Mevzuat Dergisi SAYI: 79 TEMMUZ 2004 YIL: 7 ON YILLIK DÖNEMDE GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN ETKİLERİ VE SONUÇLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME ÖZET II. Dünya Savaşı’nın tüm dünyada yarattığı yıkım, dünya devletlerinin ekonomik, askeri ve siyasi işbirliği alanlarındaki bütünleşme hareketlerine hız kazandırmıştır. Benelux, BAB, Avrupa Konseyi, OECD, NATO, EFTA, NAFTA gibi oluşumlar, bu bütünleşme hareketlerinin örnekleridir. Avrupa Birliği’nin temelleri de bu süreç içerisinde atılmıştır. Avrupa Birliği’nin kurulmasında esas amaç, üye ülkeler arasında ortak bir pazar kurarak, ekonomik kalkınmayı hızlandırmak, yaşam düzeyini yükseltmek ve dengeli bir gelişmeyle tam anlamıyla siyasal bir birlik sağlamaktır. Bu birlikteliği oluşturmak, ekonomik anlamda malların serbest dolaşımını sağlayarak ticareti kolaylaştıran Gümrük Birliği’nin gerçekleştirilmesi ile mümkün olacaktır. Tam üye olmadan Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği ilişkisi kuran tek aday ülke olan Türkiye açısından Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girmesi, bazı güçlüklerle karşılaşılmasına neden olmuştur. Bu sorunların giderilmesi sürecinde, yasal ve ekonomik uyumu sağlamak amacıyla çeşitli önlemler alınmış ve Gümrük Birliği’nin olumsuz etkileri bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Her şeye rağmen mevcut durumun sürdürülemeyeceği aşikardır. Bu nedenle tarafların daha radikal önlemler alması kaçınılmazdır. UNE ESTİMATİON SUR LES EFFETS ET CONSÉQUENCES DE L’UNION DE DOUANE ISSUES D’UNE DİXAİNE D’ANNÉS RESUMÉ La destruction causée par la Deuxième Guerre Mondiale a accéléré les mouvements d’unification des Etats Mondiaux dans le domaine de coopérations de sortes économiques, militaires et politiques. Les Organisations comme Benelux, UEO, Conseil d’Europe, OECD, OTAN, ALCE, ALCAN sont les exemples de ces mouvements d’unification. Le but essentiel de fondation de l’Union Européenne, c’est, en établissant un marché commun parmi les pays membres, d’accélérer le devéloppement économique, de rehausser le niveau de vie et de réaliser au sens plein du mot une union politique grâce à une expension équilibrée. Parvenir à constituer un tel ensemble intégrant, ce serait possible par la réalisation de l’Union Douanière favorisant le commerce en assurant la libre circulation des marchandises au sens économiqe. L’entrée en vigueur de l’Union de Douane a formé la cause de roncontre de certaines difficultés du côté de la Turquie, le seul pays candidat de membre contractant une liaison d’Union douanière avec l’Union Européenne tout avant d’être membre de celle-ci. En ce qui concerne le processus d’applanir les difficultés et de résoudre les problèmes, on a pris de différentes mesures préventives visant à assurer l’harmonisation législative et économique; on s’est efforcé de son mieux de faire disparaître les conséquences négatives provenants de l’exercice de l’Union Douanière bilatérale. Malgré tout la réalité qui s’impose est que cette allure ne pourra continuer comme elle l’est actuellement; autrement dit, les deux parties contractant n’ont qu’à prendre des mesures plus radicales. GİRİŞ Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten sonra bu anlaşmanın Türk ekonomisi üzerinde bazı olumlu ve olumsuz etkileri olmuştur. Bu çalışmada bu anlaşmanın Türkiye ekonomisi üzerinde yarattığı olumlu ve olumsuz etkilere ve bu etkilerin sonuçlarına değinilecektir. Acaba Türkiye bu anlaşmayı imzalarken ne gibi beklentileri vardı? Günümüzde bu düşünceleri hangi ölçüde gerçekleşmiştir. Tartışma konusu yapılan bir başka düşünce de Gümrük Birliği imzalanırken tarafların durumudur. Türkiye’nin tam üye olmadan böyle bir anlaşmaya imza atması ne kadar doğru bir düşüncedir. Bunun aksini savunan fikirlere göre ise Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasının temel koşullarından biri de Gümrük Birliği idi ve böyle bir birliktelik Türkiye’nin menfaatine olacaktı. Bu düşüncelerin somut sonuçları da çalışmada irdelenen konular arasında yer alır. 1. GÜMRÜK BİRLİĞİ Gümrük Birliği, malların tek bir gümrük alanı içinde, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın bütünsel ya da kısmî (belirli kotalar dahilinde) olarak serbestçe dolaşabilmeleri ve âkit tarafların üçüncü ülkelerden yaptıkları ithalata aynı dış tarife ve aynı ticaret politikasını uygulamaları demektir. Bu yönüyle, Türkiye’nin AB ile olan Gümrük Birliği, tipik bir gümrük birliğinin ötesine geçmekte; rekabet normları, teknik mevzuatın uyumlulaştırılması, tekellerin