“Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…” ibrahim gadban İçindekiler HUTBETU’L-HÂCE……………………………………………….7 ÖNSÖZ……………………………………………………………....9 BİR EĞİTİMCİ VE DÂVETÇİ OLARAK RASÛLULLAH………..………………………………………...….11 DÂVETİN ÖNEMİ……………………………………..….........….12 DÂVETİN İKİ TÜRÜ………..…...………..…................................20 FERDÎ DÂVETİN FAYDALARI……………………………….....21 DÂVETİN FAZİLETİ……………………………………………...23 DÂVETE KİMLERDEN BAŞLAMALI?.......................................26 1) Önce Kendimizden Başlamalıyız ....................................... 26 2) Sonra Ailemizden ............................................................... 27 3) Sonra Kendi Akidemizdeki İnsanlardan ............................. 28 4) Sonra Tevhidi Bilmeyen Diğer İnsanlardan ....................... 29 NELERE DÂVET ETMELİYİZ?…………………………………32 1) Akideye Dâvet .................................................................... 32 2) Ahlaka Dâvet .................................................................... 366 3) İbadete Dâvet ..................................................................... 37 DÂVETİN HÜKMÜ…………………………………………….….41 EMR-İ Bİ’L-MA‘RUFU VE NEHY-İ ANİ’L-MÜNKERİ TERK ETMENİN KÖTÜ SONUÇLARI………………………………….47 1) Allah’ın Lanetine Uğramak ................................................ 47 2) Allah’ın Azabıyla Yüz Yüze Kalmak................................. 47 3) Duaların Kabul Edilmemesi ............................................... 48 4) Kalplerin Kötülere Benzemesi ........................................... 48 5) Kötü Yöneticilerin Başa Geçmesi ...................................... 48 6) Allah’ın Yardımının Son Bulması ...................................... 49 DÂVETTE METODUN ÖNEMİ……………………………….…50 a) İlmen Hazırlıklı Olmalıyız.................................................. 51 b) Güvenilirliğimizi İspat Etmeliyiz ....................................... 53 c) Güzel Öğüte, Tatlı ve Yumuşak Söze Dikkat Etmeliyiz .... 58 d) Devamlılık Göstermeliyiz .................................................. 65 e) Sabırlı Olmalıyız ................................................................ 67 f) En Son Raddede Tavır Koyabilmeliyiz............................... 69 DÂVETTE NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?………………...71 1) Dâvet Etiğimiz İlkelere Öncelikle Kendimiz İnanmalıyız . 71 2) Adam Seçmeliyiz ............................................................... 74 3) Kimseyi Zorlamamalıyız .................................................... 75 4) Dâvet Ettiğimiz Şahsı Kur’ân Âyetleri İle Yüz Yüze Bırakmalıyız ........................................................................... 75 5) Maddi Çıkarımız Olmadığını Karşı Tarafa Hissettirmeliyiz78 6) Söz ve Fiillerimizin Uyumluluk Arz Etmesine Dikkat Etmeliyiz80 DÂVETÇİNİN DİKKAT ETMESİ GEREKEN HUSUSLAR……..81 1) Dış Görünüm Güzel ve Düzgün Olmalı ............................. 81 2) Muhatap Tanınıp Konumuna Göre Muamele Edilmeli ...... 84 3) Bıkkınlık Vermekten Sakınılmalı ....................................... 85 4) Muhatabın Seviyesi Gözetilmeli ........................................ 86 5) Bazı Zamanlar Fırsat Bilinmeli .......................................... 88 6) Güzel Muamelede Bulunulmalı .......................................... 88 7) Karşı Tarafa Değer Verilmeli ............................................. 91 8) Tekrar İhmal Edilmemeli ................................................... 93 9) Hediye Metodu Kullanılmalı .............................................. 94 İNSANLARI KAZANMA YOLLARI…………………………….95 1) Kalpleri Kazanmak ............................................................. 95 2) İyilik ve İhsanda Bulunmak ............................................... 96 3) İnsanlara Değer Vermek ..................................................... 96 4) İnsanların Dertleri İle Dertlenmek...................................... 98 5) İnsanlara Karşı Şefkatli Olmak .......................................... 99 6) İnsanların Dünyalıklarına Göz Dikmemek ....................... 101 DÂVETÇİYİ BAŞARISIZLIĞA GÖTÜREN FAKTÖRLER…...104 PEYGAMBERİMİZİN VE ASHABININ DÂVETİNE DAİR BAZI ÖRNEKLER………………………………………………..107 1) Peygamberimiz’in Adiy b. Hatim’i İslâm’a Dâvet Etmesi107 2) Peygamberimiz’in Ebu Kuhafe’yi İslâm’a Dâvet Etmesi 110 3) Peygamberimiz’in İmran’ın Babası Husayn’ı İslâm’a Dâvet Etmesi ................................................................................... 110 4) Peygamberimiz’in Tufeyl b. Amr’ı İslam’a Dâvet Etmesi112 5) H Peygamberimiz’in Zu’l-Cevşen ed-Dababî’yi İslâm’a Dâvet Etmesi…………………………………………………………...113 6) Çocuklarının Amr b. Cemuh’u İslam’a Dâvet Etmeleri…….114 7) Musab b. Umeyr’in Useyd b. Hudayr’ı İslam’a Dâvet Etmesi120 SON SÖZ…………………………………………………………..124 Hutbetü’l-Hâce Hamd Allah’a özgüdür. O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden, yaptıklarımızın kötülüklerinden O’na sığınırız. Allah kime hidâyet ederse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa onu doğru yola sevk edecek biri bulunmaz. Allah’tan başka hiçbir (hak) ilahın olmadığına, O’nun tek ve ortağı bulunmadığına şahitlikte bulunur, Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna tanıklık ederiz. ﴾Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sizler kesinlikle Müslüman olarak ölün.﴿ (Âl-i İmrân, 102) ﴾Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan eşini vücuda getiren ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adını anarak birbirinizden dilekler dilediğiniz Allah’tan korkun. Rahimlerin haklarına saygısızlıktan da sakının. Şu bir gerçek ki Allah, Rakîb’dir/sizin üzerinizde sürekli ve titiz bir gözetleyicidir.﴿ (Nisa, 1) ﴾Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah amellerinizi düzeltsin ve günahlarınızı affetsin. Allah’a ve O’nun resulüne itaat eden, gerçekten de büyük bir başarıyı elde etmiştir ﴿ (Ahzâb, 70, 71) En doğru söz, Allah’ın kelamı ve en doğru yol, Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in rehberlik ettiği yoldur. İşlerin en şerlisi bidatlerdir/dine sonradan eklenen şeylerdir. Dine sonradan eklenen her şey bidattir. Her bidat sapkınlıktır ve her sapkınlık da ateşe/cehenneme götürür. Önsöz Üzerinde yaĢamıĢ olduğumuz Ģu coğrafyada Allah‟ın hükümlerinin rafa kaldırılması, o hükümlerle hükmedilmemesi ve yerine yerden bitme beĢer mahsulü kanunların ikâme edilmesi nedeniyle Ġslam‟dan uzak bir hayat hâkimdir. Bu beldeye hükmedenlerin tevhidden nasibi olmadığı gibi, hükmedilen kimselerin de –Allah‟ın rahmet ettikleri hariç– nasibi yoktur. Bu nedenle Ġslam‟ı bilen insanların mutlaka bu kimselere ulaĢması, onları tevhide dâvet etmesi ve kendilerine doğru yolun iĢaretlerini göstermesi gerekmektedir. Bu kesinlikle her Müslümanın kaçınılmaz bir görevidir. Her Müslüman böylesi bir görevle vazifeli olduğunu pek âlâ bilir. • Ama bu nasıl olmalıdır? • Böylesi insanlara nasıl ulaĢmalıdır? • Bu hususta nelere dikkat edilmelidir? • Dâvete nereden baĢlanmalı? • Nelere öncelik verilmeli? • Nasıl bir metot izlenmelidir? ĠĢte bu ve bunun gibi bazı sorular yıllardır Ġslamî dâveti dert edinen Ģuurlu Müslümanların zihnini meĢgul etmiĢ, onları bir çıkmazın içine sokmuĢtur. Davasını dert edinen, inandığı davanın ilkelerini insanlara ulaĢtırma çabası içerisinde olan ve bu uğurda bir Ģeyler yapmak için gayret eden her Müslümanın, Ġslamî dâveti ve onun temel ilkelerini bilmesi bir zorunluluktur. Bunlar bilindiği takdirde, dava- 10 ----------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar mız insanlara daha kolay ulaĢtırılacak ve –bi iznillâh– sonucunda çok daha hayırlı neticeler alınacaktır. Biz, bu risalemizde tüm detaylarıyla olmasa da, ana hatlarıyla dâvetçinin dikkat etmesi gereken bazı hususları ele almaya ve bu noktadaki önemli bilgilerin altını çizmeye çalıĢtık. Rabbim, yazdıklarımızla öncelikle kendimizin, sonra da diğer Müslümanların amel etmesini kolay kılsın ve bu risaleden tüm dâva ehli kardeĢlerimizin istifade etmesini nasip eylesin. Hiç Ģüphe yok ki O, iĢiten ve dualara en iyi Ģekilde karĢılık verendir. Gayret bizden, baĢarı yalnızca Yüce Allah‟tandır. Bir Eğitimci ve Dâvetçi Olarak Rasûlullah Konumuza giriĢ yapmadan önce önderimiz ve rehberimiz Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in eğitim ve dâvet noktasında nasıl bir metot izlediğini kısaca özetleyen Ģu maddeleri sizinle paylaĢmak istiyoruz. Bu maddeleri zikrettikten sonra dâvetle alakalı meselelerin izahına geçeceğiz. Güzel ve etkili konuşurdu. Tatlı dilli güler yüzlü idi. Sabırlı ve alçak gönüllüydü. Eğitim ve dâvette şiddete karşıydı. İlimde ciddi ve samimi olunmasını isterdi. Anlatmak istediği bir konuya soru sorarak başlardı. Olayları hikâyeleştirir, örnekler verir, benzetmeler yapardı. Şekiller çizerek anlattıklarını zihinlere resmederdi. Eğitim ve öğretimde kolaydan zora doğru bir metot takip ederdi. Sorulan sorulara bıkmadan cevap verirdi. Soru soran kimsenin ihtiyacına göre çözümler önerirdi. Beğendiği soruyu överdi. Kişinin seviyesine göre cümleler kurardı. Karşısındakinin yüzüne bakarak konuşurdu. Anlatımlarında “beden dilini” de kullanırdı. Sözlerini zaman zaman yeminle pekiştirirdi. Müjdeleyiciydi, nefret ettirilmesini istemezdi. Hakkında bilgisi olmadığı konuda konuşmazdı. Söyleyeceklerini ortam müsait olduğunda söylerdi. Konuşmasına kısa ve özlü bir giriş yapardı. Konuşmalarında sebep-sonuç ilişkisi kurardı. İnsanları düşünmeye teşvik eder, onları güzel ahlaka çağırırdı. Dâvetin Önemi Konumuza geçmeden önce, dâvet kelimesi ile ne kastedildiğini kısaca izah etmemiz gerekmektedir. Dâvet kelimesi Arapçada “seslenmek”, “nida etmek”, “hoĢa giden bir Ģeye baĢkalarını da çağırmak” gibi anlamlara gelmektedir. ġeyh Tevfik Vaî‟nin tarifine göre dâvet; insanları hayırlı iĢlerde birleĢtirmek, yeryüzünde Allah‟ın metodunun egemen olması için sözle veya fiilî olarak insanları iyi ameller iĢlemeye sevk etmek, güzel Ģeyler emredip kötülüklerden sakındırmak, insanları doğru yola sevk etmeye çalıĢmak ve bu uğurda sabra ve yardımlaĢmaya çağrıda bulunmaktır. Bu tarifi Fethî Yeken‟in dilinden aktaracak olursak dâvet; “yıkmak” ve “inĢa etmek” demektir. Yani ister fikirleri, ister ahlakî ilkeleri, isterse kanun ve kuralları açısından olsun bütün Ģekil ve sûretleri ile cahiliyeyi, yani Ġslamî olmayan tüm kanun ve nizamları yıkmak, reddetmek ve tanımamaktır. Bunun yanı sıra dâvet aynı zamanda “inĢa etmek” demektir. Yani Ġslamî bir hayatı, Ġslamî bir ahlakı, Ġslamî bir düzeni ve Ġslamî bir devleti inĢa etmek… ĠĢte, gerek olumlu manası ele alınsın, gerekse olumsuz manası her halükarda dâvet; Allah‟ın razı olacağı bir hayata insanları çağırmak ve onlara bu hususta mesaj götürmektir. Bu mesajı götüren kimseye de “dâvetçi” denir. Bu tariflerden açıkça anlıyoruz ki, dâvet yalnızca açıklamak, beyan etmek ve bildiri yapmaktan ibaret değildir. Bilakis dâvet; temel atmak, yeniden inĢa etmek ve eğitime tabi tutmak demektir. Yalın anlamda bir mesajı birisine iletmeye, ulaĢtırmaya veya çağrıda bulunmaya “tebliğ” de- İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 13 nir. Dolayısıyla bir Müslümanın kuru bir tebliğciden öte, ciddi bir dâvetçi olması gerekmektedir. Veya bir Müslüman hakkı inkâr eden, ona karĢı kibirlenen, doğruya gelmemek için ayak direten ehl-i küfür için tebliğci; fıtratı gereği hakka meyyal olan, hakkı seven ve ona ittiba etmek için çaba sarf edenleri de yetiĢtirme adına “dâvetçi” olmalıdır. Kur‟ân ve Sünnet gözden geçirildiğinde birçok delilin Allah‟a dâvetin öneminden bahsettiği açıkça görülecektir. Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl, 125) Bu âyet-i kerîmede yer alan “dâvet et” ifadesi Rabbimiz tarafından Efendimize yapılmıĢ bir “emir”dir. Kur‟ân ve Sünnet‟teki emirlerin, aksi bir karîne olmadığı sürece farziyet ifade ettiği ise malumdur. Yine Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun.” (Maide, 65) Bu âyet-i kerimede de Rabbimiz, Rasûlüne tebliğ yapmasını emir buyurmuĢtur. “Tebliğ et” ibaresi, tıpkı üstteki âyette olduğu gibi emirdir ve sonuç olarak o da farziyet ifade eder. Bu ve üstteki âyette yer alan emir kipleri hep Rasulullah yöneltilmiĢtir. O halde burada hemen Ģöyle bir soru sormamız gerekmektedir: Acaba tebliğ ve dâvet görevi sadece Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟e mi özgüdür? (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟e 14 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar Bu soruya Ģöyle cevap verilmiĢtir: Kur‟ân‟da Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟e yöneltilen emirler, –O‟na has olduğunu bildiren bir iĢaret olmadığı sürece– ümmetini de bağlar.1 Yani burada Rasulullah‟a yapılan bu dâvet ve tebliğ emri, aynı zamanda biz Müslümanlara da yapılmıĢ bir emirdir. Çünkü ortada dâvet ve tebliği Peygamberimize has kılacak bir karine yoktur; aksine bunun Müslümanlar tarafından da yerine getirilmesi gereken bir sorumluluk olduğunu bildiren deliller vardır. ĠĢte bu nedenle ve usûl âlimlerimizin bu değerlendirmeleri gereği ayetlerde yer alan bu emirleri, bu emre muhatap olabilecek her mükelefe Ģâmil kabul etmemiz gerekmektedir. Ve yine bu âyetler Peygamberimizle beraber mükellef olan biz Müslümanları da kapsamakta, dâvetin bizler için de gerekli olduğunu ifade etmektedir. Dâvetin farziyetine dair detaylı bilgi inĢâallah ileride verilecektir. Allah yolunda dâvet, Müslüman için son derce önemli ve aynı zamanda kârlı bir görevdir. Müslüman kendisine yüklenen bu görevin eğer değer ve kıymetini hakkıyla bilmez ve idrak edemezse, yapmıĢ olduğu dâvette olumlu bir neticeye ulaĢamaz. Dâvetinde hakkıyla baĢarılı olması, evvela kendisine vaat edilen Ģeyin kıymet ve değerini gereği gibi bilmeye bağlıdır. Bunu bildiğinde dâvetinde daha aktif bir rol oynayacak, muhataplarından daha fazla nasıl istifade edeceğinin yollarını arayacaktır. ġimdi bunu bir örnekle izah etmeye çalıĢalım: 1 Bu söyledišimiz kuralın usûldeki ifadesi şu şekildedir: “”اخلطاب للنيب خطاب ألمته ما مل خيصصه خمصص رشعي İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 15 Bir patron düĢünün... Bu patron, tüm dağıtım elemanlarını yanına çağırıyor ve eline aldığı ürünü kendilerine tererek “Bu ürünü satana adet başı 100 Cüneyh2 vereceğim” diyor. ġimdi orada bulunan bir pazarlamacı, eğer Cüneyh‟in Türk parası ile neye tekabül ettiğini ve onun gerçek değerinin ne olduğunu bilmiyorsa, o zaman kendi kendisine Ģu soruları sormaz mı: • Acaba 100 Cüneyh yüksek bir değer midir? • Yoksa basit bir miktar mıdır? • Acaba kaç paraya tekabül ediyor? ĠĢte bu soruların cevabını kesin olarak bilmediğinde, kendisine vaat edilen mükâfatın değerini hakkıyla kestiremediği için satıĢında beklenen aktifliği gösteremeyecek ve kazanç hususunda baĢarısız olacaktır. Ancak kendisine vaat edilen miktarın kıymetini bihakkın bildiğinde durum elbette değiĢecek ve baĢarısı muhakkak olacaktır. ĠĢte tıpkı bunun gibi, dâvetçi de dâveti sonucu kendisine vaat edilen Ģeyin kıymetini bilirse dâvetinde baĢarılı olacak; ama kendisine vaat edilen Ģeyin mükâfatını bilmez ve yarın ahirette nasıl bir ödül ile karĢı karĢıya kalacağını kestiremez ise o zaman baĢarılı olmayacaktır. Hatta baĢarısı Ģöyle dursun, kaybetmesi kesinlik kazanacaktır. ġimdi soralım: • Acaba dâvetçiye vaat edilen mükâfat nedir? • Dâvetçi nasıl bir ödül ile mükâfatlandırılacaktır? Ġslam dâvetçisinin birçok ödül ile mükâfatlandırılacağı kesindir. Bunların baĢında hiç kuĢkusuz Allah‟ın rızası ve cenneti gelmektedir. Ama biz burada daha farklı bir nokta- 2 Cüneyh Mısır’ın para birimidir. 16 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar ya temas ederek, dâvetçiye vaat edilen ödül ve mükâfatın ne kadar büyük olduğunu vurgulamaya çalıĢacağız. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurur ki: “İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez.”3 Subhanallah! Ne büyük bir mükâfat! Ne büyük bir ödül! Siz bir insanı Ġslam‟a kazandırdığınızda, onun iĢlemiĢ olduğu tüm ameller hiçbir eksiltme olmaksızın size de verilecektir! Bu ne manaya gelmektedir? Yani o, Allah için bir namaz kılsa, sizin hanenize otomatik olarak “bir namaz” sevabı yazılacaktır. Allah için bir oruç tutsa “bir oruç” sevabı hemen sizin hesabınıza aktarılacaktır. Zekât verse, hacca gitse, cihad etse, yardım yapsa, zikretse, güzel söz söylese… hiçbir noksanlık olmaksızın size bunların mükâfatından verilecektir. Bundan daha da güzeli, o bir baĢkasına tebliğ yapsa ve tebliği sonucu o kiĢi Müslüman olsa onun elde ettiği sevaplar da aynı Ģekilde hiç eksiltme yapılmaksızın sizin hanenize aktarılacaktır. Ve bunun gibi daha nice mükemmel ameller… Bu biraz da Ģuna benzemektedir: Bir ana bayii düĢünelim... Bu ana bayii, ülkenin birçok bölgesine Ģubeler açıyor, açtığı Ģubelerin adedi onları, hatta yüzleri buluyor. ġimdi Ģubeler iĢ yaptıktan sonra o ana bayiinin iĢ yapmaması 3 Müslim, Ţlim 16. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 17 önemli midir? Böyle bir bayii her ne kadar iĢ yapmasa da, Ģubeleri iĢ yaptığı sürece ayakta kalmaya devam edecektir. ĠĢte dâvetçi de olaya böyle bakmalıdır. Kendisi çok fazla bir Ģeyler yapamasa da, Ģubeleri çalıĢtığı sürece her daim kârda ve kazançta olacaktır. Unutmayalım ki kazandığımız her insan, bizim birer Ģubemiz mesabesindedir. Dâvamıza kazandırdığımız her fert, bizim için para basan bir darphâne gibidir! O halde haydi Ģubelerimizi artırmaya, darphanelerimizi çoğaltmaya! Evet, Ģimdi kendisine verilecek olan bu mükemmel mükâfatın kıymet ve değerini bilen bir dâvetçi, hiç yerinde durabilir ve boĢa vakit geçirerek bu ödülden geri kalabilir mi? Bize kalacak olsa aklını birazcık kullanan bir dâvetçi böylesi bir yanlıĢa kesinlikle düĢmez. Meydanda bedava altın dağıtıldığını duyduğu halde kaç insan oraya koĢmaz? Bedava altın! Hem de karĢılıksız! Evet, oraya kim koĢmaz? Kim o altından daha fazla kapabilmek için yarıĢa girmez? ĠĢte kardeĢlerim, bizim de böyle olmamız gerekmektedir. Basit bir dünyalık için her Ģeyimizi, hatta iĢimizi gücümüzü bile bırakıp altın kapmaya koĢabiliyorsak, Allah‟ın dağıttığı altınlardan daha fazla kapabilmek için birbirimizle yarıĢmalı, gerekirse bu uğurda birbirimizle çekiĢmeliyiz. Sizce Allah‟ın verdiği bu ödül, uğrunda itiĢip kakıĢmaya değmez mi? Dâvetin önem ve kıymetine dair böylesi bir misal verdikten sonra, dikkatlerinizi bir baĢka yöne çekmek istiyoruz. ġimdi yeniden düĢünme pozisyonu alalım ve tıpkı biraz önce olduğu gibi yeniden bir pazarlamacı daha düĢüne- 18 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar lim… Bir pazarlamacı elindeki ürünü satabilmek için dükkâna girer ve kendisini dinlemeleri için dükkândakilerden müsaade ister. Dükkândakiler içeriye giren bu satıcıya ihtiyaçları olmadığını söylüyor olsalar da, satıcı hâlâ kendisini dinlemeleri için onlara ısrar eder. Hatta içeridekiler “KardeĢ, ihtiyacımız yok” deseler de satıcı “Abi, ne olur iki dakika dinleyin” der. Satıcı onların kendisini azarlamalarına aldırıĢ etmez. Ġçeridekiler kaĢlarını çatsa, suratlarını assa veya somurtsalar, satıcı sırf elindeki malı onlara anlatıp satabilmek için yine de güler yüz gösterir. Göstermez mi? Kesinlikle gösterir. Hepimiz böylesi pazarlamacılarla karĢılaĢmıĢızdır. Pazarlamacı senin dükkânına girdiği anda senin arkanda adeta satacağı malın değerini yazılıymıĢ gibi görür. Örneğin beĢ lira… Senin arkanda hep beĢ lira görür. Onun hatırına senin ona tavır yapmana, surat asmana asla aldırıĢ etmez. Yapmacıktan da olsa, hep güler yüzlü olmaya çalıĢır. Yaptığı bu tavırların hepsi altı üstü bir beĢ lira içindir. ġimdi Allah için düĢünün: • Bizler tevhid ehli Müslümanlar olarak bir pazarlamacı kadar güler yüzlü ve tahammülkâr olabiliyor muyuz? • Ġnsanların densizliklerine ve kaba-saba tavırlarına sabredebiliyor muyuz? MüĢterimizden kazanacağımız altı üstü bir beĢ lira için onların ağız kokularını çekiyor, güler yüzlü oluyor ve sabrediyoruz da, Allah‟ın dâvası için bu tavırları dâvet ettiğimiz insanlara sergilemiyorsak, bir yerlerde eksiklikler var demektir. Bu, ya Allah‟ın bize vereceği mükâfatın hakikatini İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 19 bilmediğimizden kaynaklanmaktadır ya da kendi menfaatlerimizi Allah‟ın dâvasının menfaatinin önüne geçirdiğimizden... Her iki durum da bizim için hayır değildir. ĠĢte bu örnekte olduğu gibi, sırf Allah‟ın rızası, rahmeti ve cenneti için dâvet ettiğimiz insanlardan bize gelecek eziyetlere, sıkıntılara veya uygunsuz tavırlara sabretmemiz ve tahammül göstermemiz gerekmektedir. Eğer müĢterilerimize gösterdiğimiz ilgiyi, alakayı, iltifatı, hürmeti ve saygıyı onlara göstermiyorsak, bir yerlerde gerçekten sıkıntı var demektir! Bu meseleye dikkatle eğilmemiz, örnekleri iyiden iyiye düĢünerek konunun önemini anlamamız gerekmektedir. Dâvetin İki Türü Bilmemiz gerekir ki, Ġslam‟da dâvet toplu ve ferdî olmak üzere ikiye ayrılır. Toplu dâvetlerde insanlarla birebir diyalog kurma, onların dert ve sorunlarıyla ilgilenme, eksiklikleri tespit edip gereken tedaviyi uygulama gibi bir takım önemli hususları tespit etmek mümkün değildir. Bu nedenle toplu tebliğlerde genel hususların altı çizilerek orada hazır bulunan insanların kulağına hakka dair bir Ģeyler fısıldanmaya çalıĢılır. Toplu dâvetlerin elbette kendisine göre bir takım faydaları vardır. Böylesi tebliğ ortamlarında güzel bir konuĢma yaparak, gereken yerde sesi kısıp-yükselterek dinleyenlerin duyguları kamçılanabilir. Bu üslup onların gönüllerinde tesir bırakacaktır. ĠĢte böylesi etkiler bırakabilmek için bazen konferanslar, bazen oturumlar, bazen de sohbetler düzenlenmelidir. Bu tür organizelerde dinleyicilere genel nasihatler, kapsamlı ve veciz tavsiyelerde bulunulmalıdır. Bazen böylesi bir metot çok faydalı da olabilmektedir. Ama dâvette ve adam yetiĢtirmede asıl izlenmesi gereken metot bu değildir. Bu metodun yegâne gayesi adam kazanmaktır; adam yetiĢtirmek değil. Zaten adam da böyle yetiĢtirilmez! Dolayısıyla bir Ġslam dâvetçisinin adam yetiĢtirmede izlemesi gereken metot “toplu tebliğ” metodu değil, insanlarla birebir ilgilenip diyalog kurarak eksikliklerini tedavi etme amacı güden “ferdî dâvet” metodu olmalıdır. Bundan dolayı tebliğde ferdî dâvetin ayrı bir yeri vardır. ġimdi yeni bir baĢlık altında bunun üzerinde kısaca duralım. Ferdî Dâvetin Önemi ve Faydaları Ferdî dâvetlerde, yani insanlarla birebir diyalog kurularak yapılan tebliğlerde muhataplarımızla daha yakından ilgilenebilir, onların hastalıklarına daha net teĢhisler koyarak kalplerde yer etmiĢ olan marazları en güzel biçimde tedavi edebiliriz. Bu metod, bu nedenle çok önemlidir. Toplu tebliğlere nispetle ferdî dâvetin sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Örneğin ferdî dâvet: 1) Muhatabımızla bire bir görüĢme imkânı verir. 