T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI (İSLAM TARİHİ) ANABİLİM DALI İBN-İ MİSKEVEYH VE TARİH ANLAYIŞI Yüksek Lisans Tezi İlyas Akyüzoğlu Ankara 2003 I T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI (İSLAM TARİHİ) ANABİLİM DALI İBN-İ MİSKEVEYH VE TARİH ANLAYIŞI Yüksek Lisans Tezi İlyas Akyüzoğlu Tez Danışmanı Prof. Dr. Nahide Bozkurt Ankara 2003 II İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER.........................................................................................................................................I KISALTMALAR…………………...…………………………………………………………………III ÖNSÖZ.................................................................................................................................................... 1 GİRİŞ TARİH BİLİMİ VE İSLAM TARİHÇİLİĞİNİN GELİŞİMİNE GENEL BİR BAKIŞ I-TARİH BİLİMİ…………… ……... …...........................................................................................4 II-İSLAM DÜNYASINDA TARİH ÇALIŞMALARININ BAŞLAMASI................... .........................7 III-MÜSLÜMANLARIN TARİH YAZICILIĞININ GENEL KARAKTERİ............................. ..........9 BİRİNCİ BÖLÜM İBN-İ MİSKEVEYH’İN HAYATI VE ESERLERİ I-HAYATI..............................................................................................................................................14 II-ESERLERİ.........................................................................................................................................25 III İKİNCİ BÖLÜM İBN-İ MİSKEVEYH’İN TECARİBU’L-UMEM ADLI ESERİ VE TARİH ANLAYIŞI I-TECARİBUL-UMEM VE TEAKİBU’L-HİMEM............................................................................31 A-ESERİN ÖZELLİĞİ............................................................................................................31 B-İBN-İ MİSKEVEYH’İN TAKİP ETTİĞİ METOT......................................... ..................33 C-İBN-İ MİSKEVEYH’İN YARARLANDIĞI KAYNAKLAR...........................................42 II-İBN-İ MİSKEVEYH’İN TARİH ANLAYIŞI..................................................................................52 SONUÇ.................................................................................................................................................68 BİBLİYOGRAFYA...................................................... .......................................................................73 IV KISALTMALAR a.g.e. :Adı geçen eser. Arp. trc. :Arapça tercüme. a.mlf. :Aynı müellif. bkz. :Bakınız. b.y. :Basım yeri yok. c. :Cilt. çev. :Türkçe’ye çeviren. D.İ.F.M :Daru’l-Fünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası. Haz. :Hazırlayan. m.y. :Müstensih yok. s. :Sayfa. tahk. :Tahkik eden. tash. :Tashih eden. t.y. :Basım tarihi yok. y.z.m. :Yazma eser. 5 ÖNSÖZ İnsanoğlunun zihnini varlık anlamında “nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusu kurcalamaya başlayınca insanlar kendilerini felsefi bir uğraşının içerisinde buldular. Aynı soruyu bu sefer kendi geçmişleriyle ilgili sorunca da tarih biliminin temelini atmış oluyorlardı. İnsanlar kendi geçmişlerini hep merak etmişlerdir; “Acaba atalarım kimlerdi, nasıl yaşarlardı, bizden farklı olarak neler yaparlardı?” gibi sorular kafalarını kurcalamış ve bunların cevaplanması için insanoğlu bir çaba içerisine girmiştir. Bu soruları cevaplamak için yapılan araştırma ve incelemeler neticesinde elde edilen bulgularla da tarih bilimine kaynaklık edecek olan literatür oluşmaya başlamıştır. İslam dünyasında da tarihçilik özel bir ihtiyaç neticesinde ortaya çıkmıştır. İslam peygamberi hayatta iken dini veya dünyevi meselelerle ilgili bir sorunla karşılaşan Müslümanlar, çözüm için peygambere danışıyorlardı. Fakat Hz. Peygamber vefat edince karşılaştıkları bir meseleyi ona danışmaları artık mümkün olmadığından onun benzer durumlardaki tutumunun ne olduğunun bilinmesi ve buradan yola çıkarak hüküm çıkarılması için onun uygulamalarının kaydedilmesi ihtiyacı ortaya çıktı. Ayrıca Hz. Peygamber’in hayatını, yaptıklarını kayıt altına alıp gelecek nesillere aktarmak da gerekiyordu. Böylece Hz. Peygamberin hayatını (Siyer) ve savaşlarını (Megazi) konu alan kitaplar yazılmaya başladı. Daha sonra bu süreç genel tarih yazıcılığına doğru hızla gelişti. Müslümanların genel tarih yazıcılığına yönelmeleri İslam fetihleri sonrasında farklı din, dil, örf ve adetlere sahip milletlerle karşılaşmaları ile başlamıştır. Ayrıca Kur’an’da geçen kıssalarda geçmiş milletlere ait bazı olayların anlatılması genel tarih yazıcılığına etki eden bir başka unsurdur. İslam dünyasında, tarihi, insanlığın varoluşundan itibaren ele alarak 6 işleyen ilk sistematik eseri Taberi, “Tarihu’l Umem ve’l-Muluk” adıyla yazmıştır. Müslüman alimler eserlerini yazarlarken ve aktarırken hadisçilerin metodu olan rivayet metodunu kullanıyorlardı.Tarihi haberleri kim rivayet ediyorsa o haberi hiçbir eleştiriye tabi tutmadan olduğu gibi naklediyorlardı. Taberi de eserini bu metoda göre yazmıştı. Biz bu tezimizde, İbn-i Miskeveyh’in “Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’lHimem” adlı eserini ele alacağız. Eser, genel tarih yazıcılığının bir ürünüdür. Yazar tarafından insanlığın tarihinin genel bir panoramasını çıkarmak için yazılmıştır. Bunun için İbn-i Miskeveyh eserine, “Ümmetlerin Tecrübeleri ve Himmetlerin (gayret,azim) Akışı” anlamına gelen bir isim vermiştir. Eser, hicri 366-372 yılları arasında filozof yazar İbn-i Miskeveyh tarafından, kendisi Büveyhi hükümdarı Adududdevle’nin hizmetindeyken kaleme alınmıştır. Eserin elde bulunan en eski nüshası İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya Bölümü’nde 3116-3121 numaraları arasında kayıtlıdır. Bu nüsha eserin tamamını içeren eksiksiz tek nüshadır. Bu nüshanın İbn-i Miskeveyh’in vefatından yaklaşık seksen beş yıl sonra (Miladi. 1111) istinsah edildiği tahmin edilmektedir. Tezimizde, “İbn-i Miskeveyh’in hayatının ve eserlerinin” yanı sıra “yazar tarihi ele alırken hangi kıstaslara dikkat etmektedir, kaynak olarak neleri veya kimleri almıştır, olayları nasıl işlemiştir ?” gibi sorulara cevaplar bulmaya çalıştık. Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem adlı eseri incelememizdeki esas amaç ise, tezimizin konusundan da anlaşılacağı gibi, “İbn-i Miskeveyh’in tarih anlayışına etki eden unsurları ortaya koymak ve yazarın tarih anlayışının ne olduğunu tespit etmektir.” 7 Eserin en temel özelliği İslam tarihçilerinin genel metodu olan olayları hiçbir elemeye tabi tutmadan olduğu gibi nakletme anlayışının (rvayetçilik) yazar tarafından benimsenmemesi ve bu anlayışla yazılmış olmasıdır. Tarihe eleştirel bir yaklaşım söz konusudur. Müslüman tarihçiler içerisinde eleştirel tarihçiliğin öncüsü olarak İbn-i Haldun kabul edilmektedir. Biz araştırmalarımız neticesinde İslam dünyasında eleştirel tarihçiliğin fikir babası olarak kabul edilen İbn-i Haldun’dan yaklaşık üç asır önce yaşayan İbn-i Miskeveyh’in, eleştirel düşüncenin ilk tohumlarını yazmış olduğu bu eserle attığını fakat sistematik bir hale getiremediğini ayrıca yazarın İran tarihine ve İranlı yöneticilere olan aşırı sempatisinin eserinde sergilemiş olduğu objektifliğe ve rasyonelliğe gölge düşürecek seviyede olduğunu tespit ettik. Çalıştığım yazar ve eseri hakkında yazılmış olan kaynak eserlere mümkün olduğunca ulaşmaya çalıştım. Bu amaçla İstanbul ve Ankara’daki çeşitli kütüphane ve yayınevlerini gezdim. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesindeki 1111 yılında basılmış olduğu tahmin edilen orijinal nüshasını inceledim. Tez iki bölümden meydana gelmektedir. Girişte tarih bilimini, İslam tarihçiliğinin gelişimini ve Müslümanların tarih yazıcılığının karakterini İbn-i Miskeveyh’in yaşadığı döneme kadar genel hatlarıyla ele aldık. Birinci bölümde, İbn-i Miskeveyh’in hayatını ve eserlerini inceledik. Son bölümde ise yazarın, Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem adlı eserini ve tarihçilik anlayışını ele aldık. Çalışmalarım sırasında bana destek veren İslam Tarihi Bölümü hocalarıma ve özellikle bana her türlü yardımı yapan ve bu tezi almamı teşvik eden danışmanım Prof. Dr. Nahide Bozkurt hocama teşekkürü bir borç bilirim. İlyas Akyüzoğlu Ankara 2003 8 GİRİŞ TARİH BİLİMİ VE İSLAM TARİHÇİLİĞİNİN GELİŞİMİNE GENEL BİR BAKIŞ I-TARİH BİLİMİ İnsan bilgilerinin kaynağı yine insanın merak ve hayretidir. Bu durum, kendi geçmişi söz konusu olduğunda da aynı şey geçerlidir. İnsanlar kendi geçmişlerini çeşitli nedenlerden dolayı merak etmişler ve araştırmak istemişlerdir. Bu araştırma çalışmaları neticesinde bir tarih bilimi meydana gelmiştir. İbn-i Haldun’a göre tarih, zahiri olarak, insanların, kavimlerin hal ve durumlarının nasıl değişmiş olduğunu, devlet sınırlarının nasıl genişlemiş, kuvvet ve kudretlerinin nasıl artmış olduğunu, ölüm ve yıkılma çağı gelinceye kadar yeryüzünü nasıl imar ettiklerini bize bildirir. 1 Tarih bilimi, İnsanlığın yaratılıştan bu güne kadar geçirdiği aşamaları, madde ve mana alanındaki faaliyetlerini, gelişme ve olgunlaşmasını, bu günkü duruma nasıl geldiğini inceler. 2 1 2 İbn-i Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ankara 1997, s.5 Sabri Hizmetli, İslam tarihi, Ankara 1995,s.1 9 Tarih sözcüğü, hem geçmişte kalan insani ve toplumsal olaylar topluluğunu, yani yaşanmış geçmişi adlandırmakta kullanılır; hem de bu sözcükle, bu yaşanmış geçmişi konu edinen bilim, tarih bilimi kastedilir. 3Bu iki kavram her ne kadar farklı anlamlar içeriyorsa da genelde birbirleriyle geçkin bir şekilde kullanılırlar. Toplumlar geçmişlerini araştırmak kastıyla tarihçiliğe soyunurlar. Amaç, geçmişi iyice kavrayıp oradan bazı dersler çıkararak geleceğe yön vermektir. Ayrıca geçmişteki hataların tekrarını yapmamak ve edinilen tecrübeleri gelecek nesillere aktararak gelişim çizgisini ileriye taşımak gayesi güdülür İşte, kalkınma ve uygarlaşma sürecinde tarihin oynadığı bu önemli rol, insanlığı bir “tarih bilimi” kurmaya, milletleri ve devletleri de “tarihçilik” yarışına sevk etti. Sonuçta umumi ve milli tarihler yazıldı. İnsanlık hayatında meydana gelen olaylar ve yeni oluşumlar tarih biliminin devamlı olarak gelişmesine, zenginleşmesine ve çeşitli dallara ayrılmasına yol açtı. Tarih biliminin bize sunduğu verilerin yorumlanması ve tarihi olaylardaki neden-sonuç ilişkisini ortaya koyma çalışmaları neticesinde ise Tarih Felsefesi ortaya çıkmıştır. R.G. Collingwood, “Tarih Felsefesi” ismini on sekizinci yüzyılda, eski kitaplarda bulduğu öyküleri tekrarlamak yerine kendi kafasında kurmuş olduğu düşünce tipinden yola çıkarak yorumlamalar yapan Voltaire’nin bulduğunu söylüyor. 4 Tarih Felsefesi, felsefenin tarihiyle birlikte başlamıştır denebilir aslında. Çünkü insanlar doğa üzerinde düşünce üretirlerken aynı zamanda da tarih yapmaktaydılar. Ama insanların ilgilerini kendi geçmişlerine çevirmeleri ve bunu bir bilim haline getirmeleri felsefe ilmi ile aynı zamana denk düşmez. İnsanların ve 3 Doğan Özlem, Tarih felsefesi, İzmir 1998, s.1; John Tosh, Tarihin Peşinde, çev. Özden Arıkan, önsözde, İstanbul 1997 4 R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı, çev.Kurtuluş Dinçer, Ankara 1996, s.31 10 insan topluluklarının başından geçenleri yer ve zaman vererek nakleden ve bu sayede tarihe bilim olma hüviyeti kazandıranın Herodotos olduğu kabul edilir. 5 Daha sonra Thukydides, tarihi, geçmişte yaşanan olayları sadece kaydetme ve aktarma olarak değil , insani ve toplumsal olayları değerlendirip yorumlama olarak anlayacaktır. 6 Doğan Özlem’e göre, Tarih Felsefesi, İbn-i Haldun istisna sayılacak olursa esas gelişimini son iki yüz elli yılda göstermiş bir felsefe disiplinidir. 7 Tarihe felsefi anlamda yorum getiren kimi filozoflar, tarihte tam bir ilerleme olduğunu söylerler; bazıları ise, tarihte belli dönemlerde adına ilerleme diyebileceğimiz bir gelişme olsa bile, tarihin tümüyle ilerleyen bir süreç olduğunu söylemenin mümkün olmadığını söylerler. İlerleme ve ereklilik çoğu filozofta bir aradadırlar ve onlar tarihi çizgisel olarak bir ereğe doğru ilerleyen bir süreç olarak görürler (Augustinus, Fichte, Schelling, Hegel, Marx) ; diğer bazıları ise tam tersine, belli dönemlere göre devinip duran bir döngüsel süreç olduğunu iddia ederler (İbn-i Haldun, Vico, Spengler, Toynbee). 8 İbn-i Miskeveyh’i de tarihe olan bakışını ve olayları ele alış şeklini dikkate alarak bu düşünce gruplarından birisine sokmak istersek tarihte döngüsel bir yapının olduğunu söyleyen gruba dahil edebiliriz. 5 Özlem, Tarih Felsefesi, s.19;Mübahat S. Kütükoğlu,Tarih Araştırmalarında Usul, İstanbul 1998, s. 6 Collingwood, Tarih Tasarımı, s.31 7 Özlem, a.g.e , s.215 8 Özlem, a.g.e., s.15 6 11 II-İSLAM DÜNYASINDA TARİH ÇALIŞMALARININ BAŞLAMASI İslam Tarihi’nin oluşumu, Kur’an’ın nazil olması ve hadislerin tedvininin yanı sıra, çeşitli İslam ilimlerinin yazılışı ile birlikte başlar. Kur’an’ın hemen her suresinde mutlaka bir tarihi olay anlatılır. Tarihi olaylar ise, çeşitli düşünce akımları ve rejimleri için birer tecrübe tarlası ve onların güçlerini ispatladıkları, zaaflarını gösterdikleri meydandır. 9 Kur’an’ın bu tarih anlayışı, esas itibariyle, insan tabiatının derinlemesine anlaşılması üzerine kurulmuştur. 10 İslam Alemi’nde İsmi her ne kadar konmasa bile içeriği itibariyle Tarih Bilimi’nin konusuna giren çalışmalar rivayetçilik, siyer ve megazi ile başlamıştır. Hz. Peygamber’in tarihi fikirleri (Kur’an’ın yorumları) tarih araştırmalarının ana kaynağını oluşturdu. Kişilerin yaptıkları, geçmişin olayları, yeryüzünün topluluklarının bütün olayları önemli olaylar oldular. Aynı şekilde Hz. Peygamberin kişiliği her türlü tarihi akışın açık ayırt edicisi oldu. Sonradan gelişen İslam Tarihi İlmi sadece bu çizgiyi takip ederek gelişmiştir. 11 Siyer ve Megazi yazarları gerek Arabistan tarihi gerekse Hz. Peygamberle ilgili her türlü bilgiyi derleyip toplamaya, O’nun hayatını bütün yönleriyle ve doğru olarak sonraki nesillere tanıtmaya büyük önem verdiler. Böylece ilk dönem İslam tarihi için en çok güvenilen kaynaklar olma özelliğini kazandılar. 9 İmamuddin Halil, İslam’ın Tarih Yorumu, çev. Doç.Ahmet Ağırakça, İstanbul 1988, s.8 Mazharuddin Sıddıki, Kur’an’da Tarih Kavramı, çev. Süleyman Kalkan, İstanbul 1982, s.81 11 Franz Rosenthal, İlmu’t-Tarih İnde’l-Muslimin, Arp. Terc. Salih Ahmed el-İlî, Beyrut 1983, s.40 10 12 Bu sahadaki faaliyetler Emeviler zamanında başlamış ve Abbasiler dönemindeki tercüme faaliyetlerinden de etkilenerek gittikçe gelişmiştir. Müslümanların Ehl-i Kitap ve öteki dinlere mensup kişilerle birlikte yaşamaları, Fars ve Bizans medeniyetlerine mensup milletlerle bir araya gelmeleri, Kur’an’ın öteki peygamberlerden ve kavimlerden söz etmesi gibi sebepler de onları İslam Peygamberi’nin siretini tüm yönleriyle kaydetmeye sevk etti.12 Ayrıca, Tefsir, Hadis, Fıkıh vb. ilimlerin teşekkül etmesi Ashab devrinin, örnek halifelerin icraatlarının tüm yönleriyle bilinmesini gerekli kıldı. Neticede Müslüman toplumda “peygamber tarihçiliği” başladı ve “Peygamberler Tarihi” ilmi (Kısas-ı Enbiya) teşekkül etti. 13 Fetih hareketleri de Müslüman dünyasında tarihçiliğin oluşmasında etkili oldu. Siyer ve Megazi kitaplarının yanı sıra “Fütûh” kitapları ve “Peygamberler Tarihi” İslam Tarihi’ne eklenerek bu ilim genel tarihçiliğe doğru gelişti. Böylece, rivayetçi tarih yazıcılığı yani “vakanüvislik” başladı. 14 Bunlara, hadislerin senetlerinin araştırılıp tespit edilmesinin zaruretinin ortaya çıkması üzerine, Ashâb’ın ve Tabiîn’in, yani senette yer alan râvilerin, hal tercümelerini ve öteki durumlarını konu edinen “Tabâkat” ve “Terâcim” kitapları ilave edildi. 15 İlk Siyer ve İslam Tarihi çalışmaları hicretin yüzüncü yılından sonra başlamıştır. Bu türden çalışmaların ilki hicretin yüz yirminci yılında Ömer b. Abdülaziz (99-101/717-720) devrinde yapıldı. 12 Rosenthal, İlmu’t-Tarih İnde’l-Müslimin, s. 41 M. Şemsettin Günaltay, İslam’da Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1342/1240, s.11 14 Hizmetli, İslam Tarihi , s.14 15 Günaltay,a.g.e. , s.12 13 13 Zührî, hicri 121 yılında Megazi konusunda “Kitabu’l-Meğazi” isminde müstakil bir kitap yazdı. 16 İbn-i Miskeveyh’in Tarih Anlayışı’nı araştırırken kaynak olarak kullandığımız, “Tecaribu’l-Umem” isimli eseri ise “umumi tarih” sınıflaması içerisine girmektedir. Bu tür eserlerde tarih insanlığın başlangıcından itibaren ele alınır ve genelde yazarlarının devirlerine kadar meydana gelen olaylar kaydedilir. Bu konuda ilk müstakil eser yazan, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir b. Rüstem et-Taberi (ö.309/923)’dir. Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mülûk isimli eserini onuncu asrın ilk on yılında kaleme almıştır. Yazar eserinde insanlığın başlangıcından hicri 302-303 yılına kadar olan olayları ele almıştır. 17 III-MÜSLÜMANLARIN TARİH YAZICILIĞININ GENEL KARAKTERİ Siyer ve megazi yazıcılığıyla başlayan İslam tarihçiliğinin genel karakteristiği, olayların olduğu gibi nakledilmesiydi. Haber kaynağı olan râvilerin eleştirisi anlamına gelebilecek olan cerh ve ta’dil çalışmaları her ne kadar eleştirel yaklaşımların ilk örnekleri olarak görülse de bunlar olaylara değil kişilere dönük eleştirilerdi. Hicri dördüncü yüzyıldan önce birçok kitap yazan selefler tedvin ettikleri eserlerde kullandıkları rivayetleri dikkatlice aldılar fakat rivayetlerin kaynaklarını göstermeye ve direkt olanla dolaylı olanı birbirinden ayırmaya önem vermediler. Bunun nedeni görevlerini ihmal etmeleri değildi. Onlar, kitaplarını muasırlarının bilgilerine güvenerek yazıyorlardı. Onlar, kendilerinden sonra gelecek olanların 16 17 Mevlana Şibli, Asr-ı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, (I-IV), İstanbul 1973, s.40 Rosenthal, İlmu’t-Tarih İnde’l-Muslimin, s. 102 14 karşılaşacakları zorlukları hesaba katmadılar. Müellifler, muasırlarına ileri derecede güveniyorlardı. 18 İlk dönem İslam Tarihi kaynaklarından birkaç örnek inceleyecek olursak: İbni Abdilhakem’in (ö.257/871) “Fütûh’u Mısr ve Ahbaruha” 19 isimli eseri İslam fetihleri hakkında yazılmış olan “futuhat” kitaplarındandır ve zamanımıza kadar ulaşabilen eserlerin en eskilerinden biridir. Yazar eserde Mısır 20, Ifrikiye 21, Mağrib 22 ve Endülüs’ün 23 Müslümanlar tarafından fethedilişini anlatmaktadır. Eser, Hz. Peygamber’in Kıptiler hakkındaki hadisleriyle başlamakta ve bölgeye gelen sahabilerin anlatılmasıyla son bulmaktadır. Eser hadisçilerin metodu olan rivayet metoduyla yazılmıştır. İlk dönemde yazılmış olan bir diğer futuhat kitabı da Belazuri’nin (ö.284/892) yazmış olduğu eserlerden olan “Fütuhû’l-Buldan” isimli eserdir. Yazar eserinde, Hz. Muhammed (s.a.v) zamanından hicri üçüncü yüz yıla kadarki fetihleri bölge ve şehir esasına göre anlatmıştır. Belazuri, haberleri bazen senet usulüne göre râvileri sıraladıktan sonra vermiş, bazen de râvileri kaldırarak haberi direk vermiştir. Eserinde bu hususu söyle belirtiyor: “Hadis, siyer ve ülkelerin fetihleriyle uğraşan bilginlerden bir topluluk bana haber verdi. Ben de onların sözlerini bazen aynen naklettim veya kısalttım bazen de bir kısmını diğerleriyle karşılaştırarak bütünlemeye çalıştım.” 24 18 Fuad Sezgin, Muhadarat fi Tarihi’l-Ulumi’l-Arab ve’l-İslam, c. I, Frankfurt 1984, s. 151 İbn-i Abdilhakem, Futuh’u Mısr ve Ahbaruha, Kahire 1914 20 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, Tash: Muhammed Emin el-Hanci, (I-X),c.VIII, Mısır 13231906, s.68 21 a.g.e., c.I., s.300 22 a.g.e., c.VIII, s.102 23 a.g.e., c.I, s.347 24 Belazuri, Futuhu’l-Buldan, tahk. Muhammet Rıdvan, Kahire 1932, s.17 19 15 Tezimizde incelediğimiz Tecaribu’l-Umem isimli eser yukarıda değindiğimiz gibi umumi tarih sınıfına dahildir. Bu konuda yazılan ilk müstakil eserse Taberi’nin Tarihu’l Umem ve’l-Mülûk isimli eserdir. Taberi de seleflerinin metodunu takip ederek eserini rivayet metoduyla kaleme almıştır. Rivayetleri herhangi bir eleştiriye tabi tutmadan olduğu gibi almış ve râvilerine aşırı derecede bir güven duymuştur. Bunu kendi sözlerinden çok rahat anlayabiliriz. Taberi, isimli eserinin ilk sayfalarında takip ettiği metodu şu şekilde anlatıyor: “Benim bu kitabımı gözden geçirenler bilsinler ki bu eserimde aktarılan her bilgi ve haber pek azı hariç olmak üzere akli delillerle, insanların düşünce ve akıllarıyla düşünüp buldukları sebeplere dayanmayıp, ancak senetleriyle râvilerini gösterdiğim haber ve rivayetlere dayanır. Çünkü geçip gidenlere ve sonra gelenlere dair olan haber, olay ve hadiselerden her biri, bunları gözleriyle görmeyen ve o zamanları idrak etmeyenlere, ancak o halleri gören ve işitenlerin haber vermeleri, o haberleri nakletmeleriyle bilinir;akıl ve fikirle bilinmez. Geçip gidenlerin bazılarına dair naklettiğimiz haberlerin bir kısmını doğru ve hakiki bulmayıp inkar edenler veyahut çirkin sayanlar bulunursa, onlar bilsinler ki, bu haberler tarafımızdan uydurulmadan ravilerce bize nakledilmiştir. Biz de o şekilde alarak aktarıyoruz.” 25 Görüldüğü gibi eleştiri veya olayların yorumlanması düşüncesi ilk dönem eserlerinde yoktur. Bu durum sonraki dönemler için de geçerlidir. İslam tarihçiliğinin bu özelliğine Şemsettin Günaltay da vurgu yapmaktadır. Yazar, İslam tarihçilerine yöneltilen en büyük kusurun eserlerini telif ederlerken eleştiriye yer vermemeleri olduğunu söylüyor. Yazara göre bu eleştiri doğru olmakla birlikte bütün İslam tarihçilerini bu genellemenin içerisine sokmak yanlıştır. Çünkü aralarında İbn-i Miskeveyh ve İbn-i Haldun gibi gerçekten eleştirel düşünceler geliştirmiş yazarlar da 25 Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, tahk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut, t.y., c.I, s. 7-8 16 vardır. Yazarların eleştiride yetersiz kalmalarının sebebi biraz da yaşadıkları dönemlerin fikri, siyasi, ekonomik ve toplumsal şartlarının böyle bir yazım şeklini geliştirmeye müsait olmaması veya bu yapının buna izin vermemesidir. 26 Arnold Toynbee de aynı görüştedir. 27 İbn-i Haldun (ö.808/1406) tarihin sadece nakilden ibaret olmadığını, onun içinde saklanan bir mananın bulunduğunu ve bunu araştırıp bulmanın görev olduğunu söylemektedir. 28 Onun bu düşünceyi benimsemesi, İslam tarihçilerinin tarihi olayları ele alıp değerlendirme anlayışında büyük bir devrim meydana getirmiştir. İbn-i Haldun’a göre, İslam tarihçilerinin büyükleri geçmiş gün ve çağların haberlerini topladılar. Sonradan gelen anlayışı kıt bazı kişiler bu rivayetlere yalan haberleri de karıştırdılar. Onlardan sonra gelenler de olaylar ve hallerin sebeplerini düşünmeden, soruşturmadan rivayetlerini olduğu gibi aldılar. İbn-i Haldun ilk İslam tarihçileri olarak İbn-i İshak (ö.151/768), Taberi (ö.309/923), İbn-i Kelbi (ö.204/819), Vakidi (ö.207/823) ve Mesudi’yi (ö.345/957) zikrediyor. İbn-i Haldun’a göre Mesudi ve Vakidi’nin eserlerinde tenkit edilecek çok şey vardır. Fakat esas yanlışı onlardan sonra gelen tarihçiler yapmışlardır. Onlar bu eserlerdeki haberleri hiçbir tenkide tabi tutmadan olduğu gibi almışlardır. Halbuki yapılması gereken şudur: “İnsanların ve ferdin, dünyanın insan yaşayabilecek yerlerinde bir araya toplanarak yaşamalarından ve yeryüzünü imar etmekten ibaret olan Umran’ın türlü türlü tabiatları olup, bu tabiatların hal ve eserleri de türlüdür. İşte 26 Günaltay, İslam’da Tarih ve Müverrihler, s.6 Arnold Toynbee,Tarih Bilinci, çev. Murat Belge, İstanbul 1975, s.2 28 İbn-i Haldun, Mukaddime, s.5 27 17 haberler bu tabiat kanunları ile karşılaştırılır, rivayet ve eserler bunlarla mukayese edilir, rivayet ve eserler bu tabiat kanunlarına uygun ise kabul, değilse reddedilir.” 29 İbn-i Haldun, tarihe yeni bir yaklaşım getirerek büyük bir çığır açmıştır. İbn-i Haldun’a kadar olan devrede aktarılan olaylar sağlam bir rivayet zinciri ile aktarılmışsa doğru kabul ediliyordu ve metnin içeriğinin olabilirlilik açısından incelenmesi söz konusu değildi. İbn-i Haldun rivayet zinciri sağlam olsa bile aktarılan bir olayın tabiat kanunlarına uygunluk arz etmesi gerektiğini söylemiştir. Olay eğer tabiat kanunlarına aykırı ise rivayet zinciri ne kadar sağlam olursa olsun bunun gerçekleşmesi mümkün olmadığı için derhal reddedilmesi gerekmektedir. İbni Haldun ortaya koymuş olduğu bu sistem ile tarih felsefeciliğinin de babası kabul edilmiştir. Yazar da bizlere aktarılan tarihsel olayların doğruluğunu tespit için geliştirdiği ve adını “Umran” koyduğu sistemin ilk defa kendisi tarafından ortaya atıldığını söylemektedir. 30 29 30 İbn-i Haldun, Mukaddime, s.19 a.g.e., s.91 18 BİRİNCİ BÖLÜM İBN-İ MİSKEVEYH’İN HAYATI VE ESERLERİ I-HAYATI Ahmed b. Muhammed Miskeveyh’in yaşadığı onuncu yüzyıl bir taraftan etkin bilimsel aktivitelerin yapıldığı, çeşitli entelektüel kazanımlar ve parlak edebi ürünlerin elde edildiği diğer taraftansa ekonomik krizler, siyasi parçalanmalar, ahlaki-sosyal dejenerasyonların yaşandığı bir dönem olmuştur. Aynı çağdaki çoğu İslam ülkesi benzer durumlar içerisindeydiler. 31 Abbasi Halifeliği uzun bir zamandır parçalanma süreci içerisindeydi. Miladi 925 yılına doğru bu süreç sona erdi. Batı İran 32 Büveyhiler’in, Irak 33 Hemedaniler’in, Ifrikiye Fatımiler’in, Endülüs Emeviler’in, Maveraünnehir 34 ve Horasan35 Samanoğulları’nın ve Kuzey Afrika ile Bahreyn 36 Karmatiler’in yönetimi altındaydı. Sadece Bağdat 37 ve Irak’ın bir kısmı Halifeliğin hakimiyeti altındaydı. Ebu Ali Ahmed b.Muhammed b. Yakub Miskeveyh el-Hazin (ö. 421/1030) filozof , tarihçi, dilbilimci, şairdir. 38 İran’ın Rey bölgesinde kesin olmamakla birlikte 31 M. Abdulhaq Ansari, The Ethical Philosophy Of Miskawaih, Aligarh İndia 1964, s.1; B. H. Siddiqui, “Miskawayh: Life And Works”, Journal Of The Regional Cultural Institue, c.VII, no:2-3, Tahran 1977, s.87 32 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.I, s.386-387 33 a.g.e., c.VI, s.133 34 a.g.e., c.VII, s.370 35 a.g.e., c.III, s.407 36 a.g.e., c.II, s.72 37 a.g.e., c.II, s.230 38 Ömer Rıza Kehhale, Mu’cemu’l-Müellifin,(I-XV), c.II, Beyrut, t.y., s.168;Zirikli, el-A’lam, (IX),c.I, Kahire 1954-1959, s.211;Kıfti, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, Mısır 1326, s.217; George Sarton, Introduction to The History of Science, c.I, New York 1975, s.687; T. J. Boer ,Tarihu’l Felsefe fi’l-İslam, Arp. trc. Muhammed Abdulhadi Ebu Ruyde, Cezayir, t.y., s.249 19 bazı delillere dayanılarak 325/936 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Büveyhi sarayında ilk defa 340 (932) yılında görevlendirildiğine göre o zamanlarda en azından yirmili yaşlarda olması gerekmektedir. Araştırmacıların çoğu bu görüştedir. 39 Fakat Şevki Dayf aynı görüşte değil ve doğum tarihinin daha önce olduğunu söylemektedir. 40 Ebu Ali künyesinin Şii olduğu için verildiği sanılmaktadır. Buna dayanak oluşturan şey onun uzun süre Büveyhi sultanlarına hizmet etmiş olmasıdır. Çünkü Büveyhiler Şii orijinli idiler. Tanındığı isim olan “Miskeveyh’in” isim mi lakap mı olduğu veya kendisine ait olup olmadığı tartışmalıdır. 41 Kıfti kendisinden “Ebu Ali Miskeveyh” 42 ,Kehhale “Ahmed b. Miskeveyh” 43 Zirikli ve İbn-i Ebi Usaybia da sadece “Miskeveyh” 44 diye bahsediyor. Bütün bu tartışmalara rağmen “İbn-i Miskeveyh” isim olarak kullanılmaya ve yazar bu şekilde tanınmaya devam etmektedir. Yazarın Mecusi olduğu ve sonradan ihtida ettiği bir iddia olarak geçmişse de 45 künyesine bakılarak bunun doğru olamayacağı söylenmiştir. 46 Bu durum belki büyük dedesi için söz konusu olabilirdi. Filozofun hayatının ve eğitiminin ilk dönemleri ile ilgili bilgiler oldukça azdır. O, şehir halkı tarafından sevilen ve saygı gösterilen, hali vakti yerinde bir 39 David Samuel Margoliouth, The Eclipse of The Abbasid Caliphate, c.VII, London 1921,önsöz /ii; Mohammed Nasır b. Omar, “Miskawayh’s Theory of Self-Purification And The Relationship Between Philosophy and Sufism”, Journal of İslamic Studies, c.1, Oxford 1994,s.35; Esa’d Samherani, , el-Ahlak fi’l-İslam ve’l-Felsefeti’l-Kadim,Beyrut 1988, s.143 40 Şevki Dayf, Tarihu’l Edebi’l-Arab-Asru’d-Duveli ve’l-İmarat,(I-V), c.V,Kahire 1975-1980,s.465 41 İsmail Hakkı İzmirli, “Ebu Ali Miskeveyh ‘İbn-i Miskeveyh’ el-Hazin”, D.İ.F.M., III/10, İstanbul 1928, s.18 42 Kıfti, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, s.217 43 Ömer Rıza Kehhale, Mu’cemu’l-Müellifin, c.II, s.168 44 Zirikli, el-A’lam, (I-X),c.I, s.211; İbn-i Ebi Usaybia, Uyunu’l-Enba, , Beyrut 1960, s.331 45 Yakut el-Hamevi, Mu’cemul Udeba,(I-VII), c.II, Mısır 1924, s.89 46 Joel L. Kraemer, Humanism in The Renaissance of İslam, Leiden 1986, s.223; Karl Brockellman, Tarihu’ul-Edebi’l-Arab, Arp trc. Mahmud Fehmi Hicazi, Mısır 1993, s. 471 20 aileden gelmekteydi. Babası onun eğitim ve terbiyesiyle yakından ilgilenemedi ve oğlu daha genç yaşlardayken vefat etti. 47 Netice itibariyle o tamamen annesinin bakımı ve yönetimi altında büyüdü. Babasının önlenemez kaybı onun ahlaki gelişiminde bir problem olmuştur. Babasının vefatından sonra annesi kendisinden oldukça genç olan birisiyle evlendi.48 Öyle ki bu adam, İbn-i Miskeveyh’in kardeşi yaşındaydı. Bu evliliği İbn-i Miskeveyh onaylamadı ama annesini de terk etmedi. Bunda belki de üvey babasının konumunun ve maddi durumunun yüksekliği etkili olmuştur. Annesi onun eğitiminin ilk adımını tamamlaması için yardımcı oldu. Bu aşamada aldığı eğitim Kur’an, Edebiyat, Fıkıh, Tarih, Aritmetik ve Temel Geometri’den oluşmaktadır. Bu eğitimini camilerdeki sınıflarda ve önde gelen evlerde verilen derslerle almıştır. Annnesinden bağımsız olma arzusu ve paraya olan tamahı onu Simya öğrenmeye ve uygulamaya da yöneltti. 49 Ebu Hayyan Tevhidi’nin belirttiğine göre o, Simya’nın varlığına samimi bir şekilde inanmaktaydı. Bu durum o dönem için pek de şaşılacak bir şey değildi. Çünkü Yahya b. Adiyy, Süleyman el-Mantıki gibi bilinen bir çok alim de benzer kanaatler taşımaktaydılar. Bununla birlikte daha sonraları edinmiş olduğu tecrübelerle İbn-i Miskeveyh böyle teşebbüslerin beyhude olduğunu anladı ve bu düşüncesinden vazgeçti. 50Öğretmenlerinin kimler olduğu hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. 51 Doğmuş olduğu şehir olan Rey, iyi bilinen bir merkezdir. Büveyhiler’in yönetimi altında Irak Acemleri’nin başkentidir. Döneminin önemli eğitim ve kültür 47 Mohammed Nasır b. Omar, “Preliminary Remarks on Greek Sources of Muslim Ethics: Miskawaih’s Experience”, The İslamic Quarterly, c.XLI/4, London 1997, s.270; M. Abdulhaq Ansari, The Ethical Philosophy of Miskawaih, s.17 ;Es’ad es-Semherani, a.g.e, s.143 48 Ali Abdullah ed-Dafa’, İshamu Ulemai’l-Arab ve’l-Müslimin fi İlmi’l-Hayvan, Beyrut 1406-1986, s.123 49 Macit Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan İstanbul 1987, s.150;Muhammed Lütfi Cum’a, Tarihu Felasifeti’l-İslami fi’l-Maşrik ve’l-Mağrib,b.y.,t.y.,s.304 50 Ansari, a.g.e., s.18 51 Ansari, a.g.e., s.17 21 merkezlerinden bir çok bilgin yetiştirmiş bir şehirdir. Örneğin Ebu Bekir er-Razi Rey’de yaşamış meşhur bir fizikçi ve bilim adamıdır. 52 İbn-i Miskeveyh doğmadan sadece beş yıl önce vefat etmiştir. İbn-i Miskeveyh hayatının ilk zamanlarında Bağdat’ta Muizzuddevle-i Deylemi’nin (334-356/945-967) veziri Ebu Muhammed Mühellebi’nin (ö.352/963) hizmetine girmiş (340/952) ve bu sayede ilim ve irfanını geliştirme imkanına kavuşmuştur. Bu dönemde yirmi ila yirmi beş yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir. 53 Onun erken yaşta dikkat çekip saraya alınması iyi bir eğitime sahip olduğunun bir delili olarak kabul edilebilir. Vezir Mühellebi edip, faziletperver ve irfan sahibi idi. Ebu Hayyan Tevhidi’yi bazı aşırılıkları yüzünden Bağdat’tan sürdüğü halde İbn-i Miskeveyh’in irfan ve dirayetini takdir ederek onu sarayından ayırmadı, kendisine katip ve Hazin-i Kütüb tayin etti. 54 Vezir Mühellebi’nin teşvikiyle Bağdat’ta Ahmed b. Kamil’den tarih öğrendi. İbn-i Miskeveyh, Ahmet b. Kamil’le Taberi’yi de okumuştur. İbn-i Miskeveyh eserinde ondan ders aldığını söylüyor: “Bu sene (H. 350) Ebu Bekir Ahmet b. Kamil vefat etti. Ondan Ebu Cafer et-Taberi’nin kitabını işittim. O, Ebu Cafer’in arkadaşıydı ve ondan çok şey işitmişti. Ben de ondan (Ahmet b. Kamil) Taberi’nin kitabını okudum ve bir kısmını referans aldım. Ahmet b. Kamil Abdussamed caddesinde oturuyordu ve onunla çok defa bir araya geldim.” 55 Daha sonra Sabit b. Sinan ile tanışarak onun tarihle ilgili eserini inceledi. 56 52 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.IV, s.360 M.E.B. İslam Ansiklopedisi, c.5/2, İstanbul 1978, s.775 54 İsmail Hakkı İzmirli, “Ebu Ali Miskeveyh ‘İbn-i Miskeveyh’ el-Hazin”, III/10, s.22 55 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem,(I-VI), m.y, (y.z.m., Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, nr.3116-3121), t.y., c.VI, s.244 56 İbn-i Miskeveyh Taberi’nin Tarihi’ni 302/915’e kadar periyodik olarak kullandı. el-Muktedir’in saltanatından itibaren 295/908-340/952’ye kadar onun kaynağı Sabit b. Sinan’ın tarihidir. 