T.C. ADALET BAKANLIĞI EĞİTİM DAİRESİ BAŞKANLIĞI YARGI MEVZUATI BÜLTENİ Bültenin Kapsadığı Tarihler 07 – 27 Temmuz 2011 Yayımlandığı Tarih 28 Temmuz 2011 Sayı 491 İÇİNDEKİLER - - - Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair KHK/647 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (R.G. 20 Temmuz 2011 – 28000) Kuruluşların Bağlı ve İlgili Oldukları Bakanlıkların Değiştirilmesi ile İlgili İşlem (R.G. 08 Temmuz 2011 – 27988) Yabancı Plakalı Motorlu Kara Taşıtlarının Ülkemizde İşletilmesinden Kaynaklanan Hukuki Sorumluluk İçin Yaptırılacak Sigortaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik (R.G. 13 Temmuz 2011 – 27993) Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 13 Temmuz 2011 – 27993) Gümrük Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996) Yapım İşleri İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996) Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996) Mal Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996) Danışmanlık Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996) Yurt Dışına Gönderilecek Danıştay Meslek Mensuplarının Seçimleri ile Diğer Esasların Belirlenmesine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 20 Temmuz 2011 – 28000) Türkiye Adalet Akademisi Sicil Amirleri Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 26 Temmuz 2011 – 28006) Bankalarda Bağımsız Denetim Gerçekleştirecek Kuruluşların Yetkilendirilmesi ve Faaliyetleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 26 Temmuz 2011 – 28006) Bağımsız Denetim Kuruluşlarınca Gerçekleştirilecek Banka Bilgi Sistemleri ve Bankacılık Süreçlerinin Denetimi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 26 Temmuz 2011 – 28006) - - - - - Sarmalık Kıyılmış Tütün Mamullerinin Üretimi, Ambalajlanması ve Piyasaya Arzına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992) Cumhurbaşkanlığından 2011/147 Sayılı Cezanın Kaldırılması Kararı (R.G. 08 Temmuz 2011 – 27988) Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının Kurulması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (R.G. 10 Temmuz 2011 – 27990) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan 30/4/2011 Tarihi İtibari ile 1 inci Dereceye Yükselip 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 32 nci Maddesi Uyarınca 30/4/2011 Tarihinden Geçerli Olmak Üzere İlk Defa Birinci Sınıfa Ayrılma İncelemesine Tâbi Tutulan Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Başsavcı ve Savcılarının Adlarını Gösterir Liste (R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992) Nisan 2011 Dönemi Sonuna Kadar Sürelerini Bitirip, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca Yükseltilmelerine Karar Verilen Adli Yargı Hâkim, Cumhuriyet Başsavcı ve Savcıları ile İdari Yargı Hâkimlerine Ait Sıra Defteri (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Danıştay 3. Dairesine Ait Karar (R.G. 08 Temmuz 2011 – 27988) Yargıtay 2. Hukuk Dairesine Ait 3 Adet Karar (R.G. 07 Temmuz 2011 – 27987) Yargıtay 18. Hukuk Dairesine Ait 2 Adet Karar (R.G. 07 Temmuz 2011 – 27987) Anayasa Mahkemesinin E: 2011/1 (Değişik İşler), K: 2011/2 Sayılı Kararı (R.G. 09 Temmuz 2011 – 27989) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/81, K: 2011/78 Sayılı Kararı (R.G. 09 Temmuz 2011 – 27989) Anayasa Mahkemesinin E: 2008/84, K: 2010/121 Sayılı Kararı (R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992) Anayasa Mahkemesinin E: 2009/47, K: 2011/51 Sayılı Kararı (R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/3, K: 2011/53 Sayılı Kararı (R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992) Anayasa Mahkemesinin E: 2009/59, K: 2011/69 Sayılı Kararı (R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992) Anayasa Mahkemesinin E: 2009/30, K: 2011/76 Sayılı Kararı (R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992) Askerî Yargıtay Başkanlığından E: 2011/1, K: 2011/1 Sayılı Kararı (R.G. 14 Temmuz 2011 – 27994) Anayasa Mahkemesinin E: 2007/2, K: 2011/13 Sayılı Kararı (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Anayasa Mahkemesinin E: 2009/58, K: 2011/52 Sayılı Kararı (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Anayasa Mahkemesinin E: 2008/72, K: 2011/59 Sayılı Kararı (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Anayasa Mahkemesinin E: 2008/35, K: 2011/65 Sayılı Kararı (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Anayasa Mahkemesinin E: 2009/63, K: 2011/66 Sayılı Kararı - - (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Anayasa Mahkemesinin E: 2008/79, K: 2011/74 Sayılı Kararı (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Anayasa Mahkemesinin E: 2009/24, K: 2011/75 Sayılı Kararı (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Anayasa Mahkemesinin E: 2009/31, K: 2011/77 Sayılı Kararı (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/68, K: 2011/114 Sayılı Kararı (R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Salmanoğlu ve Polattaş/Türkiye Davası) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Ditaban/Türkiye Davası) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Ardıçoğlu/Türkiye) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Kalyoncu/Türkiye Davası) Başbakan Yardımcılığı ile Sağlık Bakanlığından Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasında Kurum Katkısına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Tebliğ ile Yayımlanan Tarife ve Talimat ile Genel Şartlar’da Değişiklik Yapılmasına İlişkin Tebliğ (R.G. 19 Temmuz 2011 – 27999) Sermaye Piyasası Kanunu’na Tabi Olan Anonim Ortaklıkların Uyacakları Esaslar Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (R.G. 20 Temmuz 2011 – 28000) Gümrük ve Ticaret Bakanlığından Gümrük Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Posta ve Hızlı Kargo Taşımacılığı) (Seri No: 3) (R.G. 20 Temmuz 2011 – 28000) Maliye Bakanlığından Emlâk Vergisi Kanunu Genel Tebliği (Seri No: 57) (R.G. 27 Temmuz 2011 – 28007) Adalet Bakanlığından Münhal Noterlikler İlânları (R.G. 18 Temmuz 2011 – 27998) Adalet Bakanlığından İlân (R.G. 24 Temmuz 2011 – 28004) Yayın İşleri Dairesi Başkanlığından “Adalat Dergisi” Konulu Duyuru Kanun Hükmünde Kararname TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ PERSONEL KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME Karar Sayısı : KHK/647 Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda değişiklik yapılması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 18/7/2011 tarihinde kararlaştırılmıştır. MADDE 1 – 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 65 inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin (2) numaralı alt bendinin birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı alt bende aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir.” “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir.” MADDE 2 – Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ A. BABACAN B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı H. YAZICI Gıda, Tarım ve M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Eğitim Bakanı Milli Savunma BakanıOrman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ Sağlık Bakanı B. YILDIRIM Ulaştırma Bakanı [R.G. 20 Temmuz 2011 – 28000] —— • —— Kuruluşların Bağlı ve İlgili Oldukları Bakanlıkların Değiştirilmesi ile İlgili İşlem T.C. BAŞBAKANLIK 7 2011 Temmuz B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 CUMHURBAŞKANLIĞI YÜCE KATINA Başbakanlık ve bakanlıklara bağlı, ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşların; ekli listede gösterildiği şekilde, karşılarında belirtilen bakanlıklarla ilgilendirilmelerini, 27/4/1984 tarihli ve 3046 sayılı Kanuna 3/6/2011 tarihli ve 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile eklenen 19/A maddesi uyarınca takdir ve tensiplerinize arz ederim. Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan T.C. CUMHURBAŞKANLIĞI B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 7 Temmuz 2011 BAŞBAKANLIĞA İLGİ : 7/7/2011 tarihli ve B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı yazınız. Başbakanlık ve bakanlıklara bağlı, ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşların; ekli listede gösterildiği şekilde, karşılarında belirtilen bakanlıklarla ilgilendirilmesi, 27/4/1984 tarihli ve 3046 sayılı Kanuna 3/6/2011 tarihli ve 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile eklenen 19/A maddesi uyarınca uygun görülmüştür. Bilgilerini rica ederim. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI [R.G. 08 Temmuz 2011 – 27988] —— • —— Yönetmelikler Başbakanlık (Hazine Müsteşarlığı)’tan: YABANCI PLAKALI MOTORLU KARA TAŞITLARININ ÜLKEMİZDE İŞLETİLMESİNDEN KAYNAKLANAN HUKUKİ SORUMLULUK İÇİN YAPTIRILACAK SİGORTAYA İLİŞKİN USUL VE ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELİK BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç ve kapsam MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı yabancı plakalı motorlu kara taşıtlarının ülkemizde işletilmesinden kaynaklanan hukuki sorumluluk için yaptırılacak sigortaya ilişkin usul ve esasların tespit edilmesidir. (2) Bu Yönetmelik yabancı plakalı motorlu kara taşıtlarını kapsar. (3) Ülkemizin taraf olduğu uluslararası andlaşmalar veya ilgili mevzuat çerçevesinde bu Yönetmelik uyarınca yaptırılması gereken sorumluluk sigortasından muaf tutulan motorlu kara taşıtları ve kişilerin tâbi olduğu mevzuat hükümleri saklıdır. Dayanak MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 91 inci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelikte yer alan, a) Büro: 28/6/2008 tarihli ve 26920 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türkiye Motorlu Taşıt Bürosunun Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile kurulan ve söz konusu Yönetmelik çerçevesinde faaliyette bulunan Türkiye Motorlu Taşıt Bürosunu, b) Motorlu Kara Taşıtı: Karayollarında insan, hayvan ve yük taşımaya yarayan ve makine gücü ile işletilen taşıtı, c) Müsteşarlık: Hazine Müsteşarlığını, ç) Zorunlu Trafik Sigortası: 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu gereği ülkemizde kayıtlı motorlu kara taşıtlarının işletilmesinden kaynaklanan hukuki sorumluluk için düzenlenen sorumluluk sigortasını, ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM Genel Esaslar Sigorta zorunluluğu MADDE 4 – (1) Ülkemize girecek yabancı plakalı motorlu kara taşıtlarının işletilmesi nedeniyle üçüncü şahıslara verilecek zararlardan kaynaklanan hukuki sorumluluk için, bu Yönetmelikle belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde, zorunlu trafik sigortası veya bu sigortayla eşdeğer bir sigorta teminatının bulunması zorunludur. Sigorta kontrolü MADDE 5 – (1) Yabancı plakalı motorlu kara taşıtlarının bu Yönetmelik kapsamında bir sigorta teminatına sahip olup olmadıkları ülkemize girişleri esnasında ilgili mevzuat ile yetkilendirilen personel tarafından kontrol edilir. (2) Bu Yönetmelik kapsamında sigorta teminatı sağlamak üzere ülkemiz sınırında poliçe düzenlenme esasları Müsteşarlıkça düzenlenir. (3) Bu madde kapsamında bir sigorta teminatı bulunmayan motorlu kara taşıtlarının ülkemize girmelerine izin verilmez. Sigorta zorunluluğunun aranmayacağı durumlar MADDE 6 – (1) Aşağıdaki motorlu kara taşıtlarının ülkemize girişleri esnasında zorunlu trafik sigortası yaptırma zorunluluğu aranmaz: a) Ülkemizin taraf olduğu uluslararası andlaşmalar çerçevesinde bu Yönetmelik kapsamındaki sigorta teminatına sahip olduğu belgelenen motorlu kara taşıtları, b) Bu Yönetmelik ile aranan sigorta teminatını sağlamak üzere Büro tarafından ilgili yabancı ülke yetkili makamlarıyla akdedilen ve Müsteşarlıkça onaylanan anlaşmalar çerçevesinde sigorta teminatına sahip olduğu belgelenen motorlu kara taşıtları. (2) Ülkemizin taraf olduğu uluslararası andlaşmalar veya ilgili mevzuat çerçevesinde bu Yönetmelik uyarınca yaptırılması gereken sorumluluk sigortasından muaf tutulan motorlu kara taşıtları ve kişilerin tâbi olduğu mevzuat hükümleri saklıdır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Özel Hükümler Büro tarafından akdedilen anlaşmalar MADDE 7 – (1) Büro bu Yönetmelik ile aranan sigorta teminatını sunmak üzere ilgili yabancı ülke yetkili kurumlarıyla her türlü anlaşmayı yapmaya yetkilidir. (2) Büro tarafından bu amaçla akdedilen anlaşmalar Müsteşarlığın onayı ile geçerlik kazanır ve anlaşma uyarınca gerekli işlemlerin yapılması için keyfiyet ilgili kurumlara Müsteşarlıkça iletilir. Büro tarafından akdedilen anlaşmaların asgari içeriği MADDE 8 – (1) Büro tarafından bu Yönetmelik çerçevesinde akdedilen anlaşmalarda karşılıklı olarak sigorta yükümlülüğünün kaldırılması, tazminat ödemelerinin garanti altına alınması, hasar tedvir ve tasfiyesi, tazminat bedellerinin transferi ve bu bağlamda tazminat bedellerinin serbest transfer edilebilirliğini tevsik eden ilgili kurumların taahhütleri ve gerekli görülen diğer hususlar yer alır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Geçici ve Son Hükümler Yönetmelikten önce akdedilen anlaşmalar GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Büro tarafından müzakereleri sürdürülen bu Yönetmelik konusuna dahil anlaşmalar bu Yönetmelikteki usul ve esaslara tabiidir. Yürürlük MADDE 9 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 10 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yürütür. [R.G. 13 Temmuz 2011 – 27993] —— • —— Enerji Piyasası Düzenleme Kurumundan: ELEKTRİK PİYASASI MÜŞTERİ HİZMETLERİ YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 25/9/2002 tarihli ve 24887 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliğinin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki tanım eklenmiştir. “36. Mühürleme: Sayaç ve ölçü devresi elemanlarına dışarıdan yapılacak müdahaleyi önlemek amacıyla lisans sahibi tüzel kişiler tarafından ilk enerji verme, sayaç ve ölçü devresi elemanlarını kontrol ve durumunu tespit etme, enerji kesme ve açma gibi işlemler yapıldıktan sonra kurşun veya seri numaralı plastik mühür ile ölçü düzeneğini muhafaza altına alma ya da aldırma yöntemini.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir: “Dağıtım lisansı sahibi tüzel kişi, kaçak tespit süreci sonucunda kaçak elektrik enerjisi tüketimi tespit edilen gerçek veya tüzel kişilerin elektrik enerjisini keserek mühür altına alır ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunur.” MADDE 3 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 4 – Bu Yönetmelik hükümlerini Başkan yürütür. [R.G. 13 Temmuz 2011 – 27993] —— • —— Gümrük ve Ticaret Bakanlığından: GÜMRÜK YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 7/10/2009 tarihli ve 27369 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Gümrük Yönetmeliğinin 23 üncü maddesinin birinci ve altıncı fıkralarında yer alan “Başvurunun kayda alındığı” ibaresi, “Yetkilendirilmiş gümrük müşaviriyle onaylanmış kişi statüsü başvurusunun ön incelemesi için sözleşme yapıldığı”; aynı maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde yer alan “Başvuru yılından” ibaresi, “Yetkilendirilmiş gümrük müşaviriyle onaylanmış kişi statüsü başvurusunun ön incelemesi için sözleşme yapıldığı yıldan”; olarak değiştirilmiş ve aynı maddenin dördüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki beşinci fıkra eklenmiş, diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki onuncu fıkra eklenmiştir. “(5) C Sınıfı Onaylanmış Kişi Statüsü başvurularında birinci fıkranın (ğ) bendinde sayılan koşul aranmaz.” “(10) Birinci fıkranın (b), (c) ve (ç) bentlerinin uygulanmasında Gümrük Kanununun 234 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre düzenlenen ceza kararları dikkate alınmaz.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 24 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan “Başvurunun kayda alındığı” ibaresi, “Yetkilendirilmiş gümrük müşaviriyle onaylanmış kişi statüsü başvurusunun ön incelemesi için sözleşme yapıldığı”; aynı fıkralarda yer alan “Başvuru tarihinden” ibaresi, “Yetkilendirilmiş gümrük müşaviriyle onaylanmış kişi statüsü başvurusunun ön incelemesi için sözleşme yapıldığı tarihten” olarak değiştirilmiş ve aynı maddenin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “a) Dış ticaret performansına ilişkin olarak aşağıdaki koşullardan en az birinin sağlanması: 1) Yetkilendirilmiş gümrük müşaviriyle onaylanmış kişi statüsü başvurusunun ön incelemesi için sözleşme yapıldığı ayın ilk gününden geriye dönük iki yıl içerisinde, on ikişer aylık iki dönem ayrı ayrı olmak üzere, herhangi bir dönem içerisinde asgari bir milyon FOB/ABD doları tutarında fiili ihracat yapılmış olması, 2) Yetkilendirilmiş gümrük müşaviriyle onaylanmış kişi statüsü başvurusunun ön incelemesi için sözleşme yapıldığı ayın ilk gününden geriye dönük iki yıl içerisinde, on ikişer aylık iki dönem ayrı ayrı olmak üzere, herhangi bir dönem içerisinde gerçekleştirilen ithalat ve fiili ihracat toplamının asgari altı milyon ABD doları tutarında olması, 3) Yetkilendirilmiş gümrük müşaviriyle onaylanmış kişi statüsü başvurusunun ön incelemesi için sözleşme yapıldığı ayın ilk gününden geriye dönük iki yıl içerisinde asgari on beş milyon ABD doları tutarında sabit sermaye yatırımı yapmış olması. b) Yetkilendirilmiş gümrük müşaviriyle onaylanmış kişi statüsü başvurusunun ön incelemesi için sözleşme yapıldığı tarihten geriye dönük bir ay içinde en az on beş işçi istihdam ediyor olması.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 79 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Geçici depolanan eşyanın her türlü dış etken ve müdahalelerden korunmasını sağlayacak şekilde yapılmış ve taşıtların durduğu, yanaştığı veya indiği yerlerdeki ambar, depo, ardiye veya hangar gibi yerler geçici depolama yerleridir.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 149, 157 ve 166 ncı maddelerinin ikinci fıkrasının (a) bentleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 335 inci maddesinin yedinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(7) Antrepo rejimine tabi eşyanın tamamen veya kısmen üçüncü ülke menşeli girdiler kullanılarak elleçleme işlemine tabi tutulması halinde üçüncü ülke girdilerinin muayene ve tespiti yapıldıktan sonra CIF değeri belirlenerek, bunun İthalat Rejim Kararı eki listelerdeki ‘Diğer Ülkeler’ sütunundaki gümrük vergisi oranı üzerinden vergi tahsilatı yapılır. Bu işlemler, ek-70/A'da yer alan Antrepo Rejimi Kapsamında Tespit ve Tahakkuk Kağıdı üzerinden yürütülür. Muayene ile görevli memurun tespit ve tahakkuk işlemini tamamlamasından sonra hesaplanan gümrük vergisi tutarı gümrük saymanlığına veya mutemetliğine yatırılır. Gümrük vezne alındısının ibrazı üzerine A.TR Dolaşım Belgesi, gümrük idaresi tarafından 432 nci madde çerçevesinde vize edilir.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 359 uncu maddesinin birinci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümleler eklenmiştir. “Ayrıca, izin kapsamındaki ihracatın tamamının yapılmasından sonra ikincil işlem görmüş ürünlerin tamamı için tek seferde serbest dolaşıma giriş beyannamesi de verilmesi mümkün bulunmaktadır. Bu fıkra kapsamında ikincil işlem görmüş ürünlerin serbest dolaşıma girişinde, ilgili kurumların yürürlükteki mevzuatları uyarınca yapacakları kontroller hariç olmak üzere, gümrük vergileri ayniyet tespiti yapılmaksızın firma beyanı ve izinde öngörülen gerçekleşme oranları üzerinden hesaplanan miktar ve birim fiyat esas alınarak tahsil edilir.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 493 üncü maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(5) Götürü teminat sisteminden, Onaylanmış Kişi Statüsüne sahip olan yükümlüler ile Bakanlıkça belirlenen şartları taşıyan antrepo işleticileri yararlanabilir.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 513 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 513 – (1) Geçici depolama yeri açıp işletmek isteyen kişiler izin almak için ilgili gümrük müdürlüğüne bir dilekçe ile müracaat ederler. Dilekçeye, 78 inci maddede sayılan suçlardan mahkûm olunmadığına dair adli sicil belgesi, açılması talep edilen geçici depolama yerinin tam adresi, kira kontratosu veya tapu senedi, ticaret sicili gazetesi, imza sirküleri, resmi bir fen kurulundan onaylı plan veya kroki, geçici depolama yeri olarak açılmak istenilen yer; belediye sınırları içerisinde ise ilgili belediye başkanlığından alınacak İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatı, diğer yerlerde ise ilgili yerden (valilikler ya da konusu ile ilgili yetkili bakanlık veya kuruluş) alınacak İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatı veya buna karşılık gelen belge ile geçici depolama yerinin yangın söndürme ve ışıklandırma sistemini de gösterir içten ve dıştan çok yönlü, ilgili gümrük idaresince tasdikli fotoğrafları, vergi mükellefiyet belgesi, yangına karşı gerekli tedbirlerin alındığını gösteren ilgili belediyeden temin edilecek belge ve ek-79’da yer alan taahhütname eklenir. Söz konusu belgelerin noter tasdikli olması gerekir. Bu belgelerin asıllarının gümrük idaresine gösterilmesi halinde noter tasdiği aranmaz. Gümrük idareleri bu belgeler yanında gerekli gördüğü sair belgeleri de isteyebilir. (2) Gümrük müdürlüğü talep edilen geçici depolama yerinin; a) Eşyanın güvenli bir şekilde muhafazasını sağlayacak nitelikte, b) Gümrüklü sahada veya gümrük idaresi bulunan deniz ve hava limanı içerisinde veya iç gümrük idarelerinde gümrük müdürlüğüne bitişik, c) Eşya giriş ve çıkışına uygun açık ve/veya kapalı alanı, ç) Eşya miktarının tespiti ile eşyanın boşaltılması ve yüklenilmesine yönelik gerekli teknik donanıma sahip, d) Yangın söndürme ve aydınlatma tesisatı, e) Memur çalışma yerine sahip olduğunun tespiti ve ilgili diğer hususların da belirtildiği görgü raporunu görüşleri ile birlikte başmüdürlüğe gönderir. (3) İkinci fıkranın (b) bendinde belirtilen yerler dışında geçici depolama yeri açma talepleri ile ilgili olarak, mevcut geçici depolama yerlerinin fiziksel olarak ihtiyacı karşılamadığı ve ekonomik yönden ihtiyaç bulunduğu gibi durumların gümrük idaresi ve ilgili kamu kurumlarınca bildirilmesini müteakip Bakanlıkça yapılacak değerlendirme sonucunda ön izin verilebilir. (4) Başmüdürlük durumu inceleyerek görüşü ile birlikte ilgili dosyasını Bakanlığa intikal ettirir. Müracaatlar Bakanlıkça sonuçlandırılır. (5) Gümrük idareleri, taahhütlerini ve bu Yönetmelikte belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmeyen geçici depolama yeri işleticilerine, ilk tebligat tarihinden başlamak ve en fazla bir yıl olmak üzere bu yükümlülüklerini yerine getirmelerini, aksi halde verilen süre sonunda işletme hakkının geri alınabileceğini bildirir. Geçici depolama yeri işleticileri buna rağmen yükümlülüklerini yerine getirmedikleri takdirde verilmiş olan izin Bakanlıkça iptal edilir.” MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 528 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(2) Birden fazla antrepo işletmeciliği yapan ve 529 uncu maddedeki şartları taşıyan işletmeci firmaların başmüdürlüğe 250.000 Avro toplu götürü teminat vermeleri halinde bunlardan işlettikleri antrepolara koyacakları eşya için başkaca bir teminat aranmaz. Ancak birden fazla antrepo işletmeciliği yapan ve 529 uncu maddedeki şartları taşıyan işletmeci firmaların bir ya da daha çok akaryakıt antreposu işletmeleri halinde 500.000 Avro toplu götürü teminat vermeleri gerekir. (3) İndirimli veya toplu götürü teminata ilişkin başvurular, ilgili gümrük müdürlüğüne yapılır. Ancak, toplu götürü teminat verilecek antrepoların birden fazla başmüdürlük bağlantısı gümrük idaresi denetiminde olması halinde antrepo teminatı ilk başvuru yapılan başmüdürlüğe verilir.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 572 nci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(2) Bu sınav, ön eleme sınav konuları ve bunlarla ilgili mevzuatı kapsar.” MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 14 numaralı ekinin “rejim kodu” başlıklı Ek14'ündeki 5321 rejim kodundan sonra gelmek üzere aşağıdaki 5323 rejim kodu eklenmiştir. “5323 – İhraç edildiği şekli ile geri gelmek üzere geçici ihraç edilen eşyanın geçici ithalat rejimi kapsamında ithalatı” MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğe ekteki Ek-70/A eklenmiştir. MADDE 13 – Bu Yönetmeliğin 1, 2, 3, 5 ve 7 nci maddeleri 5/8/2011 tarihinde, diğer maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 14 – Bu Yönetmelik hükümlerini Gümrük ve Ticaret Bakanı yürütür. Ek-70/A ANTREPO REJİMİ KAPSAMINDAKİ EŞYAYA İLİŞKİN TESPİT VE TAHAKKUK KAĞIDI ANTREPO FİRMASININ TİCARET ÜNVANI VE ADRESİ : TESCİL SAYI/GÜN GÜMRÜK İDARESİ ANTREPO ADI EK BELGE VE İZİNLER 1234- ALICI : KAPLARIN KONTEYNERLERİN MARKA, NUMARA CİNSLERİ : VE VE : : : : : İŞLEMLERİ TAKİP EDENİN ADI SOYADI MESLEĞİ : KARNE NO.SU : MALI GÖTÜRECEK TAŞITIN CİNSİ : PLAKA-SEFER SAYISI : EŞYAYA İLİŞKİN BİLGİLER TESPİT VE TAHAKKUK TABLOSU EŞYANIN TİCARİ İSMİ : Sır EŞYA MİKT EŞYANIN EŞYANIN a NIN ARI GELDİĞİ CIF No. TGTC MENŞE BEDELİ No.su ÜLKE (Döviz veya TL) VERGİ MATR AHI (TL) GÜMR GÜMRÜ EŞYAN ÜK K IN VERGİ VERGİSİ GİDEC Sİ TUTARI EĞİ ORANI (TL) ÜLKE TOPLAM Muayene Memuru Muayene Sonucu : ADI-SOYADI : SİCİL NO : GÜMRÜK İDARESİNCE DOLDURULACAKTIR SAYMANLIĞIN ADI : TAHSİLATI YAPAN : DİĞER BİLGİLER (Mutemet-Sayman) ..........................................................TL ......./......../. .......... gün ............sayılı vezne alındısı ile tahsil edilmiştir. SAYMAN- Mutemet İsim-İmza-Tarih TAHSİLATA İLİŞKİN BİLGİLER DÜZENLEYEN KURUM-KURULUŞ : GÜMRÜK İDARESİ VEZNE TARİHİ : [R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996] —— • —— Kamu İhale Kurumundan: YAPIM İŞLERİ İHALELERİ UYGULAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 4/3/2009 tarihli ve 27159 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Yapım İşleri İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “a) Anahtar teknik personel: Gerçek veya tüzel kişi tarafından, taahhüt ettiği işlerden bağımsız olarak ticari faaliyette bulunduğu yerde istihdam edilen ve şantiyede yürütülen çalışmaları yöneten kişiyi,” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 29 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Konsorsiyuma açık olan ihalelerde, işin farklı uzmanlık gerektiren her bir kısmına ilişkin puanlama, o kısmın yaklaşık maliyetteki ağırlık oranına göre belirlenir.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 31 inci maddesinin yedinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(7) İhaleye katılım ve yeterlik kriterlerine ilişkin belgelerin, elektronik ortamda sunulması ya da kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen belgelerin sunulmasına yönelik olarak Kurum tarafından belirlenen esaslar çerçevesinde ihale ve ön yeterlik dokümanında düzenleme yapılabilir.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 35 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 35 – (1) Bilançonun veya eşdeğer belgelerin istenildiği ihalelerde ihalenin yapıldığı yıldan önceki yıla ait; a) Yayınlanması zorunlu olan yıl sonu bilançosunun veya gerekli bölümlerinin, b) (a) bendinde belirtilen belgelere eşdeğer belgelerin, her ikisinin de idarece istenilmesi zorunludur. (2) Bilanço veya eşdeğer belgeler kapsamında; a) İlgili mevzuatı uyarınca bilançosunu yayımlatma zorunluluğu olan aday ve istekliler yıl sonu bilançosunu veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterleri sağladığını gösteren bölümlerini, b) İlgili mevzuatı uyarınca bilançosunu yayımlatma zorunluluğu olmayan aday ve istekliler yıl sonu bilançosunu veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerini ya da bu kriterlerin sağlandığını göstermek üzere yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavirce standart forma uygun olarak düzenlenen belgeyi, sunar. (3) Adayın veya isteklinin ikinci fıkra uyarınca sunduğu belgelerde; a) Belli sürelerde nakit akışını sağlayabilmesi için gerekli likiditeye ve kısa dönem (bir yıl) içinde borç ödeme gücüne sahip olup olmadığını gösteren cari oranın (dönen varlıklar/kısa vadeli borçlar) en az 0,75 olması (hesaplama yapılırken; yıllara yaygın inşaat maliyetleri dönen varlıklardan, yıllara yaygın inşaat hakediş gelirleri ise kısa vadeli borçlardan düşülecektir), b) Aktif varlıkların ne kadarının öz kaynaklardan oluştuğunu gösteren öz kaynak oranının (öz kaynaklar/toplam aktif) en az 0,15 olması (hesaplama yapılırken, yıllara yaygın inşaat maliyetleri toplam aktiflerden düşülecektir), c) Kısa vadeli banka borçlarının öz kaynaklara oranının 0,50’den küçük olması, ve belirtilen üç kriterin birlikte sağlanması zorunludur. Sunulan bilançolarda varsa yıllara yaygın inşaat maliyetleri ile hakediş gelirlerinin gösterilmesi gerekir. (4) Yukarıda belirtilen kriterleri bir önceki yılda sağlayamayanlar, son üç yıla kadar olan yılların belgelerini sunabilirler. Bu takdirde belgeleri sunulan yılların parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır. (5) İhale veya son başvuru tarihi yılın ilk dört ayında olan ihalelerde, bir önceki yıla ait belgelerini sunmayanlar, iki önceki yıla ait belgelerini sunabilirler. Bu belgelerde, yeterlik kriterini sağlayamayanlar ise iki önceki yılın belgeleri ile üç önceki ve dört önceki yılın belgelerini sunabilirler. Bu durumda, belgeleri sunulan yılların parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır. (6) 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 174 üncü maddesine göre takvim yılından farklı hesap dönemi belirlenen aday ve isteklinin bilançoları için bu hesap dönemi esas alınır. (7) Bilanço veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerinin ilgili mevzuatına göre düzenlenmiş ve yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir ya da vergi dairesince onaylanmış olması zorunludur. Yabancı ülkede düzenlenen bilanço veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerinin ise o ülke mevzuatına göre düzenlenmesi ve bu belgeleri düzenlemeye yetkili merci tarafından onaylanmış olması gereklidir. (8) Yabancı ülkede düzenlenen yayımlanması zorunlu olmayan bilançoların veya bunların bölümlerinin ibraz edilmemesi durumunda, yukarıda belirtilen kriterlerin sağlandığı o ülke mevzuatına göre bu belgeleri düzenlemeye yetkili merci tarafından onaylanmış belge ile tevsik edilebilir. (9) Aday veya isteklinin ortak girişim olması halinde, ortakların her birinin istenen belgeleri ayrı ayrı sunması ve üçüncü fıkrada belirtilen kriterleri sağlaması zorunludur.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 36 ncı maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) İş hacmini gösteren belgeler, aday veya isteklinin ihalenin yapıldığı yıldan önceki yıla ait; a) Toplam cirosunu gösteren gelir tablosu, b) Taahhüdü altında devam eden yapım işlerinin gerçekleştirilen kısmının veya bitirilen yapım işlerinin parasal tutarını gösteren faturalardır.” “(2) İş hacmini gösteren belgelerin istenildiği ihalelerde birinci fıkranın (a) ve (b) bentlerinde belirtilen her iki belgenin idarece istenilmesi zorunludur. Bu durumda aday veya isteklinin ise üçüncü fıkradaki yeterlik kriterini sağladığını göstermek üzere ihaleden önceki yıla ait bu iki belgeden birini sunması yeterlidir.” “(3) Birinci fıkrada sayılan belgelerin istenildiği durumlarda; a) Açık ihale usulüyle yapılan ihaleler ile Kanunun 21 inci maddesinin (b) ve (c) bentlerine göre yapılan ihalelerde; isteklinin cirosunun, teklif ettiği bedelin % 25’inden, taahhüdü altında devam eden yapım işlerinin gerçekleştirilen kısmının veya bitirilen yapım işlerinin parasal tutarının ise teklif ettiği bedelin % 15’inden az olmaması, b) Belli istekliler arasında ihale usulüyle yapılan ihalelerin ön yeterlik aşaması ile Kanunun 21 inci maddesinin (a), (d) ve (e) bentlerine göre yapılan ihalelerin yeterlik aşamasında; aday veya isteklinin cirosunun, yaklaşık maliyetin % 25’i ile % 35’i aralığında idarece belirlenen tutardan, taahhüdü altında devam eden yapım işlerinin gerçekleştirilen kısmının veya bitirilen yapım işlerinin parasal tutarının ise yaklaşık maliyetin % 15’i ile % 25’i aralığında idarece belirlenen tutardan az olmaması, gerekir. Yeterlik kriteri olarak bu kriterlerden herhangi birini sağlayan ve sağladığı kritere ilişkin belgeyi sunan aday veya istekli yeterli kabul edilir.” “(4) Üçüncü fıkradaki kriterleri ihalenin yapıldığı yıldan önceki yıl için sağlayamayanlar, ihalenin yapıldığı yıldan önceki yıldan başlamak üzere birbirini takip eden son altı yıla kadarki belgelerini sunabilirler. Bu takdirde, belgeleri sunulan yılların parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır.” “(5) İhale veya son başvuru tarihi yılın ilk dört ayında olan ihalelerde, bir önceki yıla ait gelir tablosunu sunmayanlar bakımından iki önceki yıl, ihalenin yapıldığı yıldan bir önceki yıl olarak kabul edilir. Bu gelir tablosu itibariyle yeterlik şartının sağlanamaması halinde ise, iki önceki yıl, ihalenin yapıldığı yıldan bir önceki yıl olarak kabul edilmek üzere son altı yıla kadarki gelir tabloları sunulabilir ve bu durumda gelir tabloları sunulan yılların parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 39 uncu maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(6) İş ortaklığında, pilot ortağın istenen asgari iş deneyim tutarının en az % 80’ini, diğer ortakların her birinin ise, istenen asgari iş deneyim tutarının en az % 20’sini sağlaması zorunludur. Ancak ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde ettiği iş deneyim belgesi sunulması halinde pilot ortak ve diğer ortakların her birinin birinci cümledeki oranlara göre asgari iş deneyim tutarını sağlaması koşulu aranmaz. Konsorsiyumda ise, her bir ortağın kendi kısmı için istenen asgari iş deneyim tutarını sağlaması zorunludur.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 40 ıncı maddesinin ikinci, dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(2) İhale konusu işin yaklaşık maliyetinin % 30’undan daha az tutarda olan işlerle ilgili meslek alanlarından anahtar teknik personel istenemez. Aynı mimarlık ve mühendislik alanı için sadece bir anahtar teknik personel istenebilir.” “(4) Anahtar teknik personelin ilgili meslek odasına kayıtlı olması zorunludur. Bu personelin mezuniyetinden itibaren geçecek süre en fazla beş yıl olarak öngörülebilir. Bu sürenin sağlandığı hususu mezuniyet belgesi ile, odaya kayıtlı olduğu hususu ilgili meslek odası üye kayıt belgesiyle, aday veya isteklinin bünyesinde çalıştığı hususu ise Sosyal Güvenlik Kurumu onaylı “Hizmet Bildirimi” ile tevsik edilir. Anahtar teknik personel şartının aynı meslek alanına ilişkin farklı kişiler bildirilmek suretiyle karşılanması halinde, bu kişilerin tamamının mezuniyet belgelerinin sunulması zorunludur.” “(5) Anahtar teknik personel olarak bildirilenlerden, başvuru veya ihale tarihi itibarıyla aday veya istekli bünyesinde çalışmakta olan mimar ve mühendisler, aday veya isteklinin bünyesinde çalıştıklarına ve ihale konusu işte isteklinin anahtar teknik personeli olarak çalışacaklarına ilişkin yazılı beyanlarını verirler.” “(6) Anahtar teknik personel olarak bildirilenlerden, başvuru veya ihale tarihi itibarıyla aday veya istekli bünyesinde çalışmakta olanlar, aday veya isteklinin bünyesinde görev yaptıkları süre boyunca, başka bir gerçek veya tüzel kişide çalışamazlar.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 43 üncü maddesinin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(7) İş deneyim belgesi düzenlemeye yetkili kurum veya kuruluşun hukuki varlığının sona ermesi durumunda, bu kurum veya kuruluşa daha önce taahhüt edilerek gerçekleştirilmesine rağmen iş deneyim belgesi alınmayan işlere ilişkin olarak; a) Bu kurum veya kuruluşların yürüttüğü hizmetlerin devredildiği kamu kurum ve kuruluşlarına, b) Hukuki varlığı sona eren kurum veya kuruluşun yürüttüğü hizmetin devredilmemesi durumunda söz konusu kurum veya kuruluşun hukuki varlığı sona ermeden önce bağlı, ilgili veya ilişkili bulunduğu kamu kurum veya kuruluşuna başvuruda bulunulur.” MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 44 üncü maddesinin beşinci fıkrasındaki “işlerin gerçekleşen kısımlarının miktar, nitelik ve tutarıyla ilgili bir ihtilaf ve nizanın bulunmaması,” ibaresi yürürlükten kaldırılmış ve yedinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(7) Konsorsiyum tarafından gerçekleştirilen işlerde ortaklara iş bitirme belgesi düzenlenebilmesi için işin tamamının geçici kabulünün yapılmış olması, iş durum belgesi düzenlenebilmesi için konsorsiyum ortağının taahhüt ettiği iş kısmının ilk sözleşme bedelinin tamamlanması şartıyla o kısmın toplam sözleşme bedelinin en az % 80’inin gerçekleştirilmiş olması zorunludur. Konsorsiyumlarda, ortakların biri veya birkaçı tarafından sözleşmenin devredilmesi halinde, ilgili iş kısmına ait ilk sözleşme bedelinin en az % 80’lik kısmında bulunan ortağa geçici kabul sonrası iş deneyim belgesi düzenlenir.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 47 nci maddesinin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(13) 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında hangi sıfatla olursa olsun görevli olanlara ait iş deneyim belgeleri ve mezuniyet belgeleri, bu kişilerin görevleri devam ettiği sürece kullanılamaz ve kullandırılamaz.” MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 48 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile altıncı fıkrasının (b) ve (ç) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, altıncı fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki yedinci fıkra eklenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir. “(3) İş ortaklığı tarafından gerçekleştirilen işlerden edinilen iş deneyim belgelerindeki tutarlar, aday veya isteklinin belge sahibi iş ortaklığındaki hisse oranları esas alınarak değerlendirilir. Ancak ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde ettiği iş deneyim belgesi sunulması halinde, iş ortaklığının iş deneyiminin değerlendirilmesinde ortakların hisse oranlarına bakılmaksızın sunduğu belge üzerindeki tutar esas alınır.” “b) Gerçek kişilerce denetim faaliyetleri nedeniyle alınan iş denetleme belgesi tutarları; belgeye hak kazanma tarihinden itibaren ilk beş yıl beşte bir oranında, daha sonraki yıllarda tam olarak,” “ç) Tüzel kişiliğin, en az bir yıldır yarısından fazla hissesine sahip gerçek kişi ortağının, 1) Yarıdan fazla hisseye sahip olduğu tarihten önce almaya hak kazandığı iş denetleme belgesi tutarı, belge sahibinin yarıdan fazla hisseye sahip olduğu tarihten itibaren ilk beş yıl beşte bir oranında, daha sonraki yıllarda tam olarak, 2) Yarıdan fazla hisseye sahip olduğu tarihten itibaren almaya hak kazandığı iş denetleme belgesi tutarı, belgeye hak kazanma tarihinden itibaren ilk beş yıl beşte bir oranında, daha sonraki yıllarda tam olarak,” “(7) İş denetleme belge tutarının değerlendirilmesinde altıncı fıkrada belirtilen belgeye hak kazanma tarihi olarak; a) Biten işlerde geçici kabul tarihi, b) Toplam sözleşme bedelinin % 80’ inin ilk sözleşme bedelinden düşük olduğu devam eden işlerde; 1) Belge sahibinin ilk sözleşme bedelinin tamamlandığı tarihten önce sözleşme konusu işteki görevinden ayrılması halinde ilk sözleşme bedelinin tamamlandığı tarih, 2) Belge sahibinin ilk sözleşme bedelinin tamamlandığı tarih veya sonrasında sözleşme konusu işteki görevinden ayrılması halinde belge sahibinin denetim görevinden ayrıldığı tarih, c) Toplam sözleşme bedelinin % 80’ inin ilk sözleşme bedeline eşit veya üzerinde olduğu devam eden işlerde; 1) Belge sahibinin, işin toplam sözleşme bedelinin % 80’ ine ulaşıldığı tarihten önce sözleşme konusu işteki görevinden ayrılması halinde toplam sözleşme bedelinin % 80’ine ulaşıldığı tarih, 2) Belge sahibinin, işin toplam sözleşme bedelinin % 80’ ine ulaşıldığı tarih veya sonrasında sözleşme konusu işteki görevinden ayrılması halinde belge sahibinin denetim görevinden ayrıldığı tarih esas alınır.” MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin 57 nci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) Başvuru veya teklif zarfları alınış sırasına göre incelenir. Açık ihale usulüyle yapılan ihaleler ile belli istekliler arasında ihale usulüyle yapılan ihalelerde teklif zarfları açılmadan önce, pazarlık usulüyle yapılan ihalelerde ise son yazılı fiyat tekliflerinin verildiği oturumda yaklaşık maliyet açıklanır. Zarflardan uygun olanların açılması ve belge kontrolünün yapılması aşamasında, aday veya isteklilerce sunulan belgeler tek tek kontrol edilerek hangi belgelerin sunulduğu Zarf Açma ve Belge Kontrol Tutanağında her belge için açılmış bulunan sütunlara kaydedilerek gösterilir. İhale usulüne göre ilgili oturumda istekliler ve teklif ettikleri fiyatlar duyurularak tutanak düzenlenir. Bu tutanakların komisyon başkanınca onaylanmış suretleri, isteyenlere imza karşılığı verilmeden oturum kapatılamaz.” MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin 67 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 66 ncı maddenin birinci fıkrası uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin 68 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin 69 uncu maddesinin üçüncü fıkrasındaki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 16 – Aynı Yönetmeliğin Geçici Madde 2’ nin başlığı “Daha önce alınmış iş deneyim belgeleri” olarak değiştirilmiş, birinci fıkrasında yer alan “Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten” ibaresi “5/3/2011 tarihinden” olarak değiştirilmiş ve maddenin sonuna aşağıdaki beşinci fıkra eklenmiştir. “(5) 15/7/2011 tarihinden önce, Yapım İşlerinde İş Deneyiminde Değerlendirilecek Benzer İşler Tebliğinin “B-Üst Yapı (Bina) Grubu” işlere (B.I grubu işler hariç) ilişkin olarak düzenlenmiş olan iş deneyim belgeleri ile 11/6/2011 tarihli ve 27961 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yapım İşlerinde Benzer İş Grupları Tebliğinde yer alan B.II grubu işlerin benzer iş grubu olarak belirlendiği ihalelere girilmesi ve iş deneyim belgesinde ilgisine göre yapı inşaat alanı, seyirci kapasitesi, kapalı sergileme alanı ve kat sayısı bilgilerinin yer almaması durumunda bu hususlara ilişkin tevsik edici belgenin başvuru veya teklif kapsamında sunulması zorunludur.” MADDE 17 – Aynı Yönetmeliğin Ek-1’inde yer alan standart formlardan; “Standart Form-KİK012.0/Y Ön Yeterlik/Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara/İsteklilere Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”, “Standart Form-KİK013.0/Y Ön Yeterlik Değerlendirmesi Sonucu Yeterli Bulunan Adaylara Sonucun Bildirimi ve Teklif Vermeye Davet Mektubu Formu”, “Standart Form-KİK019.1/Y Kesinleşen İhale Kararının Bildirilmesi Formu”, “Standart Form-KİK025.3/Y Anahtar Teknik Personel Niteliğindeki Personel Beyannamesi” ekteki şekilde;“Standart Form-KİK026.1/Y İş Deneyim Belgesi (Yüklenici İş Bitirme)”, “Standart Form-KİK026.2/Y İş Deneyim Belgesi (Yüklenici İş Durum)”, “Standart Form-KİK028.1/Y İş Deneyim Belgesi (İş Denetleme)”, “Standart Form- KİK028.2/Y İş Deneyim Belgesi (İş Yönetme)”, “Standart Form-KİK029.1/Y Devam Eden İşler İçin İş Deneyim Belgesi (İş Denetleme)”, “Standart Form-KİK029.2/Y Devam Eden İşler İçin İş Deneyim Belgesi (İş Yönetme)”, “Standart Form-KİK030.1/Y İş Deneyim Belgesi (İş Denetleme/İş Yönetme)”, “Standart Form-KİK030.2/Y Devam Eden İşler İçin İş Deneyim Belgesi (İş Denetleme/İş Yönetme)”de yer alan dipnot (b), “Standart FormKİK027.0/Y İş Deneyim Belgesi (Alt Yüklenici İş Bitirme)”de yer alan dipnot (ç) aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı eke “Standart Form-KİK012.0/Y Ön Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”dan sonra gelmek üzere “Standart Form-KİK012.1/Y 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (a)/ (d)/(e) Bentlerine Göre Yapılan İhalelerde Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan İsteklilere Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”, “Standart Form – KİK024.0/Y Banka Referans Mektubu Formu”ndan sonra gelmek üzere “Standart Form – KİK024.1/Y Bilanço Bilgileri Tablosu” ile “Standart Form – KİK025.3/Y Anahtar Teknik Personel Listesi”nden sonra gelmek üzere “Standart Form – KİK025.4/Y Geriye Doğru Bir Yıllık Dönem İçinde Çalıştırılan Anahtar Teknik Personel Listesi” eklenmiştir. “Yapının karakteristik özellikleri ile ilgili olarak; malzeme bakımından yığma kargir, betonarme, çelik, ahşap, öngerilmeli beton gibi hususlar, inşaat usulünü gösteren prefabrik inşaat, kalıp sistemi, gövde yapım tekniği ve benzeri diğer hususlar ile fiziki büyüklüğünü gösteren yapı inşaat alanı, seyirci kapasitesi, kapalı sergileme alanı ve kat sayısı yazılacaktır.” MADDE 18 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamesinin 5.1. maddesi dipnotu ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve madde metnine (6.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “5.1. İhale dokümanı aşağıdaki belgelerden oluşmaktadır: a) İdari Şartname. b) Teknik Şartnameler. c) Sözleşme Tasarısı. ç) Yapım İşleri Genel Şartnamesi. (İhale dokümanı kapsamında verilmemiştir.) d) Standart formlar. e) 6………………. f) 6.1………………” “6 İstenilecek teklif türüne göre aşağıdaki seçeneklerden uygun olan seçilecektir. (1) Anahtar teslimi götürü bedel işlerde e) İş kalemleri veya iş gruplarına ait ilerleme yüzdeleri listesi ve ……adet analiz formatı, (2) Teklif birim fiyatlı işlerde; e) ……..adet analiz formatı, (3) Karma teklif alınan işlerde e) Anahtar teslimi götürü bedel teklif verilecek iş kalemleri veya iş gruplarına ait ilerleme yüzdeleri listesi ve ……..adet analiz formatı,” “6.1 İdarece ihale dokümanı kapsamında verilecek başka belgeler varsa burada belirtilecektir. Aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır” yazılacaktır.” MADDE 19 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.1. maddesinin (g) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (7.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “g) 7.1……………………………” “7.1 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verilecek aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır.” yazılacaktır: “g) Alt yüklenicilere yaptırılması düşünülen işlerin listesi” MADDE 20 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 21 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 18 inci maddesinin (23) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “18.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. İstekliler, ihale konusu yapım işinde alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işlere ait listeyi teklif ekinde vereceklerdir. İhalenin bu şekilde teklif veren istekli üzerinde kalması durumunda isteklinin işe ait sözleşme imzalanmadan önce alt yüklenicilerin listesini İdarenin onayına sunması gerekir. Bu durumda alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.” (2) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmemesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “18.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. Alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.”” MADDE 22 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 30.2.3. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “30.2.3. İhale konusu işin yaklaşık maliyeti açıklandıktan sonra zarflar isteklilerle birlikte hazır bulunanlar önünde alınış sırasına göre açılır. İsteklilerin belgelerinin eksik olup olmadığı ve teklif mektubu ile geçici teminatlarının usulüne uygun olup olmadığı kontrol edilir. Belgeleri eksik olan veya teklif mektubu ile geçici teminatı usulüne uygun olmayan istekliler tutanakla tespit edilir. İstekliler ve teklif bedelleri açıklanarak tutanağa bağlanır. Düzenlenen bu tutanaklar ihale komisyonunca imzalanır ve ihale komisyon başkanı tarafından onaylanmış bir sureti isteyenlere imza karşılığı verilir.” MADDE 23 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 38.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “38.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 36.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 24 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 41.4. ve 42.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 25 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 45 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 45.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) İhale konusu işin başlama ve bitirme tarihleri ile gecikme halinde alınacak cezalar, b) Ödeme yeri ve şartlarıyla avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı, c) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları ile sözleşme kapsamında yaptırılabilecek iş artışları ile iş eksilişi durumunda karşılıklı yükümlülükler, ç) İş ve işyerinin sigortalanması ile yapı denetimi ve sorumluluğuna ilişkin şartlar. d) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar. e) Anlaşmazlıkların çözüm şekli. 45.2 – Planlanan ödenek dilimleri 45.2.1 Bu iş için planlanan yıllık ödenek dilimleri aşağıdadır; YILLAR ÖDENEK (%) ................................ ..................................... ................................ ..................................... ................................ ..................................... 45.3 – Fiyat farkı 45.3.1…………………………………………………………36 “36 (1) İdare; sözleşmenin yürütülmesi sırasında fiyat farkı hesaplanmasını öngörmüyor ise madde metnine “45.3.1. Fiyat farkı hesaplanmayacaktır. Ancak, mücbir sebepler veya idarenin kusuru nedeniyle işin bitim tarihinin süre uzatımı verilmek suretiyle uzatılması halinde, ihale tarihinde yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak fiyat farkı hesaplanacaktır.” ibaresini yazacaktır. Ayrıca yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak bu duruma ilişkin fiyat farkı düzenlemesi bu maddede yapılacaktır. (2) İdare, sözleşmenin yürütülmesi sırasında fiyat farkı hesaplamayı öngörüyor ise madde metnine “45.3.1. Fiyat farkı hesaplanacaktır.” ibaresi yazacaktır. Ayrıca İdare tarafından yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak fiyat farkı düzenlemesi bu maddede yapılacaktır. Madde 46 – Diğer hususlar37 46.1……………………………………. “37 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre İdarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda ihale konusu yapım işinin gereklerini de dikkate alarak 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve Kamu İhale Kurumu tarafından yayımlanan diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde “46.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.”” MADDE 26 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamenin 7.9. maddesinin (17) numaralı dipnotunun ikinci fıkrasının 7.9.1.1. ve 7.9.1.2. maddeleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “7.9.1.1. Adaylar (7.5) maddesi kapsamında sundukları iş deneyim belgesine ilave olarak varsa en fazla üç (3) adet yapım işi deneyim belgesi sunabilirler.” “7.9.1.2. (7.9.1.1.) maddesi uyarınca sunulacak iş deneyim belgeleri, (en fazla 3 işe ilişkin) Yapım İşleri Uygulama Yönetmeliğinin iş deneyim belgelerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümleri çerçevesinde değerlendirilerek belge tutarlarının toplamı puanlamaya alınacaktır. Adayın (7.5) maddesi kapsamında yeterlik için sunduğu iş deneyim belgesinin, 7.9.4.1. maddesine göre tam puan için gereken miktardan fazla olan tutarı bu toplama ilave edilecektir.” “(3) Yeterlikleri tespit edilenler arasından belli sayıda isteklinin davet edilmesinin öngörüldüğü konsorsiyumların katılımına açık olan ihalelerde işin farklı uzmanlık gerektiren her bir kısmına ilişkin puanlama kısımların yaklaşık maliyetteki ağırlık oranı dikkate alınarak ikinci fıkrada belirtilen esaslara göre bu maddede düzenlenecektir.” MADDE 27 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamenin 7.10.1 maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 28 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamenin 20.2. ve 20.3. maddeleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “20.2. Ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli bulunmayan adaylar ile bu Şartnamenin 7.8. maddesinde belli sayıda adayın teklif vermeye davet edileceğinin belirtilmesi halinde yeterli bulunmakla birlikte listeye giremeyen adaylara yapılacak bildirimin ekinde “Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı” da gönderilir. 20.3. Ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli olduğu tespit edilen bütün adaylara, bu Şartnamenin 7.8. maddesinde belli sayıda adayın teklif vermeye davet edileceğinin belirtilmesi halinde ise listeye alınan adaylara ihaleye davet mektubu ve ekinde “Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı” gönderilir. Davet mektubunda, adayın ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli bulunduğu; ihale dokümanının nereden ve hangi bedelle satın alınacağı ile ihale günü ve saati belirtilir.” MADDE 29 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 5.1. maddesi dipnotu ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve madde metnine (6.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “5.1. İhale dokümanı aşağıdaki belgelerden oluşmaktadır: a) İdari Şartname. b) Teknik Şartnameler. c) Sözleşme Tasarısı. ç) Yapım İşleri Genel Şartnamesi. (İhale dokümanı kapsamında verilmemiştir.) d) Standart formlar. e) 6………………. f) 6.1………………” “6 İstenilecek teklif türüne göre aşağıdaki seçeneklerden uygun olan seçilecektir. (1) Anahtar teslimi götürü bedel işlerde e) İş kalemleri veya iş gruplarına ait ilerleme yüzdeleri listesi ve ……..adet analiz formatı, (2) Teklif birim fiyatlı işlerde; e) ……..adet analiz formatı, (3) Karma teklif alınan işlerde e)Anahtar teslimi götürü bedel teklif verilecek iş kalemleri veya iş gruplarına ait ilerleme yüzdeleri listesi ve ……..adet analiz formatı,” “6.1 İdarece ihale dokümanı kapsamında verilecek başka belgeler varsa burada belirtilecektir. Aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır” yazılacaktır.” MADDE 30 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.1. maddesinin (f) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (7.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “f) 7.1……………………………………….” “7.1 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verilecek aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır.” yazılacaktır: “f) Alt yüklenicilere yaptırılması düşünülen işlerin listesi”” MADDE 31 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.4.1 maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 32 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 18 inci maddesinin (17) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “17 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “18.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. İstekliler, ihale konusu yapım işinde alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işlere ait listeyi teklif ekinde vereceklerdir. İhalenin bu şekilde teklif veren istekli üzerinde kalması durumunda isteklinin işe ait sözleşme imzalanmadan önce alt yüklenicilerin listesini İdarenin onayına sunması gerekir. Bu durumda alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.” (2) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmemesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “18.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. Alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.”” MADDE 33 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 30.2.3. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “30.2.3. İhale konusu işin yaklaşık maliyeti açıklandıktan sonra zarflar isteklilerle birlikte hazır bulunanlar önünde alınış sırasına göre açılır. İsteklilerin belgelerinin eksik olup olmadığı ve teklif mektubu ile geçici teminatlarının usulüne uygun olup olmadığı kontrol edilir. Belgeleri eksik olan veya teklif mektubu ile geçici teminatı usulüne uygun olmayan istekliler tutanakla tespit edilir. İstekliler ve teklif bedelleri açıklanarak tutanağa bağlanır. Düzenlenen bu tutanaklar ihale komisyonunca imzalanır ve ihale komisyon başkanı tarafından onaylanmış bir sureti isteyenlere imza karşılığı verilir.” MADDE 34 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 38.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “38.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 36.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 35 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 41.4. ve 42.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 36 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 45 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 45.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) İhale konusu işin başlama ve bitirme tarihleri ile gecikme halinde alınacak cezalar, b) Ödeme yeri ve şartlarıyla avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı, c) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları ile sözleşme kapsamında yaptırılabilecek iş artışları ile iş eksilişi durumunda karşılıklı yükümlülükler, ç) İş ve işyerinin sigortalanması ile yapı denetimi ve sorumluluğuna ilişkin şartlar. d) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar. e) Anlaşmazlıkların çözüm şekli. 45.2. Planlanan ödenek dilimleri 45.2.1. Bu iş için planlanan yıllık ödenek dilimleri aşağıdadır; YILLAR ÖDENEK (%) ................................ ..................................... ................................ ..................................... ................................ ..................................... 45.3 – Fiyat farkı 45.3.1…………………………………………………………30 “30 (1) İdare; sözleşmenin yürütülmesi sırasında fiyat farkı hesaplanmasını öngörmüyor ise madde metnine “45.3.1. Fiyat farkı hesaplanmayacaktır. Ancak, mücbir sebepler veya idarenin kusuru nedeniyle işin bitim tarihinin süre uzatımı verilmek suretiyle uzatılması halinde, ihale tarihinde yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak fiyat farkı hesaplanacaktır.” ibaresini yazacaktır. Ayrıca yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak bu duruma ilişkin fiyat farkı düzenlemesi bu maddede yapılacaktır. (2) İdare, sözleşmenin yürütülmesi sırasında fiyat farkı hesaplamayı öngörüyor ise madde metnine “45.3.1. Fiyat farkı hesaplanacaktır.” ibaresi yazacaktır. Ayrıca İdare tarafından yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak fiyat farkı düzenlemesi bu maddede yapılacaktır. Madde 46 – Diğer hususlar31 46.1.………………………………… “31 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre İdarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda ihale konusu yapım işinin gereklerini de dikkate alarak 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve Kamu İhale Kurumu tarafından yayımlanan diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde “46.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.”” MADDE 37 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b), (c) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 5.1. maddesi dipnotu ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve madde metnine (6.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “5.1. İhale dokümanı aşağıdaki belgelerden oluşmaktadır: a) İdari Şartname. b) Teknik Şartnameler. c) Sözleşme Tasarısı. ç) Yapım İşleri Genel Şartnamesi. (İhale dokümanı kapsamında verilmemiştir.) d) Standart formlar. e) 6………………. f) 6.1………………” “6 İstenilecek teklif türüne göre aşağıdaki seçeneklerden uygun olan seçilecektir. (1) Anahtar teslimi götürü bedel işlerde e) İş kalemleri veya iş gruplarına ait ilerleme yüzdeleri listesi ve ……..adet analiz formatı, (2) Teklif birim fiyatlı işlerde; e) ……..adet analiz formatı, (3) Karma teklif alınan işlerde e) Anahtar teslimi götürü bedel teklif verilecek iş kalemleri veya iş gruplarına ait ilerleme yüzdeleri listesi ve ……..adet analiz formatı,” “6.1 İdarece ihale dokümanı kapsamında verilecek başka belgeler varsa burada belirtilecektir. Aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır” yazılacaktır.” MADDE 38 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b), (c) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.1. maddesinin (g) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (7.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “g) 7.1…………………………………………. “7.1 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verilecek aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır.” yazılacaktır: “g) Alt yüklenicilere yaptırılması düşünülen işlerin listesi”” MADDE 39 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b), (c) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 40 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b), (c) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 18 inci maddesinin (23) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “23 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “18.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. İstekliler, ihale konusu yapım işinde alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işlere ait listeyi teklif ekinde vereceklerdir. İhalenin bu şekilde teklif veren istekli üzerinde kalması durumunda isteklinin işe ait sözleşme imzalanmadan önce alt yüklenicilerin listesini İdarenin onayına sunması gerekir. Bu durumda alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.” (2) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmemesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “18.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. Alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.”” MADDE 41 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b), (c) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 39.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “39.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 37.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 42 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b), (c) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 42.4. ve 43.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 43 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b), (c) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 46 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 46.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) İhale konusu işin başlama ve bitirme tarihleri ile gecikme halinde alınacak cezalar, b) Ödeme yeri ve şartlarıyla avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı, c) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları ile sözleşme kapsamında yaptırılabilecek iş artışları ile iş eksilişi durumunda karşılıklı yükümlülükler, ç) İş ve işyerinin sigortalanması ile yapı denetimi ve sorumluluğuna ilişkin şartlar. d) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar. e) Anlaşmazlıkların çözüm şekli. 46.2 – Planlanan ödenek dilimleri 46.2.1 Bu iş için planlanan yıllık ödenek dilimleri aşağıdadır; YILLAR ÖDENEK (%) ................................ ..................................... ................................ ..................................... ................................ ..................................... 46.3 – Fiyat farkı 46.3.1…………………………………………………………36 “36 (1) İdare; sözleşmenin yürütülmesi sırasında fiyat farkı hesaplanmasını öngörmüyor ise madde metnine “46.3.1. Fiyat farkı hesaplanmayacaktır. Ancak, mücbir sebepler veya idarenin kusuru nedeniyle işin bitim tarihinin süre uzatımı verilmek suretiyle uzatılması halinde, ihale tarihinde yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak fiyat farkı hesaplanacaktır.” ibaresini yazacaktır. Ayrıca yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak bu duruma ilişkin fiyat farkı düzenlemesi bu maddede yapılacaktır. (2) İdare, sözleşmenin yürütülmesi sırasında fiyat farkı hesaplamayı öngörüyor ise madde metnine “46.3.1. Fiyat farkı hesaplanacaktır.” ibaresi yazacaktır. Ayrıca İdare tarafından yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak fiyat farkı düzenlemesi bu maddede yapılacaktır.” Madde 47 – Diğer hususlar37 47.1………………………………… “37 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre İdarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda ihale konusu yapım işinin gereklerini de dikkate alarak 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve Kamu İhale Kurumu tarafından yayımlanan diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde “47.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.”” MADDE 44 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d), (e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 5.1. maddesi dipnotu ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve madde metnine (6.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “5.1. İhale dokümanı aşağıdaki belgelerden oluşmaktadır: a) İdari Şartname. b) Teknik Şartnameler. c) Sözleşme Tasarısı. ç) Yapım İşleri Genel Şartnamesi. (İhale dokümanı kapsamında verilmemiştir.) d) Standart formlar. e) 6………………. f) 6.1………………” “6 İstenilecek teklif türüne göre aşağıdaki seçeneklerden uygun olan seçilecektir. (1) Anahtar teslimi götürü bedel işlerde e) İş kalemleri veya iş gruplarına ait ilerleme yüzdeleri listesi ve ……..adet analiz formatı, (2) Teklif birim fiyatlı işlerde; e) ……..adet analiz formatı, (3) Karma teklif alınan işlerde e) Anahtar teslimi götürü bedel teklif verilecek iş kalemleri veya iş gruplarına ait ilerleme yüzdeleri listesi ve ……..adet analiz formatı,” “6.1 İdarece ihale dokümanı kapsamında verilecek başka belgeler varsa burada belirtilecektir. Aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır” yazılacaktır.” MADDE 45 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d), (e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.1. maddesinin (f) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (7.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “f) ………………………..7.1 “7.1 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verilecek aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır.” yazılacaktır: “f) Alt yüklenicilere yaptırılması düşünülen işlerin listesi”” MADDE 46 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d), (e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 47 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d), (e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 18 inci maddesinin (22) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “22 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “18.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. İstekliler, ihale konusu yapım işinde alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işlere ait listeyi teklif ekinde vereceklerdir. İhalenin bu şekilde teklif veren istekli üzerinde kalması durumunda isteklinin işe ait sözleşme imzalanmadan önce alt yüklenicilerin listesini İdarenin onayına sunması gerekir. Bu durumda alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.” (2) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmemesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “18.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. Alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.”” MADDE 48 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d), (e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 43.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “43.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 41.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 49 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d), (e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 46.4. ve 47.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 50 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d), (e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Yapım İşlerinde Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin VI. Bölümü başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VII. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “VI – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 50 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 50.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) İhale konusu işin başlama ve bitirme tarihleri ile gecikme halinde alınacak cezalar, b) Ödeme yeri ve şartlarıyla avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı, c) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları ile sözleşme kapsamında yaptırılabilecek iş artışları ile iş eksilişi durumunda karşılıklı yükümlülükler, ç) İş ve işyerinin sigortalanması ile yapı denetimi ve sorumluluğuna ilişkin şartlar. d) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar. e) Anlaşmazlıkların çözüm şekli. 50.2 – Planlanan ödenek dilimleri 50.2.1 Bu iş için planlanan yıllık ödenek dilimleri aşağıdadır; YILLAR ÖDENEK (%) ................................ ..................................... ................................ ..................................... ................................ ..................................... 50.3 – Fiyat farkı 50.3.1…………………………………………………………35 “35 (1) İdare; sözleşmenin yürütülmesi sırasında fiyat farkı hesaplanmasını öngörmüyor ise madde metnine “50.3.1. Fiyat farkı hesaplanmayacaktır. Ancak, mücbir sebepler veya idarenin kusuru nedeniyle işin bitim tarihinin süre uzatımı verilmek suretiyle uzatılması halinde, ihale tarihinde yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak fiyat farkı hesaplanacaktır.” ibaresini yazacaktır. Ayrıca yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak bu duruma ilişkin fiyat farkı düzenlemesi bu maddede yapılacaktır. (2) İdare, sözleşmenin yürütülmesi sırasında fiyat farkı hesaplamayı öngörüyor ise madde metnine “50.3.1. Fiyat farkı hesaplanacaktır.” ibaresi yazacaktır. Ayrıca İdare tarafından yürürlükte bulunan fiyat farkı kararnamesi esas alınarak fiyat farkı düzenlemesi bu maddede yapılacaktır.” Madde 51 – Diğer hususlar36 51.1……………………. “36 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre İdarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda ihale konusu yapım işinin gereklerini de dikkate alarak 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve Kamu İhale Kurumu tarafından yayımlanan diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde “51.