AYLIK FİKİR ALPARSLAN TÜRKEŞ’LE BİR KONUŞMA SAN'AT Heı tü rlü P.K 211 K ıbrıs, Y unanistan ve Türkiye Konuşan : EMİNE IŞINSU VE DERGİSİ haberleşme adresi : Kızılay — Ankara 2 Dönüş YETİK OZAN 8 TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLÂTI 10 K ıbrıs’ta T ürk İd aresi Prof. Dr. NEJAT GÖYÜNÇ Havole : 10071978 numaralı posta çeki 20 K ıbrıs’sız Anadolu Dr. TURGUT GÜNAY K ıbrıs, Türkiye ve Enosis 26 . Doç. Dr. YULUĞ TEKİN KURAT 31 Abone Şartları Yurt içi yıllık Yurt dışı yıllık 60 TL. 120 TL. O nlar Bu Dilden A nlar ARİF NİHAT ASYA 42 K ıbrıs H arekâtının M ânâsı Genel Doç. Dr. NECMETTİN HACIEMİNOĞLU Dağıtım GAMEDA 44 Ülkücü Şair A bdurrahim K arakoç AHMET CEBECİ 48 63 Kurucusu: HALİDE NUSRET ZORLU­ TUNA .. S ahibi ve Sorum lu Müdürü: IŞINSU — Um umî N eşriyat Müdü­ rü: GALİP ERDEM — İd ars Müdü­ rü : MERİÇ COŞKUN — A n k ara Tem sileisi: Ş evket BÜLENT YAHNİCİ — Tel: 17S:323 — İstan b u l Şubesi: M it. ;hat(paşa Caddesi Küsçük H ay rettin Efendi Siokağı No 4. Beyazıt — İs­ ta n b u l Temsilcisi: YAŞAR OKUYAN — İsta n b u l Şube Sekreteri: RUHİ ÖZKANLI — Erzurum Tem silcisi: DENİZ ŞAHİN — Basıldığı yer: Ye­ ni ışık M atbaası, A nkara — Tel 125810 — İlân: Özel ş a rtla r a ta b i dir — Dergimizde!:! yazılar, dergi m izin ismi, yazının çıktığı sa y ı ve sa y fa be:rtilm eden iktibas edilem ez SAYI : 33 - «0 AĞUSTOS - EYLÜL 1974 Ve Belki İLHAN GEÇER 58 H astanın Uykusu HALİDE NUSRET ZORLUTUNA 59 F ak irin Bayram oğlu N am M ahalde V akf ü Ârâm İttüğüdür. SEYYAHI FAKİR EVLİYA ÇELEBİ D esenler : GARİPKAFKASLI K arik atü r : CENGİZ YIL : 6 (DEVRE : 2) 60 30, 42 Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye • TÖRE : 20 Temmuz’daki ilk hare­ ketimiz bezi çevrelerce Türk - Yu­ nan (Rum) mücadelesi değil, bir de­ mokrasi - diktatörlük mücadelesi clarak faşizme karşı savaş olarak ta­ rif ediidi. Bu konuda ne düşünüyor­ sunuz? Milliyetçi Hareket’in lide­ ri Sayın Alparslan Türkeş’le Kıbrıs, Yunanistan ve dünya politikasmm ilgi­ li konulan hakkında yap­ tığımız röportajı okuyucu­ larımıza sunarken bu lûtfundan dolayı Sayın Türkeş'e teşekkür ederiz. Konuşan : E. Işınsu 2 TÜRKEŞ : Bu sözler kom ünistle­ rin uydurmalarıdır. Yeryüzünde bu­ gün de değerini sürdüren, değişme­ yen gerçek m illet realitesi ve m illet­ ler arasındaki münasebetlerin milli m enfaat’ere dayandığı gerçeğidir. 2C Temmuz'da Kıbrıs'a yaptığımız müdahale Türkiye’nin ve Türk M ille ­ tinin güvenliğini korumak ve millî menfaatlerimizi tem inat altına a l­ ma gayesine dayanmaktadır. N ite­ kim Yunanistan’da cunta yıkıldığı ve yerine demokrasiye ta ra fta r olan Karamanlis iktidarı geçtiği halce TÜRKEŞ • Alparslan Türkeş’le Bir Konuşma Türkiye ile Yunanistan arasındaki çekişm eler azalmadı, aksine daha da şiddetlendi. TÖRE : Sayın Ecevit Yunanistan’­ ın bu kötü duruma eskiyi düşündü­ ğü, Yunan genç'eri okul sıraların­ dan itibaren IVîegalo îdea ile büyü­ tüldüğü için düştüğünü; bizim ise böyle yapmadığımız için kazandığı­ mızı söylüyor, bu konuda ne düşü­ nüyorsunuz? TÜRKEŞ : Sayın Ecevit’in bu gö­ rüşleri kanaatımca çok yanlıştır. Bir bakıma m illetler ulu ağaçlara ben­ zer kökleri ne kadar derinde olurca o kadar çok yükselirler ve dal budak salarak ululaşırîar. M illetlerin kökle­ ri, mazileri ve tarihleridir. Bunun i çin her milletin eskiyi düşünmesi ve eski şanlı devirlerinden, heyecan ve şevk alarak geleceğe doğru atilim KIBRIS yapması m illetlerin büyümesini sağ­ lar. İnsiyatif sahibi olmak, ülkü sa­ hibi olmak ve büyük olma düşünce­ si taşımak m illetleri güçlü kılar ve yükselmelerini sağlar. Hiç bir ideali olmayan insiyatif bir atılım ruhundan mahrum kalan bir milletin çökmesi, yıkılması ,nihayet bir zaman mesele sinden ibaret kalır. M illetlerarası ha­ yat, devamlı bir mücadele ve yarış­ ma manzarası göstermektedir. Bu mücadelede vuran kazanıyor. N ite­ kim Yunanistan, bağımsızlık aldığı ilk günden itibaren Bizans İmpara­ torluğunu yeniden ihya etme ülkü­ süne sarılmıştır. Ve bu hırs ile de­ vamlı saldırılarda bulunmuştur. Böylece bağımsızlık aldığı tarihten yüz yıl sonra % 430 nisbetina’e genişle­ miş ve büyümüştür. Kıbrıs'a, günün münakaşalarını bir yana bırakıp ob­ 3 je ktif bir gözle bakarsak şu durum ­ la karşılaşırız : Türkiye'ye 64 kilo ­ metre, Yunanistan'a ise 850 kilom et­ re mesafede bir ada. Üstelik tarihte fiîien 308 yıl, hukuken ise 400 yıl Türk toprağı olarak yaşamış ve hiç bir zaman Yunanistan’a ait olmamış tır. Yunanistan adanın tümünü T ür­ kiye'ye bıraksa bile tarihi jeopoliti­ ğinden hiçbir şey kaybetmez. Bu­ na karşılık Türkiye’nin adadan taviz verdiği her karış toprak, tarihi jeo­ politiğine göre kesin bir kayıptır. Halbuki biz bugün 1/3 e karşı Enosis münakaşasına oturuyoruz. Kıb­ rıs'ın en az 2/3 ünü Yunan Devleti tarihte ilk defa olarak almaktadır. Bu durumda birkaç gün önceki as­ kerî başarıya değil, yakın tarihteki kayıplarımıza bakmak ve «Neden Türkiye kazandı?» sorusu yerine, «20 Temmuz’a kadar neden hep Yu­ nanistan kazandı?» diye sormak ge­ rekir. Bu sorunun cevabı da «çünkü Yunanlının Megalo İdea’sı vardı, Türkiye ise evlâtlarına millî ülkü telkininden — bilhassa son yıllar­ d a — adeta kaçınmıştı.» dan ibaret­ tir. TÖRE : Şu anda Türkiye ve Yu­ nanistan demetleri hasım durum da­ dırlar. Halbuki yine bası çevreler Türk ve Yunan devletlerinin kardeş­ liğinden söz etm ektedirler. Devletle­ rin hasım, m illetlerin dost elmaları mümkün müdür? TÜRKEŞ : Mümkün değildir. M il­ letlerin kardeş, devletlerin hasım o! ması diye birşey mümkün değildir. Yunan m illeti’yle kardeşlikten bah­ setmek ise ak:l alacak birşey değil­ 4 dir. M illetler arasında değişmeyen realite, daha önce yukarıda b e lirtti­ ğimiz gibi millî menfaatlerdir. Bunu gözden kaçırmamak icabeder. Bu menfaatler icabettirdiği takdirde m il­ letler hasımken de devletler ittifa k ­ lar kurabilirler; fakat, tersi mümkün değildir. TC RE : Yunanistan, giriştiği dar­ be teşebbüsü ile Kıbrıs Devletini va ratan milletlerarası andlaşmayı ih­ lâl ederken Ege Adaları’na asKerî yı­ ğınak yapmak, Batı Trakya'daki milfetaaşianmıza karşı baskı ve ksatil hareketlerine girişmek suretiyle Lo­ zan’ı da ihlâl etmiştir. Bu durumda ve bugünkü şartlar altında Türkiye’­ nin Lozan antlaşmasının da yeniden gözden geçirilmesini istemesi dü­ şünülebilir mi? TÜRKEŞ : Yunanistan yıllardan beri Lozan antlaşmasını da çiğnemiş bulunmaktadır. Türk hükümetleri 50 yıldır hayret verecek şekilde bir u­ mursamazlık ve ihm alcilik göster­ mişlerdir. Ege adaları gayri askerî bir durum içinde bulunması gerekli olduğu halde ve Lozan antlaşması imzalandığı tarihlerde Batı Trakya'­ daki nüfus durumunda Türkler % 80 in üstünde çoğunlukta, Yunanlılar ise azınlıkta bulundukları ve bu duru­ mun hiçbir şekilde değişmemesi ge­ rektiği halde, Yunanlılar tarafından bu anlaşma hükümleri hiçbir sekil­ ' -* ’ de tutulmamıştır. Buna karşılık hiç­ bir Türk hükümeti Yunanistan’dan anlaşma hükümlerini ihlâl etmemesi talebinde bulunmamıştır. Bu durum ­ da Lozan anlaşmasının yeniden gözden geçirilm esi zarurîdir. Ancak TÜRKEŞ bundan önce dünya kamu oyunu hazırlamak ve ayrıca gerekli ted­ birleri almak lâzımdır. Özellikle Si­ lâhlı Kuvvetlerimizi en modern si­ lâh ve araçlarla ve gereçlerle dona­ tarak münakaşasız bir üstünlüğe sa hıp kılmak gerekmektedir. Çünkü Anadolu'nun koynuna kadar sokul­ muş olan Ege Adaları'nın Türk ha­ kimiyetine alınması zorunluluğu da gözönünde bulundurulmalıdır. Y ıllar­ dan beri Yunanistan silâhlı kuvvet­ lerini arttırm aya ve yeni silâhlarla donatmaya çalışmaktadır. Biz oirkaç yıldan beri bu hususlara d ikka t­ leri çekerek Türkiye'nin kendi silâh­ lı kuvvetlerini gerek Fantom uçak­ ları ve gerekse diğer en modern u­ çak, füze ve gemilerle donatması gerektiğine dikkati çekmiştik. O gün lerde Sayın Ecevit, bizim bu te k lifi­ mize karşı çıkmış «Yunanistan'la dostuz aramızda silâh yarışına kaîkışmak doğru olmaz; dostane bir şe kilde anlaşmamız daha doğru olur» şeklinde cevap vermişti. Umarız ki bugün karşılaştığımız durum lar ken­ dilerini daha gerçekçi olmaya gö­ türm üştür. Türkiye için sadece mo­ dern uçak ve diğer silâhları almayı düşünmek dahi yeterli görülm em eli­ dir. Modern atom silâhları ve füze­ ler yapma imkânları da gözönüne alınma.'ıdır. Bugün artık atom silâhı yapmak bir hayli kolaylaşmış ve yaygın hale gelmiştir. Mahdut sayı­ da dahi olsa atom silâhına sahip o l­ mak, devletimize büyük bir savun­ ma gücü ve birçok konularda münakaşasız söz hakkı tanıyacaktır. Son yıllarda zengin veya fakir her KIBRIS devlet atom bombası ve füzeler yapma gayretine düşmüş bulunm ak­ tadır. Nitekim Fransa ve Çin’den son ra Hindistan da atom kulübüne g ir­ miştir. İsrail’in de atom bombasına sahip olduğu kuvvetle ileri sürül­ mektedir. Bunun için Mısır devleti de Am erika'dan acele büyük atom reaktörleri sağlamaya çalışm akta­ dır. TÖRE : Kıbrıs'ın ordumuzun he­ nüz kurtarmadığı kesimierinde ve Batı Trakya'da Türkier’e karşı kat­ liama kadar varan tecavüzler devam ederse ve hükümetimiz Kıbrıs’ta 3. bir harekâta — dünya kamu oyu dü­ şünülerek— girişmezse, Türkiye'nin milletdaşlarım koruması için alabile­ ceği başka tedbirler var mıdır? TÜRKEŞ : Yunanlılar ve Kıbrıs'lı Rumlar çok eskiden beri Türkier’e karşı devamlı cinayetler işliyerek Türk varlığını yok etm ektedirler. Bu­ gün Batı Trakya'da Türkler'e uygu­ lanan baskılar bir imha harekâtıdır. Kıbrıs'ta Rumlar küçük - büyük de­ meden Türkleri en vahşi şekilde katletm ektedirler. Bunun için T ürki­ ye Birleşmiş M illetler’e başvurarak Birleşmiş M illetler tarafından bu c i­ nayetleri yerinde incelemek ve so­ ruşturma yapmak üzere tarafsız ve adil soruşturma kurulları gönderil­ mesini istemelidir. Kıbrıs'ta Türkler'e karşı yürütülen toptan irniıâ hareke­ ti, insanlığa karşı işlenen bir suç­ tur. Nasıl II. Cihan Savaşı’ndan son­ ra Almanya'da m illetlerarası bir mahkeme kurularak insanlığa karşı suç işlemiş olan savaş suçluları mu hakeme edilerek cezalandırılmışlar 5 ise, Birleşmiş M illetler tarafından da tarafsız ve adil bir mahkeme kuru­ larak Kıbrıs'ta T ürkler’e karşı cina­ yetler işlemiş olanlar bu mahkeme­ lere verilerek muhakeme olunmalı ve suçiu görülenler cezalandırılmalı­ dır. Bu mümkün olmadığı takdirde Türkiye süratle adanın bütününü işgâl ederek cinayet çetelerini si­ lâhtan tecrit etmeli ve katilleri ya­ kalayarak adil mahkemelerde muha­ keme ettirerek cezalandırmalıdır. TÖRE : Önce İngiltere’nin sonra­ dan da daha şiddetli bir şekilde Fransa’nın harekâtımıza karşı çıktı­ ğın; gördük bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz? TÜRKEŞ : Türkiye'de solcular, ik­ tidarın sola açılmış olmasının T ür­ kiye'ye itibar sağladığını, buna mu­ kabil Yunanistan’da cunta idaresi bulunmasının da Yunanistan'a itibar kaybettirdiğini ileri sürüyorlardı; fa ­ kat Kıbrıs olaylarında en başta İn­ giltere, Amerika ve Fransa Türkiye’­ ye karşı cephe aldılar ve cunta ida­ resindeki Yunanistan’dan yana çıktı­ lar. Böylece olaylar daima her şe­ yi M arksist ideoloji açısından yo­ rumlamaya kalkışanları yalanlamış olmaktadır. Yunanistan, batı dünya­ sının çok şımartılmış bir çocuğu du­ rumundadır. Ayrıca Türkiye'nin kal­ kınma ve gelişmesi AvrupalIlar için daima bir ürküntü konusudur. Bu sebeplerden Türk devlet adamları ve Türk diplomasisi daima bu gerçek­ leri dikkate alarak Batı AvrupalIla­ rın tepkilerini önlemeye veya tesir­ siz bırakmaya çalışmak zorunlulu­ ğundadır. 6 TÖRE ; S.S.C.B.’nin ilk harekelin başlarında bizi desteklediği, sonra Kıbrıs’tan askerlerimizin çekilmesini isteyerek aleyhimize döndüğü gö­ rüldü. A.B.D. ise önce darbedeki Yu­ nan parmağını görmemezlikten ge­ lerek aleyhimize, çıkartmadan son­ ra ise hemen diğer bütün batılı dev­ letlere ve S.S.C.B.’ye nisbetle daha lehimize bir tutum takip etti. Bu de­ ğişmeleri nasıl izah edersiniz? TÜRKEŞ : Sovyet Rusya Kıbrıs meselesinde bir taşla birçok kuşlar vurma durumundadır. Bir kere bu meseleyi kışkırtmak ve alevlendir­ mek suretiyle Türkiye ile Yunanis­ tan'ı bir savaşa sürüklem ek ve böylece NATO'nun güney kanadını yıkmak istemektedir. Kıbrıs mese­ lesinin sebep olduğu çatışmada ba­ tıcılar Yunanistan'ı destekledikleri takdirde Rusya Türkiye’yi destekle­ yecek ve onu NATO'dan kopararak Doğu b'okuna aktarmaya çalışacak­ tır. Ayrıca Kıbrıs Adasının ne Yuna­ nistan’a verilmesini, ne de Türkiye’­ ye verilm esini veya ne de ikisi ara­ sında taksim edilmesini istememek­ tedir. Çünkü bu yoldan Kıbrıs, ko­ münizme karşı olan bu devletlerin eline geçmiş olacak ve muhtemelen bir uzlaşmaya bağlanarak aradaki çalışma da halledilm iş olacaktır. Bu ise Rusların işine gelmemektedir. Ruslar bir barut fıçısı halinde Kıb­ rıs anlaşmazlığının devamını kendi menfaatlerine daha uygun bulm ak­ tadırlar. Ayrıca yabancı üslerden ve askerlerden arınmış bağımsız bir Kıbrıs devleti istemektedirler. Çün­ kü Kıbrıs’ta kuvvetli bir Komünist TÜRKEŞ Partisi bulunmaktadır. AKEL ismini taşıyan bu komünist partisi, Rumla­ rın % 40 ına yakın kısmının deste­ ğini kazanmış durumdadır. Zaman içinde bu % 40 Rum desteği % 50 nin üstüne çıkarıldığı takdirde, ada­ da kendiliğinden komünist bir rejim kurulmuş olacaktır. Ki bu da Kıb­ rıs adasının tek silâh atmadan Rus­ ların eline geçmesi demek olacaktır. Bunun için gerek Ruslar gerekse Türkiye'deki kom ünistler yani krip­ tolar aynı ağızla konuşmaktalar, Kıbrıs’ta bağımsız bir Kıbrıs Devleti­ ni istem ekteler ve bunun dışında * ' başka tezlere karşı çıkmaktadırlar. Nitekim birkaç akşam önce TRT’ nin televizyonda düzenlemiş olduğu bir açık oturumda Türkiye'nin tanın­ mış bütün komünistleri davet olun­ muş, tarafsız ilim adamları ve aydın­ lardan hiç kimse bu oturuma çağırılınamıştır. Ve oturumda federasyon esasına dayalı bağımsız Kıbrıs te ­ zinden gayri, diğer bütün çözüm yol­ ları kötülenm iştir. A.B.D.'ne gelince, Türkiye'deki komünist kışkırtmaları, Türk devlet adamlarının ve Türk po­ litikasının zaman zaman propogandaiarının tesiri altına alm aktadırlar. Haşhaş ekimi meselesi ustaca istis­ mar edilerek Türkiye’de bir Am eri­ kan düşmanlığı körüklenmiş ve ik ti­ dara gelen Ecevit hükümeti bu propogandalarm tesiri aitında müzake­ re ve anlaşma yolundan gitmeksizin aleyhimizde tepkilere yol açan bir tutum takip etm iştir. Haşhaş ekim i­ ni bazı illerde tek taraflı olarak ser­ best bırakmış ekim bölgelerini do­ laşmaya gittiği zaman Afyon'da kış­ KIBRIS kırtıcılar tarafından «Kahrolsun Ame­ rika» naraları ile karşılanmıştır. Bun­ lar Am erika'da Türkiye aleyhine tep ­ kilere yol açmış ve Amerikan kong­ resinde Türkiye'ye yapılacak yardım ­ ların kesilmesi kararının alınmasına sebep olmuştur. Bundan sonra da Kıbrıs'taki EOKAcı katil Sampson’un darbe olayı meydana gelmiştir. Amerika başlangıçta muhtemelen kendisinin teşvik ettiği bu hareketi korumaya çalışmış ve Türkiye'nin adaya garantör devlet sıfatıyla çı­ karma yapmasını önlemek istemiştir. Bu mümkün olmayınca realiteyi ka­ bul etmiş ve Türkiye gibi bir m ütte­ fiki gücendirmemeye çalışmıştır. Devletler arasındaki münasebetler sabır isteyen uzun vadeli ve uzak hedefli münasebetlerdir. Girişilen bir harekete karşı zaman içinde çeşitli tepkiler ve baskılar düzenlenebilece­ ğini unutmamak lâzımdır. Kıbrıs ko­ nusunda tavır alan bütün devletle­ rin tutum ları ne olursa olsun tavır­ larının sebebi sadece kendi millî menfaatleri olmuştur. TÖRE : Yunanistan’ın askerî kuv­ vetlerini MATO’dan çekmesi konu­ sunda ne düşünüyorsunuz? TÜRKEŞ : Yunanlılar Kıbrıs adası­ nı ele geçirmek ve ENOSÎS’e giden yolu açık bulundurmak için gerek NATO’ya gerekse diğer devletlere baskı yapmak ve çeşitli yollardan s i­ yasî avantajlar sağlamak için her çareye başvurmaktadırlar. Siyasî ma nevralar çevirmekte de çok usta­ dırlar. NATO’dan askeri kuvvetleri­ ni çekme kararı alması da böyle bir manevradan ibarettir. 