HALVETİ HALİFESİ YOZGATLI BÜYÜKŞEYH AHMET EFENDİ’DE AŞK KAVRAMI İrfan GÖRKAŞ1 Özet Bildirimiz, iki ana bölümden oluşacaktır. Birincisi Bir Yozgatlı Halveti Halifesi olarak Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin hayatı ve Yozgat/lı/ya bıraktığı miras/lar/ı. İkincisi miraslardan birisi olan Divançe’sindeki aşk kavramı. Aşk kavramı, Empedokles’ten bugüne felsefenin ontolojik, epistemolojik hatta etik ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Bu ilke üzerinden felsefeye, hem Batı düşünürleri, hem İslam düşünürleri önemli katkılılarda bulunmuşlardır. İslam düşünürleri ise bu bağlamda genel olarak Mutasavvıflar, Kelamcılar ve Felsefeciler olmak üzere felsefeye katkı sunan entelektüellerdir. Onlardan birisi hiç şüphesiz sufi geleneğe mensup Halveti halifesi Büyük Şeyh Ahmet Efendi’dir. O nedenle Ezelden ben aşk ile yâne geldim, Cemâlin şem’ine pervâne geldim İçüb vahdet şarabından, Aşk ile ben mestâne geldim, dörtlüğünde aşka ontolojik anlam yükleyen Dil vîrânemi sûzân etti bu aşk Esir-i dürr-i buhran etti bu aşk, beyti ile Ma’şûkum çün erdim, bugün bayrâm kıldım Sırr-ı sıfâta taldım, bildim seni, ‘âşikârım, beytinde aşkı hayat/ahlak/ının ilkesi olarak ifade eden Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin Yozgatlı bir sufi düşünür olarak bu kadim kavram hakkında söylediklerinin tespiti ve akademik dünya ile paylaşılması önemlidir. Anahtar kelimeler: Yozgatlı, Büyükşeyh Ahmet Efendi, aşk, birlik, çokluk, etik ve estetik. Abstract The Love Concept In Büyük Şeyh Ahmet Efendi As An Halwatı Khalıfa From Yozgat Our paper will consist of two main parts. First of them is opening statement. It is about Great Sheikh Ahmed Efendi’s life and his poems whose named Divançe. Second part is about the concept of love in his Divançe which is one of heritages he left. Doç. Dr.Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğr.Üyesi. 1 445 The concept of love, from Empedocles to today, constitutes one of the ontological, epistemological and even ethical principles of philosophy. Via this love principle, both Western thinkers and philosophers of Islam have made a significant contribution to philosophy. In this context, Islamic scholars as the mystics and theologians and philosophers are generally intellectuals who contribute to philosophy. Undoubtedly one of them is Halwati Khalifa the great Sheikh Ahmed Efendi belonging to sufi tradition. Love concept, today from Empedocles, constitutes one of the ontological, epistemological and even ethical principles of philosophy. Therefore, Ezelden ben aşk ile yâne geldim, Cemâlin şem’ine pervâne geldim İçüb vahdet şarabından, Aşk ile ben mestâne geldim in this verse he gives ontological meaning on love. And in this couplet: Dil vîrânemi sûzân etti bu aşk Esir-i dürr-i buhran etti bu aşk, And in this couplet: Ma’şûkum çün erdim, bugün bayrâm kıldım Sırr-ı sıfâta taldım, bildim seni, ‘âşikârım, the great Sheikh Ahmed Efendi refers love as a principal of mystic and ethics life. So it is important to determine what he states on this ancient concept in his other poetry as a thinker from Yozgat. Keywords: Yozgatlı Büyükşeyh Ahmet Efendi, love, unity, plurality, ethic and aesthetic. 1. Giriş Bildirimize, şu soruları sorarak başlayabiliriz. Bozok üzerine yapılan bir sempozyumda Büyük Şeyh Ahmet Efendi’ye yer verilmeli midir? Eğer verilecekse, hangi gerekçelerle yer verilmelidir? Onu genelde Bozok bölgesi, özelde Yozgat için önemli kılan şey nedir? O neler yapmış, Yozgat’a hangi katkıları sağlamıştır? Ayrıca o, bir İslamî entelektüel geleneğin mensubu olduğuna göre İslam düşüncesine yaptığı herhangi bir katkıdan söz edilebilir mi? Sorular çoğaltılabilir. Belirlediğimiz sorunlar çerçevesinde biz başlığımızdan hareketle bildirimizi iki kısma ayıracağız. Birinci kısımda Halveti halifesi Yozgatlı Büyük Şeyh2 Ahmet Efendi ve eserlerini ele alacak, Yozgat’a yaptığı katkılardan ve bıraktığı mirastan kısaca söz edeceğiz. İkinci kısımda ise onun şiirlerinden hareketle Îslam enlektüel düşünce geleneğine yaptığı katkıyı ‘aşk’ kavramı çerçevesinde tespit edeceğiz. O nedenle birinci kısım, bildirimizin ikinci kısmının anlaşılmasına bir hazırlık, bir giriş olacaktır. 1- Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin Üç Mirası Büyük Şeyh Ahmed Efendi’nin hayatı ile ilgili üç yayın yahut yazılı belge bulduk.3 Birincisi Cumhuriyet döneminde ‘Ergin’ soyadı alan Şeyh Efendi’nin kendi aile efradının anlattıklarının yer aldığı yayınlar, son ikisi bu yayınlarda yer alan Recep 1278/9 tarihli Şeyh Efendi’ye ait belgeler. Belgelerde Büyük Şeyh Efendi’nin doğum tarihi, hicri 1185-1190 yılları arası olarak verilmekte, 1771 tarihi tereddütlü olarak ‘Büyükşeyh’ nitelemesi “Ali Şakir Ergin’in Ahmet Şevki Ergin Hoca Efendi’nin Hayatı ve Kişiliği ‘Efendi Babam’”, Yozgat Divânî, 2002, Yıl 1, Sayı 4, s.3; S.Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme, Ankara 2007, s.129 ile Ali Şakir Ergin’in Gönül Ufkunda Bir Şeyh Bir Şeyhzade, Seçil Ofset, İstanbul 2014, s.49-66’den alınmıştır. O nedenle anlatımımızda biz de torunu Şeyh Ahmet Efendi ile karışmaması için bu ismi kullanmayı tercih ettik. 3 Belgeler için bk.Ali Şakir Ergin, Gönül Ufkunda Bir Şeyh Bir Şeyhzade, s.283-290; bk. Ali Şakir Ergin’in Ahmet Şevki ergin Hoca Efendi’nin Hayatı ve Kişiliği ‘Efendi Babam’”, Yozgat Divânî, 2002, Yıl 1, Sayı 4, s.3. 2 446 ayrıca ifade edilmektedir. Bir çalışmada onun doğum ve ölüm tarihlerini 1773-1895 olarak gösterilmektedir.4 Özetle Büyük Şeyh Efendi, 1321/1894 yılında bir sonbahar günü, Cuma gecesi vefat eder. Kendi yaptırdığı caminin doğu tarafında evinin bahçesine defnedilir. Belgelere baktığımızda Büyük Şeyh Ahmed Efendi ailesinin üç niteliği öne çıktığını görüyoruz. Soyu, ekonomik durumu ve Halveti İslam entelektüel mensubiyeti. Biz şeyhin bu niteliklerine girmeyeceğiz. Yine belgelere baktığımızda, Büyük Şeyh Ahmed Efendi’nin Yozgat/lıy/a üç miras bıraktığını görüyoruz. Aile para vakfı,5 şiirleri (Divan), çocukları ve entelektüel eğitim geleneği.6 Her üç mirasın her birisi ayrı ayrı ele alınmayı hak etmektedir. Ancak biz çalışmamızın bu bölümünde, Büyükşeyh’in bıraktığı üç mirasından divanını ve divanındaki ‘aşk’ kavramını ele almak istiyoruz. 2- Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin Divan’ı Yapılan çalışmalara bakıldığında Büyük Şeyh Ahmed Efendi’nin Divanı ile ilgili ilk yayınların torunları tarafından yapıldığını görüyoruz. Onlardan birisi, Ömer Faruk Ergin’in Maverdi’nin Edebü’d-din ve’d-dünya adlı eserine ait yayınının ekinde yer alan “Dedem Merhum Yozgadî el-Hac Ahmet Veli Terkiya Hazretlerinin Divan’ından Parçalar” adıyla yaptığı yayındır. Divanla ilgili bir diğer yayın, Ali Şakir Ergin’in muhtelif biyografi yayınlarında yer verdiği küçük parçalardır. Bu yayınlara karşılık Şeyh Efendi’nin Divan’ı, henüz bir bütün olarak neşredil/e/memiştir, eser neşir için himmet sahiplerini beklemektedir. Çalışmamız için biz, torunu Ali Şakir Ergin Efendi’nin himmetiyle Büyük Şeyh’in Divan’ının bir fotokopisine ulaştık. Bu vesileyle burada kendisine müteşekkir olduğumu ifade ediyorum. Çalışmamızda kullandığımız nüsha, bu fotokopi nüshadır.7 Nüshanın ilk sayfasında eserin ismi, “Şeyh Ahmed Efendi Veli Kuddise Sirruhu Hazretlerinin Divan-ı Zatisidir” şeklinde belirtilmiştir. İkinci sayfasında ise bu isim, “Yozgadî mürşid-i ebced kutb-ı âlem Şeyh el-Hac Ahmed Efendi Veli kuddise sirruhu’l-alem hazretlerinin Divan-ı Kerametnümalarıdır” şeklinde tekrar edilmiştir. Toplam 28 sayfadan oluşmaktadır. Divanda toplam, 27-28 şiir yer almaktadır. İlk 16 sayfada yer alan yaklaşık 17-18 şiir Büyük Şeyh Efendi’ye, diğerleri sevenlerine ait şiirlerden oluşmaktadır. O nedenle biz atıflarımızda zaman zaman Divançe adını da kullandık. Sevenleri şiirlerinde onu ve ona olan sevgilerini işlediklerinden bu tür şiirler, doğal olarak bizim çalışmamızın konusuna girmemektedirler. İlkemizi tekraren ifade etmemiz gerekirse, biz, aşk kavramını belirleyen çalışmamızda öncelikle Büyükşeyh Efendi’nin şiirlerini temel alacak, gerekmedikçe sevenlerinin şiirlerine yer vermeyeceğiz. 3- Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin Şiirlerinde Aşk Kavramı Aşk kavramını, Büyük Şeyh Ahmet Efendi şiirlerinde iki tarzda kullanmaktadır. Birincisi aşk şeklinde salt bir kullanım, ikincisi bahr-ı aşk, derya-yı aşk, sırr-ı aşk, rah-ı aşk, ehli aşk, aşk-ı cemalullah, pertev-i aşk, nar-ı aşk, aşk-ı zevk, cünun-ı aşk, aşk deryası, aşk-ı visalillah, vb.şeklinde ayrımlı bir kullanım tarzıdır. Birincisi basit, salt bir kullanımı; ikincisi bileşik, ilintisel bir kullanımı ifade etmektedir. İlinti ya aşk’a ilave olmakta veya aşk bir başkasına ilinti olmaktadır. Aşk-ı cemalullah, aşk-ı zevk, aşk-ı visalillah birincisine, bahr-ı aşk, sırr-ı aşk vb. ikincisine örnektir. İlinti birincisinde aşkı diğer aşklardan ayırırken, ikincisinde ise aşk denizi diğer denizlerden, sırrı diğer sırlardan ayırmaktadır. İlinti, ayırımı ve ayrımlananı ifade etmektedir. Aşk ayrım (fasıl) anlamında bir ilinti (araz), ayrımlanan (tür/cins) anlamında bir özdür (gevher). Neticede aşk kavramını Şeyh Ahmet Efendi şiirlerinde iki tarzda kullanmış olmaktadır. Birincisi öz (cevher), ikincisi ilinti S.Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozok Tarihine Dair Araştırmalar Yozgat Medreseleri Tekke ve Zaviyeleri, Ankara 1999, s. 87, 88; Bozoknağme, Ankara 2007, s.129. 5 Bk. Belge 6 ve 7. Ali Şakir Ergin, “Vakf-ı nukud”, Gönül Ufkunda Bir Şeyh Bir Şeyhzade, İstanbul 2014, s.284, 285, 286, 288, 289, 290. 6 Gelenek şehadeti için bk. Yusuf Ziya Yozgadî, Temaşa-yı Celal-i Hüda, Vilayet Matbaası, Kastamonu 1314, s.12. 7 Metin için yapılan atıflarda Ali Şakir Ergin Nüshası olarak geçecektir. Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.1, 2. 