2) Ġnsanlar arasında soramadığı birçok meseleyi sorabilme fırsatı tanır. 3) Yüz yüze görüĢmeyi sağladığı için dâvetçiyi gayrete getirir, Ģevkini artırır ve Ģuurunu açar. 4) ĠliĢkilerimizin devamını sağlar. 5) Muhatabımızda bulunan Ģüpheleri en iyi Ģekilde giderme olasılığı verir. 6) Ġslam‟ın ilkelerini muhatabın gönlüne sahih ve doğru bir Ģekilde yerleĢtirmemize yardımcı olur. 7) Toplu tebliğlerde meydana gelmesi muhtemel olan sıkılmaların önüne geçer. 8) Toplu tebliğlerde olması gereken bilgi çokluğuna ve konuĢma güzelliğine ihtiyaç duymaz. 9) Toplu tebliğlerin aksine birçok meseleyi konuĢabilme imkânı sağlar. 22 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar 10) Hemen uyum sağlanır, özel hazırlanmaya gerek bırakmaz. 11) Ġleride Ġslam‟a hangi alanda faydalı olabileceğini tespit edebilmek için yetenek ve kabiliyet tanısı koymamıza yardımcı olur. 12) Muhatabımızın sıkıntılarına yardımcı olabilmemiz için daha etkilidir. 13) Toplu tebliğlerde kalbe gelmesi muhtemel olan kibir ve gururdan uzaktır. 14) Gizli olduğu için daha özgür bir Ģekilde konuĢulur. 15) En önemlisi, tüm peygamberlerin uygulaya geldiği bir yol olduğu için, bu metotta mükemmel bir bereket vardır. ĠĢte bu saydıklarımız ferdî, yani birebir yapılan dâvetin toplu dâvetlere nispetle ne kadar daha faydalı olduğunu ortaya koyması bakımından oldukça önemli maddelerdir. Bundan dolayı Ġslam çağırıcısı toplu dâvetlerini ihmal etmemekle birlikte, ferdî dâvete daha çok önem göstermelidir. Dâvetin Fazileti Bir iĢin fazilet ve değerini bilmek, o iĢe dört elle sarılabilmenin temel Ģartıdır. Bir Ġslam dâvetçisini baĢarıya götüren en önemli Ģeylerden birisi de, hiç Ģüphesiz dâvet ettiği Ģeyin kendisine kazandıracağı menfaati bilmesidir. Ġnsan dâveti neticesinde elde edeceği kârı bildiğinde, dâvetinde daha aktif, daha etkin ve daha çalıĢkan olacaktır. Bu nedenle Ġslam dâvetçisinin Allah ve Rasûlü tarafından kendisine vaat edilen Ģeylerin ne olduğunu kesinlikle bilmesi gerekir. Tevhide dâvetin faziletini ortaya koyan birçok delil vardır; lakin biz önemine binaen bunlardan sadece iki tanesini zikretmekle yetineceğiz: Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hayber günü Ali (radıyallâhu anh)‟ı yanına çağırmıĢ, Ġslam sancağını onun eline vermiĢ ve Yahudîlerle karĢı karĢıya gelmesini emir buyurduktan sonra ona Ģöyle demiĢti: ❶ “Ey Ali! (savaşmadan evvel, önce onları İslam‟a çağır; zira) Allah‟a yemin olsun ki, Allah‟ın senin vasıtanla (onlardan) tek bir kişiye hidâyet vermesi senin için kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.”4 Allahu ekber! Bu ne büyük bir mükâfat müjdesi! Kızıl develer Arapların sahip olmayı istedikleri en iyi bineklerdendir. Bu günün tabiriyle söyleyecek olursak, kızıl deve demek, o günlerde Arapların Mercedes‟leri, Audi‟leri, 4 Buharî, 3701. 24 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar BMW‟leri demekti. Bir Mercedes‟e veya bir Audi‟ye sahip olmak nasıl ki bir genç için mükemmel bir Ģeyse, kızıl develere sahip olmak da o günün Ģartlarında çokça arzulanan mükemmel güzel bir Ģeydi. ĠĢte burayı benzetmeyi kavrayarak Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in neden kızıl deve örneği verdiğini, neden böylesi bir benzetme yaptığını iyi anlamak gerekir. ❷ Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) yine Ģöyle buyurur: “İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”5 Bu hadis-i Ģerif, dâvetçinin sevabını ortaya koyması bakımından oldukça teĢvik edicidir. DüĢünün, bir kimsenin Allah‟ın dinine girmesine vesile oluyorsunuz, öyle ki bu insanın yaptığı amellerden hiçbir eksiltme olmaksızın size de ecir geliyor! Yani o kimsenin kıldığı namazlardan, tuttuğu oruçlardan, verdiği sadakalardan, yaptığı hayır-hasenâttan ve iĢlediği diğer amellerdan hâsıl olan sevap, zerre miktarı bir eksikliğe uğramaksızın sizin hânenize yazılıyor! Hele bir de sizin, hidâyetine vesile olduğunuz Ģahıs bir baĢka insanın tevhidi kabul etmesine aracılık ederse, o zaman onun da ecirlerinden size eksiksiz yazılacaktır. Eğer o da bir baĢkasına vesile olursa, o zaman gelen sevapların haddini hesabını tutmak mümkün olmaz herhalde?! Böylesi bir insan, bu durumda adeta sevap üreten bir fabrikaya sahip olmuĢ gibi olur. 5 Müslim, Ţlim 16. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 25 ĠĢte bu nedenle Allah yolundaki gayretlerimizi artırmalı ve her ortamda tebliğ için fırsatlar kollamalıyız ki, bu sayede ecirlerimizi kat be kat artırmıĢ olalım. Dâvete Kimlerden Başlamalı? Dâvete nereden baĢlanacağı konusunda bazı Müslümanlar yanılgıya düĢmektedir. Bu konudaki tertibin nasıl olması gerektiğini doğru bir Ģekilde bilmedikleri için sıralamada hata etmektedirler. Mesela onlardan kimisi, daha Ġslam‟ın hakikatlerini doğru dürüst bilmeyen eĢi ve çocukları dururken, onları ihmal edip baĢka insanlarla uğraĢma çabası içerisine girmektedir. Kimileri akrabalarını es geçip ikinci veya üçüncü derecede sorumlu olduğu kimselere yönelmektedir. Kimileri de en yakındaki insanları bırakıp, ta uzak mahallelerde veya uzak semtlerde yaĢayan kiĢilere tebliğ etme derdine düĢmektedir. Bu, Kur‟ân ve Sünnetin temel öğretilerine aykırı olan ve son derece yanlıĢ sonuçlara sebebiyet verecek hatalı bir tutumdur. Bu hataya düĢmemek için dâvete kimlerden baĢlamamız gerektiğini tertipli bir Ģekilde çok iyi tespit etmemiz gerekmektedir. ġimdi Allah‟ın izni ile bunları sırasıyla zikredelim: 1) Önce Kendimizden Başlamalıyız Yaptığımız dâvetin fayda verebilmesi için çağırdığımız esaslara öncelikle kendimiz inanmalı ve gerekleri ile önce kendimiz amel etmeliyiz. Bu böyle olmazsa dâvetimiz beklenen tesiri göstermeyecek, faydası Ģöyle dursun, bize zarardan baĢka hiçbir Ģey getirmeyecektir. Bundan dolayı rahatlıkla Ģöyle diyebiliriz: Ġslam dâvetçilerinin kendi nefislerini ıslah etmeleri, baĢkalarını ıslah etmek için çabalamalarından çok daha önemli ve önceliklidir. Kendisine dâvet yap- İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 27 mayan, nasıl olur da baĢkasına dâvet yapabilir? Kendisini ıslah etmeyen nasıl olur da baĢkasını ıslaha kalkabilir? Bu nedenle dâvetimize önce kendimizden, nefislerimizi ıslah etmekten baĢlamalıyız. 2) Sonra Ailemizden Aile toplumun çekirdeğidir. Malum olduğu üzere çekirdek ağaçların, bitkilerin ve meyvelerin özüdür. Eğer öz sağlam ve kaliteli olursa, meyve de kaliteli olur; yok öz bozuk olursa, meyve de bozuk olur. Bu nedenle sağlam bir sonuç alabilmek için öz mesabesindeki çekirdeği her zaman en kaliteli seviyede tutmalı ve bunun için gayret göstermeliyiz. Bu, iĢin bir boyutu. ĠĢin bir baĢka boyutu da Ģu: Erkeğin aile içerisinde tek baĢına dinini yaĢıyor olması, bir baĢına Ġslam‟ı dert edinmesi –dâvetten güzel bir sonuç alabilmek için– yeterli değildir. Kadının da aynı kıvamda, aynı Ģuurda olması gerekir. Neden mi? Çünkü erkek dâvetçilerimiz insanlara tebliğ yaptığında, hâliyle hep erkeklerle muhatap olmaktadırlar. Tebliğ yaptıkları erkeklerin kadınlarıyla değil... KarĢılarındaki erkekler tebliğleri sonucunda Ġslam‟a kucak açıp da, hanımları – kendilerine kaliteli ve nitelikli bir tebliğ götürülmediği için– Ġslamî bir hayat tarzını benimsemediklerinde, o zaman bu, kaçınılmaz olarak bir dizi sıkıntıları da beraberinde getirecektir. Teslimiyyet tek taraflı olduğu için yarın ya aileleri parçalanacak ya da çok ciddi huzursuzluklara maruz kalacaklardır. ĠĢte böylesi bir Ģeyin olmaması için eĢlerimizin de bizim gibi dâvetçi bir kimliğe sahip olmaları gerekir. Ta ki bu sayede dâvette bulunduğumuz erkeklerin hanımları da 28 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar dâvamızı duysun, onlar da tıpkı eĢleri gibi aynı akideye sahip olsunlar. ĠĢte bu nedenle bizim, kendimizi ıslahtan sonra ilk etapta ailemizi yetiĢtirmemiz gerekmektedir. EĢlerimizi yetiĢtirmemizin çocuklarımız üzerinde de çok önemli bir tesiri vardır. Eğer anne Ģuurlu ise, otomatik olarak çocuklar da Ģuurlu olacak, anne Ģuursuz ise çocuklar da kaçınılmaz olarak Ģuursuzluğa mahkûm kalacaktır. Genelin durumunu göz önüne alarak düĢündüğümüzde, bir babanın çocukları ile vakit geçirmesi anneye oranla çok daha azdır. Anne, gününün neredeyse tamamını evinde çocukları ile geçirmektedir. Baba ise iĢ dönüĢünde aslî ihtiyaçlarından sonra –Ģayet televizyon ve internet müptelası değilse– kalan vakitlerinde onlara zaman ayırmaktadır. Dolayısıyla annenin çocukları ile vakit geçirmesi babaya oranla çok çok daha fazladır. Bu durumda eğer anne Ģuurlu değilse; dini, imanı ve kitabı bilmiyorsa ve hele bir de televizyon denen pislik yuvasının sevdalısı ise, vay o çocukların akıbetine! ĠĢte tüm bu nedenlerden dolayı dâvetimize ikinci olarak ailemizden baĢlamalı ve herkesten önce onların Ġslamî alandaki eğitim ve terbiyeleri ile ilgilenmeliyiz.6 3) Sonra Kendi Akidemizdeki İnsanlardan Bu baĢlık ilk etapta okuyucuya garip gelebilir. “Tevhidi kabul etmiş birisine hiç dâvet olur mu?” denilerek bu baĢlığı- 6 Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ilk olarak muhtereme eşi Hatice (radıyallahu anhâ)’ya tebliš yaptıšını ve Ţslam’la şereflenen evli sahabîlerin öncelikle eşlerine bu davayı anlattıklarını herhalde ayrıca zikretmeye gerek yoktur. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 29 mızın garipsenmesi doğaldır; ancak üst taraflarda da değindiğimiz gibi, “dâvet” kelimesinin “tebliğ” kelimesinden biraz daha kapsamlı olmasından dolayı baĢlığımız gayet dir. Dâvet kelimesi yalnızca açıklamak, beyan etmek ve bildiri yapmaktan ibaret değildir. Bilakis dâvet demek; mel atmak, yeniden inĢa etmek ve eğitime tabi tutmak demektir. Bundan dolayı tevhide gönül vermiĢ insanların dâvete olan ihtiyacı, henüz Ģirkten kurtulamamıĢ insanların ihtiyacından çok daha öncelikli ve çok daha fazladır. Bu gün kendisini tevhidin bir eri olarak gören birçok Müslüman; bidatlerin, hurafelerin ve sapkınlıkların pençesinde kalmıĢtır. Ġnanç ve ibadetleri ilk dönem Müslümanlarınınki gibi sade ve öz değildir. YaĢantıları toplumdaki Ģirk ehli insanlardan neredeyse farklı gözükmemektedir. “Müşriklerle bizim aramızdaki fark nedir?” diye sorulacak olsa, belki namazlarımız ve sakallarımızdan baĢka zikredebileceğimiz önemli bir fârikamız yoktur. Yememiz, içmemiz, kılıkkıyafetimiz, evlerimiz, ticaretimiz, düğünlerimiz, ahlakımız ve daha nice amellerimiz onlardan farklı değildir. ĠĢte bu nedenle böylesi Müslümanların ıslahı için çaba harcamamızın, akidesi bozuk insanlara tebliğ etmemizden daha öncelikli olduğu söylenmiĢtir. Yine de Allah en iyisini bilir. 4) Sonra Tevhidi Bilmeyen Diğer İnsanlardan Ġslam tebliğinde takip edilecek sıra, tıpkı derin bir suya taĢ atıldığında ortaya çıkan halkalara benzer. TaĢ suya temas ettiğinde önce küçük bir daire meydana gelir. Sonra biraz daha büyüğü ortaya çıkar. Derken sırasıyla kocaman kocaman halkalar birbirini takip eder. ĠĢte tebliğ ve dâvetlerimizde de bu halkalara riâyet etmemiz gerekmektedir. Ġlgimizin önce taĢa en yakın olan halkaya odaklanması lazımdır; sonra diğerlerine, sonra da sırasıyla öbürlerine… Bu silsileye riâyet etmenin bize kazandıracağı birçok fayda 30 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar vardır. Bunlara riâyet edildiğinde davamızın baĢarıyı yakalaması çok daha basit ve çok daha kolay olacaktır. Unutulmamalıdır ki, vusûlsüzlüğümüz usûlsüzlüğümüzdendir! Bir neticeye ulaĢamamamızın en önemli etkenlerinden biri −belki de en önemlisi− usûl çerçevesinde hareket etmeyiĢimizdendir. Bu nedenle tebliğ ve dâvette sıralamaya ciddi anlamda önem vermemiz gerekmektedir. Bından dolayı bizimle aynı akidede olmayan insanlara götüreceğimiz tebliğ, kendimizi ve en yakınlarımızı ıslahtan sonra olmalıdır. KiĢi kendisini ve sırasıyla sorumluluğu altında olanları bırakıp baĢkalarıyla uğraĢmaya kalkarsa, bu, birçok felaketin baĢlangıcı demektir. Etrafımızdaki birçok Müslümanın ailesinin düzgün olmayıĢının, hanımlarının Ġslam‟a gereken önemi vermeyiĢinin, hem itikat olarak hem de yaĢayıĢ olarak Ġslam‟la çeliĢen birçok söz ve ameli iĢleyiĢlerinin altında yatan en temel nedenlerden birisi bundan baĢka bir Ģey midir? Müslümanlar, ailelerinin eğitim ve terbiyelerini bırakmıĢ; mahalle mahalle, köy köy veya Ģehir Ģehir gezerek Ġslam‟ı tebliğle uğraĢmaktalar! Ya hu, hiç yakın dururken uzakla uğraĢılır mı? Hiç böylesi bir tebliğ metodu Rasûlullah tarafından uygulanmıĢ mı? Niye böylesi bir hataya düĢüyor, yakınlarımız dururken uzak, daha uzak insanlarla uğraĢıyoruz? Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in mübarek siyretini dikkatlice incelediğimiz zaman göreceğiz ki, böylesi bir uygulama Efendimiz‟in tebliğde izlediği metoda aykırıdır. O, tebliğine öncelikle hanımından, sonra amcaoğlusundan sonra da sırasıyla en yakın dostlarından baĢlamıĢtı. Diğer insanlarla uğraĢması daha sonraki aĢamalarda olmuĢtu. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 31 O‟nu kendisine rehber edinmiĢ bir Ġslam dâvetçisinin bu sıralamaya azami dercede önem vermesi gerekmektedir. Eğer bu sıralamayı takip ederse, tebliğ ve dâveti fayda verecek; takip etmezse faydası kısır kalacaktır. Dâvetlerimizin hüsrana uğramaması için nerden ve kimden baĢlayacağımızı çok iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Nelere Dâvet Etmeliyiz? Dâvete kimlerden baĢlayacağımızı öğrendikten sonra, nelere dâvet etmemiz gerektiğini de bilmemiz gerekmektedir. Bu da zaruri bir meseledir. Bilinmelidir ki, dâvetimizde hangi hususların öncelikle dile getirileceği çok önemlidir. Bu hususta yapılacak bir hata, kapatılması mümkün olmayan yaralar açabilir. Nice davetçiler var ki, sonda söylemeleri gereken sözü baĢta söyledikleri için kaybetmiĢler ve bundan da öte genel olarak insanlar tarafından yanlıĢ anlaĢılmıĢlardır. Bu nedenle dâvette nelerin “öncelikli” olacağını çok iyi tayin ve tespit etmemiz gerekmektedir. ġimdi gelin, sırasıyla bunları ele almaya çalıĢalım: 1) Akideye Dâvet Bizim −her konuda olduğu gibi− tebliğe hangi ilkeden baĢlayacağımız hususunda da örneğimiz Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟dir. Cündüb b. Abdillah‟ın Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in kendisine gelenlere ilk önce neleri öğrettiğini ortaya koyan Ģu sözlerini dikkatle okumak ve düĢünmek gerekir. Allah kendisinden razı olsun o Ģöyle der: “Bizler, ergenlik çağında iken üç-beş genç olarak Peygamber ile beraber bulunduk. Biz Kur‟ân‟ı öğrenmeden önce imanı öğrendik. Ondan sonra Kur‟ân'ı öğrendik; bu sayede de imanımız arttı.”7 (sallallâhu aleyhi ve sellem) Bu rivâyetten anladığımıza göre Rasulullah (sallallâhu aleyhi etrafındaki insanlara öncelikle akideyi, imanı ve ve sellem) 7 Ţbn-i Mâce, hadis no: 61. Hadis ‘Sahih’tir. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 33 ona iliĢkin meseleleri anlatıyor ve öğretiyordu. Birilerimizin yaptığı gibi daha tevhidden haberi olmayan, Ģirki ve küfrü tanımayan insanların eline bir Kur‟ân (siz buna meal de diyebilirsiniz) tutuĢturmuyordu. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in onlara yaptığı ilk Ģey akideyi ve tevhidi anlatmak ve öncelikle bu noktadaki eksiklikleri gidermekti. Muaz b. Cebel (radıyallâhu anh)‟ın Ģu hadisinde de, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in tebliğinde nelerin öncelikli olduğu çok net bir Ģekilde açığa çıkmaktadır. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Yemen‟e gönderirken kedisine Ģöyle buyurmuĢtu: “(Ey Muaz!) Yemenlileri dâvet edeceğin ilk şey „Lâ ilâhe ilallâh Muhammedun rasulullâh‟ şehadeti olsun. Eğer bu iki şehâdeti kabul ederlerse, bu defa Allah‟ın her gece ve gündüzde kendilerine beş vakit namaz farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bu hususta da sana itaat ederlerse, bu defa onlara mallarında Allah‟ın zekâtı farz kıldığını bildir. Bu zekât, zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir.”8 Görüldüğü üzere Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) dâvete ilk olarak Allah‟ın dıĢındaki ilahların reddi ile baĢlanmasını emretmiĢtir. Yani Allah‟tan baĢka hayatımıza karıĢmaya kalkıĢanların, yaĢantımıza helal-haram ve emir-yasak sınırları belirleme çabası içerisinde olanların, çıkarmıĢ oldukları kanun ve yasalarla bizleri yönetenlerin reddedilmesi gerektiği ile… Evet, ilk önce buradan baĢlanmalıdır dâvete. Çünkü bu Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in sünnetidir. Sadece O‟nun sünneti mi? Elbette ki hayır! GelmiĢ geçmiĢ tüm nebi ve Rasûllerin sünneti… 8 Buhârî, Zekât, 1. 34 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar Tüm peygamberler insanları önce tevhide, yalnız Allah‟a kul olmaya ve Allah dıĢında sözü dinlenen, peĢinden gidilen ve kendilerine kulluk fiilleri sunulan tağutları reddetmeye dâvet etmiĢlerdir. ġimdi gelin, buna iliĢkin bazı âyetleri beraberce okuyalım. Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Gerçekten Biz vaktiyle, Nuh’u kendi halkına şunu ilan etsin diye peygamber olarak gönderdik: Bilesiniz ki ben sizi açıkça uyarmaya geldim. Sakın ha Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Doğrusu bu gidişle, ben sizin canınızı yakacak, gâyet acı bir günün azabına uğramanızdan endişe ederim.” (Hud, 25) “Âd kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik. Hud, şöyle dedi: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. O’ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur.” (Hud, 50) “Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i peygamber gönderdik. O şöyle dedi: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur.” (Hud, 61) “Andolsun biz, her ümmete ‘Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının’ diye (tebliğ yapan) bir peygamber gönderdik. Allah onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” (Nahl, 36) Kur‟ân‟da bu bağlamda daha birçok âyet-i kerime bulmak mümkündür. Tüm bu âyetlerin bizlere vermek istediği ortak mesaj Ģudur: Toplumunuzu ilk önce Allah‟ın dıĢındaki ilahları reddetmeye dâvet edin, onları bir olan Allah‟a kul olmaya çağırın. Onların her konuda, yani ibadette, itaatte, kanun koymada, sevgide, duada, adakta ve ibadet kapsamına giren her Ģeyde Allah‟ı birlemelerini sağlayın. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 35 Evet, Kur‟ân‟ın bize vermek istediği dâvet mesajı özetle budur. Özellikle son âyet, tüm peygamberlerin ortak görevinin bu olduğunu bildirmektedir. Yani bu ayete göre onların müĢterek görevleri; toplumlarını tağutları9 reddetmeye ve sadece Allah‟a kulluğa dâvet etmektir. Tarihte gelmiĢ geçmiĢ tüm nebi ve rasûller, Allah‟ın bu emrini yerine getirmiĢ ve fiilen halklarını tağutları reddetmeye ve onlardan ictinab etmeye çağırmıĢtır. Bu onların ilk ve birincil görevleridir. Bu gün insanları Ġslam‟a dâvet edenlerin bir kısmı, bu ilkeyi ihlal ederek insanları önce ibadete, önce taabbudî amelleri iĢlemeye veya önce ahlaka çağırır olmuĢlardır. Böyle olunca da ortaya akidesi bozuk olduğu halde kendilerini ibadete ve güzel ameller iĢlemeye adamıĢ insanlar çıkmaktadır. Bu son derce yanlıĢ olmasının yanı sıra, peygamberlerin metoduna da aykırıdır. Burada Ģunun altını çizmek gerekir ki, biz elbette insanları ibadete ve ahlaka dâvet edecek, onların edepli olmaları için çaba harcayacağız. Elbette ibadet ve ahlakı önemseyeceğiz. Zaten ibadet ve ahlak, bizim davamızın olmazsa olmazlarından değil midir? Ancak bizim bunları önemsememiz, asla tevhidin ikinci plana itilmesini gerektirmemelidir. Ġnsanları ısındırma ve kalplerini kazanabilme adına tevhidden söz etmeyi terk et9 Tašut: Allah’ın koymuş oldušu sınırları aşan şahıs, nesne, kurum veya kuruluşlara verilen addır. Bir put tašut olabileceši gibi, bir şahıs da tašut olabilir. Allah’ın yasalarını hiçe sayarak kanun yapanlar, Kur’an’ı göz ardı ederek insanların hayatına yön vermek için hükümler çıkaranlar, insanları kendilerine kul ve köle edinmek isteyenler, hep tašut kavramının kapsamına dâhil olmaktadırlar. Bu konuda çok önemli detaylar vardır. Ţsteyenler daha geniş bilgi için Nedâ Yayınları’ndan çıkan ‚Kelime-i Tevhid’in Anlam ve Şartları‛ adlı eserimizin ilgili bölümüne müracaat edebilirler. 36 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar mek, nebilerin uygulaya geldiği dâvet usûlüne aykırıdır. Bu usûle aykırı davrananlar asla dâvalarında baĢarılı olamayacaklardır. Tekrar konumuza dönecek olursak; dâvetimize önce ibadet ve ahlaka çağrı ile değil, tağutu red ve Allah‟a kulluğa çağrı ile baĢlamalıyız. Bunu temel esas yapıp diğer tüm amelleri bunun ardına koymalıyız. Ta ki bu sayede tüm rasûllerin metoduna uygun bir iĢ yapmıĢ olalım. Ama Allah‟a kulluğa çağırırken de ibadet ve ahlakı asla ihmal etmemeliyiz. Sadece bunları, tevhide dâvetin önüne geçirmemeliyiz. Bizim bu ifadelerimizden ibadet ve ahlakı basite aldığımız gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Elbette ibadet ve ahlak, imanın ayrılmaz parçalarıdır. Her biri bir diğerini tamamlar. Ama bunları tevhidin önüne geçirmek doğru değildir. Bizler, Mekke‟de inen ilk âyetlerde Allah‟a kulluğa dâvetin yanında aynı zamanda ahlak ilkelerinin de iĢlendiğini çok iyi biliyoruz. ĠĢte bundan dolayı ibarelerimizi doğru anlamak gerekir. Bunca sözden sonra ahlakı ve ibadetleri basite aldığımız gibi bir anlam çıkarmak son derce yanlıĢ olur, buna dikkat edilmelidir. 