kasım 1922'de TBMM, İsmet Paşa'nın baş delege olmasını, Sağlık bakanı Dr. Rıza Nur ve Maliye Bakanı Hasan Beyin delege olmalarını onaylıyordu. İsmet Paşa ertesi günkü oturumda söz alarak konferansta Misak-ı Milli'den ve mevcut anlaşmalardan esinleneceğine dair meclise güvence veriyordu.477 Bunu Türk Heyetine verilecek direktifler izliyor ve bu direktifler yazılı olarak Meclis Başkanı 471 İslam Ansiklopedisi, Cumhuriyet Devri, C. XII/II, İstanbul, 1988, s. 391. Sonyel, s. 294. 473 Nutuk, s. 499; Atatürk Ansiklopedisi, Türkiye Cumhuriyeti Siyasi Tarihi, C. IX, s. 5. 474 Feridun Kandemir, Siyasi Dargınlıklar, C. II, İstanbul, 1955, s. 41. 475 Nutuk C. II, s. 499. 476 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre I, C. XXIV, Ankara, 1960, s. 213 477 a.g.e., s. 340-342. 472 120 tarafından baş delegeye veriliyordu.478 Lozan'da ele alınacak konular üzerinde Türk delege heyetine TBMM'nin önerilerine ek olarak, bakanlar kurulunun kesin direktifleri de verilmişti. Bu direktifler şöyledir: • Doğu sınırı: Ermeni yurdu bahis konusu olamaz. Olursa Müzakerelerin kesilmesini gerektirir. • Irak sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul'un Türkiye'ye geri verilmesi istenecek. Konferansta bundan farklı olmak üzere ortaya çıkacak güçlükler için Bakanlar kurulundan talimat alınacaktır. Petrol vs. imtiyazları için İngilizlere bazı ekonomik çıkarlar sağlanması görüşülebilir. • Suriye sınırı: Suriye ile ortak sınır daha güneye Güneydoğuya doğru çekilmeli. • Adalar: Anadolu'ya yakın adalar Türkiye'ye verilmelidir. • Batı Trakya sınırı: Misak-ı Milli maddesi uygulanacaktır. • Doğu Trakya: 1913 sınırı elde edilmeye çalışılacaktır. • Boğazlar ve Gelibolu yarımadasında yabancı askeri kuvvet kabul edilemez. • Kapitülasyonlar kabul edilemez. • Azınlık: Nüfus mübadelesi usulü kabul edilmeli. • Düyunu Umumiye: Türkiye'den ayrılan memleketlere dağıtımı, Yunanlılara devri, yani tamirata karşılık tutulması, olmadığı taktirde yirmi sene ertelenmesi Düyunu Umumiye İdaresi'nin kaldırılması sağlanması. • Ordu ve donanmayı sınırlandıran konu olmamalı. • Türkiye'deki yabancı kurumlar Türk kanunlarına tabi olacaktır. • Türkiye'den ayrılan memleketler için Misak-ı vakıflar Hukuku eski Milli maddeleri uygulanmalıdır. • Cemaatler 478 ve İslam a.g.e., s. 330-376. 121 antlaşmalara göre sağlanacaktır.479 Türk delege heyetinin dayandığı temel Misak-ı Milli idi. Bütün görüşme ve tartışmalar bu temel üzerine yapılabilirdi. Türk vatanının kayıtsız şartsız bağımsızlığının İtilaf devletlerine ve bütün dünyaca tanınması ve tasdik edilmesi isteniyordu. Bunu, Türk ordusu zaten bütün dünyaya göstermişti. Şimdi ise hukuken tasdiki yapılacaktı. (2) Konferansın Gecikmesi Türk delege heyeti 11 Kasım 1922'de Lozan'a varmıştı. Fakat İtilaf devletleri delege heyetlerinden kimseyi Lozan'da bulamamışlardı. Halbuki Konferansın 13 Kasım'da başlaması gerekiyordu. Ancak İtilaf Devletleri'nin konferans öncesinde anlaşıp bir cephe halinde Türkiye'nin karşısına çıkabilmeleri için Londra, Paris ve Roma'da yaptıkları görüşmeler uzamıştı.480 İngiltere'deki seçimleri bahane eden Lord Curzon ise görüşmelerin 20 Kasımdan sonra başlamasını istiyordu.481 Ama bu değişiklik Türk delege heyetine resmi olarak bildirilmemişti. İsviçre'de muhatap bulamayan İsmet Paşa bu tatsız olaya tepkisini İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanlarına gönderdiği mesajla dile getirmiştir. "Barış konferansının toplanması hakkında itilaf Devletleri Hükümetleri tarafından TBMM Hükümetine resmi olarak yapılan davet ve bu konuda alınıp verilen notalar üzerine bu konferansın açılması için 13 kasım 1922 tarihi kesin kararlaştırılmasına rağmen Lozan' a gelen, Türk Delege Heyetinin kararlaştırılan tarihte görüşmelere hazır olduğunu bildiririm. " "Barışın geciktirilmesi Türk Milleti için büyüklüğü ölçülemeyecek fedakarlık ve zahmetleri devam ettirecek ve giderilmesi yalnız bizim iyi niyetimize bağlı olmayan beklemedik sonuçlar doğurabilecek bir mahiyette olduğunu asil şahısları da taktir edecektir.” "Bu bakımdan cihan barışının çıkarı adına konferansın ivedi başarısı için beslediğim en hararetli dileklerimi asil şahıslarına bildirmeye ve üstün saygılarımın 479 Belen, s. 531; İstiklal Harbi, s. 117-118. a.g.e., s. 121. 481 İnönü, s. 50.; Baytok, s. 162; Sonyel, s. 296. 480 122 teminine müsaraat eylerim. "482 İsmet Paşa'nın bu mesajları etkili olmuş, İtilaf Devletleri'ni güç durumda bırakmamak için Fransa Hükümeti, İsmet Paşa'yı Paris'e davet etmişti. İsmet Paşa Paris'te, Poincare ile görüşmelerde bulunmuş, karşı tarafın düşüncelerini yoklayıp kendi fikirlerini telkin etmeye çalışmıştı.483 Bu sırada Lord Curzon' un İtilaf Devletleri'ni ortak bir cephede toplama ve Türklere kabul ettirmek üzere bir belge hazırladıkları söylentileri dolaşıyordu. İngilizlerin Türklere karşı düşmanca tutumları İsmet Paşa'nın gözünden kaçmamıştı. Nitekim Mudanya Mütarekesi'nden önce Mustafa Kemal ile İzmir'de görüşme yapan Franklin Bou1lion Türk dava tez ve isteklerini kavramış biriydi. Kendisinin barış konferansında Fransız baş delege olacağı beklenirken, İngilizlerin itirazı sonucu bundan vazgeçilmiştir.484 İsmet Paşa; Lozan’ a varışından itibaren Türkiye’ nin İtilaf Devletleriyle eşit sayılması davasını daima ön planda tutmuş, gerek konferanstan önce ve gerekse konferans devam ederken bütün İtilaf Devletleri delegelerine, Türkiye'yi eşit devlet olarak görüp saydık1arını ifade ettirmiştir. (3) Konferansın Açılışı ve İşleyişi Lozan Konferansına katılan devletler; Barış görüşmelerini organize edenler; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya. Tüm görüşmelere çağrılanlar: Yunanistan, SırpHırvat Sloven Devleti, ABD (ABD gözlemci niteliğinde katılmıştır.) ve diğer tarafta Türkiye'dir. Ayrıca Boğazlar konusunda Rusya, Boğazlar ve Trakya sınırı için Bulgaristan, Ticaret ve yerleşme konularında Belçika ve Portekiz çağrılmıştı. Lozan Konferansı 20 Kasım 1922'de İsviçre Cumhurbaşkanının konuşmasıyla açıldı. Ardından Lord Curzon bir konuşma yaptı. Lord Curzon, Lozan konferansını o zamana kadar katıldığı seri konferanslardan ayıran vasıf olarak bu sonuncusunun tarafsız bir ülke topraklarında olmasını gösteriyordu. Lord Curzon İsmet Paşa'yı eşit bir ülkenin temsilcisi değil, fakat hala Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğramış 482 İstiklal Harbi, s. 121. İnönü, s. 51-58. 