M . ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003 m m tÊttÊÊÊtÊÊiBÊttÊÊÊÊm tÊÊiÊÊm m iÊtSm m ÊÊm ÊÊtÊÊÊiÊÊH im ÊÊm Êm /"----V____ W ÊÊÊKÊÊÊÊÊÊÊÊÊÊKÊÊÊÊKÊÊÊÊÊÊÊK ÊH ÊÊÊÊ* E urrıye ] TARİH ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003 •* Ülkemize matbaanın geç gelmesinin sebebi öyle iddia edildiği gibi günah sayılması yahut hattatların işsiz kalmaları endişesi değil, okumayı bugün olduğu gibi o zamanlarda da sevmemem izdi. İbrahim Müteferrikanın 1727'de kurduğu matbaada, 20 yıl boyunca bütün gayretlere rağmen sadece 17 kitap basılabilmişti. Bu matbaada Müteferrika'nın ölümünden sonra sadece bir kitap basılabildi ve halkın okuma merakının olmaması yüzünden de matbaa tam & * 27 yıl kapalı kaldı. ■ Erhan AFYONCU Türkiye'de basılan ilk kitap; Vankulu Lügati. *jy ' ' \ l * Yayınladığımız ilk kitaplar biraz fazla ağırdı İbrahim Müteferrika'yı m atbaada çalışırken gösteren temsili resim. £*>**&£ .ı '- o *ajT Ü. c • -r r - - ¿ it mr " s - m - jS »It'J * ‘ ¡T, . j-ÿi.J5Î- . ***■ Matbaanın günahından değil, okumaktan korktu M -JL_ T M atbaanın Türkiye'ye geç gelişi her zaman tartışma konusu oldu. Kimileri ’Günah olduğu için getirilmedi’ derken, kimileri de 'Hattatlar karşı çıktılar, o sebeple gelmedi' dediler. Halbuki gerçek çok basitti; matbaa, okumayı sevmediğimiz için gelmemişti. Baskı işi, Johann Gutenberg'in 1450'li yılların başında matbaayı icadından kısa bir süre sonra Osmanlı topraklarına ulaştı. İstanbul’da ilk olarak 1493'te Yahudiler matbaa kurdular, daha sonra 1567'de Ermeniler, 1627'de ise Rumlar ilk matbaalarım açtılar. Türkler ise matbaa kurmak için 1727'ye kadar herhangi bir girişimde bulunmadılar. İlk Türk matbaasının kurucularından olan İbrahim Müteferrika, asıl matbaayı kurmadan s H A R A Y I İKNA ETTİLER Matbaa kurmak için uğraşan fakat hiçbir maddi gücü olmayan İbrahim Müteferrika'nın imdadına kendisiyle aynı düşüncede olan bir başka devlet görevlisi yetişti. Babası Yirmisekiz Mehmed Çelebi ile Paris'e giden 'sadâret mektubi halifelerinden', yani 'başbakanlık bürokratlarından' Mehmed Said Efendi, Fransa'da matbaacılığı incelemiş, Türkiye'ye döndüğü zaman da bir matbaa açmayı plânlamıştı. Mehmed Said Efendi ile İbrahim Müteferrika işbirliği yapıp 1727 Temmuz'unda dönemin padişahı Üçüncü Ahmed'in fermanı ve Şeyhülislâm Ybnişehirli Abdullah Efendi'nin fetvası ile ilk Türk matbaasını kurmak için izin aldılar. İbrahim Müteferrika matbaanın önemi, gerekliliği ve faydası üzerine 1726'da kaleme aldığı 'Vesiletü't-tıbâa' isimli risalesinde, tarih boyunca bazı istilâlar yüzünden yazma eserlerin nasıl yokolduğunu, sonraları doğru düzgün yazı yazacak hattatlar kalmadığı için yazmaların birçoğunun yanlışlarla dolu olduğunu, halbuki matbaa sayesinde yazıların daha okunaklı ve hatasız basılacağını, kitapların fiyatlarının ucuzlayacağını ve bu sayede de büyük kütüphanelerin kurulacağını söylüyordu. K i T A B I EVİNDE BASTI Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından Müteferrika'nın Yavuz Sultan Selim semtindeki evinde kurulan matbaanın ilk kitabı, basımı 1729'un ilk . . - — ■ Tarih-i Raşid (1741). ■ Tarih-i Çelebizâde Efendi (1741). ■ Ahval-i Gazavât-ı Diyâr-ı Bosna (1742). Ferheng-i Şu'uri (1742). aylarında tamamlanan ve 'Vankulu Lügati' adıyla bilinen 'Sıhahü'l-cevheri'nin tercümesiydi. Her ne kadar matbaanın bulunduğu yer ve malzemelerin bir kısmı şahsi mal ise de, matbaanın asıl masraflarını ve çalışan işçilerin günlük yiyeceğine kadar bütün ihtiyaçlarını devlet karşılamıştı. F ¡ Y A T I DEVLET BİÇTİ Hatta basılan kitapların fiyatlarını bile devlet tesbit etmişti. Matbaanın kurulmasında ve daha sonraki yıllarda işletilmesinde karşılaşılan en büyük zorluk ise yetişmiş eleman eksikliği idi. Müteferrika'nın matbaasının kurulmasında önemli rolü bulunan Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Said Efendi'nin bir süre sonra ayrılması ile iş tamamen İbrahim Müteferrika'ya kaldı ve Müteferrika, ölümüne kadar 17 adet kitap bastı. ► j İşte, İbrahim Müteferrika'nın matbaasında basılan ve Türkiye'de 'ilk' olan bazı kitaplar: ■ Vankulu Lügati (1729). ■ Tuhfetü'l-Kibâr fi Esfâri'l-Bihâr (1729). ■ Tarih-i Seyyâh der Beyân-ı Zuhur-ı Ağvâniyân ve İnhidam-ı Devlet-i Safeviyan (1729). ■ Tarih-i Hind-i Garbi (1730). ■ Tarih-i Timur-i Gürgân (1730). ■ Tarih-i Mısri'l-Cedid ve Tarih-i Mısri'l-Kadim (1730). ■ Gülşen-i Hülefâ (1730). ■ Grammaire Turque (1730). ■ UsulüT-Hjkem fi Nizâmi'l-Ümem (1732). ■ Fuyuzât-ı Mıknatısiyye (1732) . ■ Takvimü't-Tevarih (1733) . ■ Tarih-i Naima (1734). _dPİ önce 1718'de bir harita matbaası için izin almış ve birkaç adet de harita basmıştı. r İbrahim Müteferrika'nın bastığı kitaplardan biri olan ''Cihannüma"dan bir harita. 6 rcftnns» TARİH ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003 Hü iriye J TÂRİH Matbaanın gizli kurucusu Mehmed Said Efendi'dir İlk Türk matbaasının kurulmasında ve işletilmesinde İbrahim Müteferrikanın rolü büyüktür ancak Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Said Efendi’nin bu işteki payı da gözden uzak tutulmamalıdır. Said Efendi, babası Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin elçiliği sırasında bulunduğu Fransa'da matbaayı yakından görüp incelemiş ve Osmanlı İmparatorluğu'na döndüğünde babasının devlet nezdindeki nüfuzunu da kullanarak ilk Türk matbaasının kurulmasını sağlamıştı. Yirmisekiz Mehmed Çelebi elçi iken Paris'te onunla beraber bulunan Saint Simon, hatıralarında Mehmed Said Efendi'nin Paris'te bir matbaayı ziyaret ettiğini ve İstanbul'a dönüşünde aynını açmayı düşündüğünü yazmıştı. Mehmed Said Efendi, İstanbul'da doğdu. Sadaret mektubi kaleminde memuriyet hayatına başladı ve 'halifeliğe', yani 'büro şefliğine' kadar yükseldi. Babasının Paris elçiliği sırasında kethiidâ olarak onunla birlikte Fransa'ya gitti, Fransızca öğrendi ve döndükten sonra İbrahim Müteferrika ile beraber Osmanlı Matbaanın kurucularından Yirmisekiz Çelebizade Mehmet Said. ülkesinde ilk Türk matbaasını kurdu. Memuriyette yükselmesi üzerine matbaacılıktan ayrıldı. Sonraki senelerde Osmanlı bürokrasisinde üst düzey birçok görevde bulunan ve Fransa ile İsveç'te elçilik yapan Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Said Efendi, 25 Ekim 1755'te sadrazamlığa tayin edildi ancak beş ay sonra 1 Nisan 1756'da azledilerek İstanköy'e sürüldü. Daha sonra Hanya, Adana, Mısır, Konya valilikleri yaptı ve Maraş valisiyken 1761 Kasım'ının sonlarında öldü. Müteferrika'nın asıl işi diplomatlıktı, kitapları boş zamanlarında bastı Ma tbaa bulunmadan önce elle kitap çoğaltan bir rahip. 