uluslararası türk dünyasının islamiyete katkıları sempozyumu

advertisement
S.D.Ü.
iLAHiYAT FAKÜLTESi
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE
KATKILARI SEMPOZYUMU
INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON THE CONTRIBUTION OF TURKISH
WORLD TO ISLAM
31 Mayıs-1 Haziran 2007/31 May-1 June 2007
BİLDİRİLER
Dem. No:
Tas. No:
ISPARTA 2007
S.D.Ü. iL.AııiY AT FAKÜLTESi YAYlNLARI NO: 20
BİLİMSEL TOPLANTlLAR SERİSİ: 8
YAYlN EDITÖRLERİ
Prof. Dr. İsmail Hakkı GÖKSOY
Dr. Nejdet DURAK
KAPAK
Nejdet DURAK
ISBN
978-9944-452-13-7
Birinci Baski
Eylül:2007 ISPARTA
·-
.
Yazıların sorumluluğu yazariarına aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla iktihas ve atıf şeklinde kullanılabilir.
İsterne Adresi: S.D. Ü. İlahiyat FakültesiISPARTA
Tel: =(246) 211 3881 Faks: O(246) 237 10 58
BASKI
Fakülte Kitabevi Baskı Merkezi
Fakülte Kitabevi Yayın Dağıtım Pazarlama Ltd.
Şti.
Kutlubey Malı. 1004 Sokak No: 15/B ISPARTA
Tel: O(246) 233 03 74&75 Faks: O(246) 233 03 76
e-mail: fakultekitabevi@yahoo.com.tr
VAKIFLAR VE ANADOLU'DA İSLAMiYET'İN YAYlLMASINDAKi HİZMETLERİ
Ziya KAZI Cı*
etmiş,
İslam'ın, yardımlaşma ile ilgili emir ve prensiplerinden doğmuş olan vakıf, asırlarca insanlığa hizmet
dilli, hukuk:l ve sosyal bir müessesedir.
Toplumun, daha sağlıklı ve huzurlu bir şekilde yaşamasını temin gayesiyle, insanlara ve hatta
hayvaniara yardım prensibini kanun haline getiren İslam, maddi imkan sahibi olanların bu prensibe uymalarını
istemektedir. GerekKur'an-ı Kerinı'in ayetlerinde, gerekse Hz. Peygamber'in sümıetinde konu ile ilgili pek çok
emir bulumnaktadır. Bu emirleri uygulama alanına koyan imkan sahibi pek çok kimse, insan ve hatta hayvanlar
için faydalı olabilecek tesisler meydana getirmeye başladı. Başkalarına yardım ve hizmetin bir ibadet telakki
edildiği Müslüman toplumlarda hemen her sahada vakıf eserlerin kurulduğu görülür.'
İslam ve özellikle Müslüman Türk dünyasında, asırları aşan uzun tarihi seyri içinde, döneminde bilinen
her sahaya el atmış olan vakıfların, .Anadolu'nun Müslümanlaşması'nda da büyük bir rol oynadığı
görülmektedir.
Tebliğimizin başlığından
da
anlaşılacağı
üzere Anadolu'da, gerek yerli ve
yabancı
gayr-i müslimlerin
İslam'ı kabul etmeleri, gerekse Müslüman Türklerin bu dine olan bağlılıklarını kuvvetlendirmeye yönelik hizmet
veren vakıfların bu hizmetleri
Maddi bir
karşılık
nasıl yaptıklarına bir tebliğ
beklemeden
çerçevesinde temas edilecektir.
başkalarına yardım
yapmak gibi yüksek ve fevkalade güzel bir
düşüncenin mahsülü olan vakıf kurumu, yüzyıllarca İsl3am ülkelerinde büyük bir ehemmiyet kazanmış, sosyal
ve ekonomik hayat üzerinde derin izler bırakmış dilli ve hukuki bir müessesedir. İnsan fitratında bulunan
yardımlaşma hissi, şüphesiz ki insanlık tarihi kadar eskidir. Bu his, dilli emir ve hükümlerle birleşince daha bir
kuvvet kazanır. İslam ülkelerinde vak:ıfların, asırlarca büyük bir fonksiyon icra etmelerinin sebebini burada (dini
his) aramak gerekir. Zira, "insanların en hayır/ısı, insanlara faydalı olan, malın en hayırlısz, Allah yolunda
harcanan (başka bir ifade ile vakf olunan), vakfin en hayzrlısz da insanların en çok duydukları ihtiyacı
karşzlayandır" ifadelerinin anlamını çok iyi kavrayan Müslümanlar, vakıf kurma hususunda birbirleri ile
yarışırcasına harekete geçmişlerdi.
İslam ve özellikle Müslüman Türk dünyasında uzun tarihi seyri içinde hemen hemen her sahaya el atmış
olan vakıfların, bu sahalarla . ilgili meydana getirdikleri eser ve tesisler, küçüni.senmeyecek kadar çoktıır.
