Hangi Donem Satıs Zihniyeti ile Faaliyet Gösteriyorsunuz

advertisement
HANGİ DÖNEM SATIŞ
ZİHNİYETİ İLE
FAALİYET
GÖSTERİYORSUNUZ
SalesCon
Sürdürülebilir Satış Çözümleri
HER POLİTİK, EKONOMİK, TEKNOLOJİK VE
SOSYAL DÖNEM KENDİ KÜLTÜRÜNE UYGUN
YENİ BİR SATIŞ DÖNEMİ OLUŞTURMAKTADIR.
OLUŞAN BU YENİ SATIŞ DÖNEMİ İSE KENDİSİNE
ÖZEL İŞ YAPIŞ BİÇİMLERİNİ VE MÜŞTERİ
YÖNETİM SÜRECİNİ DEVREYE ALMAKTADIR.
ŞİRKETLERİN SATIŞ VE PAZARLAMA YAPISININ
GELİŞİM SAĞLAYABİLMESİ İÇİN ÖNCELİKLİ
ADIM, HANGİ DÖNEM SATIŞ ZİHNİYETİ İLE
1
İŞLEM SATIŞI DÖNEMİ (1960-1980)
GENEL DURUM
“Biz, şirket olarak, hangi dönem satış
zihniyeti ile faaliyet gösteriyoruz?”
HAREKET EDİLDİĞİNİN TESPİT EDİLMESİDİR.
Bu soru günümüz iş dünyasının en önemli sorusudur.
Sürdürülebilir düzeyde yüksek ve kârlı satış sonuçları
ancak ve ancak bu soruya verilecek içten bir yanıt ve
sonrasında günümüz iş dünyasının talep ettiği satış
dönemine uygun yapılanma adımlarına bağlıdır.
“Daha kaliteli ve yüksek katma değerli üretme
kabiliyetine nasıl sahip olabiliriz?” ya da “Rakiplerin
kolay bir şekilde kopyalayamayacağı inovatif ürünleri
nasıl geliştirebiliriz?” ya da “Üretim maliyetlerini nasıl
bir miktar azaltabiliriz?”soruları bile bu sorunun önüne
geçemez.
SATIŞ DÖNEMLERİ
Dünyanın her yerinde benzer dönemler farklı yıllar
olarak karşımıza çıkmakla birlikte, ülkemizdeki satış
dönemleri yaklaşık olarak aşağıdaki gibidir.
Satış Dönemleri
Tarih Aralıkları
İşlem Satışı Dönemi
1960-1980
Fiyat Satışı Dönemi
1980-1990
İlişki satışı Dönemi
1990-2000
Değer Satışı Dönemi
2000-...
Ülkemizde ithalat yerine yerli üretim ile sanayileşmeyi
içeren “ithal ikamesi” politikalarının uygulandığı
dönem olan 1960-1980 yıllarını I.Dönem olarak
tanımlayabiliriz. Talebin çok, arzın az olması
nedeniyle şirketler için tatlı hayallerle dolu bir
dönemdi. Bu dönemde ürünün iyi bir kâr marjı ile
satılabilmesi için yegane ön koşul, üretebilmekti;
üstelik kalite kriteri çok öncelikli olmadan…Üretildi mi,
mesele biterdi. Zaten kapıda o ürüne sahip olmak
isteyenlerin oluşturduğu bir kuyruk ortaya çıkardı.
%100, %200 ve daha fazla kâr marjı vukuâtı
âdiyedendi. Satış süreci, müşteri memnuniyeti,
müşteri analizi, değer satmak, empatik iletişim,
müşteri takibi, çalışanların geliştirilmesi vb. gibi
kavramlar kimsenin aklına dahi gelmezdi.
SATIŞ KADROLARI
Satış faaliyetinin özünde muamele yapmak yani
işlemi düzenlemek vardı. Satış bölümlerinde
çalışanların sorumluluğu evrakların düzenlenmesi,
dosyalanması, tahsilatın yapılması, satın alma
yapmak isteyenin sıraya kaydedilmesi, sevkiyatların
planlanması ve ürün teslimatının gerçekleştirilmesi
gibi kimi işlemleri yapmaya dayalıydı.
Şirketlerin ürünlerini fiyatlandırma stratejisi bile bu
dönemi aktarmak için yeterli gelecektir. Fiyat
belirleme kriteri tutturabildiğine yani üretenin keyfine
göreydi. Açılış fiyatı çok yüksekte tutulurdu varsa
aksesuarlar ya da parçalar ekstra fiyatlandırılırdı.
