İslâm âlimleri Ansiklopedisi

advertisement
İslâm âlimleri Ansiklopedisi
ALFABETİK SIRAYA GÖRE
(Ö)
ilim tahsil etti ve çok yükseldi. Kâdı Abdullah bin Ahmed onun
hakkında şöyle demektedir: “Bu çocuğun benden istifâde
İçindekiler Tablosu
................................................................................................................. 1
ÖMER BİN ABDULLAH .............................................................................. 1
etmesinden daha çok, ben ondan istifâde ettim.” O, ilim tahsîl
etmek için çok çalıştı ve emsalleri arasında çok yükseldi. Ders
ÖMER BİN ABDÜLAZÎZ ............................................................................. 2
okutmaya ve fetvâ vermeye başladı. Herkes onun fetvâlarına
ÖMER BİN AHMED ................................................................................. 12
müracaat eder, çok uzak memleketlerden ona suâl sormaya
ÖMER BİN AHMED (Ebû Hafs-ı Bermekî) ............................................... 13
gelirlerdi. Yemen bölgesinde ilim ve fetvâ reîsliği onunla son
ÖMER BİN BÜNDÂR ET-TİFLİSÎ ............................................................... 14
buldu.
ÖMER BİN HASEN EL-ENDÜLÜSÎ (Ebü’l-Hattâb İbn-i Dıhye) ................... 14
ÖMER BİN HÜSEYN EL-HIRAKÎ................................................................ 15
Amcası Tayyib onun hakkında şöyle demektedir: “Kardeşimin
ÖMER BİN İBRÂHİM EL-AKBERÎ .............................................................. 16
oğlunun hallettiği müşkil mes’elelerin halline, anlaşılması güç
ÖMER BİN İSHÂK EL-GAZNEVÎ (Kâdı Sirâcüddîn-i Hindî) ........................ 18
ve zor mes’elelere cevaplar yazılmasına benim gücüm
ÖMER BİN MES’ÛD EL-BEZZÂR............................................................... 18
yetmiyordu.”
ÖMER BİN MUHAMMED BİN ABDULLAH ............................................... 19
ÖMER BİN MUHAMMED EL-BİLFİYÂÎ ..................................................... 19
Büyük âlim Cemâlüddîn Muhammed bin Abdülkâdir el-
ÖMER BİN MUHAMMED EL-CEZERÎ (İbn-ül-Bezrî) ................................. 20
Habbânî, babası üzerine onu tercih ederdi. Çünkü onun tahsil
ÖMER BİN MUHAMMED EŞ-ŞÎRÂZÎ ........................................................ 20
ettiği ilim, babasının ilminden daha çoktu. Bunun için, ondan
ÖMER BİN MUZAFER EL-MA’RÎ (Zeynüddîn İbn-ül-Verdî) ...................... 21
çok istifâde etti. Allâme Sâlih bin Muhammed bin Abdürrahîm
ÖMER BİN SA’ÎD EL-HEMEDÂNÎ ............................................................. 21
ÖMER BİN ŞÂHÎN ................................................................................... 22
ÖMER BİN ŞEBBE EN-NUMEYRÎ.............................................................. 23
ÖMER BÜCEYRÎ ...................................................................................... 24
ÖMER EL-BAĞDÂDÎ ................................................................................ 25
ÖMER FERGÂNÎ (Ömer bin Muhammed) ............................................... 26
ÖMER MUHDÂR BİN ABDÜRRAHMÂN ................................................... 26
ve şiiriyle onu medheden Ebu Zekeriyyâ ed-Dımeşkî, Ömer
bin Abdullah’dan ilim öğrenen âlimlerdendir.
Eserlerine ve sözlerine bakıldığı zaman, bunlar onun
zekâsının kuvvetine ve ilminin çokluğuna işâret etmektedir.
Sözleri ve yazıları gayet fasîh ve belîg idi. Nazım ve nesirde
ÖMER RÛŞENÎ ........................................................................................ 27
zamanının bir tanesiydi. İki defa Şahr şehrine kadı ta’yin
ÖMER ŞEMMÂ’ ...................................................................................... 30
edildi. Aden’de çeşitli yerlerdeki medreselerde başmüderrislik
yaptı.
Ömer bin Abdullah çok kıymetli eserler yazdı. Eserlerinin
başlıcaları şunlardır: 1-Kitâb-ün-yünkesü fîhi alâ şerh-ıl-
ÖMER BİN ABDULLAH
Yemen’de yetişen fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Abdullah
bin Ahmed Mahreme’dir. 907 (m. 1502) senesinde doğdu. 972
(m. 1565) senesinde Aden’de vefât etti.
Minhâc: İbn-i Hacer Heytemî’nin eseri üzerine yapılmış bir
şerhtir. 2-Fetvâlar: Büyük bir cild halindedir. 3-El-Misbâh li
şerh-il-udde ves-silâh, 4-Şerh-ur-ruhbiyye, 5- Zeylün alâ
Tabakât-iş-Şâfiîyye lil-Esnevî, 6- Felek Risalesi (Astronomi
hakkındadır), 7-Mîkât, 8- Risâletün fir-rub’ıl-mücîb.
Fıkıh ve astronomi ilimlerinde büyük bir âlim olan Ömer bin
Abdullah, önce babasından, sonra; Veliyyüddîn Ömer, amcası
Allâme Tayyib ve Kâdı Abdullah bin Ahmed gibi âlimlerlerden
1) En-Nûr-us-sâfir sh. 250, 251
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 293
Babası 85 (m. 705)’de vefât edince amcası olan halife
Abdülmelik 65-86 (m. 684-705)’de O’nu Şam’a getirdi ve kızı
Fâtıma’yı ona nikahladı. Ömer bin Abdülazîz çok ni’met ve
servete sahipti. Yaratılışındaki cömertlik ve mürüvvetini bütün
ÖMER BİN ABDÜLAZÎZ
Emevî halifelerinin sekizincisi Mervân’ın torunudur. 60 (m.
679)’da ya’nî Hazreti Muâviye’nin vefâtı yılında Medine’de
doğdu. Babası Mısır vâlisi olunca, Mısır’a gittiler. Oğlunu
Medine’ye tahsile gönderdi. Enes bin Mâlik, Abdullah bin
Ca’fer Tayyar ve Saîd bin Müseyyib ve başka âlimlerden ders
aldı. Babası ölünce amcası olan halife Abdülmelik bunu
Şam’a getirdi. Kızı Fâtıma’yı buna verdi. 99 (m. 717)’de
amcası oğlu Süleymân vefât edince, halife oldu. Çok âdil olup
ikinci Ömer denmeğe lâyıktı. Hazreti Muâviye’nin vefâtından
sonra, hutbelerde Ehl-i Beyte la’net okumak âdet olmuştu.
Halife olunca, ilk iş olarak bu âdeti kaldırdı. Ehl-i Beyte karşı
çok saygılıydı. Onlara devamlı yardım ederdi. 101’de kırkbir
yaşında iken, kölesi tarafından zehirlendi. Beyaz, ince ve
nâzik yüzlü, zâif, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. Biniciliğe
çok meraklıydı. Malatya şehrini rumlardan yüzbin esîr
karşılığı satın aldı. Hazreti Ömer’in oğlunun torunudur.
Hazreti Ömer’in, Ümmü Âsım’ın annesini oğlu Âsım’a alması
şöyle olmuştu: Hazreti Ömer halifeliği zamanında bir gece
Medine’de kol gezerken sabaha karşı bir evden, kadının
birinin kızına; “Süte su koy” dediğini işitti. Kızın da; “Emîr-ül-
insanlara saçıyordu. Gayet fazîletli, âlim, âdil ve eşine pek az
rastlanan bir insandı. Halife Velîd bin Abdülmelik 86-95 (m.
705-715) devrinde 87 (m. 706) Rebiülevvel ayında Haremeyn
(Mekke ve Medine) vâliliğine tâyin edildi. Bu vazîfesini
yürütmek üzere Medine’ye gidip, oranın büyük âlimlerinden
on kişi topladı. Meclisteki âlimlere “Ey kardeşlerim. Ben ki
Haremeyn’in vâliliğine değil hizmetçiliğine tâyin olundum.
Size kesin söz veririm ki, benim asıl mesleğim adâlet
yolundan ayrılmamaktır. Gerek zorbalık yapanın ve gerekse
buna sebep olanın, yolsuzluk yapanın ve doğru yoldan
ayrılanın yaptıklarını bana haber vermez iseniz, bunun
ma’nevî mes’ûliyyeti size âittir. Sizi ancak bana müşavir ve
muavin olmak üzere çağırdım. Kendi reyimle bir iş görmek
istemem. Her husûsta sizinle müşavere yapacağım. Ayrıca
memurlarımın da ahâliye iyi hizmet etmeleri için onları teftiş
ederek, bana yardımcı olacaksınız” dedi. Bu âlimler de O’nun
bu isteklerinden dolayı memnun olup, dâima yardımcı oldular.
Hicazlılar, idâresinden, adâletinden çok memnundular.
Enes bin Mâlik ( radıyallahü anh ) “İmamlık yapmakta
Resûlullah efendimize, Ömer bin Abdülazîz’den daha çok
benziyen kimse görmedim” buyurdu.
mü’minîn Hazreti Ömer süte su katmayı yasak etti” cevâbını
Ünü her tarafa yayıldı. Pek çok kimse, kendi memleketini terk
verdiğini ve annesinin “Emîr-ül-mü’minîn nereden bilecek”
edip, Hicaz’a geldi. Mescid-i Nebî’yi 88 (m. 707)’de
demesi üzerine de, “O görmüyorsa da Allahü teâlâ görüyor”
genişletmeye ve esaslı bir tâmiratını yaptırmaya başladı.
dediğini işitti. Hazreti Ömer bu hâdise üzerine o kızı araştırıp,
Genişletmede Mescid-i Nebî’nin dört duvarı da yıkılıp, doğu
oğlu Âsım’a nikâh etti. Âsım’ın bundan bir kızı oludu, bundan
tarafındaki zevcât-ı tâhirât odaları mescide katıldı. Hücre-i
da Ömer bin Abdülazîz dünyâya geldi.
se’âdetin dört duvarı yıkılıp, temelden yontma taşlarla
Babası Abdülazîz bin Mervan, adâlet, insaf ve diyanet sahibi
bir kimse idi. Mısır vâliliğine tâyin edilince, oğlunu da
beraberinde götürdü. Ömer bin Abdülazîz, orada mükemmel
bir İslâm terbiyesi ile büyütülüp, yetiştirildi. İlim ve fıkıh tahsili
için Medine’ye gönderildi. Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ca’fer
Tayyar, Saîd bin Müseyyib ve devrin başka âlim ve
büyüklerinden ders aldı. Onların sohbetinde bulunup,
kendilerinden hadîs-i şerîf dinledi.
yeniden yapıldı. Temel açılırken Hazreti Ömer’in bir ayağı
görüldü. Hiç çürümemişti. Hücrenin etrâfına ikinci bir duvar
daha yapıldı. Bu duvar beş köşeliydi. Hiç kapısı yoktu.
Duvarlar, direkler ve tavan altın ile süslendi. İlk olarak mihrâb
ve dört minare yaptırdı. Bu iş üç sene sürdü. Ömer bin
Abdülazîz 93 (m. 711) senesine kadar Haremeyn vâliliği
yaptı. Halife Süleymân bin Abdülmelik 96-99 (m. 715-717) iki
oğlu olmasına rağmen ahidnâme yazıp, mühürleterek Ömer
bin Abdülazîz’i kendisine halef gösterdi. Bunu veziri Recâ’ya
verdi.
Ömer bin Abdülazîz, Abdülmelik’in 99 (m. 717) Eylül ayında
“Serbestsiniz, isteyeniniz olursa, âzâd ederim. Benden bir
vefâtı ile veziri Recâ emirleri toplayıp, mühürlü ahidnâmeyi
talepte bulunmamak şartı ile kalmak isteyen varsa kalabilir.
açarak, okudu. Ömer bin Abdülazîz âhıret adamıydı. Hilâfetin
Çünkü verilen vazîfe beni sizinle meşgûl olmaktan
ağır yükleri altına girmekten çok korkardı. İsmi okunduğu
alıkoyuyor.” buyurdu. Hepsi ağladılar, üzüldüler. Hanımı
zaman şaşırıp kaldı. İstifâ isteğinde bulunduysa da kabûl
Fâtıma’yı dahi serbest bıraktı. O da üzülüp ağladı.
edilmedi. Emîrler Ömer bin Abdülazîz’in İslâm halifeliğine bîat
Efendisinden ayrılmadı.
ettiler. Vezir Recâ, halifenin koluna girip, minbere çıkardı.
Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ), cenâb-ı Hakka hamd
Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) halife olduğu sene
ve senadan sonra: “Ey insanlar! Bizimle beraber olacak
Medîne-i mürievverede bulunan, oğlu Abdülmelik’e şöyle
kimsede şu beş şartı istiyorum. Bunlar Bize hâlini
yazdı: Şahsımdan sonra kendisine nasihatte bulunup,
bildiremiyecek olan halkımın hâlini anlatmak, hayırlı işlerde
gözetip, muhafaza etmek mecbûriyetinde olduğum, ilk insan
bize yardım ve hayra delâlet eylemek, kimse hakkında gıybet
sensin. Hamd Allahü teâlâya mahsûstur. Allahü teâlâ bize
etmemek ve boş şeyler ile meşgûl olmamak. Bunlar yoksa
çok lütuf ve ihsânda bulundu. O’ndan, ihsân ettiği ni’metlere,
bize yaklaşmasın.” dedi. Böylece, ikinci halife Ömer bin
karşı şükür yapabilme kuvveti vermesini dileriz. Allahü
Hattâb’ın ( radıyallahü anh ) yolunda olarak işe başladı.
teâlânın babana ve sana olan lütfunu hatırla. Kendine,
Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in hâllerini anlatmak için şâirler
gençliğine ve sıhhatina dikkat et. Eğer hamd (Elhamdülillah),
ve hatîbler hutbeler okudular. O’nun medh ve senasını
tesbîh (Sübhânallah), tehlîl (La ilahe illallah) diyerek, dilini
dillerde dolaştırdılar. Zâhidler ve fakîhler dahi, “Biz bu zâtın
zikirle meşgûl edebilirsen bunu yap. Ömer bin Abdülazîz
sözüne aykırı fiilini görmedikçe ondan ayrılmayız” dediler.
hazretleri hilâfet makamına geçtiği gün, zamanının tanınmış
fıkıh âlimlerinden Sâlim bin Abdullah, Recâ bin Hayve ve
Ömer bin Abdülazîz halife olduktan sonra hilâfet konağına
Muhammed bin Ka’b Kurazî’yi da’vet edip, onlara “Halk her
götürülmek üzere alay atları getirdiler. “Bunlar ne?” deyince;
ne kadar bir ni’met olarak görüyorsa da ben bu halifelik
“Hilâfete mahsûs bineklerdir” cevâbını işitince; “Kendi atım,
makamını; taşıyamayacağım bir yük ve çok ağır bir mes’ûliyet
benim hâlime daha muvafıktır” diyerek saltanat bineklerini
olarak görüyorum. Ben bu yükün altına girdim. Benim için
geri çevirip, kendi hayvanına bindi. Hilâfet otağına gitmeyip,
çâre ve tedbir olarak nasîhatleriniz nedir?” diye sordu.
“Hilâfet otağında Süleymân’ın ailesi var. Ben onların rahatsız
Onlardan bir tanesi dedi ki: “Yârın kıyâmet günü kurtulmak
olmalarını uygun görmem. Onlar yerleşinceye kadar, benim
istersen müslümanların ihtiyârlarını baban, gençlerini
kıl çadırım bana yeter!” buyurdu. Bu sözleri, insafı ve ahlâkî
kardeşin ve küçüklerini evlâdın bil. O zaman bütün
büyüklüğünü ne güzel ifâde etmektedir. Evine gitti, âzâdlı
müslümanlara, kendi evindeki, ana-baba, kardeş ve evlâdın
kölesi, Onun pek kederli ve düşünceli olduğunu görünce: Bu
gibi muâmele etmiş olursun.” Ömer bin Abdülazîz (
hâlinizin sebebi nedir? diye sordu. Cevâbında buyurdu ki:
radıyallahü anh ) halife olunca, üzerine aldığı mes’ûliyetin
“Doğudan batıya kadar olan Ümmet-i Muhammed’in
ağırlığından dolayı iki ay müddetle üzüntü ve keder içinde
hukukunu yerine getirme bana vazîfe oldu. Bundan büyük
kaldı. Millet ve memleket işlerini adâletle idâre etmekte ve
endişe edecek şey olur mu?” Daha sonra hanımı ve amcası
hak sahiblerine haklarını iade etmekte çok hassas
kızı olan Fâtıma binti Abdülmelik’i yanına çağırıp, buyurdu ki;
davranıyor, kendisini hiç düşünmüyordu.
“Eğer benimle birlikte yaşamak istersen ziynet ve
mücevherlerini Beyt-ül-mal’a bırak. Zira onlar senin yanında
Hazreti Ömer bin Abdülazîz, yakın dostu Hazreti Sâlim’e
iken ben seninle beraber olamam.” Fâtıma, bütün ziynet ve
“Kardeşim Sâlim! Allahü teâlâ beni halifelik ile imtihan ediyor.
mücevherlerini Beyt-ül-mal’a verdi. Fâtıma’nın bu davranışı,
Yemîn ederim ki, kurtulamıyacağımdan korkuyorum. Bana,
Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) kızı Hazreti Fâtıma gibi
dedem Hazreti Ömer’in mektûblarını, hayatı hakkında
ma’nevî süsler ve rûhî meziyetler ile yaşamaya karar verdiğini
bilinenleri, müslümanlara ve gayri müslimlere olan
göstermekte idi. Ömer bin Abdülazîz de, ellibin altınının
hükümlerini bildir. Hazreti Ömer’i kendime nümûne kabûl
hepsini dağıttı. Bir elbisesi kaldı. Câriyelerine de
ettim. Ona göre hareket edeceğim” dedi.
Halifeliği zamanında yaptığı bütün işlerde gözleri önüne
“Böyle olduğunu nereden anladın?” diye sorulduğunda;
kıyâmet gününü getirirdi; halkının haklarını lâyıkıyla yerine
vazîfesi dağ bayır demeyip koyun otlatan, çeşitli yırtıcı
getirememekten çok korkuyordu. Halifeliğim adâlet ile
hayvanların tehlikesini pek iyi bilen çoban, safiyetle bulduğu
yürütüp, Hulefâ-i Râşidîn’in (Dört Halife) yolundan ayrılmadı.
teşhisiyle şu cevâbı verdi: “Âdil bir halife başa geçince kurtlar
Önemli memuriyetlere dirayetli ve âdil bildiklerini tâyin etti.
kuzulara saldırmaz. Oradan anladım.”
Horasan’a Cerrah bin Abdullah el-Hakem’i, Basra’ya Adiy bin
Ertet el-Fezâra’yı, Kûfe’ye Abdülhamîd bin Abdurrahmân el-
Halife Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) her gün âlimleri
Kureşî’yi, Hindistan’a Amr İbni Müslim’i, Cezîre’ye
çağırır, onlarla ölüm ve kıyâmet hâllerinden konuşurlardı.
(Mezepotamya) Ömer bin Humeyre el-Fezarî’yi, İspanya’ya
Konuşmalar onlara o kadar te’sîr ederdi ki, sanki içlerinden
Semh bin Melik el-Haftanî’yi ve Afrika’ya İsmail bin Abdullah’ı
biri vefât etmiş gibi ağlarlardı.
tâyin etti. Devrin meşhûr âlimlerinden ve Sofiyye-i aliyyeden
Hasan-ı Basrî hazretlerini Basra, Amr el-Sahi’yi de Kûfe
kadılıklarına tâyin etti. Vâlilerinin yanına fıkıh âlimi de verdiği
olurdu. Kûfe Vâlisi Abdülhamid’in yanında, fıkıh âlimi Ebû
Zinâd kâtib olarak vazîfeliydi. Fakat, Hazreti Ömer Bin
Abdülazîz her yerde bizzat kendisini mes’ûl hissediyordu.