Dünyanın, her zaman ve bölgesinde görülebilecek yoksulların elem ve ızdırabını gidermek, yol, köprü, çeşme, su
bentleri, okul, cami, kervansaray, hamam vs. gibi hizietleri yerine getirmek suretiyle topluma faydalı olan
vakıflann pek çok çeşidi bulunmaktadır.
Bilindiği gibi vakıf tesisler, köy, kasaba ve şehirlerde, sosyal yardım, sağlık, san'at ve irfan şebekesi
halinde hem maddi yönden toprağın üstünü, hem de manevi açıdan toplumun içini kaplamış bulunuyordu.
Aslında g{inümüzden önceki dönemlerde köy iie· şehir birbirlerinden sadece büyüklük ve nüfus kesafeti
bakımından farklı gibi görünüyordu: Sosyal yapı ve ekonomik teşkilat bakımından hemen hemen müşterek
özellikleri taşıyorlardı. Sosyal ve medeni gelişmeler bakımından aralarında pek büyük bir fark yoktu.
• Prof. Dr., M.Ü. ilahiyat Fakültesi, İstanbul/Türkiye
1
Vakıf eserler hakkında daha geniş bilgi için b k. Ziya Kazı cı, Osmanlı Va/af .Medeniyeti, İstanbul 2003, s. 151 -146.
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SE.MPOZYUMU
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, vakıflar, bir anlamda şehirlerin de Müslüman Türk karakteri
kazanmalarına hizmet etmişlerdir. Nitekim bu konuda Hilmi Ziya Ülken: " Türk şehirlerinde vakıf kurumları,
şehireilik bakımından birinci derecede rol oynamıştır. Fethedilmiş olan şehirlerin yenileştirilmesi ve bir Türk
şehri haline getirilmesinde en çok vakıf kurumunun ve vakıf binaların hizmeti olmuştur. Yeniden kurulan
şehirlerde ise bu rol daha büyüktür. Vakıf, hem kurulan binaların saldıncı kuvvetiere karşı koruyucusu ve
sigortası görevini görmüş, hem de kurucuların millet gözünde "gasıp" gibi görülmelerine engel olduğu için çok
2
rağbet görmüştür" demek suretiyle vakıflar sayesinde şehirlere de Türk ve İslam damgasının vurolduğuna işaret
ettiği gibi, vakıf yapan insanların, toplumun nazarında iyi karşılanmasına, bunun da toplumda sağlıklı bir
iletişimin sağlanmasına sebep olduğunu anlatmak istemiştir.
Bir taraftan ıssız dağ başları, tehlikeli boğazlar, uclar, derbentler, serhadler ve kaleler, zamanla kendi
imkanları ölçüsünde minyatür birer şehir ve medeniyet merkezi olurken eyatetler, vakıflar ve tesisler zincirine
ilave edilen yeni yeni abidelerle boy boy uzayıp gidiyorlardı. Vakıf, imar ve hayrat anlayışından hareket eden
kolektif şuurun himmetiyle, köy, kasaba ve şehirler alınlarına yedikleri Müslüman - Türk damgası ile adeta
cennet misali şenlenip bereketlenmişlerdi. Bununla beraber, birbirlerine el uzatırcasına şehri şehre, köyü köye
bağlayan hanlar, kervansaraylar, köprüler, çeşmeler, camiler, mescidler, tekkeler, bağlar, bahçeler ve çiftlikler ile
bir san'at mozayiği gibi işlenen vatan topraklarırun muhteşem manzarasını olduğugibi resmetmek pek mümkün
değildir.3 Bununla beraber burada şunu söyleyebiliriz ki, Anadolu ve hususiyle Rumeli'de geniş Hıristiyan
topraklarını fetheden Osmanlı ricali, bu toprakların bir kısmını amme hizmetine mahsus vakıflara tahsis etti.
Türk kültürünün Rumeli'de kuvvetle yerleşmesinde ve Balkanlar'da şehir",hayatının inkişa~da, bu vakıf
sisteminin büyük bir hizmeti olduğu asla unutulmamalıdır.4
Burada şuna da işaret edelim ki, Osmanlı Devleti'nin teşekkül dönemi esnasında her şehrin fethinden
sonra, devlet adamları ile diğer servet sahiplerinin bu şehirlerde vakıf olarak birçok yeni tesis -dmi, medrese,
tekke, imaret, çeşme, sebil, hastane gibi dini, beledi ve sosyal hizmet kuruluşları- açtıkları da bilinmektedir.
Ayrıca şehrin Türk ve Müslüman nüfusunu artırmak gayesiyle oraya Orta- Asya'dan gelen Türk göçmenleri
yerleştiriyorlardı. Vakıfmüessesesi sayesinde gerçekleştirilen bu faaliyetler, elbette bir yandan bölgelerin fizik!
