Untitled

advertisement
Principles of
HARRISON’S
INTERNAL
MEDICINE
TÜRKÇE
EDITORS OF PREVIOUS EDITIONS
T. R. Harrison
R. G. Petersdorf
Editor-in-Chief, Editions 1, 2, 3, 4, 5
Editor, Editions 6, 7, 8, 9, 11, 12, 13
Editor-in-Chief, Edition 10
W. R. Resnick
Editor, Editions 1, 2, 3, 4, 5
J. D. Wilson
M. M. Wintrobe
Editor, Editions 9, 10, 11, 13, 14
Editor-in-Chief, Edition 12
Editor, Editions 1, 2, 3, 4, 5
Editor-in-Chief, Editions 6, 7
J. B. Martin
Editor, Editions 10, 11, 12, 13, 14
G. W. Thorn
Editor, Editions 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7
Editor-in-Chief, Edition 8
R. D. Adams
Editor, Editions 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
A. S. Fauci
Editor, Editions 11, 12, 13, 15, 16
Editor-in-Chief, Edition 14
R. Root
Editor, Edition 12
P. B. Beeson
Editor, Editions 1, 2
D. L. Kasper
I. L. Bennett, Jr.
Editor, Editions 13, 14, 15
Editor-in-Chief, Edition 16
Editor, Editions 3, 4, 5, 6
S. L. Hauser
E. Braunwald
Editor, Editions 14, 15, 16
Editor, Editions 6, 7, 8, 9, 10, 12, 13, 14, 16
Editor-in-Chief, Editions 11, 15
D. L. Longo
Editor, Editions 14, 15, 16
K. J. Isselbacher
Editor, Editions 6, 7, 8, 10, 11, 12, 14
Editor-in-Chief, Editions 9, 13
J. L. Jameson
Editor, Editions 15, 16
Principles of
HARRISON’S
INTERNAL
MEDICINE
TÜRKÇE
EDITORS
Anthony S. Fauci, MD Eugene Braunwald, MD
Chief, Laboratory of Immunoregulation: Director,
National Institute of Allergy and Infectious Diseases,
National Institutes of Health, Bethesda
Distinguished Hersey Professor of Medicine,
Harvard Medical School; Chairman, TIMI Study Group,
Brigham and Women’s Hospital, Boston
Dennis L. Kasper, MD Stephen L. Hauser, MD
William Ellery Channing Professor of Medicine,
Professor of Microbiology and Molecular Genetics,
Harvard Medical School; Director, Channing Laboratory,
Department of Medicine, Brigham and Women’s Hospital, Boston
Robert A. Fishman Distinguished Professor and Chairman,
Department of Neurology, University of California,
San Francisco, San Francisco
J. Larry Jameson, MD, PhD
Dan L. Longo, MD
Scientific Director, National Institute on Aging,
National Institutes of Health, Bethesda and Baltimore
Professor of Medicine;
Vice-President for Medical Affairs and Lewis Landsberg Dean,
Northwestern University Feinberg School of Medicine, Chicago
Joseph Loscalzo, MD, PhD
Hersey Professsor of the Theory and Practice of Medicine,
Harvard Medical School; Chairman, Department of Medicine;
Physician-in-Chief, Brigham and Women’s Hospital, Boston
ÇEVİRİ EDİTÖRÜ
Prof. Dr. Kadir Biberoğlu
İzmir
NOBEL TIP KİTABEVLERİ
© 2013 Nobel Tıp Kitabevleri Ltd. Şti.
HARRISON’S PRINCIPLES OF INTERNAL MEDICINE TÜRKÇE
Çeviri Editörü: Prof. Dr. Kadir Biberoğlu
ISBN: 978-975-420-971-6
Harrison’s Principles of Internal Medicine Seventeenth Edition
Anthony S. Fauci, MD, Dennis L. Kasper, MD, Dan L. Longo, MD, Eugene Braunwald, MD,
Stephen L. Hauser, MD, J. Larry Jameson, MD, PhD, Joseph Loscalzo, MD, PhD
ISBN 007-146633-9
© McGraw-Hill
Bu kitabın Türkçeye çeviri hakkı ©McGraw-Hill tarafından NOBEL TIP KİTABEVLERİ’ne verilmiştir. 5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri yasası gereği herhangi bir bölümü, resmi veya yazısı,
yazarların ve yayınlayıcısının yazılı izni alınmadan tekrarlanamaz, basılamaz, kopyası çıkarılamaz, fotokopisi alınamaz veya kopya anlamı taşıyabilecek hiçbir işlem yapılamaz.
Düzenleme:
Kapak:
Baskı /Cilt:
Nobel Tıp Kitabevleri - Hande Çaçur, Hakkı Çakır, Özkan Kaya
Özkan Kaya
Nobel Matbaacılık, Hadımköy-İSTANBUL
George W. Thorn
1906-2004
George W. Thorn ilk
yedi baskının editörü ve sekizinci baskının baş editörü idi.
Kurucu editör olarak
Harrison’s üzerinde
ve bu yolla binlerce
tıp doktorunun ve tıp
öğrencisinin eğitimi
üzerinde çok büyük
bir etkiye sahipti.
Zekiliğinin, yaratıcılığının ve özgünlüğünün, klinik tıp ve tıp bilimi alanındaki engin bilgisi ve klinik
tıbbın gelişmesi için çağdaş bilimsel tekniklerin uygulanması
konusundaki kararlığı ile birleşmesi bu kitabın gerçekleşmesinde yaşamsal bir rol oynamıştır.
George W. Thorn olağanüstü kariyerine Buffalo Üniversitesi
Tıp Fakültesi’nde tıp öğrencisi iken endokrinolojik araştırma ile
başladı. Pratisyen hekim olarak çalışması daha sonra kendisine
eğitici, klinik araştırmacı ve konsültan olarak çalışmasına olanak
sağladı. 1942’de, 36 yaşında iken, Harvard Tıp Okulu’nda Teori ve
Fizik Uygulama (Tıp) Profesörü ve Brigham’da Baş Hekim oldu.
Üç on yıllık süreç içerisine bu konumlarından farklı çok çeşitli
işleri de sığdırdı. Doktor-araştırıcıların eğitildiği, klinik bakım
standartlarının en yüksek seviyede olduğu ve heyecan veren klinik araştırma yönetiminin iç içe birbirinden ayrılmaz ve karşılıklı
olarak birbirini güçlendiren yapıya kavuşturulduğu ilk modern
akademik tıp ünitesini kurdu. Thorn araştırma alanlarını adrenal korteks ve böbrek üzerine yoğunlaştırdı. Adrenal hastalık
tanısında hala daha yaygın olarak kullanılan teknikler geliştirdi.
Tuz kaybı nefritini tanımladı ve böbrek diyalizinin gelişmesine
ve böbrek naklinin gelişmesine olanak sağlayan çalışmaları kolaylaştırdı. George Thorn tıpta ve tıp biliminde pek çok liderlik
rolünü üstlendi. Massachusetts Enstitüsü Teknolojileri (MET)
yönetim kurulu üyesi olarak Sağlık Bilimi ve Teknolojide Harvard MET programının gelişiminde aracı oldu. Önderliğinde
biyomedikal araştırma yönetiminde büyük bir dünya gücü haline gelen Howard Hughes Tıp Enstitüsünün kurucusu, Yöneticisi
daha sonra Başkanı oldu. Thorn pek çok kurumu derinden etkilemiştir: Harvard, Brigham, MET ve Hughes Enstitüsü. Harvard
tıp öğrencilerinin, Brigham asistanlarının, Hughes araştırmacılarının ve editör meslektaşlarının gelişimlerinde yer alarak bütün
bunlara ve Harrison’a coşkunun eşsiz karışımını, hayali, merakı,
kişisel liderliği, iyi mizacı, samimiyeti ve merhameti taşımıştır.
Şimdiki Editörler bu kitabın kurucularından biri olan George W.
Thorn’a bu on yedinci bölümü atfetmek suretiyle bu tıp devine
ve sevilen arkadaşlarına olan hayranlıklarını ifade etmekten çok
büyük mutluluk duymaktadırlar.
EDİTÖRLER
İÇİNDEKİLER
Yazarlar ....................................................................................xxi
Önsöz.....................................................................................xxvii
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
2 Tıpta Küresel Konular .............................................................. 6
Jim Yong Kim, Paul Farmer
Çeviren: Mehmet Tunca
3 Klinik Tıpta Karar Verme ....................................................... 16
Daniel B. Mark
Çeviren: Mehmet Tunca
4 Hastalık Taraması ve Hastalıklardan Korunma .............. 24
Gary J. Martin
Çeviren: Mehmet Tunca
5 Klinik Farmakolojinin Esasları ............................................. 27
Dan M. Roden
Çeviren: Y. Cem Kaplan, Ayşe Gelal
6 Kadın Sağlığı ............................................................................ 39
Andrea E. Dunaif
Çeviren: Mehmet Tunca
7 Gebelikte Görülen Tıbbi Sorunlar ...................................... 44
Robert L. Barbieri, John T. Repke
Çeviren: Mehmet Tunca
8 Ameliyat Öncesi Dönemdeki Hastanın İrdelenmesi ..... 49
Wei C. Lau, Kim A. Eagle
Çeviren: Mehmet Tunca
9 Geriatrik Tıp .............................................................................. 53
Lisa B. Caruso, Rebecca A. Silliman
Çeviren: Neslihan Yalçın, Muhittin Yalçın, Mehmet Tunca
10 Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp .............................................. 62
Stephen E. Straus
Çeviren: Aygül Çeltik, Mehmet Tunca
11 Yaşamın Sondöneminde Bakım ve
Palyatif Yaklaşım ..................................................................... 66
Ezekiel J. Emanuel, Joshua Hauser, Linda L. Emanuel
Çeviren: İlkay Tuğba Ünek
KISIM 2
BÖLÜM 1
Hastalıkların Başlıca
Belirti ve Bulguları
AĞRI
12 Ağrı: Patofizyolojisi ve Sağaltımı ....................................... 81
Howard L. Fields
Çeviren: Oktay Olmuşçelik, Mehmet Tunca
15 Baş Ağrısı ................................................................................... 95
Peter J. Goadsby, Neil H. Raskin
Çeviren: Oktay Olmuşçelik, Mehmet Tunca
16 Sırt ve Boyun Ağrısı .............................................................. 107
John W. Engstrom
Çeviren: Oktay Olmuşçelik, Nilay Danış, Aygül Çeltik,
Mehmet Tunca
BÖLÜM 2
VÜCUT ISISINDAKİ DEĞİŞMELER
17 Ateş ve Hipertermi ................................................................ 117
Charles A. Dinarello, Reuven Porat
Çeviren: Aygül Çeltik, Mehmet Tunca
18 Ateş ve Döküntü .................................................................... 121
Elaine T. Kaye, Kenneth M. Kaye
Çeviren: Aygül Çeltik , Mehmet Tunca
19 Nedeni Bilinmeyen Ateş ...................................................... 130
Jeffrey A. Gelfand, Michael V. Callahan
Çeviren: Aygül Çeltik, Mehmet Tunca
20 Hipotermi ve Donma ............................................................ 135
Daniel F. Danzl
Çeviren: Aygül Çeltik, Mehmet Tunca
BÖLÜM 3
SİNİR SİSTEMİNDEKİ BOZUKLUKLAR
21 Senkop ..................................................................................... 139
Mark D. Carlson
Çeviren: Özgür Kılıç, Mehmet Tunca
22 Baş Dönmesi ve Vertigo ...................................................... 144
Robert B. Daroff
Çeviren: Özgür Kılıç, Mehmet Tunca
23 Güçsüzlük ve Paralizi ........................................................... 147
Michael J. Aminoff
Çeviren: Özgür Kılıç, Mehmet Tunca
24 Yürüme ve Denge Bozukluğu ............................................ 151
Lewis Sudarsky
Çeviren: Özgür Kılıç, Mehmet Tunca
25 Uyuşma, Karıncalanma ve Duyu Kaybı........................... 154
Michael J. Aminoff, Arthur K. Asbury
Çeviren: Özgür Kılıç, Mehmet Tunca
26 Konfüzyon ve Deliryum....................................................... 158
S. Andrew Josephson, Bruce L. Miller
Çeviren: Özgür Kılıç, Mehmet Tunca
27 Afazi, Hafıza Kaybı ve Diğer Fokal
Serebral Bozukluklar ........................................................... 162
M.-Marsel Mesulam
Çeviren: Özgür Kılıç, Mehmet Tunca
28 Uyku Bozuklukları ................................................................ 171
Charles A. Czeisler. John W. Winkelman, Gary S. Richardson
Çeviren: Nilay Danış, Mehmet Tunca
BÖLÜM 4
GÖZ, KULAK, BURUN VE BOĞAZ HASTALIKLARI
13 Göğüs Ağrısı ............................................................................. 87
Thomas H. Lee
Çeviren: Oktay Olmuşçelik, Mehmet Tunca
29 Göz Hastalıkları ..................................................................... 180
Jonathan C. Horton
Çevirenler: Pınar Ataca, Mehmet Tunca
14 Karın Ağrısı................................................................................ 91
William Silen
Çeviren: Oktay Olmuşçelik, Mehmet Tunca
30 Koku, Tat, İşitme Duyuları Bozuklukları ......................... 196
Anil K. Lalwani
Çeviren: Aygül Çeltik, Mehmet Tunca
İÇİNDEKİLER
1 Tıbbın Uygulanması ................................................................. 1
Editors
Çeviren: Mehmet Tunca
vii
viii 31 Farenjit, Sinüzit, Otit ve Diğer Üst Solunum
Yolu İnfeksiyonları ................................................................ 205
Michael A. Rubin, Ralph Gonzales, Merle A. Sande
Çevirenler: Emine Bekçi, Mehmet Tunca
32 Hastalıkların Oral Belirtileri ............................................... 214
Samuel C. Durso
Çeviren: Aygül Çeltik, Mehmet Tunca
BÖLÜM 5
DOLAŞIM VE SOLUNUM İŞLEVLERİNDEKİ DEĞİŞMELER
İÇİNDEKİLER
33 Dispne ve Pulmoner Ödem ................................................ 221
Richard M. Schwartzstein
Çeviren: Nergiz Bayrakçı, Mehmet Tunca
34 Öksürük ve Hemoptizi ......................................................... 225
Steven E. Weinberger, David A. Lipson
Çeviren: Nergiz Bayrakçı, Mehmet Tunca
35 Hipoksi ve Siyanoz ................................................................ 229
Eugene Braunwald
Çeviren: Nergiz Bayrakçı, Mehmet Tunca
36 Ödem ........................................................................................ 231
Eugene Braunwald, Joseph Loscalzo
Çeviren: Nergiz Bayrakçı, Mehmet Tunca
37 Çarpıntı .................................................................................... 236
Joseph Loscalzo
Çeviren: Nergiz Bayrakçı, Mehmet Tunca
BÖLÜM 6
SİNDİRİM SİSTEMİ İŞLEVLERİNDEKİ DEĞİŞMELER
48 Asidoz ve Alkaloz .................................................................. 287
Thomas D. DuBose, Jr
Çeviren: Yavuz Yeniçerioğlu, Handan Yücetürk, Mehmet Tunca
BÖLÜM 8
CİNSEL İŞLEV VE ÜREMEDEKİ DEĞİŞMELER
49 Seksüel Disfonksiyon ........................................................... 296
Kevin T. McVary
Çeviren: Nergiz Bayrakçı, Mehmet Tunca
50 Hirsutizm ve Virilizasyon .................................................... 301
David A. Ehrmann
Çeviren: Nergiz Bayrakçı, Mehmet Tunca
51 Menstrüel Bozukluklar ve Pelvik Ağrı............................. 304
Janet E. Hall
Çeviren: Nergiz Bayrakçı, Mehmet Tunca
BÖLÜM 9
DERİDEKİ DEĞİŞİKLİKLER
52 Deri Hastalığı olan Hastaya Yaklaşım.............................. 308
Thomas J. Lawley, Kim B. Yancey
Çeviren: Özlem Özdemir, Mehmet Tunca
53 Egzema, Psöriyazis, Kütanöz İnfeksiyonlar,
Akne ve Diğer Yaygın Cilt Hastalıkları ............................ 312
Calvin O. McCall, Thomas J. Lawley
Çeviren: Özlem Özdemir, Mehmet Tunca
54 İç Hastalıklarının Cilt Belirtileri......................................... 321
Jean L. Bolognia, Irwin M. Braverman
Çeviren: Özlem Özdemir, Sinan Ünal, Mehmet Tunca
38 Disfaji ........................................................................................ 237
Raj K. Goyal
Çeviren: Pınar Tosun, Mehmet Tunca
55 Bağışıklığın Aracılık Ettiği Deri Hastalıkları .................. 336
Kim B. Yancey, Thomas J. Lawley
Çeviren: Sinan Ünal, Mehmet Tunca
39 Bulantı, Kusma, Hazımsızlık............................................... 240
William L. Hasler
Çeviren: Pınar Tosun, Mehmet Tunca
56 Deriyle ilgili İlaç Reaksiyonları .......................................... 343
Jean-Claude Roujeau, Robert S. Stern, Bruce U. Wintroub
Çeviren: Sinan Ünal, Mehmet Tunca
40 Diyare ve Konstipasyon ...................................................... 245
Michael Camilleri, Joseph A. Murray
Çeviren: Pınar Tosun, Mehmet Tunca
57 Işığa Karşı Duyarlılık ve Diğer Işık Reaksiyonları ........ 350
David R. Bickers
Çeviren: Sinan Ünal, Mehmet Tunca
41 Kilo Kaybı................................................................................. 255
Carol M. Reife
Çeviren: Pınar Tosun, Mehmet Tunca
42 Gastrointestinal Kanama .................................................... 257
Loren Laine
Çeviren: Pınar Tosun, Mehmet Tunca
43 Sarılık ........................................................................................ 261
Daniel S. Pratt, Marshall M. Kaplan
Çeviren: Emine Bekçi, Mehmet Tunca
44 Abdominal Şişkinlik ve Asit ............................................... 266
Robert M. Glickman, Roshini Rajapaksa
Çeviren: Nilay Danış, Mehmet Tunca
BÖLÜM 7
BÖBREK VE İDRAR YOLLARI FONKSİYONLARINDA
DEĞİŞİKLİKLER
45 Azotemi ve İdrar Anormallikleri ....................................... 268
Bradley M. Denker, Barry M. Brenner
Çeviren: Atilla Üzüm, Mehmet Tunca
46 Sıvı ve Elektrolit Bozuklukları ........................................... 274
Gary G. Singer, Barry M. Brenner
Çeviren: Serkan Yıldız, A. Aykut Sifil, Mehmet Tunca
47 Hiperkalsemi ve Hipokalsemi ........................................... 285
Sundeep Khosla
Çeviren: Serkan Yıldız, A. Aykut Sifil, Mehmet Tunca
BÖLÜM 10
HEMATOLOJİK DEĞİŞMELER
58 Anemi ve Polisitemi .............................................................. 355
John W. Adamson, Dan L. Longo
Çeviren: Ömür Gökmen Sevindik, Mehmet Tunca
59 Kanama ve Tromboz ............................................................. 363
Barbara A. Konkle
Çeviren: Ömür Gökmen Sevindik, Mehmet Tunca
60 Lenfadenopati ve Splenomegali ...................................... 370
Patrick H. Henry, Dan L. Longo
Çeviren: Ömür Gökmen Sevindik, Mehmet Tunca
61 Granülosit ve Monositle İlişkili Hastalıklar ................... 375
Steven M. Holland, John I. Gallin
Çeviren: Ömür Gökmen Sevindik, Mehmet Tunca
KISIM 3
Genetik ve Hastalık
62 İnsan Genetiğinin Prensipleri............................................ 385
J.Larry Jameson, Peter Kopp
Çeviren: Ayça Dilruba Aslanger
63 Kromozom Bozuklukları ..................................................... 407
J.Larry Jameson, Peter Kopp
Çeviren: Ayça Dilruba Aslanger
64 Klinik Tıpta Genetiğin Uygulanması ............................... 414
Susan Miesfeldt, J. Larry Jameson
Çeviren: Ayça Dilruba Aslanger
65 Klinikte Gen Tedavisi ............................................................ 420
Katherine A.High
Çeviren: Ayça Dilruba Aslanger
KISIM 4
Yenilenme Tıbbı
79 Kanser Genetiği ..................................................................... 492 ix
Pat J. Morin, Jeffrey M. Trent, Francis S. Collins,
Bert Vogelstein
Çeviren: Gökay Bozkurt
80 Kanser Hücre Biyolojisi ve Anjiyogenez ......................... 498
Robert G. Fenton, Dan L. Longo
Çeviren: Nezih Meydan
81 Kanser Tedavisinin Temelleri ............................................. 514
Edward A. Sausville, Dan L. Longo
Çeviren: Tuğba Yavuzşen
82 Kanser Hastalarında Enfeksiyon ...................................... 533
Robert Finberg
Çeviren: Doğan Koca
67 Kök Hücre Biyolojisinin Klinik Tıptaki
Uygulamaları .......................................................................... 427
John A. Kessler
Çeviren: Oktay Bilgir
83 Cilt Kanserleri ......................................................................... 541
Arthur J. Sober, Hensin Tsao, Carl V. Washington
Çeviren: Özgür Tanrıverdi
68 Hematopoetik Kök Hücreler .............................................. 430
David T. Scadden, Dan L. Longo
Çeviren: Oktay Bilgir
69 Doku Mühendisliği ............................................................... 434
Jennifer Anderson, Joseph P. Vacanti
Çeviren: Oktay Bilgir
KISIM 5
Nutrisyon
70 Besinsel İhtiyaçlar ve Diyetin Değerlendirilmesi ........ 437
Johanna Dwyer
Çeviren: Bülent Sözmen
71 Vitamin ve Eser Elementlerin Fazlalığı ve Eksikliği .... 441
Robert M. Russell, Paolo M. Suter
Çeviren: Bülent Sözmen
72 Malnutrisyon ve Beslenmenin Değerlendirilmesi ...... 450
Douglas C. Heimburger
Çeviren: Bülent Sözmen
73 Enteral ve Parenteral Beslenme Tedavisi ....................... 455
Bruce R. Bistrian, David F. Driscoll
Çeviren: Bülent Sözmen
74 Obezitenin Biyolojisi ............................................................ 462
Jeffrey S. Flier, Eleftheria Maratos-Flier
Çeviren: Bülent Sözmen
75 Obezitenin Değerlendirilmesi ve Tedavisi..................... 468
Robert F. Kushner
Çeviren: Bülent Sözmen
76 Yeme Bozuklukları ................................................................ 473
B. Timothy Walsh
Çeviren: Bülent Sözmen
KISIM 6
BÖLÜM 1
Onkoloji ve Hematoloji
NEOPLASTİK HASTALIKLAR
84 Baş ve Boyun Kanserleri ...................................................... 548
Everett E. Vokes
Çeviren: Çiğdem Erten, Alper Can
85 Akciğerin Neoplazmları ...................................................... 551
John D. Minna, Joan H. Schiller
Çeviren: Çiğdem Erten
86 Meme Kanseri......................................................................... 563
Marc E. Lippman
Çeviren: Nezih Meydan
87 Gastrointestinal Sistem Kanseri ....................................... 570
Robert J. Mayer
Çeviren: Işıl Kundak Somali
88 Karaciğer ve Safra Yolları Tümörleri ................................ 580
Brain I. Carr
Çeviren: Işıl Kundak Somali
89 Pankreas Kanseri ................................................................... 586
Yu Jo Chua, David Cunningham
Çeviren: Oktay Tarhan
90 Mesane ve Renal Hücreli Karsinomlar ............................ 589
Horward I. Scher, Robert J. Motzer
Çeviren: Nezih Meydan
91 Prostatın Benign ve Malign Hastalıkları ........................ 593
Horward I. Scher
Çeviren: Nezih Meydan
92 Testis Kanseri .......................................................................... 601
Robert J. Motzer, George J. Bosl
Çeviren: Özgür Tanrıverdi
93 Jinekolojik Maligniteler ...................................................... 604
Robert J. Motzer, George J. Bosl
Çeviren: Özgür Tanrıverdi
94 Yumuşak Doku ve Kemik Sarkomları ve Kemik
Metastazları ............................................................................ 610
Shreyaskumar R. Patel, Robert S. Benjamin
Çeviren: Emre Çeçen
95 Primeri Bilinmeyen Kanser................................................. 614
Gauri R. Varadhachary, James L. Abbruzzese
Çeviren: Sabri Barutca
77 Kanser Hastasına Yaklaşım................................................. 479
Dan L. Longo
Çeviren: Sabri Barutca
96 Paraneoplastik Sendromlar:
Endokrinolojik / Hematolojik ............................................ 617
Gauri R. Varadhachary, James L. Abbruzzese
Çeviren: Sabri Barutca
78 Kanserin Önlenmesi ve Erken Tanısı................................ 486
Otis W. Brawley, Barnett S. Kramer
Çeviren: Binnaz Demirkan
97 Paraneoplastik Nörolojik Sendromlar ............................ 623
Josep Dalmau, Myrna R. Rosenfeld
Çeviren: Nezih Meydan
İÇİNDEKİLER
66 Kök Hücre Biyolojisi.............................................................. 425
Minoru S. H. Ko
Çeviren: Oktay Bilgir
x
BÖLÜM 2
98
99
KAN HASTALIKLARI
Demir Eksikliği ve Diğer Hipoproliferatif
Anemiler................................................................................ 628
John W. Adamson
Çeviren: Gürhan Kadıköylü
Hemoglobin Bozuklukları ............................................... 635
Edward J. Benz, Jr
Çeviren: Gürhan Kadıköylü
İÇİNDEKİLER
100 Megaloblastik Anemiler ................................................... 643
A.Victor Hoffbrand
Çeviren: Gürhan Kadıköylü
101 Hemolitik Anemiler ve Akut Kan Kaybına Anemi ..... 652
Lucio Luzzatto
Çeviren: Gürhan Kadıköylü
102 Aplastik Anemi, Myelodisplazi ve İlişkili
Kemik İliği Yetmezliği Sendromları............................... 663
Neal S. Young
Çeviren: Gürhan Kadıköylü
103 Polisitemia Vera ve Diğer Myeloproliferatif
Hastalıklar ............................................................................ 671
Jerry L Spivak
Çeviren: Zahit Bolaman
104 Akut ve Kronik Myeloid Lösemi ..................................... 677
Meir Wetzler, John C. Byrd, Clara D Bloomfield
Çeviren: Zahit Bolaman
105 Lenfoid Hücre Maligniteleri ............................................ 687
Dan L Longo
Çeviren: Zahit Bolaman
106 Plazma Hücre Hastalıkları................................................ 700
Nikhil C. Munshi, Dan L. Longo, Kenneth C. Anderson
Çeviren: Zahit Bolaman
107 Transfüzyon Biyolojisi ve Tedavi.................................... 707
Jeffery S. Dzieczkowski, Kenneth C. Anderson
Çeviren: Zahit Bolaman
108 Hematopoietik Hücre Transplantasyonu .................... 713
Frederick R. Appelbaum
Çeviren: Zahit Bolaman
BÖLÜM 3
HEMOSTAZ HASTALIKLARI
109 Trombosit ve Damar Duvarı Hastalıkları ..................... 718
Barbara A. Konkle
Çeviren: İrfan Yavaşoğlu
110 Koagulasyon Bozuklukları .............................................. 725
Valder Arruda, Katherine A. High
Çeviren: İrfan Yavaşoğlu
111 Venöz Tromboz ................................................................... 731
Rosendaal, H.R. Büller
Çeviren: İrfan Yavaşoğlu
112 Antitrombosit, Antikoagülan ve
Fibrinolitik İlaçlar ............................................................... 735
Jeffrey I. Weitz
Çeviren: İrfan Yavaşoğlu
KISIM 7
BÖLÜM 1
Enfeksiyon Hastalıkları
HEMOSTAZ HASTALIKLARI
113 Enfeksiyon Hastalıklarına Giriş: Konak-Patojen ....... 749
Lawrence C. Madoff, Dennis L. Kasper
Çeviren: Mesut Yılmaz, Recep Öztürk, Gürkan Kazancı
114 Mikrobiyal Patogenezin Moleküler
Mekanizmaları .................................................................... 753
Gerald B. Pier
Çeviren: Bilgül Mete, Recep Öztürk, Gürkan Kazancı
115 Akut Enfeksiyonlu Ateşli Hastaya Yaklaşım ............... 761
Tamar F. Barlam, Dennis L. Kasper
Çeviren: Gürkan Kazancı
116 Bağışıklama Prensipleri ve Aşı Kullanımı .................... 767
Gerald T. Keusch, Kenneth J. Bart, Mark Miller
Çeviren: Gürkan Kazancı
117 Uluslararası Seyahatte Sağlık Önerileri....................... 782
Jay S. Keystone, Phyllis E. Kozarsky
Çeviren: Aygül Doğan Çelik, Recep Öztürk
BÖLÜM 2
KLİNİK SENDROMLAR: TOPLUM KÖKENLİ İNFEKSİYONLAR
118 İnfektif Endokardit ............................................................ 789
Adolf W. Karchmer
Çeviren: Ali Kaya
119 Deri, Kas ve Yumuşak Doku İnfeksiyonları ................. 798
Dennis L. Stevens
Çeviren: Ali Kaya
120 Osteomiyelit ........................................................................ 803
Jeffrey Parsonnet
Çeviren: Ali Kaya
121 Batın İçi İnfeksiyonlar ve Apseler .................................. 807
Miriam J. Baron, Dennis L. Kasper
Çeviren: Şaban Çavuşlu
122 Akut İnfeksiyoz İshaller ve Bakteriyel
Besin Zehirlenmesi ............................................................ 813
Joan R. Butterton, Stephen B. Calderwood
Çeviren: Oral Öncül
123 Clostridium Difficile–Psödomembranöz
Kolit Dahil Olmak Üzere İlişkili Hastalıklar................. 818
Dale N. Gerding, Stuart Johnson
Çeviren: Sabri Atalay, A. Çağrı Büke
124 Cinsel Yol İle Bulaşan Enfeksiyonlar:
Genel Bakış ve Klinik Yaklaşım ....................................... 821
King K. Holmes
Çeviren: Ekin Ertem
BÖLÜM 3
KLİNİK SENDROMLAR: SAĞLIK HİZMETLERİ İLE İLİŞKİLİ
ENFEKSİYONLAR
125 Sağlık Hizmetleri ile İlişkili Enfeksiyonlar .................. 835
Robert A. Weinstein
Çeviren: A. Çağrı Büke
126 Transplant Alıcılarında Enfeksiyonlar .......................... 842
Robert Finberg, Joyce Fingeroth
Çeviren: Akile Büke, A. Çağrı Büke
BÖLÜM 4
BAKTERİYEL HASTALIKLARIN TEDAVİSİNE YAKLAŞIM
127 Bakteriyel Enfeksiyonların Tedavisi ve
Profilaksisi ............................................................................ 851
Gordon L. Archer, Ronald E. Polk
Çeviren: A. Çağrı Büke
BÖLÜM 5
GRAM-POZİTİF BAKTERİLERİN NEDEN OLDUĞU
HASTALIKLAR
128 Pnömokok İnfeksiyonları................................................. 865
Daniel M. Musher
Çeviren: Ali Asan, Suzan Saçar
146 Salmonellozis ...................................................................... 956 xi
David A. Pegues, Samuel I. Miller
Çeviren: Hüsrev Diktaş, Levent Görenek
130 Streptokok ve Enterokok İnfeksiyonları ..................... 881
Michael R. Wessels
Çeviren: Ali Asan, Suzan Saçar
147 Shigellozis ............................................................................ 962
Philippe Sansonetti, Jean Bergounioux
Çeviren: Hüsrev Diktaş, Levent Görenek
131 Difteri ve Diğer Korinebakteriler ile Oluşan
İnfeksiyonlar ........................................................................ 890
William R. Bishai, John R. Murphy
Çeviren: Ali Asan, Suzan Saçar
148 Camphylobacter ve İlişkili Türlere Bağlı
Enfeksiyonlar ....................................................................... 965
Martin J. Blaser
Çeviren: Hüsrev Diktaş, Levent Görenek
132 Listeria monocytogenes’in Neden Olduğu
İnfeksiyonlar ........................................................................ 895
Elizabeth L. Hohmann, Daniel A. Portnoy
Çeviren: Ali Asan, Suzan Saçar
149 Kolera ve Diğer Vibriolar .................................................. 968
Mathew K. Waldor, Gerald T. Keusch
Çeviren: Hüsrev Diktaş, Levent Görenek
133 Tetanoz .................................................................................. 898
Elias Abrutyn
Çeviren: Ali Asan, Suzan Saçar
150 Bruselloz ............................................................................... 973
Michael J. Corbel, Nicholas J. Beeching
Çeviren: Münir Büke
134 Botulizm ................................................................................ 901
Elias Abrutyn
Çeviren: Ali Asan, Suzan Saçar
151 Tularemi ................................................................................ 976
Richard F. Jacobs, Gordon E. Schutze
Çeviren: Emel Yılmaz
135 Gazlı Gangren ve Diğer Clostridial İnfeksiyonlar ..... 903
Dennis L. Kasper, Lawrence C. Madoff
Çeviren: Ali Asan, Suzan Saçar
152 Veba ve Diğer Yersinia Enfeksiyonları .......................... 980
David T. Dennis, Grant L. Campbell
Çeviren: Emel Yılmaz
BÖLÜM 6
GRAM-NEGATİF BAKTERİLERİN NEDEN OLDUĞU
HASTALIKLAR
136 Meningokok İnfeksiyonları ............................................. 908
Lee M. Wetzler
Çeviren: Hüseyin Turgut
137 Gonokokkal İnfeksiyonlar ............................................... 914
Sanjay Ram, Peter A. Rice
Çeviren: Hüseyin Turgut
138 Moraxella İnfeksiyonları ................................................... 921
Daniel M. Musher
Çeviren: Hüseyin Turgut
139 Haemophilus İnfeksiyonları............................................. 923
Timothy F. Murphy
Çeviren: Hüseyin Turgut
140 HACEK Grubu ve Çeşitli Gram Negatif
Bakterilerle Meydana Gelen İnfeksiyonlar ................. 926
Tamar F. Barlam, Dennis L. Kasper
Çeviren: Hüseyin Turgut
141 Legionella İnfeksiyonları ................................................. 929
Miguel Sabria, Victor L. Yu
Çeviren: Hüseyin Turgut
142 Boğmaca ve Diğer Bordotella İnfeksiyonları ............. 933
Scott A. Halperin
Çeviren: Hüseyin Turgut
143 Gram Negatif Enterik Basillerin Neden Olduğu
Hastalıklar ............................................................................ 937
Thomas A. Russo, James R. Johnson
Çeviren: Hüsrev Diktaş, Levent Görenek
144 Helicobacter pylori Enfeksiyonları................................ 946
John C. Atherton, Martin J. Blaser
Çeviren: Hüsrev Diktaş, Levent Görenek
145 Pseudomonas Türlerine ve İlişkili
Organizmalara Bağlı Gelişen Enfeksiyonlar............... 949
Reuben Ramphal
Çeviren: Hüsrev Diktaş, Levent Görenek
153 Bartonella Enfeksiyonları, Kedi Tırmığı
Hastalığı Dahil ..................................................................... 987
David H. Spach, Emily Darby
Çeviren: Emel Yılmaz
154 Donovanoz ........................................................................... 991
Gavin Hart
Çeviren: Emel Yılmaz
BÖLÜM 7
ÇOK YÖNLÜ BAKTERİYEL İNFEKSİYONLAR
155 Nokardiyoz ........................................................................... 992
Gregory A. Filice
Çeviren: Beril Özbakkaloğlu
156 Aktinomikoz ........................................................................ 996
Thomas A. Russo
Çeviren: Beril Özbakkaloğlu
157 Karışık Anaerobik Mikroorganizmalara
Bağlı Gelişen İnfeksiyonlar.............................................. 999
Dennis L. Kasper, Ronit Cohen-Poradosu
Çeviren: Beril Özbakkaloğlu
BÖLÜM 8
MİKOBAKTERİYAL HASTALIKLAR
158 Tüberküloz ......................................................................... 1006
Mario C. Raviglione, Richard J. O’Brien
Çeviren: Cengiz Çavuşoğlu
159 Lepra (Hansen Hastalığı) ................................................ 1021
Robert H. Gelber
Çeviren: Cengiz Çavuşoğlu
160 Tüberküloz Dışı Mikobakteriler ................................... 1027
C. Fordham von Reyn
Çeviren: Cengiz Çavuşoğlu
161 Antimikobakteriyel Ajanlar........................................... 1032
Richard J. Wallace, Jr., David E. Griffith
Çeviren: Cengiz Çavuşoğlu
İÇİNDEKİLER
129 Stafilokokal İnfeksiyonlar................................................ 872
Franklin D. Lowy
Çeviren: Ali Asan, Suzan Saçar
xii
BÖLÜM 9
SPİROKET HASTALIKLARI
162 Sifiliz ..................................................................................... 1038
Sheila A. Lukehart
Çeviren: Sema Alp Çavuş
163 Endemik Treponematozlar ............................................ 1046
Sheila A. Lukehart
Çeviren: Sema Alp Çavuş
İÇİNDEKİLER
164 Leptospiroz ........................................................................ 1048
Peter Speelman, Rudy Hartskeerl
Çeviren: Sema Alp Çavuş
165 Dönek Ateş ......................................................................... 1052
David T. Dennis
Çeviren: Sema Alp Çavuş
166 Lyme Hastalığı ................................................................... 1055
Allen C. Steere
Çeviren: Sema Alp Çavuş
BÖLÜM 10
RİKETSİYA, MİKOPLAZMA VE KLAMİDYA
HASTALIKLARI
167 Riketsiyal Hastalıklar ...................................................... 1059
David H. Walker, J. Stephen Dumler, Thomas Marrie
Çeviren: Sema Alp Çavuş
168 Mikoplazma İnfeksiyonları ............................................ 1068
William M. McCormack
Çeviren: Sema Alp Çavuş
169 Klamidyal İnfeksiyonlar ................................................. 1070
Walter E. Stamm
Çeviren: Sema Alp Çavuş
BÖLÜM 11
VİRAL HASTALIKLAR: GENEL BİLGİLER
170 Medikal Viroloji ................................................................. 1079
Fred Wang, Elliott Kieff
Çeviren: A. Çağrı Büke
171 Antiviral Kemoterapi, Antiretroviral
İlaçlar Hariç ........................................................................ 1087
Lindsey R. Baden, Raphael Dolin
Çeviren: A. Çağrı Büke
BÖLÜM 12
VİRAL HASTALIKLAR: GENEL BİLGİLER
172 DNA Virüs Enfeksiyonları ............................................... 1095
Lawrence Corey
Çeviren: A. Çağrı Büke
173 Varicella-Zoster Virus Enfeksiyonları ......................... 1102
Richard J. Whitley
Çeviren: Akile Büke, A. Çağrı Büke
174 Epstein-Barr Virus Enfeksiyonları,
Enfeksiyöz Mononükleoz Dahil ................................... 1106
Jeffrey I. Cohen
Çeviren: A. Çağrı Büke
175 Sitomegalovirüs ve İnsan Herpesvirüsleri
Tip 6, 7 ve 8 ......................................................................... 1109
Martin S. Hirsch
Çeviren: A. Çağrı Büke
176 Molluscum Contagiosum, Monkeypox ve
Smallpox Virus Dışı Diğer Poxvirüsler........................ 1113
Martin S. Hirsch
Çeviren: A. Çağrı Büke
177 Parvovirüs Enfeksiyonları .............................................. 1114
Kevin E. Brown
Çeviren: A. Çağrı Büke
178 İnsan Papillomavirus Enfeksiyonları .......................... 1117
Richard C. Reichman
Çeviren: Akile Büke, A. Çağrı Büke
BÖLÜM 13
DNA VE RNA SOLUNUM VİRÜSLERİNE BAĞLI
İNFEKSİYONLAR
179 Sık Görülen Viral Solunum İnfeksiyonları ve
Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) ................ 1120
Raphael Dolin
Çeviren: Münir Büke
180 İnfluenza ............................................................................. 1127
Raphael Dolin
Çeviren: Münir Büke
BÖLÜM 14
İNSAN BAĞIŞIK YETMEZLİK VİRÜSÜ VE DİĞER İNSAN
RETROVİRÜSLERİNE BAĞLI ENFEKSİYONLAR
181 İnsan Retrovirüsleri ......................................................... 1132
Dan L. Longo, Anthony S. Fauci
Çeviren: Deniz Gökengin
182 İnsan Bağışık Yetmezlik Virüsü Hastalığı:
AIDS ve AIDS ile İlintili Rahatsızlıklar......................... 1137
Anthony S. Fauci, H. Clifford Lane
Çeviren: Deniz Gökengin
BÖLÜM 15
RNA VİRÜSLERİNE BAĞLI ENFEKSİYONLAR
183 Viral Gastroenterit ........................................................... 1204
Umesh D. Parashar, Roger I. Glass
Çeviren: Murşide Tunçel Başoğlu, A. Çağrı Büke
184 Enteroviruslar ve Reoviruslar ....................................... 1208
Jeffery I. Cohen
Çeviren: Murşide Tunçel Başoğlu, A. Çağrı Büke
185 KızamıK (Rubeola) ............................................................ 1214
Anne Gershon
Çeviren: Kaya User, A. Çağrı Büke
186 Rubella (Alman Kızamığı) .............................................. 1217
Anne Gershon
Çeviren: Kaya User, A. Çağrı Büke
187 Kabakulak ........................................................................... 1220
Anne Gershon
Çeviren: Kaya User, A. Çağrı Büke
188 Kuduz ve Diğer Rabdovirus Enfeksiyonları .............. 1222
Alan C. Jackson, Eric C. Johannsen
Çeviren: Münir Büke
189 Artropod ve Kemirgen Kaynaklı
Virusların Enfeksiyonları ................................................ 1226
Clarence J. Peters
Çeviren: Sabri Atalay, A. Çağrı Büke
190 Ebola ve Marburg Virusları ............................................ 1240
Clarence J. Peters
Çeviren: Bora Uysal, Kaya User, A. Çağrı Büke
BÖLÜM 16
MANTAR VE ALG İNFEKSİYONLARI
191 Mantar İnfeksiyonlarının Tanı ve Tedavisi ................ 1242
John E. Edwards, Jr.
Çeviren: Emel Tümbay
192 Histoplazmoz ..................................................................... 1244
Chadi A. Hage, L. Joseph Wheat
Çeviren: Emel Tümbay
193 Koksidiyoidomikoz .......................................................... 1247
Neil M. Ampel
Çeviren: Emel Tümbay
194 Blastomikoz ....................................................................... 1249
Stanley W. Chapman, Donna C. Sullivan
Çeviren: Emel Tümbay
196 Kandidoz ............................................................................. 1254
John E. Edwards, Jr.
Çeviren: Emel Tümbay
197 Aspergilloz ......................................................................... 1256
David W. Denning
Çeviren: Emel Tümbay
198 Mukormikoz ....................................................................... 1261
Alan M. Sugar
Çeviren: Emel Tümbay
199 Çeşitli Mikozlar ve Alg İnfeksiyonları ......................... 1263
Stanley W. Chapman, Donna C. Sullivan
Çeviren: Emel Tümbay
200 Pneumocystis İnfeksiyonu ............................................ 1267
A. George Smulian, Peter D. Walzer
Çeviren: Emel Tümbay
BÖLÜM 17
PROTOZOON VE HELMİNT HASTALIKLARI: GENEL
KAVRAMLAR
201 Parazitler Hastalıkların Tedavisinde
Kullanılan Ajanlar............................................................. 1270
Thomas A. Moore
Çeviren: A. Yüksel Gürüz
BÖLÜM 18
PROTOZOAL ENFEKSİYONLAR
202 Amebiasis ve Serbest Yaşayan
Amip Enfeksiyonları ........................................................ 1275
Sharon L. Reed
Çeviren: A. Yüksel Gürüz
203 Sıtma .................................................................................... 1280
Nicholas J. White, Joel G. Breman
Çeviren: Mert Döşkaya, A. Yüksel Gürüz
204 Babesiosis ........................................................................... 1294
Jeffrey A. Gelfand, Edouard Vannier
Çeviren: Aysu Değirmenci, A. Yüksel Gürüz
205 Leyşmaniyazis ................................................................... 1296
Barbara L. Herwaldt
Çeviren: Aysu Değirmencioğlu, A. Yüksel Gürüz
206 Tripanosomiyazis ............................................................. 1300
Louis V. Kirchhoff
Çeviren: Aysu Değirmencioğlu, A. Yüksel Gürüz
207 Toksoplazma Enfeksiyonları ......................................... 1305
Lloyd H. Kasper
Çeviren: A. Yüksel Gürüz
208 Protozoal İntestinal Enfeksiyonlar
ve Trikomoniyazis ............................................................ 1311
Lloyd H. Kasper
Çeviren: A. Yüksel Gürüz
HELMENT ENFEKSİYONLARI
209 Trichinella ve Diğer Doku Nematodları ..................... 1316
Peter F. Weller
Çeviren: Ayşe Caner, A. Yüksel Gürüz
210 Bağırsak Nematodları ..................................................... 1319
Peter F. Weller, Thomas B. Nutman
Çeviren: Ayşe Caner, A. Yüksel Gürüz
211 Filarial ve Benzeri Enfeksiyonlar ................................. 1324
Thomas B. Nutman, Peter F. Weller
Çeviren: Ayşe Caner, A. Yüksel Gürüz
212 Şiztozomiazis ve Diğer Trematod
Enfeksiyonları.................................................................... 1330
Adel A.F. Mahmoud
Çeviren: Derya Dirim, A. Yüksel Gürüz
213 Sestodlar ............................................................................. 1336
A.Clinton White Jr, Peter F. Weller
Çeviren: Derya Dirim, A. Yüksel Gürüz
KISIM 8
Biyoterorizm ve Klinik Tıp
214 Mikrobiyal Biyoterörizm ................................................ 1343
H. Clifford Lane, Anthony S. Fauci
Çeviren: Ferda Bilgir
215 Kimyasal Biyoterörizm.................................................... 1352
Charles G. Hurst, Jonathan Newmark, James A. Romano, Jr.
Çeviren: Ferda Bilgir
216 Radyasyon Biyoterörizmi............................................... 1358
Zelig A. Tochner, Eli Glatstein
Çeviren: Ferda Bilgir
KISIM 9
BÖLÜM 1
Kardiyovasküler Sistem
Bozuklukları
KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLARA GİRİŞ
217 Kardiyovasküler Sistemin Temel Biyolojisi............... 1365
Joseph Loscalzo, Peter Libby, Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
218 Kardiyovasküler Hastalık Epidemiyolojisi ................ 1375
Thomas A. Gaziano, J Michael Gaziano
Çeviren: Oktay Ergene
219 Kardiyovasküler Hastalık Olasılığı
Bulunan Hastaya Yaklaşım ............................................ 1379
Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
BÖLÜM 2
KARDİYOVASKÜLER BOZUKLUKLARIN TANISI
220 Kardiyovasküler Sistemin Fizik Muayenesi .............. 1382
Robert A. O’Rourke, Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
221 Elektrokardiyografi ......................................................... 1388
Ary L. Goldberger
Çeviren: Oktay Ergene
222 İnvazif Olmayan Kardiyak Görüntüleme:
Ekokardiyografi, Nükleer Kardiyoloji
ve MR/BT İncelemeleri .................................................... 1397
Rick A. Nishimura, Raymond J. Gibbons,
James F. Glockner, A. Jamil Tajik
Çeviren: Oktay Ergene
İÇİNDEKİLER
195 Kriptokokkoz ..................................................................... 1251
Arturo Casadevall
Çeviren: Emel Tümbay
xiii
BÖLÜM 19
xiv 223 Tanısal Kardiyak Kateterizasyon ve
Anjiyografi .......................................................................... 1405
Donald S. Baim
Çeviren: Oktay Ergene
BÖLÜM 3
RİTİM BOZUKLUKLARI
239 ST Segment Elevasyonlu Miyokard İnfarktüsü ....... 1532
Elliott M. Antman, Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
240 Perkütan Koroner Girişim .............................................. 1544
Donald S. Baim
Çeviren: Oktay Ergene
İÇİNDEKİLER
224 Elektrofizyolojinin Prensipleri ..................................... 1410
Gordon F. Tomaselli
Çeviren: Oktay Ergene
241 Hipertansif Vasküler Hastalık ....................................... 1549
Theodore A. Kotchen
Çeviren: Oktay Ergene
225 Bradiaritmiler .................................................................... 1416
Gordon F. Tomaselli
Çeviren: Oktay Ergene
242 Aort Hastalıkları ............................................................... 1563
Mark A. Creager, Joseph Loscalzo
Çeviren: Oktay Ergene
226 Taşiaritmiler ....................................................................... 1425
Francis Marchlinski
Çeviren: Oktay Ergene
243 Ekstremitelerin Vasküler Hastalıkları ........................ 1568
Mark A. Creager, Joseph Loscalzo
Çeviren: Oktay Ergene
BÖLÜM 4
KALP HASTALIKLARI
227 Kalp Yetersizliği ve Kor Pulmonale.............................. 1443
Douglas L. Mann
Çeviren: Oktay Ergene
228 Kardiyak Transplantasyon ve Uzamış
Yardımlı Dolaşım .............................................................. 1455
Sharon A. Hunt
Çeviren: Oktay Ergene
244 Pulmoner Hipertansiyon................................................ 1576
Stuart Rich
Çeviren: Oktay Ergene
KISIM 10
BÖLÜM 1
Solunum Sistemi
Hastalıkları
SOLUNUMSAL HASTALIKLARDA TANI
229 Erişkinde Konjenital Kalp Hastalıkları ....................... 1458
John S. Child
Çeviren: Oktay Ergene
245 Solunum Sistemi Hastalarına Yaklaşım ..................... 1583
David A. Lipson, Steven E. Weinberger
Çeviren: Erdem Çakmak, Selin Kala
230 Kalp Kapak Hastalıkları .................................................. 1465
Patrick O’Gara, Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
246 Solunum Fonksiyonu Rahatsızlıkları.......................... 1586
Steven E. Weinberger, Ilene M. Rosen
Çeviren: Cem Uçan, Can Temiz, Pervin Hancı, Selin Kala
231 Kardiyomiyopati ve Miyokardit ................................... 1481
Joshua Wynne, Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
247 Pulmoner Hastalıklarda Tanısal Yaklaşımlar ............ 1593
Scott Manaker, Steven E. Weinberger
Çeviren: Ayşe Yeğin
232 Perikardiyal Hastalıklar .................................................. 1488
Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
233 Kalbin Tümörleri ve Travmaları .................................... 1495
Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
234 Sistemik Hastalıkların Kardiyovasküler
Bulguları.............................................................................. 1498
Eric H. Awtry, Wilson S. Colucci
Çeviren: Oktay Ergene
BÖLÜM 5
VASKÜLER HASTALIKLAR
235 Aterosklerozun Patogenezi, Önlenmesi
ve Tedavisi .......................................................................... 1501
Peter Libby
Çeviren: Oktay Ergene
236 Metabolik Sendrom ......................................................... 1509
Robert H. Eckel
Çeviren: Oktay Ergene
237 İskemik Kalp Hastalığı .................................................... 1514
Elliott M. Antman, Andrew P. Selwyn,
Eugene Braunwald, Joseph Loscalzo
Çeviren: Oktay Ergene
238 Stabil Olmayan Angina ve ST Elevasyonsuz
Miyokard İnfarktüsü........................................................ 1527
Christopher P. Cannon, Eugene Braunwald
Çeviren: Oktay Ergene
BÖLÜM 2
SOLUNUM SİSTEMİ HASTALIKLARI
248 Astım .................................................................................... 1596
Peter J. Barnes
Çeviren: Özge Tapan, Pınar Mutlu, Öznür Kılıç Soylar
249 Hipersensitivite Pnömonileri ve
Eozinofili ile Seyreden Pulmoner İnfiltratlar............ 1607
Joel N. Kline, Gary W. Hunninghake
Çeviren: Murat Kaya
250 Çevresel Akciğer Hastalıkları ........................................ 1611
Frank E. Speizer, John R. Balmes
Çeviren: Rengin Öztürk, Cihan Örçen,
Fatma Kutluhan, Selin Kala
251 Pnömoni .............................................................................. 1619
Linonel A. Mandell, Richard Wunderink
Çeviren: Gökçen Ömeroğlu Şimşek,
Funda Uluorman, Selin Kala
252 Bronşiektazi ve Akciğer Absesi .................................... 1629
Gregory Tino, Stevan E. Weinberger
Çeviren: Selin Kala
253 Kistik Fibrozis .................................................................... 1632
Richard C. Boucher
Çeviren: Selin Kala
254 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı ........................... 1635
John J. Relly, Jr., Edwin K. Silverman, Steven D. Shapiro
Çeviren: Selin Kala
255 İnterstisyel Akciğer Hastalıkları................................... 1643
Talmadge E. King, Jr.
