Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 8, Aralık 2014, s. 211-218 Onur AYKAÇ1 BİR TANZİMAT AYDINININ GÖZÜYLE HALK EDEBİYATI Özet Edebî verimlerimizi acemilikten kurtarmanın çarelerini Batı’da arayan Tanzimat aydınları, devrin gazete ve dergilerinde yayımladıkları yazılarında geleneksel olanla modern olanı kıyaslamaktan geri kalmazlar. Hedef tahtasında ise, bu kıyaslamada geleneği temsil eden divan edebiyatı ile halk edebiyatı vardır. Dönemin önde gelen simalarından Namık Kemal; tiyatro, roman ve şiir türlerine dair görüşlerini ifade ederken yer yer sözü halk edebiyatına getirir. Ancak bu edebiyata ait verimleri çoğu defa yetersiz bulur. Ortaoyunu ve gölge oyununu tiyatrodan saymaz; halk hikâyelerini biçim ve içerik yönünden eleştirir; hece ölçüsünü ise ahenk ve letafet yaratmaktan yoksun olmakla itham eder. Bir tek fıkra türünü kötülemez ve iddialarını/ tezlerini desteklemek için ondan yardım alır. Bu yazıda, Namık Kemal’in edebî makalelerinde görülen halk edebiyatı unsurları ele alınmış ve bazı türler, Kemal’in gözünden değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Namık Kemal, edebî makale, halk edebiyatı, eleştiri. FOLK LITERATURE FROM A TANZİMAT INTELLECTUAL’S POINT OF VIEW Abstract Tanzimat intellectuals, who find means of retrieving our literary types from inexperiency in the West, do not fail to compare the traditional one and modern one in their articles published in the magazines and newspapers of the era. This time, there are divan literature and folk literature which represents tradition in the target board. Namık Kemal, who is well-known personages of the period, while expressing his ideas in respect of theatre, novel and poetry; partly leads up to folk literature. However, he mostly finds the sorts belonging to this literature inadequate. He does Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, onuraykac@kmu.edu.tr 1 Onur Aykaç 212 not count ortaoyunu and shadow poppetry as theatre; criticizes folktales in terms of style and content; imputes syllabic meter as devoid of creating harmony and charm. He just does not discredit the type of anecdote and receive help of it in order to support his claims/arguments. In this paper, elements of folk literature in Namık Kemal’s literary articles will be handled and, some sorts will be evaluated from Kemal’s overlook. Key Words: Namık Kemal, literary article, folk literature, criticism. Giriş Namık Kemal; çağına, çağının olaylarına, ülkede meydana gelen toplumsal değişmelere/ çözülmelere karşı duyarlı bir siyaset adamı olmanın yanında şiir, roman, tiyatro, makale gibi türlerde ürünler ortaya koymuş çok yönlü bir Tanzimat aydınıdır. Edebî verimlerinde entelektüel kimliğinin de etkisiyle- farklı sanat dallarına ait bilgilerden/ görüşlerden yararlanma yoluna gitmiş, böylece eserlerine derinlik/ çok boyutluluk kazandırmıştır. Namık Kemal’in ilgisini çeken ve kaleme aldığı metinleri besleyen sanat dallarından biri de halk edebiyatıdır. Namık Kemal, halk edebiyatıyla Sofya’da bulunduğu dönemde tanışır. O günlerde henüz 15 yaşındadır. Oğlu Ali Ekrem Bey, -babası üzerine yazdığı biyografide- Kemal’in Sofya günlerinden bahsederken “Evvela saz şairleriyle görüşmüş.” der. Ardından babasının âşık kahvehanelerine