ramazan`da camiyi düşünmek •dıe moschee ım ramadan •oy

advertisement
Perspektif
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLÜL-EKİM 2009 • Jg./Yıl: 15, Nr./Sayı: 177-178
İslam Toplumu Millî Görüş aylık yayın organı
•OY KULLANIN, SİYASETE KATILIN
•RAMAZAN’DA CAMİYİ DÜŞÜNMEK
•GEHT WÄHLEN – UND IN DIE POLITIK •D IE MOSCHEE IM RAMADAN
Bayramınız Mübarek olsun !
Âlem-i İslam’ın
teşrifi ile müşerref olduğumuz
Ramazan Bayramı’nı
tebrik eder,
Yüce Allah’tan
tüm insanlık için
hayırlara vesile olmasını
niyaz ederiz
.
İSLAM TOPLUMU MILLÎ GÖRÜŞ
IGMG
Perspektif
EDİ TÖR
IGMG AYLIK YAYIN ORGANI
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLÜL-EKİM 2009
Yıl/Jg.: 15, Sayı/Nr.: 177-178
AD RES · ANSC HRIFT
IGMG • Perspektif
Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen
Tel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555
www.igmg.de E-Mail: dergi@igmg.de
YAYINCI · HERAUSGEBER
Islamische Gemeinschaft Millî Görüş
IGMG e.V.
Amtsgericht Bonn, VR 6621
Vertreten durch den Vorstand:
Osman Döring, Vorsitzender
Oguz Ücüncü, Generalsekretär
Ali Bozkurt, stellv. Vorsitzender
GENEL YAYIN YÖNETMENİ · CHEFREDAKTEUR
Oğuz Üçüncü
(V.i.S.d.P)
DİZGİ-LAYOUT
İlhan BİLGÜ
BASKI · DRUCK
Yavuzsöhne-Duisburg
Yayınlanan makale ve fikir yazılarının
sorumlulukları yazarlarına aittir.
•
Die in der Zeitschrift veröffentlichten
Meinungen binden die Autoren, nicht die IGMG.
İLAN SER Vİ Sİ · AN ZE IGEN SER VI CE
Tel.: 02237/ 656-201 • Fax: 02237/ 656 555
E-Mail: tanitma@igmg.de
ABO NE SER VİSİ · ABON NE MENT
Islamische Gemeinschaft Millî Görüş
Lastschriftabteilung
Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen
Tel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555
E-Mail: mitglied@igmg.de
Yıllık abone ücreti: 59,-EURO
Jahresabonnement: 59,-EURO
IGMG Genel Merkez Üyelerine Ücretsizdir
Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos
Der Bezugspreis ist im Mitgliedsbeitrag enthalten
HESAP NO · BANKVERBINDUNG
DENIZ BANK AG
Kontonr.: 20 41 27 45 50
BLZ: 500 307 00
Bayramınız mübarek olsun!
Allah’a şükürler olsun ki, bizlere bir Ramazan ayına daha ermeyi nasib etti. Allah, tutmuş olduğumuz oruçları,
yaptığımız dua ve hayırları kabul etsin. Ramazan ayının
kendine has bir manevî yoğunluğu var. Belki de, hergün aynı yemekleri yediğimiz halde, aile, akraba ve dostlarımızla yaptığımız iftarlarımızın ayrı bir tadı ve havası var. Bu
aydaki açlık ve susuzluktan kaynaklanan telaş ve heyecanımız, iftar ve teravihlerle kaybolduğu gibi, iftar ve teravihler
gönlümüzü daha da genişletiyor.
Teşkilat olarak, bu Ramazan ayında da Ramazan yardımlarımızı sürdürdük. Türkiye başta olmak üzere, Pakistan, Bangladeş, Lübnan, Bosna-Hersek, Sancak, Kosova, Arnavutluk, Makedonya, Nijer ve Endonezya gibi ülkelerde, Ramazanlık gıda yardımları dağıttık. IHH aracılığı ile dağıttığımız bu yardımlarla ümmet olarak kardeşliğimizin pekişmesine vesile olduğunuz için Allah sizlerden razı olsun.
Dünyada olup bitenlere baktığımızda, Türkiye’de Temmuz ayı ortalarında başlayan ve adına “Kürt Açılımı” denilen
tartışmaları ilgi ile izlediğinizi biliyoruz. Türkiye’nin en
önemli meselesi olan bu durumun, kardeşlik, barış, adalet
ve özgürlük temelindeki çözümünden başka çare bulunmuyor. Fakat, üzülerek görüyoruz ki, bu tartışmaları fırsat
bilerek, ülkede etnik bir kutuplaşma meydana getirmekten
medet umanlar da var.
Bu arada, Almanya’da Federal Meclis seçimleri yapılacak. Seçimler sonrasında hükümet de belirlenmiş olacak.
Ne var ki bu seçimler, Almanya tarihinde CDU ve SPD gibi büyük partilerin kendilerinden en az emin olduğu seçimler olarak değerlendiriliyor. Partilerin programları ve
yapılan tartışmalar halk nezdinde itibar görmüyor. Teşkilat olarak biz, oy kullanma hakkı olan herkesin oy kullanmasını istiyoruz. Her hangi bir partiye oy verilmesi ya da
verilmemesi konusunda da bir tavsiyede bulunmuyoruz.
Yazımızda da gündeme getirdiğimiz gibi bizim için önemli olan partilerin programlarına ve pratikte ne yaptıklarıdır.
Şimdiden Ramazan bayramınızı tebrik ve tüm insanlık
alemi için hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz. Gelecek
sayımızda buluşmak üzere, Allah’a emanet olun.
• Oğuz ÜÇÜNCÜ
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
İÇİNDEKİLER
• YORUM
• Oy kullanın, siyasete katılın . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .5
• GÜNDEM
• Avrupa Birliği’nde etnik profil çıkarma: Yaygın, etkisiz ve ayrımcı . . . . . . . . . . .6
• 3. yılında Almanya İslam Konferansı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .8
5
.
• TEŞKILAT
• IGMG’den Kosova ve Makedonya ziyareti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .11
• 2009 yılı Yaz Okullarımız . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .12
• IGMG’de yeni çalışma dönemi başladı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .14
12
• İSLAM VE HAYAT
• İtikaf ibadeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .16
• İftar kültürümüz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .18
• Mukabele geleneğimiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .20
• Ramazan’da camiyi düşünmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .22
• DÜNYA
22
• Latin Amerika’yı değerlendirirken . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .24
• “Kürt açılımı” . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .26
• Tunus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .28
• KÜLTÜR
• Tekstil ve kağıt üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .30
• ISLAM UND LEBEN
• Die Moschee im Ramadan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .32
• Unsere Iftâr-Kultur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .34
• AKTUELL
30
E THNIC PROFILING
IN THE EUROPE AN UNION:
Pervasive, Ineffective,
and Discriminatory
• Herkunftsbasierte Personenprofile in der EU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .36
• KOMMENTAR
• Geht wählen – und in die Politik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .38
IGMG • PERSPEKTİF
36
yorum
Oy kullanın,
siyasete katılın
Oğuz ÜÇÜNCÜ • oucuncu@igmg.de
F
ederal meclis seçimleri kapımıza dayandı ve
yapılan son araştırmalara göre 1.1 milyon
Müslüman da seçim sandıklarına gidecek.
Medya ve siyaset dünyası da, son yılların bir
birine çok yakın seçim sonuçları sebebiyle Müslümanların hangi partiye oy vereceğini merak ediyor.
Toplumun bir parçası olarak biz Müslümanlar da,
artan işsizlik, ekonomik kriz veya Alman eğitim politikasının yapısal problemleri gibi tüm mevcut problemlerle mücadele etmek durumundayız.
Bunlara ek olarak, dinî mensubiyetimiz veya daha
çok göçmen kökenli olmamız sebebiyle özellikle bizi etkileyen ek problem alanları ile de karşılaşıyoruz.
Son yıllarda siyaset alanında bazı olumlu adımlar
da atılmaya başlandı. Uygulamada, eleştirilerimiz için
fazlasıyla gerekçemiz olsa da Alman hükümeti, Almanya İslam Konferansı, Ulusal Uyum Zirvesi ve Başbakanlık bünyesinde uyum konularıyle görevli bir devlet bakanlığı kurmakla olumlu işaretler verdi.
Toplum ve özellikle siyaset olarak, İslam konusunu,
güvenlik politikalarından ayrı tutmayı daha henüz başarabilmiş değiliz. İslam ve Müslümanlarla ilgili meseleler hâlâ güvenlik endişelerinden kaynaklanan vehimlerle ele alınıyor. Bu yüzdendir ki, Almanya’da müslümanların entegrasyonu, ne fırsat eşitliği ve devletin tarafsızlığı ve ne de, farklı dinlere mensup kişi ve kurumlarının eşit muamele görmesi açısından değendiriliyor. Aksine mesele, güvenlik politikalarına göre aşılması gereken bir sorun olarak değerlendiriliyor.
Meselâ, yıllardan beri Aşağı Saksonya’da cami
önlerinde hiç bir şüphe bulunmadan sürekli olarak
kontroller yapılıyor. Aynı şekilde Müslüman bayanlar okullarda gün geçtikce daha da artan ayrımcı
muamelelerle karşı karşıya kalıyor. Dahası, şu “Başörtüsü yasaklarından” beri Müslüman bayanlar,
özel işyerlerinde de giderek daha da dışlanır hale geldi. Buna karşılık İslam düşmanlığında da oldukça
belirgin bir artış görülüyor. Bugün, sözde yurttaş
girişimlerinin İslam düşmanlığı sloganları ile başlattığı engelleme çabalarının olmadığı neredeyse
hiç bir cami inşaası söz konusu değil.
Ama tüm bu olup bitenlere karşılık ihtiyaç duyduğumuz şey, Müslümanlar ve İslam ile olan ilişkilerde normalleşme sürecine girmektir. Hassaten muhafazakar partilerin güvenlik konularıyla ilgili siyasetçileri İslam ve müslümanlar ile ilgili meseleleri populist yaklaşımlarla istismar etmekten, böylece sunî
gerekçelerle halk arasında korkular uyandırmaktan
uzak kalmalılar.
Aslında, İslami cemaatlerin yapısal olarak entegre edilebilmisi için Alman anayasa hukuku yeterli imkanları sunuyor. Ne yazık ki, bunun için siyasî bir irade yok. Bu siyasî irade yerine, büyük fedakarlıklarla
kazanılmış özgürlüklerden, belirsiz ve içerikten yoksun güvenlik endişeleriyle vaz geçiliyor; çoğulculuğun sunduğu fırsatlar ise değerlendirilemiyor.
Öyleyse hangi partiye oy verebiliriz ki? Bir dinî cemaat
olarak her hangi bir partiye oy verilmesi için tavsiyede
bulunmuyoruz. Daha ziyade müslümanların seçimlere
katılarak, böylece oy vermenin ötesinde siyasete ilgi göstermelerini istiyoruz. Şimdiye kadar siyasî partilerde aktif olan Müslümanların sayısı, toplumdaki nüfuslarına
oranla oldukça düşük. Bu durum böyle kaldığı müddetçe, partilerin, özellikle Müslümanları ilgilendiren konulara
ilgi göstermeleri hep sınırlı kalacaktır.
Partilere gelince. Biz, partileri değerlendirirken,
değerlendirmemizi, Müslüman ya da göçmen kökenli aday gösterip göstermedikleri ile sınırlandırmamalıyız. Dikkat edeceğimiz nokta, programlarında müslümanlarla ilgili nasıl bir yaklaşım ortaya koyuyorlar,
entegrasyon kavramından ne anlıyorlar, uygulamadaki politikaları nasıl ve özellikle son yıllarda bunların
ne kadarını gerçekleştirmişler, ona bakacağız. Fakat
uygulama gerçeği şunu gösteriyor: Bazı partiler, Müslüman ve göçmenlerin çıkarlarını hiç önemsemiyor;
bir kısmı bu konulara ilgi gösterse de, sorumluluk üstlendikten sonra bu görüşlerin gereğini yapmaktan çekiniyor. Partilerin bu tutumu ancak, Müslümanların
da söz sahibi olup, düzenlemelere katkıda bulunması
ile değişecektir. Siyasette de bu böyle olacak.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
5
gündem
Avrupa Birliği’nde etnik profil
çıkarma: Yaygın, etkisiz ve ayrımcı
Açık Toplum Adalet Girişimi (OSJI) adlı grubun hazırladığı “Avrupa Birliğinde etnik profil çıkarma: Yaygın, etkisiz ve ayrımcı”
başlıklı raporda, Avrupa ülkelerinde terörizm ve diğer suçlarla
mücadele gerekçesiyle insanların dinlerine ve etnik kökenlerine
göre kayda geçirildiği ve buna göre suça eğilimli olup olmadıklarına karar verildiği belirtildi ve bu ayrımcı tutum kınandı.
İlknur MELEKOĞLU • imelekoglu@yahoo.de
A
çık Toplum Adalet Girişimi, dört yıl boyunca
yaptığı çalışmalarda, yöntemin hem etkisiz,
hem de ters tepkiye ve ayrımcılığa yol açtığının belirlendiği kaydedildi.
Etnik kökene göre muamele yapılmasının özellikle
polisin kimi durdurulacağı, sorgulayacağı, araştıracağı ve
hatta tutuklayacağına karar vermesinde sık sık görüldüğünü
ortaya koyan raporda, bu tür bir muamelenin ne terrörizmin engellenmesinde ne de suç oranının düşmesinde etkili olmadığı belirtiliyor.
OSJI Başkanı James Golstan, rapora ilişkin, "Bu uygulama, işlerin daha da kötüye gitmesine yol açıyor. Masum insanlar keyfi olarak alıkonuyor, seyahat kısıtlamalarına uğruyor, işe girerken veya bankacılık işlemleri yaptırırken kısıtlamalarla karşılaşıyor. Bu durum, tüm bir etnik topluluğu aşağılıyor, damgalıyor" şeklinde görüş bildiriyor. Raporda Avrupa Birliği'ndeki 27 ülkeye etnik profil çıkarmayı tanımlayan bir çerceve oluşturmasını ve bu
durumun yasak olduğunu açıkca belirtmelerini ve ayrımcılık ve önyargılara dayanan tedbirler yerine, önleyici tedbirler almaları tavsiye ediliyor.
Avrupa genelinde keyfi uygulamalar
AB ülkelerinde polisin kimlik kontrolü yaparken insanların
etnik kökeni, dini ve ırkını dikkate aldığı, bu genellemelerden yola çıkarak işlemde bulunduğuna ilişkin çok sayıda örneğin yer aldığı rapora göre polis, bu verilerden
6
IGMG • PERSPEKTİF
yola çıkarak kimi arayacağını, gözaltına alacağını veya
sorgulayacağını belirleyebiliyor. Almanya, Hollanda, Fransa, İtalya ve İngiltere’de yaygınlaşan keyfi uygulamalara
yer verilen rapora göre, örneğin İngiltere'deki Müslümanların yüzde 32'si, 11 Eylül terör saldırılarından bu yana havaalanlarında ayrımcılığa maruz kaldı.
Raporda Almanya'da, suç önleme gerekçesiyle, camilerde geniş kitlelere toplu kimlik kontrolleri uygulamasının yaygınlaştığı belirtiliyor ve “makinali tüfek taşıyan
bir polisin camideki 11 yaşındaki çocuğa kimlik kontrolu yaptığı” ifade edilerek eleştiriliyor. İspanya’da polisin
Faslılara “Arap pislikler” şeklinde hakaret ettiği raporda
yer alan başka bir örnek. Fransa ve İtalya'da polis evlere,
iş yerlerine ve camilere baskınlar düzenleyerek Müslümanları keyfi biçimde hedef alıyor.
Azınlıkların ve göçmenlerin ayrımcılığa uğratılmasını değerlendiren OSJI Başkanı Goldston, “Bu durum polis için ve herkesin güvenliği için kötüdür, çünkü bu tablo bu toplumların polise güvenmediğini ve suçla mücadelede polise kaynak olabilecek bilgiyi vermeyecekleri
anlamına gelir” diyor. Etnik profil çıkarmanın ayrımcılığın bir türü olduğu vurgulanan raporda insanları etnik kökenine, ırkına yada dinine göre kayıt altına almanın en temel hukuk kurallarından olan, “her insan şahıs olarak
muamele görmelidir bir grubun üyesi olarak değil” prensibini ihlal etmenin yanı sıra bir insan hakkı ihlali anlamına
geldiği kaydediliyor.
gündem
Almanya
Raporda, Avrupa’daki insan hakları ile ilgili konuları
izleyen EUMAP’ in (EU Monitoring and Advocacy) 2002
yılında yayınladığı raporda Almanya’ daki “etnik kökene göre veri toplama(etnik profil çıkarma)” hakkında endişelerini dile getirildiği belirtiliyor.
Raporda, Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlük Karşıtı Komisyonu ECRI’nin 2003 yılında hazırladığı raporda, “Almanya’da, esmer tenlilerin, belirginlerin (Alman olmadığı
belli olanların) ve azınlık mensuplarının” uygunsuz bir şekilde polis tarafından kontrollere maruz bırakıldığı, tren istasyonlarında ve havaalanlarında kontrol için teker teker
seçildiklerinin vurgulandığı kaydediliyor.
şinin kontrole maruz kaldığı ifade ediliyor.
2005 yılı eylülünde ülke genelinde Hessen ve Frankfurt’un
da aralarında bulunduğu 20 kentte 500 polis geniş taramalar
yaptı. Bu taramalarda cami yakınındaki dükkan, restoran ve
barlara odaklanıldı ve bu taramalar sırasında bazen sokaklar
kapatıldı. Sözkonusu taramalarda 1.260 kişi kontrol edildi ve
38 kişi gözaltına alındı. Almanya’da terörle mücadele de
bu operasyonların bir değeri olup olmadığının açık olmadığı belirtilen raporda, Müslümanlar karşısında takınılan bu tavır eleştiriliyor.
“Alman kontrol operasyonlarının etkili olması, amacına ulaşması kontrollerın doğası nedeniyle çok zor, ancak bu operasyonların hedefi üzerindeki etkisi çok açık.
Bu oldukça açık ve zorla yapılan operasyonlar, binlerce in“Özellikle Müslümanlara baskın yapılıyor”
sanı direk etkiledi ve toplumda Müslümanları dinlerinRaporda Almanya’da polisin Romenlere ve göçmenden dolayı şüpheli konumuna düşürdü” ifadeleri geçiyor
lere yönelik baskınlar yaptığı belirtilirken özellikle de
raporda.
Müslümanlara yönelik baskınlar yapıldığı vurgulanıyor.
Raporda, bazı durumlarda (baskın için gerekli) soAlmanya’da sınır kontrollerinde (çalıntı araç, uyuştumut temellerin zayıflığı ve baskın yolunun seçilmesinin porucu alış-satışı, illegal giriş ve illegal
liste “İslam hakkında önyargıların” olduğu
oturum gibi suçların tespiti için yapıhakkındaki endişeleri artırmakta ve “selan kontroller) keyfi bir şekilde durduçilen hedefler ve taktikler, istihbarat terulanların, sıradan suçlular yerine göçmelli yaptırım sınırlarını aşarak etnik
E THNIC PROFILING
menler olduğu vurgulanıyor. Bevyaprofil çıkarma boyutuna gelmektedir”
IN THE EUROPE AN UNION:
ra’da trenlerde yapılan keyfi polis kontdeniyor.
Pervasive, Ineffective,
rollerini inceleyen 8 aylık bir araştırRaporda bu durum, “Eğer İslam’a
and Discriminatory
ma, kontrol için durdurulanların %82’ sikarşı oluşturulmuş bir önyargı olmasaydı
nin göçmenler yada mülteciler olduğu9 yaşındaki bir çocuğun ifadesi üzerine
nu belgeliyor.
bu şekilde bir baskının yapılıp yapılmaOSJI Raporunda Almanya’da 2001
yacağı” şüphesi dile getiriliyor.
yılından 2003 yılı başlarına kadar top2005 yılı Ocak ayında Müslümanlalam 8.3 milyon insanın dinine ve etnik
ra ait 50 cami ve işyerinde toplam 800
kökenine dayalı olarak kişisel bilgilepolisin katıldığı baskınlar yapıldı. Basrinin toplandığı belirtilirken, bu rakakın sonucunda 11 kişi terörisleri finanmın içinden bir tek teröristin bile çıkmadığı
se etmek ve sahte evrak düzenlemek
vurgulanıyor.
suçlarından tutuklandı, ancak daha sonAlmanya'da Müslümanlara yönelik
ra polis basına kişilerin terörle bağlankimlik kontrollerin 11 Eylül’den sonra
tılı olduklarına dair hiç bir kanıt bulundaha da arttığının altı çizilen raporda,
madığını açıkladı.