2) Ahlaka Dâvet Dâvetimizin ikinci esası hiç Ģüphesiz ahlak olmalıdır. Ahlak, iman ile birlikte muhatabımıza verilmeli ve onun son derece ahlaklı olması temin edilmelidir. Aksi halde iman eden ama ahlaktan yoksun olan bir toplum karĢımıza çıkar ki, böylesi bir toplumda yalanın, gıybetin, su-i zannın, kardeĢ hakları ihlalinin, edepsizliğin ve saygısızlığın zuhur etmesi kaçınılmazdır. Eğer ahlaksızlığın hâkim olmadığı bir toplum istiyorsak, dâvetimizin alanına giren insanlara imandan hemen sonra hatta iman ile birlikte ahlak ilkelerini öğretmeye çalıĢmalıyız. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 37 Bir önceki bahiste de anlatmaya çalıĢtığımız gibi, Kur‟ân‟ın ilk inen âyetlerinde Allah (celle celâluhu) ahlak ilkelerinden oldukça yoğun bir Ģekilde söz etmiĢtir. Allah‟a, meleklere, peygamberlere ve ahirete imanın anlatıldığı Kur‟ân âyetlerinde aynı zamanda yalanın, çok yemin etmenin, hayra engel olmanın, yetimi itip kakmanın, haksız yere insanların mallarını yemenin, ana babaya saygısızlığın, fuhĢun, adam öldürmenin, çocukları fakirlik korkusuyla yok etmenin kötülüğünden de bahsedilmiĢ ve iman edenlerin bu hasletlerden uzak durması gerektiği vurgulanmıĢtır. ĠĢte Kur‟ân insanları böyle yetiĢtirmiĢtir. O halde biz de insanları Kur‟ân‟ın yetiĢtirdiği gibi yetiĢtirmek istiyorsak, o zaman dâvete Kur‟ân‟ın baĢladığı yerden baĢlamalı, Kur‟ân‟a göre hareket etmeliyiz. Bu da ahlakı, imandan hemen sonra dâvetimizin ikinci esası kabul etmekle mümkün olacaktır. 3) İbadete Dâvet Akide ve ahlaktan sonra insanları dâvet edeceğimiz üçüncü esas ibadettir. Kur‟ân ve Sünnet nassları gözden geçirildiğinde, insanların iman ve ahlaktan sonra hemen ibadete dâvet edildikleri tebellür etmektedir. Buradan hareketle bizlerin de, insanlara tevhidi ve ahlakı verdikten sonra onları hemen Allah‟a kulluk ve ibadet etmeye dâvet etmesi gerekmektedir. Hiç Ģüphesiz ki bu, Kur‟ân‟ın takip ettiği metottur. “İman edip sâlih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 82) “Şüphesiz iman edip sâlih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri ka- 38 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar tındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 277)10 “İman edip sâlih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız.” (Nisa, 57) “İman edip sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (Ankebut, 7) Bu zikredilen ve daha zikredemediğimiz nice âyetler üstte iĢaret ettiğimiz hakikati açıkça ortaya koymaktadır. Yani bir insan iman ettikten sonra salih ameller iĢlemeli ve bu sayede Rabbine olan kulluğunu gerçekleĢtirmelidir. َأ َأ ُن وا َأو ِم ُن واوا َّص/Âmenû ve Âyetlerde yer alan “ ا ل اِم َأ ِما „amilu‟s-salihât” ifadesinde birçok hikmetler vardır: 1- Öncelikle Rabbimiz burada iman ile ameli cem etmiĢ ve ikisinin birbirini tamamladığına dikkat çekmiĢtir. Ġman olmadan amel; amel olmadan da11 iman olmaz. Birisinin yokluğu diğerinin varlığını iptal eder. ĠĢte bu nedenle Müslüman olduğunu iddia eden herkes, mutlaka kendisi- 10 Bu âyette salih amel işleyenler zikredildikten sonra tekrar namaz kılan ver zekât verenlerden bahsedilmiştir. Aslında namaz ve zekâtın her biri asıl itibariyle “salih amel” kavramı içerisine girmektedir. Bu nedenle acaba neden bir daha zikredilmiştir? Bunun zikrediliş nedeni Ţslam âlimlerinin ifadesine göre; önemlerine vurgu yapmak ve salih ameller içerisinde bunların daha farklı bir yere sahip olduklarını ifade etmek içindir. Bu güzel bir bilgidir; bunu öšrenmelisin! 11 ‚Amel olmadan iman olmaz‛ derken, bununla amelin külliyen terk edilmesini kast ediyoruz. Bilindiši üzere ameli bir bütün olarak terk etmek „râcih olan görüşe göre„ insanı dinden çıkarır. Ama amellerden bazısını terk etmek ise, insanı günahkâr yapar. Bu iki şeyi birbirinden ayırt etmek gerekir. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 39 nin Allah‟a yaklaĢtıracak ameller iĢlemeli ve bu sayede Rabbine kulluğunu ortaya koymalıdır. 2- Rabbimizin bu âyetlerde “amel” kelimesini kullanması tesadüfî değildir. Aslında “fiil” kelimesi de aĢağı yukarı aynı manayı karĢılamaktadır. Dolayısıyla Rabbimiz iman ” َأ َأ ُن وا ا فَأ َأع ُن وا وا َّص eden ve güzel iĢler yapan manasında “ا ل اِم َأ ِما buyurabilirdi. Ama burada “Fe„alû/yapanlar” yerine “amilû/amel edenler” buyurdu. Bunun nedeni Ġslam ulemasının belirttiğine göre devamlılığı sağlamaktır. “Amel” kelimesi devamlılığı ifade ederken, “fiil” kelimesinde aynı anlamı bulmak söz konusu değildir. Fiil bir veya birkaç kez yapma manasındadır; ama amel “sürekli yapma” anlamına gelir. َأو ِم ُن واوا َّص/salih ameller…” buyru3- Rabbimizin “اا ل اِم َأ ِم ğu umum ifade eder. Yani güzel amel namına her ne varsa onları iĢlemeyi bizlere îma etmektedir. 4- Yine “ َأو ِم ُن و/amel ederler” ifadesi yaptığımız amelleri Müslüman kardeĢlerimizle cemaat olarak yapmamızı bizlere îma etmektedir. Zira “amel ederler” ibaresi çoğuldur; çoğul kalıplar da, bir iĢin topluca yapılması gerektiğini bildirir. ĠĢte bu saydıklarımız amelin önemine ve amellerin nasıl iĢleneceğine iĢaret eden hususlardan bazılarıdır. Allah‟ın Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) insanları önce akideye, sonra da bu akidenin olmazsa olmazı olan ibadet etme ilkesine dâvet etmiĢtir. Bunu Efendimiz‟in birçok hadisinde görmemiz mümkündür. Sadece örnek olması bakımından burada –üstte de zikretmiĢ olduğumuz– Muaz b. Cebel hadisini aktaracağız ki, bu sayede Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in tebliğde nasıl bir metot uyguladığını bir kere daha görmüĢ olalım. 40 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) kedisini Yemen‟e gönderirken Ģöyle buyurmuĢtur: “(Ey Muaz!) Yemenlileri dâvet edeceğin ilk şey „Lâ ilâhe ilallâh Muhammedun rasulullâh‟ şehadeti olsun. Eğer bu iki şehâdeti kabul ederlerse, bu defa Allah‟ın her gece ve gündüzde kendilerine beş vakit namaz farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bu hususta da sana itaat ederlerse, bu defa onlara mallarında Allah‟ın zekâtı farz kıldığını bildir. Bu zekât, zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir.”12 Hadisimizde de görüldüğü üzere insanları önce tevhide sonra da sırasıyla ibadetlere dâvet etmek gerekir. Bu metoda uymak nebevî bir sünnet; peygamberî bir metottur. Bizim de insanları dâvet esnasında uymamız gereken sıralama böyle olmalıdır. Aksi halde karĢımıza namaz kılan, oruç tutan, zekât veren; ama aynı zamanda Allah‟a Ģirk koĢan bir toplum çıkar. Böylesi bir sonuçla karĢı karĢıya kalmamak için Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in tebliğde takip ettiği sıralamaya dikkat etmemiz gerekmektedir. Bu saydığımız üç madde Ġslam‟ın diğer ahkâmını da içerisine aldığı için onlardan ayrıca söz etmeyeceğiz. Ġnsanları Ġslam‟a dâvet ettiğimiz de, aslında onları tamamıyla Kur‟ân‟ı kabul etmeye, onun içerisinde yer alan hükümleri istisnasız benimsemeye de dâvet etmiĢ oluyoruz. Bu nedenle Ġslam‟ı kendilerine götürmeye çalıĢtığımız kimseleri akideye, ahlaka ve ibadete dâvet etmemiz, onları aynı zamanda Ġslam‟ın muamelat ve ukubâtla alakalı hükümlerini kabule dâvet etmemiz manasına gelmektedir. ĠĢte bundan dolayı fazla detaya girme ihtiyacı duymuyoruz. 12 Buhârî, Zekât, 1. Dâvetin Hükmü Ġnsanlara Ġslam‟ı ulaĢtırmak ve iyiliği emredip kötülükten men etmek, elbette her Müslümanın en temel vazifelerindendir. Bu iĢin bir “vazife” olduğu hemen herkesin malumudur. Ancak: • Bu vazifenin hükmü nedir? • Her Müslüman bu iĢten sorumlu mudur? • Yoksa bu sorumluluk sadece bazı Müslümanları mı kapsamaktadır? Bu ve benzeri sorulara mutlaka cevap bulunarak dâvetin kimlere farz olup, kimlere farz olmadığı açıklığa kavuĢturulmalıdır. Biz burada inĢâallah meselenin kilit noktasında yer alan Âl-i Ġmrân 104. âyeti ele alarak konu hakkında malumat vermeye ve meselemize ıĢık tutmaya çalıĢacağız. Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Sizden hayra çağıran, iyiliği (ma‘rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.” Bu âyette Rabbimiz bizlere hayra dâvet etmeyi, emr-i bi‟l-ma„rûf yapmayı ve münkerden nehyetmeyi farz kılmıĢtır. “Hayra dâvet” ile kastedilen her Ģeyden önce Ġslam‟dır. Emr-i bi‟l-ma„rûf‟un en büyüğü tevhid; sakındırılması gereken Ģeylerin en önceliklisi de “Ģirk”tir. Âyette “Sizden bir topluluk bulunsun” ifadesi geçmektedir. Bu ifadenin ne anlama geldiği ulema arasında farklı yorumlanmıĢ ve dâvetin herkese mi, yoksa Müslümanlardan yal- 42 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar nız bir guruba mı has olduğu bir hayli tartıĢılmıĢtır. ġimdi biz bu iki görüĢü de tek tek zikretmeye çalıĢacağız: 1. Bazı âlimlerimiz, âyette yer alan “sizden” ifadesinin “ba„dıyet/bazılık” anlamına geldiğini ifade etmiĢtir. Buna göre mana Ģöyle olur: “Sizden hayra çağıran, iyiliği (ma‘rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran özel bir gurup bulunsun…” Bu manaya göre tebliğ her Müslümanın görevi de- ğil, Müslümanlar içerisinde sadece âlimlerin ve bilginlerin görevidir. 2. Bazı âlimlerimize göre de buradaki “sizden” ifadesi “beyan” anlamına gelmektedir. Buna göre mana: “Siz hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir gurup olun…” Ģeklinde olur. Âyete bu Ģekilde mana verildiğinde tebliğ her Müslümanın kaçınılmaz bir görevi haline gelir. Birinci görüĢe göre tebliğ her Müslümanın görevi değildir. Bu farziyet ancak ilmî yeterliliği olan belirli bir zümreyi kapsamaktadır. Bunların haricinde kalan hiç kimsenin tebliğ yapmaya ve insanları kötülükten sakındırmaya hakkı yoktur. Eğer böyle bir Ģey yaparsa hataya düĢmüĢ ve günah iĢlemiĢ olur! Ġkinci görüĢe göre tebliğ her Müslümana farzdır. Her Müslüman gücü nispetinde insanları kötülükten alıkoymak ve onlara iyiliği emretmekle mükelleftir. ġimdi bu meselenin biraz detayına inelim: Birinci görüĢ mutlak olarak zikredildiğinde çok isabetli gözükmemektedir; zira her Müslümanın bildiği ölçüde akidesini insanlarla paylaĢmasının ve onların eksik noktalarını tespit ederek davasını diğer insanlara ulaĢtırmasının zorunluluğu dinin diğer nassları ve uygulamaları ile sabittir. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 43 Bu gün kimi çevreler âyete verilen birinci manayı esas alarak normal Müslümanların asla tebliğ yapamayacağını, dâveti insanlara ancak âlimlerin ulaĢtırabileceğini ve avamın hiçbir Ģekilde bununla sorumlu olmadığını dillendirmektedirler.13 Biraz önce de söylediğimiz gibi, bu görüĢün mutlak manada zikredilmesi, bize göre hatalı ve yanlıĢtır. Her ne kadar dinin hassas ve ince meselelerini âlimlerin tebliğ etmesi doğru olsa da, bunu her meseleye teĢmil etmek doğru değildir. Zira her Müslüman −bilmediği ve içinden çıkamayacağı konulara dalmamak Ģartıyla− bildiği ölçüde dinini anlatmalıdır. Bu hem Kur‟ân âyetlerinin hem de Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in hadislerinin üzerinde ısrarla durduğu bir hakikattir. Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Siz, insanlar için çıkarılmış iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan ve Allah’a iman eden hayırlı bir ümmetsiniz…” (Âl-i İmrân, 110) Bu âyet; iyiliği emredip, kötülükten men ettiğimiz ve Allah‟a iman ettiğimiz sürece bizlerin en hayırlı ümmet olacağını ifade etmektedir. Bu âyette iyiliği emredip, kötülükten men etmenin her hangi bir zümreye has kılınmadığını, aksine tüm ümmetin bu noktada muhatap alındığını görüyoruz. Bu da bizlere herkesin gücü nispetinde iyiliği emretmek ve kötülükten men etmekle sorumlu olduğunu ifade etmektedir. Zikredeceğimiz Ģu âyetler de emr-i bi‟l-ma„rûf ve nehy-i ani‟l-münker görevinin her Müslümanın bir vazifesi olduğuna iĢaret etmektedir: 13 Onlar bu söylemleri ile kabul etseler de etmeseler de Müslümanların dâvetini zayıflatmaktadırlar. 44 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar “İman eden erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler.” (Tevbe, 71) “İsrailoğullarından kâfir olanlara, Dâvud ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânet edilmiştir. Bu, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleri sebebiyledir. Onlar yaptıkları kötülüklerden birbirlerini engellemezlerdi. Yapmakta oldukları ne kötü idi!” (Mâide, 78-79) “Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları unutunca biz kötülükten menedenleri kurtardık; zalimleri de Allah’a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli bir azaba uğrattık.” (A’râf, 165) Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in Ģu buyrukları da aynı manayı vurgulamaktadır: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şâyet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”14 “Nefsim elinde olan (Allah)‟a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız, ya da Allah size katından bir ceza gönderir de sonra O‟na dua edersiniz de, duanıza icabet edilmez!”15 Zikrettiğimiz bu deliller, güç nispetinde her Müslümanın bulunduğu ortamdaki kötülükleri gidermeye çabalaması gerektiğini ifade etmektedir. Bu âyet ve hadislerde her hangi bir ayırım söz konusu değildir. Binaen aleyh, her Müslümanın gücü nispetinde Ģirk olduğu kesin olan husus- 14 15 Müslim, Ţman 78. Tirmizî, Fiten 9. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 45 ları anlatması ve tevhide insanları dâvet etmesi gerekmektedir. Ayrıca bu Ģu açıdan da faydalıdır: Bir insan kendi akrabalarının durum ve konumunu diğer insanlara nispetle çok daha iyi bilir. Biz, eğer tebliği sadece ulema gurubuna has kılarsak, o zaman tam bir netice alamayız; zira tebliğ yapan âlim insanların eksiklerini hakkıyla bilemeyebilir. Bu nedenle insanın kendi akrabalarına uyarıda bulunması diğer insanların uyarıda bulunmasından çok daha ma‟kul ve çok daha yerindedir. ĠĢe tüm bu sebeplerden dolayı tebliği belirli bir guruba has kılarak diğerlerine bu görevi yasak saymak, uygun değildir. Bununla beraber dinin hassas ve ince meselelerine dair uyarı ve tebliğde bulunmak elbette âlimlerimizin görevidir. Bilmeyen insanların böylesi meselelerde konuĢması asla söz konusu olamaz. Sıradan Müslümanlar sadece dinde herkesin bildiği meĢhur meselelerde uyarı ve tebliğde bulunabilir. Detaylar hakkında konuĢmak onların vazifesi değildir. ĠĢte âyet-i kerimeye “ba„dıyet/bazılık” manası vermek ancak bu durum göz önüne alındığında söz konusu olabilir. Aksi halde âyete bu manayı vermek uygun değildir. Konumuzu özetleyecek olursak, bu mesele hakkında üç görüĢün söylendiğini ifade edebiliriz: 1) Dâvet, sadece âlimlerin ve dini hakkıyla bilen kimselerin görevidir. 2) Dâvet, her Müslüman‟ın görevidir. 3) Dâvet, herkesin malumu olan temel meselelerde her Müslüman‟ın; detay meselelerde âlimlerin görevidir. 46 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar Biz son görüĢü tercih ediyor ve her Müslümanın, bildiği konularda insanları Ģirk ve küfürden sakındırarak tevhide yönlendirmesinin bir zorunluluk olduğuna inanıyoruz. Bununla beraber Müslümanlar, içlerinden kendilerini dâvet ve tebliğe vakfetmiĢ bir gurup çıkarmalıdırlar. Bu, âyet-i kerimenin ifadesi ile Allah‟ın bir emridir. Allah‟ın bu emrini yerine getirmek tüm Müslümanların boynunun borcudur. Rabbim bu sorumluluğu yerine getirebilmeyi bizlere nasip ve müyesser eylesin. (Âmin) Emr-i Bi’l-Ma‘rûfu ve Nehy-i Ani’lMünkeri Terk Etmenin Kötü Sonuçları Müslüman bir kul, gücü nispetinde iman ettiği esaslara insanları dâvet etmelidir. Bunu terk etmek Allah‟tan korkan bir Ģahsiyet için asla söz konusu olamaz; zira bu durumda bir takım kötü sonuçlarla karĢı karĢıya kalacaktır. Bu da onu sonu hiç de iyi olmayan bir akıbetle yüz yüze bırakacaktır. Emr-i bi‟l-ma„rûf ve nehy-i ani‟l-münkeri terk etmenin Kur‟ân ve Sünnette bildirilen bir takım kötü sonuçları vardır. Bunlardan bazıları Ģunlardır: 1) Allah’ın Lanetine Uğramak Rabbimiz Ģöyle buyurur: “İsrailoğullarından kâfir olanlara, Dâvud ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânet edilmiştir. Bu, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleri sebebiyledir. Onlar yaptıkları kötülüklerden birbirlerini engellemezlerdi. Yapmakta oldukları ne kötü idi!” (اMâide, 78-79) 2) Allah’ın Azabıyla Yüz Yüze Kalmak Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları unutunca biz kötülükten menedenleri kurtardık; zalimleri de Allah’a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli bir azaba uğrattık.” (A’râf, 165) Ebû Bekir (radıyallâhu anh) Ģöyle demiĢtir: 48 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar “Ey insanlar! ġüphesiz ki sizler, Rabbimizin ‘Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, doğru yolda iseniz sapıtan kimseler size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir’ (Mâide, 105) âyetini okuyor- sunuz; oysa ben Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟i Ģöyle buyururken iĢittim: “Şüphesiz ki insanlar zalimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah‟ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.”16 3) Duaların Kabul Edilmemesi Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ģöyle buyurur: “Nefsim elinde olan (Allah)‟a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız ya da Allah size katından bir ceza gönderir de, sonra O‟na dua edersiniz, duanıza icabet edilmez!”17 4) Kalplerin Kötülere Benzemesi Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ģöyle buyurur: “Hayır, Allah‟a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mâni olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”18 5) Kötü Yöneticilerin Başa Geçmesi Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ģöyle buyurur: “Ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, hayra teşvik edersiniz, ya da Allah başınıza en şerlilerinizi musallat eder. Bu durumda iyileriniz dua ederde duaları kabul olmaz.”19 16 17 18 19 Ebû Dâvûd, Melâhim 17. Tirmizî, Fiten 9. (Not) Bu hadis, bir üstteki başlıšın da delilidir. Ebû Dâvûd, Melâhim 17. Ahmed b. Hanbel, 23313. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 49 6) Allah’ın Yardımının Son Bulması Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ģöyle buyurur: “Ey insanlar! Yüce Allah size şöyle buyurur: Dua edip de kabul etmeyeceğim, istediğinizde vermeyeceğim, yardım talep ettiğinizde yardım göndermeyeceğim bir gün gelmeden önce iyiliği emredin ve kötülükten men edin.”20 Emr-i bi‟l-ma„rûf-nehy-i ani‟l-münker görevini terk etmenin daha birçok kötü sonucu vardır. Biz burada en çok göze çarpanları zikretmeye çalıĢtık. Eğer biz toplumumuzda öne çıkmıĢ kötülükleri −ki bunların baĢında Ģirk gelir− engellemeye çalıĢmazsak, o zaman Allah‟ın azabının bizlere de isabet etmesi çok yakındır. Çocukların bile saçlarını ağartacak bu korkunç tehditleri dikkate alarak insanları bir an önce uyarmalı ve onları hatalarından vazgeçirmeye çalıĢmalıyız. 20 Sahîhu Ţbn-i Hibbân, hadis no: 290. Dâvette Metodun Önemi Her iĢte olduğu gibi dâvet ve tebliğde de metodun son derce önemli bir yeri vardır. Belirli bir metot gözetilmeden yapılan iĢler baĢarısız olmaya mahkûmdur. Bu nedenle her iĢimizi bir metoda, bir usûle göre yapmak zorundayız. Hasta birisini bir doktora götürüp sonrada doktorun verdiği reçeteyi uygulamayanlar, usûlsüzlük yaptıkları için hastayı tehlikeye atmıĢlardır. Verilen reçetedeki ilaçları alıp onları doktorun gösterdiği Ģekilde uygulamayanlar yine usûlsüzlük yapmıĢlardır. Bunlar yine hastayı tehlikeye atmıĢ olurlar. Hatta öyle ki, hastanın bu nedenle ölmesi bile söz konusu olabilir. Bir öğrenci için de aynı Ģey söz konusu. Eğer öğrenciye henüz öğretilmeyen bir Ģeyi ders olarak verirsek, öğrenci doğal olarak bunu beceremeyecek, sonunda baĢarısız olacaktır. Öğrencinin baĢarılı olmasını istiyorsak ona her Ģeyden önce uygun bir metoda göre eğitim vermeliyiz. Aksi halde baĢarısızlık kesindir. Dâvet ve tebliğde de durum aynı. Eğer dâvetimizde baĢarılı olmak istiyorsak, her Ģeyden önce muhatabımıza vermek istediğimiz mesajı güzel bir metotla aktarmalıyız. Güzel bir üslupla, güzel bir zamanda, güzel bir dille, güzel bir tarzla… Evet, buna dikkat edersek iĢte o zaman tebliğlerimiz sonuç verecek ve meyveler ancak o zaman devĢirilecektir. Hani eskilerimizin bir lafı var ya “Vusûlsüzlüğümüz usûlsüzlüğümüzdendir” diye, bu söz gerçekten de çok doğru bir sözdür. Yani bir neticeye ulaĢamamamız genellikle metotta hata ettiğimizden dolayıdır. Bu nedenle eğer hedefimize doğru bir Ģekilde varmak istiyor ve bu noktada hataya düĢmekten korkuyorsak, doğru bir metot takip etmeliyiz. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 51 Aksi halde baĢarısızlığımız muhakkaktır. ġimdi dâvette nasıl bir metot takip etmemiz gerektiğine dair kısa bilgiler vermeye çalıĢacağız. a) İlmen Hazırlıklı Olmalıyız Dâvete baĢlamadan önce anlatıp tebliğ edeceğimiz Ģeylere dair güzel bir bilgiye sahip olmamız gerekmektedir. Yani Müslümanın tebliğ yapacağı meseleye dair ilmen hazırlıklı olması zorunludur. Eğer anlatacağı Ģeye dair güzel bir malumat edinmezse, o zaman hem kendisini hem de davasını rezil eder. KarĢıdaki insanlara davayı yanlıĢ tanıtma gibi bir mesuliyetin de altına girer. Bu nedenle dâvetçi, bilmediği Ģeyler hakkında konuĢmamalı, malumatı olmadığı hususlarda dâvet giriĢiminde bulunmamalıdır. Ġslam‟da ilim, amelden önce gelir. Bir Ģeyi yapmadan önce onun bilgisine sahip olmak gerekir. Bir Ģeyin uygulamasına ve tebliğine geçmeden önce, o Ģeye dair ciddî bir malumat sahibi olunmalıdır. Bu kural gerçekten çok önemlidir ve onu bilmenin birçok konuda büyük faydası vardır. Bu nedenledir ki Ġmam Buharî (rahimehullah), kitabının bir bölümüne “İlim Söz ve Amelden Öncedir” Ģeklinde bir baĢlık atmıĢtır.21 Bu baĢlık ile Müslümanların söz söylemeden ve amel iĢlemeden önce meseleye iliĢkin bir bilgiye sahip olmaları gerektiğine iĢaret etmiĢtir. Bu gerçekten de çok mühimdir. Bizler evine kapanmıĢ, toplumunu ve toplumunun sorunlarını bilmeyen, insanlarla sıcak iliĢkiler kurmayan, kitaplar arasında boğulmuĢ bir âlimi nasıl ki kabul etmiyor ve eleĢtiriyorsak, aynı Ģekilde anlattığı Ģeylere dair yeterli malumatı olmayan, bilgisiz, cahil ve ne dediğini bilmeyen dâvetçileri(!)de kabul etmiyor ve eleĢtiriyoruz. Ġlimle dâveti 21 Bkz. “Kitabu’l-Ţlim”, 10. bölüm. 