Türkiye’nin Ekseni Ön Asya Devletler Birli¤i: Azerbaycan, Türkiye, KKTC Özcan YENİÇERİ* “Türkiye eksen değiştirdi”, “Türkiye doğuya kaydı”, “Türkiye yörüngeden çıktı”, “Türkiye hizaya nasıl getirilir?” türünden soru ve değerlendirmeler son zamanlarda çok sık sorulmaya başlandı. Bu soruların anlamlı bir sonuç üretebilmesi için öncelikle reel politik karşılığının olup olmadığına bakmak gerekir. Sonra da gerçek ya da saf anlamıyla kategorik olarak Türkiye’nin bir ekseninin olup olmadığını sorgulamak lazımdır. Türkiye’nin kastedilen türden bir ekseni varsa bu eksenin neresi olduğunun ortaya konması gerekir. Diğer yandan da uluslararası ilişkilerde “ebedi dostluk ve düşmanlık yoktur… çıkarlar vardır” söylemini eksen için de genişletmek mümkün müdür? Coğrafi Konum ve Türkiye Coğrafyanın kader olduğunu, bir ülkenin işgal ettiği konumunun, orada oturan insan topluluklarını “güçlü veya zayıf” kılmak hususunda eşit olmadığını ileri sürenler vardır. Eflatun “Kanunlar” adlı eserinde stratejik konumun felsefi faaliyete bile etki ettiğini söyler. İbn-i Haldun bütün dünyanın yedi iklime ayrıldığını ve her iklimin kendine has bir insan topluluğu olduğunu belirtir. Le Play ise, coğrafi faktörün aile ve ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisinin büyük olduğunu ileri sürmektedir. Demek ki Türkiye’nin ekseninden bahsedebilmek için öncelikle coğrafi konumunu dikkat etmek gerekir. Diğer yandan bilinmelidir ki, herhangi bir stratejinin, üzerinde konumlandığı zemin ne denli sağlam, sahip olduğu kaynaklar ne kadar güçlü olursa olsun eğer arkasında ciddi bir irade yoksa başarılı olma şansı da yoktur. Demek ki, bir stratejinin coğrafi konumlanışının isabetli, akılcı ve tutarlı saptanması, başarılı olmak için tek başına yeterli değildir. Güçlü bir siyasi irade ile tarihin, coğrafyanın ve kültürün sağladığı imkân ya da riskler hesaba katılmadan peşine düşülen stratejilerin felaket getireceğini söylemeye gerek yoktur. Türkiye’nin ekseni sahip olduğu stratejik gerçek ve önceliklerinden çıkarılabilir. Türkiye’nin bu bağlamdaki gerçek ve önceliklerini şöyle sıralamak mümkündür: Jeopolitik olarak Ön Asya ve Balkanlar’la, ekonomik ve değerler sistemi olarak Avrupa’yla, kültür olarak İslam ve Ortadoğu’yla, tarihi birikim olarak da Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya’yla ilgilidir. Doğal olarak Türkiye’nin siyasetinin de bu jeopolitik alan, kültürel zenginlik, ekonomik havza ve tarihi birikim üzerine oturması gerekir. Hiçbir ülke jeopolitik (coğrafya), tarih, ekonomi ve kültürel gerçeklerine aykırı bir eksen üzerine stratejisini inşa edemez. Küresel İdeologların Türkiye İçin Öngördükleri Rol! Brezezinski Avrasya kıtasını Amerika çıkar ve egemenliği yönünde değerlendirdiği “Büyük * 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi Temmuz ’10 • Sayı: 19 21. YÜZYIL [43] Özcan Yeniçeri Satranç Tahtası” adlı eserinde Türkiye’yi muhtemel “stratejik mihver”lerden biri olarak değerlendirerek şu analizi yapar: “İstikrarsız bir Türkiye, olasılıkla güney Balkanlar’da daha fazla şiddetin ortaya çıkmasına neden olur; diğer yandan da Kafkasya’daki yeni bağımsızlıklarını kazanmış devletler üzerinde Rus kontrolünün yeniden sağlanmasına yol açar”.1 Brzezinski, Amerikan çıkarları yönünden Türkiye’ye yönelik olarak tarihin sunduğu fırsat, imkân ile kaynakları değerlendirerek, Türkiye’nin bu