Geniş Açı Tarihsel Süreçte Toplumsal Cinsiyet: Küresel Bir Yaklaşım Uzm.Dr. Mustafa TÖZÜN Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Önceki Sayımızda Devam) Yunan Mitolojisi’nde yaratılış hadisesine ait mitolojik hikayeyi incelediğimizde tanrıların tanrıçalara üstünlüğü açıkça görülebilir. Özetle hikaye şöyledir:“ “Kaos’tan ilk ortaya çıkan varlık olan Gaya (=Gea)’dır. Gaya, Toprak Ana’ dır, bir başka deyişle kadındır ve diğer tüm varlıklar ondan doğacaktır. İlk var olan Gaya’dan Uranos (Gök) doğmuş ve aralarındaki bağ olan Eros’un (Erotik sözcüğü, Eros ile ilgili anlamındadır) etkisiyle her ikisinden Titanlar ve Yüz kollu canavarlar oluşmuştur. Baba Uranos kendi çocukları olan Yüz Kollu Canavarlar’ı sevmemiş ve onları anneleri Gaya’nın rahmine doğru geri itmiştir. Bu durumdan ıstırap duyan ve çocukları için üzülen Gaya cefakar anne modelinin prototipi durumuna gelmiştir. Neyse ki; annesinin durumuna üzülen ve Titanlar’dan biri olan Kronos (Zaman), annesinin kendisine verdiği orak ile babasını yenmiş ve onu cezalandırmıştır. Böylece Uranos’a ait iktidar, oğ- ARALIK 2007 lu Kronos’a geçmiştir (Buradan iktidarın eril güçlerin elinde olduğu anlaşılmaktadır). Kronos iktidara geçer geçmez annesine verdiği sözü unutmuştur ve Yüz kollu canavarları kendisi cezalandırmaya başlamıştır. Çektiği cefa dinmeyen anne Gaya, oğlu Kronos’u lanetlemiştir. Bu lanete göre babasının iktidarını eline geçiren Kronos, kendi çocuklarından biri tarafından iktidardan indirilecek ve cezalandırılacaktır…Daha sonra Kronos kardeşi Rhea ile evlenir. Ancak annesinin lanetinden korkan Kronos tüm doğan çocuklarını yutar. Bu defa ağlayan ve cefa çeken anne Rhea’dır. Rhea annesi ve kayınvalidesi olan Gaya’nın yardımıyla son doğurduğu çocuğunu gizleyerek Kronos’un onu yutmasına engel olur. Bu çocuk büyür ve bir gün babasının karşısına çıkar. O, Zeus’tur. Zeus büyük bir savaşın sonrasında babası Kronos’un iktidarını devirir. Kronos, daha önce yutmuş olduğu tüm çocuklarını kusar ve onlar büyümüş halde ortaya çıkarlar. Bu defa iktidar Zeus’un elindedir ve o bu iktidarı kardeşleriyle paylaşma yolunu tutar. İktidar paylaşımı şöyle gerçekleşir: Zeus: Göklerin Tanrısı, Poseidon: Okyanuslar Tanrısı, Hades: Yer altı Tanrısı. Bu üç kardeş erkektir. Diğer kardeşler olan üç kız kardeşin payına düşenler ise şöyledir: Hera: Ev hanımlığı Tanrıçası, Hestia: Ev ve ocak Tanrıçası, Demeter: Bereket Tanrıçası. Açık bir şekilde görülüyor ki; erkekler aktif ve üst yönetici konumda ACTUAL MEDICINE iken, kadınlar pasif ve alt yönetici konumdadır...Daha sonra, Zeus kardeşi Hera ile evlenir. Ancak bu evlilik sadakate dayanmamaktadır. Zeus, Hera’yı defalarca aldatır. Zeus’un başka tanrıçalardan ve insan kadınlardan da çocukları olur. Buna karşılık Hera sürekli aldatılan, kıskanan ve kıskançlığından dolayı, Zeus’un birlikte olduğu kadınlara kötülükler yapan bir mağdur kadın rolündedir.”(16) Anaerkil toplumlarda kadın cinsel organını andırır biçimde yapılmış tapınaklara karşılık, ataerkil toplumlarda erkek cinsel organı (fallus) kutsanır. Örneğin, Eski Yunan’da bereket tanrısı Priapos erkek cinsel organı ile temsil edilmekteydi.