Yıl: 1, Sayı: 1, Aralık 2014, s. 11-18 Dilek ÇETİNDAŞ1 ÖMER SEYFETTİN’İN HİKÂYELERİNDE YENİ LİSAN’IN YANKISI2 Özet Tanzimat devrindeki uygulamalarla yol almaya çalışan dilde sadeleşme faaliyetleri, 1911 Yeni Lisan Hareketi ile amacına ulaşmış ve Hareket, gerek zamanlaması gerekse ürettiği fikirler noktasında Türk dil ve edebiyat tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Millî edebiyatın doğuşunda ve Türkiye Cumhuriyeti dil politikalarının oluşmasında önemli yeri olan Yeni Lisan Hareketi’nin yayılmasında ve başarıya ulaşmasında en önemli isimlerden birisi şüphesiz uygulamanın teorisyenlerinden olan Ömer Seyfettin’dir. Yazar, Yeni Lisan’a dair teorik tekliflerini hikâyelerinde kullanarak, aynı zamanda akımın uygulayıcısı olmuştur. Pek çok hikâyesi ile millî edebiyat ve ana kaynağa dönüşün örneklerini veren Ömer Seyfettin, çok geniş alana yayılan hikâye konuları içerisinde, dil konusu üzerinde de ehemmiyetle durmuş ve Yeni Lisan’ın prensiplerini bu hikâyelerinde kullanmıştır. Anahtar Kelimeler: Yeni Lisan Hareketi, Ömer Seyfettin, Dil Teklifleri, Hikâye ECHO OF THE "YENİ LİSAN" THE LANGUAGE ÖMER SEYFETTİN THEMED STORY Abstract Language simplification in trying to get to the Tanzimat era practices activities in 1911 reached its goal with the Yeni Lisan and the movement, both the timing and ideas generated at the point on the Turkish language and literature was a turning point. The emergence of national literature and language policies in the Republic of Turkey an important role in the formation and spread of the movement of the Yeni Lisan, no doubt one of the most important names in the success of the application of the Ömer Seyfettin theorists. Yrd. Doç. Dr. Erzurum Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, dilekcetindas@hotmail.com 2 Makale, "Yüzüncü Yıldönümü Dolayısıyla Yeni Lisan Hareketi" Uluslararası Sempozyumu 1 Dilek Çetindaş The author spent a long time to filter throughout the idea of using the stories about the proposals, but also has been a practitioner of the movement. The story of our national literature and the main source of many instances of a return to the Ömer Seyfettin, the story started spreading within a very wide area, especially in our standing on the subject of language and stories that have used the principles of the Yeni Lisan. Key Words: Movement the Yeni Lisan, Ömer Seyfettin, Language Offerings Millî kimlik inşasının temel unsurlarından olan dil, millet şuuru etrafında toplulukları birleştiren ve ulusal devamlılığı sağlayan en önemli yapıdır. Kültürün yayıcı, yaşatıcı, koruyucu ve kurucu unsuru olmak noktasında dilin toplumsal devamlılıktaki önemi de büyüktür. Kültürle bu kadar yakın ilişki içerisinde oluş, toplum hayatındaki sosyal değişimlere bağlı olarak, dil meselesinin de farklı dönemlerde yeniden gündeme getirilmesine neden olur. Türkçenin, tarih ve coğrafya genişliğine paralel olarak çeşitli etkilere maruz kalması, farklı dillerin dinî ya da kültürel bir gereklilik olarak görülmesinin ardından kendi ağırlığını kaybetmesi ve ahenk noktasında bu dillerden kıymetsiz bulunması bazı dönemlerde etki gücünü yitirmesine neden olur. Osmanlı’nın imparatorluk olma sürecinde de artan yabancı tesirlerle Türkçe yazı dili ile konuşma dilinin sınırları