SUNUŞ Kıymetli KAMUTÜRK okuyucuları… Dergimizin 19 sayısı ile huzurlarınızdayız. Ülkemizin ‘milli sivil toplum kuruluşu’ olan Türkiye Kamu-Sen’e ve her bir neferinin sımsıkı sarıldığı ilkelerine yakışır bir dergi hazırlamak için var gücümüzle çalışıyoruz. Deneyimli KAMUTÜRK ekibi, gerek iç ve dış gelişmeleri ve gerekse ana eksenimizi oluşturan çalışma hayatındaki hareketliliği yakından izliyor. Ekibimiz tüm bu gelişmeleri bir cerrah hassasiyeti ile Sedat Yılmaz analiz edip, gerekli olan editöryal çalışmaları yaptıktan Türkiye Kamu-Sen Genel Basın Sekreteri sonra haber ve dosya konularımızı siz değerli okuyucuve Türk Haber-Sen Genel Başkanı larımızla paylaşıyor. Türkiye Kamu-Sen, kamu sendikacılığında olduğu gibi sendikal yayıncılıkta da öncü, iddialı ve yenilikçi bir anlayışa sahiptir. Üç ayda bir düzenli olarak yayımladığımız dergimiz, geride bıraktığımız 5 yıl içerisinde hem kamu çalışanlarının hem de Türk-İslam dünyasının gür sesi oldu, olmaya da devam edecek. Tüm gayretimiz bu yöndedir. Gerek Türkiye Kamu-Sen teşkilatlarımızın ve gerekse özgün çevrelerden aldığımız geri bildirimler dergimizin doğru yolda olduğunu göstermektedir. KAMUTÜRK sıradan bir dergi değildir. Ve elbette mensubu olmaktan her daim iftihar ettiğimiz Türkiye Kamu-Sen de sıradan bir memur konfederasyonu değildir. Biz; çalışanların hak ve hukukunu son nefesimize kadar savunmaya-korumaya ant içmiş bir sendikal hareketiz. Bunun dışında ülkemizin milli birliğine, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne de sahip çıkmayı şiar edinmiş bir sivil toplum hareketiyiz. Elbette sırtında böylesine şerefli yükleri taşıyan bir konfederasyonun yayın organı da bu istikamette olacaktır. KamuTürk bu kutlu istikameti ile kutlu davamızın sönmeyen meşalesi oldu, olmaya devam edecek yüce Rab’bimizin izniyle… KamuTürk’ün bu sayısı yine dopdolu… Bu sayıda Türk tarihi, Türk edebiyatı ve İslam tarihinden önemli sayfaları aralıyoruz. Hazırladığımız haber ve dosyalar ile yaptığımız röportajları zevkle okuyacağınıza eminim. Köşe yazarlarımız sizler için yine her zaman ki gibi birbirinden çarpıcı konuları kaleme aldı. Sözü daha fazla uzatmadan siz değerli okuyucularımızı dergimizin yeni sayısıyla baş başa bırakırken, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz. 01 - SEDAT YILMAZ –SUNUŞ yazısı 04 - BAŞYAZI- GENEL BAŞKAN İsmaİl Koncuk 06 - TÜRKİYE KAMU-SEN TEŞKİLATLARIYLA BULUŞMAYA DEVAM EDİYOR 12 - TÜRKİYE KAMU-SEN EĞİTİM AKADEMİSİ KURULDU 14 - TÜRKİYE KAMU-SEN’Lİ KADINLARA ‘SENDİKACILIK’ EĞİTİMİ 16 - ATATÜRK’E SALDIRANLAR YA GAFİLDİR YA DA HAİN! 18 - YASAKLANAN 10. yıl MARŞI ‘NA SAHİP ÇIKMAYA DEVAM EDECEĞİZ 20 - MEMUR VE EMEKLİLER DE İYİLEŞTİRME ZAMMINI HAK EDİYOR 24 - Çalışan tek kİşİnİn yoksulluk sınırı 2.451,81 TL 26 - TÜİK’İN ENFLASYONUNUN MUTFAK ENFLASYONUNU YANSITMADIĞI BİR KEZ DAHA GÖRÜLDÜ 28 - ZAMLAR MEMURU TUŞ ETTİ! 30 - YENİ TOPLU SÖZLEŞMEYE YAKLAŞIRKEN, ESKİ TOPLU SÖZLEŞMENİN TÜM HÜKÜMLERİ UYGULANMALI 33 - OHAL İŞLEMLERİNİ İNCELEME KOMİSYONU NASIL ÇALIŞACAK? 38 - TüRKİYE KAMU-SEN SARIKAMIŞ’ta 44 - TüRKİYE KAMU-SENden teröre lanet 50 - TERÖRLE MÜCADELE AKADEMİSİ KURULMALI 52 - ‘KARA YIL’ 2016 (ÖZEL ÇALIŞMA) 58 - Mİllİ mücadele kahramanlarından mİlİs yüzbaşı İPSİZ RECEP (ÖZEL ÇALIŞMA) 60 - KOCA YÜREKLİ KÜÇÜK ADAM; ALİ ŞAMİL (ÖZEL ÇALIŞMA) 62 - KÂBE’Yİ EN SON YAPTIRAN OSMANLI (ÖZEL ÇALIŞMA) 66 - MİSAK-İ MİLLİ NEDİR? (ÖZEL ÇALIŞMA) 68 - TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 94 YAŞINDA (ÖZEL ÇALIŞMA) 74 - ŞEHİT ANA-BABASININ ÖRNEK DAVRANIŞI (ÖZEL ÇALIŞMA) 76 - KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞIMIZ 80 - TARİHTE TEBESSÜM ETTİREN DİYALOGLAR 86 - Prostat kanserİ tanısında ‘Füzyon Bİyopsİ’ yöntemİ (ÖZEL RÖPORTAJ) 92 - TÜRK MÜZİĞİNE HEPİMİZİN SAHİP ÇIKMASI LAZIM (ÖZEL RÖPORTAJ) 94 - ABD’DE MÜSLÜMANLARA VİZE YASAĞINA KONCUK’TAN SERT TEPKİ 96 -“Alo! Zehİrlendİm mİ?” HİZMETİ KÜNYE Türkiye Kamu-Sen Adına Sahibi İsmail KONCUK Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sedat YILMAZ TÜRKİYE KAMU-SEN YÖNETİM KURULU: Genel Başkan: İsmail KONCUK Genel Sekreter: Önder KAHVECİ Genel Mali Sekreter: İlhan KOYUNCU Genel Teşkilatlandırma Sekreteri: Fahrettin YOKUŞ Genel Eğitim Sekreteri: Hazım Zeki SERGİ Genel Toplu Görüşme Sekreteri: Necati ALSANCAK Genel Mevzuat Sekreteri: Mehmet ÖZER Genel Basın Sekreteri: Sedat YILMAZ Genel Dış İlişkiler Sekreteri: Ahmet DEMİRCİ Genel Sosyal İşler Sekreteri: Şerafeddin DENİZ Haber Koordinatörü: Esra Ocaklı YÜCE AR-GE Koordinatörü: Ercan HAN Editör: Gökhan ALTUNKAŞ Genel Yayın Yönetmeni: Yusuf Ziya ERARSLAN Kültür ve Sanat Danışmanı Hasan Hüseyin YILMAZ Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Hukuk Danışmanı: Avukat İlhan KARA Hazırlık: YZE Medya Ajans - 0 530 363 55 91 www.yzemedya.com.tr Tasarım: Öznur ÖZTÜRK Türkiye Kamu-Sen Konfederasyonu Yerel Süreli Yayın Organıdır. 3 ayda bir yayınlanır. Bu dergi Basın Ahlak İlkelerine uymayı taahhüt eder. Dergideki yazıların sorumluluğu yazı sahibine aittir. Yönetim Yeri : Talatpaşa Bulv. No: 160 Kat:7 Cebeci - ANKARA Tel: (0312) 424 22 00 (pbx) Faks: (0312) 424 22 08 www.kamusen.org.tr E-posta: kamusen@kamusen.org.tr Baskı: Semih Ofset Büyük Sanayi 1. Cadde Çilingir Sok. No: 26/47 06060 İskitler - ANKARA Baskı Tarihi: Şubat 2017 OHAL iŞLEMLERiNİiNCELEME KOMiSYONU NASIL ÇALIŞACAK? ’ ‘KARA YIL 2016 TüRKiYE KAMU-SENden teröre lanet MiSAK-ıİ MiLLi NEDiR? ’ KÂBE Yi EN SON YAPTIRAN OSMANLI 4 İsmail KONCUK Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı GÜNDEME DAİR… Aziz şehitlerimizin kanlarıyla sulayıp vatan yaptığı bu topraklarda, sayısız bedeller ödeyerek kurduğumuz ve bugünlere getirdiğimiz devletimizin ilelebet payidar kalması, yaklaşık iki yüz yıldır oluşturmaya çalıştığımız demokrasi kültürünün, olmazsa olmaz kurumlarıyla, başta kamu çalışma alanı olmak üzere siyasal ve toplumsal hayatımıza tam olarak yerleşmesi, bütün vatandaşlarımızla birlikte kamu görevlilerimizin de huzurlu, mutlu, müreffeh bir ülkede insanca yaşayabilecekleri bir gelire kavuşarak, barış içinde hayat sürmesi için var gücümüzle mücadele ediyoruz. Kıymetli kamu görevlisi arkadaşlarım, Son günlerde Türkiye Kamu-Sen, hiç de arzu etmediğimiz bir biçimde, bizim irademize bağlı olmaksızın, birtakım siyasi tartışmaların odağına yerleştirilmek istenmektedir. Konfederasyonumuz, kurulduğu 1992 yılından bugüne kadar bağrından filizlendiği Türk milletinin; ilke, umde ve eylemlerinin ilham kaynağı olan milli değerlerimizin ve bu vatan toprakları üzerindeki Türk varlığının teminatı mefkuremizin karşısında olacak hiçbir fiil ve fikrin savunuculuğunu yapmamıştır. Yakın ve uzak coğrafyamızda birtakım dış etkenlerle yaratılan suni gündemler sonucunda patlak veren iç savaşları, dökülen kardeş kanını, ailelerine huzurlu bir hayat imkânı bulmak adına engin denizlerin hırçın dalgalarında savrulup giden masum yaşamları, kaybolan değerleri ve bu puslu havada emperyalist ülkelerin üzerine üşüştüğü Müslüman kardeşlerimize ait kaynakları gördüğümüzde, kahraman ecdadımızın bizlere emanet ettiği bu vatan topraklarında nice koç yiğidimizin kanlarıyla yeşerttiği devletimizin, hürriyetimizin, birliğimizin, kardeşliğimizin kıymetini bir kere daha anlıyoruz. Biliyoruz ki dünyanın öbür ucundan tanklarıyla, toplarıyla, hile ve desiseleriyle gelip, içimizdeki işbirlikçi hainleri de kullanarak topraklarımıza zehirli düşüncelerini saçan karanlık güçlerin çıkardığı bu kavga, insanoğlunun yaratıldığından beri süregelen hak ile batılın, doğru ile yanlışın kavgasıdır. Biz, bu kavgadaki yerimizi 5 haktan ve doğrudan yana almış, hakkı tutup kaldırmak için yüreğini, bileğini, canını, malını ortaya koymuş bir anlayışın temsilcileri olmaktan gurur duyuyoruz. Müslüman mahallesinde salyangoz satmakta pek de mahir olan karanlık güçlerin, sonsuz hoşgörü ve irfan sahibi milletimizi; sosyal genetiği ile oynayarak, algı operasyonları yaparak, türlü tefrikalar yumağında parçalayıp boğmaya çalıştığını üzülerek görmekteyiz. Oldukça uzun bir süreden beri yürütülen bu toplum mühendisliği sonucunda ülkemizin derin bir fikrî ayrışmaya, sosyal bir kutuplaşmaya doğru sürüklendiği, toplumsal yapımızda onarılması son derece güç yaralar açacak çatışmaların eşiğine getirildiği de gözümüzden kaçmamaktadır. Türklerin Anadolu topraklarında at sürmeye, ocak tüttürmeye başladığı ilk günlerden beri oynanan bilindik senaryo, bir kere daha sahnelenmek ve binlerce yıllık kutlu yürüyüşümüz bir kere daha baltalanmak istenmektedir. İçimizdeki ve dışımızdaki leş kargaları, parçalanmış, bölünmüş bir toplumsal yapının yaratacağı kaostan beslenerek üzerimize çullanmak için fırsat kollamaktadır. Geldiğimiz noktada toplumumuz, bir kez daha yeni bir sürecin arifesindedir. Mensubu olmaktan gurur duyduğum bu toplumun irfanına güveniyorum. Yürekten inanıyorum ki, egemenliğin yegane sahibi olan Türk milletinin şaşmaz iradesi en isabetli şekilde tecelli edecektir. Lakin üzülerek görüyorum ki, muhtemel referandum üzerinden, insanlarımızı düşünce ve duygu düzleminde bölmeyi ve ayrıştırmayı hedefleyen bir takım nifak tohumları topraklarımıza ekilmeye çalışılmakta; vatandaşlarımızın evet ya da hayır tercihleri üzerinden toplumsal cepheleşme ve siyasi çatlaklar derinleştirilmek istenmektedir. İnanıyorum ki, aziz milletimiz ve bu milletin ferdi olmaktan şeref duyan Türkiye Kamu-Sen üyeleri kendi hür iradeleriyle karar verme kabiliyetine sahiptirler, bu anlayışla birlik ve beraberlik hasretimizden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir ve beraber olarak geleceğe taşıma hedefinden asla vazgeçmeyeceklerdir. İçinde bulunduğumuz ve var olma mücadelesi verdiğimiz bu kritik dönemde, her zaman itidalin ve aklıselimin adresi olan Türkiye Kamu-Sen, toplumsal ayrışmanın bir argümanı, figürü ve malzemesi olma- yacaktır. Türkiye Kamu-Sen’in, kişisel ve özel bir tercih beyanımız üzerinden, üyelerimizin tercihlerine yönelik kurumsal bir ipotek konulduğu algısıyla, asla tasvip edemeyeceğimiz cepheleşmenin bir tarafıymış gibi gösterilmesi yanlıştır ve tarafımızca kabul edilemezdir. Konfederasyonumuz, her zaman olduğu gibi toplumsal barış, uzlaşma kültürü ve milli birlik ve beraberliğimizin gelişmesinden yanadır; bundan sonra da her şart altında duruşunu devam ettirecektir. Tekraren ifade ediyorum ki, Konfederasyonumuz, bu süreçte bir kısım çevrelerin milletimizin tercihleri üzerinden yürüttüğü çekişmelerin ve hesaplaşmaların bir mevziisi gibi gösterilmekten son derece rahatsızdır. Türk milletinin tek tek her bir ferdi ve dolayısıyla bütün üyelerimiz, her konuda, hür iradesi ile hiçbir telkine gerek duymaksızın vatanımızın selameti, devletimizin bekası ve milletimizin huzuru için en doğru kararı verecek yetkinlik, irfan ve fazilete sahiptir. Türkiye Kamu-Sen, her daim hür iradenin erdemine vurgu yapan bir sivil toplum kuruluşu olarak, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da üyelerimizin tercihlerine müdahalede bulunmayı kendi namına en büyük saygısızlık olarak addetmekte ve verecekleri her türlü kararın arkasında olacağını peşinen ilan etmektedir. Konfederasyonumuz, türlü siyasi tartışmaların ve kamplaşmaların kaynağı haline getirilmek istenen bu çetrefilli sürecin, devletimiz ve milletimizin yararına olacak şekilde sonuca ulaşması için elinden gelen her türlü itidali ve fedakârlığı sonuna kadar göstermeye devam edecektir. Her zaman olduğu gibi öncelikli kaygımız, Türk milletinin menfaatleri ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilelebet hür ve bağımsız yaşaması olacaktır. Milli şairimiz M. Akif Ersoy’un da dile getirdiği gibi; “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” diyor; Türkiye sevdalılarının korunaklı sığınağı Türkiye Kamu-Sen’in yüzünün her şart altında Türk milletine dönük olduğunu, yüreğinin Türk milletiyle birlikte attığını bir kere daha ifade etmek istiyorum. Ne mutlu Türk’üm diyene! 6 adana Yönetim Kurulu Adana, Kahramanmaraş, Denizli, Isparta, Erzurum ve Kars’ı ziyaret etti. TÜRKİYE KAMU-SEN TEŞKİLATLARIYLA BULUŞMAYA DEVAM EDİYOR 7 Türkiye Kamu-Sen’in teşkilatları ve üyeleri ile buluştuğu istişare toplantıları büyük bir coşku ve heyecanla devam ediyor. Konfederasyon Yönetim Kurulu İstişare toplantıları çerçevesinde Adana, Kahramanmaraş, Denizli, Isparta, Erzurum ve Kars illerimizi ziyaret etti. Ahmet Demirci, Türkiye Kamu-Sen Genel Sosyal İşler Sekreteri ve Türk Ulaşım-Sen Genel Başkanı Şerafeddin Deniz, Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Hasan Hüseyin Yılmaz, teşkilat yöneticileri, kamu çalışanları ve üyelerimiz ile bir araya geldi. Toplantılara Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk ile birlikte Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Türkiye Kamu-Sen Genel Mali Sekreteri ve, Türk Yerel Hizmet-Sen Genel Başkanı İlhan Koyuncu, Türkiye Kamu-Sen Genel Teşkilatlandırma Sekreteri ve Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Türkiye Kamu-Sen Genel Eğitim Sekreteri ve Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi, Türkiye Kamu-Sen Genel Toplu Sözleşme Sekreteri ve Türk İmar-Sen Genel Başkanı Necati Alsancak, Türkiye Kamu-Sen Genel Mevzuat Sekreteri ve Türk Enerji-Sen Genel Başkanı Mehmet Özer, Türkiye Kamu-Sen Genel Basın Sekreteri ve Türk Haber-Sen Genel Başkanı Sedat Yılmaz, Türkiye Kamu-Sen Genel Dış İlişkiler Sekreteri ve Türk Tarım Orman-Sen Genel Başkanı Coşku ve heyecanın hakim olduğu Adana ve Kahramanmaraş istişare toplantılarımızda, Genel Başkan İsmail Koncuk, ülke gündemi ve çalışma hayatına dair önemli değerlendirmelerde bulundu. BÖYLE SENDİKACILIK KABUL EDİLEMEZ! “Tarihi toplu sözleşme imzaladık” diyenlerin uygulanmayan 21 madde için hiçbir adım atmadığının altını çizen Genel Başkan İsmail Koncuk, Türkiye Kamu-Sen’in bu maddeleri yargıya taşıdığını hatırlattı. Koncuk, şunları kaydetti: “11 hizmet kolunda da kamu çalışanları yetkiyi bir konfederasyona verdi. Şimdi bu yetkiyi memura hizmet noktasında vermiş olsalar ileri derece de mücadele eden bir sendika olsa yüreğim yanmayacak ama tüm memurlar bunun böyle olmadığını 8 Isparta Isparta biliyor. Onların sendikacılık yapmadıklarını biliyorlar ama “Şartlar böyle gerektiriyor, müdürüm böyle söyledi, amirim böyle emretti” diye ifade ediyorlar. Geçenler de o sendikanın Genel Başkanı, “Tarihi bir toplu sözleşme imzaladık, bizi hazmedemiyorlar, milleti aldatıyorlar” diyor. İnsan Allah’tan korkar, toplu sözleşme hükümleri imzalandıktan sonra uygulamaya geçmesi gereken hükümlerdir. Hükümet “Ben bunu uygulamak istemiyorum” diyemez. Kanun bunu emrediyor, tam 21 madde uygulanmamış. 4-C’liler kadrolu olacaktı hala yok. Alınan kararda “Çalışma yapılacak” denilmiş. Bunlar alkışlar arasında imza atarken, dışarı çıkıp basına, “Toplu sözleşmede yuvarlak kararlar olmaz, uygulanamaz” dedim. 4-C’li,ler dava açıp ek ödeme emsali memur kadar alırken bir imza ile 159 TL brüt, neti 115 TL olan bir ödemeye mahkum edildiler. Kimi kurtardın sen? Hükümeti. 4-C’liyi net 115 TL’ye mahkum ettin. Bunu söylemek kazanımları hazmedememek anlamına mı gelir? Toplu sözleşmede bir madde daha, “Kültür Bakanlığı çalışanlarının ekonomik durumlarının iyileştirilmesi” demişler. O zaman Bakan sayın Süleyman Soylu idi. Kendisi, “Ben bunun nesini uygulayım?” dedi. Orada ki Memur-Sen Temsilcisi, “Biz o maddeyi kültür hizmet kolu temsilcisinin, bizimle ilgili de bir şey yazalım, çalışanlarımıza söyleyecek bir şeyimiz olsun dediği için yazdık” dedi. KPDK’da bu konuyu anlattım Kültür Memur-Sen Temsilcisi “Kim söyledi bunu?” diyor. “Ben isim vermem ama söyleyen burada” dedim Genel Başkanları zıplıyor. Dedim ki, “Yuvarlak kararlar alırsanız böyle yuvar yuvar yuvarlanırsınız” İnsanları aldatıyorlar. Şimdi Kültür Bakanlığı çalışanları kendilerini aldatmak üzere yazılan bir maddeyi, İsmail Koncuk Türkiye’ye anlatacak, Kültür Bakanlığı çalışanları o sendikanın yakasına yapışmayacak, yapışacaksınız! Aldatanın yakasına yapışacaksın, tribüne oynamak adına bu yapılırsa hesabını soracaksın. Kamu çalışanlarının zamları toplu sözleşmede kararlaştırılır. Bu maddenin uygulanmayacağını memurlar bilmiyor mu, sendikacılar bilmiyor mu? Geçen günlerde bu sendikanın temsilcilerinden bir tanesi “Gelir vergisi dilimleri şöyle ayarlansın” diye bir çağrıda bulunuyor. Bunun yeri toplu sözleşme masasıdır. O masada karar aldırtamıyorsun, şimdi bunu söylüyorsun. Memurların, aldatanlara yönelik dikkatli olması lazım. Yoksa bugün A sendikası, yarın B sendikası aldatır. Eğer aldanma aldatılana keyif veriyorsa aldatan bugün buysa yarın başkası olur, her zaman değişir. Memurlar burada daha dikkatli olmalıdır. Bunun hesabı sorulmalıdır. 21 madde uygulanmadı. Kadro aldın da hazmedemedim mi? Eğri oturup doğru konuşalım. Biz doğruları söyledik hep. Geçen bir anket yaptılar hepinizde gördünüz. Bir sendikanın Genel Başkanı epeyce geride kaldı ankette. Bakmış oy alamayınca birileri oturmuş oy sayısını 4 bin 500 iken yarım saat sonra 24 bin 750 ye çıkarmış. “Bu işte bir hile var” dedim. Manipüle ediyorlar. Gerçekten bu sendika manipüle ettiyse çıksın anlatsın. İlgili site “Bu anketimiz bir Genel Başkan lehine sahte 20 bin oy kullanarak manipüle edilmiştir” dedi. Şayet denilse ki, “Bu anket İsmail Koncuk lehine manipüle edildi” ben hemen gider bu pisliği yapana dava açarım. Bunlar dava açmadı, “Biz yapmadık” diye bir açıklamada yapmadılar. Ben bizzat kendileri yaptı da demiyorum ama o zaman dava açacaksınız, IP adresi belli, yayınlanmış. Sessiz kalıyorsanız olmaz. “Sükut ikrardan gelir” sesiz kalmak kabul etmek demektir, bu lekedir, bu leke hemen temizlenmeli. Ahlaklı bir sendika peşine düşer bunun. 21 maddeden biriside KİT çalışanları ile ilgili bir madde idi. 31.01.2016 tarihine kadar KİT’lerdeki ücret grup sayısının beşten üçe düşmesi. Üzerinden bir yıl geçti, 2017’de yeniden toplu sözleşmeye oturacağız ama üzerinde trih yazan bir madde hala uy- 9 biz bunu yapıyorduk, siz neredeydiniz? Siz bu insanların 12 Eylül’de Mamak’ta, C-5’lerde neler çektiğini biliyor musunuz? Siz o zaman nerelerde saklanıyordunuz acaba? Darbeler bunları palazlandırmıştır. Biz darbelere hep karşı olduk, medet ummadık. Kimseye iftirada atmadık. Denizli gulanmamış. Bir yıldır siz neredesiniz? O sözleşmede imza yetkimiz yok ama uygulanmayan 21 maddenin neden uygulanmadığını soran ve dava açan Türkiye Kamu-Sen. Elde ettiğini söylediğin ama uygulanmayan bu maddeler için Türkiye Kamu-Sen dava açıyor sen susuyorsun. Sesin çıkmıyor. Birçok madde var bu maddeler içinde. Türk Haber-Sen’in kazanımı olan giyim yardımı vardı bu kazanımı siz neden genişletemediniz? Daha önce alınanı da kaybettiler. Bir çok madde ve konu hayata geçirilemedi. Bunları söylemeyelim mi? Deyin ki, ‘Şu madde hayata geçti, İsmail Koncuk yalan söylüyor.’ Böyle sendikacılık kabul edilemez.” 12 Eylül darbesi sırasında ben öğrenciydim Erzurum’da. O darbeden sonra bizim arkadaşlarımız çok çileler çekti. Suçları ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunmaktı. Hala dimdik ayaktayız. Biz darbelerle, acılarla büyüyen bir nesiliz. Çok çektik, darbe kelimesi dahi bizim tüylerimizi diken diken ediyor. Türkiye Kamu-Sen misyonu olan insanların oluşturduğu bir büyük hareketin adıdır. 15 Temmuz’da büyük bir musibet yaşadık, kendi insanlarının üzerine bombalar atan ihanet odaklarının darbe girişimini gördük. Bu darbe geçmişte yaşananlar dahil olmak üzere herkes için bir ders niteliğinde. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde ABD’de, Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de darbe olmuyor ama Türkiye’de darbe yapılmaya çalışılıyor. Neden? Bunu sormamız lazım. VATANSEVERLİKTE, MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK KONUSUNDA HASSASİYETTE TÜRKİYE KAMU-SEN’İN ELİNE SU DÖKECEK BAŞKA BİRİLERİNİ TANIMIYORUM Birçok sebep var ama milletin her bir ferdi bunu sorup cevap bulmalı. 15 Temmuz’da milletimiz darbeye karşı yiğitçe direndi, canhıraş mücadele verdi. Siyasi partilerin olumlu yaklaşımları darbenin başarısızlığı sonucunu meydana getirdi. Bundan ders çıkarmalıyız. 15 Temmuz öncesinde nasıl bir Türkiye vardı? İnsanların ayrıştırıldığı hepinizin malumu. Türkiye Kamu-Sen mensuplarına ikinci sınıf insan muamelesi yaptılar. Türkiye Kamu-Sen üyesi olmak sanki farklı bir şeydi. Fedakarlıkta, birlik ve beraberlikte, vatanseverlikte Türkiye Kamu-Sen üyelerinin eline su dökecek başka bir grup tanımıyorum. 15 Temmuz’dan önce kamuda Türkiye Kamu-Sen mensuplarına ikinci sınıf muamelesi yapıldığını hatırlatan Genel Başkan İsmail Koncuk, “15 Temmuz’da yaşadığımız musibetten hala ders almayanlar var” dedi. Koncuk, “Bunlar 15 Temmuz’da meydanlara çıkmışta Türkiye Kamu-Sen çıkmamış. Sen meydanlara çıkanların hangi sendikaya üye olduklarının çetelesini mi tuttun? İki üyemiz şehit oldu, yaralı arkadaşlarımız var. Sen bir yerine kurşun mu yedin? Bunlar darbesavarmış. Bunların darbesavarlığını nedir anlamak mümkün değil. Bunlar tatlı su demokratlarıdır. 28 Şubat sürecinde bizler tüm illerde insanların göğsüne “Kesintisiz demokrasi” kokartları takıyorduk. Tanklar yürürken Türk Eğitim-Sen’e bağlı neredeyse tüm okul müdürleri görevlerinden alaşağı edildi. Sağlık Bakanlığı’nda ve diğer kurum kuruluşlarda bir tek yöneticimiz dahi bırakılmadı. Türkiye Kamu-Sen mensupları bu vatanı ve milleti karşılıksız sevmekten başka ne yaptı? Makam ve mevkii için kendi karakterlerinden vazgeçmeyen insanlardır Türkiye Kamu-Sen mensupları. Size adam gibi adam mı lazım, yoksa soytarımı lazım? Kimse, makam ve mevki için kimsenin ayağına turab olacağımızı düşünmesin. Bu ülke bir yere gidecekse bu ancak vatansever insanlarla olur. Vefakar, cefakar kadrolar olmadıkça hiçbir siyasi kurum başarıyı sağlayamaz, Türkiye’yi geleceğe taşıyamaz. 