İstenilen talep oluşmaz ise, fiyat revize edilir ya da
aynı tutularak aksesuarlar fiyata dahil edilirdi.
2
2
MİNİ TEST
Bu dönem faaliyet gösteren şirketlerin genel zihniyeti
aşağıdaki gibi şekilenirdi. Şirket olarak aşağıdaki
ifadelerden bir adeti bile size yakın geliyorsa,
maalesef, bu dönem satış zihniyeti ile hareket
ediyorsunuz demektir.
I.
II.
Satış Kadrosundan Beklenen Yetkinlikler: Ağzı laf yapan ve alttan girip üstten çıkan
Satış Yöneticisi Seçim Kriteri: En çok satış yapan
III. Satış Koçluk Yaklaşımı: “Beni iyi izleyecek ve uyanık olacaksın!”
IV. Satış Eğitimleri: “Satıcılarımız eğitime muhtaçsa, yandık!”
V.
Yegane Satış Raporu: “
Kasada kaç para var?”
VI. Müşteri Değerlendirme Toplantısı Ana
Sorusu: “Ne oldu o iş?”
VII. Satıcılar İçin Kullanılan Ünvan: Satış Memuru
VIII. Şirket İçi Müşteri Algısı: Tutulacak balık ya da gol atılacak taraf
IX. Satış Sonrası Hizmet Anlayışı: “Satılan mal
geri alınmaz” ya da “Yapacak birşeyimiz yok” ya
da “Bu hafta bi ara uğrarız”
X.
Müşteriyi Analiz Etme Ana Sorusu:
“Ne istemiştiniz?”
XI. İtirazları Karşılama: “Samimi söylüyorum, bulduğunuza şükredin!”
XII. Müşteriyi Sistematik Takip:
“Takip! Niye ki?”
XIII. Potansiyel Müşterileri Bulma: “Dükkanı açtık
mı, Allah Kerim”
XIV. Müşterileri Alım İçin Kaliteli Hale Getirme: “Anlamadı ise boşver, ne uğraşıyorsun!”
XV. Şirket Içi Kullanılan Kimi Kelimeler: Paçal, kanca, malı çak, bitir işini!
XVI.Müşteride Talep Yaratmak: “?”
FİYAT SATIŞI DÖNEMİ (1980-1990)
GENEL DURUM
1980 yılında enflasyonu aşağı çekmek, piyasa
ekonomisini harekete geçirmek ve ekonomiyi dışa
açarak döviz gelirlerini artırma amacı ile alınan 24
Ocak kararları sayesinde; ekonomide dışa açılma,
piyasa ekonomisine geçme ve küresel ekonomi ile
entegrasyon süreci başladı. Yine talep yoğunluğu
devam etmekle birlikte, sınırlı olsa da arz artışı
kendini gösterdi. Satış yapanların yavaş yavaş
müşteri olgusunu hissetmeye ve kendi ürününü değil,
başka ürünün satın alınma ihtimalini hesaplamaya
başladığı bir dönemdi. Bu dönemde müşteriler satış
kadrolarına “Nereden bulabilirim?” diye sormayı
bırakıp “Neden sizi tercih edeyim?” sorusunu
sormaya başladı.
SATIŞ KADROLARI
1986 ya da 1987’li yıllara kadar satış kadroları
müşteriye nasıl yaklaşılması gerektiği, iletişimin nasıl
kurulacağı veya bir değer sunmanın gerekliliğine
vakıf değillerdi. Ana yaklaşım ürün ya da hizmet
satmak için manipüle etmekti. İnternet teknolojisinin
devrede olmaması müşterilerin satın alacakları ürün
ya da hizmet hakkında bilgi sahibi olma imkanını
kısıtlamaktaydı. Bununla birlikte müşteriler, satıcıların
sadece satış yapmak yani prim kazanmak için
yapabilecekleri konusunda tam olarak fikir sahibi
değillerdi. Bu bilgi kısıtı ve iyi niyet beklentisi
manipülasyonu kolay uygulanan bir araç haline
getirdi. Kapıdan kovulsa, bacadan giren ya da
müşterinin işini bitiren ısrarcı ve ucube satıcı profilinin
sahneye çıkmaya başladığı dönemdir. Dönemin
baskın zihniyeti “malı çakmak” olduğundan, satıcı ile
alıcı arasındaki güvenin erozyona uğrama sürecinin
ilk adımları atılmış oldu. Toplumsal bilinçaltına
olmaması gereken bir satıcı profili konumlandırıldı.