53 22 Muizzuddevle, Mühellebi’yi öldürtüp (352/963) Miskeveyh’i de görevden uzaklaştırdı. Bunun üzerine İbn-i Miskeveyh Bağdat'ı terk edip Rey’e gitti ve orada yaklaşık olarak iki yıl kaldı. Ardından Rüknüddevle’nin (335-366/947-977) veziri Ebu’l-Fadl İbnu’l-Amid (ö.360/971) filozofu tekrar saraya çağırdı (354/965). Vezirin kütüphanecisi ve defterdarı olarak ona yedi yıl hizmet etti. 57 Vezir de aynı zamanda bir ilim adamıydı ve kütüphanesi çok genişti. İbn-i Miskeveyh kütüphaneyi kullanışlı bir hale getirdi ve onun müthiş hazinesinden faydalandı. İbnu’l-Amid’in kütüphanesi farklı ilim ve bilimlerden oluşan (Felsefe, Din, Edebiyat, Tarih, Tıp, vs.) büyük bir kütüphaneydi. Bu kütüphane Rey’e 355/965 yılında yapılan bir saldırı sırasında yağmadan son anda kurtulmuştur. İbn-i Miskeveyh olayı şöyle anlatıyor: “Ben İbnu’l-Amid’in kütüphanesinde görevliydim, kütüphane deponun olduğu yerde güvenli ve sakin bir yerdeydi. O (İbnu'l-Amid) gece eve döndüğünde ne oturacak bir şey bulabildi ne de su içmek için bir sürahi. İbn-i Hamza Alevi ona yatak takımı ve kap kacak yolladı. O kendi dokümanları hakkında endişeliydi. Onlar kendisi için her şeyden değerliydi. Onlar numaralanmış ve her tür ilimle ilgili, hikmetle ilgili, bilgiyle ilgili şeyler içeriyordu. Yüz deve yükü belki de daha fazla orandaydı. Bana baktı, onlar hakkında endişeliydi. Ben onlara dokunulmadığını söylediğimde yüzünün parladığını gördüm, rahatladı ve dedi ki: ‘yemin ederim ki bütün hazinelerim gitti fakat bunlar onların yerini tutar yarın erkenden onları falan yere naklet’ dedi. Ben de yaptım. Bu suretle kitaplar kurtulmuş oldu.” 58 İbnu'l-Amid, aynı zamanda İbn-i Miskeveyh’in tarih ve edebiyatta üstadı sayılabilir. 59 Ebu’l-Fadl İbnu’l-Amid zamanında Ebi Tayyib el-Kimyai er-Razi’den kimya dersleri aldı; 57 Abdurrahman Badavi,Quelques Figures et Thémes de la Philosophie Islamique, Paris 1979,s.137 İbn-i Miskeveyh,Tecaribu’l-Umem, VI,143 59 İsmail Hakkı İzmirli, İslam’da Felsefe Akımları, haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul 1995, s.107 58 23 onunla Cabir b. Hayyan ve Ebu Bekir Muhammed b. Zekeriyya er-Razi’nin Kimya’ya dair kitaplarını tetkik etti. 60 İbn el-Amid’in ölümünden (360/971) sonra Rüknüddevle, onun oğlu Ebu’lFeth’i (ö.366/977) vezir yaptı. Ebu’l-Feth Rüknüddevle'nin ardından Müeyyiduddevle’nin (366-373/977-983) de vezirliğini yaptı. Filozof bu vezirle birlikte Vasıt 61 seferine de katıldı (975) Ebu’l-Feth’in vezirliği süresince İbn-i Miskeveyh’in kütüphanedeki görevi de devam etti. 62 Ebu’l-Feth aynı yıl Rey’den Bağdat’a gelince Filozof da onunla geldi ve vezir Bağdat’ta öldürülünceye kadar (366/977) ona hizmet etti. Ondan sonra da Şiraz’a 63 gitti ve Büveyhi hükümdarı Adududdevle’nin (Fena Hüsrev) (338-372/949-983) himayesine girdi. Adududdevle, İbn-i Miskeveyh’i kendisine hâzin yaptı ve ondan sonra el-Hâzin diye anıldı. Felsefe ve tıp ilmini mühtedi bir Hristiyan olan Ebu’lHayr b. El-Hammar’dan bu dönemde öğrendi. 64 Bu sayede hikmet ilimlerinde öne çıkmıştı ve Tıp ilminin usul- furuuna da hakimdi. 65 Hammar, Yahya b. Adiyy’in öğrencisi, o da Farabi’nin öğrencisiydi. Buradan yola çıkarak Felsefede İbn-i Miskeveyh’in Farabi ekolünden olduğunu söylenebilir. 66Rey şehrinde beş sene ders okutan, eser yazan Horasan filozofu, Aristo şarihi tanınmış alim Ebu’l-Hasan Muhammed b. Yusuf el-Amiri’den ders almadığı bildirilmektedir. Bununla birlikte Ebu’l-Hasan el-Amiri’nin oğlu Ebu’l-Kasım el-Katib’in İsagoji ve Kategorya’ya yazdığı Safvu’ş-Şerh isimli şerhi Ebu Hayyan Tevhidi vasıtasıyla almış beraberce tashih etmiştir. Bu durumda Tevhidi İbn-i Miskeveyh’in ilk Felsefe hocası olmuştur. 60 Yakut el-Hamevi, Mu’cemul Udeba , c.II, s.89 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.VIII, s.378 62 M. Abdulhaq Ansari, The Ethical Philosophy of Miskawaih, s.20 63 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.V, s.320 64 Enciclopedia of Arabic Literature,tash. Julie Scott Meisami ve Paul Starkey,c.II,London 1998, s.529 65 İbn-i Ebi Usaybia, Uyunu’l-Enba, s.331 66 İsmail Hakkı İzmirli, “Ebu Ali Miskeveyh ‘İbn-i Miskeveyh’ el-Hazin”, III/10, s.21;Cavit Sunar, İbn-i Miskeveyh ve Yunan’da ve İslam’da Ahlak Görüşleri, Ankara 1980, s.10 61 24 Aynı zamanda her ne kadar İbn-i Miskeveyh el-Amiri’den doğrudan istifade etmemişse de oğlu Ebu’l-Kasım vasıtasıyla ondan bilgi almış olmaktadır. Ebu’lHasan el-Amiri, Ebu Zeyd Belhi’nin, Ebu Zeyd Belhi de Kindi’nin öğrencisidir. 67 Dolayısıyla İbn-i Miskeveyh’te Kindi’nin fikirlerinin izleri de görülür. Kıfti’nin bildirdiğine göre de İbn-i Miskeveyh Adududdevle’nin özel kitaplığının müdürlüğünü yapmış, İran bilginleri sırasına girmiş ve ilim meclislerinin en ileri gelenlerinden biri olmuştur ve “el-Mülûk fi’t-Tıbb” ile “Tecaribu’l-Umem” adlı eserlerini de Adududdevle’ye ithaf etmiştir. 68 Adududdevle’nin ölümünden sonra Şiraz’dan ayrılan (373/983) filozof , onun oğlu olan ve Rey’de hükümdarlık yapan Samsamuddevle’nin (372-388/983-998) hizmetine girdi. Vezir İbn-i Sa’dan’ın da nedimi oldu. İbn-i Sa’dan’ın da öldürülmesi üzerine (375/985) İbn-i Miskeveyh’in Büveyhiler’le ilişkisinin sona erdiği ve bu olaydan sonra filozofun Maveraünnehir ve Harezm 69 taraflarına geçerek Harezm Prensi Me’mun b. Muhammed’e intisab ettiği çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Filozof Harezmşahlar'ın sarayında İbn-i Sina, Ebu Sehl Mesihi, Ebu Reyhan Biruni, Ebu Nasr Iraki gibi yüksek bilginlerin meclislerinde bulunmuştur. İbn-i Sina ile araları hep bozuk olmuştur. Nitekim bu yolda şöyle bir olay anlatılmaktadır: “İbn-i Miskeveyh bir gün sarayda ders verirken içeriye İbn-i Sina girmiş ve İbn-i Miskeveyh’in matematikteki bilgisizliğine işaret kastıyla önüne bir ceviz atarak ‘bu cevizin alanını arpalar ile ölç?’ demiş. Bunun üzerine İbn-i Miskeveyh’te onun önüne ahlak kitabından bir parça atarak ‘sen ahlakını düzelt ki ben de sana cevizin alanını ölçeyim’ diye cevap vermiş.” 70 67 İzmirli, İslamda Felsefe Akımları, s.95 Kıfti, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, s.218 69 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.III, s.475 70 Kraemer, Humanism in The Renaissance of İslam, s223; Sunar, İbn-i Miskeveyh ve Yunan’da ve İslam’da Ahlak Görüşleri, s.12 68 25 İbn-i Miskeveyh’in bundan sonraki hayatında neler olduğuna dair net bilgiler mevcut değildir. Yakut el-Hamevi eserinde Yahya b. Müneddih’ten naklen hicri 421 yılında Safer ayının dokuzunda vefat ettiğini söylüyor. 71Ve genelde de bu tarih kabul görmüştür. Kendini üstün görmesi ve siyasal mevki ihtirası İbn-i Miskeveyh’in başlıca kusurları olarak sayılmaktadır. Ayrıca devrinin karakteristik bir özelliği de saraydaki zevk ve eğlence kültürünün ahlaksızlık denebilecek seviyede bulunmasıdır. İbn-i Miskeveyh de bu duruma ayak uydurmuş ve ahlaki yönden uygunsuz olan eğlence meclislerine katılmıştır. 72Bu yaptıklarından daha sonraları pişmanlık içerisinde olmuştur. Bu pişmanlığını Tehzibu’l-Ahlak isimli eserinde ahlaklı bireyin yetiştirilmesinden bahsederken ortaya koyuyor: “Bir zamanlar benim yaptığım gibi kişi, yaratılıştan yiyecek, giyecek, binecek, ziynet, at ve kölelere düşkün olsa, sonra da bunlarla uğraşarak kendisinin layık olduğu mutluluğu ihmal etse, bu onun için bir bahtsızlıktır, ziyandır, nimet ve kazanç değildir. Bu kitabı inceleyen bilmelidir ki, öncelikle ben de büyüdükten ve bir kısım alışkanlıklar kazandıktan sonra, yavaş yavaş nefsimi onlardan uzaklaştırdım ve bu uğurda çok çaba harcadım. Ey! Faziletleri araştıran ve gerçek eğitimi isteyen okuyucum, kendim için istemiş olduğum şeyi senin için de arzu ettim. Sana, sapıklık çöllerinde uyanmadan önce, kurtuluş yolunu gösterdim.” 73 Yaptığı bu yanlışlıklardan uzak, temiz bir hayat yaşama arzusu ile bazı prensipler ortaya koymuş ve bunlara uymayı kendisine şiar edinmişti. İbn-i Miskeveyh bunlara “yaratıcıyla, hiçbir etki ve baskı altında olmadan yaptığım sözleşme” diyor. Yakut el-Hamevi kitabında filozofumuzu tanıtırken “İbn-i 71 Yakut Hamevi, Mu’cemul Udeba, c.II, s.88 Esad Samherani, el-Ahlak fi’l-İslam ve’l-Felsefetu’l-Kadim, s.143 73 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, çev:Abdulkadir Şener- İsmet Kayaoğlu- Cihat Tunç, Ankara 1983, s.52-53 72 26 Miskeveyh’in Vasiyeti” başlıklı bir bölümde bu prensipleri yazan kişinin İbn-i Miskeveyh olduğunu söylüyor. İbn-i Miskeveyh’e göre ahlaki bir hayat sürdürmek için insanların hayat boyu şu düsturlara tabi olmaları gerekmektedir: 1- İtikatta hakkı batıla tercih etmek 2- Sözde doğruyu yalana tercih etmek 3- Fiilde hayrı şerre tercih etmek 4- Kişinin nefsiyle olan mücadelesinde şeriata ve gereklerine yapışarak cihadı çoğaltması. 5- Vaatleri yerine getirmek; bunun ilki de Allah’a verilen sözdür. 6- Yapmacıklıktan vazgeçmek 7- Güzele sevgi beslemek; güzeli sırf güzel olduğu için sevmek. 8- Akla danışıncaya kadar nefsi söz söyleme konusunda tutmak. 9- Yapmacıklıkla fesada düşmemek için meleke kazanıncaya kadar kişinin mevcut durumunu muhafaza etmesi. 10- Doğru olan konularda ısrarcı olmak;cesur davranmak. 11- Vakti iyi kullanmak. Çünkü o ömürdür, ancak değerli şeyler için harcanır. 12- Bir işin yapılması gerektiğinde fakirlik ve ölüm korkusunu atmak;gevşekliği bırakmak. 13- Tepki göstermek ve cevap vermekle meşgul olmamak için şer ehlinin sözlerine özeni terk etmek. 14- İnsanın başına zenginliğin de fakirliğin de; yüceliğin de düşkünlüğün de gelebileceğini düşünerek bu gibi durumları iyi karşılamak. 15- Azgınlığı ve haddi aşmayı azaltmak için sağlıkta hastalığı, sevinçte üzüntüyü, kızgınlıkta rızayı hatırda tutmak. 74 74 Yakut el-Hamevi, Mu’cemul Udeba, c.II, s.95-96 27 İbn-i Miskeveyh felsefi fikirleri açısından, özellikle iki büyük etkinin altındadır: Bunlardan biri, zamanında büyük bir şöhrete sahip olan İhvanu’s-Safa cemiyetinin felsefi-ahlaki görüşleridir. Diğeri de Farabi felsefesidir. İhvanu’s-Safa cemiyeti, Abbasi Devleti’nin bozulmaya başladığı sıralarda ve Farabi’yi İbn-i Sina’ya bağlayan devrede şarkta büyük dini, felsefi ve siyasi gizli bir cemiyet olarak onuncu yüzyılda (h.136) Basra’da kuruldu ve sonra Bağdat’ta bir şubesi açıldı. Bu cemiyetin maksadı Müslümanları taassuptan kurtarmak tabiat ilimlerini ve zihniyetini hakim kılmak ve bir “aydınlar ahlakı” meydana getirmekti. Bunun için de İslam Şeriatı’nı felsefe ve ilim yoluyla hurafelerden temizlemek gayesini güdüyorlardı. Bunlar hiçbir din ve mezhebe tabi olmayıp her çeşit dinsel kaynaklardan faydalanma yolunu tuttular. Fakat, Hint ve Yunan ilmini ve felsefesini de elden bırakmadılar. Matematik’te Fisagor’a, Mantık’ta Aristo’ya, Metafizik’te Yeni Eflatuncular’a, Ahlak’ta Sokrat’a, Din felsefesi’nde de Farabi’ye bağlandılar. Bilimsel bir üslupla dönüşüm ve evrim konularında en önce görüş açıklayanlar İhvan-ı Safa idi. Canlı ve cansız cisimlerin aşamalı bir biçimde meydana geldiğini açıklayıp madenden başlayarak sırasıyla bitkiyi, hayvanı geçerek insan aşamasına kadar süren bir aşamalar silsilesi belirlemişlerdi. 75 Her aşamanın sonu üstünde bulunan aşamanın başına bitişiyor; cisimsel oluşumu bakımından insana en yakın hayvan maymun oluyordu. 76 Bu fikirleri İbn-i Miskeveyh’de benimsemiştir ve kozmolojik varlık anlayışını bunun üzerine oturtmuştur. 77 İhvan-ı Safa peygamberleri filozoflardan üstün tutarak Farabi’den ayrılmış ve daha sonra gelen İbn-i Miskeveyh, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd’e de öncülük etmiştir. 78 İbn-i Miskeveyh, bir çok konuda İhvan-ı Safa’yı İzlemiştir. Fakat uzun açıklama ve ayrıntılara girme 75 Enver Uysal, İhvan-ı Safa Felsefesinde Tanrı ve Alem, İstanbul 1998, s.181-182 İzmirli, İslamda Felsefe Akımları, s.104 77 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, s.,68 78 İzmirli, a.g.e, s.104 76 28 konusunda onlardan ayrılmıştır. 79 İhvanu’s-Safa Cemiyeti’nin kurucusunun kim olduğu tam olarak bilinmemektedir. İhvanu’s-Safa Felsefesi ile ilgili makaleleri yazanlardan yola çıkılarak Zeyd b. Rifaa’nın bu ekolün kurucularından olduğu tahmin edilmektedir. 80 İbn-i Miskeveyh’in etkilendiği ikinci ekol Farabi Ekolü’dür. Farabi İslam'da Meşşai okulunu kurmuş ve peşinden gidenler de bu okulu Endülüslü İbn-i Rüşd’e kadar sürdürmüşlerdir. Öğrencileri, Bağdat’ta Yahya b. Adiyy, Halep’te İbrahim b. Adiyy’dir. 81 İbn-i Miskeveyh onun doğrudan öğrencisi olmasa da onun okulunu sürdüren öğrencileri arasındadır. İbn-i Miskeveyh Eflatun, Aristo ve Galenos’un fikirlerini mezcetmiştir.82 Bunların fikirleriyle İslam dinini birbirlerine yaklaştırmaya çalışır ve bu maksatla Farabi’nin akılcı yolundan gider ve onun sistemini Tasavvufa ve İhvanu’s-Safa görüşüne bağlar. 83 Fakat o, Farabi’den esaslı bir noktada ayrılır: Farabi’ye göre nazariye birinci planda, ameliye ikinci plandadır ve ameliye nazariyeye bağlıdır 84; İbn-i Miskeveyh’e göre ise ameliye birinci planda, nazariye ikinci plandadır. Başka bir deyişle ahlak önce, ilim ondan sonradır. İbn-i Miskeveyh zamanında iki ahlak sistemi vardı: Bunlardan biri Yunan’dan gelen Rasyonel Ahlak Sistemi, diğeri de İslam’dan meydana gelen Tasavvufi Ahlak Sistemi. İbn-i Miskeveyh, başlıca dayanağı olan ve Aristo’nun nazari felsefesine dayanmış olan hocası Farabi’yi pratik felsefe bakımından tamamlamaya çalıştı. Bu 79 İzmirli, İslamda Felsefe Akımları, s.108 T.J. De Boer, İslam’da Felsefe Tarihi, çev. Yaşar Kutluay, Ankara 1960, s. 60 81 Henry Corbin, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Hüseyin Hatemi, İstanbul 1986, s.166 82 De Boer, Tarihu’l- Felsefe fi’l-İslam, s.249; Naci et-Tikriti, el-Felsefetu’Ahlakiyyetu’l-Eflatuniyye inde Müfekkiri’l-İslam, Bağdat 1402-1982, s.143 83 Ahmed Mahmud Subhi, el-Felsefetu’l-Ahlakiyye fi’l-Fikri’l-İslam, Kahire 1983, s.310 84 Farabi, Mutluluğu Kazanma-Eflatun Felsefesi-Aristo Felsefesi, çev. Hüseyin Atay, Ankara 1974, s.3 80 29 yönüyle Aristo ve Farabi’nin ardından üçüncü büyük üstaz sayıldı ve “Muallim-i Salis” ünvanını aldı. 85 İbn-i Miskeveyh’e göre insan sosyal bir varlıktır ve ahlak da ancak bu dünya arzuları içinde ve bu sosyal hayatta gerçekleşir. 86 Sosyal hayat da, Yunanlılar’ın kabullendikleri gibi hikmet, iffet, şecaat, adalet ile kaimdir. Yalnız yaşayan bir insanda ise bu faziletler meydana gelmez. 87 II-ESERLERİ 1-el-Fevzu’l-Asğar: İbn-i Miskeveyh’in günümüze kadar ulaşan metafizik ve teolojiyle ilgili en sistematik eseridir. Eser, Allah’ın varlığı ve ispatı, nefis ve halleri, nübüvvet olmak üzere üç meseleyi ele alıyor. Her üç mesele kendi içerisinde on bölüme ayrılarak toplam otuz alt başlıkta inceleniyor. Birinci bölümde, isbat-ı vacip delilleri arasında yer alan; kadim filozoflarca kabul edilen “hudus” ve “imkan” delilinden sonra Aristo’nun “hareket delili” daha geniş bir şekilde tahlil ediliyor. İkinci bölümde ise, nefis problematiği felsefi bir dil kullanılarak çözümlenmeye çalışılır. Yazar peygamberlikten bahsettiği üçüncü bölümde ise, vahyin keyfiyeti, nübüvvet ve kehanetin farkı gibi konuları akli tefekküre de vurgu yaparak yorumluyor. Eserin, Dr. Salih Uzeyme tarafından yapılan Arapça tahkiki ve Roger Arnaldez tarafından yapılan Fransızca tercümesi Paris’te Daru’l-Arabiyye li’l-Küttab yayınevince 1987 yılında bir arada neşredilmiştir. 85 Ali Abdullah ed-Dafa’, İshamu Ulemai’l-Arab ve’l-Müslimin fi İlmi’l-Hayvan, s.123 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, s. 105 87 Ahmed Mahmud Subhi, el-Felsefetu’l-Ahlakiyye fi’l-Fikri’l-İslam, s.312; De Boer, İslam’da Felsefe Tarihi, s. 91 86 30 2-Tehzibu’l-Ahlak ve Tathiru’l-Arak (Kitabu’t-Tahare ve Taharetu’n-Nefs) Bu kitapta tekamül nazariyesinden, nefsin faziletlerinden, sosyal terbiyeden söz eder. Fisagor, Eflatun ve Sokrat’ı mutluluğu nefiste görenlerden, Revakîler’i de mutluluğu nefse ve bedene teşmil edenlerden sayar. Aristo’ya göre mutluluğun beden sağlığında, varlıklı olmada, nam ve şöhrette, doğru itikatta toplandığını belirtir. Yazara göre ise insan, “ruh, akıl, zeka, ahlak ve yatkınlık (isti’dat) tan müteşekkildir. İnsanın asıl amacı, ebedi mutluluğa ulaşmak olmalıdır”. İslam Tasavvuf ve Felsefesi alanında sistematik olarak yazılmış ilk ahlak kitabıdır. Kitabın ilk tahkikli neşri Costantine K. Züreyk tarafından yapılmıştır ve “The Refinement of Character” ismiyle 1968 yılında Beyrut’ta yayınlanmıştır. Eserin Fransızca tercümesi Muhammed Arkoun tarafından Traité de’éthique adıyla 1969 yılında Dımeşk’te yayınlanmıştır. Ayrıca Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihad Tunç tarafından Türkçe’ye çevrilerek “Ahlakı Olgunlaştırma” adıyla 1983 yılında Ankara’da yayınlanmıştır (Kültür ve Turizm Bakanlığı yay.:528, Tercüme Eserler Dizisi:25). 