birbirinden ayrılır ve böylece dil bir çıkmaza girer. Değişen dönem şartları ve fikrî arayışların sözcülüğünü üstlenmesi gereken dilde görülen bu noksanlık, Osmanlı sosyal, siyasal ve kültürel sahalarına yansıyan ifade biçimlerinde de çeşitli kusurları getirdiğinden dil üzerinde düzenlemeler yapmak mecburiyeti hissedilir ki bunlardan ilki sadeleşmeye duyulan ihtiyaç olur. Dili sadeleştirme yolunda yapılan ilk çalışmalar, sonraki dönemlerde yapılacak çalışmalar için yol açıcı olur.3 XIX. yy ile birlikte, dil, sosyal bir mesele olarak algılanmaya başlanır. Fransız İhtilali ile ateşlenen ve zamanla hız kazanan ulus kimlik inşası ve milliyetçilik fikri, Osmanlı imparatorluğu sınırlarında da kendisini göstermeye başladıktan sonra, Avrupa’daki bilim adamlarının Türk dili, tarihi ve kültürü konusunda yaptıkları çalışmalar, Osmanlı’da da takip edilmeye başlar. Devamında aydınlar, kendi dil, millet ve kültür unsurlarına eğilmeye ve ihmal edilen değerleri gün yüzüne çıkarmaya çalışırlar. Bu değişim, kültürün en önemli unsuru olarak dil üzerinde düşünmeyi ve dilsel keşifleri zorunlu kılar. Devrin teorisyenleri, Batılı değerlerin ve yeni hayat ilkelerinin yerleşmesi hususunda halk desteğini almak ve kamuoyu oluşturmak amacıyla sade bir dil kullanmaya, gazete dilini oluşturmaya, sözlük ve gramer çalışmaları yapmaya ve suni olarak değerlendirilen Osmanlıcayı, etimolojik bir zemine oturtmaya özen gösterirler. Osmanlı Lisanı tanımının ayrı bir dil algısı doğurduğu, oysa Türkçenin Osmanlıcadan önce var olduğu ve Osmanlı devletinin Selçukluların devamı olarak tarih sahnesinde yer almaları nedeniyle, Osmanlıcanın, Türkçenin bir kolu olduğu gerçeği duyurulursa da dile istenilen mahiyette milli kimliğin kazandırılması için gereken ortam II. Meşrutiyet ile hazırlanır.4 Bu dönemde hız kazanan ve Osmanlı Detaylı bilgi için bk. Fuad Köprülü, “Millî Edebiyat Cereyânının İlk Mübeşşirleri”, Edebiyat Araştırmaları, TTK, Ankara 1986. Bu bölümün hazırlanmasında genel olarak aşağıdaki kaynaktan yararlanılmıştır: Yusuf Ziya Öksüz, Türkçenin Sadeleşme Tarihi, Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi, TDK, Ankara 1995. Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TDK, Ankara 1960. Faruk Kadri Timurtaş, “Tarih Boyunca Türkçecilik Cereyanı”, Atsız Armağanı, (hzl. Erol Güngör vd.), Ötüken Neşriyat, İstanbul 1976, s. 421-445. 3 4 SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 1, Sayı: 1, Aralık 2014, s. 11-18 12 Ömer Seyfettin’in Hikâyelerinde Yeni Lisan’ın Yankısı İmparatorluğunun yegâne kurtuluş reçetesi olan Türkçülük akımı, felsefesinden önce, kendisini edebî ve kültürel sahada gösterir. Türklük şuurunun canlandırılması noktasında atılan önemli adımlar ve kavim benliğine duyulan ilgi, millete ait her unsurun değer kazanmasını sağlar. Millî kaynaklara dönüş düşüncesi, ilk olarak edebiyat ve dil üzerinde yürütülmeye çalışılır. Terkiplerin atılması, hece veznine dönülmesi, millî hayatın ortak hafızaya edebiyat ve dil yoluyla aktarılması şart olarak aranır. 