TÜRKİYE'DE EGİTİM SİSTEMİ ve ASKERLİK Türkiye Cumhuriyeti'nde öğrencilere 90 yıldır, ideolojik ve ezber ağırlıklı bir eğitim verilmekte, araştırma, sorgulama, analiz etme, düşünebilme yetenekleri köreltilmeye çalışılmaktadır. Öğrenciler, yoğun şekilde ve farkına varamadıkları "beyin yıkama" metodlarına maruz kalmaktadırlar. İncelerseniz, İlk ve ortaöğretim tarih kitapları ile üniversitelerde okutulan tarih kitaplarının sadece kapaklarının değişik olduğunu görebilirsiniz. İçeriklerinde detaylara, sorgulamaya, araştırma ve analize müsade edilmez. Bunun sebebi, söz konusu olan Tarih ! kitaplarının, büyük ölçüde uydurulmuş, çarpıtılmış ve bir ideoloji üzerine düzenlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Daha trajik olan durum ise şudur ki; öğrenciler lise sürecinin ardından bu masal ve yalanlar üzerinden sınava tabii tutulmakta ve beyinlerinin yıkanmışlık oranına göre gelecekleri şekillendirilmektedir. Bu çarpık süreç ilkokul 1. sınıftan başlar. 6 yaşındaki cocuklar, bir heykel önünde sıraya gecirilir ve sanki askeri bir eğitim verilirmişcesine "rahat hazrol" işkencesine maruz kalırlar. Bu işkence tam 11 yıl sürecektir. Henüz 6 yaşındayken bir heykelin önünde sıraya gecirilip dikta ile rahat hazrol yaptırılan bir zihinden yetişkinliğinde ne beklenebilir ? Üstelik bu heykel, trajikomiktir fakat "varlığınızı, ona borçlusunuz" denilen bir heykeldir ! Malesef bu işkence okul hayatı ile de sona ermez. Her erkek cocuk, belli bir yaşa geldiğinde askere alınır. Prosedür bellidir. Koyun gibi sıraya girilir. Koyun gibi 3 numara ile saçlar kırpılır. Koyun gibi anadan doğma cırılcıplak soyunulur. Koyun gibi ne aşısı olduğu belli olmayan bilinmeyen aşılar olunur. Koyun gibi tek tip giydirilir ve 15 ay boyunca, sürüler halinde çeşitli işkencelere maruz kalırlar ve rütbeli subayların hizmetçiliğini yapmaya mecbur bırakılırlar. Amaç; "Sen koyunsun" ve "bizim söylediklerimizi yapmak, bizim istediğimiz gibi yaşamak zorundasın !" psikolojisini bilinçaltına kazımak, eziyet etmek, beyin yıkamak ve sindirmekten başka birşey değildir. Asker, o süreç içerisinde net bir şekilde der ki "Savaşıp düşmanın eline düşsek, düşman bize bu kadar eziyet etmezdi" der. Bu batı'da yapılan tip askerliktir. Birde doğu'da yapılan tip askerlik vardır ki ; sonuçları malumdur. Asker ya ölür, ya sakat kalır, ya da en iyi ihtimal hayatının geri kalanını psikolojisi ve dengesi bozulmuş bir insan olarak sürdüreceği gerçeğidir. "Birilerinin askerleriyiz" diyenlerin çürük raporlu ya da bedelli askerlik yaptığı, başı örtülü olduğu için nizamiye kapısından içeriye sokulmayan anaların evlatlarının ise şehit, gazi olduğu bir ülkeden bahsediyorum, yabancı bir ülkeden değil. Peki bu yukarıda anlatılanlar, neden sistematik ve tasarlanmış bir şekilde, "elit kesim"den olmayan tüm Türk gençlerine mecburi olarak uygulatılmaktadır. Amaç nedir ? Sebep nedir ? Neden böyledir ? KURTULUŞ SAVAŞI "KATLİAMI” M.E.B Tarih kitaplarında sürekli anlatılır. Kahramanlıklar, zaferler, ulu komutan, büyük