4- Gutenberg'in bastığı Incil'den bir sayfa. Matbaanın ilk iki kitabı 1000, üçüncüsü 1200 adet basılmış, ancak sonraki kitaplarda bu sayı 500’e inmişti. Baskı sayısının azalmasında kitapların satıimamasının rolü vardı, nitekim öldüğü zaman bile İbrahim Müteferrika'nın evinde satılmamış birçok kitap bulunmuştu. İbrahim Müteferrika bir taraftan matbaasında çalışıyor, diğer taraftan da devletin verdiği birçok görevle uğraşıyordu. Uzun süre, Osmanlı İmparatoriuğu'na sığınan Polonya hükümdarı İkinci Rakoczi'nin tercümanlığını ve mihmandarlığını yapan İbrahim Müteferrika'nın diğer görevleri matbaayla yakından ilgilenmesini engelledi. l^ A Ğ IS T A N 'A YOLLADILAR 1735’e kadar 13 kitap basan Müteferrika, Osmanlı-Avusturya-Rus savaşındaki görevleri ve Lehistan'a elçi olarak gönderilmesi sebebiyle beş yıl matbaacılıktan uzak kaldı. 1740 ile 1742 yıllarında dört kitap daha bastı fakat ömrünün son beş yılında yine devlet işleri yüzünden yeni eserler çıkartamadı. İbrahim Müteferrika bu arada Dağıstan'a gidip dönmüş ve Yalova’daki Kâğıt Fabrikası ile ilgilenmiş, ayrıca bir yıl Divân-ı Hümâyûn tarihçiliği görevinde bulunmuştu. H a l k k it a p o k u m u y o r İbrahim Müteferrika, bastığı kitapların büyük bir kısmına açıklamalar ve ilaveler yaptı, bir kısmını da notlar ve haritalar ekleyerek zenginleştirdi. Bilhassa Kâtip Çelebi'nin 'Cihânnümâ'sına yaptığı ilâveler, Müteferrika'nın Rönesans sonrası Avrupa'daki gelişmeleri yakından nasıl takip ettiğini açıkça göstermişti. Cihânnümâ'ya yapılan ilâvelerde batıda gelişen yeni astronomi ve kâinat sistemleri hakkında bilgiler verilmesi, eserin bir asır boyunca bu konudaki Türkçe en önemli metin olmasını sağladı. Bastığı kitaplarda doğru metni yayınlamak için de çaba gösteren Müteferrika, oldukça titizdi. Nitekim, 'Tarih-i Hindi Garbi'yi inceleyen Thomas Goodrich, bu eserin mevcut metinlerinin hiçbirisinin tam ve doğru olmadığını, tama ve doğruya en yakın olanını 1730'da Müteferrika'nın yayınladığını ve ilk Türk matbaacısının birden fazla metin kullanarak bu sonucu elde ettiğini söylemişti. İbrahim Müteferrika'nın bastığı kitaplar tarih, coğrafya ve dil gibi konular ile askerlik üzerineydi. Araştırmacılar, Müteferrika'nın eser seçiminde oldukça isabetli davrandığını görüşündeydiler. Müteferrika'nın 1747'de ölümünden sonra matbaanın işletme izni Rumeli kadılarından İbrahim Efendi ile Anadolu kadılarından Ahmed Efendi'ye verildi. İbrahim ve Ahmed Efendiler, talebin olmaması ve halkın ilgisizliği sebebiyle matbaada sadece bir kitap basabildiler, sonra da işi bıraktılar. 