1911 yılında açılan Türk Derneği’nin Beyannamesi’nde dil üzerinde düşünme konusu daha da ileri bir adımla devam ettirilir. Bu süreçte en önemli gelişme ve adım şüphesiz Genç Kalemler hareketinin doğuşudur. Ali Canip, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin, Türkiye Cumhuriyeti dil politikalarının da yol haritasını oluşturacak dil prensiplerini dergi kanalıyla aktarır ve “Yeni Lisan” makalesi ile de ilk ciddi dil hareketini başlatırlar. Türk milliyetçiliğinin temellendirilmeye çalışılıyor oluşu ve bunu doğuracak bir hamle arayışı; Batı karşısında dinamizm yakalanabilmesi için gerekli olan atılım ve millî köklere dönüş arzusu; yeni medeniyet oluşumları içinde top yekûn bir millet olarak var olma çabası; kendine güven olgusunu tesis edebilme mücadelesi, hareketin başlangıç nedenlerini oluşturur. O zamana kadar gelen dil çalışmaları da Yeni Lisan Hareketi’ne ciddi bir birikim sağlar.5 İlk kez “Yeni Lisan” teklifini öne süren ve makalesiyle hareketin prensiplerini belirleyen Ömer Seyfettin, sadece hazırlayıcı ve teorisyen olarak değil, edebî karakteri ile de Yeni Lisan’ın pekişmesinde önemli rol oynar.6 Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan makalesinde öne sürdüğü teklifler, uzun zamandan beri tartışılan konuların ifadesini bulmuş biçimleri olarak görünür. Yazarın dil teklifleri içerisinde, yazı ve konuşma dilinin eşitlenmesi, dilin sadeleşmesi, Arapça ve Farsça kaidelerden uzaklaşılması ve Türkçenin kurallarının oluşturulması başlıca meseleler olarak yer alır. Ayrıca konuşmada İstanbul Türkçesi esas alınmalı, çoğul ekleri, edatlar ve tamlamalarda Arapça, Farsça yapılardan vazgeçilmelidir. İmlâ kuralları Türkçeleşmeli ve bunun için dilciler, edebiyatçılar çalışmalıdır. Osmanlıca tabiri terk edilmeli ve Türkçe adlandırması benimsenmeli, millî bir edebiyatın doğabilmesi için millî bir dil oluşturulmalıdır. Ömer Seyfettin, millî dil ile yapılacak bu edebiyatın ilkelerini kurmaya çalışırken, millî edebiyatın ilk metinlerinden kabul edilen hikâyelerinde de dil konusu üzerinde durmuş ve Yeni Lisan’ın prensiplerini hikâyeleri içerisinde sıklıkla vurgulamıştır. Hikâyelerde tartışılan başlıca meseleler, Osmanlıcılık ideali etrafında benimsenen dil reformları, yabancı dillerden alınan kaideler meselesi, ortak dil teklifleri, yazı dili ile konuşma dilinin birleştirilmesi, yozlaştırılan dil kullanımı ve bilinçsizlik ile ideal teklif ve uygulamalardır. Dil Reformu: “Yeni Lisan” makalesinde bu konu üzerinde oldukça önemli fikirler öne süren Ömer Seyfettin, hikâyelerinde de dil temasına yer verir. Zaman zaman Yeni Lisan’a karşı olan görüşleri ve düşünceleri de hikâyelerinde temsil ettirerek, kendi fikrî temellerinin savunusunu yapmış olur. Hikâyelerde Osmanlıcılık görüşüne inananların öne sürdükleri teklifler, Türklük şuurundan uzak, acınası tekliflerdir. Özellikle Osmanlılık ideali etrafında birleştirilmeye çalışılan imparatorluk unsurları ile Türkler arasında geçen konuşmalar, işaret edilen bilinçsizliği alaycı bir dille ortaya koyar. Detaylı bilgi için bk. Zeynep Korkmaz, “Ömer Seyfettin ve Yeni Lisan” Millî Kültür, C. II, S. 1, Haziran 1980, s. 6-11. 6 Bu makale için bk. Ömer Seyfeddin, “Yeni Lisan”, Genç Kalemler Dergisi, (hzl. İ. Parlatır, N. Çetin), TDK, Ankara 1999, s. 75-81. 