T.C SAĞLIK BAKANLIĞI İSTANBUL GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ AİLE HEKİMLİĞİ KOORDİNATÖRLÜĞÜ EN AZ BEŞ YILDIR HİPERTANSİYONU VE/VEYA DİYABETİ OLAN HASTALARDA GİZLİ VEYA AŞİKAR BÖBREK HASTALIĞI DR. SELAMİ İBİLİOĞLU UZMANLIK TEZİ İSTANBUL-2009 T.C SAĞLIK BAKANLIĞI İSTANBUL GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ AİLE HEKİMLİĞİ KOORDİNATÖR: PROF. DR. AYTEKİN OĞUZ EN AZ BEŞ YILDIR HİPERTANSİYONU VE/VEYA DİYABETİ OLAN HASTALARDA GİZLİ VEYA AŞİKAR BÖBREK HASTALIĞI DR. SELAMİ İBİLİOĞLU UZMANLIK TEZİ TEZ DANIŞMANI: BANU MESÇİ İSTANBUL-2009 TEŞEKKÜR Aile hekimliğine verdiği değer ve yaptığı katkılardan dolayı koordinatörümüz Sayın Prof. Dr. Aytekin Oğuz’a , Eğitimim süresince rehberliğinden faydalandığım koordinatör yardımcısı Sayın Uzm. Dr. Arzu Akalın’a, Tezimde emeği geçen danışmanım Uzm. Dr. Banu Mesçi’ye ve Dr. Ali Olgun’a, Sağladığı olanaklar ile uzmanlık eğitimimi başarıyla sürdürmemi sağlayan hastane başhekimimiz Sayın Prof. Dr. Hamit Okur’a, İhtisasım boyunca eğitimime katkısı olan sayın hocalarım, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinik Şefi Uzm. Dr. Müferet Ergüven’e, Genel Cerrahi Klinik Şefi Doç. Dr. Rafet Yiğitbaşı’na, 1. Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi Doç. Dr. Fahrettin Kanadıkırık’a, Erenköy Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Mustafa Bilici’ye, tüm uzman, asistan ve hemşire arkadaşlarıma, Asistanlık eğitimim boyunca desteğini esirgemeyen eşim Nurdan İbilioğlu’na, biricik oğlum Ahmet Erdem İbilioğlu’na, tez hazırlığında verdiği teknik destekten dolayı kardeşim Ayhan İbilioğlu’na teşekkür ederim. Dr. Selami İbilioğlu ii İÇİNDEKİLER Sayfa No: TEŞEKKÜR….….....................................………………………………ii İÇİNDEKİLER……..................................……………………………..iii TABLOLAR LİSTESİ.............................…………….…………………v GRAFİKLER LİSTESİ...........................……………………………….vi KISALTMALAR………..................…………………………………..vii 1. GİRİŞ VE AMAÇ…............…………….....…………………………1 2. GENEL BİLGİLER…..............………………………………………2 2.1. DİABETES MELLİTUS…........……...……………………………………..2 2.1.1. Diyabetik Nefropati……....……..………………………………………3 2.1.1.1. Diyabetik Nefropatinin Başlamasını Kolaylaştıran Risk Faktörleri...4 2.1.1.2. Diyabetik Nefropatinin Gidişine Etki Eden Faktörler………………4 2.1.1.3. Klinik Gidiş…....................................................................................5 2.1.1.4. Patogenez…........…………………………………………………... 9 2.1.1.4.1. Metabolik Yol……………………………………………….9 2.1.1.4.2. Hemodinamik ve Hipertrofik Yol……………………….…11 2.1.1.4.3. Ailevi/Genetik Yol…………………........…………………12 2.1.1.5. Patoloji………………………………...………...…………………12 2.1.1.6. Tedavi ………………………………….………………………….14 2.1.2. Diyabetik Retinopati…..……………………………………………….17 2.1.2.1. Nonproliferatif Retinopati……………………………...…………..18 2.1.2.2. Proliferatif Retinopati………………………………………………18 2.2. HİPERTANSİYON……………………………………......……….……....19 2.2.1. Hipertansif Nefropati…………………….…………………………….21 2.2.1.1. Hipertansif Renal Zedelenmenin Mekanizması………………...….22 2.2.1.2. Hipertansif Nefrosklerozun Sınıflaması…………………...............22 2.2.1.2.1. Benign Arterioler Nefroskleroz………………….…..…….22 2.2.1.2.1.1. Patoloji…………………………………..……….....23 iii 2.2.1.2.2. Malign Arterioler Nefroskleroz…………………………....23 2.2.1.2.2.1. Patoloji……………………………..…………….....23 2.2.1.2.2.2. Malign Hipertansiyon……………………...…….....24 2.2.1.3. Tedavi…………………………………………………………........26 2.2.2. Hipertansif Retinopati…………………...……………………………..26 2.3. MİKROALBUMİNÜRİ………………………………..………………....28 3. MATERYAL VE YÖNTEM..........................………….….…….….30 4. BULGULAR……...................………………..........………………..32 5. TARTIŞMA VE SONUÇ..………....………………………...…...…51 6. ÖZET………...........………....…….....………………………….......58 7. ABSTRACT........................................................................................60 8. KAYNAKLAR………....................…………..……………………..62 iv TABLOLAR LİSTESİ Sayfa No: Tablo 1: Diyabet ve glukoz metabolizmasının diğer bozukluklarında tanı kriterleri...2 Tablo 2: Diyabetli hastalarda nefropatinin klinik özellikleri............................................9 Tablo 3: Diyabetik hastalarda böbreklerde izlenen histopatolojik değişiklikler..........14 Tablo 4: Diyabetik retinopatideki lezyonlar...............................................................17 Tablo 5: 18 yaş ve üstündeki erişkinlerde kan basıncı sınıflaması.............................20 Tablo 6: Hipertansiyona bağlı gelişen komplikasyonlar............................................21 Tablo 7: İdrarla albümin atılımındaki değişiklikler....................................................28 Tablo 8: Yaş ortalamaları ve cinsiyet dağılımlarının karşılaştırması.........................33 Tablo 9: Hastalık süresi ortalamalarının karşılaştırması.............................................33 Tablo 10: Diyabet hastalığı ile ilgili verilerin karşılaştırması....................................34 Tablo 11: Hipertansiyon hastalığı ile ilgili verilerin karşılaştırması..........................38 Tablo 12:Doktor kontrolünden geçme sıklıkları ve eğitimlerinin karşılaştırması......42 Tablo 13: Hastaların antropometrik ölçümleri, tansiyon, nabız ve açlık kan şekeri ortalamalarının karşılaştırması....................................................................................45 Tablo 14: Hasta gruplarının Tukey çoklu karşılaştırma testi ile kıyaslanması...........46 Tablo 15: Hasta gruplarının kreatinin klirenslerinin karşılaştırması..........................47 Tablo 16: Fundoskopik bulguların karşılaştırması.....................................................49 Tablo 17: Hasta gruplarının böbrek hastalığı yönünden karşılaştırması....................50 v GRAFİKLER LİSTESİ Sayfa No: Grafik 1: Çalışmaya alınan tüm hastaların cinsiyet dağılımı......................................31 Grafik 2: Diyabetik diyet uygulama oranlarının karşılaştırması.................................35 Grafik 3: Oral antidiyabetik kullanım oranlarının karşılaştırması..............................36 Grafik 4: İnsülin kullanma oranlarının karşılaştırması...............................................36 Grafik 5: Kan şekeri ölçüm sıklıklarının karşılaştırması............................................37 Grafik 6: Evde kan şekeri ölçüm durumlarının karşılaştırması..................................38 Grafik 7: Hipertansiyon diyeti uygulama durumlarının karşılaştırması.....................39 Grafik 8: Antihipertansif ilaç kullanımı yönünden karşılaştırması.............................40 Grafik 9: Tansiyon ölçüm sıklıklarının karşılaştırması..............................................41 Grafik 10: Evde tansiyon ölçüm durumlarının karşılaştırması...................................42 Grafik11: Doktor kontrolünden geçme sıklıklarının karşılaştırması..........................43 Grafik 12: Eğitim durumlarının karşılaştırması..........................................................44 Grafik 13: Fundoskopik bulguların karşılaştırması....................................................48 Grafik 14: Hasta gruplarının böbrek hastalığı yönünden karşılaştırması...................50 vi KISALTMALAR ACE: Anjiotensin dönüştürücü enzim ADA: Amerikan Diyabet Birliği AGE: İleri glikozilasyon son ürünleri BPA: Böbrek plazma akımı DAB: Diastolik arteriyel kan basıncı DM: Diabetes mellitus DN: Diyabetik nefropati DR: Diyabetik retinopati GFR: Glomeruler filtrasyon hızı HbA1c: Hemoglobin A1c HDL: Yüksek dansiteli lipoprotein JNC-7: Yüksek Kan Basıncının Önlenmesi, Belirlenmesi, Tedavisine İlişkin Birleşik Ulusal Komite 7 KKB: Kalsiyum kanal blokörü LDL: Düşük dansiteli liporotein MA: Mikroalbuminüri NPR: Nonproliferatif retinopati OGTT: Oral glukoz tolerans testi PR: Proliferatif retinopati SAB: Sistolik arteriyel kan basıncı SDBY: Son dönem böbrek yetmezliği TGF-β: Transforming growth factor β VKİ: Vücut kitle indeksi VLDL: Çok düşük dansiteli liporotein vii 1.GİRİŞ VE AMAÇ Hipertansiyon (HT) ve diabetes mellitus (DM) toplumda yaygın olarak gözlenen iki grup hastalıktır. Pek çok sistemi etkileyerek, morbidite ve mortaliteyi arttırmaktadır. Bu hastalıklara bağlı gelişen nefropati, retinopati gibi kronik komplikasyonlar hasta açısından yaşam kalitesini bozması, yaşam süresini kısaltması yanında ülke açısından tedavi maliyetlerini ve işgücü kaybını arttırması gibi sakıncaları içerir. HT ve DM’nin erken tanı ve tedavisi komplikasyonların önlenmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Bu iki hastalığın tanı ve tedavisi kolay olmasına rağmen semptomların erken dönemde belli belirsiz olması hastaların kliniğe geç başvurmasına neden olmakta, ömür boyu tedavi ve yaşam değişikliği getirmesi nedeniyle de hasta uyumunu ciddi olarak azaltmaktadır. Buna benzer nedenlerden dolayı gelişmiş ilaç ve tedavi protokollerine rağmen HT ve DM henüz üstesinden gelinmiş iki sağlık sorunu değildir. HT ve DM tespit edildiğinde organ hasarı bulguları da gelişmiş olabilir. Mikroalbüminüri (MA) bu hastalıkların seyrinde organ hasarının en erken saptanan bulgusudur. Kan şekeri ve kan basıncının etkin kontrolü ile MA’nın dolayısıyla kronik komplikasyonlarının başlaması veya ilerlemesi engellenebilir. Bu çalışmamızda en az beş yıldır DM ve/veya HT‘si olan hastalarda gizli ve aşikar böbrek hastalığı ile retinopati oranları birbirleri ile karşılaştırıldı. Böbrek hastalığı ve retinopati oranlarında, sadece HT veya DM’si olanlar ile her iki hastalığı birlikte olan kişiler arasında anlamlı bir farklılık olup olmadığı araştırıldı. Ayrıca bu üç hastalık grubunda yaş, cinsiyet, ağırlık, bel çevresi, vücut kitle indeksi (VKİ), sosyal güvence, eğitim durumu, DM veya HT yılı, kullandığı antidiyabetik veya antihipertansif ilaçlar, diyet uygulama durumu, kan şekeri ve tansiyon ölçüm sıklığı ve evde ölçüm durumu, doktor kontrolünden geçme sıklığı gibi bilgiler de karşılaştırılarak anlamlı bir ilişki varlığı araştırıldı. Çalışmamızda DM ve HT’de görülen nefropati ve retinopati prevalansları ile bu komplikasyonlar üzerinde DM ve HT’nin birbirleri ile etkileşimini bulmayı amaçladık. 1 2. GENEL BİLGİLER 2.1. DİABETES MELLİTUS DM insülin hormon sekresyonunun ve/veya insülin etkisinin mutlak veya göreceli azlığı sonucu karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında bozukluklara yol açan kronik hiperglisemik bir grup metabolizma hastalığıdır. DM’nin ilk tarifine milattan önce 1500 yıllarında Ebers papirüslerinde rastlanmaktadır. Büyük tıp alimi İbn-i Sina İbn el-ısehezzar adlı tıp kitabında diyabeti bugünkü tanımına çok yakın şekilde tariflemiştir (1). DM, poliüri, polidipsi, polifaji gibi klasik semptomları yanında retinopati nöropati, nefropati gibi spesifik komplikasyonları ile de şüphelenilebilir veya tanınabilir. DM’nin tanı ve sınıflamasında kullanılan kriterler ‘National Diabetes Data Group’ tarafından 1979’da geliştirilmiştir (2). Tarih içinde kriterlerde küçük revizyonlara gidilmiştir. En son 2003 yılında bozulmuş açlık glukozu tanısı için Amerikan Diyabet Birliği (ADA) tarafından bir revizyon yapılmıştır. ADA ve Avrupa Diyabet Çalışma Birliği’nin 2007 yılında yayınlanan son konsensus raporunda 2003 yılındaki düzenlemenin aynen korunmasına karar verilmiştir (3). Tablo 1: DM ve glukoz metabolizmasının diğer bozukluklarında tanı kriterleri (3) DİABETES MELLİTUS Rasgele glukoz (+ diyabetik semptomlar) ≥ 200 mg/dl Açlık kan glukoz düzeyi (en az 8 saat açlığı takiben) ≥ 126 mg/dl Oral glukoz tolerans testinde (OGTT) 2.saat kan glukozu ≥ 200 mg/dl BOZULMUŞ GLUKOZ TOLERANSI OGTT’de 2. saat kan glukozu 140-199 mg/dl BOZULMUŞ AÇLIK GLUKOZU Açlık kan glukozu (en az 8 saat açlıktan sonra) 2 100-125 mg/dl Çok ağır DM semptomları bulunanlar dışında genelde hangi yöntemle DM tanısı konulmuşsa daha sonraki günlerde başka bir yöntemle tanı doğrulanmalıdır. DM genel anlamda Tip 1 DM, Tip 2 DM ve gestasyonel DM olarak üç sınıfa ayrılabilir. Tip1 DM (insüline bağımlı tip)’de mutlak insülin eksikliği vardır. Hastaların % 90’ında otoimmün, % 10’unda nonotoimmün β-hücre harabiyeti vardır. Otoimmün kaynaklı olanlarda kanda adacık otoantikorları pozitiftir. β-hücre rezervi %80-90 azaldığında DM semptomları ortaya çıkmaya başlar. Genelde hastalığın başlangıcı 30 yaşından önce olur. Polidipsi, poliüri, kilo kaybı, ağız kuruluğu gibi hiperglisemi semptomları aniden ortaya çıkar. Hastalar sıklıkla zayıf yada normal kilodadır. Diyabetik ketoasidoza yatkındır. Tip 2 DM (İnsüline bağımlı olmayan tip) insülin direncine veya insülin sekresyonunda azalmaya bağlı gelişir. Çoğunlukla 30 yaşından sonra başlar. Güçlü bir genetik yatkınlık vardır. Hastalar sıklıkla obez veya kiloludurlar. Diyabetik ketoasidoza yatkın değildir. Sinsi başlangıçlıdır. Çoğu hastada başlangıçta hiç semptom yoktur (3). Kontrolsüz DM sonucunda gelişen hiperglisemi akut komplikasyonlarıyla ölüme yol açarken kronik komplikasyonlarıyla da hayat kalitesini bozar. Akut komplikasyonlar arasında diyabetik ketoasidoz, laktik asidoz koması, hiperosmolor nonketotik koma, mikrovasküler ve hipoglisemi koması makrovasküler sayılabilir. olarak Kronik komplikasyonlar sınıflandırılır. Makrovasküler komplikasyonlar kardiyovasküler ve serebrovasküler hastalık, periferik damar hastalığı gibi aterosklerotik komplikasyonlardır. Mikrovasküler komplikasyonlar arasında diyabetik nefropati (DN), diyabetik retinopati (DR) ve nöropati sayılabilir. 2.1.1. Diyabetik Nefropati DN tip 1 veTip 2 DM’nin rölatif olarak en sık görülen mikrovasküler komplikasyonudur(1). Böbrek yetmezliğinin major sebebidir (4). Amerika Birleşik devletleri, Japonya ve pek çok endüstrileşmiş Avrupa ülkesinde son dönem böbrek yetmezliği (SDBY)’nin en sık nedeni tip 2 DM’dir (5). Amerika Birleşik Devletlerinde yeni tanı konmuş SDBY’li hastaların % 40’ı DN’ye bağlıdır (6). DM’li bir hastada üç ila altı ay arasında en az iki idrar tahlilinde günlük 300 mg ve üzerinde albuminüri veya günlük 500 mg ve üzerinde proteinüri saptanması ile DN tanısı 3 konulur. Çoğunlukla hipertansiyon eşlik eder. Uygun şekilde tedavi edilmez ise böbrek fonksiyonları zaman içinde bozulur. DN, diyabetli hastalarda önemli bir mortalite nedenidir (1). Gelişmiş ülkelerde tip 2 DM’lilerde ölümün en sık nedeni böbrek yetmezliğidir (7). Tip 2 DM’nin sıklığı gelişmiş ülkelerde Tip 1 DM’ye göre 10-15 kat daha fazla olduğundan, DN’li hastaların önemli bir bölümünü Tip 2 DM’li hastalar oluşturmaktadır (1). 2.1.1.1. Diyabetik Nefropatinin Başlamasını Kolaylaştıran Risk Faktörleri (1) Irk: Pima kızılderilileri, Amerika’da yaşayan zenciler, Meksikalılar, Hintliler ve Karayiblilerde DN gelişimi diğer toplumlara ve beyaz ırka göre daha fazladır. Cinsiyet: Tip 1 DM’de DN gelişme riski erkeklerde 1,7 kat daha fazladır. SDBY’ye gidiş erkeklerde biraz daha sıktır. Tip 2 DM’li erkeklerde DN gelişme riski kadınlara göre beş kat daha fazladır. Diyabetin Başlama Yaşı: 11-20 yaş arasında ortaya çıkan Tip 1 DM’li hastalar nefropati açısında daha büyük risk altındadır. Tip 2 DM’de MA görülmesi 40 yaşından sonra tanı konanlara göre, 50 yaşından sonra tanı konanlarda daha sıktır. Genetik Yatkınlık: Anne ve babasında Tip 1 DM olan veya ikiz kardeşinde DN saptanan diyabetik hastalarda nefropati gelişme riski artmıştır. Diyabetin Süresi: İlk beş yılda nefropati görülmesi nadirdir. 14-16 yıllık diabet süresinde nefropati gelişme riski pik yapar. Diabetin yaşı ilerledikçe nefropati gelişme riski artmasına rağmen geç başlayan nefropati nadirdir. 15 yıldan sonra nefropati gelişme riski azalmaktadır. Çünkü nefropati için risk taşıyan hastalarda daha erken dönemde nefropati gelişmektedir. 2.1.1.2. Diabetik Nefropatinin Gidişine Etki Eden Faktörler Kan Şekeri Kontrolü: DM’li hastalarda Hemoglobin Alc (HbA1c) düzeyleri ile albuminüri arasında sıkı ilişki gösterilmiştir (1,8). İyi glisemik kontrol DN gelişimini yavaşlatabilir (5,9). Her iki tip diyabet gurubunda da yoğun insülin tedavisi MA gelişme riskini azaltmaktadır (1). 4 Hipertansiyon: Tip 2 DM’li hastalarda tanı konulduğunda % 65’inde kan basıncı yüksekliği saptanır. Tip 2 diyabete bağlı nefropatinin seyrinde sistolik kan basıncı diastolik kan basıncına göre daha güçlü prediktif değere sahiptir (10). Bu hastalarda HT’nin ortaya çıkışında hiperinsülinemi ve insülin direnci önemli rol oynar. Tip 2 DM’nin ortaya çıktığı yaş grubu primer HT’nin de en sık görüldüğü yaş grubudur (1). Ailesinde primer HT yükü taşıyanlarda nefropatinin daha sık geliştiği bildirilmiştir (11). HT, DN’nin ilerlemesini hızlandırdığından (12) nefropati gelişimini yavaşlatmada kan basıncı kontrolü çok değerli bir yöntemdir (13). Hiperlipidemi: Diyabetik hastalarda lipid metabolizması bozuklukları sık görülür. En sık rastlanılan bozukluklar yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) ve Apolipoprotein Al düşüklüğü, total kolesterol, düşük dansiteli lipoprotein (LDL), çok düşük dansiteli lipoprotein (VLDL), Apolipoprotein B ve Lipoprotein A artışıdır. Tip 2 DM’li hastalarda trigliserid artışı tipik olarak bulunur (1). Plazma trigliserid düzeyi (8,14) ve total kolesterol (8) nefropati gelişimi için risk faktörüdür. Albuminüri Düzeyi: Nefropatinin ilerlemesiyle albuminürinin miktarı arasında doğrudan bir ilişki vardır (1). Nefropatinin en erken klinik belirtisi MA’dır ki bu başlangıç nefropatisi (gizli nefropati) olarakta adlandırılır. Klinik albuminuri veya makroalbuminuri döneminde aşikar nefropati gelişir (6). Glomeruler filtrasyon hızı(GFR)’de düşme ile albuminuri arasında pozitif korelasyon vardır (4). Tedavi ile albuminürinin azaltılmasının, GFR’nin düşüş hızında azalmaya yol açtığı gösterilmiştir (1). Sigara: Tip 1 ve Tip 2 DM’de sigara kullanımı proteinüri ve DN’nin ilerlemesi açısından risk faktörüdür (1,11,15). Diyetteki Protein Miktarı: DN’li olgularda diyetteki protein kısıtlamasının böbrek fonksiyonlarındaki azalmayı yavaşlattığı bildirilmiştir (1). 2.1.1.3. Klinik Gidiş En az beş yıldır diyabeti olan hastada proteinürinin varlığı, başka bir nedene bağlı değilse, DN olarak değerlendirilir (1). HT ve böbrek yetmezliğinin olup olmaması bu sonucu değiştirmez. 5 Mogensen tarafından DN’nin klinik tanısı ve prognozunu gösteren beş evre tariflenmiştir (16). EVRE l (Hipertrofi - hiperfiltrasyon dönemi): Tip 1 DM’li hastalarda diyabet tanısı konulduğunda GFR % 20-40 ve böbrek plazma akımı (BPA) ise % 9-14 oranında artmış olarak bulunur (1,2). Hiperfiltrasyon ve glomeruler hipertansiyon diyabetin böbrekte yaptığı en erken değişikliklerdir (17). GFR artışına paralel olarak idrar protein atılımı artmış olmasına rağmen henüz MA düzeyinde değildir. Böbrek hacmi ile hiperfiltrasyon arasında yakın ilişki vardır (1). Renal hipertrofi nedeniyle ultrasonografide böbrekler büyümüş görülebilir. Glomeruler bazal membranda hafif kalınlaşma dışında morfolojik bulgu yoktur. Bu devre diyabet tanısı konduğu anda mevcuttur ve ortalama iki yıl sürer (2). EVRE 2 (Sessiz dönem): GFR değerlerindeki artış devam etmekte ve albuminüri normal sınırlarda bulunmaktadır. Kan basıncı çoğunlukla normaldir. Klinik bulguların olmadığı bu dönemde böbrekte önemli patolojik değişiklikler bulunur. Glomerül bazal membranında kalınlaşma ve mezangium hacminde artma gözlenir (1,2). Bu dönem 5-15 yıl arasında sürer. Hiperfiltrasyon bu aşamada kan şekeri düzeyiyle doğrudan ilişkilidir. Kan şekeri 250 mg/dl’nin üzerinde seyreden olgularda GFR’de azalma ortaya çıkabilir (1). EVRE 3 (Mikroalbuminuri, başlangıç nefropatisi, gizli nefropati dönemi) Diyabetin başlangıcından 6-15 yıl sonra ortaya çıkar. Bu dönemde GFR yüksek veya normal sınırlara inmiş olarak saptanabilir. İdrardaki albumin atılımı MA düzeylerinde olup 20-200 mg/dk arasında seyreder (1,6). MA glomeruler filtrasyon bariyerinin zarar gördüğünün ilk belirtisidir (17). MA, diyabetiklerde böbrek tutulumunun ilk belirtisi olduğu gibi (18) aynı zamanda ileride aşikar DN gelişeceğinin de habercisidir (16,19). Başlangıç döneminde kan basıncı normal sınırlarda olmasına rağmen daha önceki değerlere göre artmış olabilir. Bu hastalarda gündüz kan basınç değerleri normal bulunmakla birlikte geceleri fizyolojik kan basıncı düşmesi izlenmez (1,2). Bu dönemde bazal membran 6 kalınlaşması, mezangium hacminde artış, filtrasyon yüzeyinde kalınlaşma gibi önemli histolojik değişiklikler görülür. Bu devre ortalama 10-20 yıl kadar sürer (2). EVRE 4 (Makroalbuminuri, klinik proteinuri, aşikar nefropati dönemi) Bu dönemde 500 mg/gün ve üzerinde proteinüri veya 300 mg/gün ve üzerinde albuminüri bulunur. Proteinüri miktarında her yıl % 15-40’lık artış izlenir. GFR’de yıllık 10-12 ml/dk’lık geriye dönüşümsüz azalma ortaya çıkar. Çoğu hasta da hipertansiyon ortaya çıkmıştır. GFR’de azalma ile kan basıncı kontrolü arasında yakın ilişki vardır. Kan basıncı ne kadar kontrolsüzse GFR azalışı o kadar hızlı olarak gelişir. Kan şekeri kontrolünün olayın ilerleyişine etkisi sınırlı olmasına rağmen HbAlc düzeyiyle GFR arasında ters ilişki bulunmuştur (1,2). Bu dönemde böbrekte DN’de rastlanılan histopatolojik değişiklikler saptanır (1). EVRE 5 (Üremik dönem) Bu dönemde SDBY gelişmiştir. GFR 1-10 ml/dk azalmıştır. Üre ve kreatinin yükselmiştir. Ağır HT vardır. Kan basıncını kontrol etmek zorlaşmıştır. Yaygın ödem, hipoalbüminemi, nefrotik sendrom tablosu olabilir (2). Aşikar proteinüri geliştikten yaklaşık 7 yıl sonra hastalarda renal replasman tedavi ihtiyacı doğmaktadır. Tip 2 DM’lilerde DN’nin doğal seyri hakkındaki bilgiler tip 1 DM’lilere göre daha sınırlı olmasına rağmen birbirine benzerlik gösterdiği yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur. Yine de nefropati gelişimi yönünden tip 2 DM’nin tip 1 DM’den bazı farkları vardır; Tip 2 DM’de aşikar nefropati ve MA’ya hipertansiyon daha sık eşlik eder. Tip 2 DM’de uzun süren asemptomatik dönem olduğu için diyabet tanısı konduğu anda aşikar nefropati ve MA gelişmiş olabilir. Tip 2 DM’de MA’nin aşikar nefropatiye gidişi daha az görülür (17). Bir çalışmada tip 2 DM’li hastalarda her yıl aşikar nefropatiye ilerleme oranı % 3,7 bulunmuştur. MA ile birlikte aşikar nefropatiye ilerleme oranı % 42’yeçıkmaktadır (20). MA sıklığı tip 2 diyabetiklerde diyabet süresiyle keskin bir şekilde artmaktadır (21). Yeni tanı konmuş tip 2 DM’lilerin % 30-40’ında filtrasyon artışı bulunur. Bu artış hastanın o andaki kan basıncı, önceki kan şekeri ayarı ve lipid düzeyinden 7 bağımsızdır. Glomerüllerde hipertrofi bulgusu görülmez. Tanı konulduğunda hiperfiltrasyon saptanan, özellikle genç tip 2 DM’li hastalarda, uygun kan şekeri kontrolü ile hiperfiltrasyonda gerileme olabilir. Hastaların % 5-20’sinde tanı konulduğu anda MA saptanır (1). Tip 2 DM’de MA’nın olduğu dönemde GFR stabil kalır (2). Murussi ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada tip 2 DM‘li hastaların 10 yıllık izlemleri sonucunda MA gelişen hastalarda gelişmeyenlere oranla GFR’deki düşmenin daha belirgin olduğu görülmüştür (22). Tip 2 DM’li hastalardaki nefropatilerde GFR’deki azalma yıllık 5-10 ml/dk arasındadır. Özellikle sistolik kan basıncı yüksekliği GFR azalmasını önemli ölçüde etkiler (1). 8 Tablo 2: Diyabetli hastalarda nefropatinin klinik özellikleri (1) Klinik özellikler Tip 1 Tip 2 Diyabet yaşı 10-30 yıl Değişken Sessiz Dönem 6-16 yıl Değişken Mikroalbuminuri İlk klinik bulgudur Diyabet tanısı konulduğunda- % 5-20 pozitif bulunur. Hipertansiyon Aşikar nefropati ile belirir. Diyabet tanısı konulduğundabulunabilir. Retinopati % 85-99’una eşlik eder % 60-65’ine eşlik eder. Hematüri % 30 civarında % 66 civarında mikroskopik mikroskopik Kardiyovasküler Artmıştır Artmıştır Aşikar nefropatiden Değişken Hastalık Riski Klinik Gidiş yedi yıl sonra SDBY 2.1.1.4. Patogenez DN’nin patogenezinde birbirileriyle sıkı ilişkili olan üç ana faktör rol oynar. 2.1.1.4.1. Metabolik Yol •Hiperglisemi ve enzimatik olmayan glikozilasyon •Polyol yolu •Protein kinaz C aktivasyonu •Hücre dışı matriksin biyokimyasal bozukluğu 9 •Glukotoksisite •Endotel fonksiyon bozukluğu (1). Hiperglisemi ve Enzimatik Olmayan Glikozilasyon : Glukozilasyon normalde enzimatik posttranslasyonel bir olaydır. Kronik hiperglisemi aminoasid ve proteinlerin enzimatik olmayan glikozilasyonuna neden olur. İnsan vücudundaki bütün proteinler uzun süre yüksek miktarda glukoza maruz kalırsa glukozilasyona uğrar (2). "Amadori" cismi oluşuncaya kadar geriye dönüşümlü olan bu reaksiyon, ileri glikozilasyon son ürünleri (AGE) oluşunca geriye dönüşümsüz hale gelir (1). Glukozilasyona uğramış proteinlerin bazılarının fonksiyonları değişirken bazılarının değişmez. AGE’ler nefropati başta olmak üzere üç yolla diyabetik komplikasyonların patogenezinden sorumludur: 1. Hücre dışı matriksin ligandlarını etkileyerek sinyal ileti yollarını değiştirirler. 2. Kendi özgül reseptörlerine bağlanarak sitokinler, hormonlar ve serbest radikallerin düzeylerini değiştirir. 3. Glukoz, früktoz ve ara ürünler doğrudan hedef dokudaki protein fonksiyonlarını etkiliyebilir (1). AGE’ler dolaşımdaki proteinlere ve yapısal proteinlere bağlanırlar. Enzimatik olmayan glikozilasyon glomerül bazal membran ve diğer matriks komponentlerini etkiler. AGE’lerin diyabetik hastaların arter duvarlarında biriktiği, böbrek yetmezliği gelişen diyabetlilerin serumlarında daha fazla bulunduğu gösterilmiştir. AGE’ler adezyon yapan matriks moleküllerini etkileyerek kapiller duvarda geçirgenliği artırır (1). Polyol Yolu: Glukoz normal miktarlardayken aldoz redüktaz enzimi tarafından kullanılmazken yüksek miktarlardayken bu enzim tarafından kullanılarak sorbitole dönüştürülür (1,2). Sorbitol, sorbitol dehidrojenaz enzimi tarafından fruktoza dönüştürülür. Hiperglisemide aldoz redüktaz aktivitesi artarken, sorbitol dehidrojenaz aktivitesi azalır (2). Hücre içinde sorbitol ve osmolalite arttığı için serbest miyoinosotol eksikliği meydana gelir (1). Myoinozitol glukoz ile yapısal 10 benzerliği nedeniyle hiperglisemik ortamda glukoz ile rekabete girerek kompetitif inhibisyonla böbrek tübüler membranında myoinositol emilimini önler (23). Hücre içinde Na-K+ ATP’aze aktivitesi azalır, NADPH ve NAD tüketilerek hücrenin redoks potansiyeli değişir. Hücrelerin osmotik regülasyonu bozulur (1,2). Aldoz redüktaz retina, Schwann hücreleri, aort, lens ayrıca böbrekte papilla, glomerüler epitel, distal tüp ve mezangium hücrelerinde bulunur (1,2). Protein Kinaz C Sistemi: Hücre membranı veya sitoplazmaya bağlanan büyüme faktörleri, hormonların ve prostaglandinlerin hücre içi iletilerini sağlar. Diyabetik hastalarda hiperglisemiye bağlı olarak damar düz kas hücreleri ve endotelde protein kinaz C sistemi aktivitesi artar. Sonuçta endotel hücrelerinin bariyer fonksiyonu değişerek albumin ve diğer makromoleküllere geçirgenliği artar (1). Hücre Dışı Matriksin Biyokimyasal Anormallikleri: Glomerül bazal membranı ve mezangial matriksde kollajen sentezinin arttığı birçok çalışmada gösterilmiştir. Transforming growth factor β (TGF-β) ekstrasellüler matriks artışından sorumlu tutulur. Hiperglisemi ve AGE’lerin, TGF-β’yı arttırdığı gösterilmiştir. Mezangial ve tubulus epitel hücrelerinden salınan anjiotensin II nin de TGF-β’daki artışta rolü olduğu bilinir. Ayrıca DN’de matriks metalloproteinazlarının aktivitelerinin bozulmasına bağlı olarak kollajen yıkımında da azalma saptanmıştır (1). Glukotoksisite: Hayvan çalışmalarında yüksek glukoza maruz kalmış mezangial hücrelerinde fibronektin, tip IV kollajen ve laminin sentezinin arttığı gösterilmiştir (1). Endotel fonksiyon bozukluğu: Yüksek glukoz düzeyi, polyol yolu, protein kinaz C sistemi, prostaglandinler, AGE’ler ve büyüme faktörleri diyabette görülen endotel fonksiyon bozukluğundan sorumlu tutulur (1). 2.1.1.4.2. Hemodinamik ve Hipertrofik Yol Diyabetin erken döneminde ortaya çıkan glomerül içi kan akımı ve basınç artışı glomerüloskleroz gelişiminden ve proteinürinin 11 süreğen hale gelmesinden sorumludur. GFR'de artış, BPA ve glomerül kapiller hidrolik basınçta artışı glomerül zedelenmesinden sorumlu tutulur. Basınç artışı endotel ve epitel hasarına, glomerül bariyerinin bozulmasına neden olur. Basınç artışı sklerozla doğrudan bağlantılı TGF- β ve tip IV kollajen gibi faktörlerin sentez ve salgılanmasını da arttırır (1). DN’de erken renal hemodinamik değişikliklerden büyüme hormonu, insülin benzeri büyüme faktörü 1, glukagon, insülin, kininler, renin anjiotensin sistemi, glukoz, eicasonoidler gibi fatörler sorumlu tutulmaktadır (23). 2.1.1.4.3. Ailevi/Genetik Yol Diyabetik böbrek hastalığında ailesel tutulumlar bildirilmiştir. Gremlin adı verilen gelişme genlerinin DN’nin gelişimi ile ilgili olduğu bulunmuştur. İnsülin direnci, Anjiotensin dönüştürücü enzim (ACE) gen polimorfizmi ve ion taşınmasındaki bozukluk diğer genetik faktörlerdir (11). Diabetik hastalarda proteinüri, HbAlc düzeyleri ile hücre membranındaki katyon taşıma sistemleri arasında ilişki gösterilmiştir. Eritrosit sodyum/ lityum ters pompası aktivitesinin MA’li ve aşikar nefropatili hastalarda arttığı ve bu artışın lipid metabolizması bozukluklarına eşlik ettiği belirlenmiştir (1). 