Toplumsal Cinsiyet.

advertisement
Geniş Açı
Tarihsel Süreçte Toplumsal Cinsiyet:
Küresel Bir Yaklaşım
Uzm.Dr. Mustafa TÖZÜN
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
(Önceki Sayımızda Devam)
Yunan Mitolojisi’nde yaratılış hadisesine ait mitolojik hikayeyi incelediğimizde tanrıların tanrıçalara üstünlüğü
açıkça görülebilir. Özetle hikaye şöyledir:“
“Kaos’tan ilk ortaya çıkan varlık olan
Gaya (=Gea)’dır. Gaya, Toprak Ana’
dır, bir başka deyişle kadındır ve diğer
tüm varlıklar ondan doğacaktır. İlk var
olan Gaya’dan Uranos (Gök) doğmuş
ve aralarındaki bağ olan Eros’un (Erotik
sözcüğü, Eros ile ilgili anlamındadır) etkisiyle her ikisinden Titanlar ve Yüz
kollu canavarlar oluşmuştur. Baba Uranos kendi çocukları olan Yüz Kollu Canavarlar’ı sevmemiş ve onları anneleri
Gaya’nın rahmine doğru geri itmiştir.
Bu durumdan ıstırap duyan ve çocukları için üzülen Gaya cefakar anne modelinin prototipi durumuna gelmiştir.
Neyse ki; annesinin durumuna üzülen
ve Titanlar’dan biri olan Kronos (Zaman), annesinin kendisine verdiği orak
ile babasını yenmiş ve onu cezalandırmıştır. Böylece Uranos’a ait iktidar, oğ-
ARALIK 2007
lu Kronos’a geçmiştir (Buradan iktidarın eril güçlerin elinde olduğu anlaşılmaktadır). Kronos iktidara geçer geçmez annesine verdiği sözü unutmuştur
ve Yüz kollu canavarları kendisi cezalandırmaya başlamıştır. Çektiği cefa
dinmeyen anne Gaya, oğlu Kronos’u
lanetlemiştir. Bu lanete göre babasının
iktidarını eline geçiren Kronos, kendi
çocuklarından biri tarafından iktidardan indirilecek ve cezalandırılacaktır…Daha sonra Kronos kardeşi Rhea
ile evlenir. Ancak annesinin lanetinden korkan Kronos tüm doğan çocuklarını yutar. Bu defa ağlayan ve cefa çeken anne Rhea’dır. Rhea annesi ve kayınvalidesi olan Gaya’nın yardımıyla
son doğurduğu çocuğunu gizleyerek
Kronos’un onu yutmasına engel olur.
Bu çocuk büyür ve bir gün babasının
karşısına çıkar. O, Zeus’tur. Zeus büyük bir savaşın sonrasında babası
Kronos’un iktidarını devirir. Kronos,
daha önce yutmuş olduğu tüm çocuklarını kusar ve onlar büyümüş halde ortaya çıkarlar. Bu defa iktidar Zeus’un
elindedir ve o bu iktidarı kardeşleriyle
paylaşma yolunu tutar. İktidar paylaşımı şöyle gerçekleşir: Zeus: Göklerin
Tanrısı, Poseidon: Okyanuslar Tanrısı,
Hades: Yer altı Tanrısı. Bu üç kardeş erkektir. Diğer kardeşler olan üç kız kardeşin payına düşenler ise şöyledir: Hera: Ev hanımlığı Tanrıçası, Hestia: Ev
ve ocak Tanrıçası, Demeter: Bereket
Tanrıçası. Açık bir şekilde görülüyor ki;
erkekler aktif ve üst yönetici konumda
ACTUAL
MEDICINE
iken, kadınlar pasif ve alt yönetici konumdadır...Daha sonra, Zeus kardeşi
Hera ile evlenir. Ancak bu evlilik sadakate dayanmamaktadır. Zeus, Hera’yı defalarca aldatır. Zeus’un başka tanrıçalardan ve insan kadınlardan da çocukları olur. Buna karşılık Hera sürekli
aldatılan, kıskanan ve kıskançlığından
dolayı, Zeus’un birlikte olduğu kadınlara kötülükler yapan bir mağdur kadın
rolündedir.”(16)
Anaerkil toplumlarda kadın cinsel organını andırır biçimde yapılmış tapınaklara karşılık, ataerkil toplumlarda
erkek cinsel organı (fallus) kutsanır.