52 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar asla birbirinden ayıramayız. Bir dâvetçi tebliğ ettiği esasların âlimi, bir âlim de inandığı Ģeylerin dâvetçisi olmalıdır. Bu böyle olmadığı zaman Ġslam zarar görür, gün be gün daha da zayıflar. Burada yeri gelmiĢken Ģöyle bir ayırıma dikkat çekmemiz gerekir: Dâvetçi demek âlim demek değildir. Her âlim dâvetçi olamayacağı gibi, her dâvetçi de âlim olamaz. Ama her dâvetçinin mutlaka dâvet ettiği esaslara dair ciddi malumatı olmalı, neye dâvet ettiğini delilleri ile çok iyi bilmelidir. Aynı Ģekilde âlimin de asıl olarak dâvetçi olması gerekmektedir. Âlim kürsüsüne oturur veya kendisi için yapılmıĢ rahlesine diz çöker ve yanına gelen kimselere ders verir. Ama dâvetçi böyle değildir. O kendisine gelenlere değil, bilakis kendisine gelmeyenlere gider. Yani dâvetçi insanlara bir Ģeyler ulaĢtırabilmek için yollara düĢer, kapı kapı, dükkân dükkân hatta gerekirse Ģehir Ģehir gezer ve inandığı ilkeleri insanlarla paylaĢmak için bir gayretin içerisine girer. Yani dâvetçi aksiyon adamıdır. Durağanlık, donukluk ve gevĢeklik onda bulunmaz. ĠĢte âlim ile dâvetçi arasındaki en önemli farklardan birisi belki de budur. Gönül ister ki tüm âlimlerimiz böyle olsun. Dâvetçinin sadece anlatacağı Ģeyleri bilmesi de yeterli değildir. Bununla birlikte muhatabını, onun durumunu, Ģartları, ortamı, çevreyi ve buna benzer bilinmesi zorunlu olan Ģeyleri de bilmesi gerekmektedir. Bu iki husustan birisini bilmede hata ettiği zaman, dâvetinde beklenen baĢarıyı elde edemeyecektir. Bu nedenle dâvetçinin saydığımız Ģeylere dair önemli oranda malumat sahibi olması gerekmektedir. Bu da onun, dâvetine ilmen hazırlanmasının bir zorunluluğudur. Aksi halde muhatabına hazırlıksız yakalanıp, son anda mat olabilir! İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 53 b) Güvenilirliğimizi İspat Etmeliyiz Bu konu belki de dâvetçilerin, muhatapları tarafından en çok eleĢtirildiği konuların baĢında gelmektedir. Bu gün Müslümanlar22 maalesef Rasûlullah‟ın en temel vasfı olan “eminlik” sıfatını kaybetmiĢ durumdadırlar. Üzülerek belirtmemiz gerekir ki, Müslümanlar emin değildirler. Bırakın müĢrikleri, Müslümanlara karĢı bile güvenilirliklerini yitirmiĢ durumdadırlar. Bu, tabii ki her Müslüman için geçerli değildir. Allah‟a hamdolsun ki, çevremizde tanıdığımız çok temiz, dürüst, ahlaklı ve güvenilir Müslümanlar da vardır. Allah böylesi kardeĢlerimizin sayısını artırsın ve hepimize onların ahlakından nasip etsin. Bu gün bizlerin ve akidesi bozuk birçok insanın Ģikâyet ettiği nokta: Müslümanların sözlerinde durmayıĢı, emanetlerine riâyet etmeyiĢi ve güvenilir olmayıĢıdır. Birçok Müslüman söz verdiğinde sözünde durmuyor. Emanet aldığında emanetine riâyet etmiyor. BaĢkalarının mallarına göz koyuyor. Eliyle ve diliyle hem muvahhid kardeĢlerine hem de diğer insanlara zarar veriyor… Bu vasıflar aslen Müslümanların değil, müĢrik ve münafıkların vasıflarıdır. Bu vasıflar kat„iyyen bir Müslümanda olmamalıdır. Aksi halde önderi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)‟e muhalefet etmiĢ ve O‟nun yolundan sapmıĢ olur. Ġnsanlara dini götürmeden önce onlara karĢı güvenilirliğimizi ispat etmek zorundayız. Onlar her konuda bizlere güvenebilmelidirler. Malları, canları ve ırzları hususunda kendi dostlarına duymadıkları güveni bizlere duymalıdırlar. ĠĢte biz böylesine ciddi bir Ģekilde güven ispatı yapamazsak, o zaman insanların bizim davamıza inanmasını beklemek 22 Allah’ın rahmet ettikleri elbette böyle dešildir. 54 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar hayal kurmaktan baĢka bir Ģey olmayacaktır. Bu nedenle tebliğden önce güven temini Ģarttır. Bizler hayatımızın her noktasında Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟i örnek almak zorundayız. O, bizim için en ideal örnektir. Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21) “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31) Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in hayatını gözden geçiren herkes, O‟nun müĢrikler tarafından bile güvenilir kabul edildiğini görecektir. O‟nun “el-emîn” diye adlandırıldığı herhalde herkesçe malumdur. Bu hususta Ebu Sufyan ile Rum Kralı Herakleios arasında geçen Ģu konuĢmayı buraya almamızın faydalı olacağını düĢünüyoruz; zira burada o gün için Allah Rasûlünün en çetin düĢmanlarından birisi olan Ebu Sufyan‟ın O‟nun güvenilir olduğuna, asla yalan söylemediğine ve anlaĢmaları bozmadığına dair Ģehadeti yer almaktadır. Can düĢmanının böylesine lehte Ģehadette bulunması, dâvetin karĢı tarafa nasıl bir etki bıraktığının en güzel delillerindendir. Hadisin Buhârî‟de yer alan Ģekli Ģöyledir: Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in Ebû Süfyan ve KureyĢ kâfirleri ile Hudeybiye AntlaĢması‟nı imzaladığı mütâreke günlerinde Ebû Süfyan, ġam‟a ticaret için giden bir KureyĢ kervanında bulunuyordu. (Rum imparatoru) Herakleios, KureyĢli kervanla birlikte Ebû Süfyan‟ı huzuruna çağırttı. Ebû Süfyan ve arkadaĢları Herakleios‟un huzuruna girdiler. O zaman Herakleios ve yanındakiler Ġliya‟da (Kudüs‟te) İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 55 idiler. Rumların ileri gelenleri ile birlikte iken imparator bunları huzuruna çağırdı ve tercümanının da gelmesini emretti. Tercüman: −Peygamberim diyen bu adama hanginiz soy olarak daha yakındır, diye sordu. Ebu Süfyan anlatıyor: −Benim, dedim. Bunun üzerine Herakleios: −Onu yanıma, arkadaĢlarını da yakınıma getirin. Onun arkasında dursunlar, dedi. Sonra tercümanına dönüp dedi ki: Bunlara de ki: Ben bu zat hakkında bu adama bazı Ģeyler soracağım. Bana yalan söylerse onu yalanlasınlar. Ebu Süfyan dedi ki: “Vallahi arkadaĢlarım yalan söylediğimi etrafta yayarlar diye utanmasaydım onun (peygamberin) hakkında yalan söylerdim.” Herakleios‟un ilk sorusu Ģu oldu: −Ġçinizde soyu nasıldır? −Onun içimizde soyu pek büyüktür, dedim. −Ġçinizden daha önce peygamberlik iddiasında bulunan kimse var mıydı, diye sordu. −Yoktu, dedim. −Babaları içinde hiçbir melik (kral) var mıdır, dedi. −Hayır, dedim. −Ona uyanlar halkın önde gelenleri mi, yoksa güçsüzleri mi? −Halkın zayıf olanları. −Ona uyanların sayısı artıyor mu, azalıyor mu? 56 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar −Artıyorlar. −Onun dinine girdikten sonra beğenmeyerek dininden dönenler var mıdır? −Yoktur. −Kendisinin peygamber olduğunu söylemeden önce onu yalan ile itham ettiğiniz olmuĢ mudur? −Hayır. −Hiç anlaĢmalarını bozar mı? −Hayır bozmaz. Ancak biz Ģimdi onunla bir süreliğine ateĢkes yaptık. Bu süre içinde ne yapacağını bilmiyoruz. (Ebû Süfyan dedi ki: Peygamber‟i kötülemek adına araya katacak bundan baĢka bir söz bulamadım.) −Onunla hiç savaĢ yaptınız mı? −Evet, yaptık. −Bu savaĢlar nasıl sonuçlanıyor? −KarĢılıklıdır; bazen o yener, bazen biz yeneriz. −Size neyi emrediyor? −Bize; yalnızca Allah‟a kulluk edin, hiçbir Ģeyi O'na ortak koĢmayın, atalarınızın inanıp söyledikleri Ģeyleri terk edin, diyor. Namazı, doğruluğu, iffeti ve akraba ile iliĢkiyi sıkı tutmayı emrediyor. Bunun üzerine Herakleios tercümanına dedi ki: Ona söyle, soyunu sordum, içinizde yüksek bir soya sahip olduğunu söyledin. Peygamberler de zaten böyle toplumlarının yüksek soya sahip olanlarından gönderilirler. Aranızda daha önce peygamberlik iddiasında bulunan olup olmadığını sordum, olmadığını söyledin. Daha önce böyle birisi olsaydı, bu adam da kendisinden önceki bir söze uymuĢ kimsedir, derdim. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 57 Babaları içinde hiçbir hükümdar gelip gelmediğini sordum, gelmediğini söyledin. Babaları içinden bir hükümdar gelmiĢ olsaydı, bu da babasının krallığını geri almaya çalıĢıyor, derdim. Peygamberlik iddia etmeden önce onun yalan söylediğini duydunuz mu, diye sordum, duymadığınızı söyledin. Ben ise biliyorum ki önceden halka yalan söylememiĢ bir kimse sonradan Allah‟a yalan söylemeye cüret etmez. Ona tabi olanlar önde gelenler, güçlüler midir, zayıflar mıdır, diye sordum. Zayıfların ona bağlandığını söyledin. Peygamberlerin bağlıları da zaten zayıf kimselerdir. Ona uyanlar artıyor mu azalıyor mu, diye sordum, arttığını söyledin. Ġman iĢi tamamlanıncaya kadar hep bu Ģekilde artarak gider. Onun dinine girenlerden, bu dini beğenmeyerek dönenler olup olmadığını sordum, yoktur dedin. Ġman da kalplere karıĢıp kökleĢinceye kadar böyledir. Hiç anlaĢmalarını bozar mı, diye sordum, bozmadığını söyledin. Peygamberler de böyledir, anlaĢmalarını bozmazlar. Size ne emrediyor, diye sordum. Yalnız Allah‟a kulluk edip, ona hiçbir Ģeyi ortak koĢmamayı emrettiğini, putlara kulluğu yasakladığını, namazı, doğruluğu ve iffeti emrettiğini söyledin. Bu söylediklerin doğruysa, Ģu ayaklarımın bastığı yerlere yakında O zat sahip olacaktır. Ben zaten bir peygamberin yakında çıkacağını biliyordum. Ancak sizin içinizden olacağını tahmin etmezdim. Onun yanına varabileceğimi bilsem, onunla buluĢmak için her türlü zahmete katlanırdım. Ya- 58 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar nında olsaydım ayaklarını yıkardım!”23 Bu rivâyet, Rasûlullah‟ın, düĢmanları tarafından bile ne kadar güvenilir olduğunu ispatlaması açısından oldukça önemli bir ravayettir. O‟nun en azılı düĢmanları bile Mekke‟de iken mallarını kendisine teslim ederler, emanetlerini O‟nun himayesine bırakırlardı. Tüm bunlar Efendimizin ne denli yüce bir ahlaka sahip olduğunu anlatma hususunda yeterlidir. Bu günde bizler Allah düĢmanlarına aynı ifadeyi kullandıramaz ve onlara “bunlardan zarar gelmez”, “bunlar emin ve güvenilir insanlardır” dedirtemezsek, bizim tebliğlerimizin asla faydası olmayacaktır. Tebliğ asıl olarak dil ile değil hâl ve davranıĢlarla olmalıdır. Amelimiz bozuk, ahlakımız kötü, eminliğimiz zedeli ise, hiç kimse kusura bakmasın ama anlattıklarımız fayda vermeyecektir. Çünkü insanlar laftan öte amele, ahlaka ve davranıĢa bakarlar. Bunlar iyi ise anlatmayı hakkıyla beceremezsek bile tebliğimiz fayda verir; lakin bunlar kötü ise, ağzımızla kuĢ tutsak, edebiyatın en âlâsını parçalasak bile tebliğimiz fayda vermez. ĠĢte buna dikkat etmeli ve tebliğ yapacağımız kimselere her Ģeyden önce güvenilirliğimizi ispat etmeliyiz. Bunu becerdiğimizde Allah‟ın yardımı ve desteği ile insanları kazanmamızın önünde artık hiçbir engel kalmamıĢ olacaktır. c) Güzel Öğüte, Tatlı ve Yumuşak Söze Özen Göstermeliyiz Muhatabımıza davamızı ulaĢtırırken dikkat etmemiz gereken en önemli Ģeylerden birisi de, hiç Ģüphesiz tatlı dilli ve güler yüzlü olmamızdır. Onlara güzel bir üslupla davamızı anlattığımızda kabul etmeleri daha kolay olacak, kabul 23 Buhâri, Bed’u’l-Vahy, 5. Hadis no: 7. Bu rivâyetin altı çizili olan yerlerini dikkatli okuyunuz! İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 59 etmeseler dahi en azından düĢmanlık etmeyeceklerdir.24 Bu noktada birçok Kur‟an âyeti bulmak mümkündür. Bakınız Rabbimiz ne buyurur: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl, 125) Bu, Allah tarafından Efendimiz‟e yapılmıĢ bir emirdir. Ġnsanları Allah‟ın yoluna güzel bir üslupla, hikmetli sözlerle çağırmak gerekir. Eğer böyle olmazsa, o zaman insanlara dâvayı anlatmamız mümkün olmaz; zira zaten insanlar bizleri dinlemeye pek de hevesli değildirler. Kendimizi onlara dinletebilmek için bizim çabalamamız, gayret etmemiz gerekmektedir. Bir diğer âyette Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Firavun’a gidin; çünkü o, tağutlaştı. Ona, öğüt alıp korkması için yumuşak söz söyleyin.” (Tâ-hâ, 43, 44) Âyette Firavun gibi yeryüzünün en zorba Ģahsiyetine bile yumuĢak ve tatlı bir üslupla dâvet yapılması emredilmiĢtir. Kaldı ki bizim dâvet yaptığımız insanlar zulüm ve küfürde Firavun‟un tırnağı bile olamazlar. Eğer Firavun‟a bile böylesi bir üslupla tebliğ götürülmesi emredilmiĢse, acaba zulüm ve küfürde ondan daha aĢağı seviyede olanlara nasıl tebliğ götürülmelidir? Bir gün adamın birisi Sultan Me‟mun‟un huzuruna girer ve çok sert bir üslupla onu uyarır. Bu durumu gören Me‟mun adama: “Allah senden daha hayırlı birisini benden daha Ģerli birisine gönderdi ve „Ona, öğüt alıp korkması için 24 Ţnsanların düşmanlıklarını bertaraf etmek de dâvet açısından çok önemli bir husustur. 60 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar yumuşak söz söyleyin‟ buyurarak yumuĢak bir üslup kullanılmasını emretti” dedi.25 Bizim tebliğ yaptığımız kiĢiler asla Firavun kadar kâfir ve despot olamazlar. Biz de Musa (aleyhisselam) kadar hayırlı olamayız. Eğer Musa (aleyhisselam) bile Firavun gibi birisine yumuĢak bir üslupla tebliğ yapmıĢsa, bizim etrafımızdaki insanlara çok daha yumuĢak, çok daha kibar ve çok daha güzel bir dille tebliğ yapmamız gerekmektedir. Rabbimiz yine Ģöyle buyurur: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde sav. (Böyle yaparsan) Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcacık bir dost oluverir!” (Fussilet, 34) Subhanallah! Âyet ne kadar da etkileyici! Eğer kötülüğü güzellikle def eder, yanlıĢ davranıĢlara güzelce karĢılık verirsek, karĢımızdaki kiĢi bize dost olacakmıĢ! Bundan daha güzel bir teselli olabilir mi? Ġnsanlar bizim dâvet ettiğimiz Ģeyleri kabul etmeseler bile sırf güzel tebliğimizden ve yumuĢak dilimizden dolayı bizlere karĢı samimi olacaklar, davamızı kabul etmeseler bile en azından bize düĢman olmayacaklardır. Bu gerçekten de dikkat edilmeye değer bir husustur. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in hayatında da bunun pratiğini görmemiz mümkündür. O, en Ģedid düĢmanlarına da, en samimi dostlarına da hep yumuĢak üsluplarla ikaz ve uyarı yapmıĢtır. ĠĢte Ģu misaller bunu ortaya koyan örneklerdendir: 25 Ţhyau Ulûmi’d-Dîn, 2/334. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 61 1) Muâviye Ġbnu‟l-Hakem es-Sülemî anlatır: (radıyallâhu anh) Ģöyle “Bir ara ben Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile beraber namazda idim. Derken cemaatten bir adam aksırıverdi, ben de, (aksıran bir kimseye söylendiği gibi) “Yerhamukallâh / Allah sana merhamet etsin!” dedim. Bunun üzerine cemaat, (gözlerini bana dikip âdeta) gözleriyle beni kuĢattılar. Ben de: —Vay baĢıma gelenlere! Ne oluyor da bana öyle bakıyorsunuz, dedim. O zaman da cemaat (beni susturmak için) ellerini uyluklarına vurdular. Ben, onların beni susturduklarını görünce: —Size ne oluyor da beni susturuyorsunuz, dedim, ama (neticede) sustum. Nihâyet Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) –ki anam, babam O‟na feda olsun! Ne O‟ndan önce, ne de O‟ndan sonra O‟nun kadar güzel öğreten hiç bir öğretmen görmedim− (namazını bitirip) dönünce, vallahi, ne beni dövdü, ne azarladı, ne de bana kötü söz söyledi; fakat Ģöyle buyurdu: “Muhakkak ki, şu namazımızda insan kelâmından hiçbir şey (söylemek) uygun olmaz. O ancak tesbih, tekbir ve Kur‟an okumadan ibarettir.”26 2) Rasûlullah geldi ve: (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in yanına bir genç −Ey Allah‟ın Rasûlü! Zina etmem için bana izin ver, dedi. O mecliste bunu duyanlar Bu iĢten vazgeç, diyerek ona bağırıp-çağırdılar. 26 Darimî, Salât, 177. 62 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Onu bırakın, bana doğru yaklaşsın” buyurdu. Genç Rasûlullah (sallallâhu oturdu. Rasûlullah ona: aleyhi ve sellem)‟e yaklaĢıp önüne —Bunu annen için ister misin, buyurdu. Genç: —Hayır, dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): —İnsanlar da bunu anneleri için istemezler, buyurdu. Sonra: —Peki, kızın için ister misin, buyurdu. Genç: —Hayır, dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): —İnsanlar da bunu kızları için istemezler, buyurdu. Sonra: —Peki, bacın için ister misin, buyurdu. Genç: −Hayır, dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): —İnsanlar da bunu bacıları için istemezler, buyurdu. Sonra: —Peki, halan için ister misin, buyurdu. Genç: —Hayır, dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): —İnsanlar da bunu halaları için istemezler, buyurdu. Sonra: İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 63 —Peki, teyzen için ister misin, buyurdu. Genç: —Hayır, dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): —İnsanlar da bunu teyzeleri için istemezler, buyurdu. Sonra Ģöyle dedi: “Kendin için istemediğini onlar içinde isteme! Kendin için sevip, arzuladığını onlar için de sevip, arzula! Bundan sonra genç: —Ey Allah‟ın Rasûlü! Kalbimi temizlemesi için Allah‟a dua eder misiniz, dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) elini gencin göğsü üzerine koyarak: “Allah‟ım! Onun günahını bağışla, kalbini temizle ve avret mahallini muhafaza et!” diye duada bulundu. Bundan sonra genç böylesi Ģeylere hiç dönüp bakmadı.27 3) Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) anlatır: Bir bedevî mescide iĢedi. Oradakiler hemen ona ceza vermek için ona doğru hareket ettiler. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hemen onlara: “Onu bırakınız, sonra sidiğinin üzerine bir dolu kova su dökünüz. Çünkü sizler ancak kolaylık göstericiler olarak gönderildiniz, güçlük göstericiler olarak gönderilmediniz” buyurdu.28 Diğer bir rivâyette ise adamı yanına çağırdı ve ona Ģöyle dedi: “Bu mescitlere ne işemek uygundur ne de pisletmek... Buralar ancak Allah‟ı anmak, namaz kılmak ve Kur‟an okumak için 27 28 Taberânî ‚el-Mu‘cemu’l-Kebir‛de rivâyet etmiştir. Bkz. 8/183. Buhârî, Edep, 80. 64 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar (yapılmıştır.) Bunun üzerine bedevi Ģöyle dua etti: “Allah‟ım! Bana ve Muhammed‟e rahmet et, bizden baĢka hiç kimseye rahmet etme! Bunu duyan Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ģöyle dedi: “Sen geniş olanı daralttın/Allah‟ın geniş rahmetini kısıtladın!” 4) ÂiĢe (radıyallâhu anhâ) anlatır: Bir Yahudi topluluğu Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟e geldi ve (selâm size yerine, ölüm size anlamına gelen) “esSâmu aleykum” dediler. Bunun üzerine ÂiĢe (radıyallahu anhâ): −O, sizin üzerinize olsun, Allah sizlere lanet etsin, Allah sizlere gazap etsin, dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): −Yavaş ol ey Âişe, incelik ve yumuşaklıkla muamele etmen lâzımdır; seni katılık ve aşırılıktan sakındırırım, buyurdu. ÂiĢe (radıyallâhu anhâ): −(Yâ Rasûlallah!) Onların dediklerini iĢitmediniz mi, dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): −Sen de benim onlara ne söylediğimi işitmedin mi? Ben de onu onlara aynen iade ettim. Benim onlar hakkındaki duam kabul olunur, fakat onların benim hakkımdaki dilekleri kabul olunmaz, buyurdu.29 Bu ve bezeri daha birçok hadis, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in insanların hatalarını düzeltmede çok yumuĢak bir metot izlediğini ortaya koymaktadır. Bizim –her konuda olduğu gibi– bu konuda da O‟nu örnek almamız ve tebliğlerimizde son derece Ģefkatli, ince kalpli ve tatlı dilli olmamız gerekmektedir. 29 Buhârî, Edep, 35. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 65 Rabbim hepimize O‟nun yüce ahlakını nasip etsin. (Allamümme âmin!) Yumuşak Huylu Olmanın Güzelliğine Dair Bazı Hadisler Rasûlullah (sallallâhu aleyhi dan bir zata Ģöyle buyurdu: ve sellem) Abdü‟l-Kays oğulların- • Sende Allah‟ın sevdiği iki özellik vardır: Yumuşak huyluluk ve teennî/aceleci olmamadır.30 • Allah Teâlâ (kullarına karşı) son derce lütufkârdır. (Onlara) her işte kolaylık ve yumuşaklık gösterilmesinden hoşnut olur.31 • Allah Teâlâ (kullarına karşı) son derce lütufkârdır. (Onlara) kolaylık gösterilmesinden hoşnut olur. Zorluk çıkaranlara ve başkalarına vermediği başarı ve sevabı, kolaylık gösterenlere verir.”32 • Yumuşak davranamayan kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış sayılır.33 • Sizler kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.34 • “Nerede kolaylık varsa, orada güzellik vardır. Kolaylığın bulunmadığı her şey çirkindir.”35 d) Devamlılık Göstermeliyiz Tebliğ ve dâvetimizin baĢarıya ulaĢmasındaki en önemli 30 31 32 33 34 35 Müslim, Ţman, 25, 26. Buhârî, Ţstitâbe, 4. Müslim, Birr, 77. Müslim, Birr, 74-76. Buhârî, Vudû, 58; Edeb, 80. Müslim, Birr, 78. 66 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar faktörlerden birisi de hiç Ģüphesiz devamlılıktır. Az olup devamlı olan, çok olup devamsız olandan çok daha hayırlıdır. Devamı olmayan bir tebliğin faydası neredeyse yok gibidir. Bu nedenle tebliğ ettiğimiz insanları tebliğ sonrasında baĢıboĢ bırakmamalı, “Nasıl olsa anlattım” diyerek onları kendi kendilerine terk etmemeliyiz. Tebliğde devamlılığın yeri büyüktür. 