İslâm âlimleri Ansiklopedisi ALFABETİK SIRAYA GÖRE (Ö) ilim tahsil etti ve çok yükseldi. Kâdı Abdullah bin Ahmed onun hakkında şöyle demektedir: “Bu çocuğun benden istifâde İçindekiler Tablosu ................................................................................................................. 1 ÖMER BİN ABDULLAH .............................................................................. 1 etmesinden daha çok, ben ondan istifâde ettim.” O, ilim tahsîl etmek için çok çalıştı ve emsalleri arasında çok yükseldi. Ders ÖMER BİN ABDÜLAZÎZ ............................................................................. 2 okutmaya ve fetvâ vermeye başladı. Herkes onun fetvâlarına ÖMER BİN AHMED ................................................................................. 12 müracaat eder, çok uzak memleketlerden ona suâl sormaya ÖMER BİN AHMED (Ebû Hafs-ı Bermekî) ............................................... 13 gelirlerdi. Yemen bölgesinde ilim ve fetvâ reîsliği onunla son ÖMER BİN BÜNDÂR ET-TİFLİSÎ ............................................................... 14 buldu. ÖMER BİN HASEN EL-ENDÜLÜSÎ (Ebü’l-Hattâb İbn-i Dıhye) ................... 14 ÖMER BİN HÜSEYN EL-HIRAKÎ................................................................ 15 Amcası Tayyib onun hakkında şöyle demektedir: “Kardeşimin ÖMER BİN İBRÂHİM EL-AKBERÎ .............................................................. 16 oğlunun hallettiği müşkil mes’elelerin halline, anlaşılması güç ÖMER BİN İSHÂK EL-GAZNEVÎ (Kâdı Sirâcüddîn-i Hindî) ........................ 18 ve zor mes’elelere cevaplar yazılmasına benim gücüm ÖMER BİN MES’ÛD EL-BEZZÂR............................................................... 18 yetmiyordu.” ÖMER BİN MUHAMMED BİN ABDULLAH ............................................... 19 ÖMER BİN MUHAMMED EL-BİLFİYÂÎ ..................................................... 19 Büyük âlim Cemâlüddîn Muhammed bin Abdülkâdir el- ÖMER BİN MUHAMMED EL-CEZERÎ (İbn-ül-Bezrî) ................................. 20 Habbânî, babası üzerine onu tercih ederdi. Çünkü onun tahsil ÖMER BİN MUHAMMED EŞ-ŞÎRÂZÎ ........................................................ 20 ettiği ilim, babasının ilminden daha çoktu. Bunun için, ondan ÖMER BİN MUZAFER EL-MA’RÎ (Zeynüddîn İbn-ül-Verdî) ...................... 21 çok istifâde etti. Allâme Sâlih bin Muhammed bin Abdürrahîm ÖMER BİN SA’ÎD EL-HEMEDÂNÎ ............................................................. 21 ÖMER BİN ŞÂHÎN ................................................................................... 22 ÖMER BİN ŞEBBE EN-NUMEYRÎ.............................................................. 23 ÖMER BÜCEYRÎ ...................................................................................... 24 ÖMER EL-BAĞDÂDÎ ................................................................................ 25 ÖMER FERGÂNÎ (Ömer bin Muhammed) ............................................... 26 ÖMER MUHDÂR BİN ABDÜRRAHMÂN ................................................... 26 ve şiiriyle onu medheden Ebu Zekeriyyâ ed-Dımeşkî, Ömer bin Abdullah’dan ilim öğrenen âlimlerdendir. Eserlerine ve sözlerine bakıldığı zaman, bunlar onun zekâsının kuvvetine ve ilminin çokluğuna işâret etmektedir. Sözleri ve yazıları gayet fasîh ve belîg idi. Nazım ve nesirde ÖMER RÛŞENÎ ........................................................................................ 27 zamanının bir tanesiydi. İki defa Şahr şehrine kadı ta’yin ÖMER ŞEMMÂ’ ...................................................................................... 30 edildi. Aden’de çeşitli yerlerdeki medreselerde başmüderrislik yaptı. Ömer bin Abdullah çok kıymetli eserler yazdı. Eserlerinin başlıcaları şunlardır: 1-Kitâb-ün-yünkesü fîhi alâ şerh-ıl- ÖMER BİN ABDULLAH Yemen’de yetişen fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Abdullah bin Ahmed Mahreme’dir. 907 (m. 1502) senesinde doğdu. 972 (m. 1565) senesinde Aden’de vefât etti. Minhâc: İbn-i Hacer Heytemî’nin eseri üzerine yapılmış bir şerhtir. 2-Fetvâlar: Büyük bir cild halindedir. 3-El-Misbâh li şerh-il-udde ves-silâh, 4-Şerh-ur-ruhbiyye, 5- Zeylün alâ Tabakât-iş-Şâfiîyye lil-Esnevî, 6- Felek Risalesi (Astronomi hakkındadır), 7-Mîkât, 8- Risâletün fir-rub’ıl-mücîb. Fıkıh ve astronomi ilimlerinde büyük bir âlim olan Ömer bin Abdullah, önce babasından, sonra; Veliyyüddîn Ömer, amcası Allâme Tayyib ve Kâdı Abdullah bin Ahmed gibi âlimlerlerden 1) En-Nûr-us-sâfir sh. 250, 251 2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 293 Babası 85 (m. 705)’de vefât edince amcası olan halife Abdülmelik 65-86 (m. 684-705)’de O’nu Şam’a getirdi ve kızı Fâtıma’yı ona nikahladı. Ömer bin Abdülazîz çok ni’met ve servete sahipti. Yaratılışındaki cömertlik ve mürüvvetini bütün ÖMER BİN ABDÜLAZÎZ Emevî halifelerinin sekizincisi Mervân’ın torunudur. 60 (m. 679)’da ya’nî Hazreti Muâviye’nin vefâtı yılında Medine’de doğdu. Babası Mısır vâlisi olunca, Mısır’a gittiler. Oğlunu Medine’ye tahsile gönderdi. Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ca’fer Tayyar ve Saîd bin Müseyyib ve başka âlimlerden ders aldı. Babası ölünce amcası olan halife Abdülmelik bunu Şam’a getirdi. Kızı Fâtıma’yı buna verdi. 99 (m. 717)’de amcası oğlu Süleymân vefât edince, halife oldu. Çok âdil olup ikinci Ömer denmeğe lâyıktı. Hazreti Muâviye’nin vefâtından sonra, hutbelerde Ehl-i Beyte la’net okumak âdet olmuştu. Halife olunca, ilk iş olarak bu âdeti kaldırdı. Ehl-i Beyte karşı çok saygılıydı. Onlara devamlı yardım ederdi. 101’de kırkbir yaşında iken, kölesi tarafından zehirlendi. Beyaz, ince ve nâzik yüzlü, zâif, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. Biniciliğe çok meraklıydı. Malatya şehrini rumlardan yüzbin esîr karşılığı satın aldı. Hazreti Ömer’in oğlunun torunudur. Hazreti Ömer’in, Ümmü Âsım’ın annesini oğlu Âsım’a alması şöyle olmuştu: Hazreti Ömer halifeliği zamanında bir gece Medine’de kol gezerken sabaha karşı bir evden, kadının birinin kızına; “Süte su koy” dediğini işitti. Kızın da; “Emîr-ül- insanlara saçıyordu. Gayet fazîletli, âlim, âdil ve eşine pek az rastlanan bir insandı. Halife Velîd bin Abdülmelik 86-95 (m. 705-715) devrinde 87 (m. 706) Rebiülevvel ayında Haremeyn (Mekke ve Medine) vâliliğine tâyin edildi. Bu vazîfesini yürütmek üzere Medine’ye gidip, oranın büyük âlimlerinden on kişi topladı. Meclisteki âlimlere “Ey kardeşlerim. Ben ki Haremeyn’in vâliliğine değil hizmetçiliğine tâyin olundum. Size kesin söz veririm ki, benim asıl mesleğim adâlet yolundan ayrılmamaktır. Gerek zorbalık yapanın ve gerekse buna sebep olanın, yolsuzluk yapanın ve doğru yoldan ayrılanın yaptıklarını bana haber vermez iseniz, bunun ma’nevî mes’ûliyyeti size âittir. Sizi ancak bana müşavir ve muavin olmak üzere çağırdım. Kendi reyimle bir iş görmek istemem. Her husûsta sizinle müşavere yapacağım. Ayrıca memurlarımın da ahâliye iyi hizmet etmeleri için onları teftiş ederek, bana yardımcı olacaksınız” dedi. Bu âlimler de O’nun bu isteklerinden dolayı memnun olup, dâima yardımcı oldular. Hicazlılar, idâresinden, adâletinden çok memnundular. Enes bin Mâlik ( radıyallahü anh ) “İmamlık yapmakta Resûlullah efendimize, Ömer bin Abdülazîz’den daha çok benziyen kimse görmedim” buyurdu. mü’minîn Hazreti Ömer süte su katmayı yasak etti” cevâbını Ünü her tarafa yayıldı. Pek çok kimse, kendi memleketini terk verdiğini ve annesinin “Emîr-ül-mü’minîn nereden bilecek” edip, Hicaz’a geldi. Mescid-i Nebî’yi 88 (m. 707)’de demesi üzerine de, “O görmüyorsa da Allahü teâlâ görüyor” genişletmeye ve esaslı bir tâmiratını yaptırmaya başladı. dediğini işitti. Hazreti Ömer bu hâdise üzerine o kızı araştırıp, Genişletmede Mescid-i Nebî’nin dört duvarı da yıkılıp, doğu oğlu Âsım’a nikâh etti. Âsım’ın bundan bir kızı oludu, bundan tarafındaki zevcât-ı tâhirât odaları mescide katıldı. Hücre-i da Ömer bin Abdülazîz dünyâya geldi. se’âdetin dört duvarı yıkılıp, temelden yontma taşlarla Babası Abdülazîz bin Mervan, adâlet, insaf ve diyanet sahibi bir kimse idi. Mısır vâliliğine tâyin edilince, oğlunu da beraberinde götürdü. Ömer bin Abdülazîz, orada mükemmel bir İslâm terbiyesi ile büyütülüp, yetiştirildi. İlim ve fıkıh tahsili için Medine’ye gönderildi. Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ca’fer Tayyar, Saîd bin Müseyyib ve devrin başka âlim ve büyüklerinden ders aldı. Onların sohbetinde bulunup, kendilerinden hadîs-i şerîf dinledi. yeniden yapıldı. Temel açılırken Hazreti Ömer’in bir ayağı görüldü. Hiç çürümemişti. Hücrenin etrâfına ikinci bir duvar daha yapıldı. Bu duvar beş köşeliydi. Hiç kapısı yoktu. Duvarlar, direkler ve tavan altın ile süslendi. İlk olarak mihrâb ve dört minare yaptırdı. Bu iş üç sene sürdü. Ömer bin Abdülazîz 93 (m. 711) senesine kadar Haremeyn vâliliği yaptı. Halife Süleymân bin Abdülmelik 96-99 (m. 715-717) iki oğlu olmasına rağmen ahidnâme yazıp, mühürleterek Ömer bin Abdülazîz’i kendisine halef gösterdi. Bunu veziri Recâ’ya verdi. Ömer bin Abdülazîz, Abdülmelik’in 99 (m. 717) Eylül ayında “Serbestsiniz, isteyeniniz olursa, âzâd ederim. Benden bir vefâtı ile veziri Recâ emirleri toplayıp, mühürlü ahidnâmeyi talepte bulunmamak şartı ile kalmak isteyen varsa kalabilir. açarak, okudu. Ömer bin Abdülazîz âhıret adamıydı. Hilâfetin Çünkü verilen vazîfe beni sizinle meşgûl olmaktan ağır yükleri altına girmekten çok korkardı. İsmi okunduğu alıkoyuyor.” buyurdu. Hepsi ağladılar, üzüldüler. Hanımı zaman şaşırıp kaldı. İstifâ isteğinde bulunduysa da kabûl Fâtıma’yı dahi serbest bıraktı. O da üzülüp ağladı. edilmedi. Emîrler Ömer bin Abdülazîz’in İslâm halifeliğine bîat Efendisinden ayrılmadı. ettiler. Vezir Recâ, halifenin koluna girip, minbere çıkardı. Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ), cenâb-ı Hakka hamd Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) halife olduğu sene ve senadan sonra: “Ey insanlar! Bizimle beraber olacak Medîne-i mürievverede bulunan, oğlu Abdülmelik’e şöyle kimsede şu beş şartı istiyorum. Bunlar Bize hâlini yazdı: Şahsımdan sonra kendisine nasihatte bulunup, bildiremiyecek olan halkımın hâlini anlatmak, hayırlı işlerde gözetip, muhafaza etmek mecbûriyetinde olduğum, ilk insan bize yardım ve hayra delâlet eylemek, kimse hakkında gıybet sensin. Hamd Allahü teâlâya mahsûstur. Allahü teâlâ bize etmemek ve boş şeyler ile meşgûl olmamak. Bunlar yoksa çok lütuf ve ihsânda bulundu. O’ndan, ihsân ettiği ni’metlere, bize yaklaşmasın.” dedi. Böylece, ikinci halife Ömer bin karşı şükür yapabilme kuvveti vermesini dileriz. Allahü Hattâb’ın ( radıyallahü anh ) yolunda olarak işe başladı. teâlânın babana ve sana olan lütfunu hatırla. Kendine, Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in hâllerini anlatmak için şâirler gençliğine ve sıhhatina dikkat et. Eğer hamd (Elhamdülillah), ve hatîbler hutbeler okudular. O’nun medh ve senasını tesbîh (Sübhânallah), tehlîl (La ilahe illallah) diyerek, dilini dillerde dolaştırdılar. Zâhidler ve fakîhler dahi, “Biz bu zâtın zikirle meşgûl edebilirsen bunu yap. Ömer bin Abdülazîz sözüne aykırı fiilini görmedikçe ondan ayrılmayız” dediler. hazretleri hilâfet makamına geçtiği gün, zamanının tanınmış fıkıh âlimlerinden Sâlim bin Abdullah, Recâ bin Hayve ve Ömer bin Abdülazîz halife olduktan sonra hilâfet konağına Muhammed bin Ka’b Kurazî’yi da’vet edip, onlara “Halk her götürülmek üzere alay atları getirdiler. “Bunlar ne?” deyince; ne kadar bir ni’met olarak görüyorsa da ben bu halifelik “Hilâfete mahsûs bineklerdir” cevâbını işitince; “Kendi atım, makamını; taşıyamayacağım bir yük ve çok ağır bir mes’ûliyet benim hâlime daha muvafıktır” diyerek saltanat bineklerini olarak görüyorum. Ben bu yükün altına girdim. Benim için geri çevirip, kendi hayvanına bindi. Hilâfet otağına gitmeyip, çâre ve tedbir olarak nasîhatleriniz nedir?” diye sordu. “Hilâfet otağında Süleymân’ın ailesi var. Ben onların rahatsız Onlardan bir tanesi dedi ki: “Yârın kıyâmet günü kurtulmak olmalarını uygun görmem. Onlar yerleşinceye kadar, benim istersen müslümanların ihtiyârlarını baban, gençlerini kıl çadırım bana yeter!” buyurdu. Bu sözleri, insafı ve ahlâkî kardeşin ve küçüklerini evlâdın bil. O zaman bütün büyüklüğünü ne güzel ifâde etmektedir. Evine gitti, âzâdlı müslümanlara, kendi evindeki, ana-baba, kardeş ve evlâdın kölesi, Onun pek kederli ve düşünceli olduğunu görünce: Bu gibi muâmele etmiş olursun.” Ömer bin Abdülazîz ( hâlinizin sebebi nedir? diye sordu. Cevâbında buyurdu ki: radıyallahü anh ) halife olunca, üzerine aldığı mes’ûliyetin “Doğudan batıya kadar olan Ümmet-i Muhammed’in ağırlığından dolayı iki ay müddetle üzüntü ve keder içinde hukukunu yerine getirme bana vazîfe oldu. Bundan büyük kaldı. Millet ve memleket işlerini adâletle idâre etmekte ve endişe edecek şey olur mu?” Daha sonra hanımı ve amcası hak sahiblerine haklarını iade etmekte çok hassas kızı olan Fâtıma binti Abdülmelik’i yanına çağırıp, buyurdu ki; davranıyor, kendisini hiç düşünmüyordu. “Eğer benimle birlikte yaşamak istersen ziynet ve mücevherlerini Beyt-ül-mal’a bırak. Zira onlar senin yanında Hazreti Ömer bin Abdülazîz, yakın dostu Hazreti Sâlim’e iken ben seninle beraber olamam.” Fâtıma, bütün ziynet ve “Kardeşim Sâlim! Allahü teâlâ beni halifelik ile imtihan ediyor. mücevherlerini Beyt-ül-mal’a verdi. Fâtıma’nın bu davranışı, Yemîn ederim ki, kurtulamıyacağımdan korkuyorum. Bana, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) kızı Hazreti Fâtıma gibi dedem Hazreti Ömer’in mektûblarını, hayatı hakkında ma’nevî süsler ve rûhî meziyetler ile yaşamaya karar verdiğini bilinenleri, müslümanlara ve gayri müslimlere olan göstermekte idi. Ömer bin Abdülazîz de, ellibin altınının hükümlerini bildir. Hazreti Ömer’i kendime nümûne kabûl hepsini dağıttı. Bir elbisesi kaldı. Câriyelerine de ettim. Ona göre hareket edeceğim” dedi. Halifeliği zamanında yaptığı bütün işlerde gözleri önüne “Böyle olduğunu nereden anladın?” diye sorulduğunda; kıyâmet gününü getirirdi; halkının haklarını lâyıkıyla yerine vazîfesi dağ bayır demeyip koyun otlatan, çeşitli yırtıcı getirememekten çok korkuyordu. Halifeliğim adâlet ile hayvanların tehlikesini pek iyi bilen çoban, safiyetle bulduğu yürütüp, Hulefâ-i Râşidîn’in (Dört Halife) yolundan ayrılmadı. teşhisiyle şu cevâbı verdi: “Âdil bir halife başa geçince kurtlar Önemli memuriyetlere dirayetli ve âdil bildiklerini tâyin etti. kuzulara saldırmaz. Oradan anladım.” Horasan’a Cerrah bin Abdullah el-Hakem’i, Basra’ya Adiy bin Ertet el-Fezâra’yı, Kûfe’ye Abdülhamîd bin Abdurrahmân el- Halife Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) her gün âlimleri Kureşî’yi, Hindistan’a Amr İbni Müslim’i, Cezîre’ye çağırır, onlarla ölüm ve kıyâmet hâllerinden konuşurlardı. (Mezepotamya) Ömer bin Humeyre el-Fezarî’yi, İspanya’ya Konuşmalar onlara o kadar te’sîr ederdi ki, sanki içlerinden Semh bin Melik el-Haftanî’yi ve Afrika’ya İsmail bin Abdullah’ı biri vefât etmiş gibi ağlarlardı. tâyin etti. Devrin meşhûr âlimlerinden ve Sofiyye-i aliyyeden Hasan-ı Basrî hazretlerini Basra, Amr el-Sahi’yi de Kûfe kadılıklarına tâyin etti. Vâlilerinin yanına fıkıh âlimi de verdiği olurdu. Kûfe Vâlisi Abdülhamid’in yanında, fıkıh âlimi Ebû Zinâd kâtib olarak vazîfeliydi. Fakat, Hazreti Ömer Bin Abdülazîz her yerde bizzat kendisini mes’ûl hissediyordu. Kalbinde yer eden gaye; otoritenin fazlalaştırılmasından ziyâde, hak ve hukukun tesisi idi. Müslim ve gayr-i müslim teb’asına çok âdil davranıp, yaptığı işlerde adâleti yaygınlaştırdı. Ehl-i Beyt’e dil uzatanların çirkin hareket ve sözlerine mâni olup, son verdi. Ehl-i Beyt’e çok saygı gösterir ve yardım ederdi. Peygamberimizin vakıf ettiklerinden, Fedek bahçesini tekrar Ehl-i Beytten Muhammed Bâkır’a iade etti. Toprak hukuku ve mâliye alanlarında Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) emirlerini yerine getirdi. Müslüman olan gayr-i müslimlerden cizye vergisini kaldırdı. Her tarafta müslüman olanların sayısı arttı. Ömer bin Abdülazîz hazretleri Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirmede ve halka bildirmede çok dikkatliydi. Ömer bin Abdülazîz’in devrinde halk dahi ibâdet ve tâat yoluna girdi. Meclislerinde: Bu gece ne okudun? Kur’ân-ı kerîmden kaç âyet ezberledin? Bu ay kaç gün oruç tuttun? gibi sözler söylenmeye başlandı. Hazreti Ömer bin Abdülazîz dîne sokulan bid’atleri ortadan kaldırıp, unutulmuş sünnetleri meydana çıkarmaya çalıştı. Hadîs-i şerîfleri toplatıp, kitap hâline getirdi. Mezhepler hakkında, “Eshâb-ı kiramın ictihâdları farklı olmasaydı, dinde ruhsat, kolaylık olmazdı” buyurdu. Hazreti Ali ile ictihâd ayrılığından muharebe edenler için buyurdu ki: “Allahü teâlâ, ellerimizi bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de dilimizi tutup, bulaştırmayalım!” İmâm-ı Şafiî ( radıyallahü anh ) de böyle söylemiştir. Doğuda ve Batıda milyonlarca gayr-i müslim, müslüman oldu. Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) Evzâî’ye yazdığı bir İslâm Orduları doğu ve batıda fetihlere girişti. Malatya şehri, mektûbunda, “Biliniz ki, ölümü çok hatırlayan kimse, az bir Rumlar’dan yüzbin esîr karşılığı satın alındı. Preneler aşılıp dünyalık ile iktifa eder, konuştuğu kelimelerin hesabını Fransa’ya girildi. Narbonne ele geçirildi. Burada güçlü üsler vereceğini düşünen kimse çok az konuşur, ancak lüzumlu kuruldu. Afrika’da bütün Berberiler O’nun zamanında sözleri söyler” buyurdu. Yine buyurdu ki, “Kendimi överim müslüman oldu. Musevî, hıristiyan, ateşperestlere gösterdiği korkusu ile bir çok sözleri söylemekten kaçınırım.” Meymûn yapıcı siyâset karşısında, onların arasında İslâmiyet geniş bin Mihran diyor ki, Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) ile ölçüde yayıldı. Müslüman ve gayr-i müslim bütün teb’ası beraber bir kabristana uğradık. O, kabirleri görünce ağladı. tarafından sevildi. Hak ve adâletin yayılmasında ve zulmün “Ey Meymûn! Şu gördüğün kabristanda yatanlar, babalarım kalkmasında çok hizmet etti. Zamanında kurt ile kuzu beraber Emevîlerdir. Bunların hepsi gelip geçtiler. Lâkin şimdi sanki yaşadı. dünyâya hiç gelmemişler, dünyâ lezzetlerini hiç Devrinin âlim ve velîlerinden Mâlik bin Dinar hazretleri anlatır: “Ömer bin Abdülazîz halife olduğunda bir çobanın şöyle dediği işitildi: “Acaba bu temiz, âdil halife kimdir?” Çobana, tatmamışlardır. Şu anda toprak altında yatıyorlar ve cesetlerini kurtlar yemektedir..” Hem böyle söylüyor, hem de ağlamaya devam ediyordu. Sonra buyurdu ki; “Vallahi burada, kimin azâbda olduğunu, kimin Allahü teâlânın başka gidilecek yer yoktur” dedi. Halife Ömer, bunu duyunca azâbından emîn olduğunu bilemiyorum.” düşüp bayıldı. Buyurdu ki; “Geçen gece ölüleri düşündüm. En samîmi bir Ömer bin Abdülazîz’in ( radıyallahü anh ) câriyesi yanına dostun ölse, onu üç gün sonra mezarında görsen, oradan geldi. Selâm verdi ve namaz kılınan odaya geçti, iki rek’at kaçarsın. Orada dolaşan kurt ve böcekleri, akan irinleri, pis namaz kıldı. Sonra uyuya kaldı. Biraz sonra kalktı ve halifeye kokular arasında kurtların kendisini nasıl parçaladığını, “Tuhaf bir rü’yâ gördüm” dedi. Halife “Ne gördün anlat” dedi. kefeninin bozulduğunu, vücûdunun pis hâle geldiğini görüp Câriye “Rü’yâda Cehennemi gördüm. Cehennemlik olanların kendisinden nefret ederdin.” Bunları söyledikten sonra bayılıp üzerine kükreyip duruyordu. Sonra Cehennem üzerinde Sırat düştü. Köprüsü kuruldu. Abdülmelik bin Mervan geldi. Köprüye girdi. Bir kaç adım attı, sonra devam edemeyip Cehenneme düştü. Âlimlerden birisi Hazreti Ömer bin Abdülazîz’i ziyâret etti. Çok Sonra Velîd bin Abdülmelik geldi. O da devam edemeyip ibâdet etmekten dolayı yüzünde ve rengindeki değişikliği Cehenneme düştü. Sonra Süleymân bin Abdülmelik geldi. O görerek “Bu ne hâldir?” dedi. Ömer bin Abdülazîz ( da aynı şekilde Cehenneme düştü” dedi. Halife “Devam et” radıyallahü anh ) “Sen beni ölümümden bir kaç gün sonra dedi. Kadın, “Sonra da seni getirdiler” der demez, Ömer bin mezarımda ziyâret etsen, gözlerimin çıkıp, yanaklarımın Abdülazîz ( radıyallahü anh ) bir ah çekti, düştü ve kendinden üzerine akdığını, dudaklarımın dişlerimi kapayamadığını, geçti. Kadın, yüksek sesle “Vallahi senin selâmetle Sırat ağzımın açık kalıp oradan irin ve cerahatin akmakta Köprüsünü geçtiğini gördüm” dedi, ise de halife bunu olduğunu, karnımın şişip göğsümün üzerine geldiğini, duymuyor, yerde çırpınıp duruyordu. bağırsaklarımın döküldüğünü, burun deliklerinden irin ve kurtların çıktığını görmekle şimdi gördüğünden çok daha feci Ömer bin Abdülazîz’in ( radıyallahü anh ) yanına birisi bir manzara ile karşılaşırdın” dedi. gelerek, “Falanca kimse, sizin için şöyle, şöyle söylüyor” dedi. Ömer ( radıyallahü anh ) “İstersen bu işi araştıralım. Eğer Halifeliğinde, yanına bir heyet gelmişti. Heyetten bir genç yalancı isen, Hucurât sûresinin 6. âyet-i kerîmesinin hükmüne nutuk söylemeye başladı. Bunun üzerine “Sen dur, yaşlınız göre mes’ûl olursun. Söylediğin yanlış ise, Kalem sûresi konuşsun” diyerek genci uyarmak istedi. Genç: “Ey Emîr-ül- onbirinci âyet-i kerîmesinin hükmüne göre mes’ûl olursun. mü’minîn! İş yaşa göre ise, müslümanların içinde senden Her iki hâlde de mes’ûl olursun, istersen üçüncü hâli tercih daha yaşlı olanlar yok mu?” deyince; “Konuş bakalım.” edip, seni affedelim ve bu mes’eleyi kapatalım” dedi. Bunun diyerek gence söz verdi. Genç; “Biz senden bir şey isteyen üzerine o kimse tövbe edip, bir daha böyle bir şey yapmam ve senden korkan bir heyet değiliz. Bir şey istemiyoruz. dedi. Çünkü lütuf ve ihsânınız o kadar çok ki, bu bize kadar ulaşmıştır. Senden korkmuyoruz. Çünkü adâletin bizi Bir kimse, Ömer bin Abdülazîz hazretlerine gelip, birinin korkmaktan emîn kılmıştır” dedi. “Siz kimsiniz?” deyince, kendisine zulm ettiğini söyledi. Gelen kimseye “O kimseden “Teşekkür heyetiyiz. Teşekkür edip geri dönmek için geldik” hakkını almış olarak, Allahü teâlânın huzûruna gitmektense, dedi. O kimsede hakkın olarak Allahü teâlânın huzûruna gitmen daha iyidir” buyurdu. Yezîd-i Rakkasî, Ömer bin Abdülazîz’in ( radıyallahü anh ) huzûruna geldi. Ömer, Yezîd’e “Bana nasîhat et” dedi. O da Bir Cum’a namazını kıldırdıktan sonra, insanların arasında “Ey müslümanların emîri! Senden önceki halifeler öldüğü gibi oturdu. Sırtındaki elbisenin iki tarafı da yamalı idi. Birisi sen de öleceksin” dedi. Ömer, bunu duyunca ağladı ve kendisine dedi ki: “Ey mü’minlerin emîri! İmkânlarınız var. “Devam et” dedi. Yezîd: “Âdem’den (aleyhisselâm) sana Daha kıymetli elbise giyseniz olmaz mı?” dedi. Ömer ( gelinceye kadar hiç bir baban hayatta değildir. Hepsi vefât radıyallahü anh ) bir müddet düşündü ve başını kaldırıp, ettiler” dedi. Ömer ( radıyallahü anh ) ağlıyarak, yine “Devam “Varlıklı halde iken iktisad etmek ve hakkını almaya gücü et” dedi. Yezîd “Öldükten sonra Cennet ile Cehennemden yettiği halde affetmek, hakkını helâl etmek çok makbûl ve çok o yüzük taşını satmasını ve bin kişinin karnını doyurmasını faziletlidir” buyurdu. emretti. Ayrıca iki dirhemlik bir yüzük kullanmasını ve yüzüğün üzerine “Allahü teâlâ haddîni bilene merhamet Ömer bin Abdülazîz hazretleri bir sarhoşu gördü. Onu eylesin” diye yazmasını istedi. yakalayıp cezalandırmak istedi. Ama sarhoş, O’na hakaret etti. O da sarhoşu bıraktı. Cezalandırmaktan vaz geçti. “Niçin, Birgün etrâfındakiler Ömer bin Abdülazîz’e: “İnsanların en size hakaret edince bıraktınız?” dediler. Buna cevaben ahmak olanı kimdir?” diye sorunca, “Ahıretini dünyâ için buyurdu ki, “O hakaret etmekle beni öfkelendirdi. Eğer ona satan, ahmaktır, âhiretini başkasının dünyâsı için satan ise ceza verseydim, kendim için ceza vermiş olurdum, kendi daha ahmaktır” buyurdu. şahsım için bir müslümanı cezâlandıramam.” Ömer bin Abdülazîz hazretleri, hutbe okurken kalbine ucb Buyurdu ki; “Allahü teâlâ şu üç kimseyi çok sever: 1) Gücü (kendini beğenmek) hâli gelirse hutbeyi yarıda keser, yazı yettiği halde affedeni, 2) Hiddetli ânında öfkesine hâkim olanı, yazarken olursa o kâğıdı yırtardı ve “Allahım nefsimin 3) Allahü teâlânın kullarına şefkatli olanı.” şerrinden sana sığınırım” derdi. İnsanlara olduğu gibi hayvanlara da merhametliydi. Bir katırı Yer altında bir mahzeni vardı. Gece olunca oraya iner, vardı. Bunu pazarda çalıştırır, gelen parayla da ihtiyâçlarını boynuna demir bağlardı. Sabaha kadar böylece, Allahü temin ederdi. Katın çalıştıran işçisi, bir gün normalden fazla teâlânın korkusuyla gözyaşı döker ve O’na yalvarırdı. para getirince “Neden böyle fazla para geldi?” dedi. “Pazar kalabalık ve bereketliydi” cevâbına karşılık; “Hayır, böyle Abdullah bin Iyâş babasından şöyle nakleder: Ömer bin değil. Sen katırı çok çalıştırıp, yordun. Katırı, üç gün Abdülazîz ( radıyallahü anh ) yanındaki toplulukla beraber bir dinlendir” emrini verdi. cenâzeyi defn etmişlerdi. Herkes gitmiş, fakat Ömer bin Abdülazîz ba’zı yakınları ile beraber orada kalmıştı. Bir gece O’na misâfir geldi. O bir şey yazıyordu. Misâfiri de Yanındakiler O’na: “Ey mü’minlerin emîri! Sen bu cenâzenin yanında, oturuyordu. Lâmbasının yağı azaldı. Sönecek gibi sahibi misin de, burada kaldın? Halbuki falanca cenâzeleri oldu. Misâfir: “Yâ Emîr-el-mü’minîn! Kalkıp lâmbaya yağ için böyle beklememiştin” dediler. Ömer bin Abdülazîz onlara koyayım mı?” deyince; “Misâfirine iş gördürmek, insanın şöyle cevap verdi: “Kabir bana arkamdan şöyle seslendi: “Ey mürüvvetine yakışmaz” buyurdu. “O halde hizmetçiyi Ömer bin Abdülazîz! Dostlarını ne yaptığımı hiç kaldırayım mı?” “O da olmaz; daha akşamın ilk sormuyorsun” dedi. Bende “Söyle ne yaptın” dedim. Bana; uykusundadır.” Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) kalkıp “Onların kefenlerini yırttım, vücutlarını parçaladım. Kanlarını lâmbaya yağ doldurdu. Misâfir bu hâli görünce hayretle: emdim. Etlerini yedim”, dedi. Tekrar şöyle seslendi: “Ey Ömer “Ama, bu işi kendin yaptın, neden?” deyince buyurdu ki: “Bu bin Abdülazîz! Bana o dostlarının mafsallarını ne yaptığını hiç işi yapmaya giderken, Ömer’dim. Yaptım, bitirdim; yine sormuyorsun” deyince, ona, “Ne yaptın?” diye sordum. Bana, Ömer’im. İnsanların Allah katında hayırlısı tevâzu sahibi “Onların ellerini kollarından ayırdım. Kollarını, pazularından, olanlarıdır.” pazularını omuzlarından, kalçalarını uyluklarından, uyluklarını dizlerinden, dizlerini ökçelerinden, ökçelerini ayaklarından Bir gün hanımına, “Bir dirhemin var mı? Biraz üzüm alalım” ayırdım” dedi. Kabirden bu sözleri naklettikten sonra Ömer dedi. Hanımı “Senin gibi bir Sultanın bir dirhemi olmazsa, bin Abdülazîz, ağlamaya başladı ve şöyle buyurdu: “Dünyâ benim olur mu?” deyince hanımına “Doğru söylüyorsun ey ne kadar aldatıcı. Dünyada üstün ve kıymetli, makam ve Fâtıma! Fakat böyle olması, Cehennemde kızgın zincirleri mevki sahibi olmak, hiç fâide vermiyor. Genç olan ihtiyârlıyor. boğazımda taşımadan iyidir.” dedi. Her canlı sonunda ölüyor. Geçici ve aldatıcı olduğunu Ömer bin Abdülazîz hazretleri, oğlunun bin dirheme bir yüzük taşı satın aldığını haber aldı. Hemen oğluna mektûb yazarak, bildiğiniz halde sakın dünyâ lezzetleri ve zevkleri sizi aldatmasın. Birkaç günlük dünyâ hayatındaki geçici lezzetlere sarılıp, âhıreti unutan, aldanmıştır. Hani, nerede bizden önce bu dünyâda yaşıyanlar. Hani onlar, büyük ve modern şehirler boğan o korkudan sana rahatlık ve teselli veren bir şey mi kurmuşlardı. Büyük ve derin kanallar kazmışlar ve barajlar var? Keşke sen o sert toprak üzerindeki hâlini bilseydin. yapmışlardı. Onlar, bir göz açıp kapama denecek kadar, az bir müddet dünyâda kaldılar. Burada, sıhhatlerine güç ve Ey insan! Rü’yâda çeşit çeşit lezzetlere ve zevklere kavuşan kuvvetlerine aldandılar. Bu yüzden günahlar işlediler. bir insan gibi, dünyânın şu geçici fâideleriyle seviniyor, küçük Halbuki, herkes onlara mallarının çokluğundan dolayı, keşke, ve basit işlerle uğraşıyorsun. Ey aldanma içerisinde bulunan onun serveti gibi bizim de olsa diyorlardı. Şimdi onların hâli insan! Gündüzün yanılma ve gaflet, geçen uyku içinde ne oldu. Toprak onların bedenlerini yedi. Kemikleri kurtlara geçiyor. Sonunda pişman olacağın işleri yapıyorsun. azık oldu. Fakat onlar, dünyâda iken, kuvvetli bir aile Hayvanlar da dünyâda böyle yaşar.” içerisinde idi. Evleri, güzel eşyalarla döşeli ve hizmetçileri vardı. Herkes kendisine ikramda bulunuyor, âciz kaldığı işlerde kendisine yardımcı oluyorlardı.” Kabir yine Ömer bin Abdülazîz’e ( radıyallahü anh ) şöyle dedi: “Sen, kabirlere uğradığın zaman, dünyâda iken zengin olanlara, zenginliğinizden ne kaldı. Fakîrlere de fakîrliğinizden ne kaldı diye sor. Yine onlara, dünyâda kendileriyle güzel güzel konuştukları dillerini sor. Ne oldu o konuşan dillere? Niçin susuyorlar? O dünyâ güzelliklerini kendileriyle seyrettikleri gözlerine de sor. Niçin şimdi bakmıyorlar? Hani nerede o nâzik tenleri, nerede o güzel yüzleri. Bu çukurun kurtları onlara ne yaptı. Hani burada yatanların o güzelim renkleri. Etlerine ne oldu. Niçin o yüzler toprak olmuş. Nerede o güzellikler. İşte onların uzuvları tamamen ortaya çıkmış, paramparça olmuş. Halbuki dünyâda güzel bir hayatları vardı. Dünyâya dalıp, sâlih amel yapmadılar. Âhıreti unuttular. Onun için hazırlık yapmadılar. Fakat, ölüm kendilerini yakalayıverdi. Dostlarından ayrıldılar. Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) oradan ayrılıp gitti. Aradan bir Cuma geçti ve vefât etti. Son Cum’a hutbesi şöyle idi: “Ey muhterem Müslümanlar! Şunu iyi biliniz ki, lüzumsuz bir hiç olarak yaratılmadığınız gibi, yaptığınız işlerden de sorgu ve sorumsuz kalacak değilsiniz. Gelmiş ve nihâyete kadar gelecek insanların toplanacağı bir mahşer ve orada adâlet terazilerinin kurulacağı bir mahkeme vardır ki, onun tek hâkimi, azamet ve kibriya sahibi yüce Allahtır. Âhıret korkunç bir gündür. Yürekleri parçalayan, çocukları ihtiyâr yapan, kişiyi kardeş, evlâd ve ıyâliden kaçıran, Peygamberleri, melekleri titreten bir gündür. Cenâb-ı Hakkın celâl ve azametiyle tecelli edeceği o günde, kimde kuvvet ve tahammül kalır. Bununla beraber Allah’ın rahmetinden de ümid keserek hüsrana düşmeyiniz. Ey muhterem cemâat! Buraya şu sessiz sedasız, yere geldiler. Vücûdları çürüdü. Muhakkak biliniz ki; mahşer gününde emniyet ve Başları boyunlarından ayrıldı, a’zâları parça parça oldu. korkusuzluk, bugünden o günü düşünüp de Allahtan korkan, Gözbebekleri yanaklarına akıp gitti. Ağızları kan ve irinle küfür ve günahtan sakınan ve bu fânî âlemi bekâ âlemi olan doldu. Haşereler, kurtlar, böcekler, bedenleri üzerinde gezer âhırete üstün tutarak, şehvanî hislerinin esîri olmayanlar oldu. Bir müddet sonra, kemikleri de çürüdü. Onlar, içindir. Bunun aksi harekette bulunanlar muhakkak aldanır. dünyâdaki rahatlıklarını bırakıp, bu dar yere geldiler. Hayat ve ömür sermâyesini haksızlık ve yolsuzluk arkasında Arkalarında bıraktıkları, hanımları başkalarıyla evlendi. tüketen eli boş ve nedamet (pişmanlık) içinde kalır. Bugün; Çocukları yetim kaldı. Yollarda, şurada burada kimsesiz, siz, sizden öncekilerin yerini tutuyorsunuz. Fakat elbette sizin sahipsiz dolaşır oldu. de yerinizi tutacaklar var. Görüyorsunuz ki, gelenler Öyleyse, ey yârın bu kabirlerin sakini olacak insan! Seni şu fânî dünyâda aldatan nedir? Sen dünyâda devamlı kalacağını durmuyor, gidenler geri dönmüyor, ister istemez gideceğimiz bu mahal, her şeye sâhib olan cenâb-ı Hakkın huzûrudur. biliyor musun? Elinde bir senedin var mı? Görmüyor musun, Âhıret âlemine gidenleri her gün uğurluyor ve götürdüğünüz ölüm her gün birisine geliyor. Yoksa susuzluktan, terlere kabirlerde kara toprak altında yataksız, yastıksiz tek ve tenha bırakıp dönüyorsunuz, ölümün acısını duyan o fânilerin hâli ne kadar merhameti çeker ve ibrete değer. Tanımadıkları bir Yine yakınları dediler ki “Beyt-ül-mal’dan ailene birşeyler âleme sefer etmişler, sevdiklerinden ayrılmışlar. Gelip geçici vasıyyet et, senden sonra onlar sıkıntıya düşmemeli.” Cevâbı emânet bir hayatın gaflet uykusundan uyanmışlar, ama iş akıllara durgunluk, tüyleri ürpertecek kadar müthiştir: işten geçmiş, telâfi imkânı elden çıkmış, naz ve ni’met içinde “Çocuklarım şu iki tip insanlardan birisi olacaktır. İyi, sâlih beslenmişlerken yatak ve yastıkları kuru toprak olmuş, terk insan veya kötü şerir insan. Sâlih insan olurlarsa, Kur’ân-ı ettikleri dünyâ malından istifâdeleri yok. Yaptıkları incir kerîmin A’râf sûresi, yüzdoksanaltıncı âyet-i kerîmesinde çekirdiği kadar da olsa, bir hayrın imdâdını bekliyorlar. buyurulan, “Ey Resûlüm! Müşriklere de ki; size karşı benim Düşünmeğe değer bu hâllerden ibret almaz mısınız? Ey yardımcım, Kur’ân-ı kerîmi indiren Allahtır ve O bütün muhterem cemâat! Zannetmeyin ki, kendimde bir büyüklük sâlihlere de yardımcıdır.” âyeti yetişir. Kötü insan olurlarsa, o gördüğüm için size böyle nasîhat ediyorum. İçinizde belki takdîrde ben onları, günah işlemeleri için güçlendiremem. benden daha ziyâde Allahü teâlânın rahmet ve mağfiretine Çocuklarına dönerek “Evlatlarım! İki ihtimâl var. Ya sizi muhtaç kimse yoktur. Ben hem kendim, hem de sizin için zengin edeceğim; o takdîrde babanız Cehennemi rahmet ve mağfiret diliyorum. Yüce Allahın kitabını, boylayacak. Yahut da fakîr kalacaksınız; babanız Cennete Peygamberinin güzel ahlâkını kendinize örnek yapınız, ancak gidecek. Babanızın Cennete girmesi şartıyla fakîr kalmanızı, selâmet bundadır.” buyurduktan sonra gözyaşlarını tutamadı. O’nun Cehennemi boylaması şartıyla, zengin olmayı tercih Bu O’nun son hutbesiydi. Aynı zamanda evine de son edin. Şimdi yanımdan ayrılın ve benden sonra sakın Beyt-ül- gidişiydi. mal mes’ûllerini ta’cîz etmeyin. Şunu iyi bilin ki, size verilmesini vasıyyet ettiğim para miktarı sadece yirmibir Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in sulh, sükûn idâresini dinardır.” çekemiyenler vardı. Bunlar, ehl-i bid’attan Haricîler ve menfaati zedelenenlerdi. Halifenin hayatına kıymak için Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin hastalığı ağırlaşınca tabib çâreler aradılar. Nihâyet hizmetçi kölesini bin altınla çağırdılar. Tabib, “Bu zehir içmiştir. Ben bunun hayatı kandırarak, bu mübârek zâtı zehirlettiler. Ömer bin Abdülazîz hakkında teminat veremem” dedi. Halife “Sâde bana değil, zehirlendiğini anlayınca kölesini çağırdı. “Ben sana bir fenâlık zehir içmemiş olanların hayatı hakkında da teminat verme” yapmadığım hâlde bu ihâneti bana niçin yaptın? Doğru söyle, buyurdu. Tabib, “Zehir içtiğinin farkında mısın?” dedi. Halife seni affedeyim” deyince; köle yaptığı bu çirkin harekete pek “Evet, mideme inince anladım” buyurdu. Tabib “Tedâviye pişman olup, üzüldü. Köle ağlayarak yerlere kapandı, hemen başlıyalım” dedi. Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü yalvararak: “Yâ Emîr-el-mü’minîn! Bana bin altın vermek anh ) “Hayır, ilacı, kulağımın arkasında olsa uzanıp onu sûretiyle bu ihâneti yaptırdılar” dedi. Halife altınları getirterek, almam. Rabbime kavuşmam, benim için daha güzeldir” devlet hazinesine gönderdi. Köleyi affetti. Hasta halindeyken, buyurdu. Ölüm döşeğinde, bir ara ağlamağa başladı. “Niçin kayın birâderi Mesleme İbni Abdülmelik ziyâretine geldi. ağlıyorsun. Allahü teâlânın yardımı ile nice sünnetleri ihyâ Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in üzerinde bir gömlek vardı. ettin. Adâletin ise çok yüksek idi” dediler. Bunlara cevaben Kızkardeşi Fâtıma’ya; “Emîr-ül-mü’minînin elbisesini buyurdu ki: “Ben Allahü teâlânın huzûruna bütün milletin yıkayınız” dedi. Tekrar geldiğinde gömleğin yıkanmamış hesabını vermek üzere çıkacak değil miyim? Herkese âdil olduğunu görerek kardeşi Fâtıma’ya; “Ben size gömleği olarak davranabildiğimden emîn değilim. Yaptığım kusurlar yıkayınız, diye emretmedim mi?” deyince -bütün teb’asının da ayrı. Tabiî ki ben bundan dolayı korkuyorum ve hayat seviyesini yükseltip, ikibuçuk yıl bile sürmeyen ağlıyorum.” Bir ara “Beni oturtun” buyurdu. Oturttular. hilâfetinin sonunda yirmibeş yıl zekât verilecek kimse “Allahım, ben o kimseyim ki, bana emirlik verdin. Ben kusur bulunamamış olmasına rağmen, aldığı cevap hayret vericidir: ettim. Yanlış işleri yapmaktan beni nehyettin. Ben ise isyan “Vallahi başka gömleği yok ki, onu giydirelim de, bunu ettim” diye üç defa söyledi. Sonra da: yıkayalım.” “Lâ ilahe illallah, ibâdete lâyık olan ancak Allahü teâlâdır” dedi ve başını göklere çevirip dikkatle baktı ve “Ben öyle kimseleri görüyorum’ki onlar ne insan ne de cindir” dedi ve hesabını benden soracak ve Muhammed aleyhisselâm da biraz sonra rûhunu teslim etti. onların lehine ve benim aleyhime şâhidlik yapacak. Bu hâlde olan birinin sonunun ne olacağını düşünüyorum ve çok 101 senesinin Recep ayının sonuna beş gün kala ya’nî 9 korkuyorum.” Şubat 720’de Şam yakınlarındaki Hunasi’den cenâzesi alınıp, Humus yakınlarındaki Deyr es-Sim’an mevkiine defn edildi. Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in vefâtından sonra Halife Zeyd İbni Melik, Fâtıma binti Abdülmelik’in Beyt-ül-mal’daki ziynet Vefâtından önce şöyle vasıyyet etti; “Ey Meymûn bin Mihrân! ve mücevherlerini iade etmek isteyince, O’na sadakatini şöyle Velîd mezara konduğunda oradaydım. Yüzünü açıp baktım, ifâde eder: “Vallahi kabûl etmem. Ben Ömer’e sağlığında yüzü simsiyahtı. Ben de mezara konduğum zaman yüzümü itaat edip de, vefâtından sonra isyan etmem.” açıp bakınız.” Vefât edince vasıyyeti gereği yüzünü açıp baktılar, yüzü en genç günlerinden daha parlak, daha Ömer bin Abdülazîz’in vefâtına bütün teb’ası üzüldü. aydınlık ve güzeldi. Cenâzesi arkasında ağlayan bir rahibe sordular: “Bu kimse senin dininde değildi. Neden ağlıyorsun?” Cevâbı şu oldu: Ömer bin Abdülazîz beyaz, ince ve nâzik yüzlü, za’if, güzel “Ben şunun için ağlıyorum: Yeryüzünde bir güneş vardı. sakallı, tatlı ve sevimli idi. Halife olmadan önce çok gürbüz Şimdi battı...” iken, halifeliğinde çok zayıfladı. Mus’ab bin A’yun anlatır: “Hazreti Ömer bin Abdülazîz halife Vefât edince, zamanın âlimleri ta’ziyede bulunmak için iken Kirman’da koyun güderdim. Koyunlar ile kurtlar birlikte hanımının yanına gittiler. Halifenin vefâtıyla müslümanların dolaşırlardı. Bir gece ansızın kurtlar koyunlara saldırdı, büyük kayba uğradığını ve bu sebeple üzüntülerinin çok fazla içimden “Şu âdil halife ölmüş olmalı” dedim. Araştırıldı. olduğunu bildirdiler ve hanımına “Ömer bin Abdülazîz ( Hazreti Ömer bin Abdülazîz’in o gece vefât ettiği anlaşıldı.” radıyallahü anh ) hakkında bize malûmat ver. Çünkü onu en Vefâtını cinnîler de haber verdi. Hazreti Ömer bin fazla tanıyan sizsiniz” dediler. O mübârek hâtun şöyle anlattı: Abdülazîz’in vefâtıyla ilgili, şâirin sözlerinden: “O da sizin gibi ibâdet ederdi. Lâkin bir husûsiyeti vardı ki, o da, Allah korkusunun çok fazla olması idi. Öyle ki, Allah O, büyük bir güneşti, doğmaz gayri bir daha, korkusundan onun kadar titreyen birini daha görmedim. O her Matemini tutarak saçamaz nûr ve ziya. şeyini, insanlara hizmette harcadı. Halkın ihtiyâçlarını Sarardı güneş artık, karardı cihan bile. karşılamak, sıkıntılarını gidermek için bütün gün vazîfesi başında kalırdı. Akşam olduğu halde, ba’zı kimselerin işleri Yûnus bin Ebû Şebib: “Ömer bin Abdülazîz hazretlerini, bitmezse, gece de devam ederdi. Eve girince, kendini halifeliğinden önce gördüm. Etli ve gürbüz bir kimse idi. Halife namazgahına atar, durmadan ağlardı. Gözleri şişerdi. Sonra olduktan sonra da gördüm. Öyle zayıflamıştı ki uzaklardan baygın düşerdi. Her geceki hâli buydu. Bir gece, halkın kaburga kemiklerini saymak mümkün idi” dedi. ihtiyâçlarını, işlerini bitirdi. Sonra kendi şahsî malından olan kandili istedi. Sonra iki rek’at namaz kıldı. Namazdan sonra elini çenesine dayayıp tefekküre daldı. Göz yaşları yanaklarından akıyordu. Sabaha kadar bu şekilde ağladı. Şafak sökünce oruca niyet etti. Kendisine dedim ki; “Ey mü’minlerin emîri! Sizde bir hâl var. Sizi bu geceki gibi hiç görmemiştim.” Bana cevap olarak dedi ki: “Ben düşünüyorum ki, bu milletin beyazına siyahına halife oldum. Fakîr, garîb, kanaatkar kendi hâlindeki biçâreleri, muhtaçları, zorla tutulan esîrleri, memleketin dört köşesindeki nice dertli ve kederlileri düşünüyorum ve anlıyorum ki, Allahü teâlâ onların hepsinin Hazreti Ömer bin Abdülazîz, Ehl-i Beyt’e çok hürmet, izzet ve ikramda bulunduğundan, Hazreti Ali’nin torunu Fâtıma binti Hüseyin (rahmetullahi aleyha) buyurdu ki: “Ömer bin Abdülazîz kalsaydı biz bir şeye muhtaç olmazdık.” Büyük evliyâ ve âlimlerden Süfyân-ı Sevrî hazretleri ve İmâmı Şafiî buyurdular: “Halîfeler beştir; Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer bin Abdülazîz’dir.” Fıkıh âlimlerinden Meymûn İbni Mihran buyurdu: “Âlimler, Ömer bin Abdülazîz’in insanlara rehber olan sözlerinden Ömer bin Abdülazîz’in yanında talebeydi.” Hocası meşhûr ba’zıları: “Öfkelenme ve hırstan korunmuş olan kurtulmuştur.” fıkıh âlimlerinden Mücâhid buyurdu: “Biz, Ömer bin “Takvâ sahibinin ağzına gem vurulmuştur.” Abdülazîz’e öğretmek için geldik. Halbuki dâima ondan öğrenir olduk.” Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) akrabalarından birisine, yazdığı bir mektûbta şöyle demişti: “Eğer gece ve Mâlik bin Dinar buyurdu: “Dili dönen, zahidim deyip duruyor. gündüzünde ölümü hatırlamağı şiar edinmek istersen, fânî Zâhid, Ömer bin Abdülazîz gibi olur ki, dünyâ ayağına geldiği (geçici) olana rağbet etmeyip, bakî (devamlı) olana yönel. halde onu reddeder.” Vesselâm.” Hazreti Ömer bin Abdülazîz’den rivâyet olunur ki Bir kimse, Birgün Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) cemâate “yâ Rabbî! Bana, şeytanın insan vücudundaki yerini göster” hitaben şöyle kopuştu: Ey insanlar! Sizler, ölüm için hedefler diye yalvardı. Rü’yâsında bir insan cesedi gördü. O cesed durumundasınız, ölüm sizden dilediğini seçer. Size yeni bir öyle şeffaf idi ki, insanın iç kısmı tamamen görünüyordu. ni’met verildiği zaman, önceki ni’met orada sona erer. Ağıza Şeytanı, o cesedin sol koltuğu üzerinde, omuz ile kulak bir lokma alınmasın, bir yudum su içilmesin ki, onunla arasında kurbağa şeklinde oturuyor gördü. İncecik bir beraber bir keder ve bir üzüntü olmasın. Dün geçti. O, sizin hortumu vardı. Hortumunu, o insanın kalbine sokmuş öylece hakkınızda iyi bir şahittir. Bugün mühim bir emânettir. Onun vesvese veriyordu. O insan Allahü teâlâyı hatırlayınca oradan kıymetini bilmek ve iyi değerlendirmek lâzımdır. Yârın, içinde uzaklaşıyordu. hâdiselerle beraber gelmektedir. Sizi almak için gelen ölümün elinden kaçış nereye olacak. Sizler şu dünyâda, eşyalarını Hazreti Ömer bin Abdülazîz, Kâ’be’nin fazîleti ile alâkalı bineklerine yüklemiş, yolcularsınız. Yüklerinizi, buradan olarak, Allahü teâlânın Musa’ya (aleyhisselâm) vahyini şöyle başka bir âlem de çözeceksiniz. Sizler, şu dünyâda sizden anlatıyor: “Mûsâ (aleyhisselâm) Allahü teâlâya “Yâ Rabbi! önce gelenlerin yerine geçtiniz. Fakat siz de yerinizi, sizden Hac, Kâ’be nedir?” diye sordu. Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bir sonra gelenlere vereceksiniz. Sizin aslınız ve dünyâya beytimdir ki (evimdir ki) onu bütün beytlere tercih ettim. O gelmenize vesîle olanlar kalmadı. Sizler, onlardan dünyâya hürmet edilen bir yerdir. Halîlim (dostum) İbrâhîm gelen kimseler olarak, nasıl bakî (devamlı) kalabilirsiniz? (aleyhisselâm) onu öyle yaptı. Yer yüzünün her tarafından Sizler de bu dünyâdan göçeceksiniz.” onu ziyârete gelirler. Aynen kölelerin, hizmetçilerin efendisine Lebbeyk ( emrine geldim) dediği gibi tehlîl ederek, telbiye Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ), Şam’da, bir minber okurlar.” Mûsâ (aleyhisselâm) sordu ki: “Yâ Rabbi! Onlara üzerinde hutbe okudu. Allahü teâlâya hamd ve senadan verilecek sevâb nedir?” Allahü teâlâ buyurdu ki: “Onları sonra üç şey söyledi. “Ey insanlar! İçinizi, kalblerinizi affedeceğim. Hattâ onları komşuları ve yakınları için şefaatçi düzeltirseniz, zâhiriniz, dışınız da iyi olur. A’zâlarınız, kılacağım.” Mûsâ (aleyhisselâm) sordu ki “Yâ Rabbi! Onların gözünüz, kulağınız, elleriniz, ayaklarınız, hayır işler, Allahü içinde, Hac yaparken harcadığı malı şüpheli olanlar ve kalbi teâlânın beğendiği şeylerle meşgûl olur. Âhıretiniz için sâlih temiz olmayanlar varsa onların durumu ne olacak?” Bunun ameller işleyiniz. Böylece dünyânızı da korumuş olursunuz. üzerine Allahü teâlâ buyurdu ki: “Onların iyileri hürmetine Âdem’den (aleyhisselâm) itibâren, kendisine kadar bütün kötülerini bağışlayacağım.” dedeleri ölüp gitmiş olan kimse de bir gün ölecektir.” Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) bir gece namaz kıldı. Ömer bin Abdülazîz başka birisine yazdığı mektûbunda ise, Namazda, “Boyunlarında demirden la’leler ve zincirler “İmdi, sana Allahü teâlâdan korkmayı, Allahü teâlânın sana bulunduğu zaman, bu vaziyette sıcak suyun içinde ihsân ettiği şeylerle, âhırete hazırlanmayı tavsiye ederim. Sen sürüklenecekler, sonra ateşte yakılacaklar.” (el-Mü’min 71- sanki ölümü tatmış, ölümden sonra olan şeyleri görür gibi 72) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Namazdan sonra bu amel yap. Günler ve geceler, sür’atle gidiyorlar, ömür her gün âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okudu ve çok ağladı. noksanlaşıyor. Ecel ise yaklaşıyor. Kötü amellerimizden dolayı Allahü teâlâdan af ve mağfiret dileriz. ermeden, Allahü teâlâ insanları ve cinleri hesaba çekmek için Günahlarımızdan ve bu yüzden bize gazâb etmesinden O’na huzûruna getirmeden önce, tövbeyi fırsat bilmeli ve af ve sığınırız.” mağfirete kavuşmayı kazanç bilmelidir. Kıyâmette, hesap gününde, mazeret kabûl edilmez. O zaman bütün gizli şeyler Başka birisine ise mektûbunda: (Şöyle düşünün) Sanki kullar, ortaya çıkarılır. Herkes kendi başının çâresini arar. İnsanlar, Allahü teâlânın huzûrundalar. Allahü teâlâ onlara yaptıkları amelleriyle gelirler. Herkesin amellerine göre durumu ayrı amelleri haber veriyor. Kötülük yapanları, bu işlerinden dolayı ayrıdır. O gün dünyâda, Allahü teâlâ ve Resûlünün ( cezalandırıyor, iyilik yapanları da mükâfatlandırıyor. Öyleyse aleyhisselâm ) emirlerine uyup, yasaklarından uzak kalmış Allahü teâlâdan korkun. Allahü teâlânın verdiği iyilik ve olanlara ne mutlu. Dünyâda Allahü teâlâya isyan ederek ihsânlara karşı şükür vazîfesini yerine getirin. Ni’metlere âhırete göçenlere o gün çok yazık. Onların o gün çok şükredin. Çünkü ni’metlere şükretmek o ni’meti arttırır. acınacak hâlleri var. Allahü teâlâ seni, zenginliklerle imtihan Kendisinden kaçmak mümkün olmıyan ve ne zaman geleceği ederse, onda orta yolu tut. Onu Allahü teâlânın rızâsına belli olmıyan ölümü çok hatırlayın. Kıyâmet gününü ve günün uygun yerlere sarf et, ondan fakirleri de faydalandır. Allahü şiddet ve dehşetini de hatırlayın. Bunları çok hatırlamak, teâlânın emri olan zekâtını ver. Sakın övünme. Kendini dünyânın geçici ve aldatıcı güzellik ve lezzetlerine, beğenme. Kendini başkalarından üstün görme.” aldanmaktan korur. Dünyâda, kulluk vazîfesi olarak emredildiğin işlere dikkat et. Onların muhâsebesini yap. “Ey insanlar! Allahtan korkun. Çünkü Allahtan korkmak (takvâ) her şeyin yerine geçer ve hiç bir şey onun yerine Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) şöyle buyurdu: geçemez.” “Sizden öncekilerin kabûl ettikleri bilgileri alınız. Onların “Bizden önce helak olanlar, hakkı engellemek ve zulüm söylediklerine muhalif, zıt olanları almayın. Çünkü önce yapmak yüzünden mahv oldular. Hak onlardan satın alınırdı geçen büyükler, sizden daha hayırlıdır.” ve zulümden korunmak için de fidye verilirdi.” Ömer bin Abdülazîz hazretleri, veliahd Yezîd bin “Şüphe hâlinde had cezalarını yerine getirmekten kaçının. Abdülmelik’e şöyle yazdı: “Bismillahirrahmânirrahîm. Çünkü idârecilerin af ederek hatâya düşmesi, zulüm ederek, Mü’minlerin emîri Ömer bin Abdülazîz’den, Yezîd bin ceza çektirerek hatâya düşmesinden hayırlıdır.” Abdülmelik’e. Sana selâm eder ve sana kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya hamdimi bildiririm. Ben hastayım. “Müslümanlardan bir söz işittiğinde onu hayra yor, sakın şerre yorma!” Ağrı ve sızıya tutuldum. Buna rağmen üzerime aldığım işlerden mes’ûlüm. Allahü teâlâ yarın beni bunlardan hesaba Bir vâlisine yazdı:’“Ellerini müslümanların kanından, mideni çekecek, orada yaptıklarımı gizliyemiyeceğim. Eğer Rabbim, malından, dilini ırzından uzak tut! Böyle yaparsan sana zeval benden râzı olursa, ancak orada zelîl ve hakîr olmaktan yoktur.” kurtulurum. Eğer benden râzı olmazsa, yazık bana. O zaman benim hâlim nasıl olur. Allahü teâlâ bizi, yüce rahmetiyle “Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Cehennemden muhafaza buyurup, rızâsına kavuştursun. Bu Sadaka ise Melik’in huzûruna çıkarır.” bakımdan sana Allahü teâlâdan korkmanı, haram kıldığı şeylerden sakınmayı tavsiye ederim, insanlar hakkında Allahü teâlâdan kork, zulüm ve haksızlıktan uzak dur. En güzel söz Allahü teâlâya hamd etmek (Elhamdülillah demek) ve O’nu anmaktır. Kim Cenneti seviyorsa, Cehennemden kaçar. Şimdi ecel gelmeden, ameller sona “Allahü teâlâ bir kuluna verdiği ni’meti alıp da karşılığında sabrı nasîb ederse, ni’mete mukabil verdiği (sabır), o ni’metten daha efdaldir (kıymetlidir).” “Ölümü çok hatırla. Eğer geçim rahatlığı içindeysen bu sana 5) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh. 119 darlık, ürperti getirecek; geçim darlığı içindeysen genişlik, ferahlık kazandıracak.” 6) El-Kâmil fi’t-târih cild-5, sh. 60, 62 “Siz seferdesiniz. Yüklerinizin bağlarını bu diyarın dışında bir 7) Fevât-ül-vefeyât cild-3, sh. 133 yerde çözeceksiniz. Siz, üzerinden çağlar geçmiş bir kökün dallarısınız. Kökleri yok olup gitmiş bir dalın hayatından ne çıkar ki?” “Ey insanlar! Allah mahlûkları yarattı ve onları uyuttu. Sonra onları uykularından uyandırıp, diriltecek. Her biri ya Cennete, ya Cehenneme sevk edilecek. Allaha yemîn ederim ki, biz 8) Tehzîb-üt-tehzîb cild-7, sh. 475 9) Vefeyât-ül-a’yân cild-6, sh. 301 10) Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh. 119 11) Târîh-ül-hamîs cild-2, sh. 315 eğer bu hakîkati tasdîk etmiş isek, buna uygun yaşamadığımız için ahmağız. Eğer bu gerçeği inkâr ediyor 12) Târîh-i Taberî cild-8, sh. 137 isek, o takdîrde hepimiz helakteyiz.” 13) İbni Haldûn Târîhi cild-3, sh. 76 “Her yolculuğun kendine has bir azığı, hazırlığı vardır. Âhıret yolculuğu için de takvâyı azık edinin. Allahü teâlânın vereceği 14) Menâkıb-ı Ömer bin Abdülazîz (İbni Cevzî) ni’metleri görmüş gibi sevinin ve vereceği cezayı, azâbı da görmüş gibi korkunuz. Tûl-i emele kapılmayın, zira tûl-i emel (bitmeyen istek, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya dalmak) kalbinizi katılaştırır, düşmanınız olan şeytanın eline düşersiniz... Dünyâya aldanmış nice insanlar gördük. Huzûr 15) Sıfat-üs-savfe cild-2, sh. 63 16) Sîret-i Ömer bin Abdülazîz (Menâvî) 17) Tabakât-ı İbni Sa’d cild-5, sh. 330 ve se’âdet, ancak Allah’ın azâbından emîn olanlar içindir. Neş’e ve sevinç de kıyâmetin zorluğunu anlatanlar içindir. 18) Târîh-ül-hulefâ sh. 212 Kıyâmet günü zengin, fakîr herkesin ameli meydana çıkar ve hesap verirken öyle bir müşkilât ile karşılaşırsınız ki, eğer 19) Rehber Ansiklopedisi cild-14, sh. 19 yıldızlar bununla karşılaşsa kararıp dökülür, dağlar dayanmaz erirdi. Cennet ve Cehennemden başka bir yer bulunmadığını ve bunlardan birine mutlaka gideceğinizi de biliyorsunuz. O halde ona göre hazırlanın...” “Allahtan korkun ve aşırı şakadan kaçının; zîrâ aşırı şaka, kin tutmağa, kin de kötülüklere sebep olur.” ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ ÖMER BİN AHMED Nişâbûr’da yetişen büyük hadîs âlimlerinden. Künyesi Ebû Hâzim olup ismi Ömer bin Ahmed bin İbrâhim bin Abdeveyh bin Südûs bin Ali bin Abdullah bin Ubeydullah bin Abdullah bin Utbe bin Mes’ûd el-Hüzelî’dir. 417 (m. 1026) senesi Ramazân- 1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1056 ı şerîf bayramında vefât etti. 2) Fâideli Bilgiler sh. 69, 76 Ebû Hâzim; İsmâil bin Necîd es-Sülemî, Muhammed bin Abdullah es-Süleytî, Muhammed bin Ca’fer bin Matar, Ebû 3) Hilyet-ül-evliyâ cild-5, sh. 253 Bekr İsmâili, Muhammed bin Hasen bin İsmâil el-Mukrî, Ebû Bekr Muhammed bin Ali el-Kaffâl, İbrâhim bin Muhammed en- 4) Tehzîb-ül-esmâ vel-lüga cild-2, sh 19 Nasrâbâdi ve birçok âlimden hadîs-i şerîf dinleyip, ilim öğrendi. Hadîs-i şerîf öğrenmek ve ilim öğrenmek için; Hirat, Tasavvuf ilminde de büyük âlim olan Ömer bin Ahmed, Ömer Nişâbûr ve Bağdad’a gitti. Oralardaki birçok âlimden hadîs-i bin Bedr el-Megâzilî, Ebû Ali en-Neccâd, Ebû Bekr Abdülazîz şerîf rivâyet etti. bin Ca’fer ve diğer birçok âlimin sohbetinde bulunarak yetişti. Evliyâlığın yüksek derecelerine kavuştu. Kendisinden ise; Ebû İshâk et-Taberi el-Mukrî, Muhammed bin Ebi’l-Fevâris, Ahmed bin Muhammed el-Enbûsî, Ebû Birçok eserleri vardır. En meşhûrları şunlardır: Abdullah bin Kâtib, et-Tenûhî, Ebû Ya’lâ Ahmed bin Abdülvâhid el-Vekîl, hadîs-i şerîf dinleyip ilim, öğrendiler. 1. Kitâb-üs-sıyâm Ebû Hâzim hazretleri, sika (güvenilir), sağlam, ârif, hafız 2. Kitâb-ü hükm-il-vâlideyn fî mâli ve-ledehümâ (yüzbin hadîs-i şerîfi râvîleriyle ezbere bilen) bir zât idi. Ebû Ali Ömer bin Ahmed buyurdu ki: “Bana cenâzenin hafifliğinden ve ağırlığından sorulduğunda, dedim ki: Cenâze, şehîd olan bir kimse olduğu zaman hafif olur. Çünkü şehîd, 1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 272 hayat sahibidir. Diri olan, ölü olandan daha hafiftir. Nitekim Allahü teâlâ Âl-i İmrân sûresi 3. âyetinde meâlen; “Allah 2) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-5, sh. 300 3) Târih-i Bağdâd cild-11, sh. 272 4) Tezkiret-ül-huffâz cild-3, sh. 1072 5) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh. 208 yolunda öldürülenleri, ölüler zannetmeyiniz. Bilakis onlar Rablerinin katında diridirler, rızıklandırılmaktadırlar” buyurdu.” Ebû Hafs-ı Bermekî şöyle bildiriyor: İbrâhîm bin Edhem, “İnsânların kötülerinden, arslandan kaçar gibi kaçınız. Fakat Cum’a namazını ve beş vakit namazı cemâatle kılmayı kaçırmayınız” buyurmuştur. Yine o şöyle anlatıyor: Ömer bin Hattâb ( radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Bir kimse Allahü teâlâdan korkarsa, öfkesini açığa ÖMER BİN AHMED (Ebû Hafs-ı Bermekî) vurmaz, onu yener. Allahü teâlâdan korkan kimse, istediğini yapamaz. Kıyâmet gününde insanların yaptıklarından hesaba Hanbelî mezhebi âlimlerinden. Hadîs ve fıkıh âlimlerinin çekilmesi ve kötülüklerinin cezalandırılması olmasaydı, bu büyüklerinden olup, zühd ve takvâ sahibidir. İsmi, Ömer bin dünyâda gördüğümüz şeylerden başkası olur, âlemin nizâmı Ahmed bin İbrâhîm bin İsmail el-Bermekî’dir. Künyesi, Ebû bozulurdu. Nizâm ve intizâm kalmazdı.” Hafs ve Ebû Ali’dir. 389 (m. 999) senesinin Cemâziyel-evvel ayında vefât etti. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel’in kabri yanına Yine o anlatıyor: Bişr bin Haris dedi ki: İbrâhîm bin Edhem, defn edildi. İbrâhîm, Ahmed ve Ali isminde üç oğlu vardır. dağdan gelirken görüldü ve kendisine, “Nereden geliyorsun?” diye sorulduğunda, Allahü teâlâdan geliyorum dedi ve şu şiiri Ömer bin Ahmed, büyük ve meşhûr bir âlimdir. Çok ibâdet söyledi: ederdi. Zühd sahibi olup, dünyâya düşkünlüğü yoktu. Vera’ ve takvâsı akıllara durgunluk verecek derecedeydi. Haramlardan “Allahı dost edin, insanlara yaklaşmaktan kaçın! ve şüphelilerden son derece sakınırdı. Gece ve gündüzlerini O’nu anmakla meşgûl ol, çünkü onda şifâ var. ilim öğrenmekle geçirirdi. Hadîs ilmini, İbn-i Savvâf, el-Hattâbî, Takdîr ettiği şeye râzı ol, bunda ihtiyâçsızlık var.” İbn-i Mâlik ve daha birçok âlimden aldı. Onlardan hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Bu sahada çok ilim sahibi oldu. Bir kerresinde de şöyle anlattı: Hüseyn bin Fehmî, “Biz Ma’rûfi Kerhî”nin hasta olduğunu susmasından; sıhhatli olduğunu da inlemesinden anlardık” diye bildirmektedir. Yine buyurdu ki: “Bayrama “Îyd” denilmesinin sebebi, her sene İbn-i Süyûtî ise onun hakkında; “Ebü’l-Feth Kemâleddîn et- sevinç ve neş’e ile dönüp tekrarlanmasındandır.” Tiflisî; fakîh, fâzıl, usûl-i fıkıhda derin âlim, hayır ve hasenat sahibi bir âlim idi. Ölene kadar ilim neşretti” demektedir. Yine şöyle anlatıyor: Ebû Ömer, bize dâima “Yâ zel-celâli velikrâm” demeyi tavsiye ederdi. Kutb el-Yünûnî de onun için; “Kemâleddîn et-Tiflisî çok ihsân sahibi idi. Müslümanların kanlarının akıtılmasına mâni oldu. Şam kadılığı sırasında, fakir olmasına ve ailesinin kalabalık 1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 272 olmasına rağmen, dünyalık hiçbir şeye meyl etmedi” demektedir. 2) Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 153 3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 781 1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-8, sh. 309 2) El-Bidâye ven-nihâye cild-13, sh. 267 ÖMER BİN BÜNDÂR ET-TİFLİSÎ Hadîs ve Şafiî fıkıh âlimi. Künyesi Ebü’l-Feth olup ismi, Ömer 3) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 416 4) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 337 bin Bündâr bin Ömer bin Ali et-Tiflisî’dir. Lakabı Kemâleddîn’dir. Ebü’l-Feth Ömer, 601 veya 602 (m. 1205) senesinde Tiflis’te doğdu. 672 (m. 1273) senesi Rebî’-ül-evvel ayının ondördünde Kâhire’de vefât etti. Sefh-ül-mukattam ÖMER BİN HASEN EL-ENDÜLÜSÎ (Ebü’l-Hattâb İbn-i kabristanına defnedildi. Dıhye) Ebü’l-Feth Ömer, Ebü’l-Müneccî, İbn-i Salâh ve İmâm-ı Endülüs’te yetişen hadîs âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Hasen Nevevî’den ilim öğrenip hadîs-i şerîf dinledi. Özellikle İbn-i bin Ali bin Muhammed bin Ferh İbni Halef bin Kûmiş bin Salâh’tan çok istifâde etti. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Mezlâl bin Mellâl bin Bedr bin Ahmed bin Dıhye bin Halîfe bin Dımeşk kadılığına ta’yin edildi. Hülâgu’nun Şam eyâletini ele Ferve el-Kelbî el-Belensî el-Endülüsî’dir. İki neseb ile geçirmesinden sonra, bütün Şam eyâletine kadı oldu. Bunun meşhûrdur. Baba tarafından Eshâb-ı Kirâmdan Dıhye-i yanında Cezîre’nin ve Musul’un kadılıklarına da baktı. Moğol Kelbî’nin ( radıyallahü anh ) soyundan olup, anne tarafından istilâsı sırasında müslümanlara çok yardımı oldu. Moğollar Hazreti Hüseyn’nin nesebindendir. Annesinin nesebi Emet-ür- Ebü’l-Feth Ömer’in sözünü dinliyorlardı ve ona karşı Rahmân binti Ebî Abdullah bin Ebi’l-Bessâm Mûsâ bin çıkamıyorlardı. Müslümanların kanının akıtılmasına mâni olan Abdullah bin Hüseyn bin Ca’fer bin Ali bin Muhammed bin Ali Ebü’l-Feth, zâlimlerin, müslümanların mallarına ve bin Mûsâ bin Ca’fer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyn bin Ali namuslarına el sürmemelerini sağladı. Moğollar o bölgeden bin Ebî Tâlib’dir (radıyallahü anhüm). “İbn-i Dıhye” diye çekildikten bir süre sonra, Ebü’l-Feth Şam’dan ayrılarak meşhûr oldu. “Sıbt-ı Ebi’l-Bessâm” diye de tanınırdı. Künyesi Mısır’a gitti. Orada vefât edinceye kadar insanlara Allahü Ebü’l-Hattâb’dır. 544 (m. 1149) senesinde Endülüs’te doğdu, teâlânın emir ve yasaklarını bildirerek fâideli oldu. önce burada ilim tahsil etti. Sonra Mısır’a gelip oraya yerleşti. Birçok hafızdan hadîs-i şerîf dinledi. “Sahîh-i Müslimi” İbn-i Zeki onun hakkında: “Hülâgu Şam’ı istilâ ettiği zaman, ezberleyen hafızlardandır. 