kurtuluş hikayesi, hatta doğaüstü olaylar... Deriz ki "vay be biz neymişiz ! Acaba Dünya'yı neden fethetmemişiz ?" Fakat savaşa ve sonuçlarına şöyle bir göz attıldığında herkesde tabiri caizse bir dumur olma hali vuku bulur. Ardından bahaneler üretme çabaları ve kıvranmalar başlar. Sen yalın ayak, süngünle savaş, memleketinde canlı erkek kalmasın 8 - 10 yaşındaki bebeleri, lisede okuyan cocukları cephelere yolla, Koca Çanakkale cephesinde asker kalmasın kala kala 460 kiloluk mermiyi kucaklayıp kaldıran bi kahramanın eline kal. O halinle yine büyük kahramanlıklarla Yunan'ı denize dök, büyük zafer kazan ! Ardından Lozan'a git, Batı Trakya ve 12 adayı Yunan'a ver. Yetmesin boğazların yönetimini uluslararası komisyona bırak. Üstüne Musul’u, Kerkük’ü, Kıbrıs’ı İngilizler’e, İmroz ve Tavşanlı'yı İtalyanlar’a, Hatay'ı Fransız’lara bırak ! "Zafer sarhoşluğu" denilen durum, sanırım tam olarak bu olmalıdır. Ardından dön, kendi meclisinin vekillerini evlerine baskın yapıp boğarak öldürt ! Akabinde halifeyi yurtdışına sür. Alfabeyi Latin harfler ile değiştirerek okuma yazma oranını 1 günde % 0'a düşür, milletini elin İngilizi'nin şapkasını giydirmeye zorla hatta o şapkayı takmayanları as ! Kutsal kitabını "Silahlı Türk Askerine !" evlere baskınlar yaptırarak toplat ve imha ettir. İmamları, din alimlerini kimin kurduğu belli olmayan, hakimi avukatı savcısı bile bulunmayan istiklal mahkemelerinde as, kendi camilerine, ezanına, örtüne saldır. Alfabeni, hukukunu, kültürünü, kimliğini yitir otur. Bunlar için mi kazanılmıştır bu zafer ? Bunlar için mi savaşıp şehit olmuştur yüzbinlerce insan ? Bu savaşın adı "Kurtuluş Savaşı" filan değil, dehşet ötesi bir "KURTULUŞ KATLİAMI"dır. Bu "Kurtuluş Savaşı" yalanı, 11 asrın en büyük ve acımasız kandırmacasıdır. Gerçek şudur ki; "Yahudiler, Osmanlı imparatorluğu ile girmiş oldukları savaşı kazanmışlardır. Osmanlı imparatorluğu yıkılmış ve yerine savaşı kazanan Yahudilerin tasarlamış olduğu, Cumhuriyet sistemi ile yönetilecek olan ve laik düzenin hakim olacağı bir devlet, Atatürk'ün eliyle (maşalığıyla) kurdulmuştur. İsmi ise Türkiye Cumhuriyeti'dir." Aşağıda bu gerçeğin kanıtlarını okuyacaksınız. Diyelim ki Tarih ! kitaplarımızda yazıldığı gibi ismi Kurtuluş Savaşı olsun, sorular soralım, cevaplayalım ve bakalım kurtulan ne var ? İlk olarak şu soruyu soralım. Eğer savaşı kaybetseydik acaba neler olurdu ? 1- Düşman ilk iş olarak hilafeti kaldırır, halifeyi yurtdışına sürerdi. 2- İslam Hukuku kaldırılır, yerine Medeni Kanunu "İsviçre'den", Ceza Kanunu "Almanya'dan", Ticaret Kanunu "İtalya'dan" getirilirdi. 3- Ülke tarihini, kültürünü yok etmek ve okuma yazma oranını sıfıra indirmek amacıyla alfabeyi Latin alfabesi ile değiştirirlerdi. 4- Düşman, kendi kıyafetlerini ve şapkasını dikta ile halka giydirmeye zorlar hatta giymeyenleri asardı. Bu durumu kabullenemeyen, isyan eden Rize ve Trabzon'u denizden "Hamidiye Zırhlısı" ile bombalatırlardı. Dersim'de isyan eden halkı ise uçakla bomba yağmuruna tutar çoluk, çocuk, kadın demeden binlerce insanı öldürürlerdi. 