4 447 (ayrım). Bu kullanım Aristoteles’in ontolojik ilkesidir. Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin şiirlerini incelediğimizde, aşk kavramını Aristoteles’in ontolojik ilkesi anlamında ama ondan farklı tarzda kullandığını, daha çok Yeni Platonculuğa yaklaştığını, İslam düşüncesinde ise Farabi ve İbn Sinacılığın İbn Arabi yorumunu yansıttığını söyleyebiliriz. Bununla Farabi’nin Medinetü’lfazıla’da Allah’ı, âşık-aşk-ma’şûk olarak ifade ettiğini, südurun temeline aşkı yerleştirdiğini, İbn Sina’nın Risale fi mahiyeti’l-ışk adlı eserini bu konuya tahsis ettiğini, aşkı kemal fikriyle irtibatlandırdığını, İbn Arabi’nin südur yerine ‘ilahî isimler’in tecelli/tezahür fikrini taşıdığını, O “şeyleri varetmeden önce zâtını, zâtı için zâtında sevmiştir”8 diyerek aşkı, ontolojik tezahürün temeline koyduğunu kastediyoruz. Örnek vermek gerekirse sözgelimi, Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin “Kurtul ‘âlem-i kesretten aşk ile/Vahdet gibi bekâyı bul ey ehâ, Sırr-ı “Ebced” ehl-i aşkın vahdeti/Andadır ‘uşşak-ı ma’şuk vâhidâ” dörtlüğü bu temelleri ifade eden dizelerdir. “Mahbûb-i ezel Hallâk-ı cihansın/Aşıkânın var sen gayri yok hâşâ. Şem’-i zâtın aksidir ‘âlem ziyâ/Hep görünen şem’-i rûyun ve’y ‘asâ” dörtlüğünde bu temel ilkeler daha açıktır. Buradaki ilke, varlığın ‘zât’a ait bir ‘yansıma (aks)’ olduğudur. Bu yansıma, ‘ilahî isimlerin (esma)’ oluş dünyasındaki tecellileri şeklinde gerçekleşmektedir. Oluş, açıktır ki bir mum (şem’) ve ışık (ziya) ilişkisini ifade etmektedir. O halde Büyükşeyh Ahmet Efendi’nin, ‘öz (cevher ve zât)’ kavramına yakından bakabiliriz. 3.1. Ontolojik ilke (cevher ve zât) olarak aşk İlk ve Ortaçağ felsefesi ile klasik İslam felsefesinin temel niteliği, felsefenin bir öz (logos, cevher) araştırması olmasıdır. İslam felsefesi araştırmalarında özle ilgili öne çıkan kavramlar, akıl, nur, ruh, kalb, nefis ve madde (cisim) kavramlarıdır. Bu anlamda klasik felsefî araştırmalarda yer verilen bir diğer kavram ‘aşk’ kavramıdır. Aşkın ilk defa öz araştırmalarında kozmolojik bir unsur olarak düşünülmesi Antikçağda Empedokles’in yazılarında görülür. Filozof aşkı oluş ve bozuluşun iki ilkesinden birisi olarak vaz eder. Aşk kozmosun diğer adıyla dört unsurun birleşmesinin ilkesi, nefret ise kaosun, bozuluşun, ayrılığın ilkesidir. Yine aşk ilkesi, Tanrıça Afrodis’e nispet edilir. İslam filozoflarından Farabi (ö.950) ve İbn Sina (ö.1037) ise felsefe araştırmalarında aşkı, varlığın birliğinin ilkesi yaparlar. Yani Tanrı, hem âşıktır, hem maşuktur, hem aşktır. Büyükşeyh Ahmet Efendi’nin Divançe’sinde, oluşla ilgili iki ilkesi vardır. Birincisi başlangıç ilkesi (mebde), ikincisi kozmolojik (arke) ve ahlakî ilkesi (muharrik). Onun ilk ilkesi, dinî’dir, yani Besmele ve Salat’tır. Şeyhin bunlarla kastettiği ilkeler, Allah ve Hz.Muhammed’tir. Onları bir tek ilke yani din kabul ettiğimizde, Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin ikinci ilkesi aşk kavramı olmaktadır. Aşk kavramı Büyük Şeyh Ahmet Efendi Divançe’sinde daha ilk şiirinden itibaren baskın bir kullanıma sahiptir. Şeyhin düşüncesindeki varlık bir bütün olarak aşk denizidir. “Bede’tü Bismillahi” ey Kibriyâ/“Salli ala Muhammedin ve ‘alâ” “Enbiyai evliyai rehnümâ9/Bahr-ı aşkdır zât-ı Hakk’dır Süreyyâ Bahr-ı aşkın mûcibdir ‘âlem bugün/Gör ki kimdir bahr-ı aşkın dürri tâ İlk ilkesini Büyük Şeyh Efendi, diğer beytlerinde ‘ezel sevgili, cihanın yaratıcısı’ olarak ifade eder. Onun âşıkları vardır. Zatının mumu (şem’i) vardır. Âlem zat mumunun aydınlığında ortaya çıkan bir Bk. Süleyman Uludağ, “Aşk”, DİA, İstanbul 1991, c. 4, s. 11-17. Çerkeşizade Mehmed Tevfik Efendi bir risalesinde, “meratib-i sufiye üçtür. Evvelkisi tecelli-yi ef’âl, ikincisi tecelli-yi sıfât, üçüncüsü tecelli-yi zâttır.”şeklinde tecelli kavramı temelinde sufiyyeyi üç gruba ayırmaktadır. Bk. “İkinci Mukaddime”, Levayihu’l-kudsiyye, Tarihsiz. s.6. 8 9 448 yansımadır (aksi). Bu yansımayla âlemin varlığı aydınlanmış, yani varlığa girmiştir. Özetle âlemdeki ışık (ziya), O’nun zat mumunun (şem’) yaydığı ışık ve aydınlıktır. Âlem bu ışık ve aydınlıkta ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu âlem, bir taraftan bir aşk denizidir, diğer taraftan ‘a’ma kevn’dir. Şeyh ‘Bu a’mâ kevne saldı zâtını Hakk’ dizesiyle oluşu, varoluşu Hakk’ın zatını bu âleme salması olarak ifade etmektedir. Büyük Şeyh Efendi’nin ikinci ilkesi, Hz.Muhammed’dir, dedik. Hz.Muhammed’i aşk denizinin incisi (dürri) olarak tanımlamaktadır. Şeyhefendi, dizelerinde Mum ve yansı (şem’ ve aksi) metaforuna tekrar dönersek, görünürlerin hepsi onun yüzünün (ru) aydınlığıyla (şem’) görünmektedirler. Yanan mum ve yansı metaforuyla Büyük Şeyh Efendi’nin ortaya koyduğu varoluş, yahut bu alemdeki zat iki tür varlıktan oluşmaktadır. Birincisi Ezelî Sevgilidir. İkincisi O’nun zât aydınlığıyla (ziya) görünür olanlardır. Görünür varlıkları ise Ezeli Sevgili’nin âşıkları ve diğerleri