1757'de çıkarttıkları kitap da, zaten İbrahim Müteferrika'nın zamanında çıkan Vankulu Lügati'nin ikinci baskısıydı. Matbaa uzun bir sessizlik döneminden sonra tekrar 1784'te açılabildi. M 0 BİN HATTAT MASALI Osmanlı tarihinde en fazla tartışılan konulardan biri, matbaanın Türkiye'ye geç gelmesi meselesiydi. Bir iddiaya göre, güya İstanbul'da bulunan 90 bin hattat matbaanın gelişine engel olmuştu. Bu iddia hakkında hiçbir araştırma yapılmadan önce bir an düşünülse bile, böyle bir görüşün doğru olamayacağı rahatlıkla anlaşılır. O devirde bırakın 90 bin hattatın varolmasını, belki bütün Osmanlı ülkesindeki esnafın tamamı bu kadardı. M ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003 TBAA GÜNAH DEDİLER Matbaanın geç gelmesiyle ilgili bir diğer iddia da OsmanlI'nın matbaayı 'günah' sayıldığı için geç kabul ettiği yolundadır. Bu iddia da tamamen ideolojik ve yanlış bir yoruma dayanıyordu, zira matbaanın bu yüzden geç geldiğine dair elde hiçbir delil yoktu. Türkiye'ye matbaanın geç girişi hep tartışıldı fakat daha sonra ne gibi gelişmelerin yaşandığı üzerinde pek fazla durulmadı. Konu tartışılırken 'Geldi de ne oldu?' sorusunu sorarsak mesele kendiliğinden çözüme kavuşur. Matbaanın kurulmasından İbrahim Müteferrika'nın ölümüne kadar geçen 20 yıllık dönemde sadece 17 kitap basılabildi. Müteferrika'nın ölümünden sonra ise yalnızca bir kitap basıldı ve talebin olmaması sebebiyle matbaanın faaliyetine 27 yıl ara verildi. ► Erdel’in Koloszvar şehrinde 1670'li yılların başında dünyaya gelen İbrahim Müteferrika'nın Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında çok az bilgi vardır. İbrahim Müteferrika, Müslüman olmadan önce Hristiyanlık'ın 'teslis' inancına karşı çıkan ve tek Tanrı inancını benimseyen 'Unitarius' mezhebine mensuptu. Hayatı ile ilgili ilk somut bilgilere göre İbrahim, kapıkulu süvarilerinin en mümtaz ve itibarlı kısmı olan sipahların 41 'inci bölüğünde görev yapıyordu. Bu bölükte iken Avusturya seferindeki hizmetlerden dolayı 18 Nisan 1716'da 'dergâhı âli müteferrikası' oldu, yani padişahın özel hizmetindeki saray görevlilerinin arasına tayin edildi. Ardından, Osmanlı Devleti'ne sığınan Macarlar'a tercümanlık etmeye başladı. Müteferrika, 1717'de Osmanlı ülkesine davet edilen isyancı Macarlar'm lideri Ferenc Rakoczy’nin yanına tercüman ve mihmandar olarak tayin edildi. Rakoczy'nin 1735'teki ölümüne kadar bu hizmette bulundu, bu arada matbaacılık ile devletin verdiği diğer vazifeleri de yaptı. Rakoczy'nin ölümünden sonra Türkiye'de kalan diğer Macar soylulara hizmet etti, 1736'nın Aralık ayının sonunda, önceden imzalanmış olan bir antlaşmanın yenilenmesi için Lehistan yönetimine bir mektup götürdü. 1737 ile 1739 yılları arasındaki OsmanlıAvusturya-Rus savaşında aktif olarak görev yapan Müteferrika, savaş sırasında Osmanlı saflarına katılan Macar askerlerinin yazımını üstlendi ve Orşova Kalesi'nin Osmanlı İmparatorluğu'na teslimi için yapılan görüşmeleri yönetti. Savaş sürerken 2 Şubat 1738’de top arabacıları kâtipliğine getirildi ve böylece Divânı Hümâyun'da 'hâcegân zümresi'ne, yani 'bürokratlığa' yükseldi. 