kaldırılması ve fikri mülkiyetin korunması gibi ek bazı konuları da ihtiva etmektedir. Bu ek taahhütlerin amacı, taraflar arası ticari ilişkileri uyumlu hukuksal dayanaklara oturtarak piyasaları daha da bütünleştirmek ve Türkiye’yi AB’ne daha çok yaklaştırmaktır. Gümrük Birliği en genel ifadeyle, taraflar arasındaki ticarette mevcut gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla, her türlü eş etkili tedbirin kaldırıldığı ve ayrıca, birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik olarak da, ortak gümrük tarifesinin uygulandığı bir ekonomik entegrasyon çeşidi olarak tanımlanmaktadır. Tablo 1. Başlıca Ekonomik Entegrasyon Çeşitleri: Serbest Ticaret Bölgesi Üye Ülkeler Arasında Gümrük Vergisi, Eş Et-kili Vergiler ve Miktar Kısıtlamalarının Kaldırılması Üçüncü Ülkelere Yönelik Olarak Ortak Gümrük Tarifesi Uygulanması Üye Ülkeler Arasında Üretim Faktörlerinin Serbest Dolaşımı Üye Ülkeler Arasında Ortak Ticaret, Ekonomi, Para vb. Politikaların Uygulanması X Gümrük Birliği Ortak Pazar Ekonomik Birlik X X X X X X X X X Kaynak : http://www.kosgeb.gov.tr Gümrük Birliğinin sınırları içinde malların hiç bir engellemeyle karşılaşmadan serbest dolaşımı esastır. Bu nedenle, Gümrük Birliği tarafları arasında herhangi bir ayırımcılığın ortaya çıkmamasını teminen, ortak rekabet kuralları ile ortak ticaret politikalarının geliştirilmesi de gerekmektedir. Ancak bu çerçevede birlik üyeleri, serbest rekabet ortamında, eşit koşullarda üretim ve ticaret yapabileceklerdir. Bu nedenle, günümüzde gümrük birlikleri, dünya ekonomik ortamındaki gelişmelere paralel olarak, klasik tanımını aşarak daha geniş bir anlamda ele alınmaktadır.[i] 2. TÜRKİYE VE GÜMRÜK BİRLİĞİ Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin temeli, Roma Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra 1959 yılında Türkiye’nin AB’ye katılmak üzere müracaatı ile resmen atılmıştır. Ankara Anlaşması Türkiye'nin AB’ye katılımını üç aşamada öngörmektedir. Bunlardan ilki olan “Hazırlık Dönemi”nin ertesinde, Katma Protokol’ün 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, toplam 22 yıl sürecek olan “Geçiş Dönemi”, diğer bir ifadeyle Gümrük Birliği süreci, hukuken başlamıştır. AB Geçiş Döneminin hemen başında, 1971 yılı itibariyle, Türkiye menşeli sanayi ürünlerinin gümrük vergilerini sıfırlarken, Türkiye’nin AB kaynaklı sanayi ürünlerinde gümrük vergilerini tedricen sıfırlaması öngörülmüş ve böylece Gümrük Birliği'nin fiilen yürürlüğe girmesi için 22 yıllık bir süre tanınmıştır. Türkiye’nin 14 Nisan 1987 tarihinde yaptığı tam üyelik başvurusu ertesinde taraflar arasında teknik ve siyasi platformda yürütülen görüşmelerin sonuçları, Gümrük Birliği’nin tamamlanması ve sürdürülmesi için gerekli koşulları belirleyen bir “Gümrük Birliği Kararı” altında toplanarak, TürkiyeAET Ortaklık Konseyi’nin 6 Mart 1995 tarihli toplantısında kabul edilmiştir. Böylece, 22 yıllık Geçiş Dönemi, 1.1.1996 tarihi itibariyle son bulmuş ve Türkiye'nin AB’ye katılımı yolunda “Son Dönem”e girilmiştir.[ii] AB-Türkiye ortaklığını kuran 1963 Ankara Anlaşması’nda öngörüldüğü gibi, Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girdi. Hukuki olarak bu, 6 Mart 1995 tarihli bir Ortaklık Konseyi Kararı’nın sonucudur. Tarım ve hizmetler Gümrük Birliği’ne dahil değildir, ancak karşılıklı tavizler üzerinde devam eden müzakereler yoluyla tarım ürünlerini Gümrük Birliği’ne dahil etmek için taraflar arasında bir taahhüt vardır. Kömür ve Çelik Topluluğu ürünleri ise, 1 Ağustos 1996 tarihinde yürürlüğe girmiş olan bir serbest ticaret anlaşması yoluyla ayrıca işlem görmektedir.[iii] Türkiye ile AT arasında, Ankara Anlaşması’na dayanarak kurulan ortaklığın nihai amacı, Türkiye'nin AT’ye üye olmasıdır. Ankara Anlaşması, bu amaca ulaşmak için, taraflar arasında bir gümrük birliğinin kurulmasını, temel aşama olarak belirlemiştir. Buna göre, önce sanayi ürünlerini konu alan bir gümrük birliği kurulacak; daha sonra, Ankara Anlaşması’nda öngörülen diğer ilkeler uygulamaya konulacaktır. Bu kapsamda, işçilerin karşılıklı olarak serbest dolaşımının sağlanması, tarım ürünlerinde giderek genişleyecek bir tercihli ticaret rejiminin uygulanması ve Ankara Anlaşması’nın yanı sıra imzalanan Katma Protokol’ün belirlediği alanlarda, Türkiye ile AT arasında mevzuat ve politikaların yaklaştırılıp uyumlaştırılması sürecinin başlatılması öngörülmüştür. Yukarıdaki çerçevede olmak üzere, AT, bir kısım tekstil ve petrol ürünleri dışındaki sanayi ürünlerinde, Türkiye’ye karşı, gümrük vergilerini ve eş etkili vergi ve resimleri, Katma