Örneğin, Eski Yunan’da bereket tanrısı
Priapos erkek cinsel organı ile temsil
edilmekteydi.(17)
İnsanlığın feodal döneme geçişinden
bu yana hakim olan ataerkil toplum yapısına sahip uygarlıkların kadına bakış
açılarına bakıldığında, kadın aleyhine
cinsel ayrımcılık (gender discrimination) açıkça görülmektedir. Sıvacıoğlu bu
konudaki çeşitli örnekleri şöylece vermektedir: “Eski Hind hukukuna göre
kadın evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiçbir hakka sahip değildir. Kadın murdar temayüllere, zayıf karaktere
ve fena bir ahlâka sahip olduğundan
Manu Kanunu onu, çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, kocasının
vefatından sonra da oğluna veya kocanın akrabasından bir erkeğe bağlı olmaya mecbur etmiştir. Budizm’in kurucusu Buda, önceleri dinine kadınları ka-
63
bul etmiyordu. Çok yakın dostu olan
amcazadesi Anende‘nin ısrarı ile kadınları sonradan Budizm’e kabul etmiştir. Yine de bu kabulün Budist toplumu
için çok tehlikeli olduğunu söylemiştir.
Bir defasında Anende‘ye ‘kadını dine
kabul etmeseydik Budizm saf bir şekilde uzun asırlar devam ederdi’ diyerek
tepkisini göstermiştir. Çinliler’de kadın
insan sayılmaz, ona ad bile takılmazdı.
Kadın, bir, iki, üç... diye çağırılırdı.
Erkek çocuklar makbul sayılırdı, fakat
kız çocuklar domuz diye anılırdı. Babil
hükümdarı Hammurabi (M.Ö. 21232081) tarafından konulan ve kendi
adıyla anılan Hammurabi Kanunları’nda aile hakları üzerine bir çok madde vardır. Kanun, tek kadınla evlenmeyi esas tuttuğu halde, bazı hallerde birden fazla kadınla evlenmeyi de kabul
etmiştir. İsrail Hukuku’nda ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızları
babalarının evlerinde bile hizmetçi gibidirler. Boşama hakkı keyfi bir surette
kocaya aitti. Kızlar ancak başka bir varis bulunmadığı takdirde babalarının
mirasına nail olabilirlerdi. İslam’ın doğuşu sıralarında Arabistan yarımadasında kadın, aile kurmaktan, boşanmaktan ve miras hakkından mahrumdu. Kadın erkekten her bakımdan aşağı kabul edilirdi. Kız çocuk aileye bir
yük ve utanma vasıtası idi. Babalar kızlarını öldürebiliyorlardı. Kadın Eski
Yunan ve Roma‘da da hiçbir hakka sahip değildi. Evlenmenin en mühim gayesi erkek çocuk elde etmek, zevk ve
şehveti tatmin etmek, eve mal-mülk
üzerine bir bekçi ve hizmetçi getirmekti. Bir Yunan filozof olan Aristo,
‘Kadın yaratılışta yarı kalmış bir erkektir’ demiştir”.(18) İngiltere’de 5. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar kocalar karılarını
satabilirdi. İlk Günah’ın** işlenmesine
sebep olanın ve böylece insanlığın felaketini hazırlayanın bir kadın olduğuna
64
inanan Hıristiyan milletler kadına daima bir şeytan nazarıyla bakmışlardır.
