ERCİYES ÜNİVERSİTESİ YAYINI-153 KİTAP ADI Hoşgörü Toplumunda Ermeniler / Cilt 2 Erciyes Üniversitesi © HAZIRLAYANLAR Prof. Dr. M. Metin Hülagü © Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz © Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan © Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci © ISBN: Takım No: 978-9944-976-10-7 Kitap No: 978-9944-976-12-2 İlk Basım: Ocak 2007 Kapakta Kullanılan Gravür William Henry Bartlett Kapak Tasarımı Deniz Doğan Baskı Öncesi Hazırlık Bilge Grafik / (352) 232 29 05 Baskı Orka Matbaacılık / (352) 322 17 00 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER CİLT II § ERCİYES ÜNİVERSİTESİ I. ULUSLARARASI SOSYAL ARAŞTIRMALAR SEMPOZYUMU Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk Ermeni İlişkileri Örneği YAYINA HAZIRLAYANLAR Prof. Dr. M. Metin Hülagü Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER Arş Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN Ortak Yaşamdan Çatışmaya Türkler ve Ermeniler: Van Yetimhanesi Örneği (1896-1897)............................................9 Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Osmanlı Eğitim Sisteminin Türk-Ermeni Toplumlarının Birlikte Yaşamalarına Katkıları ........................................33 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Gregorian Kıpçakların Dil Yadigarları ..................................................................................................................................63 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY Gregorian Kıpçak Metinlerinden Akıllı Hikar’ın Hikâyesi..................................................................................................93 Yrd. Doç. Dr. Esat CAN Millî Mücadele Romanlarında Türk-Ermeni İlişkileri ...................................................................................................... 119 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Ermeni Tarihçi Arşak Alboyacıyan’ın Kayseri Ermenileri Tarihi Adlı Eserine Göre Kayseri’de XIX. Yüzyıl ile XX. Yüzyıl Başlarında Faaliyet Gösteren Ermeni Okulları ............................................... 135 Prof. Dr. Feroz AHMAD İkinci Meşrutiyet Döneminde Jön Türk - Ermeni İlişkileri .............................................................................................. 161 Doç. Dr. Galibe HACIYEVA Türk Menşeli Ermeni Antroponimleri (Şahıs Adları)....................................................................................................... 189 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Osmanlı Devleti’nin Ermenilere Göstermiş Olduğu Dinî İmtiyazlar Çerçevesinde Kilise Tamirleri........................ 203 Öğr. Gör. Dr. Gülnisa AYNAKULOVA XVI-XVII. Yüzyıl Kıpçak - Ermeni Belgeleri Işığında Kıpçak Ermeni Cemaatinin Osmanlı Devleti ve Rusya ile Yaptıkları Ticari Faaliyetler.............................................................................................. 227 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN Sosyal Hayatta Türk - Ermeni İlişkileri ve Bu İlişkilerin Osmanlı Ülkesinden ABD’ye Göç Eden Ermeniler Üzerindeki Bazı Yansımaları ............................................................................................. 241 5 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Güzel TUYMOVA Tatar ve Ermeni Müzik Geleneğinin Ortak Hususları ...................................................................................................... 263 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN Ermeni Dul ve Yetimleri ile Osmanlı Devleti’nin Bunlara Karşı Takip Ettiği Politikalar ......................................... 271 Arş. Gör. Hasan BAKTIR Lady Mary Wortley Montagu’nun Türkiye Mektupları’nda Osmanlı Ermenileri ......................................................... 295 Yrd. Doç. Dr. Hava SELÇUK XVII. Yüzyılda Kayseri’de Yaşayan Ermenilerin Sosyal Yaşantıları Üzerine Bazı Değerlendirmeler .................... 315 Dr. Hüseyin MEVSİM Bulgar Araştırmacı Nikola Naçov’un Bursa Gezisi Başlıklı Yapıtında Bursa Ermenileri ........................................ 325 Doç. Dr. İbrahim GÜLER XVIII. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Ermeniler: Gözlemler ve Düşünceler .................................................................... 333 Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR 13 Mahalle 7 Cemaat (XIX. Yüzyıl Mardin’inde Cemaatler Arası Sosyal Uyum Örnekleri) ...................................... 363 Doç. Dr. İsa YÜCEER Türk - Ermeni İlişkilerinin İnanç Boyutu............................................................................................................................ 381 Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN Şeriye Sicillerine Göre Balıkesir Ermenilerinin Sosyal Yaşantısı ve İhtida Eden Ermeniler ................................... 409 Prof. Dr. İsmail Veli ÖMEROĞLU / Ferhat FERHATLI Kıpçak - Ermeni Yazılı Kaynaklarına Göre Türk - Ermeni İlişkileri.............................................................................. 427 Öğr. Gör. İsmigül ÇETİN XIX. Yüzyılda Kayseri Sancağında Türk - Ermeni İlişkilerinin Ekonomik Boyutu .................................................... 441 Yrd. Doç. Dr. Jülide Akyüz Ermeni Kadınlarına Ait Terekeler........................................................................................................................................ 453 Dr. Krikor DAMATYAN Patrik IX. Hovhannes Döneminde Yayın Faaliyetinin Gelişmesi.................................................................................... 467 6 İÇİNDEKİLER Prof. Mansura HAIDAR Ottoman-Armenian Relations in the Light of Medieval Historical Sources (Hint Kaynakları Işığında Osmanlı-Ermeni İlişkileri) ..................................................................................................... 483 Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Türk - Ermeni Ekonomik Yapılarının Bir Mukayesesi: Tokat Örneği .......................... 517 Dr. Mehmet Emin ELMACI II. Meşrutiyet Döneminde 1909 Cemiyetler Kanunu Çerçevesinde Birlikte Yaşama Sanatı ve Ermeniler.............. 533 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin ÜNER Klasik Osmanlı Döneminde Urfa’da Müslim-Gayrimüslim İlişkilerinin Sosyal Hayata Yansımaları..................... 551 7 ORTAK YAŞAMDAN ÇATIŞMAYA TÜRKLER VE ERMENİLER: VAN YETİMHANESİ ÖRNEĞİ (1896-1897) Arş Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü E-mail: dilsenince@hotmail.com; Tel:0 232 463 85 20 Özet M.Ö. VI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya gelerek yerleşen Ermeniler, yüzyıllarca Türklerle yanyana dostluk içinde yaşamışlar ve karşılıklı olarak birbirlerinin gelenek ve göreneklerinden etkilenmişlerdir. Ermeniler zaman içinde kendi istekleri doğrultusunda Türkçe dahi konuşmuşlardır. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu içinde dinsel özgürlüğe sahip olan Ermeniler, imparatorluğun en zengin azınlıklarından biridir. Fakat bu dostluk XIX. yüzyıldan itibaren dış güçlerin tahrik ve teşvikleri ile düşmanlığa dönüşmeye başlamış ve Anadolu’da bu dönemde 40’a yakın Ermeni isyanı çıkmıştır. Bu isyanlardan en önemlilerinden biri 1896 Van isyanıdır. Van’ın stratejık önem arz etmesi, Ermenilerin bölgede faaliyetlerini arttırmalarına ve ilk Ermeni ihtilâl örgütlerinin burada kurulması neden olmuştur. Bölgede 1896 ve 1915 yılında tehcire neden olan iki isyanın çıkması, masum Ermeni ve Müslümanların acı çekmelerine yol açmıştır. Van’da bulunan konsoloslar, misyonerler özelliklede Amerikalı olanlar isyanın çıkmasında ve gelişmesinde etkili olmuşlardır. Amerikalı misyonerlerin birinci Van isyanı sırasında Ermeniler için yaptıkları yardımlar, özellikle de Ermeni yetimler için yapılanlar tebliğin ana konusunu oluşturacaktır. 1896 yılının Eylül, Ekim ve Kasım; 1897 yılının Ocak, Nisan, Haziran ve Eylül aylarına ait olan ve Mr. Raynolds tarafından Boston’a yazılan, Van’da bulunan yetimlerin ihtiyaçları için yapılan harcamalar ele alınıp değerlendirilecektir. Bunun yanında 1896 tarihli The Republican ve The Hartford Courant gazetelerinde yer alan, misyoner Raynols’ın Türkiye’de özellikle de Van yetimlerinin ihtiyaçları konusunda dünya kamuoyuna yaptığı yardım çağrıları ele alınmıştır. Tebliğde, Amerikalı misyonerlerin mektupları, Boston’a gönderilen raporlar, yılık toplantılar ve İstanbul Amerikan elçisine gönderilen raporlar kullanılarak, Amerikalı misyonerlerin yetim tanımlamasında sadece Ermenilerin olduğu Müslüman yetimler konusunda herhangi bir çalışmanın yapılmadığı açıklanmaya çalışılmıştır. Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN Giriş Anadolu’nun Selçuklular tarafından fethinden önce Ermeniler, Bizans hakimiyeti altında yaşıyordu. Bizanslılar Doğu Anadolu’da yaşayan Ermeni halka sadece Gregorian mezhebinden olmalarından dolayı değil, bölgede yaşayan bazı Müslüman emirlikler ile işbirliği yaparak bağımsızlıklarını elde etmek için kendilerine saldırmalarından dolayı kin ve nefret beslemekteydi. Bütün bunlar Ermenilerin, yıllarca Bizanslıların dinî, malî baskısı altında yaşamalarına neden oldu1. Ermeniler IV. yüzyılda Bizanslıların hakimiyeti altında yaşarken ana dillerini kullanmaları yasaklanmış, ruhanî reislerinin hakları ellerinden alınmış, kilisenin etkisini ve milliyet hislerini ortadan kaldırmak için izlenen Ortodokslaştırma siyaseti sonucunda sürgün edilmiş daima yaşadıkları bölgelerin dışına çıkarılmışlardı. 1 Erol Kürkçüoğlu, “Tarihî Süreçte Selçuklu-Ermeni İlişkileri”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, Ankara 2003, s.335. Selçukluların Anadolu’yu fethinden önce, Doğu Anadolu’da Bizansa bağlı olarak iki Ermeni Krallığı bulunmaktaydı. Bunlardan biri Ani ve çevresinde kurulan Bagrat Hanedanı’na bağlı olan Ermeni Krallığı, diğeri ise, Van gölünün doğusunda Ardzuruni ailesinin başında bulunduğu Vaspuragan Krallığı idi. Rafet Yinanç, “Selçuklular ve Osmanlıların İlk Dönemlerinde Ermeniler”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, İzmir 1983, s.65-67. Ayrıca bkz. Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Ankara 2001; Ali Güler, Türkiye’de Gayrimüslimler, Ankara 1996; Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, Ankara 1996; Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Hukukî Statüsü”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, Ankara 2003. 11 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Anadolu’da bulunan iki Ermeni Krallığı’nın ortadan kaldırılması Bizansın izlediği bu politika sonucunda gerçekleşmiştir2. Bizans zulmü altında yaşayan Ermeniler, 1040 tarihinden itibaren Anadolu’ya akınlar düzenleyen Selçuklu Türklerini Allah’ın kendilerini bu zulümden kurtarmak için gönderdiklerine inanmışlar ve onları kurtarıcı olarak görmüşlerdir3. Sonuç olarak, Selçuklu Türkleri Bizansın yok etmeye çalıştığı Ermeni Kilisesi’ni ve halkını korumuştur. Selçuklulardan sonra Anadolu tarihine damgasını vuran Osmanoğulları’nın kurduğu devletin büyümesi, gelişmesi ve İstanbul’u fethetmesi ile Bizans İmparatorluğu yıkıldı. Böylece yüzyıllardır dinsel, siyasal, toplumsal ve kültürel baskı altında yaşayan Ermeniler bu zulümden kurtuldu. Osmanlı Devlet anlayışı ve İslâm felsefesinin temellerinden biri olan hoşgörü çerçevesinde, Ermeni toplumunun hak ve hukuku güvence altına alındı4. Ermenilerin, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde, Anadolu’da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin verildi ve Kütahya’da ilk Ermeni merkezi kuruldu5. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması ile birlikte Bursa’da bulunan Ermeni Patriği Hovakim İstanbul’a çağrıldı ve 1461 yılında bir ferman ile Ermeni Patrikhanesi kurularak Ermeni milleti tanındı6. Ermeni Patriği, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenilerin hem ruhanî hem de cismanî lideri olarak yerini aldı. Ermenilerin kendi dinî, malî, eğitim, kültür işlerini yürütmeleri amacı ile vakıf kurmalarına da izin verildi. Hatta ekonomik sıkıntı içinde bulunduklarında yardım da edildi. Bütün yapılanlar Ermeni toplumunun ve kilisesinin yaşamasını ve gelişmesini sağladı7. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan en zengin gayrimüslim topluluklarından biri haline geldi. Sarraflık, kuyumculuk yaptılar ve dış ticareti ellerinde tuttular. Ermenilerin Türk kültürünü benimsemiş olmaları, Türkçe konuşmaları ve devlete olan bağlılıkları devletin 2 3 4 5 6 7 12 Ali Sevim, Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı II (MartNisan 2001), Ankara 2001, s.594-596. Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, İstanbul 2000, s.160-165. Ercan, a.g.e., s224. Kı Young Lee, Ermeni Sorununun Doğuşu, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1998, s.1-4; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s.149; Hazma Bektaş, Ermeni İsyanları, Göç Ettirilme Nedenleri ve Uygulamada Devletin Rolü, Trabzon Belediyesi Yayını, Trabzon 1998, s.10-14. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Yayını, İstanbul 1996, s.34-35. Yuluğ Tekin Kurat, “Çok Milletli Bir Ulus Olarak Osmanlı İmparatorluğu”, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayını, Ankara 2001, s.356-358; Bozkurt, a.g.e., s. 9-11. Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN her kademesinde görev almalarını sağladı8. İstanbul büyükelçisi Layard’ın Londra’ya gönderdiği raporda da Osmanlı Ermenileri bütün öteki Osmanlı Hıristiyanları’ndan daha fazla Türklere yakındı. Türklerle ısınmışlar ve onlarla kaynaşmışlardı. Türkçe konuşuyorlardı diye belirtilmekteydi. 3 Kasım 1839 tarihinde ilân edilen Tanzimat Fermanı ile Hıristiyan tebaanın Osmanlı idaresi altından ayrılmak istemesinin engellenmesi ve yeni birleşmiş bir Osmanlı ulusu oluşturulması amaçlanmıştı9. Bu Ferman ile oluşturulmak istenilen Osmanlı vatandaşı olma fikri, gayrimüslimlerin yararlandıkları imtiyazların aynen korunması, yabancı devletlerin müdahalelerinin devam etmesi nedeni ile başarıya ulaşamamıştır10. Sonuçta, Tanzimat’ın gerçekleştirmeye çalıştığı Hıristiyan Müslüman birlikteliğinin yerine, farklı Müslüman etnik grupların birlikteliği ön plana çıktı. Böylece, Tanzimat ile birlikte bir arada yaşam şekli yeni bir anlayış olarak politik arena kullanılmaya başlandı11. Tanzimat Fermanı ile başlayan Batılılaşma sürecinin önemli bir adımını da 18 Şubat 1856’da ilân edilen Islahat Fermanı oluşturmaktadır. Tanzimat Fermanı ile gayrimüslimlere verilen hakların yeterli görülmemesi, Batılı devletlerin Müslümanlarla gayrimüslimler arasında bazı siyasî ve hukukî farklılıkların bulunduğunu ileri sürerek Osmanlı Devleti’ne baskı yapmaları sonucu ilân edilen Islahat Fermanı ise ne gayrimüslim Osmanlı tebaasını ne de Batılı devletleri tatmin edebilmiştir12. Hâlbuki bu ferman ile gayrimüslimlere verilen imtiyazlar ve statüler düzenlenmiş, kültür ba8 Enver Ziya Karal, Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Dış Etkenler ve Kışkırtmalar, s.6-5. II. Mahmut döneminde devletin güvenilirliğini kazanan Ermenilere, güvenin bir işareti olarak kalpaklarına tuğra takmalarına izin verilmiş, Abdülmecid döneminde ise Hassa hazinesi nazırlığına kadar yükselmişlerdir. 9 Mehmet Emin Elmacı, İttihat-Terakki ve Kapitülasyonlar, Homer Kitapevi, İstanbul 2005, s.31. Ayrıca bkz. Recai Okandan, “Amme Hukukumuzda Tanzimat Devri”, Tanzimat I, MEB Yayını, Ankara 1999, s.129. 10 Önder Kaya, Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar,Yeditepe Yayını, İstanbul 2004, s.70-75. Ayrıca bkz. Bozkurt, Azınlık İmtiyazları, Kapitülasyonlardan Tek Hukuk Sistemine Geçiş, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998, s.122. 11 Hans Lukas Kieser, Iskalanmış Barış, Doğu Vilâyetlerinde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, İletişim Yayını, İstanbul 2005, s.165, 171-172. Ayrıca bkz. Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, TTK Yayını, Ankara 1991. 12 Eryılmaz, a.g.e., s.111-112. Osmanlı Devleti’nden istenenler arasında, valilerin denetiminde olan vilâyet meclislerinin yeniden düzenlenmesi, devlet kademelerinde görev alacak memurları yetiştirmek amacı ile okullar açılması, gayrimüslimlere memur olma hakkının tanınması vardı. Bu konuda ayrıca bkz. Edouardt Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, Çeviren Ali Reşat, İstanbul 1902. 13 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ğımsızlığı, Türk okullarına girme ve okul açma hakkı tanınmıştır. Her ne kadar vatandaşlık duygularından yoksun olan gayrimüslimlerde bu duygunun oluşması amacı ile askere gitmeleri konusunda ilk adım atılsa da, bu durum onlar arasında en fazla hoşnutsuzluk yaratan konu olarak gündeme gelmiştir13. 1856 Islahat Fermanı’nın ilân edilmesi sonrası Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan gayrimüslimlerden olan Ermeniler, bürokraside, hükümetin her kademesinde özellikle fermanın ilân edilmesi sonrasında alçılan ilk Osmanlı Mebusan Meclisi’nde yer aldılar. Osmanlı bürokrasisi içinde 29 Ermeni paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos ve konsolos, 11 üniversite öğretim görevlisi ve 41 yüksek rütbeli memurun görev aldığı görülmektedir14. II. Abdülhamit döneminde merkezden taşraya atanan gayrimüslim hâkim, zabıt, mahkemelerde görev yapacak olan memur, sayısında önemli miktarlarda artış vardır15. Ermenilere karşı oluşan güven duygusu sadece sarayda ve bürokrasi alanında gösterilmiş değildi. Türk halkı da Ermenilere güvenirdi16. Örneğin, Kayseri ve yöresinde mal alımı ve satımı sırasında Türkler ile Ermeniler arasında senet alınıp verilmezdi. Birlikte yaşamak hayatın her alanında kendini gösterirdi. Türkler, Ermenilerin Paskalyalarını kutladıkları gibi Ermeniler de Türklerin Kurban bayramlarında birlikte olurlardı. Bu yörede düğün sırasında yapılan gelin hamamı, traş ve kahve töreni her iki toplumda yaşanan gelenekler arasındaydı17. Birinci Dünya Savaşı sonrası Doğu Anadolu’da incelemeler yapan General Harbord Amerikan Senatosu’na sunduğu raporunda da Türklerle Ermenilerin yüzyıllarca birlikte yan yana ve dost olarak yaşadıklarını bildirmiş, hatta Erzurum’da Hacca giden Müslüman ailelerin ailelerinin geçimlerini ve işlerinin yürütülmesini 13 Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar, MEB Yayını, İstanbul 1997. Ayrıca bkz. Halit Ertuğrul, Kültürümüzü Etkileyen Okullar, Nesil Yayını, İstanbul 2003; Mehmet Doğan, Batılılaşma İhaneti, Beyan Yayını, İstanbul 1986; Bayram Komadan, Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, Ötüken Yayını, İstanbul 1980. 14 İlber Ortaylı, “II. Abdülhamit Devrinde Taşra Bürokrasisinde Gayrimüslimler”, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadî ve Sosyal Değişim, Makaleler I, Turan Kitabevi Yayını, Ankara 2004, s.194-196. 15 Kaya, a.g.e., s.94-95. 16 Karal, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni Meselesi, Sayı 15, Dışişleri Akademesi Yayını, Ankara 1971, s.6-10. 17 Selma Yel, Orhan Gazi Demirtaş, “Geçmişten Günümüze Ermeniler ve Türkler Arasında Sosyal ve Kültürel Etkileşimler”, Erciyes Üniversitesi Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşam Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği (20-22 Nisan 2006), Basılmamış Bildiri. 14 Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN Ermeni komşularına bıraktığını eklemişti18. Sonuç olarak Türklerin hakimiyeti altında yaşayan Ermenilerin yüzyıllarca zulüm gördüğü, dinî ibadetlerini yerine getiremediği ve sürekli olarak baskı altında tutulduklarına dair iddialar öne sürmek doğru değildir. O halde, XIX. yüzyılda başlayan ve günümüze kadar devam eden Ermeni sorununun nedeni ya da nedenleri nelerdir? 1820 yılında başlayan Yunan ayaklanmasından itibaren Batılı devletler Osmanlı İmparatorluğu karşısında açık bir şekilde Haçlı zihniyeti ile hareket etmektedir. Hâlbuki Yunan isyanı, imparatorluğun bir iç meselesidir. Fakat imparatorluk içinde yaşayan gayrimüslim azınlık dinî korumacılık adı altında emperyalist amaçlarla kullanılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu XIX. yüzyılda bariz bir şekilde emperyalist ve Hıristiyanlık gibi ortak özellikler taşıyan devletlerin kuşatması altındadır. İngiltere emperyalist ve Protestan, Fransa emperyalist ve Katolik, Rusya emperyalist ve Ortodoks’tur19. Bu açıdan değerlendirildiğinde, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı her iki toplum arasında gerçekleşen ilişkiler açısından dönüm noktası olmuştur. 1878 yılında Rusya’ya karşı alınan yenilgi her iki toplum arasında bir arada yaşama anlayışına karşı büyük bir güvensizlik yarattı. Kürtler ve Ermeniler arasında kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi anlayışı daha da belirginleşti20. 13 Nisan 1878 tarihinde Patrik Nerses, Lord Salisbury’e; Ermeniler ile Müslümanların bir arada yaşamaları imkânsızdır. Doğu Sorunu Müslümanlarla, Hıristiyanların bir arda yaşamaları ile daha da güçleşen Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması sorunudur. Eşitliği ancak Hıristiyan yönetim uygulayabilir. Adaleti ancak Hıristiyan yönetim sağlayabilir. Şu halde Hıristiyanların yaşadığı her yerde Müslüman yönetimin yerini Hıristiyan yönetim almalıdır. diyordu21. Bu savaş sonrası 31 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması ile Ermeniler siyasî açıdan büyük yararlıklar elde ettiler ve antlaşmanın 61. maddesi ile Ermeni Meselesi uluslararası siyasetin gündemine girdi22. 61. madde uyarınca Osmanlı hükümeti Ermenilerin oturdukları Doğu vilâyetlerinde bölgesel ihtiyaçlara cevap verecek gerekli reformları yapmayı, Ermenilerin güvenliğini Çerkezler ve Kürtlere karşı sağlayacak tedbirler almayı kabul etti. Fakat Osmanlı hükümetinin reformların gerçekleştirilmesi 18 Karal, a.g.e., s.6-5. 19 Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Akara 1995, s.13-22. 20 Kieser, a.g.e., s.170-171. 21 Uras, a.g.e., S.200-205. 22 Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu, İstanbul 2006, s.95-100. 15 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER konusunda yavaş davrandığı iddiaları vardı. İdarî alanda yapılacak olan değişikliklerin imparatorluğun parçalanmasını hızlandıracağı düşüncesi hükümetin yavaş hareket etmesinin nedenleri arasındaydı23. Reformların gerçekleşmesini bekleyen gayrimüslim temsilciler zaman zaman vilâyet reform meclisinin çalışmalarına katılmayarak durumu protesto ettiler. Bekleyişin uzun sürmesi sözde Ermenileri haklarını arama ve alma yolunda hareket etmelerini gerekli kılar düşüncesini hâkim kıldı. Bu durum da Ermenilerin şiddet kullanmalarına ve yetkilileri yanlış bilgilendirmelerine neden oldu. Yanlış bilgilendirme özellikle Doğu vilâyetlerinde yaşayan demografik konular ile ilgiliydi24. Sorunun ortaya çıkışında sadece emperyalist devletler değil, bu devletlerin desteklediği Ermeniler tarafından kurulan ihtilâl komitelerinin faaliyetleri, Fransız İhtilâli ile birlikte ortaya çıkan millî devlet fikri, Amerika’dan Osmanlı topraklarına gelen Ermenilerin faaliyetleri, Ermeni Kiliseleri ve Patrikhanesi’nin çalışmaları, gayrimüslim okullar, hayır cemiyetleri ve misyonerler de etkili oldu25. Ermeni isyanlarının çıkışında etkili olan ve görünmeyen tehlike olarak karşımıza çıkan misyoner faaliyetler Osmanlı topraklarında XIX. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı. İmparatorlukta XIV. yüzyıldan itibaren Fransa’nın himayesinde Katolik misyonerlerin faaliyet gösterdikleri, onları Ortodoks ve Protestan misyonerlerin izledikleri bilinmektedir26. Misyonerler aracılığı ile emperyalist amaçlarını gerçekleştirmek isteyen bu devletler arasına katılan en son ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. Her ne kadar Amerika 1823 yılında dış politika ilkesi olarak benimsediği Monroe Doktrini’ne bağlı kalmaya çalışsa da Osmanlı İmparatorluğu’nun kaynaklarının cazibesine kapılmaktan kendini alamadı. Amerika benimsemiş olduğu ilkeleri hem çiğnemeden hem de ülkesini yeni gelir kaynaklarından 23 Karal, a.g.e., s.9. 24 Kieser, a.g.e., s.172-173. Yazarın iddiasına göre, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi ABCFM’nin temsilcilerinden olan ve o dönemde Berlin’de bulunan Amerikalı Dr. Joseph P. Thomson aracılığı ile kabul edilmişti. Thomson, Bismarck’ı bizzat tanımakta ve kendisinden Osmanlı İmparatorluğu’nda din özgürlüğünün korunması ve insan haklarının garanti altına alınmasını istemektedir. Osmanlı topraklarının Protestanlaştırılması için gerekli olan din özgürlüğü mutlaka bu antlaşma ile devletler hukuku açısından ele alınmalı ve misyonerlere bu topraklarda rahat hareket edebilmeleri için yanlarında taşıyacakları izin belgesini vermelidir. Kieser, a.g.e., s.166. Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu’nda din özgürlüğünün var olmadığını savunmak vicdana sığabilen bir gerçek midir? 25 Bilal Şimşir, Ermeni Meselesi, Bilgi Yayını, İstanbul 2005, s.24. 26 Dündar Aydın, “Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Fransa’nın Rolü”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984), Ankara 1985, s.285-287. Ayrıca bkz. Şenol Kantarcı, “Katolik Ermenilerin Anadolu’daki Faaliyetleri”, Ermeni Sorunu: Pencereden Bakmak Yada Manzaranın Bütününü Görmek, Isparta 2005. 16 Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN yoksun bırakmadan misyonerleri ve tüccarları ile Osmanlı topraklarını fethetmeye karar verdi. Devlet misyonerlerini, misyonerler de imparatorluk içinde yaşayan gayrimüslimleri hedefe ulaşma amacı ile kullandı27. Osmanlı topraklarında gezen Protestan inancı yaymak gibi sözde masumane bir amaç taşıyan din görevlileri olan misyonerler, imparatorluğu parçalamak ve emperyalizm kıskacına alarak daha da çabuk ortadan kaldırılmasını sağlayacak faaliyetlerine hiç zaman kaybetmeden başladı. Amerikalı misyonerlerin hedeflerine ulaşmak için çalışmalarına Doğu Anadolu’da yaşayan Ermeniler arasında başladılar. Neden Ermeniler ve Doğu Anadolu bölgesi misyonerler tarafından seçildi? Doğu Anadolu’nun zengin maden rezervlerine sahip olması ve genel olarak da Ermenilerin sosyo-ekonomik, sınıfsal sorunlar yaşaması nedenler arasındaydı 1886 yılında Sivas Amerikan Konsolosu Jewett’in gönderdiği raporda; Anadolu’nun maden kaynakları çok zengin ama pek az gelişmiştir. Bir başka hükümetin elinde olsaydı. Bu maden kaynakları yüzyılın en büyük verimini ve servetini sağlardı. Ama bugünkü koşullarda bunlar hiçbir değer taşımamaktadır demekteydi. Misyonerler Anadolu’nun sadece yer altı zenginliklerine değil havasına toprağına da hayranlık duyuyorlardı. Misyoner Greene, Anadolu’yu; dörtgen biçimde altmış bin mil karelik bir yayla, yaklaşık Lowa eyaleti kadar iklimi yumuşak havası parlak ve cana can katıyor, kuru ağaçsız bir bölge, ama sulanınca verimli oluyor. Madeni ve kömürü bol. Tarım metotlarının ilkelliği yüzünden şimdilik toprağın ancak bir parçasında tarım yapılıyor. Maden kaynaklarına hiç el sürülmemiş. Türkte para ve kafa yok ki diyordu28. Anadolu’da Amerikalı Misyonerler ve Amerikan Misyonları Amerikalı misyonerlerin Osmanlı topraklarındaki macerası 1819 yılında yapılan ABCFM’nin yıllık toplantısında Filistin, Suriye ve İzmir’de yeni misyonlar açmaya karar vermesi ile başladı. 14 Ocak 1820’de iki Amerikalı misyoner Levi Parsons ve Pliny Fisk İzmir’e geldi. ABCFM’nin 10. yıllık toplantısında alınan karar uyarınca iki misyoner İzmir’e gidecekler, orada izleyecekleri yol haritası hakkında gerekli bilgileri toplayacak ve 27 Çağrı Erhan, Türk -Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Yayını, Ankara 2001, s.80-83. 28 Şimşir,”Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile Olan İlişkileri, (8-12 Ekim 1984 Erzurum), Atatürk Üniversitesi Yayını, Erzurum, s.96- 111. 17 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yapacakları çalışmalar için yeni diller öğreneceklerdi29. 1820 yılının Ekim ve Kasım aylarında Bergama, Alaşehir, Kırkağaç, Soma, Turgutlu, Manisa ve Avyalık’ta inceleme gezisinde bulundular. Fisk, İzmir’de kalırken, Parson daha fazla bilgi toplamak amacı ile bölgede bulunan hacı ve tüccarlarla birlikte Küdüs’e geçti. 1821 yılında sağlık problemleri nedeni ile tekrar İzmir’e döndü. Bu süre zarfında İzmir’de bulunan Fisk, Buca’da ikâmet eden Van Lennep’lerin evinde kaldı. Her iki misyoner 1821 yılının son aylarında Mısır’a gittiler. Parsons’ın hastalığı iyice arttı ve burada öldü. Parsons’un ölümü ile Fisk’e Jonas King eşlik etti. Fisk ve King; Suriye, Filistin ve Mısır topraklarında misyonlar kurmak ve halkı tanımak adına gerekli çalışmaları yaptılar30. İzmir’de yaklaşık bir yıl kalan iki misyoner Tanrının yardımı ile bu kudretli günah imparatorluğunu tamamen yıkacak bir sistem kurmaya ant içtiklerini söylediler31. Osmanlı topraklarında Amerikalı misyonerlerin çalışmaları Protestan inancına sahip olanların millet olarak kabul edilmelerinden sonra daha da hızlandı. 1860 yılında Harput’ta yapılan yıllık toplantıda alınan kararla Anadolu’daki faaliyetler üç misyon çevresinde yürütüldü. Bu misyonlar: Sivas’ın güneyinden Mersin’e oradan Halep’e kadar uzanan Batı Türkiye Misyonu; Maraş, Antep, Halep, Antakya, Adana istasyonlarını içine alan ve merkezi Antep olan Merkezî Türkiye Misyonu ve Urfa’nın doğusundan, Musul’un kuzeybatısına doğru uzanan bölgeyi içine alan, istasyonları arasında Van, Harput, Mardin, Erzurum, Bitlis ve Diyarbakır’ın bulunduğu Doğu Türkiye Misyonu idi. 1870 yılına gelindiğinde ise Anadolu’da 17 istasyon ve buna bağlı 180 uç istasyon mevcuttu. İstanbul merkez olarak kabul edilmişti32. Amerikalı misyonerler yılda yaklaşık 285 000 dolar harcamaktaydırlar. Amerikalıların yaptıkları toplam harcama 10 milyon doları aşmıştı. Harcanan miktarın yaklaşık 6 milyon doları Amerikan vatandaşların29 Esra Danacıoğlu, “Amerikan Board Okulları ve Ermeniler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C. III, Sayı 9-10, İzmir 2000, s.134-140. Ayrıca bkz. Missionary Register, 1820. 30 Frank Andrew Stone, Academies For Anatolia, University Press of America, Boston 1984, s.27-30. 31 Joseph L. Grabill, Protestant Diplomacy and Near East, Missionary Influence on American Policy 1810-1927, University Minneapolis Pres, Minneapolis 1971, s.6. 32 George White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, Çeviren Cem Tarık Yüksel, İstanbul 1995, s.44. Ayrıca bkz. Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba yayınları, İstanbul 1989. 18 Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN dan toplanmıştı. Yapılan harcamaların hepsi Ermeniler içindi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altında yaşayan hangi topluluk Ermeniler kadar şanslıydı? Amerikalılar hangi topluluğa Ermeniler kadar para harcamışlardı? Anadolu’da yaşayan Ermenilere harcanan Amerikan dolarları Amerikan Devleti’nin hazinesinden çıkmıyordu. Bu para halktan toplanıyordu. Amerikan Protestan Kilisesi ve diğer Amerikan kiliseleri ülkeyi baştanbaşa dolaşıp halktan para istiyorlardı. Bu paranın toplanabilmesi için barbar Türk, mazlum Ermeni tablosu çizilerek halka benimsetiliyordu. Bu tabloyu benimseyenler her geçen gün arttıkça, toplanan para da artıyor ve Amerikan Protestan Kilisesi de her geçen gün zenginleşiyordu33. Doğu Türkiye Misyonu-Van İstasyonu Doğu Türkiye Misyonu’nun en önemli istasyonlarından olan Van Amerikan İstasyonu, 1872 yılında Henry J. Barnum ve George C. Reynolds tarafından kuruldu34. Van’da, Annie E. Scott (1872-1881), Joseph E. Scott (1872-1881), Bayan H.S. Barnum (1869-1915), Lauraette Johnson (1882- 1896), Grace N. Kimball (1882-1896), Ellen R. Ladd (1889-1893), Frederick D. Grene (1890-1894), Bayan Sarah A. Grene (1890-1895), Henry S. Barnum (1867-1915), Herbert M. Allen (1893-1898), Bayan Ellen R. Allen (1893-1898), Elizabeth B. Huntington (1894- 1899), Elizabeth F. Ussher (1899-1915), Clarence D. Usseher (1898-1935), Susan R. Norton (1903-1908 ), Bayan Irma W. White (1917-1920), Ernest A. Yarrow (19041921), Martha J. Yarrow (1904-1921), Henry H. White (1917-1920) adlı Amerikalı misyonerler hizmet verdiler35. Van, Amerikalı misyonerlerin Doğu Anadolu’daki çalışma alanları içinde önemli bir yere sahipti. Ermeni kadınlar arasında misyonerlik faaliyetlerini sürdüren Bayan Bush: Van’da çalışmak Harput’ta çalışmaktan daha zor. Fakat Van dünyanın çok önemli bir bölgesi... demekteydi36. 33 Şimşir, a.e.g., s.100-117. Konsolosların bölgelerinde karşılaştıkları en büyük sorunlardan biri Amerika’da Ermeniler için toplanan yardım paralarının dağıtılması işi idi. Aralık1895Kasım 1896 arasında Erzurum konsolosluğunun idaresi altında bulunan bölgelerde 45 191 dolar yardım dağıtılmıştı. 66 100 Ermeniye yardım dağıtılmıştı. 34 White, a.g.e., s.44. 35 Van’da bulunan Amerikalı misyonerlerin listesi, Doğu Türkiye Misyonu’ndan gönderilen mektuplar incelenerek tespit edilmiştir. 36 ABCFM Arşivi, Seri: ABC, Reel: 639. Ekim 1891 Judson Smith’e Bayan Bush’dan yazılan bir mektup. 19 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1890 yılında misyoner Herbert Allen ise Van için: … şehrin ve civar bölgenin çoğunluğunu Hıristiyanlar oluşturuyor. Manastır ve kiliselerin sayısı şaşılacak kadar çok. Bir çoğunun okulları var. Ayrıca çok sayıda rahip ve papaz bulunuyor. Burada millî duyguların yoğunlaşması ile büyük bir desteği arkasına alan kilise tarihinin köklü geleneklerine karşıt görünen her unsur nerdeyse fanatik bir direniş sergiliyor. Söylemeye gerek yok Protestan kelimesi bir hakaret sözü haline gelmiş, sapkın bir mezhebe yönelerek milletini ve kilisesini terk edenler için kullanılıyor diyordu. 1888’de Van’da yedi haftalık ziyarette bulunan Katolik Bilgin Paul Müler Simonis, Van Amerikan Misyonu hakkındaki düşüncelerini; Amerikalı misyonerler Van’da gayet güzel düzenlenmiş bir misyona sahipler. Fakat son zamanlarda büyük zorluklarla başa çıkmak zorunda oldukları için önemsiz boyutta faaliyetlerine devam ettiler. Okulları tehdit altındaydı ve din değiştirenlerin sayısı gün geçtikce azalıyordu diyor ve Amerikalı misyoner George Reynolds’u şu şekilde tanımlıyordu; Bu misyonun şefi örnek bir Amerikalı, mükemmel bir insan, soğukkanlı, Şarkta geçirdiği uzun yıllara rağmen Türkçe telaffuzunun her kelimesi içindeki İngilizi ortaya çıkarıyor. Mükemmel bir hekim bu sayede pek çok hayır işliyor… Birçok Amerikalı gibi Dr. Reynolds da çay içmeyi seviyor ve bu nedenle sofrasında asla şarap bulundurmuyor37. Van’ı anlatanlardan biri de Van misyonunda çalışan misyoner Allen’dır. Allen’ın ABCFM genel Sekreteri Judson Smith’e 20 Ekim 1890 tarihinde yazdığı raporda; eğer siz buraya özel bir ilgi göstermemiş olsaydınız bizler buranın güzelliğini ve önemini anlayamazdık. Bu kasaba duvarlarla çevrili, ünlü Van Kalesi’nin altında uzanıyor. Duvarların hemen bitişiğinden başlayan kasaba doğuya doğru üç mil kadar genişliyor. Ermenilerin yaşadığı en büyük kısım Bahçeler mevkii (Gardens). Burada çok güzel oturma alanları var. Geniş caddelerin kenarlarında kavak ağaçları uzanıyor. Ana caddeye dar caddelerden geçilerek varılıyor. Ağaçları sulamak ve oturanların ihtiyaçlarını karşılamak için su yolları yapılmış. Ben Türkiye’de Van gibi güzel bir şehir görmedim. Van bir başka açıdan da çok güzel. Oturanların çoğu Ermeni. Bu doğal olarak onlara önem kazandırıyor ve etkili olmalarını sağlıyor. Ermeni Kiliseleri şehrin en etkili kurumu. Şehirde toplam 12 Ermeni Kilisesi mevcut. Misyon binası, kız ve erkek okulu Bahçeler mevkiinin doğusunda ...38 diyerek devam ediyordu. 37 Kieser, a.e.g., s.301-304. 38 ABCFM Arşivi, Seri. ABC, Reel: 639. Allen’ın, ABCFM genel sekreteri Judson Smith’e 20 Ekim 1890 tarihinde gönderdiği mektup. 20 Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN Bütün bunların yanında Van’da evlerin çoğunda cam vardı. Standart Oil Company tarafından Van’da dikiş makinelerinin satıldığı, İngiltere, Rus, Fransız, İran ve İtalyan konsolosluklarının bulunduğu bilinmekteydi39. Van’da 1876 yılında lise seviyesinde bir okulun açılması ile istasyonun faaliyetlerinde bir canlanma görüldü. Fakat kuruluşundan 1882’ye kadar misyonun faaliyetlerinin düzenli olduğunu söylemek mümkün olmadı. Okul, 1882’de 60 öğrenciye sahipti. Aynı okul, 1905 yılında kolej statüsüne kavuştu40. 1890’larda Van’da tıbbî misyon kuruldu. Tıbbî misyonda 1893 yılında Dr. Reynolds’un yanında Grace Kimball ve L.R. Smith çalıştı. Clarence Ussher 1898 yılında tıbbî misyona katıldı ve 1903’te ise misyon kliniğine sahip olan misyonerler 1905 ve 1906 yıllarında Van’da kolera ve tifo ile uğraşmak zorunda kaldı41. Van misyonunda etkili olan misyonerlerden biri de Dr Kimball’dı. Kimball, Van’ı ahlâksız fakat önemli bir şehir olarak tanımlamaktaydı42. Ona göre Van önemliydi fakat misyonerler burada birçok zorluklar ile karşı karşıya kalmaktaydı. Amerikalı misyonerler sürekli olarak Osmanlı hükümet yetkililerinin kendilerini Ermenilere yardım etmelerinden dolayı baskı altında tuttuklarını, Kürt ve eşkıyalara karşı korumadıklarını iddia ediyorlardı. Misyoner Reynolds 13 Haziran 1896 tarihinde Boston merkeze yolladığı raporunda; zavallı Ermenileri zorda bırakan belalar Türklerden geldiği sürece insanların mazlumlara yardım edesi ve her türlü bireysel riske rağmen kendini bütünüyle yardıma adayası geliyor diyor ve Türkleri zalim olarak görüyordu43. Misyoner Allen ise 14 Kasım 1895 tarihinde yazdığı mektubunda; Ermeniler Türk yöneticilere güvendiler, onlara itaat ettiler, fakat Türkler ve Kürtler planlı bir şekilde köyleri yağmalamaktan vazgeçmediler44 diyordu. Hâlbuki Van misyonerlerinden olan C. C. Reynolds Ermeni ihtilâlcilere yardım eden Amerikalı misyonerlerin başında gelmekteydi. Onların gizli yazışmalarına kendi mühürünü bastıktan sonra istenilen yere ulaşmasını sağlıyor, en önemlisi de bu yaptığını çok çabuk unutabiliyor (!) ve Osmanlı yetkililerini kendilerini Ermenilere yardım ettiklerinden dolayı suçladıklarını söylüyordu45. 39 40 41 42 43 44 45 Kieser, a.g.e., s.304. Henry Tozer, Turkish Armenia and Eastern Asia Minor, London 1881, s.335-339. Kieser, a.g.e., s.305. Grace Kimball, Van Industrial Bureau, Lend a Hand (May/16), 1896, s.364-365. ABCFM Arşivi, Seri: ABC, Reel: 695, No: 232, 13 Haziran 1896. ABCFM Arşivi, Seri: ABC, Reel: 695, No: 253, 14 Kasım 1895. Şimşir, a.g.m., s.117. 21 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Misyonerler Van’da yaptıkları faaliyetlerden dolayı bazen Osmanlı makamlarınca çağrılır ve yapılan işler hakkında bilgi isterlerdi. Bir gün Reynolds, Osmanlı makamlarınca çağrıldı, bunun nedeni ise Reynold’ın Van’ın haritasını Amerika’da bulunan bir arkadaşına göndermesiydi. Hâlbuki Reynolds Van haritasını eşine gönderdiğini ve bu olayın beş sene evvel olduğunu iddia etti. Bu harita Reynolds’un mühendis bir arkadaşı tarafından çizilmişti. Burada sorulması gereken soru Amerikalı misyonerlerin Anadolu’nun her karışının haritalarını niye çıkardıklarıdır46. Van Yetimhanesi ve Faaliyetleri Amerikalı misyonerler Van’da sadece okul ve hastane kurmakla kalmadılar. Mazlum Ermenilere yardım etmek amacı ile Amerikalı hayırseverlerden topladıkları paralarla onları giydirecek, doyuracak kısacası hayatlarını devam etmelerini sağlayacak yardım büroları açtılar. Bu bürolarda Amerikalı misyonerler Ermenilere ilk olarak geçimlerini sağlayacak olan basit işler yapmayı öğrettiler. Üretilen mallar İran ve civar bölgelere satılıyor, kazanılan para ile gerekli olan hammadeler alınıp işçilerin maaşları ödeniyordu47. Doğu vilâyetlerinin sürekli olarak savaş alanı olması, Ermeni çetelerinin bölgede çıkardıkları isyanlar sonucunda Türklerden ve Ermenilerden büyük kayıplar verilmesi, özellikle Van’da 1896 yılında çıkan isyan sonucunda48 ortada kalan yetim ve dulların korunması amacı ile Amerikalı misyonerler tarafından bir yetimhane açıldı. Van’da okul bünyesinde bulunan iki yetimhane mevcuttu. Bunlardan ilki Bağlar’da Ermeni mahallesinde, diğeri şehirdedir. Bu yetimhanelerde 160 kız, 200 erkek öğrenci barınmaktadır49. Bu yetimhanelerde kızlara dikiş dikmesi ve ev işleri, erkeklere de marangozluk, halıcılık, terzilik öğretilirdi. Bütün yetimhanelerde çocuklar 46 ABCFM Arşivi, T-568 Roll:1, No: 95, 15 Kasım 1897. Bengholz’dan W. R. Day’a yazılan mektup. 47 Re-Thinking Missions, Chairman William Earnest Hocking, Newyork and London 1932, s.320-329. 48 ABCFM Arşivi, T-568 Roll:1, No: 21, 18 Eylül 1896, Erzurum’dan Bergholz’un W. W. Rockhill’e bildirdiğine göre, Van’a Avrupalı güçlerin müdahale etmesi gerekliydi. Sadece Van’da 547 kişi öldürüldü. Bunların 519’u erkekti. Ancak 520 kişi kaçabildi. Bunlar da daha İran sınırına ulaşmadan öldürüldü. Van katliamında ölenlerin sayısı 1 215 kişidir. İddialara göre Ermeni nüfusunun % 60’ı hayatını kaybetmiştir. Van katliamı sırasında 354 ev yanmış ve 1 514 ev de yağmalanmıştı. Toplam kayıp 860 587 dolardı. 49 Şamil Mutlu, Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okullar, Gökkubbe Yayını, İstanbul 2005, s.294-297. 22 Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN çok iyi bir ilkokul eğitimi aldı. Onlar iyi bir Hıristiyan olmayı öğrendiler. Çünkü onlar Anadolu topraklarında Amerikan halkını temsil edeceklerdi50. Dikkat edilmesi gereken önemli nokta bu yetimhanelerin sadece Ermeni dul ve yetimlere hizmet vermesi idi. Osmanlı hükümeti de kuruluşundan itibaren dul, yetim ve öksüzleri ile özel olarak ilgilenmiş ihtiyaçlarının karşılanması amacı ile vakıflar ve yetimhaneler kurmuştur51. Fakat devlet sadece Müslüman ve Türk olanları değil Osmanlı topraklarında yaşayan bütün etnik unsurları kucaklamıştır. Fakat Osmanlı hükümet yetkililerinin yetim ve öksüzlerle, özellikle Doğu vilâyetlerinde, ilgilenmesinin nedeni nüfuzunu arttırma, sosyal ve eğitim alanında daha etkin olma isteği olarak gösterilmiştir. Bu ilgilenme hiçbir zaman Ermeni yetimleri zorla Müslümanlaştırma şeklinde asla olmamıştır. Bunun kanıtı da yetimhanelere Hıristiyan çocukların kabul edilmesi olarak gösterilebilir. Hâlbuki yabancı devletlerin Osmanlı topraklarında kurdukları yetimhanelerde Müslüman çocuklara rastlamak mümkün olmamıştır52. Osmanlı hükümeti, Amerikalı misyonerlerin Ermeniler arasında yaptıkları bölücü faaliyetleri bildiğinden Ermeni yetimleri kendi koruması altına alma yolunda çalışmalarda bulunmuştur. Siyasî ve ekonomik çöküş içinde olan devletin özellikle Doğu vilâyetlerinde güvenliği sağlayamaması, halkın ihtiyaçlarını karşılayamaması ile bu boşluğu misyonerler ve yabancı ülke konsoloslukları doldurdu. Bu durum devlete olan güveni sarstı. Bu güven duygusu ve otorite boşluğu misyonlar ve misyonerlerin yaptıkları çalışmalar ve açtıkları kurumlarla sağlandı. Fakat devletin merkeziyetçiliği de tehdit edildi. Sonuç olarak, bu durum bölgede misyonerlerin daha etkin hale gelmesine neden olmuştur53. Çocukların etki altına daha kolay alınmasını göz önünde tutan Osmanlı hükümet yetkilileri, misyonerler ile mücadeleye sürekli olarak devam etti. 1896’da 12 yaşın altında 50 000 Ermeni yetim olduğu tahmin edilmektedir. İngiliz hükümeti Ermenilerin dul ve çocuklarını Kıbrıs’a gön50 ABCFM Arşivi, T-568 Roll:1, No: 68, 28 Mayıs 1897, Bergholz. 51 Veli İnanç, “Osmanlı Devleti’nde Yetimlerinin Sosyal Haklarının Korunması”, Savaş Çocukları Öksüzler ve Yetimler, Editör Emine Gürsoy Naskali-Aylin Koç, İstanbul 2003, s.1922. Tanzimat’ın ilânı ile birlikte 1851’de Eytam Nazırlığı, 1868’de Müslüman ve Hıristiyan çocukların terbiyesi ve eğitimi amacı ile Mithat Paşa tarafından ıslahhaneler, 1872’de Darüşşafaka, 1903’te Dar’ül Hayr-ı Âli, 1917’de Himaye-i Etfal Cemiyeti kurulmuştur. 52 1896-1899 yılları arasında Van Amerikan Yetimhanesi’nin kayıtlarında yaptığımız incelemeler sonucunda elde edilen bilgidir. 53 Kieser, a.g.e., s.257-259. 23 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dermektedir. İngiliz ve özellikle Alman hükümetlerinin Osmanlı topraklarında bulunan Ermeni dul ve yetimlerle ilgili planı olduğunu fakat ne Amerikan hükümetinin ne de Amerikan Board’un Ermeni yetimler konusunda genel bir plan yapmadığını, bu nedenle de yetimler sorununun giderek büyüdüğünü Berghaolz belirtmektedir. Ayrıca, Amerikan Dışişleri Banklığı’na gönderdiği raporda Almanların ve Amerikalıların yetimhaneler üzerinde mücadelesinin söz konusu olduğunu ve Almanların yetimler için özel tedbirler alarak Doğu Anadolu’da bulunan yetimleri genellikle İzmir’e gönderdiğini de açıklamaktadır. Örneğin Erzurum’da 1896 yılında 180 dul ve 700 yetim, Erzincan’da 100 dul ve 450 yetim, Bayburt’ta 119 dul ve 500 yetim bulunmaktadır54. 1902 yılında Amerikan yetimhanelerinin 14’ün üzerinde olduğu belirtilmektedir. Yetimhanelerin çoğunda eğitim yapıldığı için okullar arasında gösterilmiştir. 25 Şubat 1903’te Amerikan Sefareti tarafından düzenlenen listede yer alan yetimhaneler ise; Beyrut, Miyevmiye, Hüdavendigâr, Van, Halep (Antep), Halep (Urfa) 2 adet, Halep (Maraş), Bitlis, İzmit Bahçecik, Harput, Sivas (Gürün), Sivas (Merzifon), Sivas, Hüdavendigâr (Bursa), Erzurum, Adana (Haçin)’dadır 55. Van Amerikan Yetimhanesi’nin 1896 Misyoner Raporlarına Göre Faaliyetleri Dr. Grace W. Kimball tarafından hazırlanan 1 Ocak-1 Mart 1896 tarihli raporda üzerinde en çok durulan konu köylülerin evlerine dönme meselesi idi. Köylüler Mart ayı başında evlerine dönme konusunda kararlı davranmaya başladı. Bu konuda İngiliz İkinci Konsolosu Binbaşı Williams ve Amerikalı misyonerler büyük çaba göstermişler ve halkın devlete olan güveninin tekrardan sağlanması konusunda çalışmalar yapmışlardır. Yapılan yoğun çalışmalara rağmen halkın tereddüt gösterdiği 1896 yılının Mart ayına kadar ancak 3 000 kişinin köylerine geri döndüğü kaydedilmektedir. Misyonerlerin en çok yakındığı konu Kürt çetelerinin özellikle Ermeni köylerine saldırmalarıdır. Van şehrinin 8 ile 10 mil kuzeydoğusunda bulunan köylerine dönmüş olan Ermenilere saldırılmış ve köyler yağmalanmıştır. Amerikalı misyonerler bu köylerin en güvenli olanlardan olmasına ve her zaman aldıkları yardımı geri ödemelerine karşın saldırıya ve yağmaya uğramalarına şaşırmışlardır. Misyonerler her ne kadar polis ve jandarma 54 ABCFM Arşivi, T-568 Roll:1 No:44, 21 Kasım 1896, Bergholz. 55 Mutlu, a.g.e., s.311. 24 Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN kuvvetlerinin yetkililer tarafından Kürt çeteleri üzerine gönderildiğini raporlarında belirtseler de başarılı operasyonlardan bahsetmezler. Hatta Türk askerlerini Kürt çetecilerle işbirliği yapmak ve onların yaptıklarına göz yummakla suçlarlar. Örneğin köylere saldırı ve yağmalama olaylarında jandarma ve polis kuvvetlerinin saldırganları bir koyun sürüsü yavaşlığı ile izlediklerini birkaç el ateş ederek yollarına devam ettiklerini yazdıkları raporlarda belirtmişlerdir. Polis ve jandarma daha sonra yağmalanan köylere dönmüş ve Kürtlerden kalanları da sözde onlar yağmalamışlardır56. Misyonerler tarafından Boston’a gönderilen raporlarda Türk askeri yağmacı olarak gösterilmekte haydutlarla aynı kategoriye konulmaktadır57. Yine aynı raporda güvensizlik ortamında Hıristiyanların köylerinde yaşamasının mümkün olmadığı, Ermenilerin ektikleri ürünün mahsulünü bile alamayacakları belirtilmektedir. Ayrıca köylerini boşaltan köylüler mahsul almadıkları gibi ekim de yapamadıklarından bir yıl sonra büyük bir kıtlık yaşayabileceklerdir. Kıtlık karşısında kalan köylüler göç etmek zorunda kalabilirlerdi. Hükümetin buna izin verip vermeyeceği de belli değildi. Amerikalı misyonerler, kıtlığın, köylere saldırmanın nedeni olabileceğini ve Hıristiyan köylülerin bu nedenle yeni bir katliamla karşılaşabileceğini söylüyorlardı. Kimball’ın Ocak-Mart raporunda köylülerin şehirden, katliam ve kıtlık korkusu nedeni ile evlerine dönmek istemedikleri belirtilmektedir. Van’da Amerikalı misyonerlerin karşılaştıkları en büyük sıkıntılardan diğeri de finansman kıtlığıdır. Amerika’daki hayırseverlerin yardım çalışmalarına ara vermesi ve beklenmedik bir şekilde köylerde yaşayanların şehir merkezine akın etmeleri misyonerlerin günde 1 382 kişi ile meşgul olmalarını gerektirmekte bu durum da onları ciddi malî sıkıntılara sokmaktadır. Hâlbuki onların bütün çabalarının nedeni uzak bölgelerde yaşayan kimsesiz ve açlara daha fazla yardım göndermekten başka bir şey değildir58. Misyonerler Van’da okul ve hastane yanında bölge halkına özellikle topraklarını ve hayvanlarını kaybedenlere iş imkânı sağlayacak bir endüstri bürosu (industrial bureau) da açmışlardı. Burada çalışanlar hem aldıkları maaşlar ile geçimlerini sağlıyorlar, hem ürettikleri malları satarak belli 56 ABCFM Arşivi, 16.9.7, Eastern Turkey Mission, 1817-1919, 4. Rapor, 1 Ocak-Mart 1896, s.4. 57 CD I, s. 229-230-231. 58 ABCFM Arşivi, 16.9.7, Eastern Turkey Mission, 1817-1919, 4. Rapor, 1 Ocak-Mart 1896, s.5-6 25 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER miktarda misyona gelir sağlıyorlar, hem de paylaşmayı, işbirliğini öğrenip yeni el becerileri kazanıyorlardı59. Kimball’ın Şubat ayı raporunda belirttiği üzere bu dönemde 1 900 kişi endüstri bürosuna bağlı olarak çalışırken misyonun nakit para bulma, buna bağlı olarak çalışanların ücretlerinin ödenmesi konusunda sıkıntılar yaşaması ve İran’a pamuklu taşıyan kervanların, yolların bozuk ve güvenli olmaması sebebiyle gidememesi, hammadde sıkıntısı çekilmesi, 722 kişinin işten çıkarılmasına neden oldu. Bu rakam yaklaşık 3 400 kişiyi sıkıntıya sokacaktı. Raporda endüstri bölümünde yaklaşık 1 000 dolar tutarında satılmak üzere bekleyen pamuklu dokumanın olduğu bildirilmişti. Bu dokumanın insanlara giyecek olarak dağıtılması mümkün olabilirdi. Çünkü insanların yiyeceğe olduğu kadar giyeceğe olan ihtiyaçları her geçen gün artmaktaydı, fakat giyeceğin dağıtılmasının büyük kalabalıkları misyona çekebileceği korkusu misyonerleri endişelendirdi. Havaların yavaş yavaş ısınması ile eski giyeceklerle idare edilmesi düşüncesi giyeceklerin dağıtılmamasına neden oldu. Maddî sıkıntılar yaşayan Van misyonu tahıl bulma güçlüğü de çekmekteydi. Bu durum fiyatların yaklaşık olarak % 20 artmasına neden oldu. Fırınlarda yapılan harcamalar azaltılmış ve şehirde bulunan 6 fırından 2’si kapatılmıştı. Tahıl bulma zorluğu Amerikalıları yoksullara ekmek sağlanmasında zor duruma sokunca yerel hükümetten yardım istediler. Fakat yolların bozukluğu, asayişin sağlanamaması ve korku, tahıl bulmayı -hükümet yardımı da olsa- zorlaştırdı. Buna rağmen günlük, şehirde yaşayan 5 220, köyde yaşayan 2 247 kişi olmak üzere toplam 7 467 kişiye ekmek sağlandığı bildirildi. Van Amerikan misyonunda bulunan diğer bir bölümde Karşılıksız Yardım Bölümü (Free Aid Society) idi. Köylülere ekmek parası kadar yardım edildi. Bu bölümden 7 045 kişi yardım aldı ve toplam 1 590 dolar harcandı. Bazı durumlarda şehir esnafına da para yardımı yaptıkları görüldü. Çünkü kumaş olmadığı için terziler yeni elbise dikemiyor, ayakkabıcılar para olmadığından ayakkabı yapamıyor, duvar ustaları ve marangozlar da para ve malzeme olmadığından işsiz . Misyonerlerin bölgede yaptıkları en önemli faaliyetlerin başında sözde yardım gezilerine çıkmak vardı. Şubat ve Mart aylarında Erçiş ve Boğazkesen’e yardım amacı ile misyonerler gönderildi. Erçiş’e ve 59 Re-Thinking Missions, s.121-122. 26 Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN Boğazkesen’e 300 dolar kadar yardım yapıldı. Dr. Kimball yardım paralarını, -Bernard Whiteman adına düzenlenen çekleri- Lend A Hand adlı yardım kurumundan aldığını belirtti60. Benzer yardım gezilerini Amerikan misyonlarının olduğu bütün bölgelerde görmek mümkündür. Özellikle misyon okullarında çalışan öğretmenler çevrede ticaret yapmak, insanları aydınlatarak doğru yolu göstermek ve manevî olgunluğa eriştirmek amacı ile geziler düzenlemektedir. Örneğin 1893 yıllında Merzifon ve çevresinde çıkan Ermeni ayaklanmalarında sözde yardım gezilerine çıktıklarını beyan eden Merzifon Anadolu Koleji öğretmenlerinin etkisi açıktır. Anadolu Koleji’nde çalışan Karabet Tomayan ve Ohannes Kayayan Kayseri, Merzifon ve çevresinde yaptıkları gezilerde Hınçak teşkilâtı ile hazırladıkları plan doğrultusunda halkı ayaklanmaya teşvik etmişlerdir61. Buna karşılık kolej öğretmenleri Osmanlı makamları tarafından yapılan bütün suçlamaları reddederek, kendilerinin halkın Gemerek ve Kayseri’de ele geçen mektuplarda kendi isimlerini kullanarak kendilerinin suçlandıklarını, bu gezilere sadece buğday ticareti yapmak sevgi, kardeşlik ve Hıristiyanlık konularında vaaz vermek olduğunu iddia etmişlerdir. Her iki öğretmen de en çok korktuğu doğrularının yanlış anlaşılmasıdır62. Acaba gerçekten Tomayan ve Kayayan’ın doğruları nedir63? Sadece Van misyonunda değil Anadolu’da kurulan bütün Amerikan misyonlarında bu tür faaliyetlere rastlamak mümkündür. İhtiyacı olanlara ki en fazla ihtiyacı olanlar Ermenilerdir, sürekli olarak yardım almışlardır. Yapılan yardımlar sözde ezilen mazlum Ermeni halkını yok olmaktan kurtarmak adınadır. Hâlbuki toplumun her kesiminin yardıma ihtiyacı vardı. Yaşanılan bölge savaş alanıdır, çetecilik almış başını gitmiştir. Kürt aşiretleri zaman zaman bölgede asayişi daha da bozacak faaliyetlerde bulunmaktadır. Hastalık, açlık ve asayişsizlik kol gezerken neden Amerikalı misyonerler sadece ve sadece Ermenilere yardım etmektedir? 60 ABCFM Arşivi, 16.9.7, Eastern Turkey Mission, 1817-1919, 4. Rapor, 1 Ocak-Mart 1896, s.3. 61 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, YPRK.HR., Belge No: 16/88, 4 Nisan 1310. 62 Despatches From US to the Secretary, Mic. 40, Roll: 65, Vol. 67, July 2, 30 September 1898, 1899. 63 Dilşen İnce Erdoğan, “Merzifon’da Amerikalı Misyonerler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt IV, Sayı 11, İzmir 2004-2005, s.32. 27 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi, YPRK.HR., Belge No: 16/88. ABCFM Arşivi, Seri: ABC, Reel: 639; Reel: 695, No: 232, 253 ABCFM Arşivi, 16.9.7, Eastern Turkey Mission, 1817-1919 ABCFM Arşivi, T 568 Roll:1, No: 21, 44, 68, 95. Despatches From US to the Secretary, Mic. 40, Roll: 65, Vol. 67 Tetkik Eserler Akyılmaz, Gül, “Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Hukukî Statüsü”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, Ankara 2003. Aybars, Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Akara 1995. Aydın, Dündar, “Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Fransa’nın Rolü”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984), Ankara 1985. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, YPRK.HR., Belge No: 16/88, 4 Nisan 1310. Bektaş, Hazma, Ermeni İsyanları, Göç Ettirilme Nedenleri ve Uygulamada Devletin Rolü, Trabzon Belediyesi Yayını, Trabzon 1998. Bozkurt, Gülnihal, Azınlık İmtiyazları, Kapitülasyonlardan Tek Hukuk Sistemine Geçiş, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998. Bozkurt, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, Ankara 1996. Cahen, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu, İstanbul 2000. Çadırcı, Musa, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, TTK Yayını, Ankara 1991. Danacıoğlu, Esra, “Amerikan Board Okulları ve Ermeniler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C. III, Sayı 9-10, İzmir 2000. Doğan, Mehmet, Batılılaşma İhaneti, Beyan Yayını, İstanbul 1986. Elmacı, Mehmet Emin, İttihat-Terakki ve Kapitülasyonlar, Homer Kitapevi, İstanbul 2005. Engelhardt, Edouardt, Türkiye ve Tanzimat, Çeviren Ali Reşat, İstanbul 1902. Enver Ziya Karal, Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Dış Etkenler ve Kışkırtmalar. Ercan, Yavuz, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Ankara 2001. Erdoğan, Dişlen İnce, “Merzifon’da Amerikalı Misyonerler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt IV, Sayı 11, İzmir 2004-2005. 28 Arş. Gör. Dilşen İnce ERDOĞAN Erhan, Çağrı, Türk -Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Yayını, Ankara 2001. Ertuğrul, Halit, Kültürümüzü Etkileyen Okullar, Nesil Yayını, İstanbul 2003. Eryılmaz, Bilal, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Yayını, İstanbul 1996. Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987. Grabill, Joseph L., Protestant Diplomacy and Near East, Missionary Influence on American Policy 1810-1927, University Minneapolis Pres, Minneapolis 1971. Güler, Ali, Türkiye’de Gayrimüslimler, Ankara 1996. İnanç, Veli, “Osmanlı Devleti’nde Yetimlerinin Sosyal Haklarının Korunması”, Savaş Çocukları Öksüzler ve Yetimler, Editör Emine Gürsoy Naskali-Aylin Koç, İstanbul 2003. Kantarcı, Şenol, “Katolik Ermenilerin Anadolu’daki Faaliyetleri”, Ermeni Sorunu: Pencereden Bakmak Yada Manzaranın Bütününü Görmek, Isparta 2005. Karal, Enver Ziya, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni Meselesi, Sayı 15, Dışişleri Akademesi Yayını, Ankara 1971. Kieser, Hans Lukas, Iskalanmış Barış, Doğu Vilâyetlerinde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, İletişim Yayını, İstanbul 2005. Kimball, Grace, Van Industrial Bureau, Lend a Hand (May/16), 1896. Kodaman, Bayram, Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, Ötüken Yayını, İstanbul 1980. Kurat, Yuluğ Tekin, “Çok Milletli Bir Ulus Olarak Osmanlı İmparatorluğu”, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayını, Ankara 2001. Kürkçüoğlu, Erol, “Tarihî Süreçte Selçuklu-Ermeni İlişkileri”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, Ankara 2003 Lee, Kı Young, Ermeni Sorununun Doğuşu, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1998. Missionary Register, 1820. Mutlu, Şamil, Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okullar, Gökkubbe Yayını, İstanbul 2005 Okandan, Recai, “Amme Hukukumuzda Tanzimat Devri”, Tanzimat I, MEB Yayını, Ankara 1999. Ortaylı, İlber, “II. Abdülhamit Devrinde Taşra Bürokrasisinde Gayrimüslimler”, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadî ve Sosyal Değişim, Makaleler I, Turan Kitabevi Yayını, Ankara 2004. Öke, Mim Kemal, Ermeni Sorunu, İstanbul 2006. Önder Kaya, Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar,Yeditepe Yayını, İstanbul 2004. Re-Thinking Missions, Chairman William Earnest Hocking, Newyork and London 1932. Sevim, Ali, Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı II (Mart-Nisan 2001), Ankara 2001. 29 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Stone, Frank Andrew, Academies For Anatolia, University Press of America, Boston 1984. Şimşir, Bilal, “Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile Olan İlişkileri, (8-12 Ekim 1984 Erzurum), Atatürk Üniversitesi Yayını, Erzurum. Şimşir, Bilal, Ermeni Meselesi, Bilgi Yayını, İstanbul 2005. Tozer, Henry, Turkish Armenia and Eastern Asia Minor, London 1881. Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba yayınları, İstanbul 1989. Vahapoğlu, Hidayet, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar, MEB Yayını, İstanbul 1997. White, George, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, Çeviren Cem Tarık Yüksel, İstanbul 1995. Yel, Selma, Orhan Gazi Demirtaş, “Geçmişten Günümüze Ermeniler ve Türkler Arasında Sosyal ve Kültürel Etkileşimler”, Erciyes Üniversitesi Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşam Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği (20-22 Nisan 2006), Basılmamış Bildiri. Yinanç, Refet, “Selçuklular ve Osmanlıların İlk Dönemlerinde Ermeniler”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, İzmir 1983. 30 OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNİN TÜRK-ERMENİ TOPLUMLARININ BİRLİKTE YAŞAMALARINA KATKISI Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: eacikses@firat.edu.tr; Tel: 0 424 237 00 00-3628 Özet Millet Sistemi içerisinde azınlık cemaatlerin kendi iç dinamiklerini ayarlaması hususunda göze batan en önemli konu şüphesiz din ve eğitim sisteminin çözülmesidir. Osmanlı Devleti’nde her cemaat kendi din ve eğitim müesseselerini kendi imkânlarıyla ve değerleriyle düzenliyordu. Bu alanlarda hiçbir ayırım söz konusu değildi. Maarif Vekâleti kurulunca yönetmelikler de ona göre düzenlenmiş ve gayrimüslim okullar için ayrı müfettişlikler kurulmuştur. Bu uygulama bir ayırımcılık değil, sistemin bir gereği olduğu içindir. Devletin açtığı okullarda cemaatler için de kontenjanlar ayrılmıştır. Açılan askerî okullarda birlikte eğitim verilmiştir. Cemaatler özellikle misyoner okullarının zararlarından kendi öğrencilerinin etkilenmemesi ve yabancı (ecnebi) okulların tercih edilmemesi için Osmanlı merkezî hükümetine işbirliği teklifleri yapmış ve bu anlamda bir tedbir olarak eğitimin geliştirilmesi düşünülmüştür. Eğitim alanında uygulamaya konulan bütün tedbirler, Türk ve Ermenilerin birlikte ve huzur içerisinde Osmanlı vatandaşı olarak yaşamasının sağlanmasına yönelik olmuştur. Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Giriş Türkler, Orta Asya’dan itibaren beraber yaşadıkları toplumların eğitim, din ve kültürel hayatlarına dokunmadan onların bu ihtiyaçlarını kendi seçtikleri yönetici ve liderleri vasıtasıyla idame ettirmelerine gayret etmişlerdir. Bu anlayışın Türk tarihindeki örnekleri oldukça fazladır. Hatta bazı durumlarda beraber yaşadıkları toplumların dinlerine gereğinden fazla ilgi göstermişler ve daha da ileri giderek bu dinlerin adeta temsilcileri olmuşlardır. Uygurlar bunun bariz bir örneğidir. Selçukluların, Fars kültürünü hâkim kültür kılması da bu uygulamaya örnek olarak verilebilir. Selçuklu Devleti’nin bir uç beyliği olarak ortaya çıkan Osmanlı Devleti, Selçukludan aldığı mirası daha geliştirerek gayrimüslim unsurları kendi iç işlerinde adeta serbest bırakmıştır1. Osmanlılar ele geçirdiği her bölgenin özelliklerini muhafaza ederek bölgenin özelliklerine uyan kanunlar düzenlemişlerdir2. Beylik olarak kendini kabul ettirdiği ilk andan itibaren Anadolu’da yaşayan Ermeni toplumu ile iyi ilişkiler içerisine girmiş, Bursa’da başlayan bu birliktelik sonucunda bir Patriklik (liderlik) ihdas edilmiş, İstanbul’un fethinden sonra Galata’daki Latinlere verilen ilk ahit- 1 2 Mehmet Ersan, “Anadolu’nun Fethi ve Türkiye Selçuklu Devletinin Kuruluş Sürecinde Ermenilerin Türklere Karşı Tutumu”, Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi, C. I, Ankara 2003, s.329 vd. Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu 1914-1923, Ankara 1991, s.44. 35 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER nameden3 sonra Rum toplumu için de, başta dinî serbesti olmak üzere sosyal hayatlarını düzenleme ve bu alanda ihtiyaç duyulacak eğitimi verme ve düzenleme işini cemaatlerin kendi teşkilâtlarına bırakmıştır4. Aynı haklar Bursa’dan getirtilen Patrik’e de verilmiş ve Ermeni cemaati de Millet Sistemi içerisinde yerini almıştır. Bu hareket adeta devleti beraber yönetme diyebileceğimiz bir sistemin ilk örneklerindendir5. Osmanlı Devleti kurulduğu andan itibaren bölgedeki toplumların dil, din ve kültürlerine saygı göstermiş ve onların bu özelliklerini koruması için gayret göstermiştir. Devletin varlığını kabul etmeleri şartıyla, kendi kültürel özelliklerini korumalarına saygı duyulmuş ve kendi sistemleri içerisinde dönemin özelliği gereği din ve eğitim konusunda hoşgörülü davranılmıştır. Türkleştirmeye çalışmak yerine, hakimiyeti altında yaşayan toplumların sosyal hayatlarına müdahale etmeden sadece haricen idare etmekle yetinmişlerdir6. Türkler bu konuda hiçbir baskı yapmamıştır. Hâlbuki Anadolu’da Türklerden önce hakimiyet kuran başta Bizans ve Roma olmak üzere, kiliselerinin otoritesini ve dinî akaidlerini benimsetmek için şark kiliselerine zulüm yapılmış ve kendi mezheplerine geçmeleri için zorlanmışlardır7. Ermeni yazar Papazian, Bizans döneminde Ekmek-Şarap Âyini’ni ve ibadetlerini serbestçe icra edemediklerini ve bu sebeple İstanbul’un Türkler tarafından alınmasının beklendiğini yazmıştır8. Daha sonraki yıllarda da bu zorlamalar devam etmiş ve buna karşı Türklerin gösterdiği müsamahayı örnek göstererek sitemler dahi etmişlerdir. 1480’de Venedik dukasına mektup yazan Patrik Maxime; Büyük ve 3 4 5 6 7 8 36 Ahitname için bkz. Mahmut Şakiroğlu, “Fatih Sultan Mehmet’in Galatalılara Verdiği Fermanın Türkçe Metinleri”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 14, Sayı 25, Ankara 1982, s.211 vd. Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Hukukî Statüsü”, Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi, Cilt II, Ankara 2003, s.172 vd. Ayrıca bkz. Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Ankara 1989. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Ankara 2001, s.3; Canan Seyfeli, “İstanbul Ermeni Patrikliği’nin Kuruluşu”, Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi, Cilt I, Ankara 2003, s.367 vd.; Abdurahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1997 s.87; Burhan Göksel, “Meşrutiyet Öncesi ve Sonrasına Ait Resmî Devlet Yayınlarına Göre Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984, Ankara 1985, s.167. Öke, a.g.e., s.38 vd. Bahaeddin Yediyıldız, “ XVI. XIX. Yüzyıllarda Ermenilerin Türk Toplumu İçindeki Yeri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984, Ankara 1985, s.141. Ayrıca bkz. Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1983, s.36 vd. Küçük, a.g.e., s.87. Doç. Dr. Erdal AÇIKSES yüce hükümdar başka bir dinden olmasına rağmen Hıristiyanları ve bütün herkesi fikirleri ve imanlarıyla ilgili hususlarda serbest bırakıyor. Nitekim bir müddet önce Eflak’ta Ermenilerin Ortodoks olmaları için zulme uğradıklarını öğrenmiş Allah’ın kanunu, şiddete müsaade etmediği emriyle oraya görevliler göndermiş, böylece zulmü önlemiştir diyerek kendilerinin adeta örnek almasını ister 9. Osmanlı eğitim sistemi kendinden önce bu yönde mesafe kat eden Selçuklu eğitim sistemine benzer bir yapılanma içerisindeydi. Hatta Ortaçağ’ın insan yetiştirme yani eğitim anlayışının, Doğu ve Batı arasında pek farklı olmadığı söylenebilir. Dinî eğitimin yanında günlük hayatta gerekli olan bilgilere de yer veriliyordu. Fakat ağırlıklı olarak dinî bilgiler ön planda tutuluyordu. Bu çağda maarif teşkilâtları dinî kuruluşların kontrolünde biraz da kişilerin düşüncelerine bağlı olarak gelişmiştir. Bu sebeple ilkokul seviyesinde diyebileceğimiz okulların öğretmenleri çoğunlukla bir din görevlisi olmuştur. Benzeri okullar genellikle mabetlerin etrafında açılmıştır. Bu dönemde yüksek eğitim-öğretim müesseselerini de dinden ayrı olarak düşünmek oldukça güçtü. Müderris yani profesörler de bu yetiştirme tarzı içinde iyi eğitim almış kişilerdi. Şüphesiz daha yüksek eğitim alıp matematik ve mantık gibi ilimlere de aşina olanları vardı10. Osmanlı Devleti’nde eğitim, daha çok dinî otoriteler ve vakıflar eliyle yapılırdı. Bu sadece gayrimüslim unsurlar için eğil Müslümanlar için de aynıydı. Her cemaat kendi eğitim sistemini kurardı. Kuruluş dönemindeki tek resmî okul Enderun Mektebi’dir diyebiliriz. Şüphesiz başta Padişahlar olmak üzere birçok üst düzey devlet görevlisi ve hayırsever vatandaşlar, okul medrese ve külliye açmış olsalar bile bunlar da esasta birer vakıf müesseseleridir11. Dolayısıyla devletin herhangi bir müdahalesi söz konusu değildir. Zaman içerisinde ihtiyaca binaen devlet eliyle açılmaya başlanan okullar ise hep askerî amaçlı olmuştur. Bu sebeple Osmanlı Devleti kuruluş anından itibaren hiçbir milletin eğitim-öğretim müesseselerine dokunmamıştır. Burada biraz önce Patrikhane ihdası ile ilgi malûmatları vermemizin bir sebebi de, her cemaatin (millet) kendi eğitim kurumlarını kendilerinin düzenlemesi, denetim ve gelişimini de dinî liderleri veya teşkilâtları yoluyla yapmış olmalarını vur9 B. Yediyıldız, a.g.m., s.145. 10 Yahya Akyüz, Tük Eğitim Tarihi, Ankara 1989, s.69 vd.; Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul 1991, s.5. 11 Akyüz, a.g.e., s.118-119. 37 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gulamaktır12. Hiçbir millet bir diğerinin mabedine gitmediği gibi okuluna da gitmiyordu. Cemaatin kendi aralarında çözemediği işler olduğunda veya yetkili cemaat üyelerinden memnun olunmadığıyla ilgili bir şikâyet geldiği takdirde, Divan-ı Hümayun konu hakkında araştırma yapar, hakemlik eder ve cemaatin bütün üyelerinin tanınmış haklarını korurdu13. Osmanlı Devleti, dinî cemaatleri o kadar serbest bir halde bırakmıştır ki Müslümanların elinde bulunmayan matbaa, gayrimüslim azınlıklar tarafından yıllar önceden beri kullanılır olmuştur. Eğitim için önemli bir araç olan matbaayı Osmanlı Devleti’nde ilk kullanan Yahudilerdir. 1492 yılında İspanya’daki zulümden kaçarken matbaayı da beraberlerinde İstanbul’a getirdikleri bilinmektedir. Ermeni milleti 1567 yılında, Rumlar ise 1627 yılında İstanbul’da matbaayı kullanmaya başlamışlardır. 1727 yılında Osmanlı Müslümanları tarafından kullanılmaya başlanan matbaanın geliş sancılarına rağmen gayrimüslimlerin getirdiği matbaaya kimsenin bir tepkisi olmaması da cemaatlerin kendi milletinin idarî heyetlerine bırakılmış olan tasarrufun bir göstergesi olsa gerek. Bazı Müslümanların dinî taassuplarından kaynaklanan yasaklar gayrimüslimleri pek ilgilendirmemiştir. Osmanlı Devleti’nin Batılı anlamda açtığı ilk askerî okullarla maarifte başlayan gelişmeler sebebiyle, yabancı dile ihtiyaç duyulmuş ve bu konuda uzman olan liyakat sahibi birçok Ermeni bu müesseselerin eğitim kadrosunda yer almıştır. Bu arada Rumların İstanbul da 1805 yılında açmak istedikleri tıp okuluna izin verilmiş ve gayrimüslimlerin kendi eğitim sisteminin geliştirmelerine engel olunmamıştır14. Sivil okulların çoğalması ve zaman içerisinde artan ihtiyaç sebebiyle, tıp tahsili için de çaba sarf edilmiş ve buralarda da eğitim dili çoğunlukla yabancı dilde olmuştur. Özellikle tercümanlık için gerekli olan yabancı dil okulları için devlet de yardımcı olmuştur. 1805 yılında Kuruçeşme’de talimgâh adı altında kurulmuş olan Rum Mektebinde Fransızca ve Türkçe’ye önem verilmiş ve devlet de bunun bir kısım masraflarını karşılamıştır. 1820 Mora isyanından sonra Rumlar arasında isyana yardım edenler olduğu için, devletin tercümanlığını üstlenmiş olan Rumların yerine Ermeniler 12 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, Cilt I-2, İstanbul 1977, s.725. 13 Yücel Özkaya, “Arşiv Belgelerine Göre XVIII ve XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin Durumu”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984, Ankara 1985, s.151. 14 Akyüz, a.g.e., s.164-169. 38 Doç. Dr. Erdal AÇIKSES geçmeye başlamıştır. Ticaretle uğraşan, yurtiçi ve yurtdışındaki yabancı okullarda eğitim gören Ermenilerin yabancı dile aşinalıkları tercüman olarak Rumların yerine Ermenilerin geçmesini kolaylaştırmıştır15. Ayrıca Ermenilerin Paris’te açmış olduğu Muratyan Okulu da lisan konusunda ileri atılımlardan biri olarak düşünülebilir. Bu okuldan mezun olan ve daha sonra İstanbul’da devlet hizmetinde çalışanlardan bir tanesi de Sakız Ohannes Paşadır. Muratyan Okulu’na nazire olarak Osmanlı Devleti de Paris’te Osmanlı tebaasının Fransızca öğrenmesi için Mekteb-i Osmanî’yi açmıştır16. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile de gayrimüslim unsurların eğitimi ile eskiden bahşedilmiş olan hürriyetlere bir kısıtlama getirilmemiş, tanınan haklar bir anlamda kayıt altına alınmıştır. Eğitimin gelişmesi için atılan adımlara ibtidai, rüşdi ve idadi mektepleri de dâhil edilmiştir. Bu uygulama ile yüksek askerî okullara öğrenci hazırlamanın yanı sıra, bu okullara bütün milletlerin gelmesi hedefleniyordu. İsterlerse gayrimüslimler kendi özel okullarını da açabilirlerdi. Buraya kadar anlattığımız kısımlardan da anlaşılacağı üzere, Osmanlı Devleti gayrimüslimlerin eğitim ve kültür müesseselerine tamamen saygı göstermiş bu konuda bir kısıtlama getirmemiştir. Gülhane Hattı Hümayunu’nda Fatih döneminde verilmiş olan haklar korunmuş ve eğitim konusunda ayrıca Azası muhtelit bir meclis-i maarifin nezaret ve teftişine tabi olmak ve programları ile muallimleri bu meclisin murakabesiyle tayin ve tespit edilmek şartıyla ekalliyet mektepleri açılmasına müsaade edilecektir denilmiştir17. Tanzimat’a kadar hiçbir gayrimüslim, devletin açtığı okullara gitmemiştir. İlk defa Tıbbiye’ye kayıt yaptırmaları için karar çıkmış ve ortaya çıkan şartlar göz önüne alınarak bazı tedbirler alınmıştır. Hıristiyan öğrencilerle ilgili fazlaca bir problem çıkmazken, Yahudi milleti kendileri için ayrı yemek çıkmasını istemiş ve bu şartın yerine getirilmesi için tahsisat ayrılarak yemek verilmeye başlanmasından sonra okula devam etmişlerdir18. Osmanlı Devleti ihtiyaç duyduğu çağdaş eğitim anlayışında arayışlar içinde bulunduğu dönemde üzerinde kültürel olarak diğer devletlerden 15 Ergin, a.g.e., Cilt 1-2, s.69. 16 Ergin, a.g.e., Cilt 1-2, s.454-456. 17 Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, İstanbul 1992, s.47-48; Gürün, a.g.e., s.62. 18 Ergin, a.g.e., Cilt 1-2, s.725-728. 39 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER daha fazla tesiri olan Fransa’nın isteği ve teşviki ile Galatasaray Sultanîsi açmaya karar vermiştir. Fransa’dan alınan destek sebebiyle, daha önceden Osmanlı topraklarında etken yabancı dil olan Fransızca ile eğitim vermesini Fransa’nın da baskısıyla kabul etmek zorunda kalmıştır. Aslında Osmanlı yetkilileri eğitim dilinin Türkçe olmasını istemiş fakat bunu Fransızlara kabul ettirememiştir. Bu sultanî okulları dinî ve millî fikirlerden ayırarak milletler arasında kaynaşmayı da sağlayacağını söyleyen Fransa’nın önerdiği şekilde lâik bir eğitim amaçlanmıştır. 1 Eylül 1868 tarihinde derslere başlayan okula tepkiler de gelmeye başladı. Şu ana kadar her cemaatin kendi okulunu kendisinin açmasına alışmış olan Osmanlı tebaası, bu okula devam etmede tereddüt etmeye başladı. Aslında Fransız nüfuzu ve Katolik mezhebinin etkisinin yayılabileceği düşüncesiyle ilk sert tepki Rusya elçisinden geldi. Fransız Devleti ve özellikle elçilerinin katkı ve tesiri ile açılan bu okuldan hoşnut olmadığını bildirmişti. Programında Rumca’ya az yer verilmesi sebebiyle millet olarak ilk tepki de Rumlardan geldi. Aslında bu tepkiyi körükleyen Rusya idi. Özellikle ağırlıklı dil Fransızca olduğu ve Rumca’ya az yer verildiği için Rusya, Rumların çocuklarını bu okula vermemelerini telkin ediyordu. Bir başka tepki de Yahudilerden gelmiştir. Hıristiyanlar tarafından yapılan ve devlet (Müslümanların) kontrol ettiği bu okula çocuklarını vermek istemiyorlardı. Özellikle Musevîlerden mezhep inanışlarına uymadan bu okula çocuklarını veren anne ve babalara, hiç değilse yemek sırasında dinlerinin gereğini yerine getirmelerini istiyorlardı. Bu tepkilere Papalık makamı da katılınca sorunun çapı büyümüş oldu. Aslında Katoliklerin hamisi Fransa’nın açmış olduğu bu okula Papalığın karşı çıkışı nüfuz mücadelesinden başka bir şey değildi. Rus yetkililerin de teşviki ile Papalık iki ayrı emirname ile doğudaki Katoliklerin sultanîye devamlarını yasakladı. Adeta kendi siyasetinin bir yardımcısı gözüyle bakarken bir anda bu tepki Fransa’yı zor duruma soktu. Papalığa başvurarak Katolik mezhebinin hiçbir zarar görmeyeceği, hatta kazançlı çıkacağını anlatmasından sonra Papalık makamı bu yasağı kaldırdı. Bu sayede Latinler de okula devam etmeye başladılar. Papanın bu yasağını Şeyhülislâm da beğenmiş ve desteklemiştir19. Yukarıda bahsettiğimiz bu tepki yıllar önce bir okul açarak bütün tebaanın bu okula devam etmesini isteyecek bir Osmanlıya, hem cemaatlerden hem de diğer devletlerden nasıl bir tepkinin geleceğini düşündüğümüzde 19 Koçer, a.g.e., s.81. 40 Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Osmanlı Devleti’ndeki beraberliğe ve birlikte yaşamaya sağladığı katkı daha iyi anlaşılır kanaatindeyim. Görüldüğü üzere Osmanlı devlet olarak tebaası olan milletlerin içişleri olarak addettiği sosyal hayat, kültür ve eğitim konusunda müdahil olmamış, din ve mezheplerini korumak ve yaşatmak için ayrıca yardımcı olmuştur. Daha sonraki yıllarda da maarifle ilgili alacağı kararları yine her milletin temsilcilerinin bulunduğu komisyonlarda aldırmış ve onların da fikrine önem vermiştir. Eğitimin gelişmesi ve kontrol altına alınması için Avrupa’da geçerli olan ve özellikle de Fransız eğitim sisteminden istifade edilerek hazırlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi Şura-yı Devlet’in maarif dairesi tarafından hazırlanırken de bu husus göz önüne alınmıştır. Şura-yı Devlet’in maarif dairesi, o dönemin sayılı aydın kişilerinden oluşmaktaydı. Başkan Kemal Paşa olmak üzere, Sadullah Paşa, Datyan Artin Efendi, Recaizade Ekrem Bey, Ebüzziya Tevfik Bey, Mehmed Mansur Bey ve Drağan Tzankof Efendiler’den oluşmuştur20. Osmanlı Devleti Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile her milletin okullarının açılışı ile ilgili oldukça adil bir dağılım yapmaya çalışmış ve her toplumun her derecede okul açmasına gayret göstermiş tir. Nizamnamenin 18. maddesi Bunun için verilecek en güzel örnektir. 500 evden fazla olan bir kasaba halkının hepside Müslüman ise yalnız Müslüman ve yalnız Hıristiyan ise yalnız Hıristiyan olanlara birer rüşdiye okulu açılacaktır. O Kasaba halkının eğer halkı İslâm ve Hıristiyan karışık ise, Müslümanlar için ayrı, Hıristiyanlar için ayrı olmak üzere iki rüşdiye okulu açılacaktır. Bu şekilde İslâm ve Hıristiyan karışık halkı olan kasabada hangi sınıf halk 100 evden fazla ise o halk sınıfı için rüşdiye okulu açılır. Dine dair olan dersler her toplumun kendi lisanı üzerinden verilecektir. Müslüman olmayan çocukların din dersleri, o mezhebin din büyüklerinin tayin ve tespit ettiği program dahilinde okutulur. Osmanlı Devleti’nin davranışının tam aksine, Ermenileri rahatsız edenler yine yabancı Hıristiyan devlet temsilcileri ve onların dinî müesseseleri olmuştur. Aslında düşünce Hıristiyanları korumak gibi görünse de en çok zarar onlardan gelmiştir. Çünkü Ermeni milletini başta din (mezhep) ve eğitim konusunda oldukça rahatsız etmişlerdir. Osmanlı Devleti’ni yıkmak için 20 Koçer, a.g.e., s.83. 41 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bir araç olarak görmüşlerdir. Bunu yapabilmek için de kendi nüfuzlarına alabilmek için Ermeni milletini bölmeye başlamışlardır. 1535 yılında başlayan Osmanlı-Fransa ilişkisi ve arkasından gelen kapitülasyonlar sebebiyle, Fransa’nın etkisi oldukça artmış ve ticaret yapmanın yanı sıra İstanbul’da bir elçilik açılması da sağlamıştı. 1579’dan itibaren İngiltere, 1612 yılında ise Hollanda benzer imtiyazları almıştır. Bunlar şüphesiz normal ilişkiler olarak kabul edilebilir. Fakat 1581 yılında hazırlanan bir raporda Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya yüz tuttuğu ve İstanbul’dan başlamak üzere bütün azınlıkların devlete karşı sadakat dereceleri yazılarak sonuçta; eğer doğudan İran batıdan İspanya ve Avusturya, içerden de bu azınlıklar birlikte harekete geçtikleri takdirde, bu devletin kısa zamanda yok olacağı notu düşülmüştür. Fransızların konsolosluk raporları ve Katolik Ermenilere gönderdikleri La Tere Sainte/Kutsal Yerler adlı gazetede dönemin özellikleri ile Gregorian ve Katolik Ermenilerin birbirlerine nasıl düşürüldükleri hakkında bilgi ve kendilerinin eğitim verdiği Katolik Ermeni liderlerin listeleri verilmiştir21. Bu mezhep ayrılığı Ermenilerin kendi içinde huzursuzluğuna sebep olmuş ve kendi aralarında büyük bir düşmanlık ortaya çıkmıştır. Birbirlerinin evlerini yakmadan tutun da, aforozdan sürgüne kadar birçok gayri hukukî işlem gerçekleşmiştir. XVII. yüzyılda ağırlıklı olarak başlayan Katolik propagandası ve başta Fransa’nın destek ve etkisiyle, 1830 yılında Osmanlı Devleti Katolik Ermenileri bir cemaat (millet) olarak tanımıştır22. Katoliklerden sonra Protestanlar da bu konuda geri kalmanın verdiği azim ve heyecanla harekete geçti. İngiltere, Amerika ve Almanya’nın himmet ve teşvikleri ile bir Protestan Ermeni milleti yaratıldı. Bu sayede Ermeni milleti üç parçaya bölünmüş oldu. Katoliklerle, Gregorian Ermenilerin sürtüşmesi bitmeden, Ermeni milleti bu sefer de Protestanlarla uğraşmak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti adı geçen devletlerin baskısıyla Protestan Ermenileri de bir cemaat yani millet olarak tanıdı23. 21 Dündar Aydın, “Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Fransa’nın Rolü”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984, Ankara 1985, s.285. 22 Öke, a.g.e., s.70. 23 Protestanların bir cemaat olarak tanınması hususunda bkz. Gülden Sarıyıldız, “Osmanlı Devleti’nde Protestan Ermeni Milletinin ve Kilisesinin Tanınası”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, T.C. İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi, Sayı 2, Yıl 1, İstanbul 2002, s.249-267. 42 Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Aslında bu husus dinî olmaktan ziyade biraz da uluslararası rekabete bir araç olarak düşünülmüştür. Osmanlı Devleti’nde Katoliklerin hamisi Fransa ve Avusturya, Ortodoksların hamisi ise Rusya idi. Fakat Protestan bir toplum olmayınca, İngiltere bu devletlerle olan rekabetinde bunu aşma yoluna gitti. Bu konuda en büyük destek Amerikalı misyonerlerden geldi. Ermenilere Osmanlı Devleti tarafından kültürel ve hukukî alanda tanınmış haklar, devletin zayıflamasıyla çeşitli devletlerin kullandıkları bir araç halini aldı24. Özellikle himaye pekiştirmede başarı sağlayan devletlere karşı İngiltere de Amerika ile beraber bir Protestan cemaat yaratmayı başardı. Bu sayede himaye edeceği bir cemaati Osmanlı Devleti’ne kabul ettirmiş oldu25. Ermenilerin bölünmesini çoğunlukla açmış olduklar okulları ve hayriî müesseseleri ile sağlamışlardı. Yıllardan beri faaliyet gösteren misyonerlerin çabalarıyla Ermeni toplumunun nasıl bölündüğünü anlayabilmek için Osmanlı Devleti’nde bir vilâyette açılan okulların değişik isimlerle ve değişik misyoner teşkilâtları tarafında hangi sayıda ve nerelere kadar uzandığını aşağıdaki örnek listede görmek mümkündür26. Mamuretü’1-Aziz vilâyeti merkeziyle elviye ve kaza mahallehâ merâkiz ve nevâhisinde bulunan mekâtib-i mütenevvianın esâmiyle şâkirdanının mikdarâtı: Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Mekteb-i Îdâdî Hamîdî Ma’muretü’1-Aziz’de Harput Tarîki Üzerinde 1 Müslim 40 - Mekteb-i Rüşdiye-i Askerî Zaptiye Kışlası Civarında 2 “ 406 - Mekteb-i Mülkiye Hüseynik Karyesi Derûnunda 3 “ 35 - “ Îbtidâyi-i Hamîdiye Ma’muretü ‘1-Aziz Zaptiye Kışlası 4 “ 95 - “ Bu dahî 5 “ - 60 “ Ağa Mahallesi Mekteb-i İbtidâîyesi “ İnâs Harput Kasabasında Ağa Mahallesi 6 “ 50 - “ Hüseynik Karyesi Karye Derûnunda 7 “ 45 - “ Kesrik “ 8 “ 55 - “ 24 Gürün, a.g.e., s.37. 25 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt 8, Ankara 1983, s.129. 26 1312 Tarihli Mamuretü’l-Aziz Vilâyet Sâlnamesi, ekindeki mekteplerin listesi kısmından alınmıştır. 43 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs “ Perçenç “ “ 9 “ 60 - “ Hoğu “ “ 10 “ 70 “ Hoş “ “ 11 “ 40 - “ Sarpulu “ “ 12 “ 25 - “ Zenteric “ “ 13 “ 40 - “ Âlîşam “ “ 14 “ 70 - “ İçme “ “ 15 “ 55 - “ Şeyh Hacı “ “ 16 “ 30 - “ Mollakendi “ “ 17 “ 50 - “ Mekteb-i Kürk “ “ 18 “ 60 - “ Sarılı “ “ 19 “ 40 - “ Hankendi “ “ 20 “ 60 - “ Hân “ “ 21 “ 60 - “ Dişîdî “ “ 22 “ 70 - Ma’muretü ‘1-Aziz Ermeni Mekteb-i Rüşdiyesi Çarşı Mahallesi Derûnunda 23 Ermeni 145 - Bu dahi İnâs “ “ “ 24 Keza - 80 Ma’muretü’1-Aziz Protestan İcadiye “ Mekteb-i İbtidâîyesi “ 25 Protestan 100 - Bu dahi İnâs “ “ 26 Keza - 45 Ma’muretü’1-Aziz Kapuçin Latin Mekteb-i İbtidâiyesi Kışla-i Hümayun Civarında 27 Muhtelif 60 - Harput Kasabası Ermeni Mekteb-i İbtidâıyesi Şehroz Mahallesi Derûnunda 28 Ermeni 77 - Bu dahi İnâs “ 29 Keza - 77 Harput Kasabası Çelebi Mah. Ermeni Mektebi Mahallesi Derûnunda 30 Ermeni 79 - Harput Gürcübey Mektebi “ “ 31 “ 83 - “ “ “ 32 “ - 83 “ “ 33 M 84 - “ “ 34 Protestan 130 - “ Keza İnâs “ Sinabot “ Şehroz Mahallesi Protestan 44 “ “ “ Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs İnâs İbtidâiyesi “ “ 35 “ - 80 Gürcü Bey Mahallesinde Kapuçin Latin “ “ 36 Muhtelif 60 - “ “ “ 37 Keza - 30 Şehroz Mahallesi Nihâyetinde 38 Protestan 40 - Fırat Koleji Amerika Misyon. Şehroz Mahallesi Nihâyetinde Mektebi İnâs. 39 Protestan - 30 “ “ “ İnâs Fırat Koleji Amerika Misyoner İdâdî Mektebi “ “ Rüşdi “ “ “ 40 “ 40 - Fırat Koleji Amerikan Misyon. İdâdî Mektebi İnâs “ “ “ 41 “ - 20 “ “ İbtidâîye “ “ “ 42 Keza 59 - “ “ İnâs “ “ “ 43 “ - 50 Hüseynik Karyesi Ermeni Mekteb-i İbtidâîyesi Karye Derûnunda 44 Ermeni 145 - Bu dahi İnâs “ 45 “ - 120 Kesrik Karyesi Ermeni Mekteb-i İbtidâîsi Derûnunda 46 “ 60 - Perçenç “ 47 “ 55 - Hoğu “ 48 “ 60 - Kırlı “ 49 “ 65 - Mornik “ 50 “ 65 - Iğınki “ 51 “ 55 - Sürsürü “ 52 “ 100 - Kabulü Protestan “ 53 40 - Keza İnâs “ 54 “ 100 - Hulvenk “ 55 “ - - İnâs “ 56 - 40 Hüseynik İnâs “ 57 “ 120 - İnâs “ 58 “ - 84 Hoğu Karyesi Protestan Mektebi İbtidâîsi “ 59 “ 25 - Keza İnâs Mektebi İbtidâîsi “ 60 “ - 15 “ Protestan 45 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib Ağın Zükûr “ “ Aded-i Mekâtib (Sıra) “ 61 Bizmişen Mekteb-i İbtidâîsi Derûnunda 62 Kesrik Esâmi-i Cemâat “ Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs 45 - Protestan 60 - “ “ “ 63 “ 110 - Hoh Ulyâ “ “ “ 64 “ 40 - Mornik “ “ “ 65 “ 20 - Şeyh Hacı “ “ “ 66 “ 26 - Gernili “ “ “ 67 “ 45 - Kesrik “ “ “ 68 “ 60 - “ 69 “ 63 - Bu dahi İnâs “ 70 “ - - Habusu Karyesi Zükûr “ 71 “ 52 - Bu dahi “ İnâs “ 72 “ - - Eğin Kazası Mekteb-i İbtidâîye “ 73 Müslim 75 - Mağnurdiya Mektebi “ “ 74 “ 41 14 Dörtyolağzı Mahallesi “ “ 75 “ 28 10 Taşdihi “ “ “ “ 76 “ 30 5 Nâ’ib “ “ “ “ 77 “ 16 5 “ 78 “ 22 10 “ 79 “ 16 8 Erbeyi Şokla “ 80 “ 32 - Erbeyi Âliyâ “ 81 “ 8 8 Kaçan “ 82 “ 25 - Enbiyan “ 83 “ 50 - Bahçe Mahallesi İbtidâîyesi “ 84 “ 51 - İpcar Karyesi Karyesi Derûnunda Cami İttisalinde 85 “ 62 - Bekir Karyesi Derûnunda 86 Müslim 24 - Perçenç Karyesi Bümrükçü “ Karsalı “ “ “ “ “ “ Kerşela “ “ 87 “ 26 - Kemerkab “ “ 88 “ 33 - 46 Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Esâmi-i Mekâtib Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Eğin Ergu Karyesi Mekteb-i İbtidâîsi “ “ 89 “ 31 - Hebânos “ “ 90 “ 30 - Hebânos Ekerekçe “ “ 91 “ 16 - Kendir Karyesi “ “ 92 “ 15 - Şarzi “ “ 93 “ 10 - Şarizi “ “ 94 “ 17 - Mihyan “ “ 95 “ 70 16 Kaşu “ “ 96 “ 23 - Muşke “ “ 97 “ 32 - Içmegû “ “ 98 “ 44 11 Ürik “ “ 99 “ 21 - Ya‘kublu “ “ 100 “ 41 14 Servekil “ “ 101 “ 31 8 Hefdar “ “ 102 “ 9 - Hâssa “ “ 103 “ 14 - İliç “ “ 104 “ 17 9 Bakırtaş “ “ 105 “ 5 - Bezmiş “ “ 106 “ ,- “ - İbranik “ “ 107 “ 5 - Navrik “ “ 108 “ 25 6 Kozukça Mahallesi “ “ 109 “ 17 - Uzungil “ “ 110 “ 20 13 111 Müslim 19 18 Tatar Ağası Karyesi Derûnunda Hacı Yusuf “ “ 112 “ 31 - Vahşin Karyesi “ “ 113 “ 12 - Hozakbur “ “ 114 “ 9 4 Pah “ “ 115 “ 21 5 Ephani “ “ 116 “ 10 4 47 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Esâmi-i Mekâtib Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Sosik “ “ 117 “ - - Eğin’in Enderi Karyesi “ “ 118 “ 12 - Eğin Çocuğan Karyesi “ “ 119 Müslim 12 - Senk “ “ 120 “ 17 10 Tâfeti “ “ 121 “ 11 9 Yol “ “ 122 “ 15 “ Münderki “ “ 123 “ 8 “ Pağnik “ “ 124 “ 13 “ Eski Arapgir “ “ 125 “ 13 7 Selami “ “ 126 “ 17 5 Saraycık “ “ 127 “ 18 6 Zâbulyâr “ “ 128 “ 25 9 Şecir “ “ 129 “ 10 “ Munayik “ “ 130 “ 9 “ Ağzınar “ “ 131 “ 5 “ Vanik “ “ 132 Rum 6 17 Muşka “ “ 133 “ 29 “ Şarzi “ “ 134 Müslim 12 7 Sorak “ “ 135 “ 11 3 136 Ermeni 7 18 “ 167 15 Sofla Mahallesi Karyesi Derûnunda Aliyâ “ “ 137 Abçağa Karyesi “ “ 138 “ 241 10 Keni erkâb “ “ 139 “ 60 11 Kersela “ “ 140 “ 29 5 Ağın Nahiyesi Zekce Mahallesi Mekteb-i İbtidâîyesi “ “ 141 “ 10 7 Vahşiye Karyesi “ “ 142 “ 17 5 Küşne “ “ 143 “ 16 6 Aban “ “ 144 “ 11 “ 48 “ Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Esâmi-i Mekâtib Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Meşker “ “ 145 “ 17 8 Samuka “ “ 146 “ 19 12 147 Protestan 29 - 148 “ - 16 Ağın Nahiyesinde Gözükce Mahalle-i Mezkure Büyük Ermeni Mekteb-i İbtidâiyesi Pınarda 149 “ 9 8 Arapgir Kazası Mekteb-i Rüşdiyesi Hükümet Konağı Civarında 150 Müslim 26 - Eskişehir Mekteb-i Rüşdiyesi Seknis Mahallesi Değirmen Önünde 151 “ - 16 Çarşu Mahallesi Mekteb-i İbtidâıyesi Hacı Şerif Camii İttisalinde 152 “ 9 - Puştar Kara Mescid 153 “ 97 - Çurenkı Ulyâ Yahi oğlu 154 “ 50 - Ulu bekâr Hekimoğlu 155 “ 30 - Zehrab 156 “ 20 - Seknis 157 “ 40 - Tutvioğlu Mekteb-i İbtidâiyesi Bu dahi Külliye Civarında “ “ Hacı Bayramlı Hacı Bayram Camii 158 Müslim 53 - Arapgir Kazasında Osman Paşa Gümrükçü Osman Paşa 159 “ 29 9 Ali Baba Ali Baba Mescidi 160 “ 20 - Sihler Ulyâ Hacı Mustafa 161 “ 15 - Heznik Süleyman Çavuş Camii 162 “ 17 - Yenice Ulyâ Alay Beyi Zade 163 “ 22 - Bu dahi Süleyman Ağa 164 “ 20 - Çobanlı Şakir Paşa 165 “ 25 - Yenice-i Sofla Ebûbekirzade 166 “ 32 - Koçı Karyesi Karyesi Derûnunda 16? “ 25 - Bostancık “ “ 168 “ 20 - Pağnik Oraytigi “ “ 169 “ 30 - Pağnik Kondı “ “ 170 “ 12 - 49 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Esâmi-i Mekâtib Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Tebte “ “ 171 “ 50 - Çit “ “ 172 “ 30 - Henke “ “ 173 “ 25 - Eşütge “ “ 174 “ 55 - Ocak “ “ 175 “ 20 - Amberge Karyesi “ “ 176 “ 20 - Avsuminarat Mekteb-i İbtidâîsi Arapgir Kazasında Meryem Ana Kilise 177 Ermeni 80 - Habureb Hersepme Bu dahi 178 “ - 80 179 “ 150 - Mayervar Jarat “ Surib Nişan Köseoğlu Mahallesi Derûnunda 180 “ 80 - Karabet Bu dahi 181 “ 50 - Kivork Bu dahi 182 Ermeni 80 - Ohannes Derbeder Mahallesi Derûnunda 183 “ 85 - Lubaveriç Şehroz 184- “ 85 - Agop Yenice Sofla 185 “ 30 - Matekyan Hoca Ali 186 “ 40 - Kıztarat Biringe Mahallesi 187 Protestan 50 - Keban Ma’deni Mekteb-i Rüşdiyesi Keban Kasabasında Kalılar Mahallesinde 188 Müslim 26 - Kalılar Mahallesi Mekteb-i İbtidâîsi Camii Kebir Civarında 189 “ 25 - Heydi Karyesi Karyesi Derûnunda 190 “ 30 - Hemzikan “ “ 191 “ 18 - Hüyük “ “ 192 “ 16 - Rezmi “ “ 193 “ 14 - Keban Arguvan Nahiyesi “ “ Tahir Karyesi Mekteb-i İbtidâîsi “ “ 194- “ 25 - Kara Höyük “ “ 195 “ 30 - İsa Karyesi “ “ 196 “ 35 ‘ - 50 - Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Karaca “ “ 197 “ 25 - İmeyme “ “ 198 “ 26 - Çarşu Başı Mahallesi Ermeni Mahallesi Vasatında Mektebi 199 Ermeni 20 - Protestan Derûnunda 200 Protestan 6 - Kazasına Tabi Şiro Nahiyesinde İmron Karyesi Derûnunda 201 Müslim 26 - Kazasına Tabi Mezraa Karyesi 202 Müslim 27 - “ Keferdiz “ 203 “ 40 “ Arguvan “ 204 “ 21 Merkez Kazası Mekteb-i Rüşdiyesi Saray Camii Şerifi Kurbünde 205 “ 124 Saray Mahallesi Mekteb-i İbtidâîsi Hükûmet Konağı Karşısında 206 “ 188 - Tahtalı Camii Mustafa Paşa Mahallesi 207 “ 60 - Aslan Pınarı - 208 “ 27 Koyun Oğlu Mahalle-i Mezburda 209 “ 35 Hacı Abdullah-zade Mahalle Derununda 210 “ 25 Hacı Yakub-zade Şeyh Bayram Mahallesi 211 “ 23 - Muharrem-zade İlyas 212 “ 24 - Murahali-zade Carmuzi 213 “ 33 - Arslan Bek-zade Arslan Bek 214 “ 17 Va’az-zade Halfeddin Mahallesi 215 “ 35 Saray Mahallesi Ali Beyzade Caddesinde 216 “ 15 Sancakdar “ 217 “ 26 - Hamidiye Edmeli-zade 218 “ 23 - Cezoğlu Cezoğlu Zokağında 219 “ 65 - Molla Kasım Molla Kasım Caddesi 220 “ 55 Ali Paşa Çalaklar 221 “ 15 Gündi Bek Çeşme Caddesi 222 “ 45 Yeni Hamam Mah. Yeni Hamam 223 Ermeni 125 “ “ - - - - 25 51 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Esâmi-i Mekâtib Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Heraze Heraze Mahallesi Derûnunda 224 Ermeni 30 10 Bendbaşı Bend Başı 225 “ 70 35 Niyazi Mahallesi Katolik Niyazi 226 Katolik 60 20 Haraz Protestan Heraze 227 Protestan 45 25 Çavuşoğlu Mahallesi Çavuşoğlu 228 Latin 20 13 Behisni Kazası Mekteb-i Rüşdiyesi Kurşunlu Camii Şerif Civarında 229 Müslim 42 U Ömer Paşa Mekteb-i Rüşdiyesi Ömer Paşa Caddesinde 230 “ 31 - İdris Mahallesi Meydan 231 “ 91 - Çarşu başı Ali Paşa 232 “ 24 - Camii kebir Yüz mekân 233 “ 81 - Ermeni Kilise Ermeni Kilisesi Civarında 234 Ermeni 40 - Katolik Katolik 235 Katolik 29 10 Sürgü Karyesi Sürgü Karyesi Derûnunda 236 Müslim 10 - Şafroz “ Şafroz 237 “ 10 - Şamyadlı Karyesi Mekteb-i İbtidâîsi Karyesi Derûnunda 238 “ 11 - Behisni Karyesi Suvarlı Karye Derûnunda 239 Müslim 9 - “ “ “ “ Piruri “ “ 240 “ 11 - Belviran “ “ 241 “ 10 - Hısn-ı Mansur Kazası Mekteb-i Rüşdiyesi Musla Caddesi Üzerinde 242 “ 55 - İslemezik Medresesi Mekteb-i İbtidâîsi Medrese Civarında 243 “ 22 - Hoca Ali Medresesi Medrese Civarında 244 Müslim 28 7 Kilise Ermeni Kilise İtsalinde 245 Ermeni 72 40 Köprüler Protestan Köprüler Zokağında 246 Protestan 20 10 Paşa Pınarı Paşa Bunarı Civarında 247 Katolik 18 - Süryani Kilisesi Akçadağ Kazasına Tabii Hekimhan Nahiyesi Mekteb-i Rüşdiyesi Behisni Caddesi 248 Süryani 21 - Hekimhan Kasabası Mah. 249 Müslim 40 - 52 Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Kasabası Merkezi Ergana Mekteb-i İbtidâîsi Hükümet Caddesi Üzerinde 250 “ 25 15 Hekimhan Nahiyesi Karyesi Karyesi Derûnunda 251 “ 30 10 Hasan Çelebi “ “ 252 “ 20 10 Ayvalı “ “ 253 “ 28 10 Kâhta Kazası Merkezinde İbtidâî Mektebi Hısn-ı Kahta Derûnunda 254 “ 15 - Müderris Nahiyesi To Karyesi Hısn-ı To Karyesi “ 255 “ 18 - Dersim Sancağı Merkezinde Hozat Kasabasında Fikri Paşa Hamidi Rüşdiye Mektebi 256 “ 45 - Hozat Kasabası İbtidâîsi Bu dahi 257 “ 50 - Kilise Ermeni Kilise Mahallesi Derûnunda 258 Ermeni 18 8 Çemişgezek Kazası Rüşdiye Mektebi Çarşu Civarında 259 Müslim 52 - Hacı Camii İbtidâîsi Hacı Camii “ 260 “ 33 11 Medrese Mahallesi Mahalle-i Mezkûr 261 “ 21 7 Çukur Mahallesi Çukur Mahalle Derûnunda 262 “ 42 23 Kasacı Mahallesi Ermeni Çukur Mahalle Derûnunda Protestan Mekteb-i İbtidâîsi 263 Ermeni Protestan 42 23 Evcik Mah.Bu dahi Germili 264 ““ 35 14 265 Müslim 17 5 Evcik Mahallesi Germili Karyesi İbtidâî Mek. Karyesi Derûnunda Ermeni Hezazi Karyesi “ “ 266 Ermeni 29 9 “ “ 267 “ 33 10 “ Memsi “ “ “ 268 “ 47 19 “ Simisne “ “ “ 269 Müslim 15 4 “ Ermeni “ “ 270 Ermeni 27 12 “ Sağnik “ “ “ “ 271 Müslim 25 8 “ Gemici Ermeni “ “ “ 272 Ermeni 32 13 “ Merhani “ “ “ “ 273 “ 29 12 “ Sekrek “ “ “ “ 274 “ 37 14 Kilise Civarında 53 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs “ Pazapon “ “ “ “ 275 “ 36 11 “ Morişka “ “ “ “ 276 “ 22 6 “ Savuk Karyesi “ “ “ 277 Müslim 15 2 “ Kermesk “ “ “ “ 278 “ 19 3 Derûnunda 279 “ 13 2 Karahisar Karyesi “ Ermeni “ “ 280 Ermeni 24 6 “ Birinci “ Karyesi Derûnunda 281 “ 9 2 “ Vaskovan “ “ “ “ 282 Müslim 11 4 “ Ulu Kal ‘a “ “ “ “ 283 “ 27 4 “ Deymili “ “ “ “ 284 “ 18 6 “ Vanik “ “ “ “ 285 “ 21 4 “ Rabat “ “ “ “ 286 “ 12 2 287 Müslim 9 6 Karahisar Hozakbur Karyesi Karyesi Derûnunda “ Henişe “ “ “ 288 “ 24 2 “ Kürtler “ “ “ 289 “ 11 1 “ Kazı “ “ 290 “ 23 5 “ Diralud “ “ “ 291 “ 17 2 “ Hasavan “ “ “ 292 “ 16 “ “ Ahnesor “ “ “ 293 “ 21 2 “ Ternik “ “ “ 294 “ 29 3 “ Gercini “ “ “ 295 “ 14 2 “ Mecinke “ “ “ 296 “ 12 1 “ Birsur “ “ “ 297 “ 19 2 “ Hinsor “ “ “ 298 “ 15 1 “ Başekrek “ “ “ 299 “ 30 7 “ Şehsur “ “ “ 300 “ 27 4 “ Cancik “ “ “ 301 “ 11 2 “ Teme “ “ “ 302 “ 24 5 54 “ Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib “ Hudi “ “ Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs “ “ 303 “ 26 3 Halmuke “ “ “ 304 “ 29 4 “ Başvartenik “ “ “ 305 “ 45 11 “ Hastesi “ “ 306 “ 16 3 “ Aşağı Vartanik ” “ “ 307 “ 3 - “ Terk Vartanik ” “ “ 308 “ 10 - “ Laluşağı “ “ “ 309 “ “ - “ Hazruz “ “ “ 310 “ “ - 311 Müslim 5 1 312 “ 9 3 “ Oğuzlar Karyesi Karyesi Derûnunda Bahçecik “ “ “ Çarsancak Kazasında Rüşdiye Mektebi Merkez Kaza Olan Peri Kasabasında Kemer Pınarda 313 “ 35 - Kilise Mahallesi Zükûr Kilise Mahallesi 314 Ermeni 110 - 315 “ - 80 Ermeni İnas “ “ Girikâr Protestan Mezkûr Kemer Pınarda 316 Protestan 15 10 Çarsancak Kazasının Şehzo Karyesi Karyesi Derûnunda 317 Müslim 21 - “ Takız “ “ 318 “ 7 - “ Paşa Venk “ 319 “ 8 - “ Hamrasnik “ “ 320 “ 7 - “ Vasgird “ “ 321 “ 5 - “ Bagnik “ “ 322 “ 4 - “ Kunderiç “ “ 323 “ 5 - “ Göktepe “ 324 “ 5 - “ Pertek Nahiyesi Rüşdiye Mektebi “ “ 325 “ 29 - “ “ 326 “ 21 . - Sağmanik Mah. “ Şebşik Mah. Mekt. “ 327 “ 15 - “ Soğukpınar “ “ 328 “ 13 - “ Şebşik Mah. “ “ 329 “ 17 - Şebşik Mah. Ermeni Mahalle-i Mezkûrda Kilise Civarında 330 Ermeni 11 - “ 55 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER “ “ “ “ Dâhil-i tahrir olunan nüfus Zükûr İnâs Aded-i Mekâtib (Sıra) Esâmi-i Cemâat Mahallesi Derûnunda 331 “ 14 - Bulundukları mahallerin semt-i meşhurları Esâmi-i Mekâtib “ Sağman Karyesi Karye -i Mezkûr Derûnu 332 Müslim 19 - “ Abşeker Karyesi 333 Ermeni 16 - İslâm Mahallesi 334 Müslim 25 - “ “ 335 “ 15 - Kilise Ermeni Ermeni Mahallesi 336 Ermeni 20 - Pah Kazası Mekteb-i İbtidâîsî Hısn-ı Pah‘ta Asker Kışlası Civarında Kızıl Kilise Kışla-i Hümâyûn Civarı 337 Müslim 20 - 338 “ 25 - Mazgird Kazası Rüşdiye Mektebi İbtidâî Kızıl Kilise TOPLAM 11392 2409 Listeden de anlaşılacağı üzere, her cemaatin açtığı okul resmî yayınlarda da o cemaatin üzerine kaydedilmiş ve bir sınırlama getirilmemiştir. Hatta ruhsatsız açılan okullara bile pek bir müdahale yapılmamıştır. Katolik ve Protestanlar sayıca çok olmasalar da eğitim müesseseleri nüfuslarına oranla diğer (Müslüman ve Ermeni Gregorian) milletlere göre fazladır. Bu da biraz dışarıdan aldıkları desteğin sonucudur. Bu verilen eğitim ve diğer faaliyetler sebebiyle özellikle de Protestan Ermeni milletine katılmalar oldukça artmıştır. Ermeni Gregorian Patriği, cemaatinin bölünmesini engelleyebilmek için her türlü çareye başvurmuş olmasına ve devletten yardım istemesine rağmen, bölünmüşlerin (Katolik ve Protestan gibi) hamisi durumundaki devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuz ve baskıları sebebiyle, bu konuda devlet yetkililerinden bir destek görememiştir. Hatta devlet erkanı dahi bu konuda bir dereceye kadar aciz kalmıştır. Misyonerlerin tahrik ve teşviki sonucu ortaya çıktığı düşünülen Anadolu’daki olaylardan sonra, Ermeni Patriği Padişahın huzuruna kabul edildiğinde, çıkan olaylarda, Anadolu vilâyetlerinde bazı gençlere etkili tesirler sonucunda yaratılan intizamsızlık sebebiyle verdiği emirlerin dinlenmediğini bildirmiştir. Bunun önüne geçmek için de: Anadolu vilâyat-ı şahânesinde ba’zı etfâl ve eytâmın hâdisât-ı mündef’iadan mekteblerde vuku’bulan hasarât ve intizamsızlıkdan dolayı emr-i terbiyeleri noksan-pezîr olacağı Ermeni 56 Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Patriği tarafından bi’l- beyân merâkim ve istifhâm-ı seciyeye bi’l- vâsıta arz-ı teminat idilmiş olub bundan evvel igtişaşât zuhûr iden mahalleri dûr ve teftiş ile hadisât-ı mündefi’adan dolayı vilâyet dahilinde harâb olmuş veyahud ve zaten noksan bulunmuş olan mekteblerden etfâl-i müslimeye mahsûs olanların yine etfâl-i müslime ve etfâl-i gayr-i müslimeye mahsûs olanların yine etfâl-i gayr-i müslimeye aid olmak üzere tamiren ve tecdîden tesis ve inşâsıyla herhalde etfâl-i müslime ve gayr-i müslimenin zübde-i terbiyesini istikmal itmek ve ecnebi mekteblerine Teb’a-i Devlet-i Âliyye’den olan etfâlin duhûlünü men’ idecek bir tedbîr ittihâz... edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca bu teklife ilâveten; Bu etfâlin hakikaten yetim ve bî-kes olanlardan ahzına pek ziyade dikkat ve’l-hâsıl ecnebiler tarafından edilen iânelerden ahalice istifna husûlünü tekeffül idecek esbab-ı bi’t-tahkik merkeze bildirmek ve en mühimi olarak ecnebi nüfûzunun Memalik-i Şahânede te’siriyeti imhâ ve herkesin kendi mezhebinde kalması maddesini te’min ile mezhebleri Protestan ve sâir gibi mezhebe tebdîl idenlerin önü alınmak vezaifi ile memûr ve mükellef ve bir hey’et teşkil edilmesi... istenmiştir 27. Patrik tarafından teklif edilen bu tedbir, Padişah tarafından da uygun bulunarak bir heyetin kurulmasına karar verilir. Kurulacak heyet ise, şu şekilde teşkil edilecektir. Padişah tarafından tasvip edilecek ferik (general) rütbesinde bir zatın başkanlığında; biri Bâb-ı Valâ-yı Meşihatî’den (Şeyhülislâmlıktan) ve biri Maarif ve bir diğeri (maliye ile de ilgili olacak) Dâhiliye Nezareti‘nden üç Müslüman ile iki Ermeni, bir Katolik ve bir de Rum cemaatlerinden temsilciler olacaktı28. Kurulacak heyete her şehirde yardım edilmesi ve heyette görevli olanların alacakları aylıklar ile yolluklarının tespit edilmesi de karara bağlanmıştır. Heyetin kurulması ve diğer hususlarda bir aksilik görüldüğü takdirde, meclis-i mahsusta görüşülmesi de kararlaştırılarak bunun sonucunun, Padişaha bildirilmesi istenmekteydi. Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere, kurulacak heyette Protestanların bir temsilcisine, cemaat olarak yıllar önce tanınmış olmalarına rağmen yer verilmemiştir. Özellikle mezhep değişikliği söz konusu edildiğinde, yine Protestanlar örnek gösterilmiştir. Bu da, daha çok olayların çıkışında Protestan Amerikan okullarının etkili olduğu fikrinden kaynaklansa gerektir. 27 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA), İrade-i Hususi, Belge No: 333-123/3. R. 1315. 28 BOA, İrade-i Hususi, Belge No: 333-123/3. R. 1315. 57 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Milleti birbirine düşman etmeyi önlemek ve diğer devletlerin veya misyonerlerin kontrolünden kurtarmak, milletlerin birbiriyle olan diyaloklarını artırmak adına, bir tedbir olarak, zorlamak yerine azınlıkların devletin lisanını öğrenmek istemediği takdirde, bütün diller öğretilerek bu sağlanmaya çalışılmıştır. Birçok orta dereceli okulda Ermenice dersleri de konmuştur. Bu bağlamda bir lisan okulu açılması dahi göze alınmış, devlet yetkilileri azınlık lisânını (özellikle Ermenice) Türklere öğretecek bir lisân okulunun açılması, bütün Hıristiyan okullarında da Türkçe lisânının okutulmasının mecburi tutulmasının şart olduğu belirtilmiştir29. Osmanlı Devleti ortaya çıkan bütün olumsuzluklara rağmen, cemaatlerin eğitim sistemini kendi temsilcilerinin oluşturacağı heyetlere bırakmıştır Ermeni Milleti Nizamnamesi’nde, maarif komisyonunun Ermenilerin bütün eğitim sistemini düzenleyen ve teftiş eden bir heyet olarak görev yapacağı anlaşılmaktadır. Yani devlet kendine bir şikayet gelmediği müddetçe bu konuda müdahil olmayacaktır30. Sadece daha ileriki yıllarda (1880) okulların eğitim programlarını onaylamakla yetinmiştir. Böylece sadece dinî sorumluluklarla sınırlı bir millet statüsü tanınmıştır31. Maarif konusunda kurulacak komisyonlarda, kendileriyle ilgili konularda müdahil olacakları bir yetki verilerek düzenlemelerde söz sahibi olması ve eğitimde yine her cemaatin fikrinin alınması sağlanmıştır. Vilâyet maarif komisyonlarında bütün milletlerin temsilcileri yer almıştır. Fakat ne yazık ki yabancı devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki etkisi ve birçok şehirde açmış oldukları konsoloslukları vasıtasıyla buralarda da etkili olmuşlar ve maarif komisyonlarında dahi misyonerler görev almışlardır32. 29 BOA, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler Kataloğu., Cilt 6, No: 57, Tarih:1 Şubat 1888, s.166 (Maiyet-i askerî komisyonundan mabeyin başkitabetine). 30 Ali Şafak, “Der-i Saadet Ermeni Patriğinin Suret-i İntihabına Dair Nizamname Hükümleri ve Hukukî Açıdan Değerlendirme”, Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi, Cilt II, Ankara 2003, s.2005. 31 Öke, a.g.e., s.52 vd. 32 1298 Tarihli Mamuretü’l-Aziz Vilâyet Sâlnamesi, s.50. 58 Doç. Dr. Erdal AÇIKSES Mamuratül’l-Aziz merkez vilâyet maarif komisyonu heyeti Reis Aza Beyzade Mehmed Efendi Reşid Efendi Mustafa Naci Efendi Asaf Bey İzmir miralayı Sâlise Müderrisinden Sâlise Aza Ali Hulusi Efendi Mustafa Efendi Amerikalı Mr. Barnım (Barnum) Arasıl Ağa En küçük kazada bile heyetlerde Ermeni temsilciler mevcuttur. Fakat çoğunlukla bazı misyoner okulundaki görevli Ermeniler, bu komisyonlara seçtirilmiştir. Özellikle de Protestan Ermeniler göreve getirilmiştir33. Ergani sancağı Maarif komisyon heyeti Reisi Müfti Efendi rütbe müderris Tahrirat müdüri Efendi Defter-i Hakanî memuru Efendi Bedros Efendi Kostantin Efendi Aza Verilen imkân ve serbestî ile Ermeni toplumu Osmanlı Devleti içerisinde en iyi eğitim alan toplum olma özelliğine de sahip olmuştur. Bunun için 1900 yılında doktor ve eczacıların % 60’ını Ermenilerin teşkil ettiğini söylemek yeterlidir sanırım34. Sonuç Osmanlı Devleti kendinden önce bölgeye hâkim olan Bizanslılar gibi gayrimüslimlerin sosyal hayatlarına müdahale etmediği için 500 yıl beraberce huzur içinde yaşamıştır. Eğer başta din ve sosyal hayatları konusunda müdahale etseydi bu kadar uzun süre beraberce huzur içinde yaşamaları mümkün olmazdı. 33 1298 Tarihli Mamuretü’l-Aziz Vilâyet Sâlnamesi, s.72. 34 Yuluğ Tekin Kurat, “Doğu Anadolu’da Ermeni Sorunu ( 1900- 1920)”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984, Ankara 1985, s.227. 59 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yıllarca beraber yaşayan, eğitim ve kültür konusunda serbestçe hareket eden Ermeni toplumunun bu rahat halini ilk bozanlar, yabancı devletler ve onların uzantıları misyonerler olmuştur. Önce Gregorian Ermeni milletini huzursuz etmiş ve kendi arasında Gregorian- Katolik-Protestan olmak üzere üç parçaya bölmüşlerdir. Katolik ve Protestan Ermenilerin tarafında olan yabancı devletler, bununla yetinmeyip bu guruplar arasında olayların çıkmasına sebep olmuşlar ve suçlu olarak gördükleri Gregorianlar üzerine baskı kurmaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti’ni adeta tehdit etmişlerdir. Zaman içerisinde iç müdahalelerle, Müslümanlarla Ermeni milletinin arasına nifak sokarak iki toplumun da huzurunun bozulmasına sebep olmuşlardır. Osmanlının yetki verdiği Patrikler vasıtasıyla Ermeni toplumunun kültürel ve iç hukuk prensiplerinin düzenlenip yürütüldüğü yıllarda bir huzursuzluk çıkmazken, neden son yüzyılda özellikle de Tanzimat ve Islahat Fermanları’nı din değiştirme ve müdahale şeklinde yorumlayan dış mihrakların işe karışmasından sonra huzur bozulmuştur? Düşünülmesi gereken esas nokta da budur. Bu oyunlara gelmemek için iki toplumun iki eski komşu, arkadaş veya ismini ne koyarsanız o şekilde yaklaşarak kendi aralarındaki problemlere çare aramalılardır diyerek sözlerimi bitirmek istiyorum. 60 GREGORİAN KIPÇAKLARIN DİL YADİGÂRLARI Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Giresun Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Halk Bilimi E-mail: erdelel@yahoo.com, altinkaynak@mynet.com: Tel (GSM): 0 532 396 88 83 Özet Gregorian Kıpçak metinleri, bazılarının iddia ettiği gibi İkinci Dünya Savaşı esnasında yok olmamıştır. Metinler değişik ülkelerin müze ve arşivlerini zenginleştirmektedir. Gregorian Kıpçaklar konuştukları dili Hıpçak Tili, Kıpçak Tili, Kıpçakların Tili, Bizim til, Tatarça olarak adlandırıyorlar. Tebliğimizde Gregorian Kıpçaklara ait metinlerin bulunduğu ülkeleri ve bu ülkelerdeki metinlerden kısa alıntıları takdim edeceğiz. Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Giriş Bizanslıların özel gayretleri ve baskıları neticesinde Ermeni Devleti XI. yüzyıl ortalarında yıkıldıktan sonra Ermenilerin önemli bölümü Gürcistan, Anadolu’nun güneyleri ve Kırım’a göçmüşlerdir. XIII ve XIV. yüzyılda Kırım’da Kefe, Solhat ve Sudak belli başlı Ermeni yerleşim merkezleriydi. Sudak Kıpçak Devleti’nin de en önemli ticaret merkezidir. Kırım’da yaşayan Bu Ermenilerin bir kısmı Kral I. Leos’un davetiyle Batı Ukrayna’ya ve Galiçya’ya yerleşmişlerdir. Daha sonra Polonya Ermenileri olarak anılan Ermeniler bunların torunlarıdır. Ukrayna Ermenilerinin merkezi 1496 tarihinden itibaren Kamenets-Podolsk şehri idi. 1883 yılında Kamenets’e giden Kuşneryan isimli bir Ermeni, dönüşünde yazdığı yazıda; Bu Ermeniler kendi ince ve nazik dillerini bırakmış, ülkelerini talan edenlerin dillerini benimsemiştir demektedir1. Tabiiki biz bu görüşe katılmıyoruz. Gregorian Kıpçaklarına mahsus, Ukrayna’da karşılaştığımız ilk metin bilgilerini Çernovtsi’de bulduk. İkinci merkezimiz ise Luvov oldu. Luvov Devlet Arşivi’nde bu metinlerin varlığını biliyorduk. İkinci olarak bu metinlerden Kuvov Müzesi’nde de olduğu ortaya çıktı. Gerekli izinleri dostlar sayesinde alarak işe başladık. Bize kolaylığı gösteren ise Raksolana’nın soyundan geldiğini iddia eden Anna Semenuk idi. Kendisi tıp dalında doktor iken bu işi bırakmış ve 1932-1933 yılları arasında açlıktan ölen Ukra1 Talat Tekin, Ermeni Alfabesi ile Türkçe, Tarih ve Toplum Dergisi, 4 Nisan 1984, s.246. 65 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER inler ile ilgili çalışmalara adamış. O da bir Ukrain aktivisti… Yani Ukrain milliyetçisi. Çernovtsi’de Gregorian Kilisesi kırmızı tuğladan inşa edilmiş. Şimdilerde konser salonu olarak kullanılıyor. Bu Kilise binası tarihte ilk defa bir Gregorian papazın intiharını görmüş. XVIII. yüzyılda bina ahşap imiş. Papazın intiharından sonra Burada ibadet edilemez gerekçesiyle kilise yakılmış. Yakanlar belli değil. Bir rivayete göre Ermeni Papaz, Rus Çarı’nın baskısına dayanamadığı için intihar etmiş. Çar da yanan binayı yeniden ve tuğladan inşa ettirmiş. Ancak o gün bu gündür içinde ibadet edilmiyormuş. Yanan kilise ile birlikte Gregorian Kıpçak Türkçesi metinlerin de yandığı söylenmektedir. Yine bu yanan kilisenin yanında bulunduğu söylenen, Türklerin yaptığı ahşap caminin de yandığı ayrıca kayıtlarımız arasında yer almaktadır. Gregorianlık, bir mezhebe verilen addır. Bu mezhep İznik Konsülü’nden sonra oluşturulmuştu. Ermenilerin millî mezhebidir. 1850’lere kadar Gregorianlık bir cemaatken Türk, Fars, Arap ile Hayk kavminden insanlar da bu cemaatin içinde yer almıştı. Ermeni kelimesi yukarılarda, yükseklerde yaşayan, dağlı anlamında kullanılmaktadır. 1850’li yıllardan sonra bu cemaat siyasî bir kimliğe büründürülüp Gregorianlık ve Hayklık birleştirilir2. Son çalışmalara göre de Anadolu’daki isyancı grupların içinde Türk soylular da vardır. Örnek olarak Karabağ ve Ermenistan Ermenilerinin antropolojilerinin birbirinden farklılığı gösterilebilir. Bugünkü manada Ermeni kültürü içinde yoğun bir Türk kültür birikimine rastlamamız da görüşlerimizi doğrular. Ermeniler, doğrudan doğruya Gregorianlık mezhebine giren Türkler tarafından Türk kültürü ile tanışmışlardır. Taş işçiliğinde kullanılan motifler ve mimarî üslûp ile Âşuh/Âşıklık geleneği de bunların içinde sayılabilir3. Bir başka mesele ise, kültürel ve ticarî ilişkiler ne kadar yoğun olursa olsun, din önemli bir faktördür ve Deşt-i Kıpçak’taki toplum, dinsizlikle suçladığı bir toplumun dilini benimseyemez. Hele hele Polonya ve civarı ülkelerde, bu kültürel yoğunluktan uzaklaşmış olmalarına rağmen Kıpçak Türkçesi devam ettiriliyor ise bunu başka bir şekilde izah etmemiz gerekecektir ki o da bu insanların Kıpçak olmalarıdır. Kırım’da Gregorian nüfusun en yoğun olduğu bölge Kefe idi. XV. yüzyılın ikinci yarısında buradaki Gregorianların nüfusu 35-40 bin civarındaydı. İkinci büyük yerleşim merkezi ise Sudak idi. Karasubazar, Kez2 3 66 Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1997. Yaşar Kalafat, Farklı Dinî İnançlara Mensubiyet İtibariyle Türk Halk İnançları Çalışmalarında Metod ve Teori, Türksoy, S.X, Eylül 2003, s.29-30. Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK lev, Akmescit, İnkerman, Surhat gibi vilâyetlerde de Gregorianlar yaşamaktaydı. II. Katerina döneminde Kırım’dan çeşitli vaatlerle çıkarılan Hıristiyanlar arasında Ermeniler de vardı4 ve bunlar da Hayk dilini pek bilmiyorlardı. İbadet dilleri de Türkçe idi. Kırım’dan 12 492 Gregorian kadın ve erkek ayrılmıştı. Büyük göçe katılmayanların da büyük çoğunluğu, Gregorian mezhebinden olanlardı ve bunlar tüccar, esnaf ve sanatkâr sınıfından toplam 228 kişi idi5. Lübnan Ermenilerinin anadillerinin Türkçe olması da bizi aynı noktaya götürür. Bunlara Müslüman Türklerin Galagavurları (Kale Kafirleri) adını vermeleri de Anadolu Müslüman Türklerinin, kendi ırkından gelse de Müslüman olmayanların topunu birden yabancı sayması, dışlaması netice itibariyle onların hatası olarak ortada durmaktadır. Dr. Aleksandr Nikolayeviç Garkavets’e göre Ukrayna’da bulunan Ermenilerin Türkçe konuşanları XI. asrın ortalarında Hıristiyanlığı kabul eden ve yabancı isimler alan putperest Kıpçak halkıdır. Gregorian Hıristiyanlığı kabul ettiler ve Ermenilerle karıştılar. Ona göre Urumlar da putperest Kıpçaklardandır. Bunlar XI. asrın ortalarında Hıristiyanlığ’ı kabul etmişler ve Grekçe isimler alıp, Bizans İmparatorluğu’nun vatandaşlığını ve himayesini de kabul etmişlerdi. Diğer bir grup ise Hazarlarla birleşerek Musevîliğ’i kabul ettiler. Kalan Kıpçaklar ise Müslümanlığ’ı kabul ederek Kırım Tatarlarıyla karıştılar6. Kalafat’a göre Gregorian Türklerin büyük çoğunluğu Oğuz soylu idiler7. Gregorian Kıpçakların Batı Ukrayna veya Luvov’a gelişlerinin nasıl olduğu hakkında değişik kaynaklar farklı görüşler ileri sürmektedir. Anadolu Selçukluları döneminde Anadolu’dan Kırım’a ve oradan da XIII. asırda Luvov bölgesine gelinip yerleşildiği8, XIV. asırda ilk Gregorian Kilisesi’nin (1361) kurulduğu bilinmektedir. Bulundukları bölgede halen bir kısmının yaşadığı ve o dönemlere ait belgeleri muhafaza eden merkezlerin olduğu da bilgilerimiz arasındadır. XVIII. yüzyılın sonlarında bu bölgede cebren Hıristiyanlaştırılmış Tatarlar da vardı. 4 5 6 7 8 İvan Cuha, Odissea Mariupolskih Grekov, Vologda 1993, s.155-157. Cuha, a.g.e., s.158. Aleksandır Garkavets, Turkskiye Yazıki na Ukraine, Almaata 1988, s.18-19. Kalafat, a.g.m., s.29. Tuncer Gülensoy, Türkçe El Kitabı, Ankara 2000, s.299. 67 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER II. Katerina döneminde Kırım’dan çıkarılan Gregorianlar9 ilk köylerini Rostov yakınlarında, Nahçivan-Don adıyla ve daha birkaç köyün temelini attığı pek çoğunun esnaf ve sanatkâr olduğu ve bunların da 1885’ten sonra bugünkü Ermenistan’ın kuruluşunda rol aldığı unutulmamalıdır. Bölge tamamen bir ticaret ve sanat merkezi idi. Nihayetinde Sultan İbrahim’e ait olduğu söylenen ve şu anda Luvov Devlet Arşivi’nde saklanan bir Hatt-ı Hümayun’da da bu durumu açık seçik görmekteyiz. Luvov, o tarihlerde serbest bölgedir. Hiçbir mal bu şehre girmeden Ukrayna ve çevresine dağıtılamıyordu. Buradaki tüccarların büyük çoğunluğunu da Gregorian tüccarlar oluşturuyordu. 1685 senesinde Luvov’daki 14 büyük mağazanın 10’u ve 17 orta halli mağazanın da 13’ü Gregorianlara aitti. Bunun sebebi ise Gregorianlara tanınan imtiyazlardı. Luvov’daki Gregorianların tamamı ticaretle uğraşmıyordu. Büyük çoğunluğu zenaat işleriyle uğraşıyordu. XVII. yüzyılın başlarındaki vergi kayıtlarına göre Gregorianların % 80’i zenaatkârdı. Kasaplık, yün ve deri işleri, nakışçılık, eğercilik, terzilik, okçuluk, kılıççılık, kürkçülük, kâğıtçılık, petrol ürünleri pazarlaması, ressamlık, ayakkabıcılık, sarraflık, meşrubatçılık işleri Gregorianların tekelinde idi. Kâğıt fabrikalarına hammadde temini ve darphane işlerine de bakıyorlardı. Gregorianlar, Kıpçak Türkçesi’ne yakın olan Kırım Tatar Türkçesi ve diğer Türkçeler’i bildikleri için tercümanlık, müsteşarlık, danışmanlık, konsolosluk vazifelerinde de bulunmaktaydılar. Casusluk da bilinen işleri arasında idi10. Luvov şehrinde bulunan Gregorian Kilisesi yoğun turist akımına uğramaktadır. Bu turistlere rehberler açıklamalarda bulunurken, bilinen Ermeni soykırımı ile ilgili tevatürleri de aralara sıkıştırıyorlar. Luvov’daki Gregorian Kilisesi’nin girişinde ve bahçesinde taştan mezar kitabeleri var. Bunlardan büyük kısmı yer döşemesi olarak kullanılmış. Mezar sahiplerinin kendi isteği ile bu eylem yapılmış. Amaç nefsin terbiyesi imiş. Bu taşların üzerinde Ermeni alfabesi ile Kıpçak Türkçesi yazılar mevcuttur. Bunları video kamera ile kaydettik. Bahçede bulunan yekpare ağaçtan oyma ikon görülmeye değer güzelliktedir. Gregorian Kıpçakçası metinlerinin Lüvov’da sadece bir kısmı kalmış. Diğerleri çeşitli şekillerde dünyaya dağılmış. Dağılım alanları ise Ukrayna’nın Luvov şehri dâhil olmak üzere şöyledir: Ukrayna’da Luvov 9 Cuha, a.g.e., s.158. 10 Garkavets, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye I, Almatı 2002, s.10. 68 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK ve Kiev şehirleri, Avusturya, Ermenistan, Hollanda, Polonya, İtalya, Rusya, Romanya ve Fransa. Luvov Devlet Arşivi’nden XV-XVIII. asırlar arası, o zamanlar serbest bölge olarak ün yapan Luvov’da, Gregorian Kıpçaklara ait belgeler hususunda Dr. Garkavets de bize bilgi aktarmıştı. Bu metinlerin korunduğu arşive ve müzeye müracaatla, bazı kaynaklarda İkinci Dünya Savaşı sırasında yanarak yok olduğu söylenen Gregorian Kıpçak Türkçesi metinlerinin mikrofilimlerini, özel arşivimizde bulundurmak üzere aldık. Kiev’de bir Ermeni kolonisi veya Ermeni hicreti olduğu yolunda XVI. ve XVII. yüzyıl öncesine ait bir bilgi yoktur. Özerkliği olmayan Gregorianlar ve onlara ait bir kilisenin XVI-XVII. asırlarda varlığını, sonradan buraya gelerek yerleştiklerini biliyoruz. Yine buradaki Ermenilerin dillerinin Kıpçak Türkçesi olduğu da bilinmektedir. Burada kurulan Gregorian mahkemesinde yeminler ya da and içmeler Kıpçak Türkçesi ile yapılıyordu11. Kiev ve Kamenetse merkezlerinden başka Lutsk, Vladimir, Suçava, Serete, Balta, Baga, Belza, Bereyar, Baroka, Broda, Buçaç, Vara, Gorodenko, Kutav, Çernovtsi, Stanislav gibi yerleşim merkezlerine dağılmışlardı. Gregorianlar Ukrayna’nın 70 yerleşim merkezinde bulunuyorlardı. Gregorian Kıpçak Türkçesi metinlerini ilk defa ilim alemine tanıtan, Ukraynalı, edebiyata ve sanata meraklı bir aileden gelen 1871 doğumlu Ağatangel Efim Krımskiy olmuştur. Krımskiy’e göre bu insanlar Ermenidir. Krımskiy’in verdiği bilgilere göre bugünkü Ukrayna’nın Batı kesimlerinde bulunan Ermeniler XIV. asırda Litvanya Tatarları, Karay kolonileri ve bir kısım Kumuklar ile birlikte yaşıyorlardı. XV. asrın sonlarına doğru bu Ermeni kolonisine, Osmanlıların Kefe’yi ele geçirmelerinden sonra yenileri ekleniyor. Daha sonra bu Ermeniler, Litvanya Tatarları, Karaylar ve Kumuklar gibi Türk dilini terk ederek Polonca, Rusça ve Ukraince konuşmaya başlıyorlar. Gregorian Kıpçaklar konuştukları dili Hıpçak Tili, Kıpçak Tili, Kıpçakların Tili, Bizim til, Tatarça olarak adlandırıyorlar. Metinlerde bir iki yerde geçen Türkçe ve Türkmen kelimeleri aşağılayıcı bir anlam içermekteir. Bu adlandırmada dinin etkisi olduğu gibi, o dönemlere ait adlandırma da geçerli olabilir. Eğer bu yüzyılda Osmanlı sahasına bakar isek Türkmen ve Türk kelimelerinin de aynı anlamda kullanıldığını görürüz. 11 Garkavets, a.g.e., s.7. 69 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Oluşumuna göre Gregorian Kıpçakların dili, yine kendi ifadelerine göre Kıpçak Türkçesi’dir. Bu dil Kırım topraklarında gelişimini devam ettirmiştir. Yapı özelliklerine göre Karay Türkçesi’nin Trakay ağzına, Kuman Türkçesi’ne, Urum Türkçesi’ne ve Kırım Tatar Türkçesi’nin Yalıboy ağzına yakındır12. Krımskiy’den sonra onun öğrencisi Timofey İvanoviç Grunin, Gregorian Kıpçak yadigarları üzerinde çalışmış ve Kıpçak, Urum, Kırım-Tatar, Kırımçak ve Karaim Türkçeleri ile Gregorian Kıpçak dilinin benzerliklerini tez olarak takdim etmiştir. Grunin, Gregorian Kıpçak Numuneleri’nin, 1559-1567 yılları arasında tutulan 298 adet el yazmasını da neşretmiştir. Bu neşirler içinde İkinci Dünya Savaşı esnasında yandığı söylenen ve işin tuhafı kendisi tarafınan da ifade edilen kitaplardan da vardı. Yanan kitaplardan birinci kitabı da kendisi neşretmişti. Grunin’e göre Anadolu’nun doğu ve kuzeydoğusundan ayrılan Ermeniler, Kırım ve Besarabya’da Kıpçaklarla birlikte yaşamışlardı ve Gregorian mezhebine giren Kıpçaklar da vardı. Ermanistan’ın Şirak vilâyetinde, şimdiki Arıç köyünün eski adı Kıpçak’tır ve XII. asırda bu köyde Hıpçakvank Manastırı inşa edilmiş ki o manastır bugün dahi durmaktadır13. Tuncer Gülensoy’un Türkçe El Kitabı’ndaki, Türklerin Kullandığı Alfabeler bahsindeki görüşlerine son dönemde konu hakkında yapılan çalışmalar ışığı doğrultusunda katılamayacagız. Onlar Kıpçak Türkçesi’ni sonradan öğrenmiş Hayklılar değil, sonradan Hayklaşmış Kıpçak ve Oğuz gruplarıydı14. Ayrıca, bu eserler Almanların geri çekilmeleri sırasında da yanıp kül olmamıştı. Bu eksik bilgiye Grunin de sahipti15. İlerde vereceğimiz listede de görülebileceği gibi dünyanın çeşitli yerlerinde mevcudiyetlerini devam ettiriyorlardı. Bir diğer husus da el yazması Gregorian Kıpçak dil yadigarları 307 adet değildi. Sadece Grunin’in neşrettiklerinin sayısı 298’dir. Ulaşılamayanlar da esasa alınırsa metinlerin bundan çok daha fazla miktarda olduğu ortaya çıkar . Gregorianlar arasında 12 hayvanlı Türk takviminin kullanılması ve Karay-Kırımçaklarda olduğu gibi İslâm öncesi gün adlarından bazılarının kullanılması bize ilginç gelmektedir. Kırım’da bulunduğumuz yıllarda diğer Türk halklarından Aksakallarla bu konu üzerinde yaptığımız tartışmalarda farklı yaklaşımlar çıkmıştır. Karay Bilim Kurulu başkanı ve Han 12 13 14 15 70 Garkavets, a.g.e., s.12. Garkavets, a.g.e., s.7. Gülensoy, a.g.e., s.299. Garkavets, a.g.e., s.6. Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Süreyya Şapşal’ın torunu Yuri Palkanov’a göre insanlar her şeyi değiştirebilir. Takvimlerini ise çok zor değiştirirler. Araştırmacı yazar Kırımçak asıllı Rebi Devid İliç ise Filistin’den gelme Yahudi olmadıklarını isbat etmek için takvim ve gün adlarını delil olarak sunmaktaydı. Sıçhan yılı, Buğa yılı, Bars yılı, Hoyan (Tavşan) yılı, Balıh yılı, Yılan yılı, At yılı, Hoy (Koyun) yılı, Maymun yılı, Tavuh yılı, İt yılı, Tonguz yılı Gregorianların kullandığı takvimin yıllarıydı. Haftanın Kiçiaynakün, Aynakün, Şabatkün, Bayramkün, Ayaskün, Kankün, Çubuhvuruşgankün gibi günlerinin olması da Gregorianların Kıpçak Türkçesi’ni sonradan değil, en eskiden beri bildiklerini göstermektedir. Konu hakkında çalışanlardan bir diğeri de Dr. Garkavets’tir. Kendisi halen Kazakistan’ın Almaata şehrinde ikâmet etmektedir. Bu güne kadar, konu ile ilgili olarak yayınladığı kitaplar içinde Kıpçakça Yazılar, Ermeni Kıpçakcası, Ermeni Kıpçakcası Metinleri, Ermeni Kıpçak Yazısı, Ukrayna’da Türkçe Yazılar sayılabilir16. Kendisiyle son çalışmalarımızda Gregorian Kıpçak deyimini Kabul etmemiş, özellikle Diaspora’dan çekindiğini sözlü olarak beyan etmiştir. Bunda, yayınlarındaki sponsorlukların da etkisi olabilir. Buraya kadar saydıklarımızın dışında, Türkologlardan ve Ermeniler üzerinde uzmanlardan, Gregorian Kıpçak metinleri üzerinde pek çok şöhretli bilim adamı çalışmıştır. V. A. Gordlevskiy, V. R. Grigoran, T. İ. Gurunin, Y. R. Daşkeviç, İ. A. Abdulin, V. V. Bartold, S. R. İzidinova, S. Koloncan, N. K. Krivanos, A. Y. Kırımskiy, A. K. Kurışjanov, S. E. Malov, E. N. Necip, E. Petrosyan, A. N. Samayloviç, K. K. Yudahin, W. Bang, Necip Asım, J. Antoni, P. N. Akinian, F. Bischoff, O. Blau, J. Deny, V. Drimba, A. Von Gabain, T. Kowalski, L. Ligeti, M. Malowist, T. Mankovski, J. Nemeth, W. Radloff, E. Tryjarski, A. Zajaczkowski bunlardan bazılarıdır. Şükrü Akalın’ın verdiği bilgilerin dışında, Gregorian Kıpçak Türkçesi metinlerinin hangi ülkelere yayıldığı ve bu ülkelerdeki metinlerden alınma kısa örnekler ilk defa tarafımızca yayınlanmıştır17. Bununla beraber çalışmalarımız tamamlanmış değildir. Bu kitabın dışında, kendi öğrencilerimizden oluşturduğumuz 23 kişilik grup ile de bu metinlerin Latin alfabesine ve Türkiye Türkçesi’ne aktarımı devam etmektedir. Çalışmalarımızın 16 Garkavets, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye I, Almatı 2002; Turkskiye Yazıki na Ukraine, Almatı 1996; Töre Bitigi Armiyano Kıpçakskiy Sudebnik 1519-1594, Almatı 2003; Armeyan-Kıpçak Pısalter 1575-1580, Almatı 2001. 17 Erdoğan Altınkaynak, Gregoryan Kıpçakların Dil Yadigarları, Karadeniz Araştırmaları IV, Çorum 2005, s.21-38. 71 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER neticesinde ortaya çıkan iki tebliğimiz de bu sempozyuma kabul edilmiştir18. Ayrıca Gregorian Kıpçak Dil Yadigarları adlı kitabımız da basım aşamasındadır. Nadejda Çirli’nin Çukurova Üniversitesi’nde hazırladığı doktora tezi, bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de Gregorian Kıpçak metinlerinden birisinin üzerine yapılan ilk doktora tezidir.19 Çirli bu metni, Gregorian Kıpçak Türkçesi diye değil de Ermeni Kıpçakçası gibi bizce yanlış olan bir terimle adlandırmıştır. Çirli, çalışmasını okuma, orijinal metin, Latin harfleriyle transkripsiyonu, Türkiye Türkçesi’ne tercümesi gramer ve dil bilgisi üzerine yapmıştır. Türk diliyle yazılı bu ilk eser, Türkiye dışında basılmış, eser üzerinde daha önce Schütz ve Daşkeviç tanıtmalar yazmışlar, Garkavets ise eser üzerinde yaptığı çalışmaları yayımlamıştır20. Mustafa Öner’in genel olarak Kıpçak Türkçesi hakkında bir çalışması vardır21. Recep Toparlı ise bu meseleye daha çok Anadolu mantalitesine uygun olarak Mısır Kıpçak Türkçesi’ne ait metinler ve sözlük çalışmaları yapmıştır22. Nevzat Özkan, çalışmasında konu ile ilgili özel bir bahis açmamış, genel olarak coğrafyayı vermiştir23. Ermeni alfabesinin Doğu ve Batı tarzı olmak üzere iki türü vardır. Gregorian Kıpçak metinleri Batı tarzındaki alfabeyle yazılmıştır. Triyarski, Daşkeviç ve Schültz gibi araştırmacılar Doğu tarzını ve dolayısıyla Ermeni üslûbunu, Garkavets ise Batı tarzı, dolayısıyla Kıpçak üslûbunu kullanmaktadır24. İkisi arasındaki farklılıklar Doğu tarzı okuyanların açık hatalarıyla ortaya çıkmaktadır ki Garkavets ile görüşmelerimizde bu hataların bir kitap hacminden fazla olduğunu öğrendik. Gregorian Kıpçak metinlerinin yazıldığı Ermeni alfabesi 31 ünsüz ve 7 ünlüden oluşup, harflerin birleşimi soldan sağadır. Ermeni alfabesinin Türkler tarafından veya Türkçe metinlerin yazımında kullanılması XIV. yüzyıla kadar gitmektedir. 18 Gregoryan Kıpçak Metinlerinden Uslu Hikar’ın Hikâyesi adlı tebliğ de bu çalışmaların ürünüdür. 19 Nadejda Chirli, Ermeni Kıpçakça Dualar Kitabı Algış Bitigi, Haarlem/Nederlands 2005. 20 Daşkeviç, Armiyanskoye Knigapeçatniye na Ukraine v XVII v, İstoriko Filologiçeskiy Jurnal, Vol. IV, s.115-130; Schütz, An Armeno Kıpchak Text From Lvov 1618, Acta Orientalia Hungaricae XV, 1-2, s.291-330; Garkavets, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye I, Almatı 2002, s.661-674. 21 Mustafa Öner, Bugünkü Kıpçak Türkçesi, Ankara 1998. 22 Toparlı-Vural-Karaatlı, a.g.e.; Toparlı, Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Erzurum 1993. 23 Nevzat Özkan, Türk Dilinin Yurtları, Ankara t.y. 24 Garkavets-Hurşudyan, Psalter, XXVI, 2001. 72 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Pamukçiyan’a göre kullanım XX. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir25. Paris Millî Kütüphanesi’nde bulunan, 19 Asrın Sonunda Türk-Ermeni Hukuk Bilgileri adlı kitapta 1610-1612 yıllı, Batı Ukrayna Gregorianlarına ait hukuk maddeleri alıntı olarak verilmektedir. 1912’de Avusturya’da, Türk Ermeni Dili Numuneleri bastırılmıştır. 1910’lu yıllara kadar yapılan çalışmalarda Step Kumukları’nın (Deşt-i Kıpçak veya Ukrain) dilleri ile mukayeseli çalışmalar dikkate alınırken bu tarihlerden sonraki çalışmalarda yöntem farklılıkları görülmektedir. Bunların içinde edebî ürünlerin eksikliği dikkatlerimizi çekmektedir. Kıpçak Türkçesi metinlerinin muhtevaları ise, dinî konular, mahkeme defterleri (37 adet), hukuk kitapları, vaazlar, sözlükler, takvimler, felsefe öğretici/ eğitici yazılar, genetik ve simyacılık çalışmaları vs… Garkavets, Gregorian Kıpçak metinlerini 6 grupta toplamaktadır. 1. Tarihî vakayinameler: Bunlar 3 adettir; a. Kamanets Vakayinamesi: Papaz Agop başlamış (1581-1621) ve kardeşi Aksent yeniden düzenlemiştir (1650-1652). Bu vakayinamede Polonya-Osmanlı ilişkilerinin sertleştiği döneme ait bilgiler vardır. b. Venetsya Vakayinamesi: Paris Millî Kütüphanesi, El Yazmaları bölümündedir. Alişan tarafından 1896’da basılmış ve bu baskıya J. Deny tarafınan 1957 yılında eklemeler yapılmıştır. c. Polon Bölge Vakayinamesi: 1530-1537 tarihleri arasındaki vakaları kesik kesik anlatmaktadır. Luvov Gregorian Kilisesi’nde olan olayları anlatmaktadır. G. Alişan tarafınan yazılıp, Y. Daşkeviç ve E. Triyarskiy tarafından yeniden gözden geçirilerek bastırılmıştır. 2. Kanun kitapları ve mahkeme sicil defterleri, tutanakları: Bu kanunlar, Gregorianların kendi kanunlarına göre cezalandırılabilmeleri için hazırlanmıştır. İlk kabul ve tasdik eden I. Sigizmund idi. Daha sonra yenileri bunu takip etmişti. İlk kitap Kıpçak ve Polonca hazırlanmıştır. Gregorian Kıpçakcası ile meydana getirilen kitapların toplam sayısı 40 idi. Bunların 3 tanesi kaybolmuştur. 37 kitap ise çeşitli müze ve arşivlerde saklanmaktadır. Kiev, Viyena, Venetsya ve Polonya’da Marianna Levitskovo’nun mirasçılarında microfilm ve fotokopi şeklinde bulunmaktadır. Kanun kitapları, sicil defterleri ve tutanakların tamamı 18 000 sayfadan fazladır. 25 Kevork Pamukçiyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, İstanbul 2002, XI. 73 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 3. Dil bilimi ve lügatlar: 1581-1613 yıllarına ait, 2 Kıpçak dili öğretici kitabı, 5 sözlük ve birkaç bağımsız sayfadan oluşmaktadır. Sözlükler; Luvov Üniversitesi Elyazmalar Kütüphanesi’nde 366 sayfa, St. Petersburg Saltıkov Devlet Kütüphanesi’nde 280 sayfa, Viyana Millî Kütüphanesi’nde 106 sayfa, Viyana Ermeni Mhitaristler Kongresyon Kütüphanesi’nde 301 sayfa -Garkavets tarafından hazırlanan ve Erivan’da bulunan Ermeni Grafik Sanatı adlı kitabına belirtilen sözlükten oluşmaktadır (Erivan ve Viyana’da)-. 4. Mezhep (dinî) edebiyatı: 1 adet Apastol Tovel’in kitabı, 5 adet psaltir kitabı, 9 adet dua kitabı, 4 adet vaaz kitabı, azizler hakkında kitap, 1 adet astroloji ve takvim notları içeren Hıristiyanlık tarihi kitabı, 1 tane ayrı takvim, 18 adet 12 hayvanlı Türk takvimine dayalı yıllık takvim, ilâhîler ve marşlar da içeren bir adet müellifsiz kitap. 5. Elit Ürünler: Viyana Ermeni Mhitarist Kongratsyonu Kütüphanesi’nde 468 numarada kayıtlıdır. Hikmetli sözler ya da olağanüstü azizlerin efsanevî hayatlarını konu alan entellektüel ürünlerden oluşmaktadır. Kitap üzerine J. Deni ve E. Triyarski çalışmışlardır. 6. Tabii ilim çalışmaları. Aşağıda örneklerini verdiğimiz metinlerin Türkiye dilbilimcilerinin kullandığı transkripsiyon ve transliterasyon işaretlerine çevrilmesine başlanmıştır. Bu metinlerin çevriminden sonra Kıpçak dil yadigarlarının kelime hazinesi çıkarılacaktır. Metinlerin Bulunduğu Ülkeler ve Metinlerden Örnekler Avusturya Avusturya Millî Kütüphanesi-Viyana 106 sayfadan oluşan Ermenice-Kıpçakça Sözlük; 1669 yılına aittir. Ancak yazılış yeri belli değildir. Moldovya’dan satın alınmıştır. Tryjarski26 ve Garkavets üzerinde çalışmıştır. 26 Triyarski, Distionnaire Armeno-Kiptchak D’epres Trois Manuscrits des Collections Viennoises, Varşova 1968-1972, s.127-152. 74 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Men der Nerses Holup oğlu aldım satun bu parkkirkni pan Bayça şvagerimden der Asduacadur oğlu pevni sumaga tvagan 1087 junvar 10. haysın ol Olah veliyetine alayje satun alıp edi 6 levkoviy talerge27. Ermeni Mhitar Kongregasyonu-Viyana 84, 143, 311, 440, 441, 444, 446, 447, 452, 468, 479, 480, 481, 525, 536 ve 559 nuralarda kayıtlı belgeler; Bu belgeler üzerinde Garkavets, Triyarski28, Daşkeviç29 ve Daşyan30 çalışmıştır. Bundan songra alğış da sağmos Tawit’ning, 4. Sarnaganima menim işitting manga, Tengri, toğruluhunga köre tarlıhtan manga avlah etting, yarlığa manga da işit alğışıma menim Adam oğlanlari nege dingre bek yürekliler, nek söviyirsiz heçlikni da izdiyirsiz yalğanlıhnı. Tanıngiz ki tamaşa etti Biy arisine kendining da Biy işitkey manga sarnaganıma menim angar Öçaşlaningiz da yazihlanmangiz ne ki aytsangiz yürekingizde sizing da töşekingizde sizing poşman bolunguz. Sununguz hurbanıng toğruluhnung da umsaningiz Biyge Körler aytirlar ki kim körgüzgey bizge yahşiliğin Eyamizning. Nişanlandi bizge yarihi yüzüngden sening, da berding ferahlik yürekimizge bizim. Yemişinden aşlıhnıng çayırnıng zeytünnüng alarning tolturdung alarni Eminlik bile bu da bunda yuhliyih da oyaniyih, zera sen, Biy, yalğız panbaşğa umsang bile sening turhuzdung bizni31. Çıhkanı Üçün Movsesning Mısırda da Israyel Oğlanları Üçün Alğış: Alğışlıyıh Biyni ki haybat biledir haybatlangan Atlanganlarnı da atlarnı saldı tenisge boluşüçi yöpsüniçim menim Biy, da boldu manga hutharılmazlıhka 27 Garkavets, a.g.e., s.29. 28 Triyarski, The Story of Holy Mariane in the Kiptchak Language of the Polish Armenians, Jurnal of the Turkish Studies, XIII, Harvard University, Harvard 1989, s.205-236. 29 Daşkeviç, Lvovskiye Armyano-Kıpçakskiye Dokumantı XVI-XVII vv,, Kak İstoriçeskiy İstoçnik, İstoriko-Filologiçeskiy Jurnal, II, Akademiya Nauk. Arm.SSR 1977, s.163-164. 30 Dashian, Catalog der Armenischen Handschriften in der Machitaristen-Bibliothek zu Wien, Viyana 1895. 31 Garkavets, a.g.e., s.31. 75 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Budur menim Tengrim da haybatlı etermen bunuü Tengrisi atamnıng benim da biyik etiyim bunu…32. Ermenistan Matenadaran-Mesropa Maştots adına Eski Elyazmalar Enstitüsü-Erivan 1232, 1763, 2267, 2403, 2493, 3521, 3522, 3883 ve 3985 numaralarda kayıtlı eserler; Bu eserler üzerlerinde Garkavets-Hurşidyan33, Ts’ts’ak antolojisi34, Yegenyan35, Triyarski36, Korhmazyan37 çalışmışlardır. 1620 yılında Skandar tarafından Kudüs’te yazılan bir Türkçe yazı vardır. Ancak bu yazı Kıpçak Türkçesi özellikleri taşımaktadır. Ermenice’ye çevirilen ve metinde gösterilen oniki hayvanlı Türk takvimi: Sıçhan yıl Buğa Bars Hoyan, tavşan, tavışhan, tuşhan, tuşhançik Balıh Yılan At Hoy, hoşhar Piç, maymun Tavuh İt 32 Garkavets, a.g.e., s.37. 33 Garkavets-Eduard Hurşudyan, Armenian Qypchaq Psalter 1575/1580, Almatı 2001. 34 Ts’ts’ak Dzegrats Maştots’I Anvan Matenadarani, Yegenyan-Zeytunyan-Antabyan, Tsutsak Cragrats’ Maştots’i Anvan Matenadarani I, Erivan 1965; II, Erivan 1970; Yegenyan, Ob Adnom Armiyano-Kıpçakskom Grammetiçeskom Pasobii, Vaprosı Yazikoznaniya V, 1962. 35 Yegenyan, Ob Adnom Armiyano-Kıpçakskom Grammetiçeskom Pasobii, Vaprosı Yazikoznaniya V, 1962. 36 Triyarski, Fragment of The Apochryphal Psalm 151 in its Armeno-Kipchak Version, Journal of Semitic Studies XXVIII, 1983, s.297-302. 37 Korhmazyan, Armyanskaya Miniatura Krıma (XVI-XVII vv), Erivan 1978. 