Protokol’ün yürürlüğe girmesiyle aynı tarihte kaldırmıştır. Türkiye ise Katma Protokol’de, 1985 ve 1995 olarak belirlenen takvimlere göre tespit edilen 12 ve 22 yıllık listelerde AT menşeli sınai ürünlere gümrük sıfırlamasını ve üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifesine uyumu, Katma Protokol’de öngörülen takvim paralelinde gerçekleştirememiş; bir takım sorun ve zorluklarla karşılaşmıştır. Türkiye-AT ortaklık ilişkilerinin beklendiği şekilde gelişmemiş olması nedeniyle, Türkiye-AT Ortaklık Konseyinin, gümrük birliğinin en geç 1995'de tam olarak gerçekleşmesi amacıyla bir karar alması yönünde, gerekli çalışmalar başlatılmış; 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararıyla (OKK) da, Türkiye ile AT arasında, sanayi ürünlerini konu alan bir Gümrük Birliğinin, 31 Aralık 1995 tarihi itibarıyla tam olarak kurulması kararlaştırılmıştır. Taraflar arasında sanayi ürünlerinin ithalatında ve ihracatında alınan her türden gümrük vergisi ile eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarını kaldıran söz konusu karar; Gümrük Birliği’nin iyi işlemesi için, tarafların alacağı tedbirler ve bu tedbirlerin uygulanış rejimini düzenlenmektedir. Buna göre, gümrük birliğinin öncesi ve sonrası dönemlerde, gerekli hukuksal uyum önlemlerinin hangi alanlarda, ne zaman ve ne şekilde alınacağı konuları ayrıntılı hükümlere bağlanmıştır. Bu bağlamda, Türk Hukukunun AT Hukuk düzenine uyumunun sağlaması amacıyla, gerek 1/95 sayılı OKK’ da öngörülen yükümlülükler konusunda, gerekse Kararda öngörülmemiş olmasına karşın yine de Gümrük Birliği’nin sağlıklı işlemesi ve gelişmesi açısından önem taşıyan konularda gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Bu çerçevede olmak üzere, rekabet hukuku, fikri ve sınai haklar, tüketicinin korunması, dış ticaret ve gümrükler alanında yeni yasal düzenlemeler ikmal edilerek yürürlüğe konulmuştur. 3. GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN ETKİLERİ Gümrük birliklerinde üye ülkeler arasında gümrük tarife duvarlarının kaldırılması ve serbest ticaret alanlarının genişlemesi sonucunda refah artırıcı gelişmeler olduğu gibi, üçüncü ülkelere karşı uygulanan gümrük duvarları nedeniyle refah azaltıcı etkenler de oluşabilir. Tam rekabet piyasasının geçerli olduğu bir dünya piyasasında optimum refaha ulaşmak için en iyi yol Pareto optimumudur. Fakat belirttiğimiz üzere, gümrük birliklerinde (dışa karşı uygulanan gümrük tarifeleri sonucunda) optimum refaha ulaşmak söz konusu olamaz. Burada refahın arttırılması söz konusudur. Bu da “ikinci en iyi durum” teorisinin içinde ele alınabilir. Her düzeydeki taraflar arası (bilatéral; unilatéral) gümrük birliği ilişkisinin âkit tarafların lehlerine olmak üzere karşılıklı menfaatlere dayalı olumlu ve objektif sonuçlar doğurması asıldır. Gümrük birliklerinin kurulması her iki tarafın ekonomilerini birçok yönden etkiler; ticaret, üretim, tüketim, gelir dağılımı değişir. Bu tür etkilere gümrük birliklerinin statik etkileri adı verilir. İrdelenecek olursa bu etkiler; i) Ticaret Etkisi Kısa dönemde birlik içi ülkeler arasında ticareti kısıtlayan engeller ortadan kaldırılmıştır. Birlik dışı ülkelere karşı ise gümrük duvarlarının devam etmesi sonucu birlik dışı ticaret azalabilir. Kısaca ticaret birlik dışından birlik içine saptırılmıştır. Buna ticaret saptırıcı etki denir. Uzun dönemde ise, birlik ülkeleri ile birlik dışı ülkeler arasındaki ticaret artabilir. Örneğin birlik üyeleri, birlik kurulduktan sonra daha fazla büyüme gösterip, gelirleri daha hızlı artmışsa, ithalat talepleri artacak ve ticaret hacmi, eskiye göre büyüyecektir. Birlik içinde bu ve benzeri şekilde ticaretin artmasına ticaret yaratıcı etki denir. ii) Üretim Etkisi Gümrük Birliği kurulunca, birlik içindeki bazı sanayiler, gümrük tarifelerinin kaldırılması dolayısıyla, bazı girdileri daha ucuza alabilir. Böylece üretim artabilir. Diğer taraftan, gümrük tarifelerinin birlik üyeleri arasında kalkması sırasında, daha önce üçüncü ülkelerden düşük maliyetle alınan bazı mallar, daha yüksek maliyetle birlik üyelerinde alınacağından maliyetler yükselir; bu da üretim azalışına neden olur.