Çeviren: Canan Karaman
256 Derin Ven Trombozu ve Pulmoner Emboli ................ 1651
Samuel Z. Goldhaber
Çeviren: Canan Karaman
257 Plevra ve Mediasten Hastalıkları ................................. 1658
Richard W. Light
Çeviren: Canan Karaman
259 Uyku Apnesi ....................................................................... 1665
Neil J. Douglas
Çeviren: Canan Karaman
260 Akciğer Nakli...................................................................... 1668
Elbert P. Trulock
Çeviren: Canan Karaman
KISIM 11
BÖLÜM 1
Yoğun Bakım Tıbbi
SOLUNUM YOĞUN BAKIMI
261 Yoğun Bakımın Genel Prensipleri ................................ 1673
John P. Kress, Jesse B. Hall
Çeviren: Emre K. Aslanger
262 Akut Respiratuar Distress Sendromu ......................... 1680
Bruce D. Levy, Steven D. Shapiro
Çeviren: Emre K. Aslanger
263 Mekanik Ventilatör Desteği .......................................... 1684
Edward P. Ingenito
Çeviren: Emre K. Aslanger
BÖLÜM 2
ŞOK VE KARDİYAK ARREST
264 Şoklu Hastaya Yaklaşım .................................................. 1689
Ronald V. Maier
Çeviren: Emre K. Aslanger
265 Ciddi Sepsis ve Septik Şok ............................................. 1695
Robert S. Munford
Çeviren: Emre K. Aslanger
266 Kardiyojenik Şok ve Pulmoner Ödem ........................ 1702
Judith S. Hochman, David H. Ingbar
Çeviren: Emre K. Aslanger
267 Kardiyovasküler Kollaps, Kardiyak Arrest ve
Ani Kardiyak Ölüm ........................................................... 1707
Robert J. Myerburg, Agustin Castellanos
Çeviren: Emre K. Aslanger
BÖLÜM 3
NÖROLOJİK YOĞUN BAKIM
268 Koma .................................................................................... 1714
Allan H. Ropper
Çeviren: Emre K. Aslanger
269 Hipoksik Ensefalopati ve Subaraknoid
Kanama Dahil Nörolojik
Yoğun Bakım ...................................................................... 1720
J. Claude Hemphill III, Wade S. Smith
Çeviren: Emre K. Aslanger
ONKOLOJİK ACİLLER
xv
270 Onkolojik Aciller ............................................................... 1730
Rasim Gucalp, Janice P. Dutcher
Çeviren: Emre K. Aslanger
KISIM 12
Böbrek ve İdrar Yolları
Bozuklukları
271 Böbreğin Hücresel ve Moleküler
Biyolojisi.............................................................................. 1741
Alfred L. George, Jr., Eric G. Neilson
Çeviren: Harun Akar, Hakan Akdam
272 Böbreğin Renal Hasara Adaptasyonu ........................ 1748
Raymond C. Harris, Eric G. Neilson
Çeviren: Mehmet Koç
273 Akut Böbrek Yetmezliği .................................................. 1752
Kathleen D. Liu, Glenn M. Chertow
Çeviren: Hakan Akdam, Harun Akar
274 Kronik Böbrek Hastalığı ................................................. 1761
Joanne M. Bargman, Karl Skorecki
Çeviren: Kenan Keven
275 Böbrek Yetmezliğinde Diyaliz Tedavisi ...................... 1772
Kathleen D. Liu, Glenn M. Chertow
Çeviren: Sibel Ersan, Caner Çavdar
276 Böbrek Yetmezliğinin Tedavisinde
Transplantasyon ............................................................... 1776
Charles B. Carpenter, Edgar L. Milford,
Mohamed H. Sayegh
Çeviren: Sibel Ersan, Ali Çelik
277 Glomerüler Hastalıklar ................................................... 1782
Julia B. Lewis, Eric G. Neilson
Çeviren: Yavuz Yeniçerioğlu, Handan Yücetürk
278 Polikistik Böbrek Hastalığı ve Diğer
Kalıtsal Tübüler Bozukluklar ......................................... 1797
David J. Salant, Parul S. Patel
Çeviren: Ali Borazan
279 Böbreğin Tübülointerstisyel Hastalıkları .................. 1806
Alan S. L. Yu, Barry M. Brenner
Çeviren: Kutlay N. Tutucu
280 Böbrekte Vasküler Hasar................................................ 1811
Kamal F. Badr, Barry M. Brenner
Çeviren: Belda Dursun
281 Nefrolitiyazis...................................................................... 1815
John R. Asplin, Fredric L. Coe Murray J. Favus
Çeviren: Rıfkı Ersoy
282 İdrar Yolu İnfeksiyonları, Piyelonefrit
ve Prostatit ......................................................................... 1820
Walter E. Stamm
Çeviren: Hüseyin Koçak
283 Üriner Sistem Obstrüksiyonları ................................... 1827
Julian L. Seifter, Barry M. Brenner
Çeviren: Şeref Yüksel
İÇİNDEKİLER
258 Ventilasyon Bozuklukları ............................................... 1661
Eliot A. Phillipson
Çeviren: Canan Karaman
BÖLÜM 4
xvi
KISIM 13
BÖLÜM 1
Gastrointestinal Sistem
Hastalıkları
ALİMENTER TRAKTÜSÜN BOZUKLUKLARI
284 Gastrointestinal Hastalığı Olan
Hastaya Yaklaşım .............................................................. 1831
William L. Hasler, Chung Owyang
Çeviren: Zehra Akpınar
İÇİNDEKİLER
285 Gastrointestinal Endoskopi .......................................... 1836
Louis Michel Wong-Kee-Song, Mark Topazian
Çeviren: Kadir Aksöz
286 Özofagus Hastalıkları...................................................... 1847
Raj K. Goyal
Çeviren: Fatih Aslan, Zehra Akpınar
287 Peptik Ülser Hastalığı ve İlişkili Hastalıklar.............. 1855
Raj K. Goyal
Çeviren: Fatih Aslan, Zehra Akpınar
288 Absorpsiyon Bozuklukları ............................................. 1872
Henry J. Binder
Çeviren: Cem Çekiç, Zehra Akpınar
289 İnflamatuvar Barsak Hastalığı ...................................... 1886
Sonia Friedman, Richard S. Blumberg
Çeviren: Belkıs Ünsal
290 İrritabl Barsak Sendromu............................................... 1899
Chung Owyang
Çeviren: Zehra Akpınar
291 Divertiküler Hastalık ve Yaygın
Anorektal Hastalıklar ...................................................... 1903
Susan L. Gearhart
Çeviren: Altay Kandemir
300 Kronik Hepatit ................................................................... 1955
Jules L. Dienstag
Çeviren: Zafer Buyraç, Zehra Akpınar
301 Alkolik Karaciğer Hastalığı ............................................ 1969
Mark E. Mailliard, Michael F. Sorrell
Çeviren: Onur Cengiz
302 Siroz ve Komplikasyonları ............................................. 1971
Bruce R. Bacon
Çeviren: Onur Cengiz
303 Karaciğeri Etkileyen Genetik,
Metabolik ve İnfiltratif Hastalıklar .............................. 1980
Bruce R. Bacon
Çeviren: Sezgin Vatansever
304 Karaciğer Transplantasyonu ......................................... 1983
Jules L. Dienstag, Raymond T. Chung
Çeviren: Sezgin Vatansever
305 Safra Kesesi ve Safra Yollarının Hastalıkları ............. 1991
Norton J. Greenberger, Gustav Paumgartner
Çeviren: Betül Paköz
BÖLÜM 3
306 Pankreatik Hastalığı Olan Hastaya Yaklaşım ........... 2001
Phillip P. Toskes, Norton J. Greenberger
Çeviren: Pelin Durmaz
307 Akut ve Kronik Pankreatitler ........................................ 2005
Norton J Greenberger, Philip P. Toskes
Çeviren: Emrah Alper
KISIM 14
292 Mezenterik Vasküler Yetmezlik .................................... 1910
Susan L. Gearhart
Çeviren: Nafi Yazıcıoğlu
293 Akut İntestinal Obstrüksiyon ....................................... 1912
Susan L. Gearhart, William Silen
Çeviren: Zehra Akpınar
294 Akut Apandisit ve Peritonit ........................................... 1914
Susan L. Gearhart, William Silen
Çeviren: Bilge Örmeci
BÖLÜM 2
KARACİĞER VE SAFRA YOLU HASTALIKLARI
295 Karaciğer Hastalığı Olan Hastaya Yaklaşım .............. 1918
Marc Ghany, Jay H. Hoofnagle
Çeviren: Nafi Yazıcıoğlu
296 Karaciğer Fonksiyonunun Değerlendirilmesi.......... 1923
Daniel S. Pratt, Marshall M. Kaplan
Çeviren: Betül Paköz
297 Hiperbilirubinemiler ....................................................... 1927
Allan W. Wolkoff
Çeviren: Mustafa Çelik
298 Akut Viral Hepatitler........................................................ 1932
Jules L. Dienstag
Çeviren: Fulya Özcan Arı, Ayfer Serin, Zehra Akpınar
299 Toksik ve İlaçla İndüklenen Hepatit............................ 1949
Jules L. Dienstag
Çeviren: Fatih Cantürk
PANKREAS HASTALIKLARI
BÖLÜM 1
İmmün Sistem, Bağ
Dokusu ve Eklemlerin
Hastalıkları
SAĞLIK VE HASTALIKTA İMMÜN SİSTEM
308 İmmun Sisteme Giriş ....................................................... 2019
Barton F. Haynes, Kelly A. Soderberg, Anthony S. Fauci
Çeviren: Dilek Solmaz
309 Major Doku Uygunluğu
(Histokompatibilite) Kompleksi................................... 2045
Gerald T. Nepom
Çeviren: Dilek Solmaz
310 Primer İmmun Yetmezlik Hastalıkları......................... 2053
Max D. Cooper, Harry W. Schroeder, Jr.
Çeviren: Dilek Solmaz
BÖLÜM 2
İMMUN-ARACILIKLI HASARIN NEDEN OLDUĞU
HASTALIKLAR
311 Alerji, Anafilaksi ve Sistemik Mastositoz .................. 2061
K. Frank Austen
Çeviren: Fatoş Önen
312 Otoimmünite ve Otoimmün Hastalıklar.................... 2071
Peter E. Lipsky, Betty Diamond
Çeviren: Merih Birlik
313 Sistemik Lupus Eritematozus ....................................... 2075
Bevra Hannahs Hahn
Çeviren: Merih Birlik
314 Romatoid Artrit ................................................................. 2083
Peter E. Lipsky
Çeviren: Servet Akar
315 Akut Romatizmal Ateş .................................................... 2092
Jonathan R. Carapetis
Çeviren: Servet Akar
316 Sistemik Skleroz (Skleroderma) ve
İlişkili Bozukluklar ........................................................... 2096
John Varga
Çeviren: Merih Birlik
317 Sjögren Sendromu ........................................................... 2107
Haralampos M. Moutsopoulos
Çeviren: Merih Birlik
319 Vaskülit Sendromları....................................................... 2119
Carol A. Langford, Anthony S. Fauci
Çeviren: Fatoş Önen
320 Behçet Sendromu ............................................................. 2132
Haralampos M. Moutsopoulos
Çeviren: Merih Birlik
321 Tekrarlayıcı Polikondrit .................................................. 2133
Carol A. Langford, Bruce C. Gilliand
Çeviren: Fatoş Önen
322 Sarkoidoz ............................................................................ 2135
Robert P. Baughman, Elyse E. Lower
Çeviren: Fatoş Önen
BÖLÜM 1
Endokrinoloji ve
Metabolizma
ENDOKRİNOLOJİ
332 Endokrinolojinin Esasları ............................................... 2187
J. Larry Jameson
Çeviren: Teoman Akçay
333 Ön Hipofiz ve Hipotalamus Hastalıkları .................... 2195
Shlomo Melmed, J. Larry Jameson
Çeviren: Teoman Akçay
334 Nörohipofiz Hastalıkları ................................................. 2217
Gary L. Robertson
Çeviren: Teoman Akçay
335 Tiroid Bezi Hastalıkları.................................................... 2224
J. Larry Jameson, Anthony P. Weetman
Çeviren: Teoman Akçay
336 Adrenal Korteks Hastalıkları ......................................... 2247
Gordon H. Williams, Robert G. Dluhy
Çeviren: Teoman Akçay
337 Feokromositoma .............................................................. 2269
Hartmut P.H. Neumann
Çeviren: Teoman Akçay
338 Diabetes Mellitus.............................................................. 2275
Alvin C. Powers
Çeviren: Teoman Akçay
323 Ailesel Akdeniz Ateşi ....................................................... 2142
Daniel L. Kastner
Çeviren: Fatoş Önen
339 Hipoglisemi ........................................................................ 2305
Philip E. Cryer
Çeviren: Teoman Akçay
324 Amiloidoz............................................................................ 2145
David C. Seldin, Martha Skinner
Çeviren: Merih Birlik
340 Testis ve Erkek Üreme Sistemi Bozuklukları ............ 2310
Shalender Bhasin, J. Larry Jameson
Çeviren: Teoman Akçay
BÖLÜM 3
EKLEMLER VE KOMŞU DOKULARIN HASTALIKLARI
325 Eklem ve Kas-iskelet Hastalıklarına Yaklaşım.......... 2149
John J. Cush, Peter E. Lipsky
Çeviren: Servet Akar
326 Osteoartrit .......................................................................... 2158
David T. Felson
Çeviren: Servet Akar
327 Gut ve Diğer Kristal İlişkili Artropatiler ..................... 2165
H. Ralp Schumacher, Lan X. Chen
Çeviren: Servet Akar
328 Enfeksiyöz Artritler .......................................................... 2169
Lawrence C. Madoff
Çeviren: Servet Akar
329 Fibromyalji ......................................................................... 2175
Carol A. Langford, Bruce C. Gilliland
Çeviren: Servet Akar
330 Sistemik Hastalıklarla Birlikte Görülen
Artritler ve Diğer Artritler.............................................. 2177
Carol A. Langford, Bruce C. Gilliland
Çeviren: Servet Akar
331 Ekstremitelerin Periartiküler Bozuklukları .............. 2184
Carol A. Langford, Bruce C. Gilliland
Çeviren: Servet Akar
341 Kadın Üreme Sistemi: İnfertilite
ve Kontrasepsiyon ........................................................... 2324
Janet E. Hall
Çeviren: Teoman Akçay
342 Menopoza Geçiş ve Postmenopozal
Hormon Tedavisi ............................................................... 2334
JoAnn E. Manson, Shari S. Bassuk
Çeviren: Teoman Akçay
343 Cinsel Farklılaşma Bozuklukları................................... 2339
John C. Achenmann, J. Larry Jameson
Çeviren: Teoman Akçay
344 Gastrointestinal Traktus ve Pankreasın
Endokrin Tümörleri .......................................................... 2347
Robert T. Jensen
Çeviren: Teoman Akçay
345 Multipl Endokrin Sistemini Etkileyen
Bozukluklar ........................................................................ 2358
Camilo Jimenez, Robert F. Gagel
Çeviren: Teoman Akçay
BÖLÜM 2
KEMİK VE MİNERAL METABOLİZMASI BOZUKLUKLARI
346 Sağlık ve Hastalıkta Kemik
Metabolizması ................................................................... 2365
F. Richard Bringhurst, Marie B. Demay,
Stephen M. Krane, Henry M. Kronenberg
Çeviren: Teoman Akçay
İÇİNDEKİLER
318 Spondiloartritler .............................................................. 2109
Joel D. Taurog
Çeviren: Fatoş Önen
KISIM 15
xvii
xviii 347 Paratiroid Bezi Hastalıkları ve Diğer Hiper- ve
Hipokalsemik Durumlar ................................................. 2377
John T. Potts, Jr.
Çeviren: Teoman Akçay
348 Osteoporoz......................................................................... 2397
Robert Lindsay, Felicia Cosman
Çeviren: Teoman Akçay
349 Paget Hastalığı ve Kemiğin Diğer Displazileri ......... 2408
Murray J. Favus, Tamara J. Vokes
Çeviren: Teoman Akçay
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM 3
İNTERMEDİYER METABOLİZMA HASTALIKLARI
362 Nörolojik Bozukluklarda Nörogörüntüleme............ 2489
William P. Dillon
Çeviren: Korkut Ulucan
BÖLÜM 2
NÖROLOJİK HASTALIKLARIN TANISI
363 Nöbetler ve Epilepsi ........................................................ 2498
Daniel H. Lowenstein
Çeviren: Korkut Ulucan
364 Serebrovasküler Hastalıklar ......................................... 2513
Wade S. Smith, Joey D. English,
S. Claiborne Johnston
Çeviren: Korkut Ulucan
350 Lipoprotein Metabolizması Bozuklukları ................. 2416
Daniel J. Rader, Helen H. Hobbs
Çeviren: Teoman Akçay
365 Demans................................................................................ 2536
Thomas D. Bird, Bruce L. Miller
Çeviren: Korkut Ulucan
351 Hemokromatozis .............................................................. 2429
Lawrie W. Powell
Çeviren: Teoman Akçay
366 Parkinson Hastalığı ve Diğer
Ekstrapiramidal Hareket Bozuklukları ...................... 2549
Mahlon R. DeLong, Jorge L. Juncos
Çeviren: Korkut Ulucan
352 Porfiriler .............................................................................. 2434
Robert J. Desnick, Kenneth H. Astrin
Çeviren: Teoman Akçay
353 Pürin ve Primidin Metabolizması ................................ 2444
Robert L. Wortmann
Çeviren: Teoman Akçay
354 Wilson Hastalığı ................................................................ 2449
George J. Brewer
Çeviren: Teoman Akçay
355 Lizozomal Depo Hastalıkları ......................................... 2452
Robert J. Hopkin, Gregory A. Grabowski
Çeviren: Teoman Akçay
367 Hiperkinetik Hareket Bozuklukları ............................. 2560
C. Warren Olanow
Çeviren: Korkut Ulucan
368 Ataksik Bozukluklar ........................................................ 2565
Roger N. Rosenberg
Çeviren: Korkut Ulucan
369 Amiyotrofik Lateral Skleroz ve
Diğer Motor Nöron Hastalıkları ................................... 2572
Robert H. Brown, Jr
Çeviren: Korkut Ulucan
370 Otonomik Sinir Sisteminin Bozuklukları................... 2576
Phillip A. Low, John W. Engstrom
Çeviren: Korkut Ulucan
356 Glikojen Depo Hastalıkları ve Diğer
Kalıtımsal Karbonhidrat
Metabolizması Bozuklukları ......................................... 2457
Yuan-Tsong Chen
Çeviren: Teoman Akçay
371 Trigeminal Nevralji, Bell Palsisi ve
Diğer Kraniyal Sinir Bozukluklar ................................. 2583
M. Flint Beal, Stephen L. Hauser
Çeviren: Korkut Ulucan
357 Bağ Dokusunun Kalıtımsal Bozuklukları .................. 2461
Darwin J. Prockop, Malwina Czarny-Ratajczak
Çeviren: Teoman Akçay
372 Spinal Kord Hastalıkları.................................................. 2588
Stephen L. Hauser, Allan H. Ropper
Çeviren: Korkut Ulucan
358 Erişkin Amino Asit Metabolizmasında
Kalıtsal Bozukluklar......................................................... 2470
Nicola Longo
Çeviren: Teoman Akçay
373 Konküzyon ve Diğer Kafa Yaralanmaları ................... 2596
Allan H. Ropper
Çeviren: Korkut Ulucan
359 Membran Transportunun Kalıtsal
Bozuklukları ....................................................................... 2474
Nicola Longo
Çeviren: Teoman Akçay
KISIM 16
BÖLÜM 1
Nörolojik Hastalıklar
NÖROLOJİK HASTALIKLARIN TANISI
360 Nörolojik Hastalıkların Mekanizması......................... 2477
Stephen L. Hauser, M. Flint Beal
Çeviren: Korkut Ulucan
361 Nörolojik Hastalığı Olan Hastaya Yaklaşım .............. 2484
Daniel H. Lowenstein, Joseph B. Martin,
Stephen L. Hauser
Çeviren: Korkut Ulucan
374 Sinir Sisteminin Primer ve Metastatik
Tümörleri ............................................................................ 2601
Stephen M. Sagar, Mark A. Israel
Çeviren: Korkut Ulucan
375 Multipl Skleroz ve Diğer Demiyelinizan
Hastalıklar .......................................................................... 2611
Stephen L. Hauser, Douglas S. Goodin
Çeviren: Korkut Ulucan
376 Menenjit, Ensefalit, Beyin Absesi ve Ampiyem ....... 2621
Karen L. Roos, Kenneth L. Tyler
Çeviren: Korkut Ulucan
377 Kronik ve Tekrarlayan Menenjit ................................... 2641
Walter J. Koroshetz, Morton N, Swartz
Çeviren: Korkut Ulucan
378 Prion Hastalıkları .............................................................. 2646
Stanley B. Prusiner, Bruce Miller
Çeviren: Korkut Ulucan
xix
BÖLÜM 3
SİNİR VE KAS
BÖLÜM 6
ALKOLİZM
379 Periferik Nöropati............................................................. 2651
Vinay Chaudhry
Çeviren: Korkut Ulucan
387 Alkol ve Alkolizm .............................................................. 2724
Marc A. Schuckit
Çeviren: Korkut Ulucan
380 Guillain-Barre Sendromu ve Diğer
İmmün Nedenli Nöropatiler .......................................... 2667
Stephen L. Hauser, Arthur K. Asbury
Çeviren: Korkut Ulucan
388 Opioid Kötüye Kullanımı ve Bağımlılığı .................... 2729
Marc A. Schuckit
Çeviren: Korkut Ulucan
382 Musküler Distrofiler ve Diğer Kas
Hastalıkları ......................................................................... 2678
Robert H. Brown, Jr., Anthony A. Amato,
Jerry R. Mendell
Çeviren: Korkut Ulucan
383 Polimiyozit, Dermatomiyozit ve
İnklüzyon Cisimsikli Miyozit ......................................... 2696
Marinos C. Dalakas
Çeviren: Korkut Ulucan
BÖLÜM 4
KRONİK YORGUNLUK SENDROMU
384 Kronik Yorgunluk Sendromu ........................................ 2703
Stephen E. Straus
Çeviren: Korkut Ulucan
BÖLÜM 5
PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR
385 Psikiyatrik Bozuklukların Biyolojisi ............................ 2705
Steven E. Hyman, Eric Kandel
Çeviren: Korkut Ulucan
386 Mental Bozukluklar ......................................................... 2710
Victor I. Reus
Çeviren: Korkut Ulucan
390 Nikotin Tiryakiliği............................................................. 2736
David M. Burns
Çeviren: Korkut Ulucan
KISIM 17
Zehirlere, Aşırı İlaç
Dozlarına ve Zehirli
Yılan, Akrep ve Diğer
Böcek Sokmalarına
Maruz Kalma Sonucu
Ortaya Çıkan Hastalıklar
391 Sürüngen Isırması ve Deniz Hayvanlarına
Maruz Kalma Sonucu Ortaya Çıkan Hastalıklar ...... 2741
Paul S. Auerbach, Robert L. Norris
Çeviren: Özgür Karcıoğlu, Pınar Ünverir
392 Ektoparazit Enfestasyonları, Eklem Bacaklıların
Isırıkları ve Sokmaları ..................................................... 2748
Richard J. Pollack, James H. Maguire
Çeviren: Özgür Karcıoğlu, Pınar Ünverir
EKLER
Klinik Önemi Olan Laboratuvar Değerleri ............................. E-1
Alexander Kratz, Michael A. Pesce, Daniel J. Fink
Çeviren: Aslıhan Karul
İNDEKS ............................................................................................... İ-1
İÇİNDEKİLER
381 Miyasteni Gravis ve Nöromüsküler
Kavşağın Diğer Hastalıkları ........................................... 2672
Daniel B. Drachman
Çeviren: Korkut Ulucan
389 Kokain ve Diger Kötüye Kullanılan İlaçlar ................ 2733
Jack H. Mendelson, Nancy K. Mello
Çeviren: Korkut Ulucan
YARDIMCI EDİTÖRLER
KISIM 1 Klinik Tıbba Giriş
KISIM 9 Kardiyovasküler Sistem Bozuklukları
Prof. Dr. Mehmet Tunca
9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Bölümü
İç Hastalıkları A.B.D. / İZMİR
Prof. Dr. Asım Oktay Ergene & Prof. Dr. Ömer Kozan
9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji A.B.D.
Alsancak / İZMİR
KISIM 2 Hastalıkların Başlıca Belirti ve Bulguları
KISIM 10 Solunum Sistemi Hastalıkları
Prof. Dr. Mehmet Tunca
9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Bölümü
İç Hastalıkları A.B.D. / İZMİR
Prof. Dr. Eyüp Sabri Uçan
9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları A.B.D.
Alsancak / İZMİR
KISIM 3 Genetik ve Hastalık
KISIM 11 Yoğun Bakım Tıbbı
Uzm. Dr. Ayça Aslanger
Kocaeli Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Genetik Hastalıklar Klinik Sorumlusu /KOCAELİ
Uzm. Dr. Emre K. Aslanger
Universite Denis Diderot Hopital Lariboisiere
Service de Cardiologie ESC Heart Failure Fellow / PARİS
KISIM 4 Yenilenme Tıbbı
KISIM 12 Böbrek ve İdrar Yolları Bozuklukları
Doç. Dr. Oktay Bilgir
İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları
Bölümü / Bozyaka / İZMİR
Prof. Dr. Yavuz Yeniçeri
Adnan Menderes Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi
İç Hastalıkları A.B.D. Nefroloji Bilim Dalı / AYDIN
KISIM 5 Nutrisyon
KISIM 13 Gastrointestinal Sistem Hastalıkları
Doç. Dr. Bülent Sözmen
İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Doğanat Eğitim ve Kültür Vakfı
İç Hastalıkları A.B.D / Üçkuyular / İZMİR
Doç. Dr. Belkıs Ünsal
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Gastroentroloji Bilim Dalı / İZMİR
KISIM 6 Onkoloji ve Hematoloji
KISIM 14 İmmün Sistem, Bağ Dokusu ve Eklemlerin
Hastalıkları
Prof. Dr. Zahit Bolaman
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
A.B.D. Hematoloji Bilim Dalı / AYDIN
Prof. Dr. Nezih Meydan
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
A.B.D. Onkoloji Bilim Dalı / AYDIN
KISIM 7 Enfeksiyon Hastalıkları
Prof. Dr. A. Çağrı Büke
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji A.B.D. Bornova / İZMİR
KISIM 8 Biyoterorizm ve Klinik Tıp
Uzm. Dr. Ferda Ateşalan Bilgir
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
A.B.D. / MANİSA
Prof. Dr. Nurullah Akkoç
9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları A.B.D.
İmmünoloji Bilim Dalı / Alsancak / İZMİR
KISIM 15 Endokrinoloji ve Metabolizma
Doç. Dr. Teoman Akçay
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Endokrinoloji Bölümü / İSTANBUL
KISIM 16 Nörolojik Hastalıklar
Yrd. Doç. Dr. Korkut Ulucan
Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi,
Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü / İSTANBUL
KISIM 17 Zehirlere, Aşırı İlaç Dozlarına ve Zehirli
Yılan, Akrep ve Diğer Böcek Sokmalarına Maruz
Kalma Sonucu Ortaya Çıkan Hastalıklar
Prof. Dr. Özgür Karcıoğlu
Acıbadem Üniversitesi Bakırköy Hastanesi Acil Servis Ünitesi
Bakırköy / İSTANBUL
YAZARLAR
James L. Abbruzzese, MD Houston [95]
†
Jean Bergounioux, MD Paris [147]
Joseph R. Betancourt, MD, MPH Harvard Medical School [e3]
John C. Achermann, MD London, United Kingdom [343]
Shalender Bhasin, MD Boston [340]
John W. Adamson, MD San Diego, La Jolla [58, 98]
Atul K. Bhan, MBBS, MD Boston [e26]
Anthony A. Amato, MD Boston [382]
David R. Bickers, MD New York [57]
Michael J. Aminoff, MD, DSc San Francisco [23, 25, e31]
Henry J. Binder, MD New Haven [288]
Neil M. Ampel, MD Tucson [193]
Thomas D. Bird, MD Seattle [365, e6]
Jennifer Anderson, MD Boston [69]
William R. Bishai, MD, PhD Baltimore [131]
Kenneth C. Anderson, MD Boston [106, 107]
Bruce R. Bistrian, MD, PhD Boston [73]
Elliott M. Antman, MD Boston [237, 239]
Martin J. Blaser, MD New York [144, 148]
Frederick R. Appelbaum, MD Seattle [108]
Clara D. Bloomfield, MD Columbus [104]
Gordon L. Archer, MD Richmond [127]
Richard S. Blumberg, MD Boston [289]
Valder Arruda, MD, PhD Philadelphia [110]
David Blumenthal, MD, MPP Boston [e3]
Arthur K. Asbury, MD Philadelphia [25, 380]
Jean L. Bolognia, MD Yale Medical School [54]
John R. Asplin, MD Chicago [281]
George J. Bosl, MD New York [92]
Kenneth H. Astrin, MD New York [352]
Richard C. Boucher, Jr., MD Chapel Hill [253]
John C. Atherton, MD United Kingdom [144]
Jane C. Atkinson, DDS Bethesda [e7]
Eugene Braunwald, MD, MA (Hon), ScD (Hon) Boston [1, 35, 36,
217, 219, 220, 230–232, 237–239, e8]
Paul S. Auerbach, MD, MS Stanford [391]
Irwin M. Braverman, MD New Haven [54]
K. Frank Austen, MD Boston [311]
Otis Webb Brawley, MD Atlanta [78]
Eric H. Awtry, MD Boston [233, 234]
Joel G. Breman, MD, DTPH Bethesda [203, e18]
Bruce R. Bacon, MD St. Louis [302, 303]
Barry M. Brenner, MD, AM, DSc (Hon), DMSc (Hon), Dipl (Hon)
Boston [45, 46, 279, 280, 283]
Kamal F. Badr, MD Lebanon [280]
Donald S. Baim, MD Natick [223, 240, e23]
John R. Balmes, MD Berkeley [250]
Robert L. Barbieri, MD Boston [7]
Joanne M. Bargman, MD Toronto [274]
Tamar F. Barlam, MD Boston [115, 140]
Peter J. Barnes, MA, DM, DSc London [248, e37]
Miriam J. Baron, MD Boston [121]
Kenneth J. Bart, MD, MPH, MSHPM Washington [116]
Shari S. Bassuk, ScD Boston [342]
David W. Bates, MD, MSc Boston [e1]
Robert P. Baughman, MD Cincinnati [322]
George J. Brewer, MD Ann Arbor [354]
F. Richard Bringhurst, MD Boston [346]
Kevin E. Brown, MD London [177]
Robert H. Brown, Jr., MD, DPhil Boston [369, 382]
H. R. Büller, MD Amsterdam [111]
David M. Burns, MD San Diego [390]
Michael J. Burns, MD Boston [e35]
Joan R. Butterton, MD Boston [122]
John C. Byrd, MD Columbus [104]
Stephen B. Calderwood, MD Boston [122]
Michael V. Callahan, MD, DTM&H (UK), MSPH Washington [19]
Michael Camilleri, MD Rochester [40]
M. Flint Beal, MD New York [360, 371]
Grant L. Campbell, MD, PhD Laporte [152]
Nicholas J. Beeching, FFTM (RCPS Glas) DCH, DTM&H United
Kingdom [150]
Christopher P. Cannon, MD Boston [238]
Robert S. Benjamin, MD Houston [94]
Mark Carlson, MD, MA Cleveland[21]
Edward J. Benz, Jr., MD Boston [99]
Charles B. Carpenter, MD Boston [276]
Jonathan R. Carapetis, MBBS, PhD Australia [315]
YAZARLAR
Elias Abrutyn, MD Philadelphia [133, 134]
Lindsey R. Baden, MD Boston [171]
xxi
xxii Brian I. Carr, MD, PhD Philadelphia [88]
Charles A. Dinarello, MD Denver [17]
YAZARLAR
Lisa B. Caruso, MD, MPH Boston [9]
Robert G. Dluhy, MD Boston [336]
Arturo Casadevall, MD, PhD New York [195]
Raphael Dolin, MD Boston [171, 179, 180]
Agustin Castellanos, MD Miami [267]
Neil J. Douglas, MD United Kingdom [259]
Stanley W. Chapman, MD Jackson [194, 199]
Daniel B. Drachman, MD Baltimore [381]
Vinay Chaudhry, MD Baltimore [379]
David F. Driscoll, PhD Boston [73]
Lan X. Chen, MD Philadelphia [327]
Thomas D. DuBose, Jr., MD Winston-Salem [48]
Yuan-Tsong Chen, MD Taiwan [356]
J. Stephen Dumler, MD Baltimore [167]
Glenn M. Chertow, MD San Francisco [273, 275]
Andrea E. Dunaif, MD Chicago [6]
John S. Child, MD Los Angeles [229]
Samuel C. Durso, MD, MBA Baltimore [32, e7]
Yu Jo Chua, MBBS London [89]
Janice P. Dutcher, MD Bronx [270]
Raymond T. Chung, MD Boston [304]
Johanna Dwyer, DSc, RD Boston [70]
Fredric L. Coe, MD Chicago [281]
Jeffery S. Dzieczkowski, MD Boise [107]
Jeffrey I. Cohen, MD Bethesda [174, 184]
Kim A. Eagle, MD Ann Arbor [8]
Ronit Cohen-Poradosu, MD Boston [157]
Robert H. Eckel, MD Aurora [236]
Francis Collins, MD, PhD Bethesda [79]
John E. Edwards, Jr., MD Los Angeles, Torrance [191, 196]
Wilson S. Colucci, MD Boston [233, 234]
David A. Ehrmann, MD Chicago [50]
Max D. Cooper, MD Birmingham [310, e27]
Ezekiel J. Emanuel, MD, PhD Bethesda [11]
Michael J. Corbel, PhD, DSc(Med), FIBiol United Kingdom [150]
Linda L. Emanuel, MD, PhD Chicago [11]
Lawrence Corey, MD Seattle [172]
Joey English, MD, PhD San Francisco [364]
Felicia Cosman, MD New York [348]
John W. Engstrom, MD San Francisco [16, 370]
Mark A. Creager, MD Boston [242, 243]
Paul Farmer, MD, PhD Boston [2]
Philip E. Cryer, MD St. Louis [339]
David Cunningham, MD London [89]
Anthony S. Fauci, MD, DSc (Hon), DM&S (Hon), DHL (Hon),
DPS (Hon), DLM (Hon), DMS (Hon) Bethesda [1, 181, 182,
214, 308, 319, e28]
John J. Cush, MD Dallas [325]
Murray J. Favus, MD Chicago [281, 349]
Malwina Czarny-Ratajczak, PhD New Orleans [357]
David T. Felson, MD, MPH Boston [326]
Charles A. Czeisler, MD, PhD Boston [28]
Robert G. Fenton, MD, PhD Baltimore [80]
Marinos C. Dalakas, MD Bethesda [383]
Howard L. Fields, MD, PhD San Francisco [12]
Josep Dalmau, MD, PhD Philadelphia [97]
Gregory A. Filice, MD Minneapolis [155]
Daniel F. Danzl, MD Louisville [20]
Robert Finberg, MD Worcester [82, 126]
Emily Darby, MD Seattle [153]
Joyce Fingeroth, MD Boston [126]
Robert B. Daroff, MD Cleveland [22]
Daniel J. Fink, MD, MPH New York [Appendix]
Charles E. Davis, MD San Diego [e16]
Jeffrey S. Flier, MD Boston [74]
Mahlon R. DeLong, MD Atlanta [366]
Agnes B. Fogo, MD Nashville [e9]
John Del Valle, MD Ann Arbor [287]
Sonia Friedman, MD Boston [289]
Marie B. Demay, MD Boston [346]
Andre D. Furtado, MD San Francisco [e30]
Bradley M. Denker Boston [45]
Robert F. Gagel, MD Houston [345]
David W. Denning, MBBS United Kingdom [197]
John I. Gallin, MD Bethesda [61]
David T. Dennis, MD, MPH Atlanta [152, 165]
J. Michael Gaziano, MD, MPH Boston [218]
Robert J. Desnick, MD, PhD New York [352]
Thomas A. Gaziano, MD, MSc Boston [218]
Betty Diamond, MD New York [312]
Susan L. Gearhart, MD Baltimore [291, 292, 293, 294]
Jules L. Dienstag, MD Boston [298–300, 304, e26]
Robert H. Gelber, MD San Francisco [159]
William P. Dillon, MD San Francisco [362, e30]
Jeffrey A. Gelfand, MD Boston [19, 204]
A. Victor Hoffbrand, DM London [100]
Dale N. Gerding, MD Maywood [123]
Steven M. Holland, MD Bethesda [61]
Anne Gershon, MD New York [185–187]
King K. Holmes, MD, PhD Seattle [124]
Marc Ghany, MD Bethesda [295]
Jay H. Hoofnagle, MD Bethesda [295]
Raymond J. Gibbons, MD Rochester [222, e20]
Robert J. Hopkin, MD Cincinnati [355]
Bruce C. Gilliland,† MD Seattle [321, 329–331]
Jonathan C. Horton, MD, PhD San Francisco [29]
Roger I. Glass, MD, PhD Bethesda [183]
Howard Hu, MD, MPH, ScD Ann Arbor [e34]
Eli Glatstein, MD Philadelphia [216]
Gary W. Hunninghake, MD Iowa City [249]
Robert M. Glickman, MD New York [44]
Sharon A. Hunt, MD Palo Alto [228]
James F. Glockner, MD Rochester [222]
Charles G. Hurst, MD Maryland [215]
Peter J. Goadsby, MD, PhD, DSc San Francisco [15]
Steven E. Hyman, MD Boston [385]
Ary L. Goldberger, MD Boston [221, e19, e21]
David H. Ingbar, MD Fairview [266]
Samuel Z. Goldhaber, MD Boston [256]
Edward P. Ingenito, MD, PhD Boston [263]
Ralph Gonzales, MD, MSPH San Francisco [31]
Mark A. Israel, MD Lebanon [374]
Douglas S. Goodin, MD San Francisco [375]
Alan C. Jackson, MD, FRCPC Canada [188]
Raj K. Goyal, MD West Roxbury [38, 286]
Richard F. Jacobs, MD, FAAP Little Rock [151]
Gregory A. Grabowski, MD Cincinnati [355]
J. Larry Jameson, MD, PhD Chicago [1, 62, 64, 96, 332,
333, 335, 340, 343, e29]
Norton J. Greenberger, MD Boston [305–307]
David E. Griffith, MD Tyler [161]
Rasim Gucalp, MD Bronx [270]
Chadi A. Hage, MD Indianapolis [192]
Bevra Hannahs Hahn, MD Los Angeles [313]
Janet E. Hall, MD Boston [51, 341]
Jesse B. Hall, MD Chicago [261]
Scott A. Halperin, MD Nova Scotia [142]
Raymond C. Harris, Jr., MD Nashville [272]
Gavin Hart, MD, MPH Australia [154]
Rudy Hartskeerl, PhD Netherlands [164]
William L. Hasler, MD Ann Arbor [39, 284]
Terry J. Hassold, PhD Pullman [63]
Joshua Hauser, MD Chicago [11]
Robert T. Jensen, MD Bethesda [344]
Camilo Jimenez, MD Houston [345]
Eric C. Johannsen, MD Boston [188]
Bruce E. Johnson, MD Boston [96]
James R. Johnson, MD Minneapolis [143]
Stuart Johnson, MD Hines [123]
S. Claiborne Johnston, MD, PhD San Francisco [364]
S. Andrew Josephson, MD San Francisco [26, e33]
Jorge L. Juncos, MD Atlanta [366]
Eric Kandel, MD New York [385]
Marshall M. Kaplan, MD Boston [43, 296]
Adolf W. Karchmer, MD Boston [118]
Dennis L. Kasper, MD, MA (Hon) Boston [1, 113, 115, 121,
135, 140, 157]
Stephen L. Hauser, MD San Francisco [1, 360, 361, 371,
372, 375, 380, e32]
Lloyd H. Kasper, MD Lebanon [207]
Barton F. Haynes, MD Durham [308]
Elaine T. Kaye, MD Boston [18, e5]
Douglas C. Heimburger, MD, MS Birmingham [72]
Kenneth M. Kaye, MD Boston [18, e5]
J. Claude Hemphill III, MD, MAS San Francisco [269]
Jack A. Kessler, MD Chicago [67]
Patrick H. Henry, MD Iowa City [60]
Gerald T. Keusch, MD Boston [116, 149]
Barbara L. Herwaldt, MD, MPH Atlanta [205]
Jay S. Keystone, MD, FRCPC Toronto [117]
Katherine A. High, MD Philadelphia [65, 110]
Sundeep Khosla, MD Rochester [47]
Martin S. Hirsch, MD Boston [175]
Elliott Kieff, MD, PhD Boston [170]
Helen H. Hobbs, MD Dallas [350]
Jim Yong Kim, MD, PhD Boston [2]
Judith S. Hochman, MD New York [226]
Talmadge E. King, Jr., MD San Francisco [255]
Elizabeth L. Hohmann, MD Boston [132]
Louis V. Kirchhoff, MD, MPH Iowa City [206]
Daniel Kastner, MD, PhD Bethesda [323]
xxiii
YAZARLAR
Alfred L. George, MD Nashville [271]
xxiv Joel N. Kline, MD, MSc Iowa City [249]
James H. Maguire, MD, MPH Baltimore [392]
YAZARLAR
Minoru S. H. Ko, MD, PhD Baltimore [66]
Adel A. F. Mahmoud, MD, PhD Princeton [212]
Barbara A. Konkle, MD Philadelphia [59, 109]
Ronald V. Maier, MD Seattle [264]
Peter Kopp, MD Chicago [62]
Mark E. Malliard, MD Omaha [301]
Walter J. Koroshetz, MD Bethesda [377]
Scott Manaker, MD, PhD Philadelphia [247]
Theodore A. Kotchen, MD Wisconsin [241]
Hanna Mandel, MD Israel [e39]
Phyllis E. Kozarsky, MD Atlanta [117]
Lionel A. Mandell, MD Hamilton, Ontario [251]
Barnett S. Kramer, MD, MPH Bethesda [78]
Douglas L. Mann, MD Houston [227]
Stephen M. Krane, MD Boston [346]
JoAnn E. Manson, MD, DrPH Boston [342]
Alexander Kratz, MD, PhD, MPH New York [Appendix]
Eleftheria Maratos-Flier, MD Boston [74]
John P. Kress, MD Chicago [261]
Francis Marchlinski, MD Philadelphia [226]
Patricia A. Kritek, MD, EdM Boston [e24]
Daniel B. Mark, MD, MPH Durham [3]
Henry M. Kronenberg, MD Boston [346]
Thomas Marrie, MD Edmonton, Alberta [167]
Robert F. Kushner, MD Chicago [75]
Gary J. Martin, MD Chicago [4]
Loren Laine, MD Los Angeles [42]
Joseph B. Martin, MD, PhD, MA (Hon) Boston [12, 361]
Anil K. Lalwani, MD New York [30]
Robert J. Mayer, MD Boston [87]
H. Clifford Lane, MD Bethesda [182, 214]
Alexander J. McAdam, MD, PhD Boston [e14]
Carol A. Langford, MD, MHS Cleveland [319, 321, 329–331, e28]
Calvin O. McCall, MD Richmond [53]
Wei C. Lau, MD Ann Arbor [8]
William M. McCormack, MD Brooklyn [168]
Thomas J. Lawley, MD Atlanta [52, 23, 55, e10]
Kevin T. McVary, MD Chicago [49]
Thomas H. Lee, MD Boston [13]
Nancy K. Mello, PhD Boston [389]
Bruce D. Levy, MD Boston [262]
Shlomo Melmed, MD Los Angeles [333]
Julia B. Lewis, MD Nashville [277]
David Meltzer, MD, PhD Chicago [e2]
Peter Libby, MD Boston [217, 235, e22]
Jerry R. Mendell, MD Columbus [382]
Richard W. Light, MD Nashville [257]
Jack H. Mendelson, MD Belmont [389]
Christopher H. Linden, MD Worcester [e35]
M.-Marsel Mesulam, MD Chicago [27]
Robert Lindsay, MD, PhD New York [348]
Susan Miesfeldt, MD Portland [64]
Marc E. Lippman, MD Miami [86]
Edgar L. Milford, MD Boston [276]
Peter E. Lipsky, MD Bethesda [312, 314, 325]
Bruce L. Miller, MD San Francisco [26, 365, 378, e6]
David A. Lipson, MD King of Prussia [34, 345]
Mark Miller, MD Bethesda [116]
Kathleen D. Liu, MD, PhD, MCR San Francisco [273, 275]
Samuel I. Miller, MD Washington, Seattle [146]
Bernard Lo, MD San Francisco [e4]
John D. Minna, MD Dallas [85]
Dan L. Longo, MD Bethesda and Baltimore [1, 58, 60, 68, 77,
80, 81, 105, 106, 181, e11–e13]
Thomas A. Moore, MD Wichita [201, e17]
Nicola Longo, MD, PhD Salt Lake City [358, 359]
Joseph Loscalzo, MD, PhD, MA (Hon) Boston [1, 36, 37, 217,
237, 242, 243]
Pat J. Morin, PhD Bethesda [79]
Robert J. Motzer, MD New York [90, 92]
Haralampos M. Moutsopoulos, MD Greece [317, 320]
Phillip A. Low, MD Rochester [370]
Robert S. Munford, MD Dallas [265]
Daniel H. Lowenstein, MD San Francisco [361, 363]
Nikhil C. Munshi, MD Boston [106]
Elyse E. Lower, MD Cincinnati [322]
John R. Murphy, PhD Boston [131]
Franklin D. Lowy, MD, PhD New York [129]
Timothy F. Murphy, MD Buffalo [139]
Sheila A. Lukehart, PhD Seattle [162, 163]
Joseph A. Murray, MD Rochester [40]
Lucio Luzzatto, MD, PhD Firenze, Italy [101]
Daniel M. Musher, MD Houston [128, 138]
Lawrence C. Madoff, MD Boston [113, 135, 328, e15]
Mark B. Mycyk, MD Chicago [e35]
Robert J. Myerberg, MD Miami [267]
Neil H. Raskin, MD San Francisco [15]
Nitish Naik, MD, DS India [e38]
Mario C. Raviglione, MD Geneva [158]
Eric G. Neilson, MD Nashville [271, 272, 277, e9]
K. Srinath Reddy, MD, DM, MSC India [e38]
Gerald T. Nepom, MD, PhD Seattle [309]
Sharon L. Reed, MD San Diego [202, e16]
Hartmut P. H. Neumann, MD Germany [337]
Richard C. Reichman, MD Rochester [178]
Jonathan Newmark, MD, Colonel, Medical Corps,
US Army Falls Church [215]
Carol M. Reife, MD Philadelphia [41]
Rick A. Nishimura, MD Rochester [222, e20]
Thomas B. Nutman, MD Bethesda [210, 211]
Richard J. O’Brien, MD Switzerland [158]
John J. Reilly, Jr., MD Boston [254, e24]
John T. Repke, MD Hershey [7]
Victor I. Reus, MD San Francisco [386]
Peter A. Rice, MD Worcester [137]
Stuart Rich, MD Chicago [244]
Patrick O’Gara, MD Boston [230, e8]
Gary S. Richardson, MD Detroit [28]
Robert A. O’Rourke, MD San Antonio [220]
Elizabeth Robbins, MD San Francisco [e32]
C. Warren Olanow, MD New York [367]
Gary L. Robertson, MD Chicago [334]
Andrew B. Onderdonk, PhD Boston [e14]
Daniel M. Roden, MD Nashville [5]
Chung Owyang, MD Ann Arbor [284, 290]
James A. Romano, Jr., PhD, DABT Frederick [215]
Umesh D. Parashar, MBBS, MPH Atlanta [183]
Karen L. Roos, MD Indianapolis [376]
Jeffrey Parsonnet, MD Lebanon [120]
Allan H. Ropper, MD Boston [268, 372, 373]
Parul S. Patel, MD San Francisco [278]
Ilene M. Rosen, MD, MSc Philadelphia [246]
Shreyaskumar R. Patel, MD Houston [94]
Roger N. Rosenberg, MD Dallas [368]
Gustav Paumgartner, MD Germany [305]
F. R. Rosendaal, MD Netherlands [111]
David A. Pegues, MD Los Angeles [146]
Myrna R. Rosenfeld, MD, PhD Philadelphia [97]
Florencia Pereyra, MD Boston [e15]
Jean-Claude Roujeau, MD France [56]
Michael C. Perry, MD, MS Columbia [e13]
Ambuj Roy, MD, DM India [e38]
Michael A. Pesce, PhD New York [Appendix]
Michael A. Rubin, MD, PhD Salt Lake City [31]
Clarence J. Peters, MD Galveston [189, 190]
Robert M. Russell, MD Boston [71]
Eliot A. Phillipson, MD Toronto [258]
Thomas A. Russo, MD, CM Buffalo [143, 156]
Gerald B. Pier, PhD Boston [114]
Miguel Sabria, MD, PhD Spain [141]
Ronald E. Polk, PharmD Richmond [127]
Stephen M. Sagar, MD Cleveland [374]
Richard J. Pollack, MD Boston [392]
David J. Salant, MD Boston [278]
Reuven Porat, MD Tel Aviv [17]
Martin A. Samuels, MD, DSc (Hon) Boston [e33]
Daniel A. Portnoy, PhD Berkeley [132]
Merle A. Sande,† MD Seattle [31]
John T. Potts, Jr., MD Charlestown [347]
Philippe Sansonetti France [147]
Lawrie W. Powell, MD, PhD Australia [351]
Edward A. Sausville, MD, PhD Baltimore [81]
Alvin C. Powers, MD Nashville [338]
Mohamed H. Sayegh, MD Boston [276]
Daniel S. Pratt, MD Boston [43, 296]
David T. Scadden, MD Boston [68]
Darwin J. Prockop, MD, PhD New Orleans [357]
Howard I. Scher, MD New York [90, 91]
Stanley B. Prusiner, MD San Francisco [378]
Joan H. Schiller, MD Dallas [85]
Daniel J. Rader, MD Philadelphia [350]
Harry W. Schroeder, Jr., MD, PhD Birmingham [310, e27]
Roshini Rajapaksa, MD, BA New York [44]
Marc A. Schuckit, MD San Diego [387, 388]
Sanjay Ram, MD Worcester [137]
H. Ralph Schumacher, MD Philadelphia [327]
Jose A. F. Ramires Brazil [e37]
Gordon E. Schutze, MD Little Rock [151]
Reuben Ramphal, MD Gainesville [145]
Stuart Schwartz, PhD Chicago [63]
YAZARLAR
Robert L. Norris, MD Stanford [391]
xxv
xxvi Richard M. Schwartzstein, MD Boston [33]
Kenneth L. Tyler, MD Denver [376]
YAZARLAR
Julian L. Seifter, MD Boston [283]
Joseph P. Vacanti, MD Boston [69]
David C. Seldin, MD, PhD Boston [324]
Edouard Vannier, PhD Boston [204]
Andrew P. Selwyn, MA, MD Boston [237]
Gauri R. Varadhachary, MD Houston [95]
Steven D. Shapiro, MD Pittsburgh [254, 262]
John Varga, MD Chicago [316]
William Silen, MD Boston [14, 293, 294]
Bert Vogelstein, MD Baltimore [79]
Rebecca A. Silliman, MD, PhD Boston [9]
Everett E. Vokes, MD Chicago [84]
Edwin K. Silverman, MD, PhD Boston [254]
Tamara J. Vokes, MD Chicago [349]
Gary G. Singer, MD St. Louis [46]
C. Fordham von Reyn, MD Lebanon [160]
Martha Skinner, MD Boston [324]
Matthew K. Waldor, MD, PhD Boston [149]
Karl Skorecki, MD Israel [274, e39]
David H. Walker, MD Galveston [167]
Wade S. Smith, MD, PhD San Francisco [269, 364]
Richard J. Wallace, Jr., MD Tyler [161]
A. George Smulian, MB, BCh Cincinnati [200]
B. Timothy Walsh, MD New York [76]
Arthur J. Sober, MD Boston [83]
Peter D. Walzer, MD, MSc Cincinnati [200]
Kelly A. Soderberg, PhD, MPH Durham [308]
Fred Wang, MD Boston [170, 176]
Michael F. Sorrell, MD Omaha [301]
Carl V. Washington, Jr., MD Atlanta [83]
David H. Spach, MD Seattle [153]
Anthony P. Weetman, MD, DSc United Kingdom [335]
Peter Speelman, MD, PhD Netherlands [164]
Steven E. Weinberger, MD Philadelphia [34, 245–247, 252]
Frank E. Speizer, MD Boston [250]
Robert A. Weinstein, MD Chicago [125]
Jerry L. Spivak, MD Baltimore [103]
Jeffrey I. Weitz, MD Canada [112]
Andrei C. Sposito Brazil [e37]
Peter F. Weller, MD Boston [208– 211, 213]
Walter E. Stamm, MD Seattle [169, 282]
Michael R. Wessels, MD Boston [130]
Allen C. Steere, MD Boston [166]
Lee M. Wetzler, MD Boston [136]
Robert S. Stern, MD Boston [56]
Meir Wetzler, MD Buffalo [104]
Dennis L. Stevens, MD, PhD Seattle [119]
L. Joseph Wheat, MD Indianapolis [192]
Stephen E. Straus,† MD Bethesda [10, 384]
A. Clinton White, Jr., MD Galveston [213]
Lewis Sudarsky, MD Boston [24]
Nicholas J. White, DSc Thailand [203, e18]
Alan M. Sugar, MD Hyannis [198]
Richard J. Whitley, MD Birmingham [173]
Donna C. Sullivan, PhD Jackson [194, 199]
Gordon H. Williams, MD Boston [336]
Paolo M. Suter, MD, MS Switzerland [71]
John W. Winkleman, MD, PhD Boston [28]
Morton N. Swartz, MD Boston [377]
Bruce U. Wintroub, MD San Francisco [56]
A. Jamil Tajik, MD Scottsdale [222, e20]
Allan W. Wolkoff, MD Bronx [297]
Joel D. Taurog, MD Dallas [318]
Louis Michel Wong-Kee-Song, MD Rochester [285, e25]
Stephen F. Templeton, MD Atlanta [e10]
Robert L. Wortmann, MD Lebanon [353]
Gregory Tino, MD Philadelphia [252]
Richard Wunderink, MD Chicago [251]
Zelig A. Tochner, MD Philadelphia [216]
Joshua Wynne, MD, MBA, MPH Grand Forks [231]
Gordon F. Tomaselli, MD Baltimore [224, 225]
Kim B. Yancey, MD Dallas [52, 55]
Mark Topazian, MD Rochester [285, e25]
Janet A. Yellowitz, DMD, MPH Baltimore [e7]
Phillip P. Toskes, MD Gainesville [306, 307]
Neal S. Young, MD Bethesda [102]
Jeffrey M. Trent, PhD Phoenix [79]
Robert C. Young, MD Philadelphia [93]
Elbert P. Trulock, MD St. Louis [260]
Alan S. L. Yu, MB, BChir Los Angeles [279]
Hensin Tsao, MD Boston [83]
Victor L. Yu, MD Pittsburgh [141]
ÖNSÖZ
Onyedinci bölüm yeni bir editör katılımı ile zenginleşmiştir. Joseph Loscalzo MD, PhD, en kıdemli editörümüz Eugene
Braunwald MD ile birlikte Kardiyovasküler Sistem Hastalıkları, Solunum Yolları Hastalıkları ve Böbrek ve Üriner Sistem
Hastalıkları bölümleri için katkıda bulunmak ve/veya kitaba
editörlük yapmak üzere katıldı. Dr. Loscalzo’nun katılımı 12.
baskıda saygın bir editör olarak emek veren Dr. Braunwald’ın
Harrison’dan yaklaşan emekliliğine hazırlıkta sorunsuz bir editoryal geçişi sağlamış oldu.
Kısım 1, “Klinik Tıbba Giriş,” tıp alanında küresel konuları
ve tüm dünyada hastalık insidansındaki ve örneklerindeki çeşitliliği kavramada çatıyı oluşturan yeni bir bölümü içermektedir.
Spesifik hastalıklar ile ilişkili küresel konuların yer aldığı özel
bölümlerde tartışma için ortam hazırlar. Bu durum bu baskı
için yeni bir özelliktir. En son bölüm Amerika Birleşik Devletleri ve küresel olarak sağlık hizmetlerinde ırksal ve etnik eşitsizlik
kanıtına yer vermekte ve bunu minimize etmek için çeşitli yaklaşımları ileri sürmektedir.
Kısım 2, “Hastalıkların Başlıca Belirtileri ve Bulguları,” klinik tıbba kapsamlı bir giriş oluşturduğu kadar belirtileri olan
hastaların tedavileri için pratik bir rehber özelliği de taşır. Herbir bölüm sık rastlanan klinik bulgulara göre hasta bakımı sağlarken dikkate alınması zorunlu olan patofizyoloji ve ayırıcı tanı
kavramlarını inceleyen hastalıkların belirli bir grubuna odaklanır. Belli başlı semptomlar gözden geçirilmiş, spesifik hastalık
dönemleri ile ilişkilendirilmiş ve bu semptomları olan hastalara
klinik yaklaşımlar özetlenmiştir. Bu bölümde onbir yeni bölüm
mevcuttur. Onaltıncı baskıda yer alan her bir bölüm güncellenmiştir ve iki bölümün yeni yazarları olmuştur. Hiperkalsemi ve
Hipokalsemi konusunda yeni bölüm, bunun nedenleri, klinik
belirtileri ve sağaltımı konularında Bölüm 15’deki “Endokrinoloji ve Metabolizma” alanına çok daha geniş kapsamlı bir tartışmayı tamamlamak üzere kısa bir genel bakış sağlamaktadır.