0 7 Dönüş Demir aldı ayrılığın uzun koyundan Yüreğimdeki en levent duygular, Bekle yeşii feraceli sevgili... Bu sana son gelişim, Tanık olsun artmaz, azalmaz sular. Işıl ışıl tan yerinden kopardım, Elimde dokuz gül var... Koklayıp uyan mavi yalnızlığından, Hilâlsiz gecelerde kalsın. Gerçekleri düş kılan o büyülü uykular. Dumansız sabahlar muştulansa da Kanadının aklığında Kanla beslenen bir güvercindir barış Tüneği kara namlular, Savaş boynumun borcu, zâfer geçilmez andım... Tanık olsun artmaz azalmaz sular. Yetik Ozan 8 T İT Kıbrıs’taki Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın arması. Bu arma mücahitlerimizin şapka ve omuzlarını süsler. 10 A navatan ordusunun 20 Tem m uz’d a b aşlay an bi­ rinci ve 14 A ğustos’ta so­ nu ca giden ikinci k u rtarış harek âtın d an önce de Kıb­ r ıs ’ta Bozkurt v ard ı : Türk M ukavem et T eşkilâtı; ve­ y a kısaltılm ış şekliyle TMT. R um ların devlet desteğiyle kurulan düzenli orduları Rum Millî M uhafız Teşkilâ tı’n a k a rşı TMT pek sı­ nırlı im kânlarıyla düzine­ lerce küçük Plevne m üda­ fa a sı y aratm ış, ordum u­ zun kahredici yum ruğu düş m anın başını ezene k ad a r K ıbrıs Türkünün canını, nam usunu ve şerefini ko­ ru m u ştu r. Gönülleri Türklü ğün, Türk m illiyetçiliğinin en kesif ateşiyle yanan m ücahitlerim iz, EOKA te d ­ hişinin ve İngiliz oyunları­ nın başladığı 1956 - 57 yıl­ ların d a önce VOLKAN’ı kur TÖRE TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLÂTI dular. Bu ilk direnm e te ş­ kilâtı. ihtiyacın baskısı ile güçlendi, büyüdü ve 1 Ağustos 1958’de TMT’ye dö nüştü. Volkan da yakıcıy­ dı, Bozkurttu am a TMT d a­ ha sağlam bir askerî teşki­ lâtı, daha güçlü bir m e r­ keziyetçi yönetim i temsil ediyordu. 16 sene çarp ışıl­ dı,.. 16 sene önce T ü rk ’ün kutlu ayında kurulan teş­ kilât 16 sene sonra yine aynı kutlu ayın hediye et­ tiği yeni zafere k ad a r dö­ vüştü. 20 Temmuz - 16 Ağustos arasındaki dönem­ de ordumuzun henüz k u r­ tarm adığı y erlerde R um la­ rın giriştikleri katliam ları da k urtuluşa k ad ar TMT göğüsledi. Hemen her y e r­ de son neferine k a d a r kı­ rılm ayı göze a la ra k Yun a n ’ı bölgelerine sokm adı­ lar. H er türlü teknik askeTMT Teşkilâtm şeması : Ok başlarına göre soldan sağa : B al, Yeşilırmak, Erenköy, Lefke, Limasol, Boğaz, (G irue), Lefkoşe, Larnaka, Serdarlı ve Magosa san­ cakları. 11 r î düşüncenin «imhâ edilmiş lerdir» hükm ünü verdiği za­ yıf m ukavem et n o k taların ­ da bile an a v atan ordusu yaklaştığında, im hâ edil­ mek şöyle dursun, Bozk u rtla rın k at k at üstün düşman birliklerini önleri­ ne katıp kovaladıkları gö­ rüldü. TMT’nin yayın organı «Mücahit» dergisine ve teş kilâtm 14. yıldönümü m ü­ nasebetiyle yayım lanan ki­ ta b a d ay an arak hazırladı­ ğımız bu yazıda size 16 senelik direnişten bazı m ankıbeleri an latm ağ a, ruh ve m adde olarak TMT’yi tan ıtm ağ a çalışacağız. Serdarlı’da Atatürk büstü. Teşkilât, Lefkoşe m erke­ zinden yönetilen 9 san cak ­ ta n teşekkül etm işti (M er­ kezle birlikte 10). TMT k i­ tab ın d an aşağ ıy a aldığı­ mız L efkoşa sancağının ta rih i hakkm daki yazıda bü­ tün teşk ilâtı d a takib et­ m ek mümkündük : «Kıbrıs T ürk toplum ü- 11un kalbi ve beynidir L ef­ B O Z kU P u-70 İGuD'KCfcl / O TMr yayın organı Mücahit dergisinin bir sayısının başlığı. 12 koşe! 120 bin Kıbrıs Türkü ile 36 milyon T ürk Milieti’uin ise asıl kalbi ve bey­ ni A n k ara’dır. İster en uzakta G a z ib a fta , ister eıı yakında Boğaz ve Serdariı’da olsun, ay - yıldızlı bay rağ m gölgesinde hür y a ş a ­ yan tek b ir T ürk’ün bile bir y eri k an asa, çevirir yü zfioü bakar Lefkoşe, k a n a ­ yan y ara şm a çare a ra r ve bulur! Y ara büyükse eğer, bu kez A nkara koşar L efkoşa’nm im dadına ve TÖRE bir anda kanayan yarasını sarar!. «Aslında 1878’lerde açı­ lan Kıbrıs Türk’ünün yara­ sı, Lozan’la birlikte kana­ maya başladı. Düşman bir iken iki oldu, üç oldu! İs­ tanbul fethini beşyüz yıl­ dır hazmedemeyen Y unan ırkı 1955’Ierde Bizans’a gi­ den yolun Kıbrıs’tan geçti­ ğine inandı! Kıbrıs Türk’­ ünün kanayan yarası eğer ııeşterlenir, hasta ölürse, belki Bizans yolu açılmış olurdu! «Lozan’da millî misak hu dutları dışında bırakıldığı için 1955’lere kadar kana­ yan Kıbrıs Türk’ünün ya­ rası, büyüdükçe büyüdü! Ve 1958’lerde, Yunan ırkı­ nın Kıbrıs’taki arsız ve küstah bozuntuları, ilk öl­ dürücü neşteri yurdulardı bu kanayan yaranın üstü­ ne... Lefkoşe Merkez Sancağının arması. «Eğer Ankara kulak ver­ m eseydi Kıbrıs Türk’ünün feryadına, yara müzminle­ şir, hasta ölürdü! Eğer BOZKURT’Iar, rehber ol­ m asaydı Kıbrıs Türkleri­ ne... «Rum Tedhiş Teşkilâtı EOKA 1 Nisan günü Lefkoşa’da patlattığı ilk bom­ badan sonra hedefini açık açık ilân etmişti : İngilizler adadan çıkarılacak, ası! düşman saydıkları Kıbrıs Türkü bir anda imha edile­ cek ve Enosis gerçekleşti­ rilecekti.«EOKA hareketiyle İngilizlerin iki yüzlü politi­ k ası sıı yüzüne çıkınca sıTMT TMT’nin «Bozkurt 74» tatbikatından bir görüntü. 13 1957 tarihlerinde Türk hal­ kı, Lefkoşe ve M agosa’da İngiHzlere karşı taş ve so­ palarla çarpıştı ve şehit verdi. 1958 Haziran ve Tem muz aylarında ise Rumlar­ la çarpıştı. Bu safhada TMT kurulmuş foulunuyordu. Lefkoşa’dan başla­ yarak ada sathında TMT’nin yayılm ası ve faaliyetle ri ise ayrı bir husustur ve bugün için açıklanması sa­ kıncalıdır. Serdarlı Sancağına bağlı m ücahitler bir törende. ra . Tiirklerin nabzını de­ nemeye gelmişti. İlk defa olarak 1956 ortalarında Ab dullah Çavuş Baf’ta, ar­ kasından da Lisanı Çavuş Poli’de EOKA kurşunları­ nın ilk kurbanları oldular. Her iki olay, ada çapında büyük tepkilere yol açtı. Türk gençliği galeyan ha lindeydi ve Türk halkı he­ yecandan sokağa dökülüp protesto mitingleri düzen­ lerken karşısında iki düş­ man bulmuştu : İngilizler ve Rumlar! «Bu sıralarda İngilizlerin Türklere karşı tutumu yüz kızartıcıydı ve bir nevi ha­ karet niteliğindeydi. Türk’­ ün heyecanını anlamak is­ temeyen İngilizler, nüma­ yişleri önlemek için, toplu­ ma söz geçirebileceklerine 14 inandıkları ve lider gözüy­ le baktıkları bâzı kimsele­ ri, kendi memurlar;ym«j gibi Landroveı-’lere bindriyorlar, ellerinde birer ho parlör sokak sokak do­ laştırıyorlardı. «Halkın ve gençliğin ne den coştuğunu, bu hare­ ketlerin ne zaman önlen­ mesi gerektiğini, öldürücü EOKA silâhı karşısında Türk halkına nasıl bir yöi! verileceğini oturup düşü­ necek, karara bağlayacak siyasî ve askerî bir lider­ lik bu sıralarda yoktu. Be durum karşısında işin cid­ diyet ve vahametini düşü­ ren ilgililer bir araya gel­ diler ve Türk Mukavemet Teşkilâtı’nı kurma çarele­ rini aradılar. «İlk olarak 27 - 28 Ocak «Bir evvelki denemede Enosis’i gerçekleştirem e­ yen ve Türk - Rum o rtak ­ lığına dayalı Cumhuriyet’in ilânı ile Başkanlık koltu­ ğuna oturan Arşövek Makaryos 1963 yıh içinde Türk lerin karşısına A nayasa’nın 13. maddesinin değiştirilme si teklifi ile çıktı. Bu olay Türklerle Rumlar arasında h era n patlamaya hazır bir gerginlik yarattı. «Rum polisi marifetiyle ve çeşitli şekillerde Türk halkına yönelen baskı ve tehditler arttırıldıkça arttı­ rıldı. 21 Aralık 1963 giiııü sabaha karşı Tahtakale M ahallesi’nde iki Türk makineli tabanca kul­ lanan Rum polisleri tara­ fından vurulup öldürüldü. Radyo haber bülteninde halka «müessif» olarak resmen takdim edilen bu olay, Rumların Türklere karşı besledikleri kötii ni­ yetlerinin ilk belirtisi ol­ muştur. Nitekim 22 Ara­ lık 1963 günü Landrover’lere bindirilmiş silâhlı Rum polisleri, Türk Lisesi öğ­ TÖRE rencilerine ateş açarak öğ­ rencileri yaraladılar. Ay­ nı gün TCM (Türk Cemaat Meclisi) Başkam R. R. Denktaş’m çalışma odasını ve Girne Kapısı’nda Ataviirk iıevkelenin kurşunla­ yıp en ileri derecede tah­ riklerine devam ettiler. Gece saat 10.30 da ise, Gir ne Yolu üzerinde Aspava Bar yanında pusu kuran Rum polisi ekipleri, ka­ nunsuz hareketlere yüz ver­ meyen bâzı Türkleri öl­ dürmeğe ve Yenişehir’le Kızılbaş bölgelerinde Türk semtine ateş açm aya baş­ ladılar. «Bardağı (aşıran Rum tahrikleri karşısında, 1 Ağustos 1958 tarihinden beri Kıbrıs Türkü adına söz söylemek hakkını elin­ de tutan TMT, Türkün na­ mus ve şerefini korumak, can ve mal güvenliğini te­ minat altında bulundurmak gibi tarihî görevine başla­ mak durumundaydı. «23 Aralık 1963 günü sa­ bahtan itibaren Lefkoşe Türk kesimi şiddetli ve sü­ rekli bir düşman ateşi al­ gındaydı. TMT üyeleri, ilk «avunma noktaları olan Çetinkaya Spor Kulubü’nden Ledra P alas’a, Viktorya Sokağı’nda Arabahmet Camii ilerisinde Baf Kapısı’na, Tanti’nin Hamamı kesiminden Ankasivona’daki Rum kuvvetlerine, Çağ­ layan Bölgesi’nden bu böl­ geye taarruz eden Rum kuvvetlerine, Küçük Kavmaklı’dan Büyük Kaymak TM T h ’da harekete geçen Rum kuvvetlerine, Lefkoşe Erkek Lisesi binasından Buzha­ ne ve Yenişehir’de ateş a­ çan Rum kuvvetlerine, Girne Yolu üzerinde Jan­ darma Binası’ndan Yeni­ şehir ve Kızılbaş’a, yine Ortaköy’den Kızılbaş ve Dikomo Rum köylerine kar­ şı savunmaya geçtiler . «Lefkoşe Türk kesimini çepçevre ateş altına alan ve Türk kesimine 6 saat zarfında girebileceklerini hesaplayan Rum kuvvetleri ne, özellikle Küçük Kaymaklı’ya taarruz eden Rum kuvvetlerine Yunan Kon­ tenjan Alayı’ndan birlik­ ler sevkedilmişti. Sadece Küçük Kaymaklı’ya, Yu­ nan Alayı’ndan da birlik­ lerin katılmasıyla 1000 ki­ şilik bir düşman kuvveti­ nin hücum ettiği kat’i ra­ kam olarak sabittir. Bir bilgi vermesi bakımından, Ledra Palas Oteli’nden Türklere karşı muhtelif istikametlere ateş açan Rum kuvvetlerinin 7.7. . Tf., 9 mm.’lik Sten otoma tik tabanca, 9 m m.’ük İtalyan yapısı Berata o'ofcı&tik tabanca 9 m m.’lik Sterlin otomatik tabanca, M - 1 P. Tf., Vikers Ma­ kineli Tf. ve Jungle P. T ’, gibi çeşitli silâh kullandîk!arr<ıı belirtelim. «Lefkoşe ve varoşlarında düşmana karşı çarpışan kuvvetlerimiz 400 kadarf’ fakat hepsi silâhlı değildi. Türk emniyet mensuplan ve sivil halktan ellerine av tüfeği v.s. silâlı geçirebi­ lenler muhtelif cephelere koşmuş, TMT üyeleri ile o­ muz omuza Lefkoşa’yı sa­ vunmuşlardı. «Ateş, 24 Aralık 1963 gü­ nü yürürlüğe giren müta­ reke ile durdıı ve 25 Ara­ lık 1963 günü saat 8 : 30’ dan itibaren Rum kuvvet­ lerince yeniden başlatıldı. Çarpışmalar 26 Aralık 1963 günü 10 : 15’e kadar de­ vam etti ve saat 11.00 cTe İingilizlerin aracılığı ile ikinci kez müzakerelere başlandı. «Lefkoşa savunmasında özellikle çarpışmaların en şiddetli olduğu Çağlayan. Küçük 'Kaymaklı. Yenişe­ hir Bölgelerinde ve yine Küçük Kaymaklı polis ka­ rakolunu kahramanca mü­ dafaa eden, cephanesi bit­ tiği için geri alman komufanlar arasında, gerek bu bölgelerde ve gerekse diğer savunma hatlarında, tarihi­ mizde bu isimsiz kahra­ manlar şükranla anılacak­ lardır. Lefkoşa çarpışmalarında TMT mensubu 6 şehit ver­ dik. Bunların dışında Rumlar, birçok masum vatan­ daşımızı katletmişlerdir. «Çarpışmalar neticesi Küçük Kaymakîı’nın bir kısmı hariç Lefkoşa ve va­ roşlarında müdafaa mevzilerimiz süratle ileri alma rak bugünkü hatlarımız teşekkül ettirildi. Cephane yetersizliği colayss'yla mu15 kavemeteilerimizin geri a­ lınması ve bunların muha­ fazası altında bir kısım SıaLan salimen Hamitköy’e ?ağınm ası düşmana aradığı Türkiye’ye, Kıbrıs Türkü fırsatı vermiş ve ancak 26 Aralık 1963 günü Küçük Kaymakh’ya girebilmişler­ dir. Evlerinden çıkmayan 500 soydaşımızın esir alın­ ması ve bunların arasında bâzı gençlerimizin akıbet­ lerinin hâlâ belli olmaması yanında, Küçük Kaymaklı’nııı tahrip ve yağma edili­ şi, Rum vandalizminin bir abidesi olarak bugün or­ tada durmaktadır. «Arpalık savunmasında da 6 şehit verdik 6 Şubat 186i günü. 250 kişilik Rum kuvvetine karşı sadece 6 piyade tüfeği ve sten ta­ banca ile savunulmuştu. Arpalık!. Ve Arpalık saldı­ rısı Rum sürülerinin biı Plevne müdafaasıdır. «TMT’nin kuruluşu ile birlikte temelleri atılan Lefkoşe Sancağı bugün anasancak durumundadır ve merkezde olması dolayısıyla Kıbrıs Türk Silâhlı Kuv­ vetlerinin nüvesini teşkil etmekte, Kıbrıs Türk toplumunım kaderini elinde tut­ maktadır. Boğaz ve Serdarlı sancaklarımız da yepyeni tesislere, güçlü birliklere ve değerli komutanlara sa­ hip Lefkoşe Sancağı’ııın bağrından kopmuştur. «Anavatan Türkiye’nin kuvvetli pençesi bugün Kıbrıs’ın üstündedir. Millî 16 şuuru, hürriyet aşkını, miicadele azim ve ruhunu bir m eşale yapıp Kıbrıs Türk toplumunun eline ve­ ren, üstün komutanlık ve liderlik vasıflarına sahip insanların kurduğu Türk Mukavemet Teşkilâtı sa­ yesindedir ki, anavatan Türkiye’nin kudretli pençesi yavruvatan Kıbrıs’ın üs­ tünden ebediyen kalkmaya­ cak, Kıbrıs Türkü bu top­ raklarda hür ve mesut ya­ şayacaktır. «TMT’nin kuruluşunun 14’ncü yılında, TMT’nin o­ luşturduğu Mücahit Kuvvetleri’ne, onun değerli ko­ mutanlarına ve anavatan Türkiye’ye, Kıbrıs Türkü minnet ve şükran borçlu­ dur.» A navatan’m G aziantep’ine, K ah ram an m a ra ş’ına m ukabil K ıbrıs’ın da bir G azibaf’ı v ard ır. TMT 14. yıl kitabında B a f’m bu şe­ re f ünvanını nasıl hak e t­ tiği de anlatılıyor : «Yavruvatan Kıbrıs’ın en batısında bir serhat böl­ gemiz vardır. Başları dim­ dik ve mağrur, sözünü kim­ seden esirgemez, demir bi­ lekli elleri tuttuğunu ko­ paran cinsten, ekmeğini taştan çıkaran, çelik yürek­ li, mert ve yiğit insanların yaşadığı bir diyar. «9 Mart 1964’e kadar böl­ ge merkezinin adı K asa’ba’ydı; B af’tı. Şimdi adı Gazibaf’tır. «9 yıldır hürriyet savaşını açıkta sürdüren Kıbrıs Türkü ilk kurbanını Gazibaf’ta verdi. Tarihe biı kalleşlik, bir vandalizm, bir korkaklık ve de ma­ sum insanların kanma gir­ me hareketi olarak geçecek EOKA, bir Türk polisinin göğsüne sıkmış ilk pis kur­ şununu. 1956’da Abdullah Çavuş’u Gazibaf’ta arka­ sından da Lisanı Çavuş’u Poli’de vurdu EOKA ve serhat bölgemizin gözünü budaktan esirgemeyen mert ve yiğit insanları, çevirdi yüzünü, baktı Gazibaf’tan Lefkoşa’ya! Kıbrıs Türkü’nün kalbiydi, merkeziydi çünkü Lefkoşa... , «EOKA Türk vuruyordu adanın her yanında! Ve bir ses yükseldi bir anda Lefkoşa’dan! Kıbrıs Türkü’nün sesi Anavatan’dan du­ yuldu! «Sözde barış geldiydi 1960’ta. EOKA’nm 1959’da biten kanlı ve tiksintiîi se rüveni durdu, Türk halkla­ rı tescil edildi, bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduydu. İyi niyetliydik ve barışı arzu ederdik. Karşımızdakilerin çatlak seslerine ve kuru sıkı tehditlerine rağ­ men... Ne var ki 3 yıl si nen EOKA sürüleri, 3 yılda bir kıtal plânı hazırladı­ lar; Lefkoşa’dan başlayıp Türk’ü boğmayı, bir anda Türk toplumunu adadan si­ lip süpürmeyi denediler 21 Aralık 1963’de. Lefkoşa’da dişleri kırılan EOKA çarkı döndü, 9 Mart 1964 günü şafakla birlikte, çelik yü­ TÖRE rekli insanların yaşadığı Gazibaf’a dayandı. «TMT’nin günlük notların­ da Gazibaf savunması ve bölgedeki düşman saldırıla r ı hakkında şu satırlar ya­ zılıdır : «Düşman», ada sathmda Türkler’e karşı topyekûn bir saldırıya geçm eyi, Lef­ koşe denemesinden son­ ra göze alamamakta, Tür's bölgelerini teker teker iş­ gal etmeyi, hiç değilse sin­ dirmeyi hedef saym akla­ dır. «Bölgede irtibatsız ve mukavemeti zayıf olan Türk köylerini tehdit ve tahrik etmekte, yol serbestisi tanımamakta, günlük maişet peşinde koşarken pusuya düşürdüğü Türkler’i öldürmekte, B af’m Türk kesimine gelişigüzel ateş açmakta,zaman zaman ateş kesafetini arttırarak m ukavemetçileri ateşe a teşle mukabeleye mecbın etmekte, plânladığı Baf işga li için zemin hazırlamakta­ dır. «Türk mukavemetçilerin uyanık, son damla kan­ larına kadar herhangi bir saldırıyı karşılamaya ka­ rarlı olduklarını anlayan düşman, günlerden beri al­ dığı takviye kuvvetini ar­ tırmakta, ağır silâhlarla teçhiz olmaktadır. Düşman bu hazırlıklarını, daha ön­ ceki mevziî çarpışmalar sonrası varılan ateşkes ak­ laşmasından yararlanarak tamamlamış, 9 Mart 19M TM T günü gün doğarken taarru­ za geçmiştir. «Taarruza geçen Rum kuvvetinin personel sayısı 2000 kadardır. Çarpışma' larda, zırhlandırılmış 8 a det dozer, ağır silâhlarla teçhiz edilmiş olarak Ruuı kuvvetlerine destek vazife si görmüş, 100’den fazla Bren silâhına ek çok sayı­ da A - 4 tipi silâh, havan topu, roketatar, tomson ve çeşitli silâhlar kullanılmış­ tır. Albay rütbesindeki bir Yunan Subayı’nm sevk ve idaresindeki muharebeye Yunaıı Alayı’ndan da su­ baylar katılmıştır. «Gazibaf’ı 120 kahraman mücahidimiz savundu. Sa­ vunmada, çoğu av tüfeği, 9 adet Bren, birkaç sand:fc el bombası, piyade tüfeği ve Sten makineli tabanca kullanılmıştır. Silâhların kısmı azami, taarruzundan kısa bir süre önce Lefkoşa ’dan gönderilmiştir. En kritik anda yapılan silâh takviyesini, Baf Türkü her zaman şükranla anmakta­ dır. «Düşman, bütün imkânları m kullanması halinde, a­ zamî 2 saatte, Türk kesim i­ ni işgal edeceğini tahmin ediyor, karşısındaki Türk Mücahidi’nin ecdadına ve tarihine yaraşır bir şekil­ de ölüm kalım mücadelesi vermeye hazır olduğunu kestiremiyordu. Plâna gö­ re önce kesif bir roketatar ateşi ile Türk bölgesi eie geçirilecek, kuzey istika­ metindeki Mavrali semtine, doğudan da dört koldan ol­ mak üzere Dr. Eyyüp, Ke­ mal Atatürk, Namık Ke­ mal ve Talât Paşa sokak­ larını takiple Türk kesimine girilecek, merkezî durum­ da olan İnönü meydanında buluşacak Rum kuvvetleri zafer şenlikleri yapacaktı. «9 Mart 1964 günü saba­ hın erken saatlarmda uy­ gulanmaya başlayan plân, çok .