gidişinden ve oradaki âşıklarla sohbet edişinden söz açar (Bolayır, 1992: 27).2 Kemal, halk edebiyatıyla olan münasebetini ilerleyen yıllarda da koparmaz. Bu yakın ilgi, eserlerinde -bilhassa mektup ve makalelerinde- bazen halk edebiyatının herhangi bir konusuna dair görüş bildirme, bazen de düşüncelerini açıklarken halk edebiyatı türlerinden yararlanma şeklinde kendini gösterir. Bu çalışmada -edebî makaleleri esas alınarak- Namık Kemal’in halk edebiyatına dair görüş, tespit, değini ve önerileri üzerinde durulmuş3; bir Tanzimat aydınının halk edebiyatına dair düşünceleri ortaya konulmuştur.4 a-) Halk Tiyatrosu Gölge oyunu, ortaoyunu, meddah, köy seyirlik oyunları ve kukla genel olarak halk tiyatrosu başlığı altında toplanmaktadır. Metinden ziyade gösteriyi öncelemeleri, içinden çıktıkları halkın değer yargılarını basit bir dille yansıtmaları ve insanlara hoş vakit geçirtmeleri 2 Namık Kemal, Sofya’daki âşık kahvehanelerinin birinde duvara asılı bir muamma görür. Muamma metninde “Hikmetullah şehrinin bir danesi / Oğlunun karnında yatar anesi” yazmaktadır. Kemal, hiç tereddüt etmeden, sorunun cevabının “ipekböceği” olduğunu söyler ve o güne kadar kimsenin çözmeye muvaffak olamadığı muammayı çözmüş olur. Bu sayede, oradaki âşıkların hayranlığını kazanır (Bolayır 1992: 27-28). 3 Saim Sakaoğlu, 2-4 Aralık 1988 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen “Ölümünün 100. Yılı Münasebetiyle Namık Kemal Sempozyumu”nda, “Türk Halk Edebiyatının Namık Kemal’deki Akisleri” başlıklı bir bildiri sunmuştur. Sakaoğlu, bu bildirisinde Namık Kemal’in mektuplarını esas almış ve onun -sadece- anonim halk edebiyatı ürünlerine dair görüşlerini ortaya koymuştur (Sakaoğlu 1992: 37-45). 4 Namık Kemal’in edebiyat üzerine makalelerinin okunup değerlendirilmesi aşamasında, Kâzım Yetiş’in hazırlamış olduğu Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları (Yetiş 1996) adlı eser temel alınmıştır. Makale içerisinde yer alan sayfa numaraları bu kitaba aittir. Bu arada, kendi türsel özelliklerinin çok dışında kullanıldıkları ve Kemal’in edebiyata dair çeşitli görüşlerini dillendiren birer makale hüviyetine sahip oldukları için, “İrfan Paşa’ya Mektub” gibi bazı mektuplar ve “Mukaddime-i Celâl” gibi kimi kitap ön sözleri de Kâzım Yetiş tarafından, Namık Kemal’in Türk dili ve edebiyatı üzerine görüşlerini ihtiva eden makaleler arasında gösterilmiştir. Biz de çalışmamızda, sözü edilen metinleri aynı gözle ele almayı uygun bulduk. The Journal of Academic Social Science, Yıl: 2, Sayı: 8, Aralık 2014, s. 211-218 213 Bir Tanzimat Aydınının Gözüyle Halk Edebiyatı bu türlerin öne çıkan ortak noktalarıdır. Namık Kemal, bu başlık altında toplanan halk edebiyatı verimlerinden sadece ortaoyunu ve gölge oyununa dair görüş bildirmiştir. “Tahrîb-i Harâbât” başlıklı yazısında “Altı yüz yıllık bir devletiz; on sene evveline gelinceye kadar bizde bir tiyatro yoktu.” (s. 131) diyerek -bir bakıma- kökeni yüzyıllar öncesine dayanan halk tiyatrosunun varlığını daha en başından reddeden Kemal, yazılarında ortaoyunu ve gölge oyunu hakkında daima olumsuz, yer yer küçümseyici ifadeler kullanır. Namık Kemal, -kısaca- eğlencelerin “en edîbânesi ve binâenaleyh en fâidelisi” (s. 88) diye tarif ettiği tiyatronun