Orta Çağ’da, Avrupa’da cadı inancı bu
bakış açısının ürünüydü. Kramer ve
Sprenger’in 1486 yılında yazdıkları
Cadı Çekici (Malleus Maleficarum)
adlı kitapta şunlar yazılmıştı: “Her türlü cadılık bedensel şehvetin bir ürünüdür ve kadınlarda bu şehvet arzusu
doymak nedir bilmez… Dolayısıyla kadınlar şehvetlerinin yüzü suyu hürmetine şeytanlarla düşüp kalkarlar.”(19) Avrupa’da cadılara duyulan nefret öyle
büyümüştü ki, bir cadı avı başlamış,
15. ve 17. yüzyıllar arasında 500,000
kadın, cadı olduğu iddiasıyla hüküm
giymiş ve yakılarak öldürülmüştür.(20)
İngiltere’de, kadın mundar bir mahlûk
sayıldığından İncil’e el süremezdi. Bu
vaziyet ancak Kral VIII. Henri’nin
(1509-1547) devrinde parlamentodan
çıkan bir kararla sona erebildi.(18)
Bundan iki yüzyıl sonrası, 17. yüzyılda
Avrupa’da toplumsal, ekonomik ve siyasal açıdan tam bir dönüşüm yaşandı.
Avrupa genelinde egemen toplumsal
cinsiyet ideolojileri iki yüz yıldan beri
önemli bir ölçüde değişmekteydi ve 17.
yüzyılın sonlarına gelindiğinde, erkek
ve kadın rolleri arasında kadının aleyhine olan durum önemli ölçüde kadının lehine döndü. Buna karşılık erkek
ve kadın tanımları, ilk dönem sanayi
kapitalizminin iş ile ev arasındaki bölünmeyi arttırmasına fevkalade uygun
biçimde yeniden kutuplaşmaya başlıyordu. Erkeklere ve kadınlara ait alanlar arasına yeni bir ayrım çizgisi çekiliyordu, bu durum zaman içerisinde her
sınıftan kadınların ama özellikle de orta ve üst sınıflara mensup olanların
önündeki ekonomik, siyasal ve toplumsal seçeneklerin muazzam ölçüde azalmasıyla noktalanacaktı. Denilebilir ki,
17. yüzyılda da cinsel ayrımcılık şekil
değiştirerek sürmekte idi. İngiltere
ACTUAL
MEDICINE
Kralı 1. James’in 1620’de Londra piskoposuna, tüm din adamlarının “Kadınların saygısızlıkları, geniş kenarlı
şapka ve dar yelek giymelerini, saçlarını kısa ya da kırpık kestirmelerini şiddetle mahkum etmeleri” yönünde talimat vermesi kadınların eril davranış tutumlarından duyulan rahatsızlığın göstergesiydi.(21)
3.b. Kapitalizmden Bugüne:
Fransız İhtilali (1789), feodal toplum
yapısından kapitalist toplum yapısına
geçiş ile birlikte temel hak ve özgürlükler kavramlarını da beraberinde getirdi.
Daha öncesinde Magna Carta ve diğer
İngiliz yasaları (Bill of Rights; Petition
of Rights, vb.) ile beraber 1789 İnsan
ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ve ardından 1949 Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile olgunlaşan insan hakları söylemi, bütün
insanlığın gündemine girdi. Ne var ki,
insan hakları söyleminin temel aldığı
insan soyutlamasının ardında, aslında,
iktidar ilişkileri içinde egemen olanı
temsil eden somut bir insan vardı: Beyaz, burjuva ve aynı zamanda da erkek!
Kapitalizme geçişten sonra da erkeklerle eşit statüye kavuşamayan kadınlar,
eşitlik için mücadeleye iyice geri bir
noktadan, kadının da insan olduğunun
kabul edilmesi ve“lanetli Havva”** imgesinin reddedilmesinden başlamak zorunda kaldı. Kadınların siyasal ve toplumsal mücadelesi, esas olarak, 18.
yüzyılda başladı. kadınların ezilen bir
gruba mensup olduklarının ve dolayısıyla haksızlığa uğramış olduklarının
farkına varmalarını ve bu haksızlığın
doğal değil de toplumsal/kültürel bir
olgu olduğunu kavramalarını ve bu
bağlamda mücadele edilmesini içeren
feminizm düşüncesi de bu yüzyılda
doğdu.(22)
ARALIK 2007
İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi
(1789)’ nin kadın haklarının savunulmasında yetersiz kaldığını düşünen
Fransız İhtilali’nin devrimci kadınlarından olan Olympe de Gouges 1791’de
Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni
ilan etti ise de “kadın cinsine yakışmayacak biçimde politika yapmaya kalkıştığı için (?)” devrimci mahkeme tarafından giyotin ile idam edildi. Gouges,
şöyle diyordu: “Ey kadınlar! Kadınlar
gözlerinizi ne zaman açacaksınız? Bu
Devrim’den ne kazandınız? Daha pervasız bir aşağılanma, daha aleni bir küçümseme. Yozlaşma yüzyıllarında sadece erkeklerin zayıflığına hükmettiniz.