şiddetli roketatar ate­ şi altın a aldığı T ürk mev­ zilerini yıkmaya çalışır­ ken, k ah ram an mücahitle­ rimiz cehennemi ateşe bakmadan sım sıkı yerinde duruyor, elindeki im kân­ la rla düşmana göz açtırmıyoıdu. S aat 9: 30’a kadar bir adım bile ilerleyemeyen düşman, bu saatten sonra Termopi! sokağın­ daki Türk mevzilerini daha kesif bir ateş altına almış, buradaki mücahitlerimiz enkaz altında kalmamak i­ çin Yeni Cami ile bu so­ kaktan ayrılmak zarureti­ ni duymuştur. «Bütün gün devam eden muharebe esnasında Çar­ şı bölgesi büyük bir cesa­ retle savunuluyordu. Bü­ yük Cami minaresi üze­ rinden bir mücahidimiz a­ teş altma aldığı düşman kuvvetlerine kan kusturu­ yordu. Kudurmuş Rum sü­ rüleri, ihtişamla yükselen minareyi roketatarlarla de­ lik deşik ederken, minare­ nin yıkılabileceğine aldır­ mayan mücahidimiz, eşine ender rastlanır bir cesaretle savunmasına devam etti. 17 «Düşman kuvveti üstün, cephanesi boldu. Sadece ce sareti yoktu. «Baf savunmasında Türk mücahidi, elindeki kıt im­ kânlar ve mahdut sayıda silâhlarla savaştı. Elinde en azından birkaç tane ro­ ketatar silâhının bulunma­ yışı, zırhlandırılmış dozer­ lerin Türk mevzilerine ka­ dar sokulmasına imkân verdi. Noksanların g id eril m esi ve bazı imkânların yaratılmasına çalışıldı. Ba Türkü, mücahidiyle elere verdi; mahallî bir silâh malâthanesi kurdu. Bu ima­ lâthanede yapılan birkaç ha van topu, zırhlandırılmış bir dozer, özellikle sahra topunun taklidi bir top, çarpışmalarda hayli işe yaramıştır. Özellikle sahra topunun ateşiyle Türk böl­ gesinin etkili bir şekilde ateş altında tutan ve iki katlı taş bir binada kurulan bir Rum mevziinin susturul­ ması, mücahitlerimizi ve Baf Türk’ünü moralman son derece teçhiz etmiş, düşmanın cesaretini sıfıra indirmiştir. «Baf savunmasında bir olay, Türk mücahidinin va­ tanperverlik ve mukave­ met ruhunun yüksekliğine bir delil, Rum barbarlığına ise en isabetli bir örnek teşkil etmektedir. Mavrali’de bir mevziyi, Dipbaf’Iı b> göçmen ve bölge sakinle­ rinden bir kısım mücahidi­ miz tutuyordu. Hepsi 13 ki­ şiydi! Düşmanın ateş ke­ safetinin yüksek olduğu Mavrali bölgesinin bu m ev­ 18 zii, roketatar ateşiyle tah­ rip edilmesine rağmen mü­ cahitlerimiz savunmaya de­ vam ettiler. Ne var ki mer­ mileri tükenmiş, irtibatları kesilmişti. Mermi tedariki için mevziden ayrılan 3 mücahit geri dönemedi. Bir mücahidimiz, mevzi komu­ tanı Bıyıklı Ahmet’e bey­ hude öleceklerini söyleye­ rek, mevziden ayrılmalarını teklif etti. Tüfeğinde tek bir mermi kalan Bıyıklı Ahmet, «Buradan çıkarsak nerede dururuz? Buradan ancak benim cesedim çkar!» dedi. Bıyıklı Ahmet, düşmana canlı teslim ol­ manın dehşetini anlattı -i e düşmana teslim olmaktan­ sa, tek mermiyi kendi bey­ nine sıkacağını ima etti ve davrandı bile! Arkadaş­ ları mani oldu]»-. Bıyıklı Ahmet, düş»-' eline düş­ menin de l a m olduğunu bi­ liyordu! 200 kişilik bir Rure kuvveti saldırdı Mavral:’ deki mevziye! Ve Bıyık Ahmet, arkadaşlarıyla b r Iikte esir alındıktan son a, parmakları kesilmek su re­ tiyle işkence edilerek öM rüldüler orada. «Rumlar, her türlü hile­ kârlığa ve moral bozum harekete tevessül ederek Gazibaf’ın Türk mukave­ metçilerine teslim olmayı teklif ediyorlardı. Kasaba, bütün havan topları ve eî bombaları ile, yıkılan m ev­ zilerin tozu dumam, yıkılan Türk emlâkinin keşif du­ manı içinde yandı, tutuştu. Bu dehşetli muharebede, Gazi B af’ta hürriyet müca­ delesi veren çelik yürek'i insanlar, mücahitleriyle elele, tam bir disiplin ve tam bir dayanışma içinde, en küçük bir panik yarat­ madan, düşmana karşs kahramanca savaştı. Talâ< Paşa Sokağı’nsJan Türk kesimine girmeyi deneyen zırhlandırılmış b ir dozer, düşmanın ateşi altında bu lunan mücahitlerimiz tara­ fından havaya uçuruldu. Do zer içinden dökülen ya­ ralı R um lar, çak allar gibi inleyerek kurtuluşu kaç­ m ak ta buldular. Dozerdeki G adet silâh ve diğer bol miktarda cephane mücahit­ lerin eline geçti. «Albay rütbesinde Yu­ nanlı bir subayın sevk ve idaresindeki Rum kuvvet­ leri, birkaç saat içinde Türk mukavemetini kıra­ caklarını, Gazihaf’ı işgal edebileceklelerini hesapla­ mışlardı. H esapları yanlış çıktı. «10 Mart günü Eum sal­ dırısı fasılalı olarak devam etti. Ne v a r ki düşmanın ateş kesafeti azalmış, Rum hayalleri suya düşmüş, Gazibaf’ın kaderi belli ol­ muşta artık! «Rum sürüleri lS64’ün 1 ve 2 Ocak tarihlerinde Çınarlı’da, 19 Ocak’da Kaîkanlida, 21 Ocak’da Susuz’da, birinci defa ola­ rak 23 - 24 Ocak’ta Ovalık'ta, yine ilk defa olarak 2 Şubat’ta Altmcık’ta, 3 Şubat’ta Hulu’da, 4 Şubat’ta Baf Kasabası’nm Mescit TÖRE Semti’nde, 5 Şubat'ta ikine' olarak B af’ta Melana Sem­ ti’nde, 5 Şubat’ta Akkargi’de, 8 Şubat’ta Karşıyaka Poli’de, 14 Şubat’ta üçün­ cü defa olarak yine Gazibaf’ta, 14 Şubat günü yine Poli’de, Mart’ta birinci de­ fa olarak Aksu’da, 5 Mart’ ta ikinci defa yine A ksu’da. 6 Mart günü ikinci defa clarak Altmcık’ta, 7 M a rt’­ ta dördüncü defa olarak B af’ta, 8 Mart’ta B ozalan’ da, 23 Nisan günü ikinci defa olarak Ovalık’ta, ve 24 Ocak 1964 günü Engiııdere’de tahrik, tehdit ve saldırılarda bulundular; sa­ vunması zor ve zayıf köy­ lerdeki soydaşlarımız, d a­ ha emin yerlere göç etmek mecburiyetinde kalırken, ölüm pahasına olsa bile toprağına bağlı ve kalpleri Türklük ateşi ile, vatan sevgisi ile çarpan bütün köylerdeki mııkavemetçi’c ıim iz, bazı hallerde öldüler, fa k a t düşmana geçit v er­ mediler. «Gazibaf direnişi, mücac’e le tarihimizde Ö2?el bir yer işgal etmektedir.» Vuruşa vuruşa, kan ve b aru tla y oğrularak TMT 16 yıl dimdik durdu. N iha­ yet T ürk Ülküsü, T ürk di­ leği gerçekleşti. M ücahit dergisinin 24 n um aralı M a­ yıs 1974 sayısında Türk C em aat M eclisi B aşkanı İs­ m ail Bozkurt, «O rdulaşan TMT, D evletleşen Toplum» başlıklı yazısında iki ay sonrasını âd e tâ görerek şu sa tırla rı yazıyordu : TM T «Bir toplumun devlet ololması için üç vasfı olma­ sı gerekir : Ülke, halk (millet) ve egemenlik. Devlet egemenliğini ise Üç ana uzvunun; yani y sam a, yürütme ve yargı uzuvlarının oluşması ortaya çıkarır. Devletin varlığı ise Silâhlı Kuvvetleri (Or­ du)’nin bekçiliğine emanet edilir. «Kıbrıs Türk toplumu, 20. yüzyıla utanç verm esi gere­ ken barbarcı bir saldırı neticesi, bağımsız Kıbıvs Cumhuriyetinin egem enli­ ğine katılma hakkından mahrum edildi. Ama Türk'e lâyık şanlı bir direnişle toplum olarak varlığını ko­ rudu; kendi adına egemen­ liğini kullanacak yasam,? yürütme, yargı organları­ nı oluşturdu; teşkilâtland r dı. «Yönetim» adı altında bir «devlet» mekanizması ortaya çıkardı. «Yönetimin veya b aşka bir deyişle «devlet» m eka­ nizmasının ortaya çıkm a­ sında esas rolü oynayan; dünkü TMT’nisı bugünkü Kıbrıs Türk Silâhlı Kuvveileri’nin tarihî gelişm esi de Türk tarihinin ananevi ge­ lişmesine paralel ve uygun bir görüntü gösterdi. «Kuvayı M illiye’den k a h ra ­ man Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni ortaya çıkaran Türk Milleti’nin bugünkü çocuk­ larının, «Volkan»dan TM1?yi; TMT’den K ıbrıs Türk Silâhlı K uvvetleri’ni ortaya çıkarm asından b aşk a bir §ey beklenemezdi. «Kıbrıs Türk Silâhlı Kuv­ vetleri, bugün çağımızın sa­ vaş gereklerine uygun e­ ğitimiyle, mükemmel ör­ gütlenmesiyle ve adanın her tarafına dağılmış te­ sisleriyle gerçekten «ordulaşma» yolunda istenen ve özlenen hedefe gelmiştir. «Bu gelişm e, Kıbrıs Türkü’ne huzur veren, verm esi gereken bir ge­ lişmedir. Çünkü «ordula­ şan», ordulaştığı nisbette «devletleşen» Kıbrıs Türkü, hedefine hızla yaklaşıyor demektir. «Hedef ise açıktır. Tarih gösteriyor bu hedefi : «Kıb­ rıs Türkü, ya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit egemenlik hakkına sahip bir ortağı olacak; ya da toprağı, hal­ kı; yasam a, yürütme ve yargı organlarından olu­ şan egem enliği ve ordula­ şan Silâhlı Kuvvetleri ile bu gün zaten «Yönelim» adı ile var olan devletini kura­ caktır. «Sonrası m ı?... «Sonrasını «Hatay» göste­ riyor’...» Bugün ordumuz K ıb rıs’ta k an la bir h a t çizm iştir. Çiz ginin kuzeyi artık an a v a ­ tan k a d a r emin, an avatan k a d a r h ü rd ü r... an a v atan ­ dır! F a k a t güneyde, y a r a ­ lı bir hayvanın ru h h a’i içersindeki R um ların edep­ sizliklerine k arşı TMT hâ lâ görevi başındadır. T an­ rı T ü rk ’ü korusun. TÖRE 19 Kıbrıs‘fa Türk İdaresi • prof. Dr. nejat g ö yün ç ((Aydınlarımız tahsilleri sırasında birçok mütarekelerin tarihlerini ezberlemek yerme komşularının ve diğer milletlerin kendileri hakkında gerçekte ne düşündüklerini öğ­ renmiş ve benimsemiş olsalar, sonradan ayni denizin iki yanındaki kardeşlerin dost mu düşman mı olabileceklerini daha isabetli bir şekilde değerlendirirler; hem de vaktinde ve hiç üzüntüye, pişmanlığa mahal kalmadan...» diyen tarih Profesörü Dr. Nejat Göyünç, Kıbrıs’ta Türk idaresini inceliyor. lif ü . $•#§§§&: W m flp H ; mmm ■ mm ; Tuzla (Larnaka) da Hala Hatun (Peygamberimizin halası) tekkesi önünde, tekke­ nin şeyhi Şem’î Efendi tarafından 1845’de çizilen tuğra. 20 GÖYÜNÇ Çok seneler önce, lise sıralarındayken bir felsefe hocamızın «in­ san işlediği hatayı tekrar eden hay­ vanda» dediğini hatırlarım. Bunu üstelik ünlü bir Yunan filozofu söy­ lemişti. Çok tecrübeli, çok düşünen kimselerin söyledikleri sözlere, hik­ metlere acaba kendi cinslerinden o ­ lanlar hiç itibar etmezler mi? Pek tabiî olarak, eski grekler ile bugün onların soyundan geldikleri iddia ve gururu içinde olanlar arasında, isim benzerliği ve aynı vatanda oturm a­ ları dışında, pek de münasebet yok­ tur. Bu kanaat, geçen yüzyılda Yu­ nan istiklâl hareketini destekledikten sonra, üstelik bir de kendilerinden kırai seçtirmenin sevinciyle Yunanis­ tan'a gelip de, sonradan gördükleri — besle kargayı, oysun gözünü m i­ s a li— ihanetler karşısında ve büyük bir hayâl kırıklığı içerisinde hatıra­ larını yazan bir çok meşhur Alman eli kalem tutarının paylaştıkları bir husustur. Eski grek medeniyetinin beşiklerinden birisi olan Mora hal­ kının çeşitli tarihlerde Slav ve A r­ navut göçleri sonucu, eski ırkî özel­ liklerini kaybettiklerini, durumun ye­ ni devletin diğer kesimlerindeki halk için de aynı olduğunu belirtirler. Bu­ nunla beraber, Batı âlemi, kendi me­ deniyetinin temellerinden birisinin grek medeniyeti olduğunu bildiğin­ den, kısa zamanda bu tür tecrübe­ lerini unuturlar. Avrupa, Yunanistan’ m daima destekçisi olur. Osmanlı Devleti’nin zaafından, başında bu­ lunan türlü iç ve dış dertler arasın­ da bunalımından, devlet adamlarının KIBRIS’TA TÜRK — her devirde görüldüğü g ib i— d i­ ğer dünya m illetlerini iyi tanımama­ larından faydalanırlar. Bir bakarsı­ nız, 1897’de olduğu gibi, Osmanlı Devleti harpte bir haftada hakkından geidiği Yunan Devleti’ne karşı, masa başında kayıplı çıkar. Kendi m illeti­ ni de tanımayan, onun manevi gü­ cünü bilmeyen kimseler, elbette bü­ yük denilen, aslında manen çok kü­ çük devletleri de bilmezler, onların devlet adamlarının cakasına, blöfle­ rine, şantajlarına aldanırlar. Bu zih­ niyet 1918 sonrasında az daha Ana­ dolu'yu bütünüyle yabancı boyundu­ ruğuna sokmuyor muydu? Aslında Yunanistan'a yapılan da dostluk mudur? Doymak bilmeyen ihtiraslara, başka devletlerin, kom­ şularının aleyhine hayalperestliğe gem vurmak gerekmez mi? Lâkin, gerekenin aksi yapılır, daima siya­ sette. Birinci Dünya Savaşı’ndan Os­ manlI İmparatorluğu yenik çıkınca fırsat zuhur etm iştir. Yunanlılar Kıbrıs'ı, oniki Ada’yı, Batı Trakya'yı, Batı Anadolu'yu, İstanbul’u, hatta Anadolu’nun kuzey kıyılarını isteme­ ğe başlarlar. Bu kadarla da kalsa, iyidir. İznik Rum m etropoliti Vassilios «geride tek ferdi kalmamacası­ na Türkierin tamamiyle yok edilme­ sini» ister. Bu isteklerle ilgili rapor­ lar İngiliz arşivlerinde bulunmakta olup, Gotthard Jaschke’nin Türk Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz bel­ geleri» (Ankara 1971) adlı kitabında da onlardan alınan bir çok — yu­ karıdaki gibi ilg in ç — parçalar ser­ gilenmektedir. Hiç şüphe yok, ay­ 21 dınlarımız tahsilleri sırasında birçok m ütarekelerin veya anlaşmaların maddelerini veya tarihlerini ezberle­ mek yerine, komşularının ve diğer m illetlerin kendileri hakkında ger­ çekte ne düşündüklerini öğrenmiş ve benimsemiş olsalar, sonradan aynı denizin iki yanındaki kardeşle­ rin dost mu, düşman mı olabilecek­ lerini daha isabetli bir şekilde de­ ğerlendirirler, hem de vaktinde ve hiç de üzüntüye, pişmanlığa mahal kalmadan... İstiklâl Savaşı sırasında Anadolu’­ da ne ilerlemeleri, ne de yaptıkları vahşet batı komşumuzun yanına kâr kalmamıştır. Lâkin İkinci Dünya Har­ bi sonunda Oniki Adaiar'a kavuş­ muşlar, bir müddet sonra da yine bir kara cübbeli, kara sakallı, iğ­ renç yüziü, din adamı kisvesindeki politikacıları vasıtası ve yine adı iyi siyaset bilire çıkmış dostlarının des­ teği ile Kıbrıs'a el atmışlardır. 1863 ve 1967 tarihlerinde Kıbrıs Rumları­ nın Türklere karşı giriştikleri imha ve kati! teşebbüsü, son olaylar sıra ­ sında, artık günlük gazetelerin bile konusu olan işkenceler, Türklere uy­ gulanan alçakça hareketler ile 1918-19’da İznik Rum M etropoliti Vassilios'un sözleri arasında ne fark vardır? Bu girişim ler kiliselerde din adamları ve okullarda öğretmenler vasıtası ile Yunan gençliğine aşıla­ nan bu iğrenç, bu barbar fikrin ta t­ bikatı. değil midir? Kıbrıs Rumları Türkleri sade öldürm ekle de kalma­ makta, onları göçe, açlığa, sefalete zorlamakta, cam iierini yıkmakta ve­ 22 ya onları insana yakışmayacak bir şekilde kullanm aktadırlar. Bunların misalleri her Yunan idaresindeki Türk yurdunda görülür. G irne’de Türk askerlerine su veren bir İngiliz karı - kocanın başına gelenler henüz kaç günlük konudur? Üstelik İngilizler onların akıl hocaları, koruyucu­ ları değil midir? Bunları anlatm aktan maksadımızı, Yunanlıların işledikleri hatalar yü­ zünden, aşırı hayalcilikleri, belki de «el malı ile gerdeğe girilmez» a ta ­ sözünü bilmemeleri yüzünden, baş­ kalarına çok güvenerek şuursuzca, insanlık dışı davranışlara girişm ele­ ri, nihayet taşan sabır neticesinde uğradıkları felâketlerden ders a la­ mayacak yaradılışta olduklarına işa­ ret etmek içindir. Tarihin hiç bir döneminde Yuna­ nistan’ın idaresine girmemiş olan Kıbrıs’ın Türkiye ile ilişkileri ise çok yönlü ve derindir. Ada gerek yakın­ lık bakımından, gerekse coğrafî, ta ­ rihî, ekonomik bağlantıları cihetin­ den Anadolu’ya sıkı - sıkıya kenetlen­ miştir. M illiyetçi, örnek insan Prof. Cemal Alagöz'ün, Türk Heyeti'nin bir tem silcisi olarak katıldığı 1969’ da Lefkoşa’da toplanan L M ille tler­ arası Kıbrıs Araştırmaları Kongres i’nde, Rumları kızdırmak için şaka yollu, fakat büyük bir heyecanla söylediği ve o andaki gergin hava­ nın da yatışmasına sebep olduğu gibi, adanın biçimi de manidardır. Yalnız işaret parmağı açık olan (Karpas yarımadası) bir yumruk şek­ linde olup, açık parmak İskenderun GÖYÜNÇ Körfezini, mektedir. yani Anadolu'yu göster­ Osmanlı - Türklerinin Kıbrıs seferi 1570 - 71 senelerine tesadüf eder. O tarihte ada Venediklilerin elinde o ­ lup, bir korsan yatağıdır. İstanbul İskenderiye deniz yolu üzerinde bu­ lunduğundan Türk tica re t gemilerine baskınlar, vurgunlar yapılmakta, za­ rar verilm ektedir. Bunlara, daha ba­ zı başka etkenlerin katılması sonu­ cu, Sultan II. Selim'in hocası Lala Mustafa Paşa bu sefere serdar ta ­ yin edilir. Osmanlı donanması 16 Mayıs 1570 Pazartesi sabahı Kurban Bayramı namazı kılındıktan sonra, Beşiktaş önlerinden demir alır, gece^ Yedikule açıklarında geçi­ rilir, ertesi sabah saat dörtte M ar­ mara'ya açılır. 