Atatürk Döneminde Türkçe ve Türk Dil Kurumu Prof Dr. Şükrü Halrık AKALIN Atatürk'ün en büyük eseri, gelecek yıl 80. yılını kutlayacağımız Türkiye Cumhuriyeridir. Kurduğu Cumhuriyeti Türk gençliğine armağan eden ve emanet bırakan Atatürk, Cumhuriyet ile özdeşleşmiş başka kurumlarımızın da kurucusudur. Bu kurumlardan biri de Türk Dil Kurumudur. 12 Temmuz 1932'de Atatürk'ün talimatıyla kurulan Türk Dil Kurumu, 70. yılına ulaştı. Atatürk döneminde Türkçeyi ana hatlarıyla konu alacağımız bu yazımızda Türkçenin ve Türkçeciliğin tarihine de kısaca değineceğiz. Yazı dili olarak en az 1300 yıllık geçmişe sahip Türkçenin konuşma dili tarihi çok daha öncelere uzanır. İlk yazılı kaynaklardan olan Orhon Yazıt!a­ n'nd;ı. kullanılan dilin işlekliği, akıcılığı, dildeki soyut kavramlar için kullanı­ lan sözlerin özellikleri (Ergin 2000: 13; Aksan 1987: 45) ve kimi ölü dillerdeki söz benzerliği (Tuna 1997) göz önüne alındığında Türkçenin dört-beş bin yıllık bir konuşma dili tarihine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yeryüzünde çok az sayıda dil, bu kadar tarih! derinliğe sahiptir. Kökleri binlerce yıl öncesine dayanan Türkçe, Türklerin değişik kültürlerle teması dolayısıyla pek çok dille etkileşim içerisine girmiş, söz (kelime) alışve~işinde bulunmuştur. 1 Zaman zaman etkilenme tek yönlü olmuş, dönemin baskın kültürlerinin etkisiyle Türkçeye yabancı dil ögeleri doluşmuşrur. Bu olumsuz durum; kimi şair, yazar ve aydınların tepkileriyle karşılaşmışsa da Türkçedeki yabancı sözlere, yabancı dil birimlerine karşı en sistemli, en etkili ve sonuç verici çalışma Cumhuriyet döneminde olmuştur. Türkçenin bilim dili haline gelmesi düşün­ cesi, Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir. Türkçe üzerine bilimsel çalış­ malar da Cumhuriyet döneminde yoğunluk kazanmıştır. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde ortaya çıkan ve giderek artan dil tartışmaları, Cumhuriyet döneminde de sürmüştür. Türkiye Cumhuriyeti'nde dilin bir devlet politikası haline gelmesi ve bu alanda yapılan atılımlarla Türkçenin yeni bir evresi baş- 1 Hasan Eı·en, Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük'ün 8. baskısına y2zdığı ön sözde Türkçenin ba§ka dillere verdiği ve ba~ka dillerden aldığı sözlerle ilgili olarak ilgi çekici örnekler vermݧtİr. Bk. TDK, Tiirkçe SbZ.iük, yeni (8.) baskı, Ankara 1988, s. XXII-XXV. Türk Dili~ Sayı: 607 Ata/ürk Dönemimle liirkçe ve Türk Dil Kıımmu lamıştır. Yıllardır tartışılan konular ve çözüm bekleyen sorunlar, Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün önce alfabe, daha sonra da dil alanında yaptığı devrimlerle çözülmüştür. Ancak, Türkçe üzerine yapılan tartışmalar bitmemiştir. Dilde bugün ulaşılan noktayı iyi kavrayabilmek, Atatürk'ün Dil Devrimini gerçek anlamda özümseyebilmek için Atatürk'ün dil konusundaki düşüncele­ rini ve yaptıklarını bilmek gerekir. İşte bu yazımızda Atatürk döneminde Türkçenin durumuna, Türk Dil Kurumunun kuruluşuna ve Atatürk dönemindeki çalışmalarına değineceğiz. Atatürk'ün Dil Devrimine giden yolun anlaşılabilmesi için de kısaca Cumhuriyet öncesi dil tartışmalarına, Türkçenin durumuna ve Türkçe konusundaki görüşlere de kısaca yer vermek gerekir. Tanzimat döneminde Türkçe üzerine düşünceler XIX. yüzyıla gelinceye kadar birkaç şair, yazar ve düşünür dışında pek fazla kişinin dikkatini çekmeyen dil ve alfabe konusu, Tanzimat ile birlikte en fazla tartışılan konulardan biri haline geldi. Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun getirdiği ilkeler arasında dil ve edebiyat ile ilgili herhangi bir ilke yoktu, ama bu belgede gerek ilkeler olsun, gerek bu ilkeler üzerine ırk veya mezhep ayrımı gözetilmeksizin kurulan düzen olsun yeni bir yaşama tarzı ve yeni bir toplum düzeni getiriyordu. Osmanlı toplumunu bu anlayışa ve düzene ulaştıracak araç ise ulusal eğitim ve ulusal dildi. il. Mahmut döneminde başlayan eğitimde modernleşme Tanzimat döneminde de sürmüş'tür (Karal 1985: 314). Tanzimat, toplum ve devlet hayatımıza getirdiği yenilikler kadar, dilimize ve özellikle edebiyatımıza da yenilikler getirmiş, kültür hayatımızda yeni bir çığır açmıştır. Edebiyatımızın bu dönemine adını da veren Tanzimat, Türk kültüründe batıya yönelişin başlangıcıdır. Batı uygarlığının etkisi değişik alanlarda görüldüğü gibi dil alanında da kendisini göstermiştir. Dil alanında batı uygarlığının etkisi ana hatlarıyla iki biçimde görülür: Batıdaki milliyetçilik akımının ve halka yönelmenin etkisiyle ana diline karşı duyarlılık uyanır­ ken bir yandan da halkın anlayacağı d"ille yazmak amacıyla halk diline yönelme düşüncesi yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Halka ulaşmanın en etkili aracı da gazete idi. Bu sebeple gazeteler dilde değişimin başlatıcısı oldu. Sade, yabancı ögelerden arınmış, halkın anlayacağı Türkçe, bir kere daha düşünce adamlarının, sanatçıların halka hitap etmede kullandıkları dil haline geldi. Tıpkı Anadolu'da Türk yazı dilinin kuruluşu sırasında mutasavvıfların halka seslenebilmek için sade Türkçeyi tercih etmesi gibi ... Şiirlerinde konuşma dilini kullanan Şinasi, gazetesinde de halk diliyle halka sesleniyordu. Yazılarında Arapça ve Farsça sözleri mümkün oldukça az kullanıyor, kısa cümlelere yer veriyordu. Sade Türkçe ile şiir yazmayı bile 2 Pml Dr. Şükrü f-i,/ak .Aka!w denemişti. Kaynaklarda geçen ve halk ağzında yaşayan atasözlerini de derleyerek yayımlayan Şinasi, bütün bu özellikleriyle Tanzimat döneminde Türkçenin sadeleşmesi yolunda etkili bir kişi olmuştur. 1863'te yayımladığı Dm'iib-ı Em.ıdl-i O.ımcmiye, halk diline yönelişin en güzel örneğidir. Şinasi, bu atasözlerinden kimilerini şiirlerinde ve yazılarında da kullanmıştır. Eserlerinde geli§mc, vatanseverlik, özgürlük, meşrutiyet, siyasl bağımsız­ lık, eğirim, iktisat, Osmanlıcılık, İslamcılık gibi çok çeşidi konuları sosyal düşünceler olarak ele alan Namık Kemal, Türk dilinden ,·ok Türk edebiyatı­ nın sorunları üzerine eğilmiştir. Bu konudaki yazılarında dille ilgili düşüncele­ ri de yer almaktadır. Eskiden eserlerin yüksek sınıflar için ancak onların anlayabileceği dille yazıldığını belirten Namık Kemal, Pars edebiyatının etkisinde kalan eski edcbiyatınıızın söz süsüne kurban edildiği düşüncesindedir. Eski edebiyatı eleştiren Namık Kemal, eski edebiyatın dilinin kusurlarına ve yetersizliğine de değinmiştir. Jawir-i Ejkdr gazetesinin 16 Rebiülahir 1283 (1866) tarihli 416. sayısında yer alan "Lisan-ı Osman1'nin Edebiyatı Hakkın­ da Bazı Mülahazatı Şamildir" başlıklı yazısında şunları yazar: "İ.rıanbıt!'da okııytıp yazma bilenleıden dahi belki onda biri, sebk-i marfif iizre ycızılmtj bir k!iğtddctn ve hafla k!ifif-i hıtkıtktt olem kanfin-z d<1vletten bile irtijade-i mer!imcı kadir değildir. Çiinki edebıj 1at11n1za Jcırk 11 garbın birkaç ecnebi lisanıntian JniiJtecır olan ıiveler gdebe ederek tttırdd-t i(!ideye hcılel vermıj· ve edev!it ii tcıbirdt ii ifad!i11 ıctkl'iıden biiıiin biitiin aynlmıJ olan ii.ılılb-t 1tıhrir ise baycığı bir bajkcı !i.r!in hiikmiine girmiı·ıiı'." Gazetenin ertesi günkü sayısındaki yazısında ise dilin ıslahı konusundaki düşüncelerini şöyle özetler: "Evvel!i: Kav!i'id-i lisctnın miikemme! Jtt11Jlte tedvin k temhidi. Saniyen: Kelimatın ifti'm!Jl-i ıımılmi dairesinde tahdidi. Saliren: İmld ve mandca eczd-yz lirdn beynindeki irtib!it-ı s1triniıı ittihad-ı hakiki haline ge!mk kadar tef)'idi. Rabiaıı: R,abt-t kel!im ve ifade-i meram Jİvelerinin tabi'at-ı lisdna ıatbikan tadil fi tecdidi. HamİJen: İfadenin hibn-i tabiisine hail olan kiilfetli sanatlardan tecridi." (Levend 1972: 113-114) Tanzimat edebiyatının çok yönlü, seçkin ve önde gelen şair ve yazarlarından Ziya Paşa, edebiyatımızla ilgili konularda Namık Kemal gibi düşün­ mekle birlikte, dil konusuna ondan daha fozla değinmiştir. Türk dili konusunda Şinasi'yle birlikte başlayan görüşleri savunmuş, yeni sanat ve yeni dil düşüncelerini işlemi§tir. Çıktıkça !isdn tabiatından 3 Afohlrk Döneminde ll'irkçe Fe Taıl· Dil K11nı1111ı . Blbme dii;erfesahatından diyerek dilin doğasından ayrılması durumunda doğru ve güzel kullanılışını kaybedeceği dü.şüncesine şiirinde yer vermiştir. Ancak, Ziya Paşanın dil konusunu ele alan en önemli yazısı Londra'da yayımlanan l-Iiifl'iyet gazetesinin 7 Eylül 1868 günlü l l. sayısında yer alan "Şiir ve İnşa" başlıklı yazısıdır. Yazısında "al"aba bizim men.rttp ofd11ğ11m11z miffetin bir lisanı ve şiiri var mıdır, bunu n!dh kcıbil midir?" sorusunu soran Ziya Paşa, eski edebiyatımıza ait eserlerin dilinde ü.çte bir oranda bile Türkçe söz bulunmadığı, bir işi ifade ederken karmaşık ifadeler kullanıldığını, bunu anlan1ak için sözlükler gerektiği cevabını verir: ,"/v1iinı-eat-ı Feridlln ve ctsar-ı V~rsi ve Neı-giri ve Jdir ıniinŞ,e­ m11tebere efe alınsa içferiııde iiçte bir Tiirkçe bıd111ıınrız. ile bir maslahat ifade ederken bedi ii beyan fenleri karıpırılarak, ibraz-ı beldgaı için öyfe ınii;evvq ve ıniiletdbiii'f-iza[aı ibcmfer yazımıfar ki Kaın1ts ve Ferheng beı,ıber olınadıkçd ve hir cıdam feıın-i mermi ve adab-ı Arabda kemal-i maht1reti ofd11kıcm sonra ddetd bıi- den miita!Jc./ ecler gibi bir çok zamtJn!ar saıf-ı zihn etınedikç-e mc:1.nc:ıst1ıı isıihraca rn1tkıedir olamaz." Bu yazıda, anlaşılınaz ifadelerin yazılm<tsının "hiisn-·i kitabet" sayıldığını at-ı belirten Ziya Paşa) öncelikle Türkçe imlanın bilinn1esi gerektiği konusunu en başta gelen kural olarak vurgulamıştır. Ziya Paşa, aynı yazısında yargılama sırasında kar§ılaşıla.n durun1u şöyle anlatır: Sorgulanan kişi, derdini bildiği dille anlatır, sorgu hakimi söylenenleri birtakım ibareler kullanıp araya da 'olduğundan', 'bulunduğundan' ve 'olınakla', 'bulunmakla' sözlerini sıkıştırarak yazıya geçirtir. Sorgu hakiıni yazı­ lanları bir kere de sorgulanan kişiye okur ve "i3llntl sen soy!emedin mi, geııi' mıih­ riinii ve yoksa parmağını bas." der. Sorgulanan kişi okunan şeyi Arapça gibi dinleyip bir şey anlamaz, ama "Efendiyi giimıdirmeyeyim." diyerek mührünü basar. Bu durumun nereye kadar uzandığını Ziya Paşa şöyle belirtir: "İpe bil isıinıt1k-name gdh of11r ki biçarenin idamına kadar sebejı 0!111'. Befki yofd,ı yazı!ra kıtrı11lmak ihtimali b11lım11r." (Levend 1972: 120) onım dediği Dilde Türkçülük hareketinin ilk izleri Ahmet Vefık Paşanın Vhre-i Osmaııf'yc yazdığı ön sözde gôrülür. Ahmet Vefik Paşa, Türkçenin tarihi derinliği olduğu kadar, konuşulduğu geniş alanla da büyük dillerden biri olduğunu vurgu.lar. Sözlükte aslı Arapça ve Farsça olan sözlerin yanı sıra Türkçe kökenli sözlere de ayrı bir bölümde yer vermesi, Ahmet Vefik Paşaya dilde Türkçülük düşüncesinin ilk temsilcilerinden biri olma özelliğini kazandırmış­ tır (Akçura 1978: 49). Ahmet Vefik Paşa, Vhce-i Osıncm?'nin Mukaddimcsin- 4 Pmf Dı: Şakra Ji,/ok Alwlm de de Türk lehçelerinin en eski ve en yaygınının Oğuz Türkçesi olduğunu belirtir: "B!siııe-i 1iirkide en mııkt1ddem miiı21e1ir olan Oğ1tz jllbesi Tatt1rıstt1n ve Tiirkistt1n'ı bir zaman Bt1hr-1 Şarkf'den Macaristmı'a kadar kavrt1ytj1 halen Gaz lisanı denir, onım yenisi Tiirkmen ti.rant i-rcın ve S11rı)ıe) 1 i kaj1!tıy1jJ /1nadoht)'a int!IİJ, 1r;ii11trHzaman ile LRhlf-i Osmaııiyi tevlit etmİJliı" Fergaııt1'dan lfiııt'e doğm yayılıp Hcilaci lisanı Afkan'a ktmJmıJlır, Eski jltbelerden Kı)!çak lisanı flive'den Sibiıya ve Kırgız ve Klımcın ve Bıılgar gibi Kcızan etrafinı iıtifd etmij1İr, Ve Uygm' dili Çiıı tarajlarındcın Kd;gar'a doğrıt yayı!tp ondt1n yedi yiiz tarihlerinde Ç'ingiz.vrın akvanu 1/irk ve İsldmiyeıe diih11I eylediklerinde Çrığatrıy liscını miiteveltit olııp sekiz yiiz rı'vamında ziyade jiiyıı bıılmıtJ1ıır" (Toparlı 2000: 2), Ali Su.av!} bu dönemde dil konusuna değinen, dilin sadeliği için uğraşan gelir, Ali Suavi, öncelikle kullanılan dilin adını sorgulayarak Ali Suavl'ye göre lisdn-ı Oıman! terimi siyasi bir terimdir, Osmanlı sözü, dilin adını veremez. Doğrusu ise !iJJn-ı 1"iirki'dir, yani Türk dilidir (Kara[ 1994: 56), Ali Suavi, İscanbul'da çıkarmaya başladığı MJJhbir gazetesinin 25 Şaban 1283 (1867) tarihli ilk sayısına yazdığı ön sözde, kullanılacak dilin adi liıaıı olacağını belirnnektediı" Adi tisan'dan kasıt herkesin anlayabileceği dildir (Levend 1972: l 15), 27 Şevval 1283 (1867) günlü Mııhbiı"in 28, sayısında kijilerin başında işe başlar, meslektaşlarına gazetelerde kullanılrnası gereken dil konusunda şu önerilerde bulunur: "Haydi iııiftık edelim, Mesela 'prab' diye<~k yel'de 'tllej-1'nk' demeyelim, diizte 'j"drab diyelim ve.uel/inJ. jıJttrctdtmız mesele an/atmakken ni~iin halkı bir de ibare için diifiindiiı~lim, Gazeteleri iıtanbııl'da rıvt1nı lisrını olrın Tiirkçe ile yaza1 lım," 1869'da Paris'te çıkarmaya baş!adıgı [}//im gazetesinde ise alıntı sözlerin çokluk biçimlerinin kullanılmasının yabancı dil kurallarına göre değil de Türkçenin kurallarına göre olmasına dikkat çekmiştir: "Meseld Arablden atim ve kcirib !figatlerini alıjı sigalrırı gibi zabtetmtj'iZ, amma "minde ketebe ve kiittab ve ıılema demeğe mecbJJr değiliz; alimler, katibler diyebiliriz, Dünyada her tisrının tabiatı dahi böyle bizim lisanımız gibidir," Ali Suavi'nin alıntı sözlerin çokluk biçimlerinin Türkçe kurallara göre kullanılması düıüncesi daha sonraki Yeni Lisan hareketinde de dile getirilecektir, Ali Suavi, bilim kitaplarının da anlaşılmaz dille yazıldığına dikkat çekmekte, balkın kullandığı dil ve rerimlerle bunların yazılabileceğini söylemektedir, Türkçe sözler yerine Arapça ve Farsça sözler ve terimlerle dolu bu kitapların herkes tarafından aıılaıılamadığını belirrmekredir, Herkesin bildiği 5 Ataiiirk Döneminde 71ırkçe ve 7iırk Dil Kıınımıı ve kullandığı 'aşı' sözü yerine 'relkih' sözünün kullanılmasıyla Türkçe okuma yazma bilen kişinin bu eserden yararlanamayacağını yazar. Bir bahçıvan kitabını okuyup anlamak için on beş yıl öğrenim görmek şart mıdır, diye soran Ali Su.av!, şarrrır diyenlere de şöyle sorar: "O vakit bahçıvan kim o/Jıtn?" Mustafa Celalertin Paşa da, Fransızca olarak yazdığı kitapta Türkçenin eskiliğini ve zenginliğini işleyerek başka pek çok dile kaynaklık ettiğini, söz verdiğini örnekleriyle ele almıştır. Mustafa Celillettin Paşaya göre Türkçenin eski Yunancaya ve Latinceye verdiği sözler şunlardır: kapı > kajıitol, söz > sosciete, köylü > kailos, dam 'ev' > domm, kol > colon, kafa > kefal, kandil > chandella; ordu> oı-do, piliç> pıtlıts, mini> minyon (Kara! 1994: 67). Bugün tarihi dil bilgisinin kurallarına aykırı olduğu kabul edilen bu örnekler, o gün için yerli ve yabancı aydınların gözünde Türk dilinin bir ölçüde değer kazanmasında etkili olmuştu. Ahmet Midhat Efendi de Basiret gazetesinin 19 Mayıs 1288 (1871) günlü 636. sayısında Türkistan'da konuşulmakta olan Türkçenin bizim dilimiz olmadığı gibi, Arapça ve Farsçanın da bizim dilimiz olmadığını belirtir. Dilimizde Türkçe ile birlikre Arapça ve Farsça kökenli sözlerin kullanıldığını belirten Ahmet Midhat, dilimizin bu dillerin dışında da içinde de olmadığını söyleyerek şöyle yazar: "Tiirkistaıı'dan bir Tiirk ve Necid'den bir Arap ve Şiraz'dan bir Acem getinek edebiydtımızdaıı en giizel parçayı bıtıı!ara kaıJı okmdk hangisi anlar> Şiiphe yok ki hi;fiirisi anlayamaz. Tammıı İJte bıınlardan hiçbirinin anlayamadığı lisan bizim liumımızdıı· diyelim. Hayır, omı da diyemeyiz. Çiinkii oparçayı bize okııdııkları zaman biz de anlayamıyonız ... Pekald ne yapalım? Lisan.rız mı kalalım? Hayır, halkımızın kJtl!andığı bir lisan yok mıı ? İpe oıııı millet lisanı yajıalım." Ahmet Midhat Efendi, tamlamaların Arapça veya Farsça kurallara göre değil Türkçenin kurallarına göre yapılmasını, Arapça ve Farsça çokluklar yerine de Türkçe çokluk biçiminin kullanılmasını istiyordu: Ziimre-i iidebd yerine edipler ziimresi, hayırlı dmdl yerine hayırlı ameller denilmeliydi. Hele hele Tütkçede giivefCin ve örümcek gibi sözler dururken kebııter ve ankebıtt demenin hiç gereği yoktu. Türk sözlükçülük tarihinde önemli bir yeri olan Şemsettin Sami de Türkçenin sadeleşmesi üzerine çalışmış, yazılarında bu konuyu önemle işle­ mişrir. Şemsettin Sami, 1303'te bu konuda ilk eser olan Lisaıı'ı yayımlamıştır. Dil konusunda düşüncelerini orraya armadan önce çıkarmaya başladığı Sabah gazetesinde 12 Sefer 1293 (1876) günlü ilk sayısında gazetenin dili üzerine 6 Pıvf Dr. Şakrii Ha/al- Aka/m şunları yazar: "Şiirfit-ı l!izımeyi cami olan bir gazeteden olJtnacak istifadenin 11mfimi olması iki I'Ye miitevakkıftır: Birincisi herkesin anlayabileceği bir lisanla ve wanç vermeymk sıtrette mJthtasar yazılmak; ikincisi herkesin siihıdetk alacak kadar ııcıız olmak." Dil konu.sundaki asıl düşüncelerini Hafttı dergisinde açıklamaya başlayan Şemsettin Sami, konuşulan dilin adı üzerinde de durur: "Asıl bu fifan!a miite- kellim olan kavmin ismi "Ttirk' ve söyledikleri lisanın iJmi dahi 'lisdn-ı Tiit'kl'dir. Ctıheld-yı avdm indindii mezmıim addol11nan ve yalnız Ant1dol11 köyliilerine ıtlak edilmek i.rtenilen b11 isim, intisabıyltı iftihar olıtııacak bir biiyiik iimmetin iJmidir." Şemsettin Sami, Türk adının "Adriyaıik denizi sevahilinden Çin h11d11d1tna ve Sibirya'nın j~· tarcif!t-trına kadar miintejİr olan bir ümmet-i azJ.menin unvanıdır." diyerek Türk dünyasının sınırlarını belirtir. Arapça vakit ile Türkçe ıağ sözlerinin bir değerlendirmesini yapan Şemsettin Sarni, diliınizin şivesine çağ sözünün vakit sözünden daha uygun olduğunu ve kulağımıza daha mülayim geldiğini yazarak kendi eski hırkası ile süslenmek, iğreti hırka istemekten daha iyidir anlamındaki bir Farsça beyitle yazısını biririr (Levend 1972: 134). Bu dönemde dil ile ilgili tartışmaların yanı sıra yazı ile ilgili tartışmaların da yapıldığını görmekteyiz. Arap yazısının Türkçeyi ifade ermekteki yetersizliğine ilk kez değinen Münif Efendi (sonradan Paşa)'dir. 12 Mayıs 1862 günü kuru.cu üyesi olduğu Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyyede bir konuşma yapan Münif Paşa Arap yazısıyla Türkçe yazmanın zorluklarına değinmişti. Avrupa'da en fazla otuz-kırk harfle kitap, gazete, dergi basılırken, Osmanlı yazı­ sıyla bir kitap basılabilmesi için hat türlerine göre sayısı yüzlerle ifade edilen harflere, şekillere ihtiyaç olduğunu söyler. Söz gelimi nesih hattıyla bir kitabı dizmek için 500 harf ve şekil gerekmektedir. Talik yazısıyla bir kitabı dizebilmek için ise bunun birkaç katı işarere, harfe ihtiyaç vardır. Münif Paşa sıraladığı zorluklardan sonra ~-özüm için iki öneride bulunur. Birinci öneri Arap harflerinin harekeli olarak yazılmasıdır. Harekeli yazının zorluklarını da dile geriren Münif Paşa, asıl önerisinin harfleri bitiştirmeden yazmak olduğu­ nu söyler. Lirin alfabesinde olduğu gibi Arap alfabesindeki harfleri birbirine bitiştirmedcn yazmanın sorunu ~-özeceğini belirtir (Şirrı§İt 1992: 20-21). Bu düşünce daha sonra Enver Paşa tarafından önerilecek) hatta bir yazı düzeni de geliştirilecektir. Türk dünyasında kullanılan alfabenin ıslahı üzerine ilk ciddi girişim Azerbaycan'dan gelir. Mirza Fethali Ahundzade 1863'te İstanbul'a gelerek alfabe üzerine hazırladığı çalışmayı Sadaret makamına verir. Mirza Fethali Ahundzade'nin tasarısı buradan Cemiyyct-i İlmiyye-i Osmaniyyeye gönderilir. Mirza Fechali Ahundzade, Cemiyet başkanı Münif Efendinin çağrısı üze- 7 Ai<ıiiirk Dönemimle Toıkçe a> 7iiık Dil Kıınwııı rinc Cemiyette bir konferans verir. Bir hafta sonra Mirza Ferhali Abundov'un yokluğunda toplanan Cemiyet, Arap harflerinin Türkçeyi yazmaya elverişli olmadığı, düzelrilmesi gerektiği yolunda karar almıştır. Ancak Sadaret makamına gönderilecek olan 6 Ağustos 1863 tarihli yazıda Mirza Fethali