17. kromozom üzerinde ACE gen polimorfizminin diyabetlilerde böbrek fonksiyonlarının hızlı bozulmasıyla ilişkili olduğu gösterilmiştir (1,11,24). 2.1.1.5. Patoloji DN’deki histolojik değişiklikler tip 1 ve tip 2 DM’li hastalarda aynıdır. En erken ve en karakteristik morfolojik bulgusu glomeruler bazal membranın kalınlaşması ve mesengiumun genişlemesidir (17,11). DN’de böbrek boyutları artmıştır. DN’nin ışık mikroskopisi bulguları: Glomerülün İnterkapiller Nodüler Lezyonu: Bu nodüller iyi sınırlanmış, eozinofilik, ve PAS pozitif yapılar olup çevresel glomerül lobunun merkezine yerleşmişlerdir. Nodüller mezangiumdan kaynaklanmaktadır. Bu değişiklikler DN için patognomoniktir (Kimmelstiel-Wilson 12 nodulu). Ancak her diyabetik nefropatide görülmez. Bu histolojik görünüm ağır proteinüri, hipertansiyon ve böbrek yetmezliği gibi klinik bulgularla birlikte olur. Diffüz Glomerül Lezyonları: Nodüler lezyondan daha sık görülür. Bu lezyon kapiller kıvrımları da tutan mezangium matriksi genişlemesine bağlıdır. Kapillerlerin duvarları kalınlaşmıştır. Diffüz glomerül lezyonu ve nodüller beraber görülebilir. Eksudatif Lezyon: Bowman kapsül boşluğunda yer alan, yuvarlak, homojen, eozinofilik yapılar olup diyabete özgül değildir, başka böbrek hastalıklarında da görülebilir . Arteriyel lezyon: Diyabette çok sık görülür. Hem afferent hem de efferent arteriyollerde tüm damar duvarını tutan hiyalinizasyon görülür. Efferent arteriyoldeki bu lezyon diyabete özgüdür ve bazen saptanabilen ilk bulgudur. Tubulus ve İnterstisyum: Burada ortaya çıkan değişiklikler herhangi bir ilerleyici böbrek hastalığında görülen lezyonlardan farklı değildir. Aşırı glukozürili hastalarda kortikomedüller bölgenin tüp hücrelerinde glikojen birikimi ile tanımlanan patolojik değişikliklere "Armanni-Ebstein" lezyonu denir. 13 Tablo 3: Diyabetik hastalarda böbreklerde izlenen histopatolojik değişiklikler (23) Glomeruler ve tübüler bazal membranda kalınlaşma Mezangial matriksin genişlemesi Diyabetik glomeruloskleroz : Diffüz glomeruloskleroz Nodüler glomeruloskleroz Afferent ve efferent arteriyolde hyalin arteriyoskleroz Piyelonefrit Renal papilla lezyonu Armani-Ebstein lezyonu Tübüler atrofi 2.1.1.6. Tedavi DN için en önemli tedavi önlemedir. Bu nedenle erken dönemde MA araştırılmalıdır. Tüm tip 2 DM’lilerde tanıdan itibaren yılda bir kez MA ölçülmelidir. beş yıl ve daha uzun zamandır tip 1 DM’si olanlarda da yılda bir kez MA bakılmalıdır (3). DN’nin tedavisinde; risk altındaki normoalbüminürik hastalar, MA’li diabetik hastalar ve aşikar DN’li hastalar ayrı ayrı değerlendirilmelidir: Risk altındaki normoalbüminürik hastalarda glisemik kontrol, HT’nin agresif tedavisi, üriner enfeksiyon ve mesane disfonksiyonunun tedavisi önerilir. Normoalbüminürik hastalarda da ACE inhibitörlerinin kullanılması MA’ye gidişi ve DN gelişimini geciktirir (2). MA’li diyabet hastalarında iyi glisemik kontrol, sıkı kan basıncı kontrolü ve ACE inhibitörü uygulanmasıyla aşikar nefropatiye ilerleme yavaşlatılabilir. ADA; MA’si olan diyabetiklerde orta dereceli protein kısıtlaması önermektedir (17). Buna 14 göre diyetteki proteinin 0,8 g/kg azaltılması önerilir (2,17). Kan basıncı 140/90 mmHg ve üstü değerlerde nonfarmakolojik tedavinin başlanması ve 130/85 mmHg altına indirilmesi önerilmektedir (1). Aşikar DN’li hastalarda GFR’de azalmayı hızlandıracak ana faktörler; bozuk glukoz regülasyonu, hipertansiyon ve albüminüridir (2). Bu hastalarda protein alımı biraz daha kısıtlanarak 0,6 g/kg’a düşürülmelidir (17). İyi glukoz regülasyonunun aşikar DN seyrini değiştirdiğine yönelik veriler çok kısıtlıdır. Oral hipoglisemik ilaçların çoğu böbreklerde metabolize edilmektedir. Toksisite riski nedeniyle aşikar DN’li hastalarda bu ilaçlar kullanılmamalıdır (2). Aşikar DN’li hastalarda agresif kan basıncı kontrolü GFR’de azalmayı engelleyebilir. Tedavinin hedefi kan basıncını 130/80 mmHg ve altına düşürmek olmalıdır. Diyabetin sıkı kontrolü ile nefropatinin başlaması geciktirilebilmekte veya ilerlemesi yavaşlatılabilmektedir (1). Ancak diyabetik glomerulopatisi olan tip 2 DM’li hastalarda yalnızca sıkı kan basıncı kontrolü yeterli glisemik kontrol ile birleşmezse GFR’de hızlı düşüşü engelleyemez (25). DN gelişimi ve progresyonunun önlenmesinde yoğun insülin tedavisi çok önemlidir. Tip 1 diyabetiklerde normoalbüminüri döneminde yoğun insülin tedavisi veya insülin pompası önerilir. HbA1c % 7,2’nin altına çekilebilen tip 1 diyabetli hastalarda evre 3'ü aşmayan nefropatinin progresyonu önlenebilir (2). Yine de Pambianco ve arkadaşlarının tip 1 diyabetikler üzerinde yaptığı bir çalışmaya göre 30 yıllık süre zarfında aşikar nefropati oranlarında belirgin azalma görülmemektedir (26). Tip 2 diyabetiklerde de yoğun insülin tedavisi veya oral antidiyabetik ilaçla sıkı kan şekeri kontrolünün MA ve proteinüri gelişme riskini azalttığı saptanmıştır (1). DN’nin erken evrelerinde HT gelişebildiği gibi, HT’li hastalarda da DN gelişme hızı artar (2). HT, MA başlangıcından itibaren ortalama iki ila beş yıl içinde ortaya çıkar . Tip 1 ve Tip 2 diyabetik hastalarda sistemik HT etkin kontrolünün proteinüriyi azaltarak DN gelişimini ve böbrek yetmezliğine gidişi yavaşlattığı çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir (1,13). Proteinürili diabetiklerde normal değerler olarak primer HT için belirtilmiş olan kan basıncı değerleri kullanılmamalı, diyabetik popülasyondan yaş ve cinsiyete uygun olarak elde edilmiş değerler kullanılmalıdır. Hipertansif diabetlide egzersiz, ideal vücut 15 ağırlığına inme, ve sigarayı bırakma gibi ilaç dışı tedaviler öncelik taşır. İlaç tedavisi kişiye özgü yapılmalıdır. Diüretikler, ACE inhibitörleri ve anjiotensin 2 reseptör blokör (ARB)’leri; dihidropiridin olmayan kalsiyum kanal bloke edicileri (KKB), beta blokerler, alfa blokerler, vazodilatörler kullanılabilir. Uygun antihipertansif ilacı seçerken yan etkileri (glukoz ve lipid metabolizmasına etkileri, elektrolit dengesizliği, cinsel fonksiyon bozuklukları) ve böbrek üzerine koruyucu etkileri gözönüne alın-malıdır (1). ACE inhibitörlerleri nefropatisi olmayan DM’lilerde böbrek üzerinde olumlu etki yaparken nefropatisi olan DM’lilerde yaşam süresini uzatır (27). Hipertansif ve normotansif MA’lı hastalarda ACE inhibitörleri kullanılması proteinürinin ilerlemesini azaltır (28) ACE inhibitörlerilerinin böbrek koruyucu etkileri antihipertansif etkilerinden bağımsızdır. MA ve aşikar nefropati gelişen hastalarda proteinüriyi % 40-50 arasında azaltabilir. Bu etki hem glomerül içi basıncın düşmesine hem de doğrudan bazal membran geçirgenliğinin değişmesine bağlıdır. ACE inhibitörlerinin böbrek koruyucu etkileri açısından birbirilerine üstünlükleri yoktur. Öte yandan kardiyoprotektif etkilerinin de olması antihipertansif tedavide seçilmeleri için ikinci bir avantajdır (1). Kan basıncını düşürmede ACE inhibitörünün, KKB ve beta blokörlere göre daha etkili olduğu birçok araştırmada gösterilmiştir (2). Tüm bu üstünlüklerinden dolayı ACE inhibitörleri, DN tedavisinde kullanılacak ilk ilaç olmalıdır (11). Ama ACE inhibitörleri ile yan etkiler oluşursa alternatif olarak ARB veya non-dihidropiridin KKB kullanılabilir (17). Öncelikli ilaçlar ACE inhibitörleri ve ARB olsa da hedef kan basıncına ulaşmak için çoğu zaman diğer ilaçlara da ihtiyaç duyulur (29). Lipid düşürücü tedavilerin böbrek koruyucu etkileri bildirilmiştir. Teorik olarak lipidler sitokinler aracılığıyla oluşan zedelenmeyi ve makrofajların toplanması ve çoğalmasını artırırlar (1). Tüm diyabetik nefropatili hastalarda GFR 10-12 ml/dk’nın altına inince hemodiyaliz veya diğer renal replasman tedavilerine başlanmalıdır. Kreatinin klirensi 15 ml/dk nın altına inince hastaya renal replasman tedavisi başlanmalıdır (1). 16 2.1.2. Diyabetik Retinopati Diyabet, gelişmiş ülkelerde 20-75 yaşları arasındakilerde başlıca körlük sebebidir. Yılda 10.000 diyabetli hasta retinopati nedeniyle görme kaybı yaşamaktadır (30). Körlük diyabetiklerde diyabetik olmayanlara göre 20 kat daha sık görülür ve ortalama 15. yılda gelişir (2). DR Avrupa’da körlüğün en sık sebebidir (31). DR’ye bağlı körlük genellikle; rezorbe olmayan vitreus hemorajisi, traksiyonel retina dekolmanı veya diyabetik maküler ödem nedeniyle gelişir (1). DR gelişiminde etkili risk faktörleri; diyabetin süresi, HT’nin birlikteliği (32,33), hiperlipidemi (33), kronik hiperglisemi, DN, puberte, gebelik ve genetik faktörlerdir (1). DR prevalansı diyabetin süresi ile doğru orantılı olarak artar (1,33). Ayrıca hastalık süresi ile retinopatinin derecesi de artar. Diyabet ile birlikte böbrek hastalığının bulunması retinopati gelişme riskini arttırır (2). Girach ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada DN ile DR arasında sıkı bir ilişki olduğu gösterilmiştir (34). Glisemik kontrolün başarısı da DR gelişimini etkileyen bir diğer risk faktörüdür (17). Sıkı glisemik kontrol DR gelişme riskini düşürür (35). Tip 1 DM’de tanıdan sonra beş yıl içinde, Tip 2 DM’de tanı anında göz dibi muayenesi yapılmalı ve bu her yıl tekrarlanmalıdır (3). DR, nonproliferatif (NPR) ve proliferatif retinopati (PR) olarak sınıflandırılır. Tablo 4: Diyabetik retinopatideki lezyonlar (2) Nonproliferatif retinopati Proliferatif retinopati Kapiller permeabilite artışı Yeni damarlar Kapiller tıkanmalar ve dilatasyon Nedbeleşme Mikroanevrizmalar Vitreus kanaması Arteriovenöz şantlar Retina dekolmanı Dilate venler Nokta şeklinde hemorajiler Atılmış pamuk manzarası Sert eksudalar 17 2.1.2.1. Nonproliferatif Retinopati Prevelansı yaşla artar. Hastalığın 25-30. yılında hastaların %90’ında retinal lezyonlar görülür (2). NPR’ye neden olan patofizyolojik mekanizmalar retinal perisitlerde kayıp, retinal vasküler permeabilite artışı, retinal kan akımında değişiklikler ve anormal retinal mikrovasküler yapıdır (17). Damarlarda dilatasyon, konstriksiyon, kıvrıntılar, nokta şeklinde retinal kanamalar, çizgi veya alev şeklinde preretinal kanamalar, mikroanevrizmalar, sert veya yumuşak eksudalar vardır. Bu dönemde görülen lezyonlar genelde görmeyi etkilemezler. Mikroanevrizmalar diyabetin başlangıcından 3-5 yıl sonra görülmeye başlar, geçici olmasına rağmen yıllarca sürebilir. Retinal kanamalar mum alevi şeklinde görülürler. Atılmış pamuk görüntüsündeki yumuşak eksudalar sinir lifi tabakasının mikroinfarktüsleri olup beyaz veya gri renkli yuvarlak şişlikler şeklinde görülürler (2).Yumuşak eksuda sayısındaki ani artış retinopatinin ilerlediğini ve PR gelişme riskinin yüksek olduğunu göstermektedir (1,2). Protein ve lipidlerin geçirgenliği artmış kapillerlerden sızmasıyla sert eksudalar oluşur. Beyazımsı sarı renkli, keskin sınırlı şekilleri değişken lipid birikimlerdir (2). Sert eksudalar daha ziyade mikroanevrizmalar etrafında ve retina ödemi olan bölgelerde görülürler. Serum lipid düzeylerinin yüksek olması sert eksuda gelişme riskini arttırmaktadır (1). NPR olan her hastada PR gelişmeyebilir ama nonproliferatif hastalık ne kadar ağırsa beş yıl içinde PR gelişme riski o kadar artar (17). 2.1.2.2. Proliferatif Retinopati Diyabetik oftalmopatinin en ciddi komplikasyonudur (2). Retina dekolmanı, preretinal ve vitreal kanama, körlük riski taşımaktadır (1,2). İlk dönemlerde asemptomatikken preretinal ve vitreal kanamalar geliştiğinde görme kaybına neden olurlar. Preretinal kanamalar dekole vitreus ile retina arasında yerleşim gösterirler (1). Tip 2 DM’li hastalarda PR başlangıcından itibaren beş yılda % 60 körlük gelişmektedir (2). Retinal hipoksiye cevap olarak neovaskülarizasyonun ortaya çıkışı PR’nin ayırt edici özelliğidir (17). Bu dönemde, optik diskten ve periferik damarlardan yeni ince damar yumakları oluşmaya başlar, retina ya da vitreus kanamalarına neden olabilir. Bu yeni damarların çevresinde oluşan fibröz doku 18 nedeniyle retina ile vitreus jeli arasında yapışıklıklar olur, glial proliferasyonla vitreal sıvının traksiyonu, kanama ve retina dekolmanına neden olur (2). Retinopatinin her evresinde görülebilen makülopati (makula ödemi) diyabetik olgulardaki kalıcı görme kaybının en sık görülen nedenidir Sistemik HT, DN, kardiyovasküler hastalıklar, diyabetik makulopati gelişme oranını yükseltebilirler. Klinik olarak anlamlı maküler ödemin tedavisi lazer ile yapılır. 2.2. HİPERTANSİYON Sistemik arter basıncının 140/90 mmHg’nın üstünde olmasına HT denir. Dünyada yaklaşık 1 milyar kişide HT görülmektedir (36). Türkiye’de HT prevelansı % 31,8 bulunmuştur (37). Sık görülmesi, ciddi morbidite ve mortaliteye sahip olması nedeniyle önemli bir epidemik sorun haline gelmiştir. Arteriyel kan basıncı yükselmesi büyük ölçüde iki faktöre bağlıdır. Bunlardan ilki, sol ventrikülün birim zamanda pompaladığı kan miktarı olan kalp debisi, diğeri de periferik vasküler yatağın kan akımına gösterdiği dirençtir (2). HT primer (esansiyel) ve sekonder olarak iki sınıfa ayrılabilir. Primer HT, etyolojisi bilinmeyen, genetik ve çevresel faktörlerin oluşumunda etkili olabildiği HT grubudur. Klinikte rastlanan tüm HT olaylarının % 90’dan fazlasını kapsar. Toplumda en sık görülen ve en yüksek oranda ölüme sebep olan hastalıktır. Tüm HT’lilerin % 3-10 kadarını oluşturan sekonder HT’de kan basıncını yükselten bilinen bir organ veya sistem hastalığı vardır (2). Sekonder HT endokrin, nörolojik, iatrojenik nedenlere bağlı olabilir. Ancak büyük kısmı böbrek kaynaklıdır. HT etiyolojisinde sodyum alımında artma, potasyum ve kalsiyum alımında azalma, yetersiz fiziksel aktivite, obezite, sigara, alkol, aşırı sempatik aktivite, stres, renin-anjiotensin-aldosteron sisteminin artmış aktivitesi, azalmış nefron sayısı, artmış kalp debisi ve periferik damar direnci, endotel işlev bozukluğu, hiperinsülinizm ve insülin direnci suçlanmaktadır. 