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.”” MADDE 51 – Aynı Yönetmeliğin Ek-7’sinde yer alan Yapım İşlerine Ait Tip Sözleşme ekteki şekilde değiştirilmiştir. MADDE 52 – Aynı Yönetmeliğin Ek-8’inde yer alan Yapım İşleri Genel Şartnamesinin 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve maddenin sonuna aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(6) Yüklenici, sözleşmesine göre işyerinde bulundurulması istenen teknik personelin isimleri ile belgelerini (diploma, meslek odası kayıt belgesi, noterden alınan taahhütname) Teknik Personel Bildirimi ile birlikte yer tesliminin yapıldığı tarihten itibaren beş gün içerisinde İdareye bildirmek zorundadır. İdare, bu personel hakkında gerekli incelemeyi yaptıktan sonra kabul edip etmediğini on gün içinde Yükleniciye bildirir. İdare tarafından bu süre içerisinde herhangi bir bildirim yapılmadığı takdirde Teknik Personel Bildirimindeki teknik personel kabul edilmiş sayılır. (7) Yüklenici tarafından bildirilen teknik personelin İdare tarafından kabul edilmemesi halinde, kabul edilmeyen teknik personel yerine yeni bir teknik personel bildirilmesi için Yükleniciye beş gün süre verilir. Yüklenici, verilen süre içerisinde yeni bir teknik personel bildirmeye mecburdur. Aksi halde, teknik personel için sözleşmesinde öngörülen günlük cezalar uygulanır. (8) İş programına göre iş yerinde bulundurulması istenen teknik personelin iş başında bulundurulmaması durumunda İdare öngörülen teknik personel iş başına getirilene kadar, herhangi bir ihtara gerek kalmaksızın işi durdurabilir. Bu personelden, işin teknik ve idari denetimini yapmakla görevli olanlar, zorunlu hallerde ve yerine yine aynı niteliklere sahip olduğu İdarece kabul edilmiş vekil bırakarak; diğerleri ise, hastalık, İdarenin yazılı onayı ile yıllık izin kullanılması veya işle ilgili seyahat yapılması gibi sebeplerle işyerinden ayrılabilirler. (9) İşin devamı sırasında geçici olarak işyerinde bulunması gereken teknik personelle ilgili olarak; bu kişilerin işbaşında bulunma zamanı ve süreleri yapı denetim görevlisiyle Yüklenici arasında düzenlenen bir protokolle tespit edilir. Yüklenici, bu teknik elemanların isimlerini, belgeleriyle birlikte ilk işe başlayacakları tarihten en az otuz gün önce İdareye bildirmek mecburiyetindedir. İdare, bu elemanlar hakkında gerekli incelemeyi yaptıktan sonra kabul edip etmediğini yirmi gün içinde Yükleniciye tebliğ edecektir. İdarece bu tebliğ yapılmadığı takdirde, bildirilen teknik elemanlar kabul edilmiş sayılır. Yüklenici bu tebliğe uymaya mecburdur.” MADDE 53 – Aynı Yönetmeliğin Ek-8’inde yer alan Yapım İşleri Genel Şartnamesinin 20 nci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(6) İdarece onaylanmayan alt yükleniciler hiçbir suretle iş yerinde çalışamaz. Ancak; ihale dokümanında alt yüklenicilere yaptırılması düşünülen işlerin belirtilmesi istenmekle birlikte yüklenici teklifi kapsamında liste vermese dahi işin yürütülmesi sırasında yüklenici tarafından ihtiyaç duyulması halinde idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir.” MADDE 54 – Aynı Yönetmeliğin Ek-8’inde yer alan Yapım İşleri Genel Şartnamesinin 29 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Madde 29 – (1) İşin, sözleşmesinde belirlenen zamanda tamamlanıp geçici kabule hazır hale getirilmemesi durumunda, gecikilen her gün için sözleşmesinde öngörülen günlük gecikme cezası uygulanır. (2) Mücbir sebepler nedeniyle süre uzatımı verilebilecek haller aşağıda sayılmıştır: a) Doğal afetler. b) Kanuni grev. c) Genel salgın hastalık. ç) Kısmi veya genel seferberlik ilanı. d) Gerektiğinde Kamu İhale Kurumu tarafından belirlenecek benzeri diğer haller. (3) İkinci fıkrada belirtilen hallerin mücbir sebep olarak kabul edilmesi ve Yükleniciye süre uzatımı verilebilmesi için, mücbir sebep olarak kabul edilecek durumun; a) Yüklenicinin kusurundan kaynaklanmamış olması, b) Taahhüdün yerine getirilmesine engel nitelikte olması, c) Yüklenicinin bu engeli ortadan kaldırmaya gücünün yetmemesi, ç) Mücbir sebebin meydana geldiği tarihi izleyen yirmi gün içinde Yüklenicinin İdareye yazılı olarak bildirimde bulunması, d) Yetkili merciler tarafından belgelendirilmesi, zorunludur. (4) İdarenin, sözleşmenin ifasına ilişkin yükümlülüklerini Yüklenicinin kusuru olmaksızın yerine getirmemesi (yer teslimi, projelerin onaylanması, iş programının onaylanması, ödenek yetersizliği gibi) ve bu sebeple sorumluluğu Yükleniciye ait olmayan gecikmelerin meydana gelmesi, bu durumun taahhüdün yerine getirilmesine engel nitelikte olması ve Yüklenicinin bu engeli ortadan kaldırmaya gücünün yetmemiş olması halinde, işi engelleyici sebeplere ve yapılacak işin niteliğine göre, işin bir kısmına veya tamamına ait süre en az gecikilen süre kadar uzatılır. (5) Öngörülemeyen durumlar nedeniyle bir iş artışının zorunlu olduğu hallerde ilave işin gerektirdiği ek süre Yükleniciye verilir. (6) Mücbir sebepler ve/veya idarenin sebep olduğu hallerden dolayı, işte sorumluluğu yükleniciye ait olmayan gecikmelerin meydana gelmesi halinde, durum idarece incelenerek işi engelleyici sebeplere ve yapılacak işin niteliğine göre işin bir kısmına veya tamamına ait süre uzatılır. (7) Yüklenicinin, sürenin uzatılmasını gerektiren hallerin meydana geldiği tarihi izleyen yirmi gün içinde, idareye yazılı olarak bildirimde bulunması ve yetkili merciler tarafından usulüne göre düzenlenmiş belgelerle mücbir sebebin meydana geldiğini tevsik etmesi zorunludur. Yüklenici bildiriminde, iş üzerinde gecikmeye yol açtığını düşündüğü sebeplerin ayrıntılarını, işin süresinin ne kadar uzatılması gerektiğini belirtecektir. Uzatılacak sürenin tespiti o anda mümkün değilse bunun da sebeplerini ayrıca belirtecek, durumun netlik kazanmasından sonra istediği süre uzatımını da ayrı bir yazı ile derhal bildirecektir. Ancak idarenin sebep olduğu süre uzatımını gerektiren gecikmelerde, yüklenicinin yirmi gün içinde yazılı bildirimde bulunma şartı aranmaz. (8) Zamanında yapılmayan yazılı bildirimler dikkate alınmaz ve yüklenici müracaat süresini geçirdikten sonra süre uzatımı talebinde bulunamaz. Mücbir sebeplerin devamı sırasında yapılacak bildirim, yirmi gün öncesinden geçerli olmak üzere dikkate alınabilir. (9) İşin tamamlanması için sözleşmesinde tespit edilen tarih veya süre haricinde başkaca kayıt bulunmayan işlerde, havanın fen noktasından çalışmaya uygun olmayan devresi ile resmi tatil günleri göz önünde tutularak iş bitim tarihi veya süresi belirlenmiş sayılacağından, yüklenici, çalışmadığı bu gibi günleri öne sürerek süre uzatılması isteğinde bulunamaz. Ancak süre uzatımlarında, yapılacak işin özelliğine göre çalışılamayacak günler de dikkate alınarak verilecek süre belirlenir.” MADDE 55 – Aynı Yönetmeliğin Ek-8’inde yer alan Yapım İşleri Genel Şartnamesinin 41 inci maddesinin onüçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(13) Sözleşmesinde taahhüdün tamamlanan ve müstakil kullanıma elverişli bu kısımları için kısmi kabul yapılacağı belirtilen işlerde veya sözleşmesinde kısmi kabul yapılması öngörülmemekle birlikte, işin yürütülmesi sırasında önceden öngörülemeyen zorunlu nedenlerle ihtiyaç görülmesi durumunda; yukarıdaki usullere uygun olarak kısmi geçici kabul veya kabuller yapılabilir. İşin kısmi kabulünün yapılmış olması işin bütününün geçici kabulü yapıldığı anlamına gelmez.” MADDE 56 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “Başlamış olan ihaleler GEÇİCİ MADDE 9 – (1) 1/8/2011 tarihinden önce ilanı veya duyurusu yapılmış olan ihaleler, ilan edildiği veya duyurulduğu tarihte yürürlükte olan Yönetmelik hükümlerine göre sonuçlandırılır.” MADDE 57 – Bu Yönetmelik 1/8/2011 tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 58 – Bu Yönetmelik hükümlerini Kamu İhale Kurumu Başkanı yürütür. [R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996] —— • —— Kamu İhale Kurumundan: HİZMET ALIMI İHALELERİ UYGULAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 4/3/2009 tarihli ve 27159 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Yüklenici için öngörülen kar tutarının bu cetvelde gösterilmesi zorunludur.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 29 uncu maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) Yaklaşık maliyeti eşik değere eşit veya eşik değeri aşan muhasebe, mesleki eğitim, fotoğraf, film, fikrî ve güzel sanatlar gibi hizmetlere ilişkin ihalelerde, ekonomik ve mali yeterlik belgeleri; yaklaşık maliyetine bakılmaksızın sigortacılık hizmet alımı ihalelerinde ise adayın veya isteklinin ihale konusu iş veya benzer işlerdeki deneyimini gösteren belgeler idare tarafından gerekli görülmesi halinde istenebilir.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 31 inci maddesinin yedinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(7) İhaleye katılım ve yeterlik kriterlerine ilişkin belgelerin elektronik ortamda sunulması ya da kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen belgelerin sunulmasına yönelik olarak Kurum tarafından belirlenen esaslar çerçevesinde ihale ve ön yeterlik dokümanında düzenleme yapılabilir.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 35 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 35 – (1) Bilançonun veya eşdeğer belgelerin istenildiği ihalelerde ihalenin yapıldığı yıldan önceki yıla ait; a) Yayınlanması zorunlu olan yıl sonu bilançosunun veya gerekli bölümlerinin, b) (a) bendinde belirtilen belgelere eşdeğer belgelerin, her ikisinin de idarece istenilmesi zorunludur. (2) Bilanço veya eşdeğer belgeler kapsamında; a) İlgili mevzuatı uyarınca bilançosunu yayımlatma zorunluluğu olan aday ve istekliler yıl sonu bilançosunu veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerini, b) İlgili mevzuatı uyarınca bilançosunu yayımlatma zorunluluğu olmayan aday ve istekliler yıl sonu bilançosunu veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerini ya da bu kriterlerin sağlandığını göstermek üzere yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavirce standart forma uygun olarak düzenlenen belgeyi, sunar. (3) Adayın veya isteklinin ikinci fıkra uyarınca sunduğu belgelerde; a) Belli sürelerde nakit akışını sağlayabilmesi için gerekli likiditeye ve kısa dönem (bir yıl) içinde borç ödeme gücüne sahip olup olmadığını gösteren cari oranın (dönen varlıklar/kısa vadeli borçlar) en az 0,75 olması (hesaplama yapılırken; yıllara yaygın inşaat maliyetleri dönen varlıklardan, yıllara yaygın inşaat hakediş gelirleri ise kısa vadeli borçlardan düşülecektir), b) Aktif varlıkların ne kadarının öz kaynaklardan oluştuğunu gösteren öz kaynak oranının (öz kaynaklar/toplam aktif) en az 0,15 olması (hesaplama yapılırken, yıllara yaygın inşaat maliyetleri toplam aktiflerden düşülecektir), c) Kısa vadeli banka borçlarının öz kaynaklara oranının 0,50’den küçük olması, ve belirtilen üç kriterin birlikte sağlanması zorunludur. Sunulan bilançolarda varsa yıllara yaygın inşaat maliyetleri ile yıllara yaygın inşaat hakediş gelirlerinin gösterilmesi gerekir. (4) Yukarıda belirtilen kriterleri bir önceki yılda sağlayamayanlar, son iki yıla ait belgelerini sunabilirler. Bu takdirde, son iki yılın parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır. (5) İhale veya son başvuru tarihi yılın ilk dört ayında olan ihalelerde, bir önceki yıla ait belgelerini sunmayanlar, iki önceki yıla ait belgelerini sunabilirler. Bu belgelerde yeterlik kriterini sağlayamayanlar ise iki önceki yılın belgeleri ile üç önceki yılın belgelerini sunabilirler. Bu durumda, belgeleri sunulan yılların parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır. (6) 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 174 üncü maddesine göre takvim yılından farklı hesap dönemi belirlenen aday ve isteklinin bilançoları için bu hesap dönemi esas alınır. (7) Bilanço veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerinin ilgili mevzuatına göre düzenlenmiş ve yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir ya da vergi dairesince onaylanmış olması zorunludur. Yabancı ülkede düzenlenen bilanço veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerinin ise o ülke mevzuatına göre düzenlenmesi ve bu belgeleri düzenlemeye yetkili merci tarafından onaylanmış olması gereklidir. (8) Yabancı ülkede düzenlenen yayımlanması zorunlu olmayan bilançoların veya bunların bölümlerinin ibraz edilmemesi durumunda, yukarıda belirtilen kriterlerin sağlandığı o ülke mevzuatına göre bu belgeleri düzenlemeye yetkili merci tarafından onaylanmış belge ile tevsik edilebilir. (9) Serbest meslek erbabı tarafından sunulan, ilgili mevzuatına göre düzenlenmiş ve onaylanmış serbest meslek kazanç defteri özetinde gösterilen değerlere göre, son yıla ait toplam gelirin toplam gidere oranının veya son iki yıla ait gelir ve giderlerin parasal tutarlarının ortalaması üzerinden bulunacak oranın en az (1,25) olması şartı aranır. Serbest meslek kazanç defteri özetinin yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir ya da vergi dairesince onaylı olması gerekir. İkinci, üçüncü, dördüncü, yedinci ve sekizinci fıkralar hariç diğer fıkralarda yer alan hükümler serbest meslek kazanç defteri özeti için de uygulanır. (10) Aday veya isteklinin ortak girişim olması halinde, ortakların her birinin istenen belgeleri ayrı ayrı sunması ve üçüncü fıkranın (a), (b) ve (c) bentlerinde veya serbest meslek kazanç defteri özetine ilişkin dokuzuncu fıkrada belirtilen kriterleri sağlaması zorunludur.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 39 uncu maddesinin birinci fıkrasının (ç) ve (d) bentleri yürürlükten kaldırılmış, (b) ve (c) bentleri ile aynı maddenin ikinci fıkrası, üçüncü fıkrasının (a) bendi, beşinci fıkrası ve altıncı fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “b) Devredilen işlerde devir öncesindeki veya sonrasındaki dönemde ilk sözleşme bedelinin en az % 80’inin gerçekleştirilmesi şartıyla, ilk ilan veya davet tarihinden geriye doğru son beş yıl içinde kabul işlemleri tamamlanan hizmet işleriyle ilgili iş deneyimini gösteren belgelerin, c) Yapımla ilgili hizmet işleri dahil hizmet alımı ihalesiyle gerçekleştirilecek danışmanlık hizmetlerinde, Danışmanlık Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 38 inci maddesinde düzenlenen iş deneyimini gösteren belgelerin, istenilmesi zorunludur.” “(2) İlk ilan veya davet tarihi ile ihale veya son başvuru tarihi arasında kabul işlemleri tamamlanan hizmet işleri, ilgisine göre birinci fıkranın (a) veya (b) bendi kapsamında değerlendirilir.” “a) Açık ihale usulüyle yapılan ihaleler ile Kanunun 21 inci maddesinin (b), (c) ve (f) bentlerine göre yapılan ihalelerde, teklif edilen bedelin % 25’i ile % 50’si aralığında idarece belirlenecek bir orandan az olmamak üzere,” “(5) İş ortaklığında pilot ortağın, istenen iş deneyim tutarının en az % 70’ini, diğer ortakların her birinin, istenen iş deneyim tutarının en az % 10’unu sağlaması ve diğer ortak veya ortakların iş deneyim tutarı toplamının ise istenen iş deneyim tutarının % 30’undan az olmaması gerekir. Ancak, ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, pilot ortak ve diğer ortakların her birinin birinci cümledeki oranlara göre asgari iş deneyim tutarını sağlaması koşulu aranmaz. Konsorsiyumda ise her bir ortağın kendi kısmı için istenen iş deneyim tutarını sağlaması zorunludur.” “b) Yapımla ilgili hizmet işlerine ilişkin ihalelerde, tüzel kişi tarafından tam olarak değerlendirilmek üzere sunulan iş denetleme belgesinin, tüzel kişiliğin yarısından fazla hissesine sahip ortağına ait olması halinde, ticaret ve sanayi odası/ticaret odası bünyesinde bulunan ticaret sicil memurlukları veya yeminli mali müşavir ya da serbest muhasebeci mali müşavir tarafından, ilk ilan veya davet tarihinden sonra düzenlenen ve düzenlendiği tarihten geriye doğru son beş yıldır kesintisiz olarak bu şartın korunduğunu gösteren belgenin,” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 43 üncü maddesinin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(4) İş deneyim belgesi düzenlemeye yetkili kurum veya kuruluşun hukuki varlığının sona ermesi durumunda, bu kurum veya kuruluşa daha önce taahhüt edilerek gerçekleştirilmesine rağmen iş deneyim belgesi alınmayan işlere ilişkin olarak; a) Bu kurum veya kuruluşun yürüttüğü hizmetlerin devredildiği kamu kurum veya kuruluşuna, b) Hukuki varlığı sona eren kurum veya kuruluşun yürüttüğü hizmetin devredilmemesi durumunda söz konusu kurum ya da kuruluşun hukuki varlığı sona ermeden önce bağlı, ilgili veya ilişkili bulunduğu kamu kurum veya kuruluşuna, başvuruda bulunulabilir.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 47 nci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Ancak ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, iş ortaklığının iş deneyim tutarı, ortakların hisse oranlarına bakılmaksızın belge tutarı esas alınarak hesaplanır.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 48 inci maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddenin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(5) İş ortaklığı tarafından gerçekleştirilen işlerde ortakların iş deneyim tutarı, iş ortaklığındaki hisse oranı esas alınarak belirlenir. Ancak ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, iş ortaklığının iş deneyim tutarı, ortakların hisse oranlarına bakılmaksızın belge tutarı esas alınarak hesaplanır.” “(9) 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında hangi sıfatla olursa olsun görevli olanlara ait iş deneyimini gösteren belgeler, bu kişilerin görevleri devam ettiği sürece kullanılamaz ve kullandırılamaz.” MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 56 ncı maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) Başvuru veya teklif zarfları, alınış sırasına göre incelenir. Açık ihale usulüyle yapılan ihaleler ile belli istekliler arasında ihale usulüyle yapılan ihalelerde teklif zarfları açılmadan önce, pazarlık usulüyle yapılan ihalelerde ise son yazılı fiyat tekliflerinin verildiği oturumda yaklaşık maliyet açıklanır. Zarflardan uygun olanların açılması ve belge kontrolünün yapılması aşamasında, aday veya isteklilerce sunulan belgeler tek tek kontrol edilerek hangi belgelerin sunulduğu, Zarf Açma ve Belge Kontrol Tutanağında her belge için açılmış bulunan sütunlara kaydedilerek gösterilir. İhale usulüne göre ilgili oturumda istekliler ve teklif ettikleri fiyatlar duyurularak tutanak düzenlenir. Bu tutanakların komisyon başkanınca onaylanmış suretleri, isteyenlere imza karşılığı verilmeden oturum kapatılamaz.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 66 ncı maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere 65 inci maddenin birinci fıkrası uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 67 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin 68 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin Ek-1’inde yer alan standart formlardan; “Standart Form-KİK012.0/H Ön Yeterlik/Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara/İsteklilere Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”, “Standart Form – KİK013.0/H Ön Yeterlik Değerlendirmesi Sonucu Yeterli Bulunan Adaylara Sonucun Bildirimi ve Teklif Vermeye Davet Mektubu Formu”, “Standart Form – KİK019.1./H Kesinleşen İhale Kararının Bildirilmesine İlişkin Form” ekteki şekilde değiştirilmiş ve “Standart Form-KİK012.0/H Ön Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”dan sonra gelmek üzere “Standart Form-KİK012.1/H 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (a)/(d)/(e) Bentlerine Göre Yapılan İhalelerde Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan İsteklilere Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form” ve “Standart Form – KİK025.0/H Banka Referans Mektubu Formu”ndan sonra gelmek üzere “Standart Form – KİK025.1/H Bilanço Bilgileri Tablosu” eklenmiştir. MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 30.2.3. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “30.2.3. İhale konusu işin yaklaşık maliyeti açıklandıktan sonra zarflar isteklilerle birlikte hazır bulunanlar önünde alınış sırasına göre açılır. İsteklilerin belgelerinin eksik olup olmadığı ve teklif mektubu ile geçici teminatlarının usulüne uygun olup olmadığı kontrol edilir. Belgeleri eksik olan veya teklif mektubu ile geçici teminatı usulüne uygun olmayan istekliler tutanakla tespit edilir. İstekliler ve teklif bedelleri açıklanarak tutanağa bağlanır. Düzenlenen bu tutanaklar ihale komisyonunca imzalanır ve ihale komisyon başkanı tarafından onaylanmış bir sureti isteyenlere imza karşılığı verilir.” MADDE 16 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 38.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “38.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 36.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 17 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 41.4. ve 42.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 18 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü, başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 45 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 45.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) Ödeme yeri ve şartları b) Avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı c) İşe başlama ve iş bitirme tarihi ç) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları d) Sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi e) Cezalar ve sözleşmenin feshi f) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar g) Anlaşmazlıkların çözüm şekli” Madde 46 – Fiyat farkı 46.1. ………………………………………………………………………………….39 46.1.1. ………………………………………………………………………………..40 “39 (1) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır.” (2) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmemesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “40 (1) 46.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde 46.1.1. maddesi, yürürlükteki fiyat farkı kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümleri ve Kamu İhale Genel Tebliğindeki açıklamalar dikkate alınarak idare tarafından düzenlenecektir. (2) 46.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “46.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” Madde 47 – Diğer hususlar 47.1. ………………………………………………………………………………..41 “41 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu hizmet işinin gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla bu başlık altında, maddeler halinde başka düzenlemeler yaparak bu bölüme ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “47.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” MADDE 19 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamesinin 7.9.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 20 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamesinin 20.2. ve 20.3. maddeleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “20.2. Ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli bulunmayan adaylar ile bu Şartnamenin 7.7. maddesinde belli sayıda adayın teklif vermeye davet edileceğinin belirtilmesi halinde yeterli bulunmakla birlikte listeye giremeyen adaylara yapılacak bildirimin ekinde “Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı” da gönderilir. 20.3. Ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli olduğu tespit edilen bütün adaylara, bu Şartnamenin 7.7. maddesinde belli sayıda adayın teklif vermeye davet edileceğinin belirtilmesi halinde ise listeye alınan adaylara ihaleye davet mektubu ve ekinde “Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı” gönderilir. Davet mektubunda, adayın ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli bulunduğu; ihale dokümanının nereden ve hangi bedelle satın alınacağı ile ihale günü ve saati belirtilir.” MADDE 21 – Aynı Yönetmeliğin Ek - 4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.4.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 22 – Aynı Yönetmeliğin Ek - 4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 30.2.3. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “30.2.3. İhale konusu işin yaklaşık maliyeti açıklandıktan sonra zarflar isteklilerle birlikte hazır bulunanlar önünde alınış sırasına göre açılır. İsteklilerin belgelerinin eksik olup olmadığı ve teklif mektubu ile geçici teminatlarının usulüne uygun olup olmadığı kontrol edilir. Belgeleri eksik olan veya teklif mektubu ile geçici teminatı usulüne uygun olmayan istekliler tutanakla tespit edilir. İstekliler ve teklif bedelleri açıklanarak tutanağa bağlanır. Düzenlenen bu tutanaklar ihale komisyonunca imzalanır ve ihale komisyon başkanı tarafından onaylanmış bir sureti isteyenlere imza karşılığı verilir.” MADDE 23 – Aynı Yönetmeliğin Ek–4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 38.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “38.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 36.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 24 – Aynı Yönetmeliğin Ek–4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 41.4. ve 42.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 25 – Aynı Yönetmeliğin Ek–4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü, başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 45 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 45.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) Ödeme yeri ve şartları b) Avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı c) İşe başlama ve iş bitirme tarihi ç) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları d) Sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi e) Cezalar ve sözleşmenin feshi f) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar g) Anlaşmazlıkların çözüm şekli” Madde 46 – Fiyat farkı 46.1. ………………………………………………………………………………….34 46.1.1. ………………………………………………………………………………..35 “34 (1) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır.” (2) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmemesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “35 (1) 46.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde 46.1.1. maddesi, yürürlükteki fiyat farkı kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümleri ve Kamu İhale Genel Tebliğindeki açıklamalar dikkate alınarak idare tarafından düzenlenecektir. (2) 46.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “46.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” Madde 47 – Diğer hususlar36 47.1. …………………………………………………..…………………………….. “36 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu hizmet işinin gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla bu başlık altında, alt maddeler halinde başka düzenlemeler yaparak bu maddeye ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “47.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” MADDE 26 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b),(c),(f) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 27 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b),(c),(f) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 39.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “39.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 37.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 28 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b),(c),(f) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 42.4. ve 43.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 29 – Aynı Yönetmeliğin Ek-5’inde yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (b),(c),(f) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü, başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 46 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 46.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) Ödeme yeri ve şartları b) Avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı c) İşe başlama ve iş bitirme tarihi ç) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları d) Sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi e) Cezalar ve sözleşmenin feshi f) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar g) Anlaşmazlıkların çözüm şekli” Madde 47 – Fiyat farkı 47.1. ………………………………………………………………………………….39 47.1.1. ………………………………………………………………………………..40 “39 (1) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “47.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır. (2) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmemesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir.” “47.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “40 (1) 47.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde 47.1.1. maddesi, yürürlükteki fiyat farkı kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümleri ve Kamu İhale Genel Tebliğindeki açıklamalar dikkate alınarak idare tarafından düzenlenecektir. (2) 47.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “47.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” Madde 48 – Diğer hususlar41 48.1. …………………………………………………………………………………. “41 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu hizmet işinin gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla bu başlık altında, alt maddeler halinde başka düzenlemeler yaparak bu maddeye ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “48.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” MADDE 30 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a),(d),(e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.5.3. maddesinin (14) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “14 (1) Kalite yönetim sistem belgesinin ve/veya çevre yönetim sistem belgesinin istenildiği ihalelerde köşeli ayraç içerisinde bulunan uygun ibare seçilerek aşağıdaki metne yer verilecektir. “[Kalite yönetim sistem belgesinin/Çevre yönetim sistem belgesinin/Kalite yönetim sistem belgesi ve çevre yönetim sistem belgesinin] Türk Akreditasyon Kurumu tarafından akredite edilen belgelendirme kuruluşları veya Uluslararası Akreditasyon Forumu Karşılıklı Tanınma Antlaşmasında yer alan ulusal akreditasyon kurumlarınca akredite edilmiş belgelendirme kuruluşları tarafından düzenlenmesi zorunludur. Bu belgelendirme kuruluşlarının, Uluslararası Akreditasyon Forumu Karşılıklı Tanınma Antlaşmasında yer alan ulusal akreditasyon kurumlarınca akredite edilmiş belgelendirme kuruluşu olduklarının ve bu kuruluşlarca düzenlenen belgelerin geçerliliğini sürdürdüğünün, Türk Akreditasyon Kurumundan alınacak bir yazı ile teyit edilmesi gerekir. İhale tarihi veya bu tarihten önceki bir yıl içinde alınan teyit yazıları geçerlidir. Ancak, Türk Akreditasyon Kurumu tarafından akredite edildiği duyurulan belgelendirme kuruluşları tarafından düzenlenen ve TÜRKAK Akreditasyon Markası taşıyan belge ve sertifikalar için Türk Akreditasyon Kurumundan teyit alınması zorunlu değildir. Bu [belge veya belgelerin] ihale tarihinde geçerli olması yeterlidir. İş ortaklıklarında, ortaklardan birinin istenilen belgeyi sunması yeterlidir.” (2) Deney ve/veya kalibrasyon laboratuvarlarının ve/veya muayene kuruluşlarının kalite yeterliğine ilişkin belgelerin istenildiği ihalelerde köşeli ayraç içerisinde bulunan uygun ibare seçilerek aşağıdaki metne yer verilecektir: “[Deney laboratuvarlarının/Kalibrasyon laboratuvarlarının/Muayene kuruluşlarının/ Deney ve kalibrasyon laboratuvarlarının/Deney laboratuvarlarının ve muayene kuruluşlarının/ Kalibrasyon laboratuvarlarının ve muayene kuruluşlarının/Deney ve kalibrasyon laboratuvarları ile muayene kuruluşlarının] kalite yeterliğine ilişkin belgelerin Türk Akreditasyon Kurumu veya Uluslararası Laboratuvar Akreditasyon İşbirliği Karşılıklı Tanınma Anlaşmasında yer alan akreditasyon kurumları tarafından düzenlenmesi zorunludur. Bu akreditasyon kurumlarının Uluslararası Laboratuvar Akreditasyon İşbirliği Karşılıklı Tanınma Anlaşmasında yer alan akreditasyon kurumu olduklarının ve bu kuruluşlarca düzenlenen belgelerin geçerliliğini sürdürdüğünün, Türk Akreditasyon Kurumundan alınacak bir yazı ile teyit edilmesi gerekir. Teyit yazısı, ihale veya son başvuru tarihinde geçerli olması koşuluyla düzenlendiği tarihten itibaren bir yıl süreyle kullanılabilir. Ancak Türk Akreditasyon Kurumu tarafından düzenlenen ve TÜRKAK Akreditasyon Markası taşıyan belge ve sertifikalar için Türk Akreditasyon Kurumundan teyit alınması zorunlu değildir. Bu [belgenin/belgelerin] ihale tarihinde geçerli olması yeterlidir. İş ortaklıklarında, ortaklardan herhangi birisi istenilen belgeyi sunabilir. (3) Konsorsiyumların teklif verebileceği ihalede, işin uzmanlık gerektiren her bir kısmı için istenen kalite ve standarda ilişkin belge veya belgeler bu maddede ayrıntılı olarak düzenlenecek ve ortakların her birinin teklif verdikleri kısım için istenen belge veya belgeleri sunmak zorunda olduğu maddede belirtilecektir.” MADDE 31 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a),(d),(e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 32 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a),(d),(e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 43.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “43.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere 41.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 33 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a),(d),(e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 46.4. ve 47.4 maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 34 – Aynı Yönetmeliğin Ek-6’sında yer alan 4734 Sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a),(d),(e) Bentlerine Göre Pazarlık Usulü İle İhale Edilen Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin VI. Bölümü, başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VII. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “VI – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 50 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 50.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) Ödeme yeri ve şartları b) Avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı c) İşe başlama ve iş bitirme tarihi ç) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları d) Sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi e) Cezalar ve sözleşmenin feshi f) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar g) Anlaşmazlıkların çözüm şekli” Madde 51 – Fiyat farkı 51.1. ………………………………………………………………………………….39 51.1.1. ………………………………………………………………………………..40 “39 (1) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “51.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır. (2) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmemesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “51.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “40 (1) 51.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde 51.1.1. maddesi, yürürlükteki fiyat farkı kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümleri ve Kamu İhale Genel Tebliğindeki açıklamalar dikkate alınarak idare tarafından düzenlenecektir. (2) 51.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “51.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” Madde 52 – Diğer hususlar41 52.1. ………………………………………………………………………………… “41 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu hizmet işinin gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla bu başlık altında, alt maddeler halinde başka düzenlemeler yaparak bu maddeye ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “52.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” MADDE 35 – Aynı Yönetmeliğin Ek-7’sinde yer alan Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 9 uncu maddesi, başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Madde 9 – İşin süresi 9.1……………………………………………………………………………………14 9.2. Bu sözleşmenin uygulanmasında sürelerin hesabı takvim günü esasına göre yapılmıştır15.” “14 (1) İdare işe başlama ve işi bitirme tarihlerini kesin olarak belirtmeyecekse 9.1 maddesi aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “9.1. İşin süresi, işe başlama tarihinden itibaren ..(rakam ve yazıyla).. gündür /aydır.” (2) İdare işe başlama ve işi bitirme tarihlerini kesin olarak belirtecekse 9.1. maddesi aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “9.1. İşe başlama tarihi ...............; işi bitirme tarihi ...............dir.” 15 Niteliği itibarıyla, gerçekleştirilmesi iklim koşullarından etkilenecek işlerde aşağıdaki maddeler metne eklenecektir: “9.3. Sürenin hesaplanmasında; havanın fen noktasından çalışmaya uygun olmayan dönemi ile genel tatil günleri dikkate alındığından, bu nedenlerle ayrıca süre uzatımı verilmez. 9.4. Bu işyerinde havanın fen noktasından çalışmaya uygun olmadığı günler ..................tarihleri arasındaki ………. gündür. Ancak, işin bitiminde bu devre dikkate alınmaz ve idare yükleniciden teknik şartları yerine getirerek işi tamamlaması için bu devre içinde çalışmasını isteyebilir. Zorunlu nedenlerle gelecek yıllara sari hale gelen işlerde, çalışmaya uygun olmayan devre, ödenek durumuna ve işin özelliğine göre dikkate alınır.” MADDE 36 – Aynı Yönetmeliğin Ek-7’sinde yer alan Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 10.1. ve 10.2. maddeleri, dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve 10.3. maddesi dipnotuyla birlikte yürürlükten kaldırılmıştır. “10.1. İşin yapılacağı yer/yerler:...............................................................................16” “10.2. İşyerinin teslimine ilişkin esaslar ve işe başlama tarihi:…………………….17” “16 İşin yapılacağı yer/yerler belirtilecektir. Hizmetin niteliği gereği işin yapılacağı bir yer belirlenmemişse bu madde aşağıdaki şekilde düzenlenecektir: “10.1. İşin yapılacağı yer/yerler: Bu madde boş bırakılmıştır.” “17 (1) 9.1. maddesinde işe başlama ve işi bitirme tarihlerinin kesin olarak belirtildiği ve yükleniciye işyeri teslimi yapılmasının öngörülmediği hallerde bu madde aşağıdaki şekilde düzenlenecektir: “10.2. İşyerinin teslimine ilişkin esaslar ve işe başlama tarihi: İşyeri teslimi yapılmayacak ve 9.1. maddesinde belirtilen tarihte işe başlanacaktır.” (2) 9.1. maddesinde işe başlama ve işi bitirme tarihlerinin kesin olarak belirtilmediği ve yükleniciye işyeri teslimi yapılmasının öngörülmediği hallerde bu madde aşağıdaki şekilde düzenlenecektir: “10.2. İşyerinin teslimine ilişkin esaslar ve işe başlama tarihi: İşyeri teslimi yapılmayacak ve sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren ……….(rakam ve yazıyla) ……….. gün içinde işe başlanacaktır.” (3) 9.1. maddesinde işe başlama ve işi bitirme tarihlerinin kesin olarak belirtildiği ve yükleniciye işyeri teslimi yapılmasının öngörüldüğü hallerde bu madde aşağıdaki şekilde düzenlenecektir: “10.2. İşyerinin teslimine ilişkin esaslar ve işe başlama tarihi: Yükleniciye işyeri teslimi yapılarak 9.1. maddesinde belirtilen tarihte işe başlanır. Yüklenici veya vekili ile İdare yetkilisi/yetkilileri arasında düzenlenen işyeri teslim tutanağının imzalanmasıyla yükleniciye işyeri teslimi yapılmış olur. Ancak, işyeri teslim tutanağında, işyeri tesliminin, tutanağın onaylanması halinde gerçekleşmiş olacağının belirtilmesi halinde, tutanağın onaylandığının yükleniciye tebliğ edildiği tarihte işyeri teslimi yapılmış sayılır.” (4) 9.1. maddesinde işe başlama ve işi bitirme tarihlerinin kesin olarak belirtilmediği ve yükleniciye işyeri teslimi yapılmasının öngörüldüğü hallerde bu madde aşağıdaki şekilde düzenlenecektir: “10.2. İşyerinin teslimine ilişkin esaslar ve işe başlama tarihi: Sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren ……….(rakam ve yazıyla)……….. gün içinde işyeri teslimi yapılarak işe başlanır. Yüklenici veya vekili ile İdare yetkilisi/yetkilileri arasında düzenlenen işyeri teslim tutanağının imzalanmasıyla yükleniciye işyeri teslimi yapılmış olur. Ancak, işyeri teslim tutanağında, işyeri tesliminin, tutanağın onaylanması halinde gerçekleşmiş olacağının belirtilmesi halinde, tutanağın onaylandığının yükleniciye tebliğ edildiği tarihte işyeri teslimi yapılmış sayılır.” MADDE 37 – Aynı Yönetmeliğin Ek-7’sinde yer alan Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 13.1. maddesi ve (23) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “13.1. Bu iş için …………….………………………………………………………23” “23 (1) Avans verilmeyecekse madde metnine “avans verilmeyecektir” ibaresi yazılacaktır. (2) Avans verilecekse madde metnine “aşağıdaki şartlar dahilinde avans verilecektir” ibaresi yazılacak ve aşağıdaki hükümler madde metnine eklenecektir. “13.2. İşe başlandıktan ve iş programı İdarece onaylandıktan sonra, Yüklenicinin yazılı isteği üzerine, verilecek avansla aynı miktarda (iş programında öngörülen hakediş ödemeleri üzerinden hesaplanan avans mahsubunun bitiş tarihine süreli) ve Kamu İhale Kurumu tarafından belirlenen kapsam ve şekle uygun avans teminat mektubu veya Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilen Devlet İç Borçlanma Senetleri ve bu senetler yerine düzenlenen belgeler karşılığında; sözleşmenin yürütülmesi için gerekli olan ekipman, tesis, malzeme ve nakliye giderleri için, sözleşme bedelinin yüzde…. (sözleşme bedelinin yüzde otuzundan fazla olmamak üzere bir oran belirlenecektir.)….. tutarında avans verilecektir. 13.3. Hangi sebeple olursa olsun avansın zamanında verilmemesinden dolayı Yüklenici İdareden hiçbir şekilde süre uzatımı, tazminat ve benzeri taleplerde bulunmamayı kabul etmiştir. 13.4. Yüklenicinin avans almak için İdareye yapacağı yazılı başvuruda bu avansı yukarıdaki amaca uygun olarak kullanacağını, ayrıca avansı tahsis edeceği hususlara ait miktar ve tutarları ve itfa tarihlerini bildirmesi ve avans hükümlerine uyacağını taahhüt etmesi şarttır. 13.5. Yüklenici aldığı bu avansı, bildirdiği yerlere sarf ettiğini gösteren fatura suretleri ve benzeri geçerli belgeleri ……… gün içinde İdareye verecektir. 13.6. İdare; iş programının aksaması veya avansın şartlara uygun sarf edilmemesi veya ….. gün içinde işe başlanılmamış olması hallerinde, mahsubu yapılmamış avansı veya bakiyesini bu halleri takip eden ilk hakedişten defaten kesmeye, bu yetmediği veya hakedişi bulunmadığı takdirde avans teminatını nakde çevirmeye her zaman yetkilidir. 13.7. Avans mahsubu aşağıda yazılı esaslar dahilinde yapılır. 13.7.1. Avans mahsup oranı, avans verilme oranının yüzde …. fazlasıdır. 13.7.2. Mahsup işlemi, sözleşme bedeli esas alınarak hesaplanan her bir hak ediş tutarından avans mahsubu oranında kesinti yapılması suretiyle gerçekleştirilir ve mahsup edilen tutar kadar avans teminatı iade edilir. 13.7.3. Mahsup işlemlerinin sonunda avans bakiyesi kalmışsa, bu tutar son geçici hakedişten avans mahsup oranına bakılmaksızın tamamen kesilir. Hakediş tutarı yetmediği takdirde, aradaki farkın Yüklenici tarafından otuz gün içinde nakden ödenmemesi halinde avans teminatı nakde çevrilerek mahsup edilir. 13.7.4. İşin tasfiye edilmesi halinde Yüklenici, tasfiye kabul tarihinden itibaren otuz gün içinde avans bakiyesini nakden ödemek zorundadır. Bu süre sonunda ödeme yapılmadığı takdirde avans teminatı nakde çevrilmek suretiyle avans bakiyesi mahsup edilir. 13.8. Verilen avans hiçbir şekilde başkalarına devir veya temlik edilemez. 13.9. Avans teminatları haczedilemez ve üzerine ihtiyati tedbir konulamaz.” MADDE 38 – Aynı Yönetmeliğin Ek-7’sinde yer alan Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 14 üncü maddesinin (24) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “24 (1) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmesi halinde yürürlükteki fiyat farkı kararnamesi hükümlerine göre fiyat farkı hesaplanacağı belirtilecek ve fiyat farkı kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümleri ve Kamu İhale Genel Tebliğindeki açıklamalar çerçevesinde gerekli düzenleme bu maddede yapılacaktır. (2) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmemesi halinde; “Bu sözleşme kapsamında yapılacak işler için fiyat farkı hesaplanmayacaktır.” ibaresi yazılacaktır.” MADDE 39 – Aynı Yönetmeliğin Ek-7’sinde yer alan Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 16.1.1. maddesinin (26) numaralı dipnotunun (3) numaralı paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) İşin özelliği gereği sürekli tekrar eden nitelikteki işlerde, işin tekrar eden kısımlarının sözleşmeye uygun olarak gerçekleştirilmemesi halinde, idarece her bir aykırılık için ayrı ayrı uygulanmak suretiyle kesilecek ceza miktarı, sözleşme bedelinin % 1’ini geçmemek üzere oran olarak belirtilecektir.” MADDE 40 – Aynı Yönetmeliğin Ek-7’sinde yer alan Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 20.1. maddesinin (30) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “30 (1) İhale konusu işte kısmi kabul yapılması öngörülüyorsa, bu maddede kısmi kabul yapılacağı yazılacak ve işin hangi kısımlarının hangi tarihlerde tamamlanacağı da belirtilecektir. (2) İhale konusu işte kısmi kabul yapılması öngörülmüyorsa “20.1. Bu işte kısmi kabul yapılmayacaktır.” yazılacaktır.” MADDE 41 – Aynı Yönetmeliğin Ek-7’sinde yer alan Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 24 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddenin (35) numaralı dipnotu yürürlükten kaldırılmıştır. “Madde 24 – Yüklenicinin Ölümü, İflası, Ağır Hastalığı, Tutukluluğu veya Mahkumiyeti 24.1. Yüklenicinin ölümü, iflası, ağır hastalığı, tutukluluğu veya özgürlüğü kısıtlayıcı bir cezaya mahkumiyeti hallerinde 4735 sayılı Kanunun ilgili hükümlerine göre işlem tesis edilir. 24.2. Ortak girişim tarafından gerçekleştirilen işlerde, ortaklardan birinin ölümü, iflası, ağır hastalığı, tutukluğu veya özgürlüğü kısıtlayıcı bir cezaya mahkumiyeti hallerinde de 4735 sayılı Kanunun ilgili hükümlerine göre işlem tesis edilir. MADDE 42 – Aynı Yönetmeliğin Ek-8’inde yer alan Hizmet İşleri Genel Şartnamesinin 18 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddenin sonuna aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “4734 sayılı Kanunun 11 inci maddesi uyarınca ihaleye katılamayacak olanlar, 58 inci maddesi uyarınca ihalelere katılmaktan yasaklı olanlar, 53 üncü maddesinin (b) bendinin (8) numaralı alt bendi gereğince alınacak Bakanlar Kurulu kararında belirtilen yabancı istekliler ile 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununun 26 ncı maddesi uyarınca yasaklı durumda bulunanlar alt yüklenici olamazlar.” “Personel taşıma hizmetlerinde kullanılacak mülkiyeti yükleniciye ait olmayan her bir aracın sahibi ile yüklenici arasında ihale konusu personel taşıma işine ilişkin olarak yazılı sözleşme yapılması ve bu sözleşmenin işe başlama tarihinden önce idareye sunulması zorunludur. İşin devamı sırasında araçların değiştirilmesi veya mevcut araç sayısının artırılması halinde bu araçların sahipleri ile de aynı şekilde yazılı sözleşme yapılacak ve söz konusu araçlar taşıma hizmetine başlamadan önce bu sözleşmeler idareye sunulacaktır. Yüklenici ile araç sahibi arasında yapılacak sözleşmede, işin adı, süresi, sözleşme bedeli ve ödeme şartları ile tarafların hak ve yükümlülükleri belirtilecektir. İdarenin, ihale sözleşmesindeki ödeme yeri ve şartları maddesinde yer alan düzenlemeler çerçevesinde yükleniciye hakediş ödemesi yapabilmesi için bir önceki hakediş dönemi içerisinde yüklenici ile kontrol teşkilatının birlikte tuttuğu kayıtlar ve yüklenici ile araç sahibi arasındaki sözleşme hükümleri dikkate alınarak hesaplanacak tutarın araç sahibine ödendiğini gösteren banka dekontunun veya makbuzun ya da yükleniciden bir önceki hakediş dönemine ait herhangi bir alacağının bulunmadığına ilişkin araç sahibince imzalanmış yazılı beyanın idareye verilmesi zorunludur. Personel taşıma hizmetlerinde, yüklenici ile yaptığı sözleşme uyarınca işin bir kısmını üstlenen alt yüklenicinin ihale konusu işte mülkiyeti kendisine ait olmayan araçları kullanması halinde bu araç sahipleri ile alt yüklenici arasında yapılacak sözleşmeler ve yükleniciye ödenecek hakedişler konusunda sekizinci ve dokuzuncu fıkralarda yer alan hükümler uygulanır.” MADDE 43 – Aynı Yönetmeliğin Ek-8’inde yer alan Hizmet İşleri Genel Şartnamesinin 45 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İşin kısımlar halinde ve değişik zamanlarda tamamlanacağı sözleşmede öngörülmüşse, tamamlanan ve müstakil kullanıma elverişli olan kısımlar için, idarenin isteği üzerine ve işin bütününün kabulünün yapıldığı anlamına gelmemek şartıyla 44 üncü madde hükümlerine uygun olarak kısmi kabul yapılabilir. Ancak, sözleşme konusu hizmetin, aynı işin tekrarı şeklinde gerçekleştirildiği yemek, temizlik, güvenlik ve personel taşıma gibi süreklilik arz eden hizmet işlerinde kısmi kabul yapılamaz.” MADDE 44 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “Başlamış olan ihaleler GEÇİCİ MADDE 10 – (1) 1/8/2011 tarihinden önce ilanı veya duyurusu yapılmış olan ihaleler, ilanın veya duyurunun yapıldığı tarihte yürürlükte olan Yönetmelik hükümlerine göre sonuçlandırılır.” Yürürlük MADDE 45 – Bu Yönetmelik 1/8/2011 tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 46 – Bu Yönetmelik hükümlerini Kamu İhale Kurumu Başkanı yürütür. [R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996] —— • —— Kamu İhale Kurumundan: MAL ALIMI İHALELERİ UYGULAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 4/3/2009 tarihli ve 27159 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Mal Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 29 uncu maddesinin yedinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(7) İhaleye katılım ve yeterlik kriterlerine ilişkin belgelerin, elektronik ortamda sunulması ya da kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen belgelerin sunulmasına yönelik olarak Kurum tarafından belirlenen esaslar çerçevesinde ihale ve ön yeterlik dokümanında düzenleme yapılabilir.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 33 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 33 – (1) Bilançonun veya eşdeğer belgelerin istenildiği ihalelerde ihalenin yapıldığı yıldan önceki yıla ait; a) Yayınlanması zorunlu olan yıl sonu bilançosunun veya gerekli bölümlerinin, b) (a) bendinde belirtilen belgelere eşdeğer belgelerin, her ikisinin de idarece istenilmesi zorunludur. (2) Bilanço veya eşdeğer belgeler kapsamında; a) İlgili mevzuatı uyarınca bilançosunu yayımlatma zorunluluğu olan aday ve istekliler yıl sonu bilançosunu veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerini, b) İlgili mevzuatı uyarınca bilançosunu yayımlatma zorunluluğu olmayan aday ve istekliler, yıl sonu bilançosunu veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerini ya da bu kriterlerin sağlandığını göstermek üzere yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir tarafından standart forma uygun olarak düzenlenen belgeyi, sunar. (3) Adayın veya isteklinin ikinci fıkra uyarınca sunduğu belgelerde; a) Belli sürelerde nakit akışını sağlayabilmesi için gerekli likiditeye ve kısa dönem (bir yıl) içinde borç ödeme gücüne sahip olup olmadığını gösteren cari oranın (dönen varlıklar/kısa vadeli borçlar) en az 0,75 olması (hesaplama yapılırken; yıllara yaygın inşaat maliyetleri dönen varlıklardan, yıllara yaygın inşaat hakediş gelirleri ise kısa vadeli borçlardan düşülecektir), b) Aktif varlıkların ne kadarının öz kaynaklardan oluştuğunu gösteren öz kaynak oranının (öz kaynaklar/toplam aktif) en az 0,15 olması (hesaplama yapılırken, yıllara yaygın inşaat maliyetleri toplam aktiflerden düşülecektir), c) Kısa vadeli banka borçlarının öz kaynaklara oranının 0,50’den küçük olması, ve belirtilen üç kriterin birlikte sağlanması zorunludur. Sunulan bilançolarda varsa yıllara yaygın inşaat maliyetleri ile hakediş gelirleri gösterilmelidir. (4) Yukarıda belirtilen kriterleri bir önceki yılda sağlayamayanlar, son iki yıla ait belgelerini sunabilirler. Bu takdirde, son iki yılın parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır. (5) İhale veya son başvuru tarihi yılın ilk dört ayında olan ihalelerde, bir önceki yıla ait yıl sonu bilançosunu veya bilançonun gerekli görülen bölümlerini ya da bunlara eşdeğer belgelerini sunmayanlar, iki önceki yıla ait belgelerini sunabilirler. Bu belgelerde yeterlik kriterini sağlayamayanlar ise iki önceki yılın belgeleri ile üç önceki yılın belgelerini sunabilirler. Bu durumda, belgeleri sunulan yılların parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır. (6) 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 174 üncü maddesine göre takvim yılından farklı hesap dönemi belirlenen aday ve isteklinin bilançoları için bu hesap dönemi esas alınır. (7) Bilanço veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerinin ilgili mevzuata göre düzenlenmiş ve yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir ya da vergi dairesince onaylanmış olması zorunludur. Yabancı ülkede düzenlenen bilanço veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerinin ise o ülke mevzuatına göre düzenlenmesi ve bu belgeleri düzenlemeye yetkili merci tarafından onaylanmış olması gereklidir. (8) Yabancı ülkede düzenlenen yayımlanması zorunlu olmayan bilançoların veya bunların bölümlerinin ibraz edilmemesi durumunda, yukarıda belirtilen kriterlerin sağlandığı o ülke mevzuatına göre bu belgeleri düzenlemeye yetkili merci tarafından onaylanmış belge ile tevsik edilebilir. (9) Aday veya isteklinin ortak girişim olması halinde, ortakların her birinin istenen belgeleri ayrı ayrı sunması ve üçüncü fıkranın (a), (b) ve (c) bentlerinde belirtilen kriterleri sağlaması zorunludur.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 37 nci maddesinin dördüncü fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Ancak ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, pilot ortağın birinci cümledeki orana göre asgari iş deneyim tutarını sağlaması koşulu aranmaz.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 44 üncü maddesine aşağıdaki beşinci ve altıncı fıkralar eklenmiştir. “(5) İş bitirme belgesi düzenlemeye yetkili kurum ve kuruluşlara, bu niteliklerini kaybetmelerinden önce taahhüt edilerek gerçekleştirilmesine rağmen iş bitirme belgesi alınmayan işlere ilişkin olarak; kurum ve kuruluşların, bu niteliklerini kaybetmelerinden önce bağlı, ilgili veya ilişkili bulundukları kurum ve kuruluşlara, iş bitirme belgesi düzenlenmesi için başvuruda bulunulur. (6) İş bitirme belgesi düzenlemeye yetkili kurum veya kuruluşun hukuki varlığının sona ermesi durumunda, bu kurum veya kuruluşa daha önce taahhüt edilerek gerçekleştirilmesine rağmen iş bitirme belgesi alınmayan işlere ilişkin olarak; a) Bu kurum veya kuruluşların yürüttüğü hizmetlerin devredildiği kamu kurum ve kuruluşlarına, b) Hukuki varlığı sona eren kurum veya kuruluşun yürüttüğü hizmetin devredilmemesi durumunda söz konusu kurum veya kuruluşun hukuki varlığı sona ermeden önce bağlı, ilgili veya ilişkili bulunduğu kamu kurum veya kuruluşuna, başvuruda bulunulur.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 47 nci maddesinin yedinci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiş ve aynı maddenin sonuna aşağıdaki on birinci fıkra eklenmiştir. “Ancak ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, iş ortaklığının iş deneyim tutarı, ortakların hisse oranlarına bakılmaksızın belge tutarı esas alınarak hesaplanır.” “(11) 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında hangi sıfatla olursa olsun görevli olanlara ait iş deneyimini gösteren belgeler, bu kişilerin görevleri devam ettiği sürece kullanılamaz ve kullandırılamaz.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 55 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) Başvuru veya teklif zarfları, alınış sırasına göre incelenir. Açık ihale usulüyle yapılan ihaleler ile belli istekliler arasında ihale usulüyle yapılan ihalelerde teklif zarfları açılmadan önce, pazarlık usulüyle yapılan ihalelerde ise son yazılı fiyat tekliflerinin verildiği oturumda yaklaşık maliyet açıklanır. Zarflardan uygun olanların açılması ve belge kontrolünün yapılması aşamasında, aday veya isteklilerce sunulan belgeler tek tek kontrol edilerek hangi belgelerin sunulduğu, Zarf Açma ve Belge Kontrol Tutanağında her belge için açılmış bulunan sütunlara kaydedilerek gösterilir. İhale usulüne göre ilgili oturumda istekliler ve teklif ettikleri fiyatlar duyurularak tutanak düzenlenir. Bu tutanakların komisyon başkanınca onaylanmış suretleri, isteyenlere imza karşılığı verilmeden oturum kapatılamaz.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 65 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 64 üncü maddenin birinci fıkrası uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 66 ncı maddesinin üçüncü fıkrasındaki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 67 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin Ek 1’inde yer alan standart formlardan “Standart Form-KİK012.0/M Ön Yeterlik/Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara/İsteklilere Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”, “Standart Form - KİK013.0/M Ön Yeterlik Değerlendirmesi Sonucu Yeterli Bulunan Adaylara Sonucun Bildirimi ve Teklif Vermeye Davet Mektubu Formu”, “Standart Form- KİK020.1/M Kesinleşen İhale Kararının Bildirilmesi” ekteki şekilde değiştirilmiş ve aynı eke “Standart Form-KİK012.0/M Ön Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”dan sonra gelmek üzere “Standart Form-KİK012.1/M 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (a)/ (d)/(e) Bentlerine Göre Yapılan İhalelerde Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan İsteklilere Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form” ve “Standart FormKİK026.0/M Banka Referans Mektubu Formu”ndan sonra gelmek üzere “Standart Form – KİK026.1/M Bilanço Bilgileri Tablosu” eklenmiştir. MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin Ek 2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin (16) numaralı dipnotunun (2) ve (3) numaralı paragraflarındaki “kamu kurumlarının” ibaresi “kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının” olarak değiştirilmiştir. MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin Ek 2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 30.2.3. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “30.2.3. İhale konusu işin yaklaşık maliyeti açıklandıktan sonra zarflar isteklilerle birlikte hazır bulunanlar önünde alınış sırasına göre açılır. İsteklilerin belgelerinin eksik olup olmadığı ve teklif mektubu ile geçici teminatlarının usulüne uygun olup olmadığı kontrol edilir. Belgeleri eksik olan veya teklif mektubu ile geçici teminatı usulüne uygun olmayan istekliler tutanakla tespit edilir. İstekliler ve teklif bedelleri açıklanarak tutanağa bağlanır. Düzenlenen bu tutanaklar ihale komisyonunca imzalanır ve ihale komisyon başkanı tarafından onaylanmış bir sureti isteyenlere imza karşılığı verilir.” MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin Ek 2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 38.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “38.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 36.2. maddesinin birinci fıkrası uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin Ek 2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 41.4. ve 42.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin Ek 2’sinde yer alan Açık İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V- SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 45- Fiyat farkı 45.1.………………………………………………………………………………40 45.1.1. ……………………………………………………………………………41 “40 (1) İdare tarafından fiyat farkı hesaplanması öngörülüyor ise madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “45.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır.” (2) İdare tarafından fiyat farkı hesaplanması öngörülmüyor ise madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “45.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “41 (1) 45.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde bu madde, yürürlükteki Fiyat Farkı Kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümlerine göre düzenlenecektir. (2) 45.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “45.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” Madde 46- Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 46.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) Ödeme yeri ve şartları b) Avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı c) İşe başlama ve iş bitirme tarihi ç) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları d) Sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi e) Cezalar ve sözleşmenin feshi f) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar g) Anlaşmazlıkların çözüm şekli Madde 47- Diğer hususlar42 Madde 47.1. ……………………………………………………… “42 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu alımın gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla bu başlık altında, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “47.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.”” MADDE 16 – Aynı Yönetmeliğin Ek 3’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamesinin 6.1. maddesindeki “ihale dokümanının” ibaresi “dokümanın” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 17 – Aynı Yönetmeliğin Ek 3’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamesinin 7.9.1. maddesinin (19) numaralı dipnotunun (2) ve (3) numaralı paragraflarındaki “kamu kurumlarının” ibaresi “kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının” olarak değiştirilmiştir. MADDE 18 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamesinin 20.2. ve 20.3. maddeleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “20.2. Ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli bulunmayan adaylar ile bu Şartnamenin 7.7. maddesinde belli sayıda adayın teklif vermeye davet edileceğinin belirtilmesi halinde yeterli bulunmakla birlikte listeye giremeyen adaylara yapılacak bildirimin ekinde “Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı” da gönderilir. 20.3. Ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli olduğu tespit edilen bütün adaylara, bu Şartnamenin 7.7. maddesinde belli sayıda adayın teklif vermeye davet edileceğinin belirtilmesi halinde ise listeye alınan adaylara ihaleye davet mektubu ve ekinde “Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı” gönderilir. Davet mektubunda, adayın ön yeterlik değerlendirmesi sonucu yeterli bulunduğu; ihale dokümanının nereden ve hangi bedelle satın alınacağı ile ihale günü ve saati belirtilir.” MADDE 19 – Aynı Yönetmeliğin Ek 4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.4.1. maddesinin (12) numaralı dipnotunun (2) ve (3) numaralı paragraflarındaki “kamu kurumlarının” ibaresi “kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının” olarak değiştirilmiştir. MADDE 20 – Aynı Yönetmeliğin Ek 4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 30.2.3. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “30.2.3. İhale konusu işin yaklaşık maliyeti açıklandıktan sonra zarflar isteklilerle birlikte hazır bulunanlar önünde alınış sırasına göre açılır. İsteklilerin belgelerinin eksik olup olmadığı ve teklif mektubu ile geçici teminatlarının usulüne uygun olup olmadığı kontrol edilir. Belgeleri eksik olan veya teklif mektubu ile geçici teminatı usulüne uygun olmayan istekliler tutanakla tespit edilir. İstekliler ve teklif bedelleri açıklanarak tutanağa bağlanır. Düzenlenen bu tutanaklar ihale komisyonunca imzalanır ve ihale komisyon başkanı tarafından onaylanmış bir sureti isteyenlere imza karşılığı verilir.” MADDE 21 – Aynı Yönetmeliğin Ek 4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 38.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “38.1 Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 36.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 22 – Aynı Yönetmeliğin Ek 4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 41.4. ve 42.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 23 – Aynı Yönetmeliğin Ek 4’ünde yer alan Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V- SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 45- Fiyat farkı 45.1.………………………………………………………………………………35 45.1.1. ……………………………………………………………………………36 “35 (1) İdare tarafından fiyat farkı hesaplanması öngörülüyor ise madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “45.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır.” (2) İdare tarafından fiyat farkı hesaplanması öngörülmüyor ise madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “45.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “36 (1) 45.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde bu madde, yürürlükteki Fiyat Farkı Kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümlerine göre düzenlenecektir. (2) 45.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “45.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” Madde 46- Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 46.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) Ödeme yeri ve şartları b) Avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı c) İşe başlama ve iş bitirme tarihi ç) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları d) Sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi e) Cezalar ve sözleşmenin feshi f) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar g) Anlaşmazlıkların çözüm şekli Madde 47- Diğer hususlar37 Madde 47.1. …………………………………………………………………. “37 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu alımın gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla bu başlık altında, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “47.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.”” MADDE 24 – Aynı Yönetmeliğin Ek 5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (b), (c), (f) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin (16) numaralı dipnotunun (2) ve (3) numaralı paragraflarındaki “kamu kurumlarının” ibaresi “kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının” olarak değiştirilmiştir. MADDE 25 – Aynı Yönetmeliğin Ek 5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (b), (c), (f) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 39.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “39.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 37.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 26 – Aynı Yönetmeliğin Ek 5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (b), (c), (f) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 42.4. ve 43.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 27 – Aynı Yönetmeliğin Ek 5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (b), (c), (f) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 45.4. maddesinin (40) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “40 İdare, sözleşmenin notere tescili ve onayını gerekli gördüğü takdirde bu hususu bu maddede açık olarak düzenleyecektir. Ayrıca idare tarafından malın sözleşme yapma süresi içinde teslim edilmesi ve kesin kabulünün yapılması durumunda sözleşme imzalanmayacak ise “Malın sözleşme yapma süresi içinde teslim edilmesi ve kesin kabulünün yapılması durumunda sözleşme imzalanmayacaktır. Ancak bu durumda malın tesliminden önce ihale tarihinde 4734 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e) ve (g) bentlerinde sayılan durumlarda olunmadığına dair belgeler ile diğer yasal yükümlülükler yerine getirilmek zorundadır.” açıklamasına yer verilecektir. İhale üzerinde bırakılan istekliden kesin teminat alınması ve alım konusu malın satış sonrası servis, bakım ve onarım hizmetleri ile garantisine yönelik düzenleme yapılması durumunda idare tarafından sözleşme imzalanması zorunludur.” MADDE 28 – Aynı Yönetmeliğin Ek 5’inde yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (b), (c), (f) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V- SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 46- Fiyat farkı 46.1..………………………………………………………………………………41 46.1.1. ……………………………………………………………………………42 “41 (1) İdare tarafından fiyat farkı hesaplanması öngörülüyor ise madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır.” (2) İdare tarafından fiyat farkı hesaplanması öngörülmüyor ise madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “42 (1) 46.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde bu madde, yürürlükteki Fiyat Farkı Kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümlerine göre düzenlenecektir. (2) 46.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “45.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” Madde 47- Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 47.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) Ödeme yeri ve şartları b) Avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı c) İşe başlama ve iş bitirme tarihi ç) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları d) Sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi e) Cezalar ve sözleşmenin feshi f) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar g) Anlaşmazlıkların çözüm şekli Madde 48- Diğer hususlar43 Madde 48.1. ………………………………………………………………………. “43 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu alımın gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla bu başlık altında, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “48.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.”” MADDE 29 – Aynı Yönetmeliğin Ek 6’sında yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (a), (d) ve (e) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 7.7.1. maddesinin (16) numaralı dipnotunun (2) ve (3) numaralı paragraflarındaki “kamu kurumlarının” ibaresi “kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının” olarak değiştirilmiştir. MADDE 30 – Aynı Yönetmeliğin Ek 6’sında yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d) ve (e) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 43.1. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “43.1. Kesinleşen ihale kararı, ihale yetkilisi tarafından onaylandığı günü izleyen en geç üç gün içinde, ihale üzerinde bırakılan dahil, ihaleye teklif veren bütün isteklilere, 41.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 31 – Aynı Yönetmeliğin Ek 6’sında yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d) ve (e) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 46.4. ve 47.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 32 – Aynı Yönetmeliğin Ek 6’sında yer alan 4734 sayılı Kanunun 21 inci Maddesinin (a), (d) ve (e) Bendine Göre Pazarlık Usulü ile İhale Edilen Mal Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin VI. Bölümünün başlığında yer alan “VI” ibaresi “V” olarak ve V. Bölümü başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VII. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “VI- SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR Madde 50- Fiyat farkı 50.1.………………………………………………………………………………40 50.1.1. ……………………………………………………………………………41 “40 (1) İdare tarafından fiyat farkı hesaplanması öngörülüyor ise madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “50.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır.” (2) İdare tarafından fiyat farkı hesaplanması öngörülmüyor ise madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “50.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “41 (1) 50.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde bu madde, yürürlükteki Fiyat Farkı Kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümlerine göre düzenlenecektir. (2) 50.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “45.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” Madde 51- Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 51.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir. a) Ödeme yeri ve şartları b) Avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı c) İşe başlama ve iş bitirme tarihi ç) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları d) Sözleşme kapsamında yaptırılabilecek ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi e) Cezalar ve sözleşmenin feshi f) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar g) Anlaşmazlıkların çözüm şekli Madde 52- Diğer hususlar42 Madde 52.1. ……………………………………………………………………… “42 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu alımın gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla bu başlık altında, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “52.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.”” MADDE 33 – Aynı Yönetmeliğin Ek 7’sinde yer alan Mal Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 13.1. maddesindeki (26) numaralı dipnotunun (2) numaralı paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(2) İdare tarafından avans verilmesi öngörülüyor ise “verilecektir.” yazılacaktır. Ayrıca bu maddede, İdarenin tabi olduğu mali mevzuat da esas alınarak avans vermenin şartları ve miktarı ile mahsup şekli belirtilecektir. Ayrıca aşağıdaki alt maddeler eklenecektir: “13.2. Yükleniciden avans miktarı kadar teminat alınacaktır. 13.3. Verilen avans hiçbir şekilde başkalarına devir veya temlik edilemez.”” MADDE 34 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki Geçici 6 ncı madde eklenmiştir. “Başlamış olan ihaleler GEÇİCİ MADDE 6 – (1) 1/8/2011 tarihinden önce ilanı veya duyurusu yapılmış olan ihaleler, ilan edildiği veya duyurulduğu tarihte yürürlükte olan Yönetmelik hükümlerine göre sonuçlandırılır.” MADDE 35 – Bu Yönetmelik 1/8/2011 tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 36 – Bu Yönetmelik hükümlerini Kamu İhale Kurumu Başkanı yürütür. [R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996] —— • —— Kamu İhale Kurumundan: DANIŞMANLIK HİZMET ALIMI İHALELERİ UYGULAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 4/3/2009 tarihli ve 27159 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Danışmanlık Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (ğ) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “a) Anahtar teknik personel: Gerçek veya tüzel kişinin, bünyesinde çalıştırdığı, ihale konusu işte teknik personel olarak da istihdam edilebilen ve ihale konusu işin uzmanı olan kişiyi, ğ) Kısa liste: Ön yeterlik ilanı ve dokümanında, en az üç en fazla on olmak üzere idarece belirlenen sayıya göre, yapılan ön yeterlik değerlendirmesi sonrasında sınırlı sayıdaki adayın sıralandığı, ihaleye teklif vermek üzere davet edilenlerin listesini,” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 30 uncu maddesinin yedinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(7) İhaleye katılım ve yeterlik kriterlerine ilişkin belgelerin elektronik ortamda sunulması ya da kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen belgelerin sunulmasına yönelik olarak Kurum tarafından belirlenen esaslar çerçevesinde ihale ve ön yeterlik dokümanında düzenleme yapılabilir.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 34 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 34 – (1) Bilançonun veya eşdeğer belgelerin istenildiği ihalelerde ihalenin yapıldığı yıldan önceki yıla ait; a) Yayınlanması zorunlu olan yıl sonu bilançosunun veya gerekli bölümlerinin, b) (a) bendinde belirtilen belgelere eşdeğer belgelerin, her ikisinin de idarece istenilmesi zorunludur. (2) Bilanço veya eşdeğer belgeler kapsamında; a) İlgili mevzuatı uyarınca bilançosunu yayımlatma zorunluluğu olan aday ve istekliler yıl sonu bilançosunu veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerini, b) İlgili mevzuatı uyarınca bilançosunu yayımlatma zorunluluğu olmayan aday ve istekliler yıl sonu bilançosunu veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerini ya da bu kriterlerin sağlandığını göstermek üzere yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavirce standart forma uygun olarak düzenlenen belgeyi, sunar. (3) Adayın veya isteklinin ikinci fıkra uyarınca sunduğu belgelerde; a) Belli sürelerde nakit akışını sağlayabilmesi için gerekli likiditeye ve kısa dönem (bir yıl) içinde borç ödeme gücüne sahip olup olmadığını gösteren cari oranın (dönen varlıklar/kısa vadeli borçlar) en az 0,75 olması (hesaplama yapılırken; yıllara yaygın inşaat maliyetleri dönen varlıklardan, yıllara yaygın hakediş gelirleri ise kısa vadeli borçlardan düşülecektir), b) Aktif varlıkların ne kadarının öz kaynaklardan oluştuğunu gösteren öz kaynak oranının (öz kaynaklar/toplam aktif) en az 0,15 olması (hesaplama yapılırken, yıllara yaygın inşaat maliyetleri toplam aktiflerden düşülecektir), c) Kısa vadeli banka borçlarının öz kaynaklara oranının 0,50’den küçük olması, ve belirtilen üç kriterin birlikte sağlanması zorunludur. Sunulan bilançolarda varsa yıllara yaygın inşaat maliyetleri ile yıllara yaygın hakediş gelirlerinin gösterilmesi gerekir. (4) Yukarıda belirtilen kriterleri bir önceki yılda sağlayamayanlar, son iki yıla ait belgelerini sunabilirler. Bu takdirde, son iki yılın parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır. (5) İhale veya son başvuru tarihi yılın ilk dört ayında olan ihalelerde, bir önceki yıla ait belgelerini sunmayanlar, iki önceki yıla ait belgelerini sunabilirler. Bu belgelerde yeterlik kriterini sağlayamayanlar ise iki önceki yılın belgeleri ile üç önceki yılın belgelerini sunabilirler. Bu durumda, belgeleri sunulan yılların parasal tutarlarının ortalaması üzerinden yeterlik kriterlerinin sağlanıp sağlanmadığına bakılır. (6) 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 174 üncü maddesine göre takvim yılından farklı hesap dönemi belirlenen aday ve isteklinin bilançoları için bu hesap dönemi esas alınır. (7) Bilanço veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerinin ilgili mevzuatına göre düzenlenmiş ve yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir ya da vergi dairesince onaylanmış olması zorunludur. Yabancı ülkede düzenlenen bilanço veya bilançonun üçüncü fıkradaki kriterlerin sağlandığını gösteren bölümlerinin ise o ülke mevzuatına göre düzenlenmesi ve bu belgeleri düzenlemeye yetkili merci tarafından onaylanmış olması gereklidir. (8) Yabancı ülkede düzenlenen yayımlanması zorunlu olmayan bilançoların veya bunların bölümlerinin ibraz edilmemesi durumunda, yukarıda belirtilen kriterlerin sağlandığı o ülke mevzuatına göre bu belgeleri düzenlemeye yetkili merci tarafından onaylanmış belge ile tevsik edilebilir. (9) Serbest meslek erbabı tarafından sunulan, ilgili mevzuatına göre düzenlenmiş ve onaylanmış serbest meslek kazanç defteri özetinde gösterilen değerlere göre, son yıla ait toplam gelirin toplam gidere oranının veya son iki yıla ait gelir ve giderlerin parasal tutarlarının ortalaması üzerinden bulunacak oranın en az (1,25) olması şartı aranır. Serbest meslek kazanç defteri özetinin yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir ya da vergi dairesince onaylı olması gerekir. Bu durumda, ikinci, üçüncü, dördüncü, yedinci ve sekizinci fıkralar hariç diğer fıkralarda yer alan hükümler serbest meslek kazanç defteri özeti için de geçerlidir. (10) Aday veya isteklinin ortak girişim olması halinde, ortakların her birinin istenen belgeleri ayrı ayrı sunması ve üçüncü fıkranın (a), (b) ve (c) bentlerinde veya serbest meslek kazanç defteri özetine ilişkin dokuzuncu fıkrada belirtilen kriterleri sağlaması zorunludur.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 38 inci maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(5) İş ortaklığında pilot ortağın, istenen iş deneyim tutarının en az % 70’ini, diğer ortakların her birinin, istenen iş deneyim tutarının en az % 10’unu sağlaması ve diğer ortak veya ortakların iş deneyim tutarı toplamının ise istenen iş deneyim tutarının % 30’undan az olmaması gerekir. Ancak ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, pilot ortak ve diğer ortakların her birinin birinci cümledeki oranlara göre asgari iş deneyim tutarını sağlaması koşulu aranmaz. Konsorsiyumda ise her bir ortağın kendi kısmı için istenen iş deneyim tutarını sağlaması zorunludur.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 39 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ve belgeler” ibaresi “formları” olarak değiştirilmiş, ikinci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiş ve üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İdarece yeterlik kriteri olarak öngörülecek anahtar teknik personelin sayısı, yaklaşık maliyeti eşik değerin altında olan ihalede en fazla iki, yaklaşık maliyeti eşik değere eşit ve eşik değerin üzerinde olan ihalede ise en fazla dört olarak istenir. (3) Anahtar teknik personelde aranacak toplam mesleki deneyim süresi en fazla 10 yıl, benzer deneyim ise en fazla 5 yıl olarak öngörülebilir. Anahtar teknik personel ve teknik personelin, özel sektörde geçen toplam deneyim süresi ilgili meslek odası üye kayıt belgesiyle, kamuda geçen toplam deneyim süresi hizmet çizelgesi ve/veya meslek odası üye kayıt belgesiyle; danışmanlık hizmet işleri ile ihale konusu iş ve benzer işlere ilişkin mesleki deneyimi özgeçmiş formuyla, ilgisine göre son başvuru veya ihale tarihi itibarıyla aday veya isteklinin bünyesinde bulunduğu hususu ise, son başvuru veya ihale tarihinden bir önceki aya ait Sosyal Güvenlik Kurumu onaylı “Hizmet Bildirimi” ile tevsik edilir. İlgili mevzuatı gereği kaydolabileceği bir meslek odası bulunmayan anahtar teknik personel ve teknik personelin, özel sektörde geçen toplam deneyim süresi diploma veya mezuniyet belgesi ile, kamuda geçen toplam deneyim süresi ise hizmet çizelgesi ve/veya diploma ya da mezuniyet belgesi tevsik edilir.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 42 nci maddesinin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(4) İş deneyim belgesi düzenlemeye yetkili kurum veya kuruluşun hukuki varlığının sona ermesi durumunda, bu kurum veya kuruluşa daha önce taahhüt edilerek gerçekleştirilmesine rağmen iş deneyim belgesi alınmayan işlere ilişkin olarak; a) Bu kurum veya kuruluşun yürüttüğü hizmetlerin devredildiği kamu kurum veya kuruluşuna, b) Hukuki varlığı sona eren kurum veya kuruluşun yürüttüğü hizmetin devredilmemesi durumunda söz konusu kurum ya da kuruluşun hukuki varlığı sona ermeden önce bağlı, ilgili veya ilişkili bulunduğu kamu kurum veya kuruluşuna, başvuruda bulunulabilir.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 43 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “işlerin gerçekleşen kısımlarının miktarı, niteliği ve tutarıyla ilgili bir ihtilaf ve nizanın bulunmaması,” ibaresi yürürlükten kaldırılmış ve beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(5) Konsorsiyum tarafından gerçekleştirilen işlerde ortaklara iş bitirme belgesi düzenlenebilmesi için işin tamamının geçici kabulünün yapılmış olması, iş durum belgesi düzenlenebilmesi için konsorsiyum ortağının taahhüt ettiği iş kısmının ilk sözleşme bedelinin tamamlanması şartıyla o kısmın toplam sözleşme bedelinin en az %80’inin gerçekleştirilmiş olması zorunludur. Konsorsiyumlarda, ortakların biri veya birkaçı tarafından sözleşmenin devredilmesi halinde, ilgili iş kısmına ait ilk sözleşme bedelinin en az % 80’lik kısmında bulunan ortağa geçici kabul sonrası iş deneyim belgesi düzenlenir.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 46 ncı maddesinin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(10) 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında hangi sıfatla olursa olsun görevli olanlara ait iş deneyimini gösteren belgeler, bu kişilerin görevleri devam ettiği sürece kullanılamaz ve kullandırılamaz.” MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 48 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile altıncı fıkrasının (b) ve (ç) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, altıncı fıkradan sonra gelmek üzere yedinci fıkra eklenmiş, mevcut yedinci fıkrası sekizinci fıkra olarak aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve fıkra numaraları buna göre yeniden teselsül ettirilmiştir. “(3) İş ortaklığı tarafından gerçekleştirilen işlerde ortakların iş deneyim tutarı, iş ortaklığındaki hisse oranı esas alınarak belirlenir. Ancak ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, iş ortaklığının iş deneyim tutarı, ortakların hisse oranlarına bakılmaksızın belge tutarı esas alınarak hesaplanır.” “b) Gerçek kişilerce denetim faaliyetleri nedeniyle alınan iş denetleme belgesi tutarları; belgeye hak kazanma tarihinden itibaren ilk beş yıl beşte bir oranında, daha sonraki yıllarda tam olarak. ç) Tüzel kişiliğin, en az bir yıldır yarısından fazla hissesine sahip gerçek kişi ortağının, 1) Yarıdan fazla hisseye sahip olduğu tarihten önce almaya hak kazandığı iş denetleme belgesi tutarı, belge sahibinin yarıdan fazla hisseye sahip olduğu tarihten itibaren ilk beş yıl beşte bir oranında, daha sonraki yıllarda tam olarak, 2) Yarıdan fazla hisseye sahip olduğu tarihten itibaren almaya hak kazandığı iş denetleme belgesi tutarı, belgeye hak kazanma tarihinden itibaren ilk beş yıl beşte bir oranında, daha sonraki yıllarda tam olarak.” “(7) İş denetleme belge tutarının değerlendirilmesinde altıncı fıkrada belirtilen belgeye hak kazanma tarihi olarak; a) Biten işlerde kabul tarihi, b) Toplam sözleşme bedelinin % 80’inin ilk sözleşme bedelinden düşük olduğu devam eden işlerde; 1) Belge sahibinin ilk sözleşme bedelinin tamamlandığı tarihten önce sözleşme konusu işteki görevinden ayrılması halinde ilk sözleşme bedelinin tamamlandığı tarih, 2) Belge sahibinin ilk sözleşme bedelinin tamamlandığı tarih veya sonrasında sözleşme konusu işteki görevinden ayrılması halinde belge sahibinin denetim görevinden ayrıldığı tarih, c) Toplam sözleşme bedelinin % 80’inin ilk sözleşme bedeline eşit veya üzerinde olduğu devam eden işlerde; 1) Belge sahibinin, işin toplam sözleşme bedelinin % 80’ine ulaşıldığı tarihten önce sözleşme konusu işteki görevinden ayrılması halinde toplam sözleşme bedelinin % 80’ine ulaşıldığı tarih, 2) Belge sahibinin, işin toplam sözleşme bedelinin % 80’ine ulaşıldığı tarih veya sonrasında sözleşme konusu işteki görevinden ayrılması halinde belge sahibinin denetim görevinden ayrıldığı tarih, esas alınır.” (8) Danışmanlık hizmeti olarak alınacak yapımla ilgili kontrollük işlerinde, gerçek kişilerce denetim ve yönetim faaliyetleri nedeniyle yapım işlerinden alınan iş deneyim belge tutarları, yönetenler için 1/50 oranında, denetleyenler için ise gerçek kişinin ticaret ve/veya sanayi odasına veya ilgili meslek odasına kaydolduğu tarihten itibaren ilk beş yıl 1/50 oranında, daha sonraki yıllarda 1/10 oranında dikkate alınır.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 54 üncü maddesinin onikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(12) Yapılan ön yeterlik değerlendirmesi sonucu düzenlenen Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı, ön yeterlik kararının verilmesini izleyen üç iş günü içinde, kısa listede yer alamayan adaylara, Ön Yeterlik Değerlendirilmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form ekinde gönderilir.” MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 55 inci maddesinin birinci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Bu mektup ekinde Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağına da yer verilir.” MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin 65 inci maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Belgeleri eksik olan veya istenilen şartlara uygun olmadığı tespit edilen ya da asgari teknik puanın altında puan alan isteklilere tekliflerinin değerlendirme dışı bırakıldığı ve mali tekliflerinin açılmaksızın, mali tekliflerin açılacağı tarih ve saatte kendilerine veya vekillerine elden iade edileceği Teknik Değerlendirmede Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form kullanılarak bildirilir. Bu formun ekinde Teknik Teklif Üye Değerlendirme ve Teknik Teklif Komisyon Değerlendirme Formlarına da yer verilir. Aynı tarihte, asgari teknik puan ve üzerinde puan alan isteklilere de mali tekliflerin açılacağı tarih ve saat yazılı olarak bildirilir.” “(3) Asgari teknik puan ve üzerinde puan alan isteklilerin mali teklif zarfları açılmadan önce işin yaklaşık maliyeti açıklanır. Asgari teknik puan ve üzerinde puan alan isteklilerin mali teklif zarfları açılarak istekliler ve teklif ettikleri fiyatlar duyurulur. Mali teklif zarfındaki belgelerin uygunluğu incelenir ve inceleme sonucu mali teklif açma ve belge kontrol tutanağına kaydedilir. Bu tutanağın komisyon başkanınca onaylanmış suretleri, isteyenlere imza karşılığı verilmeden oturum kapatılamaz. Mali teklifi içerisinde teklif mektubu ile geçici teminatı bulunmayan veya usulüne uygun olmayan isteklilerin teklifleri değerlendirme dışı bırakılır.” MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin 69 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İsteklilere bildirilen kesinleşen ihale kararının ekinde, 68 inci maddenin birinci fıkrası uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin 70 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin 71 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 16 – Aynı Yönetmeliğin Ek-1’inde yer alan standart formlardan; “Standart Form-KİK012.0/D Ön Yeterlik Değerlendirmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”, “Standart Form-KİK013.0/D Kısa Listede Yer Alan Adaylara Davet Mektubu Gönderilmesine İlişkin Form”, “Standart Form-KİK018.1/D Teknik Değerlendirmede Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form”, “Standart Form-KİK022.0/D Kesinleşen İhale Kararının Bildirilmesine İlişkin Form”, “Standart Form – KİK035.0/D Anahtar Teknik Personel Bilgileri Özet Tablosu”, “Standart Form – KİK035.1/D Personel Bilgileri Özet Tablosu” standart formları ekteki şekilde değiştirilmiş, aynı eke “Standart Form – KİK030.0/D Banka Referans Mektubu Formu”ndan sonra gelmek üzere “Standart Form – KİK030.1/D Bilanço Bilgileri Tablosu” eklenmiş ve “Standart Form – KİK031.2/D İş Deneyim Belgesi (İş Durum)” standart formunun “Açıklama” kısmının (f) bendinde yer alan “ile sözleşme bedelinin çarpım sonucu bulunan tutar” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 17 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamenin 8.5.1 maddesinin son cümlesi, (20) ve (21) numaralı dipnotları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İş ortaklıklarında, her bir ortağın puanı, toplam ciro veya taahhüt altındaki ve bitirilen danışmanlık hizmet işi tutarlarının ortaklık oranlarına bölümü sonucu bulunan tutar üzerinden hesaplanır. İş ortaklığının puanı, her bir ortağın bu şekilde hesaplanan puanlarının ortaklık oranları ile çarpılması suretiyle bulunan puanların toplamı olarak değerlendirilecektir. 20 İdareler, bu kısımda tam puan için yeterli görülecek ciro tutarını, ihale konusu işin yaklaşık maliyetinin %35 i ile %50 si arasında bir tutarda belirleyecektir. 21 İdareler, bu kısımda tam puan için yeterli görülecek taahhüt altındaki ve/veya bitirilen danışmanlık hizmet işi tutarını ihale konusu işin yaklaşık maliyetinin %25’i ile %40’ı arasında bir tutarda belirleyecektir.” MADDE 18 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamenin 8.7.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 19 – Aynı Yönetmeliğin Ek-2’sinde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip Ön Yeterlik Şartnamesinin 21.3. ve 21.4. maddeleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “21.3. Yapılan ön yeterlik değerlendirmesi sonucu düzenlenen Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı, ön yeterlik kararının verilmesini izleyen üç iş günü içinde, kısa listede yer alamayan adaylara Ön Yeterlik Değerlendirilmesinde Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form ekinde gönderilir. 21.4. Ön yeterlik değerlendirmesi sonucu kısa listeye alınan adaylara yeterli bulunduğu belirtilerek ihaleye davet mektubu gönderilir. Ayrıca, bu mektup ekinde ihale dokümanı ve Ön Yeterlik Değerlendirme Sonucu Tutanağı da yer alır.” MADDE 20 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 6.1 maddesinin (f) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (5.1) numaralı dip not eklenmiştir. “f)……………………………………………………………………………………5.1 “5.1 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda, aşağıdaki metne yer verilecek aksi halde “Bu bent boş bırakılmıştır.” yazılacaktır. “f) Alt yüklenicilere yaptırılması düşünülen işlerin listesi”” MADDE 21 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 6.5.1. maddesinin son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “6.5.1. Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının internet sayfası üzerinden temin edilebilen ve teyidi yapılabilen ihaleye katılım ve yeterlik belgelerinin internet çıktısı sunulabilir.” MADDE 22 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 17 nci maddesinin (14) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “14 (1) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “17.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. İstekliler, ihale konusu işte alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işlere ait listeyi teklif ekinde vereceklerdir. İhalenin bu şekilde teklif veren istekli üzerinde kalması durumunda isteklinin işe ait sözleşme imzalanmadan önce alt yüklenicilerin listesini İdarenin onayına sunması gerekir. Bu durumda alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.”” (2) İsteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmemesi durumunda aşağıdaki metne yer verecektir: “17.1. İhale konusu işte idarenin onayı ile alt yüklenici çalıştırılabilir. Ancak işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. Alt yüklenicilerin yaptıkları işlerle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.”” MADDE 23 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 29.2.8. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “29.2.8. – Belgeleri eksik olan veya istenilen şartlara uygun olmadığı tespit edilen ya da asgari teknik puanın altında puan alan isteklilere tekliflerinin değerlendirme dışı bırakıldığı ve mali tekliflerinin açılmaksızın, mali tekliflerin açılacağı tarih ve saatte kendilerine veya vekillerine elden iade edileceği Teknik Değerlendirmede Yeterli Bulunmayan Adaylara Sonucun Bildirilmesine İlişkin Form kullanılarak bildirilir. Bu formun ekinde Teknik Teklif Üye Değerlendirme ve Teknik Teklif Komisyon Değerlendirme Formlarına da yer verilir. Aynı tarihte, asgari teknik puan ve üzerinde puan alan isteklilere de mali tekliflerin açılacağı tarih ve saat yazılı olarak bildirilir.” MADDE 24 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 32.2. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “32.2. Asgari teknik puan ve üzerinde puan alan isteklilere mali tekliflerin açılacağı tarih ve saat yazılı olarak bildirilir. İhale komisyonunca bildirilen tarih ve saatte öncelikle teknik değerlendirme sonuçları ile teknik puanlar hazır bulunanlar önünde açıklanır. Daha sonra ihale komisyonunca, toplu halde muhafaza altına alınmış olan ve mali teklifleri içeren paket açılır. Teklifleri değerlendirme dışı bırakılan isteklilerin mali teklif zarfları açılmaksızın kendilerine veya vekillerine elden iade edilerek, bu istekliler ihale salonundan çıkarılır. Bu işlemden sonra, asgari teknik puan ve üzerinde puan alan isteklilerin mali teklif zarfları açılmadan önce işin yaklaşık maliyeti açıklanır. Asgari teknik puan ve üzerinde puan alan isteklilerin mali teklif zarfları açılarak, istekliler ve teklif ettikleri fiyatlar duyurularak bir tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın onaylı suretini isteyenlere, bunların komisyon başkanınca onaylanmış bir sureti, imza karşılığı verilir. İade edilemeyen mali tekliflere ait zarflar ihalenin sonuçlandırılmasından hemen sonra iadeli taahhütlü posta ile gönderilir.” MADDE 25 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 38.1. maddesinin ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İsteklilere bildirilen kesinleşen ihale kararının ekinde, 36.2. maddesi uyarınca alınan ihale komisyonu kararı ile birlikte bildirilir.” MADDE 26 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin 41.4. ve 42.4. maddelerindeki “diğer yasal yükümlülükler yerine getirildiği halde” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 27 – Aynı Yönetmeliğin Ek-3’ ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamenin V. Bölümü başlığı ve dipnotlarıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve VI. Bölümü yürürlükten kaldırılmıştır. “V – SÖZLEŞMENİN UYGULANMASI VE DİĞER HUSUSLAR” “Madde 45 – Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin hususlar 45.1. Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin aşağıdaki hususlar sözleşme tasarısında düzenlenmiştir: a) İhale konusu işin başlama ve bitirme tarihleri ile gecikme halinde alınacak cezalar, b) Ödeme yeri ve şartlarıyla avans verilip verilmeyeceği, verilecekse şartları ve miktarı, c) Süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları ile sözleşme kapsamında yaptırılabilecek iş artışları ile iş eksilişi durumunda karşılıklı yükümlülükler, ç) İş ve işyerinin sigortalanması ile yapı denetimi ve sorumluluğuna ilişkin şartlar. d) Denetim, muayene ve kabul işlemlerine ilişkin şartlar. e) Anlaşmazlıkların çözüm şekli.” Madde 46 – Fiyat farkı 46.1. ………………………………………………………………………………32 46.1.1. …………………………………………………………………………….33 “32 (1) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır. (2) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmemesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.” “33 (1) 46.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde 46.1.1. maddesi, yürürlükteki fiyat farkı kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümleri ve Kamu İhale Genel Tebliğindeki açıklamalar dikkate alınarak idare tarafından düzenlenecektir. (2) 46.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “46.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” Madde 47 – Diğer hususlar34 “34 (1) İdareler, bu şartnamede düzenlenmeyen ve işin özelliğine göre idarelerce düzenlenmesine gerek duyulan hususlarda, ihale konusu hizmet işinin gereklerini de dikkate alarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve diğer mevzuat hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla, başka düzenlemeler yaparak alt maddeler halinde buraya ekleyebilirler. (2) Bu maddede herhangi bir düzenleme yapılmaması halinde, “47.1. Bu madde boş bırakılmıştır.” yazılacaktır.” MADDE 28 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 5.1 maddesinde yer alan “Ödemeye Esas Para Birimi” tanımı yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 29 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 14. maddesi ve (24) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “14.1. Bu iş için……………………………………….……………………………24” “24 (1) Avans verilmeyecekse madde metnine “avans verilmeyecektir” ibaresi yazılacaktır. (2) Avans verilecekse madde metnine “aşağıdaki şartlar dahilinde avans verilecektir” ibaresi yazılacak ve aşağıdaki hükümler madde metnine eklenecektir.” “14.2. İşe başlandıktan ve iş programı İdarece onaylandıktan sonra, Yüklenicinin yazılı isteği üzerine, verilecek avansla aynı miktarda (iş programında öngörülen hakediş ödemeleri üzerinden hesaplanan avans mahsubunun bitiş tarihine süreli) ve Kamu İhale Kurumu tarafından belirlenen kapsam ve şekle uygun avans teminat mektubu veya Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilen Devlet İç Borçlanma Senetleri ve bu senetler yerine düzenlenen belgeler karşılığında; sözleşmenin yürütülmesi için gerekli olan ekipman, tesis, malzeme ve nakliye giderleri için, sözleşme bedelinin yüzde…. (sözleşme bedelinin yüzde otuzundan fazla olmamak üzere bir oran belirlenecektir.)….. tutarında avans verilecektir. 14.3. Hangi sebeple olursa olsun avansın zamanında verilmemesinden dolayı Yüklenici İdareden hiçbir şekilde süre uzatımı, tazminat ve benzeri taleplerde bulunmamayı kabul etmiştir. 14.4. Yüklenicinin avans almak için İdareye yapacağı yazılı başvuruda bu avansı yukarıdaki amaca uygun olarak kullanacağını, ayrıca avansı tahsis edeceği hususlara ait miktar ve tutarları ve itfa tarihlerini bildirmesi ve avans hükümlerine uyacağını taahhüt etmesi şarttır. 14.5.Yüklenici aldığı bu avansı, bildirdiği yerlere sarf ettiğini gösteren fatura suretleri ve benzeri geçerli belgeleri ……… gün içinde İdareye verecektir. 14.6. İdare; iş programının aksaması veya avansın şartlara uygun sarf edilmemesi veya ….. gün içinde işe başlanılmamış olması hallerinde, mahsubu yapılmamış avansı veya bakiyesini bu halleri takip eden ilk hakedişten defaten kesmeye, bu yetmediği veya hakedişi bulunmadığı takdirde avans teminatını nakde çevirmeye her zaman yetkilidir. 14.7. .Avans mahsubu aşağıda yazılı esaslar dahilinde yapılır. 14.7.1. Avans mahsup oranı, avans verilme oranının …. fazlasıdır. 14.7.2. Mahsup işlemi, sözleşme bedeli esas alınarak hesaplanan her bir hak ediş tutarından avans mahsubu oranında kesinti yapılması suretiyle gerçekleştirilir ve mahsup edilen tutar kadar avans teminatı iade edilir. 14.7.3. Mahsup işlemlerinin sonunda avans bakiyesi kalmışsa, bu tutar son geçici hakedişten avans mahsup oranına bakılmaksızın tamamen kesilir. Hakediş tutarı yetmediği takdirde, aradaki farkın yüklenici tarafından otuz gün içinde nakden ödenmemesi halinde avans teminatı nakde çevrilerek mahsup edilir. 14.7.4. İşin tasfiye edilmesi halinde Yüklenici, tasfiye kabul tarihinden itibaren otuz gün içinde avans bakiyesini nakden ödemek zorundadır. Bu süre sonunda ödeme yapılmadığı takdirde avans teminatı nakde çevrilmek suretiyle avans bakiyesi mahsup edilir. 14.8. Verilen avans hiçbir şekilde başkalarına devir veya temlik edilemez. 14.9. Avans teminatları haczedilemez ve üzerine ihtiyati tedbir konulamaz.”” MADDE 30 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 15 inci maddesi ile (25) numaralı dipnotu aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (25.1) numaralı dipnot eklenmiştir. “Madde 15 – Fiyat farkı 15.1. ………………………………………………………25 15.1.1. ……………………………………………………….25.1 “25 (1) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “15.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıdaki esaslara göre fiyat farkı hesaplanacaktır. (2) İdarenin fiyat farkı hesaplanmasını öngörmemesi halinde, madde metni aşağıdaki şekilde düzenlenecektir. “15.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.”” “25.1 (1) 15.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanacağının belirtilmesi halinde 15.1.1. maddesi, yürürlükteki fiyat farkı kararnamesinin ekinde yer alan esasların ilgili hükümleri ve Kamu İhale Genel Tebliğindeki açıklamalar dikkate alınarak idare tarafından düzenlenecektir. (2) 15.1. maddesinde fiyat farkı hesaplanmayacağının belirtilmesi halinde “15.1.1. Bu madde boş bırakılmıştır.”” MADDE 31 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 16.1 maddesinin (26) numaralı dipnotu ile 16.2. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve 16.4. maddesinde yer alan “noterde” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. “26 (1) İdari Şartnamede isteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmeleri öngörülmüşse madde 16.1’de, ad, ticaret unvanı ve tebligata esas açık adresleri ile üstlendikleri işler sırasıyla gösterilecektir. (2) İdari Şartnamede isteklilerden alt yüklenicilere yaptırmayı düşündükleri işleri belirtmelerinin istenmemesi durumunda, madde 16.1 aşağıdaki şekilde düzenlenecektir: “Danışman işin bir kısmını İdarenin iznini alarak alt yükleniciye yaptırabilir.” “16.2. 4734 sayılı Kanunun, 11 inci maddesi uyarınca ihaleye katılamayacak olanlar, 58 inci maddesi uyarınca ihalelere katılmaktan yasaklı olanlar ve 53 üncü maddesinin (b) bendinin (8) numaralı alt bendi gereğince alınacak Bakanlar Kurulu kararında belirtilen yabancı istekliler ile 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununun 26 ncı maddesi uyarınca yasaklı olanlar alt yüklenici olamazlar. MADDE 32 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünde yer alan Danışmanlık Hizmet Alımlarına Ait Tip Sözleşmenin 45 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddenin 39 numaralı dipnotu yürürlükten kaldırılmıştır. “Madde 45 – Yüklenicinin Ölümü, İflası, Ağır Hastalığı, Tutukluluğu veya Mahkumiyeti 45.1. Yüklenicinin ölümü, iflası, ağır hastalığı, tutukluluğu veya özgürlüğü kısıtlayıcı bir cezaya mahkumiyeti hallerinde 4735 sayılı Kanunun ilgili hükümlerine göre işlem tesis edilir. 45.2. Ortak girişim tarafından gerçekleştirilen işlerde, ortaklardan birinin ölümü, iflası, ağır hastalığı, tutukluğu veya özgürlüğü kısıtlayıcı bir cezaya mahkumiyeti hallerinde de 4735 sayılı Kanunun ilgili hükümlerine göre işlem tesis edilir. MADDE 33 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki Geçici 10 uncu madde eklenmiştir. “Başlamış olan ihaleler GEÇİCİ MADDE 10 – (1) 1/8/2011 tarihinden önce ilanı veya duyurusu yapılmış olan ihaleler, ilan edildiği veya duyurulduğu tarihte yürürlükte olan Yönetmelik hükümlerine göre sonuçlandırılır.” MADDE 34 – Bu Yönetmelik 1/8/2011 tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 35 – Bu Yönetmelik hükümlerini Kamu İhale Kurumu Başkanı yürütür. [R.G. 16 Temmuz 2011 – 27996] —— • —— Danıştay Başkanlığından: YURT DIŞINA GÖNDERİLECEK DANIŞTAY MESLEK MENSUPLARININ SEÇİMLERİ İLE DİĞER ESASLARIN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 31/1/2002 tarihli ve 24657 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yurt Dışına Gönderilecek Danıştay Meslek Mensuplarının Seçimleri ile Diğer Esasların Belirlenmesine İlişkin Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının ilk cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Son gönderilme tarihinden itibaren iki tam yıl geçmedikçe, meslek mensupları bu madde uygulamasından yararlanamazlar.” MADDE 2 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Yönetmelik hükümlerini Danıştay Başkanı yürütür. [R.G. 20 Temmuz 2011 – 28000] —— • —— Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığından: TÜRKİYE ADALET AKADEMİSİ SİCİL AMİRLERİ YÖNETMELİĞİNİN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 8/4/2009 tarihli ve 27194 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türkiye Adalet Akademisi Sicil Amirleri Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Yönetmelik hükümlerini Türkiye Adalet Akademisi Başkanı yürütür. [R.G. 26 Temmuz 2011 – 28006] —— • —— Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumundan: BANKALARDA BAĞIMSIZ DENETİM GERÇEKLEŞTİRECEK KURULUŞLARIN YETKİLENDİRİLMESİ VE FAALİYETLERİ HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 1/11/2006 tarihli ve 26333 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bankalarda Bağımsız Denetim Gerçekleştirecek Kuruluşların Yetkilendirilmesi ve Faaliyetleri Hakkında Yönetmeliğin 12 nci maddesinin onbirinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(11) Yetkili denetim kuruluşu adına bağımsız denetim çalışmalarını yürüten bağımsız denetçiler, aynı bankanın bağımsız denetim çalışmalarında birbirini izleyen azami beş hesap dönemi için görev alabilir. Banka, bir yetkili denetim kuruluşu ile birbirini izleyen asgari üç azami sekiz hesap dönemi için bağımsız denetim sözleşmesi yapabilir. Hazırlanacak bir çerçeve sözleşme ile belirlenen bu süre zarfında kesintisiz aynı bağımsız denetim kuruluşu ile çalışmak şartıyla yıllık sözleşmeler yapılabilir. Çerçeve sözleşmenin süresi bittikten sonra en az iki hesap dönemi geçmedikçe aynı yetkili denetim kuruluşu tarafından bağımsız denetim hizmeti verilemez. Azami sürenin sonunda farklı ortaklık ve bağımsız denetçi kadrosuna sahip olsa bile yurt içi veya yurt dışındaki aynı bağımsız denetim şirketi ile hukuki bağlantısı bulunan bir başka yetkili denetim kuruluşu ile imzalanan bağımsız denetim sözleşmesi aynı yetkili denetim kuruluşu ile yapılmış kabul edilir.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve üçüncü fıkrasının (ç) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. “e) Kesintisiz olarak beş hesap dönemi Kurumun denetim ve gözetimine tabi tutulan kuruluşlarda bağımsız denetim faaliyetinde bulunulmaması ve TÜRMOB tarafından beşinci hesap döneminden itibaren her hesap dönemi itibarıyla bu Yönetmeliğin 13 üncü maddesinde belirtilen mahiyette bir kalite güvence sistemine sahip olduğuna ilişkin güvence verilmemesi” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 22 nci maddesinin beşinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 26 ncı maddesinin ikinci, altıncı, onikinci, onüçüncü ve ondokuzuncu fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(2) Yetkili denetim kuruluşunun ortaklık yapısında değişiklik yapılması ya da bağımsız denetçi yardımcısı ve stajyer bağımsız denetçi dışında bağımsız denetçi istihdam edilmesi halinde, bu kişilerin Yönetmelikte aranan şartları taşıdıklarını gösteren belgeler ile atanmalarına veya seçilmelerine ilişkin karar örneklerinin değişiklik veya istihdam edilme tarihinden itibaren en geç yirmi gün içinde Kuruma bildirilmesi zorunludur. Kurumca yapılan değerlendirme neticesinde kırkbeş gün içerisinde olumsuz görüş bildirilmeyen değişiklikler geçerli sayılır. Bu kişilerin görevden ayrılmaları durumunda da, ayrılış tarihinden itibaren en geç yirmi gün içinde Kuruma bilgi verilir.” “(6) Yetkili denetim kuruluşları 13 üncü madde uyarınca kalite güvencesi sistemi kurmakla yükümlüdür. Kalite güvencesi sistemi en fazla üç yılda bir gözden geçirilmek zorundadır. Yetkili denetim kuruluşlarından bankalarda denetim yapanlar, yılda en az bir kez bankalarda gerçekleştirdikleri bağımsız denetim faaliyetlerini esas alarak hazırlayacakları asgari olarak aşağıdaki hususları içeren kalite güvencesi raporunu yönetim kurullarınca kabul edilmesini müteakip Nisan ayı sonuna kadar Kuruma gönderirler. a) Denetlenen bankalar için hazırladıkları yılsonu bağımsız denetim raporlarında verilen görüşler, b) Denetlenen banka ve Kurumun denetim ve gözetimine tabi diğer kuruluşların isimleri, bu banka ve kuruluşlardaki denetim süresi ve denetim yapan denetçiler, c) Kullanılan denetim planı, denetim programı, kontrol tabloları ve/veya denetim yazılımlarına ilişkin açıklayıcı bilgiler, ç) Denetlenen banka bazında, önemlilik kriteri çerçevesinde tespit edilen bulgular ve bu bulgulara ilişkin yapılanlar, hangi tespitlerin çözülerek mali tablo ve eklerinde düzeltildiği, çözümlenmesi zaman gerektiren hususların düzeltilmesi için nasıl bir mutabakata varıldığı, çözümlenemeyenlerin ise bağımsız denetim raporuna nasıl yansıtıldığına ilişkin açıklamalar, d) Kalite güvencesinden sorumlu üyeler tarafından denetim personelinin mesleki ilkelere, ilgili düzenlemelere ve bağımsız denetim kuruluşu tarafından benimsenen kalite güvencesi ilke ve uygulamalarına uyum düzeyinin tespitine ilişkin yapılan gözetimler, 13 üncü maddenin beşinci fıkrası kapsamında banka bazında incelenen denetim dosyalarının test sonuçları ve bu kapsamda alınan önlemler ile verilen tavsiyeler, e) Yıllık personel sirkülasyonu ve bankada denetim yapan personelin değiştirildiği durumlar.” “(12) Onbirinci fıkra kapsamındaki mesleki sorumluluk sigortasına esas matrah, yetkili bağımsız denetim kuruluşunun bu Yönetmelik kapsamında yapılan işlerden oluşan geçmiş yıla ilişkin ciro tutarının iki katından az olmamak üzere yönetim kurulunca kabul edilen cari yıla ilişkin bütçelenen ciro tutarının asgari iki katı esas alınarak belirlenir. Belirlenen bu tutar sigorta poliçesinde açıkça belirtilir. Yetkili denetim kuruluşları, birden fazla banka ile bağımsız denetim sözleşmesi yapılması durumunda onbirinci fıkrada ve bu fıkrada belirlenen esaslar kapsamında genel nitelikte bir mesleki sorumluluk sigortası yaptırabilir.” “(13) Mesleki sorumluluk sigortası poliçesinin bir örneği, yaptırıldığı tarihten itibaren onbeş gün içinde cari yıl bütçelenen ciro tutarına ilişkin yönetim kurulu kararı, geçmiş yıl cirosuna dair beyan ve mali tablolar ile birlikte yetkili denetim kuruluşu tarafından Kuruma gönderilir ve buna ilişkin ilgili bankanın denetim komitesine de bilgi verilir.” “(19) Yetkili denetim kuruluşları, ortaklık yapıları ve denetim kadrolarına ilişkin bilgileri her yılın Haziran ve Aralık aysonunu takip eden iki hafta içerisinde ek-3’te yer alan örneğe uygun olarak veya Kurumca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde Kuruma bildirmekle yükümlüdürler.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) Birinci fıkra çerçevesinde banka yönetim kuruluna sunulan, a) Hesap dönemi sonuna ilişkin bağımsız denetim raporları Nisan ayı sonuna kadar konsolide bağımsız denetim raporları ile birlikte, b) Ara dönemler itibarıyla düzenlenen bağımsız denetim raporlarından konsolide olmayanlar ilgili dönem sonunu izleyen kırkbeş gün içinde, konsolide olanlar ise yetmişbeş gün içinde, bankaca Kuruma ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına gönderilir.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-1, Ek-1’deki şekilde değiştirilmiştir. MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-3, Ek-2’deki şekilde değiştirilmiştir. MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı yürütür. Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 1/11/2006 26333 Yönetmelikte Değişiklik Yapan Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 24/7/2007 26592 Ek-1 EK-1 ORTAKLARIN/BAĞIMSIZ DENETÇİLERİN ÖZGEÇMİŞLERİ ADI-SOYADI : İKAMETGAH ADRESİ : ÖĞRENİM DURUMU : (Ayrıntılı) HALEN ÇALIŞTIĞI İŞYERİNİN UNVANI VE İŞE GİRİŞ TARİHİ: MESLEĞİ VE GÖREV UNVANI: TC KİMLİK/PASAPORT NUMARASI: ORTAKLIK PAYI: DAHA ÖNCE ÇALIŞTIĞI İŞYERLERİ KURULUŞUN UNVANI GİRİŞ-AYRILIŞ TARİHİ GÖREV UNVANI 1234DENETLENEN İŞLETMELERE İLİŞKİN BİLGİLER İŞLETMENİN UNVANI DENETİM SÜRESİ GÖREV UNVANI DENETİMLE İLGİLİ ALINAN EĞİTİMLER ve SERTİFİKALAR YILI EĞİTİMİN SÜRESİ EĞİTİMİN ADI SERTİFİKA ….../…../…. İMZA ADI-SOYADI Ek-2 EK-3 BANKALARDA BAĞIMSIZ DENETİM YAPMA YETKİSİ BULUNAN KURULUŞLARIN ORTAK VE BAĞIMSIZ DENETÇİLERİNE İLİŞKİN BİLDİRİM FORMU Yetkili Denetim Kuruluşunun Unvanı: Dönemi: Ortaklar Adı-Soyadı Mesleki Unvanı Ruhsat No Şirketteki Unvanı Ortaklık Payı (%) Pay Tutarı (TL) T.C. Kimlik Numarası 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 %100 Ödenmiş Sermaye Toplamı …. TL Bağımsız Denetçiler Adı-Soyadı Mesleki Unvanı Ruhsat No Şirketteki Unvanı T.C. Kimlik Numarası 1 2 3 4 5 6 7 [R.G. 26 Temmuz 2011 – 28006] —— • —— Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumundan: BAĞIMSIZ DENETİM KURULUŞLARINCA GERÇEKLEŞTİRİLECEK BANKA BİLGİ SİSTEMLERİ VE BANKACILIK SÜREÇLERİNİN DENETİMİ HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 13/1/2010 tarihli ve 27461 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bağımsız Denetim Kuruluşlarınca Gerçekleştirilecek Banka Bilgi Sistemleri ve Bankacılık Süreçlerinin Denetimi Hakkında Yönetmeliğin 12 nci maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Yönetmelik hükümlerini Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı yürütür. Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 13/1/2010 27461 [R.G. 26 Temmuz 2011 – 28006] —— • —— Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumundan: SARMALIK KIYILMIŞ TÜTÜN MAMULLERİNİN ÜRETİMİ, AMBALAJLANMASI VE PİYASAYA ARZINA İLİŞKİN USUL VE ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 12/10/2005 tarihli ve 25964 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sarmalık Kıyılmış Tütün Mamullerinin Üretimi, Ambalajlanması ve Piyasaya Arzına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 3 – Bu Yönetmelik, 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 3 üncü ve 9 uncu maddeleri ile 29/6/2001 tarihli ve 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanunun 4 üncü maddesi hükümlerine dayanılarak hazırlanmıştır.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 4 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 4 – Bu Yönetmelikte geçen; Birim paket: Sarmalık kıyılmış tütün mamullerinin perakende satışında kullanılan ve ek şeffaf ambalaj dışında kalan herhangi bir malzemeden yapılmış ambalajı, Firma: Sarmalık kıyılmış tütün mamulleri üretimiyle ilgili olarak Tesis Kurma Uygunluk Belgesi ile Üretim ve Faaliyet Uygunluk Belgesi alan gerçek ve tüzel kişileri, Koruyucu madde: Sarmalık kıyılmış tütün mamulünün bozulmasını önleyerek raf ömürlerinin uzatılması için katılan maddeyi, Kurul: Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulunu, Kurum: Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunu, Makaron: Sarmalık kıyılmış tütün mamulü tüketiminde kullanılan içi boş sigara tüpünü, Sarmalık kıyılmış tütün: Tütün yaprağının ve/veya tütün bitkisi parçalarının tamamen veya kısmen hammadde olarak kullanılması ile kıyılarak hazırlanan tütünü, Sarmalık kıyılmış tütün mamulü: Koruyucu maddeler dışında herhangi bir katkı maddesi ilave edilmeden, tütün yaprağının ve/veya tütün bitkisi parçalarının tamamen hammadde olarak kullanılması ile kıyılarak hazırlanan, birim paket içinde piyasaya arz edilen tüttürme amaçlı ürünü, Yaprak sigara kâğıdı: Sarmalık kıyılmış tütün mamulü tüketiminde kullanılan yaprak halindeki sigara kâğıdını, ifade eder.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin ikinci bölüm başlığı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Üretim ve İthalat, Ambalajlama ve Piyasaya Arz ile Diğer Şartlar” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 5 inci maddesinin birinci ve yedinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “Sarmalık kıyılmış tütün mamulü, 4/11/2010 tarihli ve 27749 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tütün Mamullerinin Üretim ve Ticaretine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik kapsamında, Kurumdan Tesis Kurma ve Üretim ve Faaliyet Uygunluk Belgesi alanlar tarafından üretilir.” “Yaprak sigara kağıdı veya makaronlarda kullanılan kâğıt, ilgili mevzuatında belirtilen standartlara uygun olmak zorundadır. Makaronlarda kullanılan filtreler, selüloz asetat (tow) dışında başka bir maddeden imal edilemez. Yaprak sigara kâğıdı veya makaron üretiminde kullanılan boya maddeleri, gıda mevzuatına uygun gıda boyası cinsinden olmalıdır.” “Firmalar; Makaron Üretim Tesisi kurulması aşamasında hesaplanan Tesis Kurma ve Üretim ve Faaliyet İzni Uygunluk Belgesi bedelleri toplamını Kurum hesabına yatırıp Üretim ve Faaliyet İzni Uygunluk Belgesi almaları kaydıyla, üretim tesislerinde bulunan makaron imalat makinelerinden elde ettikleri ihtiyaç fazlası makaronları sarmalık kıyılmış tütün mamulü üreticilerine satabilir veya ihraç edebilirler. Firmaların tesis kapasitesini artıracak şekilde, mevcut makine kapasitelerini yükseltme veya kıyım makinesi, filtre çubuğu imalat, yaprak sigara kâğıdı ya da makaron imalat makinesi ilave etme talepleri, Kurum uzmanlarınca düzenlenecek olabilirlik raporunun olumlu olması şartı ile Kurum iznine bağlıdır. Olabilirlik raporu; tesisin üretim kapasitesi, firmanın geçmiş yıllardaki üretim, satış, ithalat ve ihracat miktarları ve piyasa riskleri göz önünde bulundurularak hazırlanır.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 6 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 6 – Sarmalık kıyılmış tütün mamulü, yirmi gramdan az, bin gramdan fazla olmamak kaydıyla her bir gram tütün için en az bir adet, en fazla iki adet makaron veya yaprak sigara kağıdı ile birlikte aynı birim paketlerde piyasaya arz edilir. Birinci fıkradaki miktar şartlarına uyulması kaydıyla, sarmalık kıyılmış tütün mamulü üretimi yapanların talebi halinde sarmalık kıyılmış tütün mamulü ile makaron veya yaprak sigara kağıdının ayrı paketler halinde birlikte piyasaya arz edilmesine Kurum tarafından izin verilebilir. Bu durumda makaron ve yaprak sigara kağıdı paketinin görünebilir tüm dış yüzeyleri beyaz renkte olacak, üzerinde üçüncü fıkrada belirtilen ibareler dışında başka ibare bulunmayacaktır. İkinci fıkra kapsamında ayrı paketler halinde ancak birlikte piyasaya arz edilmesine Kurumca izin verilen; sarmalık kıyılmış tütün mamulü birim paketinin üzerinde, “…. adet makaron/yaprak sigara kağıdı ile birlikte piyasaya sunulmuştur.”, makaron ve yaprak sigara kağıdı paketinin üzerinde ise, “ …. gramlık …….. markalı sarmalık kıyılmış tütün mamulünden ayrı olarak satılamaz.” ibaresi bulunur. Bu ibareler, sökülemez nitelikte olması şartıyla yapıştırılmak suretiyle de konulabilir. İhraç amacıyla üretilen sarmalık kıyılmış tütün mamullerinde bu maddede belirtilen şartların varlığı aranmaz.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 7 – Bu Yönetmelik hükümlerine göre sarmalık kıyılmış tütün mamullerini üretmek ve piyasaya arz etmek isteyenler, Tütün Mamullerinin Üretim ve Ticaretine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ve 6/1/2005 tarihli ve 25692 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tütün Mamullerinin Zararlarından Korumaya Yönelik Üretim Şekline, Etiketlenmesine ve Denetlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile getirilen şartlara uymak zorundadır.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 8 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Firmalar yaprak sigara kağıdı, makaron veya sarmalık kıyılmış tütün ile filtreleri; Kurumdan izin almaksızın sarmalık kıyılmış tütün mamulü üreticileri ile diğer sektörlerde faaliyet gösteren gerçek ve tüzel kişiler de dahil olmak üzere toptan ve perakende satıcılar ile tüketicilere satamazlar, Kuruma bildirimde bulunmaksızın da ihraç edemezler.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 9 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerine aykırılığın tespiti halinde 4733 sayılı Kanunun 8 inci maddesindeki cezai ve idari yaptırımlar ile 4703 sayılı Kanundaki idari yaptırımlar uygulanır.” MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 3 – Bu Yönetmeliğin 5 inci maddesinin dokuzuncu fıkrasında belirtilen şartlara uymadan, sarmalık kıyılmış tütün mamulü üreticilerine makaron satan ya da ihracat yapan firmaların bu faaliyetlerine devam edebilmeleri için, Makaron Üretim Tesisi kurulması aşamasında hesaplanan Tesis Kurma ve Üretim ve Faaliyet İzni Uygunluk Belgesi bedelleri toplamını Kurum hesabına yatırıp Üretim ve Faaliyet İzni Uygunluk Belgesi almaları gerekmektedir. GEÇİCİ MADDE 4 – Geçici 1 inci madde hükmüne göre sarmalık kıyılmış tütün mamulü üreticilerine satmak veya ihraç maksadıyla makaron üretim izni alan gerçek ve tüzel kişilerin bu maddenin yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Kuruma müracaat ederek, 28/7/2010 tarihli ve 27655 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Makaron Üretim Tesislerinin Kurulum ve İşleyişine İlişkin Uygulanacak Usul ve Esaslara Dair Kurul Kararı kapsamında belge bedeli ödemeksizin Üretim ve Faaliyet İzni Uygunluk Belgesi almaları gerekmektedir.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 12 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 12 – Bu Yönetmelik hükümlerini Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Başkanı yürütür.” MADDE 11 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 12 – Bu Yönetmelik hükümlerini Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Başkanı yürütür. [R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992] —— • —— Cezanın Kaldırılması Kararı Cumhurbaşkanlığından: Karar Sayısı : 2011/47 İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/6/2009 tarihli ve E: 2000/168, K: 2009/113 sayılı kararıyla, sahte kimlik kullanma ve ruhsatsız silah taşıma suçlarından 10’ar ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilen ve cezası kesinleşen, Bursa İli, İnegöl İlçesi, Süleymaniye Mahallesi, Cilt No: 6, Hane No: 300, Birey Sıra No: 19’da nüfusa kayıtlı, Bülent ve Saadet’ten olma, 23/10/1982 doğumlu, 36154071108 T.C. kimlik numaralı Burçay KURŞUNLU’nun cezası, Adalet Bakanlığının 26/5/2011 tarihli ve B.03.0.CİG.0.00.00.07102-0544-2011/1203/29293 sayılı yazısı ekinde gönderilen ve adı geçenin sürekli sakatlık kapsamında bulunduğunu belirten Adlî Tıp Kurumu 3 üncü Adlî Tıp İhtisas Kurulunun 30/3/2011 tarihli ve B.03.1.ATK.0.06.00.03-101.01.02-10/21064/3091-3124 sayılı raporu sebebiyle, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi hükmü uyarınca kaldırılmıştır. 7/7/2011 Abdull CUMHUR [R.G. 08 Temmuz 2011 – 27988] —— • —— Kanun Hükmünde Kararname VERGİ DENETİM KURULU BAŞKANLIĞININ KURULMASI AMACIYLA BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME Karar Sayısı : KHK/646 Maliye Bakanlığında hizmet birimi olarak Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının kurulması ile bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 7/7/2011 tarihinde kararlaştırılmıştır. MADDE 1 – 13/12/1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin; a) 2 nci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir. “s) Vergi incelemesi ve denetimine ilişkin temel politika ve stratejileri belirlemek ve uygulanmasını sağlamak.” b) 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bu amaçla Bakanlık Teftiş Kurulu ve Hesap Uzmanları Kurulu hariç olmak üzere” ibaresi “Bu amaçla Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı hariç olmak üzere” şeklinde değiştirilmiştir. c) 13 üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “r) Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazları geliştirmek, değerlendirmek, kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazları satın almak, trampa etmek, kamulaştırmak, toplulaştırmak, kamulaştırma ve toplulaştırma kapsamında kalan taşınmazlar da dâhil olmak üzere taşınmazların imar planlarını, çevre imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde yapmak, yaptırmak, tadil etmek ve imar uygulamasını gerçekleştirmek. Genel Müdürlük tarafından birinci fıkranın (r) bendi uyarınca yapılan, yaptırılan ve tadil edilen planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içinde onaylanmayan planlar Genel Müdürlük tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Genel Müdürlük tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dâhil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Genel Müdürlük tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur. İlgili belediyeler ve valilikler bu arsa ve arazilerin imar fonksiyonlarını beş yıl süreyle değiştiremezler.” ç) 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (b) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. “a) Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı,” d) 20 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı: MADDE 20 – Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı, doğrudan Bakana bağlı olarak Başkan, Başkan Yardımcıları, Grup Başkanları ve Vergi Müfettişleri (Vergi Başmüfettişi, Vergi Müfettişi ve Vergi Müfettiş Yardımcısı)’nden oluşur. Kurula verilen görevlerin yerine getirilmesinde, uzmanlaşma ve işbölümünün sağlanması amacıyla uygun görülen yerlerde Bakan onayı ile doğrudan Başkanlığa bağlı olmak üzere aşağıdaki grup başkanlıkları kurulabilir. a) Küçük ve Orta Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığı. b) Büyük Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığı. c) Organize Vergi Kaçakçılığı ile Mücadele Grup Başkanlığı. ç) Örtülü Sermaye, Transfer Fiyatlandırması ve Yurtdışı Kazançlar Grup Başkanlığı. İkinci fıkrada belirtilen grup başkanlıkları, uygun görülen yerlerde ihtiyaca göre birden fazla sayıda kurulabilir. Kurulun görev ve yetkileri şunlardır: a) Vergi Usul Kanunu ve diğer gelir kanunları kapsamında vergi incelemeleri yapmak. b) Her türlü bilgi, veri ve istatistiği toplamak suretiyle oluşturulacak Risk Analiz Sistemi üzerinden mükelleflerin faaliyetlerini gruplar ve sektörler itibarıyla analiz etmek, mukayeseler yapmak ve bu suretle risk alanlarını tespit etmek. c) Vergi yükümlülüklerine ilişkin ihbar ve şikayetleri değerlendirmek. ç) Vergi incelemelerinde Gelir İdaresi Başkanlığı ile gerekli eşgüdümü ve işbirliğini sağlamak. d) İnceleme ve denetim sonuçlarını izlemek, değerlendirmek ve istatistikler oluşturmak. e) Vergi inceleme ve denetimleri ile raporlamaya ilişkin standart, ilke, yöntem ve teknikleri geliştirmek, inceleme ve denetim rehberleri hazırlamak, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların uyacakları etik kuralları belirlemek. f) Vergi Müfettişlerinin mesleki yeterlik ve yetkinliklerinin sağlanması ve artırılması için gerekli çalışmaları yapmak, bu amaca katkı sağlamak üzere kalite güvence sistemini geliştirerek uygulamak. g) Performans değerlendirme sistemi oluşturmak ve Vergi Müfettişlerinin performansını bu sisteme göre değerlendirmek. ğ) Vergi kaçırma ve vergiden kaçınma alanındaki gelişmeler ile bunların ortaya çıkarılması ve önlenmesine yönelik yöntemler konusunda araştırmalar yapmak. h) Vergi mevzuatı ile ilgili görüş ve önerilerde bulunmak. ı) Bakan tarafından verilen teftiş, inceleme, denetim ve soruşturmaları yapmak. i) Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak. Vergi incelemesine yetkili olanlar tarafından yapılacak tam ve sınırlı vergi incelemelerinin kapsamı, vergi incelemesine tabi tutulma bakımından birinci sınıf tüccarların yıllık iş hacimleri, aktif ve öz sermaye büyüklükleri esas alınarak gruplara ayrılması ve yapılacak bu gruplamaya bağlı olarak vergi incelemesine alınma bakımından asgari süreler getirilmesi ile bu hususlara dair diğer usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.” e) 21 inci ve 33/B maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. f) 42 nci maddesinin (b) fıkrasında yer alan “ve Maliye Bakanlığında en az üç yıl fiilen çalışmış” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. g) 43 üncü maddesinin (a) fıkrasının ikinci paragrafında yer alan “(Gelir İdaresi Başkanlığı gelirler kontrolörleri dahil)” ve “Başkanlık ve” ibareleri yürürlükten kaldırılmış ve aynı maddenin (b) fıkrasının (1) numaralı bendine “Devlet Muhasebe Uzmanı,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünde Devlet Gelir Politikaları Uzmanı,” ibaresi eklenmiştir. ğ) Ek 28 inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir. “Vergi Denetim Kurulu Başkanlığında atama, yükselme ve yer değişikliği EK MADDE 29 – Vergi Denetim Kurulu Başkanı, atama tarihi itibarıyla Devlet memuriyetinde bulunan, kamudaki hizmet süresi toplamı oniki yılı aşan ve bu sürenin en az on yılında Vergi Müfettişi olarak görev yapmış olanlar arasından atanır. Başkan, Vergi Müfettişi sıfat ve yetkilerini haizdir. Görevlerin yürütülmesinde Başkana yardımcı olmak üzere dört Başkan Yardımcısı atanabilir. Başkan Yardımcıları, atama tarihi itibarıyla Devlet memuriyetinde bulunan, kamudaki hizmet süresi toplamı on yılı aşan ve bu sürenin en az sekiz yılında Vergi Müfettişi olarak görev yapmış olanlar arasından atanır. Başkan Yardımcıları, Vergi Müfettişi sıfat ve yetkilerini haizdir. Grup Başkanları, görevlendirme tarihi itibarıyla Vergi Müfettişi kadrosunda bulunan, kamudaki hizmet süresi toplamı on yılı aşan ve bu sürenin en az sekiz yılında Vergi Müfettişi olarak görev yapmış olanlar arasından görevlendirilir. Vergi Müfettişleri, en az dört yıllık yükseköğretim veren hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, iktisadi ve idari bilimler fakülteleri ile yönetmelikle belirlenen yükseköğretim kurumlarından veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulunca kabul edilmiş yükseköğretim kurumlarından mezun olup, sınavın yapıldığı tarih itibarıyla otuzbeş yaşını doldurmamış olan ve yapılacak özel yarışma sınavını kazananlar arasından, Bakan onayı ile mesleğe Vergi Müfettiş Yardımcısı olarak atanır. Vergi Müfettiş Yardımcılığına atananlardan giriş sınavındaki başarı sırasına göre en başarılı yüzde yirmisi üç aylık ayrı bir eğitime tabi tutulur. Bu eğitim sonucunda yapılacak yazılı ve sözlü sınavda başarı sırasına göre en başarılı yüzde yirmibeşi 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinde belirtilen grup başkanlıklarında görevlendirilir. Giriş sınavında ilk yüzde yirmiye, eğitim sonucunda yapılacak sınavda ise ilk yüzde yirmibeşe giremeyenler 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen grup başkanlığında görevlendirilir. Vergi Müfettiş Yardımcıları, fiilen üç yıl çalışmak ve yardımcılık döneminde performans değerlendirmesine göre başarılı olmak şartıyla yapılacak yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar. Yeterlik sınavında her bir grup başkanlığı itibarıyla yer alacak sınav konuları ile ortak sınav konuları ve sınava ilişkin diğer usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. Yapılacak yeterlik sınavında başarılı sayılabilmek için giriş sınavında alınan puanın yüzde otuzu ile yeterlik sınavında alınan puanın yüzde yetmişinin toplamının yüz puan üzerinden en az altmışbeş puan olması şarttır. Yeterlik sınavında başarılı olanlar Vergi Müfettişi olarak atanırlar. 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen grup başkanlığında görev yapmakta iken Vergi Müfettişi olarak atananlardan yeterlik sınavındaki başarı sırasına göre en başarılı yüzde beşi, 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinde belirtilen grup başkanlıklarında görevlendirilir. Yeterlik sınavına girmeye hak kazanamayanlar ile yeterlik sınavında başarılı olamayanlar ise Bakanlıkta derecelerine uygun memur kadrolarına atanırlar. Yardımcılık dönemi dahil Vergi Müfettişi olarak en az on yıl çalışan, yeterlik sonrası dönemde en az üç yıl performans değerlendirmesine tabi tutulan ve yapılan performans değerlendirmelerinde başarılı olanlar, Vergi Başmüfettişi kadrolarına atanırlar. 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen grup başkanlığında görev yapıp, bir takvim yılı içinde Vergi Başmüfettişi olarak atananlardan giriş sınavında alınan puanın yüzde onu, yeterlik sınavında alınan puanın yüzde yirmisi ve performans değerlendirmesine göre alınan puanın yüzde yetmişi esas alınarak yapılacak sıralamaya göre en başarılı yüzde beşi, izleyen yıl içinde 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinde belirtilen grup başkanlıklarında görevlendirilir. 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen grup başkanlıklarında görev yapan Vergi Müfettişleri bu grup başkanlıkları arasında görev yerleri bakımından yer değiştirmeye tabidir. 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinde belirtilen grup başkanlıklarında görev yapan Vergi Müfettişleri ise bu grup başkanlıkları arasında yer değiştirmeye tabidir. Performans değerlendirme sistemi, Vergi Müfettişlerinin mesleki yeterlik ve yetkinliklerinin objektif, nesnel ve mukayeseli bir şekilde değerlendirilmesi için görev yaptıkları süre içindeki sınavlarda elde ettikleri başarı derecesi, grup başkanlarının Vergi Müfettişlerinin iş performansına ilişkin değerlendirmeleri, düzenledikleri vergi inceleme raporları hakkında rapor değerlendirme komisyonları tarafından yapılan değerlendirmeler, düzenledikleri diğer inceleme, araştırma, görüş, denetim ve soruşturma raporları hakkında yapılan değerlendirmeler, lisansüstü eğitim düzeyleri ve benzeri kriterler esas alınarak oluşturulur. Vergi Müfettişlerinin performans değerlendirmesi takvim yılı itibarıyla yapılır. Başkanlığın görev, yetki ve sorumlulukları, grup başkanlıklarının görev alanları, performans değerlendirme sisteminin oluşturulması ve yönetimi ile Vergi Müfettişlerinin görev, yetki ve sorumlulukları, mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri, yeterlikleri, yükselmeleri, grup başkanlıklarında görevlendirilmeleri ve yer değiştirme usul ve esasları yönetmelikle düzenlenir. Yapılamayacak işler EK MADDE 30 – Vergi incelemesine yetkili olanlar, görevlerinden ayrıldıktan sonra üç yıl süreyle, görevden ayrılış tarihi itibarıyla son üç yıl içinde nezdinde inceleme yaptıkları mükellefler veya bu mükelleflerin veya ortaklarının idaresi, denetimi veya sermayesi bakımından doğrudan veya dolaylı olarak bağlı bulunduğu ya da nüfuzu altında bulundurduğu kurumlarda herhangi bir görev veya iş alamazlar, 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu kapsamında sözleşme düzenleyemezler. Bu yasağa uymayanlar hakkında 2/10/1981 tarihli ve 2531 sayılı Kamu Görevlerinden Ayrılanların Yapamayacakları İşler Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Görevlendirme yasağı EK MADDE 31 – Kamu kurum ve kuruluşları kendi görev alanlarına giren konularla ilgili araştırma, inceleme, soruşturma, kontrol, tetkik, tahkik, denetim ve benzeri işler için Vergi Müfettişlerinin görevlendirilmesini talep edemez. Kadrolar EK MADDE 32 – 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Maliye Bakanlığına ait bölümünde yer alan “Maliye Başmüfettişi” ve “Baş Hesap Uzmanı” kadro unvanları “Vergi Başmüfettişi” şeklinde, “Maliye Müfettişi” ve “Hesap Uzmanı” kadro unvanları “Vergi Müfettişi” şeklinde ve “Maliye Müfettiş Yardımcısı” ve “Hesap Uzman Yardımcısı” kadro unvanları “Vergi Müfettiş Yardımcısı” şeklinde değiştirilmiş ve ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Maliye Bakanlığına ait bölümüne eklenmiştir. 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Maliye Bakanlığına ait bölümünde yer alan “Teftiş Kurulu Başkanı” ve “Hesap Uzmanları Kurulu Başkanı” unvanlı kadrolar ile Gelir İdaresi Başkanlığına ait bölümünde yer alan “Gelirler Kontrolörleri Başkanı”, “Gelirler Başkontrolörü”, “Gelirler Kontrolörü”, “Stajyer Gelirler Kontrolörü”, “Vergi Denetmeni” ve “Vergi Denetmen Yardımcısı” unvanlı kadrolar iptal edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Maliye Bakanlığı ve Gelir İdaresi Başkanlığına ait bölümlerinden çıkarılmıştır.” h) Geçici 10 uncu maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 11 – Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihte; a) Maliye Teftiş Kurulu Başkanlığı ile Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığında kullanılan taşınır, taşıt, araç, gereç, malzeme, yazılı ve elektronik ortamdaki kayıtlar ve diğer dokümanlar hiçbir işleme gerek kalmaksızın Vergi Denetim Kurulu Başkanlığına, b) Gelir İdaresi Başkanlığında Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı ile Vergi Denetmenlerinin görev yaptıkları yerlerde kullanılan taşınır, taşıt, araç, gereç, malzeme, yazılı ve elektronik ortamdaki kayıtlar ve diğer dokümanlar hiçbir işleme gerek kalmaksızın Vergi Denetim Kurulu Başkanlığına, devredilmiş sayılır. GEÇİCİ MADDE 12 – Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı ve Hesap Uzmanları Kurulu Başkanı ile Gelir İdaresi Başkanlığı Gelirler Kontrolörleri Başkanı kadrolarında bulunanların görevi bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihte sona erer. Bunlar ekli (2) sayılı listede ihdas edilen Bakanlık Müşaviri kadrolarına herhangi bir işleme gerek kalmaksızın atanmış sayılır. Bu şekilde ihdas edilen Bakanlık Müşaviri kadroları, boşalmaları halinde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. Bu fıkra uyarınca atanmış sayılan personelin yeni kadrolarına atanmış sayıldıkları tarih itibarıyla eski kadrolarına ilişkin en son ayda aldıkları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiili çalışmaya bağlı fazla mesai ücreti hariç) toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır), yeni atandıkları kadrolara ilişkin olarak yapılan aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiili çalışmaya bağlı fazla mesai ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması halinde aradaki fark tutarı, herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat olarak ödenir. Atanmış sayıldıkları kadro unvanlarında isteğe bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, kendi istekleriyle başka kurumlara atananlara fark tazminatı ödenmesine son verilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihte Maliye Başmüfettişi, Baş Hesap Uzmanı ve Gelirler Başkontrolörü kadrolarında bulunanlar Vergi Başmüfettişi kadrolarına; Maliye Müfettişi, Hesap Uzmanı ve Gelirler Kontrolörü ile Vergi Denetmeni kadrolarında bulunanlar Vergi Müfettişi kadrolarına; Maliye Müfettiş Yardımcısı, Hesap Uzman Yardımcısı ve Stajyer Gelirler Kontrolörü ile Vergi Denetmen Yardımcısı kadrolarında bulunanlar Vergi Müfettiş Yardımcısı kadrolarına halen bulundukları kadro dereceleriyle herhangi bir işleme gerek kalmaksızın atanmış sayılır. İkinci fıkra uyarınca Vergi Müfettişliğine atanmış sayılanlardan bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla; a) Vergi Denetmeni ve Vergi Denetmen Yardımcısı kadrolarında bulunanlar 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen grup başkanlığında, b) Maliye Başmüfettişi, Maliye Müfettişi, Baş Hesap Uzmanı, Hesap Uzmanı, Gelirler Başkontrolörü ve Gelirler Kontrolörü ile bunların yardımcılarına (stajyerler dahil) ilişkin kadrolarda bulunanlar 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinde belirtilen grup başkanlıklarında, görevlendirilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Maliye Müfettiş Yardımcısı, Hesap Uzman Yardımcısı, Stajyer Gelirler Kontrolörü ve Vergi Denetmen Yardımcısı giriş sınavını kazanmış olup henüz ataması yapılmayanlar atamaya ilişkin diğer şartları taşımaları kaydıyla Vergi Müfettiş Yardımcısı kadrolarına atanırlar. Vergi Denetmen Yardımcısı giriş sınavını kazananlardan Vergi Müfettiş Yardımcısı kadrosuna atananlar 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen grup başkanlığında; Maliye Müfettiş Yardımcısı, Hesap Uzman Yardımcısı ve Stajyer Gelirler Kontrolörü giriş sınavını kazananlardan Vergi Müfettiş Yardımcısı kadrosuna atananlar 20 nci maddenin ikinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinde belirtilen grup başkanlıklarında görevlendirilir. İkinci fıkra uyarınca Vergi Müfettiş Yardımcısı kadrolarına atanmış sayılanların yeterlik sınavları, ek 29 uncu maddenin onuncu fıkrası uyarınca yürürlüğe konulan yönetmelik hükümlerine göre yapılır. Ancak, 1/3/2013 tarihinden önce yapılacak yeterlik sınavlarında performans değerlendirme sistemine göre başarılı olma şartı aranmaz. Maliye Müfettişi, Hesap Uzmanı, Gelirler Kontrolörü ve Vergi Denetmeni kadrolarında bulunanlardan ikinci fıkra uyarınca Vergi Müfettişi kadrolarına atanmış sayılanların Vergi Başmüfettişi kadrolarına atanabilmeleri için bu Kanun Hükmünde Kararnamede öngörülen şartlar aranır. Ancak, Maliye Müfettişi, Hesap Uzmanı ve Gelirler Kontrolörlerinden Vergi Müfettişliğine atanma tarihi itibarıyla on yıllık çalışma süresinin dolmasına üç yıldan az süre kalanlar için performans değerlendirmesi bakımından aranan asgari üç yıllık süre yerine bir yıldan aşağı olmamak üzere kalan süre dikkate alınır. Ek 29 uncu maddede öngörülen performans değerlendirme sisteminin uygulanmasına 1/1/2012 tarihinden itibaren başlanır. İkinci fıkrada belirtilen kadrolarda geçirilen süreler Bakanlıkta Vergi Başmüfettişi, Vergi Müfettişi ve Vergi Müfettiş Yardımcısı olarak geçmiş sayılır. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten önce Maliye Müfettişi, Hesap Uzmanı, Gelirler Kontrolörü ve Vergi Denetmeni unvanını kazanmış olanlardan, bu unvanları kazandıktan sonra özel sektörde çalışmış olanlar hariç olmak üzere Bakanlık ve bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarında yönetici kadrolarında bulunanlar Vergi Müfettişi kadrolarına atanabilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin uygulanmasına ilişkin düzenlemeler, 31/10/2011 tarihine kadar yürürlüğe konulur. Bu düzenlemeler yürürlüğe girinceye kadar mevcut düzenlemelerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu Kanun Hükmünde Kararnamede Vergi Denetim Kurulu Başkanlığına ve Vergi Müfettişlerine verilen görev ve yetkiler kapsamında olmak şartıyla; mevzuatta Maliye Teftiş Kurulu, Hesap Uzmanları Kurulu, Gelirler Kontrolörleri Başkanlığına yapılmış olan atıflar Vergi Denetim Kuruluna, Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları, Gelirler Kontrolörleri ve Vergi Denetmenlerine yapılmış olan atıflar Vergi Müfettişlerine yapılmış sayılır. Vergi Müfettişliğine atananların bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten önce başlamış işleri devam ettirilerek ilgili mevzuatında yer alan hükümlere göre sonuçlandırılır. Bu Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı teşkilatlanıncaya kadar, Başkanlığa verilen görev ve hizmetler daha önce bu görevleri yapmakta olan birimler ve mevcut personel tarafından yapılmaya devam edilir. Gelir İdaresi Başkanlığı Gelirler Kontrolörleri Başkanlığında ve vergi dairesi başkanlıklarında Vergi Denetmenlerinin görev yaptıkları birimlerde çalışan personel de bu süre içerisinde görevlerine devam eder. Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının 2011 mali yılı harcamaları, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa istinaden Bakanlık tarafından yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar kaldırılan Maliye Teftiş Kurulu ve Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlıklarının 2011 yılı bütçelerinde yer alan ödeneklerden karşılanır. Bu Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı teşkilatlanıncaya kadar, bu Kanun Hükmünde Kararname ile Gelirler Başkontrolörü, Gelirler Kontrolörü, Stajyer Gelirler Kontrolörü ile Vergi Denetmen ve Yardımcısı iken Vergi Müfettişliğine atananlara yapılacak her türlü ödemeler ile bunların görev yaptıkları birimlerin diğer her türlü harcamaları Gelir İdaresi Başkanlığının 2011 yılı bütçesinde yer alan ödeneklerden karşılanır. Geçici 11 inci madde ile bu maddenin uygulanmasında teşkilat, personel, yürütülen işler ve hizmetler, demirbaş devri, taşınmazların tahsisi ve benzeri diğer konularda ortaya çıkacak tereddütleri gidermeye ve uygulamayı sağlamaya Bakan yetkilidir. GEÇİCİ MADDE 13 – Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihte Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünde çalışmakta olup Devlet Gelir Uzmanı ve Gelir Uzmanı kadrolarında bulunanlardan talep edenler, mesleğe özel yarışma sınavı ile girmiş ve yeterlik sınavıyla bulundukları kadrolara atanmış olmaları kaydıyla, kadro ve ihtiyaç durumuna göre 31/12/2011 tarihine kadar Devlet Gelir Politikaları Uzmanı olarak atanabilirler. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihte aynı Genel Müdürlükte çalışmakta olup Devlet Gelir Uzman Yardımcısı ve Gelir Uzman Yardımcısı kadrolarında bulunanlardan Devlet Gelir Uzmanı ve Gelir Uzmanı kadrolarına 31/12/2011 tarihine kadar atananlar hakkında da birinci fıkra hükmü uygulanır. Bu madde uyarınca atanabileceklerin sayısı kırkı geçemez.” ı) Eki (1) sayılı Cetvelin “Danışma ve Denetim Birimleri” başlıklı sütununun birinci sırası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve ikinci sırası yürürlükten kaldırılmıştır. “1 – Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı” MADDE 2 – 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Maliye müfettişleri ile Maliye müfettiş muavinleri, hesap uzman ve yardımcıları” ibaresi “Vergi Müfettişleri ve Vergi Müfettiş Yardımcıları” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 3 – 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanununun 33 üncü maddesinin (b) fıkrasında yer alan “Maliye Bakanlığı Hesap Uzman ve Uzman Yardımcıları” ibaresi “Maliye Bakanlığı Vergi Müfettişleri ve Vergi Müfettiş Yardımcıları” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 4 – 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun; a) 135 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 135 – Vergi incelemesi; Vergi Müfettişleri, Vergi Müfettiş Yardımcıları, ilin en büyük mal memuru veya vergi dairesi müdürleri tarafından yapılır. Gelir İdaresi Başkanlığının merkez ve taşra teşkilatında müdür kadrolarında görev yapanlar her hal ve takdirde vergi inceleme yetkisini haizdir.” b) 140 ıncı maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddenin son fıkrasında yer alan “Vergi İnceleme ve Denetim Koordinasyon Kurulunun önerisi üzerine” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. “Vergi Müfettişleri ile Vergi Müfettiş Yardımcıları tarafından düzenlenen vergi inceleme raporları, işleme konulmak üzere ilgili vergi dairesine tevdi edilmeden önce, meslekte on yılını tamamlamış en az üç Vergi Müfettişinden oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından vergi kanunları ile bunlara ilişkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. İncelemeyi yapanla komisyon arasında uyuşmazlık oluşması halinde uyuşmazlığa konu vergi inceleme raporları üst değerlendirme mercii olarak, Maliye Bakanlığınca belirlenen tutarları aşan tarhiyat önerisi içeren vergi inceleme raporları ise doğrudan, Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı bünyesinde bir Başkan Yardımcısının başkanlığında dört grup başkanından oluşan beş kişilik merkezi rapor değerlendirme komisyonu tarafından vergi kanunları ile bunlara ilişkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. İncelemeyi yapanlar, bu komisyon tarafından yapılacak değerlendirmeye uygun olarak düzenleyecekleri vergi inceleme raporlarını işleme konulmak üzere bağlı oldukları birime tevdi ederler.” c) 367 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “maliye müfettişleri, hesap uzmanları ile bunların yardımcıları ve gelirler kontrolörleri ile stajyer gelirler kontrolörleri” ibaresi “Vergi Müfettişleri ve Vergi Müfettiş Yardımcıları” şeklinde değiştirilmiştir. ç) Ek 13 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının (a) bendinin birinci paragrafında yer alan “(bağlı kuruluşların kadro karşılığı sözleşmeli personeli hariç)” ibaresi “(Vergi Denetim Kurulu Başkan ve Yardımcıları, Vergi Müfettişi ve Yardımcıları ile bağlı kuruluşların kadro karşılığı sözleşmeli personeli hariç)” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “6. En yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil); a) Vergi Denetim Kurulu Başkan ve Yardımcılarına %200’ünü, b) Vergi Müfettişi ve Yardımcılarından; görev yeri Küçük ve Orta Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığı olarak belirlenenlere %100’ünü, diğer grup başkanlıkları olarak belirlenenlere %200’ünü, geçmemek üzere her ay ek ödeme yapılabilir. Vergi Denetim Kurulu Başkan Yardımcıları ile Vergi Denetim Kurulu Başkanlığında Vergi Müfettişlerinden Grup Başkanı olarak görevlendirilenlere en yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil) %50’sini geçmemek üzere ayrıca ek ödeme yapılabilir. Söz konusu ek ödemelerin oranı ile esas ve usulleri; görev yapılan grup başkanlıkları, görev yapılan yer, kadro unvan ve derecesi gibi kriterler birlikte veya ayrı ayrı dikkate alınarak Maliye Bakanı tarafından belirlenir. Bu ödemelerde 657 sayılı Kanunun aylıklara ilişkin hükümleri uygulanır ve bu ödemelerden damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesinti yapılmaz.” MADDE 5 – 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununun 134 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Maliye müfettişleri, maliye müfettişi muavinleri ve gelirler kontrolörleri” ibaresi “Vergi Müfettişleri ve Vergi Müfettiş Yardımcıları” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 6 – 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun; a) 36 ncı maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendinde yer alan “Maliye Bakanlığı Hesap Uzman Yardımcıları” ile “Hesap Uzmanlığına” ibareleri sırasıyla “Maliye Bakanlığı Vergi Müfettiş Yardımcıları” ve “Vergi Müfettişliğine” şeklinde değiştirilmiş, aynı bende “Devlet Muhasebe Uzman Yardımcıları,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Devlet Gelir Politikaları Uzman Yardımcıları,” ibaresi, “Devlet Muhasebe Uzmanlığına,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Devlet Gelir Politikaları Uzmanlığına,” ibaresi eklenmiş ve aynı fıkrada yer alan “Vergi,” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır. b) 152 nci maddesinin “II-Tazminatlar” kısmının “A – Özel Hizmet Tazminatı” bölümünün (h) bendinde yer alan “Vergi,” ibaresi yürürlükten kaldırılmış ve aynı bölümün (i) bendine “Devlet Muhasebe Uzmanları,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Devlet Gelir Politikaları Uzmanları,” ibaresi eklenmiştir. c) Eki (I) sayılı Ek Gösterge Cetvelinin “I – Genel İdare Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (g) bendinde yer alan “Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları” ibaresi “Maliye Bakanlığı Vergi Müfettişleri” şeklinde değiştirilmiş, (h) bendine “Devlet Muhasebe Uzmanları,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Devlet Gelir Politikaları Uzmanları,” ibaresi eklenmiş ve aynı bölümün (g) bendinde yer alan “Gelirler Kontrolörleri,” ibaresi ile (h) bendinde yer alan “, Vergi Denetmeni” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. ç) Eki (II) sayılı Ek Gösterge Cetvelinin “I – Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne “Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkan Yardımcısı,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Vergi Denetim Kurulu Başkan Yardımcısı,” ibaresi eklenmiştir. d) Eki (IV) sayılı Makam Tazminatı Cetvelinin 5 inci sırasının (c) bendine “Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkan Yardımcısı,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Vergi Denetim Kurulu Başkan Yardımcısı,” ibaresi eklenmiş ve aynı cetvelin 8 inci sırasının (a) bendinde yer alan “Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları” ibaresi “Maliye Bakanlığı Vergi Müfettişleri” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 7 – 23/4/1981 tarihli ve 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanunun eki (2) sayılı cetvelde yer alan “Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları” ibaresi “Maliye Bakanlığı Vergi Müfettişleri” şeklinde değiştirilmiş ve aynı cetvele “Strateji Geliştirme Başkanları,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Vergi Denetim Kurulu Başkan Yardımcıları,” ibaresi eklenmiştir. MADDE 8 – 9/12/1994 tarihli ve 4059 sayılı Hazine Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun mülga ek 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir. “EK MADDE 3 – 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun ve ilgili diğer mevzuat hükümleri uyarınca, tarım satış kooperatif ve birlikleri ile ilgili olarak Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu kapsamındaki yetki ve görevler ile her türlü işlemler Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan ve Hazine Müsteşarlığı tarafından yürütülür. Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonunun ilgili mevzuat kapsamında devir tarihi itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası nezdindeki gider hesabı bakiyesi genel bütçeye gelir kaydedilmek üzere Hazine İç Ödemeler Muhasebe Biriminin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası nezdindeki hesabına aktarılır. Bu tarihten sonra tarım satış kooperatif ve birlikleri tarafından yapılacak kredi geri ödemeleri genel bütçeye gelir kaydedilmek üzere aynı hesaba aktarılır. Bu madde ile ilgili usul ve esaslar Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenir.” MADDE 9 – 5/5/2005 tarihli ve 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun; a) 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “j) Vergi kayıp ve kaçağının önlenmesi konusunda gerekli tedbirleri almak.” b) 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi ile ikinci fıkrasında yer alan “(Gelirler Kontrolörleri Başkanlığı hariç)” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. c) 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 13 – Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığının görevleri şunlardır: a) Uyum bozukluklarını tespit ve analiz etmek, çözümler üretmek suretiyle mükelleflerin vergi kanunlarına gönüllü uyumunu sağlamak. b) Uygulama ve Veri Yönetimi Daire Başkanlığında oluşacak bilgileri değerlendirerek vergi incelemesine yetkili birimlerin kullanımına sunmak. c) Vergi kayıp ve kaçağı ile mücadele etmek, bu konuda gerekli tedbirleri önermek ve çalışmaları yapmak. ç) Vergi inceleme ve denetimleri ile ilgili görüş ve önerilerde bulunmak. d) Vergi yükümlülüklerine ilişkin ihbar ve şikayetleri değerlendirmek. e) Başkanlığın görev alanına giren konularda 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununun uygulanmasına ilişkin çalışmalar yapmak ve tereddütleri gidermek. f) Tek düzen hesap planı ve mali tablolara ilişkin çalışmalar yapmak veya yapılmasına katkıda bulunmak. g) Muhasebe standartlarının belirlenmesine ilişkin çalışmalara katılmak ve görüş bildirmek. ğ) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.” ç) 14 üncü maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. d) 28 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “gelirler kontrolörleri,” ibaresi “Grup Başkanları”, aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “maliye müfettişi, hesap uzmanı veya gelirler kontrolörü” ibaresi “Vergi Müfettişi” şeklinde değiştirilmiş ve son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. e) 29 uncu maddesinin madde başlığı “Avukat ve uzman personel çalıştırılması” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddenin altıncı fıkrasında yer alan “ile vergi denetmenleri” ibaresi ile birinci ve ikinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır. f) 31 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “vergi incelemesine yetkili denetim birimleri” ibaresi “Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı” şeklinde değiştirilmiştir. g) Eki (1) sayılı Listenin “Ana Hizmet Birimleri” başlıklı sütununun altıncı sırası yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 10 – 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanunun; a) 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “e) Denetim elemanı: Vergi Müfettişleri, Gümrük ve Ticaret Müfettişleri, Bankalar Yeminli Murakıpları, Hazine Kontrolörleri, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve Sermaye Piyasası Kurulu Uzmanlarını,” b) 11 inci maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Bu Kanun ve ilgili mevzuatla getirilen yükümlülüklerin denetimi, 2 nci maddede sayılan denetim elemanları vasıtasıyla yerine getirilir.” “Görevlendirilecek denetim elemanları Başkanlığın talebi üzerine ilgili birim amirinin teklifi ve bağlı veya ilgili bulundukları Bakanın onayı ile belirlenir.” c) 20 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanı, Maliye Teftiş Kurulu Başkanı, Maliye Hesap Uzmanları Kurulu Başkanı, Gelir İdaresi Başkanı” ibaresi “Gelir İdaresi Başkanı, Vergi Denetim Kurulu Başkanı, Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanı” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 11 – 3/6/2011 tarihli ve 637 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin; a) 7 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(2) Kalkınma planı ve programlarına uygun olarak ihracatın teşviki ve döviz gelirlerinin artırılması maksadıyla ihracatın kalkınma planı ve yıllık programlar dairesinde geliştirilmesi ve düzenlenmesi için alınması gerekli tedbirler Bakanlar Kurulunca belirlenir.” b) 35 inci maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Bu maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarının uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar ile sözkonusu personele yapılacak diğer ödemeler Bakanlar Kurulunca belirlenir.” c) Geçici 2 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(8) Mevzuatta mülga 28/7/1967 tarihli ve 933 sayılı Kalkınma Planının Uygulanması Esaslarına Dair Kanunun 3 üncü maddesine yapılan atıflar 7 nci maddenin ikinci fıkrasına yapılmış sayılır. Yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, mülga 933 sayılı Kanuna dayanarak yürürlüğe konulan düzenlemelerin uygulanmasına devam olunur.” MADDE 12 – 3/6/2011 tarihli ve 641 sayılı Kalkınma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bakanın başkanlığında,” ibaresi yürürlükten kaldırılmış ve aynı fıkranın sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Kurulun başkanı Başbakan tarafından belirlenir.” MADDE 13 – 28/3/1945 tarihli ve 4709 sayılı Hesap Uzmanları Kurulu Kurulmasına ve Maliye Bakanlığı Merkez ve İller Kadrosunda Bazı Değişiklikler Yapılmasına Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 14 – Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 15 – Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ A. BABACAN B. ATALAY Başbakan YardımcısıBaşbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı B. BOZDAĞ Başbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı ve M. Z. ÇAĞLAYAN Dışişleri Bakanı M. M. EKER H. YAZICI Gençlik ve Spor BakanıGıda, Tarım ve Hayvancılık C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı Ö. DİNÇER Milli Eğitim Bakanı İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Savunma Bakanı Orman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ Sağlık Bakanı B. YILDIRIM Ulaştırma Bakanı [R.G. 10 Temmuz 2011 – 27990] —— • —— Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararları Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığından: 30/4/2011 tarihi itibari ile 1 inci dereceye yükselip 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 32 nci maddesi uyarınca 30/4/2011 tarihinden geçerli olmak üzere ilk defa birinci sınıfa ayrılma incelemesine tâbi tutulan adli yargı hâkim ve Cumhuriyet başsavcı ve savcılarının adlarını gösterir liste aşağıda gösterilmiştir. Sürelerini bitirdikleri halde bu listede adlarını göremeyenler yayım tarihinden itibaren 1 ay içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na yazılı başvurmak sureti ile durumlarının incelenmesini isteyebilirler. HÂKİM SINIFI Sicil No Adı ve Soyadı Görev Yeri Ünvanı 40830 Ayşe DOĞAN Yargıtay Tetkik Hâkimi 41906 Öznur FIRAT Kırşehir Hâkim 41944 Yıldız SOMUNCU TARIM Yargıtay Tetkik Hâkimi 41978 Adem ÇAKMAK Kayseri Hâkim 41981 Nihat TOPAL Erzincan Hâkim 42012 Gönül AY Kırklareli Hâkim 42049 Şükrü ÇAĞLAR Kastamonu Hâkim 42083 Hüseyin MECEK Batman Hâkim 42089 Özlem SİNAN DELLAL Erdek Hâkim 42257 Cengiz OCAK Alanya Hâkim 42350 Emine ERDOĞAN Çeşme Hâkim 42351 Hatice Seval ARSLAN Bakanlık Yetkili Tetkik Hâkimi 42352 Sinem ARDUÇ Düzce Hâkim 42363 Sultan GÜMÜŞ Yargıtay Tetkik Hâkimi 42399 Mustafa ÇOLAKER Çerkezköy Hâkim 42407 Mehmet SAY Yargıtay Tetkik Hâkimi 42408 Gül KARAŞAHİN Yargıtay Tetkik Hâkimi 42434 Fatih CAN Yargıtay Tetkik Hâkimi 42453 Bircan CİHANGİROĞLU Adalet Akademisi Yetkili Tetkik Hâkimi 42500 Ali Erdem SEVDİM Bakanlık Yetkili Tetkik Hâkimi 42575 Canan KAYA Bakanlık Yetkili Tetkik Hâkimi 42576 Emir Erdem ŞİMŞEK Ardahan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı 42578 Mehmet Selim EREN Gümüşhane Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı 42587 Şükrü İLCİ Yargıtay Tetkik Hâkimi 42600 Erdal KILIÇ Çankırı Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı 42607 Bahattin AKKAN Bitlis Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı 42624 Arif GÜMÜŞSOY Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı 42626 Feyyaz YONCALIK Yargıtay Tetkik Hâkimi 42644 Melahat ŞAHİN SOYAL Yargıtay Tetkik Hâkimi 42647 Fatma BABAYİĞİT Yargıtay Tetkik Hâkimi 42667 42674 42678 42710 92606 42381 42455 42472 42488 42639 42679 Tubanur KARAKURT AKKAYA Bakanlık Yetkili Tetkik Hâkimi Emine Dilek YILDIRIM Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İdris BERBER Hakimler ve Savcılar Tetkik Hâkimi Yüksek Kurulu Başkanlığı Erdem DOĞAN Bakanlık Yetkili Tetkik Hâkimi Gülcan AÇIKGÖZ Yenipazar (Aydın) Hâkim Emin KAYA Yargıtay Tetkik Hâkimi Gülşah HACIÖMEROĞLU Yargıtay Tetkik Hâkimi İbrahim CANSIZ Bakanlık Yetkili Tetkik Hâkimi Yasemin KARABİDEK Yargıtay Tetkik Hâkimi Ceyhun Fayik ÖTER Yargıtay Tetkik Hâkimi Abdullah MURAT Bakanlık Yetkili Tetkik Hâkimi SAVCI SINIFI Sicil No 38142 40954 41837 42353 42406 42486 42493 42593 Adı ve Soyadı Fahri İNCE Seçil SÜALP AKSU Veysel AYDIN Yücel YAYLA Özkan KILIÇ Tolgahan ÖZTOPRAK Mehmet BAHADIR Mustafa ARDAL 42652 42556 Hüseyin AYANOĞLU Ümıt OCAK Görev Yeri Ünvanı Niğde Cumhuriyet Savcısı Gelibolu Cumhuriyet Savcısı Van Cumhuriyet Savcısı Gemlik Cumhuriyet Savcısı Burhaniye Cumhuriyet Savcısı Beypazarı Cumhuriyet Savcısı Sungurlu Cumhuriyet Başsavcısı Hakimler ve Savcılar Tetkik Hâkimi Yüksek Kurulu Başkanlığı Bakanlık Yetkili Tetkik Hâkimi Oltu Cumhuriyet Başsavcısı [R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992] —— • —— Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığından: Nisan 2011 dönemi sonuna kadar sürelerini bitirip, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yükseltilmelerine karar verilen adli yargı hâkim, Cumhuriyet başsavcı ve savcıları ile idari yargı hâkimlerine ait sıra defteri 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 29 uncu maddesi gereğince aşağıda gösterilmiştir. [R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003] —— • —— Danıştay Kararı Danıştay Üçüncü Daire Başkanlığından: Esas No : 2008/663 Karar No : 2011/742 Kanun Yararına Temyiz Eden : DANIŞTAY BAŞSAVCISI Davacı : Yaşar ZEHİR-Selahattin Pınar Cad. No:10/5 Mecidiyeköy-İSTANBUL Karşı Taraf : Karadeniz Vergi Dairesi Müdürlüğü-TRABZON İstemin Özeti : Lokanta işletmeciliği faaliyetinden dolayı gelir vergisi mükellefi iken 3.2.1998 itibarıyla inşaat müteahhitliği işine başlayıp, lokanta işletmeciliğini 31.12.1998, inşaat müteahhitliğini 31.12.1999 tarihinde terkeden davacı adına müteahhitlik faaliyetini 1.1.2000-27.3.2000 kıst döneminde de sürdürdüğü halde vergilendirme ile ilgili ödevlerini yerine getirmediği yolunda düzenlenen 15.6.2000 günlü vergi tekniği raporundaki tespitler ve hesaplanan matrah farkı done alınarak takdir komisyonu kararı uyarınca re'sen salınan vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ve fon payını; davacının 3.2.1998-31.12.1999 döneminde müteahhitlik yaptığı, bu dönemde satın alınan taşınmaz üzerine inşa edilen binada arsa payı karşılığı kendisine bırakılan biri dükkan, dördü mesken niteliğinde beş bağımsız bölüm üzerinde kat irtifakı kurularak adına tescil edildiği, dört meskenin tesliminin 1999 yılında yapıldığı, vergi incelemesi ile dükkan vasfındaki bağımsız bölümün satışının tapuda tescilinin 2000 yılında yapıldığının saptanması nedeniyle ticari faaliyetin, satışın yapıldığı 27.3.2000 tarihine kadar sürdürüldüğü kabul edilerek kayıt dışı bırakılan hasılat tutarı belirlenmiş ise de; meskenlerin 1999 yılında teslim edildiği, davalı idarece davacının tapuda yapılan tesciller dışında 2000 yılında müteahhitlik yaptığı yolunda bir tespitte bulunulmadığı, öte yandan Danıştay'ın yerleşik içtihatları ile de kabul gördüğü gibi teslimlerin ticari kazanç sağlama gayesiyle yapılmayıp servetin değerlendirilmesi amacına yönelik olduğu, 1999 yılında tapuda devredilen meskenlerin 2000 yılında satıldığı kabul edilemeyeceği gibi, 2000 yılında teslim edilen işyerinin satışından elde edilen kazancın değer artışı kazancı olarak vergilendirilebileceği, ancak, kazanç tutarı 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun geçici 56'ncı maddesinde öngörülen istisna sınırının altında kaldığından davacının vergilendirilmesi gereken bir kazancının söz konusu olmadığı gerekçesiyle kaldıran Trabzon Vergi Mahkemesinin 14.5.2003 gün ve E:2002/479, K:2003/160 sayılı kararını; davacı tarafından 1998 yılının Haziran ayında yapımına başlanan inşaatın %95 oranındaki kısmının 1999 yılı sonunda tamamlandığı, mesken ve işyeri olarak inşa edilen bağımsız bölümlerin satışının 27.3.2000 tarihine kadar sürdüğü tartışmasız olduğundan, işi terk bildiriminden sonra faaliyetini sürdüren ve vergi ile ilgili ödevlerini yerine getirmeyen davacı adına yapılan tarhiyatta hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle bozan Trabzon Bölge İdare Mahkemesinin 30.10.2003 gün ve E:2003/140, K:2003/147 sayılı kararının; dava dosyasına göre, davacının arsasında Haziran/1998 tarihinde başladığı inşaatı 31.12.1999 tarihinde tamamlayıp tamamını aynı dönemde sattığı ve beyannamesini verdiği, 31.12.1999 tarihi itibarıyla mükellefiyetini kapattığı, dört daire bir dükkan olarak yaptığı inşaatın, dairelere ilişkin satıştan dolayı tapu tescillerini verdiği, ancak dükkanın tapu tescilinin 27.3.2000 tarihinde verilmesi nedeniyle sınırlı incelemeye tabi tutulduğu, yapılan incelemede inşaatın 2000 yılında bittiği, defter tasdik ettirmediği ve gelir beyan etmediğinden bahisle inceleme elemanınca yapılan hesaplamalar sonucu tespit edilen matrahın takdir komisyonuna gönderilmek suretiyle takdir edilen matrah üzerinden cezalı tarhiyat yapıldığı, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 3 üncü maddesinin (B) fıkrasında, vergilendirmede, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, gerçek mahiyetin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği ancak vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesinin ispatlama vasıtası olarak kullanılamayacağı, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde, ispat külfetinin bunu iddia edene ait olduğunun belirtildiği, aynı Kanunun 134 üncü maddesinde, vergi incelemesinden amacın, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak olduğunun açıklandığı, 30 uncu maddesinde ise, re'sen vergi tarhının, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunması şeklinde tanımlandığı ve re'sen takdir nedenlerinin bentler halinde sayıldığı, davacının işine son verdiği 31.12.1999 tarihinden sonra işe devam ettiğine dair hiç bir tespit bulunmamakta olup, sadece önceden sattığını iddia ettiği bir dükkanın tapu devrinin 27.3.2000 tarihinde yapılmış olmasının inşaat müteahhitliğine devam ettiğinin kabulünü gerektirmediği, zira davacı inşaatı 1999 yılı içinde tamamlayıp sattığını, sadece tapu tescilinin 2000 yılında yapıldığını iddia etmekte olup, bu satışın 2000 yılında yapıldığının tapu kaydından başka alıcı beyanıyla da doğrulanmadığı, aslında davacının öğretmenlik görevine başlamadan önce (2.3.1998-31.12.1999) kısa bir dönem inşaat faaliyetinde bulunduğu ve 31.12.1999 tarihi itibarıyla da öğretmenlik görevine başlaması nedeniyle faaliyetine son verdiğinin anlaşıldığı, dairelerin tapuya tescili 1999 yılında yapılmış olup, sınırlı vergi inceleme raporunda tespit edilen hususlar dikkate alındığında davacının bir dükkan ile dört daire satışı nedeniyle ticari kazanç sağladığından hareket edilmiş ise de, davacı tarafından da belirtildiği üzere ticari kazanç sağlama gayesi ile değil servetin değerlendirilerek korunması amacına yönelik bir faaliyet olduğu, başkaca da bir faaliyeti olmadığı gibi faaliyetin ölçütü dikkate alındığında, söz konusu inşaatları bitirebilmek için Trabzon'daki dairesini sattığının da inceleme raporuyla saptandığı, bu durumda davacı işine son verdiği 31.12.1999 tarihinden itibaren faaliyeti olmadığını iddia etmesine karşılık, faaliyet döneminde satışını yaptığı bir dükkanın devir işlemi olan tapuya tescilinin 2000 yılında yapılmış olması davacının işinin devam ettiğini kanıtlamaya yeterli olmadığı halde, bu işlemin faaliyetin devam ettiğini gösterdiğinden bahisle, re'sen takdir yoluyla yapılan cezalı tarhiyatı kaldıran Trabzon Vergi Mahkemesi kararını bozmak suretiyle davanın reddine karar veren Trabzon Bölge İdare Mahkemesi Kararında yasal isabet görülmediği ileri sürülerek Danıştay Başsavcısı tarafından kanun yararına bozulması istenmiştir. TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince Danıştay Başsavcısı tarafından kanun yararına temyiz edilen Trabzon Bölge İdare Mahkemesinin 30.10.2003 gün ve E:2003/140, K:2003/147 sayılı kararı incelendikten ve Tetkik Hakimi Sibel Korucu'nun açıklamaları dinlendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 3'üncü maddesinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu kurala bağlanmış,193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 37'nci maddesinin birinci fıkrasında, her türlü ticari ve sınai faaliyetten elde edilen kazanç ticari kazanç olarak tanımlanmış, ikinci fıkrasının (4) işaretli bendinde; gayrimenkullerin alım, satım ve inşaı işleriyle devamlı olarak uğraşanların bu işlerden elde ettikleri kazancın ticari kazanç sayılacağı düzenlenmiştir. Dosyanın incelenmesinden lokanta işletmeciliğinden dolayı gerçek usulde gelir vergisi mükellefi iken, 3.2.1998 tarihinde inşaat müteahhitliği faaliyetine başlayacağını davalı idareye bildiren, 31.12.1998 tarihinde lokanta işletmeciliği, 31.12.1999 tarihi itibarıyla da müteahhitlik işine son veren ve 1999-2000 yılına ilişkin işlemleri incelemeye alınan davacı adına, satın alma yoluyla iktisap edilen taşınmaz üzerine inşa edilen ve 1999 yılında tamamlanan binada bulunan bağımsız bölümlerden arsa payı karşılığı kendisine bırakılan dört mesken, işyeri niteliğinde bir bağımsız bölümden, işyerinin satışının 27.3.2000 tarihinde tapuda tescil edilmesi nedeniyle, inşaatın %95 oranındaki kısmının 1999 yılında, %5 oranındaki kısmının 27.3.2000 tarihinde tamamlandığı, dolayısıyla işi terk bildiriminden sonra da 27.3.2000 tarihine kadar ticari faaliyette bulunulduğu kabul edilerek, 1999 ve 2000 yılında alıcılarına teslim edilen meskenler ve işyerinin satışından elde edilen ticari kazancın hesaplandığı vergi tekniği raporu esas alınarak, 1.1.2000-27.3.2000 kıst dönemine isabet eden kazancın beyan edilmemesi nedeniyle takdir komisyonu kararına dayanılarak tarhiyat yapılmıştır. Davacının öteden beri gerçek usulde gelir vergisi mükellefi iken kendi isteği ile 3.2.1998 tarihi itibarıyla inşaat müteahhitliği işine başladığı tartışmasız olduğundan, faaliyetini terk ettiği 31.12.1999 tarihine kadar satılan ve 1999 yılının muhtelif tarihlerinde alıcıları adına tapuda tescil edilen dört bağımsız bölümün satışından edindiği bu döneme ilişkin kazancın ticari kazanç hükümlerine göre vergilendirileceği açıktır. Her ne kadar vergi incelemesi sırasında ifadesine başvurulan davacı tarafından satış işlemleri 1999 yılının muhtelif aylarında yapılmasına karşın teslimlerin 2000 yılının Mart ayında yapıldığı yolundaki anlatımı esas alınarak vergi idaresince, 1999 yılında tapuda alıcıları adına tescil edilen bağımsız bölümlerin de 2000 yılında teslim edildiği varsayılarak vergilendirme yapılmış ise de; Türk Medeni Kanununun 7'nci maddesinde resmi sicil ve senetlerin, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturacağı, bunların doğru olmadığının kanunlarında başka bir hüküm bulunmadıkça, herhangi bir şekle bağlı olmaksızın kanıtlanabileceği düzenlendiğinden, kesin kanıt değeri taşıyan tapu kayıtlarının dayandığı olguların doğru olmadığını kanıtlama koşullarının vergilendirme alanında bağlı olduğu 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 3'üncü maddesinin (B) bendinde düzenlendiği ve bu hükme göre kanıt yükünün, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde iddia eden tarafa ait olduğu gözönünde bulundurulduğunda, davalı idarece doğruluğu Türk Medeni Kanunu uyarınca kanıt kabul edilen tapu sicilinde tescil edilen, satıcı ile alıcının tapu memuru önünde beyan ve imzalarıyla doğruladıkları mesken satışlarının 1999 yılında değil, 2000 yılında yapıldığının kabulüne olanak bulunmamaktadır. Bu durumda takdir komisyonunca, 1.1.2000-27.3.2000 kıst dönemi için takdir edilen ticari kazancın tespitinde esas alınan vergi tekniği raporunda 1999 yılında yapılan mesken teslimlerinin 2000 yılında yapıldığı kabul edilerek belirlenen matrah farkının yasal dayanağı bulunmamaktadır. Öte yandan, davacının 31.12.1999 tarihi itibarıyla inşaat müteahhitliği faaliyetine son verdiğini vergi idaresine bildirdiği tartışmasız olup, hakkında yapılmış başka herhangi bir tespite dayanmaksızın, salt yapımı 1999 yılında tamamlanan inşaatlardan kendisine bırakılan işyerinin 27.3.2000 tarihinde alıcısı adına tapu tescilinin yapılması nedeniyle ticari faaliyetin 2000 yılında da sürdürüldüğünün kabulü mümkün değildir. Ancak, taşınmazın alıcısına 2.000.000 TL bedelle 27.3.2000 tarihinde teslimi karşılığı elde edilen kazancın 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun değer artışı kazancının vergilendirilmesine ilişkin hükümlerine göre vergilendirileceği tabiidir. Bununla birlikte vergi tekniği raporunda yer alan iktisap ve satış bedelleri gözönünde bulundurulduğunda işyerinin satışından elde edilen kazancın 1999-2002 yılları gelirlerinin vergilendirilmesinde uygulanacak 193 sayılı Kanunun geçici 56'ncı maddesinde öngörülen istisna sınırının altında kalması nedeniyle davacının 2000 yılı için değer artışı kazancı yönünden vergilendirilmesine de olanak bulunmadığından, dava konusu tarhiyatı ticari kazanç hükümlerine göre değerlendirerek verilen temyize konu kararın kanun yararına bozulması gerekmiştir. Açıklanan nedenlerle Danıştay Başsavcısının temyiz isteminin kabulü ile Trabzon Bölge İdare Mahkemesinin 30.10.2003 gün ve E:2003/140, K:2003/147 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 51'inci maddesi uyarınca kanun yararına ve hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere bozulmasına, kararın bir örneğinin Maliye Bakanlığı ile Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve Resmî Gazete’de yayımlanmasına 2.3.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. [R.G. 08 Temmuz 2011 – 27988] —— • —— Yargıtay Kararları Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden: Esas: 2010/20342 Karar: 2011/9075 YARGITAY İLAMI İncelenen Kararın: Mahkemesi: Ulubey-Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi Tarihi: 31/12/2007 Numarası: Esas no: 2007/204 Karar no: 2007/246 Davacı: Tülay Kızılok Vasi: Muhammed Ali Öztürk Davalı: Hasan Kızılok Dava Türü: Tanıma-Tenfiz Temyiz Eden: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. 1 - Dava, yabancı mahkemece verilen boşanma ilamının tanınması ve tenfizi istemine ilişkindir. Görev kamu düzenine ilişkindir. Mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılamanın Usullerine Dair Kanunun 4. maddesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından üçüncü kısım hariç olmak üzere (TMK.md. 118-395) kaynaklanan bütün davaların Aile Mahkemelerinde bakılacağı hükme bağlanmıştır. Şu halde Aile Mahkemesi kurulmayan yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemelerinde davanın Aile Mahkemesi sıfatı ile görülüp karara bağlanması gerekir. (HGK. 16/11/2005 tarih ve 2/673-617 sayılı kararı) Bu açıklamalar karşısında; davaya Aile Mahkemesi sıfatıyla bakılması gerekirken bu husus düşünülmeden Asliye Hukuk Mahkemesi olarak yargılamaya devam edilip, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı ise de; karar kesinleşmiş olduğundan bu husus bozma sebebi yapılmamış yanlışlığa işaret olunmakla yetinilmiştir. 2 - Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyizinin incelenmesine gelince; Davacı vekilinin davalı aleyhine açtığı davada, boşanmaya ilişkin Amberg Sulh Hukuk Mahkemesinin 22/8/2006 tarih ve 002 F 00498/06 sayılı kararının tenfizine karar verilmesini istediği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 53. maddesinde tenfiz dilekçesine eklenecek belgeler belirtilmiş olup, bu hükme göre yabancı mahkeme ilamının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı veya ilamı veren yargı organı tarafından onanmış örneği ve onanmış tercümesi ile, ilamın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesinin dilekçeye eklenmesi zorunludur. Mahkemece, kararın onaysız fotokopisi ile yine onaysız tercümenin Kanundaki koşulları taşımadığı gözetilmeksizin, eksik belgeye dayanılarak hüküm kurulması doğru bulunmamıştır. SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin yukarıda 2. bentte açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi.24/5/2011 ——– • —— Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden: Esas: 2010/20333 Karar: 2011/9356 YARGITAY İLAMI İncelenen Kararın: Mahkemesi: Çorum Aile Mahkemesi Tarihi: 5/2/2010 Numarası: Esas no: 2008/926 Karar no: 2010/94 Davacı: Güner Koyun Davalı: Hüseyin Koyun Dava Türü: Tanıma-Tenfiz Temyiz Eden: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Davacı vekilinin davalı aleyhine açtığı davada, boşanmaya ilişkin VillingenSchwenningen Sulh (Aile) Mahkemesinin 6/4/2006 tarih ve 4F 6/05 (ES) sayılı kararının tenfizine karar verilmesini istediği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 53. maddesinde tenfiz dilekçesine eklenecek belgeler belirtilmiş olup, bu hükme göre yabancı mahkeme ilamının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı veya ilamı veren yargı organı tarafından onanmış örneği ve onanmış tercümesi ile, ilamın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesinin dilekçeye eklenmesi zorunludur. Mahkemece, kararın onaysız fotokopisi ile yine onaysız tercümenin Kanundaki koşulları taşımadığı gözetilmeksizin, eksik belgeye dayanılarak hüküm kurulması doğru bulunmamıştır. SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 30/5/2011 ——– • —— Yargıtay 2. Hukuk Dairesinden: Esas: 2010/20331 Karar: 2011/9444 YARGITAY İLAMI İncelenen Kararın: Mahkemesi: Ulubey/Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi Tarihi: 6/6/2007 Numarası: Esas no: 2007/62 Karar no: 2007/94 Davacı: Bayar Candoğan Davalı: Marie Rose Allaume Dava Türü: Yabancı Mahkeme İlamının Tanınması Temyiz Eden: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. 1 - Dava boşanma kararının tanınması ve tenfizine ilişkindir. Görev kamu düzenine ilişkindir. Mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4. maddesi; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından üçüncü kısım hariç olmak üzere (TMKm. 118-395) kaynaklanan bütün davaların Aile Mahkemesinde bakılacağını hükme bağlamıştır. Şu halde Aile Mahkemesi kurulmayan yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemelerinde davanın Aile Mahkemesi sıfatı ile görülüp karara bağlanması gerekir. (H.G.K. 16/11/2005 tarih ve 2/673-617 sayılı kararı) Bu açıklamalar karşısında; davaya Aile Mahkemesi sıfatıyla bakılması gerekirken, bu husus düşünülmeden Asliye Hukuk Mahkemesi olarak yargılamaya devam edilip, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı ise de; karar kesinleşmiş olduğundan bu husus bozma sebebi yapılmamış yanlışlığa işaret olunmakla yetinilmiştir. 2 - Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyizinin incelenmesine gelince; Davacı vekili tarafından davalı aleyhine 15/6/2007 tarihinde açılan davada, boşanmaya ilişkin Vesoul Asliye Hukuk Mahkemesinin 15/5/2006 tarih ve 06/00102 sayılı kararının tanıma tenfizine karar verilmesinin istendiği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. Dava ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 37. maddesinde tenfiz dilekçesine eklenecek belgeler belirtilmiş olup, bu hükme göre yabancı mahkeme ilamının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı ve onanmış tercümesi ile ilamın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesinin dilekçeye eklenmesi zorunlu olduğu halde, karar fotokopisi ile yetinilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 30/5/2011 [R.G. 07 Temmuz 2011 – 27987] —— • —— Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden: Esas No: 2011/4594 Karar No: 2011/6804 YARGITAY İLAMI Davacı Emine Ataş vekili Av. Sinan Barut ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Bolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay'ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan 25/9/2008 günlü ve 2008/216-2008/260 sayılı kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu savıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2011 gün ve Hukuk2011/148323 sayılı yazısıyla kanun yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacı Emine Ataş vekili Avukat Sinan Barut tarafından Nüfus Müdürlüğüne karşı 19/8/2008 tarihinde açılan soyadı değişikliği davasında "Ataş" olan soyadının "Bayındır" olarak değiştirilmesine karar verilmesinin talep edildiği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği, ancak dosyada bulunan dava dilekçesine ekli vekaletnamenin genel nitelikte olduğu ve vekil eden davacının soyadının değiştirilmesi için dava açma konusunda özel bir yetkiyi içermediği anlaşılmaktadır. Dava, kişiye bağlı haklardan olan soyadının değiştirilmesi istemine ilişkindir. Dava dilekçesinde ekli vekaletname genel nitelikte olup, vekil eden davacı nüfus kaydında "Ataş" olan soyadının "Bayındır" olarak değiştirilmesi konusunda özel bir yetkiyi içermemektedir. Vekilin, kişiye sıkı sıkıya bağlı kişilik hakları ile ilgili böyle bir davayı açabilmesi için vekaletnamesinde özel bir yetkinin bulunması gerekir. Bu durumda mahkemece, genel vekaletname ile dava açan avukata dava konusu işle ilgili özel yetkiyi içeren vekaletnamesini ibraz etmesi için belli bir süre tanınması, bu süre içerisinde vekil vekaletnamesini getirmediği ya da asil bir dilekçe ile veya bizzat duruşmaya gelerek özel yetkisi bulunmayan vekilin açmış olduğu davaya ve yapılan işlere icazet verdiğini bildirmediği takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 7/6/2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. ——– • —— Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden: Esas No: 2011/4595 Karar No: 2011/6805 YARGITAY İLAMI Davacı Mustafa Koyun ve Mürüvvet Koyun ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Milas 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay'ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan 16/9/2009 günlü ve 2008/283 Esas, 2009/380 sayılı kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu savıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2011 gün ve Hukuk2011/148321 sayılı yazısıyla kanun yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği düşünüldü: YARGITAY KARARI Davacılar Mustafa Koyun ye Mürüvvet Koyun'un, davalı Nüfus Müdürlüğü aleyhine açtıkları davada, kızları Ümran Koyun'un 5/3/1995 olan doğum tarihinin 5/3/1993 olarak düzeltilmesini istedikleri, mahkemece davanın kabulü ile küçük Ümran'ın doğum tarihinin gün ve ayı baki kalmak kaydıyla 5/3/1993 olarak tashihine karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmıştır. Milas 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin bu hükmü ile doğum tarihinin düzeltilmesine karar verilen Ümran Koyun ile aynı anneden doğduğu anlaşılan kardeşi 15/9/1992 doğumlu Metin Koyun arasında düzeltilen doğum tarihine göre 5 ay 20 günlük bir zaman farkı mevcut olup, bu süre içerisinde bir kadının iki kez doğum yapması tıbben mümkün görülmemektedir. Hakimin nüfus kayıtlarında düzeltme yaparken, kayıtlar arasında çelişki meydana getirmemeye ve hayatın doğal akışına ters düşecek durumlara yol açmamaya özen göstermesi gerekirken, bu hususa dikkat edilmeksizin nüfus kayıtlarında çelişki yaratacak şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 7/6/2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. [R.G. 07 Temmuz 2011 – 27987] —— • —— Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı: 2011/1 (Değişik İşler) Karar Sayısı: 2011/2 Karar Günü: 17.3.2011 BAŞVURUDA BULUNANLAR : Mardin eski Milletvekili Ahmet TÜRK ve Diyarbakır eski Milletvekili Aysel TUĞLUK VEKİLLERİ: Av. Öztürk TÜRKDOĞAN KARŞI TARAF: Kamu adına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı BAŞVURUNUN KONUSU: Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.2009 günlü, E:2007/1 (Siyasi Parti-Kapatma), K:2009/4 sayılı kararının sonuç kısmının 3 numaralı bendinin yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılarak, Mardin eski milletvekili Ahmet TÜRK ile Diyarbakır eski milletvekili Aysel TUĞLUK’un milletvekilliklerinin devamına karar verilmesi istemidir. I- BAŞVURUNUN GEREKÇESİ Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK vekili Av.Öztürk TÜRKDOĞAN tarafından verilen 11.1.2011 tarihli başvuru dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 33. maddesinde siyasi parti kapatma davalarında ceza muhakemesi usul kurallarının uygulanacağı belirtilmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 311. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 5. maddesinin 1. fıkrası ile 7. maddesi uyarınca yargılamanın yenilenmesini talep etme zorunluluğu doğmuştur. TCK 5. maddesinin 1. fıkrası ile 7.maddesi göz önüne alındığında Anayasanın 84. maddesinin son fıkrasının yürürlükten kaldırılması nedeniyle lehte olan düzenlemenin müvekkillere uygulanması ve ceza sonucu doğuran milletvekilliği düşme kararının geri alınarak ortadan kaldırılması gerekmektedir. Anayasanın 90. maddesi uyarınca Türkiye'nin onaylayarak yürürlüğe koyduğu AİHS' ne Ek.1 Nolu Protokolün “serbest seçim hakkım” düzenleyen 3 ncü maddesi uyarınca, Yüksek sözleşmeci taraf olan Türkiye Cumhuriyetinin bunu taahhüt ettiği bilinmektedir.Bu nedenle daha önce Türkiye hakkında AİHM tarafından DEP milletvekilleri davasında (Selim Sadak ve Diğerleri/Türkiye davası (2544/94 Başvuru No) ihlal kararı verilmiştir. Üyeliklerin düşmesine neden olan hükümler de yürürlükten kaldırıldığı ve görev süresi de son bulmadığı için Anayasa Mahkemesi kararıyla düşürülen üyeliklerin yeniden devamına karar verilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi kararı, parti kapatma davalarında CMK hükümlerinin uygulanması ve verilen üyelik düşme kararının “cezalandırıcı bir işlem” olması nedeniyle ceza hukukunun evrensel kuralları gereği geçmişe şamil olarak uygulanır.Ancak olayımızda talep konusu 12 eylül referandumu sonucu anayasa değişikliğinin,sürmekte olan yasama dönemi nedeniyle ileriye yönelik olarak uygulanması yönündedir.Bu nedenle anayasa mahkemesi kararlarının kesinleştiği andan itibaren geri yürümeyeceği yönündeki hükmünün olayımızda uygulanması söz konusu değildir. Halkın özgür iradesi ile seçilen milletvekilleri bir yasama dönemi boyunca “vekalet ve temsil” görevini üstlenmektedir. Anayasa mahkemesinin önceki hükmünde düzenlenen üyelik düşme hükmü istisnai bir durumdur. Bu hükmün kaldırılması ile yeni hüküm yürürlüğe girdiği andan itibaren ileriye dönük olarak sürmekte olan yasama dönemi için uygulanması gerekir. Anayasa mahkemesi kararı kesinleştiği ve DTP kapatıldığı için milletvekilleri AİHM 'ne hem tüzel kişi adına, hem kendi adlarına kişisel başvuruda bulunmuşlardır. Üyelik düşme nedeniyle de sözleşmenin ihlali istemi vardır. Benzer bir konu nedeniyle daha önceden HADEP'in kapatılması üzerine yapılan başvuruda AİHM Türkiye ile ilgili yeni bir ihlal kararı vermiştir. AİHM'in 14 Aralık 2010 tarihli HADEP ve Demir - Türkiye Davası'nda (28003/03 başvuru no) sözleşmeye ek 1 nolu protokolün 3. maddesine aykırılık tespit edilmiş ve ihlal kararı verilmiştir. Türkiye'de parti kapatma davaları demokrasimizin önündeki en büyük engellerden birisidir. Kapatılan parti sayısıyla adeta partiler mezarlığına dönüşen ülkemizde, 12 eylül darbe hukukunun şekillendirdiği siyasi partiler yasası, seçim yasaları seçim barajları olduğu gibi durmaktadır. Darbeden günümüze otuz yıl içinde halkın güvenine mazhar olmuş Ahmet Türk'ün 1994 ve 2009 yılında iki kez üyeliğinin düşmesine karar verilmiş, ancak darbe mevzuatı değiştirilmemiştir. Anayasa Mahkemesinin Türkiye Anayasa ve siyasi tarihinde kapattığı 25. Parti Demokratik Toplum Partisidir. Toplumda bu partinin kapatılmasına yönelik bir konsensüs bulunmadığı, aksine kapatılması durumunda barış imkanının ortadan kalkacağı inancı çok güçlü olduğu halde, Anayasa Mahkemesi partiyi kapatmıştır. Muhalefetin barışçı sesi olan iki önemli siyasetçinin Milletvekilliği düşürülerek siyaset yapmaları yasaklanmıştır. Partinin kapatılması gerek Türkiye kamuoyunda, gerekse uluslar arası kamuoyunda çok yoğun tepkilerle karşılaşmıştır. Anayasa bir ülkede geçerli en üst hukuk normudur. Bu niteliği itibariyle yasalar, yönetmelikler ve diğer düzenlemelerin olduğu gibi, tüm yargısal uygulamaların da meşruiyet kaynağıdır. Anayasaya aykırı hukuk normu geçerli olamayacağı gibi, buna aykırı Mahkeme kararlarının geçerli olması, etki ve sonuç doğurması da mümkün değildir. Anayasalar meşruiyetin asli ve birincil dayanağı olduğundan dolayı, önceki bir yasal düzenlemeye veya buna mukabil bir yargısal karara dayanılarak, yeni Anayasa kuralının geçersiz ve etkisiz kılınması söz konusu olamaz. Anayasa, aksine geçici ve istisnai bir hüküm öngörmediği sürece, yürürlüğe girdiği andan itibaren, gerek hak ve özgürlük boyutuyla, gerekse statü itibariyle önceki tasarrufları geçersiz kılıcı etki yaratır. Önceki hukuksal engeller hiç yokmuş gibi hak ve özgürlük güvencesi yaratır, önceki hukuksal statüler veya statü engelleri, hiç yokmuş gibi etki ve sonuç doğurur. Bu süreçte doğrudan doğruya eski Anayasal kuralların öngördüğü hak mahrumiyetleri baştan itibaren hükümsüzleşir, kendiliğinden ortadan kalkar. Hukuksal yetkilerin kullanımını engelleyen statü kuralları, engelin ortadan kalkmasıyla herhangi bir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden hükümsüz hale gelirler. Hakkın ve yetkinin sahibi, durduğu/bıraktığı yerden hakkını ve yetkisini kullanmaya devam eder. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan genel seçimlerde “bağımsız milletvekili” olarak seçilmişlerdir. Halkın kendilerini vekil tayin ettiği ve bu vekâletin bir yasama dönemi boyunca geçerli olduğu açıktır. DTP Anayasa Mahkemesinin verdiği kapatma kararının 14.12.2009 tarihli Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte kapatılmıştır. Mahkeme, Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'ün söz ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olduğunu saptamıştır. Buna bağlı olarak Anayasanın 84. maddesinin mülga beşinci fıkrasının gereği olarak milletvekillikleri sona ermiştir. Sona erme, Anayasa Mahkemesi kararı gereği olmayıp, Anayasa kuralının bu karara bağladığı kendiliğinden bir sonuç olarak gerçekleşmiştir. Mahkeme kararı inşai bir işlem olmayıp bir saptamadır. Dolayısıyla tartışmanın konusu tamamlanmış ve icra edilmiş bir yargısal işlem değil, bir Anayasal statüdür. İnşai irade “norm iradesidir”. Anayasa kuralı bu saptamaya kendiliğinden bir sonuç bağlamış ve milletvekilliğinin bu saptamanın Resmi Gazetede yayımlanmayla sona ereceğini öngörmüştür. Anayasa değişikliği, saptamaya otomatik sonuç bağlanması kuralını ilga etmiş, Anayasa Mahkemesi hangi yönde karar verirse versin, bunun halkın kendi vekiline verdiği vekâlet yetkisine halel getirmeyeceğini temel bir siyasal tercih olarak ortaya koymuştur. Dolayısıyla Milletvekilliğinin düşmesine yönelik işlem hukuksuz hale gelmiştir. Anayasal düzenimizde siyasi partilerin kapatılması davası Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri çerçevesinde yürütülür ve sonlandırılır. Anayasa Mahkemesinin son kararlarından da anlaşılacağı üzere, bu davalar da tipik ceza davaları niteliğinde olmasa dahi, sonuçları da dikkate alındığında, davanın doğası elverdiği ölçüde tüm ceza güvencelerinin uygulanması zorunluluktur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de sonuçları cezalandırma olarak nitelendirdiği dikkate alındığında, parti kapatma kararı ve buna bağlı olarak ortaya çıkmış sonuçların cezalandırma ve temel hak müdahalesi niteliğinde olduğu açıktır. Anayasa değişiklikleri ise bu cezai sonuçlardan birini ortadan kaldırmaktadır. Hukuk devletinin ve Anayasanın 38. maddesinin bir gereği olarak, lehe olan düzenlemenin geçmişe yönelik hüküm doğurması, sona ermiş statünün yeniden ihdası, engellenmiş hakkın tanınması, sona erdirilmiş yetkinin yeniden geçerli kılınması şarttır. Anayasa Mahkemesinin kararı ile bu kararın otomatik anayasal sonucunun ortadan kaldırılması işlemleri aynı yasama döneminde gerçekleştirilmiştir. Yani vekâlet ilişkisi sona ermeden, hem Anayasayı ortaya koyan hem de vekâlet ilişkisini üreten halk, Anayasayı değiştirmek suretiyle vekâlet ilişkisine yönelik müdahaleyi gayri meşru ilan etmiştir. Dolayısıyla vekâlet ilişkisi devam etmekte, buna yönelik statü ihlallerinin hukuksal geçerliliği bulunmamaktadır. Yasama dönemi sona ermeden yapılan değişiklik bu nedenle Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'ün milletvekilliğinin devam etmesinin hukuksal temelini yaratmış bulunmaktadır. Yasama dönemi sona erdikten sonra yapılan değişikliklerin milletvekilliğini kendiliğinden eski haline irca etmesi mümkün olmayacaktı. Anayasanın 69. maddesinin sekizinci fıkrasının bir engel oluşturması düşünülemez. Anayasa Mahkemesinin saptaması hukuki geçerliliğini koruduğuna göre Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'ün beş yıl boyunca bir siyasi partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olmaması kabul edilse bile, 84. maddedeki açık tercih karşısında en azından bağımsız olarak milletvekilliklerini devam etmesi engellenemez. Halkın vekâletinin bir siyasi parti bünyesinde devam etmesi, vekâletin koşulu değildir. Açıklanan gerekçelerle Anayasa Mahkemesinin verdiği kapatma davasının, Anayasanın 84. maddesinin mülga beşinci fıkrasından kaynaklanan sonucu, Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesinin ardından kendiliğinden ortadan kalmış bulunmaktadır. Buna bağlı olarak Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'ün Milletvekilliğinin devam ettiğinin kabulü hukuksal ve demokratik bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm bu gerekçeler dikkate alınarak yargılamanın yenilenmesi talebimizin kabulü ile DTP'nin kapatılmasıyla ilgili kararın sonuç kısmının 3 no'lu bendinin ortadan kaldırılması (geri alınması) gerektiği kanaatindeyiz. Anayasa Mahkemesi'nin Yargılamanın Yenilenmesi hakkındaki talebimizi uygun görmemesi halinde AİHS'in 6. maddesi ile sözleşmeye ek 1 nolu protokolün 3. maddesi yeniden ihlal edilmiş olacaktır.” II- YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞININ GÖRÜŞÜ Anayasa Mahkemesi 23.2.2011 tarihinde yaptığı inceleme sonucunda, başvuruda bulunanlar vekilinin dilekçe ve ekinin onaylı bir örneğinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 33. maddesi gereğince Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilerek bu konuda düşünce istenilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 28.2.2011 tarih ve 112 sayılı yazısı ile ; “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311. maddesinde yargılamanın yenilenmesi nedenlerinin sınırlı bir biçimde sayıldığı ve yasa (anayasa) değişikliklerinin maddede belirtilen yargılamanın yenilenmesi sebepleri arasında sayılmadığı, Anayasa’nın 38. ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7. maddelerinde öngörülen lehe yasanın uygulanması zorunluluğuna ilişkin ilkenin, suç ve suç karşılığı ceza ve güvenlik tedbirleri ile yaptırıma bağlanan eylemler yönünden geçerli olduğunu, siyasi parti kapatma davası ve kararının suç nedeniyle yapılan bir yargılama ve uygulanan bir yaptırım niteliğinde bulunmadığı, Ayrıca, yasaların kural olarak yürürlüğe girdiği andan itibaren ortaya çıkan fiil, ilişki ve durumlar için uygulanmasının icap etmesi, aksinin amaçlanması halinde bunun yürürlüğe konulan yasada açıkça belirtilmesi gerekmesine karşın, 07.05.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun’da Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrasının yürürlükten kaldırılmasına ilişkin olarak belirtilen genel kuraldan ayrılmayı gerektirecek istisnai bir hükme yer verilmediği,” gerekçesiyle istemin reddine karar verilmesi talep ve mütalaa olunmuştur. III- BAŞVURUNUN İNCELENMESİ Başvuru dilekçesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın istemle ilgili görüşü, konuya ilişkin rapor, ilgili Anayasa ve Yasa kuralları okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.2009 günlü, E:2007/1 (Siyasi Parti Kapatma), K:2009/4 sayılı kararıyla, Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. ve 103. maddeleri gereğince Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasına ve “beyan ve eylemleriyle Parti’nin kapatılmasına neden olan Mardin Milletvekili Ahmet TÜRK ve Diyarbakır Milletvekili Aysel TUĞLUK’un milletvekilliklerinin, Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrası uyarınca gerekçeli kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihte sona ermesine” karar verilmiş ve söz konusu karar 31.12.2009 günlü Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Anayasa’nın 84. maddesinin “Partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği, bu kararın Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine getirip Genel Kurula bilgi sunar” yolundaki beşinci fıkrası, Anayasa değişikliğini öngören 5982 sayılı Yasa’nın 9. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Anayasa’nın 84. maddesinin beşinci fıkrasının yürürlükten kalkması nedeniyle Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK vekilince, söz konusu kişilerin milletvekilliklerinin sona ermesine ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.2009 günlü, E:2007/1 (Siyasi Parti-Kapatma), K:2009/4 sayılı kararının sonuç kısmının 3 numaralı bendinin yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılarak, milletvekilliklerinin devamına karar verilmesi istemiyle başvuruda bulunulmuş ve başvuru dilekçesinde; siyasi parti kapatma davalarında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerinin uygulanması ve Anayasa Mahkemesi’nce verilen milletvekilliğinin sona ermesi kararının cezalandırıcı bir işlem olması nedeniyle Türk Ceza Kanununun 5. maddesinin birinci fıkrası ve 7. maddesi uyarınca lehe olan Anayasa değişikliğinin müvekkillere ileriye dönük olarak uygulanması gerektiği, milletvekilliklerinin sona ermesine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının inşai bir işlem olmayıp bir tespitten ibaret olduğu, Anayasa kuralı ile öngörülen hak mahrumiyetinin o kuralın değişmesiyle birlikte herhangi bir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden hükümsüz hale geleceği, milletvekili seçilinen yasama döneminin halen devam etmesi nedeniyle vekalet ilişkisinin devam ettiğinin kabulünün gerektiği ileri sürülmüştür. 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinde, “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenir ve karara bağlanır.” denilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan yargılamanın yenilenmesine ilişkin düzenleme kural olarak, hükmün esasını değiştirecek nitelikteki olguların hükmün kesinleşmesinden sonra ortaya çıkması durumunda, yeniden yapılacak yargılama ile kesin hükmü ortadan kaldırabilen olağanüstü kanun yollarından birisidir. Bu niteliğinin gereği olarak yasakoyucu yargılamanın yenilenmesi usulünü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311. ila 323. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Bu hükümlerden yargılamanın yenilenmesi isteminin dört aşamada incelenip karara bağlanması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu aşamalar, yasada sayılan yargılama nedenlerinin ve bunların dayandığı delilleri içeren istemin kabule değer olup olmadığının incelenip karara bağlanması, istem kabule değer bulunduğu takdirde delillerin toplanması, bu işlem tamamlandıktan sonra istemin esassız olup olmadığının karara bağlanması, istem esassız olması noktasından reddedilmemiş ise yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verilmesi şeklindedir. Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri, Yasa’nın 311. maddesinde şöyle sayılmıştır: “(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür: a) Duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin sahteliği anlaşılırsa. b) Yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğu veya oy verdiği anlaşılırsa. c) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, hükümlünün neden olduğu kusur dışında, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek biçimde görevlerini yapmada kusur etmiş ise. d) Ceza hükmü hukuk mahkemesinin bir hükmüne dayandırılmış olup da bu hüküm kesinleşmiş diğer bir hüküm ile ortadan kaldırılmış ise. e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa. f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır.” 5271 sayılı Yasa’nın 319. maddesinin birinci fıkrasında da “Yargılamanın yenilenmesi istemi, kanunda belirlenen şekilde yapılmamış veya yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal hiçbir neden gösterilmemiş veya bunu doğrulayacak deliller açıklanmamış ise, bu istem kabule değere görülmeyerek reddedilir” denilmiştir. Başvuru dilekçesinde yargılamanın yenilenmesi istemine gerekçe olarak başvurucuların milletvekilliklerinin sona ermesine neden olan Anayasa kuralının yürürlükten kalkmış olması gösterilmekte ise de, yasalarda meydana gelen değişiklikler 5271 sayılı Yasa’nın 311. maddesinde sayılan yargılamanın yenilenmesi nedenleri arasında yer almamaktadır. Yargılamanın yenilenmesi istemine gerekçe olarak gösterilen bu husus, Yasa’da sınırlı olarak sayılan yargılamanın yenilenmesi nedenlerinden birine girmediğinden istemin kabule değer görülmeyerek reddi gerekir. Öte yandan, başvurucuların milletvekilliklerinin devamına karar verilmesi istemi, yargılamanın yenilenmesi isteminden bağımsız olarak da incelenmiştir. Anayasa’nın 69. maddesinin dördüncü fıkrasında “Siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır” denilmiş ve hangi hallerde siyasi partilerin kapatılmasına karar verileceği de maddenin diğer fıkralarında düzenlenmiştir. Anayasanın 149. maddesinin altıncı fıkrasında da “Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinden inceler” hükmü yer almış ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un yukarıda anılan 33. maddesinde de siyasi parti kapatma davalarında Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun uygulanacağı belirtilmiştir. Ceza muhakemesi usul kurallarının ceza davalarında uygulanmasının doğal olması ve bu durumun ayrıca belirtilmesine gerek bulunmamasına karşın, siyasi parti kapatma davalarında Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun uygulanacağının özellikle belirtilmesi, bu davaların ceza hukukunda tanımlandığı biçimde bir ceza davası olmadığını ortaya koymaktadır. Siyasi parti kapatma davalarının hukukun diğer alanlarına göre ceza hukukuna daha yakın olduğu ileri sürülmekte ise de bu davalar, bütünüyle ceza hukuku kuralları içerisinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendine özgü davalardır. Siyasi partilerin kapatılması yaptırımı, özgürlükçü, çoğulcu, çağdaş demokrasilerin kendilerini koruyabilmeleri için öngörülmüş olup her zaman ceza hukuku alanına giren bir kuralın ihlalinin sonucu değildir. Siyasi partilere yasaklanan eylemlerin niteliği, bunların kapatılma sonucunu doğurabilmesi için aranan koşullar ve uygulanan yaptırım türünün ceza hukukundaki suç ve cezalardan farklılık göstermesi de bu davaların kendine özgü niteliğini öne çıkarmaktadır. Bir siyasi parti kapatma davası sonucunda siyasi partinin kapatılmasının yanı sıra Anayasa’nın 84. maddesinin mülga beşinci fıkrasında öngörüldüğü üzere partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olan kişilerin milletvekilliğinin sona ermesi de bir ceza davasında mahkemece verilen ceza hükmü niteliğinde değildir. Siyasi parti kapatma davalarının kendine özgü niteliği ve bu davalarda verilen kararların da ceza hukuku kurallarına göre verilmiş cezalar olmaması nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur” şeklindeki 7. maddesinin üçüncü fıkrası ile “Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır” şeklindeki 5. maddesi hükmünün siyasi parti kapatma davalarında verilen kararlar yönünden uygulanabilmesine olanak bulunmamaktadır. Beyan ve eylemleriyle mensubu olduğu partinin kapatılmasına sebep olan milletvekillerinin milletvekilliğinin sona ermesi, Anayasa’da yer alan bir kuralın uygulanması ve bir siyasi partinin kapatılması kararının anayasal sonuçlarını göstermekten ibaret bulunmaktadır. Bir başka deyişle, partisinin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliğinin, bu kararın Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona ermesi Anayasa kuralı gereğidir. Başvuruda bulunan Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK’un milletvekillikleri, Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin 11.12.2009 günlü, E:2007/1 (Siyasi Parti Kapatma), K:2009/4 sayılı kararının Resmî Gazetede yayımlandığı 31.12.2009 tarihinde sona ermiştir. Anayasa’nın 84. maddesinin beşinci fıkrası hükmü, ilgilinin milletvekilliğini yasama dönemi süresince askıya alan değil, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasıyla birlikte gerçekleşen ve tüm sonuçlarını o an itibariyle doğuran bir hükümdür. Başvurucuların milletvekilliklerinin sona ermesinden sonra, konuya ilişkin Anayasa kuralının yürürlükten kaldırılmış olması, sona eren milletvekilliği statüsünün tekrar kazanılması sonucunu doğurmaz. Anayasa değişiklikleri kural olarak ileriye dönük hukuki sonuçlar doğurmaktadır. Anayasa’nın 84. maddesinin beşinci fıkrası yürürlükten kaldırılırken söz konusu değişikliğin, beyan ve eylemleriyle parti kapatılmasına sebep olduğu için milletvekillikleri sona eren kişiler yönünden de geçerli olduğu yolunda istisnai bir düzenlemeye de yer verilmemiştir. Sonuç olarak, Anayasa’nın 84. maddesinde yapılan değişiklik, başvurucuların milletvekilliklerinin sona ermesine neden olan Anayasa Mahkemesi kararını geçersiz kılmamaktadır. Anayasa Mahkemesi kararı geçerliğini koruduğu sürece, salt Anayasa’da meydana gelen değişiklik nedeniyle başvurucuların milletvekilliği statüsünü tekrar kazanabilmelerine olanak bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, başvurunun reddi gerekir. Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır. Mehmet ERTEN bu görüşe ek gerekçeyle katılmıştır. IV- SONUÇ A- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, B- Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.2009 günlü, E. 2007/1(Siyasi Parti-Kapatma), K. 2009/4 sayılı kararın sonuç kısmının 3 numaralı bendinin yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılarak, Mardin eski Milletvekili Ahmet TÜRK ve Diyarbakır eski Milletvekili Aysel TUĞLUK’un milletvekilliklerinin devamına karar verilmesi istemini içeren Av. Öztürk TÜRKDOĞAN’ın 11.1.2011 günlü dilekçesi ve ekleri, konuya ilişkin rapor, ilgili Anayasa ve yasa kuralları incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü; 1- Başvurunun REDDİNE, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- Karar örneğinin Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK vekili Av. Öztürk TÜRKDOĞAN ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na tebliğine, OYBİRLİĞİYLE, 17.3.2011 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Serruh KALELİ Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN MUHALEFET ŞERHİ Anayasa Mahkemesi’nin, E.2007/1 (Siyasi Parti Kapatma) K.2009/4 sayılı ve 11.12.2009 tarihli kararı ile Kapatılan Demokratik Toplum Partisi’nin milletvekilleri Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, milletvekilliklerinin Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrası uyarınca sona erdirilmesine karar verildiğini, buna ilişkin gerekçeli kararın Resmi Gazete’de 31 Aralık 2009 günü yayınlandığını ve kararın kesinleştiğini, 12.09.2010 günü yapılan halk oylaması sonucunda Anayasa değişikliklerinin kabul edildiğini ve bu kapsamda 84. maddenin son fıkrasının da yürürlükten kaldırıldığını, böylece siyasi partinin kapatılmasına beyan ve eylemleri ile neden olduğu ileri sürülen milletvekillerinin, milletvekilliklerinin düşürülmesi uygulamasının sona erdiğini, yasama döneminin halen sürdüğünü belirterek, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 5. maddesi ile 7. maddesi uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluyla düşürülen üyeliklerin yeniden devamına karar verilmesini talep etmişlerdir. 