Yeni bölümlerde menstrüel hastalıklar ve pelvik ağrı, başağrısı
patogenezi ve tedavisi, denge bozukluğuna klinik yaklaşım ve
konfüzyon ve deliryum nedenleri gibi sık klinik yakınmalar tartışılmıştır.
Kısım 3, “Genetik ve Hastalık,” içine insan genom projesinin önemli etkisini ve klinik tıp alanındaki etkilerini yansıtacak
biçimde geniş kapsamda güncellendi. Bu baskıda yer alan materyal tamamen klinik uygulamaya yönelik olup genetik bilgiler giderek daha çok kullanılmaya başlamıştır. Klinik tıpta gen
transferi konusundaki yeni bölüm bu yeni ancak henüz deneysel aşamadaki tedavi alanının prensipleri ve stratejileri arasında
yer almaktadır.
Kısım 4, “Yenilenme Tıbbı,” bu baskı için başlamış yeni bir
bölümdür. Kök Hücre Biyolojisi, Klinik Tıp Alanında Kök Hücre Biyolojisi Uygulamaları, Hematopoietik Kök Hücreler ve
Doku Mühendisliği bölümleri yer almaktadır. Bu bölümler yeni
ortaya çıkan alanlarda bilimin durumunu özetlemekte ve kök
hücre biyolojisinin rejeneratif tıptaki klinik uygulamalarının
gelecekteki yönlerinin ana hatlarını belirlemektedir.
Kısım 5, “Nutrisyon,” kronik açlık ya da akut hastalıklarda
beslenme yetersizliği durumundan ya da endüstrileşmiş toplumlarda aşırı beslenme sonuçlarından bağımsız klinik tıp için
önemli olan konuları kapsamaktadır. Beslenme konusunda
ÖNSÖZ
Harrison’ın İç Hastalıkları İlkeleri ilk baskısı 60 yıl önce yayınlandı. On yıllar içerisinde iç hastalıkları alanı büyük ölçüde gelişti ve tıp alanında görülen olağanüstü ilerleme tanı, korunma
ve tedavi alanındaki gelişmelere de yansıdı. Bu kitap tıp sanatının değerini ve ideal hasta bakımı için temel prensipleri sağlamaya devam ederken aynı zamanda bu ilerlemelere ayak uydurmak için gelişimini sürdürdü. Bu son baskıyı şekillendirirken ve
gözden geçirirken Editörler kendilerini bu kitapta öğrenciler ve
klinisyenler için modern tıbbın gereksinimlerine yanıt oluşturabilecek paha biçilmez bir kaynak oluşturmaya adamışlardır.
Fiziksel görünüm açısından kitabın en çarpıcı unsurlarından
birisini yeni ve güncelleştirilmiş şekiller oluşturmaktadır. Sadece
bir basımda %60’lık bir artış söz konusudur. Pekçok görüntü grafik sanatçıları ile yazarların ve editörlerin birlikte yakın çalışmaları sonucu kompleks görünüm, yol ve algoritmadan daha açık ve
ilgi çekici bir biçime dönüştürüldü. Onyedinci baskıda ek olarak
genel tıp uygulamasında radyolojik tanının yaygın kullanımında yer alan pekçok düz film, CT, MR ve ultrason görüntüleri de
yer almaktadır. Patolojik ve klinik fotoğrafların özellikle yaygın
kullanımı Harrison’un çok daha sağlam örneklerle tanımlanmış
baskısında bizim kararlaştırılmış yaklaşımımızı tamamlamıştır.
Harrison’un onyedinci baskısı içeriği daha etkileyici kılabilmek ve daha kolay okunabilmesini sağlamak için onaltıncı
baskının mükemmel görüntüsünü daha kusursuz hale getirmek
üzere tam renkli bir formattadır. Renkli illüstrasyonların ayrı
bir atlas yerine bölümler içerisinde yerleştirilmesi onaltıncı baskı okuyucularınca daha çok kabul gördü ve bu baskıda da buna
devam edildi. Bu baskının tasarımında okuyucunun metinsel ve
görsel materyaller aracılığı ile takibini hızlandırmak için pekçok değişiklikler yapılmıştır. Örneğin tabloların okunmasını
kolaylaştırmak için gölgelendirilmiştir, tablodaki sitasyonlar ve
illüstrasyonlar şimdilerde daha anında farkedilebilir ve renklidir ve her bir bölümde bizim Tedavi kısımlarımız daha hızlı
erişime imkan sağlamak üzere yeniden biçimlendirilmiştir. Yeni
evrensel simgeler dünyada tıp uygulamalarındaki epidemiyolojik ve klinik farklılıkların çözümüne büyük dikkat çekmektedir.
Gelişen bilgi teknolojisi bize Harrison adı altında yer alan içeriğin doğasını, formatını ve ortamını genişletmemize ve derinleştirmemize olanak sağlamaktadır. Ekonominin ve ticaretin küreselleşmesi tüm dünyada hem gelişmiş hem de gelişmekte olan
uluslar üzerine çok büyük etki yarattı. Bu durum tıbbın küreselleşmesi gerçeğini de ortaya koydu. Bu bağlamda bu kitap tüm
dünyada öğrenciler ve hekimler tarafından yaygın kullanıldığından ve Amerika Birleşik Devletleri’nde küresel sağlık ile ilişkili
konularla daha sık karşılaşıldığından bu baskıda ayrı bir bölüm
halinde Dr. Kim ve Dr. Farmer tarafından kapsamlı biçimde yeni
bir bölüm olarak ele alınan “Tıpta Küresel Sorunlar” küresel sağlığın yerini almıştır. Gerektiğinde farklı coğrafi bölgelerde yüksek
tıbbi kaliteyi sağlamak için dikkate alınması gerekli prevalans,
yaklaşım ve hastalık tedavisinde bölgesel farklılıkları vurguladık.
Bunlar yalnızca değişikliklerin vurgulanması olup, Editörler yeni
Harrison’un yalnızca iç hastalıklarında temel bilgi için uzman
kaynağına ihtiyaç duyan öğrenci için değil fakat aynı zamanda
açık, öz ve günlük klinik kararlarda temel alınacak iyi süzgeçten
geçirilmiş bilgilere ihtiyaç duyan baskı altındaki hekimler için de
yararlı bir araç olmasını ümit etmektedirler.
xxvii
ÖNSÖZ
xxviii global ekspertizler ile birlikte yeni yazarlar protein enerji malnütrisyonu ve enteral ve parenteral beslenme tedavisi bölümlerini hazırladılar. Obezite Tedavisi konusunda yeni bölüm ve
Obezitenin Biyolojisi konusunda tamamlayıcı bir bölüm vücut
ağırlığını ve bileşimini düzenleyen yollar konusunda yeni bilgilere ve küresel obezite epidemisi ve komplikasyonlarının yaratacağı tehditleri önlemede etkin yolları sağlamak için acil gereksinimlere yer vermektedir.
Harrison’un içeriğinde organ sistemlerinin hastalıkları
yer almaya devam etmekte olup bu 6 – 17 arasındaki Kısımlarda bulunmaktadır. Bu bölümler enfeksiyon hastalıkları gibi
belli başlı organ sistemlerini içeren hastalıkların patofizyolojisi
yanı sıra klinik bulguları, tanı yöntemleri, tedavi stratejileri ve
rehberleri kapsamaktadır.
Kısım 6, “Onkoloji ve Hematoloji,” yeni yazarlarca ele alınan
11 bölümü içerir. Bunlar Hemostazis Hastalıkları bölümünde
tamamen revize edilmiştir. Onkolojik ve hematolojik hastalıklarda kullanmak üzere çok sayıda yeni tedaviler eklendiğinden
bu yeni ilaçların etki mekanizmaları, farmakoloji, klinik kullanımları ve toksisitelerine de yer verilmiştir. Böbrek hücre kanseri, kolorektal kanser ve meme kanseri tedavisindeki gelişmeler
vurgulanmıştır. Revize edilmiş bölümler; kanser gelişimi üzerine genetik faktörlerin etkisi ve hastalık prognozunu saptamada
gen ekspresyon verilerinin kullanımı’ndan oluşmaktadır.
Kısım 7, “Enfeksiyon Hastalıkları,” hastalık epidemiyolojisi,
patogenezi ve genetiği konularında enson bilgileri gözden geçirirken aynı zamanda süre baskısı ve maliyet kısıtlamaları altında
doğru tanı ve enfeksiyonların tedavisini yürütmek durumunda
olan klinisyenlerin gereksinimlerine odaklanmaktadır. Bol örneklemeler klinisyene yardımcı olmak üzere kolay anlaşılabilir
bir biçimde temel bilgileri sunmaktadır. Herbir bölümün uzman yazarları ilaç(lar) seçeneği, dozları, süreleri ve alternatifleri
gibi tedavi rejimleri konusunda spesifik katkılar sunmuşlardır.
Antimikrobiyal direncin güncel durumu tedavi seçenekleri
üzerindeki etkileri ışığında kapsamlı biçimde tartışılmıştır. Bu
baskının uluslararası önemi göz önüne alındığında, enfeksiyon
hastalıklar bölümü dünyanın farklı bölgelerinde hastalık prevalansı, dağılımları, özellikleri ve yönetimi konusunda genişletilmiş bilgiler içerir.
Onyedi bölüm pnömoni, şigelloz ve kuduz gibi önemli hastalıkların ve Pseudomonas, Bartonella, Listeria, corynebacteria
ve parvovirus gibi enfeksiyonların tedavilerindeki yeni gelişmeleri kapsayacak şekilde yeni yazarlarca tamamen yenilenmiştir. Mantar enfeksiyonlar bölümü tamamen yeni olup spesifik
mikozlar konusunda günümüz otoriterelerinin uzmanlık alanı
içerisindedir. Sağlık hizmetleri ile ilişkili enfeksiyonlar genelde
hasta bakımı, özelde antimikrobiyal direnç açısından büyük bir
öneme sahip bir alanda tamamen Robert Weinstein tarafından
ele alınan oldukça kullanışlı bir bölümdür.
Önemi giderek artan bir diğer bölüm Escherichia coli dahil
gram negatif enterik basillere bağlı enfeksiyonlar Thomas Russo
ve James Johnson tarafından yeniden çalışılmış ve güncellenmiş
bir bölüm içinde ele alınmıştır. Richard Reichman tarafından
insan papillomavirüsleri konusunda mükemmel biçimde ele alınan bölümde yenilerde kullanım izni alınan ve yaygın biçimde
reklamı yapılan HPV aşısı konusunda en son bilgilere ve önerilere yer verilmiştir. Son olarak Anthony S. Fauci ve H. Clifford
Lane’ın HİV enfeksiyonu ve AİDS bölümü birkez daha tedavi
stratejilerine vurgu yapacak biçimde tamamen revize edilmiş-
tir. Bu bölüm alanında tamamen klasik olarak kabul edilir; HİV
hastalığının patogenezine kapsamlı ve analitik yaklaşım ile birlikte klinik olarak uygulamaya dönük yaklaşım tıp okullarında
HİV/AİDS konusunda tek ve eksiksiz bir referans olarak kullanılmasına olanak sağlamaktadır. Bu baskıda yeni olan babeziyoz
bölümüdür. Bağışık yetmezlikli ve yaşlı hastalarda ciddi hastalığa neden olabilen önemli bir enfeksiyondur. Çeşitli şekillerde
terörist saldırılar dünya çapında korkutucu bir gerçeklik haline
gelmiştir. Bunlar arasında önemlileri mikroplar veya toksinler, kimyasallar ve radyasyon ile gelişen biyoterör saldırılarıdır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde 11 Eylül 2001’de antrax saldırısından, New York’daki Dünya Ticaret Merkezine ve Washington
DC’de Pentagon’a uçakla saldırıdan hemen sonra bunlar endişe
verici düzeye ulaşmıştır. Onaltıncı baskıda editörler Biyoterörizm ve Klinik Tıp konusunda yeni bir kısım oluşturdular. Bu
baskıda Kısım 8, Amerika Birleşik Devletlerinin biyoterör ataklarına karşı hazırlık planının parçası olarak geliştirilen en son
karşı savunma önlemlerinin tanımlamaları ile güncellenmiştir.
Harrison’s Anthony S. Fauci tarafından editörlüğü yapılan bu
bölümler kısaca yazılmış olup okunabilir kartları, tabloları ve algoritmaları içerir. Amacı söz konusu hastalıkların patogenezini,
tanısını, tedavisini ve prognozunu anlaşılabilir hale getirmektir.
Kısım 9, “Kardiyovasküler Sistem Bozuklukları,” Harrison
editörlerine yeni katılan ve alanlarında önde gelen uzmanlarından Eugene Braunwald ve Joseph Loscalzo tarafından hazırlanmıştır. Kardiyovasküler hastalıkların epidemiyolojisi, kardiyovasküler system temel biyolojisi (Braunwald, Libby ve Loscalzo
tarafından yazılmıştır) ve elektrofizyolojinin temelleri konularında yeni bölümler eklenmiştir. Hızla artan obezite ve insülin toleransının bir yansıması olarak, metabolik sendrom konusunda
eklenen yeni bölüm bu hastalığın klinik özelliklerini ve komplikasyonlarını özetlemektedir. Son olarak her bölüm spesifik kardiyovasküler hastalıklar ile ilgili en son bilgileri yansıtacak şekilde
revize edilmiştir ve bu bölümlerin sekizi de yeni editörler tarafından yazılmıştır.
Kısım 10, “Solunum Sistemi Hastalıkları,” Astım (Peter Barnes tarafından yazılmış) konusunda mükemmel bir bölüm ile
pnömoni (Lionel Mandell tarafından yazılmış) konusunda kusursuz bir bölümü de içeren yeni editörler tarafından yazılmış üç
bölüm bulunmaktadır. Sağlık hizmetlerinin veriminde artış ve
maliyet kontrolüne yönelik baskılar ile birlikte yoğun bakım üniteleri hastane yataklarının daha fazlasını oluşturmaya başlamıştır.
Kısım 11, “Yoğun Bakım Tıbbı,” Harrison onaltıncı baskısında ilk defa farklı bir bölüm olarak yer aldı. Önemi giderek artan
bu tıp alanında en uygun bakımı sağlamak amacıyla konulmuştur. Dört ana bölüm içermektedir. Bunlar: solunum yoğun bakımı, şok ve kardiyak arrest, nörolojik yoğun bakım ve yeni bir
bölüm olan onkolojik acillerdir.
Kısım 12, “Böbrek ve İdrar Yolları Bozuklukları,” yeni editör
Joseph Loscalzo tarafından rehberler eşliğinde kapsamlı olarak
revize ve yeniden organize edilmiştir.
Kısım 13, “Gastrointestinal Sistem Hastalıkları,” endoskopik
bulguları ve görüntüleri içeren iki yeni atlas içermektedir. Yeni
bölümler olarak mezenter vasküler yetmezlik ve kolon ve anorektumun sık görülen hastalıkları eklenmiştir. Yeni yazarlar diğer iki bölümü yazmışlardır. Siroz ve Komplikasyonları bölümü
aynı zamanda Karaciğeri Etkileyen İnfiltratif ve Metabolik Hastalıklar bölümünün de yeni yazarı olan yeni yazar Bruce Bacon
tarafından yeniden yazılmıştır.
Kısım 17, “Zehirlenme, İlaç Aşırıdozu ve Zehirlenmeleri,” iç xxix
hastalıklarının en önemli konularına odaklanmaktadır.
Kısım 18 Dr. Peter Barnes KOAH’da pulmoner biyomarkerlerin giderek artan kullanımından söz etmiştir. Bu durum hem
klinisyen hem de araştırıcı için yararlı olacaktır. Chagas hastalığı Orta ve Güney Amerika’da önemli morbidite nedeni olmaya
devam etmektedir ve enfeksiyon ile kardiyovasküler komplikasyonlar arasındaki uzun süre tanısının etyolojik yönünü zorlaştırabilir. İnsan sağlığı ve hastalıklarında mitokondriyal rolün
etkisi son yıllarda belirgin ilerleme kaydetmiştir.
Lisans ve yeniden lisans yanı sıra sertifikasyon ve yeniden
sertifikasyon için sürekli eğitimin gerekliliği göz önünde bulundurulduğunda Harrison’un Kendini Sınama ve Yeterlik
Gözden Geçirme bu baskıda yayınlanacaktır. Bu cilt yine Johns
Hopkins’den Dr. Charles Wiener’in hünerli ellerinde gerçekleşmektedir. Harrison’un on yedinci baskısında cevapları ve cevapların açıklamaları ile birlikte yüzlerce soru yer almaktadır.
Harrison on yedinci baskısı yüzlerce soru ve bunların yanıtları
ve yanıtların açıklamalarını içermektedir.
Kendi alanlarında uzman olarak bizlere yapıcı eleştiri ve
yararlı öneriler sunan pekçok dostumuza ve meslektaşımıza
takdirlerimizi ifade etmek istiyoruz. Aşağıda isimleri yer alan
kişişlere özellikle katkılarından dolayı teşekkür etmek istiyoruz:
Arv Vanagunas, Laura Kulik, Pat Lynch, Sundeep Khosla, Michael Bray, Mark D. Carlson, Daniel H. Lowenstein, Lawrence C.
Madoff, Chung Owyang, Alice Pau, Mary Wright, ve Gregory
K. Folkers.
Enfeksiyon hastalıkları belirtilerinin pekçok yüksek kalitede
illustrasyonlarını bir araya getiren Kenneth ve Elaine Kaye ve
Lindsey Baden’e özel teşekkür ediyoruz. Harrison’un geçmiş altı
baskısına editoryal uzmanlığını katan Eileen J. Scott’a ve bu baskı
için metin tasarımlayıcısı Alan Barnett’e de şükranlarımızı sunuyoruz. Bu kitap editoryal ofiste editörlerin kendini bu işe adamış
yardıcıları olmaksızın yayına hazırlanamazdı. Özellikle Patricia
L. Duffey, Gregory K. Folkers, Sarah Matero, Julie B. McCoy, Elizabeth Robbins, Kathryn Saxon, Marie Scurti, Stephanie Tribuna,
Karl Cremieux, ve Kristina Shontz’a minnetkarız.
Son olarak McGraw-Hill organizyonuna büyük minnetkarlığımız sürmeye devam etmektedir: kitap bittikten sonra emekli
olacak Editör Mariapaz Ramos Englis, Kıdemli Yönetici, ve çok
iyi dört bölüm için Editörleri; Phil Galea ve Catherine Saggese, sırasıyla Üretim Müdürü ve Yöneticisi; Jenna Esposito, bu
bölüm için Editoryal Yardımcısı; James Halston, Dijital Düzenleme Yöneticisi; James F. Shanahan, Genel Yayın Yönetmeni ve
Editörler için 10 yıldır son derece etkili bir ortak olarak hizmet
verdikten sonra yenilerde McGraw-Hill’den ayrılan Martin J.
Wonsiewicz, Yayımcı. Bunlar Editörlere sürekli destek ve akılcıl öneriler sunan etkili bir çalışma ekibini oluşturmaktadır.
Harrison’un bu baskısı ortaya çıkan pek çok değişikliğe rehberlik etmeye ve bu cildin zamanında amacına ulaşmasını sağlamaya aracı olmuştur.
ÖNSÖZ
Kısım 14, “İmmun Sistem, Bağ Dokusu ve Eklemlerin Hastalıkları,” bütünüyle gözden geçirilmiştir. İmmün Sisteme Giriş
bölümü tamamen güncellenmiştir. Alanında bir klasik haline
gelmiş olup mezuniyet sonrası ve mezuniyet öncesi immünoloji
kitabı olarak sıkça kullanılmaktadır. Bu bölüm temel immünoloji prensiplerinin derinlemesine tanım ve analizi ile bu prensiplerin klinik hastalık koşulunda kolay uygulamasını biraraya
getirmektedir. Doğuştan ile sonradan edinilmiş bağışıklık ilişkisinin tanımlanması insan bağışıklık sisteminin derinliklerini anlamada bir model olarak durmaktadır. Sistemik Sklerozis
(skleroderma) ve İlişkili Hastalıklar yeni bir yazar tarafından
yeniden yazılmıştır. Sarkoidoz, Amiloidoz, Osteoartrit ve Gut
ve Diğer Kristal Artropatileri yeni yazarlar tarafından yeniden
yazılmıştır. Son derece yetenekli, akademik ve klinik romatolojist (Carol Langford) yazar olarak ekibe katıldı ve Vaskülit
Sendromları, Tekrarlayan Polikondritis, Fibromiyalji, Sistemik
Hastalık ile ilişkili Artrit ve Diğer Artrit bölümlerinde yardımcı
yazarlık yaptı.
Kısım 15, “Endokrinoloji ve Metabolizma,” katekolamin sekrete eden tümörlerin genetik nedenleri konusunda son çalışmaları ve feokromasitomanın tanı ve tedavisi konusunda güncellenmiş çalışmaları içeren “feokromasitoma bölümü” dahil bazı
yeni yazarların bölümlerini içermektedir. Menstrüel siklüsün geleneksel hipotalamik- pitüiter regülasyonunun folikül gelişimini
regüle eden multipl ovarian büyüme faktörleri ile entegre eden,
“over” hakkındaki bölümün yeni bir yazarı vardır. Bu yolakların
tanımlanması prematür ovarian yetmezlik ve infertilite konularının anlaşılmasını sağlamıştır. Diyabet, lipoprotein hastalıkları ve
menopoz gibi pek çok endokrin hastalığın klinik tedavisinde hızlı
değişiklikler olmuştur.
Kısım 16, “Nörolojik Hastalıklar,” nörolojik ve psikiyatrik
hastalıkların anlaşılması, tanısı, tedavisi ve önlenmesine ilişkin
gerçekleşen pekçok yeniliği vurgulamak için yeniden yazılmıştır. Dikkati çekenler hastanede yatan hastalardaki esansiyel tremor ve hareket bozuklukları, periferal nöropati ve nörolojik sorunlar konularındaki yeni bölümlerdir. Çok sayıda betimleyici
nörolojik görüntü bulgularına bölümün her yerinde rastlamak
mümkündür ve nörolojik görüntü bulgularına ilişkin yeni bir
atlas eklenmiştir. Demansiya, Parkinson hastalığı ve bununla
ilişkili nörodejeneratif hastalıklara ilişkin bilgi genetik, modüler görüntüleme, hücre biyolojisi ve klinik araştırmadan edinilen yeni verilerden sağlanmıştır. Tanı ve en son tedavilerin uygun kullanımına ilişkin pratik rehber niteliğinde en son bilgiler
burada yer almıştır. Yeni tedaviler stroklu ve multipl sklerozlu
hastaların tedavisinde devrim niteliğinde olup kanıta dayalı olarak yalnızca uzmanlar tarafından değil fakat aynı zamanda tüm
klinisyenlerce kullanılabileceği de tartışılmıştır. Stephen Hyman
ve Eric Kandel’in yazarlığını yaptıkları diğer yeni bir bölümde
sık görülen psikiyatrik bozuklukların patogenezi konusundaki
ilerlemeyi ele almışlar ve daha etkili tedavilerin gelişimindeki
zorlukları tartışmışlardır.
Editörler
ÇEVİRİ EDİTÖRÜ ÖNSÖZÜ
Günümüz tıbbında, tıbbi teknolojinin giderek gelişimi, daha
kolay ulaşılabilen tıbbi bilgiler önemli gelişmelere yol açmıştır.
İnsan yaşamının uzaması, toplumlarda geriatrik nüfusun
artması, kronik hastalıkların ve aynı hastada multi sistem sorunların artması sonucunu doğurmuştur.
Tıp Eğitiminde, özellikle Mezuniyet Sonrası eğitimde, organ
ve sistemlere yönelik uzmanlık eğitimi eğilimi giderek yaygınlaşmaktadır. Akademik anlamda daha dar alanda derinlemesine eğitim ve araştırma sonderece uygun iken, Toplum Sağlığı
Yönünde; “Her organa bir Doktor” Sonucunu doğurmakta, ve
xxxi
hastanın multi sistem sorununa yaklaşımda, bütüncül değerlendirme ilkesinden uzaklaşma sorununu doğurmaktadır.
Bu yaklaşımın, Sağlık ekonomisi, etik ve hukuksal yönlerden olumsuz sonuçlara yol açacağı ortadadır.
Harrison Principles of Internal Medicine temel sağlık sorunlarına yaklaşımda ana kaynak kitaplarından biridir.
Yoğun ve uzun bir süreç sonunda Türkçeye çevirisi tamamlanmıştır. Yararlı olması dileğiyle, emeği geçen tüm meslektaşlarıma, Nobel Tıp Kitabevleri çalışanlarına teşekkürü borç bilirim. Saygılarımla.
Prof. Dr. Kadir Biberoğlu
KISIM 1: Klinik Tıbba Giriş
Çeviren: Mehmet Tunca
Bir insanın üstüne hekim olmaktan daha büyük bir fırsat, sorumluluk veya yükümlülük düşemez. Istıraba çare ararken
(hekime) teknik beceri, bilimsel bilgi, insani anlayış gerekir. Hekimden duyarlılık, duygudaşlık ve anlayış beklenir çünkü hasta,
semptomlar, belirtiler, bozulmuş işlevler, harabolmuş organlar
ve dengesini yitirmiş duyguların basit bir bileşkesinden ibaret
değildir. (Hasta) endişeli ve ümitli, derman, yardım ve destek
arayan bir insandır.
-Harrison’s Principles of Internal Medicine, 1950
Bu kitabı 1950’deki ilk basımından bu yana tıp uygulamasında ciddi değişiklikler oldu. Moleküler biyolojideki gelişmelerin biyolojik
bilimlerdeki muazzam etkileri (insan genomunun çözümlenmesi)
yeni sofistike görüntüleme teknikleri ile biyoinformatik ve bilgi
teknolojisindeki gelişmeler bilimsel bilgilerde patlamaya yol açtı ve
böylece bizim hastalıkları tanımlama, tedavi ve önleme tarzımızı
temelden değiştirdi. Bilimsel bilgilerdeki bu patlama hiç de durağan değildir ve zamanla ivmesi artmaktadır.
Elektronik tıbbi kayıtların ve İnternetin yaygın olarak kullanılması tıbbın uygulanmasını ve bilgi alışverişini değiştirdi. Günümüzün hekimi çığ gibi büyüyen bilimsel bilgi akışını günlük uygulamalarla birleştirmeye çalışırken temel hedefinin hastayı tedavi
etmek olduğunu sürekli hatırlamalıdır. Önemle belirtmek gerekir
ki, bu kitabın ilk yayınından günümüze kadar 50 yıl geçmesine rağmen hala başarılı bir tedavide iyi bir hasta-hekim ilişkisinin varlığı
meselenin özüdür.
Bilim ve Sanat Olarak Tıp Bilime dayanan teknoloji ve dedüktif
akıl yürütme pek çok klinik sorunun çözümündeki temeldir. Biyokimya, hücre biyolojisi ve genomikteki müthiş gelişmelerle birlikte
yeni görüntüleme teknikleri hücrenin en iç kısımlarına ulaşılmasını ve vücudun en uzak köşelerine bir pencere açılmasını sağlamıştır. Genlerin ve tek tek hücrelerin doğasının anlaşılması sistemlerin
fizyolojisinin formüle edilmesini sağlayacak moleküler temellere
kapı açmıştır. Nasıl oluyor da değişik ve çeşitli genlerdeki esrarengiz değişiklikler hücrelerin organizmaların işlevlerinde etkilere yol
açıyor, bunu gittikçe daha iyi anlıyoruz. Genleri denetim altında
tutan karmaşık mekanizmaları deşifre etmeye başlıyoruz. Kök
hücrelerin normal doku işlevleri ve kanser oluşmasında, dejeneratif hastalıklarda ve diğer bozukluklarda oynadığı role dair yeni bir
anlayış geliştirdik. Zorluklarla oluşan bilimsel tıp daha şimdiden
karmaşık hastalık gelişimlerini anlamamızı ve onların tedavisi ile
engellenmesini sağlamıştır ve kuşkusuz daha da gelişecektir. Yine
de, en sofistike laboratuar teknolojisini uygulamak veya en yeni tedavi modalitesini kullanmak iyi hekim olmaya yetmez.
Hastada zorlu klinik sorunlar varsa, etkin bir hekim karmaşık
öykü ve fizik muayene verilerinin arasından kritik noktaları seçerek uygun laboratuar testlerini isteyebilmeli ve önüne bilgisayar
çıktısı olarak gelecek sonuç kalabalığının içinden ana bulguları
ayıklayarak “tedavi” veya “gözlem” kararını verebilmelidir. Klinik
bir delilin izlemeye değer veya yanıltıcı ve gereksiz olduğuna, ya da
tedavi kararının hastalığın kendisinden de tehlikeli olup olmayacağına her hekim her gün ve defalarca karar vermek durumundadır.
İşte bu tıbbi bilgi, öngörü, tecrübe ve karar vermenin bileşkesi tıp
KLİNİK BECERİLER
Öykü Alma Bir hastalıkla ilgili yazılı metinde hastanın yaşamı
boyunca varolan ve tıbbi önemi olan bütün veriler bulunmalıdır.
Yakın geçmişteki olaylara en fazla önem verilmelidir. Görüşmenin
erken dönemlerinde hastaya öyküsünü, sık sık sözü kesilmeksizin
ve uygun anlarda ilgi, destek ve empati gösterilerek, kendi bildiği
ve istediği gibi anlatmasına olanak verilmelidir. Hastayla ilgili olan
ve önemsiz ya da geçersiz gibi gözüken her hangi bir olay sorunun
çözümünü sağlayabilir. Genellikle kendisini rahat hisseden hastalar en doğru bilgileri veririler ve bundan dolayı hastaya olabilecek
en rahat ortamın sağlanması uygun öykü alınmasına önemli ölçüde katkı yapar.
Bilgi yüklü bir öykü semptomların liste halinde sıralanmasından daha fazla bir şeydir; hekimler hastaları dinleyerek ve semptomlarını nasıl anlattıklarını kaydederek değerli verilere ulaşabilirler. Ses tonundaki değişmeler, mimikler, jestler davranışlar (“vücut
dili” denen olgu) yakınmaların hasta için anlamını kavramakta
önemli ipuçları verebilir. Hastaların tıbbi bilgi düzeyleri ve hafızaları farklılıklar göstereceği için alınan öykü her fırsatta kanıtlarla
desteklenmelidir. Hastanın toplumsal öyküsü de olası hastalıkların göz önüne alınmasında önemli olabilir. Aile öyküsü sadece aile
içindeki ve nadir görülen Mendeliyen kalıtımsal hastalıklardan
birinin varlığına işaret etmekle kalmaz, koroner arter hastalığı,
hipertansiyon ve astma gibi sık rastlanan hastalıkların risk faktörlerini de belirleyebilir. Ayrıntılı bir aile öyküsü ile tam ve doğru
bilgiler alabilmek için o ailenin diğer bireylerinin de yardımına
gereksinim duyulabilir. Kuşkusuz, elde edilen bilgiler daha sonra
kolayca güncellenebilir. Öykü alma sırasında hastanın davranışları
gözlenebilir ve fizik muayene sırasında özellikle üstünde durulması
gerekecek noktalar belirlenebilir.
Öykü alma işleminin kendisi hekime o benzersiz ideal hastahekim ilişkisinin sağlanması ya da güçlendirilmesi fırsatını verir.
Böylelikle hekim hastanın hastalığını nasıl algıladığını, hekiminden ve sağlık örgütünden beklentilerini, bu hastalığın hastaya ne
gibi toplumsal ve parasal etkileri olabileceğini kavrayabilir. Her
ne kadar varolan sağlık örgütlenmeleri hastalara ayrılan zamanda
kısıtlamalar getirse de öykü alma işleminin aceleye getirilmemesi
gerekir, yoksa hasta anlattıklarının hekim için ilgi çekici olmadığı
kanısıyla önemli bilgileri aktarmaktan kaçınabilir. Hasta ile hekim
arasındaki görüşmeler gizli kalmalıdır ve bunun öneminin ne kadar üstünde durulsa azdır.
Fizik Muayene Fizik muayenenin amacı hastalığın fizik bulgularını tanımlamaktır. Hastanın öyküsünde telkin edilen fonksiyonel
veya yapısal değişiklikler muayenedeki objektif belirtiler tarafından destekleniyorsa değerleri artar. Oysa bazen muayene bulguları
hastalığın tek kanıtı olabilir.
Fizik muayene sistemli ve ayrıntılı bir şekilde yapılırken hastanın rahatı ve gururu da hesaba katılmalıdır. Öykü belirli organlara veya vücut bölgelerine yönlendirse bile ilk kez görülen hasta
tepeden tırnağa muayene edilerek bütün objektif bulgular saptanmalıdır. Fizik muayene her hastada sistematik ve istikrarlı bir
şekilde yapılmazsa önemli bölümler istemeden gözden kaçabilir.
Muayene bulguları, öyküden elde edilen bilgiler gibi, saatler sonra
değil hemen kaydedilerek olası unutmalar engellenir. Muayeneyle
tanı koyma becerisi deneyimle elde edilir ama hastalık belirtilerini
değerlendirmede teknik tek başına yetmez. Seyrek olarak dağılmış
birkaç peteşiyi, zayıf bir diastolik üfürümü veya karında küçük bir
kitleyi fark etmek için daha keskin göz, duyarlı parmak ya da ku-
Tıbbın Uygulanması
ÇAĞDAŞ HEKİM
sanatı denen olguyu tanımlar ve tıbbın uygulanmasında sağlam
bir bilimsel temel kadar gereklidir.
BÖLÜM 1
1
Tıbbın Uygulanması
1
2 lak değil bu gibi bulgulara yönelik dikkat gerekir. Bulgular zamanla
KISIM 1
değişebileceği için klinik gidişin gerektirdiği sıklıkta muayene yinelenmelidir. Gayet duyarlı tanı testleri ve özellikle görüntüleme
tekniklerinin sayısı arttıkça fizik muayeneyi ihmal etme eğilimi de
güçlenebilir. Nitekim kimi hastalar çeşitli testler yapıldıktan ve sonuçları alındıktan sonra muayene edilmektedirler. Bunlar hekimin
hastayı dikkatle muayene etmesini engellememelidir çünkü bazı
bulgular yapılmış testlerin “süzgecinden” kaçmış olabilir.
Klinik Tıbba Giriş
Tanısal Çalışmalar Klinik sorunları çözmek için giderek daha
fazla tanısal teste bağımlı hale gelmekteyiz. Yine de, laboratuardan
toparlanmış veriler hekimin hastayı dikkatli bir şekilde dinlemesi
ve muayene ederek incelemesi gereğini ortadan kaldırmaz. Ayrıca
tanısal testlerin sınırlarını da bilmek gerekir. Bireyden bağımsız
nitelikleri, karmaşık olmaları ve duyarlıymış gibi görünmeleri nedeniyle test cihazlarının ve onları kullananların yanılma paylarına
rağmen testler sıklıkla büyük bir otorite havasına sahiptir. Hekim
önerilen testlerin verecekleri sonucun değeriyle yapılacak harcamaların maliyetini tartmalıdır.
Laboratuar testleri nadiren tek tek istenirler. Daha sık olarak
hekimler çok sayıda testi kapsayan “paket”leri ister ve sonuç genellikle tatminkar olur. Örneğin hekimin istediği karaciğer fonksiyon testleriyle, halsizlik ve çabuk yorulma gibi gayet nonspesifik
yakınmaların kronik karaciğer hastalığına bağlı belirtiler olduğu
anlaşılabilir. Bazen hiperkalsemi gibi tek bir bozukluk hiperparatiroidizm veya gizlenmiş bir malign hastalığı işaret edebilir.
Tarama testlerinde düşük dansiteli lipoprotein (LDL) kolesterol gibi dikkatli seçimler gayet yararlı olabilir. Tek örnekten yapılan bir grup ölçüm yararlı ve nisbeten hesaplı bir şekilde kullanılabilir. Tarama testleri sık rastlanan hastalıklar ile daha ileri ve pahalı
testlerin gerekeceği durumları saptadıkları oranda yararlı olmaktadırlar. Bir yandan, basit tam kan sayımı, sedimentasyon veya idrar incelemesiyle birlikte biyokimyasal testler sıklıkla patolojik bir
oluşumu saptayabilmektedir. Diğer yandan, hekim yapılan testler
arasında ara sıra görülen ve önemli bir hastalık delili sayılmayacak
patolojik verileri ihmal etmeyi de bilmelidir. Herhangi bir yakınması bulunmayan bir kişide tek bir patolojik verinin derinlemesine incelenmesi hemen her zaman para ve zaman kaybıdır. Rutin
olarak kullanılan 40 kadar tarama testinden bir veya ikisinin normalden biraz farklı sonuç vermesi şaşırtıcı olmaz. Hastada belirli
bir hastalığın varlığını düşündürmüyorsa, bu testler yinelenerek
laboratuar hatası olma olasılığı araştırılır. Aynı bulgu sebat ederse
hastanın durumuyla diğer test sonuçlarını topluca değerlendirerek
karara varmak gerekir.
Teknik olarak gelişmiş ve özgüllüğü ve duyarlılığı artmış görüntüleme yöntemlerindeki gelişmeler tıbbın en hızlı ilerlediği
alanlardandır. Bu testler fevkalade ayrıntılı anatomik bilgiler vererek tıptaki karar mekanizmalarının temel ekseni haline gelmektedirler. Ultrasonografi, çeşitli izotop sintigrafileri, BT, MRI ve
pozitron emisyon tomografisi eski ve daha invazif testlerin yerini
almış ve yeni tanı olanakları yaratmışlardır. Becerileri ve tanı koymaktaki hızları nedeniyle görüntüleme testlerini peşpeşe isteme
eğilimi doğmaktadır. Her hekim zaman zaman görüntüleme testlerinin beklenmedik tanılara yol açtığına tanık olmaktadır. Hastalar
ise bütün bu testlere katlanmak zorunda kalmaktadır ve gereksiz
incelemelerin ciddi bir maliyeti vardır. Mahir bir hekim bu güçlü
tanısal aygıtları sağduyulu bir şekilde kullanmasını bilmeli ve her
zaman elde edilecek verilerin hastanın tedavisine ve yararına neler
katacağını sorgulamalıdır.
HASTA BAKIMININ İLKELERİ
Kanıta Dayalı Tıp Kanıta dayalı tıp klinik kararların formel verilerle desteklenmesi ve tercihan bu verilerin prospektif olarak tasarlanmış, randomize, kontrollü klinik çalışmalardan elde edilmesi
anlayışıdır. Bu anlayış geçmiş bireysel gözlemlere ve kaçınılmaz ta-
rafgirlik hatalarına sahip anlayışla taban tabana zıttır. Kararlar almak
için daha büyük ve objektif çalışmaların gereğine inanmamışlarsa,
en deneyimli hekimler bile seçilmiş hastalardan yakın geçmişte elde
ettikleri gözlemlerin etkisinde kalırlar. Kanıta dayalı tıp rutin tıbbi
uygulamaların giderek daha fazla önemli bir parçası haline gelmiş
ve uygulama rehberlerinin (guidelines) hazırlanmasına yol açmıştır.
Uygulama Rehberleri Meslek örgütleri ve devlet kurumları hekimlerin ve diğer sağlık hizmetlilerinin kanıta dayalı, maliyet yararlı ve belirli hasta ve klinik olaya en uygun tanı ve tedavi kararları
almalarında yardımcı olacak klinik uygulama rehberleri geliştirmektedirler. Tıbbın temellerinin dayanacağı kanıtlar arttıkça belirli
tanı veya semptomu olan hastaların sağaltımında yararlı olacak çatıyı rehberler sağlayabilecektir. Rehberler, başta sağlık güvenceleri
kısıtlı hastalar olmak üzere, bireylerin yetersiz hizmet almasını engelleyebilir. Rehberler ayrıca bilinçli hekimleri haksız malpractice
suçlamalarına karşı korurken gereksiz tıbbi harcamalarla toplum
kaynaklarının israf edilmemesini sağlayabilir. Beri yandan, tıbbın
karmaşık yapısını aşırı basitleştirdikleri için, rehberlerin bazı sakıncaları da vardır. Üstelik değişik anlayışlara sahip olan gruplar,
orta yaştaki bir kişiye ne sıklıkla sigmodoskopi yapılmasının gerektiği gibi basit bir konuda bile çok farklı öneriler getirebilirler.
Son olarak, rehberler her bireyin ve hastalığının tekil özelliklerini
kapsayamaz ve bunu yapmaları da beklenmez. Hekimin becerisi,
uzmanların yararlı önerilerine körü körüne bağlı kalmaksızın ve
bu önerilerle atalete düşmeksizin bunları kliniğe uyarlamaktır.
Tıbbi Karar Alma Tıbbi karar alma hekimin önemli bir sorumluluğudur ve tanı ve tedavi sürecinin bütün aşamalarında bulunur. Ek testlerin istenmesi, konsültasyon talepleri ve prognoz ve
tedaviyle ilgili kararların alınmasını kapsar. Bu süreç hastalığın
patofizyolojisi ve doğal seyri hakkında derinden bilgi sahibi olmayı
gerektirir. Yukarıda anlatıldığı gibi, tıbbi kararlar kanıtlara dayanmalıdır ki hastalar hekimlere sunulmuş bulunan bilimsel verilerden tümüyle yararlanabilsin. Ayırıcı tanı listesini oluşturmak için
salt genel tıbbi bilgi değil, çeşitli hastalıkların göreceli olasılıklarını
irdeleme yeteneği gerekir. Bilimsel metodoloji (hipotez kurma ve
veri toplama gibi) belirli bir tanıya karar vermek veya onu ekarte
etmek için zorunludur. Ayırıcı tanıların analizi sık sık yinelenen
gözden geçirmeler sürecidir. Yeni bilgi veya test sonuçları geldikçe
bunlarla uyumlu olarak olası tanıların sayısı artıp azalacaktır.
Kanıta dayalı tıbbın önemine karşın klinikte alınan kararların
çoğu iyi bir klinik yargılamaya dayanır; bu sürecin nicelik ve niteliğini saptamak kolay değildir. Hekimler bilinen faktörlerle kaçınılmaz belirsizlikleri dengeleme ve sağduyulu değerlendirme gereksiniminin temeli olarak bilgi ve deneyimlerini kullanmalıdırlar;
bu geçerli ve dayanılacak kanıt bulunmayan durumlarda özellikle
önemlidir. Tanı testleri, Bayes teoremi ve çokdeğişkenli istatistik
modelleri gibi, varolan bilgileri birleştirmede işe yarayan değerli
niceliksel gereçler vardır. Tanı testleri belirli bir kişinin tanı ve tedavisindeki belirsizlikleri azaltmaya yararlar ve hekimin o hastaya
nasıl bir çözüm getirmesi gerektiği konusunda yardımcı olurlar.
Tanı testleri grubu öykü ve fizik muayene bulgularını tamamlar.
Bir testin doğruluğu onun duyarlılığı (gerçek pozitif oranı) ve özgüllüğü (gerçek negatif oranı) ile beraber pozitif veya negatif sonucun öngörü değeriyle (predictive value) belirlenir. Bayes teoremi
bir testin duyarlılığı ve özgüllüğü ile beraber tanının test öncesi
olasılığını kullanarak matematiksel olarak test sonrası tanı olasılığını saptamaktadır. Daha karmaşık klinik sorunlara çokdeğişkenli
istatistik modelleri ile yaklaşılabilir. Bu modeller, çeşitli faktörlerin birbirinden bağımsız veya birlikte hareket etmesi durumunda
bile hastalık riski, hastalık seyri veya tedaviye yanıt hakkında gayet
doğru bilgiler verirler. İstatistik modelleriyle uzman hekimlerin
performansını karşılaştıran çalışmalar benzer oranda doğru sonuçlara ulaşıldığını fakat modellerin daha az değişkenlik gösterdiğini
Elektronik Tıbbi Kayıtlar Bilgisayarlara giderek artan bağımlılığımız ve bilgi teknolojisinin gücü tıpta artan bir önem kazanmaktadır.
Laboratuar verilerine neredeyse herkes bilgisayarlarla ulaşmaktadır.
Pek çok sağlık kuruluşu elektronik kayıtlar, istemlerin kompüterize edilmesi ve ilaçların bar-kodlarla izlenmesi olanaklarına sahiptir.
Bu sistemlerin bazıları interaktif olarak olası tıbbi hatalara karşı hatırlatma ve uyarılarda bulunmaktadırlar. Sağlık hizmetleri sistemi
bilgi teknolojisine ayak uydurmakta diğer endüstrilerin gerisinde
kalmıştır. Elektronik tıbbi kayıtların klinik bilgilere, görüntüleme
ve laboratuar sonuçlarına ve hastanın kullandığı ilaçların listesine
hızla ulaşma konularında olağanüstü bir potansiyeli vardır. Bu tip
bilgilerin, verilen hizmetin niteliğini ve hasta güvenliğini arttırmada değerli rolleri vardır. İdeal olarak, hasta kayıtları sağlık örgütleri
içinde hızla aktarılabilmeli ve böylece hasta ve özgeçmişi hakkında
doğru ve geçerli bilgilere hızla ulaşılabilmelidir. Beri yandan teknolojik sınırlanmalar, hasta bilgilerinin mahremiyeti ve maliyet artışı
gibi kaygılarla elektronik kayıtların yaygın olarak aktarılması klinik
ortamların çoğunda sağlanamamaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki
bilgi teknolojisi sadece bir araçtır ve ancak hekim tarafından alınacak
olan kararların yerine geçemez. Böylece, klinik bilgilerle hastanın gereksinimlerinin kavranması ve bunların niceliksel araçlarla desteklenmesi hala tıbbi karar alma sürecindeki en uygun yaklaşım olmaya
devam etmektedir.
Sağlık Hizmetlerinin Sunumunda Hatalar Institute of Medicine tarafından yayınlanan bir raporda sağlık hizmetlerinde köklü
tasarım ve yaptırım değişiklikleri yapılarak tıbbi hataların azaltılması ve hasta güvenliğinin arttırılması önerilmiştir. İlaçlara bağlı
istenmeyen etkiler hastane hastalarının en az %5’inde görülmektedir ve kullanılan ilaç sayısı arttıkça bu oran da artmaktadır. Klinik
durumu ne olursa olsun, hekim hastasının alması gereken en etkin
tedaviyi, olası yan etkileri ve tedavi maliyetini akıllıca saptamakla
yükümlüdür. Hastane ve sağlık örgütleri de hastaların güvenliğini
arttıran ve risklerini azaltan sistemleri kurmak zorundadırlar. İlaç
istemlerindeki hatalar yanlış okunma olasılığı bulunan el yazısını
devre dışı bırakarak azaltılabilir. İnfeksiyon kontrol yaptırımları,
el yıkama protokollarının zorunlu tutulması ve antibiyotik kullanımının dikkatle denetlenmesi hastane içi infeksiyonların komplikasyonlarını azaltabilir.
Sonuçların Değerlendirilmesi Klinisyenler genellikle bir tedavi yaklaşımının sonuçlarını saptamak için nesnel ve kolayca
ölçülebilen parametreler kullanırlar. Örneğin kan basıncı düzeyi,
anjiogramda koroner arterin açık olup olmadığının saptanması
veya radyolojik olarak bir kitlenin boyutlarının ölçülmesi gibi fizik
muayene veya laboratuar bulguları çok önemli bilgiler verebilir.
Oysa hastalar öznel gerekçelerle tıbbi yardım isterler; ağrıdan kurtulmak, belirli bir işlevi korumak veya yeniden elde etmek, ve yaşamdan zevk almak gibi amaçları vardır. Hastanın sağlık durumu
veya yaşam kalitesinin unsurları bedensel rahatlığı, fiziksel aktivite
kapasitesi, kişisel veya mesleki beceri düzeyi, cinsel işlevler, bilişsel
işlevler ve genel sağlık anlayışı olabilir. Bu önemli alanlardan her
biri özel hazırlanmış görüşmeler ve anket sorularıyla irdelenebilir.
Bu gibi yöntemlerle elde edilen verileri hekimler, özellikle kronik
hastalığı bulunan bireylerin kendi durumlarını nasıl algıladıklarını ve tedaviye ne oranda yanıt alındığını saptamakta kullanabilirler. Tıbbi uygulamalarda hem nesnel hem de öznel sonuçların göz
önüne alınarak birleştirilmesi gerekir.
Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Eski epidemiyolojik çalışmalar ve
klinik araştırmaların çoğu erkekleri kapsamış olsa da yeni araştırmalar daha çok kadın içermiş ve hatta “Women’s Health Initiative”
gibi araştırmalar sadece kadınların sağlık sorunlarına odaklanmıştır. Kadın ve erkekleri etkileyen çeşitli hastalıklarda önemli cinsiyet
farklılıkları bulunur. Bu alanda öğrenilecek çok şeyler vardır ve
sürmekte olan araştırmaların belirli hastalıkların seyri ve sonuçlarındaki cinsiyet farklılıklarının mekanizmalarını anlamamıza yardımcı olması beklenir. Kadın sağlığı konusunun daha ayrıntılı bir
tartışması için Böl. 6’ya bakınız.
Yaşlıların Sağaltımı Gelişmiş toplumlarda yaşlıların göreceli
oranı son birkaç on yılda ciddi ölçüde artmıştır ve artmaya devam
etmektedir. Bu yönüyle, artan yaşlı popülasyonun sağlık sorunları
tıbbi uygulamaları büyük ölçüde etkileyecektir. Hekim yaşlanmayla
birlikte fizyolojik rezervlerin azalacağını; influenza gibi hastalıklara
karşı aşılanmaya yanıtın azalacağını; sık rastlanan hastalıklara yaş-
Hastanın Bilgilendirilmiş Onayında Hekimin Rolü Tıbbi etiğin temel kuralları, hekimin hastasına en büyük faydayı sağlayacak
kararları onun özerkliğine saygı duyarak almasıdır. Bu özellikle
bilgilendirilmiş onay konusunda geçerlidir. Hastaların çoğu kısıtlı
tıbbi bilgiye sahiptir ve hekimlerinin yol göstermesine gereksinim
duyarlar. Hekimler hastalarının özerkliğine saygı duymalı ve her
bir karar seçeneğinin yarar, risk ve olası sonuçlarını onlarla açıkça
tartışmalıdırlar.
Hastaların esas olarak her tanı veya tedavi girişimi için onay
verdiğini imzayla bildirmeleri istenir. Bu gibi durumlarda hastanın söz konusu işlemlerin olası yarar ve risklerini bilmesi özellikle
önemlidir; işte bu bilgilendirilmiş onay teriminin tanımıdır. Hastaya açık ve anlaşılır bir dille işlemleri anlatmak ve hastanın bu işlemlerin doğasını ve olası yarar ve risklerini anladığından emin olmak
hekimin yükümlülüğündedir. Hastaneye yatırılmanın ayrılmaz bir
parçası olan bilinmezlikler bu tip açıklamalarla aşılabilir.
Kötü Prognoz ve Ölüme Yaklaşım Hiçbir sorun, tedavisi olmayan bir hastalığın tanısını koymak kadar (hele erken ölüm kaçınılmaz ise) zor ve sıkıntılı olamaz. Hasta ve ailesine neler söylenmelidir? Yaşamı sürdürmek için neler yapılmalıdır? Yaşam
kalitesini sürdürmek için neler yapılabilir?
Kimileri aksini savunsa da, hastaya “her şeyin” hemen anlatılması gerekir diye değişmez bir kural yoktur ve bu anlayış önemli
aile sorumlulukları bulunan yetişkin bir hasta için de geçerlidir.
Hastaya o anda neyin ne kadar söyleneceği o hastanın kaçınılmaz
ölüm olasılığına karşı ne ölçüde hazırlıklı olmasına bağlıdır; genellikle bu kapasite zamanla artar ve eğer mümkünse hastaya verilecek
bilgilerin ansızın değil parça parça iletilmesi en doğrusudur. Akıllı
ve içgörülü bir hekim hastanın neyi ne zaman öğrenmek istediğini
saptamaya çalışır. Hastanın dini inançlarını da göz önüne almak
gerekebilir. Hastaya hekimiyle konuşma ve sorular sorma fırsatı
verilmelidir. Ölüm konusunu kendi ailesinden ziyade, daha nesnel
ve daha az duygusal olması beklenen, hekimiyle konuşmak hastaya
daha kolay gelebilir. Osler’in yazdığı gibi, “Kesin olan bir şey var;
kara cübbeyi giyip yargıç rolüne girerek hastanın elinden umudu
almak size düşmez.” Hasta doğrudan “Ölüyor muyum?” diye sorsa
bile hekim hastanın bilgi almak mı yoksa teskin edilmek mi istediğini anlamaya çalışmalıdır. Bu sorun ancak hekimle hasta arasında
açık bir iletişim kurulmuşsa çözümlenebilir ve hekimin neyi nasıl
söylemesi gerektiğine yanıt alınabilir.
Hekim duygusal, fiziksel ve ruhsal destek ortamını sağlamalı
ve anlayışlı, acelesiz ve açık olmalıdır. Hastanın sorunlarına sahip
çıkmanın çok yararları olacaktır. Ağrısı yeterli ölçüde kontrol altı-
Tıbbın Uygulanması
lıların yanıtının farklı olacağını; ve yaşlanmayla birlikte depresyon, 3
demans, kırılganlık, idrar inkontinansı ve kırıklar gibi hastalıkların
daha çok görüleceğini bilmeli ve göz önüne almalıdır. Yaşlıların sağaltımı konusunun daha ayrıntılı bir tartışması için Böl. 9’a bakınız.
BÖLÜM 1
saptamışlardır. Bundan dolayı çok değişkenli istatistik modelleri
özellikle konunun uzmanı olmayan hekimler için yararlı olabilirler. Klinik tıpta karar alma konusunun daha ayrıntılı bir tartışması
için Böl. 3’e bakınız.
4 na alınmalıdır, hastanın onuru korunmalı ve ailesiyle dostlarından
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
koparılmamalıdır. Hastane ortamında, hastanın kendisinden çok
onun yaşamını tehdit eden (er geç yitirilecek bir savaşta) hastalığına
odaklanan yaşam destek araçlarının araya girmesiyle bu gibi unsurlar gözden kaçabilir. Terminal hastalık evresinde en geniş anlamıyla
hedef şifa (cure) değil destek (care) olmalıdır. Ölmekte olan hastanın bakımını üstlenen hekim bir yandan da ailesini bilgilendirmeli,
üzüntülerine ve hatta bazen onların suçluluk duygularına karşı da
destek olmalıdır. Ailenin hastaya yapılabilecek her şeyin yapıldığına
ikna edilmesi çok önemlidir. Yaşamın son evresindeki bakım konusunun daha ayrıntılı bir tartışması için Böl. 11’e bakınız.
HASTA-HEKİM İLİŞKİSİ
Hekimle hastasının arasında yakın bir iletişim kurulmasının
öneminin üstünde ne kadar durulsa azdır, çünkü olağanüstü
sayıda hastanın tanı ve tedavisi doğrudan buna bağlıdır. Klinisyenin temel niteliklerinden biri insanlığı sevmektir, hastayla
ilgilenmenin sırrı ona ilgi duymaktır.