Kalbinde yer eden gaye; otoritenin fazlalaştırılmasından
ziyâde, hak ve hukukun tesisi idi.
Müslim ve gayr-i müslim teb’asına çok âdil davranıp, yaptığı
işlerde adâleti yaygınlaştırdı. Ehl-i Beyt’e dil uzatanların çirkin
hareket ve sözlerine mâni olup, son verdi. Ehl-i Beyt’e çok
saygı gösterir ve yardım ederdi. Peygamberimizin vakıf
ettiklerinden, Fedek bahçesini tekrar Ehl-i Beytten
Muhammed Bâkır’a iade etti. Toprak hukuku ve mâliye
alanlarında Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) emirlerini
yerine getirdi. Müslüman olan gayr-i müslimlerden cizye
vergisini kaldırdı. Her tarafta müslüman olanların sayısı arttı.
Ömer bin Abdülazîz hazretleri Allahü teâlânın emir ve
yasaklarını yerine getirmede ve halka bildirmede çok
dikkatliydi. Ömer bin Abdülazîz’in devrinde halk dahi ibâdet
ve tâat yoluna girdi. Meclislerinde: Bu gece ne okudun?
Kur’ân-ı kerîmden kaç âyet ezberledin? Bu ay kaç gün oruç
tuttun? gibi sözler söylenmeye başlandı.
Hazreti Ömer bin Abdülazîz dîne sokulan bid’atleri ortadan
kaldırıp, unutulmuş sünnetleri meydana çıkarmaya çalıştı.
Hadîs-i şerîfleri toplatıp, kitap hâline getirdi. Mezhepler
hakkında, “Eshâb-ı kiramın ictihâdları farklı olmasaydı, dinde
ruhsat, kolaylık olmazdı” buyurdu. Hazreti Ali ile ictihâd
ayrılığından muharebe edenler için buyurdu ki: “Allahü teâlâ,
ellerimizi bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de
dilimizi tutup, bulaştırmayalım!” İmâm-ı Şafiî ( radıyallahü anh
) de böyle söylemiştir.
Doğuda ve Batıda milyonlarca gayr-i müslim, müslüman oldu.
Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) Evzâî’ye yazdığı bir
İslâm Orduları doğu ve batıda fetihlere girişti. Malatya şehri,
mektûbunda, “Biliniz ki, ölümü çok hatırlayan kimse, az bir
Rumlar’dan yüzbin esîr karşılığı satın alındı. Preneler aşılıp
dünyalık ile iktifa eder, konuştuğu kelimelerin hesabını
Fransa’ya girildi. Narbonne ele geçirildi. Burada güçlü üsler
vereceğini düşünen kimse çok az konuşur, ancak lüzumlu
kuruldu. Afrika’da bütün Berberiler O’nun zamanında
sözleri söyler” buyurdu. Yine buyurdu ki, “Kendimi överim
müslüman oldu. Musevî, hıristiyan, ateşperestlere gösterdiği
korkusu ile bir çok sözleri söylemekten kaçınırım.” Meymûn
yapıcı siyâset karşısında, onların arasında İslâmiyet geniş
bin Mihran diyor ki, Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) ile
ölçüde yayıldı. Müslüman ve gayr-i müslim bütün teb’ası
beraber bir kabristana uğradık. O, kabirleri görünce ağladı.
tarafından sevildi. Hak ve adâletin yayılmasında ve zulmün
“Ey Meymûn! Şu gördüğün kabristanda yatanlar, babalarım
kalkmasında çok hizmet etti. Zamanında kurt ile kuzu beraber
Emevîlerdir. Bunların hepsi gelip geçtiler. Lâkin şimdi sanki
yaşadı.
dünyâya hiç gelmemişler, dünyâ lezzetlerini hiç
Devrinin âlim ve velîlerinden Mâlik bin Dinar hazretleri anlatır:
“Ömer bin Abdülazîz halife olduğunda bir çobanın şöyle
dediği işitildi: “Acaba bu temiz, âdil halife kimdir?” Çobana,
tatmamışlardır. Şu anda toprak altında yatıyorlar ve
cesetlerini kurtlar yemektedir..” Hem böyle söylüyor, hem de
ağlamaya devam ediyordu. Sonra buyurdu ki; “Vallahi
burada, kimin azâbda olduğunu, kimin Allahü teâlânın
başka gidilecek yer yoktur” dedi. Halife Ömer, bunu duyunca
azâbından emîn olduğunu bilemiyorum.”
düşüp bayıldı.
Buyurdu ki; “Geçen gece ölüleri düşündüm. En samîmi bir
Ömer bin Abdülazîz’in ( radıyallahü anh ) câriyesi yanına
dostun ölse, onu üç gün sonra mezarında görsen, oradan
geldi. Selâm verdi ve namaz kılınan odaya geçti, iki rek’at
kaçarsın. Orada dolaşan kurt ve böcekleri, akan irinleri, pis
namaz kıldı. Sonra uyuya kaldı. Biraz sonra kalktı ve halifeye
kokular arasında kurtların kendisini nasıl parçaladığını,
“Tuhaf bir rü’yâ gördüm” dedi. Halife “Ne gördün anlat” dedi.
kefeninin bozulduğunu, vücûdunun pis hâle geldiğini görüp
Câriye “Rü’yâda Cehennemi gördüm. Cehennemlik olanların
kendisinden nefret ederdin.” Bunları söyledikten sonra bayılıp
üzerine kükreyip duruyordu. Sonra Cehennem üzerinde Sırat
düştü.
Köprüsü kuruldu. Abdülmelik bin Mervan geldi. Köprüye girdi.
Bir kaç adım attı, sonra devam edemeyip Cehenneme düştü.
Âlimlerden birisi Hazreti Ömer bin Abdülazîz’i ziyâret etti. Çok
Sonra Velîd bin Abdülmelik geldi. O da devam edemeyip
ibâdet etmekten dolayı yüzünde ve rengindeki değişikliği
Cehenneme düştü. Sonra Süleymân bin Abdülmelik geldi. O
görerek “Bu ne hâldir?” dedi. Ömer bin Abdülazîz (
da aynı şekilde Cehenneme düştü” dedi. Halife “Devam et”
radıyallahü anh ) “Sen beni ölümümden bir kaç gün sonra
dedi. Kadın, “Sonra da seni getirdiler” der demez, Ömer bin
mezarımda ziyâret etsen, gözlerimin çıkıp, yanaklarımın
Abdülazîz ( radıyallahü anh ) bir ah çekti, düştü ve kendinden
üzerine akdığını, dudaklarımın dişlerimi kapayamadığını,
geçti. Kadın, yüksek sesle “Vallahi senin selâmetle Sırat
ağzımın açık kalıp oradan irin ve cerahatin akmakta
Köprüsünü geçtiğini gördüm” dedi, ise de halife bunu
olduğunu, karnımın şişip göğsümün üzerine geldiğini,
duymuyor, yerde çırpınıp duruyordu.
bağırsaklarımın döküldüğünü, burun deliklerinden irin ve
kurtların çıktığını görmekle şimdi gördüğünden çok daha feci
Ömer bin Abdülazîz’in ( radıyallahü anh ) yanına birisi
bir manzara ile karşılaşırdın” dedi.
gelerek, “Falanca kimse, sizin için şöyle, şöyle söylüyor” dedi.
Ömer ( radıyallahü anh ) “İstersen bu işi araştıralım. Eğer
Halifeliğinde, yanına bir heyet gelmişti. Heyetten bir genç
yalancı isen, Hucurât sûresinin 6. âyet-i kerîmesinin hükmüne
nutuk söylemeye başladı. Bunun üzerine “Sen dur, yaşlınız
göre mes’ûl olursun. Söylediğin yanlış ise, Kalem sûresi
konuşsun” diyerek genci uyarmak istedi. Genç: “Ey Emîr-ül-
onbirinci âyet-i kerîmesinin hükmüne göre mes’ûl olursun.
mü’minîn! İş yaşa göre ise, müslümanların içinde senden
Her iki hâlde de mes’ûl olursun, istersen üçüncü hâli tercih
daha yaşlı olanlar yok mu?” deyince; “Konuş bakalım.”
edip, seni affedelim ve bu mes’eleyi kapatalım” dedi. Bunun
diyerek gence söz verdi. Genç; “Biz senden bir şey isteyen
üzerine o kimse tövbe edip, bir daha böyle bir şey yapmam
ve senden korkan bir heyet değiliz. Bir şey istemiyoruz.
dedi.
Çünkü lütuf ve ihsânınız o kadar çok ki, bu bize kadar
ulaşmıştır. Senden korkmuyoruz. Çünkü adâletin bizi
Bir kimse, Ömer bin Abdülazîz hazretlerine gelip, birinin
korkmaktan emîn kılmıştır” dedi. “Siz kimsiniz?” deyince,
kendisine zulm ettiğini söyledi. Gelen kimseye “O kimseden
“Teşekkür heyetiyiz. Teşekkür edip geri dönmek için geldik”
hakkını almış olarak, Allahü teâlânın huzûruna gitmektense,
dedi.
O kimsede hakkın olarak Allahü teâlânın huzûruna gitmen
daha iyidir” buyurdu.
Yezîd-i Rakkasî, Ömer bin Abdülazîz’in ( radıyallahü anh )
huzûruna geldi. Ömer, Yezîd’e “Bana nasîhat et” dedi. O da
Bir Cum’a namazını kıldırdıktan sonra, insanların arasında
“Ey müslümanların emîri! Senden önceki halifeler öldüğü gibi
oturdu. Sırtındaki elbisenin iki tarafı da yamalı idi. Birisi
sen de öleceksin” dedi. Ömer, bunu duyunca ağladı ve
kendisine dedi ki: “Ey mü’minlerin emîri! İmkânlarınız var.
“Devam et” dedi. Yezîd: “Âdem’den (aleyhisselâm) sana
Daha kıymetli elbise giyseniz olmaz mı?” dedi. Ömer (
gelinceye kadar hiç bir baban hayatta değildir. Hepsi vefât
radıyallahü anh ) bir müddet düşündü ve başını kaldırıp,
ettiler” dedi. Ömer ( radıyallahü anh ) ağlıyarak, yine “Devam
“Varlıklı halde iken iktisad etmek ve hakkını almaya gücü
et” dedi. Yezîd “Öldükten sonra Cennet ile Cehennemden
yettiği halde affetmek, hakkını helâl etmek çok makbûl ve çok
o yüzük taşını satmasını ve bin kişinin karnını doyurmasını
faziletlidir” buyurdu.
emretti. Ayrıca iki dirhemlik bir yüzük kullanmasını ve
yüzüğün üzerine “Allahü teâlâ haddîni bilene merhamet
Ömer bin Abdülazîz hazretleri bir sarhoşu gördü. Onu
eylesin” diye yazmasını istedi.
yakalayıp cezalandırmak istedi. Ama sarhoş, O’na hakaret
etti. O da sarhoşu bıraktı. Cezalandırmaktan vaz geçti. “Niçin,
Birgün etrâfındakiler Ömer bin Abdülazîz’e: “İnsanların en
size hakaret edince bıraktınız?” dediler. Buna cevaben
ahmak olanı kimdir?” diye sorunca, “Ahıretini dünyâ için
buyurdu ki, “O hakaret etmekle beni öfkelendirdi. Eğer ona
satan, ahmaktır, âhiretini başkasının dünyâsı için satan ise
ceza verseydim, kendim için ceza vermiş olurdum, kendi
daha ahmaktır” buyurdu.
şahsım için bir müslümanı cezâlandıramam.”
Ömer bin Abdülazîz hazretleri, hutbe okurken kalbine ucb
Buyurdu ki; “Allahü teâlâ şu üç kimseyi çok sever: 1) Gücü
(kendini beğenmek) hâli gelirse hutbeyi yarıda keser, yazı
yettiği halde affedeni, 2) Hiddetli ânında öfkesine hâkim olanı,
yazarken olursa o kâğıdı yırtardı ve “Allahım nefsimin
3) Allahü teâlânın kullarına şefkatli olanı.”
şerrinden sana sığınırım” derdi.
İnsanlara olduğu gibi hayvanlara da merhametliydi. Bir katırı
Yer altında bir mahzeni vardı. Gece olunca oraya iner,
vardı. Bunu pazarda çalıştırır, gelen parayla da ihtiyâçlarını
boynuna demir bağlardı. Sabaha kadar böylece, Allahü
temin ederdi. Katın çalıştıran işçisi, bir gün normalden fazla
teâlânın korkusuyla gözyaşı döker ve O’na yalvarırdı.
para getirince “Neden böyle fazla para geldi?” dedi. “Pazar
kalabalık ve bereketliydi” cevâbına karşılık; “Hayır, böyle
Abdullah bin Iyâş babasından şöyle nakleder: Ömer bin
değil. Sen katırı çok çalıştırıp, yordun. Katırı, üç gün
Abdülazîz ( radıyallahü anh ) yanındaki toplulukla beraber bir
dinlendir” emrini verdi.
cenâzeyi defn etmişlerdi. Herkes gitmiş, fakat Ömer bin
Abdülazîz ba’zı yakınları ile beraber orada kalmıştı.
Bir gece O’na misâfir geldi. O bir şey yazıyordu. Misâfiri de
Yanındakiler O’na: “Ey mü’minlerin emîri! Sen bu cenâzenin
yanında, oturuyordu. Lâmbasının yağı azaldı. Sönecek gibi
sahibi misin de, burada kaldın? Halbuki falanca cenâzeleri
oldu. Misâfir: “Yâ Emîr-el-mü’minîn! Kalkıp lâmbaya yağ
için böyle beklememiştin” dediler. Ömer bin Abdülazîz onlara
koyayım mı?” deyince; “Misâfirine iş gördürmek, insanın
şöyle cevap verdi: “Kabir bana arkamdan şöyle seslendi: “Ey
mürüvvetine yakışmaz” buyurdu. “O halde hizmetçiyi
Ömer bin Abdülazîz! Dostlarını ne yaptığımı hiç
kaldırayım mı?” “O da olmaz; daha akşamın ilk
sormuyorsun” dedi. Bende “Söyle ne yaptın” dedim. Bana;
uykusundadır.” Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) kalkıp
“Onların kefenlerini yırttım, vücutlarını parçaladım. Kanlarını
lâmbaya yağ doldurdu. Misâfir bu hâli görünce hayretle:
emdim. Etlerini yedim”, dedi. Tekrar şöyle seslendi: “Ey Ömer
“Ama, bu işi kendin yaptın, neden?” deyince buyurdu ki: “Bu
bin Abdülazîz! Bana o dostlarının mafsallarını ne yaptığını hiç
işi yapmaya giderken, Ömer’dim. Yaptım, bitirdim; yine
sormuyorsun” deyince, ona, “Ne yaptın?” diye sordum. Bana,
Ömer’im. İnsanların Allah katında hayırlısı tevâzu sahibi
“Onların ellerini kollarından ayırdım. Kollarını, pazularından,
olanlarıdır.”
pazularını omuzlarından, kalçalarını uyluklarından, uyluklarını
dizlerinden, dizlerini ökçelerinden, ökçelerini ayaklarından
Bir gün hanımına, “Bir dirhemin var mı? Biraz üzüm alalım”
ayırdım” dedi. Kabirden bu sözleri naklettikten sonra Ömer
dedi. Hanımı “Senin gibi bir Sultanın bir dirhemi olmazsa,
bin Abdülazîz, ağlamaya başladı ve şöyle buyurdu: “Dünyâ
benim olur mu?” deyince hanımına “Doğru söylüyorsun ey
ne kadar aldatıcı. Dünyada üstün ve kıymetli, makam ve
Fâtıma! Fakat böyle olması, Cehennemde kızgın zincirleri
mevki sahibi olmak, hiç fâide vermiyor. Genç olan ihtiyârlıyor.
boğazımda taşımadan iyidir.” dedi.
Her canlı sonunda ölüyor. Geçici ve aldatıcı olduğunu
Ömer bin Abdülazîz hazretleri, oğlunun bin dirheme bir yüzük
taşı satın aldığını haber aldı. Hemen oğluna mektûb yazarak,
bildiğiniz halde sakın dünyâ lezzetleri ve zevkleri sizi
aldatmasın. Birkaç günlük dünyâ hayatındaki geçici lezzetlere
sarılıp, âhıreti unutan, aldanmıştır. Hani, nerede bizden önce
bu dünyâda yaşıyanlar. Hani onlar, büyük ve modern şehirler
boğan o korkudan sana rahatlık ve teselli veren bir şey mi
kurmuşlardı. Büyük ve derin kanallar kazmışlar ve barajlar
var? Keşke sen o sert toprak üzerindeki hâlini bilseydin.
yapmışlardı. Onlar, bir göz açıp kapama denecek kadar, az
bir müddet dünyâda kaldılar. Burada, sıhhatlerine güç ve
Ey insan! Rü’yâda çeşit çeşit lezzetlere ve zevklere kavuşan
kuvvetlerine aldandılar. Bu yüzden günahlar işlediler.
bir insan gibi, dünyânın şu geçici fâideleriyle seviniyor, küçük
Halbuki, herkes onlara mallarının çokluğundan dolayı, keşke,
ve basit işlerle uğraşıyorsun. Ey aldanma içerisinde bulunan
onun serveti gibi bizim de olsa diyorlardı. Şimdi onların hâli
insan! Gündüzün yanılma ve gaflet, geçen uyku içinde
ne oldu. Toprak onların bedenlerini yedi. Kemikleri kurtlara
geçiyor. Sonunda pişman olacağın işleri yapıyorsun.
azık oldu. Fakat onlar, dünyâda iken, kuvvetli bir aile
Hayvanlar da dünyâda böyle yaşar.”
içerisinde idi. Evleri, güzel eşyalarla döşeli ve hizmetçileri
vardı. Herkes kendisine ikramda bulunuyor, âciz kaldığı
işlerde kendisine yardımcı oluyorlardı.”
Kabir yine Ömer bin Abdülazîz’e ( radıyallahü anh ) şöyle
dedi: “Sen, kabirlere uğradığın zaman, dünyâda iken zengin
olanlara, zenginliğinizden ne kaldı. Fakîrlere de
fakîrliğinizden ne kaldı diye sor. Yine onlara, dünyâda
kendileriyle güzel güzel konuştukları dillerini sor. Ne oldu o
konuşan dillere? Niçin susuyorlar? O dünyâ güzelliklerini
kendileriyle seyrettikleri gözlerine de sor. Niçin şimdi
bakmıyorlar? Hani nerede o nâzik tenleri, nerede o güzel
yüzleri. Bu çukurun kurtları onlara ne yaptı. Hani burada
yatanların o güzelim renkleri. Etlerine ne oldu. Niçin o yüzler
toprak olmuş. Nerede o güzellikler. İşte onların uzuvları
tamamen ortaya çıkmış, paramparça olmuş. Halbuki dünyâda
güzel bir hayatları vardı. Dünyâya dalıp, sâlih amel
yapmadılar. Âhıreti unuttular. Onun için hazırlık yapmadılar.
Fakat, ölüm kendilerini yakalayıverdi. Dostlarından ayrıldılar.
Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) oradan ayrılıp gitti.
Aradan bir Cuma geçti ve vefât etti. Son Cum’a hutbesi şöyle
idi: “Ey muhterem Müslümanlar!
Şunu iyi biliniz ki, lüzumsuz bir hiç olarak yaratılmadığınız
gibi, yaptığınız işlerden de sorgu ve sorumsuz kalacak
değilsiniz. Gelmiş ve nihâyete kadar gelecek insanların
toplanacağı bir mahşer ve orada adâlet terazilerinin
kurulacağı bir mahkeme vardır ki, onun tek hâkimi, azamet ve
kibriya sahibi yüce Allahtır. Âhıret korkunç bir gündür.
Yürekleri parçalayan, çocukları ihtiyâr yapan, kişiyi kardeş,
evlâd ve ıyâliden kaçıran, Peygamberleri, melekleri titreten
bir gündür. Cenâb-ı Hakkın celâl ve azametiyle tecelli
edeceği o günde, kimde kuvvet ve tahammül kalır. Bununla
beraber Allah’ın rahmetinden de ümid keserek hüsrana
düşmeyiniz.
Ey muhterem cemâat!
Buraya şu sessiz sedasız, yere geldiler. Vücûdları çürüdü.