imkânlardan yararlanabilmesinin yolunun Batı yanlısı politikaları sürdürmekle yakından ilişkili olduğunu söylemektedir. Brzezinski’nin Türkiye’nin jeopolitik mihverliğini üzerinde yaşadığı coğrafyadan dolayı kazandığını, ancak bunun NATO’yla ilgili sorumluluklarını üstlenmesi, Batı’ya yönelik tehditlere karşı kalkan olması halinde mümkün olacağını ifade etmektedir. Diğer yandan Brzezinski, Türkiye’nin imparatorluk sonrası kimliğini aradığını ifade etmektedir. Brzezinski’ye göre Türkiye’de Modernistler, Türkiye’yi Batı’ya; İslamcılar, Orta Doğu’ya ve İslam Alemine; Milliyetçiler, Hazar havzası ve Orta Asya’ya yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu görüşlerin her biri farklı bir jeopolitik eksen ortaya koymaktadır. Bu farklılık Türkiye’nin bölgesel rolünü belirsizleştirmektedir2 tespitini de yapmaktadır. Graham Fuller, Türkiye’nin jeopolitik konumuna ilişkin değerlendirmesinde tarihi mirası esas alır. Türkiye ve AB ilişkilerini bir anlamda tarihin gölgesi altında irdeler. Gerçekte de Avrupa’nın Türkiye’nin müttefikliğine ihtiyaç duyduğu zamanlarda Türklerin Avrupalılığı konusundaki algısı farklı, bu ihtiyacı hissetmediği zamanlarda ise çok daha farklıdır. SSCB’nin Avrupa üzerindeki baskısının ortadan kalkmasıyla Avrupa’daki antitürk bilinç altı da iyice ortaya çıkmıştır. Fuller de Avrupa’nın Türkiye’ye yaklaşımının konjonktürel olduğunu ve gerçekte geleneksel olarak Avrupa’nın “Türk gücü ve nüfuzunu” sınırlamakla uğraştığı tespiti yaparak şunları yazar: “Türk seçkinlerinin Türkiye’nin Avrupa işlerine uzun zamandır katılması ve hatta Avrupa sisteminin bir parçası olarak üstlendiği rol konusundaki görüşleri, mevcut Avrupa yaklaşımında çok zayıf bir şekilde yansımasını bulmuştur. Türkiye’nin Avrupa’daki tarihsel katılımı konusunda hayli gelişmiş bir anlayışa sahip Avrupalılar Balkanlarda yer almaktadır ve burada (Türkiye yönünden) dahi deneyimler olumsuz bir miras bırakmıştır. Türkiye’nin Balkanlardaki Rusya ve daha sonra da Sovyet hırslarını engelleme yönündeki son derece önemli rolü hariç, geleneksel olarak Avrupa, Türkiye’nin Doğu ve Batı arasındaki stratejik köprü vazifesinden ziyade kıtada Türk gücü ve nüfuzunu engellemeye çalışmakla meşgul olmuştur”.3 “Yarım yüzyıllık Sovyet gücünü sınırlama mecburiyetinin ortadan kalkması ile birlikte, Avrupa’nın Türkiye’nin stratejik mevcudiyetine ilişkin çıkarlarının pek çoğu ortadan kalkmıştır”.4 Aleksandr Dugin ise, Türkiye ve Azerbaycan’ın Rus çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirilmesi gerektiğini savunur. Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya ile ilişkisinin koparılması için elden gelen her şeyin yapılması gerekeceğini söyler. Bunun için önce Türkiye’nin kendi içinde etnik, mezhep ve aşiret kavgalarıyla yüzyüze getirilmesinin önemli olduğunu yazar. Aynı zamanda Dugin, Türkiye’nin etkisiz kalacağı ve uzun vadede tutunması mümkün olmayan alanlara doğru yönlendirilmesi lazım geldiğini şöyle yazar: “Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığını desteklemek ve aynı zamanda İran’a etnik olarak yakın olan halkları laik-Antilaikçilik kontrolünden çıkarmak niyetiyle ön plana sürmek gerekir. Bunun telafisi için Türkiye’ye Bağdat, Şam ve Riyad yoluyla güney istikametinde gelişimi teklif etmek veya Türkiye’de jeopolitik gidişatın temelden değişim maksadıyla İran yanlısı köktencileri ve uzak gelecekte Atlantik karşıtı ve Avrasyacı va1 2 3 4 [44] Zbıgniew Brzezınskı, Büyük Satranç Tahtası, Sabah Yayını, 2. Baskı, İstanbul, 1998. S.45/46. Yılmaz Tezkan, Jeopolitikten Milli Güvenliğe, Ülke Kitapları, İstanbul, 2005. s.,66. Ian O. Lesser/Graham Fuller, Balkanlar’dan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, Alfa Yayını, İstanbul, 2000, S.128. Ian O. Lesser/Graham Fuller, A.g.e.s. 129. 