1 İçindekiler Hz. Peygamberin kızları, kaç yaşında, kimlerle evlenmişlerdir? ...............................................3 Eğer Allah, kafirleri ibret olsun diye yarattıysa, onların yanmaması gerekmez mi? ................5 Cehennem iyi niyetlilerle doludur, anlamında bir hadis var mıdır? ..........................................6 Kanbersiz düğün olmaz, sözünün aslı nedir? .............................................................................6 Allah’ın bu dinde sakladığı fidanları vardır, onları kulluğunda kullanır, hadisini açıklar mısınız? .........................................................................................................................................7 Din, Allah'ın ürettiği bilimin tamamı mıdır? ..............................................................................8 Allah bizim cennete veya cehenneme gideceğimizi biliyorsa neden Kuran'da öyle demiyor? ..9 Rızık Allah’tan ise, neden hayvanlar susuzluktan ölüyor? ......................................................10 İkindiden sonra uyuyan çocuklar, düşük zekalı mı olur? ........................................................11 Sükûnet ve Sekînet nedir? ..........................................................................................................12 2 Hz. Peygamberin kızları, kaç yaşında, kimlerle evlenmişlerdir? Peygamber efendimizin (asm) kızlarının kaç yaşında evlendiği konusunda net ve kesin bilgiler olmasa da genel bilgiler şöyledir: Hz. Peygamber'in Hz. Hatice'den iki erkek ve dört kız çocuğu dünyaya gelmiştir. İlk çocuğu Kasım iki yaşında, Abdullah da küçük yaşta iken vefat etmiştir. Abdullah adlı çocuğuna aynı zamanda Tayyib ve Tahir denildiği nakledilmektedir. Bunların dışında Medine döneminde Mısır'lı Mariye'den İbrahim adlı oğlu olmuştur. Kızlarının doğum sırası konusunda ihtilaf bulunmakla birlikte genellikle, Zeyneb, Rukıye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma şeklinde olduğu kabul edilmektedir. Zeyneb: Hz. Peygamber'in ikinci çocuğu ve kızlarının en büyüğüdür. Babası otuz yaşında iken dünyaya geldiği nakledilmektedir. Hz. Hatice'nin arzusu üzerine Hz. Peygamber Zeyneb'i teyzesinin oğlu Ebü'l-As b. Rebi' ile evlendirmiştir. Bu evlilikten Zeyneb'in Ali ve Ümame adlı iki çocuğu dünyaya gelmiştir. Zeyneb, babasına peygamberlik gelince annesi ile birlikte İslamiyet'i kabul etmiştir. Kocası Ebü'l-As ise o dönemde iman etmemiş; ancak müslüman olan hanımı ile beraber yaşamaktan da vazgeçmemiştir. Bu şekilde evlilikleri Bedir savaşına kadar devam etmiştir. Hz. Peygamber Medine'ye hicret edince, ailesi ile birlikte kızı Zeyneb'i de Mekke'den getirtmek istemiş ancak kocası ondan ayrılmak istememiştir. Bu arada Ebü'l-As, müşrikler safında katıldığı Bedir savaşında esir düşmüş, Zeyneb, kocasının fidyesi olarak bir miktar malla birlikte annesinin kendisine evlenirken çeyiz olarak verdiği gerdanlığı göndermiştir. Hz. Peygamber gerdanlığı iade ederek Ebül-As'ı serbest bırakmıştır. Ancak ondan, kızını çocukları ile birlikte Medine'ye göndermesini istemiş ve bu konuda kendisinden söz almıştır. Ebü'l-As sözünü tutarak Zeyneb'i ve çocuklarını Medine'ye göndermek üzere yola çıkarmıştır. O sırada hamile olan Zeyneb, Mekke'de Zi Tuva adlı yerde, henüz İslam'ı kabul etmemiş bulunan Hebbar b. Esved'in saldırısı sonucu deveden düşmüş ve çocuğunu düşürmüştür. Bu olay sonucu yakalandığı hastalık