19 Tablo 5: 18 yaş ve üstündeki erişkinlerde kan basıncı sınıflaması (36) Sistolik Normal Diyastolik < 120 ve < 80 120-139 veya 80-89 Evre 1 Hipertansiyon 140-159 veya 90-99 Evre 2 Hipertansiyon ≥ 160 veya ≥ 100 Prehipertansiyon Hipertansiyon Yüksek Kan Basıncının Önlenmesi, Belirlenmesi ve Tedavisine İlişkin Birleşik Ulusal Komite 7 (JNC-7) raporunda hipertansiyonun sınıflaması, tedavi yaklaşımları ve tedavi hedefleri düzenlenmiştir. Bu rapora göre hipertansiyonlu hastalarda kan basıncını 140/90 mmHg’nın altına düşürmek, DM ve renal hastalıkta ise kan basıncını 130/80 mmHg’nın altına düşürmek hedef olmalıdır (36). Bu hedef kan basıncına ulaşmada ilaç tedavisi yanında kilo vermek, alkol ve sigarayı bırakmak, egzersiz, tuz kısıtlaması, yeterli potasyum ve kalsiyum alınması gibi yaşam tarzı değişiklikleri de etkilidir. HT uzun yıllar semptomsuz seyredebilir. Hastaların çoğunun ciddi bir şikayeti yoktur. Sabah erken saatlerde başın arka kısmında hissedilen değişik şiddetteki ağrı genelde en sık görülen şikayettir. Sersemlik, yorgunluk, bulanık görme gibi şikayetler de olabilir. Bazen hastalar komplikasyona bağlı şikayetlerle de gelebilir. Komplikasyonlar hastalığın başlangıcından yıllar sonra ortaya çıkabilir. Yalnız sistolik kan basıncı yükselmelerinde serebrovasküler komplikasyonlarda artma olurken yalnız diastolik kan basıncı yükselmelerinde kardiyak ve renal komplikasyonlarda artma belirgin olmaktadır (2). HT çoğunlukla semptomsuz bir hastalık olduğu için pek çok kişide kalp yetersizliği, sol ventrikül hipertrofisi, myokard infarktüsü, böbrek yetersizliği, nefroskleroz, beyin kanaması, göz dibinde hemoraji, eksuda ve papil ödemi belirtileriyle ortaya çıkabilmektedir. Bunların hepsinde temel neden HT’nin yaptığı mikrovasküler arterioskleroz ve aterosklerozdur. 20 Tablo 6: Hipertansiyona bağlı gelişen komplikasyonlar (38) Hipertansif Malign hipertansiyon (3. ve 4. derece retinopati) Ensefalopati Serebral kanama Sol ventrikül hipertrofisi Konjestif kalp yetmezliği Böbrek yetmezliği Aort disseksiyonu Aterosklerotik Serebral tromboz Miyokard infarktüsü Koroner kalp hastalığı Kloadikasyon sendromları 2.2.1 Hipertansif Nefropati HT’nin böbrek hastalığının bir sonucu mu yoksa bir sebebimi olduğu uzun yıllar tartışılagelmiştir. Son bilgiler ışığında böbrek hastalığının kan basıncını yükselttiği gibi HT’nin de böbrek hasarının ilerleme hızını arttırdığı veya hasarı başlatabildiği anlaşılmıştır (39). Aslında HT böbrek hastalığının bir nedeni olduğu kadar bir sonucudurda. (40). Malign HT ve böbrek yetersizliği gelişimi arasındaki kuvvetli bir bağ vardır. Ancak hafif HT formları da böbrek hastalığına yol açabilmektedir (39). Hipertansif böbrek tutulumunun en erken bulgusu nokturidir. Biyokimyasal olarak da böbrek hasarını saptamak için en erken hassas yöntem albüminüriye bakmaktır. Böbrek tutulumunun artması ile beraber serum kreatinini yükselmeye başlar (41). Kan basıncı yüksekliği SDBY için bağımsız bir risk faktörüdür. Buna rağmen HT’ye bağlı böbrek hastalığının SDBY’ye ilerlemesi nadirdir (42). 21 2.2.1.1. Hipertansif Renal Zedelenmenin Mekanizması (41) HT’nin böbrekler üzerindeki tahrip mekanizması temelde iki hipotezle açıkanmaya çalışılmaktadır. İskemi Hipotezi: İskemik renal hastalığa benzer bir modeldir. Bu modele göre HT afferent arteriyolde iskemi yaparak nefropati yaratmaktadır. Afferent arteriyoler daralmanın fonksiyonel komponentininde olduğu ve artmış sempatik aktivite ya da anjiyotensin 2'ye değişmiş cevapla ilgili olabileceği düşünülmektedir. Hemodinami hipotezi: Bu hipotez glomerüler kapiller HT ve hiperperfüzyonun renal hasar yaratabileceği esasına dayanır. Başlangıçta sistemik HT’nin glomerüllere aktarılması afferent arteriyollerin refleks kasılması ile önlenmektedir (otoregülasyon). İleri dönemde otoregülasyon kaybı olursa afferent arteriyoler dilatasyon gerçekleşmekte ve sistemik HT glomerül içine iletilmektedir. Oluşan glomerüler HT sonucunda nefronun glomerüler filtrasyon hızı artmakta, mezengial makromolekül akışı hızlanmakta, proteinüri gelişmekte ve renal hasar sürmektedir. 2.2.1.2. Hipertansif Nefrosklerozun Sınıflaması Etiyolojisi ne olursa olsun HT böbreklerdeki intralüminal basıncı arttırarak renal arteriollerde hyalin arterioloskleroza ve fonksiyon kaybına (nefroskleroz) neden olurlar. Nefroskleroz benign ve malign olarak iki gruba ayrılmaktadır. İster benign isterse malign nefroskleroz olsun hipertansif nefropatinin böbrek yetmezliğine yol açtığı aşikardır (43,44). 2.2.1.2.1 Benign Arterioler Nefroskleroz Esansiyel HT’si olan hastaların çoğunda, klinik düzeyde anlamlı derecede renal yetmezlik gelişmez (45). Uzun süre hipertansif seyretmesine rağmen malign şekle dönmeyen hastalarda benign arteriolar nefroskleroz görülebilir. Hastalar genelde yaşlıdır. Benign nefroskleroz tesadüfen yapılan kan ve idrar muayenesine kadar genellikle belirti vermez. Genelde belirgin böbrek anormallikleri saptanmaz. MA ve kreatinin klirensi düşüklüğü ilk belirtilerdir. Böbrek hastalığı hafif/orta derecede serum kreatinin konsantrasyonu yüksekliği, mikroskopik hematüri ve/veya 22 hafif proteinüri ile ortaya çıkabilir. Kanda üre, ürik asid yüksekliği hafif seviyelerde başlar. İleri seviyelerde idrarda 1 gramdan az proteinüri vardır. İdrar sedimenti fakirdir. Böbrek kan akımı artmasına rağmen GFR normale yakındır (17). 2.2.1.2.1.1 Patoloji Esansiyel HT’nin erken evrelerinde böbrek histolojik olarak genellikle normaldir (45). Benign nefrosklerozda böbreğin aferent arteriollerinde homojen eozinofilik materyalin depolanmasına bağlı damar duvarının kalınlaşmasıyla oluşan hyalin arterioloskleroz karakteristiktir. Bu hasar artmış lümen içi hidrolik basınca bağlı olabilir (17). Nefron kitlesinin yavaş yavaş kaybı ile kontrakte, granüler böbrek görünümü oluşur. Böbrek boyutunda görülen progresif azalma, hiyalin arterioskleroza bağlı yaygın kortikal atrofi ve fibrozisin sonucudur. Hyalin arterolosklerozun şiddeti HT’nin süresi tarafından belirlenir. İnterlobüler arterlerde internal elastik laminanın redüplikasyonundan oluşan fibroelastik hiperplazi görülür (45). Damar lümenlerinde daralma sonucu glomerul ve tübülüslerde iskemik hasarlar oluşmaktadır (17). İskemi glomerüllerde yama tarzında atrofi yapar. Bazı glomerüller tamamen normalken bazıları ise global sklerotik olabilir. Glomerüler iskeminin olduğu bölgelerde eozinofilik madde ile dolu atrofik tübüller vardır (45). 2.2.1.2.2. Malign Arterioler Nefroskleroz Uzun süreli benign HT’si olan veya hipertansif olduğu bilinmeyen hastalarda ani kan basıncı yükselmesine eşlik eden papil ödemi, santral sinir sistemi belirtileri, kalpte dekompansasyon ve böbrek fonksiyonlarının akut ilerleyici bozulması ile karakterize malign HT gelişebilir (17). 2.2.1.2.2.1. Patoloji Malign HT’de SDBY oluşsa bile böbrek boyutları normal olabilir. Böbreklerde yüzeyel kapillerlerdeki kanamalara bağlı olarak küçük, iğne ucu tarzı peteşiyal kanamalar, kortikal yüzeyde karakteristik pire yeniği görünümüne yol açar (17,45). Aferent arteriyollerdeki fibrinoid nekroz malign HT’nin en karakteristik bulgusu kabul edilmektedir (11,45). Arteriyol medyasında eozinofik granüler bir madde birikimi vardır (17,45). Damar duvarlarında kalınlaşma vardır. Nadiren nekrotizan arteriolit olabilir (17). İnterlobüler arterlerdeki karakteristik 23 bulgu, damar duvarı hücresel elemanlarının iç içe halkalar şeklinde hiperplastik proliferasyonu ve kollojen depolanması sonucunda intimal kalınlaşmaya bağlı ciddi lümen daralmasıdır (17,45). Bu lezyon hiperplastik arteriolit, proliferatif endarterit, endarterit fibroza veya soğan kabuğu lezyon olarak bilinmektedir (45). Arteryol lümenlerindeki aşırı daralma duvarlarda kalınlaşmaya veya duvarların üzerindeki fibrin trombüslere bağlıdır. Tedavi öncesi dönemlere ilişkin geniş otopsi serilerinde en sık rastlanan glomerüler lezyon fokal ve segmental fibrinoid nekrozdur. Ancak renal biyopside en sık rastlanan bulgu, iskemiye bağlı olarak hızlanmış glomerül kaybıdır. Malign HT’si olan siyahlarda aferent arteriyolde fibrinoid nekroz nadir görülür. Bu hastalarda aferent arteriyolde ileri derecede hiyalinizasyon görülür. En belirgin ve karakteristik bulgu interlobüler arterler ve daha büyük arteriyollerdeki muskülomukoid intimal hiperplazidir. Glomerüllerin elektron mikroskopik görüntüsünde glomerüler bazal membranın iskemiye bağlı kırışıklığı ve hızlanmış glomerüler kaybın bulguları görülür (45). Şiddetli hipertansiyonda, basınç ya kritik bir düzeye çıkarak ya da normal otoregülatuar mekanizmaların üstesinden gelebilecek bir hızda yükselerek, fokal olarak aşın gerilmiş arteriyol alanlarına neden olur (45). Damar endotelinin rüptürü ile oluşan endotel hasarı fibrinojen ve diğer plazma proteinlerinin damar dışına çıkmasına yol açar (11,45). Endotel yırtılması kronik HT’li de diastolik kan basıncının daha çok 125 mmHg’nin üzerine çıkmasıyla oluşmaktadır (11). Fibrin birikimi fibrinoid nekroza neden olur. Proliferatif endarterite yol açan myointimal proliferasyon oluşur (45). Damar lezyonlarının oluşması renal iskemiye ve angiotensin 2 artışına yol açarak olayı daha da kötüleştirir (11). Böbrekte iskemiye bağlı olarak ilerleyici glomerüler hasar vardır. Renin-anjiotensin-aldosteron sisteminin aktivasyonu kan basıncını daha da yükseltir ve HT ve renal iskemi döngüsünü daha da büyütür. Son aşama böbrek yetmezliğidir. Bu yaygın hipertansif vaskülopati, diğer vasküler yataklarda da iskemik hasarla sonuçlanır. Retinada sinir demetlerindeki iskemi atılmış pamuk görünümüne ve papilödeme yol açar. Hipertansif nöroretinopati bu süreçte oldukça erken görülür ve malign HT’nin klinik göstergesidir (45). 2.2.1.2.2.2. Malign Hipertansiyon Malign HT’liler genelde daha önceden hipertansiyonu olan 30-40 yaşlarında kişilerdir. Zenciler ve erkeklerde insidansı daha yüksektir (17). Kan basıncında 24 belirgin yükselme (diyastolik kan basıncı çoğunlukla > 120-130 mmHg) ve akut yaygın arteriyol hasar bulguları ile karakterize durumdur. Malign HT’nin klinik olarak olmazsa olmaz bulgusu, hipertansif nöroretinopatidir. Fundoskopide çizgili (alev şeklinde) kanamalar, atılmış pamuk (yumuşak) tipinde eksudalar ve sıklıkla da papilödem görülür. Eğer hipertansif nöroretinopati yoksa, kan basıncındaki yükselme miktarı ne olursa olsun malign HT’den söz edilemez. Hipertansif nöroretinopatinin ortaya çıkması, merkezi sinir sistemi, böbrekler ve diğer vital organlarda da nekrotizan arteriyolite yol açabilecek bir hipertansif vaskülopatinin başladığını gösterir. HT tedavi edilmezse, sıklıkla hipertansif ensefalopati, intraserebral kanama veya konjestif kalp yetmezliği ile birlikte bir yıl içerisinde hızlı ve geri dönülmez böbrek yetmezliğine ilerleme olur (45). Malign HT’nin en sık görülen başvuru yakınmaları, başağrısı ve bulanık görmedir (45). Şuur bozukluğu ve fokal jeneralize nöbetlerle de başlayabilir (17). Asemptomatik başvurular da nadir değildir. Hastaların çoğunda başvuruda diyastolik kan basıncı 120 ile 130 mmHg'nın üzerindedir. Ancak malign HT’nin ortaya çıkması için mutlak bir kan basıncı düzeyi yoktur. Benign ve malign HT’si olan hastaların kan basıncı değerleri arasında oldukça fazla örtüşme vardır (45). Malign HT’si olan hastada başvuru anında klinik olarak belirti veren uç organ tutulumu olmayabilir. Ancak yeterli tedavi edilmeyen hastalarda, hipertansif vaskülopatinin ilerlemesi sonucunda çeşitli organ sistemlerinde bir süre sonra hasar oluşacaktır. Malign HT’li hastalar minimal düzeyde albuminüriden başlayıp son dönem böbrek hastalığına kadar uzanan geniş bir spektrumda böbrek tutulumu ile başvurabilirler (45). Böbrek bozukluğunun bulgusu olarak serum kreatininde hızlı yükselme, hematüri, proteinüri, idrar sedimentinde eritrosit ve lökosit silendirleri görülebilir. Nefrotik sendrom gelişebilir (17). Tedavi edilmemiş ya da yetersiz tedavi edilen hastalarda böbrek fonksiyonları başlangıçta normal bile olsa, çoğunlukla haftalar ile aylar içerisinde SDBY’ye doğru progresif bir bozulma görülür (45). 25 2.2.1.3. Tedavi Her iki tip nefrosklerozda da tedavinin ana hedefi HT’nin kontrolüdür. Tedavide ACE inhibitörü kullanılması tansiyondan bağımsız olarak renal olayı azaltır (46,47). Antihipertansif tedavinin albuminüri üzerinde belirgin olumlu etkisi vardır (48). Benign nefrosklerozun ilerlemesinin durdurulmasında hasta uyumu, tedavinin başlama zamanı ve etkinliği çok önemlidir. Bu hastaların çoğu tedavi edilmediği takdirde HT’nin böbrek dışı komplikasyonlarından kaybedilirler (17). Malign HT acil bir durumdur ve derhal tedavi edilmesi gerekir. Tedavinin temel amacı kan basıncının hızlı ve agresif bir şekilde düşürülmesidir. Bu başarıldığında hastaların çoğunda tüm komplikasyonlar geri döndürülebilir. Nörolojik, kardiyak ve akut böbrek yetmezliği komplikasyonlarının kontrolü için de önlemler alınmalıdır (17). Malign HT’nin prognozu, yeterli kan basıncı kontrolü olmazsa, oldukça kötüdür. Üremi en sık ölüm nedenidir (45). Esansiyel HT’nin yeterli tedavisinin malign HT’yi önlediği açıktır. Ayrıca malign HT’nin yeterli ve yoğun tedavisi de progresif böbrek hasarını önlemektedir (45). Başvuru sırasında daha ağır böbrek fonksiyon bozukluğu olanların son dönem böbrek hastalığına ilerleme riski daha fazladır. Ancak, malign HT’si olan hastalarda diyaliz gerektiren renal yetmezlik tablosundan aylar sonra bile dramatik şekilde böbrekler düzelebilir (45). Genel anlamda daha düşük hedef kan basıncı değerlerine ulaşmanın böbrek fonksiyonlarını daha iyi koruduğu söylenebilir (41). Kan basıncının düşürülmesiyle böbrek fonksiyonlarında başlangıçta düşme görülmesine rağmen, arteriel ve arterioler lezyonun gerilemesiyle bu düşüş sonradan düzelebilir (11). 2.2.2. Hipertansif Retinopati HT’ye bağlı göz komplikasyonları 18. yüzyılın ilk yarısından beri bilinmektedir. Gözde en sık görülen komplikasyonu retinopatidir. Ayrıca retinal ven ve arter oklüzyonları, retinal emboli, iskemik optik nöropati ve hipertansif korioidopati de HT’ye eşlik edebilir. Retina, vücutta kan damarlarının direkt görülebildiği tek dokudur. Bu nedenle göz dibinin incelenmesi tek bir damar yatağında HT etkilerinin gözlemlenmesine imkan verir. 