İmparatorluğunuz yıkılıyor, geriye ne
kalıyor? Erkeğin adaletsizliklerinin
mahkûmiyeti...Doğanın bilge kararlarına dayandırılan, irsi mülkiyetin üzerinde hak talebi.” (22,23)
Gouges’in ardından, ilk sistemli feminist meydan okuma, 1792 yılında yazdığı Kadın Haklarının Savunusu (A
Vindication of the Rights of Woman)
adlı eserinde kadınların hem toplum
hem de erkekler tarafından ezildiklerini
güçlü bir şekilde dile getiren Mary
Wollstonecraft tarafından yapıldı.
Wollstonecraft, eşlik ve annelik görevlerinin salt “basit görevler” olduğunu,
“nihai büyük amaç”ın, kadının kendi
yeteneklerini ortaya çıkarmak ve “bilinçli erdemliliğin onuruna sahip olmak” olduğunu söylüyordu.(22,24)
On dokuzuncu yüzyılda ‘kadınların oy
hakkı’ kadın mücadelesinin önemli bir
sahası idi. İngiltere’de kadınlar
1832’de kendileri için oy hakkı talep
ettiler ama verdikleri dilekçeleri dikkate
alan olmadı. Tam tersine, kadınların oy
kullanamayacağı yasaya geçirildi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ise kadınların eşit eğitim, hukuksal ve toplumsal eşitlik ve siyasal oy hakkı talepleri, ancak 19. yüzyılın ortalarında güç-
ARALIK 2007
lü bir ifadeye kavuştu ve yeni oluşan
örgütlü kadın hareketinin kurucu ilkelerinden biri olarak Seneca Falls Bildirisi’
nde (1848) yerini aldı. Fransa’da,
1848’de “genel oy” hakkı yalnızca erkeklere tanındı. Almanya’da kadınların feminist bilinci, Alman milliyetçiliğinden etkilendi ve kadınlar Alman
birliğinin ateşli savunucuları oldular.
Ama 1850’de birçok yerde kadınların
siyasal toplantılara katılımını yasaklayan yasalar kabul edildi. Kadınların siyasal ve toplumsal eşitlik uğrundaki
mücadeleleri 19. ve 20. yüzyıllarda yoğunlaşarak devam etti ve en azından
yasal alanda önemli kazanımlara yol
açtı. Örneğin 20. yüzyılda kadınlar,
BM’ye üye ülkelerin çoğunda eşit siyasal haklar elde ettiler. Oy hakkının, büyük ölçüde, I.Dünya Savaşı’ndan sonra
elde edilmesi ile bu savaşın “topyekûn”
niteliği dolayısıyla cephe gerisini de
çok etkilemesi ve böylece kadınların rolünü artırarak kendilerini “kanıtlamaları”nı sağlaması arasında yakın bir ilişki
vardır.(22)
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle
1970’lerde yükselen yeni (ikinci dalga)
feminist akımı BM Dünya Kadın Konferansları’nın yapılmasında etkili olmuştur. Bunlardan ilki 1975 yılında
Meksiko City’de yapılmıştır. Bu Konferans’ta hazırlanıp kabul edilen Dünya
Eylem Planında hedef, “Eşit Haklar,
Kalkınma ve Barış”tı. BM bu planın
hayata geçirilmesi amacıyla 19761985 arasını “Eşit Haklar, Kalkınma ve
Barış için Kadın On Yılı” ilan etti.