20-30 yıl küfrün zehirini yemiĢ bir kimseye birkaç kez panzehir vererek onun ayılmasını beklemek beyhude olur. Böylesi birisinin kendisine gelip iyileĢmesi için önemli oranda panzehir verilmesi gerekmektedir; aksi halde uyanması mümkün değildir. Bizim derdimiz eğer gerçekten de adam kazanmaksa tebliğlerimizin ardını getirmeli ve mümkünse tebliğ ettiğimiz insanları uygun bir ders ortamına çekmeliyiz. Ders ortamları insanların hakkı kabul etmesine son derce yardımcı olan manevî ortamlardır. Orada birçok insanın bulunması kiĢide bir güven ve etkileĢim meydanda getirir. Ders anında itiraz etme gibi bir olasılık olmadığı için muhatabın anlatılanları dinlemesini sağlar. Bu da kiĢinin söylenenleri muhakeme etmesine ve hakkı ölçüp tartmasına yardımcı olur. Kaliteli bir dâvetçinin canlı canlı verdiği sohbetin yerini ne kitap, ne broĢür, ne kaset ne de CD tutabilir. Hiçbir Ģey böylesi güzel bir sohbetin yerini tutamaz. Tebliğlerimizin her ne kadar kitap gibi yazılı malzemelerle desteklenmesi gerekse de, bu konuda asıl olan yazılı metin değildir. Asıl olan yüz yüze gelerek karĢıdakinin halet-i rûhiyesini, mimiklerini ve psikolojisini görerek usûlüne uygun bir Ģekilde konuĢmaktır. Bunun sayılamayacak kadar faydaları vardır. Sonuç olarak; tebliğlerimizde istikrarlı olmamız ve sürekliliği sağlayarak davamızı muhatabımıza güzelce ve tek- İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 67 raren ulaĢtırmamız gerekmektedir. Ders ve sohbetlerin bu istikrarı sağlayan en önemli unsurların baĢında geldiğini unutmamalıyız. e) Sabırlı Olmalıyız GelmiĢ geçmiĢ tüm peygamberler, davalarını tebliğ ederken tahammülü çok zor sıkıntılara katlanmıĢlar, baĢarısızlık göstermemek için adeta o zorluklarla boğuĢmuĢlardır. Ġnsanlara bir Ģeyler anlatma derdinde olan bir tebliğcinin baĢına musibet ve belaların gelmesi kaçınılmazdır. Bu; Allah‟ın bir kanunu, O‟nun değiĢmeyen bir yasasıdır. Ġslam‟ı insanlara ulaĢtırırken onlardan tepki görmemiz ve bir takım eziyetlere maruz kalmamız gayet doğaldır. Rabbimiz, bunun böyle olacağını Kur‟an‟ında Ģöyle bildirir: “Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda mutlaka imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a şirk koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir. (Âl-i İmrân, 186) Onlardan eziyet verici Ģeyler iĢitmemiz ve farklı farklı iĢkencelere maruz kalmamız çok doğaldır; çünkü biz onlara kendilerinin yanlıĢ bir yolda olduklarını anlatıyoruz. Birileri de bizlere aynı Ģekilde yanlıĢ olduğumuzu anlatsa her halde aynı tepkiyi bizler de verir, karĢımızdakini kesinlikle kabul etmeyiz. Ama karĢımızdaki her fırsatta samimiyet ve yumuĢaklıkla bizlere bir Ģeyler anlatsa, o zaman bundan etkilenir, kabul etmesek bile en azından yumuĢaklık gösteririz. Ġnsanlara Ġslam‟ı götürürken tek rehberimiz Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) olmalı, O‟nun bu yolda çektiği sıkıntılar bizlere teselli vermelidir. O, Ġslam‟ı tebliğ etmek, Allah‟ın dinini yüceltmek, Ģeriatı hâkim kılmak ve kendisine 68 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar yüklenen görevi hakkıyla eda etmek için birçok sıkıntıya katlanmıĢ ve bu uğurda kayda değer bir çaba sarf etmiĢtir. Rasûlullah‟ın bu çabası bir dâvetçi için vazgeçilmez bir örnek olmalı ve toplumundan göreceği tepkiler için ona yol göstermelidir. Tebliğ yolunda dâvetçinin sabrını artıracak bazı hususlar vardır. Bunlardan bazıları Ģu Ģunlardır: 1) Yapmakta olduğu dâvet nedeniyle Rabbinden kazanacağı sevabı düĢünmeli. 2) Peygamberleri ve kendisinden önce yaĢamıĢ olan müminlerin kavuĢtukları güzel sonuçları hatırlamalı. 3) Allah‟ın sabredenlere vaat ettiği büyük ecri ve mükâfatı hatırından çıkarmamalı. 4) Allah‟ın sabredenlerle beraber olacağını düĢünmeli. “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153) 5) Allah‟ın sabredenleri seveceğini bilmeli. “Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân, 146) 6) Sabrın insanı dinde öncü ve önder yapacağını bilmeli. “Sabrettikleri ve ayetlerimize kesin olarak inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik.” (Secde, 24) Bu saydıklarımız, dâvetçinin dâvet yolunda karĢılaĢabileceği sıkıntıları hafifletecek hususlardan sadece bazılarıdır. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 69 f) En Son Raddede Tavır Koyabilmeliyiz Dâvet ettiğimiz insanlar dâvetimizi basite alıyor, dinlemiyor, dalga geçiyor ve ıslah olmuyorlarsa; bizde de tüm çabalarımız sonucu dönmeyeceklerine dair güçlü bir kanaat oluĢmuĢsa, en son radde olarak böylesi insanlara tavır koymalı ve ciddiyetimizi onlara fiilen gösterilmeliyiz. Ġnatçı ve alaycı kâfirlerle karĢılaĢınca veya bilinçli bir Ģekilde Müslümanları aĢağılayan kimselerle muhatap olunca gereken tavizsiz tavrı ve ölçülü sert yaklaĢımı göstermek belki de en büyük tebliğdir. Dâvetçinin, böylesi insanlarla vaktini öldürmesi abesle iĢtigaldir. Dâvetini kendisini dinleyecek insanlara ulaĢtırmalıdır. Altından daha değerli olan zamanını boĢ insanlarla zayi etmemelidir. Allah ve Rasûlünün muradına uygun olarak tebliğ yapıldıktan sonra vazgeçmeyenlere tavır takınılması meĢru bir iĢtir. Kur‟an ve Sünnette bunun birçok delili ve örneği vardır. Bu gün bazı dâvetçilerin düĢtüğü hatalardan birisi de Ģudur: Bir kimseye bir Ģeyler anlatır, tebliğ yapar; ama neticeyi beklemeden hemen tavır koyar ve bağları koparan cümleyi söyler. Bizim tavır koymakla kastımız adamın yüzüne “Sen kâfirsin” demek değildir. Bu ifade her zaman söylenmemelidir. Elbette bunun da söyleneceği yerler vardır; ama bu her dâvetin sonunda değildir. Dâvet yaptığımız adam hakikatte zaten öyledir; o isme müstahaktır. Adamın öyle olması bizim onun yüzüne karĢı “kâfir” dememizi gerektirmez. Bu, dâvetimizin önünü kesen bir ifadedir. Bu nedenle onu gerçek manada hak etmeyenlere söylemek dâvet üslubunda yapılmıĢ ciddi bir hatadır. Bu ifade ancak onu gerçek ma- 70 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar nada hak eden kimselere söylenir; onu da dâvetin usulünü ve tekfirin vâkıasını bilenler yapar. Bizim dâvetteki amacımız insanları kazanmak mı, yoksa onları nefret ettirmek mi? Ġnsanlar dâvette nefret ettirilebilirler. Bu nedenle Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) sahabîlerini daima uyarmıĢ ve nefret ettiriciler olmamalarını onlara öğütlemiĢtir. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ģöyle buyurur: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”36 Demek ki dâvetçi nefret ettirebilir, insanları kendisinden uzaklaĢtırabilirmiĢ. Ġnsanları sebepsiz yere kendimizden ve akidemizden uzaklaĢtırmamak için Peygamberimizin mezkûr hadisini kendimize rehber edinmeli ve insanları nefret ettirmekten son derece uzak durmalıyız. Bir insanı sırf yanlıĢ uyguladığımız metodumuzdan dolayı Ġslam‟dan uzaklaĢtırmak ne büyük bir musibet, ne büyük bir âfettir! Allah bizleri böylesi bir âfetten muhafaza buyursun. 36 Buhârî, Ţlim, 11. Dâvette Nelere Dikkat Etmeliyiz? 1) Dâvet Etiğimiz İlkelere Öncelikle Kendimiz İnanmalıyız Dâvetçi her Ģeyden önce dâvet ettiği ilkelere kendi inanmalıdır. Dâvet ettiği Ģeyleri iç âleminde özümsemeli, benimsemeli; dâvete baĢlamadan önce anlatacaklarına öncelikle kendi inanmalıdır. Eğer bunu baĢarabilirse dâveti fayda verecek, o zaman insanları kendisine inandırabilecektir. Ama anlattığı Ģeyleri henüz iç âleminde sindirememiĢse, bu noktada insanları inandırması asla mümkün olmayacaktır. Ġnsanlar, sözlerimizden ziyade amellerimize bakmaktadırlar. Sözlerimiz çok tesirli olmasa da tavır ve davranıĢlarımız onlar üzerindi ciddi bir tesir bırakmaktadır. Zalimlere karĢı tavrımız, onlardan uzak oluĢumuz, onların kurum ve kuruluĢlarından teberri ediĢimiz, ibadetlerimiz, alıĢveriĢlerimiz, ticaretimiz, sözlerimiz ve anlattığımız Ģeyleri yaĢayıĢımız hep insanların gözlemlediği Ģeylerdir. Ġnsanları tağuttan uzak olmaya çağırır, ama kendimiz birçok konuda tağutlara boyun eğersek, insanları dürüstlüğe çağırır, lakin kendimiz dürüst olmazsak, insanlara ahlaklı olmayı emreder, fakat kendimiz ahlaksız tavırlar ortaya koyarsak o zaman anlattıklarımızda bir tenakuz meydana gelir ve asla onları davamıza inandıramayız. Anlattığımız Ģeyleri önce kendimiz yaĢamalı, sonrasında onu insanlara götürmeliyiz. Aksi halde yaĢamadığımız Ģeyleri insanlara anlatmıĢ oluruz ki, bu hem güven kaybına neden olur, hem de kötü bir akıbetle bizleri karĢı karĢıya bırakır… 72 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar Ġslam‟ı önce gönüllerimize hâkim kılmalıyız. Bunu yaptığımızda Ġslam kendiliğinden çevremize, beldemize, ülkemize hatta dünyamıza hâkim olacaktır. Devletleri ĠslamlaĢtırmadan önce gönüllerimizi ĠslamlaĢtırmalıyız. Ülkeleri fethetmeden önce yüreklerimizi fethetmeliyiz. Bunu baĢardığımızda Ġslam her Ģeyimize hükmedecek, tüm arzuladıklarımızın hâkimi olacaktır. Dâvetimizin baĢarılı olmasını arzuluyorsak her Ģeyden önce kalbimizi Ģirkin, küfrün, nifakın ve günahın pisliklerinden arındırmamız gerekmektedir. Kalp bunlardan arınmıĢ olursa o zaman fitnelerden etkilenmez, çalkantılardan zarar görmez. ġimdi içerisinde çamur ve gömük olan bir havuz düĢünün… Çamur dibe çökmüĢ, suyun yüzeyi berrak… Derken suyun içerisine küçük bir taĢ atılıyor. TaĢın dibe vurmasıyla su ne hale gelir? Yerde sakin duran çamuru harekete geçirdiği için bir anda bulanıklaĢır, değil mi? Ama su çamurdan hali olsa ve içerisinde en ufak bir pislik bulunmasa, o taĢ suya ne yapabilir? Hiç suda bulanıklık meydana getirebilir mi? Aksine suyun güzelliğine güzellik katar, suyu daha da çekici bir hale getirir. ĠĢte kiĢinin kalbi de böyledir. Eğer kalbinin derinliklerinde Ģüphe pislikleri ve mutmainsizlik kalıntıları varsa, o zaman en ufak bir çalkantı kalbini bulandırır; tertemiz inancını pisletir. Ama kalbinde Ģek, Ģüphe ve itminansızlık gibi inanca bulanıklık veren Ģeylerin hiç birisi yoksa, o kalp ne kadar çalkalanırsa çalkalansın doğacak fitnelerden dolayı en ufak bir zarar görmez. Bu gün bazı komünistlerin veya bazı inkârcıların insanları etkilediğini görüyor ve duyuyoruz. Bunun nedeni nedir sizce? İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 73 Bizce anlattıkları Ģeylerin güzelliği veya çekiciliği değil, anlatanların anlatmıĢ olduğu Ģeylere kesin inanması, bu noktada kararlılık göstermesi ve karĢıyı etkisi altında bırakmasıdır. Yani insanlar anlatılana değil, anlatana bakıyorlar. “Makâl”e değil “men kâle”ye37 bakıyorlar. Bu, çok üzücü olsa da inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Oysa müminler böyle değildir. Müminler sözü dinlerler, onun en güzel olanına uyarlar. “Tâğûta, kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır. O hâlde kullarımı müjdele! Onlar ki, sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahipleridir.” (Zümer, 17, 18) Aslında her insanın böyle olması gerekir. Ama insanlar bu gün gönüllerini, fikirlerini, inançlarını hep birilerine kiraya verdikleri için insanlardan gelen fikirleri hiçbir Ģekilde ölçüp-biçmeden sırf güzel anlatıyor diye kabul etmektedirler. Bu, son derece yanlıĢ olmasının yanı sıra, bir o kadar da tehlikeli bir durumdur. ĠĢte insanlar böyle olduğu içindir ki, onları etkilemenin en pratik yolu; anlattığımız Ģeylere inanmamız, onları yaĢamamız ve ne pahasına olursa olsun o ilkelerden asla taviz vermememizdir. Biz böyle olursak insanların bizden etkilenmemesi mümkün değildir. 37 “Mekâl” Arapçada “söz” anlamına gelir; “Men kâle” ise “Kim dedi” anlamında bir cümledir. Söz söyleyen kimseyi ifade eder. Ţnsanlarımız maalesef söze dešil, sözü kimin söyledišine baktıkları için ‚Söyleyene değil, söylenene bak‛ diye bir tabir halk arasında meşhur olmuştur. Sözü dešil de söyleyenini kâle almak, bâtıl fikirli ašzı laf yapan kimselerin, insanları etkilemeisne yol açmış ve ister istemez dâvetleine kulak asılmasına insanları sevk etmiştir. 74 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar 2) Adam Seçmeliyiz Dâvet hususunda dikkat etmemiz gereken ikinci husus; adam seçmek ve anlatacağımız adamı önceden tespit etmektir. Davamızı öncelikle bize tâbi olması muhtemel olan, karakteri düzgün, ahlakı güzel, samimi, dürüst ve kiĢilikli kiĢilere götürmeli, eforumuzu böylesi insanlar için harcamalıyız. Tarihe göz attığımızda bunun örneklerini görmemiz mümkündür. Allah‟ın Rasûlü herkesten önce davasını Ebu Bekir‟e götürmüĢtü. Yine ilk olarak bu dâva Osman b. Affanlara, Ebu Ubeydelere ve Sad b. Ebî Vakkaslara götürüldü. Bunun nedeni ise belli: Onların karakterli ve Ģahsiyetli insanlar oluĢu… ĠĢte bir dâvetçi bu hususa çok dikkat etmeli, dâvetini herkesten önce “adam” olanlara götürmelidir. Aksi halde öncü kadromuz kalitesiz insanlardan meydana gelir ki, bu durumda davamızın ilerlemesi asla söz konusu olamaz. Burada bir de Ģu husussa dikkat çekmek gerekir: Dâvet, belirli bir usûl çerçevesinde elbette ki herkese yapılmalıdır; ama özellikle misafiri ve ziyaretçisi gelmeyen, adam yerine konulmayan garip ve kimsesizlere, fakir mahalle sakinlerine ulaĢtırılmalıdır. Peygamberimiz baĢta olmak üzere, hemen her peygamberin tebliğlerine ilk olumlu cevap verenler; köleler ve fakirler olmuĢtur. Ayakkabımızı boyatırken boyacıya, tıraĢ olurken berbere, alıĢveriĢ ederken bakkala, müsait ortam varsa çekinmeden tebliğ ulaĢtırılmaya çalıĢılmalıdır. Evimiz, akrabalarımız, iĢ arkadaĢlarımız, samimiyet kurduklarımız; tebliğde öncelemek zorunda olduğumuz kimselerdir.38 38 Ahmet Kalkan, Vuslat Dergisi, sayı: 55. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 75 3) Kimseyi Zorlamamalıyız Tebliğ yaptığımız insanları, davamızı kabul etmeleri hususunda asla zorlamamalıyız. Bu, yüce Allah‟ın, Kitabında bizlere bildirdiği bir husustur. Rabbimiz Ģöyle buyurur: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu reddedip Allah’a iman ederse, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 256) Ġslam insanları zorla dine sokmayı hiçbir zaman emretmemiĢtir. Çünkü zorla kabul ettirilmiĢ bir inancın Ġslam nazarında hiçbir değeri yoktur. “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (Yunus, 99) Bu nedenle insanların gönül hoĢluğu ile davamızı kabul etmelerini sağlamalı, bu noktada çaba harcamalıyız. 4) Dâvet Ettiğimiz Şahsı Kur’ân Âyetleri İle Yüz Yüze Bırakmalıyız Bu konu da son derce dikkat edilmesi gereken bir mevzudur. Tebliğ yaptığımız insanları Allah‟ın sözleri ile yüz yüze getirmeli, onların düĢünmelerini sağlamalı ve gönüllerinde tesir bırakmak için onlara bol miktarda Kur‟an âyetleri okumalıyız. Bu, Hem Allah Rasûlünün, hem de tüm peygamberlerin uygulaya geldiği etkileyici bir metottur. Bu konuda örnek gösterilebilecek birçok olay vardır; ama biz bunlardan sadece iki tanesini buraya aktaracağız: Tufeyl b. Amr, Peygamberliğin 11. yılında Mekke‟ye gelmiĢti. Mekkeliler O‟nu karĢılayarak Peygamber‟e karĢı uyardılar. O da Mescid-i Haram‟a girmeden önce Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟den bir Ģeyler duymamak için ku- 76 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar laklarını tıkadı. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kâbe‟de durmuĢ namaz kılıyordu. Tufeyl b. Amr‟ın kulağına Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in okuduğu âyetlerden bir Ģeyler ulaĢtı. Duyduğu Ģeyler hoĢuna gitmiĢti. Sonra kendi kendine: “Ben seçkin bir Ģairim, iyiyi-kötüyü birbirinden ayırt edebilecek bir durumdayım. Niye bu adamı dinleyip de, eğer iyi söylüyorsa kabul, kötü söylüyorsa reddetmiyorum” dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) dönüp evine giderken, o da O‟nu takip edip evine girdi. Hikâyesini anlatıp, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟den kendisine Ġslam‟ı anlatmasını istedi. O da kendisine Ġslam‟ı anlatıp bazı Kur‟an âyetlerini okudu. Bunun üzerine Tufeyl Ģöyle dedi: “Allah‟a Yemin ederim ki, ben ne bundan daha güzel bir söz iĢittim, ne de bundan daha adaletli bir iĢ duydum; iĢte Müslüman oldum!” Tufeyl (radıyallâhu anh) sonra Ģehadet kelimesini söyleyerek Ġslam‟ını gerçekleĢtirdi…39 Ümmü Seleme validemiz anlatıyor: “Muhacirler NecaĢî‟nin yanına vardıkları zaman, NecaĢî, daha önceden kendi din adamlarını da yanına çağırmıĢtı. Onlar, NecaĢî‟nin çevresinde mushaflarını yaymıĢ, açmıĢ bulunuyorlardı. NecaĢî, Muhacirlere: —Siz, ne benim dinime, ne de Ģu milletlerden birinin dinine girmediğinize göre, sizin kavimlerinizden ayrılarak tutmuĢ olduğunuz bu din nasıl bir dindir, diye sordu. Muhacirler adına, Cafer b. Ebi Talib: —Ey hükümdar, dedi. Biz cahiliye halkından bir kavim 39 Usdu’l-Šâbe, 2/40. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 77 dik. Putlara tapar, ölmüĢ hayvan eti yer, bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilerimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik. KomĢularımızı unutur, komĢuluk vazifelerini yerine getirmezdik. Ġçimizden güçlü olan, güçsüz, zayıf olanı yerdi. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu sopunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezahetini bildiğimiz Rasûlü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik… O peygamber, bizi, bizim ve babalarımızın Allah‟tan baĢka tapa geldiğimiz taĢtan, ağaçtan, altın ve gümüĢten yapılmıĢ putları bırakarak Allah‟ın birliğine inanmaya ve yalnız O‟na ibadet etmeye dâvet etti. Yine o peygamber, doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba haklarını gözetmeyi, komĢulara iyi davranmayı, haramlardan uzak kalmayı, kan dökmekten geri durmayı bize emretti. Yine O, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve iĢlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten de men etti. Ayrıca hiçbir Ģeyi kendisine eĢ ve ortak tutmaksızın, yalnız Allah‟a ibadet etmemizi, namaz kılmamızı, zekât vermemizi, oruç tutmamızı da bize emir buyurdu. Biz onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah tarafından getirdiği Ģeylere göre ona tâbi olduk. Bir ve Tek olan Allah‟a ibadet ettik, O‟na hiçbir Ģeyi Ģirk koĢmadık. O‟nun bize haram kıldığını haram, helâl kıldığını helâl olarak kabul ettik. Bunun üzerine kavmimiz bize düĢman kesildi, bizi dinimizden döndürmek, Yüce Allah‟a ibadetten vazgeçirip putlara taptırmak, öteden beri helâlleĢtirip serbestçe iĢleyegeldiğimiz kötülükleri tekrar iĢletmek için, bizi iĢkenceden iĢkenceye uğrattılar. Onlar bize böylece galebe çalıp zulmettikleri, bizimle dinimiz arasına gerildikleri ve tazyiklerini arttırdıkları zaman, biz senin ülkene çıkmak, sığınmak zorunda kaldık. Seni baĢkalarına tercih ile senin ko- 78 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar ruluğun ve komĢuluğunda bulunmayı arzu ettik. Ey hükümdar! Biz senin yanında hiçbir zulme uğramayacağımızı umuyoruz! NecaĢî: —Allah tarafından peygamberinizin getirip sizlere bildirdiği Ģeylerden senin yanında bir Ģey var mı, diye sordu. Cafer: —Evet, var, dedi. NecaĢî: —Onu bana oku, dedi. Cafer, Meryem Sûresinin baĢ tarafından, Yahya ve Ġsa doğumları ile ilgili âyetleri [1-35] okuyunca, vallahi NecaĢî o kadar ağladı ki, (akan gözyaĢlarından) sakalı ıslandı. NecaĢî‟nin din adamları da, okunan âyetleri dinledikleri zaman, ağladılar ve hatta onların mushafları da gözyaĢlarından ıslandı…”40 aleyhimesselam‟ın Bu rivâyetlerde, Kur‟ân‟ın insanlarda nasıl bir tesir meydana getirdiği açıkça görülmektedir. Tufeyl (radıyallâhu anh) etkilenip Müslüman olmakta, NecaĢî ve beraberindeki din adamları hüngür hüngür ağlamakta… ĠĢte bizlerin de muhataplarımıza bu metodu uygulaması ve onları etkileyecek âyetleri okuyarak kendilerini Rableri ile baĢ baĢa bırakması gerekmektedir. Bu yapıldığında insanlar daha kolay etkilenecek, üzerlerinde beklenilen tesir kendisini daha çabuk gösterecektir. 5) Maddi Çıkarımız Olmadığını Karşı Tarafa Hissettirmeliyiz Tebliğimizin fayda vermesindeki en önemli etkenlerden birisi de budur; yani karĢımızdaki insanlara her hangi bir 40 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/202, 203. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 79 menfaatimiz olmadığını, bu iĢi maddî bir çıkar için yapmadığımızı, Allah‟ın rızasından baĢka bir amacımız olmadığını, sadece ve sadece kendisini kurtarma amacı güttüğümüzü onlara hissettirebilmek… Bunu baĢardığımızda muhatabımızın gönlüne güven verecek, tabir yerindeyse ona bir gol atmıĢ olacağız. Ama bunu baĢaramazsak, ne anlatırsak anlatalım ona asla tesir edemeyecek, anlattığımız her Ģeyin önüne bir nevi set çekmiĢ olacağız. ĠĢte bu duruma düĢmemek için yaptığımız tebliğden sadece ahirette ecir beklediğimizi karĢıya ihsas etmemiz gerekmektedir. Bu konu hakkında Kur‟an‟da zikri geçen peygamber sözleri ne de güzeldir! “Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir...” (Hûd, 29) “Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. Bana Müslümanlardan olmam emredildi.” (Yunus, 72) “Ey kavmim! Peygamberliğimi tebliğe karşı sizden bir mükâfat istemiyorum. Benim mükâfatım, ancak beni yaratana aittir. Hâlâ akletmeyecek misiniz? (Hûd, 51) “Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve: ‘Ey kavmim! Uyun bu elçilere. Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen ve hidâyet üzere olan şu kimselere’ dedi.” (Yasin, 20, 21) Bizim de peygamberlere uyarak insanlara bir Ģeyler anlatmamızın ardında Allah‟ın rızasından baĢka hiçbir amacımızın olmadığını hissettirmemiz ve onları buna inandırmamız gerekmektedir. Bu gerçekleĢtiğinde insanların bize 80 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar olan güveni artacak ve dâvamıza bakıĢları br anda değiĢecektir. 