Alman polisinin sıklıkla Cuma namazRaporda vurgulandığı gibi terörü enlarından sonra cami önünde toplu kimlik kontrolleri yapgellemek amacıyla yapıldığı iddia edilen Müslümanlara yötığı belirtiliyor. 11 Eylül'den sonra Almanya'nın en kalanelik baskınlar ve kontroller hiç bir işe yaramadığı gibi pek
balık camileri de dahil olmak üzere 25-30 camide toplu kimçok masum insanın temel insan haklarının ihlal edilmesilik kontrolleri yapıldığı, bu operayonların da özellikle Alne yol açmıştır. Zira Gelsenkirchen’deki bir mahkeme
manya’nın güney eyaletlerinde yoğunlaştığı kaydediliyor.
2004 yılında Bochum’da bir camiye yapılan baskının iba2005 yılı Temmuz ayında Londra’da meydana gelen
det eden insanların “toplanma ve din özgürlüğü” hakkını
bombalı saldırı olayından sonra Almanya’da Müslümanihlal ettiğine hükmetmiş, sözkonusu baskında 227 kişi alıları hedef alan kimlik kontrollerinin birden bire arttığı bekonulmuş ve sorguya çekilmiş, hatta bazı kişiler 7 saatten
lirtilen raporda, 2005 yılı Ağustos ayında yüzlerce polisin
fazla alıkonulmuştur ki, bu da polis eylemlerinde uyulAalen, Balingen, Biberach, Esslingen, Freiburg, Friedması gereken kuralların ihlali anlamına gelmekteydi. Mahrichshafen, Heilbronn, Karlsruhe, Lörrach, Ludwigsburg,
keme ayrıca, polisin yasal sınırları ihlal ettiğini ve polisin
Mannheim, Pforzheim, Ravensburg, Reutlingen, Sigmabu tür bir eylemin gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan
ringen, Stuttgart, Tübingen, Ulm ve Waiblingen’de cami
“somut tehlike” nin varlığını gösteremediğinin de altını çizönlerinde kimlik kontrolü yaptıkları ve ortalama 900 kimiştir.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
7
gündem
Üçüncü yılında
Almanya İslam Konferansı
Her ne kadar AİK’na olan bakışımız esasta olumlu
olsa da, geride bırakılan üç yıllık süreçte, devlet temsilcileri tarafından Müslümanların meseleleriyle ilgili
konuların ele alınış biçimi ve ortaya konulan çözüm
önerileri hakkında eleştirilerimizi ilgili merciler nezdinde gündeme getirdik.
Ali KIZILKAYA • islamrat@islamrat.de
F
ederal İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble tarafından
hayata geçirilen Almanya İslam Konferansı
(AIK) geride bıraktığı üç yıl içerisinde, toplumun değişik kesimleri tarafından, olumlu ya da
olumsuz farklı tepkiler aldı. Almanya İslam Konseyi olarak, atılan bu adımı esasta memnuniyetle karşıladık. Kurulan AİK ile devlet, çoktandır giderilmiş olması gereken
bir eksikliği ber taraf etmek için adım atmış, Müslüman
yurttaşları ile diyaloğa girme kararlılığını göstermiştir.
Entegrasyon sürecini olumlu yönde etkileyebilecek bu
adımla devlet, aynı zamanda İslam’ı ve Müslümanları Almanya’nın bir parçası olarak kabul eden talebi ciddîye aldığını göstermiş ve pratik zeminde, şayet Almanya’da İslam dini eksenli meselelerde kalıcı çözümler üretilmek
isteniyorsa, bunun kurumsallaşmış Müslüman cemaatlerle görüşerek yapılması gerektiği kanaatini pekiştirmiştir.
Aynı şekilde göç kökenli çocukların, Almanca ve anadilleri göz önünde bulundurularak, çok dilli lisan eğitiminin
ve kültürlerarası ilişki kabiliyetlerinin desteklenmesi, okullarda İslam din derslerinin hayata geçirilmesi ve yine okullarda Müslüman öğretmenlerin sayılarının artırılması konularında yaptığı tavsiyeler, bizim AİK konusunda olumlu yaklaşımımızı gerekçelendiren örneklerdir.
Her ne kadar AİK’na olan bakışımız esasta olumlu
olsa da, geride bırakılan üç yıllık süreçte, devlet temsilcileri
8
IGMG • PERSPEKTİF
tarafından Müslümanların meseleleriyle ilgili konuların
ele alınış biçimi ve ortaya konulan çözüm önerileri hakkında eleştirilerimizi ilgili merciler nezdinde gündeme
getirdik. Son olarak, AİK yapısı içerisinde alt çalışma
gruplarının aldığı kararları görüşen Şura’nın federal seçimler öncesi son toplantısında kamuoyuna ilan ettiği sonuç bildirgesi hakkında İslam Konseyi olarak düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaşma ihtiyacı hissettik. Zira bildirgede,
her ne kadar olumlu olarak altı çizilmesi gereken noktalar var olsa da, İslam Konseyi olarak katılmayacağımız
cümlelerde yer almaktaydı. Açıklanan metinle ilgili itirazlarımızı burada anahatlarıyla sunmaya çalışacağım.
Öncelikle bildirgede pozitif olarak değerlendirebileceğimiz noktaları açıklamada fayda var. ‘‘Alman Anayasa Düşüncesinde Din Konusu’’ isimli ikinci çalışma
grubunda ‘‘Okulda Entegrasyon’’ başlığı altında, okul hayatında doğabilecek sorunların ele alındığı ve somut çözüm önerilerinin teklif edildiği ‘el kitapçığı’, dikkate alınması gereken tespitleri içermektedir. Umulur ki, eyalet
hükümetleri kitaptaki tavsiyeleri dikkate alırlar. Yine Alman ve Türk medyasının entegrasyon sürecine yönelik
etkilerinin ele alındığı ‘‘Köprü Olarak Ekonomi ve Medya’’ isimli üçüncü çalışma grubunun değerlendirmeleri
de memnuniyet vericidir. Ancak, yine bu konuda da önemli olan uygulamadır.
gündem
Bu olumlu sonuçlara karşın ‘‘Alman Toplum Düzeni
ve Değerler Birliği’’ isimli birinci çalışma grubu tarafından kamuoyuna sunulan ‘‘Müslümanların Değerlendirmeleri’’ başlıklı metin ile ‘‘Güvenlik ve İslamcılık’’ isimli çalışma grubunda ortaya konulan yazılı kararlar, bizce
kabul edilemez mahiyettedir. Zira bu bölümlere konulan
cümleler eksik ve yanlış kanaatleri içermektedir. Bunları
sırasıyla izah edebiliriz.
Müslümanların sadece üçte birinin Alman vatandaşı olmasına
rağmen, Alman devleti tarafından “Alman Müslümanlar”
olarak nitelenmektedir.
Bilindiği gibi, Almanya’da yaşayan Müslümanların
çoğunluğu geldikleri memleketlerin vatandaşlığını taşımaktadırlar. Bu durumun sebebi sadece çifte vatandaşlığın mümkün olmaması değil, aynı zamanda şimdiye
kadar yürütülen başarısız entegrasyon politikalarıdır. Dolayısıyla, Almanya’daki Müslümanlar ele alındığında,
Alman ve Alman olmayan şeklinde yapılan ayrımdan
vazgeçilmelidir. Bunun yerine devlet somut adımlar atmalı ve İslamî cemaatler ile işbirliğine girmeli ve böylece Müslümanların toplum tarafından gerçek manada
kabullenilmesine katkıda bulunmalıdır. Devlet tarafından bu siyasetin takip edilmesi, Müslümanların kendini
Almanya ile özdeşleştirmesi hedefine olumlu katkıda
bulunacaktır.
‘‘Müslümanların Değerlendirmeleri’’ başlıklı metin
Bu metnin içeriğinde yer alan sorunlu ifadeleri anlamak
için öncelikle metnin oluşumunun arka planını açıklamamız gerek. Nitekim AİK, tarafsız olmakla mükellef
devlet temsilcilerinin tutarsızlığına sahne olmuştur. Konferansın birinci çalışma grubunda ortak bir sonuç bildirgesinin çıkartılamıyacağı anlaşıldıktan sonra devlet
temsilcileri farklı bir metoda başvurmuş, çalışma grubunun son toplantısında grup yönetimi tarafından Müslüman katılımcılara ‘‘üzerinde uzlaşılmak üzere’’ hazır
Dindarlığın sorunlaştırılması ve eleştirilerin göz ardı
bir metin sunmuştur. Ardından Müslüman katılımcılar, kaedilmesi
muoyuna metnin yazarları olarak yansıtılmıştır. Bu yönMetnin en dikkat çekici noktası, Müslümanların dintemin ve müslümanları temsilen İslam karşıtlığına sodarlığının sorun haline getirilmesi konusunu zikretmişyunmuş kişilerle yapılan tartışma sonucunda ortaya çıtim. Müslümanlar tarafından yazıldığı iddia edilen bir
kan ‘’ortak’’ metnin tametnin, Müslümanların
rafımızca kabul edilmedindarlığını entegrasyonu
‘‘Müslüman ailelerin dini değerler eğitimi, aisi imkansız görülmüştür.
engelleyici mahiyette bir
Ne yazık ki ortaya
sorun olarak göstermesi
lelerin nisbeten düşük eğitim seviyesi ve kötü
konulan metin, Müslüanlaşılır değildir. Okulmaddî
durumu
tarafından
şekillenmiştir”cümmanların dindarlığını enlarda çıkabilecek soruntegrasyonu engelleyici
larda bu sorunların sebebi
lesiyle, İslam ve din eğitimi sanki sadece sosbir sorun olarak sunmakolarak özellikle ‘‘Müslüman
yal ve entellektüel anlamda, toplumdaki alt
tadır. Müslüman temsilolan ülkelerden gelen çocilerin çalışma grubunun
cukların’’ gösterilmesi, bu
sınıflarla ilişkili olduğu ifade edilmektedir.
yapısı ve katılımcıları kobağlamda sunabileceğinusunda yaptığı eleştirimiz bir örnektir. Ayrıca
lerin tamamen gözardı edilmiş olması ve İslamî kuruluş‘‘Müslüman ailelerin dini değerler eğitimi, ailelerin nisların dini cemaat olarak kimliklerinin reddedilmesi, eleşbeten düşük eğitim seviyesi ve kötü maddî durumu taratirilmesi gereken diğer iki noktadır. Bununla beraber İçfından şekillenmiştir”cümlesiyle, İslam ve din eğitimi sanişleri Bakanlığı ile İslamî cemaatler arasında muhtemel
ki sadece sosyal ve entellektüel anlamda, toplumdaki alt
işbirliği sadece güvenlik konularına indirgeniyor ve masınıflarla ilişkili olduğu ifade edilmektedir.
lesef bunu aşan bir işbirliği öngörülmüyor. Halbuki
Birinci çalışma grubunda bu tip konular ve ‘‘öncü
AİK’nın çalışmaları sürecinde Müslüman cemaatler İskültür’’ gibi soyut kavramların sık sık gündeme gelmelam’ın ve Müslümanların entegrasyonu ve güvenlik konuları
si, katılımcıları asıl meselerlerden uzaklaştırmıştır. Bu
dışındaki alanlarda işbirliğinin ne kadar önemli olduğunu
sorunlara karşın Müslüman cemaatler devletin anayasal
gündeme getirdikleri gibi, toplumsal uyumun gerçekledeğerlere bağlılığının Müslümanlara yönelik uygulaşebilmesi için somut tekliflerde de bulunmuşlardır. Maamalarda da gerekliliğini savunmuştur. Buna ek olarak, Allesef bunlar dikkate alınmamıştır.
manya Müslümanları Koordinasyon Konseyi ve özellikle İslam Konseyi, bir çok yazılı değerlendirmelerde dev‘‘Alman olmayan Müslümanların’’ dışlanması
let temsilcilerinin birinci çalışma grubunda gündeme taAİK’nın 4. Şurası’nda açıklanan metnin “özü” ile ilşıdığı entegrasyon ve din politikalarıyla ilgili anlayışı
gili bu eleştirilerin yanı sıra, metni detaylı biçimde anaeleştirmiş, sorunları aşmak için de ayrıca yapıcı teklifliz ettiğimizde, Almanya’daki Müslümanlardan sadece
leri gündeme getirmiştir. Fakat ne yazık ki bu değerlen“Alman Müslümanlar” şeklinde sözedildiğini görüyoruz.
dirmelerin hiç birisi AİK 4. Şurası tarafından kamuoyuBöylece, Almanya’daki Müslümanlar, ülkede yaşayan
na sunulan sonuç bildirgesinde yer almamıştır.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
9
gündem
Müslümanlar arasındaki diyalog
AİK’nın Almanya’daki Müslümanlar arasında demokratik tartışma kültürünün güçlenmesine hizmet ettiği iddiası ise gerçekten uzaktır. Aksine İslamî cemaatler AİK
kurulmadan öncede demokratik tartışma kültürüne uygun
bir şekilde eleştirmenleri ile yoğun tartışma içerisindeydi. Ancak bu yaklaşımla kamu temsilcileri asıl sorunu gözardı etmektedirler. Zira AİK, Necla Kelek gibi bazı katılımcıları ‘’seküler müslümanların temsilcisi’’ olarak ön
plana çıkarmıştır. İlgili kişinin Müslümanları ne kadar
temsil edebileceğini, İslam’ın ‘‘ırkçı radikalizm’’, camilerin ‘‘Almanya’da İslam’ın güç gösterisinin betonlaşmış
hali’’ olduğu ve ‘‘namus cinayetlerinin İslam dini tarafından desteklendiği’’ şeklindeki söylemleri aslında cevaplandırmaktadır. Dolayısıyla AİK yürürlükteki yapısıyla Müslümanları bir araya getirmekten çok, kendilerini seküler olarak tanımlayan bazı kişileri Müslüman cemaatlere kabul ettirmeye çalışmasıyla dikkat çekmiştir.
Bu yaklaşımla belki de cemaatlerin taleplerini ancak azınlık bir görüşün talepleri olarak göstermeye çalışmıştır.
Güven oluşturucu önlemler konsepti
Bu sebepten dolayıdır ki İslam Konseyi, Federal ve
Eyalet Güvenlik Birimleri ile DITIB ve ZMD’nin gerçekleştirdikleri “Güven oluşturucu önlemler” konseptine
dahil olmamıştır. Projenin tanıtımında amaç olarak her ne
kadar Müslümanlara karşı şüphenin oluşmasını engellemek öne sürülse de, maalesef tam tersi sözkonusudur.
Çünkü güvenlik birimlerinin yola çıkış noktası “şüphe”dir.
Güvenlik birimlerine verilen görev, görüşmelerin geçtiği
çerçeve ve kavram dünyası, hep bu şüphenin üzerine bina edilmektedir. Bu nedenle böyle bir konsept ile şüphe
ortadan kalkmamakta, Müslümanlar ile sürekli medyatik
bir biçimde güvenlik bağlamında biraraya gelindiği için,
pekiştirilmektedir.
‘‘Müslümanlar özgürlük ve çoğulculuktan yana’’ adlı yayın projesi
“Müslümanlar özgürlük ve çoğulculuktan yana”
adlı yayın projesini de bu bağlamda değerlendirmek
gerekir. İlk olarak “Müslümanlar teröre karşı” adı ile
çalışma grubunda gündeme gelen yayın, “Almanya’da
‘‘Güvenlik ve İslamcılık’
Müslüman ve Müslüman olmayanları İslam ve İslam’ın
İslam Konseyi’nin katılmadığı görüşlerden bir bölümünü
Müslümanların hayatındaki rolü üzerine” bilgilendirde ‘‘Güvenlik ve İslamcılık’’ adlı çalışma grubunun sonuç
meyi hedefliyordu. Ancak yayında, soyut olarak varbildirgesi oluşturmaktadır.
lığından bahsedilen ve
Bu çalışma grubunda çıkan
ihtimaller bağlamında
İslam Konseyi’nin katılmadığı görüş‘‘sonuçlar’’, devlet kurumele alınan bir tehlikeden
larınca uygulanan ‘’İslamyola çıkılarak, Almanlerden bir bölümünü de ‘‘Güvenlik
cı terörizme karşı önleyici
ya’daki Müslümanlar ile
ve İslamcılık’’ adlı çalışma grubunun
tedbirler’’ siyasetini tüm
uluslararası terörizm
Müslümanlara karşı haklı
arasında ilinti kurulabilsonuç bildirgesi oluşturmaktadır.
hale getiren ve Müslümanmektedir. Yayın bağlaları hiçbir gerekçe olmadan
mında bu tehlikenin sopotansiyel tehlike olarak gören tedbirlere dayanmaktadır.
yutluğu gözardı edildiği gibi, Müslüman, “doğru se‘’Önleyici tedbirler’’ siyasetine göre İslamî kuruluşlar ülkeçilmiş” ayet veya vaazlarla şiddete yönlendirilebilenin iç güvenliği için, bu kuruluşlara karşı itham olarak ortacek, şiddet yanlısı bir insan tipi olarak yansıtılmaktaya konulabilecek hiç bir kanıt olmamasına rağmen, potansidır. Böyle bir yayın önyargıları kırmak yerine, şiddet
yel tehdit yayan ve suçluların üreyebileceği çevreler olarak alve terörün öncelikle İslamî olarak algılanılmasına segılanmaktadır. Terör tehlikesinin varsayılan büyüklüğü nebep olacaktır.
deniyle, kendisini özgürlük ve güvenlik arasında seçim yapma noktasında hisseden devlet, ‘’önleyici tedbirler’’ siyaseİslamcı ekstremist yayınların yasaklanması
tini, anayasal hakları ciddi derecede ihmal etme pahasına, ka‘‘Güvenlik ve İslamcılık’’ çalışma grubunun talepleri
nuna uygun görmektedir. ‘‘İslamcılık’’ kavramıda bu siyasearasında “İslamcı-ekstremist” yayınların yasaklanması da
tinin öngördüğü anlamda kullanılmaktadır. Almanya Müslüyer aldı. Yalnız bu kavramın içeriğinin ne olduğu tam olamanları Merkez Konseyi (ZMD) ve DİTİB ile yürütülen medrak tanımlanamamıştır. Dolayısıyla bu tanımlama altında
yatik güvenlik diyaloğunda da bu kavramın çok soyut ve aşıne tür yayınların anlaşılması gerektiği açık değildir. Berı önyargılı bir şekilde kullanıldığını görmekteyiz. Federal
lirtilen bu ve diğer kavramlar hakkında özellikle de biAnayasa Koruma örgütü bu kavramı “Kendi dinî kültürel
limsel anlamda bir değerlendirme yapılmış değildir. Bukimliğinin korunması ve Alman toplumuna asimilasyonunun
nun sonucunda bu kavramlar çalışma grubunda objektif ve
engellenmesi” olarak tanımlamaktadır. Devlet, bu ön kabulbilimsel anlamda somutlaştırılmamıştır. Buna karşın “yoden hareketle maalesef, özgürlükçü demokrasi ile bağdaşrumlanmadan satılmaması, dağıtılmaması gereken İslamayan, Müslümanların entegrasyonunu engelleyici ve çomî yayınların listesi”nin hazırlanması tartışmaya açılğulcu toplumda Müslümanlara karşı önyargıları güçlendiren
mıştır. Ancak böyle bir sansür listesi İslam Konseyi taratedbir çalışmalarının altına imza atmaktadır.
fından anayasaya aykırı olması sebebiyle reddedilmiştir.
10
IGMG • PERSPEKTİF
teşkilat
IGMG’den Kosova ve Mekadonya ziyareti
R
amazan ayını Balkanlardaki Müslümanlarla birlikte karşılayan IGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan ve beraberindeki heyetin 3 günlük
ziyaret programı yoğun ve verimli geçti.
IGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan başkanlığındaki IGMG heyeti 19-21 Ağustos tarihlerinde Balkanlarda çeşitli programlara katıldı, bazı kişi ve kuruluşları ziyaret etti. 19 Ağustos’ta Priştina’ya varan IGMG heyeti ilk
olarak Prizren İslam Birliği Başkanı Lütfü Balık ile görüştü. Görüşmede, IGMG’nin Balkanlardaki çalışmaları ve
ortak işbirliği konuları üzerinde duruldu.
Prizren’de yapılan ve “Antalya Camii” adı verilen caminin temel atma törenine katılan heyet, Kosova Diyanet
İşleri Başkanı Naim Tırnava ve TİKA sorumlusu Kürşat
Mahmat ile görüşmelerde bulundu. Genel Başkan aynı
gün Prizren’in en büyük salonunda 5000 kişinin katılımı
ile yapılan “Maide-i Kur’an” programına katıldı. Genel
Başkan’ın Balkan ziyaretinin ikinci gününde, Prizren’de
IGMG’nin önemli yardım ve katkılarının olduğu, kız ve erkek öğrencilere eğitim imkanının sunulduğu medrese
(İmam Hatip Lisesi) ziyaret edildi ve okul yetkilileri ile
görüşüldü. Prizren’deki temaslarını tamamlayan IGMG
Genel Başkanı ve beraberindeki heyet Makedonya’ya geçti. Makedonya’da ilk olarak İslam Birliği Kalkandelen Müftüsü ile görüşme yapıldı.
Makedonya ve Kosova’daki ziyaret çercevesinde, son
yıllarda yaşanan savaşlar nedeniyle yada komünizm döneminde yıkılmış, tahrip edilmiş camilerin yeniden yapım ve
tamir çalışmaları incelendi. Bölgede yeni yapılan camiler
yerinde görüldü. IGMG Genel Başkanı Karahan, gerek
Kalkandelen Müftüsü ile görüşmelerinde gerekse Kosovalı dinî liderlerle ve TİKA ile görüşmesinde, tahrip olan
camilerin yeniden yapılması ve yeni camiler inşaa edilmesi
çalışmalarına IGMG olarak şimdiye dek olduğu gibi bundan sonra da katkılarının devam edeceğini dile getirdi.
İlk Teravih’i Kalkandelen’de eda eden IGMG heyeti
Teravih Namazı’nın akabinde Kalkandelen’in en büyük
kapalı salonunda Prizma derneği ve IGMG ortak organizesi
ile düzenlenen Maide-i Kur’an programına iştirak etti.
Ziyaretinin son gününde Üsküp’e geçen Genel Başkan
Yavuz Çelik Karahan ve beraberindeki heyet, Üsküp’te
yeni kurulan ve başarılı çalışmalara imza atan Balkan Üniversitesi’ni ziyaret etti. Üniversite Rektörü Prof. Dr Hüner Şencan ile yapılan görüşmede IGMG ve üniversite arasında kalıcı hizmetler verilmesi noktasında yapılan başarılı işbirliğinin devam edeceği vurgulandı.
Üniversite ziyaretinin ardından uzun yıllardan beri bir
çok ortak çalışma ve projenin gerçekleştirildiği El Hilal
Genel Merkezi’ne geçildi. El Hilal Başkanı ve El Hilal yöneticileri ile yapılan görüşmede, yapılan çalışmalar ve bölgede verilen hizmetler hakkında bilgi alındı. Görüşmede
ayrıca kurumsal işbirliğinin devamı ve güçlendirilmesi noktasında fikir alışverişinde bulunuldu.
Balkan temaslarında son olarak kısa adı FRI olan İslamic
Youth Forum’un Genel Merkezi ziyareti edilerek, Genel Başkan Rufat Sherifi ve Yönetim Kurulu Üyeleri ile görüşme
yapıldı. Makedonya’daki en büyük öğrenci kuruluşu olan
FRİ yetkilileriyle yapılan görüşmede IGMG üniversiteliler
gençliği ve FRI gençliğinin yaptığı akademik çalışmalar ele
alınarak, iki kurum arasındaki talebe işbirliğinin geliştirilmesinin hususunun önemine vurguda bulunuldu.
Bu yıl ilk IGMG iftarı da Balkanlarda verildi. Davete
Makedonya’daki pek çok kurum ve kuruluş yetkilisi katıldı. 160 kişilik bir katılımın sağlandığı iftar yemeği ve
Teravih Namazı’ndan sonra misafirlerle ikili görüşmeler
ve toplu sohbetler yapıldı.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
11
teşkilat
2009 yılı Yaz Okullarımız
... ve okullar açıldı
Mehmet GEDİK • mgedik@igmg.de
I
GMG Eğitim Başkanlığımız, önceki yıllarda olduğu
gibi 2009 yılı tatil sezonunda da, Avrupa’daki çocuklarımıza yönelik Yaz Okulları düzenledi.
Avrupa’daki Müslüman toplumların büyük bir bölümünü
göçmen Müslümanlar oluşturuyor. Her ne kadar göçmenlikten yerleşik bir hayata geçilmiş ise de, yaz dönemi geldiğinde bir çokları sıla-i rahim maksadı ile memleketlerine ziyaret ve tatile gidiyor. İzine gitmeyen çocuklar için ise, IGMG Eğitim Başkanlığı Yaz Okulları
programları hazırlıyor.
Çocuklarımız, resmî okullarda almaları gereken İslam
Din Dersleri ile ilgili bilgileri yeterince öğrenemiyorlar. Yeni nesiller, İslam Din Dersleri’nden mahrum bırakılmakta ve inaçları doğrultusunda ikilem içerisinde kimlik problemi yaşamaktadır. Genç nesil bu yüzdenö ailesinin ve
dış dünyanın kimlikleri arasında bocalamaktadır.
Müslüman çocuğun İslamî kimliğinin oluşması, bu
kimliğin gelişmesine imkan sağlayan eğitim kurumları ile
doğrudan bağlantılıdır. Bu hususlar dikkate alınarak, çocuklarımıza yönelik, velilerin de görüşleri alınarak, dersler ve müfredatlar hazırlanılarak uygulanıyor. IGMG Yaz
Okulları, İslamî kimlik noktasında önemli bir eksikliği
tamamlamakta ve bir boşluğu doldurdurmaktadır.
IGMG 2009 Yaz Okullarında, çocuklarımızın yaş seviyeleri ve gitmekte oldukları okul ve eğitim süreçleri
dikkate alınarak, pedagojik ve didaktik metodlar dahilin-
12
IGMG • PERSPEKTİF
de “İslam Din Dersleri” verildi. Bu derslerde, tüm Avrupa genelinde IGMG Eğitim Başkanlığımızın hazırlamış
olduğu Temel Eğitim Müfredatları ders olarak okutuldu.
Çocuklarımıza, aynı zamanda Temel Dini Bilgiler, ve İslam Din Dersleri yerel lisanlarda da verildi.
Türkçe’ye önem verdik
Bu yıl özellikle “Anadil” kavramına çok önem verdik. Derslerimizin sadece yerel lisanlarda yapılamamasının sebebi, anadile verdiğimiz önemdir. Avrupa toplumunda yaşamlarını sürdürecek olan göçmen çocuklarımızın birçok ülkedeki, göçmen vatandaşları ile anlaşabilmesi, daha da ötesinde akrabaları ile aynı ortak dilde anlaşabilmeleri açısından bu çok önemlidir. Kaldı ki, anadilini
kavramış olan bir çocuğun, yerel dili de daha iyi kavramasının
mümkün olacağı düşünülerek Türkçe dersleri, sadece
ders dili olarak değil, dil bilgisi kuralları ile verilmiştir.
Sosyal ilişkilerin gelişmesi ve paylaşma duygularının verilmesi
Sosyal ilişkilerin geliştirilmesi ve güçlenmesi için
“Âdâbımuâşeret” ve “Ahlak dersleri” verilmiştir. Derslerde, başkalarına karşı saygı gösterme, konuşup hitap
ederken başkalarını incitmeme, arkadaşlarına, ebeveyne,
öğretmenlere ve büyüklere karşı saygılı davranma, küçükleri de sevgi ve anlayışla karşılama konuları işlenilmiştir.
teşkilat
Yaz Okulları, farklı ortamlardan gelen çocukların yeni dostluklar kurması için bir fırsat oluşturmuştur. Kurulan bu dostluk ve arkadaşlıklar, çocukların birbirlerine
karşı fedakârca davranabilmelerini, paylaşma duygularını karşılıklı olarak öğrenmelerine vesile olmuştur.
2009 Yaz Okulları’na katılan bütün çocuklarımızın, davranışlarındaki bu olumlu değişim eğitimcilerin dikkatlerini çektiği gibi, ebeveynlerin de dikkatini çekmektedir. Bu hal ve
hareketleri ile toplum içerisinde de takdir görecek olan çocuklarımızın öz güvenleri artacaktır. Bu eğitimden geçen çocuklarımız, okulda arkadaş ilişkilerine dikkat ediyor, onlarla
daha iyi ölçüler içerisinde geçinebilmeyi hedefliyorlar. Özellikle öğretmenleriyle daha duyarlı saygın bir ilişki kurabiliyorlar.
Kazanılan bu kimlik, hayata atılacak adımların sağlam temeller üzerine bina edilmesini sağlayacaktır. .
2009 – 2010 yılı Eğitim Sezonuna hazırladık
Yaz Okulları’nın, doğrudan okul derslerine yardımcı
olma gibi bir hedefi olmamakla birlikte, okulun, okumanın, eğitim görmenin öneminin kavratılması gibi bir hedefi vardır. Bunun içindir ki, derslerin bir bölümü bu amaca yönelik olarak, çocuklarımızın ufkunun açılmasına yardımcı olunmuştur. Seçebilecekleri çeşitli meslekler üzerinde müzakereler yapılmıştır. Problemli olan dersleri noktasında yardımcı eğitmenler vasıtası ile dersler almaları
sağlanılmıştır.
Gezi, spor ve dinlenme imkanları sağladık
Programlarımıza katılan çocuklarımıza, bulundukları
mekanlarda spor yapma imkanlarıve buna ek olarak, gezi programları düzenlenerek eğlenmeleri ve dinlenmeleri sağlanmıştır.
IGMG Eğitim Başkanlığımızın düzenlediği Yaz Okulları, sadece başlı başına bir eğitim kursu değildir. Bu programlar, IGMG’nin gerçekleştirdiği eğitim hizmetleri zincirinin bir parçasını oluşturmaktadır.
Okullar açılıyor
• Bir tatil dönemini daha geride bıraktık. 2009-2010 Eğitim öğretim yılı birçok ülke ve eyaletlerde başladı. Çocuğumuzun başarısı için onun okulu, sınıfı ve öğretmeni bizim bir bilinmeyenimiz olmamalıdır. İşe
buradan başlayarak:
• Anne baba olarak çocuğumuzun hangi okulda okuduğunu, buradan hangi okullara gidebileceğini araştırarak yönlendirmede bulunmalıyız.
• Okulda yapılan veli toplantılarına katılarak çocuğumuz için gereken ilginizi göstermelisiniz.
• Okulu arkadaşları, öğretmenleri ve diğer anlattıkları ile ilgili konularda çocuğumuzu dinlemeli ve olumlu tepkiler vermeli, yol göstermeliyiz.
• Çocuklarımıza çok çalışmayı değil, planlı çalışmayı öğretmeli, böylece oyun ve eğlenceye zamanlarının kalmasını sağlayarak bu haklarını da kısıtlamamalıyız.
• Mümkünse okullar bünyesinde oluşturulan, Okul-Aile Birlikleri’nde yer almalıyız.
Çocuğumuzun derslerdeki başarısı geleceği için temel
teşkil etmektedir. Başarılı olmanın en etkili yolu ise okul
dışında çocuğumuzun zayıf derslerine ve ev ödevlerine
yardım etmektir. Bu konuda IGMG olarak bir çok cemiyetimiz bünyesinde “Ev Ödevlerine ve Okul Derslerine
Yardım Kursları” sunmaktayız. Çocuğumuzu bu kurslara
mutlaka göndermeliyiz. Veli derneklerinin kurulması için
bizzat çalışmalara katılmalı, bu konuda çalışma yapabilecek
kişilerle işbirliği yapmalıyız. Çünkü bu derneklerin varlığı ve hizmetleri çocuklarımızın sorunlarına eğilecek ve
velilerimize psikolojik açıdan rahatlama getirecektir.
IGMG Eğitim Başkanlığı olarak, çocuklarımızın başarılı bir eğitim sürecinden geçmesi için gereken çalışmalarımızı yapıyoruz. Aile Eğitim Seminerleri’nde bu gibi önemli konulara değinerek, velilerin neler yapmaları gerektiği hususlarında
uyarıyoruz. Bölge Eğitim Başkanlıklarımızı yapabilecekleri
çalışmalar ile alakalı olarak, yapılması gereken eğitim hizmetleri projelerinin gerçekleşmesini sağlıyoruz. Okul Derslerine ve Ev Ödevlerine yardım kurslarımızı yoğunlaştırarak
daha fazla talebeye ulaşmayı sağlıyoruz. Okul Aile Birlikleri ve Veli Derneklerimizi devreye sokarak, Aile Eğitim Programları oluşturmaktayız.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
13
teşkilat
IGMG’de yeni çalışma
dönemi başladı
Y
eni çalışma dönemine başlayan IGMG, bu dönemi Bölge Başkanları toplantısı ile açtı. Genel Başkan Yavuz Çelik Karahan başkanlığında yapılan toplantıda, birimler yaptıkları
çalışmaların bir değerlendirmesini yaparken, yeni çalışma
dönemindeki programlarını anlattılar.
Genel Başkan Yavuz Çelik Karahan’ın izin ve bölgelerdeki görev değişikliklerine ilişkin yaptığı değerlendirmelerden sonra birimlerin açıklamalarına geçildi. Yaz dönemindeki çalışmalar hakkında Kadın Kolları Başkanı
Zehra Dizman bilgi verirken, Gençlik Teşkilatı Başkanı Mesut Gülbahar da bölgelerdeki görev değişiklikleri ve tatil
döneminde 35 genç ile birlikte Türkiye’de gerçekleştirilen eğitim programını değerlendirdi. Bu yıl 3000 gencin
Umre’ye götürülmesinin planlandığını açıklayan Gülbahar, bu yıl Gençlik Teşkilatı’nın Teşkilat İçi Eğitim Seminerleri’ne ağırlık verileceğini söyledi.
Bölgelerdeki teftişlerle ilgili olarak değerlendirmelerde bulunan Teftiş Kurulu Başkanı Mehmet Şenel, teftiş gezilerinin cemiyetlere de yaygınlaştırılması için planlamalarda bulunduklarını belirtti. Daha sonra da Teşkilatlanma ile ilgili bilgilendirme yapıldı. İbrahim Kaygısız
ve Mustafa Uyanık tarafından yapılan bilgilendirme sıra-
14
IGMG • PERSPEKTİF
sında, camilere üyelik kampanyası çerçevesinde hazırlanan üyelik videosu sunuldu. Bölgelerimizin çeşitli çalışma alanlarında A, B, C, D ve E kategorilerine göre bir değerlendirilmesinin bulunduğu belirtilen toplantıda, teşkilanma için gerekli olan evrakların en kısa zamanda Teşkilatlanma Başkanlığı’na ulaştırılması istendi.
Sosyal Hizmetler Başkanlığı’nın programını Birim
Başkanı Ali Bozkurt takdim etti. Endonezya, Bangladeş
ve Pakistan’da açılan yetim yurtları ile diğer hizmet ve
yardımları anlatan Bozkurt, ayrıca Balkanlar’daki çalışmalarla Filistin’e yapılan yardımların değerlendirmesini
yaptı. Kurban Kampanyası ile ilgili olarak hazırlanan video sunumunu müteakiben ise, Ramazan ayı boyunca sürecek olan Zekat-Fitre kampanyasının takibini istedi. Bu
arada, Ramazan ayındaki hizmetlerin değerlendirilmesinin yapılacağı Bölge Sosyal Hizmetler Başkanları toplantısının 26-27 Eylül’de yapılacağı bildirilirken, kurban
kesim ve dağıtım görevlileri toplantısının 17 Ekim’de yapılacağı ilan edildi. Öte yandan, Zekat ve Kurban Kampanyalarının tanıtımı için televizyon ve diğer medya reklamlarının hazırlandığı da açıklandı.
Yaz Okulları başta olmak üzere eğitim hizmetlerinin
değerlendirilmesi ve yeni programların açıklanmasını ise
teşkilat
Eğitim Başkanı Mehmet Gedik yaptı. Eğitimciler ile bölgelerde toplantılar yapılacağını belirten Gedik, özellikle
Aile Eğitim Seminerleri’ne daha da ağırlık verilmesini istedi. Yaz Okulları’nın yapıldığı ve katılan öğrencilerle ilgili listeyi Bölge Başkanları’na sunan Gedik, burslar için
müracaatların 30 Eylül’e kadar tamamlanmasını istedi.
Gedik ayrıca, Belçika İbn-i Sina Enstitüsü’nün Açık Öğretim çalışmaları, Güney Hollanda Anaokulu Modeli hakkında bilgilendirmede bulunurken, Berlin cemiyetlerinde okutulmak üzere hazırlanan İslam Din Dersi müfredatı çalışmaları ile ilgili de bilgilendirmelerde bulundu.
Ramazan ayı programları ise İrşad Başkanı Ahmet
Özden tarafından açıklandı. Özden açıklamasında, Ramazan ayı vaaz ve irşad programlarının izin öncesinde
hazırlandığını ve irşad görevlilerinin tesbit edildiğini bildirdi. Özden ayrıca Ramazan ayı nedeniyle tüm IGMG
idarecilerinin Kur’an ayı olan Ramazan ayında mutlaka
Kur’an-ı Kerim ile haşır-neşir olması gerektiğine işaret
etti. Mutlaka bir gün de olsa itikafa girilmesinin de önemine işaret eden Özden, ailece bir-iki gün iftarların sadece zeytin ekmekle açılmasını tavsiye ederek, iftar sofralarının israfa dönüşmemesini istedi. Yaz döneminde Türkiye’de özel eğitim programına katılan öğrencilerin Ramazan ayı sonrasında Genel Merkez’de bir araya geleceğini ve hususi bir toplantı yapılacağını da bildirdi.
Ramazan ayı başına kadar tüm Avrupa’dan yaklaşık 3
bin Umreci’ye hizmet verildiğini açıklayan Hac, Umre
ve Seyahat Başkanı Hakkı Çiftçi, kurulan Hac ve Umre şirketi ile ilgili bilgilendirmelerde bulunurken, yapılacak
olan sözleşmeler hakkında açıklamalar yaptı. Şu ana kadar domuz gribi sebebiyle her hangi bir kısıtlamanın getirilmediğini belirten Çiftçi, bahar aylarındaki umrecilerin yaş ortalamasının 24 olduğunu da açıkladı. Hac programı, vize ve diğer konularda da bilgilendirmelerde bulunan
Çiftçi, gençler için düzenlenecek olan Umre programlarına daha da önem verdiklerini söyledi.
Muhasebe Başkanı İbrahim Yüksel’in, Genel Merkez
üyeliği Cenaze Fonu hakkında yaptığı bilgilendirme sonrasında ise Genel Sekreter Oğuz Üçüncü, Genel Sekreterlik çalışmalarını değerlendirdi.
Almanya’da eyaletlerde verilen din dersleri ilgili bilgilendirmelerde bulunan Üçüncü, özellikle yaz aylarında
Avrupa’daki siyasal ve toplumsal gelişmeleri değerlendirdiği konuşmasında, Almanya’daki siyasal partilerin
göçmenlerin ve Müslümanların meselelerine makul çözümler üretemediği gibi toplumsal taleplere de cevap vermekte zorlandığını belirtti. Haziran ayında Dresden’de
bir mahkemede öldürülen Merve El-Şerbini olayını da değerlendiren Oğuz Üçüncü, hükümetin olay sonrasındaki
tutumunu eleştirdi. Teşkilatımızın tanıtımı açısından Ramazan iftarları ile Açık Cami Günleri’nin önemine vurgu
yapan ve Almanya’da Açık Cami Günleri çalışmasının
KRM çatısı altında yapıldığını ancak, yine de en önemli
hizmetlerin bölgelerimiz ile cami yöneticilerimizde bu-
lunduğunu söyleyen Üçüncü, camilere ve cami içinde yapılacak olana provakasyonlara da dikkat çekti.