bizdeki tarihî seyrini özetlerken bir ara sözü ortaoyununa getirir ve meşhur bir ortaoyunu kolu olan Zuhûrî Kolu’ndan bahis açar.5 Zuhûrî Kolu’na mensup kimselerin sergilediği oyunları edebâne bulmadığını açıkça ifade eden Kemal, ortaoyununu bilinçli insanların tepkisini çeken ve cahillerin ahlâkını ifsâd eyleyen bir etkinlik olarak nitelendirir (s. 90). Kemal, aynı yazısının devamında -“Tiyatro” başlıklı yazı- sözü bir kez daha ortaoyununa getirir. Tiyatro metinlerini değerlendirirken her daim ahlâka/ edebe mugayir olmama şartını arayan Namık Kemal, ortaoyununu sadece budalaca halleri, edep dışı sözleri dillendirmekle itham eder. Bu açıklamaları yaparken bir taraftan da tiyatrodan kastının ne olduğunu, ondan neler beklediğini anlatır: Tiyatro, ortaoyunu değildir. Çünkü ortaoyunu yalnız güldürür. Tiyatro kâh ağlatır, kâh güldürür, kâh ağlatıp güldürmeden eğlendirir. Ortaoyunu en budalaca evzâ‘ı, en bî-edebâne sözleri, en çetrefil, en galîz lâfızları gösterir. Tiyatro vicdânın en saklı perdelerini açar, kalbin en haklı hissiyatını tahlîl eder. (...) Dünyanın en büyük beliyyâtını tasvîr eder. (...) Ahlâkın seyyiâtıyla eğlenir. Adâtın münâsebetsizlikleri ile istihzâ eder. Aşka bir hicrân musallat eder. Seyredenler giryân olur. Riyâya bir maskara nikab geçirir. Görenlerin gülmemek elinden gelmez. İşte ortaoyunu o, tiyatro budur. (s. 90-91)6 Görüldüğü gibi Namık Kemal için tiyatro, -ahlâka/ edebe aykırı olmamak şartıyla- türlü insanî duyguları aynı sahnede buluşturan, sadece insanın görünen hallerini değil onun iç dünyasında olup bitenleri de gözler önüne seren, kısacası insanı pek çok yönden tahlil ve tasvir eden bir faaliyettir. Kemal, halk tiyatrosuna türlü ağır eleştiriler yöneltirken, yeni yeni teşekkül etmekte olan modern tiyatroyu da eleştirmekten geri kalmaz. Özellikle sahne dekorunda ve oyuncuların telaffuzunda gözlenen kusurlardan söz açan Kemal, devrin birçok tiyatro metninde görülen zamansal açıdan uyum sorununa da dikkati çeker. Bir kahramanın birkaç saniye/ dakika içinde mesafe tanımaksızın- birden fazla mekânda birden fazla kişiyle görüşebilmesi, Kemal’i rahatsız eden zamansal kurgu hatalarının başında gelir. Namık Kemal, bu duruma olan tepkisini, benzer kurgu hatalarının görüldüğü Karagöz üzerinden dillendirir: 5 Zuhûrî Kolu, Han Kolu ile birlikte devrinin iki büyük ortaoyunu kolundan biridir. Oyuncularının garip kıyafetlerinden dolayı bu adı almıştır. Devrin diğer önemli kolları arasında Kirli Kolu, Yoran Kolu, Kanburlar Kolu, Çifte Kanburlar Kolu, Hacı Bekçi Kolu, Süpürge Kolu sayılabilir (And, 1969: 236). 6 Namık Kemal, “Mukaddime-i Celâl” başlıklı yazısında, ortaoyununu -yine- “aksâm-ı edeb dâhilinde bir eğlence olmadığı” (s. 361-362) gerekçeyle bir tiyatro türü olarak kabul etmediği gibi, ortaoyunu oynanan yerleri de “sû-i edeb talîm-hâneleri” (s. 350) olarak nitelendirir. The Journal of Academic Social Science, Yıl: 2, Sayı: 8, Aralık 2014, s. 211-218 Onur Aykaç 214 Bu cihetledir ki vahdet-i zaman kaydiyle tertîb olunmuş oyunlar, bizim hayalde Karagöz’ün birkaç dakikada Samakov’a gidip gelmesi kadar gülünç muhâlât ile mâl-â-mâl görünür. (s. 358) Harâbât’ta gördüğü bir Vecdî mısraı, Kemal’i yine Karagöz oyununa götürür. Namık Kemal, Vecdî’nin “Sana dil oldu mübtelâ al haberün sahîhini” mısraını dil olarak o kadar bayağı bulur ki, böyle bir mısra “Karagöz perdesine bile yakışmaz” (s. 224) diyerek gölge oyununda kullanılan dilin basitliğine işaret eder. Görüldüğü üzere, Namık Kemal yazılarında halk tiyatrosuna karşı soğuk bir tavır takınır; her fırsatta onu küçümser. Halk tiyatrosu metinlerini genel olarak ahlâka mugayir bulan Kemal, Tanzimat’tan önce de bizde tiyatro türünün var olduğu fikrini/ tezini reddederek “ortaoyunu ve gölge oyunu”nu tiyatro başlığı altında kabul etmez. b-) Halk Hikâyesi Halk edebiyatı türleri içerisinde önemli bir yer tutan halk hikâyeleri, daha çok aşk ve kahramanlık temaları etrafında teşekkül eden, nazım ve nesrin iç içe görüldüğü anlatmalardır. XVI. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazanmış ve kısa sürede âşıklık geleneğindeki yerlerini almışlardır. Halk arasında yüzyıllardır anlatılagelen efsane, menkıbe, destan gibi türlerle beslenerek zamanla halk kültürünün pek çok ögesini bünyelerinde toplayan halk hikâyeleri, genel kabule göre, Türk edebiyatında roman türünün henüz görülmediği dönemlerde “halkın roman ihtiyacını karşılamak” (Elçin, 2005: 444) gibi önemli bir vazifeyi de ifa etmiştir. Namık Kemal, -makaleleri içerisinde- sadece “Mukaddime-i Celâl”de halk hikâyelerine dair görüş bildirir. Mukaddimede romana uzanan süreci değerlendirirken bir ara sözü halk hikâyelerine de getiren Kemal, “Âsâr-ı kadîmde (...) Aslı ile Kerem gibi, Ferhad ile Şîrin gibi birtakım hikâyeler vardı.” (s. 349) dedikten sonra, bunları Batılı romanlarla kıyaslar. Romandan kastının bir olayı ahlâka, geleneklere, insani duygulara ve ihtimallere bağlı kalarak her türlü ayrıntısıyla tasvir etme olduğunu, oysa halk hikâyelerinin “âh ile yanmak, külünk ile dağ yarmak7 gibi” (s. 349) tamamıyla gerçek dışı mevzulara dayanarak ahlâkın tasvirini, geleneklerin ve insani duyguların şerhini yapmaktan tümüyle aciz olduğunu belirtir. Ardından halk hikâyelerini, kesin bir dille koca karı masalı olarak nitelendirir. (s. 349) Bu söylemiyle, bizde henüz roman türünün teşekkül etmediği çağlarda halk hikâyelerinin romanın yerini tuttuğu/ halkın roman ihtiyacını karşıladığı fikrine de karşı çıkmış olur. Kemal, mukaddimenin devamında yine sözü halk hikâyelerine getirir. “Lisanımızda lezzetle okunacak belki üç hikâye bulunamaz.” dedikten sonra, “(...) âsâr-ı milliyeden ma‘dûd olan hikâyeler, ne kadar fena yazılmış ise birkaç kat fena düşünülmüştür.” (s. 350) tespitinde bulunarak, halk hikâyelerini yapı ve konu bakımından da yetersiz bulduğunu ifade eder. Görüldüğü üzere Namık Kemal, halk hikâyelerine yüksek bir edebî değer atfetmez. Bu hikâyelerden bir olayı ahlâk, his, temayüller ve ihtimaller dâhilinde tafsilatıyla anlatmalarını/ tasvir etmelerini bekleyen Kemal, onların bu görevi yerine getirecek bir biçim ve içerikten mahrum oldukları kanaatindedir. Bilhassa gerçeklik ilkesinden uzak olmaları, Kemal için bağışlanamaz bir kusurdur. 