(17) İnsanlığın feodal döneme geçişinden bu yana hakim olan ataerkil toplum yapısına sahip uygarlıkların kadına bakış açılarına bakıldığında, kadın aleyhine cinsel ayrımcılık (gender discrimination) açıkça görülmektedir. Sıvacıoğlu bu konudaki çeşitli örnekleri şöylece vermektedir: “Eski Hind hukukuna göre kadın evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiçbir hakka sahip değildir. Kadın murdar temayüllere, zayıf karaktere ve fena bir ahlâka sahip olduğundan Manu Kanunu onu, çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, kocasının vefatından sonra da oğluna veya kocanın akrabasından bir erkeğe bağlı olmaya mecbur etmiştir. Budizm’in kurucusu Buda, önceleri dinine kadınları ka- 63 bul etmiyordu. Çok yakın dostu olan amcazadesi Anende‘nin ısrarı ile kadınları sonradan Budizm’e kabul etmiştir. Yine de bu kabulün Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söylemiştir. Bir defasında Anende‘ye ‘kadını dine kabul etmeseydik Budizm saf bir şekilde uzun asırlar devam ederdi’ diyerek tepkisini göstermiştir. Çinliler’de kadın insan sayılmaz, ona ad bile takılmazdı. Kadın, bir, iki, üç... diye çağırılırdı. Erkek çocuklar makbul sayılırdı, fakat kız çocuklar domuz diye anılırdı. Babil hükümdarı Hammurabi (M.Ö. 21232081) tarafından konulan ve kendi adıyla anılan Hammurabi Kanunları’nda aile hakları üzerine bir çok madde vardır. Kanun, tek kadınla evlenmeyi esas tuttuğu halde, bazı hallerde birden fazla kadınla evlenmeyi de kabul etmiştir. İsrail Hukuku’nda ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızları babalarının evlerinde bile hizmetçi gibidirler. Boşama hakkı keyfi bir surette kocaya aitti. Kızlar ancak başka bir varis bulunmadığı takdirde babalarının mirasına nail olabilirlerdi. İslam’ın doğuşu sıralarında Arabistan yarımadasında kadın, aile kurmaktan, boşanmaktan ve miras hakkından mahrumdu. Kadın erkekten her bakımdan aşağı kabul edilirdi. Kız çocuk aileye bir yük ve utanma vasıtası idi. Babalar kızlarını öldürebiliyorlardı. Kadın Eski Yunan ve Roma‘da da hiçbir hakka sahip değildi. Evlenmenin en mühim gayesi erkek çocuk elde etmek, zevk ve şehveti tatmin etmek, eve mal-mülk üzerine bir bekçi ve hizmetçi getirmekti. Bir Yunan filozof olan Aristo, ‘Kadın yaratılışta yarı kalmış bir erkektir’ demiştir”.(18) İngiltere’de 5. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar kocalar karılarını satabilirdi. İlk Günah’ın** işlenmesine sebep olanın ve böylece insanlığın felaketini hazırlayanın bir kadın olduğuna 64 inanan Hıristiyan milletler kadına daima bir şeytan nazarıyla bakmışlardır. Orta Çağ’da, Avrupa’da cadı inancı bu bakış açısının ürünüydü. Kramer ve Sprenger’in 1486 yılında yazdıkları Cadı Çekici (Malleus Maleficarum) adlı kitapta şunlar yazılmıştı: “Her türlü cadılık bedensel şehvetin bir ürünüdür ve kadınlarda bu şehvet arzusu doymak nedir bilmez… Dolayısıyla kadınlar şehvetlerinin yüzü suyu hürmetine şeytanlarla düşüp kalkarlar.”(19) Avrupa’da cadılara duyulan nefret öyle büyümüştü ki, bir cadı avı başlamış, 15. ve 17. yüzyıllar arasında 500,000 kadın, cadı olduğu iddiasıyla hüküm giymiş ve yakılarak öldürülmüştür.