26 HT’de ki fundus görünümü vazokonstriksiyon, kapiller permeabilite artışına bağlı göllenme ve arterioskleroza bağlıdır. HT’de fundusda görülebilen ilk bulgu vazokonstriksiyon sonucunda difüz arterioler daralmadır (39). Normal arteriolun ven çapına oranı ¾ olup bunun altındaki oranlarda arteriolar daralmadan söz edilir (49). Daha sonra görülen fokal arterioler daralma arteriol duvarındaki lokalize spazma bağlıdır ve reversibl olabilir. Ciddi HT küçük retina arteriollerinde skleroz ve fibrinoid nekrozla kan akımını azaltarak pamuk-yün lekeleri şeklinde yumusak eksüdaların oluşmasına neden olur. Vasküler permeabilitenin HT etkisiyle bozulması retinal hemorajilerin, retina ödeminin ve sert eksüdaların gelişmesine neden olur. Kan retina bariyerinin yırtılmasıyla retina içine mum alevi şeklinde kanamalar olur (39). Sert eksüdalar fovea çevresinde radier tarzda yerleşim göstererek “maküla yıldızı” adı verilen bir görüntü oluştururlar. Damar duvarının kalınlaşmasına neden olan arterioskleroz histolojik olarak intimal hiyalinizasyon, medial hipertrofi ve endotelyal hiperplazi şeklinde bulgu verir. HT’nin optik sinirdeki temel lezyonu disk ödemidir. HT’nin tedavisi retinal lezyonları azaltmaktadır (50). Hipertansif retinopatinin çok sayıda sınıflaması vardır. Bunların en çok bilinenleri 1939’da Keith, Wagener ve Berker’in ve 1953’te Scheie’nin önerdiği sınıflamalardır (39). HT’nin retina üzerinde yaptığı değişiklikler Keith-Wegener-Barker sınıflamasına göre dört grupta değerlendirilir. Grade 1: Retinal arteriollerde yaygın, hafif dereceli daralma vardır. Arteriyol çapının venül çapına oranı ½’dir. Küçük damarlarda daralma daha belirgindir. Arteriel ışık refleksi artmıştır. Kanama ve eksüda yoktur. Papilla normaldir. Grade 2: Arterioler daralma belirginleşmiştir. Arteriyol çapının venül çapına oranı 1/3’tür. Ek olarak damar boyunca fokal spazmlar izlenir ve arter ven çaprazlaşma bölgelerinde arterin altındaki venin yön değiştirdiği (Salus belirtisi) görülür. Arteriovenöz çentiklenme vardır. Kanama ve eksüda yoktur. Papilla normaldir. Grade 3: Arter ven çaprazlaşma bölgelerinde altta kalan vende ezilme (Gunn belirtisi) ve distaldeki vende genişleme (Bannet belirtisi) görülür. Arterioller bakır tel 27 görünümünü almıştır. Mum alevi şeklinde hemorojiler, yumuşak ve sert eksüdalar ilave olmuştur. Arteriyol çapının venül çapına oranı ¼’ tür. Papilla normaldir. Grade 4: Bu evrede retina bulgularına ilave olarak optik diskte (papilla) belirgin ödem vardır. Papilla ödeminin bulunuşu Evre 4 sınıflaması için yeterlidir. Arterioller gümüş tel görünümü almıştır. Sistemik HT’de retinada arteriel makroanevrizmalar, koroidde iskemik infarktlar (Elschnig Spot) ve iskemik optik nöropati gelişebilir. Sistemik hipertansiyonun göz lezyonları hipertansiyonun süresi, şiddeti ve tedavinin etkinliği hakkında önemli bilgiler verir. Bu nedenle hekim tüm hipertansif hastaların göz muayenesini periyodik takiple dikkatli bir şekilde yapmalıdır (39). 2.3.MİKROALBUMİNÜRİ Normalde idrarda protein atılımı 1,5-20 mg/dk arasındadır. Gebelik, fazla protein alımı, idrar yolu enfeksiyonu, kalp yetmezliği, kontrol edilemeyen ileri hipertansiyon, sıvı yüklenmesi, ağır egzersiz, idrarla atılan protein miktarını arttırır. Gündüz idrara çıkan protein miktarı geceden % 25 daha fazla olduğundan sabah alınan ilk idrarda protein bakmak daha anlamlıdır. Aynı hastada günden güne % 40’a varan farklılıklar gösterebilir (1,51). Bu nedenlerle tek örnekle tanı koymak yanıltıcı sonuçlara yol açabilir. Üç ay içinde ardışık üç ölçümün en az ikisinde pozitif sonuç elde edilmesi MA varlığını kanıtlar (1,6). Tablo 7: İdrarla albümin atılımındaki değişiklikler (6) 24 saatlik örnek Kısa süreli örnek Spot örnek (mg/24 saat) (ug/dk) (mg/g kreatinin) Normal < 30 < 20 < 30 Mikroalbüminüri 30-299 20-199 30-299 Klinik albüminüri ≥ 300 ≥ 200 ≥ 300 28 İdrar örneği toplamak için çeşitli yöntemler vardır: 24 saatlik idrar toplama, gece yarısı idrar toplama, klinikte kısa süreli idrar toplama, rastgele veya sabah ilk idrarda alb/kreatinin oranı bakma bunlardan bazılarıdır (51) Sabah ilk idrarda albumin/kreatinin oranının tayini 24 saat boyunca idrar toplamaktan daha pratiktir. Hem tip 1 hem de tip 2 DM’li hastalarda albumin/kreatinin oranının ikinin üzerinde olması idrarla atılan albumin oranının 30 mg /dk’nın üzerinde olduğunu % 96 duyarlılık ve % 99,7 özgüllükle gösterir (1). İdrarda MA tayini için üretilen test çubukları, idrar albumin atılımı 15 mg/l’nin üzerindeki olgularda nefelometrik yöntemle karşılaştırıldığında % 95 doğru sonuç verir (1). Nefropatinin erken tanısı tedavi ve takipte önemli olduğu için MA’nin araştırılması diyabetik bir hasta için yaşamsal önem taşır (1). 29 3. MATERYAL VE YÖNTEM Çalışmaya Aralık 2007-Mart 2008 tarihleri arasında S.B. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi diyabet ve dahiliye polikliniklerine başvuran, en az beş yıldır tip 2 DM ve/veya HT’si olan 120 hasta alındı. Kesitsel ileriye dönük bir çalışmadır. Çalışma için 27.11.2008 tarihinde 41/C no’lu karar ile etik kurul onayı alınmıştır. Konjestif kalp yetmezliği, sirozu, idrar yolu enfeksiyonu, gebeliği, kortikosteroid kullanımı, bilinen diğer bir renal hastalığı olanlar ve fundoskopik muayeneyi engelleyen katarakt, keratit, korneal lökom gibi göz hastalıkları olanlar çalışmaya alınmadı. Çalışma öncesi hastalar bilgilendirildi ve katılım onayı alındı. Hastalar sadece diyabeti olan 40 kişi (DM grubu), sadece hipertansiyonu olan 40 kişi (HT grubu), hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan 40 kişi (HT+DM grubu) olmak üzere üç guruba ayrıldı. Çalışmada kontrol gurubu yoktur. Çalışmaya alınan kişilerle yüz yüze görüşülerek bir anket formu dolduruldu. Bu anket formuna hastanın yaşı, cinsiyeti, sosyal güvencesi, eğitim durumu gibi demografik bilgilerin yanı sıra DM veya HT yılı, kullandığı antidiyabetik veya antihipertansif ilaçlar, diyet uygulama durumu, kan şekeri ile tansiyonun ölçüm sıklığı ve evde ölçülme durumu, doktor kontrolünden geçme sıklığı gibi hastalığı ile ilgili bilgiler de kaydedildi. Antropometrik ölçümlerden ağırlık ve boy ölçümleri; taşınabilir baskül ve mezura ile ayakkabısız, ağır dış giysileri olmadan yapıldı. Bel çevresi ölçümü; en alt kosta ile prosesus spina iliaca anterior superior arasındaki en dar bel çevresi hafif ekspiryum sonu göbek üzerinden yere paralel mezura ile ölçülerek kaydedildi. VKİ, hastanın kilosu (kg) boyunun (m) karesine bölünerek (kg/m2) hesaplandı. Hastaların tansiyon ölçümünden en az yarım saat öncesine kadar çay, kahve içmemesine dikkat edildi. 10 dakika istirahat ettirildikten sonra tansiyonları supin pozisyonda, iki koldan uygun manşonlu Riester marka havalı tansiyon aletiyle aynı kişi tarafından Korotkof faz I ve faz V sesleri değerlendirilerek ölçüldü. Ölçülen basınçlar en yakın 2 mmHg’ye göre kaydedildi. İki koldan ölçülen tansiyonlardan biri veya her ikisi 140/90 mmHg üzerinde ise hasta 2 dakika daha istirahat 30 ettirildikten sonra tansiyonun en yüksek ölçüldüğü koldan tekrar tansiyon ölçülerek kan basıncı olarak kaydedildi. Eğer 1. ve 2. ölçüm arasında 20/10 mmHg’den fazla fark varsa 3. ölçüm yapıldı. Bu durumda 2. ve 3. ölçümün aritmetik ortalaması alınarak kan basıncı olarak kaydedildi. Nabız sayısı ise supin pozisyonda el bileğinden radial arterin 1 dk palpasyonuyla sayıldı. Fundus muayenesi bir göz doktoru tarafından yapılarak sonuçları diyabetiklerde ‘Erken Tedavi Diyabetik Retinopati Çalışma grubu’, hipertansiflerde ‘Keith-Wegener-Barker evrelemeleri’ kullanılarak sınıflandırıldı. Hastaların son beş gün içinde bakılan tam idrar tahlili, serum kreatinin düzeyi, idrar kreatinin düzeyi, açlık kan şekeri düzeyi sonuçları kaydedildi. Kreatinin klirensi Cockroft-Gault formülüyle hesaplandı: Kreatinin Klirensi = (140 - yaş) x Kilo / (serum kreatinini x 72) Spot idrarda albümin düzeyi sabah ilk idrarda Micral-Test II (Roche Diagnostik Sistemleri Ticaret A.Ş) markalı test çubuğuyla prospektüs bilgisine uygun olarak ölçüldü. İdrar albümin/kreatinin oranı (mg/gr): İdrar albümin düzeyi (mg), idrar kreatinin düzeyine (gr)bölünerek hesaplandı. 30 mg/gr’nin altındaki değerler normoalbuminüri, 30-299 mg/gr arasındaki değerler MA, 300 mg/gr üzerindeki değerler makroalbuminüri kabul edildi (6). İstatistiksel Değerlendirme: Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapıldı. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama, standart sapma) yanı sıra gruplar arası karşılaştırmalarda tek yönlü varyans analizi testi, alt grup karşılaştırmalarında Tukey çoklu karşılaştırma testi, ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi, nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanıldı. Sonuçların anlamlılığı p<0,05 düzeyinde değerlendirildi. 31 4. BULGULAR Çalışmamıza en az beş yıldır bilinen DM ve/veya HT’si olan 120 hasta alınmıştır. Bunların 39’u (% 32,5) erkek, 81’i (% 67,5) kadın hastadır. Sadece DM’si olan 40 hasta, sadece HT’si olan 40 hasta ve HT ve DM’si olan 40 hasta olmak üzere üç grup oluşturulmuştur. Grafik 1: Çalışmaya alınan tüm hastaların cinsiyet dağılımı HT grubunun yaş ortalaması 58,08±10,12, DM grubunun yaş ortalaması 56,48±9,61, HT+DM grubunun yaş ortalaması 57,15±9,24 olup aralarında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p:0,759). HT grubunun % 27,5’i erkek (11 kişi), % 72,5’i kadın (29 kişi), DM grubunun % 45’i erkek (18 kişi), % 55’i kadın (22 kişi), HT+DM grubunun % 25’i erkek (10), %75’i kadın (30) olup gruplar arasında cinsiyet dağılımı yönünden anlamlı bir fark bulunamamıştır (p= 0,115). 32 Tablo 8: Yaş ortalamaları ve cinsiyet dağılımlarının karşılaştırması HT Grubu Yaş 58,08±10,12 DM Grubu 56,48±9,61 HT+DM Grubu F P 57,15±9,24 0,28 0,759 4,33 0,115 Cinsiyet Erkek 11 Kadın (% 27,5) 18 29 (% 72,5) 22 (% 45) (% 55) 10 30 (% 25) (% 75) Çalışmamızda grupların diyabetli veya hipertansiyonlu kaldıkları sürelerde karşılaştırılmıştır. Tablo 9: Hastalık süresi ortalamalarının karşılaştırması HT Grubu DM Yılı HT Yılı DM Grubu HT+DM 10,23±3,9 10,15±4,05 Grubu t p 11,35±3,61 0,88 0,417 9,88±3,93 0,95 0,759 DM grubundaki hastaların ‘diyabetli oldukları yılların ortalaması’ 10,23±3,9 iken DM+HT grubunda bu değer 11,35±3,61 olup aralarında diyabet süresi olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p=0,417). HT grubundaki hastaların ‘hipertansiyonlu oldukları yılların ortalaması’ 10,15±4,05 iken DM+HT grubunda bu değer 9,88±3,93 olup aralarında hipertansiyon süresi olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p=0,759). Çalışmamızda DM grubuyla HT+DM grubu; diyabetik diyet uygulama, oral antidiyabetik kullanımı, insülin kullanımı, kan şekeri ölçüm sıklığı ve evde kan şekeri ölçüm durumu yönünden karşılaştırılmıştır. 33 Tablo 10: Diyabet hastalığı ile ilgili verilerin karşılaştırması DM Grubu HT+DM Grubu Sayı % Sayı % Diyabetik Diyeti Yok 18 45,00 11 27,50 uygulama χ²:2,65 p=0,104 Var 22 55,00 29 72,50 antidiyabetik Yok 14 35,00 8 20,00 Oral Kullanımı χ²:2,25 p=0,133 Var 26 65,00 32 80,00 Yok 18 45,00 21 52,50 İnsülin Kullanımı χ²:0,45 p=0,502 Var 22 55,00 19 47,50 Hergün 9 22,50 13 32,50 Haftada 1 13 32,50 9 22,50 Kan şekeri ölçüm sıklığı χ²:2,45 p=0,483 Ayda 1 11 27,50 8 20,00 Seyrek 7 17,50 10 25,00 Yok 10 25,00 16 Daha Evde kan şekeri ölçme 40,00% χ²:2,05 p=0,152 Var 30 75,00 24 60,00% DM grubunun % 45’i (18 kişi) diyabetik diyet uygulamazken % 55’i (22 kişi) uygulamaktadır. HT+DM grubunda ise hastaların % 27,5’i (11 kişi) diyabetik diyet uygulamazken % 72,5’i (29 kişi) uygulamaktadır. DM ve HT+DM grupları diyabetik 34 diyet uygulama oranları yönünden karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,104). . Grafik 2: Diyabetik diyet uygulama oranlarının karşılaştırması DM grubunun % 35’i (14 kişi) oral antidiyabetik kullanmazken % 65’i (26 kişi) kullanmaktadır. HT+DM grubunda ise hastaların % 20’si (8 kişi) oral antidiyabetik kullanmazken % 80’i (32 kişi) kullanmaktadır. DM ve HT+DM grupları oral antidiyabetik kullanım oranları yönünden karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p=0,133). DM grubunun % 45’i (18 kişi) insülin kullanmazken % 55’i (22 kişi) kullanmaktadır. HT+DM grubunda ise hastaların % 52,5’i (21 kişi) insülin kullanmazken % 47,5’i (19 kişi) kullanmaktadır. DM ve HT+DM grupları insülin kullanım oranları yönünden karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p=0,502). 35 Grafik 3: Oral antidiyabetik kullanım oranlarının karşılaştırması Grafik 4: İnsülin kullanma oranlarının karşılaştırması 36 DM grubundaki hastaların kan şekeri ölçüm sıklığı incelendiğinde; hergün ölçtürenlerin oranı % 22,5 (9 kişi), haftada bir kez % 32,5 (13 kişi), ayda bir kez % 27,5 (11 kişi), daha seyrek ölçtürenlerin oranıda % 17,5’dir (7 kişi). HT+DM grubundaki hastaların kan şekeri ölçüm sıklığı incelendiğinde; hergün ölçtürenlerin oranı % 32,5 (13 kişi), haftada bir kez % 22,5 (9 kişi), ayda bir kez % 20 (8 kişi), daha seyrek ölçtürenlerin oranıda % 25’dir (10 kişi). Bu iki gurup arasında kan şekeri ölçüm sıklığı oranları arasında istatistiksel bir anlam bulunamamıştır. Grafik 5: Kan şekeri ölçüm sıklıklarının karşılaştırması DM grubunun % 25’i (10 kişi) evde kan şekerini kendi ölçmezken, % 75’i (30 kişi) evde kendisi ölçmektedir. Yine HT+DM grubunun % 40’ı (16 kişi) evde kan şekerini kendi ölçmezken, % 60’ı (24 kişi) kendi ölçmektedir. Evde kan şekeri ölçme oranları bakımından DM ile HT+DM grupları arasında istatiksel anlamlı bir fark bulunamamıştır (p=0,152). 37 Grafik 6: Evde kan şekeri ölçüm durumlarının karşılaştırması HT grubuyla HT+DM grubu hipertansiyon için diyeti uygulama, antihipertansif ilaç kullanma, tansiyon ölçüm sıklığı, evde tansiyon ölçme durumuna görede karşılaştırılmıştır. Tablo 11: Hipertansiyon hastalığı ile ilgili verilerin karşılaştırması HT Grubu Sayı HT+DM Grubu % Sayı % HT diyeti Yok 11 27,50 12 30,00 χ²:0,06 uygulama Var 29 72,50 28 70,00 p=0,805 Anti HT ilaç Yok 3 7,50 4 10,00 χ²:0,15 kullanımı Var 37 92,50 36 90,00 p=0,692 Tansiyon Hergün 15 37,50 12 30,00 ölçüm sıklığı Haftada 1 10 25,00 13 32,50 Ayda 1 5 12,50 3 7,50 χ²:1,40 Daha Seyrek 10 25,00 12 30,00 p=0,704 Evde tansiyon Yok 6 15,00 10 25,00 χ²:1,25 ölçümü Var 34 85,00 30 75,00 p=0,264 38 HT grubunun % 27,5’i (11 kişi) hipertansiyon diyeti uygulamazken % 72,5’i (29 kişi) uygulamaktadır. HT+DM grubunda ise hastaların % 30’u (12 kişi) hipertansiyon diyeti uygulamazken % 70’i (28 kişi) uygulamaktadır. HT ve HT+DM grupları hipertansiyon diyeti uygulama oranları yönünden karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,805). Grafik 7: Hipertansiyon diyeti uygulama durumlarının karşılaştırması. HT grubunun % 7,5’i (3 kişi) antihipertansif ilaç kullanmazken % 92,5’i (37 kişi) kullanmaktadır. HT+DM grubunda ise hastaların % 10’u (4 kişi) antihipertansif ilaç kullanmazken % 90’ı (40 kişi) kullanmaktadır. HT ve HT+DM grupları antihipertansif ilaç kullanım oranları yönünden karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,692). 39 Grafik 8: Antihipertansif ilaç kullanımı yönünden karşılaştırması HT grubundaki hastaların tansiyon ölçüm sıklığı incelendiğinde; hergün ölçtürenlerin oranı % 37,5 (15 kişi), haftada bir kez % 25 (10 kişi), ayda bir kez % 12,5 (5 kişi), daha seyrek ölçtürenlerin oranıda % 25’dir (10 kişi). HT+DM grubundaki hastaların tansiyon ölçüm sıklığı incelendiğinde; hergün ölçtürenlerin oranı % 30 (12 kişi), haftada bir kez % 32,5 (13 kişi), ayda bir kez % 7,5 (3 kişi), daha seyrek ölçtürenlerin oranıda % 30’dur (12 kişi). Bu iki gurup arasında tansiyon ölçüm sıklığı oranları arasında istatistiksel bir anlam bulunamamıştır (p=0,704). 