oluşturmaktadır. Şeyhin bir diğer dizesinde, kelamcıların tesirini de bulmak mümkündür. Büyükşeyh kelamın tesiriyle “Hakk fâil-i muhtardır her işler Hikmettir” demekte, varoluşu bir yansıma yerine ‘özgür fiil sahibi’ Hakk’ın yaratması olarak ifade etmektedir. Hikmet, bu hür failin işleridir. Şeyhin ikinci ilk ilkesi olan Hz. Peygamber, bir dizesinde “Muhammed “Sâdıku’l-va’dü’l-emin”, bir beytinde “Âl-i künhü’l-emin”dir resul/Deryanıza ‘âlem mübtelâdır, bir başka dizede ‘şâh-ı rusul’dur. Aşk kavramına döndüğümüzde ise şeyhin aşkla ilgili ikinci ontolojik ilkesi, aşk denizi olduğunu söyleyebiliriz. Kavramın daha ilk dizelerden itibaren Divançe’de yer aldığını söylemiştik. Aşk denizi, mum ışığında aydınlanan zattır, yani Hakikat’in özü’dür. Ancak özün özünde bir öz daha vardır: İnci (dürr). Böylece Büyükşeyh, aşkı, hem aşk ışığında ortaya çıkan varlık, hem bu varlığın özü/aslı için kullanmış olmaktadır. Büyük Şeyh Ahmet Efendi denizdeki o inciyi, töz (gevher) olarak ifade etmekte, tözün mahiyetine girmemektedir. Aşk bilinmesi gereken ‘ezel sırr’ıdır, eğer insan bilirse (men arefe).10 Bu sırrı bilmenin yolu-yöntemi, varlığı bilmekten geçmektedir. Bilinmesi gereken varlık, insandır, cindir ve kadındır. Varlığı bilmeye yönelmek, metaforun varlık kavramlarıyla aşk denizine dalmaktır. Varlık denizine dalan kimse, varlığın özü olan cevheri ve o cevherin neliğini bulur, bilir. “Bahr-ı aşkın gevherine talan bulur/Çün bilür kim ne gevherdir ey hocâ.” Şeyh cevherin ne tür bir cevher olduğunun bilineceğini söyler, ama onun mahiyetinden değil arazlarından söz etmeyi tercih eder. Bunun diğer anlamı varlık, cevherin bir örtüsüdür (hicab). Bilebilmek için örtünün açılması gerekmektedir. Yani varlık örtüsü, cevheri bilmeye engeldir. Töz (gevher) üzerindeki örtü engelini Büyükşeyh Efendi, ‘çokluk (kesret)’ kavramıyla ifade etmektedir. Yani varlık bir yönüyle özdür, yani tektir. Diğer yönüyle çoktur, çokluktur. O halde çokluk (kesret), bir ilintiden (araz), cevhere bir ilaveden ibarettir. Bu kesret, cevheri bilmeye engel olmaktadır. Oysa zât/gevher/dürr/e ulaşmanın yolu çokluğu/ilintiyi (kesret, araz) aşmakla mümkündür. Çokluğu aşmak demek birlik’e (vahdet) ulaşmak demektir. Ulaşılacak birlik de özdür. Öz ise incidir, inci ise varlık/kesret denizindedir. Şeyh bu denizi, aşk ile diğerlerinden ayırmaktadır. Büyük Şeyh Efendi öz/cevher yolundaki ‘çokluk-birlik (kesret-vahdet)’ engelini, harflerle de ifade ederek âşıkların vahdetini harflerin (ebced) bilgisi (sırrı) olarak belirtir ve harflerde ‘sevenlerle sevilenlerin (uşşak u ma’şuk)’ bir olduklarını ifade eder. Şeyh seven ve sevilenin her ikisini ‘aşk’la birbirine bağlar. Yani kesreti aşmanın yolu, aşktır. Şeyh zât yolcuları olan âşıklara “Ey ikilik vârını aşkına yâk/Ver cismü cân ğayriden geç hâkezâ” diye seslenir. 10 Büyükşeyh, ‘men arafe nefsehu fe kad arafe rabbehu’ sözüne atıf yapmaktadır. 449 Varlıktaki âşık-ma’şuk ikiliğini aşmak/yakmak, diğer adıyla çokluktan birliğe geçmek mümkün müdür? Büyükşeyh Ahmet Efendi’nin çağrısına bakılırsa, soruya ‘mümkündür’ diye cevap vermek gerekmektedir. O halde şu soruyu sorabiliriz: Âşık-maşuk ikiliği, yahut varlık engeli nasıl aşılacak, kesretten vahdete geçiş nasıl olacaktır? Özne birlik imkânını hangi şeyle nasıl elde edecektir? Büyük Şeyh Ahmet Efendi ikilik/kesret sorununu aşmak için öznede iki hususa işaret etmektedir. Öncelikle özne ‘a’ma olmamalı’dır.11 İkinci olarak özne, denizdeki cevherle benzer öze sahiptir. Yani onun bir ‘kalb cevheri’ vardır. Kalp, saf bir cevherdir. Böylece Büyük Şeyh Ahmet Efendi iki tür cevherin varlığından söz etmiş olmaktadır. Birincisi zât, yani aşkın kendisi, Yaratıcı (Hallak), hür fail olan cevher ile varlığın özünü oluşturan cevher. İkincisi ikilik ve kesret sorunuyla yüzyüze olan, ikiliği aşmak durumunda olan cevher yani öznenin kalb cevheri. Büyük Şeyh Ahmet Efendi’yi meşgul eden sorun, bu iki cevherin birbirinden ayrılığı, diğer bir ifadeyle cevherin cevherle vahdet keyfiyetidir. Cevher ayrılığını aşmak için Büyük Şeyh Efendi kalbe iki nitelik yükler. Yani o, hem varlık olarak cevherdir, hem bilen bir cevherdir. Aşk denizindeki inci, yani bilinen ile bilen (ârif) arasındaki bağı şeyh, işte bu ârif-cevher yani kalb ile kurmaktadır. Daha açığı Şeyh Efendi, varlığın/bahrın/deryanın/kesretin cevheri ile insanın cevheri arasındaki irtibatı ‘kalb’ ile sağlamaktadır. Kalb, insan için özle ilgili bilgiyi bilebilmenin tek imkânını oluşturmaktadır. Çünkü kalp cevherle özdeştir. Şeyh, bazı şiirlerinde kesreti/bahrı ‘ilmü’l-esma’ olarak belirterek ‘tekrarlanan yedi’12 niteliğiyle kalbe isimleri bilme yolunu/imkanını açmaktadır. Kalb için varlık ikiliğini aşmanın yolu, bu ilahî isimleri hatırlayıp (zikir) tefekkür etmektir. İsimleri tekrarla bilmek yöntemiyle şeyh, mensup olduğu entelektüel geleneğin zikir yöntemini ima etmektedir.13 Oysa bu yetenek, filozofların hafızadaki