484 İstiklal Harbi, s. 124. 483 123 bir devletin heyet başkanı olarak görüyordu.485 Ama belirtmek istemediği ve İtilaf Devletleri'nin en çok ağır1arına giden bir vasıf daha vardı. O da ilk defa düşman temsilcileriyle aynı masa etrafında oturuyor olmalarıydı. Bunu bir nebze hafifletmek için Türk delegasyonunun kendileriyle konferansta bir tutulmayacağını ima eden çeşitli tutumlara rastlanıyordu. Bunu İtilaf Devletleri delegasyonuna koltuk ayrılırken Türk delegasyonuna sandalye tahsis etmek gibi basit taktiklere kadar vardırmışlar, ancak, İsmet Paşa'nın müdahalesi karşısında özür dilemek durumunda kalmışlardır.486 Lord Curzon'un konuşması biter bitmez, İsmet Paşa kürsüye çıkarak, daha önce Poincare' in önerisi üzerine hafifletmeye çalıştığı, ama gene hazmedilemeyen söylevi, İtilaf Devletleri temsilcilerinin tepkilerine de neden oluyordu.487 Böylece biten konferansın açılışı, bir sonraki gün toplanılmak üzere dağılıyordu. Konferansın ikinci günü uygulanacak usul üzerinde görüşmeler yapılmış, bu maksatla hazırlanan tüzükte Konferansın ismi " Doğu İşleri Konferansı" olarak gösterilmişti. İsmet Paşa buna itiraz ederek konferansın isminin "Yakın Doğu İşleri üzerinde Lozan Konferansı" olarak değişmesini sağladı.488 Bundan sonra komisyonların oluşturulmasına başlandı. Üç tane büyük komisyon kuruluyordu. Askerlik ve sınırlar komisyonuna İngilizler, mali ve ekonomik komisyona Fransızlar, azınlıklar ve diğer hukuki meseleler komisyonuna da İtalyanlar başkanlık edecekti. Bu komisyonların içerisinde şüphesiz en önemlisi birinci komisyondu ve İngilizlerin bu komisyonun başına geçmeleri bu bakımdan an1amlıydı. İsmet Paşa komisyon başkanlıklarından birinin de Türklere verilmesini istemişse de bu teklifi reddedildi. Bunun üzerine İsmet Paşa, Türk delegasyonunun Lozan konferansına diğer devlet temsilcileriyle eşit statüye sahip olarak katıldığını vurgulayarak, hiç olmazsa Türk delegasyonundan bir kişinin konferansın genel sekreterliğine seçilmesini istedi. Fakat bu istek geleneğe aykırı bulunduğundan kabul edilmedi.489 Yalnızca yazı işleri komitesinde Türk heyetinden Reşit Saffet Atabinen' 485 Melek, s. 143. Baytok, s. 164. 487 Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İstanbul, 1943, s. 64-66; İnönü, s. 61. 488 Karacan, s. 70; Baytok, s. 165; İnönü, s. 61. 489 Baytok, s. 166. 486 124 e görev verilmişti.490 İsmet Paşa da komisyon başkanlıklarına olan itirazı kaldırmamakla beraber Fransız Mösyö Massigli' nin sekreterliğini kabul etti.491 Konferans iki ayrı dönemden oluşmaktadır. Birinci dönem 21 kasım 1922'den 4 Şubat 1922 'ye kadar geçen 2,5 aylık süreyi kapsar. Bu sürenin sonunda özellikle Kapitülasyonlar konusundaki anlaşmazlıklardan dolayı konferansa ara verilmek zorunda kalındı. İsmet Paşa, bu konu ile ilgili basına verdiği demeçte şöyle diyordu: “ Vatanım için İktisadi kölelik kabul etmeyi reddederim. Bağlaşıkların ileri sürdüğü talepler, memleketimin ekonomik kalkınmasıyla ilgili tüm imkanları kaldıracak bütün ümitlerimizi yok edecek .”492 Konferansın kesilmesinin ardından Müttefiklerin 31 Ocak tekliflerine karşı Türkiye 4 Şubatta karşı tekliflerini sunmuştu. Bunu 8 Mart ve 7 Nisan teklifleri izlemişti. 17 Şubat'ta İzmir İktisat Kongresi toplanmış ve Mustafa Kemal bu kongrede Türkiye'deki ekonomik sistemle ilgili batıya önemli mesajlar vermişti. Bu süre içinde mecliste Lozan müzakereleriyle ilgili sert tartışmalar olmuş Türk delegelerinden Misak-ı Milliden taviz verilmemesi istenmişti. Nihayet 2,5 aylık bir aradan sonra konferansın ikinci dönemi 23 Nisan 1923 ' te başladı ve 24 Temmuz 1923'de Antlaşmanın imzalanmasına kadar sürdü. Konferansta İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşmasını çıkış noktası alırken, Türk tarafı da Mudanya konferansını çıkış noktası olarak kabul etmekteydi. Bu anlaşmazlık konferansın bitimine kadar sürdü.493 Lozan Barış Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı'nı ve bunun devamı Türk Yunan Savaşı'nı da bitiren bir anlaşmadır. Bu nedenle görüşmelerin bir sonuca varması zor olmuştur. Bu antlaşma Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan'la yapılan antlaşmalardan farklı olarak, galiplerin mağluplara ve tartışmasız kabul ettirdikleri bir barış antlaşması değil, Türkiye'nin, Dünya Savaşı galiplerinin karşısında ve onlarla eşit şartlarda görüşme masasına oturarak şiddetli tartışmalar yaptıktan ve bir süre görüşmeler kesildikten sonra imzaladığı bir 490 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 2. Kitap, Ankara, 1992, s. 285. Karacan, s. 71; Baytok, s. 166. 492 Karacan, s. 208. 493 Meray , s. 491 125 antlaşmadır. (4) Lozan Barış Antlaşması Metninin İçerdiği Konular Antlaşma tek bir metin olmayıp esas antlaşma ile ona ek 17 ayrı sözleşmeden ve ülkelerle yapılan çeşitli konulardaki mektuplaşmalardan oluşmaktadır. Esas antlaşma 4 bölümden ve 143 maddeden oluşmuştur:494 Birinci Bölüm: Siyasal İçerikli maddeler (1-45) 1.Sınırlarla ilgili kısım 2.Uyruk1uk 3.Azınlıklar İkinci Bölüm: Mali konulara ilişkin maddeler (46-63) 1.Devlet Borçlan 2.Çeşitli Hükümler Üçüncü Bölüm: Ekonomik konulara ilişkin maddeler (64-100) 1.Mallar Haklar Çıkarlar 2.Sözleşme ve Süre aşım1arı 3.Borçlar 4.Sınai,Edebi ve Güzel sanatlar Mülkiyeti 5.Karma Hakem Mahkemesi 6.Antlaşmalar Dördüncü Bölüm: Ulaşım ve Sağlık sorunları ile ilgili maddeler.