[iv] iii) Tüketim Etkisi Gümrük birliklerinin kurulması sonucu oluşan entegrasyon içindeki üyelerin ekonomik yapılarında bir uygunluk varsa, birleşmenin tüm üyelerin lehine olacağı ve üye ülkeler vatandaşların gelirlerinin artacağı, gelir artışının talebi kamçılayacağı ve daha çok tüketime fon aktarılacağı kabul edilmektedir. Bu duruma, birlik içinde malların ucuzlaması etki yaptığı gibi üye ülke vatandaşlarının üretim etkisi nedeniyle gelirlerinin artması da etki yapmaktadır. iv) Gelir Dağılımı Etkisi Bilindiği gibi bu tür birliklerin kurulması sonucu ticaret yaratma etkisi nedeniyle birlik içine kayan ekonomik faaliyetler birlik içindeki üyelerin üretiminin dolayısıyla gelirlerin artmasına neden olmaktadır. Diğer taraftan ticaret sapması etkisi nedeniyle üçüncü ülkelerin mallarına olan talep düştüğünden üretim azalacak ve bunun sonucu olarak bu ülkelerin gelirleri düşecektir. Birlik üyelerinin gelirlerinin artmasına karşın üçüncü ülkelerin gelirlerinin azalması ülkeler arasında gelir dağılımını bozmaktadır.[v] v) Dinamik Etkileri Gümrük Birliği’nin kurulması, küçük piyasadan büyük piyasaya geçiş anlamı taşıdığından, ekonomilerin büyük piyasanın avantajlarını da elde etmeleri söz konusudur. Büyük piyasanın meydana getirdiği bu avantajlara dinamik etkiler adı verilir. Dinamik etkiler, piyasanın büyümesi sonucu içsel ve dışsal ekonomilerin oluşmasını, daha ileri teknoloji kullanılmasını, uzmanlaşmanın artmasını yatırımcılar için belirsizliğin azalmasını kapsamaktadır.[vi] Gümrük Birliği’nin bu etkilerini inceledikten sonra 1996 yılında Türkiye’nin içine alındığı birliğin Türkiye için ne gibi olumlu ve olumsuz etkilerinin olduğuna bakmakta yarar görüyoruz. 3.1. GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN OLUMSUZ ETKİ VE SONUÇLARI Bu bağlamda öncelikle Gümrük Birliği’nin ekonomik etkilerinden söz etmek gerekecektir[vii] : 1- 1996’dan başlayarak Türkiye’nin AB ile dış ticaret açığı hızla büyümeye başladı. Son yılların ortalaması yıllık 10 milyar dolara ulaştı. Türk pazarı birden bire AB’nin dünyadaki 6. büyük pazarı oluverdi. Türkiye imalat sanayiinin krizi de büyük ölçüde buna bağlıdır. Buna karşılık Türkiye'nin AB’ye ihracatı artmamaktadır. Zaten AB’ye ihracatımızın % 65’ini tekstil sektörü oluşturuyor. 1995’de anlaşma yapılırken, Türk tekstil sektörünün AB’ye ihracatında patlama bekleyenler yanıldılar. Çünkü AB tekstili yeni tam üye yapacağı eski Doğu Avrupa ülkelerinden ve özel ilişki kurduğu Çin, Hindistan gibi ülkelerden yapıyor. Dünya Ticaret Örgütü Antlaşmalarına göre 2005’te AB imalat sanayisinde bütün ülkelere karşı kotalarını kaldırıyor. Bu da Türk tekstilinin AB’ye ihracatını olumsuz etkileyecek. 2- Yatırım için AB’den sermaye gelmedi, hatta azaldı. Türkiye AB’ye bütün kapılarını açınca AB firmaları Türkiye’de fabrika kurmak yerine mallarını Türkiye’ye gönderdiler. Hatta üçüncü ülkelere fason olarak ucuza yaptırdıkları malları da Türkiye’ye sokuyorlar. Bu nedenle gelmekte olan yatırımlar 1996’dan itibaren azaldı. Yabancı sermaye daha çok gümrük duvarı var iken duvarı aşmak için o ülkeye yatırım yapar. Son 15 yıl içinde Çin’de yapılan yabancı yatırım 125 milyar dolar gibi çok büyük bir sayıdır. Bu sermaye gümrük duvarı olduğu için Çin’e gitmiştir. 3- AB bazı Kuzey Afrika ülkeleri ile (Tunus gibi) 1998’de serbest ticaret antlaşması yaptı; ancak Türkiye bu antlaşmadan otomatik olarak yararlanamıyor. Türkiye AB içinde olmadığı için, Türkiye’nin de o ülke ile AB sistemine uygun ikili antlaşma yapması gerekir. Bunun üzerine Türkiye Tunus’a başvuruyor; ama Türkiye’nin 1995’de AB ile yaptığı anlaşma Tunus’u bağlamıyor, bu yüzden Tunus Ankara’yı 1998’den beri bekletiyor. İşin daha da kötüsü Fransa, Tunus’a bu antlaşmayı yapmaması için baskı yapıyor. Fransa rakip olduğu Türk mallarının gümrüksüz Tunus’a girmesini istemiyor. 1995 belgesinin tek yanlılığı her alanda Türkiye’nin aleyhine işliyor. Başka bir örnek de 1998’de Türkiye Makedonya ile ikili imtiyazlı ticaret anlaşması yapmak istiyor. Brüksel kendisinin henüz o ülke ile böyle bir antlaşması olmadığı için buna karşı çıkıyor. 4- Türkiye 1995 belgesi ile yalnız AB çıkışlı imalat sanayi ürünlerini gümrüksüz ithali, buna karşılık AB dışı ülkelere AB’nin kendi tercihlerine göre koyduğu gümrüğü uygulamak zorunda kalması Türkiye’nin dış ticaretinde yapay bir sapmaya yol açıyor. Aynı mal Japonya’da %10 daha ucuz, ancak %20 vergi koymak zorunda kaldığımız için gerçekte daha pahalı olan AB malı, vergi almadığımız için ucuz görünüyor. Türkiye döviz kaybediyor. AB’den ithal edilen gıda sanayii ürünleri Türk tarımını çok olumsuz etkiledi AB kendi içinde Ortak Tarım Politikası ile tarımına yılda 50 milyar dolar sübvansiyon yapıyor. Gümrük Birliği öncesi ticarette aleyhimize gelişmeler bir ölçüde beklenmesine rağmen, yabancı sermaye girişleri ile bu açığın bir ölçüde giderileceği düşünülmekteydi. Ancak bu geçekleşmediği gibi sermaye girişinde nispi bir azalma bile görülmektedir... Mali yardım konusunda da büyük problemler vardır. 