bilgileri tekrar/ hatırlamak/la onlardan yeni sonuçlara varmayı sağlayan iç yeteneklerden birisini oluşturmaktadır. İbn Sina bu iç yetenekleri/duyuları el-İşarat’ta karşılıklı aynalara benzetmektedir. İlahî isimleri Büyük Şeyh Efendi’nin kandil ve onun aksi metaforuyla birlikte düşündüğümüzde, Şeyh’in ışıkla ve varlıktaki yansımasıyla kastettiği, ‘isimlerin (esma)’ varlıktaki tezahürü, İbn Arabi’de olduğu gibi varlığın ‘isimler’le görünür olmasını ifade ettiğini belirtebilirz. O halde zikir yeteneğinin tezekkür edeceği şey, ‘isimler’in fizik dünyadaki ontolojik tezahürleridir. İşte isimlerin fizikten elde edilecek ontolojik bilgisi hikmettir. Hikmet, kaynağı bakımından aynı zamanda ezeli bir bilgidir. Onu elde etmek, ancak aşk şarabını içmekle, varlık dünyasını ezeli aşkla okumakla mümkündür. Aşkla okumaya şu dizeleri örnek verebiliriz. “İçip aşkın her şarabın ta ezelden mest olup Kıldı mahrem zâtına Hak mâsivâdan olmadan” 14 Bir ulvi bahre düşdüm evveli âhiri yok Mevc-i bahrin alub TERK(Î) gör ne hikmet gösterir İlm-i Ezel ta böyledir bu âlem-i halk olmadan15 Netice itibariyle Büyük Şeyh Efendi, varlık dünyasının aşkla okunan bir kitap olduğunu, okunan bilginin de ‘vahiy’ olduğunu ifade eder. Onun ‘vahiy’le kastettiği şey, varlıktan elde edilen ‘isimler A’mâ olan bahr-ı aşkı anlamaz/Ey zâr ki keşf etmesen yol-ı rızâ.” Şu bir gerçek ki biz sana ‘tekrarlanan yedi’yi ve yüce Kur’an’ı verdik” (el-Hicr 15/87) meâlindeki âyette “seb‘an mine’l-mesânî” ifadesi ve “Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve ‘bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap’ olarak indirdi” (ez-Zümer 39/ 23) meâlindeki âyette kitabın (Kur’ân-ı Kerîm) sıfatı olarak “mesânî” kelimesi yer almaktadır. 13 Gevheridir bahr-ı aşkın bî-gümân/Saf gevher-i kalb-i ârif kıl sezâ. Çü(n) derya-yı aşkdır ‘ilmü’l-esmâa/Hücceti “seb’u’l-mesani”yle atâ. 14 Bu beyit bizim metnimizde yer almamakta, Ö.F.Ergin’in yayınında bulunmaktadır. 15 Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.5. 11“ 12“ 450 bilgisinin (hikmet’in)’ Hakk’ın bir fısıltısı, gizli bildirimi olduğudur. Teknik anlamıyla ise bu tür hikmetin Hz.Peygamber’in getirdiği vahiy bilgisiyle örtüştüğüdür. Şeyh, bu tür hikmeti içsel tefekkürüyle bizzat keşfetmekte, bu keşifle aşk/birlik hali, yani ‘âşık-ma’şuk’ ikiliğini aşmakta, bu birlik halini aşk sarhoşluğu (cünun-ı aşk) olarak ifade etmektedir.16 Âlemin bir kitap olduğu, aşkla elde edilen hikmetin onun anlamı olduğu, hatta dört kitabın anlamının bu âlemden okunabildiğine dair şu şiirini de ilave edebiliriz. Şeyhe göre adam demek, âlemin bu hikmet nüshasını okuyup elde eden demektir. Bu âlem dört kitâb hikmet nümâdır/Nişânı şâhidi rağb’in abâdır Ve “Nahnu akrabu” 17anlayan insan/Ki Hakdan gayri görmek masivadır Okumadınsa hikmet nüshasın sen/Sana adam demek hod iftirâdır Bu daim gördüğün heb sun’-ı sâni’/Cihan âsâr-ı tevhidden cilâdır Haber verir Hüda’dan cümle eşya/Bu halk-ı hallâkı bilmez bî-nevâdır Cihan hep kâşif-i esrâr-ı Hakdır/Kudret sâni’-i sun’a bakmak revâdır Göz açub gördüğün hep Hakkı isbat/Bu tevhid sâlike ta ibtidâdır Cihan dobdoludur âsâr-ı tevhid/TERKİYA göz anı görmez ‘amâdır18 Görmek isteyene bu dünya birlik’e dair eserle, okumak isteyene bilgiyle dopdoludur. Şeyhin ontolojik aşk ilkesiyle kendisindeki vahdet tezahürünü beyitlerinde görebiliyoruz. Ezelden ben aşk ile yâne geldim Cemâlin şem’ine pervâne geldim İçüb vahdet şarabından Aşk ile ben mestâne geldim19 3.2. Estetik ilke olarak aşk Divan’ın altıncı sayfasında yer alan bir şiirinde Büyükşeyh Efendi, aşkla elde edilen aşk/vahdet bilgisine Hikmet adını vermekte, hikmetin kaynağının ‘celal ve cemal’ isimleri olduğunu belirtmektedir. Gözün cümle tekden ‘ayân tâ ki ‘aynından Celâlinle cemâlinden bütün hikmet peydâ20 TERKİYA ağlayub güldü nâr-ı aşkla yandı Hakk cemâlin ayân gördü bi-hamdillah ki aşka21 Hakikatin varlıktaki güzelliğini açıkça görmek, Şeyhin ağlayan, gülen, aşk ateşiyle yanarak yaşanan hayattaki tek amacıdır. Yine dizelere yansıdığı kadarıyla Büyük Şeyh Efendi’nin şiirlerinde hikmet olarak tezahür eden aşkın hem anlamı, hem kaynağı, güzelliktir (cemal, hüsn). Şeyh şiirlerinde çoğunlukla cemal’i, nadiren hüsn’ü kullanır. Güzellik isminin (cemal) sahibi/kaynağı ise Allah’tır. Bu bakımdan güzellik, isimlerden bir isimdir. Bu cemal ismi varlıkta görünmektedir. Varlığın cevher-araz kategorilerinden oluştuğu düşünülürse cemal, cevher-araz vahdetini içeren bir güzellik olmaktadır. “Cümle âlem bir kitâbdır okunan hep vahy-i Hakk/Bu kitâbın sırrını keşf eyleyen divâneyem. Tâ cünûn-ı aşk ile kim ola meydân-ı ebedi/Nûşa gel, vahdet meyinde sâkîyem, meyhâneyem. Çün murâkıb ilminde himmet-i şâh-ı rusul/TERKİYA kim muktedinin derdine dermâneyem.” Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.5. 17 “ve nahnü akrabü ileyhi min habli’l-veriyd…/ Biz ona şah damarından daha yakınız”. Kaf, 16. 