7 Namık Kemal, burada, “âh ile yanmak” ifadesiyle Kerem ile Aslı hikâyesinde Kerem’in aşk ateşiyle alev alıp yanmasına, “külünk ile dağ yarmak” ifadesiyle ise Ferhat ile Şirin hikâyesinde Ferhat’ın Şirin’e kavuşabilmek için bir külünk ile dağı delmesine gönderme yapmaktadır. The Journal of Academic Social Science, Yıl: 2, Sayı: 8, Aralık 2014, s. 211-218 215 Bir Tanzimat Aydınının Gözüyle Halk Edebiyatı c-) Hece Vezni Halk şiirinin millî vezni olarak kabul edilen hece vezni, öz itibarıyla, mısralar arası hece sayısı eşitliğine dayanan bir ölçü birimidir. Bu yüzden parmak hesabı, vezn-i benânî, hesâb-ı benân diye de bilinir. Bu ölçü biriminde hecelerdeki uzunluk-kısalık, açıklık-kapalılık gibi özellikler dikkate alınmadığı için, aruz vezni ile kıyaslandığında, hece vezni Türk dilinin yapısına daha uygundur. Ancak basit bir mantık üzere inşa edildiği için, divan şairlerince itibar görmemiştir. Namık Kemal, parmak hesabı adıyla andığı hece veznini çeşitli yazılarında bahis konusu eder. Bu yazılar incelendiğinde, onun önceleri hece vezninden yana olduğu, ancak daha sonraları bu vezne sırt çevirdiği görülür. Bu durum, Kemal’in hece veznine dair görüşlerinin yeterince netleşmediğinin bir delilidir. Kemal, “Tahrîb-i Harâbât” ve “İrfan Paşa’ya Mektub” başlıklı yazıları ile “Ta‘lîm-i Edebiyat Üzerine” adlı risalesinde hece vezni hakkında olumlu görüşler beyan eder. Makaleleri içerisinde hece veznine dair görüşlerini ilk kez “Tahrîb-i Harâbât”ta dile getiren ve bu yazısıyla birlikte hece veznini bir edebî mesele olarak telakki etmeye başlayan Namık Kemal, heceden aruza uzanan süreci değerlendirirken, aruz ölçüsünün gelişiyle dilimizin fesahatten uzaklaştığını ve irticalen şiir söylemenin neredeyse imkânsızlaştığını ifade edip hece vezninin yanında yer alır: Türkçe’nin evzânı evvel parmak hesabiyle imiş; Fârisî’ye taklîd olunmuş. Arada ef‘ile, tef‘ile hâsıl olmuş, vezni bozmuş; lisan fesâhatından düşmüş; o cihetle irticâle imkân kalmamış. (s. 124) “Tahrîb-i Harâbât”ın ilerleyen bölümlerinde sözü tekrar hece-aruz bahsine getiren Kemal, bu kez fikirlerini Enderunlu Vasıf’ın şiirleri üzerinden beyan eder. Kemal’e göre, Vasıf’ın en büyük hatası, aruz ölçüsüne sıkı sıkıya bağlanmasıdır. Vasıf eğer aruz ölçüsü yerine var gücüyle parmak hesabına sarılsaydı, ortaya koyacağı şiirlerle halkın gözünde daha meşhur ve muktedir bir şair olabilirdi (s. 152). Kemal, bu iddiasıyla yine aruz karşında hece veznini savunur; heceyle yazan şairlerin halk nezdinde daha makbul olduğunu ifade eder.8 “İrfan Paşa’ya Mektub” başlıklı yazısında da aynı çizgisini sürdürdüğü görülür. Mektubun bir yerinde “Şiir söylenilecekse Sarı Zeybek’in ‘Allah dedim yatağana dayandım / Ben seninçin al kanlara bulandım’ (...) yolunda söylemek lazım gelir.” (s. 239) diyerek “Sarı Zeybek” türküsündeki iki mısraı emsal gösteren Kemal, divan şiirindeki süslü terkipler ve sanatkârane mısralar karşısında, sade bir dille halkın duygularını/ düşüncelerini anlatan âşık şiirini -dolayısıyla bu şiirlerde kullanılan hece veznini- müdafaa eder. Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem’in Ta‘lîm-i Edebiyat adlı eseri münasebetiyle kaleme aldığı “Ta‘lîm-i Edebiyat Üzerine” adlı risalesinde, bir ara sözü hece vezniyle tiyatro yazma bahsine getirir ve burada, Abdülhak Hâmid’in Nesteren adlı manzum tiyatro eserinin yazılma hikâyesini kısaca anlatır: 8 Namık Kemal, “Lisan-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” başlıklı yazısında da edebiyatın, dolayısıyla şiirin halk tarafından kolaylıkla anlaşılabilir olması gerektiğine vurgu yapar: “Bize lâzım olan, edebiyatımızı ‘En iyi söz, halkın kolaylıkla anlayabildiği ve müverrihin hoşuna giden sözdür.’ tarîfinin dâiresine ircâ etmektir.” (s. 65) The Journal of Academic Social Science, Yıl: 2, Sayı: 8, Aralık 2014, s. 211-218 Onur Aykaç 216 Kendisine Magosa’dan parmak hesabı dediğimiz yolda bir şey yapmayı tavsiye ettim; o tavsiyem üzerine Nesteren’i meydâna çıkardı. (s. 298) Namık Kemal’in Hâmid’i hece vezniyle tiyatro metni yazmaya teşvik etmesi, onun heceye ve heceli şiirlere olan ilgisini göstermektedir. Aynı yazısının başka bir yerinde dile getirdiği “[Hâmid Bey], efâ‘île ve tefâ‘île tâbi olmayan parmak hesabiyle şiir söylemeyi lisanımızda ihyâ etmiştir” (s. 327) sözleri de, Hâmid’i hece veznine yönlendirdiği için pişmanlık duymadığının delilidir.9 Ancak Namık Kemal’in hece veznine bakışı, “Mikro-Mega Tercümesi Muâhezesi” ve “Mukaddime-i Celâl” başlıklı yazılarında aksi yönde bir değişime uğrar. Artık hece veznine ve heceli şiirlere iltifat etmez olur. Namık Kemal, -makaleleri içerisinde- ilk kez “Mikro-Mega Tercümesi Muâhezesi”nde hece veznini eleştirir. Yazısının bir yerinde sözü Âşık Garip Hikâyesi’ne getiren Kemal, hikâyenin manzum bölümlerinde kullanılan hece veznini “evzân-ı garîbe” olarak nitelendirir. (s. 276) Böylece, o güne kadar savunduğu hece veznini ilk kez yalnız bırakır; hatta tuhaf bir vezin hitabıyla onu küçümser. Kemal’in hece veznine karşı oluşu, “Mukaddime-i Celâl”de zirveye ulaşır. Namık Kemal, mukaddimede heceli şiirleri ahenk ve letafetten uzak, hece veznini ise ciddi bir eser yaratma kabiliyetinden berî olarak nitelendirir. Hatta heceyle güzel bir eser vücuda getirilse bile, yine de onun okurlar tarafından hüsn-i kabul görmeyeceğini iddia eder. (s. 373) Böylece, uzun süredir yaşadığı hece-aruz ikileminde, son tercihini aruzdan yana kullanır. Görüldüğü gibi, Namık Kemal önceleri hece vezninden yana tavır takınmış, ancak heceyle ortaya konan eserlerde istediği ahengi/ letafeti bulamayınca çareyi aruzda aramıştır. ç-) Fıkra Fıkralar; ince zekâ oyunlarıyla insanları eğlendirmek/ güldürmek, bir olayı/ durumu açıklığa kavuşturmak, devletin veya toplumun eksik/ aksak yanlarını hicvetmek, herhangi bir düşünceyi güçlendirmek gibi amaçlarla söylenen, kısa ve yoğun halk edebiyatı anlatılarıdır. İnce bir mizah, keskin bir istihza ve erdemli bir hiciv fıkraların temel nitelikleri arasındadır. Yerinde kullanıldıkları takdirde, insanları etkileme güçleri yüksektir. Yazılarında fıkralardan sıkça yararlanan Namık Kemal, onları bir güldürü unsuru olarak değil, savunduğu fikirleri açımlamak, iddialarını/ tezlerini temellendirmek, anlatımını daha çekici/ etkileyici kılmak maksadıyla kullanır. Bazen fıkra metninin tamamına yazısında yer verdiği, bazen de herhangi bir fıkraya göndermede bulunduğu görülür. “Bahâr-ı Dâniş Mukaddimesi”nde, edebiyat çevrelerinde “hüccet-i bülegâ” ve “mucize-i kübrâ” addolunan Hamse-i Nergisî gibi kitapların halk tarafından rağbet görmediğini ifade eden Namık Kemal, bu durumu, o tür kitapların üst bir dille yazılmış olmalarına bağlar. Ardından “avâmın rağbetine mazhar olur ise” (s. 98) bir eserin çok satabileceği tespitinde bulunarak, fenne dair kitap yazanlar müstesna- üst bir dille havas için kitap kaleme alan