çehresini değiştiriyor, öbür yandan da oralara yeni bir kültür taşıyorlardı. 5
Vakıflar
sayesinde, Türk ve özellikle Osmanlı dünyasının her yöresinde binlerce şahsiyet, çaba ve
gayretleri ile kaiandıkları kendi öz mallarını, toplumun diğer fertlerinin yararına hizmet sunacak hayrat kurmak
suretiyle şefkat, ve merhamet prensibini müşahhas bir hale getirmişlerdi. Bu şahsiyet! er, meşru yollarla
kazandıklarının fazlasını, amme hizmetlerine aktararak sosyal adaleti de gerçekleştiriyorlardı.
Vakıfların, Anadolu'da İslamiyet'in yayılmasındaki hizmetlerini birkaç yönü ile ele almak mümkündür.
Nitekim Anadolu'da kurulan çeşitli vakıf eserleri (cami, medrese, imaret, diiru'ş-şifa, han, kervansaray vs. gibi)
eserleri ile İslam kültür ve medeniyetine hizmet edilmek suretiyle yüksek bir kültürün meydana gelmesi,
sağlandı. Böylece bölgede o günün şartlarına göre hem ilim, hem teknik, hem de sosyal ve ekonomik bakımdan
yüksek değer anlayışına sahip güçlü bir toplum teşekkül etti. Bu toplumun fertleri, işaret edilen alanlarda bir
faikiyete sahip oldukları için başkalarının imrenme alanına girdiler. Bu imrenrne, sosyolojik bir olgu olarak
zamanla Müslüman olmaya kadar gitti. Gerçekten Osmanlıların idare sistemi, tamamen insani idi. Hiç kimse din
veya ırkından dolayı hor görülmüyordu. Böyle insan'i biT uygulama, ister istemez Müslüman olmayan
vatandaşların ruh ve benliklerinde Osmarılılara ve dolayısıyla Osmanlının mensubu buluiıduğu dine karşı bir
sempati ile bakmalarına sebep oluyordu. Zamanla bu sempati, farklı şart ve sebeplere bağlı olarak ihtidaya kadar
gidiyordu. Bu gelişme, sadece Anadolu'da değil, Balkanlar'da da kendisini gösteriyordu. Zira fark gözetmeden
ve yürürlükteki hukuki temeli bozmadan kendi tebeasmın bütün fertlerine karşı adalet ve hoşgörü
prensiplerinden aynlmadan hareket eden bir devletin vatandaşı olan gayr-i müslimler, devlete ve devletin
mensubu bulunduğu dine karşı bir sempati içinde olmaları normaldi. Hakim güç olarak zimm! vatandaşının
Hilmi Ziya Ülken, " Vakıf Sistemi ve Türk Şehireili ği" Vakıflar Dergisi, IX, 3 1.
Siimiha Ayverdi, "Ondördüncü Asırdan Bu Yana Türk İctimai Müesseselerine Kısa Bir Bakış" Yüzyıllar Boyunca Türk
Sanatı, Ankara I 977, s. 158.
: Fuad Köprülü, "Vakıf Müessesesi" Vakıflar Dergisi ( 1942), ll, 26.
, Bahaeddin Yediyıldız, "Vakıf Müessesesinin XVIII. Asır Türk Toplumundaki Rolü" Vakıflar Dergisi, XIV, 5.
2
3
346
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMP02YUMU
huzur, rahat ve refahını düşünen bir devlete karşı başka türlü de hareket edilemezdi. Nitekim bu anlayış, 1463
yılında Bosna kralının Papa'ya yazdığı bir mektupta kendini açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre bölgedeki
köylüler, Osmanhlara karşı başlarında bulunan hanedan ve feodal beyleri desteklemeyip yalnız bırakmışlardı.
Osmanlı egemenliği altında Balkanlar'da 1600'lere kadar köylü isyanı hemen hemen hiç yok gibidir. Özellikle
Papahğın, İslam' a karşı köylü kitlelerini bir din savaşına sürükleme girişimleri de başarılı olamamıştır. 6 Keza
ileride anlatılacağı gibi İslamiyet' i kabul edenlere devlet tarafından bazı inıkiinların sağlanması ve bu imkanların
bir kısmının da vakıflar eliyle olması, Anadolu'nun İsliimiaşıp Türkleşmesine büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Bütün bunların dışında Müslüman alacaklara yardım ve hizmet için kurulmuş bulunan vakıflar da göz önüne
alındığı zaman Anadolu'nun İslamiaşmasında vakıftarla birlikte diğer kurumların da nasıl koordineli bir şekilde
çalıştıkları görülür.