18 Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.10. 19 Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.16. 20 Ö.F.Ergin’in yayınında dizede “…olur peyda” biçimindedir. 21 Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.6. 16 451 Divan’ın altıncı sayfasında yer alan bir şiirinde şeyh, bu sefer, kendi gönlüne seslenir ve varlıkta tecrübe/temaşa ettiği güzelliğe ve mahiyetine yer verir. Buna göre varlıkta görünen güzellik, Mevla’nın yüz güzelliğidir (rû-yi Mevla). Zatı birdir, ama onun yüz bin görünür zülfü vardır. Bu bakımdan Şeyh Efendi, cevher-araz güzelliğini sevgilinin güzelliğine benzetir. Bu güzellik varlıkta tecelli etmekte, gönlü parlatmakta, gönle haz/mutluluk vermektedir. Cümle görünen kim ey dil, hep rû-yi Mevla’dır sanâ22 Görüb her cânibde23 canânın bu lütfu a’lâdır sanâ Gerçi zâtı birdir amma nice yüz bin zülfü var Tâ ki zülfü içinde ‘ayân dil ruyı esrâdır sanâ Bu nâr-ı hicrinle ey dost, yanub bi-lâ rehnüma TERKİ Cemâlin vaslına erdi ki dili temannâdır sanâ24 Şeyh varlıkta birliği, güzelliği seyretmektedir ve bu ulaştığı halden mutludur. Yine “Aşk ile didâr gözler gözlerim gülzârda/Bahr-ı vahdet gösderüb nûr25 veçhini seyrâneyem” beytinde Şeyh Efendi kendisini, aşk ile bakan gözlerle gülbahçesinde sevgilisini gözleyen, birlik (vahdet) denizinde yansıyan ışığı seyreden’ kimse olarak belirtmektedir. Bu hal, onun için, vahdet illerinde dostla olmak, vahdet şarabından içip mest olmak, “Küntü kenz”in sırrını bilip söylemektir. Bir başka iki beytinde bu mutluluk/zevk halini şeyh şu şekilde ifade etmektedir: “Erüb çün taht-ı sultâna idem zevki bu hâl içre/İçüb ‘câme-i Elest’ kim mekânım ‘Lâ-mekân’ içre. ‘Vücûd-ı vicdâne’ erdim cemâlin bahrine taldım/Bekâ ender bekâ oldum la’l-i cem’î bu fark içre.” Şeyh şiirlerinde dönemin ‘yeni’ kavramlarına girmese de burada ‘vicdan’a yer vermektedir. Şeyh vahdet halini, vicdanın varlığına ermek, güzellik denizine dalmak olarak da ifade etmektedir. Bir başka beytinde ise mutluluk halini ‘sıfatın sırrına dalmak’ olarak nitelemektedir. “Ma’şûkum çün erdim, bugün bayrâm kıldım/Sırr-ı sıfâta taldım, bildim seni, ‘âşikârım.” Âşikâr oluşu keşfetme halini, “Geçüb ‘ayne’l-yakin’den ‘hakka’l-yakin’ göründü/Görüb nûr-ı cemâlin ol huzûrdur hayranım” beytiyle bilgide hakkalyakin mertebesine ulaşmak, güzellik ışığını görmek, huzur bulmak, ulaştığı bu hale hayran olmak olarak tanımlamaktadır. Bu hal, şeyhin aşk halidir. Estetik ve Hikmetle ulaşılan mutlulukla ilgili son olarak şu beytini verebiliriz. “İki cihan hüsnüni,26 ben aşka değişüb geldim/Can ve başı terk edüb, bizim ezel irfâne geldim.” Şeyh dostlarını güzelliğe ve aşkla vuslata çağırmaktadır. “Gel, ey cânım oldun insan, geç kuru gavgâdan ey cân27/Kopar seher, dilde figân, aşk-ı cemalullaha gel” beytinde olduğu gibi estetik aşka, “Mahv eyleyüb cümle cihân, göre ma’rifet bahri ki ân/Bekâ ender bekâ ‘ayân, bâki visâlullaha gel” beytinde olduğu gibi estetikle vuslata çağırır. Bu çağrı, dostta olması gereken ahlaktır. Şimdi de şeyhin ahlak/etik ilkesine bakabiliriz. 3.3. Etik İlke Olarak Aşk Hikmet’in klasik disiplinlerinden biri etiktir. Etik için kullandığımız ikinci bir kavram ahlaktır. Şeyhin hikmet düşüncesinde ikinci ilkesinin Hz.Peygamber olduğunu söylemiştik. İslam düşüncesinde Ö.F.Ergin’in Vuslat II şiiri bu beyitle başlamaktadır. Ö.F.Ergin’in yayınında “canda” biçimindedir. 24 Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.6. Ö.F.Ergin’in Vuslat II şiiri burada sonlanmaktadır. 25 Ö.F.Ergin’in yayınında ‘yüz’ şeklindedir. 26 Ö.F.Ergin’in yayınında kavram, “hubbini” biçimindedir. 27 Bu şiir bizim nüshamızın 3 ve 4.sayfasında yer alan bir şiir olup Ömer Faruk Ergin’in yayınladığı şiirlerden ilkidir. Bk. Ömer Faruk Ergin, Maverdi Edebü’d-din veddünya, s.141. 22 23 452 Hz.Peygamber, ahlakî hikmetin de ilkesidir. Tümel bir kavramla Hz.Peygamber, Hakikat/hikmet yolunun ‘mürşid’idir. Yani bilen ve eyleyen öznedir. Ayrıca âşıklar yolunun başlangıç ilkesini şeyh, “Terk-i dünya terk-i ukba” olarak koymakta, bunu ‘aşk’ olarak ifade etmektedir. Yani bu iki ilke, şeyhin ahlak ilkesidir. Bu iki ilkeden ikincisi dünyayı terketmek, ahireti de terketmektir. Bu terk, ancak aşkla olmaktadır. Böylece şeyh, ahlakî ilke için iki ilke belirlemiş olmaktadır. Birincisi ‘yasa, ilke’ anlamında kullandığı aşk ilkesi, ikincisi ‘mürşid, mürebbi’ olarak Hz.Muhammed Mustafa’nın örnekliği. Çünkü ikincisini terbiye eden Cibril’dir. Cibril ise Allah’ın kelimesidir (kelimullah). Yani aşkın tezahür eden bir sözüdür (ismi). Buradan şu sonucu çıkarmak yanlış olmayacaktır. Muhammed Mustafa (a.s.), aşkın varlıkta tezahür eden bilen ve eyleyen bir ismidir. “Terk-i dünya terk-i ukba” aşkdır anda ibtidâ28 Ehl-i aşklar râh-ı Hakk’da mürşide kim iktidâ29 Cümle ‘âlem menşe-i mekîn-i Hakk habib-i Mustafâ Çün mürebbi eyleyüb30 Cibril-i Kelimullah anâ31 Şeyh Efendi bu ahlakî ilkeyi bir beytinde şöyle ifade eder. Arayı