76 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Tonguz38 1580-1581 Luvov’da hazırlanan Ermenice-Kıpçakca Sözlük er garnum : nek alurmen garnum : alırmen ari : aldım araw: aldı bidiarnu: alsar nawa: kemi (gemi) nawavar: kemiçi hoviw: çoban vayri: kiyik (geyik) ors: av orsort: avcı tor: sit (set-ağ) marah: sarınçha mçeh: sinek bidzak: sinek oçil: bit39……… Ulu Aynakün Ayt (Ulu Cuma Günü Söyle ‘necek dua’) Yalğız toyğan oğul da sçz, ki hıyınnı adamlar üçün boyunga kötürdüng borçsuz, bizni azad et Biy şayavatlı yanar sönmegen ottan yalbarmahı bile anangnıng holthası bile da seningdir haybat tiyğisiz de uçsuz40. Bayram Kün Ayt: (Bayram Günü Söyle’necek dua’) Ki turdung ölüden sındıryaladıng eşiklerin tamuhnung azadlıh berding canlarga ki Atamdan beri anda ediler bizge yarlığa yazıhlılarga da bağışla ülüş ariler bile da turğuzgin artarlar bile41. Tügellendi alğış bitiki tvaganknıng Ermeni hisebine 1075 sinde Mayısnıng 19unda padşahlığına Nemiç ulusunung üçüncü Zigmundnung gatuyu gosluhuna Yaretagan cinsining Ecmiyacinning atorunda deer Melkiseet gatuğigosnung haysı ki bu zamanda kendi hartlıhı bile keldi hutlu Ilov 38 39 40 41 Garkavets, a.g.e., s.269. Garkavets, a.g.e., s.270. Garkavets, a.g.e., s.290. Garkavets, a.g.e., s.290. 77 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER şaherine 5 ahraş bile 2 hapeya bile barça kahanalıh da sargawaklar bile da joyovurt barı igitler bile harşısına çıhıp habul ettiler. Yazıldı bu bitik şeherine Padişahnıng Ilovda holu aşıra yazıhlı Misko Sargawak, Murat oğlu Zamoşça şeherinden holthasına mengermehine baron Agopça Şeçov erespohanın oğlu pan Vartanın hızına panna Zofiya haysı ki ulu sövük da halae meni da yesir etip fikirimni yürütiyir. Suhlançından yazıhnıng kiltki de mashara etip meni duşmanlarıma menim evet sensen Biyim baröadan huvatlısen, huthar meni zera seningdir haybat mengi mengilik amen42. Fransa Fransız Millî Kütüphanesi-Paris 1636 yılında Luvov’da kaleme alınan Zakari oğlu olan Papaz Kaspar’ın dua kitabı. Baş tarafı noksandır. Numara 5’te kayıtlıdır ve Deny eser üzerinde çalışmıştır. Tvagan uçka dek 1085 Ey algışnı ohuçılar holarmen Krisdos içun arzani algışını da sizing men arzanisiz Kasparnı unutmanız43. Bundan başka Paris Fransa Millî Kütüphanesi’nde 1654-1671 yıllarına ait, 1653 tarihli ve Garkavets ile Deny’nin üzerinde çalıştığı 170 numaralı dinî takvim; 1568 tarihli ve 176 numaralı Anayasa kitabı; 1610-1652 tarihli ve Alişan, Garkavets, Deny, Triyarskiy ve Daşkeviç’in üzerinde çalıştığı 194 numaralı Papaz Agop ve Aksent kardeşlerin kitabı da mevcuttur. Hollanda Leyden Üniversitesi Kütüphanesi-Leyden Bu eser üzerinde Chirli44, Garkavets, Garkavets-Hurşidyan, Daşkeviç, Schütz çalışmışlardır45. Eser 0.0.168.0.0.; B.U.878.G.9.’da kayıtlıdır. Vay manga Vay manga 42 43 44 45 78 Garkavets, a.g.e., s.295. Garkavets a.g.e., s.975. Chirli, a.g.e. Eser üzerinde çalışanlar için bkz. Garkavets, a.g.e., s.661. Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Vay men köryazıhlıga ki ne cuvap bersermen Tengrining horhulu yarğusuna Da hali umsanıp Tengrige da anıng yetövsüz şağavatına aytırmen menim yaman yazıhlarımnı bu surp yuhovnung içine Tengrinin alnına da surp asduacacinning da parça arilerning köktegilerning da yerdegilerning da menim din atamnıng alnına barça yazıhlarımnı aytırmen haysi ki hilinipmen canım tenim bile da barça sağıslarım bile da sözlerim bile da erkli u erksiz bilgenim bile da bilmegenim bile kündüz u keçe eger yuhlaganda eger ayah bolganda. Yazıhlımen 5 seziklikim bile 6 teprenişim bile 12 gövdem bile 365 boyunlarım bile Meğa Tengrige Yazıhlımen közlerim bile hamaşa bahıp özgelerning süretine suhlanırmen hatunga hız oglanga özgening tirlikine közüm bile körüp esim bile suvlanıpmen da ne ki köz yazıhı bar barçanı hılınıp men meğa Tengrige Yazıhlımen hulahlarım bile Tengrinin buyruğun işitme erinipmen yohese hulah hoyupmen tiyişsiz sözlerge yaman ögütke panpas etmehni çıhaga bermehni yergesiz gelecilerni yaman sözlerni hulah hoyupmen da ne ki hulah yazıhı bar barçanı hılınıpmen mağa Tengrige. Yazıhlımen ağzım u tilim bile boş sçzlerni sözlepmen yalğangı aytırmen panpas etipmen46. İtalya Ermeni Mhitar Kongregasyonu-Venedik/Evliya Lazar Yarımadası 11, 359, 446, 1126, 1270, 1700, 1750, 1788 ve 1817 numaralarda kayıtlıdır. Eser üzerlerinde Garkavets, Sergisyan47, Dubinska48, Triyarski49, Deny50, Alişan51, Schütz52 çalışmışlardır. 46 Garkavets a.g.e., s.671. 47 Sergisyan, Matenadaranin Mihinataraents’i Venedik, Venedik 1966. 48 Dubinska, Badan Nad Psalterzami Ormianskimi w Jazuku Kipczackim II, Prezaglad Orientalistyczany, 1961. 49 Triyarski, Der Zweite Brief des Paulus an die Korinther in Armeno-Kiptschakischer Version und Seine Sprache, Altaica Collecta, Wiesbaden 1976, s.267-344. 50 Deny -Triyarski La Litterature Armeno-Kiptchak, Philologiae Turcicae Funda- menta, Wiesbaden 1964. 51 Alişan, Taregirk Hayots Lehastaniyev Rumenioy Havastçeay Yaveluatsovk, Venedik 1896. 52 Schültz, Armeno Kiptschakische Ehekontrakte und Testamente III, Acta Orientalia Hungaricae, XXIV, 1971, s.265-300. 79 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sanlıdırlar zağalsızlar yollarında da haysıları barırlar oreenkine Eyamizming. San kimler tergerler tanıhlıhın anıng tügel yürekleri bile kendilerining holgaylar anı. Dügül ki bunlar hılınırlar töresizlikni yoluna anıng bargaylar. Sen sımraladıng sımarlaganıngnı sening sahlama mana asrı. Sen eger ongarılsa edi manga yollarım menim sahlama manga toğruluhungnu sening. Ol vahtta men uyalmas edim ki sahtlanmamanga sımarlaganınga sening. Tapunıyım sanga biz toğruluhu bile yürekimning menim neçik umsandım könülü künetoğruluhungnung sening . Könülüküngnü sening sahladım hoymagın çah mengilik53. 1615 Okosdos 31. kiçaynakün. Tatar Hanı asrı köp adam bile kirdi Nemiç veliyetine Okrayına bile da ketti çah İlovga yuvuh da haytır keldi Kamenes tibine Doluşka yanına qoşun hoydu da barça salalarnı da humnalarnı da tüzde biçenlerni küvürdü. Evet şeherden pehota aleyje özge ohvatnıylar – Neçik Ermeni, Alay Nemiş, Orus- çıhıp birgelerine potukacca boluy ediler aleyje toptan haladan da şeherden üstlerine uruy ediler. Haysı da keldiler şeher tibine aş zamanına da ruşicca boldular yarımkesede da barıp Turlunu keçtiler Hotin tibine. Evet asrı ulu doyumluh şıhardılar birgelerine54. 1615 sebdember ayına. Olah viliyetine boyarlar povstat ettiler kendi biyleri üsne Tomşanıng da kliyir ediler kendin öldürmege nede ki Tomşa Posterejicca bolup da ol boyarlarnı zevşistkim tiri tuttu, da bu çörüvlerin hırdı da haysı boyarnı hazuhka urdu, haysın suvda boğdu Nede ki ol zaman anda rast keldi Asta Beedros deer Kirkor oğlu haysi ki elçi edi cesardan da korol’dan Tomşaga, tedi anı da birgelerine keçe bile suvda boğdurdu. 1615 Hogdemper 2. Bir hayduknu hatunu bile hazuhka urdular hotin yoluna haysılarında ki çasut bitikleri tapıldı yanlarına Olah biyinden Tomşadan. 1615 noyemper 1 ine Knaz Vişnoveckiy da Knaz Korickiy Baja Yeremiy biyning kiyövleri kirdiler Olah ulusuna çerüv bile haysı ki elttiler Olah biylihine Yeremiyning oğlun Aleksandırnı nede ki biy Tengri boluşkay kendilerine55. 53 Garkavets, a.g.e., s.427. 54 Garkavets, a.g.e., s.537. 55 Garkavets, a.g.e., s.537. 80 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Polonya Eski Kararnameler Genel Arşivi-Varşova 1675 yılında yapılan ve BOZ XII 9/1; BOZ XII 9/6 numarada kayıtlı bir evlilik akti. Kopyası ele geçirilememiştir. Zamoysk Ailesi Malikanesi Arşivi-Varşova Eser üzerine Garkavets çalışmıştır. Köpten neçe kez ağızdan kledim holma biylikingizden yüzüm keltirmedi na hali körüyirmen tek gıvalt şeherde nedostatok her nemeden da zlaşça ötmekten utru tek holarmen biylikingizden neçik menim şahavatlı dostumdan ki manga dohodit etkeysiz da simerlegeysiz klese bir korec arış na pıtil neni biylikine yügünüp tolermen dostluh içun Biy Tengriden holarmen kimsem yoh sizden başha ratunekge Melnik sımarlaptır manga komaraga yohtur materiya tapulur baryoqtur cokolvek holarmen ziyansız nasip bolsa tangda klermen ketmege Vepreçge bahmaga ne de kerek ese körmege yuz koriyermen hayır ola amen Biylikingizning dostu hem hulu Tobiaş Bogdanoviç şvager56. Tobiaş Bogdanoviç’in Mektubu (XVII. Yüzyıl Başlangıcı)-Varşova Eser üzerine Garkavets çalışmıştır. Biy Tengri biylikine da sövüklü övdeki dostunız bile köp ömürde sağlık bergey köp zamanganca amen. Köpten neçe kez ağızdan kledim holma biylikingizden yüzüm keltirmedi na hali koruyirmen tek gıvalt şeherde n edostatok her nemeden a zlaşça ötmekten utru tek holarmen biylikingizden neçik menim şahavetli dostumdan ki manga dohodit etkeysiz da simerlegeysiz klese bir korec arış na pitil neni biylikine yügünüp tolermen57. 56 Garkavets, a.g.e., s.675-676. 57 Garkavets, a.g.e., s.675. 81 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Polonya Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü-Varşova 26 vaaz ile 101 sayfadan oluşan 1657 yılında yazılmış eser. 2 vaaz ve 1 tövbe duası Tryjarski tarafından 1977’de yayınlanmıştır58. Eser 6 numarada kayıtlıdır ve üzerinde Triyarski ve Garkavets çalışmıştır. Ossolinskih Millî Enstitüsü Kütüphanesi-Brotslav Kayıtlı numaraları 1916/II ve 1359/II olan eserler üzerine Garkavets ve Levicki çalışmıştır. Ayrıca 1359/II numaralı eser üzerinde Roszko ve Braun çalışmıştır59. 1916/II numarada kayıtlı eserden; Dağı da ne üçün emdi kledik yazmaga törelerni ya ne sebepten teprendi esimiz bu işke. Eger ki yazdıq ese evegide ki kerekimiz dügül edi yazgan töre berilmege Tengriden yohsa köp kez eşittik panpas özge milletten ki yohtur k’risda’nlarda töre. Kim ki munu aytır bilmestir ari bitiklerning küçüni munıngki yaman sayıştan 2 türlü yamanlıh toğar 1. ya sağışlar edi ki töreni hoygan essiz edi 2 ya klemes edi ki könülük bolgay edi ademiler arasına dünyada 2 inçi ki ol biliklikni ki tarbiyatımızdan bar edi, yamanlıh söndürdü da tügal yaratılgan ademini yarımdıh etti da sövüknü u şağavatnı körelmesizlik haranel etti60. Zoyta urum tanıh Tavit Caug oğluna Bedroska tanıh Nigol Ergen Kirkorga Anguryalı Curumlar zalojoniy halaga Ermeni yihövine da ağalarga Panna Mayram marabed plenipolent pan Yakupnu hardaşın Prokop tanıhlar vivedit etti pan Seferge harşı Pan Kaspar yazıldı borç ağalarga sirotalarnıng deer Simonnung61 58 Garkavets, a.g.e., s.676. 59 Roszko- Braun, Katalog Rekopisow Orientalnych ze Zbiorov Polskich: Katalog Rekopisow Orientalnych ze Zbiorov Ormianskikich i Gruzinskich, Warshava 1958. 60 Garkavets a.g.e., s.679. 61 Bkz. Garkavets a.g.e., s.770. 82 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Millî Müze Kütüphanesi, Çertırskih Bölümü-Krakov Başı ve sonu olmayan, Luvov’da 1575 yılında yazılan Ermeni takvimiyle dua kitabı. 2412 numarada kayıtlı olup eser üzerinde Roszko-Braun çalışmıştır62. Aynı kütüphanede 3546/III numara ile kayıtlı, Luvov’da 1575 senesinde yazılan, mütercimi ve düzenleyicisi belli olmayan 260 sayfalık ikinci bir eser daha mevcuttur. Ermenice ve Kıpçak Türkçesi ile yazılı şiirler içermektedir. Lazar’ın oğlu Stephan için hazırlanmıştır. Eser üzerinde Roszko-Braun, Garkavets-Hurşidyan, Garkavets, Dubinska çalışmışlardır. Parki Parcuns Asduacoy Tatarça Haybat biylikke Tengrige eminlik dünyaga da biyentçilik ademilerge alğış sanga biylikke algışlisen Biy Tengrimiz bizim. Algışlar biz da ögerbiz seni Biy tapunurbiz da yerni öper biz sanga haybatlarbiz seni şükürlübiz Biy biz sening ulu haybatıng üçün Biyi da hanı ari köknüng Ata Tengri barını tutucı biy da oğlu Atanıng yalgız Jısus Krisdos Da ari Oğlu Biy Tengri hozusu Tengrining da Oğlu Atanıng ki aldıng bizimkin ari goystan yargıladıng da keterding yazıhnı dünyadan yopsun holthamıznı bizim Ari ki oturup sen ong yanına Atanıng yarlıga bizge. Zera sen yalgız arisen yalgız biyiklengeng Biyimiz bizim Jisus Kristos Biy da Ari Can da haybat Ata Tengrige amen. Her sahat algışlarbiz seni da mahtarbiz ari atıngnı sening mengilik da mengi mengilik Arzani et Biy bügüngi künnü eminlik bile da yazıhtan başha sahla bizni Algışlısen Biy Tengri atalarımızang bizim ogövlü da haybatlıdır ari atıng sening mengilik amen Algışlısen Biy övret menga aruvluhungu sening Biy umsa boldung bizge cinstan cinsga63 Ermeni tvaganıng 1024-ine latin tvagannıng 1575-ine frank ayına yuliste tugellendi bu Sağmosaran İlah ulusuna İlov şeherine holthası- 62 Roszko-Braun, a.g.e. 63 Garkavets, a.g.e., s.775. 83 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER na pan Lazar oğluna pan Stephanos erespohanga sağlıh bile mengergey amen...64 Sövdüm ki işitkey avazın alğışımnıng menim aşahlattı hulahın kensining manga da men künlerimni menim sarnadım alnına Çovrelediler meni ınçhamahları ölümnüng da prihodası tamuhnung taptılar meni Tarlıhnı da küçnü taptım da atın Eyamıznıng sarnadım E, Biy huthar boynumnu yarlıgavuçı Tengrimiz bizim yarlıha da sahla oğlanlarngı Biy Men aşah boldum da Biy tirgizdi meni hayt boyum menim tınçlığımga sening zera Biy buluştu manga Huthardı boyumnu olumden kozlerimni yaştan da ayahlarımnı tayılmahtan biyençli bolgaymen alnına Eyemiznig ulusuna tirilerning65. Yagelonskiy Üniversitesi Kütüphanesi-Krakov 500 yıllık Ermeni kronolojik tarihî takvimi, Luvov’da 1592 yılında Ermenice ve Kıpçak Türkçesi ile yazılmıştır. 173 sayfadır. Garkavets, Rozko, Levicki-Kohnova66, Tryjarski üzerinde çalışmıştır. Açhıs yazov be tvagan bile sanavın sıra bile taparsen ol yılnıng açhıç yazovun da kethoyası üstüne Çırıhusdır da hızıl bile yazgan dohlarınaçtır Başlandı sanga barça yahşı iş ne türlü ki tatar hanları kelip baş endirdiler Kırisdosga da sövündüler alay je sen sövünsersen barça işinge ne ki tutsang67 64 Garkavets a.g.e., s.801. 65 Garkavets, a.g.e., s.852. 66 Levicki-Kohnowa, La Version Turkue-Kiptchak du ‘Code des Lois des Armaniens Polonais’ D’apres le ms. No 1916 de la Biblioteque Ossolineum, Roscznik Orientalistyczny, XXI, 1957, s.153-300. 67 Garkavets a.g.e., s.865. 84 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK M. Levitskiy Ahfadlarından Z. Abragomoviç’in Özel Kolleksyonu-Krakov 1625-1630 yıllarında Luvov’da yazılmış, 480 sayfalık, 140 materyal içeren koleksiyondur. Levicki, Levicki, Kohnova68, Daşkeviç, DaşkeviçTryjarski üzerinde çalışmıştır69. Romanya Bölgesel Tarih Müzesi-Gerla Müze’de 6 (23) numarayla kayıtlıdır. 1638 yılı Kamenets-Podolskiy’de yazılmış, kronolojik tarih ve kilise ilâhîleri içermektedir. Garkavets ve Kolanciyan70 üzerinde çalışmıştır. Bu barzadumar asrı mahtovlu kereklidir da körklü da her yılda bolgannı ne ki bar kendinde tapıvıyır da barça nemeni açıh körgüzüyür Ewtnerreagdan başlanır Frank ayları bile işlenir Cnunt Pargentakına dire yılı tügenlenir yeni baştan başlanır İmazdunklar yasap tüzüp tüzüptürler inci kibik bozuvsuz çah Biy Tengrining kelgenine dire mengi mengilik Kim ki hullangay da işletkey bunu yazgannı da yazdırgannı angmaga arzani etkey bir ‘Hayr meryergins’ bile A Biy Tengri de anı kendi yarlıgamahı bile anggay amen Yazıhlı yazgan bu bitikni Aksent der Krikor avakereç oğlu Yazılı tvagannıng 1087-sine71 Rusya Saltıkova-Şedrina Adına Devlet Kütüphanesi: Sankt-Peterburg 1620 yılında yazılmış, 610 sayfalık Kıpçak Türkçesi’yle kronolojik takvim. Abdullin (1971)72 ve Garkavets eser üzerinde çalışmıştır. Kütüphanenin Ermeni Yazmaları bölümünde 2 numarayla kayıtlıdır. 68 Levicki-Kohnova, a.g.m. 69 Garkavets a.g.e., s.865. 70 Kolonciyan, Kratkiy Katalog Armiyanskih Rukopisey Goroda Gerla, Vestnik Matenadarana 1969, IX, s.433-485. 71 Garkavets, a.g.e., s.866. 72 Abdullin, Pamyatnaya Zapiska’ Agopa na Armiyano-Kıpçakskom Yazıke (1620), Sovetskaya Türkologiya, III, 1971, s.118-129. 85 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Men yazıhlı arzanisiz Yagop babas der Krikor awakereç oğlu da tornu der Yovannes awakerençning yazdım bu yaysmawurknu kensi huvatıma da hudretime kore klese barçasından alçah da kereksiz da biyliksiz edim yazıçılıhta evet bu hadarga hudretsizligime kore çalışıp bu ari bitikke da çıhtım başka umsanıp Biy Tengrige da ongarmahı aşıra Ari Can Tengrinig zera bilmelidir ki köp zamandan beri asrı suhlanç da küsenç edih yangi orinag jaşmawurkka haysı ki 300 yıldan beri artıh eksik neça ki Kamenets şeherinde Ermenilik tohtalıp edir havuz yangi orinag 73... Ermenice Kıpçakça Sözlük-Sanpetersburg 1646 yılında Luvov’da yazılmıştır ve 140 sayfadan oluşmaktadır. Üzerinde Tryjarski ve Garkavets çalışmıştır. Müzenin Ermeni Elyazmaları bölümünde 8 numara ile kayıtlıdır. Bu sözlükten başka 636 numarada kayıtlı, St. Petersburg’da 1697’de Ermenice-Ukraince ve Kıpçakça olarak yazılmış 306 sayfalık bir dua kitabı daha vardır. İ. A. Abdullin ve Garkavets eser üzerinde çalışmıştır. Abba: atanıng alhışı Abana: atalarnıng atası, sarkisde Korebiskobos: arhidiyakon Korem: haşıyırmen Korkel: farahlanma Goh: basa-basa ya basılgan Hağuç: ferahlandı Armat: tamur74 Bundan songra aytkın bu algışnı haysı ki aytıptırlar 3 igitler yalan otnung içine haçan ki saldı kensilerin Napokotonosor padşah haysı ki övrenip alardan biznim surp yuhovumuz her kün etrerek sarnıyır bar yurekten bu alhışnı Oğul Tengrige harşı haysı ki dir bu türlü Bunu ayt haçan ki ari hanın kütürse kahana75. 73 Garkavets, a.g.e., s.867. 74 Garkavets, a.g.e., s.868-869. 75 Garkavets, a.g.e., s.869. 86 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Ukrayna Ukrayna Devlet Merkez Tarih Arşivi-Kiev 1572, 1573, 1575, 1577, 1579 ve 1624 yıllarına ait ve 228, 4320, 4321, 4322, 4326, 4327, 4329, 4383, 4390, 4392, 4393, 4394, 4397, 4402, 4405, 4406, 4407, 4409, 4410, 4412, 4413, 4414, 4415, 4416, 4417, 4418, 4419, 4428 ve 4432 numaralarda kayıtlı çeşitli yazmalar mevcuttur. Bunlar üzerine Abdullin, Grigoryan76, Triyarski, Daşkeviç77 ve Garkavets çalışmışlardır. Tvaganıng 1026 yulisnig 15 yıhkün voytluhuna Milkonıng huvga tuttular Stasnı mesta oğlanın berserler kensine yılda 14 fli bu yılnıng yalın aldı Stas 14 flini tügel78 Boldı tvaganıng 1034 okozdosnung 18 voytuluhuna Holubnung da tügel toreçilerning keli Todorka der Harbey oğlu Kefeli da an içti Biy Tengrige da boldu inamlı poddaniyi Şdefannos padşahnıng anıng biylikining a tutunduğu ki antına osit etkey ne ki yergesidir yazovuna köre da barça kelişlerin torening bermege da posluşenstvo etmege törege harşı bolmahtan başha. Haysı antnı vısluhat etti ramenasından anıng biylikining pan starostanıng urojonnıy pan Visenti Volski79. Ukrayna Devlet Merkez Tarih Arşivi-Luvov 73 satırdan oluşan ve 1627 yılında yapılan anlaşma metni. Daşkeviç, Tryjarski, Garkavets üzerinde çalışmıştır. Bu arşivde bulunan 9. ve 52. bölümlere ait 22 adet belgenin 21’inin mikrofilimleri kendi özel arşivimizde mevcuttur. A dağın artık bekliki içun bu menim obligaciyama bastırdım kensi yebisgoposagan möhürümnü da kensi vlasnı holüm bile sogoragan hızıl yazov bile podpisat ettim boldu İlovda yogarı yazılgan zamanda tvaganıng 1076-sında abrilnıng 26-sına yebisgopos Negoğos arkebisgopos Lova atorojın jaray Yisusi Krisdosi80. 76 Grigoryan, Ob Aktovıh Knigah Armiyanskogo Suda g. Kamanets-Podolska (XVI-XVII vv), Vastoçniye İstoçniki i Sentralnoy Evropı I, Moskova 1964, s.276-296. 77 Daşkeviç, Administirativni Sudovi i Finansovi Knigi na Ukraini v XIII-XVIII İstoricni Cerala ta ih Vikoristannaya, IV, Kiev 1969, s.129-171. 78 Garkavets, a.g.e., s.872. 79 Garkavets, a.g.e., s.872. 80 Garkavets, a.g.e., s.958. 87 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ukrayna Millî Bilimler Akademisi 1654 yılında Kıpçak dilinde yazılmıştır. 119 satırdır. Daşkeviç, Garkavets üzerinde çalışmıştır. Boldu duhovnıy Ermeni töresinde Ilov şeherinin anno 1654 Diye 28 marci Bügüngi künnü turup obliçne zupelniy duhovniy uradnıng alnınga İlov şeherining Ermenilerining slavetna pani Anna baron Şimko Varteresoviç ereçpohan hızı sıngarı uçmahlı canlı pan Zadik Yakup oğlu Mançukoviçning tul pozostaliy kum asistenciya zacne slavnıy pan Haçko İvaşko oğlu Liskoviçning81. Luvov Devlet Üniversitesi Bilimler Kütüphanesi-El Yazmalar Bölümü 1669 yılında Kıpçak Türkçesi’yle yazılmış 53 satırlık mirasname olup Daşkeviç Tryjarski, Garkavets üzerinde çalışmıştır. Boldı tvaganıng 1118-ine tegdemperning 8-ine hankün. Afektaciyası üsne üçiviy Kirkornung Simon Harahaş oğlunung atı bile üçciva Zosanıng Simon Harahaş hatınınıng tulnung kensi togma anasınıng na ten ças zabun yatkanıng instançiya etken slavetni pan Lukas Haçko oğlu na ten ças voyt Ermeni töresining Kamenec şeherining slavetniylar bile baron Murat der Zakariya oğlu erespohan Vartan Kirkor oğlu Hocig Holup oğlu Murat Sefer oğlu Şimko Sergi oğlu Zadik Milko oğlu Asvadur Ovanes oğlu Ovanes Bobrikoğlu kensi ant içken kolegalları bile ziydit bile etti hatına manovana Zosanıng haysı lubo teni üsne zabun yednak ahılında tügel doskonalı….82 Luvov Devlet Tarih Müzesi 1609 yılında Kıpçak Türkçesi’yle yazılmış mektup. Abdullin, Daşkeviç-Tryjarski, Garkavets üzerinde çalışmıştır. Bu metnin mikrofilmi kendi özel arşivimizde mevcuttur. Tengri köknü tüzgen yerni tohtatkan ya seni közetken yamandan sahlagan közetuçingi sening yuhu yengmez zera bahuçin sening cirim etmez Güneşning isisi kündüz hızdırmas da ne keçe aynıng sovuhu ötmez yasaldı şağavatından Biy Tengrining tvaganın83. 81 Garkavets, a.g.e., s.971. 82 Garkavets, a.g.e., s.972. 83 Garkavets, a.g.e., s.973. 88 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Kaynaklar Abbasov, İsrafil, “Ermeni Elifbası ile Yazıya Alınmış Azerbaycan Dastanları ve Dastan Şe’irleri”, Azerbaycan Şifahî Halg Edebiyatına Dair Tedkikler7, Bakü 1987. Abdullin, İ. A.‚ Pamyatnaya Zapiska’ Agopa na Armiyano-Kıpçakskom Yazıke (1620), Sovetskaya Türkologiya, III, 1971. Alişan, G. K., Taregirk Hayots Lehastaniyev Rumenioy Havastçeay Yaveluatsovk, Venedik 1896. Altınkaynak, Erdoğan, Gregorian Kıpçakların Dil Yadigarları, Karadeniz Araştırmaları IV, Çorum 2005. Bagdıkov, Georgiy, Kratkaya İstoriya Donskih Armyan, Rastov-na-Donu (?). Chirli, Nadejda, Ermeni Kıpçakça Dualar Kitabı Algış Bitigi, Haarlem/Nederlands 2005. Cuha, İvan, Odissea Mariupolskih Grekov, Vologda 1993. Dashian, Ja, Catalog der Armenischen Handschriften in der Machitaristen-Bibliothek zu Wien, Viyana 1895. Daşkeviç, Ya. R., Armiyanskoye Knigapeçatniye na Ukraine v XVII v, İstoriko Filologiçeskiy Jurnal, IV, 1963. __________, Administirativni Sudovi i Finansovi Knigi na Ukraini v XIII – XVIII İstoricni Cerala ta ih Vikoristannaya, IV, Kiev 1969. __________, Lvovskiye Armyano-Kıpçakskiye Dokumantı XVI-XVII vv,, Kak İstoriçeskiy İstoçnik, İstoriko-Filologiçeskiy Jurnal, II, Akademiya Nauk. Arm.SSR 1977. Deny, J.-E. Triyarski La Litterature Armeno-Kiptchak, Philologiae Turcicae Fundamenta, Wiesbaden 1964. __________, Historia du Sage Hikar Dans La Version Armeno-Kiptchak, Rocznik Orientalistyczny, XXVII, 1964. Dubinska, Z. Z., Badan Nad Psalterzami Ormianskimi w Jazuku Kipczackim, Prezaglad Orientalistyczany II, 1961. Garkavets, Aleksandır Nikolayeviç, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye, C.1, Almatı 2002. __________, Töre Bitigi Armiyano Kıpçakskiy Sudebnik 1519-1594.,Almatı 2003. __________, Armeyan-Kıpçak Pısalter 1575-1580, Almatı 2001. __________, Turkskiye Yazıki na Ukraine, Almatı 1996. __________, Eduard Hurşudyan, Armenian Qypchaq Psalter 1575/1580, Almatı 2001. Grigoryan, V. R., Ob Aktovıh Knigah Armiyanskogo Suda g. Kamanets – Podolska (XVI – XVII vv) , Vastoçniye İstoçniki i Sentralnoy Evropı I, Moskova 1964. Grunin, Timofey İvanoviç, Pronavoznaydeni Polovetski Dokumenti, 1930. Gülensoy, Tuncer, Türkçe El Kitabı, Kayseri 1994. 89 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kolonciyan, S., Kratkiy Katalog Armiyanskih Rukopisey Goroda Gerla, IX., Vestnik Matenadarana 1969. Korhmazyan, E. M., Armyanskaya Miniatura Krıma (XVI-XVII vv) Erivan 1978. Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1997. Levicki, M.-R. Kohnowa, La Version Turkue-Kiptchak du ‘Code des Lois des Armaniens Polonais’ d’apres le ms. No 1916 de la Biblioteque Ossolineum, Roscznik Orientalistyczny, XXI, 1957. Öner, Mustafa, Bugünkü Kıpçak Türkçesi, Ankara 1998. Özkan, Nevzat, Türk Dilinin Yurtları, Ankara t.y. Schütz, Eduard, An Armeno Kıpchak Text From Lvov 1618, Acta Orientalia Hungaricae XV, 1-2, 1962. Sergisyan, B., Matenadaranin Mihinataraents’ i Venedik, Venedik 1966. __________, Armeno Kiptschakische Ehekontrakte und Testamente, Acta Orientalia Hungaricae, XXIV, III, 1971. Triyarski, Eduard, Distionnaire Armeno-Kiptchak D’epres Trois Manuscrits des Collections Viennoises, Varşova 1968-1972. __________, Der Zweite Brief des Paulus an die Korinther in Armeno-Kiptschakischer Version und Seine Sprache, Altaica Collecta, Wiesbaden 1976. __________, Fragment of The Apochryphal Psalm 151 in its Armeno-Kipchak Version, Journal of Semitic Studies XXVIII, 1983. __________, The Story of Holy Mariane in the Kiptchak Language of the Polish Armenians, Jurnal of the Turkish Studies, XIII, Harvard University, Harvard 1989. Tekin, Talat, Ermeni Alfabesi ile Türkçe, Tarih ve Toplum Dergisi, 4 Nisan 1984. Topralı, Recep, Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Erzurum 1993. Ts’ts’ak Dzegrats Maştots’i Anvan Matenadarani, O. C. Yegenyan-A. Zeytunyan-P. Antabyan, Tsutsak Cragrats’ Maştots’i anvan Matenadarani I-II, Erivan 1965, 1970. Yegenyan, O. C., Ob Adnom Armiyano-Kıpçakskom Grammetiçeskom Pasobii, Vaprosı Yazikoznaniya V, 1962. 90 GREGORİAN KIPÇAK METİNLERİNDEN AKILLI HİKAR’IN HİKÂYESİ Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Sevda ALTINSOY* *Giresun Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Özet Dünyada ilk kez Kıpçak dilli Ermenilerden -bizim tabirimizle Gregorian mezhepli Kıpçakların eserlerinden- bahseden kişi Agatangel Yefimoviç Krımskiy’dir. Onun verdiği bilgilere göre bugünkü Ukrayna’nın batı kesimlerinde bulunan Ermeniler XIV. asırda Litvanya Tatarları, Karay kolonileri ve bir kısım Kumuklar ile birlikte yaşıyorlardı. XIV. asrın sonlarına doğru bu kolonilere, Osmanlının Kefe’yi almasından sonra yenileri eklenmiştir. Daha sonra bunlar; Litvanya Tatarları, Karaylar ve Kumuklar gibi Türk dilini terk ederek Polonca, Rusça ve Ukraince konuşmaya başlamışlardır. Gregorian Kıpçak metinlerinin çok geniş bir sahaya yayılmasından dolayı ortaya ağızlar da çıkmıştır. Konu ile ilgili olarak Triyarski’nin bir çalışması vardır. Ağız çalışmalarını başlatan da M. Levitskiy ve R. Kon’dur. Ukrayna’daki Gregorian mezhebine mahsus yazılı ürünler üzerine pek çok araştırmacı çalışmıştır. Aleksandr Garkavets Gregorian Kıpçaklara ait metinlerin büyük bir bölümünü, transkribe ederek yayınlamıştır. Metinleri altı kısma ayırmış ve bizim hikâyemizi de Elit ürünler kısmında göstermiştir. Gregorian Kıpçak metinlerinin II. cildini de Almaata’da yayına hazırlamaktadır. Edebî örneklerden elimizde Akıllı Hikar’ın Hikâyesi veya Akıllı Akir’in Hikâyesi adıyla sadece bir metin vardır. Eser üzerinde J. Deny ve E. Tiriyarski çalışmıştır. Onlara göre eser Ermenice’den tercüme edilmiştir. Garkavets, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye adlı eserinde transkribeli halini verdiği gibi, giriş ve önsöz kısmında da hikâye hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Metinde bazı kelimelerin değişik şekillerde yazılmıştır. Bu da bize, yazarın ya da çevirmenin belirli bir imla kaidesine uymadığını göstermektedir. Ayrıca bazı söz kalıpların ve konuların tekrar edilmesi yazarın amacının edebî bir metin meydana getirmek olmadığını, sadece öğretici gaye güttüğüne işarettir. Metni, orijinalinden tekrar okuyup, Türkiye’de kullanılan transkripsiyon alfabesi ile tebliğimize aldık. Biz, elimizdeki hikâyenin Anadolu Türk halk kültürü ve diğer Türk halklarıyla benzerlikleri üzerinde durup onlarla mukayesesini yapmaya çalışacağız. Hikâyenin asıl metni, kısadır. Onu hacimlendiren öğüt-nasihat kısmıdır ki ortak sözlü kültür unsurları da buradadır. Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY Giriş Gregorianlık, İznik Konsülü’nden sonra oluşan bir mezhebin adıdır. Bugünkü Ermenilerin millî mezhebidir. 1850’lere kadar Gregorianlık bir cemaatken Türk, Fars, Arap ile Hayk kavminden insanlar da bu cemaatin içinde yer almıştı. 1850’li yıllardan sonra bu cemaat siyasî bir kimliğe büründürülüp Gregorianlık ve Hayklık birleştirilerek yükseklerde, dağlarda yaşayan anlamına gelen Ermeni ismi altında milletleştirilmiştir1. Son çalışmalara göre Anadolu’daki isyancı grupların içinde Türk soyluların varlığı kesinlik kazanmıştır. Dünyada ilk kez Kıpçak dilli Ermenilerden ya da bizim tabirimizle Gregorian mezhepli Kıpçakların eserlerinden bahseden kişi Türkî, İh Movi Ta Literaturi (Türklerin Dili ve Literatürü) adlı kitabıyla Agatangel Yefimoviç Krımskiy olmuştur2. Krımskiy’in verdiği bilgilere göre bugünkü Ukrayna’nın Batı kesimlerinde bulunan Ermeniler XIV. asırda Litvanya Tatarları, Karay kolonileri ve bir kısım Kumuklar ile birlikte yaşıyorlardı. XIV. asrın sonlarına doğru bu Ermeni kolonisine, Osmanlıların Kefe’yi ele geçirmelerinden sonra yenileri eklenmişti. Daha sonra bu Ermeniler, Litvanya Tatarları, Karaylar ve Kumuklar gibi Türk dilini terk ederek Polonca, Rusça ve Ukraince konuşmaya başladılar. 1 2 Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1997. Agatangel Yefimoviç Krımskiy, Türkî İh Movi Ta Literaturi, 1930 95 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Gregorian Kıpçak metinlerinin çok geniş bir sahaya yayılmasından dolayı ortaya ağızlar da çıkmıştır. Konu ile ilgili olarak Triyarski’nin bir çalışması vardır3. Ağız çalışmalarını başlatan araştırmacılar, M. Levitskiy ve R. Kon’dur4. Ukrayna’daki Gregorian mezhebine mahsus yazılı ürünler üzerine pek çok kişi çalışmıştır5. V. A. Gordlevskiy, V. R. Grigoran, T. İ. Gurunin, Y. R. Daşkeviç, İ. A. Abdullin, V. V. Bartold, S. R. İzidinova, S. Koloncan, N. K. Krivanos, A. Y. Kırımskiy, A. K. Kurışjanov, S. E. Malov, E. N. Necip, E. Petrosyan, A. N. Samayloviç, K. K. Yudahin, W. Bang, Necip Asım, J. Antoni, P. N. Akinian, F. Bischoff, O. Blau, J. Deny, V. Drimba, A. Von Gabain, T. Kowalski, L. Ligeti, M. Malowist, T. Mankovski, J. Nemeth, W. Radloff, E. Tryjarski, A. Zajaczkowski bunlardan bazılarıdır. Aleksandr Garkavets, Gregorian Kıpçaklara ait metinlerin büyük bir bölümünü, transkribe ederek yayınlamıştır6. O, bu metinleri: 1. Tarihî vakayinameler, 2. Kanun kitapları ve mahkeme sicil defterleri, tutanakları, 3. Dil bilgisi çalışmaları ve lügatlar, 4. Mezhebî (dinî ) edebiyat, 5. Elit ürünler 6. Tabii bilim çalışmaları Diye altıya ayırmış ve bizim hikâyemizi de Elit Ürünler kısmında vermiştir. Edebî örneklerden elimizde Akıllı Hikar’ın Hikâyesi veya Akıllı Akir’in Hikâyesi adıyla sadece bir metin vardır. Hikâye, Viyana Ermeni Papazları Kongre Kütüphanesi 468 numarada kayıtlı el yazma eser içinde olup, el yazmasının 54-62 sayfaları arasındadır. Bu eser üzerinde J. Deny ve E. Tiriyarski çalışmışlardır. Onlara göre bu eser Ermenice’den tercüme edilmiştir7. Metnin giriş formelindeki yapı Mezopotamya karakterlidir. Bu eseri Almaata’da Sisenbay Colayeviç Kudasov bastırmıştır8. Bu didaktik eserin transkripsiyonu Garkavets’in Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye 3 4 5 6 7 8 96 Trıyarski, “O Dialektnoy Differentsiatsii Armiyano- Kıpçakskogo Yazıka”, Çeviren N. M. Karpoviç, Sovetskaya Türkologiya, IV, 1987, s.23-29. Trıyarski, a.g.m., s.23. Erdoğan Altınkaynak, Gregoryan Kıpçak Dil Yadigarları, İstanbul 2006, s.16. Garkavets, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye, Almaata 2002. J. Deny-E. Trijarski, “Histoire du Sage Hikar’ Dans la Version Armeno Kıptchak”, Rocznik Orientalistyczny, 27, Wiezbaden 1964, s.7-61. S. J. Kudasov, Armian Jazulı Kıpşak Eskertkişi ‘Dana Hikar Sözinin Tili’, Almatı 1990. Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY adlı eserinde mevcuttur9. Kitabın giriş veya önsöz kısmında da hikâye hakkında kısaca bilgi verilmiştir10. Orijinal metnimizi, Ermeni alfabeli Türkçe metinler üzerine çalıştırdığımız öğrencimiz Sevda Altınsoy’un, Türkiye’de kullanılan alfabe ile transkribe etmiş olduğu çalışması olarak verdik. Metinde bazı kelimelerin değişik şekillerde yazıldığı görülecektir. Meselâ cevap kelimesi cuap, cuab, cuvap, cuvab şeklinde yazılmıştır. Bu da bize, yazarın ya da çevirmenin belirli bir imla kaidesine uymadığını göstermektedir. Ayrıca bazı söz kalıpları ve konuların tekrar edilmesi de yazarın amacının edebî bir metin meydana getirmek olmadığını; sadece öğretici gaye güttüğünü gösterir. Öğreticilik gayesi güderken de konuları belli bir sıraya göre vermemiş, dağınık tutmuştur. Acemi bir yazar veya düşünür dersek daha iyi olur. Hikâye, evlâtsız ve çok zengin bir akıldanenin Tanrı’ya müracaat ederek, evlâtsızlığı için ne yapacağını öğrenmesiyle başlar. Kardeşinin çocuğunu kendisine evlât yapması bildirilen akıllı Hikar, bu çocuğu, kendisinden sonra hükümdara hizmet etmesi için en iyi biçimde yetiştirmeye çalışır. Hükümdar çocuğu görmek ister. Hikar çocuğu öğütler. Öğüt ve nasihat kısmı, hikâyenin aslından çok uzundur. Hükümdarın yanına giren çocuk uygunsuz işler yapmaya başlar. Babalığının kölelerine eziyet eder, analığına sarkıntılık yapar, babalığının malını mülkünü dağıtır. Bunlarla da kalmayarak kendisini hükümdara şikâyet eden Hikar’ın, hükümdara ölüm fermanını imzalattırır. Cellatlar Hikar’dan gördükleri iyilikleri unutmadıkları için ona benzeyen birini öldürerek Hikar’ı saklarlar. Hikar’ın ölüm haberini alan rakip hükümdar bunu fırsat bilir. Çıkan problemi çözemeyen hükümdar Hikar’ı öldürttüğüne pişman olur. Eğer her kim onu bulup getirirse hükümdarlığının yarısını ona vereceğini bildirir. Beylerden biri Hikar’ı saklandığı yerden çıkarıp getirir. Hükümdar bunu Tanrı’nın bir lütfü olarak görür ve çok sevinir. Yeniden hizmete giren Hikar, problemi çözdükten sonra, karşılık olarak evlâtlığının kendisine verilmesini hükümdardan ister. Evlatlık cezalandırılır. Hikâyenin asıl metni, özetten de anlaşılacağı gibi kısadır. Onu hacimli kılan öğüt-nasihat kısmıdır ki Anadolu halk sözlü kültür unsurları ile ortaklık da buradadır. 9 Bkz. Garkavets, a.g.e., s.175-182. 10 Garkavets, a.g.e., s.11. 97 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Çocuksuzluk ve ilâhî bir güç tarafından hediye edilen, kazanılan çocuk, Türk destan, hikâye ve masallarının değişmez motiflerinden biridir11. Kur’an-ı Kerim’de de ihtiyarlıkta kazanılan çocuğun hikâyesi vardır12. Hikâyemizde buna benzer bir motif olsa da çocuk, asıl kahramanın kendisine ait değil, kan bağı olan bir akrabaya aittir. Ayrıca ilâhî güç tarafından verilen çocukların babaya karşı itaatsizliği, saygısızlığı yoktur ancak babanın kendisine karşı yaptığı düşmanca davranışa aksiyon olarak evlâdın babayı cezalandırması mevcuttur13. Bu da Dede Korkut Hikâyeleri’nden Boğaç Han Destanı’nda gördüğümüz gibi genel değildir14. Evlat sadece neslin devamı için istenmez. Ölenin adını devam ettirmekten başka, tali olarak; atanın malını mülkünü muhafaza etmek15, ölüm anında yanında olmak, atalarına saygı gereği kendisini öte dünyada da anmak için de gerekir. Anadolu’da bunu bir yudum su vermek, dudaklarımı ıslatacak gibi deyimlerde veya viran kalmak, tabutumun altına girecek bir adam deyimleri ile buluruz. Nihayetinde Dadaloğlu’nun: Heves güves yaptırdığım konaklar Korkarım ki baykuşlara yurt olur Mısraları da buna işaret eder. Aynı hadise Dede Korkut Hikâyeleri’nde de vardır16. Uslu Hikar da Tanrıları’ndan Hikar öldü, malı mülkü viran kaldı, üstüne toprak atacak biri bile yok demesinler diye bir oğul ister. Hikar’ın beyi de Sen artık yaşlandın, senin gördüğün hizmeti bize kim görecek? sorusunu bu yüzden sorar. Hikar, oğulluğuna bildiklerini aktarır. Bu bilgiler oğul Natan’ın mutlu, huzurlu ve saygın bir hayat sürmesi içindir. Bu nasihatler sadece hükümdarın hizmetini görecek insanlar için değil, aynı zamanda başına buyruk 11 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, ‘Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı, Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı’, İstanbul 2000, s.20-36, 57-89; Tuncer Gülensoy, Manas Destanı, Ankara 2002, s.29-30; Fikret Türkmen, Âşık Garip Hikâyesi, Ankara 1995, s.113; Ali Berat Alptekin, Kirmanşah Hikâyesi, Ankara 1999, s.134-139; Ali Duymaz, Kerem ile Aslı Hikâyesi, Ankara 2001, s.255. 12 Kur’an-ı Kerim, Ali İmran Suresi, s.39-41, 45-47. 13 Zeki Velidi Togan, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1972. 14 Ergin, a.g.e., s.36-57. 15 Ergin, a.g.e., s.91-93. 16 Ergin, a.g.e., s.91-93. 98 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY yaşayabilecek hür insanlar için ve efendi olan, kul sahibi olan insanlar için de geçerlidir. Bize biraz Osmanoğulları’nın babadan oğula geçen vasiyetini, biraz da Kutadgu Bilig’teki hükümdar hizmetini görecek şahısların takınacağı tavrı hissettirir17. Bu yönüyle hikâyenin devlet kurma, yaşatma ve yönetmenin temelleri hakkında meydana getirilmiş bir teşrifat ve ahlâk kuralları hikâyesi olduğu da söylenebilir. Can yerine can bulma veya cellatların kurbana acıyarak öldürmekten vazgeçmesi yine anlatım esasına dayalı Türk halk metinlerinde çok sık karşılaştığımız bir hadisedir. Ancak bu durum, metinde geçtiği gibi, bir başka insanı öldürmek şeklinde değil, avlanılan bir hayvanın kanının kurbanın gömleğine sürülmesi veya avlanılan hayvanın yüreğinin çıkarılarak zalime götürülmesi şeklindedir. Tarafımızca derlenen ve Âşık Sümmanî’ye atfedilen Nergis Hikâyesi’nde bu hadise vardır18. Bu hadise, bir halk hikâyesi olarak Yusuf u Züleyha hikâyesinde de mevcuttur19. Aşağıda italik yazılı alanlar Uslu Hikar Hikâyesi’nde olup da Anadolu coğrafyasında da kullanılan ve yaşayan düstur, söz, kalıp ifade veya anlayış şeklini ifade eden metinlerdir: Han kapısında duyduklarını kendine sakla, adam seçme, seçtiğini yüceltme. Badem ağacı gibi yemişini sonradan verir olma, kabak gibi çiçeği burnunda ol. Deli ile deli, akıllı ile akıllı olma. Akılsız kişi ile iş tutma, akıllı ile taş taşı. Deli dostun olacağına akıllı düşmanın olsun20. Çok tatlı da çok acı da olma. Kendi iyiliğine bak. İnsanın her saati bir olmaz. Her insanın bir eşref saati bir eşek saati vardır. Ayağında terliğin var ise, değneğinle ona yol aç. Hanımının malına göz koyma. Tanrı’dan korkmayan, kuldan utanmayan kişi ile yola çıkma, onlarla oturup kalkma. Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz. 17 Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig I, Ankara 1999, s.164-169. 18 Altınkaynak, Türk Halk Hikâyeleri (Metin-Tahlil), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1992. 19 M. Naci Onur, Yusuf ve Züleyha, Ankara 1986, s.38. 20 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri Sözlüğü I, Ankara 1984, s.199. 99 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Anne ve babanı sev. Onların kargışından kaçın. Anne- babanın kargışı Tanrı’nın kargışı ile birdir. Senin evlâtların da sana yapar. Mal verici Tanrı’dır. Yaman çocuk yamanlığıyla, iyi çocuk iyiliğiyle anılır. ‘Kötünün kötü, iyinin iyi adı var.’ Kötü ve arsız kadın sevme. Onlar senin paranı yer, seni kötü yola iterler. ‘Cazı şerrinden, şeytan şerrinden, kahpe şerrinden sen sakla’; Kutadgu Bilig’de de kötü kadınların nice yiğitleri rezil ettikleri hakkında bahis vardır21. Ot belasından, su belasından, hatun belasından Tanrı kurtarsın. ‘Yaman komşu, yaman avrat yaman at, birinden göç, birini boşa birini sat22.’ Öğütten ve kavgadan oğlunu uzak tutma. Kendine güveni için bu gerektir. Eğer kendi haline bırakırsan uğru olur. Hiç aklından gitmez. Oğlunu açlığa ve susuzluğa alıştır. Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur. Aç bırakma hırsız edersin, çok söyleme arsız edersin23. Düşmanın var ise yola yalnız çıkma. Su uyur düşman uyumaz24. Kendini övme, beyini küçük görme. Başkaları seni övsün. Kimseye kötü söz söyleme. Kötü söz sahibinindir. Beyin yanında da çok konuşma. Padişahın divanına varanda, dil tutulur dili tutan er gerek25; Söz gümüşse sükut altındır26. Sadaka verdiğinde, sadaka alanı incitme ki bu sadaka Tanrı katında kabul değildir. Kaygını ve sıkıntını duyurma. Kaygı ve sıkıntıyla düğüne-eğlenceye de gitme. Düğüne giden oynar, ölüye giden ağlar. Aç olsan da senin olmayan ekmeği yeme. Senin olmayan yüzüğü parmağına takma ve senin olmayan ata binme. El atına binen tez iner. Kasaba minnet edeceğine kes de etini ye. El kazanı ile aş kaynamaz27. 21 22 23 24 25 26 27 Arat, a.g.e., s.326-327. Aksoy, a.g.e., s.376. Aksoy, a.g.e., s.106-117. Aksoy, a.g.e., s.352. Tahir Kutsi, Köroğlu, İstanbul 1975, s.19. Aksoy, a.g.e., s.350. Aksoy, a.g.e., s.223. 100 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY Senden güçlü ile güreş tutma. Ayağını yorganına göre uzat28. Kötü söz duyduğunda karşılık verme, yüreğinde sakla. Tanrı sana yardımcı olur. Herkes yaptığından utanır. Tanrı’dan gelene şükür et, hayıflanma. Çünkü şükürlü ağız Tanrıyı borçlu eder. Tanrının sözünden çıkma, Tanrının buyruğu insana taş kaledir. Bil ki Tanrı doğruyu sever. Doğrunun yardımcısı Hazreti Allah. Of deme af de. Beterin beteri vardır. Evinin kapısı büyük olsa da içeri boyunu eğip gir. Alırken büyük ölçü ile alma verirken küçük ölçü ile verme. Oğullarının çokluğu seni sevindirmesin, azlığı da ağlatmasın. Evlat da mal da Tanrının vergisidir. Veren de Allah alan da. Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi. Aşağılanan büyür, Büyüyen aşağılanır. Hastaları kendin bizzat ziyaret et. Düşmanını alt etsen de adaletten sapma, Tanrının yargısından kork. Adaletli ol. Adaletini altın veya inci ile satma. Adil olan aldanmaz. İncinsen de incitme29‘ Toplayıp devşirip yiyenler gelsin, İnsanlık bağında bardır adalet. Tahtına yerleşir Süleyman gibi. Adilce hükmeder her yana yiğit30. Veya; Karanlıklar aydın olur nur doğar Hakkın adaletin olduğu yerde İmanın kuvveti zulümü boğar Hakkın adaletin olduğu yerde31 28 29 30 31 Aksoy, a.g.e., s.150. Hamdi Mert, Hünkar Hacı Bektaş Veli, Ankara ?, s.36. Dilâver Düzgün, Âşık Mustafa Ruhanî, Erzurum 1997, s.298. Düzgün, a.g.e., s.94. 101 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Veya; Zengin Ermeninin yağlı ketesi Kaypak Müslümanı dinden çıkarır32. Adaletli olmak, doğru sözlü olmak her toplumun, sistemin veya ideolojinin temel düsturlarından sayılır. Kutadgu Bilig’de de adalet ile ilgili bahiste bu konular işlenmiştir33. Birinin kanını döktürdün ise senin de dökerler. Etme bulma dünyası. Eden bulur şeklinde bir deyim veya darb-ı mesel vardır34. Dilini kötü sözden sakla, gözünü kemlikten sakla, elini kötülükten sakla. Eline, beline, diline sahip ol düsturu bir Bektaşî töresidir. Başkalarının kadınına bakma. Başkalarının namusuna bakma. Yoksa başkaları da senin namusuna bakar ki bu sana ölene kadar lanet olur. İtme el kapısın el ucuyla, iterler kapını zor gücü ile şeklinde bir mesel vardır. Dul kadını kendine alma. O ilk kocasını anar da senin kalbin incinir. Bu konuda Nasrettin Hoca’nın çok güzel bir fıkrası vardır. Oğullarının birini birinden fazla sevme ki hangisi sana lâzım olacak bilemezsin. Senden yaşlılara saygı göster ki Tanrıdan da sana iyilik gelir. Gençliğine güvenme ve gençliğine dönmeye çalışma. Birisi ile davalı olsan mahkemede bağırıp çağırma. Sükûnetle cevap ver ki haklı çıkasın. Tanrı’dan bir şey dilersen önce onun buyruğunu yerine getir, dua et, oruç tut. Adını iyiye çıkar. Elbise, zenginlik geçicidir. İyi ad kalıcıdır. Dünya malı dünyada kalır35. Ağzından çıkanı önce yüreğinde tut. Sarhoşken dilini tut. Ağzından çıkanı kulağın duysun. Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni sen- 32 Kayseri Âşıklar Kahvesi Derleme Arşivi. Âşık Meydanî’den derlenmiştir. Seyranî’ye aittir. 33 Arat, a.g.e., s.69-70. 34 Aksoy, a.g.e., s.68. 35 Aksoy, a.g.e., s.213. 102 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY den bileyim36. Başım salim olur dilim durursa. Sözünü bil pişir, ağzını der devşir37. Kimsenin üstüne gülme, alay etme. Gülme komşuna gelir başına38. Doğru sözlü ol. Doğrunun yardımcısı Allah’tır39. Sırrını hanımına açma. Kadın sır tutmaz. Küçük sırrını birine söyle. Eğer o senin sırrını tutarsa büyük sırrını da açarsın ve o sana dost olur. Açma sırrını dostuna, dostunun da dostu vardır, o da söyler dostuna40. Çağırılmadık yere gitme, sorulmasa cevap verme, buz tutmadan su üstünde yürüme. Ağır ol ki molla desinler, Ağır ol ki batman gelesin, ağır yongayı yel kaldırmaz41. Harun Reşid ve kardeşi olarak bilinen Behlül-i Dânâ’nın bu konuda bir kısa hikâyesi vardır. Hikâyenin sonunda Behlüli Dânâ, Harun Reşid tarafından zindana atılan misafirine, daha önceden tembih ettiği halde uygulamadığı şeyler için bir, cezalandırıcı mahiyette eşeğine dayak atarak nasihatlerini tekrarlar. Bunlar; öyle bir yere otur ki kimse seni yerinden kaldırmasın, senden istenmeden bir şey verme, sorulmadan cevap vermedir. Mevlüt İhsan ayak uydur bu zamanın çağına Teklifsiz gidip oturma kimsenin otağına42. Oğullarını açlık, susuzluk, tembellik, eski elbiseler ile sına. Eğer becerikli ise dirliğini ver. Hayırlı evlâdın var malı neylersin, hayırsız evlâdın var malı neylersin! Ağaç yaş iken eğilir43. Dede Korkut Hikâyeleri’nde çocukların yetişmeleri ve ad almaları ile ilgili bütün bölümlerde bu anlayış vardır. Hikâyelerde, ad verilme zamanında Dedem Korkut gelip boy boylar soy soylarken; Hey Dirse Han beylik ver bu oğlana Taht ver erdemlidir Boynu uzun bidevi at ver bu oğlana44…. 36 37 38 39 40 41 42 43 44 Aksoy, a.g.e., s.206 Aksoy, a.g.e., s.350. Aksoy, a.g.e., s.247. Aksoy, a.g.e., s.208. Aksoy, a.g.e., s.109. Aksoy, a.g.e., s.116. Düzgün, Âşık Mevlüt İhsanî, Erzurum 1997, s.32. Aksoy, a.g.e., s.114. Ergin, a.g.e., s.82-83. 103 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Der. Kutadgu Bilig’te çocukların nasıl terbiye edileceği bölümünde de aynı şeyler vardır45. Birisine borç verirken şahitsiz, tanıksız, senetsiz verme. Delilsiz cennete bile girilmez46. İyi dosttan uzaklaşma. Baba dostu düşman olmaz. Nerde görse sorar seni. Eski dost düşman olmaz47. Tanrı’nın verdiklerine hürmet göster. Yaşlıları görünce şapkanı çıkar, ayağa kalk, onu saygıyla selamla. Cimrilik etme. Kişinin gözünü toprak doyurur. Cimrinin evine girme, girersen de çabuk çık. Cimri kendi zenginliğini över. Ağlayarak dostunun evine varma. Seyrek git sen sıkça varma dostuna, Kalksın ayak üstüne48. Ağzından salya akarak arkandan gelen iti kov. Atın tepmezi, itin kapmazı olmaz49. Gereksiz yerde ve değersiz kişilerle içki içme. Düşmanın uyuyorsa, üzerine habersiz gitme, tatlı sözlerle git. Düşmanın ayağına gelirse onu küçültme. Düşmanının üstüne gülme. Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır. Düşmanın karınca ise de hor bakma. Gülme komşuna gelir başına50. İnsanlara yük olmaktan kaç. Borçlarını vermezsen sakalını bir bir yolarlar. Borcun iyisi vermek, derdin iyisi ölmek; Borç yiyen kesesinden yer; Borçlunun yalımı alçak olur; Borçlunun dili kısa gerek; Borçlu ölmez benzi sararır51. Yalan yere ant içme. Yalancının ömrü kısalır. Yalancı olma, bir kere yalan söylesen ve onu anlasalar bir daha sana inanmazlar52. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Yalancının evi yanmış kimse inanmamış diye iki atasözü vardır. 45 46 47 48 49 50 51 52 Arat, a.g.e., s.326. Aksoy, a.g.e., s.199. Aksoy, a.g.e., s.228. Aksoy, a.g.e., s.346. Aksoy, a.g.e., s.146. Aksoy, a.g.e., s.215. Aksoy, a.g.e., s.176-177. Aksoy, a.g.e., s.375. 104 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY Dört iş var ki, insanın gözünün kuvvetini artırır: 1. Sabah çiçeklere bakmak, 2. Yalın ayak yeşil üstünde yürümek, 3. Akan suda yürümek, 4. Uzaktaki yakınları görmek. Dört iş var ki adamı semirtir: 1. Giyiniş, 2. Güzel söz duymak, 3. Oğulları ve köleleri ile iyi geçinmek, 4. Kötü söz duysa da işitmemiş olmak. Dört iş adama hürmet kazandırır: 1. Güzel söz söylemek, 2. Tevazu göstermek, 3. Eksik söyleyeni tamamlamak, 4. Büyüğe saygı, küçüğe sevgi beslemek. Dört iş adamın yüzünü karartır: 1. Kötü kadına âşık olmak, 2. Büyük konuşmak, kendini övmek, 3. İyilerin arasında onların lafını kesmek, 4. Biliyorum diye yalan söylemek. Kimin yüzü güleçse o tatlıdır. Öğüt ve nasihat kısmını özet metinde de verdiğimiz gibi: Doğru sözlü olmak, adaletli olmak, kimseyi küçük görmemek, alçak gönüllü olmak, sır tutmasını bilmek, kadınlara güvenmemek, borçlarını zamanında ödemek, içkiye müptela olmamak ve içkili iken dikkatli olmak, hükümdara hizmet ederken dikkatli olmak, bilgiye itibar etmek, cahil ve kötülerden uzaklaşmak, tedbiri elden bırakmamak, Allah’a sığınmak ve sabırlı olmak, düşmanı hor ve hakir görmemek, meclislerde boş konuşmamak. Mecliste arif ol kelamı dinle El iki söylerse sen birin söyle, 105 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Veya; İki dinle bir söyle53. Veya; Haçan bir meclise vardığı zaman üzerine düşmeyen sohbeti söylemesin54, düşküne el uzatmak başlıkları altında toplayabiliriz. Bunlarda ayrıca sağlıklı olmak için ne gerek, utanmamak için ne gerek, mutluluk için ne gerek, itibarlı olmak için ne gerek bahisleri de ilâve edilmiştir. Hikar, sanki bu sözleri evlâtlığına hiç söylememiş gibi olur. Çünkü çocuk söylenenlerin hilâfına hareket etmeye başlar. Kendisini beye şikâyete giden Hikar’ı da ölüm cezasına çarptırır. Ders verilecek, hadleri bildirilecek kişi sayısı ikileşir. Bu hadisede Bey de suçludur. Önce Bey’in haddi bildirilir ki asıl cezaya uğratılacak kişiye sıra gelsin. Durumdan haberdar olan rakip Bey, Hikar’ın Beyi’ni oldukça zor bir müşkülle karşılaştırır. Hikar’ın Beyi, Hikar’ı ortadan kaldırttığı için pişmandır. Pişmanlık içindeki kahramanlardan birinin karşısına sürpriz bir şekilde ortaya çıkış ve kırk gün içinde eski sağlığa kavuşma, anlatım esasına dayalı Türk halk ürünlerinin adeta karakteristiğidir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde, Manas Destanı’nda, Oğuz Kağan Destanı’nda, Köroğlu Kol Destanları’nda, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre’de ve daha yüzlerce masalda bu tema görülür. Kırk sayısı ise formülistik olup hemen her masal, destan veya hikâyede karşımıza çıkar. Öğüt ve nasihatlerin arkasından hikâye kaldığı yerden devam eder. Artık bu kısım ibret alınacak hadisenin tamamlanması içindir. Hikâyede zenginlik alâmeti olarak altın ve kul tabiri kullanılmaktadır. Hayvancı toplumlara ait benzetmelerdeki tabii unsurlar gözükmese de şehirlilere mahsus detaylı tasvirler de yoktur. Olayın kısa ve net sonuca bağlanmasını ahlâkî ve didaktik eser olmasına bağlarız. Bu tür meseller İslâmî ve Budist öğretilerinin aktarılmasında da vardır. Sonuç Akıllı Hikar Hikâyesi’nde bulunan sözlü kültür unsurları ile Anadolu sözlü Türk halk kültürü unsurları arasında paralellik oldukça fazladır. Bu unsurlar anlatım esasına dayalı metinlerden destan, masal ve halk hikâyelerinde bulduklarımız, Türk halk kültürünün genel karakterini gösterir. 53 Aksoy, a.g.e., s.267. 54 Fikret Türkmen, a.g.e., s.123. 106 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY METİN USLU XİGARNIŇ SÖZÜ ESİ AXILI Aykanı da ögütü, ki ögütlengeyler adam oğlanları, da ata oğluna ögüt bergey, da esine algaylar. Eski töre da xanlar vaxtına Senekarim atlı xan bar edi Ninowee kermenniŋ da Asoresdannıŋ. Men, Xigar uslu 60 yaşına boldum, xatun aldım, oğul – xız bolmadı maŋa. Bardım Teŋrim alnına da köp türlü xurban ettim, xaytip çöktüm allarına da ayttım: -Ey menim Eyelerim de Teŋrilerim! (1-iniŋ atı Pilşim edi, 2-incisiniŋ atı Şelim edi, üçüncüsünüŋ atı Şahmil edi). Buyuruŋuz da maŋa er oğul beriŋiz, ki oşta Xigar tirile çlmiyir, ne aytkaylar adam oğlanları, ki Xigar uslu cardar öldi, da oğul bolmadı, ki anı kömgey edi da malıŋ meŋergey edi. Oğul bolgıy edi da künde 10 xantar altın tas etkiy edi, bolmas edi menim malımnı tügetmege. Oğul bolgıy edi, ki 2 holu bile üstüme toprax salgay edi, tek maŋa 1 oğul jışadag bolgıy edi! Ol sahat maŋa avaz boldu Teŋrilerimden da ayttılar: - Xigar, buyurgandır, saŋa oğul bolgay. Sen xardaşıŋnıŋ oğlun al saŋa oğul, saxlagaysen da östürgeysen anı senden soŋra seniŋ ornuna Ki işittim men bu avaznı Teŋrilerimden, aldım men xardaşım oğlun 1 yaşına, kiydirdim anı türlü türlü kamxalar içine, da saldım boyuna altın – inci, neçik xan oğlunuŋ, içirdim da yedirdim anı barça süt bile, da xaymax bile, da çiybal bile, da yuxlatır edim anı xarahuşnuŋ da kügürçinniŋ moxundan yastıxlar üstüne aŋar dire, ki boldu 7 yaşına. Mundan soŋra başladım aŋar övretmege bitikni, esni u axılnı, dünyanıŋ bilmexin, kimler ki yaxşılıxka utrudur, alarga cuap da söz. Kündüz u keçe tıyılmadım çvretmexten, toydurdum anı es u axıl bile, neçik kimese suvdan u ötmekten toygay. Dağı da mundan soŋra ündedi meni xan xatına da ayttı alay, ki: - Uslu Xigar, köriyirmen seni, ki xartayıpsen. Senden soŋra kim tügelliser cardarlıx bile de es u axıl bile menim xanlıhımnıŋ kerekin? Men asrı xayğurıyırmen bu işten. Ayttım: - Xanım sen hayğurma. Bardır menim oğlum, ki dağı cardar uslu da axıllıdır menden ese. 107 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ayttı xan: - Keltir alnıma, ki köriyim. Keltirdim de turğuzdum xannıŋ alnına. Kördü xan, da biyendi, da ayttı, ki: - Alğışlı bolgay bu oğlannıŋ künleri, ki xigar kendiniŋ tirlixine turğuzdu oğluŋ alnıma, kendi tinçlixta bolgay! Andan soŋra yügündüm xanıma, aldım oğlumnı da bardım palacıma. Bu türlü aytır edim övretkende Natan atlı oğluma. - Oğlum, ne ki işitseŋ xan, biy eşikine, anı yürekine tut, kimsege açma, baylını, möhürlüni seçme, seçkenni baylama da, ne ki işitseŋ, alanı etme da aytmagın. - Oğlum, közüŋ açıp, körklü xatın körseŋ, kiyinişli da bezövlü, bolmagay ki, aŋar suxlangaysen. Eğer tirlikiŋni barçasın da berseŋ, azgına suxlanganıŋ bolur, yoxese alırsen Teŋriden naletlemex da adamlardaŋ, anıŋ içüŋ ki xatın kişi oxşar 1 körklü kerezmanga, ol kerezmannıŋ içi toludır sövekler bile da sasımax bile ölünüŋ. - Oğlum, oxşama badem terekine, ki barça tereklerden çiçeklenir da yemişin barça tereklerden soŋra berir, yohese oxşa xabaxka, ki soŋğuda çiçeklenir da yemişiŋ burun berir. - Oğlum, yaxşırahtır esli adam bile taş taşıma, ne ki essiz adam bile çağır içme. - Oğlum esliler bile essiz bolma da essizler bile esli bolma. - Oğlum, caht et axıllılar bile axıllı bolma, neçik alar, bolmagay ki anız kamlarga da essiz ademilerge sıŋar bolmagay sen, ki seni de essiz da anzkam ündegeyler. - Oğlum, yaxşırax çağıgıŋnı tökkeysen, ne ki essizler bile da anzkamlar bile içkeysen, ki bolmagay alar seni naletlegeyler. - Oğlum, bolma asrı tatlı, ki seni yutkaylar, da ni asrı leği, ki tükürgeyler, yoxese bol ivaş da tözümlü barça yaxşı xılınganıŋa, da yüregeniŋe, da barça işiŋe. - Oğlum, neçe ki etikiŋ ayaxıŋadır baskın tegenekni da yol aç ayaxıŋa - Oğlum, xoca oğlu yılan yedi – Ayttılar, ki hakimliktir aŋar; yarlınıŋ yedi ese – ayttılar, açlıxtan yedi. Anıŋ üçün ki seniŋ ülüşüŋnü yegin, da xatınıŋnıŋ sıŋarına köz xoyma, ne malına, ne Teŋriden xorxusuz adam bile, 108 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY ne elden uyalmas kişi bile yolga çıxma, da ne ötmek te yeme anıŋ kibik bile. - Oğlum, körseŋ, düşmanıŋ yıxılıptır, külme da masxara etme anı: eger tursa saŋa yaman eter. - Oğlum, söv ataŋnı da anaŋnı, ki toğurdu seni, da almagaysen alarnıŋ xarğışın, zera Teŋriniŋ, da atanıŋ, da ananıŋ alğışı birdir, neöik alğışı, alay xarğışı, ki sen süvüngeys (en s)eniŋ oğlanlarıŋdan. - Oğlum yam(an oğul) yıxılır kendiniŋ yamanlıxına köre, da yaxşı oğul turar kendiniŋ yaxşılığına köre - Oğlum, yuvuxlanma yaman u harsız xatınga, da pampasel etkeyler dayma seni, naletlemegey da ayblamagay, da axçaŋnı yegey. Anıŋ kibikten xaç. - Oğlum, tüvüşten, ögütten ayama oğluŋnı. Tüvüş alaydır oğluŋa, neçik bir hnoynu yaygaysen baxçada. Dağı da ne türlü möhür xazna üsne, ol türlü igidir tövüş oğluŋa. Eger ki künde 1 de, 2 de tayax bile ögütlese, andan ivaşlanır da andan ölmes. Eger hoyduŋ ese oğluŋnu kendi erkine, oğru bolur, da elterler anı asma ya kesme, da bolur saŋa ölginçe zal, heç esiŋden ketmes. - Oğlum, övret oğluŋnu açlıxka da susamaxka, ki öktemlik bile keçirmegey künlerni kendiniŋ. Duşmanıŋdan söz aytsalar, yöpsünmegeysen, anıŋ üçün ki seniŋkin de aŋar aytarlar. - Oğlum, düşmanıŋ bar ese, yoldaşsız yolga çıxma. Bolmagay ki duşmanıŋ saxlagay yoluŋnu da sen vaxtsız ölgeysen. - Oğlum, bolmagay ki aytkaysen: ‘Menim biyim essizdir, da men eslimen’, da sen seni öggeysen, yoxese tözgin anıŋ essizlikne da uslularga yuvuxlangın sen, ki özgeler seni öggeyler. -Oğlum, heç kimsege yaman aytma da biyiŋ alnına köp sözlü bolma, ki adamlar alnına uğaltmagay seni - Oğlum, xaçan sadağa berseŋ, yarlını acıtma: bergenıŋ Teŋrige xabul dügüldür. - Oğlum, salma xayğunı da yığlamaxnı, da ança da bazıp barma toyğa ya ferahlikke, zera köp türlü alnımızga ölüm bar da köp türlü porcank. - Oğlum, xaysı ki altın yüzük seniŋ dügül, anı barmaxıŋa xoyma, da xaysı ton-oprax, seniŋ dügül, atlanma, ki kültkü bolmagaysen. 109 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER - Oğlum, eğer aç eseŋ, da xaysı ki ötmek seŋin dügül, anı yeme, sunmınça. - Oğlum, ol adam ki, senden küçlüdür, anıŋ bile küreş tutma, da aŋar utru bolma, bolmagay ki yıxıp seni öldürgey. - Oğlum, ne ki yaxşı-yaman işitseŋ, anı yürekiŋe saxla: Teŋriden saŋa yaxşı bolur, da artar seniŋ tirlikiŋ. - Oğlum, eğer övüŋ biyik, uzun ese 7 xulaç boyuŋnu egip kir. - Oğlum, alma ulu ölçöv bile, da berme kiçi ölçöv bile, da aytma, ki ‘Aslam ettim’. Anıŋkini Teŋri arttırmas da öceşir, da sen aç tas bolursen. - Oğlum, yalğan ant içme, ki künleriŋ eksilmegey: Yalğançınıŋ künleri eksilir. - Oğlum, Teŋriniŋ buyruxuna dayma xulax xoy da eski duşmandan xorxma: Teŋriniŋ buyruxu yaxşı ademige taş xaladır. - Oğlum, oğlanlarıŋnıŋ köp bolganına süvünme da eksilgenine köp yığlama da köp xayğurma. - Oğlum, oğlanlar da mal Teŋriniŋ bermexidir, evet ki xoca yarlılanır, da yarlı hocalanır, da aşaxlangan biyiklenir, da biyiklengen aşaxlanır. - Oğlum, eğer sıŋarıŋ xastalansa, aytma, ki : ‘Ne etiyim aŋar?’ yohese bar ayaxıŋ bile xatına da kör közüŋ bile, xastanı sorsaŋ, artıxtır altındankümüşten, ese ki bergeysen. - Oğlum, yarğuda oltursan, orunç almaaltın ya inci, bu egirlik bile könünü egri etme, yoxese töreni könü et, da könünüŋ xanın töktürdüŋ ese, seniŋ de tökerler. - Oğlum, saxla tiliŋni yaman sözden, közüŋnü yaman baxmaxtan, az neme de oğurladıŋ ese, ölüm birdir. - Oğlum, itlik etme sıŋarıŋnıŋ xatını bile, sonra özgeler de seniŋ sıŋarıŋa tüşerler, da ölgünçe bolur saŋa naletleme. - Oğlum, bolmagay ki algaysen kendiŋe tul hatunnu nöger. Kim bilir, arada neme talaş boldu ese ol burungi eyesin aŋar? Da sen xayğurup küstünürsen. Oğlum, eğer ki saŋa Teŋriden ne türlü porcutiun yoluxtu ese, bolmagay ki yeŋilip cıckuhel bolgaysen, ki dağın yaman tinsizlix, yebermegay da vahtsız dünyadan keçirmegey, yoxese ne türlü de Teŋriden kelse, şükürlü bol, zera, zera şükürlü ağız Teŋrini borçlu eter. 110 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY - Oğlum, sövme oğluŋnu artıx xuluŋdan, ese bilmessen, ki xaysı kerekli bolur saŋa. - Oğlum, dayma sen seniŋ esiŋ bile yaxşı sağışlama (sağışla) da xartlarnı hörmetle, ki hörmetlengeysen Teŋriden de saŋa yaxşı bolur. - Oğlum, igit vaxtna öktet bolma, ki igit vaxtna tas bolmagaysen. - Oğlum, barma sıŋarıŋa, ki ayaxıŋa baskay, bolmagay ki boyuŋnu da baskay. - Oğlum, kimse bile yarğu alnına tursaŋ, bolmagay ki yüreklenip sözlegeysen, yoxese ne ki sözleseler, tatlılıx bile cuvap bergeysen – bu yarğunu anıŋ üsne yıxarsen. - Oğlum, eğer Teŋriden neme xoltxa etseŋ, evel anıŋ buyruxu tibine bol, da ne bile oruö bile alğış bile andan (xoltxay etseŋ) soŋra tügeller Teŋri xoltxaŋnı seniŋ. - Oğlum, yaxşıraxtır ki, atıŋnı daima yaxşı çıxargaysen, yohese ki sen seni körk aytkaysen: tonlar bile körk geçövlüdir, yoxese yaxşı at xalır meŋi. - Oğlum, yaxşıraxtır soxur köz bile, ne ki soxur es bile: soxurlux bile terçe öğrenir yürümaxni yolunuŋ, yoxese soxur es bile salır könü yolnu da barır kendi erkine. - Oğlum, yaxşıraxtır yarlılıxnı yıkmaga ne ki xocalıxnı saçmağa. - Oğlum, tergegin seniŋ sözüŋnü yürekiŋ bile da andan soŋra çıxargın sözüŋnü ağzıŋdan. Eger bu işni bulay etseŋ, barçasına tatlı bolursen. - Oğlum, kimeseden yaman söz işitseŋ, anıŋ yürekiŋe tut yedi xarış: ol yaman öler da yaxşılıxka xaytar. - Oğlum, heç nemege külme: ol külmexten talaş bolur, da ol uruştan ölüm bolur. - Oğlum, yalğan söz da yalğançılıx alay ağırdır, neçik xorğaşın; az künden soŋra yogarı miner, neçik terekniŋ yapraxı. - Oğlum, ayt seniŋ kiçi sağışıŋnı dostuŋa eger ol seniŋ sağışıŋnı alani etmese, bolursen aŋar ulu sağışıŋnı da aytmaga da anı inamlı, könü dost bolursen tutmaga. - Oğlum, dayma boluşuçi bol xanlar, biyler alnına seniŋ k’ristanlikiŋe söz bile da axça bile alay tut, ki anı aslannıŋ ağzından xutxarıysen, da ol saŋa xaybattır da p’ark. 111 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER - Oğlum, eger duşmanıŋ kelse ayaxıŋa boşatlıx xolma, boşat aŋar, da yurekiŋ bile kül, da teniŋ bile ferahlan, da yöpsün anı. - Oğlum, xayda seni ündemeseler hörmetlep, anda barma, da kimese senden söz sormasa, anda cuap berme, da ol axın suv kibik, buzlamıyır ança, da bazıp yürüme ayaxın bile; bolmagay ki vaxtsız tas bolgaysen. - Oğlum, sınagın oglanlarıŋnı açlıx bile, da susamax bile, da miskinlik bile, da eski bazıx tonlar bile: eger tözümlü ese ber tirlikiŋni xoluna. - Oğlum, xaçan seni xargga ündeseler ya toyga, caht et barça sıŋarıŋdan burun çıxkaysen da yene ikinci barmagaysen: Teŋriden yaxşı at alırsen da tövüş almassen başıŋa. - Oğlum, eger yarlı eseŋ, na sıŋarlarıŋ arasına alani etme, ki ayıblanmagaysen da sözüŋe de xulax hoymaslar. - Oğlum seniŋ sırıŋnı, yapuxuŋnu xatınıŋa açma, anıŋ uçun ki xatın kişi sır saxlamastır, alani eter xardaşlarına, urux köküne, da seni tabarlar. - Oğlum, işkili bolsaŋ saxla tiliŋni köp sözlemexten: saŋa yaxşı bolur, da uslu ündelirsen. - Oğlum, kimsege kleseŋ tirlikiŋni bermege, bitiksiz, möxürsüz, tanıxsız berme: berdiŋ eseŋ tanar, da sen xayğurup hayıfsınırseŋ tirlikiŋni. - Oğlum, yaxşı dostundan yıraxlanma: eger yıraxlandıŋ ese, ya taparsen anıŋ ki dosd(t), ya tapmassen. - Oğlum, yaxşıraxtır, ki seniŋ tirlikiŋ oğurlangay, ne ki üstüne oğurlux tapulgay. - Oğlum, kimge ki Teŋri beriptir, sen anı hörmetle, da xartlarnı körseŋ börküŋ çıxar, da tur ayaxıŋ üsne anıŋ alnına da sıyla anı. - Oğlum, barlı – tirlikli adamga paxıllıx etme ya akahlıx : kişiniŋ közüŋ neme toydurmaz, tek toprax. - Oğlum, xınamxoslux etme, zera ki, yaxşılıx utirlik, u mal Teŋridendir, da yarlılıx kelde ese, arada yürügenni sökerler. - Oğlum, yığla da barma dostuŋ övine, kirip çıxma: soŋra acızlanıp söker de seni. - Oğlum, it, ki salgay kendi eyesin da artıŋdan kelgey, taş al da ur ki artıŋdan kelmesiŋ. - Oğlum, yaxşı xılıngan adam da aruv yürekten alğış etken xabuldır Teŋrige, da uyattan yorx, neçik Teŋriden. 112 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY - Oğlum, yaman sağış da yürekke çıxkan eski duşmandır, da tözümlük fündümentidir xartlarnıŋ da beklikidir dinniŋ. - Oğlum, söv könülüknü da yalgannı heç et, dayma xulax xoy Teŋriniŋ buyruxuna da eski duşmandan xorxma: Teŋriniŋ buyruxu yaxşı ademige taş xaladır. - Oğlum, yaman u yalğançı haç, zera akahlıx da barça yaman neme yalğançılıxtan toğar. - Oğlum, yarğunu sövme: eger utsaŋ, eger utmasaŋ duşmanıŋnı, evet ki Teŋriniŋ yarğusundan xorx. - Oğlum, kim ki könüdir, esi bile yarıxlı güneştir; da kim ki öçeşir yüreki bile da öpke süver saxlama, ol adam tamuxnuŋ xaramğuluxuna oxşar; da kim aruv, aöiz köŋüllüdür, ol adam sadağaçıdır; da kim akahtır, eger barlı ese de essizdir. - Oğlum, cimriniŋ üvüne kirme, kirseŋ de, keçikme, zera tirlikiŋden boş bolursen. - Oğlum, sıŋarıŋnı pambas etme eger yıraxtın, eger yuvuxtun, zera yaman söz terça da tezinden yeter, da alarnıŋ arasına talaş bolur. - Oğlum, Teŋri buyuruptır çağırnı ferâhlik üçün, yohese yaman yerde, kereksiz yerde yaxşıraxtır neme yaman içkeysen, ne ki içki. - Oğlum, ol türlüdir esirik adam, ne türlü ki ox kirgey burnunuŋ içine: özgege tiymey – tek kendiniŋ tebesine. - Oğlum, cimri adam ol türlü sağışlar kendiniŋ esine, ki ‘Men bağatırmen, da küçmen, da ne ki sözlermen, axıl, us bile sözlermen’ anı bilmestir, ki yoluxur anıŋ kibik esli kaç ademige, ki tutkaçox xolundan, yerge urar da öldürür. - Oğlum, körseŋ düşmanıŋnı, ki yatıptır, sen anı xayğur, anıŋ üçün ki dost eterseŋ saŋa; eger ki kültkü etseŋ, tursa saŋa yaman eter. - Oğlum, asrı esirik adam sağışlar, ki yer birgesine aylanır. Anı bilmes – başı aylanıyır, zera ki yerdirbarça yemişlernıŋ anası; ol türlü artıxsı içmextir barça yamannıŋ anası: titsinmiyin yamanlıxka salır, da yarlığamıyın öldürür ademini, da keltirir da oxşatır canavarga. - Oğlum, haç ademi üçün yük bolmaxtan: eger yük bolduŋ ese, alay tut, ki tusnaxıŋnı berdiŋ aŋar; eger vaxtına bermediŋ ese, saxalıŋnı 1 –1 yulxarlar. 113 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER - Oğlum, yalgançı bolma. Eger seni 1 saxat yalgançı taptılar ese, könü de sözleseŋ, yalgançı sagışlarlar, da inanmaslar, da barça yerde yalgançı aytsarlar. Xaytıp Xigar ayttı uslularnıŋ axılın, Natanga, xardaşı oğluna. 4 iş bar, ki adamnıŋ közünüŋ yarıxın arttırır: evelgi-baxkay erte .i.ekler üsne; 2-inçi – yalan ayax yürügey yeşil üsne; 3.ünçi- axın suvda yürügey; 4 ünçü – yolçunların körgey yıraxtegilerin. Xaytıp 4 işler ki adam oğlun semirtir: Burungi – kiyiniş; 2 inçi – yaxşı söz işitkey daima; 3 ünçi kendiniŋ oğlanları bile da xul-xutanı bile sövöklü (sövüklü) tirilgey; 4 ünçi – neme yaman söz işitse işitmemiş bolsun. Yene 4 işler, ki adam oğlu kendine hörmet keltirir: dayma yaxşı sözü, miskinlik etkeni, da eksiklik sözlegeni, da uyalganı uludan – kiçiden. Xaytıp 4 iş bar, ki adamnıŋ yüzünüŋ suvun keterir: Burungi, ki aşıx bolgay yaman xatınga; 2. inçi, ki köp sözlegey da aytkay, ki : ‘Menim kibik kimese sözlemey bolmas da bilmes’; 3. ünçi, ki yaxşılarnıŋ sözü arasına kirgey da urup buzgay; 4. inçi ki aytkay: ‘Bilirmen’, - da yalgan sözlegey. Yene sordular Uslu Xigarga, ki nedir bu dünyada tattı (tatlı). Ayttı Xigar : - Yüznüŋ uyattı. Kimniŋ yüzünüŋ uyatı bar, ol tatlıdır. Zera ki barça neme harsızlıxtan toğar. Budur menim ögütüm, xaysı ki men, Xigar ayttım menim xardaşım oğluna Natanga. Da men bilmedim – menim ögütümnü heç etti da tozdurdu, neçik topraxnı elge utru. Başladı yamanlama xanga da barça malımnı, xaznamnı, tirlikimni başladı tas etmege, xullarımnı öltürmege, xaravaşlarımnı uyatlama, ança ki menim Apesdan atlı xatınıma da xol salma kledi, ki anı kiçiden östürdü da eske keltirdi. Bu ilgeri etkenden soŋra maŋa bardım men xanıma, da aŋlattım Natannıŋ yamanlıxın, da keterdim xatımdan, da ayttım: - Dağın, seniŋ erkiŋ yoxtur menim tirlikime. Dağı yaman başladı meni xanga yamanlama ança, ki başıma keltirdi, ki xan buyurdu, ki: - Eltiŋiz da kesiŋiz Xigarnı. Da ol kişiler da calatlar menim tuz-ötmekimni unutmadılar. Çöküp da xoltxa ettim, da ayttım: 114 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY - Bardır mende bir adam maŋa oxşaş, da ölümlü iş etiptir. Anıŋ başını kesiŋiz menim üçün da meni saxlaŋız. Kerek bolgaymen 1 kün menim xanıma. Xigarnı saxladılar da kişini kestiler. Xanga xaber bardı ki Xigar kesildi. Asoresdan ulusu Xayğuga tüştü. Kettiler ulustan da p’arawon xanga berindiler. İşitti p’arawon xan ki Xigar kesildi. Ulu elçiler yeberdi Senék’arém xanga, ki yeber maŋa anuŋ ki adam, ki neki sorsam, cuap bergey, dane türlü adam ki, uslu da axıllı bolgay, ki ne türlü avadanlıx aytsam maŋa tüzgey. Senék’arém xan ündetti ulu biylerin da sarnattı bitikni. Ayttı xan: - De, bu işke kim cuvap berir. Ayttılar: Xanım, kimese bolmas bu işke cuvap berme, tek Natan, ki Xigardan övrendi barçanı. Ündetti xan Natannı da ayttı: - Bolurmısen bu işke cuap berme? Ayttı Natan: - Men dügül. Yohese menim ki 1000 de bolsa bolmas muŋar cuap berme. Andan soŋra xan hayıfsındı Xigarnı kendiniŋ biyleri bile, xorxup p’arawon xandan, ki ulu çerüv bile kelmegey üsne. Da ayttı Senék’arém xan: - Kim ki maŋa Xigarnı turğuzgay edi, yarım xanlıxımnı aŋar berir edim! Keldi Apusmak atlı biy da ayttı: - Meni tiridir Xigar! Neçik ayttı, bardı, da keltirdi tezinden Xigarnı, da turğuzdu xannıŋ alnına, da xigar ölü çireyin alıp edi. Kördü xan, da asrı süvündü, da ayttı: - Alğışlıdır Teŋri, ki bügün Xigarnı ölüden turğuzdu! Yeberdi anı xan, ki: - Bar, arın, da yuvun, da semir, da 40 künde dire kereksen maŋa. 115 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Xaçan ki 40 künden soŋra keldim xan xatına, ayttı xan: - Sen menim alafımnı işitiŋ mi – maŋa ne elçiler keldi P’arawon xandan? Ayttım: - Xanım, men barıyım boyum bile da tuziyim bu işlerni barça. Bardı, da tüzdü da yasadı. Da keldi ulu süvünçlük bile da, ulu başxışlar bile P’arawon xandan Senék’arém xanga. Xan utrusuna çıxtı ulu biyleri bile. Xaytıp keldiler, kimler xaçıp ediler: İşittiler, ki Xigar tiridir. Andan soŋra ayttı xan: - Ne klersen saŋa beriyim. Ayttım: - Xanım, senden neme klemen, tek maŋa xardaşım oğlun Natannı ber. Xaçan berdi maŋa Natannı, ayttım xuluma baylama stolpka. Ançax dağın köp aytmaxtan soŋra 1 söz aytır edim, da xulum xamçılar edi. Ayttım: - Oğlum, Teŋrim menim saxladı meni menim anmeğlıxım bile da seni tas etti seniŋ yamanlıxıŋa köre. Teŋri etkey seniŋ da menim aramızga yarğunı. Ol sahat işitti da çatladı, da ayttım: - Oğlum yaxşı xılıngan yaxşı tapar da yaman xılıngan yaman tapar. Da kim kimge çuxur xazsa, kendi düşer. Yaxşılıx yaxşılıx bile tügellenir, da yamanlıx yamanlıx bile tügellenir. Bügünge diyin caht etsin oğul atanıŋ – ananıŋ alğışın algay da könülük bile yürügey, ammén. 116 Yrd. Doç. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK / Sevda ALTINSOY Kaynaklar Aksoy, Ömer Asım, Atasözleri Sözlüğü I-II, Ankara 1984. Alptekin, Ali Berat, Kirmanşah Hikâyesi, Ankara 1999. Altınkaynak, Erdoğan, Gregorian Kıpçak Dil Yadigarları, İstanbul 2006 __________, Türk Halk Hikâyeleri (Metin-Tahlil), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1992. Arat, Reşid Rahmeti, Kutadgu Bilig, Ankara 1988. Deny, J., E. Trijarski, “Histoire du Sage Hikar’ Dans la Version Armeno Kıptchak”, Rocznik Orientalistyczny, 27, Wiezbaden 1964. Duymaz, Ali, Kerem ile Aslı Hikâyesi, Ankara 2001. Düzgün, Dilâver, Âşık Mevlüt İhsanî, Erzurum 1997. __________, Âşık Mustafa Ruhanî, Erzurum 1997. Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, ‘Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı, Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı’, İstanbul 2000. Garkavets, Aleksandr, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye, Almaata 2002. Gülensoy, Tuncer, Manas Destanı, Ankara 2002. Krımskiy, Agatangel Yefimoviç, Türki, İh MoVi Ta Literaturi, 1930 Kudasov, S. J., Armian Jazulı Kıpşak Eskertkişi ‘Dana Hikar Sözinin Tili’, Almatı 1990. Kur’an-ı Kerim, Ali İmran Suresi. Kutsi, Tahir, Köroğlu, İstanbul 1975. Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1997. Mert, Hamdi, Hünkar Hacı Bektaş Veli, Ankara ?. Onur, M. Naci, Yusuf ve Züleyha, Ankara 1986. Togan, Zeki Velidi, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1972. Trıyarski, E., “O Dialektnoy Differentsiatsii Armiyano-Kıpçakskogo Yazıka, Çeviren N. M. Karpoviç, Sovetskaya Türkologiya, IV, 1987. Türkmen, Fikret, Âşık Garip Hikâyesi, Ankara 1995. 117 MİLLÎ MÜCADELE ROMANLARINDA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Yrd. Doç. Dr. Esat CAN Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi E-mail: esatcan@trakya.edu.tr; Tel: 0 535 257 33 74-0 284 235 28 24/1271 Özet Türk tarihinin çok önemli bir dönemini anlatan Millî Mücadele romanları, işledikleri çeşitli konu ve meseleler arasında azınlıklara da yer verirler. Eserlerde azınlıklarla ilgili sayfalar, olayların mahiyeti ve seyri nedeniyle büyük ölçüde Rumlarla ilgili ise de zaman zaman Ermenilerden de bahsedilir veya Ermeni kahramanlara yer verilir. Millî Mücadele’nin bir özelliği de, tarihî olayların kaçınılmaz bir sonucu olarak, Anadolu ve Rumeli’de yüzlerce yıl bir arada yaşamış ırk veya milletlerin geldikleri yol ayrımında birbirlerinden uzaklaşıp kendi kader çizgilerinde yeni istikâmetlere yönelmeleridir. Türk romancıları Millî Mücadele’yi Türk milleti için bir varlık-yokluk davası halinde işlerken, azınlıkların genellikle olumsuz bir tavır ve tutum içinde olduklarını belirtirler. Genel bakış ve yaklaşım böyle olmakla birlikte bazı yazarlar eserlerinde menfîlerin yanı sıra olumlu azınlık kişilerine de yer verirler. Bunlardan bazıları Ermeni kahramanlardır. Tarık Buğra’nın Küçük Ağa adlı eserindeki Dr. Minas, Attila İlhan’ın Sırtlan Payı’ndaki Pandikyan Efendi, Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları’ndaki Mıgırdıç Efendi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler’indeki Madam Elekçiyan, Talip Apaydın’ın Toz Duman İçinde’sindeki Artin Usta, İlhan Tarus’un Var Olmak’ındaki Margosyan Efendi, Ömer Polat’ın Saragöl’ündeki Zadik Usta ve Siran’ı böyle roman kişileridir. Bu kahramanlar, her şeyden önce insan oldukları bilinciyle, geçmişte zamanın derinliklerine giden güzel bir beraberliğin mevcudiyetini dile getirerek kavgaya karşı çıkarlar veya kavga yanlısı ırkdaşlarının girişim ve eylemlerine bigane dururlar. Tebliğimizde birlikte yaşama sanatının Millî Mücadele dönemindeki örnekleri addedilebilecek söz konusu roman kahramanlarının kişilikleri ile fikir, tutum ve davranışları tahlil edilecektir. Yrd. Doç. Dr. Esat CAN Millî Mücadele Romanlarında Türk-Ermeni İlişkileri Türk tarihinin çok önemli bir dönemini anlatan Millî Mücadele romanları, işledikleri çeşitli konu ve meseleler arasında azınlıklara da yer verirler. Eserlerde azınlıklarla ilgili sayfalar, olayların mahiyeti ve seyri sebebiyle büyük ölçüde Rumlarla ilgili ise de zaman zaman Ermenilerden de bahsedilir veya Ermeni kahramanlara yer verildiği görülür. Millî Mücadele’nin bir özelliği de, tarihî olayların kaçınılmaz bir sonucu olarak Anadolu ve Rumeli’de yüzlerce yıl bir arada yaşamış ırk veya milletlerin, geldikleri yol ayrımında birbirlerinden uzaklaşıp kendi kader çizgilerinde yeni istikâmetlere yönelmeleridir. Türk romancıları Millî Mücadele’yi Türk milleti için bir varlık-yokluk davası halinde işlerken azınlıkların genellikle olumsuz bir tavır ve tutum içinde olduklarını belirtirler. Genel bakış ve yaklaşım böyle olmakla birlikte bazı yazarlar eserlerinde menfilerin yanı sıra olumlu azınlık kişilerine de yer verirler. Bunlardan bazıları Ermeni kahramanlardır. Tarık Buğra’nın Küçük Ağa1 adlı eserindeki Doktor Minas, bu kahramanların en dikkat çekici olanı sayılabilir. Karakter yaratmada usta olup Millî Mücadele romanlarının en önemlilerinden birini, Küçük Ağa’yı yazmış olan Tarık Buğra, Doktor Minas’ın şahsında hem kimliği hem de kişiliği ile Osmanlı olup siyasî ve sosyal hengâmelere rağmen öyle kalabilmiş müspet bir insan ve namuslu bir aydını anlatır. O, imparatorluğun çökü1 Tarık Buğra, Küçük Ağa, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1992. 121 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER şüne rağmen, ekmeğini yediği, emek paylaştığı bu toprakla bu insanlara bağlı kalan pek az hristiyandan biridir. Bunu herkes gibi Ali Emmi de bilir ve doktora ayrı bir yakınlık, hatta saygı duyar. Aralarında pek açığa vurulmamış bir dostluk vardır. Dr. Minas’ın insanî cephesini, eşraftan Ali emmiyle hem dost olarak hasbihal ederken, hem de onun ağır hastalığı ile hekim olarak uğraşırken daha iyi anlarız: Minas nabzını tuttuğu zaman Ali Emmi’nin gözleri aralandı. O da şevklendirmeye çalıştığı yüksek bir sesle: —Ne o koca herif dedi; salıvermişsin kendini, yakışır mı sana? Ali Emmi gülümsemeye çalıştı2. (…) Doktor nabzı saymış, kalbi ve ciğerleri muayene etmiş, dereceyi almıştı. Bir de iğne yaptı. Pek ümitsiz olduğu yüzünden belliydi, bunu belli etmek de istiyordu. Dipteki ocağın yanına oturdular. Reis bey de, Küçük Hacı da bir şey sormaya cesaret edemiyor veya buna lüzum görmüyorlardı. Ama Minas fısıldadı: — Hiç iyi değil. Ciğerleri bitmiş. Kalp de paso demek üzere. İğne biraz kendine getirecek, belki diyeceği bir şeyler vardır3. Ali Emmi mistik bir direnişle, zaferden önce, zaferi görmeden önce kendisine bir şey olmayacağını aklına koymuş bir ihtiyardır. İkide bir; ‘Gâvuru kovduğumuzu görmeden ölmem ben oğlum’ derdi. Bu ‘ölmem’ kelimesi zaman zaman da; ‘ondan önce bana bir şey olmaz’ şeklini alırdı4. Doktorun, Ali Emmi’nin yanına gidip nabzını tuttuktan sonra aralarında geçen şu konuşma, birlikte yaşamayı sanat haline getirmiş insanların pek özel samimiyet ve sıcaklığını yansıtır: … Minas bir çocuk sever gibi sordu: —Nasılsın Ali Emmi? ‘Eeeh..’ diye hafif bir ses çıktı. Minas daha belli bir gülüşle: —Gâvur doktoru tanımadın mı koca herif? dedi. Reis bey de, Küçük Hacı da kımıldayamadan ona bakıyorlardı. Ali Emmi gayret bulmuştu: 2 3 4 Buğra, a.g.e., s.492. Buğra, a.g.e., s.493. Buğra, a.g.e., s.494. 122 Yrd. Doç. Dr. Esat CAN —Sus ülen, gâvur deme kendine. Minas artık hasta çocuğa meddahlık yapıyordu, yüksek sesle konuştu: —Desem de, demesem de gâvur değil miyim? Üzme kendini üzme; ben Osmanlıyım Ali Emmi, Osmanlı. Şimdi sen nasılsın bakalım? —Eh işte.………………….. Minas sanki bir ilâç tatbik ediyordu. Gürültücülüğünü iyice artırdı: —Şuna bak Reis bey, şuna bak; bu kurt kocadığını nihayet anlamış değil mi? Ali Emmi biraz kendine gelir gibi olmuştu: —Doğru… senin gibi… bi … köpeğin… Minas bir kahkaha atarak tamamladı: —Maskarası olunca anladın ha?. Oh olsun. Fakat ben sana işin doğrusunu diyeyim mi? Sana asıl ağır gelen bir gâvura muhtaç olmak. —Sus dedim ülen… zorlama kendini gâvur olmak için.. Bi kalkayın seni sünnet ettirmezsem bana da Ali… Öksürmeğe başladı. —Yorma kendini5. Minas, Ali Emmi’nin ilâçlarını eczaneden kendisi alıp getirir: Sedirden aldığı ot yastıkları arkasına koyup doğrulttu: —Şimdi ben gidip ilâç getireceğim. O zamana kadar da pek konuşma. Küçük Hacı biraz itiraz edecek oldu. Fakat Minas dinlemedi: —İçinizde en genç benim. Sonra eczacıyı da benden başkası kaldıramaz. Çıktı. Ali Emmi bitkinlikten çok, içliliğin titrettiği bir sesle: —Bu da gâvur, dedi, töbe töbe. ve Reis bey, Akşehir’de tam bir minyatürünü bulan büyük trajediyi düşündü: Bir vakitler (…) aynı hava, aynı su ve aynı nimetler, aynı haklarla eşit olarak, hem de aynı selâmlaşmalar, aynı gülümseyişlerle paylaşılıyordu. Gelenek, görenek, inanç ayrılıkları için, dağsal köylerin giyim kuşam, 5 Buğra, a.g.e., s.496. 123 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ağız ve oturup kalkma özelliklerine gösterilen hoşgörürlük, hattâ fazlasıyla vardı. Asıl doğru söylenişi ile bu ayrılıklar mesele değildi. Eşsiz İslâm kalbinin ve kafasının yarattığı Osmanlı düzeni içinde bütün münasebetler insana yakışan halini buluyordu6. Durumu giderek ağırlaşan Ali Emmi vefatından önce yakınlarına vasiyette bulunurken sözlerinin başında Doktor Minas’a yer verir: … Dinlen beni gaari: Bu doktor gâvuruna sahap çıkın. Hacım, sen de Leylâma da anasına da göz kulak olun gaari. Kendi torunlarından ayırma emi. Biz gün gösteremedik bahtsızlara7. Bölücülük aleyhtarı ve Osmanlılık değerlerine bağlı bu Ermeni doktor, Rum manifaturacı Eftim ve Vasilâki ile birlikte, romandaki müspet üç azınlık ferdinden biridir. Yazara göre, onlar gibi dürüst ve devlet şuuruna sahip daha pek çok Rum ve Ermeni vardır. Nitekim bu grup, Müslüman mahallesine yapılacak bir gece baskınını da kararlılıkları sayesinde engelleyebilmiştir. Fakat bu insanlar büyük sosyal çalkantılar ve savaş hengâmesi içinde ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranabilmişlerdir. Tarık Buğra’nın, kadro olarak pek zengin romanında çeşitli şahıslar arasında yer verdiği farklı bir tip de işte bu müspet azınlık tipidir. Ondan önceki Millî Mücadele romanlarında bu hacimde yer verilmiş müspet azınlık tipine rastlamıyoruz. Bu yaklaşımda yazarın objektif olma ve objektif kalma gayretiyle insan sevgisini buluyoruz. Behçet Necatigil, Ermeni Doktor Minas’ı Osmanlı ruhunun güzel örneği olarak niteler ve yazarı da böyle bir tip yaratmakla başarılı bulur8. Ömer Polat’ın asıl konusu itibarıyla, beylerle köylüler arasındaki arazi ihtilâfını işleyen Saragöl9 romanında, Sinek yaylasında, Ağrı veya Süphan dağı eteklerinde, Van gölü kıyısında, Bingöl yaylalarında, Harran ovasında göçer olarak yaşarken daha sonra isânı tercih eden bir Kürt obası, eserin şahıs kadrosunun ekseriyetini oluşturur. Sayfalarının çoğu, toprak anlaşmazlığı ve kavgasına, makinalaşmanın köydeki hayat üzerine etkilerine10 ayrılan romanın üçte birlik bir bölümünde de, uzun bir geriye dönüş halinde, Müslüman halk ile Ermenilerin münasebetlerine yer verilir: 6 7 8 9 10 Buğra, a.g.e., s.497. Buğra, a.g.e., s.501. Behçet Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, 2. Baskı, İstanbul 1979, s.311. Ömer Polat, Saragöl, May Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1974. Bkz. Ramazan Kaplan, Türk Romanında Köy, Akçağ Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1997, s.329-331. 124 Yrd. Doç. Dr. Esat CAN Oba, göçerlikten yerleşik hayata geçmeye karar verince uygun mekân olarak Süphan dağı eteklerinde bir yamaç düşünülür. Burası aynı zamanda bir Ermeni köyüne komşudur. Obalılar bundan ayrıca memnuniyet duyarlar, çünkü şimdiye kadar bu ellerde bir Ermeniden kötülük görmemişlerdir11. Obanın ileri gelenleri Ermeni köyüne inerler. Burası beyaz badanalı evleri, akkavaklı bahçeleri ve kilisesi olan şirin bir yerdir. Ermeniler, gelenleri konuk edip ağarlar, onlara ömürleri boyunca görmedikleri yemekler ikram ederler. Sonraki günlerde göçer köyünün kurulmasına başlanır. Evlerini Ermeni ustaların inşâ ettiği köye Milân adı verilir. Ardından Ermeni köyü ile Milân arasında komşuluk münasebetleri ve geliş gidişler başlar. Ermeniler, sosyal yönden, yöredeki Müslüman köylerinden hayli ileridirler. O zamana kadar yalnızca hayvancılıkla uğraşan Milân köyü halkı, hayvan koşmayı, çift sürmeyi, tırpan çekmeyi ve ekin tırmıklamayı Ermenilerden öğrenir. Müslümanlar Ermeni köyünden kız alır, Ermeniler Müslüman çocuklarına kirve olurlar. Romanın baş kahramanı Mıkko’ya da Ermeni Zadik Usta kirve olur. İki aile arasında çok yakın ve dostane münasebetler kurulur. İhtiyaçlarını birbirlerinden karşılarlar, sırasında birbirlerine hediyeler verirler. Söz gelimi, Mıkko’nun ailesi Zadik Ustalara tereyağı gönderir, Zadikler de onlara bal verirler. Her ziyarette mutlaka yemek teklif edilir veya sofra kurulur. Zadik Usta Mıkko’nun babasına kardaşlık diye hitap eder. Eserin devamında, on beş yaşındaki Mıkko, Zadik Ustanın kızı Siran’a âşık olur. Hemen hemen aynı yaştaki iki ergen çocuk, köyde ve kırda çeşitli vesilelerle beraber olup gezer dolaşırlar. Bir gün kız, Mıkko’ya Ermenice bir türkü söyler. Bu türküde bir Ermeni kızının bir Kürt gencine âşkı anlatılır: Barzir ağpür Krti diğin çur danim, Barzir, barzir pegi dığin danim. Teh, şud barzir pegi dığin çur danim Barzir, barzir, Han Muratin çur danim12. 11 Polat, a.g.e., s.71. 12 Bir Ermeni halk türküsünün Türkçesi. 125 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Su ver çeşme su götüyerim Kürt oğluna Su ver çeşme su götüreyim bey oğluna. Haydi çeşme, tez doldur tası, bey oğluna su götüreyim Su ver, su ver çeşme Murat Hana su götüreyim13. Daha sonra Siranlar’ın evine Rusya’dan Antranik isminde bir adam gelir. Onun gelişinin ardından Siranlar’la Mıkkolar’ın arasına bir soğukluk girer. Derken, nasıl olduğunu tam olarak kimse anlayamadan, köyler arasında silâhlı çatışma başlar. Sason’dan, Van’dan Ermenilerin Müslümanları katlettikleri haberleri gelir. Bir gün Mıkkolar’ın köyü Ermeniler tarafından kılıçtan geçirilir ve yakılır. Mıkko’nun anası öldürülüp başı ve bir göğsü kesilmiştir. Kurtulan tek kişi, olay anında köyde bulunmayan Mıkko’dur. Katliamı, köyün arazisinin sahibi olan Dahar Paşa’ya haber verir. Paşanın adamları da misilleme olarak Ermeni köyünü basarlar. Altlarındaki atın zayıf ve güçsüz olması sebebiyle köye girmekte geç kalan Mıkko ve babası, Siran’ın ve annesinin ölüsüyle karşılaşırlar. Üzerlerinde şok tesiri yapan bu durum karşısında Mıkko, Babam ağladı, ben ağladım der. Olayı izah ederken de Bizi Ermeni üstüne yollayan Hamidiye paşaları, elimize İngiliz onlusu verdiler. Ermeninin elinde de İngiliz onlusu vardı14. yorumunda bulunur ve hadisenin kendi içindeki çelişkisini ortaya koyar. Ermenilerin daha sonraları Suriye’ye, Kafkasya’ya gittikleri belirtilir. Saragöl romanı, Doğu Anadolu’daki kırlık kesim insanlarımızla söz konusu yörede yaşayan Ermenilerin aynı tabiatı, aynı havayı, aynı suyu nasıl paylaştıklarını, bir başka ifadeyle, müşterek bir cemiyet hayatını nasıl sürdürdüklerini göstermesi bakımından diğer romanlardaki örneklerle az-çok benzeşirken, bir Kürt çocuğuyla (Guro) bir Ermeni kızı (Ahçik) arasındaki pek sâfiyâne ve derin sevgiyi işlemesiyle öbür eserlere fark yapar. Bu aşkın trajik sonu ise okuyucuyu, bütün zihin enerjisiyle, beşerî hakikatler üzerinde düşünmeye sevk eder. Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları’ndaki15 Mığırdıç Efendi, romanın baş kahramanı Kamil Bey’in çevresinde yer alan Ermeni bir roman kişisidir. 13 Polat, a.g.e., s.88. 14 Polat, a.g.e., s.120. 15 Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, Adam Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1993. 126 Yrd. Doç. Dr. Esat CAN Kâmil Bey Karadayı, gazetesinde çalışmaya başladıktan sonra basın dünyasının dışarıdan görülmeyen ve bilinmeyen cephesine de yavaş yavaş nüfuz eder ve öğrendikçe hayreti artar. Zira, burada Yalnız zanaat özellikleri değil, bunlar üzerinde çalışan insanlar da, bilmeyenler için birer uçsuz bucaksız âlemdir16. İşte bunlardan biri de basımevinin yaşı belirsiz Ermeni patronu Mığırdıç Efendi’dir. Yazar onu, Acayip adamdı diyerek türlü ayrıntıyla anlatırken, asıl konusunu bırakıp, romandan bağımsız bir karakteri tanıtmaya dalmış gibidir: Söz gelimi basımevinin sahibi Mığırdıç Efendi, Kâmil Bey’e göre uzun uzadıya incelenmesi gereken çapraşık bir konuydu. ‘Vapurda karşımıza, tramvayda yanımıza oturan nice Mığırdıç Efendiler görürüz de, hiçbir şeyden şüphelenmeyerek haklarında kendimizce bir açıklamaya varıp rahatlarız!’ diye düşünüyordu. Mığırdıç Efendi acayip adamdı. Bir gün Nedime Hanım, ondan söz ederken: ‘Gözlerinden akan damlalar canlı... Yalnız bu damlalar’ demişti. Gerçekten de böyleydi. Kalın camlı gözlüklerinin arkasındaki donuk kara gözleri sanki asla kırpılmıyor, anlamlarını hiç değiştirmiyordu. Gözleri gibi, kara elbisesi, kocaman ayakları da sanki çoktan ölmüştü. Mığırdıç Efendi’ye, bağırırken, gülerken, dolaşırken rastlamak da mümkün değildi. Ne zaman uğrasa, bu yaşı belirsiz Ermeniyi camekânla çevrilmiş masanın arkasında, öyle cansız oturur buluyordu. Bir şey yazdığı, hesap yaptığı da yoktu. Eğer kaybola kaybola on iki tane kalmış sarı tesbihini sol eliyle şıkır şıkır çevirmese, kalp sektesinden çoktan ölmüş de, apansız ölümüne, gene kendisi ağlamaya başlamış sanılırdı. Para bile onun için sanki hiç önemli değildi. Nitekim, makinelerinin bastığı yazıları da zerre kadar umursamıyordu. İsteyen Mustafa Kemal hakkında idam fermanı bastırsın, dileyen Padişahı tahtından alaşağı edecek ihtilâl kararnamesi... Kâmil Bey’i ilk gördüğü gün, kendisine mahsus bir ölçüyle ölçerek, kendisine mahsus bir insan kalıbına koymuş, öylece bırakmıştı. Bu ayırımda, Kâmil Bey, soğuk fakat nezaketli bir ‘merhaba’ya lâyıktı o kadar... Bir zaman sonra bu ‘merhaba’ya yüzünün yalnız alt kısmiyle zorla yapılan bir de gülümseme eklendi. Bunlar yerine getirilince, sol eli, üç parmağıyle kısacık tesbihi çevirmeyi aralıksız sürdürüyor. Mığırdıç Efendi, gözlerinden akan suları silmeyi bile gerekli görmeksizin öylece oturuyordu17. 16 Tahir, a.g.e., s.130. 17 Tahir, a.g.e., s.131. 127 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Attilâ İlhan’ın Sırtlan Payı’ndaki18 Pandikyan Efendi, yalnızca bir roman kahramanı değil aynı zamanda bir tarihî şahsiyettir. Attilâ İlhan’ın tasvirine göre Pandikyan Efendi, taranmış pos bıyıklı, redingotlu, yeleği gümüş köstekli, fesi kalıpsız, orta yaşlı bir adamdır. Son derece Osmanlı ve çelebidir. Istılahlı Bâbıali Osmanlıcası ile konuşur19. İngiliz İstihbarat dairesinde müdür olan Pandikyan Efendi, Kuvâ-yı Millîyecilere sürekli olarak çok önemli istihbarat bilgileri aktarır. Çünkü o şuurlu bir vatanseverdir: —… Oğlum, ben Osmanlıyım. Osmanlı doğdum, Osmanlı öleceğim, bu lâfıma bir mim koy, e mi? Hâl-i hazırda sen bakma İngiltere devlet-i fehimesinin İstihbarat dairesinden sebeplendiğime, ben bilirim ki bu Avrupa keferesi bize ekmek vermez, hâşa huzurdan köpek gibi de kullanır: Rumları nasıl kullandıklarına hep birlikte şahit olmadık mı, Antranik Paşa’nın muhayyel Ermenistan’ını da istikbalde bekleyen budur20… Turgut Özakman da Şu Çılgın Türkler21 adlı eserinde aynı kahramana ve daha kapsamlı olarak yer verir. Türk subayları Pandikyan Efendi’yi önce takip edip tabanca tehtidi ile alarak kendi mekânlarına götürürler. Subaylarla Pandikyan Efendi arasında şu konuşma geçer: … Ortada oturan Aziz Hüdai, ‘Pandikyan Efendi’ dedi. ‘Türk millî kuvvetlerinin misafirisin:’ Pandikyan titredi. ‘..Sen de bizim gibi bu toprakta doğdun, büyüdün, okudun. Ne Ermenisin diye aşağılandın, ne Hıristiyansın diye eziyet gördün. Yüz yıllarca birlikte çaldık, oynadık, yedik, içtik, ağladık, güldük. Çünkü yurt kardeşiydik. Sonra aramıza birtakım entrikacılar, dünyayı yalnız kendilerinin sanan güçler ve satılık kiralık, hayalci adamlar girdi. Acı olaylar oldu. Bugüne geldik. Bu yurdun hepimizin üstünde hakkı var. Bu hak, bu yurdun insanlarına zerre kadar saygısı ve acıması olmayanlara hizmet edilerek mi ödenir? Vicdanını yokla ve cevap ver!’ Pandikyan’ın gözleri nemlenmişti. ‘Konuşabilir miyim?’ ‘Lütfen.’ 18 19 20 21 Attilâ İlhan, Sırtlan Payı, Bilgi Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 1992. İlhan, a.g.e., s.357. İlhan, a.g.e., s.360. Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi, 14. Baskı, Ankara 2005. 128 Yrd. Doç. Dr. Esat CAN Pandikyan Efendi konuşmaya başladı22. Gerçekten de Millî Mücadele faaliyetlerine Hıristiyan Osmanlı vatandaşlarından bazılarının yardım ve destek sağladıkları tarihî kaynaklarca da kabul edilmektedir23. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler24 romanındaki Madam Elekciyan, baş kahraman Cemal’in kaldığı pansiyonun sahibi olup tombul kollu, dolgun göğüslü, güzel bacaklı kırk-kırk beş yaşlarında eski bir kantocu ve tiyatrocudur. Kuva-yi Millîyeci Salih Kaptan’ın metresi olan Madam Elekciyan, esprili ve hoşça vakit geçirerek yaşama anlayışına sahip bir kadındır. Onun İstanbul’daki Kuva-yi Millîyeci kahramanlarla yakınlığı ve dostluğu, tabiî olarak okuyucuda barıştan yana müspet bir roman kişisi intibaı bırakır. İlhan Tarus’un Var Olmak25 romanında Margosyan Efendi, eserin baş kahramanı Hamdi Bey’in muhasebecisi bir Ermenidir. Ayrıca, bir özel kalem memuru gibi, müdürü ile ziyaretçilerinin görüşmelerini ayarlar. Daha sonra, kasabada sükûnun bozulduğunu görünce çoluğunu çocuğunu toplayıp İstanbul’a gitmesinden anlarız ki, onun Millî Mücadele taraflarından herhangi birine mutlak manada bir bağlılığı yoktur. Fakat bir karşıtlık veya husumet içinde de görülmez. Yine İlhan Tarus’un Vatan Tutkusu26 romanında Müslüman ahali ile birlikte Rum, Ermeni ve Yahudilerin yaşadığı kasabanın dinî ve etnik bakımdan çok renkliliği romanın olay örgüsünü kompleks hale getirir. Bu insanlar yüzyıllar boyu tarifsiz güzellikte bir barış ve huzuru paylaşmışlardır. Öyle ise şimdi ne olmuştur? Roman kahramanlarından Osman Efe kendi kendine bu sorunun cevabını bulmaya çalışırken hayli zorlanır. 22 Özakman, a.g.e., s.108; H. Himmetoğlu, 1. Cilt, s.409 vd. 23 Bu gibi faaliyetlerin yerine getirilmesinde hiç şüphesiz ki, Türk vatandaşlarının yanı sıra ecnebiler ve gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının da hizmetleri görülmüştür. Gayrimüslim vatandaşların başında gelen en önemli sima Pandikyan Efendi olmuştur. İngiliz İstihbarat Servisi’nde şef olarak çalışan ve gizli grupların koruyucu meleği durumunda olan Pandikyan Efendi’nin Millî Mücadele’ye olan katkıları önemli bir yer tutmaktadır. Mesut Aydın, Millî Mücadele Döneminde TBMM Hükümeti Tarafından İstanbul’da Kurulan Gizli Gruplar ve Faaliyetleri, İstanbul 1992, s.275. 24 Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, Dergâh Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1990. 25 İlhan Tarus, Var Olmak, Varlık Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 1957. 26 Tarus, Vatan Tutkusu, Ağaoğlu Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 1967. 129 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Aynı yazarın Hükümet Meydanı27 romanında Rum, Ermeni ve Yahudi mahallelerinden oluşan azınlıklar, kasabaya Kuvva-yı Millîyeciler’in gelişlerini sevinçle karşılarlar. Talip Apaydın’ın Toz Duman İçinde’sindeki28 Artin Usta, Millî Mücadele’ye vatanseverlik duygusu ile destek olan roman kişilerinden biridir. Kasabadan süngü, tüfek, mermi yapımı için Ankara’ya giden Müslüman zanaatkârların içinde Artin usta da vardır. Romanda ondan bir daha söz edilmez. Ancak, anlaşılır ki, o Millî Mücadele’ye fiilen destek veren, bizden bir insandır. Abdullah Ayata’nın Anılarda Son Ermeni29 romanı doğrudan doğruya Türk-Ermeni münasebetlerini konu alarak yazılmış bir eser olmasıyla dikkati çeker.Birinci Dünya Savaşı yıllarından 1970’li yıllara kadar geniş bir zamanı konu alan roman, en çok, Cihan Savaşı’nın cephe gerisine etkileri, tehcir ve Millî Mücadele dönemleri üzerinde yoğunlaşır. Ruslar ve İngilizler tarafından ayrı devlet vaadiyle aldatılan Ermenilerin bir kısmı, imparatorluk içinde bölücülük yapmaya girişmiş, Doğu Anadolu’nun Erzurum, Van gibi merkezlerinde Ruslarla birlik olup Müslüman ahaliye eziyet etmeye başlamışlardır. Bu durumun olumsuz tesirleri Kayseri’ye kadar gelmiştir. Hem Müslüman ahali hem de Ermeni ahali tedirgindir. Bazı Ermeniler İstanbul’a göçün çaresini aramaya başlarlar. Bu arada, yirmi dört yaşındaki Türkmen delikanlısı Şıh Veli, dul fakat genç ve çok güzel bir Ermeni kadına (Horimsi) âşık olur. Sevgileri karşılıklıdır. Farklı din ve ırklara mensubiyetlerine rağmen engeller sabırla aşılır ve iki âşık, güzel bir yuva kurar. Diğer yandan Anadolu’yu boydan boya etkileyen siyasî ve sosyal çalkantılar yavaşlamak yerine daha da artmış ve devlet 1915 yılında Tehcir Kanunu’nu çıkarmak zorunda kalarak bir kısım Ermeni vatandaşlarını o zaman yine kendi sınırları içinde bulunan Halep, Şam, Beyrut gibi uzak Osmanlı şehirlerine nakl etmeye başlamıştır30. Tomarza Ermenileri de hazırlanıp Everek Kaymakamlığı’nın gözetim ve güvenliğinde yola çıkarılırlar. Çukurova üzerinden Beyrut’a ulaştırılacaklardır. Kafile, ilk gece yol üzerindeki Şıhbarak köyünde Müslümanlar tarafından misafir edilir. Ancak, Gazer isminde bir Ermeni erkeğinin ağır 27 28 29 30 Tarus, Hükümet Meydanı, Ak Kitabevi, 1. Baskı, İstanbul 1962. Talip Apaydın, Toz Duman İçinde, Hürriyet Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1974. Abdullah Ayata, Anılarda Son Ermeni, Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul 2005. Romanda Tehcir’in isteğe bağlı gösterilmesi (s.87, 89, 141) tarihî gerçeğe uymamaktadır. 130 Yrd. Doç. Dr. Esat CAN hasta olduğu anlaşılır. Ertesi gün kafile hareket ederken başta medrese mezunu İbiş Hoca olmak üzere Müslümanlar, Gazer’i bırakmazlar. Askerlere onu tedavi ettikten sonra ayrıca göndermek istediklerini söylerler. Kışı Şıhbarak’ta geçiren Gazer, tamamen iyileşir ve bu arada adeta köy insanlarından biri olur. Köy arazisini sulayabilmek için, yakındaki Zamantı ırmağının üzerine bir bent yapımını başlatır ve hüzünle vedalaşarak köyden ayrılır. O da Beyrut’a gider. Gazer Usta, ayrıldığı Anadolu topraklarını ve Şıhbarak’ta kendisini yeniden hayata döndüren insanları hiçbir zaman unutmaz, onlarla sürekli mektuplaşır. Millî Mücadele döneminde (1919) Fransız müfrezeleri Şıhbarak köyünün yakınına kadar gelirler. Köylüler onlara kendi imkânlarıyla karşı durup geri püskürtürler. Bu baskın esnasında Ermeni değirmenci Zadik Usta ve Şıh Veli, vatan savunması yolunda canlarını veren ilk şehitler31 olurlar. Savaştan sonra Şıhbarak’ın bu kahramanlığı Ankara tarafından şeref belgesi ile taktir ve tebrik edilecektir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra iletişim, ikinci nesilden, İbiş Hoca’nın oğlu Mehmet ile Gazer Usta’nın oğlu Arsin arasında ve aynı içtenliği koruyarak devam eder. Roman kişileri, sürekli olarak, birbirleriyle buluşup hasret gidermeyi arzu ederler. Arsin, arada Kayseri ve Tomarza’ya kadar gelir. Daha sonra, can dostu Mehmet’i yeni vatanı Fransa’da, Marsilya’daki evinde ağırlama hazırlıkları ve heyecanı içindeyken Ermeni terör örgütü ASALA militanları tarafından hunharca katledilir. Cebinden Tomarza’ya dair derin özlemlerini dile getiren duygu yüklü güzel bir şiir çıkar. Sonuç olarak, tebliğimizin başından itibaren tanıtıp tahlil ettiğimiz roman kahramanları, her şeyden önce insan oldukları bilinci ile, geçmişte zamanın derinliklerine giden güzel bir beraberliğin mevcudiyetini de göz önüne alarak, kavgaya karşı çıkarlar veya kavga yanlısı ırkdaşlarının girişim ve eylemlerine bigâne dururlar. Böylelikle onlar, Şu Çılgın Türkler’deki Aziz Hüdai’nin dediği gibi, Türklerle yurt kardeşi olduklarını hiçbir zaman unutmazlar, menfî yönde gelişen siyasî ve sosyal olaylara rağmen, birlikte yaşamanın güzel ve taktire şayan örneklerini verirler. *** 31 Ayata, a.g.e., s.201. 131 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Türk Millî futbol takımı 22 Haziran 2002 tarihinde Senegal millî takımını yenip bir üst tura çıkarak ilk dört takım arasına girdiğinde iki Ermeni vatandaşımız Garo ve Baret, ellerinde ay yıldızlı bayrakla, Brüksel’de bulunan Hadi Uluengin’in kapısına dayanırlar: Yürü ulan, kutlamak için derhal Türk mahallesine gidiyoruz. Yakasını onlardan kurtaramayacağını anlayan yazar, bu iki heyecanlı gence iştirak eder. Bir yandan arabalarının camlarından bayrak sallarken bir yandan da Taksim meydanındaki kutlamalara katılan Tamar, İren ve Artin’e telefon edip sevinçlerini paylaşarak Brüksel’in gurbetçi semti Schaerbeek’e giderler32. Çalışmamıza konu teşkil eden Ermeni roman kahramanları veya yaşamış kişiler, yurt kardeşliği ve ülke aidiyeti duygusunu yaşatmadaki samimiyet ve içtenlikleriyle dikkat çekerler. Bu eserler ve bu şahıslar, sağduyu avdet ettiği taktirde, aynı komşuluk ve kardeşlik münasebetlerinin bugün yeniden kurulmasının mümkün olabileceğini ihsas ederler. 32 Hürriyet gazetesi, 25 Haziran 2002. 132 Yrd. Doç. Dr. Esat CAN Kaynakça Romanlar: Apaydın, Talip, Toz Duman İçinde, Hürriyet Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1974. Ayata, Abdullah, Anılarda Son Ermeni, Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul 2005 Buğra, Tarık, Küçük Ağa, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1992 İlhan, Attilâ, Sırtlan Payı, Bilgi Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 1992. Kemal, Tahir, Esir Şehrin İnsanları, Adam Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1993. Özakman, Turgut, Şu Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi, 14. Baskı, Ankara 2005. Polat, Ömer, Saragöl, May Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1974. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Sahnenin Dışındakiler, Dergâh Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1990. Tarus, İlhan, Var Olmak, Varlık Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 1957. _________, Hükümet Meydanı, Ak Kitabevi, 1. Baskı, İstanbul 1962. _________, Vatan Tutkusu, Ağaoğlu Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 1967. Diğer Eserler: Aydın, Mesut, Millî Mücadele Döneminde TBMM Hükümeti Tarafından İstanbul’da Kurulan Gizli Gruplar ve Faaliyetleri, İstanbul 1992. Can, Esat, Millî Mücadele Romanında İç Cephe, Basılmamış Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne 1998. Kaplan, Ramazan, Türk Romanında Köy, Akçağ Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1997. Necatigil, Behçet, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, 2. Baskı, İstanbul 1979. Uluengin, Hadi, “Üç Futbol Notu”, Hürriyet gazetesi, 25.06.2002. 133 ERMENİ TARİHÇİ ARŞAK ALBOYACIYAN’IN KAYSERİ ERMENİLERİ TARİHİ ADLI ESERİNE GÖRE KAYSERİ’DE XIX. YÜZYIL İLE XX. YÜZYIL BAŞLARINDA FAALİYET GÖSTEREN ERMENİ OKULLARI Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü E-mail: esmaigus@yahoo.com; Tel: 0 212 261 42 98-99 Özet Tebliğimizin başlangıç noktasını, Ermeni tarihçi Arşak Alboyacıyan’ın, Kahire’de 1937 yılında Ermeni alfabesi ile yayınlanan Ermeni Kayseri Tarihi adlı eserindeki okullar bölümü oluşturmaktadır. Alboyacıyan, eserinin okullarla ilgili bölümünde; XVIII. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başı tarihsel aralığında, Kayseri’de faaliyet gösteren Ermeni cemaatine ait olan okullardan bizleri haberdar etmektedir. Türkçe’ye çevirisi yapılmamış ve Kayseri tarihi üzerine geniş ve özgün bir çalışma olan bu eserin, sempozyum aracılığıyla konuyla ilgisi olan araştırmacılara tanıtılması faydalı olacaktır. Bu bağlamda tebliğimizde aşağıdaki başlıklar irdelenecektir: A- Avrupa’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nda modernleşme ve siyasî endoktrinasyon sürecinde eğitim kavramının tanımı ve eğitimin işlevi, B- Modernleşme bağlamında Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim ve eğitimin anlamı, C- XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni cemaatinde eğitim faaliyetleri, D- Alboyacıyan’ın metnine göre, XVIII. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başında Kayseri’deki Ermeni okulları, E- Sonuç Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Giriş Eğitim, bir ülkeyi; sosyal, kültürel, ekonomik yönden güçlü ve modern yapan, değişen dünya düzeninde toplumların, diğer ülkelerle eşit platformda yer alabilmesini sağlayan önemli bir araçtır. Eğitim kavramına bu kadar önemli değerler atfedilmesine rağmen, eğitimin siyasî erkin üstlenmek zorunda olduğu, kamusal hizmet özelliği Avrupa’da XVIII. yüzyılın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nda ise XIX. yüzyılın başlarında ifade bulmuştur1. İktidarlar tarafından, halka resmî ideolojinin benimsettirilmesi ve toplumsal değişimin yaşanması için gereken yegâne aracın eğitim olduğunun farkına varılmıştır2. Bu nedenle eğitim; modernleşme ve ulusçuluk 1 2 Osmanlı İmparatorluğu’nda, XIX. yüzyıl öncesinde temel eğitimin (ilköğretim) zorunluluğu konusunda bazı çalışmalar olsa da bunlar ne yazık ki uygulanabilir olmamıştır. Bu anlamda Sultan II. Mustafa tarafından 1702 yılında Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’ye yollanan ferman önemlidir. Fermanda, ilköğretimin gerekliliği bildirilmektedir. Çocukların gerekli din bilgilerini almadan sanata verilmeleri ve medrese, mekteb binalarının tamir ettirilerek harab ve kullanılmaz bir durumda bırakılmamaları... Bkz. Anonim, “Mekteb”, İslâm Ansiklopedisi, C. VII, s.657. Ama bazen bu durum tam tersine de dönebilir. Eğitim ile bilinçlenen bireyin zihninde resmî ideolojiye karşıt düşünceler ve fikirler belirebilir. Resmî ideolojinin aktarımında, en güvenilir araç olarak görülen eğitimden her zaman da aynı sonuç alınamayabilir. Yukarıda örneklediğimiz düşüncenin pratik hayatta gerçekleşmiş olan örneklerini eğitim tarihimizde, II. Abdülhamit dönemi eğitim sisteminde izlemek olanaklıdır. II. Abdülhamit, dönemin resmî ideolojisini sürdürmek için ve kulların koşulsuz olarak Padişaha bağlılığını sağlamada en güvenilir yol olarak eğitimi görmüştür. Saltanatını ve Osmanlı İmparatorluğu’nu sürekli kılmak adına eğitimi, resmî ideolojinin aktarımında 137 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER döneminin temel araçlarındandır. Modernleşmenin ve ilerlemenin önemli ve olmazsa olmaz eşiklerindendir. Bu bağlamda Coleman’ın eğitimin önemi için yaptığı vurgu anlam kazanmaktadır. Eğitim; modernleşme için kapının kilidini açan anahtardır3. XIX. yüzyılda modernleşme sürecini yaşayan, Batı toplumlarında; eğitimin devletin üstlenmesi gerektiği kamu hizmeti olduğu ve ilköğretiminin zorunlu hale gelmesi fikri, Fransız İhtilâlinin zihinlerde yerleştirmiş olduğu özgürlükçü düşünce ve insanın bir dinin ümmeti değil de devletin vatandaşı olarak görülmesi gerektiği bakış açısıyla gündeme gelmiştir4. Eğitimin siyasî gücünün farkına varan Avrupa devletlerinde zorunlu eğitime geçilmesi ve bu konudaki düzenlemelerin uygulanması, her devlet için ayrı ayrı süreçlerde, ancak XIX. yüzyılı kapsayan farklı zaman dilimlerinde gerçekleşmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda, eğitimin kamu hizmeti olarak algılanması ve devletin eğitimle ilgili yaptığı ilk yasal düzenlemeler ise Avrupa devletleri aynı zamana rastlar. Hatta bazılarından daha da öncedir. Eğitimle ilgili bir bürokratik makamını, Maarif Nezareti’nin kurulması 1857, eğitimi genel olarak düzenleyen Maarif-i Umumiye Nizamnamesi/Genel Eğitim Kanunu’nun çıkışı ise 1869 tarihlidir. Merkezîleşme sürecinin yaşandığı XIX. yüzyılda, Batılı devletler ve Osmanlı İmparatorluğu’nun, değişen dünya düzeninin, yani modernleşen toplum yapısının gereği olarak üstlendikleri kamusal hizmetlerde, eğitim önemli bir kalemi oluşturmaktadır. Bu anlamda halkın eğitilmesi sorunsalı, XIX. yüzyılın önemli problemlerinden biri olduğu için XIX. yüzyıl; hem Batı da hem de Osmanlıda, eğitim konusunda yapıcı çalışmaların hayata 3 4 kullanmış, bu nedenle de yeni eğitim kurumlarının açılmasına öncülük etmiştir. Bu kurumlarda, siyasî iktidarın resmî ideolojisini ve siyasî erkin onayladığı din duygusunu, gerek müfredatın yardımıyla gerekse öğretmenlerin ideolog gibi çalışmalarıyla şiddetli bir biçimde işlemiştir. Saltanatın varlığını sürdürebilmesi için siyasî erk tarafından, eğitim yoluyla beyinlere bir nevi sansür uygulanmış, rejimin onay verdiği prototip insan yetiştirmek hedeflenmiştir. Ancak eğitim sürecinden geçirilen, yüksek okullarda okuyan, yabancı dil bilen öğrenciler, yabancı yayınlar ile tanışma fırsatı bulmuşlar, rejim muhalifi fikir ve akımların özellikle de materyalizmin etkisinde kalmışlar, böylece genç kuşakta muhalefete yönelik bir tepki oluşmuştur. Bu tepkiden dolayı da iktidar tarafından, öğrencilerin siyasete bulaşmaları engellenmeye çalışılmış, istibdat rejiminin uygulanması yoluna gidilmiştir. Mehmet Ö. Alkan, Ölçülebilir Veriler Işığında Tanzimat Sonrası Osmanlı Modernleşmesi, Basılmamış Doktora Tezi İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1996, s.19. Eğitimin herkes için temel bir hak olduğu ilkesi, Fransız İhtilâli ile kabul edilmiştir. Bkz. İrfan Erdoğan, Çağdaş Eğitim Sistemleri, Sistem Yayıncılık, İstanbul 2000, s.135 138 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ geçirildiği tarihsel aralığa işaret etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun eğitim alanında XIX. yüzyılda yaşadığı bu değişim dalgası, doğal olarak uyruğundaki gayrimüslimleri de yakından etkilemiştir. Bu anlamda konumuz çerçevesi gereğince, Osmanlı da yaşayan Ermenilerin XIX. yüzyıldaki eğitim tarihinin genel bir değerlendirmesini yapmak, Kayseri Ermeni cemaatinin eğitim sürecini tanımlamak açısından faydalı olacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nda varlığını sürdüren Ermenilerin, Fatih döneminden XVII. yüzyıl sonuna kadar sistemli bir okullaşma hareketi içine girdikleri söylenemez. En erken görülen örnekler ise, din adamı yetiştirmeye yönelik olan okullardır5. XVIII. yüzyılın sonlarında Ermeniler içerisinde modernleşme hareketlerinin ivme kazanmasıyla, Ermeni tüccar ve zanaatkarlar tarafından okuma ve yazma öğrenmeye önem verilmiş, İstanbul’un her semtinde cemaate ait okullar kurulmaya başlamıştır6. Anadolu’da Ermeni cemaatine ait okulların açılması ise, Ermeni Patrikliği’nin 1824 yılında yayınladığı bir genelge ile gerçekleşmiştir. 1834 yılında, genelgenin yayınlanışından 10 yıl gibi kısa bir süre sonra Patrikhane tarafından, Anadolu’daki Ermeni okullarına ilişkin bir istatistik yayınlanmış, Anadolu coğrafyasındaki Ermeni okullarının toplam sayısı 114 olarak belirlenmiştir7. 1856 yılında ilân edilen Islahat Fermanı’nda ise, Osmanlı uyruğundaki gayrimüslimler kendi okullarını açmaya yetkili kılınmış, okulların denetimi de Maarif Nezareti’ne bırakılmıştır. Böylece gayrimüslimler, fermanın kendilerine tanıdığı imtiyaz sonucunda kültür, eğitim ve öğretim hakların5 6 7 En erken örnekler; 1660’da İstanbul’da Mkhitar Sepasdatsi’nin 1701 yılında rahip Asvadzadur Ağavni Çuğayetsi’nin, 1707’de rahip Simeon Yerevantsi’nin açtığı okullar ve 1752 yılında Balat Surp Hreşdagabet Kilisesi dış avlusunda açılan okuldur. Bkz. Arşag Alboyacıyan, Kayseri Ermenileri Tarihi (Badmutyun Hay Gesaryo), H. Papazyan Matbaası, Kahire 1937, s.1091-1092. Haydaroğlu da ilk resmî Ermeni okulunun 1790 yılında Amira Miricanyan tarafından 1790 yılında Kumkapı Fıçıcı sokakta açıldığını ifade etmektedir. Bkz. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ocak Yayınları, Ankara 1993, s.173. Alboyacıyan, a.g.e., s.1091; Süleyman Büyükkarcı, İstanbul Ermeni Okulları, Yelken Basım Yayın, Konya 2003, s.20 Ülkemizde eğitim tarihi ile ilgili yapılan çalışmalarda, Patrikhane’nin yayınladığı 1834 tarihli bu istatistik, Anadolu’da varlık gösteren Ermen okullarının toplam sayısının 120 olduğunu belirtmektedir. Bkz. İlhan Tekeli, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK Yayını, Ankara 1993, s.106; Haydaroğlu, a.g.e., s.173; Büyükkarcı, a.g.e., s.20; Alboyacıyan, a.g.e., s.1096. 139 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dan yararlanarak geniş çapta bir eğitim faaliyetine başlayarak o zamana kadar açmış oldukları kurum sayısını artırmışlardır8. 1869 yılında yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin 129 ve 130. maddeleri de gayrimüslimlere resmî izin karşılığında okul açma yetkisi tanımış, okulların denetimi Islahat Fermanı’nda olduğu gibi Maarif Nezareti’ne bırakılmıştır9. Tebliğ metnimizin çıkış noktasını oluşturan Arşag Alboyacıyan10’ın Kayseri Ermenileri Tarihi11 adlı kitabında, XIX. yüzyıl ve XX. yüzyılın ilk çeyreğinde Kayseri Ermeni cemaatinin eğitim faaliyetlerinden, cemaata ait okullardan bahsedilmektedir. Alboyacıyan’ın kitabından hareketle, Kayseri Ermeni cemaatinin eğitim faaliyetlerini ve okullarını tanımlamadan önce, Alboyacıyan biyografisini aktarmamız yerinde olacaktır. Ermeni tarihçi, filolog ve biyografi yazarı olan Arşag Alboyacıyan, 17 Haziran 1879 tarihinde İstanbul Üsküdar’da doğmuş, 24 Haziran 1962 tarihinde Kahire’de vefat etmiştir. Tam adı Arşag Asvazadur Alboyacıyan’dır. Yaptığımız araştırmalar sonucunda ne yazık ki ailesi hakkında bir bilgiye tarafımızdan ulaşılamamıştır. (Res:I) 8 Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları (Yönelimleri Açısından), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1990, s.42. 9 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin bu maddesine yabancılar ve azınlıkların uyduğu pek söylenemez. 1894 yılında Maarif Nazırı Zühtü Paşa’nın hazırladığı envanterinde yer alan 424 okulun sadece 37’si resmî izinlidir. Bkz. Benjamin C. Fortna, Mekteb-i Hümayun Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde İslâm, Devlet ve Eğitim, İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s.123; Yahya Akyüz, Başlangıcından Bugüne Türk Eğitim Tarihi, Alfa Yayınevi, İstanbul 2001, s.159. 10 Arşag Alboyacıyan ve Alboyacıyan’ın Kayseri Ermenileri Tarihi adlı kitabından bizi haberdar eden Sayın Serkis Seropyan’a sonsuz teşekkürlerimizle. 11 Arşag Alboyacıyan’ın özgün adı Badmutyun Hay Gesaryo olan kitabın, Türkçe’ye çevirisinde Pamukciyan’ın ve Seropyan’ın yapmış olduğu Kayseri Ermenileri Tarihi çevirisini kullandık. Ancak bazı çevirmenler tarafından bu kitabın adı, Ermeni Kayseri’nin Tarihi olarak da çevrilmiştir. Bkz. Kevork Pamukciyan, Ermeni Kaynaklarından Tarihe KatkılarIV Biyografileriyle Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık, 2003, s.12; Vağarşag Seropyan, Arşag Alboyacıyan, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.I İstanbul: Kültür Bakanlığı Tarih Vakfı Ortak Yayını, 1996. 140 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Alboyacıyan, Üsküdar’da bulunan Berberyan Okulu’ndan12 sonra 1895-1899 yılları arasında İstanbul Getronagan Lisesi’nde eğitimine devam etmiş ve 1895 yılında mezun olmuştur13. Lise eğitimi sonrası ticarethanelerde bir süre kâtiplik yapan araştırmacı, 1897 yılından itibaren edebî yaşama atılmış, İstanbul ve Osmanlı sınırları dışındaki Ermeni basınında yazıları yayınlanmıştır14. İstanbul Basınındaki yazın etkinliğini, Püzantion (Bizans) gazetesinde15 sürdüren Alboyacıyan, yazılarında S. Ankeğya, Savarş, Hamtes, Amsorya, Goçnark Püragin, Masis, Dzargıh takma adlarını kullanmıştır16. Ermeni edebiyatında ve yazın tarihinde yetkin bir kişilik olarak tanınan araştırmacı, 1905 yılında İzmiryan Edebî Ödülü’nü kazanmış, 1910 yılında Ermeni Anayasası’nın 50. yılı üzerine geniş bir araştırma yapmış ve bu çalışması da yayınlanmıştır17. Arşag Alboyacıyan, 1910-1922 yılları arasında İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nde Patrik sekreterliği görevini sürdürmüştür. Yazları İstanbul’daki düşün ve sanat adamlarının toplandığı yer olan Kınalıada’da yaşayan Alboyacıyan, 1922 yılında Kahire’ye göç etmiş, yaşamının kalan bölümünü orada tamamlamıştır18. Alboyacıyan’ın edebiyatçı, dilbilimci, dışında eğitimci yönü de bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı yıllarından 1922 yılına kadar İstanbul’da bulunan Esayan Okulu’nda tarih öğretmenliği görevini sürdürmüştür. Araştırmacı, 1922 yılında İstanbul’dan ayrılmış, Korfu adasına yerleşmiş, Korfu Amerikan Yetimhanesi’nde öğretmenlik yapmış, buna eş zamanlı 12 Berberyan Okulu, Refesos Berberyan tarafından 1876 yılında, gündüzlü ve yatılı olarak İstanbul Üsküdar’da Selimiye semtinde açılmıştı. Okul, kurucusu Refesos Berberyan’ın vefatı ve Birinci Dünya Savaşı nedeniyle XX. yüzyılın ilk çeyreğinde Mısır’a taşınmıştır. Bkz. Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, C.I-II, Eser Matbaası, İstanbul 1977, s.763. 13 Getronagan Lisesi öğrenci kayıtları. Bu lise, İstanbul’da Karaköy semtinde bulunmaktadır. 1891 yılında eğitime başlayan okul, günümüzde lise düzeyinde eğitim faaliyetini sürdürmektedir. 14 Pamukciyan, a.g.e., s.12. 15 İstanbul’da Püzant Keçyan yönetiminde yayınlanan Püzantion (Bizans) gazetesi, 18961918 yılları arasında varlığını sürdürmüştür. Bkz. www.bolsohoys.com (Bilginin indirilme tarihi, 21.03.2006) 16 Anonim Sovyet Ermenistan Ansiklopedisi, C.I., Ermenistan Bilimler Akademisi, Yerevan 1974, s.190. 17 Anonim, s.190. 18 Seropyan, a.g.e., s.181. 141 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER olarak da Son Haber (Verçin Lur) dergisinin de gezgin muhabirliği görevini de üstlenmiştir19. Arşag Alboyacıyan’ın İstanbul ile sayısız makale ve araştırması süreli yayınlar ve yıllıklarda yayınlanmıştır. Araştırmacılar için önemli bir kaynak olabileceğini düşündüğümüz Ermeni Okulu Tarihi adlı kitabını da 1946 yılında yazmıştır20. Tebliğimize konu teşkil eden Kayseri Ermenileri Tarihi adlı eserini ise, Arşag Alboyacıyan, 1937 yılında Batı Ermenicesi ile kaleme almış, kitap Kahire’de basılmıştır. Bu çalışma iki cilt olup Kayseri üzerine yazılmış önemli bir monografidir21. (Res:II) Alboyacıyan kitapta bölümler halinde, Kayseri coğrafyasını ve tarihini, Kayseri’deki Ermeni yerleşim bölgelerini, toplumsal yaşamı, Kayseri ve çevresindeki Ermenilerin etnografisini, gelenek görenek ve batıl inançları, Ermeni elyazmalarını ve Kayseri’nin yetiştirdiği ünlü Ermenileri incelemiştir. Arşag Alboyacıyan, Kayseri Ermeni cemaatinin eğitim sürecini ise kitabın, Toplumsal Yaşam ana başlığı altındaki Zihnî ve Entelektüel Yaşam bölümünde bizlere aktarmaktadır. Bu bölümün giriş kısmında, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeni cemaatinin ve Kayseri Ermenilerinin eğitim tarihinin genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Alboyacıyan Kayseri’deki Ermeni eğitim sistemini, Yeğyazaryan Yazması’na dayanarak açıklamaktadır. Yazmaya göre; 1880’lere kadar Kayseri ve çevresindeki okullar homojen bir yapıya sahip değildir. Öğrenciler, tahta döşemede diz üstüne oturarak ders dinlemekteydiler. Diratsu veya Khalfa denilen genelde yaşlı olan ve uzun cüppe giymiş öğretmenler, okullarda ders vermekteydiler. Bu öğretmenler, derslerinde geleneksel öğretim metotlarını uygularlar, otorite sağlamak adına ellerinde değnek veya sopa tutarlardı. Falâka da duvarların vazgeçilmez aksesuarıydı. Öğrencileri disipline etmek için dayağın yanı sıra Pazartesi mahkemeleri de uygulanır, öğrenciler işledikleri suçtan dolayı Pazartesi mahkemelerince cezalandırılırdı. Ancak bu yöntemler sadece 19 Karnik Stepanyan, Biyografi Sözlüğü, C. I, Yerevan 1973, s.55-56. 20 Anonim, s.190. 21 Arşag Alboyacıyan’ın Tokat Ermenileri Tarihi (1952), Malatya Ermenileri Tarihi (1961), Kütahya Ermenileri Tarihi (1961) adlı monografileri de vardır. Bkz. Anonim, C. I, s.190. 142 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ merkezden uzak olan Kayseri’de değil, İstanbul’daki Ermeni okullarında da uygulanmaktaydı. Kayseri merkezde bulunan okullarda, öğretmen maaşları öğrencilerden alınan aylıklardan karşılanmaktaydı. Kasabalarda öğretmenler, halkın verdiği hediyeler ile köylerde ise ailelerin kendilerine yaptıkları hububat bağışı ile öğretmenlik mesleğini sürdürmekteydiler. Ancak bu öğretmenler her türlü olumsuz koşullara rağmen, fedakâr insanlar olup okulları malî açıdan destekleyen zenginlerin gereksiz ve anlamsız kaprislerine boyun eğmekteydiler. 1880’lerden sonra İstanbul’da yaşayan Kayserililer’in girişimleri sonucunda Kayseri okullarında Rönesans yaşanmaya başlanmıştır. Kayseri’de yaşanan bu değişimde, Garabet Panosyan önemli bir isimdir. Ermeni harfleriyle Türkçe olarak yayınladığı Münadi Erciyes ve Manzume-i Efkâr gazetelerinde halkı bilinçlendirmiş, eğitimin önemine ilişkin yayınladığı yazılarda halkın dikkatini eğitim konusuna çekmiştir22. Arşag Alboyacıyan, kitabında Kayseri Ermeni eğitim tarihine ilişkin bu kısa bilgilendirmeyi bize aktardıktan sonra Kayseri’de XIX. yüzyıl ve XX. yüzyılın başlarındaki eğitim faaliyetlerinden, cemaata ait okullardan bahsetmektedir. Bu okullar; I- Haygyan Okulu (Haygyan Varjaran23) Hayghan Okulu, Surp Asdvadzadzin Kilisesi’nin24 kuzeyinde kurulmuştu. (Res:III) Alboyacıyan, Ermeni Patrikhanesi’nde bulunan 1834 tarihli bir istatistiğe dayanarak Kayseri’de bulunan iki okuldan biri olarak istatistikte Haygyan’ın adı geçtiği için Haygyan’ın Kayseri’de açılmış en eski Ermeni okulu olduğunu varsaymaktadır. Okul, eğitim süreci boyunca ilkokul düzeyinde eğitim vermiştir. 1858 yılında Hayghan Okulu için Kayseri Ermeni Derneği (Haygazyan Ingeretyun Gesaryo) adlı bir dernek kurulmuştur. Okul yönetiminden 22 Alboyacıyan, a.g.e., s.1090-1100. 23 Varjaran kelimesinin Türkçe karşılığı okul demektir. 24 Surp Asvadzadzin Kilisesi Kayseri’nin Kiçikapı semtinde bulunmaktadır. Günümüzde yapı, Kayseri Gençlik ve Spor İl müdürlüğü tarafından kullanılmaktadır. Surp Asvadzadzin Kilisesi, XX. yüzyıl başında Kayseri’deki Gregorian Ermenilere ait bir dinî kompleksti. Bkz. Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonu’ndan Kartpostallarla 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, Edikön Osman Köker, Bir Zamanlar Yayıncılık, İstanbul 2005, s.149. 143 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sorumlu olan bu dernek, kızların eğitim görmesi için Surp Asvadzadzin Kilisesi’nin dış avlusunda bir kız okulu açmıştır. Haygyan Okulu, dernek yöneticilerinin aralarında anlaşmazlığa düştüğü için kısa bir süreliğine kapanmış, ancak 1 Eylül 1859 tarihinden itibaren eğitim sürecine kaldığı yerden devam etmiştir. Haygyan Okulu’nun; 1886 yılında 120 öğrencisi beş öğretmeni, 1891’de 230 öğrencisi, 6 öğretmeni, 1901 yılında ise 230 öğrenci mevcudu ve görev yapan sekiz öğretmeni vardı25. II- Hayguhyari Okulu (Hayguhyari Varjaran) 1858 yılında Surp Asvadzadzin Kilisesi’nin dış avlusunda kız okulu olarak eğitime başlamıştır. Alboyacıyan’ın Haygyan Okulu bölümünde, Kayseri Ermeni Derneği tarafından açıldığını ifade ettiği kız okulu, Hayguhyari Okulu olmalıdır. Hayguhyari Kız Okulu’nun 1886 yılında 170 kız öğrencisi ve ikisi bayan ikisi erkek olmak üzere toplam dört öğretmeni vardı. 1891 tarihine gelindiğinde ise, okulun öğrenci sayısı artmış, mevcudu 300 kız öğrenciye çıkmış, ancak öğretmen sayısında azalma yaşanmıştır. Bu tarihte okulun kadrosunda bir erkek bir de bayan öğretmen bulunmaktaydı26. III- Surp Hagopyan Okulu (Surp Hagopyan Varjaran) Surp Serkis Kilisesinin27 yanında semt okulu olarak kurulmuştur. Kuruluş tarihi belirsizdir. Alboyacıyan, Surp Hagopyan Okulu’nun kuruluş tarihinin Hayghan’dan geç bir tarihte olabileceğini belirtmektedir. Surp Hagopyan’ın Hayghan Okulu’ndan 10 dakika uzaklık mesafesinde açılmıştı. Araştırmacı bu kadar yakın bir mesafede iki semt okulunun açılmış olmasının nedenini Haygyan Okulu ile Surp Hagopyan Okulu kurucuları arasındaki bir iç çekişmeye bağlamaktadır. 25 Alboyacıyan, a.g.e., s.1102-1104. 26 Alboyacıyan, a.g.e., s.1105. 27 Surp Serkis Kilisesi günümüze ulaşmamıştır. Kilise, XX. yüzyıl başında Kayseri Gregorian Ermenilerine ait bir dinî kompleksti. Bkz. 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, s.149. 144 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Surp Hagopyan Okulunun; 1886 yılında 130 öğrencisi dört öğretmeni, 1891’de 170 öğrencisi beş öğretmeni, 1901 yılında ise 140 öğrenci mevcudu ve kadrosunda görev yapan beş öğretmeni vardır28. IV- Serkis Gümüşyan Okulu (Serkis Gümüşyan Varjaran) Tanyel ve Hovannes Gümüşyan kardeşler tarafından, babaları Serkis Gümüşyan’ın anısına yaşatmak adına 1868 yılında açılmıştır. Serkis Gümüşyan Okulu, Kayseri’nin güneybatı bölümünde Surp Kirkor Lusaroviç Kilisesi’nin29 avlusunda kurulmuştu. Alboyacıyan, okulun bulunduğu semti fakir, dar ve pis sokaklara sahipti diye tanımlamaktadır. Semt okulu niteliğinde olan Serkis Gümüşyan, fakir öğrencilerin nalınlarıyla okula devam etmesinden dolayı halk arasında Nalınlı Mektep olarak tanınmaktaydı. Kurucuların, Gümüşyan Okulu için yaptırdığı bina; tek katlı dikdörtgen planlıydı. Sınıflarının dışında sade büyük bir salondan oluşmaktaydı. Yapı, kubbeli kilisenin sağ tarafındaki duvara bitişik olarak inşa edilmişti. Okulun pencereleri çok büyük olup, cephe boyunca 15 metre sıralanmıştı. Serkis Gümüşyan Okulu’nda 1859-1901 yılları arasında öğretmen olarak Diyakoz Lusaror Mgrdiç Kalfa Uğurluyan görev yapmıştır. 1881 yılında Tanyel Sarrafyan adlı öğretmenin Serkis Gümüşyan’da göreve başlamasıyla, okulda geleneksel öğretim metotları terk edilmiş, çağı için modern olarak tanımlanabilecek bir eğitim sistemi yaşama geçirilmiştir30. Okulun dönemi için çağdaş bir çehre kazanarak, yapılan iyileştirme hareketleri kalfa olarak bilinen öğretmenlerin yerini, meslekî formasyonlu genç ve ileri görüşlü öğretmenlerin almış olması, Zebur, Nareg gibi dua kitaplarının ders programından çıkartılması, bunların yerine programa Okuma, Gramer, Tarih gibi derslerin eklenmesidir. 28 Alboyacıyan, a.g.e., s.1105-1106. 29 Surp Kirkor Lusaroviç Kilisesi Kayseri’de günümüzde açık ve faaliyetini sürdüren tek Ermeni Kilisesi olup, XX. yüzyıl başında Kayseri’deki Gregorian Ermenilere ait bir dinî kompleksti. Bkz. 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, s.149. 30 Osmanlı İmparatorluğu’nda da eğitimin modernizasyon sürecine girmesi Tanzimat Fermanı’ndan sonra ivme kazanmıştır. Bu anlamda yaşanan değişimler, Selim Sabit Efendi ve Mekâtib-i Umumiye müdürü Ahmet Kemal Efendi’nin eğitimde uygulamış oldukları yöntemler; öğretmenlerin geleneksel öğretim yöntemlerini değil de yeni yöntemleri uygulaması ders araç ve gereçlerinin yenileşmesi Usul-i Cedid olarak tanımlanmaktadır. Bkz. Akyüz, a.g.e., s.190. 145 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sarrafyan, Kayseri ve çevresinde görev yaptığı sürece, halk tarafından iyi bir eğitimci olarak tanınmış, Gümüşyan Okulu’na da prestij kazandırmıştır. Sarrafyan öncesinde 100-120 altınlık bütçeye sahip okuldaki öğrenci sayısı 120-130 iken, Sarrafyan’la birlikte Gümüşyan’da öğrenci sayısı 650-700’e yükselmiş, okulun bütçesi de 300-400 altına ulaşmıştır. Tanyel Sarrafyan’ın, Serkis Gümüşyan Okulu için yaptığı diğer bir çalışma da Serkis Gümüşyan Okulu Öğrenci Derneği’ni 1885 yılında kurmak olmuştur. Dernek; öğrencilere ucuz fiyata kitap, fakir öğrencilere bedava kitap, Kayseri ve çevresindeki Ermeni öğrencilere de uygun fiyata kitap sağlamıştır. Ayrıca laboratuar aletlerinin alınması için gerekli finansmanı da kendi bütçesinden karşılamıştır. 1896 yılı Mart ve 1900 yılı Ağustos ayı aralığında okula, 1 393 öğrenci kaydolmuştur. Alboyacıyan’ın, 1901 tarihli bir istatistikten aktardığına göre, bu tarihte Serkis Gümüşyan Okulu’nda 680 öğrenci öğrenim görüyor, 14 öğretmen de eğitmen kadrosunda görev yapıyordu. Okulun ayda 2 650 kuruş değerinde gideri bulunmaktayken, okulda 250 öğrenci de burslu öğrenim görmekteydi. 1908-1911 yılları arasında Gümüşyan’da müdürlük yapan Kapriel Tekvoryan ise, Serkis Gümüşyan Okulu’nun anaokulu ve ilkokuldan oluştuğunu, ana sınıflarında eğitim süresinin üç yıl, ilkokulda ise altı yıl olduğunu belirtmektedir31. (Res:IV, V ve VI) V. Aramyan Okulu (Aramyan Varjaran) Aramyan Okulu, ilköğretim düzeyinde eğitim veren kız okuluydu. Okul, Bahçebaşı semtinin merkezinde geniş bahçeli bir evde eğitime başlamıştır. Okul, kızların eğitimine önem verilmediği düşüncesiyle, İstanbullu Kayseriler tarafından 11 Aralık 1860 tarihinde kurulan Aramyan Ingeretyun (Aramyan Derneği) tarafından açılmıştır. Okulun, 1883 yılında yüzden fazla kız öğrenci mevcudu vardı. 1901 yılına gelindiğinde ise okulun öğrenci mevcudu dört yüz olmuş, okulda ikisi muallim sekizi de muallimeden oluşan toplam on öğretmen kadrosu bulunmaktaydı. (Res:VII) 31 Alboyacıyan, a.g.e., s.1106-1120. 146 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Aramyan Okulu’nun masraflarını karşılaması için Manugyan tarafından bazı bağışlar yapılmıştır. Bu bağışlar; Vezir Han’daki 21 ve 32 numaralı dükkânlar, bu dükkânların önünde terzilerin çalıştığı bir peke32, Yeni Han’ın karşısındaki dükkânın 11/15 payı, Yeni Han civarlarında numaraları belirtilmemiş dört dükkân ve bir depo, Hacı Nuh Çarşısı’nda 50 ve 54 numaralı dükkânlar, Eskiciler Çarşısı’nda 29 numaralı dükkân, Atpazarı’nda 119 numaralı dükkân, Pambıkçılar Çarşısı’nda bir alan (yer) ve 80 numaralı dükkân, Eskişehir Bağları’nda bir çalılığın yarısı ve Köşkönü’nde bir çalılık33. 1900-1901 (H. 1318) tarihli Maarif Sâlnamesi’nde, Aramyan Okulu’nun adı geçmektedir. Sâlnamade; Aramyan Okulu’nun, Kayseri merkezde bulunan Ermeni Gregorian cemaatine ait bir okul olduğu, okulun kurucu müdürünün Ermeni Piskoposu, derecesinin idadi ve okulda 110 kız öğrencinin eğitim gördüğünü yazmaktadır34. VI. Birleşik Okullar (Miatzyal Usumnaran) Ermeni okullarının sayısının 1880’li yıllardan itibaren Kayseri’de sayılarının artması yönetimsel açısından ciddi sorunlar yaratmaktaydı. Bu nedenle 1886-1889 yılları arasında Kayseri Ermeni cemaatine ait okulların birleştirilmesi konusunda bazı denemeler olmuş, ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Okulların tek elde toplanması 1902 yılı Mart ayında gerçekleşmiş, bu oluşum da Birleşik olarak adlandırılmıştır. Birleşik Okullar’da (Miatzyal Usumnaran), 1902 yılında toplam 1 204 öğrenci öğrenim görmekteydi35. (Res:VIII) Kayseri’deki okulların tek çatı altında toplanması 1906 yılına kadar sürmüş, bu tarihten sonra ise bu oluşum dağılmıştır. 1909 yılına gelindiğinde ise, oluşum tekrar canlandırılmış, Birleşik Okullar, Surp Hagopyan Okulu binasında eğitim vermeye başlamıştır. Ancak bu yeni oluşum da 1915 yılına kadar varlığını sürdürebilmiştir36. 32 Peke kelimesinin ne anlama geldiğine ulaşılmamıştır. XIX. yüzyılda Kayseri yerel ağzında kullanılan bir terim olması kanımızca kuvvetli bir ihtimaldir. 33 Alboyacıyan, a.g.e., s.1120-1122. 34 Sâlnamalerde Kayseri Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminin Eski Harfli Yıllıklarında Kayseri, Hazırlayan Uygur Kocabaşoğlu-Murat Uluğtekin, Kayseri Ticaret Odası Yayınları, Kayseri 1998, s.224. 35 Alboyacıyan, a.g.e., s.1124. 36 Alboyacıyan, a.g.e., s.1125-1126. 147 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER VII- Anaokulları (Mangabardzner) Mangabardzner kelimesi Türkçe’ye çevrildiğinde anaokulları anlamına gelmektedir. Alboyacıyan bu bölümde Kayseri Ermeni cemaatinin eğitim faaliyetleri içerisinde yer alan anaokullarının tarihsel sürecini aktarmaktadır. Yazar, anaokullarının özel adını belirtmemekte, anaokulları diye genel bir başlıkta toplamaktadır. Alboyacıan’a göre, Kayseri’deki Ermeni cemaatine ait ilk anaokulu, 1895 veya 1896 tarihinde açılmıştır. Okulun kurucusu Digin Vartuhi Timuryan’dır. Timuryan’ın kurmuş olduğu anaokulunun, 1897 yılında kız ve erkeklerden oluşan 120 öğrencisi vardı. Kayseri Ermeni cemaatinin bu ilk anaokulu eğitim faaliyeti kısa sürmüş, okul 1899 yılında kapanmıştır. 1903 yılında Aramyan Okulu’nun yanında yeni bir anaokulu açılmıştır. Okulun açıldığı ilk yıl, kız ve erkeklerden oluşan toplam 80 öğrencisi vardı. Bu okul, Kayseri merkezde yaşayan Ermeni cemaatine hizmet vermek için açılmasına rağmen, öğrencilerinin % 90’ı Kayseri ve çevresindeki bölgelerden gelmekteydi. Anaokulu için 1905’te yeni bir bina satın alınmıştır. Alboyacıyan’ın bu bölümde bize son olarak bildirdiği, Kayseri’deki üçüncü anaokulu37; 1910 yılında Surp Kirkor Lusaroviç Kilisesi semtinin varoş sokaklarından biri olan Selaldı’da Dr. Levon Panosyan’ın girişimiyle kurulan ve yaklaşık olarak 100 öğrencinin devam ettiği bir anaokuludur38. VIII. Mütevazi Kadınlar Derneği Okulu (Hakesiratz Gam Diagnatz Barzasiratz Ingerutyan Varjaran) 1886 yılında Paşalar semtinde, Mütevazi Kadınlar Derneği (Hakesiratz Gam Diagnantz) tarafından kurulmuş kız okuludur39. 37 Alboyacıyan metnin Anaokulları adlı bölümünde, XIX. yüzyıl ve XX. yüzyıl başına kadar Kayseri’de üç tane anaokulunun açıldığını belirtirken Serkis Gümüşyan Okulu bölümünde, Serkis Gümüşyan Okulu’nun da anaokulu şubesi bulunduğunu ifade etmektedir. Bu hesaba göre XIX. yüzyıldan XX. yüzyıl başına kadar olan süreçte dört anaokulu Kayseri Ermeni cemaatine hizmet vermiş olmalıdır. 38 Alboyacıyan, a.g.e., s.1126-1127. 39 Alboyacıyan a.g.e., s.1127 . 148 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ IX. Margosyan Okulu (Margosyan Varjaran) Alboyacıyan, okulun ne zaman ve kim tarafından kurulduğu konusunda bilgisi olmadığını ancak Surp Serkis Kilisesi yakınlarında kurulduğunu tahmin ettiğini belirtmektedir. Ayrıca 1870-1871 yılı kayıtlarında, okulun adına rastladığı için de bir çıkarım yaparak, 1860’ların sonunda kurulmuş olabileceğini, 1886 yılında eğitime devam edildiğini ve okulun 70-80 civarında öğrenciye sahip olduğunu belirtmektedir40. X. Cemaran Cemaran kelimesi Türkçe’ye çevrildiğinde lise anlamına gelmektedir. Cemaran, 8 Nisan 1847 yılında Der41 Mardiros Kahanayi Nigoğasyan tarafından açılmıştır. Ancak Cemaran kurulduktan 13 yıl sonra, okulun maddî destekçisi Serkis Arzıyan’ın ölmesi üzerine 1850 yılında kapanmak zorunda kalmıştır42. XI. Papaz Mardiros Kahanayi Okulu (Der Mardiros Kahanayi Varjaran) Cemaran’ın kapanmasından sonra kurucu Der Mardiros Kahanayi Nigoğasyan, 1870 yılında eğitim Papaz Mardiros Kahanayi Okulu adlı özel okulu açmıştır. Okul 1875 yılında kapanmıştır. 1875 yılında birinci Papaz Mardiros Kahanayi Okulu’nun kapanışından sonra, İstanbul’a giden Papaz Mardiros 1881 yılında Kayseri’ye tekrar geri dönmüş, Kayseri’de ikinci kez, yine adı Papaz Mardiros Kahanayi Okulu olan, özel bir okul açmıştır. Alboyacıyan, bu okulun 1886 yılında halen eğitim misyonuna devam ettiğini ve 150 ile 200 arasında değişen öğrenci sayısı olduğunu belirtmektedir43. 40 41 42 43 Alboyacıyan a.g.e., s.1127. Der papazlara verilen bir unvandır. Alboyacıyan a.g.e., s.1127. Alboyacıyan, a.g.e., s.1127. 149 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER XII. Garabed Alagözyan Okulu (Garabed Alagözyan Varjaran) Bu okulun, Garabed Alagözyan tarafından 1880’lerin sonlarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Alboyacıyan bu savını, Garabed Alagözyan’ın 1892 yılında Gümüşyan Okulu kadrosunda görevli olmasına dayandırmaktadır. Garabed Alagözyan Okulu’nun 1886 yılında öğrenci mevcudu 70-80 civarındadır44. XIII. Ermeni Katolik Okulu Yazar, kitabın Ermeni Katolik Okulu adlı bölümünde, XIX. yüzyılda Kayseri’de Katolik mezhebinden olan Ermenilerin eğitim sürecini kronolojik olarak aktarmaktadır. Kayseri’de yaşayan bir grup Ermeninin Katolik mezhebini seçmeleri üzerine, Kayseri Ermenileri ruhanî lideri episkopos Hovhannes Hacyan, Katolik cemaati için Kiçikap(u)ı semtinde geniş bir evi kiralayarak, kilise ve semt okulunu kurmuştur. 1870 yılında ise özel bir davetle Kayseri’ye gelen Cizvitler, Şiremenli semtinde45 bir yüksekokul açmıştır. 150 öğrencinin öğrenim gördüğü, Fransızca ve Ermenice’nin ders programına dâhil edildiği bu okulda üç Cizvit din adamı, iki Ermeni Katolik rahip ve altı personel görev yapıyordu. Episkopos Hovhannes Hacyan tarafından açılan ve Katolik Kilisesi yanında bulunan Katolik Mektebi de, 1886 yılında Cizvitlerin Şiremenli semtindeki bu okula katılmıştır. Kayseri’ye Katolikliği yaymak amacıyla Cizvitlerin yanı sıra Saint Joseph rahibeleri de gelmiş ve Kayseri Katolik cemaati için bir kız okulu açmıştır46. (Res: VIII ve IX) 1914 yılında Cizvit din adamlarının ve Saint Joseph rahibelerinin Kayseri’den ayrılmaları üzerine Cizvitlerin ve Saint Joseph rahibelerinin okulları, Kayseri Ermeni Katolik ruhanî liderliğinin binasındaki geniş katlara taşınmıştır. 44 Alboyacıyan, a.g.e., s.1127. 45 Şiremenli, günümüzde Kayseri merkez Nazım Bey mahallesi sınırları içinde bulunmaktadır. 46 Bu okulun tam adı Celal Köker’in editörlüğünü yaptığı yayında St. Joseph de Lyon Fransız Koleji olarak geçmektedir. Bkz. 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, s.162. 