6 Mart 1995’den itibaren sağlanması planlanan ama vetolar yüzünden bir türlü sağlanamayan kaynağın toplamı 2.4 milyar ECU’dur. Başka bir çalışmada Gümrük Birliği’nin Türkiye ekonomisi üzerine olumsuz etkileri sınıflandırılıyor[viii] : Rekabet Gücü Etkisi; Dış rekabet gücü eksik zayıf sektörlerle ilgili statik olumsuz etkilerdir. Henüz rekabet gücüne sahip olmayan ancak uzun dönemde bu potansiyeli kazanabilecek otomotiv ilaç ve kimya sanayii gibi sektörler de serpilme olanağı kalmadığından yok olabilir. İstihdam Etkisi: Bir kısım Türk firmalarının kapanması işsizliğe neden olabilir. Dış Ticaret Açığı: 1996’da AB’ye ihracatımız ancak %3,6 oranında artmışken AB’den ithalat %33,3 oranında artmıştır. İlaçta patent uygulaması da dış ticaret açığını arttırmıştır. Türkiye’nin AB ile olan dış açığı 1995’den sonra 6-10 milyar dolara yükselmiştir. Gümrük Birliği’nin ardından AB kaynaklı ithalatta bir patlama görülmüştür. 4. Ortak Gümrük tarifesi Etkisi: Zorunlu Taviz Etkisi: Türkiye AB’nin taviz verdiği üçüncü ülkelere örneğin AB üyesi ülkelerin eski sömürgelerine aynı tavizleri tanımak zorunda kalmıştır. Bu yüzden gümrük vergisi geliri açısından büyük kayıplara uğramıştır. Misilleme Etkisi: Daha önce ikili anlaşmalarla üçüncü ülkelere tanıdığı tavizleri artık uygulayamayacağından o ülkelerin misilleme önlemlerine maruz kalabilmektedir. Taviz Yitirme Etkisi: Türkiye AB’nin koruma önlemleri uyguladığı ABD, Japonya gibi ülkelere aynı önlemleri uygulama zorunda kalacaktır. Bu ülkeler de Türkiye’ye uyguladıkları tavizleri kaldırabilirler. Ucuz Girdi Etkisi: Ucuz girdi ithalinde sorunlar yaşanacaktır. Örneğin Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerden düşük fiyatlı pamuk ipliği ithali ile sağlanan rekabet gücü girdilerin fiyatları arttığından ortadan kalkabilecektir. Bu sakıncalar önemli ölçüde gerçekleşmiş, girdi maliyetleri artmış, ihracatın rekabet gücü azalmıştır. Öte yandan, ülkemizin, başta ortak ticaret politikalarının üstlenilmesi olmak üzere, Gümrük Birliği ile doğrudan ilgili alanlarda, Birliğin en önemli karar alma mekanizması olarak kabul edilen 113 numaralı Ticaret Komitesi içerisinde yer almaması, söz konusu politikaların üstlenilmesini güçleştirmekte ve ülkemizin üçüncü ülkelerle ilişkilerini geliştirmesini bir ölçüde engellemektedir. Türkiye’nin farklı statüsü göz önünde tutularak, AB Komisyonu bünyesinde sadece üye ülkelerin katılımına açık tutulan teknik komitelere ve özellikle 113 numaralı Ticaret Komitesi’ne iştirakinin sağlanması, Gümrük Birliği çerçevesindeki danışma mekanizmalarının etkin işleyişi bakımından önemli bir husustur. Bu yöndeki girişimlerden şu ana kadar olumlu sonuç alınması mümkün olmamakla beraber, yapılan girişimler sonucu 1/95 sayılı OKK’nda yer alan üç komiteye (Nomenklatur Komitesi, Gümrük Kodu Komitesi ve Dış Ticaret İstatistikleri Komitesi) ilaveten, ahiren Türkiye’nin ekte sunulan 12 teknik Komite’ye daha katılması karara bağlanmıştır.[ix] 3.2. GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN OLUMLU ETKİ VE SONUÇLARI Türkiye’nin bu entegrasyonlar çağında dış ticaretinin yarısını gerçekleştirdiği, dış yatırımlar, turizm, işçi dövizleri gibi ekonomik göstergeler açısından da yoğun ilişkiler içinde bulunduğu bir ülkeler grubuyla Gümrük Birliği oluşturmasından daha doğal bir şey olamazdı... Ne var ki, artık ilişkilerin bu aşamasında Gümrük Birliği’nin tam üyelik perspektifinden ayırmak olanağı kalmamıştır. Gümrük Birliği’nin geliştirilmesi büyük ölçüde tam üyelik perspektifi doğrultusunda mesafe alınmasına bağlıdır. Aksi halde Türkiye’deki Avrupa ve Avrupa’daki Türkiye düşmanlarını sevindirecek bir takım olumsuz gelişmelerin ortaya çıkması beklenir ki, bunun da baş sorumlusu herhalde Avrupalılar olur. [x] Kuşkusuz AB ile kurulan Gümrük Birliği ilişkisinin Türkiye açısından Ekonomik, ticari, kurumsal, hukuksal ve finansal gibi bir çok alanda küçümsenmeyecek olumlu etki ve sonuçları olmuştur : Tüketiciler için Gümrük Birliği, Türk piyasasında artan rekabet nedeniyle, daha yüksek kalite, daha ucuz ürünler ve daha fazla çeşitlilik getirmiştir. Avrupa teknik normları kullanıldıkça tüketicilerin korunması artmış; üreticiler ve sanayi de, istikrarlı ve büyük bir ihracat pazarına erişim yanında, daha ucuz ve daha kaliteli girdilerden yararlanma imkanına kavuşmuştur. Türkiye, her şeyden önce taraflar arası Ortaklık ve Gümrük Birlik ilişkisi çerçevesinde AB’nce kendisine taahhüt edilen finansal kaynaklardan, yardım ve hibe niteliğinde küçümsenmeyecek miktarlarda yararlanmış (bkz. Tablo 