10 milli birlik ve beraberlik hareketi başlatılmalı. Gelin mevzuatı sil baştan değiştirelim, mülakatla yönetici atama sistemini değiştirelim. Kuralsız, torpille yönetici atama dönemi bitsin” dedi. “Yenikapı ruhu için hiçbir kurum ve Bakanlık harekete geçmedi” diyen Genel Başkan İsmail Koncuk, “Yenikapı Ruhunun kuru bir söz olarak kalmasını istemiyoruz” dedi. Erzurum KARS Birkaç yıl önce çözüm süreci esansında Erzurum’da düzenlenen toplantıda, Diyarbakır’da bölücü başının mektubunu protesto eden Türkiye Kamu-Sen üyelerine gaz sıkanları eleştirip, “O talimatı hangi kuş beyinli verdi?” dediği için 354 gün hapis cezası aldığını hatırlatan Genel Başkan Koncuk, “O günlerin hataları bugün evlatlarımızın şehit olması, şehirlerde bombaların patlaması sonucunu doğuruyor” dedi. “OHAL’e rağmen, kuralsızlık, hukuksuzluk yapılamaz” diyen Genel Başkan İsmail Koncuk, “Hangi sistem olursa olsun imzalamış olduğunuz uluslararası sözleşmelerin gereğini yapmak zorundasınız” dedi. SARI SENDİKACILIĞIN KÖKLENMESİNE MÜSAADE ETMEYECEĞİZ KARS Hadi 15 Temmuz’a kadar bunları yaşadık ama artık bir musibet yaşadık, bela yaşadık, Türkiye adeta direkten döndü. 15 Temmuz’dan sonra ayrıştırmadan, ötekileştirmeden vazgeçilmeli. Bunun bir fayda sağlamadığını acı şekilde gördük. Biz bunu istiyoruz. Türkiye’de, Çalışma hayatında son 14 yılda çok ciddi sıkıntıların baş gösterdiğine vurgu yapan Genel Başkan İsmail Koncuk, “Sağlam bir sendikal mücadele lazım, Kamu çalışanlarının kahir ekseriyetince desteklenen bir sendikal anlayış gerek. İşte onun adı Türkiye Kamu-Sen’dir” dedi. Koncuk, “Sendikacılık önemli bir faaliyet. Çalışma hayatı sıkıntılarla dolu. 4-C’liler ,kadro alamadı 4-B’liler var, 2011’de 4-Blilik kaldırılsın diye kanun çıkarttırdık. 2006’dan 2011’e kadar mücadele ettik, yapmadığımız eylem kalmadı. 4-B’ye kadro taahhüdünü partiler seçim beyannamelerine koyunca AKP’de bu sözü vermek durumunda kaldı. Çabuk unutuyoruz. Biz bu mücadeleyi yaptık ve bir sendika diyor ki, “Biz yaptık” bir tane eylemin yok ayıptır. 4-B’lilik halen var ne yazık ki. Hem kaldırdılar hem de almaya devam ettiler. Öğretmenliği yine sözleşmeli hale getirdiler. Sadece öğretmenlik değil yarın sağlık çalışanları da KHK ile sözleşmeli olarak mülakat sistemi ile alınacaklar. Vekil ebe, vekil hemşire, vekil imam son 14 yılda ortaya 11 KAHRAMANMARAŞ KAHRAMANMARAŞ konuldu. Kiralık işçilik dönemi başladı, “Bu milletin evlatlarını kiralık hale getirmeyin” dedim. Taşeronlaşma kamuda 2002’de 15-20 bin civarındayken bugün 730 bin oldu. Sayın Cumhurbaşkanı, dün bir konfederasyonu kabulünde taşerona kadro verileceğini çalışmaların sürdüğünü ifade etti. Sevinelim mi üzülelim mi bilemedim. Bunu bu hale getiren bu iktidar. Bu sayıyı bu hale getirenlere duamı edelim? Belediyeler ve özel sektör dahil edilince 2 milyonun üzerinde taşeron var. Geleceği olmayan, kaderi patronun iki dudağı arasında şekillenen bir istihdam türü konuldu. Sendikal mücadele lazım, sağlam bir sendikacılık. Kamu çalışanlarının kahir ekseriyetince desteklenen bir sendikal anlayış gerek. İşte onun adı Türkiye Kamu-Sen’dir. Memurlarımızın maalesef büyük bir kısmı kendilerini alenen pazarlayan, mücadele etmeyen bir yapıya üye oluyor. Neden? Şartlar böyleymiş. Türkiye Kamu-Sen’in yiğit 450 bin üyesi var, kim ne diyebilir? Sağlam bir sendikal mücadele ve tercih. Tesadüfen sendikal tercihte bulunmamalıyız. Sarı sendikacılığım köklenmesine, güçlenmesine müsaade etmemeliyiz. Bunu anlatacağız. Hep birlikte mücadele edeceğiz. Bütün bedeniniz ve hücrelerinizle Türkiye Kamu-Sen’in yanında olun, uyarın ülkemiz için çocuklarımızın gelecekleri için anlatın. Tüm kamu çalışanları gerçekleri görmeli. Doğruları söyleyeceğiz, herkes için hepimiz için. Milleti sivil toplum kuruluşları yönlendirir, sizler insanları yönlendirebilirsiniz. Gelin bu mücadeleyi hep birlikte zirveye taşıyalım. Hepinize teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum” diyerek sözlerini tamamladı. 12 TÜRKİYE KAMU-SEN EĞİTİM AKADEMİSİ KURULDU Üyelerimizin ve yakınlarının yaşam boyu eğitim ihtiyaçlarını karşılamak üzere, tüm eğitim kurumlarıyla yaptığımız anlaşmaların tek bir platform üzerinden takip edilebilmesi ve ayrıcalıklı fiyat avantajları sunarak anında kayıt yaptırma imkânı sağlaması bakımından sendikacılık alanında Türkiye’de örneği bulunmayan bir çalışmaya imza atmış bulunuyoruz. Gelişen ve değişen dünyada kendimize ve yakınlarımıza daha iyi bir gelecek imkânı elde edebilmek için eğitim seviyemizi, bilgi birikimimizi ve tecrübemizi sürekli yükseltme zorunluluğumuz bulunuyor. Özellikle kamu görevlilerimizin çalışma yaşamında daha iyi yerlere gelebilmesi amacıyla yeni eğitim imkânlarına sahip olması, sertifika programlarıyla kendisini sürekli geliştirmesi gerekiyor. Ne yazık ki, kamu çalışanlarımız yoğun çalışma temposu içerisinde eğitime ayıracak vakit bulmakta güçlükler yaşıyor, yüksek eğitim giderleri nedeniyle bu ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Türkiye Kamu-Sen, üyelerinin ve üye yakınlarının yük- seköğrenim, yüksek lisans, doktora, kişisel gelişim, sertifika gibi eğitim alanındaki tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere İstanbul European Institute Business School ile anlaşarak bu soruna kalıcı bir çözüm getirdi. Üyelerimiz ve üye yakınları, Konfederasyonumuz ve bağlı bütün sendikalarımızın sitelerinde yer alan linklere tıklayarak açılacak olan sayfada, ihtiyaç duydukları eğitim programları hakkında bilgi sahibi olabilecek, eğitim programlarını görebilecek, kendilerine uygun eğitim takvimini seçerek durumlarına göre örgün ya da uzaktan eğitim hizmetlerinden herhangi birine anında kayıt yaptırıp, en uygun fiyatlarla doğrudan eğitimlerine başlayabilecekler. Şu anda yükseköğrenim, yüksek lisans, doktora, sertifika, yabancı dil, kişisel gelişim gibi pek çok alanda sunulan eğitim hizmetleri, ilerleyen dönemde sizlerden gelecek talepler doğrultusunda daha genişletilerek bu alandaki bütün ihtiyaçları karşılayacak çeşitliliğe ulaşacak. Gerekli şartların sağlanması durumunda örgün eğitimler, üyelerimizin bulunduğu illerde ya da en yakın bölgelerde, belli dönemlerde gerçekleştirilebilecek. Üyelerimiz, uzaktan eğitim hizmeti de sunulan portalımızda, bazı eğitim- 13 leri sitelerimiz üzerinden, yerinden kalkmadan online olarak alabilecek. Türkiye’de eğitim alanında hiçbir sendikanın sunmadığı bu hizmeti, bir ilki gerçekleştirerek üyelerinin kullanımına sunan Türkiye Kamu-Sen, sendikacılıkta her alanda çığır açmaya ve öncülük etmeye devam ediyor. KONCUK: İNSAN ÇAĞINA GİRİYORUZ Türkiye Kamu-Sen Akademi hakkında açıklamalarda bulunan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “İnsanlık Sanayi, Uzay ve Bilgi çağlarından sonra şimdi İnsan Çağı’na girmek üzeredir. İnsanoğlunun daha önce yaşadığı dönemler, etrafında keşfettiği hammaddelerle tanımlanıyordu. Daha sonra insan, çağları gelişen teknolojiyle fethettikleri alanlar olarak tanımladı ve Sanayi Çağı, Uzay Çağı ve Bilgi Çağı’nı oluşturdu. Şimdilerde ise insan potansiyelinin ekonomik büyümenin temelini teşkil edeceği yeni bir çağa, İnsan Çağı’na girmek üzereyiz. Yetenek, potansiyeli harekete geçirmek ve sürekli gelişim bu çağın kilit noktası olacak. Türkiye, sanayi devriminden sonraki bütün çağların peşinden koşmuş, bir türlü yakalayamamıştır. Bugün önümüze yeni fırsatlar sunan bir değişim ve dönüşümün eşiğinde bulunuyoruz. Yeni çağ, yeni dönem, hayatın odağına insanın oturduğu bir süreci işaret ediyor. Bu dönemde kamu görevlilerimizin kariyer imkânlarını eğitim seviyesinin yüksekliği yanında sahip olduğu yetenekler ve kendini geliştirme potansiyeli belirleyecek. Türkiye Kamu-Sen olarak çağı yakalamanın ve yeni çağa devletimizin ve milletimizin damga vurmasının yegâne yolunun, değişimleri takip etmekten değil bilakis değişimin mimarı olmaktan geçtiğini ifade ediyoruz. Biz, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da bir çığır açıyor, kamu görevlilerimizin yakın gelecekte yaşanacak dönüşüme uygun olarak yetkinliklerini artırmak, gelecekte ortaya çıkacak nitelik ihtiyacını şimdiden karşılayarak geleceği inşa eden bir toplum oluşturmak adına önemli bir adım atıyoruz. Bu uygulama ile üyelerimiz ve yakınlarının bütün eğitim ihtiyaçlarını, yerinden kalkmadan, tek bir tıkla karşılayabilecekleri bir sistem sunuyoruz. Kamu görevlilerimiz yüzlerce eğitim programı arasından ihtiyaç duyduğu alanı belirleyerek, rekabetçi şartlarda, kaliteli eğitim imkânına kavuşurken dilerse ülkemizde de denkliği kabul edilmiş üniversitelerde yurt dışı eğitim programlarına da kayıt yaptırabilecek. Üyelerimiz, sermayenin, kültürün ve bilginin küreselleştiği dünyada eğitimin küreselleşmesinin avantajlarını da Türkiye Kamu-Sen’le yaşayacak. Türkiye Kamu-Sen Akademi’nin, tüm üyelerimize ve ülkemize hayırlar getirmesini dilerken, geleceği inşa eden bir konfederasyon olmaktan duyduğum mutluluğu ifade etmek istiyorum.” dedi. 14 TÜRKİYE KAMU-SEN’Lİ KADINLARA ‘SENDİKACILIK’ EĞİTİMİ 15 olarak yıllardır zorlu ve meşakkatli bir yolda yürüyoruz. Kurulduğumuz günde zorlu yollardan geçtik, bugünde zorlu bir dönemden geçiyoruz. Ancak, geçen bu süre zarfında her zaman nitelikli bir sendikacılık yapmayı kendimize şiar edindik. Sendikacılık içerisinde eğitimin önemine her zaman dikkat çektik ve bunu uygulamaya gayret ettik. İşte bugün burada da verilen eğitim ve bunun meyvesi olan bir töreni gerçekleştiriyoruz. Biz biliyoruz ki, kadın eli değemeyen hiçbir işte başarı sağlanamaz. Bu nedenle böyle çalışmalar gücümüze güç katacaktır. Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonlarının geçtiğimiz aylarda düzenlediği Temel Eğitim Programı’nın sertifika töreni Genel Merkezimiz konferans salonunda gerçekleştirildi. LEYLA POLAT: VERİLEN BU EĞİTİMLE ÇOK ŞEYLER KAZANDIK Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’un, Eğitim ve İstişare Toplantısı sebebiyle Ankara dışında bulunmasından dolayı katılamadığı törenin açılışında konuşan Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonları Başkanı Leyla Polat, “Verilen bu eğitimde çok ciddi şeyler kazandık, kendimize çok şeyler kattık. Emek veren herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum” dedi. ÖNDER KAHVECİ: BİZ NİTELİKLİ SENDİKACILIK YAPIYORUZ Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci ise, Türkiye Kamu-Sen’in nitelikli bir sendikacılık yaptığını belirtti. Kahveci, “Öncelikle bu eğitime katılan ve bugün bu sertifikaları almaya hak kazanan tüm bayanları kutluyorum. Türkiye Kamu-Sen Türkiye Kamu-Sen, bugün hiçbir makam ve mevkii beklentisi olmadan mücadele eden 450 bin üyesiyle şerefli bir mücadele vermektedir. Kamu çalışanlarının hak mücadelesi için kararlılıkla yürüyen, bir taraftan da bu ülkenin milli ve manevi değerlerine sahip çıkan bir konfederasyonuz. Ben bu konfederasyona kurulduğu günden bugüne kadar katkı sağlayan, mücadele eden kadın erkek herkese ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum. Ebediyete intikal edenlere yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Bu eğitim programına katkı sağlayan ve bugün sertifikalarını almaya hak kazanan siz değerli katılımcılara da şükranlarımı sunuyor, tebrik ediyorum” dedi. Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz ve Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş’ta, eğitim programı çerçevesinde sertifika almaya hak kazanan tüm katılımcıları tebrik ederek, başarılar diledi. Konuşmaların ardından “Temel Eğitim Programı” çerçevesinde sertifika almaya hak kazananlara sertifikaları, Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Türkiye Kamu-Sen Genel Teşkilatlandırma Sekreteri ve Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonları Başkanı Leyla Polat ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkan Yardımcısı İsmail Türk tarafından takdim edildi. 16 ATATÜRK’E SALDIRANLAR YA GAFİLDİR YA DA HAİN! 17 MEB’in müfredat çalışmasını bahane ederek Atatürk’e saldırmak için fırsat kollayanları kınayan Genel Başkan İsmail Koncuk, “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bugün, Atatürk’e saldıranlar ya gafil ya da haindir. MEB bunlara itibar edemez.” dedi. Genel Başkan Koncuk açıklamasında şu satırlara yer verdi; “MEB’in müfredat çalışmasını bahane ederek, Atatürk adına saldırmak için fırsat kollayan embesilleri kınıyorum. Müfredat milli olmalıdır. Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bugün, Atatürk’e saldıranlar ya gafil ya da haindir. MEB bunlara itibar edemez. Müfredat değişmez değildir, ancak bunu sanki kutupları yeniden keşfediyor gibi sunmak da doğru değildir. Değişmesi gerekenler değişmelidir. Müfredat milli olmalı, bilimden ve çağımızdan kopuk olmamalıdır. Milli sembol ve kahramanlarımızı ise kimse tartışmaya açamaz. Takip ediyoruz. Müfredat çalışmaları asla gayri milli zihniyet sahipleri ile yapılamaz. MEB bu konuda hassas olmalı, bu tür kafalara fırsat vermemelidir.” 18 YASAKLANAN 10. YIL MARŞI’NA SAHİP ÇIKMAYA DEVAM EDECEĞİZ 19 Bilindiği üzere, Bolu İl Milli Eğitim Müdürü, okullarda 10. Yıl Marşının okunmasını yasaklamış ve okul müdürlerini bu konuda uyarmıştı. Bunun üzerine, Türk Eğitim Sen olarak gerekli adli ve idari işlemlerin başlatılmasını istemiştik, ancak soruşturma izni verilmemiş, bunun üzerine Bölge İdare Mahkemesine dava açmıştık. Maalesef, Ankara Bölge İdare Mahkemesi de, Bolu Milli Eğitim Müdürüne soruşturma açılması izni verilmemesi konusunda yaptığımız itirazı reddetmiştir. Konuya ilişkin bir açıklama yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk şunları kaydetti: “Bu ülkede kanunlar çiğnenmek için mi yapılır anlamak mümkün değildir. Bolu İl Müdürü bu tavrı ile alenen Türk Milli Eğitiminin hedeflerine aykırı davrandığı gibi, Cumhuriyetin ilk 10 yılındaki, bu milletin Atatürk liderliğinde ortaya koyduğu başarılara açıkça hakaret etmiştir. Yargı kararları önemlidir ancak bir insanla ilgili asıl kararı verecek olan vicdanlardır. Ankara Bölge İdare Mahkemesi, 10. Yıl Marşının okunmasını yasaklayan Bolu Milli Eğitim Müdürüne soruşturma açılması izni verilmemesi konusunda Türkiye Kamu-Sen’in yaptığı itirazı reddetti! Kim ne derse desin, bu şahıs, il milli eğitim müdürü olma kriterlerini taşımadığı gibi, bir bürokrat olarak duyulması gereken güveni kaybetmiştir. Umarım, Milli Eğitim Bakanı Sayın İsmet Yılmaz, bu şahısla Bolu’da milli eğitimin bir yere varamayacağını görür ve gerekeni en kısa sürede yapar. Takipçisiyiz.” YASAKÇI MÜDÜR NE DEMİŞTİ? Hatırlanacağı gibi Bolu Milli Eğitim Müdürü Yusuf Cengiz, okullarda 10’uncu Yıl Marşı’nın söylenmesini yasakladı. Cengiz, okul müdürleri toplantısında okullarda 10’uncu Yıl Marşı’nın çalınmaması talimatını verdi. Cengiz, gazetecilerin bir sorusu üzerine, “Okullarda 10’uncu Yıl Marşı’nın çalınmamasını söyledim. Artık 10’uncu Yıl Marşı mı kaldı? 2023’te 100’üncü yıl marşını yazacağız” dedi. Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Eğitim-Sen, gelişmelere kayıtsız kalmamış ve gereğini yapmıştı. Bolu Milli Eğitim Müdürü Yusuf Cengiz hakkında suç duyurusunda bulunulmuştu. 20 21 MEMUR VE EMEKLİLER DE İYİLEŞTİRME ZAMMINI HAK EDİYOR Hakim ve savcılara yapılması planlanan maaş zammı olumlu bir karardır ancak tüm memurlar ve emeklileri kapsayacak şekilde genişletilmelidir. Şayet genişletilmezse, eksik ve adaletsiz bir uygulama olarak akıllarda kalacaktır. 22 Genel Başkan İsmail Koncuk değerlendirmesinde; “Birkaç gündür basın yayın organlarında, çıkarılacak bir Kanun Hükmünde Kararname ile hâkim ve savcılara ödenmekte olan özel hizmet tazminatının derecelere göre artırılacağı ve 1. sınıf hâkim ve savcıların maaşlarına 2 bin 700 liraya ulaşan miktarda bir artış sağlanacağı yönünde haberler yer almaktadır. Hâkim ve savcılarımızın maaşlarının yükseltilmesi elbette hepimizin arzusudur. Ancak talebimiz, bütün kamu görevlilerinin ekonomik sorunlarının çözülmesi yönündedir. Yapılması planlanan tazminat artışından halen görevde bulunan 11 bin 116 hâkim, 4 bin 828 savcı olmak üzere 15 bin 944 yargı mensubu yararlanacaktır. Buna karşın kamu kurum ve kuruluşlarında işçilerle birlikte 3 milyon 341 bin kamu çalışanı istihdam edilmekte, yaklaşık iki milyon memur emeklisi bulunmaktadır. Kamu görevlileri arasından 16 bin kişinin sorununa çare üreten yetkililerin, geride kalan 3 milyon 325 bin çalışanı, iki milyon emekliyi yok sayması, büyük bir adaletsizliğin doğmasına neden olacaktır. Yine hâkim ve savcılarımıza yönelik olarak benzer bir uygulama 3 yıl kadar önce de hayata geçirilmiş ve hâkim ve savcıların maaşlarına 2014 yılının Aralık ayından itibaren bin 155 lira zam yapılırken, diğer Adalet teşkilatı çalışanları başta olmak üzere kamu görevlilerinin tamamı bu artıştan da mahrum bırakılmıştı. Son bir yıl içinde dolar kurunda yaşanan %30’luk artışın yanında dört kişilik bir ailenin zorunlu harcamalarına %10,6 zam gelmiş, ailenin aylık zorunlu harcama tutarı 461,76 lira artmıştır. 2017’nin ilk enflasyon rakamı, önümüzdeki gün açıklanacaktır. Beklentiler, yılın ilk ayında enflasyonun oldukça yüksek çıkacağı yönündedir. Buna karşın memur maaşlarına ocak ayı itibarı ile yapılan %3’lük zammın maaşlara yansıması ortalama 81,1 TL’dir. Dolayısıyla memurlarımızın ve emeklilerimizin tamamı 2016 ve 2017 yıllarının kaybedeni olarak öne çıkmaktadır. Maalesef iktidar, kamu görevlilerinin sorunlarına kör bakan uygulamalarını ısrarla sürdürmektedir. Milyonlarca memur ve emekli artan enflasyon karşısında %3 zam verilerek korumasız bırakılırken, kamu görevlileri arasında ayrıcalık tanınan bir kesimin maaşlarına %30 artış yapılacak ve var olan adaletsizlik alabildiğine körüklenecektir. Böyle bir çalışmada önce adalet çalışanlarının bir bütün olarak görülmesi, ardından da tüm memur ve emeklilerin özellikle 2016 yılında yaşadıkları ve 2017 yılında karşı karşıya kalacakları ekonomik hak kayıplarının ele alınıp değerlendirilmesi gerekirken, yalnızca bir kesimin sorunlarına eğilmek, doğru bir yaklaşım değildir. Böyle bir durumda neden Adalet çalışanlarının tamamına maaş zammı yapılmadığı açıklanmalıdır. Türkiye Kamu-Sen olarak yıl içinde gelişen ekonomik olaylar karşısında ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara binaen gündeme taşıdığımız mali taleplerimiz, “Toplu sözleşme hükümlerinin dışına çıkamayız” gerekçesiyle geri 23 çevrilmektedir. Demek ki istenildiğinde toplu sözleşme hükümlerinin dışına çıkılabilinmektedir. Bu durumda tüm kamu görevlilerinin maaş sorununu çözecek bir çalışma yapılmaması için iktidarın bir gerekçesi de kalamamıştır. çalışanları kadro beklemekte, yardımcı hizmetliler ek gösterge hakkından faydalanmak istemektedir. KİT çalışanları, toplu sözleşmede karar altına alınan ücret gruplarının yeniden düzenlenmesi hükmünün uygulanmasını talep etmektedir. Bu düzenlemenin sınırlı kalması halinde, bir tarafta 81,1 lira zamma mahkûm edilen diğer tarafta 3 bin liraya varan tutarda zam alan bir kesim ortaya çıkacak, eşit işe eşit ücret sağladığı iddia edilen 666 sayılı KHK ile oluşturulan adaletsiz sistem biraz daha bozulacak, Adalet Bakanlığı bünyesinde maaş makası daha da açılacaktır. Bu zam kararı, bütün memurları ve emeklileri kapsayacak şekilde genişletilmeli, kamu görevlilerinin dağ gibi biriken sıkıntıları görmezden gelinmemeli, verilen sözler unutulmamalı ve memurları mutlu edecek bir çalışmaya imza atılmalıdır. Memurlar eriyen maaşlarının telafisini istemektedir. Nöbet ücretlerinin artması, fazla mesai ödemesinin yeniden uygulanması, ek ders ücretlerinin yükseltilmesi gerekmektedir. 2015 yılında imza altına alınan tolu sözleşmenin 21 maddesi hala uygulanmamış, verilen sözler tutulmamıştır. Sözleşmeli personel, memur işi yapan işçiler, 4/C’li geçici çalışanlar, taşeron Memurları altı ay boyunca 81,1 TL’ye mahkûm eden anlayış, bir kalemde hâkim ve savcılara bu paranın tam 37 katını vermeyi vaat ederken, diğer Adalet çalışanlarını ve tüm memurları yok saymaktadır. Hâkim ve savcılarımıza yönelik bir düzenleme yapılırken diğer kamu görevlileri bir köşeye atılmamalıdır. Hepimiz aynı ekonomik koşullar altında yaşıyorsak, istisnasız bütün ve memur emeklilerimiz de benzer bir iyileştirme zammını hak etmektedir” dedi. 24 OCAK AYI ASGARi GEÇiM SONUÇLARI AÇIKLANDI Çalışan tek kişinin yoksulluk sınırı 2.451,81 TL Türkiye Kamu-Sen Araştırma Geliştirme Merkezi’nin yapmış olduğu 2017 Ocak ayına ait asgari geçim endeksi sonuçları açıklandı. Türkiye İstatistik Kurumu’ndan alınan Ocak 2017 fiyatlarına göre yapılan araştırmada çalışan tek kişinin yoksulluk sınırı 2.451,81 TL olarak hesaplandı. Çalışan tek kişinin yoksulluk sınırı geçtiğimiz aya göre, 79,7 TL arttı. Çalışan tek kişinin açlık sınırı da bir önceki aya göre %3,70 oranında yükselmiş ve 1.888,65 Lira olarak hesaplandı. Açlık sınırındaki bir aylık artış, 67, 47 TL’yi buldu. Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin ortalama gıda ve barınma harcamaları toplamı ise 2017 yılı ocak ayında 1.925,72 Lira olarak tahmin edildi. Dört kişilik bir ailenin asgari geçim haddi ise 5.019,93 Lira olarak belirlenmiştir. Sonuçlar, dört kişilik bir ailenin asgari geçim haddinin bir önceki aya göre %3,98 oranında arttığını ortaya koydu. Yapılan araştırmada, 4 kişilik bir ailenin sağlık kuruluşlarının belirlediği gibi sağlıklı bir biçimde beslenebilmesi için gerekli harcamanın Ocak 2017 verilerine göre günlük 39,14 TL olduğu belirlenirken, Ailenin aylık gıda harcaması toplamı ise 1.174,05 TL oldu. Dört kişilik ailenin zorunlu harcama tutarı geçen aya göre ortalama 192, 06 TL yükseldi. Ocak 2017 itibarı ile ortalama 2.784,96 TL ücret alan bir memurun ailesi için yaptığı 25 gıda harcaması, maaşının %42,16’sını oluşturdu. Türkiye İstatistik Kurumu verilerinde 751,67 TL olarak belirlenen kira gideri ise Ocak 2017 ortalama maaşının %27’sine denk geldi. Buna göre bir memur, ortalama maaşının %69,16’sını yalnızca gıda ve barınma harcamalarına ayırmak zorunda kalırken, diğer ihtiyaçlarını karşılamak için ise maaşının %30,84’ü kaldı. Ortalama ücretle geçinen bir memur ailesinin ulaşım, sağlık, eğitim, haberleşme, giyim gibi diğer zorunlu ihtiyaçlarını karşılaması için Ocak 2017 maaşından geriye yalnızca 858,88 TL kaldı. KONCUK: MEMURLAR 2017 YILINI ŞİMDİDEN KAYBETTİ Ocak ayı Asgari Geçim sonuçlarını değerlendiren Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Memurların daha ilk aydan zararla yıla başladılar” dedi. Koncuk, “Hatırlanacağı gibi Ocak ayında kamu görevlilerine yüzde 3 oranında zam yapılmıştı. Bu zammın ortalama olarak maaşlara yansıması 81.1 TL oldu. Ancak aynı ay içerisinde harcamalara gelen zam yüzde 3,98’i buldu. Buna göre, 81,1 TL zam alan memurun harcamaları 192,06 TL arttı. Böylece memurlar yılın ilk ayı itibariyle yaklaşık 111 TL içeri girmiş oldu. Tarihi başarı olarak adlandırılan, alkışlar eşliğinde sloganlarla imzalanan toplu sözleşmede ki zammın bugün hiçbir işe yaramadığı ve kamu çalışanlarının eline geçmeden uçup gittiği ortaya çıkmıştır. Bundan önce de belirttiğimiz gibi 2017 yılının geçtiğimiz yıldan daha zor geçeceği yılın ilk ayından ortaya çıkmıştır. Hakim ve Savcılara ek bir zammın yapılacağı haberleri basına yansırken, bu zammın sadece 16 bin kamu görevlisini kapsayacak olması kamu vicdanında derin yaralar açacaktır. Tüm gerçekler ortadayken ve Ar-Ge Merkezimiz bu gerçekleri resmi rakamlarla gözler önüne sermişken, 3,3 milyon kamu görevlisinin feryatlarına kulak tıkamak idarecilere yakışmamaktadır. Yaşanan gerçekler göz önüne alındığında kamu görevlileri ve emeklilerin 2017 yılını kurtarabilmek için bir iyileştirme yapılması şart olmuştur” dedi. 26 Bütün bu hesaplamalar gösteriyor ki ne memur ve emekli maaşlarına ne asgari ücrete ne de diğer çalışanların ücretlerine yapılacak zamlar kararlaştırılırken, enflasyon hesabını temel almak gerçekçi bir yaklaşım değildir. TÜİK’İN ENFLASYONUNUN MUTFAK ENFLASYONUNU YANSITMADIĞI BİR KEZ DAHA GÖRÜLDÜ 27 2015 yılı sonunda 2,91 TL olan dolar kuru 2016 yılının son gününde 3,52’ye yükseldi. 2015 yılı sonunda 3,18 TL olan euro ise 2016 yılı sonunda 3,71 oldu. Buna göre dolar kurundaki yıllık artış %21; euro’daki yıllık artış ise %17 olarak gerçekleşti. Dolayısıyla bütün ürünlere de döviz kurunda yaşanan bu artışa paralel olarak bir artış geldi. Öyle ki, 2015 yılı sonunda 4,3 lira olan kurşunsuz benzinin fiyatı da %21,4 oranında artarak 5,22 TL’ye yükseldi. Akaryakıt fiyatlarının artmasıyla ulaşım giderleri de yükseldi ve bütün ürünlerin fiyatına en azından taşıma maliyeti olarak bu rakamlar yansıtıldı. Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk TÜİK’in açıkladığı 2016 enflasyon rakamına ilişkin değerlendirmede bulundu. Genel Başkan Koncuk açıklanan rakamların cebimize yansıyan gerçek enflasyonu ortaya koymadığını belirtti. Genel Başkan İsmail Koncuk değerlendirmesinde; “2016 yılına ilişkin enflasyon rakamları açıklandı. TÜİK’in açıkladığı verilere göre 2016 yılında enflasyon %8,53 olarak belirlendi. Buna göre ülkemizdeki bütün mal ve hizmetlerin bedeli, ortalama %8,53 oranında zamlandı. Bilindiği gibi TÜİK, ülkemizdeki 417 çeşit ürünün ortalama fiyat değişimi üzerinden bir enflasyon hesabı yapıyor. Bu ürünlerin içerisinde flütten at yarışına, sayısal lotodan milli piyangoya kadar vatandaşlarımızın ağırlıklı olarak kullanmadığı ürünleri de kapsamakta. Ama yapılan araştırmalara göre vatandaşlarımızın düzenli olarak kullandığı mal ve hizmet adedi, bu 417 ürün içerisinde yalnızca 80-90 arasında değişiyor. Dolayısıyla TÜİK tarafından açıklanan enflasyon rakamları bir ortalamayı gösterse de gerçek anlamda vatandaşlarımızın cebine yansıyan fiyat dalgalanmalarını yansıtmıyor. Kaldı ki, geçtiğimiz yıl döviz kurlarında yaşanan artışlar kamu görevlilerimizin ve vatandaşlarımızın alım gücünün düşmesine, maaşların reel olarak azalmasına neden oldu. Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi’nin çalışmasına göre benzin fiyatlarının enflasyona göre 2,5 kat daha fazla zamlandığı ortaya çıkıyor. Buna göre vatandaşlarımız, yılbaşında 215 liraya doldurdukları 50 litrelik depoyu, bugün 261 liraya doldurabiliyor. Benzin fiyatlarındaki artış, vatandaşların karşısına her depo doldurmada 46 lira ek yük olarak çıkıyor. Hal böyle olunca belki şans topuna, sayısal loto fiyatına ya da flüt ve at yarışı oyunlarına zam gelmedi ama vatandaşlarımız için olmazsa olmaz nitelik taşıyan gıda, giyim, ulaşım, temizlik, haberleşme, eğitim gibi ürünler açıklanan enflasyonun üzerinde zamlandı. Memur maaşları dolar karşısında reel olarak ortalama %7 eridi ve alım gücü 2008 yılının bile gerisine gitti. Bütün bu hesaplamalar gösteriyor ki ne memur ve emekli maaşlarına ne asgari ücrete ne de diğer çalışanların ücretlerine yapılacak zamlar kararlaştırılırken, enflasyon hesabını temel almak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ülkemiz gerçeklerini ortaya koymayan, harcamalarda ortaya çıkan gerçek artışları karşılamayan ve maaşların reel olarak artmasını sağlamayan zamlarla kamu görevlilerimiz her geçen yıl biraz daha fakirleşmekte, alım gücümüz biraz aha düşmektedir. Sosyal devlet, çalışanların ve vatandaşların ekonomik gerçekler karşısında korunmasını öngörür. Öyle ise bu yıl içinde gerçekleştireceğimiz toplu sözleşme görüşmelerine hükümetin enflasyon hedefi doğrultusunda bir zam teklifi ile gelmesi kabul edilemez” dedi. 28 ZAMLAR MEMURUN, EMEKLİNİN 6 AYLIK ZAMMI OCAK ENFLASYONUNA YENİLDİ MEMURU TUŞ ETTİ! Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, TÜİK’in %2,46 olarak açıkladığı ocak ayı enflasyonunun memur maaşlarına etkisine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 2017’nin 6 ayı için verilen zammın ilk ayda eridiğini ifade eden Koncuk, “Memur ve emeklileri önümüzdeki dönemde ortaya çıkması muhtemel çift haneli enflasyondan koruyun” dedi. 29 İsmail Koncuk’un konu hakkındaki açıklamaları şu şekilde: ‘’2017 yılının ilk ayına ilişkin enflasyon verileri TÜİK tarafından açıklandı. Buna göre enflasyon ocak ayında %2,46 oldu. Hatırlanacağı gibi 2015 yılında imzalanan ve geleneksel olarak tarihi başarı şeklinde nitelendirilen toplu sözleşmede memur ve emeklilerin maaşlarına 2017 yılının ilk 6 aylık dilimi için %3 artış yapılması kararlaştırılmış ve maaşlar da aybaşında buna göre artırılmıştı. Ocak ayı enflasyonu %2,46 çıkınca, kamu görevlilerine ve emeklilere yapılan %3’lük zammın neredeyse tamamının daha memurun eline geçmeden eridiği görüldü. Buna göre memurun elinde ocak maaşından geriye yalnızca %0,54’lük bir zam kaldı. Bundan sonra her ay enflasyon %0 bile çıksa, memurlar ve emekliler temmuz ayına kadar %0,54’lük zamla geçinmek zorunda kalacaklar. Fiyat gelişimlerine bakıldığında, büyük ihtimalle memur ve emeklilerin maaşları şubat ayı itibarı ile bütünüyle eriyecek ve alım gücü 2016 yılının da gerisine düşecek. Bilindiği üzere ülkemizde ailenin zorunlu harcamalarının büyük çoğunluğunu gıda, barınma, ısınma, ulaşım, okul, temizlik gibi gider kalıpları oluşturuyor. Son aylarda artan döviz kuru ve mevsimsel nedenlerin de etkisiyle gıda fiyatlarında büyük bir artış yaşandı. Açıklanan enflasyonun, son değişikliklerle birlikte 414 çeşit ürünü kapsıyor olması ve bu yıldan itibaren gıda fiyatlarının enflasyon içindeki ağırlığının düşürüldüğü de hesaba katıldığında aslında maaşlardaki erimenin ve ailenin ortalama harcama tutarındaki artışın çok daha yüksek olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalmaktayız. Dolayısıyla aslında vatandaşların cebine yansıyan gerçek enflasyonun açıklanan %2,46’nın çok üzerinde olduğu inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Başka bir anlatımla memur ve emeklilere 6 ay için verilen zam daha cebine girmeden eridi, gitti. TÜİK ise açıkladığı enflasyonla bu erimeyi biraz daha yumuşatarak tescillemiş oldu. Yıllardan beri ifade ettiğimiz üzere, toplu sözleşme görüşmelerinde yetkili konfederasyonun ağırlığını gösterememesi, kamu görevlilerinin pazarlık gücünü ortaya koyamaması nedeniyle memur ve emeklilere, ekonomik gerçeklerle bağdaşmayan maaş zamları konusunda anlaşma yapılıyor. Çoğu zaman kamu görevlilerimizin müktesep hak haline gelmiş kazanımları baltalanıyor. Geçtiğimiz yıllarda enflasyon farkı hesabında yapılan değişikliklerle memurlarımızın maaşlarından %1,8 çalınmıştı. 2014 yılında memurlara 123 lira seyyanen zam yapılmış, hiç enflasyon farkı verilmemişti. 4/C’li çalışanların mahkeme kararıyla elde ettikleri 650 lira tutarındaki ek ödeme hakları aylık 150 liraya düşürülmüş, başta TRT olmak üzere çalışanlarımızın giyim yardımı hakkı budanmıştı. 2016 yılının ocak ayına kadar KİT’lerdeki ücret gruplarına ilişkin düzenleme yapılması gerekiyordu; ancak şu ana kadar yapılmadı. Toplu sözleşme hükümlerinden 21 tanesi halen uygulamaya sokulmadı ve yetkili konfederasyon attığı imzaya dahi sahip çıkıp, bunları dile getirme basireti gösteremedi. Bunlar, tarihi başarı olarak kamuoyuna duyurulan ama kapalı kapılar ardında, herkesten kaçırılarak imzalanan toplu sözleşmelerin defolarından yalnızca birkaçı. Bugün de 2017 yılının ilk ayı itibarı ile sözde tarihi toplu sözleşme ile getirilen maaş zammının, ekonomik gelişmeler karşısında yetersiz kaldığını görüyoruz. Bir toplu sözleşme metni düşünün ki, daha ilk aydan itibaren fiyaskoya dönüşsün, bütün geçerliliğini yitirsin. Bir konfederasyon düşünün ki, memurun, emeklinin yitip giden hakları için kılını bile kıpırdatmasın. Ne yazık ki, bunlar dünyada yalnızca bizim ülkemize özgü olarak gerçekleşiyor. Şimdi kamuoyunda hâkim ve savcılara 2 bin 700 liraya varan miktarlarda bir zam yapılacağı yönünde haberler dolaşıyor. Bu elbette olumlu bir girişim ancak görüldüğü gibi ortada daha cebine girmeden aldığı maaş zammı eriyen 3,3 milyon çalışan ve 2 milyon emekli gerçeği var. Bu gerçeği göz ardı etmek kul hakkı yemek olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi artık kur yükselmese dahi, geçtiğimiz yıl döviz kurundaki hareketliliğin enflasyona asıl yansımaları önümüzdeki üç aylık sürede olacak. Bu süre zarfında çift haneli enflasyonlara yeniden dönülmesi ihtimali yüksek görünüyor. İşsizlik verileri, turizm gelirlerindeki düşüş, kapanan şirketler, düşen kârlılık oranları ve piyasalardaki durgunluk ülkemizde adı henüz konmamış bir krizin işaretlerini veriyor. Bu durumda memur ve emeklilerimizi ekonomik yönden koruyacak birtakım adımlar atılması zorunludur. Bu yönde atılacak olumlu adımların ekonomimize de hareketlilik olarak geri döneceği unutulmamalı, yapılacak çalışmaların bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerekliliği göz ardı edilmemelidir. 30 YENi TOPLU SÖZLEŞMEYE YAKLAŞIRKEN, ESKi TOPLU SÖZLEŞMENiN TÜM HÜKÜMLERi UYGULANMALI Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, 2017 yılı Ağustos ayında yapılacak olan toplu sözleşme öncesinde 2015 yılında imza altına alınan ve hala uygulanmayan 21 maddenin bir an önce hayata geçirilmesini istedi. 31 Genel Başkan İsmail Koncuk; “Bilindiği gibi, bu yılın Ağustos ayında 2018 ve 2019 yıllarına ilişkin toplu sözleşme görüşmeleri gerçekleştirilecektir. 2015 yılında imzalanan toplu sözleşme iki yıl süre ile geçerli idi. Dolayısıyla, 2015 yılında imzalanan toplu sözleşme hükümleri de bu yıl sonunda hükmünü kaybedecektir. Yeni bir toplu sözleşme görüşmesine, eski toplu sözleşmenin uygulanmayan maddelerinin hayata geçirilmesi talebiyle gitmek istemiyoruz. Kamu görevlilerinin çözüm bekleyen sayısız sorunu varken sorunu çözmesi gereken toplu sözleşme metinlerinin de sorunlara çare olmaması kabul edilemez” dedi. Toplu sözleşmenin geçerlilik süresinin neredeyse sonuna gelinmiş olmasına rağmen, 2015 toplu sözleşmesinde yer alıp da uygulanmayan birçok konu bulunmaktadır. KİT’lerde ücret gruplarının yeniden düzenlenmesi, 4-C’li geçici ve sözleşmeli personel ile kamu kurumlarında memur işi yapan işçilerin kadroya geçirilmesi gibi hayati derecede önem taşıyan 21 konu hala uygulanmış değildir. Türkiye Kamu-Sen olarak uygulanmayan maddelerin hayata geçirilmesi için her yolu denedikten sonra yargı yoluna da başvurmuştuk. Bununla birlikte, Nisan ayında gerçekleştirilecek anayasa oylaması nedeniyle TBMM’nin tatile girmesi söz konusu. Hal böyle olunca mevzuat değişikliği gerektiren bu maddelerin hayata geçirilmesi de 2017 toplu sözleşme görüşmeleri öncesinde pek mümkün görünmemektedir. Bu bakımdan hükümetin bu 21 maddeyi bir an önce gündemine alarak TBMM tatile girmeden önce gerekli düzenlemeleri yapması gerekmektedir. Aksi halde, kesin hükümler içeren ve yayınlandığı anda uygulanması zorunlu olan toplu sözleşmenin ciddiyetine ve hukuki statüsüne gölge düşürecektir. Yeni bir toplu sözleşme görüşmesine, eski toplu sözleşmenin uygulanmayan maddelerinin hayata geçirilmesi talebiyle gitmek istemiyoruz. Kamu görevlilerinin çözüm bekleyen sayısız sorunu varken sorunu çözmesi gereken toplu sözleşme metinlerinin de sorunlara çare olmaması kabul edilemez” dedi. 32 33 OHAL İŞLEMLERİNİ İNCELEME KOMİSYONU NASIL ÇALIŞACAK? Olağanüstü hal (OHAL) kapsamında yayımlanan 685 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulacak. Buna göre, OHAL çerçevesinde ihraç edilen kamu çalışanları bu komisyona başvurabilecek. KOMİSYON NE ZAMAN VE KİMLERDEN OLUŞACAK? KHK’nın yayın tarihinden itibaren bir ay içerisinde seçilecektir. Komisyon yedi üyeden oluşacak. Bu üyelerden üç tanesini Başbakan, bir tanesini Adalet bakanı, bir tanesini İçişleri Bakanı bire üye Yargıtay ve Danıştay’da görev yapan tetkik Hakimleri arasında HSYK belirleyecek. KOMİSYON NE ZAMAN GÖREVE BAŞLAYACAK? Komisyon tarafından başvuruların alınmaya başlanacağı tarih bu maddenin yayınlandığı 23.01.2017 tarihinden itibaren 6 ayı geçmemek üzere Başbakanlık tarafından ilan edilecektir. KOMİSYONUN GÖREV SÜRESİ NEDİR? Komisyon, 685 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl süreyle görev yapacak. Bakanlar Kurulu, gerek görmesi halinde bu süreyi, bitiminden itibaren birer yıllık sürelerle uzatabilecek. Komisyonun ilk seçilen 34 üyeleri, iki yıllık sürenin sonuna kadar görev yapabilecek. Sürenin uzatılmasına karar verilmesi halinde birinci maddenin ikinci fıkrasındaki usule göre yeni üyeler belirlenecek. Daha önce görev yapan üyeler de yeniden görev alabilecek. Üyelerin süreleri dolmadan herhangi bir nedenle görevlerine son verilemeyecek. KOMİSYONUN GÖREVLERİ NE OLACAK? 685 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere ‘Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’ kurulacak Ayrıca 685 Sayılı KHK’da, komisyonun, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen işlemler hakkında, kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi, öğrencilikle ilişiğin kesilmesi, dernekler, vakıflar, sendika, federasyon ve konfederasyonlar, özel sağlık kuruluşları, özel öğretim kurumları, vakıf yükseköğretim kurumları, özel radyo ve televizyon kuruluşları, gazete ve dergiler, haber ajansları, yayınevleri ve dağıtım kanallarının kapatılması, emekli personelin rütbelerinin alınması gibi görev alanları yer aldı. DAHA ÖNCEKİ KHK’LAR İLE İHRAÇ EDİLENLER KOMİSYONA BAŞVURABİLECEK Mİ? 685 sayılı KHK ile birlikte kurulan inceleme komisyonları şimdiye kadar OHAL KHK’sı ile yapılan ihraçların tamamını kapsamaktadır. Bu nedenle, belirtilen durumda olanlar komisyona başvurabilecekler. KOMİSYONUN İNCELEME YETKİSİ NEDİR? Komisyon, görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi, devlet sırlarına ilişkin ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla, kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercilerinden talep edebilecek. KOMİSYONA BAŞVURULAR NERELERE YAPILACAK? Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’na başvurular valilikler aracılığıyla yapılacak. Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılanlar ya da ilişiği kesilenler, en son görev yaptıkları kuruma da başvurabilecek. Başvuru tarihi, valiliklere veya ilgili kurumlara başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilecek. Valilikler ve ilgili kurumlar, kendilerine yapılan başvuruları gecikmeksizin komisyona iletilecek ve mükerrer başvurular işleme alınmayacak. İHRAÇ KARARLARINA KARŞI DAHA ÖNCE BAŞVURU YAPMIŞ, DAVA AÇMIŞ VEYA HİÇ DAVA AÇMAMIŞ OLANLAR KOMİSYONA BAŞVURUDA BULUNABİLECEK Mİ? Komisyonun görev alanına giren konularla ilgili, başvuruda bulunmuş dava açmış olanlar ile hiç dava açmamış ve ya başvuruda bulunmamış olanlar da KHK’da belirtilen komisyona başvuru usulünü işletebilecek. HANGİ SÜREDE KOMİSYONA BAŞVURULABİLECEK? Komisyonun 685 sayılı KHK’ya göre, teşekkül ettirilip, Komisyonun başvuru almaya başladığı, tarihten önce yürürlüğe konulan KHK’larla ihraç edilenler, komisyonun başvuru alma tarihinden itibaren 60 gün içinde başvuruda bulanacaklar. Örneğin; 29 Ekim tarihinde yayınlanan 675 sayılı KHK ile ihraç edilen bir kamu görevlisi komisyonun göreve başladığı ve başvuruları aldığı tarihten itibaren 60 gün içerisinde başvuruda bulunabilecek. Bu süreyi kaçırması halinde başvuru hakkını kaybetmiş olacaktır. Bu tarihten sonra, örneğin; Nisan ayında yürürlüğe konulabilecek bir KHK ile ilgili ise, kamu görevlisi bu KHK’nın Resmi Gazete’de yayınlandığı tarihten itibaren 60 gün içerisinde komisyona başvurabilecek. KOMİSYON KARARLARI NASIL UYGULANACAK? İlgililerin başvurusunun kabulü halinde, karar Devlet Personel Başkanlığına bildirilecek, bu şekilde bildirilen personelin atama teklifleri, statüleri, unvanları, görevleri itibariyle başka kurumlarda görevlendirmeleri mümkün olmayanlar hariç olmak üzere daha önce istihdam edildikleri kurumları dışındaki kamu kuruluşlarında istihdam edilecekler ve statülerine uygun kadro 35 ve pozisyonlara ikamet ettikleri il dikkate alınarak 15 gün içinde atamaları yapılacaktır. Yönetici pozisyonundayken kamu görevinden ihraç edilenlerin atamalarında yöneticilik görevinden önce bulundukları kadro pozisyon unvanları dikkate alınacaktır. KOMİSYON KARARLARINA KARŞI YARGI YOLU VAR MI? Daha önce dava açmış olsun ya da olmasın komisyona başvuru yapan ve komisyondan olumsuz cevap alan ihraç edilen kamu görevlileri komisyonun olumsuz kararına karşı HSYK tarafından belirlenecek Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabilecek. 667 sayılı OHAL KHK’sının 3. Maddesinin 1. Fıkrası ile 6749 sayılı kanunun 3. Maddesinin 1. Fıkrasına göre ihraç edilenler ise komisyon kararının kesinleşmesinden itibaren 60 gün içerisinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da dava açabilecekler. (Sadece; Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanları kapsamaktadır) 685 SAYILI KHK HÜKÜMLERİ; MADDE 2 – (1) Komisyon, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen aşağıdaki işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip karar verir. a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesilmesi. b) Öğrencilikle ilişiğin kesilmesi. c) Dernekler, vakıflar, sendika, federasyon ve konfederasyonlar, özel sağlık kuruluşları, özel öğretim kurumları, vakıf yükseköğretim kurumları, özel radyo ve televizyon kuruluşları, gazete ve dergiler, haber ajansları, yayınevleri ve dağıtım kanallarının kapatılması. ç) Emekli personelin rütbelerinin alınması. (2) Olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle gerçek veya tüzel kişilerin hukuki statülerine ilişkin olarak doğrudan düzenlenen ve birinci fıkra kapsamına girmeyen işlemler de Komisyonun görev alanındadır. (3) Bu maddede belirtilen işlemlere bağlı olarak olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerde yer alan ilave tedbirler ile kanun yollarının açık olduğu işlemler hakkında ayrıca başvuru yapılamaz. Komisyonun görev süresi MADDE 3 – (1) Komisyon, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl süreyle görev yapar. Bakanlar Kurulu, gerek görmesi halinde bu süreyi bitiminden itibaren birer yıllık sürelerle uzatabilir. (2) Komisyonun ilk seçilen üyeleri, iki yıllık sürenin sonuna kadar görev yapar. Sürenin uzatılmasına karar verilmesi halinde 1 inci maddenin ikinci fıkrasındaki usule göre yeni üyeler belirlenir. Daha önce görev yapan üyeler de yeniden görev alabilir. Üyelerin güvenceleri ve hakları MADDE 4 – (1) Üyelerin süreleri dolmadan herhangi bir nedenle görevlerine son verilemez. Ancak üyenin; a) Komisyon tarafından kabul edilebilir mazereti olmaksızın bir takvim yılı içinde toplam beş Komisyon toplantısına katılmaması, b) Ağır hastalık veya engellilik nedeniyle iş göremeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelenmesi, c) Görevi ile ilgili olarak işlediği suçlardan dolayı hakkında verilen mahkûmiyet kararının kesinleşmesi, ç) Geçici iş göremezlik halinin üç aydan fazla sürmesi, d) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302 nci, 309 uncu, 310 uncu, 311 inci, 312 nci, 313 üncü, 314 üncü ve 315 inci maddelerinde yazılı suçlar nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma başlatılması, e) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle hakkında Başbakanlıkça idari soruşturma başlatılması veya soruşturma izni verilmesi, hallerinin tespit edilmesi üzerine Komisyon tarafından üyeliğine son verilir. Ölüm, istifa veya herhangi bir diğer nedenle boşalan üyelikler için en geç iki ay içinde 1 inci maddenin ikinci fıkrasındaki usule göre yeni üyeler belirlenir. (2) Üyeler, mali ve sosyal haklarını kurumlarından almaya devam ederler. Üyelere, kurumlarınca mali haklar kapsamında bir ayda yapılan toplam ödeme tutarı ile (142.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunan tutar arasındaki fark, damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın ve görev yaptıkları süreyle orantılı olmak üzere Başbakanlıkça ayrıca her ay ilave ücret olarak ödenir. 