30 Haziran'da Finike’­ ye, 2 Temmuz'da da Limasol'a geli­ nir. Kale halkı kaçmıştır, bir kısım asker karaya çıkar. O gece orada yatan donanma, ertesi günü Tuzla'ya gelir ve 4 Temmuz'da da karaya asker ve toplar çıkartılır. Hedef Lefkoşa kale ve şehrinin zaptıdır. Bir aylık bir kuşatma ve muharebeden sonra, 9 Eylül (ne tesadüf) 1570'de sabah namazını iki saat geçe kale ieth edilir, Avlonya sancakbeyi M u­ zaffer Paşa Kıbrıs Beylerbeyliğine tayin olunur. Bu muhasara sırasında gece gündüz siperden ayrılmayıp harp eden, «baş kesüb, dil (esir) alan» kahramanlara tim arlar verilir, bunlardan çok üstün yararlığı görü­ len bazıları da çeşitli askerî - İdarî görevlere atanırlar. Adanın Magosa hariç, diğer kesimleri kolaylıkla alı­ KIBRIS’TA TÜRK nır. Lâkin, onun teslim 1 Ağustos 1571 'i bulur. olması Bu sefere a it bir Harp - günlüğü'nde Osmanlı - Türklerinin savaşta bi­ le yerli halka karşı davranışlarının ne kadar yüce olduğunun delili olan belgeler vardır. Meselâ, Girne halkı kalelerinin tesliminden sonra Os­ manlI idaresine tam bir itaat göster­ diklerinden bir kaç yıl için bir kısım vergilerinden muaf tutulurlar. Yine, bir başka belgeden Limasol halkının Osmanlı idaresine bir ayrı müracaa­ tı öğrenilir. Bu şehrin, Lefkoşe ve B af’a ikişer konak mesafede ve uzak olduğundan daha yakın bir yerde pazar kurulması istenmekte, halka kolaylık sağlamayı kendisine rehber ve düstur edinen Türk ida­ resi de bu isteği yerine getirm ekte­ dir. Magosa’nın muhasarası sırasında da çok ilgi çekici olaylara rastlanmaktadır. Venedik'ten Türklere kar­ şı harp etmek için getirilen bir kı­ sım asilzâdeler, kaleden kaçarak gelir, islâmiyeti kabul eder, Türk hizmetine girerler. Bu davranışları­ nın sebebi korku mudur, yoksa Türklere döğüşürken bile m ertlik ve faziletten ayrılmadıkları! için duy­ dukları hayranlıktan mıdır? Onları bu defa gerçekten tanıdıklarından mıdır? Magosa kumandanı Antonio Bragadino’nun, kalenin tesliminden sonra ele geçtiğinde derisinin yüzü­ lerek içine saman doldurulması, şe­ hirde dolaştırılması daima aleyhim i­ ze batının bir istism ar konusudur. 23 Lâkin, batılılar hiçbir zaman onun Türk esirlere, hatta kendisine elçi­ likle, anlaşmak üzere giden erlere ne yaptığını hatırlamak, düşünmek istemezler. Halbuki her iki olay da yanyana yazılmaktadır. İşin gerçeği Türkleri işkence ile öldürm ek batıda âdi, olağan, suç sayılmayan hare­ ketlerdir. Daha on sene önce küçük bebeklerin Kıbrıslı Rumlar tarafın­ dan feci şekilde öldürülm esi Batıda kimin kılını kıpırdatmıştır. Bu son Türk Barış Harekâtından önce ada rumlarının Türklere karşı tatbike ko­ yuldukları vahşice muameleleri han­ gi güç önlemek istem iştir? Türkierin adanın fethinden sonra en büyük çabasiı buranın bayındır bir hale getirilm esi, Türkierin adaya yerleştirilm eleri meselelerinde o l­ muştur. Hemen cami ve mescid gibi dinî müesseselerin adanın her tara ­ fında yapılmasına başlanmış. Kale­ lerin tam iri için Bostan adlı bir m i­ mar gönderilm iştir. Yine aynı yılda Lefkoşa'da müslüman halkın bir bitpazarına ihtiyaçları olunca, yeni ya­ pılan birçok dükkân bu işe tahsis edilm işlerdir. Yine aynı tarihlerde hamam, kütüphane, Büyük Han, sonra da Kumarcılar Hanı yapılmış. Aynı yüzyıl sonlarına doğru, yani Lefkoşa'nın fethinden onbeş - yirmi yıl kadar sonra bir mevlevihâne in­ şa ettirilm iştir. Sonradan birçok de­ ğişikliklere uğrayan bu bina hâ­ len T ü r k M ü z e s i ola­ rak kullanılmaktadır. Bu müzede saklanmakta olan Şerife Defter­ leri (Eski mahkeme defterleri) nde kadıların teb’a arasında din farkı 24 gözetmediklerinin birçok belgeleri vardır. Kıbrıs Türk Tarih Kurumu Başkanı Sayın Vergi Bedevi'nin bu husustaki bir araştırması, yukarıda bahs olunan kongrede tebliğ olarak okunmuş, sonra da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından aynı kongreye sunulan Türk tebliğleri ile birlikte 1971'de bastırılmıştır. Aynı kongrede Yunanlıların asıl­ sız bir iddiaları v a rd ır: Kıbrıs T ürkle­ rinin, asla Türk olmayıp, sonradan müslüman olup Türkleşm iş adanın yerli halkı olduğu hususu. Halbuki Kıbrıs'ta yerli halktan İslâm dinine girenlerin sayısı çok azdır. Adanın Hristiyan yerli halkı Venedik idare­ sinden memnun olmadıklarından bir çok kaleleri Türklere teslim etm iş­ ler, Venedik idaresi zamanında baş­ ka ülkelere göç etmek zorunda ka­ lanlardan bir kısmı, geri dönmüşler, fakat her yönü ile hoşgörü içerisin­ de hayatlarını sürdürm üşlerdir. Os­ manlı idaresi, vaktiyle Balkanlarda veya imparatorluğun başka vilâyet­ lerinde yapıldığı gibi, adaya Türk nüfusun yerleşmesi için teşvikte bu­ lunmuştur. 1572 senesinde adanın m uhtelif yerlerinde bulunan çeşitli sınıflara mensup sayıları 4000'e yak­ laşan askerlerin ailelerini getirm ele­ ri sağlanmış, bunlardan adada yer­ leşmek isteyenlere kolaylıklar sağ­ lanmıştır. Aynı metod memurlar için de uygulanmıştır. Askerlerden bekâr olup, evlenmek isteyenlere Anado­ lu'dan gelin getirilm iştir. Bununla beraber esas Türk yerleşmesi Kara­ man, Beyşehir, Ürgüp, Niğde, A k­ saray, Akşehir gibi Orta şehirlerin­ GÖYÜNÇ den aileler getirilerek Kıbrıs'ta çeşit­ li yerlere yerleştirilm işlerdir. Gerek bu yerleşmeler, gerek yerleştirilen türlü meslek mensubu halkın adedi, özellikleri Sayın Prof. Dr. Cengiz Orhonlu'nun I. M illetlerarası Kıbrıs Araştırm aları Kongresi'ne sunduğu çok mükemmel bir bildirisinin konu­ sunu teşkil etm iştir. Bu bildiri de diğerleri ile birlikte yayımlanmış­ tır. Bugün Kıbrıs adasında yaşayan Türk nüfusunun rumlara nazaran daha az olması çeşitli sebeplere, Kıb­ rıs'tan Türkiye'ye veya başka ülke­ lere Türk göçlerine bağlıdır. İngilte­ re idaresinde bir Türk ailesi ile bir rum ailesinin aynı şartlar içerisinde bulunabilecekleri düşünülebilir mi? Aralarında dinî ve kültür bağları bu­ lunan toplulukların bir arada yaşa­ maları daha kolaydır, kaynaşmaları da mümkündür. Kıbrıs Türkünün başına gelen, da­ ha önce Batı Trakya Türkünün de başına gelm iştir. Lozan muahede­ sinden sonra güvenlikleri Yunanis­ tan tarafından garanti edilen soy­ daşlarımız, çoğunlukla her şeylerini orada terk bahasına, güvenliği, can emniyetini kaçıp Türkiye'ye sığın­ makta bulmuşlardır. Bugün aramız­ da zaman zaman son servetleri canlarını kurtarabilm ek için Türki­ ye'ye sığınan kardeşlerimizi kına­ yanlar vardır. Oralarda kalıp diren­ miyorlar, diye. Atasözleri m illetler için en kestirme, en kesin hayat tec­ rübelerinin ifadesidirler. «Tok, açın halinden anlamaz», «ya sayı sayma­ KIBRIS’TA TÜRK sını bilmiyor, ya dayak yememiş» gibilerinin üzerinde uzun uzun dü­ şünmek ve yorumlamak, Kıbrıs'taki, Batı Trakya'daki Türklerin halini an­ lamak için faydalıdır. Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) Sakarya muharebelerinden sonra Mehmetçiği şöyle över : «Dünyanın hiç bir tarafında ve ordusunda yü­ reği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası şendedir. Her zaferin en büyük payı şenindir». Gerçekten de Mehmetçik, zaferleri ile, eşsiz fedakârlık ve feragati ile yüce bir m illetin tarihini yazmıştır. Ama o bununla da kalmamış, kendi zaferlerinin de ayrıca destanını yazmıştır. «Düşman girmiş yurdumuza, Koştuk, geldik, vurmak için, Siper kazdık o domuza Karşı pusu kurmak için . Kaçışıyor, işte bakın Yıldı kâfir, döndü geri. Kaçışıyor akın akın Kovalıyor, TÜRK ASKERİ.» Yukarıdaki kıtalar Sakarya’da Mehmetçiğin yazdığı destandan alınrnıştır. Kıbrıs’ta ilerleyen Mehmet­ çiğin önünden rumların silâhlarını, hatta tanklarını bile bırakarak kaç­ tıklarını okuyoruz. O, yine yeni bir tarih yazıyor. Belki yine zaferlerinin destanının yazanı da vardır. M ehmetçik bugün Kıbrıs’ta Hak ve hak yolunda yine savaşmakta, adayı şehitlerinin, gazilerinin taze kanları ile bezemektedir. ® 25 KIBRIS’SIZ ANADO LU «Yeryüzünün ideolojik ve coğrafî durumuyla siyasî ve beşerî cehresi arasında kaideli bir uygunluk var­ dır. Yerleşilen toprağın nereye kadar yurt olabile­ ceğini tayin eden, komu­ tanlardan önce toprağın kendisidir.» D r. 26 Turgu t G ünay Çocuk dünyası bambaşkadır.. İyi­ lik, güzellik ve m utluluk üzerine ku­ rulmuş bir dünyadır bu. Çocuk, ken­ disine yakın olan her şeyi küçücük yüreğindeki engin sevgiyle yoğura­ rak, bu çerçeve içerisine sokmak ister; yakıştırmalar, benzetmeler ya­ par durur, hep iyiyi, güzeli, mutluyu bulabilmek için kötülüğe, çirkinliğe, mutsuzluğa gözü kapalıdır. Onun i­ çin annesi gökten inmiş bir melektir; yeryüzündeki kadınların en güzeli, en iyisidir. Babası güçte, kuvvette den­ gi olmayan olağanüstü bir kahra­ mandır. Her gün oynadığı taşlı, toz­ lu sokağın dünyada bir eşi daha yok tur. Kapının önündeki hantal incir ağacı, dallarına küme küme konup göçen aylak serçeler, gölgesinde dinlenen eli sepetli yaşlılar, sepet­ lerden sarkan ucuza alınmış seb­ zeler, buruşuk meyveler; kısacası çevresinde yer alan her şey onun küçük dünyasına en güzel renkler ve biçimlerle desenlenip giren basit, fakat kalıcı hayat çizgileridir. Yetkin bir insan için en yüce prensip olan yurt sevgisinin teşekkülü de bu eski ve teme! psikolojiye bağlı olsa ge­ rektir. Dünya haritasında Türkiye’yi ilk kez gördüğümde henüz ben de yakıştırmacılık çağlarımı yaşıyordum. Onu bir arslana benzetmiştim he­ men.. Çizmeyi andıran İtalya’nın, e l­ diveni andıran Yunanistan'ın yanın­ da bütün heybetiyle kükrer gibiydi. Türk olmaktan, Türkiyeli olmaktan eşsiz bir haz ve tarifsiz bir gurur duymaya başlamıştım. GÜNAY Bu heybetli arsian tablosunun sol üst köşesinde başlayıp aşağılara kadar inen kırmızı kesik çizgiler d ik­ katimi çekmişti o zamanlar. Ama, aradan yıllar geçip de o uğursuz çiz­ gilerin ne anlama geldiğini öğrendi­ ğimde hayal kırıklığım büyük oldu. Demek, o soylu arslana dişleri ka­ dar yakın olan Oniki Adalar, pençe­ si kadar yakın olan Kıbrıs bizim de­ ğildi... O gün bu gün haritaya bakmak ge'mez içimden, A tlaslar garip bir ürperti verir. El vurup açası olsam dişleri sökülmüş, pençeri kesilmiş bir arslanın iniltilerini duyacakmış gibi olurum... Çocukluğumda ta ttı­ ğım o eşsiz duygunun, o yalçın gu­ rurun zedelenmesinden korkarım. *** Kıbrıs’ın can pazarı durumuna geidiği böyle bir günde «tam bağımsız Kıbrıs», «tüm silâhlı kuvvetlerden a ­ rınmış Kıbrıs» (Türk Silâhlı Kuvvetle­ ri de dahil) gibi Slavcadan tercü ­ me bir takım sloganlarla yeniden o r­ taya çıkan ip kaçkınlarına coğraf­ ya, Türk dersleri yerine hiç unuta­ mayacakları bir ibret dersi vermek şüphesiz ki daha yerinde olacaktır; ancak hükümetimizin mağfireti ve koruyucu kanatlan bunların üzerin­ de olduğu için şim dilik ilk iki konu­ da ders vermekle yetineceğiz. Olur da bir tesadüf eseri onlar veya on­ ları hak'ı bulanlar okurlar... Yeryüzünün ideolojik ve coğrafî durumuyla siyasî ve beşerî çehresi arasında kaideli bir uygunluk var­ dır. Yerleşilen toprağın nereye ka­ dar yurt olabileceğini tayin eden, KIBRIS’SIZ komutanlardan önce toprağın ken­ disidir. Anadolu'yu fetheden Türkler Boğazları ele geçirmedikçe, Trakya’ya geçmedikçe Anadolu’ya tam anlamıyla sahip olam ayacakla­ rını biliyorlardı; başka bir deyimle, İstanbul onları çağırıyordu... Asya’­ nın Avrupa'ya açılan kapısına böy­ lece Türk kilidi vurulmuş oluyordu; ama pencerelerin de ele geçirilm e­ si gereği vardı. Bunlar Anadolu’nun parçalarıydı zaten. Kıbrıs IV. zaman­ dan V. zamana geçerken Anadolu’­ yu Suriye'ye bağlayan adanın sular altında kalmasıyla adalaşmıştı. On­ iki Adalar da benzeri bir kopmay­ la ayrılmışlardı Anadolu’dan ve A ­ nadolu gibi Türkleşebilm ek için dağ lardan, yaylalardan akıp gelmiş, gö­ çebe kültüründen maya almış bir m illetten usta denizciler yetiştirm e­ sini bekliyorlardiı. Üstün bir intibak gücüne ve eşsiz bir medenî azme sahip olan Türk M illeti kısa zaman­ da denizci olmayı başardı. Ama, uzaktan el uzatılsa tutuluverecekmiş gibi gelen bu adaları ele ge­ çirm ek hiç de kolay olmadı; zira bu adaların Türkler için taşıdığı stra ­ tejik değer Türk düşmanları ta ra ­ fından iyi kavranmış ve Haçlı elbirliğiyle olağanüstü bir biçimde ta h ­ kim edilmişlerdi. Bunlardan Rodos, ilkin Fatih Sul­ tan Mehmet zamanında (1480), son­ ra da II. Beyazıt zamanında (1503) iki defa kuşatıldı; fakat fethi için Kanunî Sultan Süleyman'ın 700 par­ çalık bir donanmayla 60.000 bin Le­ vendi buraya göndermesi gerekti (1522). Oniki Ada'nın tamamı ise, 27 Barbaros Hayrettin Paşa'nın Akde­ niz'i bir Türk göiü haline getirm e­ siyle Türklerin oldu. Asya, Avrupa ve A frika gibi üç büyük kıtanın dü­ ğüm noktası olan Kıbrıs II. Selim zamanında Venediklilerden binlerce can pahasına alındı (1570). Ortalama dört yüz yıl boyunca Türkiye’nin gerçek birer parçası o ­ larak Türklerin elinde kalan bu a d a ­ ların göğüs göğüse yapılmış savaş­ lar sonunda değil de, siyasî güç süzlüğümüz, ihmalkârlığımız sonu­ cunda yitirilm esi, dost bildiğim iz düş maniarımızın antlaşmalara yüz çe­ virmeleri ve siyasî oyunları sonu­ cunda elden çıkması meselenin en acı yanını teşkil etmektedir. Anlaşmalara uymayanlar Türkiye dışındaki devletler olduğuna göre, bugün Kıbrıs ve Oniki Adalar Tür­ kiye’den gasp edilmiş toprak par­ çaları durumundadır. Bu bakımdan, Türkiye’nin bu adalar üzerindeki ta ­ rihe, hukuka ve stratejik gerçeklere dayalı haklarını araması, yıllar son­ ra da olsa, tabiîdir ve Türk M illeti nin daima diri kalmış arzularından biridir. Mugassıpiarm başında gelen ve Türkiye’nin tarihî düşmanı olan Yu­ nanistan’ın işgal ettiği adalarla ye­ tinmeyip bunları Türkiye'nin tam işgali için bir basamak olarak kul­ lanmak istemesi meseleye ayrı bir ehemmiyet kazandırmaktadır. Yu­ nanistan'ın «Megalo - İdea» ya da­ yanan ve çağlarla, rejimlerle, hü­ kümetlerle değişmeyen bu tutumu Türkiye’nin Yunanistanla ergeç gö­ ğüs göğüse gelmesini kaçınılmaz kı­ 28 lan faktörlerin başında gelmektedir. 