40 Grafik 9: Tansiyon ölçüm sıklıklarının karşılaştırması. Evde tansiyon ölçme durumları incelendiğinde HT grubunun % 15’i (6 kişi) evde tansiyonunu kendi ölçmezken, % 85’i (34 kişi) evde kendisi ölçmektedir. Yine HT+DM grubunun % 25’i (10 kişi) evde tansiyonunu kendi ölçmezken, % 75’i (30 kişi) kendi ölçmektedir. Evde tansiyonunu ölçme oranları bakımından HT ile HT+DM grupları arasında istatiksel anlamlı bir fark bulunamamıştır (p=0,152). 41 Grafik 10: Evde tansiyon ölçüm durumlarının karşılaştırması Tablo 12: Doktor kontrolünden geçme sıklıkları ve eğitimlerinin karşılaştırması HT+DM HT Grubu Sayı DM Grubu % Sayı % Grubu Sayı % < 3 Ay 6 15,0 11 27,5 14 35,0 3-6 Ay 13 32,5 16 40,0 13 32,5 Doktor 6-12 Ay 4 10,0 6 15,0 7 17,5 χ²:11,81 Kontrolü >12 Ay 17 42,5 7 17,5 6 15,0 p=0,066 değil 3 7,5 5 12,5 10 25,0 Okur Yazar 2 5,0 3 7,5 4 10,0 İlköğretim 27 67,5 23 57,5 18 45,0 Eğitim Lise 4 10,0 5 12,5 7 17,5 χ²:9,76 Durumu Üniversite 4 10,0 4 10,0 1 2,5 p=0,289 Okur-Yazar 42 Her üç gurup hasta doktor kontrolünden geçme sıklığı ve eğitim durumlar yönünden birbirleri ile karşılaştırılmıştır. Buna göre HT grubundaki hastaların doktor kontrolünden geçme sıklıkları:üç aydan daha sık (<3 ay); % 15 (6 kişi), 3-6 ay arasında; % 32,5 (13 kişi), 6-12 ay arasında; % 10 (4 kişi), 12 aydan daha seyrek (>12 ay); % 42,5’dir (17 kişi). DM grubundaki hastaların doktor kontrolünden geçme sıklıkları: üç aydan daha sık (<3 ay); % 27,5 (11 kişi), 3-6 ay arasında ; % 40 (16 kişi), 6-12 ay arasında; % 15 (6 kişi), 12 aydan daha seyrek (>12 ay); % 17,5’dir (7 kişi). HT+DM grubundaki hastaların doktor kontrolünden geçme sıklıkları: üç aydan daha sık (<3 ay); % 35 (14 kişi), 3-6 ay arasında; % 32,5 (13 kişi), 6-12 ay arasında; %17,5 (7 kişi), 12 aydan daha seyrek (>12 ay); %15’dir (6 kişi). Her üç gurubunda doktor kontrolünden geçme sıklıkları arasında istatistiksel anlamlı bir fark görülmemiştir (p=0,066). Grafik11: Doktor kontrolünden geçme sıklıklarının karşılaştırması 43 HT grubunda eğitim durumu: okur-yazar değil; % 7,5 (3 kişi), okur-yazar; % 5 (2 kişi), ilköğretim mezunu; % 67,5 (27 kişi), lise mezunu; % 10 (4 kişi), üniversite mezunu; % 10’dur (4 kişi). DM grubunda eğitim durumu: okur-yazar değil; % 12,5 (5 kişi), okur-yazar; % 7,5 (3 kişi), ilköğretim mezunu; % 57,5 (23 kişi), lise mezunu; % 12,5 (5 kişi), üniversite mezunu; % 10’dur (4 kişi). HT+DM grubunda eğitim durumu: okur-yazar değil; % 25 (10 kişi), okuryazar; % 10 (4 kişi), ilköğretim mezunu; % 45 (18 kişi), lise mezunu; % 17,5 (7 kişi), üniversite mezunu; % 2,5’dir (1 kişi). Her üç gurup karşılaştırıldığında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p= 0,289). Grafik 12: Eğitim durumlarının karşılaştırması. 44 Tablo 13: Hastaların antropometrik ölçümleri, tansiyon, nabız ve açlık kan şekeri ortalamalarının karşılaştırması. HT+DM HT Grubu DM Grubu Grubu F p 103,34±10,89 7,24 0,001 30,55±5,13 33,65±5,24 4,95 0,009 130±21,42 158±25,01 20,90 0,0001 Bel çevresi 94,09±11,22 98,64±10,49 VKİ 30,72±4,45 160±23,04 Sistolik kan basıncı Diastolik kan basıncı 90,25±13,15 74,75±14,14 88,75±13,24 16,00 0,0001 Nabız 78,35±10,24 84,43±11,6 84,03±11,63 3,70 0,028 103±15,15 194,7±69,19 184,7±55,21 37,65 0,0001 Açlık Kan Şekeri Bel çevresi ortalama değerleri HT grubunda 94,09±11,22, DM grubunda 98,64±10,49, HT+DM grubunda 103,34±10,89’dur. Bel çevresi ortalaması en yüksek olan HT+DM grubuyken en düşük olan ise HT grubudur. Her üç grubun bel çevresi ortalama değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmuştur (p=0,001). VKİ ortalama değerleri HT grubunda 30,72±4,45, DM grubunda 30,55±5,13, HT+DM grubunda 33,65±5,24’dür. Vücut kitle indeksi ortalaması en yüksek olan HT+DM grubuyken en düşük olan ise DM grubudur. Her üç gurubun VKİ ortalama değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmuştur (p=0,009). Sistolik arteryel kan basıncı (SAB) ortalama değerleri HT grubunda 160±23,04, DM grubunda 130±21,42, HT+DM grubunda 158±25,01’dır. SAB ortalaması en yüksek olan HT grubuyken endüşük olan ise DM grubudur. Her üç gurubun SAB ortalama değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmuştur (p=0,001). Diyastolik arteryel kan basıncı (DAB) ortalama değerleri HT grubunda 90,25±13,15, DM grubunda 74,75±14,14, HT+DM grubunda 88,75±13,24’dür. 45 DAB ortalaması en yüksek olan HT grubuyken en düşük olan ise DM grubudur. Her üç gurubun DAB ortalama değerleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0,001). Nabız sayısı ortalama değerleri HT grubunda 78,35±10,24, DM grubunda 84,43±11,6, HT+DM grubunda 84,03±11,63’dür. Nabız sayısı ortalaması en yüksek olan DM grubuyken en düşük olan ise HT grubudur. Her üç gurubun nabız sayısı ortalama değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmuştur (p=0,028). Açlık kan şekeri ortalama değerleri HT grubunda 103±15,15, DM grubunda 194,7±69,19, HT+DM grubunda 184,7±55,21’dir. Açlık kan şekeri ortalaması en yüksek olan DM grubuyken en düşük olan ise HT grubudur. Her üç gurubun açlık kan şekeri ortalama değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmuştur (p=0,0001). Tablo 14: Hasta gruplarının Tukey çoklu karşılaştırma testi ile kıyaslanması Tukey Çoklu Karşılaştırma Testi HT Grubu / DM Grubu BÇ VKI SAB DAB Nabız AKŞ 0,151 0,987 0,0001 0,0001 0,043 0,0001 HT Grubu / HT+DM Grubu 0,001 0,025 0,921 0,873 0,064 0,0001 DM Grubu / HT+DM Grubu 0,134 0,016 0,0001 0,0001 0,986 0,665 HT grubu ile DM grubu Tukey çoklu karşılaştırma testiyle karşılaştırıldığında bel çevresi ve VKİ ortalama değerleri arasında anlamlı fark bulunamamışken SAB ve DAB, nabız sayısı, açlık kan şekeri ortalama değerleri arasında anlamlı fark bulunmuştur. HT grubunda SAB ve DAB ortalama değerleri DM grubuna göre anlamlı yüksektir (p=0,0001, p=0,0001). Nabız sayısı ortalama değerleri DM grubunda HT grubuna göre anlamlı olarak yüksektir (p=0,043). Açlık kan şekeri ortalama değerleri DM grubunda HT grubuna göre anlamlı olarak yüksektir (p=0,0001). HT grubu ile HT+DM grubu Tukey çoklu karşılaştırma testiyle karşılaştırıldığında bel çevresi, VKİ, açlık kan şekeri ortalama değerleri arasında 46 anlamlı fark bulunurken SAB, DAB, nabız sayısı ortalamaları arasında anlamlı fark bulunamamıştır. Bel çevresi ortalama değerleri HT+DM grubunda HT grubuna göre anlamlı olarak yüksektir (p=0,001). VKİ ortalama değerleri HT+DM grubunda HT grubuna göre anlamlı olarak yüksektir (p=0,025). Açlık kan şekeri ortalama değerleri HT+DM grubunda HT grubuna göre anlamlı olarak yüksektir (p=0,0001). DM grubu ile HT+DM grubu Tukey çoklu karşılaştırma testiyle karşılaştırıldığında bel çevresi, nabız sayısı, açlık kan şekeri ortalama değerleri arasında anlamlı fark bulunmazken SAB ve DAB, VKİ ortalamaları arasında anlamlı fark bulunmuştur. VKİ ortalama değerleri HT+DM grubunda DM grubuna göre anlamlı olarak yüksektir (p=0,016). HT+DM grubunda SAB veDAB ortalama değerleri DM grubuna göre anlamlı yüksektir (p=0,0001, p=0,0001). Kreatinin klirensi ortalamaları HT grubunda; 88,33±24,31, DM grubunda; 101,74±33,29, HT+DM grubunda; 101,74±33,29 olup aralarında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p= 0,131). Tablo 15: Hasta gruplarının kreatinin klirenslerinin karşılaştırması HT+DM HT Grubu DM Grubu 88,33±24,31 98,91±34,59 Grubu F p Kreatinin Klirensi 101,74±33,29 2,07 0,131 HT grubunun göz dibi muayenesinde % 27,5 (11 kişi) normal, % 47,5 (19) grade 1 hipertansif retinopati, % 25 (10 kişi) grade 2 hipertansif retinopati saptanmıştır. Grade 3 ve 4 hipertansif retinopati saptanmamıştır. DM grubunun göz dibi muayenesinde % 72,5 (29 kişi) normal, % 27,5 (11 kişi) NPR saptanmış olup PR saptanmamıştır. HT+DM grubunun göz dibi muayenesinde %62,5(25 kişi) normal, %17,5(7 kişi) NPR, %2,5(1 kişi) PR, %15(6 kişi) grade 1 hipertansif retinopati, %2,5(1 kişi) grade 2 hipertansif retinopati saptanmıştır. Grade 3 ve 4 hipertansif retinopati saptanmamıştır. Normal göz dibi bulgusu en yüksek oranda DM grubunda, en düşük oranda da HT grubunda bulunmuştur. NPR, DM grubunda, DM+HT grubuna göre daha 47 yüksek oranda görülmekteyken PR, HT+DM grubunda diğerine göre daha sık görülmektedir. Hem grade 1 hemde grade 2 hipertansif retinopati görülme oranları HT grubunda HT+DM grubuna göre daha yüksektir. Her üç grup arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0,0001). Grafik 13: Fundoskopik bulguların karşılaştırması 48 Tablo 16: Fundoskopik bulguların karşılaştırması Fundoskopi HT Grubu Sayı % Normal 11 27,5 NPR 0 0,0 DM Grubu Sayı % HT+DM Grubu Sayı % 29 72,5 25 62,5 11 27,5 7 17,5 χ²:59,76 PR Grade 1 Hipertansif Retinopati Grade 2 Hipertansif Retinopati Grade 3 Hipertansif Retinopati Grade 4 Hipertansif Retinopati 0 0,0 1 2,5 0 0,0 6 15,0 0 0,0 1 2,5 0,0 0 0,0 0 0,0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 19 47,5 10 25,0 0 0 p=0,0001 Her üç grup böbrek hastalığı yönünden incelendiğinde, HT grubunun % 87,5’inde (35 kişi) böbrek hastalığı yok, % 7,5’inde (3 kişi) gizli böbrek hastalığı var, % 5’inde (2 kişi) aşikar böbrek hastalığı vardır. DM grubunun % 80’inde (32 kişi) böbrek hastalığı yok, % 17,5’inde (7 kişi) gizli böbrek hastalığı var, % 2,5’inde (1 kişi) aşikar böbrek hastalığı vardır. HT+DM grubunun % 57,5’inde (23 kişi) böbrek hastalığı yok, % 25’inde (10 kişi) gizli böbrek hastalığı var, % 17,5’inde (7 kişi) aşikar böbrek hastalığı vardır. Gizli böbrek hastalığı en sık olarak HT+DM grubunda en nadir olarakta HT grubunda görülmektedir. Aşikar böbrek hastalığı ise en sık HT+DM grubunda, en nadir olarakta DM grubunda görülmektedir. Gruplar arasında ki farklılıklar istatistiksel yönden anlamlıdır (p=0,0001). 49 Tablo 17: Hasta gruplarının böbrek hastalığı yönünden karşılaştırması HT Grubu DM Grubu HT+DM Grubu Sayı % Sayı % Sayı % Böbrek Hastalığı Yok 35 87,5 32 80,0 23 57,5 (Normoalbuminuri) χ²:11,79 Gizli Böbrek Hastalığı 3 7,5 7 17,5 10 25,0 2 5,0 1 2,5 7 17,5 P=0,019 (Mikroalbuminuri) Aşikar Böbrek Hastalığı (Makroalbuminuri) Grafik 14: Hasta gruplarının böbrek hastalığı yönünden karşılaştırması . 50 5. TARTIŞMA VE SONUÇ Bu araştırmada sadece hipertansiyonu olan her 10 hastadan 1’ine yakınında gizli böbrek hastalığı görülürken 1’inden daha azında aşikar böbrek hastalığı görüldü. Sadece diyabeti olan her 10 hastadan 2’sine yakınında gizli böbrek hastalığı görülürken 1’inden daha azında aşikar böbrek hastalığı görüldü. Hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan her 10 hastadan 2’sinden fazlasında gizli böbrek hastalığı görülürken 2’sine yakınında aşikar böbrek hastalığı görüldü. Sadece hipertansiyonu olan her 10 hastadan 5’ine yakınında grade 1 hipertansif retinopati görülürken 3’üne yakınında grade 2 hipertansif retinopati görüldü. Sadece diyabeti olan her 10 hastadan 3’üne yakınında nonproliferatif diyabetik retinopati görülürken proliferatif retinopati görülmedi. Hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan her 10 hastadan 2’sine yakınında nonproliferatif retinopati, 1’inden azında proliferatif retinopati, 2’sine yakınında grade 1 hipertansif retinopati, 1’inden daha azında grade 2 hipertansif retinopati görüldü. Diyabet ve hipertansiyon tüm dünyada en sık görülen hastalıklar arasında yer almaktadır. Böbrek hastalığı ve retinopati gibi komplikasyonlarınının sık görülmesi, bu komplikasyonların iyi tedavi ile önlenebilir olmasına rağmen hala çok ciddi sağlık sorunları olmaya devam etmesi tıp camiasının bu iki hastalığa ilgisini canlı tutmaktadır. Bu çalışmamızda sadece diyabeti veya hipertansiyonu olanlarla diyabet ve hipertansiyonu birlikte olan üç grup hastada gizli ve aşikar böbrek hastalığı ve retinopati prevalansları yönünden birbirleri arasında karşılaştırıldı. MA’nin gizli (başlangıç) böbrek hastalığının, makroalbuminürinin ise aşikar böbrek hastalığının göstergesi olduğundan genel bilgiler kısmında bahsedilmektedir. Literatürde yapılmış çalışmalar ile kendi çalışmamızı karşılaştırmayı kolaylaştırmak için MA gizli böbrek hastalığı ile, makroalbuminüri aşikar böbrek hastalığı ile eş anlamlı kullanılmıştır (Mikroalbumnüri= Gizli böbrek hastalığı, Makroalbuminüri= aşikar böbrek hastalığı). Çalışmamızda gizli ve aşikar böbrek hastalığı en sık olarak HT+DM grubunda görülmektedir. Hipertansiyon ve diyabetin birlikte olması tek olmalarına 51 göre böbrek hastalığı oluşumunu arttırıyor gibi görünmektedir. Gizli böbrek hastalığı en seyrek HT grubunda görülürken aşikar böbrek hastalığı en seyrek DM grubunda görülmektedir. Her üç grupta da gizli böbrek hastalığı aşikar böbrek hastalığından daha sık görülmektedir. Literatürde çalışmamıza amaç ve yöntem olarak kısmen benzeyen bir yayın bulunmaktadır: Çöl ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada MA ve makroalbuminüri (gizli ve aşikar böbrek hastalığı) prevelansı HT olanlarda % 17,4 ve % 2,7 iken DM olanlarda % 20,4 ve % 11,1, HT+DM olanlarda ise % 22,1 ve % 5,7 dir (52). Bu çalışma ile karşılaştırıldığında çalışmamızda HT grubunda MA prevalansı daha düşük, makroalbuminüri prevalansı daha yüksek, DM grubunda MA ve makroalbuminüri prevalansı daha düşük, HT+DM grubunda ise MA ve makroalbuminüri prevalansı daha yüksektir. Çöl’ün yaptığı çalışmada MA oranı en yüksek HT+DM grubunda iken bunu sırayla DM ve HT grubu izler. Bu sonuç bizim çalışmamızla uyumludur. Çöl’ün araştırmasında MA oranı en yüksek DM grubunda iken bunu sırasıyla HT+DM ve HT grubu izlemiştir. Oysa bizim çalışmamızda farklı olarak MA en sık HT+DM grubunda, sonra sırayla HT ve DM grubunda görülmektedir. Çalışmamıza göre HT ve DM’nin birlike bulunması hem gizli hem de aşikar böbrek hastalığı prevalansını tek başına bulunmalarına göre arttırmaktadır. Literatürde bizim çalışmamıza yöntem olarak benzemese de ayrı ayrı ele alındığında gerek hipertansiyonlularda gerekse diyabetiklerde MA ve makroalbuminüri’yi değerlendiren çok sayıda araştırma vardır. MA ve/veya makroalbuminüri prevelansını çalışmamıza göre daha yüksek bulan yayınlar çoğunluktadır (53-71); Manaviat’ın 590 hasta üzerinde yaptığı bir çalışmada tip 2 DM’li hastlarda MA prevalansı % 25,9 ve makroalbuminüri prevalansı % 14,5 bulunmuştur (53). 1574 İtalyan üzerinde yapılan başka bir çalışmada tip 2 DM’lilerde MA prevelansı % 32,1 ve makroalbuminuri prevelansı % 17,6’dır (54). Sheth’in çalışmasında beş yıldan uzun süredir diyabeti olanlarda MA prevelansı % 41 bulunmuştur (55). Dasmahapatra’nın çalışmasında 126 Afrika kökenli Amerikalı tip 2 diyabetikte MA sıklığı % 31 ve makroalbuminüri sıklığı % 19 dur (56). 52 Bir çalışmada Kuzey Kanarya adalarında yaşayan 288 tip 2 DM’li hastada MA ve makroalbuminüri prevelansı % 28,5 ve % 11,8 bulunmuştur (57). Varkhese’nin Güney Hindistan’da yaptığı bir çalışmada diyabet merkezlerinde takip edilen 1620 tip 2 diyabetli hastada MA prevelansı % 36,3’tür (58). Birleşik Arap Emirlikleri’nde 513 diyabetikte MA prevelansı % 61, makroalbuminuri prevelansı % 12,5 bulunmuştur (59). En fazla iki yıldır tip 2 DM’si olan 1167 zenci Amerkalı’da MA sıklığı % 23,4, makroalbuminüri sıklığı % 3,8 bulunmuştur (60). Kuzey New Meksiko’da yaşayan Zuni yerlileri üzerinde yapılan bir çalışmada diyabetiklerde MA prevelansı kadınlarda % 32,3, erkeklerde % 36,1’dir. Makroalbuminüri prevelansı kadınlarda % 17,7, erkeklerde % 20,8’dir (61). Batı New Meksiko’da yerleşik Zuni yerlilerinde yapılan başka bir çalışmada diyabetik hastalarda MA prevelansı % 33,6, makroalbuminüri prevelansı % 18,7’dir (62). UKPDS 64 çalışmasına göre MA sıklığı tip 2 diyabet teşhisi konduktan beş yıl sonra % 17,3, onyıl sonra % 24,9, 15 yıl sonra % 28’e çıkar. Makroalbuminüri sıklığı DM teşhisi konduktan beş yıl sonra % 3,1, on yıl sonra %5,3, onbeş yıl sonra 7,1’dir (63). Bizim çalışmamızda DM grubunun hastalık yılı ortalaması 10,23 yıl olduğundan UKPDS 64 çalışmasının on yıllık peryodu ile karşılaştırıldığında çalışmamızda MA ve makroalbuminüri sıklığı daha düşük bulunmuştur. De La Sierra ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada diyabeti olmayan tedavi edilmemiş 188 esansiyel hipertansiyonlu hastada MA sıklığı % 22,3’tür (64). Grandi MA sıklığını, diabetes mellitus olmayan hipertansif hastalarda % 32 bulmuştır (65). Güney Hindistan’da nondiyabetik esansiyel HT olanlarda MA sıklığı % 26,67 dir (66). Agrawal’ın Almanya’da yaptığı bir çalışmada sadece hipertansiyonu olan 6000’in üzerinde hastada MA sıklığı erkeklerde % 37, kadınlarda % 34 (67). Özkurt ve arkadaşları 126 hasta üzerinde yaptığı çalışmada nondiyabetik hipertansiflerde MA sıklığını % 54,8 bulmuşlardır (68). 53 Pontremoli’nin çalışmasında 215 nondiyabetik esansiyel HT’li hastada MA prevelansı % 14 bulunmuştur (69). Mimran ve arkadaşları esaniyel HT’da MA prevelansını % 10-25 arasında bildirmiştir (70). Hwang tarafından 25 yaş üstü 370 Zimbabweli hipertansif kadında yapılan çalışmada MA prevalansı % 16 bulunmuştur (71). Az sayıda çalışmada ise MA ve makroalbuminuri prevelansı çalışmamızdan daha düşük bulunmuştur (72,73,74); Hong kong da yapılan bir çalışmada birinci basamak sağlık merkezine gelen 1161 tip 2 DM’li de MA prevelansı % 13,4 bulunmuştur (72). Martinez ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada nondiyabetik hafif hipertansiyonlu 236 hastada MA sıklığı % 7,2 dir (73). Patel’in yaptığı çalışmada 128 tip 2 DM’lide MA prevalansı % 14,1 dir (74). Güney Hindistan’da yapılan bir çalışmada 1716 tip 2 DM’lide aşikar böbrek hastalığı sıklığı % 2,2, gizli böbrek hastalığı sıklığı % 26,9 dur (75). Bizim çalışmamızda bu çalışmaya göre aşikar böbrek hastalığı daha sık (% 2,5), gizli böbrek hastalığı daha nadirdir (% 17,5). Kuzeybatı İtalya’da 227 tedavi edilmemiş esansiyel hipertansiyonluda yapılan çalışmada MA ve makroalbuminüri prevelansı % 10 ve % 2,2 dir (76). Bu çalışmaya göre MA prevalansı bizim çalışmamızda (% 7,5) daha düşük bulunmasına rağmen makroalbuminüri prevalansı (% 5) daha yüksektir. Dünyanın değişik coğrafyalarında, değişik ırklarda yapılmış bu literatür çalışmaları DM hastalarında MA prevelansının % 13,4-61, makroalbuminüri prevalansının % 3,8-20,8, HT hastalarında MA prevalansının % 7,2-54,8 gibi geniş bir aralıkta değiştiğini göstermiştir. Bu çeşitliliğin nedeni farklı etnik kökenler yanında toplumların aldıkları sağlık hizmetinin kalitesindeki değişkenlikler de olabilir. Buda daha sağlıklı değerlendirme için benzer bölgelerde yapılan çalışmaların biribiri ile kıyaslanmasının daha doğru olabileceğini düşündürmektedir. Bizim çalışmamızdaki değerler literatürde tespit edilmiş değerlerin pek çoğundan düşük olmasına rağmen ülkemizde yapılmış çalışmaların kısıtlılığı değerlendirmemizi zorlaştırmaktadır. Çalışmamızda kadın hasta oranının fazla olması (% 67,5), bunların çoğunun ev hanımı olmaları nedeniyle sağlıkları ile 54 yakından ilgilenebilecek zamanı bulabilmeleri ayrıca hasta grubumuzun sağlık hizmetlerine ulaşma imkanlarının yüksek olması da değerlerimizi düşüren etkenlerden olabilir. Çalışmamıza alınan hastaların fundoskopik muayenesinde NPR sadece diyabeti olan grupta daha sık görülürken PR diyabet ve hipertansiyonu birlikte olan grupta daha sık görülmektedir. Diyabete hipertansiyonun ilave olması ile PR gelişimi artıyorken NPR gelişimi azalıyor görünmektedir. Bu durum PR gelişiminin tabloya hipertansiyonunda ilave olduğu diyabetin ileri dönemlerine denk gelmesiyle açıklanabilir. Grade 1 ve 2 hipertansif retinopati sadece hipertansiyonu olan grupta hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan gruptan daha sık görülmektedir. Hipertansiyona diyabetin ilave olmasıyla hipertansif retinopati gelişimi azalıyor gibi görünmektedir. Literatürde diyabetik veya hipertansif hastalarda retinopati prevalansını araştıran çeşitli yayınlar bulunmaktadır. Ancak bu çalışmaların çoğunda diyabetli hasta grubunda hipertansiyonu olup olmamasına göre bir ayrıma gidilmemiştir. Bu nedenle literatürde bulunan DR prevalansları çalışmamızdaki DM grubunun retinopati prevalansları ile karşılaştırılmıştır. Ayrıca literatürde diyabetik retinopatiyi alt gruplarına (NPR, PR) ayırarak inceleyen yayınlar bulunabildiği halde hipertansif retinopatiyi alt gruplarına(grade 1, grade 2 vs.) ayırarak inceleyen yayın bulunmamaktadır. Çalışmamızdaki toplam hipertansif retinopati prevalansı hesaplanarak diğer çalışmalalarla karşılaştırabilme imkanı doğmuştur. Avustralya’da 11247 kişide yapılan bir çalışmada tip 2 DM olanlarda NPR prevelansı % 19,8 ve PR prevalansı % 2,1 dir (77). Güney Hindistan’ın Chennai şehrinde yapılan bir çalışmada bilinen diyabeti olan1364 hastada DR prevelansı NPR için % 19,6, PR için % 1,2 dir (78). Bu iki çalışmaya göre (77,78) bizim çalışmamızın DM grubunda NPR prevalansı daha yüksekken PR daha düşüktür Manaviat ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 590 Tip 2 DM’li hastada NPR prevelansı % 33,9, PR prevelansı % 5,4 ‘tür (53). Bir çalışmada 40 yaş ve üzeri 4774 Meksikan-Amerikalı popülasyonda NPR prevalansı % 41,8, PR % 6,3 bulunmuştur (79). 55 Güney Afrika’da 400 hastada yapılan çalışmada NPR sıklığı % 55,1, PR sıklığı % 6,1 dir (80). Son 3 çalışmada (53,79,80) bulunan değerler bizim çalışmamızın DM grubundaki NPR ve PR prevalanslarından yüksektir. Literatürde bulduğumuz tüm çalışmalar ele alındığında NPR prevalansı % 19,8-55,1 arasında değişirken, PR prevalansı % 1,2-63 arasında değişmektedir (53,77-80). Bizim çalışmamızdaki NPR prevalansı literatür değerleri ile uyumlu iken PR prevelansı bu değerlerden düşüktür. 1860 Afrika kökenli ve 7874 beyaz Amerikalı ile yapılan bir çalışmada nondiyabetik hipertansif Afriko-Amerika’lılarda hipertansif retinopati prevelansı % 7,7, beyaz Amerika’lılarda % 4,1’dir (81). 693 kişide yapılan bir çalışmada hipertansif retinopati prevalansı Avrupalılarda % 11, Afro-Karayip kökenlilerde % 21’dir (82). Bizim çalışmamızın HT grubundaki toplam hipertansif retinopati prevalansı bu iki çalışmadan daha yüksektir (%72,5). Çalışmamızın yapıldığı hasta sayısının literatürdeki emsallerine göre az olması sonuçlarımızın diğerlerinden farklı olmasının bir sebebi olabilir. Çalışmamızda diğerlerine benzer şekilde sadece diyabeti veya hipertansiyonu olanlarda böbrek hastalığı ve retinopati prevalansı bakılmıştır. Ancak diğer çalışmalardan farklı olarak bu iki hastalığın retinopati ve böbrek hastalığı yönünden birbirini etkileyebileceği düşünülerek HT+DM birlikte olan üçüncü bir grup oluşturulmuştur. Bu üç grubu diğer yayınlarla karşılaştırmak Çöl’ün araştırması dışında mümkün olmamıştır. Çalışmamızdaki bu yöntem farklılığı da bulgularımızın farklı olmasının diğer bir sebebi olabilir. Sonuç olarak; hipertansiyon ve diyabet, böbrek fonksiyonlarını bozma konusunda birlikte etki göstererek hem gizli hem de aşikar böbrek hastalığı sıklığını arttırıyor olabilir. Ancak aynı birlikte etki diyabetik ve hipertansif retinopati gelişimi konusunda görülmemektedir. Diyabet ve hipertansiyonun böbrek hastalığı ve retinopati gelişimi üzerine ortak etkisi daha geniş hasta gruplarında yapılacak büyük bütçeli çalışmalarla açığa kavuşturulabilir. Hasta açısından hipertansiyon ve diyabetin iyi tedavi edilmeleri yanında mutlaka belli peryodlarla albuminuri 56 bakılarak ve göz dibi muayeneleri yapılarak kronik komplikasyonların gelişimi yönünden de yakın takip edilmeleri hayati öneme sahiptir. 57 6. ÖZET Diyabet ve hipertansiyon dünyada sıklığı gittikçe artan, komplikasyonları ile bireyleri ve toplumu tehdit eden iki önemli hastalıktır. Nefropati ve retinopati bu hastalıkların sık görülen komplikasyonları arasında yer almaktadır. Bu çalışmada hipertansiyonu ve/veya diyabeti olan hastalarda gizli, aşikar böbrek hastalığı ve retinopati prevalansları ile diyabet ve hipertansiyonun bu komplikasyonların gelişimi üzerinde birbirleri ile etkileşimini bulmayı amaçladık. Çalışmaya Aralık 2007-Mart 2008 tarihleri arasında S.B. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi diyabet ve dahiliye polikliniklerine başvuran, en az beş yıldır tip 2 diyabeti ve/veya hipertansiyonu olan yüzyirmi hasta alındı. Hastalar sadece diyabeti olan, sadece hipertansiyonu olan, hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan kırkar kişilik üç guruba ayrıldı. Kontrol gurubu yoktur. Kesitsel ileriye dönük bir çalışmadır. Gizli ve aşikar böbrek hastalığı sırasıyla; sadece hipertansiyonu olan grupta % 7,5, % 5, sadece diyabeti olan grupta % 17,5, % 2,5, hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan grupta % 25, % 17,5 bulundu. Gizli ve aşikar böbrek hastalığı en sık hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan grupta görüldü. Hipertansiyon ve diyabetin birlikte olması tek olmalarına göre böbrek hastalığı oluşumunu arttırıyor gibi görünmektedir. Sadece hipertansiyonu olan grubunun % 47,5’inde grade 1 hipertansif retinopati, % 25’inde grade 2 hipertansif retinopati bulunurken hipertansiyon ve diyabeti birlikte olan grupta bu değerler sırayla % 15 ve % 2,5’dir. Hipertansif retinopati, hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan grupta sadece hipertansiyonu olan gruba göre belirgin şekilde düşüktü. Sadece diyabeti olan grubun % 27,5’inde nonproliferatif diyabetik retinopati varken proliferatif retinopati saptanamadı. Hipertansiyonu ve diyabeti birlikte olan grubun % 17,5’inde nonproliferatif diyabetik retinopati ve % 2,5’inde proliferatif retinopati bulundu. Nonproliferatif retinopati sadece diyabeti olan grupta daha sık görülürken proliferatif retinopati diyabet ve hipertansiyonu birlikte olan grupta daha sık görüldü. Sonuç olarak; hipertansiyon ve diyabet, böbrek fonksiyonlarını bozma konusunda birlikte etki göstererek hem gizli hem de aşikar böbrek hastalığı sıklığını 58 arttırıyor olabilir. Ancak aynı birlikte etki diyabetik ve hipertansif retinopati gelişimi konusunda görülmemektedir. Anahtar Kelimeler: Nefropati, retinopati, mikroalbuminüri 59 7. ABSTRACT Diabetes and hypertension, increasing with complications and members of society who threaten, are major two key diseases in the world. Nephropathy and retinopathy are frequent complications among these diseases. The aim of this study is to establish the prevalence of occult and obvious kidney diseases and retinopathy among different patient groups which have hypertensions and/or diabetes and effects of together with hypertensions and diabetes in evolution of these complications. In the study, 120 patients have been evaluated, applied from December 2007 to March 2008. These patients, hypertensions and/or type II diabetes at least for five years, have been studied in the Ministry of Health Göztepe Education and Research Hospital, Istanbul. The patients divided three equal groups, only patients who diabetes, only the hypertensions and together the diabetes with hypertensions. There isn’t a control group. This work is being forwarded. Respectively occult and obvious kidney diseases, in the hypertensions group 7.5 % and 5 %, in the diabetics group 17.5 % and 2.5 % and both of hypertensions and diabetics group % 25 % and 17.5%, were found. Occult and obvious kidney diseases were seen most frequently in the both of hypertensions and diabetics groups. Together hypertension and diabetes cause to be seen to kidney patients. The 47.5 % grade 1 hypertensive retinopathy and 25 % grade 2 hypertensive retinopathy only were found in the hypertension patients. These are arrangement 15 % and 2.5 % in the both of hypertensions and diabetics groups. Hypertensive retinopathy was drastically low in the both of hypertension and diabetic groups according to in the hypertensions group. Nonproliferative diabetic retinopathy was seen in the diabetic groups, but proliferative retinopathy was not seen in the diabetic groups. The 17.5 % nonproliferative diabetic retinopathy and 2.5 % proliferative retinopathy were found in the both of hypertension and diabetic groups. While the nonproliferative retinopathy was common among the diabetics group, the proliferative retinopathy was seen frequently in the both of hypertension and diabetic groups. 60 As a result; hypertension and diabetes may increase the frequency of both occult and obvious kidney diseases by damaging the kidney functions. But these impacts were not seen on development of diabetic and hypertensive retinopathy. Key Words: Nephropathy, retinopathy, microalbuminuri 61 8. KAYNAKLAR 1- Yenigün M, Altuntaş Y. Her yönüyle diabetes mellitus, 2. baskı, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2001:383-399 2- İliçin G, Biberoğlu K, Süleymanlar G, Ünal S. İç hastalıkları, 2. baskı, Güneş Kitabevi, 2005 3- Satman İ, Yılmaz C, İmamoğlu Ş. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Diabetes Mellitus Çalışma Grubu, 2. baskı, Akal Ofset Matbaacılık Ltd.Şti., İstanbul, 2007 4-Hovind P, Rossing P, Tarnow L, Smidt UM, Parving HH. Progression of diabetic nephropathy. Kidney International 2001; 59 :702–709 5- Ismail N, Becker B, Strzelczyk P, Ritz E. Renal disease and hypertension in noninsulin-dependent diabetes mellitus. Kidney International 1999;55:1-28 6- Diabetic nefropathy. ADA Diabetes Care 2002; 25:585-589. 7- Keeton G R , Smit RZ, Bryer A. Renal outcome of type 2 diabetes in South Africa —a 12-year follow-up study. S Afr Med J 2004; 94: 771-775. 8- Yokoyama H, Okudaira M, Otani T, Watanabe C, Takaike H, Miuira J, Yamada H, Mutou K, Satou A, Uchigata Y.A, Iwamoto Y. High incidence of diabetic nephropathy in early-onset Japanese NIDDM patients. Diabetes Care 1998; 29 :1080-1085 9- Mogensen C.E: Microalbuminuria and hypertension with focus on type 1 and type 2 diabetes. Journal of Internal Medicine 2003; 254: 45–66 62 10- Bakris GL, Weir MR, Shanifar S, Zhang Z, Douglas J, Dijk DJ, Brenner BM. Effect of blood pressure level on progression of diabetic nephropathy. Arch Intern Med. 2003;163:1555-1565 11- Erek E. Erek nefroloji, 5. baskı, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2005 12 -Ueda H, Ishımura E, Shojı T, Emoto M, Morioka T, Matsumoto N, Fukumoto S, Mıkı T, Inaba M, Nıshızawa Y. Factors affecting progression of renal failure in patients with type 2 diabetes. Diabetes Care 2003;26:1530–1534 13- Lee GSL: Retarding the progression of diabetic nephropathy in type 2 diabetes mellitus: focus on hypertension and proteinuria. Ann Acad Med Singapore 2005;34:24-30 14- Retnakaran R, Cull C.A, Thorne K.I, Adler A.I, Holman R.R. (UKPDS çalışma gurubu adına): Tip 2 diyabette renal fonksiyonlar açısından risk faktörleri. Diabetes dergisi Türkçe baskı. 2006;2:30-37 15- Mehler PS, Jeffers BW, Biggerstaff SL, Schrier RW. Smoking as a risk factor for nephropathy in non-insulin-dependent diabetics. J Gen Intern Med 1998;13:842–845. 16- Mogenson CE, Christiensen CK. Vitinghaus E. The stages in diabetic renal disease with emphasis on the stage of incipient diabetic nephropathy. Diabetes 1983; 32(suppl 2):64-78 17- Braunwald E, Fauci AS, Kasper DL, Hauser SL, Longo DL, Jameson JL, Çeviri editörü: Sağlıker Y, Harrison iç hasalıkları prensipleri, 2. cilt, 15. baskı çevirisi, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2004 18- Remuzzi G, Schieppati A, Ruggenenti P. Nephropathy in Patients with Type 2 Diabetes. N Engl J Med. 2002;346:1145-1151 63 19- Mogensen CE, Damsgaard EM, Froland A, Nielsen S, de Fine Olivarius N: Microalbuminuria in non-insulin dependent diabetes. Clin Nephrol 1992;38(suppl 1):28-39 20- Bruno G, Merletti F,Biggeri A, Bargero G, Ferrero S, Pagano G, Perin PC. Progression to overt nephropathy in type 2 diabetes. Diabetes care, 2003;26(7):21502155 21- Niskanen LK, Penttila I, Pirvaien M, Usprupa MI. Evolution, risk factors, and prognostic implications of albuminüria in NIDDM. Diabetes Care, 1996;19(5): 486493 22- Murussi M, Gross JL, Silveiro SP. Normoalbüminürik ve mikroalbüminürik tip 2 diyabetli hastalarda ve normal bireylerde glomeruler filtrasyon hızı değişiklikleri. Journal of Diabetes and Its Complications Türkçe baskı 2006;2(4):181-187 23- Akpolat T, Utaş C, Süleymanlar G. Nefroloji el kitabı, 4.baskı, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2007, S:243-251 24- Kennon B, Connell JM. ACE Gene Polymorphism and Diabetic Complications: Is There a Connection? BioDrugs. 2000;14(2):73-81 25- Nosadini R, Velussi M , Brocco E, Bruseghin M, Abaterusso C, Saller A, Vestra MD and all. Course of renal function in type 2 diabetic patients with abnormalities of Albumin excretion rate. Diabetes 2000;49:476-484 26- Pambianco G, Costacou T, Ellis D, Becker D.J, Klein R, Orchard T.J: Tip 1 diyabet komplikasyonlarının 30 yıllık doğal seyri. Diabetes dergisi Türkçe baskı. 2006;2:23-29. 64 27- Strippoli GFM, Craig MC, Schena FP, Craig JC. Role of blood pressure targets and specific antihypertensive agents used to prevent diabetic nephropathy and delay ıts progression. J Am Soc Nephrol. 2006;17:153–155 28- Brenner BM, Cooper ME, de Zeeuw D, Keane WF, et al. Effects of losartan on renal and cardiovascular outcames in patients with type 2 diabetes and nephropathy. N Engl J Med 2001;345:861-869. 29- Vijan S, Hayward RA: Treatment of hypertension in type 2 diabetes mellitus: blood pressure goals, choice of agents, and setting priorities in Diabetes Care. Ann Intern Med. 2003;138:593-602. 30- Fong DS, Aiello LP, Ferris FL, Klein R. Diabetic Retinopaty. Diabetes Care 2004;27: 2540-2553. 31- Romero P, Baget M, Mendez I, Fernandez J, Salvat M, Martinez I. Diyabetik makula ödemi ve renal mikroanjiopati ile ilişkisi: Tip 1 diabetes mellituslu bir hasta gurubunun 15 yıllık izlemine dayalı çalışma. Journal of Diabetes and Its Complications Türkçe baskı 2007;3(3):129-138 32- Sparrow JM, McLeod BK, Smith TD, Birch MK, Rosenthal AR: The prevalence of diabetic retinopathy and maculopathy and their risk factors in the non-insulintreated diabetic patients of an English town. Eye. 1993;7 ( Pt 1):158-63. 33- Özcura F, Helvacı MR. Diabetik Retinopati ve Medikal Tedavisi. Türkiye Klinikleri J Ophthalmol 2006, 15:132-139 34- Girach A, Vignati L. Diyabetin mikrovasküler komplikasyonları-birinin varlığı, diğerinin gelişimini önceden haber verebilir mi? Journal of Diabetes and Its Complications Türkçe baskı 2006;2(4):188-199. 65 35- Henricsson M, Nyström L, Blohm´e G, Östman J, Kullberg C, Svensson M, Schölin A, Arnovist HJ, Björk E, Bolinder J, Eriksson JW, Sundkvist G. The incidence of retinopathy 10 years after diagnosis in young adult people with diabetes. Diabetes care, 2003;26:349-354 36- Chobanian AV, Bakris GL, Black HR et al. The seventh report of the joint national committiee on prevention, detection evaluation and treatment of high blood pressure. The JNC 7 Report JAMA 2003; 289:2560-2572. 37- Altun B, Arıcı M, Nergizoğlu G, Derici Ü, Karatan O, Turgan Ç, Sindel Ş, Erbay B, Hasanoğlu E, Çağlar Ş, and for the Turkish Society of Hypertension and Renal Diseases. Prevalence, awareness, treatment and control of hypertension in Turkey (the Patent study) in 2003. Journal of Hypertension 2005; 23(10):1817-1823 38- Arıcı M, Çağlar Ş. Hipertansiyon ve oluşturduğu sorunlar. Hacettepe tıp dergisi. 2002;33(1):4-9 39- Izzo JL, Black HR, Çeviri editörü: Kazancı G, Primer hipertansiyon, Amerikan Kalp Derneği, 3. baskı, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2004 40- Whitworth JA: Progression of Renal Failure – The Role of Hypertension. Ann Acad Med Singapore 2005;34:8-15 41- Arık N, Korkmaz M. Hipertansiyon, 2. baskı, Format matbaacılık, İstanbul,1999 42- Luft FC: Hypertensive nephrosclerozis-a cause of end-stage renal disease? Nephrol Dial Transplant 2000;15:1515-1517 43- Caetano ERSP, Zatz R, Saldanha LB, Praxedes JN: Hypertensive nephrosclerosis as a relevant cause of chronic renal failure. Hypertension 2001;38:171-176 66 44- Dasgupta I, Porter C, Innes A, Burden R: Benign hypertensive nephrosclerosis. Q J Med 2007; 100:113–119 45- Schrier RW, Çeviri editörü: Süleymanlar G. Böbrek ve Elektrolit Hastalıkları, 6. baskı, Güneş kitabevi, Ankara, 2005:341-394 46- Segura J, Campo C, Rodicio JL, Ruilope LM: ACE Inhibitors and Appearance of Renal Events in Hypertensive Nephrosclerosis. Hypertension. 2001;38[part 2]:645649 47- Trevisan R, Vedovato M, Mazzon C, Coracina A, Iori E, Tiengo A, Del Prato S: Concomitance of diabetic retinopathy and proteinuria accelerates the rate of decline of kidney function in type 2 diabetic patients. Diabetes Care 2002;25:2026–2031 48-Mogensen CE: Systemic blood pressure and glomerular leakage with particular reference to diabetes and hypertension. J. Int. Med. 1994;235:297-316 49-Williams B, Hypertension in diabetes, Çeviri editörü: Çömlekçi A, Çevirmen: Çetinkaya M, AC.T Medikal iletişim yayın org. Dan. İç ve dış tic. Ltd. şti., İstanbul, 2003 50-Klein R, Klein BEK, Moss SE:The relation of systemic hypertension to changes in the retinal vasculature. TR. Am. Opht. Soc.1997;XCV:329-350 51- Parving HH: Going out to detect incipient diabetic nephropathy rather than waiting until it has supervened—a reversal in policy.Nephrol Dial Transplant 1996;11:1728-1729 52- Cöl M, Ocaktan E, Ozdemir O, Yalçin A, Tunçbilek A.Microalbuminuria: prevalence in hypertensives and diabetics. Acta Media Austriaca 2004;31/1:23-29 67 53- Manaviat MR, Afkhami M, Shoja MR. Retinopathy and microalbuminuria in type II diabetic patients. BMC Ophthalmology 2004;4:1-4 54- Bruno G, Cavallo-Perin P, Bargero G, Borra M, Calvi V, D'Errico N, Deambrogio P, Pagano G. Prevalence and risk factors for micro- and macroalbuminuria in an Italian population-based cohort of NIDDM subjects. Diabetes Care. 1996;19(1):43-47. 55- Sheth JJ. Diabetes, microalbuminuria and hypertension. Clin Exp Hypertens. 1999;21(1-2):61-68. 56- Dasmahapatra A, Bale A, Raghuwanshi MP, Reddi A, Byrne W, Suarez S, Nash F, Varagiannis E, Skurnick JH. Incipient and overt diabetic nephropathy in African Americans with NIDDM. Diabetes Care 1994;17(4):297-304 57- De Pablos PL, Martinez J, Martinez MP, Doreste JA. Prevalence of micro- and macroalbuminuria in a Canarian population of type 2 diabetic patients. Relationship with blood pressure, lipid profile, obesity and metabolic control. Diabetes Metab. 1998;24(4):337-43. 58- Varghese A, Deepa R, Rema M, Mohan V. Prevalence of microalbuminuria in type 2 diabetes mellitus at a diabetes centre in southhern India. Postgraduate Medical Journal 2001; 77:399-402 59- Al-Maskari F, El-Sadig M, Obineche E. Prevalence and determinants of microalbuminuria among diabetic patients in the United Arab Emirates. BMC Nephrology 2008; 9(1):1-8 60- Kohler KA, McClellan WM, Ziemer DC, Kleinbaum DG, Boring JR. Risk factors for microalbuminuria in black americans with newly diagnosed type 2 diabetes. Am J Kidney Dis. 2000;36(5):903-913 68 61- Stidley CA, Shah VO, Scavini M, Narva AS, Kessler D, Bobelu A, Maccluer JW, Welty TK, Zager PG. The Zuni Kidney project: a collaborative approach to an epidemic of kidney disease. J Am Soc Nephrol 2003;14:139–143 62- Shah VO, Scavini M, Stidley CA, Tentori F,Welty TK, Maccluer JW, Narva AS, Bobelu A, Albert CP, Kessler DS, Harford AM, Wong CS, Harris AA, Paine S, Zager PG; Epidemic of Diabetic and Nondiabetic Renal Disease among the Zuni Indians: The Zuni Kidney Project. J Am Soc Nephrol 2003;14: 1320–1329 63- Adler AI, Stevens RJ, Manley SE, Bılous RW, Cull CA, Holman RR, on behalf of the UKPDS group. Development and progression of nephropathy in type 2 diabetes: The United Kingdom Prospective Diabetes Study(UKPDS 64). Kidney International 2003;63:225–232 64- De La Sierra A, Bragulat E, Sierra C, Angelats GE, Antonio MT, Aquilera MT, Coca A. Microalbuminuria in essential hypertension: Clinical and biochemical profile British Journal of Biomedical Science 2000;57:287-291 65- Grandi AM, Santillo R, Bertolini A, Imperiale D, Broggi R, Colombo S, Selva E, Jessula A, Guasti L, Venco A. Microalbuminuria as a marker of preclinical diastolic dysfunction in never-treated essential hypertensives. Am J Hypertens. 2001;14:644648. 66- Hitha B, Pappachan JM, Pillai B, Sujathan P, Ramakrishna CD, Jayaprakash K, Misiriya KJR. Microalbuminüri in patients with esantial hypertension and its relationship to target organ damage: an Indian experience. Saudi J Kidney Dis Transpl 2008;19(3):411-419 67- Agrawal B, Wolf K, Berger A, Luft FC. Effect of antihypertensive treatment on qualitative estimates of microalbuminuria. J HumHypertens. 1996;10(8):551-555. 69 68-.Özkurt ZN, Ebinç FA, Keleş H, Ebinç H, Güliter S, Frequency of microalbuminuria and its relationship with other atherosclerotic risk factors in nondiabetic hypertensive patients. Anadolu Kardiyol Derg. 2007;7:224 -226 69- Pontremoli R, Ravera M, Viazzi F, Nicolella C, Berruti V, Leoncini C, Giacopelli F, Bezante GP, Sacchi G, Ravazzolo R, Deferrari G. Genetic polymorphism of the renin-angiotensin system and organ damage in essential hypertension. Kidney International 2000;57:561-569 70- Mimran A, Ribstein J, Du Cailer G. Microalbuminuria in essential hypertension. Clin Exp Hypertens 1997;19(5-6):753-767 71- Hwangi KK, Scott LJ, Chifamba J, Mufunda J, Spielman WS and Sparks HV. Microalbuminuria in urban Zimbabwean women. Journal of Human Hypertension 2000;14:587–593 72- Tam TKW, Cheng LPK, Lau DMW, Lai TC, Lai WY, Ng KK, Ng MY, Kong CW, Tsang LCY.The prevalence of microalbuminuria among patients with type II diabetes mellitus in a primary care setting: cross-sectional study. Hong Kong Med J 2004;10:307-311 73- Martinez MA, Moreno A, de Carcer AA, Cabrera R, Rocha R, Torre A, Nevado A, Ramos T, Neri J, Anton G, Miranda I, Fernandez P, Rodriguez E, Miquel A, Martinez JL, Rodriguez M, Eisman C, Puig JG, on behalf of the MAPA_-Madrid Working Group: Frequency and determinants of microalbuminuria in mild hypertension: a primary-care-based study. Journal of Hypertension 2001;19:319-326 74- Patel KL, Mhetras SB, Varthakavi PK, Merchant PC, Nihalani KD. Microalbuminuria in non-insulin dependent diabetes mellitus. J Assoc Physicians India. 1999;47(6):596-601 70 75- Unnikrishnan R, Rema M, Pradeepa R, Deepa M, Shanthirani CS, Deepa R, Mohan V. Prevalence and risk factors of diabetic nephropathy in an urban south Indian population. The Chennai Urban Rural Epidemiology Study (CURES 45). Diabetes Care 2007; 30:2019–2024 76- Pontremoli R, Cheli V, Sofia A, Tirotta A, Ravera M, Nicolella C, Ruello N, Tomolillo C, Antonucci GC, Bessarione D, et al. Prevalence of micro- and macroalbuminuria and their relationship with other cardiovascular risk factors in essential hypertension. Nephrol Dial Transplant. 1995;10(suppl 6):6-9. 77- Tapp RJ, Shaw JE, Harper CA,de Courten MP,Balkau B,Mccarty DJ,Taylor HR, Welborn TA, Zimmet PZ. The prevalence of and factors associated with diabetic retinopathy in the Australian population. Diabetes Care 2003;26:1731–1737 78- Rema M, Premkumar S, Anitha B, Deepa R, Pradeepa R, Mohan V. Prevalence of diabetic retinopathy in urban India: The Chennai Urban Rural Epidemiology Study (CURES) Eye Study, I. Investigative Ophthalmology & Visual Science 2005;46:2328-2333 79- West SK, Klein R, Rodriguez J, Mu˜noz B, Broman AT, Sanchez R, Snyder R. Diabetes and diabetic retinopathy in a Mexican-American population. Diabetes Care 2001;24:1204-1209 80- Mash B, Powell D, du Plessis F, van Vuuren U, Michalowska M, Levitt N. Screening for diabetic retinopathy in primary care with a mobile fundal camera – evaluation of a South African pilot Project. S Afr Med J 2007;97:1284-1288. 81- Wong TY, Klein R, Duncan BB, Nieto FJ, Klein BEK, Couper DJ, Hubbard LD, Sharrett AR. Racial differences in the prevalence of hypertensive retinopathy. Hypertension 2003;41:1086-1091 82- Sharp PS, Chaturvedi N, Wormald R, McKeigue PM, Marmot MG, Young SM 71 Hypertensive retinopathy in Afro-Caribbeans and Europeans. Hypertension 1995;25:1322-1325 72