36 (3) 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca Komisyon üyeleri için soruşturma yapılması Başbakan veya görevlendireceği bakanın iznine tabidir. Soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine ilişkin kararlara karşı itirazlar Danıştay tarafından karara bağlanır. Bilgi ve belge talep etme yetkisi MADDE 5 – (1) Komisyon, görev alanı ile ilgili her türlü bilgi ve belgeyi ilgililerden talep edebilir. (2) Soruşturmanın gizliliğine ve Devlet sırlarına ilişkin ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek veya yerinde incelenmesine imkân sağlamak zorundadır. Gizlilik MADDE 6 – (1) Üyeler ve Komisyon çalışmalarında görevlendirilenler, görevlerini yerine getirmeleri sırasında edindikleri, kamuya, ilgililere ve üçüncü kişilere ait gizlilik taşıyan bilgileri, kişisel verileri, ticari sırları ve bunlara ait belgeleri, bu konuda kanunen yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamaz, kendilerinin veya üçüncü kişilerin yararına kullanamaz. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam eder. Başvurularda usul ve süre MADDE 7 – (1) Komisyona başvurular valilikler aracılığıyla yapılır. Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılanlar ya da ilişiği kesilenler, en son görev yaptıkları kuruma da başvurabilir. Başvuru tarihi, valiliklere veya ilgili kurumlara başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilir. Valilikler ve ilgili kurumlar kendilerine yapılan başvuruları gecikmeksizin Komisyona iletir. Mükerrer başvurular işleme alınmaz. (2) Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında yapılan başvurular hakkında 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükümleri uygulanmaz. (3) Komisyonun başvuru almaya başladığı tarihten önce yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle ilgili olarak başvuru alma tarihinden itibaren altmış gün içinde; bu tarihten sonra yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle ilgili olarak ise Resmi Gazetede yayımlanma tarihinden itibaren altmış gün içinde yapılmayan başvurular işleme alınmaz. Ön inceleme MADDE 8 – (1) Komisyona yapılan başvurular, aranan şartlara uygunluk bakımından ön incelemeye tabi tutulur. Ön inceleme sonucunda süresi içinde yapılmadığı, başvuru sahibinin konuyla ilgili hukuki menfaatinin bulunmadığı, bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamına girmediği veya diğer şekil şartlarını taşımadığı tespit edilen başvurular reddedilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Komisyon tarafından belirlenir. İnceleme ve karar MADDE 9 – (1) Komisyon incelemelerini dosya üzerinden yapar. Komisyon, inceleme sonucunda başvurunun reddine veya kabulüne karar verebilir. Kararların uygulanması MADDE 10 – (1) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılan ya da ilişiği kesilenlere ilişkin başvurunun kabulü halinde karar Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu şekilde bildirilen personelin atama teklifleri; statüleri, unvanları ve yürüttükleri görevler itibarıyla başka kurumlarda görevlendirilmeleri mümkün olmayanlar hariç olmak üzere daha önce istihdam edildikleri kurumlar dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarında eski statülerine ve unvanlarına uygun kadro ve pozisyonlara Devlet Personel Başkanlığı tarafından ikamet ettikleri il dikkate alınarak onbeş gün içinde yapılır. Bu fıkra kapsamında kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerden, yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden çıkarılmış olanların atamalarında, yöneticilik görevinden önce bulundukları kadro ve pozisyon unvanları 37 den itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştaya dava açabilir. dikkate alınır. Bu kapsamda yer alan personele ilişkin kadro ve pozisyonlar; atama teklifi gerçekleştirilen kamu kurum ve kuruluşları tarafından ilgililere ilişkin atama onaylarının alındığı tarih itibarıyla diğer kanunlardaki hükümlere bakılmaksızın ve başka bir işleme gerek kalmaksızın ihdas, tahsis ve vize edilmiş sayılır. İhdas, tahsis ve vize edilmiş sayılan kadro ve pozisyonlar 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerin ilgili bölümüne eklenmiş sayılır. (2) Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin başvurunun kabulü halinde ilgili kanun hükmünde kararname hükümleri, söz konusu kurum ve kuruluş bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte söz konusu kanun hükmünde kararnamenin yayımı tarihinden geçerli olmak üzere ortadan kalkmış sayılır. Buna ilişkin işlemler ilgisine göre İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilir. Yargı denetimi MADDE 11 – (1) Komisyon kararlarına karşı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenecek Ankara idare mahkemelerinde iptal davası açılabilir. (2) 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, kararın kesinleşmesin- Sekretarya MADDE 12 (1) Komisyonun sekretarya hizmetleri Başbakanlık tarafından yerine getirilir. Bu hizmetler için yeteri kadar personel Komisyona tahsis edilir. (2) Komisyon çalışmaları kapsamında sekretaryada görevlendirilenlere her ay (11.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunan tutarı geçmemek kaydıyla Başbakanlıkça ilave ücret ödenir. İlave ücret ödemesi damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz. İlave ücret ödemesi; görevlendirilen personelin sınıfı, kadro unvanı, atanma biçimi, yapmış olduğu görevin önem ve güçlüğü ve çalışma süresi gibi kriterler dikkate alınmak suretiyle Komisyon Başkanı tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde yapılır. Bu personele ayrıca herhangi bir ad altında fazla mesai ücreti ödenmez. Usul ve esaslar MADDE 13 – (1) Başvurulara ve Komisyonun çalışmasına ilişkin usul ve esaslar, Komisyonun teklifi üzerine Başbakanlık tarafından belirlenir ve ilan edilir. Geçiş hükümleri GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Komisyonun ilk üyeleri, bu maddenin yayımından itibaren bir ay içinde seçilir. (2) Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında Komisyon tarafından başvuruların alınmaya başlanacağı tarih, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren altı ayı geçmemek üzere Başbakanlık tarafından ilan edilir. (3) Komisyonun görev alanına giren konularda daha önce herhangi bir yargı merciine başvurmuş veya dava açmış olanlar için de 7 nci maddedeki usul ve süreler uygulanır. (4) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 6749 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten itibaren altmış gün içinde 11 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan hükümlere göre dava açabilir. Bu kapsamda idare mahkemelerinde derdest olan davalar Danıştaya gönderilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce açılmış olup da karar verilen dosyalarda da bu fıkra hükümleri uygulanır. 38 39 40 41 KONCUK: SARIKAMIŞ BİRLİK VE KARDEŞLİĞİMİZİN SİMGESİDİR Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk ve Yönetim Kurulumuz, memleketimizin zorlu ve karanlık bir dönemden geçtiği günlerde, işgal altındaki vatan topraklarımızı namahrem ellerden kurtarmak amacıyla çıktıkları yolda, düşmana değil de kara kışa, kör ayaza yenik düşerek şehadete yürüyen Sarıkamış kahramanlarının aziz hatıralarını yad etmek üzere, Kars Valiliği tarafından düzenlenen “102. Yılında Sarıkamış Şehitleri” programına katıldı. Sarıkamış Şehitlerini anma programına Türkiye Kamu-Sen Konfederasyonu da tam kadro katılıyor. Başta Genel Başkanımız İsmail Koncuk olmak üzere, Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri ve Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Türkiye Kamu-Sen Genel Mali Sekreteri ve Türk Yerel Hizmet-Sen Genel Başkanı İlhan Koyuncu, Türkiye Kamu-Sen Genel Toplu Sözleşme Sekreteri ve Türk İmar-Sen Genel Başkanı Necati Alsancak, Türkiye Kamu-Sen Genel Mevzuat Sekreteri ve Türk Enerji-Sen Genel Başkanı Mehmet Özer, Türkiye Kamu-Sen Genel Basın Sekreteri ve Türk Haber-Sen Genel Başkanı Sedat Yılmaz, Türkiye Kamu-Sen Genel Dış İlişkiler Sekreteri ve Türk Tarım Orman-Sen Genel Başkanı Ahmet Demirci, Türkiye Kamu-Sen Genel Sosyal İşler Sekreteri ve Türk Ulaşım-Sen Genel Başkanı Şerafeddin Deniz, Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Hasan Hüseyin Yılmaz, Türk Emekli-Sen Genel Başkanı Osman Özdemir, Genel Merkez Yöneticilerimiz ve Şube Başkanlarımız da şehitlerimizi anma etkinlikleri çerçevesinde Sarıkamış’a gittiler. “Türkiye Şehitleriyle Yürüyor” sloganı ile 102 yıl önce karlar altında kalarak şehit düşen 90 bin askerimiz, okunan Kuran-ı Kerim tilavetleri, Mevlid-i Şerifler, meşaleli yürüyüş, kardan heykeller, tarihi sohbetler ve Sarıkamış Şehitlerini Anma Yürüyüşünü yapılacağı bir dizi etkinlikle anılıyorlar. Genel Başkanımız İsmail Koncuk, bağlı sendikalarımızın Genel Başkanları, Genel Merkez Yöneticilerimiz ve şube başkanlarımız bugün Sarıkamış Şehitlerini Anma Yürüyüşüne katılarak şehitlerimize olan minnet duygumuzu bir kez daha dile getirdiler. 42 KONCUK: İÇİNDE VATAN SEVGİSİ OLAN HERKES SARIKAMIŞ’I GÖRMELİDİR Sarıkamış’ın Türk tarihinde ayrı bir anlamı ve önemi olduğuna vurgu yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Vatan topraklarına namert eli değmesin diye kara kışın tam ortasında düşmana değil karlara, ayaza ve soğuğa yenilen 90 bin yiğidimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz” dedi. Koncuk, “Bundan tam 102 yıl önce, şu anda üzerinde bulunduğumuz bu topraklarda, dört bir tarafı düşman tarafından kuşatılan memleketlerini kurtarmak için yokluk ve sefalet içinde cepheye gönderilen 90 bin vatan evladı karlar altında şehit düştü. Yaşadıkları zorluklar ile birlikte kar ve tipiye karşı mücadele veren Mehmetçiklerimizin bu coğrafyayı bizlere vatan yapmak için ortaya koydukları kudreti anlamak, yaşamak ve yaşattırmak için buradayız. Anadolu coğrafyasının her bir karışında bu vatan için kanını dökmüş tüm aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz. Sarıkamış Türk tarihinin ve bu coğrafyanın asla unutamayacağı hüzün dolu bir hikayedir. 90 bin askerimiz, vatanın birliği ve bütünlüğü bozulmasın, ay yıldızlı al bayrağımız daima göklerde dalgalansın, ezanımız susmasın diyerek bu kutlu yolda şehadete yürümüşlerdir. Dondurucu soğuk ve tipi altında şehit olurken dahi, ele ele, kol kola ebediyete yürüyen Mehmetçiğimizin bu acı destanı tam bir fedakarlık ve kahramanlık örneği olduğu kadar, birlik ve kardeşliğimizin de dersidir. Vatan ve millet sevgisiyle dolu olan Mehmetçikler bundan 102 yıl önce bu topraklarda vatanları için şehit düştüler. Ne acıdır ki, 102 yıl sonra bugün yine bu vatanın gencecik fidanları gözlerini bile kırpmadan, “Her şey vatan için” diyerek şehadete yürüyorlar. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Kayseri’de, Diyarbakır’da, Hakkari’de, Van’da ve ülkemizin dört bir yanında güvenlik güçlerimiz, teröre, hainlere, vatanımızın bölünmez bütünlüğüne kast edenlere karşı mücadele ediyor, savaş veriyorlar. Türk askerinin bile bile ölüme yürüdüğü Sarıkamış’tan tüm dünyaya sesleniyoruz; ‘Biliniz ki, birbiri ardına patlatılan bombalar, ateşlenen silahlar bu milletin birlik ve beraberliğini bozamayacaktır. Türkiye’nin üzerinde oynadığınız tüm kirli ve sinsi oyunlarınız yine bu millet tarafından başınıza geçirilecek ve yok olacaksınız. Sarıkamış, tıpkı Çanakkale gibi bu ülkede yaşayan, içinde birazcık vatan sevgisi olan herkesin gelip görmesi gereken kocaman bir tarihin yattığı yerdir. Özellikle öğrencilerimizin mutlaka buraları gelip görmesi ve vatan topraklarının bizlere nasıl miras bırakıldığını anlamaları bakımından bu son derece önemlidir. Türkiye Kamu-Sen olarak, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları, bu ülkenin birliği ve dirliği için gerek Sarıkamış’ta gerekse diğer bölgelerimizde şehit olan tüm vatan evlatlarımıza yüce Allah’tan bir kez daha rahmet diliyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz. Ne Mutlu Türküm Diyene” dedi. 43 44 45 Bu vatan ve bu dava bize Bilge Kağanların, Alparslanların, Sultan Kılınçarslanların, Selahaddin-i Eyyubilerin, Fatihlerin, Mustafa Kemal Atatürk’lerin emanetidir. Bizler de bu davayı, bu Devleti, bu vatanı daha güçlü, daha güvenli hale getirerek gelecek nesillere teslim etmek zorundayız. ’ Türkiye Kamu-Sen den teröre lanet 46 Allah bizimledir! Allah birlik ve beraberliğimizi daim eylesin. Bir kez daha bu toprakları vatan yapan, gelmiş geçmiş tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralı gazilerimize şifa, milletimize başsağlığı diliyorum. Kahpe teröristler bilmelidir ki, hevesleri kursaklarında kalacak. Bizi kimse ölümle sınamasın. Ülkemizde son dönemlerde peş peşe yaşanan terör olaylarını protesto eden Türkiye Kamu-Sen ailesi, Ankara Kızılay Meydanında “Teröre Hayır” dedi. Güvenpark’ta düzenlediğimiz “Teröre Hayır” mitingine binlerce vatandaşımız katılırken, Türkiye Kamu-Sen, dost düşman herkese Türk milletinin birlik ve beraberliğini kimsenin bozamayacağını, teröre teslim olmayacağımızı hep bir ağızdan bir kez daha haykırdı. Ankara Kızılay’da toplanan binler, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez, Şehidim hakkını helal et bize, Hepimiz Mehmet’iz, PKK’ya yeteriz” sloganları ile başkenti inletti. “Teröre Hayır” mitingimiz başta Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve tüm şehitlerimiz için saygı duruşu ve ardından okunan İstiklal Marşı ile başladı. Hemen ardından eller semaya tüm şehitlerimiz için kalktı. Şehitlerimiz için duayı Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi yaptı. 47 BÜYÜK BEDELLERLE BU TOPRAKLARI VATAN YAPTIK, KİMSEYE BIRAKMAYA DA NİYETİMİZ YOK! Şehitlerimizin ruhları için yapılan duanın ardından, kalabalığa hitap eden Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Acılara tutunarak insan-ı kâmil olunur; çektiğimiz acılara göstereceğimiz toplumsal sabır da bizleri millet-i kâmil yapacaktır” dedi. Koncuk, “Son günlerde, insanlıktan nasibini almamış, eli kanlı alçakların kahpece planladıkları eylemler büyük bir artış gösterdi. Neredeyse her gün, bir yerlerde bombalar patlıyor; neredeyse her gün bir ocağa ateş düşüyor; bu ateş, yurdun dört bir yanına yayılıyor. Patlayan bombalar, her hain saldırıdan sonra kaybettiğimiz canlarımız, onları uğurlama anında, ardında bıraktığı anne, baba, kardeş, eş ve evlatlarının gönüllerimizde yarattığı ıstırap milletimizi derin bir infiale sürüklüyor. Maalesef, bir acıyı yaşamadan, başka bir şehit acısıyla kavruluyor yüreklerimiz. Bu acıların tarifi yok; tahammülü imkânsız… Yüce Allah bizleri, derin acılarla sınıyor. Acılara tutunarak insan-ı kâmil olunur; çektiğimiz acılara göstereceğimiz toplumsal sabır da bizleri millet-i kâmil yapacaktır. Türk milleti, tarihin başlangıcından beri çetin bir mücadelenin içindedir. Bu mücadele mert ile namerdin, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile batılın mücadelesidir. Bu nedenle bu millet, tarih boyunca en hayâsız saldırıların, en hain tuzakların, kahpeliklerin, ihanetlerin hedefi oldu. Biz biliyoruz ki, bu milletin yolu Hak yoludur, adalet yoludur, hakikat yoludur. Türk milletini bu yoldan döndürmek isteyen, Hakkı mağlup edip, batılı, doğruyu yok edip, yanlışı hâkim kılmak için hainlerin gerçekleştirdiği saldırılar, kurdukları tuzaklar, ebediyete kadar sürüp gidecektir. Bu nedenledir ki, hain planlarıyla, namert işbirlikçileriyle, bombalarıyla, silahlarıyla bütün şer odaklar üstümüze çullanıyor; dört bir yanımız kahpe düşman kaynıyor. Bu vatan ve bu dava bize Bilge Kağanların, Alparslanların, Sultan Kılınçarslanların, Selahaddin-i Eyyubilerin, Fatihlerin, Mustafa Kemal Atatürk’lerin emanetidir. Bizler de bu davayı, bu Devleti, bu vatanı 48 daha güçlü, daha güvenli hale getirerek gelecek nesillere teslim etmek zorundayız. Allah bizimledir! Allah birlik ve beraberliğimizi daim eylesin. Bir kez daha bu toprakları vatan yapan, gelmiş geçmiş tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralı gazilerimize şifa, milletimize başsağlığı diliyorum. Kahpe teröristler bilmelidir ki, hevesleri kursaklarında kalacak. Bizi kimse ölümle sınamasın. Hainler, iç ve dış düşmanlarımız şunu iyi bellesin; her patlayan bomba, her şehidimiz, akan her şehit kanı, gözümüzden süzülen her damla yaş bizi birbirimize biraz daha yaklaştırmaktadır. Ne Mutlu Türk’üm diyene!” diyerek sözlerini noktaladı. 49 50 Prof. Dr. Hamit Hancı Adli Bilimciler Derneği Başkanı ve Adli Tıp Uzmanı TERÖRLE MÜCADELE AKADEMiSi KURULMALI Adli Bilimciler Derneği Başkanı ve Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Hamit Hancı, Türkiye’de terörle mücadelenin kalitesinin arttırılması, bilimsel yöntemlerle etkinliğinin geliştirilmesi, alanda çalışanlarla, bilimsel olarak araştırma yapanların bir araya gelerek bilgilerin paylaşılması için bir akademi kurulması gerektiğini söyledi. 51 Terörle Mücadelenin tamamen tarafsız bir şekilde ele alarak bir beyin fırtınası yapılıp, bir akademi modeli oluşturulması gerektiğinin altını çizen Hancı, “ Yaşanan iç ve dış gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde Terörle Mücadelenin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak artık bir TERÖRLE MÜCADELE KONSEPTİ oluşturmamız gerekmektedir. İç ve dış politikaların oluşturulmasında ülke menfaatlerinin korunması temel hedef olarak alınırken; bu politikaların Terörle Mücadeleyle uyum içerisinde gelişmesini sağlamak, bu kapsamda tüm kurumların işbirliği içinde çalışmasını temin etmek asli amaç olmalıdır” dedi. Böyle bir konsept için; farklı disiplinlerden bilim insanları ile farklı meslek alanlarından uzmanların bir araya getirilecekleri bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu belirten Prof. Dr. Hamit Hancı, “Bu kurulda yer alacak kişiler liyakat esasına göre belirlenmeli, liyakat sahibi olanların siyasi-dini-dünyevi farklılıkları zenginlik kabul edilerek, bu kurulda görev almalarına engel olmamalıdır. Beyin fırtınası, serbest çağrışım ve özgür düşünme yoluyla elde edilecek çıktıların, Sağduyulu bilimsel analizlerle uygulamaya geçmesi sağlanmalıdır. Kurul çalışmaları neticesinde ortaya çıkacak tespit, görüş ve diğer sonuçların, mevcut idarenin uygulamalarına ters düşmesi durumunda, idareyle uyumlu olması yönünde herhangi bir müdahale söz konusu olmamalıdır. Benzer bir bilim kurulu, EGM Uyuşturucuyla Mücadele Daire Başkanlığı TUBİM e bağlı olarak çalışmaktadır.” Adli Bilimlerden faydalanılmalı Adli bilimlerin 116 alt alanı olduğunu söyleyen Adli Bilimciler Derneği Başkanı Hancı, “Bu alanlardan terör konusunda da yararlanılabilir. Kurulun oluşumunda Teoloji , Güvenlik, Yöneylem, Jeostrateji, Ekonomi, Enerji, Hukuk,Adli Sinergoloji, Adli Jeopolitik, Sosyoloji, psikoloji, Adli Tıp ve adli bilimler gibi pek çok alandan uzmanlardan yararlanarak kurumsal bir yapı oluşturulmalıdır. Ülkemizde her türlü uzman mevcut olup, esas sorun organizasyondadır. Mevcut kurum direk Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak çalışabilir. Terör le ilgili narkoterör , siber terör, siyasal terör, algı operasyonu, fuhuş, tıbbi istihbarat, KBRN terörü, canlı bomba analizleri , terör istihbaratı gibi pek çok alanda çalışma yapılmalıdır. Akademi nin resmi görevliler ayağında, TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma, Sahil Güvenlik, Gümrük ve Muhafaza , Orman Muhafaza gibi güvenlik birimleri yanı sıra, İstihbarat , dışişleri, sağlık , diyanet, maliye birimleri de yer almalıdır. Bilimsel ayağı ise akademisyenlerden oluşmalıdır. Tıp, Fen, Mühendislik ve sosyal bilimler alanlarından bilim insanlarının, laboratuvarlar ve diğer teknik imkânlarla donatılmış bir merkezde, yapacakları özgün çalışmalar, Terörle mücadele de ülkemizin elini sağlamlaştıracaktır. Yakın süreçte kurulması düşünülen Milli DNA Bankası da bu Akademi ye bağlanabilir. Strateji Geliştirme ve Uzman Personel yetiştirme görevleri olacak akademi Y.Lisans ve Doktora eğitimleri de verebilir.” diye konuştu. Algı Araştırmaları Merkezi (ALARM) kilit öneme sahip Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı böyle bir akademinin içerisinde günümüz koşulları düşünüldüğünde algı yönetimi ile ilgili bir merkezin bulunmasının da çok önemli olduğunu belirtti. Hancı, “Akademisyen-Yazar Sefer Darıcı tarafından projelendirilen ve Adli Bilimciler Derneği bünyesinde ilk kuruluşu yapılan Algı Araştırmaları Merkezi (ALARM) toplumun terör olaylarına bakışı ve teröre karşı güç birliğinin geliştirilmesinde hayati önemi vardır. Algıları yönetmek bu anlamda geleceğin güvenli Türkiye’sinin inşa edilmesinde de fayda sağlayacaktır” dedi. 52 ‘KARA YIL’ 2016 KAMUTÜRK, 2016 yılında Türkiye gündemine damga vuran olayları ele aldı. 2016 yılı Türkiye’nin gündemi yoğun geçti. Başkanlık tartışmaları, dokunulmazlık, mülteci sorunları, bombalı terör saldırıları, siyasi tartışmalar ve en önemlisi hain 15 Temmuz darbe girişimi ülkemizde zorlu bir yılın geçmesine neden oldu. İşte 2016 yılı detayları… 53 2016 TARİHE GEÇTİ 2016 yılında Türkiye’nin en önemli olayı darbe kalkışmasıydı. Ülke, 15 Temmuz gecesi demokrasi ve hukuk yolunda alarma geçti. FETÖ terör örgütüne bağlı bir grup asker tarafından başlatılan darbe kalkışması halkın meydanlara çıkması sonucu engellendi. Bastırılan darbe girişimi sonrasında gözaltına alma, tutuklama ve görevden ihraç süreçleri başlatıldı. 20 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’nu toplamasından sonra MGK kararları açıklandı ve ülkede 3 aylığına OHAL ilan edildi. Olağanüstü hal süresinin, daha sonra 3 ay daha uzatılmasına karar verildi. OHAL döneminde Kanun Hükmünde Kararname gereği Resmi Gazete’de birçok yayının kapatılacağı yayımlandı. 3 haber ajansı, 16 televizyon, 23 radyo, 45 gazete, 15 dergi ile 29 yayınevi ve dağıtım kanalı kapatıldı. 