2949 sayılı Kanun’un 33. maddesinde siyasi parti kapatma davalarında, Ceza Muhakemeleri Kanun’un uygulanacağı belirtilmiştir. Öncelikle, düşürülen milletvekilliklerinin iadesi, Ceza Muhakemesi Kanunu m. 311 vd. da düzenlenen yargılamanın yenilenmesi yoluyla talep edilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu m. 311’de hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri tahdidi olarak sayılmıştır. Somut olayda belirtilen durum, söz konusu maddede belirtilen nedenlerin hiç birisine uymadığından, yargılamanın yenilenmesi talebini kabul etmek mümkün değildir. Esasen, talepte bulunanlar, yargılamanın yenilenmesi yoluyla lehe olan kuralın uygulanması talebinde bulunmaktadırlar. Lehe olan kuralın uygulanabilmesi için, esas olarak ayrıca yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulmasına gerek bulunmamaktadır. O nedenle Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrasının kaldırılması nedeniyle ortaya çıkan, lehe olan kural uygulamasının, yargılamanın yenilenmesi talebinden ayrı olarak da değerlendirilmesi mümkün olmalıdır. Talepte bulunanlar lehine, Türk Ceza Kanunu m. 7 gereğince lehe olan kuralın uygulama alanı bulup bulamayacağı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında siyasi parti kapatma davalarını, bir ceza davası olarak kabul ederken, 12.09.1995 tarih ve E.1995/4 (Değişik İşler), K.1995/5 sayılı kararında, “Türk Ceza Yasasının 2. maddesinde (5237 s. Türk Ceza Kanunu m. 7) cürüm ya da kabahat sayılan bir eylem için öngörülen cezanın azaltılması veya kaldırılması ile bu tür bir eylemin işlendiği zamanın yasası ile işlendikten sonra yayımlanan yasanın kuralları birbirlerinden farklı ise lehe olan yasanın uygulanıp yerine getirileceği öngörülmektedir. Yukarıda değinildiği gibi, siyasi partilerin kapatılması davaları bir ceza davası, bu davalara bakan Anayasa Mahkemesi de bu tür davalarda bir ceza mahkemesi olmadığı gibi milletvekilliklerinin sona ermesine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararındaki belirleme de bir ceza olmayıp siyasal partinin kapatılması kararının anayasal sonuçlarını göstermekten ibarettir. Bu nedenle Türk Ceza Yasası’nın 2. maddesinin uygulanması olanaksızdır. … Milletvekilliği sıfatının Anayasa gereği sona ermesi, ceza niteliğinde olmayıp, anayasal bir belirlemedir.” görüşünü kabul etmiştir. Aynı görüş, Anayasa Mahkemesi’nin 03.01.2002 tarihli E.2001/3 (Değ.İş) K.2002/1 sayılı kararında da belirtilmiş, “siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, bütünüyle ceza hukuku kuralları içinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan kendine özgü davalardır” nitelemesi yapılmıştır. Buna göre, çoğunluk görüşü çerçevesinde, siyasi parti kapatma davaları ve buna bağlı olarak milletvekilliğinin düşmesi, bir ceza davası ve yaptırım olmadığından, ceza davaları için geçerli olan lehe olan kuralın uygulanması da burada mümkün olmamaktadır. Keza, çoğunluk görüşüne göre, milletvekilliği bir statüdür. Anayasa Mahkemesi kararı ile milletvekillerinin eylemleriyle partinin odak halinde gelmesi nedeniyle kapatılmasına neden olmaları ve buna bağlı olarak milletvekilliğinin Anayasa m. 84/son fıkra gereği sona ermesinden dolayı, lehe olan kural uygulaması nedeniyle de sona eren statü tekrar geri gelmez. Lehe olan kuralın uygulanıp uygulanmayacağı yahut genel olarak talep gereğince milletvekilliğinin iadesine karar verilebilmesi için öncelikle, siyasi partilerin kapatılmasının ve milletvekilliğinin düşmesinin hukuki niteliğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Doktrinde, “bir siyasi partinin temelli kapatılması kararı, siyasi parti tüzel kişiliğinin sona erdirilmesi niteliğinde bir tespit kararıdır. Temelli kapatma, siyasi partilerin eylemlerinin demokratik düzenin güvenliği bakımından yarattığı tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla temel hak ve özgürlüklere ciddi kısıtlamalar getiren ağır bir tedbir veya yaptırımdır” denilmektedir; keza, milletvekilliğinin düşmesiyle ilişkili olarak da “siyasi parti kurma, partide üye, yönetici ve denetici olma yasağı ve milletvekilliğinin düşmesi, ceza değil, bir siyasi partinin üyeleri ile milletvekilleri hakkında öngörülmüş geleceğe ilişkin özel tedbirler veya yaptırımlardır”1 görüşü ifade edilmiştir. Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davaların da bir ceza davası değil, kendine özgü, sui generis dava olduğu kabul edilmektedir2. Buna göre, siyasi partilerin kapatılmasını gelecek için kabul edilen, belirli bir ölçüde yaptırım niteliği de taşıyan anayasal bir tedbir ve buna ilişkin davaları da, kendine özgü davalar olarak görmek mümkündür. Keza, siyasi partinin kapatılmasına bağlı olarak milletvekilliğinin düşmesini de geleceğe yönelik yaptırım niteliği taşıyan anayasal bir tedbir olarak görmek mümkündür. Siyasi partilerin kapatılmasıyla bağlantılı olarak milletvekilliğinin düşmesini düzenleyen Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrası, 2010 değişikliği ile kaldırılmadan önce şu şekilde idi: “Partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği, bu kararın Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine getirip Genel Kurula bilgi sunar.” Bu değişikliğin gerekçesi şu şekilde açıklanmıştır: “Anayasanın 84 üncü maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmaktadır. Söz konusu fıkra, partisinin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olan milletvekillerinin, milletvekilliğinin düşürülmesiyle ilgilidir. Milletvekilliği, seçmen iradesi ile oluşan ve öznesi, seçilmiş kişi olan demokratik bir statüdür. Partinin kapatılması, millet ile milletvekili arasında kurulu olan bağı sona erdiremez. Kaldı ki milletvekilliği düşen kişi, ilk seçimlerde bağımsız milletvekili olarak yeniden Meclise dönebilmektedir. Bu durum göz önüne alındığında, milletvekilliğinin düşürülmesi yaptırımının bir mantığı kalmamaktadır. Öte yandan bu yaptırım, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Nolu Protokolün 3 üncü maddesinde yer verilen “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde... seçimler yapmayı taahhüt ederler.” şeklindeki hükümle de bağdaşmamaktadır. Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, konuyla ilgili olarak, ülkemiz hakkında vermiş olduğu kararı da bu yöndedir. Ayrıca milletvekilinin, bir suç işlemesi durumunda dokunulmazlığının kaldırılması ve yargılanması yolu her zaman açıktır. Maddeyle, seçme ve seçilme temel hakkının özünü yok eden ölçüsüz bir yaptırım niteliğinde olan bu müessese, yürürlükten kaldırılmaktadır.” Görüldüğü gibi, fıkranın kaldırılma gerekçesinde de, partinin kapatılmasının, millet ile vekili arasında kurulu olan bağı sona erdirmeyeceği, milletvekilliğinin düşürülmesi yaptırımının bir mantığının kalmadığı açıkça belirtilmiş, bu yaptırımın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesindeki hükümle de bağdaşmadığı kabul edilmiş, seçme ve seçilme hakkının özünü yok eden ölçüsüz bir yaptırım niteliğinde olan bu müessesenin kaldırılması gerektiği belirtilmiştir. Gerek siyasi partilerin kapatılması, gerekse milletvekilliğinin düşürülmesi, yukarıda belirtildiği üzere, temel hak ve özgürlüklere önemli sınırlamalar getiren, bazen de hakkı kullanılamaz hale getiren ağır tedbir veya yaptırım niteliği taşımaktadır. Kişilerin temel hak ve özgürlüklerini önemli ölçüde sınırlayan bu gibi tedbirler ile takip edilen amaç arasında bir ölçülülük, uygun bir dengenin bulunması gereklidir. O nedenle, sözkonusu tedbirlerle yahut yaptırımlarla yasak davranışların, ağırlıklarıyla orantılı olarak bir dengenin sağlanması hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Yukarıda, Anayasa m.84/ son fıkranın kaldırılmasına ilişkin gerekçede, milletvekilliğinin düşürülmesi yaptırımının orantısız ve ölçüsüz olduğu açıkça kabul edilmiş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de Ülkemiz hakkında bu yönde kararları olduğu vurgulanmıştır3. Şu halde, Anayasa’nın 84. maddesinin kaldırılması ve bu kaldırmaya ilişkin gerekçe dikkate alındığında, seçme ve seçilme hakkına aykırı, seçmen iradesini dikkate almayan, mantığı kalmamış bir yaptırımı devam ettirmenin haklı bir yönü bulunmadığı gibi, milletvekilliğinin sona erdirilmesi tedbirini devam ettirmenin hukuki yönü de bulunmamaktadır. Bizzat Anayasa ile, daha önce toplumun geleceği için öngörülen yaptırım niteliğindeki tedbir, artık ihtiyaç kalmadığına inanılarak yine Anayasa değişikliği ile kaldırıldığından, bu yaptırımın devamını sağlayan herhangi bir hukuki dayanak ta kalmamıştır. O nedenle, hukuki dayanaktan yoksun, bu tedbiri devam ettirmek Anayasa m. 2’de düzenlenen hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Hukuki dayanağı kalmayan tedbir yahut yaptırım nedeniyle, daha önce düşürülmüş milletvekilliği hakkını, yasama süresi de henüz sona ermediğinden, kalan süre için iade etmek hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Lehe olan kural uygulamasına ilişkin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m. 7, birinci fıkra şu şekildedir: “(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar”. Keza, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “güvenlik tedbirleri” başlığı altında düzenlenen “Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma” başlıklı 53. maddesinin 1/a fıkrası şu hükmü ihtiva etmektedir: MADDE 53. - (1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten, …. Yoksun bırakılır.” Görüldüğü gibi, işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin sonucu olarak güvenlik tedbiri kapsamında, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden yoksun bırakılmak mümkündür. İşte bu şekilde, güvenlik tedbiri olarak milletvekilliğinden yoksun bırakılma halinde, TCK m. 7, 1/a gereğince sonradan lehe olan bir kural çıkarsa, bu şekilde hükmedilen güvenlik tedbiri dahi, kanuni neticeleri ile birlikte kendiliğinden kalkmaktadır. Ceza hukukunda kıyas kural olarak yapılamaz. Ancak yukarıda belirtildiği üzere, milletvekilliğinin sona erdirilmesinde de, bir yaptırım niteliği bulunduğundan, ceza hukukunun en temel ve evrensel ilkelerinden biri olan, lehe olan kuralın uygulanması, burada da mümkün olmalıdır. Anayasa m. 84/son fıkranın yürürlükten kaldırılması ile ortaya çıkan lehe durumdan, milletvekilleri Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’unda yararlandırılması gereklidir. Kaldı ki, doktrinde ileri sürüldüğü şekilde, milletvekilliğinin sona erdirilmesi geleceğe yönelik bir tedbir olarak kabul edilirse, tedbire karar verilmesini gerektiren şartlar sonradan değiştiği, tedbire hükmedilmesini gerektiren kural sonradan ortadan kaldırılarak, artık gelecek için o tedbire ihtiyaç duyulmadığı, milletvekilliğinin düşürülmesinde gelecek için bir tehlike kalmadığı, o nedenle öngörülen tedbirin kaldırılması ve yasama dönemi henüz sona ermediğinden, milletvekilliğinin kalan süre için devam ettirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, siyasi parti kapatma davalarına ve bu kapsamda milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin işlere ilk derece mahkemesi olarak bakmaktadır. O nedenle, burada Mahkemenin yetkisi ve görevi, Anayasa’ya uygunluk denetimi yapmak olmayıp, normal bir ilk derece mahkemesi gibi, konuya ilişkin hukuk kurallarını uygulayıp esasa ilişkin bir karar vermektir. Anayasa m. 84/son fıkranın yürürlükten kaldırılması ile birlikte, milletvekilliğinin iade edilip edilemeyeceği konusunda, ortaya, olaya uygulanabilecek kuralın belirlenmesi sorunu çıkmaktadır. Bu kapsamda, Anayasa m. 90/son fıkranın uygulama alanı bulması ve Anayasa Mahkemesi’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ve konuya ilişkin Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesini uygulayarak, talepte bulunanların, milletvekilliğinin iadesine karar vermesi gereklidir. Aksi takdirde söz konusu sözleşmeye ve kabul edilen eki protokollere aykırı davranılmış olunmaktadır. Yukarıda belirtilen nedenlerle, çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Başkan Haşim KILIÇ Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Engin YILDIRIM Üye Hicabi DURSUN Üye Erdal TERCAN -----------------------------------[1] Öden, Merih: Türk Anayasa Hukukunda Siyasi Partilerin Anayasaya Aykırı Eylemleri Nedeniyle Kapatılmaları, Ankara 2003, s.168,174; 2 AYM 03.01.2003, E:2001/3 (Değ. İş.), K:2002/1; Metin Yüksel: Siyasi Parti Kapatma Davalarında Ortaya Çıkan Ön Sorunlar ( http:/www.abchukuk.com/makale38.html, Erişim Tarihi 14.01.2011), s.1. 3 Ayrıca bkz. Özbudun, Ergun:Türk Anayasa Hukuku, 11.B.,s.298. KARŞIOY YAZISI Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması istemiyle Mahkememizde açılan davanın Anayasa ve Siyasî Partiler Kanunu hükümlerine göre yapılan yargılaması sonunda, adı geçen Parti’nin kapatılmasına ve beyan ve eylemleriyle Parti’nin kapatılmasına neden olan Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk’un milletvekilliklerinin, Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrası uyarınca gerekçeli kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihte sona ermesine karar verilmiştir. Karar, 31.12.2009 günü Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Anayasa’da 5982 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler kapsamında, adı geçenlerin milletvekilliklerinin sona ermesinin dayanağı olan 84. madde, 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonunda yürürlükten kaldırılmıştır. Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu; 6. maddesinde egemenliğin kayıtsız şatsız Milletin olduğu, Türk Milleti’nin egemenliğini yetkili organlar eliyle kullanacağı ve bunun hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye ve sınıfa bırakılamayacağı; 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinin olduğu ve devredilemeyeceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 67. maddesinde “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma … hakkına sahiptir” denilmiştir. Anayasa’nın 76. maddesinde milletvekili seçilme yeterliliği, 77. maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçim dönemi, 84. maddesinde Milletvekilliğinin düşmesi düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre 4 yıl için seçilen bir milletvekilinin Anayasa’da sayılan haller dışında sona erdirilmesine olanak bulunmamaktadır. Anayasa’nın çeşitli hükümlerine bir arada ve bütünlük içinde bakıldığında, Anayasa koyucunun, Milli İradenin temsilcisi olarak gördüğü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin heyet halinde görevinin aksamaksızın devamına büyük önem atfettiği, bu nedenle milletvekili seçilenlerin ilke olarak dönem sonuna kadar görevlerini sürdürmelerini öngördüğü anlaşılmaktadır. Anayasa koyucu, milletvekilinin görevini sürdürmesine o denli önem vermiştir ki, yasama dokunulmazlığını düzenleyen 83. maddede, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesinin üyelik sıfatının sona ermesine bırakılmasını öngörmüştür. Anayasa’da yapılan değişiklikten sonra, adı geçen milletvekilleri, zamanında Anayasa’ya uygun, ancak devam etmekte olan yasama döneminin kalan kısmı yönünden Anayasal dayanak olmaksızın milletvekilliğini kaybetmiş kişiler durumuna düşmüşlerdir. Anayasa değişikliğini yapan Millet iradesinin, partisinin kapatılmasına neden olmayı, milletvekilliğinin düşmesi nedeni saymama yönünde açık bir tercihi bulunduğu ortadadır. Bu durumda, her ne kadar “sakıt olan şey avdet etmez” kuralının geçerli olacağı ileri sürülebilirse de tali kurucu iktidar iradesi ve adı geçen milletvekillerinin seçilmiş olduğu yasama döneminin de sona ermemiş olduğu gözetildiğinde, bu milletvekillerinin tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisine dönebilmelerinin demokrasi ve hakkaniyet gereği olduğu anlaşılmaktadır. Her iki milletvekilinin hakkında verilen milletvekilliğinin sona ermesi kararının yargılamanın iadesi yoluyla ortadan kaldırılıp kaldırılamayacağına gelince: Davada uygulanan 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinde “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenir ve karara bağlanır” denilmiştir. Kuralın amacının, maddi gerçeği ortaya çıkarmayı amaçlayan Ceza Muhakemesi kural ve ilkelerinin parti kapatma davalarında Parti lehine en yüksek güvenceyi sağlayacağı, bu nedenle sanık için öngörülen her türlü güvencelerin ve ceza usul müesseselerinin parti için de uygulanabilir olduğu ölçüde “mutatis mutandis” uygulanması olduğu açıktır. Buna göre ceza yargılamasının örneğin otopsi, keşif, örgütlü suçlar için öngörülen iletişimin kaydı vb. hükümleri siyasi partiler hakkında uygulanmayacak, ancak yargılamanın yenilenmesi müessesesi “mutatis mutandis” uygulanacaktır. Yargılamanın yenilenmesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, “Yeni olaylar veya deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkum edilmesini gerektirecek nitelikte olursa” yargılamanın yenileneceği öngörülmüştür. Bir ceza yargılamasının hükümlüsü hakkında getirilen bu kuralın siyasi parti kapatma davalarında bire bir örtüşmesini beklemek esasen abestir. Yapılması gereken, böyle bir kuralın ceza hukuku anlamında sanık/hükümlü konumunda bulunmayan siyasi parti ve ona mensup milletvekilleri hakkında uygulanmasına açıkça engel başka bir kuralın bulunup bulunmadığına bakmak ve açıkça engel bir başka kural yoksa, bu kuralı uygulamaktır. Siyasi parti kapatma davalarının ceza davası niteliğinde olup olmadığı yolundaki doktrinde tartışmalı olan görüşlerden bir tanesine itibar ederek, olayın ceza yargılaması olmadığı görüşünden hareketle ceza hukukunun sanık (olayda parti) lehine hükümlerini uygulamaktan kaçınmak, evrensel yorum kurallarıyla bağdaşmaz. Davanın niteliği ne olursa olsun, ceza yargılaması hükümlerinin uygulanmasını öngören 2949 sayılı Kanun’un 33. maddesi açıktır. Açık bir yasa hükmünün mevcudiyetine rağmen doktrinde ihtilaflı görüşlere ve yoruma dayanarak farklı bir sonuca gidilemez. Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasına ilişkin kararın, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliklerinin sona ermesi yönünden yargılamanın yenilenmesi müessesesinin esasları uygulanmak suretiyle kaldırılması gerekirken istemin reddine karar verilmesine katılmıyorum. Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARŞIOY GEREKÇESİ Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.2009 günlü E:2007/1 (Siyasi Parti Kapatma), E: 2009/4 sayılı kararıyla, Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasına; beyan ve eylemleriyle Parti’nin kapatılmasına neden olan Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK’un milletvekilliklerinin Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrası uyarınca gerekçeli kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihte sona ermesine karar verilmiş, bu karar, 31.12.2009 günlü, 27449 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak TBMM Başkanlığı tarafından 5.1.2010 tarihli 43. Birleşimde Genel Kurul’un bilgisine sunulmuştur. 12.9.2010 tarihinde yapılan halkoylamasıyla kabul edilen 7.5.2010 günlü 5982 sayılı Anayasa değişikliği ile Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK, Anayasa’da yapılan değişiklikle milletvekilliklerinin düşmesine neden olan kuralın, yürürlükten kaldırıldığını ileri sürerek TBMM Başkanlığına yaptıkları başvuru ile milletvekilliklerinin devamına karar verilmesini istemişler, ancak talepleri Başkanlık’ça yapılabilecek bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bunun üzerine aynı istemle Anayasa Mahkemesine başvurmuşlardır. Söz konusu istemin karara bağlanabilmesi için öncelikle kapatılma davalarının hukuki niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda 1995 yılından itibaren istikrar kazanan görüşlerini yansıtan Refah Partisi kararında da belirtildiği gibi; “… Anayasa’nın “Siyasi partilerin uyacakları esaslar”ı belirleyen 69. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanır” denilmiş, hangi hallerde siyasi partilerin kapatılmasına karar verilebileceği de diğer fıkralarda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, 4280 sayılı Yasa ile değiştirilen 33. maddesinde ise “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle dosya üzerinde incelenir ve karara bağlanır” kuralına yer verilmiştir. Bu düzenleme biçimi, yasa koyucunun siyasi partilerin yasaya aykırı eylemlerinin kapatılma yaptırımına bağlanmasını ceza hukuku ilkelerine daha yakın bulduğunu göstermektedir. Ancak, ceza davalarında, ceza yargılamasına özgü kurallarının uygulanması doğal olduğuna göre, parti kapatma davalarında özellikle aynı usulün uygulanacağının belirtilmesine gerek duyulması, bu davaların geleneksel anlamda bir ceza davası olmadığını ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, yasaların yaptırım öngördüğü hallerde, konunun temel hak ve özgürlüklerle yakın ilgisi nedeniyle yasak eylemlerin ve bunlara uygulanacak yaptırımların yasalarla belirlenmesi gibi temel ilkelerin göz önünde bulundurulması da Anayasal bir zorunluluktur.” Öte yandan, öğreti ve içtihatlarda, hukuka aykırı eylemleriyle sınırları Anayasa ile belirlenmiş demokratik düzen için açık ve yakın tehlike oluşturan siyasi partilerin kapatılmalarının, demokrasinin devamı ve kendisini koruyabilmesi için alınması zorunlu bir önlem olduğu kabul edilmektedir. Siyasi Parti Kapatma davalarının, Anayasa Mahkemesi kararlarında, klasik bir ceza davası olarak nitelendirilmemesi, bu davalar sonucunda verilen yasaklama kararlarının, bir yaptırım olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle 2949 sayılı Yasa gereği Ceza Muhakemesi Kanunu’nun uygulandığı Siyasi Parti Kapatma davalarında, ceza hukukunun genel ilkelerinin dikkate alınmamasının hukuki bir dayanağı yoktur. Yasaların, özgürlük alanlarını genişletici biçimde yorumlanmasının, demokratik yaşamın daha ileri bir noktaya taşınmasını da sağlayacağı açıktır. Bu bağlamda, her yaptırımın doğal olarak bir hak yoksunluğuna yol açtığı gözetilerek, lehe olan değişikliklerin uygulanması gerekir. Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur” denilmektedir. “Lehe kanun uygulaması”, yalnız ceza yasalarında değil hukukun genel ilkeleri arasında da yer alan evrensel bir ilkedir. Ceza uygulamalarının temel hak ve özgürlüklerle olan yakın ilgisi, bu ilkenin yaşamsal bir değer kazanmasına yol açmıştır. 5982 sayılı Yasa ile Anayasa’nın 84. maddesinin, Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK’un milletvekilliklerinin sona erdirilmesine neden olan beşinci fıkrası yürürlükten kaldırıldığından, lehe olan kanunun uygulanmasıyla aynı yasama döneminin devamı süresince milletvekilliği sıfatını yeniden kazanmalarına karar verilmesi gerekmektedir. Kapatma kararına bağlı olarak daha önce kaybedilen milletvekilliği statüsünün, lehe olan kanunun yürürlüğe girmesiyle kendiliğinden kazanılması olanaklı değilse de yargı kararıyla geri verilmesine bir engel bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle Ahmet TÜRK ve Aysel TUĞLUK’un lehe kanun uygulamasından yararlandırılmaları yolundaki istemlerinin kabulü gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Fulya KANTARCIOĞLU EK GEREKÇE İnfaz edilmiş kararların etkisiz kılınması, yargı kararlarına ve yargı organlarına olan güven duygusunu sarsacak nitelikte olup, bir hukuk devletinde böyle bir durumun geçerli olması düşünülemez. Bu husus, mahkeme kararlarının “kesin hüküm” niteliği ile de bağdaşmamaktadır. Bilindiği üzere “kesin hüküm”, hukuki bir ihtilafın yargı yerlerince kesin olarak karar bağlanmasından sonra dava sonucunun taraflar bakımından bağlayıcı olması anlamını taşımakta ve kesinleşmiş mahkeme kararına konu olan ihtilafın, bir başka davaya konu edilerek yargı yerlerinde yeniden görülmesine engel oluşturmaktadır. Bu bağlamda, yasalarda meydana gelen değişikliklerin, aynı konuda daha önce yargı yerlerince verilen ve kesinleşerek infaz edilen kararların etkisiz kılınması sonucuna yol açabileceğinin kabulü olanaklı değildir. Aksi düşünce, kesin hükme ve bundan beklenen hukuki yarara bağlı olarak hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturacaktır. Belirtilen nedenlerle, Anayasanın 84. maddesinde yapılan değişiklik, infaz edilerek başvurucuların milletvekilliklerinin sona ermesine neden olan ve kesin hüküm niteliği taşıyan Anayasa Mahkemesi kararını etkisiz kılacak nitelikte bulunmadığı gibi sona eren milletvekilliği statüsünün yeniden kazanılması için yeterli olmadığından, başvurunun bu gerekçeyle de reddi gerekmektedir. Üye Mehmet ERTEN [R.G. 09 Temmuz 2011 – 27989] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı: 2010/81 Karar Sayısı: 2011/78 Karar Günü: 12.5.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi adına Grup Başkanvekilleri M. Akif HAMZAÇEBİ ve Muharrem İNCE (Esas Sayısı: 2010/81) İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ankara 14. İdare Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/98) DAVA ve İTİRAZIN KONUSU: 16.6.2010 günlü, 5997 sayılı Bazı Kanunlarda ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesiyle, 8.6.1949 günlü, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 89. maddesinin değiştirilen birinci fıkrasının ikinci cümlesinin “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve…” bölümünün, Anayasa’nın 2., 10., 138. ve 153. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- İPTAL DAVASI İLE İTİRAZ BAŞVURUSUNUN GEREKÇELERİ A- İptal davası dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “II. GEREKÇE 16.06.2010 Tarihli ve 5997 Sayılı Kanunun 14 üncü Maddesi ile Değiştirilen 5434 Sayılı Kanunun 89 uncu Maddesinin Birinci Fıkrasının İkinci Tümcesinde Yer Alan “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve …” Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı 5434 sayılı T. C. Emekli Sandığı Kanunun 89 uncu maddesinin 5997 sayılı Yasayla değişik birinci fıkrasının birinci tümcesinde, “Hizmet sürelerinin tamamı bu Kanun ve/veya 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 4 üncü maddesi kapsamında geçenlerden emekli, adi malûllük veya vazife malûllüğü aylığı bağlanan veyahut toptan ödeme yapılan asker ve sivil tüm iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarların bir aylığı emekli ikramiyesi olarak” verileceği belirtilmiştir. Fıkranın ikinci tümcesinde ise “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve kendilerine mülga 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara ise, bu Kanuna tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen hizmet sürelerinin toplamı üzerinden bu madde hükümlerine göre emekli ikramiyesi” ödenir denilmiştir. Söz konusu ikinci tümcenin, 2829 sayılı Yasanın 12 nci maddesinin birinci tümcesinde yer alan, “Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılanlara ve …” sözcüklerinin Anayasa Mahkemesi tarafından (05.02.2009 günlü, E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararla) iptal edilmesi üzerine getirildiği ifade edilmektedir. Anayasa Mahkemesinin kararı 05.06.2010 günlü Resmi Gazetede yayımlanmış ve 1 yıl sonra yürürlüğe girmesi kararlaştırılmıştır. Kural, 19.06.2010 günlü Resmi Gazetede yayımlanmış, boşluk doğmaması için de 5997 sayılı Yasanın 19 uncu maddesiyle 01.06.2010 günüde yürürlüğe girmesi kabul edilmiştir. 5434 sayılı Yasanın 89 uncu maddesinin değişik birinci fıkrasının ikinci tümcesi, 2829 sayılı Yasanın 12 nci maddesinin birinci tümcesinde yer alan ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen “Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılanlara ve …” sözcüklerinin yer aldığı kuralla, aşağıdaki karşılaştırmalı tabloda görüldüğü gibi aynı niteliktedir. Mülga 2829 sayılı Yasa’nın Anayasa Mahkemesince iptal edilen “Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve …” ibaresini de içeren 12 nci maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve kendilerine bu Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara, T.C. Emekli Sandığına tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen sürelerinin toplamı üzerinden, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir.” 5434 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin, 5997 sayılı Yasayla değiştirilen birinci fıkrasının ikinci tümcesi şöyledir: “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve kendilerine mülga 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara ise, bu Kanuna tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen hizmet sürelerinin toplamı üzerinden bu madde hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir.” İki tümce arasındaki farklılıklar, yer aldıkları yasaların tanımlanmasından kaynaklanmaktadır. a) İptal edilen düzenleme, 2829 sayılı Yasada yer almakta iken bu kez 5434 sayılı Yasaya yerleştirilmiştir. Bu nedenle de iptal edilen düzenleme “son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılanlar” şeklinde tanımlama yaparken, 5434 sayılı Yasada yer alan yeni düzenleme doğal olarak, “son defa bu kanun” şeklinde tanımlama yapmıştır. b) Yeni düzenlemede 5434 sayılı Yasayla birlikte, yine doğal olarak, 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışanlar sözcükleri kullanılmıştır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, bu Yasaya gönderme gerekli hale gelmiştir ve 5510 sayılı Yasanın 5434 sayılı Yasaya ilişkin geçiş hükümlerini içeren geçici 4 üncü maddesine gönderme yapılmıştır. Geçici 4 üncü madde hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılanlar ile 5434 sayılı hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde iken emekliye ayrılanlar aynı statüdedir. Bu teknik farklar dışında, her iki kuralın da anlam ve kapsamı aynıdır. 2829 sayılı Yasa’nın 12 nci maddesinin birinci fıkrasına göre emekli ikramiyesi ödenebilmesi için, son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılma ve kendilerine 2829 sayılı Yasa’nın 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlanma koşullarını taşımak gerekmektedir. Bu koşulları taşıyanlara, T.C. Emekli Sandığına tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen sürelerin toplamı üzerinden 5434 sayılı Yasa hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenecektir. Bu koşullarla birlikte 5434 sayılı Yasa’nın 89 uncu maddesinin birinci fıkrasındaki “...her tam fiili hizmet yılı için, ... hesaplanacak tutarların bir aylığı emekli ikramiyesi olarak verilir” hükmü gereğince emekli ikramiyesi alabilmek için, T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerde en az bir yıl çalışmış olmak da gerekmektedir. 5997 sayılı Yasayla değiştirilen yeni kuralda da aynı şekilde son defa 5434 sayılı Yasa veya 5510 sayılı Yasanın geçici 4 üncü maddesine tabi görevlerden emekliye ayrılma söz konusudur. 2829 sayılı Yasa’nın 8 inci maddesinin birinci fıkrasına göre, birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere, son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan kurumca, hizmet sürelerinin eşit olması halinde ise eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu kurumca, kendi mevzuatına göre aylık bağlanacaktır. Sonuç olarak yeni düzenlemede de, bir yıldan fazla 5434 sayılı Yasa kapsamında görev yaptıktan sonra kamu dışında bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olarak çalışmalarını tamamlayıp 2829 sayılı Yasa’nın 8 inci maddesi uyarınca yaşlılık aylığı bağlananlara, son defa 5434 sayılı Yasaya veya 5510 sayılı Yasanın geçici 4 üncü maddesine tabi bir görevden emekliye ayrılma koşulunu taşımadıklarından Emekli Sandığına tabi olarak yaptıkları çalışma süreleri için emekli ikramiyesi yine ödenmeyecektir. Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasanın 10 uncu maddesindeki “kanun önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. 2829 sayılı Yasa’da benimsenen sistemle, farklı sosyal güvenlik kuruluşlarındaki hizmet süreleri birleştirilerek emekli olanlara yaşlılık aylığı bağlandığı halde, itiraz konusu ibareyle son defa bağlı olunan sosyal güvenlik kurumuna göre ayırım yapılarak Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılmayanlara, 5434 sayılı Yasaya ve 5510 sayılı Yasanın geçici 4 üncü maddesine tabi çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmemesini öngören kuralın, daha önce iptal edilen kuralda olduğu gibi, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine ve adil sonuçlar doğurmadığından 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırılığı devam etmektedir. Ancak, Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile yönetim makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı öngörülmüştür. Bu kural gereğince, yasama organı yapacağı düzenlemelerle daha önce aynı konuda verilen Anayasa Mahkemesi kararlarını gözönünde bulundurmak, bu kararları etkisiz kılacak biçimde yasa çıkarmamak, Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilen kuralları tekrar yasalaştırmamak yükümlülüğündedir. Başta yasama organı olmak üzere yargı ve yürütme, kararların yalnız sonuçları ile değil, bir bütünlük içinde gerekçeleri ile de bağlıdır. Gerekçeleriyle birlikte kararlar, yasama işlemlerini değerlendirme ölçütlerini içerirler ve yasama etkinliklerini yönlendirme işlevi de görürler. Bu nedenle, yasama organı düzenlemelerde bulunurken, iptal edilen yasaya ilişkin kararların sonuçları ile birlikte gerekçelerini de gözönünde bulundurmak zorundadır. İptal edilen yasalarla, sözcükleri ayrı da olsa aynı doğrultu, içerik ya da nitelikte yeni yasa çıkarılması, Anayasanın 153 üncü maddesine aykırılık oluşturur. Hukuk devletinde, yasama organını da kapsayacak biçimde devletin bütün organları üzerinde hukukun ve Anayasanın mutlak egemenliği vardır. Yasakoyucu her zaman hukukun ve Anayasanın üstün kuralları ile bağlıdır. Anayasal denetimde bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu nedenle de Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesine yer verilmiştir. Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilen kuralın yeniden yasalaştırılmasına Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasındaki bağlayıcılık ilkesi engeldir. Yasama organının iptal edilen kuralın aynını veya benzerini yasalaştırması durumunda Anayasa Mahkemesi kararlarının etkinliği ortadan kaldırılarak yasaların yargısal denetimi anlamını yitirir. Bir yasa kuralının, Anayasanın 153 üncü maddesine aykırılığından söz edilebilmesi için, iptal edilen önceki kural ile “aynı” ya da “benzer nitelikte” olması gerekir. Bunların saptanabilmesi ise öncelikle, aralarında “özdeşlik”, başka bir deyişle, amaç, anlam ve kapsam yönlerinden “benzerlik” olup olmadığının incelenmesine bağlıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ve Anayasanın üstünlüğü ilkesi karşısında, iptal edilen bir kurala yeni bir yasa ile geçerlilik sağlanamaz. Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararının etkisini ortadan kaldırmaya yönelik bir düzenleme olduğu duraksamaya yer vermeyecek kadar açık olan dava konusu sözcükler, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen daha önceki kuralla aynı içerikte olduğundan Anayasanın 153 üncü maddesine aykırıdır. Açıklanan nedenlerle, 16.06.2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi ile değiştirilen 5434 Sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve …” sözcükleri Anayasanın 153 üncü maddesine aykırı olup, iptali gerekmektedir. III. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 16.06.2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi ile değiştirilen 5434 Sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve …” sözcükleri Anayasanın 153 üncü maddesine aykırı olduğundan iptaline karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” B- İtiraz başvurusu kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Dava dosyasının incelenmesinden; 5434 sayılı Kanun’a tâbi hizmetleri bulunmakta iken 14/11/2000 tarihinde görevine son verilen, SSK’ya tâbi olarak görev yaptıktan sonra 2829 sayılı Kanun’un 8’inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden 01/06/2008 tarihinden itibaren SSK’ca yaşlılık aylığı bağlanan davacı tarafından, 5434 sayılı Kanun kapsamında Emekli Sandığı’na tâbi olarak geçen hizmet sürelerine tekabül eden emekli ikramiyesinin ödenmesi talebiyle idareye yaptığı başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 24/05/1983 gün ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tâbi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun’un 12’nci maddesinin birinci fıkrasında “Son defa T.C. Emekli Sandığına tâbi görevlerden emekliye ayrılan ve kendilerine bu Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara, T. C. Emekli Sandığına tâbi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen sürelerinin toplamı üzerinden, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir” hükmü bulunmakta iken, anılan hükmün “Son defa T.C. Emekli Sandığına tâbi görevlerden emekliye ayrılan ve ...” şeklindeki ibaresi, 05/06/2009 gün ve 27249 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 05/02/2009 gün ve E:2005/40, K:2009/17 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal hükmünün kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra (05/06/2010 tarihinde) yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bahsi geçen iptal kararının gerekçesinde; “2829 sayılı Yasa’nın 12. maddesinin birinci fıkrasına göre emekli ikramiyesi ödenebilmesi için, son defa T.C. Emekli Sandığına tâbi görevlerden emekliye ayrılma ve kendilerine 2829 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlanma koşullarını taşımak gerekmektedir. Bu koşulları taşıyanlara, T.C. Emekli Şandığına tâbi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen sürelerin toplamı üzerinden 5434 sayılı Yasa hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenecektir. Bu koşullarla birlikte 5434 sayılı Yasa’nın 89. maddesinin birinci fıkrasındaki ‘...her tam fiili hizmet yılı için, ... hesaplanacak tutarların bir aylığı emekli ikramiyesi olarak verilir.’ hükmü gereğince emekli ikramiyesi alabilmek için, T.C. Emekli Sandığına tâbi görevlerde en az bir yıl çalışmış olmak da gerekmektedir. 2829 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasına göre, birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere, son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan kurumca, hizmet sürelerinin eşit olması hâlinde ise eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tâbi olduğu kurumca, kendi mevzuatına göre aylık bağlanacaktır. 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesinin dördüncü fıkrasında ‘T.C. Emekli Sandığı Kanunu ve Sosyal Sigortalar Kanununa veya yalnız Sosyal Sigortalar Kanununa tâbi olarak sadece aynı ya da değişik kamu kuruluşlarında geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi suretiyle Sosyal Sigortalar Kanununa göre yaşlılık veya malûllük aylığına ya da toptan ödemeye hak kazanan işçiye, bu kamu kuruluşlarında geçirdiği hizmet sürelerinin toplamı üzerinden son kamu kuruluşu işverenince kıdem tazminatı ödenir.’ hükmüne yer verilmiştir. Yukarıdaki düzenlemelere göre, farklı sosyal güvenlik kurumlarındaki hizmet, sürelerinin birleştirilmesiyle 2829 sayılı Yasa’nın 8. maddesi gereğince son yedi yıllık hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olması nedeniyle Sosyal Sigortalar Kurumunca aylık bağlanması hâlinde, aynı veya farklı kamu kuruluşlarında, gerek Emekli Sandığına, gerekse Sosyal Sigortalar Kurumuna tâbi olarak geçmiş olsun, anılan kamu kuruluşlarında geçen toplam hizmet süreleri üzerinden son kamu kuruluşu işveren tarafından ilgiliye kıdem tazminatı ödendiği; son yedi yıllık hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan Emekli Sandığınca aylık bağlanması hâlinde ise son defa Emekli Sandığına tâbi bir görevden emekliye ayrılmayan ilgiliye, emekli ikramiyesi ödenmediği, yalnızca kamuda işçi olarak geçen süreye karşılık kıdem tazminatı ödendiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, bir yıldan fazla 5434 sayılı Yasa kapsamında görev yaptıktan sonra kamu dışında bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olarak çalışmalarını tamamlayıp 2829 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca yaşlılık aylığı bağlananlara da, son defa Emekli Sandığına tâbi bir görevden emekliye ayrılma koşulunu taşımadıklarından Emekli Sandığına tâbi olarak yaptıkları çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmemektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa’nın 10. maddesindeki ‘kanun önünde eşitlik ilkesi’ hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. 2829 sayılı Yasa’da benimsenen sistemle, farklı sosyal güvenlik kuruluşlarındaki hizmet süreleri birleştirilerek emekli olanlara yaşlılık aylığı bağlandığı hâlde, itiraz konusu ibareyle son defa bağlı olunan sosyal güvenlik kurumuna göre ayırım yapılarak Emekli Sandığına tâbi görevlerden emekliye ayrılmayanlara, 5434 sayılı Yasaya tâbi çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmemesi, Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğu gibi, adil sonuçlar doğurmadığından 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine de aykırıdır. Bu nedenle itiraz konusu ibare Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” ifadelerine yer verilmiştir. Bu gerekçeye göre; farklı sosyal güvenlik kuruluşlarındaki hizmet süreleri birleştirilerek emekli olanlara yaşlılık aylığı bağlandığı hâlde, son defa bağlı olunan sosyal güvenlik kurumuna göre ayırım yapılarak Emekli Sandığına tâbi görevlerden emekliye ayrılmayanlara, 5434 sayılı Yasa’ya tâbi çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmemesi, Anayasa’nın 10’uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğu gibi, adil sonuçlar doğurmadığından 2’nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine de aykırıdır. 2829 sayılı Kanun’un 12’nci maddesinin ilgili ibaresinin Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi nedeniyle doğan hukukî boşluğun doldurulması amacıyla çıkarılan ve 01/06/2010 tarihinden itibaren yürürlüğe konulan 5997 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesi ile 5434 sayılı Kanun’un 89’uncu maddesinin birinci fıkrası değiştirilerek “Hizmet sürelerinin tamamı bu Kanun ve/veya 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 4 üncü maddesi kapsamında geçenlerden emekli, adi malûllük veya vazife malûllüğü aylığı bağlanan veyahut toptan ödeme yapılan asker ve sivil tüm iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarların bir aylığı emekli ikramiyesi olarak verilir. Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve kendilerine mülga 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tâbi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara ise, bu Kanuna tâbi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen hizmet sürelerinin toplamı üzerinden bu madde hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir. Mülga 2829 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinin bu maddeye aykırı hükümleri uygulanmaz” hükmü getirilmiştir. Görüldüğü üzere; 2829 sayılı Kanun’un 12’nci maddesinin ilgili ibaresinin iptali nedeniyle 5434 sayılı Kanun’un 89’uncu maddesinin birinci fıkrasında yapılan yeni düzenlemede de, birleştirilen hizmet sürelerinden Emekli Sandığı’na tâbi hizmet süreleri için emekli ikramiyesinin ödenebilmesi için “son defa 5434 sayılı Kanun veya (5434 sayılı Kanun’a ilişkin geçiş hükümlerini içeren) 5510 sayılı Kanun’un geçici 4’üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılma” koşulu aranmıştır. Dolayısıyla; eşitlik ve hukuk devleti ilkelerini zedelediği için Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen 2829 sayılı Kanun’un 12’nci maddesi ile 5434 sayılı Kanun’un 89’uncu maddesinin birinci fıkrasında yapılan yeni düzenlemenin doğurduğu hukukî sonuçlar aynıdır. Bu durum; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının gerekçesinde belirtilen eşitlik ve hukuk devleti ilkeleri açısından Anayasa’ya aykırılığı devam ettirdiği gibi, iptal hükmünün hukuksal sonuçlarını ortadan kaldıran yeni bir yasal düzenleme yapılmasının, aynı zamanda Anayasa’nın 138’inci maddesinin son fıkrasında yer verilen “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükmüne de aykırı düşmektedir. Bu durumda; (19/06/2010 gün ve 27616 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5997 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesi ile değişik) 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun hâlen yürürlükte bulunan 89’uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinin “... Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve ...” şeklindeki ibaresinin, Anayasa’nın 2’nci maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesi ile 10’uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine ve 138’inci maddesinin son fıkrası hükmüne aykırı olduğu kanaatine varıldığından, anılan Kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerekmiştir. Açıklanan nedenlerle; Anayasa’nın 152’nci maddesi uyarınca bakılmakta olan davada uygulanacak olan (19/06/2010 gün ve 27616 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5997 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesi ile değişik) 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun hâlen yürürlükte bulunan 89’uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinin “... Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve ...” şeklindeki ibaresinin Anayasa’nın 2, 10 ve 138’inci maddelerine aykırı olduğu kanaatiyle, anılan ibarenin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına, Anayasa Mahkemesi’nin konu hakkında vereceği karara kadar davanın geri bırakılmasına, beş ay içinde bir karar verilmezse davanın yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasına, kararın birer örneğinin taraflara tebliğine, işbu kararla birlikte dava dosyası ve içeriği evrakın çıkarılacak birer onaylı örneğinin Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesine, 21/09/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” II- YASA METİNLERİ A- Dava ve İtiraz Konusu Yasa Kuralı 16.6.2010 günlü, 5997 sayılı Bazı Kanunlarda ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesiyle değiştirilen, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun iptali istenilen bölümü içeren 89. maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Madde 89– (Değişik: 21.4.2005 – 5335/3 md.) (Değişik birinci fıkra: 16.6.2010– 5997/14 md.) Hizmet sürelerinin tamamı bu Kanun ve/veya 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 4 üncü maddesi kapsamında geçenlerden emekli, adi malûllük veya vazife malûllüğü aylığı bağlanan veyahut toptan ödeme yapılan asker ve sivil tüm iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarların bir aylığı emekli ikramiyesi olarak verilir. Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve kendilerine mülga 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara ise, bu Kanuna tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen hizmet sürelerinin toplamı üzerinden bu madde hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir. Mülga 2829 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinin bu maddeye aykırı hükümleri uygulanmaz.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde Anayasa’nın 153. maddesine, başvuru kararında Anayasa’nın 2., 10. ve 138. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN ve Celal Mümtaz AKINCI’nın katılımlarıyla 7.12.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında; dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, oybirliğiyle karar verilmiştir. IV- BİRLEŞTİRME KARARI 8.6.1949 günlü, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 89. maddesinin, 16.6.2010 günlü, 5997 sayılı Yasa’nın 14. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrasının ikinci cümlesinin “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve…” bölümünün iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan E.2010/98 sayılı itiraz başvurusuna ilişkin davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2010/81 esas sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas incelemenin 2010/81 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 7.12.2010 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi, başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, dava konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- Kuralın Anlam ve Kapsamı 5434 sayılı Kanun’un 89. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesine göre emekli ikramiyesi ödenebilmesi için, son defa 5434 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanun’un Geçici 4. maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerden (T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden) emekliye ayrılma ve kendilerine 2829 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlanma koşullarını taşımak gerekmektedir. Bu koşulları taşıyanlara, T.C. Emekli Sandığına tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen hizmet sürelerinin toplamı üzerinden 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenecektir. Bu koşullarla birlikte 5434 sayılı Kanun’un 89. maddesinin birinci fıkrasındaki “…her tam fiili hizmet yılı için, … hesaplanacak tutarların bir aylığı emekli ikramiyesi olarak verilir.” hükmü gereğince emekli ikramiyesi alabilmek için, T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerde en az bir yıl çalışmış olmak da gerekmektedir. 2829 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasına göre, birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere, son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan kurumca, hizmet sürelerinin eşit olması halinde ise eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu kurumca, kendi mevzuatına göre aylık bağlanacaktır. Bir yıldan fazla 5434 sayılı Kanun kapsamında görev yaptıktan sonra kamu dışında bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olarak çalışmalarını tamamlayıp 2829 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca yaşlılık aylığı bağlananlara da son defa Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye ayrılma koşulunu taşımadıklarından Emekli Sandığına tabi olarak geçirdikleri çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmemektedir. B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde; 2829 sayılı Kanun’un 12. maddesinin birinci cümlesinde yer alan “Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılanlara ve…” ibaresinin Anayasa Mahkemesi’nin 5.2.2009 günlü, E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararıyla iptal edildiği, iptal hükmüyle oluşacak hukuki boşluğun giderilmesi amacıyla yapılan 5434 sayılı Kanun’un 89. maddesindeki 5997 sayılı Kanun ile getirilen değişikliğin Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği hükümle aynı olduğu, bu nedenle kuralın Anayasa’nın 153. maddesine; başvuru kararında da; Anayasa Mahkemesi’nin K.2009/17 sayılı kararıyla eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine aykırılığı nedeniyle iptal edilen hükümle aynı hukuki sonuçlar doğurduğundan yeni düzenlemenin Anayasa’nın 2., 10. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” denilmektedir. Buna göre, Anayasa Mahkemesi kararları yayımlanmakla bağlayıcılık özelliği kazandığından, yasama organı aynı konuda farklı bir yasada düzenleme yapsa bile bu kararları etkisiz veya sonuçsuz bırakacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve iptal edilen kuralları yeniden yasalaştırmamak zorundadır. Anayasa Mahkemesi kararlarının sonuçları kadar gerekçeleri de bağlayıcıdır. Çünkü kararlar gerekçeleri ile bir bütünlük oluştururlar ve bu doğrultuda yasamanın da içinde yer aldığı devletin ve kişilerin etkinliklerinde yönlendirici ve belirleyici olurlar. Bu nedenle yasama organı iptal edilen yasaların yerine yeni düzenleme yaparken kararların gerekçelerini de gözönünde bulundurmakla yükümlüdür. Bir yasa kuralının Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasına aykırılığından söz edilebilmesi için, kurallar farklı yasalarda yer almış olsa bile iptal edilen önceki kuralla içeriği yönünden “aynı” ya da “benzeri” olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Burada iki kuralın özdeş olması yetmeyecek, kurallar arasında “teknik, içerik ve kapsam” bakımından da benzerlik aranacaktır. Teknik içerik ve kapsam bakımından benzerlik, iptal edilen yasa ile yeniden çıkarılan yasanın sözcüğü sözcüğüne aynı olması anlamına gelmez. Çünkü, böyle bir anlayış 153. maddenin son fıkrasındaki kuralı anlamsız ve uygulanmaz kılar. Konu ve kapsam bakımından sözcüklerde farklılıklar olsa bile ikinci yasanın aynı amaç doğrultusunda Anayasa Mahkemesi kararına karşın onu etkisiz kılmak amacıyla çıkarıldığının saptanması aranan koşulun gerçekleşmiş sayılması için yeterlidir. İptali istenilen kuralın gerekçesinde, düzenlemenin 2829 sayılı Kanun’un 12. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden ayrılan ve ...” ibaresinin Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmesi sonucunda oluşan hukuki boşluğun doldurulması amacıyla yapıldığı belirtilmiştir. 2829 sayılı Kanun’un 12. maddesinin birinci fıkrasına göre emekli ikramiyesi ödenebilmesi için; son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılmış olmak ve kendilerine 2829 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlanmış olmak koşullarını taşımak gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 5.2.2009 günlü, E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararıyla; söz konusu kuralla, bir yıldan fazla 5434 sayılı Kanun kapsamında görev yaptıktan sonra kamu dışında bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olarak çalışmalarını tamamlayıp 2829 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca yaşlılık aylığı bağlananlara, son defa Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye ayrılma koşulunu taşımadıklarından Emekli Sandığına tabi olarak yaptıkları çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmemesi, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine” karar vermesi ve kararın 5.6.2009 günlü, 27249 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanması nedeniyle iptal hükmü 5.6.2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği hükümle eldeki davada iptali istenilen hükümler arasında ilk bakışta farklılık varmış gibi görünse de, farklılık 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden kaynaklanan mevzuat değişikliğine dayanmaktadır. 5510 sayılı Kanun’un Geçici 4. maddesinde 5434 sayılı Kanun’a ilişkin geçiş hükümleri yer almaktadır. Her iki kural kapsamına giren kimseler son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve kendilerine 2829 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlardır. İptali istenilen kuralda 5510 sayılı Kanun’un Geçici 4. maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerin de eklenmiş olması kapsamı değiştirmemektedir. Her iki kural gereğince kapsamdaki kişilere 5434 sayılı Kanun’un 89. maddesi gereğince Emekli Sandığı Kanunu’na tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen hizmet sürelerinin toplamı üzerinden her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarların bir aylığı emekli ikramiyesi olarak ödenmektedir. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin K.2009/17 sayılı kararıyla iptal ettiği kural ile eldeki davada iptali istenilen kural kapsam ve içerik yönünden aynı niteliktedir. Bu nedenle iptali istenilen kural Anayasa’nın 153. maddesine aykırı olarak yasalaşmıştır. İptali gerekir. Kuralın Anayasa’nın 2., 10. ve 138. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir. VI- SONUÇ 16.6.2010 günlü, 5997 sayılı Bazı Kanunlarda ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesiyle, 8.6.1949 günlü, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 89. maddesinin değiştirilen birinci fıkrasının ikinci cümlesinin “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 12.5.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkanvekili Serruh KALELİ Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 09 Temmuz 2011 – 27989] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2008/84 Karar Sayısı : 2010/121 Karar Günü : 30.12.2010 İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekili Hakkı Suha OKAY İPTAL DAVASININ KONUSU : 16.7.2008 günlü, 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1) 5. maddesiyle 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 8. maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklenen tümcenin, 2) 16. maddesiyle 4749 sayılı Kanun’un Geçici 12. maddesine eklenen fıkranın ikinci tümcesinin, 3) 18. maddesiyle 4749 sayılı Kanun’a eklenen; a- Geçici Madde 16’nın, b- Geçici Madde 17’nin birinci fıkrasının ilk tümcesinin, Anayasa’nın 2., 6., 7. ve 8. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren 10.9.2008 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “III. GEREKÇE 1) 16.07.2008 Tarih ve 5787 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 5 inci Maddesiyle 4749 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Sonuna Eklenen Cümlenin Anayasaya Aykırılığı 28.03.2002 tarih ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun “Hazine garantileri ve garantisiz borçlar için izin alınması” başlıklı 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasında “Hazine geri ödeme garantisi ve Hazine yatırım garantisi ile lehine garanti sağlanan taraftan verilecek her garanti için bir defaya mahsus olmak kaydıyla garanti edilen tutarın yüzde birine kadar garanti ücreti alınır.” denilmiştir. İptali istenen kural ile Hazine geri ödeme garantisi ve Hazine yatırım garantisi ile lehine garanti sağlanan taraftan her garanti için bir defaya mahsus olmak kaydıyla garanti edilen tutarın yüzde birine kadar alınan garanti ücretinin beş katına kadar arttırılması konusunda Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakana yetki verilmektedir. Bakana Yasa’da öngörülenin beş katına kadar artırım yetkisi veren böyle bir düzenlemenin anlamı, garanti ücretinin belirlenmesi konusunda aslî düzenleme yetkisinin Bakana bırakıldığı ve keyfi yetki kullanımına kapının açıldığıdır. Halbuki Anayasanın 7 nci maddesine göre; yürütme yetkisi ve görevi, kanunlar çerçevesinde kullanılır ve yerine getirilir. Anayasada gösterilen istisnaî haller dışında, yürütmeye, kanunla düzenlenmemiş bir alanda aslî düzenleme yetkisi verilemez. Böyle bir yetkinin yürütmeye verilmesi, Anayasanın 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı bir biçimde, yasama yetkisinin devri anlamına gelir ve kökenini Anayasadan almayan böyle bir yetki, Anayasanın 6 ncı maddesiyle de çelişir. Açıklanan nedenle 16.07.2008 tarih ve 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 5 inci maddesiyle 4749 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü Fıkrasının sonuna eklenen cümle, Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olup, iptal edilmesi gerekmektedir. 2) 16.07.2008 Tarih ve 5787 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 16 ncı Maddesiyle 4749 Sayılı Kanunun Geçici 12 nci Maddesine Eklenen Fıkranın İkinci Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı İptali istenen bu kuralda “Üniversitelerin 1/1/2006 tarihinden önce imzalanan Hazine garantili kredilerine ilişkin olarak Müsteşarlıkça yapılan üstlenimler ile ikrazen kullandırılan kredilerinden doğan Hazine alacaklarının ve anılan kuruluşların uzlaşma kapsamındaki Hazine alacaklarının, bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla ödenmeyen bakiye tutarını, Bakanın teklifi üzerine bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkinine Maliye Bakanı yetkilidir.” denilmiştir. Bütçenin gelir/gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin bazı hazine alacaklarının silinmesi, bütçe giderlerinin daha düşük görünmesine yol açarak mali saydamlık ilkesine aykırı uygulamalara sebebiyet vereceğinden ve ayrıca silinen bu tutarlar bütçe dışına çıkarıldığından kesin hesap sürecinin de dışında kalacağından iptali istenen kural kamu yararına dayanmamakta ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesine ters düşmektedir. Söz konusu hazine alacaklarının silinmesi konusunda Maliye Bakanına tanınan yetki de, sınırları belirsiz ve keyfi uygulamalara yol açabilecek niteliktedir. Bu nedenle de iptali istenen kural, yukarıda (1) numaralı başlık altında belirtilen nedenlerle Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırıdır. 16.07.2008 tarih ve 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 16 ncı maddesiyle 4749 sayılı Kanunun geçici 12 nci maddesine eklenen fıkranın ikinci cümlesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olup, iptal edilmesi gerekmektedir. 3) 16.07.2008 Tarih ve 5787 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 18 inci Maddesiyle 4749 Sayılı Kanuna Eklenen Geçici Madde 16’nın Anayasaya Aykırılığı İptali istenen bu kural ile TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğünün Hazine garantili kredilerinden Müsteşarlıkça yapılan üstlenimlerden ve ikrazen kullanılan kredilerden doğan anapara, faiz, masraf ve gecikme zammından oluşan Hazine alacaklarının, bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin TCDD’nın Ulaştırma Bakanlığından olan alacaklarından mahsubu suretiyle terkini ve artan kısmının da kuruluşun ödenmemiş sermayesine mahsubu konusunda Maliye Bakanı yetkilendirilmiştir. Bütçe giderlerinin daha düşük görünmesine yol açarak mali saydamlık ilkesine aykırı uygulamalara sebebiyet vereceğinden ve ayrıca silinen tutarlar bütçe dışına çıkarıldığından kesin hesap sürecinin de dışında kalacağından iptali istenen bu kural da, kamu yararına dayanmamakta ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesine ters düşmektedir. Yine bu kural ile Hazine alacaklarının silinmesi konusunda Maliye Bakanına tanınan yetki de, sınırları belirsiz ve keyfi uygulamalara yol açabilecek niteliktedir. Bu nedenle de iptali istenen kural, yukarıda (1) numaralı başlık altında belirtilen nedenlerle Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırıdır. Açıklanan nedenlerle, 16.07.2008 tarih ve 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 18 inci maddesiyle 4749 sayılı Kanuna eklenen geçici madde 16, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olup, iptal edilmesi gerekmektedir. 4) 16.07.2008 Tarih ve 5787 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 18 inci Maddesiyle 4749 Sayılı Kanuna Eklenen Geçici Madde 17’nin Birinci Fıkrasının İlk Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı İptali istenen bu kuralla da, TMSF’na 31.12.2007 tarihine kadar verilen özel tertip Devlet İç Borçlanma Senetleri nedeniyle doğmuş ve/veya doğacak olan Hazine alacaklarının bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkini konusunda Maliye Bakanına yetki verilmiştir. Söz konusu kural da, yukarıda (1), (2) ve (3) numaralı başlıklar altında belirtilen nedenlerle Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırıdır. Bu nedenle, 16.07.2008 tarih ve 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 18 inci maddesiyle 4749 sayılı Kanuna eklenen geçici madde 17’nin birinci fıkrasının ilk cümlesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ İptali istenen kurallar, Bütçe giderlerinin daha düşük görünmesine yol açarak mali saydamlık ilkesine aykırı uygulamalara sebebiyet vereceğinden ve bu kural ile Maliye Bakanı’na verilen yetki de asli düzenleme yetkisinin devri niteliğini taşıdığından uygulanmaları halinde sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açabilecektir. Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Arz ve izah olunan nedenlerle, söz konusu hükümler hakkında yürürlüklerin durdurulması da istenerek iptal davası açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 16.07.2008 tarih ve 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun; 1) 5 inci maddesiyle 4749 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü Fıkrasının sonuna eklenen cümlenin, Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olduğundan, 2) 16 ncı maddesiyle 4749 sayılı Kanunun geçici 12 nci maddesine eklenen fıkranın ikinci cümlesinin, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olduğundan, 3) 18 inci maddesiyle 4749 sayılı Kanuna eklenen geçici madde 16’nın, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olduğundan, 4) 18 inci maddesiyle 4749 sayılı Kanuna eklenen geçici madde 17’nin birinci fıkrasının ilk cümlesinin, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olduğundan, iptallerine ve uygulanmaları halinde sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederim.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralları 1) 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un; 16.7.2008 günlü, 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 5. maddesiyle eklenen ve iptali istenen tümceyi de içeren, 8. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Hazine geri ödeme garantisi ve Hazine yatırım garantisi ile lehine garanti sağlanan taraftan verilecek her garanti için bir defaya mahsus olmak kaydıyla garanti edilen tutarın yüzde birine kadar garanti ücreti alınır. Bu oranı beş katına kadar artırmaya Bakan yetkilidir.” 2) 16.7.2008 günlü, 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 18. maddesiyle, 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un Geçici 12. maddesine eklenen fıkranın iptali istenilen ikinci tümcesi şöyledir: “Üniversitelerin 1/1/2006 tarihinden önce imzalanan Hazine garantili kredilerine ilişkin olarak Müsteşarlıkça yapılan üstlenimler ile ikrazen kullandırılan kredilerinden doğan Hazine alacaklarının ve anılan kuruluşların uzlaşma kapsamındaki Hazine alacaklarının, bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla ödenmeyen bakiye tutarını, Bakanın teklifi üzerine bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkinine Maliye Bakanı yetkilidir.” 3) 16.7.2008 günlü, 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 16. maddesiyle, 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a eklenen Geçici Madde 16 ile Geçici Madde 17’nin birinci fıkrasının ilk tümcesi şöyledir: “GEÇİCİ MADDE 16- Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünün bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla vadesi geçmiş Hazine garantili kredilerinden Müsteşarlıkça yapılan üstlenimlerden ve ikrazen kullandırılan kredilerinden doğan anapara, faiz, masraf ve gecikme zammından oluşan Hazine alacaklarını, bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının Ulaştırma Bakanlığından olan yol bakım ve onarım giderleri karşılığı alacaklarından mahsup suretiyle terkin etmeye, sözkonusu işlemden sonra Kuruluşun bakiye borcunun kalması halinde bu tutarı Kuruluşun ödenmemiş sermayesine mahsuba Bakanın teklifi üzerine Maliye Bakanı yetkilidir.” “GEÇİCİ MADDE 17- Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna 31/12/2007 tarihine kadar verilen özel tertip Devlet İç Borçlanma Senetlerinden doğmuş ve/veya doğacak anapara, faiz, masraf ve gecikme zammından oluşan Hazine alacaklarının bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin terkini Bakanın teklifi üzerine Maliye Bakanı tarafından yerine getirilir…” B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 6., 7. ve 8. maddelerine dayanılmış, 161. maddesi ise ilgili görülmüştür. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Cafer ŞAT, A. Necmi ÖZLER, Ali GÜZEL, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımıyla 18.9.2008 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında; dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen Yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A) 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 5. maddesiyle 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 8. maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklenen tümcenin incelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenilen kural ile Hazine garantisi verilmesi nedeniyle ödenmesi gereken garanti ücretinin belirlenmesi konusunda Bakan’a Kanun’da öngörülenin beş katına kadar artırım yetkisi verildiği, bunun, garanti ücretinin belirlenmesi konusunda aslî düzenleme yetkisinin Bakan’a bırakıldığı ve keyfi yetki kullanımına kapı açıldığı anlamına geleceği, Anayasa’nın 7. maddesine göre Anayasa’da gösterilen istisnaî haller dışında, yürütmeye kanunla düzenlenmemiş bir alanda aslî düzenleme yetkisi verilmesinin yasama yetkisinin devri anlamına geldiği ve kökenini Anayasa’dan almayan böyle bir yetki devrinin Anayasa’nın 6., 7. ve 8. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 7. maddesine göre, yasama organı Anayasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla, herhangi bir alanı düzenleme yetkisine sahip bulunmaktadır. Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Ancak ekonomik olayların niteliği, gelişen koşul ve durumlara göre sık sık değişik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme zorunluluğu, yasama organının yapısı ve işleyiş biçimi, yasama organının yürütme organını yetkilendirmesini gerekli kılabilir. Bu gibi durumlarda yasama organı, temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakabilir. Yani yürütme organına tanınan yetkinin Anayasa’ya uygun olabilmesi için sınırlı, ilkeleri ve çerçevesi yasa ile belirlenmiş ve uzmanlık ve yönetim tekniğine ilişkin bir konuya ilişkin bulunması gerekmektedir. Bu bağlamda, sık sık değişik önlemler alınmasına veya bunların kaldırılmasına gerek görülen ekonomik, teknik veya benzeri alanlarda temel kurallar saptandıktan sonra ayrıntıların düzenlenmesinin idareye verilmesi, yasama yetkisinin devri olarak nitelendirilemez. Hazine garantisi, Hazine Müsteşarlığının, devletin finansman imkanlarını ve uluslararası finans piyasalarında sahip olduğu kredibiliteyi teminat olarak kullanmak suretiyle, kamu iktisadi teşebbüsleri, özel hukuk hükümlerine tabi olmakla beraber sermayelerinin yüzde 50’sinden fazlası kamuya ait olan kuruluşlar, fonlar, kamu bankaları, yatırım ve kalkınma bankaları, büyükşehir belediyeleri, belediyeler ve bunlara bağlı kuruluşlar ile sair yerel yönetim kuruluşları lehine, bu kuruluşların dış finansman kaynağından sağladıkları dış borçların geri ödenmesi hususunda verdiği garantidir. 