(20) İngiltere’de, kadın mundar bir mahlûk sayıldığından İncil’e el süremezdi. Bu vaziyet ancak Kral VIII. Henri’nin (1509-1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla sona erebildi.(18) Bundan iki yüzyıl sonrası, 17. yüzyılda Avrupa’da toplumsal, ekonomik ve siyasal açıdan tam bir dönüşüm yaşandı. Avrupa genelinde egemen toplumsal cinsiyet ideolojileri iki yüz yıldan beri önemli bir ölçüde değişmekteydi ve 17. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, erkek ve kadın rolleri arasında kadının aleyhine olan durum önemli ölçüde kadının lehine döndü. Buna karşılık erkek ve kadın tanımları, ilk dönem sanayi kapitalizminin iş ile ev arasındaki bölünmeyi arttırmasına fevkalade uygun biçimde yeniden kutuplaşmaya başlıyordu. Erkeklere ve kadınlara ait alanlar arasına yeni bir ayrım çizgisi çekiliyordu, bu durum zaman içerisinde her sınıftan kadınların ama özellikle de orta ve üst sınıflara mensup olanların önündeki ekonomik, siyasal ve toplumsal seçeneklerin muazzam ölçüde azalmasıyla noktalanacaktı. Denilebilir ki, 17. yüzyılda da cinsel ayrımcılık şekil değiştirerek sürmekte idi. İngiltere ACTUAL MEDICINE Kralı 1. James’in 1620’de Londra piskoposuna, tüm din adamlarının “Kadınların saygısızlıkları, geniş kenarlı şapka ve dar yelek giymelerini, saçlarını kısa ya da kırpık kestirmelerini şiddetle mahkum etmeleri” yönünde talimat vermesi kadınların eril davranış tutumlarından duyulan rahatsızlığın göstergesiydi.(21) 3.b. Kapitalizmden Bugüne: Fransız İhtilali (1789), feodal toplum yapısından kapitalist toplum yapısına geçiş ile birlikte temel hak ve özgürlükler kavramlarını da beraberinde getirdi. Daha öncesinde Magna Carta ve diğer İngiliz yasaları (Bill of Rights; Petition of Rights, vb.) ile beraber 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ve ardından 1949 Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile olgunlaşan insan hakları söylemi, bütün insanlığın gündemine girdi. Ne var ki, insan hakları söyleminin temel aldığı insan soyutlamasının ardında, aslında, iktidar ilişkileri içinde egemen olanı temsil eden somut bir insan vardı: Beyaz, burjuva ve aynı zamanda da erkek! Kapitalizme geçişten sonra da erkeklerle eşit statüye kavuşamayan kadınlar, eşitlik için mücadeleye iyice geri bir noktadan, kadının da insan olduğunun kabul edilmesi ve“lanetli Havva”** imgesinin reddedilmesinden başlamak zorunda kaldı. Kadınların siyasal ve toplumsal mücadelesi, esas olarak, 18. yüzyılda başladı. kadınların ezilen bir gruba mensup olduklarının ve dolayısıyla haksızlığa uğramış olduklarının farkına varmalarını ve bu haksızlığın doğal değil de toplumsal/kültürel bir olgu olduğunu kavramalarını ve bu bağlamda mücadele edilmesini içeren feminizm düşüncesi de bu yüzyılda doğdu.