21. YÜZYIL Temmuz ’10 • Sayı: 19 Türkiye’nin Ekseni Ön Asya Devletler Birli¤i: Azerbaycan, Türkiye, KKTC sıfla Orta Asya Blokuna girişi tahrik etmek lazımdır”.5 “Türkiye’den Azerbaycan’a ve Orta Asya’ya giden yolun Ermenistan ve Karabağ’dan geçmesi nedeniyle Ermeniler son derece stratejik önemdeki topraklarda bulunmaktadırlar. Erivan otomatik olarak Moskova-Tahran ekseninde bu iki ülkeyi birbirine eklemleyen ve Türkiye’yi kıta içi mekanlarından koparan önemli stratejik bir halka haline gelmektedir (….) Azerbaycan Türk yanlısı eylemini sürdürdüğü takdirde bu ülke İran-Rusya ve Ermenistan tarafından parçalanabilir.6 Ermenistan’ın Karabağ ile birlikte Azerbaycan topraklarının %20’sini Rusya’nın yardımı, İran’ın da desteği ile ele geçirmesinin hizmet ettiği stratejik hedefin ne olduğunu Dugin, yukarıdaki satırlarda açıkça ortaya koymaktadır. O, dolaylı da olsa Azerbaycan’da yapılanların “Türkiye’nin Azerbaycan’a ve Orta Asya’ya giden yolunun” kesilmesi ve “Türkiye’yi kıta için mekanlarından koparılması” gibi önemli bir stratejiye hizmet ettiğini söylemektedir. Huntıngton da aynı olguyu farklı cümlelerle ifade eder: “İç savaş durumunda olan, etnik ve dini nefretle çalkalanan veya sınır ötesi müdahale hırsını barındıran bir Türkiye Amerika’nın menfaatlerini zedeleyeceği gibi NATO yanlısı statejistlerden İsrail’in dostlarına kadar herkesi endişelendirir”. Açıkçası Huntıngton, Türkiye’nin ABD/AB/İsrail tarafından kendisi için öngörülen rolü oynaması gerektiğinden söz eder ve kendi gerek ve gerçeklerinden doğan “sınır ötesi müdahele” ya da diğer çıkarları için harekete geçmesi halinde Amerikan ve Batı çıkarlarının zedeleneceğini söyler. 5 6 Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, Çev; Vügar İmanov, Küre Yayını, İstanbul, 2003. s,79. Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, Çev; Vügar İmanov, Küre Yayını, İstanbul, 2003. s,78. Temmuz ’10 • Sayı: 19 21. YÜZYIL [45] Özcan Yeniçeri Batılı stratejistler özünde Türkiye için aynı şeyi düşünürler: Brzezinski’nin Türkiye’nin jeopolitik mihverliğinin daha çok coğrafyayla ilgili olduğunu, Türkiye’nin jeopolitik mihverliğinin NATO’yla ilgili sorumluluklarını üstlenmesi, Batı’ya yönelik tehditlere karşı kalkan olması halinde mümkün olacağını ifade etmektedir. Aksi takdirde örneğin; Türkiye’nin kendi hayati çıkarları doğrultusunda hareket etmesi halinde mihverlik konumunun değişeceğini söylemektedir. Açıkçası Brzezinski, Türkiye’nin mihverliğinin ABD ya da Batı ile kayıtsız şartsız işbirliğinden geçtiğini söylemektedir. Huntıngton Türkiye’yi “Konfücyüsyen/İslam” ekseni içinde “Doğu” medeniyetinin unsuru olarak değerlendirir, Dugın ise Huntıngton’un Doğu dediğini Avrasyacılık olarak nitelendirmektedir. Türkiye’ye Yönelik Stratejilerin Değişmez Parametreleri Avrupa-Osmanlı ilişkilerine bir bütün olarak bakıldığında Batı’nın; Türk’e, Türk Milletine ve Türkiye’ye karşı yaklaşımının genel anlamda olumsuz olduğu görülür. Sebebi