Bakış açısı kazan/kaybet olduğundan yine fiyat
merkezli bir tutum söz konusuydu. İlk dönemde
ortada olmayan ürünün artık bulunabilir olması
müşterilerin zihninde satın alma tercih kriterlerini
belirginleştirdi: Kaliteli, Hızlı, Ucuz, Müşteriye Özel…
3
odak noktası üründür. Ürüne ikna et,
ürün konusunda itirazları cevapla ve
karşısındakini manipüle ederek ürünü
sat. Bu arada bu itirazları karşılama ve
kapanış teknikleri tamamen alemi
sersem, kendini zeki temeline
dayandırılmış yaklaşımlardı.
“İmza için benim kalemimi mi
kullanırsınız yoksa kendi kaleminizi
mi?” Amaç: Alternatif sunarak afallatmak ve
anlık bir karara yönlendirme
“Glengarry Glen Ross filminden”
Bu dönem satış kadroları kendi çözümlerinin tercih
edilebilmesi için öncelikli satış aracı olarak fiyatı
kullanmayı tercih ettiler. En kaliteli olanlar arasında
en ucuz; ucuzlar ya da hızlılar arasında en ucuz…
Birinci yani işlem satışı döneminde muameleci diye
tanımlayabileceğimiz satış kadroları; bu dönemde
tezgahtar görüntüsü ile sahneye çıkmaya başladı.
Tezgahtar satıcı kavramından kasıt sadece mağaza
satışı yapanlar değil elbette, ürün odaklı satış mantığı
ile hareket eden tüm sektörlerdeki satış kadrolarıdır.
Tezgahtar tarzı satıcı bakış açısı tamamen ürün
odaklıydı. Onlar için müşteriyi tanıma, gerçek
ihtiyacını netleştirme, müşteriye değer sunma ya da
yaklaşım kalitesine dayalı fark yaratma anlamlı
değildi. Satış yapanın odak noktası müşteri değil,
üründü. Ürünü gösterir, üründen bahseder, ürün
özelliklerini sıralar, rakip ürünleri kıyaslar, ürün
versiyonlarını aktarır, ürünü toplar, ürünü kapatır,
ürünü sarar, ürünü düzeltir, ürünü kutular, ürünü
hizalar, ürünü siler, ürünü yerleştirir, ürünü kontrol
eder ve ürün ile ilgili daha bir sürü faaliyetler dizisi...
Bu dönemde baş aktör üründür.
Dönemin sonuna doğru (1987-1990) manipüle yerini
ikna tekniklerine bıraktı. Esasında bu ikna tekniği
metodları, manipülenin daha kibar halini tanımlıyordu.
1980’lerin sonu ve 1990’ların başında odaklanılan
eğitim başlıkları ve gelişim alanları itirazları
cevaplandırma, kapanış ve ikna etme teknikleri gibi
görüntüyü destekleyici ancak içtenlikten uzak tutum,
tavır ve davranış kalıplarıydı. Satıcılara, yöneticileri
tarafından yapılan yönlendirme tamamen bu konu
başlıklarını içeriyordu. Burada dikkat edilirse, yine
“Ben bu hayat sigortası önerinizi
akşam eşimle paylaşayım” diyen müşteri adayına
“Sizin tek başınıza imza atmaya yetkiniz yok
mu?” Amaç: Müşterinin gururuna yediremeyip poliçeyi
imzalaması
Ürünü salı mı gönderelim, yoksa perşembe mi?”
Amaç: Müşterinin alım kararını verdiğini varsayarak
hareket etmek ve müşterinin bu psikolojiye kendini
kaptırması
”Her şey uygun, şurayı imzalamanız yeterli.”
Amaç: Yanılıp, şaşırıp hareket etme ihtimalini ya da
sizin ikna dehanız(!) karşısında kendini kaybettiği anı
değerlendirmeniz
İkinci döneme ait bu yaklaşımların yani, Amerika’daki
50-60 yıl öncesinin ikinci el otomotiv satıcılarının
kullandığı bu yöntemlerin, günümüzün uzman
eğitmenleri tarafından satış ekiplerine başarı anahtarı
gibi sunulması maalesef sık karşılaşılan bir durumdur.