Alıundov'un önerisinin kabul edilemez olduğu belirtilecektir (Şimşir 1992: 22). Yazı sorununa Şinasiı Namık Kemal, Ali Suavı ·gibi 'fanzimat aydınları da katılmışlardır. Şinasi, Arap harflerinin basımda yaşattığı güçlükler karşı­ sında yeni harfler ve nokralaına işaretleri döktürtrnܧı uyguladığı sisternle baskı sisteminde yaklaşık 400 olan işaretleri l 12'ye indirmişti. Ali Suavi U/J2m gazetesindeki yazılarında Arap alfabesinin kusurlarına dcğinn1işti. Namık J(emal de alfabe sorununa değinmiştir. Ancak Şinasi de, Ali Suavi de, Namık Kemal de alfabenin değiştirilerek Latin yazısının kabu.lünü hiç düşünmemiş­ lerdir (Şimşir 1992: 23). Hatta alfabe konusunda İran Elçisi Mclkum Han ile tartışma.ya girişen Nan1ık Kemal, Ldtin harflerinin alınınasın<l karşı olduğunu yazmıştır. Başka yazarların da yazılarıyla karılrnalatıyla tanışma genişlemiştir. T<mıs,malar izleyen dönemlerde de sürecektir. Meşrutiyet Osmanlı döneminde Türkçenin ağızları Devletinin son dönemlerinde başlayan dil carrıs,maları, gerçekte yüzyıllardır yaşanan bir somnla Tiirk aydınlarının yüzleşmesidir. Osmanlı l)cvlctindc dil sorunu. ilk defiı. en ciddi' bi~-irndc, Karıun-ı Esasl'nin hazırlanı­ ~ında ve Heyct-i Mcbusan'da (Birinci Meclis-i Mebusan) rcsn1J' ınakaınların gündeınine gelınişti. Devletin bünyesine yeni bir kurum olarak katılacak Heyct··i Mebusan, ülkenin değişik yörelerinden gelecek mebuslardan oluşa­ caktı. Üç kıt'aya yayılmış bulunan Memalik-i Devlet-i Osmaniye'oin farklı uluslardan oluşan tebaasını ter.rısil edecek bu rncclisrt farklı dilleri konuş.an insani.arın bulunacıı.,ğı· muhakkaktı. Farklı dilleri konuşan n1ebusların rneclistc nasıl anlaşacağı, yas<tma işlevini hangi dille yerine getirecekleri öncrnli bir sorundu. Bu nedenle, Kanun-ı Esasi hazırlanırken 18. ve. 68. ınaddclcr devletin diline ayrıldı. Kanun-ı Esas:!'nin 18. n·ıaddcsindc ''"l'ebaa-i (}rmdnıj;enin hide;rı/it-ı deı 1ktte i1rıhdam o!J112mc1k i~·in dec- /erin 1 !iJdn-ı resrtıfJİ otr1n ]Jirkçeyi bilme- lıem devlerin resmi dilinin Türkçe oldubelirtiliyor, hem de devlet kadrolarında görev alacak kişilere Türkçe bilme şartı getiriliyordu.. Heyet-i Mebusan'a kimlerin seçilemeyeceği de 68. maddede sıralanırken " ... salisen Tiirkv bi!meyeıı ... mebm otamtız'' denilmektedir (Kili leri ft'1'11Lr." (Kili 1982: 11) denilerek ğu 1982: 18). Bu maddenin son cümlesi, dört yıl sonra y<ıpılacak seçimlerde mebus olabilmek için Türkçe okumak ve yazmak şartı aranacağı şu cümleyle belirtilir "/)b"rl seneden sonra icra 0!1tna1"ak inıiha/L!arda meb1ts olmak için Tiirkçe 8 ok11mak ve mfimkiin mertebe yazmc1k dahi ıarı olaraktır." (Kili 1982: 18). Heyet-i Mebusan işte bu ortamda a<;ılır. Ancak, daha ilk günden <lil sorunu bu defa farklı bir boyutuyla ortaya çıkar. Osmanlı Devleri'nin değişik bölgelerinden gelen mebuslar Türkçe konuşmaktadır, ama her mebus kendi yöresinin ağzıyla hicap etnıcktedir. Konu§u!anlar arıla§ılamamakta, mebuslar birbirinin konuşn1asın1 alaya alnıakcadır. En zor duruında kalanlar da toplantı rurnnağını tutmakla görevli kiltiplerdir. Katipler konu.şulanları anlayamadık­ ları için Ahrrıet Midhat Efendi, rnebusların sözlerini yazı diline ~-evirerek tutanak tutmakla görevlendirilir. Tartışmaların çok şiddetli geçtiği oturumlardan birinde mebusların konuşmalarını tutanağa geçen Ahmer Midhat EfonJi, bu zor işe daha fizla dayanan1ayarak bayılır. Bunun üzerine toplantıya ara verilir. İstanbul sokaklarında da durum farksızdır. İsranbu!'da yaşayan halk, İstanbul dışından gelen mebusların konuşmalarıyla; mebuslar da İstanbulluların konuşmalarıyla alay etmektedir (Kanıl 1994: 61), Devletin ileri gelenleri ilk defa böylesine bir dil sorunuyla karıı kaqıya kalmışlardır. 1-Icyet-i (lvfeclis-i) Mcbusan'ın kapatılnıasından sonra sansürün uygulandığı İstibdat dönemi başladı. Pek çok konunun ele alınması yasaklandığı için yönetimin tehlikeli saymadığı dil ve alfabe konusu en fazla tartışılan konular oldu. Basında daha önce ve daha sonraları örneği görülrncyen ve görülrncyecck olan tartışmalar baıladı. 'fi?rriirr1tıtı-ı Ut1kikaı, Ci?ride-i Havadir ve Vdkiı gazeteleri iki yıl süresince bu konulardaki caruşrnalara yer verdi. Tarcışn1aya katılanlar arasında Recaizade Ekrem'den Ahmer Midhat Efendiye, Hacı İbra­ him Efendiye kadar pek çok kişi bulurıuyordu. Lfı.tin harflerinin alınrnasına kaqı görüşler ileri sürecek olan Hacı İbrahim Efendi, düşüncelerini larik gazetesindeki yazılarıyla dile getiriyordu. ~fürkçcnin sadcleşrncsi konusunda Arapça ve Farsça sözlerin tasfiyesine karşı çıkan Hacı İbrahirn Efendi ünlü "vav harfi" tartışmasının çıkmasına da yol açmıştı (Levend 1972: 135). Tartışmalara Sultan Abdülhamit de katılmıştı, ancak Sultan Abdülhamit'in düşüncesi farklıydı. Sulrnn Abdülhamit, Arapçanın resmi dil olmasını bile bir zamanlar reklif etmişti: "Ara/!\'d giizel liJc1ndır, keıke nkiden re.ımi dil Arc1}!Çc1 kabıt! ofttnJa idi. 11ayreıtin f)ti.fınıın Jadrazarnfığı zamanındt-t /lrap~·anın re.ıml dil ben teklif etıim. O zaman Srı iı Paırı baık!iıijı idi, direndi. ·Sonra Tiirkliik katmaz' dedi. O da boı l!if ıdi. Neden kalmamı? /lkJine Arr1plarla dc1ha .ıık.ı bağ­ lantı olıırdıı ... " olmaJZnı Bu dönemde yapılan dil tartışrnaları resrnl yazışına dilinin sadeleştirilme­ si, alfabenin düzenlenrnesi, 1'ürkçcnin Arapça ve FarsçH unsurlardan temizlenerek bağımsız bir dil durumuna gctirilrneSi konularında yoğunla§mıştı. Sadrazam Sair Paşa, resmi yazışma dilinin yalnız yazarların rnrrışmalarıyla dü- 9 zenlenemeyeceğini, bu konuda hükumetçe gayret gösterilmesi gerekriğini öne sürerek uzun cümlelerin kısaltılmasu1ı, gereksiz edat ve deyimlerin bırakılma­ sını buyurmuşru. (Karal 1994: 62). Türkçecileri suçlayanlar, teknolojik gelişmeyle elde edilen buluşlara yeni ad vermek için dilin sadeleştirilmesini kabul etmiyorlar, yeni buluşlara Avrupalıların Yunanca veya Liltinceden sözler aktarmaları gibi bizim de Arapçadan sözler alabileceğimizi söylüyorlardı. Lastik Sair, özellikle Hacı İbrahim Efendinin dili dine peşkeş çekmesine ve "Arafıça olmadan diycmet olmaz" sözüne 12 Ramazan 1299 günlü Teniimcm-ı Hakikaı gazetesinin l 115. sayısında şöyle karşılık veriyordu: "hlam dini bize Taımdan geldi ... Hi(· Arajıça Tartışmalar sırasında bitmeyen Bo1nak ve Arıımwtlar da Miisliimandır. Din ve iman deni/en manevi keyfiyet, dit denilen ıeyd.en tamamen C1_t1 rıdır. f)iijmancı gb'ğiiskrini geren bttnca /lrfiisliiman çocıığJt Arapça kttvvetiy!e mi savaıtı!ar?" I3u tartışmalar aydınlardan mının) içerisinde dil konusunu biri de Ahmet Rıza'dır. Ahmet uluslaşma açısından Rıza, bir ulusun ele alan ilk ve deva- varlığı dilinin oluşrnasına ve yaşamasına bağlı olduğu görüşünü ileri sürer. Türklerin Arapça ve Farsça öğrenmekten bilim öğrenmeye vakit bulamadığı­ nı da belinen Ahmet Rıza, bu yüzden yüksek okuldan diplo~a alarak çıkan pala bıyık bir Türkün bilgisinin Avrupa'da on beş yaşındaki bir çocuğun bilgisi düzeyinde olmadığını söyler (Kanıl 1994: 69). Servet-i Fünun edebiyatında Tüekçe Haftalık Seı~·et-i Fiiııttn dergisi etrafında toplanan genç kuşağın oluştur­ duğu topluluk, o zamanki anlayışla sanat için sanat yapmak düşüncesindey­ diler. İnce bir zevk ve düzgün bir teknikle güzeli aramaya başlayan Server-i Fünuncular, bu sanat için bir başka üsluba, bir başka dile gerek duymaktaydılar. Düz yazıda Halit Ziya Uşaklıgil, şiirde ise Tevfik Fikrer Servet-i Fünun dilinin ustası 'oldular. Scrvet-i Fünuncuların dilde meydana getirdikleri özellikler şöyle sıralanabilir: !. Sözlüklerden pek çok eski sözü bulup dillerine aldılar. Bunların bir bölümü o dönemde yayılıp tutunurken, bir bölümü de tutunm,ıdı. Cenap Şahabettin'in sözlüklerden bulup çıkardığı ııahcir "av' sözü yaygınlaşmazken, garam, ıegaf tiı·aje gibi sözler o dönemde tutundu ve beğenilerek kullanıldı. 2. Arapça köklerden yeni türetmeler yaptılar: Kamer'den m11kmir, ıem/ten miiıemmes, kevkeb' den miikeı·keb ... 3. Kimi bilim terimlerini edebi dile soktular: Şehik, imtisas, ke"s. .. 4. Eski sözlerden, hatta o zamana dek hiç kullanılmayan sözlerden yeni tamlamalar yaptılar: Haıfı .riydh; iııkisdr-ı haya!. .. 5. Tamlamalarda değişikliği sağlamak için yeni birleşik sıfatlar (vasf-ı lO Pwf Dr. Şükrü Haluk Aka/m terkibi) yaptılar: Tehi-baht, ebed-zinde, semd-karin ... 6. O zamana dek dilimizde olmayan kimi deyimleri de Fransızcadan çevirerek dile yerleştirdiler: El sıkmak, dm-i izdivacı ıalep ermek, hayat ya1amak ... Servet-i Fünuncularm dile getirdikleri bu yenilikler bir gerekliliğin veya bir zorunluluğun eseri değil, bir beves ve bir isteğin ürünüydü (Levend 1972: 180-182). Bu dönemde de dilde sadeleşme tartışmaları sürmüştür. Servet-i Fünuncuların dile getirdikleri yenilikler de tartışmalara yeni bir boyut getirmiştir. Servet-i Fünunculara karşı çıkanlar dili bozdukları suçlamasını getiriyorlardı. Şinasi ile birlikre başlayan sadeleşme hareketi, edebi dilde Servet-i Fünuncularla birlikte yeniden süslü ve özentili dile dönüşmeye başlamıştı. Servet-i Fünun hareketi aynı zamanda Edebiyat-ı Cedide 'Yeni Edebiyat' olarak da adlandırılıyordu ama kullandıkları dil yine eski dile, Arapça ve Farsça alıntılarla dolu dile dayanıyordu. Tmüman-ı Hakikaı'te "Sadeliğe İltizam Edelim" başlıklı bir yazı yazan Ahmet Midhat Efendinin düşüncesini destekleyenler olduğu gibi bu düşünce­ ye kaqı çıkanlar da oldu. Necip Asım, İkdam gazetesinde Ahmet Midhat Efendinin düşüncesini destekleyen yazılar yazarken; Müstecabizade İsmer de Musavver Malfimat'ta Ahmet Midhat Efendiye ve Necip Asım'a karşı gelen cevaplar veriyor, onları eleştiriyordu. Tartışmalar içerisinde Arapça ve Farsçanın Osmanlı Türkçesindeki yeri de ele alınmış, Arapçasız Türkçe olamayacağı görüşü İbnülemin Mahmut Kemal, Ali Kemal gibi yazarlarca dile getirilmiştir. Ahmet Midhat Efendi, Şemsettin Sami ve Necip Asım Servet-i Fünun döneminde Türkçecilik hareketini sürdürmüşlerdir. Bu tartışmaları biraz da küçümseyerek izleyen Servet-i Fünuncuların ileri gelenlerinden Tevfik Fikret, 1 Nisan 1315 (1899) günlü Servet-i Fünun dergisinin 422. sayısında yayımlanan Tasfiye-i Lirdn başlıklı yazısında şöyle yazar: "... liran nasıl tasfiye edile"k? Osmanlıcanın yüzlerce seneden beri alı1mtj olduğıımuz Arabf ve Fars? kelimelerini, terkip/erini kaldırarak yerine Tiirkçelerini koymak sııretiyle mi? Bıı epeyce bir zaman için tevlfd-i garabet ii miiJkildt etmekten bajka bir 1eye yaramaz ... Şimdi ne yajıacağız? Sırf Tiirkçe mi yazacağız? Zannetmem ki bt1 miimkün olsttn; olsa bile hdld ihıildfından Jİkdyeı ettiğimiz lisdn-ı tekellüm ile lisan-ı tahririmiz yine ittihat edemeyecektıl', çünkü o zaman da yazacağımız Tıiı-kçe kelimeleri, tekelliim ettiğimiz lisandan değil, bize Arabi ve Faniden daha uzak bir menbaı meırfikıen alacağız." Halit Ziya da Servet-i Fünun'un 428. sayısında başlıklı yazısında sadeleşme çalışması sırasında "Karilerime Mektuplar" Türkçesi bu.lunan Arapça, 11 At,ıiürk Döneminde 71-;,-kçe ve Tiirk D;J Kımımıı Farsça sözlerin dilden çıkarılması durumunda karşılaşılacak durumu şu sözlerle anlatıyor: "Deniyor kifazlrı ltıgat-ı Arabiye ve Fars iyeyi atalım. Mesel!i 'gbk 1 varken ;sema' niçin kalsın? Semayı ka!dırı3,ıoruz. 1 ~femav!it, siimiiv, semavi' bittabi beraber gid~cek. Biraz miinakkaj biraz miizeyyen bir ciimle cırasında 'sahari-i semav!it, Jiiiniivv-i cenab nazaH semavl' diyemeyeceğiz 'göklerin kır/an, öz ulıı!tığıt, gök bakıj' diyeceğiz. Nahoj ! Fakat zarar yok mackm ki 'semayı orttıdan kaldırdılar, yerine 'gök' diktiler, bıt biiyiik mııvaffakiyer Sdytlacak. Sonrd 'hava, riizgtır, faza, esir, neJim, cev1 felek' için birer Türkçe m11kabi! bttl11ııacak, bttııları hep öğreneceğiz." Bu satırların yazarı Halit Ziya, yıllar sonra geçmişin bir değerlendirmesi­ ni yapacak ve düşüncelerini şöyle değiştirecektir: "Siis merakı bize nele,. yaptırınıj, ne manasız, ne sebepsiz iptilalara yol açmıJ! Bttgiiniin telakkisiyle b11ııt1 izah etmek oldukça zor bir İj... 'Bir mehd-i gaLJ•-aver-i hiilya', nigah-t miicef!ii miincemidi;•le hadaret-i miitemevviceyi', 'zevk-t bedayi~peresti-i sanatkarane' ... sanki Tiiıi!!J!den ne kadar tızaklaJZlma o kadar hiiner gösıerilmij olacak vehmiyle b11 garibeleri icat etmek ijte o zamanın bir illeti idi..... (Levend 1972: 231-240). Öte yandan İkdam gazetesinde yer alan kimi yazılarda dildeki Arapça, Farsça kökenli sözlerin atılarak yerlerine öz Türkçe sözler konulması yolunda yazılar yayımlanıyordu. Necip Asım da bu gazetede öz Türkçe sözlerle yazı yazmayı denemişti, ancak daha sonraki yazılarında•tasfiyeci olmadığını açık­ lamak zorunda kalacaktı. Ziya Gökalp'a göre bu dönemdeki tasfiyecilerin önde gelen kişisi Fuat Raif (Köseraif) idi. Gökalf>, tasfiyecilerin halk diline geçmiş Arapça, Farsça sözleri dilden çıkarma isteğinde olduğunu belirterek, bu düşüncenin lideri durumundaki Fuat Raif ile görüşmesini anlatır. Fuat Raif, halk diline geçmiş Arapça, Farsça kökenli sözlerin Türkçe sayılması görüşüne katılmakta, ancak edatların kullanılışında Türkçe kökenli edatlarm (eklerin) tercih edilmesi konusunda ısrar etmektedir. Fuat Raif Beye göre Türkçenin' her türlü eki ile yeni kelimeler yapılabileceği gibi, Kırgızcadan, Özbekçeden, Tatarcadan alınacak eklerle yeni sözler türetilebileceği düşünce­ sindedir. Gerektiğinde yeni ekler de yaratılabilmelidir. Ziya Gökalp, bu düşünceler doğrultusunda, daha önce tasfiyecilik konusunda yazdığı yazıları düzeltmek gerektiğini belirtir (Gökalp 1963a: 89-90). Ancak, Fuat Köseraifin ve İkdam gazetesindeki aşırı özleştirmeci birkaç yazarın başını çektiği tasfiyecilik akımı tamamen başarısız olacaktır. Böylesine köklü ve 1 12 'kesin değişiklikler içeren giriıimlcrin vakti henüz gelmemişri (Hcyd 1954: 14). Aynı dönemde, bir yanda sadeleşme, bir yanda tasfiyecilik, bir yanda Arapça, Farsça sözleri yaygın biçimde kullanma düşünceleri ileri sürülürken diğer yandan da Arapça ve Farsça alıntı sözlerin Türkçede kullanıldıkları biçimde değil de aslına uygun biçimlerde yazılması ve söylenmesi gerektiğinin savunulduğu bir başka düşünce daha orraya çıkmıştı. 'Fesaharçiler' adıyla bu düşüncedekiler, yıllardır Türkçede kuHanılırken Türkçenin ses ve biçim özelliklerine uymuş sözlerin özgün biçimleriyle kullanılması gerektiğini yazılarında işliyorlardı. Fesahatçilere göre iştah dememeli ijtiha denmeliydi. Be)'h!tde yerine bih11de, beynamaz yerine binamaz, terciime yerine de terceme kullanılmalıydı. Fesahatçiler, bu tür kullanışları "galat" sayıyorlar, Arapça ve Farsça sözlerin asıllarında olduğu gibi kullanılmasını istiyorlardı. Fesaharçiler, alıntı sözlerin T<ırkçede kazandıkları anlamda kullanılmasına da karşıydı. Arapçada göz ucuyla bakmak anlamında kullanılan iltifat sözünün Türkçede kazandığı anlamla kullanılması Fesahatçilere göre yanlıştı. Fesahatçilerin bu tavrını Ziya Gökalp şöyle anlatır: "İltifat kelimesi tiJanımızda ba1ka mdna)'adır denildi. 'Öyle ıeJ' olmaz, Arajıça A<~mce kelimeler bizim lisanımızda kadim asaletlerini ve fesahat/erini mtthajaza edeceklerdir. Avamın cehaletle )'aptığı ıahrifleı~ galatat denilir. Bttnlarııı hepsini terk ;derek kelimelerin fasih ıekillerine riiaı etmek l!izımdıı" diye cevap verildi." (Gökalp 1963a: 81) Bu tartışmaların sürdüğü bir ortamda, Mehmet Emin'in sade bir Türkçeyle yazdığı Cenge Giderken başlıklı şiiri büyük bir yankı yarattı. 1897 Yunan savaşı dolayısıyla yazılan bu şiir, edebiyatta olduğu kadar dilde de yeni bir akımın başlangıcı olacaktı: Ben bir Tiirk'iim dinim cinsim tt!ııd11r Sinem öztim atq ile dolttdttr İn.ıan olan vatanının kıtlttdttr Tiirk evladı evde dıirmaz giderim. Mehmet Emin Yurdakul'un "Yurdumun koç yiğitlerine" diyerek Türk askerine ithaf ettiği bu şiir, daha sonraki yıllarda başlayacak olan Yeni Lisan hareketinin merkezi Selanik'te yayımlanan AJtr gazetesinde çıkmıştı. Bu yepyeni bir gelişmeydi. Yıllardır tartışılan dil, ölçü, üslup, deyiş gibi çeşidi sorunlar bir anda çözülmüştü. Arapça, Farsça tamlamalar, sözler olmadan Türkçe değil yazmak, konuşmak bile mümkün değildir diyenlere verilmiş bir kaqılıktı. Düşünce açısından da yenilikler taşıyordu bu şiir: Osmanlılık düşüncesinin hakim olduğu bir zamanda Mehmet Emin Yurdakul bu şiirinde Türklüğü ile övünüyordu (Levend 1972: 264). anılan 13 Atillürl· Döneminc/e Türkçe Fe liiık Dil Kvnımıı Mehmet Emin Yurdakul'un bu şiiri edebiyat ve düşünce dünyasında övgüyle karşılandı. Şairin bu tarz şiirlerinin yer aldığı Tiirkçe Şiirler adlı kitabı 1900 yılında çıkrı. Bu şiir tarzını örnek alan pek çok şiir yayımlandı. Kırım Türklerinin tanınmış aydını, yazarı ve düşünce adamı Gaspıralı İsmail Bey bile bu şiirden etkilenmiş ve Mehmet Emin'e kutlama yazısı yazmıştı. Gaspıralı İsmail Beyin, Mehmet Emin'e yazdığı yazıda şiirin dilini övüyor ve bütün Türk dünyasında anlaşılacak bir dil kullandığını belirtiyordu: "Şih"/erinizi Edirne, B1tt~ı·a 1 Ankara, E1·z1trttm 1/trkkri anlayıp !ezzeı!e ok11yacak!an gibi, Tijlis, Tebriz, Şirvan, Horasan, TiirkiJıan, Ka1gar, Dey-i Kıpçak, Sibiıya, Kazan ve Kırım Tiirk!eri ek okııyacak!ardır. B11 1erefa Nefi ve Nabi naif olamadılar. Kıı-k elli mi!yon!11k ve otıız asırlık bıı aleme ilk önı~ bir kajtk oğ!I! balını yediren siz o!dıın11z ki, size 1eı·ef bize saadeııiı-." (Kabaklı 1990: 247). Dil üzerindeki bu tartışmaların ve Tiirkçe Şiirlerin etkisiyle Türkçülük akımı da gelişmeye başladı. Bu nedenle Türkçülük tarihinde Türkçecilik önemli bir yer tutar. Türkçülük hareketi önce dilde Türkçülük olarak kendisini gösterir. Osmanlı Devleti'nde farklı uluslardan insanların yaşadığı bir dönemde Türkçülük hareketi başlamadan önce Türkçecilik hareketi başla­ mıştı. Bir yandan da Türkçe üzerine çalışmalar artarak sürüyordu. Orhon bölgesinde bulunan yazıtların kimlerin eseri olduğu üzerine batıda araştırmalar yapılırken Danimarkalı Türkolog V. Thomsen, 1893'te yazıtların alfabesini çözmüş ve Orhon vadisindeki bu yazıtların Türklere ait olduğunu bilim dünyasına duyurmuştu. Yıllardır Arapçanın, Farsçanın etkisinde kalan ve avam dili diyerek hor görülen Türkçenin yazı dili tarihi birdenbire 1.200 yıl öncesine uzanmıştı. Türkçenin binlerce yıllık geçmişi olduğu. artık yazılı kaynaklarla da ortaya çıkıyordu, Bu buluş, Türk aydınları arasında büyük ilgi uyandırdı. Türkçecilik ve Türkçülük hareketlerinin artarak gelişmesini sağladı. Türk aydınları üzerinde etkisi olan Şeyh Cemalettin Afgan!, ırkı tıpkı Alman fılologları gibi dil birliği ile tanımlıyordu. Bu bakımdan da dile, dil zenginliğine ve dil ternjzliğine, yani· terimlerin sözlerin tamam olmasına ve aynı zamanda dilin bütün bireylerce anlaşılacak biçimde olmasına önem veriyordu. Afgan!, insanın dinini değiştirebileceğini, ama ana dilini ve ırkını değiştiremeyeceğini söylüyor, bu yüzden de dili ırk ile birlikte baş sıraya yerleş­ tiriyordu. 