Kadın hareketinin en önemli kazanımlarından birisi de Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’nin 1979 yılında BM
tarafından hazırlanması oldu. Bu Sözleşme, temel ilke olarak kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın önlenmesini öngörmekteydi. Ne var ki, bütün in-
ACTUAL
MEDICINE
san hakları sözleşmeleri arasında CEDAW, en fazla, imzalanmaya yanaşılmayan ve çekince konulan sözleşme olmuştur. Bu durum, tüm dünyada ataerkilliğin ve ayrımcılığın hegemonyasını
ortaya koymaktadır. CEDAW’ın hazırlanmasının ardından “Kadın On Yılı”
nın ortasında, 1980 yılında durum değerlendirmesi yapmak üzere Kopenhag’da İkinci Dünya Kadın Konferansı
toplandı. Bu Konferans’ta kadının statüsünün iyileştirilmesi konusunda oldukça yavaş ilerleme kaydedildiği saptandı. Üçüncü Dünya Kadın Konferansı 1985 yılında Nairobi’de, sona
eren Kadın On Yılı’nı değerlendirmek
amacıyla toplandı. Bu Konferans’ta
1976-1985 arasında dünyada gelir dağılımındaki eşitsizliklerin büyüdüğü,
gelişmekte olan ülkelerde gittikçe artan
ve yer yer derinleşen ekonomik krizler
yaşandığı, soğuk savaş döneminin iki
bloğu arasında hızlanan silahlanma yarışının ülke gelirlerinin kadınlar lehine
kullanılmasını engelleyici bir rol oynadığı, özetle Kadın On Yılı’nın başına
göre kadınların durumunun pek çok
açıdan kötüleştiği tespit edildi. Konferans’ın sonunda kabul edilen “İleriye
Yönelik Stratejiler (Nairobi Stratejileri)
Belgesi” nde, hem “gelişmiş” hem de
“gelişmekte olan” ülkelerdeki kadınların yaşadığı çok çeşitli sorunlar tanımlandı ve kadınların 21. yüzyıla bunları
aşarak yönelmesi için izlenecek stratejiler belirlendi ve kadınların her düzeydeki karar alma mekanizmalarına katılmalarının gerekliliği özellikle vurgulandı.(22, 25)
Uluslararası platformda “kadının insan
hakları” kavramı 1993 yılında Viyana
İnsan Hakları Konferansı’nda dile getirilmiş ve BM tarafından resmen kabul
edilmiştir. Yine 1993 yılında BM, Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi’ni kabul ederek
65
önemli bir adım daha atmıştır. Bunların
ardından Pekin’de, 1995’de yapılan ve
189 ülkeyi temsilen 17,000 delegenin
katıldığı Dördüncü Dünya Kadın Konferansı (Kısaca Pekin +5 olarak adlandırılır) tüm dünyadaki kadın hareketi
için önemli bir köşe taşı olmuştur.
Pekin +5, kadınların evrensel insan
hakları ile eğitim, sağlık, barınma, yoksulluğun ve şiddetin önlenmesi gibi
ikinci kuşak haklara tam ve eşit olarak
erişmeleri için küresel bir referandum
niteliği taşır.(22,25,26,27)
Nairobi Stratejileri’nde 2000 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere koyulmuş
hedeflerin çoğuna henüz ulaşılamadığını saptayan Pekin +5, bir durum değerlendirmesi yaparak Eylem Platformu’nda öncelik taşıyan 12 alan belirledi.