633 (m. 1235) senesi Rebî’ul-evvel Ebü’l-Feth Kemâleddîn, Haleb, Şam ve diğer eyâletlerin ayının ondördüncü günü Kâhire’de vefât etti. kadılığına ta’yin edildi. Hülâgu’nun çekilmesinden sonra ise, Kâdı Ebü’l-Feth Mısır’a giderek buraya yerleşti” demektedir. Hadîs, nahiv, lügat ve edebiyat ilimlerinde büyük bir âlim olan Vâsıt’ta İmâm-ı Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”ini Mendâî’den, Ebü’l-Hattâb İbni Dıhye, Endülüs’te Ebü’l-Kâsım bin Beşküvâl, İmâm-ı Taberânî’nin “Mu’cem”inin tamâmını Saydalânî’den Ebû Abdullah bin Mücâhid. Ebû Bekr İbni Ced, Ebû Abdullah dinledi. 600 (m. 1203) senesinde, İmâm-ı Mâlik’in bin Zerkûn, Ebû Bekr bin Ca’fer el-Lemtûnî, Ebü’l-Kâsım bin “Muvattâ”sını rivâyet etti. Kendisi, onu Ebû Amr bin Salâh’dan Hubeys ve bunların tabakası sayılan birçok hadîs âliminden dinlemişti. Ayrıca o, ba’zı şeyhlerinin huzûrunda “Sahîh-i hadîs-i şerîf dinledi. Hadîs ilminde ince ve derin bilgilere Müslim”i ezberinden okumuştu. O, ilminin ve faziletlerinin sahipti. Dinlediği hadîs-i şerîfleri güzel bir hat ile yazarak, çokluğu ile tanınırdı.” onları unutmamak için kayıt altına alırdı. İlmî zabıtları ile meşhûr oldu. Lügat, nahiv ve Arapçanın diğer kollarında böyle Kâdı İbn-i Vâsıl diyor ki: “Ebü’l-Hattâb İbni Dıhye, ilminin ve çok zabıtları vardır. Dâniyye kadılığına ta’yin edilmişti. hıfzının çokluğu ile tanınmıştı.” İbn-i Dıhye-i Kelbî, âlimlerin ve fazilet sahiplerinin İbn-i Hılligân diyor ki “O, Erbîl’e geldiğinde, oranın sultânı için meşhûrlarından idi. Hadîs ilimlerinin her kolunda mütehassıstı. “Kitâb-ül-Mevlîd”ini yazdı ve onu kasidelerle medhetti. Ebü’l- Nahiv ve lügat ilimlerini, Arab târihini ve şâirlerini çok iyi bilirdi. Hattâb’ın babası ticâretle meşgûl olurdu. O da “Kelbî” diye Endülüs’teki şehirlerin bir çoğunda, hadîs-i şerîf öğrenmekle tanınırdı. Onun Hâfız Şerefüddîn Hanbelî’den icâzet aldığını meşgûl oldu. Bu şehirlerde, birçok âlimlerle, şeyhlerle buluştu. işittik.” Oradan Birr-ül-udve denilen yere gitti. Merrâkûş şehrine gelip, oranın ilim ve fazilet sahipleriyle buluştu. Sonra Afrikıyye’ye, oradan da Mısır diyârına geldi. Daha sonra, Şam’ı, Bağdad’ı ve doğudaki şehirleri dolaştı. Bağdad’da İbn-i Husayn’ın talebelerinin ba’zılarından, Vâsıt’ta Ebü’l-Feth Muhammed bin Ahmed bin Meydânî’den hadîs-i şerîf dinleyip ilim öğrendi. Eserleri çoktur. Başlıcaları şunlardır: 1. El-İ’lâm-ül-mübîn filmüfâdale beyne ehl-is-Sıffîn, 2. En-Nebrâs fî târihi hulefâ-i âl-i Abbâs, 3. El-İlm-ül-meşhûr fî fedâil-il-eyyâm veş-Şühûr, 4. ElMatribü min eş’âr-i ehl-il-magrib, 5. Nihâyet-üs-süûl fî hasâisür-Resûl ( aleyhisselâm ), 6. Kitâb-ül-mevlid. İran’ı, Horasan’ı ve daha yukarıdaki şehirleri, Mâzenderân’ı dolaşıp gezdi. Bunun sebebi, hadîs-i şerîf öğrenmek, bu yerlerdeki büyük âlimlerle buluşmak ve onlardan ilim tahsil 1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 280 etmekti. Aynı şekilde ondan da hadîs-i şerîf dinleyip istifâde ettiler. İsfehân’da, Ebû Ca’fer es-Saydalanî’den, Nişâbûr’da, 2) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 448, 450 Mensûr bin Abdülmün’im el-Ferâvî’den hadîs-i şerîf dinledi. 604 (m. 1207) senesinde, Horasan tarafına doğru giderken, 3) Tezkiret-huffâz cild-4, sh. 1420 Erbîl şehrine geldi ve orada, şehrin sultânı Melikülmuazzam Ebû Sa’îd Muzafferüddîn Kükbûrî bin Zeynüddîn Ali ile karşılaştı. Mevlîd kandili olduğu için şenlikler yaptığını, ikram ve ihsânlarda bulunduğunu gördü. O’nun bu kıymetli işini öven, “Kitâb-üt-tenvîr fî mevlîd-is-sirâc-il-münîr” adını verdiği 4) Lisân-ül-mîzân cild-4, sh. 292 5) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 160, 161 6) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 786, bir eser yazıp, huzûrunda bizzat kendisine okudu. El-Ebbâr onun hakkında diyor ki: “Edebde kemâl derecesine yükseldi. Çok yeri dolaşıp ilim tahsil etti. Kıymetli eserler yazdı ve ders verdi. 613 (m. 1216) senesinde, benim için icâzet ÖMER BİN HÜSEYN EL-HIRAKÎ yazdı.” Hanbelî mezhebi âlimlerinden. Künyesi, Ebü’l-Kâsım Şemseddîn Muhammed Zehebî, “Tezkiret-ül-huffâz” adındaki Hırakî’dir. 334 (m. 946) senesinde vefât etmiştir. Zamanının eserinde diyor ki: “O, Mısır’da Bûsırî’den ve onun Hanbelî mezhebindeki meşhûr âlimlerinden ilim öğrenmiştir. tabakasındaki hadîs âlimlerinden çok hadîs-i şerîf dinledi. Bu hocalarından ba’zıları şu zâtlardır: Ebû Abdullah bin Batta, olmuştur. İlim öğrenmek için Kûfe, Basra ve daha başka belli Ebü’l-Hüseyn et-Temîmî, Ebü’l-Hüseyn Şem’un ve diğerleri başlı ilim merkezlerine gitmiş, birçok âlimden ilim öğrenmiş ve Hanbelî mezhebine göre yazdığı “El-Muhtasar” adlı fıkıh kitabı büyük bir âlim olmuştur. Kıymetli kitaplar yazmış, 387 (m. 997) en meşhûr eseridir. Diğer eserleri Bağdâd’da bıraktığı bir evde senesinde Cemâzil-âhır ayının sekizinci Perşembe günü yangın sebebiyle yanmıştır. öğleye doğru vefât etmiştir. Ömer bin Hüseyn Hırakî, Ebü’l-Fadl bin Abdüs-Semî’den Ebû Hafs Akberî; Ebû Ali es-Savvâf, Ebû Bekr en-Neccâd, naklen şöyle anlatmıştır: Birgün Feth bin Şehref’in yanına Ebû Muhammed bin Mûsâ, Ebû Amr bin Semmâk, Da’lec, gitmiştik. Bize, dün bir rü’yâ gördüm dedi. Rü’yâsını şöyle Kûfe, Basra ve diğer İslâm şehirlerindeki pekçok âlimden ilim anlattı: “Rü’yâmda Hazreti Ali’yi gördüm. Canım sana feda öğrendi, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hanbelî mezhebindeki fıkıh olsun ey mü’minlerin emîri, bana birşeyler anlat dedim. âlimlerinden Ömer bin Bedr el-Megâzilî, Ebû Bekr bin “Zenginlerin fakîrlere tevâzu’ etmesi ne güzeldir.” Canım sana Abdülazîz, Ebû İshâk bin Şâkilâ ve Mülâzime İbni Batta’dan feda olsun, biraz daha dedim. “Fakîrlerin zenginlere mihnet Hanbelî fıkhını öğrenmiştir. Birçok âlim de kendisinin etmemesi ne güzeldir.” Biraz daha söyle canım feda olsun sohbetinde bulunmuş ve ilim öğrenmiştir. dedim. Elinin içini açıp bana gösterdi, avucunda şu şiir yazılı idi. (tercümesi): Meşhûr fıkıh âlimlerinden olan Ebû Hafs Akberî, zamanında Hanbelî mezhebinin en ince mes’elelerini bilecek kadar derin Yaratıldın yoktan, ilme sahipti. Kuvvetli bir zekâsı vardı. Birçok müşkil mes’eleleri Öleceksin yakında, güzel bir şekilde çözmekle tanınmıştır. Bu husûsta seçilmiş Gideceksin dünyâdan. yazıları vardır. Bırak yer yapma, Şu fânî dünyâda Kendisi anlatır: “Ebû İshâk bin Şâkilâ’nın gördüğü bir hâdiseyi Kendine yer hazırla, şöyle anlatırken işittim. Mensûr Câmii’nde otururken Ahmed Ebedî olan âhırette.” bin Hanbel’i ( radıyallahü anh ) gördüm. Biri ona geldi ve: “Bir kimse yüzbin hadîs-i şerîf ezberlediği zaman fıkıh âlimi olur mu?” diye sordu. İmâm-ı Ahmed: “Hayır olamaz” cevâbını verdi. O adam: “İkiyüzbin hadîs-i şerîf ezber bilirse fıkıh âlimi 1) Târih-i Bağdâd cild-11, sh. 234 2) Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 75 3) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 441 4) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh. 336 olur mu?” diye tekrar sordu. İmâm-ı Ahmed yine “Hayır” cevâbını verdi. O adam daha sonra üçyüzbin ve dörtyüzbin hadîs-i şerîf ezber bilen bir kimsenin hâlini sorup, hayır cevâbını aldı. Ebû İshâk bin Şâkilâ bu hâdiseyi anlatırken dinleyen bir zât ona “Sen bu kadar hadîs-i şerîf biliyor musun ki, bu insanlara fetvâ veriyorsun?” diye soruldu. Ebû İshâk cevâbında “Allah sana afiyet versin. Ben bu miktar kadar 5) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 282 (dörtyüzbin) hadîs-i şerîf bilmiyorsam da, dörtyüzbin ve çok daha fazlasını bilen âlimlerin sözleriyle fetvâ veriyorum” buyurdu. Buyurdular ki: “Kısa iki rek’at namaz kılmanın sünnet olduğu ÖMER BİN İBRÂHİM EL-AKBERÎ yerlerin ilki, sabah namazının iki rek’atıdır. Hazreti Âişe vâlidemiz buyurdu ki: “Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) (iki Hanbelî mezhebindeki fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ömer bin rek’at) sabah namazının sünnetini kılardı ve bunu çok kısa İbrâhîm bin Abdullah el-Akberî’dir. Künyesi Ebû Hafs olup, yapardı. Hattâ ben, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) acaba İbn-i Müslim lakabıyla tanınmış, Ebû Hafs Akberî diye meşhûr Kur’ân-ı kerîmden birşey okudu mu okumadı mı diye düşünürdüm.” Geceleyin kılınan teheccüd namazı da kısa karşılaştırmak için söylemedim” buyurdu. Ve şöyle devam etti: kılınır. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ): “Sizden biriniz “Ey Kûfe ahâlisi, benim boynumda bir borç vardır ki, bunu geceleyin kalktığı zaman, her iki rek’atında selâm vermek boynumdan çıkarmak ve sizin boyunlarınıza yüklemek üzere, ikişer rek’at namaz kılsın” buyurdu. Yine kısa olarak iki istiyorum. Biliniz ki, Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yanında rek’at tavaf namazı (hacda) kılmak da sünnettir.” oturuyordum. Muâviye de ( radıyallahü anh ) O’nun yanındaydı. Resûlullaha ( aleyhisselâm ) vahiy indi. Benim Ebû Hafs Akberî, Peygamber efendimizin Eshâbına son elimden kalemi aldı, Hazreti Muâviye’nin eline (vahiy yazması derece muhabbet eder, hiç birisine en küçük bir şekilde dil için) verdi. Allaha yemîn ederim ki, ben kendimde birşey uzatılmasına müsâade etmezdi. Hele bozuk inançlı ba’zı (herhangi bir üzüntü) hissetmedim. Çünkü ben biliyordum ki, kimselerin, Hazreti Muâviye’ye dil uzatmalarına asla izin bu husûsta Allahü teâlânın emri böyleydi. Dikkat ediniz! vermezdi. Ona dil uzatmanın İslâmiyet’e ve Kur’ân-ı kerîme dil Müslüman; benimle onun arasında olan hâdiseleri uzatmak olduğunu söyler, onun ( radıyallahü anh ) vahiy kâtibi konuşmaktan beri (uzak) olan kimsedir.” Hazreti Ali bu olduğunu beyân ederdi. Hazreti Muâviye, Kur’ân-ı kerîmin sözleriyle Hazreti Muâviye’nin kıymetini bildirmiş ve kalbinde büyük kısmını bizatihi Resûlullahın mübârek ağzından yazmış, ona karşı herhangi bir kin ve adavet (düşmanlık) olmadığını O’nun hayır ve bereket duâsına kavuşmuştu, derdi. açıkça beyân etmiştir. Ebû Hafs Akberî, Hazreti Muâviye’yi çok sever ve her İbn-i Abbâs’a ( radıyallahü anh ) Hazreti Muâviye hakkında sohbetinde onun Eshâb-ı kiramın büyüklerinden olduğunu soruldu. Cevâbında: Hazreti Muâviye benim indimde Hazreti anlatır, ona çirkin iftira eden sapık inançlı kimselere cevap Mûsâ gibidir. Çünkü Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde Kasas verirdi. Hazreti Muâviye’nin fazîletleriyle ilgili İrbâd bin sûresi 26. âyetinde Musa’nın (aleyhisselâm) ücretle tutulması Sâriye’den ( radıyallahü anh ) şöyle rivâyet ederek anlattı: husûsunda iki kadından biri babasına: “Ey babacığım! Onu Resûlullah ( aleyhisselâm ), Muâviye ( radıyallahü anh ) ücretle tut. Çünkü o, ücretle tuttuğun kimselerin en kuvvetlisi için “Allahım, ona kitabı ve hesabı öğret ve onu azaptan ve en emînidir” diye söylediğini Allahü teâlâ haber veriyor, işte koru” diye duâ buyurdu ve Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) bu âyet-i kerîme nâzil olduğu zaman Cebrâil (aleyhisselâm) duâsı da mutlaka müstecâbdır, Allahü teâlâ kabûl eder. O Peygamberimize ( aleyhisselâm ) geldi ve: “Yâ Muhammed! azaptan korunduğu zaman Cennet ehlinden olur. (Ona dil uzatmak, Peygamberimize dil uzatmak olur.) Bunun gibi Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmeyi Muâviye’ye ( radıyallahü anh ) Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) duâsı bereketiyle yazdırmanı sana emrediyor. Çünkü o, senin yazdırdıklarının Muâviye’nin ( radıyallahü anh ) Kur’ân-ı kerîme vukûfiyeti ve (vahiy kâtiplerinin) en kuvvetlisi ve en emînidir” buyurdu. hesabı pek kuvvetli idi. Ebû Hafs Akberî şöyle buyurdu: Resûlullahın ( aleyhisselâm ) Hazreti Muâviye ile Hazreti Ali arasında geçen hâdiselerden ümmeti için koymuş olduğu her bir sünnet, Allahü teâlânın dolayı ona dil uzatanların yanıldıklarını, onların birbirlerini çok emriyledir. sevdiğini delîlleriyle isbat eden Ebû Hafs Akberî; Hazreti Ali’nin tarafını tutan Kûfe ahâlisine irâd buyurduğu şu hutbe Peygamberimiz ( aleyhisselâm ): “Cennet ehlinden olmayan ile, Hazreti Ali’nin Hazreti Muâviye’yi çok sevdiğini ve ona asla bir kimse ile evlenmedim ve Cennet ehlinden olmayan bir düşman olmadığını açıkça ortaya koymuştur. kimseyi de evlendirmedim” buyurdu. Enes bin Mâlik ( radıyallahü anh ) şöyle rivâyet etti: Biz Peygamberimizin ( Hazreti Ali, Kûfe ahâlisine şöyle buyurdu: “Ey Kûfe ahâlisi, aleyhisselâm ) yanında oturuyorduk. Önümüzde taze hurma muhakkak benim boynumda bir borç var. Bu borcu sizin vardı. Resûlullah efendimiz hurmadan yemeye ve yedirmeye üzerinize devretmek istiyorum. Dikkat ediniz haber veriyorum: başladı. Resûlullaha ( aleyhisselâm ) “Yâ Resûlallah! Hem Resûlullahdan ( aleyhisselâm ) sonra insanların en hayırlısı, yiyor, hem de yediriyor musunuz?” diye sordum. Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra Osman’dır. (r.anhüm)” Sonra Peygamberimiz: “Evet Cennette de böyle yaparız, ba’zılarımız Hazreti Ali “Allaha yemîn ederim ki, ben bunu nefsimi ba’zılarımıza yedirir” buyurdu. Ebû Hafs Akberî’nin ( radıyallahü anh ), el-Muknî, Şerh-ül- 2) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 154 Hurakî ve el-Hilâlü beyne Ahmed ve Mâlik gibi kıymetli eserleri vardır. 3) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 228 4) El-Fevâid-ül-behiyye sh. 148, 149 1) Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 163 5) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 790 2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 271 ÖMER BİN MES’ÛD EL-BEZZÂR ÖMER BİN İSHÂK EL-GAZNEVÎ (Kâdı Sirâcüddîn-i Hindî) Evliyânın meşhûrlarından. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin talebelerinden olup, hadîs ve fıkıh ilminde de âlimdir. 533 (m. Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ömer bin İshâk bin 1138) senesinde doğdu. 608 (m. 1211)’de vefât etti. Tasavvuf Ahmed’dir. Künyesi Ebû Hafs olup, Sirâcüddîn lakabı ile ilmine ve hâllerine Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin tanınırdı. Gaznevî ve Hindî nisbetleri vardır. 704 (m. 1304) derslerinde ve sohbetlerinde kavuştu. Uzun müddet ondan senesinde doğduğu, mu’teber eserlerde bildirilmektedir. ayrılmadı. Fıkıh ilmini de ondan, hadîs ilmini Ebü’l-Kâsım Saîd Münâzara ilminde büyük bir üstat, mahir bir kılavuz kabûl bin el-Bennâ, Ebü’l-Fadl Muhammed bin Nâsırüddîn gibi edilmiş olup, çok zekî, eşine az rastlanan bir âlim idi. Fıkıh, âlimlerden öğrenmiştir. Güzel sûretli, güzel ahlâk sahibi, hoş hılâf ve tasavvufa dâir çok kıymetli kitaplar yazdı. 793 (m. sohbet bir zât idi. Çok mücâhede yapar ve çok ibâdet ederdi. 