3-Tertibu’s-Saada Eserin içinde Aristo’ya göre yapılmış bir ilimler tasnifi kısmı bulunmaktadır. Genel konusu mutluluktur Felsefe’nin bütün kısımları doğru olarak bilinmedikçe insanın tam bir mutluluğa erişemeyeceğini bildirir. Ebu’l-Fazl İbnu’l-Amid’in isteğiyle yazar tarafından kaleme alınmıştır. Ali et-Tûbacî es-Süyûti tarafından 1982 yılında Kahire’de yayınlanmıştır. 31 4-Luğaz-ı Kabes Bu kitabın aslı Fisagorcular’dan Filalaos’un öğrencisi Teb’li Cebes’e aittir. Bu kitapta asıl anlatılmak istenen şey hayır ve şer meselesidir. İnsanları şerden koruyup mutluluğa eriştirir ümidi ile Miskeveyh tarafından tercüme edilmiştir. Eser Ali Suadi Tarafından 1898 de Cezair’de, E. Basset tarafından da 1873 te Paris’te yayınlanmıştır. 5-Cavidan-ı Hired (Ezeli Akıl) Ahlaki hikmetlere dair yazılmış bir eserdir. Fars, Hint, Arap, Grek ve İslam kültür havzasının hikemiyatının derlendiği eserde, dünya entelektüel tarihinde ortak ve sürekli bir hikmet geleneğinin mevcut olduğu fikri işlenmektedir. Eser Abdurrahman Bedevi tarafından tahkik edilen bir nüshası el-Hikmetu’l-Hâlide adıyla Meketebetu’n-Nahdati’l-Mısriyye yayını olarak 1952 yılında Kahire’de basılmıştır. Diğer bir baskısı ise Daru’l Endelüs yayını olarak Beyrut’ta 1980 yılında basılmıştır. Eserin Lüğazi Kabis başlıklı bölümü René Basset tarafından Tableau de Cébés adıyla Fransızca’ya tercüme edilmiştir. 6-Kitabu’l-Hevâmil ve’ş-Şevâmil Ebu Hayyan et-Tevhidi tarafından “hevâmil” (başı boş gezen develer) adı altında sorulan felsefi, ilmi, filolojik ve kelâmî sorulara İbn-i Miskeveyh tarafından “şevâmil” (elbisesine bürünen kimseler) adı altında verilen cevapları içerir. Ayrıca 68, 69 ve 161. Sorular İbn-i Miskeveyh tarafından sorulmuş ve Ebu Hayyan et-Tevhidi cevaplamıştır. Kaynaklarda bu eser Tevhidi’ye nisbet edilir fakat cevapları veren İbn-i Miskeveyh olduğuna göre bu kitabı ikisinin ortak eseri olarak kabul etmek daha doğru olur. Kitabın Ahmed Sakr ve Ahmed Emin tarafından 32 yazılan mevcut tek yazma nüshası Lecnetu’t-Te’lif ve’t-Terceme yayınevince 1951 yılında Kahire’de neşredilmiştir. 7-Risale fi Mahiyyeti’l-Adl Adalet kavramının felsefi açıklamasını ele alır. Ali b. Muhammed es-Sufi’nin İbni Miskeveyh’e sorduğu soruya cevap olarak yazılmıştır. Risalenin sekiz varaktan oluşan tek yazma nüshası Meşhed Âsitâne-i Kudsi Rezevî Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (nr.137). Risale Muhammed Arkoun tarafından tahkik edilerek Hesperis Tomuda adlı dergide 1961 yılında Beyrut’ta yayınlanmıştır (c.11, fasikül.1, s. 215-230). Daha sonra Muhammed Sâlim Han tarafından da tahkik edilerek İngilizce tercümesiyle birlikte An Unpublished Treatise of Miskawaih on Justice adıyla E.J Brill müessesesiyle Leiden’de 1964 yılında yayınlanmıştır. 8-el-Mecmu’ Ragıp Paşa Kütüphanesi’ndeki bir mecmuada (nr.1463) yer almaktadır. İçinde yer alan risaleler şunlardır: “el-Lezzat ve’l-Alam, Risale fi’n-Nefs ve’l-Akl, Kitabu’l-Akl ve’l-Ma’kul, Risale fi’t-Tabia, Risale fi Cevheri’n-Nefs, fi’l-Bahs anha, Makale fi’nNefs, el-Me’kulatu’s-Selas, Fi İsbati’s-Suveri’r-Ruhaniyye, fi İsbati zalike eydan fi’lİlleti’l-Ula, el-Fasl beyne’d-Dehr ve’z-Zaman.” Bu mecmua Muhammed Arkoun Tarafından tahkik edilerek “Nusus Gayri Menşure li’Miskeveyh” adıylaKahire’de İslami Yıllıklar içinde 1963 yılında yayınlanmıştır (c.V, s.191-205). 9-Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem Nuh Tufanı’ndan Adududdevle’nin ölüm tarihi olan H.372 tarihine kadar geçen vakaları toplamaktadır. Hicretin dördüncü yüzyılı için aydınlatıcı bir eserdir. 33 Eserin orjinali altı cilttir. Kayıtlarda hicri tarihler esas alınmış. Yazar tarihini, Hz. Nuh (a.s) tufanını zikrederek başlatıyor. Birinci cilt Hz. Ali dönemi olan hicri otuz yedi yılıyla birlikte sona eriyor. İkinci cilt, Sıffin savaşının anlatımıyla başlıyor (h.37) ve hicri yüz üç senesinin olaylarıyla sona eriyor. Üçüncü cilt, hicri yüz dört senesiyle başlıyor ve yüz doksan yılıyla sona eriyor. Dördüncü cilt, yüz doksan bir yılıyla başlıyor ve iki yüz seksen üç yılıyla sona eriyor. Beşinci cilt, iki yüz seksen dört yılıyla başlayıp üç yüz yirmi altı yılıyla bitiyor. Son cilt ise üç yüz yirmi yedi yılıyla başlayıp Büveyhi hükümdarı Adududdevle'nin ölüm yılı olan 372/983 yılı olaylarıyla sona eriyor. Büveyhiler’in tarihiyle ilgili son kısmı, İbn-i Miskeveyh’in kendi kişisel gözlemlerine dayandığı için özellikle bu hanedanla ilgili güvenilir bir bilgi kaynağı olarak kabul edilmektedir. İstanbul’da Süleymaniye kütüphanesi En eski ve orijinal olan tek nüshası Ayasofya bölümünde 3116-3121 numaralarında kayıtlıdır. Bu nüshanın İbn-i Miskeveyh’in vefatından yaklaşık seksen beş yıl sonra (505/1111)istinsah edildiği tahmin edilmektedir. 88 Eserin biri Paris Bibliothéque Nationale’de (nr.5838) diğeri Escurial Library’de (nr.1709) bulunan fakat eksik olan iki orijinal nüshası daha vardır. Eser üzerine iki zeyl yazılmıştır. Birincisi, el-Muktedibillah’ın 476’ dan 484 ‘e (1083-1091) kadar vezirliğini yapan ve Medine’de 23-6-1095’te vefat eden Muhammed b. el-Hüseyin b. Abdullah İbrahim Zahiruddin Ebi Şuca’ er-Ruzraveri tarafından yapılan zeylidir ve 368 ile 389 yılları arasında geçen olayları ihtiva eder. Diğeri ise, Muhammed b. Hüseyin b. Abdullah el-Bağdadi tarafından “Ahbaru’sSeyri’t-Tâliye alâ Tecaribu’l-Umemi’l-Hâliye” 88 adıyla yazılmış ve daha sonra T.D.V. İslam Ansiklopedisi, c.XX, İstanbul 1999, s.206 34 Muhammed b. Abdulmelik Ebi’l-Fazl el-Hemedani tarafından eklemeler yapılarak tamamlanmıştır. 89 Tecaribu’l-Umem’in 101-256 yıllarına ait kısmı iki cilt halinde Gazan’da basılmıştır. Batıda, 196-251 yılları arasındaki bölümünü Fragmenta Historicorum Arabicorum (II.1871) içinde neşrederek ilk defa tanıtan kişi Michael Jan de Goeje olmuştur. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüshasının ilk üç cildi, Leone Caetani tarafından The Tajarib al-Umam or The History of İbn-i Miskawaih adıyla tıpkıbasım olarak yayınlanmıştır. (London 1909-1917) daha sonra Henry Frederic Amedroz ve David Samuel Margoliouth, Abbasilerin son devri ile Büveyhiler’e ait kısmı Ebu Şuca’ er-Ruzraveri’nin zeyli ile birlikte The Eclipse of The Abbasid Caliphate başlıklı yedi ciltlik bir seri içinde yayınlamışlardır. 10- Diğer Eserleri İbn-i Miskeveyh’in zikrettiğimiz bu eserlerinin yanında çeşitli kaynaklarda ona atfedilen eserler de vardır. Bunlar: Ünsü’l-Ferid (küçük, hoş hikayelerden meydana gelmiştir) 90, mine’l-Et’ime Kitabu’l-Edviyye (basit bir tıp kitabıdır.),Terkibu’l-Bacâti (pişirme usulünü gösterir) Kitabu’l-Müstevfa (Miskeveyh’in kasidelerini içerir) 91 es-Siyer (nefis tezkiyesinden,insan hayatını kolaylaştıracak olan prensiplerden bahseder) 92 89 Karl Brockelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arab, s. 484-485 Kıfti, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, s.217 91 Yakut el-Hamevi, Mu’cemul Udeba, c.II, s.91 92 Kıfti, , a.g.e., s. 218 90 35 İKİNCİ BÖLÜM İBN-İ MİSKEVEYH’İN TECARİBU’L-UMEM ADLI ESERİ VE TARİH ANLAYIŞI I. TECARİBU’L-UMEM VE TEAKİBU’L-HİMEM A-ESERİN ÖZELLİĞİ Tecaribu’l-Umem’in önsözüne bakarsak eserin yazılış maksadını anlayabiliriz. Yazar, bir çok tarih kitabını okuduktan sonra, o, kitaplarda kendisine göre bazı yanlışlıklar ve de bazı prensipler keşfediyor. Keşfetmiş olduğu bu hakikatleri sonraki nesillere aktarabilmek ve ibret alması gerekenlere bir kılavuz sunabilmek amacıyla İbn-i Miskeveyh bu eseri kaleme alıyor. Yazar, esere besmele, hamdele ve salvele ile başladıktan sonra kitabı yazış sebebini şu şekilde izah ediyor: “Ümmetlerin kitaplarını haberlerini, meliklerin hayatlarını, şehirlerin haberlerini,tarih derinlemesine okudum. Orada işlerde aynısının tekrar etmeyeceği kendisinden faydalanılacak tecrübeler buldum. 93 Onların, aynen olmasa bile şeklen meydana gelmesi beklenebilir.94 Örneğin, devletlerin başlangıcı, kral(lık)ların büyüyüp gelişmesi, sonra refah içerisine girmesi, ardından bu durumun bir savurganlık haline gelmesi, ardından bu durumun izmihlal ve zevali getirmesinin kaçınılmaz olmasını gördüm.” 95 93 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.1 a.g.e., c.I, s.2 95 a.g.e., c.I, s.2 94 36 “Ayrıca şehirlerin imarında, yöneticilerin, askerlerin niyetlerinin ıslahında, harp hilelerinde, düşmanlara karşı hazırlanan ve sahibine geri dönen tuzaklardaki siyaseti gördüm.” 96 “Vezirlerin , askeri erkanın, kendisine siyaset ve harp isnad edilen kişilerin işleri ve olaylar neticesinde nasıl harplerin meydana geldiği bilinirse, elinde geçmişle ilgili böyle misaller bulunursa sonradan gelenler için geçmişin tecrübesi kendisine örnek olur ve o tecrübeyi kendisine kılavuz yapar. İşlerini haberi karşılamakla karşılamış olur. İşleri (vakayı) vukua gelmeden önce bilir.”97 “Dünyanın işleri müteşabihtir ve onların halleri mütenasiptir. İnsan bu örnekleri muhafaza ederse onu tecrübe etmiş gibi olur. Eğer onu düşük görür ve dikkate almazsa o tecrübelerin hepsini tekrar yaşamak zorunda kalır.” 98 “Bu metinlerde yine esmar ve hurafatlar gördüm. Bunlar kendisiyle uykunun celb edileceği ve bundan başka faydası olmayan şeylerdir. Hatta bunlar kayıtlardan çıkartılmalıdır ki okuyuculara ulaşmasın.” 99 Yazar, yapmış olduğu okuma ve incelemeler neticesinde kendi düşüncesine göre bir tarih kitabında nelerin olup olmaması gerektiğini tespit ediyor ve bu düşüncelerden yola çıkarak eseri kaleme alıyor. “İnsanların çoğu ondan faydalansın, yöneticiler haz alsın veya dünya işlerinde vezirler, askeri erkan, şehirlerin yöneticileri, toplumda muteber olanlar, insan tabakasının üstündekiler kıstas alsınlar diye bu kitabı topladım ve onu Tecaribu’lUmem diye isimlendirdim.” 100 96 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.3 a.g.e., c.I, s.3 98 a.g.e., c.I, s.3 99 a.g.e., c.I, s.3 100 a.g.e., c.I, s.4 97 37 Burada İbn-i Miskeveyh tarafından eserin yazılış maksadı belirtilirken “yöneticiler haz alsın” ifadesi dikkat çekmektedir. Bu ifade bize yazarın yaşamış olduğu devirde saray çevresinin tarih bilimine bakış açısının nasıl olduğunun ip uçlarını vermektedir. Buradan yola çıkarak o devir yöneticilerinin bu bilime bir fantezi olarak baktıklarını söylememiz mümkündür. Tecaribu’l-Umem ağırlıklı olarak ve konusu itibariyle rasyonel tarzda yazılmıştır. 101 Şemsettin Günaltay esere eskilerin dedikodularının ve efsanelerinin dahil edilmediği kanaatindedir.102 Fakat İbn-i Miskeveyh tarafından aynı hassasiyetin İran tarihi söz konusu olduğunda gösterilmediği ortadadır. Yazarların bir kısmı verdiği bilgilerin tarihsel anlamda değerinin büyük olduğunu ve tarihe yazarın bir filozof gözüyle bakmış olmasının eseri farklı kıldığını düşünmektedirler. 103 B-İBN-İ MİSKEVEYH’İN TAKİP ETTİĞİ METOT İbn-i Miskeveyh, eserine Tufanı zikrederek başlamakla birlikte kitabını bu olaydan itibaren meydana gelen olayları anlatmak suretiyle devam ettirmiyor. Tufanı sadece zikretmekle yetiniyor ve olay hakkında kendisine gelmiş olan herhangi bir bilginin olmadığını, olsa bile insani tecrübe açısından bilinmesinden bir fayda gelmeyeceğini söyleyerek direk olarak İran tarihine geçiyor ve tarihte kayıtlı olan ilk hükümdarın Uşhanc olduğunu belirtiyor. Uşhanc’ın ardından oğlu Tahumart onun 101 Brockelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arab, s.471-477; Muhammed İsa Salihiyye, el-Mu’cemu’ş-Şamilu li’t-Turasi’l-Arabiyyi’l-Matbu’, Kahire 1995, c.V, s. 93-97; İsmail Hakkı İzmirli, “Miskeveyh’in Felsefesi Eserleri”, D.İ.F.M, III/11, İstanbul 1929, s.59-66 102 Günaltay, İslamda Tarih ve Müverrihler, s.99 103 Abdulvehhab İbrahim Ebu Süleyman, Kitabetu’l-Bahsi’l-İlm, Mekke 1983,s. 581; Encyclopedia of Arabic Literature, c.II, s. 530 38 ardından da Tahumart’ın kardeşi Cemşid’in İran hükümdarı olarak tahta geçtiğini söyleyerek onların icraatlarını anlatıyor. 104 İran hükümdarlarından Yezdicird’in krallığı dönemine gelince İslam tarihine geçiş yapıyor. Burada yazar, “Yezdicird’in dönemi ile ilgili olayları Hz. Peygamber dönemi ve halifelerin dönemini zikrettikten sonra tekrar anlatacağız. Rasulullah’ın gazvelerinde insani anlamda meydana gelen tedbir ve hilelere gelince, onlardan olan Hendek savaşı....” 105 diyerek İslam tarihini, Hendek savaşından başlayarak anlatıyor ve çok az bir yer ayırıyor. Yazar, kendisinden önceki ve çağdaşı olan Müslüman tarihçilerin aksine peygamberlerin hayatlarını kitabına almamıştır. Aynı şekilde Hz. Muhammed (s.a.v)’in hayatıyla ilgili kıssaları veya peygamberlik görevini ifa edişi sırasında meydana gelen olaylara da yer vermemiştir. Yazarın bu tavrını bazı yazarlar seküler bir tarih oluşturma çabası olarak algılamışlardır. 106 İbn-i Miskeveyh’in yaptığı ilk dönem İslam tarihiyle ilgili bu kısaltma onun tarih anlayışı ve takip ettiği metot ile ilgili bir durumdur. Kesinlikle görmezlikten gelme değildir. Peygamberlerin mucizelerini ve onların kıssalarını almamasının nedeni peygamberlerin, peygamberlikle ilgili durumlarının özel bir durum olması ve mucizevi karakterler taşımasıdır. Mucizelerse olağanüstü olaylardır ve tarihte belli zamanlarda ve özel şartlarda Allah’ın izni ile gerçekleşmektedirler. İnsanlar bu mucizelerden ibret alabilirler fakat bunları insanların tecrübe edip tekrar gerçekleştirmeleri mümkün değildir. 107 Yapmış olduğu bu kısaltmanın bir başka nedeni de İran merkezli milli bir tarih yazma gayreti içerisinde olmasıdır. Bu 104 İbn-i Miskeveyh,Tecaribu’l-Umem, c.I, s.6 İbn-i Miskeveyh, a.g.e., c.I, s.136 106 Kraemer,Humanism in The Renaissance of Islam,s.224; M. S. Khan, “Miskawaih and Arabic Historiography”, Journal Of The Regional Cultural Society c.89/4 New Haven 1969, s.712 107 İbn-i Miskeveyh, a.g.e., c.I, s.6 105 39 iddiamızı İbn-i Miskeveyh’in efsanevi anlatımlardan ve mucizeleri aktarmaktan kaçınmasına rağmen tarihte ilk kral olarak zikrettiği Uşhanc’dan bahsederken bütün kriterleri bir kenara bırakıp ona efsanevi bazı sıfatlar yüklemesiyle delillendirebiliriz. İbn-i Miskeveyh, tarihte kayıtlı olan ilk kral olarak Pers kökenli Uşhanc’ı zikrettikten sonra onu şöyle anlatıyor: “Uşhanc dedesi Ceyumart’tan sonra krallığa geçti ve Ekalim-i Seb’a’yı birleştirdi. 108 Krallık sistemini oluşturdu ve devlet işlerini düzene koydu memurluğu ihdas etti. Bu sayede fişdad diye isimlendirildi. Bunun Arapça’daki anlamı “adaleti ilk ihdas eden kişi”dir. Ve denir ki, onun zamanı Tufan’dan iki yüz yıl önceydi. O, ağacı ilk kesen, onunla bina yapan, madeni ilk çıkaran, Babil ve Sûs şehirlerini kuran kişiydi. Faziletli ve övülmüş biriydi. Onun güzel siyasetinden bazıları şunlardır: Fesat ehlini ortadan kaldırdı. Krallığı onlardan temizledi, onları ülkelerden çıkarıp soğuk bölgelere sürdü. Fesat ehli de dağların tepelerine ve adalara sığındılar. Bu fesat ehlinden boyun eğenleri kendi hizmetine alarak onları Şeytan ve İfrit diye isimlendirdi.” 109 Yazar, bu anlatımlarından da anlaşılacağı gibi efsaneleri ve mucizeleri elerken göstermiş olduğu titizliği İran tarihi ve yöneticileri söz konusu olduğunda gösterememiştir ve sonraki nesillere aktarılmasında herhangi bir sakınca görmemiştir. İslam tarihine, yazdığı eserde, bir nevi yan bir pasaj açarak kısaca değinme alışkanlığının sadece İbn-i Miskeveyh’te bulunmadığını kendisinden önce yaşamış olan bir başka İranlı tarihçi olan Ebu Ahmed Davud ed-Dineverî’nin (ö.282/895) “elAhbaru’t-Tıval” isimli eserine baktığımızda anlayabiliriz: Dineveri, yazmış olduğu bu eserde dünya tarihini insanlığın başlangıcından itibaren ele almış ve olayları da hep İran’ı merkeze alarak anlatmıştır. Hz. Peygamber’in hayatı ile ilgili konuya 108 Ekalim-i Seb’a: Dünyanın ayrıldığı yedi kıta manasına gelen bir tabirdir. Eskiler bu kısımların her birinde çeşitli iklimler farz ederlerdi. Geniş bilgi için bkz. Mu’cemu’l-Buldan, c.I, s. 24-34. 109 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.7-8 40 gelince yazar, İran meliklerinden Anu Şirvan’ın dönemini anlattığı konu başlığının altında Hz. Peygamberin hayatına kısaca değinmiştir. Bütün söyledikleri şunlardan ibarettir: “Rasulullah (s.a.v) Anuşirvan’ın krallığının sonlarında dünyaya geldi. Peygamber olarak görevlendirilene kadar Mekke’de kırk yıl kaldı. Bu süre boyunca Anu Şirvan’ın yedi sene hükümranlığı olmuştur. Ardından on dokuz sene Hürmüz b. Kisra Anu Şirvan dönemi olmuş ve peygamber olarak görevlendirildiğinde Kisra Ebreviz’in hükümdarlığının on altıncı senesi idi. Mekke’de nübüvvetinin on üç yılı boyunca bulundu ve Medine’ye hicret etti. Bu sırada Ebreviz’in hükümdarlığının yirmi dokuzuncu senesi geçmişti. Medine’de on sene kaldı ve Kisra Ebreviz’in ölümünden sonra Rasulullah (s.a.v) vefat etti. Rasulullah’ın yaşı altmış üç idi.” 110 İbn-i Miskeveyh, hicri üç yüz kırk tarihinden itibaren kendi müşahedelerine veya kendisinin çok güvendiği kişilerin birinci dereceden tanıklıklarına dayanan anlatımlara başvuruyor. Yazar gerek kaynaklardan almış olduğu gerekse kendi müşahedelerine dayanan tarihi olayları naklettikten sonra kendi görüşünü konuya ilave ediyor ve bazı açımlamalar yapıyor. Bu görüşlerin kendisine ait olduğunu belirtmek için. “ve diyorum ki” 111, “ben işittim” 112, “bizce doğrulandı” 113 veya “bu kitabın sahibi Üstaz Ebu Ali Ahmed b. Muhammed Miskeveyh diyor ki” 114 gibi ifadelere başvuruyor. Olayları anlattıktan sonra da bu olayların meydana gelmesine neyin sebep olduğunu belirtmek için ,“bunun meydana gelmesinin sebebi” 115, “bu olay hakkındaki haberlerin zikri” 116, “durumun izahı” 117 gibi ifadeler kullanıyor. 