Muhakkak biliniz ki; mahşer gününde emniyet ve
Başları boyunlarından ayrıldı, a’zâları parça parça oldu.
korkusuzluk, bugünden o günü düşünüp de Allahtan korkan,
Gözbebekleri yanaklarına akıp gitti. Ağızları kan ve irinle
küfür ve günahtan sakınan ve bu fânî âlemi bekâ âlemi olan
doldu. Haşereler, kurtlar, böcekler, bedenleri üzerinde gezer
âhırete üstün tutarak, şehvanî hislerinin esîri olmayanlar
oldu. Bir müddet sonra, kemikleri de çürüdü. Onlar,
içindir. Bunun aksi harekette bulunanlar muhakkak aldanır.
dünyâdaki rahatlıklarını bırakıp, bu dar yere geldiler.
Hayat ve ömür sermâyesini haksızlık ve yolsuzluk arkasında
Arkalarında bıraktıkları, hanımları başkalarıyla evlendi.
tüketen eli boş ve nedamet (pişmanlık) içinde kalır. Bugün;
Çocukları yetim kaldı. Yollarda, şurada burada kimsesiz,
siz, sizden öncekilerin yerini tutuyorsunuz. Fakat elbette sizin
sahipsiz dolaşır oldu.
de yerinizi tutacaklar var. Görüyorsunuz ki, gelenler
Öyleyse, ey yârın bu kabirlerin sakini olacak insan! Seni şu
fânî dünyâda aldatan nedir? Sen dünyâda devamlı kalacağını
durmuyor, gidenler geri dönmüyor, ister istemez gideceğimiz
bu mahal, her şeye sâhib olan cenâb-ı Hakkın huzûrudur.
biliyor musun? Elinde bir senedin var mı? Görmüyor musun,
Âhıret âlemine gidenleri her gün uğurluyor ve götürdüğünüz
ölüm her gün birisine geliyor. Yoksa susuzluktan, terlere
kabirlerde kara toprak altında yataksız, yastıksiz tek ve tenha
bırakıp dönüyorsunuz, ölümün acısını duyan o fânilerin hâli
ne kadar merhameti çeker ve ibrete değer. Tanımadıkları bir
Yine yakınları dediler ki “Beyt-ül-mal’dan ailene birşeyler
âleme sefer etmişler, sevdiklerinden ayrılmışlar. Gelip geçici
vasıyyet et, senden sonra onlar sıkıntıya düşmemeli.” Cevâbı
emânet bir hayatın gaflet uykusundan uyanmışlar, ama iş
akıllara durgunluk, tüyleri ürpertecek kadar müthiştir:
işten geçmiş, telâfi imkânı elden çıkmış, naz ve ni’met içinde
“Çocuklarım şu iki tip insanlardan birisi olacaktır. İyi, sâlih
beslenmişlerken yatak ve yastıkları kuru toprak olmuş, terk
insan veya kötü şerir insan. Sâlih insan olurlarsa, Kur’ân-ı
ettikleri dünyâ malından istifâdeleri yok. Yaptıkları incir
kerîmin A’râf sûresi, yüzdoksanaltıncı âyet-i kerîmesinde
çekirdiği kadar da olsa, bir hayrın imdâdını bekliyorlar.
buyurulan, “Ey Resûlüm! Müşriklere de ki; size karşı benim
Düşünmeğe değer bu hâllerden ibret almaz mısınız? Ey
yardımcım, Kur’ân-ı kerîmi indiren Allahtır ve O bütün
muhterem cemâat! Zannetmeyin ki, kendimde bir büyüklük
sâlihlere de yardımcıdır.” âyeti yetişir. Kötü insan olurlarsa, o
gördüğüm için size böyle nasîhat ediyorum. İçinizde belki
takdîrde ben onları, günah işlemeleri için güçlendiremem.
benden daha ziyâde Allahü teâlânın rahmet ve mağfiretine
Çocuklarına dönerek “Evlatlarım! İki ihtimâl var. Ya sizi
muhtaç kimse yoktur. Ben hem kendim, hem de sizin için
zengin edeceğim; o takdîrde babanız Cehennemi
rahmet ve mağfiret diliyorum. Yüce Allahın kitabını,
boylayacak. Yahut da fakîr kalacaksınız; babanız Cennete
Peygamberinin güzel ahlâkını kendinize örnek yapınız, ancak
gidecek. Babanızın Cennete girmesi şartıyla fakîr kalmanızı,
selâmet bundadır.” buyurduktan sonra gözyaşlarını tutamadı.
O’nun Cehennemi boylaması şartıyla, zengin olmayı tercih
Bu O’nun son hutbesiydi. Aynı zamanda evine de son
edin. Şimdi yanımdan ayrılın ve benden sonra sakın Beyt-ül-
gidişiydi.
mal mes’ûllerini ta’cîz etmeyin. Şunu iyi bilin ki, size
verilmesini vasıyyet ettiğim para miktarı sadece yirmibir
Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in sulh, sükûn idâresini
dinardır.”
çekemiyenler vardı. Bunlar, ehl-i bid’attan Haricîler ve
menfaati zedelenenlerdi. Halifenin hayatına kıymak için
Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin hastalığı ağırlaşınca tabib
çâreler aradılar. Nihâyet hizmetçi kölesini bin altınla
çağırdılar. Tabib, “Bu zehir içmiştir. Ben bunun hayatı
kandırarak, bu mübârek zâtı zehirlettiler. Ömer bin Abdülazîz
hakkında teminat veremem” dedi. Halife “Sâde bana değil,
zehirlendiğini anlayınca kölesini çağırdı. “Ben sana bir fenâlık
zehir içmemiş olanların hayatı hakkında da teminat verme”
yapmadığım hâlde bu ihâneti bana niçin yaptın? Doğru söyle,
buyurdu. Tabib, “Zehir içtiğinin farkında mısın?” dedi. Halife
seni affedeyim” deyince; köle yaptığı bu çirkin harekete pek
“Evet, mideme inince anladım” buyurdu. Tabib “Tedâviye
pişman olup, üzüldü. Köle ağlayarak yerlere kapandı,
hemen başlıyalım” dedi. Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü
yalvararak: “Yâ Emîr-el-mü’minîn! Bana bin altın vermek
anh ) “Hayır, ilacı, kulağımın arkasında olsa uzanıp onu
sûretiyle bu ihâneti yaptırdılar” dedi. Halife altınları getirterek,
almam. Rabbime kavuşmam, benim için daha güzeldir”
devlet hazinesine gönderdi. Köleyi affetti. Hasta halindeyken,
buyurdu. Ölüm döşeğinde, bir ara ağlamağa başladı. “Niçin
kayın birâderi Mesleme İbni Abdülmelik ziyâretine geldi.
ağlıyorsun. Allahü teâlânın yardımı ile nice sünnetleri ihyâ
Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in üzerinde bir gömlek vardı.
ettin. Adâletin ise çok yüksek idi” dediler. Bunlara cevaben
Kızkardeşi Fâtıma’ya; “Emîr-ül-mü’minînin elbisesini
buyurdu ki: “Ben Allahü teâlânın huzûruna bütün milletin
yıkayınız” dedi. Tekrar geldiğinde gömleğin yıkanmamış
hesabını vermek üzere çıkacak değil miyim? Herkese âdil
olduğunu görerek kardeşi Fâtıma’ya; “Ben size gömleği
olarak davranabildiğimden emîn değilim. Yaptığım kusurlar
yıkayınız, diye emretmedim mi?” deyince -bütün teb’asının
da ayrı. Tabiî ki ben bundan dolayı korkuyorum ve
hayat seviyesini yükseltip, ikibuçuk yıl bile sürmeyen
ağlıyorum.” Bir ara “Beni oturtun” buyurdu. Oturttular.
hilâfetinin sonunda yirmibeş yıl zekât verilecek kimse
“Allahım, ben o kimseyim ki, bana emirlik verdin. Ben kusur
bulunamamış olmasına rağmen, aldığı cevap hayret vericidir:
ettim. Yanlış işleri yapmaktan beni nehyettin. Ben ise isyan
“Vallahi başka gömleği yok ki, onu giydirelim de, bunu
ettim” diye üç defa söyledi. Sonra da:
yıkayalım.”
“Lâ ilahe illallah, ibâdete lâyık olan ancak Allahü teâlâdır”
dedi ve başını göklere çevirip dikkatle baktı ve “Ben öyle
kimseleri görüyorum’ki onlar ne insan ne de cindir” dedi ve
hesabını benden soracak ve Muhammed aleyhisselâm da
biraz sonra rûhunu teslim etti.
onların lehine ve benim aleyhime şâhidlik yapacak. Bu hâlde
olan birinin sonunun ne olacağını düşünüyorum ve çok
101 senesinin Recep ayının sonuna beş gün kala ya’nî 9
korkuyorum.”
Şubat 720’de Şam yakınlarındaki Hunasi’den cenâzesi alınıp,
Humus yakınlarındaki Deyr es-Sim’an mevkiine defn edildi.
Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in vefâtından sonra Halife Zeyd
İbni Melik, Fâtıma binti Abdülmelik’in Beyt-ül-mal’daki ziynet
Vefâtından önce şöyle vasıyyet etti; “Ey Meymûn bin Mihrân!
ve mücevherlerini iade etmek isteyince, O’na sadakatini şöyle
Velîd mezara konduğunda oradaydım. Yüzünü açıp baktım,
ifâde eder: “Vallahi kabûl etmem. Ben Ömer’e sağlığında
yüzü simsiyahtı. Ben de mezara konduğum zaman yüzümü
itaat edip de, vefâtından sonra isyan etmem.”
açıp bakınız.” Vefât edince vasıyyeti gereği yüzünü açıp
baktılar, yüzü en genç günlerinden daha parlak, daha
Ömer bin Abdülazîz’in vefâtına bütün teb’ası üzüldü.
aydınlık ve güzeldi.
Cenâzesi arkasında ağlayan bir rahibe sordular: “Bu kimse
senin dininde değildi. Neden ağlıyorsun?” Cevâbı şu oldu:
Ömer bin Abdülazîz beyaz, ince ve nâzik yüzlü, za’if, güzel
“Ben şunun için ağlıyorum: Yeryüzünde bir güneş vardı.
sakallı, tatlı ve sevimli idi. Halife olmadan önce çok gürbüz
Şimdi battı...”
iken, halifeliğinde çok zayıfladı.
Mus’ab bin A’yun anlatır: “Hazreti Ömer bin Abdülazîz halife
Vefât edince, zamanın âlimleri ta’ziyede bulunmak için
iken Kirman’da koyun güderdim. Koyunlar ile kurtlar birlikte
hanımının yanına gittiler. Halifenin vefâtıyla müslümanların
dolaşırlardı. Bir gece ansızın kurtlar koyunlara saldırdı,
büyük kayba uğradığını ve bu sebeple üzüntülerinin çok fazla
içimden “Şu âdil halife ölmüş olmalı” dedim. Araştırıldı.
olduğunu bildirdiler ve hanımına “Ömer bin Abdülazîz (
Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in o gece vefât ettiği anlaşıldı.”
radıyallahü anh ) hakkında bize malûmat ver. Çünkü onu en
Vefâtını cinnîler de haber verdi. Hazreti Ömer bin
fazla tanıyan sizsiniz” dediler. O mübârek hâtun şöyle anlattı:
Abdülazîz’in vefâtıyla ilgili, şâirin sözlerinden:
“O da sizin gibi ibâdet ederdi. Lâkin bir husûsiyeti vardı ki, o
da, Allah korkusunun çok fazla olması idi. Öyle ki, Allah
O, büyük bir güneşti, doğmaz gayri bir daha,
korkusundan onun kadar titreyen birini daha görmedim. O her
Matemini tutarak saçamaz nûr ve ziya.
şeyini, insanlara hizmette harcadı. Halkın ihtiyâçlarını
Sarardı güneş artık, karardı cihan bile.
karşılamak, sıkıntılarını gidermek için bütün gün vazîfesi
başında kalırdı. Akşam olduğu halde, ba’zı kimselerin işleri
Yûnus bin Ebû Şebib: “Ömer bin Abdülazîz hazretlerini,
bitmezse, gece de devam ederdi. Eve girince, kendini
halifeliğinden önce gördüm. Etli ve gürbüz bir kimse idi. Halife
namazgahına atar, durmadan ağlardı. Gözleri şişerdi. Sonra
olduktan sonra da gördüm. Öyle zayıflamıştı ki uzaklardan
baygın düşerdi. Her geceki hâli buydu. Bir gece, halkın
kaburga kemiklerini saymak mümkün idi” dedi.
ihtiyâçlarını, işlerini bitirdi. Sonra kendi şahsî malından olan
kandili istedi. Sonra iki rek’at namaz kıldı. Namazdan sonra
elini çenesine dayayıp tefekküre daldı. Göz yaşları
yanaklarından akıyordu. Sabaha kadar bu şekilde ağladı.
Şafak sökünce oruca niyet etti. Kendisine dedim ki; “Ey
mü’minlerin emîri! Sizde bir hâl var. Sizi bu geceki gibi hiç
görmemiştim.” Bana cevap olarak dedi ki: “Ben düşünüyorum
ki, bu milletin beyazına siyahına halife oldum. Fakîr, garîb,
kanaatkar kendi hâlindeki biçâreleri, muhtaçları, zorla tutulan
esîrleri, memleketin dört köşesindeki nice dertli ve kederlileri
düşünüyorum ve anlıyorum ki, Allahü teâlâ onların hepsinin
Hazreti Ömer bin Abdülazîz, Ehl-i Beyt’e çok hürmet, izzet ve
ikramda bulunduğundan, Hazreti Ali’nin torunu Fâtıma binti
Hüseyin (rahmetullahi aleyha) buyurdu ki: “Ömer bin
Abdülazîz kalsaydı biz bir şeye muhtaç olmazdık.”
Büyük evliyâ ve âlimlerden Süfyân-ı Sevrî hazretleri ve İmâmı Şafiî buyurdular: “Halîfeler beştir; Ebû Bekir, Ömer, Osman,
Ali ve Ömer bin Abdülazîz’dir.”
Fıkıh âlimlerinden Meymûn İbni Mihran buyurdu: “Âlimler,
Ömer bin Abdülazîz’in insanlara rehber olan sözlerinden
Ömer bin Abdülazîz’in yanında talebeydi.” Hocası meşhûr
ba’zıları: “Öfkelenme ve hırstan korunmuş olan kurtulmuştur.”
fıkıh âlimlerinden Mücâhid buyurdu: “Biz, Ömer bin
“Takvâ sahibinin ağzına gem vurulmuştur.”
Abdülazîz’e öğretmek için geldik. Halbuki dâima ondan
öğrenir olduk.”
Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) akrabalarından
birisine, yazdığı bir mektûbta şöyle demişti: “Eğer gece ve
Mâlik bin Dinar buyurdu: “Dili dönen, zahidim deyip duruyor.
gündüzünde ölümü hatırlamağı şiar edinmek istersen, fânî
Zâhid, Ömer bin Abdülazîz gibi olur ki, dünyâ ayağına geldiği
(geçici) olana rağbet etmeyip, bakî (devamlı) olana yönel.
halde onu reddeder.”
Vesselâm.”
Hazreti Ömer bin Abdülazîz’den rivâyet olunur ki Bir kimse,
Birgün Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) cemâate
“yâ Rabbî! Bana, şeytanın insan vücudundaki yerini göster”
hitaben şöyle kopuştu: Ey insanlar! Sizler, ölüm için hedefler
diye yalvardı. Rü’yâsında bir insan cesedi gördü. O cesed
durumundasınız, ölüm sizden dilediğini seçer. Size yeni bir
öyle şeffaf idi ki, insanın iç kısmı tamamen görünüyordu.
ni’met verildiği zaman, önceki ni’met orada sona erer. Ağıza
Şeytanı, o cesedin sol koltuğu üzerinde, omuz ile kulak
bir lokma alınmasın, bir yudum su içilmesin ki, onunla
arasında kurbağa şeklinde oturuyor gördü. İncecik bir
beraber bir keder ve bir üzüntü olmasın. Dün geçti. O, sizin
hortumu vardı. Hortumunu, o insanın kalbine sokmuş öylece
hakkınızda iyi bir şahittir. Bugün mühim bir emânettir. Onun
vesvese veriyordu. O insan Allahü teâlâyı hatırlayınca oradan
kıymetini bilmek ve iyi değerlendirmek lâzımdır. Yârın, içinde
uzaklaşıyordu.
hâdiselerle beraber gelmektedir. Sizi almak için gelen ölümün
elinden kaçış nereye olacak. Sizler şu dünyâda, eşyalarını
Hazreti Ömer bin Abdülazîz, Kâ’be’nin fazîleti ile alâkalı
bineklerine yüklemiş, yolcularsınız. Yüklerinizi, buradan
olarak, Allahü teâlânın Musa’ya (aleyhisselâm) vahyini şöyle
başka bir âlem de çözeceksiniz. Sizler, şu dünyâda sizden
anlatıyor: “Mûsâ (aleyhisselâm) Allahü teâlâya “Yâ Rabbi!
önce gelenlerin yerine geçtiniz. Fakat siz de yerinizi, sizden
Hac, Kâ’be nedir?” diye sordu. Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bir
sonra gelenlere vereceksiniz. Sizin aslınız ve dünyâya
beytimdir ki (evimdir ki) onu bütün beytlere tercih ettim. O
gelmenize vesîle olanlar kalmadı. Sizler, onlardan dünyâya
hürmet edilen bir yerdir. Halîlim (dostum) İbrâhîm
gelen kimseler olarak, nasıl bakî (devamlı) kalabilirsiniz?
(aleyhisselâm) onu öyle yaptı. Yer yüzünün her tarafından
Sizler de bu dünyâdan göçeceksiniz.”
onu ziyârete gelirler. Aynen kölelerin, hizmetçilerin efendisine
Lebbeyk ( emrine geldim) dediği gibi tehlîl ederek, telbiye
Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ), Şam’da, bir minber
okurlar.” Mûsâ (aleyhisselâm) sordu ki: “Yâ Rabbi! Onlara
üzerinde hutbe okudu. Allahü teâlâya hamd ve senadan
verilecek sevâb nedir?” Allahü teâlâ buyurdu ki: “Onları
sonra üç şey söyledi. “Ey insanlar! İçinizi, kalblerinizi
affedeceğim. Hattâ onları komşuları ve yakınları için şefaatçi
düzeltirseniz, zâhiriniz, dışınız da iyi olur. A’zâlarınız,
kılacağım.” Mûsâ (aleyhisselâm) sordu ki “Yâ Rabbi! Onların
gözünüz, kulağınız, elleriniz, ayaklarınız, hayır işler, Allahü
içinde, Hac yaparken harcadığı malı şüpheli olanlar ve kalbi
teâlânın beğendiği şeylerle meşgûl olur. Âhıretiniz için sâlih
temiz olmayanlar varsa onların durumu ne olacak?” Bunun
ameller işleyiniz. Böylece dünyânızı da korumuş olursunuz.
üzerine Allahü teâlâ buyurdu ki: “Onların iyileri hürmetine
Âdem’den (aleyhisselâm) itibâren, kendisine kadar bütün
kötülerini bağışlayacağım.”
dedeleri ölüp gitmiş olan kimse de bir gün ölecektir.”
Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) bir gece namaz kıldı.