-Francis W. Peabody, 1881-1927
Hekim, hastaların fiziksel yakınmalarını sıklıkla aşan sorunları
bulunan bireyler olduklarını asla unutmamalıdır. Hastalar “olguvaka” veya “başvuru” veya “hastalık” değildir. Bu nokta ileri teknolojili klinik tıp çağında daha da önem kazanmıştır. Hastaların
çoğu endişeli ve korku içinde olurlar. Hekimler hastalara güven
vermeli ve destek olmalıdır ama asla kibirli olmamalıdırlar. Profesyonel bir yaklaşımla birleştirilmiş sıcak ilgi ve açıklık, hastaların endişelerinin dağılmasını sağlayacak ve tıbbi özgeçmişlerinin
bütün yönlerini paylaşmaya teşvik edecektir. Hastanın tutumu ne
olursa olsun, hekim bir hastalığın hangi ortamda ortaya çıktığını
-salt hastalar açısından değil, ayrıca onların ailesel, toplumsal ve
kültürel özgeçmişleriyle beraber- dikkate almalıdır. İdeal hasta-hekim ilişkisi hastayı tümüyle kavrama, karşılıklı güven ve iletişim
kurma becerisine dayanır.
İç Hastalıklarında Hastanede Yatan Hasta ve Ayaktan İzlenen Hasta İkilemi Son birkaç on yılda hastane ortamında dramatik değişiklikler oldu. Son yıllarda acil servisler ve yoğun bakım
üniteleri, o güne kadar ölümle sonlanan hastalıkları bulunan ağır
hastaları saptayarak sağ kalmalarını sağlayacak donanıma ulaştılar.
Hastanede kalış sürelerini kısaltarak karmaşık sorunların ayaktan
tedavi edilmesine yönelik giderek artan bir baskı var. Bu değişimin
arkasında salt parasal kaygılar yoktur, görüntüleme veya perkütan antibiyotik ya da beslenme infüzyon kateterleri gibi tetkik ve
tedavilerin ayaktan yapılmasını sağlayan yeni teknikler ve hastaların hastanede kalış sürelerinin kısaltılmasıyla daha iyi sonuçlar
alındığının kanıtlanması da destekleyici olmaktadır. Günümüzde
hastaneler geleneksel yataklara ek olarak acil servis, girişim odaları,
tek gecelik gözlem üniteleri, yoğun bakım üniteleri, palyatif bakım
üniteleri gibi çok sayıda ve belirli hizmet düzeylerinden oluşmaktadır. Bu ayrışmanın sonucu olarak acil tıp, yoğun bakımcılık, hastane hekimliği (hospitalist) ve yaşam sonu destek tıbbı gibi yeni
uzmanlıklar doğmuştur. Ayrıca bu sistemler sıklıkla poliklinikten
hastaneye, yoğun bakımdan koğuşa ve hastaneden ayaktan izleme
ortamına geçişteki sorumluluk paylaşım süreçlerini içermektedir.
Açıkçası, iç hastalıklarının en önemli görevlerinden biri, hekim ve
hasta arasındaki geleneksel teke tek ilişkiyi tehdit eden bu geçiş süreçlerinde hizmet ve bilgi akışının kesintisiz sürmesini sağlamaktır.
Günümüz ortamında, hastayla hekimi arasındaki kişisel ilişkinin
yerini hekim, uzman ve diğer sağlık çalışanlarından oluşan ekipler almaktadır. Değişik sağlık ekiplerinin etkin bir eşgüdümünden
hasta büyük yararlar elde edebilir, fakat bir hastalık süresince kapsayıcı rehberlik görevi hastanın esas hekimine aittir. Bu sorunun
üstesinden gelebilmek için söz konusu hekimin, diğer uzman hekimlerin ve onlara bağlı sağlık çalışanlarının teknikleri, becerileri
ve hedeflerinden haberdar olması gerekir. Hastanın hekimi tanı ve
tedavinin önemli aşamalarında başlıca sorumluluğu üstlenirken,
gereğinde hastasının son bilimsel gelişmeler ve uzman hekimlerin
hizmetinden yararlanmasını da sağlamalıdır.
Hastanın Hastane Deneyimini Anlama Hastane ortamı çoğu
hasta için ürkütücüdür. Hastaneye yatırılan hastalar kendilerini
borular, düğmeler ve parlak ışıklarla çevrilmiş olarak bulurlar, tüpler ve kordonların işgali altındadırlar; çeşitli sağlık çalışanlarının
–hemşireler, hemşire yardımcıları, sağlık memurları, sosyal çalışmacılar, servis hekimleri ve konsültan hekimler ve daha nicelerinin
denetimine girmişlerdir. Işıkların yanıp söndüğü, tuhaf seslerin
çıktığı ve tanımadıkları insanlarla dolu özel laboratuarlara veya
görüntüleme odalarına taşınabilirler; bazen tamamen yalnız bırakılabilirler; apayrı sorunları olan başka hastalarla odalarını paylaşmak zorunda kalabilirler. Hastaların kendi gerçek dünyalarından
kopma duygusuna kapılmalarına şaşmamak gerekir. Hastane deneyimini hastanın gözüyle değerlendirebilen ve onunla güçlü bir
insani ilişki kurmaya çalışan bir hekim hastaya bu zor ortamda yol
gösterici olabilir ve zorlukları daha katlanılabilir hale getirir.
Sağlık Hizmetlerinin Sunumunda Yönelimler: İnsancıl
Hekimin Zorlukları Sağlık hizmetlerinin sunulmasındaki pek
çok yönelim tıbbı kişisellikten uzaklaştırmaktadır. Bu yönelimler
(bir kısmı yukarıda ele alınmıştı) arasında şunlar sayılabilir: (1) tırmanan sağlık harcamalarını azaltmaya yönelik yoğun çabalar; (2)
sayıları giderek artan ve masrafları kısmayı amaçlarken hastanın hekim seçme ve aynı hekim tarafından izlenme hakkını elinden alan
sağlık hizmet örgütleri (managed-care programs); (3) tanı ve tedavinin pek çok aşamasında teknolojik ilerlemeler ve kompüterizasyona artan oranda bağımlılık; (4) ciddi bir hastalığı bulunan hastanın
birden çok hekimin tedavisi altına girmesi; ve (5) artan sayıda kötü
uygulama (malpractice) davaları, ki bunların bazıları tıbbi hatalara
karşı haklı gerekçelerden de olsa diğerleri, hastaların hastalıklarının
mutlaka şifayla sonlanacağı veya karmaşık hastalıklar ve girişimler
süresince hiç bir komplikasyon oluşmayacağı şeklinde pek de gerçekçi olmayan beklentilerinden kaynaklanmaktadır.
Sağlık hizmetleri sisteminde bu değişiklikler olurken hekimin
mesleğinin insancıl yönünü koruması büyük bir zorluktur. “The
American Board of Internal Medicine” ile “American College of
Physicians-American Society of Internal Medicine” ve “European
Federation of Internal Medicine” birlikte çalışarak yayınladıkları
Tıbbi Profesyonellik Genelgesi (Charter on Medical Professionalism)
belgesinde hekimin toplumla sözleşmesinin üç ana ilkesi olarak
şunları belirtmiştir: (1) hastanın esenliği, (2) hastanın özerkliği ve
(3) sosyal adalet önceliklidir. Son yıllarda tıp fakülteleri de hekimlerde profesyonelliğin önemi üstünde daha fazla durmaktadırlar
(Şek. 1-1). Hekimin insancıl özellikleri bütüncüllük, saygı ve anlayışı kapsamalıdır. Hastanın kendisine ulaşabilmesi, içten alakası,
hastalığın bütün yönlerini konuşmak için zaman ayırmaya istekli
olması ve kültürleri, yaşam biçimleri, tutum ve değerleri kendisinden farklı hastalara yaklaşımında yargılayıcı olmaması insancıl bir
hekimin karakteristiklerinden sadece birkaçıdır. Her hekim zaman
zaman, güçlü olumsuz veya olumlu duygular uyandıran zorlu hastalarla karşılaşacaktır. Bu gibi hastalarla karşılaşan hekimler kendi
tepkilerinin bilincinde olarak duygularını kontrol altında tutmasını bilmeli ve her durumda hastanın esenliğinin temel kaygıları
olarak kalmasını sağlamalıdırlar.
Hastanın tedavisindeki önemli bir unsur da onun “yaşam
kalitesi”dir, bu her hasta için çok değerli öznel bir ölçüttür. Yaşam
kalitesini saptayabilmek için hasta hakkında ayrıntılı ve hatta içsel
bilgilere sahip olmak gerekir ki bu ancak ısrarlı, acelesiz ve çoğu zaman yinelenen görüşmelerle elde edilebilir. Zaman kısıtlamaları her
zaman bu tür iletişimleri engelleyecektir ama yine de hastanın önceliklerinin neler olduklarının anlaşılmasının önemini azaltmamalıdır.
YİRMİ BİRİNCİ YÜZYIL HEKİMİ: GENİŞLEYEN UFUKLAR
Genomik (Genom Teknolojisi) Çağı 2003 ilkbaharında insan
genomunun tamamının çözümlendiği açıklandı, böylece genomik
çağı resmen başlamış oldu. Oysa bu önemli başarıdan önceleri de, sekanslama teknikleri ve informatikteki baş döndürücü ilerlemeler sayesinde genetik yapıları hakkındaki veriler hızla gelişen, insan genomu
ve çeşitli mikropların genomundan elde edilen bilgilerle tıbbi uygulamalar evriliyordu. Mikroplardan örnek vermek gerekirse, şiddetli akut
respiratuar sendromun (severe acute respiratory syndrome-SARS)
etyolojik ajanı olarak daha önce varlığı bilinmeyen bir koronavirüsün
tanımlanması ve kuşlarda saptanan ve pandemi yaratma potansiyeli
bulunan influenza virüsünün evrimsel gelişiminin çözümlenmesi
anımsatılabilir. Bugün gen ekspresyon profilleriyle bazı hastalıkların
tedavisini yönlendirme ve prognozları hakkında bilgi edinme olanağımız var; genotipleme sayesinde belirli hastalıkların riskini ve çeşitli
ilaçlara vereceği yanıtı irdeleyebiliyoruz; obezite ve alerji gibi sık rastlanan sorunların oluşumunda belirli genlerin oynadığı rolü daha iyi anlayabiliyoruz. Bunca gelişmeye karşın, hastalıkların tanı, önlenme ve
tedavileri için genomiğin karmaşıklığını anlama ve kullanma çağının
bebeklik evresindeyiz. Fenotiplerin genellikle salt genler değil genlerle
çevresel etmenlerin karşılıklı etkileşmesiyle oluşması işimizi zorlaştırıyor. Gerçekte, henüz genomik çağının tıbba getireceği olanakların en
üst yüzeyini kazımaya başlamış bulunuyoruz.
Bu gelişmelerin hızı klinisyeni hayretler içinde bırakabilir.
Yine de, bu güçlü teknolojilerin ve yeni bilgi kaynaklarının hastaya duyarlılıkla ve akıllıca uygulanmasında klinisyenin önemli bir
rolü vardır. Genomiğin hızla ilerleyen bir alan olmasından dolayı
hekimler ve diğer sağlık çalışanları bu yeni bilgileri hastaların sağlığı ve esenliğine kullanabilmek için kendilerini sürekli eğitmeleri
gerekir. Genetik testlere başvururken hekim, bu testlerin değer ve
zaaflarıyla elde edilecek verilerin hasta için ne anlam ifade edeceği
gibi konuları sağduyuyla saptamalıdır. Genetik testler konusunun
daha ayrıntılı bir tartışması için Böl. 64’e bakınız.
Tıbbın Küreselleşmesi Hekimler kendi yaşadıkları ortamın sınırları ötesindeki hastalıklar ve sağlık örgütlenmelerden de haberdar olmalıdırlar. Küresel seyahat hastalıkların
yayılmasında etkili olmaktadır ve bölgesel endemik bir hastalığın
oraya gidip dönen bir hastayla beraber başka bölgelerde de görülür
hale gelmesi az rastlanan bir olay değildir. Hastaların uzak klinik
araştırma merkezleri veya uzmanlara ulaşabilme olanakları artmıştır ve seyahatin getireceği parasal yük o merkezden alınabilecek hizmetin kalitesine değebilir. Tıbbın küresel boyutlarını etkileyen diğer
etmenler kadar İnternet de tıbbi bilgilerin dünyada yayılmasında
Toplumsal Beklentiler ve Sorumluluk Kamuoyunun sağlık
konusundaki bilgi düzeyi ve derinliği son birkaç on yılda hızla artmıştır. Sonuçta toplumun genel olarak sağlık sektöründen ve özel
olarak hekimlerden beklentileri de artmıştır. Hekimlerin eşzamanlı
olarak hem tıptaki gelişmeleri (tıbbın bilim yönünü) hızla özümsemesi hem de hastalarının bireysel gereksinmelerini (tıbbın sanat
yönünü) karşılamaları beklenmektedir. Böylece hekimler salt sağladıkları hizmetin teknik yönlerinden değil hastalara bu hizmetin
sunulması ve parasal maliyetinden doğan memnuniyet düzeyinden
de sorumlu sayılmaktadırlar.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde hekimlerden federal ve bölgesel
hükümetlerin belirlediği standartlarla uyumlu bir hizmet düzeyi
sunmaları beklenmektedir. Sağlık harcamaları devlet veya üçüncü
kişiler tarafından karşılanan hastalar hastaneye yatırıldıklarında
yapılan harcamalar denetimden geçirilmektedir.. Böylece hekim
hastasının hastanede yattığı süre belirli bir “ortalama”yı aşarsa bu
uygulamanın hem nedenini hem de süresini savunmak durumunda kalmaktadır. Geri ödemelere izin verilmesi için hastanın öyküsü
ve fizik muayene bulgularına dayanan hastalık seyri ve karmaşıklığının belgelenmesi giderek artan oranda istenmektedir. Gittikçe büyüyen “performansa dayalı ödeme” hareketi geri ödemeyi
hizmetin kalitesine bağlamaya çalışmaktadır. Bu hareket sağlık
hizmetinin kalitesini arttırırken spiral şekilde artan sağlık harcamalarını kontrol altında tutmayı amaçlamaktadır. Bir yandan da
hekimlerden zorunlu mezuniyet sonrası eğitimler, hasta kayıtlarının denetlenmesi, sertifikalarının güncellenmesi veya yeni lisanslar
alarak bilgi düzeylerini kanıtlamaları istenmektedir.
Tıbbi Etik ve Yeni Teknolojiler Teknolojik gelişmelerin hızlı
artışı, tıbbi uygulamalar üstüne geleneksel koruyucu, tedavi edici
ve kür sağlayıcı rollerinin ötesinde etkiler yapmaktadır. Klonlama,
genetik mühendislik, gen tedavisi, insan-bilgisayar etkileşmeleri,
nanoteknoloji ve tasarlanmış ilaçlar hastalıklara kalıtımsal yatkınlığı modifiye etme, embryolarda istenen özellikleri tercih etme,
“normal” insan performansını güçlendirme, yetersiz dokuların
Tıbbın Uygulanması
ŞEKİL 1-1 Tipik bir “beyaz gömlek” töreni. Tıp fakültesi öğrencilerine hasta bakımının sorumlulukları aktarılıyor. (University of Texas
Health Science Center, San Antonio’nun izniyle yayınlanmıştır.)
İnternette Tıp Genelde İntrenetin tıbba yaptığı etkiler gayet
olumlu olmuştur; çok çeşitli bilgileri hekim ve hastalar bilgisayarları vasıtasıyla dünyanın hemen her yerinden ve anında elde
edebilmektedirler. Güncel bilgilerin, tedavi rehberlerinin, uzman
konuşmalarının (“state-of-the-art conference”), dergi içeriklerinin,
ders kitaplarının (okuduğunuz bu kitap gibi) ulaşılabilirliği ve hekimlerin diğer meslektaşlarıyla doğrudan görüşmelerinin olanağı
için muazzam bir ortam oluşmakta ve böylece hastaların tanı ve
tedavisinde gerekli bilgilerin genişliği ve derinliği artmaktadır. Artık tıbbi dergilerin çoğuna çevrimiçi ulaşmak mümkün olduğu için
kapsamlı ve hızlı bir bilgi kaynağı sağlanmaktadır. Bu ortam dünyanın uzak köşelerinde yaşayan hekim ve diğer sağlık çalışanlarının tıptaki en son gelişmelerle anında ve doğrudan ilişki kurmasını
sağlayarak bilgi açığı duygusunu azaltmaktadır.
Giderek artan sayıda hasta da İnternete girerek hastalıkları ve tedavi seçenekleri hakkında bilgi toplamakta ve İnternet tabanlı destek
gruplarına katılmaktadırlar. Hekimlerin karşısına hastalığı hakkında
ileri derecede bilgiler edinerek gelen hasta sayısı da giderek artmaktadır. Bu yönden hekimler olumlu yönde zorlanmakta ve en güncel
bilgileri edinirken sonsuz gibi gözüken bilgi bolluğu içinde bocalayan hastalarına “editör” görevini üstlenerek yol göstermektedirler.
Unutulmaması gereken bir sorun, yayın kalitesinin temel özelliği olan hakem denetiminin kolayca ekarte edilerek İnternette
her şeyin yayınlanabileceği gerçeğidir. İnternetten bilgi toplayan
hekim ve hastaların bu tehlikenin bilincinde olması gerekir. Mahzurlarına rağmen İnternetin uygun kullanımı hekim ve hastaların
bilgiye ulaşmasında devrim yapmaktadır ve bu açıdan bizden önceki nesillerde bulunmayan büyük bir kazançtır.
BÖLÜM 1
dönüşüme yol açmıştır. Bu değişimlerle birlikte teletıp ve radyolojik 5
görüntülerle patolojik spesimenlerin uluslararası konsültasyona açılmasıyla teknolojik yetilerin de transferi olanağı doğmuştur. Küresel
konusunun daha ayrıntılı bir tartışması için Böl. 64’e bakınız.
6 yerine yenisini yerleştirme ve insan ömrünü ciddi oranda uzatma
KISIM 1
potansiyeline sahiptirler. Eğitimlerinin özgün konumu nedeniyle
hekimler bu yeni teknolojilerin uygun kullanımı ve hangi sınırlar
içinde kalacağı gibi konularda sürmekte olan tartışmalara şekil verme sorumluluğunu taşımaktadırlar.
Klinik Tıbba Giriş
Hekim: Yaşamboyu Öğrenci Tıp fakültesinden mezun olduğumuz anda bizlerin “yaşamboyu öğrenci” olarak kalacağımız açı
seçik bellidir ve bilgi ve deneyimler mozayiğimiz sonsuza kadar tamamlanmayacaktır. Bu anlayış aynı anda hem zevkli hem de anksiyete verici olabilir. Zevklidir çünkü bilgimizi hastalarımıza uygulamak üzere geliştirmeye devam edeceğiz; anksiyete vericidir çünkü
istediğimiz ve gerekli olduğu kadar bilgiye ulaşamayacağımızın
bilincindeyiz. En iyi olasılıkla bu anksiyeteyi kendimizi geliştirme
ve hekim olarak potansiyelimizi kavrama enerjisine dönüştürebiliriz. Bu açıdan da, sürekli okuyarak, kongre ve kurslara katılarak
meslektaşlara ve İnternete danışarak yeni bilgileri izlemek hekimin
görevidir. Yoğun çalışan bir klinisyen için bu genellikle zor bir görevdir; yine de sürekli öğrenme kararlılığı hekim olmanın ayrılmaz
parçasıdır ve en büyük önceliğe sahiptir.
Tıp Uygulamasında Araştırma ve Öğretme
Doktor titri
Latince docere, “öğretmek” sözcüğünden türetilmiştir; hekimler
bilgileri meslektaşlarıyla, tıp ve onunla bağlantılı mesleklerin öğrencileriyle ve hastalarıyla paylaşmalıdırlar. Tıbbın uygulanması
tıbbi bilgilerin toplamına bağlıdır, bu bilgiler ise sonsuz bir bilimsel
keşifler zinciri, klinik gözlem, analiz ve yorumlar temeli üstünde
yükselir. Tıptaki gelişmeler araştırma yoluyla elde edilen yeni bilgilere dayanır, tıbbi bakımdaki iyileştirmeler bu bilgilerin kliniğe
2
Tıpta Küresel Konular
Jim Yong Kim, Paul Farmer
Çeviren: Mehmet Tunca
NEDEN KÜRESEL SAĞLIK?
Küresel sağlığın bir disiplinden ziyade sorunlar yumağı olduğu belirtilmiştir. Hiçbir derleme çalışması, büyük bir sefalet ortamında veya
ulusal sınırlar arasında, kanıta dayalı tıbbın uygulanması sırasında
karşılaşılan sorunları ortaya koymaktan öteye fazla bir şey yapamaz.
Bu bölümde önce bu sorunları irdeleyen büyük uluslararası kuruluşları tanıtıyoruz; sonra bugüne kadar modern sağaltım olanaklarından
genellikle mahrum kalmış olan toplumların sağlığını iyileştirmenin
önündeki başlıca engelleri tanımlıyoruz; ve son olarak yoksulluk içinde yaşayan insanların karşılaştıkları en yaygın sağlık sorunlarının toplumsal ölçekteki boyutlarını özetliyoruz. Özgül sorunların ele alınması
–özellikle AIDS (Bölüm 182), ve beraberinde tüberküloz (TB, Bölüm
158), sıtma (Bölüm 203), şiddetli akut respiratuar sendrom (“severe
acute respiratory syndrome”-SARS, Bölüm 179) ve bulaşıcı olmayan
başlıca hastalıklar –söz konusu hastalıklardan korunma, tanı konması
ve tedavileriyle birlikte baş edilebilmelerinin önündeki engellerin tartışılmasını netleştiriyor. Daha sonra sağlıkta küresel eşitliği tartışıyoruz,
burada toplumsal adalet kavramlarına odaklanıyoruz ki bu kavramlar uluslararası toplum sağlığı tartışmalarının merkezinde yer alırken
son birkaç on yılda ihmal edilir olmuştur. Son bölümde maliyet-yarar analizinin ulusal ekonomik verilerle bağlantılı olarak önemini ve
aynı zamanda hastalık riski ile tedavi hizmetlerine erişim arasındaki
kopuklukları ele alarak yazıyı sonlandırıyoruz.
KÜRESEL SAĞLIK KURULUŞLARININ TARİHÇESİ
Ulusların sınırlarını aşan bir sağlık kaygısı Kara Veba ve diğer pandemilerden de eski yüzyıllara kadar gider. Epidemilerin kaynağının
mikroplar olduğunun anlaşılmaya başlanmasını sağlayan mikrop
kuramının kabul görmesinden önceki dönmelerde bu salgınlar “mi-
uyarlanmasını gerektirir. Daha geniş bir toplumsal sorumluluğun
parçası olarak, hekimler hastalarını etik kurallara uyan ve düzgün
tasarlanmış araştırmalara katılmaya teşvik etmelidir (eğer gereksiz
tehlikeler, rahatsızlıklar ve uyumsuzluklara yol açmayacaksa). Beri
yandan, klinik araştırmalarda rol alan hekimler, araştırma hedefleriyle hastalarına olan yükümlülükleri arasında potansiyel bir çıkar
çelişkisine karşı uyanık bulunmalıdırlar; hastanın esenliği her zaman öncelikli olmalıdır.
Çağlar boyunca filozofları şaşkınlığa düşüren gizleri doğadan
söküp almak, onların izinden hastalıkların nedenlerini bulmak,
sonsuz bilgileri birbirine bağlamak, hastalıkları engelleme ve tedavi amacıyla hemen kullanmak –bizim amaçlarımız bunlardır.
-William Osler, 1849-1919
İLERİ OKUMALAR
BLANK L et al: Medical professionalism in the new millennium: A
physician charter 15 months later. Ann Intern Med 138:839,
2003
COUNCIL ON GRADUATE MEDICAL EDUCATION: Thirteenth Report:
Physician Education for a Changing Health Care Environment.
US Department of Health and Human Services, March 1999
GUTTMACHER AE, COLLINS FS: Welcome to the genomic era. N
Engl J Med 349:996, 2003
LUDMERER KM, JOHNS MME: Reforming graduate medical eduction. JAMA 294:1083, 2005
STRAUS SE et al: Teaching evidence-based medicine skills can
change practice in a community hospital. J Gen Intern Med
20:340, 2005
asmalar” (zehirli gazlar) ya da ruhani güçlerin gazabıyla açıklanıyordu ve başlıca toplumsal tepki, hastalığın yayılmasında şu veya bu
insan topluluğunu sorumlu olarak suçlamak oluyordu. Amerika’ya
yerleşen Avrupalılarla gelen ve yerli halk arasında felaketlere yol
açan bulaşıcı hastalık salgınları sırasında ve daha sonraki yıllarda yaşanan kolera pandemileri döneminde de bu görüşlere benzer yanlış
ve yararsız inançlar gayet yaygındı. Pek çok tarihçi Dr. John Snow’un
Londra kolera salgınlarıyla, hastalanan toplulukların kullandıkları su
kaynakları arasındaki bağlantıyı saptayarak Broad Caddesi’ndeki su
pompasının manivelasını söktüğü 1851 yılını modern toplum sağlığı
ve epidemiyolojinin başlangıcı sayar. Bir kolera salgını durdurulmuştu ama koleranın etyolojisinin keşfine daha yıllar vardı.
Hastalık nedenlerinin anlaşılması için sadece epidemiyolojinin
doğması yeterli değildi, ayrıca toplum sağlığı ilkelerinin çeşitli idari
birimlere uygulanabilmesi gerekiyordu; nitekim, hastalık nedeni ve
vaka tanımlamalarında görüş birliği sağlanmadıkça hastalığın boyutlarının saptanması ve etkili önlemlerin alınması için uygun ortam
yaratılamıyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında mikrobiyoloji
doğdu ve hızla gelişti, ardından gelen ilk etkin aşılar ile birlikte yerleştirilen sağlık önlem ilkeleri uzun yıllar modern toplum sağlığının
temel unsurları olarak kaldı. Yirminci yüzyılın ortalarında icat edilen etkin antibiyotiklere kadar uluslar arasındaki sağlık çabalarının
çoğu, yerel veya bölgesel ölçekte öğrenilenlerin birden fazla ulusu
kapsayan kampanyalara uyarlanmasından ibaretti. Belki de sınırlar
ötesi ölçekte sağlık sorunlarıyla savaşım amacı güden ilk örgüt 1902
yılında 11 Amerika ülkesi tarafından kurulan Pan American Sanitary
Bureau’dur. Daha sonraları Pan American Health Organization adını alan bu örgütün temel amacı Amerika ülkeleri arasında bulaşıcı
hastalıkların önlenmesiydi. Özellikle Güney ve Orta Amerika’da çok
yaygın ve öldürücü olan, bu nedenle de Panama Kanalı’nın yapımını tehdit eden sarı humma hedef alınmıştı. Hastalığın sivrisineklerle
taşındığının 1901 yılında saptanması kamu ve özel sağlık örgütlerini
sivrisinekle savaşıma yöneltti; 1930’larda aşı geliştirildi.
Aşı geliştirmenin heyecanlı başlangıç yıllarında bile dünya yoksullarının sağlık sorunlarıyla ilgilenen küresel bir sağlık örgütü yoktu. Sömürgeci güçler, günümüzde gelişmekte olan ülkeler olarak
KÜRESEL SAĞLIĞIN EKONOMİSİ
Küresel sağlık ile ilgili girişimlere sıklıkla siyasi ve ekonomik kaygılarla yaklaşılmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, sarı hummayı
kontrol altına alma çabaları Panama kanalı inşaatının tamamlanmasıyla ilintiliydi. Yine de ekonomiyle sağlık arasındaki ilişkinin
tam olarak nasıl olması gerektiği hala tartışma konusudur. Kimi
ekonomistler ve demograflar ekonomik gelişmenin toplumların
sağlık düzeyinin yükselmesinde temel etken olduğunu, diğerleri ise
yoksul ülkelerdeki bozuk sağlık koşullarının gelişmenin önündeki
ana engeli oluşturduğunu öne sürmekteler. Her iki halde de sağlığa
Tıpta Küresel Konular
gözden düşen) yapısal uyum programlarının (SAP’lar) bir parçası 7
olarak sağlık ve eğitim harcamalarını kısmaya teşvik ediyordu, öyle
ki bu gibi kararlar Uluslararası Para Fonu (International Monetary
Fund-IMF) ve benzeri uluslararası finans kurumlarından gelecek
kredi ve yardımların önşartı sayılıyordu. Bu masraf kısma politikalarının kısmen sorumlu olduğu bir gelişme olarak, Afrika’da
sömürgecilerin kontrol altına almayı başardıkları sıtma, tripanosomiyazis ve şistosomiyazis gibi hastalıklar yeniden arttı. Tüberküloz, kesin tedavisi olduğu halde, dünyada yetişkin ölümlerinden
sorumlu bir numaralı bulaşıcı hastalık olmaya devam etti. Yirminci
yüzyılın son on yılı boyunca her yıl yarım milyon kadın doğum
sırasında öldü ve dünyanın önde gelen insani yardım örgütleriyle
fon sahibi kuruluşlarının pek azı küresel sağlığa ilgi gösterdi.
İlk kez 1981 yılında tanımlanan AIDS hastalığı bu konuda bir kıpırdanma sağladı. Yeni tanımlanan ve yayılan bu yeni bulaşıcı ve öldürücü hastalık Amerika Birleşik Devletleri’nde bulaşıcı hastalıklar
“kitabının kapandığı” gibi büyük öngörünün gözden düşmesine yol
açan bir dizi olayları tetikledi. Pandeminin esas merkezi olduğu açığa çıkan Afrika’da HIV’in yayılması TB kontrol programlarını daha
da aksattı, sıtma ise eski hızında öldürücülüğüne devam etti. Yirmi
birinci yüzyıla girerken sadece bu üç hastalıktan yılda 6 milyon kişinin ölmekte olduğu hesap edilmiştir. Yeni araştırmalar, karar mekanizmaları ve parasal kaynakların gerektiği bildirildi. Son birkaç yıl
içinde bazı yeni ve gerekli adımlar atıldı. Yeni gelişen “AIDS, Tüberküloz ve Sıtma ile Küresel Savaşım Fonu”; Birleşmiş Milletler Ortak HIV/AIDS Programı (UNAIDS); Bill ve Melinda Gates Vakfı ve
ABD Başkanı’nın AIDS’e Acil Yardım Planı (PEPFAR) gibi kurumlar WHO’nun öndeliğini gölgeledi. Yine de WHO, 193 üye ülkesi
ve 147 ülke bürolarıyla sınırlar-ötesi bulaşıcı ve diğer sağlık sorunlarıyla mücadelede başlıca kurum olmaya devam etmektedir. 2003
yılındaki SARS epidemisinin ardından Uluslararası Sağlık Kuralları
(ki WHO’nun influenza pandemisi gibi küresel ölçekteki sağlık sorununa herhangi bir üye ülkede müdahale etmesinin dayanağıdır)
2007 Mayıs ayında güçlendirildi ve etkinleştirildi.
Kaynakları kısıtlı ülkelerde sağlık sorunlarına ilgi ve ayrılan
paralar artsa da küresel sağlık kuruluşlarının içinde ve kendi aralarındaki ilişkilerde tutarlılık eksik kalırsa etkin ve geniş kapsamlı bir
mücadele ciddi engellerle karşılaşacaktır. UNICEF’in başlatarak
başarıyla sürdürdüğü çocuk sağkalım programı, James Grant’ın
1995’de ölümüyle sona eren görev süresinden sonra aşılanma hedefinden maalesef uzaklaştı; tahmin edileceği gibi kapsanan çocuk
sayısı da geriledi. Son yıllarda WHO yönetim kadrosunda peşpeşe
iki değişiklik oldu ama geniş kapsamlı çalışmalara duyulan ihtiyaç
arttığı halde parasal kaynakları hala üzüntü verici bir düzeyde kaldı. Başarının paradoksal etkisine bir diğer örnek de, küresel sağlık
sorunlarıyla mücadele tarihinin en önemli gelişmelerinden biri
olan Gates Vakfı’nın varlığının, diğer yardım kuruluşlarında kendi
kısıtlı kaynaklarını aynı konuya yönlendirmeye karşı bir isteksizlik
yaratması oldu. Bizler gerçekten kimilerinin dediği gibi “küresel
sağlığın altın çağı”nda yaşıyor olabiliriz ama ancak WHO, Küresel
Fon, UNICEF, UNAIDS ve Gates Vakfı gibi kuruluşlar çalışmalarında eşgüdümü sağlayabilir ve etkin bir yapılanma oluşturabilirlerse günümüzde varolan olağanüstü fırsatlardan azami yararı elde
edebilirler. Bu hedefe ulaşabilmek için oyunda rol alan eski ve yeni
aktörler keşif (ilgili temel bilim); yeni araçlar geliştirme (koruyucu,
tanı koyucu ve tedavi edici); ve yeni bir bilim dalı olarak iletme/
ulaştırma konularına büyük yatırımlar yapmalıdırlar (İngilizce
metinde discovery, development ve delivery olarak geçmektedir).
BÖLÜM 2
adlandırılan bölgelerde, değişik ölçüde başarılı ve amaçlı bulaşıcı
hastalıklarla savaşım kampanyaları yürütüyorlardı ama bütün dünyayı kapsayacak standartları ve hedefleri olan uluslar arası toplum
sağlığı ve tıp anlayışı henüz hayaldi. Gerçi Uluslar Cemiyeti yirminci
yüzyılın başlarında sıtma gibi bazı sağlık konularıyla ilgilenmişti, ve
doğmakta olan Birleşmiş Milletler’in United Nations Development
Program ve United Nations Children’s Fund (UNICEF) gibi çeşitli
organları sağlık sorunlarıyla da ilgilendiler ama Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization –WHO) gerçek anlamda küresel
ilk sağlık kurumudur. Kuruluş yılı olan 1948’den beri WHO toplum
sağlığında büyük gelişmelere ve küresel sağlık kurumu olarak kendi rolündeki önemli ilerlemelere tanıklık etti. İdari ve siyasi sınırları
tanımayarak yayılan bulaşıcı hastalıklara karşı WHO önderliğinde
yürütülen çalışmaların sonucunda, kimilerince uluslar arası sağlık
çabalarının en büyük başarısı sayılan çiçek hastalığının eradikasyonu sağlandı. Çiçek hastalığı kampanyasını inceleyen tarihçilere göre
başarıyı sağlayan koşullar şunlardı: başarıya ulaşılabileceğine dair
ortak inancın varlığı, etkili bir aşını olması, ve sıklıkla öldürücü ve
çok bulaşıcı olan etkenin insan dışında görünür bir konakçısının olmaması. Temel engel, aşının sağlık çalışanları seyrek ve sağlık örgütlenmesi zayıf olan yoksul bölgelere aşının iletilebilmesiydi. İdari ve
siyasi sınırlar arasında sıkı bir işbirliği kesinlikle zorunluydu. Çiçek
eradikasyon kampanyasının Soğuk Savaş’ın en canlı döneminde tüm
dünyadaki toplum sağlığı örgütlerinin katılımıyla yürütülerek başarılı olması karamsarları şaşırttı.
Dünyada ilk kez bir hastalık eradikasyon kampanyasının başarıyla sonlandırılmış olması dünya sağlık toplumunu kısa süre de
olsa umutlandırdı. Kazakistan’ın başkenti Alma –Ata’da 1978 yılında yapılan Uluslararası Birinci Basamak Sağlık Hizmeti Konferansında herkese temel sağlık hizmet hakkının oybirliği ile tanınması
sağlandı. Fakat bu kararı destekleyecek yeterli mali kaynak sağlanmadığı gibi ulusların bu hedefe ilgisi de yetersiz kaldı. Üstelik, daha
önce başka örneklerde de görüldüğü gibi, başarı paradoks biçimde ilgiyi zayıflattı. TB ve sıtma gibi hastalıklara karşı yeni etkin aşı
ve ilaçlara yönelik temel bilimlerden gelecek destek, araştırmaları
yapabilecek ülkelerde bu hastalıkların büyük ölçüde kontrol altına alınmasıyla birlikte yirminci yüzyılın sonlarına doğru tavsadı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde başlıca sağlık otoritesi sayılan U.S.
Surgeon General makamındaki Dr. William H. Steward 1960’ların
sonlarında “bulaşıcı hastalıklar kitabının kapatılması” zamanının
geldiğini bildirmişti ve dikkatler “epidemiyolojik geçiş”i sağlamış
olan ülkelerdeki sağlık sorunlarına yöneltildi; yani bulaşıcı hastalıklardan dolayı erken ölümleri engellemekten ziyade araştırmalar
kanser ve kalb hastalıkları gibi bulaşıcı olmayan kronik hastalıklardan oluşan ölümlerin engellenmesine odaklandı.
Bin dokuz yüz seksen iki yılında, UNICEF’in vizyon sahibi önderi James P. Grant, Alma-Ata’da alınan Herkese Sağlık ilke kararına yönelik eylemsizliklerden bezmiş halde, “çocuk sağlığı devrimi”
diye adlandırdığı ve kısa adı GOBI olan dört masrafsız müdahale
önerisini içeren bir program başlattı: gelişmenin monitörizasyonu,
oral hidrasyon, breast (memeyle) beslenme, ve immünizasyon (TB,
difteri, boğmaca, tetanoz, polio ve kızamık). GOBI daha sonraları
GOBI-FFF (female-kadın eğitimi, food-besin, ve family-aile planlaması) adını aldı. Başından itibaren tartışmalı da olsa, Grant’ın
çabalarıyla program dünyada yoksul çocukların sağlığında muazzam düzelmeler sağladı. Özellikle Genişletilmiş Aşılama Programı
başarılı oldu ve kritik öneme sahip aşıların uygulandığı çocuk oranı
tahminen 3 misli kadar arttı- yani %20’den az iken hedef düzey
olan %80’e yakın oldu.
Çeşitli nedenlerden dolayı (buna UNICEF önderliğindeki
çocukların sağkalımı kampanyasının başarısı da dahil olabilir)
WHO’nun etkisi 1980’lerde azalmaya başladı. Gözlemciler 1990’ların başlarından itibaren, aşikar bir parasal üstünlüğü ve yoksul
ülkelerle yakın fakat eşitsiz ilişkileriyle Dünya Bankası’nın sağlık
alanında en önemli ve çok yönlü çalışan kurum olarak WHO’yu
gerilerde bıraktığını söylüyorlardı. Dünya Bankası’nın ilan edilmiş
hedeflerinden biri de yoksul ülkelere, uluslararası desteğe layık
maliyet-yararlı önlemleri tanımlamalarına yardım etmekti. Aynı
zamanda Dünya Bankası bu gibi ülkelerin pek çoğunu (sonradan
8 yapılan yatırım, özellikle bulaşıcı hastalıkların kontrol altına alın-
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
ması, üretkenliği arttıracaktır. Sorun “etkin döngü”yü başlatacak
olan gerekli kaynağın nereden bulunacağıdır.
Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası parasal kurumlar kısıtlı
yatırımlar ile sağlık ve eğitime yapılan harcamaların dizginlenmesi
için yol gösterici olmuşlardır. Buradaki sosyoekonomik görüşün
dayanağı şuydu: dengeli bir bütçe ve “barışcı yatırım ortamı” –yani
özelleştirme, kuralların gevşetilmesi, paranın devalue edilmesi ve
borç taksitlerinin zamanında ödenmesi-gelişmeyi sağlayacak ve
böylece sağlık düzeyi de yükselecektir. Dünya Bankası ve IMF’nin
1970’ler ve 1990’lar boyunca yoksul ülkelere önerdikleri sosyal
sektör harcamalarının kısıtlanması bunun tam aksi sonuçları doğurmuştur. En yoksul ülkelerde zaten çok kısıtlı olan sağlık harcamaları daha da daraltılmıştır. Üstelik yoksul ülkelerdeki sağlık
harcamalarının önemli kısmı büyük şehir merkezlerinde ve ödeme
gücü olan elitlere hizmet veren hastanelere gitmekteydi; sonuç olarak, son çeyrek yüzyıl boyunca yoksul ülkelerin yoksul insanlarının
sorunlarına ulaşan pek bir şey olmamıştır.
1999’dan itibaren, Gates Vakfı yönetiminin kamçılaması ve
AIDS gibi yeni beliren sorunlara karşı kalıcı çözümler getirme
isteğinin uyanması sonunda yoksul ülkelere yapılan sağlık harcamalarında artışlar oldu ve yoksulların hastalıklarının tanı ve tedavisinde yeni olanakların keşfine ve geliştirilmesine 40 milyar dolar
ayrıldı; başlıca hedefler, AIDS, TB ve sıtma epidemileriyle kapsamlı
bir mücadele; aşı geliştirme ve dağıtımı; ve hatta kaynakların kısıtlı olduğu ortamlarda veri toplama konusunun iyileştirilmesi.
Eğer Birleşmiş Milletler Binyılın Gelişme Hedefleri’ne ulaşmak istiyorsak (yoksulluğun azaltılması, dünya çapına temel eğitimin ve
cinsiyetler arasında eşitliğin sağlanması) sağlık harcamaları daha
fazla arttırılmalı ve sürekli olmalıdır. Bunun ne ölçekte ve ne kadar
bir süre devam edeceğini anlayabilmek için öncelikle küresel hastalık yükü (KHY- “global burden of disease”) kavramını daha iyi
irdeleyebilmemiz ve ihtiyaçlara daha iyi yanıt veren düzenlemeler
yapabilmemiz gerekiyor. Ölçümlerin iyileştirilmesi küresel sağlık
konusunun önemli bir öğesidir: KHY’nin irdelenmesi ancak kısa
bir süre önce başarılmıştır. Bunlar yoksulların sorunlarına etkili
müdahaleler için gerekli ön şartlar veya düzeltmeler sayılabilir.
BEKLENEN YAŞAM SÜRESİ VE KÜRESEL HASTALIK YÜKÜ
1980’lerin sonlarından beri KHY saptamasına yönelik ciddi çabalar olmuştur. İlk KHY çalışması 1990’da Gelişmekte olan Ülkelerde
Hastalık Kontrolünda Öncelikler isimli raporun birincisinin (DCP1)
ve Dünya Bankası’nın 1993 yılında Sağlığa Yatırım başlıklı Dünyada
Gelişme Raporu’nun temellerini oluşturmuştur. Bu çabalar bizim
gelişmekte olan ülkelerdeki sağlık düzeyini kavramamızda önemli ilerlemeler sağlamıştır. Sağlığa Yatırım ’ın etkisi özellikle büyük
oldu: geniş bir kitlenin özgül sağlık sorunlarında maliyet-yarar analizi ve düzeltilmiş maluliyetli yaşam süresi (DMYS-“disability-adjusted life years”) kavramıyla tanışmasını sağladı. DMYS özgül bir
sağlık sorununun toplumsal ölçekteki etkisini tanımlamada standart
ölçüt haline gelmiştir. Bu ölçüt hem mutlak olarak kaybedilen yaşam
süresini hem de söz konusu olan sorun nedeniyle oluşan maluliyetle
kaybedilen yılları tek bir rakamda birleştirmektedir.
İkinci KHY analizi 2001 yılı sağlık verilerinde yapılmıştır. Söz
konusu rapor, en yoksul ülkelerden elde edilebilen verilerdeki gelişmeyi ve bizim belirli bir toplumun üzerine belirli bir sorunun
etkisini ölçme yetimizi yansıtmaktadır. Yine de, 2001 yılında bile,
incelenen 192 ülkeden sadece 107’sinden toplumdaki ölüm nedenlerini veren güvenilir veriler elde edilebilmiştir. En temel sağlık verilerinin toplanması şarttır; bu WHO’nun, ulusal hükümetlerin ve
belirli akademik kurumların görevidir. Bir bütün olarak verilerin
elde edilememiş olması genel mortalite saptamalarında ciddi bir
belirsizliğe neden olmuştur. Belirsizlik oranı gelişmiş ülkelerde %1
dolaylarındayken tarama mekanizmaları yetersiz olan ülkelerde
%50’yi de geçmektedir. Analitik metodlar ve nitelikli veriler geliştikçe, KHY saptamalarında 1990 ile 2001 arasındaki farklar karşılaştırılarak önemli eğilimler açığa çıkarılabilmiştir.
Bütün dünyada 2001 yılı içinde vuku bulan 56 milyon ölümün
üçte biri bulaşıcı hastalıklar, doğum sırası anne ve bebek ölümleri ve
beslenme eksikliklerinden dolayıdır. Bu üç nedenin orantısal değeri
1990’dan beri değişmemiştir ama HIV/AIDS’e bağlı bulaşıcı hastalık
ölüm oranı aynı süre içinde %2’den dehşet verici bir şekilde %14’e
yükselmiştir. Bu ölümler çıkartılırsa yukarıdaki üç ölüm nedeninin
oranı 1/3’den 1/5’e düşmektedir ve %97’si orta ve düşük gelirli ülkelerde olmaktadır. Yetişkinlerde en önde gelen ölüm nedeni 2001
yılında iskemik kalb hastalıklarıydı; yüksek gelirli ülkelerdeki ölümlerin %17.3’ü ve orta ve düşük gelirli ülkelerde ise %11.8’i bu nedene
bağlıydı. İkinci sırada serebrovasküler hastalıklar yüksek gelirli ülkelerdeki ölümlerin %9.9’u ve orta ve düşük gelirli ülkelerde ise %9.5’i
olarak sıralanıyordu. Yüksek gelirli ülkelerde üçüncü ölüm nedeni
olan trakea, bronş ve akciğer kanseri (%5.8) orta ve düşük gelirli ülkelerin listesindeki ilk 10 hastalık arasında bile yer almıyordu. Daha
yoksul ülkelerde ölüm nedeni olan ilk 10 hastalığın 5’i bulaşıcı hastalıklardı, oysa yüksek gelirli ülkelerde ilk 10 arasında tek bir bulaşıcı
hastalık-alt solunum yolları infeksiyonu- yer alıyordu.
2001 yılındaki 56 milyon ölümün neredeyse %20’sini (10.6
milyon) akut solunum yolları infeksiyonları, kızamık, ishal, sıtma
ve HIV/AIDS’den ölen 5 yaşının altındaki çocuklar oluşturuyordu
(Şekil 2-1). Bunların %99’u orta ve düşük gelirli ülkelerin çocuklarıydı ve tam %40’ı Sahra-altı Afrika ülkelerindendi. Ölü doğumlar
da eklenirse dünyada çocuk ölümlerinin toplamı 13.5 milyona çıkmaktadır (toplam ölümlerin yaklaşık %25’i) ve bunların yarısından
fazlası ilk bir yaş içinde olmaktadır (tüm ölümlerin sekizde biri).
1990-2001 yılları arasında 5 yaşının altındaki çocuk ölümleri yüksek gelirli ülkeler, Karayipler, Ortadoğu, Kuzey Afrika ile Avrupa
ve Orta Asya’nın orta ve düşük gelirli ülkelerinde en az %30 azaldı.
Özellikle çocukluk çağı ishallerinden ölümler 1990’da 2.4 milyon
iken 2001 yılında 1.6 milyona indi, bunun en olası nedeni yoksul
ülkelerde oral rehidrasyon tedavisinin daha yaygın kullanılır olmasıdır. Bu dönemde sadece sıtma ve HIV’den çocuk ölüm hızında
azalma yerine artış gözlendi.
Yaşları 15-59 arasındaki grupta (Şekil 2-2) ölümlerin yarıdan
fazlası Güney Asya ve Sahra-altı Afrika dışındaki bütün ülkelerde
bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlıydı; bu iki bölgeden birincisinde
üçte biri diğerinde ise üçte ikisi bulaşıcı hastalıklar, doğum sırası
anne ve bebek ölümleri ve beslenme eksikliklerinden dolayı idi. 1559 yaş grubunda ve orta ve düşük gelirli ülkelerde yaşayan bireyler
bulaşıcı olmayan sağlık sorunlarıyla karşılaştıklarında ölüm riskleri yaşıtları olan yüksek gelirli ülke bireylerinden %30 daha yüksekti. Bu yaş grubunda yaralanmalar ölüm nedenlerinin %%25’ini
oluşturuyordu; Avrupa ve Orta Asya’da oran daha da yükselerek
ölümlerin üçte birinden sorumlu oluyordu. Genel olarak bakıldığı
zaman 15-59 yaş grubunda aynı zaman dilimi içinde ölüm hızları
azalmıştı; istisnalardan ilki Avrupa ve Orta Asya’da kardiyovasküler hastalıklar ve yaralanmalardan dolayı ölümlerin artması, diğeri
ise Sahra-altı Afrika’da özellikle HIV/AIDS’den felaket düzeylerine
varan ölümlerdi.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar 2001 yılında tüm ölümlerin yaklaşık %60’ından fakat (daha ileri yaşlarda başladıkları için) yitirilen
yılların %40’ından sorumluydu. Yaralanmalar ise tersine yitirilen
yıllarda %12, ölüm nedenlerinde %9 pay alıyordu. Toplam olarak
erkeklerde ölüm hızı kadınlardan %11, yitirilen yıl hızı ise %15
daha yüksekti; bu rakamlar dünyada genel olarak erkeklerin kadınlardan önce öldüklerinin kanıtıdır. İlginç bir şekilde, orta ve düşük gelirli ülkelerde bulaşıcı olmayan hastalıkların yükü 1990’dan
2001’e kadar %10 artarak tüm hastalık yükünün yaklaşık yarısını
kapsayacak noktaya ulaşmıştır.
Yitirilen yıllarla karşılaştırıldığı zaman, her bir hastalık için malul kalarak da olsa kazanılan yılların hesabının yapılmasında daha
büyük belirsizlik vardır. 2001 yılı verilerinden elde edilen en iyi
değerlendirmelere göre yüksek gelirli ülkelerde yaşlılıkta görülen
demans ve kas-iskelet sistemi hastalıkları gibi sorunların prevalansı daha yüksek iken orta ve düşük gelirli ülkelerde kardiyovasküler
sistem ve kronik solunum yolları hastalıkları ile bulaşıcı hastalıkların
kalıcı hasarlarının etkisi belirginleşiyordu. Böylece, tahmin edilebi-
5 yaş altı ölüm nedenleri, 1990 ve 2001
Yüksek gelir 1990
Sıtma
2001
İshal
Avrupa ve Orta Asya 1990
Solunum infeksiyon
2001
Diğer infeksiyonlar ve
parasiter hastalıklar
Latin Amerika 1990
Perinatal nedenler
2001
Beslenme yetersizliği
Bulaşıcı olmayan hastalıklar
2001
Travmalar
Doğu Asya ve Pasifik 1990
2001
Güney Asya 1990
2001
Sahra Altı Afrika 1990
2001
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
0-4 yaş arası her 1000 çocukta ölüm oranı
ŞEKİL 2-1 Doğumdan 4 yaşına kadar çocuklarda ölüm hızlarının 1990’dan 2001’e kadar hastalık grubuna ve bölgelere göre dağılımı. 1990 yılına ait ölüm hızları (Murray ve
Lopez’den [1996] hesabedilmiştir), veri elde etmede, yöntemlerde ve ayrıca Doğu Asya ve Pasifik, Güney Asya, Avrupa ve ve Orta Asya’dan gelen 1990 hesaplarının 2001 yılına uyarlanması sırasındaki bazı hesap yuvarlamalarından dolayı 2001 verileriyle tümüyle karşılaştırılamaz.
Bütün bölgelerdeki yüksek gelirli ülkeler hesap dışı bıraklımış ve topluca tek bir grup olarak
grafiğin en üst satırında gösterilmişlerdir. Bundan dolayı coğrafi bölümler sadece düşük ve
orta gelir grubundaki ülkeleri göstermektedir. (Lopez et al.’den Elsevier’in izniyle alınmıştır.)
leceği gibi, orta ve düşük gelirli ülke insanları daha kısa ve daha hastalıklı bir yaşam
sürdürmekteydiler. Nitekim Güney Asya ve
Sahra-altı Afrika’da toplam dünya nüfusunun üçte biri yaşadığı halde toplam hastalık
yükünün %45’i bu bölgelerdeydi.
Sağlığı etkileyen risk faktörlerinin
analizini yapan KHY projesi yitirilmiş
DMYS’lerde en önemli nedenin, hem
1990 hem de 2001’de yetersiz beslenme
olduğunu buldu. Gelişmiş pek çok ülkede
obezitenin kaygı verici bir sağlık sorunu
haline geldiği bir çağda yetersiz beslenmenin varlığını sürdürmesi büyük bir endişe
kaynağıdır. Açları doyuramayışımız yıllardır başarısız kalan gelişme projelerimizin
sonucudur ve en öncelikli sorun olarak ele
alınmalıdır. Gerçekten, herhangi bir sağlıkta iyileştirme girişiminin, istediği kadar
cömertçe desteklensin ve bilimsel olarak
uygun olsun, yeterli beslenme sağlanmadıkça başarılı olması olanaksızdır.
Gelişmekte olan Ülkelerde Hastalık Kontrolünde Öncelikler isimli raporun ikinci
baskısında (DCP2) KHY analizi temel alındı. 2006 yılında yayınlanan DCP2 kapsamı
ve hedefleriyle şaşırtıcı bir belgedir, yüzden
fazla müdahalenin maliyet-yarar analizleri
yapılmış ve sağlık sistemlerinin güçlendirilmesine odaklanmış stratejilere 21 bölüm ayrılmıştır. Göreceli olarak birbirine benzeyen
iki ayrı müdahalenin maliyet-yarar analizini
AIDS
Günümüz dünyasında AIDS epidemisinin
ulaştığı düzeyin genel bir değerlendirilmesi Bölüm 182’de yapılmıştır. Biz burada
tartışmamızı gelişmekte olan ülkelerdeki
AIDS ile sınırlandıracağız. Kısıtlı olanaklar ortamında AIDS ile mücadele sırasında
öğrenilenler, bulaşıcı olmayanları da dahil
olmak üzere diğer kronik hastalıklar için
de geçerlidir. Aşağıda öğrenilenlerin bazılarının üstünde duracağız.