1897'de İstanbul'da ölen Şeyh Cemalettin Afgan! ırk bütünlüğü­ nün korunmasını dil birliğinin korunmasına bağlıyordu: "Lisansız cemiyet olmaz, biitfin sosyal tabakalar ve sınıfların 14 Pıvf Dr. Şiikrii Ha/ok Akalın ifade ve ütifadesini temin etmeyince de bil' lisan meydcına gelmez ... İnsanı birbirine bağlayan iki bağ vardır: Biri dil birliği, diğer bir deyimle ırk birliği, ikincisi din. Dil birliğinin, yani ırk birliğinin diinyada beka ve sebatı hiç ş,iijıhe yoktJtr ki dinden daha devamlıdır. Çiinkii az bir zamanda değiJ,mez. Hdlbttki tek bir dil konıı;an 11'kı göriiriiz ki bin yıllık bir miiddet zarfında dil birliğinden ibaret olan ırka bir bozt1lma söz komıst1 olmadığı hdlde, iki iiç defa din değijti­ riyor... Belirli bir ırka menst1p olan \fjitli tabakaların ifade ve istifcıdesini temin edemeyen hir dil, o ırkın biitiinliiğiinii komyamcız." (Akçura 1978: 84-85). Şeyh Cemalettin Afgan!, ırk esası üzerine kurulacak birliklerin yapmaları gereken ilk işin dillerin genişletilmesi, zenginlqtirilmesi olduğunu belirtmektedir. Ana dilinin geliştirilmesi, genişletilmesi işinin bilginlerin görevi olduğuna değinen Afgan!, dilin yeterli olmaması durumunda başka dillerden söz alabileceğini, ancak gerekli sözlerin alınması gerektiğini söyler. Bu dLı­ rumda Afgan1'nin bir de şartı vardır: "... kelimeleri kendi dillerinin kisvesine sarmak ;cırttır; o kcıdcır ki yabancı o!d11kları anlapfmasın ... ". Afgani'nin dil konllsundaki bu görüşlerinden etkilenen kişilerden biri de Mehmet Emin Beydir. Mehmet Emin Yu.rdakul, genç yaşlardayken, Şeyh Cemaletrin Afgan1'nin Nişanraşı'ndaki konağına sık gidip geldiği bilinmektedir (Akçura 1978: 86). Türkçecilik ve Türkçülük akımının ilk temsilcilerinden Necip Asım (Yazıksız) Bey, dil ve tarih alanlarındaki çalışmalarını Orhon Yazıtları ve bu yazıtlarda kullanılan yazı üzerine yoğunlaştırdı. 1895'te Ural-A!tcıy Lisan/an adlı eserini, 1897'de de En Eski Tiirk Yazısı adlı eserini yayımladı. Necip Asım'ım Orhon Ycmtfarı'yla ilgili eseri, daha sonra 1914'te yayımlanacaktır. Osmanlıdan önceki Türk tarihini ele alan ve inceleyen Tiirk larihi adlı eseri de 1898'de yayımlanmıştır. Necip Asım Bey, bu çalışmalarının yanı sıra Türkçenin Arapça ve Farsça etkisinden kurtulması gerektiğini daima dile getirdi. 1882-1883'te KamttJ-ı Pransevl'yi, 1888-1899 yıllarında da KamttJii'ld!dm'ı yayımlayan Şemsettin Sami, hazırladığı büyük sözlüğe Kam11s-ı Tiirki adını vermişti. 1899-1901 yıllarında yayımlanan Kamm-z Tiirki, Osmanlı Devleri'nde konuşulan dilin adının Türkçe olduğu, sözlüğünün de adının Türkçe olması gerektiğini vurguluyordu. Türkçenin Osmanlıdan önce de var olduğu, köklerinin derinlere uzandığı sözlüğün girişinde belirtiliyor, Arapça ve Farsça yerine Çağataycadan alınacak sözlerle Türkçenin daha da zenginleşeceği işleniyordu.. İkinci Mqrutiyet ile birlikte Türk dili üzerine çalışmalar daha da yoğun15 Afotürk Döneminde Türkçe ve liiık [);/ Kıınınw !aştı. Bu arada yaşanan siyasi olaylar, Türk aydınlarının gelecek konusundaki düşüncelerinin de şekillenmesini sağlıyordu. Müsİüman olmayan halklardan sonra, Müslüman olan Arap ve Arnavutların da ayaklanmaları; Türk aydınları arasında önce Osmanlıcılık, sonra da İslamcılık düşüncelerinin zayıflamasını, Türkçülük düşüncesinin güçlenmesini, artmasını sağlıyordu. ittihat ve Terakki hareketi içerisinde yer alan aydınların çoğunluğu Türkçeci idi. İttihat ve Terakki Partisinde Türkçecilik eğiliminin güçlü olması, kendisini ilköğretim­ de Türkçenin zorunlu dil olarak okutulması kararında gösterdi. Türk olmayan halkların yaşadığı bölgelerde Türkçenin yanı sıra başka diller de okutulabilecekri. Ancak bu karar, Türk olmayan halkların memnuniyetsizliği ile karşılaştı. 1909 yılının Kasım ayında Adliye Nezareti, mahkemelerde Türkçe kulisteyince Arap vilayetlerinde direnmeler başladı. Medis-i Mebusan'da konu gündeme geldiğinde, mahkemelerde Türkçenin kullanıl­ ması bir yana, hakimlerin bulundukları yörelerde konuşulan dilleri öğrenmesi bile önerildi (Kara! 1994: 78). Böyle bir ortamda, Türkçecilik hareketi daha örgütlü, daha sistemli, daha bilimsel ve her şeyden önemlisi daha kararlı atılımlarla gelişmeye başladı. Yeni Gazete bürosunda toplanan Necip Asım, Ahmer Midhat, Emrullah, Darülfünun Riyaziye Şubesi Müdürü Agop Boyacıyan, Mülkiye Mektebi Müdürü Celili, Celal Korkmazof, Ahmet Hikmet, Rıza Tevfik, Bursalı Tahir, Ferit, Fuat Köseraif, Harbiye Mekrebi Rusça öğretmeni Musa, Velet Çelebi, Orenburg Vakit gazetesi muhabiri Yusuf Beyler, 1908 yılının sonlarında lanılmasını Türk Derneğinin temellerini attılar. Derneğin kuruluşundan sonra bu isiınle­ re Mehmet Emin, Gaspıralı İsmail, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyin Cahit, Kiiprüliizade Mehmet Fuat, Hiiseyinzade Ali, Fuat Sabit, Ispartalı Hakkı Beyler de eklendi (Akyüz 1983: 69). Derneğin 25 Aralık 1908 tarihinde yayımlanan "nizamnamesi"nin ikinci maddesinde amaç şu şekilde açıklanıyordu: Cemiyetin amacı, Türk diye anı­ lan bütün Türk kavimlerinin mazi ve hfildcki eserlerini, işlerini, durumlarını ve muhitini öğrenmeye ve öğrctıneye çalışmak) yani Türklerin eski eserlerini, tarihini, dillerini, avarn ve havas edebiyatını 1 etnografya ve ernolojisini, sosyal durumlarını ve mevcut medeniyetlerini, Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyasını araştırıp ortaya çıkararak bütün dü.nyaya yayıp dağıtmak ve dilimizin açık, sade, güzel, ilim dili olabilecek şekilde geniş ve medeniyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak ve imlasını ona göre incelemektir (Akçura 1978: 209-210). Dernek kurucuları, çıkardıkları Tiirk Derneği dergisinin başında yayımla- 16 Prof Dr. Şükrü fiılok Ak,ıJm dıkları "beyanname" ile amaçlarını kamuoyuna duyurdular. Beyannamedeki ana düşünceler ŞLınlardı: 1. Osmanlı Türkçesini bütün Osmanlılar arasında konuşulan milli bir dil haline getirmek ve bütün Osmanlıları aynı kutsal amaç etrafında toplamak. 2. Arapça, Farsça sözlerin bütün Osmanlılar tarafından anlaşılması için yaygınl~şanları seçerek sade bir Osmanlı Türkçesi meydana getirmek. 3. Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki tüm hiillerini öğrenmek, öğretmek ve bütün dünyaya yaymak; Osmanlı Türkçesinin açık, sade, güzel ve bilim dili olabilecek surette ve uygarlığa elverişli bir düzeye gelmesine s·alışmak, imlasını buna göre düşünmek. 4. Türk dili üzerinde derlemeler yapmak (Kara! 1994: 81-82; Levend 1972: 300). Derneğin Türk dili hakkındaki düşünceleri beyannamenin 9. maddesinde aynen şöyle açıklanmaktadır: "0.ımanlı lisanının Arabi ve Farsi lisanlarından eııiği istifade gayr-ı miinker bttl!ındnğnndan ve Osmanlı Tiirkçesini bıt mııhıe­ rem lisanlardan ıecrit eımek hiçbir Osmanlının hayalinden bile geçmeyeceğinden Tiirk Derneği, Arabi ve Fani kelimelerini biiıiin OJmcınlılar tarafından k.emal-i siih11letle anlajtlctrak verhile ıayi olmıı1lcırından intihap ederek ve binaencdeyh mezkıir [)emeğin yazacağı eserlerde kltllcm"cağı lisan en sade Osmanlı Tiirkçesi olmttktır." (Levend 1972: 301). Türkçecilik düıüncesinin bu dönemdeki en etkili ve sonuç verici girişim­ lerinden biri de Selanik'ce yayımlanan Genç Kalemler dergisi çevresinde toplanan genç yazarların ve genç aydınların başlartıkları Yeni Lisan hareketidir. Genç Kalemler dergisi, l l Nisan 19 l 1'de Ali Canip ve Ömer Seyfettin'in öncülüğü.nde Seliinik'te yayımlanmaya başlamıştır. Seliinik, öteden beri Türk kültür ve düşünce hayatında yeri olan bir merkezdi. Burada 1905'te çıkan Çowk Bahçesi, başlangıçta bir okul dergisi iken Ali Ulvi, Akil Koyuncu, Celal Sahir ve takma adla yazı ve şiir yazan pek çok kişi ile birlikte giderek bir edebiyat dergisi kimliğine bürünmüştü. 1910 yılında Selanik'te yeni bir dergi yayımlanmaya başlamışrı: Hil.riin ve Şiir. Sadece sekiz sayı yayımlanabilen Hiisiin ve Şiir, dili açısından bir bilince sahip değildi. Dergide Ali Canip başya­ zı yazıyordu. Ali Canip, derginin adını beğenmediğini ve değiştirmeye karar verdiğini hatıralarında şu satırlarla anlatıyor: "Ben bıı Hiisiin ve Şiir ıınvanını beğeıımiyorıtm. Arkada1lara bıınn değijtirelim; yalnız hiisiin ve 1iirden mi bahsedeceğiz? Hiç ilmi makale yazmayacak mıyız? diyordıım. Btınıın iizerine değipiriyorıız ve Genç Kalemler koyııyorıız.'" Derginin sorumlu müdürlüğüne İttihat ve Terakki 17 Ata.türk Döneminde Türkçe ve 7/ıık Dil Kunımu Umum! Merkezi katibi Nesim! Sarım getirilir (Parlatır-Ç.etin 1999: XXIXXII) ve böylece derginin yayın hayatında yeni bir döneme girilirken, Türkçecilik tarihinde de yeni bir dönem baılamaktadır. Derginin, kendi ifadeleriyle gazetenin, ilk sayısında Müdiriyet imzasıyla yayımlanan yazıda Hii.riin ve Şiir· in devamı olduğu şu sözlerle anlatılır: . "B!tgiin birinci nü.rha.rını ok!tdıtğttıutz Genç Kalemler ewe!ce intijar eden lliisiin ve Şiir'in bir jekl-i miitekdmılinden baık.a bir jl!)' d.eğildir. E'vet gazeıemizin heyet-i ıahrirZyyesi sizin e-ı"vefre ıcı­ nıdığınız gençlerdiı·. Onlar diijiindiiler ki Wiıiin ve Şiir namı yalnız ihtisasata miiteallik mevadda taall!ik ediyor, halbıtki maksatla,., yalnız btt değildi; lliisiin ve Şiir'in Jiimztl-i manasından maada mahs11lat-ı fikı-iyye de gazetelerinde geniJ bir mevkii haizdi. Binaenaleyh risalenin i.rmini değijlirdiler. Ona Genç Kalemler dediler." (Parlatır-Çetin 1999: 1). Baılangıçra Genç Kalemler dergisinde kullanılan dil, o dönemde kullanılan dilden farksızdır. Arapça ve Farsça sözler, tamlamalar dikkati çekmektedir. Derginin birinci cildinin dördüncü sayısında Kazım Narni'nin "Türkçe mi Osmanlıca mı>" başlıklı yazısı yayımlanır. Bu yazıda Kazım Nami, kullandığımız dilin adını sorgulamakta, bunu anlamak için önce dilin aslını aramak gerekti1 ğine değinmektedir: "Soylediğimiz dile Tİirkçe mi, yoksa Osmanlıca mı demek laanlamak için lisanımızın aslını cırt1rt1amız iktiza ediyor. Bazıları b11 lisanı Tiirkçe, Arc1Jı[a ve Farsçadan miiıtkkejl bir liran olmak üzere göstermek istiyorlarsa da b11 idditt fikı-imizce mıtvafik değıldir. Dilimizin aslı Tiirkçediı-. !311giin Osmanlılardan gayrı olan Tiirklerin söylediği dil ile bizim dilimiz ttrasınd.a 1ayanı dikkat farklar vana da bıınlar, lisanın mlına tesir edecek mahiyeti haiz değildirler. Osmanlı Y!irkleri b11giin Bahr-ı Sefidden Bahr-i Mıthit-i Kebire kadar Aır11jıa ve Afrika'nın bir kı.ımıyla biitiin Asya'nın jimal ve vasatında ya1ayan aile-i azime-i Tttraniyyedendirler. Tarihn idad ettiği bir ı-ok tekebbiilat-ı pmn dolayı.ııyla m11htelif tecellilerle z11httr eden bıt kavmin, ırki ve lisani ihtil!itat ile mtthtelif kısımlar göstermesi hiçbir vakit a.ııllannı biisbiitiin kaybedecek kadar yekdiğerinden ayrılmıı olmalarını ica/J etmez." (Parlatır-Çetin 1999: 39). Kazım Nami, yazısında 'Osmanlı dili' diye bir dilin olmadığını ve dilin sadeleştirilmesi durumunda Tü.rkçeciliğin daha açık bir biçimde ortaya çıka­ cağını, böylece kullanılan dile Osmanlıca diyenlerin de cesaretinin kırılacağını zımdır. 13ıtnıt 18 Prof Dr. Şükıii Hakık Akalw belirterek yazısını şu sözlerle bitirir: "Dilimiz Tiirkçedir; biitiin Tiirk lehçeleriyle mttkayese ederken bıma Osmanlı Tiirkçesi deriz. Nitekim Uygıtrların söylediği Türkçeye Uygıtr Tiirkıesi, Azerbaycanlıların söylediğine yanlıj, fakat yerlqmij bir tabir ile Çağatay Tiirkı-e.ri diyomz." (Parlatır-Çetin 1999: 40). Derginin birinci cildi altıncı sayının yayımlanmasıyla sona erer. Genç Kalemler dergisinin ikinci cildinin 29 Mart 1327 tarihli ilk sayısında imza yetinde büyük bir soru işareti bulunan Yeni Lisan başlıklı bir yazı yer almaktadır. Gazetenin adının hemen üzerinde ise "Yeni lisanın tamimine hizmet eder" sözü yer almaktadır. Ömer Seyfettin tarafından yazıldığı bilinen (Levend 1972: 314) bu yazı­ da önce eski dil üzerinde durulmaktadır: "Eski Lisan: Nedir? Asla komıpılmayan, Ultince ve İbranice gibi yalnız kendisiyle mejgtt! olanların zevk ve idrakine taa/liik eden bir jey!... Size btmun tarihini çabucak çizelim. Biz Asya'dan Garba, Anadolu'ya hicret etmıjiz. Din ve edebiyat bize Arabi ve FariJi öğretmir Hatta bir zamanlar resmi lisanımız Farisi olduğu gibi, bir padiJahımız da Arapçayı bize ttmttmf ve mi/it bir lisan olarak kabttl ettirmeye kalkı1mı1. Hicretimizin ilk asırlarında Arabi ve Farisi bir çok kelimeler liJanımıza girmij. Bıtnıtn katiyen zararı yok. Ulkin edebiyat, .ranat ve dolayısıyla tezeyyün-i fikri Arabi ve Farisi kaic!e!er ele getirmir Tiirkı-e muvazenesini kaybetmir Tabiata muhalif ve son c!erece sım'i bir hal kesp etmiJ. Fakat nasılra yine aslını, esası olan fiiller ve sigaların istikl!ilini mtthafaza etmi1tir. İjte btt istiklaldir ki bugün bize Türkçeyi tekrar eski safiyet ve sühuleıine, tabiıtiğine irca etmek ümidini veriyor." (Parlatır-Çetin 1999: 75). Yazıda edebiyatımızdaki akımların diline değinilerek bu edebi eserlerde kullanılan dil eleştirilmekte, kullanılan dilin halk tarafından anlaşılmaz oluşu yüzünden çoğunluğun edebiyata, kültüre ve bilimlere kayıtsız kaldığı yazıl­ maktadır. Bu yüzden kitaplar satılmamakta, otuz milyonluk bit ülkede en büyük gazete bile otuz bin basılmamaktadıt. Dilde yapılması gereken deği­ şiklikler nelerdir, Yeni Lisan hangi esaslara göte kurulacaktır? Bu soruların cevabı da bu ilk yazıdan başlayarak verilmiştir: "Konttjtıtğumuz lisan, İstanbul Tiirkç;e.ri en tabii bir lisandır. KliJe olmuj terkiplere/en bajka lüzttmsttz zineıler asla miik!ilememize girmez. Yazı lisanıyla konttfmak lisanını birlejtirirsek ec!ebiyatımızı ihya, yahut icat etmif olacağız." (Parlatır-Çetin 1999: 78). Aynı yazıda Yeni Lisan'm bir tasfiyecilik hareketi olmadığına değinil­ mektedir. Beş yüzyıldan beri kullanılan Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri 19 A.tatiirk Döneminde llııkçe ve Türk D;/ Kı.111111111 ve aruz veznini terk etmenin ınürnkün olmadığı belirtilmekte, Mehmet Emin'in hece vezniyle yazdığı şiirleri hiçbir şairin kabul edemeyeceği yazıl­ makradır. Yeni Lisan'da tamlamaların Türkçe kurallara göre kurulmasıyla, Arapça, Farsça gereksiz sözler kendiliklerinden Türkçeden 'savıtfacak'lardıt. Ancak "ilmi, fenni ve edebi mı/ahlara" şimdilik dokunulmayacaktır. Bu terimler birer söz gibi kabul edilecektir. Tamlamalarla ilgili ilkeler şu şekilde sıralanmıştır: Arapça ve Farsça kurallarla yapılan fevkalade, hıfzısıhha, darbımesel, stvkitabii gibi tamlamalar dışındaki bütün tamlamalar bırakılacaktır. Türkçe çokluk ekinden başka ecnebi çokluk ekleri, edatları kullanılma­ yacaktır. Kainat, in1aat, maaliyaı, ahlak, Miisliiman gibi klişe biçimindeki çokluklar kalacaktır. Türkçeleşmiş olan ama, ;ayet, ;ey, ke;ke, lakin, naji, heman, hem, heniiz, bari, yani gibi edatlar dışındaki eya, ecit, ez min, an, ender, b!i, beray, bi, n!i, tef, çe, çend, zihi, ald fi, keenne, g!ih, k!ir, gin ds!i, veı, ver, ndk yar gibi diğer Arapça ve Farsça edatlar bırakılacaktır. Yeni Lisan'ın özellikleri için bu yazıda anılan diğer ilkeler şunlardır: Alıntı sözlerde Türkçenin yapısını bozan Arapça ve Farsça dil kurallarına aldırış edilmeyecektir. Türkçede kalacak Arapça ve Farsça sözlerin yazılış biçimlerinin "dini bir taassıt/J/a mtthafaza edikceği" belirtilirken Türkçe kökenli sözlerde benzerlikren dolayı şaşırtmacalara son vermek için "huruf-ı imlii"nın kullanılacağı kaydedilmektedir. Bütün bunlardan ortaya çıkan amacın "mitti bir lisan, milli biı· eclııbiyat viimda getirııwk" olduğuna değinilmekte ve genç kuşaklara şöyle seslenilmektedir: "Ey gençkr! Hepiniz yeni lisanı ihya ve icada çalışınız. Zekanızı, mahaminizi diinkiikri körii köriine takti@ clıığil yeni lisanı vaz ve te.rise saıf ediniz. Yazdığını­ zı herkes anlarsa, severse; kitaplarınız çok satılacak, zengin olacak, sa'yinizin miikafatını göreceksiniz ... " (Parlatır-Çetin 1999: 81 ). · Osmanlı Türkçesinde kullanılan Arapça ve Farsça dil bilgisi kurallarının kullanımına son verilmesi ve konuşma dilinde Türkçe kaqılığı bulunan Arapça ve Farsça sözlerin dilden ayıklanması çağrısında .bulundular. Diğer yandan bütün Arapça ve Farsça kökenli ortak sözlerin ayıklanmasını isteyen tasfiyecilerin görüşlerini de reddediyorlardı. Eski Türkçe kökenli sözlerin canlandı­ rılması, diğer Türk lehçelerinden sözler alınması, Türkçe köklerden yapay yeni sözler türetilmesine de karşı çıkıyorlardı (Heyd 195~: 17). Genç Kakmler dergisinin izleyen sayılarında da Yeni Lisan yazı dizisi olarak sürmüştür. Bu yazıların bir bölümü imza yerinde "?" ile, bir bölümü de 1 1 20 1 1 Pwf Dr. Şiikrii Haluk Ak·alın "Genç Kalemler Tahrir Heyeti" imzasıyla yayımlanmıştır. Bu yazıların büyük bir bölümü Ömer Seyfettin tarafından, bir bölümü de Ali Canip, Ziya Gökalp tarafından yazılmıştır. Bu yazılarda dilin adı, kökeni, eskiliği; Arapça, Farsça kökenli sözler ve dil bilgisi kuralları, imlıl. gibi konular üzerinde durulmuştur. Dergi, "Yeni Lisan" ile ilgili ilkeleri bu şekilde ortaya koyarken, bu ilke.lere uygun yazı ve şiirlere de yer vermeye başlamıştır. İkinci cildin birinci sayısında H. Hüsnü'nlln, Ömer Seyfettin'in yazıları "Yeni Lisanla" notu ile yayımlanmıştır. Yeni Lisan ilkelerine uymayan kimi şiir ve yazılar için de "Yeni Lisandan Evvel" açıklaması yapılmıştır. Genç; Ka/.em/.er dergisiyle başlayan Yeni Lisan hareketi bir anda kültür ve düşünce dünyamızı etkiledi. Özellikle Balkanlarda yayımlanan gazete ve dergilerde yer alan yazı ve şiirler sade bir Türkçe ile çıkmaya başladı. Ancak, Selanik'te başlayan Yeni Lisan ve Milli Edebiyat hareketi yeni bir tartışmayı da başlatmıştı. Köprülüzade Mehmet Fuat Server-i Fiinun'da yazdığı yazıda dilin gelişme çizgisini çizenlerin büyük yazarlar ve sanatçılar olduğunu belirtiyor, Ahmet Haşim'in bir şiirini örnek göstererek Yeni Lisan taraftarlarının ne kadar bağı­ rırlarsa bağırsınlar şiirde geçen "ab" sözünü dilimizden çıkarmayı başarama­ yacaklarını yazıyordu. Sonradan Türk Dili Tedkik Cemiyetinin (Türk Dil Kurumu) kurucuları yer alacak olan Yakup Kadri, Rübab dergisinde yayımlanan "Netayi( başlıklı yazısında Yeni Lisan hareketiyle şu sözlerle alay etmektedir: "Yeni... Satıyorlar. Kaça? Na.rı!, Bilmiyorum fakat satıyor­ lar. İki yıldır gazete/.erde i!Jin!arını görmediniz mi? 'Yeni lisan', 'yeni fikir', 'yeni hayat' ... Yalnız bir jey var, ey görgüsüz çocuk ruhlu kimse/.er, yalnız bir JBY var ki tatbiki sizin için biraz giiç olacak: 'Yeni fikir'i kalıplı bir fas gibi bqa giymek kolay, 'yeni hayat'ı alafranga bir elbise gibi . sırta almak kolay, fakat 'yeni lisan'. .. Yeni lisan sizin için muhakkak kullanılması pek güç bir zinet olacaktır... Dilimizi irsi, kisbi biitün itiyat/arından tecrit edeceksiniz, yeni /.ehçeniz olacak. Mese!d 'mili.et' kelimesi bilmem nasıl bir ı1tiha/.e ile 'budun'a inkı!Jip edecek, 'yaJasın mili.et' diyemeyeceksiniz 'yaJasın budun' diyeceksiniz ... Biz Osmanlıyız ve bu Osmanlı lisanıdır. İstiyorlar ki biz Çağatay olalım ve Çağatayca söy!.eye!im. Hayır, bu kabil olmayacaktır. Hayır ... Zavallı yenilik, zavallı bayramlık e/bise/.ere benzeyen garip yenilik ... " (Levend 1972: 321-322). Bu yazılara karşılıklar Kazım Nami imzasıyla ve "Genç Kalemler Tahrir arasında 21 Atatııı-k Döneminde Heyeti" imzasıyla Tüı-kçe verilir. ve Tııı-k Dil Kıınınııı Tartışmaya daha sonra Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin Beyler de katılır. Özellikle Cenap Şahabettin alaycı ve küçültücü eleştiriyordu. Ali Canip, Cenap verdi. Yeni Lisan hareketi üzerine yapılan bu tartışma Balkan Savaşının çıkmasıyla sona erdi. Ancak, Genç Kalem!er'in başlattığı Yeni Lisan akımı, Türkçenin sadeleşmesi yolunda önemli bir adım oldu. Dergide Yeni Lisan ilkelerine göre yazılan yazı ve şiirler, özellikle de Ömer Seyfettin'in eserleri, sade bir Türkçe ile her türlü edebi eserin yazılabi­ leceği düşüncesini Türk aydınları arasında yaygınlaştırdı. Genç Kalemler dergisinin başlattığı Yeni Lisan hareketinde yer alan ve eserlerinin bir bölümü 1920'den sonra yayımlanan Ziya Gökalp'ın dil ile ilgili düşüncelerini de bu bölümde ele almak gerekir. Genç Kalemler' in 5. sayısında­ ki "Yeni Lisanın Güzelliği" başlıklı yazısında dilde ikili bir şekilde kullanılan Türkçe, Arapça, Farsça kökenli sözlerle diğer ecnebi dillerden geçen sözlerin söyleyiş özelliklerini ele almıştır . .Alimlerin sözleri söyleyişleriyle, avamın bu sözleri söyleyişlerini karşılıklı olarak değerlendiren Gökalp, alimlerin kangı, kanı, dürlii/ ruze, nerdiiban, kfiJe,' ebdal, suret, avrrıt; bank, post, vapör biçiminde kullandığı sözleri avamın hangi, hani, tiirlii; oruç, merdiven, köıe; abdal, surat, avrat; banka, posta, vap11r biçimlerinde kullandığını yazar. Avamın kullanışında bir uyum olduğunu belirten Ziya Gökalp yazısını şu satırlarla sonlandırır: "Ahenkli kelimelerin, ahenksiz kelimelerden daha güzel old11ğunu hiç kimse inkar edemez. Türkçe terkiplerin, cemlerin, edatların Arapça, Acemce terkip/erinden, cemlerinden edat/arından daha gii- . zel olduğu da misallerle ispat edilebilir. Kütiip-kitaplar, mekdtip-mekıepler, lisan-ı milli-milli lisan, edebiyat-ı cedide-yeni edebiyat, kıymetdar-kıymetli, maddiyyım­ maddeci. Yeni Tiirkçenin eski Türkçeden hem daha giizel, hem daha faydalı olduğu ıimdiye kadar gösterilen misallerden tamamıyla anlap!dt. İlmin, felsefenin biitiin bu teminlerine istinat ederek biz jiddetle iddia ediyoruz: İstikbal yeni tisanındır!" (Parlatır-Çetin 1999: 171-177). Genç Kalemler dergisinin yayına ba§ladığı 1911 yılında bir başka dergi, Türk Yurdu da yayın hayatına başlamıştı. Türk Yurdu doğrudan doğruya Türkçenin sadeleşmesi gibi bir ülküyü ba§lıca amaç edinmemi§ti, fakat derginin yayın ilkeleri arasında hem de birinci ilke olarak sade bir dille yayımlana­ cağı belirtiliyordu (Akçura 1978: 213). Ziya Gökalp'ın 1918'de yayımladığı Tiirkleımek, İs/dm/aşmak, Muasırlaj­ mak adlı eserinin ikinci bölümü dile ayrılmı§tır. Türkçenin elli altmış yıldır ifadeler kullanarak Yeni Lisancıları Şahabetrin'in yazılarına karşılıklar 22 Pmf. Dr. Şükdi flalıık Akalın genişlemek yeni ışıkları ülkemize etki ettikçe yeni belirten Ziya Gökalp, bu kavramlar adsız kalamayacağı için ber gün pek çok kavram, dilimizden yeni sözlerin meydana getirilmesini istediğini yazar. Dilimiz, gelişmiş dillerle karşılaşınca da bire bir onların taklidini yapmaktadır. "Bazen hurdabin-microscope, dürbün-telescope, 1ehkdr-chef d'oeuvre, mejkfiı.