Yurtdışından tercüme edilip yayınlanan “Falanca Adet
Kapanış Tekniği” veya “Filanca Adet Özel İkna
Metodu” gibi yaklaşımların altında yatan amaç
aynıdır: “Müşteriyi afallat, imzayı attır ve hemen
oradan ayrıl”. Değerleri arasında “müşteri menfaatini
şirket menfaatinden üstün tutmak” maddesi bulunan
büyük şirketlerin, bireysel vicdan ile örtüşmeyecek bu
tarz yöntemleri satış
eğitim içeriklerinde görmek
istemeleri üzüntü vericidir. Günümüz iş dünyasındaki
sektörel yapıların satışı nasıl algıladığı ya da
şirketlerimizin hangi satış döneminde olduklarının en
önemli işareti şirketlerin satış eğitimlerinde anlattıkları
ya da eğitim firmalarından talep ettikleri eğitim
içerikleridir. Yine bu döneme ait müşteriye bakış
4
açısını tanımlayan bir anektodu, Marc T.Miller ve
Jason M.Sinkovitz’in yazdıkları “Bildiğimiz Satışın
Sonu” kitabının önsözünde N. Rackham veriyor.
“Şaka yapmıyorum. Birlikte çalıştığım, işletmelere
satış yapan 5.000 kişilik satış gücüne, “uzmanlar”
tarafından müşterilerin konuşmalarına asla izin
vermemeleri gerektiği çünkü müşterilerin
konuşmasına izin verirlerse akıllarında şüphe
oluşacağı” söyleniyordu.”
Bu dönemde yönetim kadroları nerede ise tümü ile
mühendis ya da finans kökenliydi. Tüm süreçlerin
odağını finans, hukuk ya da teknik kaygılar
oluşturmaktaydı. Olması gereken durum tüm
süreçlerin müşteriye göre tasarlanması iken tam
tersine, bu dönemde kayda alınmayan ya da alınmak
istenmeyen kavram “müşteri” idi. Finans, hukuk ya da
tekniği odağa koyan ve müşteriyi ihmal eden bu
dönem bakış açısı yine kazan-kaybet mantığı üzerine
kuruluydu.
MİNİ TEST
Aşağıdaki ifadelere verdiğiniz cevaplarda “Evet”lerin
toplamı;
•2 ise problem var demektir
•2-5 arası ise ciddi problem var demektir
•5’ten yüksek ise müşteri odaklılık değil,
finans
(hukuk-teknik) odaklılık tüm şirket DNA’nıza işlemiş
demektir
IV. Manipülatif tekniklerle sattığımız ürün ya da
hizmetin toplam maliyetini olduğundan düşük
gösterme gayretindeyiz.
Evet
Hayır
V.
Olası risklerin hepsini müşterilere yükleme
konusunda çok başarılıyız.
Evet
Hayır
VI. Etkin CRM kullanımı sayesinde bire-bir çözümler
geliştirmek yerine yaygın medya araçlarını
kullanarak genel kampanyalar yapıyoruz.
Evet
Hayır
VII. Bizim için arsa ve fabrika binası, güncel ve
sağlıklı bir müşteri veri tabanından daha
değerlidir.
Evet
Hayır
VIII. Teknik detayları müşterinin bilgi düzeyinde değil,
kendi bilgi düzeyimizde aktarmayı tercih
ediyoruz.
Evet
Hayır
IX. Müşteri şikayetlerini sistematik değerlendiren ve
üst düzey yetkilerle donatılmış bir ekip kurmayı
anlamsız buluyoruz.
Evet
Hayır
X.
Yazılı ve sürekli revize edilen satış, pazarlama ve
satış sonrası sürecini oluşturmayı gerekli
görmüyoruz.
Evet
Hayır
Bölge 1
I.
Katı ve tek taraflı, avukat mantığı ile hazırlanmış
sözleşme kurallarımız var.
Evet
Hayır
II.
Tedarikçi ve müşterilerimizle yaşanılan olası
problemlerde çözüm geliştirme mantığıyla her iki
tarafın ortak mutabakatına göre hareket
etmiyoruz. Durumları daima lehimize göre
yorumlarız.
Evet
Hayır
Bölge 2
III. Müşterinin bilgi sahibi olmadığı durumlarda farklı
gelir kapıları yaratıyoruz.
Evet
Hayır
5
3
İLİŞKİ SATIŞI DÖNEMİ (1990-2000)
GENEL DURUM
1990’lı yıllar dünyada ve ülkemizde birçok köklü
değişimin yaşanmaya başladığı yıllardı. 1989’da
Sovyetler Afganistan’dan çekildi, yine aynı yıl Berlin
duvarı yıkıldı. Birinci Körfez savaşı yine 1990 yılında
başladı. Hindistan ve Çin’in küresel kapitalizme
entegrasyonunu sağlayacak ekonomik kararlar yine
bu döneme aittir. Bu ülkelerin, liberal sermayeye
kucak açması 3 milyara yakın bir nüfusun dünya
ticaretine aktif katılımını başlatan sürecin ilk
adımlarıydı. Tüm bu olaylar, devletlerin ve şirketlerin
küresel politikalarını uygulamaya başlamasını
sağladı. Artık bazı kutuplar arasında farklı oyun türleri
değil, tüm dünyada tek bir oyun oynanmaya başlandı.