ne olursa olsun Türk kavramının Batılıların bilinç altına işlemiş coğrafi olarak doğulu, kültür olarak müslüman, tarihi olarak düşman ve Türkiye, Türk çıkar olarak karşıt bir anlamı vardır. Batılı emperyal güçler Dünyas›nda yaln›z tarihi süreç içerisinde “barbar” vasfını yükledikleri toplumlar olan Aztek, İnka, Maya, Kızılderili, Afrikalı yerlilere karolmad›¤›n›n daha şı hangi tavrı takınmışlarsa Türklere karşı da benzer davrado¤rusu jeokültürel nışlar içinde olmuşlardır. Genel olarak Batı, Türkleri “Asyagücünün de fark›na lı Barbarlar” olarak değerlendirmektedir. Bu anlamda Türkivarmal› ve Ön Asya ye’ye karşı tarihi süreç içinde hem Avrupalı güçler hem de onlarla rekabet halinde olan Ruslar tarafından yapılan değerco¤rafyas›ndan de¤il lendirmeler şaşırtacak kadar birbirine benzemektedir. Türk Dünyas›ndan dünyaya bakmay› İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika, Yunanistan, Japonya ve Sırbistan Devletlerinin 23 Haziran 1919 günlü Osmanlı ö¤renmelidir. Devleti’ne karşı yayınladıkları ortak bildirileri: “Türk milleti, yabancı soyları yönetme yetisinden yoksundur, Tarih boyunca hangi ülke Türklerin eline geçtiyse o ülke maddi ve kültürel geriliğe gömülmüş, hangi ülke Türklerin elinden kurtulduysa o ülke maddi ve kültürel bakımdan yükselmiştir. Tarihi boyunca Türkler, ellerine geçirdikleri ülkeleri geliştirmemiş, yıkmıştır. Çünkü Türklerde geliştirme yetisi yoktur, yalnız yıkmayı bilirler. Türkler bozuk ahlaklı, entrikacı bir ulusturlar. Bu gerekçeyle, topraklarını parçalayacak ve Türkleri biz yöneteceğiz”.7 Zamanın ABD yöneticilerinin de Türkler konusundaki görüşleri de çok benzerdir. Wilson’un Türkiye’ye yönelik olarak ortaya attığı prensipler de bu görüşlerin sonucudur. Zamanında Amerikalı bir diplomat, Sevr’in meşrutiyetini savunmak için şunları söyleyebilmişti: “Cinayet, Kur’an tarafından Muhammed dininin bir parçası olarak kabul edildiği sürece, Müslümanların Hıristiyanları ya da Yahudileri idare etmesine izin verilmemelidir”. Onların bütün amacı Türk İmparatorluğu’nun idaresi altında yaşayan ırkların baskıdan ve kötü muameleden kurtarılmasıydı. Özelde Türkler ve genelde ise müslümanlar “doğuştan ahlaksızdı” ve “onlara acımamak” gerekliydi. Türkiye’nin Stratejik Öncelikleri Türkiye’nin temel stratejisi bölge/kıta/küre bağlamında ve aşamalı olarak birinci sınıf etkin bir ülke olmaya odaklanmalıdır. Türkiye tarihinden, coğrafyasından, ekonomisinden ve kültü7 [46] Osman Olcay, Sevr Andlaşmasına Doğru, Çeşitli Konferans ve Toplantıların Tutanakları ve Bunlara İlişkin Belgeler, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara, 1980, XXVI. S.599. 21. YÜZYIL Temmuz ’10 • Sayı: 19 Türkiye’nin Ekseni Ön Asya Devletler Birli¤i: Azerbaycan, Türkiye, KKTC ründen getirdiği güçle küre üzerinde kendisine uygun yeri kendisi tayin ederek güçlü ülkelerle bağımsız ve eşit şartlarda ilişki kuran tarihi bir millet olarak varlığını sürdürecek şartları yaratmalıdır. Türkiye’nin tarihsiz ve kültürsüz topluluklar gibi güdülme karşılığında; varlığını sürdürme imkânına sahip olma iradesizliğini kabul etmesi söz konusu olamaz. Türklerin dili, dini, tarihi, coğrafyası, kültür ve nüfusları ikinci sınıf bir millet muamelesi görmeye müsait değildir. “Ya istiklal ya ölüm” şiarıyla var olabilmiş bir halkın birinci önceliği bağımsızlığını ve egemenliğini korumak olmalıdır. Türkiye, Türk