7 Ağustos’ta İstanbul Yenikapı’da Türkiye’nin en büyük mitingi, “Demokrasi ve Şehitler Mitingi” gerçekleşti. Siyaset, spor ve sanat dünyasından birçok isim birlik, beraberlik ve bölünmezlik mesajı verdi. Türkiye terör olayları ile sarsıldı… 2016 yılında tüm dünyayı saran terör olaylarının kendini en fazla hissettirdiği ülkelerin başında Türkiye vardı. Büyük çaplı terör olaylarının ilki, eski İstanbul’un gözbebeği olan Sultan Ahmet meydanında yaşandı. SULTAN AHMET’TE PATLAMA Türkiye’nin tarihi yerleri arasında ilk sıralarda olan ve her yıl birçok turistin uğramadan geçmediği Sultan Ahmet Meydanı’nda 12 Ocak‘ta yaşanan patlama sonucu 13 kişi hayatını kaybetti. Toplamda 27 bin 654 habere konu olan patlama, yazılı basında 3 bin 330, görsel medyada 768, internet medyasında ise 23 bin 556 haberle yer aldı. 54 HAVALİMANINA SALDIRI 28 Haziran’da hedefte bir kez daha İstanbul vardı. Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen silahlı ve bombalı intihar saldırısı sonucu 45 kişi hayatını kaybederken 236 kişi de yaralandı. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inde bir günlük ulusal yas ilan edilirken, Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov bayraklar yarıya indirildi. ANKARA’YA 2 AYRI SALDIRI GAZİANTEP’TE HAİN SALDIRI 17 Şubat ve 17 Mart’ta Başkent Ankara’da bir ay 20 Ağustos’ta bu kez Gaziantep kent merkezinde bir arayla iki patlama meydana geldi. Ankara’nın merkezi Kızılay’da yaşanan bombalı saldırıda çok sayıda insan düğünde patlama meydana geldi. Terör saldırısında 50 kişi yaşamını yitirirken, 4 kişi yaralandı. hayatını kaybetti. HAİNLER HAKKARİ’DE KARAKOLA SALDIRDI KANLI TERÖR İSTİKLAL CADDESİNİ VURDU 9 Ekim tarihinde Hakkâri’de karakola bomba yüklü 19 Mart tarihinde devam eden terör saldırıları, bu kez araçla saldırı düzenlendi. İstanbul’un merkezi İstiklal Caddesi’nde canlı bom- Hakkari’nin Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri arasındaki bayla gerçekleşti. Patlamada 5 kişi yaşamını yitirirken, karayolunda askeri birlik önündeki Durak Jandarma 20 kişi de yaralandı. Kontrol Noktası’na ‘canlı bomba’ PKK’lı teröristin 55 bomba yüklü kamyonetle düzenlediği saldırıda 10’u KAYSERİ’DE İÇİMİZ YANDI asker 18 kişi şehit oldu. 5 ton bomba yüklü kamyo- 17 Aralık’ta Kayseri Komando Tugay Komutanlığı’n- netle, kontrol noktasında bekleyen araçların arasına dan izne çıkan er ve erbaşları taşıyan araç bombalı ‘intihar dalışı’ şeklinde gerçekleşen saldırıda, 11’i as- saldırıya uğradı. Saldırıda 15 asker şehit olurken, 53 ker 27 kişi de yaralandı. asker yaralandı. İSTANBUL’DA ÇEVİK KUVVET OTOBÜSÜNE Başbakan Davutoğlu’nun istifasından SALDIRI görevi Binali Yıldırım devraldı 10 Aralık’ta terör yüzünü yeniden İstanbul’a çevirdi. Nisan ayında Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı ile Beşiktaş’ta bulunan Vodafone Arena stadı yakınlarında görüşmelerini tamamladıktan sonra görevinden istifa maç çıkışı yaşanan iki ayrı bombalı saldırıda 36’sı polis etti. Mayıs’ta AKP Kongresi’nde Binali Yıldırım genel 8’i sivil 44 vatan evladı şehit oldu. Saldırının ardından bir günlük milli yas ilan edildi. başkan seçildi ve hükümeti kurmakla görevlendirildi. 56 Fırat Kalkanı Harekâtı öldürüldü. Türkiye-Rusya ilişkisinde önemli adımlar- Türk ordusu, 24 Ağustos tarihinde Suriye’nin Halep dan olan Rusya’dan Türkiye’ye aktarılacak olan Türk Kenti’ne bağlı Cerablus’u terör örgütlerinden temiz- Akım Gaz Boru Hattı projesi imzalandı. lemek amacıyla askeri harekât başlattı. Harekata ‘’Fırat Kalkanı’’ adı verildi. Turizmde kötü dönem Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısı iç güvenlik Türkiye - Rusya İlişkisi… endişeleri ve Rus ziyaretçi sayısında yaşanan drama- 2016 yılında Türkiye ve Rusya ilişkileri inişli çıkışlı gra- tik düşüşün etkisiyle turizm sezonunun açıldığı Mayıs fikler çizdi. İki ülke arasındaki buzlar tam erimişken, ayında yüzde 34.7 azalarak 1994 yılından bu yana en 19 Aralık tarihinde Rusya’nın Büyükelçisi Andrey Kar- büyük düşüşü kaydetti. lov’a yapılan suikast gündeme bomba gibi düştü. Karlov, Ankara’da katıldığı bir sergide yaptığı bir konuşma esnasında silahlı saldırı sonucu hayatını kaybederken, saldırgan ise polisin düzenlediği operasyon sırasında 57 Siyaset, iş, bilim, spor ve sanat dünyasında art arda kayıplar yaşandı… Toprak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Halis Toprak 3 Ocak’ta hayatını kaybetti. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç da yine Ocak ayında aramızdan ayrılanlardan oldu. Şubat ayında, Arıkanlı Holding’in sahibi işadamı İbrahim Arıkan hayata veda etti. Kale Grubu kurucusu İbrahim Bodur da hayatını kaybetti. 2016 yılı Nisan ayında, Müzisyen Atilla Özdemiroğlu, 73 yaşında yaşamını yitirdi. 2016’da hayatını kaybeden diğer ünlüler: - Sanatçı Oya Aydoğan - Eski efsane boksör Muhammed Ali - Gazeteci Hakkı Devrim - İlahiyat Profesörü Yaşar Nuri Öztürk - Sanatçı Tanju Gürsu - Tiyatro oyuncusu Nezih Tuncay - Müzisyen, gitarist Asım Can Gündüz - Ünlü tarihçi Halil İnalcık - Eski milli futbolcu Turgay Şeren - Sanatçı Hüseyin Altın - Türk edebiyatının usta ismi Vedat Türkali - Ses sanatçısı Naşide Göktürk - Yeşilçam’ın jön oyuncusu Tarık Akan - Maliye Eski Bakanı Kemal Unakıtan - Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Sendikası eski Başkanı Nail Güreli - Sanatçı Gönül Ülkü Özcan - Gazeteci ve yazar Mete Akyol - Siyasetçi Korkut Özal - Meclis eski Başkanı İsmet Sezgin 58 iPSiZ RECEP Recep Reis savaş sonrası İstiklal Madalyası’na hak kazananlardan biriydi. Efradı ile birlikte Ankara’ya gelmiş ve bando ile karşılanmıştı. Ankara’da bir hafta kalmışlar ve Atatürk’ün iltifatlarına mazhar olmuşlardı. Atatürk: “Recep Reis bir daha harp olursa ne kadar kuvvetle gelirsin?” dediğinde şu cevabı vermişti: “Adamlarım dağıldı artık. Yanımda bir yeğenim var. Ne zaman emredersen atımı ve silahımı alır gelirim.” 59 İpsiz Recep' in annesi Cemile, babası Hüseyin'dir. Emiroğulları’ndan olan İpsiz Recep genç yaşında çalışmak için İstanbul'a gider. Yelkenli teknesiyle Boğaziçi'nde çalışmaya başlar. Cesareti, gözü pekliği ve ataklığı sayesinde "İpsiz" lakabını alır. İstiklal Harbi başlayınca Recep 15 arkadaşıyla birlikte İstanbul’dan ayrılıp Kefken Adası’na gelir. Arkadaşları ile birlikte dinlendikleri bir zamanda yabancı bandıralı bir geminin kendilerine doğru geldiğini fark eder. İyice yaklaştığı zaman geminin Fransız olduğu anlaşılır. 15 arkadaşı ile birlikte gemiyi çevirip teslim alırlar. Gemiyi Sakarya Nehrine kadar getirip zamanın Karasu Bucak müdürüne teslim ederler. Geminin arpa yüklü olduğu görülür. Bu hareketinden sonra İpsiz Recep Karasu’da karargâh kurup Ankara ile irtibat sağlar. Ankara Hükümeti kendisine Milis Kuvvetleri Komutanlığı olarak Yüzbaşı rütbesi verir. Bundan sonra İpsiz Recep etrafında 1800–2000 kişi kadar genç toplar. İpsiz Recep'in Savunduğu Yerler Bu gençlerin katılması ile İpsiz Recep Karasu ve civarının savunmasını ele alır. İpsiz Recep dürüstlüğü ve mertliği sayesinde, etrafın takdirini toplayıp sözü geçen kişi durumuna gelmiş, halk kendisine "EMİCE" unvanı vermiştir. İpsiz Recep’in bu durumunu tespit eden Ankara emrine üç İstihbarat subayı vererek harp hali ve şekli üzerinde nasıl hareket edeceğine dair emirler göndermiştir. İpsiz Recep aldığı emir gereğince Karasu’ya saldırmak üzere hazırlık yapan Yunan ordusuna karşı taarruza geçerek Yunan kuvvetlerini püskürtmüş, bozguna uğrayan düşmanı takip ederek Geyve Boğazı, Bilecik, Eskişehir Milis kuvvetlerine katılarak püskürtmede başarı sağlamıştır. İstiklal Savaşı’nda gösterdiği başarıdan dolayı kendisine İstiklal Madalyası verilmiştir. İstiklal savaşında iç ve dış düşmanlara karşı milli duygularla dolu olarak saldıran bu konuda anlayış gösterenlerin yardımlarından yararlanan İpsiz Recep ve mahiyetindekiler amansız bir mücadele ile Yunan kuvvetlerinin herhangi bir şekilde zarar vermelerine meydan vermemişlerdir. Düşman denizden bombalarla dağları dövmüşse de çıkarma yapma imkanı bulamamıştır. Karasu’da ilerleyemediği gibi çekilip bilinmeyen yönlere doğru gitmek zorunda kalmıştır. İstiklal savaşında her türlü zorluğa karşı mücadelesini sürdürüp milli duygularının sesine uyarak fedakârlıktan çekinmeden başarı gösteren İpsiz Recep, 1928 yılında Adapazarı’nın Karasu ilçesi Yenimahalle’deki evinde ölmüş ve vasiyeti üzerine şehir mezarlığına defnedilmiştir. Recep Reis ve Mustafa Kemal Recep Reis savaş sonrası İstiklal Madalyası’na hak kazananlardan biriydi. Efradı ile birlikte Ankara’ya gelmiş ve bando ile karşılanmıştı. Ankara’da bir hafta kalmışlar ve Atatürk’ün iltifatlarına mazhar olmuşlardı. Atatürk: “Recep Reis bir daha harp olursa ne kadar kuvvetle gelirsin?” dediğinde şu cevabı vermişti: “Adamlarım dağıldı artık. Yanımda bir yeğenim var. Ne zaman emredersen atımı ve silahımı alır gelirim.” Atatürk Recep Reis’e 250 lira maaş bağlamıştı. Paradan başka her şeye önem veren Recep Reis, maaşını da Tayyare Cemiyeti’ne bağışlayacaktı. Kendisine verilen arazinin altı dönümünü bırakıp gerisini de etrafındakilere dağıtacaktı. Artık tek dostu topraktı. Silahını duvara asmış, toprağını bekliyordu. 35 numaralı ahşap evinde yanında sadece eşi Nadire vardı. 1928 yılı geldiğinde son aylarını yaşıyordu. Son gündoğumunu karşıladığında ihtimaldir ki yeniden doğuyordu. 60 ALİ ŞAMİL… Ali Şamil, 110 cm boyunda saray görevlisiydi. Ancak Kurtuluş Savaşı başladığında kuştüyü yatağını bırakıp Mustafa Kemal’in askerlerine katıldı. 61 GÖREVİ SULTANI EĞLENDİRMEKTİ Kurtuluş Savaşı’na katılan her kahramanının kendine özgü bir hikâyesi vardır. Ancak Ali Şamil Güler‘in öyküsü, kuşkusuz en ilginçlerinden biridir. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yılları. Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa, Doğu Cephesi’ni teftişe gittiğinde, sadece 110 cm boyu olan Ahlatlı bir genç ile tanıştırılır. Ali Şamil İstanbul’daki sarayda Enver Paşa ile eşi Naciye Sultan’ın emrine verilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda işler tersine gidince, Enver Paşa alelacele İstanbul’dan ayrılır. Bunun üzerine Ali Şamil, bu kez Padişah Vahdettin’in kızı Ulviye Sultan’ın sarayına alınır. Ali Şamil burada kırmızı sırmalı elbisesi ve heybetli, ipekli sarığı ile ortalıkta dolaşmakta Sultan’a hizmet etmektedir. Ali Şamil hazırcevap ve nüktedanlığıyla kısa zamanda herkese kendisini sevdirmiştir. Ancak bütün şakacılığına rağmen Ali Şamil, kısa boyuna bakarak onunla alay etmeye kalkanları, birkaç dakika içinde ağızlarını açtıklarına pişman edecek bir yapıya da sahiptir. Ulviye Sultan’ın eşi, Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’nın oğlu olan İsmail Hakkı Bey, Ali Şamil’i çok sevmektedir. Kurmay yüzbaşı olan İsmail Hakkı Bey ile Ali Şamil arasındaki iddialı tavla partileri meşhurdur. Ali Şamil’in saray günleri heyecanlı tavla partileriyle geçerken, Anadolu’da Milli Mücadele hareketi başlar. Bütün vatanseverler, İstiklal Savaşı’na katılmak için hazırlıklara başlar. zarı’na ulaşırlar. Bu ikilinin yolculuk haberi, Mustafa Kemal’e kadar gelir. Başkomutan, Ankara’ya getirilmelerini ister. İkili Ankara’ya vardıkları günün akşamı Kurmay Yüzbaşı Çopur Neşet’in evinde Mustafa Kemal’le karşılaşır. O gece, Ali Şamil için hayatının en unutulmaz gecesidir. Mustafa Kemal misafirleriyle sohbet ederken, Ali Şamil‘le oradaydı. “YA BENİ DE GÖTÜRÜRSÜN YA DA…’’ Padişahın damadı olan İsmail Hakkı Bey de Balkan ve 1. Dünya Savaşlarına iştirak etmiş mert bir subaydır. Eşi Ulviye Sultan’la bir geçimsizliği bahane ederek Anadolu’ya geçmek için gizlice hazırlık yapar. Bu işi herkesten sakladığı halde, Ali Şamil’den gizleyemez. Ali Şamil’in küçücük göğsünde kocaman bir aslan kalbi çarpıyordu. O da bu kutsal savaşa katılmak için can atıyordu. İsmail Hakkı Bey kendisini yanında götürmek istemeyince Ali Şamil müthiş bir tehdit savurur: “Ya beni de götürürsün, ya da her şeyi Sultan’a anlatırım.” Böylelikle Damat İsmail Hakkı Bey ve Şamil, sarayın kuş tüyü yataklarını bırakarak üç yıl sürecek meşakkatli bir çadır hayatına doğru ilk adımlarını attılar. Sadrazam Tevfik Paşa’nın başyaveri Albay Hüseyin Hüsnü de kendilerine katılmıştı. Sahte hüviyet ve köylü elbiseleriyle İngilizlerin kontrolünü aşarlar ve Adapa- AKİBETİ HAKKINDA NET BİLGİLER YOK İsmail Hakkı Bey, Kurtuluş Savaşı için kendisine verilen büro işini reddedip cepheye koşunca, Ali Şamil’e de büyük işler düşer. Kendisine bir er elbisesi bulur; bunu boyuna göre yaptırıp, büyük de bir kalpak edinir. Artık hayatı, atlı araba üzerinde, eşyalar arasında cepheden cepheye düşman peşinde dolaşmakla geçer. Saray hayatının konforlu yaşamını terk edip, Kurtuluş Savaşı’nın meşakkatli mücadelesine girişen bu “Aslan yürekli cüce”, yaşamının daha sonraki yıllarını kışın Ankara, yazın ise İzmir’de geçirdi. İki kez evlenip boşandı. 1973 yılında 75 yaşında ve sağlıklı olduğunu bildiğimiz Ali Şamil’in daha sonraki yılları ve ölümüne ilişkin elimizde maalesef herhangi bir bilgi yok. 62 Müminlerin kıblegâhı Kâbe ve etrafındaki Mescidü'l-Haram'ın projesini hazırlayan ve bir ahşap bina olmaktan kurtaran da Osmanlı mimarı ünlü usta Mimar Sinan'dır. KÂBE’Yİ EN SON YAPTIRAN OSMANLI Yusuf Ziya Erarslan Gazeteci-Yazar Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerime göre Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından yapılan ve daha sonra defalarca zarar gören Müslümanların kıblegâhı Kâbe, bugünkü son hali itibariyle Türkler (Osmanlı) tarafından inşa edildi. İftiharla söylüyoruz ki, şu andaki Kâbe-i Muazzama binası atalarımızın eseridir. Kâbe’nin olduğu gibi, onun etrafındaki Mescidü'l-Haram'ın projesini hazırlayan ve bir ahşap bina olmaktan kurtaran da Osmanlı mimarı ünlü usta Mimar Sinan'dır. 63 KURAN-I KERİM’DE KÂBE İLE ALAKALI AYET-İ KERİMELER -(ALİ İMRAN-96) Muhakkak ki mübarek ve âlemlere bir hidayet olarak insanlar için kurulan ilk ev (ilk ma'bed), elbette Mekke’deki (Kâbe’dir.) -(ÂLİ İMRÂN-97) Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç) -(HAC-26) Bir zamanlar Kâbe´nin yerini İbrahim´e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et. -(MAİDE 97) Allah, Kâbe'yi, o Beyti haram'ı, haram ayı, kurbanı ve (kurbanlardaki) gerdanlıkları insanlar için bir nizam kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini ve Allah'ın herşeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir. -(BAKARA 125) Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” -(BAKARA 127) Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı. için Mekke’ye geldiği sırada, “Kâbe’nin yerini aradığından” söz ediliyor. İnanışa göre Kâbe çok önceleri de vardı. Fakat Nuh Tufanı sırasında yıkılarak kayboldu. İşte Hz. İbrahim de Kâbe’nin özgün yerini bulmak ve onu yeniden inşa etmekle görevlendirilmişti. NUH TUFANINDA YIKILDI, HZ. İBRAHİM TEKRAR YAPTI Dünyada yaşayan ve çeşitli dinlere mensup insanların farklı farklı ibadet şekilleri vardır. Her inanç sahibi, kendi dininin gerektirdiği şekilde her gün ibadetini sürdürür. Kâbe, Müslümanların ibadetinde çok önemli bir yer tutar. Her gün dünya üzerinde yaşayan milyonlarca Müslüman, nerede olurlarsa olsunlar, Kâbe’nin bulunduğu yönü hedef alıp, o yöne doğru namaz kılarlar. Birçok kaynağın bildirdiğine göre, Kâbe’nin bu günkü duruma gelişi, Hz. İbrahim’in zamanına dek uzanır. İslam metinlerinde Allah’ın Hz. İbrahim’i Kâbe’yi inşa etmekle görevlendirerek Mekke’ye gönderdiği yazılıdır. Bununla birlikte, Kâbe’nin Hz. İbrahim’den çok çok daha eski dönemlere uzanan bir geçmişi olduğu da söyleniyor. Çünkü Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa etmek MİR’ATÜL HARAMEYN KİTABINA GÖRE KÂBE’NİN İNŞAASI Mesela Eyyub Sabri Paşa'nın ‘’Mir'atü'l-Haremeyn’’ isimli eserinde şu bilgilere yer veriliyor: ‘’Kâbe’nin yapılış tarihi hususunda iki temel görüş vardır. Bir görüşe göre Kâbe 10 sefer yapılmış ve yıkılmıştır. ll. sefer ise Osmanlı döneminde yapılmış ve bir daha yıkılmamıştır. Ancak zaman zaman kısmi tamirat geçirmiştir. Bu görüşe göre Kabe ilk sefer Melekler, 2. sefer Adem (a.s.), 3. sefer Şit (a.s.), 4. sefer İbrahim (a.s.) 5. sefer Amalika, 6. sefer Curhumiler, 7. sefer Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay b.Kilab, 8.sefer Kureyş Kabilesi, 9. sefer Abdullah b. Zübeyr, 10. sefer Haccac b. Yusufes-Sakafi tarafından inşa edilmiştir. Böylece Kâbe Osmanlı'dan önce 10 sefer yeniden inşa edilmiştir. İşte bu görüşe göre Kâbe 11. sefer Osmanlı tarafından yapılmış ve bir daha yıkılmamıştır. İSLAMDAN ÖNCE KÂBE Ka'b: sözlük anlamı itibariyle genelde dört köşeli yapı demektir. Kâbe de Ka'b kökünden olup dört köşeli olması hasebiyle bu ismi almıştır. İlmi istilahta ise Kâbe: Bazı rivayetlere göre Melekler veya Adem (a.s.) tarafından temeli atılan ve daha sonra Hz. İbrahim (a.s.) tarafından inşa edildiği kesin olan Mekke vadisinin ortasında etrafı Harem'le çevrili meşhur ve malum olan Beytullah'tır (Allah'ın evi).Kâbe’nin birçok isimleri vardır. Bunların da en meşhur olanları şunlardır: 1- Kâbe, 2- Bekke, 3- Beytullah, 4- Beytü'l-Atik, 5Hatime, 6- Basse, 7- Beytü'l Haram, 8- Kadis, 9- Nazır, 10- Karye-i Kadimeı. Konumuzun özelliği nedeniyle bu isimleri ayrı ayrı ele alıp bunların konuluş sebepleri ve ne anlama geldikleri hususu üzerinde duramıyoruz. Kâbe’nin inşa tarihine gelince, bu hususta değişik rivayetler söz konusudur. Ancak konumuz daha ziyade Osmanlı dönemi olması nedeniyle elden geldiği kadar Kâbe’nin İslam ve Osmanlı öncesi inşa tarihini kısa tutmaya çalışacağız. Onun için öncelikle İslam'dan önce Kâbe’nin kaç kez inşa edilip ve yıkıldığını tespite çalışmak istiyoruz. 64 DİĞER BİR GÖRÜŞ… Din İşleri Yüksek Kurulu eski Üyesi Dr. Sadık Eraslan’ın, ‘’Osmanlıların Haremeyn-i Şerifeyn Hizmetleri’’ başlıklı çalışmasında ise Kâbe’nin inşasına ilişkin şu görüşlere yer veriyor: ‘’Kâbe’nin 7 sefer yeniden inşa edildiği görüşüne göre ise 1. sefer Melekler, 2. sefer Hz. İbrahim (a.s.), 3. sefer Amalika, 4. sefer Curhümiler, 5. sefer Kureyş kabilesi, 6. sefer Abdullah b.Zübeyr, 7. sefer Haccac b. Yusufes-Sakafi tarafından yıkılıp yeniden yapılmıştır. Bu görüşe göre Kâbe’nin Osmanlı tarafından yapılışı 8. sefer olmuş olur. Kâbe’nin ilk yapılışı ve daha sonra kimler tarafından yeniden inşa edildiği ile ilgili bunlar ve bunlara benzer daha başka görüşler de vardır. Ancak yaptığımız araştırma sonucunda elde edebildiğimiz bilgilere göre Hz. İbrahim'den evveline ait tarihi bilgiler bizim için ilmi açıdan delil olarak geçerli değildir. Zira birçok kaynakta yer almakla beraber çoğu israiliyyat kabilinden olan bu bilgiler kuvvetli bir delile dayanmamaktadır. Ancak şu var ki, aynı bilgiler mesela İbn Kesir gibi ilim adamlarına göre, inkâr ve red de edilmez. Zira kendisi de Kâbe’nin ilk defa Hz. İbrahim tarafından yapıldığını, fakat bunun Adem (a.s.)'den beri bilinen bir saha üzerinde inşa edildiğini savunmaktadır. Bu nedenle Hz. İbrahim'den evvelki bilgiler İsrailiyat kabul edilip delil olarak kabul edilmemekle birlikte, birçok önemli ilmi kaynakta yer aldığı içinbilgi babından okuyucunun takdirine sunulmuştur. Kâbe’nin banisinin Hz. İbrahim ve oğlu İsmail olduğu Kur'an-ı Kerim ile sabit olduğundanbiz de bunu esas aldık. Buna göre Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yapılan Kâbe binası sadece dokuz zira yüksekliğinde, üstü açık ve kapısı da yerden olan çok sade bir yapı idi. 65 li itibariyle en, boy ve yükseklik bakımından bugünkü Kâbe’den farklı idi. Özellikle uzunluk bakımından Kâbe, şimdiki Hatim duvarını içine alacak şekilde büyüktü. Kureşliler Kâbe’yi yıkıp yeniden yapmak isteyince, eski şekli üzerinde tamamlayamadılar. Bu sefer Kâbe’nin boyunu Hatem tarafından altı arşın bir karış kadar kısaltıp artan malzemeyi geride bıraktıkları temel üzerinde yarım ay biçiminde bir duvar yaptılar. İşte yarım ay gibi çevrilen bu mekâna Hatim denir. Nitekim İslam'ın gelişine kadar Kâbe’nin yapısı bu şekilde kaldı. HZ. İBRAHİM KÂBE’Yİ ‘TAVANSIZ’ YAPTI Hz. İbrahim tarafından çok sade bir şekilde yapılan bu bina onun devri boyunca hep tavansız kalmıştır. Bu da, Hz. İbrahim (a.s.)'ın, Allah (c.c.)'a sonsuz itaat ve tevazuundan dolayı tevhid akidesinin sembolü olarak israfa girmek istemeyişinden ileri gelmektedir. Zira bu asırda her tarafta insanlar taptıkları putları için Mısır ehramları gibi çok görkemli yapılar tesis etmekteydiler. Hz. İbrahim (a.s.) inanç ve itikat itibariyle olduğu gibi, ibadet etmekte olduğu mekân ve kullandığı sembol itibariyle de müşriklere en ufak bir şekilde benzemek istememişti. Hz. İbrahim (a.s.)'den sonra yukarıda belirtildiği şekilde Kâbe, değişik zamanlarda ve değişik kimseler tarafından yıkılıp yeniden yaptırılmış ve nihayet Hz. Peygamber 35 yaşlarında iken Kureyş kabilesi tarafından yeniden inşa edilme lüzumu ortaya çıkmıştır. İşte Kâbe’nin bu seferki inşası, İslam tarihi açısından bazı önemli özellikler içermektedir. Bu özelliklerden biri, Hz. Peygamber'in Haceru'l-Esved'i duvardaki yerine yerleştirme konusunda yaptığı meşhur hakemlik olayıdır ki, bununla hemen o anda çıkmak üzere olan bir savaşı ve fitneyi önlemiştir. İkinci özellik ise, o zamana kadar daima Hz. İbrahim'in attığı temel üzerinde inşa edilen Kâbe binasında maddi imkânsızlıklar nedeniyle değişiklik yapılmasıdır. Şimdi önemine binen kısaca da olsa bu husus üzerinde duralım. Şöyle ki: Kâbe binası, İslam'dan önceki şek- BUGÜNKÜ KÂBE BİNASINI OSMANLI YAPTI, MİMARI İSE MİMAR SİNAN Emeviler döneminde iktidar uğuruna bütün Müslümanların kıblegahı olan Kâbe-i Muazzama mancınıklarla yıkılıp yakıldı. Emevi Halifesi Muaviye’ ölünce zalim ve gaddar oğlu Yezid halifeliğini ilan etti. Resulullah’ın (sav) torunu Hz. Hüseyin’in de katili olan Yezid, Mekke’ye saldırdı. Mancınıklarla şehri yerle bir eden gözü iktidar hırsı bürümüş bu cani, Kâbe’yi yıktı. Ve 600 yıllık varlığı ile ‘Türk-İslam dünyasının sigortası’ Osmanlı İmparatorluğu bugünkü haliyle onardı. İftiharla söylüyoruz ki, şu andaki Kâbe-i Muazzama binası atalarımızın eseridir. Kâbe’nin olduğu gibi, onun etrafındaki Mescidü'l-Haram'ın projesini hazırlayan ve bir ahşap bina olmaktan kurtaran da Osmanlı mimarı ünlü usta Mimar Sinan'dır. SULTAN SELİM’DEN MISIR BEYLERBEYİNE KÂBE TALİMATI Ceddimiz Haremeyn-i Şerifeyn, yani Mekke-Medine'ye sayısız hizmetler getirmiştir. İşte bunlardan biri Osmanlı Sultanı 2. Selim’in 18 Eylül 1573 tarihinde Kâbe-i Muazzama’nın ve suyollarının tamiri için gereken çalışmanın yapılması talimatı ve gönderilen paranın belgesi bulunuyor. Mısır beylerbeyi ve defterdarına gönderilen talimatnamede özetle şu ifadeler yer alıyor: ‘’Mısır beylerbeyisine ve defterdarına hüküm ki: Harem-i Şerîf'in otuz iki kubbesine on dört bin sikke altın sarf edildi. Kalan altı yüz altmış sekiz kubbeye üç yüz otuz altı bin altın daha sarf edilecektir. Ayrıca suyolunun tamiri de gerekmektedir. Hacıların bu sene su ihtiyaçlarını karşılamak üzere suyollarının ve kubbelerin tamiri için lüzumlu malzemenin temini hususunda gereken parayı bir an önce tedarik edip gönderesin. Asla ihmalkârlık göstermeyesin.’’ 