6) Söz ve Fiillerimizin Uyumluluk Arz Etmesine Dikkat Etmeliyiz Ġnsanların dâvetçilerde aradığı ve onlarda gözlemlediği en önemli Ģeylerden birisi de, söz ve fiil uyumudur. Sözleri fiilleri ile çeliĢen kimse bırakın insanları, kendi arkadaĢları ve yakınları tarafından bile kabul görmez, itibara alınmaz. En yakınları bile ona kulak vermezse, insanların ona kulak vermesi hiç mümkün olur mu? Dâvetçi bu hususa azami derecede dikkat etmeli, insanlara sözleri ile amellerinin uyum içerisinde olduğunu ispat etmelidir. Dâvetçi söz veriyor ama sözüne muhalefet ediyorsa, yalanı yasaklıyor ama yalan söylüyorsa, gıybetten sakındırıyor ama insanların etini yiyorsa, takvadan bahsediyor ama takvasızlık örneği sergiliyorsa iĢte o zaman ortada bir sıkıntı var demektir. Böyle olduğunda insanları kendisine inandırması asla mümkün değildir. Böylesi birisine hanımı ve çocukları inanmaz ki, diğer insanlar inansın! Allah Rasûlünün hayatını gözden geçiren herkes, O‟nun sözleri ile fiillerinin birbirine uyumluluk arz ettiğini yakından görecektir. O, söz verildiğinde verilen söze riâyet edilmesini emrediyor, aynı zamanda kendisi de buna son derece dikkat ediyor. Yalanın haramlığından bahsediyor, aynı zamanda kendisi de hiçbir zaman yalan söylemiyor. EĢlerimize iyi davranmamızı öğütlüyor, kendisi de buna aynen uyuyor. Yani neyi emrediyorsa daha iyisini kendisi yapıyor; neden yasaklıyorsa en azami ölçüde ondan uzak duruyor. Bizlerin de −her konuda olduğu gibi− bu konuda da O‟nu örnek alması ve sözlerimizle fiillerimizin birbirine uyumluluk arz etmesi gerekmektedir. Aksi halde insanları kendimize inandırmamız asla mümkün olmayacaktır. Dâvetçinin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar Ġslam dâvetçisinin insanlara tebliğ yaparken veya diğer bir ifadeyle tebliğ aĢamasında dikkat etmesi gereken bir takım hususlar vardır. Bunları Ģu Ģekilde sıralayabiliriz: 1) Dış Görünüm Güzel ve Düzgün Olmalı Rabbimiz, indirdiği ilk âyetlerde Rasûlüne elbisesini temiz tutmasını ve pisliklerden uzak durmasını emir buyurmuĢtu: “Elbiseni tertemiz tut ve pislikten kaçınıp uzaklaş.” (Müddessir, 4, 5) Bu âyetin yorumuna dair farklı yaklaĢımlar olsa da, zâhiri manası bizim iĢaret ettiğimiz anlama vurgu yapmaktadır. Bilinmelidir ki bir dâvetçinin elbisesine önem göstermesi muhatabını etkileme noktasındaki ilk adımıdır. “KiĢi kıyafeti ile karĢılanır, fikirleri ile uğurlanır” sözü boĢa söylenmiĢ bir söz değildir. Bu nedenle dâvetçi elbisesine önem göstermeli, temiz, düzgün ve uyumlu elbiselerle tebliğ yapmaya gayret etmelidir. Elbisenin düzgünlüğü ile kastımız pahalı, kaliteli, üst düzey kıyafetler değildir elbette. Bizim bununla kast ettiğimiz; elbisenin temiz, yırtıksız ve düzgün olmasıdır. Bazı dâvetçiler fakir olabilir; bu nedenle de çok güzel elbiseler alamayabilirler. Bu önemli değildir; önemli olan o kıyafetin düzgün ve temiz olmasıdır. Yamalı elbise giymek ayıp değildir; ama yırtık elbise giymek veya yırtılmıĢ kıyafeti dikme- 82 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar mek ayıptır. Bu gün nice Müslümanlar var ki, üzerlerinde ki elbise ya yırtık, ya ütüsüz, ya da kirli! Bazılarının gömleklerinin yakası kirden simsiyah olmuĢ. Kimilerinin çorapları kokuyor, kimilerinin montları... Bu saydıklarımız asla bir dâvetçide –hatta bir Müslümanda– olmaması gereken Ģeylerdir. Ġslam dâvetçisi, peygamberini örnek alarak temiz ve düzgün kıyafet giymeli, eğer imkânı varsa dâvet esnasında beyaz elbiseleri tercih etmelidir. Kıyafetimizin davamızın sembolü olduğunu da hatırımızdan çıkarmamamız gerekir. Ġnsanları etkilememizin en önemli yollarından birisidir kılık-kıyafetlerimiz. Elbisesi vücut hatlarını belli edecek kadar dar olan, örf ve geleneğe aĢırı derecede muhalif duran ya da Ġslam‟dan ziyade Batı‟nın giyim tarzını çağrıĢtıran bir elbise giyen kimsenin karĢıdaki insanda bırakacağı tesir, Ġslamî kılık-kıyafete sahip olan birisinin bırakacağı tesirden kat be kat daha az olacaktır. ĠĢte bu nedenle kılık-kıyafetlerimize ciddi oranda dikkat etmeli, bu noktada asla gevĢeklik höstermemeliyiz. Özelliklede tebliğ aĢamasında bu hususdaki hassasiyetimizi artırmalıyız. Bacılarımız da namusları olan örtülerinin, karĢı tarafta çok güçlü bir etki bıraktığını asla unutmamalıdırlar. Onlar sözlerinden öte tesettürleri ile dâvette bulunmaktadır. Onlar içerisinde özellikle tebliğci vasfına sahip olan hanım kardeĢlerimizin dıĢ kıyafetleri Ġslamî olduğu gibi, çarĢaf veya pardösülerinin altına giymiĢ oldukları iç kıyafetlerinin de Ġslamî olması gerekmektedir. Bunun karĢı taraftan gözlemleneceği asla unutulmamalıdır. ÇarĢafının altına kot pantolon giyip, bununla kadınlara bir Ģeyler anlatmaya çalĢıan bir bacımız, bu çalıĢmasında istenilen sonucu alamayacaktır. Çünkü bu toplum, hoca kadınların kot pantolon giyinmesine veya dar kıyafetlerle insanlar arasına karıĢmasına alıĢık İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 83 bir toplum değildir. Bazı bacılarımızın buna “Allah kot pantolonu haram mı kıldı ki?!” diyerek itiraz etmeleri, yüzeysellikten ve meseleleri vakıaya göre değerlendirme olgunluğundan yoksun olmaktan baĢka bir Ģey değildir. ĠĢte meselenin önemine binaen bacılarımızın tıpkı erkeklerimiz gibi bu hususa son derecede dikkat etmesi ve özellikle de tebliğ aĢamasında kıyafetlerinin her türüne özen göstermesi gerekmektedir. Dâvetçinin sadece dıĢ kıyafetine dikkat etmesi yeterli değildir. Bununla birlikte tırnaklarına, saç ve sakalına dikkat etmesi de onun açısından son derce önemlidir. “Dost başa, düşman ayağa bakarmış” atasözünden hareketle ayakkabısını tozlu, topraklı ve çamurlu bırakması da onun için bir kusurdur. Hele hele ağız temizliğine göstereceği önem bambaĢka olmalıdır. Eğer muhatabıyla yakın mesafeden konuĢuyorsa ağzınım kokması onu tiksindirecek ve anlatılanları can kulağıyla dinlemesine engel olacaktır. Bundan dolayı düzenli diĢ fırçalamak ve sâir zamanlarda misvak kullanmak dâvetçi bir Müslümanın olmazsa olmazlarındandır. Güzel koku kullanmak da bir dâvetçinin vazgeçilmez âdetlerinden olmalıdır. Bilinmelidir ki muhatap tarafından birçok Ģey unutulsa da dâvetçinin kendine özgü kokusu asla unutulmayacaktır. Muhatap, farklı zamanlarda o kokuyu baĢkalarında hissettiğinde aklına hemen o dâvetçi ve dâvetin arz edildiği o ortam gelecektir. Bu da kiĢinin anlatılanları anımsamasına ve belki de tekrar dâvetçiyle bir araya gelme isteğinin doğmasına sebep olacaktır. Bu, iĢin bir boyutu. ĠĢin bir diğer boyutu da Ģu: Ġnsanları tiksindirecek kokuları kullanmak hem o kiĢiye hem de muhatabına zarar verir. O kötü koku baĢka zamanlarda hissedildiğinde olumsuz bir imaj hatıra gelir. Bu nedenle dâvetçinin ağır, tiksin- 84 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar dirici veya halk tabiriyle “hacı kokusu” denilen kokuları değil, güzel ve hafif kokuları kullanması elzemdir. Burada baĢlığımızla alakalı olan Ģu iki âyeti hatırlatmanın yararlı olacağını düĢünüyoruz: “Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri ve çokça temizlenenleri sever.” (Bakara, 222) “O (Mescid-i Dırar’ın) içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva üzere kurulan mescid (Kuba Mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha lâyıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.” (Tevbe, 108) Temizlik konusuna dikkat etmenin, bir dâvetçinin hiç ihmal etmemesi gereken hususların baĢında geldiğini asla akıldan çıkarmamak gerekir. 2) Muhatap Tanınıp Konumuna Göre Muâmele Edilmeli Muhatabın seviye ve konumunu bilmeden tebliğ yağmak dâvetçinin tüm çabasını boĢa çıkarabilir. Dâvamızı anlatacağımız adamları önceden tespit etmek, bizler için birçok faydayı da beraberinde getirecektir. Böylesi bir durumda kaliteli adamlar kazanmanın yanı sıra, vaktimizi de zayi etmemiĢ olacağız. Dâvamızı önceden tespit ettiğimiz insanlara anlattığımızda onların seviye ve bilgi düzeylerini bildiğimiz için usûlüne uygun bir anlatım ortaya koymamız mümkündür. “Bir gün ÂiĢe annemize bir dilenci gelmiĢti. Annemiz ona bir parça ekmek verdi. Sonra kılığı kıyafeti düzgün bir baĢka adam geldi, onu da sofraya oturtarak yemek ikram etti. Kendisine bu (farklı) davranıĢının sebebini soranlara ise Ģöyle cevap verdi: Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘İn- İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 85 sanlara mevki, makam ve seviyelerine göre muamele ediniz‟ buyurmuĢtur.”41 Her insana konumuna göre muamele etmek nebevî bir sünnettir. Eğer muhatabımız sıradan birisi ise ona karĢı aĢırı hassasiyet göstermemiz gerekmez. Böylesi birisine anlayacağı, sade bir dille, basit örnek ve cümlelerle dâvetimizi sunmalıyız. Ama muhatabımız halk nezdinde değerli, önemli ve mütemayiz bir Ģahsiyet ise, böylesi birisine karĢı daha dikkatli olmalı, cümle ve örneklerimizi daha itinalı seçmeliyiz. Eğer bu ayırıma dikkat etmezsek, o zaman basit insanlara üst düzey bir konuĢma yapma veya üst düzey insanlara basit bir konuĢma yapma gibi ciddi bir hatanın içerisine düĢeriz ki, bunun sonu dâvetimiz açısından hiç de hayırlı olmaz. Tebliğ götüreceğimiz insanı öncelikle tanımalı, sonrada onu konumuna göre değerlendirmeliyiz. 3) Bıkkınlık Vermekten Sakınılmalı Ġslam dâvetçisinin dikkat etmesi gereken diğer bir husus da budur. Yani insanları bıktırmamak, anlattığı Ģeyleri öz bir Ģekilde ifade etmek, meseleleri fazla dallandırıp budaklandırmamak… Dâvetçi bunlara dikkat edip muhatabını sıkmazsa, muhatabı onunla tekrar bir araya geldiğinde onu dinlemekten imtina etmez, bıkkınlık duymaz; ama buna dikkat etmediğinde, karĢıdaki insan bir daha kendisi ile bir araya geldiğinde hemen oradan kaybolmanın ve en kısa zamanda o mekândan uzaklaĢmanın yollarını arar. ĠĢte bu nedenle dâvetçinin insanları sıkmaktan ve onlara kaldıramayacağı yük yüklemekten uzak durması gerekmektedir. Yine dâvetçi kendisi konuĢurken, karĢısındakinin sıkılma ihtimalini göz önünde bulundurmalı, kalbin derinliklerinden gelen bir dinleme yoksa konuĢmasının faydası olma41 Ebû Dâvûd, Edeb 20. 86 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar yacağını hatırından çıkarmamalıdır. Az ama öz konuĢmalı, sözlerini itina ile seçmeli, kırıcı ve gereksiz tartıĢmalara yol açıcı ifadelerden kaçınmalıdır. Abdullah Ġbn-i Mesud (radıyallâhu Ģembe vaaz verirdi. Bir adam ona: anh) insanlara her per- —KeĢke bize her gün vaaz versen, dedi. Bunun üzerine Ġbn-i Mesud (radıyallâhu anh) Ģöyle dedi: —Sizi usandırma korkusundan dolayı bunu yapmıyorum. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bizi usandırmamak maksadıyla vaaz vermek için uygun zamanlarımızı kolladığı gibi, ben de sizin istekli olduğunuz zamanlan kolluyorum.42 Zikrettiğimiz hususlara dikkat edilmesinin muhatap açısından ne kadar önemli olduğu herhalde izahtan vârestedir. Dâvetçi karĢısındaki insanın yüz hatlarını, hareketlerini hatta mimiklerini bile okuyabilmelidir. Muhatabının sıkılıpsıkılmadığını veya istekli olup-olmadığını çok net bir Ģekilde tespit etmeli ve anlatacaklarını buna göre düzenlemelidir. Eğer muhatabına fayda vermek istiyorsa mutlaka buna dikkat etmelidir. Muhatap sıkılmıĢ ve isteksiz bir hâl içerisine girmiĢse fazla bir Ģeyler anlatmanın bir anlamı yoktur. Unutmayalım ki bir oturumda bildiğimiz her hakikati karĢımızdakine anlatamayız. Bu, mümkün de değildir. Anlatsak bile karĢımızdakinin bunu anlayıp özümsemesi olağan dıĢıdır. Bu nedenle dâvetlerimizin kısa ama sürekli olmasına özen göstermeli, muhataplarımızla belirli aralıklarla periyodik bir Ģekilde görüĢmek için çaba sarf etmeliyiz. 4) Muhatabın Seviyesi Gözetilmeli Muhâtabın anlayıp anlamayacağı hesaba katılmadan, ilk elde hemen her Ģeyi anlatmak da doğru olmaz. Fikrî seviye42 Buhârî, Ţlim, 12. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 87 si hesaba katılmadan, hazmedemeyeceği ağır konuları gündeme getirmek, fayda yerine zarar verebilir. Ġhtilâflı konuları, dinin teferruat sayılabilecek ayrıntılarını tebliğ olarak öne çıkartırsak dini zorlaĢtırmıĢ oluruz. Ġyiliği emretmek, ancak ümmetin, üzerinde ittifak ettiği Ģeylerde olmalıdır. Ümmetin, üzerinde ihtilâf ettiği Ģeyleri tebliğ etmek, kimseye Ģart değildir.43 Ali (radıyallâhu anh)‟ın Ģöyle dediği rivâyet edilir: “İnsanlara, onların anlayabilecekleri şekilde konuşun. Allah ve Resûlü‟nün yalanlanmasını hiç ister misiniz?!”44 Bizler, insanların kavrayamayacakları üst seviyeden meseleler hakkında konuĢursak veya onların anlayamayacakları türden bir dille tebliğ yaparsak, bu durumda ya anlattıklarımızı inkâr ederler ya da bir daha bizi dinlememek için kendi kendilerine karar verirler. Bizler −Ģâyet gerçekten de insan kazanmak istiyorsak− o zaman insanların seviyelerine inmeli ve onların bizleri anlamalarını sağlamalıyız. Bu gün nice insanın Ģikâyetçi olduğu meselelerin baĢında, hocaların üst düzey dil kullanmaları gelmektedir. Bırakın sıradan insanları, yıllar önce Müslüman olmuĢ kiĢiler bile bazı hocaları anlayamamaktadırlar. Mübarekler sanki anlaĢılmamak için konuĢuyorlar! ĠĢte, dâvetçi bu eksikliği görmeli ve insanlara anlayacağı dilden konuĢmalıdır. Eskiler ne de güzel buyurmuĢlar: “Sen ne kadar bilirsen bil, senin bildiğin karĢıdakinin anladığı kadardır” diye… Bu sözü kulağımıza küpe yapmalı ve her daim hatırımızda tutmalıyız ki, bu sayede insanların bizi an- 43 ‚Doktorluğa Soyunmaktır Dâvet ve Tebliğ‛ adlı makaleden iktibas edilmiştir. Bkz. Vuslat Dergisi, sayı: 55. 44 Buhârî, Ţlim, 49. 88 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar layacakları dilden konuĢmalar yapmayı kendimize âdet edinebilelim. 5) Bazı Zamanlar Fırsat Bilinmeli Tebliğci, hakkı tanıtmak için muhataplarının özel zamanlarını da fırsat bilmelidir. Hastalığında ziyaret, yakınlarından birinin ölümü için tâziye, düğününü tebrik, bayram ve benzeri günleri tebliğ için değerlendirmelidir. Sıkıntılı, dertli durumlarında sabır tavsiyesi ve hastalığında ziyaret edip Allah‟tan Ģifa talebi ile birlikte, bu durumların tebliğe kapıların açık olduğu zamanlar olduğunu bilerek, bu fırsatları Allah için değerlendirmelidir.45 6) Güzel Muamelede Bulunulmalı Dâvetçinin dikkat edeceği diğer bir husus da; insanlara hüsn-ü muamelede bulunmasıdır. Ġnsanoğlu yapısı gereği güzel sözden, tatlı dilden, mütebessim yüzden ve yumuĢak davranıĢtan hoĢlanır. Kaba-saba davranıĢlardan, kötü söz ve muamelelerden nefret eder. Bu, insanoğlunun, –hatta tüm hayvanların– fıtratıdır. Hayvanlar bile güzel muameleden hoĢlanır, kötü muameleden nefret ederler. ĠĢte bu hakikatten dolayıdır ki Kur‟an-ı Kerim‟de Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟e Ģöyle buyrulmuĢtur: “Allah'tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi.” (Âl-i İmrân, 159) Rasûlullah‟ın etrafından dağılıp gidecek olanlar kimlerdi? 45 ‚Doktorluğa Soyunmaktır Dâvet ve Tebliğ‛ adlı makaleden iktibas edilmiştir. Bkz. Vuslat Dergisi, sayı: 55. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 89 O‟nun en yakınları, O‟nunla birlikte Uhud‟a katılmıĢ olan sahabîleriydi. Onlar bile kendilerine sert muamele yapıldığında Efendimizi terk edip gideceklerse, sahabe kıvamında olmayan insanların sert yapıldığında kaçmaları çok daha normaldir. Burası gerçekten üzerinde dikkat ve ciddiyetle durulması gereken bir meseledir. Dâvetçi tebliğ yaptığı insanlara son derce müĢfik olmalı ve onları içerisine düĢmüĢ oldukları bataklıktan kurtarma amacı gütmelidir. Tebliğ yaptığı insanın bir uçurumdan aĢağı düĢmek üzere olan birisi olduğunu veya önündeki kocaman çukuru fark edemeyen “kör” bir insan mesabesinde olduğunu hiç aklından çıkarmamalıdır. Bu gün bir insanın uçurumdan düĢeceğini veya bir körün farkına varmadan çukura gireceğini görsek ne yaparız? Ġçimizde azıcık bir merhamet varsa onları kurtarmak için her Ģeyimizi bırakıp yardımlarına koĢmaz mıyız? Ġnsanoğluna az da olsa değer veren birisi bizce hiç tereddüt etmeden o insanlara yardıma koĢar. O halde cehennem çukuruna farkında olmadan giden bu insanları kurtarmaya çalıĢmak, biraz önce örnek verdiğimiz kör adamı kurtarmaya çalıĢmaktan daha öncelikli değil midir? Rabbimiz, tüm insanlara güzel sözler söylemeyi bizlere emir buyurmuĢtur: “(Mümin) kullarıma söyle: (insanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Zira şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.” (İsrâ, 53) Âyette Ģeytanın insanoğluna düĢman olduğu için aralarına fitne sokacağı, bu fitnenin vukua gelmemesi için de in- 90 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar sanların birbirlerine güzel söz söylemeleri gerektiğine dikkat çekilmiĢtir. Eğer insanlara güzel sözlerle dâvamızı anlatmazsak, o zaman Ģeytan araya girecek ve nefisleri kamçılayarak dâvamızın nûrunu söndürmeye çalıĢacaktır. ġeytana fırsat vermemeli ve insanlara güzel muamelede bulunarak dâvamızı en iyi metotlarla anlatmanın çabası içerisinde olmalıyız. Burada yanlıĢ anlaĢılan bir hususa dikkat çekmeden geçemeyeceğiz: Güzel muamele demek “Bir yüzüne tokat vururlarsa, diğer yüzünü de çevir” demek değildir. Ġslam‟da zulmetmek de, zulme uğramak da, zulme rıza göstermek de yoktur. Bu nedenle Müslüman, dâvetini yaparken asla izzetinden taviz vermemelidir. Ġnatçı ve alaycı kâfirlerle karĢılaĢınca veya bilinçli bir Ģekilde Müslümanları aĢağılayan kimselere muhatap olunca, gereken tavizsiz tavrı ve ölçülü sert yaklaĢımı gösterebilmelidir. Rabbimiz Ģöyle buyurur: “(Hakkı aramayan inatçı) Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran…” (Tevbe, 73) Elbette bu ayet kâfir ve munafıklara her yer ve ortamda sert davranılmasını değil, cihad meydanları gibi özel zaman ve mekânlarda sert yapılmasını emir buyurmaktadır. Cihad meydanlarının haricinde onlara kaba davranmak emredilmemiĢtir. Ama dediğimiz gibi, karĢımızdaki insan bilinçli bir Ģekilde Müslümanları aĢağılayan ve küfrünü dâvetçinin yüzüne kusmak için fırsatlar kollayan birisi ise, bu durumda dâvetçi izzetin gerektirdiği Ģekilde tatlı sert olmayı becerebilmeli, ille de bir Ģeyler anlatacağım diye ezilip büzülmemelidir. Unutmamalıyız ki kibirli ve zâlim insanlara karĢı tevazu göstermek, genelde onların kibrini ve zulmünü artırır. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 91 7) Karşı Tarafa Değer Verilmeli Allah Teâlâ, yaratmıĢ olduğu kullarına “insan” olduğu için değer vermiĢtir: “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli/değerli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra, 70) Ġnsanoğluna inanç ve ırkına bakmaksızın sırf “insan” olduğu için değer vermek gerekir. Ġnsanoğlu ne zaman insanlığını terk ederse, o zaman değerini yitirir. Ġnsanlığını kaybetmediği sürece onunla insanî iliĢkilerimizi sürdürmemiz mümkündür. Dâvetçi bu hususu iyi fıkhetmeli ve dâvet ettiği kimselere –onlar insanlıklarını elden bırakmadıkları sürece− değer vermelidir. Ġnsanoğlu yapısı itibarı ile beğenilmekten ve medhedilmekten hoĢlanır; bunu yapan insana karĢı iç dünyasında sempati duyar. Bu bakımdan kibir ve gurura sevk etmemek Ģartıyla dâvetçinin muhatabını övmesi, ona iltifatlarda bulunması ve özel ilgi göstermesi caizdir. Kur‟ân-ı Kerim, Yahudi ve Hıristiyanlara, Allah‟a oğul isnat etmelerine rağmen sırf kitapla alakaları olduğu için “Ey kitap ehli!” ve “Ey İsrailoğulları!” Ģeklinde bir hitapla seslenmiĢtir. Kur‟ân bununla onların kalplerini kazanmayı amaçlamıĢ ve kendilerini Ġslam‟a ısındırmayı hedeflemiĢtir. Kur‟ân onların gerçek vasıflarını ortaya dökerek “Ey melunlar”, “ey tahrifçiler”, “ey peygamber katilleri” diyebilirdi. Ve böyle deseydi yanlıĢ da yapmıĢ olmazdı; ama onları Ġslam‟a ısındırmak ve Kur‟ân‟a bağlamak için “Ey Allah‟a kulluk ya- 92 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar pan ve tevhid kalesinin yılmaz bekçisi olan Yakub‟un çocukları” diye hitap etmeyi tercih etti.46 Bizler de Kur‟ân‟ın bu iĢaretinden ilham alarak sırf muhataplarımızın kalplerini kazanmak için onlara benzeri üsluplarla hitap etmeliyiz. Örneğin karĢımızdaki insan bir Türk ise ona Ģöyle diyebiliriz: “Siz tarih boyunca İslam‟a hizmet etmiş ve şeriat bayrağını göklerde sallandırmış bir topluluksunuz. Şimdi nasıl olur da kokuşmuş Batının kanunlarını kabul eder, onların ardına düşersiniz?” Veya karĢımızdaki insan bir Kürt ise Ģöyle söyleyebiliriz: “Sizler Salahaddin Eyyubîlerin torunlarısınız. Birçok İslam âlimi sizin içinizden çıktı. Dedeleriniz, Kudüs fethetti, birçok savaşta şehadet şerbeti içti. Şimdi nasıl olur da İslam dışı nizamlara, dedelerinizin yok etmek için uğraştığı kanunlara itaat edersiniz?” ĠĢte bu veya buna benzer ifadelerle karĢımızdakini taltif edip onun duygularını okĢayabiliriz. Böylesi ifadelerle ona değer verdiğimizi ispat eder; bu sayede hem onu kendimize ısındırmıĢ, hem de kalbini kazanmıĢ oluruz. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in hayatında da bunun örneklerini görmemiz mümkündür. Mesela O, kâfir devlet baĢkanlarına mektup yazdırdığında, mektupların baĢına “Ey falanca” diye baĢlamamıĢ; aksine “Ey Rumların ulusu!”, “Ey Kıptilerin büyüğü!” Ģeklinde onları taltif eden giriĢler yaparak baĢlamıĢtır. Hatta onların adlarıyla bile hitap etmediği bilinen bir husustur. Buradan hareketle kendimizden büyük olan muhataplarımıza “abi”, “amca”; küçük olan muhataplarımıza da “kar46 Malum oldušu üzere “Ţsrâil”, Yakub (aleyhisselam)’ın dišer bir adıdır. Nitekim Âl-i Ţmrân 93. âyette bu ismi ile anılmıştır. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 93 deş”47 gibi lafızlar kullanabiliriz. Böyle yaptığımızda davamız adına en ufak bir kaybımız olmaz; aksine mahza faydası olur. Dâvetçilerin bu konuya da hassaten dikkat etmeleri gerekmektedir. 8) Tekrar İhmal Edilmemeli Muhataba anlatılan Ģeylerin belirli aralıklarla yeniden hatırlatılması son derce önemlidir. Ġnsan unutkan bir varlıktır. Zaten “insan” kelimesi de, unutma manasına gelen “nisyan” kelimesinden türetilmiĢtir.48 Onun bu özelliğinden dolayı Rabbimiz bazı kıssaları, kimi önemli hükümleri döndürüp döndürüp yeniden anlatmıĢ, farklı üsluplarla tekrar tekrar bizlere hatırlatmıĢtır. Sizce Âdem (aleyhisselam) kıssasının birçok sûrede tekrar edilmesi ve Musa (aleyhisselam)‟ın Firavun ve Ġsrailoğulları‟yla yaĢadığı olayların onlarca sefer söz konusu edilmesi nedendir? ĠĢte bu inceliği güzelce kavramalı ve tekrar metodunun ehemmiyetini kalbimizin derinliklerine kadar idrak ederek muhataplarımıza mutlaka periyodik hatırlatmalarda bulunmalıyız. Önceki sayfalarda da değindiğimiz üzere, yıllarca küfrün zehirini yemiĢ bir kimseye birkaç kez panzehir vererek onun ayılmasını beklemek beyhude olacaktır. Böylesi birisinin kendisine gelip iyileĢmesi için önemli oranda pan47 Bazıları ‚Akidesi bozuk birisine hiç kardeş denilir mi?‛ şeklinde bir itiraz getirebilir. Biz bu itiraza şöyle cevap veririz: Kur’ân-ı Kerim’de dinen kardeş olmadıkları halde, sırf aralarındaki kan bašından dolayı kâfirlerin peygamberlerin kardeşleri oldukları ifade edilmiştir. Örnešin Rabbimiz şöyle buyurur: “Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik…” (Hûd, 50) Bu ifadelerden hareketle −dinî manası niyet edilmeksizin− sırf aramızdaki nesep ve kan bašından dolayı onlara ‚kardeş" diye hitap edebiliriz. Allah en iyisini bilir. 48 Kimi âlimlerimiz ise insan kelimesinin uyum sašlayan, yakınlık kuran anlamına gelen “ünsiyet” kelimesinden türedišini söylemiştir. 94 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar zehir verilmesi gerekmektedir; aksi halde uyanması mümkün değildir. Tebliğ ve dâvette “tekrar metodu” asla ihmal edilmemesi gereken temel ilkelerden birisidir. Bu ihmal edildiğinde beklenen tesir meydana gelmeyecek ve muhatabımızın kazanılması çok zor olacaktır. 