Yeni geliştirilen antiretroviral tedavilerle (ART) Amerika Birleşik Devletleri’nde
AIDS artık kaçınılmaz şekilde ölümle sonlanan bir hücresel immünite hastalığı olmaktan çıkmış ve çözümlenebilen kronik
bir soruna dönüşmüştür. Gelişmekte olan
ülkelerde ise tedavinin yaygın olarak sunulması 2003’den sonradır ve ancak 2006
yazında tedaviye ihtiyacı olanların sadece
%25’ine bu olanak sağlanabiliyordu. (Bu
1990-2001 yıllarında 15-59 yaş arası erişkinlerde ölüm nedenleri
Yüksek gelir 1990
HIV/AIDS
2001
Diğer infeksiyonlar ve
parazitik hastalıklar
Avrupa ve Orta Asya 1990
2001
Maternal durumlar ve
beslenme yetersizlikleri
Latin Amerika 1990
Kardiyovasküler hastalıklar
2001
Kanserler
Orta Doğu ve Kuzey Afrika 1990
Diğer bulaşıcı olmayan
hastalıklar
2001
Doğu Asya ve Pasifik 1990
Kazaen oluşan travmalar
2001
Kasti travmalar
Güney Asya 1990
2001
Sahra Altı Afrika 1990
2001
0
2
4
6
8
10
12
15-59 yaş arası her 1000 erişkinde ölüm oranı
ŞEKİL 2-2 15-59 yaşları arasındaki bireylerdeki ölüm hızlarının 1990’dan 2001’e kadar
hastalık grubuna ve bölgelere göre dağılımı. Solunum yolu infeksiyonları dahildir. 1990
yılına ait ölüm hızları (Murray ve Lopez’den [1996] hesabedilmiştir), veri elde etmede, yöntemlerde ve ayrıca Doğu Asya ve Pasifik, Güney Asya, Avrupa ve ve Orta Asya’dan gelen 1990
hesaplarının 2001 yılına uyarlanması sırasındaki bazı hesap yuvarlamalarından dolayı 2001
verileriyle tümüyle karşılaştırılamaz. Bütün bölgelerdeki yüksek gelirli ülkeler hesap dışı bıraklımış ve topluca tek bir grup olarak grafiğin en üst satırında gösterilmişlerdir. Bundan dolayı coğrafi bölümler sadece düşük ve orta gelir grubundaki ülkeleri göstermektedir. (Lopez et
al.’den Elsevier’in izniyle alınmıştır.)
Tıpta Küresel Konular
Orta Doğu ve Kuzey Afrika 1990
BÖLÜM 2
yaparak kısıtlı olanaklarda en uygun kararla- 9
rın alınmasını sağlamak önemlidir; fakat küresel ölçekte sağlık için arzu ve kaynakların
arttığı bir çağda (özellikle eski dönemlerin
kalıntısı) maliyet-yarar analizleri dünyada
ihtiyaç duyulan kaynak ve erişilebilir hizmetlerin sağlanmasındaki kararlı tutumlara
engel olmamalıdır. Bu noktayı daha anlaşılır
kılmak üzere, son otuz yılda yetişkin ölümlerinde bir numaralı bulaşıcı hastalık haline
gelen AIDS örneğini ayrıntılarıyla vereceğiz.
10 şanslı azınlığın ne kadarının tedaviyi sürdürebileceği ve gerekli
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
sosyal desteği alabileceği ise henüz bilinmiyor.) Kaynakların kısıtlı
olan bölgelerde HIV/AIDS hastaları için ART programlarının vakit
geçirmeden sağlanmasına karşı 2003 yılına kadar çeşitli argümanlar ileri sürülüyordu. Klasik nakarat, tedavinin yoksul hasta için çok
pahalı olduğu, uygulamanın karmaşıklığı, laboratuar kontrollerinin
sağlanamayacak olması ve gerekli eğitimi almış sağlık personelinin
bulunmadığı şeklindeydi. Sahte ikilemler yaratan (hem önlem hem
tedavi yerine önlem veya tedavi gibi) sığ maliyet yararlılık tartışmaları sıklıkla karşılıksız kalıyordu. Siyasi önderlerin ve toplum sağlığı
uzmanlarının, açıkça sessiz kalmaları değilse bile, ikircikli tutumları
o dönemin en büyük engeli olmuştur. Tüm bu etmenlerin toplam
sonucu, gelişmekte olan ülkelerdeki HIV ile infekte olmuş on milyonlarca yoksulun ölüme mahkum edilmesiydi.
Varlıklı ve yoksul ülkeler arasındaki HIV tedavisine ulaşabilme
eşitsizliği yaygın ve haklı bir ahlaki kaygıya yol açtı. Brezilya gibi
orta gelir grubundaki bazı ülkelerde geliştirilen yaratıcı çözümler
tedaviye ulaşım açığını daralttı. Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının (STK) öncülüğünde geliştirilen çeşitli projeler açıkça
göstermiştir ki, toplumsal destek ve katılımın sağlandığı hallerde,
gayet basit bir tedavi yaklaşımıyla büyük başarılar elde edilebilir.
Birleşmiş Milletler Erişimi Hızlandırma Girişimi (United Nations
Accelerating Access Initiative) nihayet 2000 yılında araştırma kaynaklı ve jenerik ilaç üreticilerini devreye soktu ve AIDS ilaçlarında ciddi bir ucuzlama sağlandı. Aynı zamanda kullanım kolaylığı
getiren sabit dozlu kombinasyon tedavileri de giderek yaygınlaştı.
Bu derslerden güç alan WHO kaynakları kısıtlı ortamlarda AIDS
tedavisi için toplum sağlığı yaklaşımlarını destekledi. Bu yaklaşım Sağlıkta STK Ortaklığı (NGO Partners in Health) ve diğer kuruluşların
geliştirdikleri beş ilaçlı kombinasyon tedavisini ilk basamakta önermekte ve daha karmaşık ve hala daha pahalı olan ikinci tedavi seçeneklerini yedekte saklamaktadır. Çeşitli ülkelerde ortak tedavi protokolları standardize edilmiş ve sağlık personelinin yoğun bir eğitimden
geçirilmesi de sağlanmıştır. Bu çabalara Dünya Bankası, Küresel Fon
ve PEPFAR tarafından daha önceden benzeri bulunmayan bir parasal destek verilmiştir. WHO ve UNAIDS 2003 yılında ART’ye ulaşılamamasını acil bir küresel toplum sağlığı sorunu olarak ilan etti ve
iddialı bir hedef saptayarak “beşe kadar üç” girişimini başlattı: 2005
yılına kadar gelişmekte olan ülkelerde 3 milyon kişiye tedaviyle ulaşılması amaçlanmaktaydı. Pek çok ülkede buna paralele olarak ulusal
hedefler saptandı ve HIV/AIDS tedavisiyle birlikte koruyucu önlemler
ulusal AIDS tedavisi ve sağlık sistemlerine yerleştirildi. G8 ülkelerinin
2005’deki Gleneagles bildirisinde 2010 yılına kadar HIV tedavisinin
tüm dünyaya yayılması hedefi de önemli bir ileri adım oldu.
Bugün artık ART’nin etkinliği herkes tarafından kabul ediliyor:
ABD’de ART’nin ortalama hasta ömrünü 13 yıl uzattığı saptanmıştır, bu rakam kanser hastalıklarının hemen hepsinin ya da koroner
arter hastalığının komplikasyonlarının tedavisinden daha başarılı
sayılabilir. Gelişmekte olan ülkelerden gelen verilerle daha ileri politika ve kararlar için yeni dayanaklar elde edilmektedir. Son on yılda,
elliden fazla ülkeden elde edilen deneyimlerle gösterilmiştir ki kararlı
tutum, uygun parasal destek ve bilgi ve beceriyle gelişmekte olan ülkelerde HIV infeksiyonuyla yaşayanlara büyük yararlar sağlanabilir.
TÜBERKÜLOZ
Bölüm 158’de TB patofizyolojisi ve tedavisi kısaca ele alınmıştır, bu
hastalık günümüzde dünyanın hemen her yerinde HIV ile içiçedir.
Nitekim Afrika’nın güneyinde yeniden beliren kayıtlı TB olgularının önemli bir kısmı HIV ile ko-infeksiyondur. HIV’den önceki
dönemde bile, gelişmekte olan ülkelerde TB hastalarının yarısına
bile tanı konamadığı ve çok daha az bir kısmının tedavi edildiği
düşünülüyordu.
Özellikle TB tanı ve tedavisinde yetersiz kalınmasından dolayı
otoriteler hastalık yükünü azaltmak amacıyla tek bir strateji geliştirdiler. DOTS stratejisi (direkt observasyonla tedavinin kısa zamanda
(“short”) tamamlanması, ki isoniazid ve rifampisin ağırlıklı bir tedavi oluyordu) 1990’larda Dünya Bankası, WHO ve diğer uluslararası kuruluşlarca desteklendi. Protokol balgamında basil saptanan ve
pasif olgu saptamasına ve tabii ki düzenli ilaç temin edileceği varsayımına dayanıyordu. DOTS ilaca duyarlı ve komplike olmayan hastalarda çoğu kez gayet başarılı oldu fakat bir süre sonra bazı zaafları
belirdi. Bir kere balgamda basil bulunmaması özellikle akciğer dışı
TB ve çocuk hastalarda ve kimi akciğer hastalarında rastlanabilen
bir durumdur ve on dokuzuncu yüzyıldan kalma bu yöntem yeterli duyarlılıktan yoksundur. İkincisi, pasif hasta saptama yöntemi iyi
bir sağlık örgütlenmesinde etkindir ama TB’nin en yaygın olduğu
toplumlarda bu örgütlenme zaten yetersizdir. Üçüncüsü, çoklu ilaç
direnci (MDR) bulunan hastalar, tanım olarak, isoniazid ve rifampisine dirençli Mycobacterium tuberculosis suşlarıyla infektedirler;
bundan dolayı bu iki ilaca dayanan tedavilerin direncin önemli bir
sorun olduğu ortamlarda yetersiz kalması kaçınılmazdır.
Amerika’daki hastanelerde saptanan antibiyotik direnci krizi
salt gelişmiş ülkelerle ve bakteriyel infeksiyonlarla sınırlı bir sorun
değildir. Belirli ortamlarda, azınlıkta fakat önemli sayıda bir hasta
grubu daha baştan birincil anti-TB ilaçlardan en az birine dirençli suşlarla infekte olmaktadır. Küresel sağlık otoriteleri DOTS’un
MDR TB hastalarında da etkin olabilmesi için geliştirdikleri
DOTS-plus yöntemiyle dirençli olguların tanınması ve tedavisini
hedeflediler. Daha DOTS-plus yöntemi kısıtlı kaynakları olan ortamlarda yaygınlaştırılamadan birden çok ilaca birden dirençli M.
tuberculosis ile infekte olgular (“extensively drug-resistant”-XDR)
zaten sorunlarla boğuşmakta olan Güney Afrika gibi ülkelerde TB
kontrol programlarını tehdit etmeye başladı. Güney Afrika’da HIV
infeksiyonunun hızla yayılmasında dolayı TB insidansı son 10 yılda iki misli artış göstermiştir.
KRONİK HASTALIKLAR OLARAK TÜBERKÜLOZ VE AIDS:
ÖĞRENİLEN DERSLER
MDR TB’ye karşı geliştirilen stratejiler ilaca dirençli HIV infeksiyonu ve hatta Afrika’nın kimi bölgelerinde yineleyen infeksiyonlar
ve yetersiz tedaviler sonucunda kronikleşen sıtmaya karşı verilecek savaşım için önemli dersler içermektedir. Hatta, AIDS ve TB’yi
kronik hastalıklar olarak birlikte ele almak tüm dünyada geçerli
olabilecek bazı sonuçlar vermektedir (Şekil 2-3).
Öncelikle, AIDS’in önlenmesi ve tedavisi için verilen hizmetlerin
paralı olması yoksul kitleler için kabul edilemez bir yüktür ve çoğu
istenen para az bile olsa ücreti hiçbir zaman ödeyemeyecektir. Hava
yoluyla bulaşan TB’ye karşı verilen savaşımda olduğu gibi burada da
toplumun yararı için toplumun sağlığı amaçlanmalıdır. Başlangıçta
bu uygulamanın sürdürülebilmesi için donörlere gereksinim olacaktır ama günümüzde pek çok Afrika ülkesinde sağlık harcamaları için
artan ulusal yatırım hedefleri belirlenmektedir- böylece uzun vadede
programların uygulanabilirliği sağlanacaktır. Beri yandan, ülkelerin
parasal katkıları artarken AIDS tedavisi ucuzlamaktadır. Jenerik ilaçların elde edilmesiyle bugün AIDS’in günlük tedavi maliyeti 0.50 US
dolarının altına inmiştir ve her geçen gün gelişmekte olan ülkelerin
toplum sağlığı kuruluşları tarafından karşılanabilecek düzeyde daha
da ucuz seçenekler belirmektedir.
İkincisi, pilot çalışmaların etkin bir şekilde artışı, birinci basamak
da dahil olmak üzere, sağlık hizmeti örgütlenmesinin güçlendirilmesini ve hatta yeniden yapılandırılmasını gerektirecektir. Geçmişte sağlık
hizmeti altyapısının olmayışı yoksul ülkelere ART sunulmasına bir
engel olarak gösteriliyordu; oysa şimdi nihayet kayda değer rakamlara
ulaşan AIDS kaynakları Sahra-altı Afrika ve HIV yükü fazla olan bölgelerde (ki TB’nin tekrar artmaya başladığı yerler de buralardır) toplum sağlığı sistemlerinin kurulmasını sağlayabilecektir.
Üçüncüsü, hekimler başta gelmek üzere eğitimli personel eksiğinin yoksul ülkelerde AIDS tedavisinin başarısız olmasına neden
olduğu söylenmekteydi. Eksiklik bir gerçektir ve aşağıda tartışacağımız “beyin göçü” devam etmektedir. Beri yandan hekimlerin
Afrika’yı terk etmelerinin bir nedeni de mesleklerini uygulayabilecekleri araç-gerece sahip olmayışlarıdır. AIDS fonları salt hekim ve
hemşireleri yetersiz hizmet giden bölgelere çekmekle kalmayacak
ayrıca o bölgelerin sağlık çalışanlarını da köy ve mahallelerindeki
AIDS ve diğer hastalıklara karşı etkin olacak eğitim düzeyine ulaşmalarını da sağlayacaktır. Bu türlü bir eğitim hekimlerin sayıca bol
BÖLÜM 2
yorlar: sıtma hem bireylerin hem de ülkelerin ekonomik ge- 11
lişmesini durdurmaktadır. Sıtmanın dolaylı ve dolaysız etkileri hesaplandığı zaman hane halkının yıllık gelirinin %10’unu
tükettiği hesaplanmıştır. Gana’da yapılan bir araştırmada sıtmanın varlıklı ailenin gelirinin %1’ine mal olmasına karşılık
bu oran yoksul ailede %34’e yükselmektedir.
Ulus düzeyinde maliyete bakılırsa, sıtmanın endemik
olduğu bir ülkedeki kişi başına yıllık gelir sıtmanın bulunmadığı bir ülkeye göre %50 daha düşük çıkmaktadır.
Geride kalmanın nedenleri arasında yüksek fertilite oranları, çocukların bilişsel gelişmelerindeki duraklama, okullaşmada düşüklük, tasarruflardaki azalma, yabancı sermaye yatırımlarında azalma ve işgücü hareketliliğindeki
kısıtlanmalar sayılmaktadır. Böylesine büyük bir maliyeti
gördükten sonra Sachs ve Malany isimli iki ekonomistin
yazdıkları önemli bir derleme yazısında ulaştıkları sonuca şaşmamak gerek: “sıtma nerede en çok gelişmişse insan
toplumu orada en az gelişmiştir”.
Tıpta Küresel Konular
Sıtmanın Geriletilmesi Kısmen konakçı dağılımı ve iklimin tropikal (ve kaynakları yoksul) ülkelerden farklı olması
gibi nedenlerle, kaynaklardan yana zengin ülkelerin elinde bu
bölgelere uyarlanabilecek sıtma önleme ve tedavi reçeteleri sınırlıdır. 2001 yılında Afrika devletlerinin önderleri Sahra-altı
Afrika ülkelerinde geçerli olabilecek stratejiler içeren WHO
ŞEKİL 2-3 Rwanda’da HIV/TB ile ko-infekte bir hasta, tedaviden önce Sıtmayı Geriletme (“roll back malaria”- RBM) kampanyasını başlattılar. RBM sıtmaya bağlı morbidite ve mortaliteyi
(sol) ve 6 ay sonraki (sağ) fotoğrafları.
azaltmak amacıyla 3 dallı bir strateji önermektedir: insektisit
emdirilmiş cibinlik (“insecticide-treated bed net”- ITN) kuloldukları yerlerde de verilmelidir çünkü kronik hastalık bakımınlanımı, kombinasyon tedavisi ve iç mekanda ilaçlama.
da en yüksek hizmet standardı yerinde ve iyi denetlenen hizmetle
ITN’ler maliyet yarar oranı yüksek ve etkin araçlardır. Kontrollü
sağlanabilir, Birinci veya Üçüncü Dünya olması fark etmeyecektir. çalışmaların meta-analizine göre ITN kullananlarda sıtma insidansı
Dördüncüsü, had safhadaki yoksulluk, bulaşıcı olsun olmasın, hiç cibinlik kullanamayanlardan %50 daha azdır. İnsektisit emdirilkronik hastalıklarla baş edilmesini zorlaştırmaktadır. Gerçekten de memiş cibinlikler bile sıtma insidansında %25 azalma sağlamaktadır.
yoksulluk koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin verilmesindeki en Bireysel düzeyde, ITN kullanımının sıtmadan da öte yararları oldubüyük engeldir. Hastanın uyumuna karşı varolan sosyal ve eko- ğu anlaşılmaktadır. Çeşitli çalışmalarda 5 yaşından küçük çocuknomik engeller ancak “örtücü hizmetler” denilen açların doyurul- larda salt sıtmanın azalmasıyla açıklanamayacak genel mortalitede
ması, kliniklere ulaşımın sağlanması, çocuk bakımı ve konut edin- düşüş gözlenmiştir. ITN kullanan topluluklarda özellikle anemiyle
dirme gibi desteklerle ortadan kaldırılabilir. Afrika’nın çoğu kırsal birlikte artan çocuk ishalleri ve solunum yolu infeksiyonları ile gebölgelerinde AIDS ve TB ile birlikte açlık da temel bir sorundur, belerde düşük ağırlıklı bebek doğurma gibi morbiditelerde azalma
hasta bedenini tüketen bu hastalıklarla savaşım için yeterli kalori görülmektedir. Bazı bölgelerde ITN’ler lenfatik filariazis, deri leisalımı da zorunludur.
hmaniazisi, Chagas hastalığı ve keneyle geçen humma-i racia gibi
Son olarak, temel bilimlerin aşılar ile daha güvenilir ve daha hastalıklardan da korunmaya yaramaktadır. Toplumsal ölçekte ise,
ucuz tanı yöntemleri ve yeni ilaçlar geliştirilmesine karşı heves ve bir tek evde ITN kullanılsa bile yüzlerce metre çapındaki bir alandaki
isteğinin yeniden canlandırılması gerekmektedir. Salt üç büyük bu- evlerde sivrisinek ısırılmalarında azalma olmaktadır. Kazanılan her
laşıcı ve ölümcül hastalık (ki üçünün de etkin bir aşısı yok) değil DMYS için ITN’in maliyeti 10-38 US doları olarak hesaplanmıştır,
günümüze kadar ihmal edilmiş diğer yoksulluk hastalıkları da bu bu da ITN’nin “kaynakların çok etkin kullanımına ve toplumca deshedefe dahil edilmelidir.
teklenmeye iyi bir aday”1 olduğunu göstermektedir.
Bazı RBM programları sınırlı başarılar sağladı ama sıtmanın
SITMA
hastalık yükü artmaya devam etti. Aslında 1999-2003 yılları arasınŞimdi başta yoksul çocuklar olmak üzere ve özellikle Afrika’da bü- da yıllık sıtmaya bağlı ölüm hızlarında artış görüldü. Her ne kadar
yük zayiata neden olan ve dünyanın üçüncü büyük ölümcül hasta- RBM kampanyasının o yıl yayınladığı rapor Sahra-altı Afrika’da
morbidite ve mortalite verilerinin derlenmesinin sorunlu olduğu
lığına geçiyoruz.
ve gerçek rakamların ortaya henüz çıkmadığını belirtmeyi ihmal
Sıtmanın Maliyeti Sıtmanın insanlara muazzam bir maliyeti var- etmemiş de olsa “RBM’nin giderek artan bir sıtma yüküne karşı
dır. Her yıl 250 milyon kişinin sıtmaya yakalandığı ve, çoğu gebe yürütüldüğü” açıkça yazılmıştır.
ITN’lerin başarısının sınırlı kalması, sefalet içinde yaşayan haskadınlar ve 5 yaşından küçük çocuklar olmak üzere, 1 ila 2.5 milyon kişiyi öldürdüğü hesaplanmıştır. Sıtmanın sonuçları yoksul- taların kritik önemdeki koruyucu önlemler teknolojisine ulaşamalara orantısız bir şekilde yansımaktadır: sıtma ölümlerinin %58’i dıklarını göstermektedir. Kanıtlanmış etkinliğine ve “makul” madünyanın en yoksul %20’sinde olmaktadır, bunların da %90’ı Sah- liyetine karşın ITN kullanımının 2003 RBM raporunda üzücü bir
ra-altı Afrika’dadır. Mortalitedeki bu eşitsiz dağılımın diğer hiç- düzeyde kaldığı bildirilmiştir. Taranan 28 Afrika ülkesinde, hane
bir hastalıkta benzeri yoktur. Hastalığın morbiditesinde de benzer sayımında en az bir adet ITN kullanım oranı sadece %1.3 (aralık,
eşitsiz dağılımın varlığı Zambia’da yapılan bir araştırmayla kanıt- %0.2-4.9) ve ITN altında uyuyabilen çocuk oranı da %2’den az
lanmıştır: 5 yaşından küçüklerde parazitemi prevalansı en yoksul bulunmuştur. Neden RBM kampanyası hedefine ulaşamamıştır?
Afrikalılar cibinlik kullanmayı istememekte midirler? Sıtmayı bir
dilimde en varlıklı dilimden %40 daha yüksek bulunmuştur.
Sıtmanın en büyük saldırısına maruz kalan yoksullar etkin korunma ve tedavi olanaklarından en az yararlanan kesimdir. Ekonomistler 1 Nuwaha F: The challenge of chloroquine-resistant malaria in sub-Saharan Africa. Health
sıtma ve yoksulluk ilişkisini karşıt fakat tamamlayan bir açıdan ele alı- Policy Plan 16:1, 2001.
12 sağlık sorunu olarak görmüyorlar mı? Ya da projeyi yönetenler ve
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
donörler Afrikalıların çoğunun cibinlik sahibi olabileceğinin hesabını yaparken yanılmışlar mıydı?
Bunlar gösterişli sorular değildir. RBM stratejisi başlangıçta
ITN’lerin piyasadan temin edileceğini ve bunun önemli olduğunu duyurmuştu. Bu görüşü destekleyen bir gözlem Madagaskar ve
Mali’de eskiden beri cibinlik satılan pazarların varlığıydı. Buna göre
cibinliklere karşı ve ITN satış noktalarına yönelik zaten bir talebin
bulunduğu farzedilmişti. Oysa, indirimli fiyatlarla sunuldukları halde ITN’lere karşı talep RBM’nin ilk yıllarında düşük kaldı. Çeşitli çalışmalarla Afrika ülkelerinde ödemeye istekli olma ve gerçekten satın
alma oranları ve ITN satın alınmasındaki başarısızlıklar araştırıldı.
Politikaların saptanmasında ve fiyatların belirlenmesinde toplumda
ödemeye istekli olma oranları ve kar- talep oranları sıklıkla başvurulan yöntemlerdir. Nijerya’nın bir kırsal bölgesinde yapılan kesitsel bir
araştırmada 1 ay arayla 2 kez anket yapılarak bireylerin ITN almak
için ödemeye istekli olup olmadıkları, gerçekten ITN satın alıp almadıkları (ikinci anket sırasında desteklenmiş fiyattan bir ITN almak
isteyip istemedikleri) ve tasarlanmış ve gerçekleştirilmiş ITN satın
almaya etkisi olan olası faktörler (sosyoekonomik düzey veya yakın
geçmişte sıtmaya yakalanmış olma gibi) sorgulandı. Her iki ankete
de katılan 453 bireyden en yoksul %20’lik dilimden gelenler diğerlerinden daha fazla sıtmayı bir risk olarak algılıyordu (%27.3’e karşılık
%12.9-21.6, p<0.05). Yine de, en yoksul kesim cibinlik sahibi olmak,
satın almak veya almayı tasarlamak konularında en düşük olasılıklı
grubu oluşturuyordu. En varlıklı kesim bile devlet tarafından desteklenmiş fiyattan satılan cibinliğin ücretinin ancak %51’ini ödemeyi
kabul ediyordu. Bu çalışma verileri, en varlıklı gibi gözükenlerin bile
belirlenmiş bir fiyattan cibinlik almak istemeyeceği veya alamayacağını düşündürmektedir ve yazarlar cibinlik satışına bel bağlamanın
hata olacağı ve maliyeti azaltabilecek ya da talebi arttırabilecek yolların aranması gerektiği sonucuna varmaktadırlar.
2002 yılında Kenya yaylalarında yapılan bir araştırmada fiyatı
ileri derecede desteklenmiş ITN kullanan (n= 190) ve kullanmayan
ve bu konuda üzerinde hiç çalışılmamış (n= 200) iki grubun tutumları sorgulanmıştır. Bütün deneklerde ITN kullanmaya istekli
olanlar %97 iken fiyatının 350 Kenya şilini olduğunu öğrendikten
sonra isteklilerin oranı %4’e düşmüştür. “Cibinlik pahalı bir gereçtir” şeklinde uyarılardan sonra ise almaya istekli olanlar %26’ya
çıkmıştır. Bu çalışmada cibinlik satılmadığı için gerçek satın alma
oranı bilinmiyor. Mamafih çalışma ITN satın almaya istek ile ona
yapılacak harcamayı diğer hane gereksinimleriyle karşılaştırarak
sorunu somutlaştırmıştır: bir cibinliğe ödenecek parayla 3 çocuğun
bir yıllık ilkokul harcamaları karşılanabiliyordu. Böylece yazarlar,
halkının en az yarısı ülke yoksulluk sınırının altında olan bu bölgede gerçekten kaç kişinin ITN satın alabileceğini sorguluyordu.
ITN satışlarına karşı özellikle yoksulların en yoksulu olan kesimlerde bilinen onca engelden dolayı sıtma ile savaşım örgütlerinde çalışanlar ITN’lerin çocukların aşılanmasına benzer bir toplum
sağlığı önceliğine sahip olduğunu ve bedava dağıtılmasını önerdiler. Bedava ITN dağıtılması stratejileri uygulanabilirliğine ve doğru
yerde kullanılmayacağına dair (örneğin balık tutmak için kullanılacağı gibi) kuşkularla sınırlı kalmıştır. Hedefi belirlenmiş bir bedava
dağıtım çalışmasının verileriyse her iki kuşkuyu da çürütmektedir.
2001 yılında Kenya’da UNICEF destekli bir program uyarınca gebe
kadınlara 70,000 ITN dağıtılmıştır. On iki hafta içinde cibinliklerin
en az yarısı hedef kitleye ulaşmıştı. Bir yıllık izleme çalışmasıyla
gebeyken ITN verilen 294 kadından (152’si sıtmanın yaygın, 142’si
ise çok yaygın olmayan bölgelerdendi) hastalığın yaygın olduğu
bölgedeki kadınların %84’ünün gebelikleri süresince ITN’i kullandıkları ve 1 yılın sonunda %77’sinin kullanmaya devam ettiği
saptanmıştır. Sıtmanın yaygın olmadığı bölgedeyse bu oranlar %57
ve %46 olmuştur. Bu veriler cibinlik dağıtılan toplumların ona gereken değeri vermeyip kullanmayacağı varsayımıyla çelişmektedir.
Sıtmanın yarattığı sorunun boyutları ve büyüklüğü düşünülürse hiçbir stratejinin dünyanın her yerinde ve her toplum tipinde tek
başına başarılı olma şansı yoktur. Kenya’da işverenler tarafından
ITN dağıtılmasından elde edilen cesaretlendirici sonuçlar kamu
ve özel kesimlerin işbirliğinin potansiyel rolünü yansıtmaktadır.
Antimalariyal kampanyaların kızamık aşısı veya lenfatik filariazisle
savaşım çalışmalarıyla eşgüdümlü olmasının yararları önerilmiştir.
Cibinlik altında uyumanın rahat olmayacağı veya insektisit toksisitesi gibi kaygılar uygun eğitim çalışmalarıyla dağıtılabilecektir.
Sıtma sorunuyla baş edebilmek için hastalık patojeni, taşıyıcısı ve konakçısı ile ilgili gittikçe artan düzeyde sofistike moleküler
bilgilere dayanan uygun korunma ve tedavi seçeneklerini dikkatle
ve sürekli olarak araştırmamız gerekecektir. Beri yandan sıtmanın
- ishal, AIDS ve TB gibi- en korunmasız kitlelerde yol açtığı devasa
ekonomik ve yapısal yıkımları hatırda tutarak etkinliği kanıtlanmış
stratejilerin bu hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde kararlı bir
şekilde uygulanması şarttır.
BULAŞICI OLMAYAN KRONİK HASTALIKLAR
Her ne kadar HIV infeksiyonu, tüberküloz ve sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların yükü özellikle Sahra-altı Afrika gibi kaynak yoksunu ülkelerde ölümlerin çoğunluğundan sorumluysa da 2005 yılında dünyadaki ölümlerin %60’ına yakınında neden bulaşıcı olmayan kronik
hastalıklardandı (BOH). Üstelik BOH’a bağlı ölümlerin %80’i dünya
nüfusunun %85’inin yaşadığı düşük veya orta gelirli ülkelerdeydi.
2005 yılında dünyada 8.5 milyon kişi 60 yaşına gelmeden BOH’a
bağlı nedenlerle ölmüştü ve bu rakam AIDS, TB ve sıtmaya bağlı
ölümlerin toplamından fazlaydı. 2020 yılına geldiğimizde BOH toplam KHY’nin %80’ini oluşturacak ve gelişmekte olan ülkelerdeki her
10 ölümden 7’sinden sorumlu olacaktır. Son yıllarda bulaşıcı hastalıklara duyulan ilgi ve artan kaynak tahsisi yerinde ve hatta gecikmiştir fakat gelişmekte olan ülkeler aynı anda hem bulaşıcı olan hem de
olmayan hastalıkların yükünü birden taşımaktadırlar.
Kardiyovasküler Hastalık Tek bir patojenin birden çok organda birden yaptığı hasarla karakterize olan HIV, TB ve sıtma
gibi hastalıklardan farklı olarak kardiyovasküler hastalıklar çeşitli
etkenlerin ortaklığında tek organda gelişir. Düşük gelirli ülklerde
kardiyovasküler hastalık yükü uzun yılların ihmalinin ürünüdür.;
üstelik kardiyovasküler araştırma ve yatırımlar uzun süredir orta
ve yüksek gelirli ülkelerde giderek sıklığı artan iskemik hastalıklara
odaklanmıştı. Beri yandan, yirminci yüzyılın başından bu yana farkına varıldığı halde infeksiyon ve malnütrisyona bağlı kardiyovasküler hasar konusu yakın geçmişe kadar ilgi çekmiyordu.
Kardiyovasküler hastalıkların orta ve yüksek gelirli ülkelerdeki
yaşlı nüfusun sorunu olarak algılanması, küresel sağlık kurumlarının bu konuyu ihmal etmesine yol açmıştır. Sovyetler Birliği’nin
çöküşünden sonra kardiyovasküler hastalıklardan ölümlerin felaket boyutuna yükseldiği Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde
bile (örneğin 1991-1994 arasında Rusya’da iskemik kalb hastalığından ölüm hızı yaklaşık iki misli artmıştır) sağlık sektörüne aktarılan sınırlı dış desteğin önemli bir kısmı ölümlerin yirmide birinden
azına neden olan bulaşıcı hastalıklara yönlendirilmişti.
Gelişmekte olan ülkelerde BOH’a bağlı ölümler ve maluliyetin hızla artacağının öngörülmesiyle birlikte tütün kullanımında
kısıtlama, beslenmenin düzenlenmesi ve egzersizin teşviki gibi
koruyucu önlemler ile yüksek kardiyovasküler riski olan bireylere
çoklu ilaç tedavileri önerilmiştir. Bu yaklaşım BOH pandemisine
karşı kuşkusuz etkin olacaktır ama halen aterojenik nedenler dışı
etkenlerle oluşmuş kalb hastalığı bulunanlara faydasız kalacaktır.
Kalp yetmezliğinin epidemiyolojisi risk faktörlerinin prevalansında ve tedavideki eşitsizlikleri yansıtmaktadır. Perikardiyal, miyokardiyal, endokardiyal veya valvüler hasara bağlı kalb yetmezlikleri
dünyada hastaneye yatış nedenlerinin onda birini oluşturmaktadır.
Ülkeler 1950’den beri bu hastalık grubunun yükünü şaşırtıcı bir
şekilde çok benzer oranlarda rapor etmişlerdir, fakat kalb yetmezliğinin nedenleri ve hasta yaşı kaynaklar ve ekolojiye göre farklılık
göstermiştir. İnsani gelişme endeksi yüksek olan ülkelerde kalb
yetmezliğinin çoğundan yaşlılardaki koroner arter hastalığı ve hi-
Kanser 2000 yılındaki kanser verilerinde 10 milyon olgu (%53) ve
7 milyon (%56) ölüm düşük ve orta gelirli ülkelere aittir. 2020’ye
gelindiği zaman yeni kanser olgu sayısı gelişmiş ülkelerde %29,
gelişmekte olan ülkelerde ise %73 artacaktır. Ayrıca 2020’de genel
kanser mortalitesi gelişmekte olan ülkelerde %104 artacak ve gelişmiş ülkelerden beş misli yüksek olacaktır. Meme, kolon ve prostat
kanserlerin insidansındaki artıştan “Batı” tipi yaşam tarzı değişiklikleri sorumludur ama tarihi gerçekler, sosyokültürel ve davranışsal faktörler, genetik ve yoksulluğun kendisinin de kanserle ilintili
morbidite ve mortaliteye derin etkileri vardır. Gelişmiş ülkelerde
kanser nedenleri arasında infeksiyonun payı %10’dan az iken bu
oran düşük ve orta gelirli ülkelerde %25’e varmaktadır. İnsan papilloma virüsü (serviks kanseri), hepatitis B virüsü (karaciğer kanseri), ve Helicobacter pylori (mide kanseri ) gibi infeksiyöz kanser
nedenleri gelişmekte olan ülkelerde çok daha önemli bir rol oynamaya devam edecektir. Kapalı ortamlardaki hava kirliliği ve aşırı
tuzlu besinler gibi çevre ve besin kaynaklı faktörlerin belirli kanserlerin görülme hızındaki artışta (örn. Akciğer ve mide kanseri) rolü
vardır. Tütün kullanımı (hem içerek hem de çiğneyerek) akciğer ve
ağız kanserleri mortalitesindeki artıştan sorumlu en önemli nedendir. Gelişmiş ülkelerde tütün kullanımı azalırken gelişmekte olan
ülkelerde (özellikle kadınlar ve gençler arasında) artmaktadır.
Çeşitli nedenlere bağlı olarak, malign hastalıklarda gidiş gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelerden çok daha kötü olmaktadır. Yoksul ülkelerin aşırı yük altındaki sağlık örgütleri erken tanı
yeteneğinden yoksundur; tanı anında hastaların %80’i kür şansına
sahip değildir. Kanser tedavisi yoksul ülke vatandaşlarının çok küçük bir yüzdesi olan varlıklılar için olasıdır, bu olanağın bile sınırları ve kalitesi düşüktür.
Diabet Uluslararası Diabet Federasyonu dünyadaki diabetik hasta
sayısının 2003’den 2030’a kadar 194 milyondan 330 milyona yükseleceğini ve her 4 hastadan üçünün gelişmekte olan ülke vatandaşı
olacağını bildirmiştir. Gelişmekte olan ülkelerdeki diabetiklerin
arasında 65 yaşın altında olanlar çok daha fazla olduğu için hastalığın makro ve mikrovasküler komplikasyonlarının toplumsal faturası da daha ağır olmaktadır. 2005 yılında 1.1 milyon kadar kişinin
diabete bağlı nedenlerle öldüğü ve bunların %80’den fazlasının düşük ve orta gelirli ülkelerde olduğu hesaplanmıştır.
Obezite ve Tütün Kullanımı 2004 yılında WHO Diyet, Fizik Aktivite ve Sağlık için Küresel Strateji’sini yayınladı. Amaç bütün dünyada
giderek artmakta olan aşırı kilo ve obezite sorununa karşı sağlıklı beslenme ve düzenli fizik aktivitenin yaygınlaştırılmasıydı. Bu stratejinin
Dünya Sağlık asamblesi’nde onaylanması besin sanayisi ve Amerika
Birleşik Devletleri’nin de arasında bulunduğu kimi ülkelerin direnci
nedeniyle zorlukla onaylanabildi. Küreselleşmenin pek çok olumlu
etkilerine karşılık olumsuz bir etkisi, hem gelişmiş hem de gelişmekte
olan ülkelerde etkin ve güçlü parasal kaynaklara sahip ve saldırgan bir
şekilde sağlıksız beslenme alışkanlıkları ile sigara ve alkol tüketimini
teşvik eden lobilerin sayısındaki artış olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerdeki tütün, içki ve besin ürünlerine yapılan yabancı kaynaklı yatırım
2002 yılında 327 milyon dolara ulaşıyordu, oysa bu rakam bulaşıcı olmayan hastalıklar için WHO, Dünya Bankası ve diğer fonların toplam
harcamasının neredeyse 5 misliydi.
Korunmanın Üç Temel Taşı WHO’nun hesaplamalarına göre
kardiyovasküler hastalıkların ve diabetin %80’i ile kanser olgularının
%40’ı sağlıklı beslenme, fizik aktivite ve tütünden vazgeçme şeklinde
özetlenebilecek korunmanın 3 temel taşıyla engellenebilir. Her ne
kadar toplumsal ölçekte alınan önlemlerin bir miktar etkili olduğu
yönünde kimi kanıtlar varsa da düzgün besin sanayileri bulunan
gelişmiş ülkelerde bile obezite artışını engellemek mümkün olma-
Tıpta Küresel Konular
2
Miller DC et al: Survey of cardiovascular disease among Africans in the vicinity of the
Albert Schweitzer Hospital in 1960. Am J Cardiol 19:432, 1962.
sağlık kuruluşlarının yöneticileri yoksullardaki kardiyovasküler has- 13
talıkların önlenmesi ve tedavisi için sürekli uyarılarda bulunmuşlardır. Pandemik hale gelen infeksiyonlara karşı yeniden yapılandırılan
sağlık örgütlenmeleri organ hasarı bulunan hastaların tanımlanıp
tedavi edilmelerine ve yoksulların kardiyovasküler ve diğer kronik
hastalıklarının önlenmesine iyi bir fırsat yaratmıştır.
BÖLÜM 2
pertansiyon sorumludur. Dünyanın en yoksul bir milyar insanı
arasında ise kalb yetmezliği, yoksulluktan dolayı çocuk ve gençlerde
streptokokların romatojenik suşları ile kardiyotropik mikroorganizmaların (örneğin, HIV, Trypanosoma cruzi, enterovirüsler ve M.
tuberculosis) yol açtığı hastalıklar, tedavi edilmemiş hipertansiyon ve
beslenme bozukluklarından oluşmaktadır. Bu toplumlarda sık görülen idiopatik dilate kardiyomiyopati, peripartum kardiyomiyopati ve
endomiyokardiyal fibrozis gibi bazı hastalıkların görülme sıklığındaki fazlalığın nedenleri ise henüz anlaşılamamıştır.
Bir yıl içindeki toplam 2.3 milyon pediatrik romatizmal kalb
hastalıklarının yarısı Sahra-altı Afrika ülkelerinde görülmektedir.
Bu hastalık her yıl 33,000 endokardit, 252,000 inme ve 680,000 ölüme neden olmaktadır ve neredeyse tamamı gelişmekte olan ülkelerdedir. Etyopya’daki araştırmacılar kırsal alanlarda %12.5’a kadar
yükselen yıllık ölüm hızı saptamışlardır. Romatizmal kalb hastalığı varlıklı ülkelerde yokolduğu için bu hastalığa karşı koruyucu
önlemler gelişmemiştir ve kısmen bundan dolayı Sahra-altı Afrika
ülkelerinin hiç birinde (Costa Rica, Küba ve diğer bazı Karayip ülkelerinden farklı olarak) eradike edilememiştir.
Romatizmal kalb hastalığının yokedilmesi stratejilerinde yüksek
riskli gruplarda ekokardiyografiyle desteklenmiş aktif bir olgu saptama çalışmasıyla ile birlikte ilerlemiş kapak hastalığı bulunan çocukların ameliyat edilebilmesini sağlayacak olanakların sunulması gerekecektir. Yerleşik bir cerrahi ekibi bulunan bölgelerle bu olanakları
kısıtlı ya da hiç bulunmayan bölgeler arasındaki dayanışma kapasitenin büyümesini ve hastaların erken ve acılı bir ölümden kurtulmasını sağlayabilir. Uzun-erimli hedef sürekli, erişilebilir ve nitelikli
mükemmeliyete sahip bölgesel merkezler oluşturmaktır.
Varlıklı ülkelerin iskemik kardiyomiyopatili vatandaşlarına
sunulan olağanüstü kapsamlı tedavi olanaklarının tam tersi bir şekilde kaynakları kısıtlı ülkelerdeki genç non-iskemik kardiyomiyopatili hastalar çok az ilgi çekmektedir. Bu hastalık grubu Sahra-altı
Afrika’da kalb yetmezliği ile başvuran hastalar arasında %20-30’a
varan oranlarda görülmektedir ve peripartum kardiyomiyopati
(kırsal Haiti’de insidansı 300 canlı doğumun birdir) ve HIV kardiyomiyopatisi gibi tam anlaşılamayan antiteleri içermektedir. Beta
blokerler, ACE inhibitörleri ve diğer nörohormonal antagonistler
gibi çoklu ilaç tedavileri bu hastaların mortalite yaşam kalitelerinde
ciddi düzelmeler sağlayabilir. HIV infeksiyonu ve TB’de sağlanan
geliştirilmiş kronik sağaltım yaklaşımlarından edinilen dersler,
kalb rahatsızlıklarında sıvı kısıtlamasıyla birlikte diüretik tedavisinin yararlı sonuçlar sağlamasına örnek olmuştur.
Sahra-altı Afrika’da inme ve kalb yetmezliğinin nedenlerinin
araştırılması henüz çok yeni olduğu için bu bölgede yüksek kan
basıncının söz konusu hastalıklara etkisinin ölçüsü bilinmemektedir. Tütün kullanımı ve obezite oranlarının düşük olduğu toplumlarda hafif bir kan basıncı yüksekliğinin kısa erimde sağlık üzerine
olumsuz etkisi az olacaktır. Oysa aynı ortamda 180/110’un üstünde seyreden bir kan basıncının sürekli, fark edilmeksizin ve tedavi
edilmeksizin kontrol altına alınmadan sürüp gitmesi sıktır. Framingham çalışmasında yer alan 45-74 yaş aralığındaki erkeklerde
210/120’nin üstündeki kan basıncı prevalansı 1950’lerde %1.8 iken
etkili antihipertansif ilaçlarla 1990’larda %0.1’e düşmüştü. Uygun
tarama stratejileri ve tedaviye başlama basamakları tartışıladursun,
yardımcı sağlık personeli ile çalışan kırsal sağlık kurumları en kısa
zamanda temel antihipertansif ilaçlara sahip olmalıdır.
1960 yılında Paul Dudley White ve arkadaşları Lambaréné (Gabon) Albert Schweitzer Hastanesi’ne yakın bir bölgede kardiyovasküler hastalıkların prevalansını rapor ettiler. Yazarlar miyokard infarktüsünün varlığına dair çok az kanıt saptamakla birlikte “ mitral
stenoz prevalansının yüksekliği (metinden aynen alınmıştır) şaşırtıcıdır…Bu hastaların daha iyi bir penisilin profilaksisi ve endikasyon
doğduğu zaman da cerrahi girişim olanağına kavuşturulması gereğine kuvvetle inanıyoruz. Aynı sorumluluk düzeltilebilir doğumsal
kardiyovasküler hastalıklara karşı da geçerlidir” sonucuna varmışlardır2. Sahra-altı Afrika’nın ve diğer bölgelerin üçüncü basamak
14 mıştır. Yine de, Mauritius örnek verilecek olursa, sadece kızartma
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
yağının cinsini değiştirerek toplumda ortalama kolesterol düzeyinin
düşmesi sağlanabilmiştir. Tütün alışkanlığının kırılması en önemli
ve en zor davranış değişikliğidir. Yirminci yüzyılda 100 milyon kişi
tütüne bağlı nedenlerle öldü ve bu yüzyılda 1 milyardan fazla kişinin
öleceği tahmin edilmektedir, bunların çok büyük bir kısmı gelişmekte olan ülke vatandaşlarıdır. Günümüz dünyasındaki 1.2 milyar tütün tiryakisinin %80’i düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamaktadır ve
gelişmiş ülkelerde kullanımı azalırken gelişmekte olan ülkelerde her
yıl yaklaşık %3.4 oranında artmaktadır. WHO’nun “Tütün Kontrolü
için Çatı Konvansiyonu” büyük bir ilerleme olmuş ve imzacı bütün
ülkeleri tütün tüketiminde azalmaya yol açtığı önlemleri almaya sevketmiştir. Öte yandan, gelişmekte olan ülkeler genellikle edilgen bir
tutum takınmayı sürdürmektedirler.
ÇEVRE SAĞLIĞI
Son zamanlarda yapılan ve özgül hastalıkların ve yaralanmaların
çevresel etkenlerle nasıl belirlendiğini araştıran bir çalışmasıyla
WHO, küresel hastalık yükünün yaklaşık %24’ünün, çocuklarda
üçte birinin ve tüm ölümlerin %23’ünün düzeltilebilir çevresel
faktörlere bağlı olduğunu saptamıştır. Bu faktörlerin çoğu bulaşıcı
hastalıklara yol açarak ölüme neden olmaktadır; diğerleriyse malign hastalıklara yol açmaktadır. Nedenlerle kavramların ayrımsanması giderek zorlaşmaktadır. Diyareyle seyreden hastalıklar içme
suyunun temiz olmaması ve yetersiz temizlik koşullarıyla ilintilidir
ve %94’ü çevresel nedenlere bağlanabilir. Katı yakıt kullanımı ve
pasif sigara dumanına maruz kalmaya bağlı iç ortam hava kirliliği
ile dış ortam hava kirliliği gibi risk faktörleri gelişmiş ülkelerde alt
solunum yolu infeksiyonlarının %20’sinden sorumludur, bu oran
gelişmekte olan ülkelerde %42’ye kadar yükselmektedir. İstem dışı
çeşitli yaralanmalar ve sıtma hastalığı çevresel nedenlerin katkısıyla
oluşan sağlık sorunları listesinin başında yer almaktadır. Sağlıksız
çevre koşulları her yıl 4 milyon çocuğun ölümüne neden olmaktadır ve çevresel nedenlerle oluşan süt çocuğu ölümleri gelişmekte
olan ülkelerde gelişmiş ülkelerden 12 kat fazladır.
RUH SAĞLIĞI
WHO raporlarına göre dünyada her hangi bir zaman kesitinde toplam
450 milyon kişinin ruhsal, sinirsel veya davranışsal sorunları vardır ve
her yıl yaklaşık 873,000 kişi intihar ederek ölmektedir. Majör depresyon bugün dünyada en önemli DMYS kaybı nedenidir. Bir sağlık kuruluşuna başvuranların dörtte birinde en az bir ruhsal, sinirsel veya
davranışsal sorun bulunduğu halde bunların çoğu tanı ve tedaviden
yoksun kalır. Düşük ve orta gelirli ülkelerin çoğunda zaten yoksul olan
sağlık harcamalarının ruh sağlığına ayrılan kısmı %1’den azdır.
Ruhsal sorunların başlıca nedenleri için giderek daha etkin tedavi
olanakları bulunmaktadır. Epileptik bozukluklar dahil olmak üzere
pek çok nörolojik hastalık için ilaçlar uzun zamandır bilinmektedir.
Bu olanaklardan yararlanmanın önündeki en büyük engellerden biri
yetişmiş eleman eksikliğidir. Sahra-altı Afrika ülkelerinin çoğunda bir
avuç psikiyatrist vardır ve çoğu büyük kentlerde çalışmakta, kamu ve
özellikle yoksullar tarafından ulaşılamamaktadırlar. Bir psikiyatrist
veya nörologa ulaşabilen azınlığın daha da küçük bir azınlığı verilen
tedavi programına bağlı kalabilmektedir: tanısı konmuş hastalar üzerinde yapılan çalışmalarda yoksulların kendilerine verilen reçeteleri
çoğu kez alamadıkları saptanmıştır. Yoksulların insülin ve ART gibi
ilaçlara erişimini engelleyen faktörler antidepresan, antipsikotik ve
antiepileptik ilaçlara erişimi de engellemektedir. Soruna çözüm olarak
bazı otoriteler, sağlık çalışanlarının tedaviye uyum desteği, danışma
hizmetleri ve gerekli durumlarda hastaların ruh sağlığı merkezlerine
gönderilmesi konularında eğitilmesini önermektedirler.
Dünya Ruh Sağlığı: Düşük Gelirli Ülkelerde Sorunlar ve Öncelikler yoksul ülkelerdeki ruhsal, davranışsal ve sosyal sorunları
kapsamlı bir şekilde ele almakta ve kadınların şiddet, yurdundan
uzaklaştırılma, yoksulluk ve hak mahrumiyeti gibi sorunlarının
ruh sağlığına etkileri ile varolan ekonomik, siyasal ve çevre sorunlarıyla ilişkisini incelemektedir.
SAĞLIK SİSTEMLERİ VE “BEYİN GÖÇÜ”
Kaynakları kısıtlı olan bir ortamda etkin bir sağlık hizmeti götürülmesine karşı önemli ve sıkça dile getirilen bir engel yeterli tıbbi personelin bulunmamasıdır. Beyin göçü olarak adlandırılan olgu kapsamında,
hekimler ve hemşireler anayurtlarını terk ederek yabancı ülkelerdeki
fırsatlardan yararlanmak istiyorlar ve geride toplumlarını perişan eden
epidemik hastalıklarla savaşımda zorlanan sağlık örgütlerini daha da
personel ve araç-gereç yoksulu olarak bırakıyorlar. WHO her 100,000
kişiye en az 20 hekim ve 100 hemşire önermektedir ama yakınlarda
yayınlanan verilere göre başta Sahra-altı Afrika ülkeleri olmak üzere
pek çok ülke bu hedefin epey uzağında kalmaktadır. Bu ülkelerin yarısından fazlasında 100,000 kişiye düşen hekim sayısı 10’dan azdır. Oysa
ABD’de bu rakam 279, Küba’da 596’dır. Ayrıca, Sahra-altı Afrika ülkelerinin çoğunda WHO’nun önerdiği asgari sayının yarısı kadar bile
hemşire bulunmamaktadır. Bu üzücü ulusal verilere ek olarak ülke
içinde de sağlık personeli dağılımı eşitsizdir. Sağlık personeli dağılımındaki kırsal-kentsel farklılıklar varlık ve sağlık eşitsizliklerinin aynasıdır. 1992’de Afrika’nın güneyindeki en yoksul bölgelerde 100,000
kişiye 5.5 hekim, 188.1 hemşire ve 0.5 eczacı vardı. Aynı çalışmada en
zengin bölgelerde ise 100,000 kişiye 35.6 hekim, 375.3 hemşire ve 5.4
eczacı saptanmıştı. Malawi’nin toplam nüfusun neredeyse %90’ı kırsal bölgelerde yaşadığı halde klinik çalışanlarının %95’den fazlası kent
kurumlarındadır ve hemşirelerin %47’si üçüncü basamak kurumlarda
çalışmaktadır. Kırsal bölgelerdeki birinci basamak sağlık kuruluşlarında hizmet vermek üzere yetiştirilmiş toplum sağlığı personeli bile
sıklıkla kentlere transfer olmaktadır. 1989 yılında, örneğin Kenya’da
kırsal Kuzey Doğu Bölgesi’nde 100,000 kişiye 138 sağlık çalışanı düşerken Nairobi’de bu rakam 688 idi.
Uluslar arasında ve ulus içinde personel transferine ek olarak
AIDS epidemisi Afrika’daki personel kıtlığını arttırıyor. Her ne kadar sağlık çalışanları arasında HIV prevalansı verileri tek tük de olsa,
varolan vakaların bile zaten ağır iş yükü altında zorlanan sağlık sektörüne olumsuz ve ciddi etkileri olduğu anlaşılıyor. Botswana’da 1999
yılında sağlık çalışanlarının %17-32’sinin HIV pozitif olduğu hesaplanmıştı ve bu rakamın giderek artacağı öngörülüyordu. Ugandalı
küçük bir hekim grubunun akıbetini araştıran bir çalışmada 1984’de
Makerere Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olan 77 doktordan
22’sinin 2004 yılına kadar (muhtemelen çoğunun AIDS’den) öldüğü görülmüştür. Benzer bir şekilde, Güney Afrika’da İnsani Bilimler
Araştırma Konseyi tarafından yapılan bir çalışmada da sağlık personeli arasında HIV prevalansının genel toplumdan farklı olmadığı
ve taranan personelin %15.7’sinde bulunduğu saptanmıştır. AIDS’in
en yoğun olarak bulunduğu bölgelerde sağlık personeli eksikliğinin
bu bölgelerdeki önlem ve tedavi çalışmaları üzerinde derin etkileri
olmaktadır. Personel eksikliği, beyin göçü ve açılabilen kadroların
doldurulamaması döngüsü ART’nin sefalet içinde ve AIDS ile yaşayanlara ulaştırılmasına yönelik iyi niyetli çabaları baltalamaktadır.
Botswana cumhurbaşkanı ülkesinde HIV/AIDS’e karşı savaşımın
hız kazanmamasında en önemli neden olarak “hekim, hemşire,
eczacı ve diğer personelin kıtlığını” göstermiştir.3 Güney Afrika’da
2001 yılında 600’e yakın eczacının ayrılması doldurulamayan 32,000
hemşire açığına da eklenince, nisbeten varlıklı olan bu ülkede bile
tedavi programlarını yaygınlaştırma çabalarını sekteye uğratmıştır.
Malawi’de varolan hemşire kadrolarının sadece %28’i doldurulabilmiştir. Üstelik personel yetiştirme çabaları da göç ve hastalık etkisiyle sağlık ve akademi kadrolarını daraltmaktadır. Bunların uzun
erimli etkileri ciddi olacaktır.
Hemen her zaman çok yoksul bölgeden az yoksul bölgeye doğru olan beyin göçünün iyi bir biyososyal analizi yapıldığında, olayın
salt daha iyi bir kazanç amacıyla açıklanamayacağı görülmektedir.
Epidemiyolojik eğilimler ile mesleği uygulama için gerekli araç gereç
eksikliği ve genel olarak çalışma ortamı da etkili olmaktadır. Yetişmiş sağlık personelini giderek yitiren bölgelerde HIV artışına hızla
yükselen TB insidansı eşlik etmiştir, sağlıkçılar diğer fırsatçı infeksi3
Dugger C: Botswana’s brain drain cripples war on AIDS. New York Times A10 (13 November 2003).
4
Raviola G et al: HIV, disease plague, demoralization, and “burnout”: Resident experience
of the medical profession in Nairobi, Kenya. Cult Med Psychiatry 26:55, 2002.