150 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Kayseri’de Katolik Ermenilerin eğitim adına yaptıkları bir diğer girişim, episkopos Hovhannes Hacyan’dan sonra episkopos Boğos Emmanuelyan’ın Büyükçeşmeönü semtinde Surp Haç Kilisesi’ni ve Kilise’nin yanında bir okul inşa ettirmesidir47. XIV. Milletsever Derneği Okulları (Azkasiratz Ingerutyan Varjanner) Alboyacıyan’a göre Kayseri’deki Protestanların, biri kızlar diğeri de erkekler için temel eğitim düzeyinde hizmet veren ve 100 kadar da fakir öğrencinin burslu olarak eğitim gördüğü iki okulu bulunmaktaydı48. Bu iki okul Milletsever Derneği Okulları adı altında eğitim faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Okullardan birincisi Protestan erkek öğrencilerinin devam ettiği Protestanların İlkokulu (Poğokanneru Nakhagrtaran) isimli okuldur. Okul, Eybakap(u)ı semtinde Protestan Kilisesi’nin yakınlarında bulunmaktaydı. İkinci okul ise Protestan kız öğrenciler için, Büyükçeşmeönü semtinde açılmış olan Protestanların Kız İlkokulu (Poğokanneru Ağçigneru Varjaran) adlı okuldur. Okulda, 1886 yılında 60 öğrenci eğitim almakta, bir bayan öğretmen ve bir personel görev yapmaktaydı. Protestan okulları, 1909 yılında kapanmış, 1911 yılında Haygazuh K.Yakupyan’ın müdür olmasıyla tekrar açılmış ve varlıklarını 1915 yılına kadar sürdürmüştür49. XV. Erciyes Yüksekokulu (Arkeos Partsrakuyn) 1883 yılında yüksekokul niteliğinde açılan okulun kurucusu Haygazun K. Yakubyan, maddî destekçileri de Garabed Telefayan ve gelir düzeyi yüksek Kayserili Protestanlardır. 1886 yılında 40 öğrencisi olan okulun 47 Alboyacıyan, a.g.e., s.1128. 48 1830 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan ticarî antlaşma sonucu Ermenilerle Amerikalıların ilişkileri başlamıştır. Bu antlaşma ile ticarî konuda Amerikalılara yardımcı olan Ermeniler, Amerikalı Protestan misyonerlerle karşılaşmışlardır. Ermenileri kendi mezheplerine katmak isteyen Protestanlar işe eğitim-öğretim kurumlarından başlamışlardır. Protestan misyonerlerin okul açma girişimleri Ermeni Kilisesi’nin direnişiyle karşılaşınca, misyonerler de 1840’lı yıllardan sonra faaliyetlerini Anadolu’ya kaydırmışlardır. Bkz. Haydaroğlu, a.g.e., s.171. 49 Alboyacıyan, a.g.e., s.1128. 151 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ders programında; Cebir, Geometri, Trigonetmeri, İngilizce dersleri bulunmaktaydı50. 1900-1901 (H.1318) tarihli Maarif Sâlnamesi’nde Erciyes Yüksekoku-lu’nun adı geçmektedir. Salnamade; Kayseri merkezde bulunan Erciyes Yüksekokulu’nun Ermeni Katolik cemaatine ait olduğu, 1856 veya 1857 (H.1273) yılında tesis edildiği, ruhsatname tarihinin 1894 veya 1895, (H. 6 Nisan 1312) okulun kurucu müdürünün Kerope Efendi, derecesinin idadi ve okulda 130 erkek öğrencinin eğitim gördüğü yazmaktadır51. Sonuç Arşag Alboyacıyan’ın Kayseri Ermenileri Tarihi adlı kitabından yola çıkarak, Kayseri’de XIX. ve XX. yüzyıl başında varlık gösteren Ermeni cemaatine ait yukarıda adı geçen okullar için genel bir değerlendirme yapacak olursak; 1-Arşag Alboyacıyan kitabının Toplumsal ve Zihinsel Yaşam bölümünde, XIX. yüzyılın başından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Kayseri’de varlık göstermiş, Ermeni cemaatine ait on beş adet okulun ismini, okulların kuruluş tarihini ve okullara ait özel bilgileri bizlere detaylı bir biçimde aktarmaktadır. 2- Kayseri Ermeni cemaatinde okullaşma ilk kez Hayghan Okulu ile 1824-1834 tarihleri arasında başlamıştır. 3- Kayseri Ermeni cemaati tarafından kızların eğitimine 1858 yılında açılan Hayguhyan Okulu’nda ilk kez başlanmış, 1915 yılına kadar da toplam beş adet kız okulu Kayserili Ermenilere hizmet vermiştir. 4- Serkis Gümüşyan Okulu, Kayseri’de XIX. yüzyıl ve XX. yüzyıl başında varlığını sürdürmüş, halk tarafından en çok tanınmış ve en fazla öğrenci mevcuduna sahip olan okuldur. Gümüşyan Okulu’nun ders programına dua kitaplarının yanı sıra Tarih, Gramer, Ermenice gibi derslerin de eklenmesi okulun, Kayseri Ermeni okullarındaki eğitim sisteminin modernleşmesinde öncü bir görev üstlendiğini ifade etmektedir. 5- Kayseri Ermeni cemaatinin eğitim repertuarı içinde, okul öncesi eğitime yönelik çalışmalarının ilk kez 1895 veya 1896 yılı gibi erken bir tarihte, Dıgin Vartuhi Timuryan tarafından açılan anaokulunda başlatıldığını görmekteyiz. Dıgin Vartuhi Timuryan’ın başlattığı süreçle, toplam 50 Alboyacıyan, a.g.e., s.1130. 51 Sâlnamelerde Kayseri, s.224. 152 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ dört adet anaokulu Kayseri Ermeni cemaati çocuklarını ilkokula hazırlama görevini üstlenmiştir52. 6- Osmanlı eğitim sisteminde Usul-i Cedid’e (Yeni Usul) geçilmesi sonucunda, imparatorluk dahilinde ibtidai mektepleri, rüştiye ve idadilerin yaygınlaştırılması ile okullar; medrese ve sıbyan mektepleri örneğinde olduğu gibi dinsel mekân komplekslerinin içinde yer almamaktadır. Tanzimat’la başlayan ve XX. yüzyılın başına kadar olan bu süreçte okul yapıları, genelde mekânsal anlamda dinsel yapılardan ayrı müstakil binalar olarak inşa edilmiştir. Bu yapısal oluşum, eğitimin dinden uzaklaşan yönünü yani eğitimde sekülerleşmenin başladığını göstermektedir. Ancak XIX. yüzyıl Osmanlı eğitim sistemi için tanımladığımız bu durum, Kayseri’deki Ermeni cemaatine ait bazı okullar için geçerli görünmemektedir. Haygayan, Hayguhyan, Serkis Gümüşyan, Surp Hagop Okulları, kiliselerin yanında ya da çevrelerinde açılmışlardır. Bu okulların ders programlarına Tarih, Gramer gibi derslerin eklenmesi, eğitimde lâikleşmenin başlatılmak istendiğini tanımlasa da, okulların dinî komplekslerle bütünleşmiş halleri bu düşünce yapısı ile çelişmektedir. 7-Kayseri’de Gregorian, Katolik ve Protestan mezheplerine mensup Ermeni cemaati kendi uyrukları için ayrı ayrı eğitim faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Her mezhep, eğitim sorunsalını kendi olanakları ve kendi cemaati içinde çözdüğü için, Kayseri Ermeni cemaatinin XIX. yüzyıl boyunca ve XX. yüzyıl başındaki örgün eğitim sürecinin homojen bir yapıya sahip olduğunu söylemek kanımızca olanaklı değildir. 52 Osmanlı İmparatorluğu’nda resmî anaokullarının açılması 1908’den sonraki tarihte başlamıştır. 1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkati (İlköğretim Geçici Kanunu) okul öncesi eğitim için geçerli hükümler getirmiş, 1915 yılında Ana Mektepleri Nizamnamesi’nin yayınlanması ile de ilk anaokulu 2 Mart 1915 yılında İstanbul’da açılmıştır. Anaokulları için öğretmen yetiştirilmediği için başlangıçta Musevî ve Ermeni bayan öğretmenler anaokullarında görevlendirilmiştir. Bkz. Akyüz, a.g.e., s.243; Necdet Sakaoğlu, Osmanlıdan Günümüze Eğitim Tarihi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2003, s.145. 153 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Alboyacıyan, Arşag, Kayseri Ermenileri Tarihi (Badmutiun Hay Gesaryo), H. Papazyan Matbaası, Kahire 1937. Akyüz, Yahya, Başlangıcından Bugüne Türk Eğitim Tarihi, Alfa Yayınevi, İstanbul 2001. Alkan, Mehmet Ö., Ölçülebilir Veriler Işığında Tanzimat Sonrası Osmanlı Modernleşmesi, Basılmamış Doktora Tezi İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1996. Anonim Sovyet Ermenistan Ansiklopedisi, C.I., Ermenistan Bilimler Akademisi, Yerevan 1974. Büyükkarcı, Süleyman, İstanbul Ermeni Okulları, Yelken Basım Yayın, Konya 2003. Erdoğan, İrfan, Çağdaş Eğitim Sistemleri, Sistem Yayıncılık, İstanbul 2000. Ergin, Osman Nuri, Türk Maarif Tarihi, C.I-II, Eser Matbaası, İstanbul 1977. Fortna, C. Benjamin, Mekteb-i Hümayun Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde İslâm, Devlet ve Eğitim, İletişim Yayınları, İstanbul 2005. Haydaroğlu, İlknur Polat, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ocak Yayınları, Ankara 1993. Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonu’ndan Kartpostallarla 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, Editör Osman Köker, Bir Zamanlar Yayıncılık, İstanbul 2005. Pamukciyan, Kevork, Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar-IV, Biyografileriyle Ermeniler, Aras Yayıncılık, İstanbul 2003. Sâlnamalerde Kayseri Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminin Eski Harfli Yıllıklarında Kayseri, Hazırlayan Uygur Kocabaşoğlu-Murat Uluğtekin, Kayseri Ticaret Odası Yayınları, Kayseri 1998. Sakaoğlu, Necdet, Osmanlıdan Günümüze Eğitim Tarihi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2003. Seropyan, Vağarşag-Arşag Alboyacıyan, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.I, Kültür Bakanlığı Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul 1996. Stepanyan, Karnik, Biyografi Sözlüğü, C. I, Yerevan 1973. Tekeli, İlhan, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK Yayını, Ankara 1993. Vahapoğlu, Hidayet, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları (Yönelimleri Açısından), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1990. 154 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Fotoğraf Listesi Resim I: Arşag Alboyacıyan Resim II: Arşag Alboyacıyan’ın Badmutiun Hay Gesaryo (Kayseri Ermenileri Tarihi) adlı kitabının kapağı 155 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Resim III: Surp Asdvadzadzin Kilisesi53 Resim IV: Serkis Gümüşyan Okulu Anaokulu Binası54 53 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, s.162, Fotoğraf No:338. 54 Alboyacıyan, a.g.e., s.1111. 156 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Resim V: Serkis Gümüşyan Okulu 1900-1901 yılı mezunları, öğretmenleri ve mütevelli heyeti55 Resim VI: Serkis Gümüşyan Okulu 1913 yılı mezunları, öğretmenleri ve mütevelli heyeti56 55 Alboyacıyan, a.g.e., s.1107. 56 Alboyacıyan, a.g.e., s.1111. 157 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Resim VII: Aramyan Okulu 1913 yılı mezunları57 Resim VIII: Birleşik Okullar mezunları ve öğretmenleri58 57 Alboyacıyan, a.g.e., s.1118. 58 Alboyacıyan, a.g.e., s.1118. 158 Arş. Gör. Esma İgüs PARMAKSIZ Resim IX: St. Joseph de Lyon Fransız Koleji59 Resim X: St. Joseph de Lyon Fransız Koleji avlusu ve kız öğrenciler60 59 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, s.163, Fotoğraf No:340. 60 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, s.163, Fotoğraf No:342. 159 İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE JÖN TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ 1908-1914 Prof. Dr. Feroz AHMAD Yeditepe Üniversitesi E-mail: ahmad.feroz@gmail.com; Tel: 0 216 587 17 Özet Meşrutiyet’in Temmuz 1908’de ilân edilmesinin hemen öncesinde, Ermeni İhtilâl Cemiyetleri Federasyonu (ARF) a.k.a Taşnak-Sütyun ve Jön Türkler Abdülhamit rejiminin düşüşüne sebep olacak şekilde ve Meşrutiyet’i tekrar ilân etme amacıyla iş birliği içerisinde olmuşlardır. Meşrutiyet ilân edildikten sonra, ikili görüşmeler devam etmiş ve yeni bir rejim çalışmaları için taraflar iş birliğini sürdürmüşlerdir. Öyle ki Nisan 1909’da Adana’da yaşanan olaylar, İttihat ve Terakki taraflarının -İttihat ve Terakki üyeleri (CUP)Meşrutiyet’e kendilerini adamalarına rağmen, liberal ve muhafazakârların Meşrutiyet’i ortadan kaldırma girişimleri Taşnak tarafından anlaşılınca, Jön Türk-Ermeni ilişkilerine gölge düşürememiştir. İki taraflı murahhas heyetler, Ermeni topluluğunun mecliste intihap edilmesine ve kanunlarının da meclisten geçirilmesinde hem fikir olmuşlardır. Bununla birlikte, İttihatçılar, bilimsel tarım uzmanları ve mühendisler gibi işlerinde profesyonel olan Ermenilerden Anadolu’yu reforma götürmek için yardımlarını istemişlerdir. Jön Türk meclisleri de Doğu Anadolu’da Ermeni köylüleri ile Kürt aşireti ilişkilerinin kötüye gittiğini bildiği için Toprak Sorunu’nu çözmeye çalışmıştır. Tarafların iş birliği içinde çalışmaları 1914 yılının ortalarına kadar devam etmiştir. Ayrıca İttihat ve Terakki’nin kontrolünde olan ve Balkan Savaşları’nın felâketiyle günden güne zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu, Ermeni topluluğunun sayesinde büyük güçlerin taleplerine imtiyazlarda bulunmaya hevesli olmuştur. Böylece Osmanlı Devleti Doğu Anadolu’daki altı vilâyet için iki Avrupa valisinin görüşmelerine razı olmuştur. Karşılıklı uzlaşmalar Haziran 1914 yılındaki savaşa kadar süregelmiştir; İttihatçılar ve Taşnaklar günümüzde büyük güçlerin entrikalarının kurbanları olarak gösterilmektedir... Prof. Dr. Feroz AHMAD Giriş1 Fransız Devrimi öncesinde, Osmanlı idaresi altında yaşayan gayrimüslim topluluklar dinsel kimlerini kullanma hakkına ve kendi dinsel hiyerarşileri içinde belirli bir özerkliğe sahiptiler. Devrimin sonuçlarından biri, doğrudan ya da dolaylı olarak devrimden etkilenmiş olan hemen her bölgede seküler kültürün artması ve ulusçuluğun yükselmesi oldu. Avrupa’da da toprakları olan Osmanlı İmparatorluğu bu durumun bir istisnası değildi. Neticede imparatorluk içindeki pek çok dinsel/ulusal topluluk bağımsızlık ve özerklik mücadelesine girişti ve nihayetinde Müslüman/Türkler 1919’da kendi ulusal mücadelelerini başlattılar. 1804’te ayaklanıp 1814’te özerk prenslik haline gelen ve daha sonra krallık olup 1882’den 1903’e kadar Obrenovic Hanedanı tarafından yönetilen Sırplar, bağımsızlığını kazanan ilk topluluk olmuştur. 1821’de ayaklanan Rumlar, İngiliz-Rus desteği ve müdahalesiyle 1829’da bağımsızlıklarını kazandılar. Babıâli’den, sadece büyük güçler müdahale ettiği zaman tavizler koparabileceğini ve hatta bağımsızlığını kazanabileceğini öğrenmiş olan Ermeni milleti, 1878 Berlin Kongresi’nde reform ve özerklik talep etmeye başladı. Nitekim, büyük güçlerin baskısı altında kalan Osmanlılar, Ermenilerin yaşadığı Doğu Anadolu vilâyetlerinde reform yapıl1 Bu yazı, 20-22 Nisan tarihleri arasında toplanan Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri konulu Birinci Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu için İngilizce hazırlanmış, Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi Şakir Dinçşahin tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. 163 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER masını öngören Berlin Anlaşması’nın 61. maddesini kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak, 1870 Alman Birliği’nden sonra, büyük güçlerin Osmanlıya müdahale konusunda görüş birliğine varmaları giderek zorlaştı. Girit İsyanı’nı bastırıp sonrasındaki savaşta, 1897’de Yunanistan’ı yenilgiye uğratan Osmanlılar artık ulusçu ayaklanmaları bastırabiliyorlardı. Sonuç olarak, Yunan irredantizmi şimdilik gücünü kaybetmişti. Yeni bir özgürlük dönemi açmak üzere tasarlanmış olan ilk Osmanlı Anayasası Aralık 1876’da ilân edildi. Anayasa bütün Osmanlıları yasa önünde eşit hale getirip ırk ve din farkı gözetmeksizin aynı hak ve yükümlülüklerle donattı. Eğer bu anayasa uygulanmış olsaydı imparatorluğun nasıl bir hal alacağını bugün sadece kurgulayabiliyoruz. Çünkü Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) Şubat 1878’de meclisi dağıttı ve sonraki 30 yıl süresince anayasayı rafa kaldırdı. Abdülhamit’in istibdat yönetiminin sonucunda Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında memnuniyetsizlik artmaya başladı. Büyük güçlerin baskısı sonucu İmparatorluk geri çekilmeye başlamıştı ve Jön Türk muhalefeti ancak Anayasa’nın yeniden canladırılması ve yozlaşmanın sonlandırılması ile imparatorluğun kurtarılabileceğini iddia ediyordu. 1889’da Osmanlı muhalifleri, hem yurt içinde hem de yurt dışında şubeleri olan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni (İTC) kurdular. Amaçları reformlar yapıp imparatorluğun daha fazla çekilmesini önlemekti. Ermeni milleti açısından daha önemli bir gelişme ulusçu-devrimci Ermeni örgütlerinin kurulmasıydı. 1887’de sosyalist Ermeniler, Cenevre’de Hınçak Cemiyeti’ni kurdular. Bunlar Rusya’daki fikir akımlarından etkilenmişlerdi ve amaçları reform hatta özerklik konusunda Sultan’a baskı yapmaları için büyük güçleri ikna edip Ermeni taleplerini gerçekleştirmekti. Bu amaçlarına İstanbul’a karşı bir mücadele başlatarak ulaşmayı umdular. Başarısız olacağını bildikleri bu mücadele, Babıâli’yi zor kullanması için kışkırtacak ve böylelikle yurt dışından müdahale edilmesini sağlayacaktı. Ermeni devrimciler böyle bir dış müdahaleyi kışkırtmaya çalıştılar. 30 Eylül 1895’te Kumkapı ve Kadırga bölgesinde toplanıp Babıâli’ye doğru yürüyüşe geçtiler. Göstericiler, Sultanahmet’te durdurulmuş olsalar da sonraki üç gün boyunca şiddet olayları devam etti. Bir sonraki yıl, 24 Ağustos 1896 tarihinde, Devrimci Ermeni Federasyonu (ARF aka Daşnaksütyun) daha gözüpek bir operasyon yaptı ve bir İngiliz-Fransız kurumu olan Osmanlı Bankası’nı işgal etti. Olay sonrası, Avrupa elçiliklerinin müdahale ederek Babıâli’nin devrimcileri tevkif etmesine ve cezalandır164 Prof. Dr. Feroz AHMAD masına izin vermemiş olmalarına rağmen banka işgali de büyük güçlerin müdahale etmesini sağlayamamıştır2. 1889’da kurulmuş olan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti de Sultan’ın istibdadını yıkmak, bir anayasal monarşi (meşrutiyet) kurmak, reformlar yapmak ve imparatorluğu modernleştirmek amaçlarını taşıyordu. Bir gündem belirlemek konusunda anlaşmaya varmakta zorlansalar da ARF, İttihat Terakki ile işbirliği yapmak istiyordu. Jön Türkler ise kendi aralarında bölünmüşlerdi. Ahmet Rıza’nın önderliğindeki grup imparatorluktaki bütün unsurların birliğini (ittihadını) sonra da reformlarla ilerlemeyi (terakkiyi) arzu ediyordu. Prens Sabahattin’in grubu olan Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ise milletlerin çoğunluğu tarafından desteklenen adem-i merkeziyet ve reform politikalarını savunuyordu. Ermeni ulusçuluğunun merkezlerinden biri olan Van’da, ARF örgütünün çalışmalarını takip eden İngiliz Konsolos muavini şöyle yazmıştır: Cemiyet’in politikaları eşit derecede güçleri olan Doğu ve Batı merkezi Komiteleri tarafından belirlenmektedir. Batı Komitesinin genel merkezi İsviçre’de, Cenevre’dedir. Temel sorumluluğu hareketin Avrupa’da tanıtımının yapılması ve para toplanmasıdır; bir de baskı makinaları vardır. Doğu Komitesi ise Tiflis’tedir... Bu komite Rusya’da devrimci propaganda yapıp gerektiğinde Ermeni gençleri militan olarak kaydeder, para toplar, silâh ve mühimmat satın alır veya çalar ve bunları Türkiye’ye (Osmanlı İmparatorluğu’na) geçirir. Aynı zamanda Rus devrim hareketinin, pek çok mezalim ve suikasta sebep olan Kafkasya temsilcisi olduğundan dolayı Van’daki yerel komitenin elini Türkiye meselelerinde epeyce serbest bırakır... Doğu Komitesi ile bağlantılı olarak, Türkiye’de merkezleri Van, Muş, Erzurum, ve Trabzon’da olan dört yerel komite vardır. Devrimcilerin Türkiye’deki en önemli merkezi Van’dır... Komite, eskiden Türkiye’ye Rus fedai çeteleri gönderirdi; artık bunu durdurdu, ve (komitacılar) kendilerini neredeyse tamamen propagandaya, cephane ve mühimmat depoları toplamaya, Kürtleri ve Jön Türkleri yanlarına çekme çalışmalarına veriyorlar. Mevcut politikaları, hiç gürültü patırtı çıkarmamak ve Müslümanların desteğini kazanabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmak. Bu durum komitenin şu anda basmakta olduğu, hemen hepsi Müslümanlara hitap 2 Louise Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, Berkeley 1963, s.176-177; William L. Langer, The Diplomacy of Imperialism 1890-1902, New York 1951. 165 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER eden çok sayıda broşürden de anlaşılabilir. Farkındalar ki Müslümanların işbirliği ve desteği olmaksızın amaçlarına ulaşmaları mümkün değil. Bu ‘fedailere’ dair birkaç husus ekselanslarının ilgisini çekebilir... Hareket ederken takip ettikleri fikirler şöyledir. Ermenistan’daki koşulların iyileşmesi için Avrupa müdahalesinin söz konusu olmadığını düşünüyorlar. Bunun yanısıra, Avrupalı güçlerin Sultan’dan almak istedikleri bir şey olduğu zaman bunu terörizm denilebilecek yollardan güç kullanarak gerçekleştirdiklerini düşünüyorlar. Bundan dolayı, Daşnaklar da amaçlarına terörizm politikası ile ulaşmayı ve istibdada sebep olan kimseleri cezalandırmayı umuyorlar. Kullandıkları yöntemlerde kesinlikle vicdansızlar. Amaçlarının daha iyi bir hükümet olduğunu söylüyorlar. İdarenin Türklerin elinde olmasına itiraz etmeseler de mevcut kötü yönetime karşı çıkıyorlar; ve şu anda Jön Türkleri ve Kürtleri hareketlerine katmak için gerekli her çabayı gösteriyorlar. Müteveffa Ali Bey zamanında bu çabalarında biraz olsun başarıya ulaştılar, ancak bu yeni Vali zamanında Türkler (işbirliği yapma fikrinden) epeyce soğudular3.... Jön Türkler, Temmuz 1908’de, Sultan’ı anayasayı tekrar yürürlüğe koyması için ikna ettiklerinde işte durum bundan ibaretti. Anayasa’nın tekrar yürürlüğe sokulmasıyla birlikte, milletler, mecliste temsil edilmelerinin kendilerine imparatorluk genelinde iyileşmeler sağlayacağını umdular. Dönemin fotoğraflarından da görülebileceği gibi anayasanın tekrar yürürlüğe konmasını kutlayan Müslüman, Hıristiyan ve Musevîler arasında büyük bir sevinç vardı. Fakat iyimserlik çok sürmedi. Meşrutiyet dönemindeki Ermeni topluluğunu tasvir eden Sarkis Atamyan, topluluğun üç ayrı gruba bölündüğünü yazar: İTC’ye benzer bir şekilde yükselen orta sınıfın altındakileri temsil eden Daşnaklar Anadolu’da güçlüydüler. Bunlar 1908’deki en güçlü gruptular. Geçmişte Sultan’la işbirliği yapmış olan ve devrimden sonra ayrıcalıklarını yitirmekten korkan Patriklik ruhban-zengin Ermeni topluluğunu ve amira sınıfını temsil ediyordu. Hınçaklar ise Rus sosyalizmine uzanan kökleri ile Marxist grubu oluşturuyorlardı. Bunlar, en devrimci olup en az etkili olan gruptu. Dönemin Ermeni gazetelerine atıfta bulunan Atamyan, Patrikliğin Daşnaklarla işbirliği yapmak istediğini belirtir. Ancak, daha güçlü olan ve Ermeni yüksek burjuvazisi ‘amira’ ile sınıf farklılığı olan Daşnaklar, onları paraya tapmakla ve sahte vatanseverler olmakla suçladılar4. Ermeni burjuvazisi siyasî ör3 4 Dickson to O’Conor, Van 2 Mart 1908, FO 371/533. Sarkis Atamian, The Armenian Community, New York 1955, s.159ff, 164-165, 171. 166 Prof. Dr. Feroz AHMAD gütlenmesi olmayan ekonomik ve toplumsal bir sınıftı. Millet Sistemi çerçevesinde, hem Patriklik hem de Ermeni Millet Meclisi burjuva çıkarlarına hizmet etmişti. Fakat, anayasal devrim sonucunda oluşan yeni devlette bu kurumlar güç ve nüfuzlarını yitirmişlerdi. İttihatçılar, iktidarda olmamalarına rağmen yine de etkiliydiler. Çünkü en iyi örgütlenmiş siyasî örgüttüler. Daha sonra Paşa olan, İTC’nin nüfuzlu üyelerinden Cemal Bey hatıralarında Komite’nin Ağustos 1908’de Bulgarlarla, Yunanlılarla, Ermenilerle ve de Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyetçileri ile nasıl pazarlık yaptığını yazmıştır. İttihatçılar, imparatorluğu muhafaza etmek için imparatorluktaki diğer tüm unsurlarla uzlaşmaya çalıştılar. Bu görüşmelerde Bulgarlar, Sandinski ve Çernopoyef; Ermeniler, Malûmyan ve Sahirkiyan; ve adem-i merkeziyetçiler, Nihad Reşat tarafından temsil edilmişlerdir. Sultan II. Abdülhamit’in istibdadına karşı birlikte verdikleri uzun mücadele sırasında iki elit grup arasında karşılıklı saygı ve güven oluşmuştu. Eğer otokrasiyi hizaya getirmek istiyorlarsa işbirliği yapmanın hayatî olduğunu fark edip hem Anadolu’da hem de Avrupa’da sürgünde birlikte çalışmak zorundaydılar. Neticede, Ermeniler ARF örgütüne dokunulmaması, sadece ortaya çıkartılıp bir siyasî partiye dönüştürülmesi şartıyla anayasayı desteklediler. Dışa dönük bu girişimler İttihatçıların, İmparatorluk nasıl milletlerin biraraya gelmesinden oluşuyorsa İTC’nin de tüm bu milletlerin devrimci cemiyetlerini birleştirmesini istediklerini gösteriyordu5. Görüşmeler sonucunda, 14 Eylül 1908 tarihli The Times Londra’dan; ARF Van şubesinin Ermenilerin silâh bıraktıklarını ve İttihat ve Terakki Cemiyeti ile amaç birlikteliği yapmaya hazır olduklarını duyurduğunu yazdı. Bunun üzerine İTC, Genelkurmay subaylarından Vehbi Bey’i Ermeni liderlerle durumu tartışması ve ortak hareket planları çizmesi için hemen temsilci olarak görevlendirdi. Genel seçimlerdeki gelişmelerle ilgili olarak 9 Kasım 1908 tarihli Times dergisi elli mebusun seçildiğini; Avrupa vilâyetlerinden ve Anadolu’dan seçilen Müslümanların çoğunun İTC adayı olarak bilindiğini; Yunanlıların adil bir temsil oranına ulaştıklarını ancak Ermenilerin küçük topluluklar halinde dağılmış olduklarından dolayı Meclis’te eksik temsil edilmiş olabileceklerini yazdı. Meselâ, yoğun bir Ermeni nüfusun olduğu ancak Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu Erzurum’da seçmenler üç Müslüman ve 5 Djemal Pasha, Ahmet, Memories of a Turkish Statesman 1913-1919, London 1922, s.252253; Cemal Paşa, Hatıralar, Editör Behçet Cemal, İstanbul 1959, s.345-346. 167 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER iki Ermeniyi seçtiler. Ermenilerin her ikisi de ARF üyesiydi: Serenghian (Serengulilan) daha önce idama mahkûm edilmiş ancak İngiliz müdahalesiyle kurtulmuş bir devrimciydi. Pastırmacıyan ise 1896’daki hafızalardan çıkmayan Osmanlı Bankası saldırısında yer almıştı. İttihatçılar tüm millet teşkilâtlarının varlığını tanıdılar ve hatta mecliste temsil edilmelerini müzakere ettiler. Yeni seçilen Ermeni Patriği Monsenyör İzmirliyan, İngiliz Elçiliği başkâtibi Mr. Fitzmaurice ile sohbeti sırasında Türkiye’deki değişen koşullar altında Ermenilerin ayrı bir ulusal yapı olmaktan çıktıklarını ve Osmanlı birliğine/bütünlüğüne katıldıklarını, neticesinde de yabancılarla siyaset konuşmaktan kaçınmanın bir görevi olduğunu... belirtir. Ancak halkını ilgilendirdiği kadarıyla mevcut durum hakkındaki fikirlerini siz ekselanslarına iletmemi istemesi gerektiğini hissetti: Söylediğine göre Anayasa’nın tekrar tesis edilmesi, özellikle Anadolu’ daki kitlelerin geri kalmışlığı ve otuz senelik kötü idare ve istibdadın sonucunda ortaya çıkan adam ve para yokluğu göz önüne alındığında çok hassas bir deneyimdi; ülkede huzurun sağlanması ve böylelikle yabancıların da yeni rejime güvenmeleri rejimin başarıya ulaşabilmesi için şarttı; ve herhangi ciddi bir kargaşa en kötü felâketlerle belki de halkının yok edilmesiyle sonuçlanacaktı. Bundan dolayı, Ermeniler için tek güvenli yolun, tekrar biraraya gelmelerinin ve eski Saray rejimi sırasında verdikleri büyük kayıpları telafi etme şansının, Türklerle sadık bir birlik içinde ihtiyatlı ve ılımlı bir şekilde çalışmaktan ve özerklik gibi aşırı fikirleri engellemekten geçtiğine ikna olmuştu. cemaatine bu doğrultuda telkinde bulunuyor ve Henchaq (Hınçak), Droshaq (Daşnak) ya da diğer Ermeni cemiyetlerinin yükselen eğilimlerini teşvik etmektense Patriklikten istifa edeceğinin iyice anlaşılmasını istiyordu... Türk hükümeti ve halkının samimi ve dürüst bir şekilde Ermenilere tehdit olmaktan çıktığını ve halkının da payına düşeni fazlasıyla yapmış olması için (Patriğin) kendisinin her türlü çabayı gösterdiğini ancak Berlin Anlaşması’nın 61. maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla şu anda iki itikat arasında mevcut olan mutluluk verici uyumun zedeleneceğini söyledi6… İstanbul’daki seçimler, Babıâli ile topluluklar arasındaki gerilimi ortaya çıkardı. Meselâ, Ermeni topluluğu seçimlerin yapılış şeklinden mem6 Fitzmaurice to Lowther, 54D, 30 November l908, FO 195/2281. Sohbet 30 Kasım tarihinde gerçekleşmiştir. 168 Prof. Dr. Feroz AHMAD nun kaldılar ve memnuniyetlerini göstermek için Babıâli’ye bir temsilciler heyeti gönderdiler. Diğer taraftan Rumlar usûlsüzlüklerden şikâyet ettiler ve Babıâli önünde gösteri yapıp seçimlerin iptal edilmesini talep ettiler. Müslümanlar, seçmenlerin Osmanlı kimliğine sahip adaylar çıkarmaları gerektiğini iddia edip seçimler öncesinde yabancı Yunanlıların oy vermesini engellediler7. E. J. Dillon, Rum Patriği Joachim ve Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan ile de görüşmüştür. Her ikisi de anayasal düzen teşebbüsünde işbirliği yapmaya istekliydiler ama temkinli yaklaşıp şu surlarda savaşırken ölen XI. Konstantin’den bu yana sahip olduğumuz dinî özerkliğin tek harfini bile feda etmeyiz, edemeyiz demişlerdi. Hatta Ermeni Patriği, Ermeni cemaatinin şu anda sahip olduğu imtiyazların sürekli hale getirilmesini ve idarenin tamamen adem-i merkezileştirilmesini talep ediyoruz... demiştir8. Ermeni liderlerle yakın ilişkisini muhafaza etmiş olan İngiliz elçi; Anayasa’nın ilânı Ermenilerin durumunu büyük ölçüde iyileştirdi, ve böylelikle devrimci Taşnak Cemiyetinin tavrını değiştirdi... demiştir. Jön Türk hareketi liderlerinin sürgünde olduğu zamanlarda…, Ermeni devrimcilerinin başı, anayasa projesinin gerçekleştirilmesi için verecekleri herhangi bir destek karşılığında, tamamıyla Ermeni olan bir ya da iki vilâyetin oluşturulmasını kapsayabilecek bir adem-i merkeziyet politikası uygulanması umudunu taşıyordu9... İşte 1909’a gelindiğinde İttihatçılarla Daşnaklar arasında böylesine iyi ilişkiler vardı. Ermenilerin Osmanlı-Türk toplumuna entegrasyonları konusunda da uyum içindeydiler. Öyle ki bir grup Ermeni, Türk milliyetçisi bir kültür derneği olan Türk Derneği’ne üye olmuşlardı. Ancak, her topluluk gibi Ermeni toplululuğu da yekpare bir bütün değildi. Ermeniler, XIX. yüzyıl ortalarındaki Ermeni rönesansına katkıda bulunmuş eğitimli azınlık ile Türkçe konuşan köylüler olarak iki gruba, burjuvazinin bir parçası olan İstanbul Ermenileri ile vilâyetlerdeki küçük burjuva Ermenileri olmak üzere iki gruba daha bölünmüşlerdi. Bir Ermeni devleti kurulması olasılığının yüksek olduğu Ocak 1919 gibi bir tarihte bile Amerikalı diplomat Heck, İngiltere’nin duyun-i umumiyedeki temsilcisi ve İstanbul’daki İngiliz yüksek komiserliğinin malî müşaviri olan Sir Adam Block’a hitaben; Ermeniler kendilerini ticarete adamışlardır, ne İstanbul Ermenileri Ermenistan’a gidecektir ne de başka ülkelere 7 8 9 Lowther to Grey, Pera 23 November 1908, FO371/546/41691. E.J. Dillon, ‘the Reforming Turk’, Quarterly Review, CCX (1909), s.247. Lowther to Grey, No: 36 confidential, Pera l8 January l909, FO 371/762/3123. 169 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER göç etmiş olanlar ilkel koşullara ve ciddi zorluklara tekrar dönmek isteyeceklerdir diye yazmıştır10. 13 Nisan 1909’da İstanbul’da karşı devrimin ortaya çıkması ve devamında Adana’da meydana gelen Ermeni katliamları Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki ilişkileri bozmuştur. Liberal bir İngiliz dostu olan Sadrazam Kamil Paşa’nın devrilmesinden kısa süre sonra İstanbul garnizonunda isyan çıkmıştır. Her ne kadar hareketin dinci ve gerici bir görünümü olsa da aslında bu İTC’yi yok etmeye yönelik liberal bir komploydu. İslâmî söylemine rağmen bu isyan Rumca yayın yapan basın tarafından desteklenmiştir. Neogolos gazetesi şöyle yazmıştır: Ordu (isyancılar) gösterdiği vatanseverlikle en büyük ödülü haketti; 13 Nisan 1909 bundan sonra 24 Temmuz 1908 kadar ihtişamla anılmalıdır. Ordu dün hiçbir başka duygu ile değil vatan sevgisi ile hareket etmiştir. Hatta doğrudan Londra olmasa bile İngiliz Elçiliği ve burada görevli başkâtip Fiztmaurice, İttihatçıları indirmeyi amaçlayan bu İngiliz yanlısı liberalleri (isyancıları) desteklemişlerdir. Adana’daki Ermeni katliamlarının alevlenmesinde yerel nedenlerin oynadığı rol önemlidir. Ancak Adana olaylarının çıkartılmasında, Liberallerin denizden çıkarma ile dış müdahale yapılmasını sağlama amacının da yattığı söylenebilir. Adana, Mersin limanına yakındı yani Avrupalı deniz kuvvetlerinin müdahale maksadıyla çıkarma yapabilecekleri bir konumdaydı. Nitekim, çatışmalar sırasında Fransız gemileri Mersin limanına doğru harekete geçmişlerdi11. Selanik’teki Üçüncü Ordu, isyanı ve karşı-devrimi bastırdıktan sonra Babıâli, Ermeni topluluğu ile bozulan ilişkileri tekrardan düzeltmek için bir dizi önlemler almıştır. Mayıs ayında, Senato, Meclisin Adana katliamı kurbanları için 30 000 liralık yardım kararını onaylamıştır. Meclisteki Adana katliamı konusundaki tartışmalar hakkında büyükelçi Lowther, istisnasız tüm mebusların katliamı kınamış olmasına rağmen tartışmaların Türkiye’deki aydınların görüşlerini yansıttığını ve bu kesimin gayrimüslimlere karşı duydukları kardeşlik duygularının Müslüman nüfusun geri 10 Heck to Secretary of State, Constantinople 17 January 1919, 867.00/846. Adam Block, devrimden önce İngiliz büyükelçiliğinde başkâtip olarak çalışmıştı ve Osmanlı İmparatorluğu’nu iyi biliyordu. 11 Lowther to Grey, No: 324 confidential, Constantinople 4 May 1909, FO371/772/17775. Karşı devrim ve Adana katliamı için bkz. Feroz Ahmad, The Young Turks, 1969, s.14ff; Neologos‘tan yapılan alıntı s.43. 170 Prof. Dr. Feroz AHMAD kalanı tarafından paylaşılmadığını belirtmiştir12. Yine de, ayın onikisinde, bir grup mebus Adana’da meydana gelen olaylara dair üzüntülerini dile getiren bir tezkere imzalamışlar ve Meclis’in Anadolu’daki vilâyetlere hitaben, nüfusu oluşturan bütün unsurlar arasında uyum ve kardeşliği vurgulayacak bir beyanname yayınlamasını teklif etmişlerdir ve bu tezkere Meclis’teki büyük bir çoğunluk tarafından olumlu karşılanıp onaylanmıştır. Ertesi gün, hükümetin Adana’daki olayları soruşturmak üzere görevlendiği özel komisyondakilerin isimlerini duyuran Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa tezkeresi okunmuştur. Meclis, büyük bir oy çokluğuyla hükümet komisyonunun yanısıra kendi komisyonunu da gönderme kararı almıştır ve Karesi mebusu Şefik Bey ile Edirne Mebusu Agop Babikyan bu görev için seçilmişlerdir. Ayrıca, 15 Mayıs’ta okunan programında Hilmi Paşa, Adana’daki olayların, İstanbul’daki gerici hareketi düzenleyen aynı grup tarafından kışkırtıldığını belirtmiştir. Olaylar ülke genelinde yoğun bir duygusallık ve üzüntü yaratmış; Maraş ile Halep vilâyetindeki Antakya bölgeleri de Adana’da meydana gelen olaylardan dolayı husursuz olmuşlardır. Hükümet, karşı-devrimcilerin üstesinden gelme konusunda çok kararlıydı. Ordu içinde tavizsiz bir eğitimci olarak bilinen Cemal Paşa, Ermenilerin güvenini tekrar tesis etmek ve gericiler arasında korku yaymak amacıyla Adana’ya tayin edilmiştir. Sonuç olarak, vilâyetteki güvenlik koşulları düzelmiş ve ARF temsilcileri de Ermenilere karşı düzenlenen saldırıların azaldığını rapor etmişlerdir. Eski rejimin önde gelen isimlerinden eski Savaş Bakanı Rıza Paşa, Abdülhamit’in 1. kâtibi Tahsin Paşa, eski İçişleri Bakanı Memdül Paşa, İstanbul valisi Reşid Paşa, Harbiye müfettişi Zülfülü İsmail Paşa, Abdülhamit’in mabeyincisi/haznedarı Ragıp Paşa, eski Bahriye Bakanı Hasan Rami Paşa, eski Hicaz valisi Ahmet Ratip, ve eski İstanbul komutanı Saadettin Paşa İzmir ve Ege adalarında sürgüne gönderilmişlerdir13. Temmuz ayında bir grup karşı devrimci kamuya açık bir şekilde idam edildiler; böyle bir eylemden dolayı Müslümanların asılması ilk defa gerçekleşen bir olaydı. Bunlar arasında Nakşî Şeyhi, İttihad-ı Muhammedî Derneği’nin kurucusu, Volkan gazetesi editörü ve İttihatçılar aleyhine tahrik edici yazılar yazmış olan Derviş Vahtetî, Mehmet Paşa, iki albay Nuri 12 Consul-General Barnham to Lowther, No: 52, Smyrna June 5 1909, FO371/776/22033. 13 Lowther to Grey, No: 566C, Therapia (Tarabya) 20 Temmuz 1909, FO371/773/28029; HC Yalcin, ‘31 Mart’tan Sonra İdamlar Karşısında, Yakın Tarihimiz I’, 1962, s.170-171. 171 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ve İsmail Beyler, Teğmen Yusuf Efendi, Erzurum’daki Kolordu Komutanı Yusuf Paşa ve bir grup asker vardı14. Adana’da yerel eşraftan kişilerin yanısıra şiddet olaylarını kışkırttığı söylenen İtidal gazetesi sahibi İhsan Fakr Bey de tutuklandı. Adana’ya giden araştırma komisyonu, hükümetin katliamı önlemedeki yetersizliğini eleştirmiş ancak mebus Zohrab Efendi’ye göre 20 000 Ermeninin öldürüldüğü şiddet olaylarının anayasal rejimi yıkmak için düzenlenmiş bir tertip olduğunu da kabul etmiştir. Ağustos ayında, Ferid Bey İçişleri Bakanlığı’ndan istifa etmeye zorlanmış ve yerine Talat Bey getirilmiştir. Ferid Bey’in istifası, Adana katliamı soruşturmasını kapatmak istemesinden dolayı İttihatçı basının eleştirileri sonucunda gelmiştir. Adana katliamının yol açtığı tatsızlık ve hayal kırıklığına rağmen ARF, İTC’nin anayasal rejimin işlemesi ve Ermeni topluluğunun geleceği için en büyük umut olduğunun farkına varmıştı. Siyasî işbirliği yapma konusunda anlaşmaya varmışlardı. Bu durumda, Gabriel Noradunghian gibi eski rejime sadık, muhafazakâr, Ermeni politikacıları yeni rejime ayak uydurabileceklerle değiştirmeleri gerekiyordu. Böylece Noradunghian istifa etti ve yerine yeni düzene yakın olduğu düşünülen Bedros Halacıyan atandı. Times dergisi 23 Eylül 1909’da şöyle yazmıştır: İTC ve Daşnaksütyun (ARF) arasında varılan anlaşmaya göre, başka hususların yanısıra, kabinede her zaman bir Ermeninin olması gerekiyor; (bu durum) yeni rejimin liderlerinin Ermenilerle dostane bir işbirliği içerisinde çalışma arzusunda olduklarının meşru bir ifadesi olarak kabul edilebilir. Azardamard gazetesinin sütunlarında da görüldüğü üzere ARF Batı Şubesi, Talat ve Cavid gibi kişilerin önderlik ettiği İTC içindeki ilerlemeci azınlığı destekleme kararı almışlardı. Tehtidin anayasal rejimi devirip gerici önlemler almak isteyen liberal ve muhafazakar Jön Türklerden geldiğini düşünmüşlerdi15. Yani, 1911 yılında dahi Daşnak Cemiyeti halen anayasal rejimi müdafaa etmeye hazırdı. Şimdilik Jön Türkler ve Daşnaklar arasında işleyen bir ilişki vardı. Ancak bir başka sorun Daşnaklar ile Babıâli arasında ilişkileri zehirlemeye başlamıştı: Toprak sorunu. XIX. yüzyılın son döneminde, Kürt aşiretler Ermeni köylülerin topraklarını ele geçirmişlerdi ve Abdülhamit rejimi du14 Anlaşma hakkında bkz. Tanin, 3/16 Eylül l909, Esat Uras’tan alıntı: Tarihte Ermeniler, l950, s.584-585 ve 1976 basımı s.576-577 15 C/108-47 Western Bureau-Turkish Section circular number 14 to ARF, 16 Nisan 1911, Dikran Kaligian’dan alıntı: The Armenian Revolutionary Federation under Ottoman Constitutional Rule1908-1914, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Boston College, Aralık 2003. 172 Prof. Dr. Feroz AHMAD rumu düzeltmek için hiçbir şey yapmamış, ve pekçok Ermeni Kafkaslara kaçmıştı. Devrimden sonra, Daşnak cemiyeti hem hükümetle hem de İTC ile ilişkilerinde toprak sorununa öncelik vermiştir. Toprak sorunun çözülmesi için hükümetin tartışmalı toprakların hak sahiplerine tazminat ödemesi teklif edilmişti16. Ancak Babıâli’nin Ermeni tekliflerini değerlendireceği sıralarda Doğu vilâyetlerinde İstanbul’u geri plana atan başka güçler devreye girmişti. Konsolos yardımcısı Matthews’un Erzurum’dan bildirdiğine göre Feyzi Efendi (Pirinççizade Feyzi Bey) …yerel temsilcilerin (ve eşrafın) yaz ayları boyunca bölgenin kuzeyinde geziye çıktıklarını…(ve) Kürtlere ümitsizliğe kapılmamaları gerektiğini söyleyip bariz bir hata yapmadıkları sürece hükümetin Hıristiyanların sindirilmesine göz yumacağını ve Abdülhamit kadar Sultan Reşad’ın da babaları olduğunu temin etmişlerdir17. Demek ki, yerel çıkarlar söz konusu olduğunda Pirinççizadeler gibi İttihatçı olarak bilinen mebusların bile anayasal düzene verecekleri desteğe güvenilmemesi gerekiyordu. İstanbul basını toprak sorununa ve Ermeni köylülerin yaşadıkları sorunlara yoğun bir ilgi göstermiştir. Yazılanlar arasında Kürt Bey ve Ağaları tarafından ele geçirilen toprakların tekrar iadesi meselesi tartışıldı…Yeni rejimin övgüye lâyık İçişleri Bakanının Ermeniler lehine elinden geleni yapacağına inanılabilir, başlıkları dikkat çekiciydi18. 15 Temmuz 1911 tarihli Sabah gazetesi Doğu Anadolu’da, özellikle de Bitlis’te Kürt Beylerinin toprak gasbetmeleri karşısında hükümetin pasif kalmasından dolayı ortaya çıkan durumun tehlikeleri hakkında uyarılarda bulunmuştur. Gazete, bölgede barışı sağlamanın tek yolu olarak hükümete toprak sorununu çözmesi çağrısında bulunur. Bu arada belitmek gerekir ki, Osmanlı Devleti Abdülhamit zamanından itibaren Ermenilere ait topraklara Çerkez muhacirleri yerleştiriyordu. Bu politika devrimden sonra da devam etmişti. Bu yolla devletin hedeflediği İran ve Rusya ile olan sınırların güvenliğinin sağlanmasıydı19. Temmuz 1911’de İttihatçılar anayasanın ilânının üçüncü yıldönümünü kutlamak için Anadolu’ya Mehmed Cavid önderliğinde bir heyet gönderdiler. Heyet Samsun’a, Trabzon’a, Erzincan’a, Erzurum’a, Van’a, 16 Kaligian, a.g.t., s.32. 17 Vice-Consul Matthews’s report in Lowther to Grey, Constantinople 22 January 1911, FO424/226/65, Killigian’dan alıntı, a.g.t., s.24. 18 The Near East, 24 Haziran 1911, s.47. 19 Marling to Grey, Constantinople 4 Temmuz 1911, FO424/228/16, Killigian’dan alıntı, a.g.t., s.33. 173 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bitlis’e, Diyarbakır’a, Urfa’ya, Birecik’e, Halep’e, Şam’a ve vakit kalırsa Mısır’a gidecekti. Gezi esnasında Cavid Bey’e Ömer Naci, devrimden sonra Anadolu’yu gezip gözlemlerini hem Tanin gazetesinde hem de Anadolu’da Tanin isimli kitabında yayınlamış olan Tanin muhabiri Ahmet Şerif ve önde gelen İttihatçılardan olup Ocak 1913’te İTC’yi iktidara getiren Babıâli baskınında öldürülen Mustafa Necip eşlik etmişlerdir. Babıâli’nin Kürt Ağa ve Beyler tarafından ele geçirilen toprakları iadesi için önlemler almaya başladığı bu sıralarda, Muş ve Bitlis bölgesindeki Ermeni köylerine yeni saldırılar düzenlendi. Osmanlı hükümeti köyleri bu saldırılardan koruyamayacak kadar zayıflamıştı. Near East dergisi yerel muhabiri, saldırıları düzenleyenlerden bazılarının Abdülhamit’in isim yapmış en zalim yerel tiranlarından Musa Bey’in ajanları olduğunu bildirmiştir20. Eylül 1911’de İtalya ile savaşın patlak vermesi imparatorluğun her yerindeki siyasî durumu daha da kötüleştirmiştir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası muhalefetinin ortaya çıkışını Müslüman ve gayrimüslim herkes ilgiyle izlemiştir. İttihatçıların sunduğu bir yasa teklifinin mecliste reddedilmesinden sonra yeni seçimlerin yapılması gerekmişti ve Meclis Ocak 1912’de dağılmıştı. Patrik önderliğindeki cemaat zaten İTC’ye yabancılaşmıştı ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı destekliyordu. Daha fazla özerklik ya da bağımsızlık arayışında olan Rumlar, Bulgarlar ve Arnavutlar gibi diğer topluluklar da İTC’ye sırtlarını dönmüşerdi. İttihatçılar, Ermeni topluluğu aleyhlerinde hareket ederse Meclis’te zorlanacaklarının farkına varmıştı. Dolayısıyla Patriğe, aralarında İttihatçı Ermeni mebusların da olduğu bir heyet göndererek yeni imtiyazlar için söz verdiler ve Sadrazam Mehmed Said Paşa’nın da bir reform programını kabule hazır olduğunu söylediler. Patrikten, cemaatinin İTC’yi desteklemesini isteyen bir beyanname yayınlamasını istediler. Bu talep karşısında Rum Patriği III. Joachim ile ağız birliği yapan Mgr. Arscharduni şu cevabı verdi : Ne İttihatçıyız ne de İtilafçıyız. Herkese adil davranıp meşru haklarımıza saygı gösteren ve Ermenistan’da meydana gelen yanlışlıklara son verecek olan bir hükümetin her zaman yanında oluruz. İki Patrik’in birbiriyle iyi ilişkileri vardı ve siyasî konularda işbirliği yaptıkları görülüyordu. Babıâli’deki Rus elçisi Kont Tcharikoff, Ermeni Patriği’ni ziyaret etmişti ve son zamanlarda Ermenilere karşı çok içten bir tavır takınmıştı. Hatta Patrik, aydınları ve tüc- 20 The Near East, 28 Haziran 1911, s.167; ayrıca bakınız 21 Haziran 1911, s.143 174 Prof. Dr. Feroz AHMAD car sınıfları temsilen Çarlık rejimi tarafından tutuklanmış olan Ermeniler için bir girişimde bile bulunmuştu21. Ertesi hafta, 26 Ocak tarihli Ermeni Mektubu, bir gün önce toplanan Ermeni Konseyi’nde yaklaşan seçimleri ve bu seçimlerde Ermeni vekillerin tercihlerinin ne olması gerektiği konusunun tartışıldığını duyurmuştur. Patriklik resmî olarak bu kampanyada yer almasa da, konsey bir aday listesi çıkarmak üzere bir kampanya komitesi oluşturulmasını kararlaştırmıştır. Komite; eşraf temsilcileri, Ulusal Meclis Başkanı, üç Ermeni partisinin yani Daşnak, Anayasal Demokrat ve Hınçak partilerinin temsilcilerinden oluşacaktı. Mektupta; Eğer İttihatçılar toprak ve okul sorunlarını çözmeyi garanti ederse, eminim ki Ermeniler İTC’ye oy vereceklerdir sözlerine de yer verilmiştir. Aynı Mektup’ta Bitlis’ten bir muhabir 25 köyü ziyaret ettiğini ve Kürt korkusundan geceleri nöbetçilerin devriye gezdiklerini bildirmiştir. Haberi yazan muhabir sonra şöyle devam ediyor: …Öğrendiğime göre hükümet Ermenilere Kürtlerden korunmak için silâh satın almaları talimatını vermiş. Bana göre, bu ülke barışı için hayra alâmet değil. Ne Kürtlerin ne de Ermenilerin silâh taşımalarına izin verilmemeli. Ermenilerin yaşadıkları vilâyetlerde normal koşulların yaratılması için iyi organize edilmiş bir jandarma ile dürüst, samimi, liberal subayların olduğu bir askerî güç yeterli olacaktır. Anayasal Türkiye’nin dostu herkes Musa Bey’in, Şeyh Hizam’ın ve diğer çete liderlerinin tutuklanmasını arzu etmektedir. Yine bu muhabirin bildirdiğine göre Van’daki Kürtler amacı hükümet karşıtı bir komplo olan bir tür konfederasyon kurmuşlardı ve böylesi bir Kürt ayaklanması tehlikesi, Rus ordusunun sınırda olduğu bir zamanda vilâyette büyük sıkıntı yaratmıştı22. Bu arada Patrik, doğudaki Ermenilerden Kürt saldırılarını şikâyet ettikleri mektuplar almaya devam etmiştir. Fakat, hükümet toplulukları korumak için hiçbir şey yapamamış ve bölgeyi ziyaret etmesi için görevlendirilmiş olan komisyon iki aylık ertelemeden sonra yola çıkmamıştır. Near East muhabiri, yirmi yıldır Muş bölgesini terörize etmiş olan Musa Bey’in hükümet tarafından affedilmiş ve onurlandırılmış olarak süvarileri eşliğinde zafer içinde şehre nasıl döndüğünü yazmıştır. İlginçtir ki Musa Bey’in bundan önceki İçişleri Bakanı Celal Bey tarafından tutuklanması emredilmişti. Bölgede öne çıkan diğer bir Kürt aşiret reisi de Ercişli Kor Hüseyin 21 The Near East, 19 Ocak 1912, 11 Ocak 1912 tarihli ‘Our Armenian Letter,’ s.328. 22 The Near East, 2 Şubat 1912, s.394. 175 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Paşa’ydı. Abdülhamit rejimi sırasında Hüseyin Paşa Hamidiye Ordusu’nda general olmuştu. Bölge halkını terörize edip topraklarını gasbettiği halde hiçkimse Paşa’ya karşı çıkmaya cesaret edememişti. Anayasanın ilânından sonra, Kafkaslara kaçmış olan Ermeniler geri dönüp daha önce gasbedilmiş olan topraklarını geri alabildiler. Bu dönemde Hüseyin Paşa’nın İran’a kaçtığı ve buradan Babıâli’ye karşı bir Kürt ayaklanması planladığı söyleniyordu. Fakat Hüseyin Paşa beklenmedik bir şekilde Van’a geri döndü ve Vali tarafından karşılandı. Patrik’e söylendiğine göre daha önceki katliamların sorumlusu tekrar işbaşına geçmiş ve toprakları müsadere etmeye yeniden başlamıştı23. Hamidiye rejimi sırasında Sultan, Anadolu’daki aşiretlerin feodal düzenini desteklemişti, anayasal düzende ise aşiret güçleri seçim kazanıp mecliste temsil edilebiliyorlardı. Mebuslar yerel eşraf ve Hüseyin Paşa gibiler tarafından seçiliyorlardı. Bu aşamada devlet kanun ve nizamı sağlayamayacak kadar zayıflamıştı. Şubat 1912’de, Babıâli Ürgüplü Hayri Efendi (Vakf)’nin Gabriel Noradunghian eşliğinde doğu vilâyetlerini gezeceğini duyurdu. Komisyonun temel görevi Kürtlerle Ermeniler arasında toprak mülkiyeti konusundaki anlaşmazlıkları incelemek olacaktı. 9 Şubat 1912 tarihli Ermeni Mektubu’nda bir muhabir şöyle yazmıştır: Öyle görünüyor ki Jön Türk hükümeti, imparatorluğun devamının tüm ırkların dayanışmasına bağlı olduğu sonucuna varmıştır. Üstelik, bu hükümet hem Ermenistan’da hem de Arnavutluk ve Makedonya’da reformlar yapılması kararında gayet samimi görünüyor. Patrik’i ziyarete giden Hayri Efendi, yıllardır zalimlerin eline düşmüş olan Ermenilere adalet getirmek için elinden gelen herşeyi yapacağı hususunda güvence verdi. Ayrıca Ermenilerin sorunları hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunu ve bu sorunları çözmek için sadece zamana ihtiyaç duyulduğunu sözlerine ekledi. Ancak kötü hava koşullarından dolayı bu ziyaret bahar aylarına kadar ertelenmek zorunda kalmıştı. Near East dergisi, eski bakan Cavid Bey’in Ermenilerden büyük bir coşkuyla bahsettiği Nuri Osmaniye kulübündeki konuşmasını da haber yapmıştır. Çoğunluğu Türk/Müslümanlardan oluşan topluluğa hitaben Ermenilerin haklarının tanınacağını ve önümüzdeki seçimlerde Türk seçmenlerin de Ermeni mebusların seçilmesini sağlamaları gerektiğini söylemiştir. Bunun bir seçim hilesi olduğunu düşünen yazar,...ancak bunun doğu vilâyetlerinde can ve mal güvenliğinin temin edilmesiyle oluşturulacak ve 23 The Near East, 22 Şubat 1912 tarihli Ermeni Mektubu. 176 Prof. Dr. Feroz AHMAD gelecekte Ermeni sorununun ortadan kaldırılmasına katkıda bulunacak bir kamuoyu yaratma yöntemi olduğuna inanıyorum demiştir24. Yaklaşan seçimlerde, öyle görünüyor ki Rum oyları liberallere gidecekti, Ermeni oyları liberallere oy veren burjuvazi ile uzun tartışmalardan sonra İTC’yi destekleme kararı almış olan ARF arasında bölünmüştü. Yahudi toplumu İttihat ve Terakki’ye bağlı kalacaktı. Anadolu’daki sıkıntılı durumdan sonra, Babıâli Balkanlarda da ciddi problemlerle karşı karşıya kaldı. İtalya’nın 1911’de savaş ilân etmesinden bu yana, Arnavutluk’un durumu kötüleşmiş ve Makedonya ise daha da kötüleşmiştir. Makedonya’daki kötüye gidiş nedenleri arasında; a) Jön Türklerin tarım sorunuyla başedememeleri, b) Jandarma teşkilâtının dağılması, c) Siyasî Müslüman grupların oluşması ve bunlara karşı ortaya çıkan yerel tepkiler gösterilmiştir. İmparatorluğun Avrupa yakasında giderek artan anarşi İTC içinde telaşa neden oluyordu. Avrupa’dan yükselen eleştiriler yine artmıştı ve sürekli dış müdahale ya da işgal tehtidi söz konusuydu. Nitekim, İTC’nin ılımlı sesi olarak bilinen İçişleri Bakanı Hacı Adil, bu dönemde, Makedonya sorunu savaşla neticelenmeden önce son çözüm bulma çalışmalarını yürütüyordu25. Mart 1912’de Çar’ın büyükelçi Charykov’u geri çağırıp yerine Giers’i atama kararı, Rusya’nın hem İstanbul’a hem de Ermeni topluluğuna karşı politikasının ciddi ölçüde değiştiğini göstermiştir. Charykov ve birinci kâtibi Andre Mandelstam’ın İttihatçılarla özellikle de aralarında gazeteci Hüseyin Cahid ve Mehmed Cavid’in bulunduğu Talat grubu ile iyi ilişkileri olduğu söyleniyordu. Charykov’un geri çağrılması Rusların uzlaşma politikasından gerilim politikasına geçtiğini gösteriyordu. Gerçekten de aynı ay içinde İstanbul, Rus birliklerinin Kafkas sınırına yığıldığı haberiyle alarma geçti26. Yeni Rus büyükelçisi 13 Nisan Cumartesi günü İstanbul’a varmıştır. Yeni elçi Giers’in ekibinde çalışan Andrew D. Kalmykov daha sonra şöyle yazmıştır: Giers Rusya’yı çok güçlü, Türkiye’yi ise küçük gören bir zihniyete sahipti. O zamanlar yaygın olan bu zihniyete göre, Türkiye yakında nüfuz bölgelerine bölünecek ve büyük güçler arasında 24 The Near East, 16 Şubat 1912, s.462; Kiligian’ın 3. ve 4. bölümleri 1911-1912 yıllarını ele alır. 25 Tanin, 25 Şubat 1912, ‘Hacı Adil Bey ile Mülâkat’. 26 The Near East, 22 Mart 1912, s.639, 29/3, 675. 177 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER paylaşılacaktı27... Rusların Ermeni topluluğunu ve mantıksız gibi görünse de Kürt aşiretlerini manipule etmeleri, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki Rus etkisini arttırıp Rusya’ya rakip olabilecek ülkelerin etkisini zayıflatmak için kullanılan bir Rus politikası haline gelmişti. Bu dönemde, Ermeni Patriği ile Rus büyükelçisi arasında zaten varolan ilişkiler daha da samimi bir hal almıştı. Mayıs 1912’de Dışişleri Bakanı Sazanov Türkiye’de yaşayan Doğulu Hıristiyanların sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını dile getirmiş ve yeni rejimin bu toplulukların isteklerini gözönüne alması gerektiğini belirtmiştir. Bu sözler karşısında İttihatçılar, Tanin gazetesinin konuşmaya gösterdiği tepkiye bakıldığında, çok öfkelenmişlerdir, diyebiliriz28. Rus büyükelçisinin desteğinden cesaret alan Hıristiyan yani Ermeni, Rum ve Bulgar toplulukların liderleri, karma bir komite oluşturup haklarının korunması için ortak hareket edecekleri bir çerçeve hazırladılar. Hıristiyan topluluklarda, İttihatçıların Türkleri (Müslümanları) kalkındırmak maksadıyla Hıristiyanların sosyal ve ekonomik ilerlemesine darbe vurmaya karar verdikleri şeklinde bir kanaat oluşmuştu. Bu kanaat neticesinde, Babıâli’nin millet okullarını Eğitim Bakanlığı’nın yetkisi altına alarak Millet Sistemi üzerinde otorite tesis etme politikası Türkleştirme olarak tanımlanmıştı. Near East dergisi, Rum ve Ermeni Patrikleri’nin anayasal rejimle gelen imtiyazlara karşı yapılan saldırıları tartıştıkları bir toplantı yaptıklarına dair bir haber yayınlamıştır. Habere göre Patrikler, hükümetin imtiyazlarını ellerinden alıp kendilerini irade-i şahane ile atanan ve görevden alınan devlet memuru haline getirmek istediğini belirtmişlerdir. Ermeni Patriği, Bilmeliler ki biz Şeyhü’l-İslâm değiliz ve eğer Ermeniler direnişe geçerse Rumlar ve Ortodoks Bulgarlar nasıl bir tavır takınacaklar? diyerek kendi payına direneceklerini ima etmiştir29. 1912 yılında İstanbul, Balkanlarda büyüyen tehtidi karşılamaya hazırlanırken Beyazıt, Van ve Bitlis’te Mir Mahe, Şeyh Hüseyin gibi Kürt reislerinin ve diğer eşkiyaların Ermeni köylüleri öldürdüğü, kadınları kaçırdığı ve köyleri yaktığı haberleri gelmeye devam etmişti. Kötülüğüyle meşhur Musa Bey, Piskopos’u bile tehdit etmişti. Babıâli, Bitlis ve Van 27 Andrew D. Kalmykov, Memoirs of a Russian Diplomat: Outposts of the Empire 18931917, Yale Universitesi Yayınları, New Haven, London 1971, s.250. 28 The Near East, 10 Mayıs 1912, s.3; Philip Mosely, “Russian Policy in 1911-1912”, The Journal of Modern History, XII, 1940, s.71’de şunları yazar: Bir yenilenme sürecinde olan Türkiye ile ilişkilerinde doğrudan düşmanlık ve parçalama politikası ile Hünkar İskelesi’ni model alan örtülü bir korumacılık politikası arasında tereddüd etmiştir. 1911’de Boğazları sağlama alma maksatlı Rus teşebbüsleri için bkz. Mosely, a.g.m., s.71-74. 29 The Near East, 10 Mayıs1912, 3 Mayıs Tarihli Ermeni Mektubu, s.3. 178 Prof. Dr. Feroz AHMAD valilerini görevden alıp ordu komutanına 48 saat içinde suçlu Kürtlerin tutuklanmasını emretmişti. Olayların bastırılması için, Çerkez Ali Paşa Bitlis’e sevkedilmişti30. Bu arada hükümet, Ermenilerle Kürtler arasındaki toprak meselesinin çözümünde kullanılmak üzere beş Ermeni vilâyetinin her birine 20 000 sterlin (toplamda 100 000 sterlin) tahsis etmişti31. Bu konuda, Near East dergisi, 27 Eylül tarihli sayısının 620. sayfasında şunları yazmıştır: Diğer bölgelerde yaşadığı sıkıntılar gözönüne alındığında Babıâli’nin Ermenilerle herhangi bir sorun çıkmasına mani olmaya çalışması gerekir; ama Doğu vilâyetlerindeki duruma bakıldığında Merkezî hükümetin asi tebaa üzerinde otorite kuramayacak kadar zayıflamış olduğu görülüyor (vurgu eklenmiştir). Osmanlı böyle zayıf bir durumdayken Balkan devletleri genel seferberlik ilân ettiler. Babıâli’nin İtalya ile savaşırken ne kadar zorlandığını görmüşlerdi. Meselâ, Sırp Bakan Sofya’da Türk ateşeyi, Trablus’un kaybedilmesi Türkiye’nin ne kadar kolay lokma olduğunu herkese gösterecektir diyerek uyarmıştır32. Balkan Savaşları sonucunda Osmanlının Asya vilâyetlerine çekilmesinin çarpıcı demografik etkileri olmuştur. Geri çekilen ordunun Çatalca hattında Bulgarları durdurmasından önce çeyrek milyon Müslüman/Türk Balkanlardan İstanbul’a akmıştır. Muhacirlerin gelişi, Rum nüfusa karşı Hıristiyanların zorla Yunanistan’a göç ettirilmesi ile sonuçlanan bir gerginliğe yol açtı. Michael Llewellyn Smith’in tahminlerine göre; 1912’de, Bulgar ordusunun ilerlemesi ile birlikte 100 000’den fazla Müslüman Doğu Trakya’ya doğru harekete geçti; 10 000’e yakın insan aynı yıl Makedonya’yı terk etti, 50 000 kişi Türk-Bulgar anlaşması çerçevesinde Batı Trakya (Bulgaristan)’dan ayrıldı, ve tüm bunlara ilâveten 100 000 Müslüman Makedonya’dan tahliye edildi. Avrupa’daki Müslüman toplulukların düzenlerinin bozulması Anadolu’daki Hıristiyanların huzurunun kaçmasına neden oldu. Bunun nedenlerinden biri intikam alma isteğiydi. Bir diğeri ise yerinden edilecek her Hıristiyan ailenin, Müslüman muhacirlerin yerleşmesi için yer açıyor olmasıydı33. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki yüz ölçümü 169 845 km2’den 28 282 km2’ye düşmüştü, yani Osmanlı Avrupa’daki topraklarının % 83’ünü kaybetmişti. Bölgedeki 30 31 32 33 The Near East, 13 Eylül 1912, s.547. The Near East, 20 Eylül 1912, s.589. G.P. Gooch, Recent Revelations of European Diplomacy, 4. Easkı, 1940, s.216. Llewellyn Smith, Ionian Visions-Greece in Asia Minor 1919-1922, Hurst, Londra 1998, s.30-33. 179 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Müslümanlardan Anadolu’ya yoğun bir göç yaşanmış olsa da imparatorluğun Müslüman nüfusunun çoğu işgalcilere terk edilmişti. Anadolu’ya göç edenler burada gayrimüslimlerle çatışma içine girmiş ve böylelikle Anadolu ihtilaflı topraklar haline gelmiştir. Balkan Savaşı yenilgisi, İttihatçılar’ın kendi kendilerini sorguladıkları içe dönük bir dönem başlatmıştır. Bu dönemde, milletlerin taleplerine teslim olmak istememelerine rağmen artık büyük güçlerin dayatmalarını daha uysal karşılıyorlardı. Nitekim Temmuz 1913’te Rusya, İstanbul’daki büyükelçilere, Doğu Anadolu’daki Ermeni vilâyetleri olarak anılan bölgenin bir Hıristiyan vali idaresine verilip bölgedeki Müslüman ve Hıristiyan halka yönetimde eşit söz verilmesi sağlanarak Ermeni mağduriyetinin giderilmesini teklif etmiştir. Ayrıca, toprak sorunu Kürtler ve Ermeniler arasında en önemli sorun olmaya devam etmektedir. Kürt ileri gelenlerinden biri durumu şu şekilde ifade etmiştir: Toprak sorunu Kürt halkı için en hayatî meseledir. Ancak Ermeniler, sadece kendi menfaatlerini düşünüp Kürt halkının aktif üyelerini hareketsiz hale getirmek istiyorlar. Meselâ, neden Patrik tazminat prensibini tasvip etmiyor? Tek amacı Kürtlerin baskı altına alındığını mı görmek? Bir Kürt ile bir Ermeninin dâhil olduğu bir kaza meydana gelse suçlu taraf hep Kürt oluyor... Bir Kürt ya da bir Ermeni eşkıyalık yapabilir ancak bu bütün Kürtlerin ve bütün Ermenilerin eşkıya olduğu anlamına gelmez34. 23 Ocak 1913 baskınından sonra iktidara gelen İttihatçılar, Doğu vilâyetlerindeki Ermeni halkın taleplerinin incelenmesi için İngiliz subay Yüzbaşı Deedes başkanlığında bir komisyon daha göndermişlerdi35. 21 Kasım 1913 tarihli Near East dergisinin 69. sayfasında bildirdiğine göre başka bir İngiliz subay Albay Hawker Erzurum, Trabzon ve Van Jandarma Komutanlığı’nda görevlendirilmiştir. Aynı Albay, daha önce Aydın vilâyetindeki jandarma birliklerinin düzenlenmesi için gönderilmiş; bu görevi sırasında dürüstlüğü ve adaleti ile ün yapmıştır. Cemal Paşa’nın, İstanbul’u ziyaret etmekte olan İngiliz Askerî Harekat Direktörü Sir Henry Wilson ile yaptığı sohbete bakıldığında, İttihatçılar’ın İngiltere’nin Anadolu’ya daha fazla subay göndermesini ve Alfred Milner gibi adamları ödünç vermesini arzu ettikleri görülür. Cemal Paşa, İngiltere’nin Rusya’yı taciz etmekten çekiniyor olmasını anladığını söyler ancak Rusya’nın burda ne işi olabilirdi? der. Cemal Paşa, Rusya himayesi altında cennete gitmek34 The Near East, 11 Temmuz 1913, s.274. 35 The Near East, 18 Temmuz 1913, s.299. 180 Prof. Dr. Feroz AHMAD tense bir başına kalıp cehennemde yanmayı tercih ederdi... Asya’daki güçlü bir Türkiye İngiltere için de iyi olurdu. Yönetme, tatbik etme ve emir altına alabilme kabiliyetleri olan İngilizlerin yardımını istiyordu. Türkler askerî eğitmenleri olan Almanları değiştirememişlerdi. Ancak maliye, mülkiye, bahriye gibi diğer tüm alanlarda İngiliz rehberliğini arzu etmiştiler. Bir asker olan Wilson bu sözler karşısında nasıl cevap vereceğini bilememiştir36. Son dönem Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasî ve sosyal hayatı yakından bilen, Osmanlı Adalet Bakanlığı müsteşarı Kont Ostrorog, Cemal Paşa’nın Ermenilerin mağduriyetini gidermek için Lord Milner’in hizmetlerinden istifade etmek istediğini teyit edip şunları yazmıştır: Türkler Ermeni Sorununun düzgün ve esaslı bir biçimde çözülmesi gerektiğinin bilincindeydiler ve Ermeni reformunun İngiliz denetimi altında gerçekleştirilmesini istiyorlardı... Yalnızca diplomatik mülahazalar bu planın uygulanmasına engel olmuştur. Anadolu’nun yönetimi ve reformların yapılmasında tam yetkili olarak hareket edilebilmesi için Lord Milner’in rızasının alınması tasarlanmıştır37. Avrupa baskısına rağmen, 23 Kasım tarihli toplantıda, İTC Merkez Heyeti Doğu Anadolu vilâyetlerinin Avrupa tarafından denetim altına alınmasını kabul etmeme kararı aldı. Avrupa denetimi yerine Daşnak Partisi’ne bir sonraki mecliste 18 ile 20 sandalye teklifinde bulunuldu. Ancak bu sandalyeler Ermeni partileri tarafından desteklenen ve İTC’nin onayını almış adaylar tarafından doldurulacaktı38. İTC’nin gayriresmî sözcülüğünü yapan Tanin gazetesi Ermenilerin tüm ulusu temsil etmesi gereken mebuslara dinî-etnik bir nitelik kazandırmalarıyla ciddi bir hata yapıyor olmalarından şikâyetçiydi. Böylelikle Ermeniler hiçbir zaman isteklerine ulaşabilecek kadar güçlü olamayacak ve hep azınlık olarak kalacaklardı. Ancak Ermeni taleplerinin hepsi siyasî nitelik taşımıyordu. Konsolos yardımcısı Smith’e göre, (Van’daki) Ermenilerin çoğunluğunun talepleri siyasî olmaktan çok ekonomikti çünkü Ermeniler ‘her şeyden önce’ tüccar bir ırktı. Eğer Babıâli yollar yapıp Van gölünde gidip gelen motorlar koysa ve demiryolu yapımına hız verseydi, ülke daha müreffeh olurdu ve 36 Maj. Gen. Sir Charles E. Calwell, Field-Marshal Sir Henry Wilson, i, London l927, s.128ff, Alfred Vagts’tan alıntı, Defense and Diplomacy-The Soldier and the Conduct of Foreign Relations. New York 1956, s.l97. 37 Count Leon Ostrorog, The Turkish Problem, London 1919, s.XI. 38 Tanin, 24 Kasım 1913; The Times, 27 Kasım 1913. Şubat 1914 tarihi itibariyle İTC ile Ermeni partileri arasında mecliste temsil hususundaki görüş farklılıkları giderilmiştir. Ermenilerin 16 sandalye alması konusunda anlaşılmıştır. Bkz. The Times, 26 Şubat 1914. 181 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeni sorunu, en azından bu vilâyet sınırları içinde, artan ticaret ve refahla birlikte yok olurdu39. Sonrasında Smith şöyle devam eder: Van’da Ermenilerin Kürtlerden daha iyi silâhlandığı söyleniyor ve hükümetin her köye dağıttığı birkaç eski martininin yanısıra modern silâhlar edindiklerine de hiç şüphe yok. Köylülerin silâhlanma isteği birkaç ay öncesine kadar devam eden güvenlik sorunları ve Kürt eşkıyaların saldırıları sırasında verdikleri kayıpların neticesinde ortaya çıkmıştı. Bu durumdan en çok Daşnakçı Parti istifade etti, bölgedeki Ermenileri ihtiyaç duyulursa diye... Muhammedîler’e karşı bir konuma soktular. Ayrıca, Van’da silâh satışı çok kârlı bir işti- bir silâh ya da tüfek gerçek değerinin neredeyse üç katına satılıyordu- ve bu işi ele geçirmiş olan Daşnakçı liderler için köylülerin silâhlanması cazip bir iş olmuştu40. 1914’ten itibaren -sıradan vatandaş olmasa bile- Ermeni milliyetçileri doğu vilâyetlerinde ya da kendilerinin ve Batılıların verdiği isimle Ermeni vilâyetlerinde refomlar yapılmasını talep etme konusunda bir uzlaşmaya vardıkları görülüyor. İstanbul’da yayınlanan 1 Nisan 1914 tarihli The Orient dergisinin 13. cildinde, Beyrut’ta yayınlanan Le Réveil’in Ermenilerin dünya çapında sözcülüğünü yapmakta olan Baghos Nubar Paşa ile röportaj yaptığını haber vermiştir. Röportajda, Nubar Paşa altı büyük gücün reform yapılması konusunda nasıl uzlaşmaya vardıklarını anlatmış ve Rusya’dan en etkin ve en doğrudan desteği aldık. Bunun nedeni, Ermeni sorunlarını çözülmüş olarak görmek hususunda en doğrudan ilgilenenin Rusya olmasıdır. Bildiğiniz gibi bu büyük gücün Kafkas vilâyetlerinde Osmanlı kardeşleriyle gönül birliği olan iki milyon Ermeni tebaası var. Bundan dolayı, Rusya Babıâli ile yapılan pazarlıklarda inisiyatif aldı demiştir. Nubar Paşa, Ermeni taleplerinin uluslararası haklara ve Berlin Anlaşmasının 61. maddesine dayandığını da belirtmiştir. Büyük güçler Ermenistan’da reform yapılmasının gerekli olduğu görüşünde oybirliğine varmışlardır. Çünkü Avrupa barışı için bu reformların yapılması gerektiğini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Aslında büyük güçler Türkiye’nin geleceği üzerinde bir anlaşmaya varmıştı ve izleyecekleri politika Asya 39 Smith to Mallet, 10 Ocak l914, Joseph Heller’den alıntı. Heller, British Policy towards the Ottoman Empire 1908-1914, London 1983, s.110. 40 Vice-Consul Smith to Sir Louis Mallet, Van 10 Ocak 1914. Mallet to Grey için de, İstanbul 30 Ocak 1914, FO 424/251/117; Kaligian’dan alıntı (n.14), 1914 yılı hakkındaki 4. bölümden. 182 Prof. Dr. Feroz AHMAD Türkiyesi’nin mutlak bütünlüğününün... tanınması düşüncesine dayanıyordu. Nubar Paşa’ya göre, Toprak bütünlüğü kurgusuna bağlı kalmak amacıyla Ermenistan’da yapılacak olan reformlar sadece ve sadece idarî nitelikte olacaktı. Reformlar, Babıâli’nin büyük güçlerin önereceği bir liste içinden ikinci sınıf güçlerden iki Avrupalı umumî müfettiş seçmesini içeriyordu. Bu umumî müfettişlerin gerekli reformların gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla geniş yetkileri olacaktı. Ermenistan da yeniden şekillendirilmişti. Daha önce Ermenistan altı vilâyetten oluşuyordu; şimdi Trabzon’un da eklenmesiyle yedi vilâyete çıkmıştı... 1-Umumî müfettişler, biri üç diğeri dört vilâyetten oluşan iki ayrı bölgenin başına geçecekti. 2-Personelinin yarısını Hıristiyanların yarısını da Müslümanların oluşturduğu özel bir jandarma birliği oluşturulacaktı. 3-Üç vilâyetin meclisinde, üyelerin yarısı Hıristiyan yarısı Müslüman olacaktı; diğer dört vilâyetin meclisinde ise temsil nüfus sayımı ile orantılı olacaktı. Resmî belgelerde Ermenice kullanılmasına müsaade edilecekti. 4-Kamu eğitimi için alınan vergiler topluluklar arasında oransal bir biçimde paylaşılacaktı. Umumî müfettişler toprak meselesini bir düzene bağlayacak olan komisyona başkanlık edip Ermenilerin elinden alınmış olan toprakların nasıl tazmin edileceğine karar vereceklerdi. Kasım 1913’te Avrupa kontrolünü kabul etmeme kararı almış olan İttihatçılar, Şubat 1914’te büyük güçlerin doğu vilâyetlerinde reform yapılması teklifini kabul ettiler. İleri sürülen taslak daha önce Nubar Paşa’nın tasvir ettiği gibi şekillenmişti. Ancak Trabzon vilâyeti plana dâhil edilmemişti. Doğu Anadolu vilâyetleri iki bölgeye ayrılıp her bölgeye küçük Avrupa devletleri arasından seçilmiş umumî müfettişler atanıyordu. Müfettişler, bölgedeki mülkî, askerî ve yargı makamlarını denetleyecek ve jandarmanın önlem almakta yetersiz kaldığı durumlarda ordudan destek isteyebileceklerdi. Ayrıca yetersiz buldukları memurların görevlerine son verip yerlerine atama yapabileceklerdi41. 41 Ermeni sorununun çözümü için Babıâli ile Constantin Gulkevitch arasında yapılan anlaşma metni için bkz. Yusuf Hikmet Bayur, Türk Inkılâbı Tarihi, C. II/3, s.116ff. Bu anlaşma Rusya ile imzalandığından dolayı, Rusya anlaşmanın denetçisi olarak görülmüş ve diğer güçler Rusya’yı doğu vilâyetlerinde serbest bırakmışlardır. Anlaşma metni için ayrıca bkz. 183 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Nubar Paşa haklıydı. Bu koşullar altında Osmanlının egemenliği kurgu olmaktan öteye gidemeyecekti. Döneme tanıklık etmiş gazetecilerden Ahmet Emin Yalman, yabancı denetimi altında yapılan bu tür reformların Doğu Sorunu ifade tarzında böl-parçala politikasının bir başlangıcı olduğunu belirtmiştir. Yani Türk egemenlik haklarının korunması kurgusu her seferinde göstermelik bir biçimde konulmuştur42. Reformların uygulanmasından önce, Nisan 1914’te, Bitlis bölgesinde, Şeyh Molla Selim a.k.a. Hizanlı Halife Molla Selim önderliğinde bir Kürt ayaklanması patlak verdi. Molla Selim gündemdeki reform taslağına karşıydı ve dünyanın ona göre ıslah edilmesini istediği şeriatın tesis edilmesi için çağrıda bulunuyordu. Bitlis şehri tehdit altındaydı ancak aşiret kuvvetleri, silâhlı Ermeni direnişi ve Osmanlı birlikleri tarafından Bitlis dışına püskürtüldüler. Fakat, Van ve Muş’ta askerî birlikler yetişinceye kadar 150 kişi ölmüş ve Ermeni Kilisesi tahrip edilmiştir. Tanin gazetesi, bu isyanın dış müdahaleye yol açıp söz konusu vilâyetlerin kaybedilmesi ile sonuçlanmasından korkulduğunu yazar. Bu yazıda, hükümetin kararlı adımlar atması gerektiği de belirtilir. Bir Ermeni gazetesi, hükümeti izlediği politikadan dolayı tebrik eder ve şöyle yazar: Biz Ermeniler için önemli ve memnuniyet verici bir başka hakikat daha var ki o da hükümetin Ermenilere güveninin tam olmasıdır. Nitekim, Bitlisli Ermenilere ayaklananlara karşı şehri savunabilmeleri için silâh dağıtılmıştır43. İttihatçı hükümetin zayıflığını, Kürt saldırıları ile başedememesi ve Bitlisli Ermenileri koruyamaması kadar hiçbir şey bu kadar açığa çıkarmamıştı. Rusya tarafından desteklenen Kürt aşiretlerin saldırıları karşısında kendilerini koruyabilsinler diye devlet, Ermenileri silâhlandırmak zorunda kalmıştı. İttihatçılar için bu olay, her modern devletin en temel özelliklerinden olan, devletin vatandaşlarını aşiretlere karşı bile koruyamayacak durumda olduğunun samimi bir itirafıydı. Ermeni sorunu, Avrupa’da savaş başlamadan önce çözülme yolunda ilerliyordu. Nisan 1914’te Babıâli, Louis Constant Westenek ve Hoff’un doğu vilâyetleri umumî müfettişleri olarak atanmalarını kabul etti. TemDjemal, Memoires, s.272-274; Tanin, 11 Şubat 1914; The Orient, Vol. 7, Şubat 1914, s.6162. 42 Ahmet Emin Yalman, Turkey in the World War, New Haven l930, s.58. 43 The Orient, Vol. 14, 8 Nisan 1914, s.131; Bayur, a.g.e., s.188-189. Cemal Paşa, hatıralarında Kürt Beylerini ve daha önemlisi nüfuzlu şeyhleri hükümete ve Ermenilere karşı kışkırtmanın Rus planlarının bir parçası olduğunu yazar. Bayur, a.g.e., s.275-276. 184 Prof. Dr. Feroz AHMAD muz ayında Osmanlı Meclisi iki umum müfettişin ve personellerinin masraf ve maaşları için 40 000 pound bütçe ayrılmasını oyladı44. Avrupa’da savaş çıktığında durum buydu ve şimdiye kadar hem İttihatçılar hem de Ermeni Devrimci Federasyonu, büyük güç müttefiklerinin yani Almanya ve Rusya’nın stratejileri ile mecburen uyumlu bir gündem takip etmişlerdi. Siyasî ilişkiler bir yana, Jön Türkler Ermenileri, imparatorluğun sosyo-ekonomik kalkınmasında kritik rol oynayan bir topluluk olarak görüyorlardı. Çoğunluğunu profesyonellerin ve teknokratların oluşturduğu Ermeni mebuslar, el üstünde tutulup sosyo-ekonomik yapıdaki reformları gerçekleştirmek için gerekli yeteneğe sahip insanlar olarak saygı görüyorlardı ve tahmin edilebileceği gibi pekçok reform teklifi bu insanlar tarafından sunulmuştur. Bunlar arasında Pastırmacıyan Nancy’de L’Ecole des Mines’te mühendislik okumuş, Dr. Nazaret Dağvaryan Paris’te ziraaat eğitimi aldıktan sonra Tarım Bakanlığı’nda danışman olarak çalışmış, Paris Hukuk Fakültesi mezunu Halacyan mebus olarak seçilmesinden önce duyun-i umumiyede hukuk şube şefi olarak çalışmıştır. Muhtemelen, yeni rejime Osmanlı Devleti’nin egemenliğine zarar veren ve Maliye Bakanlığı kadar güçlü hale gelmiş olan bu kurumla nasıl başedilebileceği hususunda fikir vermiştir. Bunlardan başka, Paris sürgününden yeni dönmüş olan Krikor Zohrab bir yayıncı, romancı ve de İstanbul Barosu’nun önde gelen isimlerinden biriydi. Doğal olarak, Ahmet Rıza ve Prens Sabahaddin gibi Paris’te sürgünde yıllarını geçirmiş olan diğer Jön Türkler tarafından iyi tanınıyordu. Zohrab, Meclis’te parlak bir hatip olarak itibar kazanmıştır, hatta İttihatçı Maliye Bakanı Mehmed Cavid onu (hükümetin) en parlak muhalifi olarak nitelendirmiştir45. Elbette Zohrab ve Pastırmacıyan gibi mebuslara kabinede görev almaları için teklifte bulunulmuştur, ama bilmediğimiz nedenlerden dolayı bu teklifleri reddetmişlerdir. Yine de meclis komisyonlarında, özellikle de iktisat, sanayi ve ziraat komisyonlarında hizmet etmişlerdir. Sadece Bedros Halacyan en önemli bakanlık olan Bayındırlık Bakanlığı’nı kabul etmiş ve 1910-1912 yılları arasında İbrahim Hakkı ve Said Paşa hükümetlerinde görev almıştır. Daha sonra Oskan Efendi, 1914’te Said Halim Paşa hükümetinde Posta ve Telegraf Bakanı olarak atanmış ancak İstanbul’u savaşa sokan Karadeniz Olayı’nı protesto ederek 3 Kasım’da istifa etmiştir. Sonuç 44 The Orient, Vol. 29, 22 Temmuz 14, s.281. 45 A. Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizm (l848-1925), İstanbul 1968, s.88. 185 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER olarak, tüm bu yıllar boyunca Ermeni profesyoneller dönemin hükümetleri içinde önemli roller oynamışlardır. 186 Prof. Dr. Feroz AHMAD Kaynaklar Arşiv Vesikaları Dickson to O’Conor, Van 2 Mart 1908, FO 371/533. Fitzmaurice to Lowther, 54D, 30 November l908, FO 195/2281. Lowther to Grey, No: 36 confidential, Pera 18 January l909, FO 371/762/3123. Lowther to Grey, Pera 23 November 1908, FO371/546/41691. Heck to Secretary of State, Constantinople 17 January 1919, 867.00/846. Lowther to Grey, No: 324 confidential, Constantinople 4 May 1909, FO371/772/17775. Consul-General Barnham to Lowther, No: 52, Smyrna June 5 1909, FO371/776/22033. Lowther to Grey, No: 566C, Therapia (Tarabya) 20 Temmuz 1909, FO371/773/28029. Tetkik Eserler Ahmad, Feroz, The Young Turks, Oxford 1969. Atamian, Sarkis, The Armenian Community, New York 1955. Bayur, Yusuf Hikmet, Türk Inkilabi Tarihi, C. II, TTK Yayını, Ankara 1991. Cemal Paşa, Hatıralar, Editör Behçet Cemal, İstanbul 1959. Cerrahoğlu, A., Türkiye’de Sosyalizm (l848-1925), İstanbul 1968. Dillon, E.J., “the Reforming Turk”, Quarterly Review, CCX (1909). Djemal Pasha, Ahmet, Memories of a Turkish Statesman 1913-1919, London 1922. Gooch, G.P., Recent Revelations of European Diplomacy, 4. Basım, 1940. HC Yalcin, “31 Mart’tan sonra İdamlar karşısında, Yakın Tarihimiz I”, 1962. Heller, Joseph, British Policy towards the Ottoman Empire, 1908-1914, London 1983. Kaligian, Dikran, The Armenian Revolutionary Federation under Ottoman Constitutional Rule,1908-1914, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Boston College, Aralık 2003. Kalmykov, Andrew D., Memoirs of a Russian Diplomat: Outposts of the Empire 1893-1917, Yale Universitesi Yayınları, New Haven, London 1971. Langer, William L., The Diplomacy of Imperialism 1890-1902, New York 1951. Mosely, Philip, “Russian Policy in 1911-1912”, The Journal of Modern History, xii, 1940. Nalbandian, Louise, The Armenian Revolutionary Movement, Berkeley 1963. Ostrorog, Count Leon, The Turkish Problem, London 1919. Smith, Llewellyn, Ionian Visions-Greece in Asia Minor 1919-1922, Hurst, Londra 1998. Uras, Esat, Tarihte Ermeniler, 1950 ve 1976 Basımı. Vagts, Alfred, Defense and Diplomacy-The Soldier and the Conduct of Foreign Relations. New York 1956. 187 TÜRK MENŞELİ ERMENİ ANTROPONİMLERİ (ŞAHIS ADLARI) Doç. Dr. Galibe HACIYEVA Nahçıvan Devlet Üniversitesi E-mail: galibehaciyeva@hotmail.com; Tel: 0099 564 36 63 441 Özet Türkler eski dönemlerden kendine ait millî düşünceye, dinî estetik görüşlere, medeniyete, doğuda en güçlü seviyede gelişmiş antroponimik sisteme sahiptir. Buna göredir ki, Azerbaycan-Türk ad sistemi bir sıra komşu halkların, o cümleden Ermenilerin ad sistemlerine güçlü etki ederek, onların antroponimik sistemlerinde köklü değişiklikler yaratmış, bazılarının gelişim yönünü değiştirmiştir. Bunun esas nedeni, Ermeniler ve çağdaş Ermenistan’ın asırlar boyu çeşitli hakların, o cümleden Türklerin hakimiyeti altında olmuş ve onlarla sıkı ilişki kurmuşlardır. Tabi ki bu dönem kendini şahıs adlarında da göstermektedir. Örneğin; Demirçiyan, Zori Balayan, Şahnezeryan, Koçeriyan, vb. Lâkin anlaşılmaz nedenler yüzünden bir sıra Ermeni araştırmacıları tarihi belgeleri sahteleştirmekle kasıtlı şekilde birçok Türk kökenli adların Ermeni menşeli olduğunu ispat etmeye çalışmışlardır. Ona göre de bu adları ilmi şekilde öğrenmek büyük önem taşır. Tarihşinaslıkta Ermenilerin Kafkasya’ya getirilmesi ve Türklerin hakimiyeti altında yaşaması böyle bir fikri kanıtlamaya imkân veriyor ki, eski Türk kavim liderlerinin adları, aynı zamanda çeşitli sözler Ermeni diline geçerek vatandaşlık hakkı kazanmış ve Ermenileştirilmiştir. Kaynaklar esasında yapılan araştırmalardan belli olmaktadır ki çağdaş devirde Ermenilerde kullanılan birçok sözlerimiz gibi şahıs adlarımız da aynısı ile Türk dilinden Ermenilere geçmiştir. Bu ise daha aydınlığı ile ortaya çıkararak göstermektedir ki, Azerbaycan’a göç eden Ermeniler birden bire yerli Türklere ait millî adları sıkıştırıp aradan çıkarta bilmediğinden onları benimsemek zorunda kalmışlardır. İster kuzey, isterse de Güney Azerbaycan, aynı zamanda son devirlerde Ermenilere ait edilen eski topraklarımızda-şimdiki Ermenistan yöresinde olan ve çağdaş devirde adı değiştirilen eski Türk kökenli birçok coğrafî adlar da fikrimizi kanıtlamaya imkân yaratmaktadır. Örneğin; Möküz, Muğancık, Muğanlı, Muğan, Karahaç, Karahanlı, Karahut, Karapapak, Karaören, Arsak, Mığrı vb. Eski Türk kökenli coğrafî adlar çağdaş devirde Ermenistan yöresinde kullanılmaktadır. Bütün bu belgeler bir daha kanıtlıyor ki Türk kökenli adların sonlarına çeşitli ekler veya sonluklar ilâve etmekle tarihi gerçeklikleri sahteleştirmeyi mümkün kılmamaktadır. Bu meseleleri araştırırken bir daha aydın oluyor ki, şahıs adlarıantroponimler çeşitli halkların toplumsal, siyasî, kültürel hayatı, estetik dünya bakışı, dinî inançları gelişimi ile bağlı şekilde ortaya çıkıp yayılır. Bunun içinde birçok sözlerimiz gibi Ermeniler tarafından benimsenmiş Türk kökenli şahıs adlarının özelliklerini ayrıca araştırmak gerekir. Doç. Dr. Galibe HACIYEVA Giriş Türkler kadim zamanlardan özüne mahsus millî tefekküre, dinî-estetik görüşlere, medeniyete, Şarkta en güçlü ve yüksek inkişaf etmiş antroponimik sisteme maliktir. Öyle buna göredir ki, Azerbaycan Türk ad sistemi bir sıra komşu halkların o cümleden Ermenilerin, ad sistemlerine güçlü tesir ederek, onların antroponimik sistemlerinde köklü değişiklikler yapmış, hatta bazılarının inkişaf istikametini değiştirmiştir. Bu onunla alâkadardır ki, Ermeniler ve muasır Ermenistan asırlar boyu muhtelif halkların, hususiyle Türklerin hakimiyeti altında olarak onlarla sık alaka sağlamışlar. Tabii ki, bu proses özünü ad sisteminde de göstermektedir. Lakin nedense bu gerçek hakikati inkâr etmeye çalışan bir sıra Ermeni tetkikatçıları tarihî faktları garazlı şekilde sahteleştirmeye, kasten bir çok Türk menşeli adların Ermeni menşeli olduğunu sübut etmeye çalışırlar. Ona göre de bu adları ilmî şekilde objektifçesine öğrenmek vacip meselelerdendir. Bu bakımdan muasır devirde Kırım Türkleri (Tatarlar) arasında geniş yayılmış Arsen şahıs adının etimologiyası hususî merak doğurur. Araştırmalar gösterir ki, Arsen şahıs adının Türk menşeli ad olduğu şüphesizdir, lakin bazen bu adı yanlış olarak Ermenilerden alınma hesap ederler. Tarihen Türklere mensup Arsen adının etimoloji tahlili bu esassız konsepsiyanı inkâr ederek gösterir ki, bu ad hiç de Ermenilerden Türklere geçmeyip, aksine, tarihen Türklere mahsus bu ad şimdi de Kırım Türkleri arasında Ar191 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sen, Türkiye’de Ersin, Güney Azerbaycan’da ise Ersan fonatik variantında geniş şekilde işlenmektedir. Bununla yanaşı, Arsen antroponiminin tarihî köklerini araştırdıkta hazırda bu şahıs adının bir çok toponimlerin terkibinde muhtelif fonetik variantlarda öz izlerini koruyup sakladığının da şahidi oluruz. Bu bakımdan C. İsmayıloğlu’nun Noraşen toponiminin etimologiyası ile bağlı yaptığı tetkikatlar daha inandırıcı ve esaslıdır. Böyle ki, müellif Noraşen sözünün nor ve şen terkiplerine bölünerek Ermenice güya Teze Kend anlamı ifade etmesinin ilmî cihetten hiç de esaslandırılmadığını kaydederek gösterir ki, Noraşen sözü iki hisseden yok, üç hisseden ibaret eski Türk sözü olup sözün başlangıcına artırılan -n- samitinden ibarettir. Bundan başka müellif Türk menşeli Noraşen toponiminin menşeini şöyle açıklıyor: Dialekt deyimlerine göre Noraşen’in kökü Oraşen, Araşen, Oroçon ve s. olmalıdır. Gürcistan’daki Sakareco (saklarla bağlı) rayonunda Araşen kendi, Çin’de Türk dilleri grubuna dâhil olan ve sayı 4 binden artık Oroçon tayfalarının, habele Mançurya’daki Orşen, Qol çayının adı da Oraşen (er-as-on) sözü nihayet, Noraşenle bir köktendir. Noraşen sözünü iki yere –nor // nora ve şen hisselerine ayıran tetkikatçılar er-ason (Orason, Arason) özeyinin evveline -n- samitinin artırılmasını, habele onuncu asırların kimliğini aydınlaştırmadıklarına göre sözün kökünde bir kaide olarak Ermeni dili faktlarının dayandığını güman etmişler. Umumiyetle, Türk dilleri için karakterik s-ş evezlemesi kisi-kişi, bes-beş, yıs-yış (meşe) kimi Orhon-Yenisey abidelerinin (V-VIII asırlar) faktlarında da nazara çarpar1. Böylelikle, yukarıda söylenilen bu fikirlere esaslanıp diyebiliriz ki, Arsen antroponimi C. İsmayıloğlu’nun kaydettiği e.e. minilliklerde dünyada tanınmış ar ason (onuncu asırlar) Türk tayfa adının muhtelif fonetik variantlarında (oroson, oroçon, arasun, araşen, orşen, Arsen, orson) biri olup, sırf Türk menşeli sözdür ve Ermeni dili ile hiç bir alakası yoktur. Burada onu da kaydetmek lazımdır ki, Arason Türk tayfa adının hem kadim, hem de çağdaş devirde hazırda Türklerin yaşadığı arazilerde bir çok coğrafî obyektlerin adında korunup saklanması faktı da bu inkâr olunmaz hakikati tasdikliyor. Böyle ki, kadim Orhon-Yenisey abidelerinde yer adı gibi kaydolunan Tokuz Ersin toponiminin çağdaş devir Türkiye’de coğrafî ad gibi mevcutluğu da meraklı fakt gibi ortaya çıkar2; Trabzon yöresinde 1 2 İsmayıloğlu, C., “Noraşen Sözünün Etimologiyası”, Edebiyat ve İncesanat Gazeti, 7 Sentyabr 1990. Talat Tekin, Orhon Yazıtları, İstanbul 1995, s.102. 192 Doç. Dr. Galibe HACIYEVA Merkez ilçe Akçaabad, Araklı, Asrin… olmak üzere toplam 18 ilçeye sahiptir3. Bununla yanaşı, Arsen antroponiminin sırf Türk menşeli ad olduğunu tasdik eden daha bir fikir üzerinde dayanmak mümkündür. Böyle ki, Arsen sözünün etimoloji tahlilini verirken bu sözü iki hisseye ayırıp bu barede ileri sürülen fikirlere, ilmî müddealara esaslanmak lazımdır. Her şeyden evvel kaydetmek lazımdır ki, Türk dillerinde ar\ er\ ır\ ur\ ür komponenti ile yaranmış etnonim ve toponimler geniş yayılıp. Lakin buna bakmayarak bazı Garp ve Rus alimleri muhtelif arazilerde olan Türk menşeli adların etimologyasından danışırken onların İran dilli ve Fars menşeli olduğunu tasdik etmeye çalışırlar. Rus alimi D. Y. Yeremeyev hiçbir tutarlı ilmî esas olmadan ar\er sözünün menşece Hint-Avrupa ve İran dillerine ait olduğunu kaydeder. Ar\er’in menşeinden danışırken V. K. Klemakov bu sözü Türk dillerinden ayırmağa çalışan tetkikatçılara tutarlı cevap vererek bu sözün sırf Türk menşeli söz olduğunu tasdikler. Hele Klemakov’dan önce J. Mikloş, V. V. Radlov, L. Budagov ve başkaları da ar\\er\\ır\\ir komponentlerini Türk menşeli saymışlar. Türk dillerinde ar\\er’i Azerbaycanlılar, Tatar ve Başkırdlar kişi, yiğit, Karakalpaklar kişi manasında işletir. Muasır Türk dillerinden tutmuş en kadim Türk yazılı abideleri olan GÜLTEKİN // KÜLTİGİN, TONYUQUQ // TUNYUKUK, KİTABİ DEDE QORQUD vs. abidelerde ar\\er\\ır\\ir-in insan gibi manalarında işlenmesine ait istenilen kadar misal göstermek olur. Ersin yer adı ve er sözünün değişik anlamları Orhon kitabelerinde bu şekilde kaydolunur: 1. Er-erkek, asker, adam. 2. Er-olmak, mevcut olmak4. Tarihçi alim Q. Qeybullayev de ar\\er komponentinden danışırken kişi, yiğit anlamını verdiğini ve bir neçe Ablan çarının da adında bu komponentin iştirak ettiğini gösterir (Aran – I. asrın ortalarında Alban çarı, Aratan – V. asır vs.)5. A. A. Abdurrahmanov Kazakistan arazisinde olan toponimlerin etimologiyasından danışırken Çin menbalarına esaslanarak tetkikat yapan Bernştam’ın fikirleri üzerinde dayanarak ar\\er komponentlerinin Türk kö3 4 5 Sinan Türkmen, Geyikli, Trabzon 2000, s.5. Tekin, a.g.e., s.102. O. Oeybullayev, Kadim Türkler ve Ermenistan, Bakı 1992, s.23. 193 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kenli olduğunu tasdik etmiş ve bu arazide olan Arıs, Takır toponimlerini de bu sözlerle alakalandırmıştır6. Arsen antroponiminin II komponentinden danışırken kaydetmek lazımdır ki, sen\\sen sözü -e-, -e- fonetik değişikliği ile Türk dillerine de ortak şekilde işlenerek aynı leksik anlamı ifade ederek I şahsın tekini bildirir. Meselâ: sen-Azerbaycan, sen-Gagauz, Tatar, Türkmen vs. Araştırmalardan aydın olur ki, Arsen adının ar ve sen (ar-yiğit, şücaatli, sen\\sen ise II şahsın tekini bildiren evezliktir) komponentlerinden ibaret yiğitsin, şücaatlisin anlamını ifade eden sırf Türk menşeli antroponim olduğu şüphesizdir. Yeri gelmişken, onu da kaydetmek lazımdır ki, kadim Türklerde her şahısa gösterdiği şücaate, yiğitliğe göre ad verilirdi. Menbalarda kaydolunduğu gibi kadim Oğuzlarda oğlan uşaklarına 15-16 yaşlarından sonra resmen ad koyulurdu. Dövüşte gösterdiği yiğitlik, korkmazlıkla yanaşı her bir şahsın içtimaî fert gibi tanınması ad vermenin esas şartlarından sayılırdı. Kitabi Dede Qorqud destanında Dirse han oğlu Buğac han boyunda Dede Qorqud gösterdiği yiğitliğe göre Dirse han oğluna Buğac adını vermiştir (Senin oğlun bir buğu öldürür, koy adı Buğac olsun. Adını ben verdim, yaşını tale versin –dedi)7. Göründüğü gibi, kadim Türklerde yetkin adama gösterdiği faaliyete göre ad vermek adeti Kitabi Dede Qorqud destanlarında Qorqud atanın yiğitlere ad vermesiyle sesleşir. Geç ad vermek adeti kadim yazılı abidelerde, “Orhun yazılarında da öz aksini tapıp. Elteriş Kağan’ın küçük oğluna 15 yaşında Kül Tegin Er adı verilmiştir”8. Denilenlerden böyle neticeye geliriz ki, Arsen adını Ermeni menşeli hesap etmeye hiçbir esas yoktur. Tetkikatlar bir daha sübut eder ki, kadim Türklerin bu adet ananesine göre verilmiş Arsen şahıs adı yiğit, şücaatli anlamını ifade ederek hazırda Kırım Türklerinde (Tatarlarda) olduğu gibi Türkiye, böylece de Güney Azerbaycan arazisinde hem antroponim, hem de toponim gibi geniş şekilde işlenerek tarihî adet-ananelerimizin kan yaddaşı gibi korunup saklanmaktadır. Arsen şahıs adı ile yanaşı hazırda Ermenilerdeki mevcut Bahşı, Akop, Karapet, Petrosyan, Serkiz, Ohan, Muğdusi ve başka bu gibi antroponimlerin menşeinin tetkiki bir daha gösterir ki, bu adların hiçbir Ermenilere mahsus değil. 6 7 8 ТОПОНИМИКА ВОСТОКА, МОСКВА 1980, c.80. “Kitabi Dede Qorqud”, Bakı 1988, s.134. E. C. Şükürov, A. M. Meherremov, Kadim Türk Yazılı Abidelerinin Dili, Bakı 1976, s.60. 194 Doç. Dr. Galibe HACIYEVA B. Abdullayev Bahşı adının menşeine dokunarak yazar: Muhtelif Türk dillerinde seyyar hanende, hekim, ovçu manalarında işlenen bahşi sözündendir. Sanskrit veya Çin dillerinden Orta Asya Türk dillerine, sonralar da Azerbaycan Türkçesine geçtiği güman olunur9. Q. Qeybullayev tarihî faktlara esaslanarak Ohan ve Akop adlarının kadim Yahudi menşeli, Petrosyan’ın ise kadim Yunan menşeli olduğunu ilmî esaslarla tasdik eder. Teessüf ki, Karapet ve Muğdisi adlarının menşei hakkında hiçbir fikir söylenmemiştir. Hazırda Ermenilerde rast gelinen Karapet ve Muğdusi adları Türk menşeli kara / kara ve pet (pat sözünün fonetik variantı olup Türkçe mesken, yurt demektir), muğ (Türk etnosu) dus (dus / düz Türkçe düzen yer, düzenlik) i şahıs sonluğundan ve Serkis şahıs adının I komponenti ser (baş) İran menşeli Fars sözündendir. Karapet ver Muğdisi adlarının Türk menşeli olduğunu kadim tarihî menbalarda ve muasır ilmî eserlerde tasdik eden hayli değerli ve esaslı faktlar mevcuttur. Türk dillerinde k-k ses uygunluğunu nazara alsak, Karapet sözünün birinci komoponentinin kara sözü ile alakadar olduğunu söyleyebiliriz. Malum olduğu gibi Azerbaycan’da, böylece de bütün Türk dünyasında bu sözün iştirakı ile düzelen yüzlerle etnonim (Karakoyunlu, Karadağlı, Karapapak), oronim (Karadağ, Karadere), oykonim (Karabağ, Karabağlar), antroponim ve s. onomastik vahidler mevcuttur. Karapet antroponiminin menşeini muayyenleştirmek için ilk önce kara / kara sözünün semantikası ve etimologiyası ile bağlı ilmî menbalardaki esaslı fikirlere müracaat etmek yerine düşer. Bu bakımdan Prof. Tofik Ahmedov’un Azerbaycan Toponimikasının Esasları adlı ilmî monografiyasında esas komponenti kara sözü ile ifade olunan onomastik vahidler geniş şekilde izah olunur ve kara sözünün bazen renk, bazen ise hacim ve ölçü anlamında açıklandığı ve bu sözle bağlı yaranmış coğrafî adlar kaydolunur. Meselâ Karadağ-Gedebey’de dağ, Karakaya Şamahı’da dağ, Kahda Zirve, Kusar’da sıra dağdır10. E. Ferzeli de Kara komponentinden danışırken bu sözün çok mezmunlu olduğunu kaydeder ve mana çalarlarını aşağıdaki gibi açıklar: Kara – karanlık, ışıksızlık: kara-büyük, neheng: kara-kem keder, bedbahtlık, korku kara – sevinç, şadlık, yaraşık, güzellik11. 9 Abdullayev B., Azerbaycan Şahıs Adlarının İzahlı Lügati, Bakı 1985, s.15. 10 Ahmedov T., Azerbaycan Toponimikasının Esasları, BDU, 1991, s.207. 11 Ejder Ferzeli, Dede Qorqud Yurdu, Bakı 1989, s.38. 195 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER R. M. Yüzbaşov da kara sözünün sözünün vaktiyle renk, kerb, büyük, konak, sık, kalın, çokluk mefhumu ifade ettiğini ifade ettiğini ve Karabağ şehrinin adındaki kara sözünün sık, kalın, çoklu bağı olan şehir anlamında işlendiğini kaydeder12. Bunlarla yanaşı, kara sözünün muhtelif semantik variantlarına Azerbaycan diline ait folklor numunelerinde, hususiyle, sayaçı nağmelerinde daha çok tesadüf olunur. Bu, tarihî ilmî menbalarla beraber, Türk halklarının en kadim tarihinden, soy-kökünden haber veren Orhun-Yenisey abidelerinde de geniş şekilde işlenen kara sözü çeşitli manalara malik olup, bir çok coğrafî obyektlerin adını bildirmekle beraber, renk anlamını da verir. Kara göl yanında vuruştuk13, Kara yol tanrısıyım, Yırtıcı kara kuşum14. Kara sözünün çeşitli mana çalarları Kitabi-Dede Qorqud destanlarında da öz aksini tapır: kara – renk, kara - ucalık, büyüklük, genişlik, kara – bedbahtlık. Meselâ, kara-kara dağlardan henir aştı veya ala yatan kara dağları aştım cümlelerindeki kara sözü uca mana çaları ifade ederse, kara yerde ağ otağlı çadırlar kurdurdum veya kara bağrı sarsıldı cümlelerindeki kara sözü geniş anlamında işlenir. Kara kıyma gözleri kan yaşla doldu cümlesinde renk bildiren kara sözü kimin oğlu, kızı yokdursa kara otağda oturtun, altına kara keçe döşeyin, önüne kara koyun etinin kavurmasından getirin cümlesinde ise bedbahtlık anlamını ifade eder15. M. Seyidov’un tetkikatlarında ise kara rengin Azerbaycan Türklerinin eski inamlar alemi ile bağlı olduğunu gösteren, tarihî gerçekliğe esaslanan ilmî malumatlar öz aksini taspır. Eski tarihî menbalarda olduğu gibi kara / kara sözü bugün de öz kadim semantik manasını saklayarak çağdaş Azerbaycan ve birçok Türk dillerinde ortak şekilde işletilir ve renk bildirir. Kara / kara sözü ile bağlı hem Kuzey, hem de Güney Azerbaycan’da, aynı zamanda Trük halklarının tarihen ve çağdaş devirde meskunlaşıp yaşadığı arazilerde istenilen kadar oykonim, oronim, hidronim ve antroponimlere rast gelinir. Karapet antroponiminin ikinci komponenti olan pet sözü ayrı ayrı menbalarda muhtelif yozumlarla izah olunur. A. Fazili Azerbaycan’ın Kadim Tarihi Muasır İran Tarihşünaslığında adlı eserinde İran tarihçilerinin eserlerine istinaden burada olan birçok tay12 R. M. Yüzbaşov, O Nekotorie Çertah Toponimiki Azerbaydjana, İzd-vo AN Az.SSR, seriya nauk o zemle, 1966, No: 1, s.135-136. 13 Şükürlü E. C., Kadim Türk Yazılı Abidelerinin Dili, Bakı 1993, s.237. 14 Recebov E. E., Mehmedov Y. Q., Orhun-Yenisey Abideleri, Bakı 1993, s.199. 15 Kitabi-Dede Qorqud, Bakı 1988, s.95, 110, 136, 142. 196 Doç. Dr. Galibe HACIYEVA fa başçılarından danışırken bod / bed / pet komponentinin rütbe anlamını verdiğini kaydeder. Müellif İran tarihçisi A. Purehmedli’ye istinaden yazar: Parfiya devrinde gösterilen rütbelerden başka adları aşağıda kaydolunan Sipehbod, Erkbod, möbedane – mübed ve hirbodan –e hirbodalar da olmuşlar. Müellif daha sonra S. Nefisi’ye istinad ederek yazar: Möbedleri hemişe Midiyanın Mağ tayfasından seçerdiler. Grubun da adı bu tayfanın adı ile alakadar olarak meydana çıkmıştır. Böyle ki, möbed aslında moğbed olup, megupet sözünden emele gelmiştir. Manası ise Mağların başçısı demektir16. Birçok eski kaynaklara esaslanarak Ermeni adlarının tetkiki ile meşgul olan Q. Qeybullayev her bir antroponim ve toponimin menşeini ince şekilde ilmî esaslarla açılayarak gösterir ki, bu adların ekseriyeti Azerbaycan’a mahsus Türk menşeli adlardır. Kadim Türk toprakları olan Ermenilerin sonradan meskunlaştığı şimdiki Ermenistan arazisinde yerleşen Spitak kendinin adının evvelce Akbat olduğunu gösteren müellif muhtelif menbalara istinad etmekle M. Kalankatlı’nın Alban Tarihi’nde bu yer adının Akbed şeklinde işlendiğini Türk menşeli ağ mükeddes ve bed (Türkçe mesken, yer demektir) sözlerinden ibaret olduğunu göstermiştir. İhtimal ki, Karapet antroponiminin terkip hissesi olan pet sözü moğped-megupet, Akbat – Ağbad sözlerinin ikinci komponentlerinin fonetik variantlarından biridir. Onu da kaydetmek lazımdır ki, kadim Türk sözü pet ve onun fonetik variantları olan bad – bod – bat- bed – pet sözleri neinki Azerbaycan, böylece de diğer Türk halklarının meskunlaştığı arazilerde de bir çok toponimlerin terkibinde korunup saklanarak yurt, mesken anlamlarını verir. Meselâ Arabat – Kırım’da, Ordubad – Nahçıvan’da, Arbet, Ağkonbed – Tebriz’de ve s. Böylelikle, eski menbalarda olan bu gerçek faktlara esaslanıp katiyetle diyebiliriz ki, yazılışlarından ve telaffuzundan asılı olmayarak birbirinin fonetik variantı olan pet-pet komponentleri hiç de Ermeni diline mahsus değil. Birçok tarihî ilmî faktlar Muğdusi antroponimi ile bağlı fikrimizi de aynı ile tasdik eder. Muğ komponenti ile bağlı kadim ve orta asır menbaları ile yanaşı, muasır tatkikatçılardan A. Rehimov’un, Q. Meşediyev’in, A. Qurbanov’un, S. Mollazade’nin, R. Reisniyan’ın ve başkalarının tetkikatlarında istenilen kadar tarihî ilmî faktlar mevcuttur. 16 Fazili A., Azerbaycan’ın Kadim Tarihi Muasır İran Tarihşünaslığında, Bakı 1970, s.77. 197 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Q. Meşediyev böyle hesap eder ki, mugal, mogol, mongol sözleri manaca birbirine yakındır. Bununla yanaşı, müellif Muğan adı ile bağlı ilmî mülahazaları karşılaştırmakla meseleni mübahiseli şekilde karşıya koyar: Birçok tetkikatçılara göre Muğan adı Mükan formasında olmuş, bu da kadim Türklere ait mük tayfasının adından ve İran dillerine ait –an cem şekilcisinden ibarettir”. Müellif daha sonra yazar: bazı kadim Türk bağları (reisleri) özleri için titul seçerdiler. Böyle titullardan biri mak – muğ – muğandır. Meselâ, 522-ci ilde Kara Isık hanın kardeşi Kutu mukan han titulu ile tahta eyleşir17. Bununla yanaşı, Q. Meşediyev muğ komponenti ile bağlı Muğan etnonimine –lı şekilcisi artırmağla Azerbaycan arazisinde Muğanlı adlanan 13 kent olduğunu kaydeder. Tarihçi alim A. Seyidov da Nahçıvan’ın Kadim Medeniyetine Dair ilmî makalesinde Midiya tarihinden danışırken A. Rehimov’un fikirlerine esaslanarak mağ – mak – muğ – muk – moğ sözlerinin Türk Mongol dilinde ilan – ejdaha anlamını verdiğini esaslandırır. Şark ülkelerinde, o cümleden Türk halklarının eski inamlar aleminde ilanın mükeddes bir varlığı aks ettirdiği bir sıra tarihî menbalarda kaydolunur. Bundan başka, Nahçıvan’da Mahta, hazırda Ermenistan’a ait edilen, tarihen Azerbaycan’a mahsus Mığrı şehrinin adında korunup saklanan muğ komponentinin fonetik variantlarına mah – mığ – a rast geliriz. Muğdusi şahıs adının birinci komponenti muğ sözü ile bağlı kadim kaynaklarda olan muhtelif ilmî fikirlerle beraber, muasır tetkikatlarda istenilen kadar tarihî faktlar olsa da, bu sözün ikinci komponenti ile bağlı çok az malumata rast gelinir. Lakin buna bakmayarak dus komponentinden ve –i sonluğundan sohbet açarken muhtelif kaynaklara istinat etmekle muayyen ilmî mülahazaların üzerinde dayanmak mümkündür. Kadim menbalara esaslanan Qeybulayev yazar: Kadim kaynaklarda Albaniya ülkesi hem de Aran // Aran adlanır. Aran evvelce Kür – Araz ovalığının adı olmuş ve sonra bazı komşu halklar Albaniyanı bütövlükde Aran adlandırmışlar. Ptolomey (II asır) yazmıştır ki, Kür sahili bir eyalet Tosaren adlanır. Kadim Yunan dilinde Tosaren gibi verilmiş bu toponim kadim Türk dillerindeki Tus (Azerbaycan dilindeki düz) düzen ve aran, kışlak yeri, isti yer sözlerinden ibarettir. Şimdi de Azerbaycan dilinde (Tosaren gibi verilmiş bu toponim) ve bazı Türk dillerinde aran sözü mehz bu manadadır18. Bir 17 Q. Meşediyev, Zakafkaziyan’ın Azerbaycan Toponimleri, Bakı 1990, s.59. 18 Qeybullayev Q., Kadim Türkler ve Ermenistan, Bakı 1992, s.77. 198 Doç. Dr. Galibe HACIYEVA meseleni de kaydetmek lazımdır ki, Fars dilinde e ve e sait sesleri yazıda kaydolunmadığından muhtelif şekilde okunur. Böyle ki, S. Nefisi’nin asrında Fars dilinde yazılan Makupet / makupet şeklinde telaffuz olunabilir. Böylelikle, eski menbalara esaslanarak katiyetle diyebiliriz ki, yazılışından ve telaffuzundan asılı olmayarak birbirinin fonetik variantı olan pet / pet / bod / bed komponentleri hiç de Ermeni diline mahsus değil. Araştırmaların neticesi gibi Muğdusi adının etimoloji tahlili böyle bir fikri bize esaslandırmağa imkan verir ki, bu ad muğ dus – i komponentlerinden ibaret olup muğların yaşadığı düzen yer anlamında açıklanır. Araştırmalar böyle bir faktı da ortaya çıkarır ki, kadim etnosların adları, öylece de muhtelif semantik manaya malik sözler zaman geçtikçe öz ilkin manasını değişir, muhtelif formalarda işlenerek bir dilden başka dile geçebilir. Bu bakımdan antroponimler hususî lay teşkil eder. Türk dillerinde rast geldiğimiz bu fakt daha çok antroponimlerde özünü gösterir. Meselâ, Kemer, Sabir, Azer, Oğuzhan, Muhtar, Esmer, Uruz, Tebriz, Şaban, Orhan ve s. Tarihşünaslıkta Ermenilerin Kafkas’a göçürülmesi, diğer halkların hususiyle Türklerin hakimiyeti altında yaşaması faktı böyle bir fikri esaslandırmağa imkan verir ki, kadim Türk tayfa başçılarının adları, öylece de muhtelif sözler Ermeni diline geçerek vatandaşlık hukuku kazanmış ve Ermenileştirilmiştir. Kaynaklar esasında yapılan araştırmalardan belli olur ki, hazırda Ermenilerde işlenen birçok sözlerimiz gibi kara (büyük, geniş) pet (mesken, yurt), (Karapet-büyük yer, geniş arazi) ve kadim Türk tayfasının adı muğ ve dus (düzen yer) (muğdusi – muğların yaşadığı düzen yer) sözleri de aynıyla Azerbaycan – Türk dilinden Ermenilere geçmiştir. Bu ise bir meseleni daha aydınlığı ile nazara çattırarak gösterir ki, Azerbaycan’a göçüp gelen Ermeniler birdenbire yerli halka mahsus millî adları sıkıştırıp aradan çıkarabilmediğinden onları benimsemek mecburiyetinde kalmışlar. İster Kuzey, isterse de Güney Azerbaycan, öylece de son devirlerden Ermenilere ait edilen kadim topraklarımızda şimdiki Ermenistan arazisinde olan ve hazırda adı değiştirilen kara, pet, muğ, dus terkipli kadim Türk menşeli birçok toponimler de fikrimizi esaslandırmağa imkan verir. Meselâ, Möküz, Muğancıq, Muğanlı, Muğan, Karakaç, Karahanlı, Karakut, Karapapak, Karaören gibi Türk menşeli coğrafî adlar hazırda Ermenistan arazisinde işlenmektedir. Bütün bu faktlar bir daha tasdik eder ki, Türk menşeli adların sonuna muhtelif menşeli şekilciler, sonluklar artırmağla tarihî hakikati sahteleştirmek olmaz. Göründüğü gibi, Karapet ve Muğdusi antroponimleri bu199 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gün Ermenileştirilse de, tetkikatlar ve tarihî faktlar gösterir ki, bu adlarla bağlı Ermenistan arazisine mahsus şehir, eyalet yoktur. Lakin bugün ister Azerbaycan’da, isterse de Türk halklarının yaşadığı diğer bölgelerde karakara, bad-bat-bed-bed-pet, muğ-moğ-mak-mığ, dus-düz sözleri ile yaranmış yüzlerle toponime rast gelinir. Bu meseleleri araştırırken bir daha aydın olur ki, şahıs adları-antroponimler muhtelif halkların içtimaî – siyasî, medenî hayatı, estetik dünya görüşü, dinî bakışları, inkişafı ile bağlı şekilde yaranıp yayılır. 200 Doç. Dr. Galibe HACIYEVA Kaynaklar 1.İsmayıloğlu C., “Noraşen” Sözünün Etimologiyası, Edebiyat ve İncesanat Gazeti, 7 Sentyabr 1990. 2.Talat Tekin, Orhun Yazıtları, İstanbul 1995. 3.Sinan Türkmen, Geyikli, Trabzon 2000. 4.Q. Qeybullayev, Kadim Türkler ve Ermenistan, Bakı 1992. 5.ТОПОНИМИКА ВОСТОКА, МОСКВА 1980. 6.“Kitabi Dede Qorqud”, Bakı, 1988. 7.E. C. Şükürov, A. M. Meherremov, Kadim Türk Yazılı Abidelerinin Dili, Bakı 1976. 8.Abdullayev B., Azerbaycan Şahıs Adlarının İzahlı Lügati, Bakı 1985. 9.Ahmedov T., Azerbaycan Toponimikasının Esasları, BDU, 1991. 10.Ejder Ferzeli, Dede Qorqud Yurdu, Bakı 1989. 11.R. M. Yüzbaşov, O nekotorie Çertah Toponimiki Azerbaydjana, İzd-vo AN Az.SSR, seriya nauk o zemle, 1966, No 1. 12.Şükürlü E. C., Kadim Türk Yazılı Abidelerinin Dili, Bakı 1993. 13.Recebov E. E., Memmedov Y. Q., Orhun-Yenisey Abideleri, Bakı 1993. 14.Fazili A., Azerbaycan’ın Kadim Tarihi Muasır İran Tarihşünaslığında, Bakı 1970. 15.Q. Meşediyev, Zakafkaziyanın Azerbaycan Toponimleri, Bakı 1990. 201 OSMANLI DEVLETİ’NİN ERMENİLERE GÖSTERMİŞ OLDUĞU DİNÎ İMTİYAZLAR ÇERÇEVESİNDE KİLİSE TAMİRLERİ Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Erciyes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: gulbadi@erciyes.edu.tr; Tel: 0 352 437 49 01-33317 Özet Türkler ve Ermeniler arasındaki ilişkiler çok uzun bir tarihî sürece sahiptir. Bu uzun tarihî sürecin yine uzun bir döneminde, iki toplum arasındaki ilişkilerde barış ve refah hâkim olmuştur. Bu süreç içerisindeki münasebetlerin barışçı niteliği, Ermenileri günlük hayatlarında Türkçe konuşan, hatta dinî ayinlerini dahi Türkçe yapan bir toplum haline getirmiştir. Bu noktada iki toplum arasında böyle güzel bir münasebetin ortaya çıkmasının asıl sebebi, Osmanlı Devleti’nin başta Ermeniler olmak üzere, azınlık gruplarına iktisadî, idarî, sosyal ve kültürel alanlarda göstermiş olduğu imtiyazlardır. Devletin göstermiş olduğu bu imtiyazlar Ermenilerin dinî yaşantısına da yansımıştır. Dinî ibadetler noktasında, devletin temel siyasetine ters düşmemek kaydıyla, her noktada serbest bırakılmışlardır. Dinî yaşantıyı da kapsayan bu serbestlik iki toplum arasındaki ilişkilerin barışçı bir temele oturmasının en önemli nedenlerinden biri olmuştur. İkili ilişkileri barışçı temele oturtan bu dinî politikanın en büyük göstergelerinden biri de kilise tamiratları karşısında devletin takındığı tavır ve göstermiş olduğu iyi niyettir. Bu bildiride Osmanlı Devleti’nin azınlık gruplara tanıdığı dinî imtiyazlar çerçevesinde Ermeni kiliselerinin tamirleri konusu ele alınacaktır. Konu, Ermenilerin hangi durumlarda kilise tamiri için müracaat ettiği, devletin bu taleplere yaklaşımı ve nedenleri dinî anlayış ve iyi niyet çerçevesinde değerlendirilecektir. Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Giriş Türkler ve Ermeniler arasındaki ilişkiler çok uzun bir tarihî sürece sahiptir. Bu uzun sürecin yine uzun bir döneminde, iki toplum arasındaki ilişkilerde barış ve refah hâkim olmuştur. Bu süreç içerisindeki münasebetlerin barışçı niteliği, Ermenileri günlük hayatlarında Türkçe konuşan, hatta dinî ayinlerini dahi Türkçe yapan bir toplum haline getirmiştir. Bu noktada iki toplum arasında böyle güzel bir münasebetin ortaya çıkmasının asıl sebebi, Osmanlı Devleti’nin başta Ermeniler olmak üzere, azınlık gruplarına iktisadî, idarî, sosyal ve kültürel alanlarda göstermiş olduğu imtiyazlardır. Devletin göstermiş olduğu bu imtiyazlar Ermenilerin dinî yaşantısına da yansımıştır. Dinî ibadetler noktasında, devletin temel siyasetine ters düşmemek kaydıyla, her noktada serbest bırakılmışlardır. Dinî yaşantıyı da kapsayan bu serbestlik, iki toplum arasındaki ilişkilerin barışçı bir temele oturtulmasının en önemli nedenlerinden biri olmuştur. İkili ilişkileri barışçı temele oturtan dinî alanda tanınan serbestlikler noktasında dikkati çeken en büyük göstergelerden biri kilise tamiratları karşısında devletin takındığı tavır ve göstermiş olduğu iyi niyettir. Osmanlı Devleti en güçlü olduğu dönemlerde bile kendi egemenliği altında yaşayan topluluklara dinî imtiyazlar vermiş ve bu imtiyazları yıkılıncaya kadar da devam ettirmiştir. Ermeni toplumu da bu imtiyazlardan yararlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet zamanında Bursa’da bulunan Ermeni ruhanî liderinin İstanbul’a getirtilmesi ve Ermeni Patrikliği’nin kurularak 205 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ona bazı ilâve yetkilerin verilmesi, Osmanlı Devleti’nin Ermeni toplumuna gösterdiği dinî hoşgörünün en açık delilidir. Osmanlı Devleti dinî hoşgörüsünü Ermeni toplumuna, yeni kilise inşa etme ya da mevcut olan kiliselerini tamir etme izni vererek de göstermiştir. Arşiv vesikalarında hem yeni kilise inşa etme hem de mevcut olanlarını onarma izni verilmesiyle ilgili birçok örnek görmemiz mümkündür. Bildirimizin konusunu yeni kilise inşa etmeden ziyade mevcut olanların tamiri oluşturmaktadır. Osmanlının bu tutumu başka bir dinin ayakta kalması için gösterilen bir müsamahadır. Osmanlı Devleti’nin azınlık gruplara tanıdığı dinî imtiyazlar çerçevesinde konu, Ermenilerin hangi durumlarda kilise tamiri için müracaat ettiği, devletin bu taleplere yaklaşımı ve nedenleri dinî anlayış ve iyi niyet çerçevesinde değerlendirilmiştir. 1. Tamir Öncesi Gerekli Şartlar Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında yaşayan cemaatlerden herhangi biri, devletin belirlediği kurallara göre, ihtiyaç duyulduğunda, devletten müsaade almak kaydıyla ibadet yerlerini uygun bir şekilde tamir edebilme hakkına sahiptir. Arşiv belgelerinden elde edilen bilgiler çerçevesinde, azınlık grupların bu haklarının, Osmanlı Devleti’nin en güçlü olduğu dönemlerden en zayıf olduğu dönemlere kadar devam ettiğini görmekteyiz. Ermeni milleti de bu hakkını rahatlıkla kullanan bir cemaat olmuş, hatta devlet yayınlamış olduğu millet nizamnamesinde, Ermenilere ibadet yerlerini tamir edebilecekleri imtiyazını açık bir şekilde dile getirmiştir. Ancak böyle bir tamir yapabilmeleri için uymaları gereken bazı kurallar vardır. Herhangi bir ibadet yerinin tamir edilebilmesi için, öncelikle cemaat tarafından, kiliselerinin tamire ihtiyacı olduğu yönünde ilgili hükümet yetkililerine müracaat etmeleri gerekmektedir. Meselâ ufak yerleşim birimlerinde böyle bir ihtiyacı ortaya çıkan cemaat, bu durumu bir dilekçe ile bağlı oldukları kaza meclislerine bildirmek zorundadırlar. Bu zorunluluk bütün azınlık cemaatler için geçerli olduğu gibi Ermeni cemaati için de geçerlidir. Yapılan müracaatlar dikkate alındığı takdirde, kilisenin bulunduğu yerlerde yerel hükümet dilekçede belirtilen mekân (kilisenin/ibadet yerinin bulunduğu arazi) ve gerekli tamir (kilisenin hâlihazırdaki durumu) ile ilgili bir tahkikat yapar. Bu noktada gerekli incelemeleri yapmak için 206 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN genelde vali tarafından tayin edilen mübaşir ve mahkeme naibi görevlendirilir. Bunlara çoğunlukla belde mimarının da katıldığı görülmektedir1. Bu heyet tarafından yapılan keşf ve muayenede, tamir edilecek kilisenin bulunduğu alan sınırlandırılarak ölçülmeli, uzunluk ve genişlik ölçülerinin belirtildiği bir plan çıkarılmalı; eğer kilise binasının genişletilmesi isteniyorsa genişleme için kullanılacak arazinin mülk ya da mirî arazi olup olmadığı, eğer mülk arazi ise sahibinin arazisinin kilise tarafından kullanılmasına izninin olup olmadığı, vakıf malı ise kanunen gereklerinin yerine getirilip getirilmediği; kilisenin bulunduğu yerleşim yerinde hem kilise cemaati hem de diğer halkın hane ve nüfus olarak ne kadar olduğu, yani bölgenin nüfus istatistiği; kilise tamiri veya inşası için mevkian ve nizamen bir mahzurun olup olmadığı -özellikle kilise civarında cami-i şerif, tekke, ziyaretgâh ve kabristan gibi Müslüman halkın kullandığı alanların olup olmadığı-; inşaat bedelinin nasıl karşılanacağı, halk tarafından karşılanacaksa, fakirlerden para tahsil edilmemesi ve toplanan paraların kayıt defterinin tutularak gerekli yerlere ulaştırılıp uluştırılmadığı ayrıntılarıyla belirtilmelidir. Heyet bunları ayrıntılarıyla tespit edebilmek için ihtiyaç duyduğu durumlarda vergi müdürlüğü, evkaf muhasebeciliği, belediye meclisi ve nüfus nezaretlerinden ayrı ayrı bilgi isteyebilme hakkına sahiptir2. İncemeler sonucunda uygun görülürse, tamirin aslına uygun yapılması konusunda emir çıkarılır. Konuyla ilgili arşiv vesikalarına baktığımızda, herhangi bir ibadet yerinin tamir edilmesi yönünde izin çıkmadan önce bu sürecin takip edildiğine dair pek çok örnek görmemiz mümkündür. Sürecin baştan sona aksamadan işleyişini takip edebileceğimiz güzel örneklerden birini, Erzurum vilâyetinin Göynük karyesinde yapılan bir müracaatta görmemiz mümkündür3. Kararın, ibadet yerlerinin -müracaatlarda belirtildiği gibi- tamir edilebilmesi yönünde verilmesi için, incelemelerde bazı konular oldukça önem arzetmektedir. Bu noktada dikkat edilen en önemli husus tamir edilmesi için başvuru yapılan kilisenin bulunduğu yerleşim yerindeki nüfus duru1 2 3 Tahkikatı yapacak heyet, Ergani kazasına bağlı Dibine karyesinde bulunan Ermeni milletine ait Surp Serkis Kilisesi’nin tamire muhtaç olduğunu belirten Ermeni Patriği ve millet meclisinin, ortak hareket ederek tamir izni için hükümet nezdinde bir dilekçe ile yaptıkları müracaatta, ...ve bu mazule kilise tamiri istid’ası vukuunda evvel emirde mahallinde şer-i şerif ve meclis ve mimar-ı belde marifetiyle keşf ve muayene… şeklinde belirtilmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), HR.MKT., Belge No: 67/38. BOA, İ.DH., Belge No: 1060/83211; Belge No: 949/75124. Konunun ayrıntıları ile ilgili bkz. BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542; HR.MKT, Belge No: 33/56. 207 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER mudur. Yapılan incelemelerde yerleşim yerinde yaşayan halkın dinî açıdan sayıları belirlenir. Muhtemelen burdaki amaç, her şeyden önce kiliselerin bulunduğu yerleşim yerlerinde, tamir edilmesi istenilen ibadet yerinin yeterli miktarda bir cemaate sahip olup olmadığını, bu yerleşim yerinde böyle bir dinî mekâna halkın ihtiyacı olup olmadığını ortaya koymaktır. İncelenen arşiv vesikalarının hemen hepsinde tamir edilmesi istenilen kiliselerin bulunduğu yerleşim yerlerindeki nüfus istatistiği ayrıntılarıyla verilmiştir. Meselâ Ermeni Katolik Patriği’nin, Trabzon’da bulunan Ermeni Katolik Kilisesi’nin daha geniş olarak yeniden inşasını istediği müracaatı sonucunda yapılan incelemelerde, Trabzon’da Ermeni Katolik cemaatinin 237 hane ile erkek ve kadın 1 235 kişi olduğu belirtilmiştir4. Yine Erzurum’un Göynük karyesinde böyle bir müracaat üzerine yapılan incelemede burada, 39 hanede kız ve erkek 209 Müslüman; 82 hanede, erkek ve kız 341 Ermeni nüfusun mevcut olduğu, bunlar haricinde başka milletlerin bulunmadığı5 belirtilmiştir. Başka bir örnek de Mardin’dendir. Yeniden inşa edilmesi istenen Ermeni Katolik Kilisesi için yapılan incelemelerde burada Ermeni Katolik olarak 500 hanenin mevcut olduğu belirtilmiştir6. Tamir öncesinde inceleme yapacak heyetin bir başka önemli sorumluluğu da, öncelikle tamir edilecek kilise ile ilgili bir tamir krokisi (haritası) hazırlamak ve kroki üzerinde açık bir şekilde tamir yerlerini göstermektir. Krokide yer alan bilgiler genelde; tamir veya inşa olunacak kilisenin tam mevkii, kilisenin ebatları, daha önceden binanın ilk halinde bulunmayan, fakat ilâve edilmesi düşünülen yeni mekânlar ve kilise binası veya arsasının genişletilmesi amacıyla ilâve edilen kısımlardır. İlâve veya genişlemelerin söz konusu olduğu durumlarda, müracaatların olumlu karşılanması için de devletin koyduğu bazı şartlar vardır. Her şeyden önce kiliseye yeni ilâveler -arsa ilâvesi, bina genişlemesi vs.- söz konusu ise, bu değişikliklerin civar ahaliden hiçbir kimseye zararının dokunmaması gerekmektedir7. Bu çerçevede incelediğimz belgelerden sadece birinde inşa edilmek istenen kilisenin tam mevkiini belirten sadece bir örneğe rastlanmıştır. Öne 4 5 6 7 BOA, İ.DH., Belge No: 1060/83211. Aynı belge içerisinde, başka bir yerde de Ermeni nüfusu, 43 hanede 184 erkek ve 180 kız şeklinde verilmiştir. BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. BOA, İ.DH., Belge No: 949/75124. Böyle yeni bir kilise inşa edilmek istenmesinin nedeni burada Hıristiyan Ermeni nüfusun çokluğu değil, ulaşımı kolay bir kilise ihtiyacından kaynaklanmıştır. BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. 208 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN sürülen haklı gerekçelerden dolayı eskisi yıkılmadan yeni bir Ermeni Katolik kilisesinin farklı bir mekâna inşa edilmesi için yapılan müracaatta yeni arsanın tam mevkii araştırılmış, arsanın dört yönünden etrafında bulunan mülkler ayrı ayrı kroki üzerinde gösterilmiştir8. Yapılan tamir müracaatlarında genelde binanın harap olan yerlerinin neresi olduğu üzerinde durulmuştur. Tamirle birlikte ilâve edilmesi düşünülen yeni yerler ile ilgili belgeler pek fazla değildir. Ancak Göynük karyesindeki Ermeni kilisesinin tamiri için yapılan müracaat yine konuyla ilgili güzel bir örnek teşkil etmektedir. Göynük karyesinde tamiri istenen kilise için hazırlanan resim ve planda, yeni inşa edilecek kilisenin genişliği 13, uzunluğu 22 ve yüksekliği 10 zira’9 olarak verilmiştir. Burada yeni çizilen planda, daha önce kilisede bulunmayan, bir çan mahalli de gösterilmiştir. Ayrıca kilisenin bahçesine ilâve arsa eklendiği de görülmektedir. Yapılan incelemeler sonucunda, kilisenin tamirine izin verilmesi için çan mahallinden vazgeçilmesi belirtilirken, kilise bahçesine ilâve edilen arsanın vergi muamelesinin yapılması gerektiği bildirilmiştir10. Konuyla ilgili örneklerden bir başkası Trabzon vilâyetiyle ilgilidir. Burada yeniden tamiri istenen Katolik Ermeni Kilisesi’nin ebatları, hazırlanan planda; eni 20, boyu 41 ve yüksekliği 15 metre11 olarak gösterilmiştir. Hazırlanan kroki üzerinde ebatları belirtilen yapı, sadece kilisenin ana binası değildir. İlâve yada tamir edilecek yerlerin de eski ve yeni ölçüleri belirtilmektedir. Boğaziçi’nde Boyacı köyündeki Ermeni cemaati kilisesinin, 20 arşın uzunluk, 10 arşın genişlik ve 7 arşın 18 parmak yükseklik olarak yenilenmesi, tamir edilecek olan 6 buçuk arşın uzunluk, 10 arşın genişlik ve 7 arşın 18 parmak yüksekliğindeki mevcut namazgâhının gerekli olan mahallerinin tamir edileceği, ayrıca namazgâhın iki yanında bulunan odaların da çürük olmasından dolayı tamamen yıkılarak eski temelleri üzerine 8 arşın 18 parmak uzunluk, 5 arşın 12 parmak genişlik ve 5 arşın 18 parmak yükseklik olarak inşa edilmesine12 karar verildiğini gösteren örnek bunu açıkça ortaya koymaktadır. 8 9 BOA, İ.DH., Belge No: 949/75124. Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsü. 75-90 cm arasında değişen şekilleri vardır. 10 BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. 11 BOA, İ.DH., Belge No: 1060/83211. 12 BOA, İ.DH., Belge No: 906/71990. 209 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bunlara ek olarak, kiliselerin genişletilmesi söz konusu ise yada fazla harap olmasından dolayı yeniden inşası gündeme gelirse, inşaatın başlayabilmesi için devletin koyduğu önemli şartlardan biri de yıkılarak yeniden inşa olunacak, genişletilecek yada tamir edilecek kilise civarında cami yada İslâm ibadeti için kullanılan mekânın bulunmamasıdır13. Bütün bunlara ilâve olarak, tamirlere başlamanın son ve belki de en önemli şartı, Padişah emrinin yani fermanının olmasıdır. Başvuru dilekçesinin incelenmesi tamamlanıp, kilisenin tamiri, yeniden inşası ya da yeni mekânların ilâvesi için bir mahzur olmadığı yönünde kararın olumlu çıkması durumunda, tamir veya inşaat için Padişahın izin verdiğini gösteren emir yazısının çıkması gerekmektedir. Padişahın bu yazısı olmadan kilise üzerinde herhangi yeni bir inşaata başlanılması mümkün değildir. Eğer böyle bir teşebbüste bulunulur ise, sorumlularının devletin kendilerine uygun gördükleri cezalara katlanması gerekmektedir. İncelenenler arasında bu durumu en iyi anlatan belge, Göynük karyesindeki kilise inşasını inceleyen vesikadır. Karyenin bağlı olduğu Ova kazası yerel hükümetine takdim edilen bir senet üzerinde; Padişah emri gelinceye kadar kilise onarımına başlanılmaması, eğer aksine bir tavır içinde olunur veya Padişah iradesinin öngördüğünün aksi bir durum ortaya çıkarsa, Ermeni cemaatinin bunun sonuçlarına razı olması gerektiği dile getirilmiştir14. Bütün bunların sonucunda, Ermeni cemaatinin devlet nezdinde kilise tamiratıyla ilgili bir dilekçe ile yaptığı müracaatta, öncelikle hükümet tarafından bir keşf ve muayene heyeti oluşturulmalı ve bu heyet tamiri istenilen kilisenin bulunduğu yerleşim yerinde nüfus istatistiği çıkararak, kilisenin bulunduğu mekânda ölçümler ve incelemeler yapmalıdır. Elde edilen bilgilerin merkez hükümete bildirilmesinden sonra, hükümet konuyu incelemeli, kararını -olumlu veya olumsuz- bu bilgiler ışığında gerekçeleriyle müracaat merciine bildirmelidir. Kararın olumlu çıktığı durumlarda, tamire başlanabilmesi için öncelikle Padişah fermanının da çıkması gerekmektedir. Tamiri istenilen kiliselerde inşaatın başlatılabilmesi için, bütün bu işlem ve süreçlerin tamamlanması gerekmektedir. Konunun başında gerekli şartlardan biri olarak, öncelikle cemaat tarafından kiliselerin tamirine ihtiyacı olduğu yönünde ilgili hükümet yetkililerine müracaat etmeleri gerektiği yönünde bir açıklama yapılmıştı. 13 BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. 14 BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. 210 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Bazı durumlarda, Osmanlı Devleti’nin kiliseleri tamir için girişimlerinde sadece Ermeni milletinin ya da onların temsilcilerinin başvuru yapmasını beklemediği durumlar da olmuştur. Devlet tamirine gerek gördüğü kiliseleri, herhangi bir müracaat olmaksızın, kendi isteği ile de tamir ettirmiştir. Bunun güzel bir örneğini Diyarbakır’a bağlı Ergani kasabasında görmemiz mümkündür. Ergani’deki Ermeni kilisesinin harap bir halde bırakılması uygun görülmediği için devlet tarafından tamir edilmiştir15. Yine Osmanlı Devleti, son dönemlerinde çıkan olaylar sırasında zarar gören kiliselerin tamirleri ve tamir için gerekli olan paraya kaynak yaratmak için de kendini sorumlu hissetmiş, herhangi bir şekilde kilise cemaatlerinden bir müracaat beklememiştir. Devletin bu şekilde hissettiği sorumluluktan dolayı, son dönemlerinde çıkan olaylar sırasında zarar görmüş Protestan Ermeni kiliselerinin tamir edilmesi sorumluluğunu üzerine alarak, tamir için gerekli olan 8 821 kuruşun16 Halep vilâyeti dâhilinde yanmış olan mabet, okul ve diğer mülklerin tamiri için ayrılan 20 000 liradan sarfını uygun görmüştür17. 2. Tamir Nedenleri Herhangi bir ibadet yerinin tamiri ya da yeni bir ibadet yeri inşası özellikle de Osmanlı gibi çok uluslu devletlerde- keyfî bir konu olmaktan çok uzaktır. Çünkü toplumun uyum içinde, hoşgörü ortamında barış içinde yaşayabilmesi, ancak birbirlerinin haklarına saygı duymaları durumunda mümkündür. Devletin alacağı kararlar ve yapacağı uygulamalar da bu ortamın devam edebilmesinin garantisidir. Dolayısıyla herhangi bir ibadet yeri inşası ya da tamiri, bir cemaatin keyfî isteğiyle yada müracaatı ile başlatılamaz. Bunun da, diğer dinî cemaatlerin haklarına saygı duymak noktasında, bazı şart ve kurallarının olması muhakkaktır. Bu açıdan bakıldığında Ermeni cemaatinin, devlet nezdinde hangi durumlarda kiliselerinin tamiri için müracaat ettikleri önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. İncelediğimiz arşiv belgeleri ışığında, genelde kilise tamirleri için müracaatlar; kiliselerin kullanılmayacak derecede harap olması veya yıkılması, ihtiyaca cevap verememesi veya başka ihtiyaçlardan dolayı kilise binasına yeni 15 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 99/143 (http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge/2600belge /0802.doc). 16 Bu miktar sadece kilise tamiri için değil aynı zamanda bazı makabir ve sandukaların tamiri de bu miktarın içine dahildir. 17 BOA, DH.MUİ., Belge No: 3-1/10_5 (http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge/ 2600belge/0802.doc). 211 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ilâveler yapma ihtiyacının ortaya çıkması ya da kiliselerin mutad bakıma ihtiyaç duyması konularında yoğunlaşmaktadır. Arşiv vesikalarından bu konuları dikkatlice incelediğimiz zaman, Osmanlı Devleti ve Ermeni cemaati ilişkileri konusunda, hoşgörü noktasında bazı ilginç noktalar tespit etmemiz mümkündür. a. Kilisenin Yıkılması veya Harap Olması Dinî açıdan hizmet veren kiliselerin zamanla harap olması -ki bazen bu harabiyetin tamir olunamayacak derecelere ulaştığı da görülmektedirveya bu harabiyetten dolayı kendiliğinden kilisenin bazı bölümlerinin ya da tamamının yıkılması, devlet tarafından kilise tamirlerine izin verilmesinin en temel sebepleri arasında yer almıştır. Ermeni cemaatinin kilise tamiri için başvuru nedenleri arasında da bu gerekçe öncelikle yer almıştır. Birçok yerleşim yerinde Ermeni cemaatinin devletten, hizmet veremeyecek derecede veya tamamen yıkılmış olan kiliselerinin inşası için izin istemesi ile ilgili birçok arşiv vesikasına rastlamamız mümkündür18. Bu durumda yapılan müracaatlar ya kilisenin harabiyetini giderme noktasında tamir, ya da kilisenin tamamen inşası şeklinde olmaktadır. Vesikalarda bu iki ayrı müracaatla ilgili örnekler bulmamız mümkün olmuştur. Sivas’ın Divriği kazasının Güresin karyesindeki Ermeni cemaati, kiliselerinin harap ve tamire muhtaç olmasından dolayı, hükümet nezdinde tamir için müracaat etmişlerdir19. Burada cemaatin isteği, kilisenin tamamen yıkılarak yeniden inşası değil, sadece binanın harabiyetinin giderilmesi noktasındadır. Muş sancağının Kızılağaç karyesinde ise Ermeni cemaatine ait bir arsa içinde harap durumdaki Ermeni Kilisesi’nin yıkılarak yeniden inşası için izin istenmiştir. Dilekçede, kilise binasının yeniden inşasına ek olarak, kilise arsasına belirli oranda arazi ilâve edilmesi de yer almıştır. Yapılan bu müracaat incelendikten sonra; eski kilisenin yıkılarak yerine, arsasına 50 arşın ilâve mahal ile uzunluğu 15, genişliği 8 buçuk ve yüksekliği 5 metre ebadında yeni bir kilise inşası yönünde Şura-yı Devlet kararıyla ruhsat verilmiştir20. Konuyla ilgili bir başka örnek Kastamonu vilâyetinin Çankırı kasabasındandır. Ermeni milletine mahsus kilisenin zamanla harap olmasın18 BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542; DH.İD., Belge No: 172-4/13, 4/15. 19 BOA, HR.MKT., Belge No: 33/56. 20 BOA, DH.İD., Belge No: 172-4/13, 4/15. 212 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN dan dolayı halk, burada dinî ayinlerini artık yapamamaktadır. Ermeni Patrikliği, kilisenin tamamen inşası için yaptığı müracaatla ruhsat istemiştir. Patrikliğin bu talebine, yapılan incelemeler sonucunda değerlendirildikten sonra, yeni kilisenin; genişliği 14, uzunluğu 22 ve yüksekliği 16 zira’ olarak kargir bir şekilde inşa olunmasına izin çıkmıştır. İzin verilirken üzerinde önemle durulan husus, kilisenin yeniden inşasının ne mevkice ne de burada yaşayan diğer cemaatler nazarında bir zararı olmadığı noktası olmuş ve inşaata olumlu yönde karar verilmiştir. Ancak belge dikkatle incelendiğinde inşaat kararının kayıtsız şartsız verilmediği görülmektedir. Kilise inşası sırasında Ermeni milletinden hiçbir şekilde zorla para toplanmaması ve halkın bu yolla tedirgin edilmemesi üzerinde durulan en önemli şart olmuştur21. Yedikule haricindeki Ermeni hastanesi ve bu hastane içinde bulunan kilisenin yeniden inşası için yapılan müracaat, konuyla ilgili bir başka örneği teşkil etmektedir. Bahsedilen binalar ahşap olmalarından dolayı harap olmuştur. Harabiyetlerinin tamir ile giderilemeyeceği kanaatinde olan Ermeni Patrikliği, hastane ile birlikte kilisenin yıkılarak yeniden eski haliyle inşa edilmesi için bir dilekçe ile hükümete müracaat etmiştir. Bu isteğe, yapılan incelemeler sonucunda binaların yeniden inşa edilmesi noktasında mevkien bir sakınca görülmediğinden dolayı, daha önceden hazırlanmış olan inşaat planı çerçevesinde yapılması kaydıyla, olumlu yönde cevap verilmiştir. Burada belge incelendiğinde yeniden inşası istenen binaların eski genişliklerinden biraz daha fazla bir şekilde planlandığı görülmektedir. Yeniden inşası istenen binaların üzerinde bulunduğu arsanın genişliği 18 500 zira’dır. İnşası istenen hastane, teferruatı ile birlikte 4 957 zira’ genişliğinde olacaktır. Buna karşılık kilisenin genişliği 300 zira’ olacaktır. Dolayısıyla yapılacak inşaat toplam 5 257 zira’ genişliğinde olacaktır. Hâlbuki eski binaların, hastane ve kilise birlikte, toplam genişliği 4 983 zira’ idi. Durum böyle olunca kilise eski genişliğinden 74 ve hastane ise 200 zira’ daha genişletilerek, toplam 274 zira’ daha fazla inşaat çıkarılmıştır. Buna rağmen inşaatın bu şekliyle kabulünde de bir sakınca olmadığı yetkililerce dile getirilmiştir. Buradaki en önemli sorun, hastanenin yıkılarak yeniden inşası sırasında burada tedavi gören hastaların kalacağı uygun bir yer bulunamaması noktasında çıkmıştır. Ek olarak inşaat masrafını karşılayacak bir kaynağın bulunamaması da başka bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu 21 BOA, İ.DH., Belge No: 949/75124.; Belge No: 808/65310. 213 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER iki sorundan dolayı hastane inşaatı, daha önceden bina ayrı ayrı dairelere bölünmüş olduğu için, bina kısım kısım yıkılarak ve her kısmın inşaat parası temin edildikçe devam etmiştir22. Kiliseler, sadece doğal şartlardan ya da binaların zamana karşı koyamamasından dolayı harap olmamışlardır. Kilise binalarının harap olmasının bir başka sebebi de doğal afetlerdir. Yangın bunların en başında yer alan bir gerekçe olmuştur. Dolayısıyla yangınlardan dolayı kısmen yanan kiliselerin eski temelleri üzerine tamir edilmesi için yapılan müracaatlar arşiv belgeleri arasında karşımıza çıkan tamir sebepleri arasında yer almıştır. Bu tip müracaatlara genelde devletin olumlu cevap verdiği görülmektedir. Meselâ 1902 yılında Darende’deki kilisenin tamiri böyle bir harabiyetten dolayı ortaya çıkmış ve yapılan müracaata devlet olumlu yaklaşmıştır23. Elimize geçen belgelerde, tamir ihtiyacından dolayı Harput’un Gürcübey mahallesindeki Ermeni kilisesi için yapılan müracaat diğerlerine göre farklı bir sebep içermektedir. Burada da konu kilise tamiridir. Ancak Gürcübey mahallesindeki Surp Karabet Ermeni Kilisesi’nin havlusu etrafında bulunan sokakların tarik nizamına uygun olarak düzenlenmesi nedeniyle, kilisenin eski durumuna bu noktada mertebe bakımından bazı müdahaleler yapılması gerekeceğinden, bu müdahalenin engellenerek inşasının tamamlanması hususu Ermeni Patriği ve millet meclisi tarafından ortaklaşa bir dilekçe ile talep edilmiştir. Yapılan incelemelerde böyle bir işlemin yapılmasının kiliseyi perişan ve mağdur edeceğinin anlaşılması üzerine, kilisenin tamirine bu müdahale olmaksızın devam edilmiştir24. b. Kilise Binasına İlâveler Yapılması Kiliselerin tamirleri noktasında bazen ilâve binalar yapılması ile de karşalışılmaktadır. Bu ilâve yerlerin ibadet yeri olması şartı da aranmamaktadır. Bunlar bazen okul bazen de ikamet için binalar olabilmektedir. Kiliselerin kendi bahçeleri dâhiline ilâve okul yapılması ile ilgili bir çok arşiv vesikası vardır. Hatta okul binalarının, henüz kilisenin yeni inşası sırasında da yapılması için izin istendiği belgelerde görülmektedir. Meselâ İzmit’te İstasyon karşısında Sultan Ahmed Han hazretleri vakfı bitişiğinde bulunan ve Mimar Leon Efendi’nin eşi Marya adına kayıtlı 12 dönüm genişliğinde ve 50 000 kuruş kıymetinde olan bostanda bir Ermeni Katolik 22 BOA, İ.DH., Belge No: 1093/85685. 23 BOA, YA.Res., Belge No: 117/41. 24 BOA, HR.MKT., Belge No: 31/14. 214 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Kilisesi25 inşası ile beraber, bir murahhashane26 ve inşaatın bitmesinin ardından Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin 129. maddesine uymak kaydıyla bir okul27 inşa edilmesi için izin istenmiş, Şura-yı Devlet tarafından, yapılan incelemeler sonucunda, bu inşaata izin verilmiştir28. Kiliselere yapılan bir başka ilâve de papaz ikameti için kullanılacak binalardır. Ancak bu konu ile ilgi fazla belgeye rastlanmamıştır. Elimizdeki tek belge Konya vilâyeti ile ilgilidir. Konya vilâyeti dâhilinde bulunan Isparta’da Ermeni Kilisesi’nin havlusu dâhiline 15 metre uzunluğunda, 5 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde papaz ikameti için bir bina inşa edilmesi için izin istenmiştir. Bu talebe Şura-yı Devlet kararıyla ruhsat verilmiştir ve işin takibi için Adliye ve Mezahib Nazırı memur edilmiştir29. Benzer bir şekilde kilise inşaatı ile birlikte ilâve olarak alt katında bir papaz odası ve bir okul inşaatı için izin isteme Konya vilâyetinin Nevşehir kasabasından da talep edilmiştir. İbrahim Paşa evkafından Karabet Varjabetyan adına kayıtlı 2 500 kuruş kıymetinde ve 50 atik zira’ uzunluğunda ve 28 zira’ genişliğinde bir arsa üzerine, Protestan cemaati adına inşası istenen bu bina 12 metre uzunluk ve genişliğinde, 15 metre yüksekliğinde, bir kapı ile 8 penceresi olan bir kilise şeklinde planlanmıştır. Alt katında 12 metre uzunluğunda ve genişliğinde, 4 buçuk metre yüksekliğinde Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin 129. maddesine uygun bir okul ve papaz odası inşaatına, yine yapılan incelemeler sonucunda, Şura-yı Devlet tarafından ruhsat verilmiştir30. Bazen bu ilâve inşaatlar, kilise binalarına ek olarak, çan kulesini de içermektedir. Meselâ Erzurum’a tâbi Kiğı kazasının Abvank karyesinde 232 m2 genişliğinde ve 1 000 kuruş kıymetinde arsa üzerine 20 metre uzunluğunda, 10 metre genişliğinde ve 15 metre yüksekliğinde iki kapılı ve altı pencere ile çatısında çan mahalli bulunan anşap bir kilise inşa 25 Yapılması istenen Ermeni Katolik Kilisesi, 24 buçuk metre uzunluğunda, 12 metre genişliğinde ve 7 buçuk metre yüksekliğinde, 3 kapılı, 9 pencereli, bitişiğinde ikişer buçuk metre uzunluğunda ve genişliğinde ve zeminden itibaren 17 buçuk metre yüksekliğiğnde bir çan kulesini içerecek şekilde olacaktır. 26 Murahhashane ise 17 metre uzunluk, 11 metre genişlik ve 15 metre yüksekliğinde dört katlı ve üç kapı, 18 oda, 54 pencereli olarak inşa edilecektir. 27 Okul, 38 buçuk metre uzunluğunda, 12 metre genişliğinde ve 10 metre yüksekliğinde, bodrum katı dâhil üç katlı ve 4 kapı, 72 pencere ve 18 odalı olarak inşa edilecektir. 28 BOA, DH.İD., Belge No: 162-1/47-1, 2, 3. 29 BOA, DH.İD., Belge No: 113/41-1, 3. 30 BOA, DH.İD., Belge No: 162-2/1-1, 2, 3. 215 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER edilmesi için Şura-yı Devlet tarafından ruhsat verilmiştir31. Benzer bir örnek, Ankara vilâyetine tabi Boğazlıyan kazasının İğdeli karyesinde Ermeni cemaatine mahsus bir çan kulesini ihtiva eden kilise inşası için ruhsat istenmesi olayında da görülmektedir. 19 metre uzunluğunda, 29 metre genişliğinde bir arsa üzerine, 21 metre uzunluk, 12 metre genişlik ve 7 metre yükseklik ile 1 kapı ile 12 pencereli, sol tarafında 1 buçuk metre genişlik, 3 buçuk metre yükseklikte bir çan kulesini de içeren kilise inşasına yine Şura-yı Devlet tarafından ruhsat verilmiştir32. Kiliselere ilâveler yapılmasının bir başka sebebi de, zaman içinde kilise cemaati sayısının artmasından dolayı binanın ihtiyaca cevap verememesi, ya da dar gelmeye başlamasıdır. Bu gerekçe ile yapılan müracaatlar ya eski binanın tamamen yıkılması ve yerine daha geniş yeni bir binanın yapılması, ya da ihtiyacı giderecek bölümün binaya eklenmesi talebiyle yapılmıştır. İncelediğimiz belgelerde genelde yapılan müracaatlar, ihtiyacı karşılayamayan eski binanın tamamen yıkılarak yerine yeni bir binanın yapılması talebiyle yapılmıştır. Bolu sancağına bağlı Hamidiye kasabasında bulunan Ermeni kilise binasının hâlihazırda burada ibadet eden cemaat için yetersiz kalması ve ayrıca binanın tamire de ihtiyaç duyması nedeniyle yapılan müracaat, kilisenin kendi arsası üzerine eski ebatlarında, yarısı taş ve tuğladan, masrafı kilisenin kendi varidatından/gelirlerinden karşılanmak üzere yeni bir binanın yapılması33 yönünde olmuştur. Böyle bir ihtiyaçtan dolayı yapılan müracaatlardan biri de Trabzon vilâyetindendir. Trabzon’da bulunan Ermeni Katolik kilisesi, burada ibadet eden cemaatin ihtiyaçlarına cevap veremeyecek derecede yetersiz kalmaya ve dar gelmeye başlayınca, eski binanın yıkılarak yeniden ve daha geniş bir şekilde inşa edilmesi için Ermeni Katolik Patrikliği dilekçe ile Trabzon vilâyetine müracaat etmiştir. Bunun üzerine yapılan inceleme sonucunda inşaat için hiçbir sakıncanın olmadığı belirtilerek, kilisenin genişletilmesi için ihtiyaç duyulan arazinin kimsenin tasarrufunda olmayan, vergiden de muaf olan kiliseye bitişik olan Ermeni Katolik cemaati mezarlığından temin edilmesi kararlaştırılmıştır. İnşaat masrafları da, kilisenin birikmiş gelirlerinden karşılanacaktır34. 31 32 33 34 BOA, DH.İD., Belge No: 162-1/43-1, 2, 3. BOA, DH.İD., Belge No: 162-2/3-1, 2, 3. BOA, DH.MUİ., Belge No: 76-1/38-1; 118/25-1, 2. BOA, İ.DH., Belge No: 1060/83211. 216 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Benzer bir talep de Mardin kazasından gelmiştir. Ancak durum burada biraz farklılık arzetmektedir. Eski kilisenin yıkılarak daha geniş şekilde yeniden değil, eski binaya dokunmadan farklı bir mekânda yeni bir kilise inşa edilmesi talep edilmektedir. Mardin kasabasının Cami-i Kebir mahallesinde bulunan eski bir Katolik Ermeni Kilisesi cemaatin ihtiyacına yeterli gelmemektedir. Üstüne üstlük kilise cemaatinin kiliseye yakın bir mekânda ikâmet etmiyor olması sebebiyle kiliseye gidip gelmeler zahmetli oluşu cemaatin ibadetlerini aksatmaktadırlar. Bunun için cemaatin oturduğu mekânda yeniden bir kilise inşası için hükümet nezdinde müracaatta bulunulmuştur. Hükümet yetkilileri yeni kilisenin, eski kilisenin emlâkından Hıristiyan mahallesinde bulunan bir arsa üzerine 20 metre uzunluk ve genişliğinde, 16 metre yüksekliğinde, başka mahzurlarının da olmaması şartıyla kabul edilmiştir35. Bu örnekte Osmanlı Devleti’nin dinî alandaki hoşgörüsünü gösteren en önemli nokta, eskisi yıkılmadana yeni bir kilisenin -hem de farklı bir alanda- inşasına izin verilirken Ermeni Katolik cemaatinin kiliseye duyduğu ihtiyaçtan ziyade, cemaatin ibadetini kolaylaştırmak isteğinin önemsenmesidir. c. Mutad Bakıma Muhtaç Olması Kiliselerin tamir edilmesine sebep olan bir başka gelişme de, binaların olağan tamire ihtiyaçlarının giderilme çalışmalarıdır. Karesi vilâyetine bağlı Biga sancağının Ezine kazasındaki Ermeni kilisesinin tamiri için yapılan müracaat bu ihtiyaç üzerine gerçekleştirilmiştir. Tamire izin verilmek için yapılan tahkikatta, mükemmel bir tamir için ihtiyaç duyulan malzemeler ve bedelleri şu şekilde belirlenmiştir: Taş bedeli 1 600 kuruş, pencere taşları bedeli 700 kuruş, kireç bedeli 2 500 kuruş, kereste bedeli 4 000, demir bedeli 2 500 kuruş, diğerleri 6 000 kuruş. Bütün bunların toplam bedeli 17 300 kuruş olarak belirlenmiştir. Bu bedelin 12 000 kuruşunun mevcut olduğu, geri kalan kısmının da servet sahibi olanlardan karşılanacağı belirtilmiştir. Yapılan müracaat üzerine hükümet tarafından yapılan incelemelerin sonucunda, kilisenin tamirine istenilen ruhsat yalnızca tamir için verilmiş, kilisenin eski halinden herhangi bir şekilde değişiklik yapılmaması kaydı da ilâve edilmiştir36. 