4749 sayılı Kanun ile Hazine tarafından verilecek garantiler için garanti ücreti alınacağı öngörülmüştür. Bu Kanun’un “Tanımlar” başlıklı 3. maddesine göre garanti ücreti, Hazine garantileri nedeniyle lehine garanti verilen taraftan verilecek her garanti için bir defaya mahsus olmak kaydıyla alınan ücreti ifade etmektedir. Kanun’un 8. maddesinde yer alan hükme göre, garanti edilen tutarın yüzde birine kadar garanti ücreti alınmaktadır. İptali istenilen kuralla da bu oranı beş katına kadar artırmaya Hazine Müsteşarlığı’nın bağlı olduğu Bakan yetkilendirilmiştir. Hazine garantili borçlanmayı yapan kuruluşların mali durumları, kuruluşlara daha önceden garantili ve ikrazlı kredi sağlanmış olması halinde söz konusu kredilerin geri ödeme performansı ve sağlanan kredinin finansman koşullarının farklılığı, yükümlülüklerini yerine getirmede gösterdikleri hassasiyetlerdeki farklılıklar nedeniyle uygulamada ortaya çıkabilecek farklı durumları karşılayabilmesi ve sakıncaları giderebilmesi için hem düzenlemenin genel olması hem de takdir alanının geniş tutulmasının bir zorunluluk olduğu görülmektedir. Ayrıca Bakan’ın bu oranı artırırken kuruluşların mali durumlarını ve daha önceki borç ödeme performanslarını dikkate alacağı bunun da uzmanlık ve yönetim tekniğine ilişkin bir husus olduğu açıktır. Hazine garantili borç kullanacak her kurum veya kuruluşun garanti ücretinin belirlenmesine yönelik bir kanun çıkarılmasının mümkün olmadığı da göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle söz konusu düzenleme yasama yetkisinin devri niteliği taşımadığından kural, Anayasa’nın 6., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. B) 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un Geçici 12. maddesine eklenen fıkranın ikinci tümcesi, Geçici Madde 16 ile Geçici Madde 17’nin birinci fıkrasının ilk tümcesinin incelenmesi 1- Anlam ve Kapsam 5787 sayılı Kanun ile 4749 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 12. maddenin son fıkrasının ikinci tümcesi ile üniversitelerin, Geçici 16. madde ile TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğünün, Hazine garantili kredilerinden Hazine Müsteşarlığınca yapılan üstlenimlerden ve ikrazen kullanılan kredilerden doğan anapara, faiz, masraf ve gecikme zammından oluşan Hazine alacaklarının ve Geçici 17. maddenin birinci fıkrasının ilk tümcesi ile de TMSF’ye 31.12.2007 tarihine kadar verilen özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri nedeniyle doğmuş ve/veya doğacak olan Hazine alacaklarının bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkini konusunda Maliye Bakanı yetkilendirilmiştir. İptali istenilen kurallarla getirilen düzenlemeler bir kamu içi borç tahkimi niteliğindedir. Tahkim, kamu kurumlarının birbirlerine olan borç ve alacaklarının mahsup edilmesidir. Bu tür borç tahkiminde, kamu içi bir borç-alacak mahsuplaşması ve kalan miktar için özel tertip Hazine tahvili çıkarılması veya borç silinmesi yolları kullanılmaktadır. Terkin, muhasebe işleminde, vazgeçilen bir alacağın silinerek zarar kaydedilmesidir. Kamu maliyesinde, tahsil imkanı kalmayan alacakların terkin edilebileceği öngörülmektedir. Uygulamada genellikle, alacak hesaplarında izlenen tutarlar, tahsil edilemeyeceği anlaşıldığında bütçe kanununa konulan hükümlerle terkin edilmekte veya getirilen mevzuat değişiklikleri ile silinerek hazine hesaplarından çıkartılmaktadır. İptali istenilen düzenlemelerde, hazine alacaklarının bütçeyle ilişkilendirilmeden terkini öngörülmektedir. 2- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, bütçenin gelir/gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin bazı hazine alacaklarının silinmesinin, bütçe giderlerinin daha düşük görünmesine yol açarak mali saydamlık ilkesine aykırı uygulamalara sebebiyet vereceği ve silinen tutarlar bütçe dışına çıkarıldığından kesin hesap sürecinin de dışında kalacağından iptali istenen kuralın kamu yararına dayanmadığı, bu nedenle Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu, ayrıca söz konusu hazine alacaklarının silinmesi konusunda Maliye Bakanına tanınan yetkinin, sınırları belirsiz ve keyfi uygulamalara yol açabilecek nitelikte bulunduğu, bu nedenle de Anayasa’nın 6., 7. ve 8. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. a) Anayasa’nın, “Bütçenin hazırlanması ve uygulanması” başlıklı 161. maddesinde, “Devletin ve kamu iktisadi teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır. Mali yıl başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü kanunla düzenlenir. Kanun, kalkınma planları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usuller koyabilir. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz.” denilmektedir. Bütçe, devletin gelirlerini toplamasına izin, giderlerini yapmasına da yetki veren bir kanundur. Buna göre, devlet, bir yıl süresince bütçe kanununda belirtilmesi koşuluyla harcama yapabilmekte ve gelir toplayabilmektedir. Başka bir ifade ile devlet, bütçe vasıtasıyla her yıl vergi ve benzeri yollardan Gayrisafi Milli Hasıla’dan alacağı payı ve kamu harcamaları yoluyla bunları sarf edeceği alanı belirler. Bu özelliği dolayısıyla bütçe, devlet için önemli bir planlama aracıdır. Yasama organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir. Bütçe hakkı, vergi ve benzeri gelirlerle kamu harcamalarının çeşit ve miktarını belirleme ve onaylama hakkıdır. Bu hak, demokratik parlamenter yönetim sistemini benimsemiş olan ülkelerde, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluşan ve en yetkili organ olan yasama organına ait bulunmaktadır. Bütçe, hükümetin Meclis’e karşı temel sorumluluk mekanizmasıdır. Meclis, bütçe ile hükümete gelir toplama ve gider yapma yetkisi vermekte, bu yetkinin uygun kullanılmasını da bütçe sürecinin bir parçası olan kesin hesap faaliyeti ile denetlemektedir. Yani parlamenter sistemin özü ve demokratik hukuk devleti ilkesi halkın kamu yönetimi üzerindeki denetimini temsilcileri vasıtasıyla gerekli kılmaktadır. Bütçe yapısının fonksiyonunu ifa edebilmesi, temel bütçe ilkelerine uyulması ile mümkün olmaktadır. Bütçe ilkeleri; bütçenin hazırlanması, görüşülüp onaylanması, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken kuralları ifade eder. Bu ilkeler, devlet bütçelerinin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleşmesi için uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüş klasik maliye biliminin ilkeleridir. Denetim, yönetim ve planlama aracı olabilmesi için bütçenin, kamu kesiminin tüm kaynak ve harcamalarını bütün ayrıntıları ile kapsaması gerekmektedir. Bütçe hukukunda yaptırıma bağlanması açısından yıllık olma ilkesi, bütçenin birliği ilkesi, genellik ilkesi ve adem-i tahsis ilkesi temel niteliktedir. Anayasa’nın 161. maddesinin birinci fıkrasındaki, “Devletin ve kamu iktisadi teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır.” hükmünden, bütçenin birliği ilkesi, yıllık olma ilkesi ve genellik ilkesinin Anayasa tarafından temel hüküm olarak benimsendiği anlaşılmaktadır. Hazine’nin kamu kurumlarından olan alacaklarından tahsil imkanı kalmadığı için silinen tutarlar, alacak kayıtlarının yapıldığı yıllara ilişkin bütçe gideri yapılması gereken tutarları ifade etmektedir. Bütçe ile bütçe dışı kurumlar arasındaki ilişki, bütçeden yapılacak transfer ödemeleriyle kurulmalıdır. Dolayısıyla bu alacakların silinmesinin bütçeye ödenek konulmak suretiyle yapılması, bütçe rakamlarının gerçek durumu yansıtması ve mali disiplinin bozulmaması açısından önem arz etmektedir. Ancak bu ilişki silinen alacaklarda kurulmamakta, ilgili alacaklar, silindiği yıllarda da bütçe gideri yapılmamaktadır. Diğer bir deyişle, finansman kaynakları bütçe dışında kullanılmakta, ilgili kurumlara “transfer gideri” niteliğindeki ödemeler ise bütçe dışında gerçekleştirilmektedir. Bütçe kapsamında yapılması gereken bu tür işlemlerin kayıt dışı kalması veya ilgili oldukları hesaplar dışındaki hesaplara kaydedilmeleri, gerçek bütçe açığının görünmemesine veya olduğundan farklı görünmesine, dolayısıyla bütçede açıklığı ve aleniliği bozarak, bütçe büyüklüklerinin gerçek tutarlarının görünmemesine neden olmaktadır. Bütçede gerçek büyüklüklerin görünmemesi de, ekonomi ve maliye politikalarının gerçekçi olarak uygulanmalarına engel olmaktadır. Bu nedenlerle bütçenin birliği ve genelliği ilkelerini ihlal ederek, hazine alacaklarının bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin silinmesini öngören, 5787 sayılı Kanun ile 4749 sayılı Kanun’a eklenen; Geçici 12. maddenin son fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan, “bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin” ibaresi ile Geçici 16. maddede ve Geçici 17. maddenin birinci fıkrasının ilk tümcesinde yer alan, “bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin” ibareleri, devletin gelirleri ile harcamalarının bütçe ile yapılmasını zorunlu kılan Anayasa’nın 161. maddesine aykırıdır. İptalleri gerekir. b) Kamu maliyesinde, tahsil imkanı kalmayan alacakların terkin edilmesi olağan karşılanmaktadır. Alacak hesaplarında izlenen tutarlar, tahsil edilemeyeceği anlaşıldığında bütçe kanununa konulan hükümlerle terkin edilebilmekte veya getirilen mevzuat değişiklikleri ile silinerek hazine hesaplarından çıkartılmaktadır. Dava konusu kurallar ile bir kısım hazine alacaklarının terkin edilmesine Maliye Bakanı yetkilendirilmiştir. Kamu mali yönetiminde; devlet bütçesinin hazırlanması, uygulanması, uygulamanın takibi ve yönlendirilmesine ilişkin hizmetleri yürütmek Maliye Bakanlığı’nın görev ve yetkileri arasındadır. İptali istenilen kurallar ile Hazine’nin, kuralların yürürlüğe girdikleri tarih itibariyle bazı kamu kurumlarından olan alacaklarının silinmesine yönelik düzenleme yasa koyucunun takdirinde olan bir husustur. Alacakların silinmesi konusunda Maliye Bakanı’na verilen yetki uygulamaya ilişkin bütçe işlemlerini yapma yetkisidir. Bu nedenle söz konusu düzenlemeler yasama yetkisinin devri niteliği taşımadığından iptali istenilen 5787 sayılı Yasa ile 4749 sayılı Yasa’ya eklenen; Geçici 12. maddenin son fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan, “bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin” ibaresi dışında kalan bölümü ile, Geçici 16. maddede ve Geçici 17. maddenin birinci fıkrasının ilk tümcesinde yer alan, “bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin” ibaresi dışında kalan bölümleri Anayasa’nın 2., 6., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. Bu bölümlere ilişkin iptal isteminin reddi gerekir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN İNCELENMESİ 16.7.2008 günlü, 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; A- 1- 16. maddesiyle, 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un Geçici Madde 12’ye eklenen fıkranın ikinci tümcesinin “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin …” bölümüne, 2- 18. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 16’nın “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin …” bölümüne, 3- 18. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 17’nin birinci fıkrasının ilk tümcesinin “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin …” bölümüne, ilişkin yürürlüğünün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE, B- 1- 5. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’un 8. maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklenen tümceye, 2- 16. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’un Geçici Madde 12’sine eklenen fıkranın ikinci tümcesinin “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin …” bölümü dışındaki kalan bölümüne, 3- 18. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 16’nın “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin …” bölümü dışındaki kalan bölümüne, 4- 18. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 17’nin birinci fıkrasının ilk tümcesinin “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin …” bölümü dışındaki kalan bölümüne, yönelik iptal istemleri, 30.12.2010 günlü, E. 2008/84, K. 2010/121 sayılı kararla reddedildiğinden, bu tümce ve bölümlere ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE, 30.12.2010 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. VI- SONUÇ A- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, B- 16.7.2008 günlü, 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un: 1- 5. maddesiyle, 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 8. maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklenen tümcenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 2- 16. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’un Geçici Madde 12’sine eklenen fıkranın ikinci tümcesinin; a- “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 3- 18. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 16’nın; a- “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 4- 18. maddesiyle, 4749 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 17’nin birinci fıkrasının ilk tümcesinin; a- “… bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 30.12.2010 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI [R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2009/47 Karar Sayısı : 2011/51 Karar Günü : 17.3.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 21.6.1934 günlü, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan “…yabancı ırk ve millet isimleriyle…” ibaresinin, Anayasa’nın 10. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY Soyadının değiştirilmesi istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu savını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Davacı tarafın Anayasa’ya aykırılık itirazı ile ilgili beyanları : Davacı taraf 1982 Anayasası’nın 10. maddesinde eşitlik ilkesinin düzenlendiğini, eşitlik ilkesinin bu ilkeden yaralananlar açısından bir temel hak, yani eşit işlem görmeyi ya da ayırım gözetilmemesini isteme hakkı doğurduğunu, aynı zamanda bu ilkenin devlet organları ve idari makamlar açısından da anayasal bir buyruk ve devlet yönetiminin de temel bir ilkesi olduğunu, bu çerçeveden bakıldığından 10. maddede ifade edilen özellikler (dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep) bakımından ayırım yapan bir kanunun Anayasa’ya aykırı olacağını, ancak 2525 sayılı ve 21/06/1934 tarihli Soyadı Kanunu’nun 3. maddesinde düzenlenen; “Rütbe ve memuriyet, aşiret ve YABANCI IRK VE MİLLET İSİMLERİYLE umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz.” hükümdeki YABANCI IRK VE MİLLET İSİMLERİYLE ibaresinin Türkçe kökenli olmayan soyadlarının kullanımına engel olduğu, dolayısıyla söz konusu düzenlemenin ırksal ve milletsel ayırım yaptığını, Anayasa’nın 10. maddesinde açıkça ırklara dayalı ayırım yapılamayacağının düzenleme altına alınmasına rağmen. Soyadı Kanunu’ndaki ve iptali istenen düzenleme ile Türkçeye ve Türkçe kökenli soyadları lehine ayırım yapıldığını bu durumun da açık bir şekilde Anayasa’nın 10. maddesine aykırı olduğunu, bu vesile ile Soyadı Kanunu’nun 3. maddesindeki “YABANCI IRK VE MİLLET İSİMLERİYLE” ibaresinin iptal edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Davalı Nüfus idaresinin Anayasaya aykırılık itirazı hakkındaki beyanları: 10/06/2009 tarihinde yapılan duruşmada davalı nüfus idaresi, davacı tarafın Anayasa’ya aykırılık itirazına dair takdiri Mahkememize bırakmıştır. Cumhuriyet Savcısı’nın Anayasaya aykırılık itirazı hakkındaki beyanları: 10/06/2009 tarihinde yapılan duruşmada Cumhuriyet Savcısı, davacı vekilinin Soyadı Kanunu’nun 3. maddesinde “yabancı ırk ve millet isimleri” ibaresinin Anayasanın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesine aykırı olduğu yönündeki iddiasını hukuki anlamda tartışmaya değer ve ciddi bulduğundan, taleple ilgili olarak iptal incelemesi yapılmak üzere dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesini kamu adına talep ve mütalaa etmiştir. Dava dosyasının 10/06/2009 tarihinde yapılan duruşmasından; Mahkememiz, davacı tarafın defi yolu ile iptal istemini, Soyadı Kanunu’nun 3. maddesindeki “yabancı ırk ve millet isimleri” ibaresinin Anayasanın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesine aykırı olduğu yönündeki iddiası hukuki anlamda tartışmaya değer ve ciddi bulunduğundan iptal incelemesi yapılmak üzere dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Anayasa’mızın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 5170 - 7.5.2004 / m. 1) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (Ek ibare: 5735-9.2.2008 / m.l) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” düzenlemesi yer almaktadır. Bu düzenlemede de açıkça herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu ve ayrıca hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmayacağı hüküm altına alınmıştır. Eşitlik ilkesi en temel insan hakkı olup, hukukumuzun da vazgeçilmez prensibidir. Anayasa Mahkemesi’nin 2005/28 esas, 2008/122 karar sayılı ve 12.6.2008 tarihli kararı ile eşitlik ilkesinden neyin anlaşılması gerektiği şu şekilde ifade edilmektedir : “...Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen “yasa önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez....” Bu kararla görüldüğü üzere eşitlik ilkesinin ihlalinin söz konusu olabilmesi için aynı durumda bulunan kişilerden bir kısmına faklı kurallar uygulanmasının söz konusu olması gerekmektedir. Mahkememizde görülmekte olan davada da buna benzer bir durum söz konusudur. Kişi mevcut olan soy ismini Türkçe kökenli bir sözcük ile değiştirmek amacı ile Mahkemeye başvurduğunda yasal anlamda herhangi bir sorunla karşılaşmaz iken; kamu düzenine aykırı anlam içermeyen, Türk dilinin gramatikal yapısına uygun, ancak Türkçe kökenli olmayan bir sözcüğü soyadı olarak kullanmak amacı ile Mahkemelere başvuran kişiler ise taleplerinin olumsuz sonuçlanması durumu ile karşı karşıya kalmaktadır. Böylece hukuksal durumları aynı olan kişiler maalesef farklı muamelelere tabi tutulması sonucu hasıl olabilmektedir. Soyadı Kanunu’nun 3. maddesindekine benzer düzenleme 1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun 16. maddesinde de mevcuttu. Nüfus Kanunu’nun 16/4. maddesindeki yasal düzenleme şu şekildeydi: “Çocuğun adını ana ve babası kor. ANCAK MİLLİ KÜLTÜRÜMÜZE, ahlak kurallarına ÖRF VE ADETLERİMİZE uygun düşmeyen veya kamu oyunu inciten adlar konulmaz, doğan çocuk babasının, evlenme dışında doğmuş ise anasının soyadını alır.” Ancak 15/07/2003 tarihli ve 4928 sayılı Yasanın 5. maddesi ile Nüfus Kanunu’nun 16. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda madde şu şekli almıştır. “Çocuğun adını ana ve babası kor. Ancak ahlak kurallarına uygun düşmeyen veya kamuoyunu inciten adlar konulmaz, doğan çocuk babasının, evlilik dışında doğmuş ise anasının soyadını alır.” Görüldüğü üzere yasa koyucu, Nüfus Kanunu’ndaki bu düzenlemelerin çağımızın ihtiyaçlarının dışında, insan hakları ve demokratik toplum yapısı gereklerinin gerisinde kaldığını fark etmesi üzerine bu şekilde yasal düzenleme yoluna gitmiş, dolayısıyla salt Türkçe kökenli isimlerin kullanılması şeklindeki kısıtlama kaldırılmış oldu. Buna benzer yeni bir düzenleme Soyadı Kanunu’nda da gerekmektedir. Bu değişlikte ancak işbu defi yoluyla itirazımız üzerine verilecek olan iptal kararı ile veyahut yeni bir yasal düzenleme yoluyla gerçekleştirilebilir. Osmanlı Devleti’nden bu yana onlarca dilden ve ırktan insan Devletimizin sınırları dahilinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Demokratik ve çağdaş toplumların en vazgeçilmez unsurlarında biri, elbette ki temel hak ve özgürlüklerdir. Bu hakların başında insanın maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ve bu hak kapsamında yorumlanan diğer haklar da girmektedir. Toplumların kendi örf ve adetlerini yaşamları ve kültürlerini geliştirmelerine imkan sağlamak, Devlet’in asli görevleri arasında yer almaktadır. Bu kapsamda da günümüzde insanların diledikleri soy isimleri, kamu düzenine, genel ahlaka ve Türk gramatikal yapısına uygun olmak kaydıyla kullanabilmelerine imkan tanınmalıdır. Keza, Türkiye’nin imzalamış olduğu temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslar arası sözleşmeler uyarınca da bu hakkın tanınma gerekmektedir. Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da, 21/06/1934 tarihli Soyadı Kanunu’nun yürürlüğe girdiği dönemde 1924 Anayasası yürürlükte bulunmaktaydı. 1924 Anayasası”nın eşitlik ilkesine ilişkin tek hükmü 69. madde kapsamına düzenlenmişti. Bu düzenlemeye göre “Türkler kanun karşısında eşittirler ve ayrıksız kanuna uymak ödevindedirler. Her türlü grup, sınıf, aile ve kişi ayrıcalıkları kaldırılmıştır ve yasaktır.” Görüldüğü üzere bu düzenlemede ki eşitlik ilkesi, günümüze göre son derece dar düzenlenmiş ve eşitliğin sadece Türkler arasında söz konusu olabileceğini öngörmüştür. Soyadı Kanunu’nun 3. maddesindeki düzenlemede, bu anayasal düzenleme ile paraleldir ve sadece Türkçe soyadlarının kullanımına müsaade etmektedir. Ancak 1961 Anayasası’nın 12. maddesi ve akabinde de 1982 Anayasası’nın 10. maddesi ile hiçbir ayırım gözetmeksizin herkesin eşit olduğu kabul edilmiştir. Dolayısıyla Soyadı Kanunu’ndaki bu düzenlemenin 1982 Anayasası’nın 10. maddesi ile kabul edilen eşitlik prensibi ile uyumlu olduğundan söz edilemeyeceği ve bu nedenlerle de 3. maddedeki “YABANCI IRK VE MİLLET İSİMLERİYLE” ibaresinin iptal edilmesi gerektiğini kanaatindeyiz. SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. maddesinde kabul edilen eşitlik ilkesine aykırı olan 2525 sayılı 21/06/1934 tarihli Soyadı Kanunu’nun 3. maddesinde geçen YABANCI IRK VE MİLLET İSİMLERİYLE ibaresinin işbu defi yoluyla iptal edilmesi talebidir.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 21.6.1934 günlü, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun itiraz konusu ibareyi de içeren 3. maddesi şöyledir “Madde 3- Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmıyan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz.” B- Dayanılan Anayasa Kuralı Başvuru kararında, Anayasa’nın 10. maddesine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımlarıyla 16.7.2009 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kural, dayanılan Anayasa kuralı, bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, kişinin mevcut olan soyadını Türkçe kökenli bir sözcük ile değiştirmek isteyip mahkemeye başvurduğunda yasal anlamda herhangi bir sorunla karşılaşmazken, Türkçe kökenli olmayan bir sözcüğü soyadı olarak kullanmak amacıyla mahkemeye başvurduğunda itiraz konusu kural nedeniyle talebinin olumsuz sonuçlanması durumu ile karşı karşıya kaldığı, böylece hukuksal durumları aynı olan kişilere farklı muamele yapıldığı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 10. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 2525 sayılı Yasa’nın 3. maddesinde yer alan itiraz konusu ibare ile yabancı ırk ve millet isimlerinin soyadı olarak kullanılamayacağı; 24.12.1934 günlü, Soyadı Nizamnamesi’nin 5. maddesinde yeni alınan soyadlarının Türk dilinden alınacağı kurala bağlanmıştır. Böylece yeni alınacak soyadlarının yabancı ırk ve millet ismi olmaması ve aynı zamanda Türk dilinden alınması zorunluluğu getirilmiştir. İtiraz konusu kuralla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi ihtisas komisyonları ve Genel Kurul tutanakları incelendiğinde ise kuralla, vatandaşlar arasında milli birlik ve bütünlüğün sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir… Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmiştir. Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez. Bir kimsenin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsur olan soyadı, vazgeçilmez, devredilmez, feragat edilmez ve kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır. Soyadı üzerindeki hak, mutlak haklardan olması nedeniyle herkese karşı ileri sürülebilmekte ve yasayla özel olarak korunmaktadır. Ayrıca soyadı kullanmak, yasakoyucu tarafından kişiye yüklenmiş bir yükümlülüktür. Nitekim 2525 sayılı Yasa’nın 1. maddesindeki “Her Türk öz adından başka soy adını da taşımağa mecburdur.” kuralı ile bu yükümlülük açıkça belirtilmiştir. Soyadının, bir kimsenin kimliğini belirleme işlevi yanında ailesini ve soyunu belirleme, kişiyi başka ailelerin bireylerinden ayırt etme ya da kişinin hangi kökene, topluluğa veya ulusa ait olduğunu belirleme işlevi de bulunmaktadır. Bu işlevleri nedeniyle yasakoyucu, nüfus kayıtlarının düzenli tutulması, resmi belgelerde karışıklığın önlenmesi, soyun belirlenmesi, ailenin korunması, ulusal birliğin sağlanması, dil ve dil kimliğinin korunması gibi sebeplerle soyadı kullanımını yasal düzenlemelerle kural altına almaktadır. Kamu yararı ve kamu düzeni gerekleri uyarınca soyadı kullanımına yapılan bu müdahalede, Anayasaya uygun olmak koşuluyla yasakoyucunun takdir hakkının bulunduğu açıktır. Yasakoyucu kural ile birleştirici, bütünleştirici, çoğunluğun içinde azınlığın hak ve hürriyetlerinde ayrımcılık yapılmasını engelleyen, ulusal aidiyet ilkesi içinde anayasal birliktelik altında aynı topraklarda ve ortak atmosferde yaşayan vatandaşlar yönünden ulus kimliği ve dili altında toplanan bir dil kimliği anlayışı getirmiştir. Ulus bütünlüğünün algılanabilmesi ve aynı iklimde yaşayan insanların tasa ve kıvanç ortaklığı, koruma, kollama, yardımlaşma duygularının devamlılığı ve birbirlerine karşı yabancılaşmalarının önlenmesi nedeniyle yasakoyucunun bu alana müdahale yetkisi, kamu yararı ve kamu düzeni niteliğini içermekte ve takdir yetkisi içinde kalmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de soyadı kullanımı ile ilgili başvuruları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde yer alan “özel hayatın ve aile hayatının korunması” ilkesi kapsamında incelemiş ve kararlarında, nüfusun eksiksiz olarak kaydedilmesi, kişisel kimlik saptaması veya belli bir ismi taşıyanların belli bir aile ile bağlantılarının kurulabilmesi gibi kamu yararının gerekleri uyarınca soyadı değiştirme imkanına yasal sınırlamalar getirilebileceği; ulusal yasakoyucunun bu sınırlamaları da kendi devletiyle ilgili tarihi ve siyasal yapısına bağlı kalarak seçmesinde takdir hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Öte yandan kural, yeni alınacak soyadını yabancı ırk ve millet ismi olarak almak isteyen herkese ayrım gözetmeksizin uygulanmaktadır. Bu nedenle kuralın, Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 10. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Fettah OTO, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır. VI- SONUÇ 1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 21.6.1934 günlü, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan “… yabancı ırk ve millet isimleriyle …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Fettah OTO, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 17.3.2011 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Serruh KALELİ Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Hicabi DURSUN Üye Erdal TERCAN KARŞIOY YAZISI Favlus Ay isimli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, ad ve soyadını Paulus Bartuma olarak değiştirmek için dava açmıştır. Davacı Süryanice bir kelimeyi -Bartuma- soyadı olarak kullanmak istemektedir. 1934’de kabul edilen Soyadı Kanunu’nun 3.maddesi, “Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz” hükmünü içermektedir. Yerel mahkeme, bu maddedeki “...yabancı ırk ve millet isimleriyle…” ibaresinin Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu iddiasında bulunmuştur. Yasa koyucunun, yabancı ırk ve millet isimlerinin soyadı olarak kullanılmasının milli birliğe zarar vereceği endişesiyle hareket ettiği, söz konusu ibareyle de tüm yurttaşlar arasında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı şemsiyesi altında milli birlik ve beraberliği sağlamak amacı taşıdığını söyleyebiliriz. 1934 yılında anlaşılabilir olan bu kural, günümüzde bütünleştirici ve birleştirici olmak bir yana, vatandaşların bir kısmında, özellikle çoğunluğu oluşturanlardan farklı etnik ve/veya dini kimliğe sahip olanlar arasında haklı olarak ayrımcılığa uğradıkları kanısını doğurmakta, bu da milli birlik ve beraberliğe aslında zarar vermektedir. Bir insan topluluğunu oluşturan bireylerin ortak kaderi paylaşan bir birlik olma konusundaki iradeleri millet olgusunun olmazsa olmaz koşuludur. Dil, din, etnik ve ırk farklılıkları millet olmaya engel değildir. “Yabancı ırk ve millet isimleriyle” ibaresindeki “yabancı” kelimesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında çoğunluğu oluşturanlardan farklı etnik ve/veya dini topluluklara mensup olanları ima edecek şekilde anlaşılmamalıdır. İtiraz konusu kural, mevcut şekliyle bütünleştirici ve birleştirici olmamakta, tam tersine Anayasa’nın 10. maddesinde ifadesini bulan eşitlik ilkesine aykırı bir ayrımcılığa neden olmaktadır. Bu durum günümüzdeki insan hakları anlayışının ulaştığı seviye ve demokratik toplum düzeninin gereklilikleriyle de uyuşmamaktadır. Bir ülkede yaşayanların çoğunluğundan farklı etnik ve/veya dini kimlikler taşıyan toplulukların bu farklılıklarını tekçi, homojenleştirici bir anlayışla yok saymak, insan haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Farklı olmak en temel insan haklarından biri olarak kabul görmektedir. İnsan haklarına dayalı demokratik ve özgür bir toplumda milli dayanışma ruhu ve milli birlik, farklılıkları bastırarak değil, onları tanıyarak, onların zenginliklerden faydalanılarak gerçekleştirilebilir. Egemen unsurlardan farklı çeşitli etnik ve/veya dini gruplara mensup vatandaşların ayrımcılığa uğramamaları anayasal birliktelik açısından hayati öneme haizdir. Çoğunluğun sıradan ve doğal bir şekilde öne sürdüğü ve kullandığı haklardan, çoğunluktan farklı olanların da yararlanması Anayasal hakların bir anlam taşıması için gereklidir. Soyadı Kanununun 3.maddesine yakın bir düzenleme 1587 sayılı Nüfus Kanununun 16/4. maddesinde de vardı. Buna göre, “…Ancak milli kültürümüze ,ahlak kurallarına, örf ve adetlerimize uygun düşmeyen..”, hükümlerini içeren maddeden, “..Milli kültürümüze…örf ve adetlerimize uygun düşmeyen” ibareleri 15/07/2003 tarihli, 4298 sayılı yasanın 5. maddesi ile Nüfus Kanununun 16.maddesinden çıkarılmıştır. Burada yasa koyucu Nüfus Kanunundaki bu ibarenin insan haklarına dayalı demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediğinden hareketle yeni bir düzenleme yapma ihtiyacı hissetmiştir. Anayasa’nın 10. maddesine göre, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Eşitlik ilkesi bu ilkeden yararlananlar için temel bir haktır. Yani eşit işlem görmeyi ya da ayrım gözetilmemesini isteme hakkı doğurmaktadır. 10. maddede belirtilen özellikler bakımından dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep bakımından ayırım yapan bir kanun Anayasa’ya aykırı olacaktır. Anayasa Mahkemesi içtihatlarında aynı durumda bulunan kişilerden bir kısmına farklı kurallar uygulanmasının eşitliğe aykırı olduğu kabul edilmiştir. Kişi mevcut soyadını Türkçe kökenli bir sözcük ile değiştirmek için Mahkemeye başvurduğunda yasal bir sorunla karşılaşmazken, kamu düzenine aykırı anlam içermeyen, Türk dilinin gramatik yapısına, fonetiğine uygun ancak Türkçe kökenli olmayan bir sözcüğü soyadı olarak kullanmak isteyenler hukuki engellerle karşılaşmaktadır. Böylece hukuksal durumu aynı olan kişiler farklı işlemlerle karşılaşmakta, bu da Anayasa’nın 10. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Soyadı kişiyi diğer kişilerden ayırmaya yarayan hukuki bir araç olarak onun kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Kendine özgü kişiliği ve özvarlığı olan her birey başkalarından ad ve soyadı ile ayırt edilir ve toplum hayatına bu şekilde katılır. Bu nedenle soyadı kişinin onurla taşıması için kendisine tanınmış vazgeçilmez, devredilemez, kişiye sıkı surette bağlı temel bir kişilik hakkıdır. Bireyin diğer kişilerden ayırt edilmesini sağlayan, toplumdaki konumunu açıklamaya yarayan ve soyunun işareti olan soyadını temel bir kişilik hakkı olarak hiçbir sınırlamaya bağlı olmadan kullanması ve onu istemediği sürece değiştirmeye zorlanmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının doğal bir sonucudur. Demokraside özgürlük asıl, sınırlandırma ise istisnadır. Soyadı mutlak bir hak olup, yasayla özel olarak korunmaktadır. Kural olarak kişinin istediği herhangi bir adı veya soyadını alması serbesttir. Devlet müdahalesi bu alanda istisna teşkil eder. Kamu düzeni, genel ahlak ve Türkçe gramatik yapısına uygun olmak kaydıyla kişi dilediği soyadını alabilmelidir. Soyadı kullanma hakkı anayasanın diğer maddelerinde belirtilen hiç bir temel hak ve özgürlüğün kapsamında olmadığından bu eylem hususunda lex specialis yoktur. Anayasanın 17. maddesinin ilk fıkrası lex generalis olduğundan soyadı maddi ve manevi varlığı geliştirme hakkı içindedir. Bu fıkraya göre, “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Kişiyi var eden, kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan ve diğer kişilerden farklılığını ortaya koyan değerlerin korunması ve özgürce geliştirilmesini temin eden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı insan haysiyetinin özünü oluşturur. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olması bağlamında koruma, kişinin maddi ve manevi varlığı ile ilgili hakların kullanım olanaklarının zorlaştırılmaması anlamına gelir. Gelişme ise, maddi ve manevi varlığı ile ilgili hakların mevcut konumunu daha da ileriye götürme, iyileştirme, bu haklardan kaynaklanan imkânlara ulaşmada kolaylık sağlanması anlamına gelir. Bireyin kişiliğini geliştirmesi kendini tanımlama dolayısıyla adlandırma hakkını içermektedir. Özgürlüğün temelinde kişinin kendi var oluşunu kendisinin tanımlama hakkı vardır. Kişinin tercih ve tanımlama haklarına sahip olması özerk ve özgür bir birey olarak toplumsal yaşamı zenginleştirmesine önemli bir katkı yapacaktır. Özel olanla, kamusal olanın kesiştiği bir noktada bulunan, kişinin kendisini ve kimliğini biçimlendiren soyadına müdahalenin kendisi, ayrımcılığa neden olan bir hak ihlalinin türevi olarak değil, başlı başına bir insan hakları ihlali olarak nitelendirilebilir. Bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir öğesi olan soyadını özgürce seçebilmesi kendisine tanınmış temel bir kişilik hakkı olup, soyadları onu taşıyanların kişiliğinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Farklı bir etnisiteye mensubiyetten dolayı bireyin bu temel kişilik hakkından mahrum bırakılması demokratik bir siyasi, hukuki ve toplumsal düzende düşünülemez. Belirtilen nedenlerle, itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 10. ve 17. maddelerine aykırı olduğu düşünüldüğünden çoğunluk görüşüne muhalefet edilmiştir. Başkan Haşim KILIÇ Üye Engin Yıldırım KARŞIOY YAZISI 21.6.1934 tarihli, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 3. maddesinde “yabancı ırk ve millet isimleri …” nin soyadı olarak kullanılamayacağı öngörülmüştür. Kural, aşağıdaki nedenlerle Anayasa’ya aykırıdır: Türkiye Cumhuriyeti, ırk esasına göre kurulmamıştır. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” şeklindeki veciz sözünün anlamı, Türk Milleti kavramının Türk ırkı ile eşanlamlı olmadığıdır. 1961 Anayasası gibi 2709 sayılı 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da, ırk ayrımcılığını açık bir hükümle yasaklamıştır. Anayasa’nın 10. maddesinde herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmiştir. Türkiye, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesini 13 Ekim 1972’de imzalamış ve onay belgesini tevdi ederek 16 Eylül 2002’de taraf olmuştur. Sözleşme’nin 1. maddesinde ırk ayrımcılığının tanımı yapılmıştır. Buna göre “ırk ayrımcılığı” terimi, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını, bu hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını ortadan kaldırmak veya zayıflatmak amacına ya da etkisine yönelik, ırk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kısıtlama ya da tercih anlamına gelir. Sözleşme’nin 2. maddesinde taraf devletlerin, ırk ayrımcılığının her türünün ortadan kaldırılması politikası izlemeyi üstlendikleri belirtilmiş ve maddenin birinci fıkrasında her taraf devletin, bireylere, birey gruplarına ya da kurumlara karşı hiçbir ırk ayrımcılığı eyleminde veya uygulamasında bulunmamayı ve ulusal ya da yerel tüm kamu yetkilileri ile kamu kurumlarının bu yükümlülüğe uygun hareket etmelerini sağlayacakları yükümlülüğü getirilmiştir. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olduğu; 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu öngörülmüştür. Kişinin ismi ve bunun ayrılmaz bir parçası olan soyadı üzerindeki manevi hakkı ve yetkisi, Anayasa’nın 17. maddesinin koruması altındaki bir temel hak olup, Anayasanın 17. maddesine bu konuda herhangi bir sınırlama öngörülmediğinden, itiraz konusu kuralda belirtildiği şekilde sınırlanamaz. Temel hak ve özgürlüklerin doğasından kaynaklanan ve ilgili maddelerde açıkça sayılmayan genel sınırlamalar kapsamında soyadı kullanımı üzerinde kamu düzeninden kaynaklanan bazı sınırlamalar yapılabileceği düşünülebilirse de; kişinin diğer vatandaşlardan ayrılmasını ve tanınmasını, kamusal alanda kimliğinin belirlenmesini sağlama dışında kamu düzeninden kaynaklanan bir sınırlama nedeni olamayacağı, hele ırk temelinde bir düzenleme yapılamayacağı açıktır. Esasen, soyadının resmi dil olan Türkçe’de ve Türk alfabesiyle yazılabilir, okunabilir ve anlaşılabilir olması dışında, soyadının kamu düzenini ilgilendiren bir yönü bulunmamaktadır. Dünyada ırkçılık, uzun mücadeleler ve fedakarlıklar sonucu ortadan kaldırılmış ve insan haklarına dayalı çağdaş ülkelerin hepsinde yasaklanmıştır. Bu nedenle çağdaş bir demokrasi ve hukuk devleti olma iddiasında olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarında ırk’ı referans alan bir kuralın mevcudiyetini sürdürmesi olanaklı değildir. Soyadı Kanunu’nun kabulü sırasında toplumsal bütünlüğü sağlama kaygısıyla ve o gün dahi amacını aşan şekilde yasalaştığı anlaşılan kuralın mevzuatımızdan temizlenmesi için iptali gerektiği düşüncesiyle, çoğunluk kararına katılmıyorum. Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARŞIOY GEREKÇESİ 21.6.1934 günlü, 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 3. maddesinde “Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz” denilmektedir. İtiraz yoluna başvuran mahkeme, Madde’de yer alan “yabancı ırk ve millet isimleriyle” ibaresinin, Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürerek iptalini istemiştir. Anayasa’nın 10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin Kanun önünde eşittir” denilerek “ırk”a dayanan ayrımcılık reddedilmiş, 17. maddesinde de herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. 20. maddede ise herkesin, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu; özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı hükme bağlanmıştır. Kişinin, aile ve toplum içinde tanınmasının aracı olan ad ve soyadının, hem maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı hem de özel ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında bulunduğu ve herkesin, bu haklara, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle hiçbir ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olarak sahip olduğu açıktır. İtiraz konusu kuralla yabancı ırk ve millet isimleriyle soyadları kullanılması yasaklanmıştır. Genel olarak, ırk, kalıtımsal olarak ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip olan toplulukları; “millet” kavramı ise aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan toplulukları ifade etmektedir. Doğası gereği sosyal bir varlık olan insanın, Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklere sahip olması onun içinde yaşadığı topluma karşı taşıdığı sorumlulukları ortadan kaldırmamaktadır. Bu bağlamda devletin tüm vatandaşlarının hak ve yükümlülüklerini gözeterek kamu yararı amacıyla temel hak ve özgürlükler alanına Anayasal sınırlara bağlı kalarak yaptığı müdahalelerin meşru olmadığı ileri sürülemez. Ancak, ayırımcılığın, Anayasa’nın 10. maddesi ve bu maddeye koşut düzenleme içeren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesi ile açıkça yasaklanmasına karşın, itiraz konusu kuralda yer alması farklı etnik gruplara mensup olan Türk vatandaşlarının kendilerini diledikleri soyadı ile ifade etmelerini engellediğinden, bu konudaki kamu yararının ne olduğu açıkça belirlenmeden getirilen sınırlamanın meşru bir amaca dayandığından söz edilemez. Oysa, Anayasa’nın temel felsefesini yansıtan Başlangıç’ında, her Türk vatandaşının Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu belirtilmektedir. Buna göre, hangi etnik kökenden gelirse gelsin Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan ve millet tanımının içinde yer alan herkesin, milli kültür ve medeniyetin oluşmasına katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Burada önemli olan aynı topraklar üzerinde aynı devletin vatandaşı olarak yaşayanların, aralarındaki milli birlik, beraberlik ve dayanışma duygusudur. Başka bir anlatımla, kişinin kendisini o milletin bir bireyi olarak hissedip aynı ortak ideallerin gerçekleşmesine katkıda bulunmasıdır. Yabancı ırk veya millet ismiyle soyadı alan bir kişinin, sadece bu nedenle bir millete ait olmanın birleştirici özelliklerini taşıyamayacağı varsayımıyla ayırımcılığa bağlı tutulmasının, Anayasa ile bağdaştığı kabul edilemez. Öte yandan, Anayasa’nın 3. maddesindeki Türkiye Devleti’nin dilinin Türkçe olduğuna ilişkin hükmün, 4. maddesindeki değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek hükümler arasında yer alması ve yabancı ırk ve millet isimleriyle kullanılmak istenen soyadlarının, 1.11.1928 günlü, 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun uyarınca, Türk harfleriyle yazılmasının zorunlu bulunması, bu konuda sınırlama nedeni olarak ileri sürülebilecek farklı bir kamu yararı gerekçesini de dayanaksız bırakmaktadır. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ibarenin, Anayasa’nın 17. ve 20. maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde 10. maddesine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Fettah OTO Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARŞIOY YAZISI 21.6.1934 günlü 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan “...yabancı ırk ve millet isimleriyle ...” ibaresinin Anayasa’nın 10. maddesine aykırılığı savıyla iptali için itiraz başvurusunda bulunulmuştur. 1982 Anayasası'nın kanun önünde eşitlik prensibini düzenleyen 10. maddesinin birinci fıkrasında herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmiştir. Eşitlik ilkesinin temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasında aynı durumda olanlar için ayırım gözetilmeksizin eşit uygulanacağı, devlet organlarının ve idari makamların bütün işlemlerinde bu ilkeye uygun hareket etmek zorunda oldukları hüküm altına alınmıştır. Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Türkiye 2002 yılında taraf olmuştur. Sözleşmenin 1. maddesinde, ırk ayrımcılığı terimi; siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını, bu hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını ortadan kaldırmak veya zayıflatmak amacına ya da etkisine yönelik, ırk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kısıtlama ya da tercih anlamında tanımlanmıştır. Irk, bir canlı türünde aynı karakteri taşıyan canlıların oluşturduğu alt bölüm olarak tanımlanmaktadır. Millet ise çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk olarak tanımlanmaktadır. Anayasa’nın 10. maddesi ve Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasın İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 1. maddesi ile insanların temel hak ve özgürlüklerden eşit yararlanacakları, aralarında ırka, soya, etnik kökene dayalı bir ayrımın yapılmayacağını güvence altına almıştır. Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Kişiyi var eden kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan ve diğer kişilerden farklılığını ortaya koyan değerlerin korunması ve özgürce geliştirilmesini temin eden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı, insan haysiyetinin özünü oluşturur. Soyadı kişiyi diğer kişilerden ayırmaya yarayan hukuki bir araçtır. Soyadı bireyin kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Aynı zamanda onun toplumda ki konumunu açıklamaya yarar. Genel ahlak ve alfabemizin gramatikal yapısına uygunluk dışında hiç bir sınırlamaya bağlı tutulmaması gerekir. Ancak itiraz konusu düzenleme belirtilen anayasal ilkelere ve uluslar arası sözleşmelerde yer alan esaslara aykırı olarak yabancı ırk ve millet isimleriyle soyadı alınmayacağına ilişkin bir düzenleme içermektedir. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 10. ve 17. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği gerekçesi ile çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Hicabi DURSUN [R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/3 Karar Sayısı : 2011/53 Karar Günü : 17.3.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR : 1- İzmir 26. Asliye Ceza Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/3) 2- Kırıkkale 3. Asliye Ceza Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/54) İTİRAZLARIN KONUSU : 14.12.2009 günlü, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…1/11/2009 tarihi itibarıyla,…” ibaresi ile aynı maddenin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci cümlesinin “ Bu Kanunun 6 ncı maddesi hükmüne göre ödenmesi gereken miktarı belirli vadelerde ödeyeceğini taahhüt etmesi ve taahhütnamenin kendisi veya yasal temsilcisi tarafından…mahkemeye verilmesi hâlinde, anlaşma aranmaksızın, taahhütnamede belirtilen süre kadar… kovuşturmanın durmasına… karar verilir” bölümünün Anayasa’nın 2., 10., 11., 36., 38. ve 141. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY Karşılıksız çek keşide etmek suçundan dolayı açılan kamu davalarında itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptalleri için başvurmuşlardır. II- İTİRAZLARIN GEREKÇESİ A- İzmir 26. Asliye Ceza Mahkemesi’nin Başvuru Kararının Gerekçe Bölümü Şöyledir: “5941 sayılı Çek Kanunu 20/12/2009 tarihli 27438 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasanın geçici 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde; şikayetçi ile sanığın anlaşması halinde herhangi bir süre öngörülmeksizin, bu anlaşmanın sonuna kadar davalarındurdurulmasına karar verilmesi, (b) bendinde ise; sanığın tek taraflı olarak 2 yıl süre iletaahhütte bulunarak taahhüdün sonuna kadar davanın durdurulmasına karar verilmesi hükmü getirilmiştir. Yasalar ile ilgili kurumların normal şekilde çalışıp görevlerini yapmalarının sağlanması yerine, bu kurumların görevlerini yapmamaları yargıya iş yükü olarak fatura edilmektedir. Ülkemizdeki Karşılıksız Çek davalarının yargıyı kilitleyecek sayıya ulaşması.Bankaların tamamen özensiz ve suç işlemeyi teşvik niteliğindeki ihmallerinin sonucudur. Bankalara hiçbir şekilde bu konuda denetim getirilmemektedir. Bu yasada dagöstermelik önlemler alındığı gibi; özellikle tamamen suçsuz kişilerin suçlu duruma düşürüldüğü sahte çek hesabı açılmasının önlenmesiyle ilgili hiçbir önlem yine alınmamıştır. Buna ilişkin 11/12/2009 tarihli başvuru iptal başvurusunun eki olarak eklenmiştir. Tasarıda her bir çek yaprağı için Bankaların sorumlu olduğu miktar 1.000 TL iken 600 TL’ye indirilerek yasalaşmıştır. Bu şekilde Bankaların mevcut uygulamalarına devam etmesine yasal olanak hazırlanmıştır. Belediyelerin 3194 sayılı İmar Yasasının 42. ve devam maddelerine göre kaçakyapıları yıkmalarının yasanın amir hükmü olduğu halde bunun sağlanması yerine, Belediyelerin açık ihmallerine göz yumularak bu konuda hiçbir yasal düzenleme yapılmadan 5237 sayılı TCK’nın 184. maddesi getirilmiş, yine Mahkemelere binlerce dava açılması yoluna gidilmiştir. Bildirilen örnekler ile ilgili kurumların normal işlevlerini yerine getirilmesi sağlanmak yerine, yargı bağımsızlığına müdahale boyutunda yasal düzenlemeler ile yargı işlemez hale getirilmiştir. Bahse konu yasanın geçici 2/1-a maddesinde tarafların anlaşması halinde hiçbir süre dahi yoktur. Yani taraflar 10 yıllık bir anlaşma yapmaları halinde bu süre dahi beklenecektir. Özellikle bu hususun Mahkemelerin işleyişinin hiçbir şekilde dikkate alınmadığının açık bir göstergesidir. Yasanın düzenlenmesindeki temel gerekçe Dünyada da etkisini gösteren küreselekonomik kriz nedeniyle cezaevine düşen sanıklardır. Dünyadaki küresel kriz 2008 yılında ortaya çıkmasına rağmen şu andacezaevinde bulunan sanıkların suç tarihi en yakın olarak 2006 yılıdır. Zira; bir çek dosyasının temyiz süresi dahi 2-3 yılı bulmaktadır. Sanıkların taahhüdünü yerine getirmemesi halinde yasada hiçbir yaptırım öngörülmemiştir. İcra Dairelerinde dahi taahhütte bulunmasından sonra taahhüdün yerine getirilmemesi durumunda Taahhüdü İhlal suçu öngörülmüştür. Taahhüt için hiçbir peşin ödeme ya da teminat koşulu da getirilmemiş, tamamensanıkların keyfi davranışlarına zemin hazırlayacak düzenleme yapılmıştır. Yasal düzenleme ile çeke olan güven ortadan kaldırılarak ülke ekonomisine de ciddi bir darbe indirilecektir. Zira; düzenleme ile ödenmeyen çeklere odaklanıldığı halde ödenen çek miktarları ödenmeyenlere göre oldukça fazladır. Edinilen bilgiye göre ödenmeyen çek oranı toplam tedavüldeki çeklerin % 5’idir. Söz konusu yasal düzenlemenin tamamen Mahkemelerin işini geciktirme ve aksatma sonucunu doğuracağı açıktır. Anayasamızın 14l/son maddesi davaların en az giderle ve mümkün olan süratlesonuçlandırılmasının yargıya görev olarak vermiştir. Bu yasa ile çek davalarının sonuçlanması engellenmiş. Anayasa hükmü açıkça ihlal edilmiştir. 2 yıllık bir süre ile davaların sonuçlanması engelleneceği gibi ayrıca; yeni tebligatlar yapılacak, bunlarla ilgili tüm mahkemeler emek ve mesai sarf edecek, ilave masraflar da çıkacaktır. Ayrıca; bu şekilde davalar geciktirilerek Hukuk Devletine olan güven duygusuzedeleneceği gibi Mahkemelerin bu dosyalarla uğraşarak asıl çözmesi gereken diğer dosyalara da zaman ayıramayacağından, asıl fonksiyonlarını yerine getiremeyeceği ve bu şekilde Hukuk Devleti ilkesinin de ihlal edildiği açıktır. Açıklanan nedenlerle; belirtilen yasa maddesinin Anayasamıza aykırı olduğukanaatine varıldığından, Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmasına karar vermekgerekmiştir. SONUÇ VE TALEP: 5941 sayılı Çek Kanununun geçici 2/1-b maddesindeki “bu kanunun 6. maddesi hükmüne göre ödenmesi gereken miktarı belirli vadelerde ödeyeceğini taahhüt etmesi, vetaahhütnamenin kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ... Mahkemeye verilmesi halinde,anlaşma aranmaksızın, taahhütnamede belirtilen süre sonuna kadar ... kovuşturmanındurmasına ... karar verilir” hükmünün, Anayasamızın 14l/son maddesindeki “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” hükmüne ve Hukuk Devletine ilişkin 2. maddesine aykırı olduğundan Anayasamızın 152/1 maddesine göre Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmasına, Anayasa Mahkemesi Başkanlığına sunulmak üzere gerekçeli iptal başvurusu ilebirlikte dosyanın onaylı suretinin Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliğine gönderilmesine karar verildi.” B- Kırıkkale 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nin Başvuru Kararının Gerekçe Bölümü Şöyledir: “5941 sayılı Çek Kanunun Geçici Madde 2’de haklarında karşılıksız çek suçundan soruşturma açılan veya kovuşturmaya başlanılan ya da kesinleşmiş bir hüküm ilemahkum olan kişilerin aynı yasanın 6. maddesine göre ödenmesi gereken miktarı belirlivadelerde ödeyeceğini taahhüt etmesi durumunda soruşturma veya kovuşturmanın durmasıhükmün infazının da ertelenmesine veya durdurulmasına karar verileceği düzenlenmiştir. Butaahhüt konusunda Geçici 2. maddenin 2. fıkrasında düzenlenip mercilerine verilme için son gün olarak 01/04/2010 tarihi belirtilmiş olup, bu tarih taahhüt için hak düşürücü süre olarak yasaya konulmuştur. Ancak aynı Geçici Maddenin 1. fıkrasında karşılıksız çek suçuna yönelik 3167 sayılı Yasanın 16. maddesi uyarınca işlenen bu suçlar için soruşturma veya kovuşturma başlatılması ya da kesinleşmiş bir hüküm ile mahkum olma yönünden 01/11/2009 tarihi koyulmuştur. Madde anlatımından 01/11/2009 tarihinden sonra soruşturma ve kovuşturma başlatılması veya kesinleşmiş bir mahkumiyet olması halinde ilgilisi Geçici 2. madde de belirtilen taahhütte bulunma hakkından faydalanamayacaktır. Gerek 3167 gerekse 5941 sayılı Yasalarda karşılıksız çek düzenleme suçu şikayete tabi olup 6 aylık şikayet süresi yönünden hak düşürücü süre vardır. 5941 sayılı Yasa20/12/2009 günü Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Taahhütte bulunma yönünde 5941 sayılıYasanın yürürlüğe girmesinden sonra hak düşürücü bir sürenin belirtilmesi dışında Geçici 2.maddenin 1. fıkrasında belirtilen 01/11/2009 tarihi aynı suçu işlemiş kişiler hakkında eşitsizlik, Anayasa’nın bağlayıcılığı ve hak arama hürriyetine aykırı bir düzenlemedir. Bu düzenleme karşısında suç tarihi 01/11/2009 tarihinden önce olan çek suçlarına ilişkin suç mağdurunun 6 aylık şikayet hakkı içerisinde 01/11/2009 tarihinden sonra yaptığı şikayetler ile bu tarihten önce yaptığı şikayetlere yönelik farklı uygulamalara sebebiyet verileceği ve bu tarihin kanun önünde eşitlik kuralına aykırı olacağı anlaşıldığından 5941 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin 1. fıkrasında ki “...01/11/2009 tarihi itibarıyla...” ibaresinin iptali için Anayasa Mahkemesine müracaat etmek gerekmiştir. TÜRK MİLLETİ ADINA HÜKÜM Yukarıda açıklandığı nedenlerle : 5941 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin 1. fıkrasındaki “...01/11/2009 tarihiitibarıyla...” ibaresinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10, 11, 36, 38. maddelerine aykırıolduğu sonucuna Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 152. Maddesi uyarınca ulaşılmakla : 1-) 5941 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin 1. fıkrasındaki “...01/11/2009tarihi itibarıyla...” ibaresinin iptali istemi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesine BAŞVURULMASINA, 2-) Anayasa Mahkemesince bu husustaki kararın beklenmesine, 3-) Karardan bir suretinin bilgi edinilmesi açısından Kırıkkale 1. Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine, Evrak üzerinde yapılan inceleme sonucu karar verildi.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları 14.12.2009 günlü, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun itiraz konusu ibare ve bölümü de içeren geçici 2. maddesi şöyledir: “GEÇİCİ MADDE 2- (1) 3167 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde tanımlanan suçtan dolayı, 1/11/2009 tarihi itibarıyla, haklarında soruşturma veya kovuşturma başlatılmış ya da kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olan kişilerin; a) Şikâyetçi ile belirledikleri miktarın belirli vadelerde ödenmesi hususunda anlaşmaya varmaları ve anlaşmanın bir nüshasının şikâyetçi veya yasal temsilcisi tarafından Cumhuriyet başsavcılığına veya mahkemeye verilmesi hâlinde, anlaşmada öngörülen süre kadar soruşturma veya kovuşturmanın durmasına, hükmün infazının ertelenmesine veya durdurulmasına karar verilir. Anlaşmaya varılmış olması, şikâyetçi bakımından şikâyetin geri alınması sonucunu doğurmaz. b) Bu Kanunun 6 ncı maddesi hükmüne göre ödenmesi gereken miktarı belirli vadelerde ödeyeceğini taahhüt etmesi ve taahhütnamenin, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından Cumhuriyet başsavcılığına veya mahkemeye verilmesi hâlinde, anlaşma aranmaksızın, taahhütnamede belirtilen süre kadar, soruşturma veya kovuşturmanın durmasına, hükmün infazının ertelenmesine veya durdurulmasına karar verilir. Bu durumda, ödeme süresi, taahhütnamenin yapıldığı tarihten itibaren iki yılı geçemez. Taahhütnamede yer alacak birinci yıl taksidi, borcun üçte birinden az olamaz. Taahhütnamenin bir örneği alacaklıya gönderilir. (2) Birinci fıkrada yazılı anlaşma veya taahhütnamenin en geç 1/4/2010 tarihine kadar düzenlenmiş ve mercîlerine verilmiş olması şarttır. Birinci fıkranın (b) bendinden yararlanan kişi, taahhütnamede belirttiği süre içinde şikâyetçi ile anlaşmaya varması ve bu anlaşmanın bir nüshasının şikâyetçi veya yasal temsilcisi tarafından mercilerine verilmiş olması hâlinde, aynı fıkranın (a) bendi hükmünden yararlanır. (3) Soruşturma veya kovuşturmanın durması hâlinde dava zamanaşımı; hükmün infazının ertelenmesi veya durdurulması hâlinde ise ceza zamanaşımı işlemez. (4) Anlaşmanın gereği gibi ifa edilmiş veya bu Kanunun 6 ncı maddesi hükmüne göre ödenmesi gereken miktarın ödenmiş olması hâlinde; kovuşturmaya yer olmadığına, davanın düşmesine veya hükmün bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına karar verilir. (5) Şikâyetçinin başvurusu üzerine, anlaşma veya taahhüde uyulmadığının tespiti hâlinde, soruşturmaya, kovuşturmaya veya hükmün infazına devam edilir. (6) Soruşturma veya kovuşturması durdurulan ya da hükmün infazı ertelenen veya durdurulan kişi hakkında Ceza Muhakemesi Kanununun 109 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendinde yer alan adlî kontrol tedbirine karar verilebilir.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Başvuru kararlarında, Anayasa’nın 2., 10., 11., 36., 38. ve 141. maddelerine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, 2010/3 Esas sayılı dosyanın 4.2.2010, 2010/54 Esas sayılı dosyanın ise 17.6.2010 tarihlerinde yapılan ilk inceleme toplantılarında, dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir. V- BİRLEŞTİRME KARARI 14.12.2009 günlü, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…1/11/2009 tarihi itibarıyla,…” ibaresinin iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2010/3 esas sayılı dava ile birleştirilmesine, 2010/54 esas sayılı dosyanın esasının kapatılmasına, esas incelemenin 2010/3 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 17.6.2010 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir. Vl- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararları ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: İtiraz konusu kurallarda; yürürlükten kalkan 3167 sayılı Yasa’nın 16. maddesinde tanımlanan karşılıksız çek keşide etmek suçundan dolayı, 1.11.2009 tarihi itibarıyla, haklarında soruşturma veya kovuşturma başlatılmış ya da kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olan kişilerin, 5941 sayılı Yasa’nın 6. maddesi hükmü gereğince karşılıksız kalan çek bedelini üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre, 3095 sayılı Yasada öngörülen ticarî işlerde temerrüt faiz oranı üzerinden hesaplanacak kanunî ibraz tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte belirli vadelerde ödeyeceğini taahhüt etmesi ve taahhütnamenin, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından Cumhuriyet başsavcılığına veya mahkemeye verilmesi hâlinde, anlaşma aranmaksızın, taahhütnamede belirtilen süre kadar, soruşturma veya kovuşturmanın durmasına, hükmün infazının ertelenmesine veya durdurulmasına karar verileceği ifade edilmektedir. A- Yasa’nın Geçici 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…1/11/2009 tarihi itibarıyla…” İbaresinin İncelenmesi 2010/54 Esas sayılı davanın başvuru kararında; gerek 3167 sayılı Yasa’da gerekse 5941 sayılı Yasa’da karşılıksız çek düzenleme suçunun şikâyete tâbi olduğu, şikâyet için 6 aylık hak düşürücü sürenin öngörüldüğü, itiraz konusu kuralın birinci fıkrasında karşılıksız çek suçuna yönelik 3167 sayılı Yasa’nın 16. maddesi uyarınca işlenen suçlar için 1.11.2009 tarihinden önce şikâyette bulunulması nedeniyle soruşturma ve kovuşturma başlatılması veya kesinleşmiş bir mahkûmiyet olması halinde ilgilinin geçici 2. maddede belirtilen taahhütte bulunma hakkından faydalanacağı, bu tarihten sonra şikâyette bulunulması hâlinde bu haktan faydalanamayacağı, bu nedenle 1.11.2009 tarihinin aynı suçu işlemiş kişiler arasında eşitsizliğe neden olduğu, kuralın Anayasa’nın bağlayıcılığı ve hak arama hürriyeti ile bağdaşmadığı, “…1.11.2009 tarihi itibarıyla…” ibaresinin Anayasa’nın 10., 11., 36. ve 38. maddelerini ihlâl ettiği ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen eşitlik ilkesiyle, birbirinin aynı durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanması, ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılması engellenmektedir. Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme eşitliğe aykırılık oluşturur. Anayasa'nın amaçladığı eşitlik, mutlak ve eylemli eşitlik değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik ilkesi ihlâl edilmiş olmaz. Kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” denilerek yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil bir yargılamanın ön koşulunu oluşturur. 3167 sayılı Yasa’nın 16. maddesinde tanımlanan karşılıksız çek keşide etmek suçu şikâyete tâbi bir suç olması nedeniyle bu suçla ilgili olarak soruşturma yapılabilmesi için şikâyet şarttır. Bu durumda itiraz konusu kuralın 1.11.2009 tarihinden önce işlenmiş karşılıksız çek keşide etmek suçlarıyla ilgili olarak söz konusu tarihe kadar şikâyet hakkının kullanılması ile kullanılmaması açısından ceza muhakemesindeki yansımaları farklı olacaktır. 1.11.2009 tarihinden önce karşılıksız çek keşide etme eyleminin gerçekleşmesi hâlinde her fiil için bu suçun unsurlarının oluşması yanında; soruşturma açılabilmesi için muhakeme şartı olan şikâyetin varlığı aranır. Bu tarihe kadar şikâyette bulunularak haklarında soruşturma başlatılanlar taahhütten yararlanabilecek iken bu tarihten sonra şikâyette bulunulursa bu haktan yaralanamayacaklardır. Yasa koyucunun kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla çözümlenmesi gereken bir sorun olarak gördüğü konuları bir tarih belirleyerek çözüme kavuşturması takdir hakkı içindedir. 1.11.2009 tarihi itibarıyla karşılıksız çek suçlarından adliyeye intikal edenler hakkında geçici nitelikteki düzenleme ile belirli bir zaman dilimiyle sınırlı olarak cezai tehdit olmaksızın çek borcunu ödeme olanağı tanınmıştır. Kural ile davaların, yargının işlevselliğinin ve çek kurumunun etkinliğinin sağlanması için hızla sonuçlandırılması amaçlanmaktadır. Bu nedenle kuralla kişilerin davacı veya davalı olarak, yargı mercileri önünde sahip oldukları anayasal haklar engellenmemiş, mahkemeler, açılmış olan davaları inceleyerek gerekli kararları vermekten alıkonulmamış, yargı yolu herhangi bir şekilde kapatılmamıştır. Öte yandan, çek hamiline şikâyet hakkını kullanabilmesi olanağı sağlanmasına rağmen 1.11.2009 tarihine kadar şikâyette bulunmamış olması nedeniyle hakkında soruşturma ve kovuşturmaya geçilmemiş keşidecilerle, şikâyet nedeniyle soruşturma ve kovuşturma aşamasına geçilmiş olanlar farklı hukuksal konumda olduklarından aralarında eşitlik karşılaştırılması yapılamaz. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural Anayasanın 10. ve 36. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU ve Mehmet ERTEN bu görüşe katılmamışlardır. İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 11. ve 38. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir. B- Yasa’nın Geçici 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin Birinci Cümlesinin “Bu Kanunun 6 ncı maddesi hükmüne göre ödenmesi gereken miktarı belirli vadelerde ödeyeceğini taahhüt etmesi ve taahhütnamenin, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından… mahkemeye verilmesi hâlinde, anlaşma aranmaksızın, taahhütnamede belirtilen süre kadar,… kovuşturmanın durmasına,… karar verilir.” Bölümünün İncelenmesi 2010/3 Esas sayılı davanın başvuru kararında, 5941 sayılı Yasa’nın geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci cümlesine göre, 3167 sayılı Yasa’nın 16. maddesinde tanımlanan karşılıksız çek keşide etmek suçundan dolayı haklarında kovuşturma yapılan sanıkların bu Yasa’nın 6. maddesi hükmüne göre ödenmesi gereken miktarı ödemeyerek taahhütlerini yerine getirmemeleri hâlinde Yasa’da hiçbir yaptırımın öngörülmediği, taahhüt için hiçbir peşin ödeme ya da teminat koşulu da getirilmediği, sanıkların keyfi davranışlarına zemin hazırlayacak bu düzenlemenin tamamen mahkemelerin işini geciktirme ve aksatma sonucunu doğurduğu, bu nedenle hukuk devletine olan güven duygusunun da zedelendiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. maddesini ve 141. maddesinin son fıkrasını ihlâl ettiği ileri sürülmüştür. 5941 sayılı Yasa’nın geçici 2. maddesinde belirtilen taahhüt, geleceğe ilişkin tek taraflı bir işlem olup, karşı tarafın kabulüne bağlı tutulmamış irade beyanıdır. Taahhütnamede, ödeme süresi taahhütnamenin yapıldığı tarihten itibaren iki yılı geçemez ve ödenmesi gereken miktarın belirli vadelerde ödeneceğinin taahhüt edilmesi, birinci yıl taksidinin borcun üçte birinden az olmaması gerekir. Böylece taahhütname; ödenmesi gereken miktar, ilk yıl yatırılacak taksit miktarı ve azami ödeme süresi yönlerinden belli kurallara bağlanmıştır. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa’nın 141. maddesinin son fıkrasında da "davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir" ilkesi öngörülmektedir. Tüm hak arayanlar için geçerli olan bu hükmün amacı, yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı kişileri korumak; özellikle ceza davalarında, suçlanan veya herhangi bir nedenle mahkeme kararı bekleyen kişinin, uzun süre davasının nasıl sonuçlanacağı endişesi ile yaşamasını önlemektir. Böylece taraflar, uzun süren gecikmelere karşı korunmuş olmaktadır. Ceza hukuku ile ilgili düzenlemelerde, toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması Devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından yasa koyucu Anayasa'nın temel ilkelerine ve ceza hukukunun ana kurallarına bağlı kalmak koşuluyla, soruşturma ve yargılamaya ilişkin olarak hangi yöntemlerin uygulanacağı, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği, hangi hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öğe olarak kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahiptir. İtiraz konusu kuralda yasa koyucu 1.11.2009 tarihine kadar işlenmiş karşılıksız çek suçlarıyla ilgili olarak adliyeye intikal ederek kovuşturma konusu olan borçları için sanıkların belirli bir süre içinde ceza tehdidine maruz kalmaksızın ödeme taahhüdünü Yasa’da öngörülen koşullarda yapmaları ve bu taahhüt çerçevesinde borçlarını ödemelerini hükme bağlamaktadır. Öte yandan bizzat sanığa tanınan bu hak ile Yasa’nın 6. maddesi hükmüne göre ödenmesi gereken miktarın ifası hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmekte ya da taahhüde uyulmadığının tespiti hâlinde şikâyetçinin başvurusu üzerine kovuşturmaya devam edilmektedir. Yasa’nın tayin ettiği koşullar çerçevesinde taahhütnameye göre ödenmesi gereken miktarın ifa edilmiş olması hâlinde uzun süren yargılamaların önüne geçilmekte, davalar ödeme eyleminin gerçekleşip gerçekleşmemesine göre sonuçlandırılmaktadır. Düzenlemedeki amaç mahkemelerde önemli bir sayıya ulaşmış ve yığılmaya neden olmuş karşılıksız çek suçlarından açılan davaların ceza verilmeksizin belirli ödeme koşullarına bağlı olarak sonlandırılmasıdır. Anayasa ve ceza hukukunun temel ilkeleri ile herhangi bir uyumsuzluk içermeyen itiraz konusu kural yasa koyucunun takdir hakkı içinde kalmaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. maddesine ve 141. maddesinin son fıkrasını aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir. VII- SONUÇ 1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 14.12.2009 günlü, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun Geçici 2. maddesinin; a- (1) numaralı fıkrasında yer alan “… 1/11/2009 tarihi itibarıyla, …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU ile Mehmet ERTEN’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, b- (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci cümlesinin “Bu Kanunun 6 ncı maddesi hükmüne göre ödenmesi gereken miktarı belirli vadelerde ödeyeceğini taahhüt etmesi ve taahhütnamenin, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından … mahkemeye verilmesi hâlinde, anlaşma aranmaksızın, taahhütnamede belirtilen süre kadar, … kovuşturmanın durmasına, … karar verilir” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 17.3.2011 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Serruh KALELİ Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARŞIOY YAZISI 5941 sayılı Çek Kanunu’nun geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “… 1/11/2009 tarihi itibarıyla …” ibaresi, karşılıksız çek keşide etmek suçundan dolayı bu tarih itibarıyla hakkında soruşturma ya da kovuşturma başlatılmış veya kesinleşmiş bir hüküm bulunan kişilerin belirli bir zaman dilimiyle sınırlı olarak, cezai tehdit altında kalmaksızın karşılıksız çek borcunu ödemesine olanak tanımaktadır. Anayasanın 10. maddesinde eşitlik ilesi, 36. maddesinde hak arama hürriyeti, 38. maddesinde suç ve cezalara ilişkin esaslar düzenlenmiştir. Eşitlik ilkesi suç ve ceza yönünden kişiler arasında ayrım yapılmasına engeldir. Hak arama hürriyeti herkes için adil yargılanma hakkını güvence altına almıştır. Suç ve cezalara ilişkin esaslar kapsamında, aynı zamanda evrensel bir hukuk ilkesi olan “kimseye suçun işlendiği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemeyeceği” vurgulanmıştır. Evrensel bir ilke olan “lehte kanun” ilkesi hukukumuzun temel ilkelerindendir. Ceza hukukunda asıl olan kişinin eylemi ve bunun ne zaman gerçekleştiğidir. İtiraz konusu kural, karşılıksız çek keşide etme eyleminin tarihini değil, failin iradesi dışında gerçekleşen yargıya intikal etme olgusunun tarihini esas alarak, lehte veya aleyhte sonuçlara yol açabilecek düzenlemeler getirdiğinden, başka bir ifadeyle aynı tarihte aynı eylemi gerçekleştiren iki kişiden birine, kendi dışında meydana gelen olgulara bağlı olarak diğerinden farklı uygulama yapılmasını öngördüğünden Anayasa’nın 10. ve 36. maddelerine aykırıdır. Kuralın iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum. Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARŞIOY GEREKÇESİ 14.12.2009 günlü, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun geçici 2. maddesinin, (1) numaralı fıkrasında, 1.11.2009 tarihine kadar işlenmiş karşılıksız çek suçlarıyla ilgili olarak adliyeye intikal ederek soruşturma veya kovuşturma konusu olması ya da mahkûmiyet kararı verilmiş olması ön şartının gerçekleşmesi halinde, sanık ya da hükümlülerin, belirli bir süre içinde ceza tehdidine maruz kalmaksızın borcunu ödeme taahhüdünü, Yasa’da öngörülen koşullarla yapmaları ve bu taahhüt çerçevesinde borçlarını ödemeleri halinde, bazı olanaklardan yararlanmaları öngörülmektedir. Başvuran Mahkeme, bu fıkrada yer alan “1.11.2009 tarihi itibariyle” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen eşitlik ilkesi herkesin yasalar önünde eşit kılınmasını, aynı durumda bulunanlar arasında ayırım yapılmamasını ve kimseye imtiyaz tanınmamasını; 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ise kişilerin davacı ve davalı olarak aynı koşullarda farklı kurallara bağlı tutulmamasını gerektirir. İtiraz konusu ibare ile suç tarihinin değil, daha önce soruşturma veya kovuşturmanın başlatılması ya da kesinleşmiş bir hükmün bulunması koşuluna bağlı olarak 1.11.2009 tarihinin esas alınması nedeniyle, bu tarihten önce işlenen çek suçlarında, suç mağdurlarının, altı aylık şikâyet süresi içinde, 1.11.2009 tarihinden sonra yaptıkları şikâyet ile bu tarihten önce yaptıkları şikâyete göre yasanın sağladığı olanaktan yararlanıp, yararlanamamaları söz konusu olacaktır. Bu durumda, aynı tarihte aynı suçu işleyenler, farklı kurallara bağlı tutulabileceklerdir. Aynı konumda bulunan kişilere, kendi iradeleri dışındaki nedenlerle farklı kuralların uygulanması, Anayasa’nın ve evrensel hukukun temel ilkeleri arasında bulunan eşitlikle bağdaşmadığı gibi adil yargılanma hakkını da zedelemektedir. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 10. ve 36. maddelerine aykırı olan itiraz konusu ibarenin, iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Fulya KANTARCIOĞLU KARŞIOY GEREKÇESİ 14.12. 2009 günlü, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…1/11/2009 tarihi itibariyle…” ibaresinin, iptali için itiraz başvurusunda bulunulmuştur. İptali istenen ibarenin de yer aldığı maddede, 3167 sayılı Kanun’un 16. maddesinde tanımlanan suçtan dolayı 1/11/2009 tarihi itibarıyla haklarında soruşturma veya kovuşturma başlatılmış ya da kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olmuş kişilerin, çek bedellerini ödeme konusunda şikayetçiyle anlaştıklarında ya da Yasa da belirtilen koşullara bağlı olarak ödemeyi taahhüt ettiklerinde, anlaşma halinde, anlaşmada öngörülen süre kadar soruşturma veya kovuşturmanın durmasına, hükmün infazının ertelenmesine veya durdurulmasına, taahhüt halinde ise anlaşma aranmaksızın, taahhütnamede belirtilen süre kadar soruşturma veya kovuşturmanın durmasına, hükmün infazının ertelenmesine veya durdurulmasına karar verilebileceği, anlaşmanın ya da taahhüttün yerine getirilmesi halinde ise kovuşturmaya yer olmadığına, davanın düşmesine veya hükmün bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına karar verilebileceği öngörülmektedir. Buna göre, 1.11.2009 tarihinden önce karşılıksız çek keşide edenlerin tamamının değil, bu tarihe kadar şikayet edildikleri için haklarında soruşturma veya kovuşturma başlatılmış ya da kesinleşmiş bir hükümle mahkum edilmiş kişiler kapsama alınarak, bu haktan yararlananlar ve yararlanamayanlar şeklinde bir ayırım yapılmaktadır. Kuralın gerekçesinde, alacaklı (şikayetçi) ile karşılıksız çek keşide eden kişi (sanık) arasındaki anlaşmanın, bu olmadığı takdirde çek keşide edenin (sanığın) tek yanlı taahhütnamesinin ceza tehdidini bir süre için kaldıracağı ve borcun ödenmesi halinde de suçsuzluk rejimine geçilebileceği açıklanmıştır. Yasa koyucu, yargı sorunlarına çözüm getirmek için ceza mevzuatıyla ilgili de düzenlemeler yapmakta takdir yetkisine sahiptir. Ancak, bu yöndeki takdir hakkını kullanırken ceza hukukunun ve Anayasa’nın öngördüğü genel ilkelere uygun olarak adaletli bir hukuk düzeni kurmak zorundadır. İtiraz konusu ibare uyarınca, aynı tarihte karşılıksız çek tanzim eden kişilerden bir kısmı şikayet edildikleri için 1.11.2009 tarihi itibariyle haklarında soruşturma veya kovuşturmanın başlatılmış ya da kesinleşmiş bir hükümle mahkûm edilmiş olmaları nedeniyle söz konusu kural gereğini yerine getirerek bir süre için ceza tehdidinden ya da suçlu olmaktan kurtulabilmeleri mümkün olacak iken, şikayet edilmedikleri için haklarında soruşturma veya kovuşturma başlatılmamış ya da kesinleşmiş bir hükümle mahkûm edilmemiş olan diğer bir kısım kişilerin kuraldan yararlanamayacakları açıktır. Bu durumun ise adaletsiz sonuçlar doğuracağı hususunda kuşku bulunmamaktadır. Kural bu haliyle hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Öte yandan, aynı tür suçu aynı tarihte işleyen ve hukuksal durumları aynı olan kişiler arasında, alacaklının (şikayetçinin) iradesine bağlı olarak karşılıksız çek keşide edenler (sanıklar) arasında farklılıklar yaratılmıştır. Bu tür farklılıkların oluşmaması için ceza hukukunun genel ilkeleri ve uygulamalar dikkate alınarak, suç tarihinin belirleyici olmasının esas alınması gerekirken, karşılıksız çek keşide eden kişilerin (sanıkların), alacaklılar tarafından şikayet edilip edilmemelerine göre farklı kurallara tabi tutulmaları, eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olan ibarenin iptali gerekir. Üye Mehmet ERTEN [R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2009/59 Karar Sayısı : 2011/69 Karar Günü : 28.4.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ankara Dokuzuncu İdare Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 4.11.1981 günlü, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun 54. maddesinin (g) fıkrasının “Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilen öğrenciler, bir daha herhangi başka bir yükseköğretim kurumuna alınamazlar.” biçimindeki ikinci cümlesinin Anayasa’nın 13. ve 42. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY Daha önce Üniversite Disiplin Kurulunca yüksek öğretim kurumundan çıkarma cezası verilmesi nedeniyle 2008 yılı Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı tercihleri geçersiz sayılan şahsın işlemin iptali istemiyle açtığı davada, kuralın Anayasaya aykırılığı iddiasının ciddi olduğu kanısına varan Mahkeme iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN ve yürütmeyi durdurma isteminin GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması başlıklı 13. maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmü yer alırken, Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi başlıklı 42. maddesinde ise; kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı, öğrenim hakkının kapsamının kanunla tespit edileceğe ve düzenleneceği kurala bağlanmıştır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun “Öğrencilerin Disiplin İşleri” başlıklı 54. maddesinin (g) fıkrasında; “Yükseköğretim kurumundan çıkarma kararı bütün yükseköğretim kurumlarına, Yükseköğretim Kurulu, emniyet makamları ve ilgili askerlik şubelerine bildirilir, Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilen öğrenciler, bir daha herhangi başka bir yükseköğretim kurumuna alınmazlar.” hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesinde; temel hak ve hürriyetlerin, yalnızca Anayasa’nın ilgi ; maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabileceği belirtilmiş, 42, maddesinde ise herhangi bir sınırlama sebebi sayılmamış, buna karşılık, kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı düzenlenmiştir. Ancak 2547 sayılı Yasa’nın 54. maddesinde. Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilen öğrencilerin, bir daha herhangi başka bir yükseköğretim kurumuna alınamayacakları hüküm altına alınmıştır. Yine Anayasa’nın 13. maddesinde; temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın sınırlanabileceği ve sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Ancak daha önce gerçekleştirdiği herhangi bir eylemden dolayı yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası alan kimselerin, bir daha başka bir yükseköğretim kurumuna alınmaması, Anayasa’nın 42. maddesinin güvence altına aldığı ve kişilere bir ödev olarak yüklediği eğitim ve öğrenim hakkına yapılmış bir müdahale niteliğinde olacaktır. Ayrıca, hem öze dokunmama ve ölçülülük ilkelerine, hem de demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırılık teşkil edecektir. Bu nedenle, yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilen öğrencilerin, bir daha herhangi başka bir yükseköğretim kurumuna alınmayacağı hususunun, Anayasa’nın 42 maddesindeki “kimsenin eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamayacağı” kuralına aykırı düşmesi nedeniyle Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunmuştur.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 4.11.1981 günlü, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun 54. maddesinin itiraz konusu ikinci cümleyi de içeren (g) fıkrası şöyledir: “ g. Yükseköğretim kurumundan çıkarma kararı bütün yükseköğretim kurumlarına, Yükseköğretim Kurulu, emniyet makamları ve ilgili askerlik şubelerine bildirilir. Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilen öğrenciler, bir daha herhangi başka bir yükseköğretim kurumuna alınamazlar.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Başvuru kararında Anayasa’nın 13. ve 42. maddelerine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımıyla 16.9.2009 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE, karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, daha önce işlediği herhangi bir eylemden dolayı yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilenlerin, itiraz konusu kural uyarınca bir daha başka bir yükseköğretim kurumuna alınmamasının Anayasa’nın 42. maddesinin güvence altına aldığı eğitim ve öğrenim hakkına yapılmış bir müdahale niteliğinde olduğu, bu müdahalenin öze dokunmama ve ölçülülük ilkeleri ile demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmüştür. İtiraz konusu kurala göre, bir yüksek öğretim kurumundan disiplin cezası ile çıkarılanlar daha sonra tekrar sınava girerek başka bir yüksek öğretim kurumuna kaydolamamakta, sınava girseler dahi yaptıkları tercihler ÖSYM Başkanlığı tarafından geçersiz sayılmaktadır. Anayasa’nın 42. maddesinde, kimsenin, eğitim ve öğrenim haklarından yoksun bırakılamayacağı; öğretim hakkının kapsamının yasayla tespit edileceği ve düzenleneceği; eğitim ve öğretim kurumlarında yürütülen faaliyetlerin her ne suretle olursa olsun engellenemeyeceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde ise temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlamaların, Anayasa’nın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükmüne yer verilmiştir. Eğitim ve öğrenim hakkı ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile de koruma altına alınmış evrensel bir haktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1. Protokol’ün 2. maddesinde de: “Hiç kimse, eğitim hakkından yoksun bırakılamaz” denilmiştir. Anayasa’nın 42. maddesi ile 13. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; eğitim ve öğrenim hakkının kapsamı belirlenirken, Anayasa’nın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olarak yasayla bazı sınırlamalar getirilebilirse de, bunlar eğitim ve öğretim hakkını tamamen ortadan kaldıracak nitelikte olamaz. Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Eğitim ve öğretim kurumlarınca öğrenciler için eğitim ve öğretim faaliyetleri süresince uygulanacak disiplin kuralları içerisinde ağır disiplinsizlik eylemleri için eğitim veya öğretim kurumundan öğrencinin çıkarılmasını öngören düzenlemeler getirebilirse de hakkın kullanımı tümüyle engellenemez. Bir yükseköğretim kurumundan disiplin cezası sonucu çıkarılan öğrencilerin daha sonra başka bir yükseköğretim kurumunda öğrenimlerine devamını engelleyen düzenleme, yüksek öğrenim hakkından yararlanmayı imkânsız hale getirerek hakkın özüne dokunmaktadır. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 13. ve 42. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. VI- SONUÇ 4.11.1981 günlü, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 54. maddesinin (g) fıkrasının “Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilen öğrenciler, bir daha herhangi başka bir yükseköğretim kurumuna alınamazlar.” biçimindeki ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 28.4.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkanvekili Serruh KALELİ Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2009/30 Karar Sayısı : 2011/76 Karar Günü : 12.5.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY, Kemal KILIÇDAROĞLU ve Kemal ANADOL DAVANIN KONUSU : 18.2.2009 günlü, 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un; 1- 22. maddesi ile 12.4.2000 günlü, 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun Geçici 7. maddesine eklenen fıkranın “… mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir.” bölümünün, 2- 32. maddesinin (17) numaralı fıkrasının 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un “6 ncı maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.” hükmünü içeren (b) bendinin, Anayasa’nın 2., 11., 45. ve 138. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “… III. GEREKÇE 1) 18.02.2009 tarihli ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanununun 22 nci maddesi ile 12.4.2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun geçici 7 nci maddesine eklenen fıkradaki; a- “mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir,” ile b- “açılan davalar sonunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir” tümcelerinin Anayasa’ya aykırılığı a- “mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir,” tümcesinin Anayasa’ya aykırılığı İptali istenen bu tümce ile, Organize Sanayi Bölgelerinin bulunduğu alanlardaki mera vasıflı taşınmazlar hakkında, mülkiyete yönelik Hazinece dava açılamayacağı, açılmış davalardan da vazgeçileceği öngörülmektedir. Anayasanın 45 inci maddesinin birinci fıkrasında, “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır” hükmüne yer verilmiştir. Bu maddenin gerekçesinde de aynen, “Madde, Devlet’e tarım arazilerinin ve çayırlarla meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevini yüklemektedir. Bu ifade ile amaçlanan; tarım arazilerinin endüstri ve şehirleşme sebebiyle yok edilmesinin önlenmesidir. Devlet, bu amaçla yasal düzenlemeler yapmalıdır” denilmiştir. Bu gerekçeden de anlaşılacağı üzere, Devlet’e, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tarım arazilerinin endüstri ve şehirleşme nedeniyle yok edilmesinin önlenmesi görevi verilmiştir. Organize Sanayi Bölgelerinin bulunduğu alanlardaki mera vasıflı taşınmazlar hakkında; mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir kuralı ile meraların endüstri nedeniyle yok edilmenin önü açılmaktadır. Bu nedenle iptali istenen tümce, Anayasa’nın 45 inci maddesine aykırıdır. b- “açılan davalar sonunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir” tümcesinin Anayasa’ya aykırılığı İptali istenen bu tümce de, yukarıda (a) başlığı altından belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 45 inci maddesine aykırı olduğu gibi ayrıca Anayasa’nın 138 inci maddesine de ters düşmektedir. “Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında tanımlandığı gibi, hukuk devleti; İnsan haklarına saygı gösteren, bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran, bunu sürdürmeye kendisini yükümlü sayan, bütünüyle hukuka uyan devlet demektir. Hukuk devleti niteliğini kazanmanın vazgeçilmez koşullarından birisi mahkeme kararlarına uyulma zorunluluğudur. Anayasanın 138. maddesinde; Yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiç bir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği öngörülmüştür. Bu kural gereğince yasama organının yapacağı düzenlemelerde daha önce aynı konuda verilen yargı kararlarını etkisiz kılacak biçimde yasa çıkarmamak yükümlülüğü vardır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 24.12.2003 tarihli ve E.2002/43, K.2003/103 sayılı kararı). Bu nedenle, kesinleşen mahkeme kararları uygulanmayacağını ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhlerin terkin edileceğini öngören iptali istenen tümcenin, Anayasanın 138 nci maddesine de aykırı olduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle çelişmesine yol açacak ve dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesinin yanısıra, 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Bu nedenle iptali istenen tümceler, Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine de aykırıdır. Açıklanan nedenlerle, 18.02.2009 tarihli ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanununun 22 nci maddesi ile 12.4.2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun geçici 7 nci maddesine eklenen fıkradaki; a- “mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir,” tümcesi, Anayasa’nın 2 nci,11 inci ve 45 inci maddelerine aykırı olduğundan, b- “açılan davalar sonunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir” tümcesi, Anayasa’nın 2 nci, 11 inci, 45 inci ve 138 inci maddelerine aykırı olduğundan, iptal edilmeleri gerekmektedir. 2) 18.02.2009 tarihli ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanununun 32 nci maddesinin (17) numaralı fıkrasının (b) bendinin Anayasa’ya aykırılığı Tarihi ve doğal mirasın devlet koruması altına alınması büyük önem arz etmekte, tarihi ve doğal miras koruma altına alınırken bireylerin mülkiyet hakkı da gözetilmektedir. Anayasamızda mülkiyet hakkı, temel hak ve özgürlüklerin kapsamına alınarak koruma altına alınmıştır. Taşınmazları doğal ve arkeolojik sit alanı kapsamında bulunan bireylerin mülkiyet haklarının korunarak aynı zamanda bu taşınmazların devlet koruması altına alınması, sosyal hukuk devletinin gereğidir. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, doğal, arkeolojik ve kentsel sit alanında kalan taşınmazların hukuki durumlarını düzenlemektedir. Bu düzenlemelere göre, taşınmazı I. ve II. derece arkeolojik ve doğal sit alanında kalan taşınmaz sahibi birey, söz konusu taşınmazı üzerinde inşaat yapamamaktadır. Sit alanı kapsamında taşınmazı bulunan bireylerin, tasarrufta bulunmalarım kısıtlayan bu düzenleme ve koruma hükümlerinin mülkiyet hakkını ortadan kaldırmaması adına, bu tür taşınmazların Hazine taşınmazları ile takas edilmesi yöntemi kabul edilmiştir. Nitekim, iptali istenen bu kural ile yürürlükten kaldırılan 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun “Sit Alanlarında Kalan Taşınmaz Mallar” başlıklı 6 ncı maddesi, “21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca, sit alanı ilan edilmiş ve onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilmiş arsa ve arazilerin, Hazineye ait taşınmazlarla değiştirilmesi işlemlerinde, taşınmaz maliklerinin kabul etmesi halinde Hazineye ait taşınmazların satış işlemlerinde ödeme aracı olarak kabul edilmek üzere, taşınmazın bedelini gösteren bir belge verilir. Belgenin işleme tabi tutulacağı tarihteki bedeli, belgede yazılı bedele kıymet takdir tarihinden itibaren kanuni faiz uygulanmak suretiyle tespit edilir.” hükmüne amirdi. Bu kural ile öngörülen sistem şöyle işletilmekteydi: Taşınmazı I. ve II. derece doğal ve arkeolojik sit alam kapsamında bulunan ve takas yapmak isteyen vatandaş, önce Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne başvuru yapmakta, başvurusu üzerine taşınmaza ait 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planı hazırlanıyordu. Gerekli plan ve evrakları tamamlanan takas dosyası, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü'ne iletilmekte, Genel Müdürlük talimatıyla taşınmaza 2886 sayılı yasa uyarınca kıymet takdiri yapılmakta, kıymet takdir kararı, taşınmaz sahibine bildirilmekte, bedeli kabul etmesi halinde, söz konusu bedel üzerinden taşınmaz sahibi adına “sertifika” adı verilen ve taşınmazın değerini gösteren belge düzenlenmekte idi. 4706 sayılı Yasa’nın 6 ncı maddesinde düzenlenen bu belge, Hazineye ait taşınmazların satış ihalelerinde ödeme aracı olarak kullanılabilmekte idi. Böylece, Hazineden alınan taşınmaz ile sit alanında kalan taşınmaz trampa edilebiliyordu. Bu suretle gerek taşınmazı sit alanında bulunan taşınmaz sahiplerinin mülkiyet hakkı korunmakta, gerek tarihi ve doğal sit özelliği taşıyan alanlar devlet tarafından koruma altına alınmaktaydı. 5838 sayılı Yasa’nın 32 nci maddesinin 17 numaralı fıkrasının iptali istenen (b) bendi hükmü ile sertifika düzenlenmesini öngören söz konusu yasa maddesi yürürlükten kaldırılmış, dolayısıyla mevcut sistem ortadan kaldırıldığı halde, sit alanlarının değerlendirilmesi ve taşınmaz sahiplerinin hakları konusunda yeni bir düzenleme getirilmemiştir. Anayasa’nın 35 inci maddesinde mülkiyet hakkı, 63 üncü maddesinde tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması düzenlenmiştir. Anayasa ile koruma altına alınan ve düzenlenen iki önemli konuyu da kapsayan söz konusu düzenlemenin kaldırılması “Yasaların kamu yararına dayanması” ilkesi ile bağdaşmaz. “Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesi, yasaların kamu yararına dayanması ögesini içerdiği gibi, yasama organı tarafından konulacak kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerinin gözönünde tutulmasının gerekliliği, yine bu ilkenin doğal bir yansımasıdır. Bu ölçütler ise hukuk kurallarının korunmasında birbiriyle çatışan yararların uzlaştırılmasını zorunlu kılar.”(Anayasa Mahkemesi’nin 29.12.2004 tarihli ve E.2002/39, K.2004/125 sayılı kararı). Taşınmaz sahiplerinin yararları ile sit alanlarının korunmasındaki devlet yararını diğer bir anlatımla çatışan yararların uzlaştırılması öngören bir yasa kuralını(4706 sayılı Yasa’nın 6 ncı maddesini) ortadan kaldıran ve bu konuda yeni bir düzenleme de getirmeyen iptali istenen kuralın kamu yararına dayanmadığı ve dolayısıyla Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı olduğu çok açıktır. Diğer taraftan iptali istenen kural, Yasa’nın yayımı 5838 sayılı Yasa’nın yürürlük tarihinden önce düzenlenen sertifika sahiplerinin kazanılmış haklarını da ortadan kaldırmaktadır. Hukuk devletinin temel unsurları arasında “kazanılmış haklara saygı” yer almaktadır. Bu nedenle de iptali istenen kural, Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırıdır. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle çelişmesine yol açacak ve dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesinin yanısıra, 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle, 18.02.2009 tarihli ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanununun 32 nci maddesinin (17) numaralı fıkrasının (b) bendi Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ 18.02.2009 tarihli ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanununun 22 nci maddesi ile 12.4.2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun geçici 7 nci maddesine eklenen fıkradaki tümcelerin, Anayasanın “çayır ve meraların amaç dışı kullanılması ve tahribinin önlenmesi için devleti gerekli tedbirleri alması için görevlendiren” 45 inci maddesine açıkça aykırılığı ortadadır. Ancak Anayasanın 153 üncü maddesindeki “iptal kararlarının geriye yürümezliği” kuralı karşısında, doğal kaynaklarımızı işgal edip el koyanlar, söz konusu tümcelerin getirdiği hükümlere dayanarak iptal kararı yayımlanıncaya kadar çayır ve meralarımızda mülkiyet tesis edebileceklerdir. Bu nedenle giderilmesi olanaksız durum ve zararlar doğacağından, iptal davası sonuçlanıncaya kadar iptali istenen söz konusu tümcelerin yürürlüklerinin durdurulması gerekmektedir. Öte yandan, Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle 18.02.2009 tarihli ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanununun; 1) 22 nci maddesi ile 12.4.2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun geçici 7 nci maddesine eklenen fıkradaki; a- “mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir,” tümcesi, Anayasa’nın 2 nci,11 inci ve 45 inci maddelerine aykırı olduğundan, b- “açılan davalar sonunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir” tümcesi, Anayasa’nın 2 nci, 11 inci, 45 inci ve 138 inci maddelerine aykırı olduğundan, 2) 32 nci maddesinin (17) numaralı fıkrasının (b) bendi Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralları 1- 12.4.2000 günlü, 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun dava konusu bölümü de içeren Geçici 7. maddesi şöyledir: “Geçici Madde 7- 4342 sayılı Mera Kanununun yürürlüğe girdiği tarihe kadar mera olarak nitelendirilen alanlara yapılmış OSB’ler; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından onaylanmış ve yatırım programına alınmış olmaları şartıyla mera vasfını kaybetmiş olur. Bu alanlar 4342 sayılı Mera Kanununun hükümlerine tabi değildirler. İl mera komisyonlarının bu alanlarla ilgili daha önce aldıkları kararlar hükümsüzdür. 1/1/2005 tarihinden önce kesinleşen imar planlarında küçük sanayi sitesi olarak ayrılan veya aynı tarihten önce, Bakanlık tarafından onaylanan ve yatırım programına alınan OSB’lerin bulunduğu alanlardaki mera vasıflı taşınmazlar hakkında; ilgili kamu idarelerince daha önce yapılan kamulaştırma ve diğer işlemler, tezyidi bedel dâhil kamulaştırma, faiz ve diğer bedellerin ödenmesi kaydıyla geçerli kabul edilir, bu işlemlere dayanılarak ilgili gerçek ve tüzel kişiler adına tapuda yapılan tesciller korunur, mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir.” 2- Dava konusu bendi de içeren 18.2.2009 günlü, 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 32. maddesinin (17) numaralı fıkrası şöyledir: “(17) 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un a) 4 üncü maddesinin son fıkrasında yer alan “organize hayvancılık yapacaklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına” ibaresi ve “üzerinde en az onmilyon ABD Doları karşılığı Türk Lirası tutarında ve en az elli kişi istihdam sağlayacak yatırım yapacaklara,” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır. b) 6 ncı maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde Anayasa’nın 2., 11., 45. ve 138. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, 7.5.2009 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi, başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, dava konusu Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: 1- 5838 sayılı Kanun’un 22. Maddesi ile 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun Geçici 7. Maddesine Eklenen Fıkranın “… mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir” Bölümü Yönünden İnceleme Dava dilekçesinde, iptali istenilen kuralın mera alanlarının sanayileşme nedeniyle yok edilmesinin önünü açacağı ve mahkeme kararlarının uygulanmasını engelleyeceği belirtilerek Anayasa’nın 2., 11., 45. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu kural ile 1.1.2005. tarihinden önce kesinleşen imar planlarında küçük sanayi sitesi olarak ayrılan veya aynı tarihten önce, Bakanlık tarafından onaylanan ve yatırım programına alınan Organize Sanayi Bölgelerinin bulunduğu alanlardaki mera vasıflı taşınmazlar hakkında mülkiyete yönelik Hazine tarafından dava açılamayacağı, açılmış davalardan vazgeçileceği, açılan davalar sonunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarının uygulanmayacağı ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhlerin terkin edileceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 45. maddesinin birinci fıkrasında, “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır” denilmektedir. Anayasa’nın 45. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği gibi bu kuralla Devlete, tarım arazilerinin sanayi ve şehirleşme sebebiyle yok edilmesini, tarım arazileri ile çayırlar ve meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevi yüklenmiştir. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükmünü içermektedir. Yasama organının mahkeme kararlarını değiştirememesi ilkesi yasama organının kanun yoluyla kesinleşmiş olan kararları ortadan kaldıramaması anlamına gelir. Mahkeme kararının kanun yoluyla değiştirilememesi ilkesi, maddi hukukta herhangi bir değişiklik yapmaksızın sadece somut mahkeme kararlarının kanun yoluyla değiştirilmesi ya da uygulanmasının engellenmesi hâlleri için söz konusu olacaktır. Bu nedenle iptali istenen kural ile kesinleşmiş mahkeme kararlarının uygulanamayacağının öngörülmüş olması Anayasanın 138. maddesine aykırılık oluşturmaktadır. Mülkiyete yönelik hazinece dava açılamaması, açılmış davalardan vazgeçilmesi ve kesinleşen mahkeme kararlarının uygulanmaması, tapu kütüklerine konulan şerhlerin terkin edilmesi, devlete meraların korunması görevini veren Anayasanın 45. maddesi ile bağdaşmaz. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 45. ve 138. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir Kural Anayasa’nın 45. ve 138. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca 2. ve 11. maddeler yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir. 2- 5838 sayılı Kanun’un 32. Maddesinin (17) Numaralı Fıkrasının (b) Bendi Yönünden İnceleme Dava dilekçesinde yürürlükten kaldırılan kural ile bir taraftan taşınmazı sit alanında bulunan taşınmaz sahiplerinin mülkiyet hakkının korunduğu, diğer taraftan ise tarihi ve doğal sit özelliği taşıyan alanların Devlet tarafından koruma altına alındığı ancak dava konusu kural ile bu uygulamanın kaldırılmasının kanunların kamu yararına olma gerekliliği ile bağdaşmadığı, ayrıca 5838 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden önce düzenlenen sertifika sahiplerinin kazanılmış haklarının ortadan kaldırıldığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava Konusu kural, 4706 sayılı Kanun’un 6. maddesini yürürlükten kaldırmıştır. Yürürlükten kaldırılan “Sit Alanlarında Kalan Taşınmaz Mallar” başlıklı 6. maddede, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca, sit alanı ilan edilmiş ve onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilmiş arsa ve arazilerin, Hazineye ait taşınmazlarla değiştirilmesi işlemlerinde ve taşınmaz maliklerinin kabul etmesi halinde Hazineye ait taşınmazların satış işlemlerinde ödeme aracı olarak kabul edilmek üzere, taşınmazın bedelini gösteren bir belge verilmesi öngörülmüştür. Ayrıca bu belgelerde yazılı bedele, kıymet takdir tarihinden itibaren kanuni faiz uygulanmak suretiyle işlem tarihindeki bedelin belirlenmesi hükme bağlanmıştır. Yürürlükten kaldırılan bu hüküm, sit alanı ilan edilen ve inşaat yasağı getirilen taşınmaz sahiplerinin kabul etmesi halinde taşınmazın değerinin tespit edilerek bir belgeye bağlanması ve bu belgenin Hazine tarafından yapılacak taşınmaz satışlarında bir ödeme aracı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Uygulamada Kanun kapsamına giren taşınmaz sahiplerinin başvurusu üzerine taşınmaz sahibi adına “sertifika” adı verilen ve taşınmazın değerini gösteren bir belge düzenlenmiş ve bu belge, Hazineye ait taşınmazların satış ihalelerinde ödeme aracı olarak kullanılmak suretiyle Hazineden alınan taşınmaz ile sit alanında kalan taşınmazın trampası mümkün olabilmiştir. Dava konusu kuralın gerekçesinde de belirtildiği gibi uygulamada istenilen sonucu doğurmayan bu düzenlemeden dava konusu kural ile vazgeçilmiş ve yerine daha sonra 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 24. maddesiyle 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 15. maddesinin (f) fıkrası değiştirilerek bu alanlarla ilgili yeni bir düzenleme getirilmiştir. İptali istenilen kuralla yürürlükten kaldırılan düzenlemenin kamu yararını daha iyi gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceğini ya da çatışan değerleri daha iyi uzlaştırıp uzlaştırmayacağını belirlemek yasa koyucunun takdir alanı içinde bulunduğundan anayasallık denetimi kapsamı içinde değerlendirilemez. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel gereklerinden birisi kazanılmış haklara saygı ilkesidir. Kazanılmış haklara saygı, yürürlükteki hukuka uygun olarak doğmuş olan hakların yeni bir yasa ile ortadan kaldırılamamasını gerektirir. 4706 sayılı Kanun’un 6. maddesi yürürlükteyken bu maddeye dayanarak düzenlenen ve taşınmazın değerini tespit eden sertifikaların, üzerinde kesin inşaat yasağı bulunan taşınmazların Hazine arazisi ile trampasına olanak tanıdığından malik için bir kolaylık getirdiği dikkate alınarak malikler açısından kazanılmış hak doğurduğu söylenebilir. Ancak, 5838 sayılı Kanun’un 24. maddesiyle 4706 sayılı Kanun’a eklenen geçici 11. maddesi ile bir geçiş hükmü öngörülerek daha önce düzenlenen sertifikaların 31.12.2011 tarihine kadar kullanılmasına olanak tanınmıştır. Kanun’un 28 Şubat 2009 tarihinde yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, sertifikaların kullanılabilmesi için yaklaşık üç yıllık bir sürenin tanındığı anlaşılmaktadır. Bu süre hak sahiplerinin kazanılmış haklarını kullanabilmeleri için yeterli ve makul bir süredir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa’nın 11. maddesi ile ilgisi görülmemiştir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 18.2.2009 günlü, 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un; 1- 22. maddesiyle, 12.4.2000 günlü, 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun Geçici 7. maddesine eklenen fıkranın “… mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir açılan davalar sonucunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir.” bölümü, 12.5.2011 günlü, E. 2009/30, K. 2011/76 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu bölümün, uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA, 2- 32. maddesinin (17) numaralı fıkrasının 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un “6 ncı maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.” hükmünü içeren (b) bendine yönelik iptal istemi, 12.5.2011 günlü, E. 2009/30, K. 2011/76 sayılı kararla reddedildiğinden, bu bende ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 12.5.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. VI- SONUÇ 18.2.2009 günlü, 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un; 1- 22. maddesiyle, 12.4.2000 günlü, 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun Geçici 7. maddesine eklenen fıkranın “… mülkiyete yönelik Hazinece dava açılmaz, açılmış davalardan vazgeçilir açılan davalar sonucunda bu taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına ve özel sicile yazılmasına dair verilen ve kesinleşen mahkeme kararları uygulanmaz ve bu kararlar uyarınca tapu kütüklerine konulan şerhler terkin edilir.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 2- 32. maddesinin (17) numaralı fıkrasının 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un “6 ncı maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.” hükmünü içeren (b) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 12.5.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkanvekili Serruh KALELİ Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 12 Temmuz 2011 – 27992] —— • —— Askeri Yargıtay Kararı Askerî Yargıtay Başkanlığından : ASKERÎ YARGITAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KURULU KARARI Esas No: 2011 / 1 Karar No: 2011 / 1 Karar Tarihi: 06 Haziran 2011 ÖZET : Kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı davranışın, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahatini oluşturduğuna dair. KONU : Kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı davranışın, Askerî Ceza Kanunu’nun (ASCK’nın) 87’nci maddesinin 1’inci fıkrasında yazılı emre itaatsizlikte ısrar suçunu mu yoksa 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahatini mi? oluşturacağı konusundaki farklı içtihatların, Askerî Yargıtay Kanunu’nun 30 ve 31’inci maddeleri ile Askerî Yargıtay İç Tüzüğü’nün 42’nci maddesi uyarınca birleştirilmesi. BAŞVURUDA BULUNAN : Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesi Hâkimi. BAŞVURU NEDENİ VE İSTEM : Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesi Hâkimi, 30.12.2010 tarihli ve 2010/1076 Muh. sayılı başvuru yazısında; Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 09.12.2010 tarihli, 2010/123-120; 21.01.2010 tarihli, 2010/4-3; Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 27.01.2010 tarihli, 2010/170-165; 03.02.2010 tarihli, 2010/320-307; 25.11.2009 tarihli, 2009/2352-2337; Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 26.11.2008 tarihli, 2008/1923-2550; 27.10.2010 tarihli, 2010/2297-2289; Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 21.04.2010 tarihli, 2010/1206-1198; 26.05.2010 tarihli, 2010/1640-1635; 03.11.2010 tarihli, 2010/2320-2307 ve 21.09.2010 tarihli, 2010/2199-2164 Esas ve Karar sayılı kararlarında, birlik komutanlığınca verilen, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere rağmen, anılan yerlerde (Koğuşta, yemekhanede ve tim malzemelik deposunda) sigara içilmesi eylemlerinin, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğu kabul edildiği hâlde, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 16.12.2010 tarihli, 2010/122-122; 07.10.2010 tarihli, 2010/96-94; 27.05.2010 tarihli, 2010/45-52; 11.02.2010 tarihli, 2010/14-13; Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 03.11.2010 tarihli, 2010/2158-2146; 29.09.2010 tarihli 2010/20652063; Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 23.06.2010 tarihli, 2010/1912-1754; 16.06.2010 tarihli, 2010/1870-1734; 18.05.2010 tarihli, 2010/1530-1513; Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 28.09.2010 tarihli, 2010/1921-1939 ve Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 10.03.2010 tarihli, 2010/491-484 Esas ve Karar sayılı kararlarında, sanıkların aynı nitelikteki eylemlerinin ASCK’nın 87’nci maddesinin birinci cümlesinde düzenlenen “emre itaatsizlikte ısrar” suçunu oluşturduğu kabul edildiği için, İçtihatlar arasında oluşan aykırılığın, önceden verilmiş emirlere rağmen kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesi eylemlerinin, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahatini oluşturacağını kabul eden Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 09.12.2010 tarihli, 2010/123-120 Esas ve Karar sayılı kararı doğrultusunda birleştirilmesi talep edildiğinden, Askerî Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu, Başkanlığın 04 Mayıs 2011 tarihli ve GN.SEK.: 2037-414-11 sayılı Genel Kurul toplantı çağrısı uyarınca, 06 Haziran 2011 Pazartesi günü saat 09.30’da, Askerî Yargıtay Başkanı Hâkim Tuğgeneral Hasan DENGİZ Başkanlığında Genel Kurul Toplantı Salonunda toplandı. Yapılan yoklamada, Başkan ve 34 üyenin tamamının hazır olduğu anlaşıldı. Sözcü Üye Genel Sekreter Hâkim Kd.Albay Ersun ÇETİN tarafından hazırlanan 25.02.2011 tarihli rapor ve aralarında aykırılık bulunduğu ileri sürülen içtihatlar okundu. 1600 sayılı Askerî Yargıtay Kanunu’nun 30, 31 ve İç Tüzüğün 42’nci maddeleri uyarınca konunun usul ve esas yönlerinden incelenmesine geçildi. 1. USULE İLİŞKİN İNCELEME : A. BAŞVURU YETKİSİ VE ŞARTLARI : 1600 sayılı Askerî Yargıtay Kanunu’nun 30 ve 31’inci maddeleri ile İç Tüzüğün 42’nci maddesi hükümlerine göre, bir dairenin hukuki bir meselede kendinin yerleşmiş bir içtihadından veya Daireler Kurulunun veya diğer bir dairenin yerleşmiş içtihadından ayrılmak istemesi veya bir daire ile Daireler Kurulunun kararları arasında aykırılık bulunması veya Daireler Kurulunun kendisinin yerleşmiş bir içtihadından ayrılmak istemesi veya Daireler Kurulunun kararları arasında bir aykırılık bulunması hâllerinde, Askerî Yargıtay Başkanı, Daire Başkanları veya Başsavcı içtihatların birleştirilmesini talep edebilecekleri gibi, diğer merci ve kişilerin de içtihatların birleştirilmesi için başvuruda bulunabilecekleri öngörülmüştür. Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesi Hâkimi de kanunda belirtilen “Diğer merci ve kişiler” kavramı içinde yer aldığından, başvurunun geçerli ve usule uygun olduğu kabul edilmiştir. Ancak, Askerî Yargıtay Kanunu’nun 31’inci maddesinin ikinci fıkrasında, diğer merci ve kişiler tarafından gerekçeli olarak yapılan başvuruların görüşülebilmesi, İçtihatları Birleştirme Kurulunun mevcut üye sayısının salt çoğunluğu ile vereceği karar şartına bağlanmıştır. Bu nedenle, içtihatları birleştirme yoluna gidilmesine gerek olup olmayacağının tespit edilmesi şeklinde ortaya çıkan bu ön sorunun çözümü için öncelikle içtihatları birleştirme başvurusunda tarih ve sayıları belirtilmek suretiyle gösterilen ve birbirine aykırı olduğu ileri sürülen içtihatların incelenmesi gerekmiştir. B. BAŞVURU YAZISINDA AYKIRI OLDUĞU İLERİ SÜRÜLEN İÇTİHATLAR : a) Birlik komutanlığınca verilen, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı davranışın, ASCK’nın 87’nci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağına ilişkin kararlar : İçtihatları birleştirme istemine neden olarak gösterilen Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 16.12.2010 tarihli, 2010/122-122; 07.10.2010 tarihli, 2010/96-94; 27.05.2010 tarihli, 2010/45-52 ve 11.02.2010 tarihli, 2010/14-13; Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 03.11.2010 tarihli, 2010/2158-2146 ve 29.09.2010 tarihli, 2010/2065-2063; Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 23.06.2010 tarihli, 2010/1912-1754; 18.05.2010 tarihli, 2010/1530-1513 ve 16.06.2010 tarihli, 2010/1870-1734; Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 28.09.2010 tarihli, 2010/1921-1939; Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 10.03.2009 tarihli, 2009/491-484 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, birlik komutanlığınca verilen, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı hareket ederek, koğuşta sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı kabul edilmiştir. b) Birlik komutanlığınca verilen, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı davranışın, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğuna ilişkin kararlar: Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 09.12.2010 tarihli, 2010/123-120 Esas ve Karar sayılı ilamında, birlik komutanlığınca tebliğ edilen, koğuşta, kademede, iş ocaklarında, araçta, diğer yasaklanan yerler ile otluk ve ormanlık alanlarda sigara içilmesinin yasak olduğuna ilişkin emre rağmen koğuşta; 21.01.2010 tarihli, 2010/4-3 Esas ve Karar sayılı ilamında; birlik komutanlığınca verilen, yemekhane, koridor, çalışma odası, koğuş, tuvalet, depo, silahlık gibi yerlerde sigara içmenin yasak olduğuna ilişkin emre aykırı davranarak, kamu hizmet binası olduğunda kuşku bulunmayan birlik yemekhanesinde, sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmadığı, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 27.01.2010 tarihli, 2010/170-165 Esas ve Karar sayılı ilamında, tim malzeme deposunda; 03.02.2010 tarihli, 2010/320-307 ve 25.11.2009 tarihli, 2009/2352-2337 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, koğuşta; Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 26.11.2008 tarihli, 2008/1923-2550 ve 27.10.2010 tarihli, 2010/2297-2289 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, koğuşta; Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 03.11.2010 tarihli, 2010/2320-2307; 21.09.2010 tarihli, 2010/2199-2164 ve 26.05.2010 tarihli, 2010/1640-1635 sayılı ilamlarında, koğuşta (İkinci kararda koğuş koridorunda); Sigara içtikleri anlaşılan sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmadığı, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. Ancak, bu ilamlara Askerî Yargıtay Başsavcılığınca itiraz edilmesi üzerine, Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 03.11.2010 tarihli, 2010/2320-2307 Esas ve Karar sayılı ilamı dışında kalan diğer kararlar, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunca kaldırılarak, sanıkların eylemlerinin ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı yönünde karar verilmiş; 4’üncü Dairenin sözü edilen kararına yönelik itiraz ise, yukarda içeriğine yer verilen Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 09.12.2010 tarihli, 2010/123-120 Esas ve Karar sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 21.04.2010 tarihli, 2010/1206-1198 sayılı ilamında; Askerî Mahkemece, olaydan önce kendisine tebliğ edilmiş olan emre rağmen, sosyal tesisler restoran bölümünde sigara içtiği belirlenen sanığın eyleminin, kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında “Tütün mamulü tüketmek” kabahatini oluşturduğundan bahisle, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39/1 ve 24’üncü maddeleri uyarınca verilen idari para cezasına yönelik itirazın reddine karar verilmiştir. C. ASKERÎ YARGITAY’IN KONU İLE İLGİLİ SAPTANABİLEN DİĞER İÇTİHATLARI : Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 17.02.2011 tarihli, 2011/15-14; 11.11.2010 tarihli, 2010/113-111; 14.05.2009 tarihli, 2009/73-66; 12.02.2009 tarihli, 2009/19-17; 22.01.2009 tarihli, 2009/7-9; 22.06.2000 tarihli, 2000/131-129; 18.11.1999 tarihli, 1999/224-239 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, koğuşta; 04.06.2009 tarihli, 2009/76-76 Esas ve Karar sayılı ilamında, sivil eşya deposunda; 19.03.2009 tarihli, 2009/34-38 Esas ve Karar sayılı ilamında, havan dershanesinde; 27.05.2010 tarihli, 2010/42-51 Esas ve Karar sayılı ilamında, tim malzeme deposunda, sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı kabul edilmiştir. Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 19.06.2008 tarihli, 2008/133-121 Esas ve Karar sayılı ilamında; Birlik Komutanlığınca ‘Koğuşlarda ve garaj bölgesinde ...’ sigara içilmesinin yasaklandığı, sanığın sigara içtiği koğuş önündeki koridorun, günlük emirde yazılı olan ‘Koğuşlarda’ tabiri kapsamına girmediği, Birlik komutanlığınca sigara içme yasağı ile ilgili yayımlanan emrin, koğuşların dışındaki koridoru da kapsadığı hususunun açık olmadığı, bu nedenlerle sanığın üzerine atılı emre itaatsizlikte ısrar suçunun unsurlarının oluşmadığı” sonucuna varılmıştır. Öte yandan, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 09.05.2002 tarihli, 2002/40-39 Esas ve Karar sayılı ilamında, sanığın sigara içtiği tuvaletin koğuş, depo, garaj, yemekhane gibi yangına neden olabilecek veya kişilerin istirahat etmekte iken hava kirliliği yaratması nedeniyle onların sağlığına zarar verebilecek bir yer olmadığı, yemekhane, depo, koğuş ve benzeri yerlerle kıyaslandığında, emrin amaçladığı personel sağlığı veya yangını önleme gibi nedenlerin tuvalet için geçerli olmadığı, dolayısıyla tuvalette sigara içilmemesi hususunun da emre ilave edilmiş olmasına rağmen emrin bu bölümünün hizmetle bir ilgisinin bulunmadığı, koğuşlar bölgesinde yer alan tuvalette sigara içen sanığın eyleminde emre itaatsizlikte ısrar suçunun unsurlarının bulunmadığına karar verilmiştir. Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 18.05.2010 tarihli, 2010/1361-1354; 28.01.2009 tarihli, 2009/131-207; 17.12.2008 tarihli, 2008/3008-3004; 09.01.2008 tarihli, 2008/77-61; 12.12.2007 tarihli, 2007/2684-2679; 06.06.2007 tarihli, 2007/1116-1113; 29.03.2006 tarihli, 2006/571-561; 10.08.2005 tarihli, 2005/783-789; 16.06.2004 tarihli, 2004/665-662; 10.03.2004 tarihli, 2004/240-231 ve 24.02.2001 tarihli, 2001/328-326 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, koğuşta; 20.04.2004 tarihli, 2004/414-410 ve 22.10.2003 tarihli, 2003/896-895 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, yemekhanede; 22.01.2003 tarihli, 2003/73-72 Esas ve Karar sayılı ilamında, mutfakta; 09.01.2008 tarihli, 2008/51-43 Esas ve Karar sayılı ilamında, garajda; 04.03.2009 tarihli, 2009/518-515 Esas ve Karar sayılı ilamında, kışla içerisindeki askerî araçlarda sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı hareket ederek, askerî araçta, sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı kabul edilmiştir. Öte yandan, Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 11.11.2009 tarihli, 2009/2233-2219 Esas ve Karar sayılı ilamında, yasak olduğuna ilişkin emirlere rağmen, yemekhanede sigara içtiği anlaşılan sanığın eyleminin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmadığı, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 05.11.2008 tarihli, 2008/2752-2746, 05.11.2008 tarihli, 2008/2791-2785 ve 09.07.2008 tarihli, 2008/2130-2131 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, kışla içerisindeki kapalı alanlarda sigara içilmesini yasaklayan emirlerin koğuş dışında yer alan koridorları kapsamadığından bahisle koğuş koridorlarında, yine 04.10.2006 tarihli, 2006/1437-1433 Esas ve Karar sayılı ilamında da; “Bina içerisinde sigara içilmeyecektir” şeklindeki emrin açıkça yemekhaneyi kapsamadığı belirtilerek yemekhanede, sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmadığına karar verilmiştir. Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 18.05.2010 tarihli, 2010/1490-1473; 24.03.2010 tarihli, 2010/759-780; 16.09.2009 tarihli, 2009/1778-1766; 16.09.2009 tarihli, 2009/17711759; 08.07.2009 tarihli, 2009/1451-1445; 10.04.2009 tarihli, 2009/711-709; 10.04.2009 tarihli, 2009/630-690; 01.04.2009 tarihli 2009/612-644; 12.03.2008 tarihli, 2008/608-617; 07.11.2007 tarihli, 2007/1956-1944; 20.12.2006 tarihli, 2006/1734-1712; 04.10.2006 tarihli, 2006/1426-1413; 01.03.2006 tarihli 2006/294-288; 12.01.2005 tarihli, 2005/39-35; 26.05.2004 tarihli, 2004/760-755; 07.05.2003 tarihli, 2003/548-538 ve 08.01.2003 tarihli, 2003/5-3 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, koğuşta; 04.11.2009 tarihli, 2009/2340-2331 Esas ve Karar sayılı ilamında, eğitim merkezi otel kısmında; 17.10.2007 tarihli, 2007/1798-1775 Esas ve Karar sayılı ilamında, hizmet binasında; 29.11.2006 tarihli, 2006/1597-1586 Esas ve Karar sayılı ilamında, biksi mevziinde; 04.10.2006 tarihli, 2006/1416-1403 Esas ve Karar sayılı ilamında, garajda; 15.04.2009 tarihli, 2009/783-773 Esas ve Karar sayılı ilamında, kapalı otoparkta; 04.07.2007 tarihli, 2007/1176-1166; 06.12.2006 tarihli, 2006/1641-1631; 24.11.2004 tarihli, 2004/1474-1457 ve 18.02.2004 tarihli 2004/196-190 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, kışla içerisinde askerî araçlarda sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı hareket ederek askerî araçta, sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı kabul edilmiştir. Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 16.12.2009 tarihli, 2009/2801-2792; 30.04.2008 tarihli, 2008/1034-1136 ve 21.03.2007 tarihli, 2007/488-480 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, sanıklara tebliğ edilen kışla içerisinde kapalı alanlarda sigara içilmesinin yasak olduğuna ilişkin emirlerin yeterince açık olmaması nedeniyle yasağın yemekhane, gazino ve koğuş katlarını kapsadığının söylenemeyeceğinden bahisle sırasıyla yemekhanede, gazinoda ve koğuş katında sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1 maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmayacağına karar verilmiştir (Anılan kararlarda eylemlerin kabahat niteliğinde olduğuna ilişkin değerlendirme bulunmamaktadır). Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 30.12.2009 tarihli, 2009/3005-2999 ve 09.07.2003 tarihli, 2003/805-798 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, sanıkların sigara içtikleri tuvaletin; yemekhane, koğuş, araç içlerinde ve garaj bölgesinde vb. yerlerde yangına neden olabilecek veya kişilerin istirahat etmekte iken hava kirliliği yaratması nedeniyle onların sağlığına zarar verebilecek bir yer olmadığı, tuvalette sigara içilmemesi hususunun emirlerde yer almasına rağmen emrin bu bölümünün askerî hizmetle bir ilgisinin bulunmadığı belirtilerek, tuvalette sigara içen sanıkların eylemlerinin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmadığı sonucuna varılmıştır. Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 21.09.2010 tarihli, 2010/1930-1901; 19.01.2010 tarihli, 2010/147-145; 02.12.2009 tarihli, 2009/3049-3047; 17.11.2009 tarihli, 2009/29502949; 10.11.2009 tarihli, 2009/2867-2866; 10.11.2009 tarihli, 2009/2831-2830; 29.09.2009 tarihli, 2009/2529-2492; 12.05.2009 tarihli, 2009/1302-1283; 24.03.2009 tarihli, 2009/853833; 03.02.2009 tarihli, 2009/355-342; 16.09.2008 tarihli 2008/2292-2092; 12.03.2008 tarihli, 2008/700-682; 05.02.2008 tarihli, 2008/302-298; 09.01.2008 tarihli, 2008/57-50; 12.09.2007 tarihli, 2007/1926-1878; 24.04.2007 tarihli, 2007/994-991; 10.04.2007 tarihli, 2007/858-854; 16.01.2007 tarihli, 2007/78-77; 12.12.2006 tarihli, 2006/1766-1763; 03.10.2006 tarihli, 2006/1519-1515; 13.06.2006 tarihli, 2006/972-969; 28.02.2006 tarihli, 2006/334-333; 12.10.2004 tarihli, 2004/923-914; 08.06.2004 tarihli, 2004/598-590; 21.10.2003 tarihli, 2003/1142-1139; 14.01.2003 tarihli, 2003/52-48 ve 05.12.2000 tarihli, 2000/791-789 Esas ve Karar sayılı ilamlarında,koğuşta; 06.06.2006 tarihli, 2006/931-928 Esas ve Karar sayılı ilamında, yemekhanede; 22.07.2008 tarihli, 2008/2036-2035 Esas ve Karar sayılı ilamında, bölük malzemeliğinde; 24.02.2004 tarihli, 2004/202-198 Esas ve Karar sayılı ilamında, batarya gazinosunda; 12.08.2003 tarihli, 2003/921-911 Esas ve Karar sayılı ilamında, hizmet binası koridorunda; 17.07.2007 tarihli, 2007/1715-1709 Esas ve Karar sayılı ilamında, katlı otoparkta; 23.03.2010 tarihli, 2010/824-818 Esas ve Karar sayılı ilamında, koridorda silahlık nöbetçisinin bulunduğu yerde, sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı kabul edilmiştir. Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 22.07.2008 tarihli, 2008/2036-2035 ve 15.02.2005 tarihli, 2005/210-208 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, sanıklara tebliğ edilen kışla içerisinde kapalı alanlarda sigara içilmesinin yasak olduğuna ilişkin emirlerin yeterince açık olmaması nedeniyle yasağın bölük malzemeliğini ve er gazinosunu kapsadığının söylenemeyeceğinden bahisle, sırasıyla bölük malzemeliğinde ve er gazinosunda sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1 maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmayacağına karar verilmiştir (Anılan kararlarda eylemlerin kabahat niteliğinde olduğuna ilişkin değerlendirme bulunmamaktadır.). Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 05.01.2010 tarihli, 2010/27-24; 18.04.2006 tarihli, 2006/591-589 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, koğuş, yemekhane, depo ve benzeri yerlerle kıyaslandığında, emrin amaçladığı yangını önleme veya personel sağlığı gibi nedenlerin tuvalet için geçerli olmadığı, sigara içilmesi yasaklanan kapalı yerler kapsamına tuvaleti dâhil ederek hizmet bağlantısı kurulmasının emrin ve yasağın çıkarılma sebebiyle uyuşmadığı, dolayısıyla tuvalette sigara içmeyi yasaklamanın hizmete ilişkin bir emir olmadığı belirtilerek, tuvalette sigara içen sanıkların eylemlerinin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmadığı sonucuna varılmıştır. Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 21.07.2009 tarihli, 2009/1813-1794; 17.12.2008 tarihli, 2008/2291-2284; 22.07.2008 tarihli, 2008/1552-1585; 29.04.2008 tarihli, 2008/917915; 15.04.2008 tarihli, 2008/798-788; 22.04.2008 tarihli, 2008/778-841; 18.03.2008 tarihli, 2008/522-523; 30.01.2007 tarihli, 2007/114-113; 19.12.2006 tarihli, 2006/1521-1518; 21.06.2005 tarihli, 2005/747-744; 07.06.2005 tarihli, 2005/694-690; 14.12.2004 tarihli, 2004/1529-1527; 06.05.2003 tarihli, 2003/469-463; 26.10.1999 tarihli, 1999/707-704 ve 13.10.1999 tarihli, 1999/664-661 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, koğuşta; 14.04.2010 tarihli, 2010/1130-1120 Esas ve Karar sayılı ilamında, kışla gazinosunda; 28.01.2003 tarihli, 2003/104-101 Esas ve Karar sayılı ilamında, cephanelik binalarının bulunduğu alanın yakınında; 24.03.2010 tarihli, 2010/877-865; 13.11.2007 tarihli, 2007/1816-1807 ve 14.12.2004 tarihli, 2004/1541-1539 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, kışla içerisinde askerî araçlarda sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı hareket ederek askerî araçta; 04.03.2008 tarihli, 2008/385-391 Esas ve Karar sayılı ilamında, gemi içerisinde sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı hareket ederek gemi güvertesinde sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı kabul edilmiştir. Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 27.05.2008 tarihli, 2008/1190-1181 Esas ve Karar sayılı ilamında, dava dosyasında sanığın tam olarak nerede sigara içtiği konusunda bir bilgi ve belge yer almadığı, koğuşlar bölgesi gibi genel ve sınırları belirsiz bir yerde sigara içilmesinin atılı suçun sübutuna elverişli kanıt olarak kabulüne olanak bulunmadığından bahisle, sanığı sigara içerken yakalayan görevlilerin tanık sıfatıyla ifadelerine başvurulup, tam olarak nerede sigara içtiğinin belirlenmesinden sonra hüküm kurulması gerektiği belirtilerek, Askerî Mahkemece, koğuşlar bölgesinde sigara içmek suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilen sanık hakkındaki mâhkumiyet hükmünün noksan soruşturma yönünden bozulmasına karar verilmiştir. D. İÇTİHAT AYKIRILIĞI BULUNUP BULUNMADIĞI : Başvuru yazısında, Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 25.11.2009 tarihli, 2009/23522337; 27.01.2010 tarihli, 2010/170-165; 03.02.2010 tarihli, 2010/320-307; Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 26.11.2008 tarihli, 2008/1923-2550; 27.10.2010 tarihli, 2010/2297-2289; Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 26.05.2010 tarihli, 2010/1640-1635; 21.09.2010 tarihli, 2010/2199-2164 ve 03.11.2010 tarihli, 2010/2320-2307 Esas Karar sayılı ilamları da aykırı içtihatlar arasında sayılmış ise de; Askerî Yargıtay Başsavcılığınca itiraz edilmesi üzerine, anılan kararlar, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunca kaldırılarak sanıkların eylemlerinin ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı yönünde karar verildiğinden, söz konusu ilamlar içtihatları birleştirmeye konu edilecek kararlar arasında değerlendirilmemiştir. Ancak, yukarıda belirtildiği üzere, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 09.12.2010 tarihli, 2010/123-120; 21.01.2010 tarihli, 2010/4-3 ve Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 11.11.2009 tarihli, 2009/2233-2219 Esas ve Karar sayılı kararlarında, birlik komutanlığınca verilen, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı davranışın, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahatini oluşturduğu görüşü benimsenmiş, geri kalan tüm Daire ve Daireler Kurulu ilamlarında ise, aynı nitelikteki eylemlerin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir. Bu durum karşısında; Daireler Kurulunun 09.12.2010 tarihli, 2010/123-120; 21.01.2010 tarihli, 2010/4-3 ve Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 11.11.2009 tarihli, 2009/2233-2219 Esas ve Karar sayılı ilamları ile yukarıda tarih ve sayıları belirtilen diğer Daire ve Daireler Kurulu kararları arasında içtihat aykırılığı bulunduğuna oy çokluğu ile karar verilmiştir (Başkan Hâkim Tuğgeneral Hasan DENGİZ, Üyeler Hâkim Kd.Albay E. Ozan ODABAŞ, Hâkim Kd.Albay Kemal BAL, Hâkim Kd.Albay Gürcan GÜRDAL, Hâkim Kd.Albay Bilgin AK, Hâkim Kd.Albay Semih PALAVAROĞLU, Dz.Hâkim Kd.Albay Turgut SÖNMEZ, Hâkim Kd.Albay Ersun ÇETİN, Hâkim Kd.Albay Süleyman KAYMAKCI, Hâkim Kd.Albay Tamer USTAOĞLU, Hâkim Kd.Albay Haluk ZEYBEL, Hâkim Yarbay Mehmet AVCIOĞLU ve Hâkim Yarbay Dr.Muharrem KÖSE, bu konuda Askerî Yargıtay Daireler Kurulunca verilen toplam 18 karardan 16’sında, yine Askerî Yargıtay Dairelerince verilen onlarca karardan birisi hariç geri kalanın tamamında, birlik komutanlığınca verilen emirlere aykırı hareket ederek kışla içerisindeki kapalı alanlarda sigara içen sanıkların eylemlerinin ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğunun, buna karşılık 2010 yılı içerisinde verilen iki Daireler Kurulu kararı ile 2009 yılı içerisinde verilen bir Daire kararında, söz konusu eylemlerin, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğunun kabul edilmiş olması karşısında, Askerî Yargıtay’ın uyum ve kararlılık gösteren içtihatlarının, söz konusu eylemlerin ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı yönünde yerleşik bir uygulama hâlini aldığı, konunun bu yönde istikrar kazandığı, bu bağlamda yasanın buyurduğu anlamda içtihat çatışmasının bulunmadığı nazara alınarak içtihatları birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığı görüşü ile karşı oy kullanmışlardır). 2. ESASA İLİŞKİN İNCELEME : A. İÇTİHAT BİRLEŞTİRMESİNİN EYLEMİN İŞLENDİĞİ YER İTİBARIYLA SINIRLANDIRILMASININ GEREKİP GEREKMEDİĞİ SORUNU: Başvuru yazısında belirtilen, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 09.12.2010 tarihli, 2010/123-120 ve 1’inci Dairesinin 11.11.2009 tarihli, 2009/2233-2219 Esas ve Karar sayılı ilamlarında koğuşta, Daireler Kurulunun 21.01.2010 tarihli, 2010/4-3 Esas ve Karar sayılı ilamında, birlik yemekhanesinde sigara içen sanıkların eylemlerinin, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39/1’inci maddesinde düzenlenen “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. Bu üç karar dışında kalan, yukarıda tarih ve sayıları yazılı Daireler Kurulu ve Daire kararlarının tamamı incelendiğinde, içtihat aykırılığının oluştuğu kararlarda suçun işlendiği kamu hizmet binası kapalı alanlarının koğuş ve yemekhane ile sınırlandırılmış olmasına rağmen, diğer kapalı alanlar (Sivil eşya deposu, tim malzeme deposu, hizmet binası, biksi mevzii, erbaş-er gazinosu, garaj ve askerî araç vb.) konusunda aykırılık bulunmaması göz önüne alındığında, kapalı alanlar konusunda koğuş ve yemekhane ile sınırlandırma yapılıp yapılmaması hususunda oylama yapılmış, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinin birinci fıkrasında, hiçbir ayrım yapılmaksızın kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında tütün mamulü tüketen kişiye idari para cezası verileceğinin düzenlenmiş olması karşısında, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarında koğuş, yemekhane vb. sınırlama yapılmasına gerek olmadığına oy çokluğu ile karar verilmiştir (Başkan Hâkim Tuğgeneral Hasan DENGİZ, Üyeler Hâkim Kd.Albay E. Ozan ODABAŞ, Hâkim Kd.Albay Kemal BAL, Hâkim Kd.Albay Gürcan GÜRDAL, Hâkim Kd.Albay Bilgin AK, Hâkim Kd.Albay Semih PALAVAROĞLU, Dz.Hâkim Kd.Albay Turgut SÖNMEZ, Hâkim Kd.Albay Ersun ÇETİN, Hâkim Kd.Albay Süleyman KAYMAKCI, Hâkim Kd.Albay Tamer USTAOĞLU, Hv.Hâkim Yarbay Yavuz ÇOLAK ve Hâkim Yarbay Mehmet AVCIOĞLU, içtihat aykırılığının oluştuğu kararlarda suçun işlendiği kamu hizmet binası kapalı alanlarının koğuş ve yemekhane ile sınırlandırılmış olmasına rağmen, diğer kapalı alanlar (Sivil eşya deposu, tim malzeme deposu, hizmet binası, biksi mevzii, erbaş-er gazinosu, garaj ve askerî araç vb.) konusunda aykırılık bulunmaması karşısında, bu aşamada, İçtihatları Birleştirme Kararının (İBK’nın) aykırı olduğu belirtilen Daireler Kurulunun 2010/4-3 ve 2010/123-120 Esas ve Karar sayılı kararlarında yer alan kışla içerisinde bulunan kamu hizmet binalarından “Koğuş” ve “Yemekhane” ile sınırlandırılması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır). B. AYKIRILIĞIN ESASININ İNCELENMESİ: Bilindiği üzere, emre itaatsizlikte ısrar suçunun düzenlendiği ASCK’nın 87/1’inci maddesinin ilk cümlesi, “Hizmete ilişkin emri hiç yapmayan asker kişiler ... cezalandırılırlar.” hükmünü içermektedir. Buna göre, emre itaatsizlikte ısrar suçunun oluşabilmesi için, ilk olarak “hizmete ilişkin bir emrin” varlığı gereklidir. O hâlde, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlerin hizmete ilişkin bir emir olup olmadığının ve bu emirlere riayet etmeyen sanıkların eylemlerinin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir. Hizmet; TSK İç Hizmet Kanunu’nun 6’ncı maddesinde, “Kanunlarla nizamlarda yapılması veyahut yapılmaması yazılmış olan hususlarla, amir tarafından yazı veya sözle emredilen veya yasak edilen işlerdir”; ASCK’nın 12’nci maddesinde de, “Bu kanunun tatbikatında (hizmet) tabirinden maksat gerek malum ve muayyen olan gerek bir amir tarafından emredilen bir askerî vazifenin madun tarafından yapılmasıdır” şeklinde tanımlanmıştır. TSK İç Hizmet Kanunu’nun 7’nci maddesine göre vazife ise, “Hizmetin icabettirdiği şeyi yapmak veya men ettiği şeyi yapmamak”tır. ASCK’nın 12’nci maddesindeki “Malum ve muayyen olan askerî vazife”yi, kanunlarda yapılması veya yapılmaması açıkça gösterilmiş olan hususlar olarak; “Bir amir tarafından emredilen vazife”yi ise, kanunlarda ve nizamlarda açıkça gösterilmeyip yetkililerin takdirlerine bırakılan hususlar şeklinde anlamak gerekmektedir. Bu düzenlemelere göre, her kademedeki amirin, disiplini sağlamak, hizmetin düzgün, verimli ve kesintisiz bir şekilde yürütülmesini temin maksadıyla, konusu suç oluşturmayan, kanun veya diğer hukuk kurallarıyla düzenlenmemiş konularda düzenleme yapıp emir vermeye yetkili olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak amirin bu yetkisine dayanarak yaptığı her düzenlemenin ve verdiği her emrin, askerî hizmete ilişkin bir emir olduğu söylenemeyeceğinden, bu şekildeki düzenleme ve emirlere aykırı her davranışın ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğunun kabulü de mümkün değildir. Uyuşmazlık konusunda karar verilebilmesi için, bugüne kadar yürürlüğe giren tütün ürünlerinin kullanımını yasaklayan düzenlemelerin de incelenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. 26.11.1996 tarihinde yürürlüğe giren 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun’un 2’nci maddesi, sağlık, eğitim-öğretim ve kültür hizmeti veren yerler ile kapalı spor salonlarında ve toplu taşımacılık yapan her türlü nakil vasıtaları ile bunların bekleme salonlarında, kamu hizmeti yapan kurum ve kuruluşlardan beş veya beşten fazla kişinin görev yaptığı kapalı mekanlarda tütün veya tütün mamullerinin içilmesini yasaklamıştır. Aynı Kanun’un 5’inci maddesinde, yasağa aykırı hareket edenleri, ilgili yerin amir veya yetkilisinin uyarı yazısını göstermek suretiyle yasaya uyması, aksi takdirde o yeri terk etmesi konusunda ikaz etmesi gerektiği; 6’ncı maddesinin ikinci fıkrasında ise, uyarıya rağmen tütün ve tütün mamulü içen kişiye idari para cezası uygulanacağı öngörülmüştür. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Tütün mamullerinin tüketilmesi” başlığını taşıyan 39’uncu maddesinin birinci fıkrasında, kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında tütün mamulü tüketen kişiye, ilgili idari birim amirinin yetkili kıldığı kamu görevlileri tarafından idari para cezası verileceği düzenlenmiştir. 19.01.2008 tarihli ve 26761 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5727 sayılı Kanun’la, 4207 sayılı Kanun’un idari para cezasına ilişkin 6’ncı maddesi dışında kalan tüm hükümleri değiştirilmiş, daha sonra 26.02.2008 tarihli ve 26803 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5739 sayılı Kanun’la da, söz konusu 6’ncı madde ilga edilmiş, 4207 sayılı Kanun’un 2’nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi dışında kalan tüm değişiklikler, 19.05.2008 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Son olarak, 4207 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin ikinci fıkrasını değiştiren, 5’inci maddesinin sekiz, dokuz ve on üçüncü fıkralarını ilga eden 5752 sayılı Kanun da 19.05.2008 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Yapılan tüm bu değişiklikler sonucunda, 19.05.2008 tarihinden itibaren, görev yapan kişi sınırlaması olmaksızın, kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında tütün ürünlerinin tüketilmeyeceği, bu yasağa aykırı hareketin yaptırımının ise, 4207 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin atıfta bulunduğu 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesi gereğince idari para cezası olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Kanunlar tarafından düzenlenmiş kuralların ihlali hâlinde yapılacak işlemler ve bunların sonuçları yine kanunlarda gösterilmiş olup, hangi amaçla olursa olsun, aynı kuralların hizmete ilişkin emir haline getirilip emre itaatsizlik suçlarının konusu yapılması mümkün bulunmamaktadır. Yukarıda açıklanan nedenlerle, birlik komutanlığınca olaydan önce tebliğ edilmiş olan, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına ilişkin emirlere rağmen, anılan yerlerde sigara içtikleri tespit edilen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu değil, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş olup idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahatini oluşturacağı sonucuna varıldığından, içtihatların bu yönde birleştirilmesine oy çokluğu ile karar verildi. SONUÇ : Birlik komutanlığınca verilen, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı davranışın, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahatini oluşturacağına ve bu nedenle aykırı içtihatların Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 21.01.2010 tarihli, 2010/4-3 ve 09.12.2010 tarihli, 2010/123120 Esas ve Karar sayılı kararları istikametinde BİRLEŞTİRİLMESİNE, Başkan Hâkim Tuğgeneral Hasan DENGİZ, Üyeler Hâkim Kd.Albay E. Ozan ODABAŞ, Hâkim Kd.Albay Kemal BAL, Hâkim Kd.Albay Gürcan GÜRDAL, Hâkim Kd.Albay Bilgin AK, Hâkim Kd.Albay Semih PALAVAROĞLU, Dz.Hâkim Kd.Albay Turgut SÖNMEZ, Hâkim Kd.Albay Ersun ÇETİN, Hâkim Kd.Albay Süleyman KAYMAKCI, Hâkim Kd.Albay Tamer USTAOĞLU, Hâkim Kd.Albay Haluk ZEYBEL ve Hâkim Yarbay Mehmet AVCIOĞLU’nun karşı oyu ve oy çokluğu ile (23/12) karar verildi. 