-ideai keiimekrinde o!d:ığıı gibi lafzi (iJtinsah-calqm)kr yapıyor. BaZJ keıt de ıayyare-aerop!an, ıekdmiil-evoitıtion, mepwtiyet-comtit11ıion, bediiyat-estetique ıabirkrinde oid11ğ11 gibi manevi i1timahiar hwıtk getiriyor... " (Gökalp 1963b: 11). Gökalp, dilimizi anlam (kavramlar) açısından çağdaşlaştırmak, terim açı­ sından İslamlaştırmak gerektiği gibi dil bilgisi, söz dizimi,. yazım bakımından da Türkleştirmek gerektiği düşüncesindedir. Ancak, kavramlara Türkçe karşılık bulunamazsa Fransızca veya Rusça yerine Arapça ve Farsça olmasının daha hayırlı olacağı düşüncesindedir'. Ziya Gökalp, dilimizi Türkçeleştirirken bütün soydaşlarımızın anlayacağı genel bir Türkçeye doğru gidilmesi gerektiğini belirtir (Gökalp 1963b: 13-14). İlk baskısı 1923'te yayımlanan Tiirkçiiliiğiin EsaJ!arı'nda da "Lisan! Türkçülüğün Umdeleri" başlığını taşıyan bölümde Türkçe ile ilgili görüşlerini yolunu tuttuğunu, yüzyılın kavramları gördüğümüzü şöyle belirtmiştir: 1. Milli dili meydana getirmek için Osmanlı dilini bir tarafa bırakarak, halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini aynen kabul edip, İstanbul halkının, özellikle de İstanbul hanımlarının konuştukları gibi yazmak. 2. Halkın dilinde karşılığı bulunan Arapça ve Farsça sözleri atmak, tamamen karşılığı olmayan küçük farklılıklar gösteren sözleri dilimizde korumak. 3. Halk diline geçip yapı bakımından veya anlam bakımından galat olan sö.zlerin bozulmuş biçimlerini Türkçe saymak, yazılışlarını da söyleyişine uydurmak. 4. Yerlerini yeni sözler aldığı için fosilleşmiş eski Türkçe sözleri diriltmernek. 5. Yeni terimler bulunacağı zaman· önce halk dilindeki sözler arasına bakmak, bulunmadığı durumlarda Türkçenin yapım özelliklerine göre yeni kelimeler meydana getirmek. 6. Türkçede Arap ve Acem dillerinin kapitülasyonları kaldırılarak, bu iki dilin ne çekimleri ne de tamlamaları dilimize alınmalıdır. 7. Türk halkının bildiği ve kullandığı her kelime Türkçedir. Halka sevimli gelen ve yapay olmayan her kelime millidir. Bir milletin dili, kendisinin cansız köklerinden değil, canlı tasarruflarından meydana gelen canlı bir or- 23 Atau;,.k Döııemiııcle Türkçe ve Türk Dil Kıınımu gandır. 8. İstanbul Türkçesinin ses bilgisi, biçim bilgisi ve söz varlığı yeni Türkçenin temeli olduğundan, başka Türk lehçelerinden ne söz, ne çekim, ne edat, ne tamlama kuralları alınamaz. 9. Türk uygarlık tarihine ilişkin eserler yazıldıkça, eski Türk kurumları~ nın adları, çok eski Türkçe sözler olarak yeni Türkçeye girecektir. Fakat bunlar terim olarak kalacaklarından bunların gündelik hayata dönüşü fosillerin dirilmesi gibi düşünülmemelidir. 10. Sözler karşıladıkları anlamların tarifleri değil, işaretleridir. Sözlerin anlamları türeyişlerini bilmekle anlaşılmaz. 11. Yeni Türkçenin bu esaslar dahilinde bir sözlLik bir de dil bilgisi meydana getirilmeli, bu kitaplarda yeni Türkçeye girmiş olan Arapça ve Acemce sözlerin ve tabirlerin bünyelerine ve terkip tarzlarına ait bilgiler türetme kıs­ mına dahil edilmelidir (Gökalp !963a: 94-95). Ziya Gökalp, on bir maddede topladığı dil ile ilgili bu düşüncelerini Lisan başlıklı eserinde de şiirleştirmiştir: Güzel dil, Türkçe bize, Yap yaj<ıyan Türkçeden, Ba;ka dil, gece bize. Tiirkçey i incitmeden, İstanbul konu;ması İsıanbul'un Tiirk(esi En saf, en ince bize. Zevkini, olsun yeden. Lisanda sctyılıı- öz Arapçaya meyletme Herkesin bildiği söz; İran'a da hiç gitme; Tecvidi halktan öğren, Manası anlaFlan Lügate atmadan göz. Fasih/erden ijitme. Uydurma söz yajımayız, Gaynlı sözler emmeyiz, Yapma yola sapmayız Çocuk değil, memeyiz! Birkaç dil yok Turan'da Tiirkçelqmi:1 Tiiı·kçedir; Tek dilli bir kümeyiz. Eski köke tapmayız. Açık sözle kalmalı Turan'ın bir ili var, Fikı'e ıpk salmalı; Ve yalnız bir dili var. Müteradifsözlerden "BaJka dil var... " diyenin Tiirkçesini almalı. Bajka bir emeli var. Yeni sözler gerekse Tiirklüğiin vicdanı bir, Bunda da uy herkese; Dini bir, vatanı bir; Halkın söz yararmada Fakat hepsi ayrılır, Olmazsa lisanı bir Yollarını benim.re. (Gökalp 1976: 17-18) 24 Pıvl Dı: Şaknı Hıhık Akahıı Ziya Gökalp'ın bu düşünceleri, o dönemdeki dil tartışmalarında önemli bir çekim merkezi haline gelmiş, pek çok kişiyi etkilemiştir. Öte yandan, Tanzimat döneminde başlayan alfabe tartışmaları İkinci Meşrutiyet döneminde ve ardından gelen dönemlerde de hararetli bir biçimde sürmüştür. Öneriler daha çok, harflerin bitiştirilmeden yazılmasında yoğun­ laşıyordu. HutUf-ı Munfasılacılar diye anılan bu grubun başında Milaslı İs­ mail Hakkı, Necmettin Arif, Cihangirli M. Şinasi, Ismayıl Hakkı Beyler bulunuyordu (Şimşir 1992: 44). Hüseyin Cabir Bey ise Tanin gazetesinde yazdığı yazılarda çekingen bir biçimde de olsa Ultin harflerini savunmaya başlamıştı. Celal Nuri Bey de Tarih-i İstikbal adlı eserinde Latin harflerinin alınması gerektiğini açıkça yazıyor­ du. Türkçüler ise, Arap alfabesinin Rusya Türkleriyle irtibatı sağladığı için bı­ rakılmaması gerektiğini savunuyorlardı (Şimşir: 1992: 47-48). Alfabe üzerinde bu tartışmalar yapılırken Harbiye Nazırı Enver Paşa, harflerin birbirine bitiştirilmeden yazılması esasına dayalı olan sistemi uygulamaya koydu. Hatt-ı Cedid, Ordu Elifbası, Enver Paşa Yazısı gibi adlarla anı­ lan bu yazı düzeni, biraz da tehdit altında, orduda kullanılmış, kimi asker! kitaplar bu yazı ile basılmıştı. Bu girişim, sonuçta başarısız olacaktır. Gerek dil, gerek alfabe tartışmaları bitmek bilmemiştir. Osmanlı Devleti'nin son yıllarında yaşanan bölgesel savaşların ardından başlayan Birinci Dünya Savaşından sonra Mütareke yıllarında da tartışmalar sürdü. Özellikle Mütareke döneminde Türkçülük ve Türkçecilik düşüncelerine karşı saldırılar daha da arttı. Ancak, bütün bu tartışmalar, Türkiye Cumhuriyeti devletinde gerçekleştirilecek olan Alfabe ve Dil Devrimlerinin oluşumuna zemin hazırla­ yacaktı. Cumhuriyete kadar uzanan dönemde yazı dilinde sınırlı bir sadeleşme olmuştu. Ancak, sadeleşme ile birlikte alfabe sorunu gibi diğer sorunlar da Türkiye Cumhuriyeti'ne aktarıldı. Bu konuda kararlı ve sonuç alıcı adımlar Cumhuriyet döneminde atılacaktır, ancak dil tartışmaları da bitmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti'nde Türkçe; Yazı ve Dil Devrimi Milli Mücadele zaferle sonuçlanmış, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Yapılacak pek çok şey vardı; son yirmi yıl pek çok cephede açılan savaşlarla geçmiş, ülke işgal döneminden sonra bağımsızlığını elde etmişti, ancak millet yokluk içerisinde, ülke. harap durumda idi. Cumhuriyetin ilanı­ nın ardından çeşitli alanlarda atılımlar yapılırken, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal, kü.ltür konularına büyük önem veriyor, sık sık bu konularda konuşmalar yapıyordu. Yeni kurulan devletin kültür temelinde yükseleceğini açıkça "Türkiye Cumhıtriyeti'nin temeli kiiltiirdiir" sözü ile ottaya koymuştu. 25 Alatiiık Döneminde Türkçe ve Tüık Dil Kunınw Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 12 Kasım 1924'te Bakanlar Kurulunun 111 sayılı kararnamesi ile İstanbul'da Türkiyat Enstitüsü kuruldu. Enstitünün ilk müdürü, daha önce dil tartışmalarında da yer alan edebiyat araştırmacısı Mehmet Fuat Köprülü idi. Enstitünün amacı, eski çağlardan başlayarak Türk kültürünün çeşitli kollarında araştırma ve yayınlar yapmaktı (Buluç 1983: 312). Ancak, böyle bir enstitü kurma düşüncesi Cumhuriyetin ilanından çok değil dört-beş gün sonra ortaya çıkmıştı. Gazi Mustafa Kemal, M. Fuat Köprülü'yü çağırarak "Fttat Bey, cumhııriyeti kttrduk. Aıttk aımhm·iyeti ve devletimizi ilmi temeller iizerinde yiikseltmek zamanı gelmipiı-. Uitfan İstanb11l Daı-iilfiintmu biinyesinde Tiirkiyat Enstitiisiinü k11runttz." talimatını verir. İstan­ bul Darülfünununda on aylık bir hazırlık çalışması başlatılır. Hazırlanan dosya Gazi Mustafa Kemal'e sunulur. Savaştan yeni çıkmış genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kıt bütçesinden tahsisat çıkarılarak Enstitü kurulur. M. Fuat Köprülü, Enstitünün ambleminin nasıl olması gerektiğini sorduğunda, Gazi Mustafa Kemal, Türkiyat Enstitüsünün amblemini şöyle tanımlar: "Fnaı Bey! Karlı Tanrı Dağları'ntn b'nünde elinde mt1ale tutan bir bozkıM olsttn, bıt mqale genç Türkiye Cttmhnriyeti'nin ilminin ifadesi olsnn. Ergenekon'dan çıkmamızda kılavttz olan bozkurt Tiirklüğiln Anadoltt topraklarındaki yeni devletinin kıtrttlıtjıtnıt ifade etsin." (Sertkaya 2001: 549). Türkiyat Enstitüsünün kuruluşu, Gazi Mustafa Kemal'in daha sonra dil ve tarih alanlarında yapacağı çalışmaların ilk işare­ tiydi. Ulusal devleti tarih! temellere ve coğrafi bütünlüğe dayandırmak düşün­ cesi ile Atatürk'ün ortaya koyduğu ve Afet İnan'ın savunduğu "Genel Tiirk Tarihi Tezi" ne göre Türkler Anadolu'da devlet kuran ilk ulustu. Osmanlı döneminde batıda ileri sürülen, hatta Anadolu'nun işgaline sebep gösterilen, Türklerin sarı ırktan ve Avrupa anlayışına göre ikinci sınıf bir insan tipi olduğu, sonradan gasp ettikleri Anadolu topraklarında köklü bir haklarının bulunmadığı iddialarına karşı geliştirilen bu tarih tezinde Anadolu'nun Türklüğü Sümerlerin ve Hititlerin Turan! kavimlerden olduğu düşüncesi ile kanıt­ lanmaya çalışılmıştır. Afet İnan, bu. tezi şöyle özetler: "Tiirk çocıtğıt yakın bir tarihte göç etmiJ olmakla bıt vatanın hakiki sahibi olamaz: Bu fikir tarihen, ilmen yanlt]ttı-. Tiirk brakisefal ırkı Anadolıt'da ilk devlet kttran bir millettir. Bıt ırkın kiiltiir y11rd11 ilk zamanlarda, iklimi miisait olan Orta Asya'da idi. İklim tabii 1artlar dahilinde di!ği1ti. Ta1ı cildlamayt bıtlan, ziraat hayatına eri1en, madenlerden istifadeyi keifeden bıt halk kütlesi gb[ etmeye mtcbur kaldı. Orta Asya'dan 1arka, cenıtba, garpta Hazar Denizi'nin 1imal ve cenıtbıma olmak üzert yayıldı. Gittikleri yerlere yerle]tileı-, kiiltürlerini oralarda k11rd11lar. Bazı mıntıkalarda 26 Pıvl Dr. Şakra fiılılk Ak"lın otokton old11lar, bazılarında otokton olan diğer bir ırk ile karıjlt­ lar. Avrıtpa'da tesadiif ettikleri ırk tipi dolikosefal idi. frak, Anadol11, Mmr, Ege, mPdmiyetlerinin ilk kttrttcıılart Orta Asyalı brakirefal ırkın miimessillerıdir. Biz b11giiııkii Türkler de onların çoaıklanyız." (Berktay: 2462). Tarih alanında yürütülen ~·alışmalar, dil alanındaki çalışmalara da temel teşkil edecekti. Cumhuriyetin ilanından sonra dil konusunda tartışmalar daha çok imlii ve alfabe üzerine yoğunlaşmıştı. Osmanlı Devleti'nin son yüzyılında başlayan alfabe tartışmaları, yazı devriminin yapıldığı 1928'e kadar sürmüştür. Yazarlar arasında dil tartışmaları, az da olsa sürüyordu. Rıza Nur· un 1920'deki Maarif Vekilliği sırasında yazı son.mu ele alınma­ dan önce, dili arındırma yönünde bir karara varılmış ve özel bir yönetmelikle Anadolu ağızlarındaki Türkçe sözlerin derlenmesine başlanmıştı. Bu yıllarda Besim Atalay, Hars Müdürü olarak, yapılan çalışmaları yönetmiş; küçük ölçüdeki bu derleme, birkaç yıl içerisinde ramamlandıkran sonra, 1925'te, toplanan söz ve deyimlerin sınıflandırılmasına başlanrnıştı. Bu çalışrnayı yapanların başında Ahmet Saffet bulunuyor, denetleme ve genişletme işini de Velet Çelebi, Hasan Fehmi gibi tanınmış bilginler yapıyordu. Yazı Devrimi sırasında 1928'de kumlan Dil Encümeninde derleme işini üzerine alan Ragıp Hulusi, 1929-1930 yıllarında yeni derlemeler yaptırmıştı. Bu gereçleri değerlendiren Hamit Zübeyir ile İshak Refet, 1932'dc Anadilden Derlemeler adı altında bir sözlük yayımlamışlardı (Tan 2001: 1). Dil sorunu 'konusunda, Sarf Encümeni, l920'den başlayarak Sarf ve Nahv-i 1/irki başlıklı dörr defter çıkarmış, 1923're de Maarif Vekaleti, Velet Çelebi'nin Tiirk Diline Medhal adlı kitabını yayımlamıştı (Tan 200 l: 1). Tunalı Hilmi Bey, Türkçenin özleşmesi konusunda ilk yasal girişimi başlatan kişi olarak görülür. Daha cumhuriyet bile ilan edilmeden, 1923 Ağusrosun­ da2 Türkiye Büyük Millet Meclisine Türkçe Kanunu önerisi vermiştir. Bu öneriye göre, Maarif Vekilliğinde bir Türk,·e komisyonu kurulacak, terimler Türkçeleştirilecek, okul kitapları öz Türkçe kurallara göre hazırlanacak, bu kurallara uyması durumunda gazete ve dergilere yayın hakkı verilecek, resmi yazılar buna göre yazılacak, kanunlar da Mecliste bu yolla hazırlanacaktı. Ancak bu öneri, ortam hazır olmadığı için gerçekleşememiştir. Tunalı Hilmi Beyin bu isteği, Türkçenin özleşme hareketinde sonuçsuz kalan bir adım olmuşrur (Levend 1972: 391). 1922 yılının Ekim ayında Gazi Mustafa Kemal, Bursa öğretmenleriyle 2 Bu önerge lle ilgili haber Hal.:imiyeıi Nlilliye gazNcsinirı 27 Ağustos 192.? rnrihli sayısında y:.ıyımkınmı~tır. 27 Abtıfrk Dônemiııde 71ırkçe ve Türk Di/Kıınımı.ı yaptığı görüşmede, Türkçeyi Arapça kalıplardan kurtarma düşüncesini savunur. Türkçe ile ilgili olarak, dilin türeyişi konusunda 1922'de Samih R.ifat'ın Tası-i(-i Htırfi/ Kanıtnları adlı kitabı yayımlanır. Yazı Devrimi Dil Devrimine giden yolda en önemli adım Yazı Devrirnidir.3 Yüzyıllardır kullanılan bir yazının değiştirilmesi öyle kolay bir iş değildi. Ancak, bu konudaki tartışmalar yazımızın önceki böliimlerinde gördüğümüz gibi Osmanlı Devleti döneminde başlamış, yazının değiştirilmesi düşüncesinin her geçen gün kamuoyunda biraz daha ağır bastığı görülmüştür. Yitminci yüzyılın başlarında Türk soylu halkların büyük bir çoğunluğu Arap kaynaklı yazıyı kullanıyordu. Arapça için belki mükemmel olan Arap yazısı Türkçe için ve bütün Türk soylu halkların dilleri için hiç de uygun bir yazı sistemi değildi. Arapçada ünlü sayısı son derece az iken, Türk lehçelerinde ünlü sayısı sekiz, dokuz, hatta on olabilmektedir. Yazının Türkçe için yetersizliği öteden beri tartışılıyordu. Arap kaynaklı Osmanlı yazısında oldıt'nun yazılışı ile öldii'nün yazılışı; kol ile ktıl'un yazılışı, göl ile giil (giilmek fiili)'ün yazılışı, giiz ile göz'ün yazılışı birbirine karıştyordu. Sözlerdeki ünlüler birbiriyle karışıyor, okumak bilmece çözmeye dönüşüyordu. Osmanlt yaztSında ünlülerle ilgili bu güçlüklerin yanmda bazt ünsüzlerin yazıda gösterilişinde de güçlükler yaşarnyordu. Söz gelişi /k/ ile /g/ ünsüzleri Osmanlı yazısmda aynı harfle (kef harfiyle) yaztltyordu. Bu durumda da kör ile gör' ün yaztlışt, koz ile go'z'ün yazıhşı, kil! ile göl'ün yaztlışt hep birbirine kanştyor, bu sözlerin ne oldu.ğu da ancak cümlenin veya metnin bağlamından çıkanlıyordu. Liitin yazısma geçen ilk Türk halk< Yakutlardtr. 1917-1918 yıllannda Yakutlar Latin yaztSmı kullanmaya başlamışlardtt. 1926'da Baku'de Birinci Türkoloji Kongresi yapıldı. Türkiye'den Köprülüzade Mehmet Fuat ve Hüseyinzade Ali Beylerin kanldtğı bu kongrede uzun tartışmalardan sonra Liitin kaynaklt bir alfabe benimsendi ve buna Bil'leııirilmiJ Tiirk Elifbası adt verildi. Bu alfabe aşamalı olarak Sovyetlerdeki Türk cumhuriyederince kullanılmaya başlanclt. 1927'de Azerbaycan'da Latin yazısı kullanılmaya başlan­ Hiç kuşkusuz, mı§tı.4 'Yazı Devrimi ile ilgili bölümün raıılı'iında Bil5.I N. Şim~ir'in adı seç<'n cs1:>rinin yanı sı~a M. Şakir Ülkütıı§ır'ın Atatiirk ve Hrof Devrimi (TDK yayını, Ankı.ra, 197 3) adiı ı.-serinden de yararhnılmı§rıt. ~ 1930'ların başında neredeyse bürün Türk h;ılkhn aynı yazıyı kullanıyordu. Bu durun1 devam etseydi belki dı: Sovyederdeki Türk ha!khrının birbirleriyle anla~ması daha kohı.y o!acakn. Ancık, Stalin'in l930'larda b.ıı­ larrığı kıyım sıra~ında Sovyerlerdeki Türk halklarının Li.tin yazısını ku!larıma!arına son verildi. N1: ilginçtir ki 1926 Baktı Türkoloji Kongresinde Lltin alfabesini savunan bilim adamlarının çoğunun ölüm ç;Hihl l937'dir. Llun!ar anısırıd.ı. Türk soylu halkların bilim ,ı<lamlarımn yanı sırn ünlü Türkolog Samoy!oviç de· ı.'l1tdı. Bu kı­ yım sırnsındcı Türk halkLırınıo Kiri! ı1 azısını kulbnmaların~t kar:ı.r verileli. 19:)7'de l>a§by::ı.n Kiri] yazısına geçi~ uygubm~ısı 1940'!1 yılların ba~!arınrla tamamlandı. 28 Prof Dr. Şükrü Hılrık Aka/ırı Gazi Mustafa Kemal'in 1927'de Nııtıık'u okuduktan sonra, alfabe tartış­ Türk Ocaklarının Merkez ve Hars Heyetleri toplantısın­ da, 8 Ocak 1928'de, Adalet Vekili Mahmut Esat, Latin harflerinin kabulünü hararer!e istediğini bildirmiş, 8 Mart 1928'de de Başvekil İsmet Paşa Ultin harflerini överek bu konuda bilginlerin düşüncesini sormuştur. 3 Şubat 1928'de İstanbul'da hutbe Türkçe olarak okunmaya başl.anmış, aynı yılın 24 Mayısında da Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yazı Devriminin öncüsü olarak Latin rakamlarını kabul etmişti. Bu tarihten birkaç gün önce, 20 Mayısta, Maarif Vekili Mustafa Necati'den Başvekalete gelen bir tezkere ile "Lisanımızda l.iitin haı:flerinin s11ret ve imkdn-ı tatbikini diijiinmek iizere, mebm Falih Rıfkı, Yak1tp Kadri, Rttıen Ep·e( ve Dariilfiinıın Miiderris Mttavini Ragıp H1tltisi ve Jabık Dariilfiinıın mııat!imlerinden Ahmet Cevat ve mttallim!eı·den Fazıl Ahmet, Hariciye memurlarından İbrahim Grandi, Talim ve Terbiye Reisi Mehmet Emin, azadan ihsan Beylerden ıniirekkep bir heyetin ıe;ki­ linin mııvafik göriilınekte oldıığıı" bildirilmişti. Maarif Vekaleti, Başvekaletin onayını 27 Mayıs 1928'de almış, 26 Haziran l928'de de kurul, bakanlık binasında ilk toplantısını yapmıştı. 16 Haziran 1928'de Konya' dan başlayarak yurt gezisine çıkan Maarif Vekili, 10 Temmuzda Dolmabahçe Sarayı'na gelerek gezisinden edindiği izlenimleri Gazi Musrafa Kemal'e bildirmişti. İsmet Paşa da 17 ve 19 Temmuzda Dil Heyetinin toplıtntılarına katılarak çalışmaları konu.sunda bilgi almıştır. Dil Encümeni adıyla da anılan Dil Heyeti iki kola ayrılmıştı. Bu kollardan biri yazı, diğeri de dil bilgisi üzerine çalışıyordu. Alfabe yasası çıkmadan önce Gazi Mustafa Kemal, 9 Ağustosu 10 Ağu.stosa bağlayan gece Sarayburnu'nda yaptığı konuşmada yeni Türk harflerinin kullanılmaya başlanacağını açıkça söylemişti. Bu tarihten sonra Dolmabahçe Kurultayı düzenlenmiş, kabul edilecek yeni harflerle ilgili çalış­ malara başlanmıştı. Gazi Mustafa Kemal, çıktığı yurt gezilerinde yeni harfleri halka tanıtmaya başlamıştı. Bu çalışmalar, yasanın başarıya ulaşmasına zemin maları alevlenmişti. hazırlıyordu. Dil Encümeni çalışmalarını tamamlar ve Gazi Mustafa Kemal'in düzeltmeleriyle yeni Türk alfabesine son şekli verilir. 