20 Temmuz 1974 tarihini gerekli ve hukuki bir karşı koyusun b aşlan­ gıç günü olarak tarih sayfalarına geçiren Türk harekâtı, milletimizin bir bütün olarak yukarıdaki gerçe­ ğin şuuruna yettiğini gösterm ekte­ dir. Bu hususu aydınlığa kavuştur­ mak için, canlılığını hâlâ bütün sı­ caklığıyla koruyan son Kıbrıs hadi­ sesinin niçin ve ne suretle başla­ dığını bir kere daha hatırlamakta gerek vardır. Kıbrıs’ın bağımsızlığı için garanti vermiş devletlerden biri olan Yuna­ nistan, bu bağımsızlığı şuurlu ve plânlı olarak kendi elleriyle bozmuş ve Kıbrıs Türk'ünü temsil etmekten âciz olan, soluk benizli, hasta çırpınışlı Kıbrıs bayrağının yerine uğur­ suz ENOSİS bayrağını çekmeden, vebalini hesap etmeden Birleşmiş M illetleri temsil eden Barış Gücü ­ nün gözleri önünde Kıbrıs'ın bağrı­ na dikm iştir. Açıkça ve tek kelim ey­ le Kıbrıs'ın işgali demek olan bu harekâta girişirken de Türkiye’nin kendi ağır ve yoğun iç m eseleleriy­ le meşgul olduğunu, Fantom uçak­ larının alınmasına karşı çıkan, Yunan'ı kardeş bilen rom antik bir Baş­ bakan tarafından yönetildiği için karşı harekât yolunda maddî vs manevî zeminden yoksun olduğu­ nu hesap etmişti. Ancak, unuttuğu bir şey vardı.. Tarih sahnesine çık­ tığı andan itibaren ordu - m illet ola­ rak yasaya gelmiş olan Türk M il­ leti, istiklâli, hürriyeti ve m illî hak­ ları tehlike veya tehdit altına g ird i­ ğinde en kısa zamanda bütünleşe­ GÜNAY bilen, tek yürek, tek kafa haline ge­ lebilen bir yapıya sahipti. Nitekim öyie oldu ve bütün dünyanın gözü önünde Yunanistan yanlışını acı bir sille yemekle ödedi. Cenevre'de yapılan barış görüş­ melerinin Yunanistan ve İngiltere’­ nin oyalamalarıyla belli ve müsbet bir sonuca bağlanamaksızın dağıl­ ması; öbür yandan, Kıbrıs’ta Rumlar tarafından «tutsak» niyetine rehin alınan silâhsız, günâhsız sivil hal­ ka yapılan ezânın kısa zamanda vahşet halini alması üzerine Türk ordusunun yeni bir harekâta g iriş­ mesi gayet tabiî karşılanmalıydı. Bu kez karşımızda Yunanistan’ın yanın­ da gizli veya açık olarak İngiltere de yer almış olsa bile, Türk m illeti bu hayatî meselesini ne pahasına olur­ sa olsun son bir defa kökünden hal­ letmek arzusu ve azmindedir. Bu arada, Çanakkale önlerinde aldıkla­ rı tarihî dersi unutan Kraliçe'den ni­ şanlı İngiliz «Sir» leri, Mehmetçiğin paralı «Gurka askeri» nden daha savaşçı olduğunu hatırlamak zo­ rundadırlar... Hedef Kıbrıs’taki Türk varlığını meşru ve müşahhas bir çerçeve içe­ risine almak olduğuna göre, Kıb­ rıs'ın Türk Ordusu tarafından fiilen Türkiye’ye ilhakından başka bütün alternatifler millî Türk görüşüne ay­ kırı düşecektir. Zaten bu konuda çe­ kilen sıkıntılar Kıbrıs’ta bugüne ka­ dar hep yabancı alternatiflerin de­ nenmiş olmasından ileri gelm ekte­ dir. «Bağımsız Kıbrıs» tezi, adanın gerçek sahibi olan Kıbrıs Türk’ünü gitgide azınlık durumuna getirmeye KIBRIS’SIZ yönelmiş bir İngiliz - Yunan oyunuy­ du. Bu arada, çok iyimser ve çok mütevazi bir siyasî felsefeyle hükü­ met tezi olarak benimsemek yo­ lunda olduğumuz «federatif sis­ tem», «otonom sistem» gibi tezler üzerinde de bir kez daha derince düşünmek gereği vardır. Bu tezler­ de öngörülen yönetim tarzının uy­ gulama safhasına geçmesi halinde, Kıbrıs Türklerinin yıllardan beri ma­ ruz kaldıkları İktisadî ve manevî baskı durdurulabilecek midir? Gene Rumlarla bir arada, iç içe yaşamak zorunda kalacak olan Türkierin ü­ zerindeki tehdit atm osferi tam anla­ mıyla dağıtılabilecek midir? Bu so­ rulara kesin olarak «evet» diyebil­ mek çok, zordur ve tek kesin çö­ züm yolunu Kıbrıs’ın Türkiye'ye il­ hakı tezinde aramaktan başka ça­ remiz kalmamıştır. Büyüğüyle, küçü­ ğüyle, ordusuyla, siviliyle bütün Türk M ilie ti’nin arzusu bu yön­ dedir ve Kıbrıs'ı savunmanın T ürki­ ye’yi savunmak olduğu şuurundan doğan bu arzunun tahakkuku için her türlü fedakârlığa hazırdır. *** Atalarımızdan devraldığımız bu toprakları bir gün çocuklarımıza devredeceğiz, onlar da çocukları­ na... Gönül ister ki, Anadolu’yu jeo­ lojik bütünlüğüyle, Tanrının elinden çıktığı biçimiyle devredelim bizden sonraki kuşaklara ve bir daha kim ­ senin yüreği sızlamasın onu dişleri sökülmüş, pençesi koparılmış bir arslana benzeterek.. • 29 KIBRIS, TÜRKİYE ve ENOSİS 30 KURAT DOÇ. D r. Y u l u g Tekİn K U R A T Yakın tarih ve tfış politika mütehassısı Doç. Dr. Kurat, Kıbrıs meselesinin 20 Temmuz 1974’e kadarki gelişmesini inceliyor. Yı! 1878 tarih 12 Temmuz, İngilizler 4 Haziran'da imzalanmış ci­ lan Kıbrıs Konvansiyonu uyarınca Adaya çıkmışlardı. Lefkoşe garnizo­ nunda yapılan merasimde, Türk bayrağı indirilip yerine İngiliz bayra­ ğı çekilirken seyirciler arasındaki bir Rum'un bir Türk subayını tahrik e t­ tiği görülmüştü. Ancak yapılan mü­ dahale sonucunda, subayın Rum’u kılıcı ile doğramasının güçlükle önü­ ne geçilebilm işti (1). Yıl 1974 tarih 20 Temmuz, şanlı Ordu 96 yıl önce ayrılmış olduğu Kıbrıs’a yeni bir gö­ revle çıkıyor ve atalarının 1571 se­ ferindeki aynı heyecan ve azmi ile Gaza’ya atılıyordu. Bu Gaza, T ürklü­ ğün haysiyet ve şerefini korumak için olduğu kadar, Hak’ka tapan T ürk’ün hakkını çiğnetmiyeceğine dünyaya bir kere daha ıspatlamasıy(1) dı. 12 Temmuz 1878 de Yeşilada’ya çöken karabulutlar ve 20 Temmuz 1974 sabahı doğan güneş arasında geçen 96 yılın siyasî bilançosunu yapmakta fayda vardır. Bu da ancak, heyecanların en kutlusu olan millî heyecanımızı bir an için olsun din­ lendirerek, tarih metodunun istediği gerçekçi bir açıdan yapılabilir. Kıbrıs adasının 4 Haziran 1878 konvansiyonu ile İngiliz yönetimine bırakılmasını, 93 harbi denilen 1877­ 78 Türk Rus savaşının sonuçları zor lamıştı. Gazi Osman Paşa’nın Plevne’deki savunmasıyla Bulgaristan’da altı ay duraklayan Çar oldular», 1878 Ocağında Trakya’ya girm işler ve Os­ manlI Devleti’ni 3 M a rt’ta Ayastefanos (Yeşilköy) andlaşmasım imzala­ maya mecbur etmişlerdi. Rus ordu­ larını İstanbul dolaylarına kadar ge­ Y.T. Kurat, «1878 Kıbrıs Konvansiyonu ve Enosis Kıvılcımları», A.Ü.D.T.C. Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi cilt III (1967), s. 160. ENOSİS 31 tirerek Balkanlar’daki kuvvet den­ gesini de geniş çapta bozan bu ge­ lişme, o tarihe kadar tarafsızlığını bozmamış İngiltere, Fransa ve Avus­ turya'yı nihayet uyandırmıştı. A vru­ pa devletleri dengenin bu şekilde bo zulmasına kendi çıkarları yönünden seyirci kalamazlardı. Dolayısiyle Bal­ kanlarda oluşacak yeni statünün be­ lirlenmesi için Berlin'de bir konfe­ rans düzenlediler. Fakat İngiltere Berlin konferansına yeni bir politika iie geliyordu. Artık Britanya İmpara­ torluğunun ekonomik candamarı o ­ lan Hindistan yolunun savunulması İstanbul Boğazında değil Akdenizde Daşlıyacaktı. Başbakan Disraeli de bu politikayı Kraliçesi V iktorya’ya şöyie izah ediyordu : Eğer Babıaü Kıbns’ı Majestelerine verecek ve karşılığında Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya'daki topraklonm Rus istilâsına karşı İn­ giltere'nin savunacağım taahhüd eden bir andlaşma yapacak olur­ sa, İngiltere’nin Âkdenizdeki kud­ reti büsbütün artacak ve Majes­ telerinin Hindistan İmparatorluğu da son derecede kuvvetlenecektir, Kıbrıs Batı Asya’nın anahtarıdır (2). İstanbul'daki İngiliz Elçisi Layard bu politika uyarınca BabIali’den Ye şilada’yı koparmaya çalışıyor, fakat Osmanlı Devlet adamları buna pek yanaşmak istemiyorlardı. İngiliz el­ çisinin teklifleri açıktı. Londra ancak böyle bir işlem karşılığı Berlin’de Rusya'ya karşı BabIali'nin yanında olabilirdi. Osmanlı Devleti ise Rusya Doğu Anadolu’da yeni bir taarruza geçmedikçe Kıbrıs adasını elden çı­ karmak niyetinde değildi ve M eclis'i Mahsus üyesi eski şeyhülislamlardan Kara Halil Efendi şöyle diyordu : Rumeli’de kısa bir süre için sağ­ lanacak kolaylıklar ve Anadolu’da ne olacağı kestirilemiyen fayda­ lar karşıidığmda, ilerde çok sakın­ calı olaylara yol açacak bir mem­ leketi bırakmaya aklım ermiyor (3). Diğer bir üye Haşan Fehmi Efendi de «Gözle görülen zarar ne olacağı belli olmayan faydalarla giderile­ mez» (4). diyordu. Fakat İstanbul’da İngilizler ağır basmış, buna rağmen Babıali’nin 4 Haziran Konvansiyonu­ na eklediği 1 Temmuz şartları da kabul edilm işti, ki bunların arasında şu hüküm de v a rd ı: Eğer Rusya son savaşta eline geçirdiği Kars ve Do­ ğu Anadolu'daki toprakları Osmanli İm paratorluğu'na iade edecek o­ lursa, İngiltere de Kıbrıs’tan çekile­ cekti. İngiliz yönetim inin adada başla­ masıyla, Padişahın Kıbrıs’taki hü­ kümranlığı ortadan kalkmıyorsa da, Londra artık orasını kendi malı sa­ yıyordu. idaredeki bu değişiklik, a­ dadaki Rum toplumu liderleri ta ra ­ fından Enosis'in bir müjdecisi ola­ rak yorumlanmıştı. İngiliz genel va li­ si Sir Garnet VVollesley görevine baş lamak üzere 22 Temmuz 1878 de ka­ (2) Y.T. Kurat, Henry Layard’m İstanbul Elçiliği, 1877 - 1880, A.Ü.D.T.C.F. ya­ yınlan, 1968, s. 82. (3) Aynı eser, s. 94 (4) Aynı. 32 KURAT raya çıkarken. Çite Piskoposu Kyprianos cemaatine şöyle hitab edi­ yordu : Adadaki hükümet değişikliğini ka­ bul ettiğimiz kadar Büyük Britan­ ya’nın tıpkı 7 adalarda olduğu gi­ bi Kıbrıs’ı tabii bağları olan ana­ vatan Yunanistan ile birleştirmek için kolaylık göstereceğine de iti­ madımız vardır (5). Bütün bu propagandalar yanın­ da Kıbrıs'ın yönetim inin İngilizlere verileceği haberi Atina'da yayılır ya­ yılmaz, lieri gelen iş adamları arsa spekülasyonunda bulunmak üzere ajanlarını Larnaka'ya gönderm işler­ di. Rumların kıta Yunanistan’ı dışın­ daki adalara da uzanmak politika­ sı olan Enosis, aynı zamanda gele­ neksel bir deniz politikasıydı. Türkler Orta Asya isteplerinden Viyana kapılarına kadar tarihteki faaliyetle­ rini karada yürüttüklerinden, deniz­ lerin önemi ikinci plânda kalıyordu. Barbaros Hayrettin Paşa’nın levent­ leri ile Kanunî'nin akıncıları arasın­ daki fark kalyon ve attı. Yalnız kı­ lıçlar aynı amaçla çekiliyordu. XVI ıncı yüzyılda Orta Avrupa'ya hakimi yetini kabul ettiren Türk, bu hakim i­ yetini Akdenizde de gerçekleştire­ rek kara ve deniz arasında bir den­ ge kurmuştu. Fakat bu çabalar sü r­ dürülürken, A tlantik kıyısındaki A v­ rupa devletleri Okyanusları tekelle­ (5) (6) rine almak kavgası içindeydiler. Bu kavganın arkasında Uzak Doğu’nun kuzey ve güney Am erika'nın ham madde kaynaklarına sahip olmak gibi büyük ekonomik am açlar var­ dı. Osmanlı İm paratorluğu ise deniz ler aşırı bir ekonomik siyaset g üt­ mediğinden bu mücadeleye katılm a­ mış ve bunun zararları daha sonra­ ki yüzyıllarda ona çok pahalıya mal olmuştu. Fakat bazı uyanık devlet adamları böyle bir gelişmenin bi­ linci içindeydiler. Sadrıazam ve ta ­ rihçi Lütfi Paşa Kanunî'yi şöyle uyaraığını yazar : Bundan önceki Hakanların çoğu karaya hükmetmişlerdir, ancak bunlardan çok azı denizlere hükmedebilmişlerdir. Deniz muhare­ beleri tekniğinde kafirler bizden ileridir. Onlardan üstün olmamız gerek (6). Açık denizlerde «kafirler üstün­ düler». 1535- 1545 arası, Osmanlı İmparatorluğunun, Süveyş tersanesi yapısı Akdeniz tipi küçük kalyonla­ rı ile yüksek bordalı Portekiz gemi leri karşısında gerek Kızıldeniz ge­ rek Basra Körfezinde bir varlık gösterememişti. Portekizlilerin ba­ harat ticaretirjin yürütüldüğü Hint Okyanusu ve yörelerindeki teke lcili­ ği XVII inci yüzyılda İngiltere'ye ge­ çecekti. Ancak Türklerin Akdeniz’de­ ki siyaseti bile çelişkiler içindeydi. Barbaros, İtalyan ve İspanyol kıyı­ larını titretirken, Kıbrıs ve G irit ada- Y.T. Kurat, «1878 Kıbrıs Konvansiyonu ve Enosis Kıvılcımları, s. 160. Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, London, 1961, s. 25 ENOSİS 33 .'arında haçlı bayrakları dalgalanı­ yordu. Adıgeçen adaların 1571 ve 1669 da işgallerinden sonra da, Os­ manlIların karadaki politikası Kıbrıs ve G irit'te de uygulandı. İslâm siyaset geleneğine daya­ nan Osmanlı hakim iyet felsefesi a ­ dalardaki hristiyanları Türkleştirm ek ve İslâmlaştırmak değil, onların uy­ sal uyruklar olmalarını istiyor ve bu­ nun karşılığında kendilerine din ve iktisa t hürriyeti tanıyordu. 1571 yı­ lına kadar Venedik yönetim indeki Kıbrıs'ta, Katolik kilisesinin güdük bıraktığı Ortodoks mezhebi, Osman­ lI idaresinden sonra ferahlamış ve kendisini güçlendiren unsurun to ­ runlarının kanlarını 1956 dan beri akıtarak bu şükrân borcunu öde­ meye çalışmıştı. Ancak OsmanlIların hoşgörüsü, modern m illiyetçilik a ­ kımları ile Akdeniz ve Ege'deki den­ geyi kıta Yunanistan'ı yararına de­ ğiştirirken, T ürk’ü kendi öz yuvası Anadolu toprağında da vurmak is­ temiş, böyle bir Sakarya ve bir 30 A ğustos’u zorunlu kılmıştı. İttiha t ve Terakkiciler, Balkan Sa vaşlarında Ege adalarının elden çık­ masıyla, 15 Mayıs 1919 gibi bir teh­ likeyi önjiyecek tedbirleri almak is­ tem işlerdir. 1912 güzünden itibaren M idilli, Sakız ve Sisam'da beyaz haçlı bayrakların dalgalanması, A y­ valık, Bergama, İzmir ve Aydın yö­ relerindeki Rumları heyecanlandırdı­ ğı kadar Batı A nadolu’aki m itolojik (7) 34 Yunan hülyalarını da yeniden can­ landırmış oluyordu. Böyle bir te h li­ kenin giderilmesi, Ege kıyısını çev­ releyen adaların geri alınması ve bunun için de Türk donanmasının güçlendirilm esiyle mümkün ola bilir­ di. İşte bu safhada belki de Türk tarihinde ilk kez deniz politikası ka­ ra politikasından önde geliyordu. M illî çıkarları söz konusu olunca tek vücut ve tek kafa olan Türk milleti, şimdi olduğu gibi o zaman da yürü­ tülen bağış kampanyasında hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyarak, İngiliz tezgahlarına ısmarlanan iki gemi için 5 milyon Osmanlı lirasını derhal sağlamıştı. Sultan Osman ve Reşa­ diye adını alacak bu zırhlılar, 30 Temmuz 1914 de teslim edilmek üzereydiler Hatta Yunanistan’ın bu gemileri batırmak üzere Cebelitarık’a bir denizaltı göndereceği veya Ege denizinde bütün donanmasını seferber ederek saldıracağı yolunda haberlerin gelmesi üzerine, o sıra­ da Akdenizde bulunan Alman Gooben zırhlısının her iki gemiye refa­ kat etmesi için Berlin'e başvurul­ ması dahi düşünülüyordu (7). Böy­ le bir durum ortaya çıkmadı. Çünkü Osmanlı - Alman yakınlaşmasından şüphelenen donanma bakanı Winston Churchill gemileri vermediği g i­ bi parayı da iade etmiyerek, 2 Ağus­ tosta imzalanan Berlin - İstanbul it­ tifakını da perçinlem iş oluyordu. Osmanlı Devleti büyük savaş ön­ cesinde kendisine hem Ege mese- Y.T. Kurat, «How Turkey Drifted Inta World War In Stadies in International History, London Longmans, s. 300. ' KURAT leşinde Yunanistan’a karşı destek­ leyecek hem de Rusya'nın muhte­ mel bir saldırısını önliyecek bir m üt­ tefik arıyordu. Ne İngiltere ne de Fransa buna yanaşmayınca m ütte­ fik Almanya olmuş, o da Yunanis­ ta n ’a karşı değil Rusya için bir ga­ ranti vermişti. İşte bu sırada Gooben ile Brezlau adlı zırhlıların İngiliz do­ nanması tarafından Akdeniz'de ko­ valanması sonucu Marmara'ya sı­ ğınmaları ve Yavuz ile M idilli ada­ larını almalarıyla Osmanlı devleti kendisini savaşa sürüklenmiş bula­ caktı. Bu büyük savaşta Mehmetçik A rabistan’da ve Avrupa'da çarpışır­ ken Ege meselesi tamamiyle unutul muştu. Öte yandan İngiltere Yuna­ nistan'ı da yanında savaşa çekebil­ mek için ona çok ilgi çekici bir a r­ mağan sunmak istedi «Kıbrıs». Oy­ sa İngiltere daha 1914 Eylülünde he nüz gizli tutulan Osmanlı - Alman it­ tifakından işkillenerek Kıbrıs'ın sta­ tüsünü değiştirecek plânlar hazır­ lıyor ve 21 Ekimde; yani Osmanlı devleti savaşa girmeden iki hafta önce adanın Büyük Britanya İmparatorluğu'nun bir kolonisi olacağı yo iunda prensip kararı alıyordu (8). Ancak Londra’nın teklifine, Yunan kralı Konstantin, Alman İmparatoru ile akrabalık bağları olması yüzün­ den ygnaşmadığı gibi, Rusya da Yu­ nan ordusunun Trakya ve Boğazlara yaklaşmasına razı değildi. Ruslar Rumların İstanbul'daki özlemlerini çok iyi bildiklerinden kâğıt üzerinde­ (8) ki andlaşmalarla kazandıkları bu kenti onlara kaptırmak istem iyorlar­ dı. Fakat Çanakkale yenilgisi üzerine 1916 Ocağındanberi Selanik'de zor­ la üslenen m üttefikler, 1917 Hazira­ nında Atina'da yaptıkları hükümet darbesi ile koyu destekçileri Venizelos’u iktidara getirerek Yunanis­ tan'ın savaşa resmen katılmasını sağlamışlardı. Atina da bu şekilde barış masasında galiplerin arkasın­ da yer almaya hazırlanırken, Os­ manlI devleti de yenilgisini Mondros mütarekesi ile (30 Ekim 1918) kabul etmiş bulunuyordu. Böylece 1913 lerde sezinlenen tehlike, Batının deste­ ğindeki Yunanistan’ın İzmir’e çıkm a­ sı ile başlıyacaktı. Ancak bu macera Rumlara kendi­ lerinin de kabul e ttikleri gibi çok pahalıya mal oldu. Bununla bera­ ber Türkiye Lozan Konferansında Atina'nın Ege adalarındaki hüküm­ ranlığını ve yörelerin askerleştirilmemesi şartı ile kabul ediyordu. Ay­ nı barış andlaşmasının 16 ncı mad­ desi uyarınca da Kıbrıs’taki hüküm ­ ranlık haklarından yalnız İngiltere yararına vazgeçiliyordu. Halbuki Bolşevik ihtilâli ile Rusya'da iktid a ­ ra gelen Sovyetler, savaştan çe kil­ mek amacıyla Almanya ve Babıali ile 3 M art 1918 de imzaladıkları Brest - Litovsk barışında Kars, A r­ dahan ve Batum ’u Türkiye’ye iade etm işlerdi. Eğer 4 Haziran 1878 Kon Koloniler Bakanı Yardımcısından Dışişleri Bakanı Yardımcısına, 21 Ekim 1914, No : 6034 - Dosya 50 611 F.O. 371/2143. İngiliz Hariciye Arşivi. ENOSÎS 35 vansiyonu yürürlükte olsaydı İngil­ tere'nin derhal Yeşilada’dan çekilme si gerekecekti, ancak Londra Os­ manlI İm paratorluğu’nun da savaşa girmesi üzerine 5 Kasım 1914 de Konvansiyonu tek taraflı değiştire­ rek Kıbrıs’ı kendi İmparatorluğuna kattığını ilân etmişti. Yaptığı bütün andlaşmalara bü­ yük bir saygı gösteren Türkiye Cum­ huriyeti için Kıbrıs ancak 1955’de bir mesele durumuna gelmişti. İkin­ ci Dünya Savaşı öncesindeki İtal­ yan tehlikesi Ankara ve Atina'nın çeşitli andlaşmazlıklarına son ver­ melerini sağlamış ve bu iki ülke bü­ yük savaşın sonunda da m illî var­ lıklarını tehlikeye sokan komünizme karşı işbirliği yapmak lüzumunu duy muşlardı. Fakat 1950 lerde Kıbrıs'­ taki Enosis istekleri ortaya çıkınca, Türk diplom atları 1923 lerde olduğu gibi İngiltere’nin adadan çekileceği­ ne hiç ihtimal vermediklerinden, NATO’ya girme çabalarının sürdü­ rüldüğü bir dönemde Yunanistan’ı gücendirmek istemiyorlardı. Hattâ M illî Türk Talebe B irliğ i’nin 23 Ocak 1950 de Kıbrıs’taki Türk toplumunun haklarının korunması için düzenledi­ ği m itingi Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak diplomasi yönünden doğ­ ru bulmamıştı. Yunanlılar meseleyi 1954 yılında Türkiye’ye açmak iste­ mişlerse de, Başbakan Menderes'in 7 Haziranda -Atina'yı ziyareti sırasın­ (9) (10) (11) 36 da elçi Ferit Gökçen bütün gücünü harcıyarak Kıbrıs'ın söz konusu e ­ dilmemesini sağlamıştı. (9) Nihayet 9 Ağustosta Türkiye - Yunanistan Yugoslavya arasında Bled’de imza­ lanan askeri paktı fırsat bilen Yunan Dışişleri Bakanı Stefanopulos konu­ yu meslekdaşı Fuat Köprülü’ye a ­ çınca, o da «Kıbrıs meselesi diye bir şey yoktur» diyerek konuşmaya g ir­ mekten kaçınmıştı. (10) Bu mese­ leyi artık resmi bir politika haline ge­ tirm ek isteyen Yunan Başbakanı Papagos, 30 Eylülde görevine baş­ layan yeni elçi Settar İlksel’e İngil­ tere'nin Kıbrıs'tan çekilm ek eğilim in­ de olduğunu, dolayısiyie Türkiye ve Yunanistan'ın aralarında bir taksim projesi oluşturarak Londra ile masa başına oturmalarını önerm işti. A n­ kara ise Londra'nın böyle bir eği­ limde olduğunu hiç sanmadığından İngiltere'yi gücendirecek bir atılım ­ da bulunmak istemiyordu. Yunanis­ tan bunun üzerine Birleşmiş M ille t­ lere başvurunca, NATO'nun Doğu kanadından çıkması muhtemel bir bunalımı önlemek amacıyla Amerika ağırlığını ortaya koymuş ve Kıbrıs sorunu 17 Aralık 1954'de geçici o la­ rak gündemden çıkarılmıştı (11). 