110 Ebu Ahmed ed-Dineveri, el-Ahbaru’t-Tıval, Tahk:Abdulmun’im Amir, Kahire 1960, s.74 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.7 112 a.g.e., c.VI, s.84 113 a.g.e., c.V, s.187 114 a.g.e., c.VI, s.136 115 a.g.e., c.II, s.287,288 116 a.g.e., c.V, s.280 117 a.g.e., c.II, s.538 111 41 Olayların hangi yıllarda geçtiğini “... yılına girdik”, “bu sene meydana gelen olaylar” diyerek belirtiyor ve vakaları sırasıyla bir tarih düzeni içerisinde ele alıyor. Bir yıl içerisinde birden fazla vakıa ele alınacaksa ve araya da izahatlar girmişse yeni vakıa ele alınırken “fîha” (bu yılda) denerek o olayın zikredilen yıl içerisinde meydana geldiği bildiriliyor. 118 Bazı tarihlerse,“ İbnu’l-Amid, 360 yılının Safer ayının altıncı günü Perşembe gecesi vefat etti”119, “Mühellebi Şaban’ın yirmi yedisinde Cumartesi günü Zevata’da vefat etti. Allah ona rahmet etsin” 120 şeklinde ifadelerle gününe gün veriliyor. Yazar bazı vakaların anlatımına ara veriyor ve daha sonra tekrar konunun anlatımına başka bir yerde devam ediyor ama tabi ki bunları yaparken olayların zamanlarla olan ilişkisini ortadan kaldırmıyor ve zaman silsilesini bozmuyor “konu hakkında ilerde tekrar bahsedeceğiz inşallah” 121, “ona tekrar döneceğiz” 122 diyor. Bazen de yeni bildirdiği bir haberle önceden bildirdiği haber arasında bağlantı kuruyor, “şu olaya geri dönüyoruz” 123, “daha önce zikretmiştik” 124, “demiştik”125 gibi ifadeler kullanıyor. Kitabına almış olduğu bir olayı kimden dinlediğini veya aldığını belirterek, “ Ebu Zekeriyya Yahya b. Said es-Susi hikaye etti 126, Hişam b. Muhammed’in dediğine göre” 127 şeklinde başlayarak olayları anlatıyor. Bazen de belirsiz kişileri 118 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.205 a.g.e., c.VI, s.181 120 a.g.e., c.VI, s.198 121 a.g.e., c.VI, s.181 122 a.g.e., c.V, s.110 123 a.g.e., c.V, s.14 124 a.g.e., c.IV, s.1 125 a.g.e., c.VI, s.292 126 a.g.e., c.VI, s. 1 127 a.g.e, c. II, s.550 119 42 zikrederek, “falanın dediğine göre” , “falanın zikrettiğine göre” 128 diyerek vakaları naklediyor. Bu metoda ve olayların anlatılış tarzına örnek vermek gerekirse: Muktedir Billah’ın Halifeliği (h.295) 129 Mu’tezid Billah’ın oğlu Cafer’e 13 yaşındayken biat edildi. Künyesi Ebu’lFazl’dır. Bu hususta cereyan eden vakalar: Müktefi’nin hastalığı ağırlaşınca vezir Abbas b. Hasan hilafeti kime tevdi edeceğini düşündü fakat kararlaştıramadı. Divan işlerini yapan eden dört kişiden yani; Abdullah Muhammed b. Davut İbn el-Cerrah, Ebu’l-Hasan Muhammet b. Abdun, Ebu’l-Hasan b. el-Furat ve Ebu’l-Hasan Ali b. İsa’dan biri vezirle beraber onun evinden ata binerek sultan sarayına birlikte giderdi. O gün Muhammed b. Davut vezirle birlikte atlara binip gittiler. Yolda giderken vezir onunla istişare etti. Muhammed b. Davut, Ebu’l-Abbas Abdullah b. el-Mu’tez’i tavsiye etti ve onu övdü. Ertesi gün vezirle beraber Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammet b. el-Furat atına bindi ve vezir ona da danıştı, lakin İbnu’l-Furat vezire şöyle dedi:Bu konuda benimle müşavere etmek adete uygun değildir. Beni affet, benimle ancak memurlar hakkında müşavere edilir. Bunun üzerine Abbas b. Hasan kızdı ve “bu, fikir beyan etmekten açıktan açığa kaçınmadır. Yoksa kimin uygun olduğunu bilmez değilsin” dedi ve ısrar etti. Bunun üzerine İbnu’l-Furat vezire “eğer vezirim belli bir kişide karar kılarsa Allah’tan hatır dilesin ve kararını uygulasın” dedi. İbnu’l-Furat şöyle diyor: “Vezir benim Mu’tez’in oğlunu kastettiğimi zannetti. Zira onun hakkında haber yayılmıştı. Bunun üzerine vezir bana ‘samimi bir şekilde fikir beyan etmeni istiyorum’ dedi. Buna karşı vezire şöyle dedim: Vezir benden bunu istiyorsa benim 128 129 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.181 a.g.e., c.V, s.56 43 diyeceğim şudur: Allah’tan kork, bu işe ötekinin berikinin yurdunu, bahçesini, cariyesini, çiftliğini, atını bilen ve ahalinin arasına giren, iş bilen tecrübeli ve halkının kâr-zararını bilen kimseyi tayin etme” İbnu’l-Furat dedi ki: “Vezir bu sözü bana birkaç kere tekrar ettirdi. Sonra ‘pekalâ kimi uygun görüyorsun?’ dedi. Mu’tezid’in oğlu Cafer’i dedim. ‘ne yapıyorsun Cafer çocuktur’ dedi. Sabidir fakat Mu’tezid’in oğludur. Bu makama neden emir ve nehyeden, bize ait olan işleri bilen, doğrudan doğruya devleti idare eden, kendisini bağımsız gören birisine teslim ediyorsun, niçin tedbiri senin eline bırakacak birisine teslim etmiyorsun?” dedim. Sonra üçüncü gün Ebu’l-Hasan Ali b. İsa ile istişare etti ve bir isim söyletmek için çok uğraştı. Fakat Ali b. İsa hiç isim söylemedi ve “ben kimseyi tavsiye edemem. Fakat Allah’tan korkmalısın ve dini göz önünde bulundurmalısın” dedi. Abbas b. Hasan, Ebu’l-Hasan İbnu’l-Furat’ın fikrini benimsedi. 130 Hem de bu fikir, Müktefi’nin, kardeşi Cafer’i hilafete tayin hususundaki ahdine de uygundu. Zilkadenin on ikisinde Cumartesi günü akşamı Müktefi vefat edince vezir Abbas, Cafer’i yaşı küçük olduğu için istemeyerek halife olarak atadı... Cafer’in tayini tamamlandı ve Muktedir Billah diye lâkaplandı. 296 senesi girdi Bu sene Abdullah b. el-Mu’tez (13. Halife el-M’tez’in oğlu) fitnesi meydana geldi. Bu fitnenin keyfiyeti: Muktedir Billah’ı hilafetten azledip yerine Abdullah b. el- Mu’tez’i geçirme tedbiri Muhammed b. Davut b. el-Cerrah ile Hüseyin b. Hamdan tarafından icra edildi. Bu işe kumandanlardan, kâtiplerden ve kadılardan bir cemaat iştirak etti. Bir gün Abbas b. el-Hasan Bustanu’l-verd diye bilinen bahçesine gitmek için ata bindiğinde Hüseyin b. Hamedan onun yolunu kesti 130 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.57 44 ve kılıçla üzerine hücum ederek onu öldürdü... 131 daha sonra Abdullah b. el-Mu’tez elde edildi ve isyan bastırıldı. 132 315 senesi İbn-i Ebi’s-Sâc’ın Karmati ile olan vakası, düşmanı hor görüp ihtiyatı ihmal ettiği için esir edilmesi, esir edildikten sonra başına gelen vakalar ve nihayet katledilmesi. 133 317 senesi Muktedir Billah’ın azli ve Kahirbillah’ın Hilafet makamına getirilmesi... 134 318 senesi Bu sene hassa piyadesi mahv ve helak oldu. Helak olmalarının sebebi Hassa piyadesinin her işe burun sokmaları haddini aştı. “İktidardan indirildikten sonra Muktedir’in hilafet merkezine tekrar getirilmesini biz sağladık” diye küstahlık etmeye ve bu konuda aşırıya gitmeye başladılar. Masrafları ağırlaştı, masrafları arttıkça istekleri arttı, gürültüleri çoğaldı, tecavüz sataşmaları ileri derecelere vardı. Bunların aylıkları 130 000 altına kadar ulaşıyordu. Tesadüf olarak o sırada süvariler de bayrak açtılar ve erzak talep ettiler. Piyadeler bunlarla çatıştı ve bir çok adam öldürdüler. Sultan, mal piyadelere harcanıyor diye süvarilere karşı mazeret beyan etti. Bunun üzerine süvariler piyadelerle çatışmaya girip onları sultanın sarayından kovdular. Sonra Muhammed b. Yakut atına bindi piyadelerin Bağdat’ta oturmamalarını ilan etti... 321 senesi Ali b. Büveyh’in valiliğini yerine getiren sebep ve kalanlarının vazifeleri başına varmadan azledilmeleri. 131 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.60 a.g.e, c.V, s.288 133 a.g.e, c.V, s.315 134 a.g.e, c.V, s.317 132 45 Ali b. Büveyh’in yükselmesine ve eriştiği dereceye çıkmasına sebep, tabii olan cömertliği ve kalbinin genişliğidir. Bu büyük ahlâka bundan daha yüce bir ahlâk eklenmişti ki o da onda bulunan tam şecaattir. Bütün bunlara bir takım güzel tesadüfler ve uğurlu talih de eklendi. Ahitnamesini aldı ve Rey’e vardı. Ve böylece padişahlığının ve iktidarının ilk basamağı olan valiliği elde etti. Halbuki Ali b. Büveyh’le birlikte bir çok komutan da Rey için ahitnamelerini alarak yola çıkmışlardı ama hepsi göreve başlayamadan azledilmişlerdi... Bu işler için Allah’ın kaza ve kaderinden sonra Ali b. Büveyh’in cömertliğinden ve kalbinin genişliğinden başka bir sebep bilinmiyor. 135 324 senesi Ebu’l-Hüseyin Ahmet b. Büveyh’in başına gelen vaka cereyan etti. Hıyanetin ve ahdi bozmanın akıbeti. Ebu’l-Hüseyin Ahmet b. Büveyh gençliğinden ve tecrübesizliğinden dolayı katibine uydu. Dinin ve mürvetin icab ettiği şeyden ayrıldı. Askerinin şanlı olanlarını topladı ve isyan etti... Ali b. Büveyh ihtiyatı elden bırakmadı askerlerini öldürdü ve Ahmet b. Büveyh’i esir etti. Verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere İbn-i Miskeveyh ilk önce seneyi zikrettikten sonra o yılda ne tür olaylar meydana gelmişse onları söylüyor. Ve ardından da bu olayların meydana geliş nedenlerini veya sonuçlarını anlatıyor. Bazı anlatımlar çok uzun ve ayrıntılı yapılmıştır. 135 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s. 436 46 C-İBN-İ MİSKEVEYH’İN YARARLANDIĞI KAYNAKLAR İbn-i Miskeveyh’in yararlandığı kaynakları iki ana grup olarak değerlendirebiliriz: Birinci grup devlet yönetiminde yer alan ve İbn-i Miskeveyh’in yanlarında Hâzinu’l-Kütüb olarak da çalışmış olduğu vezirler olan Ebu Muhammed el-Mühellebi ile Ebu’l-Fazl İbnu’l-Amid’dir. Yazar onlardan faydalandığını şu ifadelerle belirtiyor: “Bu eserin müellifi Ebu Ali Ahmet b. Miskeveyh şöyle diyor: Bu seneden itibaren anlatacaklarımın ekserisi gözlemlerime veya haberleri benim nezdimde kendi gözlemim değerinde olan kimselerin haberlerine dayanmaktadır. Mesela, el-Üstaz er-Reisu’l-Fazl Muhammed el-Hüseyin el-Amid (r.a)’in bana vermiş olduğu haberler güvenilirlilik açısından kendi gözlemimden aşağı değildir. Ayrıca güvenirliliği şüphe götürmeyen Muhammed Mühellebi Rahimehullah bana haber verdi.” 136 Bu iki vezir İbn-i Miskeveyh’i ilmi konularda kendisini geliştirmesi için teşvik etmişler , ona her türlü desteği ve imkanı sunmuşlardır. 137 Yazarın ilk defa devlet ricali arasına girmesini sağlayan Muizzuddevle-i Deylemi’nin veziri Ebu Muhammed Mühellebi’dir (ö.963). Dolayısıyla İbn-i Miskeveyh’in ona karşı büyük güven duygusu beslemesi doğal karşılanabilir. Yazar, vezirin kendisine verdiği bilgileri kitabına aldığını söylemektedir, “Ebu Muhammed el-Mühellebi (r.a) kendi zamanında meydana gelen olayların çoğunu bana beraber bulunduğumuz meclislerde uzunca yaptığımız sohbetler sırasında haber verdi.”138 İbn-i Miskeveyh kendisini saraya alıp Hazinu’l-Kütüb yapan vezirden övgüyle 136 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.136 M. S. Khan, “The Personal Evidence in Miskawaih’s Contemporary History”, The İslamic Quarterly, c. XI/1-2, London 1967, s.50; a.mlf., “The Eye –Witness Reporters of Miskawaih’s Contemporary History”, İslamic Culture, c.XXXVIII/IV,s.296 138 İbn-i Miskeveyh, a.g.e., c. V, s.238 137 47 bahsetmektedir. Onu şu şekilde anlatıyor: “Mühellebi maksadını güzel ifade eder, mal tahsil etme yollarını bilir, cömert, cesur ve edebi bir lisana sahip olup fasih bir şekilde Arapça konuşurdu. Yazıcılık sanatının yok olmuş olan adetlerinden bir çoğunu tekrar diriltti. Harabe olmuş yerleri tekrar imar etti. Para geliri elde etmek için yerinde bir çok kaynaklar buldu. Bu suretle güzel işler yaptı. Bunun haricinde edebiyat ve ilim erbabına önem verdi ve onların adları silinmeye ve unutulmaya yüz tutmuş olanlarını tekrar ortaya çıkardı. Halkı bu konuda çalışma yapmaları için teşvik etti.” 139 İbn-i Miskeveyh ondan naklettiği haberlerin çoğunda onunla birlikte yer almıştır. Yani aynı zamanda kendisi de gözlemlemiştir: “Yine bu sene de Muizzuddevle, Ebu Ali el-Hazin’i Ebu Mihled’i, divan sahibi Ebu’l-Ferec İbn’ulAbbas’ı, Ebu’l-Fazl el-Abbas el-Hüseyin eş-Şivazi’yi ve Divanu’l-Ceyş sahibi Ebu Sehl Dizevey’i tutukladı ve bunları Vezir Mühellebi’nin konağına götürüp ona teslim etti… Vezirin bunlarla olan tartışmasında ben de yanlarındaydım” 140 İbn-i Miskeveyh’in yararlandığı ikinci vezir, Rüknüddevle’nin veziri Ebu’lFazl İbnu’l-Amid’dir. Yazar vezirin kütüphanecisi ve defterdarı olarak ona yedi yıl hizmet etti. 141 Vezir de aynı zamanda bir ilim adamıydı ve kütüphanesi çok genişti. Miskeveyh hem kütüphaneden hem de vezirden bir çok konuda faydalanmıştır. İbn-i Miskeveyh eserinde onun da Vezir Mühellebi gibi ilmi ve ahlaki güzelliklerinden övgüyle bahsetmektedir. 142 Hatta övgüsünde abartıya kaçtığını düşünenlere de eserinde şu şekilde seslenmektedir: “Olabilir ki reisi görmemiş ve kitabımızın bu faslını okumamış bazı kimseler, bizim onun hakkında ölçüsüz şehadette bulunduğumuzu ve sahip olduğu ilim ve faziletinden fazlasını iddia ettiğimizi zannederler. Bizi doğru söyleten ve ancak doğruyu söylememiz için bizden söz alan 139 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.125-126 a.g.e., c.VI,s.185-186 141 Abdurrahman Badavi,Quelques Figures et Thémes de la Philosophie Islamique, s.137 142 İbn-i Miskeveyh, a.g.e., c.VI, s.275 140 48 Allah’a yemin ederim ki öyle değildir.” İbn-i Miskeveyh bu ifadesiyle övgü konusunda kendisine gelebilecek eleştirilerden kurtulmak istemiştir. Özellikle 323 ile 355 yılları arasında geçen olayların anlatımında İbnu’l-Amid, yazar tarafından kaynak olarak alınmıştır. 143 Yazar İbnu’l-Amid’den naklettiği bir olayı şu şekilde anlatıyor: “Ebu’l-Fazl İbnu’l-Amid şöyle anlatıyor: Ben ve Rüknüddevle askerlerle beraber o kadar darlık, erzaksızlık ve yemsizlikle (hayvanlar için) karşı karşıya kaldık ki benzeri görülmemiştir. Çevremizi Kürtler kuşatmıştı ve kimse karargahtan dışarı çıkamıyordu. Gerek erzakı gerekse hayvanlar için yemi ancak Kürtler’den satın alma yoluyla elde edebiliyorduk. Kürtler, daracık torba ve herhangi bir kapla un getirip istedikleri fiyatlarla bize satıyorlardı. Alıp da içini boşalttığımızda ancak kabın üstünde görülen kısmın un olduğunu kalanınınsa toprak olduğunu görürdük. Üstte olan az miktardaki un da toprağa karışmış olduğundan hiçbir işe yaramazdı. Arpa ve buğday konusunda da böyle yaparlardı. Bunların bunun gibi pek çok hileleri vardı” 144 Yazarın yararlanmış olduğu Vezir Mühellebi ve Vezir İbnu’l-Amid, devlette üst düzeyde göreve sahip kimselerdir ve dolayısıyla siyasi kişiliğe sahiptirler. İbn-i Miskeveyh’in, onlarla olan samimiyetinden kaynaklanan bir güven duygusuyla hareket ettiği ve onlardan almış olduğu haberleri bu duygu ve düşüncelerle naklettiği dikkate alınırsa bu anlatımlara objektif tarihçilik açısından dikkatle ve şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü genelde İslam coğrafyasındaki tarihçiler özellikle saray eşrafından olan kimselere uzak durmuşlardır. İslam düşünce tarihine bir bakılırsa ilim adamlarının ileri gelenlerinin bunu bir prensip haline getirdikleri görülür. Hatta İslam fıkıhçılarının kendilerine verilmek istenen kadılık görevlerini reddettikleri ve bunun yüzünden işkenceye uğradıkları bilinen bir gerçektir. 143 144 Meliha Rahmetullah, “el-Müerrihu İbn-i Miskeveyh”, Müerrihu’l-Arab,c.XL, Bağdat 1989, s.194 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.140-141 49 İbn-i Miskeveyh’in saraya yakın duruşu kaçınılmaz bir şekilde eserine politik bir renk katmıştır. 145 İbn-i Miskeveyh’in Tecaribu’l-Umem’in yazılmasında başvurduğu ikinci grup kaynaklar ise, eserlerini okumuş olduğu Taberi ve Sabit b. Sinan’dır. 146 Yazar, eserinin büyük bir bölümünde Taberi’nin Tarihu’r-Rusul ve’lMülûk’ünden faydalanmıştır. Taberi’nin tarihini hicri 37-302 tarihleri arasında geçen vakaların anlatımında periyodik olarak kullanmıştır. Muktedirbillah’ın saltanatından itibaren 295/908-340/952’ye kadar ki kısımda ise Sabit b. Sinan’ın şu anda mevcut olmayan et-Tarih’inden faydalanmıştır. İbn-i Miskeveyh’in eserindeki bilgilerle Taberi ve Sabit b. Sinan’ın aktardıklarını karşılaştırırsak arada büyük bir benzerlik olduğunu görürüz. Hatta bilgilerin birbirleriyle olan benzerliğinden yola çıkarak nerdeyse tamamen bu kaynaklardan aktarılmıştır bile diyebiliriz. Yazar, bu eserlerden haberleri naklettikten sonra kendisi olayların meydana geliş sebebini açıklama yoluna gitmiştir. Vereceğimiz karşılaştırmalı metinlerden de anlaşılacağı üzere İbn-i Miskeveyh, Taberi’den bolca faydalanmıştır ama bu bilgileri ondan aldığını belirtmemiştir. Ayrıca Taberi’den yaptığı alıntılarda, bazen Taberi’nin kaynak belirterek aktarmış olayları kendisi kaynak belirtmeden direk almıştır. 