arayı mürşidim buldum, dergâhına yüzlerim sürdüm Rıza-yı Mevlayı mürşidde buldum, Hak ile ezeli devrâne geldim32 Ahlakın mürebbi-mürşid ilkesinin bir ahlak ilkesi olduğu hususu Şeyh’in aşağıdaki şiirinde daha belirgindir. “Fe-sübhanellezi esra” cemalin şânı Muhammed Ahlâk-ı azîmine râm etdi cihânı Muhammed Ne esrâr-ı ilahîdir nazar kıl veçhine zâtın Kemal-i sun’udur Hakkın, gören hayrânı Muhammed Cemâlin şevk-i zevkinden hayat-ı cavidân diller Mükemmel çeşmin aşkı döker, gör kânı Muhammed33 ‘Dühân’ın genc-i tevhiddir lübbün neşr olub irfân Zülâlin sebîl-i kevser,34 şefâatkânı Muhammed Senin vasf-ı cemilinden kamu diller kalub âciz İçüb câm-ı mehabbetden bu dil mestânı Muhammed TERKİYA veçhinde vahdâniyyetin gör Mevla’nın Ne mir’ât-ı mücellâdır Hakkın mahbûbu Muhammed35 Dizelerden anlaşılmaktadır ki Şeyhin ahlakî ilkesi, Hakkın sevgilisi olan Muhammed Mustafa’dır ve O ahlakın ilk mürebbi ve mürşididir. Onun ahlakı da aşk ismi/ilkesi/nin bir tezahürü olması bakımından aşktır. Diğer bir ifadeyle o, bir aşk ahlakıdır. Bir cüz’î ilim olması bakımından ahlak felsefesi çalışmalarının temel problemi, ‘değişim/hareket’ problemidir ve problem klasik psikolojiyle (ilm-i nefs) iç içedir. Değişimin özünde ‘hulk’ kavramı vardır. Huy, tabiat, fıtrat, vb.anlamlara gelen hulk’un çoğulu olan ahlak, insan davranışlarını ve onların değişim/sizliğ/ini ifade etmektedir. Davranışlardaki değişim/sizliğ/in arkasındaki ilkenin ne olduğu/olması gerektiği, ahlak felsefesinin kadim araştırmalarının başında gelmektedir. 28 29 Ö.F.Ergin’in Aşk-ı İlahi adlı şiiri bu beyitle başlamaktadır. Ö.F.Ergin’in yayınında dize “Ehl-i aşksan râh-ı Hakk’ta mürşide kıl iktidâ” biçimindedir. Ö.F.Ergin’in yayınında kavram “eyledi” biçimindedir. Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.5. 32 Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.16. 33 Ö.F.Ergin’in yayınında dize, “Mükehhel çeşmin aşkı döker göz kanı Muhammed” 34 Ö.F.Ergin’in yayınında kavram “selsebil-i kevser” biçimindedir. 35 Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.12. 30 31 453 Hemen belirtmeliyiz ki Büyük Şeyh Efendi ahlakta değişimden yanadır. Şeyh değişimin temeline bazı şiirlerinde iki zıt kavramı, yani ‘dost ve düşman’ı koymaktadır. Her iki zıt kavram değişimin ilkeleridir. Birincisi iyiye değişimin, ikincisi kötüye değişimin ilkesini oluşturmaktadır. Şeyhin iki düşman ilkesi şeytan ve emredici nefistir (nefs-i emmare). Sözgelimi “Şimdi, hocan şeytan yalan sözün der sana ki/Hak söylerim vallah sana aşk-ı cemalullaha gel” beytindeki hoca şeytan kavramı, düşmanı mürşid/mürebbi kabul etmeyi ifade etmektedir. Dokuzuncu sayfada yer alan şiirin “Halk-ı âlem düşmanından bî-haber olmuş gezer/Nefs-i emmaredir düşman merd isen eyle sefer” beytinde yer alan emredici nefis ahlakta kötüye değişimin bir diğer ilkesini ifade etmektedir. Böylece denilebilir ki Şeyh, davranışların kötüye değişiminde biri insanın dışında, biri insanın içinde olmak üzere iki düşman ilkesi kabul etmektedir. Beyte göre olması gereken, mert/yiğit olanın onlara karşı ‘sefere çıkması’dır. Yani iyiye değişimi gerçekleştirmesidir. O halde şunu sorabiliriz. Yiğit sefere nasıl çıkacaktır? Sefere çıkmak için bir yiğidin sahip olması gereken şeyler nelerdir? Teknik anlamda acaba iyiye değişimi özne nasıl gerçekleştirecektir? Öncelikle ahlakî öznenin sahip olması gereken şey, Şeyh’e göre ‘bilgi’dir. Şeyh, bu bilgiyi ‘Hak/ikat bilgisi’ olarak ifade etmektedir. Çünkü hakkı bilmeyenler, dost ve düşmanını ayıramazlar, hem düşmandan hem dosttan uzak durup kaçarlar. Hayır ve şerri bilmezler, hakkı ifa etmezler. Buna mukabil ‘Hakkı bilenler’, yetkinleşirler, Hakk ile olurlar. Büyükşeyh Efendi, ikinci olarak ahlakî öznede olması gerekenler, bazı ahlakî erdemlerdir. Sözgelimi sabır, kanaat, tevekkül böyledir. Tama’, yalancılık (kizb) olmaması gerekenlerdir.36 Ayrıca Şeyh Efendi ahlakî özneyi Hakk yerine halktan istememe konusunda uyarmaktadır. Çünkü ömrü ve rızkı veren Yaratan Hakk’tır. O nedenle rızık halktan istememelidir. Yine Hakk kapısında aç ölmeli, varıp ahlakî olmayan kusurlulara baş eğmemelidir. Halka ihtiyaç arz etmemeli, Hakka tevekkül etmelidir.37 Büyük Şeyh’e göre Hakk’ın ahlakı (Hakkın ef’âli) ‘tevhid’tir ve insanlar üzerinde hep müessirdir. O nedenle Şeyh, ahlakî ilk ilkeyi ‘Hakk’, ahlakını ‘tevhid’ olarak belirlemektedir. Bu onun özgün yönünü oluşturmaktadır. Burada soruyu tekrar sormamız gerekmektedir: Hakk bilgisine ve ahlakî erdemlere özne/ yiğit kendi başına sahip olabilir mi? Onları nereden ve nasıl elde edecektir? Büyük Şeyh bu noktada özneyi dönemin eğitim merkezi olan, entelektüel Halvetî-İslam geleneğinin eğitim merkezi ‘dergâh’a yönlendirmektedir. Dergâh ve dergâh eğitimi konumuzun dışında kalmaktadır. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki ahlakî özne dergâhta ‘İlm-i ledün’ öğrenecektir. Bu ilim, Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin zaman zaman ‘hikmet’ kavramıyla ifade ettiği ‘aşk’ geleneğidir. Çalışmamızı Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin aşk ahlakıyla ilgili şu iki beytiyle tamamlıyoruz. Zâhir ve bâtın görmedin Hakkdan gayrı TERKİYA Evveli yok ahiri yok geçüb sivadan hakkâne geldim Gel bu aşkı ta’n ile mezmum eyleme Vâsıl-ı Hak olmağa çün38 oldu bu aşk Ta ‘azm-i râh olalı ey TERKİYA Dil-i mir’âtı hüsn-i hâl etti bu aşk39 4. Sonuç Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin şiirlerinde aşk kavramı, Aristoteles’in kategorileri, İslam düşüncesinin cevher-araz, diğer adıyla töz-ilinti ilişkisiyle kullanılmaktadır. Yani ister cevher olsun, ister ilinti olsun aşk, Ö.F.Ergin’in yayınında “Yalancının kanadın kır uçarsa” şeklindedir. Beyit, Ö.F.Ergin’in yayınından alınmıştır. Bizim metnimizde şiir/sayfa sonuna farklı bir el yazısıyla ilave edilmiştir. Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.15. 38 Ö.F.Ergin’in yayınında kavram “vesile” biçimindedir. 39 Bk. Şeyh Ahmet Efendi, Divan, Ali Şakir Ergin Nüshası, s.15. 36 37 454 Yozgatlı-Halvetî Büyük Şeyh Ahmet Efendi’nin şiirlerinin temel ilkesidir. Şeyh şiirlerini bu ilkeyle yazmıştır. Bu ilke şeyhin varoluşunun, bilmesinin ve ahlakının ilkesidir. Çünkü aşk kavramı, birliktir (vahdet). Ontolojik olarak birlik ilkesi, hem aşktır, hem âşıktır, hem maşuktur. O nedenle şeyh ezelden bu dünyaya aşkla gelmiştir. Şeyh oluş için iki metafor kullanmaktadır. Mum (şem’), ışık (ziya) ve yansısı (aksi) ile deniz, aşk ve inci. Birinci metafor oluş, ikinci metafor bilgi metaforudur. İnci, kesretteki aşk veya vahdettir. Deniz ise varlık veya kesrettir. İnci, cevherdir. Cevheri bilmenin imkânı insandır. İnsandaki kalptir. Çünkü o da cevherdir. O nedenle ikisi özdeştir. O nedenle kalp cevherinin inci cevherini bilmesi mümkündür. Bu bakımdan inci, bilinebilecek bir bilgidir (sırr). Bu sır, bilindiğinde hikmet adını almaktadır. O halde hikmet Şeyh efendide, Birlik (Vahdet) bilgisi olmaktadır. İnsan, hikmeti, varlık cevherini, âlem kitabından yahut insan/nefs kitabından okuyarak elde etme imkânına sahiptir. Bu imkânı veren isimlerdir (esma). Onlar varlıkta tezahür etmektedirler. Tezahür eden isimlerden bir isim de güzel/estetik (cemal) ismidir. Şeyhin hikmeti elde etmek için bir diğer önerisi, etiktir (hulk). İster estetik imkân, ister etik imkân olsun, oluşu okumanın muharrik gücünü ‘aşk’ oluşturmaktadır. Şeyhin epistemolojisi İbn-i Arabi-Halveti geleneğine bağlı olarak, isimlerden gerçek varlığa, varlıktan hakikata ve aşka ulaşmayı amaçlamaktadır. Çünkü varlık kesrettir, kesretin aslı ise aşktır. Dolayısıyla görünür çokluğun, ikiliğin aşılması gerekmektedir. Halveti geleneğe bağlı olarak Şeyh, tezahür eden isimlerin hatırlanılmasını (zikr) epistemolojik yöntem olarak kabul etmekte, bunun için geleneğin eğitim mekânını (dergâh) ve ahlakı önermektedir. Dergâhta öğrenilen ahlakın iki ahlak ilkesi vardır. Bilen ve eyleyen öznenin (ârif/mürşid) rehberliği ile ‘terk-i dünya ve terk-i ukba’ ilkesi (yasa). Şeyh, terk ilkesinin yaşayan örneği ve ilkesidir. O şiirlerini Terk, Terkî, Terkiya mahlasıyla yazmaktadır. Çünkü o, önerdiği bu iki (ârif ve terk) ilkesiyle, ikilik perdesini kaldırmış, kesreti aşmış, vuslata ermiş bir kimsedir. Şeyhin erdiği vuslat, Birlik (Vahdet) ve mutluluktur. Bu birlik hali, vuslat halidir. Onun vuslat hali, aynı zamanda aşkın şeyhteki tezahür halidir (ahlak). Şeyhte tezahür eden bu aşk, aynı zamanda bir âşık ve maşuk halidir. Bu üç kavramlı aşk hali, Şeyh’in sevenlerinde olmasını istediği ahlaktır. Biz bu ahlaka kavram olarak, aşk ahlakı diyoruz. Aşk ahlakı ise şiirlerde geçtiği gibi Hakk’ın ahlakıdır, Hakk’ın ahlakı ise aşktır ve Birlik’tir (tevhid). 5. Kaynakça ÇERKEŞİZADE, Mehmed Tevfik Efendi, “İkinci Mukaddime”, Levayihu’l-kudsiyye, Tarihsiz. “Ahmet Şevki ergin Hoca Efendi’nin Hayatı ve Kişiliği ‘Efendi Babam’”, Yozgat Divânî, 2002, Yıl 1, Sayı 4. “Vakf-ı nukud”, Gönül Ufkunda Bir Şeyh Bir Şeyhzade, İstanbul 2014, s.284, 285, 286, 288, 289, 290. Gönül Ufkunda Bir Şeyh Bir Şeyhzade, Seçil Ofset, İstanbul 2014. ERGİN, Ömer Faruk, Maverdi Edebü’d-din veddünya, Elif Matbaacılık, Ankara 1957, s.141-158. http://www.islamiyasam.com/forum/topic4012.html. Erişim 17.10.2015. KAPUSUZOĞLU, S.Burhanettin, Bozok Tarihine Dair Araştırmalar Yozgat Medreseleri Tekke ve Zaviyeleri, Ankara 1999 S.Burhanettin, Bozoknağme, Ankara 2007. S.Burhanettin, Yozgatlı Şakir Efendi: Bir Sufi Zatın Hayatı Ve Hatıratı, Ankara 2012. SADIK VİCDANİ, Turuk-ı Aliyyeden Halvetiyye, Evkafı İslamiye Matbaası, Şehzadebaşı 1338-1341. 455 TAVŞANCIOĞLU, Ali, Şu’arâ-yı Bozok: Yozgat’ın Kadim Şairleri, Kün Yayıncılık, Yozgat 2011. ULUDAĞ, Süleyman, “Aşk”, DİA, İstanbul 1991, c. 4, ss. 11-17. YOZGADÎ, Yusuf Ziya, Temaşa-yı Celal-i Hüda, Vilayet Matbaası, Kastamonu 1314. YOZGAT GÜNDEM, Şeyhzade Ahmed Efendi Özel Sayısı, 15 Ocak 2007. 456