1955 yılına girildiğinde, Rumların Kıbrıs için Enosis, isteğini artık tamamiyle benimseyen A tindt Yeşilada'da Yunan Albayı G rivas’ın örgüt lediği EOKA’nın (Kıbrıs Savaşçıları S.G. Xydis, «Toward Toil and Moil in Cyprus», Middle East Journal cilt 20 (1966). s. 12. Aynı. Aynı, s. 17. KURAT M illî Örgütü), 1 Nisan’da İngiliz i­ daresine karşı başlattığı şiddet ha­ reketini dolaylı olarak destekliyordu. Böylece adadaki Türk ve Rum toplumları arasında başlayan kutuplaş­ ma, İngiltere’nin EOKA hareketleri karşısında Kıbrıs’ın geleceğini gö­ rüşmek üzere Türkiye ve Yunanis­ tan'ı 31 Ağustos'ta Londra’da bir konferansa çağırmasiyle kendisini Ankara ve Atina arasında da göste­ recekti. Dışişleri Bakanı Fatin Rüş­ tü Zorlu adada İngiliz yönetiminin devamını kabul edeceklerini, fakat bunun dışında Kıbrıs'ın Türkiye’ye geri verilmesi tezini savunuyordu. Londra da Ankara gibi Enosis'i ka­ bul etmiyordu. Bu şekilde 8 Eylül­ de dağılan konferans gerginliği a rt­ tırmış ve T ü rk -Y u n a n basını ile ka­ mu oylarına da bütün şiddetiyle yansıyarak 25 yıllık diplom atik d ost­ luğa derhal son vermişti. T ü rk -Y u n a n andlaşmazlığının suni bir şekilde giderilmesine yol açmış­ tı. Menderes ile Başbakan Karamanlis 8 Şubat 1959 da Yunanis­ tan ’ın Enosis’den Türkiye’nin de Taksim ’den vazgeçtiğini belirliyen andlaşmaya Zürih’de imzalarını koy­ muşlardı. Bağımsız bir Kıbrıs'ı yara­ tacak ikinci andlaşmanın ayrıntjları da, 19 Şubat’ta Londra'da, Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türk Toplumu Başkanı Dr. Fazıl Küçük ve Rum Toplumu Başkanı Başpisko­ pos Makarios tarafından imzalanmış ve ada 16 Ağustos 1960 da yeni ha­ yatına başlamıştı. 35 inci parelelin kuzeyinin Türkiye ve güneyinin de Yunanistan’a bıra­ kılması gibi bir çözüm yolunu A nka­ ra olumlu karşılamışsa da, Atina bu­ na yanaşmamıştı. Artık 1958 de her iki ülke de savaşın eşiğine gelm iş­ ken, Bulgarların Batı Trakya sınırın­ da yığınak yapmaya başlamaları, Türk diplom asisinin Kıbrıs için bir garanti andlaşması yapılmasına gerek duymasında ne kadar isabetli hareket etmiş olduğu adanın 1963 yılında yeni bir bunalıma sürüklen­ mesiyle kendisini gösterecekti. 1959 Zürih ve Londra andlaşmaları EOKA Cl'ları hiç de memnun etmemişti. Daha önce kaçırılan çok önemli fırsatlara rağmen, Kıbrıs’ın yeni sta ­ tüsü bir bakıma Türk diplom asisinin zaferi oluyordu. A da’nın Anayasası ile Türk azınlığı hukuk yönünden Rum çoğunluğunu dengelemekle kalmıyor, aynı zamanda yönetime eşit koşullar altında katılabiliyordu. 1955 güzündeki bu gelişmeler Kıb­ Bundan başka Ankara, Atina ve rıs'ı artık millî bir mesele durum u­ na getirm iş ve «Kıbrıs Türktür» de­ Londra arasında yapılan bir garanti yimi bütün yurt çapında benimse­ andlaşması da, bu üç devlete ada­ nen bir ilke olmuştu. 1957 yılına ge­ daki Anayasa’nın yürütülm esini göz­ lindiğinde «Kıbrıs Türktür» sloganı­ lemek ve uygulamanın herhangi bir nın yerini «Ya Taksim, Ya Ölüm» şekilde aksaması halinde, gerek tek alıyordu. İngiliz Koloniler Bakanı başlarına gerek birlikte duruma mü­ Selvvynn Lyndon'un, adadan geçen dahale etmek hakkını da tanıyordu. ENOSİS 37 Zaten Makarios G rivas’a bunlara ge çici bir uzlaşma olarak bakılması gerektiğini söylemişti. Başpiskopos Londra’da bir oldu b itti ile karşılaş­ tığını iddia ediyor ve andiaşmaları imza etmeseydi Türkiye’nin Kıbrıs’ı taksim imkânına kavuşmuş olacağı­ nı belirtiyordu. (12) Bu sırada 1960 Anayasasının uygulanmasından çı­ kan çeşitli zorluklar derhal kendi­ sini gösterdi. Bunların en başında belediyeler meselesi geliyordu. Türk toplumu Magosa, Lefkoşa, Larnaka, Leymasun ve B af’ın Türk kesim­ lerindeki belediyelerin hukuki sta tü ­ lerinin hükümetçe tanınmasını isti­ yordu. Fakat Türklerle adayı tıpkı G irit'te olduğu gibi asla paylaşmak istemiyen Rumlar böyle bir yetkiyi tammıyacaklardı. Halbuki İngiliz yö­ netimi 1958 de bu belediyelerin ve meclislerinin varlığmı tanımıştı. Za­ ten Anayasa’ya bazı değişiklikler ge tirm e için fırsat kollıyan Cumhur­ başkanı Makarios, 1963 Kasımının son haftasında istediğine kavuşmuş­ tu. Bir taraftan Amerika Cumhur­ başkanı Kennedy’nin öldürülm esinin dünyada yarattığı heyecan, öte yan­ dan yeni Türkiye Partisi'nin Başba­ kan İsmet İnönü ile koalisyon o rta k­ lığını bozarak hükümet bunalımı ya­ ratması, Başpiskoposun arayıp da bulamıyacağı bir fırsattı. Böylece o da 30 Kasım’da Kıbrıs Anayasasına değişiklik getiren 13 maddeyi ilân e t­ ti. Bunların başında Cumhurbaşkanı ve Yardımcısının veto haklarının kal­ dırılması vardı. M akarios’un bu yet­ (12) 38 kisinden vazgeçmesi, M eclis’te ço­ ğunluğu bulunması dolayısiyle hiçbir değişiklik yaratmıyor, fakat Dr. Fa­ zıl Küçük’ün en güçlü silâhı elinden gidiyordu. Türkiye ise 1960 Anayasası’nın değiştirilm esini öngören her türlü girişime kesinlikle karşı oldu­ ğunu 16 Aralık notası ile belirtince, 21 Aralık'da Kıbrıs’ta iç savaş baş­ ladı. Aslında Rumlar sonuca zorla g it­ mek için gerekli hazırlıklarını yap­ mışlardı^ EOKA’nın Adadaki İngiliz yönetimine son vermek için g iriş ti­ ği m etotlar etkili olmuş, aynı şiddet eylemi ile Türkierin de sindirileceği varsayılmıştı. Makarios sonuçtan o kadar emindi ki, 1 Ocak 1964 de Londra ve Zürih andlaşmalarının hü kümsüz olduğunu ilân etti. Ancak bu davranışlar andlaşmalara saygılı olan Türk'ü tanımamak demekti. Başbakan İsmet İnönü 1964 Şubatında garanti andlaşmasının Tü.r kiye’ye verdiği müdahale yetkisinin kullanılacağını açıklamış ve bu de­ mecini Haziran başında daha kesin bir ifade ile tekrarlamıştı. Fakat Ame rika Cumhurbaşkanı Johnson Ekim ayında yapılacak Başkanlık seçimi dolayısiyle ülkesindeki Rum asıllı iki milyon seçmeni de düşünerek, İnö­ nü’ye 5 Haziran’da gönderdiği mek­ tupta VVashington’un NATO gereği ve savunma amacı ile Türkiye’ye ver aiği silâhların Kıbrıs’ta kullanılm ası­ na rıza olmıyacağını bildirdi. Bu mektup hüküm et çevrelerinde bü­ P. Stephens, Cyprus, A. Place of Arms, New York 1966, s. 165-66 KURAT yük hayal kırıklığı yarattığı kadar Türkiye'nin askeri politikasını da frenlem işti. Fakat bu destekten ce­ saretlenen Rumlar, Kaymaklı’da Türklere karşı Ağustos başında bir imha hareketine geçince, Ankara'nın müdahale yetkisini kullanarak savaş alanını jetleri ile bombalamasına ve iki Rum hücumbotunu batırması­ na kimse ses çıkaramamıştı. Birleş­ miş M illetlerin de meseleye eğilm e­ si, azınlık haklarını titizlikle koru­ makla ün salmış bir kuruluşa yakışmıyacak kadar büyük çelişkiler için ­ de idi. Aracı A rjantinli Galo Plaza 1959 andlaşmalarını bir kenara ite­ rek, bağımsız bir Kıbrıs plânı içinde azınlık haklarının korunmasının iki toplum arasında çözümlenmesini ö ­ nerirken, ya taraf tutuyor ya da a­ zınlık haklarının korunmasının Rumlara emanet edilemiyeceğini anlıyamamış oluyordu. Türk hükümeti bu plânı kabul etmeyince Plaza 1965 Martında görevinden çekilm iş (13) fakat onun plânı 31 devlet tarafın­ dan benimsenmişti. Kıbrıs meselesi Birleşmiş M illetler plâtform unda da gerçek hüviyetini kaybederek, 1945 denberi süregelen soğuk savaşın polemikleri içine gö­ mülmüştü. Şöyle ki M akarios'un us­ talıkla yönettiği entrikalar sayesin­ de «paktlar dışı kalmayı amaç e­ dinmiş» bağımsız bir Kıbrıs’a üçün­ cü blok devletleri sahip çıkmak is­ tem işler ve adaya dışardan hiçbir (13) (14) müdahalede bulunulmaması Asya Afrika grubu yanında Yugoslavya ve Uruguay'ın öncülüğünde oy çoğunlu­ ğu ile kabul edilm işti (Aralık, 1968). Enosis’e yeşil ışık yakan böyle bir karariı Türkiye kabul edemezdi. Fa­ kat 1967 Nisanında Yunanistan'da askerî bir darbe sonucu, Başbakan Kollias liderliğinde yeni bir kabine­ nin kurulması her iki hükümet başkanlarını bir araya getirdi. Eylülün 9'unda Keşan ve 10’unda Dedeağaç’ ta olmak üzere yapılan 13 saatlik iki toplantı hiçbir sonuç vermedi. Başbakan Süleyman Demirel 1959 andlaşmalarına uyulmasını isterken, Yunanlılar da Enosis de ısrar e tti­ ler (14). Ancak 1964 Ağustosunda olduğu gibi, Grivas bu kez 15 Kasım 1967 de gene sonuca zorla gitmek e ğili­ mini gösterip Erenköy’e saldırınca, Türkiye Yunanistan’a bir ültimatom vererek General Grivas ve 950 kişi­ lik kontenjanı aşan Yunan askerle­ rinin Kıbrıs’tan çekilmemesi halinde savaşa gireceğini bildiriyordu. Ame­ rika ’nın gözlemcisi Cyrus Vance’in de aracılığı sonucunda A tina ’nın 16 Ocak 1968’e kadar bütün b irlik­ lerini geri çekmesiyle bir savaş teh ­ likesi daha giderilm iş oluyordu. Öte yandan Kıbrıs bunalımında Türkiye NATO’lu m üttefiklerinin des­ teğini görememişti. Halbuki Ankara 1952 - 1962 süresi içinde m üttefikle­ rinin çıkarlarını belki de kraldan çok F.A. Vali, Bridge Across the Bosporus, London - Baltimore, 1971, s. 256. Cumhuriyet, 10, 11, 12 Eylül 1967. ENOSlS 39 kralcı bir tutumra savunmuştu. Fa­ kat Kıbrıs olayları şunu gösterm işti ki, Türkiye kendine has m illî men­ faatlerinin korunmasında tek başına kalıyordu. İşte bu anlayış NATO i­ çinde bağımsız bir diplomasi uygu­ lamak gereğini getirecekti. Dışişleri Bakanı: Feridun Cemal Erkin 30 Ekim 1964’de Moskova'ya giderken, Sov­ yetlerle görüşülecek ilginç bir konu da Kıbrıs meselesi oluyordu. Sovyetler Birliği 1964’e gelinceye kadar bu konuda Türk tezine yakın bir p o liti­ ka izlememişti. NATO üyesi İngilte­ re'nin adada üslerinin bulunması Moskova’yı memnun edici bir durum değildi. Nitekim 1964 Şubatında NATO birliklerinin barışı sağlamak için adaya çıkmaları söz konusu o ­ lunca, Sovyetler buna karşı diren­ miş ve M akarios'u desteklemişlerdi. Fakat Enosis de Sovyetlerin destekliyeceği bir çözüm yolu olamazdı. Çünkü Adanın Yunanistan'a katılm a­ sı halinde Kıbrıs'taki kom ünist par­ tisi AKEL’in varlığı da sona erecek ve Rusya buradaki gözetleme kule­ sini kaybedecekti. Dolayısiyle M os­ kova bağımsız ve paktlar dışı kala­ cak bir Kıbrıs statüsünden yanaydı. Buna rağmen Erkin Moskova'da Türk tezini içtenlikle destekliyen bir yak­ laşım göremedi. 6 Kasım 1964 ta rih ­ li ortak bildiride daha çok yuvarlak kelimeler yer alıyordu. Konuşmalar sırasında Dışişleri Komiseri Gromyko, 1963 bunalımı üzerinde Türkiye' nin Yeşilada için öngördüğü Fede­ (15) 40 rasyon tezini uygun bulmuş ve bu­ nu Aralık ayında Pravda gazetesine verdiği demeçte açıklamıştı (15). Fa kat bu görüş Sovyet dış politikasının resmi uygulamasında asla yer almıyacaktı. 1968 kışından sonra Kıbrıs’taki ba­ rikatların kaldırılmasıyla Adadaki gerginlik bir hayli yumuşıyacaktı. Ancak 1960 Anayasası artık işleme­ diğinden, Türk toplumu da haklarını savunabilmek için Rauf Denktaş’ın Başkanlığında geçici bir yürütme ko lu kurmuştu. Rum toplumu başkanı Klerides ile Denktaş arasında 1968 yazında başlayan görüşmeler, 1970 de Türkiye, Yunanistan ve Birleşmiş M illetler tem silcilerinin de katılm a­ sıyla genişletilm iş toplum lararası gö­ rüşmeler olarak sürdürülm üştür. Fa­ kat ne var ki, üç yıl içinde sık sık kesintiye uğrayan bu konuşmalar­ dan hiçbir olumlu sonuç alınama­ mıştı. Dış görünüşte yapıcı olarak gelişen bu olayların arkasında gene M akarios’un parmağı vardı. Başpis­ koposun 1968 de tutumunu değiş­ tirmeye başlaması, 1968 Anayasası­ na dönmekten çok başka sebeplere dayanıyordu. Kendisi A tina'daki Cun ta yönetim iyle fik ir ayrılığına düştü­ ğünden Enosis politikasını geçici olarak değiştirm iş ve bu yüzden EOKA lideri Grivas ile arası açıl­ mıştı. Makarios gerek Rum yöneti­ minin adayı fiilen idare etmesi gerek Kıbrıs'taki sosyo - ekonomik koşul­ F.C. Erkin, Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar M eselesi, Ankara, 1968. s. 377. KURAT ları örnek göstererek Yunanistan'ı bir süre dümen suyunda sürükiiyeceği kanısındaydı. Adada iş imkân­ ları son derecede kısıtlı olan Türkler daha çok Türkiye ve İngiltere’ ­ ye yöneliyor ve Avusturalya da 1971 den itibaren çekici bir göçmen ülke­ si oluyordu. Başpiskopos böylece u­ zun vadeli bir politika uygulamayı öngörerek, azınlık haklarını 1960 dan çok daha kısıntıln bir şekilde tespit ederek yeni bir Anayasa’yı An­ kara'ya kabul ettirm ek amacını gü­ düyordu. Bundan sonra sıra Enosis'e gelecek, o da M akarios'un Kıbrıs’ta kendisi için istiyeceği yetkiler çer­ çevesinde olacaktı. Ancak adadaki EOKA’cıiar onun kadar sabırlı ola­ madıklarından, 1973 de Kıbrıs'taki Rum toplumu kendi aralarında bir iç savaşa sürüklenmiş bulunuyordu. EOKA’cılar Yunanistam'n da deste­ ği ile M akarios’u 15 Temmuz 1974 de devirirken belki Kıbrıs için Enosis hülyalarını da devirdiklerinin fa r­ kında değillerdi, tıpkı 15 Mayıs 1919 da İzmir'e çıkan dedelerinin kendile­ rini nasıl bir akibetin beklediğini b il­ medikleri gibi. 9 Birinci kısmın sonu VEFAT Kıymetli edip ve araştırmacı NİHAT SAMİ B A N A K L I’ yı 13 Ağustos 1974 günü kaybetmiş bulunuyoruz. Ailesine, yakınlarına, Türk sanat âlemine ve Türk milliyetçilerine başsağlığı merhuma Tanrı’dan rahmet dileriz. TÖRE 41 ONLAR BU DİLDEN ANLAR 4 Onlar, «Lütfen!» den anlamaz. «Ulan!» dan anlar. On'ar, çiçekten anlamaz, diken­ den anlar... güvercinden, kelebekten değii; doğandan, kartaldan anlar. Ve onlar, kanaddan anlamaz, ga­ gadan anlar, pençeden anlar. Onların kitap mantıkından değil Afyon, Kocatepe, Dumlupınar mantıkından anladığını biz, kırk yıl ön­ ce biliyorduk., fakat, unutmuşuz. Bu bilgiyi tazelemek için harcadığımız aylar, onlara, bile bile vakit kazan­ dırmamız gibi oldu. Onlar, şarkıdan anlamaz; tü rkü ­ den, ağıttan anlamaz, belki marştan anlar. Onlar, yaydan anlamaz; oktan an­ lar. Aylarca dil döküp durduk., onlar, dilden anlamaz, elden anlar. Anlaşmak için el uzattık., bunu el açmak sandılar., düşünmedik ki, to ­ katla yumrukla beslenmeye alışmış olanlar, el işaretinden değil; to k a t­ tan, yum ruktan anlar. ONLAR Onlar, soğukkanlılıktan anlamaz... öfkeden anlar. Onlar, aydınlıktan anlamaz., ateş­ ten anlar.. Onlar, ipekten, kâğıttan değil, demirden, çelikten, kurşundan an­ lar. _ Onlar yazışmadan, çizişmeden, buluşmadan, görüşmeden anlamaz,, döğüşmeden anlar.. II * * II Yanlarında