Uzun yıllar Müslümanlarla iç içe yaşayan gayr-i müslim vatandaşlardan bir kısmının kendi istekleri ile
ihtida ettikleri (Müslüman oldukları) görülmektedir. İhtida edenler, Şer'iye Sicili denilen mahkeme defterlerine
yazılırdı. İhtida kayıtları doğrudan veya dolaylı olarak sicillerde yer alırdı. Doğrudan ihtidalar mahkemede,
mühtedinin (Müslüman olmak suretiyle hidayete eren) kendi iradesiyle Müslüman olmak istediği, daha önce
hangi din ile millete mensup olduğu ve yeni isminin ne olacağı gibi hususlar açıkça belirtiliyordu. Bu tarz
ihtidalar, "İhtida İ'lamı" şeklinde siciliere kaydedilmekte idi. Dolaylı olarak bilinen ihtidalar ise miras, alun satım, kefiilet ve benzeri kayıtlarda geçen isiınierin yanında "mühtedi" kelimesinin yer almasından
anlaşılmaktadır. Mühtedi kelimesi, o kişinin somadan Müslüman olduğunu göstermektedir. 7 ·
.
Toplumun, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarında etkili olduğunu gördüğümüz vakıf müessesesi
sayesinde şahsi servetler, sayısız köy ve şehirde Müslümanların hizmetine girınişlerdi. Söz gelimi bu servetierin
bir kısmı, bazı ciimilerin çevresinde medrese, kütüphane, imiiret, çeşme, sebil, hastahane ve hamam gibi
kuruluşlara dönüşerek imiiret külliyelerini meydana getirmişlerdi. Bir taraftan medrese ·ve kütüphane ile
toplumun ilim, irfan ve kültür bakımından gelişmesi sağlanırken, öbür taraftan imiiret vasıtasıyla maddi sıkıntı
içinde bulunanlara, bu sıkıntıları hissettirilmemeye çalışılıyordu. Böylece, maddi sıkıntı ve fakirlik yüzünden
hiç kimse misyoner faaliyetlerinin hedefi haline gelmiyordu.
Söz misyonerlikten açılmışken burada önenıli bir noktaya temas etmek istiyorum. Günümüz
Türkiye'sinin ekonomik ve sosyal yapısına bakıldıği zaman, vakıftesislerin ülkedeki misyonerlik faaliyetlerine
de engel oldukları görülür. Bilindiği gibi dilimize Fransızca' dan geçen ve bir yere haber ve elçi gönderme demek
olan Latince "Missio" kelimesinden türetilen ''Misyoner'' tabiri, kendi dinini başkalarına ulaştırma, yayma ve
propaganda yapma anlamına gelmektedir. Daha özel anlamıyla Hıristiyanlığı yayınaya yönelik örgütlü çalışma
demektir. Gerçekten Hıristiyanlık geleneğinde misyoner tabiri, HıristiyarJığı veya bu dinin herhangi bir mesajını
yayma amacıyla özel olarak yetiştirilen ve · bu çerçevede özellikle Hıristiyan olmayan· toplumlarda
görevlendirilmiş olan kimse anlamına gelmektedir.
Milli birlik ve bütünlüğümüzü tehlikeye düşürmeye yönelik misyonerlik ve benzeri faaliyetler,
ülkemiz, milletimiz ve dinimiz açısından büyük bir tehlike arz etmektedir. Zira misyonerliğe, sadece
Hıristiyanlığı yayma peşinde olan insanların, sırf dini birer faaliyetleri olarak bakmamak gerekiyor.· Tarihi
gelişimi içinde misyonerliğin Batı emperyalizmine hizmet ettiği ve bu uğurda epey çaba sarf ettiği
görülmektedir. Bu bakımdan misyonerlik, kasıtlı bir propaganda ile takdim edilenin aksine, sadece Hıristiyanlığı
anlatıp tanıtmak ve sadece dini bir te!Jliğ olmaktan uzak görünmektedir. Buna göre. misyonerlik, Hıristiyan
olmayan diğer din mensuplannın Hıristiyan Batı çıkarlan doğrultusunda hareket .etmesini sağlamaktır. Bu
bakundan misyonerlik, Batı 'nın kültürel, ekonomik ve siyasi emperyalizminin bir aracı olarak görev
yapmaktadır denebilir. Bunların hedefleri arasında çeşitli sebeplerden dolayı (fakirlik, üniversiteye girememek,
işsiz kalmak vs. gibi ) toplumda yeterince yer edinememiş olanlar bulunmaktadır. Özellikle toplumun fakir
kesirniı::ıe mensup ins::ınlar, misyonerierin en önemli hedefleri arasında yer alırlar. S. İşte böyle durumlarda
maddi sıkıntı içinde bulunanlara yardım elini uzatan, onların çocuklarını okutan ve onlara yaşanabilen bir hayat
sunan vakıfların hizmetlerinin ne denli büyük olduğu görülür.
Halil İnalcık, "Türkler ve Balkanlar", Balkanlar, İstanbul 1993, s. 17.
.
Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Ali İhsan Karataş. Mahkeme Sicillerine Göre XVIII. Yüzyılda Bursa 'da Gayrimiislimle1~
(Basılmamış doktora tezi), Bursa 2005, s. 146.