9) Hediye Metodu Kullanılmalı Dâvetçinin dikkat etmesi gereken ince meselelerden birisi de, karĢısındakine hediye vermektir. Ali (radıyallahu anh)‟a nispet edilen Ģu söz ne de doğrudur! “ الإنسان عبيد الإحسان/ İnsan, ihsânın kölesidir.” Yine Arapların sürekli söylediği Ģu söz de çok doğrudur. “الإحسان يقطع اللسان/ İhsân, lisânı keser.” KarĢıdaki muhataba Allah için bir Ģeyler hediye etmek, öncelikle onun kalbini yumuĢatacak, sonrasında da kendisini bize ısındıracaktır. “Neler hediye edebiliriz?” Ģeklinde bir soru akla gelebilir. Hemen söyleyelim ki, hediye edeceğimiz ilk Ģey kitap, CD ve tebliğimizi destekleyecek benzer materyaller olmalıdır. Bununla birlikte −eğer biliyorsak− muhatabın hoĢuna gidecek türden güzel eĢyalar, kalem, defter, kıyafet, koku ve benzer Ģeyler de hediye edebiliriz. Hediyenin yanında yemek ikramında bulunmak da muhatapa tesir etmesi açısından önemli bir husustur. Rasûlullah‟ın belirli aralıklarla bu metoda baĢvurduğunu siyer kitapları bizlere anlatmaktadır. Tebliğci bunu unutmamalı, gücü ve imkânı ölçüsünde ikramlarda bulunmalıdır. Bunlardan birisini yapma imkânı yoksa hiç değilse güler yüzünü ve tatlı dilini, “ikrâm” olarak sunmaktan geri durmamalıdır. İnsanları Kazanma Yolları Ġslam dâvetçisinin insanları kazanabilmesi için elinden gelen her Ģeyi yapması, bütün gayret ve cühdünü ortaya koyması gerekmektedir. Dâvetçi, dâvet ettiği her bir insanın kendisini cennete ulaĢtıran bir basamak olduğunu bilmeli, bu nedenle de onları kazanmak için olağan üstü bir çaba sarf etmelidir. Ġnsanları kazanmanın elbette birçok yolu ve metodu vardır. Biz bunlardan bazısını burada zikrederek dâvetçinin gönlünde bir Ģeylerin canlanmasına yardımcı olmaya çalıĢacağız: 1) Kalpleri Kazanmak Dâvetçinin insanları tevhide dâvet etmeden önce onların kalplerini kazanması gerekmektedir. Dâvetçi insanların tamamını kuĢatacak ölçüde geniĢ bir kalbe sahip olmalıdır. Onların rengi, cinsi, ırkı, yapı ve karakterleri dâvetçiye hiç de önemli gelmemeli; tüm bu farklılıklara rağmen onları kuĢatıcı bir bütünlükle kucaklayabilmelidir. Onları tevhide dâvet etmeden önce onların kalplerini kazanmalı, kendi güvenini onlara aĢılamalı, en güzel üsluplarla onlara hitap etmelidir ki, bu sayede daha sonraları anlatacağı Ģeyler hususunda ciddi bir alt yapı hazırlamıĢ olsun. Unutulmamalıdır ki Mekkeli müĢrikler daha Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendilerine gönderilmeden önce O‟nu “Sâdık” ve “Emin”49 vasfıyla nitelendiriyorlardı. Rabbimiz Ģöyle buyurur: 49 “Sâdık” özü sözü došru olan, hep došruyu konuşan; “emin” ise, her şeyiyle güvenilirliši hak etmiş kimse demektir. 96 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar “Ve muhakkak ki sen pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem, 4) “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 128) 2) İyilik ve İhsanda Bulunmak Dâvetçinin insanları kazanabilmesindeki en önemli Ģeylerden birisi de, hiçbir menfaat beklemeden onlara iyilik ve ihsanda bulunmasıdır. Ġnsanlara bir Ģeyler anlatmadan önce onlara iyilik etmek gerekir. Bu, hem onları kazanma konusunda çok ciddi bir kolaylık sağlayacak hem de onlardan gelebilecek eziyetlerin önüne set çekmiĢ olacaktır. Yaptığımız iyilik, dâvamızı kabul etmeseler bile onların ağzını gemleyecek, gördükleri iyiliklerden dolayı bizlere karĢı daha da müĢfik olmalarını sağlayacaktır. Üstte de naklettiğimiz gibi, “الإحسان يقطع اللسان/ İhsân, lisânı keser.” 3) İnsanlara Değer Vermek Ġnsanoğlu kendisine değer veren insanlara meyleden bir yapıda yaratılmıĢtır. Bir insan, karĢısındaki kiĢiye değer veriyor ve ona saygı ile muamele ediyorsa bu mutlaka onda iz bırakır, tesir meydana getirir. Onun kendisine iyi ve güzel davranması, kendisini de ona değer vermeye, güzel davranmaya ve ona hürmet etmeye sevk eder. Önderimiz Muhammed (aleyhisselam) bu ilkeyi hayatında hep tatbik etmiĢ ve insanlara konumlarına göre muamele ederek –özellikle de– saygın kimselere saygınlıklarına yakıĢır bir Ģekilde davranmıĢtır. Allah‟ın Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) genel olarak insanların hepsine hürmet eder ve onlara saygıyla muamelede bulunurdu; ancak eğer muhatabı kavmi içerisinde saygın ve İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 97 Ģerefli ise, o zaman ona olan iltifat ve hürmeti daha fazla olurdu. Rasûlullah‟ın hayatında bunun birçok örneğini bulmak mümkündür. Mesela Sümâme b. Usâl, Ebu Sufyân ve Akra„ b. Hâbis gibi kavmi içerisinde önemli bir konuma sahip olan kimselere yaptığı muameleler bunun en bariz göstergelerindendir. Bir gün ÂiĢe annemize bir dilenci gelmiĢti. Annemiz) ona bir parça ekmek verdi. Sonrasında kılığı kıyafeti düzgün bir baĢka adam geldi. Onu da sofraya oturtarak yemek ikram etti. Kendisine bu (farklı) davranıĢının sebebini soranlara ise Ģöyle cevap verdi: Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), “İnsanlara mevki, makam ve seviyelerine göre muamele ediniz” buyurmuĢtur.50 Evet, insanlara mevkilerine göre muamele etmek gerekir. Bu onları kazanmada çok önemli bir husustur. Onlara, diğer insanlara nazaran farklı muamelede bulunmak iki yüzlülük değildir kesinlikle. Bu, onları kazanabilmek için izlenilen farklı bir metottan baĢka bir Ģey değildir. Bu nedenle bazı insanların meselenin künhünü anlamadan “bu ayırımcılıktır, ikiyüzlü davranmaktır” gibi laflar etmesi, yüzeysellikten baĢka bir Ģeyle izah edilemez. Anlatmaya çalıĢtığımız bu uygulamanın elbette herkesi kapsaması mümkün olmayabilir. Pislik böceği, güzel koku kokladığında ölürmüĢ. Bu nedenle bu durumdan fıtratları bozulmuĢ, iyilik ve hürmetten bir Ģey anlamayan, kaba-saba kimseleri istisna tutmak gerekir. Böylelerine saygı ve hürmetin en âlâsı ile muamele edilse, yine de anlayıp idrak edemezler! Bundan dolayı böylelerinin bizim konumuzla alakası olmadığını bilmek gerekir. Firasetli bir Ġslam 50 Ebû Dâvûd, Edeb 20. 98 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar dâvetçisi bu tür insanları iyi tespit ederek onlara karĢı nasıl muamele edeceğini bilmelidir. 4) İnsanların Dertleri İle Dertlenmek Ġnsanların dertleri ile dertlenmek ve onların sorunları ile ilgilenerek sıkıntılarının giderilmesinde yardımcı olmak, kalpleri kazanmada en etkin yollardan birisidir. Bu aynı zamanda Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in sünnetlerindendir. Zikredeceğimiz Ģu olay bunun en iyi delillerindendir: Raûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında “Berîre” isminde bir hanım vardı. Bu hanım Mugîs denilen bir köle ile evli idi. Muğîs, Berîre‟yi çok sever ve ona karĢı son derce muhabbet duyardı. Buna karĢılık Berîre eĢinden nefret ederdi. Sonraları aralarında meydana gelen bazı sebeplerden dolayı ayrılmak zorunda kaldılar. Hatta bu olay hakkında Ġbn-i Abbas‟ın “Muğîs‟in Berîre‟nin ardından gözyaĢları sakallarını ıslatacak dercede ağlayarak dolaĢtığı hiç de aklımdan çıkmaz!” dediği nakledilmiĢtir. Bu olaya Ģahit olan Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahabîsinin sıkıntısı karĢısında duyarsız kalmamıĢ, onun derdi ile dertlenerek acısını paylaĢmaya çalıĢmıĢtır. Hatta Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in Abbas (radıyallâhu anh)‟a Ģöyle dediği rivâyet edilmiĢtir: “Ey Abbâs! Mugîs‟in Berîre‟ye olan aşırı sevgisine, Berîre‟nin de Mugis‟e olan nefretine hayret etmez misin?” Daha sonra Peygamberimiz aralarındaki sıkıntıyı giderebilme adına Berîre ile konuĢmaya karar vermiĢ ve ona Ģöyle demiĢtir: —Keşke şu Mugîs‟e geri dönsen, olmaz mı? Bunun üzerine Berîre: İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 99 —Ya Rasûlallah! Ona dönmem sizin emriniz midir, demiĢ. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): —Hayır, ben (emretmiyorum) ancak aracılık ediyorum, buyurmuĢtur. Sonra Berîre: —Öyleyse benim o adama ihtiyacım yoktur, diyerek karĢılık vermiĢtir.51 Görüldüğü üzere Allah‟ın Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahabîsini karĢılaĢmıĢ olduğu sıkıntısı ile yüz yüze bırakmamıĢ, aralarını bulabilme adına hemen devreye girmiĢtir. Hadis kitapları gözden geçirildiğinde Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in buna benzer birçok olayı ile karĢılaĢmak mümkündür. O, hiçbir zaman insanları kendi halleri ile baĢ baĢa bırakmamıĢ, aksine hep onların dert ve sorunlarıyla ilgilenerek yanlarında olduğu mesajı vermiĢtir. Ġnsanların kalplerini kazanmak isteyen bir dâvetçinin de bu sünneti kendisine rehber edinerek onların gönüllerini fethetmesi gerekir. 5) İnsanlara Karşı Şefkatli Olmak Ġnsanların kalplerine hükmedebilmenin diğer bir yolu da, onlara karĢı Ģefkatli ve müĢfik olmaktır. Ġnsanlara gerçekten de kendilerini kurtarma çabası içerisinde olduğumuzu hissettirebilmeliyiz. KarĢımızdaki muhatap bizleri dinlediğinde “Bu adam gerçekten de bana karşı iyi duygular besliyor” diyebilmelidir. Derdimiz adamın akidesinin bozukluğunu ispat edip, sonrasında da hüküm cümlesini anlına yapıĢtırmaktan ibaret olmamalı. 51 Bkz. Buhârî, Talak, 16. 100 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar Burada önemli bir hususun altını çizmek istiyoruz ki, bu bazı dâvetçi kardeĢlerimizin gözünden kaçmaktadır: Biz bir insana davamızı tebliğ etmeye karar verdiğimizde, bu, zaten onun akidesinin bozuk olduğunu gösterir. Biz niçin bir insana tebliğ yaparız? Neden bir insanı tevhide dâvet ederiz? Cevabı belli: Akidesi bozuk olduğu için… ĠĢte bu belli olduğu için bunu tekrar adamın yüzüne bildirmeye gerek yoktur. Adam bizim tebliğimizin muhatabı ise zaten akidesi bozuk demektir. Eğer biz iĢe önce onun hükmünün ne olduğunu bildirmekle baĢlarsak, o zaman daha en baĢta yolumuzu tıkamıĢ ve önümüze set çekmiĢ oluruz. Bu nedenle insanlara tebliğ yaparken her Ģeyden önce onlara kendilerini sevdiğimizi, saygı duyduğumuzu, onlara karĢı oldukça Ģefkatli olduğumuzu, onların cehenneme gitmemelerini istediğimizi, cennetlik olmalarını arzuladığımızı, hatalarından vazgeçmelerinin bizleri sevindireceğini hissettirmemiz lazımdır. Onlar bunları hissettiği anda bize karĢı yumuĢayacaklar, anlattığımız Ģeyleri daha dikkatli dinleyeceklerdir. Zaten bizim amacımız da bu değil midir? Bizim amacımız onların bizleri daha sağlıklı bir Ģekilde dinlemelerini temin etmek değil midir? O halde buna azami derecede dikkat etmeli, onlara olan Ģefkat ve merhametimizi kendilerine net bir Ģekilde hissettirmeliyiz. Kur‟ân-ı Kerim‟e baktığımızda da bu hakikati açık bir Ģekilde görmemiz mümkündür. Rabbimiz Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟i bizlere anlatırken Ģöyle buyurmaktadır: “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, si- İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 101 ze çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 128) Yine Rabbimiz Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in kabasaba olması durumunda insanların etrafından dağılıp gideceğini haber veriyor: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et…” (Âl-i İmrân, 159) Bu âyetlerden kendimize bir pay çıkarmalı ve insanlara karĢı kaba, katı, tavizsiz, merhametsiz, Ģefkatsiz olmamalıyız. Aksi halde Kur‟ân‟ın bu emri tecelli edecek ve insanlar –en yakınlarımız bile olsa– etrafımızdan dağılıp gideceklerdir. 6) İnsanların Dünyalıklarına Göz Dikmemek Ġnsanları kazanabilmemizin bir diğer yolu da onların dünyalıklarında gözümüzün olmadığını onlara hissettirebilmektir. Dâvette bulunduğunuz kiĢi eğer her hangi bir menfaatten dolayı ona bir Ģeyler anlattığınızı anlarsa, size asla itibar etmeyecektir. Ama sizin ona bir Ģeyler anlatmanızın ardında Allah‟ın rızasından baĢka bir niyetiniz olmadığını sezerse, o zaman size olan tepkileri daha farklı olacak, söylediklerinizi daha dikkatli dinleyecektir. Bu noktada gelmiĢ-geçmiĢ tüm peygamberlerin ortak bir özelliği Kur‟ân‟da zikredilmiĢtir. Bunu bilmek bizim için yeterli olacaktır. Rabbimiz Ģöyle buyurmaktadır: “Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. Bana Müslümanlardan olmam emredildi.” (Yunus, 72) 102 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar “Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir...” (Hûd, 29) “Ey kavmim! Peygamberliğimi tebliğe karşı sizden bir mükâfat istemiyorum. Benim mükâfatım, ancak beni yaratana aittir. Hâlâ akletmeyecek misiniz? (Hûd, 51) “Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve: ‘Ey kavmim! Uyun bu elçilere. Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen ve hidâyet üzere olan şu kimselere’ dedi.” (Yasin, 20, 21) Kur‟ân‟da buna dair daha onlarca âyet vardır. Bu âyetlerin hepsi peygamberlerin insanlardan bir Ģeyler beklemediğini, onların tek amaç ve gayesinin yalnızca Allah‟ın rızası olduğunu ve bu davayı anlatırken herhangi bir menfaat gözetmediklerini açıkça vurgulamaktadır. ĠĢte bu noktadan hareketle biz peygamber yolunun yolcularının da, aynı esasa dikkat etmesi ve insanlara bir Ģeyler anlatırken asla bir menfaatimizin olmadığını, onların dünyalıkları ile herhangi bir alakamızın bulunmadığını hissettirmesi, hatta bildirmesi gerekmektedir. Sünnete baktığımızda da bu hakikatin güzel bir biçimde vurgulandığını görürüz. Sehl b. Sa„d es-Sâidî (radıyallahu anh)‟den Ģöyle rivâyet edilmiĢtir: Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟e bir adam geldi ve: —Yâ Rasûlallah! Bana, yaptığım zaman hem Allah‟ın hem de insanların beni seveceği bir iĢ söyle, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 103 —Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, Allah seni sevsin; insanların elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin” buyurdu.52 Efendimiz ne de güzel bir tespit yapmıĢ! Ġnsanların elinde olan mallardan, paradan, eĢyadan, dünyalıklardan… yüz çevir ki, insanlar seni sevsin! Bu ne güzel, ne doğru bir tespit! Allah Efendimize salât ve selam etsin, insanların hastalıklarını ne de güzel analiz etmiĢ! Ġnsanların ellerindekine aldırıĢ etme, onlara gönül bağlama, insanlar seni sevsin! Dâvetçi bu âyet ve hadisleri kendisine rehber edinerek insanlardan bir Ģeyler beklememeli. Hem, insanlardan bir Ģeyler bekleyerek onlara anlatım yapmak ihlâsımızı bozmaz mı? Hani Allah rızası için anlatıyor, O‟nun hoĢnutluğu için tebliğ yapıyorduk? Bu, inancımıza ters değil mi? Bunu iyi düĢünmeli ve insanlara bir Ģeyler anlatırken niyetimizi çok iyi kontrol etmeliyiz. Ġzah etmeye çalıĢtığımız bu maddeler insanların kalbini kazanmada etkili olabilecek hususlardan bazılarıdır. Dâvetçi bunlara ve bunların haricinde kalpleri kazanmaya sevk eden diğer Ģeylere dikkat etmeli ve bunları uygulamaya özen göstermelidir. Aksi halde insanları önce kendisinden sonra da davasından soğutur ki, Allah adına böylesi bir Ģeyi yapmak gerçekten de ciddi bir mesuliyet gerektirir. Allah bu hususta hepimizi muvaffak kılsın. (Allahumme âmin) 52 Ţbn-i Mâce, Zühd, 1. Dâvetçiyi Başarısızlığa Götüren Faktörler 1. Ġhlâssızlık, samimiyetsizlik.53 2. Allah düĢmanlarından aĢırı Ģekilde korkmak.54 3. Ölümden korkmak ve onun için hazırlıklı olmamak. Dâvete destek vermesi umulan kimselerin gevĢeklik göstermesi. 4. Müslümanların zaafından dolayı dünyaya karamsarlıkla bakmak. 5. 6. Dünyalıklara fazla gönül bağlamak. 7. Para kazanma hırsı. 8. Kibir, ucub, haset vb. nefsanî hastalıklara kapılmak. Dâvetçinin kendisini yetersiz görmesi ve hakikati olmayan korkulara kapılması gibi bazı aldatıcı etkenlerin varlığı. 9. 10. Nasıl dâvet yapılacağına dair ciddi bir eğitimsizlik. 11. Allah‟ın hükmünü yeryüzüne yeniden hâkim kılma, Ġslam Ümmeti‟nin kaybolmuĢ izzetini tekrar iade etme, sa53 Bir dâvetin başarılı olabilmesindeki en önemli faktör belki de “ihlâs” ve “samimiyet”tir. Bu olmadan dâvetin başarılı olması söz konusu olamaz. Elbette dišer etkenlerin de başarı için payı varsa da, ihlâssılık oldušu sürede ne kadar yan etken olursa olsun Allah’ın yardımı gelmeyecektir. Allah’ın yardımı gelmeyince de, başarısızlık muhakkaktır. 54 Bu konuda Rabbimizin şu âyetini hatırdan çıkarmamak gerekir: “İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer müminlerseniz, Benden korkun.” (Al-i Ţmran, 175) İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 105 hih Ġslam akidesini yayma ve insanların hidâyetini arzulama gibi ana hedeflerin yok olması. 12. YaĢanan dönemin, vâkıanın ve dâvetin ulaĢtırılaca- ğı toplumun hakkıyla bilinip, tanınmaması. 13. Ġslamî grupların amelî anlamda birbiri ile olan ihti- lafları.55 14. Bilgi yetersizliği ve güncel meselelerin halline dair ciddi bir ilmî birikimin olmayıĢı. 15. Dalalet ehli insanlarla uzun uzadıya mücadele et- mek ve onlarla sürekli cedelleĢmek.56 16. Dâvetin aĢamalarında maslahat-mefsedet ayırımı yapamamak. 17. Allah yolunda baĢa gelen bela ve musibetlere sabır gösterememek. 18. “Nehyi ani‟l-münker/kötülükten men etme” prensibini alıĢkanlık haline getirmemek.57 19. Dâvette tedricilik ilkesini ihlal etmek. 20. Dâvetçinin azığı mesabesinde olan “sâlih” insanlarla arkadaĢlık etmeyi terk etmek. 55 Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurur: “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46) 56 Ki böylesi bir tutum dâvetçinin gücünü, himmetini ve gayretini azaltabilir. Hatta böylesi bir tavır dâvetçinin önemli olan birçok meseleden habersiz kalmasına neden olabilir. 57 Ţnsan bu prensibi hayatında alışkanlık haline getiremediši zaman etrafında vuku bulan kötülüklere kendisini kaptırabilir veya karşı çıkmaya cesaret edemediši kötülük yanında işlene işlene artık o kötülüšün olašan bir şeymiş gibi bir hal alması söz konusu olabilir. 106 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar 21. Dâvada tecrübesi olan insanlarla istiĢare etmeyi terk etmek. 22. Allah‟ın mümin kullarına kesinlikle yardım edece- ğine dair verdiği vaad hususunda inancın zayıflaması.58 23. Erken netice alma sevdası. 24. Yapılan hataları görememek veya yapılan hataları kabul etmemek. 25. Günah iĢlemek, küçük günahlara fazla aldırıĢ et- memek.59 26. Ġbadetlere, takvayı aĢılayacak amellere ve sabahakĢam zikirlerine fazla önem vermemek. 27. Müminin silahı olan duayı terk etmek veya bu ko- nuda gevĢeklik göstermek. 28. Dâvetçinin psikolojisinin zayıflaması.60 29. Dâvette plan ve projesiz hareket etmek veya düzen- siz çalıĢmak. 30. AĢırı hamaset sahibi olmak; fazla heyecana kapıl- mak. 58 Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurur: “Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mümin, 51) 59 Küçük günahlar insanları zamanla daha büyük günahları rahatlıkla işlemeye sevk edebilir. Bu nedenle dâvetçi küçük günahları asla basite almamalıdır. Şairin de dediši gibi küçük şeyleri basite almamak gerekir; zira koca koca dašlar küçücük taşlardan meydana gelir! 