22 Eylül 1928'de Başbakanlı­ ğa bir tezkere ile sonuç bildirilir. Bu tezkereden sonra, Maarif Vekaleti, Türk Harfleri Kanun Tasarısını, Dil Heyeti de İmla Uigati'ni hazırlamıştı. 1 Ekim 1928'de tamamıyla Latin esaslı Türk harfleriyle basılan ilk dergi Tiirkçe Gazete yayımlanır. 2 Ekim 1928'de yapılan öğretmenlerin yazı sına­ vında da yüzde 95 başarı sağlanır. l Kasım 1928 tarihinde Türkiye Bliyük 29 Atatürk- Döneminde Tiirkçe ve Türk Dil Kumnıu Millet Meclisinde kabul edilen ve 3 Kasım 1928'de yayımlanan Resmi Gazete ile yürürlüğe giren 1353 sayılı yasayla Llltin harflerine dayalı yeni Türk alfabesi uygulamaya konulur. 1928 yılının ikinci yarısında yayım yapmaya başlayan Dil Heyeti, Aralık ayı sonuna dek altı kitap yayımlar: Elifba Raporıı; Gramer; Halk Dmhanekrine Mahsııs Türk A!fiıbesi; Yeni Türk Alfabesi. İmld ve Tasrif Şekil/.eri; Yeni Yazı i/.e Kı1'daı; Dil Encümeni Alfabesi. 3 Kasım 1928 günü, Resmi Gazete'de yayımlanan Tiirk Harfle1'inin Kabzı! ve Tatbiki Hakkındaki Yafa, getirdikleri sınırlı olan, belirli olayları veya kişileri konu alan herhangi bir yasa değildi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1 Kasım 1928 günkü oturumunda görüşü.lerek kabul edilen ve 3 Kasım 1928'de yürürlüğe giren yeni Türk harfleriyle ilgili yasa, toplum hayatında yeni ufuklar açacak, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak, milletçe aydınlanmasını sağlayacak bir yasaydı. Aslında bu, Türklerin ilk alfabe değişikliği de değildi. Daha önce de çeşitli alfabeler kullanılmış, zaman içerisinde alfabeler değiştirilmişti. Ancak, tarihte yaşanan bu alfabe değişiklikleri uzun bir süreçte gerçekleşmiş, çeşidi ~oğrafı' sahalarda aynı zamanda değişik alfabeler kullanılmıştı. 3 Kasım 1928'dc ise yürürlüğe giren bu yasayla bir millet topyekun alfabe değişikliği­ ni birkaç ay gibi kısa bir süre içerisinde gerçekleştirmiştir. Bu kadar kısa sürede ve topluca yapılan alfabe değişikliğinin başarıyla gerçekleşmesinin ardın­ da Gazi Mustafa Kemal'in kararlılığı, azmi ve kültür konusuna verdiği önem bulunmaktadır. Yeni Türk yazısının bu kadar kısa süre içerisinde büycik bir hızla öğre­ nilmesinin ve çabucak benimsenmesinin ardında ise bu yazının Türkçeyi en iyi şekilde ifade eden bir yazı olması gerçeği yatmaktadır. Yeni Türk yazısın­ da 29 harf bulunmaktadır. Matbaa yazısında harflerin kelime başında, kelime ortasında ve kelime sonunda yazılışları için ayrı ayrı şekiller bulunmamaktadır. Kelimenin neresinde olursa olsun matbaa yazısında harflerin tek bir yazı­ lış şekli bulunmaktadır. Arap kökenli Osmanlı alfabesinde matbaa yazısında bile her harfin kelime başında, ortasında ve sonunda yazılışı için farklı şekilleri bulunabilmekteydi. Bu durum, yazıda şekil kalabalıklığını ortaya çıkarmak­ tan başka bir işe yaramıyordu. Osmanlı yazısındaki o günün basım evlerinde dizginin elle yapıldığını, harflerin teker teker alınarak bir araya getirildiği düşünülecek olursa, bir kitabın veya bir gazetenin dizgisinin ne kadar güç bir iş olduğu anlaşılacaktır. Kullanılan yeni yazıdaki her harfin bir ses değerinin olması, harflere iki veya daha fazla sesi gösterme veya bir sesi birkaç harfle gösterme görevinin yüklenmemiş olması, okumayı ve yazmayı son derece 30 Prof Dr. Şakra Halak Akalın kolaylaştırmıştır. Yeni Türk yazısının bir başka önemli özelliği, harflerin yazı­ sözlerin şekil bütünlüğünün korunmasıdır. Osmanlı yazısında bazı harfler kendilerinden sonra gelen harflerle bitişmemekteydi. Arap alfabesinin özelliğinden kaynaklanan bu durum, sözlerin şekil bakımından bölünmesine yol açıyordu. Bitişmeyen harften sonra bırakılan boşluk, sözler arasında bıra­ kılan boşluğa benziyordu. Böyle bir durumda okuyucu, bir sözü bitişmeyen harf yüzünden iki ayrı söz gibi görüyordu. Sözlerin şekil bütünlüğünü bozan bu durum, Osmanlı yazısında yanlış okumalara yol açıyordu. Kullanmakta olduğumuz yeni yazıda kelimelerin bütünlüğünü bozan ve yanlış okumaya yol açan yazım özelliği bulunmamaktadır. Yeni Türk harflerinin kabulünden sonra ülkede büyük bir seferberlik başlatıldı. İngiliz gazeteleri Türkiye'deki yazı değişikliği çalışmalarını okuyucularına "Türkkr topyekun bir kültür seferberliği bajlatıılaı·" cümlesiyle duyurdular. Mustafa Kemal'in, il il, kasaba kasaba dolaşarak elinde tebeşir tahta başında bakkala, kasaba, işçiye, erkeğe, kadına okuma yazma öğrettiği bu haberlerde yer alıyordu. Dünya, ilk defa bir cumhurbaşkanının elinde tebeşir halka okuma yazma öğrettiğini görüyordu. Yasanın çıkarılmasından sonra yasa hükümleri hemen işletilmeye başlan­ dı. Yasada devlet dairelerinde 1 Ocak 1929'dan itibaren eski yazının kullanılmasına son verileceği bildiriliyordu. 1 Ocak 1929 tarihinde bütün devlet dairelerinde yeni Türk yazısının kullanımına başlandı. Yeni yayımlanacak kitapların yeni Türk yazısıyla yayımlanması mecburiyeti getirildi. 1929 yılı­ nın Haziran ayında tapu senetleri, nüfus ve evlenme cüzdanları, askerlik belgeleri yeni Türk yazısıyla işlendi. Devlet dairelerindeki daktilolar sür'atle lışında değiştirildi. Basın kuruluşları da 1 Aralık 1928 günü bütün Türkiye'de yeni Türk harfleriyle yayın yapmaya başlamıştı. Gazeteler, dergiler artık yeni harflerle basılmış bir şekilde okuyucusuna ulaşıyordu. İlk günlerde gazetelerin baskı sayısında ve satış sayısında bir düşüş olduğu görüldü. Bunun sebebi pek çok gazetenin yeni harflerle basım yapabilecek teknik donanıma sahip olmamasından kaynaklanıyordu. Hükumet bütün ekonomik sıkıntılara rağmen gazete ve dergilere aylık maddi yardımda bulunmaya başlamıştı. Yeni harflerin kabul edilmesiyle birlikte yeni Türk yazısıyla basılmış kitap yayımı hemen başladı. Yeni bir yazıya geçilmesine rağmen kitap yayı­ mında azalma olmadığı gibi büyük bir artış da görülüyordu. 1876'dan 1928 yılına kadarki elli iki yıllık dönemde yaklaşık 27 .000 kitap yayımlanmıştı. Bu yılda ortalama 519 kitap demekti. Yeni bir yazıya geçildikten sonra 19281938 yılları arasındaki on yıllık dönemde 15.244 kitap yeni harflerle yayım- 31 A.tatürk Döneminde Türkçe "'' Tüık Dil Kıınımıı lanmıştır. Bu dönemde bir yılda yayımlanan kitap sayısı ortalama olarak 1524'tür ki bu oran 1928 öncesi dönem için bir yılda yayımlanan kitap sayı­ sının üç katı demektir. Devlet dairelerinde kurslar düzenlendi. Milletvekilleri, bakanlar, müdürler, memurlar, müstahdemler yeni yazıyı en kısa sürede öğrendiler. Yeni yazıyı öğrenenlerin ilk sınavı yasanın çıkarılmasından altı gün sonra yapıldı. 3 Kasım 1928'de yeni harfler kabul edilmiş, bu harflerden sınavlar 9 Kasım 1928'de başlamıştı. Okullarda ise uygulama daha yasa çıkmadan başlamıştı. Ekim ayı başında okullar açılını§ ve elde henüz yeni yazının alfabe kitabı, okuma kitabı olmadan yeni harflerin öğretilmesi işine girişilmişti. Öğret­ menler yasanın çıkarılmasını beklemeden, Atatürk'ün Ağustos ayı başında verdiği işaretle okullarda yeni yazıyı öğretmeye başladılar. Yasanın çıkarılmasından dört gün sonra 7 Kasım 1928'de Başbakan İs­ met İnönü Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada halkın yeni harfleri öğrenmesi için Millet Mektepleri açılacağını söyledi. Böylece, yeni yazıyı sadece devlet görevlileri ve öğrenciler değil milletin tamamı öğrene­ cekti. Amaç, okuma yazma oranını artırmak, milleti cehaletten kurtarmaktı. Millet Mektepleri l Ocak 1929 günü resmen açıldı. Kadın erkek, genç yaşlı demeden herkesin Miller Mekteplerinde yeni yazıyı öğrenmesi amaçlanmıştı. İllerdeki, ilçelerdeki Millet Mekteplerinin açılışları bir törenle yapılıyordu. Öğretmen, okuma yazma ve yeni Türk harfleri konusunda bir konuşma yapı­ yor, ardından Aratürk'ün Türk harfleri konusundaki konuşmasının yer aldığı Gazi Hitabesi Plağı dinleriliyord u. Plağın dinlenmesinden sonra açılış tamamlanmış oluyor, derslere başlanıyordu. Yeni Türk harflerini bilmeyen, hiçbir okula veya memuriyete devam etmeyen 16-40 yaş arasındaki her Türk vatandaşı bulunduğu mıntıkada açılacak olan Millet Mektebine devam etmekle mükellef kılındı. Eski yazıyı bilenler iki aylık öğretimden geçiriliyordu. Eski yazıyı bilmeyenler ise ayrı bir programda dört aylık kursa devam ediyordu. Kursların sonunda yapılan sınavda başarılı olanlara diploma veriliyordu. Millet Mekteplerine biç ay içinde 856.000 kişi kaydoldu. Beş yıl içinde 2.305.924 kişi Miller Mekteplerinden mezun oldu. Okul çağındaki öğrenciler ve devler dairelerinde çalışanlar, bu sayıya dahil değildir (Şimşir 1992: 2 34). Millet Mektepleri gibi, Türk Ocakları, Halk odaları, Halk evleri de çeşidi zamanlarda açtıkları kurslarla okul çağı dışındaki yurttaşlarımız için okuma yazma kursları düzenlemişlerdir. Devlet dairelerindeki makam adlarının levhalarının yeni yazıyla yazılması sırasında bir başka iş daha yapıldı. Yıllarca Farsça tamlama şeklinde kullanı­ lan daire adları Türkçenin söz dizimi özelliklerine uygun hale getirildi: Kalem- 32 Prof Dr. Şükrü Haluk Akalın i mahsma httstt.<i kalem olarak, miiweJat-ı diniyye miidiriyeti dini müesseseler miidiirliiğii olarak, emval-i eytam miidiriyeti yetim malları miidiirliiğii olarak, kısm-ı siyasi siyasi k.tstm olarak değiştirildi. Kelimeler Türkçeleşririlmese bile tamlamalar Türkçeye uygun hille getirilmiş oluyordu. Bu değişiklikler, 1932'deki özleştirme akımının ilk işaretleri idi (Ülküraşır 1973). Türk Dil Kurumunun kuruluşu Yazı Devriminden sonra Dil Heyeti dağılmamış, yeni üyelerin katılma­ sıyla genişletilmişti. Ç,0ğunlukla Dil Encümeni, kimi zaman Dil İstişare Heyeti veya Türk Dili Li'ıgari Encümeni adıyla tanınan kurulun kullandığı mektup kağıdının başlığından anlaşıldığına göre, resmi adı daima Dil Heyeti olmuştur. Heyetin yeni üyeleri Ahmet Rasim, Reşat Nuri, Celal Sahir, Veler Çelebi, İsmail Hikmet, Besim, İbrahim Necmi, Hamit Zübeyir, Hasan Fehmi, İshak Refet, Mehmet Baha, Yaşar Beyler ile Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Gyula Meszaros idi. Kurul, Ankara'da Mirharpaşa Caddesi'ndeki binada çalışmış, Talim Terbiye Heyeti Başkanı Mehmet Emin Bey toplantıla­ ra başkanlık etmişti. 1928 yılı sonunda, yazı sorunundan dil sorununa geçilecektir. 1928 yılı­ nın Aralık ayında terimlerin Türkçeleştirilmesi sorununu görüşmek üzere, İstanbul Darülfünununda 15 üye, Darülfünun Emini Prof. Dr. Neşet Ömer'in başkanlığında toplanmış ve bulunan karşılıklar Ankara'daki Dil İsrişare Heyetinin onayına sunulmuştu. Bu kurul, İcra Vekilleri Heyetinin 5 Aralık 1928 günkü kararı üzerine Maarif Vekiiletince kurulmuştu. Kurulun görevleri şunlardı: 1. Bütün okul kitaplarının temelini oluşturacak iyi bir dil bilgisi kitabının hazırlanması. 2. Temel gereksinimlere cevap verebilecek bir Türkçe sözlüğün hazırlanması. Sözlüğün hazırlanmasında elden geldiğince Arapça ve Farsça yabancı sözlerin yerine halk dilinden ve eski kitaplardan seçilecek Türkçe sözlerin konulması. 3. İstanbul ağzına göre imlil kurallarının belirlenmesi. Dil İstişare Heyeti ilk iş olarak, yeni alfabenin kabulünden sonra, eski Dil Heyetinin ele aldığı "İmla Li'ıgati"nin hazırlanmasını hızlandırmıştır. Çalışmaların başında, bu iş için Şemsettin Sami'nin Kamus-ı Tiirki'siyle Mehmet Baha'nın Yeni Türkçe Uigaı'ini esas almıştır. 29 Ekim 1928'e dek 25.000 sözden oluşan bu İml!i Uigati her hafta 5 formalık fasiküller halinde yayımlanmış ve kitap 12 Aralık 1928 tarihli bir ön sözle piyasaya çıkmıştır. Ön sözün altında Ahmet Cevat, Ahmer Rasim, Celal Sahir, Falih Rıfkı, Fazıl Ahmet, İb­ rahim Necmi, İbrahim Osman, İsmail Hikmet, Mehmet Baha, Mehmet Emin, Mehmet İhsan, Ragıp Hulusi, Ruşen Eşref, Yakup Kadri imzaları bulunmaktadır. 33 Atatürk Döneminde Türkçe ve Türk Dil Kurumu Bu imla kılavuzundaki ön söz, Türkçemizdeki sözleri şöyle sınıflamışrı: 1. Halkça benimsenen sözler, 2. Yazarlarca kabul edilip halkça benimsenmeyen sözler. Birinci kümede şunlar yer almıştır: 1. Türkisran'dan gelen ve Türk aslından olan sözler. 2. Anadolu kıyıları ile Rumeli'nin ele geçmesi sonucu olarak Türkçeye giren sözler; 3. Batı kökenli olan sözler. İkinci kümede de şunlar yer almaktaydı. 1. Arap ve Fars aslından olup halk dilinde yaşayan sözlerin. yerini tutmak üzere eski yazarlarca kullanılan sözler. 2. Türkçeleri bulunmadığından dolayı eski ve yeni Türk yazarlarınca kabul edilen Arap ve Fars kökenli sözler. 3. Yeni bilim kollarıyla ilgili terimler için Arapça köklerden Türk bilginlerince türetilmiş sözler. 4. Ya hiç Türkçeleri olmayan ya da Arapça köklerden yapılan sözlerin daha kolay anlaşılan Fransızca, Almanca ve İngilizceden alınmış karşılıkları. Encümen, birinci kümedeki sözleri, halkça benimsenmiş olduğu için, ulusun malı saymış ve kılavuzda bunlara yer vermiş, Türkçe kökenli hiçbir sözü atmamıştı. İkinci grupta yer alan sözlere ise başka işlem yapmak gereği­ ni duymuştu: Yazı dilinde önemli bir özelliği ve anlatış gücü olmayan sözleri önemsememiş, fakat öz Türkçede karşılıkları bulunmadığından veya bilimsel bir yolla yapılmış Türkçe sözlerle anlatılamadığından dolayı, şimdilik gerekli görülen sözlere, hangi asıldan olursa olsun, dokunmamış ve bunları kılavuza almıştı. 1928 yılı sonunda yayımlanan İmla UJgati, 194l'e dek dairelerde ve okullarda kullanılmıştı. Encümen 1929 yılında, Türkçede KPlime Te;kiline Yarayan Ulhikalar adıyla bir kitapçık yayımladı. l 7 Şubat 1929'da, Ankara' da, Başvekil İsmet Paşanın başkanlığında bir toplantı yapılmıştı. Talim ve Terbiye Heyeti üyeleri, Dil Heyeti, Darülfünun müderrisleri, Güzel Sanatlar Akademisi temsilcilerinin katıldığı toplantıda bir "Türk Sözkitabı" nın hazırlanması karar altına alınmış, bu alanda çalışacak olanlara "dili saf olarak meydana çıkarmak" yönergesi verilmişti. Tasarlanan sözlüğe girecek olan terimlerin düzenlenmesi işini Darülfünun üzerine almış­ tır. Bu girişimi ve girişimin amacını Falih Rıfkı Atay, şöyle anlatır: "Dil meselesi ilk önce Ba;vekil İJmet Pa;a'nın bir parolası ile doğmu;tur. İsmet Pa;a: -Larousse'un bir türkçesini yapınız, diyordu. Ba;vekilin iddiası sade idi: İki ciltlik Larousse liigatinin kelimeleri türkçede karjllanmalıdır.. , Larousse tercümesine ba;lanınca Osmanlıcanın fakirliği hemen meydana çıktı. Birçok kelimeye ihtiyaç vardı: Bunlar ya eski metinlerde bulunacak, yahut yeniden yapılacaktı." (Atay 1969: 468). 34 Pwf Dr. Şükıü Ha/ak A.ka/w Fransızcadan Türkçeye ve Türkçeden Türkçeye sözler üzerinde çalışan Dil Encümeni 1931 yılı orrasına dek 50.000 sözü gözden geçirmiş, birkaç binini baskıya hazırlamıştı. Ancak, bu çalışma bir sonuca ulaşamadan ödeneğin kesilmesi üzerine Encümen dağılmak zorunda kalır. 1932'ye gelene kadar dille ilgili kimi yayınlar dikkati çeker. Ali Ekrem'in dili arılaştırma konusunda tutucu olan Lisanımız kitabı, Prof. Yusuf Ziya'nın dil karşılaştırmalarına girişen Yunandan Evvelki Tiirk Medeniyeti adlı incelemesi ve İshak Re(et'in Dil Kavgası adlı tartışma yazısı basılmıştır. Bu kitaplar arasında öyle bir kitap vardı ki içeriğinin yanı sıra Gazi Mustafa Kemal'in bu esere yazdığı küçük bir yazı bu kitabı Türk dili tarihi açısından önemli kıla­ caktı. Prof. Sadri Maksudi, 1930 yılı sonlarına doğru Tiirk Dili İ(·in: Geçmijteki, Bugiinkii ve Gelecekteki Yazı Dilimiz Üzerinde DiiJiinceler adlı kitabını Türk Ocaklarının yayın dizisi arasında yayımlamıştı. Gazi Mustafa Kemal, bu kitabın başına şu sözleri yazdı: "Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması millf birsin inkiJafinda baJlıca miiessirdir. Tiirk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bıt dil, pıurla iJlensin. O/kesini, yiiksek istikldlini korumasını bilen Tiirk milleti, dilini de yabancı diller boyundımığıından kurtarmalı­ dır. Gazi M. l<Rmaf' Bu öz deyişinin başında 2 Eylül 1930 tarihi yazılıydı. İşte bu sözler, 1932 yılının yaz aylarında yapılacak girişimin ana düşüncesini oluşturuyordu. Ümmet toplumundan ulus toplumuna geçişte tarih ve dil birliğinin sağlan­ ması gerekliydi. Bunun bilincinde olan Gazi Mustafa Kemal, tarih ve dil konularında araştırma yapmak üzere birer cemiyet kurulması düşüncesindeydi. Türk tarihi ile ilgili bilimsel çalışmalar yapmak üzere önce Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti 19 Nisan 193l'de kurulur. 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında da !. Türk Tarih Kurultayı toplanır. Kurultay hazırlıkları sırasında dil sorunu da gündeme gelir. "1932 Temmuz ayında toplanacak olan Birinci Tiirk Tarih Kumltayı'nda okunacak tezlerin, Ktmtltay'dan önce, tarttJmaları Atatiil'k'iin huzıırunda yapılıyordu. İjte bu tarih çalı1maları ilerlerken Atatürk dil meselesini de ele almak gerekliliğini duym111ııı. Çiinkii tarihi konuların İJlenmesi sırasında filol~iik, etnolojik araıtırmaların zarıtrl olduğu meydana çıkıyordu. Atatiirk dil nazariyelerini izah eden kitapları okuyor ve her tarihi konu içinde dil belgeleriyle halledilecek meseleler oldttğıtnıt goriiyordu. İjıe btı Birinci Tiirk Tarih ·Kttr11lıayı 'nın hazırlıkları sırasında, bu meselelerle mqgul oluyordu. Tarihe yardımcı olacak dil incelemelerini aynı kmwm içinde 35 Atatürk Döneminde Türkçe ve Türk Dil Kwvmıı biırok kol olaı-ak ayırmayı kontt;malarımız arasında bana telkinediyordıt'' (Afet İnan 1957: 478). Tarih Kurultayı'nı büyük bir dikkatle takip eden Atatürk, bildirilerin sunulması sırasında dil sorununa yeniden eğilme fırsatı bulmuştu. Bildirilerini sunan değişik kuşaklardan tarihçilerin dilleri, özellikle kullandıkları tamlamaların farklılığı, dilin ön plana alınması düşüncesini uyandırmıştı. Hatta Gazi Mustafa Kemal'e göre, bu işte hiç gecikilmemeliydi. Başlangıçta dil sorununun Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti bünyesinde bir kol olarak; ele alınma­ sı düşünülür. Ancak, dil sorunu başlı başına ele alınması gereken bir konudur. Nitekim Tarih Kongresi'nin sonlarını Prof. Afet İnan şöyle anlatır: "Tarih f(Jmıltayı'nın bitmek üzere oldttğll giiııterde, dil incelemeleri için ayrı bir re1ekkii!iin liizum11 üzerine bana sorular sormaya ba1lamt]tı ... Benim bu h11st1Jta cevabım ş11 olmıışııı: 'Dil, tarihten ayn bir metot ile incelenmesi gereken bir kontıdm"." (Afet İnan 1957: 479). Kurultay'da seçilen Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin üyeleri 11 Temmuz 1932 günü Gazi Mustafa Kemal tarafından Köşk'e davet edilmişlerdi. Afet Hanım, Yusuf Akçura, Samih Rifat, Sadri Maksudi, Hamid Zübeyr ve Macar Profesör Zayti Frenç'in de aralarında bulunduğu bir kurul, gelecek yıla yetiş­ tirilecek büyük tarih kitabının bölümlerini ve bunları kimlerin yazacağını konuşuyorlardı. Akşamüzeri toplantıya Ruşen Eşref Bey de Gazi'nin özel konuğu olarak çağrılır. Ruşen Eşref Ü naydın, anılarında Türk Dil Kurumunun kuruluşuna nasıl karar verildiğini şu sözlerle anlatır: "Akşamiizeri Çankaya 'ya gittim. Kendileri birkaç vakittir Yeni Kojk'e geçmişleı-di. Yııkan krma, kitap oda.rının yanında çalışma .ralonıında hıızurlarına vktım ... Salonun orta yerinde llZltıı masasının ba1ında otttmyodaı'dı. O maJanııı etrafında Tiirk 1'arihi Tetkik Cemiyeti azalan da vardı ... Tarih konu;ması bitmek üzere iken Gazi hazretleri, oradakilere sordular: -Dil işlerini diişiimcek zamrm da gelmipir. Ne deniııiz." (Ruşen Eşref 1933: 1). Dil Encüıneni görev yaptıktan bir süre sonra, çalışma hızını kaybetmiş, tahsisatı kesilmişti. Kısacası Encümen arrık çalışmıyordu. Bunları yakından bilen Atatürk, o akşam Köşk're hazır bulunanlara.düşüncelerini şöyle açıklar: "Öyle ise, Tiirk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti km·alım. Adı Tiirk Dili Tetkik Cemiyeti olsıııı." (Ruşen Eşref 1933: 2). Böylece bir dil "cemiyer"inin kurulması için ilk adımlar aı:ılır. Ancak, hareketin çok çabuk gerçekleşmesini isteyen Gazi, bu arzusunu hazır bulunanlara söylediği şu sözleriyle belirtir: "Yarın Hiikfimete iıtida verip Cemiyeı'in iznini 36 Pıvf Dr. Şükrü Haluk Akalın almalı. Fakat bıınmı için daha önce bir reis, bir ek ttmıımi katip seçmeli. Ben her ikisini de bttrada, aramızda göriiyorıım." (Ruşen Eşref 1933: 3). Samih Rifat başkan, Ruşen Eşref de kil.tip olacaklardır. Üyelikler için de Ruşen Eşrefin teklifi üzerine Yakup Kadri ile Celal Sahir uygun görülürler. Gazi Mustafa Kemal, cemiyetin nizamnamesinin hazırlanması için geçici ola- rak Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin nizamnamesinden sinin ilerde yapıln1asın1 yararlanılmasını, yeni- önerir. Gazi Mustafa Kemal, "bir dil cemiyeti kt1ralım" derken yeni cemiyetin ne gibi işlerle uğraşacağını kendi eliyle çizdiği şemayla belirtmişti. Türk Dili Tetkik Cemiyeti filoloji ve lengüistik, lügat ve ıstılah, gramer ve sentaks, etimoloji alanlarında çalışmalar yapacaktı (Tan 2001: 8). Gazi Mustafa Kemal'in bu şema ile göstermeye çalıştığı konulara Afet İnan daha değişik bir açıdan yaklaşıyor ve Gazi'nin görüşlerini şu ifadelerle ortaya koyuyordu: "Atatürk'iin Tiirk Dil Kıırtımıt için heckfi iki cepheli olmtıjtttr: 1. Tiirk dilinin sadeleımesi, halkın konıııma dili arasında bir birlik ve ahenk kıırıılması. Koıııııma, eckbiyat ve bilim dilimizin kesin k!