Dünyasında yalnız olmadığının daha doğrusu jeokültürel gücünün de farkına varmalı ve Ön Asya coğrafyasından değil Türk Dünyasından dünyaya bakmayı öğrenmelidir. Yine Türkiye’yi yönetenler Türk Dünyasını bir mecburiyet, mahkumiyet sorunu olarak değil bir hakimiyet sorunu, kendi kaderine ve kaynaklarına hakimiyet sorunu olarak düşünmelidirler. Bu nedenle Türkiye’nin hali hazırda öncelikle orta büyüklükte bir bölge gücü olduğunun farkına varması, ardından da bir süre önce Wolfgang Günter Lerch’in makalesinin başlığı olan “Bölgesel Süper Güç” haline gelmesi ve daha sonra da küresel bir oyuncu olarak dünya milletleri arasındaki yerini alması gerekir. Türkiye, Türk Dünyas›n› sürükleyecek flartlar› örgütleme, kurumsal ba¤lant›lar› kurma, yönlendirmeyi yapma ve gerekli alt yap›y› haz›rlamada merkezi bir rol oynayacak tarihi birikim ve deneyime sahiptir. Tarihin, coğrafyanın ve kültürün Türkiye’ye sağladığı avantajlar kadar yüklediği sorumluluklar ve tetiklediği düşmanlıkların envanteri de en ince ayrıntısına kadar ortaya konulmalıdır. Shils; her toplumun bir merkezi olduğu, toplumun özünde ise bir merkez kuşak bulunduğunu söylemektedir. Bu merkezi kuşak, toplumun üzerinde yer aldığı ekolojik bölgede yaşayanları etkilemektedir. Merkez ya da merkezi kuşak, değer ve inanç alanlarından oluşan bir fenomendir. O, toplumu yöneten inançlar, semboller ve değerler düzenin merkezidir; merkezdir, çünkü daha fazla küçültülemeyen ve nihai birim olma özelliğine sahip bir ünitedir. Merkezi kuşak kutsalın doğasına sahiptir. Karşı reformasyon ilkesine göre de “hâkimiyet kimin hâkimiyeti ise din de onun dinidir.”8 Türkiye merkezlilik: Türk Dünyasının tarihi, coğrafi, psikolojik, sosyal ve kültürel şartlar yönden en müsait ülkesi Türkiye’dir. Türkiye, Türk Dünyasını sürükleyecek şartları örgütleme, kurumsal bağlantıları kurma, yönlendirmeyi yapma ve gerekli alt yapıyı hazırlamada merkezi bir rol oynayacak tarihi birikim ve deneyime sahiptir. En uygun olanı Türk Dünyasının Türkiye merkezli olarak düşünülmesidir. Türkiye’nin hem Osmanlı hem de Selçuklu mirası için merkezi bir konum arz etmesi bunu zorunlu kılmaktadır. Türkiye hem gerekleri hem de gerçekleri ile stratejik mihver olabilecek konumdadır. Bilindiği gibi gerçekler ile gerekler arasındaki ilişkinin yoğunluğu başarının anahtarıdır. Başarıyı üreten stratejilerin üzerine oturtulduğu tarihi, siyasi, kültürel, ekonomik ve coğrafi temellerin sağlamlığıdır. Türkiye bu yönü itibarıyla da müsait bir konumda bulunmaktadır. Osmanlı Selçuklu’nun, Türkiye ise hem Osmanlı hem de Selçuklu Devletinin devamıdır. Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasının tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünyanın en önemli güç merkezlerinden birisi olduğu bilinmektedir. Türkiye’ye ve Türk milletine yönelik olarak onca strateji ortaya koyanlar bu gerçeğin farkında olanlardır. Yıllardır Türkiye’nin yönetiminde etkin olanlar dünyaya siyasi coğrafya merkezli olarak bakmışlardır. Vizyon ve misyonu Türkiye coğ8 ´ “Centre and Perphery”, The Logic of Personal Knowledge- Essays Presented to Michael PoEdward A. Shyls, ´ Eds. Paul Ignotus antd John Polanyi on His Sevetieth Birthady 11 th March 1961, Eds.; Ignotus, Polanyy´ lanyy..., ve diğerleri, ss.117. Temmuz ’10 • Sayı: 19 21. YÜZYIL [47] Özcan Yeniçeri rafyasıyla sınırlı olanların uyguladıkları “mevcudu