yazarları, bir Nasrettin Hoca fıkrasına gönderme yaparak eleştirir: 9 Fakat Nesteren’i okuduktan sonra Kemal’in fikri değişir. Önce Recaizade Mahmut Ekrem’e, ardından da Hâmid’e yazdığı mektuplarda, parmak hesabıyla yazılan Nesteren’in letafetten hayli uzak olduğu itirafında bulunur (Üstünova 2005: 94-95). The Journal of Academic Social Science, Yıl: 2, Sayı: 8, Aralık 2014, s. 211-218 217 Bir Tanzimat Aydınının Gözüyle Halk Edebiyatı Bir fenne dair olmamak şartıyla, havâs için kitab yazmak kadar dünyada abes bir şey yoktur. Diyebiliriz ki, Hoca Nasreddin merhumun bir gün vaaza çıkıp da cemâate “Söyleyeceğimi bilir misiniz?” diye sorduktan ve “Biliriz.” cevabını aldıktan sonra “Mâdemki biliyorsunuz, niçin söyleyeyim!” yollu ettiği hitâb havâs için kitab yazanlara bir güzel nasîhattir. (s. 98) Namık Kemal burada, bilgili kesimin edebî yapıtlara pek ilgi göstermediği, avam diye tabir edilen az okumuş kesimin ise -satın almak istemesine rağmen- dilini anlayamadığı için bu tür kitapları almadığı yolundaki tezini, bir Nasrettin Hoca fıkrası üzerinden temellendirmeye çalışır. Harâbât’ta gözüne ilişen bir İzzet Molla beyti, Namık Kemal’e başka bir Nasrettin Hoca fıkrasını hatırlatır. Kemal, “Tahrîb-i Harâbât” başlıklı yazısında İzzet Molla’nın bir beytinde geçen “berg-i gül-berg”, yani ‘gül yaprağının yaprağı’ ifadesini hayli boş bir söylem olarak nitelendirir ve bu terkip ona Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasında yer alan “tavşanın suyunun suyu”10 (s. 157) ifadesini hatırlatır. Yine Harâbât’ta yer alan “Servler eflâke ser çekmiş misâl-i kadd-ı yâr” mısraı, Namık Kemal’e başka bir fıkrayı hatırlatır. Divan şairlerinin mübalağaya meyyal tavırlarını kimi yazılarında eleştiri konusu eden Kemal11; mısrada sevgilinin başı gökte ayakları yerde bir dilber misali tarif edilmesini fazlaca abartılı bulur ve eleştirisini, o günlerde halk arasında sıklıkla anlatılan bir fıkrayla dile getirir: Bir vâiz, “Eğer filân gece, filân namaz edâ olunursa mükâfâten insan, başı meşrıkda ayağı mağribde bir hûriye mâlik olur.” demesi üzerine sâmiinden birinin “-Vaiz efendi! [Ben] fakir, o namazı kılarım; fakat mükâfâtı olan hûriyi istemem; çünkü ben başının yanında iken ayakucunda veya vasat-ı bedende bir münâsebetsizlik zuhûr edebilmesinden emin olamam!” dediği mütâyebât-ı edebiyyede meşhûr olan hikâyâttandır. (s. 164) Kemal, Harâbât’a dair eleştirilerini sürdürdüğü “Ta‘kîb” başlıklı makalesinde, Ziya Paşa’nın IV. Murat ile Hâfız Paşa’ya ait birer gazele kıt‘alar arasında yer vermesini büyük bir hata olarak nitelendirir ve efendi ile uşak arasında geçen bir fıkradan hareketle bu durumu hicveder: Bir efendi uşağına mercan balığı ısmarlamış; o gitmiş palamut balığı getirmiş. Balık sofraya konup da efendi “Ben sana mercan balığı ısmarladım; bu palamut.” deyince uşak “Kim inmiş denizin dibine, kim koymuş bunun adını?” demiş. (s. 183)12 10 “Ta‘kîb” başlıklı makalesinde, Nevres Efendi’nin bir beytinde yer alan “aks-i te’sîr-i sadâ” (s. 201) terkibi münasebetiyle, aynı sözü bir daha kullandığı görülecektir. 