Bunlar:
• Kadınların omuzlarına binen ve hep
büyüyen yoksulluk yükü;
• Eğitimde ve eğitim hizmetlerine ulaşma konusundaki eşitsizlik ve yetersizlikler;
• Sağlık ve bağlantılı hizmetlerdeki ve
bu hizmetlere ulaşmadaki eşitsizlik
ve yetersizlikler;
• Kadına yönelik şiddet;
• Silahlı çatışmaların kadınlar üzerindeki etkileri;
• Ekonomik yapılarda ve politikalarda,
üretime yönelik her türlü faaliyette
ve kaynaklara ulaşmada eşitsizlik;
• Yetki ve karar mekanizmalarındaki
kadın-erkek eşitsizliği;
• Kadının insan haklarının yaygınlaştırılması ve korunması konusundaki
yetersizlik;
• Başta medya olmak üzere bütün iletişim sistemlerine katılım ve erişebilme konusundaki eşitsizlik;
• Doğal kaynakların yönetiminde ve
66
çevrenin korunmasında toplumsal
cinsiyete bağlı eşitsizlikler;
• Kız çocuklarına karşı ayrımcılık ve
kız çocukların haklarının ihlali;
• Kadının toplumsal konumunu yükseltmeye yönelik mekanizmalarda
her yer ve düzeyde görülen yetersizliktir.26
3.c. Bugün: Küreselleşme ve
Toplumsal Cinsiyet
Bugün, 21. yüzyılın başlangıcında olan
dünyamız; yönetim, çalışma, yaşama
biçimleri ile insanlar ve uluslararasındaki etkileşim biçimlerinde bir değişimin yaşandığı dönemeçtedir. Dünya ölçeğinde sınırları aşarak, dünyayı tek bir
topluluğa dönüştürme süreci olarak yaşanan bu değişime Küreselleşme (Globalization) deniliyor. İlk insan Adem
ile eşi Havva’nın çocuklarından Habil
ile Kabil’in*** ilk kavgayı yaptıkları
günden bugüne insanlık tarihi çatışmalara sahne oldu. Bu çatışmalar ırk, din
ve etnik odaklı olduğu gibi cinsiyet
odaklı olarak da küreselleşen dünyamızda var olmaya devam etmektedir.
Küreselleşme gelir eşitsizliklerine yol
açarken, artan yoksulluk ile toplumsal
cinsiyet ilişkileri ve aile yapısı da olumsuz yönde etkilenmektedir. Özellikle
son otuz yıllık kadın hakları mücadelesinin Uluslararası platformda kazandığı
hukuksal ve siyasal kazanımlara rağmen, dünyanın her yerinde toplumsal
cinsiyet eşitsizlikleri ve cinsiyet ayrımcılığı giderek artmaktadır. Hablemitoğlu bu durumu şu sözleriyle özetlemektedir: “Küreselleşmenin kadınlar açısından öylesine kötü sonuçları var ki, bunlar çoğu zaman ‘küreselleşmenin erkek’
olduğunu düşündürmektedir” .(27)
Küreselleşmenin kadına getirdiği bazı
kötü sonuçlar şöyle sıralanabilir:
• 6 milyarı aşan dünya nüfusunun, 1.3
ACTUAL
MEDICINE
milyarı mutlak yoksulluk sınırı (absolute poverty line) nın**** altında yaşarken, bunların %70’ini kadınlar oluşturmaktadır;
• Dünya nüfusunun yarısını oluşturan
kadınlar, dünyadaki toplam üretimin
2/3’sini sağlamalarına rağmen, toplam
üretimin %5’ini alabiliyorlar.
• Kadınların küresel işgücüne katılımı
büyük oranda tarım sektöründe olurken, kadın işçiler ülkeler arasında güvencesiz, ucuz ve vasıfsız bir işgücü hareketine yol açmaktadır;
• Kadınların çoğu ev hanımıdır ve ev
hanımlığının aile gelirine dolaylı katkısı gözardı edilmektedir;
• Kısmi zamanlı (part-time) işlerde çoğunlukla kadınlar çalışmaktadır. Bu tür
çalışma avantaj gibi görünmekle birlikte kadınların ekonomik bağımsızlığını
kısıtlamaktadır;
• Gelişmiş ülkelerde dahi çalışan kadınlar idari kadrolarda erkeklere göre
daha az yer alırken, daha çok öğretmenlik, hemşirelik gibi yarı profesyonel
işlerde çalışmaktadırlar.
• Eğitim ve öğretimde kadın erkek eşitsizliği gelişmekte olan ve geri kalmış
ülkelerde sürmektedir.