35 BOA, İ.DH., Belge No: 949/75124. 36 BOA, İ.DH., Belge No: 1057/82951. 217 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER d. Kilisenin Hüküm ve İtibardan Düşmesi Kiliselerin tamiri için müracaat gerektiren başka bir durum, kilise binalarının itibardan düşmesi ya da sakıt olmasıdır. Bunun en güzel örneği Boğaziçi’nde bulunan Boyacı köyündeki Ermeni cemaatine ait kilisenin tamiri konusunda yaşananlardır. Ermeni Patrikliği, 3 tarafı yol, bir tarafında Hıristiyan haneleri bulunan ve 4 tarafı tamamen duvar ile çevrili arsa içinde olan çatısı ile birlikte -namazgâhı hariç- duvarları yıkılmış kilisenin ana binasının eski temelleri üzerine eskisi gibi yeniden inşası, namazgâhının tamir edilmesi ve namazgâh yanında bulunan iki odanın çürük olmasından dolayı yıkılarak eski ölçülerinde yeniden inşa edilmesi için bir dilekçe ile hükümet nezdinde müracaat etmiştir. Böylece yapılan tahkikat üzerine hazırlanan planda kilisenin eski durumuna uygun olarak tam kargir olmak üzere müştemilâtı ile birlikte 393 arşın 18 parmak genişliğinde mevcut temelleri üzerine inşa edilmesi ve bunda da fennen ve mevkian hiçbir mahzur ve zararın olmadığı kararlaştırılmış ve inşaat için ruhsat verilmiştir37. 3. Kilise Binalarında Tamire İhtiyaç Duyulan Mekânlar İncelenen arşiv vesikalarında genellikle kilise tamiri için yapılan müracaatların, eski kilise binalarının yıkılmak suretiyle yeniden ve genişletilmiş olarak inşa edilmesi isteği üzerine yoğunlaştığı görülmektedir. Ankara vilâyetinin Boğazlıyan kazasına tabi Güvençli karyesindeki Ermeni cemaati kilisesinin tamir edilemeyecek derecede harap olmasından dolayı yıkılarak genişletilmiş halde yeniden inşa edilmesi yönünde yapılan müracaat38, bu konuda karşımıza çıkan onlarca örnekten sadece birisidir. Ancak bazı durumlarda binalar yıkılmayı gerektirecek kadar eski olmamakta ve sadece tamire ihtiyaç duyulan yerler için müracaatlar yapılmaktadır. Bu müracaatlar da genelde çatı, oda, duvar vs. tamiri üzerine yoğunlaşmaktadır. 37 BOA, İ.DH., Belge No: 906/71990. 38 BOA, DH.MUİ., Belge No: 43-1/42-1, 2 (http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge/ 2600belge/0802.doc). 218 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN a. Çatı ve Duvar Tamiri Tamir için yapılan müracaatların en fazla yoğunlaştığı alan, kilise binalarının çatılarıdır. Bununla ilgili yapılan müracaatlara birçok örnek vermemiz mümkündür. Erzurum’a tâbi Bayburt kazasının Lusonik karyesindeki Ermeni milletine ait Surp Lusavoriç Kilisesi’nin kar ve yağmur sularından dolayı çatısı ve etraf sıvaları harap olmuştur. Hatta bu harabiyet, kilise binası içerisinde ayin yapılamayacak dereceye gelmiştir. Bu durum Ermeni Patrikliği ve millet meclisi tarafından dilekçeyle hükümete bildirilmiştir. Dilekçe, tamirin emsallerine uygun yapılması, ilâve bir alan inşa edilmemesi, sadece tamire muhtaç olan mahallerin tamir edilmesi kaydıyla kabul edilmiştir39. Yani izin, sadece kilisenin çatı ve duvarlarının tamiri için verilmiştir. Hasköy’deki Ermeni milletine mahsus Surp Estapanos eski kilisesinin kiremitleri, eskimeden dolayı kırılmış ve çatısı harap olmuştur. Ayrıca sıvaları dahi dökülmüş ve kilise içinde ayin yapılamayacak derecede bina harap olmuştur. Kilisenin tamiri için Ermeni Patriği tarafından ruhsat istenmiştir. Bunun üzerine kilisenin kiremitlerinin aktarılması ve sıvalarıyla çatısını tamir için ruhsat verilmiştir. Ancak tamir şartı diğer örnekte olduğu gibi, ilâve mekân inşa etmemektir40. Üsküdar’a bitişik Alemdağı’nda, Ermenilere ait bir Protestan Kilisesi’nin kiremitlerinin çoğu eskidiğinden dolayı kırılmış ve perişan bir hale gelmiştir. Dolayısıyla kilise binasının çatısı harap durumdadır. Ayrıca duvar sıvaları da dökülmüştür. Perişan durumdan dolayı kilise binası, içinde ayin yapılamayacak derecededir. Bu yüzden kilise çatısındaki kiremitlerinin aktarılması ve etraf sıvalarıyla çatısının tamirine Ermeni Patriği tarafından ruhsat istenmiştir. Bunun üzerine kilise binasına ilâve kısım inşa etmemek kaydıyla, kiremitlerin aktarılması ve sıvalarıyla çatısının tamiri için ruhsat verilmiştir41. Genelde çatı ve duvar tamirleri, müracaatlarda birlikte yer almıştır. İki kısmın birbirinden ayrı olarak tamir edilmesi için yapılan müracaatlar pek fazla değildir. Ancak Bayezid sancağına bağlı Eleşkirt’in Kastor karyesinde bulunan Ermeni milletine mahsus bir kilisenin çatısıyla etraf sıvalarının harap olmasından dolayı içinde ayin yapılamaması gerekçesiyle yapılan 39 BOA, HR.MKT., Belge No: 32/75. 40 BOA, HR.MKT., Belge No: 9/24. 41 BOA, HR.MKT., Belge No: 9/24. 219 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER müracaata, sadece çatısı ve etraf sıvalarının tamiri için izin verilmesi42 birinci; Van’da bulunan, Ermeni milletine mahsus Çifte Kilise’nin etraf sıva ve duvarının tamirine izin istemek amacıyla yapılan müracaat ve bu müracaata hükümetin olumlu cevabı43 ikinci konuyla ilgili verebileceğimiz güzel örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kiliselerin çatılarında duyulan tamir ihtiyacının, kiremitlerin aktarılması şeklinde talep edildiğini gösteren belgelere de rastlamak mümkündür. Trabzon’a tabi Karahisar-ı Şarkî kazasına bağlı Zebiri karyesinde bulunan Ermeni milletine mahsus Surb Agop Kilisesi’nin üzerinde bulunan kiremitler kırılmıştır. Ayrıca çatısıyla etraf sıvaları dahi harap olduğundan dolayı kilise içinde ayin yapılamamaktadır. Bundan dolayı kiremitlerinin aktarılması ve çatısıyla etraf sıvalarının tamirine ruhsat verilmesi için Ermeni Patriği ve millet meclisi tarafından dilekçeyle müracaat edilmiştir. Bu talep kiliseye yeni bir bölüm ilâve olunmamak ve ruhsat gösterilmesi şartıyla benzerleri gibi onarılmasına izin verilmiştir44. Divriği kazasına bağlı Pinkan karyesindeki Ermeni milletine mahsus Meryem Ana Kilisesi’nin kar ve yağmur inmesinden dolayı çatısı, etraf sıvaları ve kiremitleri harap olmuştur. Bu yüzden kilise içinde dinî ayin yapılamamaktadır. Ermeni Patriği ve millet meclisi kilisenin tamir edilmesi için izin istemek amacıyla bir dilekçe ile müracaatta bulunmuştur. İncelemeler sonucunda kilisenin ruhsatı gösterilmek ve eskisi üzerine yeni bir şey inşa etmemek kaydıyla benzerleri gibi kiremitlerinin aktarılması ve çatısı ile sıvalarının tamir edilmesine izin verilmiştir45. Aynı şekilde bir tamir ihtiyacı İstanbul’un Kumkapı semtinde bulunan Ermeni Patrikhanesi karşısındaki Meryem Ana Kilisesi için de ortaya çıkmıştır. Kar ve yağmur sularından dolayı kilisenin kiremitleri kırılmış ve sıvaları dökülmüştür. Bu perişan durumdan dolayı kilise içinde ayin yapılamamaktadır. Patrikhane kilisenin bu perişan durumunun ortadan kaldırılması için bir dilekçe ile tamir başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru kiliseye ilâve bir şeyler yapmamak kaydıyla kabul edilmiştir 46. 42 43 44 45 46 BOA, İ.HR., Belge No: 36/50. BOA, İ.HR., Belge No: 36/50. BOA, İ.HR., Belge No: 36/50. BOA, HR.MKT., Belge No: 33/63. BOA, HR.MKT., Belge No: 15/95. 220 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN b. Oda Tamiri Kilise tamiri için yapılan müracaatlarda, karşılaştığımız bir başka tamir mekânı da kilise içinde bulunan odalardır. Bunlar da ya genel kullanıma ait olanlar, ya da papazların kendi şahsî kullanımına ait olan odalar olabilmektedir. Ermeni Patriği ve millet meclisi bir dilekçe ile Maraş kazasında bulunan Ermeni cemaatine ait Surp Karabet Manastırı’nın, ziyaretçilerin iskânı için mevcut olan odalarının tamiri için müracaat etmiştir. Tamir gerekçesi olarak, odaların kar ve yağmurdan dolayı harap olması ve kullanılamaz hale gelmesi nedeniyle ziyaretçilerin sefil olması gösterilmiştir. Yapılan müracaata devlet, eski durumlarına sadık kalmak kaydıyla odaların tamir edilmesine izin vermiştir47. c. Kadınlar Kısmının Tamiri Kilise binası içinde müstakil olarak tamiri için müracaat edilen bir başka mekân da, kilise içinde yer alan kadınlar kısmıdır. Aslında bu konuda yapılan müracaatlar, iki toplum arasındaki olumlu etkileşimi ve bu etkileşimde etkin unsurun Türk örf ve gelenekleri olduğunu göstermesi açısından oldukça dikkat çekici ve önemlidir. Yani Türk-Ermeni toplumları arasındaki etkileşimin güzel ve olumlu yanlarını kilise tamirlerinde, bu sefer başka bir pencereden görmekteyiz. Aslında Hıristiyan kiliselerinde kadınlar bölümü diye bir kısım yoktur, ibadetler toplu halde yapılır. Ancak Türk ve Ermeni toplumları arasındaki etkileşimden dolayı, Ermeni kiliselerinde iki bölüm oluşturulmuş ve bunlardan birine de kadınlar bölümü denmiştir. Bu etkileşimin en güzel örneği Yozgat’ta yaşanmıştır. Yozgat’taki Ermeni milletine ait kilise önceden bir tamir görmüştür. Bu tamir sırasında eskiden kadınların ibadetine ayrılan kısım, halkın zarurî halleri dolayısıyla tamir edilememiş ve zamanla da burası harap olmuştur. Bunun neticesinde kadınlar dinî ibadetlere katılamamaya başlamışlardır. Erkeklerle karışık bir şekilde ibadet etmeyi de kabul etmemişler, bu da onları ibadetten uzaklaştırmıştır. Bu yüzden kadınların ibadetleri için yapılan eski yerin tamiri için inşaat malzemelerinin hazırlandığı ve bu malzeme ile yeniden inşaat ruhsatı verilmesi için Ermeni Patriği ve millet meclisi başvuruda bulun47 BOA, HR.MKT, Belge No: 35/38. 221 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER muş, başvuruları hükümet nezdinde değerlendirildikten sonra, eski yapıya yeni bir mekân ilâve etmemek kaydıyla kabul edilmiştir48. 4. Kilise Tamirlerine Osmanlı Devleti’nin Katkı ve Müdahaleleri Tamir için yapılan müracaatlar ya eski binanın tamamen yıkılarak yenilenmesi, ya da eski binanın yıpranan yerlerinin tamir edilmesi için yapılmıştır. Gerek eski kilisenin yıkılarak yeniden inşası, gerekse tamiri için yapılan müracaatlarda, çizilen planlar üzerinde bina üzerinde yapılacak değişikliklerin gösterilmesi gerekli görülmüştür. Hazırlanan planın devlet açısından üç noktada önemi vardır. Birincisi, devlet neye izin verdiğini görebilme imkânı bulacaktır. İkincisi bu planlar üzerinde gösterilen değişiklikler çerçevesinde, muhtemel harcamaların ne olabileceği konusunda tahminî bir bedel belirlemek mümkün olabilecektir49. Üçüncüsü de inşaat sonunda yapılan incelemelerde, daha önceden belirtilen ölçüler dışına çıkılıp çıkılmadığını rahatlıkla denetleyebilecektir50. Kiliselerin tamiri için gerekli olan paralar bazen devlet, bazen kilise vakıfları, bazen kilise cemaatleri, bazen de yardımseverler tarafından karşılanmıştır. Bu harcamaların ya da bedelin kimler tarafından ödeneceği, duruma göre değişmektedir. Ancak hiçbir şekilde tamirlerin masraflarını karşılamak için halktan zorla para toplanmasına izin verilmemiştir. Bütün bu ödeme şekillerini farklı örneklerle belgelerden takip etmemiz mümkün olmuştur. Osmanlı Devleti çoğu zaman kiliselerin onarım bedellerini kendisi üstlenmiştir. Hatta bunu ömrünün son dönemlerine kadar devam ettirmiştir. 1919 yılında Ergani’de yaşanan gelişmeler bunu açıkça göstermektedir. Burada harap haldeki Ermeni kilisesinin bu durumda bırakılması uygun görülmediği için devlet bütçesinden ayrılacak yeterli bir ödenekle tamir edilmesi uygun görülmüştür51. Bazı dönemlerde kilise tamirleri için ihtiyaç duyulan yardımların, doğrudan Osmanlı Devleti tarafından değil, yerel idareler tarafından karşılandığı da olmuştur. Bunun güzel bir örneği kilise tamiri noktasında Kayseri’de yaşanan gelişmelerdir. Bir dönem Kayseri kalesinin harap olan ve tehlike arzeden Kiçikapı mevkiindeki kısmı belediyece yıkılmış ve buradaki surların taşlarının bir kısmı İmam Zeynelabidin Türbesi ve Ermeni 48 49 50 51 BOA, HR.MKT., Belge No: 32/70. BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. BOA, İ.DH., Belge No: 949/75124. BOA, MV, 215/92; DH.ŞFR., Belge No: 99/143. 222 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Kilisesi’ne para karşılığında satılmıştır. Aslında burada bir satış işlemi olmasından dolayı, belediyenin para karşılığı kilisenin bu ihtiyacını karşılaması, devletin maddî yönden kilise tamirlerine yaptığı yardımlar olarak görülmeyebilir. Ancak belgede, belediyenin gerek Türbe gerekse kiliseden -verdiği taş karşılığı- aldığı paraların çok az olduğu, yıkım masrafı için kullanıldığı, hatta yıkım masraflarını bile karşılayamayacak derecede az olduğu belirtilmektedir52. Erzurum vilâyetine bağlı Ova kazasının Göynük karyesinde konu ile ilgili yaşanan örnekte de, tamir masraflarının kilise cemaati tarafından karşılanacağı belirtilmektedir. Belgede, yapılan incelemeler sonucunda 15 000 kuruş (150 Osmanlı lirası) olarak tespit edilen kilise tamir masrafların tamamının buradaki Ermeni cemaatinin ileri gelenlerince karşılanacağı, hiçbir taraftan yardım talebinde bulunulmayacağı ve devletin de bunda bir mahzur görmediği açıklanmıştır53. Devletin kilise tamirlerine başka bir müdahalesi de, eski binada olmadığı halde, hazırlanan inşaat planına ilâve edilen kısımların iptal edilmesi noktasında olmuştur. Kilise tamirlerinde, tamir için müracaat eden cemaat kilisenin eski biçimine riayet etmek zorundadır. Meselâ Erzurum vilâyetinin Göynük karyesinde Ermeni cemaati tamir ettirmek istedikleri kilise için hazırladıkları planda, eskiden mevcut olmayan yerleri de göstermişlerdir. Devlet yaptığı incelemelerde, daha önceden mevcut olmayan yerleri planda tespit etmiştir. Ancak kilisenin inşası için, eskiden mevcut olmayan bu yerlerin inşasından vazgeçilmesi şart olarak konmuştur. Aksi durumda devlet inşaat için ruhsat vermeyeceğini bildirmiştir54. Kilise inşaatlarına müdahalelerden biri de çan takılmamasıdır. Yine Erzurum’a tabi Göynük karyesinde İslâm ahalinin de sakin olmasından dolayı devlet, kiliseye çan asılmaması kaydını koymuştur. Bu şartla devlet kilise tamirine izin vermiştir55. Bazı durumlarda kiliselerin tamiri sırasında, tamir görecek kilisenin eski arsasına bitişik bulunan araziler kilisenin arsasına ilâve edilebilmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus ilâve edilecek arazinin vergi yükümlülüğünün kilise tarafından kabullenilmesi ve bu durumdan Maliye Nezareti’nin haberdar edilmesidir56. 52 53 54 55 56 BOA, DH.MKT., Belge No: 73/1405. BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. 223 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Göynük karyesinde tamiri istenen Ermeni kilisesi için karye ahalisinden Vartan’ın tapulu mülkü olan ve kilisenin eski arazisine bitişik bulunan arazi kilise arsasına ilâve edilmiştir. Böylece kilisenin eski arsasına dört tarafından üçer arşın ilâve edilmiş ve etrafı duvar ile çevrilmiştir. Kilisenin dış kısmına ilâve idilen, genişliği 3 buçuk ve uzunluğu 6 arşın olan parça, bahçe yapılarak etrafı duvar ile çevrilmiştir57. Osmanlı Devleti, kiliselerin tamirine verdiği desteğin ve önemin yanında, bu kiliselere ait mülklerin korunması için de üzerine düşeni yapmıştır. Eleşkirt’te Mollasüleyman karyesinde bulunan, yoklama defterinde 154 ve 155 numaralarda kayıtlı Ermeni Kilisesi’ne ait iki kıta tarlanın birkaç seneden beri Zilanlı Selim Paşa tarafından zabt ve tasarruf edildiğinin Ermeni Patrikliği’nden bildirilmesi üzerine yapılan tahkikat neticesinde verilen karar bunu açık bir şekilde göstermektedir. Bahsi geçen tarlalar daha önceden aynı karyeden Ohannes isimli bir Ermeni adına kayıtlıdır. Ancak bu şahsın hayatta olup olmadığı bilinmemekte ve tasarrufundaki tarlalar da harap durumdadır. Bu yüzden tarlaların muhacirin komisyonu tarafından Selim Paşa oğulları Arslan, Hasan ve Bekir Beyler’e ücretsiz olarak verilip tapuya geçirildiği anlaşılmıştır. Aynı arazilerin adı geçen kilise üzerine vakıf olduğuna dair de bir kayda rastlanamamasına rağmen, devlet tarlaların kiliseye iade edilmesini kararlaştırmıştır58. Konuyla ilgilenen araştırmacıların, Osmanlı Arşivi’nde kilise tamirleri ile ilgili Kilise defterlerinde de birçok belgeye ulaşmaları mümkündür. Bunlar arasında farklı dinî cemaatlerle ilgili belgelerin yanında, Ermeni cemaatinin kilise tamiri ve inşaatı ile ilgili olanlar da azımsanamayacak derecededir. Ancak buradaki bilgiler de genelde çalışmamızı oluştururken kullandığımız müstakil belgeler içinde geçen bilgilerle paralellik arzetmektedir59. 57 BOA, İ.DH., Belge No: 1120/87542. 58 BOA, DH.MUİ., Belge No: 49-2/25-1, 2, 3, 4. 59 1 Numaralı Kilise Defteri, Belge No:443, s.175 (Sivas’ta Ermeni Kilisesi’nin tamiri ile ilgili); 4 Numaralı Kilise Defteri, s.74-75 (Bağçecik nahiyesindeki Ermeni Protestan kilisesinin tamirine ait) s. 145 (Sivas vilâyetine tabi Gürün kasabasının Şugul Bala mahallesindeki Surp Agop adlı Ermeni Kilisesinin tamirine ruhsat verilmesi hakkında), s.150 (Kayseri sancağına tabi Everek karyesindeki Ermeni kilisesinin harap olmasından dolayı tamiri için ruhsat istenmektedir.), belge no:722/174, s.257 (Sivas vilâyetinin Hafik kazasında Surp Agop adlı Ermeni kilisesinin tamiri hakkında); 6 Numaralı Kilise Defteri, Belge No:2070/4579, s.105 (Mamuratü’l-Aziz vilâyetindeki Protestan kiliseninin tamirine ait), Belge No:2149/4589, s.107 (Merzifon’da bulunan Protestan kilisenin harap olmasından dolayı bir de çan kilisesi ilâve olunarak yeniden inşasına ruhsat verilmesi ile ilgili). Bu belgelerin sayısını artırmak mümkündür. 224 Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Sonuç Bütün bunların neticesinde, arşiv vesikalarına dayanarak elde ettiğimiz bilgiler şunu açık bir şekilde göstermektedir ki, Ermeni cemaatinin dinî haklarının korunması noktasında Osmanlı Devleti idarecileri oldukça hassas davranmışlar ve üzerlerine düşeni son noktasına kadar yerine getirmişlerdir. Gösterdikleri hassasiyet, hem Ermeni cemaati aleyhine ceryan eden durumların araştırılması, hem de bu durumların toplum düzenini bozmayacak şekilde bir çözüme kavuşturulması noktasında, Türk-Ermeni toplumu ve Ermeni cemaati-Osmanlı Devleti arasındaki hoşgörü ortamının devam ettirilmesine katkı sağlamıştır. Kilise tamirleri noktasında yapılan müracaatlarda devlet karar verirken, amacı sadece toplumun bir kesimini memnun etmek olmamış, verdiği kararla bütün toplumu memnun etmeye çalışmıştır. Ayrıca verdiği kararlar -olumlu ya da olumsuz- belirli bir incelemenin sonucunda yapılan değerlendirmelerle verilmiştir. Bu değerlendirmede amaç, cemaatler arasındaki ahengin devam ettirilmesi olmuştur. Osmanlının bu amacı, Türk-Ermeni ilişkilerinde, iki toplum arasındaki anlaşmazlıkları çözmede de etkin rol oynamıştır. 225 XVI-XVII. YÜZYIL KIPÇAK-ERMENİ BELGELERİ IŞIĞINDA KIPÇAK ERMENİ CEMAATİNİN OSMANLI DEVLETİ VE RUSYA İLE YAPTIKLARI TİCARÎ FAALİYETLER Öğr. Gör. Dr. Gülnisa AYNAKULOVA Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: gulnisa@gazi.edu.tr; Tel: 0 312 212 60 30-2669 Özet Galiçia-Podolsk Ukraynası’nda Türk dilli Ermeni kolonileri ilk defa, daha Moğollar zamanında Altın Orda döneminde, yaklaşık XIV. yüzyılda meydana gelmiş olsa gerektir. Daha sonraları, XV. yüzyılın sonunda Osmanlı Türklerinin Kefe şehrini ele geçirmeleri ile birlikte (1475) buraya kolonizasyon akını da eklenmiştir. Kefe’li Ermeniler kütlevî şekilde Kırım, Kefe şehrini terk etmişler ve Ukrayna’nın Podolya ve Galiçia bölgelerinde yaşayan dindaşlarının yanına göç etmişlerdir. Günümüzde bu Ermeni kolonistleri artık Türk dilli olmaktan çıkmışlardır; onlar artık diğer yerli ahali gibi Ukraynaca, Rusça ve Lehçe konuşmaktadırlar. Fakat onların, önceleri nasıl ve hangi dilde konuştuklarını XVI. ve XVII. yüzyıllara ait Türk diliyle fakat Ermeni harfleriyle yazılmış çok sayıdaki belgeler açıkça ortaya koymaktadır. Bu literatürü, başlıca olarak Ermeni-Kıpçak Kanunlar Mecmuası ve Mahkeme Usulü Kanunu’nun tutanakları oluşturmaktadır, fakat aynı zamanda dinî eserlere ve vakayinamelere vs. de rastlanmaktadır. Ermeni-Kıpçak Kanunlar Mecmuası ve Mahkeme Usulü Kanunu’nun yazıldığı dil üzerinde duracak olursak; dil uzmanları bu Gregorian-Kıpçak dilinin, menşe bakımından Kırım muhitinin Kıpçak-Kuman dillerinden birini teşkil ettiğini, yapı özellikleri bakımından da Karaimce’nin Trakay ağzına, Kumanca’ya, Kıpçak-Urum ağzına ve Kırım Tatarcası’nın dağlık bölgesi ağızlarına benzediğini belirtmektedirler. Ermeni mahkemesinin kararname kitaplarında, yerli Ermenilerin ticaret alanında elde ettikleri pek çok imtiyazlardan söz edilmektedir. Elbette, bu imtiyazlar Ermenilere, yaptıkları faaliyetlerle söz konusu bölgenin devletlerine menfaatler sağladığı için verilmekteydi. Ermeni ticareti harp zamanında bile faaliyette olup, savaş yapmakta olan tarafların himayesi altında bulunmaktaydı. Meselâ, 1620–1621 Hotin Harbi sırasında Osmanlı idaresi tarafından Kamenets Ermenilerine verilmiş imtiyaz belgelerinin sayısı 8 ile 13 arasında değişmektedir. Bu belgeler Ermenilere Türkiye ve vasal devletlerin topraklarında mallarıyla engelsiz ve emniyetli bir şekilde hareket etmelerini ve ticarî faaliyetlerini gerçekleştirmelerini sağlamaktaydı. Bu Gregorian Kıpçak Ermeniler, ana dilleri olan Kıpçakça’ya çok yakın Kırım Tatarcası ile Osmanlı Türkçesi’ni bildikleri ve Türk-Tatar topluluğunu yakından tanıdıkları için, tercüman, danışman, müsteşar, aracı, refakatçi, hatta diplomat vasfında sık sık diplomatik hizmetlerle görevlendirilmekteydiler. Bu tebliğde XVI-XVII. yüzyıl Kıpçak-Ermeni belgelerine dayalı olarak Gregorian Kıpçak-Ermeni cemaati ve onların Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yaptıkları ticarî faaliyetler, bulundukları hizmetler gibi konular ele alınacaktır. Öğr. Gör. Dr. Gülnisa AYNAKULOVA Giriş Ermeni harfleriyle yazılmış Kıpçakça metinler XVI-XVII. yüzyıllarda başta Lvov ve Kamenets-Podolsk’ta olmak üzere Ukrayna, Lehistan, Romanya, Moldavya, Kırım ve Türkiye’de bir buçuk yüzyıl boyunca rağbette idi. Bu Ermeni Kıpçakçası en çok günümüz Ukrayna topraklarının söz konusu dönemlerde Lehistan Devleti’nin sınırları içinde bulunan kısmında yaygın durumdaydı. Bu durum, adı geçen bölgenin Ermeni göçleri için elverişli şartları sunmasından kaynaklanmaktaydı. Ukrayna’daki Ermeni kolonilerinin ahalisi kendilerini Ermeni olarak adlandırıyorlardı, fakat Ermenice bilmiyorlardı. Onlar başlıca olarak Kıpçakça konuşuyorlar, Kıpçakça yazıyorlar ve Kıpçak dilinde dua ediyorlardı1. Kaynakların birçoğundaki bilgiye göre batı Lehistan’a yapılan Ermeni göçünün ilk dalgası, -yaklaşık 300–400 aile- XIV. yüzyılda gerçekleşmiş ve bunlar Kırım ve Besarabya’dan gelen Kıpçak asıllı Ermenilerdi. Daha sonraları, XV. yüzyılın sonunda Osmanlı Türklerinin Kefe şehrini ele geçirmeleri ile birlikte (1475) buraya kolonizasyon akınları da eklenmiştir. Kefeli Ermeniler toplu şekilde Kırım ve Kefe şehrini terk etmişler ve Ukrayna’nın Podolya ve Galiçia bölgelerinde yaşayan dindaşlarının yanına göç etmişlerdir. Günümüzde bu Ermeni kolonistleri artık Türk dilli olmaktan çıkmışlardır; onlar artık diğer yerli ahali gibi Ukraynaca, Rusça ve Lehçe konuşmaktadırlar. Fakat onların, önceleri nasıl ve hangi dilde konuştuklarını XVI ve XVII. 1 Armenian-Qypchaq Psalter, Written by Deacon Lussig from Lvıv 1575-1580. Edited by Alexander Garkavets, Eduard Khurshudian, Almatı, “Desht-i Qypchaq”, 2001, s.XVII. 229 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yüzyıllara ait Türk diliyle fakat Ermeni harfleriyle yazılmış çok sayıdaki belgeler açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu Ermeni göçmenleri kendilerinden sonra zengin bir yazılı miras bırakmışlardır. 1521–1669 yıllarında Ermeni alfabesiyle fakat Kıpçak dilinde düzenlenmiş ve günümüze kadar ulaşmış olan 112 yazılı eser yaklaşık 25–30 bin sayfaya ulaşmaktadır2. Bu literatürü, başlıca ErmeniKıpçak Kanunlar Mecmuası ve Mahkeme Usulü Kanunu’nun zabıtları oluşturmaktadır, fakat bununla birlikte dinî eserlere, vakayinamelere vs. de rastlanmaktadır3. Bu kolonilerin başka dillerde yazılmış (Ermenice, Latince, Lehçe, Ukraynaca vs.) yazılı mirası 1519’dan 1786’ya kadarki bir tarihî dönemi kapsamaktadır. Ermeni-Kıpçak Kanunlar Mecmuası, Mahkeme Usulü Kanunu, mahkeme zabıtları, dinî kitapların vs. yazıldığı dil üzerinde duracak olursak; dil uzmanları bu Gregorian-Kıpçak dilinin, menşe bakımından Kırım muhitinin Kıpçak-Kuman dillerinden birini teşkil ettiğini, yapı özellikleri bakımından da Karaimce’nin Trakay ağzına, Kumanca’ya, Kıpçak-Urum ağzına ve Kırım Tatarcası’nın dağlık bölgesi ağızlarına benzediğini belirtmektedirler4. Ayrıca, eğer Mısır Memlûklerinin, Altın Orda ve Harezm ahalisinin yazılı eserlerinde bulunan sonraki dönem Oğuzca ve ArapçaFarsça katmanlar dikkate alınmazsa, bu Kıpçakça’nın sözünü ettiğimiz eserlerin diline son derece benzerlik gösterdiği de belirtilmektedir5. XVIXVII. yüzyıllarda başta Kamenets-Podolsk ve Lvov’da olmak üzere, ama aynı zamanda Ukrayna, Lehistan, Moldavya, Vlahya ve Küçük Asya’daki Ermeni koloni temsilcileri tarafından tanzim edilmiş bu eserlerin dili, yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı bilimsel tanımlamada Kıpçak dili olarak belirtilmektedir6. Ayrıca, Ermeni yazısıyla yazılmış, iş hayatı, dinî 2 3 4 5 6 Armenian-Qypchaq Psalter, s.XIX. Garkavets A.N., Kıpçakoyazıçnıye Armyane i Kıpçakskoye Armyanopismennoye Naslediye XVI-XVII Vekov/ Garkavets A.N., Sapargaliyev G.; Töre Bitiği. Kıpçaksko-Polskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks, Lvov, Kamenets-Podolskiy, 1519-1594. Almatı, “Deşt-i Kıpçak”, “Baur”, 2003, s.758; Garkavets A.N., Zagadoçnıye Ukrainskiye Armyane, Kotorıye Govorili, Pisali, Molilis po Kıpçakski i 400 Let Nazad Napeçatali Pervuyu v Mire Kıpçakskuyu Knigu/ Garkavets A.N.; Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye I. Katalog i Tekstı Pamyatnikov Armyanskim Pismom. Almatı, “Deşt-i Kıpçak”, 2002, s.6. Garkavets A.N., a.g.m.,…/ Töre Bitiği, s.767. Garkavets A.N., Konvergentsiya Armyano-Kıpçakskogo Yazıka k Slavyanskim v XVIXVII vekov. Kiyev, “Nauka-Dumka”, 1979, s.5. Garkavets A.N., Kıpçakskiye Yazıki: Kumanskiy i Armyano-Kıpçakskiy. Alma-Ata, “Nauka”, 1987, s.114. 230 Öğr. Gör. Dr. Gülnisa AYNAKULOVA hayat, eğitim hayatı ile ilgili eserlerin dili olarak bilinen bu dil, bilimsel olarak, Ermeni alfabeleriyle yazılmış eserlerde muhafaza edilen Ermenilerin muayyen grubuna özgü bir dil olarak da nitelendirilmektedir7. Dil ve konu mütehassıslarının fikrine göre, Kanunlar Mecmuası’nda ve ilk başta Kıpçak dilinde tanzim edilmiş 1523–1594 Mahkeme Usulü Kanunu’nda kullanılan, derin bir şekilde hazırlanmış Kıpçakça özel terminoloji, Göktürk, Gök Tanrı dönemine kadar giden Kıpçak hukuk geleneklerinin sürekliliğini ortaya koymaktadır. Yalnız XVII. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Lvov ve Kamenets Ermenilerinin Roma-Katolik Kilisesi ile birlikteliği kabul etmeleriyle bu tür çalışmalar güncelliğini kaybetmiş ve Ermeni kolonilerinde Leh dili hâkim olmaya başlamıştır. Bütün bu Ermeni yerleşim yerleri arasında en büyüğü Kamenets (Ukrayna) kolonisi idi. Eğer Lvov’da 60 Ermeni ailesi bulunuyorsa, görgü şahitlerinin bilgilerine göre Kamenets’te 300 aile bulunmaktaydı. Fakat yerli mahkeme ve zabıt kitaplarındaki bilgilere göre bundan daha çok aile bulunduğu anlaşılmaktadır. Burada şehir belediyesi ile birlikte, şehir çarşısı, kiliseler, mağazalar, fakirler barınağı, hamamlar vs. bulunduran şehrin 1/3 kısmı Ermenilere ait idi. Kamenets Ermenileri su değirmenleri, köyler, çiftlikler, arı kovanları, gümrükleri kiralamakta ve özel ihtisaslaşmış zanaatlara, muhtar sivil ve dinî teşkilâtlara, atölyelere, kardeşlik niteliğindeki sosyal derneklere, okullara vs. sahip idiler. Genel olarak bunlar, büyük itibar sahibi olan iyi teşkilâtlanmış sağlam bir şehir topluluğu idi. Yalnız XVII. yüzyıldan itibaren Ukrayna’daki Ermeni kolonileri yerli ahalinin tesiri ve kültürel istilası ile gitgide geleneksel dinlerini terk etmeye başlamışlar; 16 Nisan/6 Mayıs 1627’de Lvov Ermenileri Piskopos Nigol Torosoviç ile bir anlaşma yapmışlardır. Bu anlaşmaya göre onlar Nigol Torosoviç’i kendi hiyerarhları olarak tanımışlar ve Roma Katolik Kilisesi ile birlik ilân etmişlerdir. Ama, Kamenets-Podolsk Ermenileri böyle bir birliği daha sonra kabul etmişlerdir. Burada Kutsal Nigol Kilisesi’nde Katolik ayinlerine göre hizmet ilk defa 1 Ekim 1666’da gerçekleştirilmiştir. Ermeni kolonilerinin bağımsızlığını her şeyden önce Ermeni tüccarları temin etmekteydiler. Meselâ 30 Eylül/10 Ekim 1616’da ithalât ve ihracat malları için gümrük resmini ödemiş Kamenets Ermenilerinin sayısı 43 kişi olarak görülmektedir. Ermeni tüccarları tarafından Türkiye’den temin edilen malların bazı büyük teslimatları 12-15 bin Taler’e ulaşmaktaydı8. 1685 7 8 Garkavets A.N., Armyano-Kıpçakskiy Yazık v Ponimanii Yego Nositeley i Yego Nauçnoye Opredeleniye/Töre Bitiği, s.767. Armenian-Qypchaq Psalter, s.XIX. 231 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yılında Lvov’da ondört zengin mağazanın onu ve onyedi orta hal mağazanın onüçü Ermenilere ait idi. Onların hukukî, idarî ve kilise bakımından özerkliği, dinî bakımdan ayrı oluşu, ülkenin ekonomik hayatında aktif bir şekilde yer almasına, hatta bazen bölgedeki mal mübadelesinin ve istihsalin muayyen dallarının gelişmesine önemli etkide bulunmasına engel olmamıştır. Söz konusu bölge üzerinden Ukrayna, Beyaz Rusya, Lehistan, Litvanya, Rusya, Tuna Knezlikleri, Türkiye, Kırım Hanlığı, Suriye ve İran arasında yapılan ekonomik ilişkilerin başlıca yolları geçmekteydi. Bu bölgede İstanbul, Edirne, Kefe, Kilikya, Akkerman, Yassı ile birlikte mal mübadelesinin ana merkezlerini Seret, Suçova, Mogilev-Podolsk, Hotin, Kamenets-Podolsk, Lvov, Yaroslav, Yazlovets, Brodı, Lutsk oluşturmakta, daha da ileride ise Lehistan’da Karakow, Litvanya’da Vılnıyus, Rusya’da Smolensk ve Moskova oluşturmaktaydı. Kamenets Ermeni Mahkemesi’nin mahkeme zabıtlarında, yerli Ermenilerin ticaret alanında elde ettikleri pek çok imtiyazdan söz edilmektedir. Bunlardan bazılarına bakacak olursak şöyle bilgilere rastlamak mümkündür; Holubko’ya himaye tezkeresi verildi 5 Ağustos 1604 Perşembe günü Nigol Voytu’nda gerçekleşti. Holub Vartares Oğlu geldi ve yukarıda adı geçen Töre’ye (Voyt Mahkemesi’ne) Türkiye’ye gideceğini bildirerek ihtiyaç gereği ona Türk memleketinde geçerli olan hakların veya Türk imtiyazlarının verilmesini rica etti. (Töre) ağaları onu anladılar ve seyahatten döndükten sonra aldığı gibi bunların hepsini (Töre) ağalarına iade etmesi şartıyla ona verdiler; bu maddeler toplam 8 ayrı kâğıt olup bir kutuda bulunmaktadır ve her birinin üzerinde 4 Ekim 1600 senesi Çarşamba günü Nigol’un Voytu’nda mahkeme zabıtlarında kaydedilenlerin hepsi Ermeni yazısıyla kelimesi kelimesine (yazılı) bulunmaktadır. Yukarıda sözü edilen Holub, seyahat sırasında (meydana gelebilir olası) güçlüklerden arkadaşlarını koruyacağını ve döndükten sonra (belgelerin) hepsini iade edeceğini taahhüt ederek bunları (belgeleri) aldı. (Töre) ağaları bunların zabta geçirilmesini emrettiler9. 9 Kiyev, Ukrayna Devlet Tarih Arşivi (UDTA), Kiyev, f. 39, op. I, yed. hr. 20 (4406), (l. 50, zap. 2), Kamenets-Podolsk Ermeni Voyt Mahkemesinin Zabıt Kitabı/A. N. Garkavets, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye, T. I, Katalog i Tekstı Pamyatnikov Armyanskim Pismom (Russkaya Versiya), Amatı, Deşt-i Kıpçak 2002, s.894. 232 Öğr. Gör. Dr. Gülnisa AYNAKULOVA Kamenets-Podolsk Ermeni Voyt Mahkemesi’nin zabıt kitabında bulunan diğer bir belge: Çarşamba, 18 Mart 1615 senesi: Türkiye seyahati için gerekli olan haklar–12 adet belge (yani 12 adet himaye tezkeresi) ve ayrıca Dniestr üzerinden geçmek için 5 belge kutusuyla birlikte Pan Miklaş Yakub Oğluna verildi10. Diğer bir belge: Salı 26 Mayıs 1615 senesi: Pan Miklaş Yakub Oğlu kendisine emanete verilmiş Türkiye seyahati için gerekli olan belgeleri tamamıyla iade etti, dolayısıyla serbest oldu11. Diğer bir belge: Salı 18 Ağustos 1615 senesi Türkiye seyahati için gerekli haklar Dzarug Haçeres Oğluna beliri işler için yani İsmail’e gidecek kervanın gönderilmesi için verildi12. Elbette, bu imtiyazlar Ermenilere, yaptıkları faaliyetlerle söz konusu bölgenin devletlerine menfaatler sağladıkları için verilmekteydi. Ermeni ticareti harp zamanında bile faaliyette olup, savaş yapmakta olan tarafların himayesi altında bulunmaktaydı. Yukarıda görüldüğü üzere Osmanlı idaresi tarafından Kamenets Ermenilerine verilmiş imtiyaz belgelerinin sayısı 8 ve 13 arasında değişmektedir. Bu imtiyazların 1620–1621 Hotin Harbi sırasında da aynen muhafaza edildiği bilinmektedir13. Bu belgeler Ermenilere Türkiye ve vasal devletlerin topraklarında mallarıyla engelsiz ve emniyetli bir şekilde hareket etmelerini ve ticarî faaliyetlerini gerçekleştirmelerini sağlamaktaydı. Yukarıdaki bilgilerden sözünü ettiğimiz imtiyaz belgelerinin Voyt Mahkemesi’nde muhafaza edildiği, gerektiği zaman, gereken insanlara, ticaret seyahatinden döndükten sonra belgelerin tamamen iade edileceği şartıyla titiz bir kontrol altında emanet edildiği görülmektedir. Söz konusu bölgenin iç pazarı tamamıyla yerli Ermeniler tarafından temin edilmekteydi. Gregorian-Kıpçak toplumu şehirdeki önemli ekonomik etkisi ve büyük kârlar getiren doğu ticaretinde oynadığı aktif rolleri 10 11 12 13 UDTA, Kiyev,…(l. 40 ob.) UDTA, Kiyev,…(l. 63) UDTA, Kiyev, …(l. 109 ob.) Garkavets A., Kıpçakoyazıçnıye Armyane…s.763. 233 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sayesinde, Lvov veya diğer şehirlerde Ermeni Voytluğu şeklinde güçlü, hukukî bir muhtarlık meydana getirmeyi başarabilmiştir14. Yine mahkeme zabıt kitabında kayıtlı olan başka bir bilgiye bakarsak: Muhtar Mihno Tarafından Kilisenin Tesisi Arhistratig bayramı öncesi Perşembe günü 27 Ekim 1577 yılında gerçekleşti. Muhtar Mihno sakristiye Mihno’nun (yani kendisinin) vekillik etmekte olduğu Holub Voytu’nun tüm papazlarını ve törecilerini (hakimlerini) davet etti; Muhtar Mihno yukarıda sözü edilen tüm Töre’ye: ‘Vaktiyle ağalar bana Kutsal Nigol Kilisesi’ni yaptırmam için Andrias’ın parasını vermişlerdi, bu paraya Andrias daha para ekledi ve toplam 1150 Litvanya Florini oldu. Aynı kilisenin yapımı için Peder Krikor da 400 Taler verdi, Varteres Toros Oğlu söz konusu kilisenin yapımı için 103 Florin verdi; şimdi bütün bu paralar, yaptırmış olduğumuz ve şu an Zatıalinize tüm düzeniyle vermekte olduğum bu kilisenin yapımı için harcandı’. Yukarıda sözü edilen Töre Muhtar Mihno’nun sözlerini anladı ve papazlar ile birlikte adı geçen kiliseye gittiler ve minnettarlık ile ondan kiliseyi (teslim) aldılar ve emeği için onu selamlayarak eğildiler. Töre, yukarıda tasvir edilen ve kilisenin yapımı için harcanan parayı Voyt Kitabına kaydetti15. Yani bu belgede günümüzde de mevcut olan Kamenets’teki Kutsal Nigol Ermeni Kilisesi’nin yeni binasının tesisinden söz edildiğini ve bu Kilise’nin tesisinde Ermeni tüccarlarının sponsorluk yaptığını görmekteyiz. Söz konusu kilise 1577’de yapılmış olup bunun için 1 653 florin harcanmıştır. Bunun 1 150 Litvanya florini (yani 1 725 Leh zlotası) tüccar Andrias tarafından karşılandığı görülmektedir. Aşağıdaki örneklerden Lvov ve Kamenetsli Ermeni tüccarlarının mal tedavülünün hacmi hakkında iyi bir fikir edinmek mümkündür; 1574 yılında Ermeni tüccarı Toros Krikoroviç Karakow’lu tüccar Endris Fugulbedr ile 1 422 florin miktarında bir ticarî anlaşma düzenlemiştir. 1600 yılında Lvov tüccarı Zahariya İvaşkoviç kervan yoluyla İstanbul’dan 12 185 dukatlık, tüccar Nikol Torosoviç ise 15 000 zlotalık mal almışlardır16. Elimizde bulunan belgelerden anlaşılıyor 14 Kapral M., Pravovoye Ustroystvo Armyanskoy Obşinı Lvova v XIV-XVIII vv. Obzor Dokumentov/Garkavets A.N., Sapargaliyev G.; Töre Bitiği. Kıpçaksko-Polskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks, Lvov, KamenetsPodolskiy, 1519-1594. Almatı, “Deşt-i Kıpçak”, “Baur”, 2003, s.750. 15 UDTA, Kiyev, f. 39, op. I, yed. hr. 8(4390), Kamenets-Podolsk Ermeni Voyt Mahkemesinin Zabıt Kitabı, (l. 20, zap. 1). 16 Garkavets A., Kıpçakoyazıçnıye Armyane…s.763. 234 Öğr. Gör. Dr. Gülnisa AYNAKULOVA ki, bu Gregorian Kıpçak-Ermeni tüccarları Osmanlı topraklarında hiçbir yabancılık çekmemekte, Osmanlı ahalisi ile de barış içinde geçinmekte, sıkıştığı zaman onlardan borçlar temin edebilmekte, yani Türkiye’ye adeta kendi ülkeleriymiş gibi rahatça giriş çıkış yapabilmekteydiler17. Bu Gregorian Kıpçak-Ermeniler, ana dilleri olan Kıpçakça’ya çok yakın Kırım Tatarcası’yla Osmanlı Türkçesi’ni bildikleri ve Türk-Tatar topluluğunu yakından tanıdıkları için tercüman, danışman, müsteşar, aracı, refakatçi, hatta diplomat sıfatıyla sık sık diplomatik hizmetlerle görevlendirilmekteydiler. Bu durumdan dolayı Ermenilerin casusluk görevlerinde bulunmaları veya casusluktan şüphe uyandırmaları üzerine de pek çok hadise kaydedilmiştir. Ukrayna, Lehistan, Moldavya vs. bölgelerde yaşamış ve çeşitli faaliyetlerde bulunmuş söz konusu Gregorian-Kıpçaklar üzerine atfedilmiş literatürün oldukça çok olmasına rağmen, bu Gregorian mezhebini kabul eden Hıristiyan Kıpçakların-Ermenilerin gerek çeşitli alanlardaki faaliyetleri, gerek dinî, sosyal ve kültürel tarihleri ülkemizde bu güne kadar pek az bilinmiş olup, birkaç makale haricinde18 bilimsel yönden ele alınarak incelenmedikleri gibi, Gregorian-Kıpçakların meydana getirdikleri metinlerin bile doğru dürüst tanıtımları yapılmamıştır. Hâlbuki orta asırlarda Avrasya’nın çeşitli ülkelerinde tanzim edilmiş olan bu Kıpçak-Ermenice yazılı belgeler Türk Dili, Türk Edebiyatı, Türk Tarihi, Türk Kültür ve Türk Hukuk Tarihi araştırmacıları için ek kaynak olarak değerli katkılar sağlayabilecek durumdadır. Öte yandan, söz konusu belgelerin incelenmesi 17 UDTA, Lvov, f. 52, op. I, yed. hr. 863, l. 2; UDTA, Lvov, f. 52, op. I, yed. hr. 889, l. 15; UDTA, Lvov, f. 52, op. I, yed. hr. 863, l. 7; UDTA, Kiyev, f. 39, op. I, yed. hr. 8 (4390)… vs. 18 Çağatay Saadet, “XVII yy’da Ermeni-Kıpçakçasıyla Yazılmış Bir Kronik” Türk Lehçeleri Üzerine Denemeler, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, no: 279, Ankara; Prof. Dr. Reşat Genç, Türk- Ermeni İlişkilerinin İlk Dönemleri, Türk-Ermeni İlişkilerinin Gelişimi ve 1915 Olayları Uluslararası Sempozyumu, 23-25 Kasım 2005, Ankara, Gazi Üniversitesi; Dr. Gülnisa Aynakulova, Gregoryen Kıpçaklar’a Dair. Belleten, Cilt: 69; Sayı 256 (Aralık), 2005; Prof. Dr. Reşat Genç, Dr. Gülnisa Aynakulova, A.N. Garkavets, G. Sapargaliyev, TÖRE BİTİĞİ. Kıpçaksko-Polskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks. Lvov, Kamenets-Podolskiy, 1519-1594. Almatı, “Deşt-i Kıpçak”, “Baur”, 2003, Belleten, Cilt: 70; Sayı 258 (Ağustos), 2006 (çıkacak ?); Prof. Dr. Hülya Kasapoğlu-Çengel, Ermeni Harfli Kıpçak Türkçesiyle Yazılmış TÖRE BİTİĞİ Adlı Eserdeki Hukuk Terimleri (töre, yargı, bitik, yük, tölöv), I. Türk Dünyası Kültür Kurultayı, İzmir, Nisan, 2005; Yar. Doç. Erdoğan Altınkaynak, Gregoryan Kıpçakların Dil Yadigarları, Karadeniz Araştırmaları, Kış 2005/Sayı 4, Yıldız Deveci, Bir Başka Açıdan Ermeniler’de Din, Ermeni Araştırmaları, Yaz-Sonbahar 2004, Sayı 14-15 …vs. 235 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kıpçaklardan bir kısmının, Gregorian mezhebi yolu ile zamanla Ermenileşmiş olmaları da Türk tarihinin çarpıcı örneklerinden olup, bu hususun aydınlığa çıkarılması, bugünlerde çokça konuşulup-tartışılan Ermeni sorununun bir başka boyutuna farklı bir aydınlık kazandırmak bakımından da çok önem arzetmektedir. Fakat özellikle Gregorian-Kıpçak toplumunun sosyo-kültürel ve ekonomik hayatının yansıtıcısı durumundaki bu metinlerin iyi değerlendirilmesi engin ve zengin Türk kültürünün de daha iyi aydınlatılmasına büyük katkılar getirebileceği kanaatindeyiz. 236 Öğr. Gör. Dr. Gülnisa AYNAKULOVA Bibliyografya Aynakulova, Gülnisa, “Gregorian Kıpçaklar’a Dair”, Belleten, Cilt 69, Sayı 256 (Aralık), Ankara 2005. Çağatay Seçkin, “XVII. Yüzyılda Ermeni-Kıpçakçasıyla Yazılmış Bir Kronik”, Türk Lehçeleri Üzerine Denemeler, Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Yayınları, No: 279, Ankara. Garkavets A.N., Sapargaliyev G., Kıpçakoyazıçnıye Armyane i Kıpçakskoye Armyanopismennoye Naslediye XVI-XVII Vekov./Garkavets A.N., Töre Bitiği. Kıpçaksko-Polskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks. Lvov, KamenetsPodolskiy, 1519-1594, “Deşt-i Kıpçak”, “Baur”, Almatı 2003. __________, Kıpçakskiye Yazıki: Kumanskiy i Armyano-Kıpçakskiy, “Nauka”, Almatı 1987. __________, Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye I. Katalog i Tekstı Pamyatnikov Armyanskim Pismom, “Deşt-i Kıpçak”, Almatı 2002. __________, Konvergentsiya Armyano-Kıpçakskogo Yazıka k Slavyanskim v XVIXVII vv., “Nauka-Dumka”, Kiyev 1979. __________, Sapargaliyev G., Töre Bitiği. Kıpçaksko-Polskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks. Lvov, Kamenets-Podolskiy, 1519-1594, “Deşt-i Kıpçak”, “Baur”, Almatı 2003. __________, Transkriptsiya Kıpçakskogo Teksta 1523 Goda po Rukopisi 1916/ II Natsionalnogo İnstituta İmeni Ossolinskih, Vrotslav, Polşa, i Yego Perevod na Russkiy./ Garkavets A.N., Sapargaliyev G.; Töre Bitiği. Kıpçaksko-Polskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i ArmyanoKıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks. Lvov, Kamenets-Podolskiy, 15191594, “Deşt-i Kıpçak”, “Baur”, Almatı 2003. __________, Zagadoçnıye Ukrainskiye Armyane, Kotorıye Govorili, Pisali, Molilis po-Kıpçakski i 400 Let Nazad Napeçatali Pervuyu v Mire Kıpçakskuyu Knigu./ Garkavets A.N., Kıpçakskoye Pismennoye Naslediye I. Katalog i Tekstı Pamyatnikov Armyanskim Pismom, “Deşt-i Kıpçak”, Almatı 2002. __________, G. Sapargaliyev, Töre Bitiği Kıpçaksko-Polskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks, Lvov, Kamenets-Podolskiy, 1519-1594. “Deşt-i Kıpçak”, “Baur”, Almatı 2003. Genç R., Aynakulova G., A. N. Garkavets, G. Sapargaliyev, Töre Bitiği, KıpçakskoPolskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks. Lvov, Kamenets-Podolskiy, 1519-1594. Almatı, “Deşt-i Kıpçak”, “Baur”, 2003, Belleten, Cilt: 70; Sayı 258 (Ağustos), Ankara 2006 (çıkacak). 237 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kapral M., Pravovoye Ustroystvo Armyanskoy Obşinı Lvova v XIV-XVIII vv. Obzor Dokumentov/Garkavets A.N., Sapargaliyev G.; Töre Bitiği. KıpçakskoPolskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks. Lvov, Kamenets-Podolskiy, 1519-1594, “Deşti Kıpçak”, “Baur”, Almatı 2003. Lussig, Deacon, Armenian-Qypchaq Psalter (Lvov 1575-1580), “Desht-i Qypchaq”, Editör Alexander Garkavets, Eduard Khurshudian, Almatı 2001. 238 SOSYAL HAYATTA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ VE BU İLİŞKİLERİN OSMANLI ÜLKESİNDEN ABD’YE GÖÇ EDEN ERMENİLER ÜZERİNDEKİ BAZI YANSIMALARI Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: gsahin@aku.edu.tr; Tel: 0 272 228 13 39–174 Özet Kanaatimizce toplumsal etkileşimin önemli göstergelerinden birisi yemek kültürüdür. Bu araştırmadaki amacımız, Türk ve Ermeni toplumlarının sosyal ve kültürel hayatlarındaki etkileşimleri ile XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı ülkesinden ABD’ye göç eden Ermenilerin halen kullandıkları yemek isimleri ve Türk-Ermeni etkileşimin yansımalarını ortaya koymak olacaktır. Elde mevcut kaynaklar incelediğinde halvah, dolma, lahmejuns, prınzov pılaf, bulghur pılaf, shısh kebab, khabourga, kadınbudu kufta, chee kufta, mantı, baklava, burma, kurabıa gibi yemek isimlerinin, Türk-Ermeni toplumlarında ortak bir paydada birleştiğine tanık olunmaktadır. Örnekleri çoğaltılabilecek böylesi kültür unsurlarının iki toplumda da bugün halen ortak olarak yaşamaya devam etmesi, karşılıklı etkileşimin doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN Giriş Bilindiği gibi Türklerle Ermeniler, Osmanlı Devleti yönetiminde uzunca bir süre gayet dostane bir şekilde yaşamışlar ve toplumsal yaşayışın doğal bir sonucu olarak sosyal ve kültürel alanlarda etkileşime girmişlerdir. İki toplum arasındaki etkileşim o kadar derin olmuştur ki geleneklerinden giyim tarzlarına, dillerinden günlük yaşantılarına kadar birçok alanda bir bütünün parçaları haline gelmişlerdir. Bu karşılıklı etkileşim içerisinde Ermenileri Türklerden ayıran tek özelliğin din olduğunu söylemek kanaatimizce abartılı olmayacaktır. Çalışmamızda öncelikle Türk-Ermeni sosyal ve kültürel ilişkileri ile ilgili örnekler vereceğiz. Daha sonra ise toplumsal etkileşimin önemli göstergelerinden birisi olan ve ABD’ye göç edip halen orada yaşayan Ermeniler ile Türk toplumunun mutfak kültürünün ve yemek isimlerinin ortaklıklarını ortaya koymaya çalışacağız. I. Türk-Ermeni Toplumlarının Sosyal ve Kültürel İlişkileri Türk ve Ermeni toplumları arasında sosyal hayattaki benzerlikler ile ilgili pek çok örnek bulunmaktadır. Biz sosyal ilişkileri değerlendirirken örneklerimizi ağırlıklı olarak ABD’li bir misyoner olan Henry John Van 243 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Resim–1 Türk köylü kadın Resim–2 Ermeni köylü kadın Lennep, Oriental Album, s.21, 33. Lennep’in (1815–1889)1, Türkiye’de bulunduğu 1840–1869 yıllarındaki Türk-Ermeni kültürel ilişkileri ile ilgili izlenimleri üzerinde yoğunlaştıracağız. H. J. V. Lennep’in Türkiye’de doğmuş, uzun süre ülkenin çeşitli yörelerinde incelemelerde bulunmuş, yüksek düzeyde kültüre sahip bir yabancı olması ve çalışmalarının Osmanlı ülkesindeki Ermeniler üzerine yoğunlaşması onun Türkler ve Ermeniler arasındaki kültürel ilişkiler ile ilgili izlenimlerini bizim açımızdan daha da önemli kılmaktadır. Malûm olduğu üzere toplumsal gelenekleri en yoğun ve katıksız bir şekilde yaşatan grupların başında köylüler gelmektedir. Köylerde ilişkiler daha sıkı ve dayanışmaya dayalı olduğundan Türk ve Ermeni köylülerin yaşantıları ve köy hayatında kullandıkları birçok unsur benzerlik göstermektedir. 1 Kongregasyon misyoneri olan Van Lennep, başta İzmir (1840–1844; 1863–1869), İstanbul (1844–1854) ve Tokat (1854–1856) olmak üzere Mısır ve Doğu’da geniş kapsamlı araştırma ve seyahatlerde bulunmuş, ülkesinde Ermeniler ile ilgili çeşitli çalışmaların editörlüğünü de üstlenmiştir. Bkz. Gürsoy Şahin, “Amerikalı Bir Misyonerin XIX. Yüzyılın Ortalarında Türk-Ermeni Kültürel İlişkileri ile İlgili İzlenimleri Üzerine bir Değerlendirme”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Ermeni Özel Sayısı, C. VII, S. 1, Haziran 2005, s.208–239. 244 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN Resim–1 ve 2’de de görüleceği üzere Türk köylü kıyafeti ve köy hayatı ile Ermeni köylü kıyafeti ve köy hayatı birbirinden farklı değildir. Bu durum son derece doğal olup bu örnek yaşam şeklinin birlikteliğinden başka bir şeyi göstermemektedir. Kaldı ki aynı coğrafyayı paylaşan ve aynı iklimi yaşayan bu iki toplumun ortak paydalarının olmaması anormal bir durum teşkil ederdi. Zira onları aynılaştıran ve kaynaştıran bir Anadolu coğrafyasını unutmamak gerekmektedir. Osmanlı kültür mozaiğinin önemli bir unsuru olan müzik alanında da iki toplum birbirinden etkilenmişlerdir. Aşağıdaki resimde Resim–3 Bir Ermeni tulumcu (kavalcı) görüleceği üzere köylerde, TürkLennep, a.g.e., s.23. lerde olduğu gibi Ermeniler arasında da davulun yanında gözde müzik aletlerinden birisi tulumdur. 3. resimde Niksar’ın bir dağ köyünde yaşayan Ermeni tulumcusu Püsküllü Artin, davul eşliğinde tulumunu çalmakta, köylülerden bazıları horon tepmekte, yaşlılar, çocuklar ve kadınlar da bunları izlemektedir2. Toplumsal etkileşimin en önemli göstergelerinden birisi olan mimarîde ve süsleme sanatlarında da görüleceği üzere aynı coğrafya üzerinde yaşayan iki toplum birbiri ile kaynaşmış, oturulan evler, dinî farkların bir ayırımı değil, aynı coğrafyayı paylaşan iki toplumun ortak beğenilerini ortaya koymuştur (Bkz. Resim 4–5). Kıyafetler konusunda da pek çok benzerlik bulunmaktadır. 2 Henry J. Van Lennep, The Oriental Album: Twenty Illustrations in Oil Colors of the People and Scenery of Turkey, Yayına Hazırlayan Pars Tuğlacı, Altayhan Matbaası, İstanbul 1985, s.116; Lennep, Travels in Little-Known Parts of Asia Minor, C. I, Yayınlayan John Murray, London 1870, s.248. 245 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Resim–4 Türk kadını ve evi Resim–5 Ermeni kadını ve evi Lennep, a.g.e., s.17, 25. 5. resimde görülen kıyafet Ermeni kadınlarının zamanla değişikliğe uğramış millî giysisidir. Ermeni kadınların kuşağının altından, önden iki yana doğru açılan elbise yere kadar uzanırdı. Ülkenin pek çok yerinde olduğu gibi özellikle İstanbul’daki Ermenilerin de modayı yakından takip ettikleri ve Türk kadınları gibi kıyafetlerine çok para harcadıkları, meselâ 5. resimde görülen ve elinde kahve tepsisi taşıyan Ermeni kadının üzerinde en az üç bin dolarlık mücevher bulunduğu Lennep tarafından ifade edilmektedir3. 6. resimde Kandilli’de bir Ermeninin evinde görüleceği üzere evin içi son derece muntazam düzenlenmiş, Türk ev3 Lennep, Oriental Album, s.118–119. 246 Resim–6 İstanbul’da bir Ermeni kadını ve evi Lennep, a.g.e., s.13. Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN lerinde olduğu gibi divanlar evlerin hemen üç duvarını da kaplamıştır4. Evlerin içleri alçı ile sıvanmış ve ev sahibinin maddî durumuna göre ahşap işleri ile süslenmiştir. Duvarlarda kır manzaraları, meyve ve çiçek resimleri bulunmakta olup iki toplumun evlerinde de son derece güzel motiflerle süslenmiş tavanlara rastlanmaktadır5. Motiflerin aynılığı farklı toplumları kaynaştırmayı her zaman başarmış bu coğrafyanın ortak beğenilerinin yansımasıdır. 7. resimde ön planda, Türk kadını ve yanında annesine benzer kıyafetler giyen bir kız çocuğu görülmektedir. Arka Resim–7 Türk ve Ermeni plandaki kadın ise Ermeni kadınıdır. kadınlarının ev dışındaki halleri XIX. yüzyılda başkentteki bazı ErmeLennep, a.g.e., s.9. ni ve Rum hanımları, Avrupaî giysileri benimsemişler hatta şapka dahi takmaktadırlar. Fakat bu gelişmeler imparatorluğun diğer bölgelerinde yaşayan Ermenilerde birebir aynı anda görülmemiştir. Resimde arka planda duran ve elinde şemsiye bulunan Ermeni kadınında görüleceği üzere gayrimüslimlerin bir kısmı Avrupaî eldiven ve ayakkabı kullanmaktadır. Başkalarının yanında iken yüzün kapatılmasını Hıristiyan kadınlar yalnızca kişisel güvenlik açısından uygulamışlardır. Gayrimüslim kadınlar inançları nedeniyle kendilerine düşmanca duygular besleyecek kişilerle karşılaşma korkuları olmadığı zamanlarda, evdeki giysileri ile sokağa çıkmayı tercih etmişlerdir6. İki toplumdaki düğün merasimleri de birbirine benzemektedir. Evlenecek kişiler zengin ise törenden önce günlerce eğlence ve şenlik yapılır, hem damadın hem de gelinin evinde müzikli ziyafetler verilirdi. Çoğu kez sofralar sabahtan akşama kadar kurulu durur ve tarafların bütün yakınları ve hatta halk kalabalık gruplar halinde sofra başında yerlerini alırlarken, gelemeyecek olanların payları evlerine gönderilirdi. Yemekler genellikle pilav ve kuzu eti olup sofralardan kuvvetli bir içki ve üzüm suyundan yapı4 5 6 Lennep, a.g.e., s.105. Lennep, a.g.e., s.119. Lennep, a.g.e., s.101. 247 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Resim–8, 9 Ermenilerin evlilik törenlerinden görünümler Lennep, a.g.e., s.27, 29. lan rakı da eksik olmazdı. Pek çok törende, hem rahipler hem de davetliler kendilerini kaybetmiş olarak evlerine götürülmek zorunda kalıncaya kadar içerlerdi. Düğünü gösteren 8. resimde damat, sağdıcın elinden tutmakta, gelin ise bir atın üzerinde oturmaktadır. Atı gelinin erkek akrabaları takip etmekte ve arkadan da hanım arkadaşları gelmektedir7. Alayın ardından gerçeği gibi giyinmiş on-on iki adet sağdıç (sahte damat) gelmekte olup bunlar insanları eğlendirmek için damadın bütün hareketlerini taklit etmektedir8. Bilindiği üzere Türk toplumunda düğünlerde damadın yanında sağdıç bulunması âdeti eskiden olduğu gibi halen devam etmektedir. Ancak Türklerde sağdıç tek kişidir. Görüleceği üzere ufak farklılıklar olmakla beraber Ermenilerle Türklerin düğünleri birbirine çok benzemekte toplumsal örgünün bu iki unsuru, Osmanlı kültürüne zenginlik katmaktadır. Yine dikkat çekeceği üzere 9. resimde ise gelin yeni evinde ayakta durmakta kayınvalidesi ise misafirleri kabul etmektedir. Yere oturmuş saz 7 8 Lennep, a.g.e., s.120-121. Lennep, a.g.e., s.122. 248 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN şâiri ise sazı ve şarkıları ile topluluğu eğlendirmektedir9. Kadınlar da genelde kendi kendilerine tambur çalarak, şarkı söyleyerek eğlenirler. Gelin bu süre boyunca ayakta beklemek zorundadır ki bu gelenek Türk toplumunda da mevcuttur. Bu durum Türklerle Ermeniler arasındaki geleneksel ortak davranışlardan birisi olan gelinlik etmektir. Gelinlik etmek terimi yeni evlenmiş gelinin belirli bir süre kaynata, kaynana ve evin diğer erkekleri ile konuşmaması manasına gelmektedir. Türklerde oldukça yaygın olan bu davranışın Ermeniler arasında da geçerli olması Osmanlı toplumunun kültürel davranışlarını sergilemektedir10. Yukarıdaki resimde de bunun örneği görülmektedir. Bu süre zarfında gelinler yemeğini peçesinin altından yemek zorundadır. Akşamüzeri rahip eve gelince önce töreni yönetmek için pazarlık ettiği ücreti alır, daha sonra çifti taktis eder ve gelinin başına taktığı küçük haçı çıkarır11. Türk ve Ermeni toplumlarının düğünlerdeki dinî motifler doğal olarak her iki toplumda da birbirinden farklı olup bunun dışındaki bütün ayrıntılar hemen hemen aynı özellikleri taşımaktadır. Bu bağlamda; gençlerin dinî törenden sonraki eğlenceleri iki toplumda birbirinden farksız devam etmekte, gecenin geri kalan bölümü eğlencelerle geçirilmekte ve ertesi gün, ziyaretçiler ve tebrikler kabul edilmektedir. Resimlerde de görüleceği üzere küçük farklılıklar olmakla beraber Ermenilerle Türklerin sosyal yaşantıları birbirine çok benzemekte olup toplumsal örgünün bu iki unsuru, Osmanlı kültürüne zenginlik katmaktadır. Tüm bu ortak davranışlar ve beğeniler bu iki toplumun o dönemde ne kadar iyi kaynaştığını gösteren önemli delillerdendir. II. Türk ve Ermenilerin Sosyal ve Kültürel İlişkilerinin Günümüze Yansımaları Türk ve Ermeni toplumlarının bu çerçevede devam eden ilişkileri, XVIII. yüzyılın sonu ve XIX. yüzyılın başlarından itibaren Avrupalı devletlerin etkisi ve asıl gayeleri Hıristiyanlığı dünyaya yaymak olan misyonerlerin de katkısıyla değişmeye başlamıştır. Bu çerçeveden olmak 9 Lennep, a.g.e., s.123. 10 Zeki Arıkan, “Türk-Ermeni Kültür İlişkileri Üzerine”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Tarihten Bir Kesit-Özel Sayı, MEB Yayını, Yıl 4, S. 38, Nisan 2003, s.52–53; Yaşar Kalafat, “Türk-Ermeni Kültür İlişkilerinde Mitolojik Boyut”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Tarihten Bir Kesit-Özel Sayı, MEB Yayını, Yıl 4, S. 38, Nisan 2003, s.100. 11 Lennep, a.g.e., s.122-123; Lennep, Travels, C. I, s.270, 276. 249 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER üzere Anadolu’ya Avrupa devletlerinden pek çok misyoner gelmiştir12. Anadolu’ya gelen misyonerlerin amacı genel olarak Osmanlı ahalisini Hıristiyanlaştırmak olmakla birlikte din değiştirme, Müslümanlar açısından ölüm cezasını gündeme getirdiği için bu durum pek de mümkün olmamıştır13. Bu sebeplerden dolayı misyonerler ilgilerini daha çok Ermeniler üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Misyonerlerin, Ermenileri kendi çıkarları doğrultusunda, Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaları sonucunda Türk-Ermeni ilişkileri olumlu yönünü kaybetmiş ve zamanla yeni bir boyut kazanarak çatışmaya dönüşmüştür. XIX. yüzyılın ikinci yarısında itibaren misyonerlerin de etkisiyle başta Ermeniler olmak üzere Rum ve Lübnanlı Osmanlı tebaasından Hıristiyanların bir kısmı ABD’ye göç etmeye başlamışlardır. İlk giden öğrenci ve tüccar Ermenilere 1870’lerin sonları ve 1880’lerde özellikle Harput’tan giden Ermeniler de katılmıştır14. ABD’ye göç eden Ermenilerin birbirleriyle karşılıklı yardımlaşma içinde oldukları kaynaklardan anlaşılmaktadır. Osmanlı tebaası Ermeniler 1890’lı yıllarda özellikle genç erkek Ermeni nüfus, çocuklarını ve eşlerini evlerinde bırakarak yeterince para kazanmayı ve evlerine dönmeyi planlamışlardır15. Ancak sonraki dönemlerde, özellikle 1930’lardan itibaren, ABD’deki Ermeni göçmenlerin karakteri değişmiş, bunlar artık evlerine 12 Bkz. Seçil Akgün, “Amerikalı Misyonerlerin Anadolu’ya Bakışları”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırmaları Merkezi Dergisi (OTAM), S. 3, Ankara 1992, s.1-16; Akgün, “Amerikalı Misyonerlerin Raporlarında Türk İmajı”, I. Uluslararası Seyahatnamelerde Türk ve Batı İmajı Sempozyumu, (28.X-1.XI.1985), Eskişehir 1987, s.336; Necmettin Tozlu, “Misyonerlik Faaliyetleri ve Eğitim”, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu, Özel Sayısı II, MartNisan 2001, Yıl 7, S. 38, s.921 vd.; Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba yayınları, İstanbul 1989, s.16. 13 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), Tarih Vakfı Yurt Yayını, 2. Baskı, İstanbul 1999, s.61–62, 67-69. 14 Haluk Selvi, “Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeni Faaliyetleri”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Tarihten Bir Kesit-Özel Sayı, MEB Yayını, Yıl 4, S. 38, Nisan 2003, s.120 vd. Bu Ermeni göçleri sırasında daha sonra Hıristiyan yapılma düşüncesi ile bazı Müslüman Türklerin de göçmesi için misyonerler tarafından yardım edildiği anlaşılmaktadır. Geniş bilgi için bkz. Erdal Açıkses, “Osmanlı Devleti’ndeki Misyonerlik Faaliyetleri ile İlgili Bir Değerlendirme (İki Merkezden Örnekler)”, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu, Özel Sayısı II, Yıl 7, S. 38, Mart-Nisan 2001, s.943. 15 Meselâ ABD’nin Massachusetts eyaletine ve özellikle Watertown kasabasına göç eden Ermenilerin yaşantıları ile ilgili bkz. http://www.massmoments.org/moment.cfm?mid=123 (19.04.2006). Watertown kasabasında 40 Ermeni işçi kirada oturmakta olup bunların 20’ye yakını Kevork Nakashian isimli Ermeninin evinde ikâmet etmekte idiler. 250 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN geri dönmeyi düşünen bekâr işçiler olmayıp aileleri ile ABD’ye gitmeyi ve burada kalmayı tasarlayan gençler olmuşlardır. ABD’ye giden Ermenilerden bazıları lokantacılık yaparken bazıları da terzilik, ayakkabıcılık, berberlik ve özellikle fırıncılık ve bakkallık yapmışlardır. Sonraki zamanlarda Ermeni göçü bitmemiş, 1960-1970’li yıllarda İran, Lübnan, Türkiye, Suriye, Mısır, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerden göçler olmuştur. Sovyetler Birliğinin 1991 yılında dağılmasından sonra da bazı Ermenilerin ABD’ye göç ettikleri anlaşılmaktadır16. Osmanlı Devleti zamanında iki toplumun sosyal ilişkileri o kadar derinleşmiştir ki XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ABD’ye göç eden Ermenilerin bu karşılıklı etkileşimin izlerini halen taşıdıkları kaynaklardan takip edilebilmektedir. Kanaatimizce toplumların etkileşimini ortaya koymaya çalışırken yemek kültürünün ortaklığı daha ön plana çıkmaktadır. Bu anlamda yemeğin toplumsal sınırları belirlemede kültürel bir ayraç olduğunu17 ve toplumların etkileşimini ortaya koyarken kılık kıyafet veya dış görünüşle ilgili benzerliklerin yanında ortak yemek beğenilerinin de önemli bir unsur olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü mutfağa ait kültür, yemeğin paylaşılması; yemek zevklerinin aynılığı, yemekle ilgili kelimeler iki toplumun iç içe girmişliğinin en önemli göstergelerinden birisidir. Araştırmamızda vurgulamak istediğimiz mevzu özellikle daha önce Osmanlı tebaası olan Ermenilerin, ABD’ye göç ettikten sonra mutfak kültürlerini halen devam ettirmeleridir. Bu konu ile ilgili dikkatimizi çeken kaynak ilk baskısı 1973 yılında yapılan ve halen internette online olarak kullanıma açık olan ve Ermeni yemeklerinin isim, malzeme ve yapılışları ile ilgili bilgilerin yer aldığı Adventures in Armenian Cooking18, isimli kitaptır. Esasen eserin giriş bölümünde Ermenilerin bu yemeklerle ilgili olarak Türk, Rum, Suriye, İran ve Arap toplumları gibi pek çok Yakındoğulu komşularından etkilendiği ifade edilmektedir. Zaten aşağıda yemek isimlerinden bahsederken bu etkileşimi net şekilde görmek mümkün olacaktır. Yemeklerden kimisi Türk, kimisi Fars, Arap veya Rum kökenlidir. 16 http://www.massmoments.org/moment.cfm?mid=123 (19.04.2006). 17 Sami Zubaıda, “Ortadoğu Yemek Kültürlerinin Ulusal, Yerel ve Küresel Boyutları”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s.37. 18 Adventures in Armenian Cooking, by St. Gregory’s Armenian Apostolic Church of Indian Orchard, Massachusetts 1973;http://www.armeniapedia.org/index.php?title=Adventures_ in_Armenian_Cooking (19.05.2006); also http://www.cilicia.com/armo_cb_mees.html (19.05.2006). 251 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu anlamda aşağıda isimlerini aktaracağımız ve kaynaklarda Ermeni yemekleri olarak anılan birçok yemeğin ne olduğunu anlamak için kanaatimizce hiçbir yardımcı kaynağa ihtiyaç duyulmayacaktır. Bu arada ifade edilmesi gereken bir mevzu ise bazı yemeklerin ne oldukları tarafımızca kesin olarak tespit edilememiştir. Zaten bizim için önemli taraf da anlaşılabilenler olacaktır. Şimdi bu yemek isimlerine geçebiliriz. Konu ile ilgili kaynaklarda yemeklerin ilk önce İngilizce’si yazılmış yanına da orijinal isimleri verilmiştir. Bizde aynı usulü takip ettik. a) Mezeler Mezeler arasında; stuffed grape leaves (yalanchy sarma/ patat), mixed pickles (tourshı), pickled swiss chard (pandjar tourshı), pickled green peppers stuffed with chopped vegetables (salamorah tourshı), cured spiced meat (basterma), Armenian spiced dried sausagess (soujookh), Armenian cheese (haıgacan banır), mussels with rice mixture (mıdıa pılaf), eggplant yogurt dip (patlıjan (sempoog) madzoon meza), mussels with rice (mıdıa pılaf), fried cheese turnover (dabgadz banır boerag), eggplant dip (patlıjan (sempoog) meza), eggplant with taheen (baba ghanoush-patlıjan (sempoog) meza), crushed chick peas and crushed sesame seed dip (sıserr and taheen dıp), salted & toasted pumpkin or squash seeds (tutumı good), layered garbanzo bean pâté (topık) gibi yiyecekler bulunmaktadır. Aperatif olarak hazırlanan mezeler arasında yalancı sarma, turşu, pancar turşusu, salamura turşusu, pastırma, sucuk, babaganuş (patlıcan meze) isimleri ön plana çıkmaktadır. Bu mezelerin Türkiye’de halen aynı isimle hazırlandığı ve tüketildiği bilinmektedir. Babaganuşun abagannuş, babagannuş, babagannüç şeklinde yoğurtlu patlıcan olarak yapılmaya devam ettiğini de kaydetmekte yarar bulunmaktadır19. Ermenice kökenden gelen topik kelimesi nohut topu olarak da adlandırılmakta ve tahin, nohut, patates ve soğanla yapılan meze anlamında halen Türkçemiz’de kullanılmaya devam edilmektedir. 19 Müjgan Üçer, “Patlıcan ve Türk Mutfak Kültüründe Patlıcan”, Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar 2000, Yayına Hazırlayan Kamil Toygar, Türk Halk Kültürü Araştırma ve Tanıtma Vakfı; No:28., Ankara 2001, s.175-232. 252 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN b) Ekmekler Hamur işleri arasında; Armenian roll (choerag), armenian roll (eggless choerag), flat thin layered bread (sajoostoo), flaky layered bread (paghach), taheen bread (taheen hatz), Armenian bread (pıdeh hatz), grandma’s Armenian bread (medz mayrıgın hatz), cheese topped bread (peynırlee), pocket bread (gelor hatz), cheese turnover (banır boerag), layered cheese filled dough (tapsı banır boerag), layered meat filled dough (tapsı meat boerag), layered cheese squares (banır boerag), lavash; a soft, thin flatbread made with wheat, flour, water, yeast, and salt. Try it with shish kebab, or serve it with dipping sauces or smothered with butter and jelly, cheese boat (peynırlee), cracker bread (pahtz hatz), cracker bread shortcut (parag hatz), breadstick-like rolls (bexımet), thin bread (youkha), Armenian coffee cake (katah), Armenian coffee cake with filling (katah with koritz) vb. bulunmaktadır. Ekmeklerden çörek, pide, peynirli, peksimet, yufka, kete, lavaş gibi ekmek çeşitlerinin isimleri hemen göze çarpacaktır. Kaynaklarda Ermeni aşçıların ününün Ortadoğu’da yaygın olduğu hem ev yemeklerinde hem de lokantacılıkta önde geldikleri, özellikle hamur işleri ve basturma (pastırma) ile ünlendikleri ifade edilmektedir20. Yine yukarıda bahsedilen yufka da eski Türkçe’de ince kırılgan anlamlarına gelen yubka, yupa, yoka kelimelerinden gelmekte olup21 ABD’deki Ermeniler tarafından halâ kullanılmaktadır. c) Çorbalar Çorbalar arasında ise yogurt soup (madzoon abour), hot yogurt soup (tahnabour), yogurt celery soup (madzoon abour with celery), lentil soup (vospov abour), chick pea soup (sıserr abour), meatball soup (gelor abour), meatball soup (blor kufta abour), Armenian soup (haıgagan abour), chicken soup (hav abour), vegetable soup (pahnjareghen abour), beet soup (garmeer dag (jagentegh) abour) vb. hazırlanmaktadır. Çorbalar arasında yoğurt çorbası, köfte çorbası dikkat çekmektedir. 20 Zubaıda, a.g.m., s.35-38. 21 Charles Perry, “Göçebe Türkler, Katmerli Ekmek ve Baklavanın Orta Asya’daki Kökleri”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s.88. 253 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ç) Et, Balık ve Tavuk Yemekleri Et yemekleri arasında; Hımayag’s shısh kebab, Andrew’s shısh kebab, losh kebab, shısh kebab, lule kebab, karpet porov kufta, khabourga, kadın budu kufta, khanum budu, lahmajoon (shortcut), khema (chee kufta), mock mantı, mantı, tass kebab, khema, (chee kufta), khema (chee kufta), tass kebab wıth rice, pilaf kalajosh, kalajosh, lamb roast khavourma, patlıjan (sempoog) kufta, meat boerag, yeregamoonk plakı, epvatz tsoug, hav yev pılaf, keshkeg or herısah, korvatz hav havov, sergahvel sını kufta, khash or pacha gibi yemeklerin bulunduğu görülecektir. Et yemeklerinden şiş kebap, lahmacun, çiğ köfte, mantı, tas kebap, kavurma, keşkek, herise, paça, köfte, loş kebap, lüle kebap, kaburga, kadınbudu köfte, patlıcan köfte, mantı gibi yemeklerin isimleri ön plana çıkmaktadır. Bu yemeklerden keşkek ve herise üzerinde durmak yerinde olacaktır. İyice dövülmüş buğdayın etle birlikte uzun süre kaynatılmasıyla yapılan bir yemek olan keşkek, günümüzde Türkiye’de ve Irak’ın Musul vilâyetinde varlığını sürdürmektedir. Kişk sözcüğünden türemiş olan bu yemek tahıl, süt veya et ile karıştırılıp lapa olarak Yakındoğu’da yenilmektedir. Ancak günümüzde Türkiye’de yapıldığı şekliyle başka coğrafyalarda yapılmamaktadır. Keşkek sözü günümüzde Ermenice’de bulunmamaktadır. Ermenistanlı Ermeniler bu yemeği bilmezlerken Türkiyeli veya Türkiye’den göç etmiş Ermeniler -örneğin ABD’deki Ermeniler- tarafından bilinmektedir. Günümüz Lübnan Ermenilerinin kullandığı kişk de dışarıdan alınmadır. Bu sözcüğün Türkçe’den alındığı, damak sessizi olmasından da anlaşılmaktadır22. Yine Türkiyeli Ermeniler arasında etle tahılın dövülmesi ile yapılan herise de -etli tahıl lapası- aynı mantıkla yapılagelmiştir23. Bu sayılanların yanında Orta Asya kökenli çabuk hazırlanan, dondurulmuş ya da kurutulmuş yemeklerden olan mantının da Ermeniler arasında Türkçe’deki şekliyle kullanılması dikkat çekicidir24. Yine kavurma kelimesi, Ermenilerde Hint ya da İran mutfağında kullanıldığı şekilde kor- 22 Bkz. Françoıse Aubaıle-Sallenave, “El-Kişk: Geçmişiyle, Bugünüyle Karmaşık Bir Yemek”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s.105, 125. 23 Bkz. Aubaıle-Sallenave, a.g.m., s.102. 24 Mantı ile ilgili bkz. Holly Chase, “Meyhane mi McDonald’s mı? İstanbul’da Ayak Üstü Yemeğin Evrimi”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s.79-80. 254 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN ma veya korme25 şeklinde olmayıp, Türkçe’deki orijinal haliyle kavurma şeklinde kullanılmaktadır. Et yemekleri arasında sayılan paça yemeğinin telaffuzunun bâce ve baçe şeklinde İran veya Irak’taki söylenişi gibi olmayıp26 Türklerin kullandığı paça olarak yazılması önemlidir. Bu durum Ermenilerin Türk toplumundan etkilenmelerinin göstergelerindendir. d) Etli Sebzeler Etli sebze yemekleri arasında; stuffed baked eggplant, (karnı yarek/ letsvadz sempoog), stuffed eggplant, (karnı yarek/letsvadz sempoog), mashed eggplant with meat (patlıjan/sempoog hunkar bayendı), eggplant with lamb (patlıjan/sempoog kebab), eggplant and hamburg casserole (patlıjan/sempoog tava), baked stuffed apricots (dzeranı dolma/letsvadz), baked eggplant and meatball casserole (patlıjan/sempoog tava kebab), eggplant with ground meat (patlıjan/sempoog geragoor), lamb stew (meesov geragoor), eggplant, cheese, and ground meat casserole (meesov patlıjan/sempooc banır tava), zucchini with meat sauce (meesov tutum), stuffed vegetables (dolma/letsvadz), stuffed vegetables (dolma/letsvadz), stuffed cabbage (lahana dolma/letsvadz gaghambd), okra with meat sauce (meesov bamıya), hamburg and potato casserole (khema yev kednakhnzor poorrı), baked okra casserole (meesov bamıya tapsı), stuffed artichokes (enguınar), celery stew (kerevız geragoor), green bean stew (fassoulıa/lupia geragoor), vegetable meat dish (turlu) gibi yemekler yenilmektedir. Karnıyarık, hünkârbeğendi, patlıcan kebap, dolma, türlü, fasulye, lahana dolması, patlıcan tava, bamya, enginar gibi yemekler ilk olarak dikkat çeken yemeklerdir. Burada adı geçen hünkârbeğendi yemeği Osmanlı Sarayı’nın önde gelen yemeklerindendir. Ermeni yemek kültüründe Türklerde ve Yakındoğu toplumlarında olduğu gibi dolma veya sarma yapılırken pirinç ya da bulgur kullanılmaktadır. 25 Sami Zubaıda-Richard Tapper, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s.11. 26 Peter Heıne, “Modern Arap Yemek Kitaplarında Geleneksel Mutfağa Dönüş”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s.148. 255 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER e) Pilavlar Classic Armenian rice (prınzov pılaf), cracked wheat side dish (bulghur pılaf), pilaf with sauteed onions (sokherantz pılaf), peasant pilaf (davajı bulghur pılaf), white rice (jermag pılaf), cold bulghour pilaf (bagh bulghur pılaf) gibi pilavlar yenildiği görülmektedir. Pilavlar arasında pirinç ve bulgur pilavlarının adlarının ön plana çıktığı görülecektir. Esasen pirinç Ortadoğu coğrafyasında zor bulunan ve kolay erişilemeyecek bir üründür. Bu sebeple pirinç pilavından ziyade bulgur pilavının daha fazla çeşidinin bulunması normaldir. Yine dikkat çeken, bu kelime için Ermenilerin Arapça burgul kelimesi yerine Türkçe’deki gibi bulgur telaffuzunu kullanmalarıdır27. f) Vejetaryen ABD’deki Ermenilerin menüsünde ise; peanut butter stuffed wheat ball (bakı kufta), bulghur with eggs and tomatoes (havgıtov kufta), cheese stuffed eggplant (patlıjan banır dolma /sempoog banir letsvadz), chick peas (sıserr), lentil dish (vospov khema), lentils with apricots (mushosh), lentil dish (vospov pılaf), zucchini pie (tutumov boerag), baked dough with yogurt (serım), flaky cheese pastry (sou-boerag), baked cheese and spinach with filo (spanagh boerag), baked spinach-cheese with filo (spanagh-banır boerag), cheese, spinach, noodle casserole (banır, spanagh, yev yerıshta), baked spinach and eggs (havgıtov spanach) gibi yemekler bulunmaktadır. Ispanaklı börek, ıspanak, su böreği gibi yemeklerin isimleri dikkat çekicidir. Fırında pişirilmiş hamurun üzerine yoğurt dökülmesi şeklinde yapılan serim yemeğinin, ülkemizde serum veya seron telaffuzu ile söylenen yemekle aynı olması kuvvetle muhtemeldir. g) Etsiz Yemekler Etsiz yapılan; cold eggplant casserole (ımam bayeldı/sempoog), fried eggplant (dabcadz patlıjan/sempoog), okra (bamıya), tasty eggplant (hamov patlıjan/sempoog), leek stew (prassa), artichokes (enguınar), squash (tutumov geragoor), baked zucchini (tutum boerag), zucchini fritters (dab27 Sami Zubaıda, “Ortadoğu Mutfak Kültüründe Pirinç”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s.90. 256 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN gadz tutum), spinach with rice (spanagh geragoor/aghsk), cabbage (lahana (gaghamb), fried cauliflower (dabgadz karnabede), mixed vegetable dish (turlu), peas and tomato dish (behzalya geragoor), baked potato squares (tapsıov kednakhnzor poohrı) yemekleri bulunmaktadır. Bunlardan imam bayıldı, bamya, pırasa, enginar, lahana, türlü, bezelye isimleri kolayca anlaşılmaktadır. h) Salatalar Salatalar arasında ise; dried beans (fassoulıa (lupia) plakı), bean salad (fassoulıa (lupia) salata), white kidney bean salad (fassoulıa (lupia) pıaz), cracked wheat salad (tabouleh), string bean salad (fassoulıa salata/lupia aghtzan), tomato salad (marash salata/aghtzan), eggplant salad (patlıjan salata/ sempoog aghtzan), Armenian potato salad (kednakhnzor salata/aghtzan) bulunmaktadır. Yine bunlardan fasulye pilaki, fasulye salata, fasulye piyaz, patlıcan salata gibi isimler ön plana çıkmaktadır. ı) Tatlılar Tatlılar arasında; baklava (paklava/tertanush), paklava circles (paklava gelorıgs), rolled filo with nut filling (burma), khadayif (ekmek kadayıf), tahini roll (tahınov burma), cheese puffs (dabgadz banırov khumor), shredded dough (kadayıf), cake-like dessert with sugar syrup (mock paklava), stewed dried fruits (anoushabour), shredded wheat dessert with syrup and nuts (mock kadayıf), rice flour pudding (muhallabı), royal Armenian pudding (haıgagan anousheghen), a traditional new year pudding (anushabur), frıed dough balls (tukalık), cold aprıcot soup (dzıranı abur), rıce or wheat puddıng (gatnabour), frıed dough (mafısh), butter cookıe (kurabıa), fried dough (mafish), butter cookies (kurabia), date crescents (armav mahig), nut filled cookie (mamoul), sesame butter cookie (susam anoush), Armenian stick cookie (simit), Armenian cookie (haigagan anoush), nut filled cookie (lady fingers), almond cookie (noush khumoreghen), cognac cake (pargoghee gargantag), walnut crescents (ungouyz mahıg), date delight (armav anoush), apricots sweets (dzeranı anoush), chocolate cake (chocolat gargantag), apple pocket (khundsor boerag), farina cake (farına gargantag), yogurt cake (madzoon gargantag), coconut cake (huntk ungouyzı gargantag), yogurt cake (madzoon gargantag), coconut cake (huntk ungouyzı gargantag) gibi tatlılar bulunmaktadır. 257 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bunlar arasında ise baklava, burma, kadayıf, ekmek kadayıfı, kurabiye, muhallebi, simit gibi tatlılar ön plana çıkmaktadır. Burada baklavadan söz etmek yerinde olacaktır. Esasen kat kat açılan hamur işlerine bugün hem Yunanlılar hem de Türkler sahip çıkmaktadır. Ancak Yunanlıların eski yemek kitaplarında bu tatlıdan söz edilmezken Türklerin XI. yüzyıldan beri çok katlı hamur işleri yaptıkları bilinmektedir. Özellikle göçebe Türklerin fırınlarının bulunmaması sebebiyle şişkin fırın ekmeği yapamamaları, buna karşılık sac üzerinde yapılan tek katlı ince ekmekleri üst üste koyarak değişik kalınlıkta ekmekler yaptıkları bilinmektedir28. Sonuç Tüm bu saydığımız yemekler arasında mezelerden; yalancı sarma, turşu, pancar turşusu, salamura turşusu, pastırma, sucuk, babaganuş (patlıcan meze), ekmeklerden; çörek, pide, peynirli, peksimet, yufka, kete, lavaş gibi ekmek çeşitleri, çorbalardan; yoğurt çorbası, köfte çorbası, et yemeklerinden; şiş kebap, lahmacun, çiğ köfte, mantı, tas kebap, kavurma, keşkek, paça, köfte, loş kebap, lüle kebap, kaburga, kadın budu köfte, patlıcan köfte gibi yemekler, sebze yemeklerinden; karnı yarık, hünkârbeğendi, patlıcan kebap, dolma, türlü, fasulye, lahana dolması, patlıcan tava, bamya, enginar, ıspanaklı börek, ıspanak, su böreği, serim, imam bayıldı, bamya, pırasa, enginar, lahana, türlü ve bezelye yemeklerinin isimleri bugün halâ Türk mutfağında yer alan ve Ermeni mutfağını da etkileyen önemli yemeklerdir. Bunların yanında pirinç ve bulgur pilavları, fasulye pilaki, fasulye piyaz, patlıcan salata gibi salatalar ile baklava, burma, kadayıf, ekmek kadayıfı, kurabiye, muhallebi, simit gibi tatlıların adları da dikkatimizi çekmektedir. Tüm bu yemeklerin Türk ve Ermeni toplumlarında halen yapılmaya ve yenilmeye devam ettiği bir gerçektir. Yine satır aralarında bahsi geçen tava, sini, tepsi gibi mutfak gereçlerinin de Türkiye’de olduğu gibi halen Ermeniler arasında kullanılmaya devam etmesi iki toplumun uzunca süre yan yana yaşamasının doğal bir sonucu olup, bu hususta pek çok paydanın ortak olması gibi, yemek kültürünün de bu paydanın ortak bir sonucu olduğunu göstermesi önemlidir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Osmanlı ülkesindeki Ermeniler, XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar Türklerden ayrı bir yaşam biçimi sür28 Perry, a.g.m., s.86-87. 258 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN memiş, hatta gayrimüslim unsurlar arasında Türk kültür ve medeniyetiyle en fazla kaynaşan millet olmuşlardır. Bu kaynaşma o derece derindir ki, Ermeni sorununun Batılı devletlerin kışkırtmaları sonucu ortaya çıkan sunî bir mesele olduğu belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Esasen siyasî kaygılar bir tarafa bırakılırsa toplumsal ve kültürel şartların, bu iki toplumu birbirine son derece yaklaştırdığı ve bu yakınlığın kültürel anlamda halen devam ettiği rahatlıkla söylenebilir. İki toplumun birbirlerini ne kadar etkilediğini ve birbirlerinin kültürlerinde derin izler bıraktıklarını açıkça ortaya koymak açısından Ermeni asıllı Âşık Emir’in (öl. 1882) söylediği şu dörtlük oldukça manidardır29. Din ayrı, möhkem gardaşıg, Senin bahtına benzerik, Gol bir, el bir eliyek, birlikte dağık (dağız), Ayrılıgda, nazik bir goluk (kuluz). 29 Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi Yayını, İzmir 1992, s.32–33. 259 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynaklar Açıkses, Erdal, “Osmanlı Devleti’ndeki Misyonerlik Faaliyetleri ile İlgili Bir Değerlendirme (İki Merkezden Örnekler)”, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu, Özel Sayısı II, Mart-Nisan 2001, Yıl 7, S. 38. Adventures in Armenian Cooking, by St. Gregory’s Armenian Apostolic Church of Indian Orchard, Massachusetts 1973. Akgün, Seçil, “Amerikalı Misyonerlerin Anadolu’ya Bakışları”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırmaları Merkezi Dergisi (OTAM), S. 3, Ankara 1992. __________, “Amerikalı Misyonerlerin Raporlarında Türk İmajı”, I. Uluslararası Seyahatnamelerde Türk ve Batı İmajı Sempozyumu, 28.X-1.XI.1985, Eskişehir 1987. Arıkan, Zeki, “Türk-Ermeni Kültür İlişkileri Üzerine”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Tarihten Bir Kesit-Özel Sayı, MEB Yayını, Yıl 4, S. 38, Nisan 2003. Aubaıle-Sallenave, Françoıse, “El-Kişk: Geçmişiyle, Bugünüyle Karmaşık Bir Yemek”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000. Chase, Holly, “Meyhane mi McDonald’s mı? İstanbul’da Ayak Üstü Yemeğin Evrimi”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000. Heıne, Peter, “Modern Arap Yemek Kitaplarında Geleneksel Mutfağa Dönüş”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000. Kalafat, Yaşar, “Türk-Ermeni Kültür İlişkilerinde Mitolojik Boyut”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Tarihten Bir Kesit-Özel Sayı, MEB Yayını, Yıl 4, S. 38, Nisan 2003. Kocabaşoğlu, Uygur, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba yayınları, İstanbul 1989. Lennep, Henry J. Van, Travels in Little-Known Parts of Asia Minor, C. I, Yayınlayan John Murray, London 1870. __________, The Oriental Album: Twenty Illustrations;in Oil Colors of the People and Scenery of Turkey, Yayına Hazırlayan Pars Tuğlacı, Altayhan Matbaası, İstanbul 1985. Ocak, Ahmet Yaşar, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), Tarih Vakfı Yurt yayını, 2. Baskı, İstanbul 1999. Perry, Charles, “Göçebe Türkler, Katmerli Ekmek ve Baklavanın Orta Asya’daki Kökleri”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard 260 Yrd. Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000. Selvi, Haluk, “Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeni Faaliyetleri”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Tarihten Bir Kesit-Özel Sayı, MEB Yayını, Yıl 4, S. 38, Nisan 2003. Şahin, Gürsoy, “Amerikalı bir Misyonerin XIX. Yüzyılın Ortalarında Türk-Ermeni Kültürel İlişkileri ile İlgili İzlenimleri Üzerine bir Değerlendirme”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Ermeni Özel Sayısı, C. VII, S. 1, Haziran 2005. Tozlu, Necmettin, “Misyonerlik Faaliyetleri ve Eğitim”, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu, Özel Sayısı II, Yıl 7, S. 38, Mart-Nisan 2001. Türkmen, Fikret, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi Yayını, İzmir 1992. Üçer, Müjgan, “Patlıcan ve Türk Mutfak Kültüründe Patlıcan”, Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar 2000, Yayına Hazırlayan Kamil Toygar, Türk Halk Kültürü Araştırma ve Tanıtma Vakfı; No. 28, Ankara 2001. Zubaıda, Sami, “Ortadoğu Mutfak Kültüründe Pirinç”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000. __________, “Ortadoğu Yemek Kültürlerinin Ulusal, Yerel ve Küresel Boyutları”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami Zubaıda-Richard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000. Zubaıda, Sami-Tapper, Richard, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler Sami ZubaıdaRichard Tapper, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000. Internet Kaynakları http://www.massmoments.org/moment.cfm?mid=123 (19.04.2006). http://www.armeniapedia.org/index.php?title=Adventures_in_Armenian_Cooking (19.05.2006). http://www.cilicia.com/armo_cb_mees.html (19.05.2006). 261 TATAR VE ERMENİ MÜZİK GELENEĞİNİN ORTAK HUSUSLARI Güzel TUYMOVA Tataristan İlimler Akademisi Dil, Edebiyat ve Sanatlar Enstitüsü, Sanatlar Şubesi E-mail: guzel-t@yandex.ru; Tel: +7 (843) 292 76 59 Özet Tarihî, siyasî ve coğrafî şartların etkisiyle özellikle Osmanlı döneminde Türk ve Ermeni medeniyetleri arasında birçok ortaklıklar meydana çıkmıştır. Şu medeniyetler arasında mevcut olan ilişkiler benzer münasebetlerin, bağlılıkların diğer medeniyetlerde hususen de Kırım ve Kazan tatarlarının kültüründe aşikarlanmasına imkân veriyor. Kazan ve Kırım Tatarlarının müzik ve mûsikî poyetik geleneklerini araştırırken şu geleneklerin umum Türk ve İslâm dünyasının sınırları içerisinde kalan diğer medeniyetlerle bir benzerlik gösterdiği meydana çıkıyor. İşin mümkün taraflarından bir de Kazan, Kırım ve Ermeni müziğinin ve müzik geleneğinin mukayeseli tahlilidir. Karşılıklı münasebetlerin parlak nümunesi Türk-Müslümanların mûsikî poetik ırsının tam tabakasını temsil eden Ermeni âşık yaratıcılığıdır. Şu da malûmdur ki ilk Ermeni âşıkları Qul oğlu Erzınkasi (XV asr) ve Naapet Kuçak (XVI asr) Türk mahnıları okumuşlar. Türk ve Ermeni âşıklarının karşılıklı münasebetleri sonucunda Ermeni âşıklarının repertüarına Kazan ve Kırım tatarları tarafından da ifa edilen İslâmî içerikli mahnılar dâhil olmuştur. Aralarında meşhur Sayat Novanın olduğu Ermeni âşık yaratıcılığı Türklerin ananevi kültürünün özeyini teşkil eden mûsikîli poetik nümunelerde temsil olunur. Ermeni âşıklarının Şark Müslümanlarının klasik süjetleri olan Leyli ve Mecnun, Ferhad ve Şirin, Şahsenem ve Qarib vs. esasında ifa ettikleri mahnılar bir daha Ermeni ve Tatarların mûsikîli poetik ilişkilerinin sıklığını nümayiş ettirir. Ermeni araştırıcılara göre Ermeni âşıklarının meydana çıkmasına kadar mûsikîli poetik alanda mütrübler vardılar. Şu hadisenin aynısını biz Kazan Tatarlarının ortaasr müzik kültüründe de müşahede edebiliriz. Klasik poetik metinler hususen de XIV asr Povoljsk-Türk şâiri Hisam Kâtib’in Cucuma-i Sultan adlı elyazma poeması buna bir delildir. Hem Kazan Tatarlarının hem de Ermenilerin müzik kültüründe mütrüblerin fonksiyonu aynı olmuştur. Ermeni ve Kırım Tatarlarının müzik geleneğinin ortak hususları birçok asrlık kontaktlar ve etnorejional hususiyetlerle izah olunan makamlar ve melodik intonasyon seviyelerde kendini göstermektedir. Benzerlikler aletler seviyesinde de mevcuttur. Ermeni müzik yaratıcılığını temsil eden aletler aynı zamanda Tatar müzik geleneğine de hastır. Zurna, tar, kemança vs. aletler Kazan ve Kırım han saraylarının klasik enstumental ince sanatını teşkil ediyordu. Eğer Ermeni müzik geleneği ile İranlıların, Azerbaycanlıların, Türklerin, Kırım Tatarlarının müzik geleneği arasındaki karşılıklı münasebetler aşikârdıysa o zaman Kazan Tatarlarına münasebette Ermenilerle ilişkileri üze çıkarmak, ifade etmek mümkündür. Şunu Ermeni-İran, Ermeni-Azerbaycan, Ermeni-Türk, Ermeni-Kırım Tatar ilişkilerini araştırmak vasitesile etmek mümkündür. Şu aynı zamanda hem Ermeni hem de Türk halklarının kültürünün öğrenilmesi için yeni imkânlar açıyor. Güzel TUYMOVA Giriş Tarihî, siyasî ve coğrafî şartların etkisiyle özellikle Osmanlı döneminde Türk ve Ermeni medeniyetleri arasında birçok ortaklıklar meydana çıkmıştır. Bu medeniyetler arasında mevcud olan ilişkiler benzer münasebetlerin, bağlılıkların diğer medeniyetlerde hususen de Kırım ve Kazan tatarlarının kültüründe aşikarlanmasına imkân veriyor. Kazan ve Kırım tatarlarının müzik ve mûsikî poyetik geleneklerini araştırırken şu geleneklerin Türk ve İslâm dünyasının sınırları içerisinde kalan diger medeniyetlerle bir benzerlik gösterdiği meydana çıkıyor. İşin mümkün taraflarından bir de Kazan, Kırım ve Ermeni muziğinin ve müzik geleneğinin mukayeseli tahlilidir. Karşılıklı münasebetlerin parlak nümunesi Türk-müslümanların mûsikî poetik geleneğinin asıltemelini temsil eden Ermeni âşık yaradıcılığıdır. Bu da malûmdur ki ilk Ermeni âşıkları Kul oğlu Erzınkasi (XV asır) ve Naapet Kuçak (XVI asır) Türk mahnıları okumuşlar (3). Türk ve Ermeni âşıklarının karşılıklı munasebetleri sonucunda Ermeni âşıklarının repertuarına Kazan ve Kırım tatarları tarafından da ifa edilen İslâmî içerikli mahnılar dâhil olmuştur. 265 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Aralarında meşhur Sayat Nova’nın olduğu Ermeni âşık yaradıcılığı türklerin ananevi kültürünün özünü teşkil eden mûsikîli poetik nümunelerde temsil olunur. Ermeni âşıklarının Müslüman klasik süjetleri olan Leyli ve Mecnun, Ferhad ve Şirin, Şahsenem ve Garib ve d. esasında ifa ettikleri mahnılar bir daha Ermeni ve tatarların mûsikîli poetik ilişkilerinin sıklığını gösteriyor (5, s.11). Ermeni araştırıcılara göre Ermeni âşıklarının meydana çıkmasına kadar mûsikîli poetik alanda mütribler vardılar (3, s.17–18). Bu hadisenin aynısını biz Kazan tatarlarının orta asr müzik kültüründe de müşahede ede biliriz. Klasik poetik metnler hususen de XIV asr povoljsk-Türk şâiri Hisam Kâtib’in Cumcuma-i Sultan adlı elyazma poeması buna bir sübuttur (4, s.139). Hem Kazan tatarlarının hem de Ermenilerin müzik kültüründe mütriblerin fonksiyonu aynı olmuştur. Ermeni ve Kırım Tatarlarının müzik geleneğinin ortak hususları çok asırlık kontaktlar ve etnik bölgesel hususiyetlerle izah olunan makamlar ve melodik intonasyon seviyelerde kendini göstermektedir. Benzerlikler aletler seviyesinde de mevcuttur. Ermeni müzik yaradıcılığını temsil eden aletler aynı zamanda tatar müzik geleneğine de hastır. Zurna, tar, kemança ve d. aletler Kazan ve Kırım han saraylarının klasik enstumental incesanatını teşkil edıyordu. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Türk-Ermeni mûsikîli-poetik alâkaları parlak şekilde âşık ananesinde kendi aksini tapmıştır. Hıristiyan olan Ermeni âşıkları Türk (Müslüman) âşıklarla yarışmalarda naat (7), ilâhî, kaside, gazel, semaî söylemişler (2). Genellikle Ermeni âşık ananesi Türk-Müslüman kültürünün aşağıdaki hususlarıyla uygunluk gösterir: 1. Klasik Müslüman şiiriyatının janr ve forumlarıyla -naat, ilâhî, gazel, kaside, semaî, destan; 2. Türk şiir forumlarıyla-mâni, koşma, geraylı; 3. Sufi poezyasının simbollarına dönüşmüş destan süjetleriyle; 4. Hece vezni ve aruz gibi metroritm sisteminde kurulan mûsikîlipoetik kompozisyonlar; 5. Ermeni ve Kırımtatar müziğinin perde ve melodik seslemendeki hususiyetlerdeki ilişkilerle. Yukarıdaki bahsı geçen Ermeni âşık geleneğine ait hususlar yalnız Ermeniler ve Osmanlı Türkler arasında değil, aynı zamanda Ermeniler va 266 Güzel TUYMOVA Azerbaycan türkleri, Ermeniler ve Kırımtatarlar ve diğer Türk-müslümanlar, özellikle Kazan tatarları arasındaki ilişkileri öyrenmeye yardım ediyor. Eğer Ermeni müzik geleneği ile iranlıların, azerbaycanlıların, türklerin, Kırım tatarlarının müzik geleneği arasındaki karşılıklı münasebetler aşikardısa, o zaman Kazan tatarlarına münasebette Ermenilerle ililşkileri öne çıkarmak, ifade etmek mümkündür. Bunu Ermeni-İran, Ermeni-Azerbaycan, Ermeni-Türk, Ermeni-Kırımtatar ilişkilerini araştırmak vasitesile etmek mümkündür. Bu aynı zamanda hem Ermeni hem de Türk halklarının kültürünün öyrenilmesi için yeni imkânlar açıyor. 267 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynaklar 1) Aliyev F. Antologiya krımskoy narodnoy muzıki. Simferopol, 2001. 2) Bayrak M. Alevî-Bektaşî edebiyatında Ermeni Âşıkları /âşuğlar/. Ankara, 2005. 3) Grigoryan Ş.S. Armyanskiye gusanskiye pesni i ih literaturnıye sootneseniya (s drevneyşih vremen do XVII veka). /Avtoreferat dissertasiyi. Yerevan, 1965. 4) Makarov G. Klassiçeskiye instrumentalnıye tradisii musulmanskogo Vostoka v starotatarskoy muzıkalnoy culture. – Islamkoye iskusstvo v VolgoUralskom regione. Red. G. F. Valyeva-Suleymanova. Kazan, 2002. 5) Naryan M.H. Armyanskiye pesni Sayat-Novı./Avtoreferat dissertasiyi. Yerevan, 1964. 6) Şerfedinov Ya. Yanray kaytarma. Taşkent, 1978. 7)Yeniterzi E. Türk edebiyatında Na’tlar./ http://www.yagmurdergisi.com.tr 268 ERMENİ DUL VE YETİMLERİ İLE OSMANLI DEVLETİ’NİN BUNLARA KARŞI TAKİP ETTİĞİ POLİTİKALAR Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: selengaburla@hotmail.com, babacan@aku.edu.tr; Tel (GSM): 0 505 646 24 62 Özet Çalışmamızda, özellikle II. Abdülhamit döneminden itibaren Osmanlı toplumunda ve bir devlet politikası olarak dul, yetim ve muhtaçlara karşı uygulanan politikalar ele alınacak, bu çerçevede Osmanlı toplumunun bir parçası olan Ermeniler için açılan dulhane ve yetimhaneler ele alınarak bunların ihtiyaçları için yapılanlar incelenecektir. Ermeni yetim ve muhtaçları için yapılan yardım kampanyaları, Hazine-i Hassa’dan aktarılan paralar, barınmaları için yapılan çalışmalar, bina ihtiyaçları, harçlıkları vb. konularda devletin uygulamaları arşiv belgeleri ışığında ortaya konulmaya çalışılacaktır. Osmanlı Devleti’nin toplumun bütünü içerisindeki muhtaçlara yardımı arasında Ermeniler için yapılanlara yabancı misyonerlerin müdahalesi ve bu konudaki rekabete de değinilecektir. Ayrıca söz konusu yetimler ve muhtaçlar için yapılan aynî ve nakdî yardımların artırılması ve fizikî hayat şartlarının daha da iyileştirilmesi için yapılanlar ve yapılması gerekenler yine bu çalışmada anlatılmaya çalışılacaktır. Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN Giriş Yetim, dul, düşkün ve yardıma muhtaç insanlar Türk tarihinin her döneminde devletlerin özellikle üzerinde durdukları bir mesele olarak görülmüştür. Türkler, toplum içerisinde çeşitli nedenlerle ortaya çıkan dul ve yetimlerle, bu işlere mahsus kurumlar oluşturarak ilgilenmişlerdir. Türklerin aile yapısının her türlü hayat şartları ve mücadele yöntemlerine hazırlıklı olmasından kaynaklanan yapısı gereği, ölümünden sonra aile fertlerinin akıbeti konusunda ciddi bir endişesi yoktur. Onlar bilir ki, törelere göre her hangi bir nedenle ve hatta savaşlarda, devlet ve millet hizmetinde ölen birinin eşi ve çocukları sahipsiz kalmaz ve onlara kimlerin bakacağı bellidir. İslâmiyet’in kabulünden sonra da, İslâm inancı gereği kul hakkı ve yetim hakkının dokunulmazlığı, haram olması, daha ötesi büyük günahlardan olması nedeniyle bu hususta daha titiz davranıldığı görülmektedir. İslâm’ın kabulünden sonra kurulan Türk devletlerinde düşkünler ve yetimleri himaye etmek ve onların haklarını ve mallarını korumak maksadıyla çeşitli vakıfların kurulduğu görülmektedir. Osmanlı Devleti’nde de durum aynı şekilde idi. Dul, yetim ve düşkünler, çeşitli ihtiyaç sahiplerinin haklarının korunmasına azami gayret sarf edilmiş, bunlar için özel vakıflar kurulmuştur. Bu vakıfların desteğiyle oluşturulan hastane, imaret, yetimhane, şifahane gibi yerlerde ihtiyaç sahiplerine ulaşılmaya, onların toplum içerisinde lâyık oldukları şekilde yaşamaları sağlanmaya çalışılmıştır. Bilhassa Fatih Sultan Mehmet’in kur273 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER duğu vakıflar aracılığıyla yetim çocukların okutulması ve meslek sahibi olmalarını sağlamaları yönündeki gayretleri bilinmektedir. Tanzimat’ın ilânını takiben birçok Osmanlı kurumunda olduğu gibi, yetimlerin haklarının korunması ve mallarının güvence altına alınması maksadıyla yeni kurumlar oluşturulmuştur. Bunlar; 1851’de kurulan Eytam Nazırlığı, 1868’de Tuna valisi Mithat Paşa tarafından kurulan ıslahhaneler, 1872’de kurulan Dârüşşafaka, 1903’te II. Abdülhamit tarafından kurulan Dârülhayr-ı Âli, 1915’te Trablusgarb ve Balkan Savaşları’nda babaları şehit olan çocukların korunması amacıyla kurulan darüleytamlar ve 1917’de kurulan Himaye-i Etfal’dir1. Bu kurumların iyi çalışabilmesi ve yetimlerin malları ile ilgili haksızlıkların giderilmesi amacıyla birçok ferman ve hükümler yayımlanmıştır2. Yayımlanan bu fermanlarda gayrimüslim yetimlerin haklarının da korunması ile ilgili hükümlerin olduğu görülmektedir. Bunlar arasında, 1841 tarihli bir fermanda Rum yetim çocuklarının mallarının kilise tarafından telef edilmemesi amacıyla kilise hesaplarının kontrol edilmesini isteyen bir ferman dikkat çekicidir. Ayrıca başka bir fermanda da Ermeni yetim ve fakirlerinin İncil okuma ve öğrenmeleri için dışarıdan her hangi bir müdahale yapılmaması emrediliyordu3. Osmanlı toplumu içerisinde her türlü cemaat ve millet kendi yetimleri ve düşkünlerine yukarıda belirttiğimiz gibi önce vakıflar, XIX. yüzyılın ortalarından itibaren de kurulan müesseseler aracılığıyla sahip çıkmaya çalışıyorlardı. Ermeniler de başlangıçta kendi kiliseleri aracılığıyla, daha sonraları da yine kilisenin kontrolünde ve dinî kurumlarının yakınlarında inşa ve tahsis edilen yetimhanelerde koruma altına alınıyorlardı. Osmanlı Devleti, yetim ve dullarının bakımı ve korunmasını yüzyıllardır geleneksel ve hukukî yöntemleriyle temin etmeye çalışırken, artık XIX. yüzyılın sonlarına doğru toplumdaki yetimler ve bunlara sahip çıkılması düşüncesi her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır. Bunun sebebi, Osmanlı Devleti’ne her fırsatta müdahale imkânlarını arayan Avrupa devletlerinin, Osmanlı içine atmaya çalıştıkları ayrılıkçı tohumlar için 1 2 3 Ahmet Eryüksel, “Osmanlı Devleti’nde Dul ve Yetimler”, Şarkiyat Mecmuası, C. VIII, İstanbul 1998, s.331. Mehmet Çanlı, “Eytam İdaresi ve Sandıkları (1851–1926), Yeni Türkiye, Türkler, Sayı 14, s.57; Veli İnanç, “Osmanlı Devleti’nde Yetimlerin Sosyal Haklarının Korunması”, Savaş Çocukları Öksüzler ve Yetimler, Editör Emine Gürsoy-Naskali-Aylin Koç, İstanbul 2003, s.20-21. İnanç, a.g.m, s.23. 274 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN özellikle kendilerine yakın buldukları gayrimüslim, az da olsa Müslüman çocukları zemin olarak görmeleridir. Hele 1890’lardan itibaren Osmanlı coğrafyasında Ermeni tedhiş eylemlerinin artması üzerine binlerce Ermeni yetimi, siyasî meselelerin uluslararası politika malzemesi haline gelmesinde ve Osmanlı Devleti üzerindeki dış baskının artmasında bir araç olma tehlikesiyle yüz yüze gelmiştir. Bu bakımlardan Osmanlı Devleti’nin vatandaşları olan Ermeni dul ve yetimlerinin durumu ve bunlara karşı takip edilen politikaları, 1915 Tehcir Kanunu’nun uygulanmasına kadar ve tehcir sonrası izlenen politikalar ve uygulamalar olarak incelemek yerinde olacaktır. Aşağıda ayrıntıları görüleceği üzere; birinci aşamada devlet vatandaşı olan bu çocukları, yardım bahanesiyle onlara yönelen her türlü dış müdahaleden uzaklaştırmak ve uluslararası siyasete alet olmaktan kurtarma gayreti içine girmiştir. İkinci aşamada ise, devlete karşı bir baş kaldırı, toplu kıyam şekline dönüşen Ermeni olaylarının en çok mağduru olan -ki olaylarda en masum tarafı teşkil etmekteydiler- yetim ve dullara karşı Osmanlı Devleti ve yöneticileri merhamet, insaniyet duygularıyla hareket etmiş ve onları her türlü tehlikeden uzak durmaları, hayatlarını idame ettirmeleri yönünde gayret etmiştir. A- Tehcir Kararı’nın Uygulanmasına Kadar Ermeni Dul ve Yetimleri Osmanlı Devleti’nde gayrimüslim yetimler, kendi cemaatleri tarafından kiliselerinin yanlarına yapılan ilâve binalar veya eski manastır binalarının tadilat ve tamiratı sayesinde teşkil edilen yetimhanelerde barındırılıyordu. Osmanlı Hıristiyan tabası üzerine ilgi ve politikaların arttığı dönem olan Tanzimat ve Islahat Fermanları’nın ilân edilmesinin sağladığı hukukî haklar ortamında Avrupalı ve Amerikalı misyonerlerin de gayrimüslim, özellikle de Ermeni yetimleri için yetimhaneler açtıkları görülüyordu. Ancak öteden beri, Osmanlı hukukunda ve uygulamalarında gayrimüslimlerin ibadethane ve benzeri kuruluşlar inşa etme, bunların tamiri ve tadilatı özel kurallara ve izne bağlı idi. Gerekli izinler alındığı takdirde Ermeni cemaati ve diğer unsurların yetimhane açmalarına müsaade ediliyor, hatta her türlü aynî ve nakdî yardım devlet tarafından yapılıyordu. Misyonerlerin Osmanlı coğrafyasındaki faaliyetlerini artırmaları ve özellikle Ermeni yetimleriyle ilgilenmek baha- 275 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER nesiyle yetimhane açma izni talepleri daha sıkı takip ediliyor, büyük ölçüde de verilmiyordu. Ermeni Patrikhanesi ve cemaati, özellikle 1890 olaylarının ardından çeşitli vilâyetlerde yetim kalan çocuklar için yeni yetimhaneler inşa izni istiyordu. Devlet, olayların kontrolünden çıkmasını engellemek amacıyla sınırlı da olsa Patrikhane’ye yardımcı olmaya çalışıyordu. Patrikhane’nin mümkün mertebe bu çocukların Dârülhayr-ı Âli’ye4 kabul edilmelerini talep ettiği de görülüyordu5. Örneğin Yedikule, Van, Manastır, Adana, Halep gibi yerlerde yeni açılacak bu yetimhanelerin arsa ve inşa masrafları da cemaatin yaptığı bağışlarla karşılanıyordu6. Yetimhanelerin masrafları için piyangolar ve balolar tertip ediliyordu. Yolsuzluk ve haksız kazancı, maksadı dışında faaliyeti önlemek amacıyla izinsiz ve şahsî piyango tertibi kesinlikle yasaklanıyordu. Düzenlenen yardım piyangolarında meblağı 50 bin kuruşa kadar olanlara valilerden izin alınıyor, daha üstü olanlar için ise Şura-yı Devlet’tin izin verebileceği de karara bağlanmış ve bu husus bütün vilâyetlere tebliğ edilmişti7. Ayrıca Ermeni yetimhanelerine yardım maksadıyla düzenlenen balolar en iyi şekilde duyurulmaya çalışılıyor, katılımın üst düzeyde olmasına gayret ediliyordu. Meselâ; 26 Kasım 1905’te Manastır’da düzenlenen bir yardım balosunun sönük geçtiği yönünde şikâyet haberleri de geldiği oluyordu8. Ermeni olaylarının arttığı dönemde bütün fakirlere ayırt etmeksizin devlet tarafından aynî ve nakdî yardım yapıldığı görülüyordu. Örneğin Diyarbakır valisinin 11 Kasım 1895’te Sadaret’e çektiği bir telgrafta Ermeni fukaraya dağıtılacak buğdayın tedarik ve dağıtımı için yapılacak masrafın ne şekilde karşılanacağı yönündeki telgrafına, hükümetten verilen cevapta, her türlü yardımın derhal yapılması, bunun için gereken paranın merkezden gönderileceği ve şimdilik Ziraat Bankası’ndan temin edilmesi bildiriliyordu9. Ayrıca, sadrazamlık Dâhiliye Nezareti’ne yazdığı bir emirde, Ermeni yetimler için hayırseverler tarafından sipariş edilen elbiselerin gümrük 4 5 6 7 8 9 Darülhayr-ı Âli, kuruluşu ve işleyişi ile ilgili bilgi için bkz. Nadir Özbek, “II. Abdülhamit ve Kimsesiz Çocuklar Darülhayr-ı Âlî”, Tarih ve Toplum, Sayı 182, Şubat 1999, s.11-20. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y.PRK.AZN., Belge No: 21/29, Ermeni Patriği’nin 28 Ağustos 1900 tarihli arizası. BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 700/39; Y.A.HUS., Belge No: 496/91; DH.MUİ., Belge No: 22/-1/59, 70/-1/17. BOA, DH.İD., Belge No: 112/-1/14 BOA, Y.PRK.MK., Belge No: 21/49. BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 636/20. 276 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN vergisinden muaf tutulması için gerekenin yapılması isteniyordu10. Aynı zamanda, Sultan II. Abdülhamit’in, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan Ermeni yetimleri için 1 000 liranın gönderilmesini istediği ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını istediğini tespit etmekteyiz11. Padişah, bunun gibi 1898 tarihli birçok iradesinde, Anadolu’da bulunan Ermeni fukara ve yetimlerinin ihtiyaçlarının karşılanması yönünde Patrikhane’nin isteklerine olumlu cevaplar vermiş ve her fırsatta para ve aynî yardımlarda bulunmuştur. Hatta yapılacak yardımın Padişahın reayasına karşı bir görevi olduğu da vurgulanıyordu. Bu yardımlar çoğu zaman para olduğu gibi, buğday, un ve et ihtiyaçlarının temini yönünde de olmuştur12. Ermeni yetim ve fakirlerine yardım konusunda Patrikhane ile Osmanlı hükümeti sürekli irtibat halinde idi. Sadece yetimhane değil, dulhane ve Ermeni hastanesinin ihtiyaçlarının giderilmesi için de her türlü tedbir ortaklaşa alınıyordu. 26 Kasım 1904’te Ermeni Patriği tarafından Padişaha gönderilen bir yazıda, yapılan yardımların yerine ulaştığı ve bütün bu yardım ve iyi niyetlerine karşılık Patriğin teşekkür dilekleri bildiriliyordu13. Osmanlı vatandaşları üzerinde sistemli çalışmalarını XIX. yüzyılın başlarından itibaren yürüten misyonerler, asıl amaçları olan Müslümanları Hıristiyanlaştırma olmasına rağmen bu konuda etkili olamayınca, bütün ilgilerini gayrimüslimlere yönelttiler. Mensubu bulundukları ülkelerin Osmanlı coğrafyasındaki menfaatleri doğrultusunda faaliyetlerine yön veren bu misyonerler, özellikle Anadolu’daki Ermenilerle yakından ilgilenmeye başladılar. Ancak, Ermeniler Gregorian mezhebine mensup olmalarına rağmen, bu misyonerler Ermenileri kendi mezheplerine kazandırma eğilimine girerek her misyoner, adeta kendi mezhebine cemaat kazandırma yarışı içerisindeydiler. Aslında bu bakımdan yüzyıllardır birlik içerisinde yaşayan Gregorian Ermeni cemaati ve Patrikliği, böylece misyonerlerin tesiriyle çeşitli Hıristiyan mezheplerine girerek dinî birliklerini de kendi elleriyle bozmuş oluyorlardı. Ermeni olaylarının 1890’lardan sonra artmasında ve bir isyana dönüşmesinde misyonerler tarafından Anadolu’nun çeşitli yerlerinde açılan yabancı okul ve kolejlerin son derece etkili rol oynadığı bilinmekteydi. Olayların Osmanlı polis ve jandarması tarafından bastırılması ve yapılan 10 BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 632/26. 11 BOA, İ.HUS, Belge No: 22.Ra.1316/74 (10 Ağustos 1898), 10.Ra.1316/43. 12 BOA, İ.HUS., Belge No: 1316.Ş.9/14, 1316.Ra.23/73, 1316.R.27/104; Y.PRK.AZN., Belge No: 20/13. 13 BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 24/17. 277 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER müdahaleler neticesinde bir kısım Ermeninin yetim kaldığı bir kısım Ermeni kadınının da dul kaldığı tabii bir gerçektir. Avrupalı ve Amerikalı misyonerlerin bu defa, yetim kalan bu çocuklar ve dullarla ilgileniyor görünerek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine daha fazla müdahale imkânını elde etmek düşüncesiyle, öncelikle yabancı okulların bulunduğu illerde ve bölgelerde yetimhaneler açmaya çalıştıkları görülmekteydi. Bu amaçla sadece Ermeni çocukların kendi yaşadıkları şehirlerdeki yetimhanelerde bakılmaları yetmediği gibi, bu çocuklardan bir kısmını da nüfuz etmek istedikleri şehirlere yeniden yetimhaneler açabilmek maksadıyla naklettikleri de görülüyordu. Örneğin 11 Ocak 1897 tarihinde Alman elçiliği, Sadaret’e gönderdiği bir yazıda; 21 erkek 11 kız yetimin Beyoğlu Alman Hastanesi’nde görev yapan bir hademenin nezaretinde Kudüs’te bulunan Alman Hastanesi’ne gönderilebilmesi için ve aynı şekilde Maraş’tan da 50 yetimin Kudüs’teki söz konusu hastaneye gönderilmeleri için izin istiyordu ve tabii ki Osmanlı hükümetiyle Alman hükümeti arasında o dönemde ilişkilerin iyi yürümesi sebebiyle bu iznin derhal verildiği de anlaşılmaktadır14. Böylece Alman elçiliği, çeşitli yerlerden topladığı çocukları Kudüs’e göndererek orada bir yetimhane açma ve bura üzerinden faaliyette bulunma niyetini ortaya koyuyordu. Özellikle Doğu Anadolu’da meydana gelen olaylar üzerine meydana gelen terör ve kargaşa ortamında Ermeni dul ve yetimleri, misyonerler için cemaatlerine kazanılacak iyi bir nüfuz alanı teşkil ediyorlardı. Bu amaçla misyonerlerin Ermeni dul ve yetimlerine para ve yiyecek yardımları yapmaya başladıkları ve daha fazla yardım alabilmeleri için kendileriyle irtibatı kesmemeleri yönünde telkinlerde bulunuyorlardı. Misyonerlerin bu yöndeki faaliyetlerinin tespit edilmesi üzerine, misyonerlerin bu yöndeki faaliyetlerinin engellenmesi ve icabında cezalandırılmaları yönünde, Erzurum valiliğine hitaben 16 Eylül 1897 tarihli bir iradenin yayımlandığı görülmektedir. Yine aynı iradede, bu gibi ihtiyaç sahibi dul ve yetimlere yapılacak yardımların ancak hükümet yetkilileri tarafından yapılabileceği, dolayısıyla misyonerler ve yabancı kuruluşlar eğer yardım yapacaklarsa bu yardımlarını devlet görevlilerine vermeleri isteniyordu. Yardımların ancak bu şekilde yapılabileceği, aksi davranışların yasak olduğu emrediliyordu15. 14 BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 539/15. 15 BOA, İ.HUS., Belge No: 18.R.1315/78. 278 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN Aynı şekilde, 30 Nisan 1909’da Diyarbakır vilâyetinden gelen bir rapor doğrultusunda yayımlanan bir iradede; kimsesiz Ermeni çocuklarının iaşe ve eğitimleri maksadıyla misyonerler tarafından Diyarbakır vilâyeti mıntıkasında açılmış olan yetimhanelere yabancılar tarafından yapılacak yardımlara müsaade edilmemesi isteniyordu. Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerine misyonerlerin bu yöndeki faaliyetlerine engel olunması ve bu konuda uyanık davranılması yönündeki ikazlara rağmen misyonerlerin yardım bahanesiyle çocuklarla temaslarını kesmedikleri de görülüyordu. Yetimlere yardım ve onları eğitim bahanesiyle okullara götürdükleri ve orada uyguladıkları eğitim ve propaganda ile devlet ve hükümet aleyhine alenen militan yetiştirdikleri anlaşılıyordu16. Yayınlanan iradede misyonerlerin, böylece yöre halkı arasında efkâr ve ahlâkını bozmaya çalıştıkları, bu sebeple Ermeni çocukların bir yandan vatana ve devlete düşman, diğer taraftan da milliyetlerinin ve dinlerinin bozulması tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları vurgulanıyordu17. Çocukların ve yöre ahalisinin bu gibi olumsuz dış tehlike ve tesirlerden korunması için gereken her türlü tedbirin alınması valiliklerden isteniyor, misyonerlerin fesat yaymalarına müsaade edilmemesi için tedbirlerin alınması tembih ediliyordu. Misyonerlerin tesirinden çocukları kurtarabilmenin en iyi yolunun Ermeni ve bütün diğer tebaa yetimleri için Anadolu’nun çeşitli yerlerinde devlet eliyle yetimhaneler yapılması gerektiği ve buralara ayırım yapılmadan bütün yetimlerin kabul edilmesinin yerinde olacağı kararlaştırılmıştı. Ancak böylece bu çocukların din ve milliyetlerinin korunabileceği düşünülmüştü. Açılacak bu yetimhanelerde, devlet tarafından hazırlanan ortak 16 Yabancı misyonerlerin stratejik ve nüfus bakımından kritik bazı yerlerde açtıkları okullar aracılığıyla Ermenileri nasıl kışkırttığı ve isyan ettirdiği, isyanlardaki etkin rollerine bir örnek 1895 Maraş Ermeni isyanı ve bu isyanda Maraş’ta bulunan yabancı okulların hocalarının faaliyetleri gösterilebilir. Hasan Babacan, “1895 Maraş Ermeni Olayları ve Amerikalı Misyonerler”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu, Bildiriler, Cilt II, 6–8 Mayıs 2004, İstanbul 2005, s.645–652. 17 Osmanlı yönetimindeki gayrimüslimler yani zımmîler, mezhep ya da dinlerine göre Osmanlı yönetimi tarafından gruplandırılmış ve bu gruplara millet adı verilmiştir. Şu halde millet; Osmanlı Devleti’nde dinî toplulukların ismidir. Osmanlı Devleti’nde, Rum milleti, Ermeni milleti, Yahudi milleti vardır. Rum ve Bulgarlar eğer Ortodoks iseler Rum milletinin üyesi sayılırken, Ermeniler Protestan ya da Katolik oluşlarına göre farklı milletlere bölünmüşlerdi. Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839–1914), Ankara 1989, s.9. Dolayısıyla bu tanıma göre Osmanlı Devleti, misyonerlerin Ermeni çocuklarının mezheplerini değiştirme endişesiyle tedbirler alma gayretine girdiği anlaşılmaktadır. 279 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bir program ve müfredat dâhilinde eğitim yapılması ve özel hazırlanan kitapların okutulması sayesinde ahlâk ve milliyetlerinin yabancı misyonerlerin fesadından ve propagandasından korunabileceği vurgulanıyordu. Bu işler için Meclis-i Vükelâ’da özel bir komisyon hazırlanması, bu komisyonun mahallî idarelerle iş birliği yaparak, açılacak yetimhanelerin nerelere inşa edileceği, bunun için ne kadar paraya ihtiyaç duyulacağı gibi konuların tartışılıp karara bağlanması kabul edilmişti. Bütün bu gayretlere rağmen misyonerlerin fesat yayma ve kimsesiz çocukları kendi mezheplerine kazandırma faaliyetlerinin kesinlikle önlenemeyeceği ama bunu önlemek için azami gayretin sarf edilmesi gerektiği, bu yönde katı tedbirlerin alınmasının devamı kararlaştırılmıştı18. Osmanlı emniyet yetkilileri Ermeni yetimlerinin misyonerlerin tuzağına düşmemesi için büyük gayret sarf ediyordu. Misyonerler özellikle Doğu Anadolu’da şehirlerin sokaklarında dolaşarak Ermeni yetimleri toplayıp kendi yetimhane ve okullarına götürmeye çalışıyor, hatta yukarıda değindiğimiz gibi başka şehirlere de naklettikleri oluyordu. Bu hususa birkaç örnek verecek olursak: Alman misyonerler, Harput’ta topladıkları 10 Ermeni yetimini İzmir’de bulunan Alman rahiplerinin idaresinde bulunan yetimhaneye götürmek için hükümetten izin talebinde bulunmuşlar, Alman sefaretinin aracı olması üzerine bu iznin kendilerine verildiği anlaşılmaktadır19. Benzer bir örnek olarak yine, Diyarbakır’da bir olay cerayan etmişti. Alman misyonerlerden Bahans, daha önce 70 kadar çocuğu toplayıp Alman Hastanesi ve yetimhanesine bakımlarını yapmak bahanesiyle götürmüştü. Emniyet yetkilileri tarafından durum fark edilince çocuklar teker teker aile ve akrabalarına iade edilmişlerdi. Ancak Bahans bu defa 2 Mayıs 1899’da, yine gizlice on iki kadar çocuğu evinde toplamıştı. Yapılan tahkikat sonucunda bu çocukların da ailelerine teslim edilmesi yönünde ikna edilmişti. Alman misyonerin çocukları toplama yönündeki ısrarcı tavırları sonucunda, gerçek niyetinin ne olduğu tahkik edilmeye çalışılmış, gerçekten iyi niyetle yardım gayesi güdüyorsa, çocukların anne, baba veya yakın akrabalarının muvafakatini alması gerektiği kendisine bildirilmişti. Eğer yakınlarından izin alabiliyorsa istediği kadar çocuğu almasına resmî makamlarca da izin verilecekti. Yapacağı yardımlar gerçekten yetimlerin ihtiyaçlarına yönelikse, çocukların bulundukları yerlere götürerek de yardımın amacına ulaşacağı kendisine bildirilmişti. Ancak Alman Bahans, 18 BOA, İ.HUS., Belge No: 1316.Z.19/59. 19 BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 658/38. 280 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN şüpheli davranışlarına devam edince evi polis tarafından izlemeye alınmıştı20. Osmanlı emniyet yetkilileri her ne kadar misyonerlerin faaliyetlerini ve Ermeni yetim ve dulları için yaptıkları yardım görüntülü propagandalarını kontrol altında tutmaya çalışıyor idiyse de zamanla Avrupa devletleri, misyonerlerden gelen raporlar doğrultusunda Osmanlı Devleti üzerinde baskılarını artırmaya başladılar. Yavaş yavaş bu devletlere Anadolu’nun bazı vilâyetlerinde kendi adlarıyla yetimhaneler açılmasına izin verilmeye başlandığını görüyoruz. Örneğin İtalyanların Üsküp ve İzmir’de okul, İşkodra, Bingazi ve Berka’da yetimhane açma izni talebi, 24 Ağustos 1908’de Meclis-i Vükelâ’da görüşülmüştü. Meclis-i Vükelâ’nın aldığı karar, devletin yetimler üzerindeki kontrolü ve siyasî gücünü göstermesi bakımından önemliydi. Şöyle ki, İtalyanların okul açmak istedikleri yerlerden olan Üsküp’te yeterli sayıda İtalyan çocuğu bulunmadığı için bu isteklerinin reddine, Bingazi ve Berka’da İtalya vatandaşlarının miktarı oralarda yetimhane açılmasına ihtiyaç gösterecek derecede bulunmadığı için bu isteklerinin de kabul edilemeyeceğinin İtalyan makamlarına bildirilmesi için Roma sefaretine yazı yazılmasına karar verilmişti. Ayrıca İşkodra ve İzmir’de açılmak istenilen yetimhane ve okul için de, İşkodra’da İtalyanların ve diğer devletlerin yetimhanelerinin bulunup bulunmadığının araştırılması ve oradaki İtalya vatandaşlarının nüfuslarının yeterli olup olmadığının araştırılmasına, İtalyanların orada yetimhane açmalarında mahzur olup olmadığının, hatta açılacak okulların inşa mahallerinin İslâm mahallesinde veya mahzurlu bir yerde olup olmadığının ve orada ne kadar İtalya vatandaşı olduğu ve bunların ne miktarda çocukları olduğunun da Aydın vilâyetinden araştırılması yönünde karar verilmişti21. İtalyanların okul ve yetimhane açmak üzere faaliyette bulunduğu Osmanlı vilâyetlerinin coğrafî konumları dikkat çekicidir. İtalyanların yıllar boyu yayılma, nüfuz alanları elde etmek için bu bölgelere göz diktiği sonraki yıllarda daha açık anlaşılmıştı. Buraları her fırsatta işgal etme plan ve emelleri göz önüne alındığında, İtalyanların gerçek niyetlerinin yetimlere yardım değil siyasî ve askerî emellerini gerçekleştirmek için zemin hazırlamak, o bölgelere insanî yardım maskesiyle nüfuz etmek olduğu daha kolay anlaşılır. 20 BOA, Y.PRK.UM., Belge No: 46/29. 21 BOA, MV., Belge No: 109/123. 281 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Aynı şekilde, daha önce yetimhane açmak için Osmanlı hükümetinden izin almakta zorlanan Almanların, İstanbul’da, Kudüs’te, Maraş’ta ve diğer bazı şehirlerde yetimhane iznini kolayca alabildiği görülüyordu. Hatta Şubat 1908’de alınan bir Şura-yı Devlet kararıyla artık yabancı okullar ve yetimhanelerin açılma izinlerinin mahallî idareler tarafından verilmesinin uygun olacağı bildiriliyordu22. Ayrıca Meclis-i Vükelâ, 18 Mayıs 1916’da aldığı bir kararla, zamanında kaçak olarak açılan Adana Haruniye Alman Yetimhanesi’nin mevcut kanunlara aykırı olmamak şartıyla resmî ruhsata bağlanmasının uygun olacağı görüşünü beyan ediyordu23. Avrupalı misyonerlerin, kendi gayretleri ve Avrupa devletlerinin baskısıyla Anadolu’da yetimhane açabilme hakkını elde etmeleri üzerine, Amerikalı misyonerler de aynı haklardan yararlanmak için fırsatları değerlendirdiler. Bu yönde Van, Elazığ, Haçin, Maraş, Kayseri, Develi gibi Ermenilerin bulunduğu ve Ermeni olaylarının devam ettiği yerlerde emellerine ulaştıkları görülüyordu24. Diğer misyonerlerin yaptığı gibi Amerikalı misyonerlerin de bir yerde topladıkları yetimleri başka şehirlere naklederek onlar vasıtasıyla yetimhane açma teşebbüsünde bulundukları görülüyordu. Örneğin Haçin’de bulunan Amerikalı Mister Parker, Haçin Amerikan Yetimhanesi erkek kısmından iki talebeyi Everek kasabasına götürerek, orada da bir yetimhane açma teşebbüsünde bulunmuştu. Ancak Dâhiliye Nezareti durumu takip ederek, Hariciye Nezareti aracılığıyla 12 Ekim 1910 tarihli yazısıyla, adı geçen misyonerin buna hakkı olmadığını bildirerek kendisini uyarmıştı25. Ancak Amerikalı misyonerlerin Ermeni yetimlerine yardım bahanesiyle Kayseri, Everek, Develi bölgesinde yetimhane açma girişiminden vazgeçmedikleri görülüyordu. Bu bölgede bir yetimhane ve misyonerlerin konaklaması için bir ev yapmak istediklerini mahallî idarecilere bildirmeleri üzerine, Şura-yı Devlet 10 Temmuz 1913 tarihli gerekçeli kararında, Amerikalıların bu isteklerinin, Müslüman mahallelerine, ibadethanelerine yakınlığı, Ermeni vatandaşlar arasında fesada yol açacağı gerekçeleriyle, şu anda ve daha sonra inşaatın yapımının mahzurlu olacağı bildiriliyordu. 22 BOA, DH.MUİ., Belge No: 53/25. 23 BOA, MV., Belge No: 242/100. 24 Van’da Amerikan vatandaşlarından Dr. Aşır Efendi adına açılacak bir yetimhane için Alman Yetimhanesi idaresindeki müştemilatın bağışlanmış olması dikkat çekiciydi. BOA, DH.İD., Belge No: 117/65. 25 BOA, DH.İD., Belge No: 117/8. 282 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN Yine, her zaman olduğu gibi eğer yardım yapılacaksa resmî makamlar aracılığıyla yapılmasının doğru olacağı bildiriliyordu26. Birinci Dünya Savaşı öncesine gelindiğinde, İkinci Meşrutiyet döneminin sağladığı fikrî ve siyasî serbestlik ortamında, Avrupalı ve Amerikalı misyonerlerin okul ve yetimhaneler açmak için daha kolay izin alabildikleri ve bu konuda istedikleri gibi davranabildikleri gözlenebiliyordu27. Hatta Dâhiliye Nezareti Diyarbakır, Van, Adana, Halep gibi güney ve doğu bölgelerindeki valiliklere emirnameler göndererek, bu güne kadar o bölgede yabancılar tarafından kaç yetimhane açıldığının derhal bildirilmesini istiyordu28. Dâhiliye Nezareti’ne gelen bir rapor, yabancıların Osmanlı Ermenileri ve diğer ihtiyaç sahiplerini kullanarak, eğitim kurumları açma bahanesiyle memleketin kritik bölgelerine nasıl sızdıkları ve ne kadar da etkili olduklarını göstermesi bakımından çok dikkat çekiciydi. Kudüs sancağından gelen bu rapora göre; bütün misyonerlerin bu bölgeye ilgisi vardı, Kudüs sancağında Osmanlı kültürünün iyice zayıflayarak ecnebi kültürünün hâkim duruma geçtiği ve bölgede çeşitli Avrupa devletlerinin özellikle de İngilizlerin faaliyetlerini artırdıkları bildiriliyordu. Bu kültür erozyonu ve dış müdahaleleri aza indirebilme yönünde tedbir olması umuduyla, Filistin’de Osmanlıca’nın da okutulacağı bir üniversitenin açılmasının uygun olacağı yine bu raporda vurgulanıyordu29. B- Birinci Dünya Harbi ve Tehcir Uygulamaları Döneminde Ermeni Yetimlerinin Durumu Savaş öncesinde olduğu gibi Birinci Dünya Savaşı döneminde de cinsiyet, din, mezhep ayırımı yapmaksızın, kimsesiz çocukların bakımı, iaşesi ve eğitimleri Osmanlı Devleti için bir mesele olmuştur. Özellikle de Tehcir Kanunu’nun uygulamaya konduğu dönemde Ermeni dul ve yetimlerinin durumu başlı başına bir sorun teşkil ediyordu. Bunların durumu başlangıçta Osmanlı hükümeti tarafından planlanmış olmasına rağmen, yapılan uygulamalar şartlara göre değişiklik arz edebiliyordu30. Dâhiliye Nezare26 BOA, DH.İD., Belge No: 163/23. 27 BOA, DH.MUİ., Belge No: 22/-1/59; Y.A.HUS., Belge No: 496/91; Y.MTV., Belge No: 229/75. 28 BOA, DH.MUİ., Belge No: 70/-1/17. 29 BOA, DH.İD., Belge No: 34/18. 30 Tehcir kararının alınma sebepleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Babacan, “Ermeni Tehcirini Hazırlayan Faktörler ve Tehcir”, Dünden Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri, Yayına Ha- 283 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ti, sevk ve iskân meselesini Dâhiliye Nezareti İskân-ı Aşâir ve Muhâcirîn Müdiriyeti, yani İçişleri Bakanlığı Aşiret ve Göçmenleri Yerleştirme müdürlüğü aracılığıyla, bu kuruma mahsus yönetmelikler çerçevesinde yürütüyordu. Tehcir uygulamalarının başlangıcında, bazı özel görev ve durumları olan Ermenilerle birlikte, yetim çocuk ve dul kadınlar da sevk edilmeyerek yetimhanelere ve bulundukları yerlerdeki köylere yerleştirilmişlerdir. Dâhiliye Nazırı Talât Bey imzasıyla vilâyetlere gönderilen şifreli telgraflarda, yirmi yaşına kadar kız çocuklarının ve en az on yaşına kadar olan erkek çocukların göç ettirilmeyerek, can ve emniyetleri sağlanarak Müslüman köylere dağıtılması ve buralardaki ailelere evlâtlık olarak verilmesi ve güvenliklerinin takip edilmesi, aksi davranışta bulunanların cezalandırılacağı önemle vurgulanıyordu31. Ayrıca, on yaşından küçük çocuklar için yeni darüleytamlar yapılarak veya onların mevcut darüleytamlara götürülerek talim ve terbiyelerinin düşünüldüğü, bu amaçla ilgili vilâyetlere telgraflar gönderilerek sorumluluk alanlarında ne kadar çocuk bulunduğu ve bunlar için darüleytama çevirmek için münasip bina bulunup bulunmadığının bildirilmesi isteniyordu32. Sevk esnasında çocukların yol şartlarına dayanmaları oldukça zordu ve dolayısıyla hükümet sayıları oldukça fazla olan Ermeni çocukların bakımı ve eğitimi için iki yola müracaat etti: Birincisi, yukarıda değinildiği üzere belli yaşlardaki çocukların darüleytamlara yerleştirilmesi, ikincisi ise kimsesiz çocukların Müslüman ailelerin yanına dağıtılması idi33. Savaş ve ekonomik şartlar göz önüne alındığında, Osmanlı Devleti’nin bütün ihtiyaç sahibi çocukları yetimhanelerde barındırması mümkün değildi. Bu nedenle zamana ve bölgelere göre farklılık arz eden uygulamalara girilmiş, bazı durumlarda Ermeni yetimleri yetimhanelere yerleştirilmiş, olmayan yerlerde yeni yetimhaneler açılması yoluna gidilmiş, bazen da zırlayan İdris Bal-Mustafa Cufalı, Ankara, 2003, s.297–307. 31 ŞFR, No: 921, Canik Sancağı, Erzurum, Trabzon vilâyetlerine çekilen 9 Haziran 1331 (22.6.1915) tarihli şifreli telgraf, bu şifreli telgraf şahsî arşivimizdedir. 32 İbrahim Ethem Atnur, Türkiye’de Ermeni Kadınları ve Çocukları Meselesi (1915–1923), Ankara 2005, s.52. 33 Atnur, a.g.e., s.52-53. Ayrıca, Dâhiliye Nazırı Talat Bey’in Ankara vilâyetine çektiği telgraf: “Ermeni çocuklarının resmî müesseselerde bulundurulması doğru değildir. Bunlardan, kalanların kurâ-yı İslâmiye’ye tevzî´leri. 17 Ağustos 1331 (30 Ağustos 1915)”, BOA, DH.ŞFR., Belge No: 55/323. 284 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN yalnızca din değiştirenlerin yetimhanelere alınması yönünde emirler yayınlanmış olduğu görülmüştür. Dönemin Dâhiliye Nazırı Talât Bey, 30 Ağustos 1331 (11.09.1915) tarihli emirnamesinde, erkekleri sevke tâbi tutulan, kimsesiz ailelerin, Ermeni ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilerek geçimlerini temin etmek için de bir miktar nakit paranın verilmesini istiyordu. Ayrıca bu emirnameye göre, on yaşına kadar olan sevke tâbi tutulmayan çocukların yetimhanelere yerleştirilmesi, buraların yeterli olmaması halinde zengin Müslüman ailelerin yanlarına verilerek yetişmelerinin ve eğitimlerinin sağlanması, yirmi yaşına kadar olup da tehcir edilmeyen genç ve dul kadınların kendi rızalarıyla Müslüman erkeklerle evlenmelerine izin veriliyordu34. Hatta Dâhiliye Nezareti tarafından çekilen bir telgrafta, Müslüman erkeklerle evlenen Ermeni kadınlardan, Müslüman kocalarından ayrılmak istemeyenlere, kendi dinî cemaat ve cemiyet ileri gelenleri tarafından baskı yapıldığı haberi alınınca, bu durumun men edilmesi ve bu yönde cemaat liderleri de yerel yöneticilere ve kadınlara ısrar ederlerse Ermeni kadınlarından yana tavır takınılması ve kocalarıyla aralarının bozulmaması yönündeki kararlarına yardımcı olunması tavsiye ediliyordu35. Öte yandan, göçmenler arasında bulunan çocukların hava şartlarına dayanamamaları ihtimaline karşı, yine Dâhiliye Nazırı Talat Bey’in, örneğin Elazığ valisi Sabit Bey’e çektiği bir telgrafta, kimsesiz kadın ve çocukların sevk edilmeyip münasip köylere dağıtılmasını istediğini görüyoruz36. Aynı şekilde Adana, Halep, Diyarbakır, Erzurum, Bitlis, Van, Trabzon, Sivas, Hüdavendigâr, Edirne, Musul vilâyetleriyle İzmit, Canik, Kayseri, Maraş, Urfa ve Zor mutasarrıflıklarına yazılan 27 Aralık 1915 tarihli telgrafta, Ermeni yetimlerinin talim ve terbiyeleri hususunda şimdiye kadar ne yapıldığının bildirilmesi, duruma göre çocukların ahaliden nüfuz sahibi kimselere dağıtılmaları ve bunların miktarlarının merkeze derhal bildirilmesi isteniyordu37. Ankara vilâyetine çekilen 30 Mayıs 1916 tarihli bir şifreli telgrafta da Ermeni yetimleri ve dulları ile ilgili yapılması gerekenler hakkında şu teferruatlı bilgi veriliyordu: …Erkekleri sevk edilip veyâhûd askerde olup da kimsesiz ve velîsiz kalan âileler Ermeni ve ecnebî bulunmayan kurâ 34 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 278, 30 Ağustos 1331 (12.09.1915). Bu şifreli telgraf şahsî arşivimizdedir. 35 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 99/110, 25 Mayıs 1332 (7 Haziran 1916) tarihli telgraf. 36 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 58/124. 37 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 59/111. 285 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ve kasabâta müteferrikan tevzî’ ve muhâcirîn tahsîsâtından iâşeleri te’mîn edilerek âdât-ı mahalliyye ile istînaslarına, Genç ve dul kadınların tezvîclerine, Oniki yaşına kadar olan çocukların mahallî darü’l-eytâm ve öksüz yurdlarına tevzî’ine, Dârü’l-eytâmların mevcûdu kifâyet etmediği taktîrde sâhib-i hal Müslümanlar nezdine verilerek âdâb-ı mahallîyye ile terbiye ve temsîllerine, Bunları kabûl ve terbiye edecek sâhib-i hal Müslümanlar bulunmadığı taktîrde muhâcirîn tahsîsâtından otuz kuruş i’âşe masrafı verilmek şartıyla köylülere tevzî’ine gayret edilmesi ve suver-i sâlife dahilinde vâki’ olacak icrâ’ât ve teşebbüsâttan aded ve erkâma müstenid olarak peyderpey ma’lûmat i’tâsı38. Buradan da anlaşılıyordu ki, Ermeni yetimlerine yardım edecek ekonomik durumu müsait olmayan Müslüman ailelere de kişi başı otuz kuruş iaşe bedeli ödenerek bu çocukların ortada kalmamaları, bakımlarının temin edilmesi sağlanıyordu. Bu tür uygulamalar Osmanlı Devleti’nin yetimler konusunda ne kadar hassas davrandığını bir kez daha ortaya koymaktaydı. Aynı şekilde, yetimhanelerde kalan çocuklar için de devlet tarafından kişi başına altışar kuruş yevmiye aktarıldığı, bu paraların harbiye tahsisatından derhal aktarıldığı Kastamonu vilâyetine gönderilen bir şifreli telgraftan anlaşılmaktaydı39. Dâhiliye Nezareti’nin Adana vilâyetine çektiği 7 Ocak 1916 tarihli telgraf, Ermeni dul ve yetimlerine sahip çıkılması yönünde izlenen ve izlenecek yolu göstermesi bakımından dikkat çekiciydi. Telgrafta; Müslümanlar nezdinde bulunan Ermeni kız ve çocuklardan bîkes olan ve ebeveyn ve akrabâları ta’ayyün etmeyenlerin rü’esâ-yı rûhâniyyeye teslîmleri ve rü’esâ-yı rûhâniyye bulunmadığı ve milletdaşları tarafından da kabûl edilmedikleri taktîrde hükûmetce i’âşe ve hüsn-i muhâfaza edilmeleri îcab eder. deniliyor, böylece Ermeni yetimlerinin öncelikli olarak kendi ruhanî liderleri, cemaati ve onlar da sahip çıkmazlarsa devlet eliyle koruma altına alınmaları gerektiği vurgulanıyordu40. Aşiret ve Göçmenleri Yerleştirme müdürlüğünün, sevk döneminde Ermeni yetimleriyle ilgili yapılan uygulamalar hakkında verdiği bilgiler şu yönde idi: Hükümet dağ başlarında, köy harabelerinde, yollarda ve çarpışmalara sahne olan şehirlerde anasız, babasız, sefil ve ölümle pençeleşen çocuklara tesadüf etmiş ve bunların hayatlarını korumak için birçok yerlerde alelacele darüleytamlar tesis ederek cins ve mezhep ayrımı yap38 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 64/162. 39 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 76/206. 40 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 94/56. 286 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN maksızın hepsine şefkat ve himaye elini uzatmıştı. Bir iki yaşından, sekiz on ve hatta daha büyük yaşlarda bulunan bu yetimlerin, ilk toplandıkları zaman evvelemirde hayatlarını koruma çaresini düşünerek, mezhep ve milliyetlerini tayine vakit kalmamışken, bilâhare lâzım gelen tahkikat icra edilmiş ve bunlar arasındaki İslâm ve Ermeni çocuklar ayrılmıştır. Dönemin şartları göz önüne alındığında çocuklarla ilgili bir kurumun çalışmaları hakkında verdiği bu bilgiler önem arz ediyordu. Urfa ve çevresindeki Ermeni muhacirleriyle ilgilenen Muhacirîn müdürü Şükrü Bey’in faaliyetleri sonucunda Urfa’da Ermeni yetimleri için bir yetimhane açıldı. Bakıcı ve mürebbiye olarak bazı Ermeni kadınları görevlendirildi. Aynı dönemde komşu illerde de benzer faaliyetler yürütüldü. Elazığ’da valinin gayretleri sonucu 700 Ermeni çocuk için bir yetimhane açılmıştı. Her on veya on beş çocuk için bir Ermeni hemşire tahsis edilmişti. Çocukların giyimleri ve yiyecekleri iyiydi ve vali bu durumla övünüyordu41. Ermenilerin göç ettirildiği güney vilâyetlerinde muhacirlerin sayısı artınca, bölgedeki idareciler, sorumluluk alanlarındaki asker ve ahalinin iaşe ve barınmaları, yerleştirilmeleri konularında güçlükler çekmeye başladılar. Tabii ki bu arada bakıma ve yardıma en çok ihtiyacı olan Ermeni yetim ve kimsesiz kadınların buralarda muhafazası güçleşmişti. Bu nedenle kimsesiz çocukların mümkünse artık buralara gönderilmemesi, gelenlerin de memleketin iç bölgelerine döndürülmesi ihtiyacı hâsıl olmuştu. Hatta İstanbul’a kadar gönderilmeleri gündeme gelince Muhacirîn müdürlüğü, bunun şartlar gereği mümkün olamadığı, mümkün mertebe Anadolu içlerinde, Sivas gibi güvenli olabilecek şehirlerde kalmaları yönünde görüş beyan ediyordu42. Güneydeki, özellikle de Halep bölgesindeki yetimlerin oralarda kalması mümkün olmadığı gibi, İstanbul’a da gönderilmeleri Osmanlı yönetimi tarafından uygun görülmüyordu. Bunların bakım ve tahsilleri için en uygun yer Anadolu’da daha güvenli görülen yerlerdi. Elde edilen bilgilere göre sadece Sivas’a değil İzmit, Konya, Balıkesir ve Adapazarı gibi vilâyetlerde bulunan yetimhanelere de Ermeni yetimlerinin gönderildiği anlaşılıyordu. Bu durumun savaşın sonlarına kadar devam ettiği görülmüştür. 41 Atnur, a.g.e., s.54. 42 “Sivas vilâyetine; Halep’te mevcûd Ermeni eytâmının orada ibkâsı ve buraya celbi muvâfık değildir. Bunların terbiye ve temsîllerine en müsâ‘id zemin Sivas’tır. Halep’le bi’l-muhâbere bunların oraya celbiyle darü’l-eytâmlara tevzî‘ine himmet buyurulması Fî 2 Şubat, sene (1)33(1) (15 Şubat 1916)” Dâhiliye Nazırı, BOA, DH.ŞFR., Belge No: 61/20. 287 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ancak savaş ve savaş şartlarında ailelerini kaybeden Ermeni çocuklarından ebeveynleri bulunanlar ailelerine teslim ediliyordu43. Osmanlı yönetiminde savaş şartları içerisinde Ermeni çocuklarıyla ilgili faaliyetlerde bulunan kişiler arasında, dönemin Dâhiliye Nazırı olarak bu faaliyetin başında bulunan Talât Paşa görülmekle beraber, Ermenilerin göçürüldüğü bölgenin sorumlusu olan IV. Ordu Komutanı olan Cemal Paşa da önemli yer tutar. Yerli yabancı bütün kaynaklarda, Türk ordusu dâhil, Araplar ve bölgeye gelen Ermenilerin bile açlıkla karşı karşıya kaldığı bir dönemde Cemal Paşa, İtilaf Devletleri donanması tarafından abluka altında bulunmasına rağmen Suriye ve Lübnan’da Ermeniler ve yetimleri için önemli çalışmalar yapmıştır. Bu konudaki en önemli faaliyetlerinden biri, Ayn Tura Manastırı’nda oluşturduğu bir yetimhanede Ermeni yetimlerini toplayıp, onların bakımları ve eğitimlerini sağlaması olmuştur44. Osmanlı hükümeti, Ermeni yetimlerini mevcut yetimhanelere, öksüz evlerine hatta okullara ve yeni yapılan binalara yerleştirirken elbette ki bu binaların sayısı yeterli değildi. Bu nedenle bazı manastırlarda darüleytamlar oluşturuldu. Hükümet, yetimlerin misyonerlerden uzak tutulması emrini veriyor ve bunun için askerî ve idarî tedbirler almasına, Ermenilerin sevki sonucunda öğrencisiz kalan okulları Amerikalı ve Alman misyonerlerin yetimhaneye çevirmelerini engelleyerek onlardan kurtulmayı düşünmesine rağmen, imkânsızlık yüzünden daha sonra Amerikalı misyonerlerin bu amaçla yürüttükleri faaliyetlere izin vermiş ve hatta bu faaliyetleri desteklemiştir. Ayrıca, Cemal Paşa’nın sorumluluk bölgesinde Ermenilerin yönetiminde kimsesiz çocukların bakımı için yetimhane kurmalarına izin verildiği ve bu nedenle Halep’te iki Ermeni yetimhanesinin bulunduğu görülmektedir. Aynı şekilde İstanbul’da Ermeni yetimhanelerinin bulunması, diğer yandan Ermeni dinî yapılarının içerisinde yetimhanelerin bulunması ve buralarda ihtiyaç sahibi çocukların barındırılması, Osmanlı hükümetinin Ermeni yetimleri konusunda tek taraflı ve kasıtlı hareket etmediğini, çocuklarla ilgili sorunların çözümünde Ermeni kurumlarından da yararlandığını göstermektedir45. Merkezden gelen emirler doğrultusunda, Ermeni yetimlerinin öncelikle kendi dinî eğitimlerini alabilecekleri kurumlara, yetimhanelere yerleştirilmeleri, daha sonra açıkta kalanlar Ermeni ailelerin yanlarına, yine 43 Atnur, a.g.e., s.56-57. 44 Atnur, a.g.e., 58-59. Cemal Paşa ve hükümetin buralardaki faaliyetleri ile ilgili bilgi için bkz. Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev, İstanbul 1996. 45 Atnur, a.g.e., s.64. 