6
7
347
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZl'UMU
Yapı olarak dini mimari grubunun başında gelen cami, özellikle Osmanlılarda mahalle veya köyün
idare merkezi ve imamların karargahı idi. Kendisine verilen Arapça isimden de anlaşılacağı gibi cfuni, halkı
toplayan, bir araya getiren veya halkın toplantı yeri manasma gelmektedir. Bu yüzden sosyal kurumlanmızın
başında gelen camiler, hem ibadet yeri, hem de cemaatin toplu bulunması sebebiyle memleket, muhit ve
mahalleye ait işlerin görüşülüp karara bağlandığı yerlerdi. Bu dumm ona, sosyal bir yapı olma özelliğini
kazandırıyordu. Genellikle İmam'ın kullanım yetkisinde olan ve adına "Avanz Vakıflan" veya Aviinz
Sandıklan" denilen yardımlaşma sandıklan sayesinde mahalledeki fakirler ile borçlarından dolayı hapishanede
bulunaniann borçlannı ödemek suretiyle onlan kurtarmaya tahsis edilen bu sandıklar, sıkıntı içinde bulunanlan
istismar etmelerine engel oluyorlardı.
Konumuz cami olmamakla birlikte şu gerçeği de ifade etmemiz gerekir. İster fethedilmiş olsun, ister
yeni kurulmuş olsun şehirlere Türk ve Müslüman damgasım vuran en önemeli yapı camidir. Cfunilerin, tarih
boyunca üstlendikleri bu rolü her yerde görmek mümkiliıdür. Nitekim Bosna Sancağı'ndaki vakıfhizmetlerinden
bahsedilirken bu konuya temasla şöyle denilmektedir: "XVI. yüzyılın sonlannda en sık ve iyi inşa edilen ciimi ve
mescidlerdir. Dua, manev1 eğitim ve halkı yakından ilgilendiren konulann ilanı bu binalarda yapılırdı. Bu
yapılar, Yakın Doğu ve İsliimi kentleşmenin giriş nokta! andır. Cfuni ve mescidler, bu döneme ait sosyal yaşamın
tüm temel bileşenlerini sarmalamaktaydı. Mimar! bakış açısıyla dikey minare, Allah'a doğru bir yönelme, daha
iyi ve daha mükemmel bir dünyayı temsil etmektedir." 8 2006 senesinin Eylül ayı ortalannda Bosna- Hersek' e
yaptığımız bir ziyarette bize anlatıldığına göre 1992 - 95 savaşı esnasında tatbikat yapacağız diye tepelere
konuşlandırılan Sırp topçusunun en önemli hedeflerinden biri minare ve cfuni o,Imuştıır. Bugün bile o dönemden ·
kalmayıkık birçok cfuni ile minare görürsünüz. İsliimi anlayışa göre mabediere dokunınama p;ensibi burada
dokunma ve ortadan kaldırma şeklinde tezahür etmiştir. Çünkü ciimi, isıruh kültür ve medeniyet ışıklannın
dünyaya panltılannı gönderdiği bir mekandır. Tamamen vakıflara bağlı bulunan bu mekanda insanlara İslam ve
onun prensipleri öğretilir. Eskiden beri
İnsanlar gerçek dini bu mekan ve çevresinde meydana gelen
müesseselerde öğreniyorlardı.
Bilindiği gibi İslfun kültür tarihinde önemli yeri bulunan müesseselerden biri de tekkelerdir. Vakıflara
bulunan ve Müslüman devletlerin kuruluş faaliyetlerine iştirak eden tekkeler, Türklerin Anadolu'ya gelip
yerleşmelerinde büyük ölçüde rol oynadılar. Selçuklu sultanlığı'nın kuruluşundan XIII. asnn sonlarına kadar
olan gelişmelerden bahsederken Mustafa Akdağ şunlan söylemektedir:
bağlı
"Meydana getirilen zaviye, hankiih, ribiit ve daha başka müesseseler, Türklerin Anadolu'ya gelip
'
'
yerleşmelerini geniş ölçüde kolaylaştınyordu. Doğudan batıya devam eden göçlerin hareketi, bu müesseseler
sayesinde kolaylaşmakta idi." 9 Tekkelerin, Anadolu'nun İslamiaşmasında ve bölgenin bir Müslüman Türk ülkesi
karakterini kazanmasında da aynadıklan rol inkar edilemeyecek kadar büyüktür. Nitekim "Menteşe Beyliğt' adlı
araştinnasında Paul . Wittek, adı geçen bölgede, dervişlerin İslfunlaştırma hareketinde nasıl faal bir rol
oynadıklannı anlatır. ı o
Tekke ve zaviye mensuplarının, Osmanlı fetihlerini kolaylaştırmada büyük bir rol oynadıklannı
biliyoruz. Aşık Paşazade ve Neşri gibi ilk dönem kaynaklarına baktığımız zaman Osmanoğullan ile birlikte
birçok şeyhin gelip Anadolu'nun batı taraflarına yerleştiğini görürüz. Bu yeni gelen derviş muhacirlerin bir
kısmı, gazilerle birlikte memleket açmak ve fiitühatla meşgul olurken, bir kısmı da o civardaki köylere veya
tamamen boş ve tenha yerlere yerleşiyordu. Köy veya boş araziye yerleşenler, bu yerlerde müridieri ile birlikte
ziraat yapmak ve hayvan yetiştirmekle uğraştılar. Bunlar, özellikle boş topraklar üzerinde zaviye kuruyor ve
buralan kısa zamanda din, kültür ve imar merkezleri haline getiriyorlardı. Bu zaviyelerin ordulardan önce gelip
hudud boylarında yerleşme! eri, onların (ordulann) harekat kabiliyetini kolaylaştırıyordu. ı ı
Öbür taraftan vakıf sistemi, hem Osmanlıların iskan siyasetini kolaylaştınyor, hem de fetbedilen
yerlerde İslam'ın yayılmasını sağlıyordu. Osmanlı devlet ricali, fetbedilen bölgelerde cfuni, medrese, tekke,
Hatıdza Car- Drinda, "XVII. Yüzyıl Bosna Sancağında Vakıf Müesseseleri" .Osmanlı, Ankara 1999, V, 64.