• Tüm dünyada kadınlara yönelik aile
içi şiddet artarak sürmekte, her üç kadından biri fiziksel ya da cinsel şiddete
uğramaktadır. Örneğin; Fransa’da cinayete kurban giden kadınların %50’sini
eşleri öldürmektedir. Düzenli olarak
eşinden dayak yiyen kadınların oranı
ise Üçüncü Dünya’da %30-%40 arasındadır;
• Dünyanın özellikle geri kalmış ülkelerinde namus cinayetlerinde çok sayıda kadın öldürülmektedir;
• BM’in tahminlerine göre pek çok ülkenin milli gelirinin %2-%14’ü kadın
ARALIK 2007
ticaretinden sağlanmaktadır.(27,28)
4. Sonuç:
Neolitik Çağ ile tarım toplumuna geçilmesinden bu yana, insanlığın son
10,000 yıllık dönemine damgasını vuran ataerkil yapının son birkaç yüzyıllık
mücadeleyle birden yıkılmasını beklemek hayal olur. Dünyamızın daha ba-
rışçıl ve kadıncıl bir hal alması için
önümüzde uzun bir yol var gibi görünüyor. Denilebilir ki, tüm dünyada kadının statüsünün yükseltilmesi için verilen mücadelede en büyük engel, kadının mevcut statüsünü kabullenmiş olmasıdır. Bu engelin ortadan kaldırılması için elimizdeki en büyük silah ise eğitimdir. Eğitim ile bilinçlendirilmiş ka-
dınların; Öğrenim düzeylerinin yükselmesi, daha iyi ve idari konumdaki işlere gelmeleri, evlenme yaşlarının ileriye
kayması, daha az çocuk doğurmaları ve
artık kadın değil insan olarak haklarına
sahip çıkmaları bir zincirin halkaları gibi peşi sıra gelecektir. Böylece özgürleşen kadın, daha güzel bir dünyanın
doğmasına sebep olacaktır. Kaynaklar
1. Akın A, Demirel S. Toplumsal cinsiyet
kavramı ve sağlığa etkileri. CÜ Tıp
Fakültesi Dergisi. 2003; 25 (4):73-82.
kültesi Sosyoloji Bölümü Bitirme Tezi,
Denizli, 2004.
üzerine düşünceler. Birinci basım.
İstanbul: Metis Yayınları, 2007:87-90.
10. Engels F. Ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni (1884). Birinci Basım. İstanbul: Sol Yayınları, 1979:71.
22. Berktay F. Kadınların insan haklarının gelişimi ve Türkiye. Sivil Toplum ve
Demokrasi, no:7, 2004.
3. Türmen T. Toplumsal cinsiyet ve kadın
sağlığı. İç: Akın A (editör).Toplumsal cinsiyet, sağlık ve kadın. Ankara:Hacettepe
Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve
Uygulama Merkezi (HÜKSAM), Hacette
Üniversitesi Yayınları, 2003:3-16.
11. Kramer SN. Tarih Sümer’de başlar. İkinci
Basım. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2002:
364-77.
23. Çakmak D.Fransız Devrimi’nde kadın:
Eksik Yurttaş. Ege Akademik Bakış.
2007; 7(2): 735–53.
12. Campbell J. Doğu Mitolojisi, Tanrının
maskeleri. 3. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi, 2003.
4. Connell RW: Toplumsal cinsiyet ve iktidar. Birinci basım. İstanbul: Ayrıntı yayınları, 1998.
13. Halikarnas Balıkçısı. Merhaba Anadolu.
İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1997.
24. Şişman N. Emanetten Mülke-Kadın Bedeninin Yeniden İnşası. İstanbul: İnsan
Yayınları,1993. Kaynağa ulaşılan kaynak:http://www.geocities.com/kadingercegi/modernizmfem.htm (22.8.2007).
2. Agacinski S. Cinsiyetler siyaseti. Ankara:
Dost Kitabevi Yayınları, 1998:15.
5. Scoot JW. Toplumsal cinsiyet: Faydalı bir
tarihsel analiz kategorisi. Birinci basım.
İstanbul: Agora Kitaplığı, 2007:3.
6. Alptekin K. Türkiye’de kadının statüsü.
http://www.sosyalhizmetuzmani.org/kadinstatu.htm (21.08.2007).
7. Giddens A. Toplumsal cinsiyet ve cinsellik. İç: Giddens A (editör). Sosyoloji. Ankara: Ayraç Yayınevi, 2000:95-121.
8. Freud S. The Psychopathogy of everday
life. Harmondswort: Penguin,1975. Kaynağa ulaşılan kaynak: Erdat B. Toplumsal
cinsiyet sorunları ve kız çocuklarının
okutulmaması. T.C. Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Bitirme Tezi, Denizli, 2004.