Ömer bin Abdülazîz başka birisine yazdığı mektûbunda ise,
Namazda, “Boyunlarında demirden la’leler ve zincirler
“İmdi, sana Allahü teâlâdan korkmayı, Allahü teâlânın sana
bulunduğu zaman, bu vaziyette sıcak suyun içinde
ihsân ettiği şeylerle, âhırete hazırlanmayı tavsiye ederim. Sen
sürüklenecekler, sonra ateşte yakılacaklar.” (el-Mü’min 71-
sanki ölümü tatmış, ölümden sonra olan şeyleri görür gibi
72) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Namazdan sonra bu
amel yap. Günler ve geceler, sür’atle gidiyorlar, ömür her gün
âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okudu ve çok ağladı.
noksanlaşıyor. Ecel ise yaklaşıyor. Kötü amellerimizden
dolayı Allahü teâlâdan af ve mağfiret dileriz.
ermeden, Allahü teâlâ insanları ve cinleri hesaba çekmek için
Günahlarımızdan ve bu yüzden bize gazâb etmesinden O’na
huzûruna getirmeden önce, tövbeyi fırsat bilmeli ve af ve
sığınırız.”
mağfirete kavuşmayı kazanç bilmelidir. Kıyâmette, hesap
gününde, mazeret kabûl edilmez. O zaman bütün gizli şeyler
Başka birisine ise mektûbunda: (Şöyle düşünün) Sanki kullar,
ortaya çıkarılır. Herkes kendi başının çâresini arar. İnsanlar,
Allahü teâlânın huzûrundalar. Allahü teâlâ onlara yaptıkları
amelleriyle gelirler. Herkesin amellerine göre durumu ayrı
amelleri haber veriyor. Kötülük yapanları, bu işlerinden dolayı
ayrıdır. O gün dünyâda, Allahü teâlâ ve Resûlünün (
cezalandırıyor, iyilik yapanları da mükâfatlandırıyor. Öyleyse
aleyhisselâm ) emirlerine uyup, yasaklarından uzak kalmış
Allahü teâlâdan korkun. Allahü teâlânın verdiği iyilik ve
olanlara ne mutlu. Dünyâda Allahü teâlâya isyan ederek
ihsânlara karşı şükür vazîfesini yerine getirin. Ni’metlere
âhırete göçenlere o gün çok yazık. Onların o gün çok
şükredin. Çünkü ni’metlere şükretmek o ni’meti arttırır.
acınacak hâlleri var. Allahü teâlâ seni, zenginliklerle imtihan
Kendisinden kaçmak mümkün olmıyan ve ne zaman geleceği
ederse, onda orta yolu tut. Onu Allahü teâlânın rızâsına
belli olmıyan ölümü çok hatırlayın. Kıyâmet gününü ve günün
uygun yerlere sarf et, ondan fakirleri de faydalandır. Allahü
şiddet ve dehşetini de hatırlayın. Bunları çok hatırlamak,
teâlânın emri olan zekâtını ver. Sakın övünme. Kendini
dünyânın geçici ve aldatıcı güzellik ve lezzetlerine,
beğenme. Kendini başkalarından üstün görme.”
aldanmaktan korur. Dünyâda, kulluk vazîfesi olarak
emredildiğin işlere dikkat et. Onların muhâsebesini yap.
“Ey insanlar! Allahtan korkun. Çünkü Allahtan korkmak
(takvâ) her şeyin yerine geçer ve hiç bir şey onun yerine
Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) şöyle buyurdu:
geçemez.”
“Sizden öncekilerin kabûl ettikleri bilgileri alınız. Onların
“Bizden önce helak olanlar, hakkı engellemek ve zulüm
söylediklerine muhalif, zıt olanları almayın. Çünkü önce
yapmak yüzünden mahv oldular. Hak onlardan satın alınırdı
geçen büyükler, sizden daha hayırlıdır.”
ve zulümden korunmak için de fidye verilirdi.”
Ömer bin Abdülazîz hazretleri, veliahd Yezîd bin
“Şüphe hâlinde had cezalarını yerine getirmekten kaçının.
Abdülmelik’e şöyle yazdı: “Bismillahirrahmânirrahîm.
Çünkü idârecilerin af ederek hatâya düşmesi, zulüm ederek,
Mü’minlerin emîri Ömer bin Abdülazîz’den, Yezîd bin
ceza çektirerek hatâya düşmesinden hayırlıdır.”
Abdülmelik’e. Sana selâm eder ve sana kendisinden başka
ilâh olmayan Allahü teâlâya hamdimi bildiririm. Ben hastayım.
“Müslümanlardan bir söz işittiğinde onu hayra yor, sakın
şerre yorma!”
Ağrı ve sızıya tutuldum. Buna rağmen üzerime aldığım
işlerden mes’ûlüm. Allahü teâlâ yarın beni bunlardan hesaba
Bir vâlisine yazdı:’“Ellerini müslümanların kanından, mideni
çekecek, orada yaptıklarımı gizliyemiyeceğim. Eğer Rabbim,
malından, dilini ırzından uzak tut! Böyle yaparsan sana zeval
benden râzı olursa, ancak orada zelîl ve hakîr olmaktan
yoktur.”
kurtulurum. Eğer benden râzı olmazsa, yazık bana. O zaman
benim hâlim nasıl olur. Allahü teâlâ bizi, yüce rahmetiyle
“Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir.
Cehennemden muhafaza buyurup, rızâsına kavuştursun. Bu
Sadaka ise Melik’in huzûruna çıkarır.”
bakımdan sana Allahü teâlâdan korkmanı, haram kıldığı
şeylerden sakınmayı tavsiye ederim, insanlar hakkında
Allahü teâlâdan kork, zulüm ve haksızlıktan uzak dur.
En güzel söz Allahü teâlâya hamd etmek (Elhamdülillah
demek) ve O’nu anmaktır. Kim Cenneti seviyorsa,
Cehennemden kaçar. Şimdi ecel gelmeden, ameller sona
“Allahü teâlâ bir kuluna verdiği ni’meti alıp da karşılığında
sabrı nasîb ederse, ni’mete mukabil verdiği (sabır), o
ni’metten daha efdaldir (kıymetlidir).”
“Ölümü çok hatırla. Eğer geçim rahatlığı içindeysen bu sana
5) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh. 119
darlık, ürperti getirecek; geçim darlığı içindeysen genişlik,
ferahlık kazandıracak.”
6) El-Kâmil fi’t-târih cild-5, sh. 60, 62
“Siz seferdesiniz. Yüklerinizin bağlarını bu diyarın dışında bir
7) Fevât-ül-vefeyât cild-3, sh. 133
yerde çözeceksiniz. Siz, üzerinden çağlar geçmiş bir kökün
dallarısınız. Kökleri yok olup gitmiş bir dalın hayatından ne
çıkar ki?”
“Ey insanlar! Allah mahlûkları yarattı ve onları uyuttu. Sonra
onları uykularından uyandırıp, diriltecek. Her biri ya Cennete,
ya Cehenneme sevk edilecek. Allaha yemîn ederim ki, biz
8) Tehzîb-üt-tehzîb cild-7, sh. 475
9) Vefeyât-ül-a’yân cild-6, sh. 301
10) Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh. 119
11) Târîh-ül-hamîs cild-2, sh. 315
eğer bu hakîkati tasdîk etmiş isek, buna uygun
yaşamadığımız için ahmağız. Eğer bu gerçeği inkâr ediyor
12) Târîh-i Taberî cild-8, sh. 137
isek, o takdîrde hepimiz helakteyiz.”
13) İbni Haldûn Târîhi cild-3, sh. 76
“Her yolculuğun kendine has bir azığı, hazırlığı vardır. Âhıret
yolculuğu için de takvâyı azık edinin. Allahü teâlânın vereceği
14) Menâkıb-ı Ömer bin Abdülazîz (İbni Cevzî)
ni’metleri görmüş gibi sevinin ve vereceği cezayı, azâbı da
görmüş gibi korkunuz. Tûl-i emele kapılmayın, zira tûl-i emel
(bitmeyen istek, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya dalmak)
kalbinizi katılaştırır, düşmanınız olan şeytanın eline
düşersiniz... Dünyâya aldanmış nice insanlar gördük. Huzûr
15) Sıfat-üs-savfe cild-2, sh. 63
16) Sîret-i Ömer bin Abdülazîz (Menâvî)
17) Tabakât-ı İbni Sa’d cild-5, sh. 330
ve se’âdet, ancak Allah’ın azâbından emîn olanlar içindir.
Neş’e ve sevinç de kıyâmetin zorluğunu anlatanlar içindir.
18) Târîh-ül-hulefâ sh. 212
Kıyâmet günü zengin, fakîr herkesin ameli meydana çıkar ve
hesap verirken öyle bir müşkilât ile karşılaşırsınız ki, eğer
19) Rehber Ansiklopedisi cild-14, sh. 19
yıldızlar bununla karşılaşsa kararıp dökülür, dağlar dayanmaz
erirdi. Cennet ve Cehennemden başka bir yer bulunmadığını
ve bunlardan birine mutlaka gideceğinizi de biliyorsunuz. O
halde ona göre hazırlanın...”
“Allahtan korkun ve aşırı şakadan kaçının; zîrâ aşırı şaka, kin
tutmağa, kin de kötülüklere sebep olur.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
ÖMER BİN AHMED
Nişâbûr’da yetişen büyük hadîs âlimlerinden. Künyesi Ebû
Hâzim olup ismi Ömer bin Ahmed bin İbrâhim bin Abdeveyh
bin Südûs bin Ali bin Abdullah bin Ubeydullah bin Abdullah bin
Utbe bin Mes’ûd el-Hüzelî’dir. 417 (m. 1026) senesi Ramazân-
1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1056
ı şerîf bayramında vefât etti.
2) Fâideli Bilgiler sh. 69, 76
Ebû Hâzim; İsmâil bin Necîd es-Sülemî, Muhammed bin
Abdullah es-Süleytî, Muhammed bin Ca’fer bin Matar, Ebû
3) Hilyet-ül-evliyâ cild-5, sh. 253
Bekr İsmâili, Muhammed bin Hasen bin İsmâil el-Mukrî, Ebû
Bekr Muhammed bin Ali el-Kaffâl, İbrâhim bin Muhammed en-
4) Tehzîb-ül-esmâ vel-lüga cild-2, sh 19
Nasrâbâdi ve birçok âlimden hadîs-i şerîf dinleyip, ilim
öğrendi. Hadîs-i şerîf öğrenmek ve ilim öğrenmek için; Hirat,
Tasavvuf ilminde de büyük âlim olan Ömer bin Ahmed, Ömer
Nişâbûr ve Bağdad’a gitti. Oralardaki birçok âlimden hadîs-i
bin Bedr el-Megâzilî, Ebû Ali en-Neccâd, Ebû Bekr Abdülazîz
şerîf rivâyet etti.
bin Ca’fer ve diğer birçok âlimin sohbetinde bulunarak yetişti.
Evliyâlığın yüksek derecelerine kavuştu.
Kendisinden ise; Ebû İshâk et-Taberi el-Mukrî, Muhammed
bin Ebi’l-Fevâris, Ahmed bin Muhammed el-Enbûsî, Ebû
Birçok eserleri vardır. En meşhûrları şunlardır:
Abdullah bin Kâtib, et-Tenûhî, Ebû Ya’lâ Ahmed bin
Abdülvâhid el-Vekîl, hadîs-i şerîf dinleyip ilim, öğrendiler.
1. Kitâb-üs-sıyâm
Ebû Hâzim hazretleri, sika (güvenilir), sağlam, ârif, hafız
2. Kitâb-ü hükm-il-vâlideyn fî mâli ve-ledehümâ
(yüzbin hadîs-i şerîfi râvîleriyle ezbere bilen) bir zât idi.
Ebû Ali Ömer bin Ahmed buyurdu ki: “Bana cenâzenin
hafifliğinden ve ağırlığından sorulduğunda, dedim ki: Cenâze,
şehîd olan bir kimse olduğu zaman hafif olur. Çünkü şehîd,
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 272
hayat sahibidir. Diri olan, ölü olandan daha hafiftir. Nitekim
Allahü teâlâ Âl-i İmrân sûresi 3. âyetinde meâlen; “Allah
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-5, sh. 300
3) Târih-i Bağdâd cild-11, sh. 272
4) Tezkiret-ül-huffâz cild-3, sh. 1072
5) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh. 208
yolunda öldürülenleri, ölüler zannetmeyiniz. Bilakis onlar
Rablerinin katında diridirler, rızıklandırılmaktadırlar” buyurdu.”
Ebû Hafs-ı Bermekî şöyle bildiriyor: İbrâhîm bin Edhem,
“İnsânların kötülerinden, arslandan kaçar gibi kaçınız. Fakat
Cum’a namazını ve beş vakit namazı cemâatle kılmayı
kaçırmayınız” buyurmuştur.
Yine o şöyle anlatıyor: Ömer bin Hattâb ( radıyallahü anh )
buyurdu ki: “Bir kimse Allahü teâlâdan korkarsa, öfkesini açığa
ÖMER BİN AHMED (Ebû Hafs-ı Bermekî)
vurmaz, onu yener. Allahü teâlâdan korkan kimse, istediğini
yapamaz. Kıyâmet gününde insanların yaptıklarından hesaba
Hanbelî mezhebi âlimlerinden. Hadîs ve fıkıh âlimlerinin
çekilmesi ve kötülüklerinin cezalandırılması olmasaydı, bu
büyüklerinden olup, zühd ve takvâ sahibidir. İsmi, Ömer bin
dünyâda gördüğümüz şeylerden başkası olur, âlemin nizâmı
Ahmed bin İbrâhîm bin İsmail el-Bermekî’dir. Künyesi, Ebû
bozulurdu. Nizâm ve intizâm kalmazdı.”
Hafs ve Ebû Ali’dir. 389 (m. 999) senesinin Cemâziyel-evvel
ayında vefât etti. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel’in kabri yanına
Yine o anlatıyor: Bişr bin Haris dedi ki: İbrâhîm bin Edhem,
defn edildi. İbrâhîm, Ahmed ve Ali isminde üç oğlu vardır.
dağdan gelirken görüldü ve kendisine, “Nereden geliyorsun?”
diye sorulduğunda, Allahü teâlâdan geliyorum dedi ve şu şiiri
Ömer bin Ahmed, büyük ve meşhûr bir âlimdir. Çok ibâdet
söyledi:
ederdi. Zühd sahibi olup, dünyâya düşkünlüğü yoktu. Vera’ ve
takvâsı akıllara durgunluk verecek derecedeydi. Haramlardan
“Allahı dost edin, insanlara yaklaşmaktan kaçın!
ve şüphelilerden son derece sakınırdı. Gece ve gündüzlerini
O’nu anmakla meşgûl ol, çünkü onda şifâ var.
ilim öğrenmekle geçirirdi. Hadîs ilmini, İbn-i Savvâf, el-Hattâbî,
Takdîr ettiği şeye râzı ol, bunda ihtiyâçsızlık var.”
İbn-i Mâlik ve daha birçok âlimden aldı. Onlardan hadîs-i şerîf
rivâyetinde bulundu. Bu sahada çok ilim sahibi oldu.
Bir kerresinde de şöyle anlattı: Hüseyn bin Fehmî, “Biz Ma’rûfi Kerhî”nin hasta olduğunu susmasından; sıhhatli olduğunu da
inlemesinden anlardık” diye bildirmektedir.
Yine buyurdu ki: “Bayrama “Îyd” denilmesinin sebebi, her sene
İbn-i Süyûtî ise onun hakkında; “Ebü’l-Feth Kemâleddîn et-
sevinç ve neş’e ile dönüp tekrarlanmasındandır.”
Tiflisî; fakîh, fâzıl, usûl-i fıkıhda derin âlim, hayır ve hasenat
sahibi bir âlim idi. Ölene kadar ilim neşretti” demektedir.
Yine şöyle anlatıyor: Ebû Ömer, bize dâima “Yâ zel-celâli velikrâm” demeyi tavsiye ederdi.
Kutb el-Yünûnî de onun için; “Kemâleddîn et-Tiflisî çok ihsân
sahibi idi. Müslümanların kanlarının akıtılmasına mâni oldu.
Şam kadılığı sırasında, fakir olmasına ve ailesinin kalabalık
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 272
olmasına rağmen, dünyalık hiçbir şeye meyl etmedi”
demektedir.
2) Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 153
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 781
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-8, sh. 309
2) El-Bidâye ven-nihâye cild-13, sh. 267
ÖMER BİN BÜNDÂR ET-TİFLİSÎ
Hadîs ve Şafiî fıkıh âlimi. Künyesi Ebü’l-Feth olup ismi, Ömer
3) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 416
4) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 337
bin Bündâr bin Ömer bin Ali et-Tiflisî’dir. Lakabı
Kemâleddîn’dir. Ebü’l-Feth Ömer, 601 veya 602 (m. 1205)
senesinde Tiflis’te doğdu. 672 (m. 1273) senesi Rebî’-ül-evvel
ayının ondördünde Kâhire’de vefât etti. Sefh-ül-mukattam
ÖMER BİN HASEN EL-ENDÜLÜSÎ (Ebü’l-Hattâb İbn-i
kabristanına defnedildi.
Dıhye)
Ebü’l-Feth Ömer, Ebü’l-Müneccî, İbn-i Salâh ve İmâm-ı
Endülüs’te yetişen hadîs âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Hasen
Nevevî’den ilim öğrenip hadîs-i şerîf dinledi. Özellikle İbn-i
bin Ali bin Muhammed bin Ferh İbni Halef bin Kûmiş bin
Salâh’tan çok istifâde etti. İlim tahsilini tamamladıktan sonra,
Mezlâl bin Mellâl bin Bedr bin Ahmed bin Dıhye bin Halîfe bin
Dımeşk kadılığına ta’yin edildi. Hülâgu’nun Şam eyâletini ele
Ferve el-Kelbî el-Belensî el-Endülüsî’dir. İki neseb ile
geçirmesinden sonra, bütün Şam eyâletine kadı oldu. Bunun
meşhûrdur. Baba tarafından Eshâb-ı Kirâmdan Dıhye-i
yanında Cezîre’nin ve Musul’un kadılıklarına da baktı. Moğol
Kelbî’nin ( radıyallahü anh ) soyundan olup, anne tarafından
istilâsı sırasında müslümanlara çok yardımı oldu. Moğollar
Hazreti Hüseyn’nin nesebindendir. Annesinin nesebi Emet-ür-
Ebü’l-Feth Ömer’in sözünü dinliyorlardı ve ona karşı
Rahmân binti Ebî Abdullah bin Ebi’l-Bessâm Mûsâ bin
çıkamıyorlardı. Müslümanların kanının akıtılmasına mâni olan
Abdullah bin Hüseyn bin Ca’fer bin Ali bin Muhammed bin Ali
Ebü’l-Feth, zâlimlerin, müslümanların mallarına ve
bin Mûsâ bin Ca’fer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyn bin Ali
namuslarına el sürmemelerini sağladı. Moğollar o bölgeden
bin Ebî Tâlib’dir (radıyallahü anhüm). “İbn-i Dıhye” diye
çekildikten bir süre sonra, Ebü’l-Feth Şam’dan ayrılarak
meşhûr oldu. “Sıbt-ı Ebi’l-Bessâm” diye de tanınırdı. Künyesi
Mısır’a gitti. Orada vefât edinceye kadar insanlara Allahü
Ebü’l-Hattâb’dır. 544 (m. 1149) senesinde Endülüs’te doğdu,
teâlânın emir ve yasaklarını bildirerek fâideli oldu.
önce burada ilim tahsil etti. Sonra Mısır’a gelip oraya yerleşti.
Birçok hafızdan hadîs-i şerîf dinledi. “Sahîh-i Müslimi”
İbn-i Zeki onun hakkında: “Hülâgu Şam’ı istilâ ettiği zaman,
ezberleyen hafızlardandır. 633 (m. 1235) senesi Rebî’ul-evvel
Ebü’l-Feth Kemâleddîn, Haleb, Şam ve diğer eyâletlerin
ayının ondördüncü günü Kâhire’de vefât etti.
kadılığına ta’yin edildi. Hülâgu’nun çekilmesinden sonra ise,
Kâdı Ebü’l-Feth Mısır’a giderek buraya yerleşti” demektedir.