Mustafa Akdağ, Türkiye 'nin İktisadi ve İctimai Tarihi, İstanbul 1974, I, 38.
10
Geniş bilgi için bk. Paul Wittek, Menteşe Beyliği, tre. Orhan Şaik Gökyay, Ankara 1944, s. 1 15.
11
Aşık Paşazade, Tarih, İstanbul 1332, s. 12- 13; Ayrıca bk. Ömer Lütfi Barkan, "Kolonizatör Türk Dervişleri" Vakiflar
Dergisi ( 1942) ll, 290.
8
9
348
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMP02YUMU
ziiviye ve imiiret gibi sayısız müessese kuruyordu. Bunlar, kuruldukları bölgelere müderris, imam, şeyh, viiiz vs.
gibi Türk şahsiyetleri çekiyorlardı. Müderris ve talebeler de bunları takip ediyordu. Aynca imiiret ve ziiviyelerde
yeni gelenlere ücretsiz yemek dağıtılması, göçmenlerin tam olarak yerieşineeye kadar diğer ihtiyaçlannın ternin
edilmesi, Müslüman - Türk nüfusunun bu bölgelere göçmesini teşvik ediyordu. Bu vakıf kuruluşları sayesinde
buralara göç edip yerleşen göçmen Türkler, fiitihlerin inanç ve medeniyetini de buralara taşıyorlardı. Böylece
geniş sahaları Türkleştirip Müslümanlaştınyorlardı. Fetihler durduktan sonra da vakıf sistemi, bu rolünü
oynamaya devam ediyordu. Nitekim Beşir Ağa ve Damad İbrahim Paşa vakıflarında olduğu gibi, XVIII.
Asırdaki Osmanlı yöneticileri, şuurlu bir şekilde vakıf tesisler kurarak, yeni iskiin yerleri açmayı, harplerde
yıkılan köy ve şehirleri yeniden canlandırmayı, merkezi iktidara karşı hareketlere müsait bölgelerde asayiş ve
nizarnı temin etmeyi deniyorlardı. Askeri sınıfa mensup kimseler tarafından kurulan vakıflar arasında kale ve
benzeri tesislerin bulurıması, vakıfteşkilatının Müslümanların hamisi dururnundaki Osmanlı Devleti'nin devam
ve bekası yolunda hizmet gördüklerini göstermektedir. 12
Daha önce de temas edildiği gibi Vakıflar, hizmet bakırnından akla gelebilecek her sahaya el
Nitekim vakıfların yüklendiği hizmetlerden biri de insanları, Allah'ın, bir hidiiyet rehberi olarak
alemiere gönderdiği son Peygamber Hz. Muhammed (SAS.)'in getirdiği dine (İsliim'a) girmelerini sağlamaktı.