(101.143) 1.Ulaşım Yolları 2.Sağlık İşleri Beşinci Bölüm: Çeşitli Hükümler 494 Salih Yapar, Sevr Barış Antlaşması İle Lozan Barış Antlaşmasının Karşılaştırılması, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2003, s. 51. 126 1.Savaş Tutsakları 2.Mezarlıklar 3.Genel Hükümler Bu maddelere ek olarak bazı devletlerle kendilerini ilgilendiren konularda ayrıca sözleşmeler yapılmıştır.Bunlar: 495 1.Barış antlaşması, 2.Boğazlara ilişkin sözleşme 3.Trakya Sınırına İlişkin sözleşme 4.Oturma ve yargı Yetkisi Konusunda Sözleşme 5. Ticaret sözleşmesi 6. Türk ve Rum halkının mübadelesine dair sözleşme ve protokol 7. Sivil Tutukluların Geri Verilmesi ve Savaş Tutuklularının Mübadelesine İlişkin Türk Yunan Antlaşması, 8. Genel affa ilişkin beyanname ve protokol 9. Yunanistan'da bulunan Müslüman Mallar hakkında beyanname. 10. Sağlık İşlerine dair beyanname. 11. Adalet Yönetimine dair beyanname 12.Osmanlı İmparatorluğu'nda verilmiş bazı imtiyaza dair protokol ve beyanname. 13. Lozan'da imza edilen Bağıtların bazı hükümetlere Belçika ve Portekiz'in katılmasına dair protokol ile bu iki devletin beyannameleri. 14. Britanya , Fransa ve İtalya kuvvetleri tarafından işgal edilen Türkiye arazisinin tahliyesine dair protokol ile beyanname. 15. Karaağaç arazisi ile Bozcaada ve İmroz adalarına ilişkin olup Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Türkiye tarafından 495 a.g.e., s. 51-52. 127 imzalanan protokol. 16. Yunanistan'da azınlıkların korunması konusunda 10 Ağustos 1920 tarihinde başlıca Müttefik devletler ile Yunanistan arasında Sevr'de Yapılan Antlaşma ve Trakya'ya ait olmak üzere aynı devletler arasında aynı tarihte yapılan antlaşma ile ilgili protokol 17. Sırp- Hırvat- Sloven Devletinin imzasına dair protokoller (5) Trakya Sınırının Önemi Trakya, Balkan Yarımadası ile Anadolu Yarımadası arasında kalan bir kara parçasıdır. Anadolu ile Avrupa'yı birbirine bağlayan Boğazlara Avrupa tarafından hakim olan, Ege ve Karadeniz arasında kara ulaşımını sağlayan bir köprü niteliğindedir. (6) Lozan Görüşmelerinde Trakya Sınırı Lozan Konferansı'nda Türkiye'nin sınırları sorunu Lord Curzon’ un başkanlığındaki birinci komisyonda görüşülmüştür. Lord Curzon, oturumu açar açmaz Trakya sınırının görüşülmesini istemiştir.(22 Kasım 1922) Türk tarafının Trakya sınırına yönelik tezini İsmet Paşa; Karadeniz'den Meriç'in dökümüne kadar Trakya sınırının, 29 Nisan 1913 tarihli İstanbul Antlaşmasının 7. maddesinde kabu1 edilen sınır olması gerektiğini ve Batı Trakya için de halkın oyuna müracaat edilmesini istedi. İsmet Paşa bu iki noktanın gerekçelerini de söyle ifade etti:496 1- Müttefikler, 24 Eylül 1922 tarihli notaları ve Mudanya mukaveleleriyle Edirne içinde olarak, Doğu Trakya'nın Türkiye'ye geri verilmesini kabul etmişlerdir. Meriç'in sol tarafında bulunan Edirne şehrinin geçinebilmesi için, Meriç'in sağ tarafında yani batısında bulunan Edirne İstasyonu, Karaağaç mahallesi ve Edirne ile bu mahalle halkının sahip oldukları arazi ve çiftliklerde Edirne ile birlikte Türkiye'ye verilmelidir. 2- Edirne Türkiye'ye verildiğine göre, bu şehri İstanbul'a bağlayan 496 Meray, s. 20. 128 Kuleliburgaz Mustafa Paşa demiryolu ve bu yolun geçtiği arazi de Türkiye'ye ait olmalıdır. Edirne ile adı geçen demiryolunun emniyeti ve komşularla ilişkiler kurmak bakımından, sınırın gerektiği kadar, Edirne'den ve demiryolundan uzak kalması zor. 3- Meriç'in batısında istediğimiz ufak arazideki halkın büyük çoğunluğu Türktür. İsmet Paşa'nın bu açıklamalarından sonra Lord Curzon, Meriç'in batısındaki ve Büyük kısmı Türklerden oluşan bölgelerin nereleri olduğunu sordu. Bu soruya karşılık İsmet Paşa, Konferansta daima kullandığı bir taktikle "uzmanlarına danıştıktan sonra" cevap vereceğini söyledi .497 İsmet Paşa'dan sonra Venizelos söz aldı. Venizelos, sözlerine Birinci Dünya Savaşı'na Türkiye ve Yunanistan'ın nasıl katıldıklarından başlayarak, taarruzun öncelikle Yunanistan'dan değil Türkiye'den geldiğini söyledi. Yunanistan’ın sadakatini överek müttefiklere olan hizmetlerini saydı ve sonuçta savaşın mesuliyetinin Yunanistan'ın sırtına yüklenemeyeceği sonucuna vardı. Balkan savaşlarına değinen Venizelos; Balkan Savaşları sonuna kadar Trakya'da Türk halkının çoğunlukta bulunmadığını ifade etti.498 O zamandan beri, bilhassa, Doğu Trakya'dan Bulgarların çıkarılmış olduğunu ve yerlerine Bosna Müslümanlarının yerleştirilmiş bulunduğunu; bu yüzden, unsurların sonucunun biraz değişmiş olabileceğini belirtti. Bununla beraber, bu değişikliklerden sonra bile, mutlak çoğunluğun Türklere geçmemiş olduğunu ifade etti.499 Venizelos İzmir'e gelince, orada da bir Türk çoğunluğunun olmadığını ileri sürüyordu. Yunan delillerini çürütmek için Anadolu'nun coğrafi birliğinin ileri sürüldüğünü, ama bu delilin yetersiz olduğunu belirtiyordu. Anadolu'nun Balkan Yarımadasından biraz büyük olduğunu ifade eden Venizelos'a göre, niçin Balkan Yarımadasında bir çok devletler kurulabiliyor da, Anadolu'da üç devlet mümkün görülmüyordu? (Doğuda bir Ermeni Devleti, batıda bir Yunan devleti, geri kalan yerlerde bir Türk Devleti.)500 Venizelos, Müttefiklerin desteği olmadan Anadolu'da savaşa devam 497 Altuğ, s. 39. Meray, s. 22; İnönü, s. 63-64; Karacan, s. 75. 499 Bıyıklıoğlu, s. 479. 500 Yapar, s. 55-56. 