Hadîs, nahiv, lügat ve edebiyat ilimlerinde büyük bir âlim olan
Vâsıt’ta İmâm-ı Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”ini Mendâî’den,
Ebü’l-Hattâb İbni Dıhye, Endülüs’te Ebü’l-Kâsım bin Beşküvâl,
İmâm-ı Taberânî’nin “Mu’cem”inin tamâmını Saydalânî’den
Ebû Abdullah bin Mücâhid. Ebû Bekr İbni Ced, Ebû Abdullah
dinledi. 600 (m. 1203) senesinde, İmâm-ı Mâlik’in
bin Zerkûn, Ebû Bekr bin Ca’fer el-Lemtûnî, Ebü’l-Kâsım bin
“Muvattâ”sını rivâyet etti. Kendisi, onu Ebû Amr bin Salâh’dan
Hubeys ve bunların tabakası sayılan birçok hadîs âliminden
dinlemişti. Ayrıca o, ba’zı şeyhlerinin huzûrunda “Sahîh-i
hadîs-i şerîf dinledi. Hadîs ilminde ince ve derin bilgilere
Müslim”i ezberinden okumuştu. O, ilminin ve faziletlerinin
sahipti. Dinlediği hadîs-i şerîfleri güzel bir hat ile yazarak,
çokluğu ile tanınırdı.”
onları unutmamak için kayıt altına alırdı. İlmî zabıtları ile
meşhûr oldu. Lügat, nahiv ve Arapçanın diğer kollarında böyle
Kâdı İbn-i Vâsıl diyor ki: “Ebü’l-Hattâb İbni Dıhye, ilminin ve
çok zabıtları vardır. Dâniyye kadılığına ta’yin edilmişti.
hıfzının çokluğu ile tanınmıştı.”
İbn-i Dıhye-i Kelbî, âlimlerin ve fazilet sahiplerinin
İbn-i Hılligân diyor ki “O, Erbîl’e geldiğinde, oranın sultânı için
meşhûrlarından idi. Hadîs ilimlerinin her kolunda mütehassıstı.
“Kitâb-ül-Mevlîd”ini yazdı ve onu kasidelerle medhetti. Ebü’l-
Nahiv ve lügat ilimlerini, Arab târihini ve şâirlerini çok iyi bilirdi.
Hattâb’ın babası ticâretle meşgûl olurdu. O da “Kelbî” diye
Endülüs’teki şehirlerin bir çoğunda, hadîs-i şerîf öğrenmekle
tanınırdı. Onun Hâfız Şerefüddîn Hanbelî’den icâzet aldığını
meşgûl oldu. Bu şehirlerde, birçok âlimlerle, şeyhlerle buluştu.
işittik.”
Oradan Birr-ül-udve denilen yere gitti. Merrâkûş şehrine gelip,
oranın ilim ve fazilet sahipleriyle buluştu. Sonra Afrikıyye’ye,
oradan da Mısır diyârına geldi. Daha sonra, Şam’ı, Bağdad’ı
ve doğudaki şehirleri dolaştı. Bağdad’da İbn-i Husayn’ın
talebelerinin ba’zılarından, Vâsıt’ta Ebü’l-Feth Muhammed bin
Ahmed bin Meydânî’den hadîs-i şerîf dinleyip ilim öğrendi.
Eserleri çoktur. Başlıcaları şunlardır: 1. El-İ’lâm-ül-mübîn filmüfâdale beyne ehl-is-Sıffîn, 2. En-Nebrâs fî târihi hulefâ-i âl-i
Abbâs, 3. El-İlm-ül-meşhûr fî fedâil-il-eyyâm veş-Şühûr, 4. ElMatribü min eş’âr-i ehl-il-magrib, 5. Nihâyet-üs-süûl fî hasâisür-Resûl ( aleyhisselâm ), 6. Kitâb-ül-mevlid.
İran’ı, Horasan’ı ve daha yukarıdaki şehirleri, Mâzenderân’ı
dolaşıp gezdi. Bunun sebebi, hadîs-i şerîf öğrenmek, bu
yerlerdeki büyük âlimlerle buluşmak ve onlardan ilim tahsil
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 280
etmekti. Aynı şekilde ondan da hadîs-i şerîf dinleyip istifâde
ettiler. İsfehân’da, Ebû Ca’fer es-Saydalanî’den, Nişâbûr’da,
2) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 448, 450
Mensûr bin Abdülmün’im el-Ferâvî’den hadîs-i şerîf dinledi.
604 (m. 1207) senesinde, Horasan tarafına doğru giderken,
3) Tezkiret-huffâz cild-4, sh. 1420
Erbîl şehrine geldi ve orada, şehrin sultânı Melikülmuazzam
Ebû Sa’îd Muzafferüddîn Kükbûrî bin Zeynüddîn Ali ile
karşılaştı. Mevlîd kandili olduğu için şenlikler yaptığını, ikram
ve ihsânlarda bulunduğunu gördü. O’nun bu kıymetli işini
öven, “Kitâb-üt-tenvîr fî mevlîd-is-sirâc-il-münîr” adını verdiği
4) Lisân-ül-mîzân cild-4, sh. 292
5) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 160, 161
6) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 786,
bir eser yazıp, huzûrunda bizzat kendisine okudu.
El-Ebbâr onun hakkında diyor ki: “Edebde kemâl derecesine
yükseldi. Çok yeri dolaşıp ilim tahsil etti. Kıymetli eserler yazdı
ve ders verdi. 613 (m. 1216) senesinde, benim için icâzet
ÖMER BİN HÜSEYN EL-HIRAKÎ
yazdı.”
Hanbelî mezhebi âlimlerinden. Künyesi, Ebü’l-Kâsım
Şemseddîn Muhammed Zehebî, “Tezkiret-ül-huffâz” adındaki
Hırakî’dir. 334 (m. 946) senesinde vefât etmiştir. Zamanının
eserinde diyor ki: “O, Mısır’da Bûsırî’den ve onun
Hanbelî mezhebindeki meşhûr âlimlerinden ilim öğrenmiştir.
tabakasındaki hadîs âlimlerinden çok hadîs-i şerîf dinledi.
Bu hocalarından ba’zıları şu zâtlardır: Ebû Abdullah bin Batta,
olmuştur. İlim öğrenmek için Kûfe, Basra ve daha başka belli
Ebü’l-Hüseyn et-Temîmî, Ebü’l-Hüseyn Şem’un ve diğerleri
başlı ilim merkezlerine gitmiş, birçok âlimden ilim öğrenmiş ve
Hanbelî mezhebine göre yazdığı “El-Muhtasar” adlı fıkıh kitabı
büyük bir âlim olmuştur. Kıymetli kitaplar yazmış, 387 (m. 997)
en meşhûr eseridir. Diğer eserleri Bağdâd’da bıraktığı bir evde
senesinde Cemâzil-âhır ayının sekizinci Perşembe günü
yangın sebebiyle yanmıştır.
öğleye doğru vefât etmiştir.
Ömer bin Hüseyn Hırakî, Ebü’l-Fadl bin Abdüs-Semî’den
Ebû Hafs Akberî; Ebû Ali es-Savvâf, Ebû Bekr en-Neccâd,
naklen şöyle anlatmıştır: Birgün Feth bin Şehref’in yanına
Ebû Muhammed bin Mûsâ, Ebû Amr bin Semmâk, Da’lec,
gitmiştik. Bize, dün bir rü’yâ gördüm dedi. Rü’yâsını şöyle
Kûfe, Basra ve diğer İslâm şehirlerindeki pekçok âlimden ilim
anlattı: “Rü’yâmda Hazreti Ali’yi gördüm. Canım sana feda
öğrendi, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hanbelî mezhebindeki fıkıh
olsun ey mü’minlerin emîri, bana birşeyler anlat dedim.
âlimlerinden Ömer bin Bedr el-Megâzilî, Ebû Bekr bin
“Zenginlerin fakîrlere tevâzu’ etmesi ne güzeldir.” Canım sana
Abdülazîz, Ebû İshâk bin Şâkilâ ve Mülâzime İbni Batta’dan
feda olsun, biraz daha dedim. “Fakîrlerin zenginlere mihnet
Hanbelî fıkhını öğrenmiştir. Birçok âlim de kendisinin
etmemesi ne güzeldir.” Biraz daha söyle canım feda olsun
sohbetinde bulunmuş ve ilim öğrenmiştir.
dedim. Elinin içini açıp bana gösterdi, avucunda şu şiir yazılı
idi. (tercümesi):
Meşhûr fıkıh âlimlerinden olan Ebû Hafs Akberî, zamanında
Hanbelî mezhebinin en ince mes’elelerini bilecek kadar derin
Yaratıldın yoktan,
ilme sahipti. Kuvvetli bir zekâsı vardı. Birçok müşkil mes’eleleri
Öleceksin yakında,
güzel bir şekilde çözmekle tanınmıştır. Bu husûsta seçilmiş
Gideceksin dünyâdan.
yazıları vardır.
Bırak yer yapma,
Şu fânî dünyâda
Kendisi anlatır: “Ebû İshâk bin Şâkilâ’nın gördüğü bir hâdiseyi
Kendine yer hazırla,
şöyle anlatırken işittim. Mensûr Câmii’nde otururken Ahmed
Ebedî olan âhırette.”
bin Hanbel’i ( radıyallahü anh ) gördüm. Biri ona geldi ve: “Bir
kimse yüzbin hadîs-i şerîf ezberlediği zaman fıkıh âlimi olur
mu?” diye sordu. İmâm-ı Ahmed: “Hayır olamaz” cevâbını
verdi. O adam: “İkiyüzbin hadîs-i şerîf ezber bilirse fıkıh âlimi
1) Târih-i Bağdâd cild-11, sh. 234
2) Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 75
3) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 441
4) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh. 336
olur mu?” diye tekrar sordu. İmâm-ı Ahmed yine “Hayır”
cevâbını verdi. O adam daha sonra üçyüzbin ve dörtyüzbin
hadîs-i şerîf ezber bilen bir kimsenin hâlini sorup, hayır
cevâbını aldı. Ebû İshâk bin Şâkilâ bu hâdiseyi anlatırken
dinleyen bir zât ona “Sen bu kadar hadîs-i şerîf biliyor musun
ki, bu insanlara fetvâ veriyorsun?” diye soruldu. Ebû İshâk
cevâbında “Allah sana afiyet versin. Ben bu miktar kadar
5) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 282
(dörtyüzbin) hadîs-i şerîf bilmiyorsam da, dörtyüzbin ve çok
daha fazlasını bilen âlimlerin sözleriyle fetvâ veriyorum”
buyurdu.
Buyurdular ki: “Kısa iki rek’at namaz kılmanın sünnet olduğu
ÖMER BİN İBRÂHİM EL-AKBERÎ
yerlerin ilki, sabah namazının iki rek’atıdır. Hazreti Âişe
vâlidemiz buyurdu ki: “Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) (iki
Hanbelî mezhebindeki fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ömer bin
rek’at) sabah namazının sünnetini kılardı ve bunu çok kısa
İbrâhîm bin Abdullah el-Akberî’dir. Künyesi Ebû Hafs olup,
yapardı. Hattâ ben, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) acaba
İbn-i Müslim lakabıyla tanınmış, Ebû Hafs Akberî diye meşhûr
Kur’ân-ı kerîmden birşey okudu mu okumadı mı diye
düşünürdüm.” Geceleyin kılınan teheccüd namazı da kısa
karşılaştırmak için söylemedim” buyurdu. Ve şöyle devam etti:
kılınır. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ): “Sizden biriniz
“Ey Kûfe ahâlisi, benim boynumda bir borç vardır ki, bunu
geceleyin kalktığı zaman, her iki rek’atında selâm vermek
boynumdan çıkarmak ve sizin boyunlarınıza yüklemek
üzere, ikişer rek’at namaz kılsın” buyurdu. Yine kısa olarak iki
istiyorum. Biliniz ki, Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yanında
rek’at tavaf namazı (hacda) kılmak da sünnettir.”
oturuyordum. Muâviye de ( radıyallahü anh ) O’nun
yanındaydı. Resûlullaha ( aleyhisselâm ) vahiy indi. Benim
Ebû Hafs Akberî, Peygamber efendimizin Eshâbına son
elimden kalemi aldı, Hazreti Muâviye’nin eline (vahiy yazması
derece muhabbet eder, hiç birisine en küçük bir şekilde dil
için) verdi. Allaha yemîn ederim ki, ben kendimde birşey
uzatılmasına müsâade etmezdi. Hele bozuk inançlı ba’zı
(herhangi bir üzüntü) hissetmedim. Çünkü ben biliyordum ki,
kimselerin, Hazreti Muâviye’ye dil uzatmalarına asla izin
bu husûsta Allahü teâlânın emri böyleydi. Dikkat ediniz!
vermezdi. Ona dil uzatmanın İslâmiyet’e ve Kur’ân-ı kerîme dil
Müslüman; benimle onun arasında olan hâdiseleri
uzatmak olduğunu söyler, onun ( radıyallahü anh ) vahiy kâtibi
konuşmaktan beri (uzak) olan kimsedir.” Hazreti Ali bu
olduğunu beyân ederdi. Hazreti Muâviye, Kur’ân-ı kerîmin
sözleriyle Hazreti Muâviye’nin kıymetini bildirmiş ve kalbinde
büyük kısmını bizatihi Resûlullahın mübârek ağzından yazmış,
ona karşı herhangi bir kin ve adavet (düşmanlık) olmadığını
O’nun hayır ve bereket duâsına kavuşmuştu, derdi.
açıkça beyân etmiştir.
Ebû Hafs Akberî, Hazreti Muâviye’yi çok sever ve her
İbn-i Abbâs’a ( radıyallahü anh ) Hazreti Muâviye hakkında
sohbetinde onun Eshâb-ı kiramın büyüklerinden olduğunu
soruldu. Cevâbında: Hazreti Muâviye benim indimde Hazreti
anlatır, ona çirkin iftira eden sapık inançlı kimselere cevap
Mûsâ gibidir. Çünkü Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde Kasas
verirdi. Hazreti Muâviye’nin fazîletleriyle ilgili İrbâd bin
sûresi 26. âyetinde Musa’nın (aleyhisselâm) ücretle tutulması
Sâriye’den ( radıyallahü anh ) şöyle rivâyet ederek anlattı:
husûsunda iki kadından biri babasına: “Ey babacığım! Onu
Resûlullah ( aleyhisselâm ), Muâviye ( radıyallahü anh )
ücretle tut. Çünkü o, ücretle tuttuğun kimselerin en kuvvetlisi
için “Allahım, ona kitabı ve hesabı öğret ve onu azaptan
ve en emînidir” diye söylediğini Allahü teâlâ haber veriyor, işte
koru” diye duâ buyurdu ve Peygamberimizin ( aleyhisselâm )
bu âyet-i kerîme nâzil olduğu zaman Cebrâil (aleyhisselâm)
duâsı da mutlaka müstecâbdır, Allahü teâlâ kabûl eder. O
Peygamberimize ( aleyhisselâm ) geldi ve: “Yâ Muhammed!
azaptan korunduğu zaman Cennet ehlinden olur. (Ona dil
uzatmak, Peygamberimize dil uzatmak olur.) Bunun gibi
Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmeyi Muâviye’ye ( radıyallahü anh )
Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) duâsı bereketiyle
yazdırmanı sana emrediyor. Çünkü o, senin yazdırdıklarının
Muâviye’nin ( radıyallahü anh ) Kur’ân-ı kerîme vukûfiyeti ve
(vahiy kâtiplerinin) en kuvvetlisi ve en emînidir” buyurdu.
hesabı pek kuvvetli idi.
Ebû Hafs Akberî şöyle buyurdu: Resûlullahın ( aleyhisselâm )
Hazreti Muâviye ile Hazreti Ali arasında geçen hâdiselerden
ümmeti için koymuş olduğu her bir sünnet, Allahü teâlânın
dolayı ona dil uzatanların yanıldıklarını, onların birbirlerini çok
emriyledir.
sevdiğini delîlleriyle isbat eden Ebû Hafs Akberî; Hazreti
Ali’nin tarafını tutan Kûfe ahâlisine irâd buyurduğu şu hutbe
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ): “Cennet ehlinden olmayan
ile, Hazreti Ali’nin Hazreti Muâviye’yi çok sevdiğini ve ona asla
bir kimse ile evlenmedim ve Cennet ehlinden olmayan bir
düşman olmadığını açıkça ortaya koymuştur.
kimseyi de evlendirmedim” buyurdu. Enes bin Mâlik (
radıyallahü anh ) şöyle rivâyet etti: Biz Peygamberimizin (
Hazreti Ali, Kûfe ahâlisine şöyle buyurdu: “Ey Kûfe ahâlisi,
aleyhisselâm ) yanında oturuyorduk. Önümüzde taze hurma
muhakkak benim boynumda bir borç var. Bu borcu sizin
vardı. Resûlullah efendimiz hurmadan yemeye ve yedirmeye
üzerinize devretmek istiyorum. Dikkat ediniz haber veriyorum:
başladı. Resûlullaha ( aleyhisselâm ) “Yâ Resûlallah! Hem
Resûlullahdan ( aleyhisselâm ) sonra insanların en hayırlısı,
yiyor, hem de yediriyor musunuz?” diye sordum.
Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra Osman’dır. (r.anhüm)” Sonra
Peygamberimiz: “Evet Cennette de böyle yaparız, ba’zılarımız
Hazreti Ali “Allaha yemîn ederim ki, ben bunu nefsimi
ba’zılarımıza yedirir” buyurdu.
Ebû Hafs Akberî’nin ( radıyallahü anh ), el-Muknî, Şerh-ül-
2) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 154
Hurakî ve el-Hilâlü beyne Ahmed ve Mâlik gibi kıymetli eserleri
vardır.
3) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 228
4) El-Fevâid-ül-behiyye sh. 148, 149
1) Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 163
5) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 790
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 271
ÖMER BİN MES’ÛD EL-BEZZÂR
ÖMER BİN İSHÂK EL-GAZNEVÎ (Kâdı Sirâcüddîn-i Hindî)
Evliyânın meşhûrlarından. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin
talebelerinden olup, hadîs ve fıkıh ilminde de âlimdir. 533 (m.
Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ömer bin İshâk bin
1138) senesinde doğdu. 608 (m. 1211)’de vefât etti. Tasavvuf
Ahmed’dir. Künyesi Ebû Hafs olup, Sirâcüddîn lakabı ile
ilmine ve hâllerine Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin
tanınırdı. Gaznevî ve Hindî nisbetleri vardır. 704 (m. 1304)
derslerinde ve sohbetlerinde kavuştu. Uzun müddet ondan
senesinde doğduğu, mu’teber eserlerde bildirilmektedir.
ayrılmadı. Fıkıh ilmini de ondan, hadîs ilmini Ebü’l-Kâsım Saîd
Münâzara ilminde büyük bir üstat, mahir bir kılavuz kabûl
bin el-Bennâ, Ebü’l-Fadl Muhammed bin Nâsırüddîn gibi
edilmiş olup, çok zekî, eşine az rastlanan bir âlim idi. Fıkıh,
âlimlerden öğrenmiştir. Güzel sûretli, güzel ahlâk sahibi, hoş
hılâf ve tasavvufa dâir çok kıymetli kitaplar yazdı. 793 (m.
sohbet bir zât idi. Çok mücâhede yapar ve çok ibâdet ederdi.
1390) senesinde vefât etti. Keşf-üz-zünûn sahibi ve Süyûtî,
Yüzünde ibâdet ve tâat nûrları parlar, konuştuğu zaman
vefât târihini 773 olarak bildirmekte olup, ayrıca; “Ömer bin
ağzından adetâ nûr saçılırdı. Âhırette başa gelecek korkulu
İshâk Gaznevî, Mısır’da kâdı’l-kudât idi” demektedirler.
hâllerden bahsedince, dudakları morarır, benzi sararırdı.
Herkes tarafından sevilir ve ziyâret edilirdi. Sohbetinde
Fıkıh ilmini, büyük âlim ve zühd sahibi bir zât olan Vecîhüddîn-
bulunanları yetiştirmiş, kemâle erdirmiştir. Önceleri ticâretle
i Dehlevî’den öğrendi. Hocası olan, bu zât, Hindistan’ın Dehlî
uğraşır, dükkânında kumaş satardı. Sonra ilme yönelip, bu
şehrindeki Hanefî mezhebinin en büyük âlimlerinden olup,
husûsta ve bilhassa tasavvufta çok ilerledi. Her taraftan
faziletleri, üstünlükleri çok ve her ilimde derya (deniz) gibiydi.
sohbetlerine geldiler, İleri gelen kimseler onun sohbetine
Zamanının âlimlerinin İmâmı sayılırdı. Bundan başka,
katılarak, zühd ve takvâ sahibi oldular. Pekçok hürmet, alâka
Şemseddîn Habîb-i Dûlî’den, Delhi âlimlerinin sultânı diye
ve ikram görüp, sevildi. Nasihatlerine uyulan bir zât idi.
anılan Sirâcüddîn-i Sekâfî ve Rükneddîn-i Bedâyunî’den de
Pekçok kimse onun elinde tövbe etmiştir.
ilim aldı. Bunlar, Hamîdüddîn-i Darir’in ve Ebü’l-Kâsım
Tenûhî’nin talebeleri idiler.