2), bazı önemli alt yapı ve kurumsal projelerin gerçekleştirilmesini bu kaynak sayesinde sağlayabilmiştir : Tablo 2. Gümrük Birliği ve Ortaklık sürecinde Türkiye’ye sağlanan mali destek[xi] : SÜRESİ mEURO 1964-1969 175 PROTOKOLLER I. MALİ PROTOKOL (KREDİ) II. MALİ PROTOKOL (KREDİ) 1973-1977 220 TAMAMLAYICI PROTOKOL 1973-1977 47 III. MALİ PROTOKOL (KREDİ) 1977-1981 310 ÖZEL İŞBİRLİĞİ FONU (HİBE) 1982-1986 75 1991 175 1993 3 KÖRFEZ SAVAŞI (KREDİ) ÖZEL MALİ İŞBİRLİĞİ (HİBE) GÜMRÜK BİRLİĞİ ÖNCESİ TOPLAM: 1.005 1995-1999 181.3 İDARİ İŞBİRLİĞİ (HİBE) 1996-2000 3 ÇEŞİTLİ YARDIM (HİBE) 1992-1999 14 YENİLEŞT.AKDENİZ PROG. (KREDİ) 1992-1996 340 AVRUPA-AKDENİZ SÜRECİ (KREDİ) 1997-1999 205 AKS.(MEDA-I) İDARİ İŞBİRLİĞİ(HİBE) RİSK SERMAYESİ (KREDİ) 1999 12 GÜMRÜK BİRLİĞİ SONRASI TOPLAM : 755.3 ORTAKLIK SÜRECİ (GENEL) TOPLAM : 1.760.3 Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki mali ilişkiler 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’na kadar Ankara Anlaşmasına ek Mali Protokoller çerçevesinde yürütülmüştür. Türk ekonomisinin hızla kalkınmasına yardımcı olmak amacıyla hazırlanan mali protokollerin üçüne işlerlik kazandırılmış, ancak imzalanan dördüncü protokol siyasi nedenlerle hayata geçirilememiştir. 1964-1982 yıllarını kapsayan üç protokol ve tamamlayıcı protokoller çerçevesinde, Türkiye AB’den 827 mECU tutarında yardım almıştır. Bunlara kredi ve hibe niteliğinde sağlanan diğer yardımlar da eklendiğinde, 19641995 arası dönemde 1.005; 1964-2000 yılları arasında dönemsel olarak toplam 1.760,3 milyon EURO/ECU’ lük mali destekten yararlanmıştır. Büyük ve istikrarlı bir pazarın varlığı, 1998 yılındaki ekonomik krizde önemini gösterdi. O dönemde, Türkiye’nin AB dışındaki belli başlı pazarlara ihracatı azalırken, AB Türkiye için başlıca ihracat piyasası olmaya devam etti ve krizin olumsuz etkilerini kısmen telafi etti. (Türkiye’nin ihracatında AB’nin payı 1997’de %46,6’dan 1998’de %50’ye, 1999’da %53,9’a çıkarken, aynı dönemde AB’den ithalat %51-52 düzeylerinde kaldı. Aynı dönemde OECD üyesi olmayan ülkelere ihracat 1997’de %40,7’den 1998’de %37,1’ye, 1999’da %29,2’ye geriledi. Türkiye’nin toplam AB ihracatındaki payı, 1995 yılında %2,3 iken 1999’da %2,7 oldu. İthalat için bu rakam, 1995’te %1,7 idi, 1999’da %1,9 oldu. Görüldüğü gibi, Türkiye’nin AB ticaretindeki payı hem ithalat hem de ihracat açısından olumlu yönde ve aynı ölçülerde gelişti. 1999 itibariyle, Türkiye AB’nin yedinci en büyük ihracat müşterisidir (1990’da dokuzuncu idi) ve AB’ye ihracat yapan ülkeler arasında on üçüncü sıradadır (1990’da on yedinci sıradaydı). Bu rakamlar gösteriyor ki Gümrük Birliği anlaşmasından her iki taraf da yararlanmıştır.[xii] Gümrük Birliği’nin tamamlanması için öngörülmüş olan 22 yıllık süreyi çok iyi kullanabildiğimizi ve sanayiimizin rekabet gücünü artırmak için gerekli düzenlemeleri gereğince yerine getirdiğimizi söylemek zordur. Ancak, Gümrük Birliği’nin gerçekleştirilmesinden sonra dahi, gerekli yapısal değişikliklerini ve teknik düzenlemelerini yapabilen, başta otomotiv olmak üzere bazı sektörlerin Gümrük Birliği’nin yarattığı imkanlardan ziyadesiyle faydalanmaya başladıkları görülmektedir. Bununla beraber, Gümrük Birliği’nin tüm unsurlarının tam olarak hayata geçirilebildiğini söylemek güçtür. Gerek mali işbirliği alanında, gerek ortak dış ticaret politikasının hazırlanması ve uygulanması konusunda gerçek bir entegrasyona ulaşılması konusunda sıkıntılar halen devam etmektedir. Bu bağlamda, Gümrük Birliği’nin, “malların serbest dolaşımı” açısından olumlu bir yönde işlemesine karşın, “daha fazla entegrasyon için bir araç” oluşturmak konusunda beklendiği ölçüde etkin bir süreç olabildiğini söylemek güçtür. Taraflar arasında daha fazla entegrasyon, Türkiye’nin AB adaylığının tescili ile ortaya çıkan yeni dönemde, katılım öncesi araçlarının tam anlamıyla uygulanmasıyla birlikte hayatiyet kazanacaktır. Gerek mevzuata uyum açısından kaydedilen gelişmeler, gerek Türk idari yapısında AB ile ilişkiler alanında ortaya çıkan tecrübe ve birikim sayesinde, Gümrük Birliğinin bu sürece olumlu katkılar yaptığı ve yapacağı söylenebilir.