ırallar!a tespit edilerek tarihi metinlerden ve ya1ayan halk lehı,lerinden taramalar, ckr!emeler yaparak bir kelime ve terim hazineJi viüııda getirıbneJi. l311nların ba1arılması için zamana ve yeni bir kıırıthın siiı,kli ('alıjmalarına ihtiyaç gösteriyordtı. 2. Dil inı,leme!erinde ikinci hedef, tarihi arajfmııa!arda belge olan, ölii veya eski dillerin metotlıı bir 1eki!ck incelenmesi ve mtıka­ yese edi!meJi'' (Afet İnan 1957: 479). 12 Temmuz 1932 günü Türk Dili Tetkik Cemiyetinin (TDTC) izinnamesi Emniyet-i Umumiye (Emniyet Genel) Müdürlüğüne gönderilir ve böylece Cemiyet resmen tescil edilmiş olur. İzinname suretinde Cemiyetin kuruluş amacı "Tiirk dilini tetkik ve elde edilecek neticeleri ne1retmek" olarak yazılmıştır (Afet İnan 1957: 6). TDTC'nin nizamnamesinin birinci maddesinde Türkiye Cumburiyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin yüksek himayeleri altında ve Ankara şehrinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti adlı bir cemiyet kurulduğu yazılmıştır. Maarif Vekilinin "fahr! reis" olduğu ikinci maddede belirtilmiş, Cemiyetin amacı ise nizamnamenin 3. maddesinde yer almıştır: "Cemiyetin maksadı Tiirk dilini tetkik ı. elde edilen neticeleri ne1ir ve tamim etmekıir". Birinci Türk Dil Kurultayı Kuruluş işlemlerinin tamamlanınasının ardından Cemiyetin yapılanma 37 Atatiirk Döneminde Türkçe ve Türk D;/ Kurumu işleri hızla tamamlanır. Ancak Cemiyetin kurulması, işlerin hallolduğu anla- mına gelmemektedir. Yaz tatili için Yalova'ya giden, oradan da İstanbul'a geçen Gazi Mustafa Kemal, kurduğu Cemiyetin istediği faaliyetleri gerçekleştirebilmesi için tatil süresince l?u yeni eseriyle yakından ilgilenmeyi sürdürecektir. Yalova'da dil işi için Türk tarihine çizdiği programdan ayrı ve yepyeni bir yol izler. "Önce Ku1"ultayı toplamak, tezi orada anlatmak, dil miitehassısla,.ının, ediplerin, şairlerin, gazetecilerin, muallimlerin diijiincelerini dinlemek, bütiin milleti kendi dilinin işlerinde aliikalandır­ mak, nizamnameyi, p,.ogramı kıtrtt!tayda konttjfliımak, me1"kez heyetini ona göre Jeçıirmek, sonra hızla çalışmaya geçmek." (Ruşen Eşref 1933: 7). Daha sonra Dolmabahçe Sarayı'nda devam eden çalışmalar sırasında Eylül ayı içinde bir Dil Kurultayı'nm toplanacağının ilan edilmesini ve ilgililerin bu kurultaya çağrılmasını ister. 3 Eylül 1932 günü basına verilen ve ertesi gün gazetelerde yet alan bir beyanname ile toplamının yapılacağı duyurulur. Kadın, erkek her yurttaşın davetli olduğunu, doğrudan doğruya çalışmak arzusunda olanların Dolmabahçe Sarayı'ndaki Cemiyet Katipliğine başvur­ maları istenir. Yusuf Akçura, H. Cemil Çambel, Yunus Nadi gibi ilk müteşebbis heyet üyelerinden kimileri hastalık, gezi gibi sebeplerden dolayı İstanbul'da bulunamadığından, Gazi'nin isteğiyle yerlerine, dil tezini anlatıp savunacak kişi­ lerden oluşan yeni bir kurul seçildi. Samih Rifat, Ruşen Eşref, Ragıp Hulusi, Reşat Nuri, Dr. Ali Saim, Celal Sahir, Ahmet Cevat, Ahmer İhsan, Ali Canip, Hasan Ali, İhsan, Ruşeni, Yakup Kadri Beylerden oluşan bu kurnlun başkanı Samih Rifat, genel sekreteri Ruşen Eşref, veznedarı Celal Sahir Beydi. Samih Rifar Bey, hasta olduğu için Çamlıca'daki evinden Dolmabahçe Sarayı'ndaki bit odaya taşınmış, doktor gözetiminde hasta yatağında Kurultay çalışmaları­ nı yönetmiş, program ve tüzük taslağını hazırlamıştı. Kurulun çalışmaları Gazi Mustafa Kemal tarafından benimsenir ve Kurultayın toplanacağı gün, 20 Eylül 1932'de basın aracılığıyla bürün yurda duyurulur. Kurultay'da konuşulacak başlıca konular şu üç başlık altında toplanmıştır: 1. Dilin menıei 2. Tiirk dilinin bugiinkii hdli, asri ve medeni ihtiyaçları 3. Tiirk dilinin miiJtakbel inkifafları Kurultay, iki ay gibi çok kısa bir sürede hazırlanır ve 26 Eylül-4 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda toplanır. Çağrılılar arasında dilciler olduğu kadar, Abdülhak Hamit, Sami Paşazade, Halit Ziya, Cenap 38 Pwf Dr. Şii/mı Halak Akalm Şahabettin, f:!üseyin Cahit, Hüseyin Rahmi, Mehmet Emin, Ahmet Haşim, Ahmet Rasim, Falih Rıfkı, Yunus Nadi gibi şait ve yazarlar da bulunmaktaydı. Daha Kurultay öncesinde Hüseyin Cahit'in tezi büyük tartışma yaratmıştı. Falih Rıfkı da Hüseyin Cahit'in düşüncelerine beozer düşünceler taşımaktay­ dı. Kurultay öncesi, bu görüşünü Atatürk'e açıklayan Falih Rıfkı'ya Atatürk: -Çocıtğttm, senin de Hüseyin Cahit gibi diiJiindiik!erin olabiliı-. Fakat ona cevap verecek olanların cesamini kırma, der (Atay 1969: 475). Hüseyin Cahit'in dilin kendi doğal gelişmesine bırakılması gerektiği ve dilde zorlama yapılamayacağı şeklindeki konuşmaları Kurultay'da büyük tartışma yarattı. Ali Canip, Fazıl Ahmet, Hasan Ali, Samih Rifat karşı düşün­ celerini belitttiler. Kurultay, Kurumun yürüteceği çalışmaların programını yapmış ve yöneticileri seçmişti. Kurultay'da alınan kararlar, çalışmaların nasıl yapılacağını ortaya koyuyordu. Yapılması gereken işler şöyle sıralanmıştı: Türkçenin Sümer, Eti gibi en eski dillerle, Hint-Avrupa ve Sami dilleriyle karşılaştırmasının yapılması; Türkçenin tarihi gelişiminin araştırılması ve karşılaştırmalı dil bilgisinin yazılması; lehçeler ve terimler sözlüklerinin hazırlanması, Türkçe sözlük çıkarılması; halk dilindeki ve tarihi metinlerdeki Türkçe kökenli sözlerin derlenmesi, taranması ve yayımlanması; Türkçede söz tü.retme ilkelerinin belirlenmesi ve bu ilkelere uygun biçimde Türkçe köklerden yeni sözlet türetilmesi; özellikle yazı dilinde sıkça kullanılan yabancı kökenli sözlerin yerini alacak öz Türkçe sözlerin önerilmesi ve yaygınlaştırılması; başka ülkelerde yayımlanan Türk dili ile ilgili yayınların toplanması, gerekli olanların Tü.rkçeye çevrilmesi; Türk dili ile ilgili yazıların yer aldığı bir derginin yayımlanması; gazetelerde dil konularına özel sayfa ayrılması. Birinci Türk Dil Kurultayı'nın ardından 17 Ekim 1932 günü Cemiyetten yapılan açıklamada Kurultay'da dil konusunda köklü işlerin yapılmasına karat vetildiği ve bu işlerin yapılmasıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti Merkez Heyetinin görevlendirildiği belirtilir. Türk dilini, milli kültürün eksiksiz bir anlatım aracı haline getirmek, çağdaş uygarlığın önüne koyduğu bütün gerekleri karşılayacak bir mükemmelliğe eriştirmek, temel unsurları öz Türkçe olan milli bir dil yaratmak Kurultay!ın amacı olarak gösterilmişti. Halkçılık ilkesine göre halk ile aydınlar arasında mahiyet bakımından iki ayrı dilin varlığı ortadan kaldırılmalı ve milli bir dil yaratılmalıydı. Bu amacı gerçekleştir­ mek için Türkçeye yabancı olan unsurları yazı dilinden atmak gerekiyordu. Bunun için de yazılı kaynakları, halk ağzında yaşayan dil malzemesini araştı­ rarak geniş derleme ile büyük bit Tiirk Uigati'nin hazırlanması, Türk lehçelerini içine alacak bir Tiirk Liigati meydana getirilmesi, Türkçenin yazısını, bağlı olduğu oluşum yasalatıtıı belirleyerek Türkçenin dil bilgisi ile söz dizi- 39 Aüıliirk Dönemiııde '.forkçe Fe Tark Dil Kwumıı minin ortaya çıkarılması sağlanmalıydı. Açıklamada terimler konusuna da önemli bir yer ayrılmıştı. Batı dillerinin hiçbirinden as,ağı olmamak üzere, onlardaki yüksek kavramları anlatacak keskinliği, açıklığı ta§ımak üzere bilim dilimizin belkemiği olan terimleri de belirlemek gerekiyordu. Bütün bunlar, en güzel en uyumlu Türkçeye bağlı kalmak ilkesini gözden uzak tutmadan yapılacaktı. Açıklamada bu. çalışmaların bas,arıya ulaşabilmesi için bütün milletin, köylüsiiyle şehirlisiyle emek birliği yapması gerektiği vurgulanıyordu. TDTC'nin açıklaması s,u cümle ile sona eriyordu: "Bize en biiyiik giiçliikleı·i yenmek için, en çetin engeli.eri yıkrr?ak için her zanıan .fikir kuvvet,. ceJctreı ve emniyet veren Gazi Hazreıierinin Türk dilinin canlcıııdırıtması i;inde de bajtmtzda b11l11nması, bize yiiksek del/ilet ve ipretkı·iy!e rehberlik etmesi ijlerimizde m11vaffiıkiyetin en kat'Zbirdelilidir" (T.D.T.C. 1933: 1-2). 1 Kunıltay sonrası çalışmalar Bu duyurudan sonra Bakanlar Kurulunca 21 Kasım 1932 tarihinde kabul edilen 13507 sayılı Söz Dedeme Tatimatn!imesi ve ardından da 1933 yılı baharında yayımlanan beyannamelerle, daha sonra Dil Devrimi olarak adlandırılacak çalışmalar bas,ladı. Bü.tün ülkede bir anda dil seferberliği ba§ladı. Yazı ve konuşma dilinde kullanılan Arapça sözlerin Türkçe karşılıklarının en kısa yoldan ve az zamanda bulmak işini yurttaslann yardımıyla gerçekleştir­ mek için anket hazırlandı. Bu anket için Şemsettin Sami'nin Kamııs-ı Tiirki adlı eseri esas alınacaktı.. Bu sözlükte bulunan sözlerden konu.şrnada ve yaz- mada lıkları kullanılmakta olan Arapça ve Farsça sözler taranarak bunlardan kaqı­ aranacak olanlar birbiri ardınca listeler halinde her gün ajans, radyo ve gazetelerde bildirilec~kti. Anketin sonucunun ü.ç ayda alınınası tasarlanıyor­ du. Bu çalı§mayla bir kar§ılıklar kılavuzunun hazırlanması amaçlanmıştı (Tan 2001: 10). Açıklamada gazetelerin bu listeleri açacakları dil sürununda "halkın dikkatine çaı1ıacak bir yolcia nepw!ecek ve herkesin btt .riiz!ere kat}ıltk b11lınasını tqvike efindeiı geldiği kadr11· çaftifıtak"ları özellikle belirtiliyordu. Listedeki sözlere karşılık olarak gönderilecek teklifler de gene bu dil sütunlarında yayımla­ nacak ve bu nüshalardan üçer adet Cemiyet Merkezine gönderilecekti. Gazetelerin hacminin bütün cevaplan basrnaya yetrnediği durumlarda basılamayan cevapların da gazeteler tarafından Cemiyet Merkezine gönderilmesi isteniyor- du. Gazetelerin görevleri bununla da birrniyordu. Gazetelerdeki bütün yazarlar, beğendikleri karşılıkları yazılarında kullanacaklardı. Böylelikle bu kar§ılıkların dilde tutunım,sı amaçlanıyordu. Ülkenin aydınlarından, okuryazarlarından da beklenenler bu beyannamede yer almaktaydı. Gazetelerde çıkacak, ajanslar ve radyolarla bildirilecek 40 Pwf Dr. Şükrü l:f.1luk Akalın olan Arapça ve Farsça sözlere düşündükleri, beğendikleri öz Türkçe karşılıkla­ rı teklif olarak yazmak, bu karşılıkların bir suretini doğrudan doğruya Ankara' da TDTC Merkezine göndermek ve bir suretini de bulunduğu yerdeki gazeteye bildirmek görevi veriliyordu (Tan 2001: 11-12). Cemiyet, 10 Mart 1933'te Anadolu Ajansına ve diğer basın kuruluşlarına gönderdiği beyannamede anket uygulamasının başlayamğını duyurmaktadır: "TDTC'nin açtığı anket yarın baJlıyor. Omiyet, yarın radyolara, ajansa, gazetelere birinci liste olarak 16 söz bildiı~cektir. Bu si;'zfer Kam11s-t 'J'iirki'den seçilrni{tir. c;·azetelerin birinci dit anketi listesinin çıktığını birinci say/alannda kalın haıflede göstermeleri ve listeyi göze çarjıar bir yolda basmtdart rica ol11n11r. Birinci listede yazılı sözlerin ister birine, yahut birkaçıne1, ister hepsine kaı1ı!ık bıı!an y11rtta1lar, b11 kaı1ılık!arı gazetelere ve Cemiyete bildireceklerdir. Kaı1ı!tk gönderenlerin listeleri birbirine kartpırmaycırak, her listedeki soz!er için ayrı birer kağıt yazmaları, gelen karp!ıkları dizileıııekte çok iı·e yaraycıcakm. Gazetelerin de gelen karplıkları !irte sayılarına go·re ayrı ayrı yazmaları kolaylık verıd bir ı·eydir. Listedeki sözlere kcıı1t!ık ararken, her söziin anlattığı diiJiinır­ ye yakın bcıjka diiJiinceleri de göz öniinde bubmdmmcık, doğm ve 11yg11n kmı-ılık b11lmaya yarar. Bil-inci listede çıkarcık sözlerden biri de '!iti'dir. B11na kaııılık t1raı-ken, bıma çok yakın olt1n 'istikbal', 'müstakbel' sözleriyle aradaki ince ayrılığı da diiJiinmelidir. Bir söziin anlattığı tiirlii d!ijiincelere ayrı ayrı kt1rjılıklar gö.rterilebi!ir. /-İti' s?iziiniin 'gelecek zaman', 'a1ağıde1' diiı-iince!erine ttyan iki manasını birden bir Tiiı-kçe kar1ılıkla anlatamazsak ikisine a)Wt ayrı kar;ılık ileri siilebiliriz. 'İstikbal' söziiniin 'zaman' ve 'kaıı-ılama' manaları da böyledir. Listeler .rıra Myılarıyla çıkarılt1ct1ktır. Her listeye karJt!ık veırn!er cevajılarına'a liste saymııı anarak ka11ılık bııldnkları sözleri sıralamalı ve kaı1ılarına da b11ld1ıklcırı karıılıkları yazmctlıdır. Cemiyete gelen cevaplar ve gazetelerde yazılacak karp!ıklar, sı1-alanarak, ileri siiriilen tiidii karJt!ık!ttr arasında en ııygıtıı göriilen bir, ycıhttt birk,ıç karplık basılacak otan karJı!ıklar kı!tnwwna 1 konııl,ıraktır. Bıı anket, her giin koımpıjı ycızdığırmz dilin içinde dııran Arap;a ve Fança sözler yeıiıu bz Tiirkıe sbz/;w konttlmcmnı kolayla1tıracağı için y11rtta.ıların b11 biiyiik dil ijine ellerinden geldiği 41 Atatürk Döneminde Türkçe ve Türk Dil Kummu kadar yaıYiım etmek isıeyecekkri belli bir ıeydir. Türk yazarları da, ortaya dökülecek olan bu karıılıklardan beğendiklerini ıimdiden yazılarında kullanarak dilimizin özleıme­ sinck önciiliik eımif olacaklardır. Söz listeleri, günlerce bir harfle baılayan sözlere bağlanarak bıkkınlık vmnemek için, her giin baıka hatfle ba1tayan sozlerckn verilecek, sonra gene baıa dönülerek kalanlar baıka lirtelere konulacaktır. Kaııılıktan aranacak Jözler için yabancı kökten geldiği sanı­ lan her söz bulunacaktır. Bunların ir;inck çok yayılmıı herkesin söylediği sözler de olabilir. O sözlere karfllık aranması, hatta bulunması onlann ditckn çıkarılacağı demek ckğildir. Anketin nasıl yapılacağı için iiç giinden beri yazılan ıeyler, b11 iıin her yanını oı·taya koymtiffur. Bunımla beraber gazetelerden, yahut yuma1tardan bir noktada ıeı~ddiick düıenleı· otuna, TDTC Merkezinck Nqriyat Kolundan sorulabilir." (Tan 2001: 12-13). Belirlenen amacı gerçekleşrirmeye yönelik çabalarda hükumet ve yönetim Kurumu tam yetkiyle destekliyordu. Her ilde bir 'dil heyeti' kuruldu. Valinin başkanlığındaki heyette TDTC'nin yerel şubelerinin üyelerine ek olarak belediye başkanı, üst düzey bir askeri yetkili, maarif ve sağlık müdürlüklerinden yetkililer, lise müdürleri ve diğer yetkililer bulunuyordu. Aynı şekilde her ilçede en yüksek yerel görevlilerden oluşan benzer heyetler kuruldu. Ç_oğunluğunu öğretmenlerin oluşrurduğu derleyiciler, derledikleri sözleri çeşitli bilgilerle birlikte fişlere yazıyorlar, bu fişleri TDTC Genel Merkezine gönderiyorlardı. Bu çalışmanın yapılmasında gösterilen özene karşılık derleyicilerin çoğunun dil bilimi öğretiminden yoksun olması yüzünden fişlerde yanlışlıklar ve eksiklikler vardı. Derleyicilerin çoğunun yeni Türk yazısını sözlerdeki sesleri işaret etmeden kullanması, imlada birliğin sağlanamamasına yol açmıştı (Heyd 1954: 27). Bu yüzden daha sonra yayımlanacak sözlükreki bu türden yanlışlar, elcşriri konusu olacakrır (Eren 1990; Eren 1992; Eren 1993). TDTC, halk ağzından söz derleme çalışmasının yanı sıra tarihi metinleri de rarayarak yazı dilinde kullanılmayan eski Türkçe sözleri ortaya koydu. İkinci Türk Dil Kurultayı'nın toplandığı 18 Ağustos 1934 tarihine kadar olan dönemde TDTC' nin çalışmaları şöyle özetlenebilir: Halk ağzından söz derleme işi 1933 yılının ilk ayında başlamış, Kurultay'a kadar Ankara'da biriken fış sayısı 130.000'e ulaşmıştı. Yabancı sözlere karşılık bulma işi 12 Mart 1933'te başlamış, duyurulan 1.382 Arapça ve Farsça söze gelen karşı­ lıklardan !.lOO'ü anket komisyonunca seçilmiş, bunlardan 640'ı Merkezce 42 Prof Dr. Şülmı Halıık Ak,Jın kabul edilmişti. Çeşitli kaynakların taranmasıyla elde edilen 125.000'den fazla fişten 7 .572'si Osmanlıcadan Tiirkçeye Söz Karjılıkları Tarama Dergisi'nin birinci cildini meydana getirmişti. Çeşitli bilim dallarına ait terimleri bulmak üzere Cemiyetin Liigat-lstılah Kolu 16 dala ayrılmış, hazırlanan Osmanlıca terimler, Türkçe karşılıkları bulunmak üzere ilgililere gönderilmişti. Türkçenin ana gramerini meydana getirebilmek için Gramer-Sentaks Ko!tı bir anket açmış ve ilgililere göndermişti. İki Kurultay arasında lO'a yakın kitap yayım­ lanmıştı (Tan 2001: 16). 1934 yılında bu çalışmaların ilk ürünlerinden biri olan Oımanlıcadan Tiirkçeye Söz Karjılıkları Tarama Dergisi yayımlandı. İki ciltten oluşan 'dergi'nin birinci cildi Osmanlıcadan Türkçeye karşılıkları içeriyordu. İkinci cilt ise Türkçeden Osmanlıcaya indeks idi. Birinci cildin ilk sayfasındaki ithaf dikkati çekiyordu: "Tiirk Dili Tetkik Cemiyeti, Tiirk dilinin özlejtirilmesi iilkiisiinii ortaya atan, canlandır­ dığı, yenilejtirdiği, ileri götiirdiiğii milletine amn biitiin medeniyetini, kiiltiiriinii ve tekniğini anlatabilecek bir öz dil yaratmak yoluntı da açan Yiiksek Hami Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine borçkı oldttğtt tiikenmez jiikranlarını bir daha tekrarlar, btt ckğersiz eseri o çok ckğerli Bajbttğttn yiice adına en. derin saygılarla ithafeckr." Eserin ön sözünde 90.000'e varan tarama fişlerinin Cemiyetçe birer birer denetlenmesine imkan ve zaman bulunamadığı belirtiliyordu. Tarama Dergisi, esas itibarıyla bir işlenmemiş malzeme listesiydi. Dergi' de rastlanacak yanlışla­ rın hemen Cemiyete bildirilmesi de isteniyordu. Ön söz şu cümlelerle sona ermekteydi: "Huldsa, Tarama Dergisi dilimiz@ kullanılan yabancı sözlere öz Tiirkçe karjılık arama yolttnda yeni ve genif bir adımdır. Biitiin Tiirkliiğiin el birliğiyle bttnttn daha genif adımlarla tamamlanacağını umarız." (IDTC 1934: 10). Dergi'de madde başında yer alan Arapça, Farsça kökenli sözlere karşılık olarak Türkçede, tarihi ve çağdaş lehçelerde yaşayan sözler verilmişti. Ön sözde de belirtildiği gibi Arapça, Farsça kökenli sözler yerine burada karşılık­ ları verilen Türkçe sözlerin kullanılarak Türkçenin özleşmesi amaçlanıyordu. Bu karşılıklar, pek çok kişi tarafından kullanılmaya başlandı. Bu, gerçekten sonuç verici bir çalışmaydı. Halkın konuşma dilinde veya Türk lehçelerinde bulunan sözlerin Türk yazı diline kazandırılması amaçlanıyordu. Tarama Dergisi'nin ikinci cildi gözden geçirildiğinde önerilen pek çok sözün zamanla 43 Atataık Döneminde Türkçe ve Tiiık Dil Kcmımıı görülecektir: Ana yol, armağan, aydın, dııyum, katıksız, onarmak, ona)', ondalık, ot11mm, örnek, pekijmek, sayı, tüketmek ... Bununla birlikte tutulmayan, yaygınlaşmayan sözler de az değildir: A!ağ­ satmak, astrav, ay/andırmak, ay!anç, bayağıtt, dığaz, dımcukmak, dırdalaJ, obuçin, sağıit, soksak, tımarsık, tiriklük, yavzağırmak ... Kimi sözlerin ise bugün başka anlamda kullanıldığı görülür. Sorıın sözü "matlap, mesa!ih, muta/ebe" karşılığın­ da önerilmiş olmasına karşılık bugün "mesele" karşılığında kullanılmaktadır. Mesele karşılığında önerilen söz ise somm idi. Tayyal'e karşılığında önetilen uçkan sözü tutulmamış, aynı Dergi' de yer alan uçak sözü tutulmuştur. Osmanlı Türkçesinde kullanılan bir söze karşılık Dergi' de birden fazla Türkçe söz öneriliyordu. Bu durum, Arapça, Farsça söze karşılık verilen Türkçe sözlerden hangisinin kullanılacağı konusunda bir karışıklık yaşanma­ sına yol açtı. Herkes beğendiği bir sözü kullanıyordu. Dergi'de akıl sözü için 28 karşılık bulunuyordu: an, ang, an!aytj, arga, ay, ayla, ba;, bi!iğ, bilgü, bogiij, dü;ünme, es, is, kapar, kıygı, ok, on (ön), oy, öğ (b'k), sağ, sağı;, sime, uğuk, us, uz, iiğ, iik, zerey (TDTC 1934: 114). Acele sözü için ise 41 karşılık verilmişti. Günlük dilde canlı bir biçimde kullanılan ve kullanım sıklığı yüksek olan sözler bile Arapça, Farsça oldukları için dilden atılacak sözler olarak anket listesinde yer alıyordu. Türkçenin özleşmesi çalışması bir anda yeni bir tasfiyecilik akımına dönüşmüştü. Bu dönem, bu yüzden daha sonra aşırı özleştir­ mecilik, tasfiyecilik dönemi olarak adlandırılacaktır (Sertkaya 2001: 550). Türkçeye yabancı sesler taşıyan dükkan gibi sözlerin dilden çıkarılması yerine, biçimi ve anlamı değişmiş olan cömerı, fırka gibi Arapça, Farsça sözlere karşılık önerilmesi, yabancı araştırmacılar tarafından da eleştirilecektir (Heyd 1954: tutulup yaygınlaştığı o/ağcın, o!gıın, 62). 