Bir şiirinin tercümesi şöyledir: “Allahım, hamd senin içindir ve
ancak sana mahsûstur. Biz ise senin verdiğin ni’metlere ehil
Eserlerinin başlıcaları şunlardır: 1-Et-Tevsîh: Hidâye şerhidir.
olamadık. Kusurlarımızın çokluğuna rağmen, ni’metlerini bol
2- Eş-Şâmil: Fıkıh ilmine dâirdir. 3-Zübdet-ül-ahkâm fî ihtilâf-il-
bol ihsân ettin. Sanki biz onu haketmişiz gibi.”
eimmet-il-a’lâm, 4- Şerhu Bedî’ıl-usûl, 5-Şerh-ül-mugnî, 6Muazzet-ül-münîfe fî tercihi mezhebi Ebî Hanîfe, 7- Şerh-üzziyâdât, 8- Şerh-ül-câmi’ayn: Bunu tamamlayamamıştır.
1) Kalâid-ül-cevâhir sh. 120
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 276
ÖMER BİN MUHAMMED BİN ABDULLAH
zamanının bir tanesi idi. Belh şehrinde şeyhlik onunla son
buldu. Onun gibisi bir daha görülmedi.
Şafiî mezhebi fıkıh, tefsîr ve hadîs âlimlerinden. İsmi, Ömer
bin Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin Abdullah bin
Lukatât-ül-ukûl ve Mezâlik-ül-uzle, Edeb-ül-marîz vel-âid,
Nasr olup, künyesi Ebû Şücâ’ el-Bistâmî’dir. 485 (m. 1092)’de
Kitâbü min elf-il-uzle gibi, te’lîf etmiş olduğu kıymetli kitapları
Bistam’da doğdu. Daha sonra Belh’e yerleştiği için Belhî
vardır.
denilmişdir. Çeşitli âlimlerden ilim öğrendi. 562 (m. 1167)
senesi Rebî’ül-âhır ayının sonlarında, orada vefât etti.
Ebû Şücâ’ ( radıyallahü anh ), babasından, Ebü’l-Kâsım bin
Muhammed el-Halîlî, İbrâhim bin Muhammed el-İsfehânî, Ebû
Hâmid Ahmed bin Muhammed eş-Şücâî, Ebû Nasr
Muhammed bin Muhammed el-Mâhânî ve daha başka
âlimlerden ilim öğrendi. Ebû Ca’fer Muhammed bin Hüseyn
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 248
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 313
3) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 206
es-Simincânî’den Şafiî fıkhını öğrendi.
4) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh. 1318
Ebû Sa’d bin es-Sem’ânî ve onun oğlu Abdurrahîm, İbn-i
5) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 784
Cevzî, Abdülmuttalib el-Hâşimî, Şeyh Tâcüddîn el-Kindî, Ebû
Ahmed bin Sükeyne, Ebü’l-Feth el-Mendâî, Ebû Ravh
6) Keşf-üz-zünûn sh. 48, 1464, 1659
Abdülmu’ız el-Heravî ve pekçok âlim de Ebû Şücâ’ elBistâmî’den ilim öğrenip rivâyette bulundular.
İbn-i Neccâr onun için şöyle buyurdu: “Ebû Şücâ’ Ömer bin
Muhammed; tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerinde zamanının İmâmı
ÖMER BİN MUHAMMED EL-BİLFİYÂÎ
idi.”
Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Ömer bin Muhammed bin
İbn-i Sem’anî ise, “O, bütün iyilikleri kendisinde toplayan,
Abdülhâkim bin Abdürrezzâk el-Bilfiyâî olup, künyesi Ebû
güzel huyları cem etmiş, ince görüşlü bir müftî, muhaddis,
Hafs’dır. Lakabı ise Zeynüddîn’dir. 681 (m. 1282) senesinde
müfessir, vâ’iz, edîb ve şâir olan bir zâttır” buyurmuştur.
Mısır’da doğdu. 749 (m. 1348) senesi Rebî’ul-âhır ayında
tâ’ûndan vefât etti.
Yine İbn-i Sem’ânî buyurdu ki: “O, bütün bu faziletlerle
beraber, ahlâkı ve kendisi güzel, sohbeti arzu edilen, zâhirî ve
Babası da âlim olan Zeynüddîn el-Bilfiyâî; el-Ebrekûhî, ed-
bâtınî (içi ve dışı) temiz, sözleri ve yazıları fasîh, fâideli
Dimyâtî, Ali bin Muhammed bin Hârûn’dan hadîs-i şerîf
nükteleri çok, ihtiyâr olduğu hâlde hadîs-i şerîf aramada ve
dinledi. Fıkıh ilmini el-Irâkî, el-Bâcî ve birçok âlimden öğrendi.
ilim öğrenmede hırslı bir zât idi. Ondan; Merv, Herat, Buhârâ
Fıkıh ilmine dâir “Et-Tenbîh” adlı eseri ezberledi.
ve Semerkand’da çok şeyler yazdım.”
Takıyyüddîn Sübkî onun hakkında; “Ömer el-Bilfiyâî’den daha
Başka bir defasında da; “Tam bir vera” ile beraber, faziletleri
iyi fıkıh ilmini bilen görmedim. Fetvâ verme husûsunda
kendisinde toplayan, onun gibi bir kimse (bu zamanda)
Mısır’da onun bir benzeri çıkmadı. El-Bihnesâ şehrine kadı
bilmiyoruz” buyurmuştur.
ta’yin edildi. Daha sonra Haleb kadılığında bulundu.
Humus’daki Medrese-i Nûriyye’de ders verdi. Oradan
Ebû Şücâ’ el-Bistâmî ( radıyallahü anh ): Şemail
Kâhire’ye gitti. Safd kadılığına ta’yin edildikten elli gün sonra
(Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) mübârek vücut şekilleri),
vefât etti” demektedir.
İbn-i Heysem ve İbn-i Küleyb’in müsnedlerini rivâyette
Esnevî ise onun hakkında: “Ömer el-Bilfiyâî fıkıhda İmâm
Şerh-il-müzehheb” adındaki kitabından başka, “Fetâvâ”sı da
olup, benzeri görülmedi. Herkese karşı iyilik ederdi. Fıkha dâir
meşhûrdur. Kendisinden ilim öğrenip yetişen çok talebesi
“Muhtasar-ut-Tebrîzî”yi şerh etti” demektedir.
vardır.
İbn-i Verdî, yazdığı uzun kasidesinde, “Ömer el-Bilfiyâî nezîh
bir fıkıh âlimi idi” diye medhetti.
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 306
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 251
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-10, sh. 372
3) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 444
2) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 427
4) Keşf-üz-zünûn sh. 1913
3) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 293
4) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 186
ÖMER BİN MUHAMMED EŞ-ŞÎRÂZÎ
Fıkıh ve kırâat âlimi. Künyesi Ebû Hafs olup ismi, Ömer bin
ÖMER BİN MUHAMMED EL-CEZERÎ (İbn-ül-Bezrî)
Muhammed bin Ali bin Ebî Nasr eş-Şîrâzî’dir. Ömer bin
Muhammed, 449 (m. 1057) senesinde Serahsın Şîrâz
Şafiî fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Muhammed bin Ahmed
bölgesinde doğdu. 529 (m. 1135) senesinde Merv’de vefât
bin İkrime el-Cezerî’dir. Künyesi Ebü’l-Kâsım olup, “İbn-ül-
etti.
Bezrî” diye meşhûr oldu. Zeynüddîn ve Cemâl-ül-İslâm
lakabları ile tanınırdı. 471 (m. 1078) senesinde doğdu. Cezire
Birçok büyük âlimden ders okuyan Ömer bin Muhammed,
şehrinin en büyük âlimi, fakîhi ve müftîsi idi. Önce, Cezîre’de,
Şafiî mezhebinin önde gelen fıkıh âlimlerinden oldu. Ömer bin
Şeyh Ebü’l-Ganâim Muhammed bin Ferec bin İbrâhim bin
Muhammed, gününün büyük bir kısmını Kur’ân-ı kerîm
Hasen es-Sülemî el-Fârikî’den fıkıh ilmini öğrendi. Sonra
okuyarak geçirirdi. İlmî araştırmaya çok önem veren Ebû Hafs,
Bağdad’a gelip İmâm-ı Gazâlî, Kıya el-Herâsî ve Ebû Bekr eş-
çok kıymetli eserler yazmıştır.
Şâşî’den de ilim öğrendi. Ebü’l-Ganâim’in sohbetlerinde çok
bulundu. Bunlardan ve kardeşi Ahmed’den hadîs-i şerîf
Ömer bin Muhammed; el-İmâm Ebü’l-Muzâffer bin es-
dinledi. O, daha birçok âlime yetişip, onlardan istifâde etti. Bir
Sem’ânî, Eş-Şeyh Ebû Hâmid eş-Şücâî’den fıkıh ilmini
müddet sonra Cezîre’ye dönüp, orada ders verdi. Çeşitli
öğrendi. Bunların yanısıra, Serahs’da; Ebü’l-Hasen
beldelerden kimseler gelip, onun derslerine katıldı. Ebû İshâk-ı
Muhammed bin Muhammed bin Zeyd el-Alevî’den, Belh’de;
Şîrâzî’nin “Müzehheb” isimli kitabında bulunan müşkil
Ebû Ali el-Vahşî’den ve İsfehan’da; ba’zı âlimlerden ilim
mes’eleleri, garîb lafızları, eserde zikredilen şahısların
öğrenip, hadîs-i şerîf dinledi. Ömer bin Muhammed’den ise,
isimlerini şerh edip, “El-Esâmî vel-ılel min kitâb-il-müzehheb”
İbn-i Sem’ânî ilim öğrenip, hadîs-i şerîf dinledi.
adını verdi. Bu, muhtasar bir eserdir. 560 (m. 1165) senesi
Rebî’ül-evvel ayında Cezîre’de vefât etti.
İbn-ül-Bezrî, Şafiî mezhebinin en meşhûr âlimlerinden ve
hâfızlarından idi. Dînine çok bağlı ve vera’ sahibi idi. Hattâ,
yaşadığı asırda kendisine “Şafiî mezhebinin mes’elelerini,
yeryüzündeki insanların en çok ezberleyenidir denildi. “Kitâb-ı
Eş-Şihâb el-Vezîr onun hakkında: “Ömer eş-Şîrâzî’nin eğer
damarları yarılsaydı, kan yerine fıkıh bilgisi akardı. Ölünceye
kadar Merv’de ikâmet etti.”
Ömer bin Muhammed’in yazmış olduğu eserlerin ba’zıları
7) El-A’lâm cild-5, sh. 67
şunlardır: 1. El-İ’tisâm, 2. El-İ’tisâr, 3. El-Esile fil-hılâf venNazar.
8) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 789
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 250
ÖMER BİN SA’ÎD EL-HEMEDÂNÎ
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 315
Fıkıh âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Ömer bin Saîd bin Ebü3) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 119
s-Sü’ûd el-Hemedânî olup, künyesi Ebü’l-Hattâb’dır. Aslen
Yemen’de, Cebele şehri yakınlarında bulunan Zî Akîb
köyündendir. 663 (m. 1264) senesinde vefât etti. Kabri belli
olup ziyâret edilmekte, insanlar onun kabrini ziyâret etmek,
ÖMER BİN MUZAFER EL-MA’RÎ (Zeynüddîn İbn-ül-Verdî)
Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Künyesi İbn-ül-Verdî, lakabı
Zeynüddîn’dir. 749 (m. 1348) senesinde Haleb’de tâ’ûn
hastalığından vefât etti. Haleb’de büyüyüp yetişti. Haleb’de
Hatîb Fahr’dan, Hama’da Kâdı Şerefüddîn el-Barzi’den fıkıh
ilmi öğrendi. Bir müddet Menbec kadılığı yaptı. Ayrıca şâir
olup, çok şiir yazmıştır. Beşbin beyitlik “El-Behcet-ül-verdiyye”
adlı fıkıhla ilgili bir eseri vardır.
İbn-i Mu’ti’nin Elfiye’si üzerine, “Dav-üt-dürre” adlı bir şerh ve
İbn-i Mâlik’in sarf ve nahivde meşhûr eseri olan Elfiye üzerine
bir şerh yazmıştır, bunlardan başka; “El-Lülbâb fî ilm-il-İ’râb”,
“Muthad-ül-İ’râb”, “Müzkerât-ül-Garîb”, “El-Mesâil-ül-mezhebefil-mesâil-il-mülkabe”, “Ebkâr-ül-efkâr”, “Tetimmetü sahibi
Târih-ül-Hamâ”, “Er-cüzetün fî ta’bir-il-menâmât”, “Ercûzetün fî
havvas-il-Ahcâr” adlı eserleri vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-8, sh. 3
onunla bereketlenmek ve onun hürmetine Allahü teâlâya duâ
etmek için etrâftaki beldelerden akın akın gelmektedirler.
Ömer bin Saîd hazretleri, fakîh Muhammed bin Ömer
hazretlerinin talebesi olup, ondan da birçok zât istifâde
etmiştir.
Ebü’l-Hattâb Ömer bin Saîd ( radıyallahü anh ), fıkıh ilminde
derin âlim ve evliyâlık yolunda tam ve yüksek bir veli idi.
Birçok ilmi ve bu ilimlere uygun amel etmeyi kendisinde
toplamıştı. Âbid ve zâhid bir zât idi. Kendi hâlinde yaşar,
kimse ile alâkadar olmaz, dünyâya meyletmez, vakitlerini
devamlı olarak ibâdet ve tâatla, Allahü teâlâyı anmakla
geçirirdi. Keşif ve kerâmet sahibi çok yüksek bir zât idi.
Ömer bin Saîd hazretlerinin hocası Muhammed bin Ömer (
radıyallahü anh ) bir gece vakti vefât etti. Bu sırada Ömer bin
Saîd ( radıyallahü anh ) hocasının bulunduğu köyden çok
uzak bir köyde bulunuyordu ve bu köyde de Muhammed bin
Ömer’in ( radıyallahü anh ) vefât ettiğini hiç kimse duymamıştı.
Fakat Ömer bin Saîd ( radıyallahü anh ) kerâmet olarak,
hocasının vefât ettiğini anladı ve talebelerinden bir kısmını
yanına alarak derhal yola çıktı ve hocasının defnine yetişti.
2) Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 195
Orada bulunanlar, Ömer bin Saîd’in birden bire gelmesine çok
hayret ettiler. Çünkü o hocasının vefât ettiğini bilmiyordu ve
3) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-10, sh. 373
kendisine bir haberci de gönderilmemişti. Anladılar ki, bu hâl,
Ömer bin Sa’îd hazretlerinin keşiflerinden biriydi.
4) Bugyet-ül-vuât cild-2, sh. 226
Rivâyet edilir ki, bir kimse, o zamanda bulunan büyük
5) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 161
6) Fevât-ül-vefeyât cild-3, sh. 157
âlimlerden birine gelerek dedi ki: “Efendim! Rü’yâmda çok
büyük bir nûr gördüm. O nûr, Ta’ker dağı eteğinden yükseldi.
Gittikçe yükseliyordu. Ben hayretle seyrediyordum. O nûr
Haleb’de yetişen Hanefî mezhebi âlimlerinden. İsmi, Ömer bin
nihâyet semâya kadar yükseldi. Semâ yarıldı (açıldı) ve o nûr
Şâhin el-Halebî’dir. Babası subay idi. 1107 (m. 1695)
semâdan içeri girip kayboldu. Bu rü’yânın hikmeti ve ta’biri
senesinde Haleb’de doğdu. Nesebi, annesi tarafından hazret-i
nasıldır?” Bunları dikkatle dinleyen o büyük âlim, o kimseye
Hasen’e dayanmaktadır. 1183 (m. 1769) senesinde Haleb’de
buyurdu ki: “Bu, Ta’ker dağı eteğinde bulunan çok büyük bir
vefât etti.
âlimin vefât edeceğine alâmettir. Hattâ o âlim vefât edince,
yerler bile sarsılır.” Ta’ker dağı, o muhitte bulunan en yüksek
Kendisi doğmadan beş ay evvel babası vefât eden Ömer bin
dağ idi ve Ömer bin Saîd hazretlerinin köyü bu dağın eteğinde
Şâhîn, annesinin yanında yetişti. İlk olarak Kur’ân-ı kerîmi
bulunuyordu. Hakîkaten de, Ömer bin Sa’îd hazretlerinin vefât
okumasını öğrendi. O zamandaki kırâat âlimlerinin
ettiği gün yer sarsıntısı oldu. O civarda bulunanlardan
meşhûrlarından Âmir el-Mısrî’den tecvîd ile Kur’ân-ı kerîm
yahudilerin en âlimi olan ve Tevrat’ı en iyi bilen kimse olarak
okumaya başladı, İbrâhim (aleyhisselâm) sûresinin sonuna
tanınan bir kimse, o gün müslümanlardan bir kimseyi görüp
geldiğinde hocası vefât edince, yine zamanın kırâat
ona; “Bu büyük zelzele, sizin âlimlerinizin büyüklerinden birinin
âlimlerinden olan Ömer el-Mısrî’den okumaya devam etti.
vefâtına alâmettir” “dedi. O müslüman kimse hayret edip
Kırâat ilminin bütün inceliklerine uygun olarak hatmetti. Yine
araştırmaya başladı. Nihâyet Ömer bin Saîd hazretlerinin o
aynı zâtın huzûrunda Kur’ân-ı kerîmin hıfzına (ezberlemesine)
gün vefât ettiğini öğrendi. Türbesi, yüksek zâtların bulunduğu
başladı. Kısa bir müddet sonra ezberini tamamladı. Bu sırada
bir kabristanda olup, hiçbir kimse uygunsuz bir hâlde o
yaşı henüz onbiri geçmemişti. Bundan sonra hocasından
türbeye yaklaşamamaktadır. Hattâ Ömer bin Sa’îd
kırâat ilmini öğrenmeye devam etti. Bu husûsta eski âlimlerin
hazretlerinin köyü ve o köyde sakin olanlar, o köyde
yazdığı kitapları okudu. Daha sonra Abdüllatîf bin Abdülkâdir
bulunanlar, her türlü korkulacak hâllerden emîndirler. O köye
ez-Zevâidî’den okudu. Fıkıh ilmini Ma’mer Ka’sım en-
sığınmış olan birine bir kimse bir kötülük yapmak istese, o
Neccâr’dan öğrendi. Mahmûd bin Abdullah el-Antâkî’nin
kimseye bir zarar veremeyeceği gibi, kendisi de derhâl bir belâ
verdiği tefsîr derslerinde hazır bulundu. Muhammed bin
ile cezalandırılır. Bu ve benzeri hâller çok defa görülüp
Mustafa el-Basîrî ve başka âlimlerden de okuyarak yetişti.
tecrübe edilmiştir. Bir kimsenin bir ihtiyâcı olur, bu ihtiyâcının
Hocalarından icâzet aldı.
görülmesi için bu zâtın türbesine gider ve bu zâtı vesile ederek
duâ ederse, Allahü teâlânın izni ile ihtiyâcı hallolur.
1148 (m. 1735) senesinde, Haleb’de bulunan Rızâiyye ismi ile
meşhûr, Vezîr Osman Câmii’nin imamlığına ta’yin edildi.
Fakîh Ömer bin Saîd hazretleri, Resûlullah (
Hocalarından Mahmûd el-Antâkî de o câmide ders veriyordu.
aleyhisselâm ) efendimizin şu hadîs-i şerîfini
Hocası, Ömer bin Şâhîn’den sabah namazından sonra bir
nakletmiştik: “Kim, her gün otuzüç defa
müddet Kur’ân-ı kerîm okumasını istedi. Böylece Kur’ân-ı
“Allahümme salli ala Muhammedin salâten
kerîmi okumayı bilmiyenlerin öğrenmelerine yardımcı
tekûnü leke ridâen ve lihakkehi edâen” derse
olunacaktı. O da sabah namazından sonra Kur’ân-ı kerîm
vefât ettiğinde kabri ile Peygamberi
okumaya başladı. Böyle okumakla, senede iki hatim edilir,
Muhammed’in kabri arası açılır (Muhammed
üçüncü hatim de yarıya yaklaşırdı.
aleyhisselâmı görür).”