147 Tecaribu’l-Umem’de dikkat çeken bir başka özellik, yazarın hicri üç yüz kırk tarihinden itibaren aktardıklarının kendi duyum ve gözlemleri olduğunu belirtmesine rağmen hicri 351 yılına ait kendisinin naklettiği bir olayın anlatımının Zehebi’nin 145 Tarif Khalidi, Arabic Historical Thought in The Classical Period, New York 1994,s.171; Badruddin Bhat, “Miskawaih as an Historian”, The İslamic Quarterly, c.XXXIII/2, London 1989, s.134 146 M. S. Khan, “The Use of Letters and Documents in The Contemporary History of Miskawaih”, The İslamic Quarterly, c.XIV/1, London 1970, s.45 147 bkz.153.ve 155. dipnotlu metinler. 50 “Tarihu’l-İslam” isimli kitabında Sabit b. Sinan kaynak gösterilerek anlatılması ve iki metin arasında anlatım yönüyle büyük benzerlik arz etmesidir. 148 148 bkz.157. ve 158. dipnotlu metinler. 51 TABERİ İBN-İ MİSKEVEYH ● ﻗﺎل )ﻋﻤﺮو ﺑﻦ اﻟﻌﺎص(:ﻗﺎل ﻧﺮﻓﻊ ● ﻗﺎل اﻟﻤﻌﺎوﻳﺔ :هﻞ ﻟﻚ ﻓﻰ اﻣﺮ اﻟﻤﺼﺎﺣﻒ ﻋﻠﻰ اﻟﺮﻣﺎح ﺛﻢ ﻧﻘﻮل ﻣﺎ ﻓﻴﻬﺎ اﻋﺮﺿﻪ ﻋﻠﻴﻚ ﻻ ﻳﺰﻳﺪﻧﺎ اﺟﺘﻤﺎﻋﺎ و ﻻ و ﺑﻴﻨﻜﻢ .ﻓﺈن اﺑﻰ ﺑﻌﻀﻬﻢ اﻻ ﻗﺎل ﺣﻜﻢ ﺑﻴﻨﻨﺎ ﻳﺰﻳﺪهﻢ اﻻ ﻓﺮﻗﺔ؟ ﻗﺎل ﻧﻌﻢ .ﻗﺎل)ﻋﻤﺮو ﺑﻦ :وﺟﺪت ﻓﻴﻬﻢ ﻣﻦ ﻳﻘﻮل :ﻻ ﻧﻘﺎﺗﻞ ﺣﺘﻰ ﻧﻨﻈﺮ اﻟﻌﺎص( ﻧﺮﻓﻊ اﻟﻤﺼﺎﺣﻒ ﺛﻢ ﻧﻘﻮل ﻣﺎ ﻓﻴﻬﺎ ﻣﺎﻟﺤﻜﻢ اﻟﻘﺮان ﻓﺘﻘﻊ ﺑﻴﻨﻬﻢ اﻟﻔﺮﻗﺔ وان ﻗﺎﻟﻮا ﺣﻜﻢ ﺑﻴﻨﻨﺎ و ﺑﻴﻨﻜﻢ .ﻓﺈن اﺑﻰ ﺑﻌﻀﻬﻢ ان ﺑﺎﺟﻤﻌﻬﻢ ﻧﻘﺒﻞ ﺣﻜﻢ اﻟﻘﺮان را ﻓﻌﻨﺎ هﺬﻩ ﻳﻘﺒﻠﻬﺎ وﺟﺪت ﻓﻴﻬﻢ ﻣﻦ ﻳﻘﻮل :ﺑﻠﻰ ﻧﻘﺒﻞ ﻣﺎ 151 ﻓﻴﻬﺎ رﻓﻌﻨﺎ هﺬااﻟﻘﺘﺎل ﻋﻨﺎ و هﺬﻩ اﻟﺤﺮب اﻟﺤﺮب و داﻓﻌﻨﺎﻩ اﻟﻰ اﺟﻞ اﻟﻰ اﺟﻞ او اﻟﻰ ﺣﻴﻦ .ﻓﺮﻓﻌﻮا اﻟﻤﺼﺎﺣﻒ ﺑﺎﻟﺮﻣﺎح و ﻗﺎﻟﻮ :هﺬا آﺘﺎب اﷲ ﻋﺰ و ﺟﻞ... ● وﻓﻴﻬﺎ ﺗﻮﻓﻰ ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻦ ﻋﺒﺪاﻟﻤﻠﻚ ،ﻳﻮم 149 ●ذآﺮ اﻟﺨﺒﺮ ﻋﻤﺎ آﺎن ﻓﻴﻬﺎ ﻣﻦ اﻻﺣﺪاث ﻓﻤﻦ ذﻟﻚ وﻓﺎت ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻦ ﻋﺒﺪاﻟﻤﻠﻚ، اﻟﺠﻤﻌﺔ ﻟﻌﺸﺮ ﻣﻀﻴﻦ ﻣﻦ ﺻﻔﺮ،ﻓﻜﺎن ﺧﻼﻓﺘﻪ ﺳﻨﺘﻴﻦ و ﺳﺒﻌﺔ اﺷﻬﺮ... 152 ﺗﻮﻓﻰ ﻓﻴﻤﺎ ﺣﺪﺛﺖ ﻋﻦ ﺣﺸﺎم ،ﻋﻦ اﺑﻰ ﻣﺨﻨﻒ ﺑﺪاﺑﻖ ﻣﻦ ارض ﻗﻨﺴﺮﻳﻦ ﻳﻮم اﻟﺠﻤﻌﺔ ﻟﻌﺸﺮ ﻟﻴﺎل ﺑﻘﻴﻦ ﻣﻦ ﺻﻔﺮ ،ﻓﻜﺎﻧﺖ وﻻﻳﺘﻪ ﺳﻨﺘﻴﻦ ﺛﻤﺎﻧﻴﺔ اﺷﻬﺮ اﻻ ﺧﻤﺴﺔ اﻳﺎم... İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.II, s.8 a.g.e, c.II, s.550 52 151 152 150 Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, c.V, s.48 a.g.e, c.VI, s.546 149 150 ● و ﻓﻴﻬﺎ وﻟﻰ ﻳﺰﻳﺪ ﻋﺒﺪاﻟﻤﻠﻚ اﻟﺠﻼﻓﺔ و ● و ﻓﻴﻬﺎ وﻟﻰ ﻳﺰﻳﺪ ﺑﻦ ﻋﺒﺪاﻟﻤﻠﻚ ﺑﻦ آﻨﻴﺘﻪ اﺑﻮ ﺟﺎﻟﺪ وهﻮ اﺑﻦ ﺗﺴﻊ و ﻋﺸﺮﻳﻦ ﺳﻨﺔ ﻣﺮوان و آﻨﻴﺘﻪ اﺑﻮ ﺟﺎﻟﺪ وهﻮ اﺑﻦ ﺗﺴﻊ و ﻓﻰ ﻗﻮل هﺸﺎم ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ .و ﻓﻴﻬﺎ ﻗﺘﻞ ﺷﻮذب ﻋﺸﺮﻳﻦ ﺳﻨﺔ ﻓﻰ ﻗﻮل هﺸﺎم ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ. 155 ﻗﺎل اﺑﻮ ﺟﻌﻔﺮ :و ﻓﻰ هﺬﻩ اﺳﻨﺔ ﻗﺘﻞ اﻟﺨﺎرﺟﻰ... ﺷﻮذب اﻟﺨﺎرﺟﻰ... 153 ● و ﻓﻴﻬﺎ ﻗﺪم رﺳﻮل ﻋﻤﺮو ﺑﻦ اﻟﻠﻴﺚ ● ﻓﻤﻦ ذاﻟﻚ ﻣﺎ آﺎن ﻣﻦ ﻗﺪوم رﺳﻮل اﻟﺼﻔﺎر ﺑﺮاس راﻓﻊ ﺑﻦ هﺮﺛﻤﺔ ﻓﻰ اﻟﻤﺤﺮم ﻋﻤﺮو ﺑﻦ اﻟﻠﻴﺚ اﻟﺼﻔﺎر ﺑﺮاس راﻓﻊ ﺑﻦ ﻓﺎﻣﺮ اﻟﻤﻌﺘﻀﺪ ﺑﺮﻓﻌﻪ و ﻧﺼﺒﻪ ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻧﺐ هﺮﺛﻤﺔ ﻓﻰ ﻳﻮم اﻟﺨﻤﻴﺲ ﻻرﺑﻊ ﺧﻠﻮن ﻣﻦ اﻟﺸﺮﻗﻰ اﻟﻰ اﻇﻬﺮ ﺛﻢ ﺗﺤﻮﻳﻠﻪ اﻟﻰ اﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﻤﺤﺮم ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻌﺘﻀﺪ ﻓﺎﻣﺮ ﺑﻨﺼﺒﻪ ﻓﻰ اﻟﻐﺮﺑﻰ اﻟﻰ اﻟﻠﻴﻞ ﺛﻢ ردﻩ اﻟﻰ دار اﻟﻤﺠﺎﻟﺲ ﺑﺎﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﺸﺮﻗﻰ اﻟﻰ اﻇﻬﺮ ﺛﻢ اﻟﺴﻠﻄﺎن... 156 ﺗﺤﻮﻳﻠﻪ اﻟﻰ اﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﻐﺮﺑﻰ و ﻧﺼﺒﻪ هﻨﺎﻟﻚ اﻟﻰ اﻟﻠﻴﻞ ﺛﻢ ردﻩ اﻟﻰ دار اﻟﺴﻠﻄﺎن و ﺧﻠﻊ ﻋﻠﻰ اﻟﺮﺳﻮل وﻗﺖ وﺻﻮﻟﻪ اﻟﻰ اﻟﻤﻌﺘﻀﺪ ﺑﺎﻟﺮاس... 154 153 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.II, s.550 a.g.e, c.V, s.2 53 155 156 Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, c.VI, s.574 154 a.g.e, c.X, s.51 ● و ﻓﻴﻬﺎ وﺟﻪ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﺑﻰ اﻟﺴﺎج اﺑﻨﻪ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺎﺑﻰ اﻟﻤﺴﺎﻓﺮ اﻟﻰ ﺑﻐﺪاد رهﻴﻨﺔ ● ﻓﻤﻦ ذاﻟﻚ ﻣﺎ آﺎن ﻣﻦ ﺗﻮﺟﻴﻪ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﺑﻰ اﻟﺴﺎج اﺑﻨﻪ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺎﺑﻰ اﻟﻤﺴﺎﻓﺮ ﺑﻤﺎ ﺿﻤﻦ ﻟﻪ ﻣﻦ اﻟﻄﺎﻋﺔ واﻟﻤﻨﺎﺻﺤﺔ ﻓﻘﺪم ﻓﻲ اﻟﻤﺤﺮم ﻣﻨﻬﺎ ﻣﻌﻪ هﺪاﻳﺎ واﻟﻤﻌﺘﻀﺪ ﻏﺎءب... 158 اﻟﻰ ﺑﻐﺪاد رهﻴﻨﺔ ﺑﻤﺎ ﺿﻤﻦ ﻟﻠﺴﻠﻄﺎن ﻣﻦ اﻟﻄﺎﻋﺔ واﻟﻤﻨﺎﺻﺤﺔ ﻓﻘﺪم ﻓﻴﻤﺎ ذآﺮ ﻳﻮم اﻟﺜﻼﺛﺎء ﻟﺴﺒﻊ ﺧﻠﻮن ﻣﻨﺎﻟﻤﺤﺮم ﻣﻨﻬﺎ ﻣﻌﻪ هﺪاﻳﺎ ﻣﻦ اﻟﺪواب واﻟﻤﺘﺎع وﻏﻴﺮ ذاﻟﻚ واﻟﻤﻌﺘﻀﺪ ﻳﻮﻣﺈذ ﻏﺎءب ﻋﻦ ﺑﻐﺪاد... İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.6 54 158 157 Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, c.X, s.56 157 İBN-İ MİSKEVEYH SABİT b. SİNAN ●و ﻓﻴﻬﺎ ورد اﻟﺮوم ﻋﻴﻦ زرﺑﺔ ﻓﻰ ﻣﺎءة ● ﻗﺎل ﺛﺎﺑﺖ ﺑﻦ ﺳﻨﺎن :و دﺟﻠﺖ اﻟﺮوم وﺳﺘﻴﻦ اﻟﻔﺎ و هﻰ ﻓﻰ ﺳﻔﺢ ﺟﺒﻞ واﻟﺠﺒﻞ ﻋﻴﻦ زرﺑﺔ ﻣﻊ اﻟﺪﻣﺴﺘﻖ ﻓﻰ ﻣﺎءة وﺳﺘﻴﻦ ﻣﻄﻞ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻓﻠﻤﺎ ﺟﺎءﻩ اﻟﺪﻣﺴﺘﻖ ﻓﻰ هﺬا اﻟﻔﺎ و هﻰ ﻓﻰ ﺳﻔﺢ ﺟﺒﻞ ﻣﻄﻞ ﻋﻠﻴﻬﺎ، اﻟﺠﻤﻊ اﻟﻌﻈﻴﻢ اﻧﻔﺬ ﺟﻴﺸﻪ اﻟﺠﺒﻞ و ﻧﺰل هﻮ ﻓﺼﻌﺪ ﺑﻌﺾ ﺟﻴﺸﻪ اﻟﺠﺒﻞ ،و ﻧﺰل هﻮ ﻋﻠﻰ ﺑﺎﺑﻬﺎ و اﻧﻪ ﻗﺪ اﺟﺬ ﻓﻰ ﻧﻘﺐ اﻟﺴﻮر ﻋﻠﻰ ﺑﺎﺑﻬﺎ ،واﺟﺬوا ﻓﻰ ﻧﻘﺐ اﻟﺼﻮر، ﻃﻠﺒﻮا ﻣﻨﻪ اﻻﻣﺎن ﻓﺎﻣﻨﻬﻢ و ﻓﺘﺤﻮا ﻟﻪ ﺑﺎب ﻓﻄﻠﺒﻮا اﻻﻣﺎن ،ﻓﺎﻣﻨﻬﻢ ،و ﻓﺘﺤﻮا ﻟﻪ، اﻟﻤﺪﻳﻨﺔ ﻓﺪﺧﻠﻬﺎ ﻗﺪم ﻋﻠﻰ اﻋﻄﺎءهﻢ اﻻﻣﺎن ﻓﺪﺧﻠﻬﺎ و ﻗﺪم ﺟﻴﺸﺎ ﻣﻨﻬﻢ ،و ﻧﺎدا ﺑﺎن ﻓﻨﺎدى ﻓﻰ اﻟﺒﻠﺪ ﻣﻦ اول اﻟﻠﻴﻞ ﺑﺎن ﻳﺨﺮج ﻳﺨﺮج ﺟﻤﻴﻊ ﻣﻦ ﻓﻰ اﻟﺒﻠﺪ اﻟﻰ اﻟﺠﺎﻣﻊ. ﺟﻤﻴﻊ اهﻠﻪ اﻟﻰ اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﺠﺎﻣﻊ ﻓﻠﻤﺎ اﺻﺒﺢ ﻓﻠﻤﺎ اﺻﺒﺢ ﺑﺚ رﺟﺎﻟﻪ -و آﺎﻧﻮ ﺳﺘﻴﻦ اﻟﻔﺎ- اﻧﻔﺬ رﺟﺎﻟﺘﻪ ﻓﻰ اﻟﻤﺪﻳﻨﺔ وآﺎﻧﻮا ﺳﺘﻴﻦ اﻟﻒ ﻓﻜﻞ ﻣﻦ وﺟﻮﻩ ﻓﻰ ﻣﻨﺰﻟﻪ ﻗﺘﻠﻮﻩ ،ﻓﻘﺘﻠﻮا رﺟﻞ وآﻞ ﻣﻦ وﺟﺪوﻩ ﻓﻰ ﻣﻨﺰﻟﻪ ﻗﺘﻠﻮﻩ ﻋﺎﻟﻤﺎ ﻻ ﻳﺤﺼﻰ ،و اﺧﺬوا ﺟﻤﻴﻊ ﻣﺎ آﺎن ﻓﻘﺘﻠﻮا ﻋﺎﻟﻤﺎ ﻣﻦ اﻟﺮﺟﺎل و اﻣﺮ ﺑﺠﻤﻊ ﻣﺎ ﻓﻰ ﻓﻴﻬﺎ .و آﺎن ﻣﻦ ﺟﻤﻠﻪ ﻣﺎ اﺧﺬوا ارﺑﻌﻮن اﻟﺒﻠﺪ ﻣﻦ اﻟﺴﻼح ﻓﺠﻤﻊ ارﺑﻌﻮن اﻟﻒ رﻣﺢ اﻟﻒ رﻣﺢ .و ﻗﻄﻊ – ﻟﻌﻨﻪ اﷲ- ﻣﻦ و ﻗﻄﻊ ﻣﺎ ﻓﻰ اﻟﺒﻠﺪ ﻣﻦ اﻟﻨﺤﻞ ﻓﻘﻄﻊ ﻧﺤﻮ ﺣﻮاﻟﻰ اﻟﺒﻠﺪ ارﺑﻌﻴﻦ اﻟﻒ ﻧﺨﻠﺔ ،و هﺪم ﺧﻤﺴﻴﻦ اﻟﻒ ﻧﺨﻠﺔ و ﻧﺎدى ﻓﻰ ﻣﻦ ﺣﺼﻞ ﻓﻰ اﻟﺒﻴﻮت و اﺣﺮﻗﻬﺎ .و ﻧﺎدى :ﻣﻦ آﺎن ﻓﻰ اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﺠﺎﻣﻊ ﻣﻦ اﻟﻨﺎس ﺑﺎن ﻳﺨﺮﺟﻮا ﻋﻦ اﻟﺠﺎﻣﻊ ﻓﻠﻴﺬهﺐ ﺣﻴﺚ ﺷﺎء ،و ﻣﻦ اﻣﺴﻰ ﺣﻴﺚ ﻓﻴﻪ ﻗﺘﻞ ،ﻓﺎزدﺣﻢ اﻟﻨﺎس ﻓﻰ اﺑﻮاﺑﻪ ،و ﺷﺎءوا وان ﻣﻦ اﻣﺴﻰ وﻟﻢ ﻳﺨﺮج ﻗﺘﻞ ﻣﺎت ﺟﻤﺎﻋﺔ وﻣﺮا ﻋﻠﻰ وﺟﻮهﻬﻢ ﺣﻔﺎة ﻓﺨﺮج اﻟﻨﺎس ﻣﺒﺎدرﻳﻦ و ﺗﺰاﺣﻤﻮا ﻓﻰ ﻋﺮاة ﻻ ﻳﺪرون اﻳﻦ ﻳﺬهﺒﻮن ،ﻓﻤﺎﺗﻮا ﻓﻰ اﻻﺑﻮاب ﻓﻤﺎت ﺑﺎﻟﻀﻐﻂ ﺟﻤﺎﻋﺔ ﻣﻨﺎﻟﺮﺟﺎل اﻟﻄﺮﻗﺎت ﺟﻮﻋﺎ و ﻋﻄﺸﺎ ،واﺧﺮب واﻟﻨﺴﺎء واﻟﺼﺒﻴﺎن وﻣﺮوا ﻋﻠﻰ وﺟﻮهﻬﻢ اﻟﺴﻮر واﻟﺠﺎﻣﻊ ،و هﺪم ﺣﻮﻟﻬﺎ ارﺑﻌﺔ و ﺣﻔﺎة ﻋﺮاة ﺧﻤﺴﻴﻦ ﺣﺼﻨﺎ ،اﺧﺬ اﻟﺒﻠﺪاﻟﻰ 55 ﻻ ﻳﺪرون اﻟﻰ اﻳﻦ ﻳﺘﻮﺟﻬﻮن ﻓﻤﺎﺗﻮا ﻓﻰ اﻟﻄﺮﻗﺎت و ﻣﻦ وﺟﺪ ﻓﻰ اﻟﻤﺪﻳﻨﺔ اﺧﺮ اﻟﻨﻬﺎر ﻣﻨﻬﺎ ﺑﺎﻻﻣﺎن ﺟﻤﻠﺔ و ﻣﻨﻬﺎ ﺑﺎﻟﺴﻴﻒ .اﻧﺘﻬﻰ ﻗﻮل ﺛﺎﺑﺖ... 159 ﻗﺘﻞ واﺧﺬ آﻞ ﻣﺎ ﺧﻠﻔﻪ اﻟﻨﺎس ﻣﻦ اﻣﺘﻌﺘﻬﻢ و اﻣﻮاﻟﻬﻢ و هﺪم اﻟﺴﻮران اﻟﻠﺬان ﻋﻠىﺎﻟﻤﺪﻳﻨﺔ و هﺪﻣﺖ اﻟﻤﻨﺎزل و ﺑﻘﻰ اﻟﺪﻣﺴﺘﻖ ﻣﻘﻴﻤﺎ ﻓﻰ ﺑﻠﺪان اﻻﺳﻼم واﺣﺪ و ﻋﺸﺮون ﻳﻮﻣﺎ و ﻓﺘﺢ ﺣﻮل ﻋﻴﻦ زرﺑﺔ ارﺑﻌﺔ و ﺧﻤﺴﻴﻦ ﺣﺼﻨﺎ ﻣﻨﻬﺎ اﺧﺬ ﻣﻨﻬﺎ ﺑﺎﻟﺴﻴﻒ ﺑﺎﻻﻣﺎن... و ﻣﻨﻬﺎ 160 159 160 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.251252 56 Zehebi, Tarihu’l-İslam ve Vefayatu’lMeşahiri ve’l-Alam, tahk: Ömer Abdusselam Tedmuri, 351-380 h., Beyrut 1989,s.8 II-İBN-İ MİSKEVEYH’İN TARİH ANLAYIŞI İbn-i Miskeveyh’in tarih anlayışını iyi anlayabilmek için onun düşünce yapısına göz atmamız gerekmektedir. İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem gibi değerli bir tarih kitabı yazmış olmakla birlikte daha çok bir ahlak filozofu olarak bilinir. Yazmış olduğu “Tehzibu’l-Ahlak ve Tathiru’l-Arak” isimli eser, ahlak felsefesi alanında yazılmış olan ilk sistematik eser olarak kabul edilir. Bu esere baktığımızda yazarın varlık anlayışının ve ahlak öğretisinin ana temalarını görebiliriz. İbn-i Miskeveyh, kozmik varlık alanında tekamüle dayalı bir hiyerarşinin mevcut olduğunu ve bu tekamül meydana gelirken oluşan varlık mertebelerinin, birbirleriyle zincirin halkaları gibi geçiş ufuklarıyla bağlı olduklarını düşünüyor. Bu tekamül cansız ve şekilsiz varlıklardan başlamaktadır, bunlar üreme duygusundan yoksundurlar. Ardından şekilli fakat tohumsuz olan canlı bitkiler gelir. Sonra üreme, neslini ve yavrusunu koruma, büyütme, acıyarak yuvasında barındırma ve üstünü örtme duygusuna sahip olan hayvanlar gelir. Bu hayvanlarda kendi içlerinde derecelenirler . Hayvanların en üstün dereceli olanları eğitilmeksizin insanı taklit edebilen maymunlardır. Maymun, insana bakarak ve onun yaptığını yaparak, insanı yormaksızın ve onun eğitmesine gerek duymaksızın, kendi kendini zekasıyla eğitebilir. Burası hayvan ufkunun sonudur. Eğer o, bu sınırı geçer birazcık ilerlerse, kendi ufkundan çıkar ve insan ufkuna girmiş olur. İnsan derecesine ulaşan varlık bilgilere yönelir ve arzu duyar. İnsan Allah vergisi olan bu özelliklerini geliştirerek yükselip ilerler ve kendi ufkunun sonuna varır. Kendi ufkunun sonunda melekler 57 ufkunun başıyla karşılaşır. İşte burası en üstün insan mertebesidir. Burada varlıklar birleşir ve onların başı sonuna kavuşur. 161 Filozof bu tekamül nazariyesini aslında Nübüvvet meselesini kendi felsefi düşüncesine göre açıklamak için ortaya koyuyor. İbn-i Miskeveyh’in kozmik varlık anlayışına dikkatlice baktığımızda bir döngüselliğin var olduğunu görürüz. Aynı özellik kendisinin etkisi altında olduğu Farabi’de de vardır. 162 Yazarın kozmik varlık anlayışı ve ahlak öğretisi tarih anlayışına da yansımıştır. Bunları sırasıyla ele almaya çalışacağız. Tecaribu’l-Umem’in önsözüne bakarsak, İbn-i Miskeveyh’in tarih anlayışının ana temalarını görmüş oluruz. Yazar, eserini yazmaya başlamadan önce kendi dönemine kadar yazılmış olan ve kendisinin ulaşabildiği çoğu eseri okuduğunu ve bu eserleri derinlemesine tetkik ederek bazı sonuçlar elde ettiğini söylüyor: “Ümmetlerin kitaplarını haberlerini, meliklerin hayatlarını, şehirlerin haberlerini,tarih derinlemesine okudum. Orada olaylarda aynısının tekrar etmeyeceği kendisinden faydalanılacak tecrübeler buldum. Onların, aynen olmasa bile şeklen meydana gelmesi beklenebilir. Örneğin, devletlerin başlangıcı, kral(lık)ların büyüyüp gelişmesi, sonra refah içerisine girmesi, ardından bu durumun bir savurganlık haline gelmesi, ardından bu durumun izmihlal ve zevali getirmesinin kaçınılmaz olmasını gördüm.” 163 İbn-i Miskeveyh, yapmış olduğu tetkikler neticesinde tarihsel olaylar arasında bir benzerlik keşfediyor. Tarihte meydana gelen olaylar mahiyet itibariyle birbirinin benzeri olmasa bile şekil itibariyle birbirlerine benzemektedirler. Yani, tarihte bazı sebeplere bağlı olan bir çeşit döngüsellik vardır. Yazar, buna devletlerin 161 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, s.,68 Farabi, el-Medinetü’l-Fazıla, çev. Nafiz Danışman, İstanbul 1956, s.22 163 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c. I, s.1 162 58 kuruluş ve yıkılışlarındaki ortak noktaları zikrederek örnek veriyor. Devletler ilk önce kurulurlar sonra büyüyüp gelişirler ardından refah dönemi gelir. Bu refah dönemindeki yaşayış şekilleri zamanla savurganlığa dönüşür ve bu durum da zamanla yıkılışı beraberinde getirir. İbn-i Miskeveyh tarafından devletlerin canlı bir organizma gibi doğup büyüdüklerinin ve sonra da öldüklerinin söylenmesi çok dikkat çekici bir durumdur ve aynı zamanda bu düşünce kendisinin tekamül nazariyesindeki varlık dairesinin izlerini de taşır. Bir başka dikkat çekici nokta tarihte buna benzer görüşlerin çok sonraları ortaya atılması ve bu fikirlerin babalarının onlar olarak kabul edilmesidir. İslam dünyasında İbn-i Haldun (1332-1406) tarafından batıda da on sekizinci yüzyılda İtalyan filozof Giambattista Vico (1668-1744) tarafından dile getirilen tarihi olayları bir organizma yapısıyla karşılaştırma ve bunların belli bir döngüsel süreçte devinip durmaları düşüncelerinin 164 esas kaynağının İbn-i Miskeveyh olduğunu söylemek daha doğru olur. İbn-i Haldun Mukaddime’sinde devletlerin geçirmiş olduğu aşamalarla ilgili benzer şeyler söylemektedir. İbn-i Haldun’a göre, insanın tabii ömrü 120 yıldır, kırk yaş olgunlaşma yaşıdır. Yani olgun bir insan kırk yılda yetişir. Öyleyse yüz yirmi yılda üç olgun-üç batın insan yetişir. Kırk yıl içinde bir nesil yok olup gitmekte ve düşkünlüğün ne olduğunu bilmeyen bir başka nesil yetişmektedir. Bir devletin ömrü üç batını geçmez. Çünkü, devleti kuran ilk nesil, bahadırlık, atılganlık, ululuk gibi özelliklerine sahiptir ve bu özelliklerini korurlar. Kılıçlarının çalım yerleri keskin olur, bundan dolayı diğer kavimler onlardan korkar ve onlara yenilirler. İkinci batın gelince devleti hazır olarak bulur. Refah ve huzur 164 Özlem, Tarih Felsefesi, s.31 59 içinde yaşar ve bolluğa alışır. Bu nesilde şeref bir şahısta toplanır (yani devleti bir kavim kurar ama sonra onun başına bir kişi geçer ve yetkiyi kendi elinde toplar). Bunun tesiriyle kalanları devleti koruma hususunda tembelleşirler. Bu nesil başkalarına galebe çalamaz ve hakir düşer ve düşkünlüğe, boyun eğmeye alışırlar. Fakat yine de devleti kendileri kurmasalar da hangi zorluklarla kurulduğunu bildikleri için asabiyet ve şerefi bırakmazlar. Üçüncü batına gelince, bunlar rahat yaşamaya alıştıkları için devletin korumasına muhtaç olurlar artık mücadele azmi ortaya koyamazlar. Bunlar giyim kuşamlarında, atlara binmek ve güzelce süngü kullanmak hususlarında askere benzeseler de, gerçekte bunlar atların üzerinde kadınlardan da korkaktırlar. Düşman üzerlerine yürüdüğünde karşı koymaktan acizdirler. Artık Allah büsbütün yıkılmasını irade edinceye kadar devlet bu hali üzere devam eder. 165 Yani anlaşılan bir devletin ömrü üç batın sürer, doğar, büyüyüp olgunlaşır, sonra da ihtiyarlayıp çöker. Devletlerin ortalama ömürleri yüz yirmi yıldır. Vico’da insanoğlunun tekamülünü –evrensel olarak- üç çağa ayırır: Tanrılar çağı, kahramanlar çağı ve insanlık çağı. Tüm bu çağlar tarihin akışı içinde kendi dönenip dururlar. İnsanlar önce zorunluluğu tanırlar;sonra yararlıyı, hoşu, kendilerine uygun olanı ve giderek lüksü öğrenirler; en sonunda baştan çıkarlar ve kendi tözlerini tüketip giderler. 166 Bu görüşlerle İbn-i Miskeveyh’in bir devletin kuruluş ve yıkılışı sırasında geçirmiş olduğu evreleri anlatırken söyledikleri arasında büyük benzerlik dikkat çekmektedir. 165 166 İbn-i Haldun, Mukaddime, s.434 Özlem, Tarih Felsefesi, s.233 60 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak’ında varlıkların mertebelerini anlatırken bu varlık mertebelerinde hangi tür canlıların yer aldığını da örneklerle izah ediyor. Örneğin, hayvan ufkunun sonu ile insan ufkunun başı arasında insandan çok az bir farklılığı bulunan maymunlar yer almaktadır. İnsanları da varlık silsilesinde derecelendirirken enteresan yorumlar getiriyor. Yazar şöyle diyor :“Hayvan ufkunun sonuyla birleşen insan ufkunun ilk derecesinde, medeni dünya dışında kuzey ve güney bölgelerinde yaşayan insanlar yer alır. Ye’cuc ve Me’cuc ülkesinden, Türklerin ötesindekilerle, zenciler ve onlara benzeyenler çok az bir üstünlükle maymunlardan ayrılan toplulukları meydana getirirler. Sonra bunlarda orta bölgelere doğru gidildikçe ayırt etme ve anlama gücü gelişir. Zeka, çabuk kavrama, ve faziletleri kabul etme özellikleri ortaya çıkar.” 167 Burada dikkati çeken şey medeni dünyanın merkezine kendi yaşadığı bölgeyi koymasıdır. Bu da tabi ki kendisinin tarihi vakaları yorumlamasına etki edecektir. Çünkü bir filozofun bir kitabındaki yazdıklarıyla diğer kitabında yazmış oldukları arasında mutlaka düşünce bağlamında bir bağlantı vardır ve birbirlerinden tamamen bağımsız olmaları imkansızdır. Bu görüşe neredeyse harfiyyen uyan bazı görüşleri İbn-i Haldun’da da görmekteyiz. İbn-i Haldun’a göre yeryüzünün mu’tedil iklime sahip olan orta bölgeleri gelişmiş mamur bölgelerdir. Çok soğuk olan kuzey ve çok sıcak olan güney bölgeleri ise gelişmemiştir. Hüner ve sanatlar, güzel yapılar ve giyimler, yiyecek maddeleri ve meyveler yeryüzünün orta bölgesinde toplanmıştır. Bu bölgede yaşayan kişiler, tenleri, renk, çehre, ahlak ve dinleri gibi cihetlerden olan yüksek 167 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, s.49-50 61 özellikleri ile başka iklimlerin ahalisinden ayrılmışlardır. Peygamberler de ancak bu iklimlerin kişileri arasından seçilerek gönderilirler. 168 İtidal bölgesinden uzakta yaşayanlarsa, bunlar, her iş ve hallerinde itidalden uzaktadırlar. Yapıları çamur ve kamıştandır. Yemekleri darı ve ottur. Kılık ve ahlakları dilsiz hayvanların kılık ve ahlakına yakındır. Bunların din ve iman hususlarındaki durumları da böyledir. Peygamberlik nedir bilmezler hiçbir şeriatleri yoktur. 169 İbn-i Miskeveyh’in tarih anlayışında dikkati çeken bir başka husus, onun geçmişten intikal eden efsanevi anlatımlara ve hurafelere karşı elemeci bir yaklaşım sergilemesidir. Yazar okumuş olduğu eserlerde bir çok efsane ve hurafe görmüştür. Yazara göre bunlar insanın uyumak için dinleyebileceği masallardır ve kesinlikle tarih kitaplarına alınmamalıdır . Bu düşünceyle hareket eden yazar eserine bu tür haberleri İran tarihi ile ilgili olarak aynı hassasiyeti göstermemekle birlikte almamış ve bir elemeye tabi tutmuştur. Bu görüşten yola çıkarak İbn-i Miskeveyh’in rasyonel bir tarih anlayışını yakalamaya çalıştığını söyleyebiliriz. Ayrıca İbn-i Miskeveyh, şehirlerin imarında, yöneticilerin, askerlerin niyetlerinin ıslahında, harp hilelerinde, düşmanlara karşı hazırlanan ve sahibine geri dönen tuzaklardaki siyaseti gördüğünü belirtiyor. 