ilerleyerek hicri 8. yılda onun ölümüne sebep olmuştur. Olaydan sonra Mekke'ye dönmüştür. Bu arada Hz. Peygamber onu getirmek için Zeyd b. Harise'yi ve ensardan bir şahsı Bedir savaşından bir ay kadar sonra Mescid-i Haram'a 10 km. uzaklıkta bulunan Batn-ı Ye'cec'e kadar göndermiş, Zeyneb de yanında çocukları olduğu halde bu ikisi ile birlikte Medine'ye gelmiş ve Hz. Peygamber'in yanında yaşamaya başlamıştır. Diğer taraftan Ebü'l-As, hicretin 6. yılında müşriklere ait bir kervanla gittiği Suriye'den dönerken İs mevkiinde karşılaştığı İslam askeri birliği tarafından Medine'ye getirilmiş ve İslamiyet'i kabul etmiştir. Hz. Peygamber Zeyneb'i eski kocası ile tekrar evlendirmiştir. Zeyneb, Ebü'l-As'la gerçekleşen bu ikinci evliliğinden kısa süre sonra hicretin 8. yılında, vefat etmiştir. Çocuklarından Ali, Mekke'nin fethinden sonra ölmüştür. Kızı Ümame ise, teyzesi Fatıma'nın vefatından sonra Hz. Ali ile, onun şehit edilmesinden sonra da Muğire b. Nevfel ile evlenmiş ve onun nikahında iken vefat etmiştir. Ümame'nin bu kocasından Yahya adında bir çocuğunun dünyaya geldiği söylenir. Biraz sonra görüleceği üzere diğer iki kız kardeşi Rukiye ve Ümmü Gülsüm gibi Zeyneb'in nesli de devam etmemiştir. 3 Rukıye (Rukayye): Babası otuz üç yaşındayken dünyaya geldiği kaydedilir. Rukıye, Ebu Leheb'in oğlu Utbe ile, biraz sonra bahsedilecek olan Ümmü Gülsüm de Uteybe ile nikahlandı. Hemen bütün güvenilir kaynaklar, Hz. Peygamber'in bu iki kızının Ebu Leheb'in oğullarıyla zifafa girmedikleri konusunda müttefiktirler. Ebu Leheb ve hanımı, kendilerinin İslam'a karşı tutumlarını yeren Tebbet Suresi'nin nazil olması ve aynı zamanda Rukıye ve Ümmü Gülsüm'ün İslam'ı kabul etmeleri üzerine, oğullarını Hz. Peygamber'in kızlarından ayrılmaya zorladılar. Neticede her ikisi de ayrıldı. Bundan sonra Hz. Peygamber Rukıye'yi Hz. Osman ile evlendirdi. Rukıye kocasıyla birlikte Habeşistan hicretine katıldı. Daha sonra Mekke'ye dönerek Medine'ye hicret etti ve burada yaşamaya başladı. Hicretin 2. yılında Bedir seferi hazırlıkları esnasında kızamığa yakalandı. Hz. Peygamber, Hz. Osman'ı sefere götürmedi ve hasta hanımıyla ilgilenmesi için Medine'de bıraktı. Ancak Rukıye, Hz. Peygamber seferde iken vefat etti. Hz. Osman'dan dünyaya gelen Abdullah adındaki oğlu iki veya altı yaşında iken vefat etti. Ümmü Gülsüm: Rukıye'den küçük olduğuna göre, babası otuz dört yaşın üzerinde iken dünyaya gelmiş olmalıdır. Yukarıda da geçtiği gibi Ebu Leheb'in oğullarından Uteybe ile nikahlandı. Annesinin ve babasının zorlaması sonucu Uteybe Ümmü Gülsüm'ü boşadı. Ümmü Gülsüm hicrete kadar babasının evinde yaşadı. Kızkardeşi Fatıma ve Hz. Peygamber'in diğer aile fertleriyle birlikte Medine'ye hicret etti. Ablası Rukıye'nin vefatından bir müddet sonra hicretin 3. yılında Hz. Osman'la evlendirildi. Hicretin 9. yılında vefat etti. Ümmü Gülsüm'ün çocuğu olmadı. Onun vefatı üzerine Hz. Peygamber "bir üçüncü (bazı rivayetlerde on) kızım olsaydı yine Osman'la nikahlardım" demiştir. Fatıma: Hz. Peygamber'in kızlarının en küçüğüdür. Doğum tarihi konusunda ihtilaf bulunmakla birlikte, genel kabul, birincisi ağırlıklı olmak üzere 609 ve 605 yıllarında yoğunlaşmaktadır. Kaynaklarımızda onun çocukluk ve gençlik yıllarıyla ilgili bilgiler azdır. Başından geçen olaylardan birisi şöyledir: Bir gün Hz. Peygamber Kabe'nin yanında namaz kılarken secdeye vardığında müşrikler bir koyunun iç organlarını sırtına koyarlar. Hz. Peygamber secdeden başını kaldıramaz. Bu sırada Fatıma gelip babasının üzerindekileri atar ve müşriklere çıkışır. Hz. Fatıma, babasının hicretinden bir müddet sonra, içlerinde kızkardeşi Ümmü Gülsüm ve Hz. Ebu Bekir'in ailesinin de bulunduğu bir kafile ile birlikte Medine'ye hicret etti. Bir müddet sonra Hz. Ali onu babasından istedi. Hz. Peygamber kızının görüşünü alarak hicretin 2. yılında Fatıma'yı Hz. Ali ile evlendirdi. Hz. Fatıma, evlendikten bir yıl kadar sonra ilk çocuğu Hasan'ı, ondan bir yıl sonra da ikinci çocuğu Hüseyin'i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adlı kızları ile Muhsin (veya Muhassin) adlı oğlu dünyaya geldi. Ancak bu sonuncusu küçükken vefat etti. Hz. Fatıma'nın İslam kültüründe ünlü olduğu hususlardan birisi sağlık ve sosyal yardım alanlarındaki hizmetleridir. Nitekim Uhud savaşında gazilere su ve yiyecek taşımış, yaralıları tedavi etmiş, babasının yüzündeki kanları temizlemiştir. Hz. Peygamber'in vefatına çok üzülmüş ve ondan altı ay kadar sonra vefat etmiştir. Hz. Peygamber'in nesli Fatıma'nın çocukları vasıtasıyla devam etmiştir. Kaynak: Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı; TDV İslam Ansiklopedisi ilgili maddeler. 4 Eğer Allah, kafirleri ibret olsun diye yarattıysa, onların yanmaması gerekmez mi? “Biz onları ibret olsun diye yarattık” ifadesine ilgili ayette rastlayamadık. İlgili ayetin meali şöyledir: “Ne zaman onlara: “Şu güzel insanların iman ettiği gibi siz de iman edin.” denilse, “Yani, o beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?” derler. Asıl beyinsizler kendileridir de farkında değiller.” (Bakara, 2/13) Bununla beraber Kur’an’da bütün insanların Allah’a kulluk yapmak için yaratıldığı ifade edilmektedir: “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) Ayrıca, dünyada ibret olmak, ahirette ceza çekmekle çelişmez. Çünkü, dünyada ibret olmak, yanlış yapmak, zarar etmek, dünyayı kaybetmek demektir. Aşağıda meali verilen ayette dünyayı kaybetmenin ahireti kaybetmeye engel olmadığını göstermektedir. “Öyle insanlar vardır ki Allah’a, sırf bir hesaba binaen, imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana maruz kalırsa yüzüstü dönüverir. Dünyayı da âhireti de kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur.” (Hac, 22/11) 5 Cehennem iyi niyetlilerle doludur, anlamında bir hadis var mıdır? "Cehennem iyi niyetlilerle doludur" sözüne hadis kaynaklarında rastlayamadık. - İnternette bir çok yerde hadis olarak geçiyor, fakat kaynak verilemiyor. Kuvvetli bir ihtimalle bu bir kelam-ı kibardır. - Manası şu olabilir: Hiç kimse kötülük yaparken, günah işlerken, kendini cezaya çarptırmak için -kendi aleyhinekötü bir niyet taşımaz. Bilakis, günah işlerken de insanların birçoğu -nefsin ve şeytanın aldatmasıyla- iyi bir niyetle işlerler. Mesela: içinden “bu günahımdan tövbe edeceğim”, “Allah beni affeder”, “kimseye zararım yok; maksadım sadece zevk almaktır” diyerek günah işler. Yoksa bu söz, çok saf ve temiz duygularla günah işleyip de cehennemi boylar anlamına gelmez. Kanbersiz düğün olmaz, sözünün aslı nedir? Hz. Ali’nin Kanber adında bir hizmetçisinin olduğu kaynaklarda zikredilmektedir. (bk. Taberi, Tarih, Beyrut, 1387, 4/563; Zehebi, Siyeru Alami’n-Nübelâ, Beyrut, 1427/2006, 2/511; İbn Hacer, Lsanu’l-Mizan, Beyrut, 1390/1971, 2/343) Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ali’nin sadık bir kölesi olan Kanber, özellikle onun halifeliği sırasında bir müddet hep Hz. Ali ile birlikte bulunmuş olduğundan, “Kanbersiz düğün olmaz” darb-ı meselin (ata sözünün) oluşmasına vesile olmuştur. Tabii ki bu söz Osmanlı’da ve Türkiye’de söz konusu olmuş ise de, bu konuda detaylı bilgi ve belge bulamadık. 6 Allah’ın bu dinde sakladığı fidanları vardır, onları kulluğunda kullanır, hadisini açıklar mısınız? Önce şunu belirtelim ki, Çağrı yayınları tarafından neşredilen nüshasında İbn Mace’nin ilgili yerinde böyle bir hadis rivayetine rastlayamadık. Ancak, Şamile’deki programda yer alan İbn Mace’nin ilgili yerinde böyle bir hadis rivayeti söz konusudur. Bu da bize dikkat çekici bir ayrıntı oldu. Bu hadisin açıklaması şöyle yapılabilir: Allah her asırda bu dinini tecdid etmeleri için bir müceddid saklar, yani onu özel koruması altına alır ve yetiştirir. Veya genel olarak her ilim dalı için bazı alimleri yetiştirir ve bu dine hizmetkâr yapar. (krş. Haşiyetu’s-Sindî ala süneni İbn Mace, ilgili hadisin şerhi, 1/8) Bunu genel manasıyla anlamak daha uygundur. Mesela Fıkıh konusunda başta dört mezhep imamı olarak binlerce fakih, Akaid konusunda binlerce alim ve kelamcı, tefsir ve hadis ilminde binlerce ilim adamı, tasavvuf ilminde binlerce evliya bunun göstergesidir. Bir Abdulkadir geylanî, bir İmam Gazali, bir iman Rabbani, bir Mevlana halid-i bağdadi, bir Celaleddin-i Rumî, bir Şah-ı Nakşibend, bir Bediüzzaman Said Nursi, bu özel dikilip yetiştirilen fidanlardan olduğunda şüphe yoktur. Özetle, ilmiyle amel eden, Kur’an ve Sünnete hizmet etmiş bütün İslam alimlerini bu kategoride düşünebiliriz. 7 Din, Allah'ın ürettiği bilimin tamamı mıdır? Din: insanların -ahiret hayatını da müspet olarak netice verecek şekilde- dünya hayatını düzenleyen ilahî bir nizamın adıdır. Bu genel anlamıyla bakıldığı zaman, din, insanların çalışmasına, kazancına dayalı olarak ortaya çıkan yapılması gereken farz-vacip, sünnet/müstahap ve mübah ile yapılmaması gereken haram, tahrimen ve tenzihen mekruh olan bütün işleri ihtiva etmektedir. Yani insanların dünya hayatı, maddi- manevi olarak tamamen dine göre ya olumlu ya da olumsuz çizgiler takip eder. İnsanoğlunun bilimsel olarak ürettiği ne kadar teknoloji varsa, bunların hepsi de din açısından olumlu veya olumsuz bir puana tabidir. Bu açıdan bakıldığında dinin dışında hiç bir şey yoktur. Eğer sorudaki ifadeden maksat, “dinin Allah’ın bütün ilmini ihtiva eden bir hakikat olup olmadığı” şeklinde bir soru ise, bunun cevabı “hayır”dır. Zira, Allah’ın ilmi sonsuzdur, dünya ve ahiretin dışında da geniş sahası vardır. Yani, Allah’ın ilmi dini bilgiden ibaret değildir. Kaldı ki, zamana göre Allah dinde farklı uygulamalar ortaya koyar. Mesela en mükemmel ve en son din olan İslam’da bulunan bazı hususlar diğer dinlerde yoktur. Bu da Allah’ın ilminin dinlerle sınırlı olmadığını göstermektedir. 8 Allah bizim cennete veya cehenneme gideceğimizi biliyorsa neden Kuran'da öyle demiyor? “Andolsun, içinizden cihad edenleri, sabır ve sebat gösterenleri belirleyinceye/ortaya çıkarıncaya kadar sizi deneyeceğiz/intihan edeceğiz.” (Muhammed, 47/31) mealindeki ayet ve benzerlerinde kullanılan “...belirleyinceye kadar..” ifadesi, Allah’ın önceden ne olacağını bilmediği anlamına gelmez. - Bütün tefsir kaynaklarında bu tür ifadelerin “bizzat fiili olarak ortaya çıkması” anlamına geldiği belirtilir. Örneğin; Muhammed suresindeki ayetin açıklaması şu merkezde olabilir: “Andolsun ki, -biz sizin neler yapıp neler yapmayacağınızı çok iyi biliriz. Bununla beraber imtihandaki adaletin tahakkuk etmesi için, her şeyi kuşatan sonsuz ve ezeli ilmimizi değil, fiilen ve bir eylem olarak sizin ortaya koyacağınız performansınızı esas alacağız. Bu sebeple, içinizden cihad edenlerin, sabır ve sebat gösterenlerin eylem olarak ortaya koyacağı çabaların sonucunu görünceye kadar sizi denemeye devam edeceğiz”. - Bazı alimler, bu konuyu “ilm-i gayb” ve “ilm-i şahadet” kavramlarıyla açıklamışlardır. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri) Bunun anlamı şudur: Allah her şeyi önceden bir “Allamu’lguyub”(bütün gaybleri bilen biri) olarak, olmuş, olmakta olan ve olacak olan her şeyi biliyor. Ancak, Allah, -adaletin bir gereği olarak- insanların cennet ve cehennemi netice verecek olan imtihanlarında bu her şeyi kuşatan ilmiyle değil, “ilm-i şahadet” denilen ve bizzat (ortaya çıkacak bir durumu değil) ortaya çıkmış bir durumun bilinmesiyle ilgili olan ilmiyle değerlendirme yapar ve objektif bir çizgiyi takip eder. Bu, sonsuz adaletinin bir gereğidir. - Kur’an’da defalarca: “Allah her şeyi hakkıyla bilir”, “Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır” manasına gelen ifadeler Allah’ın ilminin dışında kalan hiç bir şeyin olmadığını göstermektedir. Uçsuz-bucaksız bu kâinatın yaratıcısı olarak düşündüğümüz zaman da böyle her şeyi kuşatan bir ilmin varlığını kabul etmek zorunda olduğumuzu idrak edebiliyoruz. Ama bunun yanında, Kur’an’da yine defalarca ifade edilen “hiç kimseye haksızlık yapılmayacağına” dair Allah’ın beyanı ortada iken, onun sadece önceden bildiğine göre hareket edeceği, kimsenin gerçek performansını göz önünde bulundurmayacağını söylemek sağlam bir imanla bağdaşmaz. Özetle, Allah ezeli ilmiyle her şeyi önceden bilir. İnsanların imtihanını ise, onların başarılı olup olmamalarına göre değerlendirir. ilave bilgi için tıklayınız: Allah kişinin cennetlik veya cehennemlik olduğunu biliyorsa, neden ... Allah bizim ne yapacağımızı biliyor ise, bizi neden dünyaya gönderdi? Bizim ne yapacağımız kaderimizde yazılmış ise, ne suçumuz var ... Allah her şeyi önceden biliyor da neden bizim bu suçları işlememize engel olmuyor? 9 Rızık Allah’tan ise, neden hayvanlar susuzluktan ölüyor? Hiç bir canlı açlıktan veya susuzluktan ölmez. Çünkü, hepsinin rızıkları ilahî taahhüt altındadır. “Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki onun rızkı Allah’a ait olmasın. Allah her canlının hayatını geçirdiği yeri de, öleceği yeri de bilir. Bütün bunlar apaçık bir kitaptadır.” (Hud, 11/6) mealindeki ayette bu taahhüdün garantisini görmekteyiz. O halde bir mümin olarak şunu söyleyebiliriz ki, ölen hayvanlar susuzluktan değil, ecelleri geldiği için ölmüşlerdir. Susuzluk zahiri bir sebeptir. Şayet su olsaydı, yine Allah'ın takdir ettiği ecelleri geldiğinde öleceklerdi. Şayet o hayvanların susuz kalmalarına insanlar sebep olmuşsa, bu ayrı bir konudur ve buradaki sorumluluk o kimselere aittir. İmtihanın bir gereği olarak serbest iradesiyle iyili ve kötülük yapmaya salahiyetli kılınan insanlar, başka insanları öldürebildikleri gibi, hayvanları da öldürebilirler. Allah buna izin veriyor.. İlave bilgi için tıklayınız: Açlıktan ölüm yok deniliyor. Ancak dünyanın birçok yerinde insanlar ... 10 İkindiden sonra uyuyan çocuklar, düşük zekalı mı olur? Sorudaki şekliyle değil de şöyle bir hadis rivayeti vardır. Bu rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur: “Kim ikindiden sonra uyur da aklına bir noksanlık arız olursa, ancak kendini kınasın.” (Keşfu’l Hafâ, Aclûnî, II, 284; Müsnedü Ebî Ya’la, VIII, 316) Ancak bu rivayet meşhur hadis kaynaklarında yer almamaktadır. Bazı adap ve nasihat kitaplarında da, ikindiden sonra uyumanın hoş bir tutum olmadığı ifade edilir. (bk. Muhammed b. Ebû Bekir, Şir’atü’l-İslâm, 502) İkindiden sonra uyumak İslam literatüründe mekruh görülmüştür. İkindi namazından sonra güneş tamamen batıncaya kadar geçen zaman dilimi, yine bir çok iş kolu için en verimli zaman dilimidir. Bu saatte uyumak rızkı da, ömrü de noksanlaştırır. Çünkü insanın günün verimini muhasebe edeceği, ölçüp tartacağı, yarınki gün için yeni plânlar yapacağı, hayat için yeni moral ve motivasyon bulacağı bu zaman diliminde uyumak insanı bütün bu neticelerden genellikle mahrum bırakır. (bk. Nursi, Lem'alar, s. 269) Buna göre, çocukların bu vakitte uyumamaları ve bunu alışkanlık haline getirmeleri için gayret etmekte fayda vardır. Ancak elbette bunun da istisnası olacaktır. Başka vakitlerde uyumayan veya uyutulamayan çocuklar bu vakitlerde uyuyabilir. Bilgi için tıklayınız: Sabah namazından sonra ve ikindi vakti ile akşam ezanı arası uyumak (feylule, gaylule ve kaylule) sağlık açısından ve dinen sakıncalı mıdır? Sabah namazından sonra uyumamak sünnet midir? 11 Sükûnet ve Sekînet nedir? Sekînet ile sükûnet, maddi ve manevi olarak sâkin olmak, durmak, hareket halinden duruş haline geçmek gibi aynı manayı ifade etmekle beraber, aralarında bazı farklar da vardır. - Sekînet, sükûnet ve sükûn kelimelerinin hepsi SEKENE kökünden türemişlerdir. Sekene kelimesi, durmak, bir yere yerleşmek, sabitlenmek manasına gelir. - Sekînet: tatmin olmak, itminana kavuşmak, iç telaştan kurtulmak, temkin sahibi, ağırbaşlı olmak, vakarlı olmak, iç huzura kavuşmak manasına gelir. “İmandaki yakînlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalplerine sekîneti indiren O’dur.” (Fetih, 48/4) mealindeki ayette sekînet bu manada kullanılmıştır. - Sükûnet: Sükûn kelimesi gibi bir mastardır. Bu kelime hem maddi, fiziki, cismani hem manevi, ruhani olarak kişinin duruşunu, durgunlaşmasını ifade eder. Sekînet ise, daha çok manevi, ruhî cephede tezahür eden olgunluk için kullanılır. Telaştan kaynaklanan bir iç hareketlenmenin durgunlaşması, belli bir itminana bağlıdır. Bu itminanın sonunda ilk olarak kalbin hafakanı gibi fiziki sükûnet, ardından da gönül huzuru gibi manevi sekînet; önce harici sükûn, ardından dahili sekînet meydana gelir. - Halim-selim olmak bir sükûnet halidir. Bu sükûnetin olması için, ruhî sekînetin olması gerekir. - Sakin olmak, sükûn bulmak, sekînete ermenin mukaddimeleridir. - Mümin, namaza giderken bile, aceleci bir tavırla değil, vakarlı, ağır başlı bir tavır, bir duruş sergilemesi gerekir. Böyle olunca, insan her zaman vakarlı, ağırbaşlı, sâkin tavırlarıyla sükûnet göstermeli ve sekînete ermelidir. - Konuşurken, yürürken, iş yaparken, başkasını dinlerken gösterilen ağırbaşlılık bir sükûnetin tezahürü ve bir sekînetin emaresidir. - Kur’an’da SEKÎNET kelimesi şu altı yerde geçmektedir: (Bakara, 248, Tövbe, 26, 40; Fetih, 4, 18, 26) Bu ayetlerin meallerine ve tefsirlerine bakarak da Sekînet hakkında bir fikir edinebiliriz. 12