Kıbrıs konusu açıldığı zaman, suç kendilerindeymiş gibi, asker dostlardan kiminin yüzü ö f­ keden, kiminin yüzü utançtan kıza­ rıyordu.. karacısı da, havacısı da, denizcisi de pek iyi biliyordu ki Kıb­ rıs'ta meydanı boş bulanlar, uçurt­ madan, balondan anlamaz., roket­ ten anlar.. II * * II Onaltı yılın acısını altı günde çı­ kardığımız doğrudur., onaltı yıli teb­ rik etmem; altı günü tebrik ederim. Onlar, önsözden anlamaz., sonsözden anlar. ® 43 Kıbrıs Harekâtının Mânâsı Kıbrıs harekâtımız yalnız eno­ sis hayallerini değil, standart aydınımızın kafasmdaki bir yığın yanlış düşünceyi de gömmüştür. Bu bakımdan ha­ rekâtın, belki sağladığı mad­ dî kazançlardan daha çok ideolojik faydası da olmuştur. Doç. Dr. Necmettin HACIEM İNO Ğ LU 44 M illetlerin hayatında öyle başarı­ lar vardır ki, onun mânevî değeri ve mânâsı, sağladığı maddi kazancın çok üstündedir. Hattâ büyük maddi zararlara sebep olduğu halde, ma­ nevî bakımdan baha biçilmez de­ ğerler taşır. Gene öyle yenilgiler vardır ki, maddi kayıp olarak hiç bir şey ifade etmez ama, mânevî yön­ den m illeti yıkar, çökertir. Mânâya değer veren şerefli insanların ha­ yatlarında görüldüğü gibi... İşte Kıbrıs harekâtı da Türk M il­ leti için mânevî değeri maddi ka­ zancını çok aşan bir başarıdır. Ger­ çi bir yandan oradaki yüz yirmi bin T ürk’ün hayatit, bir yandan'da, ada­ nın, Türkiye’nin güvenliği bakımın­ dan sahip olduğu hususiyetler asla küçümsenemeyecek derecede önem­ lidir. Fakat bu harekâtın sağladığı «mânevi gelir» her şeyin üstünde­ dir. Eğer, bir çoklarının sandığı gibi, gaye yalnız adadaki Türklerin ha­ yatını kurtarm ak olsaydı, bunu baş­ ka türlü halletmek de mümkündü. Onları, şimdiye kadar yapıldığı üz­ re, topluca ana vatana göç e ttirir­ diniz. Diğer yandan, Kıbrıs'a sadece bütün Türkiye’nin askeri güvenliğini ilgilendirdiği için değer vermiş o l­ saydık, feza çağı silahlarının ülkeler değil, kıt'alar - arası mesafeleri bile ortadan kaldırdığını düşünerek, me­ seleyi hafife alırdık. Bu sebepledir ki, Türk devletinin, belki de yavru vatanda yaşayan soydaşlarımızın sayısından fazla Mehmetçiği fedâ etmeyi göze alarak giriştiği harakâtın mânâsı çok büyük ve bambaş­ kadır. Bu tavır tam TÜRK’çedir. T ürk’ün tarihi geleneğine, milli karekterine, yaratılış felsefesine ve cihangirlik ülküsüne göredir. Değil KIBRIS HAREKÂTININ yenilmek ve gerilemeğe, yerinde saymağa bile tahammül edemiyen taşkın coşkun ve cesur ruhunun tabiî icabıdır. Onun içindir ki, bizce Kıbrıs yalçın kayalıklardan ibaret bomboş bir ada dahi olsaydı, Türk milleti Yunanistan'a «peki» demezdi. De­ memelidir. Başkaları için s a d ic e bir askerî üs değeri taşıyan Kıbrıs, bi­ zim bakımımızdan millî bir şeref dâ­ vasıdır. Bir kere harekât önemli bir imtihandır. Kendi kendimizle he­ saplaşmadır. Dost ve düşmanı tanı­ mamıza imkân veren bir tecrübedir. Aldığımız mesafeyi gösteren bir ö l­ çüdür. İşte, konuyu ancak bu anla­ yışla ele alırsak, doğru ve iyi de­ ğerlendirebiliriz. Şimdi harekâtın muhasebesini yapaliım. Askeri bakımdan : Harekâtın muhakkak ki en şerefli yanı kazandığımız askeri zaferdir. Böyle bir zafer dostlarımızı alışılmış olandan daha fazla sevindirirken, düşmanlarımızı da kıskançlıkla kıvrandırmış ve dehşete düşürmüştür. Doğrusunu söylemek gerekirse, herkes üzerinde beklenmeyen bir sürpriz şaşkınlığı yaratm ıştır. A n­ laşılıyor ki hiç kimse silahlı kuvvet­ lerimizden bu ölçüde bir başarı ümit etmiyormuş. Gerekçeleride şu­ dur : 1— Türk ordusu elli yıldan beri savaş görmemişti. Bu, tarihim izin savaşsız geçen en uzun aralığıydı. Bunca durgunluktan sonra ordumuz acaba rahata alışarak uyuşmamış mıydı? 2— Türk ordusu, C um huriyetin kuruluşundan beri, savaşçı değil ba­ rışçı. bir felsefeyle yetiştiriliyordu. Hücum için değil, savunmak için ha­ zırlanıyordu. Eğitiminin hedefi buna göre tayin edilmişti. Tamamiyle yan­ lış yorumlanan «Yurtta sulh cihan­ da sulh» sözü, git gide, «kimseye bir karış toprak vermeyiz, kimseden de bir karış toprak istemeyiz» şeklinde form ulleşm işti. Sonra, eskilerin «bir lokma bir hırka» tekerlemesi ile ifa­ de ettiği bu «derviş felsefesi,» devlet adamları tarafından ordumuza da benimsetilmek istenmişti. Böyle bir hava içinde yetişen silahlı kuvvetle­ rin savaş kabiliyetini yitirm esi nor­ mal değil miya'i? 3— Son elli yıl içinde gerek sa­ vaş tekniği, gerekse silah ve malze­ me geniş ölçüde ilerlemiş, değişmiş ve artmıştı. Bu şartlar altında artık yüreklerdeki cesaret ve kalblerdeki iman ikinci, üçüncü plana düşüyor­ 46 du. Kimse, «zafer süngünün ucun­ dadır» ilkesine güvenmemeliydi. Hal böyle olunca, yarım asır önceki şartlara göre büyük basanlar gös­ teren Türk askeri, bakalım bugün de aynı seviyeyi tu ttu ra b ilir miydi? Yoksa «tüfek icad oidu mertlik bo­ zuldu» sözünün ifade ettiği mazere­ ti tekrarlam ak zorunda mı kalacak­ tı? 4— Türk ordusu, son on beş yıl­ da dört defa siyasete karışmıştır. Bir orduyu en fazla yıpratan ve onun savaş gücünü zayıflatan şey de buaur. O yüzden zaman ve enerjisinin yarısını bir kısım âciz ve hâin p o liti­ kacıların meydana sürdüğü iç düş­ manları temizlemek için harcanmış­ tır. Ayrıca da, gene dört defa ken­ di bünyesinde küçümsenemiyecek «operasyonlar» yapmıştır. Böylece, hem maddi manevi bakımlardan yıp­ ranıp zayıf düşmüş olmalıdır. 5— Türk ordusu - kendisine uzun müddet yetecek modern silah ve sa­ vaş malzemesine sahip değildir. Onun için tek başına bir savaşa g i­ remez girse de kazanamaz. İşte ilk bakışta herkesi inandıra­ bilecek kadar kuvvetli ve isabetli gö­ rülen bu tahminler, Kıbrıs harekâ­ tının başarılması ile tamamen iflas etm iştir. Türk askeri bilinen bütün tarihi hasletlerini muhafaza etm ek­ tedir. Çağın bütün imkân ve şa rtla ­ rına derhal intibak etm iştir. O gene dünyanın en güçlü en savaşçı as­ keridir. Şairin : «Fıtrat değişir sanma, bu kan y i­ ne o kandır» hükmü tam bir hakikatin ifadesidir. HACIEMİN OĞLU Her türlü menfi çabalara rağmen Türk'ün milii bünyesi henüz sarsıl­ mamıştır. Siyasi bakımdan : 1. Kıbrıs harekâtı isbat etm iştir ki Türkiye’de siyasi ikdidar m evkiin­ de bulunanlar, kendi felsefeleri ne olursa olsun, Türk m illetinin ve o r­ dusunun milli davalar karşısında ta ­ kındığı kararlı, tavıra uymak zorun­ dadırlar. Üç beş zavallı politikacı ile beş on kozmopolit aydının menfi te l­ kinleri, Türk devletinin varlığını il­ gilendiren meselelerde hiç bir mânâ taşımıyor. Tarihi devlet anlıyışımız, bir altın damarı gibi, bütün organ­ larda devam ediyor. Aldatılmış olan­ lar kısa zamanda uyanıyor. 2. Bu harekât, ümit edilir ki bizim batı dünyasına gözü kapalı hayran ve teslim olan budala aydınlarımızla saf siyaset adamlarımızın da gözle­ rini açıp kendilerine gelmelerini sağ­ lamıştır. Herkes bir kere daha gör­ müş ve inanmıştır ki, Türk'ün T ürk’­ ten başka dostu yoktur. Batının ne kadar maymunu olursak, onların önünde ne kadar diz çöker, boyun eğer, el oğuşturursak ve takla a ta r­ sak, gözlerinde kıymetimiz o derece düşmektedir. Bu metodlarla H ıristi­ yan dünyasını bize ısındırmanız ve onlara şirin görünmemiz mümkün değildir. Onun için mutlaka milli kültürümüze ve benliğimize dönme­ liyiz. Türklük ve tarih şuuru içinde bulunarak, kendimizi herkese kabul ettirm eliyiz. Dünyadaki yerimizi ve ağırlığımızı yeni baştan tayin etm e­ liyiz. KIBRIS HAREKÂTININ 3. M illetlerarası meselelerde hakkınızı alabilmeniz için «hukuken haklı» olmanız yetmez. Haklılığın yanında, kuvvetli, kararlı, atak ve şahsiyetli olmak da lâzımdır. Kuvve­ tin ölçüsü nüfusun çokluğu, ordu­ nun savaşçılığı, ağır sanayi ile harb sanayiinin milli oluşudur. Kararlı, atak ve şahsiyetli olabilm ek için de m illet fertlerinin uzak milli hedeflere ulaşmak ülküsü ile yetiştirilm esi ge­ rekir. Eğer biz yarım asır boyunca bu anlayışı benimsemiş olsaydık, Kıbrıs dâvâsı şimdiye kadar çoktan halledilip, sıra batı Trakya, oniki ada ve Kerkük’e gelmişti. 4. Türkiye’de herkesin «tehlikeli fikir» saydığı Turancılık ülküsü, de­ mek ki, ne boş bir hayal, ne de bü­ yük bir tehlike imiş. Devlet niyet ederse, yahut mecbur kalırsa, vak­ tiyle elimizden zorla koparılmış va­ tan parçalarını yeniden kazanabiliyormuş. Üstelik, böyle bir hareket bütün m illetçe tam bir gönül birliği halinde tasvip ediliyormuş. 5. Güçlü ve kararlı bir milli haraket karşısında «süper devletlerin» de, «dünya kamu oyu»nun da tesiri mutlaft değil, sınırlıdır. Kimse başka­ sı için tehlikeyi göze almaz ve fe ­ dakarlığa katlanamaz. Bundan do­ layı ilerdeki milli meselelerimizi de aynı metotla halletmemiz gerekm ek­ tedir. Ayrıca, hem milli menfaatimiz, hem tarihin yüklendiği vazife, hem de dünya muvazenesini sağlamak bakımından Orta Doğu ve İslâm âle­ minde görülen «lider boşluğunu» doldurmağa mecbur olduğumuz da anlaşılmıştır. © 47 a* m■ ■■ ULKUGU ŞAİR ABDURRAHİM KARAKOÇ • ■ ' Ahm et C E BEC İ Abdurrahim Karakoç, son on yıl içinde haik şiiri dalında bir yıldız gibi parlayan ve ünü bütün Anadolu'yu saran ülkücü bir halk şairidir. Şairin bilhassa taşlama alanında gösterdiği başarı herkesçe kabui edilmekte ve Türkiye'nin yaşayan en güçlü mizah şairi olarak bilinm ektedir. Halk şiiri tarzında yazanlar; söz çalan halk âşıkları ve söz söyleyen halk şairleri olarak ikiye ayrılırsa, Karakoç ikinci gruptan, yani saz çalmayıp, yalnız sözle şiir yaratan halk şairlerindendir. Türkçeyi bilmedikleri halde, dilci kesilen bazı paralı devşirmeler, her ikisine de, hatta bütün şairlere «ozan» diyerek düzen bozanlık ederler. Her ne kadar saz şair­ 48 CEBECİ leri bu tarihi terim i biraz karştlıyorsa da, «saz şairi» veya, «âşık» bütün Türk dünyasında kullanıldığı halde, ozan demek yanlış olur. Kaldı ki, mahut çevrelerin ozan dedikleri ve radyodan takdim ettikleri kurumcu ş iir özentileri bir çocuk şiiri kadar değeri oimayan ve hiç bir mana taşımayan karalamaları ile ozan değil, tam manasıyie bozandırlar. Abdurrahim Karakoç, halk şairleri bak»mmdan çok verimli bir ilimiz olan M araş’ın Elbistan kazasının Celâ (Ekinözü) köyünde 1932 yılında dünyaya gelm iştir. Babası Ümmet Karakoç ve Balcıfakı namı ile meşhur dedesi Mehmet Karakoç da birer haik şairiydiler. Şairin dedesi 1935’te, babası da 1972'de vefat etm işlerdir, faka t söyledikleri şiirler Ceiâ yaş­ lıları tarafından halâ söylenmektedir. Her ikisi de din hocalığı yaparak talebe yetiştirm işlerdir. Şairin büyük kardeşi (beş kardeştirler) Bahattin Karakoç da ülke­ mizin sayılı şairlerindendir, faka t halk şiiri tarzında yazmaz. Halen Ma-' raş’ta sağlık memuru olarak bulunur. Çeşitli gazete ve dergilerde şiirle ­ ri neşredilm ektedir. Küçük kardeşlerin üçü de memleketin çeşitli böl­ gelerinde vazifelidir. Köyde tek kalan Abdurrahim Karakoçtur. Şairimizin ilk öğrenimini köyünde yapmış, bundan sonra da başka okula gitme imkânı olmamıştır. Köyde marangozluk öğrenmiş ve 1958 yılına kadar bu işle iştigal etmiş. 1958’de Celâ’da belediye kurulunca marangozluğu bıraktırılıp belediyeye muhasebeci olarak alınmıştır. O gün bu gün bu vazifededir. Ş iir yazma hevesi daha ilkokul saflarında belirir ve kısa şiirlerle arkadaşlarım hicvetmekle işe başlar. İlkokuldan sonra marangozluğu ve daha sonra askerliği esnasında da şiir yazmaya devam eder. Ağa­ beyi Bahattin Karakoç’un bu arada çeşitli gazete ve dergilerde şiirle ­ rini neşretmesi, şairim izin şiir yazma hevesini daha da arttırır. Bu arada bir çok halk şairlerinin ve halk âşıklarının şiirlerini okur. Bilhassa Yu­ KARAKOÇ 49 nus Emre ve Dadaloğlunu çok sever faka t taşlamada herhangi bir şairin tesiri altında kalmamış ve yazdığı hicvî şiirler şairin tesirsiz bir ilhamı­ dır. Halk şairi Ahm et Çitak'ın Elbistanda basılan «Engizek» gazetesinde çıkan ve Elbistan’ın kışını kötüleyen şiirine cevap olarak yazdığı taşla­ ma, Abdurrahim Karakoç’un ilk neşredilen şiiridir. Aynı gazetede basıl­ mıştır. A skerlikten dönünce şiirlerini çeşitli gazete ve dergilerde ya­ yınlamaya başlar. 1965 yılında ilk şiir kitabı olan «Hasan’a Mektuplar» İzmir'de Fedaî Yayınları arasında çıkar. Kitap kısa zamanda tükenir ve bir yıl sonra da 2. baskısı yapılır. 1967’de Osman Y. Serdengeçti şairin ikinci şiir kitabı olan «Haberier Bülteni»ni «Hasan’a Mektuplar»la birleş­ tirerek neşreder. 1960 da İstanbul’da Maya yayınları arasında «El Ku­ lakta» adlı şiir kitabı basılır. Fakat kısa zamanda o da tükenir. 1973’te Istanbulda’daki Fetih Yayınevi şairin şiirlerini «Bütün Şiirleri» adı altında toplayarak neşreder. Bir yıl içinde bu kitap da tükenir. Halen Ötüken Yayınevi ikinci baskısını yapmak üzere almıştır. Şairin son şiirleri de Devlet gazetesi tarafından yayınlanmakta ve yakında kitap halinde Töre - Devlet Yayınları arasında çıkacağı bildirilm ektedir. Abdurrahim Karakoç, fa kir bir aileye mensup olmakla, köyünde de mütevazi bir hayat sürmektedir. O'nun topraksız bir köylü ve istidatlı bir halk şâiri oiduğunu gören sol akım, kendisinden yararlanm ak yol­ larını arar, fakat bütün çabaları boşa çıkar Dinî şiirlerindeki samimi ve veciz gücü gören din sahtekârı politikacılar da şairi saflarına alıp istism ar etm ek için bir çok teşebbüslerde bulunurlar, fakat onlar da hüsrana uğrar. Abdurrahim Karakoç m illî ülküye gönül vermiş, ülkücü bir halk şairi olarak, m illiyetçi hareketin imanlı, cesur ve tavizsiz bir neferidir. İli olan Maraş bölgesinde ve bütün yurt sathında millî ülkü­ nün gelişmesi için yılmadan, yorulmadan mücadele etmektedir. A bdurrahim ’in şiirleri Anadolu halkının bağrından kopan samimi hislerini ve onun ince mizah zekâsını dile getirm ektedir. Mizahî ş iir­ deki başarısı diğer konularda da göze çarpmaktadır. Bunlar arasında hamasî şiirle r ve güzellemeler önemli yer tutar. «Anadolu’da Bahar» ş iirin d e : İlkbaharı geldi Anadolu’nun Silifke’de çiçek açtı nar şimdi Her tarafı yeşillendi Bolu’nun Suitandağı benek benek kar şimdi, Diye başlayarak memleketimizin güzelliklerini tasvir eder. «Anadolu Sevgisi» şiirinde : 50 CEBECİ Sen bizim dağları bilmezsin gülüm Hele boz dumanlar çekilsin de gör Her yaftası bayram, her günü düğün Hele yaylalara çıkılsın da gör. Diyerek Anadolu’nun bir çok köylerinde devam eden eski Türk yarı gö­ çebe hayatını ve bu hayatı sürdüren dürüst ve çalışkan Anadolu Türk köylüsünün samimiyetini, sağlam karakterini ve eşsiz geleneklerini iç­ ten gelen bir sevgi ile dile getirm ektedir. «Gide gide» şiirinde şair vatanına olan sevgisini şöyle anlatır : Maraş’a, Muğla’ya, Kırklareli’ne Yiğit Köroğlu'nun Çamlıbel’ine Kars’ın yaylasına, Van’ın gölüne Ağrı'nın karına âşıksın gönül. Yiğitin sözünden dönmeyenine Ateşin yıllarca sönmeyenine Silâhın omuzdan inmeyenine Atın gökkırına âşıksın gönül. Şair Karakoç, Türk m illiyetçiliğinin ana davalarından biri olan Türk birliği konusunu da şiirlerinde ustalıkla dile getirir. «Adak» şiirinde bu konu şöyle anlatılır : Albayraktır ana yurdun gelini Bu canı Türklüğe adadım anne Oniki yaşında ettim yemini Bu canı Türklüğe adadım anne. Kafkaslarda kavga başlar kan olur Ötüken dağları toz duman olur Erinde geçinde koç kurban olur Bu canı Türklüğe adadım anne. «Üşüyenler» şiiri ile şair, tutsak kardeşleri için çarpan kalbinden gelen duygularını dile g e tirir : Bilir misin kardeş Türk illerinde Havada yıldızlar, dağda kar üşür Tutsak soydaşların türkülerinde Dört mevsim ötede bir bahar üşür. ,, Ezanlar buz tutmuş minarelerde Yaylalar dermiş ki : töremiz nerde? KARAKOÇ 51 Yolların hasretle bittiği yerde Her dağ yamacında bir mezar üşür. Karakoç’un şiirlerinde engin Türk tarihi de sık sık şahlanır. İşte «Vur Emri» şiirinden bir kıta : Bir haber dolaşır semada pul pul Kılınçlar bilensin akın var Çin’e Yiğitler at sürer düşman içine Tarihe hükmeden bir ses duyulur : — Vur! TÜRKLÜK aşkına vu r! Dinî konular da şairimizin şiirlerinde sık sık yer aiır. «Hak yoi İs­ lâm yazacağız» şiirinde şöyle der : Kör dünyanın göbeğine Hak yol İslâm yazacağız Kuşların gözbebeğine Hak yol İslâm yazacağız «İlân» şiirinde ise iman gücünü şöyle ilân eder • Ne diyorsa İslâm dini Uyacağız suç olsa da Gerçeği örten kefeni Soyacağız suç oisa da. Çiçeklenir sevda serde Cihad düğün olur merde Nur-u Kur’an’ı her yerde Yayacağız suç olsa da. Dinsizlik ve laiklik yobazlarına karşı yazdığı «Dua» şiirinde bu mu­ zır ve akıl fukarası zavallılar için şöyle dua eder : Özlesin geçmişi baksın geriye İslâm çoğaldıkça dönsün deliye Ektiğim tohumlar nic'oldu diye Sorsun da kahrolsun, öldürme yâ Rab! Din düşmanı sözde bilim adamları ile de şöyle alay eder : Dövmek için su doldurur havana Kaşındıkça tekme sallar tavana Anırırsa altüst oiur Havana Keyfe gelse küle yatar Kübalı. 