25 Ekim 1743'te top arabacıları kâtipliğinden ayrıldı ve Kafkaslar'da Kaytak Hanlığı'na getirilen Asmay Ahmed'in tayin beratını Dağıstan'a götürdü. İbrahim Müteferrika bu yolculuktan döndükten sonra 14 Kasım 1744'te merkez bürokratlıklarından birisi olan Divân-ı Hümâyun tarihçiliğine tayin edildi ve bu görevini 7 Kasım 1745'e kadar sürdürdü. Bu sırada Yalova'da kâğıt fabrikası kurmaya teşebbüs etti ve Lehistan'dan ustalar getirtti. 1747 yılı başlarında vefat eden ve Aynalıkavak Kabristam'na defnedilen İbrahim Müteferrika'nın mezarı, 1942'de Reşid Saffet Atabinen'in teşebbüsüyle Galata Mevlevihânesi Haziresi'ne nakledildi. Sadece bir matbaacı değil aynı zamanda 18. yüzyılın en önemli Osmanlı aydınlarından olan İbrahim Müteferrika, birçok kitap yazmış ve tercümeler yapmıştı. 1710’da kaleme aldığı 'Risâle-i İslâmiyye' en çok ilgi çeken eserlerindendi. Müteferrika bu eserinde, Müslüman olmasının sebeplerini ve son hak dini olan İslâmiyet'i önceki kutsal kitapların nasıl müjdelediğini anlatmış, yer yer de Hristiyanlığı ve Kitâb-ı Mukaddes'i eleştirmişti. İbrahim Müteferrika'nın matbaasının dokuzuncu kitabı olarak yayınladığı ve Osmanlı padişahı Birinci Mahmud'a sunduğu 'Usulü'l-Hikem fı Nizâmi'l-Ümem', yani 'Milletlerin Düzeninde İlmi Usuller' isimli eseri siyasetname türünde bir çalışmaydı ve daha çok devlet düzeni ve askerlik sanatıyla ilgiliydi. Müteferrika, Birinci Mahmud'a bir nevi ıslahat projesi gibi sunduğu bu eserinde Avrupa'daki devlet yönetimi şekillerini 'monarkiya', 'aristokrasiya' ve 'demokrasiya' başlıklarıyla üç gruba ayırmış, ayrıca fizik, astronomi ve coğrafya ilimlerinin devlet yönetimindeki önemi üzerinde durmuş, bu ilimlerin gelişmediği bir ülkede sağlam bir devlet düzeninin kurulamayacağını yazmıştı. Kitabında ilk defa 'nizâm-ı cedid', yani 'yeni düzen' tabirini kullanan Müteferrika, Osmanlı Devleti'nin 18. yüzyıl Avrupa'sında gelişen yeni askerlik düzenlerini mutlaka alması gerektiğini ifade etmişti. 'Füyûzâtı Mıknatısiyye' ve 'Mecmûatü Hey'eti'l-Kadime ve'l-Cedide’ isimli iki tercümesi de olan İbrâhim Müteferrika, gerekli gördüğü kitaplara ilâve ettiği ve zaman zaman da kendi çizdiği haritalarla Osmanlı haritacılığında yeni bir dönemin başlamasını da sağlamıştı. 8 ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003 nttnmâı TARİH Lâle Devri'nde deliler gibi eğlenirken eskimiş devleti de elden geçirdik Osmanlı İmparatorluğu, 1683'ten 1718'e kadar kısa aralıklarla yapılan barışların dışında, devamlı olarak savaştaydı. 1715 ile 1718 harplerinde Avusturya'ya yenilmemiz üzerine Sırbistan'ın bir bölümü kaybedilince, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa, Pasarofça Antlaşmasıyla yaklaşık 35 yıldır süren bu savaş dönemine son verdi. Ancak savaşların bitmesi ile dertler sona ermemiş, 25 Mayıs 1719'da yaşanan deprem İstanbul'un bir kısmını yerle bir etmiş, depremin hemen arkasından çıkan yangında da Gedikpaşa'dan Kumkapı'ya kadar uzanan sahil, kül olmuştu. Üçüncü Ahmed ve devlet adamları, Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın teşvikiyle sakin ve huzur içinde olabilmenin yolunu zevke ve safaya dalmakta buldular. Memlekette böylece