1390) senesinde vefât etti. Keşf-üz-zünûn sahibi ve Süyûtî, Yüzünde ibâdet ve tâat nûrları parlar, konuştuğu zaman vefât târihini 773 olarak bildirmekte olup, ayrıca; “Ömer bin ağzından adetâ nûr saçılırdı. Âhırette başa gelecek korkulu İshâk Gaznevî, Mısır’da kâdı’l-kudât idi” demektedirler. hâllerden bahsedince, dudakları morarır, benzi sararırdı. Herkes tarafından sevilir ve ziyâret edilirdi. Sohbetinde Fıkıh ilmini, büyük âlim ve zühd sahibi bir zât olan Vecîhüddîn- bulunanları yetiştirmiş, kemâle erdirmiştir. Önceleri ticâretle i Dehlevî’den öğrendi. Hocası olan, bu zât, Hindistan’ın Dehlî uğraşır, dükkânında kumaş satardı. Sonra ilme yönelip, bu şehrindeki Hanefî mezhebinin en büyük âlimlerinden olup, husûsta ve bilhassa tasavvufta çok ilerledi. Her taraftan faziletleri, üstünlükleri çok ve her ilimde derya (deniz) gibiydi. sohbetlerine geldiler, İleri gelen kimseler onun sohbetine Zamanının âlimlerinin İmâmı sayılırdı. Bundan başka, katılarak, zühd ve takvâ sahibi oldular. Pekçok hürmet, alâka Şemseddîn Habîb-i Dûlî’den, Delhi âlimlerinin sultânı diye ve ikram görüp, sevildi. Nasihatlerine uyulan bir zât idi. anılan Sirâcüddîn-i Sekâfî ve Rükneddîn-i Bedâyunî’den de Pekçok kimse onun elinde tövbe etmiştir. ilim aldı. Bunlar, Hamîdüddîn-i Darir’in ve Ebü’l-Kâsım Tenûhî’nin talebeleri idiler. Bir şiirinin tercümesi şöyledir: “Allahım, hamd senin içindir ve ancak sana mahsûstur. Biz ise senin verdiğin ni’metlere ehil Eserlerinin başlıcaları şunlardır: 1-Et-Tevsîh: Hidâye şerhidir. olamadık. Kusurlarımızın çokluğuna rağmen, ni’metlerini bol 2- Eş-Şâmil: Fıkıh ilmine dâirdir. 3-Zübdet-ül-ahkâm fî ihtilâf-il- bol ihsân ettin. Sanki biz onu haketmişiz gibi.” eimmet-il-a’lâm, 4- Şerhu Bedî’ıl-usûl, 5-Şerh-ül-mugnî, 6Muazzet-ül-münîfe fî tercihi mezhebi Ebî Hanîfe, 7- Şerh-üzziyâdât, 8- Şerh-ül-câmi’ayn: Bunu tamamlayamamıştır. 1) Kalâid-ül-cevâhir sh. 120 ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ 1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 276 ÖMER BİN MUHAMMED BİN ABDULLAH zamanının bir tanesi idi. Belh şehrinde şeyhlik onunla son buldu. Onun gibisi bir daha görülmedi. Şafiî mezhebi fıkıh, tefsîr ve hadîs âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin Abdullah bin Lukatât-ül-ukûl ve Mezâlik-ül-uzle, Edeb-ül-marîz vel-âid, Nasr olup, künyesi Ebû Şücâ’ el-Bistâmî’dir. 485 (m. 1092)’de Kitâbü min elf-il-uzle gibi, te’lîf etmiş olduğu kıymetli kitapları Bistam’da doğdu. Daha sonra Belh’e yerleştiği için Belhî vardır. denilmişdir. Çeşitli âlimlerden ilim öğrendi. 562 (m. 1167) senesi Rebî’ül-âhır ayının sonlarında, orada vefât etti. Ebû Şücâ’ ( radıyallahü anh ), babasından, Ebü’l-Kâsım bin Muhammed el-Halîlî, İbrâhim bin Muhammed el-İsfehânî, Ebû Hâmid Ahmed bin Muhammed eş-Şücâî, Ebû Nasr Muhammed bin Muhammed el-Mâhânî ve daha başka âlimlerden ilim öğrendi. Ebû Ca’fer Muhammed bin Hüseyn 1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 248 2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 313 3) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 206 es-Simincânî’den Şafiî fıkhını öğrendi. 4) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh. 1318 Ebû Sa’d bin es-Sem’ânî ve onun oğlu Abdurrahîm, İbn-i 5) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 784 Cevzî, Abdülmuttalib el-Hâşimî, Şeyh Tâcüddîn el-Kindî, Ebû Ahmed bin Sükeyne, Ebü’l-Feth el-Mendâî, Ebû Ravh 6) Keşf-üz-zünûn sh. 48, 1464, 1659 Abdülmu’ız el-Heravî ve pekçok âlim de Ebû Şücâ’ elBistâmî’den ilim öğrenip rivâyette bulundular. İbn-i Neccâr onun için şöyle buyurdu: “Ebû Şücâ’ Ömer bin Muhammed; tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerinde zamanının İmâmı ÖMER BİN MUHAMMED EL-BİLFİYÂÎ idi.” Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Ömer bin Muhammed bin İbn-i Sem’anî ise, “O, bütün iyilikleri kendisinde toplayan, Abdülhâkim bin Abdürrezzâk el-Bilfiyâî olup, künyesi Ebû güzel huyları cem etmiş, ince görüşlü bir müftî, muhaddis, Hafs’dır. Lakabı ise Zeynüddîn’dir. 681 (m. 1282) senesinde müfessir, vâ’iz, edîb ve şâir olan bir zâttır” buyurmuştur. Mısır’da doğdu. 749 (m. 1348) senesi Rebî’ul-âhır ayında tâ’ûndan vefât etti. Yine İbn-i Sem’ânî buyurdu ki: “O, bütün bu faziletlerle beraber, ahlâkı ve kendisi güzel, sohbeti arzu edilen, zâhirî ve Babası da âlim olan Zeynüddîn el-Bilfiyâî; el-Ebrekûhî, ed- bâtınî (içi ve dışı) temiz, sözleri ve yazıları fasîh, fâideli Dimyâtî, Ali bin Muhammed bin Hârûn’dan hadîs-i şerîf nükteleri çok, ihtiyâr olduğu hâlde hadîs-i şerîf aramada ve dinledi. Fıkıh ilmini el-Irâkî, el-Bâcî ve birçok âlimden öğrendi. ilim öğrenmede hırslı bir zât idi. Ondan; Merv, Herat, Buhârâ Fıkıh ilmine dâir “Et-Tenbîh” adlı eseri ezberledi. ve Semerkand’da çok şeyler yazdım.” Takıyyüddîn Sübkî onun hakkında; “Ömer el-Bilfiyâî’den daha Başka bir defasında da; “Tam bir vera” ile beraber, faziletleri iyi fıkıh ilmini bilen görmedim. Fetvâ verme husûsunda kendisinde toplayan, onun gibi bir kimse (bu zamanda) Mısır’da onun bir benzeri çıkmadı. El-Bihnesâ şehrine kadı bilmiyoruz” buyurmuştur. ta’yin edildi. Daha sonra Haleb kadılığında bulundu. Humus’daki Medrese-i Nûriyye’de ders verdi. Oradan Ebû Şücâ’ el-Bistâmî ( radıyallahü anh ): Şemail Kâhire’ye gitti. Safd kadılığına ta’yin edildikten elli gün sonra (Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) mübârek vücut şekilleri), vefât etti” demektedir. İbn-i Heysem ve İbn-i Küleyb’in müsnedlerini rivâyette Esnevî ise onun hakkında: “Ömer el-Bilfiyâî fıkıhda İmâm Şerh-il-müzehheb” adındaki kitabından başka, “Fetâvâ”sı da olup, benzeri görülmedi. Herkese karşı iyilik ederdi. Fıkha dâir meşhûrdur. Kendisinden ilim öğrenip yetişen çok talebesi “Muhtasar-ut-Tebrîzî”yi şerh etti” demektedir. vardır. İbn-i Verdî, yazdığı uzun kasidesinde, “Ömer el-Bilfiyâî nezîh bir fıkıh âlimi idi” diye medhetti. 1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 306 ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ 2) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 251 1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-10, sh. 372 3) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 444 2) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 427 4) Keşf-üz-zünûn sh. 1913 3) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 293 4) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 186 ÖMER BİN MUHAMMED EŞ-ŞÎRÂZÎ Fıkıh ve kırâat âlimi. Künyesi Ebû Hafs olup ismi, Ömer bin ÖMER BİN MUHAMMED EL-CEZERÎ (İbn-ül-Bezrî) Muhammed bin Ali bin Ebî Nasr eş-Şîrâzî’dir. Ömer bin Muhammed, 449 (m. 1057) senesinde Serahsın Şîrâz Şafiî fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Muhammed bin Ahmed bölgesinde doğdu. 529 (m. 1135) senesinde Merv’de vefât bin İkrime el-Cezerî’dir. Künyesi Ebü’l-Kâsım olup, “İbn-ül- etti. Bezrî” diye meşhûr oldu. Zeynüddîn ve Cemâl-ül-İslâm lakabları ile tanınırdı. 471 (m. 1078) senesinde doğdu. Cezire Birçok büyük âlimden ders okuyan Ömer bin Muhammed, şehrinin en büyük âlimi, fakîhi ve müftîsi idi. Önce, Cezîre’de, Şafiî mezhebinin önde gelen fıkıh âlimlerinden oldu. Ömer bin Şeyh Ebü’l-Ganâim Muhammed bin Ferec bin İbrâhim bin Muhammed, gününün büyük bir kısmını Kur’ân-ı kerîm Hasen es-Sülemî el-Fârikî’den fıkıh ilmini öğrendi. Sonra okuyarak geçirirdi. İlmî araştırmaya çok önem veren Ebû Hafs, Bağdad’a gelip İmâm-ı Gazâlî, Kıya el-Herâsî ve Ebû Bekr eş- çok kıymetli eserler yazmıştır. Şâşî’den de ilim öğrendi. Ebü’l-Ganâim’in sohbetlerinde çok bulundu. Bunlardan ve kardeşi Ahmed’den hadîs-i şerîf Ömer bin Muhammed; el-İmâm Ebü’l-Muzâffer bin es- dinledi. O, daha birçok âlime yetişip, onlardan istifâde etti. Bir Sem’ânî, Eş-Şeyh Ebû Hâmid eş-Şücâî’den fıkıh ilmini müddet sonra Cezîre’ye dönüp, orada ders verdi. Çeşitli öğrendi. Bunların yanısıra, Serahs’da; Ebü’l-Hasen beldelerden kimseler gelip, onun derslerine katıldı. Ebû İshâk-ı Muhammed bin Muhammed bin Zeyd el-Alevî’den, Belh’de; Şîrâzî’nin “Müzehheb” isimli kitabında bulunan müşkil Ebû Ali el-Vahşî’den ve İsfehan’da; ba’zı âlimlerden ilim mes’eleleri, garîb lafızları, eserde zikredilen şahısların öğrenip, hadîs-i şerîf dinledi. Ömer bin Muhammed’den ise, isimlerini şerh edip, “El-Esâmî vel-ılel min kitâb-il-müzehheb” İbn-i Sem’ânî ilim öğrenip, hadîs-i şerîf dinledi. adını verdi. Bu, muhtasar bir eserdir. 560 (m. 1165) senesi Rebî’ül-evvel ayında Cezîre’de vefât etti. İbn-ül-Bezrî, Şafiî mezhebinin en meşhûr âlimlerinden ve hâfızlarından idi. Dînine çok bağlı ve vera’ sahibi idi. Hattâ, yaşadığı asırda kendisine “Şafiî mezhebinin mes’elelerini, yeryüzündeki insanların en çok ezberleyenidir denildi. “Kitâb-ı Eş-Şihâb el-Vezîr onun hakkında: “Ömer eş-Şîrâzî’nin eğer damarları yarılsaydı, kan yerine fıkıh bilgisi akardı. Ölünceye kadar Merv’de ikâmet etti.” Ömer bin Muhammed’in yazmış olduğu eserlerin ba’zıları 7) El-A’lâm cild-5, sh. 67 şunlardır: 1. El-İ’tisâm, 2. El-İ’tisâr, 3. El-Esile fil-hılâf venNazar. 8) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 789 1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 250 ÖMER BİN SA’ÎD EL-HEMEDÂNÎ 2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 315 Fıkıh âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Ömer bin Saîd bin Ebü3) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 119 s-Sü’ûd el-Hemedânî olup, künyesi Ebü’l-Hattâb’dır. Aslen Yemen’de, Cebele şehri yakınlarında bulunan Zî Akîb köyündendir. 663 (m. 1264) senesinde vefât etti. Kabri belli olup ziyâret edilmekte, insanlar onun kabrini ziyâret etmek, ÖMER BİN MUZAFER EL-MA’RÎ (Zeynüddîn İbn-ül-Verdî) Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Künyesi İbn-ül-Verdî, lakabı Zeynüddîn’dir. 749 (m. 1348) senesinde Haleb’de tâ’ûn hastalığından vefât etti. Haleb’de büyüyüp yetişti. Haleb’de Hatîb Fahr’dan, Hama’da Kâdı Şerefüddîn el-Barzi’den fıkıh ilmi öğrendi. Bir müddet Menbec kadılığı yaptı. Ayrıca şâir olup, çok şiir yazmıştır. Beşbin beyitlik “El-Behcet-ül-verdiyye” adlı fıkıhla ilgili bir eseri vardır. İbn-i Mu’ti’nin Elfiye’si üzerine, “Dav-üt-dürre” adlı bir şerh ve İbn-i Mâlik’in sarf ve nahivde meşhûr eseri olan Elfiye üzerine bir şerh yazmıştır, bunlardan başka; “El-Lülbâb fî ilm-il-İ’râb”, “Muthad-ül-İ’râb”, “Müzkerât-ül-Garîb”, “El-Mesâil-ül-mezhebefil-mesâil-il-mülkabe”, “Ebkâr-ül-efkâr”, “Tetimmetü sahibi Târih-ül-Hamâ”, “Er-cüzetün fî ta’bir-il-menâmât”, “Ercûzetün fî havvas-il-Ahcâr” adlı eserleri vardır. ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ 1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-8, sh. 3 onunla bereketlenmek ve onun hürmetine Allahü teâlâya duâ etmek için etrâftaki beldelerden akın akın gelmektedirler. Ömer bin Saîd hazretleri, fakîh Muhammed bin Ömer hazretlerinin talebesi olup, ondan da birçok zât istifâde etmiştir. Ebü’l-Hattâb Ömer bin Saîd ( radıyallahü anh ), fıkıh ilminde derin âlim ve evliyâlık yolunda tam ve yüksek bir veli idi. Birçok ilmi ve bu ilimlere uygun amel etmeyi kendisinde toplamıştı. Âbid ve zâhid bir zât idi. Kendi hâlinde yaşar, kimse ile alâkadar olmaz, dünyâya meyletmez, vakitlerini devamlı olarak ibâdet ve tâatla, Allahü teâlâyı anmakla geçirirdi. Keşif ve kerâmet sahibi çok yüksek bir zât idi. Ömer bin Saîd hazretlerinin hocası Muhammed bin Ömer ( radıyallahü anh ) bir gece vakti vefât etti. Bu sırada Ömer bin Saîd ( radıyallahü anh ) hocasının bulunduğu köyden çok uzak bir köyde bulunuyordu ve bu köyde de Muhammed bin Ömer’in ( radıyallahü anh ) vefât ettiğini hiç kimse duymamıştı. Fakat Ömer bin Saîd ( radıyallahü anh ) kerâmet olarak, hocasının vefât ettiğini anladı ve talebelerinden bir kısmını yanına alarak derhal yola çıktı ve hocasının defnine yetişti. 2) Dürer-ül-kâmine cild-3, sh. 195 Orada bulunanlar, Ömer bin Saîd’in birden bire gelmesine çok hayret ettiler. Çünkü o hocasının vefât ettiğini bilmiyordu ve 3) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-10, sh. 373 kendisine bir haberci de gönderilmemişti. Anladılar ki, bu hâl, Ömer bin Sa’îd hazretlerinin keşiflerinden biriydi. 4) Bugyet-ül-vuât cild-2, sh. 226 Rivâyet edilir ki, bir kimse, o zamanda bulunan büyük 5) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 161 6) Fevât-ül-vefeyât cild-3, sh. 157 âlimlerden birine gelerek dedi ki: “Efendim! Rü’yâmda çok büyük bir nûr gördüm. O nûr, Ta’ker dağı eteğinden yükseldi. Gittikçe yükseliyordu. Ben hayretle seyrediyordum. O nûr Haleb’de yetişen Hanefî mezhebi âlimlerinden. İsmi, Ömer bin nihâyet semâya kadar yükseldi. Semâ yarıldı (açıldı) ve o nûr Şâhin el-Halebî’dir. Babası subay idi. 1107 (m. 1695) semâdan içeri girip kayboldu. Bu rü’yânın hikmeti ve ta’biri senesinde Haleb’de doğdu. Nesebi, annesi tarafından hazret-i nasıldır?” Bunları dikkatle dinleyen o büyük âlim, o kimseye Hasen’e dayanmaktadır. 1183 (m. 1769) senesinde Haleb’de buyurdu ki: “Bu, Ta’ker dağı eteğinde bulunan çok büyük bir vefât etti. âlimin vefât edeceğine alâmettir. Hattâ o âlim vefât edince, yerler bile sarsılır.” Ta’ker dağı, o muhitte bulunan en yüksek Kendisi doğmadan beş ay evvel babası vefât eden Ömer bin dağ idi ve Ömer bin Saîd hazretlerinin köyü bu dağın eteğinde Şâhîn, annesinin yanında yetişti. İlk olarak Kur’ân-ı kerîmi bulunuyordu. Hakîkaten de, Ömer bin Sa’îd hazretlerinin vefât okumasını öğrendi. O zamandaki kırâat âlimlerinin ettiği gün yer sarsıntısı oldu. O civarda bulunanlardan meşhûrlarından Âmir el-Mısrî’den tecvîd ile Kur’ân-ı kerîm yahudilerin en âlimi olan ve Tevrat’ı en iyi bilen kimse olarak okumaya başladı, İbrâhim (aleyhisselâm) sûresinin sonuna tanınan bir kimse, o gün müslümanlardan bir kimseyi görüp geldiğinde hocası vefât edince, yine zamanın kırâat ona; “Bu büyük zelzele, sizin âlimlerinizin büyüklerinden birinin âlimlerinden olan Ömer el-Mısrî’den okumaya devam etti. vefâtına alâmettir” “dedi. O müslüman kimse hayret edip Kırâat ilminin bütün inceliklerine uygun olarak hatmetti. Yine araştırmaya başladı. Nihâyet Ömer bin Saîd hazretlerinin o aynı zâtın huzûrunda Kur’ân-ı kerîmin hıfzına (ezberlemesine) gün vefât ettiğini öğrendi. Türbesi, yüksek zâtların bulunduğu başladı. Kısa bir müddet sonra ezberini tamamladı. Bu sırada bir kabristanda olup, hiçbir kimse uygunsuz bir hâlde o yaşı henüz onbiri geçmemişti. Bundan sonra hocasından türbeye yaklaşamamaktadır. Hattâ Ömer bin Sa’îd kırâat ilmini öğrenmeye devam etti. Bu husûsta eski âlimlerin hazretlerinin köyü ve o köyde sakin olanlar, o köyde yazdığı kitapları okudu. Daha sonra Abdüllatîf bin Abdülkâdir bulunanlar, her türlü korkulacak hâllerden emîndirler. O köye ez-Zevâidî’den okudu. Fıkıh ilmini Ma’mer Ka’sım en- sığınmış olan birine bir kimse bir kötülük yapmak istese, o Neccâr’dan öğrendi. Mahmûd bin Abdullah el-Antâkî’nin kimseye bir zarar veremeyeceği gibi, kendisi de derhâl bir belâ verdiği tefsîr derslerinde hazır bulundu. Muhammed bin ile cezalandırılır. Bu ve benzeri hâller çok defa görülüp Mustafa el-Basîrî ve başka âlimlerden de okuyarak yetişti. tecrübe edilmiştir. Bir kimsenin bir ihtiyâcı olur, bu ihtiyâcının Hocalarından icâzet aldı. görülmesi için bu zâtın türbesine gider ve bu zâtı vesile ederek duâ ederse, Allahü teâlânın izni ile ihtiyâcı hallolur. 