52 CEBECİ Peygamberi Kastro, Tanrısı Lenin Düşmanıdır sapık, en doğru dinin Hele bir deneyin, beşbini verin Anasını bile satar Kübalı... Şairin «Vasiyet» şiirinde de iman ve adalet konuları ele alınmaktadır İmzasız askerin, korkak paşanın Bir boyuna bir de enine tükür Kaçarken vurulup yere düşenin Bir leşine bir de kanına tükür. Bırak hesabını ölüm - kalımın İnanmışa zulmü ne ki zalimin Mânâyı reddeden sözde âlimin Bir ilmine, bir de fenine tükür... Karakoç'un aşk konusunda kaleme aldığı şiirler de pek içli ve li­ riktir. «Mihriban» şiirinden bir örnek : Sarı saçlarına deli gönlümü Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban Ayrılıktan zor belleme ölümü Görmeyince sezilmiyor Mihriban. Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne Kar koysan köz olur aşkın külüne Şaştım kara bahtım tahammülüne Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban. Türk köyünün ve Türk cemiyetinin İçtimaî yaraları Abdurrahim Karakoç’un şiirlerinde en veciz bir şekilde dile gelir. «Anadolu Gezisi» şiirinde şairin Anadolumuza m usallat olan Batı hayranlığı ve Batı kül­ tü r emperyalizminin getirdiği kötülüklerden duyduğu üzüntüyü okuyoruz: Şehvet kokuyordu Ege’nin bereketli ovaları Körpe bedenler soyuluyordu ahlâktan Tedirgin etmişlerdi bizim havaları Yadırgı sesler geliyordu plâktan. Çatalkaya dağında kartallar dönüyordu. Bir nesil yaşıyor, bîr tarih ölüyordu. KARAKOÇ 53 «Ne denmez ki» şiirinde de şair, Anadolu köyünün halini anlatır : Çalışırım günüm, haftam, ayım yok Dayanacak bir etkili dayım yok Dağım çıplak, tarlam kıraç, suyum yok Ekin bitmez, keklik ötmez ne deyim. «Anadolu Dedi ki» şiirinde Anadolu toprağı adına yurdun sahibi olanlam uyanmaya çağırm aktadır: gerçek Anadolu Türktür, Türkündür elbet Yağsın ozanlardan nur demet demet Minareler kalem, gökyüzü senet Uyan bağrı yanık kâtibim uyan. Sene binyetmişbir, bir Cuma günü Sevmişim, bağrıma basmışım seni Dev - piçler düşmana satmadan beni Uyan alınyazım, nasibim uyan. Rüşvetçi dalkavukları da «Hepsi bizim kesemizden» şiirinde şöyle tasvir eder : Müdür, Bakana yağ yakar Tel parası kesemizden Teri bile şıpır kokar Gül parası kesemizden. Kahvaltısı kaymakla bal Sepet sepet muz, portakal Viski içer, yüzü al al Yal parası kesemizden. Anadolu köylüsünün başlıca dertlerinden biri efe doktor bulma ve doktora verecek tedavi parasıdır. Şair, «Vatandaş Türküsü» başlığı a l­ tında kaleme aldığı şiirlerden birinde bu konuyu şöyle dile getirm ek­ tedir : Tohdur Beğ Avrat yeğin sayrı, benim karnı aç Keyf için gelmedik bura tohdur beğ. Fukara harcından yaz da bir ilâç Olsun derdimize çare tohdur beğ. 54 CEBECİ Yedi baş horanta yıkık hânede Tüm kazancım bini geçmez senede Yüz pangunot helâl olsun gene de Ben nereyim, beşyüz nere tohdur beğ? Mahkemelerde dâvaların sürüp gitmesi, bürokrasinin sonu gelme­ yen form aliteleri, Anadolu köylüsünü hayatından bezdiren bir d erttir Şair bu hastalığı Anadolu köylüsünün ağzından hem üzüntü, hem de ince b ir istihza ile dile getirm ektedir : Hâkim Beğ Gene tehir etme üç ay öteye Bu dâvâ dedemden kaldı hâkim beğ, Otuz yıl da babam düştü ardına Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ. Kırk yıl önce; yani babam ölünce Kadılıklar hâkimliğe dönünce Mirasçılar tarla takım bölünce İrezillik beni buldu hâkim beğ. Seçim zamanı parlak nutuklarla köylüyü kandırıp oylarını topla­ yan ve sonra da diğer seçime kadar bir daha uğramayan politika bezirganlarına da şair köylümüzün ağzından şöyle sesleniyor : Mebus Beğ Vallahi sıtkımı sıyırdım senden Tiksintimi naz beileme mebus beğ, Yoksulluktan yanan kara bağrımı Isınacak koz belleme mebus beğ., Mosturan meydanda sağol, çok yaşa! Benim tütüne zam, senin maaşa Bulgur bulamazken çorbaya, aşa On kuruşu az belleme mebus beğ. Karakoç'un şiirleri arasında en büyük yeri tutan ve en başarılı olan şiirler taşlam alardır. Bilhassa halk şiirinde hiciv üstadı mertebesi ne yükselen şair, halk deyimlerini, atasözlerini ve diğer edebiyat in­ cilerini maharetle kullanmaktadır. «Boykot da bir işgal de» diyerek memleketteki sol ajanlarını anar­ şi çıkarmaları için tahrik eden politikacılara şöyle taş atar : KARAKOÇ 55 İşgal de bir Azatlanır murdar malın yaşlısı İbiş gitti Dingiş geldi peh peh peh Sola çıkar cümle yolun taşlısı Bir çüş gitti, bir çüş geldi deh deh deh... «Mektup» şiirinde on yıllık iktidarına rağmen bir türlü TRT'yi Türk m illetinin emrine âmâde kıiamayan AP iktidarının beceriksizliğini şöy­ le ortaya koyar : Bir geldi, pir geldi çağa Süleyman Kaç çift çorap ördü sağa Süleyman Bıraksın gayrisin ağa Süleyman Terete’yi Türk etti mi yaz hele. Hasan’a M ektuplar adlı şiir kitabında şair, asker Hasan’a babası adına yazdığı mektuplarla Türkiye’nin gerçeklerini anlatm aktadır : Hasan'a Mektup (13) Asalet babasız çocuk doğurdu Nazlı Hürriyet'i haydutlar vurdu Viraneye döndü Türkhan’ın yurdu Köyün tadı - tuzu kaçtı be Haşan. Yine Hasan'a M ektuplar adiı şiirlerinden birinde, Batı kültür em ­ peryalizminin Türk köyüne getirdiği bozukluğu şöyle hicveder : Çavuşların yumruk gözlü Tahir’i Kahve yaptı kırk senelik ahırı Erkek Fatma dişi çürük Mahir’i Güpegündüz aldı kaçtı duydun mu? Ala kardır Binboğa'nın yücesi Asker oldu Halime’nin kocası, Sazlıköy’ün ilerici hocası Minarede şarap içti duydun mu? Batılılaşmayı Batı'nın ahlâksızlığına moda diye uyma şeklinde an­ layanlarla şöyle alay eder : Teşekkürü yaptık mersi Çıplak göbek ilim dersi Yönümüz tekniğin tersi Güler misin, ağlar mısın? 56 CEBECİ Rus emperyalizminin emrine uyarak dilim izi «arılaştırma», ya­ ni sadeleştirme adı altında kimsenin anlayamayacağı bir kılığa sokan sahte dilcilere «Ohaa!» şiirinde şöyle hesap sorar : Mecburiyet «zorun», mesele «sorun» Dedenin dilinden anlamaz torun Bölünsün mü yani dün ile yarın Tarihlere karşı gelen boynuzlu? «Kahramanlar Geçiyor» şiirinde sahte kahramanların ve millet düşmanlarının m arifetlerini (!) anlatan şair : Şo Ev Şo Şo en önde giden ihtiyar var ya yıkar, can yakar, zaten kahraman, sonradan dönme, şo palikarya da savaş sonu biten kahraman. Sonlar viski içip sarhoş gezenler Sonlar üç kopik'e fıkra yazanlar Sonlar akşam sabah miting düzenler Ve sonlar da göbek atan kahraman. Diyerek İstiklâl Savaşında cepheden kaçanların ve milletin başına zu­ lüm olanların yürüyüşlerde en önde bulunduğunu ve kahraman kesil­ diklerini iğneleyici bir üslûpla ortaya serer. Viski içip Rus parasına kar­ şılık sosyalizm adına fıkra ve «yapıt» yazanları da halk söyleyişi ile taşlar. Ülkücü şair Abdurrahim Karakoç’un gücünü halk zekâsından ve Türk halkının engin folklorundan alan şiirleri, yalnız üniversite genç­ liği arasında değil, lise ve ortaokullarda, işçi, memur ve köylülerimiz arasında da yayılmakta ve sevilmektedir. Karakoç’un şiirleri yalnız köylünün değil, Türk m illetinin bozulmayı reddeden ve töresine bağlı kalan şehirli, köylü ve aydın bütün zümrelerinin, kısacası Türk gibi dü­ şünen her m illet ferdinin düşüncesine tercüm an olmaktadır. Abdurrahim Karakoç, üç çocuk babası olup, en büyük çocuğu olan M ihriban 7, Türkislâm 5, Enderhan da 3 yaşındadırlar. Memleket gerçeklerini memleketimizin bir çok yüksek tah sillile rin ­ den, hattâ bir çok ilim adamlarından çok daha üstün bir halk dehası ve anlayışı ile görüp teşhis edebilen ünlü halk şairim ize büyük ülkü­ müzün mücadele ve sanat yollarında başarılar diler, tebriklerim izi su­ narız. @ KARAKOÇ 57 V E BELK İ Bakarsın lodosa çevirir rüzgâr Dalgalar saçlarında getirir seni Açar umut kıyılarında Yıldızların en güzeli Bir yağmur başlar delicesine yeşil ünutuşun hoyrat bahçelerinde Döner eski çağına hâtıralar Mevsimler değişir içimde Mavi havuzlarda yaz bulutları İlık bir iklime uzayan yollar Acımsı akşamlarda incecik bir el Ve hüzün körfezinde sonsuz bir bahar Eski şarkılarla ısınır Dallarda kuşlar çıplak Ve belki yeniden dökülür Mutluluğun çeşmesinden inanmak İlhan Geçer 58 HASTANIN UYKUSU Uyku ne güzel şey, ne kadar tath ! Bir de rüyalar güzel olsa... Dört nal sürüp atını «O atlı» Bulutlarda kaybolmasa... Karanlıklar saldırması küme küme; Kitaplıklar devrilmese böyle ü s tü m e ! Yatağımın çevresinde Açılıvermese uçurumlar... Kurt kuş uyurken yuvada inde, Ben de sessiz, gürültüsüz uyuyabilsem, ne var?... Bir de... Uyanmak olmasa ! Halide Nusrefc Zoriutuna 4 Haziran 1974 S ayın Halide Nusret Zorlutuna’nın geçen sayımızda yayımlanan «Görünür» şiirinde takdim beytinin ikinci m ısraı «Bu da bir böyle aruzdur işte...»; ilk kıta­ nın üçüncü m ısraı ise «Sırlar açılır da perde perde;» olacakken ilkindeki «aruz­ dur», «arzudur»; İkincideki «Sırlar» ise «sıralar» olarak yanlış çıkmıştır. Düzeltir, şairden ve okuyucularımızdan özür dileriz. 59 Fakirin Bayramoğlu Nam Mahalde Vakf û Ârâm İttiğüdür (I) 13 Temmuz günü TÖRE’nin İstanbul’da bulunan yazarları ve idarecileri dergimizin üçüncü yılını Bayramoğlu’nda, Basın İlân Kurumu Tatil Köyü’nde kutladılar. Sey­ yahı Fakir bu toplantıyı kendi diliyle ve gözüyle okuyucularımıza anlatıyor. Anlat­ tıklarında az abartma var ise suç tamamen Evliya Çelebi’nindir. Seyyahı Fakir E V LİY A Ç E L E B İ Bu, Bayramoğlu nâm mahal, İslâmbol'un bir konak şarkında, MIRMIRAĞA deryası kenarında, sadâbâd mislü bir mahaldür. İslâmbol'un keyf ehii kimesneleri cümle buraya gelürler. Hattâ Engürü diyârından dahi gelenler vardur. Meğer Engürü'de mukim, Medrese-i Şark-ui Avsat (2) ulemâsından İSKENDER YETİMÎ ile zevcesi, uaebâdan (1) (2) 60 Durup dinlenme. B urada, Ortadoğu Teknik Ü niver­ sitesi. ÂMİNE HATUN evvelce ol yere gelüp, İslâmbo! ulemâsını davet eyle­ mişler. Fakir bunu haber alıcak hemân mezkûr ulemâ ile temâsa geçtim. Nihayet HARAM İSKELESİ'nde cem olduk. İslâmbo! Medresesi'nden NECMEDDİN HACI EMİNZADE, MUSTAFA KAFA ALİ OĞLU, Söke'ii MUHAMMED İRİÖZ ü EROL GÜNGÖRMÜŞZÂDE vü haremleri gelmiş idiler. Bunların cümlesi ashâb-ı TÖRE'dendür. Hemen bir MİNNİBÜS EVLÎYA ÇELEBÎ kiraladuk kim, ÖTEBAS tesmiye o lu­ nan vâsıtanın yavrusudur. Bir saatte kârip bir yolculuktan sonra Bayramoğlu'na vasıl olduk. Kenâr’ı râhta (3) SİTTE-İ BASIN deyû bir tah rir göricek, aman ka­ rındaşlar, biz buraya baskına geldük de bize niçün dimezsiz. Bu hakîr silâhlarını almamıştur, imdi ne ile cenk iderüz deyû feryada başladukta, ayıttılar kim, «Evliyâ, bassın, cerîdecilik dimektür. Bunun baskın iie bir alâkas; yoktur. Sitte dahî kûy ü oba gibi küçük iskân yirlerine dirîer. Yâni cerîdecilerin köyü­ dür.» Fehmeyledüm ki altı adet hânelerden mürekkeb yerler oldu­ ğu içün buralara sitte dirler. M ih­ mandarlarımız Âmine Hatun ile zevci İskender Yetimî bizi istikbal idüp, kûye götürdüler. Cennet bah­ çesi gibi bir yer olduğun şundan fehmeyledüm ki, bir hayli elma a­ ğaçları olup, anlardan yemek mem­ nudur. Daha oturup üç - beş kelâm dahi itmemiş idük kim, yoldaşlardan Sökeli Muhammed İriöz, «Aman deryaya girelüm» deyû soyunmaya başladı. Biz dahi ana tâbi oluben soyunduk. Lâk'^ diğer karındaşları­ mızı bir türlü ruzı idemedük. Necmeddin Hacıemlnzâde ile Erol Güngörmüşzâde Asyâî vasıflarının derya ile imtizaç eylemedüğünü, boğulmaktan havf ittüklerini, Mus­ tafa Kafa Ali Oğlu yoldaşımız ise, gaayetle iri cüsseli bir zât oldu­ ğunu, deryâyı taşurup kûy-ü suya (3) Yol kenarı. BAYRAMOĞLU NAM gark itmekten endişe duyduğunu beyânla suya girmeyüp, sâye-i eşcarda muhabbete karar virdüler. Biz, Muhammed İriöz yoldaşımız­ la köyün BÎİLÂC kısmına azîmet eyledük. Oraya vâsıl oldukta g ör­ dük kim bir alay avret ü er kişi cemaat cemaat kumlar üzerinde Bîiiâc safâsı yaparlar. Fakir avret­ leri yarı üryân göricek hayli teeddüp eyleyüp, didelerimi kapatup deryâya ilerledim. Ol esnâda bir kelp ürümesi işitüp didelerimi açtukta, kedi cesâmetinde bir kelp'in bize doğru hücûm eyledüğünü gördüm. Bu kelp müstesnâ bir kelp olup, bizim çomarlara hiç benzemez. Sûretindeki ifâde dahi, yaşı yetmişbeşe bâliğ olmuş yahudi hahamlarının ifâdesi gibidür. Lâkin ,serv-i hırâmâ.n (4) bir duhter bu kelpin zincirini elinde tuttuğundan üstüme ziyâde geleme­ di. Bu işe cânım hayli sıkılup, M u­ hammet İriöz yoldaşıma dönüp, birâderüm bu kelp nice kelptür kim, cismine bakmadan bize ürür? Kanden alm ıştur bu cesâreti deyû şevkâ eyledüm. Bu kelpin cesaretinin daha sonra fehmeyledüm. Meğer bunda bir kaç adet yahudi zengin­ leri dahi var imiş. Anlara güvene­ rek bu cesâreti göstermiş. Bir müddet sonra deryâya girdük. Lâkin bu Muhammet İriöz yoldaşı­ mın şenâverliğine (5) ve dilâverliğine hayret eyledim. Deryadaki mâhîler (8) bile anın gibi yüzemez. Şenâverlikte de ilminden geri kal(4) (5) (6) Servi salınışlı.' Yüzücülük. Balık. 61 maz bir âdemdür (Allah selâmet virsün). Berâber deryaya açıldukta, baktım ki ânın duracağı yoktur, ey yoldaşım haydi geri dönelim, fakir yüzmeyi Kızılırmak’ta ta'lim eylem iştür daha ziyâde gidemez deyû bir teklifte bulundum. Ol dahi şöyle cevap verdi : «Karındaşım, son ey­ yamda Yunan keferesi işi azıtmıştur, hele Yunan cezirelerine varup anlara bir gözdağı vireyim.» Biz ânın yarenlik ittüğünü zannederek geri döndük. Bir müddet sonra dîdeden nihan oldu. Biz ânı intizar (7), iderken, İskender Yetimî karındasımız yanıma gelüp, «Muhammet İriöz hâcemiz kandedür? (8)» deyû sual ittükte, ahvâli kendüye nakleyledüm. Anınla dahi bir m iktar deryâda yüzdük. Bu yoldaşımız u­ zağı göremedüğü içün gözlükle isti'm âl iderdi. Lâkin aeryâdan çıktukta, «Aman Çelebi, ben etrafı­ mı iyi göremiyorum; tiz gözlüğümü bulalım.» dedi. Biz, haydi beraber arayalım deyince, «Benim bulmam içün, gözlüğümü takmam gerek» deyû cevâp virdi. Kendüye ziyâde hak virüp ben aramaya başladım. Hayli m üşkilât ile gözlüğü bulup, kendüyü rahata kavuşturdum. Bâ’ dehû Muhammet İriöz yoldaşımızı intizara başladuk. Meğer bizim ile yârenlik itmemiş. Bir müddet sonra koltuğunda iki adet kâfir kafası ile çıktı geldi. Böyle, TOZKOPARAN İSKENDER sîretli bir kimesne olup, hayretlere garkeyledi. (7) (8) 62 Beklemek. Nerede. Bundan sonra kûyün aşhânesinde bir sofra kuruldu kim, hân-ı yağ­ ma didükleri bu olsa gerek. Bu sofrada daha nice ehl-i ceridiyyun var idi. İskender Yetimî vü Âmine Hatun’uri m isâfirperverliğine aşkol­ sun. Andaki gülâmlara (9) muhkem tem bîhatta bulunmuş olacaklar kim, her ne istesem hemân getürü*-lerdi. Biz bundan taam iderken a r­ kamızda ba’zı kimesnelerin KURUMÎ lisânı ile mükâleme ittüklerini is ti’ma eyledük. Meğer, DE-RE-DE kabîlesi reisi Samuel Kepekçi ile ashabı dahi anda taam idermişler. Bizim bunda olduğumuzu işiterek zannedüp, «Varıp ânın sakalların yolayım.» deyû tefekkür idermiş. Lâkin, bastuğu yeri titreten bir civân olduğumu göricek, taamdan sonra dîdeden nihân oldu. Bu yerin hevâsı vü suyu ol mer­ tebe hoştur kim, âdeme yevmiye altı öğün taam yidürür. Nitekim bi­ raz sohbetten sonra bir sofra dahi kurdurup, peynir, domates ekleyledük. Ba'dehû İskender Yetimî yo l­ daşımız hepimizi cem idüp, FETVÂGRAF nâm bir âlet ile tasvirle ri­ mizi çıkardı. Encâmı İslâmbol'a rücû vakti gelüp, yarân ile vedâlaştuk. Amine Hatun’un ânesi HÂLİDE NUSRET ninemizin dahi destin bûs eyledik. Kendüsü şuarâdan olup, hayli yaşlı, nûr yüzlü bir hâtundur. Minnîbüs’ümüze süvâr olup, İs­ lâmbol'a döndük. Hak tealâ TÖRE ashâbının gönlünü dâim böyle hoş eyleye. Âmîn.. # (9) E rkek köle. EVLİYA ÇELEBİ Yunan Gözüyle Kıbrıs. Türk gözüyle Kıbrıs Ey T ü rk! Üstte Gök Çökmedikçe Altta Yer Delinm edikçe Senin îlini ve Töreni Kim Bozabilir ? Ağustos - Eyiüi -19 7 4 Sayı : 3 9 - 4 0 F iy a tı: 5 Lira Yeni Işık Matbaası ANKARA /