18 Ağustos 1934'te İkinci Türk Dil Kurultayı toplanır. Bu Kurultay'da Türk Dili Tetkik Cemiyetinin adı Türk Dili Araştırma Kurumuna çevrilir. Taktirler ve teklifler komisyonunun raporunda resmi devlet yayınlarını ve devlet duyurularını öz Türkçeye çevirmekte iş birliği yapmak için Cemiyet Merkezinde devlet kurumlarına yardımcı bir büro kurulması teklifi de yer almaktadır. Prof. Meşçaninof, Prof. Samoiloviç gibi çeşitli yabancı Türkologların da katıldığı Kutulray'da terimlerin Türkçe köklerden Türkçe eklerle türetilmesi ilkesi benimsenir. Kesin zorunluluk durumunda, batıda kullanılan bilim ve teknik terimlerin yaşayan yabancı dillerden değil de bu dillerin ana dili sayılan eski dillerden alınması ilkesi de terim komisyonu raporunda yer almaktadır (Levend 1972: 420). Bundan anlaşılan; gerektiğinde Fransız, Alman, İngiliz dillerinden terim almak yerine bu dillere kaynaklık etmiş olan Latince, Grekçe gibi ölü dillerden terim alınabileceğidir. Bu düşünce zamanla 44 Prof Dr. Şakıii Ha/ak Akalııı batı dillerinden geçen sözlere karşı daha ılımlı yaklaşıma dönüşecekrir.' Gazi Mustafa Kemal, 3 Kasım 1934'te İsveç Veliahtı Prens Gustav Adolfü Çankaya Köşkü'nde kabul eder. Kabul töreninde Gazi, şu konuşmayı yapar: "Altes Rııvaydl, Bıı gece ıtlıı konuklarımıza, Tiiı'kiye)'e ıığ11r getirdiklerini söylerken d11ygt1ın tiikel özgii bir kıvanÇ.tır. Bt1rada kaldığınız ttzca sizi sarmaktan hı(· dımnıycıcak ılık sevgi iı·inde, bıı yııma, yıtrtfttnıız için beslenınij dııygııların bi1' yankımmtt bıı!acaksınız. isveç Tiirk ıılııslarının kazanını; oldııkları tttkııların silinmez tarih ıa1ımaktadır. Siierdemliği, onu bıı iki ıılııs, iinlii, sanlı özlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini o denlii ya/tırıklı yöndeınle göstenni1/erdir. 811 yolda kazandıkları ııtkular, gerçekten dahcı az özence değer değildir. Avrupanın iki bitim ucunda yerlerini berkiten ıılmlarımız, ataç özliiklerinin tiim mı/arı olarak bayJttk, o'niirıne, uygunluk kıldacıları olmul bulunuyorlar; onlar, bugiin, en giizel utkuyu kazanmıya anık/anıyorlar: Baysal ııtkusıı. Altes R!tVayd!,· Yetınij bqinci doğıım yılında oğıız babanız biitiin amnda saygılı bir sevginin söyiincii ile çevı~lendi. Genlik, baysal, içinde erk sürmenin giicii ijte bıındadır. Ünlü babanız yüksek kıralınız Be1inci Gııstav'ın gönenci için en ısı clilekleriıni sunarken, Alm R11vaydl, sizin, Altes Rııvaydl Prenses Lttiz'in, sevimli kızınız Altes Rııvaydl Prenses İngrid'in esenliğini; !iiziin İsveç tılıısunıın gönencine, genliğine içiyorum." (Levend 1972: 424-42 5). Gazi Mustafa Kemal'in bu konuşmasında geçen tiiket 'tam', uz 'süre', süerdeıntik 'asker! fazilet ve hüner', ya/tırıklı 'nurlu, aydınlık', özeıır; 'gıpta', damgalarını ~ Uriel Heyd, Avrupa diHerinden go;,ç~'n sözlere takınılan yumu%ak rucuma Lmguage Refrmn irı Modern Turkey (1954: 77) adlı eserinde§\~ sözlerle değinı:cektir: "On ıhe a;11trary in some cases the Sodety deliberately increased the Eııropetm vxabu&ry of modern Tnrkish. in ıhe 'Cep Kılatwııl a nmnber of Aı·,ıbg and Penian loan-words wen: ı-epl.ued with words taken from Wertern languages. Example.ı Pre 'sekreter' for 'k.Jtil/, 'direktör' for 'miidir', 'teori' fw 'nauıriye ·, ı:md 'sembol' for 'timsal'. An authorfı.ıtive explanation of this polı(y waJ given in 1935 by İ. N. Dilmen, Secretaıy G'tneral qfıhe Sodety. l:le stated thaı wordı lik~ ·kfiıib', 'miidiı· (müdiir)', ete. were relics ofa bygone era. Ata time when ıhe 1'11tkJ u;ere adopting Occiduıral civilh:ı:11İtm ;n it.~ entimty, tin \Vestern eq11ivalents of.wdı tetms should be pııfarred." 1 45 Atatiirk Döneminde Türkçe ve Türk D;/ Kurumu 'sahip', baysak 'huzur', önürm< 'gelişme', kıldacı 'amil', 'hazırlanmak', ıiizün 'asil' gibi sözler, tarama veya derleme yoluyla bitim ucu 'nihayet', anık/anmak mı Dergi'ye alınmışlardı. Gazi Mustafa Kemal, 1934'te Dil Bayramı dolayısıyla Kuruma gönderdiği iletide de öz Türkçe sözler kullanmışrı: "Dil Bayl'amından ötül'ii Türk Dili Arajtırma Kıırttmu Genelözeğindi!n, ıılmal kurumlarından, ıürlii urıınlanndan birçok kutıınbitikkr aldım. Gösterilen güzel dııygtJlardan kıvanç duydum. Ben dil kam11y11 kutlulanm. Gazi M. Kemaf' (Tan 2001: 45) İlk geri adım, İkinci Kurultay'dan sonra atılacaktır. Tarama Dergisi'nin yayımlandığı yıldan İkinci Türk Dil Kurultayı'na kadar geçen süre içerisinde Kurumun tutumunda önemli değişiklikler ortaya çıkmıştı. 1933-1934 yılla­ rında desteklenen aşırı özleştirmeciliğin dil karmaşasına yol açtığı, Arapça ve Farsçadan alıntılanan ve gündelik hayatta kullanılan yüzlerce sözün, Türkçe karşılıkları halk tarafından benimsenmeden dilden ayıklanması belirgin bir durumdaydı. Bu yüzden özleştirme girişiminde belirgin bir yavaşlama görülür (Heyd 1954: 32). 1935'te yayımlanan Cep Kılav11w'nun ön sözünde kılavuzun "yazarlarımıza ve okttrlarımıza osmanlıcadan türkçeye geçit di!vresinde yol gbstericilik edi!bilmek 11mudtJ ik" ortaya çıktığı belirtilmektedir (TDAK 1935: VII). Bu dönem daha sonra "mutedil özleştirmecilik, rereddür" dönemi olarak da adlandırılacaktır (Sertkaya 2001: 55 3). Öte yandan Kurum, bazı durumlarda Türkçedeki Avrupa dillerinden gelme söz sayısını bilerek artırıyordu. Cep KılavtJztı'nda Arapça, Farsça aktarma sözlerin bir bölümünün yerine batı dillerinden sözler alınmıştı: Katip yerine sek1·eter, müdiir yerine direktör, nazariye yerine teori ve timsal yerine sembol. Bu düşüncenin güvenilir hir açıklaması 1935 yılında Kurumun Genel Sekreteri İ. N. Dilmen tarafından yapıldı. Dilmen, kdtib, müdir (müdür) gibi sözlerin geçmiş dönemin hirer kalıntıları olduğunu söylüyordu. Türklerin batı uygarlığını hütünüyle benimsemekte olduğu bir dönemde bu tür terimlerin batı dillerinden olanları tercih edilmeliydi (Heyd 1954: 77). Bu düşünce, Kurumun daha sonraki yıllarında da etkili olacaktı. Dilde bir karmaşadır gidiyordu. Yeni sözlerle gazetelerin dil köşelerinde yazılar, şiirler yayımlanıyordu. Bu yazı ve şiirlerde herkes önerilen sözlerden hoşuna gideni kullanıyordu. Yerel gazetelerde de aynı yol izleniyordu. Ancak, gazetelerde dikkati çeken bir durum vardı: Dil köşesi dışındaki sayfalarda yer alan haber, yazı ve tefrikalarda kullanılan sözler açısından aynı özen gösteril- · miyordu. Kimi yazarlar, yazılarını önce kullandıkları dille yazıyorlar, daha sonra Tarama Dergisi'ne bakarak yazdıkları yazıda geçen ve yabancı sayılan sözlere 46 Prof Dr. Şükrü Haluk Akalın karşılık öz Türkçelerini yazıyorlardı. Ertesi gün gazetede çıkan yazılarını yazarları bile anlayamıyordu. Bir akşam Atatürk, Şükrü Kaya'ya öz Türkçe konuşma yapmasını söyler. Şükrü Kaya, kekeler kalır. Olayı izleyen Falih Rıfkı Atay "İçiş.feri Bakanımız Orta Asya'dan gelip derdini anlatamayan birine benziy01·." demekten kendisini alamaz (Emiroğlu 2001: 369). Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde Atatürk'ün dil konusunda bir deneme yaptığını yazacaktır. Halk ağzından tarama sözlerin, sadece görünürde ve sayı bakımından zenginliği ile öz ve ileri bir Türkçe davası üzerine Atatürk'ün o kadar merakını uyandırmışlardı ki, bu bir denemeye değerdi. Atatürk, denemeden ürkmeyen, onun bütün risklerini kabul eden bir liderdir. Öz bir dil denemesinde sonuç alıncaya kadar, bu teze inanmış ve bağlanmış etkisi verecek, en "acayiP" sözleri bizzat Atatürk Meclis kürsüsünde kullanmaktan çekinmeyecekti (Atay 1969: 475). Daha Birinci Türk Dil Kurultayı'nın ilk günü Hüseyin Cahit'in tezi ve yapılan tartışmalar üzerine Atatürk, Hüseyin Cahit ile benzer düşünceleri savunan Falih Rıfkı'ya: -Çomk senin hakkın varını1! diyecekti (Atay 1969: 475). Ancak, aşırı özleştirmecilik yeni bir anlaşılmaz dil yarattığında Falih Rıfkı, Atatürk ile aralarında geçen konuşmayı şu sözlerle anlatır: "Bir ak1am Atatiirk, sofi"a bittikten sonra, benim yanı ba1ındaki i<kemkye oturmamı emretti) -Dili bir çıkmaza Mplamıjtzdır, dedi. Sonra: -Bırakırlar mı dili bıı çıkmazda? Ha;•ır. Ama ben de İji ba1kalarına bıraka­ mam. Çlkmazdan biz kıırtaracağız, dedi." (Atay 1969: 477). Falih Rıfkı Atay'ın deneme diyerek tanımladığı bu yaklaşımı Hikmet Bayur "keşif' olarak adlandıracaktır (Bayur 1952) Atatürk'ün Üçüncü Dil Bayramı dolayısıyla Türk Dil Kurumuna gönderdiği telgrafta kullandığı dil, gelişmelerin ilk işareti olacaktı: "İbrahim Necmi Dilmen, Tiirk Dil Ktmımtı Genel Sekreteri, Dolmabahı;,e, Üçiincii Dil BayMmını ktitlayan telgrafınızı aldım. Tiirk Dil Ktmımtınıtn verimli ı;,alı1masını ve biitiin ytırttajların dil i1krine gösterdiği biiyiik ilgiyi sevinı;,k anarım. Bayramınız kııtltı olstın." (Tan 2001: 46). Yerleşmiş ve yaygınlaşmış yabancı kökenli sözlerin dilden atılmasının tam anlamıyla tasfiyeciliğe döndüğü bir dönemde, yitirilen bu sözler başta yazarlar olmak üzere pek çok aydının dikkatini çekiyordu. Yabancıdır diye tasfiye edilen, ancak dilde gerekliğine inanılan sözlerin kurtarılması için bir 47 Atatürk Döneminde Türkçe ve Türk Dil Kıımmu şeyler yapılması gereğine inanan Falih Rıfkı Atay, bu işi nasıl yaptıklarını şöyle anlatır. 'Lugat Komisyonu' genişletilerek yeni üyeler çalışmaya katılır. Yabancı kaynaklı hangi söz gündeme gelse, bu sözün Türkçe kökenli olduğu söyleniyor ve bu söz dilden çıkarılmaktan kurtuluyordu. Yusuf Ziya Bey batı kökenli sözlerin, Naim Hazım Bey de Arapça kökenli sözlerin köklerini Türkçeye çıkarıyorlardı 6 . Sıra hüküm sözüne gelir. Falih Rıfkı "Bir karp!ığı yoksa, alıkoyalım." der. Üyeler, kabul ermez ve tartışma çıkar. Toplantıdan sonra 'Prof. Abdülkadir (İnan), Falih Rıfkı'ya gelerek, üzülmemesini, hiikiim sözünü bir sonraki toplantıda Türkçe yapacaklarını söyler. Ertesi gün toplantıdan önce Prof. Abdülkadir İnan, Falih Rıfkı Atay'ın eline küçük bir kağıt tutuşturur. Kağıtta Radloff sözlüğünde Türk lehçelerinde akıl için ög, ok, iik sözünün kullanıldığı yazılıdır. +(ü)m eki ile de ad türetildiğini bilen Falih Rıfkı Atay sözü alarak Arapça 'hüküm' sözünün Türkçe olduğunu örneklerle anlatır. Komisyonun üyeleri susup kalırlar. Böylece hüküm sözü dilde kalır. Falih Rıfkı, uydurmacılığın değil, ama yakışrırmacılığın temelini artıklarını yazacaktır (Emiroğlu 2001: 356). Hukuk profesörü olan Yusuf Ziya Bey, hızını alamamış Aphrodite adının Türkçe avrat ya da arvat'tan, deniz ilahı Poseidon adının Türkçede gemi anlamındaki bo.rtagen sözünden, vıılcanm sözünün de Tü.rkçe bulanık anlamındaki bıt!kaııığ sözünden geldiğini ileri sürmüştür (Levend 1972: 427). Güneş-Dil Teorisi ve özlcşmede geri adım İşte tam bu günlerde, 1935 yılının sonlarına doğru Viyanalı Dr. Hermann F. Kvergic, 41 sayfalık basılmamış bir çalışmasını Atatürk'e gönderir. La p.;ycho!ogie de q11e!q1ıes ekments des !ang11e.r ttırqtte.r 'Tiirk Dilkrindeki Kimi Ögekriıı Psikolojisi' adındaki bu eser, sosyolojik ve antropolojik çalışmalara dayanmaktadır. Bu veriler, psikanaliz görüşleri ile de birleştirilerek, insanın iç benliği ile dış dünyası arasındaki bağlantının dildeki seslerin sembolizmine dayandığı düşüncesiyle de pekiştirilmektedir. Dr. Hermann F. Kıvergitsch, bu düşünceden hateketle kendi yöntemini uygulayarak, Türk, Moğol, Mançu, Tunguz dilleri ile Fin, Macar, Japon, Hitit dilleri arasında bir yakınlık olduğunu ortaya koyacak delilleri değerlendiriyordu (Korkmaz 1982: 23). O sonbahar, İstanbul'dan Ankara'ya rahatsız dönen Atatürk, Kurum üyelerini yanma çağırır. TDK üyelerini yatakta karşılayan Atatürk, Dr. H. F. Kvergic'in çalışmasından söz eder. Dr. Kvergic'e göre ilk tefekkür güneşle ilgilidir. Dillerin doğuşu da bu nedenle güneşe bağlanmalıdır (Atay 1969: 6 Naim Hazım Bey daha sQnra Arapçanın Türkçeyle kurulduğu dü§Üncesini ilileyen iki didik eser yayımlaya..: caktır: Naim Hazım Onat, Arapçanm Tiirk Di/;y/e KundttjN l, TDK yayını, İstanbul, 19·-i4; Naim Hazım Onaı:, Arı:1p{r1nm 7'iirk Diliyle K111·ult1ş11 il, TDK y~ıyını, istanbul 1949. 48 Prof Dr. Şakıü Halıık Aka/111 479). Bu çalışmadan etkilenen Atatürk, konu üzerinde çalışmaya başladı. Bu çalışmanın sonucunda Atatürk tarafından hazırlanan Etimoloji Morfoloji ve Fonetik Bakımından Tiirk Dili: Notlar, adıyla bir eser yayımlanır (1935). 68 sayfalık bu eserde Dr. Kvergic'in çalışmasının okunduğu ve bu çalışmadan yararlanıldığı belirtilmektedir. Bununla birlikte, Güneş-Dil Teorisinin Atatürk'ün bir buluşu olduğu, Atatürk tarafından geliştirildiği, ancak Atatürk' ün kendi adının ilan edilmemesini istediğini TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen'in Meksika maslahııtgüzarı Tahsin Mayatepek'e yazdığı 24.3.1936 tarihli yazıda şu sözlerle belirtilmektedir: "Giine1-Dil Teorisi, dil materiyelleri iizerine K1trttm11n yıllar­ dan beri yaptığı hazırlıkları U111 Önderimizin yiiksek dehasında 11yandırdığı jeniya! bir bıılııjtıır. Teori geçen yaz Floıya deniz evinde milli Dahimizin yiice dimağında doğmıı;tıır. Kendi isimlerinin ilanını arzıı bııyıamadıklarzndan gazetelerdeki yazılarda ''Tiirk jenisinin bıdd11ğıı" yollıı ijamlerle iktifa olıınmııpıtr." (TDK Arşivi 1936/171) Kısaca 'Güneş-Dil Teorisi' adıyla anılacak bu yeni düşünce şöyle özetlenebilir. Güneş-Dil Teorisine göre dilin doğuşunda ilk etken güneştir. Bu da · güneşin insan varlığı üzerindeki ana işlevi ile ilgilidir. Güneş, dünya ve insanlık üzerindeki bu ana işlevi ile dini ve felsefi düşüncenin gibi dilin doğuşunda da başlıca erken olmuştur. Çünkü insanoğlu içgüdüleri ile davranan bir yaratık .olmaktan çıkıp da düşü­ nebilen bir varlık haline gelince, dış alanlar dediğimiz evrende her şeyin üstünde tuttuğu ilk nesne gün~ş olmuştur. Güneş; ilkin kendisi, sonra saçtığı ışık, verdiği aydınlık ve parlaklık, atq, taşıdığı yükseklik, zaman, büyüklük, güç, kudret, hareket, süreklilik, çoğalma ve benzeri nitelikleri ile düşünen insanın kafasında çok yönlü bir kavram olarak belirmiştir. Bu yüzden ilk intarihinin gelişmesi doğuşuna kaynaklık ettiği sanlar su, ate§ı toprak, büyüklük ve benzeri bütün maddi ve manevi kavramları birbirlerine, güneşe verdikleri tek adla anlatmışlardır. Bu kavramı anlatan ilk ses de Türk dilinin kökü olan ağ sesidir (Korkmaz 1982: 23-24). Güneş-Dil Teorisi ile Türkçenin dünya dillerine, özellikle de batı dillerine kaynaklık etmiş olduğu düşüncesi işlenmeye çalışılmıştır. Bu konuda en ilgi çekici bilgiler Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen ile Viyana elçiliğimizin Dr. Kvergic'in çalışmaları konusunda yaptığı yazışmalar­ da yer almaktadır. Kurum, Dr. Kvergic'in çalışmalarını Türkiye'nin Viyana elçiliği aracılığıyla yakından izlemiş, hatta zaman zaman kendisini yönlendirmeye çalışmıştır. Elçiliğin 9.4.1936 tarihli yazısında Dr. Kvergic'in Güneş- 49 Atatürk Döneminde Türkçe ve Türk Dil Kurumu Dil Teorisi bakımından Moğol, Mançu-Tunguz, Türk dillerini karşılaştır­ makta olduğu bilgisi Kuruma gönderilince TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen, Viyana elçiliğimize gönderdiği 14.4.1936 tarihli yazıda şun­ ları yazar: "Doktorttn öteden beri bttraya gönckrdiği yazılarında Tiirk dilini bu Uzakdoğu dilleriyle bir sıraya koymak meyli göriilmektedir. Hdlbttki bizim göriiJiimiiz ve GiineJ-Dil Teorisinin amacı, Tiirk dilinin bttgiin İndo-Öro/ıeen ve Semirik diye ayrı serilere kanıtlan biiyiik kiiltiir yaratmıJ dillm ana kaynak olduğtı merkezinckdir. Doğuda Arap ve Fars, btttıda Grek, L!itin, Fraıı.rız, İngiliz, Almttn ... dilleri gibi diller GiineJ-Dil Teorisinin tjtğt altında TiirkÇ,e ile ka11ılaştıı-ıldıkÇ,t1, bu biiyiik gerÇ,ek her giin biı-az daha kuvvet bıtlttrak kendini göstermektedir. Dr. Kvergic'in koıı.ronların ek anlamları iizerinckki etiidii, kendisinin ek dilleri klasik Avmpa göriijiiyle görmediğini anlatmakta idi. Btt bttkımdan Giinq-Dil Teorisi iizerine hazırlayacağı etiidiin Moğol, ManÇ,tt-Tttngıız gibi dillerden ziyatk Tiirk dilini biiyiik Avrııpa ve Asya dilleriyle karJtlapırma yolunda bir arapır­ ma olması daha uygun olacağını miinasip yolda kendisine anlatmağa kayranızı diler.,," (TDK Arşivi 1936/241) Türkiye'nin Meksika elçiliği de Pasifik denizinde 70.000 yıl önce ilk insanın ortaya çıktığının ileri sürüldüğü Mu kıt'asıyla ilgili çalışmaları raporlar halinde Türk Dil Kurumu Başkanlığına göndermektedir. Raporlarda Uygur, Akad, Sümer Türklerinin Pasifik denizinde ilk insanın ortaya çıktığı Mu kıt' asından 70.000 yıl önce çıkıp Mu'daki büyük uygarlığı dünyaya yaydıkla­ rına dair yeni bilgiler ele alınmaktadır. Bu. raporlar Güneş-Dil Teorisi açısın­ dan da irdelenmiştir (TDK Arşivi 1936). Güneş-Dil Teorisi Üçüncü Türk Dil Kurultayı'nda Türk dilinin eskiliğini ortaya koyan bu teori, aynı zamanda dünyadaki dillerin de Türk dilinden kaynaklandığını ve Türkçenin bütün dillerin kökü olduğu düşüncesini de işliyordu. Yıllardır Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalan, bir dönem Osmanlı aydınları ve yazarları tarafından avam dili diyerek hor görülen Türkçe için bu teori bir övünç kaynağı olmuştu. Aynı yıl İbrahim Necmi Dilmen, teorinin ana hatlarını ele alan ve Giine1 Dil Teori;inin Ana Hatları (1935) adını taşıyan bir kaynak eser yayımladı. 