170 İbn-i Miskeveyh’e göre, tarihi çok dikkatli bir şekilde okumalı, öğrenmeli ve iyice tetkik etmeliyiz. Madem tarihteki olayların gelişimi şekil olarak birbirine benzemektedir. Bizler de tarihi iyice inceledikten sonra bu şekilleri meydana getiren ve olayların içinde gizli olan temel esasları tespit ederek geleceğimize yön verebiliriz. Yazara göre vezirlerin, askeri erkanın, kendisine siyaset ve harp isnad 168 İbn-i Haldun, Mukaddime, s.194 a.g.e, s.195 170 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.2 169 62 edilen kişilerin işleri ve olaylar neticesinde nasıl harplerin meydana geldiği bilinirse, elinde geçmişle ilgili böyle misaller bulunursa sonradan gelenler için geçmişin tecrübesi kendisine örnek olur ve o tecrübeyi kendisine kılavuz yapar. Böylece gelecekte meydana gelecek olayları tahmin edebilir ve ona göre tedbirini alır. Dünyanın işleri müteşabihtir ve onların halleri mütenasiptir. İnsan bu örnekleri muhafaza ederse onu tecrübe etmiş gibi olur. Eğer bizler bu gizli prensipleri keşfedersek kazançlı çıkarız. Filozof, bu temel prensipleri dikkate almanın önemli olduğunu belirtiyor. Kim bu geçmişin tecrübelerini dikkate almazsa ve onları düşük görürse o zaman aynı aşamaları kendisi de yaşamak zorunda kalır. 171 Tecaribu’l-Umem’de dikkat çeken bir başka husus, peygamberlerin mucizelerine yer verilmemesidir. Bu durumu İbn-i Miskeveyh, peygamberlerin mucizelerinin insan tecrübesi içerisinde zikredilemeyeceğini söyleyerek açıklıyor. Yazarın amacı insani alanda meydana gelen tecrübeleri ele almaktır. Peygamberlerin hayatları mucizevi olduğu için onları insanların kendilerine örnek alabilmeleri imkansızdır. Bunun için Hz. Muhammed (s.a.v)’ de dahil olmak üzere peygamberlerin hayatı bu eserde incelenmemiştir. Sadece Hz. Peygamberin yapmış olduğu savaşlarda insani anlamda meydana gelen tedbir ve hileleri ele almak amacıyla Hendek savaşından itibaren peygamberin hayatını kısaca işlemiştir.172 Ancak tekamül nazariyesine inanan ve insanların peygamberliği kesbedebileceğini kabul eden bir filozofun peygamberlerin hayatını esere almaması biraz çelişik bir durum olarak dikkat çekmektedir. 171 172 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.3 a.g.e, c.I, s.136 63 Yazar saymış olduğumuz düşüncelerden yola çıkarak bu eseri kaleme almıştır. İbn-i Miskeveyh diyor ki: “İnsanların çoğu ondan faydalansın, yöneticiler haz alsın veya dünya işlerinde vezirler, askeri erkan, şehirlerin yöneticileri, toplumda muteber olanlar, insan tabakasının üstündekiler kıstas alsınlar diye bu kitabı topladım ve onu Tecaribu’l-Umem diye isimlendirdim.” 173 İbn-i Miskeveyh’in eserini Nuh tufanıyla başlatmasına rağmen bu konudan ve peygamberlerin hayatlarından hiç bahsetmemesi, başka milletleri İranlılarla olan ilişkileri açısından ele alması, kitabını İran’ın ilk kralının Uşhanc olduğunu söyleyerek başlatması, benimsemiş olduğu prensibin zıddına ona ait efsanevi anlatımlara baş vurması ismini her ne kadar Tecaribu’l-Umem (Toplumların tecrübeleri) olarak koymuş olsa da yazarın esas amacının İran merkezli milli bir tarih yazmak olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Kendisinin Büveyhiler’in hizmetinde bulunması, saray eşrafıyla arasının iyi olması ve eserini Adududdevle’nin hizmetinde çalışıyorken ele alması bu düşünceyi kuvvetlendirecek unsurlardır. Ayrıca Tehzibu’l-Ahlak isimli eserinde kozmolojik varlık mertebelerini ele alırken söylemiş olduğu “medeni dünyaya mensup insanlar dünyanın orta bölgelerde yaşamaktadırlar. Bu bölgenin kuzeyiyle güneyinde yer alan bölgelerin insanları ise hayvan ufkundan biraz yukarda yer alırlar ve maymunlardan çok az bir farkla ayrılırlar.” sözü tarihi ele alırken İran ve civarını hangi bakış açısıyla değerlendirdiğinin ip uçlarını vermektedir. Aktarmış olduğu vakaları ele alış şekline bir göz atacak olursak: Yazar, ilk önce olayın nerede, ne zaman ve ne şekilde meydana geldiğini söylemiş ve hemen 173 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.6 64 bunun ardından olayların meydana geliş nedenlerini ortaya koyma amacına dönük olarak tahlillere girişmiştir. 315 senesi İbn-i Ebi’s-Sac’ın Karmati ile olan vakası. Düşmanı hor görüp ihtiyatı ihmal ettiği için esir edilmesi, esir edildikten sonra başına gelen vakalar ve nihayet katledilmesi. 318 senesi Bu sene hassa piyadesi mahv ve helak oldu. Helak olmalarının sebebi Hassa piyadesinin her işe burun sokmaları haddini aştı. “İktidardan indirildikten sonra Muktedir’in hilafet merkezine tekrar getirilmesini biz sağladık” diye küstahlık göstermeye ve bu konuda aşırıya gitmeye başladılar. Masrafları ağırlaştı, masrafları arttıkça istekleri arttı, gürültüleri çoğaldı, tecavüz sataşmaları ileri derecelere vardı. Bunların aylıkları 130 000 altına kadar ulaşıyordu. Tesadüf olarak o sırada süvariler de bayrak açtılar ve erzak talep ettiler. Piyadeler bunlarla çatıştı ve bir çok adam öldürdüler. Sultan, mal piyadelere harcanıyor diye süvarilere karşı mazeret beyan etti. Bunun üzerine süvariler piyadelerle çatışmaya girip onları sultan sarayından kovdular. 174 Sonra Muhammed b. Yakut atına bindi ve piyadelerin Bağdat’ta oturmamalarını ilan etti... İbn-i Miskeveyh’in eserinde dikkat çeken unsurlardan bir tanesi de Büveyhi sultanlarına karşı olan aşırı derecedeki muhabbeti ve övgü dolu sözleridir. Yazar bu 174 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.330 65 tutumu yüzünden eleştiri konusu olmuştur. Buna Büveyhi Devleti’nin kurucusu İmaduddevle’den bahsederken kullandığı ifadeleri örnek verebiliriz: 321 senesi Ali b. Büveyh’in (Ali b. Büveyhi İmaduddevle :Büveyhi Devleti’nin kurucusu) valiliğini yerine getiren sebep ve kalanlarının vazifeleri başına varmadan azledilmeleri. Ali b. Büveyh’in yükselmesine ve eriştiği dereceye çıkmasına sebep, tabii olan cömertliği ve kalbinin genişliğidir. Bu büyük ahlâka bundan daha yüce bir ahlâk eklenmişti ki o da onda bulunan tam şecaattir. Bütün bunlara bir takım güzel tesadüfler ve uğurlu talih de eklendi. Ahitnamesini aldı ve Rey’e vardı. Ve böylece padişahlığının ve iktidarının ilk basamağı olan valiliği elde etti. Halbuki Ali b. Büveyh’le birlikte bir çok komutan da Rey için ahitnamelerini alarak yola çıkmışlardı ama hepsi göreve başlayamadan azledilmişlerdi.. Bu işler için Allah’ın kaza ve kaderinden sonra Ali b. Büveyh’in cömertliğinden ve kalbinin genişliğinden başka bir sebep bilinmiyor. 175 324 senesi Ebu’l-Hüseyin Ahmet b. Büveyh’in başına gelen vaka cereyan etti. Hıyanetin ve ahdi bozmanın akıbeti. Ebu’l-Hüseyin Ahmet b. Büveyh gençliğinden ve tecrübesizliğinden dolayı katibine uydu. Dinin ve mürvetin icab ettiği şeyden ayrıldı. Askerinin şanlı olanlarını 175 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.436 66 topladı ve isyan etti... Ali b. Büveyh ihtiyatı elden bırakmadı askerlerini öldürdü ve Ahmet b. Büveyh’i esir etti. 176 İbn-i Miskeveyh’in eserini değerli kılan ana özellik, ülkenin içerisinde bulunduğu durum hakkında kendisinin birikimine ve gözlemlerine dayanarak yapmış olduğu değerlendirme ve yorumlardır. Yazar, objektif ve rasyonel bir anlayışla ülkenin sosyo-ekonomik durumunu anlatmış ve bu durumun ileride nasıl sonuçlar doğurabileceğini söylemiştir. Ve geçen zamanla birlikte İbn-i Miskeveyh’in haklılığı ortaya çıkmıştır. Büveyhi Devleti’nin kurucusu olan İmaduddevle Ali b. Büveyh ülkenin iktisadi politikasını tımar sisteminin üzerine oturtmuştu. İmaduddevle, topraklara el koyarak bunları maaş karşılığı olmak üzere subaylarına tımar olarak veriyordu. 177 Bu politika devletin ilk yılları için güzeldi. Çünkü hazinenin yükünü hafifletiyordu. Ama bu durum zamanla işlerin kötü gitmesine, ardından gelen hükümdarların işlerinin bozulmasına neden oldu hatta Büveyhi Devleti’nin yıkılmasının başlıca nedeni bu oldu bile denebilir. İşte İbn-i Miskeveyh, bu durumu kendi eserinde çok güzel bir şekilde izah ediyor: 334 senesi “Bu tedbirin (maaşların ödenmesi için oluşturulan ikta sisteminin) memleketin harabesinden, askerin bozulmasından ibaret olan neticesi: Her hangi bir tedbir eğri bina edilirse bu eğrilik ilk anda hissedilmezse de uzun zaman sonra ortaya çıkar. Bunun benzeri şudur: Bir kimse caddeden biraz saparsa başlangıçta bu kişinin sapması ortaya çıkmaz. Fakat uzun süre yürüyünce, 176 177 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.585 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Komisyon, c.V, İstanbul 1987, s.520 67 caddeden uzaklaşmış olur. Yürüyüş uzadıkça caddeden uzaklaşma o oranda artar. Hatası ve ortaya çıkan fark açık bir şekilde belli olur. Bu hatanın keyfiyeti şudur: Sevad nahiyelerinin ekserisi harap olduğu ve geliri azaldığı halde gerekli yatırımlar yapılmadan ikta haline getirildi. Sonra vezirler de ikta sahiplerinden rüşvet alıp onlara müsamaha ettiler. Bazı iktalar hakkında hediye (rüşvet) aldılar. Bazıları hakkında ise şefaat kabul ettiler. Şu halde bu iktalar yüksek fiyatlarla sahiplerinin ellerine geçtiler. Kıtlık yılları geçerek nahiyeler gelişince galleler de arttı. Bu durumda bu iktaların bazılarının gelirleri arttı ve ürün fiyatları da düştü. Bu durumda da bazı iktalar iyi gelir getirmemeye başladılar. (biliyoruz ki, bu iktalar askerlere verildikleri dönemlerde mevcut olan kıtlıktan dolayı fiyatlar son derece yüksekti.) kazançlı çıkanları ellerindeki iktalara sımsıkı sarıldılar. İktalarından kazanamayanlar ise, onları reddedip bedellerini aldılar. Bu suretle onların da zararları kapandı. Fakat yara büyüdü. Hatta, askerlerin, iktalarını tahrip edip iade ederek, ona bedel olarak istedikleri yerden bir başkasını alıp kazanç temin etmeleri adet oldu. İade edilen iktalar öyle adamların idarelerine verildiler ki bunların maksatları ne buldularsa onu alıp bir kısmıyla hesap kapatmaktı yoksa iktayı imar etmek değildi. Sonra bu iktalar birbirine karışmış bir hale gelince, ikta sahipleri bunlara tekrar dönerler, yıkım ve dağılmanın son derecesine varmış olan bu iktalardan ne kaldıysa onları ikta suretiyle tekrar kendilerine alıyorlardı. Seneler geçtikçe re’sü-mal (asıllar) eriyip bitti.Eski bolluk kalmadı. Sevadlarda mesalih bozuldu. Çiftçilere darlık çöktü, halleri zayıfladı. Bundan dolayı kimisi memleketini terk edip kaçtı kimisi zulme ve haksızlığa sabretti. Kimisi de ikta sahibinin şerrinden emin olmak ve ona uymak için zayiasını ona teslim edip rahat etti. Mamur yerler harap oldu, divanlar kapandı. Katiplik ve amillikten eser kalmadı, 68 bu hususlarda mahir kimseler öldü. Bu işleri bilmeyen bir nesil yetişti. Bunlardan biri kâtiplik veya amillikten bir işin başına gelirse, o işin yabancısı ve o işte yaya olduğu görülürdü. İkta sahipleri, ihtimamlarını uşakları ve vekilleri vasıtasıyla kendi nahiyelerinin tedbirine hasretmişlerdi. Bunlar, ellerinden geçeni zaptetmeyi, maslahatı ve iktaı verimli kılmanın yollarını bilmezlerdi. Mallarını çeşitli oyunlarla başkasına ikta ederlerdi. İkta edenler eksilen mallarını, muktaları müsadere ve muamelede onlara haksızlık etmekle telafi ederlerdi. Nahiyelerin mesalihine bakanlar, nahiyeler sultanın elinden çıktığı için ortalıktan çekildiler (karışmadılar) Nahiyelerin yönetimi şundan ibaret kaldı: Nahiyelerin ihtiyacını tahmin ve buna göre ikta sahiplerine taksitler ilzam edilir, bunlar o taksitleri ödemezler (ertelerler) öderlerse de bu mala hıyanet edilir yerine sarf edilmezdi. Nazırlar, olaya önem vermez oldular (olayların üzerinde durup dikkatle inceleyerek gerekli tedbirleri almaz oldular). Zira bunların niyetleri, kolay geleni alıp güç olanı bırakmak, sultandan yeni taleplerde bulunmak ve ellerinde harap olan iktaları iade etmekti. Her nahiyenin idaresi , Deylem havaslarından ileri gelen birisine verilmiş olup o adam o nahiyeyi kendisine mesken ve arpalık edinmişti. Bu Deylemler'in yanına da hain mutasarrıflar toplanmış olup bunların maksatları şuydu: Böyle giderle işlerini yürütmek ve bu senenin taksidini öbür seneye atmaktan ibaretti. İktaların haricinde kalan nahiyeler ise, devlet ricalinden iki tayfaya akt edildi. Birincisi askerlerin ve kumandanların büyükleri, ikincisi ise derrace (cübbe) sahipleri ve mutasarrıflardı. Kumandanlara gelince bunların mal toplamak, kazanç elde etmek, mezalim davasında bulunmak, taahhüdatının eksiltilmesini istemekten başka bir maksatları 69 yoktu. Bunlar sıkıştırılırlarsa o saat düşman olurlar, malları çoğalıp araları açılırsa isyan bayrağını kaldırırlar, eğer müsamaha edilirlerse tamahları daha ziyade artar ve hiçbir zaman durmazlardı. Derracalılara gelince, bunlar, sultandan ödetmek ve mal çekmek için ona hile yapma yolunu daha iyi bilirler, her biri başkasına nasıl muamele edildiğine dikkat ederler, rüşvet verirler ve her türlü çareye baş vururlardı. Bu nedenle hepsine aynı şekilde muamele edilirdi. Aradan seneler geçti, bunlar her biri nahiyelerine sahip oldular ve idareleri altında çalıştırdıkları kimselerle baş başa kaldılar. Bu memurlarından söz geçirilebilecek gibi olanları, haline ve malına göre kimisi müsadere edildi. Kimisinin vergisi (resm) değiştirildi, kimisinin vazifesi (salahiyeti) sınırlandırıldı. Kendisini koruyabilecek derecede güçlü olanlarınsa vergileri hafifletildi ve buna karşılık olarak ondan rüşvet alındı. Mültezim, onu, kara günleri ve sultanla yüz yüze gelme ve zayıfları ezmek için kendisine yardımcı ittihaz etti. Bundan dolayı, divanlara kimse müracaat etmez ve hiçbir amile (memur) kimse danışmaz, kimsenin şikayeti dinlenmez ve hiçbir katibin nasihatine kulak asılmaz oldu. Zaminlerin muhasebesi, asıl akdi ve tahsil edileni zikre inhisar etti. Raiyyeye nasıl muamele edildiği ve onların içerisinde bulunduğu durumları, haksızlık veya iyilikle mi muamele edilip edilmedikleri teftiş edilemez oldu. Harabiyetten korunmaya, harap olanı imara, usulsüz vergi toplamalar, haksız müsadereler; hasılat üzerine herhangi bir hesaba dayanmayan zamlar,harcamalarda aslı astarı olmayan bir takım giderler meydana gelmeye başladı ve bunlara dikkat edilmez oldu. Katiplerden birisi, bu hususlardan biri için bir şey söyleyecek olursa ve hali vakti yerindeyse mali cezaya çarptırılır, belaya uğratılır, kökü kazılır ve katledilir, 70 sultan da o katibi az şey karşılığında feda ederdi. Eğer katip ihtiyaç içerisindeyse az bir şeyle ağzı kapatılırdı. Katip de döner ve hasımdan yana olurdu. Lakin bundan dolayı o katip kınanmaya layık değildir. Çünkü bu katip, korkuya uğrayınca sultanı tarafından himaye olunmaz, söylediğinde sultanından yardım görmez. Bunlar icmalen gelirlerin ziyanı hakkındadır., masraflara gelince; nafaka kat kat artmış, divanların pazarları düşmüş, zimamlar bozulmuş ve diğer bir çok işler vukua gelmiştir ki açıklaması uzun sürer. Birini söylersek diğerini söylemek gerekir. Bundan dolayı sözü uzatmaktan kaçınıp işaret etmekle yetindik. Sonra Muizzuddevle uşakları hususunda heva ve hevese uydu. Bunlara bol bol iktalar verdi ve maaşlarına zam yaptı. Bunları mallandırmak hadem ve haşem sahibi yapmak hususunu israf derecesine vardırdı. Bundan dolayı Muizzuddevle kara gün için bir şey biriktiremedi ve hasılattan hiçbir şey arttıramadı. Masrafı günden güne artmakta ve geliri azalmakta idi. Acziyet içerisinde olup gittikçe acziyeti müthiş surette artmakta, bir sınırda durmamakta idi. Bu durum seneler geçtikçe Muizzuddevle’yi, Deylemler'in istihkakları olan malları eksiltmeye mecbur etti. Türklerin halleri iyi olduğundan Deylemler onları çekemez oldular. Nihayet Muizzuddevle Türklere bağlanmaya ve Deylemler'e karşı onlarla kuvvetli kalmaya mecbur kaldı. Türklere itina neticesinde, Deylemler'in işlerini ihmal ettiği nisbette niyetler bozulduğu gibi iki tayfa da bozuldular. Türklerin tamahları arttı ve dadandılar. Deylemler ise fakr-u meskenette kaldılar. Bu türlü muamele, fitneyi hazırladı ve Allah’ın iradesiyle yerlerinde zikredeceğimiz vakaların meydana gelmesine sebep oldu.” 178 178 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.136-140 71 İbn-i Miskeveyh’in ülkeyi yönetenlerin uygulamış olduğu iktisadi politikayı değerlendirirken yapmış olduğu bu tespitler gerçekten onun, toplumun sosyoekonomik yapısını çok iyi gözlemlediğini ve aksayan yönlerini tam bir isabetle tespit ettiğini gösteriyor. 