288 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN de açıkta kalanlar varsa Müslüman ailelerin yanlarına yerleştirilmeleri söz konusu idi. Kimsesiz Ermeni çocukların verildikleri Müslüman aileler yanında İslâm adabına göre yetiştirilmeleri, dolayısıyla bu durumun çocuklar için bir din değiştirme anlamına da gelmesi söz konusu idi. Ancak bu konuda da yönetimin farklı uygulamalar yaptığı görülüyordu. Eğer hükümet Ermeni yetimlerini tamamen Müslümanlaştırma politikası gütse idi, bunları Ermenilerin kontrolündeki ve diğer milletlerin sorumluluğundaki okul ve yetimhanelere yerleştirilmelerine kesinlikle müsaade etmezdi. Üstelik bu çocuklardan bazıları yasalar gereği Müslüman yetimhanelerine kaydedilirken Müslüman ismiyle kaydedilmiş olsalar bile bu yetimhanelerde dinî eğitim verilmemekte idi. Zaten şartlar gereği de dinî eğitim verecek eleman bulmak da zordu. Yaş itibarıyla küçük olan bu çocukların evlerinde kaldıkları insanların dinlerinden etkilenmiş olmaları da tabii idi. Asıl olan, ortada kalmış olan bu çocukların hayatlarını idame ettirmek olduğuna göre, çocukların kurtarılması için devletin yetimhaneler vasıtasıyla bunlara ulaştığı, hizmet etmeye çalıştığı, önemli bir kısım Ermeni yetimine misyonerlerin baktığı, az bir kısma da Müslüman ailelerin sahip çıktığı biliniyordu. Dinî baskılar veya telkinlerden ziyade, o dönemde Ermeni yetimleri için hayatta kalabilmek, bunun için de iaşe en önemli konu idi. Dâhiliye Nezareti bu hususta sık sık valilikleri ve ilgilileri uyarma ihtiyacı duyuyordu. Sürekli olarak, yetim çocukların ve kadınların iaşelerinin sağlanması, gerekli para yok ise derhal gönderileceği bildiriliyordu46. Ulukışla’da bulunan ve çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan Ermenilere az ekmek verildiği yönünde şikâyetler gelmesi üzerine Talât Paşa, Niğde mutasarrıflığını uyarma ihtiyacı duymuştur47. Başta Talât Paşa, Cemal Paşa olmak üzere Osmanlı hükümetinin ileri gelenleri Ermeni yetimleri konusunda ellerinden gelen gayreti devlet imkânları ölçüsünde göstermelerine rağmen, Birinci Dünya Savaşı sonunda yeni yönetimin, yani Ahmet İzzet Paşa hükümetinin olaylara bakışı birden değişmişti. İtilaf Devletleri’nin de baskısı sonucunda Osmanlı hükümeti, 21 Ekim 1918 tarihinde bir genelge yayınlayarak, savaş sırasında Hıristiyan ailelere mensup çocukların zorla alıkonularak başka yerlere götürüldüğü, bunlar gibilerin derhal tespit edilerek yakın veya uzak akrabalarına derhal teslim edilmeleri isteniyordu. Bu genelge, sanki İtilaf Devletleri veya Ermeni bir temsilci tarafından yayınlanmış görüntüsü vermekteydi. 46 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 61/18. 47 Atnur, a.g.e., s.69-70. 289 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu genelgenin ardından bütün vilâyetlerde Müslüman ahali himayesinde bulunan Ermeni kız ve erkek yetimlerin toplanması çalışmaları başlatıldı. Evvela bu gibi çocuklar kendi cemaatlerinin din adamlarına teslim edilecek, onlar kabul etmez veya aynı milletten olanlar da kabul etmezlerse resmî makamlar himayelerine alarak iaşe ve barınmaları sağlanacaktı. Bunun gibi, yanlarında Ermeni kız ve erkek çocuğu bulunanlar devlet görevlilerine veya cemaat ruhanî liderlerine teslim etmezlerse kanunî cezaya çarptırılacakları polis müdürlüğü tarafından belirtiliyordu. Hatta bu gibi çocukların toplanması kayıtlarının tutulması için komisyonlar da teşkil edilmişti48. 1919 yılı başlarından itibaren birçok suiistimallerle dönemin iç ve dış basınında gündeme gelen bu çocukların toplanması olayı trajik görüntülere de sahne oluyordu. Yıllardır kendilerini ölümden, açlık, yoksulluktan kurtaran Müslüman ailelerden ayrılmak çoğu zaman bu yetimlere zor geliyor, bunlar cemaat ruhanî liderleri tarafından zorla götürülüyordu. Aile, akraba veya cemaatlerine teslim edilen çocukların en büyük sorunu dinî ve millî yönden aldıkları Türk terbiyesi idi. Savaş döneminde evlerde barınan ve yaşları küçük olan çocuklar, görerek, etkilenerek, isteyerek veya istemeyerek Türk aile yapısından etkilenip din değiştirmişlerdi. Şimdi bu çocuklar Müslüman babalarının yanından alınarak, gerçek aileleri olsun veya olmasın Hıristiyan yabancılar ile kalmaya zorlanıyordu. Döndükleri ortamda aldıkları Müslüman terbiyesi yüzünden sık sık cezalandırılıyor, genellikle onlara şüpheyle ve düşmanca davranılıyordu. Kendilerini farklı hisseden bu gibi çocukların zamanla Müslüman ailelerin yanlarına kaçtıkları da görülüyordu. İstanbul’un işgali üzerine, yönetimde bulunan Damat Ferit Paşa hükümeti döneminde İttihatçıların Ermeni tehciri sebebiyle yargılandıkları mahkemeler oluşturulmuştu. Bu mahkemelerde birçok Osmanlı yöneticisi gıyabında, bir kısmı da tutuklu olarak yargılandılar. Yargılamalar sırasında bazı Ermeni vatandaşları, ruhanî liderlerinin baskısı veya bazı menfaatler umarak yalancı şahitlik, mahkemeye fesat karıştırma eğilimine girerken, bazıları da hayatta kalmalarını Osmanlı yöneticilerinin kendilerine yardımlarına borçlu olduklarını açık yüreklilikle söyleyecek kadar cesaretli davranıyorlardı. Örneğin Trabzon tehciri yargılamalarında, sanıklardan Trabzon Sıhhiye müdürü Ali Saib Bey’in yargılanması esnasında, kendisi aleyhine, Ermeni yetimlerini hastanelerde zehirleyerek öldürdüğü iddiaları 48 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 96/76. 290 Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN yöneltilmişti. Ali Saib Bey bu iddiaları reddetmiş, ardından şahit olarak dinlenen Ermeni Tahtacıyan Efendi, yapılan isnatların asılsız olduğu hatta kendisini ve birçok arkadaşını Ali Saip Bey’in ölümden kurtardığı yönünde ifade vermiştir. Bu ifadeler Ali Saib Bey’in mahkemede beraat etmesine yardımcı olduğu görülmüştü49. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Şöyle ki, esnaftan Acenta Mustafa Bey isminde birinin yargılanması esnasında da birçok Ermeninin kendisine minnettar oldukları, hayatlarını borçlu oldukları yönünde ifadeler vermişlerdir50. Bu arada, Amerikalı ve diğer bazı misyonerlerin Ermeni yetimleri toplamak bahanesiyle Türk çocuklarını da topladığı görülmüştü. 1920 yılına gelindiğinde, başlangıçta imkânsızlıklarını bahane ederek Ermeni çocukları almayan Ermeni ve Amerikan kurumları, bir müddet sonra binlerce çocuğu hatta Müslüman çocukları bile toplamaya başlamışlardı51. 1919’dan sonra da Kâzım Karabekir Paşa’nın bütün yetimler için yaptığı faaliyetler, açılan yetimhaneler, uygulanan müfredat göz ardı edilmemelidir52. Sonuç Her sosyal olayda olduğu gibi, savaş öncesinde ve Birinci Dünya Savaşı sırasında siyasî, ekonomik ve askerî gelişmelerden en çok etkilenen, masum çocuklar olmuştur. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren siyasî ve ticarî emellerini gerçekleştirmek maksadıyla Osmanlı Devleti’nde bir nüfuz alanı oluşturma gayesi güden Avrupa devletleri ve onların temsilcisi durumundaki misyonerler, dindaşları olan Ermeniler ve onların masum yetimlerini kullanmışlar, hatta onları kendi mezheplerine döndürme gayret ve yarışına da girmişlerdi. Görünüşte onlara sahip çıkıyor, ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Ancak kendi emelleri için daha sonra kullanılmak üzere devlet düşmanı militanlar yetiştiriyorlardı. Bu iş için o kadar ileri gitmişlerdi ki Anadolu’da sokaklarda Ermeni çocuğu toplayıp, başlangıçta evlerinde daha sonra da izin aldıkları ölçüde açtıkları okul ve yetimhanelere topluyorlardı. Gerçekten 49 Alemdar, 1 Mayıs 1335 (1919), Numara: 129-1429; İkdam, 27 Mart 1335 (1919), Numara: 7948; Memleket, Nisan 1335 (27 Mart 1919). 50 Alemdar, 4 Nisan 1335, Numara 104–1314; Memeleket, 15 Nisan 1335. 51 Ayrıntılı bilgi için bkz. Atnur, a.g.e., s.133-160 vd. 52 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız; Kâzım Karabekir, Çocuk Davamız I-II, İstanbul 1995; Nuri Köstüklü, Kâzım Karabekir ve Eğitim, Konya 2001. 291 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER onlara yardım konusunda iyi niyetli olmadıkları, her misyonerin topladığı çocukları kendi mezheplerine kazandırmak girişimlerinden anlaşılıyordu. Böylece her misyoner kendi cemaatini oluşturarak nüfuz alanlarını ve isteklerini gerçekleştirecek zümreler oluşturuyordu. Savaş öncesi dönemde Osmanlı Devleti, vatandaşı olan Ermeni yetimlerini misyoner ve kötü niyetli insanların etkisinden kurtarma gayretiyle faaliyet gösteriyor, onlara sahip çıkıyordu. Osmanlı Devleti ikinci aşamada savaş şartları ve özellikle de sevk kararının uygulanması döneminde, sorunun daha da büyüdüğünü görmüştü. Bir taraftan askerin iaşesi, ihtiyaçları karşılanmaya çalışılırken diğer yandan da savaş ve göç ortamında sayıları artan yetim ve dullarla uğraşmak zorunda kalmıştı. Bu defa da en önemli mesele, yetimlerin en azından hayatta kalabilmeleri, karınlarının doyurulabilmesi, barındırılması ve mümkün olan en iyi eğitimin verilebilmesi olmuştur. Tabiidir ki, propagandanın en yoğun yaşandığı savaşlardan biri olan Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Osmanlı Devleti de Ermeni yetimleri konusunda, onların dinlerini zorla değiştirdiği, ölüme terk ettiği yönünde pek çok uydurma haber ve baskılara maruz kalmıştır. Ancak elimizdeki belgeler ve yerli yabancı görgü tanıklarının hatıratına baktığımızda gerçeğin böyle olmadığı, devletin bu çocuklar için her türlü fedakârlığı, şefkat ve merhameti gösterdiği görülür. Savaşın sonunda da zaten masum olan çocuklar üzerinden galip devletlerin Osmanlı Devleti aleyhine siyasî baskı ve propaganda malzemesi çıkardığı, onları ve masumiyetlerini kullanarak daha fazla söz sahibi olma yarışı içerisine girdikleri görülmekteydi. Kısacası Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ermeni dul ve yetimlerinin yabancıların siyasî emellerine alet olmamaları, devlet aleyhtarı düşünce ve eylemlerden uzak tutulmaları için gayret sarf etmişti. Savaş döneminde ise, öncelikli olarak çocukların hayatta kalmaları esasına göre hareket ederek onların doyurulması, barındırılması, daha sonra da eğitimleri için zamanın şartlarına göre elden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştır. 292 LADY MARY WORTLEY MONTAGU’NUN TÜRKİYE MEKTUPLARI’NDA OSMANLI ERMENİLERİ Arş. Gör. Hasan BAKTIR Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı E-mail: baktir@metu.edu.tr; Tel: 0 312 210 40 71 Özet Öteki toplumu doğru anlamak ve kapsamlı olarak anlatabilmek için kültür yorumcusunun incelediği toplumun yerli halkını yakından tanıması gerekir. Bu ancak yorumcunun yerli halk hakkında kendisine bu halkı doğru anlamasını ve anlatmasını sağlayacak yeterli kültür bilgisine sahip olması ile mümkündür. Bu açıdan bakıldığında öteki kültürün yorumu incelenen toplumun çok iyi tanınmasına bağlıdır. Osmanlıya gelen İngiliz gezginlerin yazdığı anılar oldukça ilginç kültür değerlendirmeleri ortaya çıkarmaktadır. Özellikle XVIII. yüzyılda İngiltere’den İstanbul’a gelen Lady Mary Wortley Montagu’nun anılarını yazdığı Türkiye Mektupları (1993) Osmanlı toplumu hakkında etnografik bir inceleme gibi görülmüştür. Bu mektuplarda Lady Mary Osmanlı Ermenilerinden de bahsetmiştir. Biz bu çalışmamızda Lady Mary’nin XVIII. yüzyıl Osmanlı Ermenilerine bakışını sorgulayacağız. Arş. Gör. Hasan BAKTIR Giriş Lady Mary Wortley Montagu kocası Edward Montagu’nun İngiliz elçisi olarak çalıştığı 1716–1718 yılları arasında İstanbul’da bulundu. Doğu’yu görmek Lady Mary için heyecan vericiydi. Doğu yolculuğu ona göre İngiltere toplumunun sınırlı dünyasından çıkmak için bir fırsattı. İstanbul’da da talihi yolunda gitti, Saray çevresinde bir yerde oturmaya başladı ve kısa sürede Türk ve yabancı dostlar edindi. İstanbul’un sanat eserlerini ve Türklerin yaşamını incelemekten zevk aldı1. Ancak, kendinden önceki gezginlerin aksine, insanlarla birlikte zaman geçirmek ona antik eserleri görmekten daha ilginç geliyordu2. Özellikle Osmanlı Türk kadınları ile olan dostluğu, onlara bakışı çok tartışılan bir olagelmiştir. Osmanlı kadınlarını doğal, özgür ve oldukça güzel buluyordu. Osmanlı kadınının dünyanın en özgür kadınları olduğunu düşünmüş, hatta kapanmanın Osmanlı kadınına sokaklarda rahatça gezme, kendi aralarında gizlice haberleşme fırsatı verdiğini iddia etmiştir3. Lady Mary İstanbul anılarını, İngiltere’deki dostlarına gönderdiği mektuplar ile anlatmıştır. Ayrıca, bu mektuplar o günkü Osmanlı toplumunun ileri gelenlerinin yaşamına ilgi ve hayranlık dolu bir bakış; adeta Osmanlı toplumunun kültürel bir incelemesidir. Kendinden önce ge1 2 3 Lady Mary Wortley Montagu, Türkiye Mektupları, Anita Desai’nin yazdığı giriş bölümü, s.xv, xviii. Lady Mary 16. mektubunda İstanbul’daki sanat eserlerine bir kısım taştan yapılar demiş ve bunlara ilgi duymadığını söylemiştir. Montagu, a.g.e., s.86, 33. mektup. 297 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER len hiçbir gezgin Osmanlıya onun kadar detaylı ve yakından bakamamıştır. Lady Mary kendisinden önce gelen gezginlerin Osmanlı toplumunu kendisi kadar yakından tanıyamadığını iddia etmiştir. Önceki gezginler, Osmanlı elit kültürünü tanıyamamış ve sıradan insanlarla da ilgilenmemişlerdir. Kendisi bütün bu ayrıcalıklara sahip olduğunu savunmuş, Osmanlı toplumunu kendi dünyaları içinde gözlemlemiş ve tanımıştır. Osmanlı hayatını, geleneklerini, giysilerini ve sanatını oldukça yakından incelemiştir. Ancak Lady Mary bütün bu gözlemlerini anlattığı mektuplarını, hayal gücü ile zenginleştirerek yazıştığı dostlarını eğlendirmiştir4. Lady Mary, Osmanlı kadın toplumuna onlardan biri kadar girebilmiş ve İstanbul’daki zamanının çoğunu onların arasında geçirmiştir. Ne var ki Osmanlıda kadınlara ait kısıtlamalar onun için de geçerli idi. Bu bakımdan, Osmanlı toplumunun farklı yönleri ile ilgili gözlemleri ve deneyimleri yüzeysel kalmaktadır. Lady Mary’nin Osmanlı toplumunda karşılaştığı Ermenilerin konumuna bakışı ve onları tanıması, yapıcı olmasına rağmen, oldukça yüzeyseldir. Biz bu araştırmamızda Lady Mary’nin Türkiye Mektupları’nda Osmanlı Ermini toplumuna bakışını Clifford Geertz’in öteki kültürün incelenmesi kuramı ışığında sorgulayacağız. I. Clifford Geertz ve Öteki Kültürün İncelenmesi Clifford Geertz Bir Kültürün Yorumu (1973) isimli eserinde kültürü yeniden tanımlamış ve öteki kültürün incelenmesine yeni yorumlar getirmiştir. Geertz kültürü bir anlam ağı olarak görmüş ve kültürün de dil, sanat, din ve törenler gibi bireyin bilincini şekillendiren, bireyler arasındaki ilişkileri, toplumsal kurumları, ideolojiyi ve söylemi düzenleyen semboller içerdiğini ve bir anlam ağı olduğunu ileri sürmüştür5. Kültür en karmaşık yapıdır. İşte bu yüzden bir kültürün açıklanması da bu karmaşık yapıyı ortaya çıkaracak kuramsal, sınırlayıcı ve özel yaklaşımlara ihtiyaç duymaktadır. Geertz kültürün karmaşık bir özelliği olduğunu Marx Weber’e dayanarak açıklar. Weber gibi o da insanın kendi ördüğü anlam ağında asılı kalan bir canlı olduğunu düşünmüş ve bu yüzden de bir kültürün kuralcı deneysel yöntemlerle değil de ancak anlamı çözme amacı taşıyan yoruma dayalı yaklaşımla incelenebileceğini savunmuştur. Karmaşık yapının yorumlanması ve anlamın açıklanması ancak detaylı tasvir ile ortaya 4 5 Montagu, a.g.e., s.xxxiii, Anita Desai. Clifford Geertz, The Interpretation of Cultures (Bir Kültürün Yorumu), Basic Boks, New York 1973, s.4–5. 298 Arş. Gör. Hasan BAKTIR çıkarılabilecek özen isteyen bir iştir. Geertz detaylı tasvir ile neyi kastettiğini Ryle’ın La Penseur adlı çalışmasına dayanarak açıklamıştır: İki çocuğun sağ göz kapaklarını hızlıca açıp kapadıklarını düşünün. Bu iki çocuktan biri göz kapağını arkadaşına kasıtlı olarak açıp kaparken, diğeri refleks ile açıp kapamaktadır. Her iki göz açma hareketi de aynıdır ancak bir kamera açısı ile bakılacak olursa bu iki hareketten hangisinin seğirme, hangisinin göz kırpma olduğunu anlamak imkânsızdır. Ancak birçoğumuz birbirinden çok farklı bu iki göz hareketinden hangisinin seğirme veya göz kırpma olduğunu bakarak göremeyiz, anlayamayız ve ayırt edemeyiz. Gözünü bilinçli olarak açıp kapayan çocuk çok farklı şekilde (1) bir arkadaşı ile, (2) kasıtlı olarak, (3) bir mesaj iletmek amacı ile, (4) toplum tarafından kabul görmüş bir yöntemle ve (5) başkalarının anlamasını istemediği bir şekilde iletişim kurmaktadır. Ryle’ın da söylediği gibi gözünü açıp kapayan kişi yalnızca bir hareket yapmış, gözünü açıp kapamıştır. Toplumsal olarak göz açıp kapamanın gizli bir iletişim olarak kabul edildiği durumlarda göz açma hareketi göz kırpma anlamına gelir. (göz seğirmesi ise hiçbir anlam ifade etmez) işte her şey burada düğümlenmiştir; bir hareketin inceliği, bir kültürün örgüsü ve bir jest6. Göz kırpma ve seğirme hareketlerinin basit tasviri göz açıp kapayan veya gözü seğiren kimsenin hareketini tekrar etmek olacaktır. Olayı basit tasvir eden kişi, hareketi ve anlamını karşılaştırır. Ancak detaylı tasvir karşılaştırmalara başvurmaz. Bu davranışı yapan kişinin bakış açısını öğrenir. Anlam yapısını çözmek ve anlamı ait olduğu sosyal yapı içinde değerlendirmek isteyen bir kültür araştırmacısı ilk bakışta anlamı birbiri içine geçmiş, oldukça karmaşık bir yapıda, tuhaf, anlamsız ve çok dağınık görür, ama anlamı ait olduğu bağlama yerleştirdiğinde bütün bu karmaşık yapı ona oldukça doğal gözükür. Anlamın, insan davranışlarının keyfiliğini ortadan kaldıran ve bu davranışların yaşamın yapısına göre öneminin belirlendiği detaylı tasvir edilebilen toplumsal bir yapısı vardır. Detaylı tasvir insanların kültürünü anlamak demektir ve insanları normal olarak, ayrıntıları atlamadan, incelemektir7. Geertz’in teorisi idealist ya da metafiziksel bir yaklaşım değildir. Geertz insan düşüncesinin ve bilincinin fonksiyonunu, uygulamasını ve kaynağını toplumdan aldığını savunur. Düşünmek toplumsal bir eylemdir ve düşüncenin ait olduğu dünya evimiz, alış veriş yaptığımız pazar ve ya6 7 Geertz, a.g.e., s.6. Geertz, a.g.e., s.9-14. 299 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER şadığımız mekândır. Sosyal eylemlerin organizasyonu, kurumsal yapısı ve fikirler sistemi insanın doğal yaşam alanında ortaya çıkan kültür modelleridir. Bu yüzden birbirine sıkıca geçmiş şekillerden oluşan kültürün incelenmesi bireyin kendisini topluma ancak kültür ile uyum sağladığı gerçeğini kabul etmekle başlar. Aynı topluma ait olan insanlar bu semboller sistemini paylaşırlar, birlikte yaşlanırlar ve bir diğeri ile vatandaş ve birey olarak doğrudan ya da dolaylı olarak iletişim kurarlar8. Bir kültürün incelenmesi, yorumsal bir çalışmadır; kültür yorumu anlamı tahmin etmek, tahminleri değerlendirmek ve doğru olan tahminlerden çıkarımlar yaparak başlayabilir. Ancak bu bilinmeyen bir kıtanın keşfi ya da görünmeyen manzaranın haritasını çizmek değildir9. Tahmin etmek ve bu tahminlerden çıkarımlar yapmak insanların yaşadığı ve iletişim kurduğu dünyaya bir adım atmaktır. Geertz bunu şu şekilde açıklar: Bu tuhaf görünen sembolik eylemler dünyasının içine girme arzusu ile kültür teorisinin teknik anlamda ilerleyebilmesini amaçlayan kavrama ve analiz etme gereksinimi arasındaki gerginlik, sonuçta, zorunlu ve kaçınılmazdır... (aynı şekilde) tasvir ile açıklama, yazma ve belirtme, eylemi gerçekleştiren kişi için eylemin anlamını ortaya koyma ve bu ortaya konan eylemin ortaya çıktığı toplum ve toplumsal hayatı olabildiğince anlatabilme arasındaki ayırımlar (da bu sürecin ayrılmaz parçasıdır)10. Kültür yorumculuğunun görevi insanların düşüncelerini ve davranışlarını oluşturan kavramsal yapıyı sembolik eylemlerin toplumsal boyutunu içine alacak bir inceleme sistemi kurarak ortaya çıkarmaktır. Fakat bu inceleme anlaşılması zor olan sorulara cevap bulmaktan çok, insanların söylediklerini anlaşılır kılmayı amaçlar11. Aslında, bir şişe içine konulan not metaforu kültür incelemesinin amacının ne olduğuna iyi bir örnektir12. Kültür analizi, toplumsal zemini belirleyen anlam yapısını ortaya koyma tasarısıdır. Bu açıdan bakıldığında metafor yabancı bir kültüre ait olanı ve bireyin ait olduğu kültürün ötesindeki ufku göstermektedir. Araştırmacı için öteki kültür işlenmemiş bir cevher gibidir. Kültür tercümanı detaylı tasvir yöntemini kullanarak bütün sosyal kodları ve eylemleri ifade eden sembolleri bulur ve bulduğu bu sembolleri eylemi belli bir amaç için gerçekleştiren bireyin ait olduğu sosyal dokuya yeniden yerleştirir. 8 9 10 11 12 Geertz, a.g.e., s.360-364. Geertz, a.g.e., s.20. Geertz, a.g.e., s.20-27. Geertz, a.g.e., s.30. J. S. Greenblatt, Learning to Curse: Essays in Modern Culture, London 1990, s.1-2. 300 Arş. Gör. Hasan BAKTIR Sembolleri bireyin ait olduğu sosyal dokuya yeniden ve doğru olarak yerleştirebilmek için o topluma ait olan ile olmayan kişilerin eylemlerindeki ayırımı yapmayı sağlayan bir bilgiye, yerlilerin (o topluma ait olan bireylerin) bakış açısını anlama yeteneğine sahip olmak gerekir. Bu ayırımı yapmak özellikle sosyal veya duygusal bir yakınlığımızın olmadığı öteki insanların davranışlarını anlamak için çok önemlidir. Geertz, bu iki bakış açısını Yerli Bakış Açısı: Antropolojik Anlayışın Doğası Üzerine (1990) adlı eserinde yakın-deneyim ve uzak-deneyim kavramlarını kullanarak açıklamaktadır: Diğeri gibi hissedemediğimiz zaman nasıl anlarız? (bu soruya farklı bilimsel disiplinler farklı cevaplar vermişlerdir. İncelenen olguya içerden veya dışardan bakmak, birinci-kişi ya da üçüncü-kişi tasviri, öznel yada nesnel, zihinsel veya davranışsal teoriler; ahlâkî yada şüpheci analizler bu yaklaşımlardan bazılarıdır) Ne var ki bu duruma en basit ve anlaşılabilir örnek Duygusal-analizci Heinz Kohut’un yakın-deneyim ve uzak-deneyim olarak tanımladığı ayırımdadır13. Yakın-deneyim en basit tanımla bir bireyin en doğal hali ile, çaba harcamadan ortaya koyduğu davranışlardır. Birey, benzer durumlarda benzer davranışları hazır olarak algılar ve sergiler. Uzak-deneyim ise bir edebiyat eleştirmeninin, bir analizcinin, bir felsefecinin yada bilim adamının tezini savunmak için kullandığı davranış biçimidir. Aşk yaşayan için bir yakındeneyim, aşkı tanımlayan için ise uzak-deneyimdir. Herhangi bir sosyalolgu (örneğin din) uzak-deneyim iken, bu sosyal olguyu besleyen duygular (Budistlerin Nirvanası veya Hinduların Kast sistemi) yakın-deneyimdir. İnsanlar her iki tecrübeyi de eş zamanlı olarak ve hangi deneyimi yaşadıklarının farkında olmadan yaşayabilirler. Yakın-deneyim durumunda gerçekler ve düşünceler ayrılmaz bir şekilde eylemi gerçekleştiren bireyde örtüşür ve bu durumu gözlemleyen veya eleştiren kişi eylemi tecrübe eden kişinin yaşadığı yoğunluğu yaşayamaz ve aynı şeyleri hissetmez. Gözlemci dolaylı olarak, ancak bir vasıta sayesinde ötekinin eylemini tanımlar14. Her iki deneyim arasında karşıtlıktan çok farklılık vardır. Yakın-deneyim, deneyimi yaşayanı içine alırken, uzak-deneyim, gözlemcinin çıkarımlarına dayanır. Öteki kültürün incelenmesinde asıl olan iki deneyimden birini tercih etmek değil, öteki kültürün bize yabancı gelen ve uzak olduğumuz boyutlarının anlaşılmasındaki rollerini belirleyebilmektir. Önemli 13 Geertz, Local Knowledge: Further Essays in Interpretive Antropology, New Yort 2000, s.56–57. 14 Geertz, Local Knowledge, s.57–59. 301 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER olan eleştirmenin yerlilerin deneyimini ve yaşamını yerlilerin deneyimlerinin ait olduğu tonları görmezlikten gelmeden, onları kendine ait düşünce yapısının ve kültür söyleminin içine hapsetmeden incelemesidir. İşte bu yüzden bir kültür araştırmacısı için ötekinin deneyimini anlayabilmenin yolu kendi kavramsal çerçevesini bir tarafa bırakıp, ötekinin eylemlerini ona ait olan dünyanın değerleri içinde görmekten geçer15. Her bir kültürel yasayı eylemlerin ve bilincin, bireysel ve toplumsal deneyimlerin anlam kazandığı karmaşık kültür dokusu içinde görmek, toplumsal çatışmaları ve öteki kültürün tanımlanmayan formlarını anlamak için gereklidir. II. Lady Mary Wortley Montagu’nun Türkiye Mektupları’nda Ermeni Toplumuna Bakışı Lady Mary, Osmanlı toplumuna kendinden önce gelen gezginlerden daha detaylı ve gerçekçi baktığını iddia etmiştir. Lady Mary İstanbul’da geçici de olsa yerleşik bir yaşam sürmüştür. Dostlarına gönderdiği mektuplar birçok açıdan kültürel bir incelemedir. Sıradan insanlar ile karşılaşan ve Osmanlı kültürünü tanımayan kendinden önceki gezginlerin aksine, Lady Mary Osmanlının elit çevresine girebilmiştir. Özellikle Osmanlının elit tabakasından kadınlar ile yakın dostluklar kurmuş16, onların dünyasına katılmaktan, yaşamlarını gözlemlemekten zevk almıştır. Bu gözlemleri ona gezginlerin Doğu kadınları ve Harem üzerine söyledikleri birçok şeyin gerçek dışı olduğunu göstermiştir. Türk kadınları diğer dünya kadınları gibiydi; farklılıklar sosyal ve kültürel idi. Türk kadınlarının çarşaf sayesinde İngiliz kadınlarından daha özgür olduğunu düşünmüş ve çarşafın Türk kadınına saygınlık ve güven sağladığını iddia etmiştir. Lady Mary oldukça meraklı bir gözlemci idi ve onun Osmanlı kadınlarını olabildiğince gerçek yansıtması detaylı tasvir ve yakın-deneyim olarak tanımlanabilir. Ne var ki, başka sosyal çevrelere, kadınların arasına girdiği kadar rahat girememiştir. Osmanlı kadınlarının hayatlarını kısıtlayan kurallar onun için de geçerli idi. Her ne kadar çarşafın güven ve saygınlık sağladığını iddia etse de, din Osmanlı toplumunda kadınlara erkekler kadar özgürlük tanımıyordu. Lady Mary de İstanbul’da yaşayan her kadın gibi kısıtlamalar ile karşı karşıya idi. Bu yüzden de Osmanlı toplumunun diğer yönlerini yakından ve detaylı inceleyememiştir; pazarlar, kahvehaneler ve siyasî yapı gibi farklı konular hakkında kendinden önceki gezginlerin söylediklerini tekrar etmekten 15 Geertz, Local Knowledge, s.59. 16 Montagu, a.g.e., s.35, Desai. 302 Arş. Gör. Hasan BAKTIR öteye gidememiştir. Örneğin, kendinden önceki gezginlerin yaptığı gibi, Osmanlı çarşılarını Binbir Gece Masalları’ndaki çarşılar ile karşılaştırır17. Osmanlı toplumunda yaşayan azınlıklar ve Hıristiyanlar ile ilgili gözlemleri kısıtlı ve eksiktir. Aleksander Pope’a gönderdiği bir mektupta, Rum köylülere değinir18. Pope’a Rum köylerinde halkın özerk ve kendi geleneklerini yaşamakta serbest olduğunu yazmıştır. Edirne’de Musevî tüccarlar ile karşılaşmış; onların imparatorlukta pazarları ve ticareti ellerinde tuttuğunu, kendi yasalarına göre yargılandığını gözlemlemiştir19. Lady Mary’nin bu gözlemleri doğru, ama eksiktir. Azınlıklar arasında onları yakından tanıyamayacak kadar az zaman geçirmiştir. Lady Mary’nin İstanbul’dan Osmanlı Ermeni toplumu ile ilgili yazdığı değerlendirmeler de sınırlıdır. Ermenilerden Mayıs 1718’de ismini belirtmediği bir Kontes’e gönderdiği mektubunda bahsetmiştir. Ermeniler hakkında yazdıkları bu mektupta bahsetiiği dört konu ile sınırlıdır. Lady Mary Osmanlı toplumunda farklı din ve ırktan insanların bir arada yaşaması sonucu ortak âdetler geliştirdiklerine şahit olmuştur. Mektubunda ilk olarak Türkler, Rumlar ve Ermeniler arasında oldukça yaygın bir âdet olan evlât edinmeden bahsetmiştir. Kontes’e Size bu ülkeye özgü bir âdetten hiç bahsettim mi? diye sorar20. Sonra da Osmanlı toplumunda, Ermeni, Rum ve Türkler arasında, evlât edinmenin ne kadar yaygın bir gelenek olduğunu anlatır. Lady Mary’e göre bu âdet Ermeniler arasında daha da yaygındır. Osmanlı yasalarına göre çocuğu olmayan bir ailenin bütün serveti devlet hazinesine aktarılır. Çocuğu olmayan aileler fakir durumda olan bir ailenin çocuğunu kadı huzurunda evlât olarak kabul ettiklerini açıklar; çocuğun önceki ailesi, çocuk üzerindeki haklarından vazgeçer ve ileride istese de hak iddia edemez21. Böylece de servetlerini devlet hazinesine aktarmaktan kurtarırlar. Lady Mary Ermeniler, Türkler ve Rumlar arasında yaygın olan bu ortak âdetten bahsettikten sonra Ermenileri anlatmaya devam eder. Lady Mary Ermeniler arasında Aziz Gregory’nin Hıristiyanlığı yaymasının, yaşadıkları bölgenin ve tarihlerinin antik Roma kaynaklarında yazılı oldu- 17 18 19 20 21 Montagu, a.g.e., 41. mektup. Montagu, a.g.e., 27. mektup. Montagu, a.g.e., 35. mektup. Montagu, a.g.e., 48. mektup. Montagu, a.g.e., 48. mektup. 303 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ğunu ve Avrupalılar tarafından bilindiğini söyler22. Ne var ki Lady Mary’e göre Osmanlı Ermenilerinin o günkü durumu bilinmemektedir. Ona göre gezginlerin Ermeniler hakkında yazdıkları yeterli ve doğru bilgiler içermez. Bu konuda tek eseri XVII. yüzyılda İstanbul’da İngiltere elçisi olarak görev yapan Sir Paul Rycaut yazmıştır. Rycaut’un Ermeni Kilisesi’nin Bugünkü Durumu adlı eseri bu alanda en eski kaynaktır. Lady Mary 1679’da bu eserin o günkü İngiliz Kraliyet idaresine hoş görünmek için kaleme alındığını, bu yüzden yanlış bilgiler ile dolu olduğunu söylemiştir. Örneğin Sir Paul Rycaut eserinde Ermenilerin ruhun şekil değiştirmesine inandıklarını yazmıştır23. Aslında Ermeniler ruhun şekil değiştirmesine inanmazlar. Ermenilerin dinleri Rumlarınkine benzer ama daha çok Sir Whiston’un tarikatına yakındır. Sir Whiston Tanrı’nın ve İsa’nın aynı bedene ait olmadıklarını savunur24. Bu inanç Osmanlı Ermenilerini diğer Hıristiyanlardan ayırt eder. Lady Mary eşinin nüfuzunu kullanarak farklı topluluklar ile kolayca iletişim kurmuştur. Bu sayede Ermeni toplumunu da ait olduğu çevrede gözlemleyebilmiştir. Ancak Lady Mary’nin Ermeni toplumunu ne kadar iyi tanıdığını kestiremeyiz. Her ne kadar önceki gezginlerin Ermeni toplumu hakkında eksik ve yanlış bilgiler verdiğini savunsa da, kendisi de mektuplarında Ermeniler ile ilgili tatmin edici bilgiler vermemiştir. Ermeniler ile üç konuda yakın deneyimi olmuştur: Katıldığı Ermeni düğünü, Ermenilerin tuttuğu perhiz ve Ermenilerin Osmanlı toplumunda yerli halk ile bir arada yaşamaları. Lady Mary Ermenilerin dinine çok bağlı Hıristiyanlar olduklarını savunmuştur. Bu bağlılıklarını Ermenilerin en temel ibadeti olarak gördüğü perhiz ile açıklamıştır. Lady Mary Ermenilerin yedi ay süren ve acil durumlarda bile bozmadıkları çok katı perhizleri olduğunu yazmıştır. Perhiz döneminde yalnızca yağsız kuru ekmek, sebze ve ot kökleri yediklerini söylemektedir. Lady Mary’nin kocasının tercümanı da bir Ermenidir. Lady Mary bu Ermeninin perhiz dönemini yakından izleyebilmiştir. Tercümanlarının çok bitkin düşmesine rağmen, hiç kimsenin onu, perhizini bozmaya ikna edemediğini hayret ile gözlemlemiştir25. 22 Ermenistan adında ilk devletin M.Ö. kurulup yıkıldığı ve siyasî ilişkilerinin daha çok Romalılar ile olduğu düşünülürse, isminin Roma kaynaklarında geçmesi ancak İslâm kaynaklarında pek olmaması anlaşılabilir bir durumdur. Bu yüzden Lady Mary ve Ermenilerden bahseden bütün İngiliz gezginler Roma kaynaklarını referans gösterirler. 23 Montagu, a.g.e., 48. mektup. 24 Malcolm Jack, Turkish Embassy Letters, University of Georgia Pres, Athens 1993, s.178. 25 Montagu, a.g.e., 35. mektup. 304 Arş. Gör. Hasan BAKTIR Lady Mary mektubunda Ermenilerin düğün törenlerinin, dünyada hiçbir halkın düğün törenine benzemeyen, çok sıra dışı bir olay olduğunu yazmıştır. Bunu davet edildiği bir Ermeni düğününde de gözlemlemiştir. Düğünü şöyle anlatır: Kendi aralarında evlenme âdetleri çok güzel. Öyle zannediyorum ki dünyanın hiçbir yerinde bu çeşit bir evlenme yoktur. Aileler küçük yaştaki çocuklarını birbirleri ile evlendirmek için sözleşme yapıyorlar (beşikkertmesi). Evlenen çiftler bir diğerini ancak üç gün sonra görebilmektedir. Gelinin başına bir çeşit şapka takıp, kiliseye götürürler; gelinin başından aşağıya kadar sarkan ipek, kırmızı bir tül vardır. Papaz erkeğe ‘sağır ya da kör bile olsa bu kız ile evlenmeyi kabul ediyor musun’ diye sorar. Erkek ‘evet’ der ve eğlence başlar. Her iki taraf da eğlenerek, şarkılar eşliğinde gelini yeni evine götürür. Evde gelin bir köşe minderine oturtulur, ama duvağı üç gün kocası dâhil kimse açmaz26. Bu âdet Lady Mary’e çok ürkütücü gelmiştir. Tanıdığı Ermenilere böyle bir âdetlerinin olup olmadığını sorar. Sorduğum Ermeniler anlatmamış olmasalar böyle bir âdetin varlığına inanmazdım. Hatta bir Ermeni genç Lady Mary’e annesinin kendisinin istememesine rağmen bu şekilde onu bir kız ile nişanladığını, (yasak olmasına rağmen) bu kızı gördüğünü ve beğenmediğini ama evlenmek zorunda olduğunu söylemiştir. Lady Mary’nin Kontes’e yazdığı 48. mektup bir çeşit yakın deneyim olarak değerlendirilebilir. Muhtemelen İstanbul’da bulunduğu dönemde Lady Mary Ermeniler ile tanışmış, görüşmüş ve âdetlerini yakından gözlemlemiştir. Ermenilerin imparatorluktaki konumlarını öğrenmeye ve anlamaya çalışmıştır. Ayrıca, Ermeniler ile ilgili bilmediklerini sorabileceği Ermeni bir tercümanlarının olması da iyi bir şans idi. Ne var ki Ermeni toplumu ile ilgili deneyimleri ve gözlemleri oldukça sınırlıdır. Bu sınırlı bakış açısı onun Ermeniler ile ilgili tatmin edici bilgiler vermesini engellemiştir. Bu açıdan bakıldığında Lady Mary’nin Osmanlı Ermeni toplumu ile ilgili gözlemleri ‘detaylı tasvir’ olarak değerlendirilemez. Perhiz ve düğün törenleri ile ilgili izlenimleri doğrudur; Ermenilerin ticarette çok yetenekli ve başarılı oldukları, ülkenin farklı yerlerinde Türkler ile birlikte yaşadıkları da gerçektir27. Ancak Osmanlı Ermenilerinin durumunun doğru ve yeterli olarak anlaşılması daha detaylı tasvir gerektirmektedir. 26 Montagu, a.g.e., 35. mektup. 27 Montagu, a.g.e., 35. mektup. 305 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER III. Osmanlı Millet Sistemi ve Ermenilerin Durumu Lewis ve Braude Müslüman toplumunda yaşayan Hıristiyan azınlıklar ile ilgili Batı kaynaklı iki farklı görüş olduğunu söylemişlerdir28. Bu görüşlerden ilki Müslümanları baskıcı, sapık inançlı ve hoşgörüsüz gösterirken, diğeri de Hıristiyanların, Musevîler’in ve Müslümanların bir arada barış içinde yaşayabildikleri bir dünyayı hayal eden görüştür. Gibbon’un bir elinde Müslümanların kutsal kitabı, diğer elinde kılıç ile at üstünde savaşarak insanlara Müslüman olmaktan ya da ölmekten başka seçme şansı vermeyen savaşçı figürü, ilk görüşü temsil eder. Bu tür bir temsil Türklerin Avrupa içlerine ilerlemeye başlaması ile ön plana çıkmıştır. Ancak asıl kaynağı eski Yunanlıların İran ile savaştıkları döneme aittir. Yunanlılar, İranlıları Doğu despotu olarak görmüş ve onlara karşı özgürlükleri için savaşmışlardır. Osmanlının Avrupa içlerine doğru ilerlemesi, bu görüşü doğu Avrupalıların folklorunda yer edecek kadar yaygın hale getirmiştir. Avrupa’nın farklı yerlerinden Osmanlıya gelen gezginler, Türklerin böyle olduğunu orada yaşayan Hıristiyanlardan da duyarak eserlerinde anlatmışlardır. Bu bakış açısı, dine karşı hoşgörüsüz tutuma karşı çıkmanın başladığı XVIII. yüzyıla kadar etkili olmuştur. Aydınlanma bilginleri Doğu despotizmini Hıristiyanların, özellikle de Katoliklerin, diğer dinden insanlara karşı sergiledikleri hoşgörüsüz tutumu eleştirmek için bir araç olarak kullandılar. Reformlar döneminde bazen İslâm’ın Katolik dininden daha çok hoşgörülü olduğu düşüncesi ortaya atılmış, bazen de İslâm Hıristiyanlıkla eşdeğer tutulmuştur. Birçok Avrupa ülkesinin tersine, Müslümanların idaresinde yaşayan Musevî ve Hıristiyanlar nadiren tehcire ya da şiddete maruz bırakılmışlardır. Örneğin, Herder Eyyübiler Sultanı Selahaddin’i soylu ve cesur, Hıristiyanları ise bayağı göstermektedir. Rousseau hoşgörü bakımından Türkler, Araplar ve Hıristiyanlar arasında bir fark olmadığını söylemiştir. Eşitliğe dayanan bir toplum anlayışını savunan Reform dönemi bilginleri, İslâm’da soyluluk ve kast sistemi olmamasından etkilenmiştir29. Osmanlı Ermeni toplumunun Avrupalı gezginlerce anlatılması da bu düşüncelerden bağımsız değildir. Gezginlerin bir kısmı Ermenilerin Osmanlı toplumunun seçkin ve zengin sınıfı olduğunu söylemiş, bir kısmı da Ermenilerin kalıcı sanat eseri yaratamamalarından Osmanlı yönetimini sorumlu tutmuştur. Gerçek ise bu iki uç düşüncenin arasında bir yerdedir. Ermenilerin durumu Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan diğer Hıristi28 B. Braude, B. Lewis, Christians and Jews in the Ottoman Empire, Vol. I, Holmes and Meier Publishers Inc., New York, London 1982, s.2. 29 Braude, a.g.e., s.3-11. 306 Arş. Gör. Hasan BAKTIR yanlardan çok daha iyidir. Ancak bütün Ermeniler aynı durumda olmadığı gibi, imparatorlukta yaşayan Ermeniler homojen bir özelliğe sahip de değildir. Başkentte yaşayanlar refah ve mutluluk içinde iken, tarımla uğraşanlar doğal şartlara ve zorluklara karşı mücadele etmekte idiler. Ancak Ermenilerin Osmanlı toplumundaki konumlarını doğru anlamak onların bu coğrafyadaki geçmişlerini bilmekten geçer. Ermenilerin yakın Asya’daki yaşamları Osmanlı Türklerinin bölgede varlık ve güç mücadelesi ile sınırlı değildi. Ermeniler Hıristiyanlığı ilk kabul eden topluluklardandı. Büyük İskender’in ölümünden sonra yakın Asya’da bir tanesi de Ermeni Krallığı30 olan birçok dağınık krallıklar ortaya çıkmıştı. Ermenilerin bölgede dağınık duruma düşmesi ve sorunları ilk defa Ermenistan Kralı Dikran’ın Pontus Kralı Mithridates ile birleşerek Romalılara karşı etnik temizliğe girişmesi ile başlamıştı. Roma komutanlarından Pompey yakın Asya’yı ele geçirmiş ve Ermenilere bunu pahalıya ödetmiştir. İran Kralı Shapur’un Ermenistan’ı ele geçirmesiyle Tridates bu krallığı yönetmeye başlamış ve din değiştirip Hıristiyan olan Ermenilere karşı şiddet uygulamıştır31. Ermenistan sırası ile Rumlar, İranlılar, Araplar, Moğollar ve Ruslar tarafından yönetilmiş; Ermeniler genellikle yönetilen durumda olmuşlardır. Bölgeyi idare edenlerin barış ve sükûnet getirme gibi bir amaçları olmamıştır. Bölgenin talihsiz durumu ve Ermenilerin tarih boyunca çok arzu ettikleri barışı onlara sağlayacak bir ulus olma fırsatlarının olmaması, onların bir araya gelmesini engellemiştir. Bununla birlikte başka nedenler de vardır. Öncelikle, Ermeniler hiçbir zaman çoğunluk olamadıkları farklı bölgelere dağılmışlardır. Bu yüzden üzerinde hak iddia edecekleri bir merkezleri olmamıştır. İkinci olarak, yaşadıkları bölgedeki iktidar mücadeleleri ve gücün sürekli el değiştirmesi onları daha Batıya göçe zorlamıştır. Bir yerden başka bir yere göçleri sırasında çok farklı yerlere yerleşmişlerdir. Farklı yerleri yurt edinmeleri ise ortak ulusal bilincin gelişmesini engellemiştir. Örneğin, XI. yüzyılda Selçuklulardan kaçarak yurt edindikleri yer bu sefer de Haçlı akınlarına maruz kalmıştır. Yakın Asya’da Bizansın, Türklerin ve Safavilerin güç mücadelesi Ermenilerin bir kısmını Karadeniz’e, bir kısmını Balkanlara, bir kısmını İran’a, bir kısmını ise doğu Avrupa’ya göç etmeye zorlamıştır. Bütün bunlara ek olarak Ermenileri bir araya getirecek ortak ulusal ve siyasî değerlerin ol30 Roma kaynaklarında böyle bir devletin kuruluşu ve tarihi ile ilgili bilgilerin olduğundan Ermenilerden bahseden hemen hemen bütün İngiliz gezginler söz etmişlerdir. Ancak bazı tarihçiler bu devleti Ermenilerin kurduğu konusunda şüphelidirler. 31 Eliot, a.g.e., s.384-385. 307 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER maması, Katolikler ya da Ortodokslar gibi bir kiliseye bağlı olmamaları onları her zaman bir topluluk olarak kalmaya mecbur etmiştir. Ermeniler Doğu Anadolu’da Türkler ile yoğun olarak Erzurum, Kars, Bitlis, Bingöl, Sivas ve Harput gibi şehirlerde yaşamaya başladılar. Ancak buralara Türklerin yerleşmesinden sonra bile nüfusun çoğunluğu Ermeni değildi. Ermenilerin Müslümanlar arasındaki önemi ilk kez Şah Abbas döneminde ön plana çıkmaya başladı. Bunun nedeni ise Şah Abbas’ın ticareti geliştirmek için 40 000 Ermeniyi Isfahan’a yerleştirmesidir32. Osmanlı toplumunda ise Ermenilerin ekonomik olarak ön plana çıkması33 XVIII. yüzyılda Safavilerin zayıflaması sonucu daha önce İranlılar tarafından yönetilen yerlerin Osmanlı idaresine girmesi ile başlar34. Belki de Ermeniler tarihlerinde ilk kez, Osmanlı idaresi altında yaşadıkları bölgelerde sükûnet içinde olmuşlardır. İlk defa Ermenilerin bir ulus olması önünde engel oluşturan ortak bir din, kültür ve çıkar bağı olmaması onların avantajına olmuştur. Ermeniler diğer topluluklardan daha ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuşlar ve Osmanlı Sarayı’ndan ticareti ve finans işlerini geliştirmeleri için büyük destek görmüşlerdir. Özellikle de Osmanlıda ticareti uzun süredir ellerinde tutan Musevîlerin pazarlarını kaybetmeleri ve etkilerini yitirmeleri sonucu Ermeniler daha da güçlenmiştir. İşte böylece Ermeniler Osmanlı ticaret hayatında yükselmeye başladılar. Zamanla da gümrükleri kontrol eden, ticaretin hâkim sınıfı, tercüman, banker ve pahalı ziynet eşyalarını satan önemli kişiler oldular. Ermeniler imparatorluğun en dinamik unsuru olarak35 Avrupa’nın ve Asya’nın değişik yerlerinde merkezleri olan, zengin ve refah içinde yaşayan kozmopolit para finansçıları haline geldiler. Osmanlıda ticaretle uğraşan, imtiyazlı ve güçlü bir konuma gelen ve zamanla Ermeni toplumunun imparatorluktaki lideri olan zengin bir sınıf oluştu ve bu sınıfa Amira dendi. Amira sınıfı bankerlerden, para basan darphanecilerden ve idarecilerden oluşmakta idi. Bu sınıf imparatorluktaki Ermeni Kilisesi’nden çok daha iyi bir konumda olduklarından ‘kendilerini 32 Eliot, a.g.e., s.386. 33 Ermeniler Osmanlı ticaret hayatında XVIII. yüzyıldan önce de etkili idi. Ancak XVI ve XVIII. yüzyıllar arasında Musevî tüccarların Osmanlıda Ermenilerde daha etkin oldukları gözlemlenmiştir. 34 Braude, a.g.e., s.21. 35 A. J. Toynbee, Turkey: A Past and Future, www.projectgutenberg.com, (2003), s.4. 308 Arş. Gör. Hasan BAKTIR Ermeni toplumunun lideri olarak gördüler36‘ ve başkentteki konumlarını güçlendirdiler. Ermeni Duzian ailesi buna iyi bir örnektir. Bu aile XVIII. yüzyıl boyunca İmparatorlukta para basma işini elinde bulundurdu. Amira sınıfından olan diğer bir Ermeni Hovsep (Yusuf) Çelebi İngiltere’den saat ihracı ve imparatorlukta saat ticaretinde tekel idi37. Ayrıca Osmanlı yönetiminde mimarbaşı kadrosunda birçok Ermeni çalıştı. İmparatorluğun en önemli mimarlarından Meldon Arabiyan, Sarkis Kalfa bunlardan bazılarıdır38. Osmanlı Ermenileri kendi bağımsız din işlerini ve sistemlerini de geliştirdi. Rusya ve İstanbul’daki Ermeni kiliseleri birbirinden bağımsız idi. Osmanlı toplumu Ermenileri İstanbul’daki kiliseye bağlı idi ve bu kilise Amira sınıfının kontrolünde idi. Ermenilerin bu konumu Osmanlı idaresi tarafından çok uzun süre korundu ve desteklendi. Charles Eliot’ın da dediği gibi Ermeniler imtiyazlı bir topluluktu: Osmanlı Ermenilerin kendi meselelerine hiç müdahil olmadı. … Hiçbir zaman onları herhangi bir dil kullanmaya ya da dine zorlamadı ve Osmanlı toplumu içinde hiçbir zaman kimliklerini kaybetmediler… En az Musevîler kadar kendi dillerini, dinlerini ve özerkliklerini korudular39. İki yüz binden fazla amira sınıfı Ermeni bu imtiyazlı durumu XVII. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar devam ettirdi. Onlar varlıklı ve refah içinde oldular. Kendi dinî idarelerini, okullarını ve hastanelerini kurdular. Osmanlı idaresi de onları birçok bakımdan İmparatorluğa yararlı gördü; dil, din ve geleneklerine karışmadı. Başkentte yaşayan zengin Ermeniler ticareti kontrol ederken, fakir olanlar da Osmanlı konaklarında hizmet ettiler. Ermeniler Osmanlı idaresi altında yaşamaktan uzun süre şikâyetçi olmadı. Türkler her zaman onlara güvendi, bu yüzden de onlara sadık millet anlamına gelen millet-i sâdıka dedi40. Lady Mary Osmanlı ileri gelenlerinin işlerini Musevî tüccarlara emanet ettiğini söylemişti. Bu durum Ermeniler için daha doğru idi. Osmanlı ileri gelenleri sadece işlerini ve paralarını değil aynı zamanda çocuklarını da Ermenilere emanet ettiler. Ermeniler diğer topluluklardan daha çok Türkler ile kaynaştılar. Kısacası başkentte Ermeniler devlet idarecisi, tüccar ve ileri gelenlerin hizmetçisi olarak çalıştılar. 36 H. Barsoumian, Christians and Jews in the Otoman Empire, Vol.I, Holmes and Meier Publishers Inc., New York, London 1982, s.171. 37 Barsoumian, a.g.e., s.173. 38 Barsoumian, a.g.e., s.175. 39 Eliot, a.g.e., s.387. 40 Eliot, a.g.e., s.397. 309 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bunlardan başka Ermeniler de vardı. İmparatorluğun Batısında ve Anadolu köylerinde yaşayan Ermeniler, her ne kadar imtiyazlı değilseler de, doğuda yaşayan Ermeni köylülerden daha iyi durumda idiler. Batı ve İç Anadolu bölgelerinde yaşayan Ermeniler Türkler ile iyi geçindiler ve hayatlarından memnundular. Hatta zaman zaman Türkler ile dünür bile oldular. Bunlar köylerde Türklerin arasında yaşadılar ama her zaman onların dinlerine ve özerkliklerine saygı gösterildi. Bunun da ötesinde, bu Ermeniler gelenek ve âdetler bakımından Türklere Hıristiyanlardan daha yakın oldular. Ermeniler ve Türklerin hayatları birbirine birçok bakımdan benziyordu. Köylerdeki toplumsal konumları ve yaşam şekilleri aynı Türklerinki gibiydi. Eliot Ermeni evlerini şu şekilde anlatır: Evlerinde geniş ve büyük ve yuvarlak avluları, içeriye ne Müslüman ne de Hıristiyan ziyaretçi kabul ettikleri oturma odaları ve hayvanlarını barındırdıkları ahırları vardır. Ayrıca evlerinde pişmiş çamurdan yapılı, ağaç kaplamalı ayrı bir platform da vardır. Misafirleri, iç açıcı bir yer olmamasına rağmen, burada kabul ederler41. Bu evler birçok açıdan tipik bir Türk köylüsü evi ile aynı tasarıma sahiptir. Geniş aralıklar, avlu, ayrı oturma ve misafir odaları Türk evlerinde de aynıdır. Ermeniler de Türkler gibi misafirlerini ayrı kabul ederler ve Ermeni kadınlar aynı Müslüman Türk kadınlar gibi kendilerini göstermezlerdi. Ermeni erkekleri de Türk erkekleri kadar, hatta daha da kıskançtır. Ermeni kadınlar, Türk kadınları gibi kapalı giyinirlerdi. Ayrıca Ermeniler arasında Türklerde olduğu gibi gelin kocasının akrabalarına mahremdi42. Benzer özellikler geliştiren Ermeniler ve Türkler bu köylerde uzun süre bir uyum içinde hayatı paylaşmışlardı. Ancak imparatorluğun doğusundaki Ermeniler için benzer şeyleri söylemek oldukça zordur. Doğunun coğrafî yapısı, iklimi ve feodal özellikleri orada yaşayan halkların hayatını olumsuz etkilemiştir. Uzun kış mevsimi boyunca yollar ve dağlar karlarla kaplıdır, ‘insanlar koyun gibi bir köşede pinekleyerek oturur ve ısınmaya çalışırlar43‘. Coğrafî koşullara ve mevsim koşullarına ilâveten, burada yaşayanlar bölgeyi kontrol eden feodal Kürt Beyleri ile de geçinmek gerekmekteydi. Ermeniler yaşamın zor olduğu bu bölgede Kürt derebeylerine bağlı idiler. Yaşadıkları bölgedeki başlıca Kürt reisleri tanıyorlar ve vergilerini onlara ödüyorlardı. Burada yaşayan Er41 Eliot, a.g.e., s.403. 42 K. Mikes, Türkiye Mektupları, Çeviren Aysel Kurucu, Tercuman 1001 Temel Eser, İstanbul. 43 Eliot, a.g.e., s.404. 310 Arş. Gör. Hasan BAKTIR menileri buranın feodal beyleri kendine ait görüyordu; bu durum bazen Ermenilerin sürülerini kaybetmelerine ve bazen de reislerle çatışmalarına neden oluyordu44. Bazen de Ermeniler, diğer halklar gibi, Kürt ve Osmanlı idaresi arasında kalıyorlardı. Her iki tarafta eş zamanlı olarak köylülerden vergi istiyordu. Her iki tarafa da aynı anda vergi ödeyemeyen köylüler oldukça zor durumda kalıyorlardı. Bütün bunlar göz önüne alındığına, doğu bölgelerindeki Ermenilerin durumunun Batıdakilerden farklı olduğunu ve bu bölgede yaşayan halklar için hayatın çok daha zor olduğunu söylemek yerinde bir değerlendirme olacaktır. Sonuç Osmanlı Ermenilerinin Batılı gezginler tarafından doğru anlaşılmadığı ve anlatılmadığını iddia edebiliriz. Gezginlerde Osmanlı Ermenilerine karşı her zaman göreceli bir değerlendirme yaklaşımı vardır. Gezginler tarafından Ermeniler, Hıristiyan oldukları için, ya Avrupa mirasının bir parçası olarak görülmüş ya da ticaretteki yüksek yetenek ve başarılarından dolayı haksız bir şekilde Musevîlerle karşılaştırılmışlardır. Osmanlıya İngiltere’den gelenlerde de bu türden yaklaşımlar hâkimdir. Sir Paul Rycaut, Lady Mary ve Charles Eliot gibi gezginler de Ermenilere bu şekilde yaklaşmıştır. Rycaut onları Avrupa Hıristiyan mirasının bir parçası olarak görmüş, onunla aynı düşünceyi paylaşan Eliot da Ermenileri fiziksel anlamda Doğulu Musevîlere benzetmiş ama Mesrob’un misyonerlik faaliyetlerini örnek vererek ve dillerinin Avrupa-Hint ailesine ait olduklarını iddia ederek aslında Ermeniler ile aynı geçmişe sahip olduklarını, aynı mirası paylaştıklarını iddia etmiştir. Lady Mary de onları Musevîler ile karşılaştırmış ve Osmanlı toplumunda Yahudilerden sonraki imtiyazlı toplum olarak görmüştür. Ancak bazı bakımlardan Lady Mary’nin Ermeniler hakkındaki izlenimleri ve değerlendirmeleri diğer gezginlerinkinden daha kapsamlı ve yerindedir. Onun Ermenilerin evlilik âdetleri, ticaretteki başarıları ve Türkler ile benzer yaşam koşullarına sahip olduklarını söylemesi diğer gezginlerin anlattıkları ile karşılaştırıldığında daha mantıklı ve yerinde değerlendirmelerdir. Bu açıdan Lady Mary’nin Ermeni toplumu izlenimleri Clifford Geertz’in yakın-deneyim dediği kültür yorumu olarak değerlendirilebilir. Ancak Osmanlıda yaşayan birbirinden farklı yaşam şekilleri olan Ermenilerin kapsamlı ve yeterli anlamda anlatabildiğini söylemek imkânsızdır. Bu yüzden de Lady Mary’nin anlattıkları detaylı 44 Eliot, a.g.e., s.393-394. 311 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tasvir olarak görülemez. Ayrıca göz önüne almamız gereken başka bir şey daha vardır. O da Osmanlıya gelen Avrupalı gezginler genellikle İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde yaşayan ve tercümanlık yapan Ermeniler ile karşılaşmış, bu yüzden de Ermenilerin konumunu yerinde görme ve doğru değerlendirme şansları olmamıştır. Ayrıca bu gezginler Ermeniler ile gerçek yaşam çevrelerinde değil de daha çok alışverişte karşılaşmışlardır. Köylerde ve Ermenilerin Türkler ile birlikte yaşadıkları yerlerde bu iki toplumun benzerliklerini görmemişlerdir. Gezginlerin gözlemleri İstanbul ve İzmir gibi kozmopolit şehirlerde karşılaştıkları Ermeniler ile sınırlıdır. Bu yüzden de gezginlerin Osmanlı Ermenileri hakkındaki değerlendirmeleri yüzeysel ve yetersizdir. 312 Arş. Gör. Hasan BAKTIR Kaynakça Barsoumian, H., Christians and Jews in the Ottoman Empire, Vol.I, Holmes and Meier Publishers Inc., New York, London 1982. Braude, B. , B. Lewis, Christians and Jews in the Ottoman Empire, Vol. I, Holmes and Meier Publishers Inc., New York, London 1982. Charles, Eliot, Turkey in Europe, Frank Cass & Co. Ltd., London 1965. Desai, A., Turkish Embassy Letters, University of Georgia Press, Athens GA. 1993. Geertz, Clifford, Available Light: Anthropological Reflections on Philosophical Topics, Princeton University Press N.J., Princeton. 2000. __________, The Interpretation of Cultures, Basic Boks, New York 1973. __________, Local Knowledge: Further Essays in Interpretive Anthropology, Basic Boks, New York 2000. Greenblatt, J. S., Learning to Curse: Essays in Early Modern Culture, Routledge, London 1990. Jack, Malcolm, Turkish Embassy Letters, University of Georgia Press, Athens GA. 1993. Montagu, L.M.W., Turkish Embassy Letters, University of Georgia Press, Athens GA. 1993. Mikes, K., Türkiye Mektupları, Çeviren Aysel Kurucu, Tercuman 1001 Temel Eser, İstanbul. Toynbee, A.J., Turkey: A Past and Future, www.projectgutenberg.com (2003) 313 XVII. YÜZYILDA KAYSERİ’DE YAŞAYAN ERMENİLERİN SOSYAL YAŞANTILARI ÜZERİNE BAZI DEĞERLENDİRMELER Yrd. Doç. Dr. Hava SELÇUK Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Tel: 0 352 437 49 01 -33316 Özet Kayseri yüzyıllardır Ermeni, Rum ve Müslümanların birlikte yaşadığı bir coğrafyadır. Yüzyıllardır bir arada yaşamak, bu toplulukların birbirlerinin sosyal yaşantılarında etkileşimini de beraberinde getirmiştir. Bu çalışmamızda bu etkileşimin birlikte yaşama katkıları ortaya konulmaya çalışılacaktır. Özellikle XVII. yüzyılda yani Tanzimat dönemi öncesinde Kayseri’de yaşayan Ermenilerin sosyal yaşantıları, mal varlıkları, evlilik-boşanma hadiseleri, Ermenilerin Rum milletinden kişilerle evlilikleri incelenecektir. Ermeni kadınların Müslüman olmaları ve Müslüman erkeklerle evlilikleri, Ermeni erkeklerinin din değiştirme olayı ve bu durumun iki topluluk arasındaki yansımaları ele alınacaktır. Kırsal alanda ve şehir merkezinde yaşayan kadınların inançlarında meydana gelen değişikliğin sebepleri ve bunun onların yaşantıları üzerindeki etkileri üzerinde durulacaktır. Ermeni vatandaşların kadı mahkemelerini kullanma nedenleri, Ermenilerin Kayseri’de bulunan ibadet mekânları şer’iye sicillerinden hareketle değerlendirilecektir. Yrd. Doç. Dr. Hava SELÇUK Giriş Osmanlılar zamanında önemli bir yerleşim birimi olan Kayseri, farklı toplulukları yüzyıllardır bünyesinde barındıran bir şehir idi. XVII. yüzyıl boyunca nüfus Türkler, Ermeniler ve Rumlardan oluşmaktaydı. Türklerle Ermeniler Selçuklu hâkimiyetinden itibaren birlikte yaşamışlardır. Aynı çevrede birlikte yaşamak etkileşimi de beraberinde getirmiştir. Şer’iye mahkemelerinin kayıtlarını incelediğimizde Türkler ve Ermeniler arasındaki sosyal ve kültürel etkileşim hareketliliğini daha iyi anlayabiliriz. Biz bu çalışmada Kayseri’deki Türk-Ermeni ilişkilerinin hukukî boyutuna temas edeceğiz. Böylece 13 numaralı defterden 104 numaralı deftere kadar ki şer’iye sicilleri çalışmamızın ana kaynağını oluşturacak ve buradan Ermeniler hakkında bazı fikirler edinebileceğiz. Toplam olarak 58 adet şer’iye sicili incelendi ve Ermenilerle alâkalı kayıtlar bulundu1. Bu çalışmada ilk olarak Kayseri’de Ermenilerin yaşadığı mahalle ve köyleri 1 Kullandığımız bu defterlerin mikrofilm ve fotokopileri Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi (KAYTAM)’nde bulunmaktadır. Çalışmamızda kullandığımız defterlerin bir kısmı lisans ve yüksek lisans tezi olarak hazırlanmış ve bu sayede 13, 15/2, 18, 20, 25, 27, 42, 55, 59, 60, 61, 62, 63, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 72, 74, 75, 81, 84, 88, 89/I, 90, 91, 92, 96 ve 104 numaralı Kayseri şer’iye sicilleri transkribe edilmiştir. bu defterlerin birer örneği KAYTAM’da bulunmaktadır. Bunların dışında kullandığımız transkribe edilmeyen 56, 57, 58, 64, 71, 73, 76, 78, 79, 80, 82, 83, 85, 86, 87, 88, 89, 93, 94, 95, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 105 ve 106 numaralı Kayseri şer’iye sicillerinin mikrofilmleri yine aynı merkezde mevcuttur. Kayseri şer’iye sicilleri dipnotlarda kısaca KŞS şeklinde gösterilecektir. 317 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tespit ettik2. Çünkü Osmanlı hukuk sistemine göre Ermeniler ve Rumlar zımmî olarak adlandırılmaktaydı. Osmanlı Devleti tebaasını defterlere kayıt ederken ırklarına göre değil dinlerine göre kayıt ediyordu. Üstelik Müslümanlar ve gayrimüslimler Kayseri şehrinin bazı bölümlerinde hep birlikte yan yana yaşamakta idiler. Şer’î kurallar bir Müslüman devletinde yaşayan gayrimüslimlerin kendi hukukî kurallarına göre hareket etmelerine izin veriyordu fakat arzu ederlerse İslâmî mahkemelere de başvurabildikleri bilinmektedir. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gayrimüslimler ailevî ve dinî işler ile alâkalı problemlerini kendi dinî liderlerinin denetiminde çözme hakkına sahip idiler. Bunun yanı sıra her hangi bir problem için Osmanlı mahkemelerine başvurmak için bir engel de yoktu. Rumlar ve Ermeniler mirasın taksimi, nafaka, evlenme ve boşanma gibi problemler için İslâmî kanunlara göre muameleyi seçmişler ve her hangi bir zorlama olmaksızın Osmanlı mahkemesine başvurmuşlardır3. Örneğin XVII. yüzyıl Kayseri şeriat mahkemeleri Ermeni terekeleri kayıt edilmiştir. Böylece tereke kayıtları vasıtasıyla Ermenilerin sosyal ve ekonomik durumlarını daha iyi anlayabiliriz. Evlenme ve Boşanma XVII. yüzyılda Kayseri şehir ve mahallelerinin zımmî nüfusu Gregorian Ermeni ve Ortodoks Rumlardan oluşmaktaydı. Ermeniler, İslâmî kanunlar onlara geniş haklar verdiği için bu kanunlara göre muamele edilmek için zorlama olmaksızın Osmanlı mahkemelerine başvurmuşlardır. Şayet bir zımmî kendi aralarındaki bir mesele dolayısıyla şer’î mahkemeye başvurursa, karar Hıristiyan kanunundan daha ziyade Müslüman kanununa göre verilmekteydi. Ermenilerin bazıları Ermeni dininden (Gregorian) ayrılarak Greek dinini (Ortodoks) kabul etmişlerdir. Aynı şekilde Rumların bazıları da Greek (Ortodoks) dinini ter ederek Ermeni (Gregorian) dinini kabul etmişlerdir. Çünkü Hanefî kanunu buna izin vermekteydi4. Kayseri’de zımmîler Müslümanlar gibi aynı şekilde fetvaları araştırarak onları İslâmî mahkemeleri de kullanmışlardır. 2 3 4 Mustafa Keskin, Kayseri Nüfus Müfredat Defteri 1831–1861, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Kayseri 2000; Mehmet İnbaşı, XVI. Yüzyıl Başlarında Kayseri, İl Kültür Müdürlüğü Yayınları, Kayseri 1992. Kemal Çiçek, “Cemaat Mahkemesinden Kadı Mahkemesine Zımmîlerin Yargı Tercihi”, Pax Ottoman, Ankara 2001, s.48–49. Mehmet Akif Erdoğru, “XVI-XVII. Yüzyılda Kayseri Zımmîleri”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (11–12 Nisan), Kayseri 1996, s.74 318 Yrd. Doç. Dr. Hava SELÇUK Zımmîler Müslümanlarla olan anlaşmazlıklarında olduğu gibi kendi aralarındaki anlaşmazlıklarında da fetvaları kullanmışlardır5. Hıristiyan kanununa göre Ermeni ve Rum milletinden kişilerin birbiriyle evliliğine pek izin verilmiyordu: Mahkeme kayıtlarına baktığımızda Ermeni ve Rumların birbirleriyle evlilikleri ile ilgili kayıtları bulduk. Örneğin: Kendi din-i batılamızda Ermeni ve Rumların birbirleriyle evlilikleri alışılmış (mutad ve mutade değil iken) değil fakat Hanefî kanunu buna izin vermektedir. Elimizdeki fetvaya göre bu evlilik geçerlidir6. Meryem akil baliğ olduğunda Rum dininden (Ortodoks) ayrılarak Ermeni dinini (Gregorian) kabul etmiştir. Üç yıldır da Rum milletinden Şehruz adlı Ermeni ile evlidir7. Evlilik ve boşanma ile alâkalı belgeler: Gülcihan bint-i Safir mahkemeye başvurarak kocası ile boşandığını ifade etmiştir8. Sultan bin-i Sefer mahkemede iddiada bulunarak, ...ben akıl ve baliğ oldum. Annem tarafından daha önce düzenlenen evliliği kabul etmeyeceğim. Evliliğe son veriyorum demiş. Fakat Anasdas veled-i Simon evlendiği zaman akıl baliğ olduğuna dair iki şahit ile durumu teyit etmiş. Elinde gösterdiği fetvaya göre evliliğin geçirli olduğu söylenmektedir9. Sicillerde İslâmiyet’i yeni seçen Ermeniler ile Müslümanların evlilikleri de kaydedilmiştir. Zanik bint-i Kirkor Müslüman olmuş. Müslüman ismi olarak Zeynep adını almış. Zeynep Müslüman olarak kayıt edilmiştir. Bir Müslüman ile evlenmiştir10. İhtida Sicillerde az sayıda Ermeni ihtidaları kayıt edilmiştir. İhtidalar düzenli olarak kayıt edilmekte idi, çünkü vergi kayıtları için bu gerekli di. İhtida 5 Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebu Sûud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1972, s.89–107 6 KŞS, Defter No: 80, Belge No: 16, s.10. 7 KŞS, Defter No: 13, Belge No: 147, s.18. 8 KŞS, Defter No: 63, Belge No: 214, s.57. 9 KŞS, Defter No: 63, Belge No: 168, s.61. 10 KŞS, Defter No: 65, Belge No: 168, s.61. 319 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER edenler kendi eski isimlerini terk ederek uygun Müslüman bir isim almaktaydılar. Mahallede yaşayan ve ihtida eden Ermeniler Bektaş mahallesi 3 kişi Emir Sultan mahallesi 3 kişi Fırıncı mahallesi 3 kişi Harput mahallesi 3 kişi Karabet mahallesi 3 kişi Köyyıkan mahallesi 2 kişi Merkebçi mahallesi 1 kişi Oduncu mahallesi 7 kişi Sınıkçı mahallesi 2 kişi Şehreküstü mahallesi 3 kişi Tavukçu mahallesi 3 kişi Tutak mahallesi 1 kişi Tutor mahallesi 2 kişi Toplam: 36 kişi Köylerde yaşayan ve ihtida eden Ermeniler Ağırnas köyü 1 kişi Akçakaya köyü 1 kişi Çalak köyü 1 kişi Darsiyak köyü 1 kişi Develi Façe köyü 1 kişi Efkere köyü 3 kişi Erkilet köyü 1 kişi Gesi köyünden 3 kişi Mancusun köyü 6 kişi Nize köyü 1 kişi Sarımsaklı köyü 4 kişi Tavnusun köyü 1 kişi 320 Yrd. Doç. Dr. Hava SELÇUK Tomarza köyü Toplam: 3 kişi 27 kişi Köyde ve mahallede yaşayan Ermenilerden din değiştiren Ermeniler sicillere düzenli bir şekilde kayıt edilmiştir. Kayseri ve çevresinde XVII. yüzyılda toplam altmış üç kişi ihtida etmiştir. İhtida edenlerin ana problemleri miras idi. Hanefî kanununa göre Müslüman olan bir kişi gayrimüslim akrabalarından miras alamamaktaydı. Müslüman Mahkemesinde Ermenilerin Şahitliği ve Yeminleri Kayseri mahkemelerdeki şuhud’l-hal’in tam fonksiyonu hakkında oldukça belirsizlik vardır. Hukukî tutanakların geçerli olması için dava sırasında mahkemede bulunan dinleyicilerin durumunu özetleyen belgelerin altında isimlerinin kayıt edilmesi gerekirdi11. Çünkü kadının yanında şahit olmazsa verilen hüküm geçersiz sayılırdı. şuhudu’l-hal her davada hemen hemen değişmekteydi. Ermeniler kendi meselelerini şer’î mahkemeye taşıdıkları zaman kendi davalarında şuhudu’l-hal olarak atanmaktaydılar. Bu davalarda şuhudu’l-halin sayısı 3 Müslüman 4 Ermeni veya 5 Ermeni 5 Müslüman şeklinde idi12. İlâve olarak Oduncu mahallesinden Ermeni Sefer veled-i Cansız mahkemeye meremmetçi olarak atanmıştır13. Müslümanlar gibi Ermeniler de eğer ki suçlayan kişi bunu ispat edemezse suçsuz olduğuna dair yemin etmesine izin verilmekteydi. Suçsuzluk yemini ile resmî olarak temize çıkabilmekte idi. Ermenilerin yeminleri kendi inançlarına göre şöyle idi: Bil’llâhi’llezî enzele’l-İncîle alâ aheyhi’sselam14. 11 Nasi Aslan, İslâm Yargılama Hukukunda “Şühûdü’l-hal” Jüri Osmanlı Devri Uygulaması, Beyan Yayınları, İstanbul 1999, s.52–54 12 KŞS, Defter No: 66/II, Belge No:37, s.144; Defter No: 91/2, Belge No: 349, s.170; Belge No: 389, s.196; Defter No: 84, Belge No: 229, s.107. 13 KSŞ, Defter No: 55/II Belge No: 547, s.224. 14 Ali Aktan, “Osmanlı Belgelerine Göre Kayseri’deki Gayrimüslim Tebaanın Durumu”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 2000, s.22. 321 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sağlık Alanında Ermeniler Kayseri’de sağlık alanında Ermeniler aktif bir rol oynamaktaydı. Ermeniler ilaç kullanımı için şer’î mahkemelere başvurmuşlardır. Çünkü Osmanlı bir hukuk devleti idi. Efkere köyünden Keşiş veled-i Ohan 8.5 kuruşa doktordan ilaç aldığını mahkeme huzurunda söylemektedir. Şayet Ohan veled-i Keşiş’e ilaç kullanımından dolayı bir şey olursa doktordan davacı değildir15. Çırgalan köyünden Ali bin El-Hac Halid eğer ölürse ilaç aldığı Dimi veled-i Totorî’den davacı olmadığına dair mahkemeye başvurmuştur16. Ermenilerin Mülkleri Ermeniler Anadolu kasabalarında el sanatları ve ticaret ile köydekiler çiftçilik ile meşgul idiler çünkü Osmanlı Devleti’ndeki diğer gayrimüslimler gibi onlar da askerlikten muaf idiler. Bu nedenle Osmanlı toplumunda sayıları ve zenginlikleri artarak elit bir tabaka oluşturmuşlardır. 1608–1619 yılları arasında İstanbul, Venedik, Roma, Kahire ve Kudüs’ü ziyaret eden Polonya asıllı Simeon 1618’de Kayseri’ye ulaşmış ve bir ay orada kalmıştı. Şehrin; hanlar, dükkânlar, pazarlar, kuyumcu dükkânlarına sahip olmasına rağmen görünüşü genellikle harabeyi andırdığını belirtmektedir. Ermenilerin bu dönemde fakir olduğunu ifade etmektedir17. Fakat aynı zamanda Müslümanlar Ermenilerden daha iyi durumda değildi. Ermenilerin mal varlığı Müslümanlarla mukayese edildiğinde hiç de sıkıntı içinde olmadıkları görülmektedir. Çünkü daha fazla mal ve mülke sahip idiler Örneğin Hacı Kılıç mahallesinde bir Müslümanın evi 50 esedi kuruş iken aynı tarihte Karakiçili mahallesinde oturan bir Ermeninin evi 315 esedi kuruş idi. Yenice mahallesinden bir Müslümanın menzili 45 esedi kuruş iken Elsem Paşa mahallesinde oturan bir Ermenin menzili 500 esedi kuruş değerinde idi. 15 87 KŞS, Defter No: 87, Belge No: 456, s.171. 16 KŞS, Defter No: 87, Belge No: 165, s.37. 17 Hrand D. Andreasyan, Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi (1608–1619), Baha Matbaası, İstanbul 1964, s.158–162. 322 Yrd. Doç. Dr. Hava SELÇUK Kilise Tamiri ve Vakıflar II. Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra, Bursa’daki Ermeni ruhanî reisini İstanbul’a getirterek Ermeni Patrikliği’ni kurması ve Patrikliğe bütün Ermenilerin dinî lideri sıfatını tanıyarak din, mezhep ve hatta bir kısım cemaat işlerinde yetkili kılması Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni topluluklarına karşı yakınlığını hoş görüsünü ve güvenliğini göstermektedir18. Osmanlı Devleti, Ermenilerin kiliselerinin tamirine izin vermekte, fakat yeni kilise yapımı pek tasvip etmemekteydi. Kilise tamiri ve vakıflarla alâkalı belgeler: Nize köyündeki Manastır harabe halindedir. Bu Manastırın tamir edilmesi gerekmektedir19. Serkiz Kilisesi harabe halindedir20. Meryem Ana Kilisesi için bir vakıf kurulmuştur. Hacı İsa bu vakfa 143 kuruş vakfetmiştir21. Kadem bint-i İskender Ermeni Kilisesi’nin yoksulları için 225 kuruş para vakfetmiştir22. Sisliyan mahallesinde Demirci Budak tarafından bir çeşme yapılmıştır. Mihail veled-i Bogos Sisliyan mahallesindeki evinin kirasını bu çeşme için vakfetmiş ve çeşmenin tamiri için bu kiranın harcanmasını istemiştir23. Sonuç XVII. yüzyılda Kayseri’de Müslümanlar ve Ermeniler birbirlerinden ayrılmadan hep birlikte yaşamışlardır. Gayrimüslimler istedikleri her zaman şer’î mahkemeyi kullanmışlardır. Onların davaları birbirine o kadar karışmıştır ki mahkemeyi belirli bir gün değil istedikleri her saatte kullanabilmişlerdir. İslâm Hukuku, onların zenginlik, özgürlük, mal ve mülklerini korumuş, hatta dinlerini kısıtlama olmaksızın yaşaya bilmelerine imkân vermiştir. 18 19 20 21 22 23 Osmanlı Arşivi, Yıldız Tasnifi, Ermeni Meselesi–3, İstanbul 1989 KŞS, Defter No: 106, Belge No: 65, s.24. KSŞ, Defter No: 91/I, Belge No: 310, s.147. KSŞ, Defter No: 82, Belge No: 18, s.8. KSŞ, Defter No: 98, Belge No: 315, s.128. KŞS, Defter No: 60/I, Belge No: 60, s.17. 323 BULGAR ARAŞTIRMACI NİKOLA NAÇOV’UN BURSA GEZİSİ BAŞLIKLI YAPITINDA BURSA ERMENİLERİ Dr. Hüseyin MEVSİM Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı E-mail : hmevsim@hotmail.com; Tel : 0 312 310 32 80-1573 Özet 1859–1940 yılları arasında yaşamış olan Nikola Naçov, Uyanış Çağı adıyla bilinen XIX. yüzyıl Bulgar kültürü, halk yaratıcılığı ve dönemin önde gelen kişilikleriyle ilgili değerli araştırmalara imza atmıştır. 1879’un sonbaharında, Osmanlı-Rus Savaşı’ndan hemen sonra, yıllar önce İpek Han’da abacılık yaparken vefat etmiş olan babasının mirasına sahip çıkmak için doğduğu Kalofer kasabasından Filibe-Edirne-İstanbul-Mudanya üzerinden Bursa’ya gelir. İlk defa uzun yolculuğa çıkan 20 yaşındaki delikanlı, neredeyse günü gününe tuttuğu notlarını 1934 yılında Bursa Gezisi. Yolculuk Notları başlığı altında kitaplaştırır. Nikola Naçov bu yapıtında Bursa Ermenilerinin toplumsal yaşamlarına ilişkin ilgi çekici gözlemler ve tanıklıklar bırakır. Dr. Hüseyin MEVSİM Giriş 1859–1940 yılları arasında yaşamış olan Nikola Naçov, daha çok Uyanış Çağı olarak tanımlanan XIX. yüzyıl Bulgar tarihi, halk yaratıcılığı ve önemli kişilikleri hakkındaki incelemelerinin yanı sıra, o dönemin kültür ve edebiyat merkezlerini konu edinen çok değerli çalışmalara imza atmış bir araştırmacı ve bibliyografyacı olarak bilinmektedir. Özellikle Naçov’un 1920’lerde yayımlanan Bulgar Folklorunda Beyaz Mara Türküsü (Mara, Byala Bılgarka, V Naşiya Naroden Epos) ve 1877 Yılına Kadar Bir Bulgar Kültür Merkezi Olarak İstanbul (Tsarigrad Kato Kulturen Tsentır Na Bılgarite Do 1877 G) başlıklı araştırmaları günümüzde dahi birer değerli kaynak niteliğini yitirmemişlerdir. Uzun sayılabilecek yaşamının bazı dönemlerinde öğretmen, memur ve kütüphaneci görevlerinde bulunduğunu bildiğimiz Naçov’un edebiyat alanında, konu ve karakterlerini Bulgar tarihinden aldığı öykü ve uzun öykü denemeleri olmuşsa da, eleştirmenlerin belirttiği gibi11 bunlarda etnografik ayrıntılara ve tasvir aşırıcılığına düştüğünden dolayı başarılı örnekler sunamamıştır. Naçov, konumuzla ilgili ve alt başlığı Yolculuk Notları (Pıtni Belejki) olan Bursa Gezisi yapıtını 1879’da, Osmanlı-Rus Savaşı’ndan hemen sonra kaleme alır, izlenimlerinin bir kısmını 1890’larda çeşitli dergilerde yayımlar, ancak bunları kitap haline 1934 yılında getirir. Yapıtın asıl başlığı Do Brusa i Nazad biçiminde olup, Bursa’ya Gidiş ve Dönüş diye çevrilme1 “Reçnik na bılgarskata literatura”, Sofya, 1977, cilt 2, s.431. 327 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER si gerekir, ancak Türkçe’ye yatkınlığı açısından Bursa Gezisi seçeneğinin daha uygun olduğunu sanmaktayız. 20 yaşındaki Naçov’un doğduğu Kalofer22 kasabasından Filibe-Edirne-İstanbul üzerinden Mudanya’ya ve buradan da Bursa’ya gelmesinin nedeni, 17 yıl önce, anımsayamayacağı kadar küçük yaştayken, uzun yıllar Bursa’da abacılık yapan babasının beklenmedik vefatından sonra burada kalan mirastan kendi payına düşeni almak ve bu yolla elde etmeyi tasarladığı parayla öğrenimini Robert Kolej’de sürdürmektir. İlk defa böylesine uzun bir yolculuğa çıkan Naçov gezisini ayrıntılı bir şekilde, neredeyse saati saatine kaleme alır. Edindiği bütün bilgi ve izlenimlerini kâğıt üzerine döker. Bu notların bugün, OsmanlıRusSavaşı’ndan sonraki kritik dönemde Filibe, İstanbul ve Bursa’daki sosyal, ekonomik ve kültürel yaşama, İmparatorluktaki ulaşım hizmetlerine ışık tuttuğunu, bundan dolayı değerli bir tanık niteliği taşıdığını görürüz. Bu gezi notlarının profesyonel ve ünlü bir yazarın kaleminden değil de amatör, her gördüğünü yazma eğiliminde olan bir kişi tarafından kaleme alınması kanımızca değerini arttırmaktadır. Geçtiği tren duraklarını birer birer saymasından tutun, aldığı tren ve gemi biletlerinin fiyatlarına varıncaya kadar… ayrıntılara giren Naçov, Bursa’da karşılaştığı Ermenilerle ilgili de gözlemlerde bulunur. Aslında yazar, Bulgar yaratıcı dikkatini sadece Bursa Ermenileri üzerine odaklama amacını veya kaygısını taşımaz, ancak sözü edilen dönemde şehrin önemli unsurları olan Ermeniler de objektifine takılırlar. Bu yapıtta Nikola Naçov farklı ırk, din ve kültürlerin Osmanlıda birlikte yaşama sanatının örnekleri üzerine ilgi çekici gözlemlerde bulunur. O yıllarda gemiyle Mudanya’ya ulaşıldıktan sonra Bursa’ya fayton arabalarıyla yolculuk eder. 15. sayfada Bir faytona 2 Rum, 1 Türk ve ben bindik, faytoncumuz ise Araptı, diye okuruz. Notların 60. sayfasında geçen; Faytona Manol amcam, ben, Artin Bogosyan adında bir Katolik Ermeni ve Türk olan İbrahim Ağa bindik. Manol amcam yol boyunca eskiden tanıdığı birçok Rum, Ermeni, Yahudi ve Türkle karşılaştı. Bunlar onu sevinçle selamlıyor, sorular soruyorlardı ifadeleri bu gözlemin bir örneğidir.. Kitabın Bursa Hakkında Bir Şeyler Daha (Oşte neşto za Brusa) başlıklı son bölümünde yazar, şehirle ilgili bilgiler sunarken, burada Ermeni Piskoposluğu olduğunu ve 2 Ermeni kilisesi bulunduğunu belirtir. 2 Koca ile Orta Balkan arasındaki vadide bulunan bu kasaba Osmanlı döneminde çok büyük bir abacılık ve kaytancılık merkezidir. 328 Dr. Hüseyin MEVSİM Naçov’un Bursa’da babasından kalma neleri vardır? Uzun Çarşıda abacılık yapılan bir dükkânın 1/5 payı (diğerleri Agop Agopyan adında bir Ermeniye aittir), İpek (Koza) Han’da bir oda ile babasının yıllar önce Bursa ve çevre köylere veresiye dağıtmış olduğu abaların paraları, ve ticaret meclisinde birikmiş 800 kuruşu vardır. Bir zamanlar Bursa’nın en ünlü abacıları arasında yer alan babasının, yetiştirdiği Ermeni ve Rum ustalar arasında büyük saygınlığı vardır. İpek Han’daki odayı, gösterişli, aydın, varsıl bir kişi olarak nitelenen Kirkor Ohanesyan Filibeli adındaki bir Ermeniye satarlar. Satış ve bununla ilgili pazarlık süreci uzun sürer, çünkü taraflar fiyatta anlaşamazlar. Naçov 60 lirada diretirken Ermeni 40’ın üzerine çıkamayacağını belirtir. Ayrıca Kirkor Ohanesyan’ın bu satışı fazla dillendirmemesi ve dolayısıyla yeni müşteriler bularak odanın fiyatını arttırmaması için tellala bir şeyler verdiği söylenmektedir. En sonunda, Bursa’ya 15-20 yıl önce Filibe’den göç ettiğinden dolayı, bir anlamda hemşehrisi olan, Kirkor Ohanesyan’a oda 45 liraya verilir, Agop Agopyan’a da Uzun Çarşı’daki dükkânın payı satılır. Devir ve intikal işleri Evkaf’ta yapılır. Son vali Ahmet Vefik Paşa’nın bu işlemleri onaylaması gerektiğinden onun makamına da çıkılır. Satıcı statüsündeki Bulgarlar çekingen ve tedirginliğe kapılırken Kirkor’un rahat tutum sergilediği, Türk büyükleriyle yakın ilişki içinde olduğu gözlenir. Ayrıca birkaç defa üstün bir Türkçe konuştuğunun altı özellikle çizilir. Naçov’a veresiye borcu olanlardan biri de Keles köyünden Hacı Yanaki adında bir Rumdur. Bursa pazarı Pazartesi ve Cuma günleri kurulur. 13 Ağustos Pazartesi günü Hacı Yanaki kozalarıyla Bursa’ya gelir ve bunların satışından elde edeceği parayla borcunu ödemeyi düşünür. Ancak sözü edilen tarih Ermenilerin Meryemana Yortusu’nu kutladıkları gün olduğundan, bunların dükkân ve mağazaları kapalıdır. Sonuçta Yanaki o gün kozalarını satacak birilerini bulamaz. Bu örnek Ermenilerin Bursa’daki ticarî etkinliklerin, özellikle ipekçilik ve abacılık alanının ne kadar içinde bulunduklarını ve bu alanda belirleyici bir rol üstlendiklerini gösterir. Naçov, Bulgarlar arasında Ermenilerin daha çok Solaklar olarak bilindiklerini vurgular ve bunun nedenini de şöle açıklar; Haç çıkartırken Ermeniler alnından sonra parmaklarını önce sol göğsüne dokundururlar. Naçov’un yapıtında Ermenilerin sosyal yaşamlarıyla ilgili kısa, ama ilgi çekici ayrıntılara da değinilir. Dere mahallesine yaptıkları ziyaretlerin birinde görkemli bir Ermeni evi görürler. Bu seçkin evde 1861 sonbaharında Kütahya sürgününden buraya nakledilen Bağımsız Bulgar Kilise savaşçısı papaz İlarion Makariopolski de kalmıştır. Evin kapısında yaşlı, esmer, 329 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER saçları beyazlamış ve sigara içen bir Ermeni kadınına rastlarlar. Aslında Naçov tütün içme olayına bir iki yerde daha değinir. Yine aynı mahallede başka yaşlı bir Ermeni kadınının da sigara içtiğine tanık olur. Yazara göre Bursa’da Ermeni ve Rum kadınları, hatta genç kızlar, neredeyse istisnasız tütün içerler ve bu kötü alışkanlıklarını Bulgar kadınlarına da bulaştırırlar. Ortodoksların Meryemana Yortusu’nu kutladıkları 15 Ağustos’ta Naçov ve amcası, varlığını başkalarından duydukları bir Protestan Ermeni pansiyonunu ziyaret ederler. Çünkü burada son savaşta yetim kalmış Bulgar çocuklarının da bulunduğunu öğrenmişlerdir. Pansiyonun avlusunda süslü bir bahçe ve meyve ağaçları arasında kümeler halinde oynayan, tek tip elbiselerle giydirilmiş ve yeni banyoları yaptırılmış çocuklar görürler. İçeriden organ sesi duyulur. Pansiyonun başöğretmeni Kirkor Efendi; neredeyse bütün Ermenilerin olduğu gibi kara gözlü, yakışıklı ve aydın, ziyaretçileri karşılar ve misafir odasında kabul eder. Bulgarlar ve Ermeni aralarında Türkçe konuşurlar. Kirkor Efendi pansiyonlarında 3 Bulgar kız çocuğunun bulunduğunu söyler. Bunlar 7–12 yaşlarında olup Eski Zağara’dan getirilmişlerdir. Yetim çocukların ürkek halleri dikkatlerden kaçmaz, ellerini arkaya bağlayarak dururlar, katı disiplin kuralları içinde yetiştirildikleri açıktır. Kirkor Efendi bu kız çocuklarının bakımları için Gospodinov adında Eski Zağaralı bir Bulgarın yıllık 50 Türk lirası ödediğini söyler. Daha sonra baş öğretmenle genel ve gündelik konular üzerinde konuşmaya başlarlar. Kirkor, Bulgar ve Ermeni halklarının aynı acıklı tarihsel yazgıyı paylaştıklarını ifade eder ve Bulgarların en nihayet uzun süren Türk egemenliğinden kurtulduklarına çok sevindiğini belirtir. Bulgar halkı ve yeni seçilen knez Aleksandır Batemberg’den övgüyle söz edip derin bir nefes aldıktan sonra kötü yazgılı vatanlarından, Hayastan’dan söz eder. Hiç, ama hiçbir zaman bağımsızlık güneşinin bereketli ışınlarının onu ısıtmayacağını ve aydınlatmayacağını söyler. Naçov’un tanıklığına göre pansiyonda çeşitli milletlerden 40’a yakın yetim çocuk vardır. Tarihçi veya henüz araştırmacı kimliğini oluşturmayan 20 yaşındaki Naçov’un amatörce, önyargı süzgecinden geçirmeyerek, dolayısıyla çarpıtmayarak, gördüğünü yazdığı ve yansıttığı bu yolculuk notlarından kozmopolit Osmanlının bir izdüşümü niteliğindeki Bursa’da tüm etnik ve dinî unsurların nasıl beraberce ve karşılıklı etkileşim içinde yaşadığı görülmektedir. 330 Dr. Hüseyin MEVSİM Bu yapıta göre XIX. yüzyılın ikinci yarısında Bursa’da abacılık ve ipekçilik alanlarında Ermenilerin söz sahibi oldukları, bu uğraş ve mesleklerle ilgili etkinliklerin merkezinde bulundukları, ayrıca çok kapsamlı bir kavram olan ticaretin bütün ayrıntı ve inceliklerini çok iyi bildikleri anlaşılmaktadır. Yaşadıkları evlerden sosyal statülerinin yüksek olduğu görülür. Eğitim ve din alanlarında herhangi bir kısıtlamaları, resmî makamlarla ve dolayısıyla Osmanlı yönetimiyle bir sıkıntıları yoktur. Ancak Protestan Ermeni pansiyonunun başöğretmeni Kirkor Efendi’nin dillendirdiği bazı ayrılıkçı tohumların da yeşermeye başladığı anlaşılır. Ermeni kadınların sigara içme alışkanlıkları da bir sosyal statü göstergesi olarak algılanabilir. Bütün bunların yanında son derece çalkantılı bir dönemde, 17 yıl aradan sonra Nikola Naçov’un babasının mirasına sahip çıkabilmesi, hiçbir hakkının kaybolmaması ve bütün işlemlerin kendinin bile beklemediği kadar kolay ve acele bir şekilde yapılması, Osmanlıdaki hukuk ve adalet anlayışının çok önemli bir kanıtıdır. 331 XVIII. YÜZYIL OSMANLI TOPLUMUNDA ERMENİLER: GÖZLEMLER VE DÜŞÜNCELER Doç. Dr. İbrahim GÜLER İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı E-mail: iguler@istanbul.edu.tr, ibrahimguler25@hotmail.com; Tel: 0 212 440 00 00 -26048 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Özet XIX. yüzyılda ve XX. yüzyıl başında Osmanlı toplumunda Ermeniler konusu üzerine birçok araştırma ve incelemede bulunulmuş, bunun doğal bir neticesi olarak yerli ve yabancı çok sayıda yayın yapılmıştır. Bu durumun ortaya çıkışında, kuşkusuz Avrupa’daki bazı Ermeni lobilerinin ve onların etkisinde kalan bazı siyasî kuruluşların temsilcilerinin, Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti hakkında belli gayelere yönelik olarak geliştirdikleri siyasetlerin büyük etkisi olmuştur. Bu siyaset, doğal olarak bazı yazar veya araştırmacıları konuyla ilgili araştırma ve incelemeler yapmaya yöneltmiş ve onları görüş bildirme konusunda teşvik edici bir işlev görmüştür. Son yıllarda Türkiye’de bu konuda yapılan yayınların bu siyasetin bir uzantısı olarak ortaya çıktığından hiç kuşku yoktur. Ancak ne var ki, aynı siyasetin, bugüne kadar her nedense ciddi anlamda, Osmanlı toplumundaki Ermenilerin daha önceki asırlardaki durumlarına yönelik araştırma ve incelemeleri teşvik edici işlevini devreye pek sokamadığı, dolayısıyla daha önceki asırlarda Ermenilerin durumlarının belirlenmesine yönelik ilgiyi aynı oranda ortaya çıkararak bir takım çalışma ve yayının yapılmasını yaratamadığı görülmektedir. Hâlbuki Osmanlı Devleti’nin hükümet merkezindeki kurumlarda, özellikle devletin karar mercii olan Divan-ı Hümayun’da tutulan çeşitli defterlerde, eski dönemlere ait bu konuları içeren belgelere rastlamak ve bunlardan hemen hemen hiç incelenmemiş olan XV. asırdan XIX. asra kadar olan dönemde Ermenilerin Osmanlı toplumundaki durumları ile ilgili bilgilere ulaşmak mümkün bulunmaktadır. Bu anlamda, özellikle XVIII. yüzyıla ait tespit ettiğimiz belgelerden anlaşıldığına göre Ermeniler, Osmanlı toplumu içinde imparatorluk topraklarının farklı bölgelerinde farklı işlerle uğraşarak, hatta antlaşma gereği Osmanlı Devleti’nin imparatorluk topraklarında ticaret yapma imtiyazını elde etmiş başka ülkelerin veya devletlerin insanları ile alış-veriş yaparak vs. ilişkilerde bulunarak hayatlarını sürdürmekteydiler. Onların imparatorluğun birbirinden farklı özelliklere sahip Halep, Tokat, İzmir, Samsun gibi çeşitli şehirlerinde veya bölgelerinde yaşamlarını sürdürdüklerine şahit olunmaktadır. Yapılacak araştırmalar sonucunda imparatorluğun başka şehir ve kasabalarında da toplumun bir parçası olarak yaşamlarını sürdürdükleri ortaya konabilecektir. Bu durum, Osmanlı toplumu içinde Ermenilerin, imparatorluk ahalisinin ülke genelindeki dolaşımı gibi, ülkenin çeşitli coğrafyalarında ahalinin diğer üyeleri olarak dolaşım halinde bulunduklarını ortaya koymaktadır. Kayseri’deki bilimsel toplantıda işte bu konu tartışmaya açılarak, düşünce üretiminin yapılmasına katkıda bulunulmaya çalışılacaktır. 334 Doç. Dr. İbrahim GÜLER Giriş XIX. yüzyılda ve XX. yüzyıl başında Osmanlı toplumunda Ermeniler konusu üzerine birçok araştırma ve incelemede bulunulmuş, bunun doğal bir neticesi olarak yerli ve yabancı çok sayıda yayın yapılmıştır. Kuşkusuz Avrupa’daki bazı Ermeni lobilerinin, şu veya bu nedenle onların yanında yer alanların ve etkilerinde kalanların, ayrıca, menfaatini Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı Ermenileri desteklemekte gören ve onları adeta eylemlerinde teşvik eden batılı siyasetçilerin, belli gayelere yönelik olarak geliştirdikleri siyasetlerinin, bu sonucun ortaya çıkışında büyük etkisi olmuştur. Ermeniler üzerine geliştirilen bütün bu siyasetler, günümüz basın ve yayın organlarına da zaman zaman yansıtılmıştır. Basın ve yayın organları gazeteler1 ve televizyonlar2 kanalıyla dünyaya yayılan Ermeniler ve soykırım konusuyla ilgili düşünceler, yeni tartışmaları da birlikte getirmiştir. 1 2 Örneğin Bkz. “Ünlü Fransız Tarihçi Ferro: Lobilerle Meclisin Arasında Sıkıştık”, Zaman, 22 Aralık 2005, Perşembe, s.1, 13; “Ermeni Asıllı Olmak, Farklı Mı?”, Posta, 28 Ocak 2006, Cumartesi, s.15; “Soykırım Anıtına Karşı ‘İnsanlık Abidesi’ Dikilecek”, Zaman, 31 Ocak 2006, Salı, s.5; “Fransız Tarihçiler: ‘Soykırım’ Yasası Değiştirilsin”, Zaman, 31 Ocak 2006, Salı, s.13. “Soykırım Tartışılınca Ermeniler Çok Kızdı: Amerikan PBS Televizyonunun 17 Nisan’da Yayımlayacağı ‘Ermeni Soykırımı’ Adlı Belgeselle İlgili Panelde Soykırım Tezini Reddeden Tarihçileri Konuşturması, ABD’deki Ermeni Topluluğunu Ayağa Kaldırdı”, Milliyet, 17 Şubat 2006, s.22; “Ruşen Çakır, Ermeni Soykırımı Belgeselini İzledi ve Yazdı: Ermeni Belgeseli Engellenemedi; Türkler’i Gaddar, Tecavüzcü ve Katil Olarak Gösterdiler. Türklerin Yayınlanmaması İçin 40 Bin İmza Topladığı Ermeni Belgeseli ABD’nin Kamu Kanalı 335 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeniler ve soykırım üzerine geliştirilen siyasetler, halkların, milletlerin kafasını bulandırmak, kargaşa yaratmaktan öteye gitmemiş, kin ve nefret tohumlarını yaratmaktan başka bir işe yaramamıştır. Dünya kamuoyunda geliştirilen bu durum, insan, toplum ve millet duyarlılığı olan bazı yazar veya araştırmacıları, konuyla ilgili araştırma ve incelemeler yapmaya yöneltmiş ve onları görüş bildirme konusunda teşvik edici bir işlev görmüştür. Son yıllarda Türkiye’de bu konuda gerek resmî gerekse özel ilgi yoluyla yapılan yayınların da dünyada geliştirilen bu durumun bir uzantısı olarak ortaya çıktığından hiç kuşku yoktur. Yanlı, duygulu ve çıkarcı yaklaşımlar, insanların ve toplumun hafızasında ancak karmaşaya, çelişkili durumlara neden olabilir. Hâlbuki hakikat tektir ve onu kabullenmekten başka insanların çaresi yoktur. Aksi takdirde insanların kendilerine zarar vermeleri, acı çekmeleri söz konusudur. İnsanlar bu gerçeği, ağır bedeller ödeyerek anlamışlardır. İnsanların huzura ermeleri, iyi ilişkiler geliştirmeleri, bu gerçekçi yaklaşımlarının yüksekliğiyle orantılıdır. Bunu iyi anlamak gerekmektedir. Ne var ki, gerek Türkiye’de gerekse dünyada Türk-Ermeni ilişkileri ve soy kırımı iddiaları üzerinden yararlanmak isteyen sözde bilimciler, edebiyatçılar, siyasetçiler ve sairler vardır. Şu andaki nesiller, günümüzde bu örneklere şahit olmak bahtsızlığını yaşamaktadırlar. Özlem duydukları huzurlu ve müreffeh dünyalarına, bir de bu yönüyle zarar verildiğini görmektedirler. Dünyada ve Türkiye’de son yüzyıl içinde ortaya çıkan Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili üretilmiş siyasetlerin ve düşüncelerin, her nedense Osmanlı toplumunda Ermenilerin daha önceki asırlardaki durumlarının belirlenmesine yönelik ilgiyi harekete geçirip ortaya koyamadığı, araştırma ve incelemeleri teşvik edici işlevini ciddi anlamda yönlendiremediği, yayınlar yaratamadığı görülmektedir. Bu durum, Türkiye’de de bugüne kadar yapılan bilimsel yayınlarda ve toplantılarda açıkça fark edilebilmektedir. Son 35 yılda gerçekleştirildiği ve yayınlandığı anlaşılan çalışmalarda3 görülmektedir ki, birkaçı müstes- 3 PBS’e Bağlı 348 Kanalda Yayınlandı. İddialar Gerçek Gibi Gösterildi.”, Vatan, 19 Nisan 2006, Çarşamba, s.1, 14. Türkiye ve dünyada son yıllarda Türk-Ermeni ilişkileri ve soykırımı üzerine basın ve yayın organlarına yansıyan iddialar ve tartışmaların bir sonucu olarak gerçekleştirilen çalışma ve yayınlar arasında, birçok örnek bulunmakla birlikte, bir fikir vermek amacıyla şunlar belirtilebilir: Ali Balkan Metel, Ermeni Mezalimi ve Gerçekler, 3. Baskı, Yeni Batı Trakya Dergisi Yayınları, Seri No: 6, İstanbul (Tarihsiz), s.207; Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni 336 Doç. Dr. İbrahim GÜLER na4, ekseriyetle Osmanlı toplumunda Ermenilerin XIX. ve XX. yüzyıldaki durumları işlenmiştir. Son dönemlerde bazı kurum ve kuruluşlar tarafından gerçekleştirilen bilimsel toplantılarda5 da durum pek değişmemiştir. Toplantılarda da ağırlıklı olarak işlenen konular, Ermeni soykırımı iddiaları ve tehcir olayı üzerine odaklanmıştır6. Tarihte Türk-Ermeni ilişkileri ve Osmanlı Devleti döneminde Türk-Ermeni ilişkilerinin başlaması konuları ile XIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX. yüzyılın başında Ermenilerin durumunu ele alan bu çalışmalarda, XVIII. yüzyıl ve daha önceki Osmanlı Devleti dönemlerinde Ermenilerin toplum yapısı içindeki durumu hakkında bir takım kısa tespitler yapılmaktadır7. 4 5 6 7 Sorunu, Dış Politika Enstitüsü, Ankara 1989, s.41; The Turkish Republic Prime Ministry General Drectorate of The State Archives Directorate Of Ottoman Archives, Armenians in Ottoman Documents (1915–1920), Ankara 1995, s.641; Georges de Maleville, 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi (Fransız Avukatın Ermeni Tezleri Karşısında Türkiye Savunması), Çeviren Necdet Bakkaloğlu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1998, s.146 + 5 Harita; Neriman Hasanaliyev, Rusya’nın Van ve Erzurum’daki Başkonsolosu Mayevski’nin Hatıraları (Türklere Ermeni Mezalimi veya Ermenilerin Türklere Mezalimi), Türkiye Türkçesine Aktaran Enver Uzun, Trabzon 2001, s.35; Necdet Sevinç, Arşiv Belgeleriyle Tehcir-Ermeni İddiaları ve Gerçekler, İkinci Baskı, Milenyum Yayınları, İstanbul 2004, s.396. Bahaeddin Yediyıldız, “XVI-XIX. Yüzyıllarda Ermeniler’in Türk Toplumu İçindeki Yeri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8–12 Ekim 1984, Erzurum), Ankara 1985, s.141–147; Yücel Özkaya, “Arşiv Belgelerine Göre XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler’in Durumu”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8–12 Ekim 1984, Erzurum), Ankara 1985, s.149–158; Yusuf Oğuzoğlu, “XVII. Yüzyılda Türkler’in Ermeni Toplumu ile İlişkileri Hakkında Bazı Bilgiler”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984, Erzurum), Ankara 1985, s.265-270. Örneğin, Iğdır’da 1995’te düzenlenen toplantı (Iğdır “Tarihi Gerçekler ve Ermeniler” Uluslararası Sempozyumu, 24–27 Nisan 1995, Iğdır, Iğdır Valiliği Kültür Yayınları, No: 1, Ankara 1997, s.239) ile Kasım ayında son günlerde İstanbul Üniversitesi’nin İstanbul’da gerçekleştirdiği (Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu (15–17 Mart 2006, İstanbul) toplantısında katılımcı araştırmacıların ele aldığı konuların ağırlık noktasını son yüz yıldaki Türk-Ermeni ilişkileri ve soykırımı iddiaları teşkil etmiştir. Bu yönüyle bakıldığında, Kayseri’de Erciyes Üniversitesi tarafından 20–22 Nisan 2006’da düzenlenen “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri” konulu I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu (EUSAS)’ Türk-Ermeni ilişkileri ve soy kırımı iddiaları ile tehcir olayında eksik kalan konuları giderme yolunda atılmış bir adım olarak görülebilir. Bu konuda örnek olarak şu çalışmaları incelemek bize bir fikir verebilir: Hamza Bektaş, Ermeni İsyanları, Göç Ettirilme Nedenleri ve Uygulamada Devletin Rolü, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları No: 64, Trabzon 1988, s.14–31; Erdal İlter, Ermeni Kilisesi ve Terör, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Sayı 3, Ankara 1996, s.25–30; Şenol Kantarcı-Kamer Kasım-İbrahim Kaya ve Sedat Laçiner, Er- 337 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bununla, çok genel ve kısa değerlendirmelere gidilerek, Osmanlı toplum yapısı içinde Ermenilerin durumları açıklanmaya çalışılmaktadır. Hatta bu genel değerlendirmelerde, Selçuklu Devleti’ndeki Ermenilerin durumlarına yönelik dönemin kaynaklarından bazı bilgiler de sunulmaktadır8. Hâlbuki Osmanlı Devleti’nin taşradaki kurumlarında ve hükümet merkezindeki karar mercii olan Divan-ı Hümayun’da tutulan çeşitli defterlerde, eski dönemlere ait bu konuları içeren kayıtlara rastlanmaktadır. Bunlardan, hemen hemen incelenmemiş dönem olan, XV. asırdan XIX. asra kadarki süreçte Ermenilerin Osmanlı toplumundaki durumları ile ilgili çok kıymetli bilgilere ulaşılabilmektedir. Türk-Ermeni ilişkileri konusunda duygulu, maksatlı ve ön yargılı yaklaşımlardan çok hakikî belgelerin ve kayıtların ortaya koyduğu doğrular üzerinden Türk-Ermeni ilişkilerine bakmak, Osmanlı toplumu içinde Ermenilerin yerini belirlemek gerekmektedir. Bu akılcılık sayesindedir ki, bugünkü siyasî sorunların ve çıkmazların önüne geçmek olası görünmektedir. Sadece Türk arşiv ve kütüphanelerindeki dönemin kayıt ve belgelerinin değerlendirilmesiyle değil, aynı zamanda batı ülkelerinin dönemin kütüphane ve arşiv kayıtlarının ve diğer kaynakların sunduğu bilgilerin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle de bu hedef desteklenmelidir. Gerçekten de batı ülkelerinin kütüphane ve arşiv kaynaklarının, Türk kaynaklarıyla büyük ölçüde örtüştüğü, hatta onların bugün 1915 Ermeni olayları hakkında bilinenlere değişik yaklaşımlar yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır9. 8 9 meni Sorunu El Kitabı, Stratejik Araştırma ve Etüdler Millî Komitesi (SAEMK) ve ASAM Ermeni Araştırmalar Enstitüsü Yayını, Ankara 2002, s.1-8, 21-28; Mehmet Saray, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, Genişletilmiş ikinci Baskı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2005, s.9-12. Mehmet Saray, Selçuklular dönemi hakkında çalışmalar yapan müelliflerin tespitlerinden yola çıkarak konuyla ilgili bir takım örnekler sunmaktadır. Bkz. Saray, a.g.e., s.9-11; Saray, “Osmanlı Devlet Anlayışı ve Ermeniler”, İstanbul Üniversitesi, Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, 15-17 Mart 2006, İstanbul. İstanbul Üniversitesi tarafından 15-17 Mart 2006’da İstanbul’da gerçekleştirilen “TürkErmeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar” konulu uluslararası toplantıda, “Ermeni Sorunu ve İngiltere” adlı bildirisiyle Salahi Sonyel, “Ermeni Sorunu ve Fransa” adlı bildirisiyle Hasan Dilan, “Ermeni Sorunu ve Rusya” adlı bildirisiyle Azeri Türklerinden Cemil Hasanlı, “Ermeni Sorunu ve Avusturya” adlı bildirisiyle İnanç Atılgan, “Ermeni Sorunu ve ABD” adlı bildirisiyle Kemal Çiçek batı ülkelerinin arşiv belgeleri ve kayıtlarının, Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ndeki durumları ve onların savaşta taraf olan etkinliklerine, günümüzde bazı kesimler tarafından bilinçli ve bilinçsizce yapılan 1915 ve 1916 Ermeni Soykırımı iddialarına yeni bakış açıları kazandırdığını ortaya koymuşlardır. 338 Doç. Dr. İbrahim GÜLER Uzun yıllar boyunca muhtelif konuları içeren projeler kapsamında Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yapığım araştırma ve incelemeler sırasında, XVIII. yüzyıla ait çeşitli tasnifler arasında yer alan kayıtlar ve defterler taranırken tespit ettiğim ve ileride kullanabileceğimi düşünerek kimliklerini aldığım Osmanlı Toplumunda Ermeniler hakkındaki belgeleri ve bilgileri, burada değerlendirmenin bu anlamda bir fırsat ve sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncenin bir ürünü olarak burada paylaştığım satırlar ortaya çıkmıştır. Amacım, daha çocukluk dönemimden (1970’li yıllardan) bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iç ve dış siyasetinde başını ağrıtan, bir türlü çözümlenememiş, aynı zamanda bu uğurda devletin yurt dışındaki temsilcilerinden birçoğunun canını kaybetmesine ve sakat kalmasına10 neden olan sözde Ermeni soykırımı iddiaları sorununun, Türkiye tarafından neden halâ uluslararası bir anlaşmazlık ortamından çıkarılamadığı11 sorusuna verilecek cevaba bir nebze de olsa bazı fikirler ortaya koyarak katkıda bulunmaktır. Bunu, XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumu üzerine araştırmalar yapan biri olarak, söz konusu dönemde Osmanlı toplumu içinde Ermenilerin yeri hakkında bir takım gözlemlerde bulunup tespitler gerçekleştirip bir değerlendirme yaparak sağlamak istedim. Burada, genel değerlendirmelerden çok, belgelerin ortaya koyduğu bilgiler ışığında Osmanlı toplumunda Ermenilerin durumu, aydınlatılmaya çalışılmaktadır. Bu çaba ile, araştırmacıların Ermeniler hakkındaki ilgilerinin XIX. ve XX. yüzyıldan daha önceki asırlara kaydırılmasına katkıda bulunulması da umulmaktadır. Bu toplantının açılışı, basın ve televizyonlarda da etkisini göstermiş ve kamuoyunun dikkati bu yolla çekilmiştir. Bkz. “Ermeni Konferansını Ermeni Korosu Açtı”, Milliyet, 16 Mart 2006, Perşembe, s.1, 21 ; “Soykırımın Hiçbir Dayanağı Yok”, Zaman, 16 Mart 2006, Perşembe, s.5. 10 Bilal N. Şimşir, “Türk Diplomatlarını Hedef Alan Ermeni Terörü ve Şehit Diplomatlarımız”, İstanbul Üniversitesi, Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, 15–17 Mart 2006, İstanbul. 11 Bu konuda emekli büyükelçi Gündüz Aktan’ın, İstanbul Üniversitesi “Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar” konulu toplantının sonunda gerçekleştirilen yuvarlak masa sonuç oturumunda, toplantı genel değerlendirmesi yapılır ve Türk-Ermeni ilişkilerinin geleceğine yönelik görüşler ortaya konurken ileri sürdüğü fikirler ve yaptığı açıklamalar, oldukça çarpıcı idi. Oturumda gerçekleştirilen açıklamaların yayınlanarak kamuoyuyla paylaşılması çok yararlı olacaktır. 339 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER A) Ermenilerin XVIII. Yüzyıl Osmanlı Toplumu İçindeki Durumu XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda Ermeniler konusunu, birkaç başlık altında toplayarak incelemek mümkündür. Bunlar, XVIII. yüzyılda Ermenilerin Osmanlı Devleti’ndeki yerleşim alanları, Ermenilerin Osmanlı toplumu içinde sahip oldukları imkânlar, Ermenilerin XVIII. yüzyıldaki yaşam biçimleri ve Ermenilerin Toplumun diğer üyeleri gibi karşılaştıkları sorunlar şeklinde belirlenmiştir. Unutmamalıdır ki burada, XVIII. yüzyılda Ermeniler konusuyla ilgili olarak incelemelerde ortaya çıkan durumlar, sadece Ermenilere özgü olanlar değildir. Ermenilerin XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda sahip olduğu durumların benzerlerine, toplumun diğer üyeleri de sahiptirler. Osmanlı Devleti’nin, tebaasının veya ülkesinde yaşayan bütün insanların sorunlardan uzak huzurlu bir şekilde yaşaması ortamını hazırlamak için, hoşgörü ve adalet ilkelerini hâkim kılmaya çalışması söz konusudur. Bu ilkeler doğrultusunda toplum üyelerini yönlendirerek, sorunların çözümü için siyasetler geliştirmiştir12. Osmanlı Devleti’nin toplum yaşamında ve dünya siyasetinde nizam-ı âlem ilkesini hâkim kılmayı hedeflediği, gerçek anlamda onu inceleyenler tarafından çok iyi bilinmektedir. Tebaanın veya reayanın himayet ve sıyanetleri, Osmanlı Devleti’nin önde gelen toplum siyasetlerinden biridir. Ancak bu ilkelerin ve uğrunda geliştirilen siyasetlerin, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan çöküşüne kadar nasıl cerayan ettiği araştırılması gereken bir konudur. Devletin yapısında zamanla meydana gelen gelişmeler, söz konusu bu ilkelerin XX. yüzyıl başına kadar toplum üzerinde hâkim kılınamadığı gerçeğini de ortaya koymaktadır. 12 İbrahim Güler, “Une Mosaïque Culture Dans Les Odjaks De l’Ouest En Afrique Du Nord À L’époque De l’Empire Ottomane XVIIIe Siècle: Exemple de la Tunisie (Osmanlı Devleti’nin XVIII. Yüzyılda Kuzey Afrika’da Garb Ocaklarındaki Kültür Mozaiği: Tunus Örneği)”, La Sublime Porta e l’egemonia del Mediterraneo tra Stati e Imperi (Devletlerle İmparatorluklar Arasında Bab-ı ‘Ali’nin Akdeniz’de Egemenliği), 10th International Congress of Economic and Social History of Turkey (10. Uluslararası Türkiye Ekonomik ve Sosyal Tarihi Kongresi), IOSEH (International Association of Otoman Social and Economic History), 28 Settembre-01 Ottobre 2005, Università Ca’ Foscari Venezia Dipartimento di Studi Eurasiatici, Venizia, Ca’ Dolfin-Auditorium Santa Margherita, Venice/Italie. 340 Doç. Dr. İbrahim GÜLER 1-Ermenilerin XVIII. Yüzyıldaki Yerleşim Alanları XVIII. yüzyıla ait tespit ettiğimiz belgelerden anlaşıldığına göre Ermeniler, Osmanlı toplumu içinde ülke topraklarının farklı bölgelerinde farklı işlerle uğraşarak, hatta antlaşma gereği Osmanlı Devleti’nin imparatorluk topraklarında ticaret yapma imtiyazını elde etmiş başka ülke veya devletlerin insanları ile alış-verişler yapıp sair ilişkilere girerek, hayatlarını sürdürmüşlerdir. Onların, devletin birbirinden farklı özelliklere sahip Halep, Tokat, İzmir, Samsun gibi çeşitli şehirlerinde veya bölgelerinde, yaşamlarını sürdürdüklerine şahit olunmaktadır13. Bu önemli yerleşim birimlerinden başka, Ermenilerin XVIII. yüzyılda yaşadığı yerler arasında, Manisa, Tekirdağ, Eğin de bulunmaktadır. Belirtilen bu yerler bize Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin Anadolu coğrafyasında sadece bir bölgede ikamet etmediklerini, Osmanlı toplumu içinde bulunan diğer, ırk ve dine mensup insanlar gibi ülkenin doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle ve güneyiyle bütün bölgelerde yaşamlarını sürdürdüklerini ortaya koymaktadır. Ermeniler, Osmanlı toplumunda bu yerleşim birimlerinde sadece tek tük üyelerden ibaret bir şekilde yaşamlarını sürdürmemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin genel toplum yapısı içinde bir cemaat veya bir topluluk halinde kendilerine özgü mahallelerinde gelenek ve görenekleriyle birlikte varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu anlamda XVIII. yüzyılda Ermenilerin yaşadığı şehirlerden biri olan Manisa’da, toplam 53 mahalleden 2’si Ermeni mahallesi idi. Geri kalan 49’u Müslüman, 1’i Yahudi, 1’i de Rum mahallesiydi14. Tekirdağ’da da bu yüzyılın ilk yarısında Ermeni ve Rum mahalleleri bulunuyordu. Erdel Kralzadelerinden olan Rakoçi Ferenç’in gelişen siyasî hadiseler dolayı- 13 Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme Defteri, Defter No: 115, s.98, Hüküm: 406, belge tarihi: Fî evâsıt-ı Ca sene <1>118 (25 Ağustos 1706); Defter No: 115, s.98, Hüküm: 1486, belge tarihi: Fî evâsıt-ı Z sene 1119 (8 Mart 1708); Düvel-i Ecnebiyye Defteri, Defter No: 26/1, s.120, Hüküm: 317, belge tarihi: Fî evâili Zi’l-hicce sene <11>72 (25 Temmuz 1759); Defter No: 34-2/11, s.251, Hüküm: 1558, belge tarihi: Fî evâili Za sene <1>179(10 Nisan 1766 ). 14 Manisa’da muhtelif tarihlerde yaşayan Ermeni nüfus ve hane sayısı hakkında bazı tespitler yapmış olan Yugo Nagata’nın verdiği Ermeni nüfusuyla ilgili rakamlar için bkz. Yugo Nagata, Tarihte Âyânlar: Karaosmanoğulları Üzerine Bir İnceleme, TTK Basımevi, Ankara 1997, s.16, 20–21. 341 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sıyla Tekirdağ’daki Rum ve Ermeni mahallelerindeki münasip konaklarda ikâmet ettirilmeleri konusunda hüküm emri çıkarılmıştı15. Daha önceki yüzyıllarda da Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin Anadolu coğrafyasında sadece bir bölgede ikamet etmediklerini, kendilerine özgü mahallelerinde gelenek ve görenekleriyle yaşamlarını sürdürdüklerini gösteren göstergeler vardı. Bir tesbite göre Malatya’da, 1530’larda Ermeniler şehirdeki 4 mahallede meskûn bulunuyorlardı. Bu mahallelerde aynı zamanda Müslümanlar da yaşıyorlardı. Yani, Osmanlı toplumunda Ermeniler ve diğer cemaatler, kendilerine özgü mahalleleri bulunmakla birlikte, bu mahallelerde Müslümanlarla birlikte yaşamlarını sürdürmekteydiler. Bu mahallelerde yaşayanlar arasında Müslüman şahıs isimlerinin bulunması bu gerçeği kanıtlamaktadır16. Osmanlı Devleti tahrir defterlerine bağlı olarak yapılan bir başka tespitte de, XVI. yüzyılda (1518–1566) Elazığ (Harput) sancağının genel nüfusu içinde, cinsiyetlere göre oranlar belirtilmektedir. Buna göre, sancakta nüfusun % 56-62’sini Müslümanlar, % 4045’ini Ermeni, Süryanî ve Rumlar teşkil etmekteydi17. H. Andreasyan’ın Polonyalı Simeon’un gözlemlerine bağlı olarak verdiği bilgiye göre, XVII. yüzyıl başlarında bu sancağın merkezi olan Harput (Elazığ) şehrinde 100 hane Ermeni bulunmaktaydı18. Anadolu’da XVIII. yüzyılda Ermeni Pazarı gibi yer isminin bulunması, bu dönemde Ermenilerin, Osmanlı ülkesinde muhtelif bölgelerde yaşamlarını sürdürmelerinden başka, Osmanlı toplumu içinde onlara özgü gelenekçi bir anlayışın da mevcut olduğunu ve korunduğunu ortaya koymaktadır. Bu yer ismi, Ermenilerin imalât ve üretimlerini pazarlama işlerini ve toplumla kaynaşmalarını ortaya koyması bakımından da dikkat çekicidir. Ermeni Pazarı yer ve yerleşim adı, Ermenilerin Osmanlı toplumunun bir öğesi olarak, o toplum içinde özgün bir yapı veya durumları ile yaşamlarını sürdürdüğünü de kanıtlamaktadır19. 15 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV. Cilt (XVIII. Yüzyıl), 2. Kısım, 2. Baskı, Ankara 1983, s.123–124. 16 Bkz. Göknur Göğebakan, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası (1516–1560), Malatya Belediyesi Kültür Yayınları, No: 6, Malatya 2002, s.86–87. 17 Bkz. Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518–1566), Ankara 1989, s.228. 18 Bkz. Ünal, a.g.e., s.71. 19 Bu Ermeni Pazarı adlı yer hakkında bkz. Özkaya, Osmanlı İmparatorluğu’nda Âyânlık, Anakara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1977, s.36, 136. Ermeni Pazarı adı, ilk dönem Osmanlı Tarihi kaynaklarında da geçmektedir. Bu yer adının, aynı zamanda Ermeni Beli, Ermeni Derbendi, Pazarköy şeklinde de anıldığı, Osman Bey’in fetih yerleri arasında buranın da bulunduğu anlaşılmaktadır. Bkz. İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, I. Defter, Yayına Hazırlayan Şerafettin Turan, Ankara 1970, s.83, 88. 342 Doç. Dr. İbrahim GÜLER Bütün bu göstergeler, Osmanlı toplumu içinde Ermenilerin, imparatorluk ahalisinin ülke genelindeki dolaşımı gibi, ülkenin çeşitli coğrafyalarında toplumun diğer üyeleri olarak serbestçe dolaşım halinde bulunduklarını ortaya koymaktadır20. Ermenilerin, daha sonraki yüzyıllarda da Osmanlı Devleti’nin ülke sınırları içindeki birçok yerleşim biriminde yaşamlarını sürdürdükleri bilinmektedir. 1831 nüfus sayımında Ermenilerin Osmanlı memleketlerinde nerelerde yerleşik oldukları ve devletin toplam nüfusu içindeki yerleri hakkında bilgiler bulunmakta ve bizleri bu konuda aydınlatmaktadır. Bu sayımda, Osmanlı Devleti’nin ülke sınırları içinde, çeşitli bölgelerde yaşayan Ermenilerin yerleşim yerleri şöyle tespit edilmiştir: Edirne, Edirne havalisi, Üsküdar, Filibe, Kırçova, Bursa, Aydın (Ödemiş, Bayındır, Güzelhisar, Tire), Nazilli ile birlikte Kestel, Beypazarı, İzmir (merkez, Urla, Birunabad, Karaburun, Çeşme, Seferihisar, Kuşadası, Söke, Karpuzlu, Çine), Bolu (merkez ve Devrek), Bandırma, Adana (merkez, Yüregir, Derbend-i Misis), Namrun (Tarsus), Gökçe (Tarsus), Çıldır eyaleti, Kars eyaleti. Söz konusu nüfus sayımına göre, Osmanlı Devleti’nin Rumeli topraklarında yaşayan Ermenilerin sayısı 3 566, Anadolu topraklarında yaşayanlarınki ise 16 743 idi. Osmanlı ülkesinin genelinde 20 309 Ermeni nüfus bulunuyordu. Bunun 4 887’si Çıldır eyaletinde 2 161’i de Kars eyaletinde idi21. Bu iki vilâyette toplam 7 048 Ermeni vardı. Bu da, Osmanlı ülkesinde kayıtlı olan toplam Ermeni nüfus 20 309’un % 34.70’ini teşkil ediyordu. Ermenilerin diğer yerlere göre en yoğun bulundukları yerler bu eyaletlerdi. Aynı sayıma göre, ülke genelinde toplam 3 753 642 nüfus vardı. Bunun 2 501 425’ini İslâm, 1178171’ini reaya (Rum?), 36 675’ini Kıptî, 17 012’sini Yahudi, işaret edildiği üzere 20 309’unu Ermeni oluşturuyordu. Bu rakamların imparatorluğun genel nüfusuna göre oranları, sırayla % 20 Osmanlı toplumu içinde insanların, Müslim veya gayrimüslim olsun, bazı durumlarda seyahatlerde “yol tezkere”si adıyla müsaade almalarını gerektiren durumlar da mevcuttu. Güler, “XVIII. Yüzyılda Osmanlılarda Nüfus Hareketleri Olarak İç Göçler”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1995-2000 Prof. Dr. Fikret Işıltan Hatıra Sayısı, Sayı 36, İstanbul 2000, s.155-211. Özellikle XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin içyapısında göçler ve eşkıyalıklar (Güler, “XVIII. Yüzyılda Orta Karadeniz Bölgesinde Eşkıyalık Hareketleri”, Osmanlı Araştırmaları, XV, İstanbul 1995, s.187-219.) gibi sosyal bunalımlar böyle tedbirleri üretmeye neden oluyordu. 21 Bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Nüfus Sayımı–1831, II. Baskı, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, s.195–215. 343 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 66.63’ünü İslâm, % 31.38’ini raya (Rum?), % 0.98’ini Kıptî, % 0.45’ini Yahudi, % 54’ünü Ermeniler teşkil ediyordu22. Osmanlı Devleti’nde Ermenilerin, bu genel yerleşim alanları görünümünün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu ilk yıllara kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu döneme ait kayıtlar bunun böyle olduğunu göstermektedir23. Birçok Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ermeni vatandaşının Anadolu’nun muhtelif yörelerinde yaşamlarını devam ettirdiklerini bizden önceki nesiller çok iyi bilmektedirler. Bunlar, aynı mahallede oturarak yıllarca diğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarıyla komşuluk ilişkileri içinde kalmışlardır. Öyle ki Ermeni vatandaşlardan bazılarının, oturdukları yerlerde Türkçe’den başka dil bilmediklerine dahi işaret edilmektedir. Karaman’da meskûn bulunan Ermeniler hakkında Millî Mücadele döneminde gözlemlerde bulunan Karaman İdadisi Riyaziye Muallimi Sapancalı Hasan Hüseyin, bu hususu açık bir dille ifade eder24. 22 XIX. yüzyılın sonlarında ise, devrin bazı kaynaklarındaki bilgilere dayanılarak verilen malûmata göre, Bazı Anadolu vilâyetlerinde Ermeniler yaşamaktaydı. Bunlar bu bölgelerde belli bir nüfusa sahipti. Onların yaşadığı eyaletler içindeki yerler, Adana, Sivas, Trabzon, Erzurum, Bitlis, Mamüretü’l-Aziz, Diyarbakır, Van ile Halep ve Elazığ idi. Ancak bunların sayıları, Müslüman nüfusa göre oldukça düşük idi ve azınlıkta kalıyorlardı. II. Abdülhamit dönemine ait bir raporda, bazıları yukarıda da belirtilen bu yerlerden başka, Hınıs, Bayburt, Muş, Bitlis, Siirt, Gümüşhane’de de Ermeniler yaşıyorlardı ve nüfusları Müslümanlara göre daha az bir sayıda idi. Bkz. Sevinç, a.g.e, s.149–153. 1893 tarihli Osmanlı İstatistiklerine dayanılarak Kemal Karpat tarafından hazırlanan bir listeye göre de, yukarıda belirtilen yerlerden başka Ermenilerin Ankara, Amasya, Çermik, Ergani (Maden), Kayseri, Kiğı, Maraş, Mardin, Sis (Kozan), Siverek, Tarsus, Urfa gibi yerlerde yaşamakta olduklarına ve Müslümanlara göre nüfus yoğunluklarının düşük bulunduğuna da dikkat çekilmekteydi. Bkz. Sevinç, a.g.e., s.155-156. 23 Bkz. Güler, Sapancalı Hasan Hüseyin’in Karaman Ahval-i İctimaiyye Coğrafiyye ve Tarihiyyesi (R.1338./H.1340), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1993, s.25, 69–70. 24 Yerli Rum ve Ermeniler tamamen Türkçe konuşarak başka bir dil bilmezler. Ekseriyya İslâm mahallatı ile karışık otururlar. Tarz-ı telebbüsleri eskiden Türkler’den hiç farklı değil iken son yiğirmi sene zarfında yeni cereyanlara daha doğrusu muzır komitelerinin telkinatına uyarak kadınların tarz-ı telebbüsü değiştiği gibi (İslâm kadınlar ekseriyetle başlarında beyaz şimle ayaklarında ağıları yerde sürünecek derecede bol yapımlı-pazen ve fanila basmalarından- don giyinir ve şimle ile yüzlerini içine kapayarak yalnız tek gözü serbest bırakırlar. Hıristiyan kadınlar başlarında siyah şimle ve İslâm kadınlarındaki cesamette bol olmak üzere siyah don giyinirler ve donların üzerinde kısa boylu entarileri bulunur) gençlerinde Rumca ve Ermenice konuşmak da moda olmuştur. Bu hususta en ziyade amil olan birinci derecede müferrrit Türk düşmanı papazlar ikinci derecede muallimler İstanbul’dan gelen mekteblisidir. Hayat ve maişetleri elyevm İslâmlardan müreffehtir. Güler, a.g.e., s.25, 25 n1. 344 Doç. Dr. İbrahim GÜLER 2-Ermenilerin XVIII. Yüzyılda Toplum İçinde Sahip Olduğu İmkânlar Osmanlı Devleti’nin hoşgörü ve adalet ilkeleri kapsamında tebaasına sağladığı imkânlar ölçüsünde Ermenilerin de, Osmanlı toplumu içinde, o toplumun birer önemli üyesi olduklarını gösteren önemli kanıtlar bulunmaktadır. Bunlardan biri, Ermenilerden bazılarının, yetenekleri ve becerileri sayesinde devletin koyduğu genel kurallar çerçevesinde25, çeşitli kurum ve meslek alanlarında çok önemli mevkilere ulaşmalarıdır. Onların hak ettikleri bu mevkilerden, içinde bulundukları Osmanlı toplumuna ve devlete katkılar yapmalarıdır26. Ermenilerin, katkı sağladığı alanlar üretim (tarım, 25 Bu kurallardan biri, ülke genelinde herhangi bir devlet memuriyetinde daimî şekilde görev alabilmeleri için Müslüman olmaları gerekiyordu. Bu hem Osmanlı tebaası olan gayrimüslimler hem de Osmanlı tebaası değil iken Osmanlılara sığınan veya Osmanlı Devleti’nin tebaalığını kabul etmiş bulunan gayrimüslimler için de geçerli idi. Bunlar, ancak Müslümanlığı kabul ve Osmanlı tebaalığını aldıktan sonra daimî derecede askerî ve idarî vs. görevlere atanabilirlerdi. Osmanlı Devleti’nde Müslümanlığı kabul etmeyip Osmanlı Devleti tabiliğine girmemiş olanlar da, devlet bünyesinde bazı görevlerde istihdam edilebilirlerdi. Ancak bunlar, geçici ve kısa süreli görevlerdi. Bu konuda bkz. Güler, “Les fonctionnaires d’origine européenne dans la province de Tunisie sous la domination turque au XVIIIe siècle”, XXXVIth International Congress of Asian and North African Studies, from 16 to 21 August 2004 (XXXVIe Congrès international des études asiatiques et nord-africaines, du 16 au 21 août 2004), Moscow/Rousie. 26 Ermenilerin Osmanlı Devleti toplum yapısı içinde hizmet alanlarında görev almasının gelişim süreci hakkında ayrıntılı ve çok örnekli derin çalışmalar henüz yoktur. Ancak son gelişen olaylar, Ermenilerin Osmanlı toplumundaki gerçek yerini ortaya koymak için araştırmacıları itekleyici bir unsur olmuştur. Bu anlamda, Yervant Çarkcıyan’ın 1953’te yayınlanmış (Bu eserde, 1753–1853 döneminde Osmanlı Devleti hizmetinde görevli küçükten büyüğe Ermeni Osmanlı memurları ile Osmanlı toplumunda itibarlı Ermeni Aileleri hakkında çok ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Bkz. Y. G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453–1953), Yeni Matbaa, İstanbul 1953, s.39–109. Aynı kaynak, daha sonraki dönemlere de dair Osmanlı Devleti hizmetinde görevli Ermeniler hakkında bilgiler içermektedir. Bkz. Çark, a.g.e., s.110-290.) çalışması ile Nejat Göyünç’ün 1983’te (Bkz. Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Birinci Baskı, Gültepe Yayınları, ? Ekim 1983, s.49–51, 68–75.) ve 2005’te yayınlanmış (Bu eserde, Osmanlı idaresinde Ermeniler, devletin önemli mevkilerindeki Ermeniler ve aileleri, Türk-Ermeni kültür ilişkileri konuları oldukça zengin örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Bkz. Göyünç, Türkler ve Ermeniler, Yayına Hazırlayan Kemal Çiçek, Yeni Türkiye Yayınları, Tarih Serisi: 7, Ankara 2005, s.77–84, 115–132.) çalışmaları bu alanda belli bir boşluğu doldurması bakımından çok önemlidirler. Bu eserler, Osmanlı Devleti hizmetinde görev almış Ermeniler hakkında zengin örnekler sunmaktadır. Ancak, görevlendirmenin gelişim süreci ve hukukî boyutu hakkında bu çalışmalarda da eksiklikler bulunmaktadır. 345 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER hayvancılık), bilim, sanat, mimarî ve idarî alanlar olarak dikkat çekmektedir. XVIII. yüzyılda onlardan bazılarının, sahip oldukları mevkilerden, belirtilen alanlarda, önemli ve büyük eserler vermeleri söz konusu olmuştur. Onlar, mimarî alanda Türk ustaların yanında yetişerek, itibar edilir önemli seviyelere ulaşmışlardır. Bu anlamda, aralarından önemli kişiler yetişmiştir. Mimar Sinan ve onun öğretisinden yetişen Mimar Davud Ağa, Sultan Ahmet Camii Mimarı Mehmet Ağa, Yeni Cami Mimarı Kasım Ağa gibi Müslüman yüksek mimarlardan sonra, Osmanlı Devleti’nin mimar ağalık ve mimar kalfalığı (halifeliği) gibi yüksek makamları, Ermeni, Rum ağa ve kalfalar tutmuşlardır. Bunlardan, Simon Kalfa’nın Nur-ı Osmaniye ve Laleli camilerini, Simon Kalfa’nın çırağı olan Komyanos Kalfa’nın da daha sonraları yapılan büyük yapıları yaptığı bilinmektedir27. Ermenilerin daha XVI. yüzyıldan itibaren, Osmanlı Devleti’nin askerî, idarî ve Saray hizmetlerinde çalıştırılmak üzere devşirme usûlüne tâbi tutuldukları da bilinmektedir28. Devşirilen Ermenilerin içinden, daha sonraki yüzyıllarda, idarî alanda beylerbeyilik ve Padişahtan sonra devletin en yüksek kademesindeki idarî makam olan sadrazamlık (vezîr-i âzamlık) payeleri almış kişiler çıkmıştır. XVII. yüzyıl başlarında, beylerbeyilik rütbesini almış ve Muharrem H.1026/M.1617 ve Rebiülevvel H.1036/M.1626’da iki defa vezîr-i âzam olmuş Maraş Ermenilerinden Halil Paşa bunlardandır29. Sadrazamlık makamını elde eden başka Ermeniler de olmuştur. IV. Mehmet (Avcı)’in salta- 27 Bkz. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat (Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi), Cilt: III-IV, Sadeleştiren Notlar ve Açıklamaları Ekleyen Neşet Çağatay, Ankara 1980, s.147. 28 Bir XVII. yüzyıl kaynağında, iç oğlanları zümresine yapılan gerçek devşirme düzeninin bozulmasından sonra, bu zümre içerisine Türk, Çingene, Kürd ve Ermenilerden insanların alınır olduğuna işaret edilmektedir. «Kanun ve zabt ve edeb ahvâllerinden evvelâ iç oğlanları kadîmü’l-eyyâmdan devşürme ve yâhûd sahîh kul cinsi pîşkeh olagelmiştir. Şimdiki hal ise, ekserî İstanbul’un şehr oğlanları ve Türk ve Kürd ve Ermeni ve Çingene oğlanları olub on oğlunda bir sahîhce devşürme ve yâhûd kul cinsi yokdur. Yaşar Yücel, Osmanlı Devlet Düzenine Ait Metinler: Kitâb-ı Müstetâb, AÜDTCF Yayınları, No: 216, Ankara 1974, s.26. 29 Bkz. Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları-I (Acemi Ocağı ve Yeniçeri Ocağı), 3. Baskı, Ankara 1988, s.17. 346 Doç. Dr. İbrahim GÜLER natında (1648–1687), bir sene bir ay kadar bu makamda görevini sürdüren Ermeni Süleyman lâkabı ile meşhur Süleyman Paşa bunlardan biridir30. Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında, yani Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde de, devletin çeşitli kurumlarında ve değişik meslek alanlarında devlete ve topluma hizmet eden muhtelif görevlere getirilmiş Ermeniler vardır31. Ermeniler konusu üzerine yapılan çalışmaların bir kısmında, Osmanlı Devleti’nin değişik kurum ve kuruluşlarında Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde görevli Ermeni üyeler hakkında listeler yapıldığına şahit olunmaktadır32. 3-Ermenilerin XVIII. Yüzyıldaki Gündelik Yaşam Biçimleri XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda Ermenilerin gündelik yaşam biçimleri henüz o denli ayrıntılı bir şekilde bilinmemektedir. Acaba XVIII. yüzyılda Ermeniler, Osmanlı toplumunda hangi meslek alanlarında çoğunluktaydı? Gündelik yaşamları nasıl cerayan ediyordu? Ne yiyip içerlerdi? Nasıl giyinirlerdi? Aile içi ilişkileri ve komşuluk ilişkileri nasıldı? Evlilikleri, boşanmaları, çocuk sayıları, eğitim biçimleri ve 30 Bkz. M. Münir Aktepe, Şemdanîzade Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi Mür’i’t-Tevârih, III, İstanbul 1981, s.58, 79 n, 616. 31 Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde, devletin çeşitli kurumlarında ve meslek alanlarında devlete hizmet eden, muhtelif görevlere getirilmiş Ermenilerin meşhurlarının, görevleri ve isimleri ile köklü aileleri, ekonomik ve sosyal durumları hakkında bazı tespit ve değerlendirmelere rastlanmaktadır. Osmanlı toplumunda Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde devletin çeşitli hizmet kollarında görevli bu Ermenilerin, kendi özgün Hıristiyan isimlerini muhafaza ettikleri dikkat çekmektedir. Bkz. Saray, a.g.e., s.12-13. Hâlbuki XVIII. yüzyıldaki devlet görevlisi Ermenilerin, Müslüman isimlerle devletin muhtelif hizmet kollarında işlev gördükleri bilinmektedir. Burada iki farklı durumdaki Ermeni görevli görünümünden, Tanzimat öncesi ve Tanzimat sonrası dönemde Osmanlı Devleti’nin hukukî imkânları ve yönetim ilkeleri ne olursa olsun, mensup oldukları Osmanlı Devleti’ne bir tebaa yani vatandaş olarak Ermenilerin, hizmet vermekten kaçınmadıkları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Osmanlı Devleti’nin, görevlendirme konusundaki hukukî imkânlarını ve yönetim ilkelerini, diğer tebaa yani vatandaş üyeler gibi, Ermenilere de sundukları gerçeği ortaya çıkmaktadır. 32 Örneğin Hamza Bektaş’ın çalışması, bu anlamda belirtilebilir. Bu çalışmada, XIX. yüzyılda Osmanlı Devlet idaresi ve kurumlarında görev alan Ermenilerin hangi görevlerde bulunduklarına dair bilgi veren bir liste hazırlanmış olmakla birlikte, aynı listede görevlerde bulunan şahısların isimleri belirtilmemektedir. Listede, sadece insanların görev unvanları ile kaç kişinin bu görevleri ifa ettikleri açıklanmaktadır. Bkz. Bektaş, a.g.e., s.137 (EKLER: Ek-1). 347 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER düzeyleri vs. nasıldı? Gelenek, görenek ve davranış biçimleri topluma nasıl yansıyordu? Bu konulardaki soru ve sorgulamalara henüz tatmin edici cevaplar veremiyoruz. Bunun nedeni, bu alanda araştırma ve incelemelerin eksikliğidir. Esasen insanların gündelik yaşam biçimleri hakkında üretilmiş bu sorgulamalar, Osmanlı toplumundaki Müslüman ve diğer cins ve dinlere mensup zümreler için de yapılmalı ve cevapları aranmalıdır. Bu alandaki araştırma ve incelemeler de, tıpkı Ermenilerin Osmanlı toplumundaki durumları hakkındaki çalışmaların düzeyi gibi, oldukça eksiktir. Bu eksiklik bütün yönleriyle göze çarpmaktadır33. Hâlbuki bütün bu sorgulamalar, cevaplanması gereken hususlardır. Bunlara kaynaklar ışığında cevaplar bulduğumuzda, Ermeniler hakkındaki bugünkü iddiaların ve Türklere yakıştırılan davranışların iç yüzü ortaya konmuş ve meselenin çözümü önemli bir safhaya erişmiş olacaktır. Osmanlı toplum yapısına yönelik son yıllarda bazı çalışmaların yapıldığına şahit olunmaktadır. Ancak bunların, XVIII. yüzyılda Osmanlı toplumunu oluşturan bütün üyelerin (Türklerin, Müslümanların, diğer din ve mezhep mensupları ile cinslerin) hangi din ve cinsiyete mensup olurlarsa olsunlar toplumdaki durumunu, gündelik yaşam biçimlerini bütün ayrıntılarla ortaya koymaktan yoksun olduğunu belirtmek mümkündür. 33 Örneğin “Osmanlı toplumunun XIV, XV, XVI, XVII. yüzyıldaki yapısı” konusu ayrıntılı olarak ortaya konmamıştır. Aile yapısı, toplumdaki farklı inanç ve kültürlere sahip insanlar arasındaki iletişim-ilişkiler durumu, günlük ihtiyaçların nelerle ve nasıl giderildiği, imalat ve üretim faaliyetleri, sanat ve ticaret biçimleri vs. bu konular arasında yer almaktadır. 348 Doç. Dr. İbrahim GÜLER Bununla birlikte XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda köylüler34, aile35, esnaf ve zanaatkârlar36, eşkıyalık37, iç göçler38 gibi toplumsal hareketliliklere dair çalışmalara rastlanmaktadır. Bu çalışmalar, Ermenilerin ve diğer gayrimüslim tebaanın, devrin sosyal (iletişim-ilişkiler) yaşamı içinde, toplumun diğer üyeleriyle birlikte ne gibi durum ve sorunlara sahip olabilecekleri hususunda da bir fikir vermektedir. Bazı verilerden, kaynak veya belgelerdeki bilgilerden hareketle, Ermenilerin durumları hakkında yapılan sorgulamaların birkaçına cevap vererek bir değerlendirmeye gitmek ve XVIII. yüzyılın Osmanlı toplumu içinde onların gündelik hayat biçimleri hakkında bazı fikirler ortaya koymak mümkün görünmektedir. Öncelikle XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumu içinde onların (Ermenilerin) gündelik hayatta esnaf ve zanaatkârlıkla, ticaretle meşgul olanlarının bulunduğunu burada belirtmeliyiz. Ermeniler, XVIII. yüzyılda Osmanlı ülkesinin birçok bölgesine yerleşerek buralarda muhtelif iş ve sanat kollarında çalışmışlardır. Onlar arasında tarımla, koyun ve keçi yünleri, ipekçilik, tütüncülük, pastırmacılık ticareti ile uğraşanları vardır39. Ermenilerin etkinlikte bulunduğu şehirlerden biri İstanbul’dur. Burada yaşayan Ermenilerin ticaret etkinliği dikkat çekmektedir. Buradaki Ermenilerin çoğu, devletin muhtelif yerleşim birimlerinden İstanbul’a gelmiş34 Güler, “Les Paysans dans la societe de I’Empire ottoman au XVIIIe siécle (XVIII. Yüzyılda Osmanlı Toplumunda Köylüler)”, Colloque sur la mobilité et la diversité sociale d’espace rural dans I’Anatolie ottoman du XVIe au XIXe siècle (XVI-XIX. Yüzyıllarda Osmanlı Anadolusu’nda Kırsal Kesimde Sosyal Çeşitlilik ve Değişkenlik), Institut Français d’Études Anatolienne à İstanbul (İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü), 2–3 Ekim 2001, İstanbul; Aynı müellif, “XVIII. Yüzyılda Sinop’ta Köylüler”, Türkler, Cilt: XIV, Ankara 2002, s.74–81. 35 Bkz. Güler, “Bir Osmanlı Şehrinde XVIII. Yüzyıl Aile Hayatı Üzerine Tespitler: Sinop’ta Medenî Durum”, Tarih ve Düşünce, Sayı 17, Mart 2001, s.22–28; Güler, “XVIII. Yüzyılda Sinop’ta Aile”, Türkler, Cilt XIV, Ankara 2002, s.28–40. 36 Bkz. Güler, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Esnaf ve Zanaatkârları ve Meseleleri Üzerine Gözlemler”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. I/2, Muğla 2000, s.121– 158. 37 Bkz. Güler, “XVIII. Yüzyılda Orta Karadeniz Bölgesinde Eşkıyalık Hareketleri”, Osmanlı Araştırmaları, C. XV İstanbul 1995, s.187–219. 38 Bkz. Güler, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Cemiyetinde Göçün Köy ve Şehir Hayatına Etkisi”, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi-Toplum ve Göç (20–22 Kasım 1996, Mersin), Ankara 1997, s.694–705; Güler, “XVIII. Yüzyılda Osmanlılarda Nüfus Hareketleri Olarak İç Göçler”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1995–2000 Prof. Dr. Fikret Işıltan Hatıra Sayısı, Sayı 36, İstanbul 2000, s.155–211. 39 Bkz. Özkaya, a.g.m., s.150. 349 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lerdir. XVIII. yüzyıl ortalarında bu Ermenilerden belli bir miktarı, İstanbul sarraflarının arasında, sarraflık mesleğini icra etmekteydiler. İstanbul’da sarraflıkla uğraşan Ermenilerin ekseriyeti Eğin’den gelme idi40. İstanbul dışında, Osmanlı ülkesinin değişik bölge ve yerleşim birimlerine yayılmış Ermeniler arasında da ticaret ve zanaatla uğraşanların sayısı az değildi. Manisa’nın Kırkağaç’ta Ermenilerin bazılarının 1828’li yıllarda Penbe Hanı’nda Rum ve Türklerden oluşan yerli üreticiler ile yoğun bir pamuk ticareti yaptıklarına MacFarlan tarafından şahit olunduğu görülmektedir41. Ermenilerin ticaret ve zanaat alanındaki etkinliklerini, XIX. yüzyılda ve XX. yüzyıl başında da sürdürmekte olduklarına şahit olunmaktadır. Millî Mücadele dönemindeki bir kayıt bu son dönemlerdeki Ermenilerin etkinliği konusunda çok çarpıcı bilgileri bize sunmaktadır. Bu bilgiler sayesinde, Millî Mücadele döneminde Karaman’daki Ermenilerin gündelik yaşam biçimi ve ticaret durumu açık bir şekilde ortaya konmaktadır. Karaman’daki Ermenilerin durumuna dair olan bu kayda göre, Seferberlikten önce Karaman’da bütün ticaret, Ermenilerin ve Rumların elindedir. Millî Mücadele dönemiyle birlikte, şehirdeki ticaret tamamıyla Türklerin eline geçmiştir. Ancak daha bu dönemde, Türk zanaatkâr ve esnafının yanında 14–16 yaşlarındaki Ermeni ve Rum çocukları çalışmaktadır. Türk esnaf ve zanaatkârlarının yerlerine geçecek oğullarının ekseriyeti, babalarının sermayelerini safahatlarda harcamalarından dolayı, onlara göre daha açık gözlü durumda olan Rum ve Ermeni delikanlılarının gelecekte bu Türk esnaf ve zanaatkârının dükkân ve mağazalarına sahip olup onlara halef teşkil edeceklerinden kaygı duyulmaktadır42. 40 “Kasaba-i Eğin Nakibi a‘yândan olup, İstanbul sarraflarının, Ermenilerinin ekseri Eğinli olmağla (…) (…) ….” Aktepe, Şemdanîzade Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi Mür’i’tTevârih, II. A, İstanbul 1978, s.68. 41 Nagata, a.g.e., s.160. 42 Seferberlikden evvel bütün ticaret Ermeniler ve Rumlar elinde idi. Lehü’l-hamd bugün kâmilen Türkler eline geçmiştir. Maa-haza esnaf kâmilen tahsilden mahrum oldukları içün asabiyet-i milliyye hisleri hiçbirinin kalbinde çarpmaz: Bir ikisi müstesna olmak üzere hacısı, hocası, zengini, fakiri, sanatkârı her biri dükkânlarında (atiyen kendilerine halef olması katiyen muhtemel olan) 14-16 yaşlarında Ermeni ve Rum çocuklarını istihdam ederlerdir. Memleketin ahlâkı zaten muhtell olduğundan bugünkü esnaf birer birer ölünce yerine geçecek oğulları be-heme-hal sermayeyi sefahatlerde sarf edeceğinden daha açık gözlü (s.70) olan Rum ve Ermeni delikanlıları o dükkânlara mağazalara sahip olacaklardır. (…..) (…..) …. Güler, a.g.e., s.69-70. 350 Doç. Dr. İbrahim GÜLER 4-Ermenilerin Osmanlı Toplumunda Diğer Üyeler Gibi Karşılaştıkları Bazı Sorunlar Osmanlı toplumunda Ermenilerin XVIII. yüzyılda karşılaştıkları sorunların, belli bir kısmının, devletin genel yapısı içinde diğer üyelerce de sahip olunan sorunlardan kaynaklandığında hiç kuşku yoktur. Başka bir deyişle, Ermenilerin sahip olduğu sorunların büyük çoğunluğuna, imparatorluğun Müslüman veya gayrimüslim diğer toplum üyeleri de sahiptirler. Göç, eşkıyalık, esnaf ve zanaatkârlar, köylüler ve ailelerin sorunları gibi konular, XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumundaki Müslümanlar kadar Ermenileri ve diğer gayrimüslimleri de yakından etkilemiştir. 1712’de İzmir’de gerçekleşen bir hadise, Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin, Osmanlı toplumunun genel yapısı içerisinde görülen şakiliklerden etkilendiklerini ortaya koymakta ve bu görüşü doğrulamaktadır. Belirtilen tarihte, İzmir’de bulunan Ermenilerin, buradaki Rum ve Yahudilerle birlikte İzmir Mahkemesi’ne gelerek insanların mallarına, ırzlarına zarar veren bir kısım eşkıyanın sürgün ve kale-bend olunmasını talep etmeleri, onların Müslüman toplum üyeleri gibi hayata, topluma ve devlete nasıl baktıklarını açıkça göstermektedir. Onlar, İzmir’in Kasap Hızır mahallesinden olan Kolcıbaşı Mustafa ve kardeşi Mehmed’in, yandaşlarından olan şakilerle birlikte, gece ve gündüz harp aletleriyle gezip insanların mallarına, ırzlarına zarar vermelerinden etkilenmişlerdir. Bu nedenle, söz konusu şakilerden şikâyetle onların sürgün ve kale-bend olunmalarını, devletin ilgili kurumundan, hükümet yetkililerinden istemişlerdir43. Osmanlı toplumunun genel yapısından kaynaklanan bazı sorunlar dışında Ermeniler, XVIII. yüzyılda kendi içyapılarında ve gayrimüslimlerle olan özel ilişkilerinde de bazı sorunlar yaşamaktaydılar. Onların kendi ce43 İzmir Monlasına ve Ladik kal‘ası Dizdarına hüküm ki, Sen ki Mevlâna-yı müma-ileyhsin, Ordu-yı hümayun’uma mektûb gönderüp İzmir’de mütemekkin Yehud ve Rum ve Ermeni tâifesinden cemm-i ğafîr Meclis-i şer‘a varup, “Medîne-i mezbûr mahallâtından Kasap Hızır mahallesinden Kolcı başı Mustafa ve karındaşı Mehmed nam kimesneler kendi hallerinde olmayup leyl ü nehâr alet-i harb ile gezüp hevâlarına tâbi‘ eşkıya ile ‘ıbâdu’llahın mallarına ve ‘ırzlarına ta‘arruz ve birkaç seneden berü fesâdlarını icrâ idüp medîne-i mezbûreye gelan cizyedarlara Kolcı ve Kolcı başı olup ihtişâm ……… …….. …….. oğullarını ahz idüp…….. …….. taleb eyledikde akçelerin aldığı ………… ………… ……… ……… bî-ğaraz kimesneler ………… ……… ……..’arz eyle……. Medîne-i mezbûrede ………… ………….. ……………. kal‘asına nefy ve kal‘a-bendleriçün yazılmıştır. Fî Evaili Za sene <1>124. Bkz. BOA, Mühimme Defteri, Defter No: 117, s.231, Hüküm: 1021, belge tarihi: Evaili Za <1>124 (29 Kasım 1712). 351 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER maat üyeleri tarafından, bir takım karışıklıklar ve haksızlıklar yaratıldığı görülmektedir. İç yapılarında yaşadıkları sorunlar arasında, dinî taassubun, kiliselerdeki makam ve mevkileri elde etme ihtiraslarının, mezhep farklılıkları nedeniyle bir başka mezhebe yönlendirme baskılarının, diğer Hıristiyan üyelerle yaptıkları alışverişlerin veya ticaretin, ölen yakınlarının terekelerine diğer Hıristiyan üyelerce müdahale edilmesinin, Fransızların hamiliklerine ve manevî baskılarına karşı oluşan tepkilerin etkileri vardır. Dinî taassuptan kaynaklanan sorunlar, esasen Osmanlı toplumunda sadece XVIII. yüzyılda görülen durumlar değildir. Daha önceki asırlarda da dinî taasubun yarattığı huzursuzluklara rastlanmaktadır. Bu taasubun bir kısmı Müslümanlar, bir kısmı da gayrimüslimler ve Ermeniler tarafından yaratılmaktadır. Müslümanlar tarafından yaratılan bir taasub örneğine Sultan III. Murat devrinde XVI. yüzyılın sonlarına doğru Karaman’da, Ermeniler ve diğer Hıristiyanlar tarafından yaratılan taassub örneğine ise XVIII. yüzyılda İzmir ve Halep’te rastlanmaktadır. XVI. yüzyıl Karaman toplumunda Müslüman ahaliden bazıları, dinî tahammülsüzlükten veya bağnazlıktan dolayı, aynı şehirde yaşadıkları bazı zımmîleri gizli gizli âyin yaptıkları, Müslümanlara şarap sattıkları iddiasıyla Karaman mahkemesine gelip şikâyette bulunmuşlardı. Ancak, onların bu iddialarla yaptıkları şikâyetler, zımmîlerin âyin yapmalarına mani olmak şeklinde değerlendirildiğinden, Karaman Mahkemesi’nce alınan bir kararla 30 Ocak 1592 tarihinde reddedilmiştir44. 44 Dinî taasub ve şikâyetler zaman zaman Osmanlı toplumunda meydana gelen sosyal (iletişim-ilişkiler alanındaki) hadiselerdendir. Bu konudaki örneğimiz şöyle: Kazıyye-i hüccet-i zımmîyân-ı Larende: Oldur ki, halâ nefs-i Larende’de sâkin zımmîlerden İsa nam zımmî yedinden Karaman Beglerbegisi dâme ikbâlehü hazretleri kıbellerinden mektûb-ı serîf vârid olup mazmûn-ı şerîfinden münderic olan budur ki, bunların mukaddema olan kenîsaları olmamakla içlerinden Keşiş, Teberrük nam kimesnenin bir tâm ki, bir tarafı tarîk-i ‘âmm ve bir tarafı tarîk-i hâss ve iki tarafı mezbûr Keşiş’in mülkî ile mahtûd olan Teberrük’ün evini merkûm Keşiş iştirâ idüp Keşiş’in mülkî olup ve zımmîyân tâifesi mezbûr Keşiş’in rızası ile erkân ve âyin-i bâtılları üzere merkûmun mülk evi içinde ibâdet itmelerine ehl-i şer‘ rıza virüp ellerinde olan fetevâ-yı şerîfleri mûcibince otuzbeş kırk yıl ibâdet idegelüp ehl-i İslâm’dan ba‘zı kimesneler “Sizün kadîmden kilisanız yokdur” deyü ibâdetlerine mani‘ olmak isteyücek ellerinde olan emr-i serîf ve fetevâ-yı münîf muktezasınca mezbûr zımmîlerün men‘ine kâdir olmadıklarına kâdı-ı sâbık dahi ellerine hüccet-i şer’iye virüp âyîn-i batılaları üzerine ibâdet idegelüp mezbûr Keşiş fevt olmakla gine ehl-i İslâm’dan ba‘zı kimesneler mezbûrlarun mülk-i meşrû‘ı evi içinde ibâdet itmelerine mani‘ olmak isteyücek merkûm Keşiş’in oğulları Usta ………. ve Bahtiyar ve Hızır nam kimesneler “Mezbûrûn 352 Doç. Dr. İbrahim GÜLER XVI. yüzyıl sonlarında Karaman’da meydana gelen hadisede dikkat çeken bir husus, Osmanlı Devleti’nin böyle durumlarda mahkemeleri kanalıyla, tebaasının -Müslüman olsun Hıristiyan olsun veya diğer bir dine mensup zümreler olsun- hak ve hukukunu sağlayıp, adaletini ortaya koyarak tarafları hoşgörülü bir ortama yönlendirmesidir. Toplumdaki, tutuculuk ve bağnazcılık sorununu çözüme kavuşturmasıdır. Onların haklarını, diğer tarafa karşı koruyup hukuk düzenini ve adalet anlayışını hâkim kılmak için çalışmasıdır. Müslümanlarla Hıristiyanlar veya Ermeniler, Hıristiyanlarla Hıristiyanlar veya Ermeniler ve diğer gayrimüslim bir dine mensup insanlar arasında haklı olana hakkını verme ilkesini sürdürmesidir. Gayrimüslimler ile bunlar içinde yer alan Ermenilerin gündelik hayatlarına ve ibadetlerine ilişkin, yine kendi dindaşlarının veya Müslümanların bağnazlıklarından kaynaklanan müdahalelerini önleyen ve onları koruyan kararlar almasıdır. Osmanlı Devleti’nin taşradaki mahkemeleri veya merkezdeki yüksek mahkemesi olan Divan-ı Hümayun’u, Müslüman ve gayrimüslimler veya Ermeniler arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda, adalet ilkesi içinde hareket etmekte, cinsiyet ve din ayırımına bakmamaktadır. Mahkemelerin, adalet ilkesi içinde, gerektiğinde Müslüman şikâyetçilerin aleyhine ve gayrimüslimler veya onlardan bir zümre olan Ermeniler lehine karar alması, onlara toplum içinde eskiden olduğu gibi yaşama ve hayatlarını devam ettirme hakkını vermesi söz konusu idi. Karaman’da Müslümanlarla zımmîler arasında XVI. yüzyıl sonlarında meydana gelen hadisenin benzerlerinin, kuşkusuz XVIII. yüzyıl Osmanlı toplum yapısında Ermeni ahali üyeleri ile Müslümanlar veya taraflarının her ikisinin de zımmî olduğu üyeler arasında da yaşanmış olması muhtemeldir. zımmîyân tâifesi ile mezbûr babam Keşiş, Teberrük nam zımmîden satun alduğı bir bâb tam içinde ibâdet ideriz, babam Keşiş zemanından bu ana gelince otuzbeş kırk yıl vardır” deyü i‘tirâf eyleyüp “Babam zemanında kimesne mani‘ olmadu gine mani‘ olmasın elimizde olan emr-i şerîf ve fetevâ-yı münîf muktezasınca tâifemizle âyin erkânımız üzere ibâdet idek” deyücek bu vesîka-i şârihatü’l-beyân ketb olunup yedlerine def‘ ve vaz‘ olundığı imde’l-hâce ihticac idmezler. Cerâ zalike ve hurrire fî evâsıtı Rebî‘ü’l-âhir sene elf. Şühûd: Hasan Fakıh bin Mustafa, Muslıhıdddin Halife bin Davud Halife, İbrahim Çelebi bin Ali Beg, Eş-Şeyh Ferruh Efendi bin Hasan, Süleyman Çelebi bin Ramazan, Eş-Şeyh Pir Ahmet bin Abdüllatif, Haydar Beg bin Abdullah, Usta Bekir bin Pir Ahmet, Şeyh Çelebi bin Emir Kadı, Emrullah Çavuş bin İlyas, Lütfullah bin Piri, Mehmed Çelebi bin Ahmet Çelebi ve İsmail bin Molla Pir ve gayrihim. Güler, H.1000 Tarihli Karaman Şer’iye Sicili, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi, İstanbul 1986, s.99. 353 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Nitekim XVIII. yüzyılda Ermenilerce ve diğer Hıristiyan toplum üyelerince yapılan taassuplar sonucu yaratılan sorunlara sık sık rastlanmaktadır. Papazlık murahhaslıklarını tasarruf yarışı45, bu anlamda belirtilebilir. Aynı dönemde, kendi cemaatinin dinî görevlerini hakkı olmadığı halde zorbalıkla ele geçirmek isteyen Ermeniler bulunmaktadır46. Bundan başka, Fransızların Ermenileri Fransız Katolik mezhebine yönlendirme baskıları47 yer almaktadır. Bunlar, XVIII. yüzyılda Ermenilerin yaşadıkları sorunlar arasında dikkat çekmektedir. Ayrıca, XVIII. yüzyılda Ermeniler ile kapitülasyonlar aracılığıyla onların hamiliklerini üstlenmiş görünen Fransızlar arasında da bir takım hoşnutsuzluklar meydana gelmektedir. Bu sorunlar, Fransızların hamiliklerinden hoşnut olmayan Ermenilerin, haklarını alabilmek için taşradaki bir mahkemeye ve başkentteki yüksek mahkeme olan Divan-ı Hümayun’a müracaat etmeleri sayesinde açığa çıkmaktadır. Kendilerine akrabalarının birinin terekesinden miras olarak intikal eden hak sahibi Ermenilerin mallarına, Fransa’nın görevlilerince müdahale edilmesine şahit olunmaktadır48. 