[xiii] SONUÇ Türkiye 1996 yılında Gümrük Birliği’ne, Avrupa Birliği’ne tam üye olma sürecini kesinleştirip hızlandıracağı düşüncesiyle girmiştir. Fakat tam üye olmadan bu birliğe girmesi Türkiye aleyhine çok önemli sonuçlar doğurmuştur : On yılık dönemde elde edilen sonuçlar, Gümrük Birliği mekanizmasının Türkiye aleyhine işlediği ve AB’nin sağladığı tüm finansal kaynak ve desteğe karşın, Türkiye’nin birçok alanda konjonktürel dinamizm ve dengelerinin zaman içinde yozlaşıp bozulduğu açıkça gözlenmektedir : Gerçi Gümrük Birliği ilişkisi Avrupa’da (CEE ülkeleriyle) sürekli ve istikrarlı bir pazar dışsatım pazarı kazandırmıştır ve bu sayede belirli bir ihracat yapma olanak ve potansiyelini kazandırmıştır; ancak, Birlik ilişkisi çerçevesinde Birlik üyesi ülkelerin yanı sıra üçüncü ülkelere karşı olan ticaretinde de gümrük tarife ve muafiyetleriyle diğer tavizler bağlamında üstlenmek zorunda bırakıldığı taahhütler bu kesim ülkelerle olan toplam ihracatında bir daralmaya neden olurken, yaptığı ihracata söz konusu ülkeler ulusal gümrük vergisi oranlarını uygulamalarına karşın aynı ülkeler menşeli mallara ise Türkiye, AB’ye karşı taahhütleri dışında herhangi bir tarife uygulayamamaktadır. Her düzeydeki ekonomik ve ticari ilişkilerde tarafların karşılıklı olarak dengeli bir nimet-külfet paylaşımından yararlanmaları ilkesiyle bağdaşmayan bu durum ise Türkiye’nin uzun dönemde büyük ekonomik ve ticari kayıplara uğramasına neden olmaktadır. Bazı kesimlerin, örneğin ATO Başkanı AYGÜN’e göre, on yılık dönemde Gümrük Birliği ilişkisinin Türkiye’ye toplam maliyeti 57 milyar dolarlık zarardır. Gerek Gümrük Birliği bağlantısı çerçevesindeki taahhütler, gerek Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’nın istikrazları gereğince üstlenilen yükümlülükler ve gerekse AB’ne tam üyelik yolunda “Kopenhag Kriterleri”ne uyum bağlamında dayatılan reform ve değişiklikler Türkiye’yi gerçekten hukukî, iktisadî, malî, politik ve kültürel anlamda, başta AB olmak üzere dışa bağımlı, rızası hilafına kararlar alan, üretime dayalı gelişim ve kalkınma dinamiklerini yitirmiş, ve de kendini AB’ne tam üyelik yolunda tüketmiş bir ülke olma noktasına gelmiştir. Türkiye’nin ayrıca yüksek bedel ve tavizler karşılığı, yüksek faiz oranlarıyla İMF ve Dünya Bankası kaynaklarından aşırı borçlanması sonucu, anapara ve faiz ödemeleri sarmal hale gelmiş, sadece faiz ödemelerini dahi gittikçe büyüyen iç borç stokuyla karşılamak durumunda kalmıştır. Böylece, 2004 yılı itibariyle Türkiye’nin borç stoku 217 milyar dolara ulaşmış; fert başına düşen GSMH, Gümrük Birliği öncesinde 3000 dolar iken bugün için 1600 dolara düşmüştür. Adı geçen kurumların dayattıkları reçeteler doğrultusunda alınan karalar, mevzuat değişiklikleri ve uygulanan politikalar Türkiye’de tarım ve hayvancılık sektörünü çökertmiştir. Zeytin ve zeytinyağında birinci, fındıkta, kuru üzüm ve incirde birinci, buğday, pirinç, pamuk ve tütünde birinciliklere – ikinciliklere sahip Türkiye, bugün için tüm bu ürünleri dışarıdan ithal eder konuma girmiştir. 80’li, 90’lı yıllara kadar onurla “Türkiye bir tarım ülkesi, bir tahıl ambarı” diyebiliyorduk; ancak bugün ne “Tarım ülkesi”, ne de “Sanayi ülkesi” diyebiliyoruz. Tüm ulusal dinamiklerimizi yitirdik; AB’ne tam üyelik yolunda biz, bizi tükettik. Bir başka olumsuzluk da, kültürel alanda Türkiye’ye insan hakları kisvesi altında yapılan ve ülkenin Siyasal ve Toplumsal bütünlüğüne yönelmiş mevzuat değişikliği dayatmalarıyla varılmak istenen hedeflerdir. Türkiye çok geniş topraklara sahip ve bu geniş topraklar üzerinde değişik lehçelerin konuşulduğu, çeşitli yerel folk, örf ve âdetlerin korunup yaşandığı, renkli bir mozaik yapı ve özelliğine sahiptir. Bize göre, bu tür talep ve baskıların bir tek açıklaması olabilir : Bu mozaiğin taşlarını bir arada tutan betonu bozmak; her zaman için büyük destek verdikleri Büyük Ermenistan ile Büyük Kürdistan hayali ve Megalo İdea rüyası çerçevesinde Doğu-Güneydoğu bölgeleriyle, İstanbul’u ülke topraklarından koparmak; Türkiye’yi küçük lokma haline getirdikten sonra AB’ne dahil etmektir. Değilse, Abdullah Öcalan, Leylâ Zana, Şemdin Sakık, Orhan Doğan’ın beraatı konusundaki baskı ve hassasiyet niye ! Bu kişilerin hapisten kurtulup özgürlüğe avdet etmesi Batı Dünyası’nın, gerçekten, umurunda mı ! Yukarıda sıralanan, Türkiye ve Türk Devleti açısından son derece riskli sonuçlar doğurmaya elverişli tüm bu olumsuzlukların temelinde yatan yanlışlık, AB’nin tek taraflı iradeyle alacağı kararlara Türkiye’nin uyma taahhüt ve zorunluluğudur. Bir başka ifadeyle, Türkiye’nin bu anlaşmayla AB’nin karar mekanizmasında söz sahibi olmaksızın, Avrupa Birliği’nin dış ticaret ve gümrük konularında aldığı kararlara bağlı olmasıdır. Söz konusu bağımlılık sadece birlik içindeki anlaşmalara sadakat değil ayrıca AB’nin, birlik dışı üçüncü ülkelerle yaptığı ve yapacağı anlaşmalara da uymak konusunda Türkiye’nin taahhüt altına sokulmuş olmasıdır. Gümrük Birliği ilişkisi bu yönüyle, Türkiye’yi ister istemez Avrupa Birliği’ne bağımlı hale getirmekte ve Türkiye’nin dış ticaretini Avrupa Birliği’ne doğru, giderek daha yoğun biçimde, kanalize etmektedir. Gümrük Birliği öncesinde ithalatın AB ve Birlik dışından, yıllık artış oranının neredeyse eşit olduğu görünmektedir. (%14.2) Ancak Gümrük Birliği sonrasında AB’den yapılan ithalat yıllık % 6.2 oranında artarken diğer ülke gruplarından yapılan ithalat % 0.6’lık artış oranında kalmıştır. Bu veriler, Gümrük Birliği sonrasında ithalatın çok net biçimde AB’ne kaydığını göstermektedir. Salt bu nedenle bile olsa, Gümrük Birliği Anlaşması’nın Türkiye’nin menfaatlerine sonuç verecek şekilde revize edilip, yeni biçimiyle uygulanması kaçınılmaz olup, tez elden giderilmesi gereken bir ihtiyaç haline gelmiştir. Avrupa Birliği’nin, başta ABD olmak üzere serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkelerle ve özellikle Türkî Cumhuriyetlerle Türkiye’nin de serbest ticaret anlaşması yapabilmesi sağlanmalıdır. Anlaşmanın mevcut durumunun korunması halinde, giderek yoğunlaşan tek taraflı mal ve hizmet girişinin engellenemeyeceği; bunun da ülke ekonomisi ve ticaretinde onarılamayacak boyutlarda tahribata yol açacağı muhakkaktır. İki taraf arasındaki Gümrük Birliği ilişkisinde ithalat-ihracat bileşiminin, Türkiye açısında sürdürülebilir bir dengeye oturtulması kaçınılmazdır. Yaşanan sorun, aslında AB’nin kendi kurumsal yapısı, işleyişi, mevzuatı ya da tek taraflı icraatının bozukluğu gibi bir nedenden değil; Türkiye’nin, bu denli devasa bir sistemin, henüz tam üyelik statüsünü kazanmaksızın, ve bu nedenle aleyhte işleyip sonuçlar veren karşılıklı gümrük ve ticari taahhütler ilişkisine bağlanmasından kaynaklanmaktadır. Özet olarak, Türkiye AB içinde, diğer üyeler statüsünde (tam üye olarak) yer almış olsaydı; o takdirde, “AB’nin tek yanlı yönlendirmesi veya Türkiye’nin tek yanlı bağımlılığı ifadeleri ortadan kalkacak” , inceleme konuları ekonomi ve siyaset mantığının kuralları içinde daha net değerlendirilebilecekti; ancak, burada net olan ve kolay görülen bir nokta var ki o da, “diğer üyeler statüsünden olmayan (tam üye olmayan) bir ülkenin, sistemin sadece bir bölmesine monte edilmesi halinde, sistemin bütünü tarafından yönlendirilen ve idare edilen bir ülke konumuna[xiv] düşmesinin kaçınılmazlığıdır. “Türkiye açısından bu hayati sakıncaları ortadan kaldırmanın yolları vardır. Türkiye AB ile, Gümrük Birliği Anlaşması yerine serbest ticaret bölgesi anlaşması yapabilir. Böyle bir anlaşma ile Türkiye, Katma Protokol’de belirtilen gümrük indirimi takvimine devam eder ve AB çıkışlı mallar için vergi taahhütlerine uyar. Ancak AB’nin dış ticaret politikası ve Ortak Gümrük Tarifesi dışında tutulur.”[xv] Gümrük Birliği’nin bir sonucu olarak büyük miktarda yabancı dolaysız yatırım girmesi gerekirdi. Fakat, Türkiye’deki politik ve ekonomik istikrarsızlık, kırtasiyecilik, yolsuzluk ve eksik rekabet yüzünden, bu gerçekleşmedi. Yabancı şirketleri, Polonya ve Macaristan gibi diğer aday ülkelerde yaptıkları gibi, Türkiye’de yatırım yapmaya teşvik etmek için, iş ortamında büyük iyileşmelere ihtiyaç vardır.[xvi] Türkiye madem ki tam üye olmadan bu anlaşmaya imza atmıştır; bundan böyle ülke içindeki olumsuzlukları giderme önlemlerini almak, sorunun çözümüne götürecek alternatifleri üretmek zorundadır. Bu olumsuzlukların başında bürokratik engeller gelmektedir. Yabancı sermayenin önündeki bürokratik engeller kaldırılmalı ve sermaye girişi kolaylaştırılmalıdır. Eğer Gümrük Birliği’nden sonra bir tam üyelik gerçekleşmez ise, Türkiye bunu asla kabul etmemelidir. Yoksa Türkiye, Batının “ikinci sınıf” bir ülkesi olmaya mahkum olur. AB ile ekonomik ve ticari alandaki akdî bağ ve ilişkilerden hakkaniyete dayalı, adil bir biçimde yararlanmanın yolu ancak tam üyelikten geçer. Amaç, salt Gümrük Birliği değil; tam üyeliktir. Bu itibarla Gümrük Birliği’nin tam üyelik için bir merhale olarak kabul edilip, kısa vadeli olmasa bile orta vadeli ulusal hareket stratejilerinin tam üyeliğe göre belirlenip bu odağa yoğunlaştırılarak, bir an evvel bir müzakere sürecinin başlatılmasının sağlanması gerekir. “Eğer Avrupa Türkiye’yi sadece Gümrük Birliği ile kendi nüfuz alanında tutup kendi arasına almak istemiyor ise, bu konuyu yeni baştan değerlendirmekte fayda vardır.”[xvii] Bize göre, yapılması gereken şey, önümüzdeki Aralık 2004 Zirvesi’nde AB’nin tam üyelik için Türkiye’ye müzakere tarihi vermemesi halinde, bizzat Türkiye’nin bir müzakere tarihi belirleyip, Taraflar arası Gümrük Birliği ilişkisinin geleceğini tayin edecek bir önkoşul olarak AB’nin önüne koymasıdır.