66 İlk adı “Ahd-ı Milli Beyannamesi” olan Türk devletinin ve Türk Milletinin ‘milli yemini… MİSAK-I MİLLİ NEDİR? Misak-ı Milli (Milli Yemin), Türklerin Kurtuluş Savaşının siyasi manifestosu olan altı maddelik bir bildiri adıdır. İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi tarafından bu bildiri 28 Ocak 1920 yılında oybirliği ile kabul edilmiştir ve kabul edildikten sonraki 17 Şubat’ta kamuoyuna açıklanmıştır. Bildiri, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdirecek olan barış antlaşmasından Türkiye’nin kabul ettiği askeri şartları içerir. Bildiri Mebusan Meclisi’nde ‘’Ahd-ı Milli Beyannamesi” adıyla kabul edilmiş, daha sonradan “Misak-ı Milli” olarak adlandırılmıştır. Her iki deyimle ‘’Ulusal Yemin’’ anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları, tabi bazı ayrıntılar hariç, Misak-ı Milli ilkeleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. Misak-ı Milli’ de Alınan Kararlar Erzurum ve Sivas civarlarında oluşan kongrelerinde saptanıp ve ardından olgunlaştırılan ilkeler doğrultusunda son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından gizli oturumda oy birliği ile 28 Ocak 1920 tarihinde alınan ve Türkiye’ nin kabul edebileceği barış koşullarını açıklayan 6 maddelik bildiridir. Mısak-ı Milli temelinde Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık savaşlarının bir programı niteliğindedir. 67 ATATÜRK’ÜN MİSAK-I MİLLİ TARİFİ Atatürk, ilk defa 1 Mayıs 1920’deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklamasında olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dahil ederek Misak-ı Milli sınırlarını tanımladı: “Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya’dan, Halep ile Katma istasyonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor’a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi içine alır.” Hatay -İskenderun sancağı 1921’de Fransız mandasına bırakılmış, ama karşılığında Adana, Maraş, Antep, Urfa alınmıştı. Ama bu demek değildi ki tamamen terk edildi. O günden başlayan mücadele gerek yeraltı, gerek diplomasi ile Misakı Milliye dahil olması nedeniyle 1939 da resmen Türkiye ye katıldı. Kıbrıs’a 1974’de Barış Harekatı gerçekleştirildi. Yavru’da dense bağımsız bir KKTC kuruldu. di istekleri doğrultusunda anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum’da gerekirse tekrardan bir halk oylaması yapılabilecektir. • Batı Trakya’nın hukuki durumu da, halkın kendi özgürlüğü içinde verecekleri oylarla saptanacaktır. • İstanbul ve Marmara Denizinin her türlü güvenliği, tehlikeden uzak tutulması, Boğazların ise ticaret gemilerine açılması ilgili devletler aralarındaki anlaşma ile sağlanmalıdır. • Misak-ı Milli kararları doğrultusunda belirlenen ilkeler çerçevesinde azınlıkların hukuki hakları, komşu ülkelerde yer alan Müslümanlarında aynı haklardan yararlanması koşuluyla azınlıklar güvence altında alınacaktır. • Türkiye’nin siyasal, adli ve mali olarak tam bağımsızlığı kabul edilecektir ; bu konularda hiç bir kayıt ve kısıtlama getirilmeyecektir. 6 Maddeden Oluşan Misak-ı Milli Kararları Özetle Şunlardır: • Arap kökenli halkın oturduğu aynı zaman da Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte yabancı devletlerin işgal ettikleri bölgelerin gelecekleri, halkın serbest ve kendi oyuyla belirlenecektir. Mütareke sınırları içerisinde Osmanlı - İslam çoğunluğunun çoğunluk olarak yerleşmiş bulunduğu kısımların tümü, gerçekte ya da hükmen hiç bir neden ile birbirinden ayrılmayacak bir bütündürler. • İlk serbest bırakıldıkları anda tekrardan ken- Misak-ı Milli’nin Önemi • Milli sınırların ne anlama geldiği açıkça ifade edilmiştir. • Siyasî, askeri ve ekonomik isteklerle tam bağımsızlık istendiği açıkça vurgulanmıştır. • Milli egemenlik hariç, Sivas ve Erzurum Kongrelerinde alınan kararlar ve M. Kemal’in fikirleri Osmanlı Parlamentosunca da kabul edilmiştir. • Alınan kararlar TBMM tarafından uygulanmıştır. • Milli Mücadele’nin siyasî programı belirlenmiştir. 68 94 TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ YAŞINDA Mübadele (değiş-tokuş) anlaşmasına göre, 400 bin Müslüman-Türk Yunanistan’dan Türkiye’ye, 1.5 milyona yakın Rum ise Türkiye’den Yunanistan’a gitmek zorunda kaldı Hazırlayan: Yusuf Ziya ERARSLAN /Gazeteci-Yazar (Fotoğraflar: Tamer Uysal arşivi) 69 Yüzyılın ilk çeyreği biterken (1924); Ege Denizi’nin iki yanında oturan yüz binlerce insan, karşılıklı yurt değiştirdi. Vapurlar ya da trenler mi yol alıyor yoksa evler mi, bilemediler. 1912’de Balkan Savaşı ile başlayan göç dalgası binlerce Müslümanı Anadolu’ya savurmuştu. Ardından I. Dünya Savaşı patlak verdi. Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında, bu göç dalgası daha da büyüdü. 1924’de Lozan’da imzalanan “Nüfus Mübadelesi (değişimi) Sözleşmesi” ile büyük bir nüfus değişimi yaşandı. Selanik’ten Kavala’dan Girit’ten, Kesriye’den, Kozana’dan yaklaşık 400 bin Müslüman geldi. Anadolu’da yaşayan 1 milyon 300 bin Ortadoks Rum, Yunanistan’a göç etti. Orada yeni yurtlarını, yeni evlerini kurmaları kolay olmadı. Yıllarca çadırlarda ve barakalarda, büyük acı ve kayıplarla yaşadılar. Yolda ve yeni yurtlarında pek çoğu hastalandı ve öldü. Herkes doğduğu evi, diktiği ağacı ve komşularını özledi. 70 HEM TÜRKLER İÇİN HEM RUMLAR BÜYÜK ACILAR YAŞADI Türk tarihinde mübadele Kurtuluş Savaşı’nın ardından, 30 Ocak 1923’te Lozan’da imzalanan Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol gereği Türkiye’deki Rumlarla Yunanistan’daki Müslümanların büyük bölümünün karşılıklı olarak yer değiştirmesi. 30 Ocak 1923’te Türk ve Yunan makamları tarafından imzalanan antlaşmaya göre, Batı Trakya’da yaşayan Türkler ve İstanbul’da yaşayan Rumlar dışında, Türkiye ve Yunanistan’daki tüm Rum ve Türk nüfusun yer değiştirmesi kararlaştırılmıştı. Daha sonra Lozan Barış Antlaşması’yla Gökçeada ve Bozcaada’daki Rumlar mübadele dışı tutuldu. Antlaşmanın uygulanabilmesi için iki ülkeden dörder üye ve Milletler Cemiyeti Kurulu’nun belirlediği üç üyeden oluşan bir karma komisyon, Ekim 1923’te çalışmalarına başladı. Antlaşma, mübadele edilen halkın bir daha geri dönemeyeceğini, taşınır mallarını yanlarında götürebileceklerini, taşınmazlarını ise karma komisyon gözetiminde altın değerine göre tasfiye edebileceklerini karara bağlıyordu. Ahalinin değiştirilmeye başlanmasıyla birlikte sorunlar su yüzüne çıktı. En önemli sorun da, İstanbul’da yaşayan Rumların (mübadeleye tabi tutulmayan Rumlar) belirlenmesi konusuydu. Yunan makamları, İstanbul’da oturan bütün Rumların, doğum yeri ve İstanbul’a yerleştikleri tarihe bakılmaksızın “etabli (oturmakta olan)” sayılması, dolayısıyla mübadele dışı bırakılması konusunda ısrar ediyordu. Türk tarafı ise, bu konuda belirleyicinin, Türk yasaları olması gerektiği yönünde görüş bildirdi. “Etabli” adı verilen sorun geniş yankılar uyandırdı. Milletler Cemiyeti’ne, oradan da Uluslararası Adalet Divanı’na sevk edilen sorun, Türkiye’nin görüşüne yakın bir şekilde karara bağlandıysa da, Yunanistan bu karara uymadı ve Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koyarak, bu malları Rum göçmenlere dağıttı. Buna karşılık Türkiye de İstanbul’daki Rumların mallarına el koydu. Problem, 1926’da taraflarca imzalanan bir antlaşmayla çözüme kavuşturulmaya çalışılsa da bu antlaşma uygulanamadı ve ilişkiler yeniden gerginleşti. Ancak 30 Haziran 1930’da, Yunanistan Başbakanı Venizelos’un girişimiyle imzalanan antlaşma sonrası iki ülke arasındaki ahali mübadelesi resmen sona erdi. Bu son antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ve Batı Trakya’daki Müslüman ahalinin tamamı etabli statüsünde kabul edilip mübadele dışı bırakıldı. Ahali Mübadelesi 1923’ten başlayarak fiilen 1927’ye kadar sürdü. Türkiye’de bu amaçla Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti kuruldu. Mübadele sonucu 400 bin Müslüman Türk, Yunanistan’dan Türkiye’ye gelirken, 1 milyonu aşkın Rum da Türkiye’den Yunanistan’a gitti. Mübadeleye 71 konu olan Rumların yüzde 80’i Anadolu’da, yüzde 20’si ise Trakya’da yaşıyordu. Mübadele sonrası Türkiye’de, tamamı İstanbul’da olmak üzere 110 bin Rum kaldı. Mübadele hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da önemli değişikliklere sebep oldu. Türkiye’de, savaş kayıpları dışında kentli nüfusta, Rumların da gidişiyle önemli bir azalma görüldü. Rumların ağırlıklı olarak uğraştığı imalat sanayii sekteye uğradı. Rumların bıraktığı toprağa yerel eşraf el koyduysa da, hükumetin dengeli toprak dağıtımı politikası sonucu problem giderildi ve yeni gelenlerin ekonomik hayata uyumu sağlandı. 1923-1934 arası dağıtılan 7 milyon dönüm toprağın tamamına yakını göçmenlere verildi. Mübadelenin Yunanistan’daki etkisi daha da ağır oldu. Dağıtılacak toprağın azlığı ve gelen göçmenlerin fazlalılığı, önemli ölçüde işsizliğe yol açtı. Türkiye’deki yaşamları sırasında daha iyi durumda olan göçmenlerin yaşadığı statü kaybı, toplumla bütünleşmelerinde problemlere yol açtı. Bu problemler, iki savaş arası dönemde Yunanistan’ın siyasi istikrarsızlığa sürüklenmesinin en önemli nedenlerinden biri oldu. YUNANİSTAN ‘SADECE RUMLARDAN OLUŞAN’ DEVLET HAYALİ! (1) Türk-Yunan nüfus mübadelesi, her iki ülke için de “ulus devlet” oluşturmaya yönelik önemli bir tarihsel olaydır. Yunanistan, 1830’da bağımsızlığım kazandıktan sonra, “Megali İdea”sına göre çizdiği sınırlar içinde, sadece Yunanlılardan oluşan bir devlet kurmayı amaçlarken Türkiye de, benimsediği Misakı Milli sınırları içinde Müslümanlardan oluşan bir devlet kurma çabası içindedir. TBMM Hükümeti’nin mübadele isteğinin başlıca iki nedeni vardır: Öncelikli amaç, Batı’nın müdahalesine gerekçe oluşturan azınlıklardan kurtulmaktır. İkinci neden de, Müslüman unsurların kolayca uyum sağlayabileceği düşüncesiyle, Misakı Milli sınırları içinde “ulus devlete giden yolu açabilmektir. Çünkü Misakı Milli sınırları, Araplar dışında, Osmanlı İmparatorluğu içinde kalan son Müslüman yerleşim bölgelerini kapsamaktadır. Her iki ülkenin de isteği olan nüfus mübadelesi, Yunanistan’ın “Megali İdea”sının gerçekleşme şansının ortadan kalkmasıyla anlaşmazlık konusu olmuştur. Yunanistan mübadelenin isteğe bağlı olmasını istemişse de Lozan Görüşmelerinde, Türkiye ve Müttefik Devletlerin zorunlu mübadele düşüncesi benimsenmiştir. Birinci Dünya Savaşı ile başlayıp, Kurtuluş Sa- vaşı ile hızlanan Rum göçü, Yunanistan’ı da zorunlu mübadele fikrini benimseme noktasına getirmiştir. Lozan’da imzalanan Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi ile zorunlu mübadele birçok sorunlara yol açmasına rağmen gerçekleştirilmiştir. “Etabli” ve Patrikhane konularında çıkan sorunlar iki ülke ilişkilerini zaman zaman gerginleştirmesine rağmen yapılan anlaşmalarla bu sorunlar da çözümlenmiştir. ANLAŞMA ÖNCESİNDE DURUM NASILDI? Osmanlı Devleti 1912 yılında, Balkan Savaşı sonrasında Rumeli’deki topraklarının neredeyse tamamına yakınını kaybederken geride, Osmanlı tebaasıyken bir anda başka bir devletin azınlık statüsündeki vatandaşları konumuna düşen yüzbinlerce Müslüman Türk bırakmıştı. Yunanlılar tarafından potansiyel tehlike olarak görülen Epir bölgesindeki, Selanik ve çevresindeki şehirler ile birlikte adalardaki Müslümanlara karşı yoğun baskı ve yer yer katliamlar yapılmaktaydı. Bu durum yaklaşık on sene sürmüştü. 1922’de Yunan Ordusu‘nun Anadolu’dan mağlup ayrılmasının ardından artık Anadolu’da can ve mal güvenliğini kaybettiğini düşünen 1,069,957 Anadolulu Rum’un Yunanistan’a göç etmesiyle göçmenleri boş arazi ve evlere yerleştirme sorununun baş gösterdiği Yunanistan’da, Anadolu’dan gelen göçmenler Müslümanları evlerinden çıkarmaya ve onların evlerine yerleşmeye başlamıştı. Rum göçmenlerin barınması için gerekli arazi ve evlerin bir kısmı Müslümanların Türkiye’ye gitmesiyle sağlanacaktı. Hem Yunanistan’daki hem de Türkiye’deki azınlıkların sorunlarının daha da artması üzerine Lozan şehrinde barış anlaşmasının hazırlığı için görüşmelerin başladığı dönemde 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında mübadeleyi öngören sözleşme imzalandı. TÜRK KOMŞULARIMIZ BİZE EL SALLIYOR, AĞLIYORLARDI (2) Rum asıllı Politeseni Katrancis, “cin arabası” dediği bisiklete binemeden göçte ölen kardeşini ve göçü anımsadığını, göz yaşları içinde anlattı: “Yayla zamanı idi. Mayıs ya da haziran ayı. Gelveri’den Ihlara’dan ya da Aksaray’dan Hasan Dağı’nın yamaçlarına sürüleriyle göç eden komşularımız (Müslüman) bize ağlayarak el sallıyorlardı. Hakkınızı helal edin, dediler. Helallik Türkler de çok önemli bir inanç. Yunanistan’dan gelen 72 bir komisyon ile Türk yetkililer mallarımıza kıymet biçtiler. Taşınmaz tüm mallarımızı ucuza verdik, çoğunu bağışladık. Komşularımız arkamızdan su attılar. Tekrar geri gelelim diye. Kağnılarla, at arabaları ile Konya Ereğli’ye geldik. Bir kısmımız da Niğde üzerinden (o tarihte Niğde’de tren yolu yoktu) Ulukışla’ya geldi. Bir hafta burada, Öküz Mehmet Paşa Hanı’nda konakladık. Tren vagonları içine doluştuk. Tren Toros Dağları’nın içinden geçen tünellerden ilerlerken, bir bilinmeyene doğru yol alıyorduk. Tren mi yol alıyor, evler mi, bilemiyorduk. Karaisalı ve Yenice istasyonlarında bizleri taşlayanlar oldu. Sonra, Mersin Limanı’na geldik. AZİZ’İN NAAŞI DA GÖÇ ETTİ Başımıza kötülük gelmesin diye Hıristiyanlığı Anadolu’da yayan Aziz Grigoryos’un naaşını, bulunduğu yerden çıkardık. Elliye yakın sandığın içine yerleştirdik. Her kasa 80 okka kadardı. Arabalara yükledik. Trene ve oradan da vapura bindirdik. Denizde bir fırtına başlayınca Aziz’in parçalara ayrılmış naaş sandıklarına sarılarak dua ediyorduk. Ama hiç faydası olmuyordu. Çünkü yolda çok insan öldü. Babam, ‘goyu mu olur, gabardıcın gölgesi…’ türküsünü ünlemeye başladı. İtalyan ve Türk gemileriyle Selanik’in Karabur- 73 nu Limanı’na geldik. Burada karantinadan geçtikten sonra Türklerin başlattıkları köylere gittik. Sıtma, hastalıklar yakamızı bırakmadı. Yerli Rumlar, bize göçmen olduğumuz için çok kötü davrandılar. Mutluluk ve komşuluk, Anadolu’da kaldı.’’ YAŞANAN ACILAR İKİ ÜLKENİN SİNEMALARINDA YER ALMAYA BAŞLADI (3) 30 Ocak 1923 tarihinde Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Nüfus Mübadele Sözleşmesi “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının zorunlu mübadelesini (Exchange obligatoire)” ön görmüştü. Lozan Barış Antlaşmasına ek yapılan Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ardından insanların doğdukları toprakları terk etmek zorunda kalışları yani nüfus değişimi bir insanın başına gelebilecek en acı olaylardan birisidir. İnsanlar yüzyıllar sonra ev barklarını, yurtlarını ve yakınlarının mezarlarını bırakıp çelişikli bir şekilde doğdukları topraklardan sadece hatıralarıyla beraber anavatan diye saydıkları topraklara göç ediyordu. Evlad-ı Fati- han (Balkan Türkleri) bu defa da mübadil sayılıyordu. Mübadele edebiyatı yeni çıkan yapıtlarla daha da gelişiyor. Bu alandaki araştırmalara gün geçtikçe başka edebi yapıtlar da ekleniyor. Benim ilk aklıma gelen roman Feride Çiçekoğlu’nun Suyun Öte Yanı oluyor. “Suyun Öte Yanı” Ege’nin iki yakasından biri Yunanlı biri Türk iki ulustan insanın “özgürlük” için yıllar önceki değişimin tersine iki yakaya yine iki ayrı vatana sığınmasının öyküsüdür. Feride Çiçekoğlu kaçış ya da arayış öyküsü diyebileceğimiz Cunda (şimdi Alibey) Adası’nda geçen anlatıda anıları, tutkuları, sevdalarıyla ortak geçmişe uzanır direnci ya da insanlardaki değişimi bu insanların tarihinde varolmuş mübadele ve sürgün temasını işleyerek kökleri gibi derinlere inen bir yazgıda birleşen ince bir mesaj yoluyla aktarır. Kemal Yalçın “Emanet Çeyiz”, Canan Tan “Hasret”, Kemal Anadol “Büyük Ayrılık”, Figen Ünal Şen “Bir Avuç Mazi”, Yılmaz Karakoyunlu “Mor Kaftanlı Selanik” ile mübadele konusunu ele almışlardır. Usta yazar Yaşar Kemal de “Bir Ada Hikayesi” ile birbirini izleyen dört mübadele romanına el atar. Mübadele, karşılıklı iki ülkenin sinemasında da yer buldu. Son dönemlerde art arda mübadele filmleri çekiliyor. Kimi edebiyat uyarlaması kimi ise özgün birer sinema filmi olarak. Suyun Öte Yanı mübadele konusuna kapı aralayan ilk sinema filmiydi. Ardından başka filmler de peş peşe geldi. “Bulutları Beklerken” (Yeşim Ustaoğlu), “Dedemin İnsanları” (Çağan Irmak), “Rüzgarlar” (Selim Evci) ve “Evdeki Yabancılar” (Dilek Keser) bunlar arasında sayılabilir. Rum kökeni Arapça rumi sözünden gelir. Anadolulu demektir. Bıraktığı büyük izlerle doğal olarak bölgenin edebiyatına da yansıyan mübadele Türklerden farklı Yunanistan topraklarına geçen Rumlar tarafından “mültecilik” biçiminde yorumlanmıştır. Türkiye’de mübadeleye ilişkin tesir aynı derece olmadığından örnekler de aynı zaman ve nispette ortaya çıkmamıştır. Suyun Öte Yanı belki bu konuda bu tarafta kaleme alınmış andığımız nadir örnekten birisi sayılmakta. Trajik takasın üzerinden geçen bir asır (30 Ocak 1923) neredeyse bu acıklı hatıraları hala silemedi. KAYNAK: 1-H. Cevahir KAYAM L ozan Barış Andlaşmasına Göre Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ve Konunun TBMM’de Görüşülmesi 2-Gazeteci-Yazar Dursun (www.dursunozden.com.tr) Özden’in röportajı 3- Tamer Uysal -“TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 94 YAŞINDA” 74 ŞEHİT ANA-BABASININ ÖRNEK DAVRANIŞI ŞEHİT OĞULLARININ EŞYALARININ SATILARAK PARASININ KIZILAY’A VERİLMESİNİ İSTEDİLER! Sivas Aziziyeli şehit Mülazım Rasim’in annesi Ayşe hatun ve babası Osman Nuri Bey, oğullarının şehadet haberinden sonra komutanlığa mektup yazarak, oğullarının geride bıraktığı eşyasının satılarak bedelinin Kızılay’a teslimini talep ettiler. Araştırma: Yusuf Ziya Erarslan 75 Bir ana düşünün… Evladı-yavrusu-kınalı kuzusu cephede şehit düşmüş…. Yüreği yaralı, kanadı kırık, dünyası kararmış bir anne… Binbir zahmetle büyüttüğü, üstünü açıp üşümesin diye gecelerce uykusunu bölüp yavrusunun üzerindeki battaniyeyi örten… Düşüp çizdiği parmağını defalarca öpen, hastalandığında saatlerce başında nöbet tutan… Evladı ateşlenince onun içinde ormanlar yanan, o üşüyünce yüreği zemheri ayını yaşayan bir ana… Üzerine bir papatya çiçeği gibi titrediği oğlu hiç tanımadığı, ta dünyanın öbür ucundan ismini bile bilmediği ülkelerden gelen gavur askerleri tarafından vurulup oğlu şehit edilen bir anne… Bir an kendinizi bu kadının yerine koyun… Ne hissederdiniz? O acı haberi aldığınızda ne yapardınız, nasıl davranırdınız mesela? Bir anlık empati bile ne kadar ağır geliyor değil mi insana… Peki o ne yaptı biliyor musunuz? Hiç birimizin yapamayacağını yaptı? Şehit oğlundan geriye kalan eşyaların satılarak bedelinin o dönem ki adı Hilal-i Ahmer olan Kızılay’a verilmesini istedi! O bir Türk kadınıydı… ‘’Vatan evlattan da yardan da üstündür, kıymetlidir’’ diyecek kadar vatansever bir Türk kadını… Tarih 14 Nisan 1916 Sivas Aziziyeli şehit Mülazım Rasim’in annesi Ayşe hatun ve babası Osman Nuri Bey, oğullarının şehadet haberinden sonra komutanlığa mektup yazarak, oğullarının geride bıraktığı eşyasının satılarak bedelinin Kızılay’a teslimini talep ettiler. Merkez komutanlığı ise bu mektubun gazetede yayınlanması Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi’ne gönderdi. O dönem mecmua da (gazetede) yansıyan bu mektup memlekette büyük bir alaka uyandırdı. Yokluk ve acılarla yürütülen İstiklal Harbi bu mektupla bambaşka bir ivme kazandı. Bu eli öpülesi şehit ana ve babaları sayesinde bu ülke bağımsızlığını kazandı. Türk Milleti onlara minnettar… Yüce Allah (c.c) onlardan razı olsun. Mekanları cennet olsun. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ‘’Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi’’ isimli eserde yayınlanan mektup Türk Milleti’nin iftihar vesikası olarak şerefli tarih sayfalarında yerini aldı. 76 Abdullah AYATA Öğretmen-Yazar abdullahayata@hotmail.com 77 KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞIMIZ Okumak, çocukların kültürel gelişmelerini tamamlamaları ve bilgi çağını yakalayabilmeleri için zorunlu, arzulu bir ihtiyaç haline getirilmelidir, gibi sözleri zaman zaman dile getiririz. Daha sonra, her kitap okuyucuya başka hayatlar, başka insanlar, değişik karakterler hakkında bakış açıları kazandırır. Kişinin duygudaşlık yetisini geliştirir. Yapılan bilimsel araştırmalara göre bireyin beyninde yeni nöron bağlantıları oluşturduğu, zekâyı geliştirdiği ispatlanmıştır. Bilgi birikimini genişletip derinleştirmesi de en önemli yararlarından birisidir. Hayatın gerçekleri sıkıcı ve siyah beyaz olabilir ama kitaplarla kurulacak düşlerle monotonluktan kurtarılıp renkli, canlı hale getirilebilir. Yaratıcılığı geliştirir. Normal şartlarda tanıma, inceleme imkânı bulamayacağımız farklı kültürleri öğrenme fırsatı verir. İşimize odaklanmamızı, yaptığımız mesleğimizde uzmanlaşmamıza yardımcı olarak işimizi keyif alarak yapmamızı, alanımızda uzmanlaşmamızı sağlar. Hafızayı güçlendirir. Daha düzenli ve disiplinli olmamıza katkı yaparak başarı oranımızı artırır. Stresi azaltıp, normal düşünmemizi sağlar. Kısacası ilaç gibidir. Hayatı sevdirip, düşüncelerimizi olgunlaştırır, benzeri yararlarını sıralarız. Fransız halkının %21’i, Japonların %14’ü, Amerikalıların %12’si düzenli okuma alışkanlığı kazanmışken bu oran bizim ülkemizde ne yazık ki 2500 kişiden birisi düzenli okuma alışkanlığına sahiptir. Nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da yayınlanan kitapların sayısı 100 binli baskılarla başlarken bizdeki baskı sayısı 2-3 binlerle sınırlı kalmaktadır. Ayrıca yazarlar tarafından üretilen eserlerin çoğunluğu kaliteden uzaktır. Milli, manevi değerlerimizi koruyup, tarihimiz ve geçmişimizdeki önemli olayları işleyerek gençlerimize birlik, beraberlik, vatan sevgisi mesajı vermeye çalışan yazarlarımız az sayıdaki yazarımızın eserlerinin ise yeteri kadar tanıtımı yapılmamakta, böylece hedefledikleri Türk gençlerine ulaşmaları zorlaşmaktadır. Kitap okumaya ayrılan zamanda ise ülkemiz dünya ortalamasının üç kat gerisindedir. Bir yıl içerisinde ABD de basılan kitap sayısı 72 bin, Rusya’da 58 bin, Japonya’da 27 bin civarındayken Türkiye’de bu sayı 7 bin kadardır. Bir Norveçli yıllık kitap alımı için yılda 137 dolar, Alman 122 dolar ayırırken Türkiye’de ise bu miktar kişi başı 0,45 dolardır. Dünya çocuklarına özel günlerinde kitap hediye edilmesi sıralamasında 180 ülke arasında Türkiye 140. Sıradadır. Ayrıca, Türkiye Birleşmiş Milletler gelişim programında kitap ve gazete okumada Malezya, Libya, Nijerya gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülkenin bulunduğu kategoride 86. sıradadır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Gerçek olan şudur. Bir ülkede sanayii ve teknoloji gelişimiyle aynı hizada kültür de gelişmezse ileriki zamanlarda o ülkenin ekonomisi çökmeye mahkûmdur. Öyleyse, çocuklarımıza küçük yaşlarda kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için neler yapmalıyız? Bu önemli meselemizin birinci derecede sorumlusu olarak görülen öğretmenlerimiz neler yapmalılar? 78 Milli Eğitim camiası öğretmenleri, çalışanlarıyla birlikte bir milyon civarında kişiden oluşmaktadır. Eğer bu sayının yarısı düzenli okuma alışkanlığı kazanmış olsa ülkemizdeki kitap okuru sayısı en az ikiye katlayacaktır. Bilindiği gibi, şahsiyet olarak kendisini öğrencilere sevdiren öğretmen örnek olarak görülmekte, sürekli öğrencileri tarafından hareketleri taklit edilmektedir. Elinde bir kitapla derse giren öğretmen de sürekli olarak öğrencilerinin dikkatini çekecektir. Mesleğinde kendisini geliştirmek isteyen öğretmen öncelikle kitap okuması gereğine inanmalıdır. Araba almak, yaz aylarında tatile çıkmak elbette öğretmenlerimizin en tabii hakkıdır. Bunları yapabilen eğitimcilerin ayda bir kitap almaları, bir dergiye abone olmaları kitap satın alma alışkanlığını ihtiyaç listelerine eklemeleri pek masraflı olay değildir. Ayrıca, öğretmen sendikaları, milli eğitim müdürlükleri bulundukları yerlerdeki kitapçılarla anlaşma yaparak öğretmenlerin ucuz kitap alabilmelerine öncülük edebilirler. Seminer çalışması adı verilen dönemlerde öğretmenler kitap okumaya, hızlı okuma kurslarına yönlendirebilirler. Okul nöbetlerinin yanı sıra öğretmenlere kütüphane nöbeti de verilebilir. Öğretmen camiası içerisinde birçok şair, öykü, roman, çocuk kitabı yazarı bulunmaktadır. Bunların eserleri tarafsız bir kurul tarafından incelenerek, milli, manevi değerlerimize uygun olan kaliteli eserler maliyet fiyatlarına öğretmen ve öğrencilere sunulabilir. Yazan, üreten öğretmen ve emekli öğretmenler hazırlanan projelerle okullarda öğrencilerle buluşturulup okumaya teşvik edilebilir. Resim, müzik, güzel sanatlar ve edebiyat alanlarında üretim yapan öğretmenlerin eserleri değerlendirilerek uzmanlık, ek gösterge gibi katkılarla gelir düzeyleri yükseltilebilir. Edebiyat alanında yetenekli öğrenciler tespit edilerek yazar okulu, hızlı okuma, kitap değerlendirmesi gibi kurslara alınarak önleri açılabilir. Ne yazık ki, 1924 Tevhid-i Tedrisat (Eğitimin Millileştirilmesi) kanunundan bu yana zaman geçtikçe eğitimin gerileyip, öğretimin ön plana çıkması, iyi matematik, fizik problemi çözen çocuklarımızın birbirleriyle yarıştırılarak önemli meslek ve makamlara getirilişleri, acımasız kapitalizmin neferleri olarak karşımıza çıkmaktadır. 79 Milli, manevi değerlerimizi öğretmeden, vatan, millet, devlet Türklük kavramları verilmeden, kitap okuma alışkanlığı kazandırmadan görev alan bu yetiştirilmiş robotlar ülke geleceğimize, gelişmemize yaradan çok zarar vermektedirler. Öğretmen ve okul başarısının, fen lisesi, tıp fakültesi, mimarlık gibi para getirisi fazla olan üniversite bölümlerini kazanan öğrencilerle ölçülmesi oldukça yanlış bir uygulamadır. Aslında okulların başarısı yetiştirmiş oldukları ahlaklı, dürüst, saygılı, özverili öğrencilerle ölçülmelidir. Özellikle lise son sınıflarda toplumdan tecrit edilerek oyundan, eğlenceden, dinlenmeden, kitap okumadan mahrum edilen çocuklar ileriki yıllarda birçok psikolojik sorunlarla karşılaşarak kendilerine ve çevrelerine zarar vermekte zoraki seçtirilmiş olan mesleklerinde beklenilen başarıyı gösterememektedirler. Sürekli olarak devletten iş beklemeye alışmış olan insanımız çocuklarını hep önünde markası olan mesleklere yönlendirmek istemekte, hiç kimse iyi bekçi, ahlaklı işçi, dürüst çiftçi, temiz çöpçü, özverili hasta bakıcı gibi mesleklere mecbur kalmadıkça yanaşmamaktadır. Oysa düzenli kitap okuma alışkanlığı olan insanlar yeteneklerine göre mesleklerini seçmeye, sevdikleri işleri yaparak mutlu olmaya rahatlıkla yönelebilirler. Bu durumda geçimlerini sağlayacakları işleri onlara sevdikleri birer hobi olarak görünür. Mutlu, huzurlu, başarılı vaziyette hayatlarını sürdürürler. Bu sebepten okullarımıza konulan kitap okuma saatleri, öğretmenler tarafından dayatma olarak verilen kitap okuyup özet çıkaramaya yönelik ödevler okuma alışkanlığı kazandırılmasına fazla etki etmemektedir. Bazı sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin gösterişten öteye gitmeyen kitap okuma kampanyaları da magazin haberi olmaktan öteye gidememektedir. Kitap okuma bir sevgi işidir. Severek isteyerek yapılmalıdır. Ancak bu sevgiyi çocuklarımıza her türlü eğitimi vermekle yükümlü öğretmenlerimiz verebilir. Bu sebepten öncelikle okuma alışkanlığı kazandırılmaya öğretmenlerimizden başlanılmalıdır. Artık Uzakdoğu ülkelerinin birçoğunda bizdeki nöbetçi eczaneler gibi nöbetçi kitapçılar hizmet vermeye başlamıştır. Bu durumu örnek alan Adana ve Ankara illerinde benzeri bir proje başlatılmış bulunmaktadır. Ayrıca, özellikle bu sene yurdun çeşitli bölgelerinde başlatılan kitap okuma kampanyaları, oluşturulan okuma ve tartışma gurupları ciddi mesafeler kat etmeye başlamışlardır. Bunların en önemli örneği Gaziantep ilinde bir öğretmen arkadaşımız tarafından başlatılarak kısa zamanında ülke geneline yayılan kitap okuma ve değerlendirme kampanyasıdır. Bu özverili öğretmenlerimiz tarafından başlatılan kitap okuma kampanyasının tüm illerimize örnek olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. 80 Emrah Bekçi Araştırmacı/Yazar 81 BOYNUZSUZ KOÇ Osmanlı İmparatorluğu’nda yetişmiş bir iki kadın şairden biri olan Fitnat Hanım (Ölm. 1780) ile çağdaşları olan Koca Ragıp Paşa ve Şair Haşmet arasında geçtiği rivayet edilen birçok olay anlatılmaktadır. Bu üç kişi ellerine fırsat düştüğünde birbirini kıyasıya iğnelemekten de geri durmazlarmış. Ragıp Paşa’nın da, Haşmet’in de Fitnat Hanım’a aşk duyguları besledikleri de bilinmektedir. Bir Kurban Bayramı arifesinde, Fitnat Hanım kurbanlık almak için Beyazıt çevresinde dolaşıyormuş. Şair Haşmet de oradaymış. Haşmet gökte ararken yerde bulduğu Fitnat Hanım’ı görünce hemen önünde bir reverans yapıp bir emri olup olmadığını sormuş. Fitnat Hanım bir emri bulunmadığını, bayram için kurbanlık bir koç alacağını söylemiş. Haşmet takılmadan edememiş: — Bu bayram kulunuzu kurban etseniz olmaz mı? — Maalesef olmaz, çünkü bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim. ** KOLAYI VAR İmparatorluk dönemi şairlerinin en esprililerinden biri olan Şair Haşmet’in (18. yüzyıl), kendine göre aptalca işler yapanların adını kaydettiği gizli bir defteri varmış. Kim ahmakça, akılsızca bir iş yapsa adını oraya işlermiş. Haşmet’in böyle bir defter tuttuğundan haberdar olan padişah (III. Mustafa) bir yolunu bulup bu defteri elde etmiş. Padişah zevk ve merakla defterin sayfalarını karıştırırken, aptalca işler yapanların listesi demek olan bu defterde kendi adına da rastlamış. Hemen şair Haşmet’in huzuruna çıkarılmasını emretmiş. Şair karşısına çıkınca vakit kaybetmeden paylamaya başlamış: — Bu ne küstahlık! Sen nasıl oluyor da benim adımı böyle aptallar listesine kaydediyorsun? — Efendimiz sakin olunuz, izah edeyim. Siz geçenlerde imrahora (baş seyis) yüklü bir para vererek cins bir Arap atı almaya gönderiniz. O kadar parayla Arabistan’a gönderilen kimse artık döner mi? Bunun için sizin adınız da orada bulunuyor. — Peki, ya imrahor geri dönerse? — Kolayı var efendimiz, sizin adınızı siler, onunkini yazarız. ** CAN ÇEKİŞME Büyük vatan şairi Namık Kemal, yazı ve konuşmalarında, imparatorluğun sürekli gerileyen, zayıflayan durumunu anlatabilmek için sık sık “İmparatorluk can çekişiyor” ifadesini kullanıyormuş. Bu ifade üzerine bazıları kendisine sataşmışlar: — Yıllardır “İmparatorluk can çekişiyor” diye yazıp söylüyorsun, ama hâlâ ayakta duruyor, yıkılacak gibi de görünmüyor.. — Benim dediğim bakkal Mehmet ağanın can çekişmesi değil, koskoca İmparatorluğun can çekişmesidir. 600 yıllık İmparatorluğun can çekişmesi elbette bir yarım yüzyıl sürer. ** MURETTİBİN SEVABI Abdullah Cevdet, Süleyman Nazif’e, bir şiirinde geçen “Vatanın öksüzüyüm.” sözünün mürettip hatası yüzünden “Vatanın öküzüyüm.” diye çıkmasından yakınmış. Süleyman Nazif bunu duyunca çok keyiflenmiş: — Abdullah Cevdet, buna mürettibin hatası değil sevabı derler, sevabı, demiş. ** 82 AND İÇMEK Meşhur akıl hastalıkları doktoru Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e içki içmeyi yasaklamış. İçmeye devam ettiği takdirde hayati tehlike doğacağını söylemiş. İleri derecedeki samimiyetlerine dayanarak içki içmeyeceğine dair bir de and içirmiş. Fakat aradan zaman geçmiş, Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e bir yerde içki içerken rastlamış. Hemen hatırlatmış: “Hani sen içki içmemek üzere and içmiştin?” Neyzen söyle cevap vermiş: “Üstat, biz fakir adamız. Bulunca içki içeriz, bulmayınca and içeriz!... “Kellik, yalnız benim başımda beladır!” sözünü tekrarlarmış. ** BİRAZ NEFES Yahya Kemal’e yakıştırılan esprilerden bir de şudur: Yahya Kemal iri gövdesiyle çok sevdiği Boğaz içinde bir yokuşu tırmanırken yorulmuş. Hemen yolu üzerindeki bir bakkal dükkânının önündeki tabureye ilişmiş. Bakkal, Yahya Kemal’i yağlı bir müşteri sanarak sormuş: ** — Bir şey mi alacaktınız? BENİMKİ ALTTA — Evet, efendim, müsaade ederseniz biraz nefes alacağım. Mazhar Osman, Neyzen’le doktor olarak ilgilendiği kadar dost olarak da ilgilenirmiş. İçkiyi bırakmamasının sağlığı için bir tehlike oluşturduğunu Neyzen’in kafasına sokmaya çalışırmış. Ama başarılı olamıyormuş. Mazhar Osman bir gün Neyzen’e, elinde içinde kiloluk bir rakı, yanında çeşitli mezeler bulunan bir file ile rastlamış ve sormuş: — Eskiden yarım içerdin, artık kiloluk mu içiyorsun? — Hayır, efendim yine yarım içiyorum, bunun yarısı Çallı İbrahim’in, birlikte içeceğiz. — Öyleyse senin payını dök, Çalı’nınkini beraber içersiniz... — Maalesef dökemem. — Neden? — Çünkü benim payım şikenin altında. ** KELLİK Kel kafalı erkeklerin, bazı kadınlarca tercihe sayan bulunduğu, ilgili bilim adamlarınca yazılıp söylenmektedir. Ahmet Haşim, ileri derecede bir kel olduğu halde bir kadın tarafından tercih edilme şansı hiç olmamış. Bunun için her fırsatta, ** YUVARLANMAK Yahya Kemal, aralarında Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük edebiyat hocalarından biri olan Ali Nihat Tarlan’ın da bulunduğu bir mecliste içiyormuş. Bir ara içkinin de etkisiyle Ali Nihat Tarlan Hoca’ya sataşmış: “Ey hâce Ali Nihat Tarlan, birkaç kadeh çek de toparlan!...” Tarlan Hoca bu sataşmaya kafiyeli bir cevap vermiş: “Birkaç kadeh çek de yuvarlan!” deseniz daha isabetli olurdu üstat! ** YA İLERİ YA GERİ Cumhuriyetin onuncu yıldönümü törenleri çerçevesinde yapılan konuşmalardan birinde, bir konuşmacı, hızını alamayıp, “On yılda Avrupa’yı on asır geride bıraktık!” diye bir cümle sarf etmiş. Yahya Kemal bunu duyunca hayıflanmış: 83 — Yahu nedense şu Avrupa’yla bir türlü yan yana olamıyoruz. Ya geri kalıyoruz, ya ileri gidiyoruz. ** ÇEKMEK 1937’de ölen Abdülhak Hamit’in cenaze töreninden sonra, aralarında İbnül’emin’in de bulunduğu bir grup dostu Hamit’i konuşuyorlarmış. Birisi, ona acır şekilde “Zavallı çok çekti” demiş. İbnül’emin müdahale etmiş: “Yok canım, o kadar çok çekmedi; sadece üç şey çekti: Akşamları mey çekti, sineye dilber çekti, bir de hazineden para çekti.” ** BATAKLIK Osman Yüksel Serdengeçti, hayatının büyük bölümünde yayıncılıkla (kitap, dergi vs.) meşgul olmuştur. Bu işi yaparken hiçbir zaman kalifiye bir ekibe sahip olmamış, genellikle lise ve üniversite örgencilerinden yararlanmıştır. Çalışmalar sırasında öğün vakti geldiğinde yemek işini lokantaya falan giderek değil de matbaada mütevazı bir şekilde idare ederlermiş. Sözgelişi, mevsim yazsa yemek listesi fırından yeni alınmış ekmek ve bol domates salatasından oluşuyormuş. Bu yemekle doymaya çalıştıkları bir gün, yemekte bulunan bir delikanlı, taze ekmekten kopardığı büyük parçaları salatanın suyuna sünger gibi bandırıp atıştırıyormuş. Osman Yüksel bakmış salatada su diye bir şey kalmayacak (çünkü herkesin ona ihtiyacı var) genci ikaz etmiş: — Ulan kerata, bataklık mı kurutuyorsun, biraz yavaş ol! ** ACABA 1953 yılında Malatya’da Ahmet Emin Yalman’a yapılan ve yaralanmasıyla sonuçlanan suikastla ilgili olarak Necip Fazıl da tutuklanıp yargılanmış. Hâkim, Necip Fazıl’ın suçunun azmettirmek, yazılarıyla sanıkları böyle bir eyleme itmek olduğunu söylemiş. Necip Fazıl’ın uzun savunması içinde en etkili cümlesi şu olmuş: “Kıskanç bir koca, bu ruh hali içindeyken karısını öldürse, cebinden de kıskançlığın şaheseri Othello çıksa, acaba cinayetten Shaekspeare mi sorumlu tutulur?... ** CERVANTES’İN AŞKI Don Kişot’un unutulmaz yazarı Cervantes, yaşlılığında zaman zaman uğradığı bir köy meyhanesindeki garson kıza âşık olmuş ve bunu ilan etmiş. Kız bu aşk ilânına: — Otuz yıl önce buralara yolunuz düşseydi size belki bakardım, diye karşılık vermiş. Ünlü yazar gururunu kurtarmasını bilmiş: — Otuz yıl önce de ben buraya uğradım, o zaman annen vardı. Ben de ona aynen senin bana verdiğin cevabı vermiştim. ** ZEHİR İÇMEK İngiliz yazar meşhur Bernard Show, kadın erkek eşitliğinin, kadın haklarının savunulduğu bir feministler toplantısında konuşmacı olarak bulunuyormuş. Konuşmasında bir aralık kadın erkek eşitliğinin, kadın haklarının aleyhine ifadeler kullanmış. Bunun üzerine bir kadın yerinden fırlayıp çıldırmış gibi bağırmış: — Sen benim kocam olsaydın seni tereddüt etmeden zehirlerdim! Kadın bunları söylerken öyle ürkütücü bir görünüş ve tavır içindeymiş ki Bernard Show: — Sen benim karım olsaydın o zehri gözümü kırpmadan içerdim, diye cevap vermiş. 84 ** YARDIMSEVENLER BALOSU Yardımseverlerin düzenlediği bir baloda Bernard Show, yaşlılığın kompleksi içinde görünen bir bayanı iyilik olsun diye dansa kaldırmış. Kadın kimsenin düşünmeyeceği böyle bir şeyi yapmasından dolayı Show’a minnetlerini arz etmiş. Bernard Show da gerçeği saklamamış: — Aldırmayın madam, nasıl olsa yardımseverler balosundayız. ** ANCAK SENİ... Bernard Show bir gün seçme zevki üzerine karısıyla iddialaşıyormuş. Sonunda dayatmış: — Boşuna inat etme hanım, demiş, erkeklerin seçme zevki kadınlarınkinden daima üstündür! Karısı bu gerçeği kabul etmiş: — Haklısın Bernard, sen kadın olarak beni seçmişsin, bense koca olarak ancak seni seçebildim. konuşmacı olarak sıra kendisinde olan bir avukat ayağa kalkmış ve ellerini cebine sokarak konuşmaya başlamış: — Mart Twain gibi profesyonel bir mizahçının bu kadar boş ve yavan konuşması size hayret vermedi mi? Twain oturduğu yerden kalkarak müdahale etmiş: — Esas hayret verici olan bir avukatın ellerini kendi cebine sokuşu değil mi? ** YÜZME ÖĞRENMİŞLER Zamanımız Fransız Yazar ve düşünürlerinden, egzistansiyalizmin günümüzdeki temsilcisi Jean Paule Sartre, aşırı derecede içki içermiş. Bir dostu sormuş: — Niçin bu kadar içiyorsunuz? — Kederlerimi boğmak için. — O kadar içtiniz ki, kederleriniz hâlâ boğulmadı mı? — Maalesef yüzme öğrenmişler... ** HAYRET Amerika’da ziyafet şeklinde düzenlenen yemeklerde, ağzı laf yapan, dinletmesini bilen birkaç kişinin konuşması âdetmiş. Böyle bir yemekte konuşan Mark Twain yerine oturduktan sonra ** ARALARINDA NE İŞİN VAR? Tarihimizde çeşitli lakaplarla (takma ad) anılan çok sayıda meşhur kişiler vardır. Bunlardan biri de Öküz Mehmet Paşa’dır. (Ölm. 1619) Öküz 85 Mehmet Paşa sadrazamlığı sırasında bir kaç defa ordunun başında sefere çıkmış. Bu seferlerden birinde kırda çadır kurulmuş, devlet erkânı bu çadırda toplanmış, sırayla savaş hakkındaki fikirlerini söylüyorlarmış. Konuşma sırası M. Paşa’da iken bir öküz çadırın kapısından başını uzatıp böğürmüş. Bunun üzerine içerdeki hemen herkes gülmüş. Mehmet Paşa öyle bir ortamda kendisine gülünmesine alınmış. “Öküz içeri baktığında ne söyledi biliyor musunuz?” demiş. “Ben onun cinsinden olduğum için dilini anladım. Öküz bana dedi ki, “Sen bizim soyumuzdan sevimli bir hayvansın, ne işin var bu eşeklerin arasında?...” ** İNCİR AĞACI Zalimliği ile tanınan bir Osmanlı veziri, konağının bahçesindeki bir incir ağacını görüntüyü bozuyor diye söktürmeye karar vermiş. Bundan İncili Çavuş’a da bahsetmiş. İncili Çavuş, yerinde bir laf etmek için çıkan bu fırsatı hemen değerlendirmiş: — Aman vezir hazretleri, bu incir ağacı şimdilik yerinde dursun. Nasıl olsa yakın zamanda birisinin ocağına dikmek için size lazım olacaktır. ** GÜVENEBİLİRSİNİZ Sultan Aziz’in Fransa gezisi sırasında Fransa hükümdarı bulunan III. Napolyon, yakın adamlarıyla yalnız kaldığı bir sırada Sultan Abdülaziz’i çekiştiriyormuş. Tam bu sırada Türk Dışişleri Bakanı olan Fuat Paşa bir konuyu arz etmek için Napolyon’un huzuruna çıkmış. III. Napolyon, Fuat Paşa’yı ansızın karsısında görünce şaşırmış: — Ekselans, hakkında söylediğim şeyleri herhalde padişahınıza iletmezsiniz? — Elbette haşmetmeap, bu konuda bana güvenebilirsiniz. Padişahımızın sizin hakkınızda söylediği sözleri size illettim mi? ** BİZ MÜSLÜMANIZ DOMUZ ETİ YEMEYİZ Kafkas kartalı diye anılan Şeyh Şâmil, Çarlık Rusya’sının düzenli ordularına karşı Kafkasya’nın bağımsızlığı için bir avuç fedakâr ve sadık adamıyla uzun yıllar mücadele vermiş bir lider ve kahramandı. Çarlık Rusya’sının her imkâna sahip orduları karşısında insan da dâhil eksilen hiçbir şeyi yerine koyamadığı için sonunda mağlup olmuş ve Ruslara esir düşmüştü. Fakat Rus Çarı onu, cesaret ve kahramanlığına hayranlığından dolayı bir esir gibi değil, bir misafir gibi karşılamış. Üstelik sarayında Şeyh Şamil için bir de ziyafet düzenlemiş. İmam Şamil, bu ziyafet sırasında, yıllardır savaş meydanlarında bulup yemesine imkân olmayan yemeklerle karışlaşınca öylesine iştahlı yemek yemiş ki Rus Çarı bir aralık “Yahu bu adam beni de yiyecek.” Demekten kendini alamamış. Şeyh Şamil bunu duyunca çekinmeden karşılık vermiş: “Elhamdülillah biz Müslümanız, domuz eti yemeyiz!...” FAYDANILAN KAYNAKLAR: Şemsettin Kutlu, Eski İstanbul’un Ünlüleri, Hürriyet Yayınlan; İst. 1978 Nejat Muallimoğlu, Politikada Fıkra ve Nükte, Muallimoğlu Yayınlan; İst. 1976 Hilmi Yücebaş, Hiciv Edebiyatı Antolojisi, İst. 1955 Şinasi Hisar, Geçmiş zaman Fıkraları, Varlık Yayınevi; İst. 1971 Mümtaz Yener, Meşhurların Fıkraları, Varlık Yayınevi; İst. 1960 Yusuf Ziya Ortaç, Meşhurların Nükteleri, Akbaba Yayınevi; İst. 1955 Yusuf Ziya Ortaç, Portreler, Akbaba Yayınevi; İst. 1960 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları Bilgi Yayınevi, Ank. 1969 Emrah Bekçi, Kayseri Hâkimiyet 2000 Gazetesi ‘Fikir-Kültür-San’at Hâkimiyeti’ 17 Ocak 2017. 86 Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Hakan Özdemir, prostat kanseri tanısında kullanılan yeni teknolojiler ve ‘Füzyon Biyopsi’ yöntemi hakkında bilgiler verdi. Röportaj: Gökhan ALTUNKAŞ Fotoğraflar: Yusuf Ziya ERARSLAN Prostat kanseri tanısında ‘Füzyon Biyopsi’ yöntemi 87 KAMUTÜRK: PROSTAT KANSERİ HAKKINDA GENEL BİLGİ VERİR MİSİNİZ? Prof. Dr. Özdemir: Prostat kanseri 50 yaş üzerindeki erkeklerde en sık görülen kanser türüdür ve kansere bağlı ölümlerde akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer almaktadır. Yapılan çalışmalarda her 5-6 erkekten birisinin yaşamı boyunca prostat kanserine yakalanacağı belirtilmektedir. Tüm dünyada yılda yaklaşık 900 bin kişiye ‘prostat kanseri’ tanısı konulmaktadır. Örneğin İngiltere’de her yıl yaklaşık olarak 37.000 erkeğe prostat kanseri tanısı konulmaktadır. Her yıl ortalama 260 bin kişinin bu nedenle hayatını kaybettiği belirtilmektedir. Prostat kanseri için dünya ortalaması yüzbinde 28, Avrupa için yüzbinde 60 ve ülkemizde yüzbinde 37 dir. Türkiye’de yılda yaklaşık 14 bin kişi prostat kanserine yakalanmaktadır. Türkiye’de de prostat kanserinde belirgin artış görülmektedir ve erkeklerde akciğer kanserinden sonra ikinci sıraya yerleşmiş bulunmaktadır. KAMUTÜRK: PROSTAT KANSERİNDE RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR? Prof. Dr. Özdemir: Yaş; prostat kanserindeki en güçlü risk faktörüdür. 