45 Halep valisine ve Mollasına hüküm ki; İZMİR BATRİĞİ vekîli SHAK nam râhip ……… medîne-i Halep’de vâki‘ ERMENİ tâifesinin murahhaslığı berât-ı şerîfimle BEDRUS nam râhibin üzerinde olup dahl olunmak icab itmez iken bundan akdem BATRİK iken âyîn …….. intihal ile beynlerinde ihtilâle ba‘is olup küreğe vaz‘ olunan SARI BATRİK’in medîne-i mezbûrede sâkin itbâ‘ından ASBUN oğlu ZEKUR ve İBRAHİM nam PAPAS ile YALMU nam zımmîler kendü hallerinde olmayup bilâ-berat ve muğayir-i emr-i şerîf-i mezbûr BEDRUS nam râhibin murahhaslığı umûruna müdahale ile ihtiâle bâ‘is oldukların bildirüp mesfûrlar diyâr-ı âhıra nefy olunmak bâbında emr-i şerîfim rica itmeğin sen ki vezîr-i müşârün-ileyhsin ve Mevlâna-yı müma-ileyhsin inhâ olunduğu üzere vâki‘ ise ahz ü habs ve ‘arz ü i‘lâm olunmak içün yazılmıştır. Fî evâsıt-ı R sene 1119. BOA, Mühimme Defteri, Defter No:115, s.98, Hüküm: 148, belge tarihi: Fî evâsıt-ı Z sene 1119 (8 Mart 1708). 46 Bkz. Özkaya, a.g.m., s.151. 47 TOKAT kazası Naibine ve SAMSUN kal‘ası Dizdarına hüküm ki; Medîne-i TOKAT’da vâki‘ ERMENİ tâifesi südde-i sa‘âdetime ‘arz-ı hâl idüp Medîne-i mezbûreden ………. Olan Veli Karayüt nam zımmî kendü halinde olmak üzere kıbel-i şer‘den tenbih-birle himmet olunmuş iken ……. olmayup hevâsına Amud oğlu Merdnus ve Eleksan nam PAPASLAR ile yek-dil ve yek-himmet(?) olup ehl-i zimmet re‘âyâyı EFRENC mezhebine ………… ittirmek kastıyla tecemmü‘ ve ……….. ihtilâle bâ‘is oldukların bildirüp mesfûrlar ıslâh-ı nefs içün ta‘yîn olunan ÇAVUŞ mübâşeretiyle SAMSUN kal‘asında kal‘a-bend olunmak bâbında emr-i şerîfim rica eyledikleri acilden mesfûrlar kal‘a-i mezbûrede kal‘abend olunmak içün yazılmıştır. Fî evâsıt-ı Ca sene <1>118. BOA, Mühimme Defteri, Defter No:115, s.98, Hüküm: 40, belge tarihi: Fî evâsıt-ı Ca sene <1>118 (25 Ağustos 1706). 48 İzmir’de 1766’da gerçekleşen bir hadise, bize bu konuda önemli bir örnek teşkil etmektedir. Hadisenin gelişimi, belgede şöyle yansıtılmaktadır: Ermeni taifesinden Tomak, İzmir’de 354 Doç. Dr. İbrahim GÜLER Ermenilerin, sadece Fransız elçilik veya konsolosluk mensuplarıyla değil, aynı zamanda Osmanlı Devleti topraklarında faaliyet gösteren Fransız vatandaşlarıyla da sorunlar yaşadığı görülmektedir. Bu anlamda ortaya çıkan sorunlardan biri, Ermeni şahıslarla Fransız tüccarları arasında yaşanan borç ve alacak meselesinden kaynaklanmaktadır49. oturmaktadır. Ona, Kirkor Duveldanil adlı kişinin 25000 kuruştan fazla tutan terekesinden miras intikal etmiştir. Onun miras olarak zapt etmiş olduğu bu intikal etmiş terekeyi iptal ettirmek için, Fransız bayrağı üstünde (himaye gören) Amem Acem Ohan ve oğlu Boğus terekeyi zapt edip ona (Ermeni Tomak’a) vermemek için uğraşmaktadır. Tomak, bu meyanda Osmanlı Mahkemesi’ne bir dilekçe vererek, bununla adı geçen kişilerin İstanbul’a (Asitane’ye) huzura çağırılıp hakkının alıverilmesini istemiştir. Durum, Divan-ı Hümayun’a da intikal ettirilmiştir. Ancak, İzmir’deki FRANSIZ konsolosu ise, “yanında çalışan Tercüman Boğus’un Tomak üzerindeki terekeyi vekâleten zapt edip sonra tamamıyla ona teslim ettiğini ve onun (Tomak’ın) da terekeyi teslim aldığını, bu hususta bir kıta da irahah bulunduğunu” belirtmiştir. Konsolos devamla, buna rağmen Tomak’ın yanında çalışan Tercüman Boğus’a 3 000 kuruş borcu olduğunu vurgulayarak, Ermeni Tomak’ın Tercüman Boğus’a ait olan zimmetindeki bu 3 000 kuruşu ona vermemek için uğraştığını, onun şiddete yöneldiğini iddia etmektedir. Konsolos, olayın böyle olduğuna dair daha önceden Fransız Elçisi’nin de bir yazı (dilekçe) ile durumu bildirdiğini, Tercüman Boğus’un hukuka (Şer‘-i şerîfe) her şekilde itaat ettiğini, ancak Ermeni Tomak’ın dilekçesinin tezvîre (yalan dolana; ara bozmak; bozgunculuğa) yönelik olduğunu savunmuştur. İşte bu Ermeni Tomak ile İzmir’deki Fransız Konsolosluğu’nda çalışan tercüman Boğus (ve onun himayecisi Fransa (Fransız Elçiliği ve Konsolosluğu)] arasındaki bu anlaşmazlığın ve haksızlığın giderilmesi 1179 senesi Zilkade (Za) başlarında Divan-ı Hümayun’dan çıkan hüküm emri ile İzmir kadısından istenmiştir. İZMİR Kadısına hüküm ki; FRANÇE Padişahının Âsitâne-i sa‘âdetimde mukım elçisi …….. BOA, Düvel-i Ecnebiyye Defteri, Defter No: 34-2/11, s.251, Hüküm No: 1558, belge tarihi: Evâili Za 1179 (10 Nisan 1766) Bu anlaşmazlıkla ilgili olarak daha sonra taraflar hakkında, İstanbul’da yüz yüze duruşma gerçekleştirildiği, 1182 senesi Muharremi başı tarihli bir derkenar kaydından anlaşılmaktadır. Bu olayla ilgili dava kayıtlarından, Ermeni Tomak’ın Markadır ve Horsima adlı iki kız kardeşi bulunduğu ve onların İzmir dışında başka bir yerde (diyar-ı aharda) yaşadıkları; Fransız Konsolosluğu ve Elçiliği’nin Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerle yakından ilgilendikleri; Fransa’nın Ermenileri Katolik olmaları nedeniyle himayelerinde bulundurdukları; onların terekelerinin evlatlarına intikali işlerinde Fransızların bu ilgilerini devam ettirdikleri, ancak Ermenilerin terekelerinin evlatlarına taksimi işinde (Fransızların tam olarak işin üstesinden gelemeyip) durumun Osmanlı Mahkemesine ve Yüksek Mahkemesi olan Divan-ı Hümayun’a intikal ettirildiği sonucunu çıkarmak mümkündür. Bkz. BOA, Düvel-i Ecnebiyye Defteri, Defter No: 34-2/11, s.251, Hüküm No: 1558, derkenar tarihi: 12 Safer <1>180 (20 Haziran 1766). 49 İZMİR Mollasına hüküm ki; …….. ‘arz-ı hal idüp FRANÇE tüccarından BERUN DİLASFUR nam FRANÇE tüccarının İZMİR’de mütemekkin olan BADES nam ERMENİ zim- 355 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermenilerin, Osmanlı toplumunda muhtaç durumda olan büyük veya küçüklerinin, XVIII. yüzyılda Yahudi ve Rum taifelerinin cefa ve tahkirlerine maruz kalmaları da görülen hadiselerdendir. İstanbul’da oturup buradaki sarraflar arasında sarrafçılık yapan muhtaç durumdaki Ermeniler, aynı yerdeki Yahudi ve Rumlarca tahkir edilmişler, cefaya maruz bırakılmışlardır. Aynı zümrelerin, aynı zamanda Müslümanların irtidadına çaba sarf ettiklerinden dolayı da rahatsızlık duyulmuştur. Bu nedenlerden dolayı, söz konusu Yahudi ve Rumların korkutulması düşünülmüştür. XVIII. yüzyıl Osmanlı tarihçilerinden Fındıklılı Süleyman Efendi, Mür’i’t-Tevârih adlı eserinde bize bu hususa dair dikkat çekici önemli bilgiler vermektedir50. Ermenilerden bazıları, bir taraftan XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda Müslüman, gayrimüslim ve kendi cemaat üyelerinden kaynaklanan sorunlara sahip olurlarken, diğer taraftan toplumda karışıklıklara, huzursuzluklara da neden olmuşlardır. Osmanlı toplumunun diğer üyelerinde de tesadüf edildiği gibi, onlar arasından bazıları, hile ve oyunlarla çeşitli şirretlikler lerde (geçimsizlik, kavgacılık, huysuzluk, hırçınlık) bulunabilmişlerdir. H.1180/M.1767’de onların bu tür hareketleri, yine devrin tarihçisi Fındıklılı Süleyman Efendi tarafından kayıt altına alınmıştır51. Osmanlı Devleti’nin, XVIII. yüzyılda da, XVI. yüzyıldaki örnekte şahit olduğumuz gibi, toplum yapısında farklı din, mezhep, dil ve kültürlere bağlı insanlar arasında görülen iletişim-ilişkiler sorunlarını çözerek, hoşgörü, adalet, sulh ve ortak yaşam ortamını yaratma çabası içinde olduğu görülmektedir. Bu sayededir ki Osmanlı Devleti’nin, daha kuruluştan XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar, çok uluslu, faklı din ve kültürleri bünyesinde taşıyan yapısını ve varlığını devam ettirmesi mümkün olabilmiştir. Bu açılardan bakıldığında Osmanlı Devleti’nin, bünyesinde farklı kültürleri metinde dört yüz (400] riyal ğuruş hakkı olup lâkin tâcir-i mezbûr velâyına revâne olmağın ______ tarafında nam FRANÇE tâcirini vekîl itmekle tarafından ahz ü kabz ittirilüp şer‘le hakk-ı vekîl-i mezbûre alıvirilmek içün şürûtuyla hüküm yazılmıştır. Fî evâili Zi’l-hicce sene 72. BOA, Düvel-i Ecnebiyye Defteri, Defter No: 26/1, s.120, Hüküm No: 317, belge tarihi: Fî evâili Zi’l-hicce sene <11>72 (25 Temmuz 1759). 50 “Hakk budur ki, temam siyaset edüp, sâir tâ’ife-i yahuddan ve Rum keferelerinden, bâhusûs Ermeni müşriklerinden olan İstanbul sarraflarından muhtâc olan kibâr ve sığâra cefa ve tahkîr ve Müslümanların irtidadına bâ’is olanları tahvîf ve gayret eyledi.” Aktepe, Şemdanîzade Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi Mür’i’t-Tevârih, I., İstanbul 1976, s.134. 51 “Ve Kaşıkcılar kurbünde kahve dükkânında bir Ermeni kefere telbîslik ve şirretlik semtini bildiği içün eşrâr dükkânına cem’ olup, kimi (s.102) müdde’î, kimi zor şehâdet ile halka şerr atup, mutazarrır ettikleri mesmû’-ı hümayun oldukda, halkı zarardan sıyanet içün …...” Aktepe, Şemdanîzade Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi Mür’i’t-Tevârih, II. A, İstanbul 1978, s.101-102. 356 Doç. Dr. İbrahim GÜLER (edintileri, bilgileri) birleştirip harmanlanmasını sağlayarak, adalet ve hoşgörü ilkelerini hâkim kılarak özgün bir medeniyetin yaratıcısı ve temsilcisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Sonuç Sonuç olarak söylemek gerekirse XVIII. yüzyılda Ermeniler, Osmanlı toplumunun bir parçası olarak, yaşamlarını mevcut devlet koşulları içinde diğer üyeler gibi devam ettirmişlerdir. Onlar, söz konusu dönemde, bir bütünün parçası olarak Osmanlı kültür ve medeniyetinin renkliliğinin zenginleşmesine katkıda bulunmuş ve Osmanlı toplumunda bir takım işlevleri yerine getirmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin genel tebaa ilkeleri içinde bu anlamda, aralarında İslâmiyet’i kabul edip devlet hizmetinde idarî, askerî, sanat, mimarî vs. alanlarda çok önemli mevkilere gelenleri olmuştur. Onlar, ülkenin bayındır hale gelmesinde, Osmanlı sanatının ve mimarîsinin zenginleşmesinde katkı sahibi olmuşlardır. Söz konusu devirde üretim (tarım, hayvancılık), zanaat, ticaret Ermenilerin geçim kaynakları olarak dikkat çekmektedir. Onların başka iş kolları arasında da görülmesi muhtemeldi. Ancak, bunun ortaya çıkarılması için haklarında yapılacak bundan daha derin arşiv çalışmalarına ihtiyaç duyulmaktadır. XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumu içinde Ermenilerin, ayrılıkçı davranışlarını görmek şöyle dursun, Bilakis, Osmanlı toplumunda mezhep ayırımcılığı yaparak huzursuzluk yaratanlara karşı devletin ilgili makamlarına müracaat etmek suretiyle onların bertaraf edilmesine katkıda bulunmaları söz konusudur. Fransızların kapitülasyonlar yoluyla Ermeniler üzerinde himaye elde etmeleri söz konusu ise de, onlardan bazıları Fransızlara muhalif olarak Osmanlı yargı makamlarından adalet ve hak isteme yoluna gitmişlerdir. Ermeniler, belirtilen dönemde, gerek Fransızların, gerek Yahudilerin, gerekse Rumların taassubuna, tahkirlerine de maruz kalmışlardır. Onlar tarafından bütün bu sorunları aşmanın yolu olarak, Osmanlı idarî ve adlî makamları görülmüştür. 357 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça 1-Arşivler a-Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Mühimme Defteri; Defter No: 115, 117, 26/1, 34–2/11. 2-Yayınlar a-Kronikler Aktepe, M. Münir, Şemdanîzade Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi Mür’i’t-Tevârih I, İstanbul 1976. __________, Şemdanîzade Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi Mür’i’t-Tevârih II. A, İstanbul 1978. __________, Şemdanîzade Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi Mür’i’t-Tevârih III, İstanbul 1981. İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, I. Defter, Yayına Hazırlayan Şerafettin Turan, Ankara 1970. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat (Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi), Cilt III-IV, Sadeleştiren, Notlar ve Açıklamaları Ekleyen Neşet Çağatay, Ankara 1980. b-Gazeteler “Ermeni Asıllı Olmak, Farklı Mı?”, Posta, 28 Ocak 2006. “Ermeni Konferansını Ermeni Korosu Açtı”, Milliyet, 16 Mart 2006. “Fransız Tarihçiler: ‘Soykırım’ Yasası Değiştirilsin”, Zaman, 31 Ocak 2006. “Ruşen Çakır, Ermeni Soykırımı Belgeselini İzledi ve Yazdı:Ermeni Belgeseli Engellenemedi; Türkler’i Gaddar, Tecavüzcü ve Katil Olarak Gösterdiler. Türklerin Yayınlanmaması İçin 40 Bin İmza Topladığı Ermeni Belgeseli ABD’nin Kamu Kanalı PBS’e Bağlı 348 Kanalda Yayınlandı. İddialar Gerçek Gibi Gösterildi.”, Vatan, 19 Nisan 2006. “Soykırım Anıtına Karşı ‘İnsanlık Abidesi’ Dikilecek”, Zaman, 31 Ocak 2006. “Soykırım Tartışılınca Ermeniler Çok Kızdı: Amerikan PBS Televizyonunun 17 Nisan’da Yayımlayacağı ‘Ermeni Soykırımı’ Adlı Belgeselle İlgili Panelde Soykırım Tezini Reddeden Tarihçileri Konuşturması, ABD’deki Ermeni Topluluğunu Ayağa Kaldırdı”, Milliyet, 17 Şubat 2006. “Soykırımın Hiçbir Dayanağı Yok”, Zaman, 16 Mart 2006. “Ünlü Fransız Tarihçi Ferro: Lobilerle Meclisin Arasında Sıkıştık”, Zaman, 22 Aralık 2005. 358 Doç. Dr. İbrahim GÜLER c-Diğerleri Armenians in Ottoman Documents (1915-1920), The Turkish Republic Prime Ministry General Drectorate of The State Archives Directorate of Ottoman Archives, Ankara 1995. Atılgan, İnanç, “Ermeni Sorunu ve Avusturya”, İstanbul Üniversitesi, Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, İstanbul 1517 Mart 2006. Bektaş, Hamza, Ermeni İsyanları, Göç Ettirilme Nedenleri ve Uygulamada Devletin Rolü, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, No: 64, Trabzon 1988. Çark, Y. G., (Yervant Çarkçıyan), Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), Yeni Matbaa, İstanbul 1953. Çiçek, Kemal, “Ermeni Sorunu ve ABD”, İstanbul Üniversitesi, Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, İstanbul 1517 Mart 2006. Dilan, Hasan, “Ermeni Sorunu ve Fransa”, İstanbul Üniversitesi, Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, İstanbul 1517 Mart 2006. Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Dış Politika Enstitüsü, Ankara 1989, Georges de Maleville, 1915 Osmanlı-Rus-Ermeni Trajedisi (Fransız Avukatın Ermeni Tezleri Karşısında Türkiye Savunması), Çeviren Necdet Bakkaloğlu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1998. Göğebakan, Göknur, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası (1516–1560), Malatya Belediyesi Kültür Yayınları, No: 6, Malatya 2002. Göyünç, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Birinci Baskı, Gültepe Yayınları, ? Ekim 1983. _________________ , Türkler ve Ermeniler, Yayına Hazırlayan Kemal Çiçek, Yeni Türkiye Yayınları, Tarih Serisi: 7, Ankara 2005. Güler, İbrahim, H.1000 Tarihli Karaman Şer’iye Sicili, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi, İstanbul 1986. _________________ , Sapancalı Hasan Hüseyin’in Karaman Ahval-i İctimaiyye, Coğrafiyye ve Tarihiyyesi (R.1338./H.1340), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1993. _________________ , “XVIII. Yüzyılda Orta Karadeniz Bölgesinde Eşkıyalık Hareketleri”, Osmanlı Araştırmaları, C. XV, İstanbul 1995. _________________ , “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Cemiyetinde Göçün Köy ve Şehir Hayatına Etkisi”, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi-Toplum ve Göç (20–22 Kasım 1996, Mersin), Ankara 1997. _________________ , “XVIII. Yüzyılda Osmanlılarda Nüfus Hareketleri Olarak İç Göçler”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1995–2000 Prof. Dr. Fikret Işıltan Hatıra Sayısı, Sayı 36, İstanbul 2000. _________________ , “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Esnaf ve Zanaatkârları ve Meseleleri Üzerine Gözlemler”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. I/2, Muğla 2000. 359 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER , “Les Paysans Dans La Société De I’Empire Ottoman Au XVIIIe Siécle (XVIII. Yüzyılda Osmanlı Toplumunda Köylüler)”, Colloque Sur La Mobilité Et La Diversité Sociale D’espace Rural Dans I’Anatolie Ottoman Du XVIıe Au XIXe Siècle (XVI-XIX. Yüzyıllarda Osmanlı Anadolusu’nda Kırsal Kesimde Sosyal Çeşitlilik ve Değişkenlik), Institut Français d’Études Anatolienne À İstanbul (İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü), İstanbul 2-3 Ekim 2001. _________________ , “Bir Osmanlı Şehrinde XVIII. Yüzyıl Aile Hayatı Üzerine Tespitler: Sinop’ta Medenî Durum”, Tarih ve Düşünce, Sayı 17, Mart 2001. _________________ , “XVIII. Yüzyılda Sinop’ta Köylüler”, Türkler, Cilt XIV, Ankara 2002. _________________ , “XVIII. Yüzyılda Sinop’ta Aile” , Türkler, Cilt XIV, Ankara 2002. _________________ , “Les Fonctionnaires D’origine Européenne Dans La Province De Tunisie Sous La Domination Turque Au XVIIIe Siècle”, XXXVIth International Congress of Asian and North African Studies, from 16 to 21 August 2004 (XXXVIe Congrès İnternational Des Études Asiatiques Et Nord-Africaines, du 16 au 21 août 2004), Moscow/Rousie). _________________ , “Une Mosaïque Culture Dans Les Odjaks De l’Ouest En Afrique Du Nord À L’époque De l’Empire Ottomane XVIIIe Siècle: Exemple De La Tunisie (Osmanlı Devleti’nin XVIII.Yüzyılda Kuzey Afrika’da Garb Ocaklarındaki Kültür Mozaiği: Tunus Örneği)”, La Sublime Porta e l’egemonia del Mediterraneo tra Stati e Imperi (Devletlerle İmparatorluklar Arasında Bab-ı ‘Ali’nin Akdeniz’de Egemenliği), 10th International Congress of Economic and Social History of Turkey (10. Uluslararası Türkiye Ekonomik ve Sosyal Tarihi Kongresi), IOSEH (International Association of Otoman Social and Economic History), 28 Settembre-01 Ottobre 2005, Università Ca’ Foscari Venezia Dipartimento di Studi Eurasiatici, Venizia, Ca’ Dolfin-Auditorium Santa Margherita, Venice/ITALIE, 8 s. Hasanaliyev, Neriman, Rusya’nın Van ve Erzurum’daki Başkonsolosu Mayevski’nin Hatıraları (Türklere Ermeni Mezalimi veya Ermenilerin Türklere Mezalimi), Türkiye Türkçesi’ne Aktaran Enver Uzun, Trabzon 2001. Hasanlı, Cemil, “Ermeni Sorunu ve Rusya”, İstanbul Üniversitesi, Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, İstanbul 15– 17 Mart 2006. İlter, Erdal, Ermeni Kilisesi ve Terör, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Sayı 3, Ankara 1996. Kantarcı, Şenol- Kamer Kasım - İbrahim Kaya, -Sedat Laçiner, Ermeni Sorunu El Kitabı, Stratejik Araştırma ve Etüdler Millî Komitesi (SAEMK) ve ASAM Ermeni Araştırmalar Enstitüsü Yayını, Ankara 2002. Karal, Enver Ziya, Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Nüfus Sayımı–1831, II. Baskı, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayını. Metel, Ali Balkan, Ermeni Mezalimi ve Gerçekler, 3. Baskı, Yeni Batı Trakya Dergisi Yayınları, Seri No: 6, İstanbul (Tarihsiz). _________________ 360 Doç. Dr. İbrahim GÜLER Nagata, Yugo, Tarihte Âyânlar: Karaosmanoğulları Üzerine Bir İnceleme, TTK Basımevi, Ankara 1997. Oğuzoğlu, Yusuf, “XVII. Yüzyılda Türkler’in Ermeni Toplumu ile İlişkileri Hakkında Bazı Bilgiler”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984, Erzurum), Ankara 1985. Özkaya, Yücel, Osmanlı İmparatorluğu’nda Âyânlık, Anakara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1977. _________________ , “Arşiv Belgelerine Göre XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerın Durumu”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8–12 Ekim 1984, Erzurum), Ankara 1985. Saray, Mehmet, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, Genişletilmiş 2. Baskı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2005. _________________ , “Osmanlı Devlet Anlayışı ve Ermeniler”, İstanbul Üniversitesi, TürkErmeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, İstanbul 15–17 Mart 2006. Sevinç, Necdet, Arşiv Belgeleriyle Tehcir-Ermeni İddiaları ve Gerçekler, İkinci Baskı, Milenyum Yayınları, İstanbul 2004. Sonyel, Salahi, “Ermeni Sorunu ve İngiltere”, İstanbul Üniversitesi, Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, İstanbul 15– 17 Mart 2006. Şimşir, Bilal N. , “Türk Diplomatlarını Hedef Alan Ermeni Terörü ve Şehit Diplomatlarımız”, İstanbul Üniversitesi, Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, İstanbul 15–17 Mart 2006. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, IV. Cilt (XVIII. Yüzyıl), 2. Kısım, 2. Baskı, Ankara 1983. _________________ , Osmanlı Devlet Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları-I (Acemi Ocağı ve Yeniçeri Ocağı), 3. Baskı, Ankara 1988. Ünal, Mehmet Ali, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518–1566), Ankara 1989. Yediyıldız, Bahaeddin, “XVI.-XIX. Yüzyıllarda Ermenilerin Türk Toplumu İçindeki Yeri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8–12 Ekim 1984, Erzurum), Ankara 1985. Yücel, Yaşar, Osmanlı Devlet Düzenine Ait Metinler: Kitâb-ı Müstetâb, AÜDTCF Yayınları, No: 216, Ankara 1974. d-Toplantılar Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8–12 Ekim 1984, Erzurum), Ankara 1985. Iğdır Tarihî Gerçekler ve Ermeniler Uluslararası Sempozyumu (24–27 Nisan 1995, Iğdır), Iğdır Valiliği Kültür Yayınları, No: 1, Ankara 1997. İstanbul Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar Uluslararası Sempozyumu, 15–17 Mart 2006, İstanbul. (Bildirileri henüz yayınlanmadı). 361 13 MAHALLE 7 CEMAAT (XIX. YÜZYIL MARDİNİ’NDE CEMAATLER ARASI SOSYAL UYUM ÖRNEKLERİ) Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR Dicle Üniversitesi Mardin Sağlık Yüksekokulu E-mail: iozcosar@hotmail.com; Tel: 0 482 213 52 66 Özet Mardin ve çevresi, coğrafî konumuna bağlı olarak tarih boyunca birçok kavmin, etnik grubun ve dinsel cemaatin yurdu olmuştur. İlk çağlardan itibaren büyük imparatorlukların sınırı olan bölge, bu özelliği dolayısıyla imparatorluklar arası çatışmanın da merkezi olmuştur. Ancak siyasî otoriteler arasındaki bu çatışmalar, sosyo-ekonomik açıdan birbirine bağlı bölge hakları arasında çatışmayı beraberinde getirmemiştir. XIX. yüzyıla gelindiğinde Mardin, Mardin kalesi çevresinde kümelenmiş 13 mahallesi ve bu mahallelerde yaşayan 7 farklı dinî/etnik cemaatin (Müslüman, Ermeni Katolik, Süryanî Kadim, Süryanî Katolik, Keldanî, Şemsî ve Yahudi) XIX. yüzyılın siyasî gelişmelerine nispet edercesine, birlikte yaşamanın gerektirdiği sosyal uyumu yakalayabildikleri bir şehirdir. XIX. yüzyılda Mardin ve çevresinde yaşayan halkların birbirleriyle ilişkilerinde, her grubun kendi cemaat örgütlenmesiyle birlikte, bölgenin genel sosyo-ekonomik yapısı belirleyici faktör olmuştur. XIX. yüzyılda bölgede yaşanan gelişmeler bu grupların birbirleriyle ilişkilerinde belirleyici olmakla birlikte, özellikle Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zayıflık ve Batı müdahalesi ilişkilerin temeline bölgenin kendi sosyo-ekonomik şartlarının ötesinde siyasî bir boyut da kazandırmıştır. XIX. yüzyılın genel yapısı Mardin çevresinde gerek Müslüman aşiretlerin birbirleriyle gerek diğer dinsel gruplarla çatışmalarını beraberinde getirirken, Mardin şehir hayatı tüm bu olumsuzluklara rağmen her grubun birbiriyle uyum içinde olduğu, klasik bir Osmanlı şehri görünümündedir. Bildirimizde; XIX. yüzyılın genel özeliklerinin aksine, aynı şehir aynı mahalleyi paylaşan, hemen her yönüyle birbirine ihtiyaç duyan bu grupların gerek Mardin şer’iye sicilleri gerek Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki kayıtlara dayanarak, uyum içinde yaşadıklarına dair örnekler sunulacaktır. Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR Giriş Mardin ve çevresi, coğrafî konumuna bağlı olarak tarih boyunca birçok kavmin, etnik grubun ve dinî cemaatin yurdu olmuştur. İlk çağlardan itibaren büyük imparatorlukların sınırı olan bölge, bu özelliği dolayısıyla imparatorluklar arası çatışmanın da merkezi olmuştur. Siyasî otoriteler arasındaki bu çatışmalar, çoğunlukla bölgede din ve etnik köken olarak farklı toplulukları da karşı karşıya getiren bir unsur olmuştur. Özellikle, İslâm hâkimiyeti öncesinde Bizans-Sasani çatışmaları sırasında, her iki taraf da kendi taraftarı olarak kabul edip siyasî açıdan destekledikleri dinî grupları bu çatışmalarının öncü kuvvetleri olarak kullanmışlardır. Bu durum bölgede yaşayan toplulukların, özellikle farklı mezhepteki Hıristiyan grupların, birbirlerine karşı katliamlara varan çatışmalarını da beraberinde getirmiştir. İslâm hâkimiyetinin ardından bölgede, çatışma kültürünün yerini artık hoşgörü kültürünün aldığını söylemek mümkündür. İslâmî dönem içinde bu hoşgörü kültürünün, en sistematik haliyle yaşandığı dönem olarak Osmanlı hâkimiyeti dönemini gösterebiliriz. Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren gayrimüslimler ile Müslümanlar arasında yoğun ilişkilerin olduğu bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Bu ilişki daha başlangıçtan itibaren zımmî statüsünde gayrimüslim vatandaşların varlığıyla, tüm yönleriyle (hukukî, sosyal, ekonomik vs.) bir uyum ve düzeni gerekli kılmıştır. Osmanlı, oluşturduğu düzenle, Ortaçağ ve modern zamanlarda üç tek Tanrılı dinî (İslâm, Hıristiyanlık, Musevîlik) resmen 365 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tanıyan, etnik ve dinîalt gruplarıyla birlikte uyumlu bir şekilde bir arada yaşamalarını güvence altına alan tek siyasî organizasyondur1. Başlangıçta klasik İslâmî Hoşgörü şeklinde kendini gösteren bu uyum, Fatih Sultan Mehmed döneminde gayrimüslimlere verilen haklarla hukukî bir zemin kazanmıştır. Mardin’in Osmanlı sınırlarına katılışı, klasik hoşgörü ortamının Millet Sistemi adıyla hukukî bir zemin kazanmasından sonradır. XVI. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine giren Mardin ve çevresinde İslâm hâkimiyetiyle başlayan hoşgörü ve uyum ortamı, artık resmen devlet güvencesinde olan sistematik bir yapıya dönüşmüştür. XIX. yüzyılda, Mardin’in de içinde bulunduğu Musul ve Cizre bölgeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, göze çarpan ilk şey kargaşa ortamıdır. Bir yandan Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zafiyet ve bu zafiyeti gidermek için yaptığı düzenlemeleri uygularken ortaya çıkan çelişkiler, diğer yandan bölgede etkisini misyonerler, konsoloslar vs. eliyle hissettiren dış müdahale bu kargaşa ortamını besleyen unsurlardır. Bu kargaşa ortamında, Müslüman aşiretler bölgedeki otorite boşluğundan faydalanıp rant elde etmek adına yoğun bir çatışma içine girmişlerdir. Genel anlamda sadece Müslüman aşiretlerin birbirleriyle çatışmaları söz konusuyken, özellikle bahsettiğimiz misyoner ve konsolosluklar eliyle yapılan dış müdahaleler bazı Hıristiyan topluluklar ile Müslüman aşiretlerin de dönemsel çatışmalara girmelerine sebep olmuştur. Bedirhan Bey ile Nasturîlerin çatışması bu durumun bölgedeki en önemli örneğidir. Bu kargaşada Mardin ve çevresinden sadece Müslüman-gayrimüslim değil aynı zamanda Müslüman aşiretlerin de birbirleriyle ilişkilerinden bahsederken karamsar bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu tablo çok yönlü çatışmalar yumağı şeklinde kendini gösterse de; Mardin merkezin yaşayan bir şehir olarak, tüm etnik ve dinî unsurlarıyla, birlikte yaşamanın zorunlu kıldığı uyuma sahip olduğunu kabul etmek gerekecektir. Osmanlı mahkeme kayıtları, aynı şehri paylaşan toplumların, gerek yaşadıkları sorunlar gerekse dayanışmalarına dair sunduğu örneklerle Mardin’in bu özelliğini gözler önüne sermektedir. 10 bin nüfuslu, zirvesinde küçük bir kale bulunan dağın yamacına kurulmuş, yapı olarak bir Ortaçağ şehrini andıran XIX. yüzyıl Mardini bu dar sahada bulunan 7 cemaat ve 13 mahallesi ile XIX. yüzyılın tüm olumsuzluklarına rağmen cemaatler arası uyumun tüm yönleriyle yaşandığı bir şe1 Kemal H. Karpat, “Giriş”, Osmanlı ve Dünya, Ufuk Kitapları, İstanbul 2001, s.16. 366 Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR hirdir. XIX. yüzyılda çoğunluğu oluşturan Müslümanlarla birlikte şehirde yaşayan diğer dinî /etnik gruplar şunlardır: Ermeni Katolikler: XIX. yüzyılda Mardin’de gayrimüslimler içinde en kalabalık nüfusa sahip sınıf Ermeni Katoliklerdir. XVII. yüzyılın başlarına kadar tamamı Ortodoks (Gregorian) olan Ermeniler, bu tarihten itibaren başlayan Katolikleştirme faaliyetleri sonucunda Katolikleşmişler ve XIX. yüzyıla gelindiğinde Mardin’de Ermeni Gregorian nüfusu kalmamıştır. Mardin Ermenilerinin Katolikleşme süreci şöyle özetlenebilir: Diyarbakır metropolitliğine bağlı olan Mardin Ermenilerinin Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk piskoposu, Kalust’tur (1601–1620). Bu dönemde Mardin Ermeni piskoposları Sis katalikosları tarafından taktis edilmektedir. 1632 yılında Mardin piskoposu olan Dimoteus Karnuk’un Katolikliği kabul etmesiyle beraber, Mardin Ermenileri arasında Katolik inancı yayılmaya başlamıştır. Karnuk, gördüğü baskılar karşısında, İtalya’ya kaçmış ve orada ölmüştür. Mardin Ermenileri arasında 1630’lu yıllarda Katolikliğin ilk tohumları atılmasına rağmen Katolikleştirme bundan yaklaşık yarım asır sonra Melkon Tazbazyan’ın yaptığı faaliyetler sonucunda amacına ulaşacaktır. Roma’ya gidip orda eğitim gören Tazbazyan, 1680’de Mardin’e dönmüş ve piskoposluk kürsüsü kurmuştur. Tazbazyan’ın çalışmaları sonucunda ilk dört yılda, Mardin’deki 1860 Ermeni ailesinden 830’u Katolik inancına geçmiştir. Sonraki yıllarda bu sayı daha da artmış 200 aile hariç tüm Ermeniler Katolikliğe geçiş yapmıştır2. XIX. yüzyılda ise artık Mardin’de Ermeni Gregorian nüfusundan bahsetmek mümkün değildir. Süryanî Kadimler: Hıristiyanlığın ilk temsilcilerinden olan Süryanî Kadimler veya XVIII. yüzyılın sonlarına kadar en çok bilinen isimleriyle Yakubîler için Mardin ayrı bir özelliğe sahiptir. Süryanî Kadim Patrikliği, Mardin’in hemen yanı başındaki Deyruzzafaran Manastırı’dır. Süryanî Kadimler, hem Mardin merkezde hem de Mardin çevresinde birçok manastır ve kiliseye sahiptirler. Mezhep olarak kendilerine has bir Ortodoks inancına sahiptirler. 2 Vartanuş A. Çemre, “Ermeni Katolik Kilisesi’nin Kurucularından Melkon Tazbazyan’ın Hayatı (1654–1716)”, Tarih ve Toplum, C. 31, S. 184, Nisan 1999, s.39 vd. Vartanuş Çerme tarafından verilen bu bilgilerde Ermenilere ait nüfus abartılı görünmektedir. Ancak Ermeniler arasında Katolikliğe geçiş oranları hakkında önemli ipuçları vermesi açısından önemlidir. 367 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Süryanî Katolikler: Süryanî Yakubî Patrikliği içinde 1782 yılında meydana gelen bölünme sonrasında, Süryanî Katolik Patrikliği ortaya çıkmıştır. Bu bölünmeyi iki temel sebebe dayandırabiliriz: Bunlardan ilki, Süryanî Kilisesi içinde çok sık bir şekilde görülen Patrik olma mücadeleleri ve bu sebeple meydana gelen bölünmeler; ikincisi ise, Katolik misyonerlerin çalışmalarıdır. Bu bölünme ardından Süryanî cemaati ikiye ayrılmıştır. Eski mezheplerinde kalanlar kendilerinin ana kilise olduğunu vurgulamak için Süryanî Kadim ismini kullanırken; Katolikliği kabul edenlere Süryanî Katolik denilmiştir. Keldanîler: Keldanîler, XVI. yüzyılda Ortodoks Nasturî Kilisesi’nden, Katolikleşerek ayrılanların oluşturduğu bir cemaattir. Keldanî Patrikliği, Süryanî Katolik Patrikliği’nin ortaya çıkmasında olduğu gibi, Nasturîler arasındaki idarî anlaşmazlıklardan ve bu anlaşmazlıkların Katolik misyonerlerce kullanılmasından dolayı, Nasturî Patrikliği’nin parçalanmasıyla ortaya çıkmıştır. XIX. yüzyılda Mardin şehir merkezinde Nasturî nüfusuna rastlanılmaması, bunların tamamının Katolikleştiğini göstermektedir. Şemsî: Güneşe tapan Şemsîler, mahallî bir paganizmin DiyarbakırMardin ve çevresindeki son kalıntıları olarak tanımlanırlar3. XVI. yüzyılda ayrı bir cemaat olarak yer alan Şemsîler ile ilgili XIX. yüzyılda tek bilgi 1807’de Seyyah Dupré tarafından verilmektedir. Buna göre Mardin’de 800 Şemsî bulunmaktadır. Ancak daha sonraki kaynakların hiçbirinde Şemsî nüfusuna rastlanmamaktadır. Bu yok oluş Şemsîlerin XIX. yüzyılda Süryanî cemaatine dâhil olmalarında kaynaklanmaktadır4. Süryanî Kadimlere ait kayıtlarda Şemsî lâkaplı isimlere rastlanması5, Süryanî cemaati içinde varlıklarını devam ettirdiklerine dair bir gösterge olarak kabul edilebilir. Yahudi: XVI. yüzyılda Mardin başlı başına bir Yahudi mahallesi olmasına rağmen XIX. yüzyıla gelindiğinde nüfusları oldukça azalmıştır. 3 4 5 “Mardin Maddesi”, İslâm Ansiklopedisi, C. VII, Millî Eğitim Bakanlığı, Eskişehir 1997, s.320. Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu, Oktay Özel ve Diğerleri; Mardin Cemaat Aşiret Devlet, Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2001, s.135–136. Abdullah Satuf Sadedî, İstastikî Bazı Bilâd ve Kura Sened 1870, Kırklar Kilisesi Arşivi. 368 Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR XIX. Yüzyılda Mardin’in Mahalleleri Mahalle, Osmanlı şehrinin temel yerleşim birimi6 ve idarî açıdan da en alt birimi7 olarak kabul edilmektedir. Mahallenin ön plana çıkan özelliği idarî birim olmasından çok, Osmanlı şehrine ait sosyal hayatın tüm ayrıntılarını veren, bu yönüyle Osmanlı hayatının siyasî -idarî tarihinden farklı olarak sosyal tarihine dair ipuçlarını sunan yapısıdır. Osmanlı fethinin hemen ardından yapılan tahrirlerde Mardin’in 9 mahalleye sahip olduğu anlaşılmaktadır8. Bu mahalleler; zirvede olmasından dolayı ele geçirilmesinin zorluğundan değişik kaynaklarda bahsedilen, uzaklardan çok kolayca fark edilen oldukça etkileyici bir kalenin yamaçlarında yer almaktadır. Bu mahalleler, dönemin yerel kaynaklarında ve halk arasında beden olarak isimlendirilen bir sur ile çepeçevre kuşatılmıştı9. XIX. yüzyıla gelindiğinde eski ihtişamını kaybetmeye başlayan kaleden ve surlardan, yüzyılın sonlarından itibaren artık sadece kalıntılar olarak bahsetmek gerekecektir. Mardin Kasabasının ittisâlinde bulunan kale-i cesime âsâr-ı atike burc ve bârûları ve ebniye-i saire olup harab olmuştur10. Osmanlı fethinden sonraki ilk tahrirde adı geçen 9 mahalle şunlardır: Babu’l-Cedid mahallesi, Zarraka mahallesi, Kıssis mahallesi, Babu’l-Hammara mahallesi, Göllasiyan mahallesi, Şemsiyye mahallesi, Zeytun mahallesi, Kamil ve Bimaristan mahallesi, Yahudiyan mahallesi. XVI. yüzyılın ortalarında ise; bunlarla birlikte Sündik (Sevindik) isimli bir mahalle daha kayıtlarda yer almaktadır11. XVII. yüzyılın başlarında şer’iye sicillerinde bu mahallelerle birlikte Babu’s-Savur mahallesi de geçmektedir12. XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde Mardin’de mahalle sayısı 13’e çıkmaktadır: Bunlar; Emineddin mahallesi, Babu’l-Cedid mahallesi, Tekye mahallesi, Cami-i Kebir mahallesi, Şeyh Çabuk mahallesi, Şeyh Şeyhullah mahallesi, Şehidiye mahallesi, Göllasiyan mahallesi, Latifiye mahallesi, 6 Özer Ergenç, “Osmanlı Şehrinde Esnaf Örgütlerinin Fizikî Yapıya Etkileri”, I. Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi, Ankara 1980, s.103. 7 8 İlber Ortaylı; Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yayıncılık, İstanbul 2001, s.21. Nejat Göyünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991, s.97. 9 Aydın, a.g.e., s.122. 10 Diyarbakır Sâlnamesi, Def’a 6, H. 1291/M.1874–1875, C. II, s.114. 11 Göyünç, a.g.e., s.99-101. 12 Ramazan Günay, 259 Numaralı Hicrî 1006–1008 (Miladî 1598–1600) Tarihli Mardin Şeriyye Sicilinin Transkripsiyon ve Değerlendirmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır 2002, s.307. 369 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Medrese mahallesi, Meşkin mahallesi, Necmeddin mahalleleridir13. XIX. yüzyılın sonlarına ait salnamelerde de Mardin’de mahalle sayısı, isimleri yazılmadan, 13 olarak gösterilmektedir14. Ancak şer’iye sicillerinde 15 mahallenin adı geçmektedir. Hem Mardin’in mahallelerinde komşuluk ilişkileri hem de Mardin’de mahalle ve komşuluk ilişkilerinin diğer Osmanlı şehirleriyle benzerlik ve farklarını değerlendirmek için öncelikle mahalleler ve sakinleri hakkında kısaca bilgi vermek gerekecektir. Böylece bir yandan Mardin şehir merkezinde cemaatlerin yerleşim alanları ortaya çıkarken, diğer yandan XIX. yüzyıl Mardini’ne ait teorik bir kroki çizilmiş olacaktır. Babu’l-Cedid Mahallesi: Mahalle sur kapılarından birine atfen Babu’l-Cedid olarak isimlendirilmiştir15. XVI. yüzyılda hem Ulu Cami hem de şehrin en büyük çarşısını içinde barındıran, en geniş mahalleydi16. Ancak XIX. yüzyıla gelindiğinde sınırları daralmış, şehrin güneyinde gittikçe küçülmüştür. Sınırlarının bir kısmı Cami-i Kebir mahallesi ve Baş mahallesi, bir kısmı Şehidiye mahallesi ve Tekye mahallesi olmuştur. Göyünç’ün, XVI. yüzyılda Müslümanların çoğunluğu teşkil ettiğini söylediği mahallede XIX. yüzyılda da Müslümanların çoğunlukta olduğu şer’iye sicillerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca XIX. yüzyılda Mardin’de nüfusları önemli ölçüde azalmış olan Yahudilerin de önemli bir kısmı burada oturuyor olmalıydı. İncelediğimiz şer’iye sicillerinde sadece 5 kez isimlerine rastladığımız Yahudilerden 4’ü Babu’l-Cedid mahallesi sakinlerindendir. Günümüzde bile bu mahallede, Yahudi çeşmesi diye adlandırılan bir çeşmenin varlığı, mahallenin Yahudi sakinlerine işaret etmektedir. Mahallenin Hıristiyan sakinlerine gelince; burada Hıristiyanlara ait hiçbir dinî yapının izine rastlanmaması, Hıristiyan nüfusun çok fazla olmadığını göstermektedir. Ancak şer’iye sicillerinde bu mahallede oturan gayrimüslim isimlerine rastlamaktayız. Buna göre; mahallenin Hıristiyan sakinleri Ermeni, Keldanî ve Süryanî Kadimlerden oluşmaktadır. Süryanî Kadimlerin mahalledeki varlıklarıyla ilgili bir bilgiye de Süryanî Patrikliği’ne ait vakıf kayıtlarında rastlamaktayız. Buna göre; XIX. yüz13 Abdulganî Efendi (Abdulganî Fahri Bulduk), Mardin Tarihi, Yayına Hazırlayan Burhan Zengin, Ankara 1999, s.220. 14 Diyarbakır Sâlnamesi, Def’a 7, H. 1292/M. 1875, C.II, s.196. 15 Göyünç, a.g.e., s.97. 16 Aydın, a.g.e., s.124. 370 Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR yılda mahallede Kırklar Kilisesi’ne vakfedilmiş bir ev, Mar Mihail ve Mart Şmuni Manastırları’na vakf edilmiş 2 dükkân bulunmaktadır17. Babu’s-Savur Mahallesi: Mardin surlarının doğu kapısı olarak bilinen Babu’s-Savur’un18 mahalle adı olarak anılması XVI. yüzyılın sonu XVII. yüzyılın başlarıdır. Osmanlı kayıtlarında XVI. yüzyılın başlarında yer almayan19 bu mahalle aynı yüzyılın sonlarındaki mahkeme kayıtlarında zikredilmektedir20. Mahalle büyük ihtimalle XVII. yüzyıldan sonra Şemsiyye adıyla anılan hemen yanı başındaki mahalleyi de içine alarak genişlemiştir. Mahallede yer alan cami ve mescidler (Melik Mahmud Camisi, Şeyh Zebun Camisi, Arap Mescidi, Şeyh Şaaran Mescidi), medrese (Savurkapı Medresesi), zaviyeler (Hamza-i Kebir Zaviyesi, Hamza-i Sagir Zaviyesi)21, Müslümanların ağırlıkta olduğunu göstermektedir. Şer’iye sicillerinde de Müslüman nüfusun en çok sakin olduğu mahalle olarak Babu’s-Savur görülmektedir. Bununla birlikte mahallenin gayrimüslim sakinleri de bulunmaktadır. Yine şer’iye sicillerine göre; mahallenin gayrimüslim sakinleri Süryanî Kadimler ve Ermenilerdir. 1857 yılında mahallede Süryanî Kadimlere ait küçük bir kilise inşa edilmesi22 bu dönemde mahallede Süryanî nüfusunun zaman içinde artmış olmasıyla açıklanabilir. Bir başka açıdan da; mahallenin eski sakinleri olan ve XVII. yüzyıldaki gelişmelerle Süryanî Kilisesi’ne tâbi olmak zorunda kalan Şemsîlerin Süryanîliği gerçek anlamda kabulleri sonucu burada bulunan cemaat için kilise inşa etmek zorunluluğu ortaya çıktığı değerlendirmesi yapılabilir. Baş Mahallesi: XVI. ve XVII. yüzyıllarda ismine rastlanmayan mahalle, XVIII. yüzyılda çoğunluğunu Hıristiyanların oluşturduğu bir mahalle olarak karşımıza çıkmaktadır23. Mardin’e ait çalışmalarda adına rastlayamadığımız mahalle, XIX. yüzyıl mahkeme kayıtlarında sıklıkla 17 18 19 20 21 22 Kırklar Kilisesi Arşivi, 19 Haziran 1329 Tarihli Vakıf Defteri, s.4-5. Göyünç, a.g.e., s.101; Ara Altun, Mardin’de Türk Devri Mimarîsi, İstanbul 1971, s.17. Göyünç, a.g.e., s.101. Günay, a.g.t., s.308. Altun, a.g.e., s.100-110. Gabriel Akyüz, Mardin İli’nin Merkez ve Civar Köylerinde ve İlçelerinde Bulunan Kiliselerin ve Manastırların Tarihi, Resim Matbaacılık, İstanbul 1998, s.103. 23 Mardin Şer’iye Sicili (MŞS), Defter No: 202, 7 Şaban 1118. 371 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yer almaktadır. Mahkeme kayıtlarında Sekevork (Sekurek) Kilisesi’nin bu mahallede bulunduğu belirtilmektedir24. Adı geçen kilise büyük ihtimalle Surp Kevork Ermeni Kilisesi’dir. Bu bilgiye dayanarak mahallenin Kıssis mahallesinin güneyinde Babu’l-Cedid mahallesinin hemen kuzeyinde yer aldığı tahminini yapabiliriz. Mahallede Hıristiyanlar çoğunluğu oluşturmakla beraber, az sayıda Müslümana da rastlanabilmekteydi25. Cami-i Kebir Mahallesi: XVI ve XVII. yüzyıl kayıtlarında ismine rastlanmayan mahalle, XIX. yüzyılda hem şehrin en büyük camisini hem de çarşısını içinde barındırmaktaydı. Bu sebeple mahalle, şehir hayatında iktisadî yönüyle ön plandadır. Günün önemli bir kısmını bu sebeple kalabalık yaşayan mahallenin, hane yerleşimi açısından kalabalık olduğunu söylemek mümkün değildir. XVI. yüzyılda Babu’l-Cedid içinde yer alan mahalle, o dönemlerde Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu bir kesimdi26. XIX. yüzyılda mahalle sakinlerinin önemli bir kısmını Müslümanlar oluştururken; Ermeni Katolikler, Protestanlar, Süryanî Kadim ve Süryanî Katolikler de mahalle sakinleri arasındaydı. 1885 yılında Ermeni Katoliklerin mahallede bir kilise inşa etme talebinde bulunmaları, mahallenin en kalabalık Hıristiyan nüfusunu oluşturduklarını düşündürmektedir27. Yine XIX. yüzyılın sonlarında sayıları bayağı azalmış olan Yahudilerden bir ailenin de Cami-i Kebir mahallesinde oturduklarına rastlamaktayız28. Emineddin Mahallesi: XVI. yüzyılın sonlarında Bimaristan diye adlandırılan mahalledir. XVI. yüzyılın sonları XVII. yüzyılın başlarında mahallede Müslümanlar çoğunluğu teşkil etmekteydi29. Mahallede Müslümanlara ait Kıseyri Camii bulunurken, Hıristiyanlara ait bir yapıya rastlanmamaktadır. Bu durum mahalle sakinlerinin Müslüman ağırlıklı olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir. 24 25 26 27 MŞS, Defter No: 234, 21 Rebiülevvel 1289. MŞS, Defter No: 201, 14 Şevval 1270 Göyünç, a.g.e., s.97. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İ.DH., Belge No: 949/75124; Kilise Defteri, Defter No: 2, s.194, 22 Recep 1302 tarihli belge. 28 MŞS, Defter No: 220, 2 Rabiülahir 1317. 29 Günay, a.g.t., s.308. 372 Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR XIX. yüzyılda da mahallede Müslüman nüfus ağırlıktayken, Müslümanlarla birlikte Süryanî Kadimler ve Ermeni Katolikler mahalle sakinleri arasındaydı. Göllasiyan Mahallesi: Şehrin kuzeydoğusunda bulunan mahallede XVI. yüzyılda Hıristiyanlar çoğunluktadır30. XIX. yüzyıla gelindiğinde mahalledeki Müslüman nüfusun arttığını kabul etmekle birlikte; Hıristiyan-Müslüman ağırlığının hangi taraftan yana olduğunu söylemek pek de mümkün değildir. XIX. yüzyılın sonlarında mahallede Müslümanlar, Süryanî Kadimler, Süryanî Katolikler, Protestanlar ve Ermeniler birlikte yaşamaktadır. 1914’te mahallede Süryanî Kadimlere ait Mar Petrus Kilisesi’nin inşa edilmesi31, mahallenin Süryanî Kadim sakinlerinin fazla olduğuna dair bir gösterge olarak kabul edilebilir. Kıssis Mahallesi: XVI. yüzyılda mahallenin ¾’ünü Hıristiyanlar oluşturmaktaydı. Göyünç, Kıssis isminin Arapça Kıs (papaz ve keşiş) kelimesine dayandırılabileceğini söyler32. XVI. yüzyılda daha geniş bir sınıra sahip olan mahalle XIX. yüzyılda, Şeyh Şara ve Kasis mahallesi olarak ikiye bölünmüştür. XIX. yüzyılda da mahallenin tamamına yakınını Hıristiyanlar oluşturmaktadır. Sayıları çok az da olsa Müslüman sakinlere de rastlanmaktadır33. İncelediğimiz şer’iye sicillerine göre mahallenin sakinlerini Süryanî Kadim, Ermeni, Keldanî ve Katolikler oluşturmaktadır. XIX. yüzyılda Süryanî Kadim-Süryanî Katolik çatışmaları sırasında mahalle sık sık gündeme gelmiştir. Anlaşılan o ki; bu çatışmanın Mardin’deki en önemli alanı Kıssis mahallesidir. Süryanî Katolikler ilk kez burada metropolitlerine ait bir evi, kilise olarak kullanmaya başlamışlar daha sonra bu evi kiliseye çevirmişlerdir. Nihayet yüzyılın sonunda bu kilisenin yanına bir de Patriklik merkezini eklemişlerdir. Ayrıca, önceleri Nasturîlere ait iken sonradan Keldanîlere geçen Mor Hürmüz Kilisesi’nin burada bulunması34, mahallede önemli bir Keldanî 30 31 32 33 34 Göyünç, a.g.e., s.100. Akyüz, a.g.e., s.75. Göyünç, a.g.e., s.100. MŞS, Defter No: 243, 5 Şevval 1273; Defter No: 234, 3 Rebiülahir 1289. Akyüz, a.g.e., s.114. 373 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER nüfusunun varlığına işaret etmektedir. Süryanî Katoliklerin Patriklik merkezi ve Meryem Ana Kilisesi’nin hemen önünde İtalyan Kapusenleri tarafından 1884 yılında inşa edilen Patriye Kilisesi35 mahallenin, Mardin’in Katolik merkezi olduğunu göstermektedir. Latifiye Mahallesi: Kasis ve Şeyh Şara mahallelerinin karşısında, ana caddenin alt tarafında bulunan mahalle, XVI. yüzyılda Sevindik (Sündük) olarak isimlendirilmektedir. XIX. yüzyılda da bu isimlendirme kısmen devam etmekle birlikte36 daha çok Latifiye ismi kullanılmaktadır. Mahallede Müslüman ve Hıristiyanlar birlikte yaşamaktadırlar. Ancak XIX. yüzyılda çoğunluğu kimlerin oluşturduğu hakkında belgeler bilgi sunmamaktadır. Mahallenin Hıristiyan sakinleri; Süryanî Yakubî, Keldanî, Ermeni, Süryanî Katolik ve Protestanlardan oluşmaktadır. 1904 yılında mahallede Süryanî Protestanlara ait bir kilise inşa edilmiş olması37, Süryanî Protestan nüfusun varlığını göstermektedir. Medrese Mahallesi: Zinciriye Medresesini ve çevresini içine alan küçük bir mahalledir. XVI ve XVII. yüzyıl kayıtlarında adı geçmemektedir38. XIX. yüzyıl kayıtlarında Müslümanların yoğunlukta olduğu mahallede, az sayıda Hıristiyan nüfus da bulunmaktadır. Belgelerden, mahallede yaşayan Hıristiyanların Süryanî Kadim ve Katolik olduğu anlaşılmaktadır. Meşkin Mahallesi: XVI. yüzyılda Babu’l-Hammara isimli mahallenin önemli bir kısmı daha sonra Meşkin veya Meşkinan mahallesi39 olarak adlandırılmıştır. XVI. yüzyılda mahalle sakinlerinin büyük bir çoğunluğunu Hıristiyanlar oluşturmaktaydı. XIX. yüzyılda durum pek fazla değişmemiştir. Mahallede IV. yüzyılda inşa edildiği ve Süryanîlerin kendilerine ait olduğunu söyledikleri Hammara Manastırı’nın izlerine rastlanmamaktadır. Bu mahallede surların hemen dışında XVIII. yüzyılın sonlarına kadar ayakta kaldığı söylenen Mar Gevergis Manastırı’ndan bahsedilmektedir. Mahallede günümüze kadar gelen en önemli Hıristiyan yapısı Süryanî Ka35 36 37 38 39 Akyüz, a.g.e., s.102. MŞS, Defter No: 235, 9 Şaban 1275. Akyüz, a.g.e., s.102. Göyünç, a.g.e., s.100 vd.; Günay, a.g.t., s.309. MŞS, Defter No: 243, 11 Cemaziyelevvel 1273. 374 Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR tolikler tarafından 1884’te inşa edilen Mar Efrem Manastırı’dır40. Bunlar mahallenin Ermeni ve Süryanî Katolik sakinlerine işaret ederken, şer’iye sicillerinden mahallede Protestanların da olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca XIX. yüzyılda mahallede; Kırklar Kilisesi’ne vakfedilmiş bir dükkân bulunmaktadır41. XIX. yüzyılda Amerikan misyonuna ait büyük bir yapının da bu mahallede açılması hem Hıristiyan hem de Hıristiyanlar içinde Protestanların mahalledeki varlığını göstermesi açısından önemlidir. Necmeddin Mahallesi: XVI. yüzyıldaki Zarraka mahallesi sonraki yüzyıllarda, Necmeddin mahallesi olarak isimlendirilmiştir. Göyünç, XVI. yüzyıl boyunca mahallede Hıristiyan ve Müslümanların birlikte yaşadığından, Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki nüfus artışının yüzyıl boyunca Hıristiyanlar lehine olduğundan bahsetmektedir. XIX. yüzyıla geldiğimizde; mahallenin nüfus oranı hakkında bilgiye sahip olmasak da, şer’iye sicilleri Müslüman, Süryanî Kadim42 ve Protestan mahalle sakinlerine dair bilgi sunmaktadırlar . Şehidiye Mahallesi: Şehidiye Medresesi’nin çevresini kapsayan mahallede, Müslümanlar yoğunluktadır. Ancak Müslümanlarla birlikte Süryanî Kadim, Ermeni ve Süryanî Katolikler de mahalle sakinleri arasındadır. Mahallede Mart Şemun Kilisesi’ne vakfedilmiş 3 hane, bir dükkân ve bir arazinin olması43, Mart Şemun Kilisesi’nin mahallenin hemen güneyinde surların biraz dışında olmasıyla açıklanabileceği gibi mahallenin Süryanî Kadim sakinlerine dair de önemli bir işaret olarak kabul edilebilir. Şeyh Çabuk Mahallesi: Hıristiyanların yoğun yaşadığı Şeyh Şara ve Meşkin mahalleleri ile komşu olan mahalle, adını Şeyh Çabuk Camisi’nden almaktadır. Mahallede Müslüman ve Hıristiyanlar karışık yaşamakla birlikte, oranları hakkında bilgi sahibi değiliz. Mahallenin Hıristiyan sakinleri Süryanî Kadimler, Ermeniler ve Keldanîlerdir . Mahalle’de Kırklar Kilisesi’ne vakfedilmiş bir dükkân ve bir ev bulunmaktadır44. 40 41 42 43 44 Akyüz, a.g.e., s.90. Kırklar Kilisesi Arşivi, a.g.d., s.3. MŞS, Defter No: 220, 11 Safer 1316. Kırklar Kilisesi Arşivi, a.g.d., s.5-6. Kırklar Kilisesi Arşivi, a.g.d., s.3-4. 375 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Şeyh Şara Mahallesi: Mardin’de Hıristiyan nüfusun özellikle de Süryanî nüfusun en yoğun olduğu mahallelerden biridir. Mahallede Süryanî Kadimler başta olmak üzere, Süryanî Katolikler, Ermeniler, Keldanîler ve Protestanlarla az sayıda da Müslüman nüfus bulunmaktadır. Mahalle Süryanî Kadimlere ait Mardin merkezin en önemli dinî yapısını Kırklar Kilisesini içinde barındırmaktadır. Aynı zamanda Patriklerin Mardin’de bulunduklarında kaldıkları mekân olan bu kilise, Süryanî Kadimler için neredeyse cemaatin toplandığı bir meclis özelliği göstermekteydi45. Ayrıca mahallede Süryanî kiliselerine ait bol miktarda vakıf da bulunmaktaydı.46 Mahallede, Kırklar Kilisesi’nin hemen yanında, 1894 yılında Ermeni Katoliklere ait yeni bir kilise inşa edilmesi47 mahallede önemli ölçüde Ermeni nüfusun varlığına işaret etmektedir. Tekye Mahallesi: Müslümanların çoğunlukta olduğu mahallede Süryanî Kadim, Süryanî Katolik ve Keldanî sakinlere de rastlanmaktadır. Mahallede Mart Şemun Kilisesi’ne vakfedilmiş üç dükkân bulunmaktadır48. XIX. Yüzyılda Mardin’de Komşuluk İlişkileri Faroqhi, Osmanlı kentlisini tanımlarken bir yandan Osmanlı Devleti’nde kentlerde yaşayanlar kendilerini bir kentin hemşehrisi olmaktan çok bir dinî cemaatin mensubu olarak görüyorlardı derken, diğer yandan dinî bağ kuşkusuz önemliydi ama bu, daha başka bağların yok sayılması anlamına gelmiyordu demektedir49. Birbiriyle çelişir gibi görünen bu iki cümle aslında Osmanlı şehir hayatının zıtlıkların uyumuna dayanan yapısının bir sonucudur. Osmanlı şehirlerine dair araştırmaların hemen hepsinde mahalle tasnifi yapılırken tekrarlanan, Müslüman mahalleler, gayrimüslim mahalleleri ve karışık mahalleler şeklinde bilindik ve klasik tasnifi Mardin’de yapmak mümkün değildir. Mardin’de mahallelerde Müslim-gayrimüslim oranları farklı olmakla birlikte, sadece Müslüman veya sadece gayrimüslimlerin 45 Bkz. Oswald H. Parry, Six Months in a Syrian Monastery, Horace Cox, London 1895, s.60 vd. 46 Kırklar Kilisesi Arşivi, a.g.d., s.3-4. 47 Akyüz, a.g.e., s.96. 48 Kırklar Kilisesi Arşivi, a.g.e., s.5. 49 Faroqhi, a.g.e., s.164. 376 Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR yaşadığı mahalle mevcut değildir. Mahalleler karışık olmakla birlikte, mahalle içinde aynı dinden yaşayanların farklı kesimlerde yaşadığına veya daha açık bir tabirle mahallelerin kendi içinde bir bölümlendirmeye sahip olduğuna dair de bilgiye sahip değiliz. Aksine şer’iye sicilleri Müslüman ve Hıristiyanların veya Hıristiyanların değişik mezhebinden olanlara dair birçok komşuluk örnekleri sunmaktadır50. Osmanlı, klasik yapısı içinde, gayrimüslimleri Müslümanlardan ayıran bazı sosyal yükümlülüklerle mükellef tutmuştur51. Klasik dönemde tüm Osmanlı ülkesinde uygulanan bu yükümlülüklerin -her milletin ne renk elbise ve ayakkabı giyebileceği, gayrimüslimlerin ata binmemeleri vs. gibi-, Mardin’de ne derece uygulandığı hakkında bilgi sahibi değiliz. Ancak Osmanlı Mardini’nde Müslüman gayrimüslim ilişkilerinde bu gibi hususların göz ardı edildiğine dair örnekler bulunmaktadır. 1826 yılında Mardin’e gelen Buckingham, gayrimüslimlerin ata bindiklerinden, bunun Müslüman halkın tepkisini çekmediğinden, Hâlbuki böyle bir davranışın o dönemde Şam’da bile Müslümanları öfkelendireceğinden bahsetmektedir. Mardin’de halkın birbirine davranışlarında dikkat çeken bir husus da, Müslüman ve gayrimüslimlerin selamün aleykum diye selamlaşmalarıdır52. Bunlar küçük bir şehirde, bazı dinî/resmî kuralların birlikte yaşamanın gerektirdiği uyum sonucu göz ardı edildiğinin örnekleridir. Aynı şehri, aynı mahalleyi paylaşan hatta bazen evleri sadece birbirinden ortak bir duvarla ayrılan Mardinliler arasında dinî ayrımın sebep olduğu bir çatışmadan bahsetmek, en azından mahkeme kayıtları değerlendirildiğinde, mümkün görünmemektedir. Hemen her Osmanlı şehrinde rastlanabilecek sorunlara Mardin’de de rastlanmaktadır. Hıristiyanların Müslüman komşularıyla, aynı veya farklı mezhepten Hıristiyanların birbirleriyle ve Müslümanların kendi aralarında yaşanan sorunlarda bir fark görülmemektedir. Aynı mahallede yaşayan komşuların birbirleriyle ilişkilerinde mahkeme kayıtlarına en fazla yansıyan sorunlardan biri, evlerin sınırları ve yükseklikleridir. Komşular arasında sınır ihlâlleri genellikle mahkemeye yansıyor ve mimarbaşı veya ebniyeye vâkıf kişilerin bilirkişi olarak görevlendirilip olay mahalini inceleyerek verdikleri karar sonrasında çözülüyor50 Örneğin; MŞS, Defter No: 234, 3 Muharrem 1289 ve 21 Cemaziyelahir 1288; Defter No: 201 14 Şevval 1270. 51 Bilal Eryılmaz; Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Yayınları, İstanbul 1996, s.54. 52 Aydın, a.g.e., s.310. 377 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER du. Ebniyeye vâkıf olarak gönderilen heyet genelde bir Müslüman ve bir gayrimüslimden oluşmaktaydı53. Komşuluk ilişkilerinde mahkeme kayıtlarına sıkça yansıyan hususlardan biri de şef’i hakkıdır. İslâm Hukuku’nun gayrimenkûl satışlarında önceliğin komşuya tanınmasına dair kuralı, diğer Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi, Mardin’de de uygulanmıştır. Baş mahallesinden Ömer bin Abdal, Sado veledi Cercis’e satılan evin kendisine danışılmanda satılması üzerine mahkemeye başvurmuş, Sado’nun elindeki fetvay-ı şerif dolayısıyla şef’i hakkından men edilmiştir54. Medrese mahallesinde Mahmud Ağa bin Yusuf Ağa, komşusu Katolik Amos’un sattığı evi üzerinde şef’i hakkı iddiasında bulununca Amos verdiği cevapta, evi satmadan önce kendisine sorduğunu fakat o zaman almadığını dolayısıyla şimdi şef’i hakkı olmadığını söylemiş, mahkeme Mahmud Ağa’yı şef’i hakkından men etmiştir55. Mahkeme kayıtları, mahkemelerin işlevi gereği, genellikle sorunlarla ilgili bilgiler sunmakla birlikte Mardin’de farklı dinlerden kişilerin birbirlerine bakışlarında fanatizmin olmadığına dair örnekler de sunmaktadır. Tekye mahallesinde bir Müslümanın otuz batman sabununu çalan bir gayrimüslim, yine gayrimüslimler tarafından şikâyet ediliyor ve mahkemede kendi dindaşları aleyhine şahitlik yapıyorlardı56. Mardin’de gayrimüslim bir kadın komşusu olan başka bir gayrimüslimle olan davasında vekil olarak bir Müslümanı tayin edebiliyordu57. Cami-i Kebir mahallesinde Katolik bir kadın ölen kocasının alacaklarını tahsil için bir Müslümanı vekil tayin etmişti58. Tekye mahallesinde Lütfiye Hatun isimli Müslüman kadın, eşinden boşandıktan sonra bazı mallarını alamadığına dair açtığı davada dava vekili olarak Süryanî Kadim Abdulahad Efendi’yi seçiyordu59. Aynı şekilde Müslümanlarla ilgili davalarda bir Keldanî60 ve Süryanî Katolik61 vekil-i müseccel-i şer’î olarak görev yapabiliyordu. 53 MŞS, Defter No: 243, 5 Şevval 1273; Defter No: 235, Gurre-i Recep 1275; Defter No: 243, 19 Muharrem 1274. 54 MŞS, Defter No: 201, 14 Şevval 270. 55 MŞS, Defter No: 234, 5 Safer 1289. 56 MŞS, Defter No: 201, 25 Safer 1271. 57 MŞS, Defter No: 235, 7 Rebiülevvel 1275. 58 MŞS, Defter No: 234, 4 Zilhicce 1288. 59 MŞS, Defter No: 220, 20 Zilhicce 1315. 60 MŞS, Defter No: 220, 1 Safer 1316. 61 MŞS, Defter No: 220, 16 Şaban 1316. 378 Öğr. Gör. İbrahim ÖZCOŞAR Kaynakça Tetkik Eserler Abdulganî Efendi (Abdulganî Fahri Bulduk), Mardin Tarihi, Yayına Hazırlayan Burhan Zengin, Ankara 1999. Akyüz, Gabriel, Mardin İli’nin Merkez ve Civar Köylerinde ve İlçelerinde Bulunan Kiliselerin ve Manastırların Tarihi, Resim Matbaacılık, İstanbul 1998. Altun, Ara, Mardin’de Türk Devri Mimarisi, İstanbul 1971. Aydın, Suavi, Kudret Emiroğlu; Oktay Özel ve Diğerleri; Mardin Cemaat Aşiret Devlet, Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2001. Çerme, Vartanuş A., “Ermeni Katolik Kilisesi’nin Kurucularından Melkon Tazbazyan’ın Hayatı (1654-1716)”, Tarih ve Toplum, C. 31, S. 184, Nisan 1999. Eryılmaz, Bilal, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Yayınları, İstanbul 1996. Göyünç, Nejat, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991. Günay, Ramazan; 259 Numaralı Hicrî 1006–1008 (Milâdî 1598–1600) Tarihli Mardin Şeriyye Sicilinin Transkripsiyon ve Değerlendirmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır 2002. Karpat, Kemal H., “Giriş”, Osmanlı ve Dünya, Ufuk Kitapları, İstanbul 2001. Ortaylı, İlber; Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yayıncılık, İstanbul 2001. Parry, Oswald H., Six Months in a Syrian Monastery, Horace Cox, London 1895. Sadedî, Abdullah Satuf; İstastikî Bazı Bilâd ve Kura Sened 1870, Kırklar Kilisesi Arşivi. Mardin Şer’iye Sicilleri Mardin Şer’iye Sicili, Defter No: 201 (H.1262–1271/M.1845–1855), 220 (H.1315–1317/M.1897–1900), 234 (H.1288–1289/M.1871–1873), 243 (H.1273–1274/M.1856–1858), 379 TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİN İNANÇ BOYUTU Doç. Dr. İsa YÜCEER Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi E-mail: myyuceer@yahoo.com; Tel: 0 432 225 10 25-2444. Özet Türk-Ermeni ilişkileri Müslüman-Hıristiyan ilişkilerinin bir görünümüdür. Farklı iki din mensupları geçmişte bir arada yaşayıp güzel ilişkiler kurmayı başarmışlardır. İnançlarının farklı olması onların asırları birlikte huzur içinde geçirmelerine engel olmamıştır. Bildiride farklı din ve inançlara sahip olan toplulukların bu farklılıkları aynı ortamı güven içinde paylaşmalarına engel olmadığına vurgu yapılacaktır. Karşılıklı olarak hukuka riayet ederek inanca saygı duyarak yaşanabileceğinin örneğinin geçmişte verildiği belirtilecek ve ilişkilerin inanç boyutuna açıklık kazandırılacaktır. Doç. Dr. İsa YÜCEER Giriş Anadolu tarihte farklı kültür, medeniyet ve dinleri barındırmış, çeşitli düşünce ve felsefî akımları, muhtelif anlayışları ve muhalif kesimleri birlikte barındırmıştır. Bölge genelinde Hz. İsa’dan sonra Hıristiyanlık yayılmış, İran’a yakınlığı nedeniyle o toplumun sahip olduğu kültürün de etkisi olmuş, farklı yerlerde az sayıda Yahudi bulunmuş, İslâm’ın gelişi ile birlikte bölgeye gelen Müslümanlar İslâm’ı duyurma faaliyeti yürütmüş ve bölgenin hâkim dini İslâm olmuştur. Hıristiyanlar kendi içinde Ermeni kiliseleri mensupları fazla, diğerleri de az oranda varlığını korumuştur. Müslümanlar, bölge halkından kendi arzularıyla İslâm’ı kabul edenler ve başka yerlerden gelip oraya yerleşenler şeklinde farklı yapıları bulundursa da, hepsi de Müslümanların idaresinde ve İslâm’ın gölgesinde yaşamışlardır. Oran itibariyle sürekli Müslümanların sayısında çoğalma söz konusudur. Bu da sadece doğum yoluyla artış değil, diğer din mensuplarından özellikle de Hıristiyanlardan İslâm’a girenlerle olmuştur. Bu kesimler aynı mekânı paylaşıp güzel ilişkiler kurmuşlar ve son yüzyıla kadar huzur içinde gelmişlerdir. Osmanlıların zayıflaması ve hasımlarının onun yurduna göz dikmesi sürecinde dış etkenler içteki bu din farklılığından yararlanmış, ayrı din mensuplarından Hıristiyan Ermenileri kendi çıkarları yolunda örgütler bünyesinde yetiştirmişler ve farklı dinlerin huzur içinde yaşadığı 383 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ortamda huzursuzluk başlatılmıştır. Konunun din motifi ve düşünce ekseni ele alındığında durumun iç açıcı olmadığı görülür. Birlikte yaşama sanatının Müslümanların işi olduğu geçmişte görülmüştür. İslâm gelişinden itibaren diğer din mensuplarıyla güzel ilişkiler kurmayı başarmış bir dindir. Müslümanlar birlikte yaşadıkları ortamdaki farklı dinlere mensup kimselerle aynı ortamı kolay paylaşmışlardır. İslâm Ehl-i Kitap olarak adlandırdığı Yahudi ve Hıristiyanlara ayrı bir yer ve önem vermiş, kitap ehli/kitaplılar olarak ayrı bir kategoride gördüğü bu kesimi farklı konumda değerlendirmiş, onları kendine yakın kabul etmiştir. Aynı fizikî ortamı birlikte paylaşan Müslüman ve Hıristiyan kesimleri örneklerinin önemli bir boyutu Ermenilerle yaşanmıştır. Farklılıklar hoşgörüyle karşılanmış, karşılıklı saygı gösterilmiştir. Mabetlerin korunması ve ibadetlere hürmetle ilgili güzel davranışlar sergilenmiştir. Burada dikkati çeken husus hâkimiyetin Müslümanların elinde olduğu ortamda Hıristiyanların himaye görmüş olmasıdır. Hıristiyanların kendi içinde farklı mezheplerden kaynaklanan birbirlerine karşı sert tutumları ve acımasızlıkları bilinmektedir. Müslümanlar ise onlara müsamaha göstermiş, onların can, mal, iffet, din ve inançlarını, kültür ve geleneklerini korumalarını sağlamış, varlıklarını sürdürmelerini temin etmiştir. Bu köklü geçmişi görmeden gelecek hakkında sağlıklı görüş belirlemek kolay olmayacaktır. 1. Müslüman-Hıristiyan İlişkilerinin Muhtevası İslâm geldiğinde bu bölgede Hıristiyanlık insanlar arasında en çok yaygın din durumundaydı. Birçok millet onu kendine din olarak seçmişti. İslâm’ın önce Mekke, Medine ve Arap yarımadasında, sonra da İran ve Bizansta yayılması sürecinde en çok ilişki Hıristiyanlarla kurulmuştur. Bu iki dinin mensupları kendilerini birbirlerine, İslâm da dinler içinde Hıristiyanlığ’ı ılımlı görmektedir. İnsanlar içinde de Hıristiyanlığ’ı bırakıp İslâm’a girenlerin sayısı çoğunluktadır. Bunlar kendi arzu ve iradeleri ile kararlarını bu yönde veren ve tercihini bu şekilde yapan kimselerdir. İslâm’ın önemli bir özelliği din seçimi konusunu gönül meselesi yapmasında görülür. Mensubu bulunduğu dinî bırakıp İslâm’a gelenlere Müslüman muamelesi yapılmış, onlara İslâm’ın Müslümanlar hakkında belirlediği hükümler uygulanmıştır. İslâm’a gelmeyip kendi dininde kalanları da dinlerine göre tasnif etmiştir. Örneğin Hıristiyan ve Musevîler’e özel 384 Doç. Dr. İsa YÜCEER bir kavram olarak Ehl-i Kitap1 ifadesi kullanılmıştır. Kitaplı dinler, ilâhî bir kitaba mensup olanlar kategorisine girenlere belirli hükümler getirilmiş, Müslümanların o dinin mensuplarının hukukuna riayet etmelerini istemiştir. Geçmişte Ermeniler Roma İmparatorluğu’nun, Sasanilerin, sonra da Bizansın yönetiminde kalmıştır. Buralar VII. yüzyıldan sonra da Müslümanların yönetimine geçmiştir. İslâm’ın gelişinden sonra erken dönemde bölge Müslümanlar tarafından fethedilmiştir2. Huzeyfe bin Yeman Ermenistan ve Azerbeycan fethine Şamlılar ve Iraklılarla brlikte gitmiştir3. Müslümanlar Azerbaycan ve çevresini Hz. Ömer (22/643) döneminde fethetmişlerdir4. Tiflis’e kadar olan yerler Hz. Osman döneminde Suraka bin Amr komutasında alınmış, Abdurrahman bin Rabia ve kardeşi Süleyman bölgede hâkim olmuşlar, Habib bin Mesleme Tiflis’te Hz. Osman’ın emriyle isyancı Ermenilere karşı mücadele vermiştir. Kapsamlı faaliyetler Hz. Osman döneminde gerçekleşmiştir5. Emeviler döneminde Ermenistan ve Azerbaycan’da Müslümanların hâkimiyeti devam etmiştir6. Bundan sonraki dönemde bir kesim Müslüman diğer kesim ise Hıristiyan olarak varlığını sürdürmüştür7. Abbasîlerin ilk döneminde Azerbaycan ve Ermenistan’da hâkimiyet devam etmiştir8. Harun Reşit döneminde bölgede fitnelerin çıktığı ve bastırıldığı nakledilir9. Mu’tasım döneminde çıkan Babek el-Hürremi’nin kargaşa çıkardığı olaylarda Ermenilerden destek almıştır10. Raşit Halifeler, Emevi ve Abbasî dönemlerinde bölgenin hakimiyeti Müslümanların elindedir. X. yüzyılda Türklerin bölgeye gelmesiyle iki 1 Kur’an-ı Kerim, Bakara 2/105, 109; Al-i İmran 3/64-5, 69-70, 71-2, 75, 98-9, 110, 113, 199; Nisa 4/123, 153, 159, 171; Maide 5/15, 19, 47, 59, 65, 68, 77; Ankebut 29/46; Ahzap 33/26; Hadid 57/29; Haşr 59/11; Beyyine 98/6. Bu ayetler Ehl-i Kitap kavramını kullanarak Musevî ve Hıristiyanları kastetmiş ve onlarla ilgili kapsamlı bilgi vermiştir. 2 Muhammed Ferid Bey, Tarihu’d-Devleti’l-Aliyyeti’l-Osmaniye, Daru’n-Nefais, Tahkik İhsan Hakkı, Beyrut, 1983/1403, s.191, 318. 3 Kasım bin Sellam, Kitabu Fedaili’l-Kur’an, Daru İbn-i Kesir, Beyrut 1999, s.282. Konunun tafsilatı için bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Barî, Daru’d-Deyyan, Kahire 1987, IX, s.17. 4 Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslâm es-Siyasî, ve’d-Devlî ve’s-Sekafî ve’l-İctimaî, Mektebetu’n-Nahdati’l-Mısrıyye I, Kahire 1985, s.237. 5 Hasan İbrahim Hasan, a.g.e., I, s.258-259, 469. 6 Mahmud Zakir, et-Tarihu’l-İslâmî -8- el-Ahdu’l-Osmanî, el-Mektebetu’l-İslâmî, Beyrut 1986/1406, s.365. 7 Zakir, a.g.e., s.366. 8 Taberî, Tarih, IX, s.147; Hasan, a.g.e., II, s.28. 9 Hasan İbrahim Hasan, a.g.e., II, s.51. 10 Hasan İbrahim Hasan, a.g.e., II, s.109. 385 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kesimin ilişkisi başlamıştır. Böylece dil ve dinî farklı iki kesim bir arada yaşamak durumunda kalmıştır. Geçmişle kıyaslandığında aynı dinin mensubu olan Ermenilerin Bizanslılardan zarar gördükleri, şiddete maruz kaldıkları tarih kaynaklarında tespit edilmiş bir husustur. Genel çerçevede istikrarlı bir ortamın bulunmadığı belirlenmektedir. Şu var ki; Türklerle birlikte olduklarında aynı ortamda farklılıklara rağmen istikrar sağlanmış, Bizans dönemiyle kıyaslandığında hayal dahi edilemeyen büyük farkın varlığı görülmüştür. 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı sonrası Türk-Ermeni ilişkisinde Türklerin muhataplarına karşı şefkatli davrandıkları, karşılıklı iyiliğin yaygın hale geldiği, halkın refah ve mutluluğunun sağlandığı görülür. Ermeniler dinlerinin gereğini engelsiz olarak yapmış, törelerine bağlı kalmış ve sosyal yaşantılarını istedikleri şekilde sürdürmüşlerdir. Bizansla Ermeni toplumu arasında düşmanlık hâkimken, Türklerle Ermeniler iyi ilişkiler kurmuşlar, aralarında yardımlaşmalar sağlanmıştır. Türklerin hasmı Ermeniler değil Bizanslılardı. Savaşlar Bizansa karşı verilmiş, Ermeniler Bizansa değil Selçuklu ve Osmanlıya bağlı kalmayı tercih etmişlerdir. Bunu kardeşlik ve dostluk ilişkisi olarak tanımlamak mümkündür. Osmanlıyla ilişkide Osman Gazi (1324) de Bursa’yı merkez edinmesinden itibaren Ermeni ruhanî reislerle yakından ilgilenmiş, Fatih Sultan Mehmet (1453) onlara ileri düzeyde değer vermiş, Rum Patrikliğini koruduğu gibi Ermeni Patrikliği’ni (1461) de kurmuş, Patrik eliyle Ermeni cemaatin dinî işlerinin düzenli yürümesini sağlamıştır. Fethedilen yerlerdeki Ermeniler İstanbul’daki Patriğe bağlanmış, böylece ekonomik ve kültürel özgürlük yanında dinsel özgürlük kazanmıştır. Kötü niyetlilerin hazırladığı tuzaklar uygulamaya konup, tezgâhlar ortaya çıkınca, iyi ile kötüyü, samimi ile art niyetliyi ayırmak kolay olmamıştır. Fitne ortamında şaşkın halde kalan insanlar, hiç beklenmedik olumsuz hareketleri yapmışlardır11. O ortamda insanlar kendilerini hazırlanmış bir planın içinde bulmuşlar, bir şekilde tercih yapmak durumunda kalmışlardır. Organizeli faaliyetlerde planlı olarak yetiştirilmiş olan militanlar çeşitli ikna yöntemlerini kullanarak halkı ikna etmiş, vaatlerde bulunmuş ve insanların ileriyi göremeyişinden yararlanmışlardır12. 11 Mehmet Ethemoğlu, Ermeni Terörünün Kısa Tarihi, Dicle Üniversitesi Yayını, Diyarbakır 1987, s.57. 12 Ethemoğlu, a.g.e., s.59. 386 Doç. Dr. İsa YÜCEER 2. Farklı İnanç Mensuplarının İlişkilerinde Yöntem Türk-Ermeni ilişkilerini örtbas etmek değil, çok yönlü olarak görmek gerekmektedir. Hedef doğruyu tespit etmek ve adaleti hâkim kılmaktır. Osmanlı-Rus Savaşları sırasında ayaklanan Osmanlı tebaası konumunda olan bazılarının yaptığı kötülükler göz ardı edilemez. Burada Müslüman dünyanın başına gelenler, Müslümanların kayıpları gözden uzak tutulmamalıdır. Bu süreçte Müslümanlarla gayrimüslimler birbirine hasım hale gelmişse, bunun sebebi Müslümanlar değil, onlara hasımlık eden kesimlerdir. İsyan edenlerin, Osmanlının Cihan Savaşını kaybetmesine sebep olduğu açıktır. Hıristiyanlardan Rumlarla Ermeniler sürekli ihtilaf halindeydi. Ermeniler Rumların baskısı altındaydı. Özellikle Fatih Sultan Mehmet Ermenilerin müstakil Patrikhane sahibi olmasını, kendi mabetlerinde ibadet yapmalarını ve dillerini korumalarını sağlamıştır. Bunlar askerlik de yapmamış, kendi mesleğinde yetişmiş, genelde zengin olmuş, büyük imkânlar elde etmişler, bunu onlara Müslümanlar sağlamış, ayrıca devlet idaresinde üst kademelere getirmişlerdir. Osmanlının sadık vatandaşları olan Hıristiyanları kullanmak ve onların varlığından yararlanmak isteyenler olmuş, Ermeniler üzerinde Ruslar, Rumlar üzerinde de batılı güçler etkili olmuştur13. Geçmişte farklı kesimler yönetilirken, kimse onlara ayrıcalık yapılıp zulmedildiği iddiasıyla Müslümanları töhmet altında tutamaz14. Osmanlı toplumunda Müslüman olmayan tebaanın durumu ve konumları tarafsız yazarların onlar hakkındaki tespit ve değerlendirmelerinde olumsuz görülmezken, kötü niyetli kesimler gerçeği yansıtmaksızın tarafgir tavır alarak asılsız iddialarda bulunmaktadır15. Onların garip konumu ise Türklerle tam bir karışma/indimaç sağlamayıp Türkleşmemiş, İslâm’a da girip Müslüman da olmamışlardır. Din ve uyruklarına bağlı kalmışlardır16. Ermeniler hakkında bu görüş ileri sürülmüş, bu tespitlere yer verilmişse de, onların 13 Parçalama faaliyetleri için bkz. Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İstanbul Üniversitesi Yayını, İstanbul 1984, s.145. 14 Müslümanların uygulamaları ve bağlı oldukları prensipler için bkz. Ebu Zeyd Şelebî, Tarihu’l-Hadarati’l-İslâmiye ve’l-Fikri’l-İslâmî, Mektebetu’l-Vehbe Yayını, Kahire 1964/1383, s.122. Bölgelerin yönetimi ile ilgili kurallar (s.185), ticarî faaliyetler (s.351), idarî uygulamalar (s.89), maliye (s.304). 15 Osmanlı toplumunda çok büyük servet biriktirmede üstün güce sahiplerdi. Başka yerlerdekilerin Anadolu’dakilerle irtibatları kesilmemiştir. Doğrusu sürekli Osmanlı Devleti’nden ayrılma düşüncesinde olanlara destek vermişlerdir. Muhammed Kemaleddin ed-Desukî, ed-Devletu’l-Osmaniye ve’l-Meseletu’ş-Şarkıye, Daru’s-Sekafe, Kahire 1976, s.297. 16 Ed-Desukî, a.g.e., s.298. 387 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER içinden Müslüman olanların varlığı ve toplumda sorun çıkarmadan uyum içinde olanların yoğunluğu bilinmektedir. Kargaşa döneminde kötü niyetlilerin yaptığı olumsuzluklar ve istenmeyen faaliyetler nedeniyle tüm kesimleri itham altında tutmak uygun değildir17. Ermenilerin farklı bir yönü olarak Osmanlı tebaası içinde millet-i sâdıka /sadakat gösteren millet olarak bilinmesidir. Bu durum son döneme kadar muhafaza edilmiştir. 3. Hıristiyanların İnanç Görünümlü Planları 3.1. Son Asırda Doğu Anadolu’da Müslüman-Hıristiyan (Ermeni) Olumsuz İlişkileri 1914’te Ruslara öncülük eden Taşnak ve Hınçak çeteleri Müslüman köylerindeki halkın öldürülüp, maddî varlıklarının yakılıp yıkılması bir inanç yansımasıdır18. Müslümanlarda kimseye karşı ön yargı olamaz. Gayrimüslimler daha önce mevcut hükümran güçle iyi geçinme örneği vermişlerdir. Ayrıca Hıristiyanlar içinde Müslümanlarla en uzun birliktelik yapanlar, âdet ve gelenekleri itibariyle Müslümanlarla en çok benzeşenler Ermenilerdir. İnanç ve akide farklılığı farklı dine mensup olmanın bir yansımasıdır. Bu farklılık tabii karşılanmıştır. Birinin diğerinin aleyhinde olmasını gerektirmemiştir. 3.2. Rusların Ermenilere Destek Vermesinde Dinin Rolü Doğudaki sorunların Rusya’daki ihtilâle kadar sürmesi, ihtilâl sonrasında durumun değişmesi Osmanlının iç sorunlarında dış etkenin varlığın göstergesidir19. Hıristiyan kesime bu dinî hâkim kılma yolunda dıştan destek verme faaliyeti yürütüldüğü bilinmektedir20. O dönemde Hıristiyanların emellerini gerçekleştirmede dinî faktör ön planda olmuştur21. Örgüt yönlendirmesi ile hareket edenlerin kanun ve dinde meşru olmayan yollara başvurdukları tespit edilmiştir22. Ermeni konusunu Rusların Asya’da genişleme ve sıcak denizlere inme siyasetiyle doğrudan bağlantılı oldu17 Müreffah oluşları ile ilgili olarak bkz. Mayevski, Ermenilerin Yaptıkları Katliamlar, Çeviren Azmi Süslü, Ankara Ünviversitesi Baskısı, Ankara 1986, s.80. Mayevski, Rusların eski Van ve Erzurum başkonsolosudur. 18 Mayevski, a.g.e., s.20, 54. 19 Ed-Desukî, a.g.e., s.294-5. 20 Bkz. Abdulaziz Muhammed eş-Şenavî, Avrupa Fi Matlai Usuri’l-Hadise I, Mektebetü’lEncülî, Kahire 1977, s.110–113. 21 eş-Şenavî, a.g.e., s.114, 119, 217-218, 280, 585. 22 Örnekler için bkz. eş-Şenavî, a.g.e., s.52 vd. 388 Doç. Dr. İsa YÜCEER ğu üzerinde görüş birliği bulunmaktadır23. Rusların Slav birliğini sağlama hayalleri yanında özellikle Anadolu’daki Hıristiyanlara destek verme ve onlardan yararlanma girişimleri tespit edilmiştir24. Ruslar 1917 sonrasında Batı üzerinde ve kendi iç işlerinde yoğunlaşmış, bu nedenle doğudan ayrılmışlardır25. Bu gelişmeler olmakla beraber Ortodoksların himayesi her dönemde sürdürülen bir projedir. Batılılar Katolikler’i Rusya da Ortodokslar’ı himaye adı altında Osmanlıya müdahale yolunu seçmiştir. Mezhep birliği ve aynı mezhebe sahip olma vasıtasıyla siyasetini yayma Osmanlı Devleti raiyesi arasında bu mezhep aracılığıyla nüfuzunu hâkim kılma yolunu izlemiştir. Maksadını istediği gibi revaçta tutması için onları alet yerinde tutmuş, geçmişte sürekli Ortodokslar lehine imtiyazlar almıştır26. Rusların hedefleri sıcak denizlere inmek, İstanbul’u Müslümanların elinden almak, orayı tekrar Hıristiyanların merkezi haline getirmek ve Ortodoksluğ’u bölgede hâkim kılmaktır. Bunun gerçekleşmesi için Osmanlı birliğinin parçalanması ve kendilerinin güneye açılması gerekiyordu27. Bu yolda Osmanlı içinde kendilerine yardımcı olacak kesimler bulmuş ve onları kendi çıkarları uğrunda kullanmışlardır. 3.3. Hıristiyanlarca Kutsal Mekânların Himayesi ve Ele Geçirilmesi Planları Müslümanlar diğer din mensuplarının kutsal değerlerine zarar vermezler. Bu düşünce şahsiyetleri, mekân, değer ve her türlü kutsalı kapsar. Bu nedenle Müslümanların hâkim olduğu yerlerde başkalarına ait değerler özellikle korunmuştur. Rusya mukaddes yerlere ulaşma ve Osmanlı içindeki Ortodoks raiye arasında nüfuzunu yayma girişimini her fırsatta sürdürmüştür28. Rusya’nın müdahaleleri ve bölge ile ilgili girişimleri aralıksız sürmüş29, Kutsal Yerler konusu sürekli gündemde kalmıştır. Hıristiyanların Osmanlıların iç işlerine müdahale etmek için Kutsal Yerler Meselesi’ni 23 Muhammed Ali Ebu Derre, Avrupa Fi’l-Karni’t-Tasi’aşara Ve’l-Işrin (1789-1950), Müessesetu Sicilli’l-Arap, Kahire 1978; Grant ve Temprerly’nin “Evrope in the Nineteenth and Twentieth Centuries” adlı eserinin Arapça çevirisi, II, s.11. 24 Ebu Dere, a.g.e., II, s.12, 20, 30-31. 25 Ebu Dere, a.g.e., s.306-307. 26 Ferid Bey, a.g.e., s.491. 27 Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’r-Rus, El-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut 1982/1402, s.45. 28 Ferid Bey, a.g.e., s.493. 29 Geniş bilgi için bkz. Ferid Bey, a.g.e., s.80, 141, 183, 202, 246, 263, 277, 299-300, 308-9, 310, 317, 321, 325, 329, 341-2, 359-60, 370, 375, 387-9, 392, 400-1, 411, 423, 426. 389 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gündemde tutmuş ve bu yerlerde Batı hâkimiyetini kurma girişimlerini sürdürmüştür30. 3.4. Zahirde Korumacı Tavırların Art Niyetli Perde Arkası Ruslarla sorunlar Osmanlıların zayıflama döneminde yaşanmış ve Ruslar o bölgede yayılma sürecine girerken mevcut Hıristiyan potansiyelden yararlanmıştır31. İsyan sorunu sadece bir kesimle ilgili olmayıp Müslüman kesimde dahi ayrılma ve Hıristiyanlarla birlikte hareket etme girişimleri görülmüştür32. Rusların arkalarına başkalarını da alarak Osmanlıya Ermeniler konusunda baskı yaptığı bilinmektedir33. Şark Meselesi Osmanlıların zayıflaması, içteki Hıristiyan ulusal hareketlerinin hızlanması, dıştan güçlü devletlerin müdahalesinin özünü oluşturur. Osmanlıların Ermeni meselesinde konumu dıştan yapılan müdahalelerle belirlenmiştir. Osmanlı Devleti Ermeni reayanın hepsine halk olarak hukukuna riayeti ve müsamahalı davranışıyla biliniyordu. Dininde hür Osmanlı raiyesi olarak hiç bir zaman onların işlerine müdahale etmiyordu. Ermenilerin durumunun iyileştirilmesi konusu Osmanlılar üzerinde sürekli baskı unsuru olmuştur34. Ermeniler iddia ettikleri mağduriyet konusunda mübalağa etmişlerdir. Devletin düşmanlarıyla antlaşmalar yapan, Müslümanlara karşı düşmanlıkta bulunan, Hıristiyanlık şiarı taşıyan müstakil devlet kurmayı kararlaştıran isyancı ve Osmanlı Devletine vurmak için dıştan destek alan kesime devlet nasıl çözüm bulabilecekti ki! Osmanlı Devleti’nin buna seyirci kalması makul mudur?35 sorusunu müellif haklı olarak sormaktadır. 30 Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’r-Rus, s.107. 31 Zakir, a.g.e., s.369. 32 Yemen gibi başka yerlerin ayrılış faaliyetleri için bkz. Faruk Osman Abaza, El-Hükmü’lOsmanî Fi’l-Yemen, El-Mektebetu’l-Arabiyye, Kahire 1986, s.183. Valilerin eleştirisi, s.427-523. Konunun edebî tasviri için bkz. Abdu’r-reşit Abdulaziz Salim, Devletu’l-Hilâfe ve Şi’ru’l-Vataniyyun, Vekalatu’l-Matbuat, Kuveyt 1982/1403. Destek veren şiirler için s.161, eleştirel yaklaşım için s.185. 33 Bkz. eş-Şenavî, Ed-Devletu’l-Osmaniye Devletün İslâmiyyetün Müftera Aleyh, Mektebetu’l-Enculî El-Mısriyye II, Kahire 1980, s.1071. Osmanlıların bölgede Azerbaycan çevresindeki faaliyetleri ve düşmana karşı konumları için bkz. Ahmet el-Karamanî, Tarih-i Salatin-i Al-i Osman, Daru’l-Besair, Dımışk 1985/1405, s.9. 34 Muhammed Kurban Niyaz Molla, Es-Sultan Abdülhamit Es-Sani, ve Eseruhu Fi Neşri’dDaveti’l-İslâmiye, Mektebetu’l-Menara, Beyrut 1988/1408, s.69-70; Baha Fethi, Avrupa Fi’l-Karni’s-Sani Aşara Ve’l-Işrin (1789-1950), Müessesetu Sicilli’l-Arap I, Kahire 1967, s.327. 35 Niyaz Molla, a.g..e., s.71. 390 Doç. Dr. İsa YÜCEER İçteki Hıristiyan unsurların himayecisi konumunu Rusya her vesile ile teyit etmiş ve bu himaye fikri aralıksız sürdürülmüştür. Bunun yanında güneye ve dolayısıyla sıcak denizlere inme planını gerçekleştirmek için dinin bir araç olabileceği düşünülmüş, Osmanlı içindeki farklı ulusları ve Hıristiyanları devlet aleyhine kışkırtmak onları hedefe götürecek araç olarak alınmıştır36. İçteki Hıristiyan gruplar ırkçı ve kültürel çalışmayı millî ruh düşüncesiyle yürütmüştür. Bu dinî gruplarla Hıristiyanlar kastedilmiş, bunların hukukunun korunması adı altında dıştan yapılan müdahaleler ve uyarılar hiçbir zaman son bulmamıştır37. Bu süreç Rusya’da Komünist ihtilâle kadar (1917/1336) devam etmiştir38. Bu müdahale başta ıslahat/durumlarının düzeltilmesi adı altında olmuşsa da, sonu bağımsızlık olacaktır. Bu gelişmeler Rusya’nın güdümünde olduğu için sonuç da onun lehine gelişecekti. Şark Meselesi’nin temel sorunlarından birisi de Mukaddes Mekânlar Meselesi’dir. Bunun da temelinde Kudüs bulunmaktadır. Beyt-i Lahm’daki Hıristiyanlar tarafından önemli olan Kutsal Kilise’dir. Hz. İsa’nın doğumu ile alâkalı en önemli mekân olarak görülmektedir. Realitede Osmanlılar bu mekânların ve farklı din mensuplarının himayesine azami önem vermişlerdir. Fakat çeşitli iddialar ortaya atılarak bir taraftan Rum Katolikler, diğer taraftan Ermeni Ortodokslar ve bunların arkasındaki Ruslar ve Batılılar her fırsatta bahaneler bularak Osmanlı üzerinde baskı kurmuşlardır39. Her konu inançla ilişkilendirilip kendi mezheplerinden olanların himayecisi oldukları rollerini dile getirmişlerdir. Biz bu yöneticilerin çok dindar oldukları için bu savunuyu yaptıklarını sanmıyoruz. Şüphesiz dindarlık kişi ile Allah arasındadır. Fakat burada din alet olarak kullanılmış, çıkarlar ve ilerde sömürmeyi hedefledikleri yerlerle ilgili gizli niyetlerini saklı tutmuşlar ve dinî öne sürmüşlerdir. Osmanlıda istikrarsızlığın olması ve içteki Hıristiyanların devlet aleyhine kışkırtılması onların işine gelmiştir. Sonuçta Osmanlıdan alabildiklerini alarak işgal edebildiklerini ele geçirmişler, bu yolda kullanılabilecek tüm kesimleri kullanmışlardır40. Rusların nüfuzunu genişletmesi ve Hıristiyan ahalinin yanında olduğunu 36 37 38 39 40 Fethi, a.g.e., I, s.328. Fethi, a.g.e., I, s.358. Zakir, a.g.e., I, s.370. Fethi, a.g.e., I, s.346-347. Fethi, a.g.e., s.232. 391 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER her vesile ile tekrarlaması, üzerinde kaynakların birleştiği bir husustur41. Osmanlıyı istila planlarını yaparken sadece kendi gücüyle yetinmemiş, içte ve dışta birliktelik yapabileceği kesimler bulmuştur42. İçteki Hıristiyanların bağımsızlığını elde etmesi büyük plandı43. Sürekli tekrarlanan iddia ise özellikle Ermeniler olmak üzere Hıristiyan tebaanın durumunun düzeltilmesi olmuştur44. Bu yolla içteki Hıristiyanlar dıştan vasi/himayeci bulmuş ve bu güç Hıristiyanları himaye adı altında Osmanlının iç işlerine karışmıştır45. 3.5. Can Güvenliğini Sarsan Faaliyetler Ermenilerin aleyhte faaliyetlerinin en belirgini Sultan II Abdülhamit’e karşı 1905’te düzenledikleri suikast olayıdır46. İçte Sultan’ın muhalifleri de bunu teyit etmişlerdir. Osmanlı içinde bağımsızlık hareketlerinin gerçekleşmesi için isyana teşvik etmesi faaliyeti yürütmüşlerdir. Bunlar istiklâllerini aldıktan sonra da Rusya onları yutacaktı47. Talat Paşa’yı Berlin’de ve daha başkalarını İttihat ve Terakki yetkililerini Ermeniler kendi başlarına gelen işten sorumlu tuttukları için öldürmüşlerdir48. 3.6. Sömürge Planları Tüm bu girişimlerle Osmanlının birliğini koruma girişimi bağdaşmıyordu49. Konu Osmanlı da ıslahat hareketleri ile de ilişkilendirilmiştir50. Bu da temelde Müslümanların birliği düşüncesi (Camiatu’l-İslâmiyye) ile de alâkalıdır51. Ermeni faaliyetleri Rusların niyetleri arasında olan Osmanlı topraklarını işgal etme hedefine hizmet eder mahiyettedir52. İçteki Hıris41 Ali Hassun, Tarihu’d-Devleti’l-Osmaniye, El-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1983/1403, s.172173. 42 Ali Hassun, Tarihu’d-Devleti’l-Osmaniye, s.174. 43 Ali Hassun, Tarihu’d-Devleti’l-Osmaniye, s.175-176. 44 Ali Hassun, Tarihu’d-Devleti’l-Osmaniye, s.178. 45 Ali Hassun, Tarihu’d-Devleti’l-Osmaniye, s.178. 46 Muhammed Harp, El-Osmaniyyun Fi’t-Tarih Ve’l-Hadara, Daru’l-Kalem, Şam 1989/1409, s.36. 47 Harp, a.g.e., s.282. 48 Ferid Bey, a.g.e., s.725. 49 Muvaffak Benu’l-Merce, Sahvetu’r-Raculü’l-Merid Ev Es-Sultan Abdulhamid Es-Sani Ve’l-Hilâfeti’l-İslâmiye I, Kuveyt-el-Enba 1984, s.100. 50 Benu’l-Merce, a.g.e., s.69. 51 Benu’l-Merce, a.g.e., s.126. 52 Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’l-Balkan, El-Mektebetu’l-İslâmî, Beyrut 1986/1409, s.165. 392 Doç. Dr. İsa YÜCEER tiyanları devletin aleyhine kışkırtması ve kendi vesayetinde olmalarıdır53. Kendi himayesinde Ortodoks birliğini kurmak istiyordu. Bunların Osmanlı, Macar ve Polonya topraklarında olmaları fark etmiyordu. Osmanlı yurdunda bunlar eliyle fitne çıkarmak ve başkalarını Osmanlı aleyhine savaşa kışkırtmak belirgin işleriydi. İçte karışıklığın çıkması onun işine yarayacak ve hedefine ulaşmak için fırsat bulmuş olacaktı. İleriye dönük büyük projelerini gerçekleştirmesinin önünde Osmanlıyı engel olarak görüyordu. Bu konuda batıyla da Osmanlıyı taksim etme antlaşmaları yürütmüştür54. Osmanlı içinde mahallî hareketler, isyan teşvikçiliği, bağımsızlık girişimlerini destekleme aralıksız sürdürülmüştür55. İçtekiler ise dıştan destekli bu faaliyetleri yürütmüşlerdir. Ruslar kendi hakimiyetleri altındaki milletlere akıl almaz zulümler yaparken, Osmanlı topraklarında ki Ortodokslar’ın haklarını savunma ve din kardeşinin hakkını koruma adı altında sorunlar çıkarma yolunu izlemişlerdir. Tüm proje hasta adam dedikleri Osmanlıyı bitirmeye yönelikti56. Bu arada Batı haçlı ruhunu korumayı büyük oranda başarmıştır57. Bunu yaparken Müslümanları birbirine düşürmesi ve dağıtması gerekiyordu. Bu da gerçekleştirilmiştir. Bunun yapılabilmesi için mevcut yönetim Osmanlıyı eleştiren kesimin görüşleri sürekli gündemde tutulmuş ve yapılan iyilikler göz ardı edilmiştir58. Doğuda Osmanlıların zarar görmesinin diğer yerlere olumsuz etkileri olmuş, başka yerlerde yaşayan Müslümanlar himayesiz kalmış, sömürgenin eline bırakılmıştır59. Tüm olup bitenlere rağmen Müslümanların sorumluluğunun idrakinde olması ve haksızlık edemeyeceği onlara dinlerinin kesin emridir60. 53 54 55 56 57 Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’l-Balkan, s.166. Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’l-Balkan, s.168. Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’l-Balkan, s.170. Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’l-Balkan, s.171-172. Köşk, a.g.e., s.191-198. İslâm birliği konusu için s.209; Arap ırkçılığı teması Münir Muhammed Necip, El-Hareketu’l-Kavmiyyetu’l-Hadise Fi Mizani’l-İslâm, Mektebetu’l-Menar, Ürdün-Zerka 1983/1403, s.33, 115, 173. 58 Muhammed Celal Köşk, El-Kavmiyyetu Ve’l-Gazvu’l-Fikrî, Daru’l-Irşad, Beyrut 1967, s.185. 59 Bkz. Muhammed el-Hayr Abdulkadir, Nekbetu’l-Ümmeti’l-Arabiyye Bi Sukuti’l-Hilâfeti’lOsmaniye, Mektebetu’l-Vehbe, Kahire 1985/1405. Mekke Şerifi Hüseyin’le mektuplaşmalar için s.229-230. Bağımsızlık hareketlerine destek verenlere açıklık getirme için s.231; Enver el-Cündî, Hareketu’l-Yakazatı’l-İslâmiyye, Daru’l-İtisam, Beyrut trs, s.113, 193. 60 Sadi Ebu Ceyb, Dırasatu’n fi Minhacı’l-İslâm es-Siyasî, Müessesetu’r-Risale, Beyrut 1985, s.155-164. Irkçı faaliyetlerin Arap yarımadası boyutu, Cuma El-Hulî, El-İtticahatu’lFikriyyeti’l-Muasıra ve Mevkıfu’l-İslâm’ı Minha, Beyrut 1986, s.113-139; Salih bin Ab- 393 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Fransız İhtilâli Osmanlı içindeki unsurları özellikle de Ortodoks Kilisesi yetkililerini kullanmıştır61. Tüm gelişmeler ırkçı düşünceleri destekler mahiyette ilerlemiştir62. Gerçek şu ki Fransız İhtilâli sonrasında ulus devlet kurma girişimlerinin hızlandığı dönemin yansımalarını gerçek yönüyle tanımak gerekmektedir63. 3.7. Dine Hizmet Görünümlü Faaliyetler 3.7.1. Eğitim Öğretim Faaliyetleri Okullarında Müslüman Osmanlıların aleyhine kışkırtmalar yaptıkları bilinmektedir. Böylece Türkler pek çok kesimin ortak düşmanı olarak görülmüş ve ortak çıkarlar göz önünde bulundurulmuştur. Kışkırtmalar burada temel problemdir. Sonunda iyi geçinen insanlar içinden, gayrimüslimler dışardan himayeye ihtiyaç bulunmadığı bir zamanda himaye adı altında entrika ve propagandalara alet olmuş, ilişkiler bozulmuş, emperyal güçlerin kışkırtmasıyla geçimsiz ortam oluşmuştur64. Okul ve kolej faaliyetleri ve bu yolla hedeflerine ulaşma çabaları bilinmektedir65. Hukuka riayet; Müslümanların kendileriyle beraber yaşayan gayrimüslimlere karşı riayet etmeleri gereken hukuk vardır. Onlar bu hakları gözetmekle yükümlüdürler66. Şüphesiz Osmanlının her yönetim gibi haklı olarak istediği şey istikrardı. Bu yörede bunu bozucu ne türden hareket olmuşsa devlet varlığını devam ettirebilmek için bunun üzerine gitmek durumundaydı67. 61 62 63 64 65 66 67 dullah el-Abbud, Fikretu’l-kavmiyyeti’l-Arabiyye ala dav’i-İslâm, Daru’t-Tayyibe, Riyad 1401, s.14 vd. Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’l-Balkan, s.177. Ali Hassun, El-Osmaniyyun Ve’l-Balkan, s.264. Ferid Bey, El-Osmaniyyun Ve’l-Balkan, s.725. Olaylarla ilgili kapsamlı bilgi ve çete faaliyetleri için bkz. Mayevski a.g.e., s.20, 54. Ömer Avde el-Hatip, Lemehat Fi’s-Sekafeti’l-İslâmiye, Müessesetu’r-Risale, Beyrut 1984, s.178-179, 180-181. Sömürgenin konuyla ilgili katkı ve teşvik eden faaliyetleri için bkz. Enver el-Cündî, el-Yakazatu’l-İslâmiye fi Muvaceheti’l-İslâm, Daru’l-itisam, Kahire trs, s.20, 277. Arif Halil Ebu İyd, el-Alâkatu’l-Hariciye fi Devleti’l-Hilâfe, Daru’l-Erkam, Kuveyt 1983/1404, s.41-42. Farklı kültürlerden insanları memnun etmenin kolay olmadığı örnekleri için bkz. Muhammed Abdullatif el-Bahravî, Fethu’l-Osmanıyyin Aden Ve’n-Tikalut Tevazunu’d-Devlî Mine’l-Berrî Ile’l-Bahrî, Daru’t-turas, Kahire 1979/1399, s.203. Yemen Zeydîlerini himaye için verilen çabalar, s.204-205. 394 Doç. Dr. İsa YÜCEER 3.7.2. Misyonerlik Faaliyetleri Misyonerlir faaliyetlerinin yansımaları büyük olmuştur68. Misyoner okulları yoluyla Hıristiyanları meziyetleri olan, dil bilen kimseler olarak yetiştirme yanında çok boyutlu faaliyetlerinin olduğu bilinmektedir69. 4. Ermeni Meselesinde Din Faktörü 4.1. Farklı Din Mensuplarının Ortamı Diğer din mensupları içerisinde Hıristiyan ve Yahudilerle ilgili olarak Kur’an’da çok sayıda dinî metin gelmiş ve ilişkilere açıklık getirmiştir. Her şeyden önce inanç esası olarak taraflar aynı ilaha iman etmektedir. İslâm inanç esaslarını belirlerken kitaplara iman çerçevesinde tüm kitaplara inanılması esasını getirmiştir70. Peygamberler hakkında da Allah’ın kulu ve peygamberi oldukları temel ilkesinden hareket edilmektedir. Kur’an’ın konuya bakışı yönüyle değerlendirme yaptığımızda ilâhî kitaplar ve peygamberler arasında bir ayrım yapılmaksızın inanılması esasını getirmiş ve üstün değerlere önem vermiştir. Hz. İsa’nın annesi Meryem Kur’an’da bir surenin adı71, ailesi ise Al-i İmran/İmran Ailesi, Kur’an’ın en uzun ikinci suresinin adıdır. Hz. Musa’nın kurbanlığı Kur’an’ın en uzun 68 Irkcılık hareketlerini körükleyerek ve teşvik ederek hedeflerine ulaşma çabaları için bkz. Muhammed Behiy, El-Fikru’l-İslâmiyyi’l-Hadis ve Sılatuhu Bi’l-Istimaru’l-Garbî, Mektebetu Faysaliye, Mekke 1972, s.517. Etkinlikleri için s.563-579. Irkçı faaliyetler için bkz. Abdulkerim Meşhedanî, el-İlmaniyye ve Asaruha ale’l-Evdai’l-İslâmiyye, Mektebetu’tDevliye, Riyad 1983/1403, s.134. 69 Ahmet Abdulvahhab, Hakikatu’t-Tebşir Beyne’l-Madi ve’l-Hâdır, Mektebetu Vehbe, Kahire 1981, s.1-221; Mustafa Halidî ve Ömer Ferruh, Et-Tebşir Ve’l-Istimar Fi’l-Biladi’lArabiyye, Menşurat Mektebetu’l-Asriye, Beyrut 1983, s.1-257. 70 Burada şu eklemenin yapılması gerekmektedir. Bu kitapların Allah’ın gönderdiği asıl şeklini kabul etmek esastır. Geçen zaman içinde aslın korunamadığı ve bunlara insan müdahalesinin yapıldığı, asılda olmayan bir takım işlerin olduğu bilinmektedir. 71 Meryem Kur’an’da otuz dört defa geçmektedir. Kur’an-ı Kerim, Bakara 2/87, 253; Al-i İmran 3/36-7, 42-3, 45, 64; Nisa 4/156-7, 171; Maide 5/17, 46, 72, 75, 86, 110, 112, 114, 116; Tevbe 9/31; Meryem 19/16, 27, 34; Müminun 23/50; Ahzab 33/7; Zuhruf 43/57; Hadid 57/27; Saf 61/6, 14; Tahrim 66/12. Bunlardan bir kısmı Hz. İsa’yı tanıtırken Meryem oğlu İsa şeklinde geçmektedir. Muhtemelen bu vurguda Hıristiyanların İsa’ya Allah’ın oğlu demelerine karşı onu gerçek kimliği olan Meryem’in oğlu olma vasfıyla tanıtma ve bu özelliğine vurgu bulunmaktadır. Bakara 2/78, 253; Al-i İmran 3/4; Nisa 4/157, 171; Maide 5/17, 46, 72, 75, 78, 110, 112, 114, 116; Meryem 19/34; Müminun 23/50; Ahzab 33/7; Zuhruf 43/57; Hadid 57/27; Saf 61/4, 14. Bunun yanında Meryem’e ilahlık isnadının asılsız olduğunu ispat için onu İmran’ın kızı olarak tanıtır. Tahrim 66/12. Bazı ayetlerde ey Meryem şeklinde ona olan hitap dile getirilmiştir. Al-i İmran 3/37, 42-3, 45; Meryem 19/27. 395 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER suresine isim olmuştur. Hz. Musa ve Hz. İsa’nın kıssalarına Kur’an geniş yer vermiş, en ibretli yönleriyle anlatmış ve en doğru bilgilere ulaşmamızı sağlamıştır. İncil72, İsa73, Meryem, Havari74, Musa, Tevrat sıklıkla tekrarlanan ve önemle vurgu yapılan lafızlardır. Hıristiyanlar kendi aralarında farklı anlayışlara sahip mezhepler oluşturduğunda aralarında büyük ihtilaflar yaşamışlar, ayrılıklar sadece mezhep ayrımı düzeyinde kalmamış, inançtan hayata yansıyan ileri boyutlara varan huzursuzluklar yaşanmıştır. Herhangi bir Hıristiyan mezhebine mensup kesim diğer Hıristiyan mezhebinin mensuplarından göremedikleri sıcaklığı, yakın alâka ve insanî muameleleri Müslümanlardan görmüşlerdir. Bizans yönetimi kendi dindaşları arasında mezhep ayrılığını önemli bir yerde tutmuş, muhalif mezhep mensubu olarak gördüğü Ermenileri, mensup oldukları farklı mezhep olan Gregorian mezhebi mensubu olmaları nedeniyle kendilerine acımasız davrandıkları ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Müslümanlar ise birlikte bulundukları farklı kesimlere insanî güzel ilişkide bulunmayı temel ilke edinmişler ve din ayrılığını sorun yapmamışlardır. Onlardan alınan basit bir vergi karşılığında kendilerinin her bakımdan güvenliği sağlanmış, Müslümanlar cepheden cepheye koşarken hedefleri içte güvenliği sağlamak olmuştur. Böylece Müslümanların sağladığı barış ortamında onlar maddî durumlarını düzeltmiş, güzel ortamı kendi lehlerine kullanmışlardır. Halkın kazanımları yanında Osmanlılar Ermenilere üstün mevkiler vermiştir75. 72 İncil Kur’an’da on iki defa geçmektedir. Al-i İmran 3/3, 48, 65; Maide 5/46-7, 66, 68, 110; Araf 7/157; Tevbe 9/111; Fetih 48/29; Hadid 57/27. Bağlamları: Tevrat ve İncil’i Allah indirmiştir. Al-i İmran 3/3, 65; Hadid 57/27. O öğretmiştir. Al-i İmran 3/48; Maide 5/110. İsa’ya İncil’i Allah vermiştir. Maide 5/46. İnsanlardan ona inananlar onunla hükmetmekle yükümlü tutulmuşlardır. Maide 5/47, 66, 68. Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in geleceği müjdelenmiştir. Araf 7/157; Tevbe 9/111. Onun ümmetinin özellikleri İncil’de kapsamlı olarak anlatılmıştır. Fetih 48/29. 73 İsim olarak İsa Kur’an’da yirmi beş ayrı yerde geçmektedir. Bunlar zamir olarak o ifadesiyle işaret edilen yerler hariçtir. Bunların genelinde İsa’nın Meryem’in oğlu Mesih olduğuna işaret edilmiştir. Bakara 2/87, 136, 253; Al-i İmran 3/45, 52, 55, 59, 84; Nisa 4/157, 163, 171; Maide 5/46, 78, 110, 112, 114, 116; Enam 6/85; Meryem 19/34; Ahzab 33/7; Şura 42/13; Zuhruf 43/63; Hadid 57/27; Saf 61/6, 14. 74 Havariler Kur’an’da beş defa geçmektedir. Al-i İmran 3/52; Maide 5/111-2; Saf 61/14. Bağlamları: Onlar iman ettiklerini ve dine destek vereceklerini ifade etmişlerdir. Al-i İmran 3/52, Saf 61/14. Mucize istemişler ve istekleri verilmiş, ilhama ermişlerdir. Maide 5/1112. 75 Bunlar kaynakların tespit ettiği realitelerdir. Buna rağmen Ermenilerin Türk köylerine saldırısı, halkı rencide etmesi ile ilgili anlatılan gerçekler bulunmaktadır. 396 Doç. Dr. İsa YÜCEER Müslümanlarla Hıristiyanların iyilikle dolu hayat sürdüğünün birçok örnekleri bulunmaktadır. Örneğin; Ermeni Patriği Basile’nin 1090 yılında kiliselerin, manastırların ve rahiplerin vergi muafiyeti içine girmesini sağlayan bir ferman aldığı tespit edilmektedir. Melikşah’ın ölümünde Müslümanlar gibi Hıristiyanlar da yas tutmuşlardır76. Dinî töleransın asırlarca korunduğu bir realitedir. Evlilikten defin işine kadar kilise usûlüne göre işlerini yapabilecekleri açık olarak belirtilmiştir. Buna Rum, Ermeni ve Yahudiler dâhildir77. 4.2. Ermeni İsyanının Diğerleriyle Mukayesesi Ermeniler için durum Araplardan farklıdır. Burada da içlerinde Müslüman olanlar istisna edilirse, Hıristiyan olanlar çoğunluğu oluşturmaktadır. Bunlar kışkırtılmak suretiyle başkaldırmaları sağlanmıştır. Temelinde farklı ırklara mensup kimselerin ulusal devletlerini kurmalarının temin edilmesi görünümü vardır. Fakat zayıf da olsa ortada var olan Osmanlıya karşı bu faaliyetin yürütüleceğinden tüm isyan girişimlerinde organizenin sürdürülmesi halkın isyana kışkırtılması, silâh, cephane, teçhizat temini ve her şeyden önce halkın bu konuda ikna edilmesi, dışardan destekle sağlanmıştır78. Tüm çalışmalar dış destekli yürüyünce, sonuçta ortaya çıkan tabloda dışa bağımlı olarak, isyan ederken, yardım aldığı yerlere bağımlı hareket edecek ve oraların hizmetinde olacaktır. Burada esas üzerinde durulması gereken husus dinin bir malzeme gibi kullanılmış olması, onun alet edilerek halkın ikna edilmesidir. İnsanlık tarihinde XIX. yüzyıla gelindiğinde artık din insanın Allah ile ilişkilerinde tüm iç dünyasını kuşatan ve dışa samimi ibadetler, iyilik ve güzellikler olarak yansıyan bir kurum olmaktan birçok yerde çıkarılmıştır. Samimi insanları isyan etmesi için yapılan yoğun çabalar sonunda ikna aracı olabilmiştir. Bu halk belki de kullanıldığının farkında dahi olmamıştır. Osmanlıyı parçalama planları içinde bu devlete tâbi olan halkı isyan eder ve en yakınındaki masum insanları öldürür konuma getirmek için büyük bir tezgâhın olduğu ve oyunun oynandığının belki de farkında değildi. Diğer kesimler bir tarafa Ermeni halkı mutlu mudur? Burada mutlu ol76 Mehmet Aydın, İslâm ve Kültürel Çoğulculuk, Uluslararası İslâm Düşüncesi Konferansı 2, İstanbul 1997, s.60. 77 Aydın, a.g.e., s.61. 78 Patrikhane’nin istenmeyen tutumları ve kötü sonuçlara sebep olan faaliyetleri için bkz. Erdal İlter, Ermeni Kilisesi ve Terör, Ankara, Üniversitesi, Osmanlı Tarihi Araştırmaları Yayını, Ankara 1996, s.66. 397 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER duğunu iddia etmek kolay olmayacaktır. Bizim düşüncemiz bu konularda dinî araç olarak kendi kötü düşünceleri uğrunda kullananların yanlış yaptığı şeklindedir. Bize göre din, inanç, mezhep ve mabet Allah’a kulluğun mekânı, vasıtası ve birer parçasıdır. Bunları sömürge kullanmış ve kendi hedefleri açısından başarılı olmuştur. Bundan sonraki süreçte din ve inançlar hangi din olursa olsun art niyetlilerin aracı olmamalıdır. Bu da ancak inanmış insanın uyanması ve şuurlanması ile gerçekleşecektir. Tarafsız ve çağdaş gözle konuya bakan insaflı araştırmacılar bu konuda dinin-hangi din olursa olsun- kutsal makamında durması gerektiğini hiçbir konuda alet edilmemesinin doğru olacağını paylaşırlar. Din, ayrılık düşüncelerine isyan ve fitnelere alet edildiğinde sonuçta insanların o dine, onun kurumlarına masum mensuplarına karşı var olan itimad ortadan kalkmaktadır. Kimsenin dinî inançlara zarar vermeye hakkı bulunmamaktadır. Araplar ve Ermenilerden ayrılmak isteyenler, Osmanlıdan ayrılacaksa, bu konuda din alet edilmeden, dinin kurumları yıpratılmadan, inanç zedelenmeden, inanmış insana olan güven kaybedilmeden de bu yapılabilirdi. 5. İlişkilerin Bozulma Süreci Fransız İhtilâli’yle başlayan milliyetçilik eğilimlerinin Osmanlıya yansıyacağı kaçınılmaz bir beklentiydi. Yönetimin her kademesinde bulunan ve ileri düzeylere gelen Ermeniler hallerinden memnun olmaları ve sorun bulunmaması nedeniyle onlardan her hangi bir olumsuzluk beklenmiyordu. Fakat dıştan müdahaleler, kışkırtmalar her zaman için göz önünde bulundurulmalıydı. Bunu göz ardı etmek sorunların gerçek yönünü görmemeyi beraberinde getirecekti. Dıştan Ermenilere sunulan cazip teklifler onların içindeki art niyetlilerin heveslerini kabartacak ve özellikle Rusya ile yapılan faaliyetleri sadece ticarî boyutta kalmayacak, farklı alanlara yansıma gösterecekti. Müslümnalar’ın sorunu kendileri iyi niyetli oldukları için herkesi iyi niyetli sanmalarından kaynaklanmış, bu da sorunlara sebep olmuştur. Ermenilerin cemaaat ve cemiyet kurması ve dernek faaliyeti yürütmesi tabii bir haktır. Buraların sıkı kontrol edilmemesi oralarda yıkıcı faaliyetlerin yapılmasına yönelişe kapı aralamıştır. Bu iki toplum içiçe yaşamış, birbirinden yoğun şekilde etkilenmiş, özellikle sağlık alanında yetişmiş Ermeni doktorlara kendi sağlığını teslim eden Müslümanlar, zamanla bir takım olumsuzlukların varlığını hissetmeye başlamıştır. Artık devletin yetiştirdiği, dul ve yetim oldukları için yardım ettiği ve himayesinde tuttuğu kim398 Doç. Dr. İsa YÜCEER selere güven gittikçe sarsılmaya başlamış, geçmişin güzel anılarının yerini artık pek çok yerden gelen kötü haberler almıştır. Devletten nişan ve madalya alan üst düzey insanlara güvenin sarsılması ise yıkım olmuştur. En acısı da Osmanlı tarihinin başından itibaren Patrikhane bazında ve kiliseler düzeyinde ayakta tutulan Ortadokslar’ın zamanla Osmanlı dışındaki kendi mekteplerine mensup kesimlerle gizli iş birliğine girişmiş olmalarıdır. Bildiride sunmak istediğimiz ana tema da budur. Müslümanların kiliseleri tamir etmesi, bir başka dinin ayakta kalması için çaba vermesi belki de sadece Müslümanlarda yoğun şekilde görülmektedir. Şüphesiz mabedin insan zihninde önemli bir yeri vardır. Müslümanlar hangi dinin ibadet mahalli olursa olsun oraya saygı duyar. İnsanların samimi duygularla orada ibadet ettikleri, dinî yetkililerden güzel telkinler aldıkları, dinledikleri nasihatler doğrultusunda iyi insan olduklarını düşünür. Kilisesinde dua ile meşgul olan insanı saygın kişi olarak değerlendirir. Papaz Efendi diye hitap ederek önemli saygıyı ifade eder. Bu iyi niyetlere karşı din adamları, milletvekilleri ve çete reisleri Müslümanlara karşı birlikte hareket etmiş, Haçlı Seferi için Ayin-i Ruhanî törenleri yapmışlardır79. Geçmişte Ruslar tarafından hor görüldükleri halde Osmanlıdan özellikle din ve inançları yoluyla himaye gördüklerini kendileri itiraf etmektedirler80. Techir sırasında öldürme ise yalan yanlış propagandadan ibarettir81. Onların planlı hareketleri arasında işgal güçlerinin askerlerinin de büyük çoğunluğunun Ermenilerden oluştuğu tespit edilmektedir82. Geçmişte ihtilaf halinde olan Rum ve Ermenilerin birbirleriyle ittifak ve birlik içinde oldukları dönem artık 1919’dur83. Böylece aynı dinin farklı kesimleri birlik ve beraberlik sağlamışlardır. Kiliselerdeki hâkim noktalardan Müslümanlara ateş açıldığı tespit edilmiştir84. Böylece ibadet yerleri bu tür faaliyetlerin merkezi haline gelmiştir. Bunun yanında Türk ve Müslüman halkla hiçbir meselelerinin olmadığını açıklamaktan çekinmeyenler de vardı85. Böylece bir kesim kendilerini kolaylıkla kamufle etmişlerdir. 79 Celal Yıldırım, Tarihî Belgeler Işığında Bayazıt’ta Ermeni Mezalimi, Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2003, s.223. 80 Yıldırım, a.g.e., s.29. 81 Yıldırım, a.g.e., s.49. 82 Osmanlı Belgelerinde Ermeni Fransız İlişkileri 1918-1919, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara 2002, s.15, 136, 157. 83 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, a.g.e., s.0. 84 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, a.g.e., C. II, Ankara 2004, s.69. 85 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, a.g.e., C. II, s.130. 399 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER İşgal kuvvetleriyle birlikte hareket etme, Müslüman halka tecavüz ve katliam belgeleri ortadadır86. Bu nedenle zahirde iyi ilişki gösterisi yeterli değildir. Gayrimüslimler Müslümanların içinde kendilerine tanınan hürriyet, mülkiyet güvenliği, eğitim hakkı, dil, ekonomik refah, kültür ve dinî hürriyetleri barış içinde kullanmışlardır. Güvenlik korunmuş, Ermenilere bu konuda başkalarından farklı olarak kendilerine Hıristiyanlar içinde imtiyazlı bir statü de tanınmıştır87. Burada dikkati çeken husus devletin güçlü olduğu dönemlerde gayrimüslimlerle ilgili herhangi bir problemden bahsedilmezken, zayıflama dönemlerinde dış güçler bunları başta dinî, sonra da siyasî ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Bağımsız devler kurma girişimlerinde Ermeni Patrikhanasi ve ona bağlı birimler oynanan oyunlarda aracı olmuşlardır. Sorun bir emperyalizm sorunudur. Osmanlı içindeki Hıristiyan unsurların dinî liderleri ve kilise faaliyetlere öncülük etmiştir. Ermeniler Osmanlı topraklarında güven ortamında mezhep açısından da hiçbir problemleri olmadığı halde, kendi mezhep yanlılarıyla birlikte hareket etme yolunu izlemişlerdir. Müslümanlarla karşılaştırıldıklarında çok rahat durumda olmalarına rağmen, Ermenilerle ilgili ıslahat yapma ve Ermeni sorununu uluslararası antlaşmalara koymayı 1878’lerde başarmışlardır. Devletin kendi iç meselesi, kendi egemenlik hakları çerçevesindeki meseleler dış müdahaleye taşınmıştır. Osmanlılar Hıristiyan tebaaya eşit muamele etmiş, bunların içindeki mezhep ayrılığına müdahale etmemiştir. Ermeni meselesi ortaya çıkışından itibaren dış güçlerin himayesinde yürütülmüş, siyasî girişimler, ıslahat talepleri ve Ermeni faaliyetlerinde dış güçlerin takındığı tavır, içteki yandaşlarıyla birlikte olmuştur. Konu Osmanlıyı da Türkiye Cumhuriyeti’ni de çok fazla meşgul eden ve devleti sarsan boyuta taşınmak istenmektedir. Albert de Moun ve Denis Coclin gibi muhafazakâr oldukları için Katoliklik dışındaki mezheplere ve özellikle de Hıristiyanlığın zıddı sayılan İslâm dinine karşı kalplerinin derinliklerinde sakladıkları nefret ve düşmanlıkla tanınan batılı siyasetçilerin zehirli sözleri, tatsızlık veren yazıları, İngiltere ve Amerika’da önemli yer tutan Protestan papazlarının mutaassıp ve dindar ahaliyi aleyhimizde kışkırtma konusunda sürekli çalışmaları dünya kamuoyunu bize düşman etmekteydi. Aleyhimizdeki bu düşünce 86 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, a.g.e., C. II, s.196. 87 Münir Süreyya Bey, Ermeni Meslesinin Siyasî Tarihçesi 1877-1914, Ankara 2001, s.V. 400 Doç. Dr. İsa YÜCEER akımını hazırlayan kuvvet de hep Ermeni propagandası oldu88. Bu tespit ortaya konan ve yaşanan realitenin ifadesidir. Ayastefanos’a gelip imzalanan sulh antlamasına Ermeni milleti lehine bazı maddeler koyduran Patrik Nerses Varyabedyan’dır. Berlin Antlaşması’na benzer maddeler Patrik heyetinin girişimiyle konmuştur. Zahirde ıslahat yapılması, Ermenilerin huzur ve güvenliğinin temin edilmesi şeklindeydi89. Durumlarının iyileştirilmesi teklifini batılı ülke sefirleri aracılığıyla istemektedirler. Ermenilerin bulunduğu vilâyetler için özel talepler söz konusudur. Dile getirilen ise Ermenilerin zulüm ve düşmanlığa uğradığı, Hıristiyan mezheptaşlarının durumlarının düzeltilmesi adına müdahale edilmesi talepleridir90. Tüm gelişmeleri Müslümanların aleyhine çevirme söz konusudur. Batılılar Osmanlıda yaşayan mezhepdaşlarının zulme uğradığını iddia etmiş, Ermeni, unsurunu her vesile ile savunmuşlardır. Artık doğu vilâyetlerine Ermeni vali tayini düzeyine gelmiştir. Artık islahattan öte, özerk yönetim ve Rusya’ya ilhak meseleleri konuşulmuştur. Kendilerini mağdur gösterme ve zarara uğrayan kesim olarak tanıtmayı başarmışlardır. Osmanlı ise gayrimüslimler lehine olacak talepleri geri çevirecek güçte değildir. Bu haklar ise Müslüman halkın hakkına tecavüzdü. Artık Rusların doğu bölgesini işgal planları vardır. Bu konuda Ermeniler yararlanmaya müsaittir. Gerçek şu ki Patrikhane ve Piskopos heyeti sürekli devrededir91. Dinine bağlı kimseler etkileyici konuşmaların tesiri altında kalarak faaliyete geçmektedir. Dikkati çeken bir husus Patrik ve onun oluşturduğu heyet Osmanlıların antlaşma yaptığı yere gidip oradaki ülkeleri kendi lehlerine etkileme, antlaşmaya kendilerinin bahsinin geçtiği maddeler koydurma, daha sonra da her vesile ile bunu gündemde tutma yoluna gitmişlerdir. Normalde siyasî heyetler arasında görüşmeler yapıldığı halde, Ermeni Patrikhanesi buralara kendi seçtikleri heyet üyelerini göndererek diğer ülkelerin üzerinde baskı oluşturma yoluna gitmiştir. Kimse de siyasî görüşmelere dinî temsilcinin müdahale etmemesi gerektiği konusu üzerinde durmamıştır. Artık batılı ülkeler ve Rusya’nın sefirleri ise, görüşmelerde heyetleriyle onları savununca işleri kolaylaşmıştır. Ülkeler düzeyinde kendilerini anlatma imkânı bulunca, halkın ikna edilmesi kolaylaşmıştır. 88 89 90 91 Süreyye Bey, a.g.e., s.6. Süreyye Bey, a.g.e., s.7. Süreyya Bey, a.g.e., s.17, 20. Süreyya Bey, a.g.e., s.73, 75-76, 80. 401 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Dıştan alınan destek sadece siyasî düzeyde olmayıp silâh yardımı gibi birçok konuyu kapsamaktadır. Belki de Patrikhane kurulurken bu kuruma geniş imkânların sağlanmış olması onların kendilerini tam yetkili konumda görmelerine sebep olmuştur. Patriğin siyasî faaliyetlerin içinde olamayacağı, Padişahın ona verdiği fermanın muhtevasında dinî sorumluluğun bulunduğu siyasî açıdan Padişaha bağlı olduğu hatırlatılmamış olabilir. Müslümanların dinî temsilcisi olan Şeyhulislâm’la karşılaştırıldığında Patrik çok yönlü ve çok boyutlu siyasî faaliyetlerin içinde olmuş, organize onun ve çevresinin girişimleri ile yürütülmüştür. Ermenilerin silâhlandığı ve silâhlarını çeşitli yerlerde sakladıkları bilinmektedir. Bir resmin altında şunları bulmaktayız. Samsun Ermeni Kilisesi zemininde toprakta yapılan kazı sonucu çıkarılan 20 adet el bombası, kapsül ve bomba eczası (Büyük sandık üzerine Ermenice ‘Samsun Ermeni Piskoposluğuna’ yazılmış ve Ermeni piskoposu vasıtasıyla dışardan sokulmuştur). Bir başka resimde İzmit’e bağlı Ermeşe nahiyesindeki Ermeni Rahipler Okulu’nda bulunan silâhları ve büyük çapta fitilli bombalarla dişli ve yüksek tahrip gücü olan bombalar bulunmuştur. Urfa’da çatışmaların şiddetlendiği sırada kilise üzerinde çekilmiş ‘Ateş Dursun Muhabere Var’ yazısından sonra görüşmek için gelen askere ateş açılmıştır. Suikast düzenlemek için anlaşıp yemin eden komitacılar tespit edilmiştir. Organize piskoposluk tarafından yürütülmüştür92. Hatta kilise ve manastırlardaki kıymetli eşyalar da pazara çıkarılarak satılmış ve elde edilen gelirler teşkilâtlanmaya harcanmıştır93. Din ve inanç motifi harekette önemli bir faktördür. Ermenilerin çıkardıkları anma pullarının üzerindeki fotoğraflar asker, din adamı, yazar ve şâir gibi ileri gelen kişilere aittir94. Kiliselere mazgallar kazdıkları ve şehirlerin hâkim tepelerinde mevziler oluşturdukları resmî kayıtlarda ortaya çıkmıştır95. Ermeni piskoposların etkinlikleri ve bu hususlarda yönlendirici oldukları görülmüştür96. 92 Mehmet Ali Birant, Ermeni Terörü, Ankara 1985, ek. 93 Faiz Demiroplu, Van’da Ermeni Mezalimi 1895–1920, s.15. 94 A. Alper Gazigiray, Osmanlılardan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Kitabevi, İstanbul 1982, ek s.8. 95 Aydın Taneri, Türkler-Bizanslılar-Ermeniler, s.277. 96 Bkz. Hüseyin Çelik, Van’da Ermeni Mezalimi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları, Ankara trs., s.11 vd. 402 Doç. Dr. İsa YÜCEER Ermeni Meselesi’nin çıkışından itibaren papazlar büyük rol oynamışlardır. Ermeni kiliseleri ve Ermeni ruhban okullarında kin telkin edilmiştir. Planları yüksek seviyede din adamları yapmıştır. Dışardan göründüğünde bir ibadethane görünümü olan yerler, dinî merkez görünümlü yerlerde din eğitimi değil, başta komite faaliyetleri yürütüldüğü tespit edilmiştir97. Kudüs’teki ruhban okulunda Türklere karşı düşmanlık telkin edildiği belirlenmiştir98. Burada dinî kisve altında sürdürülen faaliyetlerin tüm içeriği bilinmese de, tespitler büyük Ermenistan telkini ve bunun gerçekleşmesi yolunda verilecek faaliyetlere yöneliktir. Haliyle bu insanlar din görevlisi olarak gittikleri yerlerde aldıkları bilgileri sunacaklardır. Müslüman halka reva görülen kötülüklerin binlerce vesikası bulunmaktadır99. Bunlar bir din mensubunun bir başkasına reva göremeyeceği katliam, cana kıyma, namusu kirletme ve malı telef etme örnekleridir. Kilislerde yapılan âyinde Padişahın iyiliği için dua ettiği, böylece güven verdiği sadakatı kazanma çabasına girerek Padişahın çıkardığı aftan tüm Ermenilerin yararlanmasını sağladıkları dönem 1908’lerde kalmıştır100. Kiliseye bağlı olarak kurulan hayırsever cemiyeti bir hayır cemiyeti görünümünde olsa da, üyelerinin gizli isyan konularına karıştığı görülmüştür101. Kiliselerde yürütülen çalışmalar cemaatin ruhanî idaresinin ötesindedir. Dinî işlere dışardan müdahale olmuştur. Patriklerden bağımsızlık hareketi içinde yer alanlar olmuş, bu kuruma Rum Patrikhanesi’nden de destek geldiği belirlenmiştir. Reform isteklerinin yerine gelmesi antlaşmalarla kararlaştırılmıştır. Bunlar Osmanlı Hıristiyanlarının arzuları doğrultusunda yapılması ve doğudaki Ermenilerin durumlarının iyileştirilmesi, bunun Rusya’nın denetimi altında olması, her türlü tedbirin alınması şeklindeki önerilerdir. Bunlar bir ülkenin bağımsızlığıyla bağdaşmayan hususlardır102. Artık Patrikhane sürekli devrededir. Ermenler için lütuf ve bağış dilemektedir. Talepler Hıristiyanların durumlarının iyileştirilmesi adı altında 97 Gazigiray, a.g.e., s.617. 98 Gazigiray, a.g.e., s.619-620. 99 Halil Kemal Türközü, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1982, s.533–590. 100 Erdal İlter, Ermeni Kilisesi ve Törer, Ankara Üniversitesi, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Ankara 1996, s.54. 101 Cevdet Küçük, Osmanlı Diplamasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878-1897, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1984, s.100. 102 Recep Şahin, Tarih Boyunca Türk İdarelerinin Ermeni Politikaları, Ötüken Yayını, İstanbul 1988, s.180. 403 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sunulmaktadır. Bu durum düzeltmekten kasıt daha sonra anlaşılmıştır103. Konunun tarihî ve siyasî boyutu yanında sadece dinî boyutu ele alındığında, inancın Ermeni Meselesi’nde temel malzeme olarak kullanıldığı görülür. Onlarda sorumsuz ve insanlık dışı saldırılarını sürdürme eğilimi tespit edilmiştir104. Faaliyetlerini halkın iradesi şeklinde göstermişlerdir. Kendi inançlarına uygun olanları kullanmışlar, Sovyetlerin Türk toprakları üzerindeki emperyalist amaçları zamanla daha da netleşmiştir105. Kendi din yanlılarından yararlanarak katliam yapmışlar, bunu yaparken destekler sadece maddî değil manevî destektir, verilen şehitlik payeleri, anma toplantıları kilise organizesinde âyinler şeklinde düzenlenmiştir106. Grup oluşturanlar din temsilcileri etrafında toplanmış, kilise liderleri oluşumun devam etmesinde temel kişi olmuşlardır107. 6. Dinsel Yapıların Mukayesesi Patrikhane ve kiliseler, Müslümanların Hıristiyanlarla aynı ortamı paylamaya başlamalarından itibaren yaşatılmıştır. Gayrimüslim halk bu kurumlar vasıtasıyla eğitilmiş, dinî bilgi noksanları giderilmiştir. Bir yerde onların cahil kalmaması için imkânlar sağlanmış, kendilerine her türlü fırsat verilmiştir. Osmanlı idaresinin güçlü olduğu dönemlerde itaat eden gayrimüslim kesimin devletin zayıflamasını bekledikleri ve bunu fırsat bildikleri görülmüştür. Burada sorun Müslümanlar tarafından fethedilen yerlerdeki gayrimüslimlere her türlü huzur ortamı ve rahatlığın sağlanmış olmasına rağmen, onların memnun olmayıp bağımsızlık çabalarına girmeleri ve bu konuda dinin kurumlarını, halkın inançlarını alet etmeleridir. Bu düşüncelerinin merkezine de Patrikhaneyi koymuşlardır. Gerçekte Patrikhane içinde ve ona bağlı kurumlar bünyesinde serbest hareket etmişlerdir. Kilisede ki ibadetleri dua ve vaazları, vaizlerin faaliyetlerini kimse kontrol altında tutmamıştır. Bu konuda bir bilgiye de 103 Bilal N. Şimşir, Osmanlı Ermenileri, Çeviren Şinasi Orel, Bilgi Yayını, İstanbul 1986, s.247, 250. 104 Başbakanlık Terör ve Terörle Mücadele Durum Değerlendirmesi, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1988, s.56. 105 Metin Tamkoç, Uluslararası Terörizmin Rusya İle Bağlantısı Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı, Ankara Üniversitesi Yayını, Ankara 1984, s.62. 106 Heath W. Lowry, 19. ve 20. Yüzyıl Ermeni Terörizmi Devamlılık Bağı, Uluslararası İslâm Düşüncesi Konferansı 2, İstanbul 1997, s.74. 107 Lowy, a.g.e., s.77. 404 Doç. Dr. İsa YÜCEER sahip değiliz. Ateşli vaizlerin halkı nasıl yönlendirdiklerini bilmek kolay değildir. Çünkü bunlar genelde şifahî konuşmalardır. Elde yazılı metin bulunmamaktadır. Dinin mensubu olan kimsenin diğer din mensuplarını rencide etmeme temel düşüncesini Müslümanlar uygulamışlardır. Onların hoşgörüsünün hareket noktası budur. Fakat Ermeniler açısından bakıldığında aynı duyarlılığın gösterilemediği tespit edilmektedir. Geçmişten şu örnekleri vermek mümkündür. Diyarbakır beylerbeyine ve Amid kadısına İstanbul yönetimi şu yazıyı göndermiştir. Van’da birden fazla gayrimüslimin toplantı yaptıkları, niçin toplandıkları sorulduğunda cevap vermedikleri, ayrıca bunların bazı yeni kiliseler inşa edip bazı eski kiliseleri de tamir bahanesiyle eski konumlarına göre değişikliğe uğrattıkları, eğer haklarından gelinmezse isyan edebilecekleri hususunda Van beylerbeyinin mektup gönderdiği, ancak bunlardan bir kısmının İstanbul’a gelerek kendilerinin beylerbeyi ile hasıl konusunda anlaşmazlıkları bulunduğunu, bu hususun halli için hükm-i şerif çıkardıklarını, toplantılarının nedeninin de bu hükm-i şerif üzerinde müşavere yapmak olduğunu, bunun dışında şer-i şerife aykırı bir iş yapmadıklarını, yeni kilise inşa etmediklerini, sadece bazı eski kiliseleri tamir ettiklerini söyledikleri, her iki iddianın da araştırılarak hangisinin doğru olduğunun ortaya çıkarılması ve sonucun arzedilmesi108 şeklindedir. Şüpheli hareketler ve Van beylerbeyinin tereddütleri üzerine devlet olayı tahkik ettirmiştir. Burada sorun şüphe uyandıran bir takım gizli faaliyetleri henüz erken dönem olan 1565’li yıllarda yapmış olmalarıdır. Muhataplarının entrikaları karşısında Müslümanlar sabırlı, dayanıklı, kendilerine güvenen, dinine bağlı kimselerdir. Başa gelen işlerden dolayı ümitsizliğe düşmeyen, kadere inanan, geleneklerine bağlı, üstüne itaat eden kimselerdi. Aza kanaat ediyor, birbirlerini üst düzeyde koruyorlardı. Gayrimüslimlerde dine bağlılık ve kilisenin talimatını dinlemek isyan etmeyi gerektiriyordu. Müslümanlarda ise dine bağlılık Osmanlıya itaati de beraberinde getiriyordu. Bu yönüyle camiye gidenle kiliseye giden iki kişi çok farklı telkinler alıyorlardı. Manevî yatı sarsılmayan Müslümanların karşısında gayrimüslimlerin yıkıcı faaliyetleri uzun zaman onların beklediği sonucu vermemiştir. Patriğin emrindeki kilise ve okulların nasıl bir nesil yetiştirdiği merak konusudur. Mezun olup giden ve yerleşim birimlerinde görev alan genç papazla108 Divanı Hümayün Sicilleri Dizisi II, 5 Numaralı Mühimme Defteri (973/1565–1566), No: 286, Ankara 1994, s.65. 405 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER rın, halka neyi telkin ettiği zamanla ortaya çıkmıştır. Bir yeri kendileri için kutsal hale getirmek için bizim azizlerden Sen Pol’ün arasıra indiğine inanırız109 demeleri yeterliydi. Manastır kurma ve okul açma yanında burada yetişenlerin gittikleri yerde halka telkin ettikleri düşünceler önemlidir. Mektep ve medresedeki dersler, burada hocaların işlediği konular bilgimiz dışındadır. Müslümanlarda ise bu hususlar tüm açıklığı ile ortadadır. Patriklerin yaptığı telkinler, kehanetler, idealler zamanla meyvesini vermiştir. Haliyle mensubu bulunduğu Hıristiyanlığ’ın Ortadoksluk mezhebinin yararına çalışmalar yürütmüştür. Burada sorun Osmanlı hakimiyetine son vermek için din kullanılarak tahriklerin yapılması ile ilgilidir. Gayrimüslimler Osmanlı döneminde öncekinden çok daha rahat ve mutlu yaşamışlardır. Buna rağmen onlar içinden bir kesit Osmanlıyı zayıflatma ve çökertmeyi hedeflemiştir. Ülkeyi içten yıkma çalışması yapılmış, dıştan gelen düşmana destek verilmiş, bunlar da mezhep birliği adına yapılmıştır. Bunlar Müslümanların tüm değerleri aleyhine olan faaliyetlerdi. Kimsenin şuur altını okuma durumunda değiliz. Fakat Rusya güneye inme fikrinde kendine müttefik ve ileri düzeyde yardımcı olarak gayrimüslimlerle olan inanç bağından azami derecede yararlanmıştır. Karşılıklı yardım vaatleri zaman için de gerçek olmuştur. Aralarındaki iş birliği sürekli Müslümanların aleyhine gelişmiştir110. Bu arada şu tespitler de söz konusudur. XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar Ermeniler Osmanlı idaresi altında kayda değer ölçüde uyumlu davranmışlardır111. Fransızlar Ermeni müttefikleriyle kötü deneyimler edindiler. Antep’in alınmasından (9 Şubat 1921) sonra açıktan açığa Türk dostluğunu aradılar112. Osmanlıların son döneminde başa gelenlerde Ermenilerle Rusların birlik halinde Doğu Anadolu’yu işgali planlarının rolü vardır. Aynı oyun tekrarlanmış Ruslarla Ermeniler birlik halinde Azerbeycan’ın bir bölümünü işgal etmiştir. Değişen şey sadece tarihtir. Seneryo ise aynıdır. Siyasî 109 Süleyman Kocabaş, Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi, Bayrak Yayını, İstanbul 1984, s.31. 110 Bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VII, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1977, s.21. 111 Matthew Smith Anderson, Doğu Sorunu 1774-1923, Çeviren İdil Eser, YKY Yayınları, İstanbul 2001, s.264. 112 İngiliz Devlet Arşivi Gizli Belgeler, Türkiye’nin Parçalanması ve İngiliz Politikası 19001920, Özgün Yayını, İstanbul 2005, s.367. 406 Doç. Dr. İsa YÜCEER entrikalar ve sömürü planları yürüse de dinin saf makamında durması gerekir. Aksi takdirde güven duyulan din kurumunun güven yitirmesi insanlığın büyük kaybı olacaktır. O özel konumda Osmanlı döneminde saklı tutulmuş, değerli bir kurum olarak muhafaza edilmiştir. Onun bu özelliği sürekli korunmalıdır. Sonuç Dileğimiz iki taraf arasındaki konuların ön yargısız olarak ele alınmasıdır. Bize göre düşmanlıklar sonradan ortaya çıkmış, daha doğrusu çıkarılmıştır. Geçmişte bu kesimler hasımlıktan arınmış dönemler yaşamıştır. Bu uygulamalar ilişkilerin iyi yönde gelişmesi yönünde örnek alınabilir. Bu iki millet ve iki dinin mensupları geçmişte yeterince birbirlerini tanımışlardır. Problemlere kulak kapatmak veya görmezden gelmek çözüm değildir. İki kesim kendilerinin iyiliği ve güzel gelecekleri uğrunda müsait ortamı oluşturabilirler. İnançlarındaki farklılık ve ayrı dine mensup olmaları geçmişte onların güzel münasebet kurmalarına engel olmamıştır. Tarihî olay içinde, herkesin üzerinde ittifak etmediği hadiseler olabilir. Aynı coğrafyayı paylaşan insanlar bazı konuları mütehassıslarına bırakmak durumundadırlar. Yararsız olduğu ve zararlılığı bilinen bir takım anlayışların yerini gelecek nesillere faydalı olacak işler alabilir. Aşırılıklar hiçbir zaman yarar sağlamamıştır. Menfaatlerin ortak olduğu pek çok husus bulunmaktadır. Bunlar üzerinde durulabilir. Kalpten ve içten olmak, samimiyet ve iyi niyet pek çok soruna çözüm bulma imkânı oluşturur. Artık kimsenin bir başkasını kabus olarak görmeye hakkı, zamanı ve yetkisi bulunmamaktadır. Müslümanı algılayan Hıristiyanın doğru algılaması ve tanıması, sağlam bilgilerden hareket etmesi gerekmektedir. İyi gelecek için neler yapılabileceğinin planları sağlıklı olarak ortaya konurken, ayrılıkları sürekli göz önünde bulundurmak gerekmemektedir. Ermenilerle temel sorun tarihte de günümüzde de onların Müslümanlara güven vermeyişleridir. Güven ortamının sağlanması temel beklentidir. Şahıslar ve devletler muhataplarına güvenmek isterler. Güven telkin etmeyen, sürekli güvensizlik görünümü veren muhataplarla sağlıklı bir gelecek kurulamayacaktır. Dost olmayı sağlayacak ortam bulunabilir. Fakat insanlar hasmane düşüncelerden kurtulmadıkları müddetçe güvensizlik ortamı devam edecektir. Din ve inanç ise insanlara güven telkininde bulunmaktadır. 407 ŞERİYE SİCİLLERİNE GÖRE BALIKESİR ERMENİLERİNİN SOSYAL YAŞANTISI VE İHTİDA EDEN ERMENİLER Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: ihmercan@balikesir.edu.tr; Tel: 0 266 612 10 00-1315 Özet XI. yüzyıldan itibaren Türkleşme sürecine giren Anadolu coğrafyası, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Anadolu Türk Beylikleri dönemlerinde tamamen Türkleşmiş ve Osmanlılar döneminde ise son şeklini almıştır. Anadolu’ya gelip yerleşen Müslüman Türkler, çeşitli ırk ve Hıristiyanlığ’a mensup topluluklarla karşılaşmışlardır. Bu topluluklar ve hatta devletler ile bir hayli mücadeleden sonra Anadolu’yu Türkleştirip vatanlaştırmışlardır. Türkler, bu coğrafyada yaşayan topluluklarla gayet uyumlu bir şekilde beraber yaşamışlardır. Türk örf ve âdetleri ile İslâm dininin müsamahalı idare sistemi sayesinde yönetimleri altındaki topluluklara gayet hoş görülü davranmışlardır. Anadolu coğrafyasında Türklerin birlikte yaşadıkları Hıristiyan Rum ve Ermeniler ile münasebetleri hakkında bilinen şeyleri tekrarlamadan ziyade, biz çok kısa Ermeni-Türk münasebetlerine, Anadolu’ya gelen Ermenilerin nereden geldiklerine ve Balıkesir’e gelen Ermeniler hakkında kısa malûmat vererek, ardından, şer’iye sicillerinde bulunan bilgiler ışığında, Balıkesir’deki Ermenilerin sosyal yaşantısına kısaca değinceğiz ve yine bu belgelerde belirtildiği üzere ihtida eden Ermeniler hakkında kısaca bilgiler sunmaya çalışacağız. Bilindiği üzere Ermeniler esasen bugünkü Ermenistan Devleti ile Azerbaycan ve Kafkaslar, Anadolu coğrafyasının en son noktası olan Kars ve Ani hatta Van ve Hakkâri dolaylarında yaşamakta iken Bizanslılarca, Anadolu’nun güneyinden gelen Müslüman Arap ordularına ve onların Türk asıllı Avasım ve Suğur askerlerine karşı set vazifesi oluşturmaları maksadıyla bir kısmı Anadolu’nun güneyine, Çukurova bölgesine, bir kısmı da Orta Anadolu’ya yerleştirilmişlerdir. Zaman zaman dayatmalarla ve belki de menfaatler doğrultusunda insanların din değiştirdikleri bilinmektedir. Bu konuyu en güzel ifade eden şâirlerden birisi Everekli Seyrânî’dir. O bir dizesinde Ermeninin yağlı ketesi kaypak Müslümanı dinden çıkarır demektedir. Ancak İslâm inancındaki ihtida mefhumu farklı bir manada ele alınır ve Balıkesir’deki ihtidalara da böyle bakmak gerekir. Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN Giriş Türklerle Ermenilerin ilk münasebetleri, İslâm tarihi çerçevesinde meydana gelmiştir. Arap ordularında Âvâsım ve Suğûr askerleri olarak görev yapmakta olan Türk askerleri Ermeniye bölgesinin fethi sırasında Ermenilerle karşılaşmışlar ve İslâm’ın pazu kuvvetini teşkil etmeleri sebebiyle de bahse konu bölgenin fethi sırasında Ermenileri yenmişlerdir. Ancak; Türk-Ermeni münasebetlerinin esas dönüm noktasını ise BizansSelçuklu mücadelesi teşkil etmektedir1. Bizansın kudretli imparatorlarından olan II. Basil (976–1025) doğudaki sınırlarını güvenceye alarak İslâm ülkelerine doğru genişleme politikası doğrultusunda adı geçen bölgedeki küçük Ermeni krallık ve prensliklerini kaldırarak önemli bir Ermeni nüfusunu Orta Anadolu’ya ve Sivas’a nakletmiş; Bizans sınırlarını Azerbaycan ve Kafkaslar’a kadar uzatmış idi. Bu hadise Bizans ile Selçukluları komşu yapmış ve karşı karşıya getirmişti. Yine Bizans imparatorlarından Konstantin (1042–1055) de aynı siyaseti uygulamaya devam etmiş ve bu sayede Ermeniler Anadolu coğrafyasında yerleşmişlerdir2. Ermenilerin Anadolu’ya gelişleri ile ilgili olarak; Osman Turan, çağdaş Ermeni müellifi Mathieu’dan naklen Ermenilerin yurtların1 2 Hakkı Dursun Yıldız, “Avâsım”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. IV, İstanbul 1991, s.111-112; Yıldız, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, C. III, İstanbul ?, s.202, 344-346, 355. Ayrıca bkz. İslâm Tarihleri. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, 5. Baskı, İstanbul 1996, s.121. 411 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dan çıkartılıp Anadolu’ya sürüldüğünü ve Ermeniye bölgesinin Türklerin istilasına maruz kaldığını... yazmaktadır3. Esasen, Anadolu’yu Türklerin fethetmeye başladıkları zaman diliminde, Ortodoks Bizanslılar şarktan ve Orta Anadolu’dan Batı Anadolu’ya ve Balkanlara doğru çekilirlerken Ermeniye bölgesinden gelen Ermenilerin de Türklerin önünden kaçarak kendilerine sığınak edindikleri Toroslar’ın dağlık kesimleri ile Kilikya’ya göçmüşler ve daha önce Bizans tarafından bu taraflara sürmüş olduğu nüfuslarını yoğunlaştırmaya başlamışlardır4. Hıristiyan dünyası içerisinde bulunan mezhep mücadelelerinin aslını teşkil eden ve 431 Efes Konsili ve yine ardından 451 yılında toplanan Kadıköy Konsili ile Katolik, Ortodoks ve kendilerini hakiki Hıristiyan gören Monofizist anlayışın temsilcileri olan Ermeniler Gregorian mezhebini temsil etmeye başlamışlardır. Gregorianları kendi mezhepleri altına almaya çalışan Bizanslılar onlara birçok baskılar uygulamışlardır5. Grek-Ortodoks düşüncesinin temsilcisi olan Bizans, Ermenilere her türlü baskıyı yapmanın dışında, İranlılara ve Türklere karşı da kendilerine Ortodoks olmadıkları için yardım etmemiş ve hatta Ermenileri rencide edecek şekilde muamelelerde bulunmuşlardır. Hatta Bizansın Kayseri metropoliti Markos köpeğine Armen adını koyarak bunu daha da ileriye götürmüştür. Ermeni Kralı olan ve Türklerden müsamaha gören Gagik bu durumu yerinde incelemek maksadıyla Kayseri’ye gelip gerçeği öğrenmiş ve Markos’u köpeği ile beraber bir çuvala koymak suretiyle onu kendi köpeğine parçalatmıştır. Bu meyanda, Anadolu’daki Bizans hâkimiyeti sona erince, Fırat boylarında ve Kilikya taraflarında bir takım Ermeni Prenslikleri teşekkül etmeye başlamıştı6. İkinci Haçlı Seferi sırasında Bizansın delâleti ile Anadolu’ya giren Haçlıların büyük bir bölümü batı bölgesinde Denizli’den Antalya’ya inerken, gerek Anadolu Selçuklu askerleri ve gerekse bağımsız hareket eden Türkmenler onlara ağır darbeler vurmuşlardır. Yerli Rumlar da Haçlı ordularına sırt çevirmişler idi. Rum ve Türk kıskacı arasında kalan Haçlılar Antalya’ya giderlerken, acınacak bir duruma gelmişler; aç, açık ve hasta olan bu insanlara Türkler yemek vermişler, hastalarını tedavi ederek kendilerine para dağıtmışlardır. Dindaşları Rumların zulmünden ka3 4 5 6 Turan, Selçuklular Tarihi, s.152. Turan, Selçuklular Tarihi, s.283. Abdurrahman Küçük, Türklerin Anadolu’da Azınlıklara Dinî Hoşgörüsü (Ermeni ve Yahudi Örneği), 2. Baskı, Ankara 1999, s.25. Turan, Selçuklular Tarihi, s.287. 412 Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN çan 3 000’den fazla gencin Türklere iltihak ettiği bilinmektedir. Fransız Kralı’nın, bu sefer esnasında yanında bulunan papazı Odon de Deuil, Haçlıların Müslüman olmasından üzüntü duyarak: Ey hıyanetten de daha zalim olan merhamet! Müslümanlar Hıristiyanlara ekmek vererek dinlerini satın alıyorlardı. Bununla beraber, Türkler onları Müslüman yapmak için bir zorlamada bulunmadılar ifadesiyle dikkate şayan bir müşahedeyi de belirtmeden edemez7. Bu arada ihtida meselesi üzerinde de kısaca durmakta yarar vardır. Doğru yolu bulmak; yol göstermek kökünden gelen bu kelime sözlüklerde gerçeğe ulaşmak, doğru yolu bulmak anlamında kullanılmıştır. Terim olarak da; İnançsız olan veya başka bir dine mensup iken İslâm dinine girme anlamında kaydedilmiştir. Din değiştirmede etkili olan sebepler arasında samimî bir duygu ile kendi dinî değerlerini bırakarak başka bir dinde aradığını bulma veya farklı bir dinde iken Müslüman bir kişi ile evlenmek isteyen bir kişinin zahiren dinini değiştirip zamanla içtenlikle yeni dinini benimsemesi şeklinde ele alınmıştır8. İslâm dinî Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilmeye başlanınca önce ekonomik yönden zayıf olanlar bu dine girmeye başlamışlar, zenginler ile kendilerini üstün sınıftan gören kişiler İslâmiyet’e girmekte inat ettikleri gibi girenleri de çeşitli yollarla engellemeye çalışmışlardı. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret ederek orada dinî yayması ve Allah’ın hikmeti ile başarılı olup Mekke’yi fethinden sonra bile bazı inatçı kişiler inatlarında ısrar etmişlerdi. Hz. Peygamber ve İslâm dini, bu konuda hoşgörüde bulunarak onları Müellefe-i Kulûb = Kalpleri İslâm’a ısındırılacak kişiler olarak kabul etmişler hatta Tevbe Suresi’nin 60. ayetinde belirtildiği üzere onlara Zekât’tan pay ayırtmıştı. Bütün bunlar İslâmiyet’in hoşgörüsünün bir örneğini teşkil etmektedir. İslâm’ın yayılması sırasında ise fethedilen ülkelerin halkı veya milletleri İslâmlaşmalarında asla zorlamaya gitmemişlerdir. Hz. Ömer döneminde Suriye fethedilmiş ve ordu komutanı olan Ebû Ubeyde bölge halkından alınmış olan cizyeyi geri dağıttırmıştır9. İhtidaların sebeplerini genelde kültürel etkileşim, iktisadî sebepler ve psikolojik sebepler olarak ele alan araştırmacılarımız; Anadolu coğrafyası 7 8 9 Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Siyâsi Tarih Alp Arslan’dan Osman Gâzî’ye (10711328), 6. Baskı, İstanbul 1998, s.185-186. Ali Köse, “İhtida”, TDV İslâm Ansklopedisi, C.XXI, İstanbul 2000, s.554-558. T. W. Arnold, İntişar-ı İslâm Taihi, 2. Baskı, Çeviren Hasan Gündüzler, İstanbul 1982, s.74. 413 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER için şu görüşleri ileri sürerler ki bunlar aynı şehirde yaşayan insanların bilhassa Selçuklu şehirlerinde görülen dinamik sosyal, dinî ve ticarî müesseseler vasıtasıyla Müslümanlarla gayrimüslimlerin sıkı şekilde temaslarını belirtirler. Bu arada Mevlâna faktörü tabii ki üzerinde durulması gereken ana etkenlerden birisidir. Ayrıca Ahilik Kurumu ise ihtidalara etken olan siyasî ve iktisadî sebeplerin başında gelmektedir10. Ahilik geleneğine bağlı bu teşkilâta, birçok meslek gurubundan Müslüman sanatkârlar girmişler fakat gayrimüslim meslek erbabı ise bu kurumun dışında kalarak sıkıntıya düşmüşlerdi. Bu maksatla adı geçen kuruma girmek isteyenler, Ahilikte ki Müslüman olma şartına istinaden ihtida etmişlerdir. Ortaçağ’da ve bilhassa, Anadolu coğrafyasında Selçuklu-Osmanlı zaferleri veya üstünlüğü karşısında bunalan gayrimüslim unsurlardan birçoğu psikolojik olarak ihtidalara veya karşılıklı münasebetler ile evlenmelerin etkisi ile Müslümanlaşmalarına sebep olan ana etkenlerden bazılarıdır. Gerçi ihtida olgusu iki taraflı olmuştur. Zaman zaman Müslümanlardan da Hıristiyanlığa giren kişilere rastlanmaktadır. Bu durum, Everekli Âşık Seyrânî’nin bir dizesinde belirttiği üzere: Ermeninin Rumun yağlı ketesi kaypak Müslümanı dinden çıkarır dediği gibi günümüzde de görüldüğü üzere İslâmiyet konusunda bilgi noksanlığı olanlar cüzî dolarlar karşılığında misyonerlerin avına düşmektedir. Toplumda adından çok bahsettiren ve Yunanlı ile evlenen Balıkesirli Tuğçe Kazaz ve zengin bir işadamımızın kızı olup eski Alman başbakanlarından Helmut Kohl’ün oğlu ile evlenen Çanakkaleli Elif Şahin’in hadisesi de üzerinde durulması gereken hususlar arasında gelmektedir. Ermenilerin Balıkesir’e ne zaman geldikleri veya nasıl geldikleri hakkında çeşitli rivayetler vardır. Yukarda belirtildiği üzere, Bizansın Anadolu’dan çekilmesi veya başka bir ifadeyle bahse konu coğrafyanın Türkler tarafından vatanlaştırılmasından sonra önce Karesi Beyliği’nin kurulmasına sahne olan bölge, Osmanlı idaresine girdiği XIV. yüzyıl başlarından itibaren yani Orhan Gazi zamanından itibaren, bilinen nüfusun tamamen Türkmen-Yörük grupların yerleşim sahası haline dönüşmüştür. Her ne kadar yerleşik hayat varsa da ağırlıklı olarak hayvancılıkla ve göçebe tarzı bir hayatı tercih etmişlerdir. Hatta; bu bölgelere gelip hayvancılıkla uğraşanlara Yörük-Türkmen, tarımla uğraşıp yerleşik hayatı tercih edenlere manav adı verilmiş ve bu durum günümüze kadar devam ederek adı geçen batı yörelerimizde Yörük-Manav ve daha sonraki yıllarda da bilhassa Rumeli’den Anadolu’ya yeniden göç eden vatandaşlarımız için mu10 Âşıkpaşazade, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, Hazırlayan H. Nihal Atsız, İstanbul 1992. Ayrıca geniş bilgi için bkz. Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik. 414 Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN hacir ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. Onun için, Ermenilerin Balıkesir’e yerleşmelerini ve çok az sayıdaki bu nüfusun nereden hangi sebeplerle geldiklerini yeniden incelemek gerekmektedir. Gerçi bazı yazarlarımız bu konuda çeşitli düşünceler ileri sürmüşler ve bunu bazı olaylara dayandırmışlardır. Bu yazarlarımıza göre, Balıkesir’e gelen Ermenilerin veya başka bir ifadeyle Hıristiyan nüfusun burada bulunma sebeplerinden birisini Rumeli fetihleri sırasında orada bulunan bir takım Hıristiyan unsurun bir nevi emniyet düşüncesiyle buralara yerleştirildikleri ve bunlar arasında da az miktarda Ermeninin buluna bileceği belirtilmektedir11. Mücteba İlgürel, kaleme DİA’da yazmış olduğu Balıkesir maddesinde, XIX yüzyıl sonlarındaki Balıkesir nüfusunun 87 000 civarında olduğunu ve bunlar arsında 1 200 Rum nüfus yanında 2 500 Ermeni nüfusun bulunduğunu kaydetmektedir. İlgürel aynı madde içerisinde Batılı yazarların görüşlerine de yer vermiş ve onlardan Vital Cuinet’ye göre de XIX. yüzyıl sonlarında şehrin nüfusunun 13 118 olduğunu, bunlardan 1 266 sının Rum ve 1 941’nin Ermeni olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, bölgede bulunan gayrimüslim nüfusun bulunmasını da daha çok ticarî faaliyetlerin yaygınlaştırılmasına bağlamışlardır12. Gerçi Sayın İlgürel, başka bir makalesinde de Balıkesir’e gelen Ermenilerin geliş nedenlerini Celâlî isyanlarına bağlamakta ve bahse konu isyanlar sırasında zarar gören halkın yer ve yurtlarını terk etmeleri üzerine devletin onları daha güvenli yerlere yerleştirme ihtiyacını duyması ve bu maksatla da Orta Anadolu’da bulunan Ermenilerin bir kısmının Balıkesir’e yerleştirildiği görüşünü belirtmektedir13. Osmanlı döneminde Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra İç Anadolu’dan bir miktar Ermeni nüfusu yeni başkente getirerek Samatya’ya yerleştirmiş ve 1461’de Yovakim’i de Anadolu ve Yunanistan’daki Ermenilere Patrik tayin etmiştir. XVI. yüzyılda, bu göç ve yerleşmelerin neticesi olarak çoğu doğuda olmak üzere Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde az veya çok sayıda Ermeni nüfusun varlığı tapu tahrir defterlerinden de anlaşılmaktadır. 1530 ve daha sonraki tarihlere ait bu kayıtlara göre Ermeni nüfusun bulunduğu başlıca şehirler şunlardır: Amid (Diyarbakır), Arapkir, Bayburt, Çemişgezek, Çüngüş, Çermik, Divriği, Harput, Hısn-ı Keyfâ (Hasankeyf), İspir, 11 Mücteba İlgürel, “Balıkesir”, İA, C. V, TDV Yayını, İstanbul 1992, s.12-14. 12 İlgürel, “Balıkesir”, s.12-14. 13 İlgürel, “Celâlî İsyanları”, İA, C. VII, İstanbul 1993, s.252-257. 415 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kayseri, Kütahya, Maraş, Mardin, Nusaybin, Urfa, Siirt, Sis (Kozan), Sivas, Tokat ve Trabzon14. 1530 yılı tahrir defterine göre, Bursa vb. gibi bazı şehirlerde belli sayıda Ermeni nüfus bulunmasına karşılık15 Karesi sancağının merkezi Balıkesir kazasında hiçbir Hıristiyan olmayıp, sadece elli-altmış kişilik bir Yahudi topluluğunun bulunduğu16, kaydedilmektedir. Daha önce bu bölgenin yerli halkı olmalarına rağmen şehirde hiçbir Hıristiyan nüfusun olmaması, zaman zaman meydana gelen göçlere bağlanabileceği gibi; şehrin eski yerinin şimdiki yerinden 25 km. uzakta, Kepsut civarında olması ve bugünkü Balıkesir’in Karesi Beyliği zamanında Türkler tarafından kurulmuş olmasıyla da17 ilgili olabilir. Ermenilerin XVII. yüzyıl başında Balıkesir’e gelişleri, buradaki diğer nüfusla ve devlet idaresiyle olan ilişkileri, ticarî hayatları, dinî yaşantıları vb. gibi konularla ilgili bazı bilgileri Balıkesir şer’iye sicillerinden tespit etmek ve izlemek mümkündür18: Ermenilerin Balıkesir’e XVII. yüzyılın başlarında geldikleri ve iskân edilmeye başlandıkları, bu yüzyıla ait bir belgeden anlaşılmaktadır19. Belgede sadece zımmî tabiri geçmekte olup, doğrudan Ermenilerden bahsedilmemektedir. Ancak, bu tarihte Balıkesir’de başka Hıristiyan nüfusun bulunmaması ve müteakip belgelerde ise Ermeni taifesi tabirinin kullanılmasından bunların, Ermeni göçmenler olduğu anlaşılmaktadır. 14 Nejat Göyünç, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler”, Türkler, C. X, Ankara 2002, s.237-238. 15 Sezai Sevim, “Güney Marmara Bölgesindeki Ermeniler’in Nufus, İdarî ve Malî Durumları”, Ermeni Sorunu ve Bursa Ermenileri, Editör Saime Yüceer, Bursa 2000, s.47. 16 Sezai Sevim, XVI. Yüzyılda Karesi Sancağı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1993, s.207. 17 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Karesi Vilâyeti Tarihçesi, İstanbul 1341, s.50. 18 Abdülmecit Mutaf, “Balıkesir’de İskân Edilen Ermenilerin Yönetim ve Müslüman Halkla İlişkileri”, Celal Bayar Üniyersitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (2003), Manisa 2003, C.I, Sayı 1, s.71-80. 19 “Zeyd ve Amr ve Bekir müslimîn zımmî taifesinden bazı kimesneleri avluları dahilinde iskân idüb ekser evkâtte kendüleri huzûr ve gayblarında mezkûrûn zımmîler bazı havâyic îsâl etmek namına mezbûrînin zevcatı üzerlerine dâhil olup muttali’ olmaları meşrû’an caiz olur mu beyan buyrulup... El-cevap: Olmaz, münkirât-ı müteşenni’adan olup men’i lâzımdır. Allahü a’lem. Balıkesir Şer’iye Sicilleri (BSŞ), Defter No: 693, s.1, Belge No: 1. Bu belge bir fetvadır. Ancak, bunun öncesinde kadıya ait karar ihtiva eden bir i’lam olması gerekirken, bu sayfa muhtemelen kaybolduğu için burada yer almamaktadır. 416 Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN Bu belgede, Müslümanlardan ve zımmîlerden çoğul olarak bahsetmesi, Ermenilerin Balıkesir’e toplu olarak geldiklerinden olmalıdır. Bir başka belgede ise, kaçak olarak kilise ihdas ettikleri bir evde yakalanan Ermenilerden, kadın ve erkek olmak üzere yüzden fazla olduklarından20 bahsediliyor olması, onların yaklaşık yüz aile civarında olduklarını göstermektedir. Yine zaman zaman onlarla ilgili olarak meydana gelen olaylar nedeniyle belgelere yansıyan kayıtlar da bu rakamı doğrular niteliktedir. XVII. yüzyılda şehrin nüfusu ise yaklaşık 7 500–8 00021 veya 8 122’dir22. Buna vergi mükellefi olmadıkları için sayıma dâhil edilmeyenler de ilâve edildiğinde bu rakam ortalama olarak 10 000 civarındadır. Balıkesir’e gelen Ermenilerin hepsi aynı yerden olmayıp, çoğunun İran taraflarından gelen Ermeniler23 olduğu belirtilmektedir. Balıkesir’e yerleşen Ermenilerin; Safevî Hükümdarı Şah Abbas’ın Erzurum, Van, Malazgirt bölgelerinden İran’a götürdüğü 23 000 ve yine aynı yörelerle Revan’dan İran’a göçe zorladığı 400 000 Ermeni ailesinden olmaları kuvvetle muhtemeldir. Bunların dışında ayrıca, Harput sancağının Çüngüş kazasından24 ve Sivas’tan da25 gelenlerin olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar da XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyılda meydana gelen Celâlî isyanları esnasında yaşamakta oldukları Doğu Anadolu bölgesini terk edip İstanbul, Tekirdağ ve Batı Anadolu kentlerine yerleşen Ermeni ailelerden26 olmalılar27. Çoğunun aile olduğu anlaşılan bu göçmenler arasında; kadınlar, küçük çocuklar, zanaatkârlar ve hatta papazlar dahi bulunmaktadır. Yanlarında çok fazla eşya getiremedikleri için, ihtiyaçlarını gidermek amacıyla Müslüman ailelere müracaat ettikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca; terekesi sicile kaydedilen Ermeni Babacan’ın mal varlığının bir köle ve cariye ile bohça, peştamal, kuşak, velense ve bir kilim gibi birkaç parça eşyadan ibaret olması da bunu doğrulamaktadır. Ermenilerin bir kısmı Evans, Anderye, Kirker, Mardos, Yorgi, Yani, Menol, Nikola, Yagop, Nevros, Pabak, Yasef, Haçok, Artan, Ovans, Abraham, Nehros, Bogas, Eriki, Nikros, Argo, İsrail, David, Gregos ve Hoça 20 ...rical ve nisâ cemiyet idüb hala şimdi yine yüzden ziyade kefere tâifesi cem’ olmuşlardır... BSŞ, Defter No: 697, s.35a,, Belge No: 1. 21 İlgürel, “Balıkesir”, s.14. 22 Suraiya Faroqhı, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, İstanbul 1993, s.377. 23 ...ekserisi acem keferesi... BSŞ, Defter No: 697, s.35a, Belge No: 1. 24 BSŞ, Defter No: 701, s.36b, Belge No: 1. 25 BSŞ, Defter No: 693, s.216, Belge No: 4. 26 İlgürel, “Celâlî İsyanları”, s.252–257. 27 Mutaf, a.g.m., s.71-80. 417 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gibi kendi kültürlerine ait isimler taşımaktadır. Ancak bir kısmının ise, Murat, Timur, Derman, Karagöz, Melikşah, Bali, Bayram, Altun, Hızır, Arslan, Derviş, Babacan, Durmuş ve Oruç gibi Türkçe isimler taşıdıkları görülmektedir. Bunlarda en çok kullanılanı ise Murat’tır. Kadınlar da yine Margerit, Hüma, Erfendel ve Sare gibi isimlerin yanında Nazlı, Sultan, Meryem, Şehri gibi Türkçe veya Türklerin de kullandıkları bazı isimler kullanmışlardır. Oldukça tartışmalı bir konu olan bu Türkçe adlar meselesi, kültürel bir etkileşimin neticesi olarak bunların Türkleşmiş Hıristiyanlar olabileceği fikrini akla getirmektedir. Balıkesir’e geldiklerinde evlerde kiracı olarak ikâmet eden Ermeniler daha sonraları farklı mahallelerde kendilerine ev satın almaya başlamışlardır. Osmanlı şehirlerinde gayrimüslimlerin genellikle aynı mahallede oturmaları uygulamasının burada uzunca bir süre tam uygulanamadığı görülmektedir: 1617 yılında Ermeni Arslan, Martlu mahallesinde Mehmed Bey’den28; 1621 yılında Argo, Mirzabey mahallesinde İsmihan adlı kadından bir ev satın almıştır29. 1622 yılında Ermeni Bali, Eski Kuyumcular mahallesinde30, Yani ise Karaoğlan mahallesinde oturmaktadır31. Ancak 1667 tarihinde artık Ermenilerin Ali Fakih mahallesinde (bugünkü Dumlupınar mahallesi dâhilinde) toplanmaya başladıkları, burada bir evi kaçak olarak kilise haline getirmelerinden anlaşılmaktadır32. Nitekim Ermeniler muhtelif mahallelerde Müslümanlarla karışık olarak oturmakla beraber bu mahalle, Balıkesir’de gayrimüslimlerin oturdukları mahalle olarak bilinmektedir33. 28 29 30 31 32 33 BSŞ, Defter No: 695, s.51, Belge No: 3. BSŞ, Defter No: 698, s.55a, Belge No: 1. BSŞ, Defter No: 697, s.71b, Belge No: 2. BSŞ, Defter No: 699, s.44b, Belge No: 2. BSŞ, Defter No: 697, s.35a, Belge No: 1. 1845 tarihli nüfus sayımına göre de Ermeniler, Ali Fakih, Karaoğlan, Yenice, Eksi Kuyumcular, Börekçiler, Martlı ve Kasaplar mahallelerinde karışık olarak oturuyorlarsa da; Ali Fakih mahallesinde sadece bir hane Müslüman, geri kalan 50 hane Ermeni, 13 hane de Rum nüfustur. Bkz. Tacettin Akkuş, Tanzimat Başlarında Balıkesir Kazası (1840–1845), Balıkesir 2001, s.23. 418 Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN Geçimlerini sağlamak üzere daha ziyade zenaata yönelen Ermeniler; duvar ustalığı34, terzilik35, ekmekçilik36, çerçilik37 gibi mesleklerin yanında, yağhane işletmesi38 ve yağ ticaretiyle de39 meşgul olmaktaydılar. Köylerde kocasıyla birlikte ticaret yapan Sultan adlı kadından başka, Sare adlı Ermeni kadının mesleğinden Dellale olarak bahsedilmesinden40, kadınların ve hatta çocukların da çalışarak41 aile bütçesine katkıda bulundukları anlaşılıyor. Ayrıca sicillerdeki bazı alacak-borç davalarıyla borç senetlerinden, Ermenilerin ticaretle de uğraştıklarını anlamak mümkündür. İlk zamanlarda Ermenilerin ticarî ilişki içerisinde bulundukları bazı kişilerin baba adlarının, sonradan Müslüman olanlar için kullanılan Abdullah olması, daha önceden ihtida etmiş olan gayrimüslimlerin, onlara sahip çıkmış olabileceklerini akla getirmektedir42. Ancak bunun yanında Ermenilerin Müslüman halk ile ortak iş kurdukları43, ticaret yaptıkları44, ev45 ve hayvan46 alım-satımında bulundukları ve birbirlerine borç para verdikleri de47 çok sayıdaki belgede görülmektedir. Ermenilerle Müslüman halk arasında komşuluk ilişlilerinde de anlamlı yakınlıklar meydana gelmiştir. Şehre yeni gelmiş olan ve barınacak yeri 34 Yani veled Nikola nam zımmî Ali bin Yahya nam kimesnenin bir bahçe duvarını yapmaya kavlettim dediği... BSŞ, Defter No: 693, s.197, Belge No: 3. 35 Zımmî terzi Gülbek... BSŞ, Defter No: 694, s.100a, Belge No: 2. ...Ermeni terzi Murat... BSŞ, Defter No: 694, s.100a, Belge No: 4. 36 Ermeniden Müslüman olan Mustafa bin Abdullah nam kimesne ekmekçilikten hüsn-i ihtiyariyle fariğ olduğu... BSŞ, Defter No: 694, s.126b, Belge No: 1. 37 ...Ermeni avratı Sultan ve zevci ile ticaret idüb karye karye gezerler iken... BSŞ, Defter No: 694, s.115a, Belge No: 2. 38 ...Ermeni Murat...Mustafa ile....yağhane işleyüp... BSŞ, Defter No: 697, s.15b, Belge No: 1. 39 Derviş nam Ermeni yağcı ıyd-ı şerîfe ve Artan ve Karagöz nam Ermeniler ıyd-ı şerîfe seksen desti yağ bulmaya....ahid verildiği... BSŞ, Defter No: 694, s.115b, Belge No: 2. 40 ...dellale Ermeni karısı Sare bint Hoçak... BSŞ, Defter No: 694, s.100a, Belge No: 1. 41 Mustafa bin Abdullah... Tiyaskot(?) nam Ermeni oğlanını beş ayda yedi yüz akçeye icareye tutmuştum... BSŞ, Defter No: 693, s.217, Belge No: 3. 42 BSŞ, Defter No: 693, s.217, Belge No: 3. ...Nevruz veled Derviş nam Ermeni...Mustafa bin Abdullah’a beş aded kâmil guruş deynim vardır... BSŞ, Defter No: 693, s.189, Belge No: 7. Oldur ki Mehmed bin Abdullah ...dellale... Sare’den yedi yüz akçeye bir kırmızılı alaca kaftan verip... BSŞ, Defter No: 694, s.98b, Belge No: 6. 43 Ermeni Murat...Mustafa ile bundan akdem...yağhane işleyüp... BSŞ, Defter No: 697, s.15b, Belge No: 1. 44 BSŞ, Defter No: 694/115a, Belge No: 2. 45 BSŞ, Defter No: 695, s.51, Belge No: 3; Defter No: 698, s.55a, Belge No: 1. 46 BSŞ, Defter No: 694, s.115a, Belge No: 8. 47 Ermeni Abraham... dava edip bundan akdem mezbur Bektaş ile şeriki Aksak Nasuh nam kimselere dört bin akçe verip... BSŞ, Defter No: 696, s.10a, Belge No: 1. 419 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dahi bulunmayan göçmenleri Balıkesir halkı kendi avluları içerisindeki evlerinde iskân etmişlerdir. Ancak, Müslüman ailenin aile mahremiyeti, onların hareketlerini kısıtlayacak olmasından bu iskân, bir fedakârlık sayılabilir. Bu şekilde iskânın yanında, Müslüman ahalinin yeni komşularının bazı zarurî ihtiyaçlarını karşıladıkları anlaşılmaktadır. Ancak, kiracı olan gayrimüslim erkeklerin ev sahibi olan Müslüman ailelerin evlerine kadar gelip onların hanımlarını görmeleri, dinî açıdan mahremiyet problemini ortaya çıkarmış ve konu mahkemeye, fetva makamına intikal ederek kayıtlara girmiştir. Mahallelerde karışık vaziyette oturan ve dinleri farklı olan bu iki toplumun, bir Osmanlı mahallesinde kurulu bulunan belli bir sistem48 içerisinde bir arada nasıl yaşadıklarını, birbirleriyle nasıl bir komşuluk ilişkisi içerisinde olduklarını şu örnek olay, daha bariz bir şekilde ifade etmektedir: Karaoğlan mahallesinin imamı ve mahallenin ileri gelenlerinden bir grup ahali mahkemeye gelerek, mahallede oturan Ermeni Yani’nin, karısı Erfendel’i (?) sürekli suçsuz yere dövüp, bıçak çekip öldürmekle tehdit ettiğini bildirip şikâyette bulunurlar. Yani; ‘yemek pişirmediği için dövdüğü’nü söyler. Mahalleli ise ‘elinde bıçak ile hanımının üzerine birkaç defa hücum ettiğini, kendisi defalarca uyarıldığı halde dinlemediğini ve artık onun mahallede durmasını istemediklerini’ ifade ederler. Karısının da bu ifadeyi doğrulaması üzerine- belgede yer almamakla birlikte muhtemelen- Yani mahalleden sürülür. Ancak bu defa evsiz ve eşsiz kalan Erfendel, yeni bir yer buluncaya kadar geçici olarak barınması için, evinde kalmak üzere mahkemece mahalle imamına emanet edilir49. Balıkesir’deki Ermeni halk arasında zaman zaman ihtida olayları da gerçekleşmekteydi. Hızır adlı genç Ermeninin yaptığı gibi50 ihtida etmek isteyen gayrimüslimler kendilerine hiçbir zorlamada bulunulmadan, kadı huzuruna gelip oradaki mecliste kelime-i şahadet getirir ve Müslüman olur. Daha sonra ismi değiştirilir ve kişi onore edilmek üzere kendisine İslâm büyüklerinden birinin adı verilirdi51. Daha çok Ramazan ayında vuku bulan bu ihtida hareketleri defterlere kaydedilmiştir. Genellikle, kelime-i 48 Osmanlı mahallesindeki sistem ve düzen için bkz. Özer Ergenç, “Osmanlı Şehrinde Mahallenin İşlev ve Nitelikleri Üzerine”, Osmanlı Araştırmaları IV, İstanbul 1984, s.69–78. 49 BSŞ, Defter No: 694, s.44b, Belge No: 2, 3, 4, 5, 6. 50 Hızır adlı emred Ermneinin ihtida ettiği… BSŞ, Defter No: 695, s.56, Belge No: 4. 51 Ermeniden Müslüman olan Mustafa bin Abdullah nam kimesnenin ekmekçilikten fariğ olduğu… BSŞ, Defter No: 694, s.126b, Belge No: 1. 420 Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN şahâdet getirerek İslâm dinine giren mühtedinin52 eski ve yeni adı deftere kaydedilmiş ve bunlar hem defterlere yazılmış hem de durum mülkî amirler aracılığıyla devlet erkânına ve kiliselere bildirilmiştir. Bunlara her hangi bir baskının yapılıp yapılmadığının anlaşılması amacıyla mühtedilerin sorgulamalarından yapıldıktan sonra isimlendirme ve dinî merasim gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, ihtida eden kişilere Müslüman esnaf tarafından hediyeler verilmiştir53. Bu arada sadece Ermeniler ihtida etmemiş ve diğer Hıristiyan unsurdan da ihtida edenler olmuştur. Bismillahirrahmanirrahim, an asıl Rodos ceziresinde Karnis kasabasından olub Balıkesri mahkemesinde batıl dinden teberî idüb Dîn-i Muhammedî’yi kabul idüb şeref-i İslâmla müşerref olan Yorgi nam şâb emredin bi-inayeti’llahi Te’âlâ ve bi hidâyet-i Rabbi’l-Âlemîn İslâmı ba’de’lkabûl İsm-i Muhammed tesmiye olundığı iş bu mahalle kayd ve şerh verildi. Hurrire fî tarihi sene 1199, 9 Recep yevm-i Çıharşenbe54. Ermeni kadınlardan da Müslüman olanlar vardı55. Onlar da yine aynı şekilde isimler alırlardı56. Ancak özellikle de evli kadınlar için ihtida etmenin ayrı bir durumu vardı, çünkü Müslüman bir kadın gayrimüslimle evlenemezdi ve eğer evli ise ihtida sonrası boşanmış olurdu. Belki de bu sebepten dolayı Çüngüş’ten göçen ailenin yaptığı gibi bazıları ailece ihtida ediyorlardı57. Bazen ise, -Mehmed’in hanımı Ermeni Sultan gibi- kadın sonradan Müslüman oluyordu58. Osmanlı Padişahları Hıristiyan ve Yahudi nüfusu Müslümanlaştırmak için planlı çabalara girişmemişlerdi59. Yine de reaya açısından Müslüman 52 İhtida eden birisinin; 15 yıldır Müslüman oldum, pekmez eyledim, şıra içtim demesi… BSŞ, Defter No: 696, s.8b. ..Aynı kişinin, Badehu bir iki desti kaynatmadım şaraplığa alıkoydum deyu ikrarı.. BSŞ, Defter No: 696, s.8b, Belge No: 3. 53 Ve mine’ş-Şürûti’lleti hurrire, ez kdim İslâmla gelenlere Balıkesrinde her esnafın nevbet ile donanmaları olub bu def’a nevbet pabuccı esnafının olmağla cümle ahali iltimaslarıyla esnaf mezkurunun ekit başıları İbrahim başaya tembih olundığı kayd olındı. Hurrire fî tarihi sene 1199, 9 Recep yevm-i cıharşenbe. BSŞ, Defter No: 736, s.4b, Belge No: 3. 54 BSŞ, Defter No: 736, s.4b, Belge No: 2; Tâife-i Urumdan Sadistos’un ihtidası… BSŞ, Defter No: 697, s.98a, Belge No: 9. 55 İhtida eden Ayşe’nin kocası Abraham’ı kendisinde olan esbab bahasından ibrası… BSŞ, Defter No: 694, s.64b, Belge No: 1 56 Ermeni Sare’nin ihtidası hakkında. BSŞ, Defter No: 697, s.98a, Belge No: 8 57 BSŞ, Defter No: 701, s.36b, Belge No: 3. 58 Mehmed’in hanımı Ermeni Sultan’ın Müslüman olduğunun şahitlerle ikrarı … BSŞ, Defter No: 694, s.83b, Belge No: 1; Ayşe’nin çocuğu ile birlikte Müslüman olduğu… BSŞ, Defter No: 697, s.50b, Belge No: 2. 59 Ermeni Madros’un oğlu olup Müslüman olmasın diye baskı yapan babsından kaçan Oruç’un İslâm’a girmesi… BSŞ, Defter No: 693, s.179, Belge No: 2.; Ramazan bin Abdullah’ın 421 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER olmanın, cizyeden muaf olmak gibi cazip tarafları olsa da60, bir arada yaşamanın meydana getirdiği etkileşimin de ihtida üzerinde büyük bir etkisinin olduğunu şu olaydan çıkarmak mümkündür: Ermeni Mardos adlı zımmînin öz oğlu olan Oruç, Kadıya gelip; ‘babam beni Müslüman olma diye bağladı, fakat ben kaçtım geldim ve Müslüman oldum’ demiş, mahkemece gencin büluğ çağını idrak ettiği tahkikat sonrası anlaşılınca mecliste şehadet getirerek Müslüman olmuştur61. Ermeni cemaatinin devletle olan ilişkilerinde ise, ilk zamanlarda kilise konusunda bir problem yaşandığı görülüyor. Balıkesir’de ibadet edebilecekleri bir mabetleri bulunmayan Ermeniler, kilisenin açılabilmesi veya onarılabilmesi için alınması şart olan izin ve fetvayı almadan, 1622 yılında Eski Kuyumcular mahallesinde bir evi kaçak olarak kilise haline getirip gizlice ibadet ederken yakalanmışlardır. Hatta yakalananlar içinden bir Ermeninin; ...bu zamanda fetvâ-yı şerife tutulmaz... şeklindeki ifadesi de kayıtlara geçirilmiştir62. Ancak aradan yaklaşık kırk sene geçmesine rağmen Ermeniler herhalde izin ve fetva almamakta ısrar etmiş olacaklar ki, 1667 yılında, bu defa Ali Fakih mahallesinde bir evde kaçak olarak gizlice ibadet ederken yakalanmışlar; bu hareketlerinden dolayı ise bir daha yapmamaları doğrultusunda mahkemece uyarılmışlardır63. Bu arada, gayrimüslimlerin evlerinde ibadet edip İncil okumalarına hiçbir mani yoktu. Hatta bir Ermeninin bu konuda kendilerine baskı yapanları İstanbul’a şikâyet etmesi üzerine, Balıkesir kadısına uyarıcı bir ferman gönderilmiştir64. Onlara İslâm Hukuku’nca da tanınmış bir hak olan ibadet hürriyeti meselesinin çözüme kavuşturulduğunu ve bu olaydan hemen sonra bir kiliseye sahip olduklarını, 1673 tarihli, Ermenilerin kiliselerinin tamirine izin verildiğine dair65 kayıtlardan anlıyoruz. Bir yıl sonra ise aynı kilisenin bu defa çatı tamiri için izin verilmiştir66. 60 61 62 63 64 65 66 mecliste şahadet getirerek İslâm Dini’ne girmesi… BSŞ, Defter No: 693, s.177, Belge No: 1. Birkaç Ermeninin ıyd-ı şerifte 80’er desti yağ bulmaya, Müslüman olmak üzere yemin vererek taahhütte bulunmaları… BSŞ, Defter No: 694, s.115b, Belge No: 2. BSŞ, Defter No: 693, s.179, Belge No: 2. BSŞ, Defter No: 697, s.71b, Belge No: 2, 3. BSŞ, Defter No: 697, s.35a, Belge No: 1. Kamil Su, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Balıkesir Şehir Hayatı, İstanbul 1937, s.100. Ermeni kilisesi tamirine dair: BSŞ, Defter No: 703, s.70b(9b), Belge No: 4. Ermeni kilisesinin tamir izni be buna ait iki fetva: BSŞ, Defter No: 703, s.60a(1), Belge No: 1, 3. ...medine-i Balıkesiri’de sakin olan Ermeni taifesinin âyin-i bâtılaları üzere mabedhaneleri olan kadîm kenîseleri sakafının murûr-i eyyâm ile bazı yerleri harab olup... BSŞ, Defter No: 703, s.5a, Belge No: 3. 422 Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN Gayrimüslimlerin kendi aralarındaki davalarda kendi şer’î hukuklarını uygulama hakkı olduğu halde, onlar bazen Balıkesir şer’iye mahkemesine müracaat etmişler ve Müslüman Kadı’lar bu davalarını İslâm Hukuku’na göre halletmişlerdir: Ermeni Pabok vekil tayin ettiği Murat aracılığıyla karısı Cevher’i boşamış ve bunu mahkeme sicillerine kaydettirmiştir67. Bundan başka; ticaret, miras gibi davalarda da Ermenilerin çoğu zaman Balıkesir kadısına müracaat etmektedirler: Ermeni Murat, kendisine borcu olan dört bin akçeyi istediği halde vermemesi sebebiyle Abraham’ı şikâyet eder ancak o inkâr eder. Bu tür davalarda gerektiğinde gayrimüslimlere kendi dinleri üzerine yemin ettirildiği için İncil üzerine yemin eden Abraham davayı kazanır68. Hüma adlı kadın ise, vekili olan kocası Derman aracılığıyla, ölen kızından kalan mallarını vermeyen eski damadının karısı Şehri’yi dava etmiş ve kazanmıştır69. Ayrıca Ermenilerin kefalet seneti70, borç ikrarı71, ev alım-satımı72 gibi hukukî işlemlerin kaydı için de Osmanlı mahkemelerini kullandıkları görülmektedir. Balıkesir’deki mahallî mahkemede şikâyetlerinin gereğini yaptıramayan Ermeniler, diğer Müslüman tebaa gibi Payitaht’a müracaatta bulunma haklarını da kullanmışlardır. Balıkesir’deki güvenlik kuvvetlerinin (ehl-i örf tâifesi) baskısına maruz kalıp kendilerinden haksız yere para istemeleri üzerine Dersaadet’e arzuhal yazan Ermeni taifesinin davası haklı bulunmuş ve mağduriyetlerinin giderilmesi doğrultusunda kadıya emr-i şerif gönderilmiştir73. Ermeni taifesinden bazıları ise zaman zaman asayişle ilgili olaylara da karışıp mahkeme davalarına konu olmuşlardır: İsrail adlı Ermeni, diğer iki Ermeni tarafından yaralanmış74, eniştesi Sosto ile zina yapıp yakalanan Sare ise mahkemede suçunu itiraf etmiştir75. Ali Fakih mahallesinden Mehmed ise sarhoş haldeki Ermeni Bogos tarafından hem hakarete uğra67 BSŞ, Defter No: 693, s.216, Belge No: 4. 68 ...mezbûra bir akçe deynim yoktur deyu İncil’e yemin-i billahi tealâ ittükten sonra... BSŞ, Defter No: 696, s.38b, Belge No: 2. 69 BSŞ, Defter No: 696, s.29b, Belge No: 1. 70 BSŞ, Defter No: 693, s.193, Belge No: 3. 71 BSŞ, Defter No: 696, s.38b, Belge No: 1. 72 BSŞ, Defter No: 698, s.55a, Belge No: 1. 73 BSŞ, Defter No: 703, s.70b(9b), Belge No: 4 74 BSŞ, Defter No: 698, s.66a, Belge No: 2. 75 BSŞ, Defter No: 702, s.124a, Belge No: 3. 423 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER mış hem de dövülmüştür76. Ermeni Murat adlı genç, Yusuf’un evine zina amacıyla girince yakalanmıştır77. Ancak hakaret ve namus gibi hassas bu iki olayda da Balıkesirliler suçlu Ermenileri kendileri cezalandırmaya kalkışmamışlar; şuurlu bir vatandaş olarak hukuka havale etmişlerdir. Böyle durumlarda kadı tarafından kendilerine karşı eşit davranılmış ve mer’î hukukun gereği tatbik edilmiştir. Netice olarak; XVII. yüzyıl başlarında Balıkesir’e gelip yerleşen Ermeni nüfusla yerli halk arasında olumsuz bir olay yaşanmadığı gibi; bilakis, kendilerine olabildiğince yardımcı olunmuştur. Devlet ve idareciler tarafından da zımmîlere mal mülk edinmede bir sınırlama getirilmemiş; onların güvenilir şekilde emlâk vs. alıp satmalarına, ticaret yapmalarına izin verilmiş, kolaylık sağlanmıştır. Kendi din ve kültürlerini yaşamaları konularında da bir sınırlandırma ve baskı olmadığı gibi, kanunlara uymak şartıyla ibadethane sahibi de olabilmelerine mani olunmamıştır. Zimmiler, kendi aralarındaki davaları bile çözümlemek amacıyla Balıkesir şer’î mahkemesine müracaat etmişler ve bir kısım meselelerini İslâm Hukuku’na göre çözümlemişlerdir. Kadılar da kendilerine taraflı davranmamış ve haklarını yememişlerdir. Dil, din, ırk, kültür farklılıklarına rağmen, edinilen bu bir arada yaşama tecrübesi sayesinde Ermenilerle Müslümanların birlikteliklerini uzun yıllar sürdürdüklerini 1906 yılında Balıkesir vilâyetinde hâlâ 2 574 Ermeni nüfusun bulunması da78 göstermektedir. Netice olarak; yaklaşık 300 yıl Balıkesir ve civarlarında Osmanlı Devleti’nin tebaası olarak sakin ve huzurlu bir şekilde birlikte yaşamanın en güzel örneğini vermiş olan Türkler ve Ermeniler, insan tabiatının gereği olarak bir birleriyle çok yönlü münasebetlerde bulunmuşlardır. Zaman zaman, çeşitli konularda ayrılığa düşmüş olmalarını da yine insanın yaratılışında bulunan özelliklere bağlamakta yarar vardır. Ermeniler ve Türkler o kadar iç içe olmuşlar ki, sosyal ve iktisadî ilişkiler bakımından da bir birleriyle -diğer bölgelerde olduğu gibi- kaynaşmışlardır. Eldeki belgelere ve bilhassa Balıkesir şer’iye sicillerine bakıldığında da bunun bariz örneklerini görmek mümkündür. Sadece mahkeme kayıtlarını değil, değişik birçok konuda muhtelif kayıtları da ihtiva eden bu kayıtların arasında dolaylı veya doğrudan tabii ki ihtida olaylarını da görmek mümkündür. 76 BSŞ, Defter No: 696, s.29b, Belge No: 2. 77 BSŞ, Defter No: 698, s.54b, Belge No: 10. 78 Abülmecit Mutaf, Sâlnamelerde Karesi Sancağı (1847–1922), Balıkesir 1995, s.60. 424 Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN Asla bir zorlama olmadan ve İslâm’ın gereği olan dinde zorlama yoktur hükmü uyarınca gayrimüslimler ve bilhassa Ermeniler gönül rızası ile ihtida etmişlerdir. Bunların din değiştirmeleri ise kendi cemaatlerine ve merkezî hükümete bildirilmiş ve kayıt altına alınmıştır. Hatta Balıkesir’de yaşayan Ermenilerin kendi ibadet yerlerini açıp, onların bakım ve onarımını yapma konusunda devlet onlara gerekli yardımları yapmıştır. Kendi aralarındaki hukukî problemlerde ise yine devlet onlara gerekli kolaylığı tanımış ve bazen de çözemedikleri problemler için şer’î ve örfî hukuk vasıtasıyla onlara yardımcı olmuştur. 425 KIPÇAK-ERMENİ YAZILI KAYNAKLARINA GÖRE TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Prof. Dr. İsmail Veli ÖMEROĞLU* Ferhat FERHATLI** *Bakü Devlet Üniversitesi **Azerbaycan Millî İlimler Akademisi Folklor Enstitüsü Türk Halkları Folklorü Bölümü Özet Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi tahlili gösterir ki tarihen bir-biri ile komşu olan, kendi aralarında yüz yıllarla ilişkiler kuran, birçok bölgelerde birlikte yaşayan şu halkları birleştiren çok uygunluklar, medenî, sosyal, ekonomik ve hatta etnik yakınlık mevcut olmuştur. Ermeni etnosunun, kültür ve sanatının formalaşmasında Türkler yakından iştirak etmişler. Tarihi gerçekler gösterir ki Macaristan’da, Kırım’da, Polonya ve diğer Avrupa ülkelerinde onlar ortak dil, medeniyet ve yazıya sahip olmuşlar. Eski çağlarda siyasî karmaşalar sonucu iki taraflı çatışmalarla münasebet bozukluklarına yol verseler de az bir zaman içinde barışa nail olmuş ve sonra yeniden birlikte yaşayışlarını devam ettirmişler. Ermenilerin Türklerle alâka bağları o kadar güçlü olmuştur ki kilise dualarını bile Türkçeye çevirmişler. 1618 yılında Lvov şehrinde ‘Alkış bitiği’ adlı duanın Ermeni alfabesi ile Türk dilinde yazıya alınması da Ermenilerin Türk dilini kendilerine ‘hayat dili’ olarak kabul ettiklerini gösterir. XVI yüzyılda Ermeni nüfusunun mahkemelerinde Türk dilinin kullanılması çok büyük abideleri yadigâr koymuştur. Tüm bunlar Ermenilerin Türklere yakından bağlı olduğunu göstermektedir. Azerbaycan ve Ermenistan dışında başka devletlerde yaşayan Ermeni ve Türklerin (Azerilerin) bir-biri ile normal işbirliği kurmaları, düşmanlık etmediklerine ait çok gerçekler vardır. Bu da problemin çözüm yollarını kolaylaştıran faktörlerden en önemlisidir. Sempozyuma sunulan tebliğde Ermeni-Kıpçak dil problemi öne çekilir. Bir zamanlar Hıristiyanlığı kabul etmiş Polonya’da yaşayan ahalinin Ermeni yazısı ile kayda alınmış mahkeme senetlerinde inanç, yazı ve sosyal problemler tahlil edilir. Ermeni yazılarından istifade etmekle tarihi abide yaratan Kıpçakların tarihi taleyinden söz açılır. Prof. Dr. İsmail Veli ÖMEROĞLU/ Ferhat FERHATLI Giriş Türk-Ermeni münasebetlerinin tahlili gösteriyor ki, tarihen birbiri ile komşu olan kendi aralarında yüz yıllarca ilişkiler kuran, birçok bölgelerde birlikte yaşayan bu halkları birleştiren çok yönlü uygunluklar, medeni, dini, sosyal, ekonomik ve hatta etnik yakınlık mevcut olmuştur. Ermeni etnosunun, kültür ve sanatının şekillenmesine Türkler yakından iştirak etmişlerdir. Tarihi gerçekler gösteriyor ki, Ukrayna’da, Macaristan’da, Romanya’da, Kırım’da, Polonya və diğer Avrupa ülkelerinde onlar ortak dil, medeniyet, hatta din ve yazıya sahip olmuşlar. Eski çağlarda siyasi karışıklıklar sonucu iki-taraflı çatışmalarla münasebetlerin bozulmasına yol açsa da, az bir zaman içinde barışmaya nail olmuş ve sonra yeniden birlikte yaşayışlarını devam ettirmişler. Ermenilerin Türklerle alaka bağları o kadar kuvvetli olmuştur ki, Avrupa ülkelerinde de kilise dualarını bile, Türkçe’ye çevirmişlerdir. 1618 yılında Lvov şehrinde «Alkış bitiği» adlı duanın Ermeni alfabesi ile Türk dilinde yazıya alınması da Türklerin Ermeni-Gregorian dinini yahut Ermenilerin Türk dilini kendilerine «hayat dili» olarak kabul ettiklerini gösterir. XVI yüzyılda Ermeni nüfusunun mahkemelerinde Türk dilinin kullanılması çok büyük abideleri yadigar bırakmıştır. Bütün bunlar Ermenilerin Türklere yakından bağlı olduğunu göstermektedir. Bir zamanlar Polonya’da yaşayan, Hıristiyanlığı kabul etmiş ahalinin Ermeni yazısı ilə kayda alınmış mahkeme kayıtlarında ve belgelerinde 429 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER inanç, yazı ve sosyal alakalar çok ilginç ilmi sonuçlara sebep olmuştur. Ermeni yazılarından istifade etmekle tarihi abide yaratan Kıpçakların ve başka Türk kavimlerinin tarihi kaderini öğrenmek bakımından bu yazılı ve mimari abidelerinin yeni düşünce ile tahlili çok gerekli ve önemlidir. 1. Türk-Ermeni İlişkilerine Dair Tarihi Kaynaklar Son yüz yılda Avrasya, o cümleden, Kafkas halklarının tarihinin öğrenilmesi yönünde büyük çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Tarihin eski çağlarına ait arkeolojik buluntuların, kaya ve taş yazılarının, mitoloji ve folklorun mukayeseli araştırılması ile halkların en eski inançları, büyük göçler zamanı etnosların hareketi ve birbirine karışıp kaynaşması ile ilgili çok yönlü uygun bilgiler ortaya çıkarılmaktadır. Halkların büyük göçleri zamanı insanlar hangi prensiple hareket etmişler, nereden nereye gitmişler ve kendileri ile birlikte neleri aktarmışlar? Bu problemlerin öğrenilmesi birçok tarihi ve linguistik, aynı zamanda etno-coğrafî meseleleri aydınlatmak bakımından özel önem taşımaktadır. Tarihin yeni sahifeleri açıldıkça Türk halklarının da dünyadaki çok eski izleri ve yarattıkları medeniyet hakkında bilgilerimiz daha da genişlemektedir. Dünya tarihinin en eski çağlardaki medeniyetlerinin şekillenmesinde, Küçük Asya’da medeniyetin oluşturulmasında ve gelişmesinde başka halklarla yakınlaşması, eski Türklerin (Kimmer ve İskitlerin) de büyük katkıları olduğunu yeni araştırmalar ispatlamış ve yeni araştırmalar bunları daha derin tahlil etmektedir. Sümerler zamanından önceki medeniyetlerin temelinde eski Türk izlerinin olmasını hem maddi, mitolojik detaylarda, hem de dini inançlar sisteminde görmek mümkündür. Eski Sümerlerin, Kimmerlerin, İskitlerin(Sakaların) Küçük Asya’ya akınları, buradaki devlet ve siyasi kuruluşlara çok ciddi tesir göstermeleri, getirdikleri ve buradan başka yerlere aktardıkları medeni servetler de az değildir. Sümerlerden, Hititlerden sonraki Manna, Midya, Asurya, Urartu gibi tanınmış siyasi devlet kurumlarında hususi tesir gücüne malik kavimler içerisinde Türk halklarının mevcut olması ve onların diğer kavimlerle harbi, siyasi, medeni ve iktisadi alakalar kurması sonraki dönemlerde de dünya tarihinde mühim rol oynamıştır. Bu karşılıklı alakaların temelinde Türk soyları ile Ermeni (Hay) etnosunun da adı ortaya çıkmaktadır. Siyasi kuruluşlar, dini ve ideolojik sistemler değiştikçe bu halkların tarihi ilişkileri de ayrı ayrı zamanlarda çeşitli şekillerde kendisini göstermiştir. Son dönemlerde eski Türklerin yayıldığı Avrupa ülkelerinde yerli ahali ile beraber aynı medeniyet ve inanca 430 Prof. Dr. İsmail Veli ÖMEROĞLU/ Ferhat FERHATLI sahip oldukları, aynı ve benzer sosyal çevrede karşılıklı alakada yaşadıkları, çok şeyleri paylaştıkları hakkında da birçok gerçekler ortaya çıkarılmıştır. Onlardan biri de Polonya, Romanya, Ukrayna, Moldova, Macaristan ve Rusya arazilerinde yaşayan Kıpçak-Ermeni tarihi belgeleridir. Osmanlı İmparatorluğu dışındaki ülkelerde yaşayan, Türk diyalektlerinde konuşan, muhtelif inançlara sahip olan ahalinin hayatını aksettiren bu materyaller artık 150 yıla yakın bir vakittir ki, öğrenilmektedir. Bu saha edebiyatının ilk araştırmacıları A.E. Krımski’nin ve onun öğrencisi T. İ. Krunin olmuşlardır. Bu dilde yazılan belgelerin bir kısmı Polovets(Kuman-Kıpçak) dilinde XVI yüzyılın belgeleri adlı kitapta 1967-cı yılda T. İ. Krunin tarafından hazırlanarak E.V.Sevortyan’ın redaktörlüğü ve U.R. Daşkeviç’in giriş makalesi ile Moskova’da basılmıştır. Kitabın girişinde, redaktörden verilen yazıda (2.12–56) Kıpçak-Ermeni yazıları gibi tarihte kalan yazılı abideler hakkında malumatlar verilmiştir. Bu önsözde ve diğer makalelerde XVI. yüzyılın 50-60’ıncı yıllarında Komenetsk-Podolsk’daki Ermeni kolonisi hakkında geniş bilgi verilir. Ermeni-Polovets (Kuman-Kıpçak), yahut Ermeni-Kıpçak, Kuman-Polovets gibi adlarla tanınan bu halkın tarihine dair açıklamalar verilir. 2. Kıpçak-Ermeni Yazılı Abideleri ve Onların Öğrenilmesi Tarihi araştırmalarda Ermeni-Kıpçak dili yahut Polovets dilinde belgeler, Polonya Ermenilerinin mahkeme belgeleri, Ermeni kolonisinin ahalisi ve belgeleri, Polonya Emenilerinin meşguliyeti və başka adlarla tarihe takdim olunan malumatlarda bu ahali hakkında yazılı bilgilerin araştırmacıları onların burada yerleşme tarihini XII-XIII. yüzyıllara ait ifade ederler. Ayrı ayrı ülkelerin arşivlerinde, kütüphanelerinde, müzelerinde yalnız 1524-1669’uncu yılları ihata eden on binlerce sayfa materyal vardır. (1.16). Bu materyaller daha çok bir zamanlar Polonya krallığına dâhil olan, sonraları Ukrayna, Polonya, Belarus, Macaristan, Romanya arazilerine ait sayılan yaşayış yerleri ile bağlantılıdır. Aynı ahali toplum halinde Kamanetsk-Podolsk, Lvov, Lutsk, Mogilev-Podolsk, Sutsin, Seret, Zamust, Yaş, Akkerman ve başka şehirlerde yaşamışlardır. Hangi zamanlarda hristiyanlığı kabul ettikleri kesinlikle netleştirilememiştir. Lakin ahalinin esas kısmının Hıristiyanlığın Ermeni-Greorian koluna mensup oldukları bellidir. Ahalinin buraya Kırım’dan, Kuzey Kafkasya’dan ve Azerbaycan’dan ve Doğu Anadolu’dan muhtelif zamanlarda göç etmeleri ihtimal dahilinde kabul edilmektedir. (12.15). Ermeni-Gregorian Hıristiyanlığına mensup olan 431 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kıpçaklar’ın şimdiki Ermenistan’ın Artik, Tumanyan, Kafan, Taşir bölgelerinde, Azerbaycan’ın ise Kazah, Gedebey, Kelbecer, Kafan ve Karabağ bölgelerinde kiliselerinin olduğu bildirilir. Günümüzde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’ın bazı bölgelerinde Hıristiyanlaşmış Kıpçakların yaşamaları hakkında bilgiler XII. yüzyıllara ait kabul edilir. Ermenistan’ın Şirak vilayetinin Artik bölgesinde Aric adlı XII-XIII. yüzyıllara ait manastır şimdi de mevcuttur. Bu manastır «Kıpçak manastırı» yahut Ermeni kaynaklarında Kıpçahavenk olarak adlandırılmaktadır. Aynı resim A. Berjenin (8), V. M. Arutunyan ve S. A. Safaryanın (9), Alekberli’nin kitaplarında da gösterilmiştir (10.109-112; 11.114-115). Kırgız araştırmacı Elteber’in bildirdiğine göre, Ermeni-Kıpçak dilinde toplanmış 112 tarihi abide mevcuttur (1). Onlar: Komenetsk-Podolsk şehri Ermeni voytunun 1572-1663’lı yılları ihata eden 28 mahkeme belgelerinden, Lvov Ermeni dini mahkemesinin anlaşmaları, doğum kayıtları ve belgelerinden, Tsesor ameliyatı ve 1620-1621’lü yıllar Hotin Savaşı’nın tasvirine ait olan Komenets kronikasından, Venedik kronikası, Polonya kronikası, Polonya kralı Sigismund’un 1519’da ilâve ve izahlarla birlikte tasdiklediği Mhitar Goşun kanunnamesinden, 5 adet Ermeni-Kıpçak sözlüğü ve izahlı lügatlarından Andrey Toroseviç’in Felsefe Taşlarının Sırları (1626) eserinden, Psaltr’ın 2 versiyonda 5 listeden ibaret tercümesinden, Ermeni-Hıristiyan kilisesi dualarının bir nice tercümesinden ve 1618’de Lvov şehrinde matbaa usulü ile basılmış Alkış bitiği adlı dua metinlerinden, 3 dini kitaptan, çok sayıda takvim ve şahsi belgelerden ibarettir. Viyana şehrinden olan Prof. Fridrih fon Krelits-Grayfenhorst’un Ermeni-Kıpçak dil ilişkilerine ait araştırmaları ve Kıpçak diline tercüme edilmiş dini metinler Viyana şehrindeki milli kütüphanede korunmaktadır. Türkiyeli bilim adamı, araştırmacı Dr. Erdoğan Altınkaynak ve onun tertip ettiği 23 kişilik heyet şimdiye kadar açıklanmış metinlerin Latin yazısı ile Türkiye Türkçesi’ne çevirmekle meşgul olmuşlardır. E. Altınkaynak kaynaklar esasında metinlerin neşri üzerinde çalışmalarını devam ettirmektedir. Onun neşrettirdiği kitapta şimdiye kadar elde edilmiş eserlerin listesi verilmiştir (12.16–17). 3. Polovets-Kıpçak Dilinde Belgeler, Onların Dili Hakkında Komenetsk-Podolsk’da yaşamış Ermeni topluluğunun mahkeme belgeleri tarih ve dilcilik bakımından nisbeten geniş öğrenilmiş metinlerden432 Prof. Dr. İsmail Veli ÖMEROĞLU/ Ferhat FERHATLI dir. Polovets-Kıpçak dilinde XVI. yüzyılın belgeleri (2), (Komenetsk-Podolsk Ermeni topluluğunun mahkeme anlaşmaları) adlı kitap geniş izahlar, önsöz ve bilimsel girişle 1967’de Moskova’nın Nauka neşriyatında basılmıştır. Bu kitapta Ermeni topluluğu gibi sunulan halkın tarihi-etnik ve dini mensubiyeti, meşguliyeti hakkında bilgiler verilmiştir. Kitabın redaktörü, meşhur Türkolog E. V. Sevortyan «Redaktörden» adlı geniş içeriği olan makalesinde metni Ermeni alfabesi ile kaleme alınmış eski «Kıpçak metni» olarak adlandırır. (s.12). Türkoloğun tasvirinde bu dil Polonya Ermenilerinin Kıpçak dili (2.12), XVI yüzyıl Polonya Ermenilerinin eski Kıpçak dili (2.13) gibi sunulmaktadır. Onun yazdığına göre, Polonya Ermenileri’nin eski Kıpçak nüfusunun abidelerinin sırf Ermeni bilimcilik bakımından öğrenilmesi için çaba gösterilmiştir. G. Alişan’ın 1896’da Venedik’te bastırdığı (2) 1560’tan 1652’a kadar Komenetsk-Podolsk hadiselerinin kronikası» adını verdiği kitabında 1611–1624 yılları ihata eden devrin tamamen eski Kıpçak dilinde yazıldığı gösterilir. Orada kaydolunduğu gibi bu kitap Fransız bilim adamı J. Den’inin hazırladığından geniştir ve türkologlar tarafından öğrenilmemiştir. Bu metinlerin öğrenilmesi zamanı belgelerin dili hakkında Kuman dili, Tatar dili, Ermeni-Tatar dili, Kıpçak-Kuman dili ifadeleri kullanılır. Avrupa Türkleri, onların dili, dini inançları hakkında en geniş bilgileri genelleştiren, Polovets dili materyallerinin tahliline ve bu metinlerin neşrinin hazırlanmasına ömrünün 30 yıldan fazlasını sarf eden bilim adamı T. İ. Krunin olmuştur. T. Krunin Polovetslerin tarihi ve dili hakkında kendine kadarki bilgileri etraflıca öğrenmiştir. Onun fikrine göre, Polovets-Kıpçak, Kuman, Polovets, Peçenek ve başka adlarla tanınan ahali Kiev Rus devleti döneminden tanınan halklara ayrı ayrı zamanda verilen adlardır ve aslında onlar o zamanki Türklerdir. (2.100–101). T. İ. Krunin öyle kanaata gelmiştir ki, bu ahali Göktürkler Devleti zamanından itibaren Rus düzlüklerine yayılmıştır ve aynı Türk tayfalarının taş kabirleri olan balballar (komenniye babı) vaktiyle V. V. Radlof’un da dikkatini çekmiştir. T. Krunin 1303’de İtalyan ve Alman misyonerleri tarafindan hazırlanmış (2. 106) Kodeks Kumanikus Latin-Fars-Kuman (Polovets) lügatine, onu tetkik eden A. Kunik, V. Rubruk, V. V. Radlov, A. E. Krimski, A. N. Samoyloviç ve başkalarına dayanarak (2) Kuzey-Kafkasya-Kumuk, Karaçay, Balkar (Malkar), KırımTatar, Mişer-Tatar dillerinin yayılma sebeplerini tahlil etmiştir. Bu fikirlere göre, aynı ahali daha çok muharebeler, ticari ilişkiler sebebiyle bu arazilere yerleşmişlerdir. T. Krunin kaydeder ki, Fransız bilim adamı J. Deni 1921’de Paris Milli kütüphanesindeki Ermeni yazılı Polovets belge433 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lerini tahlil ederek sonuca varmıştır ki, bu dil leksikolojik bakımdan yalnız kodekse (cc) değil, hem de Karaimlerin, Kumukların diline yakındır ve Osmanlı Devleti Türkçesi’nin tesirinden uzaktır ve daha çok Uygur tesirine maruz kalmıştır. J. Deni Arap kaynaklarını da dikkatle araştırarak çok sonraları, yani 1957’de bu karara varmıştır ki, kullanılan «Kıpçak» terimi coğrafi anlam taşımıştır. Böylelikle, J. Deni Kuman (Polovets) dilinin 3 grubunu genelleştirmiştir: 1) Codeks Cumanikus dili, 2) Türk-Ermeni metinlerinin dili, 3) Yahudi, Kuman ve Karaim metinlerinin dili. Böylelikle, bu karara gelinir ki, belgelerin sahibi olan ahali Osmanlı Devleti zamanından evvel bu arazilere göçmüş ve Müslüman dini tesirinden uzakta kalmışlardır. Hatta inzibati terimler Arap ve Fars tesirine uğramamıştır, daha çok Slavyan ve Polonya karakterlidir. (2) T. Krunin linguistik tahlillerle böyle kanaate gelir ki, Ermeni-Kıpçak metinlerinde eski Oğuz dili özellikleri çoğunluk teşkil eder. Metinlerle belirginlik gösterir ki, burada Oğuz ve Kıpçak konuşma üslubuna sınır koymak mümkün değildir. Bazı özellikler Azerbaycan dili konuşma üslubuna daha yakındır. Bu da tabii görünür, ona göre ki, Azerbaycan’da Oğuz ve Kıpçak tayfaları kadimden bu yana kaynaşıp karışmışlar ve Kıpçak dil unsurları yalnız bazı bölgelerde şive,lehçe şeklinde kalmıştır. Bu meselelerde Azerbaycan bilim adamı Azizhan Tanrıverdiyev’in araştırmaları da dikkat çekmektedir. Onun XVI. asır Kıpçak (Polovets) dilinin grammeri adlı 2000 yılında Baki’de neşredilmiş kitabında metinler dilcilik bakımından tahlil edilmiştir. O şöyle yazmaktadır: Öyle metinler vardır ki, onlar başka bir halkın tarihi ile alaklalı olsa da, Türk dilinde yazılmıştır. Bu manada XVI. asırda Ukrayna’nın Komonetsk-Podolsk şehrinde topluluk olarak yerleşen Ermenilerin mahkeme belgelerinin Ermeni yazısı ile Kıpçak (Polovets) dilinde yazılması Türk dillerinin, o cümleden Azerbaycan dilinin tarihinin öğrenilmesi bakımından gerekli bir kaynaktır. Birincisi ona göre ki, bütün belgeler Türk (Kıpçak) dilinde yazılmıştı. İkincisi, resmi üslupla bağlı olan ilk nümunelerdendir. Üçüncüsü, bütün belgelerde Türk dillerinin leksikoloji, morfoloji ve sentaks ile bağlı bir sıra dikkat çekici özellikler özenle korunmuştur (7,3). Araştırmacı-bilim adamı yazmaktadır ki, «metinler Ermeni yazısı ile yazıldığından Ermeni dilinin bazı fonetik özelliklerini özünde aksettirse de, Ermeni dilinin leksikoloji, morfoloji və sintaktik özellikleri ile demek 434 Prof. Dr. İsmail Veli ÖMEROĞLU/ Ferhat FERHATLI oluyor ki, alakası yoktur» (7,5). Bu kanaatler da gösteriyor ki, hakkında söz edilen kaynaklar türkoloji esaslıdır, onu ortaya çıkaran ahalinin yazısı ve dini inancı «Ermeni» olarak adlandırılsa da, halk olarak Türktürler. 4. Dil, Dini İnanç və Yazı Meseleleri Şimdiye kadar yapılmış olan araştırmalarda ve basılmış kitaplarda ahali hakkında Ermeni-Polovets, Ermeni kolonisi ahalisi, Polonya Ermenileri gibi adlardan istifade edilmiştir. Bizans kaynaklarında Kumanların bir kısmının Hıristiyanlığı kabul ettikleri söylenir. Özellikle Hazarlar zamanında ahalinin bazı arazilerde Hıristiyan ve Musevîlik dinlerini kabul ettikleri gösterilir. XI yüzyılda Avrupa ve Doğu ülkeleri arasındaki ticaret yollarının tamamen Polovetslerin elinde olmasını Rus tarihi kaynakları da kabul etmektedir. Bu bakımdan Polovetslerin Türk dilini geniş arazilere yayması tabii görünür. Plano Karpini Moğolların Tarihi (3) kitabında XIII. yüzyılda Kumanların güneyinde Musevîlik dinine mensup olan halklardan söz etmiştir. Kumanlar’ın (Polovetslerin) Ermenilerle medeni-kültürel temasını aşağıdaki tarihî gerçeklerle alakalandırırlar: 1.Kafkas halkları ile çok öncelerden iktisadi-ticari alakaları olan Polovetslerin bir kısmı Vladimir Monomah’la savaşta yenilerek Gürcistan’a akın etmişler. O zaman Gürcü çarı David’in ordusunda 40 bin Polovets iştirak etmiştir. 2.Ermenilerin Polovetslerle alakası daha kadimdir. Bu, milattan sonraki II yüzyılın sonunda Ermeni çarı Hüsrev’in Hazarlara ve basillərə karşı şimdiki Dağıstan topraklarına yürüyüşü ile bağlantılıdır (4.89) 3.XI yüzyılda Bagratlıların Ani’yi ele geçirmesi (1045), sonra Selçukluların (1064) gelişi Ermenilerin Balkanlar’a ve Kuzey Kafkasya’ya, Hazar ve Karadeniz sahillerine gelmesi tarihte Ermenilerin Kıpçaklara bağımlı kalmaları durumuna düşmelerine neden olmuştur. 4. XI yüzyılda Moğolların hücumları zamanında Ermeniler Komenetsk-Podolsk, Lvov ve Lutsk arazisine gelmişlerdir.(2.102) 5. 1475’te Kırım Türkler tarafından işgal edildiğinde Kıpçaklar din kardeşleri Ermenilerle birlikte Podolsk ve Galiçya’ya göç etmişlerdir (2.103) 435 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 6. A.E.Krımski’nin fikrine göre, Podolya ve Galiçya’da Ermeni kolonisinin ortaya çıkması XIV yüzyılda Altın Orda zamanına aittir, çünkü Litvanya’da Karaimler kolonisinin ortaya çıkması da bununla bağlantılıdır (2.103) Bütün bu sebepleri araştıran T. İ. Krunin şu neticeye gelmiştir ki, bu arazilere gelen «Ermeniler uzun zaman Kıpçaklarla münasebette oldukları için onların dilini benimsemişler ve Kıpçakların mevcut olmadıkları XVII. yüzyılda da yazılarını bu dilde yazmışlar.(2.103) Eğer bu fikir esas kabul edilirse, sual meydana çıkıyor ki, o zaman Ermeniler niçin daha çok temasta oldukları ve yaşadıkları Hıristiyan Polonyalıların değil de, Kıpçakların dilinin tesiri altına düşmüş, yahut bu dilde konuşmuşlardır? Demek ki, özellikle Kıpçakların, yani Avrupa Türklerinin «Ermeni» olarak adlandırılmasının ve Türkçe konuşmalarının sebebi tam olarak ortaya çıkarılamamıştır. A. Darkevets’e göre, Ukrayna’da yaşamış Ermenilerin Türkçe konuşanları XI. yüzyılın ortalarında Hıristiyanlığı kabul edip yabancı isimler alan Kıpçak halkıdır (12.10). Onların bir kısmı XI. yüzyılda Bizans İmparatorluğu vatandaşı olmakla Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Yunan isimleri almışlardır. Bu sahanın araştırmacılarından olan E. V. Sevortyan da Kıpçak abidelerinin ilk çağlarda yalnız Ermenişinaslığa ait edildiğini doğru saymıyor. Lakin bu meşhur türkoloğun da metinler doğrultusunda «Ermeni-Kıpçak konuşma dili»gibi ifadeler kullanmasını doğru hesap etmek olmaz, bunun yerine, bilim adamı kendi materyallerini Türkolojik bakımdan tahlil etmiştir. Burada bir şeyi de hatırlamak lazımdır ki, Ermeni ahalisinin eski Türklerle alakasından söz açarken milattan önce VII yüzyılda İskitlerin-eski Oğuzların Urartu ve Asurya’ya hücumları ve bu bölgelerde devlet kurmaları zamanından başlamak gerekir. Lakin bu gerçekleri Kıpçak-Ermeni ilişkilerine ait kılmak mümkün değil. Hatta bu meseleyi Ermeni çarı Hüsrev’in II. yüzyılda Kafkasya’ya sefere çıkması ile de alakalandırmak olmaz. Ona göredir ki, o zamanlar Ermeniler Hıristiyanlığı kabul etmemişlerdi ve Ermeni yazısıyla alfabe henüz mevcut değildi. Bize göre, Kıpçakların Ermeni dini ve yazısını benimsemesini Hıristiyanlığın Kafkasya’da yayılması ve kiliselerde Ermeni yazılarının öğrenilmesi devri ile alakalandırmak daha uygun olabilir. Arapların geliş zamanı, Babek ayaklanması ve Arap-Hazar muharebesi devrinde de Azerbaycan ve şimdiki Ermenistan arazilerindeki ahalinin bir kısmının göç etmesi gerçeğini de dikkatten 436 Prof. Dr. İsmail Veli ÖMEROĞLU/ Ferhat FERHATLI uzakta tutmamak gerekir. Türkiyeli bilim adamı Y.Kalafat elde bulunan materyalleri tahlil ederek göstermektedir ki, Gregorian Türklerinin çoğunluğu Oğuz soyludur (13.29-30). Eğer Kıpçak yahut Oğuz dilli Ermeniler Kırım’dan ve Kuzey Kafkasya’ dan göç etmişlerse, onda Gregorianlığı ve Ermeni yazısını nasıl kendileri ile birlikte götürmüşlerdir? Eğer bunların dili Avrupa’da Türkleşmişse, dinleri ve yazıları neden değişmemiştir? Avrupa «Ermenilerine» onların diline göre, yazı tarzına esasen, yoksa Gregorian mezhebine göre «Ermeni» denilmiştir? Şimdiye dek kimi ulaştırılmış araştırmalarda bu sorulara cevap verilmemiştir. Bu sahanın bütün araştırmacıları da itiraf etmektedirler ki, hakkında bahsedilen bütün materyaller Türkoloji’nin sahasıdır, yalnız grafik yazı bakımdan Ermenişinaslığa ait kabul edilir. Böyle olduğunda yazı biçimine göre halka ad vermek doğru sayılmaz. Böyle olsa, Latin yazısı kullanan halklara etnik mensubiyetinden bağlı olmayarak Latin, Arap yazısı kullananların hepsine Arap denirdi. Demek ki, yalnız kullandıkları yazı biçimine göre bu ahali «Ermeni» adlandırılmamıştır. Bu ahalinin dini inanca göre, yani kiliselerinin Gregorian mensubiyetine göre idare olunmasına, ad ve soyadlarının kilise tarafından verilmesi ve kayda alınmasının Gregorian kaidelerine uygun icra edilmesine göre «Ermeni» adlandırıldığı kanaatini doğru saymak olur. Tarihi gerçekler onu da gösterir ki, şimdiki Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arazilerinde Hıristiyanlığın bir nice akımı inkişaf etmiş ve yerli ahali etnik mensubiyetinden bağlı olmayarak onu kabul etmiştir. Yani, Azerbaycanlıların bir kısmı, hususen Albanların kiliseleri Gregorianlardan farklı olmuştur. Kiliselerin kuruluşu ve yazıları da yalnız Ermeni dilinde olmamıştır. Ermeni karakterli kilise yazılarının çoğu Ermeni dilinde olmadığına göre XIX. yüzyıldan başlayarak bu arazilerde kilise yazıları sökülerek Ermenileştirilmeye başlamıştır. Bunu Gürcü bilim adamı A.Çavçavadze 1903’te Tiflis’te bastırdığı «Ermeni bilginleri ve gözyaşı akıtan taşlar» (6) kitabında yazmış ve bunu kabul edilemez bir durum olarak değerlendirmiştir. Kafkasya’daki Türklerin Gregoryanlığı kabul etmesi ve bin yıldan fazla bir devirde Ermeni yazısını kullandığı da kesinlikle bellidir. Bunu Şirak vilâyetinin Artik bölgesindeki Arec köyündeki Kıpçak kilisesinin, Kıpçahavenk manastırının şimdiye dek kalması gerçeği de kanıtlamaktadır. Ermeni yazısından Ermenilerden başka halkların istifade etmesini, yazıyı Ermeni diline uygun hale getiren Mesrop Maştos zamanından üzü 437 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bəri bütün tarih yazarları kaydetmişlerdir. Avrupa Ermenileri adı ile tanınan Türklerin alfabesi de bu yazının Türk dili için düşünülmediğini, yalnız uygunlaştırılarak kullanıldığını gösterir. Bunlardan başka Erivan’da Matenadaran’da da Ermeni yazısı ile yazılmış birçok Türkçe metinler olduğunu bilim adamları kaydetmişlerdir. Azerbaycan’ın Gence şehri yakınlarında Türkmançay (14. s.216) Manastırı (bu ad Türkmen veya tercümeciler adını taşımıştır) da Oğuzların abidesidir. Nesimi’nin, Fuzuli’nin eserlerinin Ermeni yazısı ile Türkçe yazıya alınması da bu alfabede okuyan Türkler’in mevcut olduğunu gösterir. XVII-XIX. yüzyıllarda da Ermeni karakterli Türkçe yazılar kullanılmıştır. Sayat Nova’nın şiirleri ve Ermeni adı taşıyan, lakin Türkçe şiirler koşan Ermeni âşıklarının - kusanların (XVI-XIX. yüzyıla ait) eserleri de bunu kanıtlar. Kafkasya’da, Kuzey Kafkasya’da, hatta Volga nehri kıyılarında Ermeni yazı karakterlerinden istifade ile yazılan Türk kabir taşlarının olması da Ermeni sayılan Türk ahalisinin uzun zaman Gregorian mezhebine mensup olduklarını gösterir. Bizans döneminde Hıristiyanlaşan Urum Türklerinin Avrupa’nın muhtelif halkları içinde, Karaim Türklerinin ise Avrupa Yahudiliğine mensup olup Yahudiler içerisinde eridiği gibi, hakkında bahsedilen Kıpçak ve Oğuz Türkleri’nin de Ermeni-Gregorian Hıristiyanlarına karışıp Ermenileştikleri aşikârdır. Hıristiyanlaşmış Gagauz Türkünden başka Hıristiyan dinine mensup olan Urum Türkleri2nin çoğunluğu da demek oluyor ki XIX-XX. yüzyıllarda başka halklarla karışıp kaynaşmış ve eriyip kaybolmuştur. Onlardan farklı olarak Gregorian Türkleri çok büyük maddi və manevi abideler, yazılı materyaller, kiliseler, manastırlar yadigâr bırakmışlardır ki, onlar Türkologlar tarafından daha derinden araştırılmalıdır. Sonuç Ermeni yazısı ile tarihte yadigâr kalan Hıristiyan (Gregorian) Türklerin yazılı abideleri, kilise ve manastırları, mezarlıkları ve mezar taşları göstermektedir ki, Avrupa’da büyük tarihe sahip olan abidelerin araştırılması tarihte yeni sayfalar açacaktır. Bu materyallerin Türkşinaslık bakımından araştırılması, Kıpçak, Oğuz boylarından olan ahalinin Kafkasya’da, Kuzey Anadolu’da, özellikle Van gölü etrafında, Kırım’da, Ukrayna’da ve başka yerlerdeki medeniyet abidelerinin tetkik edilmesi dünya halklarının, Hıristiyanlığın, Türk halklarının yazı medeniyetinin ve dini inanç sisteminin daha etraflı araştırılmasının büyük önemi olduğunu gösterir. 438 Prof. Dr. İsmail Veli ÖMEROĞLU/ Ferhat FERHATLI Kaynaklar 1. www. кукэуз.ру. Эльтебер. Армяно-кыпчакский язык. 2. Документы на Половеском языке ХVI в., Издательство “Наука”, Москва 1967. 3. Плано Карпуни. История Монголов.Пер.А.Маленина. СПб. 1911. 4. Артаманов М.И.Очерки древней истории хазар, -Л: 1936. 5. Крымский А.И. Тукки их мови литератури.- Киив: 1930. 6. Чавчавадзе А. Армянские ученые и вопиющие камни. Тифлис. 1903. 7. Tanrıverdiyev Azizhan. XVI. Asır Kıpçak (Polovets) Dilinin Grameri (Документы на половецком языке ХVI в. Kitabı Esasında). N. Tusi Adına Azerbaycan Devlet Pedaqoji Üniversitesi, Bakü 2000. 8. Берже А. Кавказ в археологическом отношении, Тифлис 1875. стр. 55 9. В.М.Арутюнян, С. А. Сафарян. Памятники армянского зодчества, М., 1951. стр. 61-62. 10. Alekberli A. Kadim Türk-Oğuz Yurdu - “Ermenistan”, B. 1994, sah. 109-112. 11. Alekberli A. Garbi Azerbaycan Abideleri, B., “Ağrıdağ” Neşriyatı, 2006, s. 114115. 12. Altınkaynak Erdoğan. Gregoryan-Kıpçak Dil Yadigârları. İQ Kültür Sanat Yayıncılık. İstanbul. 2006. 13. Yaşar Kalafat. Farklı Dinî İnançlara Mensubiyet İtibariyle Türk Halk İnançları Çalışmalarında Metod ve Teori, Türksoy, Eylül 2003. 14. Армянская миниатюра. Ереван, 1969. 439 XIX. YÜZYILDA KAYSERİ SANCAĞINDA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİN EKONOMİK BOYUTU Öğr. Gör. İsmigül ÇETİN Erciyes Üniversitesi, Yozgat Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: icankaya@erciyes.edu.tr; Tel : 0 354 242 10 21-152 Özet Kuruluşu M.Ö 2800’lü yıllara dayanan Kayseri, tarih boyunca önemli bir yerleşim yeri olmuştur. 1467 tarihinde Osmanlı hakimiyetine giren şehir önemli bir ticaret merkezi olma vasfını korumuştur. Osmanlı hakimiyetine girdikten sonraki ilk dönemlerinde Karaman eyaletinin bir livası iken Tanzimat dönemindeki düzenlemeler ile Bozok eyaletine bağlanmış, 1867 Vilâyet Nizamnamesi ile Ankara’ya bağlı bir sancak haline getirilmiştir. Kayseri, Ermeni nüfusunun yoğun olarak yaşadığı bir yerleşim yeridir. Resmî Osmanlı istatistiklerine göre Kayseri sancağında 1914 yılında 184 292 Müslüman, 20 590 Rum ve 50 174 Ermeni yaşamaktadır. Toplam nüfusun 255 056 olduğu düşünüldüğünde Ermeni nüfusun toplam nüfusa oranı yaklaşık % 20’dir. Dolayısıyla bu sancak iki toplum arasındaki ilişkilerin irdelenmesi için iyi bir örnek teşkil edecektir. Kadıların mahkemelerde tarih sırasıyla tuttukları ve meydana gelmiş her türlü olayı, şikâyeti ve bunların sonucunu ihtiva eden kayıt defterleri olan şer’iye sicillerinden Kayseri’ye ait olanlardan 1809-1904 yıllarını kapsayan 11 adeti incelenerek, bu defterlerde bulunan Türk ve Ermeni toplumları arasındaki ekonomik ilişkilere ait olan kayıtlar tespit edilecek ve değerlendirilecektir. Bu değerlendirme sırasında iki toplum arasındaki ekonomik ilişkilerin borçalacak boyutu ön plana çıkarılacaktır. Bu plan üzerine ortaya çıkarılan çalışma ile Kayseri şehrinde yaşayan iki farklı kültürel unsurun ekonomik ilişkiler çerçevesinde birbirleriyle olan etkileşimleri ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Öğr. Gör. İsmigül ÇETİN Giriş Osmanlı Devleti yaklaşık altı yüz yıllık geçmişi boyunca bünyesinde farklı dinden, etnik gruplardan insanları barındırmıştır. Avrupa’da dinin insanları kesin çizgiler ile böldüğü bir dönemde Osmanlı Devleti, dinsel veya siyasal nedenlerle ülkelerini terk etmeye mecbur olanlar için bir sığınma yeri olmuştur. Katolik İspanya’nın, kendi Musevî yurttaşlarını ülke dışına attığı, Müslümanlara ise din değiştirme veya ölüm seçeneklerinden birini sunduğu zaman, gerek Yahudilere gerekse Müslümanlara kapılarını açan Osmanlı olmuştur1. Osmanlı tarihi boyunca bu tür sığınmalara birçok örnek verilebilir. Osmanlı Devleti, sadece dışarıdan gelen sığınmacılar için değil kendi sınırları içerisinde yaşayan farklı dinlerdeki insanlar için de İslâmî kurallar çerçevesinde hoşgörülü bir yönetim sergilemiştir. Yüzyıllar boyu Hıristiyan olan Rumlar, Ermeniler ile Müslümanlar aynı şehirlerde, aynı köylerde yan yana yaşamışlar ve iyi ilişkiler kurmuşlardır. Bu şehirlerden biri de Kayseri’dir. Çok köklü bir geçmişe sahip olan Kayseri, Yıldırım Bayezid döneminde Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girmiş, Ankara Savaşı’ndan sonra el değiştirerek Karamanoğulları’nın hakimiyetine geçmiştir. Şehir 1467 tarihine kadar bu beyliğin elinde kalmış, bu tarihte yeniden ve kalıcı olarak 1 Ömer İzgi, “Türkler ve Ermeniler: Osmanlı Deneyimi”, Osmanlının Son Döneminde Ermeniler, Editör Türkkaya Ataöv, Ankara 2002, s.1. 443 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlıların hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı hâkimiyeti içerisinde Kayseri ilk dönemlerde merkezi Konya olan Karaman eyaletinin bir livasıdır2. Tanzimat’tan sonra vilâyetler ve idarî yapı yeniden düzenlenirken Kayseri, sancak olarak merkezi Yozgat olan Bozok vilâyetine bağlanmıştır3. 1867– 1868 yıllarında yeni bir düzenleme yapılarak Kayseri, Bozok sancağı ile birlikte Ankara vilâyetine dâhil edilmiştir4. Kayseri’deki Ermeni nüfusunun kökü Bizans dönemine dayanmaktadır. XI. yüzyılın başlarından itibaren Bizans, Ermeni topraklarını işgal ederken, işgal ettiği toprakların beylerine de Sivas, Kayseri ve Orta Anadolu’nun bazı kesimlerinde arazi vermiştir. Bu beyleri ise büyük bir göçmen topluluğu takip etmiş ve bu bölgelere yerleşmişlerdir5. 1905’lerde başlayıp 1914 tarihinde tamamlanan nüfus sayımına göre Kayseri’de 184 292 Müslüman, 20 590 Rum ve 50 174 Ermeni yaşamaktadır6. Justin McCarthy aynı tarihlerde Kayseri’de yaşayan Ermeni nüfusu için, yayınlanmış nüfus olarak 52 192 sayısını, düzeltilmiş nüfus olarak da 61 538 sayısını vermektedir7. Bu rakam toplam nüfusun yaklaşık % 20’sini teşkil etmektedir. Ermeni ve Rumlar Kayseri’de mahallî idarelerde de önemli görevlerde bulunmuşlardır. Örneğin 6 Temmuz 1897 tarihinde Kayseri sancağı mutasarrıflık yardımcılığına Ermeni Hamanuyan Agop Efendi ve 5 Haziran 1899 tarihinde de Kara Karye kaymakamlığı yardımcılığından ayrılan Aleksiyan Servet Efendi tayin edilmişlerdir8. Aynı zamanda Kayseri her dönem önemli bir ticaret merkezi de olmuştur. Osmanlı Ermenilerinin şehirde yaşayanlarının hemen hemen tamamı sarraflık ile çeşitli dallarda esnaflık ve ustalık yapmakta idiler9. Kayseri’deki ticarî faaliyetlerde de birçok yerde olduğu gibi Ermeniler ön plana çıkmışlardır. Kayseri’nin bu özelikleri, Türk-Ermeni ilişkilerinin ekonomik boyutunu incelemek için iyi bir örnek teşkil edebileceğini göstermektedir. Çalışmamızda XIX. yüzyılda Kayseri’de Türk-Ermeni ilişkilerinin ekonomik boyutu değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme için bu dö2 3 4 5 6 7 8 9 Ramazan Tosun, Ermeni Meselesi Çerçevesinde Kayseri’de Ermeni Olayları, Kayseri 1997, s.32. Orhan Sakin, Bozok Sancağı ve Yozgat, Ankara 2004, s.72. Sakin, a.g.e., s.74-75 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, İstanbul (?) 2001, s.39. Tosun, a.g.e., s.34. Justin McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar, İstanbul 1998, s.88. Tosun, a.g.e., s.35 Ersal Yavi, Emperyalizm Kıskacında Türkler, Ermeniler, Kürtler (1856-1823), İzmir 2001, s.15. 444 Öğr. Gör. İsmigül ÇETİN neme ait Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından günümüz Türkçe’sine kazandırılan ve Kayseri ve Yöresi Tarihi Araştırma Merkezi’nde (KAYTAM) muhafaza edilen, kadıların mahkemelerde tarih sırasıyla tuttukları ve meydana gelmiş her türlü olayı, şikâyeti ve bunların sonucunu ihtiva eden kayıt defterleri olan şer’iye sicillerinden Kayseri’ye ait olanlar kullanılmıştır. 1809-1810 yıllarına ait 183 numaralı, 1820-1822 yıllarına ait 191 numaralı, 1831-1832 yıllarına ait 197 numaralı, 1853-1856 yıllarına ait 212 numaralı, 1856-1857 yıllarına ait 213 numaralı, 18701873 yıllarına ait 223, 224, 225 numaralı ve 1901-1904 yıllarına ait 279 numaralı Kayseri şer’iye sicilleri incelenerek Türkler ve Ermeniler arasındaki ekonomik ilişkileri gösteren alım-satım ve alacak-verecek davaları irdelenmiştir. Yalnız bu şer’iye sicillerinden 1809–1857 yıllarına ait olanları değerlendirilmeye katılmamıştır. Çünkü bu defterlerde yalnızca zımmî ayrımı yapılmış, davaya konu olan kişiler Ermeni veya Rum milletindendir şeklinde belirtilmemiştir. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin millet anlayışı ve bu konudaki düzenlemeleri Islahat Fermanı’na kadar mezhep ya da dinlere göre olmuştur10. Fakat milliyetçilik akımının etkisi ile millet anlayışı değişmiş ve etnik bir anlam ifade eder hale gelmiştir. Islahat Fermanı’ndan sonra da her millet için yeni nizamnameler düzenlenmiştir11. Bu tarihten sonraki şer’iye sicillerinde davalarda taraf olan kişilerin Rum milletinden veya Ermeni milletinden oldukları belirtilmiştir. Yalnız Millet Sistemi’ndeki bu düzenlemelerden önceki durum hakkında bize fikir vermesi açısından 213 Numaralı Kayseri şer’iye sicilinde yer alan H.2 Cemaziyelahir 1273 (M. 28 Ocak 1857) tarihli belge iyi bir örnek olabilir. Bu belgeye göre Talas karyesi sakinlerinden Berber Estefan ölmüş ve veraseti eşi İlsagot ile henüz buluğ çağına ulaşmamış oğulları Vasil ve Kamados’a kalmıştır. Fakat İlsagot mirastan el çektiği için Estafan’ın oğullarına Ahmet Ağa vâsi tayin edilmiştir. Görüldüğü gibi gayrimüslim çocuklara bir Müslüman vasi olarak tayin edilmiştir. 223 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili Milâdî 1870–1873 yıllarını kapsayan bu şer’iye sicili konumuz açısından, ilişkilerin en yoğun olarak kaydedildiği defterdir. Türkler ile Erme10 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, TTK Yayınları, Ankara 1996, s.9. 11 Bozkurt, a.g.e, s.170. 445 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER niler arasındaki ticarî ilişkileri içeren toplam 28 belge bulunmuştur12. Bu belgelerden 24 tanesi alım-satım ile ilgiliyken 4 tanesi de alacak davasıdır. Alım-satım belgeleri için örnek olarak 152 numaralı ve H.7 Rebiyülevvel 1289 (M.15 Mayıs 1872) tarihli belgeyi verebiliriz. Bu belgeye göre Erkilet karyesi sakinlerinden Hüseyin Ağa Ammiler karyesinde bulunan bağını Hasan Fakıh mahallesi sakinlerinden ve Ermeni milletinden Gerhasoğlu Karabet’e satmıştır. Belgeler, Türkler ile Ermeniler arasında ticarî ilişkilerin varlığını kanıtlamakla kalmayıp bize Türkler ile Ermeniler arasında ticarî bir ortaklığın varlığını da göstermektedir. Akçakayalı Zahid Efendi ile Ermeni milletinden Bakırcıoğlu Ohanes bir ortaklık içerisindedirler. 144 numaralı ve H.23 Rebiyülevvel 1289 (21 Mayıs 1872) tarihli belgeye göre Zahid Efendi ve Ohanes, İbrahim bin Mehmed ve kız kardeşinden Büyüksaraçhane’de bulunan bir dükkân satın almışlardır. 170 numaralı ve H.5 Cemaziyelevvel 1289 (11 Temmuz 1872) tarihli belgeden Uzunçarşı caddesinde bir dükkân daha aldıkları anlaşılmaktadır. Ortaklar H. 16 Şaban 1289 (M.19 Ekim 1872) tarihinde 248 ve 249 numaralı belgeler ile yarısı Bakırcızade Mehmed Yesari Efendi ve Mehmed Nuri’ye ait, diğer yarısı da muhtemelen onların akrabaları olan Fatma ve onun çocuklarına ait bir dükkân daha satın almışlardır. Alım satımlar ile ilgili belgelerde satılan gayrimenkûlun sınırları belirtilirken komşuların isimleri de verilmektedir. Biz verilen bu isimlerden Ermeniler ve Türklerin aynı mahallelerde yan yana yaşadıklarını ve aynı çarşılarda çalıştıklarını anlıyoruz. Örneğin 223 numaralı şer’iye sicilinde 151 numaralı belge ile Cafer Bey Köyyakan mahallesi sakinlerinden Topcuoğlu Hasan Hüseyin, aynı mahallede bulunan ve bir tarafında Karabet oğlu Esvadır ve Terzi Ağa ile diğer tarafında kendi konağı olan menzilini yine aynı mahalleden ve Ermeni milletinden Karabet oğlu Artin’e satmıştır. Diğer bir örnek de 101 numaralı belgedir. H.25 Muharrem 1289 (M.4 Nisan 1872) tarihli bu belgeyle de Yenice İsmail mahallesi sakinlerinden Haşim, Kürtüncüler sokağında bulunan ve bir tarafında Hadir’in ve Hacı Mehmed’in dükkânları diğer tarafında ise yol olan dükkânını komşusu Hadir’e satmıştır. Bu defterde Türk ve Ermeni kadınlarının da gayrimenkûl alıp sattıklarını gösteren belgeler vardır. Bunlardan biri 66 numaralı ve H.21 Muhar12 Osman Taşdemir, 223 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1999, Belge No: 3, 30, 35, 66, 92, 93, 101, 103, 144, 151, 152, 170, 178, 180, 185, 239, 248, 249, 289, 290, 320, 354, 368, 396, 397, 408, 410, 423. 446 Öğr. Gör. İsmigül ÇETİN rem 1289 (M.31 Mart 1872) tarihli belgedir. Buna göre Tellizade Ahmet Efendi ve eşi Ayşe Hanım Karadere nahiyesinde bulunan bağlarının bir kısmını Ermeni milletinden Hacı Agop’a satmışlar ve bu satıştan Ahmet Efendi 13 000 kuruş kazanırken Ayşe Hanım da 6 000 kuruş kazanmıştır. 408 numaralı ve H.26 Muharrem 1289 (M.5 Nisan 1872) tarihli belgeye göre ise Ermeni milletinden bir kadın olan Maryam, Sipahi Pazarı’nda bir dükkânı 1 200 kuruşa satın almıştır. Bu defterde alım satım işlemlerini içeren belgelere göre 4 adet olan alacak davaları oldukça azdır. Bunlardan 93 numaralı ve H.12 Sefer 1289 (M.21 Nisan 1872) tarihli belge, bir alacak davasından ziyade borcun ödendiğini gösteren bir belgedir. Buna göre Oduncu mahallesi sakinlerinden ve Ermeni milletinden Musa Kel Torosoğlu Ağbad daha önce Ahmet Ağa isminde birine borç para vermiştir. Bu belge Ahmet Ağa’nın kardeşi Şaban Ağa tarafından bu borcun ödendiğini göstermektedir. 178 numaralı ve 25 Cemaziyelevvel 1289 (M.31 Temmuz 1872) tarihli belgeye göre ise Baldöktü mahallesinde Mehmet Torun Ağa, başka şehirde oturan Mehmet Ağa ve eşi Şerife Fatma Hanım’ın vekili olduğunu ve bu vekâlete dayanarak onlara ait bir bağı Ermeni milletinden Dalkıranoğlu Kirkor ve kardeşi Agliya’ya sattığını, paranın bir kısmını alamadığını iddia ediyor. Kirkor ve Agliya alış verişi kabul ediyorlar fakat Torun Ağa’nın vekilliğini kabul etmiyorlar. Torun Ağa şahitler ile vekilliğini ispatlayınca davayı kazanıyor. 224 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili Milâdî 1871–1873 yıllarını kapsayan bu şer’iye sicilinde toplam belge sayısı 346’dır. Bunlardan 145 tanesi gayrimüslimler ile ilgilidir. Bunun içerisinden de 83 tanesi Ermenilerle alâkadır. Bu defterde konumuzla ilgili bir belge bulunmuştur. H.3 Rebiyülevvel 1290 (M.1 Mayıs 1873) tarihli bu belgeye göre Ermeni milletinden Kalbakçıoğlu Vanil, Sasık mahallesindeki menzilinin bir kısmını Mehmet Efendi ve İbrahim Efendi’ye 20 mecidiye altınına satmıştır13. 225 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili M.1871–1873 yıllarına ait olan bu şer’iye sicilinde toplam 402 belge bulunmaktadır. Gayrimüslimler ile ilgili toplam 64 belge vardır. Bunların 13 Meryem Ünal, 224 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1999, Belge No:324. 447 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER da 50 tanesi Ermeniler ile ilgilidir. Belgelerin 22 tanesi gayrimüslimler ile Müslümanlar arasında geçen davalar ile alâkalıdır. Bu defterde konumuzla alâkalı 13 belge bulunmuştur. Bunlardan 11 tanesi borç, alacak verecek konuları ile ilgilidir14. Diğer ikisi ise ticarî ilişkiler ile alâkalı fuzuli zapt davasıdır15. Bu belgelere konu olan alacak davaları bize göstermektedir ki Ermeniler ile Türkler arasında ticarî faaliyetler yürütülmektedir. Örneğin bu defterdeki 29 numaralı ve H.23 Zilhicce 1288 (4 Mart 1872) tarihli belgeye göre Niyazizade Hacı İhsan Efendi ve Halil Efendi ismindeki Türkler Ermeni milletinden Baltacıoğlu Bagos ve oğlu Ohannes’e 97 tane inek satmışlardır. Dava Hacı İhsan Efendi ve Halil Efendi tarafından ineklerin karşılığı olan paranın bir kısmını alamadıkları için açılmıştır. Bagos borcunu kabul etmiş ve oğlu Ohannes’in de kefili olduğunu belirtmiştir. Davacılar şahitler ile iddialarını kanıtladığı için Bagos ve Ohannes’e borçlarını ödemeleri tembih olunmuştur. Yine bu defterde bulunan 282 numaralı ve H.15 Şevval 1289 (M.16 Aralık 1872) tarihli bir başka belgeye göre Ermeni milletinden ve Mancusun karyesi sakinlerinden Hamparsom aynı karyede oturan Halil İbrahim’den bir tarla almış, fakat daha sonra bu tarlanın bir başkasına ait olduğunu öğrenmiştir. Parasının iadesini talep etmektedir. Halil İbrahim bunu reddetse de Hamparsom, Kasımoğlu Abdullah’ı ve Osman bin Mehmed’i şahit olarak göstermiş ve iddiasını ispatlayarak davayı kazanmıştır. Görülüyor ki bu davaların sonuçlarını genellikle şahitler belirlemektedir ve Emeniler iddialarını ispatlamak için Türkleri de şahit olarak göstermişlerdir. 225 numaralı Kayseri şer’iye sicilinde yer alan iki fuzuli zapt davası da Türkler ve Ermeniler arasındaki ticarî ilişkileri kanıtlamaktadır. Bunlardan 133 numaralı ve H.18 Rebiyülevvel 1289 (M.26 Mayıs 1872) tarihli belgeye göre Ermeni milletinden Keloğlanoğlu Manuk, babasının sahip olduğu ve onun ölümünden sonra kendisi ile kardeşlerine intikal eden bir bağın, daha önce ölen Mükremin’in çocukları Ömer ve Şaban tarafından fuzuli yere zapt edildiğini iddia etmiştir. Ömer ve Şaban, bu bağın Manuk’un babası Kigork tarafından 15 yıl önce Candaroğlu Ali’ye satıldığını, onun çocuklarının da babaları Mükremin’e sattığını ifade etmişler, fakat iddialarını ispatlayamadıkları için davayı Manuk kazanmış, Şaban ve Ömer’in bağa müdahale etmeleri yasaklanmıştır. 14 Dilek Atmaca, 225 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1999, Belge No: 29, 34. 70, 97, 104, 106, 204, 274, 282, 344, 377. 15 Atmaca, a.g.t., Belge No: 133, 402. 448 Öğr. Gör. İsmigül ÇETİN 279 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili Milâdî 1901–1904 yıllarına ait bu şer’iye sicilinde toplam belge sayısı 124, gayrimüslimler ile alâkalı belge sayısı ise 30’dur. Defterde Müslüman ve gayrimüslimler arasında geçen davaları konu eden üç belge bulunmaktadır ve bu üç belge de Ermeniler ile alâkalıdır. Türkler ile Ermeniler arasındaki ekonomik faaliyetler ile ilgili ise iki belge elde edilmiştir16. Bunlardan ilki H. 12 Muharrem 1320 (M.21 Nisan 1902) tarihli ve 2 numaralı belgedir. Bu belge bir alacak davasını içermektedir. Bağcıoğlu Ahmet Ağa Ermeni milletinden Yozgatlıoğlu Aleksan’ın 1899 senesinde faiziyle 5 Osmanlı lirası borç aldığını iddia etmiş, Aleksan öldüğü için bu borcun eşi ve çocukları tarafından ödenmesini istemiştir. Varisler mahkemeye çağrıldıkları halde gelmemişler vekil de tayin etmemişlerdir. Bunun üzerine haklarını korumak için mahkeme Muhyiddin Efendi’yi Aleksan’ın varislerinin vekili tayin etmiştir. Muhyiddin Efendi, Ahmet Ağa’nın iddialarını reddetmiş, iki taraf da varislerin yemin etmelerini talep etmiştir. 4 Mayıs 1902’de yapılan ikinci duruşmada Aleksan’ın oğulları Serkiz ve Haykaz ile eşi Gülisna, Aleksan’ın Ahmet Ağa’ya borcu olduğunu bilmediklerine dair yemin etmişlerdir. Fakat Aleksan’ın diğer iki oğlu ve bir kızı henüz buluğ çağına ulaşmadıkları için yemin edememişler, bu nedenle de dava onların buluğ çağına ulaşmalarına kadar ertelenmiştir. Bu belge bize bir Ermeni ile Türk arasında borç alıp verildiğini kanıtladığı gibi mahkemenin tutumunu göstermesi açısından da önemlidir. Çünkü bir Ermeninin hakkını korumak için bir Müslüman vekil olarak tayin edilmiştir. Bu defterdeki ikinci belge 120 numaralı ve H.20 Ramazan 1321 (M.21 Aralık 1903) tarihli belgedir. Bu belge de bir alış veriş sonrasında çıkan bir anlaşmazlıkla alâkalıdır ve sonuçta mahkeme davayı Ticaret Mahkemesi’ne göndermiştir. 279 numaralı şer’iye sicilinde Türkler ile Ermeniler arasında geçen üçüncü dava da oldukça ilginçtir. H.11 Şevval 1321 (M.30 Aralık 1903) tarihli ve 124 numaralı belgeye göre Ermeni milletinden Deli Karabetoğlu Ahya’nın bir kısrağı çalınır. Mal muhasebecisi İzzetli Nusret Efendi de bu kısrağın çalıntı olduğunu bilmeden satın alır ve kısrağın bedelini mal sandığına bırakır. Ahya kısrağın bedelini istemektedir. Fakat Nusret Efendi, kısrağın Ahya’ya ait olduğunu kabul etmez. Bunun üzerine Ahya, Feyzullah bin Halil, Taran bin Hasan, Mehmed bin Hasan ve Duman oğlu 16 Rukiye Yürüker Akşit, 279 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1999, Belge No: 2, 120. 449 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER İsmail’i şahit olarak gösterir ve kısrağın kendisine ait olduğunu ispatlar. Bu dönem ülkede Ermeni isyanlarının yayıldığı hatta Kayseri’de de bir isyanın yaşandığı dönemdir. 279 numaralı bu defterde iki toplum arasındaki ilişkileri yansıtan belgelerin az sayıda olmasının nedenlerinden birinin de bu isyanlar olduğu söylenebilir. Fakat 124 numaralı sicil bize halâ bir Ermeninin birkaç Türkü mahkemede şahit olarak gösterebildiğini ispatlamaktadır. Bu iki toplum arasındaki ilişkilerin ne kadar köklü olduğunun da bir göstergesidir. Sonuç Değerlendirdiğimiz 223, 224, 225 ve 279 numaralı Kayseri şer’iye sicillerinde, Türkler ve Ermeniler arasındaki ticarî faaliyetleri gösteren toplam 48 davaya ilişkin belge bulunmuştur. Bu belgelerde yer alan davalar alım-satım ve alacak konularını içermektedir. Bu belgeler iki toplumun yoğun bir ticarî ilişki içerisinde olduğunun kanıtıdır. Genellikle alım-satım belgelerine konu olan menkûller bağ, menzil (konak) ve dükkânlardır. Alım-satım ile ilgili belgeler incelendiği zaman Ermeni ve Türklerin hem çalışma hayatında hem de günlük yaşamda komşuluk ettikleri görülmektedir. Bu ticarî ilişkiler zaman zaman alım satım boyutunu da geçmiş Ermeniler ve Türkler arasında ortaklıklar kurulmuştur. Unutulmamalıdır ki bizim değerlendirdiğimiz sadece dört şer’iye sicilidir. Eminiz ki Kayseri’ye ait diğer şer’iye sicilleri de incelenirse bu ortaklık ve ticarî ilişkilere çok daha fazla örnek bulunabilir. Borç davalarına bakıldığında bu davaların Türkler kadar Ermeniler lehine de sonuçlandığı anlaşılıyor. Davaların sonucunu tayin eden şahitler incelendiği zaman da görülüyor ki Ermeniler iddialarını ispatlamak için Müslümanları şahit olarak göstermişlerdir. Bu da iki toplum arasındaki iyi ilişkilerin bir kanıtıdır. İncelemenin sonunda anlaşılıyor ki Türkler ve Ermeniler arasındaki ticarî ilişkiler zamanla azalmaktadır. Bunda 1893 senesinde bölgede çıkan Ermeni isyanının etkisinin büyük olduğu düşünülmektedir. 450 ERMENİ KADINLARINA AİT TEREKELER Yrd. Doç. Dr. Jülide Akyüz Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: julakyuz@hotmail.com; Tel: 0 474 212 02 01–3115. Özet Uzun yıllar Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan önemli topluluklardan birisi olan Ermeniler hakkındaki araştırmalar daha çok siyasî içerikle sınırlı kalmıştır. Günümüzde daha çok sosyal-kültürel tarih araştırmaları ön plandadır. Bir arada yaşayan kültürlerin birbirinden etkilendiği de diğer bir gerçektir. Yaşanan tarihî süreç elbette Ermenileri de etkilemiştir. Sosyal ve kültürel anlamda meydana gelen bu etkileşimler şer’iye sicillerindeki kayıtlardan daha kolay anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi şer’î hukuk Müslüman bir toplumda yaşayan gayrimüslim kesimin kendi hukukları çerçevesinde hareket etmesine, istedikleri taktirde İslâm mahkemelerine başvurmalarına izin vermiştir. Bu hakkı kullanan Ermeni kadınların XVIII. yüzyıl Ankara şer’iye sicillerine kaydedilen terekelerinden yola çıkılarak bir takım değerlendirmeler yapılması düşünülmektedir. Tereke sahibi kadınların, çocukları, eşleri, mal varlıkları, giysileri, takıları, cehizleri, evlerinde kullandıkları eşyalar gibi yaşantıyı göz önüne seren bulgular Ermenilerin Osmanlı toplumu içerisindeki sosyal ve kültürel konumunu aydınlatacaktır. Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ Giriş Osmanlı Devleti, imparatorlukların temel karakteri olan çok ulusluluk vasfını yıkılışına kadar devam ettirmiştir. Osmanlı Devleti’nde millet-i sâdıka unvanına sahip olmuş Ermeniler ile Türkler arasındaki tarihî ilişkiler uzun bir geçmişe dayanır1. Uzun süre bir arada yaşamış farklı etnik ve dinî toplumların sosyolojik açıdan birbirlerine benzeşmeleri doğal bir süreç kabul edilmektedir. Bugüne kadar Ermeniler ile ilgili yapılan çalışmalar olayın daha çok siyasî boyutunu ele almıştır. Ermeni Sorunu adı altında uluslararası arenaya taşınmış olan olayın farklı açılardan değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle de sosyo-kültürel çalışmalara ihtiyaç vardır. Burada bir Osmanlı şehrinde, Ankara’da XVIII. yüzyıl zaman diliminde şer’iye sicillerine yansımış tereke kayıtlardan hareketle Ermeni kadınlarının sosyal yaşantıları hakkında bilgiler verilmeye çalışılacaktır. Konuya geçmeden önce Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan gayrimüslimlerin hukukî statüsüne değinelim. Osmanlı topraklarında yaşayan Müslümanlar ehl-i İslâm, Darü’l-İslâm’da yaşayan ve İslâm devletinin tebaası olanlar gayrimüslim; müste’minler ise Müslümanların aht ve amanına girmiş olmaları dolayısıyla ehl-i zimmet statüsündedirler2. Hukukî açıdan Müslümanlar gibi gayrimüslimler Osmanlı Devleti’nin bireyi olarak Müslüman her vatandaşla eşit haklara sahiptirler. Gayrimüslimler hukuk 1 2 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1950. J. Schacht, “Aman” EI²/I, 1960, s.429-430; Halil İnalcık,. “İmtiyazat”, EI²/I, s.1178–1189. 455 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER davalarında Osmanlı mahkemelerine başvurmak konusunda isteğe bağlıdırlar, yani istedikleri zaman muâf olmalarına rağmen cezaî alanda böyle bir hakka sahip değildirler3. İslâm fıkhında gayrimüslim mahkemelerinin verdiği kararlar icra gücünden mahrum olduğu gibi, İslâm devleti bu mahkemelerden çıkan kararları infaz etmezdi. Verilen kararın uygulanabilmesi için mahkemenin İslâm mahkemesi olması şartı söz konusudur4. İslâm fıkhının bu prensibi özellikle cezaî davaların yürürlüğü açısından Osmanlı mahkemesinin tercih nedenlerinden biridir. Mahkemeye başvuran gayrimüslimlerin davalarına mutlaka bakılır ve İslâm Hukuku tatbik edilirdi. Taraflardan birinin Müslüman olması durumunda da yetkili mahkemenin mutlaka İslâm mahkemesi olması gerekmekteydi5. Mahkemenin tarafsızlığı, gayrimüslim mahkemesinin verdiği kararların beğenilmemesi, mahkemenin çabukluğu, gayrimüslim toplulukların birbirleri arasındaki çekişme ve kararların uygulama imkânının olmaması İslâm mahkemelerinin kullanılmasında gayrimüslimler tarafından kullanılmasında etkili nedenlerdir. Osmanlı Devleti’nde Müslüman ve gayrimüslim tebaa beraber yaşama konusunda kendilerine sunulan sınırlar çerçevesinde, uyumlu bir yaşam sürdürmüşlerdir. Meselâ; XVIII. yüzyıl Ankara şer’iye sicillerinde Müslim-gayrimüslim anlaşmazlığı gayrimüslimlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan daha azdır6. Sadece Ermeniler değil diğer gayrimüslim unsurlar da uzun süre Müslümanlar ile bir arada uyumlu bir yaşam görüntüsü sergilemektedirler. XVIII. yüzyılda Kıbrıs şer’iye sicilleri esas alınarak yapılan bir çalışmada günlük yaşamın hemen her alanında Müslümanlar ile gayrimüslimlerin arasında bir uyum ve ortaklık olduğu ifade edilmektedir. Yine söz konusu çalışmada sayıca az da olsalar Ermenilerin de Müslümanlar ile benzer şekilde uyumlu bir yaşantı sürdürdükleri belirtilmektedir7. XVIII. yüzyıl Rumeli’sinde yapılan evlilik problemleri ile ilgili bir çalışmada gayrimüslimlerin Müslümanlarınkine benzer problemlerle karşılaştıklarını ifade etmektedir. Evlilik öncesi erkeğin kadına ödemesi 3 4 5 6 7 Ahmet Özel, İslâm Hukukunda Ülke Kavramı Darü’l-İslâm Darü’l-Harb, İstanbul 1988, s.218. Özel, a.g.e., s.218. Özel, a.g.e., s.221. Jülide Akyüz, Ankara’nın Bütüncül Tarihi Çerçevesinde XVIII. Yüzyılda Ankara (Şer’iye Sicillerinin Sayısal ve Muhtevâ Analizi Denemesi), Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2003, s.21. Kemal Çiçek, “Living Together: Muslım-Christian Relations in Eighteenth-Century Cyprus As Reflected By The Sharı’a Court Records”, Islam And Chrıstıan-Muslım Relatıons, Volume 4/1, 1993, s.37–64. 456 Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ gereken mehr, talak gibi Müslüman topluma ait değerler gayrimüslimler için de geçerlidir8. XVII. yüzyıl Kayseri şer’iye sicillerine dayanılarak yapılan başka bir çalışmada hem zımmîlerin hem de kadınların mahkemeye rahatlıkla gelebildikleri ve gerek kendi anlaşmazlıkları, gerek bir Müslüman ile olan anlaşmazlıkları da dâhil her türden müracaatlarına rastlandığı ve ortak yaşamın uyum içerisinde devam ettiği belirtilmektedir9. Son yıllarda geçmiş insanı ne yapıyordu, nasıl yaşıyordu, hayat standardı nasıldı? vb. sorularla geçmiş insanı gittikçe artan bir ilgiye maruz kalmıştır. Geçmiş insanı hakkında bir takım değerlendirmeler yapabilmek için şer’iye sicillerinde kayıt altına alınan tereke defterlerinden hareketle bazı çalışmalar yapılmıştır10. Tereke defterlerinde ölen kişilerin geride bıraktıkları mallar saptanarak şeriat esaslarına göre bölünürdü. Bu bölünme esnasında geride kalan vârislerin haklarının korunması, vasiyetin yerine getirilmesi gibi konular kadının gözetiminde olduğundan kişinin muhallefatı saptanır ve şeriatın ön gördüğü şekilde paylaştırılırdı. Tereke kayıtları ölen şahısların (Müslüman, gayrimüslim, kadın-erkek) geride bıraktıkları her türlü mal varlığını içerir. Ölen şahsın yaşadığı mekânı, cinsiyeti, çocukları, yaptığı iş, varsa unvan ya da lâkap gibi kişiyi niteleyici bilgilerden sonra tek tek bütün eşyaların dökümü yapılan bu kayıtlar bize toplumun sosyal, kültürel, kadın-erkek ilişkileri, giyim-kuşam, evlerde kullanılan ev eşyaları, temizlik alışkanlıkları gibi insana dair her türlü bilgi sunmaktadır. Bu terekeler önce beytü’l-mal emînine teslim edilerek kayıt altına alınmakta, vârisleri çıkmadığı takdirde ise hazineye kalmaktadır. XVIII. yüzyılda Ankara sâkini olup terekesi kayıt altına alınmış olan 16 Ermeni kadından bahsedilecektir. Elbette yüzyıl içerisinde bu kadar az ölüm gerçekleşmemiştir, bunlar şer’î mahkemeye başvurulup kayıt altına alınan ölümlerdir. Tereke kayıtlarının yazımı sırasında ihzariyye, 8 Svetlana Ivanova, “Muslim and Christian Women Before The Kadı Court in EighteenthCentury Rumeli: Marriage Problems”, Orıente Moderno/1, Editör Kte Fleet, 1999, s.161– 176. 9 R. C. Jennıngs, “Zimmis (non Muslims) İn Early 17th Century Otoman Judicial Records, The Sharia Court Of Anatolian Kayseri”, Journal of Economic and Social History of the Orient, XXI/3, 1978, s.225-293; Jennıngs, “The Legal Position Of Women In Kayseri, A Large Otoman City, 1590-1630”, İnernational Journal Of Women’s Studies/ 3, 1980, s.559582. 10 Serap Yılmaz, “İranlı Bir Ermeni Tüccarın Terekesi ve Ticarî Etkinliği Üzerine Düşünceler”, Tarih İncelemeleri Dergisi/VII, 1992, s.191-215; Tülay Artan, “Terekeler Işığında 18. Yüzyıl Ortasına Eyüp’te Yaşam Tarzı ve Standartlarına Bir Bakış Orta Halliliğin Aynası”, 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, Editör Tülay Artan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s.49-64. 457 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kaydiyye, hüddamiyye, kâtibiyye, çukadariyye gibi görevliler tarafından alınan bir takım ücretler mirâs paylaşımının her zaman kayıt altına alınmamasında etkili olmuştur. Varisler bu ücretleri ödememek için mirası mahkemeye intikâl ettirmeden aralarında paylaştırmayı daha uygun görmüşlerdir. Mahkemeye getirilen terekeler daha çok mirasçıların anlaşamadıkları ve mahkemede bölüşülmesini istedikleri mirâslardır. Terekenin paylaşımı sırasında eş, çocuklar ve daha sonra anne-baba gelir. Kız çocuklarına düşen mirâs hissesi erkek evlâdın yarısı kadardır11. Ermeni kadınlarına ait terekelerde de bu düzene uyulmuştur. Ankara, hem Müslüman hem de gayrimüslim unsurların birlikte yaşadığı bir şehirdir. Kanunî devrinde 1 964 Müslüman, 302 Hıristiyan (Rum ve Ermeni) ve 28 Yahudi hanesi bulunmakta olup, 71 mahallenin tamamı tamamen Müslüman, 9’u tamamıyla Hıristiyan, 7’si ise Müslümanlar çoğunlukta olmakla birlikte gayrimüslimlerin de yaşadığı bir görünüm arz etmekteydi12. Yine XVI. yüzyılda Ankara şehrinde 200 Ermeni hanesi bulunmaktaydı13. XVIII. yüzyılda Ermeniler nüfus bakımından Rum ve Yahudi unsurlardan daha kalabalıktırlar14. İnsanların yaşam düzeyi, maddî durumları hakkında bilgi edinmemizi sağlayan bir gösterge de yaşanılan mekândır. Bu açıdan terekelerinden bahsedilen kadınların hangi mekânda yaşadıklarına bakalım. Terekelerini değerlendirdiğimiz kadınların üçü yerleşim bakımından şehrin en gözde mekânı kalede yaşamışlardır15. Kale en eski ve en gözde yerleşim mekânı olmasının yanında idarî bir birimdir. Şehrin büyük mahallelerinden olan Keyyalin mahallesinde dört16, Behlül mahallesinde ise üç17 tereke kaydı bulunmaktadır. Geri kalan terekeler Hacı Mansur18, Dibek19, Kebkebûr-ı 11 Ömer Ferruh, İslâm Aile Hukuku, Çeviren Yusuf Ziya Kavakcı, Pan Yayınları, İstanbul 1994, s.166-167. 12 Özer Ergenç, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya Klasik Dönem Kent Tarihçiliğine Katkı, Ankara 1995, s.56. 13 Hrand Andreasyan, Polonyalı Simeon Seyahatnamesi, İstanbul 1964, s.162. 14 Akyüz, XVIII. Yüzyılda Ankara, s.85. 15 Ankara Şer’iye Sicili (AŞS), 131/315, 131/244, 81/517. 16 AŞS, 80/743, 131/268, 131/308, 133/313. 17 AŞS, 133/307, 191/189, 80/807. 18 AŞS, 131/262. 19 AŞS, 80/848. 458 Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ Müslim20, Belkıs21, Yakub Naâl22 ve Sabûni23 mahallelerinde yaşamış kadınlara aittir. Dikkat edilirse kadınların yaşadıkları mahalleler farklı mahallelerdir, yani Ermeniler Müslümanlar ile aynı mahallede yaşamışlardır. Hatta Kebkebûr-ı Zımmî adlı bir mahalle olmasına rağmen Kebkebûr-ı Müslim mahallesini tercih eden Ermeniler de olmuştur. Yine adından da anlaşılacağı üzere dinî bir hüviyet taşıyan Hacı Mansur mahallesinde Ermeni kadınlara ait terekeler bulunmaktadır. İncelediğimiz şer’iye sicillerinde kırsal kesimden olan Müslüman kadın-erkek terekelerine rastlanmakla birlikte kırsal kesimden her hangi bir Ermeni kadın terekesi bulunmadığını belirtelim. Bu durum incelenen sicillerdeki verilerden, Ermenilerin daha çok şehirde yaşamalarından, ulaşım olanaklarının olumsuzluğu gibi çeşitli etkenlerden kaynaklanmıştır. Buna ilâveten Osmanlı tebaası olan her dinden insanın gelenek-görenek, yaşanılan çevre, hayat şartları bakımından aynı yolu takip etmeleri kaçınılmazdır. Geride kalan terekelerde kadınların medenî durumları, çocuk sayısı gibi bilgiler elde etmek mümkündür. Ermeni kadınlardan Dibek mahallesinden Marim’in hiç evlenmediği anlaşılmaktadır. Çünkü mirası erkek kardeşinin üç oğluna kalmıştır24. Evlenmemiş diğer Ermeni kadın kalede yaşamıştır25. Bunlar dışında kale sakinesi Desina26 ve Hacı Mansur mahallesinden Nazlı’nın çocukları yoktur27. Bu kadınların mirasları sadece zevc-i metrûklarına (terk edilen eş) intikâl etmiştir. Kadınlar muhtemelen çocukları olmadığı için eşlerinden ayrılmışlardır. Geri kalan 12 Ermeni kadının toplam 39 çocuğu bulunmaktadır. Bunların 23’ü kız 16’sı erkektir. Kız çocuk sayısı erkek çocuklara oranla daha fazladır. Behlül mahallesinden Marim 5’i kız 3’ü erkek toplam 8 çocukla en fazla çocuk sahibi kadındır28. Çocuk sayısı ile gelir düzeyi arasında doğru bir orantı bulunmadığını belirtmek gerekmektedir. Çünkü Marim geride 300 kuruşluk bir tereke bırakmıştır. 2 531 kuruşluk tereke ile en zengin kadın olan Behlül mahallesinden Marim ise 1 oğlan ve 1 kıza sahiptir. 109 kuruş değerinde terekesi olan Kebkebûr-ı Müslim mahallesinden Marim’in 1 oğlu ve 3 kızı 20 21 22 23 24 25 26 27 28 AŞS, 80/820. AŞS, 82/183. AŞS, 191/168. AŞS, 133/322. AŞS, 80/848. AŞS, 131/315. AŞS, 131/244. AŞS, 131/262. AŞS, 191/189. 459 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bulunmaktadır. Yani maddî zenginlik çocuk sayısını olumsuz yönde etkilememiştir. XVIII. yüzyılda Ankara’da ailelerin durumu, çocuk sayıları ile ilgili olarak tereke kayıtlarına dayanan bir çalışmada gayrimüslimlerde çocuk sayısının fazla olduğu belirtilmektedir29. Yine XVIII. yüzyılda sicillerde yer alan 42’si gayrimüslimlere, 165’i Müslümanlara ait 207 terekeden hareketle 509 çocuğun 133’ü gayrimüslim, 376’sı Müslümandır. Rakamlar 42 gayrimüslim terekesinde 133 çocuğa karşılık, 165 Müslüman terekesinde 376 çocuk yaşadığını ifade etmektedir. Bu kayıtlardaki verilere göre gayrimüslimlerin çocuk sayıları Müslümanlarınki’nden fazladır30. Gayrimüslimlerin çok çocuk sahibi olmak istemelerinde azınlık psikolojisi ve çoğalma düşüncesinin etkili olduğu düşünülebilir. Söz konusu Ermeni kadınların sosyal statüleri nasıldı? Maalesef kayıtlarda bu konu ile ilgili pek bilgi yer almamıştır. Belgelerin bize söylediği kadarıyla kadınlardan birinin eşi ticaretle uğraşmaktadır. Bunu kocasının Kuşakcılar Sûku’nda kardeşi ile ortak bir dükkânı bulunmasından anlıyoruz31. Gayrimüslim Ermenilerin miras taksimi için şer’î mahkemeye başvurmaları geleneksel toplum yapısı içerisinde makul bir yaklaşım olarak görülmekle birlikte gelir düzeyi ve manevî bakımdan üst sınıf Ermenilerin ve seçkinlerin kendi cemaatlerinin ve kiliselerinin uygulamalarına titizlikle itaat etmelerinin de normal bir tutum olduğu belirtilmektedir32. Bu konuda Behlül mahallesinde ve kalede sakine olan iki Ermeni kadınının durumu farklılık gösterir. Behlül mahallesinden Marim’in sosyal statüsü diğer Ermeni kadınlardan farklıdır. Bu kadının babası Papas, eşi Acı unvanını taşımaktadır33. 916 kuruşluk tereke ile maddî açıdan ikinci sırada yer alan kadının mirasçıları arasında problem yaşandığı ve bu nedenle şer’î mahkeme tarafından terekenin kayıt altına alındığı anlaşılmaktadır. Kalede yaşayan Sare adlı kadının kocası da Acı unvânı ile tanınmaktadır34. Bu unvan ticaret ile uğraşan gayrimüslimler tarafından kullanılmıştır. Ermeni 16 kadının terekesi değerlendirildiğinde Müslüman kadınlara kıyasla bazı farklılıklar göze çarpar. Müslüman kadın-erkek terekelerinin 29 Ömer Demirel, “1700–1730 Tarihlerinde Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”, Belleten/ LIV, Sayı 211, 1991, s.953. 30 Akyüz, XVIII. Yüzyılda Ankara, s.43. 31 AŞS, 80/743. 32 İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yayınları, İstanbul 2000, s.70-71. 33 AŞS, 133/307. 34 AŞS, 81/517. 460 Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ yazımı sırasında ilk kayıt özel yaşamın geçtiği menzil denilen mekânlardır. Ermeni erkek terekelerinde de bu durum tespit edilmiştir. Ancak, Ermeni kadınlara ait terekelerde sadece bir kadına ait iki menzilden bahsedilir. Bu kadın 2 531 kuruşla en zengin terekeye sahiptir. Kadının maddî durumu buna müsaittir. Menzillerin oda sayısı ve üst (fevkanî) katta mı yoksa alt (tahtanî) katta mı olduğu, kiler, mutfak gibi müştemilât özellikleri hakkında bir bilgi bulunmamaktadır35. Bunun dışında 89.5 kuruşluk terekeyle en düşük gelire sahip Dibek mahallesinden Marim’in mahalledeki menzilde 52.5 kuruşluk bir hisse hakkı bulunmaktadır36. Menziller ev hayatının devam ettiği bir mekân olması aynı zamanda taşınmaz gayrimenkûllerdir. Eşlerinden boşanmak durumunda kalan, maddî sıkıntıda bulunan kadınlar kendilerini garanti altına almak için bu türden bir mal edinmişlerdir. Özellikle Müslüman kadınlar için geçerli olan bu durum İslâm Hukuku’nun kadınlara eşlerinden ayrı mirâs ve gelir elde etme hakkı tanımasından kaynaklanır. Müslüman terekeleri ile karşılaştırıldığında Ermeni kadınların miras bıraktıkları arasında İncil, başka bir kutsal kitap ya da haç türünde dinî bir eşyaya rastlanılmamıştır. Büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda bu türden dinî bir eşyanın kayıt altına alınmasına gerek görülmemiş olabilir. Ancak Müslümanlar için durum çok farklıdır. Müslüman kadın-erkek, hemen her terekede bir Kur’an-ı Kerim’e rastlanmıştır. Bugün dahi aynı geleneğin devam ettiğini biliyoruz. Toplumun genelinden farklı bir dine mensup olmanın yarattığı psikolojiyle Ermenilerin kendilerini bu şekilde ifşa etmek istememeleri normal karşılanmalıdır. Yukarıda babasının papaz olduğu belirtilen Ermeni kadına ait terekede bile böyle bir kalem yer almamıştır. Osmanlı İmparatorluğu tebaası muhtelif din ve kültüre tâbi olsa da yaşam düzeyi ve kültürü açısından birbirine çok benzemektedir. Evlerin yapısı, kullanım şekli, mimarî özellikleri aynıdır. Evlerde kullanılan ev eşyaları da benzer özelikler taşır. Ancak, Ermeni kadın terekelerinde evlerde kullanılan eşyalara ait bilgiler sınırlıdır. Ev içlerinde, dekorasyonda gündelik hayatta kullanılan eşya kalemlerinde Müslüman kadınlarınkine oranla büyük bir sınırlılık söz konusudur. Müslüman evlerde halı, kilim, kaliçe, keçe, hasır gibi evin o dönem ev dekorasyonuna dair bilgi edinmemizi sağlayan çeşitli eşyalara rastlanmıştır. Bu eşyalar insanların zevklerini, maddî durumlarını, yaşam standartlarını yansıtmaktadır. Ermeni kadın35 AŞS, 80/807. 36 AŞS, 80/848. 461 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ların terekelerinde Müslümanlarınkine oranla sadece iki terekede değersiz birkaç kilim, palastan bahsedilmiştir37. Değersiz oluşu hem biçilen fiyattan hem de köhne (kullanılmış, def’) oluşundan anlaşılmaktadır. Minder, çarşaf, şilte, döşek, yastık, münakkaş yüz yastığı gibi eşyalara bir terekede rastlanmıştır. Diğer terekelerde hemen hiç yoktur. Mutfak için ocak perdesi, tüllü perde gibi eşyaların varlığından da söz edilemez. İnsanoğlunun temel ihtiyaçlarından birisi de beslenmedir. Kadınlara ait terekelerde özellikle uzun süre dayanabilen kuru yiyecek maddeleri, un, buğday gibi tüketim ürünlerine rastlanmamıştır. Mutfak araç-gereçleri arasında ıbrık, tas, tencere, sahan, sini, havan, tâbe, leğen, bardak, fincan, cam tas, bıçak ve kırmızı-karabiber öğütmek için kullanıldığı anlaşılan bir biber değirmeni38 bulunmaktadır. Terekelerin birinde sagîr sim bir bıçak yer alır. Bıçağın simli oluşu günlük işler için kullanılmadığını gösterir. Daha çok süslü ve değerli bir eşyadır. Yine Müslüman terekelerle kıyaslandığında sayı olarak da bir azlık göze çarpar. Müslüman terekelerinde ise mutfak malzemelerinin sayısında ve çeşidinde bir fazlalık dikkat çeker. Bakrac, maşraba, hoşab kâsesi, sofra, sepet, sac ayağı, işlemelerinden dolayı az bulunan İznik kâsesi, kepçe, özel kullanım için baklava ve kadayıf tepsisi, kuzu lengeri, pekmez tavası bunlara örnek verilebilir. Değerli ev eşyaları arasında yer alan porselen, billur ve gümüş eşyalar gelir düzeyinin yüksekliğinin bir göstergesidir39. 16 Ermeni kadın arasında bahsedilen Behlül mahallesinden Marim’in 300 kuruşluk terekesinde her hangi değerli bir ev eşyası yer almazken, kocasının 2 882 kuruşluk terekesi içinde bir billur bardak kayıtlıdır40. Billur bardağın neden Marim’in terekesinde yer almadığı sorusu hemen akla gelmektedir. Bunun cevabı belki karı-koca arasında önceden böyle bir mal varlığı bölümünün yapıldığı ve değerli eşyaların kocaya bırakılmış olması olabilir. Terekelerde hamamda kullanıldığı belirtilen hamam leğenleri yer alır. Bir terekede tüllü bir peşkir (havlu) kaydı vardır41. Ama bunun yanında hamam için peştemal, kese, hamam boğçası, gömleği gibi diğer eşyalara rastlanmaz. 16 tereke içinde yer alan dikkat çekici bir eşya da aynadır. Sabûnî mahallesinde 409.5 kuruşluk bir tereke bir, kalede yaşamış 274 kuruşluk 37 AŞS, 191/189, 131/315. 38 AŞS, 80/743. 39 Tülay Artan, “Terekeler Işığında 18. Yüzyıl Ortasında Eyüp’te Yaşam Tarzı ve Standartlarına Bir Bakış Orta Halliliğin Aynası”, 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s.57. 40 AŞS, 191/190. 41 AŞS, 191/168. 462 Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ bir terekede iki aded aynaya rastlanmıştır42. Ayna kadınların vazgeçilmez aksesuarlarındandır. Gelir düzeyinin belirlenmesinde bir gösterge kabul edilen aynalar, özellikle XVIII. yüzyılda hanedan üyeleri ve devlet adamlarının eşlerine, kızlarına ait çeyizlerde sıkça rastlanan bir eşyadır43. Gelir bakımından orta sayılabilecek terekelerde aynaya rastlamanın şaşırtıcı bir durum olduğunu belirtmek gerekir. Ermeni kadınlarına ait 16 terekede en dikkat çekici eşyalar giyim-kuşam ve ziynet eşyalarıdır. Bu açıdan terekelerde büyük bir zenginlik söz konusudur. 16 terekenin en değerli eşyaları altın, inci, gümüş gibi ziynet takılarıdır. Bu ziynet eşyaları hem zenginlik hem de zerâfet işaretidir. Mücevher zenginliğine rastlanan Bursa sicillerindeki tereke kayıtlarının sahipleri bu işle uğraşan ya da maddî durumu iyi olan kişiler olarak nitelendirilir44. Söz konusu kadınların sadece birinin kocasının ticaretle uğraştığı anlaşılmaktadır. Maddî bakımdan en düşük terekede bile altın tılsım kayıtlıdır. Altın ziynet eşyası olarak; cebe, bogasi, saçbağı, toka, bukağı, endişe, bilezik, boyunluk altın, yüzük, gonca, hatim, gamze gibi takılar göze çarpar. Kulağa takılan küpeler genellikle kiras olarak nitelendirilmiştir. Bir başka küpe çeşidi de Mardin işçiliğinde telkâri denilen çeşittir. Değerli bir mücevher olan inciden yapılan incili altın zülüflük, inci ile süslü altın ıstakan, inci gerdanlık, inci küpe, inci iğne terekelerde yer alan diğer takılardır. Bunların dışında inci, zer-mahbub, İstanbul zincirlisi altın, fındık altını, bademli altın, bütün (tam) İstanbul ve Mısır altını, altın parçası gibi büyük ihtimalle yatırım amaçlı kullanılan mücevherler bulunmaktadır. Altın, inci, sim gibi cevherler aynı zamanda eritilerek yeniden takı imalâtı ya da giysi süslemek gibi farklı amaçlar için de kullanılmaktadır. Kuyumculuk sanatında maharetli olan Ermenilerin bu özelliği terekelerine de yansımış görünmektedir. Müslüman terekelerle kıyaslandığında Ermeni kadınların değerli mücevherata daha meraklı oldukları açıktır. Bunda dinen Müslümanların fazla altın ve mücevher takmalarının pek tasvip edilen bir durum olmadığını da belirtelim. Terekelerde dikkat çekici bir başka yoğunluk giyim-kuşamda görülür. İnci, sim gibi unsurlarla zenginlik ve gösteriş katılmış giysiler dikkati çeker. Sim yaldızlı kuşaklar, sim kemer, incili ön kuşak, sim ön kuşak, sim tulu kuşak, sim taşlı evke kuşak, kırmızı simli kuşak, beyaz kemerli incili 42 AŞS, 133/322, 81/517. 43 Artan, a.g.m., s.57. 44 Suraıya Faroqhı, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Çeviren Elif Kılıç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları., İstanbul 1997, s.123. 463 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kuşak. Bu giysilerin hepsi bel bölgesine sarılır. Özellikleri renkleri ya da kullanılan malzemedir. Bunlar da giysilerin değerini arttırmaktadır. Ermeni kadınlarına ait terekelerde en çok rastlanan giysilerden biri de kürktür. Osmanlılarda kürk soğuk kış günlerinde çok kullanılmasının yanında bir asalet ifade ederdi ve XVIII. yüzyıl Türk toplumunda oldukça revaçta bir giysi idi45. Ermeni kadınların kürkü soğuktan korunmak için kullandıklarını düşünsek de bu kullanımın daha çok zevk amaçlı olduğu anlaşılmaktadır. Kürk sayılarındaki abartı bu düşüncemizi kuvvetlendirmektedir. Örneğin bir kadının terekesinde sadece on aded kürk vardır46. Mai atlas, sandal, bandırma kaplı sincap kürk, çuka kaplı kuzu kürk, bandırma kaplı kakum taklit kürk, sincap kürk, çiçekli sincap kürk, hıtayi kaplı kedi kürk hemen her terekede yer alır. Terekelerin ziynet eşyaları dışında en değerli kalemlerini bu kürkler oluştururlar. Kürk dışında üstlük olarak kullanılan diğer bir giysi de kaftan denilen uzun giysilerdir. Kaftanların adedinden ve çeşitliliğinden söz edilebilir. Sâde hıtayi, al hıtayi, beyaz tüllü Venedik hıtayi, mor tüllü hıtayi, Şam hıtayi, tüllü kırmızı, Halep alacası, Bandırma hıtayi, Mağnisa (Manisa) alacası kırmızı kaftan, kırmızı beyazlı çekme kaftan, kırmızı tüllü hıtayi kaftan, gülgûni hare kaftan, kırmızı atlas kaftan bu giysi örneklerindendir. Venedik, Şam, Halep, Manisa gibi değişik bölgelerde üretilen giysiler XVIII. yüzyılda Ermeni kadınlarının üstlerini, sandıklarını, çeyizlerini süslemiştir. Müslüman kadınların dışarı çıkarken kullandıkları ehrâm ya da ferâce gibi giysilerden ise söz edemeyiz. Ermeni kadınların kullandıkları giysiler arasında; entari (Şam, Manisa alacasından), kemer, elvan yemeni, çuha, tafta gömlek, canfes entari47, sandal çıntıyân (pantolon), şâli cebe, şalvar, bürüncek gömlek, işlemeli uçkur, ipek keten gömlek, al darayi gömlek, Tire kenar gömlek, dokuma ketenden serâdil. Bu giysilere Müslüman terekelerinde de sıkça rastlanmıştır. Ermeniler giyim bakımından Müslüman kadınlardan farklı olmayıp, hemen hemen benzer giysileri kullanmışlardır. Son olarak terekelerde serpuş denilen başlık türlerine ve takiyye denilen hamamda ya da evde giyilen sim işlemeli takunyalara rastladığımızı belirtelim. Sonuç olarak; yüzyıllar boyu Müslüman bir toplumla birlikte yaşamış Ermenilerin Müslümanlardan pek farklı bir yaşantıları olmamıştır Her 45 Zeki Tekin, “Osmanlılarda Kürk Kullanımı”, Türkler/10, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.644-645. 46 AŞS, 80/807. 47 Eski ipekli kumaşlardan biri. Mine Esiner Özen, “Türkçe’de Kumaş Adları”, İstanbul Üniversitesi Tarih Dergisi/XXXIII, İstanbul 1982, s.291–340. 464 Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ iki toplumun o günün koşullarında benzer hayat sürmeleri çok normaldir. Ancak yine de bazı farklılıklar söz konusudur. İki tereke haricinde orta halli Ermeni kadınlara ait terekelerde daha çok kişisel eşyalar yer almıştır. Terekelerde yer alan eşyalar yaşanılan mekândan çok kadınlara ait özel eşyalardır. Her terekede özellikle ziynet eşyalarının yer alması ve bu eşyalardaki zenginlik bu düşünceyi daha da kuvvetlendirir. Altın ve diğer değerli mücevherler tarihin her döneminde hem göz kamaştırmıştır hem de zenginlik sayılmıştır, ama Ermeni kadınların Müslüman kadınlara göre daha göz alıcı bir tarzları olduğuna da şüphe yok. 465 PATRİK IX. HOVHANNES DÖNEMİNDE YAYIN FAALİYETİNİN GELİŞMESİ Dr. Krikor DAMATYAN Türkiye Ermenileri Cemaati Kadıköy Metropoliti. Özet Ermeni Kilisesi tarihinde, Hovhannes Golod Bağişetsi’nin (Bitlisli) henüz bir üstrahipken İstanbul Ermeni Patrikliği’ne seçilmesi, bir dönüm noktasıdır. Patrik, Ermeni cemaatini yeniden yapılandırma adına gerçekleştirdiği başarılı reformlarla İstanbul Ermeni Patrikliği tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Hovhannes Golod Patrikliği esnasında, yayıncılık alanındaki çalışmaları da himaye etmiştir. Bu yüzden tebliğimizin ana konusunu Patrik Golod’un eğitim, ilim ve ruhanî yaşamın gelişmesi ve yayılmasına büyük ölçüde katkı sağlayacak olan yayıncılık alanındaki faaliyetleri oluşturmuştur. Dr. Krikor DAMATYAN Giriş 1715 yılında Merhum Hovhannes Golod Bağişetsi’nin (Bitlisli) henüz bir üstrahipken İstanbul Ermeni Patrikliği’ne seçilmesi, Ermeni Kilisesi Tarihinde bir dönüm noktasıdır. Merhum Patrik, din görevlileri hazırlama, eğitim, kiliselerin inşası, kilise yönetimi alanlarında gerçekleştirdiği başarılı reformlarla Ermeni Kilisesi tarihinde “İstanbul Ermeni Patrikliği’ni yeniden yapılandıran ve konumunu güçlendiren” sıfatıyla tanınmıştır. Patrik Hovhannes Golod’un kilise yönetimini ilgilendiren tüm çalışmalarda kaydettiği başarılar, İstanbul’dan Eçmiyadzin’e, Kudüs’e ve taşra bölgelerindeki marhasalıklara kadar tüm Ermeni Kilisesi’ni etkilemiştir. Üstrahip Papken Güleseryan1 (daha sonra Kilikya co/eş-Katolikosu, Ermenice ²Ãáé³ÏÇó/Atoragits), Kevork Pamukciyan2 Merhum Patrik Golod’un hayatı ve faaliyetleri hakkında yayınladıkları monografilerde geniş bilgiler aktarmışlardır. Patrik IX. Hovhannes Golod yayıncılık alanındaki çalışmaları himaye etmesiyle İstanbul Ermenileri tarihinde kayda değer bir iz bırakmıştır. Birçok yararlı faaliyetlerde bulunan Patrik Golod’un yayıncılığa gösterdiği bu 1 2 Papken Güleseryan, Golod Hovhannes Badriark, Mıhitaryan Matbaası, Viyana 1904 (ÎÇõÉ¿ë¿ñ»³Ý« ´³µ·¿Ý« Ì© ìñ¹©« ÎáÉáï ÚáíѳÝÝ¿ë ä³ïñdzñù« ìÇ¿Ýݳ« ØËÇóñ»³Ý îå³ñ³Ý« 1904). Kevork Pambukciyan, Hovhannes Badriark Golod, Murat Ofset Matbaası, İstanbul 1984 (´³Ùåáõù×»³Ý« ¶¿áñ·« ÚáíѳÝÝ¿ë ä³ïñdzñù ÎáÉáï« êï³ÝåáõÉ« Øáõñ³ï úýë¿Ã îå³ñ³Ý« 1984). 469 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yakın ilgi eğitim, ilim ve ruhani yaşamın gelişmesi ve yayılmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Patrik Golod’un göreve başladığı tarihten 232 yıl önce Sultan II. Bayezid-i Veli’nin padişahlığı döneminde, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde ilk matbaa 1483 yılında, Musevi cemaati bünyesinde Rabay Kerson3 tarafından İstanbul’da kuruldu. İmparatorluk sınırları içinde bu önemli gelişme kaydedilirken, Episkopos Nigoğayos dönemin İstanbul Ermeni Patriğidir ve selefi ilk Patrik Bursa’lı Hovagim’den sonra bu görevi üstlenmiştir. 1484 yılında fethedilen Akkirman’dan yeni göçmenlerin de gelmesiyle4, Feth-i Hakani’den sonra zaten günden güne çoğalmakta olan5 İstanbul Ermeni cemaati nüfusuna yeni katılımlar olmuştur. Ermeni Basın Tarihi verilerine göre Meğabard Hagop’un 1512 yılında Venedik’te yayınladığı àõñµ³Ã³·Çñù (Urpatakirk/Cumaname), basılı ilk Ermenice kitaptır6. Bir Avrupa şehrinde kaydedilen bu başarıdan sonra Ermeni matbaası 1567 yılında bu kez İstanbul’da faaliyete geçti. Oğlu Sultanşah’la birlikte 1564–1566 yıllarında Roma’da ê³ÕÙáë³ñ³Ýı (Sağmosaran/Mezmurlar) yayınlayan Apkar Tbir Tokhadetsi (Tokat’lı)7, Sultan II. Selim döneminde matbaasını hurufatlarıyla birlikte İtalya’dan İstanbul’a nakletti. İstanbul’da Kefeli mahallesi Surp Nigoğayos Kilisesi’ne nakledilen bu matbaada ilk olarak 1567 yılında8, günün İstanbul Ermeni Patriği I. Hagop’un da desteğiyle9 öáùñ ø»ñ³Ï³ÝáõÃÇõÝ Ï³Ù ²Ûµµ»Ý³ñ³Ý (Pokr Keraganutyun gam Ayppenaran/Özet Gramer veya Alfabe) basıldı. 3 Teotig, Dib U Dar, Vahram ve Hraçya Der-Nersesyan Matbaası, İstanbul 1912, s.52 (îÇå áõ ï³é 52). 4 Siruni, C.H., Bolis Yev İr Terı (1453-1800), C.I, Beyrut 1965, s.182 (êÇñáõÝÇ« Ö© Ú©« äáÉÇë »õ Çñ ¹»ñÁ« Ñïñ© ²« ä¿Ûñáõë 1965« ¿çª 182); K.Taranağtsi, Jamanagajrutyun, Surp Yerusağem, s.12. (¸³ñ³Ý³ÕóÇ« ¶©« ijٳݳϳ·ñáõÃÇõÝ« ê© ºñáõë³Õ¿Ù« ¿çª 12) 5 H. Asadur., Gostantnubolso Hayerı Yev İrents Badriarknerı, 1901-i Daretsuyts Surp Pırgiç Azkayin Hivantanotsi, H. Madteosyan Matbaası, İstanbul, s.81. (²ë³ïáõñ« Щ« Ω äáÉëáÛ 6 7 8 9 гۻñÁ »õ Çñ»Ýó ä³ïñdzñùÝ»ñÁ« 1901-Ç î³ñ»óáÛó ê© öñÏÇã ²½·³ÛÇÝ ÐÇõ³Ý¹³ÝáóÇ« ¿çª 81). Teotig, a.g.e., s.37-40 (îÇå áõ ï³é 37- 40.) Teotig, a.g.e., s.40 (îÇå áõ ï³é 40.) Teotig, a.g.e., s.53,( îÇå áõ ï³é 53.) M. Ormanyan (Patrik), Azkabadum, C. II, V.H. Der-Nersesyan, İstanbul, Paragraf No. 1563, sütun 2260, (úñٳݻ³Ý« سճùdz ä³ïñdzñù« ²½·³å³ïáõÙ Ñ© ´©« ÆëóÝåáõÉ« ì© »õ Щ î¿ñ-Ü»ñë¿ë»³Ý« ۹ͩ 1563« ëÇõÝ³Ï 2260). 470 Dr. Krikor DAMATYAN İstanbul Avrupa’ya yakındı. Ayrıca Avrupa’nın herhangi bir şehri ile karşılaştırıldığında sansür bakımından İstanbul daha özgür bir ortamdı. Bu nedenle Venedik’e nazaran İstanbul antik kitapların basım merkezi oldu10. Patrik Golod döneminde kitap yayınlama alanında kaydedilen başarının büyüklüğü, Golod öncesi dönemde İstanbul’da yayınlanmış kitapların sayısıyla karşılaştırılarak takdir edilebilir. Apkar Tbir Tokhatetsi’nin 1567 yılında bastığı kitap da dâhil olmak üzere, 1712 yılına kadar İstanbul’da faaliyet gösterdiği bilinen Eremya Çelebi Kömürciyan, Krikor Tbir Marzıvantsi (Merzifonlu), Mahdesi Asdvadzadur (Hacı Asdvadzadur), Sarkis Tbir ve Edgyar Kıntevantsi matbaalarında toplam 37 kitap basılmıştır. Bu sayıya ayrıca Asdvadzadur Akulyants, Kevork Sarkisyan, Beyoğlu Mahallesi, Bedros Ladinatsi, Surp Eçmiyadzin-Surp Sarkis matbaalarında basılmış 24 kitap ile matbaa adı zikredilmeden yayınlanmış toplam 24 kitabın11 da eklenmesi gerekir. Özet olarak 1567–1712 yılları arasında toplam 85 kitabın basıldığı görülmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar Beyoğlu Mahallesi, Bedros Ladinatsi, Surp Eçmiyadzin-Surp Sarkis matbaalarında basıldığı bildirilen kitapların, esasında Ermeni Katoliklerin İstanbul’da gizli olarak faaliyet gösteren matbaasında basıldığını ileri sürmektedir12. Hollanda’nın Amsterdam kentinde Surp Haç ve Maryam Asdvadzadzin, Sırpuhi Asdvadzadzin, İtalya’nın Livorno kentinde Surp Eçmiyadzin-Surp Sarkis, Sarkis Yevtogyatsi Sahetcu (Saatcı Tokatlı Sarkis) matbaalarında ile yine aynı şehirde matbaa adı zikredilmeden basılmış kitapların, Fransa’nın Marsilya kentinde basılmış kitaplardan bazılarının ve Yeremya Vartabet Meğretsi’nin yayınladığı kitabın da Ermeni Katoliklerin İstanbul’daki gizli matbaasında basıldığı ileri sürülmektedir13. 10 K. Gorgodyan, Hay Dıbakir Kirkı Gostantnubolsum, Yerevan 1964, s.4 (ÎáñÏáﻳݫ ø©« Ð³Û îå³·Çñ ¶ÇñùÁ Îáëï³Ý¹ÝáõåáÉëáõÙ« ºñ»õ³Ý« 1964« ¿çª 4). 11 N. A.Vosganyan, K. A. Gorgodyan, A. M. Savalyan, Hay Kirkı 1512-1800 Tıvagannerum, Yerevan 1988, (àëϳÝ۳ݫ Ü©²©« ÎáñÏáï۳ݫ ø©²©« ê³õ³ÉÛ³Ý ²©Ø©« Ð³Û ¶ÇñùÁ 15121800 Ãí³Ï³ÝÝ»ñÇÝ« ºñ»õ³Ý« 1988). 12 H. M. Tavtyan, G. Bolsi Hay Gatoligneri Kağdni Dıbaranı, “Değegakir” Hasaragagan Kidutyunner, HSSH KA, 1965, No.1, Ocak Sayısı, Yerevan, 1965, s.29-39 (¸³õû³Ý Ð©Ø Î ©äáÉëÇ Ð³Û Î³ÃáÉÇÏÝ»ñÇ ·³ÕïÝÇ ïå³ñ³ÝÁ« §î»Õ»Ï³·Çñ¦ ÐêêÐ ¶²« ¥Ñ³ë© ·Ç賓« 1965 No©1© ¿çª 29-39) 13 Vosganyan, N.A., Gorgodyan, K.A., Savalyan, A.M., a.g.e., 856-8 (àëϳÝ۳ݫ Ü©²©« ÎáñÏáï۳ݫ ø©²©« ê³õ³ÉÛ³Ý ²©Ø©« Ýß©³ßË« ¿çª 856-8£) 471 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Mekhitarist Rahipler Topluluğu’nun kurucusu Mıkhitar Vartabet Sepasdatsi (Üstrahip Sivas’lı Mıkhitar) Ermeni Katoliklerin bu gizli matbaasında Çınçin Panaser mahlasıyla kitaplar yayınlamıştır14. 1701 yılının Temmuz ayında verilmiş bir ilamda Galata’da iki yerde ve Valdehanı’nda faaliyet gösteren matbaaların sorumlularına hapis cezası verilmesi emredilmiştir15. Yine aynı yılın Ağustos ayında verilmiş bir ikinci ilamda Katolik propagandasına yeltenen ruhanilere hapis cezası verilmesi, Valide ve Vezir hanlarında ve diğer yerlerde faaliyet gösteren matbaaların kapatılması ve çalışanların da kesin bir ifadeyle uyarılması emredilmiştir16. Ayrıca katoliklerin faaliyetleri karşısında hoşgörülü davranmayı ilke edinen Patrik Sahak’ın Tersane-i Amire zindanında hapsedilmesi hükmedilmiştir17. 1591–1611 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya bulunduğu büyük sorun nedeniyle İstanbul kaynıyordu. Celali isyanları olarak bilinen ayaklanma hareketleri Anadolu’da yaşayan her dinden milletin huzur içinde yaşamını tehdit ediyordu. Bu isyanların bir sonucu olarak Anadolu’nun değişik yörelerinden aileler İstanbul’a göç ediyorlardı18. Bu nedenle farklı gelenek, görenek ve yaşam tarzlarıyla bir mozaiği andıran Ermeni cemaatinin bünyesinde arzu edilmeyen olaylar cerayan ediyordu. Bir taraftan Patrikleri tahta çıkarma veya tahttakileri indirme uğruna yaşanan kavgaya varan çekişmeler, diğer taraftan katolik propagandasının etkileri cemaatin varlığını sağlıklı şartlarda korumasına ve gelişmesine engel oluyorlardı. Ayrıca cehalet nedeniyle de doğru ve sağlıklı kararlarla davranma ilkesi günlük yaşamda uygulanamıyordu. Yıl 1712. Bu karmaşa ortamında ve Sahak Abuçekhtsi’nin (Abuçekh’li) İstanbul Ermeni patrikliği görevini sürdürdüğü dönemde Üstrahip Hovhannes Golod İstanbul’a geldi. 1712–1715 yılları arasında yurtdışında basılan 12 kitaba karşın, İstanbul’daki katoliklerin matbaasından 7 kitap basılmıştır. İstanbul’da faaliyet gösteren Krikor Tbir Marzıvantsi, Asdvadzadur Tbir, Sarkis Tbir matbaalarında toplam altı kitap basılmıştır. Bunlardan üçü katolik propa14 Teotig, a.g.e., s.56, (¿á¹ÇÏ« Ýß© ³ßË© ¿çª 56) 15 Refik, Ahmet, Onikinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı. Enderun Kitabevi, Toprak Ofset, İstanbul, 1988. ¾ç 32 (ð¿ýÇù« ²ÑÙ¿ï« úÝÇùÇÝ×Ç ²ëñ-Á ÐÇ×ñÇï¿ ÆëóÝåáõÉ Ð³Û³ÃÁ« Âû÷ñ³ù úýë¿Ã« ÆëóÝåáõÉ« 1988« ¿çª 32) 16 Refik, Ahmet, a.g.e., s.32 (ð¿ýÇù« ²ÑÙ¿ï« Ýß© ³ßË© ¿çª 32) 17 Refik, Ahmet,, a.g.e., shf 33 (ð¿ýÇù« ²ÑÙ¿ï« Ýß© ³ßË© ¿çª 33) 18 Siruni, C.H., Bolis Yev İr Terı, a.g.e., s.340-41 (êÇñáõÝÇ« Ö© Ú©« Ýß© ³ßË©« ¿çª 340-341) 472 Dr. Krikor DAMATYAN gandası karşıtı olmalarıyla önem arzediyordu. Diyezeraluys sıfatıyla tanınmış Üstrahip Hovhannes Mırkuz’un iki eserinden ÎñÃáõÃÇõÝ Ð³õ³ïáÛ (Gırtutyun Havado/İman esasları Öğretileri) Krikor Tbir Marzıvantsi matbaasında, ¸³õ³ÝáõÃÇõÝ Ð³õ³ïáÛ (Tavanutyun Havado/İman Esasları İkrarı) ise Asdvadzadur Tbir matbaasında basılmıştır. Aynı yıl Krikor Tbir Marzıvantsi ve çalışma arkadaşlarının gayretleriyle Üstrahip Krikor Datevatsi’nin ÜϳïáõÙÝ ÖßÙ³ñïáõû³Ý (Nıgadumn Cışmardutyan/Hakikatin Görüşü) eseri basılmıştır19. Üstrahip Hovhannes Golod Kudüs Ermeni Manastırı’nın mali sorunlarını hallettikten ve manastırı büyük bir ekonomik çıkmazdan kurtardıktan sonra cemaat ileri gelenlerinin ısrarlı istekleri karşısında 9 Eylül 1715, Cuma günü, Sultan III. Ahmet döneminde, İstanbul Ermeni Patrikliği görevini üstlendi. XVIII. yüzyılın ilk yarısında, 1718–1730 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarihinde kayda değer reformlar gerçekleştiriliyordu. 9 Mayıs 1718 tarihinde Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sedaret makamına gelmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik ve Avusturya arasında 21 Temmuz 1718 tarihinde Pasarofça Barış Antlaşmasını imzalandı20. İlim hayatının gelişmesi için olumlu bir ortamın sağlandığı Lale Devri başladı. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde ilk olarak Osmanlıca kitap basıldı. Bir Macar muhtedisi olan İbrahim Mütefferika 1727 yılında aldığı fermanla21, İstanbul’un Sultan Selim mahallesinde dini kitaplar basmamak kaydıyla matbaa açtı. 1732 yılında bu matbaadan yayınlanmış olan Katip Çelebi’nin Cihannüma adlı eserindeki harita ve resimlerini hazırlayanlar arasında Galatalı Mıgırdiç adlı Ermeni asıllı bir çalışanın adı geçmektedir22. Bu arada Ermeni matbaaları faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Hovhannes Golod’un Patriklik görevine başlaması ile Lale Devri’nin başladığı tarih arasında geçen sürede îûݳóáÛó (Donatsuyts/Kilise Takvim Kitabı)23 ve 19 Vosganyan, N.A., Gorgodyan, K.A., Savalyan, A.M., a.g.e., (àëϳÝ۳ݫ Ü©²©« ÎáñÏáï۳ݫ ø©²©« ê³õ³ÉÛ³Ý ²©Ø©« Ýß©³ßË.) 20 Ayvazovski, K., Vartabet, Badmutyun Osmanyan Bedutyan, C. 2, Surp Ğazar, Venedik, 1841, s.158-9. (²Ûí³½áíëùÇ« ¶© ìñ¹©« ä³ïÙáõÃÇõÝ úëٳݻ³Ý ä»ïáõû³Ý« Ñï ´« ê© Ô³½³ñ« ì»Ý»ïÇÏ« 1841« ¿çª 158-9) 21 Refik, Ahmet, a.g.e., 89-91. (ð¿ýÇù« ²ÑÙ¿ï« Ýß© ³ßË©« ¿çª 89-91) 22 Uzunçarşılı, İ.H., Ord. Prof., Osmanlı Tarihi, Cilt VI, İstanbul,. s.516. (àõ½áõÝã³ñßÁÉÁ« ƩЩ« úñï© öñûý©« úëÙ³ÝÉÁ ³ñÇÑÇ« Ñ© ¼©« ÆëóÝåáõÉ« ¾ç 516. 23 Gorgodyan, K., a.g.e., 112. (ÎáñÏáﻳݫ ø©« Ýß© ³ßË© ¿çª 112)£ 473 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ê³ÕÙáë³ñ³Ý (Sağmosaran /Mezmurlar)24 1715 yılında İstanbul’da yayın- lanmış ilk kitaplar olup, basım yerleri bilinmemektedir. Bu üç yıllık süre boyunca toplam 11 kitap yayınlanmıştır. Patrik Surp Hovhan Vosgeperan’ın Ø»ÏÝáõÃÇõÝ ÚáíѳÝÝáõ ²õ»ï³ñ³ÝÇ (Megnutyun Hovhannu Avedaranin/ Yuhanna İncili’nin Tefsiri), Surp Güreğ Ağeksantratsi’nin (Kudüs Patriğ Aziz Kirillos) ¶Çñù ä³ñ³åÙ³Ýó (Kirk Barabmants/İstirahat), Hovhannes Arcişetsi’nin Ø»ÏÝáõÃÇõÝ ä³ï³ñ³·Ç (Megnutyun Badaraki/Kudas Ayini Tefsiri) eseri bibliyografik verilere göre ilk kez yayınlanmışlardır. 1717–1718 yılları arasında Ermeni Katolik Matbaasında kitaplar yayınlanmış olup, bunlar İmprimatur, yayını uygundur anlamındaki “Hramanav Medzavorats” (Önderlerin izniyle) kaydını taşımaktadırlar. 1718 yılından sonra İstanbul’daki Ermeni Katolik Matbaasında basılmış kitaplara rastlanmamaktadır25. Bu durum Patrik Hovhannes Golod’un cemaati arasında yabancı kiliselerin öğretilerinin yayılmasını kontrol altına aldığının bir göstergesidir. Lale Devri boyunca Krikor Tbir Marzıvantsi, Asdvadzadur Tbir, Sarkis Tbir matbaaları faal olarak çalışıyordu. 1725 yılında Mardiros Tbir babası Sarkis Tbir’in matbaasının faaliyetini sürdürerek basın emektarları arasındaki yerini aldı. Eski klasik dönem Ermeni edebiyatı yazarlarının eserlerinin basılması bu dönemdeki Ermeni Basınının en karakteristik özelliği olarak kaydedilir26. Surp Eçmiyadzin temsilcisi olarak İstanbul’a gelen Çuğa (Culfa) ekolünün son öğrencilerinden Üstrahip Asdvadzadur Ağavni, birlikte getirdiği Agathangelos Tarihini Krikor Tbir Marzıvantsi eliyle 1709 yılında yayınlatmıştı27. Katolikos Ağeksantr’ın emirleriyle yapılan bu klasik tarih eserinin ilk baskısından on yıl sonra, aynı matbaadan bu kez Zenop Klag’ın ve Hovhannes Mamigonyan’ın ä³ïÙáõÃÇõÝ î³ñûÝáÛ (Badmutyun Darono/Taron (Muş) Tarihi) adlı tarih kitabı Katolikos Asdvadzadur’un 24 Vosganyan, N.A., Gorgodyan, K.A., Savalyan, A.M., a.g.e., (àëϳÝ۳ݫ Ü©²©« ÎáñÏáï۳ݫ ø©²©« ê³õ³ÉÛ³Ý ²©Ø©« Ýß©³ßË.) 25 Tavtyan, H.M., a.g.e., (¸³õû³Ý Щ Ω Ýß©³ßË©)£ 26 Leo, Haygagan Dıbakrutyun, C. II, XVIII. Tar, I. Mas, Tiflis, 1901, s.152. (È¿û« гÛÏ³Ï³Ý îå³·ñáõÃÇõÝ« Ñïñ© ´« ÄÀ© ¹³ñ« ²© Ù³ë« ÂÇýÉÇë« 1901« ¿çª 152©) 27 Leo, a.g.e., 128. (È¿û« Ýß© ³ßË© ¿çª 128 474 Dr. Krikor DAMATYAN emirleri, patrikler Hovhannes Golod ve Krikor Şığtayagir’in gayretleriyle yayınlandı28. 4 Ağustos 1730 tarihinde Mardiros Tbir matbaasında basımı tamamlanan Pavısdos Püzant’ın ä³ïÙáõÃÇõÝ Ð³Ûáó (Badmutyun Hayots/Ermeni Tarihi) eseri yayınlanan önemli kitaplar arasında anılmaktadır. Episkopos Khosrov Antsevatsi’nin Ø»ÏÝáõÃÇõÝ ²ÕûÃÇó (Megnutyun Ağotits) ve Surp Nerses Şınorhali Katolikos’un гݻÉáõÏ (Hanelug)ları, Surp Güreğ Yerusağimatsi’nin (Kudüs Patriği Aziz Kirillos) ÎáãáõÙÝ ÀÝͳÛáõû³Ý (Goçumın Indzayutyan/Adanmaya Çağrı) eseri Krikor Vartabet Arşaruni’ nin eser hakkındaki ÀÝûñóáõ³ÍáóÝ ÎÇõñÕÇ ºñáõë³Õ¿Ù³óõáÛÝ (Intertsvadzotsın Gürği Yerusağematsvuyn/Kirillos’tan Okumalar) adını taşıyan tefsirle birlikte basılmıştır. Yine bu dönemde Arakel Vartabet Sünetsi’nin ²¹³Ù·Çñù (Atamakirk/ Ademname) ile Kilikya Katolikosu Hovhannes Tılgurantsi’nin ²ñ³ñ³Íù (Araradzk/Yaratıklar) adlı esereleri bu dönemde basılmasına önem verilmiş dini manzum eserlerdir. Kilise azizlerinin yaşamlarını aktaran eserlerden гñ³Ýó ì³ñù’ın (Harants Vark/Aziz Kilise Babalarının Yaşamı) 1720 yılında Asdvadzadur Tbir’in ve Ú³ÛëÙ³õáõñùun (Haysmavurk/Azizlerin Yaşamı) 1730 yılında Krikor Tbir Marzıvantsi’nin matbaalarında basılmalarıyla, bu eserler geniş bir yayılım alanı kazanmışlardır. Krikor Tbir Marzıvantsi bu eserlerden Ú³ÛëÙ³õáõñù¦u (Haysmavurk/Azizlerin Yaşamı) 1706 yılında da matbaasında basmış, fakat karşılaştığı haksızlık nedeniyle de ağır maddi kayıplara uğramıştı29. İstanbul Patriği Hovhannes Golod Pağişetsi ve Kudüs Patriği Krikor Şığtayagir Şirvantsi’nin yayın masraflarını karşıladıkları Tavit Anhağt Pilisopa’nın ¶Çñù ê³Ñٳݳó/ÈáõÍÙáõÝù ë³ÑٳݳóÝ ¸³õÃÇ (Kirk Sahmanats-Terminler Kitabı/Ludzmunk Sahmanatsın Tavti-Filozof Davit’in Terminler Kitabının Tefsiri) adlı eseri30 Asdvadzadur Gostantnubolsetsi’nin matbaasında basılmıştır. Bu eserin, din görevlisi olmaya hazırlanan öğren- 28 Güleseryan, Papken, Golod Hovhannes Badriark, a.g.e., s.175 (ÎÇõÉ¿ë¿ñ»³Ý« ´³µ·¿Ý« Ì© ìñ¹©« Ýß© ³ßË© ¿çª175). 29 Teotig, a.g.e., s.54-55; V. K. Zartaryan, Hişadagaran, C. III, Osmanyan Kordzagtsagan Ingerutyun, İstanbul 1911, s.401-404 (îÇå áõ ï³é « Ýß© ³ßË© 54-55£ ¼³ñ¹³ñ»³Ý« ì© ¶© Úçß³ï³Ï³ñ³Ý« Ñïñ© ¶©« ¿çª 401-404)©. 30 N. A. Vosganyan, K. A. Gorgodyan, A.M. Savalyan, a.g.e., s.302-3 (àëϳÝ۳ݫ Ü©²©« ÎáñÏáï۳ݫ ø©²©« ê³õ³ÉÛ³Ý ²©Ø©« Ýß©³ßË. ¿çª 302-3£)©. 475 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER cilere okutulan klasik felsefe dersleri için ders kitabı olarak yayınlanmış olması muhtemeldir31. İstanbul Ermenileri tarihinde ilime önem veren bir ruhani olarak tanınmış Asdvadzadur Vartabet Ağavni, Çuğa ekolünün öğrencilerinden olup, Golod öncesi dönemde İstanbul’a gelerek önemli hizmetlerde bulundu. Surp Eçmiyadzin temsilciliği göreviyle İstanbul’a gelen Asdvadzadur Vartabet, Bağdasar Tbir’i öğrenci olarak kabul etti32. Bağdasar Tbir Patrik Golod’un açtığı okulda hocalık görevine getirildi. Bağdasar Tbir’in ޳ѳõ¿ï (Şahaved/Yararlı), ²Ûµµ»Ý³ñ³Ý (Ayppenaran/Alfabe) ve î³Õ³ñ³Ý (Dağaran/Şiir Kitabı) adlı eserleri Patrik Golod döneminde yayınlanmıştır. Bunlardan ޳ѳõ¿ï (Şahaved) iman esasları hakkında içerdiği yararlı bilgiler açısından önemlidir. Simeon Vartabet Çuğayetsi (daha sonra Yeni Culfa Başepiskoposu) Amrdolu Manastırı’nda yetişmiş olan Nerses Mogatsi’nin öğrencilerinden Melkiseteg Vartabet Vjantsi’nin yanında yetişmişti33. Simeon Vartabet’in 1725 yılında basılan ø»ñ³Ï³ÝáõÃÇõÝ’u (Keraganutyun/Gramer) ile 1728 yılında basılan îñ³Ù³µ³ÝáõÃÇõÝ’u (Dramapanutyun/Mantık) önemli eserlerden olup, bibliyografik verilere göre ilk kez İstanbul’da yayınlanmıştır. Bedros Vartabet Asdabadtsi, Surp Eçmiyadzin temsilcisi göreviyle 1720 yılında İstanbul’u ziyaretinde Surp Krikor Datevatsi’nin klasik teoloji eserlerinden ¶Çñù гñóÙ³Ýóı (Kirk Hartsmants/Sorular Kitabı) Krikor Tbir Marzıvantsi’nin matbaasında basılmasını istemişti. Fakat kitabın basımı yarım kalmış ve Bedros Vartabet ise vefat etmişti. Bu önemli eserin tümü, ilk olarak 1729 yılında Asdvadzadur Gosdantnubolsetsi’nin matbaasında yayınlandı. Yeremya Vartabet Meğretsi’nin ´³é·Çñù гÛáó (Parkirk Hayots/Ermenice Lügat) adlı eseri Vartan Aşkharakir’in ²ß˳ñѳóáÛó (Aşkharhatsuyts/Coğrafya) adlı eseriyle birlikte tek kitap halinde 1728 yılında basılmıştır. Bu kitap sözlük ve ansiklopedik çalışmaların gelişmesine katkıda bulunması açısından önem arzetmektedir. Marsilya matbaasının ilk sansür görevlisi Holov namıyla bilinen Hovhannes Vartabet Gosdantnubolsetsi bir Ermeni Katolik ruhanisi olup, Üáñ³·áÛÝ Ì³ÕÇÏ ¼ûñáõû³Ýó (Norakuyn Dzağig Zorutyants) adlı kitabı 31 Leo, a.g.e., s.157. (È¿û« Ýß© ³ßË©« ¿çª 157). 32 Gorgodyan, a.g.e., s.37 (ÎáñÏáï۳ݫ ø©« Ýß© ³ßË© ¿çª 37)©. 33 Ormanyan, a.g.e., Paragraf No: 1711, sütun 2489-91, (úñٳݻ³Ý« Ø© ä³ïñdzñù« Ýß© ³ßË©Ûû¹áõ³Í 1711« ëÇõÝ³Ï 2489-91)©. 476 Dr. Krikor DAMATYAN Ermeniceye tercüme etmişti34. Eserin ilk baskısı Roma Urbanyan matbaasında yapılmıştı. Aynı eserin üçüncü baskısı ise 1724 yılında Mardiros Tbir’in matbaasında yapıldı. Söz konusu eserin Patriklik Makamının kontrolünde bulunan bir matbaada basılmış olması, Patrik Hovhannes Golod döneminde katoliklere karşı çok katı bir tutum takınılmadığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Ruhani ciddi eserler yanında, ä³ïÙáõÃÇÇõÝ Î³Ûë»ñ öáÝódzÝáëÇ (Badmutyun Gayser Pontsiyanosi/Kayzer Pontsianos Hikayesi) ve ä³ïÙáõÃÇõÝ äÕÝÓ¿ ø³Õ³ùÇÝ (Badmutyun Bığintse Kağakin/Bakır Kentin Hikayesi) adlı iki kitap halkın gösterdiği büyük ilgi göz önünde bulundurularak yayınlanmıştır. 28 Eylül - 1 Ekim 1730 tarihleri arasında vuku bulan Patrona Halil İsyanı nedeniyle, Lale Devri sona erdi. İsyan hareketine duhul olan kalabalık, kargaşa esnasında Hristiyanlarla Musevilerin korkmamalarını, sadece evlerinden dışarı çıkmamalarını salık veriyordu35. Dört gün süren bu isyan hareketi sonunda Sultan III. Ahmet tahtan indirildi ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa idam edildi. Sultan III. Ahmet yerine tahta geçen Sultan I. Mahmut, Lale Devri’yle başlayan, fakat Patrona Halil İsyanı ile duran modernleşme hareketlerini sürdürmeye çalıştı. Osmanlı Tarihinde yaşanan bu olaylar zincirine rağmen, Ermeni matbaaları faaliyetlerini eskisi gibi sürdürdüler. Sultan I. Mahmut’un tahta çıkmasından Patrik Hovhannes Golod’un vefat ettiği 1741 yılına kadar geçen süre zarfında, 1735 yılında Parseğ ve Hagop Gesaratsi, 1737 yılında ise Apraham Tragatsi matbaaları faaliyete geçti. Krikor Tbir Marzıvantsi’nin matbaası ise 1734 yılında faaliyetini durdurdu. Patrik Hovhannes Golod katolik mezhebini benimseyen Ermenilerin kendi ana kiliselerinden ve dindaşlarından kopmalarına engel olmak amacıyla seleflerinin onlara karşı takındıkları tavrı benimsemedi. O, sertlik yanlısı bir tavır takınarak, zor kullanarak insanları inandıkları yoldan çevirmenin mümkün olmadığına kanaat getirmişti. Bu nedenle onları kazanmak için ikna yolunun seçilmesinin daha doğru olacağına inanmıştı36. 34 Yergeri Joğovadzu Leo, C. III., Hayasdan Hradaragçutyun, Yerevan 1969, s.454-457 (È¿á« ºñÏ»ñÇ ÄáÕáí³Íá« Ðïñ© ¶« г۳ëï³Ý Ðñ³ï³ñ³ÏãáõÃÛáõÝ« ºñ»õ³Ý« 1969« ¿çª 454457)©. 35 ²Ûí³½áíëùÇ« ¶©« ìñ¹©« Ýß©³ßË© ¿çª 188. 36 Haygagan Dıbakrutyun Leo, a.g.e, s.159 (È¿û« гÛÏ³Ï³Ý îå³·ñáõÃÇõÝ« Ýß© ³ßË© ¿çª 159)©. 477 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu nedenle Patrik Golod, Ermeni Kilisesi ve iman esaslarını açıklayan ve öven eserlerin yayınlanamsını teşvik etti. Öğrencilerinden Hagop Vartabet Nalyan (daha sonra Patrik Golod’un halefi olarak Patriklik görevine seçildi) ì¿Ù гõ³ïáÛ (Vem Havado/İman Kayası), Kevork Vartabet Mıhlayim ìÇ׳µ³ÝáõÃÇõÝù (Vicapanutyunk/Münazaralar), Ğazar Vartabet Çahgetsi ¸ñ³Ëï ò³ÝϳÉÇ (Trakhd Tsangali/Arzulanan Cennet) eserlerini yayınladılar. Kevork Vartabet Mıhlayim Ö³é í³ëÝ ÍÝݹ»³Ý »õ ã³ñã³ñ³Ý³ó éÝ Ù»ñáÛ ÚÇëáõëÇ øñÇëïáëÇ (Car Vasın Dzınıntyan Yev Çarçaranats Dyarın Mero Hisusi Krisdosi/Rab İsa Mesih’in Doğuşu ve katlandığı eziyetler üzerine nutuk ) adlı eserini 1730 yılında Ermenice harflerle Türkçe olarak yayınladı ve ana kiliselerinden ayrılmayı düşünen cemaat mensuplarına ücretsiz olarak dağıttı37. Lale Devri sonrası İstanbul’unda Ermeni matbaaları önemli eserlerin yayınlanmasıyla faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu dönemde de tarihi, linguisitk kitaplar yanında vaaz ve dua kitapları yayınlanmıştır. Tarihi konularda yayınlanan kitaplardan Hovhannes Hanna Vartabet’in §ºñáõë³Õ¿ÙÇ ä³ïÙáõÃÇõÝ (Yerusağemi Badmutyun/Kudüs Tarihi) adlı eseri 1731 ve 1733 yıllarında Asdvadzadur Tbir’in matbaasında basılmıştır. Kronolojik sırayla 1734 yılında Tovma Akuletsi’nin ä³ïÙáõÃÇõÝ ÂáíÙ³ÛÇ ²é³ù»ÉáÛÝu (Badmutyun Tovmayi Arakeluyn/Resul Tomas Tarihi), Parseğ ve Hagop Gesaratsi matbaasında basılmış ilk kitap olan Kudüs Patriği Minas Hamtetsi’nin §²½·³µ³ÝáõÃÇõÝ Â³·³õáñ³óÝ Ð³Ûáó (Azkapanutyun Takavoratsın Hayots/Ermeni Kralların Şeceresi) eseri, 1737 yılında Apraham Tragatsi matbaasında basılmış Mesrob Yerets’in ä³ïÙáõÃÇõÝ ì³ñáõó »õ سÑáõ³Ý ºñ³Ý»ÉÇ ²éÝ ²ëïáõÍáÛ êñµáÛÝ Ø»ÍÇÝ Ü»ñë¿ëÇ (Badmutyun Varuts Yev Mahvan Yeraneli Arın Srpuyn Medzin Nersesi/Patrik Aziz Nerses’in Hayatı ve Ölümü) eseri bibliyografik verilere göre tarihi konularda yayınlanmış eserlerdir. Üsküdar Tıbradun’u Ermenice hocası Bağdasar Tbir38 XVIII. yüzyılın tanınmış âlimlerinden olup, yazdığı iki ciltlik ø»ñ³Ï³ÝáõÃÇõÝ (Keraganutyun/Gramer) eseri, 1736 yılında Asdvadzadur Gostantnubolsetsi matbaasında basıldı. Yayınlanmış bu eser Ermenice’nin birçok lehçelerinin konuşulduğu İstanbul’da, Patrik Golod’un arı bir Batı Ermenicesi lehçe37 H. A. Isdepanyan, Hayadar Turkeren Kraganutyunı, Yerevani Bedagan Hamalsarani Hradaragçutyun, Yerevan 2001, s.57-58 (êï»÷³Ý»³Ý« Щ²©« г۳ï³é Âáõñù»ñ¿Ý ¶ñ³Ï³ÝáõÃÛáõÝÁ« ºñ»õ³ÝÇ Ð³Ù³Éë³ñ³ÝÇ Ðñ³ï³ñ³ÏãáõÃÛáõÝ« ºñ»õ³Ý« 2001« ¿çª 5758)£. 38 Pambukciyan, a.g.e., s.280 (´³Ùåáõù×»³Ý« ¶¿áñ·« Ýß© ³ßË© ¿çª 280) 478 Dr. Krikor DAMATYAN siyle konuşma ve yazmayı esas kılma projesinin başarılı olmasına katkıda bulunmuştur39. Episkopos Hagop Nalyan’ın ilk eseri ì¿Ù гõ³ïáÛ (Vem Havado/İman Kayası) 1733 yılında Asdvadzadur Gostantnubolsetsi matbaasında basılmıştır. Öğrencisinin bu eserinin yayınlanmasını görmek, merhum Patrik için ruhani bir mutluluk nesilesi olmuş olsa gerek. Mıkhitar Vartabet Sepasdatsi’nin konuşma dilinde kaleme aldığı kateşetik eserini 1727 yılında Venedik’te yayınlatmasına mukabil, Patrik Golod öğrencisi Episkopos Hagop Nalyan’a Ermeni Kilisesi doktrini doğrultusunda ve yine konuşma dilinde kateşetik bir kitap yazmasını önermiştir. ¶Çñù Ïáã»ó»³É øñÇëïáÝ¿³Ï³Ý áõë³Ý»ÉÇ (Kirk Goçetsyal Krisdoneagan Usaneli/Hrisityanlık İman Esaslarının Kitabı) adlı söz konusu eser 1737 yılında Asdvadzadur Tbir matbaasında basılmıştır40. Episkopos Hagop Nalyan’ın bu ve bunu takip eden yayınlanmış eserleri, Patrik Golod’un Üsküdar’da açmış olduğu Tıbradun’un ne kadar başarılı bir öğrenci hazırlamış olduğunun bir göstergesidir. Patrik Surp Hovhan Vosgeperan’ın §Ü»ñµáճϳÝù¦ı (Nerpoğagank/ Methiyeler), İknadios Vartabet’in Ôáõϳëáõ ²õ»ï³ñ³ÝÇ Ø»ÏÝáõÃÇõÝ’u (Ğugasi Avedarani Megnutyun/Lukas İncili’nin Tefsiri), Surp Krikor Lusavoriç’in ڳ׳˳å³ïáõÙ (Hacakhabadum/Vaazler Dizisi) adlı vaazler antolojisi, Tarsus Başepiskoposu Nerses Lampronatsi’nin §î»ëáõÃÇõÝ ²ÕûÃÇó¦i (Desutyun Ağotits/Duaların Tefsiri) bu dönemde yayınlanmış vaaz ve tefsir konulu eserlerdendir. Hagop Tbir Camcıoğlu 1723 yılında ¶Çñù áñ ÏáãÇ Êñ³ï Ðá·»Ï³Ý (Kirk Vor Goçi Khrad Hokegan/Ruhani Nasihatler Kitabı) adıyla Fransızca’dan tercüme ettiği eser 1736 yılında Parseğ ve Hagop Sepasdatsi matbaasında Ermenice olarak basılmıştır. Aynı matbaada Ermenice harfli Türkçe tercümesi basılmıştır. Bu kitabın, altı yıl önce Kevork Vartabet Mıkhlayim’in Ö³é í³ëÝ ÍÝݹ»³Ý »õ ã³ñã³ñ³Ý³ó éÝ Ù»ñáÛ ÚÇëáõëÇ øñÇëïáëÇ (Car Vasın Dzınıntyan Yev Çarçaranats Dyarın Mero Hisusi Krisdosi/Rab İsa Mesih’in Doğuşu ve Katlandığı Eziyetler Üzerine Nutuk) kitabının basımından sonra, Patrik Golod döneminde Ermeni harfleriyle Türkçe olarak basılan ikinci kitap olduğu kayıtlıdır. 39 H. Tavtyan, Aşkharhapar Kirkı Hay Dıbakrutyan Isgizpits Minçev 1850 Tıvaganı, Yerevan 1964, s.26 (¸³õÃ۳ݫ Щ« ²ß˳ñѳµ³ñ ·ÇñùÁ Ð³Û ïå³·ñáõû³Ý ëÏǽµÇó ÙÇÝã»õ 1850 Ãáõ³Ï³ÝÁ« ºñ»õ³Ý« 1964« ¿çª 26)©. 40 Tavtyan, a.g.e., s.27; Leo, a.g.e, s.160-161 (¸³õÃ۳ݫ Щ« ²ß˳ñѳµ³ñ ·ÇñùÁ©©©Ýß© ³ßË© ¿çª 27 »õ È¿û« гÛÏ³Ï³Ý îå³·ñáõÃÇõÝ©©©« Ýß© ³ßË© Ýß© ³ßË©« ¿çª 160-1)©. 479 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Surp Krikor Datevatsi’nin çok tanınmış eserleri ÒÙ»ñ³Ý гïáñ (Tsımeran Hador/Kiş Dönemi Vaazleri) ve ²Ù³ñ³Ý гïáñ (Amaran Hador/ Yaz Dönemi Vaazları) vaaz kitapları olup, ilki 1740 ikincisi ise 1741 yılında Apraham Tragatsi matbaasında basılmıştır. Patrik Hovhannes Golod ²Ù³ñ³Ý гïáñ’un (Amaran Hador) basılmasını teşvik etmiş, hatta basılacak elyazması örneğini de kendi eliyle matbaaya teslim etmiştir. Fakat basılmasını arzu ettiği kitabın basılmış nüshasını göremeden vefat etmiştir. 1715–1741 yılları arasında Avrupa şehirlerinde toplam 60 Ermenice kitap basılmıştır. İtalya’nın Venedig kentinde faaliyet gösteren üç yabancı matbaadan Andon Bortoli matbaasında 43, diğer iki matbaalarda ise toplam 4 kitap basılmıştır. Aynı dönemde Roma Urbanyan matbaasında 6, Holanda’nın Amsterdam kentinde Ğugas Vanantetsi matbaasında 1713– 1717 arasında 7, İngiltere’nin Londra kentinde Karoli Akgers matbaasında 1 kitap basılmıştır. Aynı dönemde İstanbul’da faaliyet gösteren Ermeni matbaalarında toplam 103 kitap basılmıştır. 1727 yılında faaliyete geçen Osmanlıca baskı yapan matbaada 28 yıl boyunca 18 kitap basılmıştır41. Kitabı, ilmi ve araştırmayı seven Patrik Hovhannes Golod yayıncılığını teşvik etmiş ve bu teşvik olumlu sonuçlarını vermiştir. Patrik Golod döneminde basılan kitapların büyük çoğunluğu Asdvadzadur Tbir matbaasında basılmıştır. 43 kitabın basıldığı matbaadan ayrı olarak bilinen matbaalardaki basılan kitap sayısı dağılımı şu sonucu vermektedir: Mardiros Sarkisyan: Krikor Tbir Marzıvantsi: Apraham Tbir Tragatsi: Sarkis Tbir: Parseğ ve Hagop Sepasdatsi: Begoğlu mahallesi: Basım yeri anılmamış: 20 kitap 10 kitap 9 kitap 5 kitap 5 kitap 1 kitap 10 kitap Bibliyografik verilere göre basılan kitaplar arasında kiliselerde kullanılmak üzere basılmış kitaplar bulunmakta. Eldeki verilerle yapılan değer41 Leo, a.g.e, s.151 (È¿û« гÛÏ³Ï³Ý îå³·ñáõÃÇõÝ« Ýß© ³ßË© ¿çª 151)©. 480 Dr. Krikor DAMATYAN lendirmelere göre İncil, kilise takvimine göre her gün okunması belirlenmiş Kutsal Kitap bölümlerini içeren kitaplar, takvim ve yortu günlerinin belirleyen kitaplar, dua, ilahi, ruhani ezgiler ve şiirler kitapları yanında, hamayil adı verilen dua şeritlerinin basıldığı tespit edilmiştir. Patrik Hovhannes Golod patriklik görevini iki Osmanlı hükümdarları Sultan III. Ahmet ve Sultan I. Mahmut dönemlerinde sürdürdü. Merhum Patrik günün koşullarını en iyi şekilde değerlendirdi. Günün sosyal şartlarının elverdiği ölçüde batılılaşma doğrultusunda her iki sultanın benimsedikleri tutumun Ermeni cemaatine de yansıdığı inkâr edilemez bir gerçek. Mabetler inşa ediliyor, günün ilim anlayışının doğrultusunda öğrenciler eğitiliyor ve özellikle de faal matbaalarda dini ayinlerde kullanılacak kitaplar yanında, cemaatin okuyucu kesimine sunulmak üzere kitaplar yayınlanıyordu. Teknolojik açıdan zor şartlarda yayınlanmış her bir kitap, birçok yararlı hizmetleri yanında kitap basımına gösterdiği teşvikle adı ebedileşen Patrik Golod için rahmet vesilesidir. 