1148 (m. 1735) senesinde, Haleb’de bulunan Rızâiyye ismi ile meşhûr, Vezîr Osman Câmii’nin imamlığına ta’yin edildi. Fakîh Ömer bin Saîd hazretleri, Resûlullah ( Hocalarından Mahmûd el-Antâkî de o câmide ders veriyordu. aleyhisselâm ) efendimizin şu hadîs-i şerîfini Hocası, Ömer bin Şâhîn’den sabah namazından sonra bir nakletmiştik: “Kim, her gün otuzüç defa müddet Kur’ân-ı kerîm okumasını istedi. Böylece Kur’ân-ı “Allahümme salli ala Muhammedin salâten kerîmi okumayı bilmiyenlerin öğrenmelerine yardımcı tekûnü leke ridâen ve lihakkehi edâen” derse olunacaktı. O da sabah namazından sonra Kur’ân-ı kerîm vefât ettiğinde kabri ile Peygamberi okumaya başladı. Böyle okumakla, senede iki hatim edilir, Muhammed’in kabri arası açılır (Muhammed üçüncü hatim de yarıya yaklaşırdı. aleyhisselâmı görür).” Ömer bin Şâhîn’in sesi ve Kur’ân-ı kerîmi okuması o kadar güzel idi ki, insanlar onu dinlemek için tâ uzak mahallelerden kalkıp, sabah namazına onun imamlık yaptığı câmiye akın 1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 219 akın gelirlerdi. Kur’ân-ı kerîm okurken, uzatmalara, tecvide ve kırâat ilminin bütün kaidelerine riâyet eder, dinleyenler adetâ kendinden geçerdi. Kur’ân-ı kerîmi okumasını bilmeyen birçok kimse, ondan bu şekilde dinlemekle, ezberden doğru olarak ÖMER BİN ŞÂHÎN okumayı öğrenip, ilerletmişlerdir. Sabah namazındaki Kur’ân-ı kerîm tilâvetinden (okumasından) sonra, evine dönen Ömer bin Şahin, orada burada Muhammed bin Ca’fer Gunder, Abdülvehhâb es- istiyenlere Kur’ân-ı kerîm okuturdu. O beldeden gelmiş olsun, Sekafî, Muhammed bin Ebî Adîy, Yahyâ bin Sa’îd el-Kattân, başka uzak yerlerden gelmiş olsun hiç kimseyi ayırmaz ve Abdurrahmân bin Mehdî ve daha birçok âlimden rivâyette ders vermekten çekinmezdi. Dilleri yatkın olmayıp, harflerin bulundu. Ondan da Ebû Bekr bin Ebiddünyâ, Ebû Şuayb el- mahreçlerinde zorluk çekenlere öğretirken büyük meşakkatlerle karşılaşır, bunların hepsine sabrederdi. Türklerden de onun derslerine devam edip, kırâat ilmini öğrenenler çoktu. Türklerden olan talebelere anlayamadıkları Harrânî, Ebü’l-Kâsım el-Begâvî, Yahyâ bin Sa’îd, Muhammed bin Zekerriyyâ ed-Dakkâk gibi âlimler de ondan istifâde etmişlerdir: yerleri Türkçe lisânı ile anlatırdı. Bu da onların çabuk kavramalarına vesîle olurdu. O zamanda, Anadolu’nun hemen Ömer bin Şebbe kendisi şöyle anlatır: “Büyük hadîs âlimi Vekî hemen her yerinde Ömer bin Şâhîn’in en az bir talebesi bin Cerrah, şehre gelmişti. Onun yanına girmek istedim, fakat bulunurdu! küçük olduğumdan bana müsâade etmediler. Gece kendisini Vezir İsmâil Paşa, Haleb’de bir câmi yaptırmıştı. 1161 (m. rü’yâmda gördüm. Dicle kenarında, bir testiden abdest 1748) senesinde câminin inşâsı tamamlanınca, Vezir, bu alıyordu. Ona: Ey Ebû Süfyân! (Vekî’ bin Cerrâh’ın câminin hatîbliğine Ömer bin Şâhîn’i ta’yin etti. O da künyesidir.) Bana bir hadîs-i şerîf oku da ezberliyeyim, dedim. Rızâiyye’deki imamlığına ilâve olarak, yeni yapılan câminin hatîbliğini de kabûl etti. 1175 (m. 1761) senesine kadar bu vazîfelerine devam etti. Bundan sonra yaşı ilerleyip, vücûdu da zayıf düşünce câmiye gidip gelmekte zorluk çekmeye başladı. Vazifesine başkalarını vekîl edip kendisi evine çekildi. Bana bir hadîs-i şerîf okudu. Onu rü’yâda ezberledim.” Ömer bin Şebbe’nin hayatını yazanlar, onun fakîh (fıkıh âlimi), edîb (edebiyatçı), kırâatleri, (Kur’ân-ı kerîmin çeşitli Evinde devamlı Kur’ân-ı kerîm okur, gelip okumak istiyenlere okunuşlarını) iyi bilen, târihî haber ve hâdiselerde, de, o hasta hâline rağmen ders verir, okuturdu. İstifâde etmek muharebelerde derin bilgi sahibi ve rivâyetlerinde güvenilir bir arzusunda olan hiçbir kimseye kapısını kapatmazdı. Namazlar âlim olduğunu bildirmişlerdir. hâricinde evinden dışarı çıkmaz, namaza da, evine en yakın olan câmiye giderdi. Faziletler sahibi, her hâli dînimizin emrine uygun, pek yüksek bir zât idi. Talebelerinden bir kısmı, şiirler söyleyerek onu medhetmişler, övmüşlerdir. Ömer bin Şebbe, felsefenin İslâm âlemine girdiği bir asırda yaşadı. Felsefe, özellikle, Ehl-i bid’at’den olan mu’tezile üzerinde çok te’sîrli oldu. Nihâyet mu’tezile, Ehl-i sünnet ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ 1) Silk-üd-dürer cild-3, sh. 176 i’tikâdına (inanışına) ters düşen “Kur’ân-ı kerîm mahlûktur” iddiasında bulundu. Halbuki, Ehl-i sünnet i’tikâdına göre, “Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelâmıdır. Mahlûk değildir.” Me’mûn zamanında “Kur’ân-ı kerîm mahlûktur demiyen büyük âlimlere çok eziyet ve işkence yapıldı. Bu sırada ilk hedef hadîs âlimleri olmuştur. Daha sonra, bu sıkıntılı durum, fıkıh âlimlerini de içerisine aldı. Öyle oldu ki, sanki bütün bu eza ve ÖMER BİN ŞEBBE EN-NUMEYRÎ Hadîs âlimi ve tarihçi. Künyesi, Ebû Zeyd’dir. 172 (m. 798) târihinde doğdu. 262 (m. 876) senesinde Samarrâ’da vefât etti. Babasının ismi Zeyd, lakabı Şebbe’dir. Bağdad’a gelip cefâlar, Ahmed bin Hanbel hazretlerinin üzerinde toplandı. Hapsedildi. Dövüldü. Hiçbir âlime yapılmayan eziyetler yapıldı. Ömer bin Şebbe’ye de Samarrâ’da, “Kur’ân-ı kerîm mahlûktur” 7) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh. 146 demesi söylendi. Fakat o, “Kur’ân-ı kerîm Allahü teâlânın kelâmıdır, mahlûk değildir” cevâbını verdi. Bu yüzden bütün kitaplarını yağmaladılar. Bunun üzerine evinden dışarı çıkmadı. Kimseyle konuşmadı. ÖMER BÜCEYRÎ Hadîs ve tefsîr âlimi. Künyesi Ebû Hafs olup, ismi Ömer bin Muhammed bin Büceyr bin Hazm’dır. Memleketine nisbetle Bu hâdiseyi anlatan Ebû Alî Anzî der ki: “Fakat ben onun Semerkandî, Hemedânî ve dedelerinden Büceyr’e nisbetle yanından ayrılmadım. Söylediklerini yazıyordum. Bana Büceyrî denildi. Muhaddis-i Mâverâünnehr ve Hâfız-ı kebîr öğretmesi husûsunda yaptığım hiçbir teklifi red etmemiştir.” Ömer bin Şebbe, târih, edebiyat, lügat ve dînî mevzûlarda eserler vermiştir. Bunların bir kısmı şunlardır: lakabı verildi. 223 (m. 838)’de doğan Büceyrî, 311 (m. 923) yılında vefât etti. Hadîs âlimi olan babası; Büceyrî’yi, hadîs-i şerîf öğrenmesi için, başta Mısır, Şam ve Bağdâd olmak üzere, çeşitli memleketlere defalarca gönderdi. Gittiği yerlerde Ahmed bin 1. Ahbâr-ı benî Numeyr, 2. Ahbâr-ül-Medîne, 3. Târih-ül- Abdülvâhid bin Âmûd, Îsâ bin Hammâd, Bişr bin Muâz Ukdî, Basra, 4. Umerâ-ül-Medîne, 5. Kitâb-üs-Sultân Ahmed bin Abde Dabî, Amr bin Ali Filâs, Dârimî’nin dayısı Muhammed bin Muâviye, Ebû Âmir Mûsâ bin Âmir, Hişâm bin Medine Târihi adlı eserinde bildirilen hadîs-i şeriflerden ba’zıları: Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ) rivâyet etti. Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Kim mescidde kayıp arayan birisini Huld, Muhammed bin Hâşim Bealbekî, Süleymân bin Seleme, Eyyûb bin Ali bin Heysem Kenânî, İbn-i Hammâd, Muhammed bin Beşşâr Bendâr ve daha pekçok âlimden ilim tahsil edip, hadîs-i şerîf dinledi. Yüzbin hadîs-i şerîf ezberleyerek hadîs ilminde hafız oldu. Çok çalıştı, İslâmî ilimlerin inceliklerine vâkıf oldu. Hadîs ve tefsîr ilimlerinde zamanının ileri gelen duyarsa, Allahü teâlâ onu sana ulaştırmasın, desin. Çünkü âlimlerinden sayıldı. Âlimler sika (güvenilir) olduğunda ittifâk mescidler bunun için yapılmamıştır.” ettiler. Günahlardan sakınmada ve ibâdette çok gayretli olduğu bildirildi. Muhammed bin Abdurrahmân bin Sevbân rivâyet etti. Resûlullah ( aleyhisselâm ): “Kim mescidde ticâret malı satarsa, (Allahü teâlâ ticâretinde kazanç bırakmasın) deyiniz”buyurdu. Ömer Büceyrî’den; başta oğlu Ebü’l-Hasen Muhammed bin Ömer olmak üzere, Ebû Bekr Muhammed bin Ali bin İsmail Şaşî el-Keffâl, Ebû Yahyâ Ahmed bin Muhammed, İbrâhîm bin İshâk Semerkandî, Ali bin İbrâhîm bin Fudayl bin Haddâs Keşaşî, Muhammed bin Muhammed Sabr, A’yün bin Ca’fer Semerkandî, Ebü’l-Hasen Ahmed bin Muhtâc Keşşân, 1) El-A’lâm cild-5, sh. 47 2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-7, sh. 460 3) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 440 4) Târih-i Bağdâd cild-11, sh. 208 5) Bugyet-ül-vuât cild-1, sh. 218 6) Tezkiret-ül-huffâz cild-2, sh. 516 Muhammed bin Ahmed bin İmrân Şaşî, Ali bin Bendâr Sayrâfi, Ebû Hatîm ve daha bir çok âlim ilim öğrenip, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ömer Büceyrî’nin rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden birinde, Resûlullah ( aleyhisselâm ): “Ümmetimin hepsi Cennete girer, istemeyen müstesna” buyurdu. Eshâb-ı kiram (r.anhüm) “Kim istemez?” dediler. “Bana itaat eden Cennete girer. Bana isyan eden istememiştir” buyurdu. Ömer bin Muhammed Büceyrî, değişik ilimlerde birçok eser Daha sonra Dımeşk’a gelerek orayı kendisine vatan edinen yazdı. Kaynaklarda tefsîr ilminde “Kitâb-üt-tefsîr” ve hadîs Ömer el-Bağdâdî, oranın âlimlerinden Şeyh Hasen el- ilminde “Câmi’-üs-sahîh” adlı eserleri hakkında bilgi Bağdâdî’nin kerîmesi ile evlendi ve o zâtın evinde kaldı. verilmektedir. Ömer el-Bağdâdî (r.aleyh) istikâmet sahibi, her hâli dînimizin emirlerine uygun pek yüksek bir zât idi. Çok talebe yetiştirdi. Okutmak husûsunda çok mahir idi. İfâde ve anlatmakta, güzel 1) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh. 262 2) Hediyet-ül-ârifîn cild-1, sh. 780 3) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 361 4) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 307 yazı yazmakta, müşkil mes’eleleri îzâh etmekte, anlaşılamayan ibâreleri çözmekte fevkalâde kabiliyete sâhip idi. İlimde ve anlayış istidâdının fazlalığında, fazilette, emsal ve akranından üstün ve ileride idi. Güzel ahlâkı, hâl ve gidişatının pek takdîr edilecek şekilde bulunmasıyla herkese örnek olan kâmil bir zât idi. Herkesle güzel geçinirdi. Sohbetleri çok tatlı olup herkes tarafından beğenilirdi. Çok saf ve temiz bir kalbe sahip idi. Herkes onun yüksek bir zât olduğunu bilir, öyle i’tikâd ederdi. Kendisine bu sebepten çok hürmet gösterirlerdi. ÖMER EL-BAĞDÂDÎ Ömer el-Bağdâdî (r.aleyh), talebelere ders vererek, ilmî Bağdat’ta yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve yönden fâideli olmaya gayret ederdi. Haftanın yedi gününde tasavvuf büyüklerinden. İsmi, Ömer bin Abdülcelîl bin de ders verirdi. Derslerinde zâhirî ilimleri okuttuğu gibi, bâtınî Muhammed Cemîl bin Derviş bin Abdülmuhsin el-Bağdâdî’dir. ilimlerden de anlatırdı. Tasavvufta çok yüksek derecelere Tasavvufta Kâdiriyye yoluna mensûb idi. 1155 (m. 1742) sahip idi. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Fütühât-ı Mekkiyye senesinde Bağdat’ta doğdu. 1194 (m. 1780) senesi Şevval ve Füsûs-ül-hıkem isimli eserlerini okuturdu. Kendisi ba’zı ayının yirmisinde, Perşembe gecesi fecr doğarken Dımeşk’da, geceleri uyumaz, zikr ve ibâdetle meşgûl olurdu. Çok meşhûr Sâlihiyye denen yerde vefât etti. oldu. Vezirler, kadılar, hâkimler ve diğer ileri gelenlerle birlikte, başka insanlar arasında sevilir, hürmet edilir oldu. İnsanlar Ömer el-Bağdâdî’nin babası Abdülcelîl; takvâ sahibi, sâlih, âbid, fakîh bir zât olup, beldesinde doğruluk ve çok ibâdet etmekle tanınmış idi. Ömer el-Bağdâdî, babasının yanında, onun güzel terbiyesi altında yetişti. İlk defa ondan okumaya başladı. Bundan sonra; Muhammed bin Tâhâ el-Bağdâdî, Abdürrahmân es-Sirâcî, Muhammed el-Kürdî, Muhammed Bağdadî, Haydar el-Kürdî, onun babası Sıbgatullah el-Kürdî ve Bağdat vâlisi Ahmed Kâtib gibi zamanın meşhûr âlimlerinden ilim öğrenerek, onların ders ve sohbetlerinde bulunarak yetişti. İlimde çok ilerledi. Büyük âlimlerden oldu. ondan çok istifâde etti. Herkes onun ilim ve faziletinden faidelenmek, kendisiyle bereketlenmek için ziyâretine gelirdi. Yanına gelen herkesle ilgilenir, gelenler kendisinden memnun ayrılırdı. Gayet yumuşak huylu, tatlı dilli ve güler yüzlü idi. Bununla beraber, İslâmiyete ve müslümanlara düşmanlık edenlere karşı ise gayet vakûr ve heybetli idi. İlme olan düşkünlüğü sebebiyle çok güzel kitaplara sahip olmuştu, iki defa hacca gitti. Güzel huy ve davranışlarını, istikâmet sahibi olmayı vefâtına kadar hiç terketmedi. Herkes onun hakkında “Ni’mer-racûl” (Ne güzel bir kimse) diye bahsederdi. Apaçık ve nurlu bir fazilet güneşi misâli meydana çıktı. Birçok fazileti, sevilen, beğenilen güzel huyları, ilim ve ma’rifetten Vefâtında onsekiz gün hasta yattı. Vefât edince, Sâlihiyye’de kendinde toplanması mümkün olanları topladı. Tasavvuf Beni’z-Zekî kabristanında defnedildi. Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i yolunda da yetişip kemâle geldi. Arabî hazretlerinin kabrinin bitişiğinde medfûndur. Buraya defnedilmesini kendisi vasıyyet etmiş idi. Bu vasıyyeti yerine getirildi. Onu çok sevenler, vefâtında üzüntülerini ifâde eden çeşitli şiirler söylemişlerdir. Başta tefsîr, hadîs, kelâm ve fıkıh olmak üzere, edebiyat, vermesi teklif edildi. Fakat o bunu kabûl etmedi. 631 (m. 1234) beyân ve nahiv gibi ilimlerde çok yüksek olan Ömer el- senesi Receb ayında Müstensıriyye Medresesi açıldığında, Bağdâdî hazretleri, birçok kıymetli eserler te’lîf etmiş olup, Reşidüddîn o gün önde gelen Hanefî âlimlerinden idi. Burada ba’zılarının isimleri şöyledir; 1- Şerh-ül-Kudûrî, 2-Hâşiyetün ders vermesi teklif edildi, önce bu teklifi şiddetle reddetti ise alel-Mugnî, 3- Hâşiyetü şerh-in-Nûniyye, 4- Şerh-u salevât-il- de, daha sonra kabûl etti. Vefâtına kadar, orada müderris Muhammediyye: Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin olarak kaldı. Vefâtında memleketin ileri gelenleri, kalabalık bir Salevât-il-Muhammediyye isimli eserine şerhidir. 5- Risâletün cemâat hâlinde cenâze namazında bulundu. Hayzerân fil-a’lâm bit-tekbir, 6- Risâletün fil-edhıyye, 7-Risâletün fî kabristanına defnedildi. ma’nâ Lâ ilahe illallah, 8-Hâşiyetün fil-isti’ârât, 9- Tefsîr-ülKur’ân: Bu eserini tamamlıyamadan vefât etmiştir. İbn-i Neccâr, Ömer Fergânî’yi şöyle anlatır: “O, fıkıh, usûl, hılâf, kelâm ve Arabî ilimlerde pek yükselmişti. Çok güzel hattı ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ vardı. Nazım ve nesirde pek mahir idi. Tasavvuf yolunda da pek ileri derecelerde olup, çok ibâdet ederdi. Tevâzu ve ahlâk 1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 287 2) Silk-üd-dürer cild-3, sh. 179 sahibi idi. İbn-i Kati’î’nin yanında, Sahîh-i Buhârî’nin çoğunu okudum. O da, ben okurken dinliyordu. Hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmamıştır.” 