Bölge Başkanları’nın da yapılan ve programlanan hizmetlerle ilgili değerlendirmelerinin arkasından dilek ve
temennilerinin alındığı toplantının son değerlendirmesini
ise Genel Başkan Yavuz Çelik Karahan yaptı. Karahan
önce, Ramazan ayının manevî atmosferinin iyi değerlendirilmesini istediği konuşmasında, dinî ve toplumsal konulardaki hassasiyetlerimizin yeniden değerlendirilmesini ve camia olarak mutlaka toplayıcı ve kucaklayıcı olunmaya devam edilmesini gerektiğine işaret etti. Teşkilat
olarak, Müslümanların Müslümanca yaşamalarının temin edilmesi gibi önemli bir görevlerinin bulunduğuna
değinen Karahan, her görevlimizin görevinin şuurunda
olarak ve görevlerini zamanında yaparak bu hizmetleri
daha da ileriye götürmesini istedi.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
15
islam ve
hayat
İtikaf
ibadeti
Hz. Âîşe’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Resulullah (sav) Ramazan’ın son on gününde itikâf yaparlardı. Bu durum vefat zamanına kadar
bu şekilde devam etmiştir.” Daha sonra Hz.
Peygamber‘in zevceleri itikâfı sürdürmüşlerdir.
Ahmet ARSLAN • ahmetasl@yahoo.com
H
acc ve oruç ibadetleri gibi kökenleri geçmiş
ümmetlere kadar dayanan itikaf ibadeti Peygamber Efendimiz (sav)’in Medine’ye hicretinden vefatına kadar terk etmediği bir ibadet
olarak dikkat çekmektedir.1 Bir yerde bekleme, durma ve
kendini orada hapsetme anlamlarına gelen itikaf, fıkhi terim olarak;
akıllı, ergenlik çağına erişmiş veya
iyi-kötü ayrımını yapabilme (temyiz) kudretine sahip bir müslümanın
beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet niyetiyle bir süre durması
şeklinde tanımlanabilir.
İtikaf, Kur’an-ı Kerim’de işaret
edilen, sahih sünnette yeri olan bir ibadet olarak her müslümanın bir şekilde gündeminde yer almalıdır. Bakara Sûresi’nin 187. ayetinde Ramazan ayının gecelerinden söz edilirken ‘...camilerde itikafta iken de
hanımlarınıza yaklaşmayın.’ buyurulmaktadır.
Hz. Peygamberin risaletin gelmesinden önce Hira Mağrası’nda inzivaya çekilmesi ile Medine’ye hicretten ya da orucun farz kılınmasından sonra terk etmediği itikaf iba-
16
IGMG • PERSPEKTİF
deti arasındaki anlam ve işlev ilişkisi üzerinde düşünülmelidir.
Buhari ve Müsned’de yer alan bir rivayet de İslam’dan
önce Mekke toplumunda itikafın bilinip ifâ edildiğini göstermektedir: Hz. Ömer, Resulullah (sav)‘den, ‘Cahiliyye
devrinde Mescid-i Haram’da bir gece itikâfta bulunmayı
adamıştım; ne yapayım?” diye sormuş, Resulullah (s.a.s); “Adağını yerine getir” buyurmuştur.’2
Hz. Peygamber’in özellikle Ramazan içinde ve Ramazanın son on
gününde itikâf yaptığını bildiren çeşitli hadis-i şerifler vardır. Hz. Âîşe’nin şöyle dediği nakledilmiştir:
“Resulullah (sav) Ramazan’ın son
on gününde itikâf yaparlardı. Bu durum vefat zamanına kadar bu şekilde devam etmiştir.” Daha sonra Hz.
Peygamber‘in zevceleri itikâfı sürdürmüşlerdir.3
Ebu Hanife’ye göre içinde beş vakit namaz kılman her mescidde itikâfta bulunmak caizdir. Ebu Hanife ve
İmam Mâlik’e göre itikâfın nâfile olarak en azı bir gündür. Ebû Yusuf en az
süreyi, bir günün yarıdan çoğu olarak
belirlerken İmam Muhammed itikâf
için bir saati de yeterli bulur.
islam ve
hayat
Mesciddeki itikâf erkeklere mahsustur. Kadınlar evde
mescit edindikleri bir yerde itikâfta bulunabilir.4 Bir defasında Peygamberimizin temiz eşlerinden Hz. Aişe, Hz.
Hafsa ve Hz. Zeyneb’in de sonradan gelip Mescid-i Şerif’te birer çadır kurarak itikafa girmeleri üzerine bunları menetmiş ve kendisi de o sene Ramazanda itikafı terk
edip ta Şevval’in ilk on gününde itikafa girmiştir.
İtikaf üçe ayrılır: Vacip olan itikâf: Adak olan itikâf
vaciptir. Bu, en az bir gün olur ve gündüz oruçla geçirilir. Sünnet olan itikâf: Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmek sünnettir. Bir yerleşim merkezinde bulunan
müslümanlardan birisi bu
sünneti yerine getirirse, diğerleri üzerinden bu görev
düşer. Bu duruma göre, her
yerleşim birimi için itikâf
sünnet-i kifâye hükmündedir. Bir kişinin bunu yapması o beldedeki diğer müslümanları sorumluluktan
kurtardığı gibi Cenâb-ı
Hakk’ın, itikâf yapanın ecrini diğer belde müslümanlarına da vereceği umulur.
Müstehab (mendub) olan
itikâf: Vacip ve sünnet olan
itikâfların dışında itikâfa
girmek müstehabdır. Bunun
belirli bir vakti yoktur. Hatta mescide giren kimse çıkıncaya kadar itikâfa niyet
ederse orada kaldığı sürece
itikâfta sayılır. Bu itikâfda
oruç şart değildir.
İlmihal kitaplarında itikafın şartları olarak şu hususlar yer almaktadır:
1- Niyet; Niyetsiz itikâf
olmaz. Nezredilen (adanan)
itikâfta niyetin ayrıca dil ile
ifade edilmesi gerekir.
2- Mescid: Erkeğin, itikafı cemaatle beş vakit namaz
kılman mescidde olmalıdır. İtikâfın en faziletlisi Mescidi Haram’da, sonra Mescid-i Nebevî’de ve sonra da Mescid-i Aksa’da olandır. Diğer mescidlerdeki fazilet cemaatin
çokluğuna göre değişir.
3- Oruç: Daha önce de belirttiğimiz gibi vacip olan
itikâf için oruç şarttır. Sünnet itikâf Ramazan ayında olduğu için zaten oruçlu bulunma şart vardır.
4- Temizlik: Kadınların hayız ve nifastan temiz olmaları gerekir. Cünüplük oruca mani olmadığı gibi, itikafı da bozmaz. İtikâfa giren cami içinde iken ihtilâm
olursa, dışarı çıkarak gusül abdesti alır ve yeniden itikâ-
fa devam eder.
İtikâf sırasında kötü ve çirkin söz söylememek, Ramazanın son on gününü ve cemaatı kalabalık olan mescidi
tercih etmek, itikâf günlerinde Kur’an, hadis, Allah’ı zikir ve ibadetle meşgul olmak ve temiz elbise giyip güzel
kokular sürünmek itikâfın adabındandır.
İtikâfı bozan şeyler: a- Cinsi ilişkide bulunmak. Öpmek ve kucaklamak gibi şeylerden dolayı inzal vaki olursa yine itikâf bozulur. b- Herhangi bir ihtiyaç yokken mescidden dışarı çıkmak. c- Bayılmak.
İtikâfa giren kimse mescidden ancak şer’î, zaruri ve
tabiî ihtiyaçları için çıkabilir.İtikâfa giren kimsenin bulunduğu mescidde cuma namazı kılınmıyorsa, cuma namazını kılmak üzere başka
bir mescide gitmesi, küçük
ve büyük abdest bozmak için
mescidden dışarı çıkması tabiî bir ihtiyaçtır. İçerisinde
bulunduğu mescidden zorla
çıkarılması ya da şahsı ve eşyası hakkında korkusu sebebiyle başka bir mescide taşınmak için çıkması ise zarûrî ihtiyaç sebebiyle çıkıştır. Bunların dışında mescidden çıkmak itikâfı bozar. İtikâfda olan kimsenin yemesi, içmesi, uyuması ve ihtiyacı olan şeyleri satın alması mescidde olur.
Modernitenin kendisini
hayatın her alanında hissettirdiği, sanayi toplumu özelliklerinin insanı kendisine
yabancılaştırdığı çağımızda
İslam’ın bütün prensip ve
ibadetleriyle hayatımıza hakim olması bireysel ve toplumsal meselelerimizin çözümü olacaktır. Bunu böyle görmemiz inancımızın ve teslimiyetimizin gereğidir. Ramazanla birlikte yeniden hatırladığımız itikaf gibi ibadetler vesilesiyle nefis muhasebemizi yapmamız duyarlılığımızın gereğidir.
1
İtikaf ibadetinin geçmiş ümmetler için de söz konusu olduğu hakkında Bk. 2 Bakara 125.
2 Buhârı, i’tikâf, 16; Ahmed b. Hanbel, ll, 10
3 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 67, 129; bk. Buhârî, İ’tikâf, 1-18; Ezân,
12, 135; Hayz 10; Müslim, İ’tikâf, 1-6; Ebû Dâvud, Ramazân, 3;
Savm, 77
4 ez-Zebîdî, Tecrîd-i«Sarîh, Terc. Kamil Miras, Ankara 1984, VI, 323326
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
17
islam ve
hayat
İftar
kültürümüz
Oruçlulara iftar yemeği vermek hayırlı bir davranış olduğu gibi bu sofralarda misafir ağırlamak unutulmaması gereken geleneklerimizdendir. Herkes imkanları nisbetinde evinde ya da
dışarıda iftar vermelidir.
Murat KURT • muratkurt66@hotmail.com
T
üm Müslümanların bildiği gibi mübarek Ramazan, ibadetlerin en makbul olduğu ve karşılığının normal zamanlara göre kat kat fazla verildiği
bir ay’dır. Bu babta iftar vaktinde yapılan duaların da Rabbimiz katında ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu sevgili Efendimiz bize şu Hadis-i Şerifleri ile
bildirmektedir: “Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul
edilir: 1- Oruçlunun iftar vaktindeki duası, 2- Adaletli hükümdarın duası, 3- Mazlumun duası.” (Tirmizî, Deavât,
128)
Ramazan paylaşma mevsimidir. Ramazan bize dağılmışımızı toplamak için gelir. Başta kendimizi toplamayı
öğretir. Aklımızı, duygu ve düşünce dünyamızı, ruh ve
hatta bedenimizi toplamayı öğretir. Ramazan ayının en
önemli vakitlerinden biri olan iftar vakitlerindeki sofralar
da aile, akrabalık ve kardeşlik ilişkilerimizi güçlendirir.
Özellikle Avrupa’da kopma noktasına gelen bu saydığımız
bağların tekrar tazelenmesine ve güçlenmesine iftar sofraları vesile olur.
Oruçlulara iftar yemeği vermek hayırlı bir davranış
olduğu gibi bu sofralarda misafir ağırlamak unutulmaması gereken geleneklerimizdendir. Herkes imkanları nisbetinde evinde ya da dışarıda iftar vermelidir. Yine Peygamber Efendimiz bir başka Hadis-i Şerifleri’nde şöyle
demektedir: “Bir oruçluya iftar veren kimseye, o oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Ancak o oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez.” (Tirmizi, Savm 82, (807);
İbnu Mâce, Sıyâm 45, (1746).
18
IGMG • PERSPEKTİF
Bu hadisten ilham alarak, tarih boyunca her Ramazan’da Müslümanlar oruçlu insanlara iftar sofraları hazırlayarak bu sevaptan nasip almaya çalışmışlardır. Osmanlı döneminde de halkın, sarayın ve tekkelerin imaretlerinde yemek çeşidi artardı. Bugün için de Ramazan yiyecek-içecek açısından tüketim ayıdır. Ramazan öncesi
alınan iftariyeler, börek ve tatlılar için yapılan yufkalar, kuru yemişler, hoşaflık malzeme gibi, Ramazanda, mevsimine
göre insanın canının isteyebileceği her şey hazırlanır. Ramazan’ın bereketi ile ibadetlerin, duaların artması, iftar
sofralarının çeşitliliği, gerekse de sadakaların, zekatların
sayesinde maddiyatın bolca el değiştirmesi ile birlikte
maddi ve manevi zenginlik elle tutulur, gözle görülür hale gelmektedir. Bu güzel ay’da sağlanan, insanlar arasındaki güzel ilişkiler sene boyu elde edilebilecek güzel ilişkilerin de sebebidir.
Oruç tutmanın hikmetlerinden biri de; durumu iyi olan
Müslümanların fakir ve aç kardeşlerinin halini tefekkür
etmeleri, anlamaları ve kendilerini o psikoloji içine sokup sosyal adaleti sağlamaya yönelik davranışlara yönelmeleridir. Bütün gün bu psikoloji ile tefekkür edip iftar
vakti gelince gereğinden fazla çeşit yemeklerden oluşan
sofralar kurup, tabir-i caiz ise tıka basa yiyerek, gündüz
oruçlu iken yaptığımız tefekkürün aksine bir davranışı akşam sergilemek herhalde tutarlı ve makbul bir davranış
değildir.
Elli yıla yakın bir zamandır Avrupa’da yaşayan insanımız, doğaldır ki inancının gereği ve ihtiyacı olarak ca-
islam ve
hayat
miler yaptırıp, cemiyetler kurmuştur. İşçi göçünden önce
de Avrupa İslam ile tanışmış ama bu tanışıklığın boyutu
İslami kavramların ve adetlerin batı dünyasına hızlı bir
şekilde girişini çeşitli etkenlerden dolayı tam olarak temin edememiştir. Müslümanların göçlerinden sonra İslami hayatın çizgileri, renkleri batılı insanın gündemine her
geçen gün daha fazla yerleşir olmuştur.
Bu meyanda elli yıllık süreç içerisinde bir çok İslami
etkinlik özellikle Batı Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde yapılır hale gelmiştir. Bu etkinliklerden biri de iftar yemekleridir. Hemen hemen her camide Müslümanlara iftar yemekleri verilirken gayr-ı müslimlere yönelik olarak da iftar davetleri gerçekleştirilmektedir. Tecrübelerle sabittir
ki bu dini faaliyet diğerlerine göre daha fazla rağbet görmektedir.
Aynı zamanda bu iftar davetleri etkili tanıtım faaliyetlerinden biridir. Bu davetler sayesinde, İslam’a ve müslümanlara önyargılı bakışlar fırsattan istifade verilen bilgilerle bir nebze giderilmeye çalışılmaktadır. Bunda kısmen başarılı da olunmaktadır. Her ülkede verilen iftar davetleri, “günboyu aç kalmanın” boşu boşuna bir eylem
olmadığının, bunun bir manası ve kazancı olduğundan
yola çıkılarak İslam’ın güzelliklerinin anlatılması için bir
fırsattır. İftar programları genellikle yaşanılan ülkenin veya bölgenin önemli konumlarında bulunan kişilerine yönelik olarak düzenlenmektedir.
Bu gelenek devam ettirilmekle birlikte, her cami ve
cemiyet Ramazan ayı içerisinde bir akşam komşuları olan
sıradan gayr-ı müslimleri de davet ederek onlara İslam’ın
güzelliklerini ve içerdiği manayı anlatma ve onların kalplerini etkileme çalışmasını ihmal etmemelidir. Ayrıca müslüman bir aile olarak müslüman kardeşlerimizi iftarlara
davet ettiğimiz gibi, komşumuz olan gayr-ı müslimleri
evlerimize iftara davet ederek onların kalplerine İslam’ın
ve Müslümanların güzelliklerini, emniyet ve ferahlığını
işleyebiliriz.
Bugün gelinen noktada cemiyetlerimizin kurmuş olduğu
iftar çadırları sosyal hayatımıza kardeşliğin ve birlikteliğin tohumlarını ekmektedir. Bugün Avrupa’da yaşayan
bazı Müslümanlar da bu geleneği hem kişisel bazda, hem
de kurumlar ve cemiyetler olarak devam ettirmenin gayretindedirler. İftar çadırları artık Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde, hem de değişik İslami kesimlerin bir araya gelerek yaptığı faaliyetler olarak dikkat çekmektedir. Bu çalışmalar göstermektedir ki, Ramazanın ve iftarın bereketi kalplerin birleşmesine de büyük katkılar sağlamaktadır.
Gelişmeler göstermektedir ki, biz Müslümanlar yıllar
içerisinde edindiğimiz tecrübelerimizle, Peygamber Efendimizin şu hadisi şerifini daha iyi anlamaya başladık: Hz.
Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Muteber) oruç,
(hep beraber) tuttuğunuz gündekidir. (Muteber) iftar, hep
beraber) ettiğiniz gündekidir. (Muteber) kurban (hep beraber) kurban kestiğiniz gündekidir.” (Tirmizi, Savm 11,
(697); Ebu Dâvud, Savm 5, (2324).
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
19
islam ve
hayat
Mukabele
geleneğimiz
Ramazanlarda okunan mukabelelerin Kur’an
okumaya heveslendirici bir özelliği de bulunduğundan, bu meclislere dinleyici sıfatıyla katılmak dahi pek çok hayır kapısının açılmasına
vesile olacaktır.
Osman PAKÖZ • osmanpakoz@yahoo.com
K
ur’an-ı Kerim, yaklaşık yirmi üç yıl gibi bir zamanda Hz. Muhammed’e (sav) nazil olmuştur.
Kur’an’ın inişindeki bu tedricilikte elbette pek
çok ilahi hikmetler vardır. İnsanlığa rehber olarak gönderilen bu kitabın sureleri nuzul sırası ve mushaf
sırası olmak suretiyle iki ayrı tertipte sıralanmıştır. Örneğin
Mushaf sırasına göre Fatiha Suresi en baştayken, nuzul sırasına göre Alak Suresi ilk suredir. Bu sıralamalar Hz. Muhammed’e (sav) vahiy öğretmeni Cebrail (as) tarafından
öğretilmiştir. Bu sıralamanın kontrolü yine aynı öğretmen
tarafından her Ramazan ayında yapılmaktaydı. Cebrail (as)
ile Hz. Muhammed’in (sav) yaptığı bu derslere , “sunuş” anlamına gelen “arza” adı verilmektedir. Hz. Muhammed,
Kur’an’ı Cebrail’e (as) sunmaktadır. Bu sunuş Efendimiz
(as)’ın vefat edeceği sene iki defa yapılmıştır. Temelde bir
tashih uygulaması olarak başlayan bu sunuşlar daha sonra
Ramazanlarda Kur’an ile özel randevu halini almış ve “yüzleşmek” ve “karşılıklı oturup görüşmek” anlamında “mukabele”ye dönüşmüştür.
Kur’an’ın inmeye başladığı bir zaman dilimi olarak
Ramazan ayı, ayrı bir ehemmiyet arzetmektedir. Doğum
ayında Kur’an, Müminler tarafından özel bir ilgi ve itina
ile kucaklanır ve onunla sohbet daha artırılır. Ramazanda yapılan ibadetlere verilecek olan sevabın fazlalığı
Kur’an tilaveti ibadetini adeta fişekler.
Mümini istikamet çizgisinde tutmak için gönderilen
bu muazzam ve emsalsiz kitaba vefa borcumuz aslında
onu her ay bir sefer hatmetmektir. Sürekli okunası bir kitap olması hasebiyle Kur’an, Müslümanların günlük ha-
20
IGMG • PERSPEKTİF
yatına ancak bu surette hakim olabilecektir. Aksi takdirde, Kur’an’ın tilavetiyle tekrar edilmediği bir hayatın
Kur’anileştirilmeside asla mümkün olmayacaktır. Kur’ani
bir hayata talip olduğu halde onun tilavetinden uzak olmak
kadar büyük bir tezat söz konusu olamaz.
Hayatın islamileştirilme pratiğinin en canlı haliyle yaşandığı Ramazan, kendisini Kur’an ile taçlandırarak, diğer aylarında bu minval üzere yaşanması gerektiği mesajını vermektedir.
Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’i okumasını bilenler bu
ayda daha fazla okumalı ve hatta onun mana ve tefsiriyle meşgul olmalıdır. Bu meşguliyet onu Hz. Muhammed
(sav)’in şu müjdesine ulaştıracaktır. “Kur’anı gereği gibi güzel okuyan kimse Sefere Melekleri ile birliktedir.”1 .
Kur’an’ı zorlanarak okuyanlara ise iki kat sevap verilecektir.
Bu sevapların idrakine varanlar için okumasını bilmemek
mazeret olmaktan çıkmalıdır. Şayet bilmiyorsak derhal
harekete geçmeli ve mutlaka bir yolunu bulup öğrenmeliyiz.
Ramazanlarda okunan mukabelelerin Kur’an okumaya heveslendirici bir özelliği de bulunduğundan, bu meclislere dinleyici sıfatıyla katılmak dahi pek çok hayır kapısının açılmasına vesile olacaktır.
Kur’an’ı birbirine arzetmek için bir araya gelen ve
meclisler kuranları, karşılıklı oturan (mütekabil) Cennet
sakinlerine benzetebiliriz.
Nitekim Kur’anda “Biz o cennetliklerin kalplerindeki kini çıkarır atarız ve (onların) hepsi kardeşler olarak
sevinç içinde (cennet tahtları üzerinde) karşılıklı oturur-
islam ve
hayat
lar.” (Hicr Suresi, [15:47]) buyurulmaktadır.
Her harfine on sevabın verildiğini, Sahih-i Müslim rivayetindeki Kur’an okuma duasından sonra okununca her
harfe elli bin sevabın verildiğini öğrendikten sonra Kur’an
okumasını bilmiyor olmanın ne kadar büyük bir kayıp olduğunu tahmin etmemiz zor olmayacaktır. Bu kayıp Ramazan ayında meydana gelen bir kayıpsa, zararın boyutlarını düşünmek insanı ağlatmaya yetecektir.
Mukabele geleneği, Müslümanın sahip olduğu gelenekler
içerisinde en faziletli ve faydalı olanlarındandır. Bu geleneği mana ve içerikten mahrum devam ettirmek akıllara
ziyan verecek kadar büyük bir manevi kayıptır. Okunan metnin ne anlama geldiğini anlamadan geçmek bir şairimizin ifadesiyle “gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmak”
olacaktır.
Mukabele, kıraatlerin düzeltilmesi noktasında da fevkalede önem arzetmektedir. Ehliyetli kişilerin okuduğu
tilavetlerin takibedilmesi sonucu kıraatlerdeki hatalar düzeltilmiş ve okuma zevki tam yaşanmış olur. Tecvit kurallarından uzak tilavetler, sahibini yoracağından ve Kur’anî
ahengin verdiği huzur
kaybolacağından dolayı, ağızdan ağıza terbiyesiyle bize ulaşan
bu emaneti yine ağızdan
telakki etmeliyiz.
Kur’an’ın orjinal
metnini karşılıklı okumanın bir başka semeresi de, Kur’an’ın korunmuşluğunda ortaya
çıkmaktadır. Yeryüzünde bir benzeri daha
bulunmayan Kur’an’ın korunmuşluğu sabitesi, onun mana ve cümlelerinde olduğu gibi hece ve seslerinde de mevcuttur. Bu büyük muhafaza işleminin en büyük vesilelerinden biriside Ramazanların Kur’an tilavetleri için bir tekrar kampı niteliğinde olmasıdır.
İslam’ın yoğun bir şekilde yaşandığı toplumlarda ve zamanlarda bu geleneğe son derece büyük bir titizlik gösterilmiştir. Osmanlı adet ve geleneklerine adeta sinen mukabele geleneği, camilerde sahur sonrasında Cüzhan adı
verilen özel yetiştirilmiş hafızlar tarafından okunurdu.
Zenginler iftar sofralarının hemen arkasında her gün bir
cüz okutmak suretiyle kadın erkek bütün bir halkı Kur’an
ile yoğurmayı hedeflerlerdi. Topkapı sarayında Kutsal
Emanetlerin bulunduğu yerde yimi dört saat Kur’an tilaveti yine bir Osmanlı geleneğidir.
Bayanların ev veya camilerde kendi aralarına toplanarak, her güne bir cüz okumak ve duasını kadir gecesine denk getirmek gayretleri hep bu güçlü Mukabele geleneğinin sonucudur. Toplumun bütün katmanlarına,
Kur’an kültürünü nasıl yerleştireceğimizi öğreten bu örneklerin önemini görmemek herhalde büyük bir körlük
olacaktır.
Ramazan’da mukabele, adeta Ramazan’ın manevi havasını kamilen teneffüs etmenin önemli bir şartıdır. Ramazan
geldiğinde insanımız gurbetten sılaya dönmüş yolcu misali Kur’an’a sarılır. Hakikatte bu gurbeti yaşamaya hiç luzum yoktur. Çünkü Kur’an, yıl boyu on iki ay yanı başımızdadır. Ama bu mesafeyi gaflet uzatmıştır. Bu Ramazan Kur’an’a söz vermeliyiz; Ey Kur’an, bir daha asla
senden ayrılıp gurbetlerde perişan olmayacağım, diye.
Avrupadaki dini hayatımız çerçevesinde mukabele hak
ettiği yeri bulmalıdır. Kurtuluşumuz Kur’an’ın kendisine
dönüştedir. Bu da öncelikle bu mukaddes metnin orjinali ile temasa geçmekle başlar. Bu sadette başta cami imamlarımız olmak üzere cemiyet ve camilerimize çok büyük
vazife düşmektedir. Kur’an okumanın faziletine sık sık
değinmeli, cemaatı heveslendirici manevi karşılıkları, Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) dilinden aktarmalıdır. Avrupanın
dört bir tarafında mukabele okunmayan hiç
bir cami kalmamalıdır.
Bu toprakların manevileşmesi için en etkili çalışmaların başında
Kur’an mukabelesi ve tilaveti gelmektedir. Bu
doğrultuda camilerde
mukabele programları
Ramazan’dan haftalar
önce ilan edilmeli ve
teşvike başlanmalıdır.
Hatta çalışan ve okula
giden cemaatın saatleride göz önünde bulundurularak icabında günde iki mukabele okunmalıdır.
Bu suretle camiler gerçek bir maneviyata bürünmüş olacaktır. Kur’an tilaveti sadece Ramazanlara sıkıştırılmasa,
diğer zamanlarda da örneğin sabah namazlarından sonra
okunagelse Ramazanda çift mukabele büyük bir haz ile okunacaktır.
Kur’an tilavetini camilerde öğrenen gençlerimiz bu
çabalarını manevi kazanca dönüştürmelidirler. Okudukları
Kur’an’dan elde edecekleri sevapların hesabını yapmak ve
ahiret merkezli bir çalışmanın içine girmek ancak mukabele gibi son derece yüksek kazançlı faaliyetlerle mümkündür. Yıllık çalışma planları yapılırken ajandaya Ramazanda mukabele yazılmalı ve tatbiki titizlikle takip
edilmelidir. Başa organizatörler olmak üzere, tıpkı bir iftar programındaki gibi aşkla ve şevkle mukabele ziyafetleri aksatılmadan kurulmalıdır.
1
Buhari, Tevhid 52, Müslim, Müsafirin 243
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
21
islam ve
hayat
Ramazan’da
camiyi düşünmek
Cami, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren müslümanların hayatında önemli bir yer tutmuş ve
merkezi bir rol oynamıştır. İlk müesseseleşmeler Peygamberimiz dönemiyle birlikte camiyle
başlamıştır.
Yusuf SOYYİĞİT • yusufsoy67@gmail.com
C
ami, parçaları bir araya toplayan, bir şeyin bir
kısmını diğer bir kısmına katan, uzlaştıran ve
barıştıran anlamlarına gelir. Camiler, toplumun
her kesiminden insanların herhangi bir ayrıma
gitmeden bir araya geldikleri, kaynaştıkları, aynı heyecanları yaşadıkları, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının doruk noktasına ulaştığı kutsal mekanlardır.
Cami, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren müslümanların hayatında önemli bir yer tutmuş ve merkezi bir
rol oynamıştır. İlk müesseseleşmeler Peygamberimiz dönemiyle birlikte camiyle başlamıştır. Ve adeta camiler yerleşim merkezlerinin oluşumunda belirleyici bir görev üstlenmiş, şehir merkezlerinde önce cami yeri belirlenmiş,
sonra şehrin diğer kısımları çevresine kurulmuştur.
Cami, İslam’ın özünde yer alan dayanışma, uzlaşma,
kötülüğe iyilikle mukabele, güzel ahlak, yardımlaşma,
doğruluk gibi temel ilkelerini İslam’ın ilk doğduğu günden beri kendi yapısı itibarı ile her gün kendisini ziyarete gelenlere bulunduğu çağdan şöyle seslenir:
Bende Mihrab vardır. Mihrab sadece imamın cemaatin önüne geçip namaz kıldırdığı yer değildir. Mihrab,
‘harb’ kökünden gelir ve ‘her türlü kötülükle mücadele
edilen yer’ demektir. Dolayısı ile muhteşem bir ahlak boyutu da ifade edilmiş olur. Ayrıca bende ‘Minber’ vardır.
Bilginin ışığa dönüştüğü yer demektir. Böylelikle İslam’ın
ışığa dönüşerek, oradan kalbimize ve beynimize aktarıldığı yerdir. Bende ‘Kürsü’ vardır. Kürsü sadece sandalye
manasında değil, kürsü aynı zamanda yine o bilginin yü-
22
IGMG • PERSPEKTİF
celiğini ifade eden bir kavramdır.
Bu özellikleriyle camiler, başta Avrupa olmak üzere bütün dünyada yaşayan müslümanlar için, İslam’ın öğretilip yaşatıldığı, bize ruh veren, bizi diri ve canlı tutan, bizi tanıştırıp kaynaştıran, bilgimizi ve kardeşliğimizi pekiştiren,
bireylerin kimliğini ifade etmeleri ve tarihlere sürekli can
vermesi açısından en önemli mekanlardır.
Caminin en önemli özelliklerinden biriside kişinin sos-
islam ve
hayat
yalleşme sürecine yaptığı olumlu katkıdır. İnsan camide
hem ibadetini yapar hem de kendi ve diğerleri üzerinde düşünmeye, olumlu davranışlar geliştirmeye çalışır. Cami
vaaz ve hutbeyle sağladığı dini bilgilenme boyutuna aynı zamanda, bir arada bulunma, aynı mekanı paylaşma
huzur ve sakinliği de katar. Bu anlamda cami hem dini
yaşama, hem de sosyalleşme yeridir. Cami aynı zamanda
bilgilenmenin pratiğe dönüştürülme mekanıdır.
Avrupa müslümanlarının, İslam öğretisinin inşasındaki en somut örnekleri camilerdir. Avrupa’daki cami olgusu, bir çok islam ülkesi ve Türkiye’dekinden büyük
farklılıklar arz eder ve bu farklılığıyla da bir bakıma klasik dönemi hatta osmanlı döneminin camilerinin fonksiyonlarını andırır. Avrupada camiler toplumun merkezinde yer alan birer sosyal kültür merkezleridir. Bir çok İslam ülkesinde sembolik olan bu durum, Avrupa’da reeldir. Bunu da yaşanılan ülkedeki özel şartlar ve sosyo-legal atmosferin müsait olması sağlamıştır. Bunun yanında
yeni ve yabancı bir toplumda bulunmanın etkiside büyüktür.
İçinde bulunduğumuz, beraber yaşamanın, medeni ilişkilerin önem kazandığı, dünya ortamında camiler, cemaatin nabzının attığı yerlerdir. Küreselleşen yeni dünya
da, farklı kültürleri, kendi farklılığı içinde koruma gereği hisseden ve çok kültürlülük adına Avrupa’da camiler İslamın dış dünyaya açılan kapısıdır. Komşuluk ilişkilerinin
giderek azaldığı günümüzde camiler bu yapıcı fonsiyonu
ile bu görevi yerine getirmektedir. Cami toplumda ortak
bir şuurun oluşmasına önemli katkılar sağlayan bir müessese
olması münasebeti ile sadece müslümanlara değil yaşanılan ülkedeki herkese hizmet alanı sunmaktadır.
Avrupa’daki camiler, psikolojik ve sosyolojik sorunların paylaşılarak tedavi gördüğü bir hastane gibidir. Yar-
dıma muhtaç insanlar için yardımların toplandığı, kermeslerin yapıldığı en önemli sosyal dayanışma merkezleridir.
Öyleki Ramazanlarda, yaşanılan Avrupa şehirlerindeki
belediyelerle irtibata geçilerek gayri müslimlere yardım
paketleri dağıtılmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz Ramazan-ı Şerifte bir çok şehrin merkezlerinde kurulan iftar çadırları İslam’ın güzelliğinin, dayanışmasının, müslüman veya gayri müslim ayırt etmeksizin insana verdiği
değerin haykırıldığı yerlerdir .
Cami ashab-ı suffa misali Avrupa’da eğitimlerin verildiği,
ilim ve irfan yuvalarıdır. Sadece yaz tatilinde, hafta sonunda veya tatil günlerinde değil, neredeyse hemen her gün
okul sonrası ve akşam saatlerinde çocuklara yetişkinlere
kadınlara dini eğitim ve İslam kültürünün öğretildiği ve aynı zamanda yaşanılan ülkenin kültürüne uyum sağlamanın, yerel dilin öğrenilmesinin merkezleridir. Çünkü camiler İslam toplumunun temelini teşkil eder. Ve bu bilinçte olan camiler bu işlevlerini toplumda yıllardır aksatmadan yerine getirirler.
Camiler işin özünde yer alan bu toplumsal dayanışmanın temellerinin atıldığı mekanlardır. Camilerde cemaatle kılınan günlük namazlar ve toplu kılınan cuma,
teravih ve bayram namazları gibi öbür toplu ibadetler,
imamın arkasında ve onun önderliğinde bir tek Allah’a
kulluk için saflar halinde toplanmış bulunan ve her türlü
mesleki, sosyal, kültürel statü farkları ve imtiyazları bir kenara bırakarak kenetlenen ve yek vücut olan bir toplumsal kaynaşma ve bütünleşmenin en canlı örnekleridir.
Sonuç olarak camilerin bizim sadece ibadet mekanımız değil, insanlarla gönüllerimizi birleştirdiğimiz paylaşım platformu gibi her türlü bilgiyi paylaştığımız, şehirlere ve milletlere kimlik veren toplumun vazgeçilmez
unsurları olduğu unutulmamalıdır.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
23
dünya
Latin Amerika’yı
değerlendirirken
Geleneksel olarak Latin Amerika kıtası, Amerika’nın arka bahçesi gibi görülmekle birlikte
Amerikan karşıtı hareketlerin en yaygın olduğu
kıtadır da.
Mehmet ÖZKAN • metkan82@hotmail.com
L
atin Amerika dünya siyasetinde önemli bir yer
işgal etmesine rağmen aslında diğer küçük kıtalarla
karşılaştırılınca hak ettiğinden daha az üzerinde
durulan, konuşulan ve yazılan bir kıtadır. Soğuk savaş döneminden kalan ve hâlâ kıtaya bakış açımızı büyük ölçüde şekillendiren yaklaşım, Latin Amerika
deyince sol hareketler ve anti-Amerikanizm aklımıza gelmesidir. Aslında bu bakış açısı, temelde doğru olsa bile,
kıtaya daha geniş perspektiften ve karşılaştırmalı bir bakış açısı getirmek, 21. yy.daki eğilimlerini tespit etmek
ve Latin Amerika’yı soğuk savaş sonrası dünya sistemi
içine yerleştirmek bir zorunluluktur. Bu yazımızda, sosyal ve siyasî dinamiklerden yola çıkarak Latin Amerika’ya nasıl bakılması gerektiği sorusuna, Amerika, İslam
Dünyası ve kıtanın geleceği gibi noktalardan yaklaşarak
cevap arayacağız.
Geleneksel olarak Latin Amerika kıtası, Amerika’nın
arka bahçesi gibi görülmekle birlikte Amerikan karşıtı hareketlerin en yaygın olduğu kıtadır da. Muhtemel siyasî etkileri, diğer bölgelerdeki Amerikan karşıtlığından daha
fazla olabileceği için Amerika, Latin Amerika’ya yönelik olarak soğuk savaş döneminden beri gerektiğinde askerî müdahale ve darbelere destek vermek dahil, kıtanın
kontrolünden çıkmaması için her türlü siyasî yolu izlemiştir. Eski Sovyetler Birliği, özellikle sol eğilimli örgütler ve Küba gibi devletler örneğinde olduğu gibi, kendisine ciddî bir kazanım elde ettiyse de, bu durum hiçbir
zaman Amerika'nın kıtadaki hayatî çıkarlarını tehdit edecek boyuta ulaşmamış olup etkisi sınırlı kalmıştır.
24
IGMG • PERSPEKTİF
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte Latin Amerika
kıtası fikrî ve siyasî yapı anlamında ciddî değişikliklere uğramıştır. Bu değişiklik, kendisini üç temel formda göstermiş olup şu an kıtanın geleceği anlamında bu üç siyaset tarzı derin bir yarış içindedir. Bu eğilimler, temel olarak Amerikan eğilimli (Kolombiya ve Şili gibi), Amerikan
karşıtı ve sol meyilli (Venezuela, Ekvator ve Bolivya gibi) ve son olarak da aslında kökleri sol eğilime dayanan
fakat kendilerini ortanın solu olarak ifade eden ve kendi
çıkarları ile neo-liberal politikalar arasında bir denge arayışında olan siyasî eğilimdir. Bu eğilim daha çok kendisini Lula’nın devlet başkanı olmasından bu yana Brezilya üzerinden göstermiş ve şu an itibariyle hem siyasî demokratikleşme, hem de ekonomik refah anlamında kıtada örnek gösterilmektedir. 21. yy’da Latin Amerika’nın geleceği bu üç siyasî projenin hangisinin daha başarılı olup
kıtada yayılacağı ile ilgili bir ‘fikrisel’ mücadeledir. Latin
Amerika aynı Orta Doğu gibi, etkilerinin son derece fazla olduğu ve herhangi bir pozitif ya da negatif gelişmenin
hemen yayıldığı bir kıtadır. Ortak dil olarak İspanyolcanın kullanılmasının yanı sıra, Brezilya haricindeki diğer
bütün devletlerin aynı devlet tarafından sömürgeleştirilmesi
(İspanya), sömürgeciliğin kıtada bıraktığı siyasî kültür ve
kurumlarda ciddî benzerlikler oluşmasına yol açmıştır. İşte bu yüzden, her ne kadar her ülke farklı sorunlara sahip
olsa da, Latin Amerika’da bir ülkenin geleceğinden çok,
tüm kıtanın geleceği üzerine konuşmak hem kıtayı daha
iyi anlamayı sağlayacak hem de daha anlamlı olacaktır.
İslam dünyası açısından herşeyden önce vurgulanma-
dünya
Arjantin’in Córdoba kenti kıtadaki en yoğun Müslüman nüfusa sahip
sı gereken nokta Latin Amerika kıtası ile “sosyal” bağların bilindiği ve düşünüldüğünden çok daha fazla olduğudur. Osmanlı Devletinin son döneminde oraya göç eden Osmanlı tebasının kıtadaki etkisi ve etkinliği o kadar önemlidir ki bugün Latin Amerika’da “turco” denilen yeni bir
toplumsal katman oluşmuştur. Bunlar kıtada sadece İslam’ı tanıtmakla kalmamış, aynı zamanda “Türk stili” denilen ve ticarette hayli başarılı ve toplumda saygınlığı
olan yeni bir nesil oluşturmuşlardır. Kısmen bunların etkisiyle Latin Amerika’da Müslüman nüfusun az olduğu bölgeler ve kıtalara kıyasla İslam karşıtı duygu ve düşünce son
derece azdır. Sosyal anlamda var olan bu yakınlığa rağmen
siyasî ve ekonomik ilişkiler son derece zayıftır. Bunda,
kıtayla olan siyasî ve ekonomik ilişkilerin tarihten gelen
zayıflığının yanında, kıtaya yönelik olarak bir bakış açımızın olmamasından kaynaklanmaktadır.