72 SONUÇ İslam dünyasında tarihçilik Siyer ve Megazi yazıcılığı ile birlikte başlamış, fetihlerin artmasıyla birlikte Fütûh kitapları yazılarak bu süreç ilerlemeye devam etmiştir. Daha sonraları ise başka kültür ve medeniyetlerle karşılaşan Müslümanlar gerek onlar hakkında bilgi edinmek amacıyla gerekse Kur’an’ın geçmiş ümmetlerden bahsetmesi nedeniyle umumi tarihler yazmaya başladılar. Müslüman tarihçiler, eserlerini oluştururken Hadis ilminde kullandıkları rivayet ve sened metodunu kullanmaya devam ettiler. Geçmiş milletlere ait haberleri kendilerine nasıl ulaştırılmışsa ve kitaplarda nasıl yazılmışsa aynen kendi eserlerine aldılar. Bu yöntem aslında bir çok yönden faydalıydı. Olaylar bu şekilde yorumsuz olarak nakledildiği için sonradan gelenler geçmişte yapılan işleri bütün sadeliğiyle karşılarında hazır buluyorlardı. Bu avantajının yanında bu tip rivayetçi tarih anlayışının beraberinde getirdiği bir çok sakıncalar da olmuştur. Tarihte gerçekten yaşanmamış veya yaşanması mümkün olmayan bazı olaylara dair haberler kitaplara – nasıl olduğu bilinsin veya bilinmesin- bir kere girdi mi artık hiçbir eleştiri süzgecinden geçirilmediği müddetçe nesiller boyu aktarılmaya devam ediyordu. Bu durum Müslüman tarihçilerin zayıf yönünü oluşturmuş ve bir çok uydurma haber tarih kitaplarına girmiştir. Bu durumu farkına varan İbn-i Miskeveyh tarih kitaplarından bu hurafe ve uydurma haberlerin temizlenmesi gerektiğini söylemektedir. Hatta bu haberler herhangi bir şekilde nakledilmemeli ve sonraki 73 nesiller de bundan haberdar olmamalıdırlar. İşte bu düşünceyle yola çıkan İbn-i Miskeveyh kendi eserinde tenkitçi ve elemeci bir tutum sergileyerek bu türden uydurma haberleri yazmış olduğu kitaba almamıştır. İbn-i Haldun’da İbn-i Miskeveyh’le aynı görüştedir. İbn-i Haldun’a göre ilk dönem İslam tarihçilerinin üzerlerine düşen görev, kendilerine kadar ulaşmış olan tarihi olayları toplamaktı ve onlar da bu görevi en güzel şekilde yerine getirmişlerdir. İlk dönem tarihçileri bu haberleri toplamışlardır ama bu arada tarihte meydana gelmemiş veya meydana gelmesi mümkün olmayan bazı olayları da eserlerine almışlardır. Veya almamış olsalar bile bazı kıt fikirli kimseler veya art niyetli kimi kişiler bu tarihi haberlere bazı uydurma rivayetler eklemişlerdir. Kendilerinden sonra gelen tarihçiler ise bu olayların niteliğine bakmadan, herhangi bir değerlendirmeye tabi tutmadan bu eserlerdeki haberleri olduğu gibi almış ve nakletmişlerdir. Bu da bazı uydurma haberlerin gerçekmiş gibi nakledilmesine ve anlaşılmasına neden olmuştur. Müslüman tarihçilerin bu vakanüvislik anlayışının bir kusur olduğu görüşünü Şemsettin Günaltay da kabul ediyor. Müslüman tarihçilerin eleştirel bir düşünceyle eserlerini ele almamaları onların içerisinde bulundukları ekonomik ve politik ortamla ilintilidir. Yazar, Müslüman tarihçilerin yazım tarzı her ne kadar rivayete dayalı ve eleştiriden uzak olsa da bunun genellenmesinin yanlış olacağını söylüyor. Çünkü İbn-i Miskeveyh’in ve İbn-i Haldun’un eserlerinde eleştirel yaklaşımların hakimiyeti dikkat çekmektedir. Yazar M. Şemsettin Günaltay'ın da belirtmiş olduğu gibi Müslüman tarihçiler içerisinde İbn-i Miskeveyh ve İbn-i Haldun eleştirel tarih anlayışının öncüleridirler. İbn-i Haldun, eleştiriyi sistematik hale getirdiği, bunu da “Umran” diye 74 isimlendirerek tarihi vakaların tümüne uyguladığı ve de bir tarihçi olarak tanındığı için daha çok meşhur olmuştur. Bizim çalışmış olduğumuz Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem adlı eserin yazarı olan İbn-i Miskeveyh ise daha çok bir Ahlak filozofu olarak tanınır ve eserlerinin çoğunu Ahlak Felsefesi üzerine yazmıştır. Ahlak Felsefesi ile ilgili yazmış olduğu Tehzibu’l-Ahlak ve Tathiru’l-Arak isimli eser bu sahadaki ilk sistematik kitaptır. Yazarımız genelde bu eseriyle tanınmaktadır. Ama Tecaribu’l-Umem’i incelediğimizde gördük ki tarihe eleştirel bakışın tarihini -her ne kadar sistematik olmasa da- İbn-i Miskeveyh’ten başlatmak daha uygun olacaktır. İbn-i Miskeveyh’i, açımlamasını İbn-i Haldun’da daha sonraları ise on sekizinci yüz yılda Giambattista Vico’da gördüğümüz devletleri bir organizmaya benzeterek onların da bir doğumunun, büyüme ve gelişmesinin, en sonunda da ölümünün yani yıkılmasının olduğu fikrinin öncüsü kabul edebiliriz. İbn-i Miskeveyh’e göre krallıklar da doğarlar, büyürler, refah seviyesine ulaşırlar. Refahın beraberinde getirdiği lüks hayata alışan o devletin mensupları devletin hayatiyetini devam ettirebilmesi için gerekli olan tedbirleri alma konusunda gerekli önemi gösteremezler ve bu yüzden de o devletin yıkılması kaçınılmaz olur. Ayrıca, yapmış olduğu incelemeler neticesinde tarih eserlerine hurafe ve efsanelerin sokulduğunu görmüş ve kendi eserini oluştururken bu haberleri rasyonel bir düşünce süzgecinden geçirip elemeye tabi tutarak bunları kendi kitabına almamıştır. Bunların tarih kitaplarından mutlaka temizlenmesi gerektiğini belirtmiştir. İbn-i Miskeveyh, eserini yazarken hurafe ve efsaneleri elemenin yanında peygamberlerin hayatını da kitabına almamıştır. Yazarın kendisi böyle yapmasının sebebini açıklarken mucizelerin insanların faydalanabileceği türden tecrübeler 75 olmadığını söylemektedir. Bu özellikten yola çıkan bazı yazarlar kitabın seküler bir tarzda yazıldığını söylemişlerdir. Bu tanımlama nisbeten doğru olsa da yazarın bu amacı taşıdığını ve tavrında tutarlı olduğunu söylemek zordur. Çünkü İbn-i Miskeveyh İran’lı Kral Uşhanc’dan bahsederken tamamen efsanevi olan ve başka insanların tecrübe etmesi mümkün olmayan -şeytanlarla savaşması gibi- bazı olayları aktarmaktadır. Ayrıca yazar, her ne kadar genel bir tarih yazma düşüncesinde olduğunu söylese de, kitabının başında hemen İran’ın eski tarihine giriş yapmış ve olayları hep İran merkezli anlatmıştır. Bu görüşümüzü yazarın, İran’ın hükümdarlarından Yezdicird’in dönemini anlatırken “Yezdicird’in dönemiyle ilgili olayları Hz. Peygamber dönemi ve halifelerinin dönemini zikrettikten sonra tekrar anlatacağız” şeklindeki ifadesi güçlendirmektedir. Yani amaç İran merkezli milli bir tarih yazmak, tarihten çıkarılan tecrübelerle Büveyhi devletinin yöneticilerine devlet yönetiminde nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda telkinde bulunmaktır. Yoksa seküler bir tarih anlayışı geliştirmek değildir. İbn-i Miskeveyh’in eserinde sergilemiş olduğu eleştirel ve rasyonel tavır –her ne kadar milli duyguları ağır bassa da- bizce en dikkat çekici özelliktir. Yazar, eleştirel düşünceyle hareket ederek geçmişten gelen uydurma haberleri bir elemeye tabi tutmuştur. İncelemiş olduğu vakalarda tarihi olaylarda bir devinimsel karakterin bulunduğunu keşfetmiştir. Yazara göre tarihi olaylar meydana geliş şekilleri itibariyle birbirine benzemektedirler. Bunlar tıpa tıp aynısı olmasalar bile şeklen aynıdırlar. Benzer sebepler benzer neticeler doğurmaktadır. Bunun için tarihi inceleme konusu yapan kişiler bunlara odaklanmalıdırlar. Geçmişte meydana gelen olayların ardında gizli olan sebepleri bulabilirsek gelecekte meydana gelecek olayları önceden tahmin edebiliriz. Bu da bizim bir çok zarardan korunmamızı sağlar. Kim 76 bunları dikkate almazsa o zaman geçmişte yaşanmış olan tecrübeleri tekrar yaşamak zorunda kalır ki bu da bir kısır döngüye yol açar. Bütün bunları dikkate alarak İbn-i Miskeveyh’i eleştirel tarihçiliğin başlangıç noktasına yerleştirebiliriz. Hatta onun modern tarihçiliğin öncülerinden olduğunu da söyleyebiliriz. 77 BİBLİYOGRAFYA -ANSARİ, M. Abdulhaq, The Ethical Philosophy Of Miskawaih, Aligarh İndia 1964 -BADAVİ, Abdurrahman, Quelques Figures et Thémes de la Philosophie Islamique, Paris 1979 -BELAZURİ, Fütuhû’l-Buldan, tahk: Muhammet Rıdvan, Kahire 1932 -BHAT, Badruddin, “Miskawaih as an Historian”, The İslamic Quarterly, c.XXXIII/2, London 1989, s.132-137 -BOER, T. J., Tarihu’l Felsefeti Fi’l-İslam, Arp trc. Muhammed Abdulhadi Ebu Ruyde, Cezayir, t.y. -……………, İslam’da Felsefe Tarihi, çev. Yaşar Kutluay, Ankara 1960 -BROCKELMANN, Karl, Tarihu’ul-Edebi’l-Arab, Arp. trc. Mahmud Fehmi Hicazi, Mısır 1993 -COLLİNGWOOD, R. G., Tarih Tasarımı, çev. Kurtuluş Dinçer, Ankara1996 -CORBİN, Henry, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Hüseyin Hatemi, İstanbul 1986 -CUM’A, Muhammed Lütfi, Tarihu Felasifeti’l-İslami fi’l-Maşrik ve’l-Mağrip , b.y., t.y. -DAFA’, Ali Abdullah, İshamu Ulemai’l-Arabi ve’l-Müslimin fi İlmi’l-Hayvan, Beyrut 1406-1986 78 -DAYF, Şevki, Tarihu’l Edebi’l-Arab-Asru’d-Duveli ve’l-İmarat,(I-V), Kahire 1975-1980 -DİNEVERİ, Ahmed, el-Ahbaru’t-Tıval, tahk:Abdulmün’im Amir, Kahire 1960 -Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Komisyon, İstanbul 1987 -Enciclopedia Of Arabic Literature, tash. Julie Scott Meisami ve Paul Starkey, London 1998 -FARABİ, Mutluluğu Kazanma-Eflatun Felsefesi-Aristo Felsefesi, çev. Hüseyin Atay, Ankara 1974 -………., el-Medinetü’l-Fazıla, çev. Nafiz Danışman, İstanbul 1956 -GÜNALTAY, M. Şemsettin, İslam’da Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1342/1240 -HALİL, İmamuddin, İslam’ın Tarih Yorumu, çev.Ahmet Ağırakça, İstanbul 1988 - HAMEVİ, Yakut , Mu’cemul Udeba, (I-VII), Mısır 1924 -………………….., Mu’cemu’l-Buldan, tash: Muhammed Emin el-Hanci, (I-X), Mısır 1323-1906 -HİZMETLİ, Sabri, İslam tarihi, Ankara 1995 - İBRAHİM, Ebu Süleyman Abdulvehhab, Kitabetu’l-Bahsi’l-İlm, Mekke 1983 -İBN-İ Abdilhakem, Futuh’u Mısr ve Ahbaruha, Kahire 1914 79 -İBN-İ Ebi Usaybia, Uyunu’l-Enba, Beyrut 1960 -İBN-İ Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ankara 1997 -İBN-İ Miskeveyh, Tecarubu’l-Umem, (I-VI), m.y, (y.z.m., Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, nr.3116-3121), t.y. -………………….Tehzibu’l-Ahlak, çev. Abdulkadir Şener- İsmet Kayaoğlu-Cihat Tunç, Ankara 1983 -İZMİRLİ, İsmail Hakkı, “Ebu Ali Miskeveyh ‘İbn-i Miskeveyh’ el-Hazin”, D.İ.F.M, III/10, İstanbul 1928, s.17-33 -............................., “Miskeveyh’in Felsefesi Eserleri”, D.İ.F.M, III/11, İstanbul 1929, s.59-66 -............................., İslam’da Felsefe Akımları, haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul1995 -KEHHALE, Ömer Rıza, Mu’cemu’l-Müellifin,(I-XV), Beyrut, t.y. -KHALİDİ, Tarif, Arabic Historical Thought in The Classical Period, New York 1994 -KHAN, M. S., “The Use of Letters and Documents in The Contemporary History of Miskawaih”, The İslamic Quarterly, c.XIV/1, London 1970, s.41-49 80 -..................., “Miskawaih and Arabic Historiography”, Journal Of The Regional Cultural Society c.,89/4 New Haven 1969, s.710-730 -..................., “The Personal Evidence in Miskawayh’s Contemporary History”, The İslamic Quarterly, c. XI/1-2, London 1967, s.50-63 -...................“The Eye –Witness Reporters of Miskawaih’s Contemporary History”, İslamic Culture, c.XXXVIII/IV,s.295-299 -KIFTİ, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, Mısır1326 -KRAEMER, Joel L., Humanism İn The Renaissance Of İslam, Leiden 1986 -KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Tarih Araştırmalarında Usul, İstanbul 1998 -M.E.B. İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1978 -MACİT, Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan İstanbul 1987 -MARGOLİOUTH, David Samuel, The Eclipse Of The Abbasid Caliphate, (I-VII), London 1921 -MOHAMMED, Nasır b. Omar, “Miskawaih’s Theory of Self-Purification And The Relationship Between Philosophy And Sufism”, Journal of İslamic Studies, c.1, Oxford 1994,s.35-51 81 -..........................., “Preliminary Remarks On Greek Sources of Muslim Ethics: Miskawayh’s Experience”, The İslamic Quarterly, c.XLI/4, London 1997, s.270-283 -ÖZLEM, Doğan, Tarih felsefesi, İzmir 1998 -RAHMETULLAH, Meliha, “el-Müerrihu İbn-i Miskeveyh”, Müerrihu’l-Arab, c.XL, Bağdat 1989, s.194 -ROSENTHAL, Franz, İlmu’t-Tarih İnde’l-Muslimin, Arp. trc. Salih Ahmed el-îlî, Beyrut 1983 -SALİHİYYE, Muhammed İsa, el-Mu’cemu’ş-Şamilu li’t-Turasi’l-Arabiyyi’lMatbu’, Kahire 1995 -SAMHERANİ, Esad, el-Ahlaku fi’l-İslam ve’l-Felsefetu’l-Kadim, Beyrut 1988 -SARTON, George, Introduction to The History of Science, New York 1975 -SUBHİ, Ahmed Mahmud, el-Felsefetu’l-Ahlak fi’l-Fikri’l-İslam, Kahire 1983 -SEZGİN, Fuad, Muhadarat fi Tarihi’l-Ulumi’l-Arab ve’l-İslam, Frankfurt 1984 -SIDDIKİ, Mazharuddin, Kur’an’da Tarih Kavramı, çev. Süleyman Kalkan, İstanbul 1982 -SİDDİQUİ, B. H., “Miskawayh: Life And Works”, Journal Of The Regional Cultural Institue, c.VII, no:2-3, Tahran 1977, s.87-111 82 -SUNAR, Cavit, İbn-i Miskeveyh ve Yunan’da ve İslam’da Ahlak Görüşleri, ANKARA 1980 -ŞİBLİ, Mevlana, Asr-ı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, (I-IV), İstanbul 1973 - TABERİ, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, tahk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut, t.y. - TİKRİTİ, Naci , el-Felsefetu’Ahlakiyyetu’l-Eflatuniyye inde Müfekkiri’l-İslam, Bağdat 1402-1982 -T.D.V İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1999 -TOSH, John, Tarihin Peşinde, çev. Özden Arıkan, İstanbul 1997 -TOYNBEE, Arnold,Tarih Bilinci, İstanbul 1975 -UYSAL, Enver, İhvan-ı Safa Felsefesinde Tanrı ve Alem, İstanbul 1998 -ZEHEBİ, Tarihu’l-İslam ve Vefayatu’l-Meşahiri ve’l-Alam, tahk: Ömer Abdusselam Tedmuri, Beyrut 1989 -ZİRİKLİ, Hayruddin, el-A’lam, (I-X), Kahire 1954-1959 83 TEZ ÖZETİ Akyüzoğlu, İlyas, İbn-i Miskeveyh ve Tarih Anlayışı, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Nahide Bozkurt, 78 s. İslam Alemi’nde ismi her ne kadar konmasa bile içeriği itibariyle Tarih Bilimi’nin konusuna giren çalışmalar “siyer” ve “megazi” ile başlamıştır. Müslüman alimler eserlerini yazarlarken ve aktarırken hadisçilerin metodu olan rivayet metodunu kullanıyorlardı. Yani tarihi haberleri kim rivayet ediyorsa o haberi hiçbir eleştiriye tabi tutmadan olduğu gibi naklediyorlardı. Bu metodun beraberinde getirdiği bir çok sakıncalar da olmuştur. Tarihte gerçekten yaşanmamış veya yaşanması mümkün olmayan bazı olaylara dair haberler kitaplara –nasıl olduğu bilinsin veya bilinmesin- bir kere girdi mi artık hiçbir eleştiri süzgecinden geçirilmediği müddetçe nesiller boyu aktarılmaya devam ediyordu. Bu durumun farkına varan İbn-i Miskeveyh tarih kitaplarından bu hurafe ve uydurma haberlerin temizlenmesi gerektiğini söylemektedir. İşte bu düşünceyle yola çıkan İbn-i Miskeveyh kendi eserinde tenkitçi ve elemeci bir tutum sergileyerek bu türden uydurma haberleri yazmış olduğu kitaba almamıştır. Biz bu tezimizde, İbn-i Miskeveyh’in “Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’lHimem” adlı eserini ele aldık. Eser, genel tarih yazıcılığının bir ürünüdür. Yazar tarafından insanlığın tarihinin genel bir panoramasını çıkarmak için yazılmıştır. Bunun için İbn-i Miskeveyh eserine, “Ümmetlerin Tecrübeleri ve Himmetlerin (gayret,azim) Akışı” anlamına gelen bir isim vermiştir. Tez iki bölümden meydana gelmektedir. Girişte tarih bilimini, İslam tarihçiliğinin gelişimini ve Müslümanların tarih yazıcılığının karakterini İbn-i Miskeveyh’in yaşadığı döneme kadar genel hatlarıyla ele aldık. Birinci bölümde, İbn-i Miskeveyh’in hayatını ve eserlerini inceledik. Son bölümde ise yazarın, Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem adlı eserini ve tarihçilik anlayışını ele aldık. 84 ABSTRACT Akyüzoğlu, İlyas, İbn-i Miskawaih and His History Thought, Master Thesis, Advisor:: Prof. Dr. Nahide Bozkurt, 78 s. The studies contained by the history science, even if they had not been named so or not, in terms of their contents began with “siyer” and “megazi” in Muslim world. On writing and conveying their Works to others, they were using the “poutation method of muhaddisun”. Namely, they were pouteting the historical events without any criticisims and regardless of who had puoted them. This method gave rase to lots of disadvantages when many hearsays about some events which didn’t occur at al lor were impossible to happen found themselves a place inbooks, then they had been continued to be puoted as long as not to be criticized. Being aware of this problem, İbn-i Miskawaih suggested that these made-up and false rumours should be excludedfrom the history boks. He, begining with this conviction, did not give any place to these in his own book by showing a critic and eliminative attitude. İn this thesis, we have examined İbn-i Miskawaih’s book entitled “Tajaribu al-Umem and Taakibu’l-Himam”. This book is a product of general method of history writing it was written so as to make clear a panorama of human history. That’s why he named this book so, and its meaning is “Experiences of Nations and Course of Zeals.” This thesis is comprised of two parts. İn the introduction, we have dealt with history science, development of Muslim approach to history science, development of Muslim approach to history and the character of Muslim method of history writing in general until İbn-i Miskawaih. İn part one, his life and Works are examined. İn the last part, we have handled his “Tajaribu al-Umam and Taakibu’l-Himam” and his perception of history. 85