3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 799 4) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 423 cild-2, sh. 382 5) El-A’lâm cild-5, sh. 49 1) Târih-i Ulemâ-i Müstensıriyye cild-1, sh. 118, 2) Bugyet-ül-vuât sh. 346 3) Mir’ât-ül-cinân cild-4, sh. 243 ÖMER FERGÂNÎ (Ömer bin Muhammed) 4) Cevâhir-ül-mudiyye cild-1, sh. 396 Hanefî âlimlerinden. İsmi, Ömer bin Muhammed bin Ömer bin Muhammed bin Ebû Nasr’dır. Künyesi Ebû Hafs olup, lakabı Reşîdüddîn’dir. 632 (m. 1234) târihinde vefât etti. Kendi ÖMER MUHDÂR BİN ABDÜRRAHMÂN memleketi olan Fergâne’de âlim oldu. Fergâne, Mâverâünnehr şehirlerinden birisidir. Ömer Fergânî daha genç yaşta Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ömer el-Muhdâr bin Bağdad’a geldi. Şihâbüddîn Ömer Sühreverdî ile görüştü. Abdürrahmân es-Sekkâf’dır. Doğum târihi bilinmemektedir. Bağdad’ın batı tarafında bulunan Mensûr Câmii’ne komşu 833 (m. 1429) senesinde Terim denilen yerde, öğle namazının olan Züzenî dergâhında kaldı. Sonra, Vâsıt şehrine gitti. Vâsıt secdesinde iken vefât etti. Zenbil kabristanına defnedildi. şehrinin civarındaki yerlerde bulundu. Senelerce Ahmed Rıfâî Hâller ve kerâmetler sahibi olup, çok kerâmetleri görüldü. hazretlerinin oğullarının yanında kaldı. Bu zaman zarfında Tarla ve bahçesindeki mahsûlü korumak için bir bekçi kendisini ibâdete verdi. Onlarla akraba oldu. Onlar bulundurmazdı. Kendisinden izinsiz olarak kim birşey aldı ise, kendisinden çok istifâde ettiler. Onun yanında fıkıh okudular. hayvan olsun, insan olsun, derhâl başına bir belâ gelirdi. Bir İki sene sonra Bağdad’a döndü. Buradan Şam ve Cezire karga gelip, ona âit olan hurma ağacına konup, hurmalardan mıntıkasına gitti. Sincâr’da bir müddet kaldı. Sincâr Câmii’nde yedi. Daha sonra da uçtu gitti. Çok geçmeden geri döndü ve fıkıh ve edebî ilimler ve usûl-i fıkıh okuttu. Tekrar Bağdad’a orada öldü. döndü. Bir müddet Bağdad’ın batı tarafında bulunan Amîd dergâhında kaldı. Kendisine Tutuşiyye Medresesi’nde ders Talebesi anlatır: “Amcamın bir kızı vardı. Ba’zı kimseler gelip Ömer Muhdâr sevdiklerinden birisine, canının arzu ettiği şeyi onu istediler. Fakat o, kimseyle evlenmeyi kabûl etmedi. Bu sordu. O da taze hurma istediğini söyledi. Mevsim kış olup, durumu gidip hocam Ömer Muhdâr’a anlattım. Buyurdu ki: hurma zamanı değildi. Ömer Muhdâr, o kimse ile kabristana “Doğrudur. O kimseyle evlenmiyecek. Ancak, seninle gidip, ziyârette bulundu. O esnada yanına birisi geldi ve bir evlenecek ve bir oğlunuz dünyâya gelecek.” Ben fakir bir müddet onunla görüştü. O kişi; “Bu, arkadaşının yiyeceğidir” kimse olduğum için, hocamın buyurduğu evlilik işine ihtimâl diyerek birşey verdi. Ömer Muhdâr da onu aldı ve sevdiği vermeyip, uzak gördüm. Aradan çok geçmeden kız benimle kişiye dönüp; “Bunu alınız” diyerek, canının arzu ettiği taze evlenmek istedi. Onunla evlendim. Bir oğlumuz dünyâya hurmaları verdi. Sevdiği kişi çok şaşırdı. Hocasının geldi.” kabristanda görüştüğü kişiden ve taze hurmalardan birşey soramadı. Birisi gelip, hanımının zînetlerinin çalındığını Ömer Muhdâr’a bildirdi. O da; “Kim çaldı ise üç güne kadar getirsin. Yoksa Ömer Muhdâr, kırk gün süren hac yolculuğunda birşey yiyip ölecek” diye nidâ etmesini söyledi ve ayrıca; “Bu üç gün içinde içmedi. Yürümekden hiç yorulmadı ve kuvvetinden hiçbir şey zînetler getirilmezse, ölenin elbisesinde hanımının zînetlerini kaybetmedi. bulacaksın” buyurdu. O kişi, denileni yaptı. Üç gün sonra birisi öldü. Cebine baktıklarında zînetleri buldular. Ömer Muhdâr, tek bir nefesde, Allahü tealânın el-Latîf ism-i şerîfini bin defa, el-Hâfız ism-i şerîfini de aynen bin defa Ömer bin Ali isminde birisi, Şahar vâlisi Abdullah bin Ahmed okudular. el-Hebî’nin zulm ettiğini Ömer Muhdâr’a söyleyip, şikâyette bulundu. O da; “İbn-ül-Hebî, Şahar’dan sırtında bir gömlekle Birisi Ömer Muhdâr’a bir eziyet ve sıkıntı verdiğinde, mutlaka çıkacak. Bütün malı zorla elinden alınacak, yerine Yemen’den üç gün sonrasında başına bir musibet gelir, cezasını görürdü. bir başkası geçecek” buyurdu. Çok geçmeden azledildi. Bir Ancak, tövbe ettiğinde bu musibetten kurtulurdu. gömlekle şehirden çıkarılıp, Aden’e sürüldü. Ömer Muhdâr’ın duâsı müstecâb olup, kabûl olurdu. Nice Çöldeki köylülerden bir grup, Ömer Muhdâr’a âit bir deveyi kimseler gelip duâ istediler ve maksadlarına kavuştular. Hasta çalıp, üzerindeki yiyeceği gasbettiler. Ömer Muhdâr, onların birisi gelip duâ istedi. Çok geçmeden hastalıktan kurtulduğu reîsine haber gönderip, deveyi üzerindeki eşya ile birlikte görüldü. Bir kadıncağız, şiddetli bir başağrısına tutuldu ve göndermesini söyledi. Reîs deveyi gönderdi, fakat eşya ve hiçbir ilâç fayda vermedi. Ona haber gönderip duâ istedi. yiyecekleri göndermedi. Bunun üzerine Ömer Muhdâr buyurdu Afiyetle duâ ettiğinde, kadıncağız derhâl iyileşti, ağrıdan eser ki: “Yiyecekleri zorla alan o kimseyi iyi ta’kib ediniz. Biz zayıf kalmadı. olanları değil, iyice semizleşmiş olanları keseriz. Ya’nî kötülüklere bulaşıp, başkalarına zararı çok olan ve artak cezayı hak etmiş olanlara ceza veririz. O kişi yatsı vakti öldürülür.” Aynen buyurduğu gibi oldu. Birisi gelip para kesesini kaybettiğini ve kazancının gittiğini söyleyip duâ istedi. “Onu alanı görüyorum. Falan yerde sana verecek” buyurdu. Dediği gibi oldu. Ömer Muhdâr, talebelerinden birine, içinde para olan bir küp verdi. O talebe, ailesi için kendilerine yetecek kadarını alıp, ihtiyaçlarına sarfetti. Bu durum, aylarca devam etti. Birgün 1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 222 hanımı merakla, içinde olan parayı saymaya kalktı. Birkaç gün sonra talebe gidip, küpte para kalmadığını arzettiğinde, Ömer Muhdâr buyurdu ki: “İçindeki altınlar sayılmasaydı, daha nice seneler size yeterdi.” ÖMER RÛŞENÎ Osmanlılar zamanında yetişen evliyânın büyüklerinden. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) için yazdığı na’t-ı şerîfi: Halvetiyye yolunda Rûşeniyye kolunun kurucusudur. İsmi, Ömer Rûşenî olup, Dede Ömer Rûşenî diye tanınmıştır. Ey Risâlet bostanında harâmân serv kad. Halvetî yolunun ilen gelen âlim ve âriflerindendir. Aydın Vay nübüvvet bahçesinde yasemîn bu lâle had. vilâyetinin Güzelhisar köyünde doğdu. Kaynaklarda doğum târihine rastlanmamıştır. Aydınlı olduğu için, şiirlerinde Rûşenî (Aydınlık) mahlasını, takma adını kullanmıştır. 892 (m. 1487) senesinde Tebrîz’de, Kur’ân-ı kerîm okurken vefât etti. Selçuk Hâtun tarafından kendisi için yaptırılmış olan dergâhta medfûndur. Güzelhisar’da doğup yetişen Ömer Rûşenî, ilim tahsili için Bursa’ya geldi. Yeşil Câmi imâretinde bulunan medreseye Adı Ahmed bî adettir yâ Nebiyyallah velî. Sen bir Ahmed’sin ki, senden görünür nûr-i ehad. Sad aynın (gözün), mîm ağzın, dâl zülfün göreli, Yâ Nebî, gitmez dilimden bir nefes zikr, hamd. Konmadı Âyine-i bi rengine kerd gubâr, Sîne-i bî gine ki gelmeyeyim ben hıkd ve hased. yerleşti. Orada bir müddet zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra, Enbiyânın herbirinin var nihâyet ilmine, içinde tasavvuf yoluna girme arzusu çoğalıp, Bursa’dan Hak sana verdi ki, ilim ve hikmete yok had ve hudud. ayrılarak Karaman beldesine gitti. Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretlerinin büyük kardeşi Alâüddîn Ali Aydınî’nin talebeleri Manzûm tasavvuf ta’rîfi: arasına girdi. Daha sonra Şirvan’ın nahiyelerinden olan Bakü’ye giderek, Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî hazretlerinin sohbet Tasavvuf; “Terk-i da’vâdır” demişler, ve hizmetine girdi. Kısa zamanda yükselerek hocasının önde Dahî; “Kitmân-ı ma’nâdır” demişler. gelen talebelerinden, nihâyet halîfelerinden oldu. Tasavvuf; “Terk-i kîl-ü-kâle” derler, Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin sohbetlerine kavuştuktan sonra, Hemen “Vecd-ü -semâ-ü -hâle” derler. kendisini ilme daha çok verdi. Çok sıkı riyâzetler çekti. Nefsin terbiyesi için çok gayret etti. Bunun için nefsin arzularını yapmazdı. Bu yoldaki gayret ve istidâdının fazlalığı sebebiyle, kısa zamanda çok yükseldi. Hocasının vefâtından sonra, bir müddet Karabağ’da kaldı. Selçuklu sultanlarından Kerîm Hân’ın onu da’vet etmesi üzerine Tebrîz’e gitti. Orada kendisi için yaptırılan zaviyeye yerleşti. Vefâtına kadar orada hizmet etti. Çok talebe yetiştirdi. İlim ve feyz kaynağı oldu. Talebelerinin en yükseklerinden birisi, Halvetiyye yolunun kollarından olan “Gülşeniyye” Tasavvuf; “Hıfz-ı evkât’a demişler, Tasavvuf; “Terk-i tâmât”a demişler. Tasavvuf; babıdır bez-ü-atânın, Tasavvuf; beytidir mikr-ü-vefânın, Tasavvuf; bir hidâyettir Hudâdan, Bunu ben söylemedim bil hevâdan. Tasavvuf; dâim olmaktur mürâkıb, Olup iste gece hâlin muhasip. kolunun kurucu olan ve Gülşenî diye tanınan İbrâhim bin Muhammed hazretleridir. Tasavvuf; etmemekliktir tasalluf, Hakkın emrine etmeyip tasarruf. Dede Ömer Rûşenî hazretleri, Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) ve O’nun vârisleri olan hakîkî İslâm âlimlerinin Tasavvuf; kalbi Hakka bağlamaktır. tam bir âşığı idi. Sevgili Peygamberimiz için yazmış olduğu Yüreğin aşk odiyle dağlamaktır. Türkçe ve Fârisî na’tları (O’nun vasıflarını anlatarak öven şiirleri) çok kıymetli olup, bu na’tlara pekçok şâir tarafından Tasavvuf; hüsn-i hulk ile edebdir. nazireler yapılmış, ya’nî aynen onun vezin ve kâfiyesi ile şiirler Velî, Hüsn-i edeb, i’tâ-yı Rabdır. söylenmiştir. Tasavvuf; bilmekdir etvâr-ı kalbi, Demişler bu sözü sâhib icabet, Eridüp koymıya kalbinde kalbi. Nedir dense tasavvuf? de: İnâbet. Tasavvuf; yâr olup, bâr olmamaktır. Ebû Osman Mekkî’nin sözüdür Gül-i gülzâr olup, har olmamaktır. Tasavvuf zühd-ü-takvânın özüdür. Cihanın Şahı (Abdullah-i Ensâr), Demiştir kim tasavvuf Bişr-i Hafî Demiş: Yâr ol velî bâr olma zinhar. Eridüb etmedir gönlünü nâfî’. Düşüben aşk odına bî tekellüf, Tasavvuftur diyen İbrâhim Edhem, Yanıp günü kül olmaktır tasavvuf. Tarikatta hakkın durmağı Muhkem. Yanan bir şem’ıdır Hakkın tasavvuf, Tasavvuftur denilmiş üns-ü-kurbet, Dememektir iyiye, yavuza “tüf”. Arayenden sürünüp havf-ü-heybet İrâdettir demiş ba’zısı tasavvuf, Tasavvuf; buğz-ı dünyâyı denîdir. Demeyüp şeyhine, üstadına “yüf”. Bu sözü söyliyen bil “Rûşenî’dir. Kerâmet satmamaktır tasavvuf, Kitabında demiş sâhib-i tasavvuf, Hakkın işinde etmeyüp tasarruf. Cemi’i (10) dur erkân-ı tasavvuf. Vefâ göstermedir mânendi Yûsuf, Tasavvuftur denilmiş safvet-i kalb, Ganîmet bilmedir vakti tasavvuf. Hudâdan gayriden kalbin edüp kalb Geçen ömür içün edip teessüf, Tasavvuf halktan kaçmağa derler, Cefâ eden keşan içün telettuf. Öziyçün Hakka yol açmağa derler. Demiş Zünnûn-i Mısrî kim tasavvuf, Kerâmet satmamaktır kerâmet, “Kabûl-i şer”dir, terk-i tekellüf. Kerâmet denilmiş terk-i âdet. Demiş; Ma’rûf-i Kerhî kim tasavvuf, Muhib, Mahbûbla ey sâhib-i saadet, Temellüktür, tahalluktur, telettuf. Görüp söyleşmedir keşf-ü-kerâmet. Ebû Bekr-ü-Ömer der kim tasavvuf, Yine bir na’t-ı şerîf: Ta’arruftur, ta’arruftur, ta’arruf. Çün doğup tuttu cihan yüzünü hüsnün güneşi, Denilmiştir tasavvuf mâsebaktan, Kim ola sevmiye bu veçhile sen mahveşi. Sükûn-i kalbdir, maduna Haktan. Türk ve Kürd ve Acem ve Hind bilir bunu ki, sen, Demiştir bu sözü Hamdûn Kassâr, Hâşimî’sin, Arabî’sin, Medenî’sin, Kureşî. Mürîd-i Ebû Türâb Şeyh-i ebrâr. Sensin ol Pişt-ü-penah melek-ü-ins-ü-peri Tasavvuf; oldur olup çeşm-i tayyar, Enbiyânın güzeli sevgilisi hûb-ü-hoşî Ola ahvâl-i kalbi ayn-i seyyar. Parmağından akıtıp âb-ı revân bahş-ı revân, Nice yüzbin kişiden ref idiser sen ateşi (susuzluğu). Sen emîre kul olan, her ne kadar müdbir ise, Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere bunlardandır. Bende-i makbil olur misl-i Bilâl-i Habeşî. Mekke-i mükerremede Muhammed bin Irâkî ile görüşüp sohbetinde bulundu ve ondan icâzet (diploma) aldı. Şeyh Dîk-i hikmetde pişirdi çü seni Sevgili Hak. Alvân Hamevî ile görüştü. Alvân Hamevî de ondan hadîs Cibril olsa, nola matbahının himyekeşî öğrendi. Onunla aralarında çok kuvvetli bir dostluk vardı. Üzülür ırkı Ebû Cehl gibi ebter olur. Ömer Şemmâ’, iyiliği emreder, Allahü teâlânın emirlerini Sen Ebü’l-Kâsım ile her kim iderse güreşi. duyurur, yasaklarından sakındırırdı. Dünyâya düşkün olanların Vedduhâ virdine velleyl okurum sünbülüne, “Rûşenî” virdin okur küll-i gadât-ı ve işâ... hediyelerini kabûl etmezdi. Hiçbir resmî vazîfe kabûl etmedi. Kendi kazancı ile geçinirdi. Çok güzel eserler yazıp, beyitler söyledi. Bir şiirinde özetle şöyle dedi: “İnsanlara acı, onlara merhametli davran. Güleryüzlülükle onlara muâmelede bulun. İnsanlara merhamet edene, Allahü teâlâ merhamet eder. Bu 1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1008 husûsta insanların efendisinden hadîs-i şerîf vârid oldu.” 2) Tâcüt-üt-tevârih cild-2, sh. 539 Vefâtında, bütün Haleb halkı ve başka şehirlerdeki müslümanlar çok üzüldüler. Şeyh Alvân da çok üzüldü ve 3) Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî sh. 3 buyurdu ki: “Hadîs ilmi reîsliği onda idi. Şimdi garîb kaldı.” Ömer Şemmâ’, sünnet-i seniyyeye çok bağlı idi. İslâm 4) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 69 âlimlerinin izinde yürüdü. Çok kitap yazdı. Eserlerinden ba’zıları şunlardır: 1- Mevrid-üzzemân fî şuub-il-Îmân, 2- El-Fevâid-üz-zâhire fî sülâlet-ittâhire, 3- Muhtasaru şerh-ir-Ravd, 4- Kitâbü belâgat-ilmukteni’ fî âdâb-il-müstemi’, 5- Ed-dürr-ül-mültekıt min-er- ÖMER ŞEMMÂ’ Şâfiî mezhebi fıkıh ve hadîs âlimi. İsmi, Ömer bin Ahmed bin Ali bin Mahmûd Şemmâ’ Halebî’dir. Künyesi Ebû Hafs olup, lakabı Zeynüddîn’dir. 880 (m. 1475) senesinde doğdu. Doğum yeri bilinmemektedir. 936 (m. 1529) senesi Safer ayının ortasında Haleb’de vefât etti. Cebel-i Cûşen denilen yere defnedildi. ravd-in-nâdıra fî fedâil-il-aşera, 6- El-Azb-üz-zülâl fî fedâil-illeâl, 7- El-leâl-illâmia fî tercüme-il-eimmet-il-erbe’a, 8- Elmüntehâb minen nazm-il-fâik fiz-zühdi ver-rekâik, 9- ElYevâkit-ül-mükellile fil-ehâdîs-il-müselsile, 10-Feth-ül-mennân fî tahmis raiyyet-iş-Şeyh Alvân, 11- El-Müntehab-ül-merdâ min müsned-iş-Şâfiî, 12- Lükat-ül-mercân min müsned-in-Nu’mân, 13-İltâf-ül-âbid, 14- El-Kabs-ül-hâvî li gurer dav-is-Sehâvî, 15El-Mevâhib-ül-melekiyye, 16- Tuhfet-ül-emcâd, 17-Et-Tezkire, 18- Kitâbü muharrik himem-ül-kâsirîn, 19- En-Nebzet-üz- Ömer Şemmâ’, önce Muhyiddîn bin Ebâr ve Kâdı Celâlüddîn Zâkiye, 20- Uyûn-ül-ahbâr. Nasîbî’den ilim öğrendi. Haleb’in önde gelen âlimlerinden olan Takıyyüddîn Ebî Bekr Hıyşî Halebî’den hadîs ilmini öğrendi. Sonra da Kâhire’ye giderek orada tahsiline devam etti. Celâlüddîn Süyûtî, Kâdı Zekeriyyâ, Burhânüddîn İbni Ebî Şerîfin derslerini dinledi. İcâzet aldığı hocalarının adedi. 1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 274 2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 218 İkiyüze ulaştı. Çok defa hac etti. Mekke-i mükerremede mücavir olarak kaldı. Hadîs ilmini tahsil için çok yerler dolaştı. Hama, Humus, Dımeşk, Kudüs, Safd, Kâhire, Belbeys, 3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 795 4) El-Kevâkib-üs-sâire cild-2, sh. 224 5) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 252, 488, 618 cild-2, sh. 1184, 1534, 1907 6) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 19, 194, 450 cild-2, sh. 133, 174, 605 7) Brockelmann Sup-2, sh. 415