Tıpta Küresel Konular
SONUÇ: SOMUT BAŞARILAR BİLİMİNE YÖNELMEK
Toplum stratejileri genellikle hem epidemiyoloji ve biyoistatistik
gibi niceliksel yöntemlere hem de ekonomiye dayanır. Klinik uygulamalar ise, iç hastalıkları da dahil olmak üzere, hızla gelişen bir bilgi temeli üstünde fakat bireysel hasta sağaltımına dayanmaktadır;
klinik önlemler nadiren toplumsal ölçektedir. Aslında, ne toplum
hekimliği ne de klinik tıp yaklaşımları tek başına küresel sağlık sorunlarının üstesinden gelebilir. Kanıta dayalı tıp ilkelerinin dünya
yoksullarına etkin bir şekilde uygulanmasına kadar gideceğimiz
daha çok uzun bir yol var. AIDS ve TB gibi karmaşık infeksiyonlarla baş edilmesi zor olmuştur ama olanaksız değildir; ilaç direnci
ve etkin sağlık örgütlenmelerinin yokluğu işleri daha da zorlaştırmıştır. Bulaşıcı hastalıklardan ötedeki, kardiyovasküler hastalıklar
gibi kronik hastalıklar arenasında küresel sağlık henüz emekleme
çağındadır. Bu sorunlardan her hangi birinin kıtlıklar ortamında
ele alınması için, zorlanan sağlık örgütleriyle olabildiği kadar geniş
iş birliği yapılarak güçlendirilmesi ve giderek büyüyen personel sorunlarının çözümü entegre edilmelidir.
İşte bu nedenlerden dolayı, eskiden uluslararası sağlık denilen,
günümüzde küresel sağlık hakkı olarak adlandırılan disiplinde akademik ve uygulamalı çalışmalar hızla ilerlemektedir. Böylesine çabalar
hala klinik uygulamalar ile toplumsal ölçekteki girişimlerin, analiz ile
eylemin gerilimini hissediyor. Ölçümler iyileştirildikten sonra, dünyanın yoksulları arasındaki prematür morbidite ve mortalitenin kayıtları nasıl duyurulacaktır? On dokuzuncu yüzyılda olduğu gibi, insan
hakları anlayışı yoksulların sağlık sorunlarına yönelmeyi kolaylaştırdı; aynı anlayış bu kitlelere sağlık hizmetlerinin eşit sunulmasına da
yardımcı olabilir. Bazı üniversite hastaneleri ilgi duyan hekimler için
küresel sağlık eğitimi programları geliştirmektedir. Amerika ve diğer
bazı varlıklı ülkelerdeki tıp fakültelerinde küresel sağlığa duyulan ilgi
muazzam bir artış göstermiştir. Harvard Tıp Fakültesinde 2006 yılında yapılan resmi olmayan bir ankete katılan 160 öğrenciden dörtte
bire yakınının, ya küresel sağlık deneyimine sahip olduğu ya da küre- 15
sel sağlık konusunda kariyer yapmayı tasarladığı görülmüştür. Benzer
tutum değişiklikleri diğer tıp fakültelerinde de gözlenmektedir. Oysa
on yıl önce böylesine bir ilgi hayal bile edilemezdi.
Sürekli epidemiler, iyileştirilmiş ölçüm yöntemleri ve artan ilgiyle birlikte daha önce benzeri olmayan bir parasal destek yakın
geçmişte bir araya gelmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yoksul insanlarının sağlık sorunlarını çözümlemeye yönelmiştir. Bu dönem
bir fırsattır. Fırsatın heba edilmemesi için hem uzmanlara hem de
sıradan vatandaşlara temel ilkeler net olarak sunulmalıdır. Her yıl
12 milyon kişi salt yoksul oldukları için ölmektedir. Bunları mutlak çoğunluğu Afrika’da ve hemen ardından gelen Asya’nın yoksul
ülkelerinde yaşayanlardır. Yoksullar bilimsel gelişmelerin meyvelerine ulaşamadıkları için bu ölümlerin çoğu gerçekleşmektedir.
Aşılarla engellenebilecek hastalıklar; doğum sırasındaki ölümler;
antibiyotikler veya diğer ilaçlarla iyileştirilebilecek bulaşıcı hastalıklar; cibinlik ve ilaçlarla engellenebilecek olan sıtma; su yoluyla
bulaşan hastalıklar bu listeyi oluşturmaktadır. Mortalite fazlalığının diğer bir nedeni olarak gerekli araçların geliştirilmesine yeterli
çabanın harcanmaması gösterilebilir. Yeni araçların geliştirilmesine para yatıranlar bu araçların yoksullar tarafından kullanılması
için çaba göstermemektedirler. Gerçekten de, kimi uzmanlar ortadaki büyük açığın oluşmasında en önemli nedenin, bu araçlara en
fazla gereksinim duyulduğu bölgelerde söz konusu araçların dağıtımındaki pratik eksiklikler olduğunu savunmaktadırlar.
Araçların geliştirilmesinden hemen sonra bunların hakça dağıtımı sağlanmalıdır. Yeni geliştirilen koruyucu ve tedavi edici
ajanların etkin dağıtımı ve kullanımı ihmal edilirse olumsuz sonuç
denebilecek bir tablo ortaya çıkabilmektedir: yeniliklere ulaşabilenlerde morbidite ve mortalite azalırken diğerlerinde yüksek morbidite ve mortalite hızlarının devam etmesi. En yüksek riske sahip olanlara yeni araçların özellikle ulaştırılması sağlanamazsa bu
eşitsizlik de engellenemez. Bu sorunlardan arınmış yarınlar küresel
sağlığın en önemli hedefidir.
BÖLÜM 2
yonların da artarak savaşımın baş edilemez hale geldiğini söylemektedirler. Kenyalı bir asistan hekimin dediği gibi bütün bu güçler birleşerek gerekli hizmetin verilmesi olanağını yok etmişlerdir: “HIV/
AIDS’i ele alırsak, bunu unutarak çekip gitmek olanaksızdır. En basit
fırsatçı infeksiyonlar için bile elimizde ilacımız yok. Olsa bile ancak
kısa süreli bir tedavi uygulayabiliyoruz….. Salt serviste yatan hasta
sayısı bende koğuşlara giderken korku yaratıyor. Gidip o hastaları
görme düşüncesi bir kabus. İnfeksiyon riskinden, diyareden, idrardan, kusmuktan ve kandan korkuyorsunuz….. O ortama geri dönme düşüncesi korkutucu.”4 Bir başka asistan şöyle yazmış: “Biz okula gelmeden önce hekimlerin süpermenler olduğunu düşünürdük,
oysa şimdi birer morg görevlisiyiz.”5 Hemşireler ve diğer personel de
kaçınılmaz olarak benzer şekilde etkilenmektedirler.
Bu sağlık personelinin çalışmak zorunda kaldığı ortamı gördükten sonra, ABD hükümeti tarafından atanmış Küresel AIDS Koordinatörü Chicago kentinde bulunan Etyopyalı hekim sayısının tüm
Etyopya’daki hekimlerden fazla olduğunu açıklarsa şaşırır mısınız?
Zambia’nın bağımsızlığını elde ettiği 1964’den sonra yetiştirilmiş 600
hekimden sadece 50’si ülkede çalışmaya devam etmiştir. Yine, 1999’da
Gana’da tıp fakültesinin son sınıf öğrencisi 43 kişiden 40’nın okulu
bitirince ülkelerini terk etmeyi tasarladıklarını duymak da şaşırtıcı
olmayacaktır. Daha mesleksel eğitimlerinin ilk yıllarında hastalara
hizmet etmek bir kabusa dönüşüyorsa, yoksulluk ortamında çalışan hekimlerde hızla tükenmişlik gelişmektedir. Yoksul bölgelerde
bulunan kamu kuruluşlarında epidemik hastalıkların toplaşması ile
bunlarla savaşım için gerekli araç-gereç kıtlığına bir de hastalardan
gerçekçi olmayan ücretler talep edilmesi eklenince sağlık personelinde yaygın bir tükenmişlik duygusu gelişmiştir. Hizmeti sunanlardaki
tükenmişliğin esas faturası hastalara ve yakınlarına çıkmaktadır ve
yeni epidemilerin ve sürekli felaketlerin yükü polikliniğe ödedikleri
ücretlerle de yine onların sırtına binmektedir.
İLERİ OKUMALAR
COHEN J: The new world of global health. Science 311:162, 2006
DESJARLAIS R et al (eds): World Mental Health: Problems and Priorities in Low-Income Countries. New York, Oxford University Press,
1995
FARMER PE: Infections and Inequalities: The Modern Plagues, 2d ed.
Berkeley, University of California Press, 2001
———: From “marvelous momentum” to healthcare for all. Response to
Garrett L: The challenge of global health. Foreign Affairs 86:155, 2007
FAUCI AS et al: Emerging infectious diseases: A 10-year perspective
from the National Institute of Allergy and Infectious Diseases.
Emerg Infect Dis 11:519, 2005
GARRETT L: The challenge of global health. Foreign Affairs 86:14, 2007
HOTEZ PJ et al: Neglected tropical diseases and HIV/AIDS. Lancet
368:1865, 2006
JAMISON DT et al (eds): Disease Control Priorities in Developing Countries, 2d ed. Washington, DC, Oxford University Press and The
World Bank, 2006
KIM JY et al (eds): Dying for Growth: Global Inequality and the Health
of the Poor. Monroe, ME, Common Courage Press, 2000
LOPEZ AD et al: Global and regional burden of disease and risk factors, 2001: Systematic analysis of population health data. Lancet
367:1747, 2006
MURRAY CJL, LOPEZ AD (eds): The global burden of disease: A comprehensive assessment of mortality and disability from diseases,
injuries, and risk factors in 1990 and projected to 2020. Cambridge, MA, Harvard University Press, 1996
SACHS J, MALANEY O: The economic and social burden of malaria.
Nature 415:680, 2002
WORLD BANK: World Development Report 1993: Investing in Health.
New York, Oxford University Press, 1993
WORLD HEALTH ORGANIZATION: Macroeconomics and Health: Investing in Health for Economic Development. Geneva, Commission
on Macroeconomics and Health, 2001
———: World Health Report 2006: Working Together for Health. Geneva, World Health Organization, 2006
16
KISIM 1
3
Klinik Tıpta Karar Verme
Daniel B. Mark
Çeviren: Mehmet Tunca
Klinik Tıbba Giriş
Hastanın öykü ve fizik muayenesine 2 saat, elde ettiği bilgileri derli
toplu bir sunum haline getirmeye daha da fazla zaman harcamak
zorunda kalan bir tıp öğrencisinin gözünde deneyimli bir klinisyenin bu sürenin küçük bir diliminde gerçek tanıya ulaşıp tedavi
kararını verebilmesi olağanüstü bir olaydır. Tıbbi bilgi ve deneyim
kıdemli bir klinisyenin hızlı bir ayırıcı tanı ve tedavi planı yapmasını sağlar ama bu olaylar dizini esas olarak klinik karar vermede
beceriye dayanır. Bu bölümün ilk amacı klinik akıl yürütmenin incelenmesine giriş yapmaktır.
Öğrenci için, uygun tanısal testlerin kullanılarak klinik karar
sürecine yerleştirilebilmesi de aynı ölçüde şaşırtıcıdır. Deneyimsiz
klinisyen tipik olarak makineli tüfekle ateş edercesine incelemelere
girişir ve o arada tam da ne olduğuna karar veremediği hedefi vurabileceğini hayal eder. Uzman ise özgül bir hedef belirler ve inceleme stratejisini etkin bir şekilde düzenler. Bu bölümün ikinci amacı
da tanısal testlerin gerçek yorumlanmasını sağlayan temel ve kritik
önemdeki istatistik anlayışlarını gözden geçirmek olacaktır. Klinik
karar vermeye yardımcı olan nicel gereçler de tartışılacaktır.
Kanıta dayalı tıp terimi, varolan en geçerli araştırma verileriyle
klinisyenin kanı ve deneyimlerini hastanın sağaltımında birleştirme
işlemi şeklinde tanımlanabilir. Bu bölümün üçüncü amacı da kanıta
dayalı tıbbın bazı gereçlerinin genel bir değerlendirilmesi olacaktır.
ayene genel temel noktaların sorgulanmasıyla başlar ve hekim
hastasına belirtileri ve ne zaman ortaya çıktıklarını sorar. Muayene tamamlanırken, henüz test sonuçları alınmadığı halde,
hekim zihninde bir tanı hipotezi oluşturmuştur ve görüşünü
sınamak üzere bir seri incelemeler planlar. Sigara içmeyen ve
o güne kadar sağlıklı olan ve viral bronşitin düzelme dönemindeki bir hasta için hekim, hastanın balgamında az miktarda ve
çizgi şeklinde görülen kanın akut bronşite bağlı olduğu sonucuna varır. Bu hastada salt bir akciğer grafisi daha ciddi bir sorun olmadığını kanıtlamak için yeterli olabilir.
t #FO[FSZBL‘ONBMBS‘PMBOZBʰ‘OEBLŔŔLŔODŔIBTUBEBŔTFQBket-yıl sigara öyküsü vardır ve sabahları belirginleşen balgamlı
öksürük ve içinde kan bulunması ilk önce akciğer kanseri hipotezini tanıya yerleştirir. Buna bağlı olarak da hekim, akciğer
grafisine ek olarak balgam sitolojisini de görmek ister ve hastayı fiberoptik bronkoskopiye yönlendirir.
t )FNPQUŔ[ŔZMF CBʰWVSBO ZBʰ‘OEBLŔ àÎàODà IBTUB ŔTF HFMŔʰmekte olan bir ülkeden gelmektedir ve hastasında kardiak
apekste erken diastolik bir rulman duyduğunu düşünen hekim
mitral stenozu ön tanısıyla ekokardiografi de ister.
Bu üç basit örnek hasta, uzman tarafından yapılan klinik akıl
yürütmenin iki yönünü belirliyor: (1) bilişsel kısa yolları kullanarak karmaşık ve dağınık bilgileri derlemek, ve (2) tanısal hipotezler
kullanarak edinilen bilgileri toparlamak ve uygun sağaltım basamaklarını belirlemek.
BİLİŞSEL KISA YOLLARIN KULLANILMASI
Bilişsel kısa yollar ya da temel kurallar zinciri (bazen sınama yanılKLİNİK KARAR VERME
ma yöntemi anlamına heuristics diye de adlandırılır) günlük tıbbi
uygulamalar sırasında karşılaşılan karmaşık sorunların gayet etkin
KLİNİK AKIL YÜRÜTME
Klinik uygulamaların en önemlisi, hastaya yapılan işlemler veya ya- bir şekilde çözümlenmesine yardım eder. Hekimin kullandığı üç
zılan ilaçlardan çok hasta hakkında karar verme basamağıdır. Klinik temel uygulama vardır. Karşılaştığı hastadaki verilerin bu tür ratıbbın bütün unsurları bu karara dayanacaktır. Büyük randomize hatsızlıklarda öne çıkan başlıca hipotezlerle ne ölçüde örtüştüğüçalışmaların ve kanıta dayalı modern tıbbın öne çıktığı çağımızda nü tartar. Diğer bir deyişle hekim hastanın bu bilişsel kısa yolu ne
bu zihinsel faaliyeti gözden kaçırmak ve daha iyi tedavi amacıyla kadar temsil ettiğine, onunla ne kadar uyuştuğuna bakarak tanıya
geliştirilmiş algoritmik rehberlere odaklanmak kolaydır. Görünür- ulaşmaya çalışır, buna temsil etme kuralı (representativeness heudeki bu ihmalin bir nedeni de hekimlerin nasıl düşünmesi gerektiği ristic) denir.
konusunda yapılan araştırmaların (örn. aşağıda tartışacağımız Bayes
Temsil etme kuralını uygulayan deneyimli bir hekim hastanın
modelini kullanmaları gibi) gerçekte nasıl düşündüklerini araştıran öyküsündeki birkaç özellikle bile gerçek tanıya varabilir. Örneğin,
çalışmalardan çok daha fazla olmasıdır. Böylece, klinik akıl yürütme yaşlı bir hastada yeni başlamış ateş, koyu balgamlı öksürük ve tek
hakkında bildiklerimizin çoğu, tıp dışı sorun çözme davranışı üstüne taraflı plöritik yan ağrısı varsa kolayca akut bakteriyel pnömoni tayapılmış ampirik çalışmalara dayanmaktadır.
nısına varılabilir. Akciğerlerin muayenesinde konsolidasyon odaSon yüzyıldaki büyük teknolojik ilerlemelere karşın tıpta ka- ğının bulunması akut bakteriyel pnömonide görülebileceği için
rar verme mekanizmalarında belirsizlik ana eksende önemli bir rol hekimin kararını pekiştirecektir. Bunu bildikten sonra deneyimli
oynamaktadır. Hastanın uzun süre yaşayamayacağını bilsek de ne bir hekimin etkin ve amaca yönelik ve sonuç alınabilecek bir tedakadar yaşayacağından emin olamayabiliriz. Hastanın hastalığındavi planı yapması için öykü ve fizik muayenede pek fazla ek veriye
ki seyri değiştirmek üzere etkin bir reseptör blokerini kullanırken
gereksinimi kalmayacaktır. Deneyimsiz bir öğrenci veya asistan
istediğimiz amaca ulaşacağımızdan ve sadece bu amaca varılacağından emin olamayız. Tıpta elde edilecek sonuçlar konusundaki hekimin, klinik tıptaki geçerli ve sık görülen temel kuralları henüz
belirsizlikler nedeniyle olasılıklar ve diğer matematik/istatistik ge- bilmediğinden, aynı hastada sonuca ulaşabilmek için çok daha fazla çaba harcaması gerekecek ve hatta aşırı kaygılarla ve aşırı titizce
reçlerine ihtiyaç duyarız. (Bu gereçler aşağıda tartışılacaktır.)
Modern tıbbın diğer bir özelliği olan aşırı bilgi bolluğu belirsiz- toplanmış yararsız veriler deryasının içinde önemli sorunu gözden
likleri arttırmaktadır. Günümüzde deneyimli bir klinisyenin mes- kaçırıp kaybolabilecektir.
Beri yandan, temsil etme kuralını uygulayan hekimler birbirine
leğini uygularken neredeyse 2 milyon bilgi nüvesine ihtiyacı vardır. Hekimler ortalama yedi dergiye abone olmaktadır, bu bir yılda zıt iki tanının (yani önceden veya test öncesi olasılıklar) beraber
2500 yeni makale demektir. Bilgisayarlar hem bilgi akışındaki hem varolabileceğine gereken dikkati göstermezlerse hatalı sonuçlara
de karar verme ve tedavi aşamalarındaki gündelik belirsizliklerle yönelebilirler. Plöritik nitelikte göğüs ağrısı ve bir miktar ateşi olan
baş etmeye yardımcı olabilirler. Her ne kadar tıbbi uygulamaları bir hastayı ele alalım. Hekim için en olası iki tanı seçeneği akut
kompüterize edecek teknoloji geliştirilmiş de olsa tek bir elektronik pnömoni ve akut akciğer embolisi olacaktır. Temsil etme kuralına
ortamda hasta verilerinin standardize edilerek birleştirilmesi sıra- sadık kalan bir hekim her iki olasılığa da eşit şans verirse ve eğer
sında henüz çözümlenmemiş pek çok sorun vardır.
söz konusu hasta toplumunda pnömoni olasılığı çok daha yüksek
Aşağıdaki üç örnek klinikte akıl yürütmeye giriş yapmamıza ise yanılacaktır. Küçük bir hasta grubundan elde edilmiş veriyi teyardım edecektir:
mel almak ve daha büyük bir gruptan elde edilmiş verinin daha
t ZBʰ‘OEBFSLFLIBTUB EBIŔMŔZFDŔTŔOFIFNPQUŔ[ŔZBL‘ONBT‘ZMB gerçek olacağını gözden kaçırmak da hata yapılmasına neden olur.
başvurur. Hekim hemoptizinin kanser ve tüberküloz da dahil
İkinci bir bilişsel kısa yol, edinilmişler kuralı (availability heuristic)
olmak üzere 100’den fazla nedeni olduğunu bilmektedir. Mu- diye adlandırılır ve daha önceden edinilmiş bilgi ve deneyimlerin ne
Tanı Hipotezlerinin Geliştirilmesi Uygun tanı hipotezlerini
geliştirmek her hekimde eşit olarak bulunmayan bir beceri istediği
için bu süreçte hatalar olur; ciddi bir akut sorunu olan hastada bu
hatalar trajik sonuçlara yol açabilir. Tasarladığımız şu hastayı ele
alınız: Üç haftadan beri “grip” benzeri üst solunum yolları infeksiyonu (ÜSYE) belirtileri bulunan 45 yaşındaki erkek hasta hekime dispne ve balgamlı öksürük yakınmalarıyla başvurur. Hastanın
geliş yakınmalarına dayanarak hekim hastasına daha iyi hizmet
etmek amacıyla “ÜSYE Değerlendirme Formu”nu açar. Hekim
bu formda istenen fizik muayene işlemlerini hızla tamamlar ve
özellikle ateşinin olmadığını ve akciğerlerin dinlemekle normal
olduğunu not eder. Daha sonra hastasına bronşit ön tanısıyla antibiyotik reçetesi hazırlar ve “hiperventilasyon”una karşı kesekağıdına solumayı öğretir ve ciddi bir sorunu olmadığını söyleyip teskin
ederek evine yollar. Kesekağıdına soluyarak azaltamadığı dispnesiyle uykusuz bir gece geçiren hastada bulantı kusma başlar ve bayılır. Acil servise arrest olarak getirilir ve resüsitasyon yapılamaz.
Otopside arka duvar miyokard infarktüsü ve aterosklerotik sağ ana
koroner arterin içinde taze bir trombus bulunur. Yanılgı neredeydi? Hekim daha baştan, öyküyü bile tamamlamadan, hastanın yakınmalarının ciddi olmadığına karar vermiştir. Bundan dolayı da
ayrıntılı olası tanıları gözden geçirerek uygun testlerle hipotezlerini
destekleyen veya ekarte eden yolları kullanmak yerine kestirmeden
gidip “ÜSYE Değerlendirme Formu”na odaklanmıştır. Özellikle
ÜSYE’ye yoğunlaşarak diğer dispne nedenlerine yönelik öykü almaması hekimi gerçek tanıya yönlendirecek daha ciddi olasılıkları
akla getirmemesine yol açmıştır.
Bu vaka, hastaların nasıl ders kitaplarındaki belirtilerden farklı olabileceğinin ve tanı koyma sürecini gerçek hayattaki olaylara
uyarlayamamanın yaratacağı sonuçların örneğidir. Uzman hekim,
sık rastlanan vakaların sık rastlandığını bilir ama her an ön tanının yanlış olabileceğini düşündürecek ipuçlarına karşı uyanık kalır. Hastalar çoğu kez başlangıçtaki en olası tanılara “oturmayan”
bilgiler verirler. Gerçek delilleri yanlış yollardan ayırt etmek ancak
deneyim ve beceriyle elde edilebilen bir yetidir. Deneyimi yetersiz
bir hekim kestirme çözümler ararken (yukarıdaki örnekte olduğu
gibi) ciddi hatalar yapabilir. Belirtileri ve organ sistemlerini hızlı ve
düzenli bir şekilde gözden geçirmek, önemli fakat gizli kalmış bazı
bulguların ihmal edilmesini engelleyebilir.
KLİNİK KARAR VERMEDE ÖNEMLİ ETKENLER
Klinisyenlerin uygulama tarzlarının çeşitliliği üstünde yapılan ve
en az on yıldır devam eden araştırmalar klinikte kararların nasıl
verildiğine büyük ışık tutmuştur. Yukarıda ayrıntılarını verdiğimiz
sınama-yanılma (heuristic) kısa yolları bir miktar açıklayıcı olur
ama tanı hipotezlerini geliştirmede ve tedavi kararlarına ulaşmada
daha başka anahtar etmenlerin de rolü vardır. Bu etmenler birbiriyle kısmen örtüşen üç kavramsal kategoride toplanabilir: (1) hekimlerin kişisel özellikleri ve uygulama tarzları, (2) uygulama ortamından kaynaklanan etmenler, ve (3) ekonomik etmenler.
Klinik Tıpta Karar Verme
TANI İÇİN HİPOTEZ GELİŞTİRME
Deneyimli klinisyenlerin düşünce süreçlerini inceleyen bilişim bilim
adamları klinisyenlerin verileri paketler veya “desteler” içinde topladıklarını ve bunları hafızalarında saklayarak tanısal hipotezler geliştirmek üzere manipüle ettiklerini görmüşlerdir. Kısa dönemli hafıza bir
seferde ancak 7-10 birimi saklayabildiği için hipotez geliştirme eylemine aktif olarak katılacak olan paketlerin sayısı da kısıtlı olacaktır.
Yukarıda tartıştığımız bilişsel kısa yollar tanısal hipotez geliştirmede
anahtar rolüne sahiptirler, çoğu üretildikleri hızla elimine de edilirler.
Tanı hipotezi tanıya varmak için kullanılacak yolları ve test edilebilecek öngörüler oluşturur.Örneğin, fizik muayenede ele gelen
büyük ve ağrılı karaciğer akut hepatite bağlı ise (hipotez), belirli
karaciğer fonksiyon test sonuçları oldukça yüksek çıkacaktır (öngörü). Sonuçlar normal olarak gelirse hipotezi ekarte etmek veya
esaslı bir şekilde değiştirmek gerekecektir.
Tanıya ulaşmak için nasıl akıl yürütmek gerektiğini öğretmeyi
güçleştiren nedenlerden biri deneyimli hekimlerin hastaları incelerken sabit yollar izlememeleridir. Baştan itibaren tanısal hipotezler geliştirmekte,olgunlaştırmakta ve bir kısmını ayıklamaktadırlar. O anda hangi hipotezleri geliştiriyorlarsa hastaya onlarla ilintili
sorular sormaktadırlar. Fizik muayeneyi bile daha önceden kararlaştırılmış bir doğrulama listesinin değil de zihinlerindeki özgül soruların yönetiminde yapmaktadırlar. Öğrenci alkolik hastanın karnını palpe ederken eline bir şeyler gelmesini beklerken deneyimli
hekim belirli noktalara odaklanmaktadır. Dalak büyük mü? Karaciğer ne kadar büyümüş ve duyarlı mı? Ele gelen kitle veya nodül
var mı? Her bir soru, muayeneyi yapan hekimin diğer olasılıkları
(ilerde yanıtı alınana kadar) ekarte ederek belirli bir noktaya odaklanmasını ve buradan diğer özgül soruya geçmesini sağlamaktadır.
Tanı hipotezlerini geliştirmede olumlu bulgular kadar olumsuz
bulguların da değeri vardır. Aktif bir hastada göğüsteki rahatsızlık hissi eforla uyarılmıyor veya ağırlaşmıyorsa altta yatan nedenin
iskemik kalb hastalığı olma olasılığı azalır. Tiroidinde büyüme ve
istirahatte taşikardisi bulunmayan bir hastada atrial fibrillasyon
nedeninin hipertiroidizm olma olasılığı düşüktür.
Hastanın rahatsızlığı akut ise yukarda tartışılan prevalans benzeri konuların önemi azalır. Örneğin hekimlere akut göğüs ağrısı
olan her hastada rutin olarak miyokard infarktüsüyle beraber aort
disseksiyonunu da hatırlamaları gerektiği öğretilmiştir, disseksiyo- 17
nun tipik klinik belirtileri miyokard infarktüsünden farklı olsa da ve
aort disseksiyonu çok daha seyrek görülse de bu böyledir (Böl. 242).
Bu önerinin dayandığı anlayışa bakarsak, aort disseksiyonu gibi nisbeten ender fakat ağır sonuçları olan bir hastalık bilhassa akla getirilmezse tanısı çok zor konmaktadır. Klinisyen, hastanın öyküsünde
aort disseksiyonunun karakteristik özelliklerini akla getiren belirtilere rastlamaz ve nabız defisitinin bulunmadığını ve her iki kolda eşit
tansiyon ölçümleri saptarsa disseksiyon hipotezini ekarte edebilir.
Fakat akciğer grafisinde mediasten genişlemişse hipotez tekrar gündeme gelebilir ve tam bir evalüasyon için torakal BT, transözofageal
ekokardiogram gibi incelemeler istenebilir. Tablonun akut olmadığı
durumlarda tanısal hipotez geliştirirken potansiyel tanı seçeneklerinin daha fazla ve önemli bir yer alması beklenir.
BÖLÜM 3
kadar kolayca akla getirilmesine dayanır. Örneğin, deneyimli bir hekim son birkaç yıl içinde akut başlangıçlı ağrısız dispne yakınmasıyla
başvuran 20 yaşlı hastada akut miyokard infarktüsü çıktığını hatırlayabilir. Deneyimi az bir hekim aynı tanıyı aklına getirip gerçek sonuca
varana kadar çok değerli saatleri heba edecektir. Bu durumda, hastanın başvuru tablosu beklenen akut miyokard infarktüsü verileriyle
örtüşmemektedir ama atipik seyirli bir tabloya ait eski deneyimler ve
bunların anımsanabilmesi gerçek tanı konmasına yardımcı olmuştur.
Edinilmişler kuralı taraf tutarak anımsama nedeniyle çeşitli hatalara yol açabilir. Örneğin, ender rastlanan felaketler değerlerinin
üstünde ve daha net anımsanacaktır, ayrıca yeni hatıralar kaçınılmaz olarak eskilerden daha çabuk akla gelecektir ve klinikte karar
vermeye etkileri daha büyük olabilecektir.
Sıkça kullanılan üçüncü bilişsel kısa yol, bağlantı kuralı (anchoring
heuristic), karar verirken bildik bir noktadan (bağlantıdan) başlayarak
bunu hastaya uyarlama yoludur. Bağlantı kuralı güçlü bir tanı yordamı
olabilir ama sıklıkla yanlış kullanılmaktadır. Örneğin, hekim talyum
testi pozitif gelen bir hastada koroner arter hastalığı (KAH) olasılığının çok yüksek olduğunu düşünebilir çünkü öngörü test sonucuyla
bağlantılandırılmıştır. (“pozitif test=yüksek olasılıkla KAH”). Oysa,
aşağıda tartışacağımız gibi, hastalık olasılığı düşük bir hastanın klinik
tablosu (test öncesi-pretest) göz önüne alınmaksızın yapılan bir öngörü yanlış olacaktır (örneğin hiçbir risk faktörü bulunmayan 30 yaşında
kadın hasta). Bu örneğin de gösterdiği gibi, bağlantılar her zaman test
öncesi olasılıklarla aynı şeyler değildir (aşağıdaki “Hastalık Olasılıklarının Ölçümü ve Bayes Teoremi” bölümüne bakınız).
18 Uygulama Tarzıyla İlintili Etmenler Tıpta hekimin temel gö-
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
revlerinden biri hastanın temsilcisi olarak onun üst düzeyde sağlık
hizmeti almasını sağlamaktır. Bu role etkisi olan etmenler hekimin
bilgi, eğitim ve deneyim düzeyidir. Kuşkusuz ki hekimler kanıta
dayalı tıbbı (KDT) kanıtları tanıyamıyorlarsa uygulayamazlar.
Beklendiği gibi, uzmanlar kendi alanlarındaki kanıtları pratisyen
hekimlerden genellikle daha iyi bilirler. Cerrahlar dahiliyecilere
göre ameliyatı tedavi seçeneği olarak önermeye daha fazla isteklidirler çünkü cerrahinin yararlarına olan inançları daha kuvvetlidir.
Aynı şekilde, invazif kardiyologların göğüs ağrısıyla gelen hastaları
kardiyak kateterizasyon laboratuarına yönlendirme olasılığı noninvazif kardiyologlar ve dahiliyecilerden daha yüksektir. Uygulamadaki bu farklılıkların arkasındaki hekim inancının kaynağında
kişisel deneyimler, anımsanan olaylar ve varolan tıbbi kanıtların
yorumlanmasındaki farklar vardır. Örneğin kalb yetmezliğinde uzmanlaşmış hekimler ACE inhibitör tedavisinde hedefe ulaşmada
daha başarılıdırlar çünkü (büyük klinik çalışmalarla tanımlanmış)
o hedefleri daha iyi bilmektedirler, kullandıkları ilaçları daha iyi
tanımaktadırlar (yan etki ve dozaj gibi) ve kreatinindeki yükselme
veya semptomatik hipotansiyon gibi beklenen sorunlar karşısında
daha az telaşa kapılmaktadırlar. Diğer bir şaşırtıcı araştırma, tıp literatüründe peptik ülserin antibiyotiklerle tedavi edilmesine dair
“kanıt” yayıldıktan sonra hekimlerin bunu uygulamaya başlamalarındaki sürelerde büyük farklılıklar saptamıştır. Bazı gastroenterologlar hemen bu uygulamaya katılmış (agressif bir uygulama
anlayışını yansıtıyor olabilir) diğer bazıları bir süre beklemişlerdir
(daha çok yaşlı gastroenterologlarda gözlenen muhafazakar tutum); dahiliyeciler ise genel olarak senelerce sonra katılmışlardır.
Etkin önderlerin görüşleri uygulama tarzlarına önemli etkiler yapabilir. Bu etki hem ulusal düzeyde (örn. uzman hekimlerin
ulusal toplantılardaki konuşmaları) hem de bölgesel (örn. bölgesel
eğitim programları, “ayaküstü konsültasyonlar”) olabilir. Klinik
vizitlerini klinik eczacılarla beraber yapan hekimler ilaç seçiminde
daha az hata yapmakta ve kanıta dayalı tedavilerde hedeflere daha
fazla yaklaşmaktadırlar.
Klinik kararların verilmesinde tek kaygı hastanın esenliği değildir. Hekimin yanlış bir karar veya olumsuz sonlanan tedaviden
dolayı kötü uygulama (malpractice) davası açılabileceği kaygısı savunmacı tıp denilen bir uygulama yaratmıştır. Bu uygulamada, ilerideki olası sorunlar karşısında eleştirilerden korunmak amacıyla
tıbbi yararı gayet sınırlı inceleme ve tedaviler yapılmaktadır. Örneğin, uzun zamandan beri baş ağrıları olan ve son günlerde yakınmaları artan ve nörolojik muayenesi normal 40 yaşında bir kadın
hastada yapısal bir kafa içi patoloji bulunmasının olasılığı çok düşüktür. Böyle bir hastadan kranial BT veya MR istemek savunmacı
tıp uygulamasıdır. Beri yandan, bu incelemeler endişeli bir hastayı
teskin etmeye yarayabilir.
Uygulama Ortamının Etmenleri Bu kategorideki etmenler hekimin uygulaması ve o ortamdaki fiziksel kaynakları içerir. Hekim
kaynaklı talep terimi, hekimlerin varolan tıbbi olanaklara uyum
ve onları kullanmadaki şaşırtıcı yeteneklerine dair sayısız gözleme
dayanmaktadır. Sonlanım konusundaki temel araştırmalardan birinde, iki şehir halkı arasında sağlık sorunları farklı olmamasına
karşın, Boston’da yaşayan hekimlerin New Haven’daki meslektaşlarından %50 daha fazla hastayı hastaneye yatırdığını saptamıştır.
New Haven’lı hekimler göreceli olarak daha az hastayı yatırdıklarını ve Boston’lu hekimler de hastaları hastaneye yatırmak için daha
az kısıtlama uyguladıklarını bilmiyorlardı. Her iki şehirde de hekimler farkında olmaksızın, varolan hastane yatakları sayısındaki
düzeyle uyumlu bir uygulama içine girmişlerdi.
Karar verme sürecini etkileyebilecek diğer çevresel etmenler
arasında konsültasyon istenebilecek uzmanların ve anjiografi, kalb
cerrahisi veya MR gibi yüksek teknolojili olanakların varlığı sayılabilir.
Ekonomik Etmenler Ekonomik etmenler uygulamaya etki yapan diğer iki etmen kategorisiyle yakından ilintilidir. Parasal konular tıp uygulamasında hem uyaran hem de engelleyen etkilere sahip olabilir. Genellikle hekimler, hizmet karşılığı, hasta başına veya
maaşlı olarak ücretlendirilmektedirler. Hizmet karşılığı ücret alan
bir hekim ne kadar çok işlem yaparsa o kadar çok kazanmaktadır.
Bu durumda ekonomik uyaran işlem sayısını arttırma yönündedir.
Aynı hekimlerin işlemden alacağı kazanç kısıtlanınca daha ziyade
faturalı işlemlerde artış olmaktadır. Hasta başına bir yıl boyunca
sabit bir ücret alan hekim ise daha fazla sayıda hasta görmeye çalışırken daha az inceleme istemektedir. Bu uygulamadan özellikle pahalı hizmetler etkilenmektedir. Hasta sayısına bakılmaksızın
aynı ücreti alan hekimler de daha az hasta görme eğilimine girmektedirler.
Özetle, uzman hekimin karar vermesi bilişsel işlevler arasında
karmaşık bir süreçtir. Bu süreç güçlü ve bazen baştan çıkarıcı dış
etkiler ile hekimin eğitim, öğrenim ve deneyimlerden elde ettiği
tarafgir tutumların sadeleştirilmiş bir bileşkesidir. Bundan sonraki
bölümde belirsizlik ortamında karar vermeye yardımcı olacak bazı
istatistiksel araçlar ve kavramlar ele alınacaktır.
KLİNİKTE KARAR VEMEYE YARDIMCI
NİCELİKSEL YÖNTEMLER
Tıpta karar verme süreci iki kısma ayrılabilir: (1) varolan uygulama seçeneklerinin ve olası sonuçlarının tanımlanması, ve (2) bu
sonuçların ne ölçüde tercih edileceğinin saptanması. İlk kısımda
hastadan elde edilen verilerle tıbbi literatürdeki bu hasta için geçerli kanıtlar karar yapısını oluşturur. Bu bölümde böylesine kararları
verirken yararlanabileceği bazı niceliksel araçlar gözden geçirilecektir.
NİCELİKSEL TIBBİ ÖNGÖRÜLER
Tanısal Testler: Testin Doğruluk Ölçümü Bir hastada yapılacak testin amacı tanı veya prognozdaki belirsizlikleri azaltmak ve
hekime tedavi kararları konusunda yardımcı olmaktır. Her ne kadar
tanısal testler laboratuar incelemeleri (örn. serum amilaz düzeyinin
ölçümü) ve girişimler (örn. kolonoskopi veya bronkoskopi) olarak
algılanırsa da hastadaki sorunu daha iyi anlamamıza yardım eden
her teknoloji tanısal test sayılır. Öyle ki, öykü ve fizik muayene bile
tanısal test sayılabilirler. Klinik uygulamada bir testin sonucu (pozitif veya negatif ya da normal veya anormal gibi) iki seçenekli hale
getirilebilir. Bu basitleştirme kimi durumlarda değerli verilerin harcanmasına yol açar. Yine de böyle bir basitleştirmeyle bazı verilerin
nasıl niceliksel yollarla kullanılabileceğini göstermek kolaylaşır.
Tanısal testlerin doğruluğu hastanın gerçek durumunu yansıttığı farzedilen ve genel kabul görmüş bir “altın standart”a göre tanımlanır (Tablo 3-1). Yeni bir testin performansını tanımlamak için
uygun bir toplum seçilmeli (idealde bu testin kullanılacağı hastalar)
ve hem yeni test hem de altın standart her hastada uygulanmalıdır.
Daha sonra elde edilen sonuçlar karşılaştırılır. Yeni testin duyarlılığı
veya gerçek pozitiflik oranı yeni testin pozitif sonuç verdiği ve hasta
oldukları altın standartla saptanmış olan kişilerdeki oranıdır. Bu ölçüm yeni testin hastaları ne kadar iyi saptadığını gösterir. Yanlış negatiflik oranı hasta olup da testin negatif sonuç verdiği kişilerin oranıdır ve 1-duyarlılık olarak hesaplanır. Testin özgüllüğü veya gerçek
negatiflik oranı ise hasta olmayan kişilerde testin negatif sonuç verme oranıdır. Bu ölçüm yeni testin hasta olmayanları ne kadar gerçek
saptadığını gösterir. Yanlış pozitiflik oranı da hasta olmayan kişilerde
testin pozitif sonuç verme oranıdır ve 1-özgüllük olarak hesaplanır.
Mükemmel bir testin hem duyarlılığı hem de özgüllüğü %100 olurdu
ve hastaları sağlıklı bireylerden kesinlikle ayırdedebilirdi.
Duyarlılık ve özgüllüğü hesaplayabilmek için o testin “pozitif”
sayılacağı eşik değerin belirlenmesi gerekir. Her testte duyarlılığı arttırmak için eşik değeri ileri aldıkça özgüllük tipik olarak azalır, bunun tersi de aynen geçerlidir. Hastalıklı bireyleri sağlamlardan daha
TABLO 3-1
TANISAL TESTİN DOĞRULUĞUNUN HESABEDİLMESİ
TABLO 3-2
Hastalık
Var
Yok
Pozitif
Negatif
Doğru pozitif (DP)
Yanlış negatif (YN)
Yanlış pozitif (YP)
Doğru negatif (DN)
Hastalıklı Bireylerin Belirlenmesi
Test öncesi olasılık x testin duyarlılığı
Test öncesi olasılık x testin duyarlılığı +
(1- Test öncesi olasılık) x testin yanlış pozitiflik oranı
Test sonrası olasılık =
Hastalıksız Bireylerin Belirlenmesi
Örnek (test öncesi olasılığın 0.50 ve test sonucunun “pozitif” olduğu
durum [test duyarlılığı = 0.90, test özgüllüğü = 0.90]):
Yanlış negatiflik oranı (özgüllük) = DN/(DN+YP)
Yanlış pozitiflik oranı = YP/(DN+YP)
Doğru negatiflik oranı = 1- yanlış pozitiflik oranı
Test sonrası olasılık =
gerçek bir şekilde ayırt etmek için yapılan bu dinamik pazarlık grafik
olarak “receiver operating characteristic” (ROC) eğrisiyle gösterilir
(Şek. 3-1). ROC eğrisi duyarlılığa karşı (y aksı) 1-özgüllüğü (x aksı)
tanımlar. Eğrinin üstündeki her nokta ilintili duyarlılık ve özgüllük
değerinin potansiyel kesişme noktasına tekabül eder. ROC eğrisinin
altındaki alan sıklıkla testin bilgi içeriğinin niceliksel bir ölçüsü sayılır. Değerler 0.5 (testin değeri yazı-tura atmaktan farksız, tanısal bilgi
vermez) ile 1.0 (mükemmel test) arasında değişir.
Test literatüründe ROC alanları çoğu kez belirli bir tanısal sorunda kullanılan farklı testleri karşılaştırmada kullanılır (Şek. 3-1).
En büyük alana sahip olan test (yani 1.0’a çok yakın) en duyarlısı
sayılır. Yine de ROC eğrileri tanısal testi kullanmak için “her derde
deva” değildir. Bayes teoremi gibi (aşağıda tartışılan), tipik olarak
potansiyel geçerli diğer testleri ekarte etmek için tek olası test para-
Gerçek pozitiflik oran (1-duyarlılık)
1.0
0.8
0.6
0.4
EKO
SPEKT
Görüntülemesi yok
0.2
0.0
0.2
0.4
0.6
0.8
1.0
Yalancı pozitiflik oranı (1-özgüllük)
ŞEKİL 3-1 Koroner arter hastalığı tanısında kullanılan 3 ayrı testin “receiver operating characteristic” (ROC) eğrisi: egzersiz EKG,
egzersiz SPECT ve egzersiz eko. Her ROC eğrisi, testin duyarlılığını
arttırmak(hasta olan bireyleri doğru olarak saptamak) ile testin özgüllüğünü arttırmak (hasta olmayan bireyleri doğru olarak saptamak)
arasındaki “pazarlığı” göstermektedir: testin “negatif”den “pozitif”e
döndüğü noktada değişkenlik vardır. Test eğrisinin açısı 450 olsaydı
hiçbir bilgi vermemiş olurdu (her notada duyarlılık=özgüllük). Her bir
ROc eğrisinin altındaki alan o testin verdiği bilgi içeriğinin ölçütüdür.
ROc alanı daha büyük olan bir teste geçince (örn. egzersiz EKG’den
egzersiz ekoya) testin doğruluğunda artış olmaktadır. Beri yandan,
bu testler aynı popülasyonda yapılmamıştır ve hastaların teste yönlendirilmesi sırasındaki olası taraf tutmaların etkisi ayıklanmamıştır.
(KE Fleischmann et al: JAMA 280:913, 1998’den izinle alınmıştır.)
(0.50) (0.90)
= 0.90
(0.50) (0.90) + (0.50) (0.10)
metresine odaklanmıştır (örn. efor testine ST segment yanıtı). Üstelik ROC alanlarının karşılaştırılması testten elde edilen bilgilerin
klinik uygulamayla benzeşmez. Son olarak, ROC eğrisinin oluşturulduğu popülasyondaki taraf tutmalar (örn. temsil yeteneği olmayan test örneklemesi) ROC alanında yanıltıcı sonuçlara yol açarak
testleri karşılaştırma işlemini geçersiz kılar.
Hastalık Olasılıklarının Ölçümü ve Bayes Teoremi Ne yazık
ki mükemmel test yoktur; her test sonunda hastanın gerçek durumu
belirsiz kalır. Test sonunda arta kalan belirsizliğin niceliksel ölçümü
Bayes teoremiyle yapılabilir. Bu teorem test sonu hastalık olasılığını
üç parametreden hesaplamak için basit bir matematiksel yol kullanır: test öncesi hastalık olasılığı, testin duyarlılığı ve testin özgüllüğü
(Tablo 3-2). Test öncesi olasılık test yapılmadan önce tanıya duyulan
güvenin niceliksel karşılığıdır. Daha geçerli bilgi yoksa, bu o hastalığın söz konusu toplumdaki prevalansı kabul edilir. Sık rastlanan bazı
sorunlar için (koroner arter hastalığı- KAH gibi), test öncesi olasılığı
hesaplamak amacıyla öykü ve fizik muayene verilerini kullanan nomogram ve istatistiksel modeller geliştirilmiştir. Test sonrası olasılık
ise bu durumda, hem test öncesi hem de sonrası bilinenleri hesaba
katarak yeniden gözden geçirilmiş bir tanıya güven kanaatidir.
Öngörü değeri (predictive value) sıklıkla test sonrası olasılığa
karşılık kullanılır. Maalesef klinisyenler çoğu kez bildirilen öngörü
değerini testin intrensek doğruluk ölçütü olarak algılamaktadırlar.
Tanısal testler hakkında yapılan çalışmalar da öngörü değerlerini
duyarlılık ve özgüllüğün hesaplandığı toplum üstünde hesaplayarak karmaşayı arttırmaktadırlar. Bütün test sonrası olasılıklar testin yapıldığı toplumdaki o hastalığın prevalansının bir türevi olduğuna göre, hastalık prevalansının aynı olduğu başka toplumlarda
test uygulanmadıkça bu gibi hesaplamaların hiçbir geçerliliği yoktur. Bundan dolayı, öngörü değeri terimi yerine test sonrası olasılık
terimi daha bilgilendirici olmaktadır.
Bayes teoreminin bir hastalığın test sonrası olasılığını nasıl hesapladığını kavramak için bu teoremin bir nomogram versiyonunu
incelemek yararlı olacaktır (Şek. 3-2). Bu nomogramda tanısal testin doğruluğu, belirli bir testin hasta bireydeki sonucunun olasılığının (örn. “pozitif” veya “negatif”) hasta olmayan bireydeki sonucuna oranı şeklinde tanımlayacağımız olabilirlik oranı (likelihood
ratio) olarak özetlenir.
Pozitif bir testte olabilirlik oranı gerçek pozitifin yanlış pozitife oranı olarak hesaplanır [veya duyarlılık/(1-özgüllük)]. Örneğin, bir testin
duyarlılığı 0.90 özgüllüğü de 0.90 ise olabilirlik oranı 0.90/1-0.90, yani
9’dur. Demek ki, bu hipotetik testin hasta bireyde pozitif olma olasılığı
sağlıklı bireye göre 9 kat fazladır. Tıpta kullanılan testlerin çoğunun
pozitif olabilirlik oranı 1.5 ile 20 arasında değişir. Rakam ne kadar
yükselirse o test hastaları saptamada o kadar gerçek sonuç verir, 10 ve
üstünde rakamlara sahip testlerin özel değeri vardır. Eğer duyarlılık
mükemmel fakat özgüllük pek iyi değilse olabilirlik oranı ciddi olarak
düşer (örn. %90 duyarlı %60 özgül bir testte olabilirlik oranı 2.25’dir).
Klinik Tıpta Karar Verme
Doğru pozitiflik oranı (duyarlılık) = DP/(DP+YN)
Yanlış negatiflik oranı = YN/(DN+YN)
Doğru pozitiflik oranı = 1- yanlış negatiflik oranı
Hastalığın test öncesi olasılığı = hastalığın test yapılmadan önceki
olasılığı.
Bu olasılığı saptamak için o hastalığın toplumdaki prevalansı
veya daha hastaya-özgül veriler kullanılabilir.
Hastalığın test sonrası olasılığı = Hastalığın hem test öncesi olasılığı
hem de test sonuçları. Testin öngörü değeri olarak da adlandırılır.
Bayes Teoremi: Bilgisayar Ortamı için:
19
BÖLÜM 3
Test Sonucu
HASTALIK OLASILIĞININ HESABEDİLMESİ
20
özgüllüğü %90 olsun, pozitif testin
olabilirlik oranı 9.0 olacaktır [0.90/
(1-0.90)]. Test öncesi olasılığı düşük
0.5
0.2
98
98
olan aynı hastaya bunu uygularsak,
Şek. 3-2’yi kullanarak test sonrası
0.5
0.5
95
95
olasılığın %10’dan %50’ye yükseldiğini buluruz. Demek ki, karar verme
1
1
90
90
açısından, daha gerçek sonuç veren
test bile tedavi kararımızı değiştire2
2
80
80
cek kadar önemli bir etki gösterme70
miştir. Hatta, bu test hastada KAH
70
50
50
5
5
olmadığı konusunda oldukça net bir
60
60
20
20
düşüncemiz varken bizi tamamen
50
50
10
10
10
10
kararsız hale getirmiştir (hastalık
5
5
40
40
olasılığı 50:50). Test öncesi KAH
30
2
30
2
20
20
olasılığı %80 olan hastada ise daha
1
1
20
20
30
30
0.5
0.5
gerçek sonuç veren eforlu SPECT
40
40
testini kullanarak test sonrası olası0.2
0.2
10
10
lık %97’ye yükselir (efor testinde ise
50
0.1
0.1
50
0.05
0.05
%95 idi). Yine, daha gerçek sonuç
60
60
5
5
veren test tedavi kararımızı değişti0.02
0.02
70
70
recek kadar önemli bir etki göster0.01
0.01
80
80
mediği gibi her iki test de salt klinik
2
2
verilerle bildiklerimizde büyük bir
90
90
1
1
ilerleme sağlamamıştır.
Test öncesi olasılık düşük ise
95
95
0.5
0.5
(örn. %20) çok gerçek sonuç veren
bir test bile bireyi hasta kategorisine
yerleştirecek kadar yukarıya (örn.
98
0.2
0.2
98
%80) taşıyamayacaktır. Aksine, test
99
0.1
0.1
99
öncesi olasılığı yüksek olan hastada
negatif test hastalığı ekarte ettiremeOlasılık
Test sonrası
Test öncesi
Olasılık
Test sonrası
Test öncesi
olasılık %
oranı
olasılık %
olasılık %
oranı
olasılık %
yecektir. Bunda dolayı, hekimin bir
ŞEKİL 3-2 Hastalığın test sonrası olasılığını (sağ sütun) test öncesi olasılığı (sol sütun) baz alarak hesa- testten en fazla yararlanacağı durum
betmekte kullanılan Bayes teoreminin nomogram versiyonu (olabilirlik oranı orta sütunda verilmiştir). test öncesi kararında çok kuşkulu
Olabilirlik oranlarını hesabetmekle ilgili bilgiler için metine bakınız. Nomgramı kullanmak için bir cet- olduğu hastalardır (örn. test öncesi
vel alın, test öncesi olasılık ile olabilirlik oranını bileştirin, çizginin test sonrası olasılık sütununda kestiği olasılık %30-70 dolaylarında). Örnoktayı saptayın. Şeklin sağ tarafında; test öncesi %50 koroner arter hastalığı olma olasılığı bulunan neğin bir hastada test öncesi KAH
bir hastada pozitif egzersiz teadmill testi (olabilirlik oranı 4, yeşil çizgi) ile pozitif egzersiz talyum SPE- olasılığı %50 ise pozitif efor testi bu
CT perfüzyon testi (olabilirlik oranı 9, sarı kesik çizgiler) verilmiştir. Teadmill sonuçları kalın çizgiyle, rakamı %80’e, pozitif eforlu SPECT
talyum perfüzyon sonuçları ise kesik çizgilerle gösterilmiştir. (DB Mark: Screening Tests, in: Atlas of Car- sonucu ise %90’a çıkaracaktır (Şek.
3-2).
diovascular Risk Factors. Philadelphia, Current Medicine, LLC, 2006’dan izinle alınmıştır.)
Bayes teoremi, yukarıda sunulduğu gibi, üstünde durulması gereken bazı önemli basitleştirmelerden
Negatif bir testte olabilirlik oranı yanlış negatifin gerçek negatife oranı olarak hesaplanır [veya (1-duyarlılık)/özgüllük]. yararlanmaktadır. İlkin, pozitif veya negatif gibi sadece iki yararlı
Olabilirlik oranı ne kadar küçülürse (yani sıfıra yaklaşırsa) o test sonucu olan test sayısı azdır, pek çok test hasta hakkında bilgi parhastalığı ekarte etmekte o kadar başarılıdır. Yukarıda örnek ver- çacıkları sağlar. Bu veriler özetlenmiş bir sonuç haline getirilebilse
diğimiz hipotetik testte negatif testin olabilirlik oranı (1-0.9)/0.9, dahi yararlı bilgiler farklı düzeylerde kalır (örn. kuvvetle pozitif,
yani 0.11’dir. Buna göre, testin negatif sonuç verme olasılığı sağlıklı pozitif, belirlenemeyen, negatif, kuvvetle negatif gibi). Bayes teoremi böylesine daha ayrıntılı test sonuç formatına uyarlanabilir ama
bireyde hasta bireyden yaklaşık 10 kat daha yüksektir.
bunu bilgisayar ortamında uygulamak karmaşık bir iştir.
Son olarak, uzun zamandır belirtilmektedir ki duyarlılık ve özTanısal Test Uygulamasının KAH’da Kullanımı KAH tanısında sıkça kullanılan iki testi ele alalım: efor testi ve eforlu SPE- güllük testin doğruluğu konusunda prevalanstan bağımsız parametCT (single photon emission computerized tomography) miyokard relerdir ve pek çok kitapta bu böyle yazılmaktadır. İstatistiksel olarak
perfüzyon görüntüleme. (Böl. 222). Meta-analiz, efor testinde pa- yararlı bir faraziye de olsa bu anlayış klinik için aşırı basittir. Efor
tolojik ST segmenti değişikliğinin ortalama duyarlılığının %66 ve testi, örneğin, tek damar KAH hastalarında %30, ağır üç damar hasortalama özgüllüğünün %84 olduğunu ve olabilirlik oranının 4.1 talarında ise %80’e yakın bir duyarlılığa sahiptir. Bundan dolayı, be[0.66/(1-0.84)] olacağını bildirmiştir. Bu testi biz test öncesi KAH lirli bir konuda karar verirken en uygun duyarlılık hesaplaması, tesolasılığı %10 olan bir hastada kullanırsak test sonrası olasılık ancak tin uygulandığı popülasyonda hastalık evrelerinin dağılımına bağlı
%30 civarına yükselir. Eğer test öncesi KAH olasılığı %80 olan bir olarak değişkenlikler gösterecektir. Hastanede yatan hastalarda tipik
olarak hastalık prevalansı ve özellikle daha ileri evreye ulaşmış hashastada sonuç pozitif ise test sonrası olasılık %95 civarındadır.