Yukarıda belirtilen sosyal etkenlerin yani sıra Latin
Amerika, Ortadoğu ve İslam dünyası ile uluslararası siyasetteki
yeri itibariyle aslında benzer bir kaderi paylaşmaktadır.
Her iki taraftaki sömürgecilik sonrası bağımsızlık hareketleri, fikirsel olarak 19. yy ile 20. yy’ın başlarında olgunlaşmış, siyasî olarak ise kendisini ve etkinliğini İkinci Dünya Savası sonrasında göstermiştir. Soğuk Savaş döneminde her iki bölgede de bir Amerikan/Batı karşıtlığı en
üst düzeydedir.
Fakat ideolojik duruşları iki farklı ideoloji olarak kendisini göstermiştir. Latin Amerika’da sol hareketler, İslam dünyasında ise İslamî hareketler, Batı karşıtı alternatif siyasî duruşların temsilcisi ve sözcüsü olmuştur. Soğuk Savasın bitmesi sonucunda ise 1990’lardan bugüne gelinceye kadar Latin Amerika’da bir çok sol parti/grup iktidara gelmiş olup bunlardan Venezuela gibi ilk iktidara gelenler anti-Amerikancı söylem üzerine ve 80’lerin anlayışı
üzerine kurdukları sert ve radikal bir siyasî tavır takınmış
ve takınmaktadırlar. Aynı şekilde İslam dünyasında ikti-
dara gelen ilk İslamî siyasî partiler duruş itibariyle “radikal” olarak değerlendirilmiş ve uluslararası sistemden dışlanmıştır. 2000 yılı sonrasında hem Latin Amerika’da hem
de İslam dünyasında yeni bir siyasî rüzgar esmektedir.
Latin Amerika’da Brezilya Devlet Başkanı Lula’nin önderlik ettiği ve kendi iç dinamiklerinden ayrılmadan fakat
aynı zamanda Batı’yla da sürekli çatışma içinde olmayan
yeni bir siyasî alternatif proje yürürlükte olup başarılı bir
grafik çizmektedir.
“Ortanın solu” denilebilecek bu siyasî duruş, bugün
itibariyle Latin Amerika’da en başarılı ekonomik ve siyasî proje olup diğer bir çok devlet tarafından çeşitli vesilelerle taklit edilmekte ve örnek alınmaktadır. Aynı şeyleri, “ortanın sağı” kavramı üzerinden Türkiyenin Ak-Parti ile birlikte İslam dünyası adına oluşturduğu siyasî duruş ve söylem üzerinde de görmek mümkündür. Dolayısıyla Türkiye ve Brezilya’nin kendi bölgelerindeki kaderleri birbirine benzemektedir. Yukarıda özetlenen benzer tarihi tecrübelerden yararlanma adına Latin Amerika,
İslam dünyasından, İslam dünyası ise Latin Amerika’dan
faydalanmalı ve karşılıklı bilgi artısı ile ortak tecrübeler
üzerinde Batı dışı alternatif bir dünya kurmanın “tarihsel
tecrübe” zemininde önemli işbirliği yapılabilmelidir.
21. yy dünya tarihinde hiç görülmediği kadar sadece
birbirinden son derece uzak olan kıtaların birbirleriyle iletişim ve etkileşimi artırdıkları bir küreselleşme süreci değil, aynı zamanda Batı dışı toplumların ortak tecrübelerden hareketle oluşturmak istedikleri alternatif dünya düzeni fikrinin son derece farklı tecrübelerden yola çıkarak
aynı potada harmanlandığı bir surece işaret etmektedir.
Bu süreç, karsılaştırmalı analizlerin ve işbirliklerinin yapıldığı dönemde Latin Amerika ile ilişkilerin sosyal ve
siyasî anlamda geliştirilmesi hem yeni ufuklar açacak hem
de kendimize bir kez daha dışarıdan bakmamızı sağlayacaktır.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
25
dünya
“Kürt
açılımı”
Evet mesele, demokratikleşme, özgürleşme,
sivil-demokratik anayasa, siyasî ve hukukî bir
reform meselesidir.
İlhan BİLGÜ • ibilgu@igmg.de
T
ürkiye’de hükümetin başlattığı ve muhteviyatına dair pek de bir bilginin bulunmadığı “Kürt Açılımı”, kimilerine büyük bir heyecan verirken,
kimilerinin rüyalarını kaçırıyor. Tarafların muhayyilesi öylesine geniş ki, meselenin temeli üzerinde görüş belirtmemeyi cesaret, bu işin nasıl halledileceğine dair görüş beyan etmemeyi neredeyse şecaat sayıyor. Daha
ne olacağını bırakın, nasıl olacağı üzerinde dahi konuşmaktan
aciz olmalarına rağmen, hemen sonuç üzerinde durma kolaylığını tercih edip taarruza geçiyor. Herkes, ortada kaldırılması gereken bir mevtanın ve bu mevtanın da, her
şeyi ile Türkiye’nin elini kolunu bağladığını bildiği halde, sorumluluk üstlenmekten kaçınıyor.
“Kürt Sorunu”ndan bahsederken, “Sorunun adı doğru konulmalıdır,” diye yazmıştık 2007 yılı Aralık sayımızda.
Ve şöyle devam etmiştik: “Sorun, 1- Demokratik, kültürel ve sosyal problem olarak toptan Doğu ve Güney Doğu Anadolu sorunu. 2- PKK terör eylemleri ağırlıklı olmak
üzere diğer örgüt veya şahısların gerçekleştirdikleri terör sorunu. 3- Bu iki soruna karşı bu zamana kadar alınmış tedbirlerin yetersizliği ve hatta zaman zaman yanlışlığı. 4- Bu tebdirlerde siyasî iradenin hakim olamayışı sorunudur.”
Yukarıdaki özetle sıralanmış bu maddeler, yüzeysel
gibi görünse de, Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr.
Numan Kurtulmuş’un da ifade ettiği gibi, önümüzdeki
mevtayı bir “Kürt Sorunu” veya çözümünü de “Kürt Açılımı” olarak değerlendirmek, yüzeysellik olduğu kadar,
26
IGMG • PERSPEKTİF
aynı zamanda bir saptırmadır da. Kurtulmuş’un bir cümlede özetlenen çözüm önerisi, aslında sorunun da temelini yansıtıyor: “Mesele sadece Kürtlerin, Alevilerin, dindarların, gayr-ı müslim azınlıkların değil, Türkiye’de demokratikleşme ve özgürleşmenin esas başlangıcı, millet
tarafından seçilmiş insanlar eliyle yapılan sivil, demokratik anayasa yapımı süreciyle, siyasî ve hukukî reform
sürecinin başlatılmasıdır.”
Evet mesele, demokratikleşme, özgürleşme, sivil-demokratik anayasa, siyasî ve hukukî bir reform meselesidir. Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı Güneydoğu Anadolu
bölgesinde, (Kürtlerin en yoğun yaşadığı yerin İstanbul
olduğunu da hatırlatalım!) “Kürt oluş”ları sebebiyle başlarına ne geldiyse, bunun içindir. Hadi diyelim ki, tüm bu
olup bitenler, “ülkeyi bölmeye niyet etmiş, bunun için eline silah alıp, asker-sivil demeden öldürebilen bir örgütün eylemleri” sebebiyle olsa da çözüm, özgürlük ve adil
bir hukuktadır. 40 bine yakın insanın hayatını kaybetmesi, anaların, her gün gözyaşı ile kıvranmaları, bundan sonra intikam duygularını körüklemek yerine, daha çok merhamet ortaya koymak ve kalıcı çareler bulmak için çok
bile. Çözüme doğru bir adım olarak, Numan Kurtulmuş’un, devletin operasyonları durdurmasını istemesi, bu
bağlamda, sorunun çözümü için ortaya konulabilecek ciddî ve cesurane bir istektir ki, hükümetin çözüm yolundaki en cesurane uygulaması da bu olacaktır.
Afakî suçlamalara sarılarak, çözümsüzlüğü zafer diye
sunanları susturmanın yolu da, özgürlükten, demokratik
dünya
Başbakan Erdoğan, DTP heyeti ile yaptığı görüşmeyle “Kürt Açılımı”nı başlattı
ve hukuka dayalı bir toplumdan geçiyor. Türkiye’nin meselesi budur. Eğer ortak bir devletten, ortak bir yurttan ve
ortak bir kaderden bahsediyorsanız, sevinçlerinize ortak
olacağınız gibi, acılarınıza da ortak olacaksınız; yükümlülük ve haklarınız da birbirine eşit olacaktır. Hiç kimse
birbirini azınlık, ya da, hakim etnik grup olarak görmeyecek,
dolayısıyla, özgür ve açık toplumun gerekleri yerine gelecektir.
Türkiye’de hakim bir grup problemi elbette ki vardır.
Bu hakim grup, “Türklüğü” öne çıkarsa da, şükür ki, hakim bir etnik grup problemi yoktur. Türkiye’deki, hakim
grubun özelliği, devletin ve milletin sahipliğine soyunup,
her türlü hakkı ve iktidarı bu sahipliğe kutsallık kazandırarak sürdürmek isteyen bir oligarşık grup olmasıdır. Bu
grup, “Türk” unsurunu istismar ederek, ülkeyi sahiplenmiş durumdadır. Bir yandan, Türklüğü öne çıkarıp, milliyetçiliğinin yapılmasını devlet politikası haline getiriren bu hakim grup, “Kuzu postuna bürünmüş Kurt”lar
gibi sinsice davranmasını da becerebilmektedir. “Kürtçülük bölücülüktür. Türk milliyetçiliği ise, pozitif bir milliyetçiliktir; ırkçılık değildir. Ne mutlu Türküm diyene,” diyerek de milliyetçiliği fazilet olarak sunmaya kalkanlar,
Kürtlerin, Kürtlüklerine sarılmaları ve sorunun temelini,
“Kürt” olmalarına bağlamalarını anlamakta zorlanacaklardır.
Esasında, bu mantıkla hareket ettiğinizde, müşkülatın, “Türklük”ten kaynaklandığını görülecektir. Nitekim,
Refah Partisi Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Bingöl konuşmasında “Siz, ne mutlu Türk’üm derseniz, Kürtler de, ne mutlu Kürt’üm diyeceklerdir,” şeklindeki bu
tür milliyetçiliğe karşı çıkması sonrasında yargılanıp siyasal
yasaklı hale getirilmesi, özgürlük ve adalete olan ihtiya-
cımızı bir kez daha ortaya koymaktadır. Demokrasi, özgürlük ve hukuka dayalı sistem, “milliyetçi/etnik kamplaşma”yı önleyecektir.
Türkiye’de, Kürtlerin bir azınlık olmadığına dair neredeyse ittifak vardır. Gerçi, azınlık/ekalliyet hukukî terim
olarak başka, sosyolojik terim olarak başka anlamlara çekilebilecek ise de, özgürlük ve adalete dayalı bir hukuk düzeniyle idare edilen modern toplum ve devletlerin azınlık
problemi olmamalıdır. Çünkü böylesi toplumlarda, özgürlük ve adalet ön plana çıkar. Kendisini farklı olarak
gören grup, etnik de olsa, özgürlük ve adalet ilkelerinden
dolayı, farklılıklarını yaşayabilme ve ifade edebilme imkanına kavuşacaktır. Bunun gereği olarak, isterlerse genel
eğitimden farklı olarak, kendi dillerinde eğitim görme ve
yayın yapabilme hakları ile, kamu hizmetlerinden isterlerse
bu dillerde yararlanabilmeleri bir lütûf olmayacak, aksine o toplumun özelliğinden dolayı destekleneceklerdir.
Azınlık tanımlamasını aşağılayıcı bir tanımlama olarak değerlendirmek gerekir. Bir insan grubunun sayısının
az olması sebebiyle, bazı haklardan mahrum edilebileceğinin düşünülmesi dahi ürkütücüdür. Dolayısıyla, karşılıklı
saygı ve elbette ki müsamahaya dayalı toplumsal bir ahlak da gerekiyor. İtiraf edilmelidir ki, Türkiye’de bu toplumsal ahlak daha oturmamıştır ve oturmamasının temel
nedeni de, ülkeyi sahiplenmiş ve bu sahiplenmeye kutsallık kazandırmış olan mevcut sistemdir. Yani, asıl sorun sistemin kendisindedir.
Bu noktada, daha fazla bir yoruma yer vermeden şu
ayet-i kerimeyi hatırlatmak istiyorum: “Yine, göklerin ve
yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.” (Rûm Sûresi [30:22])
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
27
dünya
Tunus
Yusuf ZİYA • yza301@hotmail.com
T
unus, Kuzey Afrika’nın en kuzeyinde Akdeniz’e kıyısı bulunan Müslüman bir Arap ülkesi ve
batısında Cezayir, doğusunda
Libya ve Akdeniz, Kuzeyinde de Akdeniz yer alıyor. Ülkenin güneyi ve büyük kısmı ise Büyük Sahra Çölü kaplı. Çoğunluğu ülkenin kuzeyinde yaşayan on milyon civarındaki nüfusu ve toprak parçası
bakımından küçük sayılabilecek bir ülke
olmasına karşın her yıl nüfusunun yarısından fazla turisti ağırlıyor. Topraklarının
büyüklüğü bakımından Almanya’nın yaklaşık beşte biri büyüklüğünde kabul edebileceğimiz Tunus’un en önemli şehri başkent Tunus olup, nüfusu 1,5 milyona yaklaşmıştır. Diğer önemli şehirlerini ise El Kayrevan, Bizerte, Cundûbe, Sûse, Sefakis,
Nabul, Gabes, El Hammamet olarak sayabiliriz.
Fransız izlerini şehrin her tarafından görmek mümkün ve ülkenin birçok yerinde Fransızcanın Arapçadan
sonra ikinci dil olması bunun en basit göstergesi. Resmi
binalarda Arapçadan sonra bir de Fransızca yazması, sokakta gördüğünüz araba markalarının çoğunluğunun Fransız markası olması gibi izlerde bunlardan bazıları. Ayrıca
bizde var olan doğu batı gibi bir ayrım, onlarda da kuzey
güney ayrımı olarak kendisini gösteriyor. Kuzey fakir, çöl
iklimi, Berberilerin yaşadıkları yer iken, güney ise denize yakın, turizm geliri yüksek, modern şehirlerde Arapların
yaşadığı bölgeler olarak kabul ediliyor.
Etnik ve dini bilgiler
Tunus nüfusunun %96’sını oluşturan
Arapların tamamına yakını ve nüfus oranı yüzde 3’e yakın olan Berberilerin tamamı, yani Tunus halkının %99 kadarı
Müslüman’dır. Müslüman halkın hemen
hepsi sünnidir ve çoğunluğu Maliki mezhebine mensuptur. Ayrıca ülkede çok eskiden İspanya’dan göç eden Yahudi azınlığı ve Avrupa kökenli Hıristiyan bulunmaktadır. Ülkedeki yabancılar genellikle
Fransız ve ya İtalyan’dır. Fransız azınlığın
28
IGMG • PERSPEKTİF
Başkent Tunus
oranı ülkenin bağımsızlığını elde etmesinin ardından iyice azalmıştır.
Ülkenin resmi dili Arapçadır ve uzun yıllar Fransız işgalinde kaldığı için halkın çoğunluğu Arapçanın yanı sıra
Fransızca da konuşabilmektedir. Hatta gazete ve dergilerin yarısı, Radyo ve TV’lerin birer kanalları Fransızca yayın yapar. Ayrıca güney bölgelerde yaşayanlar Berberice
konuşur. Tunus nüfusu, ülkenin yerlileri olan Berberilerle Arapların karışımından ortaya çıkmıştır. Emeviler döneminde bölgeye Arapların yerleşmesiyle etnik ve dini
bir değişim meydana gelmiş ve Müslüman Araplar bölgeye
hâkim olmuştur.
Kayravan eski yerleşim birimlerinden birisidir
dünya
Kısa geçmişi
varlar ve caddeler düzenli ve
Tunusluların kökenleri
bakımlı. Tunus merkezde de
Berberi adı verilen kavimlere
evler çok katlı değil. Bu açıdan
dayanır. Bölgede şehirleşme
daha sade bir hayat tarzı oldumilattan önce 9 ve 11. yy.larğu söylenebilir. Tabi bu görsel
da Fenikelilerin Kartaca şehrini
modernleşmenin, Tunus’un en
inşa etmesi ve Tunus’u bir üs
son 2001 yılında Akdeniz
olarak kullanmaları ile başlar.
Olimpiyatları’na ev sahipliği
Tarih boyunca; Romalıların,
yapmış olmasının büyük rol
Bizanslıların, Arapların ve 16
oynadığı bir gerçek. Olimpiyat
yy. da Osmanlıların egemenve benzeri organizasyonların,
liğinde kalan Tunus 1881 yıyapıldıkları ülkeler açısından
lında Fransızların yönetimine
her yönden verimli olduğu mugeçer. Tunus 1954 yılında bahakkak.
ğımsızlığını ilan edene kadar
Tunus’un en ünlü yemeği KusFransız işgalinde kalmıştır.
kus bizim bildiğimizden çok
Tunus’un İslam ile tanışfarklı. Yerel yemeklerin Türk
ması Müslümanların 648 yıağız tadına çok uygun olduğu üllında bölgeyi fethi ile gerçekkede, ekmek hayatın temelini
leşmişti. Kısa süre içinde tüm
oluşturur ve her bölgenin kenTunus Müslüman oldu. Müsdine has bir ekmeği vardır. Tulüman devletlerin hâkimiyenuslular acı ve bol baharatlı yetinde pek çok kez yönetim demekleri severler.
ğişikliği yaşayan Tunus’ta gerDiğer yandan günlük hayatta
çek istikrar, 1574 yılındaki Oshaddinden fazla istihdam edilen
manlı iktidarıyla başladı. Tunus,
polis ve askerler, bir ülkede
Sahabeden Ukbe b. Nafi’nin yaptırdığı cami Kayravan’dadır.
Osmanlı Devleti’ne bağlı bir
baskı ve sindirmenin olduğueyalet haline getirildi ve bu statüsü 1881’e kadar sürdü. Bu
nun açık bir göstergesidir. Tunus’ta da sokakta gezerken
dönemde Tunus’u kendilerine “Dayı” ya da “Bey” adı vekarşılaştığınız asker ve polisler bu tür bir sindirme polirilen, halifeye bağlı yerel yöneticiler idare ediyorlardı.
tikasını hissettirir insana. Böyle bir ortamda TunuslulaTunus’taki bu barış dönemi, Fransa’nın 1881’deki işgalirın susturulmuş bir kalabalık olduğunu düşünürsünüz.
ne kadar sürdü. Fransız işgali döneminde İslam’dan uzakBenzer sıkıntılarımız var Tunuslularla. Başörtülü olarak bılaştırılmaya çalışılan Tunus halkı büyük sıkıntılar yaşadı.
rakın resmi daireleri, özel sektörde dahi çalışmak yasak.
Sömürgeci Fransız yönetimi ülkeyi terk ederken dahi, arÖğrenemez, öğretemez başörtülü Müslüman bayanlar.
kasında kendisine sadık yönetim kadroları bırakmıştı. Bu
Postanede çalışamaz, mühendis olamaz. Neden? Çünkü yakadrolar Fransızların menfaatlerini onlardan daha fazla
sak! Bu yasaklar hiçte yabancı gelmiyor bize nedense.
koruyor ve siyasetlerini devam ettiriyordu. Bugün halen
Gözümüz ısırıyor bir yerlerden. Ama çalışması yasak olFransızların geride bıraktığı miras ülkenin İslami kimlimayan yerlerde var. Hem de resmi dairelerde. Nedir o işğine kötü bir iz bırakmaya devam etmekte ve ülkede isler peki? Temizlikçilik, hizmetçilik vs. Layık olduğu dütikrarın sağlanamamış olması İslami yaşantının engellenşünülen hizmetlerin yolu her zaman açık başörtülü Müsmesiyle bir yere varılamayacağını göstermektedir. Mulüman bayanlara. İslami yaşantının önündeki engellerin
hakkak ki hepimizin temennisi gerek Tunus’ta gerekse
kalkması için elden geleni yapıp sonra da dua etmek geBalkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğu’da tüm dünyada Müsrek. Velhasıl dindarlar üzerinde olumsuz bir hava var Tulümanlara karşı yürütülen her türlü baskının bir an önce
nus’ta. Birçok yerde olduğu gibi kimlik ve gelenek çatışsona erdirilmesidir.
ması yaşanıyor. Küresel kapitalist düzen deresine düşmüş
ve kimliğini arayan bir Tunus halkı var.