50 yaş altı erkeklerde prostat kanseri görülme riski oldukça düşüktür, ancak bu risk yaş ilerledikçe artmaktadır. 80 yaşındaki erkeklerin yaklaşık %80’inde bir dereceye kadar prostat kanseri gelişebileceği tahmin edilmektedir. Aile Geçmişi; yakınları, yani babası, kardeşi, büyükbabası veya amcası prostat kanseri geçirmiş erkeklerin bu kansere yakalanma riski biraz daha yüksektir. Etnik Köken; bazı etnik grupların prostat kanserine yakalanma ihtimali daha yüksektir. Örneğin, siyahi Afrikalı er- keklerin prostat kanserine yakalanma olasılığı beyaz erkeklerden daha fazladır. Asyalı erkeklerin yakalanması ihtimali ise daha düşüktür. Diyet; lif oranı yüksek, yağ ve şeker oranı düşük beslenmenin prostat kanserine yakalanma riskini azaltabildiği bilinmektedir. Örneğin İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri gibi batı ülkelerinde prostat kanseri oranı Çin ve Japonya gibi doğu ülkelerine göre daha yüksektir. Bunun sebebinin, batı diyetlerindeki yağ oranın yüksek (süt ürünleri dahil), taze meyve ve sebze oranın ise düşük olmasından kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Asyalı erkekler ise diyetlerinde soyaya daha fazla yer vermektedir. Soya ve soya ürünleri bitki östrojenleri adı verilen kimyasallar içermektedir. Araştırmacılar bu bitki östrojenlerinin prostat kanseri riskini azalttığına düşünmektedir, ancak bunun doğrulanması için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. üksek kalsiyum alımı(örneğin süt ürünleri) prostat Y kanseri riskini arttırabilir. Türkiye’de yılda yaklaşık 14 bin kişi prostat kanserine yakalanmaktadır. Türkiye’de de prostat kanserinde belirgin artış görülmektedir ve erkeklerde akciğer kanserinden sonra ikinci sıraya yerleşmiş bulunmaktadır. KAMUTÜRK: PROSTAT KANSERİNDEN NASIL ŞÜPHELENİLİR? Prof. Dr. Özdemir: Üroloji doktoru idrar yapma zorluğu yakınmasıyla başvuran kişinin yakınmasını dinledikten sonra fiziki muayene yapmakta ve bazı laboratuvar testleri istemektedir. Öncelikle makad bölgesinden parmakla rektal muayene yapılır. Bu muayenede prostatın büyüklüğü, kıvamı ve kitle içerip içermediği kontrol edilir. Fiziki muayeneden sonra kan testlerine geçilir ki burada en önemlisi kandaki Prostat Spesifik Antijen (PSA) denilen, prostattan salgılanan ve kana belli oranda geçen bir protein düzeyinin belirlenmesidir. PSA oranındaki artma hastanın kanser yönünden incelenmesi konusunda yol göstericidir. Ancak bilinmelidir ki PSA seviyesindeki yükselme 88 prostat kanserinin yanında prostatın iyi huylu büyümesi ve iltihabi hastalıklarında da görülebilir. Bu nedenle sadece PSA seviyesindeki artmaya dayanılarak biyopsi yapılması bazı gereksiz biyopsilere neden olabilmektedir. KAMUTÜRK: KLİNİK OLARAK PROSTAT KANSERİNDEN ŞÜPHELENİLDİĞİ ZAMAN NE YAPILMASI GEREKMEKTEDİR? Prof. Dr. Özdemir: Klinik bulgulara dayanarak prostat kanseri şüphesi olan kişilerde prostat kanseri olup olmadığını anlamak amacıyla prostat biyopsisi yapılması gerekmektedir. Biyopside temel amaç hastada kanser bulunup bulunmadığının ortaya konmasıdır. KAMUTÜRK: DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE UYGULANAN STANDART PROSTAT BİYOPSİ YÖNTEMİ HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİNİZ? Prof. Dr. Özdemir: Standart prostat biyopsi yöntemi makad bölgesinden yerleştirilen ultrasonografi cihazı kılavuzluğunda, ki bunun tıpdaki kullanım adı transrektal ultrason(TRUS)dur, prostattan sistematik olarak örnekleme yapılmasıdır ve ortalama 12 parça alınmaktadır. Prostat bezi sistematik olarak oniki bölgeye ayrılmakta ve her bir bölgeden doku örneği alınmaktadır. Ancak bu yöntemin önemli bir kısıtlaması bulunmaktadır; transrektal ultrasonografi sistemi ile prostat dokusundaki kanser odakları görüntülenemeyebilir. Yani biyopsi sırasında transrektal ultrasonografi sisteminin temel rolü iğnenin prostat içerisindeki gidişini yönlendirme, kılavuzluk etmektir. Bu yöntem ile şüpheli bölge görülemediği ve şüpheli bölgeden direkt örnekleme yapılamadığı için, yapılan çalışmalarda, standart TRUS eşliğinde uygulanan prostat biyopsilerinde kanser saptama oranının ortalama %30-40 olduğu bildirilmektedir. Hastanın prostat glandında kanserli doku bulunmasına ragmen yanlışlıkla normal tanı konulabilmekte ve hastanın tedavisinde geçikme olabilmektedir. Her zaman söylediğim gibi doğru tanı, doğru tedavinin temelidir. Prostat kanseri tanısında en yenilikçi, en güvenilir yöntem füzyon biyopsi yöntemidir. Füzyon Biyopsi yöntemi ile hem gereksiz biyopsiler sonlanmakta hem de kanser odaklarının saptanamaması sorunu bitmektedir. Bu teknik ile ‘körleme’ parça almak yerine işlemin prostat bezi içerisinde saptanan şüpheli bölgelerden ‘hedef gözeterek’ yapılması esas alınmaktadır. Önemli bir sorun da biyopsi ile kanser tanısı konulamamasına rağmen anormal olarak yüksek kalan veya yükselmeye devam eden PSA değerleri nedeniyle prostat kanseri şüphesinin devam ettiği çok sayıda hastada biyopsinin tekrar edilmesi zorunluluğudur. Böyle durumlarda hastaya 2., 3., 4. ve hatta 5. kez biyopsi yapmak gerekebilmektedir. KAMUTÜRK: SON YILLARDA PROSTAT KANSERİ TANISINDA MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEMEDEN SÖZ EDİLMEKTEDİR, BU YÖNTEMİN ÖNEMİNDEN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ? Prof. Dr. Özdemir: Son yıllarda gelişen ve yaygın olarak kullanılmaya başlanan multiparametrik manyetik rezonans görüntüleme yöntemi ile prostat detaylı olarak incelenebilmektedir. Prostatta kanser olup olmadığını, varsa 89 yerleşimini, boyutunu ve belki en önemlisi kanserin agresif/saldırgan olup olmadığını anlayabilmek mümkün olmaktadır. Bu yöntem ile 2-3 mm lik olası kanser odakları saptanabilmektedir. Bu nedenle klinik olarak prostat kanserinden şüphelenilen hastalarda biyopsi öncesinde bu yöntemi kullanmak, biyopsi endikasyonun doğru konulmasını sağlayacak ve gereksiz biyopsilerden hastalarımızı koruyacaktır. Dolayısıyla biyopsi öncesinde multiparametrik MR yöntemini kullanmak ve bu incelemede şüpheli odaklar saptanırsa biyopsi sırasında MR kılavuzluğundan yararlanmak son derece önemlidir. Prostat biyopsisi sırasında MR kılavuzluğundan yararlanmak iki şekilde olabilir. Birincisi, direkt olarak MR cihazında prostat biyopsisi yapılabilir. Ancak, bu yöntem uygulaması zor, hasta açısından konforsuz ve pahalı bir yöntemdir. Bu nedenle, dünyada yeni bir yöntem olarak manyetik rezonans görüntülerini ultrasonografi cihazında kullanmaya, MR ve ultrason görüntülerini eşlemeye ve bu şekilde MR da şüphelenilen bölgeden ultrasonografi eşliğinde biyopsi almaya yönelik bir yöntem olan füzyon biyopsi yöntemi geliştirilmiştir. 90 KAMUTÜRK: BİZE BAHSETTİĞİNİZ YENİ YÖNTEM OLAN ULTRASON-MR PROSTAT FÜZYON BİYOPSİYİ ANLATABİLİR MİSİNİZ? Prof. Dr. Özdemir: Prostat kanseri tanısında en yenilikçi, en güvenilir yöntem füzyon biyopsi yöntemidir. Füzyon Biyopsi yöntemi ile hem gereksiz biyopsiler sonlanmakta hem de kanser odaklarının saptanamaması sorunu bitmektedir. Bu teknik ile ‘körleme’ parça almak yerine işlemin prostat bezi içerisinde saptanan şüpheli bölgelerden ‘hedef gözeterek’ yapılması esas alınmaktadır. Bu yöntemde hastanın daha önceden çekilmiş prostata ait multiparametrik MR görüntüleri, biyopsi yapılacak özel donanım ve yazılıma sahip ultrasonografi sistemine aktarılmaktadır. Tümörün yerini tam olarak belirleyebilen yöntem sayesinde ultrason eşliğinde rastgele alınan çok sayıda parça yerine, 1-2 örnek alınması bile yeterli olabilmektedir. Ayrıca MR ile kanserin görüntülenmesinde sağlanan başarı sayesinde MR çekimi sonrasında prostatında patolojik bulgu saptanmayan hastalarda biyopsi yapılması gerekliliği ortadan kalkabilmektedir. Biyopsi esnasında MR ve TRUS görüntüleri üst üste getirilmek suretiyle ‘füzyon’ işlemi gerçekleştirilmektedir. Burada önemli olan ultrason ve MR görüntülerinin aynı düzlemde eşleşmesidir ve bu konuda GPS uygulamasını kullanmaktayız. GPS işaretliyeciler sayesinde biyopsi yapılacak hedef lezyon işaretlenmekte, biyopsi işlemi daha kolay ve doğru bir şekilde yapılmaktadır. GPS işaretleyicilerini, aynen araç kullanırken aradığımız bir adrese ulaşmak için kullandığımız GPS gibi düşünebilirsiniz. Füzyon görüntüleri oluşabilmesi için kullanılan ultrason probu üzerinde 2 adet sensör bulunmaktadır. Bu sensörler ile eş zamanlı olarak prob hareketini takip edebilmek için iletişimde olan 3 boyutlu magnetic field(manyetik alan) kullanılmaktadır. Bu aparatların hiçbirisi hastanın üzerine direkt temas etmemekte, hasta konforu ön planda tutulmaktadır. Bu teknik ile MR da saptanan özellikle küçük boyutlu kanserlerin ultrason görüntüsünde nereye karşılık geldiği tam olarak belirlenir ve iğnenin tam olarak bu bölgeye ‘denk getirilmesi’ sağlanır. Füzyon tekniği sayesinde doğru yerden parça aldığımızdan emin olabiliyoruz. Böylece standart biyopsi yönteminin önemli dezavantajlarından biri olan defalarca biyopsi yapma zorunluluğu ortadan kalkıyor ve hastaya daha erken dönemde, doğru tanı konmuş oluyor. Aynı şekilde problemli bölgeyi ‘görerek’ parça alındığı için toplamda daha az parça almış oluyoruz. Sonuç olarak biyopsi işlemi hastalar açısından daha konforlu hale geliyor ve komplikasyon olasılığı azalıyor. KAMUTÜRK: FÜZYON BİYOPSİDE FARKLI UYGULAMALAR YAPILDIĞINI DUYUYORUZ, MERKEZİNİZDE SİZİN UYGULADIĞINIZ YÖNTEMİ VE AVANTAJLARINI ANLATABİLİR MİSİNİZ? Prof. Dr. Özdemir: Merkezimde uyguladığım füzyon biyopsi yönteminde hem ultrason görüntüsü hem de MR görüntüsü gerçek zamanlıdır, eş zamanlıdır. Dolayısıyla lezyonun ultrason ve MR da eşleşmesi daha büyük doğruluk oranı ile gerçekleşmektedir. Yani ultrason probumuzu hareket ettirdiğimiz zaman ekranda hem ultrason hem de MR görüntüleri hareket etmektedir. En doğru eşleşme yöntemi budur. Füzyon biyopsi uygulaması iki yöntemle yapılabilir; birincisi genital bölgeden ciltten girilerek yapılan transperineal yöntemdir ki bu yöntem çok ağrılı olduğu 91 için genel anestezi eşiliğinde yapılması gerekmektedir. Genel anestezi riski ve hastaların bir sürede hastanede kalma gereksinimi gibi dezavantajlarının yanında enfeksiyon riskinin olmaması avantajıdır. Bizim uyguladığımız ve tercih ettiğimiz transrektal yani makaddan girilerek yapılan yöntemde ise genel anesteziye ve hastane ortamına gerek olmamaktadır. İşlem sırasında sadece lokal uyuşturma yapılmaktadır, hastalar herhangi bir ağrı hissetmemektedir ve yaklaşık olarak 15-20 dakikada biyopsi işlemi gerçekleştirilmektedir. İşlemden bir saat sonra hastalar kolaylıkla günlük yaşamlarına dönebilmektedirler. Bu yöntemde oluşabilecek enfeksiyon riski açısından işlem öncesinde, sırasında ve sonrasında antibiotik desteği, proflaksisi uygulanmaktadır ve bu son derece önemlidir. Son olarak füzyon biyopsi yönteminde biyopsiyi yapan doktorun MR bilgisi, öğrenimi ve üç boyutlu düşünebilme becerisi son derece önemlidir. Yani doktorun hem ultrason hem de MR görüntülerine hakim olması işlemin başarısında önemli bir faktördür. KAMUTÜRK: SON OLARAK NE SÖYLEMEK İSTERSİNİZ? Prof. Dr. Özdemir: Klinik olarak prostat kanseri şüphesi olan hastalarda biyopsi öncesinde multiparametrik MR incelemesi yapılması son derece önemlidir. MR incelemesi sonrasında prostat dokusunda kanser olabilecek alanlardan şüphelenilirse, standart biyopsi yöntemi yerine MR-US füzyon biyopsi yöntemi tercih edilmelidir. Füzyon biyopsi yöntemi olarak da teknolojik olarak en üstün yöntem olan, hem ultrason hem de MR görüntülerinin gerçek zamanlı olduğu, dolayısıyla görüntü eşlemenin daha büyük doğruluk oranı ile yapılabildiği ve girişim yolunun makad olduğu, dolayısıyla genel anesteziye gereksinim göstermeyen yöntemin hastalar tarafından tercih edilmesinin isabetli olacağı kanısındayım. (www.diason.info) 92 Röportaj: Gökhan Altunkaş Türk Sanat Musikisi’nin yeni kuşak başarılı sanatçılarından Bahadır Özüşen KAMUTÜRK’e konuk oldu. TÜRK MÜZİĞİNE HEPİMİZİN SAHİP ÇIKMASI LAZIM Yabancı müziğe sempati beslenebilir ama önce kendi müziğimizi özümsememiz lazım. Kendi kültürümüzü almadan, benimsemeden bir kültür karmaşası içine giriyor ve boğuluyor gençlerimiz. Bu sefer bir kişilik çatışması oluyor. Bu da toplumumuza yansıyor. 93 Bahadır Özüşen’i yakından tanımak isteriz…Bize kendinizi tanıtır mısınız? Ankara doğumluyum aslen Selanik göçmeniyiz, Sivas, Gürün’lüyüz. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi de Ankara’da tamamladım. Halen TRT Ankara Radyosunda Türk Sanat Müziği ses sanatçısı olarak görev yapmaktayım. Müzik yaşantınıza ne zaman başladınız? Babanız Akif Özüşen’de TRT sanatçısı idi. Bu mesleğe başlamanızda babanızın etkisi büyük mü? Babamın üzerimde emeği çoktur ve kendisi ilk üstadımdır, ustamdır. Aslında ilk başta Türk Halk Müziği ile başladım, annem çok severdi. Abim bağlama çalardı. Babam bir gün mandolin getirdi bende biraz mandolin çalma gayretindeydim ama abim bağlama saz çalarken görünce hoşuma gitmeye başladı. Rahmetli annemin sesi de çok güzeldi. Bağlama çalarken onları izlemek keyif veriyordu, bir de baktım ki bende bağlama çalmaya başlamışım. Zaman geçtikçe daha akıl baliğ oldukça Türk Sanat Musikisine yöneldim. Babam evde ud çalardı. Bende bundan etkilendim. Ud’a sempati duydum ve aldım elime çalmaya başladım. Böylelikle bir anda kendimi müziğin içinde buldum. Albümlerinizden bahsedebilir misiniz? İlk albümünüzü ne zaman çıkardınız? İlk albümüm 2010 yılında TRT Arşivleri adı altında çıktı. TRT’mizin bize kazandırdığı güzel bir işti. Bizim ilkimizdi ve çok önemliydi. 2013 sonuna doğru kendi imkanlarımla “TUT” isimli albümümü “Cansuyu” olarak da bilinir bu albümümü çıkardım. Kendi bestelerimde var içinde. Halen de albüm çalışmalarım var, bunlar bizim kartvizitimiz gibidir. Çok kıymetli ve değerli bir sessiniz… Ekranlarda, konserlerde Türk müziği sevenlerle sık sık bir araya geliyorsunuz… Kocaman bir derya olan bu alanda örnek aldığınız isimler var mı? Elbette var. Bulunduğumuz şu stüdyoda Zeki Müren, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar gibi bir çok isim gelip geçmiş. Gerçekten çok anlamlı yerler burası. TRT bir okuldur bu konuda. Toplumuzun kültürünü ve misyonunu kendine şiar edinmiş ve bu kültürü gelecek nesillere taşımayı amaç edinmiş bir kurumdur. Örnek aldığım ilk sanatçı, sevgili babamdır. Bu stüdyoya ismini veren sevgili Ziya Taşkent örnek aldığım bir diğer insandır, kaliteli bir sanatçıydı Allah rahmet eylesin. Yine örnek aldığım çok kıymetli bir sanatçı Mustafa Erses’tir. Her şeyi bütün repertuarı belleğinde tutan biriydi. İyi sesler bulur ve çıkarırdı. Harika konserlere imza atardı. Allah rahmet eylesin ona da. Türk Sanat Müziğinin toplum üzerindeki etkisi nedir? Türk Sanat Müziği bir terapidir. Hastalık ve iyileşme sürecinde makamların her hastalığa ayrı ayrı iyi geldiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Müzikle terapi yapan hastaneler var çok eskiden beri. Süreci çok hızlandırdığı nettir. Özellikle psikolojik ve ruhsal sorunlarda ciddi iyileştirme potansiyeli olduğu ortadadır. Doğru sesler ve doğru ağızlardan bunu dinlemek lazım. Eğitimini alan ve pişmiş insanlardan bunları dinleyince o terapi sıfatını kazanabilir. Gençlerimizin Türk Sanat Müziğine bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Müziğin yanlışı olmaz ama bizi biz yapan değerlerimiz ve kültürümüz var. Yabancı müziğe sempati beslenebilir ama önce kendi müziğimizi özümsememiz lazım. Kendi kültürümüzü almadan, benimsemeden bir kültür karmaşası içine giriyor ve boğuluyor gençlerimiz. Bu sefer bir kişilik çatışması oluyor. Bu da toplumuza yansıyor. Kültürel faaliyetler çok önemli. Örfümüz, adetlerimiz, inançlarımız… Bunlar son derece önemli ve anlamlı şeyler. Onlarla bezenir ve zırhlanırsak dışarıdan gelen oklara karşı kendimizi korumuş oluruz. Türk Sanat Müziğini ilgi duyan insanlara tavsiyeleriniz nelerdir? İlgi duyanlar zaten bunu yapıyorlar, izliyorlar, dinliyorlar, sahip çıkıyorlar. Sahip çıkma konusunda biraz problemimiz var. Müzik halka indirilmez, halk sanatı benimser. Biz sanatı itibarlı hale getirmeye çalışıyoruz. Devlet, kurumlar, şahıslar… Herkes kendi müziğine sahip çıkmalı. Yani müziğimizi, kültürümüzü itibarsızlaştırmayacağız. TRT dışında ne gibi çalışmalarınız var? Konserler, Koro çalışmaları vs. Birçok koro ve konserlerde yer alıyoruz. İnsanlarla bir araya geliyoruz. Usta, çırak ilişkisiyle bu işi yapmaya çalışıyorum. Korolar çalıştırıyorum. Korolar kültürümüzün yayılmasında korunmasında son derece önemli. Biz hep bu işin içindeyiz ve kendimizi her gün güncelliyoruz ama dışarıdaki insanlar sürekli bu işle uğraşmıyorlar. Farklı telaşları var ama o telaşlar içinde onlara haftada birkaç saat bu imkanı verince bu tam bir terapi gibi oluyor. Kabiliyeti olan o insanların o çabalarını biz pişirmeye çalışıyoruz. Türkiye Kamu-Sen’de bunu çok güzel yapıyoruz. Çok özel bir koromuz var. Geçtiğimiz aylarda bir konser verdik, kısmetse 19 Mayıs’ta da bir konserimiz olacak. Sayın Başkanımız İsmail Koncuk, kültürümüze olan bu destekleri ile bizi aydınlatıyor, ışık tutuyor. Kendisine minnettarız. İmkanlar sunuldukça biz sanatımızı icra edebiliriz. Çok teşekkür ediyoruz Türkiye Kamu-Sen ailesine bizlere verdikleri destek için. Ülkemizde müziğin özellikle Türk müziğinin gelişimi noktasında yeterli adımlar atıldığını düşünüyor musunuz? Bu işi götüren sadece TRT kurumu var. Kültür Bakanlığı var ama TRT kadar ses getiremiyor. Bu işe ne kadar itibar ederseniz ve sahiplenirseniz daha da gelişebilir. Bu iş değer vermekle alakalı bir şey. TRT Müzik kanalı müziğimizin yayılmasında ciddi katkılar sağladı. Müziğimize yeniden bir geri dönüş var. Bu son derece sevindirici. Önemli olan bu işin alıcısının olması lazım. Alkışlanmalı ki emek boşa gitmesin. 94 ABD’de Müslümanlara vize yasağına Koncuk’tan sert tepki 95 Bir Müslüman Türk olarak kınıyorum Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, yedi Müslüman ülkenin vatandaşına vize yasağı getiren ABD Başkanı Trump’ı eleştirerek, “ABD'nin çirkin yüzünü tüm dünyaya göstermiştir. Bir müslüman Türk olarak kınıyorum” dedi. Genel başkan İsmail Koncuk; ‘’Müslüman 7 ülke vatandaşına, giriş yasağı koyan Trump, ABD'nin çirkin yüzünü tüm dünyaya göstermiştir. Bir Müslüman Türk olarak kınıyorum. Meşhur sözümüzdür, ‘Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur.’ Buradan hareketle, İslam dünyasının kardeşlik şuuruna ermesini, bu tahkir ve aşağılama karşısında kucaklaşmanın, bir olabilmenin farkına varabilmesini Yüce Allah'tan niyaz ediyorum. Bunun ilk adımının, tüm İslam aleminin ABD ve AB patentli, sözde büyük, aslında köle zihniyetli yöneticilerden kurtulması olduğunu bu vesile ile bir daha vurgulamak gerektiğine inanıyorum. Tüm İslam alemini, Yüce dinimizin de vurguladığı üzere, bilimin, akıl ve izanın ışığı kuşatsın inşallah.’’ diye konuştu. 96 Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi bünyesinde faaliyet gösteren HİZBİB, topluma ve tüm sağlık çalışanlarına ilaç kullanımının yanında zehirlenmelerle ilgili danışmanlık hizmeti veriyor. İlacı kullanmadan önce sorun! “Alo! Zehirlendim mi?” hizmeti Hacettepe İlaç ve Zehir Bilgi Birimi (HİZBİB), topluma ve başta hekimler, eczacılar, hemşireler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına hızlı bir şekilde ilaç ve zehir bilgisi sunuyor. Modern bir sağlık hizmeti birimi olan HİZBİB, ilaçlar dahil kimyasal maddelerin istenmeyen zararlı etkileri ve zehirlenme tedavisiyle ilgili güncel bilgi vererek, akılcı ilaç kullanımına katkıda bulunuyor. Etkili ve güvenli ilaç kullanımının yanı sıra, zehirlenmelerde ölüm oranının ve tedavi maliyetinin azaltılmasını da sağlıyor. Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi İlaç ve Zehir Bilgi Birimi Koordinatörü Dr. Ayçe Çeliker, akılcı ilaç kullanımına ve hasta tedavisine katkıda bulunan HİZBİB’in 1992 yılından beri hizmet verdiğini söyledi. Tıp ve eczacılık alanında özellikle 20. yüzyılın son yarısında ortaya çıkan gelişmelerin, etkinliği ile birlikte zarar potansiyelleri de yüksek olan çok sayıda ilacı tıbbın hizmetine sunduğunu belirten Çeliker şöyle konuştu: “İlaçlara ilişkin bilimsel literatür büyük boyutlarda artış göstermektedir. Bu nedenle etkin ve güvenli ilaç tedavisi, bu veri ve bilgilerin çok iyi şekilde değerlendirilip kullanılmasıyla mümkündür. Diğer taraftan endüstrileşmenin ve hızla ilerleyen teknolojinin günlük yaşamımıza, çevremize soktuğu binlerce kimyasal maddeyle zehirlenmeler, etkin tedaviyi gerektiren birinci derecede öneme sahip acil vakalardır.” Çeliker, bu amaçlara yönelik, tüm birikim ve olanaklarını deneyimli bir kadroyla, sağlık personelinin ve toplumun hizmetine sunduklarını dile getirdi. SORULAR EN ÇOK GEBELİKLE İLGİLİ HİZBİB’e gelen soruların çoğunun gebelikle ilgili olduğunu belirten Çeliker, gebelikte ve emzirme döneminde ilaç kullanımı, ilaç etkileşimleri ve yan etkilerin sıkça sorulduğunu, zehirlenme sorularının çok büyük bir kısmının ise hekimlerden geldiğini açıkladı. İlaçların piyasada bulunurluğu veya yurt dışındaki bir ilacın Türkiye’deki eş değeri gibi konularla ilgili soruların da eczacılar tarafından sıkça sorulduğunu söyledi. HİZBİB’E NASIL ULAŞILIYOR? Uzun zamandır hizmet veren bir merkez olduklarını fakat yeterince tanınmadıklarını ifade eden, Öğretim Görevlisi Dr. Ayçe Çeliker, “Tüm Türkiye’ye açığız. Hatta yurt dışından arayanlarımız bile oluyor. Doğru, güncel, tarafsız olmak ilk hedefimiz. Olabildiğince hızlı bilgi sağlıyoruz. Genelde sorularımızı ilk 5 dakika içinde yanıtlıyoruz.” dedi. İlaç kullanımı ve zehirlenmelerle ilgili danışmanlık hizmeti veren HİZBİB’e telefonla ya da e-posta yoluyla ulaşılıyor. Mesai saatleri içinde, 0312- 311 89 40, 0312305 21 33-34 numaralı telefonlardan ve hizbib@hacettepe.edu.tr adresinden sorular yönlendirilebiliyor.