Ömer bin Şâhîn’in sesi ve Kur’ân-ı kerîmi okuması o kadar
güzel idi ki, insanlar onu dinlemek için tâ uzak mahallelerden
kalkıp, sabah namazına onun imamlık yaptığı câmiye akın
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 219
akın gelirlerdi. Kur’ân-ı kerîm okurken, uzatmalara, tecvide ve
kırâat ilminin bütün kaidelerine riâyet eder, dinleyenler adetâ
kendinden geçerdi. Kur’ân-ı kerîmi okumasını bilmeyen birçok
kimse, ondan bu şekilde dinlemekle, ezberden doğru olarak
ÖMER BİN ŞÂHÎN
okumayı öğrenip, ilerletmişlerdir.
Sabah namazındaki Kur’ân-ı kerîm tilâvetinden
(okumasından) sonra, evine dönen Ömer bin Şahin, orada
burada Muhammed bin Ca’fer Gunder, Abdülvehhâb es-
istiyenlere Kur’ân-ı kerîm okuturdu. O beldeden gelmiş olsun,
Sekafî, Muhammed bin Ebî Adîy, Yahyâ bin Sa’îd el-Kattân,
başka uzak yerlerden gelmiş olsun hiç kimseyi ayırmaz ve
Abdurrahmân bin Mehdî ve daha birçok âlimden rivâyette
ders vermekten çekinmezdi. Dilleri yatkın olmayıp, harflerin
bulundu. Ondan da Ebû Bekr bin Ebiddünyâ, Ebû Şuayb el-
mahreçlerinde zorluk çekenlere öğretirken büyük
meşakkatlerle karşılaşır, bunların hepsine sabrederdi.
Türklerden de onun derslerine devam edip, kırâat ilmini
öğrenenler çoktu. Türklerden olan talebelere anlayamadıkları
Harrânî, Ebü’l-Kâsım el-Begâvî, Yahyâ bin Sa’îd, Muhammed
bin Zekerriyyâ ed-Dakkâk gibi âlimler de ondan istifâde
etmişlerdir:
yerleri Türkçe lisânı ile anlatırdı. Bu da onların çabuk
kavramalarına vesîle olurdu. O zamanda, Anadolu’nun hemen
Ömer bin Şebbe kendisi şöyle anlatır: “Büyük hadîs âlimi Vekî
hemen her yerinde Ömer bin Şâhîn’in en az bir talebesi
bin Cerrah, şehre gelmişti. Onun yanına girmek istedim, fakat
bulunurdu!
küçük olduğumdan bana müsâade etmediler. Gece kendisini
Vezir İsmâil Paşa, Haleb’de bir câmi yaptırmıştı. 1161 (m.
rü’yâmda gördüm. Dicle kenarında, bir testiden abdest
1748) senesinde câminin inşâsı tamamlanınca, Vezir, bu
alıyordu. Ona: Ey Ebû Süfyân! (Vekî’ bin Cerrâh’ın
câminin hatîbliğine Ömer bin Şâhîn’i ta’yin etti. O da
künyesidir.) Bana bir hadîs-i şerîf oku da ezberliyeyim, dedim.
Rızâiyye’deki imamlığına ilâve olarak, yeni yapılan câminin
hatîbliğini de kabûl etti. 1175 (m. 1761) senesine kadar bu
vazîfelerine devam etti. Bundan sonra yaşı ilerleyip, vücûdu
da zayıf düşünce câmiye gidip gelmekte zorluk çekmeye
başladı. Vazifesine başkalarını vekîl edip kendisi evine çekildi.
Bana bir hadîs-i şerîf okudu. Onu rü’yâda ezberledim.”
Ömer bin Şebbe’nin hayatını yazanlar, onun fakîh (fıkıh âlimi),
edîb (edebiyatçı), kırâatleri, (Kur’ân-ı kerîmin çeşitli
Evinde devamlı Kur’ân-ı kerîm okur, gelip okumak istiyenlere
okunuşlarını) iyi bilen, târihî haber ve hâdiselerde,
de, o hasta hâline rağmen ders verir, okuturdu. İstifâde etmek
muharebelerde derin bilgi sahibi ve rivâyetlerinde güvenilir bir
arzusunda olan hiçbir kimseye kapısını kapatmazdı. Namazlar
âlim olduğunu bildirmişlerdir.
hâricinde evinden dışarı çıkmaz, namaza da, evine en yakın
olan câmiye giderdi. Faziletler sahibi, her hâli dînimizin emrine
uygun, pek yüksek bir zât idi. Talebelerinden bir kısmı, şiirler
söyleyerek onu medhetmişler, övmüşlerdir.
Ömer bin Şebbe, felsefenin İslâm âlemine girdiği bir asırda
yaşadı. Felsefe, özellikle, Ehl-i bid’at’den olan mu’tezile
üzerinde çok te’sîrli oldu. Nihâyet mu’tezile, Ehl-i sünnet
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Silk-üd-dürer cild-3, sh. 176
i’tikâdına (inanışına) ters düşen “Kur’ân-ı kerîm mahlûktur”
iddiasında bulundu. Halbuki, Ehl-i sünnet i’tikâdına göre,
“Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelâmıdır. Mahlûk değildir.”
Me’mûn zamanında “Kur’ân-ı kerîm mahlûktur demiyen büyük
âlimlere çok eziyet ve işkence yapıldı. Bu sırada ilk hedef
hadîs âlimleri olmuştur. Daha sonra, bu sıkıntılı durum, fıkıh
âlimlerini de içerisine aldı. Öyle oldu ki, sanki bütün bu eza ve
ÖMER BİN ŞEBBE EN-NUMEYRÎ
Hadîs âlimi ve tarihçi. Künyesi, Ebû Zeyd’dir. 172 (m. 798)
târihinde doğdu. 262 (m. 876) senesinde Samarrâ’da vefât
etti. Babasının ismi Zeyd, lakabı Şebbe’dir. Bağdad’a gelip
cefâlar, Ahmed bin Hanbel hazretlerinin üzerinde toplandı.
Hapsedildi. Dövüldü. Hiçbir âlime yapılmayan eziyetler yapıldı.
Ömer bin Şebbe’ye de Samarrâ’da, “Kur’ân-ı kerîm mahlûktur”
7) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh. 146
demesi söylendi. Fakat o, “Kur’ân-ı kerîm Allahü teâlânın
kelâmıdır, mahlûk değildir” cevâbını verdi. Bu yüzden bütün
kitaplarını yağmaladılar. Bunun üzerine evinden dışarı
çıkmadı. Kimseyle konuşmadı.
ÖMER BÜCEYRÎ
Hadîs ve tefsîr âlimi. Künyesi Ebû Hafs olup, ismi Ömer bin
Muhammed bin Büceyr bin Hazm’dır. Memleketine nisbetle
Bu hâdiseyi anlatan Ebû Alî Anzî der ki: “Fakat ben onun
Semerkandî, Hemedânî ve dedelerinden Büceyr’e nisbetle
yanından ayrılmadım. Söylediklerini yazıyordum. Bana
Büceyrî denildi. Muhaddis-i Mâverâünnehr ve Hâfız-ı kebîr
öğretmesi husûsunda yaptığım hiçbir teklifi red etmemiştir.”
Ömer bin Şebbe, târih, edebiyat, lügat ve dînî mevzûlarda
eserler vermiştir. Bunların bir kısmı şunlardır:
lakabı verildi. 223 (m. 838)’de doğan Büceyrî, 311 (m. 923)
yılında vefât etti.
Hadîs âlimi olan babası; Büceyrî’yi, hadîs-i şerîf öğrenmesi
için, başta Mısır, Şam ve Bağdâd olmak üzere, çeşitli
memleketlere defalarca gönderdi. Gittiği yerlerde Ahmed bin
1. Ahbâr-ı benî Numeyr, 2. Ahbâr-ül-Medîne, 3. Târih-ül-
Abdülvâhid bin Âmûd, Îsâ bin Hammâd, Bişr bin Muâz Ukdî,
Basra, 4. Umerâ-ül-Medîne, 5. Kitâb-üs-Sultân
Ahmed bin Abde Dabî, Amr bin Ali Filâs, Dârimî’nin dayısı
Muhammed bin Muâviye, Ebû Âmir Mûsâ bin Âmir, Hişâm bin
Medine Târihi adlı eserinde bildirilen hadîs-i şeriflerden
ba’zıları:
Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ) rivâyet etti. Resûlullah (
aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Kim mescidde kayıp arayan birisini
Huld, Muhammed bin Hâşim Bealbekî, Süleymân bin Seleme,
Eyyûb bin Ali bin Heysem Kenânî, İbn-i Hammâd, Muhammed
bin Beşşâr Bendâr ve daha pekçok âlimden ilim tahsil edip,
hadîs-i şerîf dinledi. Yüzbin hadîs-i şerîf ezberleyerek hadîs
ilminde hafız oldu. Çok çalıştı, İslâmî ilimlerin inceliklerine
vâkıf oldu. Hadîs ve tefsîr ilimlerinde zamanının ileri gelen
duyarsa, Allahü teâlâ onu sana ulaştırmasın, desin. Çünkü
âlimlerinden sayıldı. Âlimler sika (güvenilir) olduğunda ittifâk
mescidler bunun için yapılmamıştır.”
ettiler. Günahlardan sakınmada ve ibâdette çok gayretli
olduğu bildirildi.
Muhammed bin Abdurrahmân bin Sevbân rivâyet etti.
Resûlullah ( aleyhisselâm ): “Kim mescidde ticâret malı
satarsa, (Allahü teâlâ ticâretinde kazanç bırakmasın)
deyiniz”buyurdu.
Ömer Büceyrî’den; başta oğlu Ebü’l-Hasen Muhammed bin
Ömer olmak üzere, Ebû Bekr Muhammed bin Ali bin İsmail
Şaşî el-Keffâl, Ebû Yahyâ Ahmed bin Muhammed, İbrâhîm bin
İshâk Semerkandî, Ali bin İbrâhîm bin Fudayl bin Haddâs
Keşaşî, Muhammed bin Muhammed Sabr, A’yün bin Ca’fer
Semerkandî, Ebü’l-Hasen Ahmed bin Muhtâc Keşşân,
1) El-A’lâm cild-5, sh. 47
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-7, sh. 460
3) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 440
4) Târih-i Bağdâd cild-11, sh. 208
5) Bugyet-ül-vuât cild-1, sh. 218
6) Tezkiret-ül-huffâz cild-2, sh. 516
Muhammed bin Ahmed bin İmrân Şaşî, Ali bin Bendâr Sayrâfi,
Ebû Hatîm ve daha bir çok âlim ilim öğrenip, hadîs-i şerîf
rivâyet etti.
Ömer Büceyrî’nin rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden birinde,
Resûlullah ( aleyhisselâm ): “Ümmetimin hepsi Cennete girer,
istemeyen müstesna” buyurdu. Eshâb-ı kiram (r.anhüm) “Kim
istemez?” dediler. “Bana itaat eden Cennete girer. Bana isyan
eden istememiştir” buyurdu.
Ömer bin Muhammed Büceyrî, değişik ilimlerde birçok eser
Daha sonra Dımeşk’a gelerek orayı kendisine vatan edinen
yazdı. Kaynaklarda tefsîr ilminde “Kitâb-üt-tefsîr” ve hadîs
Ömer el-Bağdâdî, oranın âlimlerinden Şeyh Hasen el-
ilminde “Câmi’-üs-sahîh” adlı eserleri hakkında bilgi
Bağdâdî’nin kerîmesi ile evlendi ve o zâtın evinde kaldı.
verilmektedir.
Ömer el-Bağdâdî (r.aleyh) istikâmet sahibi, her hâli dînimizin
emirlerine uygun pek yüksek bir zât idi. Çok talebe yetiştirdi.
Okutmak husûsunda çok mahir idi. İfâde ve anlatmakta, güzel
1) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh. 262
2) Hediyet-ül-ârifîn cild-1, sh. 780
3) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 361
4) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 307
yazı yazmakta, müşkil mes’eleleri îzâh etmekte,
anlaşılamayan ibâreleri çözmekte fevkalâde kabiliyete sâhip
idi. İlimde ve anlayış istidâdının fazlalığında, fazilette, emsal
ve akranından üstün ve ileride idi. Güzel ahlâkı, hâl ve
gidişatının pek takdîr edilecek şekilde bulunmasıyla herkese
örnek olan kâmil bir zât idi. Herkesle güzel geçinirdi.
Sohbetleri çok tatlı olup herkes tarafından beğenilirdi. Çok saf
ve temiz bir kalbe sahip idi. Herkes onun yüksek bir zât
olduğunu bilir, öyle i’tikâd ederdi. Kendisine bu sebepten çok
hürmet gösterirlerdi.
ÖMER EL-BAĞDÂDÎ
Ömer el-Bağdâdî (r.aleyh), talebelere ders vererek, ilmî
Bağdat’ta yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve
yönden fâideli olmaya gayret ederdi. Haftanın yedi gününde
tasavvuf büyüklerinden. İsmi, Ömer bin Abdülcelîl bin
de ders verirdi. Derslerinde zâhirî ilimleri okuttuğu gibi, bâtınî
Muhammed Cemîl bin Derviş bin Abdülmuhsin el-Bağdâdî’dir.
ilimlerden de anlatırdı. Tasavvufta çok yüksek derecelere
Tasavvufta Kâdiriyye yoluna mensûb idi. 1155 (m. 1742)
sahip idi. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Fütühât-ı Mekkiyye
senesinde Bağdat’ta doğdu. 1194 (m. 1780) senesi Şevval
ve Füsûs-ül-hıkem isimli eserlerini okuturdu. Kendisi ba’zı
ayının yirmisinde, Perşembe gecesi fecr doğarken Dımeşk’da,
geceleri uyumaz, zikr ve ibâdetle meşgûl olurdu. Çok meşhûr
Sâlihiyye denen yerde vefât etti.
oldu. Vezirler, kadılar, hâkimler ve diğer ileri gelenlerle birlikte,
başka insanlar arasında sevilir, hürmet edilir oldu. İnsanlar
Ömer el-Bağdâdî’nin babası Abdülcelîl; takvâ sahibi, sâlih,
âbid, fakîh bir zât olup, beldesinde doğruluk ve çok ibâdet
etmekle tanınmış idi. Ömer el-Bağdâdî, babasının yanında,
onun güzel terbiyesi altında yetişti. İlk defa ondan okumaya
başladı. Bundan sonra; Muhammed bin Tâhâ el-Bağdâdî,
Abdürrahmân es-Sirâcî, Muhammed el-Kürdî, Muhammed
Bağdadî, Haydar el-Kürdî, onun babası Sıbgatullah el-Kürdî
ve Bağdat vâlisi Ahmed Kâtib gibi zamanın meşhûr
âlimlerinden ilim öğrenerek, onların ders ve sohbetlerinde
bulunarak yetişti. İlimde çok ilerledi. Büyük âlimlerden oldu.
ondan çok istifâde etti. Herkes onun ilim ve faziletinden
faidelenmek, kendisiyle bereketlenmek için ziyâretine gelirdi.
Yanına gelen herkesle ilgilenir, gelenler kendisinden memnun
ayrılırdı. Gayet yumuşak huylu, tatlı dilli ve güler yüzlü idi.
Bununla beraber, İslâmiyete ve müslümanlara düşmanlık
edenlere karşı ise gayet vakûr ve heybetli idi. İlme olan
düşkünlüğü sebebiyle çok güzel kitaplara sahip olmuştu, iki
defa hacca gitti. Güzel huy ve davranışlarını, istikâmet sahibi
olmayı vefâtına kadar hiç terketmedi. Herkes onun hakkında
“Ni’mer-racûl” (Ne güzel bir kimse) diye bahsederdi.
Apaçık ve nurlu bir fazilet güneşi misâli meydana çıktı. Birçok
fazileti, sevilen, beğenilen güzel huyları, ilim ve ma’rifetten
Vefâtında onsekiz gün hasta yattı. Vefât edince, Sâlihiyye’de
kendinde toplanması mümkün olanları topladı. Tasavvuf
Beni’z-Zekî kabristanında defnedildi. Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i
yolunda da yetişip kemâle geldi.
Arabî hazretlerinin kabrinin bitişiğinde medfûndur. Buraya
defnedilmesini kendisi vasıyyet etmiş idi. Bu vasıyyeti yerine
getirildi. Onu çok sevenler, vefâtında üzüntülerini ifâde eden
çeşitli şiirler söylemişlerdir.
Başta tefsîr, hadîs, kelâm ve fıkıh olmak üzere, edebiyat,
vermesi teklif edildi. Fakat o bunu kabûl etmedi. 631 (m. 1234)
beyân ve nahiv gibi ilimlerde çok yüksek olan Ömer el-
senesi Receb ayında Müstensıriyye Medresesi açıldığında,
Bağdâdî hazretleri, birçok kıymetli eserler te’lîf etmiş olup,
Reşidüddîn o gün önde gelen Hanefî âlimlerinden idi. Burada
ba’zılarının isimleri şöyledir; 1- Şerh-ül-Kudûrî, 2-Hâşiyetün
ders vermesi teklif edildi, önce bu teklifi şiddetle reddetti ise
alel-Mugnî, 3- Hâşiyetü şerh-in-Nûniyye, 4- Şerh-u salevât-il-
de, daha sonra kabûl etti. Vefâtına kadar, orada müderris
Muhammediyye: Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin
olarak kaldı. Vefâtında memleketin ileri gelenleri, kalabalık bir
Salevât-il-Muhammediyye isimli eserine şerhidir. 5- Risâletün
cemâat hâlinde cenâze namazında bulundu. Hayzerân
fil-a’lâm bit-tekbir, 6- Risâletün fil-edhıyye, 7-Risâletün fî
kabristanına defnedildi.
ma’nâ Lâ ilahe illallah, 8-Hâşiyetün fil-isti’ârât, 9- Tefsîr-ülKur’ân: Bu eserini tamamlıyamadan vefât etmiştir.
İbn-i Neccâr, Ömer Fergânî’yi şöyle anlatır: “O, fıkıh, usûl,
hılâf, kelâm ve Arabî ilimlerde pek yükselmişti. Çok güzel hattı
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
vardı. Nazım ve nesirde pek mahir idi. Tasavvuf yolunda da
pek ileri derecelerde olup, çok ibâdet ederdi. Tevâzu ve ahlâk
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 287
2) Silk-üd-dürer cild-3, sh. 179
sahibi idi. İbn-i Kati’î’nin yanında, Sahîh-i Buhârî’nin çoğunu
okudum. O da, ben okurken dinliyordu. Hadîs-i şerîf
rivâyetinde bulunmamıştır.”
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 799
4) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 423 cild-2, sh. 382
5) El-A’lâm cild-5, sh. 49
1) Târih-i Ulemâ-i Müstensıriyye cild-1, sh. 118,
2) Bugyet-ül-vuât sh. 346
3) Mir’ât-ül-cinân cild-4, sh. 243
ÖMER FERGÂNÎ (Ömer bin Muhammed)
4) Cevâhir-ül-mudiyye cild-1, sh. 396
Hanefî âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Muhammed bin Ömer bin
Muhammed bin Ebû Nasr’dır. Künyesi Ebû Hafs olup, lakabı
Reşîdüddîn’dir. 632 (m. 1234) târihinde vefât etti. Kendi
ÖMER MUHDÂR BİN ABDÜRRAHMÂN
memleketi olan Fergâne’de âlim oldu. Fergâne, Mâverâünnehr
şehirlerinden birisidir. Ömer Fergânî daha genç yaşta
Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ömer el-Muhdâr bin
Bağdad’a geldi. Şihâbüddîn Ömer Sühreverdî ile görüştü.
Abdürrahmân es-Sekkâf’dır. Doğum târihi bilinmemektedir.
Bağdad’ın batı tarafında bulunan Mensûr Câmii’ne komşu
833 (m. 1429) senesinde Terim denilen yerde, öğle namazının
olan Züzenî dergâhında kaldı. Sonra, Vâsıt şehrine gitti. Vâsıt
secdesinde iken vefât etti. Zenbil kabristanına defnedildi.