Ülkelerin ve özellikle Anadolu'nun Müslümanlaşmasında, vakıfların büyük bir rolü olmuştıır. Nitekim Anadolu
Selçukluları zamanında kurulmuş bulunan Altun- Aba Vakfı, bu konuya ışık tııtan en güzel örneklerden birini
teşkil etmektedir. Adı geçen vakfın vakfiyesirıi neşreden Osman Turan: "Altıın -Aba vakfıyesinin dikkati çeken
bir kaydı da, Anadolu'daki İsliimiaşma faaliyetine aittir. Vakıf, Altun - Aba, Konya şehrinin dış kısmında
Meydani mahallesinde Yeni Bağçe (Debbağlar yeri)'de bulunan ve 18 odası olan hanın gelirinden beşte birini
yerli ve yabancı olup da, İslam dinini kabul eden Hıristiyan, Yahudi ve Mecı1sllerin yemek, elbise, ayakkabı
ihtiyaçlarını görmek ve sünnet edilmeleri, namaz kılacak kadar Kur' an öğrenmeleri için gereken masrafları
karşılamak maksadıyla vakf eyledi. Maalesef pek muhdud olan Selçuk kaynaklarında bu türlü ictima1 hadiselere
ait bilgilerimiz yok denecek bir dururnda olmakla beraber, vakfiyenin gösterdiğimisalde Anadolu'da pek çok
İsliimiaşma ve İsliimlaştırma faaliyetlerinin olduğuna şüphe yoktur. Selçuk devrinde Türklerin Hıristiyanlara
hakim ve onlardan kültilice üstün olmaları, bu İsliimiaşma faaliyetinin başlıca arnili olmuştıır" 13 diyerek,
vakıfların İsliimlaştırma konusundaki faaliyetlerine güzel bir örnek vermektedir.
Osman tırran tarafından
neşredilen bu vakfiyeye göre adı geçen viikıfın bu hareketi, XIII. asır Selçuklu Türkiye'sinde sırfİsliimlaştırmayı
(Türkleştirmeyi) hedef alan vakıfların da kurulduğunu göstermektedir.
atmışlardı.
İsliimiyet'i kabul etmek suretiyle Müslüman olan kimseye, vakıflar vasıtasıyla elbise, ayakkabı ve diğer
masraflarını karşılamak üzere bir miktar paranın verilme geleneği, Osmanlı dönemi devlet kanunnamelerinde
resmiyet kazanmıştır. Kanunnamelerde "Kanun-ı Nev Müslim" başlığı altında uyulması gereken mecburi bir
hüküm olan maddede şöyle denilmektedir: "Divan-ı Hümdyunda Vezir-i A 'zam huzurunda bir kiifir Müslüman
olmak murad etse fi'l-hal telkin-i şehtidet olunup bir kabza akça ihsan ve kisvesi içün defterdara ferman
buyrulduktan sonra bir çavuş götürüp mfrf cerrahiardan ol gün nöbetçi olan cen·aha teslim, cerrah dahi hemen
ol mahalde kUşe-i muyyenesine götürüp sünnet eder. Ve mfrf cerrahiardan biri her gün nöbetle Divan-ı
Hümayfmda ve Sadr-ı A 'zam sarayında beklemek kanun-ı kadimdir. " 14
Görüldüğü gibi, İsliimiyet'i kabul eden bir kimseye hem bir miktar paranın verilmesi, hem de "kisve
paha" denilen ve Müslümanlara ait kıyafetleri edinebilmesi için ayrıca elbise parasının verilmesine sebep
olmaktadır. Arşiv belgeleri, kanurınan:ledeki bu hükınün çokça uygulandığını göstermektedir. Bununla beraber
biz konuyu fazla uzatmamak için BOA. Cevdet Adiiye tasnifınde bulunan birkaç belgenin verdiği bilgiyi buraya
almakla yetinrnek istiyoruz. Böylece kanunname hükınünün nasıl uygulandığını da göı:müş olacağız.
" ... Arzıhal-ı kulları fi'l-asıl Yahudi milletinden olup bu ana kadar küfr ve dalalet üzre kalup iniiyt-i
Rabhani ve hidayet-i İslamiye erişüp el-hamdülillah şeref-i İslam ile müşerref, biitıl dinden ihrac ve hak din
Muhammed dini olduğunu kalbimle inanıp dilim ile ikrar ve tasdik ve şehiidet etmerole merahim-i aliyyelerinden
12
Daha geniş bilgi için bk. Bahaeddin Yediyıld1z, "İsliim'da Vakıf' Doğuştan Günümüze Biiyük İsliiln Tarihi, İstanbul 1989,
XIV, 55-56.
.
13
Osman Turan, Şemseddin Altun- Aba Vakfıyesi ve Hayratı" Be lleten ( 1947), Xl 142, 211 -212.
14
Tevkli Abdurrahman Paşa, "Osmanlı Kanunnameleri" Milli Tetebbular Mecmuasi , İstanbul 1331, 1, 542.
349
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAJ\1İYE1E KATKILARI SEMP02YUMU
merciivdür ki, huzur-i devletlerinde bir dahi kelime-i şehadet telkin olunup hitan olmağa ve kisvem her ne
vecihle ve ne gfina emr-i inayet-i aliyyeleri erzan huyurulur ise emr u fermari devletlı1 inayetlı1 merhametlı1 ...