9. Chodorow N. The Reproduction of Mothering. University of California Pres, Berkeley, 1978. Kaynağa ulaşılan kaynak:
Erdat B. Toplumsal cinsiyet sorunları ve
kız çocuklarının okutulmaması. T.C. Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fa-
14. Amazonlar. http://mitoloji.info/amazonlar/ (22.08.2007).
15. Campbell J. Batı Mitolojisi, Tanrının
maskeleri. 3. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi, 2003.
16. Can Ş. Klasik Yunan Mitolojisi. 8. Baskı.
İstanbul: İnkılap Kitabevi.
17. Priapos.http://tr.wikipedia.org/wiki/ Priapos (22.08.2007).
18. Sıvacıoğlu M. Avrupa Topluluğunda kadın-erkek eşitliği ve bunun Türk mevzuatı ile karşılaştırılarak değerlendirilmesi.
Aile ve Toplum Dergisi. 1991;1(1):5-10.
19. Kramer H, Sprenger J. Malleus Maleficarum. New York: Bloom Yayınevi, 1970.
Kaynağa ulaşılan kaynak: Keller EF. Toplumsal cinsiyet ve bilim üzerine düşünceler. Birinci basım. İstanbul: Metis Yayınları, 2007.
20. Haris M. İnekler, domuzlar, savaşlar ve
cadılar. Ankara: İmge Kitabevi, 1995.
21. Keller EF. Toplumsal cinsiyet ve bilim
25. Akın A, Esin Ç, Çelik K. Kadının sağlık
hakkı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa’da kadın sağlığının iyileştirilmesine
yönelik stratejik eylem planı. İç: Akın A
(editör). Toplumsal cinsiyet, sağlık ve kadın. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama
Merkezi (HÜKSAM), Hacette Üniversitesi
Yayınları, 2003:17-32.
26. Anıl E, İlkkaracan P, Kılıç Z, Ronge K, Seral G,Ülgen T. Pekin+5 Birleşmiş Milletler’de kadının insan hakları ve Türkiye’
nin taahhütleri.1.Basım. İstanbul, 2001.
Kaynağa ulaşılan kaynak:http://www.kadinininsanhaklari.org/images/pekin5.pdf
(22.08.2007).
27. Hablemitoğlu Ş. Toplumsal cinsiyet yazıları, kadınlara dair birkaç söz. 1. Basım.
İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları,
2004.
28. Ecevit Yıldız. Toplumsal cinsiyetle yoksulluk ilişkisi nasıl kurulabilir? Bu ilişki
nasıl çalışılabilir? CÜ Tıp Fakültesi
Dergisi (Özel Eki). 2003; 25 (4):83-88.
* Freud’un Toplumsal Cinsiyet Gelişim Kuramı, Oedipus Kompleksi olarak da bilinir ve mitolojik bir kahraman olan Oedipus’un efsanesine dayanır.
Oedipus Efsanesi hakkında bilgi için “Can Ş. Klasik Yunan Mitolojisi. 8. Baskı. İstanbul: İnkılap Yayınevi” adlı esere başvurulabilir.
** Eski Ahit’te Yaratılış (Genesis) Kitabı’nın 2. Bölümü’nde anlatılan Adem ile Havva’nın Yasak Ağaç’ın meyvesinden yemeleri, Hıristiyanlarca İlk Günah
olarak adlandırılır. Bu günahı Adem’e Havva işlettiği için Hıristiyan inancında Havva, dolayısıyla kadın lanetlenir.
*** Adem ile Havva’nın ilk kavgayı eden iki oğlu Habil ile Kabil hakkında daha geniş bilgi için Eski Ahit’in Yaratılış (Genesis) Kitabı’nın 4. Bölümü’ne başvurulabilir.
**** Mutlak yoksulluk sınırı (absolute poverty line): 1 Amerikan dolarının altında gelire sahip olmaktır. Ayrıntılı bilgi için;
“Edward P. The Ethical Poverty Line: a moral quantification of absolute poverty. Third World Quarterly. 2006; 27(2):377-93.” çalışmaya başvurulabilir.
ARALIK 2007
ACTUAL
MEDICINE
67
Download