498 129 etmelerinin büyük bir yanlış olduğunu, bunun cezasını da savaşı kaybetmekle ödediklerini ama Doğu Trakya'yı savaşla değil, Mudanya Mütarekesi ile kaybettiklerini belirtti. Yunan Ordusunun Anadolu'da dövüşmekten imtina ettiğini ama Doğu Trakya'yı almak için yeniden hazırlandığını belirten Venizelos, kendisinin Doğu Trakya'dan feragat edilmesi şartı ile temsilci olduğunu söyledi. Böylece Yunanistan gerekli fedakarlığı zaten yapmış oluyordu.501 Venizelosa göre; “Lozan Konferansı, Sevr antlaşmasının yeniden tanzimi için oluşturulmuştur. Müttefikler tarafından imza ve tasdik edilmiş ve yürürlükte bulunan diğer antlaşmalara yeni baştan münakaşa için toplanılmış değildir. Buraların geleceği Neuilly anlaşmasıyla bir sonuca bağlanmıştır. Sözü geçen yerler, savaştan önce Türkiye'ye ait olmadığından, bu antlaşmanın Ankara hükümeti ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu bölge Savaş ve yenilgi sonucunda değil, Türkiye’nin rızasıyla Bulgaristana bırakılmıştır. Bu da bu yerlerin Türkiye'ye mutlaka lazım olmadığını gösterir. Karaağaç istasyonuna gelince, bu istasyon, Bulgaristan'ın Dedeağaç' la ticari ilişkisi için önemlidir. Edirne için öyle değildir. Dimetoka' da, Rumların Türklere oram ikiye bir oranındadır. Doğu Trakya halkı, Yunanistan'ın birçok yerine ve ta Makedonya'ya kadar kaçmak zorunda kaldıklarından bunların önemli bir kısmı Batı Trakya' da kalmış ve bu da Rum umurunu çoğaltmıştır. Bu bölgelerde bazı Türk emlakı bulunabilir, Yunan Hükümeti bunları korumaktan başka birşey yapamaz. Bununla beraber, buralarda ekonomik hayat sanayi ve ticaret, daha çok RumIarın elindedir.”502 Venizelos, Batı Trakya hakkındaki Türk isteklerini de söyle cevaplandırmıştır. "Türk heyeti Batı Trakya'da halkın oyuna müracaaatı haklı göstermek için, önce ırki durumu, sonra da Doğu Trakya'nın emniyetini ileri sürdü.Batı Trakya'da nereleri kastettiğini söylemedi. Eğer Neuelly Antlaşması'yla Bulgaristan'a bırakılan 501 502 a.g.e., s. 56. Bıyıklıoğlu, s. 480-481. 130 yerler isteniyorsa buralarda çoğunluk Türklerdedir. Yunanistan'a bırakılan yerlerin ise ancak yarısı Türktür." “ Doğu Trakya’nın emniyetine dayanan muhakeme çürüktür. Eğer bu düşünce dikkate alınacak olursa Batı Trakya’ yı kurtarmak için, Doğu Makedonya’ yı, burasını da emniyet altına almak için Orta Makedonya’ yı denize kadar terk etmemek için bir sebep görülemez…” “ Yunanistan; kusurlarının cezasını çekmiştir. Ondan daha fazla bir şey istenmez. Memleketim, müttefiklerin 23 Eylül 1922 notalarındaki teklifleri samimi olarak kabul etmiştir.”503 Venizelos' un bu açıklamaları karşısında İsmet Paşa, cevabını saklı tuttuğunu ifade etti. Venizelos' un savunmasında Yunan ordusunun Anadolu'da dövüşmekten imtina ettiği söylemi, gerçek dışı olup, siyasi rakiplerini kötülemek amacıyla ortaya atılmıştır. Venizelos' un politik manevralarından biri olarak değerlendirilebilir. Kral Kostantin’ in bayrağı altında Ankara yakınlarına ilerleyen Yunan ordusunun 26 Ağustos 1922 de başlayan Türk taarruzuna karşı dövüşmek istemediği ve vazifesini yapmadığı siyasi maksatla söylenmiş bir sözdür.504 Sırp-Hırvat-Sloven Hükümeti temsilcisi Ninçiç ve Romanya temsilcisi Duca konuşmalarında Batı Trakya'ya yapılacak olan bir pilebisite karşı olduklarını ve Doğu Trakya için de sınırın Meriç'ten geçmesini savundular. Sırp-Hırvat-Sloven temsilcisi ayrıca Doğu Trakya'nın Kuzeyinde ve Batısında askerden arındırılmış bir bölge bulundurulmasını istemiştir.505 Bulgar temsilcisi Stamboulisky de 1912 tarihli Londra ve 1913 tarihli Bükreş antlaşmaları ile bütün Trakya'nın Bulgaristan'a bırak1ldığını Doğu Trakya'nın daha sonra Bir Türk-Bulgar Antlaşması ile Bulgaristan tarafından Türkiye'ye terk edildiğini açıkladı ve Ege denizine bir mahreç (Çıkış Yolu) sağlanmasını istedi.506 Lord Curzon' da bu fikirleri destekliyordu. Çünkü 1913'e kadar, Türkiye'ye 503 a.g.e., s. 481. a.g.e., s. 482. 505 Yapar, s. 57. 506 a.g.e., s. 57. 504 131 ait olan Batı Trakya'nın büyük bir kısmı Bükreş Antlaşması ile Bulgaristan'a bırakılmıştı. Dolayısıyla Türkiye 1915'de, Batı Trakya’nın Karaağaç ve Dimetoka' yı içine alan bir kısmını kendi rızası ile Bulgaristan'a terk etmişti. 1919'a gelindiğinde Bulgaristan'a bırakılan bölge ile birlikte bütün Batı Trakya Müttefiklerin egemenliğine geçiyordu. 10 Ağustos 1920'de ise bütün bu bölge Yunanistan’ın idaresine bırakılsa da bölgenin geleceği Neuilly Antlaşması ile belirlenmişti.507 Sınırlara gelince, Müttefiklerin 23 Eylül 1922 tarihli notasında ve buna Türkiye'nin vermiş olduğu 29 Eylül 1922 tarihli cevapta Meriç nehri sınır hattı olarak belirlenmişti. Nihayet Mudanya Mütarekesi de Yunanlıların Meriç'e kadar geri çekilmelerini teyit etmekteydi.508 Türk Heyetinin sınırların güvenliği ile ilgili endişeleri üzerine Meriç'in bir veya iki sahili üzerinde askersizleştirilecek bölgeler oluşturulması uygun bulunmuştur. Mustafapaşa-Kuleliburgaz-Karaağaç demiryolu ise Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan'ın üzerinde önemle durduğu bir konuydu.509 Askersizleştirilecek bölgeler ve bunun statüsünün neler olacağının saptanması, Bulgaristan' ın Ege denizine mahreç istekleri ve demiryolu sorununun çözümü için bir tali komisyonun kurulmasına karar verildi.510 İngiliz baş delegesine göre Müttefikler, Meriç sınırında ısrar etmeli ve Türklerin hak iddiasında bulunmadıkları Batı Trakya’da halk oylaması düzenlemesini reddetmeliydiler. Lord Curzon’ a göre: “'Türkiye daima, Meriç'e kadar Doğu Trakya'yı istemiştir. Mart 1922'de nazarı dikkate alınmış olan, bir Müsaadekarlığa Mudanya'da muvafakat edilmiş ve barış konferansından önce, Doğu Trakya Meriç'e kadar Türk İşgaline bırakılmıştır. Türk Heyeti kabulü mümkün olmayan isteklerle müzakere yi daha da güçleştirmemelidir."511 23 Kasım görüşmelerinde İsmet Paşa önceki isteklerinde ısrar ediyor, Edirne'nin bir kenar semti olan Karaağaç'ın Mudanya konferansında Fransız 507 a.g.e., s. 57. a.g.e., s. 57. 509 a.g.e., s. 57. 510 a.g.e., s. 57. 511 Bıyıklıoğlu, s. 485. 508 132 temsilcisi Monbelli ve İngiliz temsilcisi Harrington tarafından Türkiye'ye vadedildiğini ileri sürüyordu.512 Tali Komisyonun sınırların güvenliği için askersizleştirilecek bölgelere ilişkin raporuna göre: Karadenizden Meriç ağzına kadar, Türk Bulgar Yunan sınırının iki tarafında, 30 kilometrelik bir bölgenin askersizleştirilmesi uygun bulunuyordu.513 İsmet Paşa, 24 Kasım görüşmelerinde tali komisyonun belirlediği askersizleştirilecek bölgelere ilişkin kararın ancak milletlerarası bir taahhütle garanti altına alındığında kabul edebileceğini, askersizleştirilen Türk topraklarında, hiçbir yabancı kontrolü kabul edemeyeceğini kesin olarak açıkladı.514 Yapılan açıklamalar sonunda İtilaf Devletlerinin teklifleri söyle sıralanmaktaydı. 