481 OTTOMAN-ARMENIAN RELATIONS IN THE LIGHT OF MEDIEVAL HISTORICAL SOURCES HİNT KAYNAKLARI IŞIĞINDA OSMANLI-ERMENİ İLİŞKİLERİ Prof. Mansura HAIDAR Jawaharlal Nehru Üniversitesi E-mail: mansurahaidar2000@yahoo.ço.In; Tel: 0091 11 261 74 396 ® Özet XIX. yüzyıl sonları ve XX. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan siyasî olaylar, birçok nedeniyle, Hindistan’ın ilgisini çekmiştir. Asya insanına örnek teşkil eden Türkiye’nin girişim ve faaliyetleri, Asyalılar ile Türkleri aynı çatı altında toplamıştır. Bu toplanmanın şüphesiz ki en büyük etkileri ortak amaçlara bağlı yapılan savaşlar, şölenler Asya’nın Türkiye ile olan bağlarını daha da güçlendirmiştir. Bir Asya ülkesi olarak Hindistan’da Türkiye ile ilişkilerini her zaman iyi yönde muhafaza etmiş ve etkileşim içerisinde olmuştur. Söz gelimi yüzyıllar boyunca Avrasya’yı yöneten ülkelerin izlemiş oldukları sessiz politikalar ile değişen sömürgeci mirasçılara karşı mücadele veren Hindistan’a Türkiye’nin katkıları yadsınamaz. Günümüzde uluslararası tepki ve polemikleri ile gündeme gelen Ermeni sorunu, Hint kaynaklarında detaylı olarak incelenmemiştir. Makalemizde günümüz Hint düşünürlerinin Osmanlı- Ermeni ilişkileri hakkında görüş ve düşüncelerine yer verilecek ve Hint kaynakları çerçevesinde Osmanlının izlemiş olduğu ılımlı politika üzerinde durulacaktır. Prof. Mansure HAİDAR The Ottoman-Armenian relations had a long history and a living past with a background of variegated and multi-dimensional contacts. Valuable works have already been produced in English language on the Armenian role in Persian Gulf, Red sea and Indian Ocean trade, Ottoman penchant for possession and control of all maritime trade routes, subsequent Turco Armenian commercial enterprises and resultant imperialist wars which shook Europe and Asia alike. Studies on the more enduring socio-religious and cultural bonds between Turkey and Armenia have presumably been ignored or overlooked simply due to being overshadowed by more compulsive political and economic issues.. In this paper, an attempt is being made to highlight and discuss certain socio- religious, economic and cultural features of this age-old relationship in the light of medieval travelogues and Indo – Persian sources. Geographically speaking, India and Turkey were distantly located from each other, yet the travelogues and Indo-Persian historical sources of ancient and particularly those of medieval period had plenty of interesting and novel historical material throwing light on the relationship between Turkey and Armenia on a regular basis. The socio religious activities of sages and Sufis and continuous ingress and egress of merchants and missionaries had removed the barriers between the heterogenous people in the region as ‘great efflorescence of culture, learning, art and architecture had brought the fortune seekers together. Since cities in Gujrat emerged as a gateway of Hind and as ‘a great kingdom’ in this era, Armenian merchants and navigators frequented this and other thriving ports and stray references to them are available in In485 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dian sources. Travelers from Marco polo to Burnes confirm the multifarious bonds. (1). During medieval period, the presence of Portuguese in the Indian waters, the Ottoman concerns goading them to maintain friendly relations or at least hobnobbing with powers that be in Gujarat and other relevant corners of India, the professed love of Gujaratis and others for the Ottoman Sultan as confirmed by Sidi Ali Reis also as well as the continuous touch with the Armenians who were the dominant element in the commercial activities were the factors which had necessitated recording of various details about Ottoman Empire and its relations with the Armenians. The geographical accounts(like Surat ul Arz,Jughrafiai Hafiz Abru, Ajaibul Makhluqat, Ajaibul Tabaqat,Haft Iqlim, Majmaul Gharaib, and so on), provincial histories (like Tarikhi Gujarat, Tarikhi Ahmadi, Tarikhi Masumi, etc.), the chronicles compiled under the sultans of Delhi and the Mughal Emperors in which stray information is available (like Akbarnama,,Tarikhi Alfi, etc.), the court records and the travelogues(from, Ibni Batuta to Abu Talib Isfahani and several others) are full of useful information. As per reports available, both Armenia and Turkey had a long record of close connections which is being discussed here to fill a historical void. Ecology plays an important role in determining the common cultural traits and subsequent mutual affinity. The historical sources refer to this ecological commonness between Turkey and Armenia as both belonged to the fourth and fifth climate though parts of Turkey fell in the sixth climate also.(2). Besides, there did exist harmonious relationship between these two heterogenous people due to close and continuous contacts. The brisk exchange of ideas, commodities and people between the two lands since time immemorial was made possible due to geographical proximity and contiguous borders particularly at Arzinjan and Oj.The Armenian state ----then a gateway to wilayati Ifranj,--- had its special strategic and geopolitical significance and was connected with Rum(Turkey) by four roads ---the first one ran through Kaisariya, called as the “rahi Khushkhwar and rahi Dulu “; the second was said to be “rahi Luluh “ ie silver mines and passed through the upper Baluch fort and was “caravan sipar “. The third was “ rahi Qaraman” stretching from bank of Rum river upto the city of Asas; the fourth went from Malatia to Helb and dayari Sham (3). Since Armenia lay on the main road from north west to Sultaniah and from Tabriz to Black sea, (4), its active relations with the territories on Silk road had all the possibilities of outreach and it served as a bridge between several cul486 Prof. Mansure HAİDAR tures including India which was also connected with the western countries through Armenia (5) At regional level, the mutual solidarity between Armenia and Turkey was often exhibited in the manifold ways --be it a military alliance or cultural exchange even in earlier days also. The imminent invasion of Sultan Jalaluddin Mangbarni Khwarazm Shah had brought the sultans of Rum, Syria, Armenia and other nearby regions to form a confederacy and in order to repel him they unitedly raised a force consisting of Georgians, Alans, Armenians, Sarir, Lakz, Qifchaq, Svn Abkhaz, Chanet, Syrians and Rumis.(6).Examples of varied forms of such solidarity can be multiplied. Claude Cahen writes “ In Western Asia the most favoured group were the Armenians.” It is interesting to note that this traders ‘community had always followed a circumspect attitude, expedient amicability, and carefully calculated conginiality. They had, therefore, maintained all along subdued subtle civilities. History reveals that Armenian rulers also adopted, well thought out and appeasing policies towards their contemporary kings. The king of Armenia had journeyed all the way to have an audience with Chingiz Khan who was appreciative of the gesture that he came on his own accord. Claude Cahen affirms that “from the very start (the Armenians) deliberately made themselves the Mongol agents. Michael Palaeologus and the Ilkhans together---- and the Trebizond, like the Armenians of Cilicia,had been their vassals. Contigents of Armenia sometimes appeared locally in the Mongol armies in Syria though the Armenians of Armenia proper no longer served in arms ever since the conquest in which they had lost their political independence and they remained excluded from military life inspite of an effort by the Bishop of Arzinjan”.(7). The mutual relations with the Turks whom they accepted as their lords could, therefore, never be different. Writing about his motherland as early as in 1307, Anthony the Armenian appreciates that “The kingdom of Armenia is at this day in a good and peaceable estate, and emphasizes two main points –the contiguous borders between Turkey and Armenia and the close active role played by the Armenians in the glory of Turkish domain.He records that:“there are four kingdoms. The length of Armenia begins at the confines of Persia and reaching out westward even to the kingdom of Turkey. The breadth of Armenia begins at the city called the Iron Gate and extended even to the kingdom of Media.”Although he takes pride in the fact that “when the 487 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Turks had invaded the kingdom of Turkey and had conquered it, they could not prevail against Trebizond nor the territories thereof, because of their strong castles and other fortifications by reason whereof it remained still under the government of the Emperor of Constantinople.” He adds further: “Cilicia at this day is called Armenia by reason that after the enemies of the Christian faith had gotten that country and held it a long time from the Greeks, the Armenians endeavoued so well that they won it again from the Pagans”. However the presence of Armenians who were fruitfully engaged in varied type of works in the Turkish domain even at that time is also recorded by Anthony. He says: ‘there are four nations inhabiting the kingdom of Turkey. Namely the Greeks, Armenians, and Jacobins (Jacobites) who are Christians, living on merchandise and manuring the Earth and the Turks who are Saracens and have invaded that land and gotten the Government from the Greeks. Some of them live on merchandise and labouring of Ground, inhabiting in cities and towns, others keeping in the woods and fields both winter and summer, being shepherds and very good Bowmen. Ibni Batuta had also noticed that’ in Arzinjan, Armenians formed the greater part of the population.’ At the time of Timur’s invasion also, the Timurid and Indo- Persian sources mentioned the existence of rich Armenians in the cities of Siwas, Ablistan and other places (8), as the conqueror had not only chosen them(presumably due to their expertise in various professions and arts) to be taken to his homeland as captives (alongwith the Nusranis) but was impressed by their richness which had also attracted his attention. Undoubtedly, the Armenians had been playing an important role in the Ottoman Empire in different capacities and at different levels. They were lingually closer to each other as plenty of loan words suggest and had many similarities in their social structure. They (Armenians) constituted fairly a large number of craftsmen, traders, agriculturists, members from the liberal professions. There were the Armenians --- Industrial bourgeoise in Tiflis (cotton, leather and Tobacco), the civilian population scattered from Istanbul to Van and from Tiflis to Tabriz.There were Armenians well established as International commercial community in Isfahan, Tiflis, Madras, Istanbul, Izmir, Cairo, Marseilles, Antwerp, Amsterdam and other places. These external networks sustained them economically. Arzinjan continued to be a great Armenian city. Many important events had taken place there and the city “long remained the Metropolis of those in Turkey 488 Prof. Mansure HAİDAR “.Trebizond, the state of Armenia (Greater) remained under the Turkish sway for a long time (hukkam I qadim az muluki tawaifi Turk dasht). (9) The transformation of Erivan from a “village like town” in Timur’s time(as described by the court chroniclers and eye witness) to a full fledged city in the sixteenth century bespeaks for itself pointing to an active and flourishing commercial and business activities and enterprises. (10) To be sure, the Armenians and the Ottomans shared common interests in the region and lived amidst the same friends and foes hence solidarity over issues was never wanting. The relations of Ottomans with Persians were somewhat strained and sectarian prejudices were being blown out of proportion to cover expansionist ambitions. The Portuguese presence in the Indian waters and ottoman hobnobbing with Central Asia, Gujarat and Egypt is well proved by the mission of Sidi Ali Reis. The other events discussed in the sources (the details regarding the conflict over the possession of Erivan and Kars between Ottoman sultans and Shah of Persia during 16th-17th century, the surrender of Azerbaijan and Caucasus by the Persians in 1590 and subsequent recovery of these and of Kars,division of Erivan and Nakhchiwan and their unification, the role of Armenians in strengthening the Ottoman-Gujarat relations, the Mughal- Portuguese entante etc.) indirectly throw light on Ottoman-Armenian relations with their several significant dimensions and repercussio While the Ottomans extended their full patronage to the Armenians, the latter had repaid them immensely by spreading their cultural attainments to the outside world. As ‘privately organized and highly cohesive commercial diaspora’(11), Armenian communities are said to be ‘so well integrated’ and well entrenched in the Ottoman state and society, that alienness seemed to be nonexistent. --. Even while hanging on and prospering ---the Armenians had considerably enriched Turkish life particularly Istanbul giving it the cosmopolitan flavour of Lawrence Durrel’s Alexandria’ (12). The sources provide details about theis mutually beneficial and long standing bond of relationship. Apart from the description of Suq Erraqiq and “well-built Armenian and fair skinned Turkish women –full of grace and animation, there is a picturesque account of beautiful Armenian carpets which formed a part of many a gifts sent to sultans of Ghazna, Turkey and other such potentates. The impressive sight of the battle array with double backed Armenian camels, the fine Armenian clothes and other rarities. Characteristics do play an important role in determining the relationships. There are interesting comments available about characteristic fea489 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tures of Armenians and Ottomans. The Ottomans may be’ an inexhaustible race’ but they made their presence felt universally since sixth century and in Eurasia at least for six centuries. As conquerors, state builders, lawgivers, administrators, policy makers, they proved to be most effective specie in the human world. They were not only men of sword but proved their worth as men of pen also.Their attitude towards their Christian compatriots was very clearly defined.Thomas Coryat had jotted down in his travelogue in 1613 that the “Turkes will not suffer these three things to be medled withal by a Christian or Jew, viz, his Religion, his Women, his slave “Abu Talib Isfahani though conscious of his country’s somewhat cold relations with Turks was discreet enough to acknowledge that the Turks were gallant enough to respect their women—a rare sight in the region. The Turks were not in favour of killing or shedding blood. Thomas Coryat had emphasized the fact that “The true Musulman will scarce kill a louse if he find him in his apparelle, but throwes him away affirming, that it is contrary to the rules of charitie to kill him, or any thing else, that they kill for their sustenance. (13). The Turco Mongol method of Yarghu Pursidan seems to be an extension of the same conviction. There is one very curious feature about the Ottoman- Armenian relations in the socio-religious sphere. The coreligionists were zealously engaged in undertaking Ghazawat (Holy wars) in.Central Asia, Persia,Turkey against each other(----funnily enough justified by the fatwas extracted from the religious supremos over strange pretexts and such events are certified by the sources). In medieval age, religion served as the best motivating and mobilizing force -- being used as another name or form for nationalism. The situation was no different in case of Armenians and their Christian fellow followers. Contrarily, harmony was the keyword in Ottoman- Armenian relations as there was no bone of contention between the two different people. Adherents of Armenian Churches ‘figured among the subjects and were recognized by the Ottoman authorities’ (14). Breezes of messages of love and peace through the impact of sufi thought also influenced some. Many of the Christians were the disciples of Rumi also. In the sphere of fine arts, the glimpses of Ottoman -Armenian influence on each other’s crafts also seem to flicker (15) exhibiting the sinews of cultural connections.. Armenians seem to be more cordially inclined towards Turks as compared to their own European communities. Toynbee wrote:” To most people, the Armenians remained a name and when we read of their sufferings or traditions they made little impressions than the doings of Hittites 490 Prof. Mansure HAİDAR and Assyrians, who made across the same Near Eastern amphitheatre several millennium ago. We had no living contacts, no natural relations with Armenians in our personal or even in our political life.” Toynbee’s comment is not surprising and seems to be quite in conformity with what we find in European travelogues. A detailed description of Armenians is also found in ancient and medieval European sources.Purchas included “a description of all the European Christian communities including, Armenians, There is a separate discussion on the Armenian Christians giving details about their beliefs and faith, particularly “Touching the Properties of their Religion” which had certain distinct features carrying somewhat different practices (if not points of view) from that of other Christians. Elsewhere again some rich information about the advance of the Papal monarchy and diverse sects of Christians in the East in 1625 is found. The Armenians are said to be “divided from all other Christians in Rites; having a primate of their owne whom they call Catholicon, observed by all of them as another pope. They have letters and language proper and liturgies -----. At Christmases they fast and at twelf-day they solemniz our Lords Baptisme, and his spiritual. Nativities, as they improperly speaks. Lent they fast so strictly, that they not only abstain from flesh, egges, white meates, but also from fish oyle, and wine, yet fast not but eat fruites and as often as they please. On some fridays they eate flesh. They mix no water with wine in the sacrament.” There are no doubt some medieval notions of unhappiness too. The complaint is however registered in the following words:“The Armenians promised obedience to the Pope, when their king received of Henry the Emperor his land, and the crown of the Archbishop of Mentz; but retayne their old Rites notwithstanding”.(16) On the basis of the available historical raw material, it can safely be surmised that living together had given rise to the composite Eurasian culture which engulfed the region. This heterogeneity of population and multiplicity of religions had been emphasized time and again.While discussing the rise and decay of Christian religion, it is emphasised that excepting Georgia, Libanus in Syria and “Turkes Dominian, there is not any region in all Asia where Christians live several, without mixture, either of Mohametans or of pagans”. Although Vitriacus – a man well experienced in some parts of the Orient (as being Bishop fo Acon and the papes Legate in the East” hath left registered, that the Christians of the Easterlie parts of Asia, exceeded in multitude the Christians of the Greeks and Latin churches, Yet in his time (for the writ almost four hundred years age), Christianitie began 491 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER to decline and prime his time, it hath proceeded infinitely to decay, in all those parts of Asia first by the inundations of the idolatrous Tartars who subdued all those regions and after by the entertaining of Mehumetanism in many of them., But yet indeede, in the more southerly parts of Asia (especially in those where Christianity was first planted and had taken deepest roote as Anatahia, Syria, Palestine, chaldaen, Ossyria, Mesopotamia, Armenia, persia, the north part of part of Arabia and the south of India, Christians are not only to be found, but in certain of those Regions as in Anatolia, Armenia, Syria, Mesopotamia, somewhat thickly mingled with mahumetans as they are in the south of India not far from the Promontovie of comorin....” (17)In certain areas of Turkey, the situation was such that numerical strength of non Turks surpassed that of Turks: It is written “Although the Government be wholly the Turkes, yet, Muhametans scarcely passe one third past of the inhabitants”. But the Armenians were only a part of that extensive domain. If the American Ambassador, Mr. Morgenthau is to be believed, ‘there were twenty eight million people in Turkey and one million Armenians also formed a segment of the population “ in recent years(18). As mentioned earlier, living together for centuries left no grounds for alienness. There were indeed internally no tensions between the Armenians and Turks as no such instances have been quoted by any one of the travelers, Pilgrimes of Purchas or by the Indo-- Persian Chroniclers. The only complaint frequently mentioned in the travelogue by certain Explorers and traders during their sojourn in Turkey, Central Asia, India and other places deals with extortion by higher officials (as Jenkinson, Sidi Ali Rais and De goeje have done)and such other complaints. These wailings and a few prejudices were freely aired. Henry Middleton who happened to be in Turkey in 1611 complained how Basha and Aga “robbed” him of his goods -- “such shamefull wrongs which they had falsely charged the Sultan to have commanded them to doe...” He feared, (like Sidi Ali Rais in India against the Portuguese,), even to buy the fresh victuals at Moha doubting poysoning” though he felt reassured later and recovered all pending dues.(19). The secure and favourable position enjoyed by the Armenians in Turkey is vehemently emphasized in the sources. However, the Armenians were pitied by the Christians some times in earlier decades for their difficult situation. One of the contemporary writers of Polo namely Marino Sanuto, is stated to have “compared the kingdom of the Pope’s faithful Ar492 Prof. Mansure HAİDAR menians to one between the teeth of four fierce beasts, the lion Tartar, the panther Soldan, the Turkish wolf, the corsair serpent.”(20).Although the Persian Traveller Mirza Abu Talib Isfahani refers to the miserable plight of Greeks, he writes about the prosperous condition of the Armenians. Expressing his utmost concern with the Greeks, Abu Talib who happened to be in Turkey from 1799-1803 and notes down in his “intentional record” that: “The governor and military men are all Turks but the rest of the inhabitants are Greeks, who in consequence of the despotic and tyrannical government of their oppressors are the most abject poor wretches I have ever seen; even the most oppressed subjects in India are princes when compared with these. The Turks adhere strictly to the Muhammedan regulations, of exalting the subjects of their own religion and of depressing those of any other. The spirits of these Greeks are entirely broken and they appear to have been given themselves upto despair. Meloncholy and want are so strongly depicted on their countenance that I could not help feeling for their deplorable condition.” (21). Even otherwise Mirza Abu Talib had occasionally criticized the Turks very vehemently (eg. their cookery is said to be a “bad imitation of that of Persia and Hindostan “; their Postal system is said to be poor and their “mode of living is on the whole described to be very disgusting “to him). The bias could be due to long standing cold war and also several wars fought with no love lost between Ottomans and Persians. However elsewhere he gives a different version highly appreciating the Turks. He writes: “ The Turks are,in general persons of strict honour, intrepid, liberal, hospitable, friendly and compassionate and their Government is conducted with great attention to justice than anyone of the Muhammedan states. They do not have the power of shedding the blood unjustly, nor can they follow the bent of their own inclinations or passion with impunity. They are obliged to consult their nobles who seldom transgress “. (22) The contradictory statements are explained by Mirza’s own comments when he wails how the Ottomans invaded Persia and wrought destruction.. Strangely enough, in the context of Armenians, Isfahani seems to be torn between the two conflicting emotions and somewhat puzzled by their indfference. Understandably, the attitude of Abu Talib towards Armenians was also determined by his own preconceived notions and also by the cold response he received from the circumspect Armenians which must have prompted him to be contemptuous His anger is poured down in some way or another. At Leghorn Abu Taleb found a “great variety of fruit” and 493 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER there the watermelons were in his view inferior to that of Allahabad and Mainpoory). Here he saw that the greater number of inhabitants of this city were Jews, Greeks and Armenians – all of whom of a covetous and parsimonious disposition”.For Abu Taleb, the place was indeed “disagreable”. He laments how one of his English acquaintances took him to an Armenian merchant’s house “thinking it would be gratifying for me to meet with a person who understood the Persian language and was born at Jufla – a suburb of Isfahan. The Armenian was at dinner and hurriedly sent out his son with instructions to say that his father was very unwell and had quite forgotten the Persian language”, Even at the coffee house where Abu Talib frequently met with another Armenian named Khwajah Raphael (who was also born at Julfa, but pretended to be ignorant of the language of that city) Mirza remained without an Armenian friend.. Condemning the Armenian as “a complete scoundrel who had seen great deal of the world, understood a number of languages, called on Isfahani several times, but was never of the smallest service and was so over cautious that he would not even assist me with his advice respecting the route I should pursue. “To compensate the want of frendship in the Armenians,” admits Abu Talib, “ I had the pleasure of forming an intimacy with Mr. Darby and an English merchant.... I often tried him with my complaints-- despair. ”. (23) Undoubtedly, the grandeur of the Ottomans during the middle ages must have been quite dazzling for the inhabitants of the world around. Writing in 1610 George Sandys records: “Thus great at this day is the Ottoman empire; but too great for it are their assumed titles; as God on Earth, Shadow of God, sole monarch of the world, King of Kings, commander of all that can be commanded, sovereign of the most noble Families of Persia and Armenia, Possessor of the Holy cities of Mecca and Jerusalem......”. (24).Perhaps this was the attitude of pride which had prompted the Ottoman Sultans not to write to their global counterparts directly. Instead, their wazirs used to write letters on their behalf and in their own (Wazir’s)name. The tenor of the letters was also a bit egotist which was not appreciated by Shahjahan. In one of his letters, therefore, a visibly irritated Mughal Emperor Shahjahan had once offered him to send Indian scribes if there were no good munshis available in Turkey. The Ottoman relations with the European communities could at times be variable but with the Armenians, the Ottomans maintained a kind of consistency of cordial amicability and apparent confidence. There was much lingual affinity with several other people also but the mutual close494 Prof. Mansure HAİDAR ness enjoyed by the Ottomans with the Armenians was extraordinary -- a fact highlighted and discussed in different sources and travelogues. Language which is the basis of distinctive feature of a nation had lost its exclusive character due to mixing of several words though monopoly of a particular nation on its language continued. To quote an example“Greek tongue” had a deep impact on “A good part of Anatolia” because “Turkish and other nations are gotten into their language by reason of the great Traffique and commerce”. (25). Nevertheless the importance of the Armenians never dwindled. Even the European sources confirmed that it was ascertained by a Grant Patent and their numerical strength in the Ottoman Empire far exceeded others. It is specifically recorded in Purchas: “The Armenians, for Trafike to which they are exceedingly addicted, are to be found in multitudes, in most Cities of great Trade, specially in those of the Turkish Empire, obtaining more favour and priviledge among the Turkes, and other Mahmumetans, ‘by a patent granted that nation under Mahumets’ owne hand, than any other sect of Christians. Insomuch that no Nation seemeth more given to merchandize, nor is for that cause more dispersed abroad, than the Armenians, except the Jewes. But yet the native Regions of the Armenians, and where they are still found in the greatest multitude, and their Religion is most supported, are Armenia the Greater (named since the Turkes first possession of it Turcomonia) beyond Euphrates, and Armenia the Lesse on this side. Euphrates, and Cilicia, now termed Caramania.----.(26) The Armenians,however, continued to maintain their exclusive identity in the socio- religious sphere without bringing any change. Full freedom to pursue their own way of life was enjoyed by them. It is recorded “They acknowledge obedience, without any further or higher dependence, to two patriarckes of their owne: whom they terme Catholikes. Namely one of the greater Armenia, the Families under whose jurisdiction exceede the number of 150000, beside very many Monasteries. Of the Armenians the said Bishop of Sidon testifieth, that they are subject to two principall Patriarkes, one of Armenia the Greater, the other of Armenia the lesser. The former resideth in the Monastery and Church of Ecmeazin, neere the Citie Ervan in Persia: the other in the Citie Cis of Cilicia, now called Caramania.” However, other Patriarkes are sometimes by the favour of the Turks created amongst them, and are exacters of Tributes which the Armenian Families are bound to pay the Turkes. Others also are elected Coadjutors of the same Patriarkes with consent of the bishops and people. Further there 495 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER are others, primates or rather Patriarkes of the same Nation in the remotest parts of Persia and in Constantinople, which although legally they are subject to the Patriarke of Armenia major, yet sometimes doe not acknowledge him. The Families subject to the ptriarke of the Greater Armenia exceed the number of 150000., besides very many Monasteries, Bishops, Religious persons and Deacons. Their Preachers are called Mortabiti, and are obeyed by the people, as the Patriarke himselfe. In the Province Nevuam, in Persia also, in two Cities there live Catholike Armenians subject to an Archbishop of the Dominican Order, and other Friers of that profession, which observe the Latine Rites, and live under the obedience of the Roman Sea.The Patriarke of Armenia Minor hath under his Jurisdiction foure and twentie Prelates, Archbishops and Bishops, and the Election of the Patriarke belongs to 12. Bishops neerer the Patriarchall church. Yet sometimes the Armenian people by favour and command of the Turkish Officers create their Patriarks, and after obtaine the consent of the bishops and Archbishops, and by the favour of the principall people, a coadjutor with future successionis deputed to him, who of a Master and Preacher, after the death of the said predecessor, is received and confirmed by the people for Patriarke. To this Patriarke are subject about 20000. Families and they live in the villages, Castles and Cities of Cilicia and Syria: there are twentie Monasteries each contayning 100. Religious, 300. Religious, 300. Priests, Deacons and Clerkes many, which live of Almes, and of their owne industry.”(27) While enjoying full religious freedom the Armenians possessed a practical attitude towards life. They were liberal. The European travelers disapprove of their “absurdities”in religious and social practices. and criticize the frugal attitude of their Emperors also. The then contemporary travelogues confirm that system: “This people have two patriarchs, to whom, they give the name of Universall: the one keepeth his seate in the Citie of Sis in Caramania, not farre from tharsus: the other in the Monastery of Ecmeazin, neere unto the Citie Ervan in this countrey. Under these two patriarchs are eighteene Monasteries, full straight with Friers of their Religion; and foure and twentie Bishopricks. the maintenance allowed in times past unto each of these two Patriarchs, was a Maidin on an house: each patriarch having under him twentie thousand housholds: but now that large benevolence the great Turke hath seased into his owne hands; and therefore now they are constrained to live on the Almes of the people, going continually in visitation from one Citie to another, carrying their Wives and whole family with them.. The people of this nation have amongst them 496 Prof. Mansure HAİDAR the Christian Faith, but at this day it is spotted with many absurdities. They hold with the Church of Rome in the use of the Crosse, affirming it to be meritorious, if they make the same with two fingers, as the Papists use;: but idle and vaine if with one finger, as the Jacobites: They adorne their Churches in every place with the signe of the Crosse, but for other Images they have none, being professed enemies against the use of them. In keeping ancient Reliques they are very superstitious, and much devoted to the blessed Virgin Mary, to whom they direct their prayers. They imitate the Dioscorians in eating White-meats on Saturday, which to doe in Wednesday and Friday were a deadly sin: nevertheless, they will not refraine from the eating of fresh on every Friday, between the Feast of the Passover and the Ascention. They abstain five Sabboths in the year from eating flesh, in a remembrance of that time which the Gentiles did sacrifice their Children unto Idols. They celebrate the Annunciation of the Virgin Marie on the sixt of Aprill, the Nativitie of our blessed Savior on the sixt of january, the Purification the fourth of February, and the Transfiguration the 14 of August. The ministration of their Liturgie or Service is performed in their native language, that all may understand: but in their Service of the Masse for the dead, they are most idolatrous, using at the solemnizing thereof, to sacrifice a Lambe, which they first lead round about the Church, and after they had killed it and rosted it, they spread it on a faire white Linnen cloath, the priest giving to each of the Congregation a part and portion thereof. They are (unlesse some few families) so farre from yeelding obedience unto the Sea of Rome, that they asume all Antiquitie unto themselves, as having retained the Christian Faith from the time of the Apostles. Many Jesuites and Priests have beene sent from Rome, to bring this oppressed Nation under her government, but they have little prevailed; for neither will they yeeld obedience, nor be brought by any perswasion to forsake their ancient and inveterate errours, to become more erronious with her.” (28). The passage clearly brings out the Christian attitude towards the Armenians As stated earlier, the Armenians were spread throughout the Turkish domain, happily settled and engaged in fruitful professions.Even before the Ottoman power was at its peak, the Armenians fared well. Marco Polo confirms that the plight of the Armenians was extremely enviable..While discussing the province of Turcoman, he refers to three classes of people namely; the Turcomans, Greeks and Armenians and adds that these people are subject to the Tartars of the Levant as their suzerain”. Commenting upon their prosperity, he pointed out that “the Armenians and the Greeks, 497 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER who live mixt with the former in the towns and villages, occupying themselves with trade and handicrafts.” It is indeed interesting to note the various handicrafts in which the Armenians excelled. Marco polo says, “ they weave the finest and handsomest carpets in the world, and also a great quantity of fine and rich silks’ of cremoisy and other colours and plenty of other stuffs. their chief cities are Conia, Savast and lasaria besides many other towns and bishops sees”.The Greater Armenia is called as “a great country – “which” begins at a city called Arzinjan at which they weave the best buckrams in the world. the people of the country are Armenians and subject to Tartars. there are many towns and villages in the country, but the nablest of their critics is Arzinga or Arzinjan which the seer of an Archtrishop, and then Arziron and Arzizi. “The country” reiterates Marco Polo” is indeed a passing great one, and in the summer it is frequented by the whole host of the Tartars of the Levant, because it then furnishes them with such excellent pastures for their cattle. It possesses also the best baths from natural springs that are anywhere to be found. But in winter the cold is fast all bounds, so in that season they quit this country and go to a warmer region, where they find other good pastures. At a castle called paipurth, that you pass in going from Tribizand to Tauris, there is a very good silver miner”. Among other wonders of this region, Marco Polo and several Persian chroniclers emphasise that that “it is in this country of Armenia that the Ark of Noah exists on the top of a certain great mountain (on the summit of which snow is so constant that no one can ascend; for the smod never melts, and is constantly added to by new falls. Below, however, the snow does melt, and runs down, producing such rich and abundant herbage that in summer cattle are sent to pasture from a long way round about and it never fails them”. (29).The Persian sources like Ajaibul Buldan,Tuhfatul Gharaib. Habibus Siyar and some others mention strange things to confirm the prosperity of the region. It is recorded in these works, that there is one fireplace (atashkada) in Armenia. Whenever there are no rains, drought, or dreary weather, the khadims of the Atashkada lit the fire there and its sides and corners are washed by dirty water which is later scattered and while this work is still in process, there appear lots of clouds on the sky suddenly and torrential rains follow and enrich it with pure water. (30). There were, however, certain travelers who noticed poverty among the Armenians also in certain area. In the region of Turis,, the entire population including the Armenians were” poor creatures” despite flourishing trade and handicrafts in the town.. Here stuffs of silk and Gold 498 Prof. Mansure HAİDAR were woven and rich merchandise was brought from India Garmsir and other places. But Latin and Genoese merchants were.said to be better off in this city. The place had a great market for precious stones. It is a city in fact where merchants make large profits”.When Ibni Batuta had visited Arzanjan – a vast town,where there were Armenians form the greater part of the population and Arz i Rum was “mostly in ruins as the result of a civil war between two Turkmen tribes”.(31). Nevertheless the prosperous and populous condition of Armenians in the Ottoman Empire is again confirmed through numerous travelogues. Writing in 1603 during his sojourn in Turkey, John cartwright recorded likewise that the lesser Armenia too was “subject to the Tartars; with its innumerable towns and villages.It had “everything in plenty”. Besides it was “a great country for sport in the Chase of all manner of beasts and birds. All the spicery and the cloths of silk and gold, and the other valuable wares that come from the interior are brought to that city. The merchants of Venice and Genoa and other countries, come thither to sell their goods, and to buy what they lack...It is now called Turcomania, and was the first seate of the Turkes, after their first comming out of Scythia, who left their naturall seates, and by the Caspian Ports passing through the Georgian Countrey, then called Iberia, neere unto the Caspian Sea; first ceased upon this part of Armenia, and that with so strong an hand, that it is by their posteritie yet holden at this day, and of them called Turcomania. “ (32). Emphasising again how fruitfully engaged the Armenians were in the Turkish domain, Cartwright reiterated:”---To discourse how populous this nation of Armenians is at this day, is needlesse, since they inhabit both in Armenia the greater, and Armenia the lesse; as also in Cilicia, Bithynia, Syria, Mesopotamia and Persia. Besides the Principall Cities of the Turkish Empire, be much appopulated with them, as Brusia, Angori, Trabisonda, Alexandria, Grand-Caire, Constantinople, Caffa, Aleppo, Orpha, Cara-emit, Van, and Julpha: for that they are very laborious in transporting Merchandize from the Citie to another, by which means, through the customes which are paid in every Citie, the Cofers of the Grand Signior are wonderfully enriched. (33) The social structure of the Armenians and the joint family system in their country is appreciated by the same traveler which perhaps could be the basis of their strength: “At our first entrance into this Countrey, we travelled through a goodly, large, and spacious Plaine, compassed about with a row of high Mountaines, where were many Villages, wholly inhabited by 499 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Armenians; a people very industrious in all kind of labour: their Women very skilful and active in shooting,and managing any sort of weapon, like the fierce Amazones in antick time; and the women at this day, which inhabit the Mountaine Xatach in Persia. Their families are very great; for both Sons, Nephewes, and Neeces, doe dwell under one roofe, having all their substance in common: and when the Father dyeth, the eldest Sonne doth governe the rest, all submiting themselves under his Regiment. but when the eldest Sonne dyeth, the government doth not passe to his Sonnes, but to the eldest Brother. And if it chance to fall out, that all the Brethren doe dye, then the government doth belong to the eldest Sonne of the eldest Brother, and so from one to another. In their dyet and cloathing, they are all fed and clad alike, living in all peace and tranquilitie, grounded on true love and honest simplicitie.(34) While enjoying full religious freedom the Armenians possessed a practical attitude towards life. They were liberal. The European travelers disapprove of their “absurdities”in religious and social practices.and criticize the frugal attitude of their Emperors also. The then contemporary travelogues confirm that system: “This people have two patriarchs, to whom, they give the name of Universall: the one keepeth his seate in the Citie of Sis in Caramania, not farre from tharsus: the other in the Monastery of Ecmeazin, neere unto the Citie Ervan in this countrey. Under these two patriarchs are eighteene Monasteries, full straight with Friers of their Religion; and foure and twentie Bishopricks. the maintenance allowed in times past unto each of these two Patriarchs, was a Maidin on an house: each patriarch having under him twentie thousand housholds: but now that large benevolence the great Turke hath seased into his owne hands; and therefore now they are constrained to live on the Almes of the people, going continually in visitation from one Citie to another, carrying their Wives and whole family with them. (35). The people of this nation have amongst them the Christian Faith, but at this day it is spotted with many absurdities. They hold with the Church of Rome in the use of the Crosse, affirming it to be meritorious, if they make the same with two fingers, as the Papists use;: but idle and vaine if with one finger, as the Jacobites: They adorne their Churches in every place with the signe of the Crosse, but for other Images they have none, being professed enemies against the use of them. In keeping ancient Reliques they are very superstitious, and much devoted to the blessed Virgin Mary, to whom they direct their prayers. They imitate the Dioscorians in eating White-meats on Saturday, which to doe in Wednes500 Prof. Mansure HAİDAR day and Friday were a deadly sin: nevertheless, they will not refraine from the eating of fresh on every Friday, between the Feast of the Passover and the Ascention. They abstain five Sabboths in the year from eating flesh, in a remembrance of that time which the Gentiles did sacrifice their Children unto Idols. they celebrate the Annunciation of the Virgin Marie on the sixt of Aprill, the Nativitie of our blessed Savior on the sixt of january, the Purification the fourth of February, and the Transfiguration the 14 of August. The ministration of their Liturgie or Service is performed in their native language, that all may understand: but in their Service of the Masse for the dead, they are most idolatrous, using at the solemnizing thereof, to sacrifice a Lambe, which they first lead round about the Church, and after they had killed it and rosted it, they spread it on a faire white Linnen cloath, the priest giving to each of the Congregation a part and portion thereof. They are (unlesse some few families) so farre from yeelding obedience unto the Sea of Rome, that they asume all Antiquitie unto themselves, as having retained the Christian Faith from the time of the Apostles. Many Jesuites and Priests have beene sent from Rome, to bring this oppressed Nation under her government, but they have little prevailed; for neither will they yeeld obedience, nor be brought by any perswasion to forsake their ancient and inveterate errours, to become more erronious with her.” (36). The passage clearly brings out the Christian attitude towards the Armenians. It was, however, not only the diligenceand imagination of the Armenians that had paid dividendsto them. The nature had, endowed Ottoman Armenians with many resources to distinguish and enrich them.The Armenian possessions were rich in oil also. Marco polo says that, “.... There is a fountain from which oil springs in great abundance, in so much that a hundred shiploads might be taken from it at one time. This oil is not good to use with food, but it is good to burn, and is also used to anoint camels that have the mange. People come from vast distances to fetch it, for in all the countries round about they have no other oil”.Not only Hanikoff refers to naptha in the vicinity of Tiflis but Russian explorers like Berg, Ignatov, Obruchev also refer to it. If Ricold is to be believed, the same naptha was supplied to the whole country as far as Baghdad, and Barbaro says that the camels were being anointed with the oil.(37)John cartwright describes the lake Arctamer ‘which was under the rocke over which they passed and two miles from this shore in the aforesaid lake were two islands called the Ecmenicke Ilands inhabited only by Armenians and some Georgians which two islands do bring forth and yield such store of cattle and plenty of rice, 501 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER wheat, and barley, the Garners and stonehouses for all the countries round it. On the west side of city Van lay a pleasant and delightful plain wherein the Janisaries do exercise themselves twice a week after their manner in the feats of war. Late Arctamar was called in antique time the more or Marish martiana or Margiana or mantiana, Out of this lake were caught yearly an innumerable quantities of fish like our Herring which being dried in the sun, they dispersed and sell them all over the country. (38) The mountains of Ararat, the Periardi mountains now called cheilder Monte are renowned and “notable for its great rivers which do so fructiferate the country that the barbarous people call it “leprus” (which is to pay, Fruitful. First the river Araxis which throws its many channels and enriches that Champaine and dry country. this river springs out of the hill Taurus in this part, where Periardo is siluated on the side of the Hill Ado, and so runeth by East even to the confines of Servan, and windeth itselfe towards the West, and by North, where it is joyned with the River Cirus, and then passeth to Artaxata, now called Nassivan, a cities of the Armenians, right against Reivan another Citie, and so watereth Armenia, and coursing along the Plaine of Araxis, dischargeth it selfe into the Caspian Sea, on the one side by South leaving Armenia, and on the other side by North leaving the Countrey Servania; whose chiefe Citie is Eris.The River cirus likewise springeth out of Tauras, and so descending into the champaines and Plaines of Georgie, charging it selfe, and being greatly encreased with other Rivers, it is joyned with Araxis, and so maketh his issue also into the Caspian Sea. This river the Inhabitant of the Country at this day call by the name of Ser, in their owne Language, but the Turkes call it chiur. Out of these Mountaines also springeth the River Canac, which maketh (as it were almost) an Iland, a little on this side the Citie Eris, and afterwards unite it selfe in the Channell with Araxis, and so runneth into the Caspian Sea.Two other Mountaines are of great note in this place; the one is antiTaurus, now called Mons Niger, the blacke Mountaine, which runneth up into Media; and the other Gordaeus, the tops of which Mountaines are covered continually with white and hoary Snowes. The Mountaine Gordaeus is environed with many other petie Mountaines, called the Gordaean Mountaines; on the tops whereof (as wee passed) wee found many ruines and huge foundations, of which no reason can be rendered.The Turkes call the Mountaine gordiaeus Augri-daugh, the Armenians Messis-Saur: it is so high, that it over-tops all the Mountaines thereabout,there issueth out of the foot of this Hill a thousand little Springs, whereof some doe feed the River 502 Prof. Mansure HAİDAR Tygris, and some other Rivers, and it hath about it three hundred Villages inhabited by Armenians and Georgians. About this Monasterie of Saint Georgians groweth great plentie of Graine, the Graine being twice as big as ours, as also Roses and Rheubarb, which because they have not the skill to drie it, that Simple is of no esteem or value. On the top of this Mountaine did the Arke of Noah rest, as both Jewes, Turkes and Armenians affirmed. Some Friers of Saint Gregories Monasterie told us, that even at this day some part of the Arke is yet to be seene on the top of this Mountaine, if any could ascend thither”.(39) The same traveler further informs that “there was also Chiulfal, a Towne situated on the frontiers between the Armenians and the Atropatians, and yet within Armenia, inhabited by Christians, partly Armenians, partly Georgians: a People rather given to the trafficke of Silkes, and other sorts of wares, whereby it waxeth rich and full of money, then instructed in weapons and matters of warre. This Towne consistent of two thousand houses, and ten thousand soules, being built at the foot of a great rockie Mountayne in so barren a soyle, that they are constrained to fetch most of their provision, onely Wine excepted, from the Citie Nassivan, halfe a dayes journey off, which some thinke to be Artaxata, in the confines of Media, and Armenia. The buildings of chiulfal are very faire, all of hard quarrie stone: and the Inhabitants very courteous and affable, great drinkers of Wine, but no brawlers in that drunken humour, and when they are most in drinke, they power out their prayers, especially to the Virgin Mary, as the absolute commander of her Sonne Jesus Christ, and to other Saints as Intercessors. (40)At chiulfal we stayed eight dayes, and passed again the River Araxis, leaving the noble Kingdome of Armenia, called now Turcomania, because of the Turcomanes a people that came out of Scythia (as before wee noted) who live as Sheepeards in their Tents, but the native people give themselves to husbandry, and other manuall sciences, as working of Carpets and fine Chamlets, we were no sooner over, but wee entered into Media: which by some is divided into Media Atropatia, and Media the Great. The whole country is very fruitful, and watered wit the River Araxis, and Cyrus, and other rivers that are famous, even in antique Writers. Divers cities are there in this Kingdome.Alexander the Great, when he warred against the Medes and Persians; at which time also he made a Wall of a wonderfull height and thicknesse, which extended it selfe from this Citie, to a Citie in Armenia, called Teffis, belonging to the Georgians. And though it bee now razed and decayed, yet the foundation remaineth: and 503 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER it was made to this purpose, that the Inhabitants of that Countrey, newly conquered by Alexander, should not lightly flie, nor their enemies easily invade them. This Citie is seated upon an high Hill, and builded all of Free-stone much after our buildings, being very high and thicke: neverthelesse, it never grew great nor famous, and even in these dayes, there is no reckoning made of it: and the reason is, because of the situation, serving for passage onely out of Tartaria into Persia, and out of Persia into Tartaria, receiving those that travell too and fro, not as Merchants and men of Commerce, but as passengers and travellers; and to speake in a word, it is seated in a very necessary place, as the case standeth, by reason that it is Ports of the Caspian Sea, but not profitable unto it selfe: much like as it is in the passages of the Alpes, where though the French-men Switzers, Dutch-men, and Italians, continually doe passe by the; yet was there never found a meane citie, much lesse any citie of state and importance. The Citie Eres, most fruitfully watered with the River Araxis and cyrus, and hath yeelded in times past great store of those fine white Silkes, commonly termed by the Merchants Mamodean silkes, whereof at this day, there is not to be found, no not a very small quantitie, by reason of the monstrous ruines and overthrowes, that hath happened in thse Countries, partly by the Armies of the great Turke, and partly by the Armie of the Persians, which still had succeeded one another in their cruell incursions, and bloudie invasions.”(41) Before the success of the Portuguese in India “had already begun to seriously affect the trade thence the Red sea and Persian gulf,” carried on by the Muslims between the cities of Calicut Cambay Ormuz and Aden, the produce of India was taken to Europe by Persian Gulf to Bussora, at the mouth of the Euphrates and then distributed by Caravan through Armenia Trebizond, Tartary, Aleppo and Damascus (42) Broniovius says that “in Taurica or the Peninsula and its cities or towns there were very few merchants but some few practice mechanic crafts and some merchants and artificers are found these either Christian slaves or Turks, Armenians Jews circassians Ptigorens (which are christians) phytistins or cyngans, men of obscure or lowest degree.”(43) The contemptuous statement seems to have emanated from the prosperity of certain communities which were exclusively the beneficiaries.Anthony the Armenian found in his times that “there were many rich and great cities in Armenia of which Tauris is the chief.While stressing that the Armenians did enjoy a special status in the Turkish Empire, Ibni Hauqal highly appreciated the handicrafts of 504 Prof. Mansure HAİDAR Armenia, which, interestingly enough is included in the sphere of Islam He writes: “In the sphere of Islam except Armenia which is the best and the most likable and lovable (bihtar o pasandidatar) place, none seems to be superior or could surpass them in excellence, none can equal them. The city of Taiyib is moderately good but varied kinds of clothes and gilims of black colour are manufactured there. Although white cotton cloth is made in other places also but none could surpass or equal those issued from the Armenia in its beauty excellence and its cheap prices. The gitim and curtains as well as different kinds of coulter, bolster, pillow and the like prepared in Armenia are sent in a huge quantity to Ghandjan.” The same chronicler notes that both the Dakhili and “Kharaji” Armenians were under the Muslim rulers’ domination totally (ba kulli taht: badshahani Islam”. The sovereignty of these regions was in the hands of Muslims. the road from Armenia went to Turkey-Rum through Trebizond where the merchants from Islamic countries flocked and had to go to Rum for an exit. At a time when Ibni Hauqal visited this country (dar zamani ma mali hangufti),the ruler was entitled to the tax or mal called hungufti accruing from the hanguft (cloth of a plain, equal or firm texture, bed counterpane quilted with cotton). The demand realized earlier is not known. Besides, most of the supplication and prsents to the rulers brought from Trebizond consisted diba, parcha, kalabatun duzi parchahai katani Rumi parchahai postini, pushakahaj Rumi. People in Nakhchivan, Khilat Badlis Qahqala, Arzan are prosperous mostly traders though they are said to be haughty and unkind to the poor. the other objects of presents comprised the silk, all kinds of household furniture, sheep, horses and other cattle, parchas, floor covers, inner breeches, drawers, belts are of high quality which is copied in entirely in salmas and its cost comes from one dinar to ten dinar and there is no comparison in excellence between the ones made in Armenia which surpassed others. the tushaks quilts, curtains which are found in Marandd, Tabriz and Ankhakh have no parallels in other places. It is not made any where in such abundance and with such excellence and finesse. In the same way the veils embroidered with figures, napkins, handkerchief, bed clothes, towels which are made in Miyafariqin and other places in Armenia have a unique attraction.” (44) Besides the Armenian trade also continued to flourish. In 1610, a report of an Armenian detailed the rich merchandise which shows the magnitude of its commercial potentialities though in the context of one single 505 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER country only ie. Abyssinia:“Heere goeth from thence yearely ten Carravans, whereof eight are great. The commodities they carrie, are all kind of Indian clothing, and likewise of our English Commodities, (Broad-cloth, Kerseys, Lead, Tinne; likewise, Velvets, Damaskes, Sattens, Taffitaes, and all other sorts of Silke Stuffes). Their measure is about halfe a yard; Cloath, which is worth in Moha foure Rials of eight, is there worth eight Rials. the price of Kerseyes, is halfe the price of Broad-cloath: The colours they most desire, are Reds, Greens, voilets, Mureys, and other light colours: Yellowes in no esteeme, nor blacks.Velvets of china of all sorts are worth ten Rials of eight the halfe yard. Velvets of Italy are much more worth: but not so profitable to the Merchants, because they are much deerer. Sattens of florence are worth ten Rials; Damaskes of the better sort, worth eight or ten. Rials. Taffitaes three Rials; all colours well sold, excepting Yellowes and Blackes. “Civet, great quantitie is to be had, the price is three Wakias, (which is neere upon foure ounces english), for five rials of eight. Elephants teeth, the Bahar, worth thirtie rials. the Bahar is three hundred and sixtie rottollies of Moha. Waxe one hundred Rottollies, worth one riall of eight. Gold the Rottolly, worth sixtie rials, the rottolly is neere upon sixteene unces and a halfe. Lead and Tinne in great rquest. tinne worth the Rottolly, one rial, Lead much more worth, because the Turk wil not suffer any to be carried into his country. “Bezar-stones many are to be had, and little worth: here are many Beasts with one horne in their fore-head like a Unicorne; which horne, they say, is good against poyson. There are of them which weigh eight pound, some seven, foure, and three pound: the greatest and fairest, worth some foure rials the piece, and those of a lesser sort worth lesser: among the Turkes and Moores in Arabia, every pound is worth one Riall of eight. From Grancairo there goeth in August a great Carravan, and likewise anothr in November. the Commodities they carrie from thence, are Broad-cloaths, Kerseyes, Velvets, Sattens, Damaskes, and all sorts of Silkes. From Cayro to Dombia is fiftie daies travell by Caravan.First, he sits on a gilt Bed-sted like those of china, and there commeth great troops of men daily to salute him; some daies two thousand, some daies more, some daies lesse; but Friday being their day of Fast, there commeth a farre greater quantitie.”(45) Abu Talib Isfahani had found the Armenian merchants not only very prosperous in Turkey but very alert and having awareness of the situation 506 Prof. Mansure HAİDAR despite the fact that he was terribly disappointed by their indifferent and detached behaviour. While he was all along conscious of Perso-Ottoman strained relations and maintained a somewhat critical and circumspect attitude, he had to depend upon others for satisfying his Grigarious instincts. He,therefore writes: “They compensate for the inattention of the Turks, I had a very extensive society of Persians, Indians, and Armenians. The two former were, in general, well-informed, or religious men, who had come to Constantinople for the purpose of study. The latter reside in Galata, and are mostly engaged in trade: they come hither form Aleppo, Tokat, Amasia, and other cities in subjection to the Turks. Their language is a mixture of Armenian and Turkish. Many of them have acquired great wealth; but, as their national vice is avarice, I never ever experienced any degree of hospitality or liberality from them.” The traveler however admits that “ Once or twice I was asked to their evening parties, and had an opportunity of seeing a number of their young women, many of whom I thought handsome.”(46) Martin Broniovius de Biezerfedea who had been sent as an Ambassador from Stephen king of Poland to the Crim Tartar in 1605 gives a gloomy picture of the plight of Europeans but stresses the good condition of Armenians. He records: “ The Chan hath a common custom House with the Turkes at Perecopia, Casslovia, Capha, and other cities of Taurica or Peninsula which are of Turkish Empire. He demands annually a contribution of the Tartars, Armenians,, Jews, Circassians, Petigorens, Grecian Christians ---“ He adds further: “ The Romism churches of Christians are demolished the Houses cast down the walls and towers wherein are seine many tokens of honour of the Genoese and Latin inscriptions are fallen”. But he adds further ‘Only two Catholick temples and two Armenians remain which is granted to them by the Turks after their own custom to maintain their proper priests and to be present at their public devotions. It is replenished with Turks, Armenians, Jews but very few Italians, Greeks and Christian inhabitants. Now also it is famous over all that part of Taurica for Navigation and the Haven. It hath almost innumerable vineyards, orchards and gardens. Men sail very often to capha, from all the bordering and remote islands of Greece but oftener from the city Constantinople”. (47) Hasan Beg Rumlu categorically stated that the revenue from Erevan was equal to that of Qandahar(ie. 1000,000). Referring to numerous tolls, duties on silk, and animals, Olearius says that the Armenians had to pay 100,000men at 2 Rth per head in Persia and poll tax. But instances of their 507 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER prosperity there is also confirmed by sources. Father Pacific de Provins (1628) records in his voyage that the Armenian merchants brought with them sequins et piastres(each –58 sols), they took them to the seque?or Mint which paid them interest. The coin received a Persian imprint and the king gained some benefit from this operation. The king’s coins never left Persian territory because they were nowhere accepted except by weight. Thus foreign gold penetrated into Persia chiefly in the form of Venetian Ducats probably in payment for silk exported by Armenian merchants. Armenians had served as the agents of Shah also and dispersed silk on which the Shah took one third of the produce. Even court European merchants took the services of their Armenian subjects as their trading agents for disposing of the chief exportable commodity namely silk. (48) Another feather in the cap of Armenians was that they were never bought or sold as slaves to Baghdad or other places. Ibni Hauqal says that “from all over the infidel lands in the vicinity, the slaves are brought to the city of Babul abwab. However he claims to have noticed personally that not an Armenian was ever sold as a slave. In TazkiratulMuluk and other works Georgian slaves are frequently mentioned. Ibni Hauqal further stresses the fact that no one gave the permission for that venture. The Armenians were predominantly Nusrani, paid Kharaj to the sultan whose men could have harassed them but they enjoyed the status of zimmis and were not to be sold as slaves as they did possess a farman to that effect.(49). In Tarikhi Manazili Rum,there is the mention of Istanbul as”Islam bol” presumably to indicate its newly acquired Islamic character.(50) For a variety of reasons,the Turks established an empire which was apparently a Muslim state par excellence. The institution of Devshermah, the decree of Sultan Murad III, Millet system etc. go hand in hand with several social and liberal movements and reforms eg. Bektashia order with pantheistic and eclectic approach, Akhi movement which supported the interests of common man and the sufi thought which preached the message of love and peace..A number of instances can be quoted to substantiate the point. To be sure, a kind of harmony prevailed in the multilingual, multi religious and multi social Eurasian Empire of Turks, despite all kinds of imaginary or somewhat true or biased statements of chroniclers.It is interesting to note that Rumi had a number of Christian disciples. They cried in a state of ecstasy on hearing Rumi’s spiritual discourses. When Rumi was once asked how did these non believers could understand and appreciate Rumi’s spiritual thoughts, Rumi had explained it in a convincing manner: “Al508 Prof. Mansure HAİDAR though ways are many, the destination is one. Dont you see many a paths to the Kaba... Therefore, if one looks at only one ways, then differences are big and distances among one another are infinite, but if one looks at the end, all agree unanimously that the destination is one and the same.”: The Europeans who went to Quniya to attend the sama and to participate in the ecstasy of dance and music,they were called Darvishan-i-charkh zan or Raqsanda because during the zikr and sama, they keep their right leg firmly on foot and with the music they rotate their body in round circular motions called dast afshani. It is believed that Mevlana Rumi had personally taught them this method of dancing (51). Thomas Coryat was an eye witness to such an assembly (in 1613) where he went alongwith his friends and some other Englishmen and enjoyed this scene “at the college of Turkish monks in Galata, called Dervishes near to one of their public burial places Every Thursday and Friday, they met in a pretty fair room ---full of Turks to serve God in their superstitious, kind way and had put off their shoes (according to their wonted custome) and placed them upon shelves. The dervishes differed much from the other Turkes, first in the covering of their heads. These dervishes, though they are religious men have no lands to maintain them as the Christian monastries have but a certain stipend paid them every day by the Grand Signior and partly by certain Bashawes and it is esteemed for so holy an order the diverse bashawas have renounced their dignity and pomp of the world and entered themselves into this order for the better salvation of their souls.” (52)Rumi had pointed out that the religious differences were like the lingual variations. Ibni Arabi conveys this truth directly without recourse to a parable like Rumi “Arabs call to God, O Allah; Persians, O Khoda Greeks O Theo, Armenians O Asolvaz; Turks O Tingri; Frank, O Creator Etheopeons O, Waq. Thus the pronounced words are different but the meaning is one for all the creatures.(53)” “Proof of the tolerance with which sufism, specifically those of its forms that flourished in Asia Minor, approached other faiths, and their adherents, is provided by the fact that the Armenians, Vartan and Mecnuni, who lived in the 18th century were remarkable exponents of mystic poetry, and belonged the Bektashi Brotherhood. (54) The Bektashia order was popular and had the conviction that the value and significance of this order lay in the fact that all religions are considered to be equal (yaksan) and no religious ceremonies or external rituals of the Bektashir order are given any particular importance.(55)In the Asia Minor, Saurya and Egypt another silsila known as “Tariqai Raushni” became popular in the ninth 509 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER century, the founder of which was Dadah Umar (d.892). This silsilah got currency in Azerbaijan, Aran, Armenia and Kudistan and spread from there to the environs of the place. (56)Since this order had reached Afghanistan and its vicinity and there were certain miscreants who often created difficulties on the frontiers of the Mughal Empire in Hindustan, Akbar’s deputy and court chronicler Abul Fazl,therefore, always called them as “Tarikis” in his Akbarnama..(57) Undoubtedly, the impact of Sufism in the Eurasian region highlighting the monotheism and monism of ancient religions greatly contributed towards bringing the heterogenous people of the region closer. Ibnul Arabi, Rumi, Bhakti saints of India had emphasized it. The messages of Rumi is quite clear and appealing: ‘What is to be done, O Moslems? for I do not recognise myself. I am neither Christian, nor Jew, nor Gabr, nor Moslem. I am not of the East, nor of the West, nor of the land, nor of the sea; I am not of Nature’s mint, nor of the circling heavens. I am not of India, nor of china, nor of Bulgaria, nor of Saqsin; I am not of the kingdom of Iraqain, nor of the country of Khurasan. My place is the Placeless, my trace is the Traceless; ‘Tis neither body nor soul, for I belong to the soul of the Beloved. I have put duality away; I have seen that the two worlds are one; One I seek, One I know, One I see, One I call’.(58) Controversy regarding the antecedents of Ottomans and Armenians and their mutual exchanges in the sphere of music, painting, architecture and their rich common heritage is also found in the sources. The Istanbul albums ‘seem to reflect this taste for the exotic rather than the native work ‘(59) There are several manuscripts available in India which carry the royal seal of Ottoman sultans like Sulaiman the magnificent, the seal of Shahjahan and the names of Ottoman and Mughal Emperors and officers indicating that the Armenian traders must have brought the treasure of books also certifying the cultural exchanges taking place in the region. The Nuzhatul Arwah of Badruddin found in Muks in Armenia and the Anthology of Arabic poetry entitled as Kitabal Aghani transcribed and illustrated in twenty volumes for Badruddin Lulu an Armenian(earlier a slave captured in a war who later became a regent and then a ruler 1233-59) of which half is now 510 Prof. Mansure HAİDAR preserved in Istanbul(60)are examples in question. In the illustrated manuscripts of medieval period Armenian natural scenes are often depicted to fill up the void. One such painting included in the Mathnavi of ‘Laila wa Majnun” depicted Majnun in a woebegone and love stricken state wandering in the woods of Armenia. This painting is considered to be one of the most remarkable productions of Central Asia. The books produced on music from the time of Barbad to this day confirm the exchanges taking place between the Ottoman and Armenian music. The lingual arena of Eurasia presents a marvelous adoption of new words from each other enriching the respective languages preventing them from languishing as dead language. When the mother tongue –an emblem of a peoples’s identity and entity adopts and carries the loan words from that of each other and a lingual fusion is also noticed, it is here that real affinity takes place.The cultural exchange which had taken place over the centuries between Ottomans and the Armenians can well form the subject of a book given the magnitude of the material available, but this is beyond the purview of this article except by way of reference. The Armenian community is said to have played an important role in the foundation and development of socialist movement in the Ottoman Empire between 1876 –1923. Towards the end of nineteenth century, nearly three to 3.5 million Armenian dispersed over Ottoman Empire.. It is also argued that the Armenian issues at the Congress of Berlin (1878) a precursor of Armenian Nationalist movement and the Treaty of Lausanne 9July 1923) opened a new chapter. Those who are acquainted with historical developments in the region know well that democratic traditions, socialist ideas, revolutionary movements and peoples’ uprisings were not unknown to the region. Armenian community is also said to have ‘one thing in common, they no longer had a country to call their own and the violent fragmentation of Arnenian society---the physical gap between the rural world rooted out in the Yerkir (the old name for Ottoman Armenia) and the Bourgeoisie dispersed all over the world(61). The Armenian nest in Turkey was no longer existent and uprooting is always agonizing. 511 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bibliographical Notes 1. Achuyt Yagnikand Shchitra Seth, The Shaping of Modern Gujarat, 2005, p.8. 2. Banakiti, Tarikhi Banakiti, p318; Haft Iqlim. 3. Banakiti, 273. 4. Basil Gray, Persian Painting, Geneva, 1977, p.104. 5. Barbad,, Dushanbe 1989, pp139, 230’Barthold, V.V Sochinenija vol. 5,Moscow ed. p.111. 6. Juvaini, Tarikhi Jahangusha I Juvaini, vol, 2, pp.438-439. 7. Claude Cahen, The formation of Turkey, Eng Tr. By P.M. Holt, Essex 2001,255-9; Anthony the Armenian,, Purchas 327-329. Account of the Traveller Anthony the Armenian (AD 1307), Purchas His Pilgrimes, vol. X1, Glasgow, MCMVI, pp314-6; Ibni Batuta, Travels in Asia and North Africa, New Delhi, 2001, p. 132 8. Hasan Beg Rumlu, Ahsanut Tawarikh Tehran, 1349 pp505-6;Yezdi, Zafar Nama, 194-; Claude Cahen, The formation of Turkey Eng tr. By P.M Holt, Essex 2001 pp255-9 9. Rumlu, op. cit. p505-6;.Renaissance of Islam, 157-64;Anthony the Armenians,358 10. Sochinenija 212; Travels of Mirza Abu Talib Isfahani, Asia, Africa, and Europe during the years 1799-1803, New Delhi,pp 234-5,252-9; Travelogue of Thomas Coryat Purchas His Pilgrimes, vol. X Glasgow MCMV, pp 426-27 11. Suraiya Farokhi, The Ottoman Empire and the world around it,2004, p, 212 12. Marwin Howe, Turkey Today, USA, 2000,pp 92-93,97-9 13. Thomas Coryat, 426-7; Isfahani 234-5,252-59 14. Suraiya, op. cit. 107 15. Basil Gray, Persian Painting, Geneva 1977, p.104 16. Purchas and His Pilgrimes, vol. 1, Glasgow, MCMV pp380-3;ibid vol.V111 pp 66-76 17. Purchas and His Pilgrimes, Vol,1,Glasgow MCMV, pp309-12 18. İbid;also see Ambassador Morgenthau’s story, p.337The Turkish Transformation,,p75 19. Purchas His Pilgrimes, Vol 111, Glasgow, MCMV,pp166-169 20. Marco Polo op. cit, Book 1 note 1 21. Travels of Mirza Abu Talib Khan, Asia Africa and Europe during the years 17991803, New Delhi, 234-35, 252-259 22.İbid 234- 235; 252-9 23.İbid 24.George Sandys, Purchas His Pilgrimes, Vol, VIII, pp122-23 25. Purchas His Pilgrimes Vol. 1 Enquiries of languages of Christians, GlasgowMCMV, pp262-263. 512 Prof. Mansure HAİDAR 26. Purchas His Pilgrimes vol VIII, p.380-81,412-413. 27. Cartwright vol. V111 pp.488-91. 28.ibid 29.Marco Polo, op. cit, p 75 30.ibid; Khwandmir, Habibus Siyar, 2nd.ed. 1353 AH (solar), pp 657 31.Ibni Batuta, Travels in Asia and Africa 1325-1354, Delhi,1986, pp132-3 32.John Cartwright, Travelogue, Purchas and His Pilgrimes, Vol. VIII, pp 488 –91 33.ibid 34.ibid 35.ibid 36.ibid 37.Marco polo, 45-46 38.John Cartwright, op. cit. pp 494-501 39.ibid 40.ibid 41.ibid 42.Danvers.F.C., The Portuguese in India, vol.1,London,1966,p117 43.Martin Broniovius, Purchas His Pilgrimes, Vol,XIII, Glasgow,MCMVI,p 480 44.Anthony the Armenian (AD. 1307) op. cit. pp 314 –16;Ibni Hauqal, Suratul Arz, op. cit. pp90-91 45. Purchas volVIII op. cit. pp 418-19 46. Mirza Abu Talib op. cit pp264-65 47. Martin Broniovius,Purchas His Pilgrimes,vol XIII, pp461,472,480 48.A manual of Safavid Administration, Tazkiratul Muluk, Eng. Tr. By V. Minorsky, London 1943, pp 14, 20, 27; also see Hasan Beg Rumlu, Ahsanut Tawarikh, Tehran, 1349, pp505-6 49. Ibni Hauqal, Suratul Arz, vol. II, Tehran 1350, pp 88, 90-91,293,742.; also see, Tazkiratul Muluk,,pp14, 20,27,179-80 50. Tarikhi Manazili Rum, ed. By Muhibbul Hasan, p. 87 51.Abdul Rafi Zarrin Kob, Haqeeqat az Bayazid Bistami ta Nur Ali Shah Kanabadi,, Tehran, 1370 pp118-9, 120-121 52.Thomas Coryat,, (1613 A. D.) Purchas His Pilgrimes, Vol, X, Glasgow, MCMV, pp 417-420 53.Masataka Takashita, Sufism and the dignity of man, --the Arabi and Rumi, Sufi pp100-101 54.Xenia Celnarova, Sufism and Turkish Literature, Sufismop. Cit. pp130-131 55.Abdularafi op. cit 120 -121 56.ibid 57.Abul Fazl, Akbar Nama, vol 3, Eng tr. By Beveridge, New Delhi 1973, pp18,7780 58.Life and Works of Rumi, pp140 513 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 59.Basil Gray, op. cit p104 60.Tazkiratul Muluk p26 61.Mote Tuncay, and Eric J. Zurcher, Socialism and Nationalism in the Ottoman Empire, 1876-1929, Amsterdam,1994,pp109-156 514 XIX. YÜZYILIN İLK YARISINDA TÜRK-ERMENİ EKONOMİK YAPILARININ BİR MUKAYESESİ: TOKAT ÖRNEĞİ Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: mbesirli@gop.edu.tr, mehmetbesirli69@hotmail.com; Tel: 0 356 252 16 16-3232 Özet Tarih araştırmalarında toplumların hayat tarzları, servet ve gelir durumları, ekonomik yapı ve potansiyelleri üzerinde durulması gereken önemli konulardır. Osmanlı toplumunda da çeşitli ırk ve dinden gelen toplulukların yan yana yaşadığı ve birbirleriyle sosyal ve ekonomik alış-veriş içinde oldukları, birbirlerini etkiledikleri ve devlet geleneği içinde hayat tarzı, davranış ve sosyal yapı bakımından benzer örgütlenme içinde oldukları görülmektedir. Bu birliktelik, merkezde olduğu gibi taşra kentlerde de aynı yapı içinde ve hatta daha yoğun olarak sürmüştür. Osmanlı döneminde Müslim-gayrimüslim sosyal ve ekonomik ilişkilerinin en yoğun yaşandığı kentlerden biri de Tokat olmuştur. Bu incelememizde Tokat şer’iye sicillerindeki tereke defterlerine göre, XIX. yüzyılın ilk yarısında Tokat’ta Türk ve Ermeni toplumunun ekonomik yapı ve gelir düzeyleri ele alınıp, refah düzeyleri mukayese edilecektir. Bilindiği üzere, tereke defterleri, kişisel menkûl ve gayrimenkûllerin kaydedildiği defterlerdir. Yani, bu defterlerde vefat eden kişilerin muhtelif ev, bağ, bahçe, dükkân, arsa, muhtelif işletmeler, hayvanlar, ev eşyası, giyecek-yiyecek eşyaları, mutfak eşyası vb.nin fiyatlarını bulmak mümkündür. Yine vefat eden kişilerin nakit paraları, borçları, alacakları, eşine ödemek zorunda olduğu mihiri, techiz ve tekfin masrafları ile kanunen alınması zorunlu vergi ve harçlar bu defterlere kaydedilmiştir. İşte bu çalışmada defterlerdeki kayıtlardan hareketle yapılacak bir mukayese ile, Tokat’ta iki toplumun gelir düzeyleri ve yaşam statüleri ortaya çıkarılmaya çalışılacak ve bunun sonuçları tartışılacaktır. Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ I. Giriş 1. Osmanlı Tokatı’nda Ermeniler Türkler Anadolu’ya girdiklerinde Ermenilerin yaşadığı bölgelerde Bizansın hâkimiyeti söz konusu idi. Bizans ordusu iç siyasî çatışma ve askerî isyanlarla iyice zayıflamıştı. Bizansın güneydoğu sınırlarının büyük bir kısmını savunan Ermeni vasal liderler de kendi aralarında çatışmaya başlamışlardı. Haddizatında bu vasal Ermeni yöneticiler, Bizans yönetiminden de pek hoşnut değillerdi1. Sonuçta bu kargaşa içinde çoğunlukla Ermenilerin yaşadığı bölgeler, Selçuklu Türklerinin hâkimiyetine geçti. Ermeniler, Osmanlı hâkimiyetine kadar bölgede barış ve rahat bir biçimde yaşamlarını sürdürdüler. Osmanlılar, Orhan Bey zamanından başlayarak Ermenilerle iyi ilişkiler içinde bulundular. Orhan Bey, başkent Bursa’da Ermenileri koruduğu gibi, Ermeni Kilisesi ve Patrikliği’ne de yetkiler tanımıştır2. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethini müteakip İstanbul’da Rumlara sağladığı dinî ve kültürel toleransı Ermenilere de sağladı. Padişah, 1461 yılında Bursa Ermeni Başpiskoposu Hovakim’i Bursa’dan İstanbul’a çağırarak kendisi1 2 Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Gaziler İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü 1280- 1808, Birinci Cilt, Çeviren Mehmet Harmancı, İstanbul 1982, s.24. Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Ankara 1976, s.57. 519 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ni Ermeni Patriği olarak tanıdı3. Fatih, metruk İstanbul’u eskiden olduğu gibi siyasî ve dinî bir metropol haline getirmek için, imparatorluğun çeşitli yerlerinden getirttiği Türk, Rum, Ermeni ve Yahudileri buraya yerleştirdi. Kent, kısa sürede hızlı bir gelişme gösterdi, ticaret ve sanat ilerledi. 1475– 1479 yılları arasında da Sultan, Orta Anadolu ile Eski ve Yeni Foça ile Kefe’den Ermenileri İstanbul’a sevk ettirdi. Aynı şekilde Yavuz Sultan Selim, Tebriz’den 200, Kahire’den de 500 kadar zanaatkâr aileyi beraberinde İstanbul’a getirtti4. Kentin Osmanlılarca fethedilmesinden sonra ortaya çıkan en önemli gelişme, bölgede ticarî etkinliklerini kaybeden İtalyanların yerini Yahudi, Ermeni ve Rum gibi Osmanlı gayrimüslim tebaasının almasıydı5. Bu süreçten itibaren Ermeniler, Millet Sistemi içinde Osmanlı Devleti’nin yönetiminde yaşamlarını sürdürmeye başladılar. Ermeniler, Türk hâkimiyetinde Yahudiler gibi daha çok ticaretle meşgul olmuşlardır. Osmanlılar, yabancı ülkelere verdikleri ticarî kapitülasyonların kendi tebaalarına da tanınmasını, yani karşılıklılık ilkesine uyulmasını amaçlamışlardır. Osmanlı tâbiyetindeki gayrimüslimler, özellikle de Yahudiler, Ermeniler, Rumlar ve Slavlar yabancı ülkelere uzanan bu Osmanlı himayesinden yararlanarak daha onbeşinci yüzyılda Venedik, Ancona ve Lviv’de (Lvov) canlı ticaret kolonileri kurmuşlardı6. Ayrıca XV. yüzyılda Bursa-İstanbul-Akkerman ve Lviv güzergâhında Ermeniler ticarî bakımdan oldukça faaldiler. Özellikle Akkirman-Lviv yolu üzerinde her kervanbaşı bir Ermeni idi. Yine Kırım, Eflâk, Boğdan ve Polonya’daki ticaret merkezlerine yerleşen Ermenilerin bu dönemde oldukça önemli bir işlevi vardı. Bunlar, Doğu Anadolu ve Kırım’dan göç ettiklerinden Türkçe konuşuyorlardı ve bazıları da Türkçe isim taşıyordu. Sonuçta Osmanlı yönetiminin kendilerine sağladığı rahat ortam sayesinde rahat hareket edebiliyor7 ve ticarî etkinlik içinde yerlerini alabiliyorlardı. Ayrıca XVII. yüzyılda İran ham ipeğinin en önemli tüccarları Ermenilerdi. Ermeni tüccarlar tarafından getirilen İran ipeğinin pazarlanmasında kullanılan en büyük antrepo Halep kenti idi. İran ham ipeğinin bir kısmı İstanbul, Bursa ve İzmir’e pazarlanır, buralara genellikle Erzurum ve Tokat 3 4 5 6 7 Shaw, a.g.e., s.216; Mehmet Beşirli, “Alman Belgelerine Göre Ermeni Meselesi ve Avrupa Emperyalizmi, 1878-1896”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 125, Nisan 2000, s.84. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300-1600, C.1, İstanbul 2000, s.54, 69 İnalcık, a.g.e., s.260. İnalcık, a.g.e., s.238. İnalcık, a.g.e., s.343, 345. 520 Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ üzerinden ulaşırdı8. XVII. yüzyılda Avrupalıların Asya ipeği tüketimi yılda 200 000–230 000 kg’ı buluyor ve Avrupa’nın toplam ipeğinin % 86’sı İran’dan geliyordu. Bu ipeğin tamamı Avrupalı tüccarların eline ya Halep üzerinden ya da Tokat üzerinden ulaşıyordu9. Ermeni nüfusuna Osmanlı coğrafyasında her yerde rastlamak mümkündü. Ancak en fazla Erzurum, Sivas, Van, Elazığ, Diyarbakır ve Bitlis olmak üzere altı vilâyette bulunuyorlardı. Tokat kentinde de Ermeni nüfusu bulunmaktaydı. Özellikle XVII ve XVIII. yüzyıl sanayi ve ticaret kenti Tokatı’nda Ermeni tüccarların hatırı sayılır bir yeri vardı. Kentte özellikle boyacılık, basmacılık ve bakırcılık alanlarında çalışan birçok Ermeni tüccar bulunuyordu. Seyyah Tournefort, XVIII. yüzyılın başlarında Tokat‘ı Küçük Asya’nın ticaret merkezi olarak görmek gerekir demektedir10. Dinî bakımdan XIX. yüzyılın ilk yarısında Tokat’ta Ermeniler, Tokat Ermeni murahassalığına bağlıydılar. Bu birimin başında da Osmanlı Padişahının beratıyla atanan bir Ermeni rahip bulunmaktaydı11. Ermeni cemaatı, kiliselerini tamir etmek istediklerinde İstanbul’a arzuhal yazarlardı. Bir dizi incelemeden sonra, fermanla kilise onarımına izin verilmekteydi12. 8 Mart 1838’de Tokat‘tan geçen Moltke, Tokat’ın hayli büyük olduğunu nüfusunun ise 30–40 bin kadar olduğunu belirtmektedir13. Avrupa’daki Endüstri Devrimi ve ticaretin deniz yollarına kayması Tokat’ın ticarî kimliğini etkisizleştirirken, Samsun ve Trabzon gibi kıyı Karadeniz kentlerinin önemini artırmıştır. Nitekim XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeniler ve Rumların daha fazla gelişen ve ticaret yapma olanakları artan Samsun gibi kıyı kentlere göç ettikleri görülmektedir. 1844–1845 yılında gerçekleşen sayıma göre, Tokat nüfusunun tahminî olarak 10 685 kişi nüfusu vardı. Bunun % 54,4’ünü Müslümanlar, genellikle Türkler, 6.665’lik rakamla % 34’ünü Ermeniler, 1 110 kişi ile % 8 9 10 11 12 13 Suraiya Faroqhi, “Krizler ve Değişim 1590–1699”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1600-1914, C. I1, Editörler Halil İnalcık, Donald Quataert, İstanbul 2004, s.54, 69. Faroqhi, a.g.m., s.631. Joseph de Tournefort, Tournefort Seyahatnamesi, Editör Stefanos Yerasimos, Çeviren Teoman Tunçdoğan, 2. Kitap, İstanbul 2005, s.223. Tokat Şer‘iye Sicili (TŞS), Defter No: 15, s.66. TŞS, Defter No:13, s.126–127. Ermeni murahassa atanma ve azil ve kilise tamiri için daha geniş bilgi için bkz. Mehmet Beşirli, Orta Karadeniz Kentleri Tarihi I, Tokat (1771–1853), Tokat 2005, s.131–132. Cinlioğlu, a.g.e., s.5. 521 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 5,7’sini Rumlar, 875 kişi ile % 4,5’ini Katolikler, 190 kişi ile Yahudiler ve 110 kişi ile Kıptîler (Çingeneler) oluşturmaktaydı14. Bu çalışma, yürütücülüğünü Yrd. Doç. Dr. Zekeriya Başkal’ın yaptığı, Tübitak tarafından desteklenen ve araştırmacı olarak görev yaptığımız Türk-Ermeni İlişkilerinin Barışçı Yönleri: Tokat-Amasya-Sivas ve Kayseri Örneği adlı proje çerçevesinde hazırlanmıştır. 2. Kaynaklar Bu araştırmanın ana kaynakları, 12 (Milâdî 1811–1812), 23 ve 25 (Milâdî 1818–1819) ile 50 (Milâdî 1838–1839) numaralı Tokat şer’iye sicilleridir. Sicillerde bulunan 44 Ermeni ve Türk15 erkek terekesi olmak üzere toplam 88, 15 Ermeni ve Türk kadın terekesi olmak üzere toplam 30 tereke sondaj metodu ile tespit edilmiş ve kullanılmıştır. Bilindiği üzere vefat eden kişilerin hayatta iken sahip oldukları bütün menkûl ve gayrimenkûl malları tereke defterlerine kaydedilirdi. Mirasçılar arasında anlaşmazlık çıktığında şer’î mahkeme tarafları uzlaştırmaya çalışırdı. Mahkemeden atanan görevliler, vefat eden kişilerin nakit, alacak, hayvan, ev eşyası vb. menkûl malları ile ev, dükkân, bağ, bahçe vb. gayrimenkûllerini kaydeder ve altlarına fiyatlarını yazardı. Bu işlemlerden sonra müteveffanın tereke toplamı tespit edilirdi. Daha sonra borç, mehir, techiz-tekfin masrafları, alınan resimler vb. toplam terekeden çıkarılarak mirasçılara paylaştırılacak miktar belirlenirdi16. Eğer vefat eden kişi kadın ise mehiri alacak kısmına17, erkek ise borç kısmına18 kaydedilirdi. Daha sonra İslâm Hukuku çerçevesinde tereke, mirasçılar arasından pay edilirdi. Tereke fiyatları malın cinsine göre değişiklik arz etmektedir. Ölen kişinin terekesinde bulunan altın, gümüş vb. kıymetli eşya fiyatları, devletin tespit ettiği resmî tedavül fiyatlarına göre olurdu. Terekelerde yer alan mutfak eşyaları, yatak, yorgan, halı, kilim, kitap, kılıç, tüfek vb. eşya fiyatları ise, serbest piyasa fiyatlarına göre hesap edilirdi. Ev, dükkân, bağ, bahçe 14 Galip Eken, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Toplumunda Nüfusun Meslekî Yapılanması: Tokat Örneği”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XV, İzmir 2000, s.157. 15 Diğer ırklardan Müslümanlar da olabilir. Ancak bunların sayıları Tokat’ta oldukça azdır. 16 Said Öztürk, Askerî Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), İstanbul 1985, s.27. 17 TŞS, Defter No:15, s.40. 18 TŞS, Defter No:15, s.67. 522 Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ vb. gayrimenkûllerde ise, müzayede (açık artırma) fiyatları geçerliydi. Bu bakımdan terekelerde bulunan eşya fiyatlarını gerçeğe yakın olarak kabul etmek gerekmektedir. Bu tebliğde Tokat’ta Türkler ile Ermeniler arasındaki ekonomik yapının bütünüyle ortaya çıkarılmasından çok, ekonomik durumları anlamak için genel bir bakış açısı getirmek amaçlanmıştır. II. Ekonomik Yapı 1. Tereke Sahiplerinin Servetlerinin Genel Durumu Serveti ortaya çıkaran malları gayrimenkûl (taşınmaz) ve menkûl (taşınır) mallar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Gayrimenkûller, ev, dükkân, bağ, bahçe, hamam, arsa, çiftlik, değirmen vb.dir. Menkuller ise, nakit, alacak, ev eşyası, giyecek eşyası, yiyecek eşyası, mutfak eşyası, ziynet eşyası, silâh ve silâh takımları, at takımı, kitap ve müteferrik vb.leridir. Tablo: 1 Serveti oluşturan kalemler Türk-Erkek Sıra No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 Servet Kalemleri Gayrimenkûl Nakit Alacak Borç Binek ve yük hayvanı Ev eşyası Giyecek Ziynet eşyası At takımları Kitap Müteferrik eşya Gıda maddesi Toplam Tereke Türk-Kadın Değeri Kuruş Yüzdesi Değeri Kuruş 47 711 3 876.5 35 524.5 10 187.5 % 37.24 % 2.91 % 26.72 % 7.66 4 547.5 % 3.42 135 10 276.5 4 658.5 2 555.5 900 771.5 1 466.5 8 645 131 120.5 % 7.73 % 3.50 % 1.92 % 0.67 % 0.58 % 1.10 % 6.50 % 100 5 269.5 3 225.5 2 777.5 20 62 58 20 107.5 5 086 842.5 2 581.5 50 Yüzdesi Ermeni-Erkek Değeri Kuruş Yüzdesi % 25.29 % 4.18 % 12.83 % 0.24 38 180 876.5 6 443 795.5 % 51.90 % 1.19 % 8.75 % 1.08 % 0.67 1 382 % 1.87 % 26.20 % 16.04 % 13.81 %0 % 0.09 % 0.30 % 0,28 % 100 21 569.5 3 180 186 35 20 617.5 272 73 557 % 29.32 % 4.32 % 0.25 % 0.04 % 0.02 % 0.83 % 0.36 % 100 Ermeni-Kadın Değeri Kuruş 835 4 055 457.5 50 6 118 5 972.5 11 846.5 5 193.5 30 29 563 Yüzdesi % 2.82 % 13.71 % 1.54 %0 % 0.16 % 20.69 % 20.20 % 40.07 %0 % 0.01 % 0.65 % 0.10 % 100 523 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo 1’de görüldüğü üzere, toplam 44 Türk erkeğe ait mal varlığı 131 120,5 kuruştur. Aynı sayıdaki Ermenilerin mal varlığı ise 73 557 kuruştur. Toplam 15 Türk kadına ait mal varlığı 20 107,5 kuruşken, aynı sayıdaki Ermeni kadının toplam mal varlığı 29 563 kuruş olmuştur. Türk erkeklerin terekelerindeki servetin yaklaşık % 64.46’sı gayrimenkûl ve alacak kaleminde toplanmışken, Ermeni erkeklerde % 81.22’le gayrimenkûl ve ev eşyasında bir yoğunlaşma vardır. Türk kadınlarda ise, % 51.49 ile ev eşyası ve gayrimenkûl, Ermeni kadınlarda % 60.76 ile ziynet eşyası ile ev eşyası başı çekmektedir. Bu servetin büyükten küçüğe doğru sıralanması ile aşağıda Tablo 2 oluşturulmuştur: Tablo: 2 Büyükten küçüğe Türk ve Ermenilerin servet sıralamaları Sıra No Türk Erkek Ermeni Erkek Türk Kadın Ermeni Kadın 1 Gayrimenkûl Gayrimenkûl Ev eşyası Ziynet eşyası 2 Alacak Ev eşyası Gayrimenkûl Ev eşyası 3 Ev eşyası Alacak Giyecek Giyecek 4 Borç Giyecek Ziynet eşyası Nakit 5 Gıda maddesi Binek ve yük hayvanı Alacak Gayrimenkûl 6 Giyecek Nakit Nakit Alacak 7 Binek ve yük hayvanı Borç Binek ve yük hayvanı Müteferrik eşya 8 Nakit Müteferrik eşya Müteferrik eşya Binek ve yük hayvanı 9 Ziynet eşyası Gıda maddesi Gıda maddesi Gıda maddesi 10 Müteferrik eşya Ziynet eşyası Borç Kitap 11 At takımları At takımları Kitap Borç 12 Kitap Kitap At takımları At takımları Tablo 2’de görüleceği üzere Türk ve Ermeni terekelerinde gayrimenkûl kalemi birinci sırada iken, Türk kadın terekelerinde ev eşyası, Ermeni kadınlarda ise ziynet eşyası birinci sıraya çıkmaktadır. Gayrimenkûller, daha çok erkek terekelerinde toplandığından, erkek terekelerinde gayrimenkûllerin birinci sırada bulunması, yani meblağların en yüksek olarak bu kalemde toplanması doğal görülmektedir. Çünkü gayrimenkûl fiyatları, her dönemde yüksek getirisi olan servet grubuna girmektedir. Gayrimenkûller, Türk ve Ermeni kadın terekelerinde daha aşağıda bulunmaktadır. 524 Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ Türk ve Ermeni erkek terekelerinde kitaba sahip olma oranı son sıralarda yer almaktadır. Türk ve Ermeni kadın terekelerinde de at takımları servet bakımından son sırada yer almakta ve bu birimde hiç meblağ bulunmamaktadır. Bu durum, yine kadınların cinsiyetlerine uygun olarak at ve takımlarıyla ilgilenmemiş olması ile açıklanabilir. Ermeni kadın terekelerinde borç kalemi kısmında da hiç meblağ bulunmamaktadır. 2. Terekelerdeki Mal Grupları a. Gayrimenkûller İncelediğimiz tereke defterlerinde bulunan gayrimenkûller içinde ev, dükkân, bağ ve bahçe bulunmaktadır. 44 adet Türk erkek terekesinde 41, aynı sayıdaki Ermeni terekesinde 32 gayrimenkûl bulunurken, 15 adet Türk kadın terekesinde 7 ve aynı sayıdaki Ermeni kadın terekesinde 4 gayrimenkûl bulunmaktadır. Başka bir deyişle 3 Türk ve 12 Ermeni erkek ile 8 Türk ve 11 Ermeni kadın terekelerinde hiç gayrimenkûl kaydı yoktur. Tablo 1’de görüldüğü üzere, Türk erkek terekelerinde toplam terekenin % 37.24’ünü, Ermeni erkek terekelerinde ise % 51.90’ını gayrimenkûller oluştururken, bu oran Türk kadın terekelerinde % 25.29 ve Ermeni kadın terekelerinde ise, % 2.82’dir. Tablo 2’de ise, Türk ve Ermeni erkek terekelerinde gayrimenkûl değerleri, genel terekeler içinde birinci sırada yer alırken, Türk kadın terekelerinde ikinci, Ermeni kadın terekelerindeki sıralamada beşinci sıraya düşmekte, buna mukabil ziynet eşyası birinci sıraya çıkmaktadır. Tablo: 3 Gayrimenkûllerin terekelere göre dağılımı ve değerleri Türk-Erkek Sıra no Gayrimenkûller 1 2 Değeri Kuruş Ev Bağ 3 4 Ermeni Erkek Türk-Kadın Yüzdesi Yüzdesi 28 035 % 58.76 22 500 % 58.93 4.116 % 80.92 8 195 % 17.17 15 680 % 41.06 370 % 7.27 Dükkân 8 140 % 17.06 - %0 600 % 11.79 - %0 Bahçe 3 341 % 7.00 - %0 - %0 - %0 Toplam 47 711 % 100 38 180 % 100 Değeri Kuruş Ermeni-Kadın Değeri Kuruş Yüzdesi 5086 % 100 Değeri Kuruş 835 835 Yüzdesi %0 % 100 % 100 525 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo 3’te görüldüğü üzere, Türk erkek terekelerinde gayrimenkûller içinde evlerin oranı % 58.76 ve Ermeni erkek terekelerinde % 58.93 olurken, Türk kadın terekelerinde evlerin oranı % 80.92’dir. İncelenen 15 Ermeni kadın terekesi içinde gayrimenkûl olarak ev bulunmamaktadır. Türk erkek terekelerinde bağın oranı % 17.17, Ermeni erkek terekelerinde % 41.06 olurken, Türk kadın terekelerinde % 7.27 ve Ermeni kadın terekelerinde ise % 100’e ulaşmaktadır. Başka bir deyişle Ermeni kadın terekelerindeki gayrimenkûllerin tamamı bağ kalemine aittir. Gayrimenkûller içinde dükkânın payı Türk erkek terekelerinde % 17.06, Türk kadın terekelerinde ise % 11.79’dur. Ermeni erkek ve kadın terekelerinde dükkân kaydı bulunmamaktadır. Bahçe ise, toplam gayrimenkûller içinde Türk erkek terekelerinde % 7 iken, Ermeni erkek, Türk ve Ermeni kadın terekelerinde bu gayrimenkûl kalemi yoktur. Tablo: 4 Büyükten küçüğe gayrimenkûllerin sıralamaları Sıra No 1 2 3 4 Türk Erkek Ev Bağ Dükkân Bahçe Ermeni Erkek Ev Bağ - Türk Kadın Ev Dükkân Bağ - Ermeni Kadın Bağ - Tablo 4’te görüleceği üzere, Türk erkek ve kadın terekeleri ile Ermeni erkek terekelerinde eve sahip olma oranı gayrimenkûller içinde birinci sırada iken, Ermeni kadın terekelerinde bağ birinci sıraya yükselmektedir. Türk ve Ermeni erkek terekelerinde bağ ikinci sırayı işgal ederken, Türk erkek terekelerinde dükkân üçüncü ve bahçe dördüncü sıradadır. b. Menkul Mallar Tablo 1’de görüleceği gibi, menkûl mallar içinde nakit, alacak, borç, binek ve nakliye hayvanları, ev eşyası, giyim eşyası, ziynet eşyası ve değerli mallar, at takımları, kitap, gıda maddesi, müteferrik eşya yer almaktadır. 526 Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ Nakit, tereke sahiplerinin terekeleri yazılırken kaydedilen paraları ifade etmektedir. Terekelerde genellikle nakd19, nakd-i der-kise20 ve nukûd-ı der-kîse21 şeklinde geçmektedir. Türk erkek terekelerinde en yüksek nakdi olan 1 220 kuruş ile Ömer oğlu Abdurrahman22, en düşük nakit bırakan ise 16 kuruş ile Mehmed oğlu Kasım’dır23. Ermeni erkek terekelerinde 363,5 kuruş ile en yüksek nakdi olan Martos oğlu Tatos24, en düşük nakdi olan ise 1 kuruş ile Kadimoğlu Karabet’tir25. Türk kadın terekelerinde en yüksek meblağ, 600 kuruş ile Ömer kızı Fatma Hatun’a26, en düşük nakit 7 kuruş ile Abdullah kızı Hatice’ye aittir27. 44 Türk erkek terekesi içinde 14 ve Ermeni erkek terekesinde 7, 15 Türk kadın terekesinden 4 ve aynı sayıdaki Ermeni kadın terekesinde ise 4 tanesinde nakit birimi mevcuttur. Alacak, müteveffanın çeşitli kişilerde olan alacağıdır. Alacaklar, kaynağı belirtilmeden kaydedilmiştir. Kadınların alacağı, daha çok eşlerinden kalan mehir ile ilgilidir. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 35 525,5 kuruş meblağ ile alacaklar % 26.72, Ermeni erkek terekelerinde 6 443 kuruş ile % 8.75’lik bir orana sahipken, 15 Türk kadın terekesinde alacakların payı 2 581,5 kuruş ile toplam içinde % 12.83, Ermeni kadın terekelerinde 457,5 kuruş ile % 1.54’lük bir paya sahiptir. Borç, tereke sahibinin borçlarını ifade etmektedir. Genellikle minhâ ihracat kısmında kaydedilmiştir. Türk olsun Ermeni olsun erkek borçluların borcu da, genellikle eşlerine ödeyeceği mehir ile ilgilidir28. Binek ve nakliye hayvanları arasında ise, merkep ön plana çıkmaktadır. Merkepten sonra katır, kara sığır öküzü, camuş, camuş ineği, at, koyun gelmektedir29. Yine kara sığır ineği, dana da diğer hayvanlar arasındadır30. Bazen hayvanlarla birlikte semer, palan vb. gibi bu hayvanlara ait eşyalar birlikte kaydedilmiştir. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 4 547,5 kuruş meblağ ile binek ve yük hayvanı % 3.42, Ermeni 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 TŞS, Defter No:15, s.39. TŞS, Defter No:23, s.22. TŞS, Defter No:23, s.151. TŞS, Defter No:25, s.113. TŞS, Defter No:15, s.39. TŞS, Defter No:15, s.119. TŞS, Defter No:25, s.123. TŞS, Defter No:23, s.65. TŞS, Defter No:23, s.59. TŞS, Defter No: 15, s.67. TŞS, Defter No: 15, s.39, 51, 52, 101, 104, 106; TŞS 23, 38, 43, 50, 57, 63; TŞS 25, 121, 113, 109. 30 TŞS, Defter No: 15, s.46. 527 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER erkek terekelerinde 1 382 kuruş ile % 1.87’lik bir orana sahipken, 15 Türk kadın terekesinde binek ve yük hayvanı payı 1 382 kuruş ile toplam içinde % 1.87, Ermeni kadın terekelerinde 50 kuruş ile % 0.16’lık bir paya sahiptir. Ev eşyası kaleminde mutfak eşyası, oturma odası, yatak odası, diğer ev eşyaları vb. şeklinde karışık olarak değerlendirilmiştir. Yorgan, çit döşek, yastık, mitil, seccade, minder, kilim, halı, makat, hasır, ayna, nargile, peşkir, pencere perdesi, çuval, fener, kefere minderi, çarşaf, sandık, kilit, çekmece, tahta sandık, odun, mum, dibek, kazma, asa, enfiye kutusu, çamaşır kazanı, leğen, şamdan, bakır kap-kacak, tabak, kâse, fincan, duhan çubuğu, sofra bezi, maşa, sini, saat, kahve takımı, kebap takımı, havan, kaşık, saç ayağı, tuzluk, bakır mangal, cezve, güğüm, tava vb.dir. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 10 276.5 kuruş meblağ ile ev eşyası % 7.73, Ermeni erkek terekelerinde 21 569.5 kuruş ile % 29.32’lik bir orana sahipken, 15 Türk kadın terekesinde ev eşyasının payı 5 269.5 kuruş ile toplam içinde % 26.20, Ermeni kadın terekelerinde 6 118 kuruş ile % 20.69’luk bir paya sahiptir. Giyim, çizme, fes, don, aba, şalvar, kuşak, kutni entari, bürük, bohça, kavuk, sarık, gömlek, kalpak, giyim esbabı, uçkur, makrama, peşkir, baş yemenisi, dülbend, peştamal, yağmurluk, fes, bez top, pabuç, mes, kumaş, nakış ipeği, çuha biniş vb. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 4 658,5 kuruş meblağ ile giyim eşyası % 3.50, Ermeni erkek terekelerinde 3180 kuruş ile % 4.32’lik bir orana sahipken, 15 Türk kadın terekesinde giyim eşyasının payı 3 225,5 kuruş ile toplam içinde % 16.04, Ermeni kadın terekelerinde 5 972,5 kuruş ile % 20.20’lik bir paya sahiptir. Ziynet eşyası içinde her türlü altın ve gümüş takılar ve pahalı kürkler yer almaktadır. Örneğin, altın yüzük, kurt kürkü, incili küpe, sim yüzük, altın küpe, İstanbul altını, kol bağı, simli boncuk vb.dir. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 2 555.5 kuruş meblağ ile ziynet eşyası % 1.92, Ermeni erkek terekelerinde 186 kuruş ile % 0.25’lik bir orana sahipken, 15 Türk kadın terekesinde ziynet eşyasının payı 2 777.5 kuruş ile toplam içinde % 13.81, Ermeni kadın terekelerinde 11 846.5 kuruş ile % 40.07’lik bir paya sahiptir. At takımları olarak geçmektedir. Birkaç erkek terekesinde mevcuttur. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 900 kuruş meblağ ile ziynet eşyası % 0.67, Ermeni erkek terekelerinde 35 kuruş ile % 528 Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ 0.04’lük bir orana sahipken, 15 Türk ve Ermeni kadın terekesinde bu birime ait veri yoktur. Mushaf-ı Şerif, Enam-ı Şerif, Tevârih, Lügat, Şerh-i Misbah, Mülteka ve Mevlüd, Dibaceoğlu, İsbat-ı Vacib Haşiyesi, En’am-ı Şerif ve Türkî Risâle Türk erkek ve kadınlara ait kitaplar olarak terekelere kaydedilmiş, Ermeniler için daha çok kefere kitabı tabiri kullanılmıştır. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 771.5 kuruşluk meblağ ile kitap % 0.58, Ermeni erkek terekelerinde 20 kuruş ile % 0.02’lik bir orana sahipken, 15 Türk kadın terekesinde kitabın payı 20 kuruş ile toplam içinde % 0.09, Ermeni kadın terekelerinde 5 kuruş ile % 0.01’lik bir paya sahiptir. Yiyecek, şıra, bulgur, buğday, saman, yarma, soğan, pastırma, tuz, pirinç, bezir yağı, bal vb.dir. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 8 645 kuruş meblağ ile gıda maddesi % 6.50, Ermeni erkek terekelerinde 272 kuruş ile % 0.36’lık bir orana sahipken, 15 Türk kadın terekesinde gıda maddesinin payı 58 kuruş ile toplam içinde % 0.28, Ermeni kadın terekelerinde 30 kuruş ile % 0.10’luk bir paya sahiptir. Müteferrik ev eşyası adı altında kaydedilmiştir. 44 Türk erkek terekesinde, genel tereke toplamı içinde 1 466,5 kuruş meblağ ile müteferrik eşya % 1.92, Ermeni erkek terekelerinde 617,5 kuruş ile % 0.83’lük bir orana sahipken, 15 Türk kadın terekesinde müteferrik eşyanın payı 62 kuruş ile toplam içinde % 0.30, Ermeni kadın terekelerinde 193,5 kuruş ile % 0.65’lik bir paya sahiptir. 3. Tereke Sahiplerinin Mesleklere Göre Dağılımı 44 Türk erkek terekesinde mesleklere göre, bir dellal (alıcı ile satıcı arasında aracı), iki bakkal, bir manav, bir yazıcı, bir bostancı, bir penbeci (pamukçu), bir yüncü, bir oduncu, bir abacı, bir nalçacı, bir alemdar, bir başçavuş, bir değirmenci, bir bacacı, bir sıbyan muallimi bulunmaktadır. Bunlardan on bir tanesinin mesleği ticaret ve esnaflıkla, üçü askerî kökenle, biri eğitimle ve biri de kâtiplik ile ilgili görev ve mesleklerdir. Yine beş hacı, üç seyyid, bir efendi, üç ağa unvanlı kişi bulunmaktadır. Bu unvanlar, toplum içinde insanların statülerini belirlemektedir. Aynı zamanda gelirleri de diğerlerine nispeten daha iyi durumdadır. Ancak bu unvanlarla birlikte meslekler ifade edilmediği için burada mesleği belirtilmeyenler kısmı altında değerlendirilmiştir. Bu duruma göre, 44 Türk erkek terekesi içinde 28 kişinin mesleği belirtilmemiştir. 529 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeni erkek terekelerinde ise, iki tüccar, bir basmacı, dört abacı, bir çulhacı, bir keşiş, iki terzi, bir çömlekçi, bir simsar, iki kazancı, bir kuyumcu, bir dülger, bir kazzaz (ipekçi), bir kazancı kalfası bulunmaktadır. 26 kişinin mesleği belirtilmemiştir. Sonuç XIX. yüzyılın ilk yarısında Tokat’ta Ermeni cemaatı ile Türklerin oldukça yakın ilişkisi söz konusu idi. Tokat şer’iye sicilleri incelendiğinde bu yakın ilişki daha açık ortaya çıkmaktadır. Rum ve Yahudiler, sosyal yapı, miras taksimi vb. konularda daha çok içe dönük hareket etmekte iken, Ermeniler Osmanlı şer’î mahkemesine daha çok oranda başvurmuşlardır. Terekeler incelendiğinde sosyal yapı, giyim-kuşam, genel yaşantı bakımından Türklerle Ermenilerin ortak birçok noktası bulunmaktadır. Terekelerde kullanılan ev eşyalarının büyük bir çoğunluğu hemen hemen aynıdır. Servet yapılarına bakıldığında iki toplumun erkeklerinde gayrimenkûllerin oranı en başta gelmektedir. Bu gayrimenkûller içinde ev, Türk erkeklerin terekelerinde birinci sırada iken, bağ Ermenilerde başta yer almaktadır. Yine hem erkek hem de kadın terekelerinde menkûl mallar içinde ev eşyası ve giyecek eşyaları önemli bir yekûn tutmaktadır. Ancak ziynet eşyası, Ermeni kadın terekelerinde daha fazla bir orana sahip olmuştur. Dikkati çeken bir nokta kitaba sahip olma noktasında hem Türkler hem de Ermeniler sonlarda yer almaktadır. Yine ziynet eşyası daha çok kadınlara özgü olduğundan kadın terekelerinde daha fazla bir oran işgal etmiştir. Yine Türk ve Ermeni erkek terekelerinde fertlerin meslekleri ve unvanları yer alırken, kadınların meslek ve unvanlarına rastlanmamaktadır. 15 Türk kadın terekesinde sadece biri hacı unvanına sahiptir. Tereke sahibi olan Türk ve Ermeni erkeklerin birçoğu ticaret ve esnaflıkla iştigal etmektedirler. Toplam 88 erkek ve 30 kadın Türk ve Ermeni terekeleri incelendiğinde aşağı yukarı iki toplumun yakın servete sahip oldukları ortaya çıkmaktadır. Ancak Tokat şer’iye sicillerinde gerek tereke gerek diğer vesikalar üzerinde yapılacak detaylı bir çalışmada Ermenilerin Türklere göre daha fazla gelir getiren ticaret ve sanayi dallarında gruplandıkları ortaya çıkabilir kanaatindeyiz. Buna mukabil, Türkler arasında da serveti oldukça yüksek ağa ve bey unvanlı insanlara rastlanmaktadır. Bu iki grubun nüfusa göre karşılaştırılması sonucunda Tokat’ta iki toplumun servetlerinin birbirlerine yakın olacağı muhtemeldir. 530 Doç. Dr. Mehmet BEŞİRLİ Kaynakça 1. Arşiv Kaynakları-Tokat Şer’iye Sicilleri Sıra Şer’iye Sicili Defter No No 1 2 3 4 5 13 15 24 25 50 Ait Olduğu Tarih(Hicrî-Miladî) Sayfa Adedi 1224–1225/1809–1810 1227/1812 1234–1235/1818–1820 1234–1235/1818-1820 1254 / 1838–1839 190 176 129 167 80 2. Kitaplar Beşirli, Mehmet, “Alman Belgelerine Göre Ermeni Meselesi ve Avrupa Emperyalizmi, 1878–1896”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 125, Nisan 2000. __________, Orta Karadeniz Kentleri Tarihi -I- Tokat (1771–1853), Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Tokat 2005. Cinlioğlu, Halis Turgut, Osmanlılar Zamanında Tokat, 4. Kısım, Barış Matbaası, Tokat 1973. Eken, Galip, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Toplumunda Nüfusun Mesleki Yapılanması: Tokat Örneği”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C.XV, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir 2000. İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300–1600, C. 1, Eren Yayınları, İstanbul 2000. Faroqhi, Suraiya, “Krizler ve Değişim 1590–1699”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1600-1914, C. II, Editörler Halil İnalcık, Donald Quataert, Eren Yayınları, İstanbul 2004, Koçaş, Sadi, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Ankara 1976. Öztürk, Said, Askerî Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri (SosyoEkonomik Tahlil), OSAV Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1985. Shaw, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Gaziler İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü 1280–1808, Birinci Cilt, Çeviren Mehmet Harmancı, E Yayınları, İstanbul 1982. Tournefort, Joseph de, Tournefort Seyahatnamesi, Editör Stefanos Yerasimos, Çeviren Teoman Tunçdoğan, 2. Kitap, Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul 2005. 531 II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE 1909 CEMİYETLER KANUNU ÇERÇEVESİNDE BİRLİKTE YAŞAMA SANATI VE ERMENİLER Dr. Mehmet Emin ELMACI Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü E-mail: emin.elmaci@deu.edu.tr; Tel: 0 232 463 85 20 Özet II. Meşrutiyet döneminde yasal sınırlama olmadan birbiri ardına kurulan dernek ve cemiyetler ancak 16 Ağustos 1909 tarihli cemiyetler kanunu ile yasal bir zemine girmiştir. 21 Ağustos 1909 tarihinde çıkan yasayla da Kanun-ı Esasî’ye 120. madde eklenerek dernek kurma özgürlüğü anayasal güvence altına alınmıştır. Artık Osmanlı memleketinde gizli şekilde dernek kurulamayacaktı. Burada asıl amaç çokuluslu Osmanlılık düşüncesini koruyarak etnik unsurları bir arada tutmaya çalışarak birlikte yaşayabilme amaçlanmıştır. Bu amaçla bu kanunla özellikle o dönem kavmiyetçi ve infiradcı olabilecek dernekler yasaklanmış oluyordu. Bu kanunun özellikle Meclis-i Mebusan’daki görüşmeleri sırasında ilginç tartışmalar geçmiştir. Müslüman Türk unsurlar dışındaki tüm mebuslar kavmiyet esasını savunarak bu yasaya aykırı bir tutum izlemişlerdir. Ermeni mebuslar da aynı tutum içerisindeydiler ve kendi milletleri adına tartışmalara katılmışlardı. Tartışmalar tam olarak devletin birlikte yaşama düşüncesini gösterir niteliktedir. Tebliğimizin temel noktasını bu kanun etrafındaki tartışmalar oluşturacaktır. 1908 ve 1914 yılları arasındaki Osmanlılık düşüncesinin nasıl kullanıldığını ortaya koyacak olan bu tebliğimizde ayrıca tüm unsurların birlikte protestolara katılımı ve 1914’te dahi kapitülasyonların kaldırılması sırasında nasıl bayram yaptığı üzerinde de durulacaktır. Dr. Mehmet Emin ELMACI Giriş 1908 yılında meşrutiyetin ilânı üzerine ülkede yayılan özgürlükçü hava birçok konuda yeni yapılanmayı gerektirmeye başlamıştı. Hüseyin Cahit’in de belirttiği gibi Abdülhamit rejimini deviren İttihat Terakki Cemiyeti, memleketin başına ben geleceğim demiyordu. İşi kendi akıntısına bırakıyordu. Bırakmaması da elinde değildi. Küçücük mevkiideki adamların, ufak kâtiplerin, genç mülâzım ve yüzbaşıların bir kabine teşkil etmeleri imkânının olmadığı bilinmekteydi1. Zaten sonradan anlaşıldığına göre de, cemiyetin büyük ve esaslı bir teşkilâtı ve hazırlığı yoktu. Bu ortamda Osmanlıdaki gayrimüslimlerin amacının, İttihat Terakki Cemiyeti’nden farklı olduğu da yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmıştı. Onlar, Abdülhamit rejimini kendileri için tehlikeli görmüş ve bu nedenle Meşrutiyet’in ilânına ve İttihat Terakki’ye destek vermişler, daha sonra birleştirici noktaların yanında birçok konuda farklı düşündükleri de ortaya çıkmaya başlamıştı. Ortak amaç gerçekleşmiş, artık Meşrutiyet’in sağladığı çoğulcu yapı karşısında Osmanlıyı oluşturan bütün unsurlar kendi fikirlerini savunmaya başladılar. Bu anasırın içinde olan Ermeni, Rum, Arnavut, Bulgar, Musevî, Arap, Kürt unsurlar kavmiyet ve milliyet esaslarına dayanan düşünceleri ortaya atmışlar, eyleme girişmişler ve bunun sonucunda zamanla bunalımlar dahi yaratmışlardı. Hüseyin Cahit de bu felâketi görmüş ve gazeteleri okurken felâketin geliyorum diye bağırdı1 Hüseyin Cahit Yalçın, Fikir Hareketleri, Sayı 77, s.390 535 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ğını belirtmiş ve Times gazetesinin Sofya muhabirinin söylediği anasır-ı muhtelife-i Osmaniye ergeç muhtariyet için velev mahtut ve mahzur olsun uğraşmaktan geri durmayacaktır sözünü eklemiştir. İttihat Terakki Cemiyeti bu noktada yaklaşan tehlikeyi ortadan kaldırmak amacıyla ittihad-ı anasır politikasıyla imparatorluktaki tüm unsurları birarada tutmayı amaçlamış ve Meşrutiyet sonrası Balkan Savaşları’na kadar bu politikasına da hız vermiştir. Ancak gelişen olaylar cemiyet üyelerine gerçek durumu hızlı bir şekilde göstermeye yetmişti. Bulgar sorununun ve ardından Bosna-Hersek’in elden gitmesi ilk kıvılcımlardı. Bu ortamda ittihad-ı anasır politikasına Tanin’de yazıları ile destek veren Hüseyin Cahit, Osmanlılık kavramı üzerinde durmuş, hatta bundan dolayı birçok yerden tepki de almıştı. Ama o da sonradan anılarında bu dönemi, farklı olarak anlatmıştır. Kendi ifadesiyle Türklerle beraber yaşamak istemeyen unsurlar ancak kuvvet ile zor ile tutulabilirlerdi. Onlara vatandaş hakkı tanındıktan sonra, bütün hürriyetler ilân edildikten sonra karşılarında silâhsız kalınıyordu. Artık Osmanlılık, unsurların birleşmesi, kardeşlik sözleri hiç kimsenin inanmayacağı karşılıklı bir komedyadan ibaret demekti. Yani yine onun ifadesiyle Meşrutiyet sonrası o uydurma Osmanlılığa sarılınmıştı. Bu renksiz manasız kelime etrafında birleşilebileceği hülyasıyla avunmak istiyorlardı2. Gerçekten de bu süreçte İttihatçılar bu hülya peşinden gitmişler ve ilk günlerde bunun gerçekleşebileceğini düşünmüşlerdi. Bu ortamda Helenleştirme umudu ile özdeşleşen Rumların yanında Ermeniler, amaçlarında türdeş değillerdi. İstanbul’daki tüccar cemaati ve kendi çıkarlarını savunan Patrikhane ile yükselen aydınları, Anadolu’daki zanaatkâr ve çiftçilerin çıkarlarını temsil eden Taşnaklar arasında bölünen Ermeniler3 arasında gittikçe milliyetçilik duygusu artmaktaydı. Bu arada Taşnakçılar ile İttihatçıların arası, diğerlerine göre daha iyiydi. Seçilen Ermeni mebuslarının çoğu Taşnaktı. Örneğin Vartkes Pastırmacıyan, ve Zöhrab Efendiler Taşnak Sütyun üyesiydi. Hamparsum ise Hınçaktı. Vartkes aynı zamanda ise İttihatçıydı. Hallaçyan gibi bazıları da doğrudan İttihat Terakki üyesiydiler4. Yani II. Meşrutiyet öncesinde II. Abdülhamit’e karşı destek almak amacıyla Osmanlılık düşüncesini ortaya koyan İttihatçıların arasında gay2 3 4 Yalçın, Fikir Hareketleri, Sayı 84, s.85 Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, İstanbul 1986, s.115 Fevzi Demir, İkinci Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebusan Seçimleri 1908-1914, Yayınlanmamış Doktora Tezi, DEÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, İzmir 1994, s.57. 536 Dr. Mehmet Emin ELMACI rimüslimlerin özerkliğini vurgulayan liberaller yanında merkeziliği savunanlar da bulunmaktaydı5. Bu noktada İttihat Terakki içerisinde hiç olmadığı kadar Osmanlı kelimesine önem verilmeye başlanmıştı. Ancak, Trablusgarp’ın ayrılması ve nihayet Balkan Savaşları cemiyet üyelerini biraz daha gerçekci düşünmeye itmişti. Cemiyetin, 1908–1913 yılları arasında hâkimiyeti tam olarak ele geçirememiş olması ve devlet yönetimi üzerinde farklı grupların etkili olmasının boşluk doğurduğu da ortadadır. 1909 yılı sürecinde Matbuat Kanunu ve sonra da Cemiyet Kanunu çerçevesindeki tartışmaların sonucunda, Osmanlılık fikrinin sonlarına yaklaşıldığını artık herkes tarafından görülmeye başlanmıştı. Cemiyet Kanunu İttihatçıların son birlikte yaşama çabalarından biriydi. Aslında 1908 yılında Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı sonrasında Avusturya’ya ve Avusturya mallarına yapılan protestolarda birçok bölgeden gelen telgraflarda Ermeni, Rum ve diğer unsurlar birlikte gösterilere katılmıştı. Örneğin Çanakkale’de halk Bosna-Hersek’in ilhakı haberini alır almaz Müsavat meydanında toplanarak Avusturya’yı protesto için Türkçe, Rumca, Ermenice ve Musevîce konuşmalar yapmış ve protesto telgrafları çekmişlerdi6. Beyrut’ta da Müslüman, Hıristiyan ve Ermenilerden oluşan İttihat Meydanı’ndaki Santral Oteli’nde toplanarak Avusturya dışındaki büyük devletlerin Harbiye Nezaretliklerine protesto telgrafı çekmişler ve artık Hereke Fabrikası feslerini giymeye başladıklarını belirterek Avusturya’ya boykota da katılarak birlikteliğin belki de son örneklerini vermişlerdi. 7 Hele İstanbul’daki bir Ermeninin Boykotaj Sendikası’na yazdığı biz her ne kadar Rus tebasından olsak da kalben ve ruhen Osmanlılığa bağlı Ermenilerden olduğumuz için vatanımıza karşı irtikab eden büyük haksızlığı protesto etmek için yirminci asırda medeniyeti ayaklar altına alan devlete karşı yapılan harb-i iktisadî olan boykotaja katılmayı arz ederim8 şeklindeki yazısı da henüz Osmanlılığın geçerli olduğunu göstermesi açısından ilginçtir. 5 6 7 8 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK, Ankara 1998, s.123. İttihat ve Terakki, 14 Teşrinevel 1908. Aktaran Mehmet Emin Elmacı, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i İlhakı ve Doğurduğu Tepkiler, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 1996. Sabah, 2 Teşrinsani 1908; Elmacı, a.g.e. Tanin, 7 Kanunevvel 1908. 537 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER İşte cemiyetin henüz Osmanlılığın korunabileceğini düşünerek itthad-ı anasır politikasını ortaya attığı bu dönemde çıkartmaya çalıştığı Cemiyetler Kanunu, büyük tartışmalara neden olmuştu. İttihatçılar kurulmuş olan siyasî derneklerin ayrılıkçılığı körüklediğini ve imparatorluğun birliğini baltaladığını savunuyorlardı9. Bu amaçla cemiyet dernekleri kendi denetimleri altına almak ve etnik, millî ya da dinî bir temele oturmasını yasaklamak istiyordu. Bu nedenle müzakerelerin tartışmalı geçeceği başından belliydi. Nitekim 19 Haziran 1909 günü Kanunun daha mecliste madde madde görüşülmesinden önce ufak ufak sorunlar yaratılmaya başlanır. Aydın mebusu İsmail Sıtkı Bey bu kanunun ne amaçla getirildiğini soruyor ve tek tek maddeler üzerine geçilmesi için Dâhiliye Nazırı’nın gelip bu konuda bilgi vermesini istiyor10. Anlaşıldığına göre içlerinde Ohannes Vartkes, Panayot, Bostani, Pançoderef Efendi gibi gayrimüslim mebusların da olduğu bir grup bu kanun layihasının vükelâsız kabul edilmemesi gerektiği hakkında fikir birliği etmiştir. Sonunda başkanın kararıyla telefonla vükelânın haberdar edilerek kanun layihasının görüşülmesine geçilmiştir. Dersim mebusu Lütfi Fikri Bey kanunu savunur. Fransa, Almanya ve Rusya’dan örnekler ile derneklerin ruhsat alması hakkında çok önceden bu türlü maddeler olduğunu belirtmiştir. Trayan Nali Efendi (Manastır) ise, söz almış ve Fikri Bey’i görüşlerinden dolayı cemiyetler aleyhinde olmakla suçlamıştır. Ona göre cemiyetler teşkili için böyle ağır şartlar sunulması cemiyetlerin gizli kurulmasına yol açacaktır. Hükümetin memleketin anasır-ı muhtelifeden ibaret olduğunu nazar-ı dikkate alarak derneklerin kavmiyet ve cinsiyet esaslarıyla teşkil olunamayacağı şeklindeki ifadesini de açık olarak eleştirmiştir11. Bulgar Velahof Efendi (Selanik) ise bu kanunun hükümetin gönderdiği şekilde veya encümence tadil olunan surette kabulu veyahut daha liberal bir şekle ifrağı meselesi idare-i meşrutamızın hayat ve memat meselesidir diyerek konunun önemini vurgularken tamamiyet-i mülkiye-i devleti ihlâl ve tefrik teşebbüsatı korkusu hükümet ile encümeni şu ahkâm-ı umumiyeyi kabule sevk etmiştir cümlesiyle de gerçeği gördüğünü ortaya koymaktadır12. 9 Ahmad, a.g.e., s.138 10 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (MMZC), Cilt 4. Devre 1, İçtima 1, 6 Haziran 1325, s.472. 11 MMZC, Cilt 4, s.473 12 MMZC, Cilt 4, s.474 538 Dr. Mehmet Emin ELMACI Lütfi Fikri Bey’in Avrupa’dan olumlu verdiği örneklere Velahof Efendi de kendi açızından Avusturya’dan örnek vererek derneklere hiçbir şart getirilmemesini göstermiştir. vatandaşlarımın ve bilcümle anasır-ı Osmaniye’nin kavmiyet ve cinsiyet esası ve ünvanlarıyla veyahut enternasyonal esası üzerine istedikleri cemiyet-i siyasî yeleri teşkil edebilmeleri için hürriyet-i tamme verilmesi taraftarıyım demiştir ve derneklerin menafi-i umumiyesi tabirinden Talat, Halil ve Cavit Beylerin başka, Zehrap ve Vartkes Efendilerin başka anlam çıkardığını belirterek de açıkca tarafları da ortaya koymuştur. Ermeni olan Hamparsum Muratyan Efendi (Kozan)13 ilk eleştirisini hükümetin bu kanunu getirmesindeki yöntem yanlışlığı üzerine yaptıktan sonra; bir insanın, bir milletin ne düşündüğünün anlaşılabilmesi için, bu insanın, bu milletin serbest bırakılması gerektiği üzerine konuşmuş ve... şimdi bir cemiyet teşkili, eğer hal-i serbestîde bırakılacak olursa bizler anlayabileceğiz ki acaba bizim Osmanlı milleti, ne gibi yola süluk ediyor, acaba hürriyete mi istibdada mı gidiyor? demiştir. Öneri olarak da bir babanın oğlunun kötü yola girmesini, girdiğini gördüğünde yaptığı gibi hükümetin de zararlı yolda nasihat ederek engel olabileceğini belirtmişir. Şu halde benim fikrimce eğer ki biz burada okunan bu kanun layihasının kabulünü tasdik edecek olursak demek ki biz kendi kendimize mani oluyoruz. Bırakmıyoruz ki farz edelim Araplar ne düşünüyor, Ermeniler ne düşünüyor. Eğer ki biz tahtit edecek olursak kendi milletlerinin düşündüklerini tahtit edecek olursak, hürriyet vermeyecek olursak, o zaman biz anlamıyoruz ki onlar ne düşünüyorlar ve onlara ne lâzımdır, acaba düşündükleri doğru mu değil mi? Haklı mı haksız mı? O vakit onların hakkına lâzım gelen muamelede bulunamayacağız14. Hamparsum Efendi’nin bu sözleri Ali Osman Efendi’nin bu sözlere mahal yok cümlesiyle kesilir. Mehmet Vehbi Efendi (Konya) ise cemiyetlerin bir kanuna mutlaka ihtiyacı olduğunu savunur ve kanunsuz olunduğunda neler olduğunu Volkan gazetesinden ve 31 Mart’tan örnek vererek açıklamaya çalışır. Hamparsum Efendi ise bu kanunun geçmesi durumunda gizli cemiyetler kurulacağı görüşündedir. 13 Meclis’te mebus olan Muratyan, Birinci Dünya Savaşı yıllarında doğuya gidecek ve Ermeni çetelerinin başında Osmanlıya karşı çetecilerin başında savaşacaktır. 14 MMZC, Cilt 4, s.476. 539 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ohannes Vartkes Efendi (Erzurum)15 konuşmasında Lütfi Fikri Bey’e yanıt verir ve işi o kadar ileri götürür ki...Fakat ne kadar çalışsak, iş sonra yoluna girecek, öyle haller vuku bulacak ki bizim koyduğumuz nizam onun asla önünü alamayacak şeklinde konuşur ve ne demek izah edin denilerek eleştiri alır. İzah edeyim, ihtimal, zamanlarda bir geçme devresi var. Böyle devirlerde öyle şeyler vuku bulur ki, kimsenin onun önünü almağa kuvveti yetişmez. Onun için biz tabiata karşı gitmemeliyiz, ona göre nizam koymalıyız diyen Vartkes Efendi, daha sonra çok ilginç bir noktaya değiniyor ve sanki olacakları biliyormuş gibi... Biz böyle bir nizam koyduğumuz zaman, vay biz eski devre doğru gidiyoruz, bizim cemiyetlerimizi bu hale soktular, bu cemiyetlerin kuvvetini kestirmek ve bu cemiyetlerin teşekkülüne meydan vermemek ve bizim hukukumuzu müdafaa etmemek için bu kuyudları koyuyorlar. Matbuat Kanunu’nda da böyle olmuştu. Diyecekler, bunu gerek ahali, gerek Avrupa gazeteleri söyleyecek, bizim rey vererek çıkardığımız Matbuat Kanunu, konservatuar, muhafazakâr bir kanun idi. Muvakkat olsun olmasın bundan sonra yapacağımız kanunda yanılmayalım... Biz cemiyetleri tahtit edeceğimiz yerde biz çalışmalıyız. Öyle nizamlar öyle kanunlar koyalım ki, umum milletin efradı hepsi birleşerek hürriyet namı ile vatanı nasıl terakki ettirmek lâzım gelirse düşünsünler... Hükümetin başında bulunan adamları, istedikleri gibi hareket etmeğe bırakmamalı ki bunlar milleti bir tehlikeye koysunlar16. Vartkes Efendi’nin çözüm önerisi de şuydu; Hükümet, ahali beyninde ne cerayan ettiğini anlamak isterse zabıtası polisleri var takip etsin anlasın. Hükümet yerinde rahat oturarak aylığını alıyor, diyor ki bakınız böyle bir nizam koymuşum; kim ki bu nizama mugayir harekette bulunursa ben bunu döverim... Nizamı bırakıyor, kendi yerinde oturuyor çünkü haber aldı ki falan yerde bir şey olmuş, o anda başına vuruyor. Hükümet her bir cemiyet içine girmeli, takip etmeli bunun fikrî esası nedir, niçin ben gidip hükümete anlatacağım, hükümet gelsin kendi anlatsın. Benim evime girmeye yollamaya hükümetin ne hakkı var. Gidip cemiyetlerin idarelerini teftiş etmeye ne hakkı var, öyle ise hepimiz evlerimizi açık bırakalım, yatak odalarımızı açık bırakalım, hükümet istediği vakitte gelsin bir şey yapıyor muyuz baksın, o olmaz efendim. Nasıl ki bir adamın evine girmek memnudur, cemiyetin evine girmek de memnuudur. 15 Vartkes Serengülyan, 1895’te Van isyanına katılma suçundan idama mahkûm olmuş, İngiltere’nin aracılığı ile cezası müebbede çevrilmiş bir ihtilâlciydi. Demir, a.g.e., s.61. 16 MMZC, Cilt 4, s.477. 540 Dr. Mehmet Emin ELMACI Eğer bir adama hürriyet olursa umuma da hürriyet olur, böyle nizamnameler böyle şeyler yapmak olmaz, bu bize ayıptır cümleleriyle önerisini bitiren Vartkes Efendi’ye İsmail Paşa’dan tepki gelir. Ayıp lafını geri almasıni isteyen İsmail Paşa’nın Geri almazsan ben bu mecliste oturamam sözüne de Vartkes Efendi uğurlar olsun efendim deyip daha da ileri giderek hükümet ne hakla ahalinin bir cemiyet yapmasına karışıyor, hükümet dikkat etsin, baksın cemiyet ne fikir besliyor, ondan ziyade ileri gitmeye ne hakkı var şeklinde konuşmuştur17. Kanunu savunan Emrullah Efendi konuşmasında dernekleşmenin tarihçesine girmiş ve ilk olarak kulüplerin oluşturulduğundan, daha sonra İçtima Kanunu ile de heyetlerin toplanabilmesi için hükümetten ruhsat alınmasının gerekliliği üzerinde durmuştur İlyas Sami Efendi de kanun lehine konuşur ve cemiyetleri bilakayd serbest edersek tevlid edecekleri hatır-ı âlinize getiririm diyerek uyarısını yapmıştı. Aynı uyarıyı Süleyman Sudi Efendi de (Bayazıt) malûmdur ki Meşrutiyet-i idareye malik olmuşuz ve siyaset-i mülkiyemiz hiçbir devlete ve memlekete kaabil-i kıyas değildir. Binanenaleyh, seviye-yi irfanımız dahi mahtuddur... Şayet böyle bir içtimaata, böyle serbestane ruhsat ve selahiyet verilirse, nihayet az bir müddet zarfında netayic-i muzırrasını müşahede edeceğimiz tavzihten varestedir18 şeklindeki sözleriyle zabıtlara geçirmişti. 26 Haziran’da devam edilen müzakerelerde Başkan Ahmet Rıza Bey’dir. Yorgo Boşo Efendi19 (Serfice), kanunun esasen reddi için birkaç teklifin olduğundan bahseder. Dâhiliye Nazırı Ferit Paşa ise, bunun Bakanlar Kurulu’nun arzusuyla yapıldığından sözederek karşı çıkar ve maddelerin görüşülmesine geçilir20. Her maddenin görüşülmesinde gayrimüslim mebusları itiraz içinde olmuşlar ama sonuçta maddeler kabul edilmeye başlanmıştır. Kanunun 2. maddesinde derneğin oluşturulması için ruhsat alınıp alınmaması tartışılmıştı. Gayrimüslim mebuslar alınmasına karşıydılar, hükümet ise zararlı olan cemiyetlere izin vermemekten yana olduğu için alınması taraftarıydı, ancak şartlara uyulacak olursa alınmamasını da savunmaktaydı. Nitekim 17 MMZC, Cilt 4, s.478. 18 MMZC, Cilt 4, s.495. 19 Yorgo Boşo Efendi, benim Osmanlılığım, Osmanlı Bankası’nın Osmanlılığı kadardır sözüyle ünlüdür. 20 MMZC, Cilt 5, Devre 1, İçtima 2, 13 Haziran 1325, s.21. 541 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Dâhiliye Nazırı Ferit Paşa da hükümetin koyduğu kayıtlar kabul edilirse, ruhsata gerek kalmayacağını açıklamıştı. Mehmet Vehbi Efendi (Konya), kuruluştan önce hükümete haber verilmesinin yeteceğini belirtmiş ve ruhsatın kurulduktan sonra verilmesini isteyenlere efendim, ihbar ruhsat-ı müstelzim olmaz. Hangi cemiyet teşekkül eder de sonra hükümet malûmat alıp da meneder? diye yanıt vermiştir21. Kanunun 3. maddesi aslında önemlidir. Ama hiç eleştiri gelmeden, okunur ve kabul olunur. 3. madde anasır-ı muhtelife-i Osmaniye’yi tefrik eden cemiyetlerin oluşturulamayacağı ile ilgiliydi ve herkes tarafınadn onay görüldüğü için aynen geçmişti. Ardından kanunun asıl önemli olan maddesi olan 4. madde gelir. Bu madde, kavmiyet ve cinsiyet esas ve ünvanlarıyla siyasî cemiyetler teşkilinin yasaklanmasıyla ilgilidir. Asıl tartışma konusu olan maddedir. Mustafa Arif Bey (Kırkkilise), bu maddenin görüşülmesi sırasında zaten Arnavut Kulübü veya Rum Meşrutiyet Kulübü gibi kulüplerin olduğunu, bunların şimdi yasaklanıp yasaklanmayacağı sorusuyla bu maddenin gereksiz olduğunu ve esastan kaldırılmasını ister. Diğer mebuslar da 3. maddedeki Osmanlıdaki muhtelif unsurları ayırıcı cemiyetlerin caiz görülmediğine dair görüşten dolayı, bu 4. Maddenin kaldırılmasını önerirler. Encümen üyesi Ali Münif Bey (Adana) de, encümen olarak olayın kötü anlaşılmalara neden olduğu için kaldırılmasını kabul eder. Sonuçta Meclis Başkanı’nın sormasıyla 4.maddenin kaldırılması çoğunlukla kabul edilir. Aslında Cemiyet Kanunu’nun hükümet nezdinde asıl önemini teşkil eden bu maddenin kaldırılması sessizce gerçekleşmişti ve anlaşıldığına göre lehteki mebuslar da henüz olayın farkında değildiler. Nitekim Dâhiliye Nazırı Ferit Paşa, hemen söz istemiş ve anasırı muhtelifeden mürekkep olan Meşrutiyet’in tamamiyle teessüs etmediği için, anasır-ı muhtelife-i Osmaniye’nin Osmanlı namı altında bulunmasına tevakkuf eder. Bu Osmanlı namının teyidi için tedabire lüzum vardır. Hiç kimse tereddüd etmesin ki cemiyet-i hayriye kastiyle teşekkül edecek cemiyetlere her türlü müsaadatta bulunur hükümet. Fakat kavmiyet esasıyla teşekkül ederse zannetmemki böyle bir hizmet hüsne mukarin bir maksada hizmet edebilir. Onun için bu maddenin pek o kadar kolaylıkla tayyolunması taraftarı değilim diyerek geç de olsa müdahele etmiştir. 21 MMZC, Cilt 5, s.22. 542 Dr. Mehmet Emin ELMACI Trayan Nali Efendi ve Mustafa Arif Bey karar verildi şeklinde ve yöntem sorunu olduğunu söyleyerek itiraz ederler. Başkanın konuşmasından anlaşıldığına göre, Dâhiliye Nazırı ilk defa meclise çıkmış olmasından dolayı yönteme vakıf değildi, bu nedenle Paşa’nın 4. maddenin yeniden görüşülmesi şeklindeki teklifi daha sonraki müzakereye ertelenir. Ferit Paşa da birden oylamaya geçildiği için müdahele edemediğini belirtir22. Kanunun kabul edilen diğer maddeleri cemiyete üye olacakların yirmi yaşından küçük olmaması ve cinayet ile ve medenî kanunlarından biriyle yargılanmamasını içeren 5. Maddesi ile gizli cemiyetlerin kesinlikle yasak olduğuna dair 6. maddesidir. 29 Haziran 1909’da görüşülen kanunun 16. maddesinde, mevcut cemiyetlerin kanunun ilânından 1 ay zarfında, 2. ve 6. maddelere uygun olarak beyanname vermeleri ve ilân şartlarını sunmaları gerektiği konusunda tartışmalar çıkmıştır. Hamparsum Muratyan Efendi ve diğer gayrimüslim mebuslar sürenin azlığından şikâyet etmişlerdir. Muratyan Efendi’nin sürenin en az üç ay olmasını isterken söylediği sözler ilginçtir. Cemiyetleri o kadar dara sokmamak, müsaadeli bulunmak lâzımdır. Zannetmeyiniz ki o cemiyetlerin hepsi milletin ve vatanın menfaatine çalışmıyor. Eğer öyle düşünecek olursanız hata etmiş olursunuz demesi vatanın menfaatine çalışmayanların olduğunu kabul ettiğini göstermekteydi23. 5 Temmuz 1909 günü devam edilen müzakerelerde24, 18. maddedeki cemiyetlerin mal edinmelerine de kısıtlama getirilmiş ve bu da gayrimüslim mebuslar tarafından eleştiriye uğramıştı. Yozgat mebusu Hayrullah Efendi ise Cemiyet Kanunu’nun taşınmaz mal edinmesi ile ilgili maddesini adeta İstanbul’u satmaya bir adım25 olarak görmüştür. Hükümetin haberi olmaksızın gayrimenkûl tasarrufuna, ileride tüm emlâkın elimizden gideceği şikâyetini getiren Hayrullah Efendi’ye Ömer Feyzi Efendi (Karahisar-ı Şarkî) tarafından hükümet içinde hükümet olur şeklinde destek gelince olay birden gayrimüslim cemiyetlerden ecnebi cemiyetlere geçer ve onun üzerinde tartışmalar olur. Bugün vakıfların taşınmaz mal edinme tartışmaları ile o günkü tartışmaların büyük benzerlikleri bulunmaktadır. Bu madde üzerinde birçok teklif verilir ama sonunda Halil Bey’in (Menteşe) Cemiyetler, vazifesini 22 23 24 25 MMZC, Cilt 5, s.27. MMZC, Cilt 5, s.92. MMZC, Cilt 5, s.198. MMZC, Cilt 5, s.200. 543 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ifa hususunda lüzumu olan emval-i gayrimenkûleden maada gayrimenkûl, arazi ve emval tasarrufundan memnuudur şeklinde teklifi gayrimüslim mebusların ekseriyet yoktur itirazına karşılık, başkanın ekseriyet vardır yanıtıyla kabul edilir26. Cemiyetlerin teftişi konusunda zabıtanın yetkili olduğu 20. Madde de hiç itirazsız geçmiştir. 21 maddeli olan Cemiyetler Kanunu, 19 Temmuz 1909’da yasa gereği ikinci defa müzakere edilir27. 2. madde ile cemiyet teşkili için sadece haber verilmesi uygun görülmüştür. 3. madde ile kanun hükümlerine, genel adaba karşı bir esası olan ve memleket asayişine ve devletin mülkiyetini ihlâl eden ve muhtelif unsurları bölen cemiyetler yasaklanmıştı. Daha önce tartışılan 4. maddenin ikinci müzake