muhafaza” stratejisi ülkenin bütünlüğünü ve varlığını da tehlikeye atmıştır. Batı bin yıl önce kaybettiği Anadolu; Yunanistan ise 553 yıl önce kaybettikleri İstanbul üzerinde hala hesaplar yaparken Türkiye seksen, doksan yıl önce kaybettiği Girit, Selanik; ellibeş yıl önce kaybettiği 12 Adalar üzerinde söz söylemeyi bile yanlış bulmaktadır. İsrail ikibinbeşyüz yıllık, İspanya sekizyüz yıllık ideallerin ürünüdür. Türkiye iddia ve ideallerini stratejik mahremiyet içine sokarak ya da alenen komşularının yaptığı kadar nesillerini iddia ve ideal sahibi yaparak istikbal ve istiklalini garanti altına alabilir. Türk milleti, gerek XX. yüzyılın ilk çeyreğinde dağılan Osmanlı İmparatorluğu ve gerekse son çeyreğinde çözülen SSCB’nin terekesinden alması gereken payı alamamıştır. Her iki imparatorluğun bıraktığı boşluk da bugün için doldurulmuş değildir. Türkiye’ye Misak-ı Milli’nin sınırlarını dahi çok görenler bunun bedelini ağır bir biçimde ödemeliler. Hâlbuki AnadoBat› bin y›l önce lu merkezli olarak kurulan bugünkü Türkiye, Osmanlı Devkaybetti¤i Anadolu; letinin mirasının bıraktığı boşluğu süreç içerisinde mevcut Yunanistan ise 553 y›l şartlar dolaysıyla dolduramamıştır. Atatürk’ten sonra Türkiönce kaybettikleri ye’yi yönetenler ülkenin hinterlandını belirlemede de sıkıntı ‹stanbul üzerinde hala çektiklerinden Türkiye’nin dışarıda bıraktığı mirasının tartışılması yerine ülkenin üzerinde kurulduğu topraklar tartışılhesaplar yaparken maktadır. Türkiye seksen, doksan y›l önce Türklüğün Batı Mihverinin İnşası: kaybetti¤i Girit, Ön Asya Devletler Birliği Selanik; ellibefl y›l önce Şems’in Mevlana’ya söylediği “Niceye dek o dedi, bu kaybetti¤i 12 Adalar dedi diyeceksin! Niceye dek başkalarının sözünü diyeceküzerinde söz söylemeyi sin! Zamanı gelmedi mi söyle artık kendi sözünü!” diyerek bile yanl›fl bulmaktad›r. yaptığı ikazı Türk siyaset adamlarına yeniden yeniden yap[48] 21. YÜZYIL Temmuz ’10 • Sayı: 19 Türkiye’nin Ekseni Ön Asya Devletler Birli¤i: Azerbaycan, Türkiye, KKTC mak gerekir. Öncelikle belirtmemiz gereken husus bugünün Türkiye’sinin ya da Türk Dünyasının küresel oyunun kurallarını koyacak ekonomik, kültürel ve stratejik bir konumda olmadığıdır. Bunun farkında olarak gerekli hazırlıklar yapılmalı ve uygun fırsatın doğması beklenmelidir. O gün gelinceye kadar başkaları tarafından konulmuş kurallarla oyunu oynamak yaşanan zamanın gerçeğidir.. Bu bağlamda yapılması gereken ilk şey Türkiye’nin liderliğinde ilk önce “Ön Asya Devletler Birliği”nin kurulması için gereken her şey yapılmalıdır. Bu, Türklüğün Batı mihverinin inşa edilmesi anlamına gelir. Türklüğün batı mihveri yakından uzağa esas alınarak inşa edilmelidir. Bu mihver ilk etapta Türkiye, Azerbaycan ve KKTC arasında kurulmalıdır. Çok özel ilişkileri içeren bu entegrasyon ikinci etapta İran ve Suriye’yi içine alacak şekilde düşünülmeli, daha sonra da konjonktüre bağlı olarak Irak’ın sisteme dahil edilmesi düşünülmelidir. Bilindiği gibi Türkiye kendilerini “bir millet iki devlet” olarak tarif eden Azerbaycan’la komşudur. Her anlamda benzerlik içinde bulunan bu iki devlet kendi aralarında birincil ilişkilerin geçerli olduğu bir bütünleşmeye doğru süratle gitmelidir. Bir araya gelmek için tarihi, coğrafi, kültürel, sosyal ve ekonomik her türlü imkâna sahip olan bu iki ülkenin arasında oluşturulacak bir bütünleşme bölgedeki bütün