barış, eğlence ve yenilik dönemi başladı. Yahya Kemal, 20. yüzyıl Osmanlı tarihçiliğinin en önemli isimlerinden olan Ahmed Refik Altınay ile bir sohbeti esnasında Osmanlı tarihinin 18. yüzyılın ilk çeyreğindeki bu dönemini 'Lâle Devri' diye adlandırmıştı. O sıralarda bu dönem üzerine bir kitap hazırlayan Ahmed Refik de 'Lâle Devri' ismini beğendi, eserine bu adı verdi ve bu terim daha sonra yaygınlaşarak herkes tarafından kullanılan bir ifade haline geldi. Lâle Devri sadece eğlenceleriyle anıldı Bu durum matbaanın kurulmasının yanısıra faaliyetinin de tamamen İbrahim Müteferrika'nın gayretleriyle yürüdüğünü, ancak buna karşılık toplumda kitap okuma merakının olmadığını açıkça gösterdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyılda basılan kitap çeşidi 50'yi bile bulmazken, kalkınmasını henüz başlatmamış olan Japonya'da 10 bin adet değişik kitap basılmıştı. Üstelik aynı yüzyılda Avrupa'da basılan kitap çeşidi de Japonya'dan çok daha fazlaydı. Bırakın 18. yüzyılı, matbaanın icat edildiği 15. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'da basılan kitap sayısı 30-35 bindi. ancak aynı zamanda Türk modernleşmesinin başlangıcıydı. Bu dönemde yapılan yenilikler, üzerlerine mum dikilmiş kaplumbağalar ve günlerce süren helva sohbetleri gibi meşhur eğlencelerin gölgesinde kaldı. Halbuki, Avrupa'da nelerin olup bittiğine ilk defa Lâle Devri'nde bakıldı. Daha önce yaygın bulunan 'Kâfirde almaya lâyık bir şey bulunmadığı' inancı bu devirde ortadan kalktı ve Avrupa tarzı eşyalar, elbiseler moda oldu. Günlük hayatta Batı tarzı mobilyalar kullanılmaya başlandı, geleneksel Osmanlı divanlarının yerini iskemleler ve koltuklar aldı. Tercüme heyetleri kuruldu ve çeşitli dillerden eserler Türkçe'ye çevrildi. Nedim'in de görev aldığı tercüme heyeti 'Müneccimbaşı' ve 'Ayni' tarihlerini Arapça'dan Türkçe'ye çevirdi. Doğu dillerinden tercüme edilen eserlerin yanısıra Batı dillerinden de astronomi ve felsefe gibi konularla ilgili bazı eserler de çevrildi, birçok yeni kütüphane kuruldu ve kitaplar yangınlarla yokolup gitmekten kurtarıldı. İstanbul, bu dönemde baştan başa imar edildi. Uzun süredir bakımsız kalmış olan devlet binaları, camiler, medreseler ve çeşmeler onarıldı ve yenileri de yapıldı. Lâle Devri'nin en önemli icraatı, Avrupa tarzında asker yetiştirilmesiydi fakat bu teşebbüs 1730'daki Patrona Halil isyanı yüzünden 18. asrın sonlarına sarktı. Lâle Devri'nin hükümdarı Üçüncü Ahmed. Avrupa'daki ilk matbaalarda baskı için harflerin dizilmesi. l^ İ T A P BASTIK, OKUMADIK Türkiye'ye matbaanın gelişi konusu ele alınırken toplumsal talebin ve altyapının çok iyi incelenmesi ve bu durumun gecikmeye ne kadar tesir ettiğinin ortaya çıkarılması, konunun daha iyi açıklığa kavuşmasını sağlar. \bksa matbaanın geç gelmesine, hiçbir zaman yaşamamış 90 bin hattatın yahut din anlayışının sebep olduğu iddiası, gerçekleri ifade etmekten çok uzaktır ve ideolojik bir iddiadan öteye gitmez. Matbaa konusundaki gecikmenin tek sebebi, okumayı ve kitabı sevmememizdi. Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği