TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Münâfıkların davranışları, her devirde benzer şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, başta Baş Münâfık Abdullah bin Übey bin Selûl başta olmak üzere, Saadet Dönemi’ndeki ana münâfıkları tanımakta dünyevî ve uhrevî çok faydalar vardır. Münâfıklar, en zor durumlarında ortaya çıkarak Müslümanları ortalıkta bırakırlar. Kişinin îmanının belirtisi, o kişiyi iyiliklerin sevindirmesi, günah ve kötülüklerin üzmesidir. Kalp kararması, günah ve günahların sonunda oluşan mânevî bir hastalıktır. Kalp kararmasının belirtisi (turnusol kâğıdı) ise, gerek küçük ve gerekse büyük bir günah karşısında insanın üzüntü duymamasıdır. Prof. Dr. Mustafa TEMİZ€ 11.02.2014 "Yâ Rasûlallah! Bana haber verildi ki; sen, babam Abdullah bin Übey bin Selül'ü, ondan sana gelen birşey hakkına öldürmek istiyormuşsun. Eğer bunu muhakkak yapmak gerekiyorsa, bana emret! Ben onun başını kesip sana getireyim!” Baş Münâfık Abdullah bin Übey bin Selül'ün oğlu Abdullah "Abdullah bin Übey bin Selûl'ün Boynunu Vurayım! Yâ Rasûlallah! Eğer onu Muhâcirler’den birisinin öldürmesini uygun görmezsen, Sa'd bin Muaz'a veyâ Muhammed bin Mesleme'ye emret! Onu onlar öldürsünler! Yâhut emret! Abbâd bin Bişr gidip öldürsün onu!" Hz. Ömer "Nasıl olur yâ Ömer! Bu kim? Halk, aralarında, 'Muhammed ashâbını öldürüyor?’ demezler mi? Hayır! Ben böyle bir şey yapmayacağım! Sen hemen yolculuğa hazırlanmaları için Müslüman’lara seslen!" Hz. Muhammed Giriş Mü’minler için en tehlikeli ve aldatıcı olanlar, Müslümanlar arasında bulunan münâfıklardır. Onun için mü’minlerin münâfıkları iyi tanımaları gerekir. Bu münâsebetle, onları, onların pîri sayılan Târihî Abdullah bin Übey bin Selûl’den başlayarak öğrenmek gerekiyor. Çünkü münâfıkların davranışları her devirde benzer şekillerde ortaya çıkmaktadır. Abdullah bin Übey bin Selûl’den Münâfıklık Kabalığı- "Üstümüzü Tozlatma!" Peygamberimiz (SAV), Bedir Savaşı'ndan önce, bir gün, üzerine Fedek işi saçaklı kadifeden palan vurulmuş bir eşeğe binip (o sırada çocuk bulunan) Üsâme bin Zeyd'i de terkisine Târihî Münâfiklar, Asım Köksal’ın ‘İslâm Târihi’ adlı eserinden derlenmiştir. NOT: Bâzı makâleler, verilen İnternet Elektronik Adresi’nde zamanla meydana gelebilecek değişikliler nedeniyle, görüntülenmeyebilirler. İstenilen makâlenin adı, eksiksiz olarak Google’a ya da arama motoruna yazılırsa (kopyalanırsa), istenen makâleye kolayca ulaşılabilir. Hattâ, makâlelerimde varsa, bir KONU’yu merak edenler için, Google’a ya da arama motoruna tırnak içinde, örneğin, “prof. dr. mustafa temiz”+KONU [eski makâleler için “doç. dr. mustafa temiz”+KONU ya da “yrd. doç. dr. mustafa temiz”+KONU] yazarak istenilen KONU hakkında kolayca bilgiye ulaşmak mümkündür. € 2 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ aldı ve Haris bin Hazrec Oğulları mahallesindeki evinde hasta bulunan Sa'd bin Ubâdeyi ziyârete gitti. Yolda, Abdullah bin Übey bin Selûl’e rastladı. Abdullah bin Übey, köşkünün gölgesinde oturuyor ve çevresinde Müslüman’lardan, putlara tapan müşriklerden ve Yahûdiler’den birtakım kimseler bulunuyordu. Abdullah bin Revâha da o mecliste bulunuyordu. Peygamberimiz (SAV), Abdullah bin Übey bin Selûl’ü görünce, inip selâmlamadan, görüşmeden geçmeyi uygun görmedi. Merkebin durmasıyla kaldırdığı toz meclisi kapladı. Abdullah bin Übey bin Selûl, kaftanıyla burnunu kapadı ve Peygamberimiz (SAV)’e: "Üstümüzü tozlatma!" diyerek kabalık ve saygısızlık yaptı. Demek ki, münâfıklıkta yeri geldiğinde kabalık ve nezâketsizlik de vardır. Peygamberimiz (SAV), merkepten inip onlara selâm verdi. Biraz oturdu. Kur'ân-ı Kerîm okudu. Orada bulunanları Yüce Allah'a (CC) îmana ve İslâmiyet’e dâvet etti. Allah’ı (CC) hatırlattı. Onları Âhiret azâbıyla korkuttu, Âhiret nîmetleriyle müjdeledi. Bu sırada Abdullah bin Übey bin Selûl ise susuyor, hiç konuşmuyordu. Peygamberimiz (SAV) sözlerini bitirdiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselâma: "Ey kişi! Senin bu söylediklerin hak ve gerçekse, bundan daha güzel birşey olamaz! Fakat sen bizim meclisimize gelip de bizi bununla rahatsız etme! Konak yerine git! Sana gelen olursa, bunları onlara anlat! Evinde otur! Sana gelmeyen kimseyi bununla rahatsız etme ve onun meclisine de, onun hoşlanmadığı birşeyle gelme!" dedi. Görüyorsunuz, târihî Baş Münâfık Abdullah bin Übey bin Selûl, gerçekten Âlemlerin Sultânı Hz. Muhammed Mustafa Peygamberimiz (SAV)’e gösterdiği saygısızlığıyla gerçekten münâfıkların başı olduğunu göstermiştir. Münâfıklar, işte bu yüzden Cehennem’de kâfirlerden daha derin olan yerlere yerleştirileceklerdir. Fakat Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Allah’ın (CC) emri gereği olarak İslâm Din’ini tebliğ etmekle görevli olduğu için bunu yapmak zorunluluğu içindeydi. Hemen burada, ona selâm vermek için duran Peygamberimiz’in (SAV) nezâketini ve Abdullah bin Übey bin Selûl’ün ise ne kadar saygısız olduğunu da belirtelim. Abdullah bin Übey bin Selûl’'ün yukarıdaki saygısız sözü üzerine, orada bulunan Müslümanlar’dan Abdullah bin Revâha ise, İslâm’ı kast ederek: "Hayır, Yâ Rasûlallah! Sen onu bize getir! Her zaman meclislerimize, evlerimize, barklarımıza buyur! Bizi meclislerimizde onunla bürü! Vallâhi, o bizim sevdiğimiz şeylerdendir. Bize Allah'ın ikram ettiği ve bizi kendisine hidâyet eylediği şeylerdendir. Biz onu çok severiz!" der demez, Müslüman’larla müşrikler ve Yahûdiler birbirlerine sövüp saymaya, vuruşmaya başladılar. Hattâ birbirlerini öldürecek dereceye vardılar. Peygamberimiz (SAV), onları teskine çalışıp yatıştırdılar. SAV kısaltması, ”Sallâllâhü Aleyhi ve Sellem - Allah O’na salât etsin.” demektir. CC kısaltması, “Celle Celâlühû - O’nun şânı çok yücedir.” demektir. 3 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Abdullah bin Übey bin Selûl, kavminden o zamana kadar görmediği bir muhalefeti görünce, kendi kendine: "Senin kölen senin hasmın olduğu zaman, zelil olur gidersin! Seninle güreş tutanlar seni yıkarlar! Şâhin, kanadı olmadan, yerden fırlayabilir mi, hiç? Şâyet bir gün onun yeleği kesilirse, o mutlaka düşer!" diyerek söylendi. Bunun üzerine, Peygamberimiz (SAV) eşeğine binerek Sa'd bin Ubâde'nin evine vardı, içeri girdi. Abdullah bin Übey bin Selûl'ün söylediği söz, Peygamberimiz (SAV)’in yüzünde okunuyordu. Sa'd bin Ubâde: "Vallâhi, Yâ Rasûlallah! Ben senin yüzünde birşey görüyorum! Sanki hoşuna gitmeyen bir şey işitmiş gibisin?" dedi. Peygamberimiz (SAV): "Evet! Öyle oldu, Ey Sa'd! Ebû Hubab'ın ne söylediğini duymadın mı? O şöyle şöyle söyledi!" diyerek, Abdullah bin Übey bin Selûl'ün söylediklerini Sa'd bin Ubâde'ye haber verdi. Sa'd bin Ubâde: "Yâ Rasûlallah! Sen ona yumuşak davran! Onun kusurunu affet! Sana Kitâbı indiren Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın irâdesi sana peygamberlik vermek sûretiyle tecelli etti. Hâlbuki şu beldeciğin (Medîne'nin) halkı Abdullah bin Übey bin Selûl'e taç giydirmeye ve tacın üzerine de kırallığa mahsus sarık sarmaya hazırlanmış bulunuyorlardı.” “Fakat Allah, sana ihsan buyurduğu peygamberlik hakkıyla, onların bu tasavvurlarını imkânsız hâle koydu. Bu mahrûmiyetle, Abdullah bin Übey mahzun ve mükedder oldu.” “Yâ Rasûlallah! İşte bu kederle, o gördüğünüz çirkin harekette bulunmuştur. Vallâhi, o umup durduğu krallığı kendisinden senin soyup aldığın görüşüne kapılmıştır. Sen onu af buyur!" dedi. Peygamberimiz (SAV) de Abdullah bin Übey bin Selûl’ü affetti. Zâten, Peygamberimiz (SAV) de, ashâbı da, Yüce Allah'ın (CC) bu husustaki buyruğuna uyarak gerek müşriklerin, gerek Kitab Ehli olanların kusurlarını affediyor, onların işkencelerine katlanıyorlardı. Nihâyet, Yüce Allah (CC), onlarla savaşmaya izin verince, Bedir Savaşı yapıldı. Böylece Allah (CC), Kureyş kâfirlerinin ulularını, azılılarını orada öldürdü. Bunun üzerine, putlara tapan Medîne’li müşriklerden Abdullah bin Übey bin Selûl ile birlikte hareket eden kişiler, "Artık, bu zafer ve galebenin ona yöneldiğini açıkça gösteren bir vâkıâdır!" diyerek Peygamberimiz (SAV)’e İslâmiyet üzerine biat edip Müslüman olmak zorunda kaldılar. Müslüman oldular ama mü’min olabildiler mi? 4 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Abdullah bin Übey bin Selûl de, kavminin böyle kendisinden ayrılıp uzaklaştığını ve İslâmiyet’e sarıldığını görünce, kalbinde taşıdığı olanca nifâkı ve düşmanlığıyla birlikte, istemeyerek İslâmiyet’e girmek zorunda kaldı ama mü’min olamadı. Abdullah bin Übey bin Selûl, münâfıkların başı idi. Yahûdi bilginlerinin münâfıklarından Vedia, Mâlik bin Ebî Kavkal, Süveyd ve Dâis, Abdullah bin Übeyy bin Selûl'ün yanında toplanırlardı. Dırâr Mesciti Münâfıkların Peygamberimiz'e (SAV) açtırmak istedikleri mescite Dırâr Mesciti denir. Medîne'de münâfıklar, İslâm aleyhindeki faaliyetlerini açıkça ve rahatça yapamadıkları için, İslâm devletinin tâkibinden kendilerini koruyacak, gizli çalışmalarını yürütmeye elverişli bir merkeze ihtiyaç duyuyorlardı. Peygamberimiz (SAV)'in Medîne'ye hicret etmesi üzerine Ebû Âmir, irtibatlı bulunduğu Medîne'deki münâfıklara mescit şeklinde bir merkez kurmalarını tavsiye etmişti. Bunun üzerine Münâfıklar, 630 senesinde Medîne'de Sâlim bin Avf Oğulları’nın bölgesinde Kubâ Mescidi'ne yakın bir yerde sözde bir mescit yaparak Peygamberimiz (SAV)'e müracaat ettiler. İçlerinden yaşlıların ve özür sâhiplerinin merkezdeki Medîne Mescidi'ne devamlı olarak gelemediklerini, bâzen yağmurlu ve soğuk günlerde kendilerinin de cemaate katılamadıklarını, bu sebeple kendi bölgelerinde namazı cemaatle kılabilmek üzere, bir mescit inşâ ettiklerini belirterek, mescitlerine gelip namaz kıldırmasını ve böylece bu mescitin açılışını yaparak Peygamberimiz (SAV) tarafından resmen tanınmasını istediler. Bu sırada Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Tebûk Gazvesi'nin hazırlıkları ile son derece meşguldu ve sefere çıkmak üzere idi. Bu sebeple kendisine müracaat edenlere, ancak seferden döndükten sonra mescitlerine gelebileceğini belirtti. Peygamberimiz(SAV) Efendimiz, Tebük Seferi’nden dönerken, Medîne yakınlarında Tevbe Sûresi’nin 107-110 âyetleri nâzil oldu. Bu âyetlerde 1 söz konusu mescitin Müslümanlar’a zarar vermek, Peygamberimiz (SAV)’i inkâr (dırâr) etmekte güçlenmek, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarmak, daha önce Allah ve Resûlü’ne karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak amacıyla yapılmıştı. Ve de Münâfıkların bu amaçlarını gizlemek için "Biz sâdece iyilik yapmak istiyorduk." diye yemin ettikleri, buna rağmen yalancı oldukları belirtilerek âyetlerde şöyle buyuruluyordu: Tevbe Sûresi, âyet 107-110: “Bir de inadına zarar vermek, kâfirlik etmek, mü'minlerin arasına tefrika sokmak ve daha önce Allah ve peygamberine karşı savas açan bir herife pusu, gözcülük yapıvermek için tuttular bir mescit yaptılar. Bununla berâber, "İyi niyetten baska bir maksadımız yoktur!" diye yemin edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah sâhittir. “O mescit içinde sen kesinlikle namaza durma! Tâ ilk gününde temeli takvâ üzerine kurulan mescit elbette içinde namaz kılmana daha lâyıktır. Onun içinde günahlarından arınmayı seven kişiler vardır. Allah da arınmış, ak, pak olmuş olanları sever. O halde binâsını Allah korkusu ve Allah rızâsı üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır, yoksa binâsını yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenârına kurup da onunla birlikte Cehennem’e yuvarlanan mı daha hayırlı? Allah, zâlimler gürûhunu hidâyete erdirmez. Onların kurmuş oldukları bu türlü binâlar, kalpleri parça parça olmadıkça, kalblerinde bir nifak düğümü olup kalacaktır. Allah, alîmdir, hakîmdir.” 1 5 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ “Onun için kesinlikle orada namaza durma! Tâ ilk gününde temeli takvâ üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana elbette daha lâyıktır. Onun içerisinde tertemiz olmayı seven kimseler vardır. Allah da çokça temizlenenleri sever. Binâsının temelini Allah'tan (CC) korkma ve rızâsını kazanma esâsı üzerine kuran mı, yoksa binâsını bir uçurumun kenârına kurup da onunla Cehennem’in ateşine göçen mi daha hayırlıdır?” “Allah, zâlimler gürûhunu doğru yola sevketmez. Yürekleri paramparça oluncaya kadar yaptıkları o mescit dâima bir şüphe kaynağı olarak kalplerinde kalacaktır. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir” Münâfıklar, Dırâr Mesciti’ni açmak için Peygamberimiz (SAV)'in seferden dönmesini beklemişler fakat Peygamberimiz (SAV) Medîne'ye dönünce, gerçek mâhiyeti konusunda Allah (CC) tarafından bilgilendirildiği, yönlendirildiği Dırâr mescitini, görevlendirdiği birkaç sahâbe vâsıtasıyla yaktırarak ortadan kaldırmış, böylece, münâfıkların belli bir merkezde toplanıp üslenerek faaliyette bulunmalarına fırsat vermemiştir. Kübâ'daki Oniki Münâfık Kübâ'da oturan 12 münâfık vardı. Onlar Ebû Âmir Fâsık ile gizli gizli görüşür, konuşur, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz ile ashâbını Medîne'den çıkarmayı tasarlarlardı. Ebû Âmir; Dubâya Oğulları’ndan olup, Râhip diye anılırdı. Allah adamlığına, ruhbanlığa özenir, kıldan ruhbanlık elbisesini giyerdi. Baş Münâfık Abdullah bin Übey bin Selûl de onun halasının oğlu idi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, peygamber olarak gönderilince, kıskançlığı tutan Ebû Âmir Peygamberimiz (SAV)’e gelerek: "Senin şu getirmiş olduğun din nedir?" diye sordu. Peygamberimiz (SAV) "İbrâhim (AS)’ın dini olan hanîfliği getirdim." buyurdular. Ebû Âmir, "Onun üzerinde olan benim!" dedi. Peygamberimiz (SAV), "Sen onun üzerinde değilsin!" buyurdular. Ebû Âmir, "Hayır, ey Muhammed! Sen, hanîfliğe, onda olmayan şeyleri soktun!" dedi. Peygamberimiz (SAV), "Ben öyle birşey yapmadım. Fakat onu sâf ve tertemiz olarak getirdim!" buyurdu. Ebû Âmir, "Yalancıyı Allah kovulmuş, garip ve yapayalnız bir hâlde öldürsün!" dedi. Peygamberimiz (SAV): "Evet! Yalancı kimseyi Yüce Allah böyle yapsın.” buyurdular. Ebû Âmir; kendisine tâbi olan 50 genci yanına alarak Mekke'ye gitti. Bedir savaşında müşriklerin yanında yer alıp çarpıştı. O, Müşrikleri Uhud ve Hendek savaşı için de ayaklandıranlar ve Peygamberimiz (SAV) ile çarpışanlar arasında idi. Peygamberimiz (SAV) Mekke'yi fethedince, Ebû Âmir Tâife, Tâifliler Müslüman olunca da Şam'a kaçtı. Orada, Hıristiyanlığı kabul etti. Şam'da kovulmuş, garip, yapayalnız olarak ölüp gitti! 6 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Böylece kendisi ile Peygamberimiz (SAV)’in berâberce ittifak ettikleri duâ yerine gelmiştir. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in Münâfıkları Îkâzı Münâfıklar, bir gün toplanıp İslâmiyet ve Müslümanlar aleyhinde konuşmuşlardı. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz Mescit’te verdiği hutbesinde Allah'a (CC) hamd ü senâda bulunduktan sonra, münâfıklara hitâben: "Sizlerden bâzı kimseler toplandılar, şöyle şöyle söylediler! Kalkın! Allah’tan yarlıganmanızı dileyin! Ben de sizin için yarlıganmanızı dileyeyim." buyurdular. Fakat hiçbiri yerlerinden kımıldamadılar, ayağa kalkmadılar. Peygamberimiz (SAV): "Siz niçin kalkmıyorsunuz? Kalkın ve Allah'tan yarlıganmanızı dileyin! Ben de sizin için Allah'tan mağfiret dileyeyim." buyurdu ve sözünü üç kere tekrarlayıp: "Siz ya kendiliğinizden kalkarsınız ya da ben sizi isimlerinizi anarak kaldıracağım!" buyurduktan sonra, “İsmini andığım ayağa kalksın!” dediler. ‘Kalk! Ey filan… Kalk! Ey filan… Kalk! Ey filan…’, diyerek 36 kişinin ismini anmaya başlamıştır. İsimleri anılanlar, hor ve hakîr bir hâlde, ayağa kalktıklarına, Peygamberimiz (SAV): "Allah'tan korkunuz!" buyurdular. Yine bir gün, münâfıklardan bâzıları Mescit’te toplanmışlardı. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, onların birbirleriyle fısıldaştıklarını görünce, Mescit’ten dışarı çıkarılmalarını emir buyurdular. Onlar Mescit’ten itilerek, sürüklenerek dışarı çıkarıldılar: Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd el-Ensarî kalkıp Ganm bin Neccar Oğulları’ndan, Câhiliye Devri’nde onların putlarının bakıcısı olan Amr bin Kays'a doğru vardı. Onu ayağından tutup sürükleyerek Mescit’ten dışarı çıkardı. Çıkarılırken o Ebû Eyyûb'a: "Ey Ebû Eyyûb! Beni Salebe Oğulları’nın hurma kurutma yerinden mi çıkarıyorsun?" diyordu. Bundan sonra, Neccar Oğulları’ndan bir kimse olan Râfi bin Vedia’ya doğru vardı. Onu boynundan ridâsıyla tutup şiddetli bir şekilde çektikten ve yüzüne bir şamar indirdikten sonra, Mescit’ten dışarı çıkardı. Dışarı çıkarırken de ona: "Ey habîs münâfık! Yuh sana! Ey münâfık! Resûlullah Aleyhisselâm’ın Mesciti’nden, geldiğin yoldan geri dön!" diyordu. Umâre bin Hazm kalkıp Zeyd bin Amr'a doğru vardı. Zeyd, uzun sakallı bir adamdı. Umâre onu sakalından tutup şiddetle çekti, Mescit’ten dışarı çıkardıktan sonra, iki avucunu birleştirip göğsüne hızlıca bir yumruk indirdi. Zeyd bin Amr, yere serildiği zaman: "Ey Umâre! Beni çok hırpaladın!" dedi. 7 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Umâre de ona: "Ey Zeyd! Allah seni rahmetinden uzak kılsın! Allah'ın senin için hazırladığı azap bundan daha şiddetlidir! Sen bir daha sakın Resûlullah Aleyhisselâm’ın Mesciti’ne yaklaşma!" dedi. Neccar Oğulları’ndan Ebû Mes'ud bin Evs, kalkıp Kays bin Amr bin Sehl'e doğru vardı. Kays genç biriydi, ondan başka genç münâfık yoktu. Ebû Mes'ud kafasını sürterek onu Mescit’ten dışarı çıkardı. Belhadre bin Hazrecler’den Ebû Sâid el-Hudrî’nin kavminden Abdullah bin Hâris kalkıp Hâris bin Amr'a doğru vardı. Hâris perçemli bir adamdı, onu perçeminden hızlıca tutup çekti. Yerde sürükleyerek Mescit’ten dışarı çıkardı. Hâris bin Amr, çıkarılırken, Abdullah bin Hâris'e: "Ey Hâris'in oğlu! Andolsun ki, sen bana çok katı davrandın!" diyordu. Abdullah bin Hâris ise ona: "Sen buna lâyıksın! Ey Allah düşmanı! Allah senin hakkında 'Resûlullah Aleyhisselâm’ın Mesci’dine aslâ yaklaşma!' diye âyet indirdi. Çünkü sen necissin, pissin!" dedi. Amr bin Avf Oğulları’ndan bir adam kalktı, kardeşi Züvey bin Hâris'e doğru vardı. Onu şiddetli bir şekilde Mescit’ten dışarı çıkardı ve: "Yuh sana! Şeytan ve şeytanın işi sana hâkim olmuş!" dedi. İşte bunlar, o gün Mescit’te bulunan ve dışarı çıkarılmaları Peygamberimiz (SAV) Efendimiz tarafından emir buyurulan münâfıklardandı. Münâfıklık Faaliyetleri Uhud Savaşı bir belâ, bir imtihan, herkesin içindekini dışına vurma günü olmuş; mü'mini, münâfığı ortaya çıkarmıştır. Münâfıklar, Müslüman’ların şehitlerine ağlayıp sızlamalarını Müslüman’ları Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’den ayırmak için bir fırsat saymışlardır. Ayrıca, Uhud Savaşı’nda Yahûdiler’in hıyânet ve yaramazlıkları da açığa çıkmıştı. Öyle ki, Medîne'de nifak ve fesat kazanı kaynamaya başlamıştır. Yahûdiler, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz hakkında: "Eğer gerçekten peygamber olsaydı, Kureyş müşriklerini yener, onlara yenilmezdi! Kendisinin hükümdarlıktan, saltanattan başka bir maksadı yoktur!" diyorlardı. Münâfıklar da aynı şeyi söylüyor, yaralı Müslümanlar’a: "Bize îtaat etmiş olsaydınız, uğradığınız musîbete uğramazdınız!" diyerek münâfıklıklarını perçinliyorlardı. Abdullah bin Übey bin Selûl ve onunla birlikte olan münâfıklar, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in sahâbilerinin yaralanmış olmalarına seviniyorlar, çirkin sözler söylüyorlar, yaygara koparmaktan geri durmuyorlardı. Abdullah bin Übey bin Selûl, Uhud'da yaralanmış olan oğluna: 8 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Sen benim görüşümü dinlemeyen, gençlerin görüşüne uyan Muhammed'le Uhud'a gitmeseydin, bu musîbete uğramazdın! Vallâhi, ben işin bu sonuca varacağını görür gibiydim!" diyor. Oğlu Abdullah ise: "Allah'ın, Resûlüne ve Müslüman’lara yapmış olduğu şeyde, muhakkak, hayır ve hikmet vardır!" diyerek cevap veriyordu. Baş Münâfık’a Karşı Sert Muamele Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Medîne'ye hicret edip geldikten ve Mescit yapıldıktan sonra Abdullah bin Übey bin Selûl, her Cumâ günü Mescit’e gelir, dâimâ Mescit’in belli bir yerinde oturur, hiç kimse ona îtiraz etmez, kendisinin mevkiine ve kavmine hürmeten, bu hareketi hoş görülürdü. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Cumâ günü Mescit’te Müslüman’lara hutbe irâdedip oturunca, Abdullah bin Übey bin Selûl ayağa kalkar ve: "Ey insanlar! Allah'ın aranızda bulundurup sizi onunla gâlip ve üstün kıldığı, şereflendirdiği bu Resûlü’ne yardım ediniz ve saygı gösteriniz! Onun sözlerini dinleyiniz ve kendisine îtaat ediniz!" der, otururdu. Abdullah bin Übey bin Selûl, Uhud günü, yapılmayacak şeyleri yaptığı, kendisine uyan halk ile geri döndüğü zamana kadar, hep böyle yapardı. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz Hamrâü'l-Esed Seferi’nden döndükten sonra, Cumâ günü, Abdullah bin Übey bin Selûl, yine öteden beri yapmakta olduğunu yapmak için ayağa kalkınca, Müslümanlar elbisesinin eteklerinden çekerek ona: "Otur ey Allah düşmanı! Sen buraya lâyık değilsin! Sen yapacağın kötülüğü yaptın!" dediler. Orada bulunanlardan Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd el-Ensârî ile Ubâde bin Sâmit, Abdullah bin Übey bin Selûl’e, en sert ve katı davranan kişilerden idiler. Muhâcirler’den, ona müdâhale eden olmadı. Ebû Eyyûb, Abdullah bin Übey bin Selûl’ün sakalından tuttu, Ubâde bin Sâmit de boynundan itti ve: "Sen buraya lâyık değilsin!" dediler. Abdullah bin Übey bin Selûl, ne yapacağını şaşırdı, dışarın çıktı. "Sanki ben büyük bir kabahat işlemişim, kötü bir söz söylemişim? Vallâhi ben onun işini pekiştirmek için ayağa kalkmıştım!" diyerek dert yanmaya başladı. Mescit’in kapısında Muavviz bin Afrâ ile karşılaştı. Muavviz ona: “Yazıklar olsun sana! Ne oldu sana?" diye sordu. Abdullah bin Übey bin Selûl: 9 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Onun işini pekiştirmek için ayağa kalkmıştım. Sanki büyük bir kabahat işlemişim, kötü bir söz söylemişim gibi, onun ashâbından birtakım adamlar yerlerinden fırlayıp üzerime yürüdüler, beni çekmeye, itmeye, suçlamaya, azarlamaya başladılar. Hâlbuki ben onun işini pekiştirmek için kalkmıştım!" dedi. Muavviz: "Yazıklar olsun sana! Dön de, Resûlullah Aleyhisselâm senin için Allah'tan af ve mağfiret dilesin!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selûl: "Vallâhi onun benim için af ve mağfiret dilemesini istemiyorum!" dedi. Mescit’te Müslümanlar’la birlikte oturduğunu gördüğü oğluna da: "Muhammed beni Sehl ve Süheyl'in hurma kurutma yeri olan(!) Mescit’ten çıkardı!" dedi. Münâfıklık Faaliyetleri Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, tarafından yurtlarından kovulan Benî Nadîr Yahûdileri, birkaç gün içinde yol hazırlığına başladılar. Zülcedr Melası’nda bulunan binek develerini getirtmek için adam gönderdiler. Eşcâ Kabîlesi halkından da, develer kirâladılar. Onların böyle hazırlandıkları sırada, münâfıkların başı Abdullah bin Übey bin Selûl, onlara, adamlarından Süveyd ile Dâis'i gönderdi. Bunlar, Benî Nadîr Oğulları Yahûdileri’ne gidip: "Abdullah bin Übey bin Selül, size, 'Sakın yurdunuzu ve mallarınızı bırakıp gitmeyiniz! Kalenizde oturunuz! Benim yanımda bulunan kavmimden ve başka Araplar’dan iki bin kişi sizinle birlikte kalenize girecekler, hepsi ölmeyi göze alacaklardır! Kurayzâ Oğulları Yahûdileri de size yardım ederler, sizi bırakmazlar! Gatafan'dan olan müttefikleriniz de size yardım ederler! diyor." dediler. Abdullah bin Übey bin Selûl, Benî Nadîr Yahûdileri’yle Peygamberimiz (SAV) Efendimiz arasında çarpışma olmasını çok istiyor, Huyey bin Ahtab'a haber gönderip onu çarpışmaya teşvik etmekten geri durmuyordu. Huyey bin Ahtab da, onun sözüne aldanarak: 'Bizim yurdumuzu ve mallarımızı bırakıp gitmeyeceğimizi bilsin, elinden geleni geri koymasın, yapsın!' diye Muhammed'e haber gönderirim. Kalelerimizi onarır, içlerine gireriz. Büyük kapı ve sokakları tutarız. Kalelerimize taş taşırız. Yanımızda bir yıl yetecek kadar yiyeceğimiz de var! Kalelerimizdeki suyumuzun da kesilmesinden korkumuz yok! Muhammed bizi bir yıl muhasara etmeyi göze alabilir mi? Bunu göze alamaz!" dedi. Kardeşi Cüdey bin Ahtab'ı Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’e gönderdi ve: "Biz yurdumuzdan çıkıp gitmeyeceğiz, elinden geleni yap, geri bırakma!" dedirtti. Baş Münâfığın Köpek Benzetmesi 10 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Baş münâfık, Sinan ile Cahcah arasında çıkan bir hâdise sırasında, münâfıklardan Mâlik, Dâis, Süveyd, Evs bin Kayzî, Muattib bin Kuşeyr (veyâ Kays), Zeyd bin Lusayt (veyâ Salt), Abdullah bin Nebtel ve daha başkaları ile birlikte oturuyordu. Cahcah'ın "Ey Kureyş hânedânı! Yetişin!" diyerek haykırdığını işitince: Abdullah bin Übey bin Selûl, "Ey Evs Oğulları! Ey Hazrec Oğulları! Dostunuz ve müttefikiniz olan Sinan bin Veber el-Cühenî'ye yardımcı olunuz!" dedi ve bu kadarla da kalmadı; yanında kendi kavminden, kâbilesinden bâzı kimseler ve o sırada pek genç olan Zeyd bin Erkam da bulunduğu hâlde: "Demek onlar böyle yaptılar ha? Kendi yurdumuzda bize hâkim oldular, çoğaldılar, bize karşı soy soplarıyla, çokluklarıyla iftihar ettiler! Vallâhi, Kureyşliler’in Müslümanlar’ı ile misâlimiz, ancak, evvelkilerin şu mesellerinde dedikleri gibidir: 'Besle köpeğini, yesin seni!’ “Amma vallâhi, Medîne'ye dönersek, muhakkak, en şerefli ve güçlü olan şerefsiz ve güçsüz olanı oradan sürüp çıkaracaktır!" dedikten sonra kavminden yanında bulunanlara yöneldi ve: "Bu, sizin kendi kendinize yaptığınız birşeydir: Beldelerinizi onlara helâl ettiniz, peşkeş çektiniz! Mallarınızı onlarla bölüştünüz! Vallâhi, eğer siz ellerinizdekini tutar, onlardan esirgerseniz, muhakkak, sizin yurdunuzdan başka bir diyâra yönelir, giderler! Sizler onların uğrunda ölüp evlâtlarınızı yetim ettiniz ve azaldınız, onlar ise çoğaldılar. Onun [Resûlullahın] yanındakilere nafaka [zekât ve sadaka] vermeyin ki, onlar onun etrafından dağılıp gitsinler!” dedi. Zeyd bin Erkam, Abdullah bin Übey bin Selûl'ün meclisinden kalkıp Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in yanına geldi. Abdullah bin Übey bin Selûl’den işittiklerini haber verince, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz renkten renge girdi. Peygamberimiz’in (SAV) Efendimiz, yanında Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Sa'd bin Ebî Vakkas, Muhammed bin Mesleme, Evs bin Havlî, Abbâd bin Bişr gibi, Muhâcir ve Ensar ashâbından daha bâzıları vardı. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz Zeyd bin Erkam'a: "Ey çocuk! Ona (karşı herhangi birşeyden dolayı) kızmış olmayasın?" diye sordu. Zeyd bin Erkam: "Hayır! Vallâhi, ben bunları ondan işittim!" dedi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz "İşittiklerinden, yanılmış olmayasın?" diye tekrar sordu. Zeyd bin Erkam: "Hayır, yâ Rasûlallah! Yanlışım yok!" dedi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz yine "Onun hakkında sen bir benzetme, bir yakıştırma yapmış olmayasın?" diye sordu. Zeyd bin Erkam: "Hayır, vallâhi yâ Rasûlallah! Ben bunları ondan işittim!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selûl'ün söyledikleri, Ordugâh’a yayıldı. Halk arasında, onun sözünden başka, konuşulan söz yoktu. Ensardan bir topluluk, Zeyd bin Erkam'ı tevbeye dâvet ettiler ve: "Sen, kavminin büyüğüne söylemediği şeyi söyledi demekle büyük zulüm ve haksızlık ettin! Akrabalık haklarını kopardın!" diyerek kınadılar. Zeyd ise: 11 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Vallâhi, Hazrec kavmi arasında, bana Abdullah bin Übey bin Selûl'den daha sevgili bir adam yoktu. Vallâhi, bu sözleri babamdan da işitmiş olsaydım, ben onu Resûlullah Aleyhisselâma eriştirirdim!” “Yüce Allah'ın peygamberine bu hususta vahiy indirip, benim mi yoksa başkasının mı yalancı olduğunu bildireceğini ve Resûlullah Aleyhisselâmın benim sözlerimi doğrulayacağını umuyorum." dedi ve: "Allah'ım! Peygamberine, benim sözlerimi doğrulayacak vahyini indir!" diyerek yalvardı. Tartışma Hz. Ömer, "Abdullah bin Übey bin Selûl'ün Boynunu Vurayım! Yâ Rasûlallah! Eğer onu Muhâcirler’den birisinin öldürmesini uygun görmezsen, Sa'd bin Muaz'a veyâ Muhammed bin Mesleme'ye emret! Onu onlar öldürsünler! Yâhut emret! Abbâd bin Bişr gidip öldürsün onu!" dedi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "Nasıl olur, Yâ Ömer! Bu kim? Halk, aralarında, 'Muhammed ashâbını öldürüyor?’ demezler mi? Hayır! Ben böyle bir şey yapmayacağım! Sen hemen yolculuğa hazırlanmaları için Müslüman’lara seslen!" buyurdu. Bunun üzerine, Müslümanlar, yerlerini bırakarak yola devam ettiler. Baş Münâfığın Yalancılığı Abdullah bin Übey bin Selûl, Zeyd bin Erkam'ın işittiği şeyi Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’e bildirmiş olduğunu haber alınca, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in yanına geldi ve: "Allah'a yemin ederim ki; Zeyd'in sana söylemiş olduğu sözleri ben söylemedim ve konuşmadım!" dedi. O sırada, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in yanında bulunan Ensar’dan bâzı sahâbiler de, Abdullah bin Übey bin Selûl'ün kavmi içinde şerefli ve îtibarlı bir kişi oluşundan dolayı, kendisini savunmak ve kayırmak için: "Yâ Rasûlallah! Çocuk, vermiş olduğu haberinde, belki de Abdullah bin Übey bin Selûl’ün; öyle söylediğini sanmış, işittiği sözü aklında iyi tutamamış olabilir." dediler. Medîne'ye doğru hareket edildiği sırada, Useyd bin Hudayr, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in yanına varıp kendisine peygamberlik selâmıyla selâm verdikten sonra: "Ey Allah'ın Peygamberi! Vallâhi, bilinmeyen bir saatte hareket ettin. Sen böyle bir saatte yola çıkmazdın!" dedi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "Adamınızın söylediği şey sana haber verilmedi mi?" diye sordu. Useyd bin Hudayr: 12 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Hangi adam yâ Rasûlallah?" dedi. Peygamberimiz, (SAV): "Abdullah binÜbey!" diye buyurdu. Useyd bin Hudayr: "Ne söylemiş o?" diye sordu. Peygamberimiz, (SAV): "O, 'Medîne'ye dönersek, muhakkak, aziz olan zelîl ve hakîr olanı oradan çıkaracaktır’ demiş!" buyurdu. Useyd bin Hudayr: "Vallâhi yâ Rasûlallah! İstersen, sen onu Medîne'den sürer çıkarırsın! Vallâhi, zelîl olan odur! Aziz olan ise sensin! Yâ Rasûlallah! Ona sen yine de şefkatle muamele buyur! Vallâhi, Allah seni bize getirdiği sırada, kavmi olan Hazrecliler onun başına giydirecekleri krallık tâcı için cevherler diziyorlardı! O, elinden saltanatı senin çekip aldığını sanıyor!" dedi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, o gün Müslüman’larla birlikte akşama kadar ve bütün gece yola devam etti. Sabah olup Güneş’in harâreti bunaltmaya başlayınca, orada konakladılar. Müslümanlar, yorgunluk ve uykusuzluktan, kendilerini yere atıp hemen uykuya daldılar. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in böyle yapması, Müslümanları Abdullah bin Übey bin Selül tarafından söylenmiş olan sözlerle uğraşmaktan alıkoymak içindi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in oradan kalkarak Müslüman’lara Hicaz yolunu tutturdu. Bak'â adlı subaşına indi. Hayal Kırıklığı Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, kendisinin ve İslâmiyet’in azılı düşmanlarından olup münâfıkların da sığınağı ve dayanağı bulunan Kaynuka oğulları Yahûdileri’nin büyüklerinden Rifaa bin Zeyd bin Tâbût'un öldüğünü haber verdi. Ubâde bin Sâmit, Abdullah bin Übey bin Selül’e: "Yâ Ebâ Hubab! Dostun öldü!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selül: "Hangi dostum?" diye sordu. Ubâde bin Sâmit: "Ölümü İslâmiyet ve Müslüman’lar için bir fetih ve inkişaf olan kimse!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selül: "Kimdir bu?" diye sordu. "Rifaa bin Zeyd bin Tâbut!" dedi. 13 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Abdullah bin Übey bin Selül: "Eyvah! Vallâhi olan oldu! Yâ Ebe'l-Velid! Onun öldüğünü sana kim haber verdi?" diye sordu. Ubâde bin Sâmit: "Resûlullah Aleyhisselâm şu saatte onun öldüğünü haber verdi?" dedi. Abdullah bin Übey bin Selül, son derece üzüldü. Kendisinin elleri yanlarına düştü! Oğul Abdullah’ın Îman’ı Baş münâfık Abdullah bin Übey bin Selül'ün oğlu Abdullah, babasının söylediklerinden haberdar olduğu zaman, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in yanına geldi ve: "Yâ Rasûlallah! Bana haber verildi ki; sen, babam Abdullah bin Übey bin Selül'ü, ondan sana gelen birşey hakkına öldürmek istiyormuşsun. Eğer bunu muhakkak yapmak gerekiyorsa, bana emret! Ben onun başını kesip sana getireyim!” “Vallâhi, Hazrec Oğulları, babasına karşı, benden daha hayırlı ve saygılı bir kimse bulunmadığını bilirler. Korkarım ki; onu öldürmeyi benden başka birisine emredersin de o da onu öldürür; ben de Abdullah bin Übey bin Selül'ün kâtilinin halk arasında gezmesine tahammül edemeyip fırsat vermeyip onu öldürür; bir kâfire karşı bir mü'mini öldürmüş olurum ve Cehennem’e girerim!" dedi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "Hayır! Bilâkis, ona yumuşak davranınız! Aramızda kaldığı müddetçe, kendisiyle iyi arkadaşlık yaparız!" buyurdu. Oğul Abdullah’ın Kararlılığı Peygamberimiz (SAV) Efendimiz Akik vâdisine geldiği zaman, baş münâfık Abdullah bin Übey bin Selül'ün oğlu Abdullah ilerleyip babasının önünü kesti ve ona: "İzzet ve kuvvetin Allah ve Resûlü’ne âit olduğunu ikrar ve îtiraf edinceye kadar, senden ayrılmayacağım!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selül: "Demek, sen beni bu kadar insanın arasında Medîne'ye bırakmayacaksın ha!" dedi. Abdullah: "Evet! Ben, bugün, insanlar arasında en aziz kimdir, en zelîl kimdir; bunu sana öğretinceye kadar seni bırakmayacağım! İzzet ve kuvvetin Allah ve Resûlü’ne âit olduğunu ikrar ve îtiraf etmeyecek olursan, senin boynunu vuracağım!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selül: 14 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Yazıklar olsun sana! Sen gerçekten bu işi işleyecek misin?" dedi. Abdullah: "Evet!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selül, oğlunun kararlı olduğunu anlayınca: "Ben şehâdet ederim ki; izzet ve kuvvet Allah'a ve Resûlü’ne ve mü'minlere âittir!" demek zorunda kaldı. Abdullah bin Übey bin Selül, Dili ile Müslüman olduğunu ispaldı ama ya kalbi ne diyor? Bu davranışı için Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in Abdullah'a: "Allah seni Resûl’ünden ve mü'minlerden dolayı hayırla mükâfatlandırsın!" diyerek, duâ ettiler ve babasının yolunu açmasını da emir buyurdular. Münâfık Bu Ya… Baş münâfık Abdullah bin Übey bin Selül ile kendisine bağlı birtakım kimseler, İslâm ordusuna katılmışlardı. Adamları Abdullah bin Übey bin Selül’e: "Sen, ona (Peygamber Aleyhisselam’a) şehir dışında Savaşmamak husûsundaki görüşünü açıkladın. Bunun, atalarından gelip geçmiş olanların görüşü olduğunu bildirdin. Onun görüşü de, senin görüşün gibi idi. O, neden ise, bu görüşünden vazgeçip yanında bulunan şu gençlerin görüşlerine uydu!" dediler. İslâm ordusunun içinde devekuşu gibi boynunu uzata uzata gelen Abdullah bin Übey bin Selül, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in gençlerin sözünü dinlediğini bahâne ederek: "Ey insanlar! Biz orada [Uhud'da] kendimizi ne için öldürecek mişiz, bilmiyoruz?" diyerek, kavminden (Hazrec Oğllarından ) münâfık olan ve kuşku içinde bulunan ve kendisine uyan insanlarla birlikte oradan geri döndü. Benî Selâme’nin kardeşi Abdullah bin Amr bin Haram, onlara: "Ey kavmim! Size Allah'ı, O'ndan korkmanızı hatırlatırım. Kavminizi ve Peygamberiniz’i düşmanlarıyla karşılaştıkları zaman yardımsız bırakmamanız gerektiğini hatırlatırım. Size Allah'ı, dininizi ve Peygamberiniz’i hatırlatırım. O Peygamberiniz’i ki, Medîne'ye gelip sığındığı zaman, kendinizi, oğullarınızı koruyup savunduğunuz gibi, onu da koruyacağınız, savunacağınız hakkındaki şartı size hatırlatırım! Onlar: Onlar: "Biz sizin muhakkak çarpışacağınızı bilsek, size tâbi olurduk, sizi bırakmazdık. Fakat biz bir çarpışma olacağını sanmıyoruz!" diyerek çekip gittikleri zaman, Abdullah bin Amr bin Haram, onlara: 15 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Ey Allah düşmanları! Allah kahretsin sizi! Allah belânızı versin sizin! Allah, Peygamber’ini, mü'minleri, sizin yardımınızdan müstağni kılacaktır!" dedi. Geri dönenler, İslâm ordusunun üçte biri kadardı. Üçyüz civârındaydı. İslâm ordusunun mevcûdu yediyüz kişiye düştü. Abdullah bin Übey bin Selül, böylece, kendisine uyanlarla birlikte İslâm ordusundan ayrılıp geri döndüğü zaman, İslâm ordusundan iki zümrenin; Hazrecîler’den Selime Oğulları ile Evsîler’den Hârise Oğulları’nın elleri yanlarına düştü, onlar da geri dönmeye meylettiler. Abdullah bin Amr bin Haram dönüp geldiği zaman, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz Müslümanlar’ın saflarını düzeltmekte idi. Münâfıklar, günümüzdeki Paralel Yapı’da olduğu gibi, işte böyle en zor durumlarında ortaya çıkarak Müslümanları ortalıkta bırakırlar. Yahûdilerle Düşüp Kalkan Ensar Münâfıkları 1-Züvey bin Hâris, 2-Cülas bin Süveyd, 3-Hâris bin Süveyd. 4-Nebtel bin Hâris. 5-Ebû Habîbe bin Ez'ar, 6-Muatfib bin Kuşayr, 7-Rafi bin Zeyd, 8-Bişr, 9-Sehl bin Huneyf'in kardeşi Abbad bin Huneyf, 10-Bahzac, 11-Amr bin Hizam, 12-Abdullah bin Nebtel. 13-Câriye bin Âmir, 14-Yezid bin Câriye bin Âmir, 15-Mücemmi' bin Câriye bin Âmir. 16-Vedia bin Sâbit. 17-Hizam bin Hâlid. 18-Mirba' bin Kayzî. 19-Mirba' bin Kayzî'nin kardeşi Evs bin Kayzî. 20-Hâtıb Ümeyye bin Râfi'. 21-Büşeyr bin Ubeynk. 22-Kuzman. 23-Rafi' bin Vedia, 24-Zeyd bin Amr, 25-Amr bin Kays, 26-Kays bin Amr bin Sehl, 27-Cedd bin Kays, 28-Dahhâk bin Sâbit. Bunlardan Cülas, Tebük Gazası’nda Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’den geride kalan kimselerdendir. Bu münâfık, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz aleyhinde: "Andolsun, bu adam doğru ise, biz eşeklerden daha kötüyüzdür!" demişti. Bunun üzerine Cülas'ın üvey oğlu olan Umeyr bin Sa'd: 16 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Vallâhi ey Cülas! Sen bana insanların en sevgilisisin ve cömertlik bakımından benim katımda insanların en iyisi ve en güzelisin ve hoşa gitmeyen bir şeyin kendisine isâbet etmesi bana en ağır ve en güç gelenisin!” “Fakat sen öyle bir söz söyledin ki, eğer onu senin aleyhine açıklarsam, seni perişan ve rüsvay ederim! Eğer o sözünün karşısında susarsam, dinim helâk olur! Bunlardan biri, bana ötekinden daha kolaydır!" dedikten sonra, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’e gidip Cülas'ın söylediği sözleri anlattı. Kurtuluş Simidi “İnkâr” Cülas, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in huzûrlarında Allah'a (CC) yemin ederek: "Umeyr benim hakkımda muhakkak yalan söylemiştir. Ben Umeyr bin Sa'd'ın söylediği şeyi söylemedim!" dedi. Burada dikkat edilecek önemli husus şudur: Münâfıklar, sıkıştıkları zaman hemen “inkâr” yolunu seçerler. Bunun üzerine, Yüce Allah (CC) Cülas hakkında indirdiği âyette şöyle buyurdu: "Onlar (söyledikleri sözü) söylemedikleri hakkında Allah'a yemin ediyorlar. Andolsun ki, onlar o küfür kelimesini söylemişlerdir. Onlar Müslümanlık’larını açıkladıktan sonra da kâfir oldular. Onlar, başaramadıkları bir şeye de yeltendiler.” “Hâlbuki intikam almaya yeltenmeleri için, Allah ile Peygamber’inin lütuf ve inâyetiyle onlar zenginleştirmiş olmasından başka da (bir sebep) yoktu. Eğer (nifaktan) tevbe ederlerse, onlar için hayırlı olur. Yüz çevirirlerse, Allah onları dünyâda da, Âhiret’te de pek acıklı bir azâba uğratır; yeryüzünde onlar için ne bir yâr, ne de bir yardımcı vardır artık!2" Şeytana Bakmak 4-Nebtel bin Hâris. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz bunun hakkında: "Kim şeytana bakmak isterse, Nebtel bin Hâris'e baksın!" buyurmuştur. Nebtel; iri yapılı, uzun boylu, tepesinin saçı kabarık, kıpkızıl gözlü, siyahımsı kızıl yanaklı bir adamdı. Peygamberimiz’in (SAV) Efendimiz’in yanına gelir, onunla konuşur, onu dinler, onun sözlerini münâfıklara nakleder ve: "Muhammed ancak bir kulaktır! Kim ona bir şey haber verirse, onu doğrular!" derdi. Cebrâil (AS), Nebtel'in sakınılacak bir adam olduğunu bildirmiştir. Yüce Allah, onun hakkında indirdiği âyette şöyle buyurmuştur: "(Yine o münâfıkların) içinde öyleleri vardır ki, Peygamber’i incitirler ve 'O bir kulaktır!‘ derler. De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır! Allah'a inanır, mü'minler(in sözün)e inanır. İçinizden, 2 Tevbe Sûresi, âyet 74. 17 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ îman edenler için de, bir rahmettir o! Allah Resûlü’nü incitenler (yok mu, işte) en acıklı azab onlarındır.3" 5-Ebû Habîbe bin Ez'ar. Bu zat, Dırar Mescitini yapanlardandı. 6-Muatfib bin Kuşayr, 7-Rafi bin Zeyd, 8-Bişr. Bunlarla Müslümanlar arasında çıkan bir ihtilâf üzerine, Müslümanlar, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’e bunlar da kâhinlere başvurmuşlardı. Bunun üzerine Yüce Allah (CC), indirdiği âyette şöyle buyurmuştur: "Sana indirilene de, senden önce indirilmiş olanlara da her hâlde îman ettiklerini boş yere iddiâ edenlere bakmadın mı ki, -onlar, kendini inkâr etmeleriyle emrolundukları hâlde-yine sihirbazın huzûrunda muhâkeme olunmalarını isterler. Şeytan da onları (bir daha dönemeyecekleri kadar) uzak bir sapkınlıkla büsbütün saptırmak ister4." Muattib bin Kuşayr, Uhud gününde de şöyle demiştir: "Eğer bize bu işten birşey (bir pay) olsaydı, burada öldürülmezdik!" Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyette şöyle buyurmuştur: “Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da, canları derdine düşmüştü; Alah'a karşı haksız yere câhiliye zannıyla zanlara kapılarak: ‘Bu işten bize ne var ki?’ diyorlardı.” “De ki! ‘Şüphesiz işin tümü Allah'ındır.’ Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, ‘Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik’ diyorlar. De ki: ‘Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sînelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sînelerin özünde saklı duranı bilendir'’5.” Muattib bin Kuşayr, Hendek Savaşı gününde de, "Muhammed bize Kayser’in hazînelerini yiyeceğimizi va'd ediyor. Hâlbuki bizden birisi abdest bozmaya giderken bile güvenlik içinde bulunamıyor!" demiştir. Bunun üzerine, Allah (CC) indirdiği âyette şöyle buyurmuştur: "O vakit, münâfıklar ile kalblerinde bir hastalık bulunanlar; ‘Allah ve Resûlü bize bir aldatıştan başka birşey va'd etmemiş!' demişlerdi." 9-Sehl bin Huneyf'in kardeşi Abbad bin Huneyf, 10-Bahzac, 11-Amr bin Hizam, 12-Abdullah bin Nebtel. Bunlar, Dırar Mescitini yapanlardandı. Tevbe Sûresi, âyet 61. Nîsâ Sûresi, âyet 60. 5 Âl-i İmran Sûresi, âyet 154. 3 4 18 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ 13-Câriye bin Âmir, 14-Yezid bin Câriye bin Âmir, 15-Mücemmi' bin Câriye bin Âmir. Bunlar da Dırar Mesciti’ni Mescit edinenlerdendi. 16-Vedia bin Sâbit. Dırar Mesciti’ni yapanlardan ve: "...Andolsun ki, biz ancak lâfa dalmış, şakalaşıyorduk!" diyenlerdendi. Allah (CC), bunların haklarında indirdiği âyette şöyle buyurdu: "Eğer kendilerine sorarsan, ‘Biz sırf lafa dalmış, şakalaşıyorduk.’ derler. De ki: ‘Allah’la, âyetleri ile ve peygamberi ile mi alay ediyorsunuz?’ 6” “Boşuna özür dilemeyin, îman ettik dedikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden bir kısmını affetsek bile bir kısmını suçlarında ısrar ettikleri için azâbımıza uğratacağız7.” “Münâfıkların erkekleri de kadınları da birbirlerine benzerler. Kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve Allah yolunda harcamaktan ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı unuttular da, Allah da onları unuttu. Gerçekten de münâfıklar hep fâsık kimselerdir8.” “Allah, erkek kadın bütün münâfıklara ve bütün kâfirlere Cehennem ateşini ebedî olarak vaad buyurdu. O ateş onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir. Onlara bitmez tükenmez bir azap vardır9.” 17-Hizam bin Hâlid. Dırar Mesciti evinde yapılmış olan kişidir. 18-Mirba' bin Kayzî. Bu adam, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz Uhud'a giderken önüne çıkıp, bahçesinden geçirmek istememiş: "Ey Muhammed! Eğer sen gerçekten peygambersen, bahçemin içinden geçmeni sana helâl etmem!" diye konuşmuş ve eline bir avuç toprak alıp: "Vallâhi, ben bu toprağın senden başkasına değmeyeceğini bilsem, onu sana atardım!" demiş; Müslümanlar onu öldürmeye kalkıştıkları zaman, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "Bırakınız onu! O kördür! Onun kalbi de kördür! Görüşü de kördür!" buyurmuştur. Abduleşheller’in kardeşi Sa'd bin Zeyd, yayı ile vurup onun başını yarmıştı. Tevbe Sûresi, âyet 65. Tevbe Sûresi, âyet 66. 8 Tevbe Sûresi, âyet 67. 9 Tevbe Sûresi, âyet 68. 6 7 19 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ 19-Mirba' bin Kayzî'nin kardeşi Evs bin Kayzî. Hendek Savaşı gününde, Peygamberimiz’e (SAV): "Yâ Rasûlallah! Evlerimiz açık bir hâldedir. Bize izin ver de onlara dönelim!" demiştir. Allah (CC), bu hususta indirdiği âyette şöyle buyurmuştur: “O vakit bunlardan bir grup: ‘Ey Medine halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen dönün.’ diyorlardı. Yine onlardan bir kısmı da Peygamber’den izin istiyor, ‘Evlerimiz gerçekten (düşmana) açıktır.’ diyorlardı, hâlbuki açık değildi, sâdece kaçmak istiyorlardı10.” 20-Hâtıb Ümeyye bin Râfi. Bu kişi iri yapılı ihtiyar bir kimse idi. Bunun Yezid bin Hâtib isminde Müslüman ve hayırlı bir oğlu vardı ki, Uhud Savaşı gününde yaralanmış ve Zafer oğullarının evine götürülmüştü. Yezid bin Hâtib ölmek üzere iken, oradaki Müslüman erkek ve kadınlar onun yanına toplanmışlardı. Kendisini Cennet’le müjdeledikleri zaman, babası Hâtıb, münâfıklığını açığa vurarak: "Evet! Vallâhi, yüzerlik otundan bir Cennet! Vallâhi bu zavallıyı aldattınız!" demiştir. 21-Büşeyr bin Ubeynk. Bu, iki zırh hırsızı Ebû Tu'ma idi. Allah (CC), onun hakkında indirdiği âyette şöyle buyurmuştur: "Kendilerine hâinlik edenleri savunma! Muhakkak Allah hâin günahkârları sevmez!11" 22-Kuzman. Amellerin Niyete Bağlılığı Peygamberimiz (SAV) Efendimiz Kuzman hakkında: "O muhakkak Cehennem ehlindendir!" buyurmuştu. Uhud Savaşı günü, şiddetli bir savaş oldu. Müşriklerden birtakım kimseler öldürüldü. Kuzman'da da yaralar açıldı. Kendisini Zafer oğullarının evine götürdüler. Müslümanlar’dan bâzı kimseler ona: "Ey Kuzman! Müjdeler olsun, bugün iptilâya uğradın. Sana, Allah yolunda, gördüğün şey isâbet etmiştir!" dediler. Kuzman: 10 11 Ahzab Sûresi, âyet 13. Nisâ Sûresi, âyet 107. 20 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Ben ne diye müjdeleneyim? Vallâhi, ben ancak kavmimden utandığımdan dolayı gayrete gelip savaştım!" dedi. Kuzman, yaralarının ağrısına dayanamadığı zaman, ok çantasından bir ok alıp elinin damarlarını kesti ve intihar etti. Konuyu biraz daha açabiliriz: Zafer Oğulları arasında, Kuzman adında, çoluğu-çocuğu olmayan tuhaf bir adam vardı ki, ne olduğu bilinmez, savaşlarda gösterdiği kahramanlıklarla tanınırdı. Çok güçlü, kuvvetli idi. Münâfıklardandı. Ondan bahsedildikçe, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "O, muhakkak, Cehennem’liklerdendir!" buyururdu. Kuzman, Uhud savaşına kavmi ile birlikte çıkmaktan kaçınmıştı. Sabaha çıkınca, Zafer oğullarının kadınları ona: "Ey Kuzman! Erkekler savaşa gitti, sen geride kaldın ha! Ey Kuzman! Sen şu yaptığın şeyden utanmıyor musun? Sen kadından başka birşey değilsin! Kavminin erkekleri savaşa gittikleri hâlde, sen evde kaldın ha? Sen artık ev bekle!" diyerek kınamaya başlayınca, Kuzman evine girdi. Yayını, ok çantasını ve kılıcını alıp Uhud'a gitti. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Müslümanlar’ın saflarını düzelttiği sırada, Kuzman, safların en arkasına durdu. Yavaş yavaş ilerleyerek ön safa girdi. Çarpışma başlayınca, Müslümanlar içinde, ok atanların ilki oldu. Sonra da kılıcını sıyırdı. Şiddetle bir şekilde çarpıştı. Müşriklerden altı ya da yedi, bir rivâyette yedi veyâ sekiz, başka bir rivâyette sekiz veyâ dokuz kişi öldürdü. Bu sırada kendisi de ağır şekilde yaralandı, Zafer Oğulları’nın evlerine getirildi. Müslümanlar’dan bâzıları: "Ey Kuzman! Sana müjdeler olsun!" dediler. Kuzman: "Ben neden dolayı müjdeleniyorum?" dedi. "Cennet’e gireceğin için!" dediler. Kuzman: "Vallâhi, ben ancak kavmimin şerefi için çarpıştım! Eğer anlattığınız şey için olsaydı, çarpışmazdım! Vallâhi, biz ne Cennet’i umarak, ne de Cehennem’in ateşinden korkarak çarpıştık! Biz ancak kavmimizin şerefi için çarpıştık!" dedi. Yarasının ağrısı şiddetlenince de, kendisini öldürmek için ok çantasından bir ok aldı, kolunun damarını deldi. Kılıcını karnına dayayıp onun üzerine yüklenerek intihar etti. Kuzman'ın bu hareketi Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’e anılınca, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "O, Cehennem’liklerdendir! Şehâdet ederim ki; ben Allah'ın Resûlüyüm!" buyurmuştur. Bu olay, amellerin niyete bağlı olduğuna ilişkin çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Kuzman’ın niyeti, Allah(CC) rızâsı ya da Cennet olmadığı için savaşmasının mânevi bir karşılığı olmamıştır. 21 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ 23-Rafi' bin Vedia, 24-Zeyd bin Amr, 25-Amr bin Kays, 26-Kays bin Amr bin Sehl, 27-Cedd bin Kays Cedd bin Kays Peygamberimiz (SAV.)’e Efendimiz’e: "Yâ Muhammed! Bana izin ver, beni fitneye düşürme!" diyen kimsedir. Allah, (CC), onun hakkında indirdiği âyetlerde şöyle buyurmuştur: "İçlerinden ‘Aman bana izin ver, başımı derde sokma!’ diyen de var. Dikkat et, başlarını asıl kendileri derde soktular. Hiç şüphesiz Cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır12.” “Eğer sana bir iyilik dokunursa fenâlarına gider. Eğer sana bir musîbet gelirse ‘Biz zâten tedbirimizi önceden almıştık.’ derler ve sevine sevine dönüp giderler13.” “De ki: Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlâmızdır. Müminler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler14.” ‘De ki: "Siz bizde iki güzelliğin (Zafer veyâ şehitliğin) birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size Allah'ın kendi katından veyâ bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, biz de sizinle berâber gözetmekteyiz15." “O münâfıklara şunu da de ki; gerek isteyerek, gerek istemeyerek infak edip durun. O infak ettikleriniz sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fâsık bir kavimsiniz16.” “İnfakların onlardan kabul olunmamasına sebep, gerçekte Allah'a ve Resûlüne inanmamaları, namaza ancak üşene üşene gelmeleri, verdiklerini de ancak istemeye istemeye vermeleridir17." 28-Dahhâk bin Sâbit. Hassan bin Sâbit, söylediği bir şiirde Dahhâk bin Sâbit’in Yahûdiliği sevdiğini ve Müslümanlığı sevmediğini açıklamıştır. Yahûdi Müslüman Münâfıklar Yahûdi bilginlerinden, kötü maksatla İslâm'a girenler de vardı. Tabiî ki, bunlar münâfıklar arasındaydı. 1-Sa'd bin Huneyf, 2-Zeyd bin Lusayt, 3-Numan bin Evfa bin Amr, 4-Osman bin Evfa, 5-Süveyd, Tevbe Sûresi, âyet 49. Tevbe Sûresi, âyet 50. 14 Tevbe Sûresi, âyet 51. 15 Tevbe Sûresi, âyet 52. 16 Tevbe Sûresi, âyet 53. 17 Tevbe Sûresi, âyet 54. 12 13 22 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ 6-Dâis, 7-Mâlik bin Ebî Kavkal, 8-Rafi' bin Hureymile, 9-Silsile bin Şerham, 10-Kinâne bin Suriya, 11-Rifaa bin Zeyd bin Tâbût. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Hicr'den kalkıp Tebük'e doğru gittiği ve bir konak yerinde konaklayıp sabaha çıktığı zaman, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in devesi Kasvâ kayboldu. Ashâbı onu aramaya gittiler. Ensardan Umâre bin Hazm'ın konvoyu içinde Yahûdi münâfıklarından Zeyd bin Lusayt bulunuyordu. Umâre bin Hazm Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in yanında bulunduğu sırada, Zeyd bin Lusayt: "Kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen ve size gök haberlerinden haberler veren, Muhammed değil midir? Hâlbuki o, devesi nerededir; bilmiyor?" diyerek söylendi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "Adamın biri, münâfığın biri, 'Muhammed, kendisinin bir Peygamber olduğunu, size gök emriyle haber verdiğini söylüyor. Hâlbuki devesi nerededir; bilmiyor!” diyor. “Vallâhi, gerçekten de ben bir şeyi, Allah bana bildirmedikçe, bilemem!” “Fakat Allah şimdi onu bana gösterdi: O, işte şu vâdinin içinde, vâdinin içindeki şı'bda ve şı'b'ın da şöyle şöyle olan tarafında; bir ağaç onu yularından tutmuş bulunuyor! Haydi, gidiniz de, onu bana getiriniz!" buyurdu. Hemen gittiler, deveyi getirdiler. Umâre bin Hazm, konvoyuna döndü ve: "Vallâhi, Resûlullah (SAV) az önce bize şaşılacak birşey söyledi. Bir adamın söylemiş olduğu sözü, Allah, Resûl’üne haber vermiş! Adam şöyle şöyle söylemiş!" diyerek Zeyd bin Lusayt'ın söylediklerini tekrarlayınca, o sırada Umâre bin Hazm'ın konvoyunda olup Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in yanında bulunmayanlardan bir adam, Umare bin Hazm'ın kardeşi, Amr bin Hazm: "Vallâhi, bu sözü, sen yanımıza gelmeden önce Zeyd söyledi!" dedi. Amr bin Hazm hemen Zeyd'in üzerine yürüyüp boynuna vurmaya başladı ve: "Ey Allah'ın kulları! Yanıma geliniz! Meğer Allah'ın belâsı benim konvoyumun içinde imiş de, ben bilmiyormuşum! Hemen çık, git konvoyumdan ey Allah düşmanı! Sakın bana arkadaş olma!" dedi. Mâlik bin Kavkal, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in haberlerini Yahûdiler’e ulaştırdı. 8-Rafi' bin Hureymile, 9-Silsile bin Şerham, 10-Kinâne bin Suriya, 11-Rifaa bin Zeyd bin Tâbût. Bunlardan Rafi' bin Hureymile öldüğü zaman, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: 23 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ "Bugün, münâfıkların büyüklerinden bir büyük münâfık öldü!" demiş, “O, kâfirlerin büyüklerinden biridir!" buyurmuştur. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in bu sözü söylediği sırada Medîne’den uzaktaydı: Beni Mustalık gazâsından dönülürken, esen rüzgârdan Müslümanlar korktuğu sırada, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz "Korkmayınız!" buyurup kâfirlerin büyüklerinden birisinin öldüğünü haber vermiş; Medîne'ye gelinince, Rifaa bin Zeyd'in rüzgâr estiği günde öldüğü anlaşılmıştır. Fitnecilikler Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Bedir zaferini müjdelemek için Abdullah bin Revâha'yı Medîne'nin Âliye kesimindeki halka, Zeyd bin Hârise'yi de Medîne'nin aşağı kesimindeki halka göndermiştir. Bu iki sahâbi, Pazar günü kaba kuşluk vaktinde, Akîk mevkiine gelince, Abdullah bin Revâha Medîne'nin Âliye tarafına ayrıldı. Hayvanının üzerinde: "Ey Ensar cemaatı! Müjdelerim size ki; Resûlullah Aleyhisselâm selâmettedir! Müşrikler öldürüldüler ve esir edildiler! Rebia'nın oğulları, Haccac'ın oğulları, Ebû Cehil öldürüldü! Zem'a bin Esved, Ümeyye bin Halef öldürüldü! Süheyl bin Amr esir edildi! Esirler içinde birçok dişli kişiler de var!" diyerek seslenmeye başladı. Âsim bin Adiy: "Ey Revâha'nın oğlu! Söylediğin gerçek midir?" diye sordu. Abdullah bin Revâha: "Evet! Vallâhi gerçektir! İnşaallah, yarın Resûlullah Aleyhisselâm da elleri bağlanmış bulunan esirlerle birlikte gelir!" dedi. Abdullah bin Revâha, Âliye'deki Ümeyye bin Zeyd oğullarına kadar, Ensar mahallelerini ev ev dolaşıp onlara zaferi müjdelemiştir. Zeyd bin Hârise de, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in devesi Kasvâ'nın üzerinde Medîne'ye girip Mûsâlla’da (namazgâhta) durdu. Etrafını saran halka: "Utbe bin Rebia, Şeybe bin Rebia, Ebû Cehil bin Hişam, Zem'a bin Esved, Ebû'l-Bahterî bin Âs bin Hişam, Ümeyye bin Halef, Haccac'ın oğulları Nübeyh ve Münebbih öldürüldüler!" diyerek zaferi mücdelemiştir. Halk ise, Zeyd bin Hârise'nin söylediklerine pek inanamıyorlar; 'Vallâhi, bu ancak kaçarak gelmiştir!" diyorlardı. Çünkü Münâfıklar, Zeyd'in oğlu Üsâme'ye: "Sâhibiniz [Muhammed Aleyhisselâm demek istiyorlar] ve onunla birlikte bulunanlar öldürülmüşlerdir!" demişlerdi. Münâfıklardan birisi de, Medîne vâlisi Ebû Lübâbe bin Abdulmünzir'e: "Adamlarınız öyle dağıldılar ki, artık onlar bir daha biraraya toplanamazlar! Ali ve arkadaşları da öldürüldüler! Muhammed ve ashâbı öldürüldüler! Muhammed'in öldürüldüğünü, bu 24 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ devesinden anlıyoruz! Zeyd, korkusundan ne söylediğini bilmiyor! Kendisi, geldi. Muhammed de, sağ olsaydı, gelirdi!" diyorlardı. Ebû Uübâbe ona: "Allah senin sözünü yalanlayacaktır!" karşılığını vermiştir. Yahûdiler de: "Muhammed sağ olsaydı, Zeyd gelmezdi." diyorlardı. Üsâme bin Zeyd, babasının yanı tenhâlaşınca: "Babacığım! Söylediklerin gerçek midir?" diye sordmuş… Zeyd de: "Evet! Vallâhi gerçektir, yavrucuğum!" diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Üsâme, münâfığın yanına dönüp: "Sen Resûlullah ve Müslümanlar hakkında halkı sarsmak, ıztırâba düşürmek istiyorsun! Resûlullah Aleyhisselâm gelince, senin boynunu vurduracağım!" demesi üzerine Münâfık: "Ben onu konuşurlarken, halktan işittim!" diyerek gene münâfıklık alâmetlerinden bir tânesini daha sergilemiştir. Zeyd bin Hârise ile Abdullah bin Revâha, müşriklerden Bedir'de öldürülenleri Medîne'de yüksek sesle birer birer îlan edince, Yahûdi şâiri Ka'b bin Eşref de: "Bu, gerçek midir? Bu iki adamın, Abdullah bin Revâha ile Zeyd bin Hârise'nin isimlerini andıkları kimseleri Muhammed'in öldürdüğünü mü sanıyorsunuz? Nasıl olur bu? Onlar, Araplar’ın kıralları ve halkın ulularıdırlar! Vallâhi, eğer Muhammed o kavmi musîbete uğratmışsa, sizin için, yerin altı üstünden hayırlıdır!" demiş ve verilen haberin doğruluğunu anlayınca da kalkıp Mekke'ye gitmiş, Muttalib bin Ebî Vedâa'nın evine inmiş, Bedir'de öldürülüp kuyuya atılan müşrik uluları üzerine mersiyeler söyleyerek ağlayıp ağlatmış, Mekkelileri Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in aleyhinde ayaklandırmaya çalışmıştır. Dikkat edildiği takdirde münâfıkların temel vasıflarının üç tâne olduğu görülür. Hadiste bildirildiği gibi bir münâfık: 1) Söz söylerken, yalan söyler, 2) Va'd ettiği zaman, sözünde durmazlar, 3) Kendisine birşey emniyet edildiği zaman, ona hıyânetlik ederler. Tam Münâfıklık Örneği Baş münâfık Abdullah bin Übey bin Selûl, Hicretin 9. yılı Şevval ayının sonuna doğru hastalanmış, yirmi gece süren hastalığı sonunda Zilkâde ayında ölmüştür. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Abdullah bin Übey bin Selûl’ü, hastalığı sırasında gider, yoklardı. 25 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Bir gün Abdullah bin Übey, gelmesi için Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’e haber yolladı. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, onun öleceği gün yanına vardı. Onun ölmek üzere olduğunu anlayan Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "Vallâhi, ben seni Yahûdiler’i sevmekten nehyeder dururdum. Yahûdi sevgisi nihâyet seni helâk etti!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selûl: "Es'ad bin Zürâre onlara kin besledi de kendisine ne yararı oldu ki?” Yâ Rasûlallah! Şimdi, kınama ve azarlama zamanı değil, ölme zamanıdır! Ben seni yanıma beni azarlayasın diye değil, benim için Allah’tan yarlıganmak dileyesin diye çağırttım.” “Ölürsem yıkanışımda yanımda bulun, bana gömleğini ver, onun içine de sarılayım. Hem bana, senin tenine değen gömleğini ver! Cenâze namazımı kıl ve benim yarlıganmam için de Allah'a duâ et!" dedi. Abdullah bin Übey bin Selûl, öldüğü zaman cenâze namazını Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in kıldırmasını ve onun gömleğine sarılıp kefenlenmesini oğluna da vasiyet etmişti. Abdullah bin Übey bin Selûl, ölünce, oğlu Abdullah Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’e gelip: "Yâ Rasûlallah! Abdullah bin Übey bin Selûl öldü. Gömleğini ver de onu senin gömleğinin içine sarıp kefenleyeyim. Cenâze namazını kıl ve yarlıganması için de Allah'a duâ et!" dedi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz sırtından gömleğini çıkarıp ona verdi ve "Cenâze hazırlanınca bana haber ver, cenâze namazını da kılayım." buyurdu. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz Abdullah bin Übey'in yıkanmasında da kefenlenmesinde de bulundu. Cenâzesi, Mûsâlla’ya götürülüp konuldu. Oğlu Abdullah cenâzenin namaz için hazırlandığını Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’e haber verdi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, kalkıp namazgâha gitti. Cenâze namazını kıldırmak üzere ileri vardığı sırada, Hz. Ömer Peygamberimiz (SAV) Efendimiz’in elbisesinden tutup çekti. Önüne varıp dikildi. Abdullah bin Übey'in kötülük yaptığı günleri birer birer sayarak: "Yâ Rasûlallah! Filan gün şöyle, filan gün şöyle söyleyen Allah düşmanı Abdullah bin Übey üzerine mi namaz kılacaksın?" dedi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz gülümsüyordu. Hz. Ömer sözü çoğalttığı ve "Bunun namazı senin neyine gerek? Allah seni münâfıklar üzerine, şu adamın üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?" dediği zaman, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "Ben iki şeyden birini tercih etmekte serbest bırakılmış ve ben de tercihimi yapmış bulunuyorum. Bana Yüce Allah tarafından, 'Onlar için ister mağfiret dile, ister dileme! Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de, Allah onları yarlığamayacaktır.’ buyuruldu.” “Eğer ben yetmişi arttırınca bunun yarlıganacağını bilseydim, muhakkak arttırır, yarlıganmasını sağlardım!" buyurdular. Bundan sonra onun üzerine cenâze namazını kıldı. Ashab da, Peygamberimiz (SAV) 26 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Efendimiz ile birlikte kıldılar. Mücemmi' bin Câriye: "Resûlullah Aleyhisselâmın cenâze üzerinde Abdullah bin Übey'inki kadar vakti uzattığını hiç görmemiştim. Sonra, kabre ulaşıncaya kadar gittiler. Cenâzesi Nubayt hânedânı katında bulunan ve üzerinde kendilerinin cenâzeleri taşınan tabutun üzerinde taşınmıştı." demiş; Enes bin Mâlik de, Abdullah bin Übey'in uzun boylu oluşundan ötürü ayaklarının tabuttan dışarı çıkmış olduğunu gördüğünü söylemiştir. Amr bin Ümeyyetü'd-Damrî: "Abdullah bin Übey'in tabutuna yaklaşalım diye ne kadar uğraşmıştık da, Benî Kaynukalar’dan ve başkalarından olan; Sa'd bin Huneyf, Zeyd bin Uusayt, Selâme bin Humam, Numan bin Ebû Âmir, Râfi' bin Harmele, Mâlik bin Ebi Nevfel, Dâis, Süveyd... gibi, içlerinde belli münâfıkların en kötülerinin bulunduğu birtakım kimseler, tabutun üzerine üşüşerek bizim tabuta yaklaşmamıza engel olmuşlardı.” demiştir. Abdullah bin Übey'in oğlu Abdullah'a, bunları görmek kadar ağır gelen, can sıkan birşey yoktu. Onlara karşı kapıyı kapardı! Abdullah bin Übey ise, onlardan başkası benim yanıma yaklaşmasın der, bunlardan her birine de: 'Vallâhi, sen bana susuzluğa karşı sudan daha sevgilisin!’ derdi. Bunlar da: 'Keşke, sana biz canlarımızı, çocuklarımızı ve mallarımızı fedâ etseydik!' derlerdi." Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Abdullah bin Übey'in tabutunun yanında, kabre kadar yürüdü. Münâfıklar Abdullah bin Übey'in kabrinin başına gelip durdukları zaman, Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, onları gözucuyla süzüyordu. Münâfıklar kabrin içine girmek için birbirlerinin üzerine yığıldılar. Bağırmalar, çığlıklar yükselmeye başladı. Ubâde bin Sâmit, onları bu tutum ve davranışlarından men etmek için, "Resûlullah’ın yanında seslerinizi kıssanıza?" dedi. O sırada münâfıklardan Dâis de kabre inmek isterken burnundan yaralanıp kan akmaya başlayınca bir köşeye çekildi. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, Abdullah bin Übey'in cenâzesinde bulunduğunu, cenâze namazını kıldığını ve kabrinin başında durduğunu görünce, Abdullah bin Übey'in kavminden olup Müslüman olan fazîlet sâhibi bâzı sahâbiler; Abdullah bin Übey'in oğlu Abdullah ile Sa'd bin Ubâde bin Sâmit ve Evs bin Havlî, kabrin içine indiler. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz ve yanında dikilen Evs ve Hazrec büyüklerinden bâzı sahâbiler de, Abdullah bin Übey'in cesedinin kabre nasıl konulacağını onlara elleriyle gösterdiler. Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, cenâze gömülünceye kadar kabrin başında ayakta durdu. Abdullah bin Übey'in oğlu Abdullah'a da orada başsağlığı dileyip, oradan geri döndü. Peygamberimiz’in (SAV) Baş Münâfığa Karşı Olumlu Davranışının Hikmeti 27 TÂRİHÎ MÜNÂFIKLAR Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Gömleğini Baş Münâfık Abdullah bin Übey bin Selûl'e niçin verdiği ve onun cenâze namazını niçin kıldığı sorulduğu zaman Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: "Gömleğim ve onun üzerine kıldığım namazım onu Allah'tan, Rab’bimden gelecek azabdan kurtarmayacaktır! Fakat ben bu sâyede onun kavminden bin kişinin Müslüman olmasını umuyorum." buyurmuştur. Gerçekten, Abdullah bin Übey bin Selûl'ün böyle Peygamber (SAV) Efendimiz’in gömleğinden ve üzerine kılacağı namazdan şifâ ve şefaat dilemiş olduğunu gören Hazrecîler’den bin kişi, müşrikliği bırakarak Müslüman olmuşlardır. Hz. Ömer der ki: "Resûlullah Aleyhisselâm onun cenâze namazını kıldı, cenâzesiyle birlikte yürüdü, kabrinin başına gelip defin işi bitinceye kadar ayakta durdu. Allah ve Resûlü ne yapılacağını daha iyi bilirken, Allah ve Resûlüne karşı olan bu cür'etkâr davranışıma ne kadar şaşılır! Münâfıkların davranışları, her devirde benzer şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, başta Baş Münâfık Abdullah bin Übey bin Selûl başta olmak üzere Saadet Dönemi’ndeki ana münâfıkları tanımakta dünyevî ve uhrevî çok faydalar vardır.