(22) ARALIK 2007 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (1789)’ nin kadın haklarının savunulmasında yetersiz kaldığını düşünen Fransız İhtilali’nin devrimci kadınlarından olan Olympe de Gouges 1791’de Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni ilan etti ise de “kadın cinsine yakışmayacak biçimde politika yapmaya kalkıştığı için (?)” devrimci mahkeme tarafından giyotin ile idam edildi. Gouges, şöyle diyordu: “Ey kadınlar! Kadınlar gözlerinizi ne zaman açacaksınız? Bu Devrim’den ne kazandınız? Daha pervasız bir aşağılanma, daha aleni bir küçümseme. Yozlaşma yüzyıllarında sadece erkeklerin zayıflığına hükmettiniz. İmparatorluğunuz yıkılıyor, geriye ne kalıyor? Erkeğin adaletsizliklerinin mahkûmiyeti...Doğanın bilge kararlarına dayandırılan, irsi mülkiyetin üzerinde hak talebi.” (22,23) Gouges’in ardından, ilk sistemli feminist meydan okuma, 1792 yılında yazdığı Kadın Haklarının Savunusu (A Vindication of the Rights of Woman) adlı eserinde kadınların hem toplum hem de erkekler tarafından ezildiklerini güçlü bir şekilde dile getiren Mary Wollstonecraft tarafından yapıldı. Wollstonecraft, eşlik ve annelik görevlerinin salt “basit görevler” olduğunu, “nihai büyük amaç”ın, kadının kendi yeteneklerini ortaya çıkarmak ve “bilinçli erdemliliğin onuruna sahip olmak” olduğunu söylüyordu.(22,24) On dokuzuncu yüzyılda ‘kadınların oy hakkı’ kadın mücadelesinin önemli bir sahası idi. İngiltere’de kadınlar 1832’de kendileri için oy hakkı talep ettiler ama verdikleri dilekçeleri dikkate alan olmadı. Tam tersine, kadınların oy kullanamayacağı yasaya geçirildi. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise kadınların eşit eğitim, hukuksal ve toplumsal eşitlik ve siyasal oy hakkı talepleri, ancak 19. yüzyılın ortalarında güç- ARALIK 2007 lü bir ifadeye kavuştu ve yeni oluşan örgütlü kadın hareketinin kurucu ilkelerinden biri olarak Seneca Falls Bildirisi’ nde (1848) yerini aldı. Fransa’da, 1848’de “genel oy” hakkı yalnızca erkeklere tanındı. Almanya’da kadınların feminist bilinci, Alman milliyetçiliğinden etkilendi ve kadınlar Alman birliğinin ateşli savunucuları oldular. Ama 1850’de birçok yerde kadınların siyasal toplantılara katılımını yasaklayan yasalar kabul edildi. Kadınların siyasal ve toplumsal eşitlik uğrundaki mücadeleleri 19. ve 20. yüzyıllarda yoğunlaşarak devam etti ve en azından yasal alanda önemli kazanımlara yol açtı. Örneğin 20. yüzyılda kadınlar, BM’ye üye ülkelerin çoğunda eşit siyasal haklar elde ettiler. Oy hakkının, büyük ölçüde, I.Dünya Savaşı’ndan sonra elde edilmesi ile bu savaşın “topyekûn” niteliği dolayısıyla cephe gerisini de çok etkilemesi ve böylece kadınların rolünü artırarak kendilerini “kanıtlamaları”nı sağlaması arasında yakın bir ilişki vardır.(22) II. Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle 1970’lerde yükselen yeni (ikinci dalga) feminist akımı BM Dünya Kadın Konferansları’nın yapılmasında etkili olmuştur. Bunlardan ilki 1975 yılında Meksiko City’de yapılmıştır. Bu Konferans’ta hazırlanıp kabul edilen Dünya Eylem Planında hedef, “Eşit Haklar, Kalkınma ve Barış”tı. BM bu planın hayata geçirilmesi amacıyla 19761985 arasını “Eşit Haklar, Kalkınma ve Barış için Kadın On Yılı” ilan etti. Kadın hareketinin en önemli kazanımlarından birisi de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’nin 1979 yılında BM tarafından hazırlanması oldu. Bu Sözleşme, temel ilke olarak kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın önlenmesini öngörmekteydi. Ne var ki, bütün in- ACTUAL MEDICINE san hakları sözleşmeleri arasında CEDAW, en fazla, imzalanmaya yanaşılmayan ve çekince konulan sözleşme olmuştur. Bu durum, tüm dünyada ataerkilliğin ve ayrımcılığın hegemonyasını ortaya koymaktadır. CEDAW’ın hazırlanmasının ardından “Kadın On Yılı” nın ortasında, 1980 yılında durum değerlendirmesi yapmak üzere Kopenhag’da İkinci Dünya Kadın Konferansı toplandı. Bu Konferans’ta kadının statüsünün iyileştirilmesi konusunda oldukça yavaş ilerleme kaydedildiği saptandı. Üçüncü Dünya Kadın Konferansı 1985 yılında Nairobi’de, sona eren Kadın On Yılı’nı değerlendirmek amacıyla toplandı. Bu Konferans’ta 1976-1985 arasında dünyada gelir dağılımındaki eşitsizliklerin büyüdüğü, gelişmekte olan ülkelerde gittikçe artan ve yer yer derinleşen ekonomik krizler yaşandığı, soğuk savaş döneminin iki bloğu arasında hızlanan silahlanma yarışının ülke gelirlerinin kadınlar lehine kullanılmasını engelleyici bir rol oynadığı, özetle Kadın On Yılı’nın başına göre kadınların durumunun pek çok açıdan kötüleştiği tespit edildi. Konferans’ın sonunda kabul edilen “İleriye Yönelik Stratejiler (Nairobi Stratejileri) Belgesi” nde, hem “gelişmiş” hem de “gelişmekte olan” ülkelerdeki kadınların yaşadığı çok çeşitli sorunlar tanımlandı ve kadınların 21. yüzyıla bunları aşarak yönelmesi için izlenecek stratejiler belirlendi ve kadınların her düzeydeki karar alma mekanizmalarına katılmalarının gerekliliği özellikle vurgulandı.(22, 25) Uluslararası platformda “kadının insan hakları” kavramı 1993 yılında Viyana İnsan Hakları Konferansı’nda dile getirilmiş ve BM tarafından resmen kabul edilmiştir. Yine 1993 yılında BM, Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi’ni kabul ederek 65 önemli bir adım daha atmıştır. Bunların ardından Pekin’de, 1995’de yapılan ve 189 ülkeyi temsilen 17,000 delegenin katıldığı Dördüncü Dünya Kadın Konferansı (Kısaca Pekin +5 olarak adlandırılır) tüm dünyadaki kadın hareketi için önemli bir köşe taşı olmuştur. Pekin +5, kadınların evrensel insan hakları ile eğitim, sağlık, barınma, yoksulluğun ve şiddetin önlenmesi gibi ikinci kuşak haklara tam ve eşit olarak erişmeleri için küresel bir referandum niteliği taşır.(22,25,26,27) Nairobi Stratejileri’nde 2000 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere koyulmuş hedeflerin çoğuna henüz ulaşılamadığını saptayan Pekin +5, bir durum değerlendirmesi yaparak Eylem Platformu’nda öncelik taşıyan 12 alan belirledi. Bunlar: • Kadınların omuzlarına binen ve hep büyüyen yoksulluk yükü; • Eğitimde ve eğitim hizmetlerine ulaşma konusundaki eşitsizlik ve yetersizlikler; • Sağlık ve bağlantılı hizmetlerdeki ve bu hizmetlere ulaşmadaki eşitsizlik ve yetersizlikler; • Kadına yönelik şiddet; • Silahlı çatışmaların kadınlar üzerindeki etkileri; • Ekonomik yapılarda ve politikalarda, üretime yönelik her türlü faaliyette ve kaynaklara ulaşmada eşitsizlik; • Yetki ve karar mekanizmalarındaki kadın-erkek eşitsizliği; • Kadının insan haklarının yaygınlaştırılması ve korunması konusundaki yetersizlik; • Başta medya