Ülkemiz, tüm bu sosyal, politik ve ekonomik
gelişmelerin en sıcak hissedildiği noktadaydı. 1994
yılında yaşanan kriz dolayısıyla bir dizi ekonomik
karar uygulamaya sokulmuş ve enflasyon, döviz ve
faizlerdeki artışlar cumhuriyet tarihinin rekorlarını
kırmıştır. Dünyadaki sosyal ve teknolojik gelişmeler
(Bilgisayarların etkin kullanımını sağlayan yazılımlar
ve iletişim altyapılarının kurulmasının etkileri 90’larla
birlikte başladı) yeni bir dönemin habercisiydi:
Müşterinin artık tahta çıktığı dönem…
Müşteri memnuniyeti, müşteri sadakati ve müşteri
odaklılık bu dönemin söylemleridir. Müşteriyi
anlamaya çalışmak, onun mevcutta nerede olduğunu
ve nereye ulaşmak istediğini tanımlamak, hedeflerine
ulaşması için sunulan ürün ya da hizmetin ne katkı
sağlayacağını göstermek bu dönemin gereklilikleri
olarak ortaya çıktı. Kazan/Kaybet anlayışının tedricen
Kazan/Kazan’a dönüşmesi bu dönemin etkisidir.
Birinci dönemdeki muameleci, ikinci dönemdeki
tezgahtar bu dönemde satış danışmanı olarak form
değiştirdi. (Not: Burada kullanılan ifadelerin tümü
tanımın içini dolduranlar içindir. Kartvizitinde “Satış
Danışmanı” yazıp “Muameleci” ya da “Tezgahtar” gibi
davrananlar kastedilmemektedir).
Ülkemiz B2B satış ortamında temel kırılma, “ilişki
satışı” kavramındaki “ilişki” kelimesinin B2C pazarı ile
aynı düzlemde değerlendirilmeye alınması oldu.
Kurumlararası ilişki de elbette bireysel ilişkiler liderlik
eder ancak, akılcı profesyonel yapıların ilişki anlayışı
farklı gereksinimlere ihtiyaç duyar. Farklı kademe,
bölüm ve rollere sunulan değer önermelerinin kalitesi
ilişkinin devamlılığını ve satış sonucunu belirler.
Oysa, Ülkemizde, ilişki satışından algılanan şu
olmuştur:
“Müşteri ile öyle sıkı bir ilişki kurayım ki, müşteri
beni sevsin. Bu sevgiden dolayı, rakibimi değil, beni
tercih etsin.”
SATIŞ KADROLARI
Bu yüzden ülkemizdeki satış kadrolarının çoğunluğu
eğilgen ve yapay bir müşteri iletişimi uygular. Müşteri
ile yapılan görüşmenin kalite düzeyi, müşteri ile ne
kadar uzun süre sohbet edildiği ya da müşterinin
satıcıyı ne kadar sevdiği ile değerlendirilir.
Artık arz çok fazla, küresel rekabet gittikçe artmakta
ve teknolojik gelişmeler müşterinin emrine girmeye
başlamaktaydı.Bu dönemdeki müşteri davranışlarının
değişmesi, satış profesyonellerinin ezberini bozdu.
Birinci dönem yani işlem satışı döneminde, eğitim
kavramından anlaşılan sadece ürün eğitimi idi. İkinci
dönemde satış eğitim içeriklerinde aranılanlar sunum
becerileri, kapanış teknikleri, itirazları cevaplandırma
6
ve ikna etme teknikleriydi. Bu dönemde ise ilk akla
gelen satış eğitim içeriklerine bakıldığında “ilişki”
kelimesinin nasıl algılandığına dair ipuçları
bulunabilir: Empatik ilişki kurma becerileri, güven
uyandırma, dinleme becerileri, aynalama, beden dili.
Tüm bu bilgi ve beceriler dördüncü dönem bakış
açısından yoksun bir felsefe ile aktarıldığında
anlamsız kalacak ve kaynak israfından farklı bir
sonuç elde edilemeyecektir.
Rakibe göre fiyatlama, şirketler için çok büyük bir
tehlike olan ancak dünyadaki mega-rekabetin
zorlaması sonucu olarak ortaya çıkan maliyetin altına
satışı beraberinde getirdi. Bu süreç, sıfır kâr
marjlarına yaklaşan ve var olmayı sorgulayan yeni
dönemin habercisiydi.