1.Doğu Trakya için Meriç sınırı 2.Sınırlarda tarafsız bölge. 3.Demiryollarının Milletlerarası hale sokulması. 4.Bulgaristan için Ege Denizi'ne çıkış noktası Buna karşılık Türk Heyetinin teklifleri de şu başlıklar altında toplanıyordu. 1.Doğu Trakya için 1913 sınırı. 2. Tarafsız bölge egemenlik hakkımıza zarar vermeksizin kabul edilebilir, bunu teknik komisyona havale gerekir. 3.Batı Trakya için halkoylaması isteriz. 4.Bulgaristan'a bir çıkış noktası verilmesi uygundur. 5. Demiryollarının Türkler ve Bulgarlar tarafından faydalanması için milletlerarası komisyon kurulabilir.515 25 Kasım görüşmelerinde Batı Trakya konusu Konferansın birinci döneminde son kez ele alınıyordu. Yapılan görüşmelerde taraflar kendi görüşlerini 512 Yapar, s. 58. a.g.e., s. 58. 514 Bıyıklıoğlu, s. 491. 515 Meray, s. 46; Karacan, s. 80. 513 133 destekleyen karşılıklı açıklamalarda bulunuyorlardı. Son sözü söyleyen Lord Curzon: Batı Trakya'da halk oylaması yapılmasını reddediyor, Meriç sının üzerinde direniyor, ama Türklere bir ödün vererek, Meriç'ten başlayan demiryolunu ve tren istasyonunu Türklere öneriyor ancak Karaağaç'ın bir Yunan kasabası olduğunu iddia ederek Yunanistan'a bırakıyordu. Curzon, General Harrington'un Karaağaç'ı Türklere vaat ettiğine dair kendisine bir şey söylemediğini, Türk heyetinin bu konuda ısrar etmesi halinde bir savaşa yol açabileceğini belirterek İsmet Paşa'yı uyarıyordu.516 25 Kasım 1922 oturumundan sonra, Konferansın birinci bölümünde Doğu Trakya'ya ilişkin görüşmeler ertelendi. Türkiye'nin Doğu Trakya sınırı olarak 1913 sınırları ve Batı Trakya'da halkın oyuna başvurulması isteği Müttefikler ve diğer ilgili devletler tarafından reddedildi. Böylece Trakya Sorunu bir çözüme kavuşamadan kalıyordu.517 Müttefikler, iki buçuk ay süren konferansın birinci devresi sonunda, 31 Ocak 1923'de, Türk heyetine bir barış antlaşması projesi verdiler ve bu projeye 4 Şubat akşamına kadar cevap verilmesini istediler. Türk Heyeti sunduğu karşı projede, Karaağaç ve Meriç demiryolu konusunda Müttefiklerin önerilerini kabul ediyor; daha sonra İsmet Paşa, İtilaf devletleri Dışişleri Bakanlarına 8 Mart tarihli mektubunda da Meriç Nehrinin Thalweg hattından geçirilmesini istiyordu.518 Konferansın ikinci bölümünde 24 Nisan'da İngiliz temsilcisi Rumbold başkanlığında toplanan birinci komisyon Trakya Sorunu'nu ilk konu olarak ele alıyordu. Görüşmeler İsmet Paşa'nın tha1weg hattı önerisi üzerinde yoğunlaşıyordu. 24 Nisan, 4 Haziran ve 26 Haziran 1923 toplantılarında Meriç'in sol kıyısı yerine, bu nehrin başlıca kolunun thalweg hattı çetin çekişmelerden sonra, sınır olarak kabul edildi. Böylece Meriç nehrinin sularından Türkiye'de fayda sağlamış oluyordu.519 Lozan Antlaşması'nın 24 Temmuz 1923 tarihli Trakya sınırlarına ilişkin sözleşmenin birinci maddesine göre: Mekri Burnu ucundan baş1ayarak Meriç nehrine paralel Yunan-Bulgar sınırına, Oradan Papazköy, Edirne Harmanlı istikametiyle devamla Karadeniz' de Anberler' in kuzeybatısındaki körfezin en iç 516 Karacan, s. 84-85. Yapar, s. 59. 518 Meray, s. 22. 519 Bıyıklıoğlu, s. 518. 517 134 noktasına kadar olan çizgi Trakya sınırları olarak belirlendi.520 Türkiye’yi Yunanistan ve Bulgaristan'dan ayıran sınırların iki yanındaki topraklarda ortalama 30 kilometre genişliğindeki bölgeler askersizleştirilecekti.521 Edirne ve Trakya'nın İstanbul ile ulaşımı açısından Karaağaç-Kuleliburgaz demiryolunun önemli bir yeri vardı. Bu nedenle Türk Heyeti 8 Mayıs oturumunda demiryolunun işletilmesinde murakebe hakkı istedi. Sonuçta, Lozan Antlaşması'nın 107. maddesinde belirtildiği üzere Yunan-Bulgar sınırıyla Kuleliburgaz yakınındaki Yunan- Türkiye sının arasında kalan doğu trenlerinin üçüncü bölümlerinden transit olarak yararlanan yolcular ve ticari mallar hiçbir vergi ve harca, pasaport ya da gümrük incelemesine tabi olmayacaklardır.522 520 Soysal, s. 154. a.g.e., s. 152-156. 522 a.g.e., s. 127-128. 521 135 SONUÇ 136 Biz bu çalışmamızda Türkiye Cumhuriyeti Trakya Kara Sınırlarının oluşmasında etken olan hususları tarihi bir bakış açısıyla ortaya koymayı amaçlamıştık. Böylece günümüzde meydana gelen olayları özellikle sınırlarımız üzerinde oynanan oyunları daha iyi gözler önüne sermeyi düşündük. Yine AB sürecinde önümüzdeki günlerde sınırların sorunsuz bir hale getirilmesi ve güvenliğin sağlanması konularının gündeme geleceğini düşünerek konuyla ilgilenen ve ilgilenecek olan devlet görevlilerine ve akademisyenlere yararlı bilgiler sunmayı hedefledik. Şimdi ulaştığımız sonuçları ortaya koyalım. Trakya’ da iki ülke ile sınırlarımız vardır. Bulgaristan ve Yunanistan. Bulgaristan ile Trakya sınırlarının oluşmasında önce Bulgarların bağımsızlık hareketleri etkili olmuştur. Bulgarların bağımsızlığını kazanmasında ilk adım Bulgarların milli bilincini kazanmalarıdır. Bu milli bilincin kazanılmasında Bulgar din adamlarının etkisi olmuştur. Organize isyan hareketlerinin başlamasında Tanzimat Fermanıyla kurulma fırsatı bulan bağımsız Bulgar Kilisesi önemli bir rol oynamıştır. Yine Bulgar isyanlarında özellikle Rusların Panslavist politikaları ve kışkırtmaları etken olmuştur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Bulgarlar fiili olarak bağımsızlığını kazanmıştır. Bunda Rusların ve diğer Avrupalı büyük devletlerin Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetleri etkilidir. Ve nihayet 1908 yılında Bulgarlar hukuki olarak da bağımsızlığını elde etmiştir. Bu bağımsızlık yine Avrupalı büyük devletlerin desteğiyle gerçekleşmiştir. Bulgarlar bundan sonra Osmanlı Devletinin topraklarına göz dikmişlerdir. Nitekim Balkan Savaşları sonucunda Batı Trakya Bulgarların eline geçmiştir. Balkan Savaşları öncesinde Balkan İttifakının oluşmasında yine Rusya etkili olmuştur. Daha sonra Bulgaristan 1915 yılında yapılan bir sınır antlaşmasıyla Meriç koridoru üzerindeki emellerini gerçekleştirmiştir. Bu olayda Bulgaristan I. Dünya Savaşına İttifak Devletleri tarafında girmek karşılığında diplomatik teşebbüsleri neticesinde bu toprakları ele geçirmiştir. Neuilly antlaşmasıyla Batı Trakya toprakları müttefiklerin kontrolüne geçmiştir. Yunanlıların bağımsızlığını kazanmasında Avrupalı büyük devletlerin kışkırtma ve destekleri, Etniki Eterya Cemiyetinin ve Rum din kurumlarının 137 faaliyetleri etkili olmuştur. Yunanlılar Neuilly Antlaşmasıyla müttefiklere bırakılan Batı Trakya’ yı bu devletlerin izniyle ele geçirmiştir. Daha sonra Yunalıların Anadolu macerası başlamıştır. Yunanlılar büyük devletlerin onayıyla Doğu Trakya’ yı da işgal etmiştir. Mustafa Kemal’ in önderliğinde Türk Milleti Yunan işgallerine karşı direnmiştir. Sonuçta I. İnönü, II: İnönü, Sakarya Savaşları ve Büyük Taarruzla Yunan ordusu Anadolu’ dan atılmıştır. Mudanya Mütarekesiyle Yunanlılar savaş yapılmadan Meriç’ e kadar Doğu Trakya’ dan çıkarılmıştır. Lozan Antlaşmasında ise Trakya hususunda çetin müzakereler olmuştur. Yine İngilizler bu müzakerelerde Yunanlıları desteklemişerdir. Türk tarafı Lozan’ da Doğu Trakya için 1913 sınırını, Batı Trakya için ise halk oylaması anlamına gelen Misakı Milli esaslarını savunmuştur. Türkiye özellikle Karaağaç ve havalisinin Edirne için önemini belirterek buraların Türkiye’ ye bırakılmasını istemiştir. Bunlara Yunanlılar karşı çıkmıştır. Özellikle İngilizler Yunanlıları desteklemişlerdir. Neticede Karaağaç ve havalisi Yunalıların ödemek zorunda olduğu savaş tamiratı karşılığında Türkiye’ ye bırakılmış ve Batı Trakya’ da halk oylaması yapılması isteğimiz reddedilmiştir. Sonuçta şunu söyleyebilriz: Trakya kara sınırlarının oluşmasını etkileyen tarihi olayların arka planında Rum ve Bulgar dini kurumları, büyük devletlerin Osmanlı Devleti ve Türkiye aleyhinde faaliyetleri etkili olmuştur. Bütün bunlara Türk tarafında etkin cevaplar verilememiştir. Bu durum Kurtuluş Savaşına kadar sürmüştür. Bundan sonta Mustafa Kemal’ in önderliğinde Türk Milleti haklarını gerek savaş meydanlarında gerekse diplomatik açıdan savunabilmiş ve bugünkü Trakya sınrlarına ulaşabilmiştir. Günümüzde de sınırlarımıza ilişkin benzer oyunlar oynanmaktadır. Bu oyunların baş aktörleri ve senaryoları tezimizde anlattığımız tarihi olaylardaki senaryo ve aktörlerle benzerlik göstermektedir. Bu durumda Türkiye Cumhuriyetinin Kurtuluş Savaşı dönemindeki Mustafa Kemal’ in önderliğinde Türk Milletinin sahip olduğu ruha, akla ve mücadele azmine ihtiyaç duyduğunu değerlendirmekteyiz. 138 KAYNAKÇA Akipek, Ömer İlhan., Devletler Hukuku, İkinci Kitap: Devletler Hukuku Şahıslarından Devlet, 3. Bası, Ankara, 1969. Ana Briatnnica, C. 5, Ana Yayıncılık, 1986. , C. 7, Ana Yayıncılık, 1994. Akçakayalıoğlu Cihat, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Konferansları III ( 1969), TTK, Ankara, 1970. , Kurtuluş Savaşı’ nın Yüksek Askeri Yönetimi, Atatürk Konferansları-VIII (1975-1976), TTK, Ankara, 1983 Akın Veysi, Trakya’ nın Türklere Devir Teslimi, Doktora Tezi, Erzurum Üniversitesi. Aktepe Münir M., “ Osmanlıların Rumeli’de İlk Fethettikleri Çimpe Kalesi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, C. I, Sayı: 2, İstanbul, 1950. Akyüz Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), TTK, Ankara, 1988. Altuğ Yılmaz, Bir Yunanlı Yazara Göre Türk İstiklal Savaşından Önce Yunanistan’ da Genel Durum, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 5, Sayı: 5, Atatürk Kültür, Dil ve Traih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, Temmuz 1989. Armaoğlu Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1994, C. 1 Atalay İbrahim ve Mortan Kenan, Türkiye Bölgesel Coğrafyası, İnkılap Kitapevi, Ankara, 1997. Ateş Toktamış, Siyasal Tarih, Der Yayınları, İstanbul, 1997. Aydın Mahir, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1996. Aydınlı Ahmet, Batı Trakya Faciasının İç Yüzü, İstanbul, 1971. Bailly, Auguste, Bizans Tarihi, C.I,Çev.: Haluk Şaman, Tercüman 1001 Temel Eser No:46. Balkan Harbi (1912-1913), C. 1., Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 1993. Balkan Harbi, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1979. Barkan Ömer Lütfi, “ Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İstanbul Üniversitesi İkitisat Fakültesi Mecmuası, C. 13, İstanbul, 1953. , Osmanlı İmparatorluğunda İskan ve Metodları, İstanbul, 1949-50. Bayar Celal, Ben de Yazdım, İstanbul, 1967, Cilt IV 139 Kolonizasyon Bayur Yusuf Hikmet, c. III’ ten nakleden Wangenheim’ in Telgrafları ve Savaşın Patlamasına Dair Alman Belgeleri, Türk İnkılabı Tarihi, c.II, Kısım IV, Ankara, 1952. ___________________, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, TTK, Ankara, 1989. Belen Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1983 Beos Nikos A., İslam Ansiklopedisi, C. VIII. Bıyıklıoğlu Tevfik, Trakya’ da Milli Mücadele, C. 2, TTK, Ankara, 1983. Bilsel M. Cemil, Lozan, C. 2, A.İhsan Matbaası, İstanbul, 1933. Birbiçer Berrin, Orta Anadolu’ da Yunan Mezalimi, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Edirne, 1996. Bozkurt, Enver, Devletler Hukuku Bakımından Türkiye’ nin Sınır İlişkileri, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul, 1992. Canbolat İbrahim S., Değişen Dünya ve Alman Dış Politikası, Ezgi Kitapevi Yayınları, Bursa, 1995. Castellan Georges, Balkanların Tarihi 14-10 YY., Milliyet Yayınları, İstanbul, 1983. Çavuşoğlu Halim, Balkanlarda Pomak Türkleri, KÖKSAV, Ankara, 1993. Çaycı Abdurrahman, Yunanistanın Anadolu Macerası ( Sevres’ e Doğru), Hacettepe Üniversitesi-Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi, Cilt:1, Sayı:1, Ankara, Ekim 1987. Deliorman Atlan, Mustafa Kemal Balkanlarda, Türkiye Yayın Evi, İstanbul, 1959. Danişment İ. Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, Türkiye Basımevi, İstanbul, 1955. Dobrav Angel, 1915 Yılında Bulgar-Türk Sınırının Düzeltilmesi, XX, Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Bulgar Askeri-Siyasi İlişkileri, Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 2005. Ercan Yavuz, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarlar ve Voynuklar, TTK, Ankara, 1989. Erendil Muzaffer, Yunanlıların Kökeni ve Yunan Milleti ile (Greklerle) İlgili Kavram ve Deyimler, III. Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1986. Ergene Halil, Neden Hedef Türkiye, Ankara, 1983. Erim, Nihat, “Türkiye Cumhuriyetinin Kuzey Doğu ve Doğu Sınırları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. IX, 1952. , Devletler Arası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri ( Osmanlı İmparatorluğu Anlaşmaları), C. I, Ankara, 1953. Eröz Mehmet, Hristiyan Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1983. 140 Esin Emel, “Türk Tarihi Işığında Bulgaristan”, Türk Kültürü, Mayıs 1978. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Tarihte Türk Bulgar İlişkileri, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2004. Göze, Ayferi, Devletin Ülke Unsuru ( Sınırları ve Devletle Olan Münasabeti), İstanbul, 1959. Gürel Şükrü Sina, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993), Ankara, 1993. Gürün Kamuran, Savaşan Dünya ve Türkiye,Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara, 1993. Halaçoğlu Ahmet, Rumeli’ den Türk Göçleri, TTK, Ankara, 1994. Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Emir Yayınları, İstanbul, 1996. Hanyevi Hüseyin Hami, Girit Tarihi, İstanbul, 1325. Hatipoğlu Murat, Yunanistandaki İlişkilerinin 101. Yılı, Ankara, 1988. Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan Hocaoğlu Mehmet, Belgelerle Yunan Barbarlığı, İstanbul, 1985. Hordtman J., Sakız, İslam Ansiklopedisi, C. X. İmar ve İskan Bakanlığı, Marmara Bölgesi Bölgesel gelişme, Şehirleşme ve Yerleşme Düzeni, Ankara, 1970. İngiliz Deniz Erkanıharbiyesi İstihbarat Coğrafya Şubesi, Trakya, Büyük Erkanıharbiye Matbaası, Ankara. İnönü İsmet, Hatıralar, C I, Hazırlayan Sebahattin Selek, Ankara, 1985. Kabasakal Hüseyin, 1912-1913 Balkan Savaşında Mustafa Kemal, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Eylül 1981, sayı 279. Kafesoğlu İbrahim , “ XII. Asra Kadar İstanbul’ un Türkler Tarfından Muhasaraları”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1957. , Türk Ankara,1987. Bozkır Kültürü, Türk Araştırma Enstitüsü, , Türk Milli Kültürü, Ankara, 1977, Kandemir Feridun, Siyasi Dargınlıklar, C. II, İstanbul, 1955. Kapani, Münci, Politika Bilimine Giriş, 4. Baskı, Ankara, 1988. Karacan Al Naci, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İstanbul, 1943 Karal Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V, Ankara, 1983. , Atatürk’ ten Düşünceler, İstanbul, 1981 Kili Suna, Türk Devrim Tarihi, İstanbul, 1982. Kinross Lord, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev.: Necdet Sander, İstanbul, 1988. Kocabaş Süleyman, Balkanlarda Panislamizm, Vatan Yayınları, Kayseri, 1989. 141 ,Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi, İstanbul, 1984. Korkud Refik, Komünist Bulgaristan’ ın Dosyası, Türkiye Fikir Ajansı, Ankara, 1986. Korkut Cevat, Siyasi Coğrafya Açısından Devlet Sınırları ve Türkiye’ nin Sınırları, Karınca Matbaacılık ve Ticaret Kolektif Şirketi, İzmir, 1970 Koşay Hamit, “ İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei Hakkında”, V. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1960. Kösebey Oğuzhan, Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Bulgar-Türk İlişkileri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2000. Köseoğlu Nevzat, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyetleri Üzerine Düşünceler, Ötüken Yayınları, İstanbul. Kurat Akdes Nimet, IV-XVIII: Yüzyıllarda Karadeniz’ in Kuzeyindeki Türk Kavimleri Türk Devletleri, Ankara, 1972. Lamartine, A., Türkiye Tarihi, c. II, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul. Lewis Bernard, Modern Türkiye’ nin Doğuşu, Çev.: Metin Kıratlı, TTK, Ankara, 1970. Mansel Müfid Arif, Trakya’ nın Kültür ve Tarihi En Eski Zamanlardan Miladdan Sonra Altıncı Asrın Ortasına Kadar, Resimli Ay Matbaası T. L. Şirketi, İstanbul, 1938. , Ege ve Yunan Tarihi, TTK, Ankara, 1984. Mehmed Arif Bey, 93 Moskof Harbi ve Başımıza Gelenler, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1973. Meydan Larousse, C. 12, İstanbul, 1973. Mufassal Osmanlı Tarihi, C. 1, İstanbul, 1963. Mumcu Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul, 1986. Nutuk-Söylev, C. 3, TTK, Ankara, 1990. Orkun Hüseyin Namık, Türk Tarihi, Ankara, 1946. Orstrogorskiy George, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 1981 Özçelebi O. Suat, Bulgaristan’ da Türk Azınlığı Açısından Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1991. Özkan Cemal, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk-Yunan İlişkileri, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1987. Parla, Reha, Belgelerle Türkiye Cumhuriyetinin Uluslar arası Temelleri Lozan Montrö Türkiye’ nin Komşularıyla İmzaladığı Başlıca Belgeler ( Suriye, Irak, İran, SSCB, Bulgaristan, Yunanistan) NATO, AET, Avrupa Konseyi, Kıbrıs, Ege Adalar Sevr Tehlikesi, Askeri Yargıtay Kararları Dergisi, 1987. 