5- Savaşı kaybetseydik düşmanlar, dini eğitim veren kurumları kapatır ve din alimlerini asarlardı. Camileri kapatır veya ahır olarak kullanırlardı. İnsanların mallarını gasp ederlerdi. Alkol fabrikaları kurulur, fuhuş yasallaştırılırdı. Asırlar boyu İstanbul'un sembolü olan Ayasofya'da kapatılırdı. PEKİ SAVAŞ SONRASI 1923 - 1938 ARASINDA NELER OLDU ? 1- 1923’te Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından Türkiye Cumhuriyeti ! kuruldu. 2- Hilafet kaldırıldı ve Halife yurtdışına sürüldü. 3- İslam Hukuku kaldırıldı, Medeni Kanun “İsviçre'den”, Ceza Kanunu “Almanya'dan”, Ticaret Kanunu “İtalya'dan” getirildi. Din kavramına ve İslami değerlere bağlı kalmamak adına "Laiklik" isimli bir sistem oluşturuldu. 4- İnkılap diye yutturularak Latin harfleri getirildi. Ülkenin okuma yazma oranı 1 günde % 0’a düşürüldü. Osmanlı kütüphaneleri ve arşivleri Bulgarlara satıldı. Kıyafet inkılabı ! ile halka şapka giyme mecburiyeti dikta edildi ve giymeyenler asıldı. İsyan eden Rize ve Trabzon denizden "Hamidiye Zırhlısı" ile bombalandı. Dersim'de isyan eden halk Sabiha Gökçen'in kullandığı uçakla bomba yağmuruna tutuldu, çoluk cocuk kadın demeden tam 40.000 insan öldürüldü. 5-Dini eğitim veren kurumlar kapatıldı. Alim olarak tanınan din bilginleri asıldı. Binlerce cami kapatıldı, arazisi satıldı bazıları ise ahır olarak kullanıldı. İstanbul'un sembolü Ayasofya ise Atatürk'ün imzası ile "Müze" oldu. Evlerde bulunan Kur'an lar silahlı Türk askerleri tarafından baskınlar yapılarak toplatıldı ve imha edildi. Ezan Türkçeleştirildi. 6-Zaten fakirlikten ve açlıktan nefesi kokan Türk Halkından "Varlık Vergisi" adı altında varlıklarının yarısı toplandı (gasp edildi) ve o vergiler ile Bira fabrikası kuruldu. Genelevlere ruhsat verilerek içişleri bakanlığına bağlandı ve fuhuş meşrulaştırıldı, yasallaştırıldı. 7-Seçilmiş birkaç yahudi ailesi ve Haim Nahum'un oğlu olan Koç, Osmanlı bankasından "çalınan" altınlar ile anormal derecede zenginleştirilerek önce holding, ardından medya baronu, sonra ticaretin her sektöründe ve ülke yönetiminde 1. derecede söz sahibi olan görünmeyen kuvvet oldu. Günümüzdeki serveti, ülkede yaşayan diğer 65 milyon insanın toplam servetine denk ! Bu yüzden her 10 kasım'da gazetelerde Koç Holding'in tam sayfa ilanı yer alır. "Olmasaydın olmazdık" der Koç ! Haklılar. Olmasaydı, olamazlardı. Bir o kadarda vefalılar tabi. Kime karşı ? Tabii ki bu yukarıdaki tüm maddeler kimin zamanında ve kimin eliyle (maşalığıyla) gercekleştiyse ona karşı ! ATATÜRK'e. Peki hiç gerçekten araştırdınız mı ? Kimdir bu ATATÜRK ? ATATÜRK Kimdir ? M.E.B Tarih kitaplarına göre Ali Rıza efendinin oğludur. Fakat bu durum, M.E.B kitapları dışında, hiç bir resmi kurum, kayıt veya kaynakla belgelenememektedir. Bir çok tarihi kaynağa göre ise Ali Rıza ile Zübeyde Hanım nikahlandığında Mustafa zaten 5 yaşını doldurmuştur. Ali Rıza bey'in kendi babası olmadığını zaten Atatürk'ün kendisi de dile getirmiş, itiraf