dengeleri değiştirecek potansiyeli bünyesinde taşımaktadır. Türkiye ve Azerbaycan ekonomik ve jeopolitik yönden birbirlerini tamamlayan iki ülkedir. Azerbaycan’ın ihtiyaç duyduğu teknoloji, mal/ hizmet vb. Türkiye’de vardır, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu enerji ve diğer hammadde kaynakları da Azerbaycan’da vardır. Birbirini tamamlayan ekonomi, tarih, kültür, sanat, folklor ve geleneğe sahip olan Türkiye/KKTC ve Azerbaycan’ı ayrılmaz bağlarla bağlayacak kurumlar derhal teşekkül ettirilmelidir. Bugün itibariyle Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler olması gereken en alt seviyesinde sürdürülmektedir. Türkiye bu Temmuz ’10 • Sayı: 19 21. YÜZYIL [49] Özcan Yeniçeri Türkiye’nin liderli¤inde ilk önce “Ön Asya Devletler Birli¤i”nin kurulmas› için gereken her fley yap›lmal›d›r. Çok özel iliflkileri içeren bu entegrasyon ikinci etapta ‹ran ve Suriye’yi içine alacak flekilde düflünülmeli, daha sonra da konjonktüre ba¤l› olarak Irak’›n sisteme dahil edilmesi düflünülmelidir. ilişkilerin geliştirilmesi, ilerletilmesi ve sonuçta tam bir entegrasyona gidilebilmesi için gerekli alt yapıyı derhal hazırlamalıdır. Ancak böyle bir durumda Türkiye büyük bir enerji santralına dönüşebilir. Bu durum Türkiye’ye Türk petrolünü ve Türkmen Doğalgazını kullanma imkânı sağlar. Azerbaycan ile bu boyutta gerçekleştirilecek ilişkiler Türkiye’nin bağımsızlığı ve kalkınmasını sağladığı kadar Merkezi Asya’nın kapılarını da açar. Bunun için Türkiye’nin öncelikle komşularıyla AB ya da ABD endeksli ilişkiler kurma geleneğini bozması gerekmektedir. Bu bağlamda da Türkiye kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti ile olduğu kadar İran’la da süratle ortak kurumlar oluşturmalıdır. Türkiye, nüfusunun önemli bir kısmının Türk asıllı, tamamına yakının da Müslüman olduğu bir ülke olan İran ve Irak ile de ikincil ilişkilerin esas olduğu bir bütünleşme içine girmelidir. Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı Sadabat Paktı Türkiye, Irak ve Afganistan’ı içine aldığını hatırlamak gerek. Birbiriyle komşu olan ülkelere siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarlarının boyutları gösterildiğinde bu entegrasyonun kendiliğinden hız kazanacağı görülecektir. Sözü edilen ülkelerin aralarında ciddi hiçbir çıkar çelişkisi yoktur. Bu konuda en zor halka olarak nitelendirilebilecek İran’ın bile bu tür bir birlikteliğe olumsuz bakmayacağının işaretleri vardır. Ön Asya Devletler Birliği; Türkiye, Azerbaycan ve KKTC arasında birincil ilişkiler çerçevesinde kurulmalı ardından da diğer komşu devletler bu birlik arasında ittifaklar oluşturulmalıdır. Sonuç Türkiye, dünyanın yeniden yapılanması sürecinde kendisine ikinci veya üçüncü sınıf bir yer aramamalıdır. Çünkü Türk Milleti’nin üzerinde yaşadığı jeopolitik, ikinci sınıf bir ülkenin, istiklal ve istikbalini muhafaza etmesini imkânsız kılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti birinci sınıf bir devlet olmanın şartlarına ve sorumluluklarına kendisini hazırlamalıdır. Türkiye için bu kaçınılmaz kaderdir. Bu kader, Türk milletinin Avrupa-Asya kıtaları boyunca yayılmış olmasının yanında, jeopolitik ve jeostratejik durumundan da kaynaklanmaktadır. Unutmamak gerekir ki sahip oldukları jeopolitiği kullanamayan milletler sonunda jeopolitiğin oyuncağı olurlar. 21. YÜZYIL [50] 21. YÜZYIL Temmuz ’10 • Sayı: 19