Günlük yaşam
Tunus’a tepeden baktığınızda sanki her şeyin bembeyaz
Kaynaklar:
olduğunu görürsünüz. Evler çatısız, duvarlar bembeyaz- http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Tunus
dır. Başka renge geçit yoktur sanki. Ancak Tunus bayra- “Tunus’tan Türkiye’ye”, Hüseyin Eren, http://www.karakalem.net/?
ğı hariç. Tunus’un bağımsızlık sonrası bayrağını da türk
article=3223
- “Yasemen Diyarından – Tunus Hatıraları”, Dr. Said Dağdaş, Ümran
bayrağı gibi ay ve yıldız süslüyor. 1,5 milyon insanın ya2003
şadığı başkent Tunus’un trafiği, yoğunluk ve kuralsızlık
açısından İstanbul’u aratmaz. Ancak özellikle ana bul-
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
29
kültür
Tekstil ve kağıt üretimi
Müslümanların günlük yaşamımıza katkıları
İlknur MELEKOĞLU • imelekoglu@yahoo.de
T
ekstil ürünleri Orta Çağ ticaretinin bel kemiği
ve keten çok miktarda İran’dan İspanya’ya doğru genişidi ve ekonomide ayrıcalıklı bir öneme sahipti.
leyen alanda üretiliyordu. Orjinalı Hindistan’a dayanan
Bu zamanlarda tekstil üretimi ve ticaretinin çapamuk, Müslümanların pamukla tanışmasından sonra ilk
lışan çoğu insanın meşguliyet alanını oluşturdefa Akdeniz de yaygın bir şekilde üretildi. Suriye ve Filistin’de
duğu tahmin edilmektedir. 9. yy’da İspanya’daki
de yetiştirilen pamuklar İspanya’nın güneyinden Avrupa’ya
Müslümanların yaptıkları kumaşlar uluslararsı bir üne kayayılmışıtr. Dericilik de önemli bir iş koluydu. Fez’de
vuşmuştur. Öyle ki 3 yy. sonra bile altın bordör ve na12. yy’da Emevi hükümdarı Mansur döneminde 86 deri
kışlarla süslü İspanyol ipekleri Portekiz Kraliçesi Beatrix’in
tabakhanesi ve 116 deri boyama atölyesi vardı.
düğününde kullanılmıştır. İspanyol Müslümları ünlü Çin
Bazı şehirler uluslararası alanda kendilerine mahsus kazanaatkaları gibi işlerinde ustalık ve hassasiyete sahipti.
liteli ürünleri ile saygınlık kazanmıştı. Şiraz yünlü elbiselerSadece Kordoba’da halı, minder, ipek perde, şal, divan
le, Bağdat çizgili ipekleri ve yatak-koltuk perdeleriy le, İran’ın
örtüsü ve ayakkabıcılar için kordovan derisi olarak biligüneybatısındaki Kuzistan deve ve keçi tüyünden yapılan kunen ince deri üretimi yapan 3000’den fazla dokumacı ve
maşlarla, Horasan divan örtüleriyle, Sur şehri halı, Buhara
zanaatkar bulunuyordu ve bu ürünler Avrupa’nın her yeseccadeleri, Herat altın sırmalı kumaşlarla ünlüydü. Bu varinden alıcı buluyordu. Özellikle kilim ve duvar halısı gikitlerde üretilen ürünlerden günümüze ulaşanı olmadı fakat
bi yünlü ürünler de üretiyorlardı, bunlar da genelde secdaha ileriki yıllara ait bazı ürünler Batı müzelerinde ve Doğu
cade olarak yada ev dekorasyonunda kullanılıyordu.
sanatı kolleksiyonlarında sergilenmektedir. Bunların en deEndülüs’te doğu tarzı kıyafetler Malaga ve Almeria
ğerlilerinden biri de Polonya Danzig’deki St. Marry klisekentlerinde yoğunlaşmıştı. Çünkü bunlar liman kentiydi
sinde bulunan, 14’yy’dan kalma Mısırlı bir Memluk sultave yeni stil ve teknikler ilk buraya ulaşıyordu. Müslüman
nına ait bir ipek pelerindir.
İspanya’dan tekstil sanayi Avrupa içlerine kadar geniş bir
Avrupa’nın Müslüman tekstil ürünlerinden etkilenmesi
şekilde yayıldı. Daha ileri doğu kesimlerinde ve Akdeniz
bu ürünlerin Ortaçağ Haçlı seferleri yoluyla ve tüccarlar
sahilleri boyunca kumaşlardan kıyafetler yapılmış ve ev
tarafından Avrupa’ya getirilmesine dayanır. Bu kumaşlar
süslemelerinde kullanılmıştır. Göçebe kadınlar bu kumaşlarından
Avrupa’da o kadar değerliydiler ki, Papa 2.Silvester lüks
seyyar hayatlarına uygun çadırlar dokumuşlar ve beşikFars ipeğinden giysisiyle gömülmüştür. Kraliçe Elenor 1255’de
ler yapmışlardır. O devirlerde kent merkezinde ve saEndülüs halılarını çeyizinin değerli parçaları olarak
raylarda genelde süslemeler halılar, örtüler, perdeler ve
İngiltere’ye götürmüştür.
asılan çeşitli kumaşlardan oluşuyordu.
17. yy’da İngiltere ile ticari ilişkiler patlama yaptı ve
Tekstil önemli politik araçlardı da aynı zamanda, bol
bu gelişmeyle Fars tekstilleri zirveye çıktı. 1616 yılında
miktarda diplomatik hediye olarak
İran Şahı İngiltere’ye 3000 balya
verilmiştir. Yüksek dereceleri mekredi vermiş bundan sonra Fars ipemurları ve diğer önemli şahısları
ği ithal ürünleri listesinde ilk sıradüzenli aralıklarla, önemli günleryı almıştır. 3 yıl sonra “ Rayol Anne”
de yöneticinin kendi evinde dokugemisi 11 balya Fars ipeğini
nan, şeref cübbeleri, türbanlarla ve
İngiltere’ye taşımış, devrin kralı 1.James
diğer giysilerle ödüllendirmek bir
bu ipeklerden çok etkilenerek
gelenekti.
İngiltere’de de ipek üretimi yapmak
1250 yılı Memluk Sultanından
istemiş, ipek böcekleri getirterek basonra her sene Kabe için bol nakımları için özel yerler ayırtmıştır.
kışlı ve süslü bir örtü hazırlanması
Kral 1.James ipek işleri yöneticisi
da gelenek olmuştur. İslam dünJohn Bonoeil’e ipek üretim teknikleri
yasında çok çeşitli tekstil ürünleri
ile ilgili bir inceleme metni toplatBursa ipeğinden yapılmış minyatür. (www.moripek.net)
mevcuttu. Popüler hale gelen yün
mış, bu metin 1622’de yayınlanmıştır.
30
IGMG • PERSPEKTİF
kültür
ağaçtan elde edilen kağıda oranla
17.yy’da Avrupa’ya ihraç edilen
maliyeti çok daha düşüktür.
Müslüman tekstilleri Avrupa burjuKenevirin yanısıra Müslümanlar
vasının gözdesi olmuş, yerel tekstil
Çinlilerin kullandığı dut ağacı kasanayi tehlikeye girmişti. Yerel ipek
buğuna alternatif olarak keteni kulüreticileri 1685’de bu yabancı tekslanmışlardır. Suda iyice ıslatılan ve
tillerle yarışmak istemedikleri için
mayalandırılan keten bezleri daha
şikayetçi olmuşlar, İngiliz ve Fransız
sonra kaynatılarak alkalin artıkları
ipek ve yün tüccarları da İngiltere’ye
ve kirden arıtılmış, bu ilkinden çok
Hindistan basmasını tanıtan East İndia
daha temiz olan bezler ağır çekiçşirketinin yasaklanmasını talep etlerle dövülerek kağıt hamuru elde
mişlerdir. Bu talepler karşısında
edilmiştir. Bu yöntem kağıt üretiminde
Britanya yönetimi 1700 yılında
Müslümanların başlattığı bir yöntemdir.
Müslümanlardan ipek ithalatına sıMüslümanlar pamuktan da
nır getirmiş, bu yasal düzenlemeyTürk giysileri hayranı Liotard'ın bir Türk kadınını reskağıt yapma denemelerinde bule Hindistan basmaları, İran ve Çin
mettiği eseri ünlü eserleri arasındadır. (www.wga.hu)
lunmuşlardır. Bu hususta 11.
kumaşlarının da ithal edilmesi yayy’dan kalma bir el yazması eser
saklanmıştır.
Madrid’deki Escorial Kütüphanesi’nde bulunmuştur.
Türk tekstil sanayiinde de ipek önemliydi. Bursa’da
800 yılında kağıt yapımı Mısır’a ulaşmıştır. 10. yy’da
en üst kalitede üretilen ipeklerde özellikle İznik motifleKur’an’ın ilk kez burada kağıt üzerine yazıldığı tahmin
ri ağırlık kazanmıştı. Buradan ipek ve kadife Osmanlı suledilmektedir. Mısır’dan batıya doğru yayılan kağıt yapıtanlarının saraylarına taşınmış, mindelerde, divan perdemı Kuzey Afrika ve Fas içlerine kadar ulaşmıştır. 950 yılerinde ve iç dekorda kullanılmıştır.
lı civarında Endülüslü Müslümanlar kağıt yapımını
Lady Montagu Türk tekstilinin ününden bahseder ve
İspanya’ya taşımışlar, kısa süre sonra da Valencia yakıTürk giysilerine olan düşkünlüğünü kendisi de bizzat bu
nındaki Jativa kasabası “Şatibi”adıyla bilinen kalın, pargiysileri giyerek gösterir. 18.yy’da Türk kumaş ve giysilak ve düzgün kağıdıyla ün salmıştır. Bağdat’ta üretilmeye
lerine hayran bir başka isim de İsviçreli etkili sanatcı Jeanbaşlanmasından 200 yıl sonra kağıt artık tüm İslam dünEtienne Liotard’dır. İstanbul’da beş sene yaşamış ve Türk
yasında ortak kullanımdaydı. Bu gelişmelerle kağıt, nakıyafetleri giymiştir. Onun bayanların potresini çizdiği
dir bulunan papirüs ve parşömenin yerini almış, kitap üre“Sitters en sultane” adlı potresi Türk kıyafeti modasının
timi kolaylaşmış kitaplar artık çok daha ucuza mal edilir
Avrupa’ya yayılmasında etkili olmuştur.
olmuş, toplu kitap üretimi tetiklenmiştir. Kitap üretiminBugün Batı’da da birçok ürün Müslümanlardan kalma
deki iş gücü daha azalmış ancak zanaattaki incelik deisimler taşımaktadır. “Muslin” (tülbent)Musul’dan, “damask”(Şam
vam etmiş, Müslüman dünyası binlerce kitap üretmiş bu
dokuması) Şam’dan, gauze (gazlı bez) Gazze’den, baldacda, kitap ticareti ve öğrenmeyi ateşlemiştir.
hin(yatak perdesi) Bağdat’tan, “cotton” (pamuk)Arapça “qutn”dan,
Kitap üretiminin yaygınlaşmasından boyama, mürekkep
“satin”(saten) Müslüman tüccarların Çin’den kumaşlar geyapımı, el yazmaları, hattatlık gibi diğer dallarda büyük
tirdiği Zeytuni’den gelme isimlerdir.
oranda faydalanmışlardır. Hrıstiyan Avrupa’da ilk kağıt
üretim yerleri Bologna’da 1293 yılında kurulmuş,
Kağıt
İngiltere’de ise ilk kağıt üretimi 1309 yılında gerçekleş1100 yıl önce Müslümanlar 751 Talas savaşında ele
miştir. Kağıt ve kitapların daha ucuza mal edilmesiyle Avrupa’da
geçirilen Çinli esirlerden sonra Bağdat’ta kağıt üretiyorbilgi hızlı bir şekilde yayılmıştır.
lardı. Kağıt yapımı kısa sürede
Danimarkalı tarihçi Johannes
Bağdat’tan Şam’a,Tabari’ye ve
Pedersen, Müslümanların kağıdı büTripoli’ye yayılmıştır. Üretimin artyük ölçüde üretmesi ile “Sadece İslam
ması ile kağıdın kalitesi artmış, fidünyası kitap tarihinde değil, tüm kiyatı ucuzlamış, Şam Avrupa’ya katap dünyasında hayati önem taşıyan
ğıt sağlayan en önemli merkez olbir başarıyı elde ettiklerini” söyler.
muştur.
Suriyeli kağıt üreticileri lifleri uzun ve güçlü olan ve yüksek
Kaynak:
kaliteli kağıt üretiminde kullanı1001 Inventions-Muslim Heritage in Our
lan kenevir yetiştirebilmenin
World, Prof. Salim T S Al-Hassani, 2006,
avantajına sahiptiler. Kenevir buFoundation for Science Technology and
Avurpaki ilk kağıt fabrikalrından İtalya FabriaCivilisation
gün geri dönüştürülebilen çevre dosno’daki kağıt fabrikası kalıntıları. (www.overpeck.com)
tu bir ürün olarak kabul edilir ve
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
31
islam und
leben
Die Moschee
im Ramadan
Moscheen sind konkrete Symbole des Islams.
In Europa erfüllen die Moscheen jedoch eine
umfassendere Funktion als etwa in der Türkei
oder anderen Teilen der islamischen Welt.
Yusuf SOYYİĞİT • yusufsoy67@gmail.com
D
er arabische Begriff
für Moschee, Dschâmî, bedeutet „vereinen, ergänzen, vereinheitlichen“. Demnach sind
Moscheen Orte der Zusammenkunft von Menschen aus verschiedenen gesellschaftlichen
Schichten, die Moschee hebt solche Unterschiede auf. Sie ist ein
Ort der Gleichheit, Geschwisterlichkeit und Einheit.
Die Moschee spielt seit der
Anfangszeit des Islams eine zentrale Rolle im Leben der Muslime. Die erste Institution des Islams ist die Moschee. Sie ist es,
die auch bei jeder neuen Stadtplanung ins Zentrum gesetzt
wurde.
Die Moschee versinnbildlicht wesentliche Ziele des
Islams wie Solidarität, Versöhnung, das Bemühen der Erwiderung des Schlechten mit Gutem, einen vorbildlichen
Charakter, Unterstützung und Aufrichtigkeit, quasi schon
in ihrer Architektur. Seit ihrer Anfangszeit spricht sie zu
jedem, der sie besucht: Seht her, ich habe einen Mihrâb.
Der Mihrâb ist nicht nur der Platz des Imâms, der die Gemeinde im Gebet leitet. Mihrâb kommt von der Wurzel „Harb“
und meint den Ort des Bemühens gegen alles Schlechte.
Ich habe auch einen Minbar, welcher den Ort des Wissens bezeichnet. Somit ist der Minbar der Ort, von dem aus
32
IGMG • PERSPEKTİF
der Islam unser Herz und unseren
Verstand erreicht. Ferner habe
ich einen Kursi. Dieser ist aber
nicht nur ein Stuhl, auf dem man
sitzt, um besser gesehen zu werden, sondern auch ein Zeichen
des hohen Stellenwertes des Wissens.
Diese Eigenschaften machen
die Moschee zu einem wichtigen
Ort, an dem der Islam gelehrt
und gelebt wird, wir Kraft und
Motivation schöpfen, uns besser
kennenlernen und unsere Bekanntschaften pflegen, unser
Wissen und unsere Freundschaft
erneuern, stärken und vertiefen,
einem Ort, der unsere Identität
und Geschichte prägt.
Eine der wichtigsten Eigenschaften der Moschee ist ihre Rolle bei der Sozialisation
des Einzelnen. Der Muslim betet nicht nur in der Moschee, sondern denkt auch über sich und seine Mitmenschen
nach und entwickelt ein gesundes Verhältnis zu anderen.
Das religiöse Wissen, welches durch Ansprachen oder die
Freitagspredigt (Hutba) vermittelt wird, wird ergänzt durch
die Ruhe und den Frieden der Atmosphäre. In diesem Sinne ist die Moschee der Ort, an dem religiöses Leben, Sozialisation und Aneignung, sowie Praktizierung des Wissens zusammenkommen.
Moscheen sind konkrete Symbole des Islams. In
islam und
leben
Europa erfüllen die Moscheen jedoch eine umfassendere
Funktion als etwa in der Türkei oder anderen Teilen der
islamischen Welt. Ihre Funktion kommt den Moscheen
in der Anfangszeit des Islams oder der Osmanen nahe.
In Europa sind die Moscheen Kulturzentren in der Mitte der Gesellschaft. Diese Funktion ist in vielen Ländern
der islamischen Welt nur noch symbolisch, in Europa ist
sie real. Dass sich die Moscheen zu solchen Zentren entwickeln können, wird in einigen Ländern durch eine
günstige soziale Atmosphäre ermöglicht. Die Tatsache,
dass die meisten Muslime Migranten sind, spielt dabei
auch eine wichtige Rolle.
In unserer Zeit, in der das Zusammenleben und die
Kommunikation immer bedeutender werden, fungieren
die Moscheen als Zentren der muslimischen Gemeinschaft. Die globalisierte Welt, die auch ein verstärktes Bemühen um die Bewahrung der kulturellen und religiösen
Identität erfordert, spielt auch für Moscheen eine bedeutsame Rolle; die Moscheen sind Orte dieses Bemühens.
Zugleich sind sie Orte der Pflege nachbarschaftlicher und
freundschaftlicher Beziehungen. Somit tragen sie nicht
nur zur Bewahrung einer muslimischen Identität bei, sondern fördern auch den gesamtgesellschaftlichen Zusammenhalt.
Die Moscheen in Europa sind Orte der Lösung von
sozialen, aber auch psychologischen Problemen. Dort werden Spenden für Bedürftige allerorts gesammelt. So entwickeln und organisieren Moscheen in einigen Kommunen gemeinnützige Aktionen. Hierzu zählen beispielsweise die Iftâr-Zelte, die während des Ramadan in vielen
Stadtzentren aufgestellt werden. Diese sind ein wahres
Symbol für Solidarität, da jeder, unabhängig von seiner Religion, willkommen ist.
Die Moscheen sind auch Orte des Wissens, so wie die
Suffa in Medina zur Zeit des Gesandten Gottes. Nicht nur
an den Wochenenden oder in den Ferien, sondern nahezu
täglich werden verschiedene Möglichkeiten für Jung und
Alt, Mann und Frau angeboten, um sich religiöses Wissen
anzueignen oder auch die Landesprache zu erlernen. Denn
die Moscheen sind sich bewusst, dass sie die Zentren des
muslimischen Lebens sind und somit eine umfassende
Verantwortung für die Bildung der Muslime tragen.
Moscheen sind also der Ausgangspunkt des Zusammenhalts in der Gesellschaft. Allein die Gebete – seien es
die täglichen Gebete, die Tarâwih-Gebete im Ramadan
oder die Festtagsgebete – verdeutlichen die Gleichheit der
Individuen der Gesellschaft. Die Muslime beten hier gemeinsam hinter einem Imâm, Seite an Seite, Reihe für
Reihe, als Geschöpfe Gottes ohne Unterscheidung der sozialen und finanziellen Stellung oder kulturellen Herkunft.
Schließlich sind die Moscheen, insbesondere in Europa,
nicht nur Orte des Gebets, sondern eine unersetzliche Institution zur Etablierung und Wahrung von Identität und
Zusammenhalt.
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
33
islam und
leben
Unsere
Iftâr-Kultur
Der Ramadan ist eine Zeit des Teilens. Gleichzeitig behebt er unsere Zerstreutheit; die Zerstreutheit
unseres Verstandes, unserer Sinne und Gedanken,
unserer Seele und sogar unseres Körpers.