Bende Mustafa Kullan" diye devam eden arizanın (dilekçe) işleme konduğu ve buna göre kendisine kisve paha
(elbise parası) verildiği görülmektedir. 15 Keza hicri 1255 tarihini taşıyan başka bir belgede de şöyle
denilmektedir:
" ... Arzılıal-ı kullandır ki, Rum milletinden iken elhamdillillahi Teala hidayet erişüp şeref-i İslam ile
müşerref olduğum ma'lı1m-ı devletleri buyruldukta merahim-i aliyyelerinden mercüvdür ki, ber mutad kisve
paham bu kullarını mesrur buyrulmak babında emr u ferman devletlı1, inayetlı1, merhametlı1 efendim sultanım
hazretlerinindir. Bende Mühtedi Ahmed Kulları. 16
Uzun yıllar Müslümanlada iç içe yaşayan gayr-i müslim vatandaşlardan bir kısmının kendi istekleri ile
ihtida ettikleri görillmektedir. İhtida edenler, "Şer'iye Sicilt' denilen mahkeme defterlerine yazılırlardı. İhtida
kayıtları doğrudan veya delaylı olarak siciiierde yer alıyordu. Doğrudan ihtidalar mahkemede, mühtedinin kendi
iradesiyle Müslüman olmak istediği, daha önce hangi dine ve miliete mensup olduğu, yeni isminin ne olacağı
gibi hususlar açıkça belirtilerek yapılmakta idi. Bu tarz ihtidalar, "İhtida İ'lamı" şeklinde siciiiere kaydedilmekte
idi. Delaylı olarak bilinen ihtidalar ise miras alım - satım, ketalet ve benzeri kayıtlarda geçen isirolerin yanında
"Mühtedt' kelimesinin yer almasından anlaşılmakta idi. 17
Osmanlı,
gerek müesseseleri
(vakıflar
gibi), gerekse üstün killtür ve
yaşantısı vasıtasıyla
Anadolu'nun
İslamiaşıp Türkleşmesine büyük hizmetlerde bulunmuştıı. Bu hizmet, bazen İslam'ı yayma gibi bir hareket,
bazen de İslam ve Müslümanlara gelebilecek tehlikeyi ortadan kaldırma şeklinde olm~ştÜ. B~şba!<anlık Osmanlİ .
belgeler ile Şer'iyye Sicilleri, ihtida hareketlerinin seyrini açıkça ortaya koymaktadırlar.
Anadolu'da ihtida eden, yani Müsülüman olan bir kimse artık kendisini bütüı:lüyle Türk hissetınekte ve Türk örf
ve adetleri ile hayatını devam ettirmektedir. Osmanlılar döneminde "Türkleşme" ifadesi o kadar yaygın bir hal
almıştı ki, Batılılar bile Müslüman olan bir Hıristiyan'a "Türk olmuş" diyorlardı. Nitekim, Osmanlı'nın bu
konudaki hizmetinden bahsederken Bemard Lewis: " Kuruluşundan düşüşüne kadar Osmanlı Devleti, İslam
gücünün ve inancının ilerlemesine veya savunmasına adanmış bir devlet idi. Osmanlılar, altı yüzyıl, ilk önce esas
itibariyle başarılı olarak, Avrupa'nın geniş bir kısmında İslam egemenliği kurma çabasıyla, daha sonra da
Batı'ıun amansız karşı saldırısını durdurmak ya da geciktirmek için uzun süreli hareketleriyle hemen hemen
devamlı olarak' Hıristiyan Batı ile savaş halinde idiler. Yüzyıllar süren bu mücadele, Türk İslamlığının ta
köklerindeki kaynaklan ile Türk toplumunun ve kurumlannın bütün yapısını etkilememezlik edemezdi. Osmanlı
hükümdanıun halkı, her şeyden ?nce kenedini Müslüman sayardı. Daha önce görilldüğii gibi, Osmanlı ve Türk,
nisbeten yeni kullanılan deyimlerdir. Osmanlı Türkleri, kendilerini İslam ile özdeş görmüşlerdir. Diğer herhangi
bir İslam ulusundan çok daha büyük ölçüde hüviyetlerini İslam içinde eritmişlerdi. Türk kelimesi, Türkiye'de
hemen hemen kullanılmaz iken, Batı'da Müslüman'ın eş anlamı haline gelmesi ve Müslüman olmuş bir Batılıya,
olay İsfahan veya Fas'ta olsa bile "Türk olmuş" denmesi ilginçtir 18 demek suretiyle Türkleşme ile Müslüman
olmanın nasıl özdeşleştiği ve bu iki terimin nasıl köklü bir geleneğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Arşivi'ndeki
BOA. Cevdet, Adiiye nr. ll 15 ( 22 Şevval 1253 ).
BOA. Cevdet, Adliye. Nr. 3635.
17
İhtida konusunda daha geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, "Osmanlı Döneminde İhtida" Köprü Dergisi (2005, yaz), 91,231239.
18
Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, tre. Metin Kıratlı, Ankara 1984, s. 12- 13.
15
16
350
Download