5 SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 1, Sayı: 1, Aralık 2014, s. 11-18 13 Dilek Çetindaş “Ashab-ı Kehfimiz” hikâyesinde, Osmanlı milleti oluşturma adına kurulan bir “kaynaşma kulübü”nden bahsedilir. Bir Ermeni gencinin gözünden, günlük mahiyetinde sunulan bu eserde, öz benlikten uzaklaşmanın Osmanlılık ideolojisi üzerinden yansıtıldığını görürüz. Yabancıların desteklediği bu kulübün amaçları içerisinde “Osmanlılara umumî, müşterek bir lisan öğretilecek. Bu umumî Osmanlı lisanı, Osmanlı maarifinin, edebiyatının, ilminin lisanı sayılacak” (Argunşah 1999c: 91) fikri de yer alır. Üyeler arasında, bu lisanın ne olacağı konusunda ortaya atılan fikirler, yazarın eleştirilerini ironik mahiyette sunmasını sağlar. Teklifler içerisinde Esperanto ile Latince yarışmaktadır. Osmanlı kaynaşmasının Esperanto lisanı ile sağlanması teklifine, Rumlarca verilen cevap önemlidir: “Türklerin zaten lisanları yok, onlar belki kabul edebilirler. Fakat Rumların beş on bin senelik mükemmel lisanları, edebiyatları var.” Ve bu cümlenin ardından hikâyenin kahramanı da kendi dilini sorgulamaya başlar. “Hiç Ermeniler Ermeniceyi bırakırlar mı? Ben de bunu düşündüm” (Argunşah 1999c: 95). Hikâyede millî benliğini keşfedememiş olarak sunulan Türklerin durumu ise vahimdir. İleri sürülen teklifler içerisinde onların düşüncesi, Bulgarca, Sırpça, Rumca, Arnavutça, Ulahça, Ermeniceden kelime, sarf ve nahiv kaideleri almak; bununla birlikte İngilizce, Almanca ve Fransızcayı da diplomatik diller olarak kullanmaktır. Efruz Bey’in macerasını işleyen “Bilgi Bucağında” isimli hikâye Ömer Seyfettin’in bu konudaki en dikkat çekici eserlerindendir. Yeni Lisan’ın fikirlerine eleştiriler yönelten Efruz Bey, dil reformu konusunda o derece ileri görüşler öne sürer ki tüm aydınların önerileri geride kalır. Efruz Bey’e göre “konuşulan lisanla yazıldığı takdirde herkes yazabilecek ve muharrir olabilecektir.” Yeni Lisancıları işin kolayına kaçmakla suçlayan Efruz Bey, Arapça Farsça kaidelerin atılmasını cahillikle açıklar. Yapılması gereken mevcut gramer kurallarının iptal edilmesi ve dilin bütünüyle tasfiye edilmesidir. Türkçesi olmayan Arapça ve Farsça kelimelerin yerine de Tatarca ve Moğolcadan alınan kelimeler konulmalıdır. Efruz Bey, “çorap” yerine “ayakdiven”, “tayyare” yerine “uçkuç” gibi kelimeler önerir ve asıl Türkçenin, eski Türkçe olduğunu savunur. Bu zor konunun üstesinden de inanç ve azim ile gelinecektir. Bucaklılar bir süre sonra eski Türkçe kelimelerle konuşmaya başlarlar ve Efruz Bey onların bu başarısını “Kut itergam, Kut itergam” diyerek tebrik eder. Ertesi gün bu fikrinden vazgeçer ve eski Türkçeyi basit olmakla suçlar. Basit lisan hakikat olamayacağı için, “mürekkep bir lisan” arayışına girer. Türkçenin, tüm imparatorluk unsurlarının dillerinden karma olarak oluşturulması ve sadece kelime değil, dil kaideleri de alındığı ölçüde hakiki bir dil olacağını savunur (Argunşah 1999d: 185-191). Dilde Kaideler: Ömer Seyfettin “Yeni Lisan” makalesinde yabancı dillerden alınan kelimelerin kendi gramer kaideleri ile dilimize gelmelerinin Türkçenin bozulma nedenleri içerisinde yer aldığını söyler ve bunun çözümünün Türkçe kaideler üretilmesi gerektiği olduğunu belirtir. Hikâyelerinde de bu konuya sıklıkla yer verir. Tartışılan husus, Osmanlı Türkçesinin suni bir dil oluşu ve bunun nedenleridir. Sorun bilindiği halde, Türklerin bu konuda bir çalışma yapmadan, kendi dilleri hakkında olumsuz sözler söylemeleri/söyletmeleri hikâyelerde eleştirilen noktalar olarak görünür. “Küçük Hikâye”, bu konunun derinlemesine konu edildiği bir metindir ve Osmanlı Türkçesi için verilen izahat şöyledir: “Osmanlıca lisanı birçok Arapça, Acemce kelimelerden, Arapça, Acemce kaidelerden müteşekkildi. İçinde Türkçe pek az kullanılıyordu. Yalnız birkaç fiil… Bu karışık ve sun’î bir lisandı. Dünyanın hiçbir yerinde üç lisanın kaidelerini kabul etmiş bir millet yoktu. Bu Osmanlıca henüz yalnız edebiyat ve tahrir lisanı idi. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 1, Sayı: 1, Aralık 2014, s. 11-18 14 Ömer Seyfettin’in Hikâyelerinde Yeni Lisan’ın Yankısı Türkiye’deki Türkler bunu şimdiye kadar kabul etmemişlerdi. Aralarında hep Türkçe konuşuyorlar, asla Arapça ve Acemce kaidelerini kullanmıyor, hükûmetin zorla vaz’ettiği terkipli ıstılahları bile bozuyorlardı. Meselâ evvel mülâzım, sânî mülâzım gibi… Mülâzım-ı evvel, mülâzım-ı sânî demiyorlardı. Tanzimatçılar halka Osmanlıcayı öğretememişlerdi. Fakat biz öğretecektik. Terkiplerimiz hep Arapça, Acemce olacaktı. Kelimelerimizin cemlerini Arapça, Acemce kaidelerle yapacaktık” (Argunşah 1999b: 36). Hikâyede kaidelerin Rumca veya Bulgarcadan alınması konusunda üyeler tartışmaya başlar. Yeni bir lisan yapmak yerine Elenika ya da İbranice gibi eski dilleri diriltmenin de bir fikir olarak savunulduğu görülür. Osmanlı milleti şuuru etrafında birleşen kişilerin, kendi mensubiyetlerinin dillerini, Osmanlı Türkçesi yerine teklif ediyor olmaları bu hikâyenin trajedilerinden biri olarak görünür. Hatta bu komitenin üyeleri, Türkçe hakkında olumsuz görüşlerini rahatlıkla ifade etmekten de çekinmezler. Rum bir anne ile İtalyan bir babanın çocuğu olan Louis Durant, hemen tüm dilleri mükemmel biçimde bildiği halde, Türkçeyi öğrenememekten şikâyet eder ve Türkçenin “pek kaba, pek vahşi, pek lezzetsiz” bir dil olduğunu söyler. Onun tavsiyesi de şarka medeniyeti getirecek olan Latincedir (Argunşah 1999b: 38). Ömer Seyfettin’in bir ön-roman denemesi olarak değerlendirebileceğimiz uzun hikâyesi “Ashab-ı Kehfimiz”de de bu konu tartışılır. “Memleketimizde “Türk, Türklük, Türkiyat” kelimelerinin medlûlleri olmadığı gibi Türkçe diye de bir lisan yoktur. Biliyorsunuz ki lengüistik ilmi “Her lisan bir lisandır” der. Biz Osmanlılar bu kaideyi asırlarca evvel bozmuşuz. Yeni sun’î bir lisan yaratmışız. Türkçe sarfını, Türkçe nahvini yalnız avamla kadınlar kullanırlar. Mütefekkirlerimizin, âlimlerimizin, ediblerimizin, ayrıca Osmanlıca namı tahtında üç lisanın ittihadından mürekkep bir tahrir lisanı vardır. Bu lisanda üç lisanın kelimeleri, kaideleri bulunur.” Burada itiraz noktası olarak, alıntı kelimelerin Türkçe değil, Arapça ve Farsça kaidelere bağlı oluşu işlenir. Halkın Türkçe yapısına göre değiştirdiği kelimeler galat olarak adlandırılmış, müenneslik ve müzekkerlik yapısı, edat ve çoğulluk kaideleri, terkip yapıları aynen dile işlemiştir. Oysa, der Ömer Seyfettin, “ittihat için birinci vasıta lisandır. Kendi lisanını böyle öldürmeğe, kat’iyyen millî edebiyatını satırlara geçirmemeğe ahdetmiş bir millet nasıl olur da millettaşlarıyla birleşebilir?” (Argunşah 1999c: 87) Yazı Dili ve Konuşma Dilinin Birleştirilmesi: Yazı dili ile konuşma dilinin birleştirilmesi düşüncesi, Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde işlenen bir diğer konudur. Yazar, “Fon Sadriştayn’ın