Murat KURT • muratkurt66@hotmail.com
F
ür Muslime ist der Ramadan eine ganz besondere
Zeit. Es ist der Monat des Jahres, indem unsere Bittgebete (Duâ) erhört und angenommen
und Gottesdienste (pl. Ibâdât) besonders hoch vergolten werden. Vor allem die Bittgebete vor dem Iftâr
haben bei Gott einen hohen Stellenwert, wie uns der Gesandte Gottes in einem Hadîth mitteilt: „Das Bittgebet dreier Personen wird nicht zurückgewiesen: 1. Das Bittgebet des Fastenden vor dem Iftâr, 2. Das Bittgebet des gerechten Herrschers, 3. Das Bittgebet des Unterdrückten.“ (Tirmizî, Daawât, 128)
Der Ramadan ist eine Zeit des Teilens. Gleichzeitig
behebt er unsere Zerstreutheit; die Zerstreutheit unseres
Verstandes, unserer Sinne und Gedanken, unserer Seele
und sogar unseres Körpers. Der Ramadan stärkt vor allem unsere familiären und verwandtschaftlichen Beziehungen. Dies ist vor dem Hintergrund der immer schwächer werdenden Bedeutung von Familie von besonderer Bedeutung.
Fastende zum gemeinsamen Iftâr einzuladen ist nicht
nur eine Wohltat, sondern eine von uns nicht zu vernachlässigende Tradition. Demnach sollte sich jeder nach
Kräften bemühen, Fastende zum Iftâr in seinem Haus
oder Auswärts zu bewirten. Der Gesandte Gottes sagte:
„Wer einen Fastenden zum Fastenbrechen einlädt, wird
belohnt wie der Fastende selbst. Die Belohnung des Fastenden wird nicht vermindert.” (Tirmizî, Sawm, 82,
34
IGMG • PERSPEKTİF
Fastende zum gemeinsamen Iftâr
einzuladen ist nicht nur eine Wohltat, sondern eine von uns nicht zu
vernachlässigende Tradition.
(807); Ibni Mâdscha, Sijâm, 45, (1746))
Inspiriert von diesem Ausspruch des Propheten haben die Muslime stets versucht, Fastenden ein angenehmes Fastenbrechen zu ermöglichen, um sich die Belohnung, die der Gesandte Gottes verspricht, zu sichern. In
den Armenküchen der Osmanen wurden im Ramadan
mehr Speisen angeboten als sonst, und auch heute steigt
im Ramadan die Vielfalt der Speisen. Dieser Umstand ist
nicht zuletzt ein Zeichen der Spenden, die den Armen
und Bedürftigen zugute kommen. Die Beziehungen, die
in dieser gesegneten Atmophäre und Zeit geknüpft werden, sind der Grund für die freundschaftlichen Beziehungen über das ganze Jahr hinaus.
Eine der vielen Weisheiten hinter dem Gebot des Fastens ist, dass die wohlhabenden Fastenden sich in die
islam und
leben
Situation bedürftiger Menschen versetzen, um ausgehend von dieser Erfahrung die nötigen Maßnahmen zu
ergreifen, damit soziale Gerechtigkeit hergestellt werden kann. Einen Tag lang hungernd auszuharren, die Situation von mittellosen Menschen zu verinnerlichen und
am Abend zu vergessen, woran man den ganzen Tag über
gedacht hat und sich mit Essen quasi vollzustopfen, ist
ein zutiefst widersprüchliches Verhalten.
Seit etwa fünfzig Jahren leben muslimische Minderheiten in Europa und versuchen hier ihren Glauben zu
leben, indem sie unter anderem Moscheen errichten. Obwohl der Islam auch vor der Arbeitsmigration in Europa
vorhanden war, konnten islamische Begriffe und Traditionen aus verschiedenen Gründen keinen Eingang in
die europäische Kultur finden. Erst mit der Migration von
Muslimen nach Europa konnte der Islam differenzierter
wahrgenommen werden.
In diesem Sinne haben zahlreiche muslimische Traditionen vor allem in Westeuropa Fuß gefasst. Eines dieser Traditionen sind die Iftâr-Essen. Nahezu in jede Moschee werden sowohl Muslime, als auch Nichtmuslime
zu den Iftâr-Essen eingeladen. Die Erfahrung zeigt, dass
diesen Einladungen gerne Folge geleistet wird. Die IftârEinladungen sind auch eine gute Gelegenheit, die Gemeinde vorzustellen. Es besteht die Möglichkeit, mit
Vorurteilen gegenüber dem Islam und den Muslimen aufzuräumen. Die Iftâr-Einladungen sind geradezu ein lebendiges Beispiel dafür, dass das Fasten nicht einfach
„Hungern“ bedeutet.
Die Gemeinden laden insbesondere Personen des öffentlichen Lebens zum Iftâr ein. Zu diesen Veranstaltungen sollten jedoch auch Nachbarn und andere eingeladen werden, um ihnen die Kultur der Muslime vorzustellen und einen Einblick in das muslimische Gemeindeleben zu geben. Außerdem sollten neben den muslimischen
Gästen auch nichtmulimische Freunde und Kollegen zum
Iftâr in das private Heim eingeladen werden, um sie besser kennenzulernen, sich besser vorzustellen und sie den
Segen des Ramadan fühlen zu lassen.
Eine andere Tradition, die sich mittlerweile in zahlreichen Städten etabliert hat, sind die Iftâr-Zelte. Diese
sind ein wahres Symbol für Geschwisterlichkeit und Eintracht. Die Muslime und ihre Gemeinden, die diese Tradition pflegen, sind sich der Wirkung ihres Dienstes bewusst. Eine schöne Entwicklung ist auch, dass die IftârZelte in Zusammenarbeit von verschiedenen muslimischen Gemeinden organisiert werden. All diese Bemühungen zeigen, wie der Segen des Ramadan Menschen
aus verschiedenen Religionen und Kulturen zusammenbringt.
Darüber hinaus demonstrieren diese Entwicklungen
auch, dass die Muslime dank dieser Erfahrungen folgenden Hadîth besser zu verstehen begonnen haben:
„Das gültige Fasten ist jenes, dass ihr gemeinsam fastet.
Das gültige Iftâr-Essen ist jenes, das ihr gemeinsam esst.
Das gültige Opfer ist jenes, dass ihr gemeinsam darbringt.“(Tirmizî, Sawm, 11, (697); Abû Dâwûd, Sawm,
5, (2324))
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
35
aktuell
Herkunftsbasierte
Personenprofile in der EU
Allgegenwärtig, ineffizient und diskriminierend
Die Open Society Justice Initiative (OSJI) aus New York hat unter dem
Titel “Herkunftsbasierte Personenprofile in der Europäischen Union: allgegenwärtig, ineffizient und diskriminierend" einen Bericht veröffentlicht, in der die herkunfts- und religionsbezogene Datenerfassung mit
dem Vorwand der Terrorbekämpfung und die etwaige Einstufung von
Personen als potentielle Gefahr in der Europäischen Union kritisiert wird.
İlknur MELEKOĞLU • imelekoglu@yahoo.de
ach vierjähriger Arbeit an dieser Thematik habe
die Gruppe nun festgestellt, dass diese Methode
entgegen den Erwartungen kontraproduktiv und
ineffizient sei und zur Segregation führe.
Die Andersbehandlung von Personen aus bestimmten
Ländern sowie ihre Einstufung als potentielle Gefahr ließe sich vor allem bei den Durchsuchungs-, Fahndungsund Haftentscheidungen der Polizei deutlich beobachten.
Eine derartige Handhabung des Kriminalitäts- und Terrorproblems habe aber bisher zu keinem Erfolg geführt.
Im Bericht wird zudem aufgeführt, dass die seitens
der Polizei diskriminierten Minderheiten und Mitglieder
bestimmter Gesellschaftsgruppen mittlerweile in allen
Teilen Europas zu finden sind.
Der Vorsitzende des OSJI James Golstan erklärte, dass
“dies die derzeitige Lage verschlechtert und den Weg zur
willkürlichen Festnahme von unschuldigen Menschen, zu
Einschränkungen der Reisefreiheit und der Banktransaktionen führt.” Dieser Zustand “demütigt und brandmarkt
eine gesamte ethnische Gemeinschaft.”
In dem Bericht wird außerdem gefordert, dass ein “Verbot von Ermittlungen mittels Personenprofilen auf europäischer Ebene” in allen 27 Ländern der Union eingeführt
wird und dass man anstelle von diskriminierenden und
vorurteilhaften Schutzmaßnahmen präventive Vorkehrungen trifft.
N
Europaweit willkürliche Anwendungen
In den Ländern der Europäischen Union gebe es reichlich viele Beispiele dafür, dass die Polizei herkunfts- und
36
IGMG • PERSPEKTİF
religionsbedingt nach Verdächtigen ermittle und bei der Fahndung nach diesen Kriterien Menschen in Untersuchungshaft ziehe.
In der Studie werden Diskriminierungsfälle in Deutschland, den Niederlanden, Frankreich, Italien und Großbritannien aufgeführt. In Großbritannien hätten beispielsweise 32 Prozent der dortigen Muslime nach den Terroranschlägen vom 11. September an den Flughäfen Diskriminierungen erlebt. Ähnlich wie nach dem Anschlag auf
die Zwillingstürme in New York sei auch nach dem Terrorakt in London vom 7. Juli 2005 ein Anstieg der Diskriminierungsfälle zu verzeichnen. Die Polizisten hätten
gezielt Personen mit asiatischen Wurzeln angehalten und
kontrolliert.
In Deutschland nähmen Moscheekontrollen im Rahmen der Terrorbekämpfung kontinuierlich zu, so der Bericht. Darin wird zudem kritisiert, dass “Polizisten mit
Maschinengewehren eine Ausweiskontrolle bei einem 11Jährigen Kind durchführten.”
Während in Spanien Marokkaner von Polizisten als
“arabischer Abschaum” bezeichnet werden, führt die Studie des Weiteren Diskriminierungen in Frankreich und
Italien auf, wo in Wohnungen, Arbeitsstellen und Moscheen nach Belieben Razzien durchgeführt werden.
“Der Zustand ist sowohl für die Polizei als auch für die
Sicherheit der Allgemeinheit schlecht, da dies bedeutet, dass
diese Menschen der Polizei nicht vertrauen und infolgedessen keine Informationen im Kampf gegen Kriminalität und Terrorismus aushändigen werden”, sagte Golston
auf einer Konferenz. “Die Polizei ist aber auf diese In-
aktuell
ern haben ergeben, dass 82 Prozent aller Durchsuchten
Ausländer und Asylanten gewesen sind. Dies sei ein Indiz dafür, dass in Deutschland die Fahndung nach “herkunftsbasierten Personenprofilen” stark betrieben wird.
Diese Methode hätte aber bisher keine Erfolge zu verzeichnen. Bei den Drogenuntersuchungen habe man beispielsweise bisher keine Täter finden können.
Weiter wird in dem Bericht aufgeführt, dass zwischen
den Jahren 2001 und 2003 von rund 8,3 Millionen Menschen in Deutschland herkunfts- und religionsbezogene
Daten und Informationen gesammelt und registriert worden sind. Von diesen Personen sei aber bisher nicht ein
einziger in die terroristische Schiene gerutscht.
In Deutschland sei nach den
Anschlägen vom 11. September
ein Anstieg in den Ausweiskontrollen an Muslimen zu verzeichnen. Dies geschehe oftmals
Deutschland
E THNIC PROFILING
in Form von Moscheerazzien der
Die Studie des OSJI verweist
IN THE EUROPE AN UNION:
deutschen Polizei nach den wöauf einen Bericht der EUMAP
Pervasive, Ineffective,
chentlichen Freitagsgebeten. So
(European Union Monitoring and
and Discriminatory
habe man mit Schwerpunkt in
Advocacy) aus dem Jahre 2002
Süddeutschland in ungefähr 25unter dem Titel “Collecting Eth30 Moscheen, darunter auch in
nic Data” und hebt hervor, dass die
den Größten des Landes, MasProblematik damals schon kritisenkontrollen durchgeführt. Dasiert worden ist.
bei ist jeder, der aus der Moschee
Weiter wird in Anlehnung an
herauskam, als potentieller Tereinen Bericht der European Comrorist behandelt und dementmission Against Racism and Insprechend auch diskriminiert
tolerance (ECRI) aus dem Jahre
worden.
2003 betont, dass “in DeutschIm Bericht heißt es, dass dieland dunkelhäutige, offensichtse Operationen in dieser Häufiglich Nichtdeutsche und Minderkeit auch als “Abschreckung”
heiten auf unangemessene Art
dienen. Ein deutscher Analyst haund Weise von der Polizei konbe zu dem Thema folgendes getrolliert werden und an Bahnhösagt: “Die Polizei zieht oftmals gepanzerte Uniformen an
fen sowie Flughäfen Opfer von Diskriminierungen werund umringt mit voller Waffenausrüstung die gesamte
den.”
Moschee. Anschließend werden alle Moscheebesucher eiDer Deutschlandbericht 2004 des Amnesty Internaner Ausweiskontrolle unterzogen. Dieser Prozess kann
tional beinhalte u.a. folgende Aufführungen: “Aus der Rebei tausenden Menschen mehrere Stunden in Anspruch
gelmäßigkeit und der Ordentlichkeit der uns vorliegennehmen. Personen ohne gültigen Ausweis werden dann
den Berichten kann man erkennen, dass die schlechte Beauf die Polizeistation gebracht und solange festgehalten,
handlung der Polizei nicht mit isolierten Einzelfällen bebis ihre Identität klar ist.”
schränkt ist. Im Gegensatz ist die schlechte Behandlung
Auch nach dem Londoner Anschlag im Jahre 2005 sei
speziell von Migranten und Minderheiten offensichtlich.”
eine intensivere Kontrolle an der muslimischen Bevölkerung sichtbar geworden. Im Bericht werden Moschee“Durchsuchungen finden hauptsächlich bei Muslimen statt”
kontrollen aufgeführt, die im August 2005 von mehreren
Die OSJI betont, dass in Deutschland vorzugsweise
Hundert Polizisten in Aalen, Balingen, Biberach, EsslinDurchsuchungen bei Rumänen und Einwanderern durchgen, Freiburg, Friedrichshafen, Heilbronn, Karlsruhe, Lörgeführt werden und Muslime besonders verdächtigt werrach, Ludwigsburg, Mannheim, Pforzheim, Ravensburg,
den. Die an den Zollkontrollen (Kontrollen nach z.B. geReutlingen, Sigmaringen, Stuttgart, Tübingen, Ulm und Waibstohlenen Autos, Drogentransport, illegale Ein- und Auslingen durchgeführt worden sind. Insgesamt 900 Mowanderung usw.) willkürlich Festgehaltenen seien in ersscheebesucher seien Opfer dieser Massenverdächtigung geter Linie Migranten anstelle von tatsächlichen Kriminelwesen.
len. Die Untersuchungen an Bahnhofskontrollen in Bayformationen angewiesen.”
Herkunftsbasierte Personenprofile seien eine Sparte der Diskriminierung, stellten einen Verstoß gegen
Menschenrechte dar und missachteten ein Grundprinzip, welches besage, dass “jeder als Individuum behandelt werden muss und nicht herkunftsbedingt benachteiligt
werden darf.” Die Untersuchungen in verschiedenen
Ländern hätten ergeben, dass die vorurteilhafte Einteilung der Menschen nach ihrer Ethnie kontraproduktiv sei.
So schade sie sogar dem Kooperationswillen von manchen Gesellschaftsschichten mit der Polizei, anstatt den
Kampf gegen Kriminalität zu bestärken. Daher heißt es
in der Studie, dass “man die Menschen anstelle ihrer
Herkunft und Religion nach ihren eigenen Verhaltensweisen
registrieren soll.”
..
SEPTEMBER-OKTOBER / EYLUL-EKİM 2009
37
kommentar
Geht wählen – und
in die Politik
Oğuz ÜÇÜNCÜ • oucuncu@igmg.de
D
ie Bundestagswahlen stehen vor der Tür und
unter denen, die im September an die Urnen gehen werden, befinden sich nach einer aktuellen Studie auch 1,1 Millionen Muslime. Mit Blick
auf die sehr knappen Wahlergebnisse der letzten Jahre interessieren sich viele in Medien und Politik zwangsläufig
für unser Wahlverhalten.
Als ein Teil der Gesellschaft haben auch wir Muslime
mit all den vorhandenen Problemen wie steigender Arbeitslosigkeit, Wirtschaftskrise oder den strukturellen Problemen der deutschen Bildungspolitik zu kämpfen. Hinzu kommen jedoch noch weitere Problemfelder, bei denen
wir aufgrund unserer religiösen Zugehörigkeit oder des
zumeist vorliegenden Migrationshintergrunds besonders
betroffen sind.
In den letzten Jahren gab es in der Politik einige im
Ansatz positive Entwicklungen. Mit der Einrichtung der
Deutschen Islam Konferenz (DIK), dem Nationalen Integrationsgipfel und eines mit Integrationsthemen beauftragten Staatsministeriums im Kanzleramt setzte die Regierung die richtigen Zeichen – auch wenn es in der Umsetzung genug Anlass zur Kritik gibt.
Als Gesellschaft und besonders in der Politik haben wir
es aber immer noch nicht erreicht, das Thema Islam von
der Sicherheitspolitik loszulösen. Noch immer werden
Themen mit Bezug zum Islam und Muslimen vor allem unter dem Vorzeichen von Sicherheitsbedenken behandelt.
Die Integration des Islams in Deutschland wird dabei nicht
als ein Aspekt der Chancengleichheit, der Neutralität des
Staates und der Gleichbehandlung von Menschen und Institutionen unterschiedlicher Religionen gesehen, sondern
als eine Frage, die aus sicherheitspolitischen Gründen bewältigt werden müsse.
So finden seit Jahren in Niedersachsen verdachtsunabhängige Kontrollen vor Moscheen statt. An der Situation von muslimischen Frauen im Schulwesen hat sich
leider auch in den letzten Jahren nichts zum Positiven entwickelt. Vielmehr sind muslimische Frauen seit den
„Kopftuch“-Gesetzen von einer viel stärkeren Ausgrenzung
in der Privatwirtschaft betroffen. Auch bei der Islam-
38
IGMG • PERSPEKTİF
feindlichkeit ist ein wesentlicher Anstieg zu verzeichnen.
So gibt es heutzutage kaum ein Moscheebauvorhaben,
das nicht von einer vermeintlichen Bürgerinitiative mit
islamfeindlichen Parolen begleitet wird.
Was wir aber brauchen ist Normalität – Normalität im
Umgang mit Muslimen und Islam. Politiker, insbesondere konservative Sicherheitspolitiker, müssen Abstand davon nehmen, „Islam-Themen“ als Profilierungsmaterial
zu missbrauchen und damit irrationale und unbegründete Ängste in der Bevölkerung zu wecken.
Der rechtliche Rahmen des deutschen Religionsverfassungsrechtes bietet genug Möglichkeiten, um die Integration
des Islams in dieses System voranzutreiben. Dazu fehlt
jedoch oftmals der politische Wille.
Stattdessen werden unter großen Opfern erlangte Freiheiten kontur- und substanzlosen Sicherheitsbedenken
aufgeopfert und Chancen, die sich durch die neue Vielfalt
bieten, vertan.
Wen kann man denn nun wählen? Als Religionsgemeinschaft geben wir keine Wahlempfehlungen ab. Unsere Empfehlung lautet vielmehr dahingehend, sich an den
Wahlen zu beteiligen und auch über die Wahlen hinaus Interesse an der Politik zu zeigen. Bisher liegt die Zahl der Muslime, die in den politischen Parteien aktiv sind, weit unter
ihrem Anteil in der Gesamtbevölkerung. Solange dies so
bleibt, wird sich das Interesse der Parteien an Themen, die
insbesondere Muslime betreffen, in Grenzen halten.
Was die Parteien angeht, so sollten wir uns bei deren
Bewertung nicht nur darauf beschränken, ob sie Kandidaten
mit Migrations- oder muslimischem Hintergrund aufstellen. Vielmehr sollten wir darauf achten, welche Islamund Religionspolitik, aber auch Integrationspolitik diese
in ihren Programmen verfolgen und auch in den letzten Jahren umgesetzt haben. Gerade bei der Umsetzung hat sich
gezeigt: Manch eine Partei ist nicht gewillt, Interessen
von Muslimen und Migranten wahrzunehmen; andere zeigen sich für diese Themen zwar interessiert, wenn es darauf ankommt, sind sie jedoch nicht in der Lage, für ihre
Ansichten einzutreten. Ändern wird sich dies erst, wenn
Muslime mitreden und mitgestalten – auch in der Politik.
Download