2000’li yıllara doğru, en popüler kavramlardan biri
kuşkusuz CRM yani Müşteri İlişkileri Yönetimi oldu.
Müşteri ile ilişkinin başladı-bitti değil, satış öncesi ve
sonrası ile sürekli bir ilişki olması gerektiğinin, yeni
müşteri bulmanın gittikçe pahalı bir faaliyet
olduğunun ve mevcut müşterileri elde tutmanın ise
iyice zorlaştığının net bir biçimde anlaşıldığı dönemdi.
Kurumların yaşamak veya ayakta kalmak için tek
yapabilecekleri faaliyet müşterilerini sürekli takip
etmek, değişimlerini önceden algılamak ve sürekli
müşterilere katılacak değere odaklanmak olduğu bu
dönemde hissedilmeye başlandı.
Maalesef Ülkemizde, bu durumun şirket sahipleri ve/
veya satış yönetimlerinin ciddi bir çoğunluğu
tarafından doğru algılandığını söylemek zordur.
Yirmibirinci yüzyıla yaklaşılmasına rağmen müşteri
hala “işi bitirilen” ya da “yakalanan balık” olarak
algılanmaya devam etmiştir. Bu dönemin söylemleri
müşteri odaklılık, müşteri sadakati gibi ifadeler olsa
da, temel de, satmanın ama nasıl olursa olsun
satmanın önemli olduğu, manipülasyona dayalı ve
standart yaklaşımların hâlâ devam ettiği çok rahat
gözlemlenmekteydi. Örneğin, CRM yazılımı alımları
bile müşteri yaklaşım stratejilerine göre değil, yazılım
ürününe göre seçilen “bizde de var” düşüncesine
dayalı bir modaydı. Kurumsal satışta özellikle satış
süreçlerine göre oluşturulması gereken CRM’e
baktığımızda çok ilginç bir tablo ile karşılaşılırdı.
CRM’i satın alacak şirketin ihtiyacına ve satış
sürecine göre yazılımı kurgulayacak CRM çözümünü
satan firmanın yazılım uzmanları, şirketinin satış
sürecini bilmeyen ve üzerinde hiç düşünmeyen satış
yöneticilerinden aldıkları bilgilerle yazılımları
oluştururlardı.
Birinci dönemde, ağırlıklı olarak tutturabildiğine, ikinci
dönemde maliyete göre olan fiyatlandırma stratejileri
bu dönemde rakibe göre şekillenmeye başladı.
7
4
DEĞER SATIŞI DÖNEMİ (2000-….)
GENEL DURUM
Pazarların küreselleşmesi, ekonomik serbestleşme
ve uluslararası rekabetin değişen boyutu firmaları
“mega-rekabet” kavramıyla tanıştırdı. Kopyalama
hızının yüksekliği yeni bir ürün ya da hizmet
sunmanın sağlayacağı rekabet avantajını ortadan
kaldırmakla kalmayıp, ürün ve hizmetlerin hızla
birbirine benzemesine neden oldu. Benzerlikler
dünyasında farkı göremeyen müşteri, aradığı farkı
maliyette bulmaya çalıştı.Bilişim ve telekomünikasyon
sektörünün gelişimi, hem çözüm yapılarını hem de iş
süreçlerini öylesine değiştirdi ki, rekabet anlayışı
farklı bir boyuta taşındı.
Bölgesel entegrasyonlar, uzaklıkları anlamsız kılan
iletişim altyapıları ve dünyanın aynı anda yaşadığı
entegre dalgalanmalar rekabet ortamını iyice
karmaşıklaştırmaya başladı. Bu dönemde oyun alanı
ve kuralları çok değişti. İşletmeler hammadde ve
kaynak kullanım planlamalarında belirli lokasyonları
değil tüm dünyayı kullanır hale geldi. Şirket ya da
devletlerin stratejik kararlarında global trendler etkin
bir rol oynamaya başladı. Örneğin;
Araba üreticileri parçaların ortalama %80’nini
dünyanın farklı ülkelerine yayılmış tedarikçilerden
elde ediyordu. Üretim stratejisi olarak bu
tedarikçilerden biri ya da bu tedarikçileri ağ
yönetimi ile bir araya getirip araba üreticisi olmak
mümkün.
Şirketler, dünyanın farklı ülkelerine üretim
tesislerini transfer edilebiliyor üstelik bedelsiz
tahsis edilmiş fabrika arsası ya da hayal
edilemeyecek vergi avantajlarıyla. Hukuki
düzenlemelerle dünya oyuncularının ülkemizde
üretime geçmesini sağlamak ya da cografi
avantajları kullanmak adına başka ülkelerde
üretim yapmamız mümkün.