Eforlu SPECT miyokard perfüzyon testi KAH tanısı koymak talıkların prevalansı poliklinik hastalarından yüksektir. Buna bağlı
için daha gerçek sonuç verir. Kendi senaryomuz için, eforla olu- olarak da, bir testin duyarlılığı yatan hastalarda daha yüksek iken
şan reversibl bir perfüzyon defektinin hem duyarlılığı hem de özgüllüğü ayaktan izlenen hastalarda yüksek bulunacaktır.
0.1
99
0.1
99
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
Klinik Tıpta Karar Verme
KARAR MEKANİZMASINI DESTEKLEYEN ARAÇLAR
KARAR DESTEKLEME SİSTEMLERİ
Son 35 yıldan beri klinisyenlere karar ve tedavide yardımcı olacak
bilgisayar sitemlerinin geliştirilmesine çalışılmaktadır. Kavram olarak bilgisayar, günümüzde sınırsız sayıda bilgi yüküyle karşılaşan
hekimlere çok cazip bir yardımcı sayılabilir. Bilgisayar gerçek sonuç
öngörüleri yapabilir, karar verme sürecini aynen taklit edebilir veya
algoritmik rehberler sunabilir. Bilgisayar tabanlı Bayesian veya istatistiksel regresyon modellerini kullanan öngörüler klinik bir karar
bilgisi verseler de bir “sonuç” veya “öneri”ye ulaşmazlar. Yapay zeka
sistemleri bilgisayar tabanlı analogla insandaki akıl yürütmeyi taklit
etmeyi veya yerini almayı amaçlamaktadırlar. Günümüze kadar bu
yaklaşımların başarısı sınırlı olmuştur. Uyarıcı veya protokol-denetimli sistemler öngörülerde bulunmak yerine klinik uygulamalara
yol göstermek için klinik rehberler gibi varolan algoritmleri kullanmaktadır. Oysa genellikle karar destekleme sistemlerinin klinik
uygulamalara etkisi az olmuştur. Uyarı sistemleri, henüz geniş kullanım alanı bulmadıkları halde, özellikle ilaç dozajlarını düzeltme
ve rehberlere bağlı kalmayı teşvik gibi konularda en çok umut vaat
etmektedir. Bu yaklaşımların tam anlamıyla ne kadar etkin oldukları
tıp uygulamaları tümüyle kompüterize olduğunda anlaşılacaktır.
ikincil kaynaklardan gelir. Üçüncüsü, karar modeli gündemdeki her 21
bir stratejinin uzun erimdeki net sağlık yararını ve maliyetini saptamak amacıyla değerlendirilmelidir. Dördüncüsü, daha etkin stratejilerin giderek artan sağlık yarar ve maliyetleri hesaplanmalıdır. Son olarak, başlangıçtaki faraziyelerin sonuçlara etkileri makul seçeneklerle ve
ayrıntılı duyarlılık analizleriyle sınanmalıdır.
İnsan immün yetmezlik virüsü (HIV) infeksiyonu taramasında
kullanılmak üzere oluşturulmuş bir karar ağacı örneği Şek. 3-3’de
verilmiştir. Amerika’da her yıl 20,000’e yakın yeni HIV vakasının
kendisinin hasta olduğunu bilmeyen infekte hastaların bulaştırmasıyla oluştuğu tahmin ediliyor. Ayrıca HIV-pozitif hastaların %40
kadarında tanı konulduktan sonra 1 yıl içinde tablo AIDS’e dönüşmektedir. Erken tanı, hem hastaları düzenli CD-4 sayımlarıyla izleyerek ve viral yükü hesaplayarak antiretroviral tedavi adaylarını
saptayıp AIDS’e dönüşmeyi engelleme, hem de riskli cinsel davranışlardan kaçınmayı teşvik açısından yararlı olmaktadır.
“Centers for Disease Control and Prevention” (CDC)
(Türkiye’deki Hıfzısıhha Ensitüsü’nün daha gelişmiş bir benzeri olan resmi kurum-ÇN) 2003 yılında rutin HIV taramasının
standart tıp uygulamasının bir parçası olması gerektiğini önerdi.
Önerilen bu stratejiyi karar modeli araştırması kapsamında halihazırdaki uygulamayla karşılaştırdığımız zaman, toplumda tanı konmamış HIV pozitif hasta prevalansının %1 olduğu farzedilirse, 43
yaşındaki erkek ve kadınların rutin olarak taranmasıyla beklenen
yaşam sürelerinin 5.5 gün uzayacağı ve kişi başına 194 $ harcanacağı hesaplanmıştır. Taramanın standart uygulamaya maliyet-yarar oranı her bir “kaliteye ayarlı yaşam yılı” (“quality-adjusted life
year”) için 15,078 $ idi. Sonuçlar cinsel davranışlardaki değişikliklerin yapacağı olası etkileri, erken başlanan HIV tedavisinin yararları ile hedef kitledeki HIV prevalans ve insidansını da göz önüne
almaktaydı. Bu model 75’den fazla bağımsız veriyi hesaba katmayı
gerektirmiştir ve hakkında randomize klinik araştırma yapılmamış
bir konuda yepyeni bir klinik yaklaşım anlayışı sunmaktadır.
Karar modellerini oluşturma ve değerlendirme süreci genellikle günlük uygulamalarda kullanılamayacak kadar karmaşıktır.
Bundan dolayı söz konusu gerecin potansiyeli, belirli bir karara veya tutuma yönelik olarak yayınlanmış modeller geliştirerek
problemin can alıcı noktalarını aydınlatmaya hizmet etmesini
sağlamaktır. Yayınlanmış çoğu modeller bir “yanıt” vermeye aşırı
ölçüde odaklanma eğilimindedirler; oysa esas rolleri, klinikte karar
verme sürecindeki en önemli ve özellikle dikkat gerektiren soruları
daha iyi kavramaya yardım olmalıdır.
BÖLÜM 3
İstatistiksel Öngörü Modelleri Bayes teoremi, yukarıda sunulduğu gibi, klinik öngörü problemini bir klinisyenin karşılaştığı çoğu
problemden farklı biçimde ve hiç de gerçek olmayan basitlikte ele
almaktadır. Çok değişkenli istatistiksel modelleri temel alan öngörü
modelleri çok daha karmaşık sorunlarla baş edebilmekte ve belirli
sorunlarda gerçek bir öngörü yapma becerisini arttırmaktadırlar. Bu
modeller, birbiriyle kısmen örtüşen veri parçalarını hesaba katma yetenekleri ve her birinin söz konusu olan öngörüye bireysel katkısının
göreceli ağırlığını saptayabilmeleri nedeniyle bilhassa avantajlı hale
gelmektedirler. Örneğin; KAH olasılığını öngörmek amacıyla geliştirilmiş lojistik regresyon modeli, klinisyenlerin akıllarında tutabilecekleri veya Bayes teoremiyle değerlendirebilecekleri bir avuç veriden çok
daha fazla sayıda, bağımsız ve geçerli klinik muayene ve tanısal test
faktörünü hesaba katar. Buna rağmen, gücüne karşılık, modeller bilgisayar olmaksızın kullanılamayacak kadar karmaşıktır (tıp tümüyle
bilgisayara dayalı ortamlara geçince bu sorun ortadan kalkabilir).
Bugüne kadar az sayıda öngörü modeli yeterli ölçüde irdelenmiştir. Modelin geliştirildiği toplumdan farklı bir grupta ayrıca irdelenmesinin önemi yadsınamaz. İrdelenmemiş bir öngörü modeli, dikkatli bir şekilde klinikte denenmemiş yeni bir ilaç ya da tıbbi
gereç gibi kuşkuyla karşılanmalıdır.
İstatistiksel modeller konunun uzmanı hekimler tarafından
doğrudan karşılaştırıldıkları zaman, beklendiği gibi, daha istikrarlı
sonuçlar vermektedir fakat bu sonuçların doğruluk oranı anlamlı
bir artış göstermemektedir. Bu modellerden en büyük beklenti, deneyimi kısıtlı hekimlerin de daha gerçek sonuç öngörüleri yapmalarını sağlamalarıdır.
KANITA DAYALI TIP
“Tababet sanatı” öteden beri hastalara gereken hizmeti vermek için
tıbbi bilgileri (bilimsel kanıtlar dahil) önsezi ve yargılamayla birleştiren bir uygulama olarak tanımlanmıştır (Böl. 1). Kanıta dayalı tıp
(KDT) bu yapıyı günümüz koşullarına uyarlarken hekimin en güncel ve geçerli klinik araştırmalardan edindiği bilgilere çok daha fazla
önem verir. KDT’nin temel süreçleri dört basamakta özetlenebilir:
1. Yanıt aranan sorunu formüle etmek.
2. Literatür ile çevrimiçi (online) veritabanlarında uygulanabilir
araştırma sonuçlarını aramak.
KARAR ANALİZİ
Yukarıda tartışılan yöntemlerle karşılaştırıldığı zaman, karar analizi
karar desteklemeye yaklaşım açısından tümüyle farklıdır. Esas uygulama alanları karmaşık ve ciddi riskler taşıyan,
bazı temel noktalarda büyük ölçüde belirsizİnfekte olmamış
CD4 ≥ 350
HIV + Monitor
Test
likler bulunan veya varolan kanıtlara “otur(yalancı pozitif)
Pozitif
mayan” idiosenkratik özellikler içeren karar
İnfekte (gerçek pozitif)
CD4 < 350
HAART
problemleridir. Beş basamağı vardır. Birincisi, karar problemi açıkça tanımlanmalıdır. HIV Tarama
İnfekte olmamış
İnfekte olmamış
Test
İkincisi, kararın unsurları belirlenmelidir.
(gerçek negatif)
Negatif
Burada şunlar kastedilmektedir: gündemdeİnfekte (yalancı negatif)
HIV + Yalancı-negatif
ki seçenekler, bunların geçerli sonuçları, sonuçların ayrı ayrı olasılıkları ve her sonucun
İnfekte olmamış
göreceli olarak arzulanma oranı (“utility-işe
İnfekte olmamış
yarama” denir) belirlenmelidir. Maliyet de Tarama yok
her bir karar ağacının dallarına eklenebilir ve
İnfekte
HIV + Bilinmiyor
maliyet-yarar hesabı yapılabilir. Tipik olarak,
bir karar modelini oluşturmak için kulla- ŞEKİL 3-3 Genel toplum içinde HIV taraması için stratejilerin evalue edilmesinde kullanılan kanılacak veriler literatürden, yayınlanmamış rar modelinin ana yapısı. HIV, human immunudeficiency virus; HAART, highly active (etkinliği
kaynaklardan, uzman görüşlerinden ve diğer yüksek) antirretroviral tedavi. (Şekil G. Sanders’den izniyle alınmıştır.)
22
TABLO 3-3
KANITA DAYALI TIPTA KULLANILABİLECEK AKNITLARI BULMAK İÇİN SEÇİLMİŞ BAZI ADRESLER
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
İsim
Tanım
Web adresi
Ulaşılabilirlik
Evidence-Based
Medicine
Reviews
Kapsamlı bir veritabanı şunları birleş-tirip bütünleştiriyor:
1. Cochrane Database of Systematic Reviews
2. ACP Journal Club
3. The database of Abstracts of Reviews of Effectiveness
http://www.ovid.com
Abonelik gerekir; tıp merkezleri ve diğer krumların kütüphanelerinden
ulaşılabilir.
Cochrane Library
Cochrane Database of Systematic Reviews (özgül sağlık so- http://www.cochrane.org
runlarını gözden geçiren makalelerin tam metni) dahil
KDT veritabanlarını içerir
Abonelik gerekir; sistematik gözden
geçirmelerin özetleri online olarak ücretsiz; bazı ülkelerde bütün
asistanlara açık ücretsiz ulaşım
sağlanmış.
ACP Journal Club
Orijinal çalışmaların ve sistematik gözden geçirmelerin http://www.acpj.org
özetlerini içerir, ayda 2 kez yayınlanır. Web sayfasında
1991’den beri bütün veriler var, yılda bri güncellenir.
Abonelik gerekir
Clinical Evidence
Sık uygulanan klinik girişimlerin kısaltılmış derlemeleri, ayda
bir güncellenir.
Abonelik gerkir; Britanya ve gelişmekte
olan ülkelerde ücretsiz.
MEDLINE
National Library of Medicine veritabanı, atıflar 1966’ya kadar http://www.nlm.nih.gov
http://www.clinicalevidence.com
İnternet üstünden ücretsiz
Not: ACP, American College of Physicians; KDT, kanıta dayalı tıp.
3. Derlenen kanıtları geçerli ve uygulanabilir açısından değerlendirmek.
4. Bu değerlendirmeyi söz konusu hastaya özgü bilgilerle (ve tercihlerle) birleştirmek.
İkinci ve üçüncü basamaklar günümüzdeki KDT uygulamasının kalbidir. Dünyada yayınlanan araştırmaları tarama ve çalışmaların kalitesiyle geçerliliğini değerlendirme çok zaman alabilir ve
hekimlerin çoğunda bulunmayan düzeyde bir beceri ve eğitim gerektirir. Bundan dolayı KDT taramalarına çoğu kez en iyi başlama
noktası o konuda son zamanlarda yayınlanmış sistematik gözden
geçirmeleri saptamaktır (Tablo 3-3).
Genellikle Tablo 3-3’de sıralanmış KDT gereçleri şu iki tipteki
araştırma bilgisinden birini sağlar: İlki, primer araştırma raporları,
hakemli dergilerde yayınlanmış özgün araştırmalardır. KDT taramasında ilk basamak MEDLINE’da elde edilecek muazzam sayıdaki yayın özetleridir. Oysa MEDLINE yoluyla toplanan geçersiz
ve yararsız yayınlar denizinde işe yarayanları saptamak ve önemli raporların gözden kaçmadığına inanmak hiç de kolay değildir.
İkinci tip gereçte belirli bir konuda belirli bir tarihe kadar varolan
kanıtlar kapsamlı bir şekilde derlenmiştir ve yazarın görüşleri de
eklenmiştir. Geçerli bütün bilimsel çalışmaları seçerken ve kalitelerini sıralarken kullanılan ölçütler bellidir. Bu tipte kaynağa iyi bir
örnek olarak “Cochrane Database of Systematic Reviews” gösterilebilir. Sistematik bir gözden geçirmenin temel unsurlarından biri
meta-analizdir. Bundan sonraki iki bölümde, literatürde bulunan
başlıca klinik araştırma yazı tiplerini gözden geçirerek bu verilerin
meta-analiz içinde bütünleştirilmesi ele alınacaktır.
Kanıt Kaynakları: Klinik Araştırmalar ve Kayıtlar Hastaları gözlemleyerek elde edilen verilerden sonuç çıkartmak tıp kadar
eski bir anlayıştır. Son 50 yıl içinde, gözlemlerden elde edilen ham
verilerin nasıl en iyi şekilde yararlı kanıt haline getirileceği önemli
bir ilerleme göstermiştir. Vaka sunumları, kişisel anımsamalara dayanan gözlemler ve tek merkezde az sayıda hastada yapılmış vaka
serilerinin geçerliliğinin çok kısıtlı olduğu ve modern uygulamayı
formüle etmede hiçbir rollerinin bulunmadığı bilinmektedir. Güvenilir kanıtları geliştirebilecek olan gereçler randomize klinik araştırmalarla çok sayıda hastaya ait gözlem kayıtlarından elde edilmektedir. Bir kayıt veya veritabanı tipik olarak bir hastalık veya sendroma
(örneğin kanser, KAH, kalb yetmezliği), klinik bir uygulamaya (örn.
kemik iliği transplantasyonu, koroner revaskülarizasyon ameliyatı)
veya bir idari işleme (örn. faturalandırma ve geri ödemelerde kullanılan hak ediş verileri [claims data]) odaklanmaktadır.
Tanım olarak, hastanın sağaltımı gözlemsel verileri elde eden araştırmacının kontrolü dışındadır. Dikkatle toplanmış prospektif gözlemsel verilerin kalitesi büyük klinik araştırmalara yakın düzeydedir. Yelpazenin diğer ucunda, retrospektif derlenmiş veriler (dosya kayıtları
gibi) şekil ve içerik olarak daha önceden gözlemcilerin önemli saydıkları verilerle sınırlı kalacaktır ve halen yürütülmekte olan araştırmanın
amaçlarıyla yeterince örtüşmeyebilecektir. Belirli bir araştırma amacıyla toplanmamış verilerde (örn. hak ediş verileri) araştırmanın analiz
safhasında çözümlenemeyecek kadar çok yetersizlikler sıklıkla bulunacaktır. Gözlemsel verilerin üstünlükleri klinik araştırmalardan çok
daha geniş bir toplumsal kesitten yararlanmalarıdır. Ayrıca, gözlemsel
veriler randomize araştırmanın yapılmadığı veya yapılamadığı konulardaki kanıtların temel kaynağıdır. Örneğin yaygın bir kabul gördüğü
halde etkinliği kanıtlanmamış bir tanı veya tedavi girişimini randomize araştırmaya almak zor olabilir. Üstelik hastaları cinsiyet, ırksal/
etnik grup, sosyoekonomik düzey veya yaşadığı ülkeye göre randomize edemeyiz. Beri yandan hastaları sigara içme veya aşırı beslenerek
şişmanlama gibi zarar verecek konularda randomize etmek istemeyiz.
Belirli bir sağaltım stratejisine yönelik iyi düzenlenmiş bir
klinik araştırma ile yine iyi düzenlenmiş bir prospektif gözlemsel
çalışmanın arasındaki temel fark ikinci tipteki çalışmanın tedavi
seçeneğine karar verirken tarafsız kalamamasıdır. Gözlemsel verilerin tanı veya tedavi kararlarını karşılaştırırken kullanılmasının
dayandığı temel anlayış, klinik uygulamada belirli bir kararsızlığın
varolduğu ve benzer hastaların farklı hekimler tarafından farklı bir
şekilde ele alınacağı varsayımıdır. Kısacası, uygulamada bir randomizasyonun (istatistiksel anlamda değil ama düzensiz dağılım olarak) kendiliğinden zaten varolduğu varsayılmaktadır. Bu gibi durumlarda, tedavi seçenekleri arasında doğru bir seçim yapabilmek
için önemli dengesizlikleri gideren ve “sahayı düzleştiren” istatistiksel modeller kullanılabilir. Eğer tedavi kararı kesinlikle random
değilse (örneğin bütün sol ana koroner arter hastaları cerrahiye
gidiyorsa) sorun istatistiksel yolla düzeltilemeyecek kadar karışık
ve gözlemden elde edilen veriler güvenilmez olabilir.
Genellikle, eşzamanlı seçilmiş kontrol grubu eskiden derlenmiş
gruplara (“historical controls”) çok büyük oranda tercih edilmelidir. Örneğin, günümüzde sol ana koroner artere cerrahi uygulanan sol ana koroner arter hastalarından elde edilen sonuçları aynı
hasta grubuna 1970’lerde (bu hastaların rutin olarak tıbbi tedavi
aldığı yılların sonu) uygulanan tıbbi tedavi sonuçlarıyla karşılaştırmak fevkalade yanıltıcı olacaktır çünkü o zamandan bugüne “tıbbi
tedavi”nin kalitesinde büyük ilerlemeler olmuştur.
Randomize kontrollü klinik araştırmalar en iyi gözlemsel veri
çalışmalarının dikkatli prospektif tasarım özelliklerini kapsadığı gibi
ek olarak tedavi seçeneklerini de randomize etme özelliğine de sahiptir. Bu tasarım tedavi kararını verirken taraf tutmanın yol açacağı
karışıklığa karşı en iyi çözümdür (çalışma içi geçerliliğin [internal
validity] temel unsuru). Beri yandan, eğer çalışmaya katılacak hastaları seçerken potansiyel olarak uygun çok sayıda hasta kapsam dışı
bırakılmışsa çalışma dışı geçerliliği (external validity) zayıf olabilir.
Tıbbi kanıtları kullanacak olanlar randomize araştırmaların
niteliklerinde ve kliniğe uygulanabilmesinde büyük farklılıklar bu-
Klinik Uygulama Rehberleri (Guidelines) 1990 yılına ait Institute of Medicine tanımlamasına göre klinik uygulama rehberleri “özgül
klinik ortamlar için hekim ve hastaların uygun tedavi kararlarını almasına yardımcı olmak üzere sistematik olarak geliştirilmiş tebliğler”dir.
Bu tanım modern bir rehber oluşturmada önemli çeşitli unsurları
belirlemektedir. İlkin, rehberler KDT gereçlerini kullanarak oluşturulurlar. Özellikle, bu süreçte sistematik bir literatür taramasından sonra geçerli hakemli yayınların sonuçlarının gözden geçirilmesi esastır.
İkincisi, rehberler genellikle belirli bir klinik soruna (örn. yetişkin tip
diabet, kararlı anjina) veya sağlık hizmetine odaklanmıştır (örn. kanser
taraması). Üçüncüsü, rehberler karar sürecine “yardımcı” olmak için
hazırlanırlar, belirli bir tek durumda nasıl karar alınması gerektiğini
açıkça tanımlamaları beklenmez. Temel hedef, hizmetin standardize
edilmesi gereken alanları saptayarak ve varolan kanıtlara dayanarak
sağlık hizmetinin kalitesini arttırmaktır.
Rehberler sıklıkla belirli bir konuyla ilgili meslek kuruluşları
tarafından seçilmiş bir uzmanlar heyeti tarafından kaleme alınmış belgelerdir. Bu heyetlerin çeşitli çıkar gruplarını temsil etme
SONUÇLAR
KDT çağında hekimlerin karşılaştıkları tüm zor kararlarda çözüme ulaşıldığı veya yakında ulaşılacağı, bu çözümlerin rehberlerin
ve kompüterize edilmiş yarı sistemlerinin içine yerleştirildiği düşünülebilir. Oysa KDT hekimlere bitmiş bir gereçler takımı yerine
ideal bir uygulama modeli getirmektedir. KDT’ın açık bir katkısı,
daha güçlü ve kullananın hoşuna giden ve işi başından aşkın hekimin ulaşabileceği KDT gereçlerinin geliştirilmesini teşvik etmesi olmuştur. Bu, tıp uygulamalarını giderek değişime uğratan çok
önemli bir katkıdır. KDT öncüleri yakın çevredeki “saçlarına ak
düşmüş uzman”a fazla bel bağlamak (sıklıkla yanılsa da nadiren
kuşkuya düşer) yerine sistematik olarak kanıtları aramak gerektiğini defalarca ve dostça hatırlatmışlardır. Fakat KDT öznel kararların
gereğini yok etmemiştir. Her sistematik gözden geçirme ve klinik
uygulama rehberi onu hazırlayan “uzman” kişilerin yorumlarını
ve rehberi kullanan hekimin çoğu kez farkına varamayacağı taraf
tutan anlayışlarını taşır. Üstelik meta-analizler yeterli randomize
çalışmaların bulunmadığı alanlarda kanıtlar yaratamazlar ve klinisyenlerin günlük yaşamlarında yüz yüze geldikleri zor durumların çoğu randomize çalışmalarla hiçbir zaman incelenemeyecektir.
Öngörülebilir bir gelecek süresince, mükemmel klinik akıl yürütme becerileri ve deneyimle birlikte iyi tasarlanmış kantitatif gereçler ve hastanın bireysel tercihlerinin dikkatle göz önüne alınması
hekimlerin mesleki uygulamalarında esas önemi taşıyan özellikler
olmaya devam edecektir.
İLERİ OKUMALAR
BALK EM et al: Correlation of quality measures with estimates of treatment effect in meta-analyses of randomized controlled trials.
JAMA 287:2973, 2002
DEL MAR C et al: Clinical Thinking: Evidence, Communication and
Decision Making. Malden, Mass., Blackwell, 2006
GRIMES DA et al: Refining clinical diagnosis with likelihood ratios.
Lancet 365:1500, 2005
HAYNES RB et al: Clinical Epidemiology: How to Do Clinical Practice
Research. Philadelphia, Lippincott Williams & Wilkins, 2006
PETERSON ED et al: Association between hospital process performance and outcomes among patients with acute coronary syndromes
JAMA 295:1912, 2006
REILLY BM et al: Translating clinical research into clinical practice: Impact of using prediction rules to make decisions. Ann Intern Med
144:201, 2006
SANDERS GD et al: Cost-effectiveness of screening for HIV in the era
of highly active antiretroviral therapy. N Engl J Med 352:570, 2005
Klinik Tıpta Karar Verme
Meta-analiz Yunancadaki meta bağlacı daha sonraki veya daha
üst düzeydeki bir gelişmeyi belirler. Meta-analiz varolan araştırma
verilerinin kanıtlarını kantitatif olarak birleştirmeyi ve özetlemeyi
amaçlayan bir araştırmadır. Randomize olmayan çalışmaların verilerini de birleştirmek amacıyla kullanabilir ama belirli bir tedavi
uygulaması hakkında bulunan bütün randomize çalışmaları özetlemesi en değerli özelliğidir. İdeal olarak, yayınlanmamış araştırmaların da sonuçları toplanarak meta-analize katılmalı ve böylece
yayınlanma tarafgirliği (publication bias) engellenmelidir (“pozitif” sonuç veren çalışmaların daha fazla yayınlanma şansı vardır).
Üstelik en iyi meta-analizlerin bazıları çalışmalarda elde edilen
tüm ham verileri temin ve analiz ederek salt yayınlanmış veriyi
kullanma kısıtlanmasını da telafi etmektedirler. Yayınlanmış her
meta-analiz mutlaka o konuda güvenilir bir kanıt kaynağı değildir.
Metodolojileri dikkatle ve eleştirel bir gözle incelenmeli, düzgün
bir araştırma tasarımı ve analizine sahip olup olmadıkları saptanmalıdır. İyi yapılmış bir meta-analiz hiç olmazsa birkaç tane büyük
ve düzgün yürütülmüş randomize çalışmayı kapsıyorsa sonuçları
daha fazla ikna edici olacaktır. Kapsanan çalışmalar küçük ve kötü
tasarlanmışsa, meta-analizden elde edilen sonuçlar temel araştırma
verilerindeki eksikliklere çare olarak görülmemelidir.
Meta-analizler tipik olarak, olasılık oranları (odds ratios) ve
göreceli riskler gibi tedavilerin göreceli üstünlüğünün özet ölçümlerine odaklanır. Klinisyenler ayrıca “söz konusu tedaviden beklenen mutlak risk azalması (absolute risk reduction-ARR) nedir”
sorusunu sormalıdır. Tedaviden mutlak yararlanma için faydalı bir
ölçüt her bir hedef olayı (örn. ölüm, inme) engellemek için tedavi
edilmesi gereken hasta sayısıdır (number needed to treat-NNT).
NNT basitçe 1/ARR’dir. Örneğin, hipotetik bir tedavi biçimi 5 yıllık izleme süresi sonunda mortaliteyi %33 azaltmış (göreceli tedavi
yararı) ve kontrol grubundaki %12 mortalite tedavi grubunda %8’e
inmişse ARR %4 (%12-%8) ve NNT 1 / 4 veya 25 olacaktır. Demek
ki 1 kişinin ölümünü engellemek için 5 yıl süreyle 25 kişiyi tedavi
etmemiz gerekecektir. Aynı hipotetik modeli daha düşük riskli bir
gruba uyarlarsak, 5 yıllık mortaliteyi %6 olarak varsayalım, %33 göreceli tedavi yararıyla mutlak mortalite azalması %2 (%6-%4) olacak ve NNT bu grupta 50’ye çıkacaktır. Farklı çalışmalardan elde
edilen NNT sonuçları karşılaştırılırken, hastaların izlenme süresi
kimi çalışmada açıkça belirtilmesi ihmal edilen önemli bir ölçüttür.
oranı değişkendir. Rehberde bir sıra tedavi önerileri verilir ve her 23
bir öneriyi destekleyen kanıtların nitelik ve niceliği belirtilerek
önerilerin genel bir tartışması yapılır. Kimi önerileri destekleyen
kanıt az veya hiç yoktur, burada uzman heyetinin görüş birliği
yansıtılmış olur. Kısmen tekil olarak heyetin hata yapmasını engellemek için rehberin hazırlanmasındaki son basamak bu metini
bir hakem denetiminden geçirmek ve ardından eleştirileri yanıtlamaktır.
Rehberler kanıta dayalı en iyi uygulamalara bağlanarak tıpta kalite artışı sürecine katılırlar. Söz konusu uygulamalar kalite
göstergeleri olarak kullanılabilirler. Örnek olarak akut miyokard
infarktüsüyle hastaneye alınan hastalarda aspirin kullanma oranı,
düşük ejeksiyon fraksiyonlu kalb yetmezliği hastalarındaki ACE
inhibitörü kullanma oranı verilebilir. Bu tip kalite göstergelerinin
rutin olarak sorgulanıp rapor edilmesi belirli yerlerdeki kalitenin
artışına neden olabilir çünkü hekimler genel anlayış ve tutumun
dışında kalmak istemezler.
BÖLÜM 3
lunduğunu bilmelidirler. Böylesine bir araştırma tasarlanırken pek
çok noktada tavizler verilmesi gerekmektedir. Örneğin, deneme
aşamasındaki bir ilaç ya da gerece FDA onayı almak için yapılan
bir araştırmada klinisyenlerin işine yaramayacak kimi zorunlu düzenlemeler bulunacaktır.
24
KISIM 1
4
Hastalık Taraması ve
Hastalıklardan Korunma
Gary J. Martin
Çeviren: Mehmet Tunca
Klinik Tıbba Giriş
Sağlık hizmetlerinin birincil amacı hastalıkları önleme veya hiç olmazsa müdahalenin daha etkin olmasını sağlayabilecek kadar erken saptamadır. Hastalık taraması ve korunma stratejilerinin dayanağı test ile
müdahalenin pratik ve etkin olduklarının gösterilmiş olmasıdır. Günümüzde tarama testlerinin çoğu kolayca temin edilebilen ucuz gereçlerdir. Bazı örnekler arasında biyokimyasal testler (örn. Kolesterol, şeker),
fizyolojik ölçümler (örn. kan basıncı, çocuk gelişim eğrileri), radyolojik
incelemeler (örn. Mamografi, kemik dansitometresi), doku örnekleri
(örn. Pap smear, ince iğne aspirasyonu) sayılabilir. İlerde genetik testlerin hastalık risklerini saptamada giderek daha fazla önem kazanması
bekleniyor (Böl. 64). Oysa bu testler ancak penetransı yüksek genlerin aile veya etnik kökenleri nedeniyle risk altındaki bireylerde kullanılıyor (örn. BRCA1, BRCA2). Penetransı düşük fakat sıklığı yüksek
olan ve diabet, hipertansiyon, makula dejenerasyonu gibi sık görülen
hastalıklara neden olan genlerin saptanması için yeni genetik testler
gerekecektir. Beri yandan genetik veya diğer başka verilere dayanan her
yeni tarama testi duyarlılık, özgüllük, hastalığa katkısı ve maliyet-yarar
oranı açılarından sınanmalıdır. Hekimler ve hastalara sıklıkla tam bir
evalüasyondan geçirilmemiş yeni tarama testleri öneriliyor. Örneğin
bilgisayarları tomografi çeşitli hastalıkların taranmasında önerilmektedir. Kavram olarak cazip de olsa halen bu yaklaşımı haklı kılacak yeterli
kanıt yoktur ve beraberine yüksek bir maliyet ve ciddi oranda yanlış
pozitif sonuçlarla karşılaşma riski vardır.
Bu bölümde birinci basamak sağlık hizmetlerinde tarama ve önlemenin temel ilkeleri ele alınacaktır. Belirli hastalıklar (kardiyovasküler,
diabet veya kanser gibi) için özel öneriler ilgili bölümlerinde verilmiştir.
TARAMANIN TEMEL İLKELERİ
Genellikle tarama en çok, hastalık yükü büyük olan ve göreceli olarak sık rastlanan sorunlarda işe yarar (Tablo 4-1).
Amerika’da ilk beş ölüm nedeni kalb hastalıkları, malign tümörler, kazalar, serebrovasküler hastalıklar ve kronik obstrüktif akciğer hastalığıdır. Önleme stratejilerinin çoğu da bu hastalıkları hedef
almıştır. Küresel sağlık açısından da bu sorunların önemi geçerlidir
ama sıtma, malnütrisyon, AIDS, tüberküloz ve şiddetin hastalık yükü
büyüktür (Böl. 2).
Taramanın temel amacı bir risk faktörünü veya hastalığı düzeltilebileceği ya da yokedilebileceği safhada yakalamaktır. Örneğin, malign hastalıkların çoğu premalign lezyon düzeyindeyken veya henüz rezektabl
iken saptanabilirlerse daha iyi prognoza sahiptir. Aynı şekilde, hipertansiyon veya hiperlipidemi erken saptanmışsa tedavileriyle uzun erimdeki
kardiyovasküler ve serebrovasküler olay riskleri azalır. Fakat her erken
tanı sağkalımı etkilemeyebilir. Örneğin akciğer kanseri taramalarıyla
ilgili bazı çalışmalarda hastalar erken evrelerde yakalanmalarına karşın
sağkalım oranları tarama dışı tutulmuş bireylerden farklı bulunmamıştır.
Görünürde varolan 5 yıllık sağkalım oranlarındaki olumlu farkın nedeni
tanıdan sonraki dönemin uzamasından ziyade kimi tümörlerin henüz
çok küçükken saptanmış olmasıdır. Aynı şekilde, prostat kanserinin erken saptanması hastaların yaşam süresini uzatmayabilir çünkü hastalık
genellikle yavaş seyirlidir ve bireylerin koroner arter hastalığı gibi diğer
sorunları asıl ölüm nedenleri olacaktır (Böl. 78).
Uzun bir latans dönemine sahip olan hastalıklarda taramanın getirisi daha yüksek olmaktadır. Örneğin serviks kanserinin displaziden
invazif karsinomaya dönüşmesi uzun bir süre alır, bundan dolayı taramayla erken evrede yakalanma şansı yüksektir. Yeni geliştirilmiş olan
papilloma virüs aşısıyla yeni yararlar sağlanacağını ve serviks kanseri taramalarına bel bağlanma oranının azalacağını umuyoruz. Kolon
kanserinde, bir adenomatöz polipin invazif kansere dönüşmesi 4-12 yıl
alır, böylece lezyonların dışkıda gizli kan (DGK) bakılarak veya endoskopiyle erken evrede yaklanması olasılığı vardır. Beri yandan preme-
nopozal dönemdeki kadınlarda mamografinin meme kanserini saptamadaki etkinliği daha tartışmalıdır çünkü lokalize tümör çevresel lenf
nodlarına yaklaşık 12 ayda metastaz yapmaktadır.
SAĞLIK YARARLARINI SAPTAMA YÖNTEMLERİ
Her tarama yöntemi uygulama pratiğine sahip değildir. Örneğin günümüzde sigara içen bireylerde larinks kanseri taraması önerilmemektedir. Taramanın getireceği artılarla işlemin parasal maliyeti ve yanlış
pozitif sonuç alınması riski hesabedilmelidir. Örneğin over kanseri
riskine sahip kadınlarda tarama amacıyla ultrasonografi yararlı mıdır?
Halen bu yöntemle saptanacak selim over kitlelerinin yol açacağı gereksiz laparotomilerin zararının arada bir yakalanacak bir over kanserinden sağlanacak faydadan büyük olacağı düşünülüyor.
Tarama ve önlemeye yönelik işlemlerin potansiyel yararlarını saptamak için çeşitli hedefler belirlenmiştir:
1. Bir kişinin yarar görmesi için gereken toplam tarama yapılacak insan
sayısı. Örneğin osteoporoza bağlı kalça kırığına engel olacak uygun
tedavi verilecek bir tek hastayı saptamak için 65-69 yaş dilimindeki
731 kadının DEXA (dual-enerji x ışını absorptiometri) taramasına
gerek olduğu hesaplanmıştır.
2. Taramanın hastalığın gidişine mutlak ve göreceli katkısı. İsveç’de
yapılan mamografi araştırmalarının (40-70 yaş grubunda) metaanalizine göre 12 yıl süreyle yapılacak tarama sonunda her 1000
kadında yaklaşık 1.2 daha az meme kanserinden ölüm görülecektir.
Buna karşılık, 50-75 yaş aralığındaki bireyler 13 yıl süreyle yılda
bir kez DGK ile taramaya alınsa kolon kanserinden ölüm yaklaşık
1000’de 3 azalacaktır. Bu analize bakarsak, DGK taraması mamografiden daha fazla kadını ölümden kurtaracaktır. DGK’nın katkısı
(8.8/1000’e karşılık 5.6/1000 hasta) 1000’de 3 hasta veya kolon kanseri ölümlerinde %30 azalma şeklinde tanımlanabilir; görüleceği
gibi hem mutlak hem de göreceli katkı oranlarını bilmek önemlidir.
3. Kazanılan her bir yıllık yaşam süresinin maliyeti pek çok tarama ve
önleme stratejilerinin etkinliğini saptamada kullanılan bir ölçüttür. Genellikle kazanılan her bir yıl için yapılan toplam harcama
30,000-50,000 dolardan azsa “maliyet yararlı” sayılmaktadır (Böl.
3). Örneğin 65 yaşındaki bir kadında osteoporoza karşı alendronat
tedavisiyle kazanılan bir yıllık yaşam bu eşiğe yakın bir maliyete
sahiptir (yaklaşık 30,000 dolar).
4. Toplumdaki ortalama yaşam süresi beklentisindeki artış. Çeşitli tarama yöntemlerinin sağlayacağı yaşam süresi beklenti öngörüleri
Tablo 4-2’de verilmiştir. Mamafih, yaşam süresi beklentisinin ortalama bir rakam olduğu ve bireyde değil toplumda geçerli olduğu
hatırda tutulmalıdır. Gerçekte taramanın uygulandığı toplum bireylerin büyük bir çoğunluğu herhangi bir yarar elde etmeyeceği
gibi yanlış pozitif sonuçların etkisiyle hafif bir risk artışına maruz
kalacaktır. Küçük bir azınlık ise taramadan büyük yarar görecektir. Örneğin Pap smear serviks kanserine hiç yakalanmayacak olan
kadınlara (%98) fayda sağlamayacaktır ama serviks kanseri gelişebilecek olan %2’nin yaşam sürelerine 25 yıl ekleyecektir. Bazı
çalışmalar yaşam süresinde 1 aylık uzama sağlayan bir taramanın
toplumsal ölçekte uygulamaya değer olduğu görüşündedir.
U.S. Preventive Services Task Force (USPSTF- Amerikan Koruyucu Hizmetler Görev Gücü) kanıta dayalı tarama önerileri sunmaktadır
(Tablo 4-3). Toplum ölçekli bu önerilere ek olarak bireylerin ailesel ve
sosyal öykülerine göre de kararlar alınması da uygun olacaktır (www.
ahrq.gov/clinic/uspstfix.htm). Örneğin, kayda değer sıklıkta kolon,
meme veya prostat kanseri görülen bir ailenin bireyi o ailede kanser
TABLO 4-1
YAŞAM BOYU TOPLAM RİSK
Kadınlarda meme kanseri
Kolon kanseri
Kadınlarda serviks kanseria
Kadınlarda şiddete maruz kalma
Beyaz ırk kadınlarda kalça kırığı
a
Tarama yapılmamış toplumda
%10
%6
%2
%15’e kadar
%16
TABLO 4-2
BİR TOPLUMDA BEKLENEN ORTALAMA YAŞAM SÜRESİ ARTIŞI
Konu
0-5 gün
1 ay
2-3 ay
8 gün
2 haftaya kadar
3-5 yıl
9 ay-2yıl
Tütünden vazgeçirme
İlaç ve alkol bağımlılığı
Kalori dengesini ve vitamin alımını sağlayacak beslenme
>18y kadınlarda kalsiyum alımı
Folik asit: Doğurgan çağdaki kadınlar
Ağız sağlığı
Seçilmiş ve >40y erkeklerde ve >50y kadınlarda kardiyovasküler hastalığa karşı aspirin kullanımı
Yüksek riskli kadınlarda meme kanserine karşı koruyucu
ilaç
CBH ve HIV’den korunma
Fizik aktivite
Güneşe maruz kalma
Kazalardan korunma (dolu silah, emniyet kemeri, bisiklet
kaskı)
Yaşlılardaki sorunlar
Polifarmasi
Düşmeler
Termosifon ısısının<1200 olması
Görme, işitme ve diş bakımı
Aşılamalar (pnömokok, influenza)
saptanmış en genç hastadan 10 yıl önceden başlanarak taramaya alınmalıdır. Kesin kanıtın henüz oluşmadığı bazı durumlarda da tarama
uygun olabilir. Üç örnek sayabiliriz: diabet (açlık kan şekerine bakmak), şiddete maruz kalma ve orta risk grubundaki asemptomatik bireyin koroner arter hastalığı açısından taranması.
Maliyet-Yararlılık Tarama testleri toplumsal düzeyde kullanılacaksa maliyet-yararlı olmalıdır. Maliyete sadece testin masrafı değil, işlemler sırasındaki mesai kayıpları ve potansiyel riskler de eklenmelidir. Eğer
risk/yarar oranı düşük ise hastalara bilgi verilerek karara katılmaları
sağlanmalıdır. Örneğin, uzman kuruluşların çoğu ve USPSTF prostat
kanseri taramasından önce hastalara gerekli bilginin verilmesini önermektedirler zira karar mekanizmaları oldukça karmaşıktır ve kişisel tercihlerin büyük rolü vardır. Prostat kanserinin erken tanısı baştan cazip
gelse de yanlış pozitif sonuçların yol açacağı anksiyete ve olası gereksiz
ameliyatlar da hesaba katılmalıdır. Ameliyat ve radyoterapinin potansiyel yan etkileri erektil disfonksiyon, inkontinans ve barsak disfonksiyo-
Kaynak
Bölüm
375
372, 373
60
333
61
28
225
76
115, 173
51
8
Not: CBH, cinsel yolla bulaşan hastalıklar
nu sayılabilir. Bazı erkekler taramayı istemezken diğerleri erken tanıyı
riskleriyle beraber tercih edebilirler. Beraber karar verme tutumuna diğer bir örnek kolon kanseri taraması teknikleridir (Böl. 78). Kontrollü
çalışmalarda yılda bir kez DGK bakılarak yapılan hasta izlemesinin kolon kanseri riskini %15-30 azalttığı gösterilmiştir. Fleksibl sigmoidoskopi kolon kanseri ölümlerinde yaklaşık %60 azalma sağlar. Kolonoskopi
en az fleksibl sigmoidoskopi kadar yararlıdır ama ek masraf ve riskleri vardır. Bu üç
NORMAL RİSK SAHİBİ YETİŞKİNLERDE ÖNERİLEN KORUYUCU ÖNLEMLER (U.S. PREVENTIVE TASK
TABLO 4-3
tarama yöntemi aynı toplumlarda karşıFORCE ÖNERİSİ)
laştırılmamıştır ama toplumsal maliyetleri
Kaynak
birbirine oldukça yakındır: kazanılan her
Test veya Sorun
Toplum, a Yaş
Sıklık
Bölüm
bir yıllık yaşama karşılık 10,000-25,000 doKan basıncı, kilo ve boy
>18
Düzenli
64
lar. Böylece kimi hastalar daha kolay, çabuk
Kolesterol
Erkek >35y
Her 5 yılda
225
ve risksiz olan sigmoidoskopiyi diğerleri ise
Kadın >45y
Her 5 yılda
daha bütüncül bir inceleme olan ve genel
Diabet
>45 veya ek risk faktörleri varsa Her 3 yılda
323
daha erken
anestezi altında yapılan kolonskopiyi tercih
Pap smear b
Cinsel olarak aktif olduktan
Her 1-3 yılda
67
edebilirler.
sonraki 3 yıl içinde veya
Tarama testlerinin katkısını tartışırken
21-65
gelişmiş ülkelerdeki önlenebilir ölümlerChlamydia
Kadın 18-25
Her 1-2 yılda
160
den en büyük oranda sorumlu bulunan
Mammografi a
>40 kadın
Her 1-2 yılda
67, 76
tütün ve alkol bağımlılığı, yanlış beslenme
Kolorektal kanser a
>50
67, 77
ve egzersiz yoksunluğu gündeme getirildışkıda gizli kan ve/veya
Her yıl
sigmoidoskopi veya
Her 5 yılda
melidir. Belki de en büyük önleyici girişim
kolonoskopi
Her 10 yılda
insanların sigarayı bırakmasına yardımcı
Osteoporoz
Kadın>65, riskliyse>60
Düzenli
333
olmaktır (Böl. 390).
Abdominal aort anevrizması
(ultrason)
Alkol kullanımı
Görme, işitme
Yetişkinlerin aşılanması
Tetanoz-difteri
Suçiçeği (VZV)
Kızamık, kabakulak, kızamıkçık
Pnömokok
İnfluenza
İnsan papilloma virüsü (HPV)
Sigara içmiş erkek 65-75
Bir kez
>18
>65
Düzenli
Düzenli
>18
Salt yatkınlar >18
Doğurgan kadın
>65
>50
26 yaşa kadar
Her 10 yılda
İki doz
Bir doz
Bir doz
Her yıl
Daha önce yoksa
372
25, 26
107, 108
a
Aile öyküsü güçlü ise tarama daha erken yaşta başlar ve daha sık yapılır. Randomize ve kontrollü çalışmalarla dışkıda gizli
kan (DGK) bakılmasının kolon kanseri mortalitesinde %15-30 azalma sağladığı gösterilmiştir. Sigmoidskopi ve kolonoskopi
için yapılmış randomize çalışma yoktur ama iyi düzenlenmiş olgu-kontrollü çalışmalarda DGK kadar veya daha etkin oldukları
saptanmıştır.
b
İlerde Pap smear sıklığı HPV taraması ve HPV aşısı nedeniyle değişebilir.
Not: Prostat spesifik antijen (PSA) testi prostat kanserinin erken evrede yakalanmasına yardım eder ama uzun erimde sağlığa
katkısı kuşkuludur. PSA bakılması pek çok profesyonel kuruluş tarafından önerilmekte ve klinik uygulaması da yaygın olmasına karşılık U.S. Preventive Services Task Force halen önermemektedir (Böl. 81).
Kaynak: U.S. Preventive Services Task Force, 2005. Guide to Clinical Prevention Services, 3d ed. www.ahrq.gov/clinic/uspstfix.
htm’den uyarlanmıştır.
SIK KARŞILAŞILAN SORUNLAR
Koruyucu stratejilerin önemli sağlık yararları olduğunu destekleyen ciddi verilere
karşın, hasta ve hekimleri meşgul etmesi ve sağlıktaki geri ödemelerde bulunan
boşluklar nedeniyle bu gibi hizmetlerin
yaygınlaşması zorlanmaktadır. Üstelik
hastalık risklerinin azaltılmasına yönelik
davranış değişiklikleri (örn. zayıflama,
egzersiz, emniyet kemeri) veya bağımlılıklarla savaşım (örn. tütün ve alkol kullanımı) gibi çabalar dirençle karşılaşmaktadır.
Sağlık çalışanlarının yol gösterici çabaları
toplumun eğitimi ve ekonomik teşviklerle
desteklenirse sıklıkla yararlı olur (Tablo
4-4).
Hastalık Taraması ve Hastalıklardan Korunma
Ortalama Artış
Not: PSA, prostat spesifik antijen
25
HASTALIKLARDAN KORUNMA KAYNAKLARI
BÖLÜM 4
Tarama Uygulaması
Mamografi
40-50 yaştaki kadın
50-70 yaştaki kadın
Pap smear, yaş 18-65
Asemptomatik >50 y erkekte efor testi
>50y erkekte PSA ve prostat muayenesi
35 yaşındaki sigara içeni vazgeçirme
40 yaşındaki erkeği düzenli egzersize başlatma
(haftada 3 gün 30 dk)
TABLO 4-4
26
KISIM 1
Klinik Tıbba Giriş
Sayıları giderek artan tarama testleriTABLO 4-5 YAŞA ÖZGÜL MORTALİTE NEDENLERİ VE UYGUN KORUNMA SEÇENEKLERİ
ni önerecek hekime bazı teknikler yardımcı
Yaş
Başlıca Yaşa Özgül
olabilir. Uygun bir şekilde düzenlenmiş elekGrubu Mortalite Nedenleri Özgül Toplum için Koruyucu Önlemler
tronik hasta izleme çizelgesi, zamanı gelince
15-24
1. Kaza
t Sürekli emniyet kemeri ve bisiklet/motosiklet kaskı (1)
hekimi uyararak sağlık rehberleri ile uyumlu
2. Cinayet
t Diyet ve egzersiz danışmanlığı (5)
gitmeyi kolaylaştırabilir. Bazı sistemler hasta3. İntihar
t Araç kullanımı, yüzme ve sandalda alkolün tehlikeleri tartışılmalı (1)
ların kendi kayıtlarına güvenlikli bir şekilde
t Aşılanma durumunu sorun (tetanoz, difteri, hepatit B, KKK,
4. Malign hastalık
girmelerini sağlayarak rutin taramaları zamasuçiçeği, menenjit, HPV)
5. Kalp hastalığı
nında yaptırmalarına yardımcı olmaktadır.
t Madde bağımlılığı (alkol dahil) sorgusu (2, 3)
Hemşireleri ve diğer personeli hazır uyarılarla
t Şiddete maruz kalma sorgusu (2, 3)
t Depresyon ve/veya intihar ve/veya cinayet düşüncesi sorgusu (2,
destekleyen sistemler sigara aleyhtarlığı ve aşı3)
lanma zamanları gibi noktalarda etkili olabilir.
t Serviks kanser taramasında Pap smear, CBH’dan korunma
The Agency for Healthcare Research and Quatartışılmalı (4)
lity ve Centers for Diease Control and Prevent Deri, meme ve testisin bireyin kendisi tarafından muayenesi
tion isimli kuruşlar “Korumayı Uygulamaya
önerilmeli (4)
Koy” programlarının bir parçası olarak yararlı
t Ultraviole ışınlarından kaçınma ve düzenli koruyucu krem
çizelgeler yayınlamışlardır (http://www.ahcpr.
kullanımı önerilmeli (4)
gov/clinic/ppipix.htm). Yaşla uyumlu tarama
t Kan basıncı, boy ve kilo ile vücut kitle indeksi (5)
ve danışmanlık önerilerinin bir listesi Tablo
t Tütünün zararları tartışılmalı, gençleri vazgeçirmede etkin olabi4-5’de verilmiştir.
lecek kozmetik ve parasal konular belirtilmeli (4, 5)
t Cinsel olarak aktif kadınlarda Chlamydia taraması ve doğum konRutin bir sağlık kontrolü 50 yaşına kadar
trolü danışmanlığı
1-3 yılda bir, ondan sonra her yıl tekrarlant Cinsel ilişkilerde yüksek riskli davranışlar varsa veya CBH öyküsü
malıdır. Öykü alınırken bireyin kullandıvarsa HIV, hepatit B ve sifiliz testi
ğı reçeteli-reçetesiz bütün ilaçlar, alerjileri,
Yukarıdakilere ek olarak:
beslenme öyküsü, alkol ve sigara kullanımı,
t Sigarayı bırakma konusu her görüşmede ele alınmalı (2,3)
25-44
1. Kaza
cinsel yaşamı ve daha önce sorulmamışsa ayt Ayrıntılı bir malign hastalık soygeçmiş öyküsü alınmalı ve artmış
2. Malign hastalık
rıntılı bir soygeçmişi sorgulaması yapılmalırisk varsa erken taramalara başlanmalı (2)
dır. Rutin olarak boyu ve ağırlığı, (vücut kitle
3. Kalp hastalığı
t Bütün kardiak risk faktörleri gözden geçirilmeli (diabet ve hiperliindeksi) ile kan basıncı ölçümüyle birlikte
4. İntihar
pidemi taraması dahil) ve 5 yıllık vasküler hastalık riski >%3 olanuygun bir fizik muayene tamamlanmalıdır.
larda aspirinle korunma düşünülmeli (3)
5. Cinayet
t Kronik karaciğer hastalığı açısından alkol, viral hepatit riskleri ve
Deri kanserlerindeki artışı anımsayarak kuşdiğer riskler gözden geçirilmeli
kulu deri lezyonlarının dikkatle incelenmesi6. HIV
t 40 yaşından itibaren mamografi taramasına başlanmalı (2)
nin üstünde durmak gerekir. İşitme ve görme
45-64
1. Malign hastalık
t 50 yaşında prostat kanseri taraması ve yılda bir PSA ve rektal
testleri ilgili yakınması olanlarda ve 65 yaşını
muayene düşünülmeli (zencilerde ve aile öyküsü olanlarda daha
geçmiş bütün bireylerde yapılmalıdır. Diğer
erken olabilir) (1)
cinsiyet ve yaşa özgül incelemelerin listesi
2. Kalb hastalığı
t 50 yaşında dışkıda gizli kan veya sigmoidoskopi ya da kolonoskoTablo 4-3’de verilmiştir. Rutin muayene sırapiyle kolorektal kanser taraması başlamalı (1)
sında danışmanlık konuları ve deri ve meme
3. Kaza
t 50 yaşında aşılanma durumuna yeniden bakılarak Streptogibi organların hasta tarafından kontrolü de
coccus pneumoniae, influenza, tetanoz ve viral hepatit aşıları
öğretilebilir.
düşünülmeli
4. Diabetes mellitus
t Riski daha yüksek bireylerde koroner arter hastalığı taraması
Hastaların çoğu halen varolan kronik so5. Serebrovasküler
düşünülmeli (2, 5)
runları nedeniyle hekime başvururlar, bu göhastalık
rüşme diğer sağlık sorunlarına karşı hastanın
6. Kronik alt solunum
uyarılması için iyi bir fırsat olabilir. Örneğin
yolları hastalığı
hipertansiyon veya diabet nedeniyle kontro7. Kronik karaciğer
la gelen hasta bir seferinde meme kanserine
hastalığı ve siroz
karşı, diğer bir seferde de kolon kanserine
8. İntihar
karşı uyarılarak gerekli tarama testleri yapıla≥65
1. Kalb hastalığı
Yukarıdakilere ek olarak:
bilir. Bazı hastalar ise tek vizite bütün geçerli
2. Malign hastalık
t Sigarayı bırakma konusu her görüşmede ele alınmalı (1, 2, 3)
testlerin yapılmasını tercih edebilirler. Hasta3. Serebrovasküler
t Sigara içmiş 65-75y erkeklerde bir kereliğine abdominal aort
hastalık
anevrizması için ultrason
nın ilerleyen yaşı veya eşzamanlı başka sağlık
4. Kronik alt solunum
t Uzun süre sigara içmiş herkes akciğer fonksiyon testleriyle kronik
sorunları bazı tarama ve koruyucu önlemleyolları hastalığı
obstrüktif akciğer hastalığı yönünden incelenmeli (3, 7)
rin iptal edilmesini gerektirebilirse de hangi
5. Alzheimer hastalığı
t Sigara içen herkes 50 yaşında influenza ve S. Pneumoniae aşısı
yaştan sonra hangi girişimin gereksiz hale ge6. Grip ve pnömoni
olmalı (6)
leceği bilinmemektedir. Bazı kanserlerde risk
7. Diabetes mellitus
t Postmenopozal bütün kadınlara (ve risk faktörleri bulunan erkekyaşla birlikte azalır ve örneğin daha önceki
8. Böbrek hastalığı
lere) osteoporoz taraması
testleri negatif olan bir hastada 65 yaşından
9. Kazalar
t 65 yaşında aşılanma durumuna yeniden bakılarak Streptococcus
sonra Pap smear gereksiz hale gelir. Meme,
10. Septisemi
pneumoniae ve influenza aşıları düşünülmeli (3, 7)
kolon ve prostat kanseri için 75 yaşından sont Demans ve depresyon taraması yapılmalı (5)
raki taramaların yeniden gözden geçirilmesi
t Görme ve işitme sorunları, ev içi güvenlik ve yaşlıların şiddete
maruz kalması konuları taranmalı (9)
yararlıdır. Yaşlanmış ve ağır kalb yetmezliği
veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı gibi
Not: Parantez içindeki numaralar mortalite sütunundaki ilgili hastalığı göstermektedir.