142 Özdemir Necati, Türk-Yunan Sınır Münasebetleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1993. Öztoprak İzzet, Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, Ankara, 1989. Öztuna Yılmaz, Başlangıcından Zamanımıza Türkiye Tarihi, C. III, Hayat Yayınları, İstanbul. , Büyük Türkiye Tarihi, C. 5, İstanbul, 1983. Pazarcı, Hüseyin, Uluslar arası Hukuk Dersleri, C.II, 2. Bası, Ankara, 1990. Peremeci Osman Nuri, Tuna Boyu Tarihi, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1942 Rasonyi Lazsio, Tuna Köprüleri, Ankara,1984. , Tarihte Türklük, Ankara, 1971. Renouvin Pierre, Birinci Dünya Savaşı Tarihi (1914-1918), Çev.: Adnan Cemgil, Altın Kitaplar Yayınevi, 1969. Sander Oral, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e, İmge Yayınevi, Ankara, 1997. Savaş Hüseyin, Türk Siyasal Tarihinde Makedonya Sorunu, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Bursa, Kasım 1992, C. XII, sayı:1 Selek Sabahattin, Anadolu İhtilali, C. I, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1987. Shaw Standford J. Shaw-Ezel, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul, 1983. Soysal İsmail, Türkiye’ nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), TTK, Ankara, 1989. Süer H. Hikmet, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi Rumeli Cephesi, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1993. Sümer, Haluk Hadi, Türkiye’ nin Kara Ülkesinin Sınırları, Yüksek Lisans Tezi, Ankarai 1987. Svoronos Nikos, Çağdaş Helen Tarihine Bakış, Çev.: Panayot Abacı, Belge Yayınları, İstanbul, 1988. Şentürk M. Hüdai, Osmanlı Devletinde Bulgar Meselesi, TTK,Ankara,1992. Şimşek Halil, Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul, 1999. Şimşir N. Bilal, Bulgaristan Türkleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1986. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 12. ____________, İngiliz Belgelerinde Atatürk 1919-38, Rumbold’dan Lord Curzon’ a Tel.; No.503: C. 4, Ankara, 1984 The Geographer Office Of The Geographer, İnternational Boundary Study Greece – Turkey Boundary, Bureau Of İntelligence and Research, November 23 1964, Washingthon. 143 __________________________________, International Boundary Study Bulgaria Turkey Boundary, Bureau Of Intelligence and Research. Washingthon, No: 49, May 15 1965. Tokay A. Gül,Makedonya Sorununa Tarihsel Bir Bakış Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, Ankara, 1972. Toluner, Sevin, Milletlerarası Hukuk Dersleri Devletin Yetkisi ( Yer ve Kişiler Bakımından Çevresi ve Niteliği), 4. Baskı, İstanbul, 1989. Tuğlacı Pars, Bulgaristan ve Bulgar Türk İlişkileri, Cem Yayınevi, İstanbul. Tukin Cemal, Osmanlı İmparatorluğunda Girit İsyanları, Belleten Dergisi, C. IX, sayı. 34, TTK, Ankara, 1945 , Girit, İslam Ansiklopedisi, C. IV. Tuncer Umur, Balkan Savaşları Sonunda Kurulan Batı Trakya Cumhuriyeti, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1985. Tunçay Mete, Batı’ da Siyasal Düşünceler Tarihi, C. 1, Teori Yayınları, Ankara, 1985. ___________, Siyasal Tarih (1908-1923), Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye (19081980), Cem Yayınları, İstanbul, 1989. Turan Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi Tarihi, İstanbul, 1969. Turan Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, C. 2, Bilgi Yayınları, Ankara, 1991-1992. , Geçmişten Günümüze Ege Adaları Sorunu, Boyutlar, Taraflar, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri- III. Askeri Tarih Semineri-Bildiriler, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler başkanlığı, Ankara, 1986. Türk Inkılap Tarihi, Gnkur. HTD Başk. Yayınları, İstanbul, 1977. Türsan Nurettin, Yunan Sorunu, Ankara, 1987. Ucuzsatar Necati Ulunay, Türkiye Üçlü Kıskaçta, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Nisan 1994, sayı:2. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, C. I. Üçarol Rıfat, Siyasi Tarih, İstanbul, 1985. , Küçük Kaynarca Anlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı İmparatorluğu, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1989. Üçok Coşkun, Siyasal Tarih, Ajans Türk, Ankara, 1961. Ülman Haluk, Birinci Dünya Savaşına Giden Yol (ve Savaş), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1973. , Tanzimattan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 1 ve 2. Ünal Hasan, 1908-1909 Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, Mart 1997. Walder David, Çanakkale Olayı, Çev. M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970. 144 Yapar Salih, Sevr Barış Antlaşması İle Lozan Karşılaştırılması, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2003 Barış Antlaşmasının Yavuz Ünsal, Atatürk; İmparatorluktan Milli Devlete, TTK, Ankara, 1990. Yener Burhan, Balkan Harbi ve Alınacak Dersler, Stratejik Araştırma ve Etüt Bülteni, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2001, sayı 1. Yoğurtçuoğlu Arzu, Rum İsyanı ve Yunanistan Devletinin Kuruluşu (1821-1830), Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, 1999 145 ÖZGEÇMİŞ Necmi İNAL, 25 Mayıs 1972 tarihinde İstanbul’da doğdu. öğrenimini 1979-1986 yılları arasında Üsküdar’da tamamlamıştır. İlk ve orta 1986 yılında Işıklar Askerî Lisesi’nde öğrenimine başladı ve 1990 yılında buradan mezun olarak Kara Harp Okulu’nda öğrenimine devam etti. Kara Harp Okulundan 1994 yılında Harita Teğmen olarak mezun olduktan sonra M. S. B. Harita Genel Komutanlığı bünyesindeki Harita Yüksek Teknik Okulu’nda iki yıl süreyle mühendislik eğitimi gördü. 1996 yılında Harita Yüksek Teknik Okulu’ndan Harita Mühendisi diploması alarak mezun oldu. Mezuniyetini müteakip 3 yıl süreyle Jeodezi Dairesinde görev yaptıktan sonra 1999 yılında, Başkanlığına , oldu.Temmuz KTBKK. lığı/KIBRIS’ na, 2001 yılında Plân Prensipler Daire 2002 yılında Askeri Coğrafya Daire Başkanlığı’ na 2006 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ nde tayin Geomatik Mühendisliğinde yüksek lisansını tamamladı. Halen Askeri Coğrafya Dairesinde, İletişim ve Destek Subayı olarak görevine devam etmektedir. 146