olmak üzere bütün iletişim sistemlerine katılım ve erişebilme konusundaki eşitsizlik; • Doğal kaynakların yönetiminde ve 66 çevrenin korunmasında toplumsal cinsiyete bağlı eşitsizlikler; • Kız çocuklarına karşı ayrımcılık ve kız çocukların haklarının ihlali; • Kadının toplumsal konumunu yükseltmeye yönelik mekanizmalarda her yer ve düzeyde görülen yetersizliktir.26 3.c. Bugün: Küreselleşme ve Toplumsal Cinsiyet Bugün, 21. yüzyılın başlangıcında olan dünyamız; yönetim, çalışma, yaşama biçimleri ile insanlar ve uluslararasındaki etkileşim biçimlerinde bir değişimin yaşandığı dönemeçtedir. Dünya ölçeğinde sınırları aşarak, dünyayı tek bir topluluğa dönüştürme süreci olarak yaşanan bu değişime Küreselleşme (Globalization) deniliyor. İlk insan Adem ile eşi Havva’nın çocuklarından Habil ile Kabil’in*** ilk kavgayı yaptıkları günden bugüne insanlık tarihi çatışmalara sahne oldu. Bu çatışmalar ırk, din ve etnik odaklı olduğu gibi cinsiyet odaklı olarak da küreselleşen dünyamızda var olmaya devam etmektedir. Küreselleşme gelir eşitsizliklerine yol açarken, artan yoksulluk ile toplumsal cinsiyet ilişkileri ve aile yapısı da olumsuz yönde etkilenmektedir. Özellikle son otuz yıllık kadın hakları mücadelesinin Uluslararası platformda kazandığı hukuksal ve siyasal kazanımlara rağmen, dünyanın her yerinde toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve cinsiyet ayrımcılığı giderek artmaktadır. Hablemitoğlu bu durumu şu sözleriyle özetlemektedir: “Küreselleşmenin kadınlar açısından öylesine kötü sonuçları var ki, bunlar çoğu zaman ‘küreselleşmenin erkek’ olduğunu düşündürmektedir” .(27) Küreselleşmenin kadına getirdiği bazı kötü sonuçlar şöyle sıralanabilir: • 6 milyarı aşan dünya nüfusunun, 1.3 ACTUAL MEDICINE milyarı mutlak yoksulluk sınırı (absolute poverty line) nın**** altında yaşarken, bunların %70’ini kadınlar oluşturmaktadır; • Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar, dünyadaki toplam üretimin 2/3’sini sağlamalarına rağmen, toplam üretimin %5’ini alabiliyorlar. • Kadınların küresel işgücüne katılımı büyük oranda tarım sektöründe olurken, kadın işçiler ülkeler arasında güvencesiz, ucuz ve vasıfsız bir işgücü hareketine yol açmaktadır; • Kadınların çoğu ev hanımıdır ve ev hanımlığının aile gelirine dolaylı katkısı gözardı edilmektedir; • Kısmi zamanlı (part-time) işlerde çoğunlukla kadınlar çalışmaktadır. Bu tür çalışma avantaj gibi görünmekle birlikte kadınların ekonomik bağımsızlığını kısıtlamaktadır; • Gelişmiş ülkelerde dahi çalışan kadınlar idari kadrolarda erkeklere göre daha az yer alırken, daha çok öğretmenlik, hemşirelik gibi yarı profesyonel işlerde çalışmaktadırlar. • Eğitim ve öğretimde kadın erkek eşitsizliği gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde sürmektedir. • Tüm dünyada kadınlara yönelik aile içi şiddet artarak sürmekte, her üç kadından biri fiziksel ya da cinsel şiddete uğramaktadır. Örneğin; Fransa’da cinayete kurban giden kadınların %50’sini eşleri öldürmektedir. Düzenli olarak eşinden dayak yiyen kadınların oranı ise Üçüncü Dünya’da %30-%40 arasındadır; • Dünyanın özellikle geri kalmış ülkelerinde namus cinayetlerinde çok sayıda kadın öldürülmektedir; • BM’in tahminlerine göre pek çok ülkenin milli gelirinin %2-%14’ü kadın ARALIK 2007 ticaretinden sağlanmaktadır.