Kısaltmalar: KKK, kızamık- kabakulak-kızamıkçık; HPV, insan papilloma virüsü; CBH, cinsel yolla bulaşan hastalık;
nedenlerle hareket edemez hale gelmiş hastaPSA, prostat spesifik antijen.
larda kimi tarama testlerinin yararı kısıtlıdır,
beri yandan beklenen yaşam süresi 10 yılBİLGİ NOTU
dan kısa olan bireylerdeki sağlık öncelikleri farklı olacaktır. Sorunlara
The author is grateful to Dan Evans, MD, for contributions to this topic
odaklanmamızı değiştirirken makul olmalıyız ve hastanın yaşam süresi
in Harrison’s Manual of Medicine.
ve kalitesini etkileyecek sorunlara öncelik vermeliyiz.
Dan M. Roden
Çeviren: Y. Cem Kaplan, Ayşe Gelal
İlaçlar modern tedavinin temelidir. Ancak ilaç tedavisinin sonuçlarının bireyler arasında geniş değişkenlik gösterdiği hem hekimler hem de halk tarafından iyi bilinmektedir. Bu değişkenliğin, ilaç
tedavisinin öngörülemeyen ve dolayısıyla kaçınılamaz bir eşlikçisi
olduğu kabul edilmiş olsa da, bu doğru değildir. Bu bölümün amacı, halen varolan ve yeni geliştirilen ilaçların güvenli ve optimal kullanımı için gerekli olan klinik farmakoloji esaslarını tanımlamaktır.
İlaçlar spesifik hedef moleküller ile etkileşerek yararlı ve advers
etkilerini oluştururlar. Bir ilacın uygulanması ve vücutta bu etkilerin meydana gelmesi arasındaki olaylar zinciri, her ikisi de ilaç
etkilerinin değişkenliğine katkıda bulunan iki kısma ayrılabilir.
Birinci kısım ilacın moleküler hedefe ulaşması ve oradan ayrılması sürecini kapsar. İlaç konsantrasyonu ve zaman arasındaki ilişki
farmakokinetik olarak adlandırılır. İkinci kısım effektör ilaç yerine
dağılımın eşit olmasına rağmen ilaç etkisindeki değişkenliği belirleyen süreçleri kapsar. İlaç konsantrasyonu ve etkisi arasındaki
ilişki farmakodinamik olarak adlandırılır. Daha sonra bahsedileceği gibi, farmakodinamik değişkenlik, hedef molekülün kendisinin
fonksiyonundaki değişkenliğe veya ilaç etkilerini oluşturmak için
içerisinde ilaç – hedef etkileşiminin gerçekleştiği geniş biyolojik
çevredeki değişkenliğe bağlı olabilir.
Klinik farmakoloji disiplininin iki önemli amacı: 1) ilaç etkisinin
bireyler arasında değişiklik göstermesi durumunun tanımlanmasını
sağlamak 2) var olan ilaçlar ile tedaviyi iyileştirmek için bireyler arasındaki değişikliğin altta yatan nedenini saptamak, ayrıca hastalıkların tedavisinde etkili olabilecek yeni ilaç etki mekanizmalarına dikkat
çekmektir. Disiplindeki ilk ilerleme, X hastalığının ilacın Y etkisini
değiştirmesi veya bireysel/ailesel olarak beklenmeyen duyarlılığa bağlı ilaç advers etkilerinin gelişmesi şeklindeki ampirik tanımlamalardı.
Bu önemli tanımlayıcı bulguların yerini şimdilerde ilaç etkilerindeki
değişkenliğin nedeni olabilecek moleküler mekanizmalar kavramı
almaktadır. Böylece; artık, ilaç etkisinin modulasyonunda hastalık
etkileri, verilen diğer ilaçlar ya da ailesel faktörler; farmakokinetik ve
farmakodinamik özellikleri belirleyen spesifik genlerin fonksiyon ya
da ekspresyonundaki değişkenlik olarak yorumlanabilir. Ancak, ilaç
etkilerindeki olağan dışı değişkenliği ilk belirleyen, hastanın doktoru
ya da diğer sağlık personeli ile olan kişisel etkileşimidir; olağan dışı
ilaç yanıtlarına karşı sürekli uyanık olmayı sağlamak ilaç güvenliliğinin artırılmasında en önemli yoldur.
Ailesel özellikteki olağan dışı ilaç yanıtları onyıllardır bilinmekte olup başlangıçta farmakogenetik dalını tanımlamıştır. Şimdi, insan genomunda sık görülen polimorfizmlerin giderek daha iyi anlaşılmasıyla, bireyler arasındaki spesifik DNA polimorfizmlerinin
ilaç etkisini değiştiren mekanizmalar olarak tekrar yorumlanması
fırsatını doğurmuştur. Bu yaklaşım, yeni oluşan farmakogenomik
alanını tanımlamaktadır. Farmakogenomik sayesinde uygulayıcılar, hastalığın moleküler temellerini, bireyin genomik yapısı ile birlikte değerlendirerek kişiye özel, çok etkili ve güvenli ilaçları reçete
etme fırsatına kavuşabilir.
İLAÇ TEDAVİSİ ENDİKASYONLARI
İlaç tedavisinin yararlarının, risklerinden daha fazla olması gerektiği açıktır. Yararlar iki ana grupta incelenebilir: (1) semptomu ortadan kaldırmaya yönelik olanlar ve (2) kaliteli yaşamı uzatmaya
yönelik olanlar. Kanıta dayalı tıp prensiplerinin giderek daha fazla
önem kazanması, büyük klinik araştırmalar ve meta-analizler ile
spesifik hasta alt gruplarında ilaç tedavisinin yararları tanımlanmıştır. Risk ve yarar arasındaki dengeyi kurmak her zaman basit
değildir: örneğin, kalp yetmezliği ya da kanser gibi hem ciddi hem
de bulgular ile seyreden hastalıkları olan kişilerde, semptomatik
yarar sağlayan ancak yaşamı kısaltan tedaviler uygulanabilir. Böyle
kararlar, tedaviyi uygulayan kişi ile hasta arasındaki ilişkinin son
derece önemli olduğunu göstermektedir.
Bazı advers etkiler o kadar sık görülür ve ilaç tedavisine bağlı
olduğu o kadar belirgindir ki bunlar, ilacın klinik kullanımının çok
erken evresinde saptanır. Öte yandan, ciddi advers etkiler yeterince
seyrek olduğunda, ilacın yaygın kullanımının başlamasından sonra
yıllarca fark edilmeyebilir. Nadir fakat (bireyde yarar-zarar algısını derinden etkileyecek derecede) ciddi advers etkilerin nasıl saptanacağı sorunu tatmin edici bir şekilde çözümlenememiştir. Bu
konudaki yaklaşımlar, ilaç etkilerindeki değişkenliğin moleküler
ve genetik temellerinin daha iyi anlaşılmasından, satış sonrası izleme mekanizmalarının güçlendirilmesine kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bunların hiçbiri tamamen etkili olmamıştır, bu
yüzden uygulayıcılar, olağan dışı semptomların, hastalarının aldıkları spesifik ilaçlar ya da ilaç kombinasyonlarına bağlı olabileceği
olasılığına karşı sürekli uyanık olmalıdır.
İlaç tedavisine bağlı gelişen yararlı ve olumsuz etkiler bir dizi dozyanıt eğrisi ile tanımlanabilir (Resim 5-1). İyi tolere edilen ilaçlar, te100
50
Geniş
terapotik
alan
İstenen etki
Yan etki
0
100
50
Dar
terapotik
alan
0
Doz ya da konsantrasyon
ŞEKİL 5-1 Terapötik oran kavramı. Her bir grafik artan doz ile ilaç yanıtı veya advers etki arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Üst. Terapötik
oranı geniş bir ilaç; iki grafik arasındaki geniş uzaklaşma. Alt. Terapötik
oranı dar bir ilaç; eğriler birbirinden çok ayrı olmadığı için terapötik
dozlarda advers etki olasılığı artmıştır. Ayrıca, dik doz-yanıt eğrisi advers etki riski nedeniyle özellikle istenmemektedir, çünkü küçük bir
doz artışı bile toksisite riskinde belirgin artışa sebep olabilir. Plazma
ilaç konsantrasyonu ile istenen etkiler ve advers etki grafiği arasında
ilişki tanımlandığı zaman konsantrasyon X ekseni üzerinde gösterilebilir. Herhangi bir dozda tüm hastaların terapötik yanıt (veya advers
etki) göstermesi gerekmediğine ve bazı etkilerin (bazı advers etkiler)
dozdan bağımsız olarak da ortaya çıkabileceğine ayrıca dikkat çekilmelidir.
Klinik Farmakolojinin Esasları
5
Klinik Farmakolojinin Esasları
BÖLÜM 5
BARRETT-CONNOR E et al: The rise and fall of menopausal hormone
therapy. Annu Rev Public Health 26:115, 2005
FENTON JJ et al: Delivery of cancer screening: How important is the
preventive health examination? Arch Intern Med 167(6):580, 2007
GREENLAND P et al: Coronary artery calcium score combined with
Framingham score for risk prediction in asymptomatic individuals.
JAMA 291:210, 2004
RANSOHOFF DF, Sandler RS: Clinical practice: Screening for colorectal 27
cancer. N Engl J Med 346:40, 2002
U.S. PREVENTIVE SERVICES TASK FORCE: Clinical preventive services for normal-risk adults. Put prevention into practice. Agency
for Healthcare Research and Quality, Rockville, MD, January 2003.
Available at www.ahrq.gov/ppip/adulttm.htm
WRIGHT JC, WEINSTEIN MC: Gains in life expectancy from medical interventions—standardizing data on outcomes. N Engl J Med
339:380, 1998
İlaca yanıt verme olasılığı
İLERİ OKUMALAR
28
Doz
Atılım
Zaman
Klinik Tıbba Giriş
Konsantrasyon
KISIM 1
IV
Log
konsantrasyon
A
mundan tamamen açığa çıkmamış olabilir, uygulama yerinde yıkıma
uğrayabilir ya da uygulama yerinden tamamen emilimini engelleyen
çözünmezlik gibi fizikokimyasal özellikleri olabilir. Dozlar arasındaki
sürede plazma konsantrasyonundaki değişikliği en aza indirmek için
ilaç formulasyonları “yavaş salınım” ya da “uzamış salınım” şeklinde
düzenlenerek yavaş emilimleri sağlanır.
Oral
B
Doz
Dağılım
Atılım
Zaman
ŞEKİL 5-2 Tek doz ilaç uygulamasından sonra idealleştirilmiş
plazma konsantrasyonu-zaman grafiği. A. ilaç oral ve İV bolus uygulandıktan sonra elde edilen konsantrasyon-zaman grafiğinin tek
kompartmanlı modele göre gösterimi. Oral yol ile uygulama sonrası
elde edilen konsantrasyon-zaman grafiğinin eğri altında kalan alanı İV uygulamaya göre daha düşüktür, bu da biyoyararlanımın tam
olmadığını göstermektedir. Tam olmayan biyoyararlanıma rağmen
bazı zaman noktalarında oral uygulama sonrası plazma konsantrasyonu İV uygulamaya göre daha yüksek olabilir. Logaritmik olarak
çizilmiş küçük grafikte konsantrasyonun zamana göre azalmasının
lineer olduğu görülmektedir. Bu da birinci derece kinetik ile eliminasyonun özelliğidir. Oral ve İV yol ile uygulanmış olan ilaç benzer
eliminasyon kinetiğine (paralel eğriler) sahiptir. B. İlaç dağıldığı zaman santral kompartman konsantrasyonundaki azalma (dağılım;
santral kompartmandan periferal dokuya, periferal dokudan santral
kompartmana doğrudur). Konsantrasyonun başlangıçtaki hızlı düşüşü dağılımı yansıtmaktadır (eliminasyonu değil).
rapötik etkinin oluşması için gerekli doz ile toksisite dozu arasında,
terapötik oran, terapötik indeks ya da terapötik pencere adı verilen
geniş bir aralık gösterirler. Plazma ilaç konsantrasyonu ile etki arasında benzer bir ilişki olan olgularda, plazma ilaç konsantrasyonunun
takibi, ilaç tedavisinin düzenlenmesine çok yarar sağlayabilir. Böylece
plazma ilaç konsantrasyonu, bir etki oluşması için gerekli olan düzeyin hemen üzerinde, ancak toksisite oluşturacak düzeyin altında tutulabilir. Bu monitörizasyon yöntemi, antiaritmikler, antikonvülzanlar
ve antibiotikler gibi spesifik ajanlarla yapılan tedavinin düzenlenmesinde yaygın olarak kullanılmıştır. Geniş anlamda tedaviye uyarlanabilecek olan klinik farmakoloji ilkelerinin ve aşağıda özetlenen örneklerin çoğu bu alanlardan geliştirilmiştir.
FARMAKOKİNETİĞİN TEMELLERİ
“İlk geçiş” etkisi Bir ilaç oral yoldan verildiğinde sistemik dolaşıma girmeden önce barsak epitelini, portal venöz sistemi ve
karaciğeri geçmek zorundadır (Resim 5-3). İlaç enterositin içine
girdiğinde, metabolize olabilir, portal vene taşınabilir ya da tekrar barsak lumenine atılabilir. Hem barsak lumenine atılım hem
de metabolize olma sistemik biyoyararlanımı azaltır. İlaç enterosit
engelini aştığında hepatositler tarafından da alınabilir, bu da, metabolize olma ya da safraya atılım yoluyla biyoyararlanımı daha da
azaltabilir. Sistemik dolaşıma ulaşan ilaç miktarını azaltan barsak
ve karaciğerdeki bu eliminasyon, presistemik eliminasyon ya da ilk
geçiş eliminasyonu olarak adlandırılır.
Enterositler ve hepatositler de dahil olmak üzere herhangi bir
hücre membranından ilaç geçişi, pasif difüzyon ile spesifik uptake ve efluks moleküllerinin aracılık ettiği aktif transport mekanizmalarının kombinasyonuyla gerçekleşir. En fazla araştırılmış olan
ilaç transport molekülü, MDR1 geninin normal ekspresyon ürünü
olan P-glikoproteindir. P-glikoprotein, enterositin apikal yüzünde
ve hepatositin kanaliküler kesiminde yer alır (Resim 5-3); her iki
konumda da efluks pompası görevi görerek ilacın sistemik dolaşıma geçişini sınırlar. Aşağıda tartışıldığı gibi P-glikoprotein, aynı
zamanda kan beyin bariyerinin önemli bir bileşenidir.
İlaç metabolizması sonunda genellikle daha polar olan böylece ana ilaca göre daha kolay atılan bileşikler ortaya çıkar.
Metabolizma başlıca karaciğerde gerçekleşir ancak böbrek, barsak
epiteli, akciğer ve plazma gibi diğer yerlerde de olabilir. “Faz I” metabolizma sonucunda gelişen kimyasal değişiklik sıklıkla, sitokrom
P450 (CYP) monooksigenaz süperailesi üyeleri tarafından gerçekleştirilen oksidasyon reaksiyonu ile meydana gelir. İlaç metabolizması için özellikle önemli olan CYP’ler (Tablo 5-1); CYP3A4,
CYP3A5, CYP2D6, CYP2C9, CYP2C19, CYP1A2 ve CYP2E1’den
oluşur; her ilaç bu enzimlerin bir ya da daha fazlası için substrat
Sistemik dolaşım
(Safra)
Oral
alınan ilaç
Safra
kanalikülleri
Portal ven
Emilim, dağılım, metabolizma ve atılım süreçleri (hepsi ilaç dispozisyonu olarak tanımlanmaktadır) ilacın hedef effektör moleküldeki konsantrasyonunu belirler.
EMİLİM
Biyoyararlanım İlaç oral, subkutan, intramusküler, rektal, sublingual veya etkisinin istendiği kısma lokal olarak uygulandığında
sistemik dolaşıma ulaşan miktarı intravenöz uygulamaya göre daha
az olabilir (Resim 5-2A). İntravenöz yol dışındaki diğer yollardan
uygulama sonrasında sistemik dolaşıma ulaşan ilaç fraksiyonu biyoyararlanım olarak adlandırılır. Biyoyararlanım iki sebepten dolayı %100’den az olabilir: (1) emilimin azalması (2) sistemik dolaşıma girmeden önce ilacın metabolize olması veya eliminasyonu.
İlaç intravenöz yol dışındaki diğer yollardan uygulandığında,
pik konsantrasyonu aynı dozun hızlı intravenöz enjeksiyonuna göre
daha geç ve düşüktür. Bu da uygulama yerinden emilimi yansıtmaktadır (Resim 5-2). Emilimin derecesi azalabilir; çünkü ilaç dozaj for-
İlaç
P-glikoprotein
Metabolit
Diğer taşıyıcı
Lumen
ŞEKİL 5-3 Presistemik klerensin mekanizması. İlaç enterosite
girdikten sonra metabolize olabilir, intestinal lümene atılabilir veya
portal vene taşınabilir. Benzer bir şekilde hepatosit de ilaç ve metabolitleri sistemik dolaşıma girmeden önce metabolize edebilir veya
safraya atabilir. [DM Roden, in DP Zipes, J Jalife (eds): Cardiac Electrophysiology: From Cell to Bedside, 4th ed. Philadelphia, Saunders, 2003.
den izin ile uyarlanmıştır]
TABLO 5-1
ci derece kinetik ile olduğu durumlarda bolus sonrası 29
herhangi bir zamanda (t) ilaç konsantrasyonunu (C) ile
arasındaki ilişkiyi tanımlayan şu denklem ortaya çıkar:
İLAÇ DİSPOZİSYONUNDA ROL OYNAYAN MOLEKÜLER YOLAKLAR
İnhibitörler a
CYP3A
Kalsiyum kanal blokörleri
Antiaritmikler (lidokain, kinidin,
meksiletin)
HMG-CoA reduktaz inhibitörleri
(statinler)
Siklosporin, takrolimus
İndinavir, sakuinavir, ritonavir,
Timolol, metoprolol, karvedilol
Fenformin
Kodein
Propafenon, flekainid
Trisiklik antidepresanlar
Fluoksetin, paroksetin
Varfarin
Fenitoin
Glipizid
Losartan
Omeprazol
Mefenitoin
6-Merkaptopurin, azatioprin
Amiodaron
Ketokonazol, itrakonazol
CYP2D6b
CYP2C9b
CYP2C19b
Tiopurin 5-metiltransferazb
N-asetiltransferazb
UGT1A1b
Eritromisin, klartromisin
Ritonavir
Kinidin (çok çok düşük
dozda bile)
Trisiklik antidepresanlar
Fluoksetin, paroksetin
Amiodaron
Flukonazol
Fenitoin
İsoniazid
Prokainamid
Hidralazin
Bazı sülfonamidler
İrinotekan
Psödokolinesterazb
Suksinilkolin
P-glikoprotein
Digoksin
HIV Proteaz inhibitörleri
Birçok CYP3A substratı
Kinidin
Amiodaron
Verapamil
Siklosporin
İtrakonazol
Eritromisin
a
C= (doz / Vc). e (-0.69t/t1/2)
Burada Vc ilacın verildiği kompartman hacmi, t1/2 eliminasyon yarı ömrüdür. Bu ilişkinin sonucu olarak,
konsantrasyonun logaritmasının zamana karşı değişimi düz bir çizgidir (Resim 5-2A, küçük resim). Yarılanma ömrü, birinci derece kinetiğine göre eliminasyonda, eliminasyonun yarısının tamamlanması için
gereken süredir. Yani, bir yarılanma ömrü sonrasında ilaç eliminasyonunun %50’si, 2 t1/2 süresi sonunda
%75’i, 3 t1/2 süresi sonunda %87.5’u, vb tamamlanır.
Pratikte, birinci derece kinetiğe göre elimine edilen
ilaçlar için dört ya da beş yarılanma ömrü sonrasında
eliminasyon hemen hemen tamamlanmış olur.
Bazı olgularda, ilaç santral kompartmandan periferal kompartmana yalnızca eliminasyonla değil, aynı
zamanda dağılım ile de taşınır. Bu durumda bolus
sonrası çizilen plazma konsantrasyonu zaman grafiği
iki (ya da daha fazla) üslü bileşenden oluşabilir (Resim
5-2B). Genellikle, ilaç konsantrasyon-zaman grafiğinin başlangıçtaki hızlı düşüşü ilacın periferal dokulara
dağılımını temsil ederken (yine birinci derece kinetik
ile); daha yavaş düşme gösteren kısmı ilaç eliminasyonunu temsil eder. Başlangıçtaki hızlı azalma genellikle
intravenöz yol ile ilaç uygulandığında görülür. Periferal bölgelerdeki ilaç konsantrasyonu, ilacın periferal
bölgelere dağılımı ve bu bölgelerden yeniden dağılım
arasındaki denge yanı sıra eliminasyon ile belirlenir.
Dağılım süreci hemen hemen tamamlandığında (dört
– beş dağılım yarı ömrü), plazma ve doku konsantrasyonları paralel olarak azalır.
Yarılanma Ömrü Ölçümlerinin Klinik Önemi
Eliminasyon yarılanma ömrü, yalnızca tek bolus doz
sonrası ilaç konsantrasyonunun hemen hemen ölçülemez düzeylere düşmesi için gerekli zamanı göstermez,
aynı zamanda ilaç dozundaki herhangi bir değişiklik sonrası plazma kararlı durum konsantrasyonuna
ulaşmak için gerekli zamanın da hesaplanmasında en
önemli belirleyicidir (Resim 5-4). Yarılanma ömrü ölçümü kronik ilaç tedavisine başlama (çoklu oral dozlar mı, yoksa sürekli
intravenöz infüzyon mu verilecek), kronik ilaç dozunda ya da doz aralığında değişiklik ya da ilacın kesilmesi durumlarında gereklidir.
Kararlı durum konsantrasyonu, kronik ilaç kullanımında, birim zamanda verilen ilaç miktarının, birim zamanda elimine edilen
ilaç miktarına eşit olması durumunu tanımlar. Sürekli intravenöz
infüzyonda denge halinde plazma konsantrasyonları stabil iken,
kronik oral ilaç kullanımında plazma konsantrasyonları doz aralığı
süresince değişkenlik gösterir, ancak doz aralıkları arasında zaman
– konsantrasyon profili stabildir (Resim 5-4)
moleküler yolağı etkileyen inhibitörler, substratı da etkileyebilir
klinik olarak önemli genetik varyasyonlar tanımlanmıştır
CYP substratları, inhibitörleri ve indükleyicilerine ait liste http://medicine.iupui.edu/flockhart/
Tablo. htm. adresinde bulunmaktadır
b
olabilir. “Faz II” metabolizma, spesifik endojen bileşiklerin ilaçlara
ya da onların metabolitlerine konjugasyonunu içerir. Faz II reaksiyonları gerçekleştiren enzimler glukronil-, asetil-, sulfo- ve metil
transferazlardır. İlaç metabolitleri, aşağıda tartışıldığı gibi, önemli
farmakolojik aktivite oluşturabilirler.
Biyoyararlanımdaki farklılığın klinik önemi Bazı ilaçlar hemen tamamen presistemik metabolizmaya uğrar ve dolayısıyla oral
yolla kullanılamaz. Nitrogliserin oral olarak kullanılamaz, çünkü
sistemik dolaşıma ulaşmadan önce tamamen ekstrakte olur. Bu
yüzden presistemik metabolizmadan etkilenmeyeceği sublingual
ya da transdermal yollarla uygulanır.
Çok fazla presistemik metabolizmaya uğrayan bazı ilaçlar da, intravenöz olarak gerekli olandan çok daha yüksek dozlarda, oral yolla
verilebilir. Örneğin verapamilin intravenöz dozu 1-5 mg iken tek oral
dozu 40-120 mg’dır. Düşük doz aspirin verildiğinde, ilaç, portal vende
bulunan trombositlerdeki siklooksigenaz ile karşılaşır; ancak karaciğerde deasilasyonu nedeniyle sistemik dolaşıma geçmez. Bu, presistemik metabolizmanın terapötik yarar için kullanımına bir örnektir.
DAĞILIM VE ELİMİNASYON
Çoğu farmakokinetik süreç birinci derece kinetik gösterir, yani sürecin
hızı var olan ilaç miktarına bağlıdır. Klinik olarak önemli istisnalar aşağıda tartışılmıştır (bakınız “Doz seçiminin temelleri”). En basit farmakokinetik modelde (Resim 5-2A), ilaç birinci derece kinetik ile elimine
edildiği santral kompartmana, bolus olarak verilir. Eliminasyonun birin-
İLAÇ DAĞILIMI
Tipik 70 kg ağırlığında bir insanda plazma hacmi yaklaşık 3 litre, kan hacmi 5.5 litre ve damarlar dışındaki ekstraselüler su 42
litredir. Yaygın olarak plazma proteinlerine bağlanan fakat doku
bileşenlerine bağlanmayan ilaçların dağılım hacmi plazma hacmine yaklaşır; varfarin bunun bir örneğidir. Aksine, dokulara yüksek
oranda bağlanan ilaçlar için dağılım hacmi, herhangi bir fizyolojik
mesafeden çok daha fazla olabilir. Örneğin, digoksin ve trisiklik
antidepresanların dağılım hacmi yüzlerce litredir; bu değer toplam
vücut hacmini açıkça aşar. Böyle ilaçlar dializ ile kolayca atılamaz;
bu, aşırı doz alımında dikkat edilmesi gereken bir konudur.
İlaç dağılımının klinik önemi Digoksin, kardiak etki alanına yavaşça, birkaç saat süren dağılım fazı boyunca ulaşır. Bu yüzden, intravenöz
Klinik Farmakolojinin Esasları
Substratlar a
BÖLÜM 5
Molekül
30
Tedavinin
başlangıcı
Kronik tedavinin
değişimi
Klinik Tıbba Giriş
Konsantrasyon
KISIM 1
Yükleme dozu
+ doz = D
Doz = 2"D
Doz = 2"D
*10th doz
Doz = D
Aşırı hızlı intravenöz ilaç uygulaması çok kötü sonuçlar doğurabilirken, intravenöz uygulama sonrası geçici olarak yüksek
ilaç konsantrasyonu elde edilmesi zaman zaman avantajlı olabilir.
Örneğin, sedasyon için intravenöz midazolam kullanımında, hızla
sedasyon sağlayabilmek için dağılım fazında ilacın beyne hızlı bir
şekilde geçmesi gereklidir; daha sonra redistribüsyon sırasında ilaç
beyinden atılarak denge sağlanır.
Benzer şekilde, reentrant supraventriküler taşikardi tedavisinde kullanılan adenozin, klinik etki alanı olan atrioventriküler noda
ulaşmadan eritrositler ve endotelial hücrelerin içine alınarak çok
hızlı (t1/2 saniyeler içinde) bir şekilde eliminasyonunu engellemek
için, hızlı bolus şeklinde verilmelidir (Bölüm 226).
Doz = 0.5"D
Doz
değişimi
İlacın bırakılması
Zaman
ŞEKİL 5-4 Kararlı durum konsantrasyonu için ilaç birikimi. Bu simulasyonda ilaç oklar ile gösterilmiş intervallerde uygulanmıştır =
eliminasyon yarılanma ömrünün %50si. Tedaviye başlandıktan sonra kararlı durum konsantrasyonuna ~5 eliminasyon yarılanma ömrü
veya 10 doz sonrasında ulaşılmıştır. Dozun iki katına çıkarılması ulaşma süresini değiştirmeksizin kararlı durum konsantrasyonunun iki
katına çıkmasına neden olmuştur. Kararlı durum konsantrasyonuna
ulaşıldıktan sonra dozdaki değişiklik (artış, azalma, veya ilacın kesilmesi) ~5 eliminasyon yarılanma ömrü sonrasında yeni kararlı durum
konsantrasyonu oluşumu ile sonuçlanır. [DM Roden, in DP Zipes, J Jalife (eds): Cardiac Electrophysiology: From Cell to Bedside, 4th ed. Philadelphia, Saunders, 2003. den izin ile uyarlanmıştır]
doz sonrasında plazma düzeyleri düşer, ancak etki alanındaki düzeyi
saatler boyunca artar. Yalnızca dağılım hemen hemen tamamlandığında, digoksinin plazma konsantrasyonu farmakolojik etkisini yansıtır.
Bu nedenle, tedaviyi yönlendirme amaçlı digoksin plazma düzeyi ölçümleri, ilacın verilmesinden sonra 6-8 saat beklenerek yapılmalıdır.
Beyin içine sınırlı ilaç penetrasyonuna yol açan “kan – beyin
bariyeri”nin, serebral dolaşımda kapiller endotel hücrelerindeki
P-glikoprotein aracılı güçlü bir eflüks pompası olduğu, hayvan
modelleri ile öngörülmüş ve klinik çalışmalar ile doğrulamıştır. Bu
yüzden, beyin içerisine ilaç dağılımı P-glikoprotein fonksiyonlarındaki değişiklikler ile düzenlenebilir.
YÜKLEME DOZLARI Bazı ilaçlar için endikasyon o kadar acil olabilir ki,
denge konsantrasyonuna ulaşmak için gerekli zaman çok uzun gelebilir. Böyle durumlarda, “yükleme” dozlarının verilmesi ile, kronik
idame tedavisindekine göre daha kısa bir sürede terapötik etkiye ulaşacak hızlı ilaç konsantrasyon artışı sağlanabilir (Resim 5-4). Yine de,
gerçek denge haline ulaşmak için gerekli zaman yalnızca eliminasyon
yarılanma ömrü ile belirlenir. Bu yaklaşım, yalnızca, ilaç dozu ve etkisi arasında tanımlanmış bir ilişki olan ilaçlar için uygundur.
Yükleme dozları bazı hastalıklarda değişiklik gösterebilir: konjestif kalp yetmezliğinde lidokainin santral dağılım hacmi azalmıştır. Bu
yüzden, eşdeğer plazma ilaç konsantrasyonunu sağlamak ve toksisiteyi önlemek için normalden düşük yükleme dozu kullanılmalıdır.
İNTRAVENÖZ UYGULAMA HIZI Resim 5-2’deki simulasyonlarda tek intravenöz bolus doz kullanılmış olmasına rağmen, bu yaklaşım
pratikte çok nadiren uygulanır, çünkü geçici çok yüksek konsantrasyonlara bağlı yan etkiler ortaya çıkabilir. Bunun yerine, ilaçlar
daha çok oral ya da yavaş intravenöz infüzyon yoluyla verilir. Bazı
ilaçların hızlı infüzyon şeklinde verilmesinin ölümle sonuçlanacağı
o kadar açıktır ki, kaza sonucu bolus enjeksiyonlarının önlenmesi
için özel tedbirler alınmalıdır. Örneğin, potasyumun intravenöz
uygulama için >20 meq/L solusyonları, çok istisnai ve dikkatle
monitörize edilen durumlar dışında kesinlikle kullanılmamalıdır.
Böylece daha konsantre solusyonların infüzyon hızındaki kaza sonucu artışlara bağlı kardiak arrest olasılığı en aza indirilmiş olur.
PLAZMA PROTEİN BAĞLANMA
Birçok ilaç plazmada, plazma proteinlerine kısmen bağlı olarak
dolaşır. Yalnızca bağlı olmayan (serbest) ilaçlar farmakolojik etki
alanlarına dağılabildiklerinden, ilaç yanıtı dolaşımdaki total plazma ilaç konsantrasyonundan çok serbest ilaç ile ilişkilidir.
Plazma Protein Bağlanmasındaki Değişikliklerin Klinik Önemi Normalde proteinlere yüksek oranda (>%90) bağlanan ilaçlar için,
bağlanmadaki (örneğin hastalıklara bağlı) küçük değişiklikler bağlı
olmayan ilaç miktarında, dolayısıyla ilaç etkisinde önemli değişikliklere yol açar. Lidokain ya da kinidin gibi bazik ilaçlar akut faz reaktanı alfa1-asid glikoproteine bağlanır; miyokardial infarktüs, cerrahi,
neoplastik hastalık, romatoid artrit ve yanıklar gibi sık rastlanan birçok durumda alfa1-asid glikoprotein artar. Bu artmış bağlanma total
ilacın terapötik konsantrasyonlarında farmakolojik etkilerinin azalmasına yol açabilir. Tam tersine, hipoalbuminemi, karaciğer hastalığı
ve böbrek hastalığı gibi durumlar, ilaç bağlanma derecesini, özellikle
fenitoin gibi asidik ve nötral ilaçlarda, azaltabilir. Bu durumlarda serbest ilaç plazma konsantrasyonu artacağından, tedavi monitörizasyonunda total (serbest + bağlı) ilaç konsantrasyonu kullanılıyorsa, ilaç
etkililiği ve toksisitesi artar.
KLERENS
İlaç vücuttan atıldığında, vücuttaki ilaç miktarı zamanla azalır. Bu
azalmanın niceliğini belirlemede önemli bir yaklaşım, zaman diliminin başında ve sonunda ilaç konsantrasyonunun değişmediğini ve bu
zaman dilimi içerisinde vücudun spesifik bir bölümünün ilaçtan temizlendiğini kabul etmektir. Bu yaklaşım, hacim/zaman olarak klirensi tanımlar. Klirens, hem ilaç metabolizmasını hem de atılımını kapsar.
Klerens Değişikliğinin Klinik Önemi tİLAÇ DOZUNUN AYARLANMASI
Eliminasyon yarılanma ömrü, plazma konsantrasyonunun kararlı
duruma (Css) ulaşması için gerekli zamanı belirlerken, denge durumunun büyüklüğü yalnızca klerens (Cl) ve doz tarafından belirlenir.
İntravenöz infüzyonla verilen bir ilaç için denklem şu şekildedir:
Css = infüzyon hızı / Cl ya da infüzyon hızı= Cl x Css
İlaç oral yolla verildiğinde, Css yerine, doz aralığı içerisindeki ortalama plazma konsantrasyonu (Cort,ss) gelir ve bioyararlanım (F) da
hesaba katılmalıdır:
F x doz hızı = Cl x Cavg,ss
Genetik varyantlar, ilaç etkileşimleri ya da ilaç metabolize eden enzimlerin aktivitesini azaltan veya atılım mekanizmalarını etkileyen
hastalıklar, klerensin azalmasına ve dolayısıyla, toksisiteyi önlemek
için doz azaltma gereğine yol açabilir. Tersine, bazı ilaç etkileşimleri ve genetik varyantlar CYP ekspresyonunu artırır, böylece terapötik etkiyi sağlamak için ilaç dozunu arttırmak gerekli olabilir.
YÜKSEK RİSKLİ FARMAKOKİNETİK KAVRAMI İlaçlar eliminasyon için yalnızca tek bir yolak kullandıklarında, bu yolağı etkileyen herhangi bir
durum (hastalık ile ilişkili, genetik ya da ilaç etkileşimlerine bağlı
olsun), ilaç konsantrasyonlarında dramatik değişikliklere ve dolayısıyla konsantrasyon ile ilişkili ilaç toksisitesi riskinde artışa yol
açabilir. Örneğin, digoksin eliminasyonunda önemli rol oynayan
FARMAKODİNAMİK PRENSİPLER
İlaç etki edeceği moleküler bölgeye bir kez ulaşınca, moleküler
hedefinin fonksiyonunu değiştirir ve ilaç etkisinin hastanın ya da
hekimin fark edebileceği nihai sonucu ortaya çıkar. Akut semptomların acil tedavisinde kullanılan ilaçlar için ilaç-hedef etkileşimi
ile klinik etkinin ortaya çıkma süresi arasında geçen zamanın az
olması, mümkünse de hiç olmaması istenir. Bu tür akut durumlara
örnek olarak vasküler tromboz, şok, malign hipertansiyon ya da
status epileptikus verilebilir.
Ancak bir çok durum için tedavi endikasyonu daha az aciliyet
gösterir ve ilacın farmakolojik hedef ya da hedefleri ile etkileşimi ve
klinik etkinin ortaya çıkış süresi arasındaki gecikme olağan olarak
karşılanır. Bu gecikmeye katkıda bulunan farmakokinetik mekanizmalar arasında ilacın periferik kompartmanlar tarafından alınması
ve aktif metabolitlerin birikmesi bulunmaktadır. Klinik etki çoğunlukla ilacın başlangıçta ortaya çıkardığı moleküler etkinin gelişmesi
ile elde edilir. Bir proton-pompa inhibitörü ya da H2-reseptör blokörü gastrik pH’ta ani bir artışa neden olmakta ancak ülser iyileşmesi
gecikmeli olarak meydana gelmektedir. Kanser kemoterapisi tedavi
edici etkilerini kaçınılmaz bir şekilde gecikmeli olarak oluşturmaktadır, kemoterapi ilaçlarının etkileri, ilaç plazma ve dokularda tespit
edilemez duruma geldikten çok sonra ortaya çıkmaktadır. Bundan
dolayı ilacın moleküler etkisinin klinik etkiye dönüşümü yüksek
oranda karmaşık bir durumdur ve tedavi edilmeye çalışılan patolojik
durumun detaylarına bağlıdır. Bu zorluklar kavram olarak farmakodinamiği ve değişkenliğini titiz bir matematiksel analize, farmakokinetiğe nazaran daha az uygun kılmaktadır. Bununla beraber klinik
açıdan önemli bazı prensipleri aydınlatmak mümkün olabilir.
Bir ilacın etkisi sıklıkla altta yatan patofizyolojik duruma bağlıdır. Bu yüzden bir ilaç, hasta olmayan bireylerde hiç etki ortaya
çıkartmayabilir ya da ortaya çıkaracağı etkiler hasta olan bireylere
nazaran daha değişik özellikte olabilir. Dahası, eşlik eden hastalıklar ilaç tedavisine yanıtı ve özellikle de advers etkileri yorumla-
Klinik Farmakolojinin Esasları
AKTİF İLAÇ METABOLİTLERİ
Evrimsel açıdan bakıldığında, ilaç metabolizması, muhtemelen,
atalarımızın kaza sonucu maruz kaldıkları zararlı ksenobiotiklere
(örneğin bitkilerden kaynaklanan yabancı cisimler) karşı savunma
amacıyla gelişmiştir. İlaç uptake ve efluks pompalarının organizasyonu, ilaçların sistemik dolaşıma girmeden önce barsak ve karaciğerde metabolize olması (Resim 5-3), bu ilkel savunma fonksiyonu
fikrini desteklemektedir.
Ancak ilaç metabolitleri her zaman farmakolojik olarak inaktif
değildir. Metabolitler ana ilaca benzer, onunla örtüşen ya da ondan
farklı etkiler oluşturabilir. Örneğin, N-asetil-prokainamid (NAPA)
antiaritmik prokainamidin ana metabolitidir. Antiaritmik etkiler
göstermekle birlikte, elektrofizyolojik özellikleri ana ilaçtan farklıdır.
Aslında, prokainamid tedavisi sırasında görülen belirgin QT uzaması
ve torsades de pointes ventriküler taşikardisi (Bölüm 226), genellikle
NAPA birikimi ile açıklanır. Bu yüzden, total terapötik etkiyi belirlemek için laboratuarda genellikle yapılan prokainamid ve NAPA konsantrasyonlarının toplanması uygun bir yaklaşım değildir.
Ön ilaçlar (prodrug), ilaç etkilerine aracılık edecek aktif metabolitler oluşturmak için metabolizmaya gereksinim duyan inaktif
bileşiklerdir. Örnek olarak birçok anjiotensin dönüştürücü enzim
(ACE) inhibitörü, anjiotensin reseptör blokörü losartan, antineoplastik irinotekan ve analjezik kodein (kodeinin aktif metaboliti olan
morfin muhtemelen kodein uygulaması sırasındaki opioid etkiden
sorumludur) verilebilir. İlaç metabolizması, prokarsinojenlerin
bioaktivasyonu ve belli ilaç advers etkilerine yol açan reaktif metabolitlerin üretilmesinde (örneğin aşağıda tartışılan asetaminofen
hepatotoksisitesi) de rol oynar.
mayı güçleştirebilir. Örnek olarak fenitoin gibi antikonvülzanların 31
yüksek dozları nörolojik semptomlara neden olabilir ve bu da altta
yatan nörolojik hastalık ile karışabilir. Benzer olarak, amiodaron
tedavisi alan kronik akciğer hastalığı olan bir hastada dispnenin
kötüleşmesi ilaca, altta yatan hastalığa ya da araya giren bir kardiopulmoner probleme bağlanabilir. Bundan dolayı spesifik bir hastada kronik akciğer hastalığının varlığı, amiodaron kullanımına karşı
tartışma yaratacak şekilde fayda-zarar oranını değiştirebilir.
İlaç ve ilgili metabolitlerin konsantrasyonlarının stabil olması sağlansa bile, bir ilacın spesifik bir moleküler reseptör ile etkileşimi, ilacın etkisinin sürekli sabit olacağı anlamına gelmez. İlaç
ve reseptör etkileşimi, ilacın etkisini düzenlemek için değişebilme
özelliği olan karmaşık bir biyolojik ortamda meydana gelmektedir.
Örnek olarak ilaçlar tarafından iyon kanallarının blokajı, ki önemli
bir antikonvülzan ve antiaritmik etkidir, sıklıkla membran potansiyeli tarafından düzenlenir ve ekstrasellüler potasyum ya da lokal
iskemi gibi faktörlerin bir fonksiyonudur. Bu nedenle bu ilaçların
etkileri dış çevreye bağlı olarak değişebilir. Reseptörler hastalık ya
da ilacın kendisi nedeniyle up- ya da down-regülasyona uğrayabilirler. Örnek olarak β-adrenerjik reseptör blokörleri ile kronik tedavi esnasında β-adrenerjik reseptör yoğunluğunda artış meydana
gelir. Bu etki genellikle ilaçların tedavi edici etkiye karşı direnç gelişimi ile sonuçlanmazken, ilaç aniden kesildiğine agonist ile düzenlenen ciddi etkilere (hipertansiyon ve taşikardi gibi) neden olabilir.
BÖLÜM 5
P-glikoproteini baskılayan ilaçların kullanımı, digoksin klerensini
azaltır. Digoksin dozu azaltılmadığı sürece, bu tür ilaçların etkileşimi digoksin toksisitesine neden olabir. Tersine, ilaçlar birden fazla
ilaç metabolize edici ya da itrah edici yolak yoluyla elimine edildiklerinde, yolaklardan birinin (genetik varyant ya da ilaç etkileşimine
bağlı) yokluğunun, ilaç konsantrasyonu ya da ilaç etkisi üzerinde
önemli bir etki oluşturma olasılığı çok daha düşüktür.
DOZ SEÇİMİNDEKİ PRENSİPLER
Herhangi bir ilaçla yapılan tedavinin amacı ilacın faydalı etkilerini
maksimuma çıkarmak ve advers etki riskini en aza indirmektir. İlaçla
ilgili daha önce yapılmış olan kontrollü klinik çalışmalar veya pazarlama sonrası edinilmiş tecrübeler, doz (ya da plazma konsantrasyonu) ve yukarıda bahsedilen bu ikili etki arasındaki ilişkiyi tanımlar ve
ilaç tedavisine başlamak için bir başlangıç noktası belirler.
Resim 5-1 Doz, plazma konsantrasyonu, etkililik ve advers etkiler arasındaki ilişkiyi göstermekte ve beraberinde bir çok önemli
noktayı anlatmaktadır:
1. Hedeflenen ilaç etkisi ilaç tedavisi başlandığı anda tanımlanmış olmalıdır. Bazı ilaçlarla istenen etkiyi objektif olarak ölçmek zor olabilir, ya
da etkinin başlaması haftalar ya da aylar alabilir; kanser ve psikiyatrik rahatsızlıklarda kullanılan ilaçlar bunlara örnektir. Bazen bir ilaç ağrı ya da
çarpıntı gibi bir semptomu tedavi etmek için kullanılır ve burada seçtiğiniz
dozun etkili olduğunu size söyleyecek kişi hastadır. Antikoagülasyon ya da
hipertansiyon gibi bir durumda ise istenen yanıt daha ölçülebilirdir.
2. Öngörülen toksik etkinin doğası sıklıkla başlangıç dozunu belirler. Eğer yan etkiler önemsiz ise etkililiği sağlayacak kadar yüksek bir
dozla başlayıp yan etkilerin ortaya çıkması durumunda dozu titre ederek azaltmak kabul edilebilir bir yaklaşımdır. Ancak, eğer öngörülen
toksik etki ciddi veya hayatı tehdit edici ise bu yaklaşım nadiren kullanılır, bu durumda beklenen etkiyi ortaya çıkarabilecek minimum dozla
başlamak daha uygundur.
3. Doz ve etki arasındaki ilişki tanımlanamıyorsa yukarıda kabul
edilen prensipler geçersizdir. Bu durum özellikle ilacın dozuyla ilişkili olmayan advers ilaç etkileri (aşağıda daha detaylı tartışılmıştır) için
geçerlidir.
4. Bir ilacın dozu istenen etkiyi sağlamıyorsa, doz arttırımı ancak toksisite yok ise ve ciddi toksisite ortaya çıkma ihtimali düşük ise gerçekleştirilmelidir. Örnek olarak, güçlü nöbet odağı olan hastaların küçük kısmında,
nöbetlerin kontrol altında tutulabilmesi için fenitoin plazma seviyelerinin 20 mg/dL’den yüksek olması gerekir. Bu etkinin sağlanabilmesi için
gerekli doz eğer tolere ediliyorsa uygun kabul edilir. Buna ters olarak flekainid ile ilgili klinik deneyimler 1000 ng/mL’nin üzerindeki seviyelerin
ya da 400 mg/gün’ün üzerindeki dozların ani ölüm riski artışı ile ilişkili
olabileceğini söylemektedir; bu nedenle bu sınırların dışına çıkan doz artırımları, doz tolere ediliyor gibi gözükse de uygun değildir.
İlacın etkisinin ortaya çıkmamasına neden olabilecek diğer mekanizmalar da mutlaka akla gelmelidir; ilaç etkileşimleri ve hastanın
uyumsuzluğu sık rastlanan örneklerdir. Bu durum plazma ilaç düzeylerinin, eğer ölçülebiliyorsa, özellikle yararlı olabileceği bir durumdur. Hasta uyumsuzluğu hipertansiyon ve epilepsi gibi uzun süreli
tedavisi gereken rahatsızlıklarda sık rastlanan bir problemdir, hastanın kendi sağlığının sorumluluğunu almaya katılması konusunda
32 özel bir çabanın gösterilmediği tedavi ortamların-
Normal P-glikoprotein fonksiyonu
5
4
Plazma
3
2
1
Beyin
Konsantrasyon
Klinik Tıbba Giriş
0
0
120
240
360
480
600
Zaman
Azalmış P-glikoprotein fonksiyonu
5
4
Plazma
3
2
Beyin
1
0
0
A
120
240
360
480
600
Zaman
50
64/dak
40
BİR TEDAVİ REHBERİ OLARAK PLAZMA İLAÇ
KONSANTRASYONLARI
30
Diğer ilaçlarla etkileşim, hastalığa bağlı olarak ilaç
eliminasyonunun ve dağılımının değişimi ve ilaç
20
dağılımındaki genetik varyasyonlar aynı dozu alan
84/dak
hastalardaki plazma ilaç konsantrasyonlarını geniş
10
bir aralığa taşıyan etkenlerdir. Bundan dolayı, eğer
0
plazma ilaç konsantrasyonu ile yararlı ya da advers
0
7.5 15 22.5 30 37.5 45 52.5 60 67.5 75
ilaç etkileri arasında bazı öngörülebilir ilişkiler kurulabiliyorsa, plazma ilaç seviyelerinin ölçümü optimal B
Agonist konsantrasyonu
dozu seçmeye rehber olabilecek değerli bir araçtır. Bu ŞEKİL 5-5 A. Efflüks pompası P-glikoprotein substratı ilaçları beyin endotel kapillerdurum özellikle digoksin, teofilin, bazı antiaritmikler, lerinden dışarı atar, böylelikle kan-beyin bariyeri için anahtar bir eleman görevi göaminoglikozidler, siklosporin ve antikonvülzanlar rür. Bu nedenle P-glikoprotein fonksiyonunda azalma (örn: ilaç etkileşimlerine bağlı
gibi plazma seviyeleri terapötik ve advers etki ortaya
olarak ya da gen transkripsiyonunda genetik olarak olarak belirlenmiş değişiklikler
çıkarma açısından dar bir aralıkta yer alan ilaçlar için
doğrudur. Diğer yandan ilacın plazma dışında etki ile), substratı olan ilaçların, plazma konsantrasyonunda herhangi bir değişiklik olmasa
edeceği bölgelere erişimi yüksek oranda değişken- bile, beyine geçişlerini arttırır. B. Grafik β1-reseptör polimorfizmin in vitro da reseptör
lik gösteriyorsa, plazma konsantrasyonu tedavi için fonksiyonu üzerindeki etkisini göstermektedir. Hipofonksiyonel varyanta sahip hastalar reseptör bloke edici ajanlara maruz kaldıklarında kalp ritmini yavaşlatıcı ya da kan
doğru bir rehber olamayabilir (Resim 5-5A).
Birinci-derece kinetik ile eliminasyonda sık- basıncını düşürücü etki daha büyük olarak ortaya çıkar.
lıkla karşılaştığımız durum, ortalama, maksimum
ve minimum kararlı-durum konsantrasyonlarının
kabul edilebilir. Alternatif olarak, kararlı durum, her bir dozun
dozlam hızıyla linear bir ilişki göstermesidir. Buna göre, idame dozu,
istenen ve kararlı durumda ölçülen konsantrasyonların oranı temel büyüklüğünü değil aralıklı dozlamanın frekansını ayarlayarak da
alınarak ayarlanır, örnek olarak, eğer kararlı durum konsantrasyonu- değiştirilebilir. Bu durumda ortalama kararlı durum seviyelerinin
nun iki katına çıkılması isteniyorsa doz iki katına çıkarılır. Bazı du- etrafındaki dalgalanmaların büyüklüğü değişecektir, dozlam aralırumlarda eliminasyon yüksek dozlarda doygunluğa ulaşır ve süreç bi- ğı kısaldıkça pik ve çukur seviyeler arasındaki fark azalacaktır.
Bir dozlam aralığı içindeki dalgalanmalar dozlam aralığı ve
rim zamanda sabit miktar olarak devam eder (Sıfırıncı derece kinetik
ya da eliminasyon). Bu özelliklere sahip ilaçlar (örn: fenitoin, teofilin) ilacın yarı ömrü arasındaki ilişki ile belirlenir. Eğer dozlam aralığı
için plazma konsantrasyonları, dozlam hızındaki değişim ile orantılı ilacın yarı ömrüne eşit ise dalgalanma yaklaşık iki kat olacaktır, ki
olmayacak bir şekilde değişir. Bu durumda öngörülemeyen sonuçları bu da kabul edilebilir bir değişikliktir. Dar terapötik aralığa sahip
en aza indirgemek için dozdaki değişimler küçük tutulmalıdır. Doz olan ilaçlarda dozaj değişiklikleri konusunda dikkatli olunmalıdır
modifikasyonunun istenen seviyelere ulaşabilmesi için plazma kon- (dozdaki değişiklik %50 den az olmalıdır) ve yarı ömrün 3 ya da
4 katından daha sık olmamalıdır. Birçok anithipertansif ilaç grusantrasyonu izlemi kullanılmalıdır.
bunda olduğu gibi diğer ilaçların doza bağımlı toksik etki ortaya
İDAME DOZUNUN BELİRLENMESİ
çıkarma olasılığı düşüktür ve terapötik oran yüksektir. İlaç hızlı bir
Doz arttırımı dozlam aralığını değiştirmekten ziyade ilaç dozunu şekilde elimine olsa bile seyrek aralıklarla uygulanabilir. Bu nedendeğiştirerek elde edilir, örn, her 8 saatte 100 mg yerine her 8 saat- le 75 mg kaptopril, yarı ömrü 2 saat olsa bile, 12 saat boyunca kan
te 200 mg. Bu yaklaşım ancak sonuçta ortaya çıkacak maksimum basıncında düşme sağlar; bu da verilen ilaç dozunun ilacın plazma
konsantrasyon toksik değilse ve çukur değerleri, minimum etkili konsantrasyonunu farmakolojik etki için gereken eşik değerinin
konsantrasyonunun altında istenmeyen bir süre kalmayacaksa çok daha üstüne çıkarması ile gerçekleşir.
Farmakolojik yanıt
KISIM 1
da hastaların %25’inden fazlasında meydana gelir.
Özellikle her gün birden fazla ilacın farklı dozlarda
kullanıldığı tedavi rejimleri hasta uyumsuzluğuna
yol açmaktadır.
Tedaviye verilen yanıtı fizyolojik ölçümlerle ya
da plazma konsantrasyon ölçümleri ile izlemek için
plazma konsantrasyonu ve öngörülen etkiler arasındaki ilişkiyi bilmek gerekmektedir. Örnek olarak,
sotalol ya da dofetilid tedavisi sırasında ciddi aritmilere yol açabilen belirgin QT uzamasından korunmak için QT aralığı ölçümleri yapılır. Bu durumda
elektrokardiyogramı, ilacın öngörülen pik plazma
konsantrasyonu ve etkisi (örn: kararlı durumda, ilaç
verildikten sonraki 1-2 saat içinde) oluştuğu esnada
değerlendirmek en uygunudur. Yüksek aminoglikozid düzeyleri nefrotoksisite riski taşıdığından,
dozlar, çukur seviyede (ilaç verilmeden önce) iken
ölçülen plazma konsantrasyonları temel alınarak
ayarlanmalıdır. Diğer yandan aminoglikozidlerin
etkililiğini sağlamak için doz ayarlaması, pik ilaç
konsantrasyonları minimal antibakteriyel konsantrasyonların üzerinde olacak şekilde yapılmalıdır.
Terapötik etkililiğin devamlılığı için diğer ilaçlarla
ilgili doz ayarlaması yapılırken (örn: antikonvülzanlar) ilaç konsantrasyonları, doz intervalleri arasında
konsantrasyon en düşük değerinde iken yani kararlı
durumda (Resim 5-4) bir sonraki dozun alınmasından hemen önce ölçüm yapılmalıdır.
Download