1936'da da bu eserin Fransızcaya çevirisi çıktı (Dilmen 1936). Güneş-Dil Teorisini açıklayan çalış­ malar birbirinin ardı sıra yayımlanıyordu. Çalışmalar ve yayınlar birbirini izlerken 24 Ağustos 1936 günü Üçüncü Türk Dil Kurultayı toplanır. Kuru- 50 Prof Dr. Şakıü Halok .Akalın mun adının Türk Dil Kurumuna dönüştüğü bu Kurultay'da en fazla gündeme gelen, üzerinde durulan ve tartışılan konu Güneş-Dil Teorisidir. Kurulray'da İbrahim Necmi Dilmen, H. Reşit Tankut, tezlerini okurken dinleyenlerin örnekleri kolay izleyebilmesi için kitapçıklar da bastırmışlardı (İbrahim Necmi Dilmen'in Giinq-Dil Teorisinin Ana Hatları Hakkında lll. Dil Kurultayı­ na Sıınduğu Teze Bağlı Grafikler ve Ana!izkr, İstanbul 1936; Prof H. Re;it Tankııt'ıın Giinej-Di! Teorisine Göre Pankronik Usıı!k ve Pako-Sosyo!ojik Dil Tetkikkri Adlı Tezinde Geçen Örnekkr, İstanbul 1936). Kurulray'a aralarında Dr. Kvergic'in de bulunduğu çok sayıda yabancı bilim adamı katılıyordu. Bunlar arasında Prof. Dr. Gies, Prof. Dr. M. ]. Deny, D. Ross, Dr. Bombaci, Dr. Barralini, Prof. Dr. G. Nemerh, Prof. Dr. M. Zajanczkowski, Prof. Dr. Samoiloviç gibi tanınmış Türkologlar da bulunuyordu. Kurulray'da Genel Sekreterliğe İbrahim Necmi Dilmen seçilmişti. Kurum Başkanı ise ana tüzük gereği yine dönemin Maarif Vekili idi. Bu dönemde Kültür Bakanı Saffet Arıkan bu görevi yürütüyordu. Üçüncü Türk Dil Kurulrayı'ndan sonra Güneş-Dil Teorisi üzerine çalış­ malar ve yayınlar artarak sürdü. Özellikle 1936 yılında yoğunlaşan bu yayın­ larda yabancı kökenli sözlerin, neredeyse tamamının Türkçe kökenli olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştı. Teorinin ortaya atılmasından önce başlayan yabancı sözlerin kökenini Türkçeye bağlama düş üncesi, bu teori ile artık bir dayanağa da kavuşm~ru. Ekktrik sözü tarih! Türkçe metinlerde geçen ya/tırık > yı!tırık > ı!tırık 'parlak' ile açıklanıyor, botanik sözü bitki'ye bağla­ nıyor, sosyal sözünün kökünün soy, termal sözünün kökünün ise ter olduğu ileri sürülebiliyordu (Levend 1972: 439). Atatürk' ün sofrasında Yusuf Ziya Bey dük sözünün Türkçe olduğunu ve tok sözünden geldiğini söyleyince bir tartışma başlar. Bu sırada Salih Bozok "Bu!dıım, bıı!dum ! ... " diye bağırır: "Düdük'ten gelir ... " Atatürk Yusuf Ziya Beyi gücendirmemek için kaşlarını çatarak Salih Bozok' a bakar ve "Sen alay mı ediyorıız sanıyorsun?" Bozok açıklamasını şöyle yapar: "Dükkr yalnız tek olmaz ya, düdükkri de öter de ondan yakıjtırdtm ... " Başka bir sefer Atatürk, Ziya Bey tarzı bir benzetme yaptığında Yusuf Ziya Bey dudaklarını bükerek "Olamaz efendim ... " deyince Atatürk' ün sağduyusu yerinden oynar ve "Niçin olamazmıJ beyefendim? Sizin benzettikkrinizin kitapta yeri var mı? Yooo ... Yatağınız­ da sağınızdan solunuza dönerken hatırınıza geliyor, söylüyorsunuz. Benimki de bu sabah banyoda aklıma geldi" (Emiroğlu 2001: 313 ). Abdülkadir İnan yazdığı ders notlarında Slav dillerindeki kimi sözleri de Güneş-Dil Teorisine göre Türkçeye bağlıyordu (İnan 1936: 57-75). Yer adları üzerine de çalışan H. Reşit Tankut; Sümer, Akar, Frig, Asur gibi eski uy- 51 Atatiiık Döneminde Türkçe ve Türk Dil Kunıınu garlıklardan kalan adları da Güneş-Dil Teorisine göre açıklıyordu. Örneğin Amazon adı şu gelişmenin sonucunda ortaya çıkmıştı: Amazon = ağ + anı + az + on (Tankut 1936: 33). Bilimsel bir değeri olmayan bu açıklamalar ve yayınlar bir süre daha devam etti. Teorinin ortaya atıldığı 193 5 yılında 1 kitap yayımlanmıştı. 1936"da ise 17 kitap yayımlanmıştı. 1937'de yayımlanan 4 ve 1938'de yayımlanan 3 kitaptan sonra bu teoriyi işleyen, yayan başka kitap yayımlanma­ dı.7 Bu durum 1938'den sonra Güneş-Dil Teorisinin ele alınmadığının göstergesidir. Güneş-Dil Teorisi, Dil Devriminde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Teoriye göre madem bütün dillerin kaynağı Türkçe idi, o halde Türkçeye bu dillerden geçen sözlerin kökeni de Türkçe idi. Bu düşünce ile dildeki yabancı kökenli sözlerin atılması hareketi olan tasfiyecilik tamamen durdu. Agah Sırrı Levend, bu durumu yabancı sözlere Türkçe karşılık bulma işinin durması olarak yorumlayacaktır. Levend'in belirttiği bir diğer sonuç ise aşırı çabaların durması, dil çalışmalarında yeni bir döneme girilmesi (Levend 1972: 439, 441), hatta devrimcilik bakımından geriye dönüşe yol açılmasıdır (Levend 1952: 8). Kamile İmer de, yabancı sözlere karşılık bulma işinin bir süre duracağını yazacaktır (İmer 1976: 91). Daha sonra belirtileceği gibi Atatürk, dilde aşırı gidişi durdurmak için bu teoriyi kullanmıştı (Atay 1969: 479). Zeynep Korkmaz'a göre Güneş-Dil Teorisi, tasfiyecilik hareketini frenleme görevini yüklenmiştir (Korkmaz 1982: 26). Hikmet Bayur, Atatürk'ün Dil Devrimindeki çalışmalarını "keşif' ve "keşf-i ta'arruzl' gibi asker! terimlerle açıkla­ mıştır. Bayur'a göre Güneş-Dil Teorisi "keşf-i ta'arruztdir (I3ayur 1952: 30). Güneş-Dil Teorisinin tasfiyeciliğin sona erdirilmesinde ve orta yola dönülmesinde oynadığı rol, pek çok araştırmacının yazısında ele alınmıştır (Sertkaya 1979; Timurtaş 1980; Korkmaz 1982; Korkmaz 1985: 1-32; Emiroğlu 2001: 369). Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün Osmanlı aydınlarını iki tehlikeli aşağılık duygusu içerisinde bulduğunu, bunlardan birinin Türkçenin edebiyat ve bilim dili olmadığı noktasındaki yanlış düşünce olduğunu yazar. Diğeri ise Türklerin sadece savaştığı, bilim ve uygarlığa bizmet etmediği konusundaki yanlış düşüncedir. Atatürk, Türklüğü bu iki aşağılık duygusundan kurtarmak için bir tarih bilgini değilken tarihi, bir dil bilgini değilken dili eline almıştır. Türkçenin bütün dillerin kaynağ'ı olduğunu öne süren aşırıcılara meydan açmıştır, yardım etmiştir. Özleştirme denemesi dili iyice çıkmaza soktuğunda 7 Bu kitapların tam listesi için Levend 1972: 437~438'e bakılmalıdır. 52 Prol Dr. Şakra Ha/ak Akalırı pek çok yabancı sözün Türkçede kalması gerçeğini görerek bu sözlerin yabancı kökenli değil de asılları Türkçe olduğunu göstermekte işine yarayan Güneş-Dil Teorisini benimsemiştir. Bunların sonucunda Atatürk amacına ulaşmış, Türklük iki aşağılık duygusundan kurtulmuştur (Emiroğlu 2001: 393). Sadece Dil Bayramlarında gönderdiği telgraflarda kullandığı dil dikkate alınırsa Atatürk'ün Dil Devriminde izlediği yol açıkça görülür.. Atarürk'ün 1936 yılındaki Dil Bayramı dolayısıyla gönderdiği telgrafta kullandığı sözler ilgi çekicidir: "Bay İ. N. Dilmen, Tiirk Dil Kttrttm11 Genel Sekreteri İsıanbttl Dil Bayramını mesai arkada1larınızla birlikte k11tladığınızı bildiren telgrafı ıqekkiirle aldım. Ben ek sizi tebrik etkr ve Tiirk Dil Ktırumuna bundan sonraki çalı1malarında da muvajfakiyeıler dilerim." (Tan 2001: 47). Atatürk, Kurumun bir bilim akademisine dönüşerek çalışmalarını tamamen bilimsel temellere dayalı olarak sürdürmesi için "akademi" haline gelmesi dileğini 1 Kasım 1936'da TBMM'nin beşinci dönem ikinci yasama yılının açış konuşmasında seslendirecektir: "Ba1lannda kıymetli Maarif Vekilimiz bttlunan Tiirk Tarih Ktımmtt ile Tiirk Dil Ktırıımunun, her giin yeni hakikat 11fiıkları açan, ciddi ve tkvamlı mesaisini takdirle yad etmek isterim. Bu iki ulıısal kıırumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içindi! 11nı1111/mu1 tkrinliklerini, dünya kiiltiirüntkki analıklarını, reddoltınamaz ilmz belgelerle ortaya koydukça, yalnız Tiirk milleıi için tkğil ve fakat büıiin ilim alemi için, dikkat ve intibahı çeken, k11tsal bir vazife yapmakta olduklarını emniyetle söyleyebilirim. (Alkı;lar-). Tarih Kurumunun Alacahöyiik'te yaptığı kazılar neticesintk, meydana çıkardığı, be; bin bej yüz senelik maddi Tiirk tarih belgeleri, cihan kültür tarihini yeni bapan tetkik ve tamik ettirecek mahiyettedir. Birr;ok Avrupalı alimlerin ipirakiyle toplanan, son Dil Kurııltayı'nın ıjtklı neticelerini bizzat görıniiJ olmakla r;ok mııtlııyıım. Bu ulıısal kurumların az zaman içindi!, ıılıısal akatkmiler halini almaJtnı temenni ederim. Bıınun için, r;al11kan tarih ve dil alimlerimizin, dünya ilim alemince tanına­ cak, orijinal eserleı·ini görmekle bahtiyar olmamızı dilerim." (Tan 2001: 52). 53 Atatiirk Döneminde Türkçe ve Türk D;/ Kurumu Atatürk, 26 Eylül 1937'de Dil Bayramı dolayısıyla Kurum Genel Sekreterine gönderdiği telgrafta da o gün için dilde yaşayan Arapça sözleri de kullanır: "Dil Bayramı münasebetiyk Türk Dil Kurumunun hakkımdaki duygularım bildiren ıelgrafinızdan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvajfakiyetkrinizin temadisini dikrim." (Tan 2001: 48). Atatürk, bu atada geometri terimleri üzerinde çalışmış ve yıllardır kullanılan çoğu Arapça kökenli terimleri Türkçeleştirmiştir. Türk Dil Kurumunun yayımladığı GeomRtri kitabındaki üçgen, dörtgen, açı gibi pek çok terim Atatürk'ün buluşu olarak dilimize kazandırılmış ve yaygınlaşmıştır. Atatürk, Kurumun çalışmalarını her zaman yakından izlemiş ve pek çok çalışmaya bizzat katılmıştır. 12 Mart 1937'de yapılan Terim Kolu toplantısına katılan Atatürk, altı saat süreyle üyelerle birlikte çalışmıştır. Atatürk gibi bir büyük devlet adamının yoğun devlet işlerinden zaman ayırarak Kurumun çalışmala­ rına katılması, bilim adamlarını reşvik etmiş, yüreklendirmiştir. Sadece terim çalışmalarıyla değil, diğer dil çalışmalarıyla ve Kurumun etkinlikleriyle de Atatürk yakından ilgilenmiştir. İngiltere Kralı Edward'ın Türkiye'yi ziyareti sırasında da Atatürk bir gününü dil çalışmasına ayırmıştır. Türkiye ile İngil­ tere'nin diplomatik alanda barışması olarak adlandırılan (Özdemir 2001: 14) Kral Edward'ın Türkiye'yi ziyaretine Atatürk büyük önem vermiş, Kralla yakından ilgilenmişti. Buna rağmen Atatürk Kralın 5 Eylül 1936 günü İs­ tanbul programı sırasında bürün gün ve gece Dol'mabahçe Sarayı'ndan hiçbir yere çıkmamıştır. Dil Cemiyetinden Hasan Reşir Tankur, Ahmet Cevat Emre, İbrahim Necmi Dilmen, H. F. Kvergic, A Martinyan, Mehmet Ali Ağakay'ı kabul ederek dil konusunda çalışmıştır (Özdemir 2001: 129). Kurumlara verdiği önemi, İş Bankasındaki hisselerinin gelirlerinden Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun pay alması için vasiyetnamesine bir madde ekleyerek gösteren Atatürk'ün ölümünden sonra Türk Dil Kurumunun Koruyucu (Hami) Başkanı İsmet İnönü olur. 1940'tan sonra 1950'ye kadar olan dönemde görülen durum, yabancı sözler yerine Türkçe kök ve eklerden yeni sözlerin türetilme çalışmalarının yapılmasıdır. 1945'te Teşkililt-ı Esasiye Kanunu'nun Türkçeleştirilmesi, önemli bir çalışmadır. Bu çalışma, genel dil ile devlet dili arasındaki ayrılığın ortadan kaldırılması bakımından önemli bir iş olarak değerlendirilecektir (İmer 1976: 91). 1944'te TDK'nin başvuru kaynaklarından Türkçe Sözlük yayımlanır. Sözlük Cumhur Reisi İsmet İnönü'ye ithaf edilir (TDK 1944: X). Ön sözde Türkçe Sözlük't.eki yabancı kökenli sözlerle ilgili olarak yapılan açıklama ilgi çekicidir: "Bundan önce çıkmış lfigat ve kamus/ardaki yabancr söz bolluğu ve öz Türkçe söz azlığı göz önünde tutularak bu eserkr Sözlükk 54 Pıvf Dr. Şükıü Halı1k Akalın karjtlaJtırılma, görülecektir ki giiniimiiziin canlı dilinde ya1ıyan kelimeleri ihmal etmediği halde, bıı kitap dil devrimi yolımda atı!mı1 bıılıınan adımın genijliğini belirtmektedir. Bıınıtnla beraber Ktırıım burada yer almı1 yabancı sözlere dilde ya1ama hakkını vermek istemi1 olmadığını açıkça bildirmeği borç sayar; btt yabancı sözlerden öz Türkçe karplığı btt!ıınm111 ve karjtsına yazılmıJ olanları konu1mada ve yazıda kıı!!anmamalarını bütün dilsever/erden diler; henüz karplığı bulunmamış olanlara da birer öz Türkçe kar1ılık aramayı kendisine ödev biliı;· bu sözlüğün i!eriki basılışlarında yabancı sözlerden daha pek çoğunun kaııısına öz Türkçelerini koymak m11tlıı!t1ğıına ereceğini ıımar... " (TDK 1944: yabancı V). Sözlüğün söz varlığı 15.000 civarındadır. Şemsettin Sami'nin 1899-1901 yılları arasında yayımladığı Kamıa-ı Tiirkf'sinde 26.000 söz varlığı bulunduğu dikkate alınırsa, aradan geçen 45 yıldaki dilde gelişmeye karşılık söz varlığın­ daki azalma, tasfiyeciliğin boyutlarını ortaya çıkatıt. Türkçe en büyük gelişmeyi, sadeleşmeyi ve zenginleşmeyi son yetmiş yıl­ da yaşamıştır. Yetmiş yıllık bu dönemde Türkçenin gelişmesinde Dil Devriminin ve Türk Dil Kurumunun önemli bir yeri vardır. Gerek Tanzimat döneminde, gerek Servet-i Fünun döneminde, gerek Milli Edebiyat döneminde yapılan dil tartışmaları Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra da sürmüştür. Bu tartışmalar Atatürk'ün dil konusundaki en büyük atılımı yapmasına zemin hazırlamıştır. Hiç kuşkusuz, gerek yazı konusunda, gerek dil konusunda en etkili, en kararlı ve sonuç alıcı adımları Atatürk atmıştır. Atatürk sadece dil konusuna değil, tarih, sanat, arkeoloji, müzik gibi kültürün ve güzel sanatların bütün kollarına önem veren bir devlet adamı, bir büyük şahsiyet idi. "Türkiye Cumhuriyetinin temeli kiiltürdiir" sözüyle de Cumhuriyetimizin temel niteliğini ortaya koymuştu. Sözleriyle değil, uygulamalarıyla, davranışlarıyla ve devrimleriyle de kültür alanında büyük atılımlar yapmıştı. Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşlarının Türkçe konuşması, Türkçenin Cumhuriyet dili ve üst kültür dili olarak bütün vatandaşlarımıza öğretilmesi düşüncesindeydi (Akalın 2002: 195-199). Güneş-Dil Teorisi sayesinde dil çalışmalarının yönlendirilmesini sağladığı gibi, Türk ulusunun ana diline güvenini kazandırmış, toplumda Türkçe bilincini uyandırmıştı. Atatürk'ten sonra da bu düşünceler yaşatılsaydı ve uygulamalar sürdürülseydi bugün yaşadığımız hiçbir sorun olmayacaktı. Bugün dil ile ilgili sorunlarda, dil tartışmalarında ve Türkçeden başka dillerle öğretim yapılması konusunda Atatürk'ün görüşlerine, uygulamalarına bakmak, onları uygulamak, Ata- 55 Afdtürk Döneminde Tiiıkçe Vi? 7i;,.k DıJ Kumnıu türk'ün izinden gitmek sorunların çözülmesini sağlayacaktır. Türkçenin sadeleşmesi konusu da zaman içinde çeşitli tartışmalardan sonra durulmuş ve dil doğal gelişimi içerisinde Türk Dil Kurumunun da bilimsel çalışmalarıyla gelişimini sürdürmüştür. Bugün artık aşırı özleştirmeci­ liğin, daha doğru bir söyleyişle tasfiyeciliğin Türkçeye yarar sağlamayacağı anlaşılmıştır. Dilde zorlama olamayacağı, dilde yaşayan hiçbir sözün zorla dilden atılamayacağı veya yasaklanamayacağı artık herkesçe anlaşılmıştır. Küreselleşmenin getirdiği bir olumsuzluk olarak Türkçedeki batı kökenli sözlerin çoğunluğunun ve yoğunluğunun artmasının getirdiği olumsuzluklar, dildeki kirlenme ve bu yabancılaşmaya karşı mücadele edilmesi düşüncesi, hemen her dilcinin ortak görüşüdür. Ortak noktalarda buluşmak ve anlaş­ mak, tartışmaları sona erdireceği gibi, oluşacak anlaşma zemini, dildeki diğer görüş ayrılıklarını da zamanla ortadan kaldıracaktır. Kaynakça: İnan, Afet (1957\ "Türk Dil Kurumu'nuo Kuruluşu Üzerine'» Tüı-k Dili, 6(69): 478. Akalm, Şükrü Haluk (2002), "Türkçeden Başka Dille Eğirim', Tiirk Dili, 603: 195199. Akçura, Yusuf (1978), Türkç,iiliik, Tiiı·kçiilüğün Tarihi Ge!i.ş,imi, İstanbul: Türk Kültür yayınları. Aksan, Doğan (1987), 1Urkç,enin Gikii., Ankara. Ah.-yüz, K. ( 1983}, "Türk Derneği'', 11.irk Ansiklopediri, Ankara: Devlet Kitapları, XXXII: 69. Atay, Falih Rıfkı (1969), Çankaya-Atatürk'iin doğıtmundan ö!iiJnüne kadar-, İstanbul. Bayur, Hikmet (1952), "Atatürk ve Dil Devrimi", Dil D!ivast, Ankara: Türk Dil Kurumu yayınları. Belge,_Murat, "Türk Dilinde Gelişmeler", Cıanhuriyet Dönetni 1ürkiye Ansiklopedisi, İletişim yayınları, s. 2601. Berktay, Halil, "Tarih Çalışrnaları", Cwnhuriyet Dönemi 1Urkiye Ansiklopedisi, İstan­ bul: İletişin1 yayınları, IX: 2462. Bul uç, S. (1983), "Türkiyat Enstitüsü", l'ürk Ansiklopedisi, Ankara: Devlet kitapları, XXX!I: 312. Dilmen, İbrahim Necmi (1935), Güneş Dıl Teot'İsinin Ana l:lat!art. Dilmen, İbrahiın Necn1i (1936), LiJs !ingnes meı-es et essenti.e!f.es de la theorie Güneş-Dil, İstanbul. Emiroğlu, Öztürk (2001), Falih Rıfkı Atay - Dil Yazıları, Ankara: Yargı Yayın Evi. Eren, Hasan (2001), "Türk Dil Kurumundan Eski Anılar", Türk Dili, 50. Yıl Özel Sayısı, 598: 324. Eren, Hasan (1983), "Türkoloji", Tiirk Ansiklopedisi, C. 32, Ankara: MEB 56 Basım Pıvf Dı« Şükrü Halak Akalm Evi, s. 435. Eren, Hasan ( 1990), "Sır15;a Kö{ktc'', 'Türk Dıli, Türk Dil Kurun1u yayınları, 1990/I: 1-78. Eren, Hasan (1992), "Sır~·a Kö1kte IJ'', '[ürk Dili, Türk Dil Kurunıu yayınları, 1992/ll: 161-213. Eren, Ha~an (1993), "Strf,4 Kö1kıJ fil", 1"ilrk Dili, Türk Dil Kurumu yayınları, 1993/ll: 1-82. Ergin, Muharrem (2000), Tiirk Dıi Bilgisi, İstanbul. Eti11ırıloji iVIoifo!oji ve Fonetik Bakımındttn 'Tiirk .l)ıli: Notlar, Ulus Matbaası, 1935. Gökalp, Ziya (1963a), Titrkç,iifüğiin Esas/art, 5. baskı, İstanbul: Varlık Yayın Evi. Gökalp, Ziya (1963b), TürkleŞ,ınek İs!&111laJ,1ı1ak M11asırla1mak, Ankara. Gökalp, Ziya (1976), Yeni Hayat, Doğru 1"o!, Ankara: Kliltür Bakanlığı yayınları. Heyd, Uriel (1954), L.anguage R~fomı in Modern 1"11.rkey, Jerusalem: The Israel Oriental Society. İmer, Kin1ile (1976), Dılde Deği.ş,me ve G'eliş,1ıte Ar;,ısından ı·;;rk Dil Devrimi, Ankara: Türk Dil Kurun1u yayınları. İnan, Abdülkadir ( 1936), GiineŞ,-Dil Teorisi Ü.r.erine Deı·s Notları, İstanbul. İstanbul Mualliınler Birliği·(1949), Birinci Dil Kongresi, İstanbul. Kabaklı, Ahınet (1990), Türk Edebiyatı, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı yayını. Kara!, Enver Ziya (1994), "Osmanlı Tarihinde Türk Dili Sorunu (Tarih Açısından Bir Açıklanıa", Bılhn Kültür ve Öğreti1n Dili Olarak Türkı;,e, Ankara: Türk Tarih Kurumu yayınları. Kara!, Enver Ziya (1985), "Tanıimat'tarı Sonra Türk Dili Sorunu", Tanzilnat'ıan Ct111ıhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul: İleti§irn yayınları, s. 314. Kili, Sun~ (1982), Türk Anayasaları, İstanbul: Tekin Yayın Evi. Korkmaz, Zeynep (1982), "Güne§-Dil Teorisi ve Yöneldiği Hedefler", ~feydan dergisi, 601-83: 23. Korkmaz, Zeynep (1985), "Dil İnkılil.bının Sadeleşn1e ve Türkçeleşme Akımları Arasındaki Yeri", I'ürk Dili, 401:. 1-32. Köprülü, Fuat (1928), Divan-ı Türki-i Basit ve Jırtil!'i Edebiyat Cereyanının İlk MübeŞ,Jt'rleri, İstanbul. Levend, Agah Sırrı (1952), "Dilde Özleşn1e Hareketinin Tarihçesi", Dil Ddvast, An- kara: Türk Dil Kurumu yayınları. Levend, Agah Sırrı (1972), Türk Dilinde Gefijme ve Sade!eı111e Evreleri, 3. baskı, Anka- ra: Türk Dil Kurumu yayınları. Mustafa Cel&lettin Paşa (1869), Us Turcs Anciens et Modernes, Constantinople Onat, Naim Hazım (1944), Arap~anın Tiirk Diliyle KurttfttŞ,tt l, İstanbul: Türk Dil Kurumu yayınları. Onat, Naim Hazım (1949), Arap,anın Türk Diliyle Kurtt!uıu II, İstanbul: Türk Dil Kutumu yayınları. Özdemir, Hikmet (2001), Atatiirk ve İngiltere: Bir Barqmantn Dip!mnatik 1'arihi, 57 Atatürk Döneminde Türkçe ve Tı'irk Dil Kurumu Ankara: The British C.,ouncil yayını. Parlatır, İsmail ve Çetin, Nurullah (1999), Gen~ Kak1nkr Dergisi, Ankara: Türk Dil Kurumu yayını. Ruşen E§ref (1933), "T.D.T.C. Kurulduğundan İlk Kurultaya Kadar", Türk Dili Bülteni, 2: 1. Sertkaya, Osman F. (1979), "Atatürk'ün Dil Politikası I~II-111", Tercii!nan gazetesi~ 22-24 Aralık 1979 Sertkaya, Osman Fikri (2001), "Atatürk ve Türk Dili", Tiirk Dili dergisi, Ankara, 599:549. Şimşir, Bili! N. (1992), T'iirk Yazı Devrimi, Ankara: Türk Tarih Kurumu yayınları T.D.T.C. (1933), Birinci Kurultaydan Sonra İlk Çalışmalar; Türk Dili, 5. 3: 1-2. Tan Nail (2001), Kttı·ıdu;,unun 70. Yıl Dönümünde Tih·k Dil Kttnan11, Ankara: Türk Dil Kuruınu yayınları. Tankut, H. Reşit (1936), Güne§-Di! Teorisine Göre 1~oponomik Tetkiki.er il, İstanbul: Tarih, Dil, (,ağ-rafya Fakültesi. TDAK (1935), Osmanltcadan Türk{eye Cep Kt!avuzu, İstanbul. TDK (1944), Tiirk{e Söz/;;k, İstanbul. TDK (1954), Olağaniistü Türk Dil Kurultayı, Ankara. TDK ( 1972), Tüı-k Dil Kurumunun 40 Yt!ı, Ankara: Türk Dil Kurumu yayınları. TDK (1988), Türk{e Sözlük, yeni (8.) baskı, Ankara. TDTC 0934), Osmanltcadan Türkçeye Söz Kar,t!ıklart, İstanbul. Timurtaş, Faruk K. (1980), "Atatürk Ne İstiyordu?", Terciİ!nan gazetesi, 11.6.1980. Toparlı, Recep (2000), Ahnıet Tlefik Paıa-Lehce-i Os1ndn'i, Ankara: Türk Dil Kurumu yayınlan. Tuna, Osman Nedim (1997), Siitn.er ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ik 1Urk Dilinin Ytqt Mesel.esi, Ankara: TDK yayınları. Ülkütaşır, M. Şakir (1973), Atatürk ve Haıf Devrimi, Ankara: Türk Dil Kurumu yayınları. 58