(27,28) 4. Sonuç: Neolitik Çağ ile tarım toplumuna geçilmesinden bu yana, insanlığın son 10,000 yıllık dönemine damgasını vuran ataerkil yapının son birkaç yüzyıllık mücadeleyle birden yıkılmasını beklemek hayal olur. Dünyamızın daha ba- rışçıl ve kadıncıl bir hal alması için önümüzde uzun bir yol var gibi görünüyor. Denilebilir ki, tüm dünyada kadının statüsünün yükseltilmesi için verilen mücadelede en büyük engel, kadının mevcut statüsünü kabullenmiş olmasıdır. Bu engelin ortadan kaldırılması için elimizdeki en büyük silah ise eğitimdir. Eğitim ile bilinçlendirilmiş ka- dınların; Öğrenim düzeylerinin yükselmesi, daha iyi ve idari konumdaki işlere gelmeleri, evlenme yaşlarının ileriye kayması, daha az çocuk doğurmaları ve artık kadın değil insan olarak haklarına sahip çıkmaları bir zincirin halkaları gibi peşi sıra gelecektir. Böylece özgürleşen kadın, daha güzel bir dünyanın doğmasına sebep olacaktır. Kaynaklar 1. Akın A, Demirel S. Toplumsal cinsiyet kavramı ve sağlığa etkileri. CÜ Tıp Fakültesi Dergisi. 2003; 25 (4):73-82. kültesi Sosyoloji Bölümü Bitirme Tezi, Denizli, 2004. üzerine düşünceler. Birinci basım. İstanbul: Metis Yayınları, 2007:87-90. 10. Engels F. Ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni (1884). Birinci Basım. İstanbul: Sol Yayınları, 1979:71. 22. Berktay F. Kadınların insan haklarının gelişimi ve Türkiye. Sivil Toplum ve Demokrasi, no:7, 2004. 3. Türmen T. Toplumsal cinsiyet ve kadın sağlığı. İç: Akın A (editör).Toplumsal cinsiyet, sağlık ve kadın. Ankara:Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM), Hacette Üniversitesi Yayınları, 2003:3-16. 11. Kramer SN. Tarih Sümer’de başlar. İkinci Basım. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2002: 364-77. 23. Çakmak D.Fransız Devrimi’nde kadın: Eksik Yurttaş. Ege Akademik Bakış. 2007; 7(2): 735–53. 12. Campbell J. Doğu Mitolojisi, Tanrının maskeleri. 3. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi, 2003. 4. Connell RW: Toplumsal cinsiyet ve iktidar. Birinci basım. İstanbul: Ayrıntı yayınları, 1998. 13. Halikarnas Balıkçısı. Merhaba Anadolu. İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1997. 24. Şişman N. Emanetten Mülke-Kadın Bedeninin Yeniden İnşası. İstanbul: İnsan Yayınları,1993. Kaynağa ulaşılan kaynak:http://www.geocities.com/kadingercegi/modernizmfem.htm (22.8.2007). 2. Agacinski S. Cinsiyetler siyaseti. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 1998:15. 5. Scoot JW. Toplumsal cinsiyet: Faydalı bir tarihsel analiz kategorisi. Birinci basım. İstanbul: Agora Kitaplığı, 2007:3. 6. Alptekin K. Türkiye’de kadının statüsü. http://www.sosyalhizmetuzmani.org/kadinstatu.htm (21.08.2007). 7. Giddens A. Toplumsal cinsiyet ve cinsellik. İç: Giddens A (editör). Sosyoloji. Ankara: Ayraç Yayınevi, 2000:95-121. 8. Freud S. The Psychopathogy of everday life. Harmondswort: Penguin,1975. Kaynağa ulaşılan kaynak: Erdat B. Toplumsal cinsiyet sorunları ve kız çocuklarının okutulmaması. T.C. Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Bitirme Tezi, Denizli, 2004. 9. Chodorow N. The Reproduction of Mothering. University of California Pres, Berkeley, 1978. Kaynağa ulaşılan kaynak: Erdat B. Toplumsal cinsiyet sorunları ve kız çocuklarının okutulmaması. T.C. Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fa- 14. Amazonlar. http://mitoloji.info/amazonlar/ (22.08.2007). 15. Campbell J. Batı Mitolojisi, Tanrının maskeleri. 3. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi, 2003. 16. Can Ş. Klasik Yunan Mitolojisi. 8. Baskı. İstanbul: İnkılap Kitabevi. 17. Priapos.http://tr.wikipedia.org/wiki/ Priapos (22.08.2007). 18. Sıvacıoğlu M. Avrupa Topluluğunda kadın-erkek eşitliği ve bunun Türk mevzuatı ile karşılaştırılarak değerlendirilmesi. Aile ve Toplum Dergisi. 1991;1(1):5-10. 19. Kramer H, Sprenger J. Malleus Maleficarum. New York: Bloom Yayınevi, 1970. Kaynağa ulaşılan kaynak: Keller EF. Toplumsal cinsiyet ve bilim üzerine düşünceler. Birinci basım. İstanbul: Metis Yayınları, 2007. 20. Haris M. İnekler, domuzlar, savaşlar ve cadılar. Ankara: İmge Kitabevi, 1995. 21. Keller EF. Toplumsal cinsiyet ve bilim 25. Akın A, Esin Ç, Çelik K. Kadının sağlık hakkı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa’da kadın sağlığının iyileştirilmesine yönelik stratejik eylem planı. İç: Akın A (editör). Toplumsal cinsiyet, sağlık ve kadın. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM), Hacette Üniversitesi Yayınları, 2003:17-32. 26. Anıl E, İlkkaracan P, Kılıç Z, Ronge K, Seral G,Ülgen T. Pekin+5 Birleşmiş Milletler’de kadının insan hakları ve Türkiye’ nin taahhütleri.1.Basım. İstanbul, 2001. Kaynağa ulaşılan kaynak:http://www.kadinininsanhaklari.org/images/pekin5.pdf (22.08.2007). 27. Hablemitoğlu Ş. Toplumsal cinsiyet yazıları, kadınlara dair birkaç söz. 1. Basım. İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004. 28. Ecevit Yıldız. Toplumsal cinsiyetle yoksulluk ilişkisi nasıl kurulabilir? Bu ilişki nasıl çalışılabilir? CÜ Tıp Fakültesi Dergisi (Özel Eki). 2003; 25 (4):83-88. * Freud’un Toplumsal Cinsiyet Gelişim Kuramı, Oedipus Kompleksi olarak da bilinir ve mitolojik bir kahraman olan Oedipus’un efsanesine dayanır. Oedipus Efsanesi hakkında bilgi için “Can Ş. Klasik Yunan Mitolojisi. 8. Baskı. İstanbul: İnkılap Yayınevi” adlı esere başvurulabilir. ** Eski Ahit’te Yaratılış (Genesis) Kitabı’nın 2. Bölümü’nde anlatılan Adem ile Havva’nın Yasak Ağaç’ın meyvesinden yemeleri, Hıristiyanlarca İlk Günah olarak adlandırılır. Bu günahı Adem’e Havva işlettiği için Hıristiyan inancında Havva, dolayısıyla kadın lanetlenir. *** Adem ile Havva’nın ilk kavgayı eden iki oğlu Habil ile Kabil hakkında daha geniş bilgi için Eski Ahit’in Yaratılış (Genesis) Kitabı’nın 4. Bölümü’ne başvurulabilir. **** Mutlak yoksulluk sınırı (absolute poverty line): 1 Amerikan dolarının altında gelire sahip olmaktır. Ayrıntılı bilgi için; “Edward P. The Ethical Poverty Line: a moral quantification of absolute poverty. Third World Quarterly. 2006; 27(2):377-93.” çalışmaya başvurulabilir. ARALIK 2007 ACTUAL MEDICINE 67