60 Böylesi bir durumda dâvetçi en ufak şeylerden bile etkilenir hale gelir. Rasûlullah ve Ashabinin Dâvetine Dair Bazı Örnekler 1) Peygamberimiz’in Adiy b. Hatim’i İslâm’a Dâvet Etmesi Adiy b. Hatim (radıyallâhu anh) Ģöyle anlatır: “Kulağıma Rasûlullah‟ın peygamber olarak gönderildiği haberi geldiğinde Ģiddetli bir Ģekilde bu haberden rahatsız oldum. Çıktım, Rum diyarının bir bölgesine gittim (bir rivâyete göre Kayser‟e vardım). Buraya varıĢım da, en azından Rasûlullah‟ın peygamber olarak gönderilmesinden duyduğum hoĢnutsuzluktan daha hoĢnutsuz geldi bana. Kendi kendime “Vallahi keĢke o kiĢinin yanına varsaydım. Eğer yalancı ise bana bir zarar veremezdi. Eğer doğru ise bunu bilmiĢ olurdum” dedim. Böylece Rasûlullah‟ın yanına gitme kararı aldım. Yanına vardığımda halk: “Adiy b. Hatim! Adiy b. Hatim!” diye bağırdı. Rasûlullah‟ın yanına gittim. Bana: —Ey Hatim‟in oğlu Adiy! Müslüman ol, selamet bul, sözünü üç defa tekrarladı. Ben de: —Ben bildiğimin üzerindeyim (dinime bağlıyım), dedim. Rasûl-i Ekrem: — Ben senin dinini senden daha iyi bilirim, dedi. Ben de: —Sen dinimi benden daha mı iyi biliyorsun, deyince, Rasûl-i Ekrem: 108 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar — Evet, dedi ve ekledi: —Sen Hıristiyanlık ile Sabiîlik arasında bulunan “Rekusiye” dininden değil misin? Buna rağmen kavminin ganimetinin dörtte birini de yiyorsun. Ben de cevap olarak: —Evet, dediğin gibiyim, dedim. Rasûl-i Ekrem devam etti: —Senin dinine göre bu sana helal değildir! Rasûl-i Ekrem durmadan bana bende olanları söylüyor, ben de ona tevazu gösteriyordum. Sonunda bana: —Dikkat et! Kesinlikle ben seni Müslümanlıktan alıkoyanı biliyorum. Sen düĢünüyorsun ki halkın zayıfları, kuvvetsizleri Muhammed‟e tâbi olmuĢlar, Araplar onu terk etmiĢler! Sen “el-Hira”yı (Kûfe‟nin yakınında bir yerdi ve Kisra‟nın da merkeziydi) biliyor musun, dedi. Ben de cevap olarak: —Görmedim, fakat iĢittim, dedim. Rasûl-i Ekrem: —Nefsimi elinde tutan Allah‟a yemin ederim ki bu iĢ tamamlanacaktır. Öyle ki kadın tek baĢına el-Hira‟dan çıkıp hiç kimsenin koruması söz konusu olmadan gelip Kâbe‟yi tavaf edecektir. Allah‟a yemin ederim, Kisra b. Hürmüz‟ün hazineleri Müslümanlarca fethedilecektir, dedi. Adiy diyor ki: —Ben sordum: Hürmüz‟ün oğlu Kisra mı? Rasûl-i Ekrem: —Evet, Hürmüz‟ün oğlu Kisra, buyurdu ve devam etti: —Allah‟a yemin ederim ki mal o kadar çok olacaktır ki, hiç kimse artık mal kabul etmeyecektir. Adiy bin Hatim devamla Ģöyle anlatır: İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 109 “Allah Rasûlü‟nün akıncıları geldi. Ben de o zaman “Akreb” denilen bir yerde bulunuyordum. Esir edilenler arasında halam da vardı. BaĢka insanlar da esir edilerek götürülmüĢtü. Esirler Allah Rasûlü‟ne geldiklerinde peygamberin teftiĢi için saf haline dizildiler. Aralarında bulunan halam, Rasûl-i Ekrem‟e hitaben: —Ey Allah‟ın Rasûlü! Yardımcı uzaktır, çocuk yoktur. Bense yaĢlı bir kadınım. Herhangi bir hizmette bulunamam. Allah seni bağıĢlasın, beni bağıĢla, dedi. Rasûl-i Ekrem: —Yardımcın kimdir, dedi. Halam: —Hatim‟in oğlu Adiy‟dir, dedi. Rasûl-i Ekrem: —Allah ve Rasûlü‟nden kaçan Adiy mi, diye sorunca halam, Rasûlullah‟a hitaben: —−Beni bağıĢla, dedi. Rasûl-i Ekrem halamı geçtikten sonra peygamberin yanında bulunan bir kiĢi –zannedersem Ali idi– halama: —Rasûl-i Ekrem‟den bir binek iste, dedi. Halam da Rasûl-i Ekrem‟den bir binek istedi ve Rasûlullah da ona bir binek verilmesini emretti. Adiy diyor ki: Halam bana gelerek: —Babanın yapmadığı bir iĢi sen yaptın. Haydi, Rasûlullah‟a ya isteyerek veya korkarak git! Falan adam Rasûlullah‟a geldi, O‟ndan iyilik gördü, falan adam geldi O‟ndan iyilik gördü, dedi. Adiy diyor ki: “Rasûlullah‟a vardım, baktım yanında bir kadınla birkaç (veya bir çocuk) bulunuyordu. Anladım ki o ne Kisra‟dır, ne de Kayser‟dir. Rasûl-i Ekrem: —Ey Hatim‟in oğlu Adiy! Seni kaçıran nedir? „Lâ ilahe illallah‟ demek mi seni kaçırttı? Acaba Allah‟tan baĢka 110 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar mabud var mıdır? Seni kaçıran nedir? „Allâhu Ekber‟ demek mi seni kaçırttı? Acaba Allah‟tan daha yüce bir Ģey var mıdır, dedi. Adiy diyor ki: “Ben Müslüman oldum, baktım ki Rasûl-i Ekrem‟in yüzü güldü ve: „Allah‟ın gazabına uğrayanlar Yahudiler, sapıtanlar ise Hıristiyanlardır‟ dedi.” 2) Peygamberimiz’in Ebu Kuhâfe’yi İslâm’a Dâvet Etmesi Fetih günü Rasûl-i Ekrem, Ebu Kuhafe‟ye “Müslüman ol, kurtul!” dedi. Rasûl-ü Ekrem Mekke‟ye girdiğinde, oradaki problemleri hallettikten sonra mescitde oturdu. Ebu Bekir (radıyallahu anh), babası Ebu Kuhafe‟yi Rasûl-i Ekrem‟e getirdi. Peygamberimiz, Ebu Kuhafe‟yi görünce: —Ey Ebu Bekir! Niçin ihtiyarı bırakmadın, ben onun yanına giderdim, dedi. Ebubekir (radıyallahu anh): —Ey Allah‟ın Rasûlü! Onun senin yanına gelmesi, Senin onun yanına gitmenden daha müstahaktır, dedi. Rasûl-i Ekrem Ebu Kuhafe‟yi önünde oturttu ve mübarek elini Ebu Kuhafe‟nin kalbi üzerine koyarak Ģöyle buyurdu: —Ey Ebu Kuhafe! Müslüman ol, kurtul! Ebu Kuhafe Müslüman oldu ve hak Ģehadeti getirdi… 3) Peygamberimiz’in İmran’ın Babası Husayn’ı İslâm’a Dâvet Etmesi KureyĢliler çok tazim ettikleri, büyük bir kimse saydıkları Husayn‟a geldiler ve: —Bizim için Ģu kiĢi ile (Rasûl-ü Ekrem‟i kastediyorlar) konuĢ. Zira bu kiĢi bizim mabudlarımıza sövüyor, dediler. İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 111 Böylece KureyĢliler, Husayn ile beraber geldiler. Rasûlullah‟ın kapısına yakın bir yerde oturdular. Rasûl-ü Ekrem, içeri giren Husayn için: —Bu zata yer açınız, dedi. Husayn ve arkadaĢları kalabalıktı. Husayn Rasûl-ü Ekrem‟e hitaben: —Senden kulağımıza gelen bu iĢ nedir? Sen bizim mabudlarımıza küfrediyorsun. Onları daima kötülükle anıyorsun. Hâlbuki senin baban akıllı ve atalarının dinine ve inançlarına saygılıydı. Hayırlı bir insandı, dedi. Rasûl-ü Ekrem: —Ey Husayn! Benim babam da senin baban da ateĢtedir. Ey Husayn! Sen kaç mabuda tapmaktasın, buyurdu. Husayn, Rasûl-ü Ekrem‟e: —Yeryüzünde yedi, gökte de bir olmak üzere (sekiz mabuda tapıyorum), dedi. Rasûl-ü Ekrem: —Sana bir zarar dokunduğunda kime dua ediyorsun, diye sordu. Husayn: —Gökteki mabuda dua ediyorum, diye cevap verdi. Rasûl-ü Ekrem: —Malın helâk olduğu zaman kime dua ediyorsun, dedi. Husayn yine: —Gökteki mabuda dua ediyorum, dedi. Rasûl-ü Ekrem: —Gökteki mabud tek baĢına sana icabet ediyor, yardımda bulunuyor ve sen yerdeki bâtıl mabutları O‟na ortak koĢuyorsun. Acaba Ģükür hususunda sen gökteki mabudu razı ettin mi veya seni mağlup etmesinden korkmuyor musun, dedi. Husayn: —Bunların ikisini de yapmamıĢtır, dedi ve ilave etti: “Biliyordum ki ben Muhammed gibisiyle konuĢamam” Rasûl-ü Ekrem: 112 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar —Ey Husayn! Müslüman ol, selamet bulasın, dedi. Husayn: —Benim kavmim ve aĢiretim vardır. Onlara ne diyeceğim, diye sordu. Rasûl-ü Ekrem: —De ki: Ey Allah‟ım! ĠĢimin en doğrusu için Senden hidâyet isterim. Bana fayda verecek ilmimi artır! Husayn, Rasûlullah‟ın bu duasını okudu ve Müslüman olduktan sonra Rasûlullah‟ın huzurundan ayrıldı. Husayn, Müslüman olunca oğlu Ġmran, babasının baĢını, ellerini ve ayaklarını öptü. Rasûl-ü Ekrem bu manzarayı görünce ağladı ve Ģöyle buyurdu: “İmran‟ın yaptıklarına ağlıyorum. Husayn içeri girdiğinde kâfirdi. İmran ona ayağa kalkmadı. Onun tarafına bakmadı bile! Fakat Müslüman olunca babalık hakkını yerine getirdi. İşte bundan dolayı kalbime rikkat ve şefkat geldi.” Husayn, Rasûlullah‟ın huzurundan ayrılmak istediğinde Rasûl-ü Ekrem arkadaĢlarına: “Kalkın, onu evine kadar götürün!” dedi. Husayn kapıdan çıktığında KureyĢliler onu gördüler, “Bu Müslüman olmuĢ!” dediler ve herkes bir tarafa dağılıp gitti… 4) Peygamberimiz’in Tufeyl b. Amr’ı İslam’a Dâvet Etmesi Tufeyl b. Amr, Peygamberliğin 11. yılında Mekke‟ye geldi. Mekkeliler O‟nu karĢılayarak Peygamber‟e karĢı uyardılar. O da Mescid-i Haram‟a girmeden önce Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟den bir Ģeyler duymamak için kulaklarını tıkadı. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kâbe‟de durmuĢ namaz kılıyordu. Tufeyl b. Amr‟ın kulağına Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in okuduğu âyetlerden bir Ģeyler ulaĢtı. Duyduğu Ģeyler hoĢuna gitmiĢti. Sonra kendi kendine: “Ben seçkin bir Ģairim, iyiyi-kötüyü birbirinden ayırt edebi- İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 113 lecek bir durumdayım. Niye bu adamı dinleyip de, eğer iyi söylüyorsa kabul, kötü söylüyorsa reddetmiyorum” dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) dönüp evine giderken O da O‟nu takip edip evine girdi. Hikâyesini anlatıp, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟den kendisine Ġslam‟ı anlatmasını istedi. O da kendisine Ġslam‟ı anlatıp bazı Kur‟an âyetlerini okudu. Bunun üzerine Tufeyl Ģöyle dedi: “Allah‟a Yemin ederim ki, ben ne bundan daha güzel bir söz iĢittim, ne de bundan daha adaletli bir iĢ duydum; iĢte Müslüman oldum!” Tufeyl (radıyallâhu anh) sonra Ģehadet kelimesini söyleyerek Ġslam‟ını gerçekleĢtirdi… 5) Peygamberimiz’in Zu’l-Cevşen ed-Dababî’yi İslâm’a Dâvet Etmesi Zu‟l-CevĢen Ģöyle anlatır: Rasûl-i Ekrem, Bedir savaĢından geldikten sonra ona “el-Karha” isimli kısrağın yavrusu olan bir at getirdim ve dedim ki: —Sana Karha‟nın yavrusunu getirdim ki onu binek edinesin. Rasûl-i Ekrem: —Ona ihtiyacım yok! Eğer Bedir zırhlarından en seçkinini onunla değiĢtirmemi istiyorsan bunu yaparım, dedi. Dedim ki: —Bugün onu herhangi bir silahla veya herhangi bir güzel atla değiĢtirmek istemiyorum. Rasûl-i Ekrem: —O halde ona ihtiyacım yok, dedi ve sonra: —Ey Zü‟l-CevĢen! Niçin Müslüman olmuyorsun? Bu iĢin ilk ehlinden olursun, buyurdu. Ben: —Hayır, Müslüman olmam, dedim. Rasûl-i Ekrem: —Niçin, diye sorunca dedim ki: 114 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar —Kavmini gördüm, hepsi senin aleyhindedir. Rasûl-i Ekrem: —Onların Bedir‟de uğradıkları Ģeyler senin kulağına nasıl geldi, diye sordu. Dedim ki: —Bu benim kulağıma geldi. Rasûl-i Ekrem: —O halde biz sana açıklıyoruz, dedi. Ben: —Eğer sen Kâbe‟ye galip gelir, orayı mesken edinirsen o zaman ben de gelirim, dedim. Rasûl-i Ekrem: —YaĢarsan onu görürsün, dedi ve sonra: “Ey Bilal! Bu kiĢinin heybesini al, hurmadan ona da ver!” dedi. Ben Rasûlullah‟ın huzurundan ayrılırken arkadaĢlarına: “Ġyi bilin ki bu kiĢi, Beni Amir süvarilerinin en iyisidir” dedi. Zu‟l-CevĢen sözlerine Ģöyle devam eder: “Allah‟a yemin olsun ki ben “el-Ğur” denilen yerde aile efradımın yanında iken bir süvari geldi. “Halk ne yaptı?” diye sorduğumda dedi ki: “Muhammed Kâbe‟ye galip geldi ve Kâbe‟yi aldı.” Kendi kendime: “Annem matemimi tutsun! Eğer o gün Müslüman olsaydım ve Rasûlullah‟tan “el-Hirea”yı isteseydim Rasûl-i Ekrem bana orayı verirdi” dedim… 6) Çocuklarının Amr b. Cemuh’u İslam’a Dâvet Etmeleri Amr b. Cemûh Câhiliyye‟de Yesrîb‟in ileri gelenlerinden, Seleme oğullarının efendilerinden, Medine cömertlerinden ve karakter sahibi kiĢilerden birisi idi. Câhiliyye devrinde soylu kiĢilerin, evlerinde put bulundurma âdeti vardı. Bunu, her sabah ve akĢam o puttan uğur İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 115 dilemek, törenlerde kurban kesmek ve felâket anlarında ona sığınmak için yaparlardı. Amr‟ın putunun adı “Menât” idi. Onu iyi bir ağaçtan yapmıĢtı. Ona saygıda hiç kusur etmezdi. Ona en güzel kokuları sürmeyi de ihmal etmezdi. Ġman ıĢıkları, Ġslâm‟ın ilk dâvetçisi Mus‟ab b. Umeyr‟in aracılığıyla, tek tek Yesrib‟in evlerini kaplamaya baĢladığında, Amr b. Cemûh altmıĢ yaĢını geçmiĢti. Mus‟ab vasıtasıyla, Amr‟ın oğullan Muavvez, Muaz, Hallâd ve Muaz b. Cebel adındaki arkadaĢları imana gelmiĢti. Oğullarıyla birlikte anneleri Hind de iman etmiĢti. Amr ise, onların iman ettiklerinden habersizdi. Amr‟ın karısı Hind, Yesrib‟te Ġslâm'ın yayıldığını, soylu kiĢiler arasında sadece kocasının ve onunla birlikte birkaç kiĢinin müĢrik olarak kaldığını gördü. Hâlbuki o, kocasını sevip sayıyor ve onun kâfir olarak ölüp cehennem‟e gitmesinden korkuyordu. Bu arada Amr da, çocuklarının atalarının dininden dönmelerinden, az zamanda birçok kiĢiyi dininden çevirip Muhammed‟in dinine sokmayı baĢaran Ģu dâvetçi Mus‟ab b. Umeyr‟e inanmalarından korkuyordu. Karısına dedi ki: —Ey Hind! Çocukları sakın bu adamla (Mus‟ab b. Umeyr‟le) görüĢtürme! Hind: —Olur, ama bu adamın anlattığı Ģeyleri oğlun Muâz‟dan duymak istemez misin, dedi. Amr: —Vay be! Haberim yokken, Muaz da mı dininden çıktı, dedi. 116 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar Kadın, ihtiyardan korkup: —Hayır, ama bu dâvetçinin bazı toplantılarında bulunmuĢ ve söylediklerinden bazılarını bellemiĢ, dedi. Amr: —Onu benim yanıma çağır, dedi. Çocuk karĢısına geldiğinde: —Bu adamın söylediklerinden biraz anlat, dedi. Çocuk: —Rahman ve Rahîm olan Allah‟ın adıyla… Hamd âlemlerin Rabbi, merhametli olan merhamet eden ve Din Günü‟nün sahibi olan Allah‟a mahsustur. (Allah‟ım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriĢtir, dedi. Amr: —Bu söz ne kadar Ģahane, ne güzel! Bütün sözleri böyle mi, dedi. Muâz: —Hepsi de birbirinden güzel, babacığım! Sen de ona biat eder misin? Halkın tamamı ona biat etti, dedi. Ġhtiyar biraz sustuktan sonra Ģöyle dedi: —Menat‟a danıĢmadıkça bir Ģey yapmam. O ne derse öyle yapacağım. Genç de ona: —Babacığım! Menât konuĢamaz ki! Onun dili ve aklı yoktur. O sadece bir ağaç, dedi. Ġhtiyar hiddetle: —Sana söyledim, ona danıĢmadan hiçbir Ģeyden vazgeçmem, dedi. Kalkıp Menât‟ın yanına geldi. Onunla konuĢmak istedikleri zaman arkasına ihtiyar bir kadın geçer, sözde putun aklına getirdiklerini onun adına cevaplandırırdı. Uzun boyuyla putun huzurunda durup sağlam ayağına dayandı. Çünkü öbür ayağı tamamen topaldı. Ona güzel övgülerde bulundu ve dedi ki: İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 117 “Ey Menât! ġüphesiz, Mekke‟den gelen bu dâvetçinin senden baĢka hiç kimseye kötülük etmek istemediğini ve sadece bizi sana ibadetten alıkoymak için geldiğini öğrenmiĢsindir... Ben dinlediğim bazı güzel sözlerine rağmen seninle görüĢmeden ona biat etmek istemedim. Bana yol göster.” Menât ona hiç cevap vermedi. Amr: “Galiba sen kızgınsın. Ama seni kızdıracak bir Ģey yapmadım ki? Zararı yok, öfken yatıĢıncaya kadar, seni birkaç gün rahat bırakacağım” dedi. Amr b. Cemûh‟un çocukları, babalarının, putu olan Menât‟ı ne kadar sevdiğini ve zamanla nasıl onun bir parçası haline geldiğini biliyorlardı. Put sevgisini onun içinden atabileceklerinin de farkındaydılar. Böyle bir Ģeyi gerçekleĢtirirlerse, bu onun iman etmesi demekti. Geceleyin, Amr b. Cemûh‟un oğulları, arkadaĢları Muaz b. Cebel‟le birlikte putu yerinden aldılar. Selemeoğullarının helâ çukurlarından birine götürüp attılar. Hiç kimseye görünmeden geri evlerine döndüler. Sabah olunca Amr, saygıda bulunmak için sessizce putuna gitti. Fakat onu bulamayıp dedi ki: —Yazıklar olsun size! Bu gece tanrımızı kim çaldı? Kimse cevap vermedi. Bağıra bağıra ve tehditler savurarak, evin içinde ve dıĢında putu aramaya baĢladı. En sonunda onu, çukurun içinde baĢ aĢağı gelmiĢ olarak buldu. Onu temizleyip, güzel kokular sürdü ve eski yerine koydu. Ona Ģöyle dedi: —Eğer bunu yapanı bilseydim, onu periĢan ederdim! Ertesi gece gençler yine Menât‟ı çalıp, aynen bir gün ön- 118 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar ceki gibi yaptılar. Sabah olunca, ihtiyar yine onu aradı ve pisliklere bulaĢmıĢ olarak buldu. Alıp temizledi, güzel kokular sürdü ve yerine koydu. Gençler her gün böyle yapıyorlardı. Amr‟ın sabrı taĢıp, yatmadan önce puta gitti ve kılıcını onun boynuna taktı. Dedi ki: —Ey Menât! Bunları sana kimin yaptığını bilmiyorum. Eğer sende hayır varsa, iĢte kılıç. Kötülüğü kendinden koru. Daha sonra yatağına girdi. Gençler ihtiyarın derin uykuya daldığını anlayınca, puta koĢup boynundan kılıcı aldılar. Evin dıĢına götürdüler ve iple ölü bir köpeğe bağladılar. Ġkisini Seleme oğullarının lâğımlarının akıp toplandığı kuyuya attılar. Ġhtiyar uyanıp putu bulamayınca, baĢladı aramaya. Yine kuyuda yüz üstü gelmiĢ ölü bir köpeğe bağlı ve boynundan kılıç alınmıĢ bir vaziyette buldu. Bu defa, onu çukurdan çıkarmadı. Orada bıraktı ve Ģöyle dedi: —Vallahi, sen ilah olsaydın, bir kuyunun ortasında köpeğe bağlı olmazdın. Ve çok geçmedi, Allah‟ın dinine girdi… Amr, müĢrik olarak geçirdiği her dakika için büyük piĢmanlık duyarak imanın tadına vardı. Her Ģeyiyle yeni dine sarıldı. Canını, malını ve çocuğunu, Allah ve Rasûlu‟nün hizmetine verdi. Bir müddet sonra, Uhud savaĢı oldu. Amr, üç oğlunun Allah‟ın düĢmanlarıyla karĢılaĢmak için hazırlandıklarını gördü. Onlar aslanlar gibi gidip gelip duruyorlardı. ġehitlik mertebesine kavuĢmak ve Allah‟ın rızasını kazanmak arzusuyla yerinde duramıyorlardı. Bu durum onu da heyecana getirdi. Onlarla birlikte Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 119 sancağı altında cihada gitmeye karar verdi. Fakat gençler, babalarını verdiği karardan vazgeçirmek için anlaĢtılar... O çok yaĢlıydı, ayrıca tamamen topaldı. Azîz ve Celîl olan Allah onu özürlü saymıĢtı. Oğulları dedi ki: —ġüphesiz Allah seni özürlü saymıĢtır. Niye Allah‟ın senden istediğini kendine yüklüyorsun? Ġhtiyar onların bu konuĢmasına çok öfkelendi. ġikâyet etmek üzere Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟e gitti ve Ģöyle dedi: —Ey Allah‟ın Rasûlu! ġu benim oğullarım, topal olduğumu bahane ederek, beni bu hayırlı iĢten alıkoymak istiyorlar. Vallahi, ben bu topallığımla cennete gitmek istiyorum. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) oğullarına: —Ona engel olmayın. Herhalde Allah ona Ģehitlik verecek, dedi. Çocuklar Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in emrine boyun eğerek, ona engel olmaktan vazgeçtiler. Ordunun hareket vakti yaklaĢınca, Amr karısına bir daha hiç dönmeyecek kiĢi gibi veda etti... Kıbleye yönelip, ellerini semaya kaldırdı ve Ģöyle dua etti: —Allah‟ım! Bana Ģehitlik ver. Beni, Ģehitliği kaybetmiĢ olarak ailemin yanına döndürme. Üç oğlu ve Selemeoğullarından kalabalık bir toplulukla yola koyuldu. SavaĢ kızıĢıp, herkes Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in yanından ayrılınca, Amr‟ın en önde gittiği ve sağlam ayağı- 120 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar nın üzerinde zıpladığı görüldü. Bu arada Ģöyle dediği de iĢitiliyordu: —Ben cenneti istiyorum, ben cenneti istiyorum... Oğlu Hallâd da arkasındaydı. Ġhtiyar ve onun genç oğlu, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟i korumak için dövüĢüyorlardı. Sonunda, birkaç dakika arayla her ikisi de Ģehit oldular. SavaĢ bitince, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), gömmek için Uhud Ģehitlerinin yanına gitti. Ashabına dedi ki: “Ben onların Ģahidi olacağım.” Sonra da Ģöyle buyurdu: “Allah yolunda yaralanan bir Müslüman, Kıyamet günü mutlaka kanı akarak gelir. Kanının rengi safran rengi gibidir. Kokusu da misk kokusu gibidir.” Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayrıca buyurmuĢtur ki: “Amr b. Cemüh‟u, Abdullah b. Amr‟la birlikte gömünüz. Onlar, dünyada birbirlerini seven iki samimi dost idiler.” Allah, Amr b. Cemûh ve Uhud‟da Ģehîd düĢen arkadaĢlarından hoĢnut olsun. Nur içinde yatsınlar… 7) Musab b. Umeyr’in Useyd b. Hudayr’ı İslam’a Dâvet Etmesi Mekkeli genç Mus‟ab b. Umeyr, Ġslâm tarihinin tanıdığı ilk dâvet heyeti içinde Yesrîb‟e gelmiĢti. O, Hazreç eĢrafından Es‟ad b. Zurâre‟ye misafir olmuĢtu. Orada kalıp dâvet görevine de devam ediyordu. Yesripliler, genç dâvetçi Mus‟âb b. Umeyr‟în sohbetlerine büyük ilgi göstermeye baĢlamıĢlardı. Tatlı dili, açık sözlülüğü, yumuĢak baĢlılığı ve güzel yüzündeki iman parıltısı onları kendisine bağlıyordu. Bütün bunların, üstünde baĢka bir Ģey onları kendisine çekiyordu. ĠĢte bu; coĢturucu, yumuĢak sesiyle ve tatlı bü- İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 121 yüleyici vurgularıyla bazı âyetlerini onlara okuduğu Kur‟ân‟dı. Böylece katı kalpleri yumuĢatıyor, akmayan gözyaĢlarını coĢturuyordu. Onun sohbetlerinde bulunanlar mutlaka Ġslâm‟a girmiĢ ve iman bölüklerine katılmıĢ olarak kalkarlardı. Bir gün, Es‟âd b. Zurare, Abdu‟l-EĢhel oğullarından bir gurupla görüĢmek ve onlara Ġslâm‟ı anlatmak üzere dâvetçi misafiri Mus‟âb b. Umeyr‟le birlikte dıĢarı çıkmıĢtı. Abdu‟lEĢhel Oğulları‟nın bahçelerinden birine girdiler ve hurma ağaçlarının gölgesi altındaki tatlı suyu bulunan bir kuyunun yanına oturdular. Daha önce Müslüman olmuĢ bir grupla, onu dinlemek isteyen baĢka bir grup Musab‟ın baĢına toplanmıĢtı. O da hemen onu dinlemek isteyen ve konuĢmasının güzelliğine kapılmıĢ insanlara dâvet görevini yapmaya baĢlamıĢtı. Birisi, Evs kabilesinin ileri gelenlerinden olan Useyd b. Hudayr‟la Sa‟d b. Muaz‟a gelip Mekkeli dâvetçinin onların evlerine yakın bir yerde konakladığını ve ona bu cesareti verenin de Es‟ad b. Zurâre olduğunu bildirdi. Sa‟d b. Muaz, Useyd b. Hudayr‟a Ģöyle dedi: —Bizim zayıf olanlarımızı Ġslâm‟a girmeye teĢvik etmek ve tanrılarımıza sövmek için evlerimize kadar gelen bu Mekkeli delikanlıya git, yaptıklarından vazgeçir ve bugünden sonra bizim yurdumuza ayak basmamasını söyle. Sonra Ģunu da ilave etti: —Eğer o, teyze oğlum Esad b. Zürâre‟nin misafiri olmasaydı ve onun himayesinde hareket etmeseydi, ben ona yapacağımı bilirdim. Useyd mızrağını alıp bahçeye gitti. Es‟ad b. Zurâre onun geldiğini görünce Musab‟a Ģöyle dedi: 122 --------------------------------------------------------------------- İslam Dâvetçisine Önemli Notlar —Mus‟ab! Bu gelen kavminin efendisi, en akıllı ve en olgun kiĢisi Useyd b. Hudayr‟dır. Eğer o Müslüman olursa, birçok kiĢi Ġslâm‟a girer, Allah için ona iyi davran. Useyd b. Hudayr gelip topluluğun yanında durdu ve Musab‟la arkadaĢına dönüp Ģöyle dedi: —Niçin bizim yurdumuza geldiniz ve niçin bizim zayıf kimselerimizle uğraĢıyorsunuz? Eğer sağ kalmak istiyorsanız derhal burayı terk ediniz! Mus‟ab, imanın nuru parlayan yüzüyle Useyd‟e döndü, düzgün ve büyüleyici lehçesiyle Ģöyle konuĢtu: —Ey kavminin efendisi olan kiĢi! Sen bundan daha iyi bir Ģey yapmak ister misin? —Nedir o? —Yanımıza otur ve bizi dinle. Eğer söylediklerimizi beğenirsen, bizi kabul edersin. ġâyet beğenmezsen bir daha dönmemek üzere buradan ayrılırız. Peki, tamam, doğru söyledin, deyip mızrağını yere dikti ve oturdu. Mus‟ab ona, Ġslâm'ı anlatmaya ve bazı Kur‟ân âyetlerini okumaya baĢladı. Useyd‟in yüzünün asıklığı gidip neĢesi yerine gelmiĢti. ġöyle konuĢtu: —Söylediğin bu Ģeyler ne kadar güzel, okudukların ise ne kadar yüce! Müslüman olmak istediğinizde siz ne yaparsınız? Mus‟ab Ģu cevabı verdi: —Boy abdesti alıp elbiselerini temizlersin. Allah‟tan baĢka ilah olmadığına, Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)‟in Allah'ın elçisi olduğuna Ģehadet eder ve iki rekât namaz kılarsın... Useyd kalkıp kuyunun baĢına gitti ve suyu ile temizlendi. Allah‟tan baĢka ilah olmadığına, Muhammed (sallallâhu İbrahim Gadban--------------------------------------------------------------------------------------------------- 123 aleyhi ve sellem)‟in onun kulu ve elçisi olduğuna Ģehadet getirdi ve iki rekât namaz kıldı. ĠĢte o gün Ġslâm birliklerine beğenilen Arap süvarilerinden ve Evs‟in sayılı efendilerinden birisi daha katılmıĢ oldu. Akıllılığı, asilzadeliği, kılıç ve kalem erbabından olması sebebiyle kavmi ona “kâmil” (olgun) lâkabını vermiĢti. Çünkü o binicilik ve atıcılığının yanında okuyup yazanların ender bulunduğu bir toplumda okuma yazma bilen birisiydi. Onun Ġslâm‟a girmesi Sa‟d b. Muaz‟ın da Müslüman olmasına, o ikisinin Müslüman olmaları, Evs kabilesine mensup birçok kiĢinin Müslüman olmalarına sebep oldu. Allah ondan razı olsun. Sonsöz Buraya kadar anlatmaya çalıĢtığımız Ģeyler, dâvetçinin tebliği esnasında dikkat etmesi gereken hususlardan sadece bazılarıdır. Altını çizmeye çalıĢtığımız hususlar etrafımızda müĢahede ettiğimiz bir takım hataların izale edilmesi içindir. Hemen belirtmekte fayda var; bu kitabı kaleme almamızdaki en önemli sebep, etrafımızdaki kardeĢlerimize dâvet hususunda yardımcı olmak ve onların göze batan hatalarını telafi etme noktasında kendilerine yol göstermektir. Aksi halde kitap piyasasında dâvet ve tebliğle alakalı sadra Ģifa onlarca kitap mevcuttur. Bizi bu risaleyi kaleme almaya sevk eden diğer bir husus da; dâvet ve tebliğle alakalı piyasada dolaĢan kitapların birçoğunun üst düzey bir dil kullanılarak yazılması ve insanlarımızın bu tür kitaplardan hakkıyla istifade edememesidir. Bu kitabımızda sade bir dil kullanmaya ve önemli gördüğümüz Ģeyleri maddeleĢtirmeye özen gösterdik. Bu –inĢaallah– faydayı daha da artıracak, kardeĢlerimizin konuları kafalarında tutmalarına son derce yardımcı olacaktır. Rabbimizden bu çalıĢmaya bereketler ihsan etmesini diliyor ve içimizden Ġslam‟a hizmet edecek genç dâvetçiler çıkarmasını niyaz ediyoruz. Hiç Ģüphe yok ki O, iĢiten ve dualara en iyi Ģekilde karĢılık verendir. Subhânekallâhumme ve bi hamdik, neşhedu en lâ ilâhe illâ ente, nestağfiruke ve netûbu ileyk. www.arzusucennetolanlar.com www.farukfurkan.com www.ibrahimgadban.com www.riyazussalihin.com NOTLAR …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… …………………………… ……………………………