Global fırsatlar farklı iş yapış biçimleri ortaya
çıkarıyor. Kendi satmak ya da sadece aracılık
yapmak için dünya yüzeyindeki farklı
lokasyonlara sürekli dış kaynak kullanım
(outsourcing) ofisleri kuruluyor. Ticaret ağı ile
onbinlerce tedarikçi ile işbirliği yapılıyor ve lojistik
ağı ile binlerce dünya markasının ayağına talep
ettikleri ürünler teslim ediliyor. Bu tedarikçilerden,
bu markalardan ya da bu dev ticari-dağıtımlojistik ağlarının sahibi olan aracılardan biri olmak
mümkün.
Bu dönemde dünyanın farklı yerlerindeki arz
noktalarını senkronize yönetmek ve global platformda
iş süreçlerini ağ ortamında koordine etmek öncelikli
yönetim yetkinliği haline geldi. Yine bu dönemde,
ölçek ekonomisi bazı sektörlerde üretim yapmayı
nerede ise anlamsızlaştırdı. Diğer satış dönemlerinde
ağırlıklı odak noktası üretim olduğu için ana faaliyetler
fabrika yerini bulmak, inşa etmek, tüm üretim
ekipmanlarını hazır etmek, üretim sürecini verimli
yönetmek vb. üzerine inşa edilmekteydi. Günümüz
dünyasında ise, sizin yerinize daha düşük maliyetle
ve belirlediğiniz kalite düzeyine uygun üretmeye aday
birçok şirket faaliyet göstermektedir.
OEM (Original Equipment Manufacturer) şirketlerinin
ana faaliyeti “satmaya aday” olunan ara ya da nihai
ürünleri üretmektir. Yine bir grup şirket, sadece ürünü
üretmekle kalmayıp, aynı zamanda özel tasarım
çalışması da yapmaktadır. Bu ODM (Original Design
Manufacturer) şirketleri, gelişmiş uzman kadrolarıyla
özel ürünler tasarlamakta, üretmekte ve istenilen
noktaya teslimatı yapmaktadırlar. Günümüz iş
dünyasında sürdürülebilirlik için iki temel satış ve
pazarlama alternatifi oluşmaya başladı. Birincisi
katma değeri çok yüksek, inovatif, bilgi yoğun ve
üstün teknoloji içeren alanlarda üretmek ve ikincisi,
ölçek ekonomilerinin ürettiği ancak yapısal olarak
farklı değerler sunamadığı noktaları tespit edip, ürün
ve hizmet karması değişik çözüm paketleri ile
varolmak.
SATIŞ KADROLARI
Değer satışı döneminde ister üretilsin ister ürettirilsin,
satış yeteneği ayakta kalmanın birinci önceliğidir.
Sürdürülebilir düzeyde yüksek ve kârlı satış yapan bir
satış gücüne sahip olmak demek, rakipler tarafından
kolay bir şekilde kopyalanamayacak bir farklılığa
8
sahip olmak demektir. Kurumsal müşterilere satış
yapan bir şirket olarak dünya çapında bir marka
yaratılsa ya da dünya markalarına fason üretim
yapan aranan bir üretici olunsa da farketmez. Olay
döner dolaşır aynı yerde düğümlenir: Dördüncü
dönem satış zihniyetine sahip satış ve pazarlama
kadrolarına sahip olmak…
Bu yüzyılda, altı şeritli yolda bir elin parmaklarını
geçmeyecek sayıda araba ile sakin ve güvenli araç
sürme devri bitti. Artık dar, keskin virajlı, uçurum
kenarlı ve kamyonların cirit attığı yollarda gidiliyor.
Yol, yani rekabet koşulları değişti. Günümüz
şirketlerini arabaya benzettiğimizde, yol şartlarına
göre sürekli değişebilir düzeyde esnek; müşteriye
odaklanmak ve dikkat bozacak anlamsız işlerden
uzak durmak için yalın; kamyonların dengesiz
hareketlerine karşı alternatifli; sürekli değişen çevre
koşullarına karşı tüm parçaları ile değişime uyumlu
olmak zorundalar. Ancak ana görev direksiyonda olan
satış ve pazarlama kadrolarına düşmektedir. Eskisi
gibi sadece önümüzdeki araca bakmak ve arada bir
dikiz aynasını kontrol etmek yetmez. Artık
önümüzdeki araca değil, onun önündeki araca
bakmak gerekiyor. Önümüzdeki aracın önündeki araç
frene bastığında bunun anlamı er ya da geç biz de
frene basacağız demektir. Eğer iki ya da daha öndeki
araçlara odaklanmaz isek frene basmamız
gerektiğinde artık çok geç olabilir. Eskisi gibi araçlar
arasında çok uzun güvenli takip mesafeleri yok. İyi
araba sürmenin gerektirdiği yetkinlikler değişti.