şehrinin civarındaki yerlerde bulundu. Senelerce Ahmed Rıfâî
Hâller ve kerâmetler sahibi olup, çok kerâmetleri görüldü.
hazretlerinin oğullarının yanında kaldı. Bu zaman zarfında
Tarla ve bahçesindeki mahsûlü korumak için bir bekçi
kendisini ibâdete verdi. Onlarla akraba oldu. Onlar
bulundurmazdı. Kendisinden izinsiz olarak kim birşey aldı ise,
kendisinden çok istifâde ettiler. Onun yanında fıkıh okudular.
hayvan olsun, insan olsun, derhâl başına bir belâ gelirdi. Bir
İki sene sonra Bağdad’a döndü. Buradan Şam ve Cezire
karga gelip, ona âit olan hurma ağacına konup, hurmalardan
mıntıkasına gitti. Sincâr’da bir müddet kaldı. Sincâr Câmii’nde
yedi. Daha sonra da uçtu gitti. Çok geçmeden geri döndü ve
fıkıh ve edebî ilimler ve usûl-i fıkıh okuttu. Tekrar Bağdad’a
orada öldü.
döndü. Bir müddet Bağdad’ın batı tarafında bulunan Amîd
dergâhında kaldı. Kendisine Tutuşiyye Medresesi’nde ders
Talebesi anlatır: “Amcamın bir kızı vardı. Ba’zı kimseler gelip
Ömer Muhdâr sevdiklerinden birisine, canının arzu ettiği şeyi
onu istediler. Fakat o, kimseyle evlenmeyi kabûl etmedi. Bu
sordu. O da taze hurma istediğini söyledi. Mevsim kış olup,
durumu gidip hocam Ömer Muhdâr’a anlattım. Buyurdu ki:
hurma zamanı değildi. Ömer Muhdâr, o kimse ile kabristana
“Doğrudur. O kimseyle evlenmiyecek. Ancak, seninle
gidip, ziyârette bulundu. O esnada yanına birisi geldi ve bir
evlenecek ve bir oğlunuz dünyâya gelecek.” Ben fakir bir
müddet onunla görüştü. O kişi; “Bu, arkadaşının yiyeceğidir”
kimse olduğum için, hocamın buyurduğu evlilik işine ihtimâl
diyerek birşey verdi. Ömer Muhdâr da onu aldı ve sevdiği
vermeyip, uzak gördüm. Aradan çok geçmeden kız benimle
kişiye dönüp; “Bunu alınız” diyerek, canının arzu ettiği taze
evlenmek istedi. Onunla evlendim. Bir oğlumuz dünyâya
hurmaları verdi. Sevdiği kişi çok şaşırdı. Hocasının
geldi.”
kabristanda görüştüğü kişiden ve taze hurmalardan birşey
soramadı.
Birisi gelip, hanımının zînetlerinin çalındığını Ömer Muhdâr’a
bildirdi. O da; “Kim çaldı ise üç güne kadar getirsin. Yoksa
Ömer Muhdâr, kırk gün süren hac yolculuğunda birşey yiyip
ölecek” diye nidâ etmesini söyledi ve ayrıca; “Bu üç gün içinde
içmedi. Yürümekden hiç yorulmadı ve kuvvetinden hiçbir şey
zînetler getirilmezse, ölenin elbisesinde hanımının zînetlerini
kaybetmedi.
bulacaksın” buyurdu. O kişi, denileni yaptı. Üç gün sonra birisi
öldü. Cebine baktıklarında zînetleri buldular.
Ömer Muhdâr, tek bir nefesde, Allahü tealânın el-Latîf ism-i
şerîfini bin defa, el-Hâfız ism-i şerîfini de aynen bin defa
Ömer bin Ali isminde birisi, Şahar vâlisi Abdullah bin Ahmed
okudular.
el-Hebî’nin zulm ettiğini Ömer Muhdâr’a söyleyip, şikâyette
bulundu. O da; “İbn-ül-Hebî, Şahar’dan sırtında bir gömlekle
Birisi Ömer Muhdâr’a bir eziyet ve sıkıntı verdiğinde, mutlaka
çıkacak. Bütün malı zorla elinden alınacak, yerine Yemen’den
üç gün sonrasında başına bir musibet gelir, cezasını görürdü.
bir başkası geçecek” buyurdu. Çok geçmeden azledildi. Bir
Ancak, tövbe ettiğinde bu musibetten kurtulurdu.
gömlekle şehirden çıkarılıp, Aden’e sürüldü.
Ömer Muhdâr’ın duâsı müstecâb olup, kabûl olurdu. Nice
Çöldeki köylülerden bir grup, Ömer Muhdâr’a âit bir deveyi
kimseler gelip duâ istediler ve maksadlarına kavuştular. Hasta
çalıp, üzerindeki yiyeceği gasbettiler. Ömer Muhdâr, onların
birisi gelip duâ istedi. Çok geçmeden hastalıktan kurtulduğu
reîsine haber gönderip, deveyi üzerindeki eşya ile birlikte
görüldü. Bir kadıncağız, şiddetli bir başağrısına tutuldu ve
göndermesini söyledi. Reîs deveyi gönderdi, fakat eşya ve
hiçbir ilâç fayda vermedi. Ona haber gönderip duâ istedi.
yiyecekleri göndermedi. Bunun üzerine Ömer Muhdâr buyurdu
Afiyetle duâ ettiğinde, kadıncağız derhâl iyileşti, ağrıdan eser
ki: “Yiyecekleri zorla alan o kimseyi iyi ta’kib ediniz. Biz zayıf
kalmadı.
olanları değil, iyice semizleşmiş olanları keseriz. Ya’nî
kötülüklere bulaşıp, başkalarına zararı çok olan ve artak
cezayı hak etmiş olanlara ceza veririz. O kişi yatsı vakti
öldürülür.” Aynen buyurduğu gibi oldu.
Birisi gelip para kesesini kaybettiğini ve kazancının gittiğini
söyleyip duâ istedi. “Onu alanı görüyorum. Falan yerde sana
verecek” buyurdu. Dediği gibi oldu.
Ömer Muhdâr, talebelerinden birine, içinde para olan bir küp
verdi. O talebe, ailesi için kendilerine yetecek kadarını alıp,
ihtiyaçlarına sarfetti. Bu durum, aylarca devam etti. Birgün
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 222
hanımı merakla, içinde olan parayı saymaya kalktı. Birkaç gün
sonra talebe gidip, küpte para kalmadığını arzettiğinde, Ömer
Muhdâr buyurdu ki: “İçindeki altınlar sayılmasaydı, daha nice
seneler size yeterdi.”
ÖMER RÛŞENÎ
Osmanlılar zamanında yetişen evliyânın büyüklerinden.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) için yazdığı na’t-ı şerîfi:
Halvetiyye yolunda Rûşeniyye kolunun kurucusudur. İsmi,
Ömer Rûşenî olup, Dede Ömer Rûşenî diye tanınmıştır.
Ey Risâlet bostanında harâmân serv kad.
Halvetî yolunun ilen gelen âlim ve âriflerindendir. Aydın
Vay nübüvvet bahçesinde yasemîn bu lâle had.
vilâyetinin Güzelhisar köyünde doğdu. Kaynaklarda doğum
târihine rastlanmamıştır. Aydınlı olduğu için, şiirlerinde Rûşenî
(Aydınlık) mahlasını, takma adını kullanmıştır. 892 (m. 1487)
senesinde Tebrîz’de, Kur’ân-ı kerîm okurken vefât etti. Selçuk
Hâtun tarafından kendisi için yaptırılmış olan dergâhta
medfûndur.
Güzelhisar’da doğup yetişen Ömer Rûşenî, ilim tahsili için
Bursa’ya geldi. Yeşil Câmi imâretinde bulunan medreseye
Adı Ahmed bî adettir yâ Nebiyyallah velî.
Sen bir Ahmed’sin ki, senden görünür nûr-i ehad.
Sad aynın (gözün), mîm ağzın, dâl zülfün göreli,
Yâ Nebî, gitmez dilimden bir nefes zikr, hamd.
Konmadı Âyine-i bi rengine kerd gubâr,
Sîne-i bî gine ki gelmeyeyim ben hıkd ve hased.
yerleşti. Orada bir müddet zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra,
Enbiyânın herbirinin var nihâyet ilmine,
içinde tasavvuf yoluna girme arzusu çoğalıp, Bursa’dan
Hak sana verdi ki, ilim ve hikmete yok had ve hudud.
ayrılarak Karaman beldesine gitti. Seyyid Yahyâ Şirvânî
hazretlerinin büyük kardeşi Alâüddîn Ali Aydınî’nin talebeleri
Manzûm tasavvuf ta’rîfi:
arasına girdi. Daha sonra Şirvan’ın nahiyelerinden olan
Bakü’ye giderek, Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî hazretlerinin sohbet
Tasavvuf; “Terk-i da’vâdır” demişler,
ve hizmetine girdi. Kısa zamanda yükselerek hocasının önde
Dahî; “Kitmân-ı ma’nâdır” demişler.
gelen talebelerinden, nihâyet halîfelerinden oldu.
Tasavvuf; “Terk-i kîl-ü-kâle” derler,
Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin sohbetlerine kavuştuktan sonra,
Hemen “Vecd-ü -semâ-ü -hâle” derler.
kendisini ilme daha çok verdi. Çok sıkı riyâzetler çekti. Nefsin
terbiyesi için çok gayret etti. Bunun için nefsin arzularını
yapmazdı. Bu yoldaki gayret ve istidâdının fazlalığı sebebiyle,
kısa zamanda çok yükseldi.
Hocasının vefâtından sonra, bir müddet Karabağ’da kaldı.
Selçuklu sultanlarından Kerîm Hân’ın onu da’vet etmesi
üzerine Tebrîz’e gitti. Orada kendisi için yaptırılan zaviyeye
yerleşti. Vefâtına kadar orada hizmet etti. Çok talebe yetiştirdi.
İlim ve feyz kaynağı oldu. Talebelerinin en yükseklerinden
birisi, Halvetiyye yolunun kollarından olan “Gülşeniyye”
Tasavvuf; “Hıfz-ı evkât’a demişler,
Tasavvuf; “Terk-i tâmât”a demişler.
Tasavvuf; babıdır bez-ü-atânın,
Tasavvuf; beytidir mikr-ü-vefânın,
Tasavvuf; bir hidâyettir Hudâdan,
Bunu ben söylemedim bil hevâdan.
Tasavvuf; dâim olmaktur mürâkıb,
Olup iste gece hâlin muhasip.
kolunun kurucu olan ve Gülşenî diye tanınan İbrâhim bin
Muhammed hazretleridir.
Tasavvuf; etmemekliktir tasalluf,
Hakkın emrine etmeyip tasarruf.
Dede Ömer Rûşenî hazretleri, Peygamber efendimizin (
aleyhisselâm ) ve O’nun vârisleri olan hakîkî İslâm âlimlerinin
Tasavvuf; kalbi Hakka bağlamaktır.
tam bir âşığı idi. Sevgili Peygamberimiz için yazmış olduğu
Yüreğin aşk odiyle dağlamaktır.
Türkçe ve Fârisî na’tları (O’nun vasıflarını anlatarak öven
şiirleri) çok kıymetli olup, bu na’tlara pekçok şâir tarafından
Tasavvuf; hüsn-i hulk ile edebdir.
nazireler yapılmış, ya’nî aynen onun vezin ve kâfiyesi ile şiirler
Velî, Hüsn-i edeb, i’tâ-yı Rabdır.
söylenmiştir.
Tasavvuf; bilmekdir etvâr-ı kalbi,
Demişler bu sözü sâhib icabet,
Eridüp koymıya kalbinde kalbi.
Nedir dense tasavvuf? de: İnâbet.
Tasavvuf; yâr olup, bâr olmamaktır.
Ebû Osman Mekkî’nin sözüdür
Gül-i gülzâr olup, har olmamaktır.
Tasavvuf zühd-ü-takvânın özüdür.
Cihanın Şahı (Abdullah-i Ensâr),
Demiştir kim tasavvuf Bişr-i Hafî
Demiş: Yâr ol velî bâr olma zinhar.
Eridüb etmedir gönlünü nâfî’.
Düşüben aşk odına bî tekellüf,
Tasavvuftur diyen İbrâhim Edhem,
Yanıp günü kül olmaktır tasavvuf.
Tarikatta hakkın durmağı Muhkem.
Yanan bir şem’ıdır Hakkın tasavvuf,
Tasavvuftur denilmiş üns-ü-kurbet,
Dememektir iyiye, yavuza “tüf”.
Arayenden sürünüp havf-ü-heybet
İrâdettir demiş ba’zısı tasavvuf,
Tasavvuf; buğz-ı dünyâyı denîdir.
Demeyüp şeyhine, üstadına “yüf”.
Bu sözü söyliyen bil “Rûşenî’dir.
Kerâmet satmamaktır tasavvuf,
Kitabında demiş sâhib-i tasavvuf,
Hakkın işinde etmeyüp tasarruf.
Cemi’i (10) dur erkân-ı tasavvuf.
Vefâ göstermedir mânendi Yûsuf,
Tasavvuftur denilmiş safvet-i kalb,
Ganîmet bilmedir vakti tasavvuf.
Hudâdan gayriden kalbin edüp kalb
Geçen ömür içün edip teessüf,
Tasavvuf halktan kaçmağa derler,
Cefâ eden keşan içün telettuf.
Öziyçün Hakka yol açmağa derler.
Demiş Zünnûn-i Mısrî kim tasavvuf,
Kerâmet satmamaktır kerâmet,
“Kabûl-i şer”dir, terk-i tekellüf.
Kerâmet denilmiş terk-i âdet.
Demiş; Ma’rûf-i Kerhî kim tasavvuf,
Muhib, Mahbûbla ey sâhib-i saadet,
Temellüktür, tahalluktur, telettuf.
Görüp söyleşmedir keşf-ü-kerâmet.
Ebû Bekr-ü-Ömer der kim tasavvuf,
Yine bir na’t-ı şerîf:
Ta’arruftur, ta’arruftur, ta’arruf.
Çün doğup tuttu cihan yüzünü hüsnün güneşi,
Denilmiştir tasavvuf mâsebaktan,
Kim ola sevmiye bu veçhile sen mahveşi.
Sükûn-i kalbdir, maduna Haktan.
Türk ve Kürd ve Acem ve Hind bilir bunu ki, sen,
Demiştir bu sözü Hamdûn Kassâr,
Hâşimî’sin, Arabî’sin, Medenî’sin, Kureşî.
Mürîd-i Ebû Türâb Şeyh-i ebrâr.
Sensin ol Pişt-ü-penah melek-ü-ins-ü-peri
Tasavvuf; oldur olup çeşm-i tayyar,
Enbiyânın güzeli sevgilisi hûb-ü-hoşî
Ola ahvâl-i kalbi ayn-i seyyar.
Parmağından akıtıp âb-ı revân bahş-ı revân,
Nice yüzbin kişiden ref idiser sen ateşi (susuzluğu).
Sen emîre kul olan, her ne kadar müdbir ise,
Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere bunlardandır.
Bende-i makbil olur misl-i Bilâl-i Habeşî.
Mekke-i mükerremede Muhammed bin Irâkî ile görüşüp
sohbetinde bulundu ve ondan icâzet (diploma) aldı. Şeyh
Dîk-i hikmetde pişirdi çü seni Sevgili Hak.
Alvân Hamevî ile görüştü. Alvân Hamevî de ondan hadîs
Cibril olsa, nola matbahının himyekeşî
öğrendi. Onunla aralarında çok kuvvetli bir dostluk vardı.
Üzülür ırkı Ebû Cehl gibi ebter olur.
Ömer Şemmâ’, iyiliği emreder, Allahü teâlânın emirlerini
Sen Ebü’l-Kâsım ile her kim iderse güreşi.
duyurur, yasaklarından sakındırırdı. Dünyâya düşkün olanların
Vedduhâ virdine velleyl okurum sünbülüne,
“Rûşenî” virdin okur küll-i gadât-ı ve işâ...
hediyelerini kabûl etmezdi. Hiçbir resmî vazîfe kabûl etmedi.
Kendi kazancı ile geçinirdi. Çok güzel eserler yazıp, beyitler
söyledi. Bir şiirinde özetle şöyle dedi: “İnsanlara acı, onlara
merhametli davran. Güleryüzlülükle onlara muâmelede bulun.
İnsanlara merhamet edene, Allahü teâlâ merhamet eder. Bu
1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1008
husûsta insanların efendisinden hadîs-i şerîf vârid oldu.”
2) Tâcüt-üt-tevârih cild-2, sh. 539
Vefâtında, bütün Haleb halkı ve başka şehirlerdeki
müslümanlar çok üzüldüler. Şeyh Alvân da çok üzüldü ve
3) Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî sh. 3
buyurdu ki: “Hadîs ilmi reîsliği onda idi. Şimdi garîb kaldı.”
Ömer Şemmâ’, sünnet-i seniyyeye çok bağlı idi. İslâm
4) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 69
âlimlerinin izinde yürüdü.
Çok kitap yazdı. Eserlerinden ba’zıları şunlardır: 1- Mevrid-üzzemân fî şuub-il-Îmân, 2- El-Fevâid-üz-zâhire fî sülâlet-ittâhire, 3- Muhtasaru şerh-ir-Ravd, 4- Kitâbü belâgat-ilmukteni’ fî âdâb-il-müstemi’, 5- Ed-dürr-ül-mültekıt min-er-
ÖMER ŞEMMÂ’
Şâfiî mezhebi fıkıh ve hadîs âlimi. İsmi, Ömer bin Ahmed bin
Ali bin Mahmûd Şemmâ’ Halebî’dir. Künyesi Ebû Hafs olup,
lakabı Zeynüddîn’dir. 880 (m. 1475) senesinde doğdu. Doğum
yeri bilinmemektedir. 936 (m. 1529) senesi Safer ayının
ortasında Haleb’de vefât etti. Cebel-i Cûşen denilen yere
defnedildi.
ravd-in-nâdıra fî fedâil-il-aşera, 6- El-Azb-üz-zülâl fî fedâil-illeâl, 7- El-leâl-illâmia fî tercüme-il-eimmet-il-erbe’a, 8- Elmüntehâb minen nazm-il-fâik fiz-zühdi ver-rekâik, 9- ElYevâkit-ül-mükellile fil-ehâdîs-il-müselsile, 10-Feth-ül-mennân
fî tahmis raiyyet-iş-Şeyh Alvân, 11- El-Müntehab-ül-merdâ min
müsned-iş-Şâfiî, 12- Lükat-ül-mercân min müsned-in-Nu’mân,
13-İltâf-ül-âbid, 14- El-Kabs-ül-hâvî li gurer dav-is-Sehâvî, 15El-Mevâhib-ül-melekiyye, 16- Tuhfet-ül-emcâd, 17-Et-Tezkire,
18- Kitâbü muharrik himem-ül-kâsirîn, 19- En-Nebzet-üz-
Ömer Şemmâ’, önce Muhyiddîn bin Ebâr ve Kâdı Celâlüddîn
Zâkiye, 20- Uyûn-ül-ahbâr.
Nasîbî’den ilim öğrendi. Haleb’in önde gelen âlimlerinden olan
Takıyyüddîn Ebî Bekr Hıyşî Halebî’den hadîs ilmini öğrendi.
Sonra da Kâhire’ye giderek orada tahsiline devam etti.
Celâlüddîn Süyûtî, Kâdı Zekeriyyâ, Burhânüddîn İbni Ebî
Şerîfin derslerini dinledi. İcâzet aldığı hocalarının adedi.
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 274
2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 218
İkiyüze ulaştı. Çok defa hac etti. Mekke-i mükerremede
mücavir olarak kaldı. Hadîs ilmini tahsil için çok yerler dolaştı.
Hama, Humus, Dımeşk, Kudüs, Safd, Kâhire, Belbeys,
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 795
4) El-Kevâkib-üs-sâire cild-2, sh. 224
5) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 252, 488, 618 cild-2, sh. 1184,
1534, 1907
6) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 19, 194, 450 cild-2, sh. 133, 174,
605
7) Brockelmann Sup-2, sh. 415
Download