11 Namık Kemal, divan şairlerini “Bahâr-ı Dâniş Mukaddimesi”nde şöyle eleştirir: “Dîvânlarında dağlı lâlelerden, yakası yırtık güllerden, feleğe benzer nilüferlerden, kıl kadar bellerden, yılan gibi saçlardan, serviden uzun gülyabanî gibi boyunlardan, kılıç gibi kaşlardan, ok gibi kirpiklerden, hançer gibi gamzelerden, benefşe veyahut zümrüt gibi bıyıklardan, su kenarında bitmiş çimen gibi sakallardan, hiç yok ağızlardan, tuzlu dudaklardan, dünyayı yakacak kadar ateşli âhlardan, üzerlerine pamuk yapışmış iğrenç yaralardan, sihirbaz kalemlerden, batmanla şarab içer sarhoşlardan, tımarhaneden boşanmış gibi sokaklarda çıplak gezer veya bağırarak göğsünü döğer âşıklardan, bir dilberin saçına tarak olmuş parça parça gönüllerden geçilmez.” (s. 101) 12 Kemal, aynı makalesinin başka bir yerinde ve “Tahrîb-i Harâbât” makalesinde -yine Ziya Paşa ile alay etmek maksadıyla- aynı fıkraya birer defa daha yer verir (s. 165 ve 208). The Journal of Academic Social Science, Yıl: 2, Sayı: 8, Aralık 2014, s. 211-218 Onur Aykaç 218 Namık Kemal, burada uşak ile Ziya Paşa’yı aynı kefeye koyarak, Ziya Paşa’nın -bir antoloji oluşturmaya kalkışmasına rağmen- daha kıt‘a ile gazeli bile ayırt edememesini alay konusu eder ve “Efendimiz de o kabîlden olarak eş‘âr hakkında eslâfın taksîmât ve ta‘rîfâtını kabul buyurmaz iseniz ona bir şey diyemeyiz.” (s. 183) yollu hitabıyla Ziya Paşa’yı ti’ye alır. Görüldüğü gibi Namık Kemal, bir halk edebiyatı türü olan fıkrayı sadece güldürü unsuru olarak kullanmaz. Fıkraya yönelmesinde, savunduğu fikirleri açıklığa kavuşturma ve iddialarına/ tezlerine dayanak bulma kaygısı ağır basar. Sonuç Batılı düşünce ve yaşam tarzının ülkemizde iyiden iyiye ağırlığını hissettirmeye başladığı Tanzimat Dönemi’nde, devrin ileri gelenleri, yepyeni bir edebiyatın teşekkülü için harekete geçmişlerdir. Edebî verimlerde artık parça güzelliği yerine bütün güzelliğini öne çıkartmaya çalışan Tanzimat aydınları, gelenekten değil Batıdan beslenmesi planlanan yeni edebî türleri anlatırken/ tanıtırken yeri geldikçe halk edebiyatı ve divan edebiyatına da göndermelerde bulunmuşlardır. O aydınlardan biri de Namık Kemal’dir. Yaptığımız tetkikler neticesinde, Namık Kemal’in makalelerinde çeşitli halk edebiyatı türlerine dair bilgilere/ görüşlere rastlanmıştır. Kemal, bazen herhangi bir edebî meseleyi ele alırken, bazen de kimi düşüncelerini temellendirirken halk edebiyatı türlerinden yararlanma yoluna gitmiştir. Kemal’in makalelerinde halk tiyatrosu, halk hikâyesi, hece vezni ve fıkranın geniş bir yer tuttuğu görülür. Halk tiyatrosu ve halk hikâyesi hakkında olumsuz fikirler beyan ettiği, hece veznini önceleri sahiplenirken daha sonraları dışladığı, fıkrayı ise fikirlerine bir dayanak bulmak maksadıyla kullandığı dikkati çeker. KAYNAKLAR AND, M., (1969), Geleneksel Türk Tiyatrosu (Kukla, Karagöz, Ortaoyunu), Bilgi Yayınevi, Ankara. BOLAYIR, A. E., (1992), Namık Kemal, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul. ELÇİN, Ş., (2005), Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara. SAKAOĞLU, S., (1992), “Türk Halk Edebiyatının Namık Kemal’deki Akisleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Y. 1, S. 1, s. 37-45. ÜSTÜNOVA, M., (2005), Namık Kemal’in Özel Mektuplarında Edebî Konular, Gaye Kitabevi, Bursa. YETİŞ, K., (1996), Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul. The Journal of Academic Social Science, Yıl: 2, Sayı: 8, Aralık 2014, s. 211-218