Manevra kabiliyeti değil, önceden frene basıldığını
görme yetkinliği ön plana geçti.
Şirketler, araba; sürücü, satış ve pazarlama kadrosu
peki, önümüzdeki aracın önündeki araç nedir? O
da, müşterilerimizin müşterileridir. Müşteri
adaylarımızın müşterilerine odaklanmak ve onları
gözlemlemek; onların yaptıklarını, yapmayı
bıraktıklarını, ne yapacaklarını ya da yapmayı
bilmedikleri ancak yaptıkları taktirde yüksek katma
değer elde edeceklerini öngörmek gerekir. O sayede
kendi müşterimize değer katabiliriz.
Peki önümüzdeki araç ne: o da kuşkusuz müşteri
ve müşteri adaylarımızdır. Onu tüm zikzaklarına
rağmen kusursuz uyumla takip etmek gerekir. Üstelik
eskisi gibi sadece arada bir dikiz aynasına bakmak
yetmez. Sol ayna, sağ ayna ve dikiz aynası ile sürekli
farklı müşteri segmentini ya da pazarları kontrol
etmek gerekir. Dar, keskin viraj, uçurum, sol ayna,
sağ ayna, dikiz aynası, önümüzdeki araç, onun
önündeki araç...Tüm bu parametreleri aynı anda nasıl
kontrol edebiliriz? İşte bu yüzdendir ki, artık, satış
ortamlarında yapılan satış işi değil, pazarlama işi
değil tümü ile iş yönetimidir. Bu yüzdendir ki, artık
eski model satıcılar değil, güvenilir iş danışmanlarına
ihtiyaç vardır. Bu yüzdendir ki, şöyle el sıkan, böyle
gülümseyen satıcılar değil, müşterinin bilançosunu ve
rekabet şartlarını okuyan danışmanlar gerekir.
Bu dönemde müşteriler, onlara sunulan değere göre
tercih edecek ya da daha fazla ödemeye razı
olacaktır. Çünkü onların da çabası, kendi
müşterilerine değer sunmaktır. Müşteriye anlam ifade
eden değerin bulunması, sunulan ürün ve hizmetle bu
değerin entegre edilmesi ve hedef kitleye
duyurulması yani Değer Yönetimi en önemli stratejik
yönetim kavramı olarak karşımıza çıkmaktadır. Coca
Cola’daki işine kamyonların üstünde başlayıp, en
tepeye çıkmayı başaran Muhtar Kent’in bir
röportajında tüketici üstüne söylediği bu söz çok
etkileyicidir.
“Bizi yargılıyorlar. Neyi isteyip, neyi istemediklerini net
bir şekilde söylüyor, işimizin parçası oluyorlar. O
nedenle geceleri beni uyutmayan tek şey kibirli
olmak. Kibirli olamayız. Bu beni uykusuz bırakıyor.
1970'lerde tüketiciye dokunmak istenmezdi. Müthiş
bir kibir vardı. Oysa bugün tüketicinin güvenini her
gün tekrar tekrar kazanmamız lazım.” (Temmuz 2011, Sabah, Şelale KADAK)
Kısaca, değer satışı döneminde satış kadroları
müşterinin kendi başına geliştiremeyeceği çözümleri
sunar. Müşterisinin bu teşhisi ve özel çözümü
anlamasını sağlar. Yatırımın geri dönüşünü net olarak
ortaya koyar. Müşterinin iş sonuçlarında, süreçlerinde
ve müşterinin müşterisinin müşteri hakkındaki
algısında değişim yaratmaya adaydırlar. Güvenilir iş
danışmanı olarak bu değişimlerin sağlayacağı
katkıları net bir biçimde tanımlar. Bu netlik dolayısıyla
müşteri adayı ona tüm verilerini sunmakta bir problem
görmez. Müşteri adayı, teşhis için bir doktorun
yapması gereken tüm tahlilleri kabul eden hasta gibi,
kendisine değer sunması için gerekli olan tüm
kaynakları sağlar. Müşteri adayı karşısındaki iş
danışmanının kendisini ve sektörünü iyi bildiğine;
yaşadığı problemleri doğru teşhis edip, özel tedavi
uygulayacağına ve en önemlisi kendi hakkının
yenmeyeceğine olan inancı tamdır.
9
www.salescon.com.tr
10
Download