Oğlu” hikâyesinde dilin nasıl gafiller elinde kaldığını, bir yanda mukallitlerin bir yanda tasfiyecilerin didiklediği dilin nasıl zarara girdiğini anlatır: “Edebiyat, sanat bir zümre için, bir sınıf için, birkaç kişinin marazî keyfi için değildir. Sanat bütün bir milletindir! Onun konuştuğu, kitaplardan öğrenmeden bildiği tabiî lisanla eda olunmalıdır” (Argunşah 1999b: 242). “Ashab-ı Kehfimiz”de de bu konuda söylemlere rastlanır. Osmanlı milleti idealinin “dini, lisanı, terbiyesi, tarihi, harsı, mefahiri ayrı” olan kişilerle yürütülmesi mümkün değildir. Bir tür ön söz olarak hazırladığı metinde Ömer Seyfettin yine yazı dili ile konuşma dili ve halk ile seçkinler arasındaki farka değinir. “Türk köylüsü ‘Dili dilime uyan, dini dinime uyan…’ diye milliyetin hududunu pek güzel anlarken münevver efendiler son inkılâp esnâsında ne dile, ne dine ehemmiyet veriyorlardı” (Argunşah 1999c: 77). Türk Dünyası İçin Ortak Dil Teklifi: SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 1, Sayı: 1, Aralık 2014, s. 11-18 15 Dilek Çetindaş Çok net bir biçimde dile getirilmemiş olsa da, kavmî bir dil arayışı Ömer Seyfettin’in eserlerinde bir tem olarak görülür. “Fon Sadriştayn’ın Oğlu”nda, Türk milletinin dil konusunda ortak bir derece yakalayamadığı, sadece Türk dünyası için değil, Anadolu içerisinde bile insanların birbirini anlamadığını şair ve ediplerin kendi milletlerini “avam diye tahkir” ettiklerini anlatır (Argunşah 1999b: 243). “Küçük Hikâye”de de, ortak bir dil meselesi de yine bu hikâyede gündeme getirilir ve Arapça Farsça kaideler nedeniyle Türkçeden uzaklaşan Türklerin, Turan coğrafyasıyla da bağlarını kopartışı anlatılır. Dil birliği olmadığında Turan’dan gelen bir Türk ile Anadolu Türkü birbirine kan kardeş olarak bakamayacaktır (Argunşah 1999b: 39). Bilinçsizlik: Dönemin en mühim meselesi, Türklük şuurunun uyandırılmasıdır ve bunun en temel adımlarından birisi de dile sahip çıkılmasıdır. Ömer Seyfettin, millîleşmenin ancak dil ile mümkün olacağını sıklıkla savunur. Hikâyelerinde de Türkçeye sahip çıkanların, halk ve bilinçli aydınlar olduğunu vurgular. “Gayet Büyük Bir Adam” adlı hikâyesinde, Türkçenin yeri oldukça vahim tablolarla anlatılır. Eğitimli ancak özentili olarak değerlendirilebileceğimiz kahraman, Meşrutiyet’in ilanının ardından eğlencelere katılır ve misafir kaldığı hana döndüğünde hancı ile arasındaki muhavere okuyucuya pek çok hususu anlatır. Hanın kapısında kendisini bekleyen Hancı Mesut’un bu halinden keyiflenen kahraman, hürriyet ile birlikte, “ilmin, âlimin kıymeti”nin bilinmeye başladığını, bu nedenle kapılarda karşılandığını düşünür ve sevinir. “Kalın karakaşlı, kısa boylu, ters ve mendebur bir herif” olan Hancı Mesut,“Seni bekliyordum, dedi, feneri nerede söndürdün?..” diye sorar. Bunun üzerine kahraman “Heyhat zavallı” diyerek “kabar”ır, “fener söndürmedim. Bilâkis hezaran ve es bi eydi hisad hezaran eşi’a-i hürriyet ikad ettim.” Kahramanın sözlerini anlamayan Mesut, cümleyi tekrarlatmaya çalışır ve anlamayışının sebebini de“Türkçe söylemiyorsun ki babam, boyuna lügat paralıyorsun.” diyerek bildirir. Bunun üzerine kahraman karşısındaki hakir görerek kendisini savunur ve Hancı ile kahraman arasındaki diyalog şöyle devam eder: —Bu Osmanlıca, ilm-i lisandır. Sizin Türkçe ile söylenmez. —Öyle ise sus, hiç söyleme… Fena halde surat astı. Gözlerini öbür tarafa çevirdi. Ben sevgili vatandaşımın hatrını kırmamak için lâfımı Türkçeye tercüme ettim: —Bak ne diyorum: Fener filan söndürmedim. Bilâkis binlerce fikirsiz kafada yüz binlerce hürriyet ışığı alevlendirdim” (Argunşah 1999a: 249). Yeni Lisan’ın fikirlerini tam olarak özetleyen ve bilinçsizliği ya da kastî düşünceyi doğrudan gözler önüne seren çok yönlü dil hikâyelerinden birisi “Küçük Hikâye”dir ve bu hikâyede Ömer Seyfettin, kaynaşmış bir Osmanlı milleti ideali kuran cemiyet üyesinin sorunlarından biri olarak alfabeyi gösterir. Fraşarlı Nadir Bey, cemiyetin amaçları kendisine anlatıldığında, “Pekâlâ, bu yeni ve kaynamış Osmanlı milleti yine bu harflerle mi yazacak” der. Ona cevap olarak, “Latin harflerinin kabul edileceği ve lisanın dahi değiştirileceği müjdesi verilir” (Argunşah 1999b: 33). Cemiyet üyelerinden Sait Bey’e dair satırlar, Yeni Lisan’ın dil davasındaki görüşleri de net biçimde ortaya koyar. “Sait’in kalemi kadar Osmanlı memleketinde bir kalem yoktur. En birinci meziyeti Türkçe kelimeleri atarak Osmanlıca addettiğimiz Arapça ve Acemce kelimeleri, hassaten Arapça, Acemce terkipleri, vasf-ı terkibîleri bol bol SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 1, Sayı: 1, Aralık 2014, s. 11-18 16 Ömer Seyfettin’in Hikâyelerinde Yeni Lisan’ın Yankısı kullanmasıdır. “Yeni Lisan” namı altında “Osmanlıca”mızı Türkleştirmeğe kalkan vahşîler ona garazdırlar. Ama kat’iyyen lehinde olan Osmanlı “Efkâr-ı Umumiye”sinden korkarak itiraz edemezler. Hatta birkaç şiirinin serlevhaları Fransızcadır. Koca iki “Mecmua-i eş’ar”ında ilâç için olsun bir Türk kelimesi ağzından kaçırmamıştır. O kadar şedit bir Osmanlıcıdır. Türkçe kelimeleri Arap ve Acem tecvidine uydurur” (Argunşah 1999b: 35). Türkçeye olan hassasiyetin sadece mutaassıp Türkçülere atfedilmesi, insanların dilden ne kadar uzaklaştıklarının bir kanıtı olarak “Türkçe Reçete” hikâyesinde dile getirilir. Hikâyenin mutsuz bayan kahramanı Belkıs Hanım’ı tedaviye gelen kibar Doktor Şerif Bey, içerisinde alışveriş, gezinti gibi hususlarda tavsiyeler içeren reçetesini Türkçe olarak kaleme alınca Belkıs Hanım, “Türkçe reçete olur mu hiç?” diyerek şaşırır ve Doktor Şerif Bey’i mutaassıp bir Türkçü olarak tanımlar (Argunşah 1999c: 74). İdeal Aydın Örnekleri: Dilin millet olma noktasındaki önemine “İlk Düşen Ak” hikâyesinde yer veren Ömer Seyfettin kahramanın ağzından ortak bir din ve dil olgusu üzerinde durur ve bu iki unsura sahip olanların millet oluşturduğunu vurgular (Argunşah 1999c: 346). Kendisini bir Türk gibi hissetmek isteyenlerin öncelikle dili koruması ve dilin inceliklerine, kullanımına hâkim olması gerektiği fikri “Primo Türk Çocuğu” hikâyesinde işlenir. Millî kimliği bulma teşvikleri noktasında önemli bir metin olan bu hikâyede Türklüğünü keşfeden Primo, öncelikle Fransız mektebini terk eder ve Türk mektebine kaydolur. Bir ay içerisinde Türkçeyi öğrenir ve Türkçenin çok güzel bir dil olduğuna karar verir. Ardından babasıyla birlikte kendisine Türkçe bir isim ararlar, Enver, Niyazi gibi isimlerin Arapça olduğunu öğrenen Primo, bu duruma içerler ve anlam veremez. Nihayet kendisine Türkçe olarak Oğuz ismini seçer (Argunşah 1999a: 265). Aydına düşen ödev ve yapılması gerekenler, “Fon Sadriştayn’ın Oğlu” hikâyesinde Orhan Bey’in şahsında anlatılır. “O, İstanbul lehçesini bütün Türk milletine sevdirdi. İstanbul lehçesi onun sayesinde bütün bir milletin samimî lisanı oldu. Ona kadar herkes ya Acemi, ya Frengi taklit ediyordu. O ne Frenge, ne Aceme baktı; ne de âşık sazlarını, tekke neylerini taklit etti. Gözlerini kendi ruhuna çevirdi. Türk hissini duydu. Kahramanlarını, hikâyelerini, mevzularını, lisanını hep Türk vicdanında buldu” (Argunşah 1999b: 243). Görüldüğü gibi Ömer Seyfettin, hikâyelerinde olumlu ve olumsuz tipleri örnekleyerek, dile bakışta, millî şuuru keşfetmiş olmakla, öz benliğini kaybetmiş olmak arasındaki farkları dile getirir. Kimliğini bulmuş olan kahramanlar, asıl meselesinin dilde çözüleceğinin farkındadır. Dil meselesine “filolojik açıdan bakmamış” olan Ömer Seyfettin, “edebiyat dilinin konuşma diline yaklaştırılması ve anlaşılır olması” (Parlatır 1992: 109) noktasında çalışmış, hikâyelerinde de filolojik tekliflerden öte, millî olana ulaşmayı teklif etmiştir. Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde yer verdiği bu görüşler, Yeni Lisan Hareketi’nin amaçlarına ve temel prensiplerine uygun bir söylem oluştururlar. Yeni Lisan’a yöneltilen eleştirilerin cevaplanmasında, önerilen tekliflerin isabetli olduğunun kanıtlanmasında ve dönem için elzem olan dil bilincinin uyandırılmasında bu hikâyelerin büyük önem taşıdığı rahatlıkla görülür. Buradan hareketle, Ömer Seyfettin’in dil konusunu tek başına bir mesele olarak düşünmekten ziyade, çok yönlü ele aldığını ve dili, kültür ve medeniyetin eşiği olarak SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 1, Sayı: 1, Aralık 2014, s. 11-18 17 Dilek Çetindaş gördüğünü; milletin istiklâli ve gelişimi için hayatî bir damar olarak nitelendirdiğini ve millîliğin temeli olarak işaret ettiğini söyleyebiliriz. KAYNAKLAR KORKMAZ, Zeynep; “Ömer Seyfettin ve Yeni Lisan” Millî Kültür, C. II, S. 1, Haziran 1980, s. 6-11. KÖPRÜLÜ, Fuad; “Millî Edebiyat Cereyânının İlk Mübeşşirleri”, Edebiyat Araştırmaları, TTK, Ankara 1986, s. 271-235. LEVEND, Agâh Sırrı; Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TDK, Ankara 1960. PARLATIR, İsmail; “Genç Kalemler Hareketi İçinde Ömer Seyfettin”, Doğumunun Yüzüncü Yılında Ömer Seyfettin, AKMY, Ankara 1992, s. 87-111. ÖKSÜZ, Yusuf Ziya; Türkçenin Sadeleşme Tarihi, Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi Ömer Seyfeddin, “Yeni Lisan”, Genç Kalemler Dergisi, (hzl. İ. Parlatır, N. Çetin), TDK, Ankara 1999, s. 75-81. Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri, Hikâyeler 1, (hzl. Hülya Argunşah), Dergâh Yayınları, İstanbul 1999a. Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri, Hikâyeler 2, (hzl. Hülya Argunşah), Dergâh Yayınları, İstanbul 1999b. Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri, Hikâyeler 3, (hzl. Hülya Argunşah), Dergâh Yayınları, İstanbul 1999c. Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri, Hikâyeler 4, (hzl. Hülya Argunşah), Dergâh Yayınları, İstanbul 1999d. TİMURTAŞ, Faruk Kadri; “Tarih Boyunca Türkçecilik Cereyanı”, Atsız Armağanı, (hzl. Erol Güngör vd.), Ötüken Neşriyat, İstanbul 1976, s. 421-445. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 1, Sayı: 1, Aralık 2014, s. 11-18 18