etmiştir. Babası'nın kim olduğu ise bilinmemekte veya saklanmaktadır. Daha da garibi ise hiç bir akrabasından bahsedilmemesi, bilinmemesi veya gizlenmesidir. Mustafa Kemal, eğitimini Şemsi Paşa (Şimon Zvi) Mektebinde almıştır. Günümüzde hala faal olan bu mekteplerin en önemli özelliği ise "yahudi" olmayan cocukların bu mektepte eğitim göremiyor olmasıdır. Bir diğer önemli not ise, İsrail'in 2. Cumhurbaşkanı Yitzak Zvi'nin, Şemşi Paşa (Şmon Zvi)'nın öz oğlu olmasıdır. Atatürk, "Kurtuluş katliamı"nın ardından, sürekli saraylarda, yalılarda, yatlarda ikamet etmiş, daima kalabalık bir koruma ordusu ile dolaşmış, halk açlıktan sürünürken kendisi sürekli modernleşmek adına düzenlenen balolarda vals yapabilme, zeybek oynayabilme ve iyi alkol içebilme özelliğiyle ön plana cıkmıştır. "Mustafa" ismini sevmediği için nüfus cüzdanından sildirmiş, Kemal olan adını ise "Kamal" olarak değiştirmiş ve 1938'e kadar gazete, ajans ve mucmualarda kendisinden "KAMAL ATATÜRK" ismi ile bahsedilmiştir. + 10 Kasım 1938'de kendisine tahsis edilmiş olan savarona isimli yatta vefat etmiştir. Bu şahsın cenaze namazı kılınmamış ve mason ritüellerine göre düzenlenen bir törenle defnedilmiştir. Bu duruma içerleyen üvey kardeşi Makbule hanım'ın itirazı üzerine, bir saray odasında, selası verilmeyen, imamı bulunmayan yaklaşık 10 kişilik bir cemaatle, basına kapalı şekilde kılınan bir cenaze namazından bahsedilir fakat bu namazın daha çok "Makbule Hanım'ı avutma namazı" olduğunu söylemek çok daha yerinde olacaktır. Zaten bu namazın kılındığına dair arşivlerde ne bir fotoğraf ne de bir görüntü bulabilmekte mümkün değildir. 10 temmuz 1924'te K.Karabekir'e "Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar" diyen, Son meclis konuşmasında, kutsal kitapları "Gökten indiği sanılan doğmalar" olarak tanımlayan (Resmi Kaynak: http://atam.gov.tr/?p=3201 Sondan 2. paragraf) 1931 yılında hazırlanan M.E.B Tarih kitabında dine ve peygambere kendi el yazısı ile agır hakaretlerde bulunan birinden bahsediyorum. Yanlış okumuyorsunuz, Kamal Atatürk'ten bahsediyorum. Şimdi soralım. Böyle bir adamı önder edinen, hatta ona Türklerin Ata'sı manasına gelen ATATÜRK soyadını veren, tüm resmi kurumlara ve meydanlara yüzbinlerce heykelini diktirip önünde sıra sıra dizilen, naşını Yahudi tapınakları ile (bahçedeki aslan heykellerine varıncaya kadar) kopya olma özelliği gösteren Anıtkabir'de muhafaza eden ve % 99'unun müslüman olduğu söylenen bir ülkede yaşadığınızın acaba farkında mısınız ? SONUÇ Türkiye Cumhuriyetinde görmüş olduğum eğitim hayatımda ve karşılaşmış olduğum siyasi kutuplaşmalardaki çelişki ve mantıksızlıkların sebeplerini, araştırarak öğrenmiş olduğum ve her biri fotoğraf, video, resmi belge gibi kaynaklar ile kanıtlanmış olan bilgilerle karşılaştırıp, mantık süzgecinden geçirerek sıraladığımda ortaya çıkan tablo şudur ki; "Yahudiler, Osmanlı imparatorluğu ile girmiş oldukları savaşı kazanmışlardır. Osmanlı imparatorluğu yıkılmış ve yerine savaşı kazanan Yahudilerin tasarlamış olduğu, Cumhuriyet sistemi ile yönetilecek olan ve laik düzenin hakim olacağı bir devlet, Atatürk'ün eliyle (maşalığıyla) kurdulmuştur. İsmi ise Türkiye Cumhuriyeti'dir." Kamal Atatürk, din düşmanı bir Yahudi'dir. Sinsi bir planın ve stratejinin parçasıdır, maşasıdır. "TÜRKİYE CUMHURİYETİ İSE; İNGİLİZ & YAHUDİ ORTAK YAPIMI BİR PROJEDİR” 1938'den sonra günümüze kadar yaşanan süreç ve olaylarda bu gerçeği net şekilde kanıtlamaktadır. Her 10 senede bir (Halk'ın iradesine karşı) yapılan darbeler, çıkarılan karışıklıklar ve halkın secmiş olduğu hükmetlere karşı askeriye, medya ve yargının uyguladığı tutum tavır ve düşmanlık. 1940-55 arası karanlık, halkın açlık ve sefaleti içinde geçen bir İnönü dönemi. 1961’de halkın iradesiyle iktidar olan Menderes hükümetine yapılan gezi parkı, yolsuzluk ve yasak aşk iftiraları ile halkın seçmiş olduğu bir hükümete (yani halka) yapılan darbe, sudan iftira ve bahaneler sonucunda tamamen taraflı olduğu açık olan bir mahkeme kararıyla ülkenin Başbakanı’nın asılması akabinde merkez bankasındaki 77 ton altının askeriye eliyle hortumlanması. Akabinde 1971 darbesi. 1980 darbesi. Darbe öncesi cıkarılan kutuplaşmalar sağ sol catışmaları. Darbe öncesindeki ermeni asıllı asala örgütü ve diplomatlara yapılmış olan onlarca suikast, Darbeden sonra asalanın gerilla şekli ile PKK’ya dönüştürülmesi. 1993 te yine halkın seçmiş olduğu Turgut Özal’ın öldürülmesi, aralarında Eşref Bitlis, Uğur Mumcu gibi isimlerinde bulunduğu onlarca faili mechul cinayet. Bahceli, Mesut, Ecevit koalisyonu’nun Öcalan’ı talimat sonucunda ipten almaları, ardından 28 şubat 1997 postmodern darbesi, oynanan aczmendi tiyatroları ve yine halkın secmiş olduğu hükümeti düşürüp 17 bankanın hortumlanması, akabinde ülkenin secilmemiş başbakanı olan Mesut Yılmaz’ı evinde pijamasıyla karşılayan ve koç’un gayrimeşru oğlu olan medya baronu Aydın Doğan. Bakın labirent dönüyor dolaşıyor nasılda hep aynı kapıya çıkıyor. Yahudi Koç ailesinin kapısına. Her şey gayet açık gayet net. Bunları bilip anlayıp bu oyunu görememenin tek açıklaması “körlük”tür. O kör karanlığın içinde de ancak alkolik ayyaşlar, çapulcular, travestiler, yahudi ermeni rum aslıllılar, sevişirim evlenmem hamile kalırım doğurmam tabiatlı kürtajcılar, iftiracılar, inançsızlar, münafıklar, kısacası CHP'liler yani körler sağırlar birbirlerini ağırlamaktadırlar. SSK yı soyan, 7 sülalesini hatta kundaktaki torunu bile devletin kurumunda çalışıyor gösteren, dağdaki teröristlere ssk'nın ortadan kaybolan telsizlerini göndererek haberleşmelerini sağlayan, devleti trilyonlarca lira zarara uğratan KeMAL Kıçdaroğlunu genel başkanı yapan Chp Dagdaki teröristleri (Zübeyr Aydar, Hüseyin Aygün) dağdan indirip aday gösterip milletvekili yapan Chp ! Vekilleri (Önder Sav) peygambere hakaret eden islam düşmanı Chp ! Kocası mason ayinlerinde yakalananları (Canan Arıtman) milletvekili sıfatıyla bünyesinde barındıran Chp; içimizdeki en sinsi düşmadır, Türklere ve Müslümanlara kin kusan Yahudilerin maşasıdır.