6 Haziran 2011 USUL (İÇTİHAT AYKIRILIĞI BULUNUP BULUNMADIĞI) YÖNÜNDEN KARŞI OY GEREKÇESİ Bilindiği üzere, 1600 sayılı Askerî Yargıtay Kanunu’nun 30’uncu maddesinin birinci fıkrasına göre, içtihatların birleştirilmesi yoluna başvurulabilmesi için, bir dairenin hukuki bir meselede kendinin yerleşmiş bir içtihadından veya Daireler Kurulunun veya diğer bir dairenin yerleşmiş içtihadından ayrılmak istemesi veya bir daire ile Daireler Kurulunun kararları arasında aykırılık bulunması veya Daireler Kurulunun kendisinin yerleşmiş bir içtihadından ayrılmak istemesi veya Daireler Kurulunun kararları arasında bir aykırılık bulunması hâllerinden birisinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Doktrinde, içtihatları birleştirme kurumunun hukukun dinamizmini olumsuz yönde etkilediği, oysa yargı içtihatlarının hukukun kaynakları arasında yer aldığı, bu bakımdan belli konuda ve belli bir dönemde içtihatlar arasında meydana gelebilecek her aykırılığın her zaman içtihatları birleştirme yolu ile düzeltilmesi hâlinde, bundan yine hukuk sisteminin zarar görerek hukukun dondurulup kalıplaşabileceği, yargıçların ve yargısal kurulların aynı konuda içtihatlarını geliştirebilmeleri imkânının son bulacağı göz önüne alınarak, bu yola gidilirken son derece titiz ve seçici olunması gerektiği ifade edilmektedir (Baki KURU, İçtihatların Birleştirilmesi Yolu İle İlgili Bazı Sorunlar, Konferans, AÜHF Yayınları No:415, Ankara1977, Tartışmalar: Esat ŞENER, s.52-53; Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, s.66; Seza REİSOĞLU s.71; M.Kürşad COŞKUN, “İçtihatların Birleştirilmesi”, Ankara Barosu Dergisi, S.2001-1, s.133 vd.). Kaldı ki KUNTER de, hukukun kalıplaşmaması ve değişen ihtiyaçlara uydurulabilmesi için aykırı içtihatlara her rastlandığında birleştirmeye gidilmemesi, mümkün olduğunda sadece bizde bulunan “İçtihat birleştirme” kurumunun, yerini “İçtihat değiştirme” kurumuna terk etmesi gerektiğini ileri sürmektedir (Nurullah KUNTER, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul-1989, 9. bası, s.556). Yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu incelendiğinde, bu konudaki tartışmaların şimdi değil, 4207 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 25.11.1996 tarihinden itibaren devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Bu husus, ilk olarak Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 18.11.1999 tarihli, 1999/224209 Esas ve Karar sayılı ilamında tartışılmış olup, anılan kararda, kışla içerisindeki kapalı alanlarda sigara içilmesini yasaklayan emrin, 4207 sayılı Kanun’da belirtilenden (Kendisinin veya başkalarının sağlığını korumaktan) daha farklı ve geniş bir alanı (Yangın, sabotaj ve güvenlik gibi) düzenlediği vurgulanarak, koğuşta sigara içen sanığın eyleminin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı yönündeki askerî mahkeme hükmünü onayan Daire kararına karşı Askerî Yargıtay Başsavcılığınca yapılan itirazın reddine karar verilmek suretiyle, kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı davranışın, ASCK’nın 87’nci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı kabul edilmiştir. Nitekim, 2000 ve 2002 yıllarında da Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’nun 1999 tarihli kararına atıf yapılarak aynı yönde iki karar (22.06.2000 tarihli, 2000/131-129 ve 09.05.2002 tarihli, 2002/40-39 Esas ve Karar sayılı ilamlar) verildiği gibi, Askerî Yargıtay Dairelerinin de yukarıda tarih ve sayıları belirtilen Daireler Kurulu ilamları doğrultusunda onlarca karar verdikleri görülmektedir. Bu konunun 2008 tarihinden sonra daha da tartışılır hâle gelmesi, 4207 sayılı Kanun’da yapılan değişikliklerle, 19.05.2008 tarihinden itibaren görev yapan kişi sınırlaması olmaksızın, kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında tütün ürünleri tüketilemeyeceğinin, buna aykırı hareket edenlerin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesine göre cezalandırılacağının düzenlenmiş olmasındandır. Nitekim, 19.05.2008 tarihinden sonra da bu konuda Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’nca verilmiş olan on beş karardan ikisi (09.12.2010 tarihli, 2010/123-120 ve 21.01.2010 tarihli, 2010/4-3 Esas ve Karar sayılı) hariç on üçünde, aynı şekilde, Askerî Yargıtay Dairelerince verilen onlarca karardan birisi (1’inci Dairenin 11.11.2009 tarihli, 2009/2233-2219 Esas ve Karar sayılı) hariç geri kalanın tamamında, aynı nitelikteki eylemlerin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağının kabul edildiği görülmektedir. Sonuç olarak, bu konuda Askerî Yargıtay Daireler Kurulunca verilen toplam 18 karardan 16’sında, yine Askerî Yargıtay Dairelerince verilen onlarca karardan birisi hariç geri kalanın tamamında, birlik komutanlığınca verilen emirlere aykırı hareket ederek kışla içerisindeki kapalı alanlarda sigara içen sanıkların eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğunun, buna karşılık 2010 yılı içerisinde verilen iki Daireler Kurulu kararı ile 2009 yılı içerisinde verilen bir Daire kararında, söz konusu eylemlerin, 4207 sayılı Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğunun kabul edilmiş olması karşısında, Askerî Yargıtay’ın uyum ve kararlılık gösteren içtihatlarının, söz konusu eylemlerin ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı yönünde yerleşik bir uygulama hâlini aldığı, konunun bu yönde istikrar kazandığı, bu bağlamda yasanın buyurduğu anlamda içtihat çatışmasının bulunmadığı ve içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmesine gerek olmadığı görüşünde olduğumuzdan, çoğunluğun içtihatların birleştirilmesi yönündeki kararına katılmadık. Hasan DENGİZ Hâkim Tuğgeneral Başkan E. Ozan ODABAŞ Hâkim Kd.Albay Üye Kemal BAL Hâkim Kd.Albay Üye Gürcan GÜRDAL Bilgin AK Semih PALAVAROĞLU Hâkim Kd.Albay Üye Hâkim Kd.Albay Üye Hâkim Kd.Albay Üye Turgut SÖNMEZ Dz.Hâkim Kd.Albay Üye Ersun ÇETİN Hâkim Kd.Albay Üye Süleyman KAYMAKCI Hâkim Kd.Albay Üye Tamer USTAOĞLU Hâkim Kd.Albay Üye Haluk ZEYBEL Hâkim Kd.Albay Üye Mehmet AVCIOĞLU Hâkim Yarbay Üye USULE İLİŞKİN AYRIŞIK KARŞI OY GEREKÇESİ : Doktrinde de savunulduğu üzere, içtihatları birleştirme kurumu hukukun dinamizmini olumsuz yönde etkilediği için, istisnai olan bu yola gidilirken son derece titiz ve seçici davranılması gerekir. Belli bir dönemde, görüşmelere katılan üyelerin değişmesi nedeniyle, bazı Askerî Yargıtay Dairelerinin kendi kararları arasında veya Askerî Yargıtay Daireleri ile Daireler Kurulu kararları arasında ya da Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun kendi kararları arasında meydana gelen her aykırılıkta içtihatları birleştirme yoluna gidilmesi, o konuda askerî hakimlerin değişen ihtiyaçlara göre içtihatlarını geliştirme imkânını ortadan kaldıracaktır. Son birkaç yılda, askerî mahal içindeki hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına ilişkin emirlere aykırılığın, ASCK’nın 87’nci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu mu , 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinde düzenlenen “Tütün mamülü tüketmek” kabahatini mi oluşturacağı konusunda bazı Askerî Yargıtay Daireleri ile Daireler Kurulunun kararları arasında farklılıklar mevcut ise de, içtihatları birleştirme yoluna gidilmeden zamanla bu konudaki Askerî Yargıtay içtihadının yerleşeceğini düşündüğümden çoğunluğun içtihatların birleştirilmesi gerektiği yönündeki kararına katılmadım. Muharrem KÖSE Dr.Hakim Yarbay Üye İÇTİHATLARIN BİRLEŞTİRİLMESİNİN EYLEMİN İŞLENDİĞİ YER İTİBARIYLA SINIRLANDIRILMASININ GEREKİP GEREKMEDİĞİ YÖNÜNDEN KARŞI OY GEREKÇESİ Doktrinde ve uygulamada kabul edildiği üzere, içtihatları birleştirme kararları, mahkemelerin bu kararlara uyma zorunluluğu nedeniyle bir ölçüde hukuku kalıplaştırmakta, dondurmaktadırlar. Bu durum, ileriye dönük olarak verilecek tüm yargı kararlarında bağımsız olması gereken hâkimler üzerinde bir bağlılık oluşturmasının yanında, hâkimlerin bağımsız şekilde karar vermelerinin önünde bir engel teşkil edebilecektir. Bu nedenle, içtihatları birleştirme yoluna gidilirken özenli davranılması, kanun koyucu yerine geçilmemesi, içtihatların birleştirilmesi yönünde karar verilmesi hâlinde ise kapsamının dar tutulması gerektiği açıktır. İçtihatları birleştirme istemine neden olarak gösterilen Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’nun 09.12.2010 tarihli, 2010/123-120 ve 1’inci Dairesinin 11.12.2009 tarihli, 2009/2233-2219 Esas ve Karar sayılı ilamlarında, koğuşta; Daireler Kurulu’nun 21.01.2010 tarihli, 2010/4-3 Esas ve Karar sayılı ilamında, birlik yemekhanesinde sigara içen sanıkların eylemlerinin, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. Bu üç karar dışında kalan, yukarıda tarih ve sayıları yazılı 16 adet Daireler Kurulu ve onlarca Daire kararlarının tamamı incelendiğinde, içtihat aykırılığının oluştuğu kararlarda suçun işlendiği kamu hizmet binası kapalı alanlarının koğuş ve yemekhane şeklinde sınırlandırılmış olmasına rağmen, diğer kapalı alanlar (Sivil eşya deposu, tim malzeme deposu, hizmet binası, biksi mevzii, erbaş-er gazinosu, garaj ve askerî araç vb.) konusunda uyuşmazlık bulunmadığı görülmektedir. Bu aşamada, içtihat aykırılığı bulunmayan kapalı alanlarda sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlere aykırı davranışın, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahatini oluşturduğunun kabul edilmesi hâlinde, şu anda öngörülmeyen, kışla içerisinde yer alan silahlık, cephanelik ve benzinlik gibi “kapalı alan” olarak kabul edilmesi ihtimal dâhilinde bulunan mahallerde dahi sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emir vermek mümkün olmayacaktır. Bu durumun da kışlalarda yangın, sabotaj ve buna bağlı olarak oluşacak can ve mal kayıplarına neden olacağı açıktır. Açıklanan nedenlerle, bu aşamada, İçtihatları Birleştirme Kararının, aykırı olduğu belirtilen Daireler Kurulu’nun 2010/4-3 ve 2010/123-120 Esas ve Karar sayılı ilamlarında yer alan kışla içerisinde bulunan kamu hizmet binalarından “Koğuş” ve “Yemekhane” ile sınırlandırılması görüşünde olduğumuzdan, çoğunluk görüşüne katılmadık. Hasan DENGİZ Hâkim Tuğgeneral Başkan E. Ozan ODABAŞ Hâkim Kd.Albay Üye Kemal BAL Hâkim Kd.Albay Üye Gürcan GÜRDAL Hâkim Kd.Albay Üye Bilgin AK Hâkim Kd.Albay Üye Semih PALAVAROĞLU Hâkim Kd.Albay Üye Turgut SÖNMEZ Dz.Hâkim Kd.Albay Üye Ersun ÇETİN Hâkim Kd.Albay Üye Süleyman KAYMAKCI Hâkim Kd.Albay Üye Tamer USTAOĞLU Hâkim Kd.Albay Üye Yavuz ÇOLAK Hv.Hâkim Yarbay Üye Mehmet AVCIOĞLU Hâkim Yarbay Üye ESAS YÖNÜNDEN KARŞI OY GEREKÇESİ Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesi’nin 07.10.2009 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan 07.05.2009 tarihli, 2005/69 Esas ve 2009/61 Karar sayılı kararında, askerlik hizmetinin ulusal güvenliğin sağlanmasındaki belirleyici yeri ve ağırlığının, sivil yaşamda suç oluşturmayan ya da önemsiz görülebilecek cezaları gerektiren kimi eylemlerin suç olarak kabul edilmelerini ve ağır yaptırımlara bağlanmalarını zorunlu kılabileceği kabul edilmiştir. Bu kapsamda, gerek 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu’nda ve gerekse 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İç Hizmet Kanunu’nda Silahlı Kuvvetlerin harp sanatını öğretmek ve öğretmekle vazifeli bulunduğu, bu vazifenin ifası için lazımgelen tesisler ile teşkillerin kurulup, tedbirlerin alınacağı, üste itaatin, hizmet yapılmasında sebat ve gayretin, intizam severliğin, yapılması men edilen şeylerden kaçınmanın her askerin esas vazifesi olduğu kurala bağlanmıştır. Bir başka anlatımla, hizmetten, emirden, amirden, asttan, üstten ve hizmete ilişkin emirden ne anlaşılması gerektiği ve emre itaatsizlikte ısrar edenlerin hangi cezalarla cezalandırılacakları, dolayısıyla suçun esaslı unsurları ve çerçevesi ile cezası yasayla önceden belirlenmiş bulunmaktadır. TSK İç Hizmet Kanunu’nun 6, 7 ve 8’inci maddeleri ile Askerî Ceza Kanunu’nun 12’nci maddesinde yazılı tanımlamalardan çıkan ilk sonuç; emir vermeye yetkili amirlerin hizmetin düzgün, verimli ve kesintisiz bir biçimde yürütülmesini temin etmek maksadıyla, konusu suç teşkil etmeyen, yasa ve diğer hukuk kurallarıyla düzenlenmemiş konularda, somut kural ve prensipler koyabilme yetkisine sahip olduklarıdır. Belirtilen yasal düzenlemelerin içeriğinden çıkan diğer bir sonuç ise, malum ve muayyen hâle getirilerek ilgilisine duyurulan hizmete ilişkin emirlere bilerek ve isteyerek uyulmamasının emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağıdır. 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun’un 1’inci maddesinde, Kanunun amacı, “Kişileri tütün ve tütün mamullerinin zararlarından, bunların alışkanlıklarını özendirici reklam, tanıtım ve teşvik kampanyalarından koruyucu tertip ve tedbirler almak” şeklinde gösterilmiş iken, 5727 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile, “Kişileri ve gelecek nesilleri tütün ürünlerinin zararlarından, bunların alışkanlıklarını özendirici reklam, tanıtım ve teşvik kampanyalarından koruyucu tertip ve tedbirleri almak ve herkesin temiz hava soluyabilmesinin sağlanması yönünde düzenlemeler yapmak” şeklinde değiştirilmiştir. Bu bağlamda, kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında tütün ürünlerinin tüketilmesini yasaklayan 4207 sayılı Kanun’da değişiklik yapan 5727 sayılı Kanun ile bu Kanunun ceza hükümleri yönünden atıfta bulunduğu Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinin amacının; tütün ve tütün ürünlerinin zararlarından kişileri ve gelecek nesilleri korumak, konusunun; genel sağlık, yasağa aykırı hareketin yaptırımının ise idari para cezası olduğu hususunda duraksama bulunmamaktadır. Sonuç olarak, 4207 sayılı Kanun’un ilk hâlinde “Kamu hizmeti yapan kurum ve kuruluşlardan beş veya beşten fazla kişinin görev yaptığı kapalı mekânlar” şeklindeki yasaklama alanının, daha sonra yapılan değişikliklerle, “Kamu hizmet binalarının kapalı alanları” şeklinde genişletilerek, kamu hizmet binaları yönünden görev yapan kişi sınırlamasının yanı sıra, idari para cezasının uygulanması yönünden de uyarı ön şartının kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan yukarıda tarih ve sayıları belirtilen tüm içtihatlarda, birlik komutanlıklarınca hazırlanan kaza önleme talimatı ve günlük emirlerin içeriğinde, emniyetin sağlanmasına ve kazaların önlenmesine yönelik düzenlemelerin bulunduğu, özellikle bu emirlerde birlik içinde yangına sebep olabilecek koğuş, yemekhane, dershane, cephanelik, silahlık, malzemelik (depo), araç, garaj, kapalı otopark, benzinlik gibi yerler sayılmak suretiyle, bu alanlarda sigara içilmesinin yasaklandığı görülmektedir. Kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında (Koğuş, yemekhane, dershane, hizmet binası, erbaş-er gazinosu, cephanelik, silahlık, malzemelik, askerî araç, garaj, kapalı otopark, benzinlik vb.) sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik emirlerin, koğuşlarda bulunan yatak, nevresim, battaniye, kıyafet gibi malzemenin niteliği ve çok sayıda asker kişi tarafından topluca kullanılıyor olması, keza silahlık, malzemelik, cephanelik, garaj gibi yerlerde muhafaza edilen malzemenin niteliği (Yanıcı, parlayıcı, patlayıcı) dikkate alındığında, disiplin, güvenlik, yangın ve sabotajdan korunma gibi, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’un düzenleniş amacını aşan, can ve mal güvenliğinin sağlanması gibi daha geniş bir alanı düzenlediği, koruduğu hukuki menfaatin de farklı olduğu hususunda kuşku yoktur. Öte yandan, askerî disiplinin temini maksadıyla kışla içerisindeki açık alanlarda (İçtima, eğitim, spor vb. alanları) sigara içilmesinin yasak olduğu yönünde verilen emirlerin askerî hizmete ilişkin olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bu nitelikteki emirleri yerine getirmeyen asker kişilerin eylemlerinin, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmasına karşılık, yine kışla hudutları içerisinde yer alan ve daha fazla tehlikelilik arz eden kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesi eylemlerinin, yaptırımı yalnızca idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati niteliğinde kabul edilmesinin de bir çelişki yaratacağında şüphe bulunmamaktadır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; birlik komutanlığınca tebliğ edilen kışla içerisindeki kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında sigara içilmesinin yasaklanmasına ilişkin emirlerin hizmete ilişkin olduğu ve bu emirlere aykırı davranışların emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu düşüncesinde olduğumuzdan, aynı nitelikteki eylemleri 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanuna muhalefet ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39’uncu maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş idari para cezasını gerektiren “Tütün mamulü tüketmek” kabahati kapsamında değerlendiren çoğunluk kararına katılmadık. Hasan DENGİZ Hâkim Tuğgeneral Başkan E. Ozan ODABAŞ Hâkim Kd.Albay Üye Kemal BAL Hâkim Kd.Albay Üye Gürcan GÜRDAL Bilgin AK Hâkim Kd.Albay Üye Hâkim Kd.Albay Üye Semih PALAVAROĞLU Hâkim Kd.Albay Üye Turgut SÖNMEZ Dz.Hâkim Kd.Albay Üye Ersun ÇETİN Hâkim Kd.Albay Üye Süleyman KAYMAKCI Hâkim Kd.Albay Üye Tamer USTAOĞLU Hâkim Kd.Albay Üye Haluk ZEYBEL Hâkim Kd.Albay Üye Mehmet AVCIOĞLU Hâkim Yarbay Üye [R.G. 14 Temmuz 2011 – 27994] —— • —— Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2007/2 Karar Sayısı : 2011/13 Karar Günü: 13.1.2011 İPTAL DAVASINI AÇANLAR: 1) Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri Ali TOPUZ ve Haluk KOÇ ile birlikte 118 Milletvekili (E. 2006/168) 2) Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri Haluk KOÇ ve Oya ARASLI ile birlikte 122 Milletvekili (E. 2007/2) İPTAL DAVASININ KONUSU: 31.10.2006 günlü, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun; 1) 4. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarının, 2) 5. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarının, 3) 6. maddesinin üçüncü fıkrasının, 4) 8. maddesinin birinci fıkrasının, 5) 9. maddesinin ikinci fıkrasının, 6) 15. maddesinin, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 11., 45. ve 123. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ A- İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren 25.12.2006 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “III. GEREKÇE 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun 15 inci Maddesinin Birinci Fıkrasındaki “Özel hukuk tüzelkişilerine” İbaresinin Anayasa’ya Aykırılığı 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun “Yetki devri” başlıklı 15 inci maddesinin iptali istenen ibareyi de içeren birinci fıkrasında “Bakanlık gerekli gördüğü hâllerde, 5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerde belirtilen yetkilerini, kısmen veya tamamen Birliğe, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere; şartları belirlenmek kaydıyla, süreli veya süresiz olarak devredebilir.” denilmiştir. Bu hükme göre Tarım ve Köyişleri Bakanlığı; - tohumlukların üretimine izin verilmesi(5553 sa.K. m.5), -tohumluk sınıflarına göre yetiştirilen ve üretilen tohumluklar, sertifikasyon işlemine tâbi tutulması ve tohumlukların ithal edilmesi ve ihracına izin verilmesi(5553 sa.K. m.6), -tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek veya tüzel kişilerin yetkilendirilmesi ve denetlenmesi (5553 sa.K.m.7) ve -ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğunun denetlenmesi (5553 sa.K.m.8), konularında haiz olduğu yetkilerini, gerekli gördüğü hallerde kısmen veya tamamen Türkiye Tohumcular Birliğine, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere; şartları belirlenmek kaydıyla, süreli veya süresiz olarak devredebilecektir. Tohumculuk sektörümüz; hububat, kimi yem bitkileri ve birkaç tarla bitkisi dışında “üstün verimli ve üstün nitelikli bitki çeşitleri ıslahı ve bunların tohumlarının geliştirilerek üretilmesinin çok büyük ölçüde yabancı ülkeler tarafından yapılması” nedenleri ile esasen ileri ülke teknolojilerine bağımlı durumdadır. Ülkenin hububat tohumunun tümüne yakını ile yem bitkisi ve pamuk tohumunun bir kısmı Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı TİGEM işletmelerinde üretilmekte, geri kalan tüm tarla ürünleri ile bağ-bahçe (sebze-meyve) ürünleri tohum ve tohumlukları özel kesim tarafından üretilmektedir. Yerli koşullarımızda yeterince üstün çeşit ıslahı ve onların tohumluğunun üretimi başarılamadığı için, zorunlu olarak özel kesim yabancı ülkelerde ıslah edilmiş çeşitlerin tohumluklarını getirmekte ve üreticiye aktarmaktadır. Bir yandan ıslah edilmiş çeşitlerin ilk melezleri olan F-1 hibritleri ithal edilerek doğrudan üreticiye satılmakta, bir yandan da ana-baba hatları, ebeveynleri getirilerek bunlardan ülke içerisinde F-” ler elde edilmekte ve pazarlanmaktadır. Özetlenen bu süreç, çeşit ve çeşit tohumu geliştirme konusunda ülkemizin yeterince gelişememesi ve ileri ülkeler düzeyinde araştırma ve ıslah yapamaması, çeşit ve onların tohumlarını üretilmemesinin doğal sonucudur. Tanımlanan bu süreçte, ülke koşullarında tohum üretmek gibi önemli fonksiyon gören özel sektör olduğu gibi, sadece ithalat yapıp tohum satan özel sektör de vardır. Belirtildiği üzere bu işleyiş, bütünüyle tohum teknolojisinin yabancıların tekelinde olmasının sonucudur. Ancak bu konunun ekonomik bağımsızlıkla bağdaşmayan yanı, “ülkede hangi tohumun üretileceğine kimin karar vereceği” noktasındadır. 5553 sayılı Kanunun on beşinci maddesinin iptali istenen ibareyi de içeren birinci fıkrasında Kanunun 5 inci maddesine yapılan atıfla, tohumluk üretimiyle ilgili beşinci maddede kamuya tanınan “üretim izni yetkilerinin”, diğer kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, tohumculukla ilgili Birlikler ve “özel hukuk tüzel kişilerine” devredilebileceği öngörülmektedir. Kamuda bulunan üretim izninin tohumculuk firmalarını tanımlayan özel hukuk tüzel kişilerine devredilmesi, bu alana egemen olan birkaç gelişmiş ülkenin uluslar üstü ve tekelleşmiş firmalarının ülke içi tohum üretimine karar vermeleri gibi, ekonomik dolayısıyla ulusal bağımsızlıkla bağdaşamayacak vahim sonuçlara yol açabilecektir. Her ne kadar dünya tohumculuğuna sayısı sınırlı bu ülke ve firmalar damga vuruyor ise de, Türkiye’de hangi ürünlerin hangi tohumluklarının, hangi koşullarda üretileceğine ulus adına Türkiye Tarım ve Köyişleri Bakanlığı karar vermektedir Anayasa’nın başlangıç kısmı Türk milli menfaatlerine aykırı hiçbir mülahazanın korunma göremeyeceğini ve 5 inci maddesi de Türk Milletinin bağımsızlığını vurgulamaktadır. Bu kavramlar dar bir çerçeve içinde yorumlanamaz. Bağımsızlık, Büyük Atatürk’ün dediği gibi tam bağımsızlıktır. Bunun içerisinde siyasal bağımsızlık yanında ekonomik bağımsızlık da mevcuttur. Oysa iptali istenen ibare, ülkede hangi tohumun üretileceğine karar verme yetkisini dünyada tekel kurmuş yabancıların ortağı olan veya Türkiye ofisi niteliği taşıyan ve bu niteliği gereği yabancının dediğini yapmak zorunda bulunan özel firmalara devredilmesine olanak tanımakta, gelecekte o tekellerin yararları neyi gerektiriyor ise o tohumların üretimine izin verilmesi gibi sonuçları da kaçınılmaz kılmaktadır. Bu nedenle söz konusu düzenleme, Anayasa’nın başlangıç kısmına ve 5 inci maddesine aykırı bir düzenlemedir. Öte yandan, Anayasamızın 2 nci maddesinde yer alan sosyal hukuk devleti ile Başlangıç kısmında yer alan Atatürk ilkeleri arasında köklü bir bağlantı bulunmaktadır. Anayasa’nın öngördüğü sosyal devlet, diğer nitelikleri yanında, ekonomik yaklaşımlarında kamu girişimlerine ağırlık veren ve milli ekonomiyi bu anlayışla düzenleyen bir devlettir. Prof. Dr. Suna KİLİ’nin Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli adlı yazısının sonunda ATATÜRKÇÜLÜK ve ATATÜRK DEVRİM MODELİ başlıklı bölümünde Atatürk Devrim mode1inin özellikleri birer birer sayılmakta; “Cumhuriyetçilik, Ulusçuluk, Halkçılık anlatıldıktan sonra Atatürkçülük çağdaş olma amacında devleti baş görevli sayar. Devlet yasalarla, üst yapıda yapılan değişikliklerle sağlanan hakları, altyapıda gerçekleştirilecek değişikliklerle, sağlanacak olanaklarla desteklenmedikçe, güçlendirilmedikçe halkın korunması, geleneksel toplum yapısının değiştirilmesi o1anaksızdır. DEVLET EKONOMİYE HEM DÜZENLEYİCİ HEM DE İŞLETMECİ OLARAK GİRECEK, ekonomiyi tüm ulusun, halkın yararına yönlendirecektir” cümleleri yer almaktadır. Prof. Dr. Hamza EROĞLU’nun Atatürk ve Devletçilik adlı yapıtının 102 nci sahifesinde “Anayasamızda zikredilmese bile, devletçilik bir politik uygulama olarak sosyal devlet sıfatı ile varlığını devam ettirmektedir. Sosyal devletin Anayasamızda öngörülen görevleri yerine getirebilmesi, devlet yetkilerini arttırması, teşkilat kurarak hizmetleri gerçekleştirmesi gerekir. Türk Anayasasında yer alan sosyal ve iktisadi haklar ve ödevler, liberal bir devlet anlayışı ile yerine getirilemez” ifadesi yer almaktadır. “Bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumları benimseyen, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yasaların üstünde Anayasa’nın ve yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. <<Yasaların kamu yararına dayanması>> gereği kuşkusuz hukuk devletinin temel değerlerinden birini oluşturmaktadır. Ekonomik dolayısıyla ulusal bağımsızlıkla bağdaşamayan böyle bir düzenlemenin yöneldiği hedefin Ulusun genel yararları ve tarımın gelişme amaçları olmaması nedeniyle kamu yararına aykırı düşeceği açıktır. Kamu yararı amacına yönelmemiş olan bir düzenlemenin de, hukuk devleti ilkesine ve dolayısıyla Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı düşeceği açıktır. 5553 sayılı Kanunun “Tohumluk ticareti” başlıklı 7 nci maddesine göre; yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilmesi, tohumlukların ithal edilmesi ve ihracı Bakanlığın iznine tâbidir. Bu Kanunun on beşinci maddesinin iptali istenen ibareyi de içeren birinci fıkrasında Kanunun 7 nci maddesine yapılan atıfla, Bakanlığa tanınan bu yetkilerin de, “özel hukuk tüzel kişilerine” devredilebileceği öngörülmektedir. Üretim izninin devrine ilişkin olan ve yukarıda açıklanmaya çalışılan sakıncalar, tohumluk, ticareti, ithalatı ve ihracatı konusundaki yetki devrinde de aynen geçerlidir. Belirtilen gerekçelerle, tekelleşmiş yabancı firmaların yönetebileceği özel firmalara bu türden dış ticaret yetkilerinin devredilmesi, özel firma hatta yabancı özel firma yararına ithalat ve ihracat gibi sonuçları her zaman doğurabilir. Açıklanan nedenle, Kanunun “altıncı maddesindeki ithalat ve ihracat izni verilmesi yetkilerinin özel hukuk tüzel kişilerine devrini öngören” düzenleme Anayasa’nın 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırıdır. 5553 sayılı Kanunun “Piyasa denetimi” başlığını taşıyan 8 inci maddesinin birinci fıkrasında, tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek veya tüzel kişilerin Bakanlık tarafından yetkilendirilip denetleneceği; ikinci fıkrasında da ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğunun da yine Bakanlıkça denetleneceği hükme bağlanmıştır. Bu Kanunun on beşinci maddesinin iptali istenen ibareyi de içeren birinci fıkrasında Kanunun 7 nci maddesine yapılan atıfla, Bakanlığa tanınan bu yetkilerin de, “özel hukuk tüzel kişilerine” devredilebileceği öngörülmektedir. Yukarıda etraflıca açıklanan sakıncalar yani üretim izni yetkilerinin ve tohumluk, ticareti, ithalatı ve ihracatı konusundaki yetkilerin özel sektöre devrindeki sakıncalar, “denetim görevinde de” aynen geçerlidir. Zira, bu tür bir yetkinin, süreçte tekelleşmiş yabancıların etkili olacakları bir özel kesim gurubuna bırakılması, denetimin o yabancı ve yerli firmaların yararları doğrultusunda işletilmesi sonucunu doğurabilir. Prof. Dr. Tarık Zafer TUNAYA Siyasal Kurumlar ve Anayasa, Hukuku adlı yapıtının 449 uncu sahifesinde SOSYAL DEVLETİ şöyle anlatmaktadır : Sosyal devlet, kişiyi ekonomik hayatta yenik bırakmayan devlettir. Bu devlet ekonomik hayatı düzenler. Nitekim fiyat iniş çıkışlarını, yatırım oranlarını, insan gücü kullanımını, dış ticaret dengesini kontrol eder ve sorumluluk yüklenir. Plancıdır, kamu kesimine ağırlık verir. Bu Devleti, üretim araçlarının özel sahipleri tek ve hakim kudret olarak kontrol edemezler. Aksine Devlet onları kontrol etmekle ödevlidir. Yatırımları saptayan kararlara hakim olamazlar. Fakat, özel kesim vardır. Kamu kesimine oranla ikinci plandadır. Devlet özel kesimin kontrolü altına girmesi, sosyal niteliğini kaybeder. Bu nedenle, denetim yetkisinin Bakanlığın ve kamu kurum ve kuruluşlarının elinde bulunması söz konusu olayda sosyal devlet ilkesinin devlete yüklediği görevlerin yerine getirilmesi bakımından gerekli görülmektedir. Kanunun altıncı maddesinde tanımlanan “sertifikasyon görevindeki yetki” tümüyle teknik nitelikli bir hizmet olduğundan, diğer yetkilerin özel sektöre devrinin iptal edilmesi halinde, bu tür bir yetkinin diğer yetkilerle donatılmadan özel hukuk tüzelkişilerine devri de açıkça görüleceği gibi sakıncalı olacaktır. Belirtilen nedenlerle söz konusu yetki devri Anayasa’nın 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırı düşmektedir. Diğer taraftan, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların korunması ve desteklenmesi Devletin ödevidir. Bu ödev, Anayasa’nın 45 inci maddesinde düzenlenmiştir. Devletin bu konudaki görevinin amacı; Tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması yapmak, bu plana uygun bitkisel ve hayvansal üretimi artırmaktır. Tarımsal üretim planlamasının tohumlukların üretimini de kapsadığı açıktır. Bu bakımdan söz konusu yetki devri, Anayasa’nın 45 inci maddesine de aykırı düşmektedir. Bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle, 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun 15 inci Maddesinin birinci fıkrasındaki “Özel hukuk tüzelkişilerine” İbaresi Anayasa’nın 2 nci,5 inci , 11 inci ve 45 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun15 inci maddesinin birinci fıkrasındaki “Özel hukuk tüzelkişilerine” ibaresi, Anayasa’nın hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ile bağdaşmadığından ve ülkede hangi tohumun üretileceğine karar verme yetkisini dünyada tekel kurmuş yabancıların ortağı olan veya Türkiye ofisi niteliği taşıyan ve bu niteliği gereği yabancının dediğini yapmak zorunda bulunan özel firmalara devredilmesine olanak tanıyarak gelecekte o tekellerin yararları neyi gerektiriyor ise o tohumların üretimine izin verilmesi gibi sonuçları da kaçınılmaz kıldığından ekonomik bağımsızlığı zedeleyici sonuçlara da yol açtığı için, sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve zararların doğabileceğinden iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulması istemi ile Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmıştır. Arz ve izah olunan nedenlerle, iptali istenen kurallar hakkında yürürlüklerinin durdurulması da istenerek iptal davası açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasındaki “Özel hukuk tüzelkişilerine” İbaresi Anayasa’nın 2 nci, 5 inci, 11 inci ve 45 inci maddelerine aykırı olduğundan iptaline ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” B- İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren 5.1.2007 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “III. GEREKÇE 1) 31.10.2006 Tarih ve 5553 Sayılı Tohumculuk Kanununun 4 üncü Maddesinin Üçüncü ve Dördüncü Fıkralarının; 5 inci Maddesinin İkinci ve Dördüncü Fıkralarının; 6 ncı Maddesinin Üçüncü Fıkrasının; 8 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının; 9 uncu Maddesinin İkinci Fıkrasının; 15 inci Maddesinin Dördüncü Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı Anayasanın 8 inci maddesinde, yürütme yetki ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ifade edilmiştir. Anayasada gösterilen ayrık haller dışında, yürütmenin yasa ile ilkeleri, genel kuralları belirlenmemiş bir alanda asli düzenleme yapma yetkisi yoktur. Asli düzenleme yetkisi Anayasanın 7 nci maddesinde yasama organına verilmiştir ve bu yetki devredilemez. Devredilmesi halinde ise, kaynağını Anayasadan almayan bir yetki görünümüne girer ve Anayasanın 7 nci maddesinin yanı sıra 6 ncı maddesine de aykırı düşer. Böyle bir durumun Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen hukuk devleti ve 11 inci maddesinde ifade edilen Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle çelişeceği de açıktır. Yukarıda sıralanan hükümlerde belirtilen konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilmektedir. Ancak, yürütmeye düzenleme yetkisi bırakılan alanlarla ilgili olarak genel esasların, ilkelerin yasada gösterilmediği yani asli düzenlemenin yasa ile yapılmadığı da görülmektedir. Söz konusu hükümlerde yürütmeye düzenleme yetkisinin yasa ile verilmiş olmasının, bu alanlarda asli düzenlemenin yapılmış olduğu anlamına gelmeyeceği açıktır. Bu durumda, iptali istenen hükümlerde yürütmeye verilen düzenleme yetkisinin, yasamaya tanınmış ve devredilemez olan asli düzenleme yetkisinin devri niteliğini taşıdığında ve Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı düştüğünde kuşku yoktur. Bu nedenle söz konusu hükümlerin iptali gerekmektedir. 2) 31.10.2006 Tarih ve 5553 Sayılı Tohumculuk Kanununun 15 inci Maddesinin Birinci, İkinci ve Üçüncü Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun “Yetki devri” başlıklı 15 inci maddesinin birinci fıkrasında “Bakanlık gerekli gördüğü hâllerde, 5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerde belirtilen yetkilerini, kısmen veya tamamen Birliğe, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere; şartları belirlenmek kaydıyla, süreli veya süresiz olarak devredebilir.” denilmiştir. Bu hükme göre Tarım ve Köyişleri Bakanlığı; - tohumlukların üretimine izin verilmesi(5553 sa.K. m.5), - tohumluk sınıflarına göre yetiştirilen ve üretilen tohumluklar, sertifikasyon işlemine tâbi tutulması ve tohumlukların ithal edilmesi ve ihracına izin verilmesi(5553 sa. K. m.6), - tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek veya tüzel kişilerin yetkilendirilmesi ve denetlenmesi (5553 sa.K.m.7) ve - ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğunun denetlenmesi(5553 sa. K.m.8), konularında haiz olduğu yetkilerini, gerekli gördüğü hallerde kısmen veya tamamen Türkiye Tohumcular Birliğine, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere; şartları belirlenmek kaydıyla, süreli veya süresiz olarak devredebilecektir. Tohumculuk sektörümüz; hububat, kimi yem bitkileri ve birkaç tarla bitkisi dışında “üstün verimli ve üstün nitelikli bitki çeşitleri ıslahı ve bunların tohumlarının geliştirilerek üretilmesinin çok büyük ölçüde yabancı ülkeler tarafından yapılması” nedenleri ile esasen ileri ülke teknolojilerine bağımlı durumdadır. Ülkenin hububat tohumunun tümüne yakını ile yem bitkisi ve pamuk tohumunun bir kısmı Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı TİGEM işletmelerinde üretilmekte, geri kalan tüm tarla ürünleri ile bağ-bahçe (sebze-meyve) ürünleri tohum ve tohumlukları özel kesim tarafından üretilmektedir. Yerli koşullarımızda yeterince üstün çeşit ıslahı ve onların tohumluğunun üretimi başarılamadığı için, zorunlu olarak özel kesim yabancı ülkelerde ıslah edilmiş çeşitlerin tohumluklarını getirmekte ve üreticiye aktarmaktadır. Bir yandan ıslah edilmiş çeşitlerin ilk melezleri olan F-1 hibritleri ithal edilerek doğrudan üreticiye satılmakta, bir yandan da ana-baba hatları, ebeveynleri getirilerek bunlardan ülke içerisinde F-“ ler elde edilmekte ve pazarlanmaktadır. Özetlenen bu süreç, çeşit ve çeşit tohumu geliştirme konusunda ülkemizin yeterince gelişememesi ve ileri ülkeler düzeyinde araştırma ve ıslah yapamaması, çeşit ve onların tohumlarını üretilmemesinin doğal sonucudur. Tanımlanan bu süreçte, ülke koşullarında tohum üretmek gibi önemli fonksiyon gören özel sektör olduğu gibi, sadece ithalat yapıp tohum satan özel sektör de vardır. Belirtildiği üzere bu işleyiş, bütünüyle tohum teknolojisinin yabancıların tekelinde olmasının sonucudur. Ancak bu konunun ekonomik bağımsızlıkla bağdaşmayan yanı, “ülkede hangi tohumun üretileceğine kimin karar vereceği” noktasındadır. 5553 sayılı Kanunun on beşinci maddesinin iptali istenen ibareyi de içeren birinci fıkrasında Kanunun 5 inci maddesine yapılan atıfla, tohumluk üretimiyle ilgili beşinci maddede kamuya tanınan “üretim izni yetkilerinin”, diğer kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, tohumculukla ilgili Birlikler ve özel hukuk tüzel kişilerine devredilebileceği öngörülmektedir. Kamuda bulunan üretim izninin tohumculuk firmalarını tanımlayan özel hukuk tüzel kişilerine devredilmesi, bu alana egemen olan birkaç gelişmiş ülkenin uluslar üstü ve tekelleşmiş firmalarının ülke içi tohum üretimine karar vermeleri gibi, ekonomik dolayısıyla ulusal bağımsızlıkla bağdaşamayacak vahim sonuçlara yol açabilecektir. Her ne kadar dünya tohumculuğuna sayısı sınırlı bu ülke ve firmalar damga vuruyor ise de, Türkiye’de hangi ürünlerin hangi tohumluklarının, hangi koşullarda üretileceğine ulus adına Türkiye Tarım ve Köyişleri Bakanlığı karar vermektedir Anayasanın başlangıç kısmı Türk milli menfaatlerine aykırı hiçbir mülahazanın korunma göremeyeceğini ve 5 inci maddesi de Türk Milletinin bağımsızlığını vurgulamaktadır. Bu kavramlar dar bir çerçeve içinde yorumlanamaz. Bağımsızlık, Büyük Atatürk’ün dediği gibi tam bağımsızlıktır. Bunun içerisinde siyasal bağımsızlık yanında ekonomik bağımsızlık da mevcuttur. Oysa iptali istenen ibare, ülkede hangi tohumun üretileceğine karar verme yetkisini dünyada tekel kurmuş yabancıların ortağı olan veya Türkiye ofisi niteliği taşıyan ve bu niteliği gereği yabancının dediğini yapmak zorunda bulunan özel firmalara devredilmesine olanak tanımakta, gelecekte o tekellerin yararları neyi gerektiriyor ise o tohumların üretimine izin verilmesi gibi sonuçları da kaçınılmaz kılmaktadır. Bu nedenle söz konusu düzenleme, Anayasanın başlangıç kısmına ve 5 inci maddesine aykırı bir düzenlemedir. Öte yandan, Anayasamızın 2 nci maddesinde yer alan sosyal hukuk devleti ile Başlangıç kısmında yer alan Atatürk ilkeleri arasında köklü bir bağlantı bulunmaktadır. Anayasanın öngördüğü sosyal devlet, diğer nitelikleri yanında, ekonomik yaklaşımlarında kamu girişimlerine ağırlık veren ve milli ekonomiyi bu anlayışla düzenleyen bir devlettir. Prof. Dr. Suna KİLİ’nin Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli adlı yazısının sonunda ATATÜRKÇÜLÜK ve ATATÜRK DEVRİM MODELİ başlıklı bölümünde Atatürk Devrim mode1inin özellikleri birer birer sayılmakta; “Cumhuriyetçilik, Ulusçuluk, Halkçılık anlatıldıktan sonra Atatürkçülük çağdaş olma amacında devleti baş görevli sayar. Devlet yasalarla, üst yapıda yapılan değişikliklerle sağlanan hakları, altyapıda gerçekleştirilecek değişikliklerle, sağlanacak olanaklarla desteklenmedikçe, güçlendirilmedikçe halkın korunması, geleneksel toplum yapısının değiştirilmesi o1anaksızdır. DEVLET EKONOMİYE HEM DÜZENLEYİCİ HEM DE İŞLETMECİ OLARAK GİRECEK, ekonomiyi tüm ulusun, halkın yararına yönlendirecektir” cümleleri yer almaktadır. Prof. Dr. Hamza EROĞLU’nun Atatürk ve Devletçilik adlı yapıtının 102 nci sahifesinde “Anayasamızda zikredilmese bile, devletçilik bir politik uygulama olarak sosyal devlet sıfatı ile varlığını devam ettirmektedir. Sosyal devletin Anayasamızda öngörülen görevleri yerine getirebilmesi, devlet yetkilerini arttırması, teşkilat kurarak hizmetleri gerçekleştirmesi gerekir. Türk Anayasasında yer alan sosyal ve iktisadi haklar ve ödevler, liberal bir devlet anlayışı ile yerine getirilemez” ifadesi yer almaktadır. “Bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumları benimseyen, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yasaların üstünde Anayasanın ve yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. <<Yasaların kamu yararına dayanması>> gereği kuşkusuz hukuk devletinin temel değerlerinden birini oluşturmaktadır. Ekonomik dolayısıyla ulusal bağımsızlıkla bağdaşamayan böyle bir düzenlemenin yöneldiği hedefin kamu yararı olmadığı ortadadır. Kamu yararı amacına yönelmemiş olan bir düzenlemenin de, hukuk devleti ilkesine ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düşeceği açıktır. 5553 sayılı Kanunun “Tohumluk ticareti” başlıklı 7 nci maddesine göre; yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilmesi, tohumlukların ithal edilmesi ve ihracı Bakanlığın iznine tâbidir. Bu Kanunun on beşinci maddesinin birinci fıkrasında Kanunun 7 nci maddesine yapılan atıfla, Bakanlığa tanınan bu yetkilerin de, “özel hukuk tüzel kişilerine” devredilebileceği öngörülmektedir. Üretim izninin devrine ilişkin olan ve yukarıda açıklanmaya çalışılan sakıncalar, tohumluk, ticareti, ithalatı ve ihracatı konusundaki yetki devrinde de aynen geçerlidir. Belirtilen gerekçelerle, tekelleşmiş yabancı firmaların yönetebileceği özel firmalara bu türden dış ticaret yetkilerinin devredilmesi, özel firma hatta yabancı özel firma yararına ithalat ve ihracat gibi sonuçları her zaman doğurabilir. Açıklanan nedenle, Kanunun “altıncı maddesindeki ithalat ve ihracat izni verilmesi yetkilerinin özel hukuk tüzel kişilerine devrini öngören” düzenleme Anayasanın 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırıdır. 5553 sayılı Kanunun “Piyasa denetimi” başlığını taşıyan 8 inci maddesinin birinci fıkrasında, tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek veya tüzel kişilerin Bakanlık tarafından yetkilendirilip denetleneceği; ikinci fıkrasında da ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğunun da yine Bakanlıkça denetleneceği hükme bağlanmıştır. Bu Kanunun on beşinci maddesinin iptali istenen ibareyi de içeren birinci fıkrasında Kanunun 7 nci maddesine yapılan atıfla, Bakanlığa tanınan bu yetkilerin de, “özel hukuk tüzel kişilerine” devredilebileceği öngörülmektedir. Yukarıda etraflıca açıklanan sakıncalar yani üretim izni yetkilerinin ve tohumluk, ticareti, ithalatı ve ihracatı konusundaki yetkilerin özel sektöre devrindeki sakıncalar, “denetim görevinde de” aynen geçerlidir. Zira, bu tür bir yetkinin, süreçte tekelleşmiş yabancıların etkili olacakları bir özel kesim gurubuna bırakılması, denetimin o yabancı ve yerli firmaların yararları doğrultusunda işletilmesi sonucunu doğurabilir. Prof. Dr. Tarık Zafer TUNAYA Siyasal Kurumlar ve Anayasa, Hukuku adlı yapıtının 449 uncu sahifesinde SOSYAL DEVLETİ şöyle anlatmaktadır: Sosyal devlet, kişiyi ekonomik hayatta yenik bırakmayan devlettir. Bu devlet ekonomik hayatı düzenler. Nitekim fiyat iniş çıkışlarını, yatırım oranlarını, insan gücü kullanımını, dış ticaret dengesini kontrol eder ve sorumluluk yüklenir. Plancıdır, kamu kesimine ağırlık verir. Bu Devleti, üretim araçlarının özel sahipleri tek ve hakim kudret olarak kontrol edemezler. Aksine Devlet onları kontrol etmekle ödevlidir. Yatırımları saptayan kararlara hakim olamazlar. Fakat, özel kesim vardır. Kamu kesimine oranla ikinci plandadır. Devlet özel kesimin kontrolü altına girmesi, sosyal niteliğini kaybeder. Bu nedenle, denetim yetkisinin Devletin elinde bulunması, söz konusu olayda sosyal devlet ilkesinin devlete yüklediği görevlerin yerine getirilmesi bakımından gerekli görülmektedir. Kanunun altıncı maddesinde tanımlanan “sertifikasyon görevindeki yetki” tümüyle teknik nitelikli bir hizmet olduğundan, diğer yetkilerin özel sektöre devrinin iptal edilmesi halinde, bu tür bir yetkinin diğer yetkilerle donatılmadan özel hukuk tüzelkişilerine devri de açıkça görüleceği gibi sakıncalı olacaktır. Belirtilen nedenlerle söz konusu yetki devri Anayasanın 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırı düşmektedir. 15 inci maddenin birinci fıkrasında Bakanlığa verilen özel hukuk tüzelkişilerine yetki devri imkanı, Anayasanın 8 ve 123 üncü maddeleri ile de bağdaşmamaktadır. Anayasanın 8 inci maddesi, yürütme yetki ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulunca yerine getirileceğini; 123 üncü maddesi ise idarenin kuruluş ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığını ve kuruluş ve görevleriyle de bir bütün olduğunu ifade etmektedir. Buradan çıkan anlam yürütme yetki ve görevinin Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, merkezden ve yerinden yönetim yönetsel birimleri tarafından kullanılabileceği, özel hukuk tüzelkişileri tarafından ise kullanılamayacağıdır. Bu nedenle Bakanlığa, yetkilerini özel hukuk tüzelkişilerine devretme bakımından tanınan imkan, Anayasanın 8 ve 123 üncü maddelerine de aykırı düşmektedir. 15 inci maddenin birinci fıkrasında yer alan yetki devri imkanı, yalnız özel hukuk tüzelkişilerine yapılacak yetki devirleri açısından değil, fakat tüm kamu kurum ve kuruluşları ve üniversitelere yapılacak yetki devirleri açısından da Anayasaya aykırı görünüm taşımaktadır. Anayasanın 123 üncü maddesi idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğunu ve kanunla düzenleneceğini ifade etmektedir. İptali istenen 15 nci maddenin birinci fıkrasında gösterilen yetkilerin hangilerinin, hangi kamu kurum ve kuruluşlarına devredileceğine veya devredilebileceğine ilişkin bir düzenleme 5553 sayılı Kanunda yapılmamıştır. Bu durumda yetki devri ile, kamu kurum ve kuruluşları kuruluş kanunlarında gösterilmemiş yetkilerle donatılacaklardır. Yetki devri imkanına 15 inci maddede yer verilmiş olması, devredilecek yetkiyi kullanacak kamu kurumunun görevleri açısından “kanunda düzenlenmiş olma” gereğini karşılayamayacak ve Anayasanın 8 ve 123 üncü maddelerindeki idarenin – yürütmenin kanuniliği ilkesine aykırı bir durumun ortaya çıkmasına yol açacaktır. Çünkü “görevlerin kanunda gösterilmiş” sayılabilmesi için, kanunda hangi görevin hangi kamu kurum ve kuruluşuna veya üniversiteye verebileceğine ilişkin bir belirlemenin yapılmış olması gerekmektedir. İptali istenen fıkrada ise sadece devredilebilecek yetkiler toptancı biçimde gösterilmekle yetinilmiş; hangi yetkinin hangi kamu kurum, kuruluş veya üniversiteye devredilebileceği hususuna açıklık kazandırılmamıştır. Kaldı ki, 15 inci maddenin birinci fıkrasındaki yetkilendirme imkanı, aynı konuda birbirinden farklı zamanlarda farklı kurum ve kuruluşların veya üniversitelerin yetkilendirilmesine yol açabilecek; bu da idarenin görevlerinde belirsizlik, görevlendirme ve yetkilendirmede keyfilik gibi sonuçlara götürebilecektir. Böyle bir tablonun ise, hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılabilmesi imkansızdır. Ayrıca 15 inci maddenin birinci fıkrasında devredilebilmesine imkan tanınan yetkilerin bir kısmı zaten Bakanlığa Yasanın Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı biçimde verdiği asli düzenleme yetkileridir. Bunların hangi yetkiler olduğu yukarıda (1) numaralı başlıktaki Anayasaya aykırılık gerekçesinde gösterilmiştir. Bunların özel hukuk tüzelkişilerine, kamu kurum ve kuruluşlarına veya üniversitelere devri, Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırılık niteliklerini ortadan kaldırmayacak, pekiştirecektir. Diğer taraftan, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların korunması ve desteklenmesi Devletin ödevidir. Bu ödev, Anayasanın 45 inci maddesinde düzenlenmiştir. Devletin bu konudaki görevinin amacı; Tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması yapmak, bu plana uygun bitkisel ve hayvansal üretimi artırmaktır. Tarımsal üretim planlamasının tohumlukların üretimini de kapsadığı açıktır. Bu bakımdan söz konusu yetki devri, Devletin Anayasada tarım konusunda kendisine verilen görevleri tam anlamıyla yerine getirmesine engel olarak Anayasanın 45 inci maddesine de aykırı düşmektedir. Bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle, 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrası Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 inci, 45 inci ve 123 üncü maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 15 inci maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında ise yukarıda Anayasaya aykırılığını açıkladığımız birinci fıkrada tanınan yetki devri ile ilgili esaslar düzenlenmektedir. Yetki devri imkanı, açıkladığımız nedenlerle Anayasaya aykırı olduğu için, bu yetki devri ile ilgili esasları düzenleyen ikinci ve üçüncü fıkralar da, birinci fıkra için söz konusu olan nedenlerle Anayasaya aykırı nitelik taşımaktadırlar ve iptalleri gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun 4 üncü maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında, 5 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında, 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında, 8 inci maddesinin birinci fıkrasında, 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasında, 15 inci maddesinin 4 üncü fıkrasında yürütmeye Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı biçimde asli düzenleme yetkisi devredilmiştir. Bu yetkilerin kullanılması halinde sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve zararlar doğabilecektir. 5553 sayılı Kanunun 5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığına tanınmış kimi yetkilerin Bakanlıkça Anayasaya yukarıda açıklanan nedenlerle aykırı biçimde özel hukuk tüzelkişilerine, kamu kurum ve kuruluşlarına ve üniversitelere devri imkanını getiren 15 inci maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarındaki hükümlerin uygulanması durumunda da, yapılacak Anayasaya aykırı nitelikteki yetki devirleri, sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararların doğmasına yol açacaktır. Sonradan giderilemeyecek bu durum ve zararların oluşmasına engel olunabilmesi için yukarıda belirtilen hükümler hakkında dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek iptal davası açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle 31.10.2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanununun; 1) 4 üncü maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarının Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 2) 5 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarının Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 3) 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 4) 8 inci maddesinin birinci fıkrasının Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 5) 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasının Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 6) 15 inci maddesinin Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 inci, 45 inci ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan, iptaline ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralları 31.10.2006 günlü, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun iptali istenen kuralları da içeren 4., 5., 6., 8., 9. ve 15. maddeleri şöyledir: 1- “MADDE 4- Bitki çeşitlerinin tescili, üretim izni ve standart tohumluk çeşit kaydı ile genetik kaynakların kütüğe kaydedilmesi Bakanlık tarafından yapılır. Islah edilmiş çeşitler farklılık, yeknesaklık ve durulmuşluk ve/veya biyolojik, teknolojik özellikleri ile tarımsal değerleri belirlenmek suretiyle; genetik kaynaklar ise morfolojik ve/veya moleküler karakterizasyonu yapılarak kayıt altına alınır. Süs bitkileri ile çiçek tohumlarında kayıt şartı aranmaz. Tarımsal bitki türlerine ait çeşitlerin; kayıt altına alınması, kütükte kalış süresi, kayıt altına almanın yenilenmesi, kütükten silinmesi, devamlılığın sağlanması, katalog oluşturulması ile ilgili hususlar yönetmelikle belirlenir. Ayrıca tescil, üretim izni ve standart tohumluk çeşit kaydı ile ilgili usul ve esaslar bitki gruplarına göre yönetmelikle düzenlenir.” 2- “MADDE 5- Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir. Tohumlukların yetiştirileceği özel üretim alanlarının özellikleri ile sınırları içerisinde tohumluk üretimi yapan ve bitkisel ürün yetiştiren gerçek veya tüzel kişilerin uyması gereken hususlar yönetmelikle belirlenir. Özel üretim alanlarının sınırları içerisinde, Bakanlıkça izin verilmeyen tohumluk veya bitkisel ürün yetiştirilemez. Tohumculuk sektörü, yurt içinde yatırım yapmak kaydıyla, Avrupa Birliği standartlarında ve uluslararası rekabete uygun bir şekilde gelişmesi amacıyla Bakanlıkça belirlenecek teşvik ve desteklerden yararlandırılır. Destekleme usul ve esasları, Bakanlık tarafından çıkarılacak tebliğ ile düzenlenir.” 3- “MADDE 6- Yurt içinde üretilen, 4 üncü maddeye göre tescil edilen veya üretim izni verilen çeşitlerden, tohumluk sınıflarına göre yetiştirilen ve üretilen tohumluklar, sertifikasyon işlemine tâbi tutulur. Tarla ve laboratuvar kontrolleri yapılarak, tohumluk standartlarına uygun olarak sertifikalandırılan tohumluklar, usulüne göre ambalajlanarak etiketlenir. Tohumluk sertifikasyon esasları ile ambalajlama ve etiketlemede uyulacak hususlar, bitki gruplarına göre yönetmelikle belirlenir.” 4- “MADDE 8- Tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek veya tüzel kişiler, Bakanlık tarafından yetkilendirilir ve denetlenir. Yetkilendirme ve denetim ile ilgili usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir. Ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğu Bakanlıkça denetlenir.” 5- “MADDE 9- Sunulan hizmetler ile onaylanan ve düzenlenen belgeler karşılığında, aşağıda belirtilen ücretler alınır: a) Başvuru inceleme ücreti. b) Tescil ücreti. c) Üretim izni ücreti. d) Standart tohumluk kayıt ücreti. e) Genetik kaynaklar kayıt ücreti. f) Sertifikasyon hizmetleri ücreti: 1. Tarla kontrolleri ücreti. 2. Laboratuvar kontrolleri ücreti. 3. Belgelendirme ücreti. 4. Etiket ücreti. g) Yayın ücretleri. h) Diğer ücretler. Bu ücretler, her yıl ocak ayında Bakanlık tarafından belirlenerek ilân edilir. Ücretler ile ilgili usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” 6- “MADDE 15- Bakanlık, gerekli gördüğü hâllerde, 5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerde belirtilen yetkilerini, kısmen veya tamamen Birliğe, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere; şartları belirlenmek kaydıyla, süreli veya süresiz olarak devredebilir. Yetkiyi alanın, belirlenen şartlara uymaması hâlinde, devredilen yetkiler Bakanlıkça geri alınır. Yetki devredilen kişilerin, kastî olarak resmî kontrollerdeki kuralları ihlâl ettiği belirlendiğinde, ilgili tohumlukların belirlenen standartları karşıladığı durumlar haricinde, bunların düzenledikleri sertifikalar hükümsüz kılınır. Belirli bir süreyle devredilen yetkiler süre bitiminde Bakanlıkça geri alınabilir veya belirlenen şartlarla yeniden devredilebilir. Yetki devrinin şartları, yetki devredilecek Birlik, kamu kurum ve kuruluşları, özel hukuk tüzel kişileri ve üniversitelerle ilgili teknik ve fizikî şartlara ilişkin usul ve esaslar ile yetki devrinin geri alınmasında uygulanacak hususlar yönetmelikle belirlenir.” B- İlgili Yasa Kuralı 5553 sayılı Yasa’nın 7. maddesi şöyledir: “MADDE 7- Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir. Bu tohumluklar, Bakanlık tarafından belirlenmiş nitelik ve standartlara uygun, sertifikalı veya kütüğe kaydedilmek üzere kabul edilmiş veya standart tohumluk olarak ambalajlı ve etiketli olarak ticarete arz edilir. Tohumlukların ithal edilmesi ve ihracı Bakanlığın iznine tâbidir. İthal edilecek tohumluklarda yurt içi standartlara uygun olma şartı aranır. Tohumluk ithalatı ve ihracatına ilişkin usul ve esaslar, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça belirlenir.” C- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 11., 45. ve 123. maddelerine dayanılmış, 128. maddesi ise ilgili görülmüştür. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Tülay TUĞCU, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün katılımlarıyla 16.1.2007 günü yapılan ilk inceleme toplantılarında, dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin bu konudaki raporun hazırlanmasından sonra karara bağlanmasına oybirliğiyle karar verilmiştir. IV- BİRLEŞTİRME KARARI 31.10.2006 günlü, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun 15. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “...özel hukuk tüzel kişilerine...” ibaresinin iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemiyle açılan davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2007/2 Esas sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, 2006/168 Esas sayılı dosyanın esasının kapatılmasına, esas incelemenin 2007/2 Esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 16.1.2007 gününde OYBİRLİĞİ ile karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçeleri ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen ve ilgili görülen Yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 30. maddesinin birinci fıkrası gereğince Tarım ve Köyişleri Bakanı M. Mehdi EKER, Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürü Ali KARACA, l. Hukuk Müşaviri Erdal Celal SUMAYTAOĞLU, Tohumculuk Tescil ve Sertifikasyon Merkezi Müdürü Kamil YILMAZ, Tarla Bitkileri Araştırmaları Daire Başkanı Dr. Vehbi ESER, Tohumculuk Daire Başkanı Metin KAYICIOĞLU, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Hüseyin GEÇİT, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nedim MUTLU ve Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Abdullah AYSU’nun 12.1.2011 günlü sözlü açıklamaları dinlendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- 5553 Sayılı Yasa’nın 4. Maddesinin Üçüncü ve Dördüncü Fıkralarının İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenen kurallarda, belirtilen konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verildiği, ancak, bu yetkinin genel esasları ile ilkelerinin yasada gösterilmediği, yürütmeye verilen bu düzenleme yetkisinin yasamaya tanınmış ve devredilemez olan asli düzenleme yetkisinin devri niteliği taşıdığı belirtilerek, kuralların Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 5553 sayılı Yasa’nın 4. maddesinin iptali istenilen üçüncü fıkrasında; tarımsal bitki türlerine ait çeşitlerin; kayıt altına alınması, kütükte kalış süresi, kayıt altına almanın yenilenmesi, kütükten silinmesi, devamlılığın sağlanması, katalog oluşturulması ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği öngörülmekte, dördüncü fıkrasında ise, tescil, üretim izni ve standart tohumluk çeşit kaydı ile ilgili usul ve esasların bitki gruplarına göre yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa’nın 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği belirtilmektedir. 8. maddesinde de, “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” denilmiştir. Buna göre, Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda, yasa ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa koyucu gerektiğinde sınırlarını belirlemek koşuluyla özel bir uzmanlık ve teknik bilgi gerektiren konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir. 5553 sayılı Yasa’nın dördüncü maddesinin birinci fıkrasında, bitki çeşitlerinin tescili, üretim izni ve standart tohumluk çeşit kaydı ile genetik kaynakların kütüğe kaydedilmesinin Bakanlık tarafından yapılacağı, ikinci fıkrasında ise, ıslah edilmiş çeşitlerin farklılık, yeknesaklık ve durulmuşluk ve/veya biyolojik, teknolojik özellikleri ile tarımsal değerleri belirlenmek suretiyle; genetik kaynakların ise morfolojik ve/veya moleküler karakterizasyonu yapılarak kayıt altına alınacağı, süs bitkileri ile çiçek tohumlarında kayıt şartı aranmayacağı öngörülmektedir. Yasa’nın üçüncü maddesinde ise dördüncü maddede yer alan “çeşit”, “durulmuşluk”, “farklılık”, “yeknesaklık”, “genetik kaynak”, “ıslah”, “kütük”, “standart tohumluk”, “tescil” ve “üretim izni” sözcüklerinin tanımlarına yer verilmektedir. İptali istenen kurallarda yürütme organı tarafından yönetmelikle belirlenmesi öngörülen hususların Yasa’nın dördüncü maddesindeki diğer hükümler göz önüne alınarak yapılacağı şüphesizdir. Bu bağlamda, iptali istenen dördüncü maddenin üçüncü fıkrasında yönetmelik ile belirlenecek olan hususlar mutlaka yasa ile düzenlenmesi gerekmeyen, ülke düzeyinde uygulama birliği ve uyumu sağlamak amacıyla idare tarafından konulması gerekli kurallardır. Bu nedenle, Yasa’da belirtilen genel çerçeve ve esaslar doğrultusunda, teknik ve uygulamayı esas alan detayların belirlenmesi konusunda idareye yetki verilmesi yasama yetkisinin devri niteliğinde değildir. İptali istenen dördüncü maddenin dördüncü fıkrasında yönetmelikle belirlenmesi öngörülen usul ve esaslar ise her bitki grubuna göre ayrı ayrı düzenlenmesi gereken, uzmanlık ve teknik bilgi gerektiren hususlardır. Bu bağlamda, Yasa’da temel ilkeler ve sınırlar gösterildikten sonra her bitki grubuna göre ayrı düzenlenecek biçimde ayrıntıları düzenleme yetkisinin idareye verilmesinde Anayasa’ya aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle iptali istenen kurallar, Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralların Anayasa’nın 6. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. B- Yasa’nın 5. Maddesinin İkinci ve Dördüncü Fıkralarının İncelenmesi 1- İkinci Fıkra Yönünden Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile yürütmeye verilen düzenleme yetkisinin yasama yetkisinin devri niteliğini taşıdığı, bu nedenle kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenen kuralda, tohumlukların yetiştirileceği özel üretim alanlarının özellikleri ile sınırları içerisinde tohumluk üretimi yapan ve bitkisel ürün yetiştiren gerçek veya tüzel kişilerin uyması gereken hususların yönetmelikle belirleneceği öngörülmektedir. Yasa’nın beşinci maddesinin birinci fıkrasında, Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek yalnızca kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verileceği, üçüncü fıkrasında ise özel üretim alanlarının sınırları içerisinde, Bakanlıkça izin verilmeyen tohumluk veya bitkisel ürünün yetiştirilemeyeceği belirtilmektedir. Yasa’nın üçüncü maddesinde de özel üretim alanları; tohumluk üretimi yapılması amacıyla, sınırları Bakanlık tarafından belirlenen alanlar şeklinde tanımlanmaktadır. İptali istenen kuralın da bulunduğu beşinci madde, tohumlukların üretimi, üretim alanları ve tohumculuk sektörünün desteklenmesi ile ilgili hükümleri içermektedir. Madde ile; tohumluk üretim alanları ve bölgelerinin belirlenmesi, herkesin istediği yerde, istediği şekilde tohumluk üretmesinin önüne geçilmesi, böylece ülkesel tohumluk üretimi ve ürün yetiştiriciliğinin disipline edilmesi ve tohumculuk sektörünün desteklenmesi amaçlanmaktadır. Sağlıklı tohumluk üretmek için, tohumluk üretim alanlarında, birbirini tozlayıp dölleyebilecek tür, cins ve çeşitlerin üretimleri arasında tozlanmayı engelleyecek şekilde belli bir uzaklığın bulunması gerekmekte, bu durum ise her bitki çeşidinin özelliğine göre farklılık göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında üretilecek olan tohumluğun çeşidine göre özel üretim alanlarının özellikleri ve bu sınırlar içerisinde tohumluk üretimi yapan ve bitkisel ürün yetiştiren gerçek veya tüzel kişilerin uyması gereken hususlar da değişebilmektedir. Bu bağlamda, Yasa’nın beşinci maddesi uyarınca sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verileceği belirtilerek çerçeve çizildikten sonra, uzmanlık gerektiren ve teknik ayrıntılara ilişkin konuların düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılması, yasama yetkisinin devri ya da idareye Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkinin kullandırılması şeklinde nitelendirilemez. Açıklanan nedenlerle iptali istenen kural, Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa’nın 6. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. 2- Dördüncü Fıkra Yönünden Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile yürütmeye düzenleme yetkisi bırakılan alan ile ilgili olarak genel esasların ve ilkelerin yasada gösterilmediği, bu nedenle kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenen kuralda, tohumculuk sektörünün yurt içinde yatırım yapmak kaydıyla, Avrupa Birliği standartlarında ve uluslararası rekabete uygun bir şekilde gelişmesi amacıyla Bakanlıkça belirlenecek teşvik ve desteklerden yararlandırılacağı, buna ilişkin destekleme usul ve esaslarının Bakanlık tarafından çıkarılacak tebliğ ile düzenleneceği öngörülmektedir. Anayasa’nın “Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması” başlıklı 45. maddesinde, “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır” hükmüne yer verilmiş, ancak bu tedbirlerin türü ile uygulanma yöntemi yasa koyucunun takdirine bırakılmıştır. Bu bağlamda, Devlete verilen bu görevin bir gereği olarak, tohumculuk sektörünün, yurt içinde yatırım yapmak kaydıyla Avrupa Birliği standartlarında ve uluslararası rekabete uygun bir şekilde gelişmesini sağlamak amacıyla Bakanlıkça belirlenecek teşvik ve desteklerden yararlandırılması yasa koyucunun sahip olduğu takdir yetkisinin kapsamındadır. Öte yandan, tarım politikalarının amaç, kapsam ve konularının belirlenmesi; tarımsal destekleme politikalarının amaç ve ilkeleriyle temel destekleme programlarının tanımlanması; bu programların yürütülmesine ilişkin piyasa düzenlemeleri, finansman ve idarî yapılanmanın tespit edilmesi; tarım sektöründe uygulanacak öncelikli araştırma ve geliştirme programlarıyla ilgili kanunî ve idarî düzenlemelerin yapılması ve tüm bunlarla ilgili uygulama usûl ve esaslarını kapsayan 5488 sayılı Tarım Kanun’unda tarımsal desteklemelerin amacı ve ilkeleri, araçları, uygulama usul ve esasları ile finansmanı konusunda ayrıntılı hükümler yer almaktadır. Buna göre, iptali istenen kural ile destekleme usul ve esaslarının Bakanlık tarafından çıkarılacak tebliğ ile düzenleneceğinin öngörülmesi, yasa koyucunun 5488 sayılı Tarım Kanun’unda yer alan hükümler ile asli düzenlemeleri yaparak çerçeveyi belirlemiş olması nedeniyle, yasama yetkisinin devri olarak nitelendirilemez. Açıklanan nedenlerle iptali istenilen kural, Anayasa’nın 2., 7., 8. ve 45. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa’nın 6. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. C- Yasa’nın 6. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile yürütmeye verilen düzenleme yetkisinin yasama yetkisinin devri niteliği taşıdığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kuralda, tohumluk sertifikasyon esasları ile ambalajlama ve etiketlemede uyulacak hususların bitki gruplarına göre yönetmelikle belirleneceği öngörülmektedir. Çıkarılması öngörülen yönetmeliğin kapsamında yer alacak konulara ilişkin temel ilkeler Yasa’nın çeşitli maddelerinde düzenlenmiştir. Bu bağlamda, Yasa’nın altıncı maddesinin birinci fıkrasında, yurt içinde üretilen ve bu Yasa’nın dördüncü maddesine göre tescil edilen veya üretim izni verilen çeşitlerden, tohumluk sınıflarına göre yetiştirilen ve üretilen tohumlukların sertifikasyon işlemine tabi tutulacağı belirtilerek, sertifikasyon işleminde hangi esasların gözetileceği belirlenmiş, ikinci fıkrasında ise tarla ve laboratuar kontrolleri yapılarak, tohumluk standartlarına uygun olarak sertifikalandırılan tohumlukların usulüne göre ambalajlanarak etiketleneceği öngörülmüştür. Yasa’nın “Tanımlar” başlıklı üçüncü maddesinde de, tohumluk sertifikasyonunun tanımı; tohumlukların tarla ve laboratuar kontrolleri sonucunda genetik, fiziksel, biyolojik ve sağlıkla ilgili değerlerinin standartlara uygunluğunun tespit edilmesi ve bunun belgelendirilmesi işlemi olarak belirtilmiştir. Yasa koyucu gerektiğinde sınırlarını belirlemek koşuluyla özel bir uzmanlık ve teknik bilgi gerektiren konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir. Tohumluk sertifikasyonu işlemi her bitki grubuna göre farklılık göstermekte, sertifikasyon ve standart sistemleri de gelişen koşul ve durumlara göre sık sık değişik önlemler alınmasını gerektirebilmektedir. Özel bir uzmanlık ve teknik bilgi isteyen ve her bitki grubuna göre farklılık gösteren tohumluk sertifikasyonu ile ilgili esasların yasayla ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesi hızlı, teknolojik ve bilimsel gelişmeler karşısında değişen ve gelişen koşul ve esasların zamanında yerine getirilmesini önleyebilir. Bu nedenlerle, yasa ile çizilen bu çerçeve içinde temel kurallar saptandıktan sonra, uzmanlık gerektiren ve teknik ayrıntılara ilişkin konuların düzenlenme yetkisinin idareye verilmesi, yasama yetkisinin devri niteliğinde değildir. Açıklanan nedenlerle iptali istenilen kural, Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa’nın 6. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. D- Yasa’nın 8. Maddesinin Birinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile yürütmeye verilen düzenleme yetkisinin yasamaya tanınmış ve devredilmez olan asli düzenleme yetkisinin devri niteliğinde olduğu belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kuralda, tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek ve tüzel kişilerin Bakanlık tarafından yetkilendirileceği ve denetleneceği, yetkilendirme ve denetim ile ilgili usul ve esasların yönetmelikle belirleneceği öngörülmektedir. Tohumluk piyasasının sağlıklı işleyebilmesi ve disiplinin sağlanması için tohumculuk faaliyetinde bulunan tüm kişi ve kuruluşların kayıtlı olması ve kontrollü şartlarda tohumculuk faaliyetinde bulunması gerekmektedir. İptali istenilen kuralın da Bakanlık tarafından tohumlukla uğraşanların yetkilendirilmesi ile ülkede kimler tarafından ne kadar tohumluk üretildiği, satıldığı, dağıtıldığı, işlendiği, pazarlandığı ve diğer şekillerde ticarete arzedildiğinin takibe alınması, çiftçilerin yetkilendirilmiş kişi veya kuruluşlardan belirlenmiş kalite standartlarına uygun tohum alması, ülkesel tohumluk üretim ve programı yapılırken ülke tohumluk ihtiyacının ne olduğunun gerçekçi ve bölgeler bazında daha adil olarak yapılabilmesi ve yapılan bu işlerin de denetlenmesi için kamu yararı amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu düzenlemenin anayasal sınırlar içinde yasa koyucunun takdirinde olduğu açıktır. Öte yandan, iptali istenen kuralın birinci cümlesinde yetkilendirilecek olan kişiler genel kurallar dahilinde tanımlandıktan, yetkilendirme ve denetleme işinin Bakanlık tarafından yapılacağı belirtilerek çerçeve belirlendikten sonra ikinci cümlesinde, yetkilendirme ve denetim ile ilgili usul ve esaslara ilişkin teknik ayrıntıların düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılmasında Anayasa’ya aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, iptali istenilen kural Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Mehmet ERTEN iptali istenilen kuralın birinci cümlesinde yer alan “...denetlenir.” sözcüğü ile ikinci cümlesinde yer alan “...denetim...” sözcüğü yönünden bu görüşe katılmamıştır. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ iptali istenilen kuralın ikinci cümlesi yönünden bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın Anayasa’nın 6. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. E- Yasa’nın 9. Maddesinin İkinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenen kuralda yürütmeye düzenleme yetkisi bırakılan alanla ilgili olarak genel esasların ve ilkelerin yasada gösterilmediği, yani asli düzenlemenin yasa ile yapılmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Yasa’nın 9. maddesinin birinci fıkrasında, sunulan hizmetler ile onaylanan ve düzenlenen belgeler karşılığında yasada ismi belirtilen ücretlerin alınacağı öngörülmektedir. İptali istenilen ikinci fıkrada ise birinci fıkrada öngörülen ücretlerin her yıl Ocak ayında Bakanlık tarafından belirlenerek ilan edileceği ve ücretler ile ilgili usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir. Maddede alınması öngörülen ücretler, ülkedeki ekonomik duruma ve yapılan işin niteliğine göre değişebilecek nitelikte olup, bu ücretlerin belirlenmesi de teknik ve uzmanlık gerektiren işlerdendir. Bu nedenle, Yasa’nın hangi ücretlerin alınacağını belirtmek suretiyle çerçevesini belirlediği bu hizmetlere karşılık, Bakanlık tarafından ücretlerin her yıl Ocak ayında belirlenip ilan edilerek, teknik ve ayrıntılara ilişkin konuların yönetmelikle düzenlenmesinde Anayasa’ya aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, iptali istenilen kural Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın Anayasa’nın 6. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. F- Yasa’nın 15. Maddesinin İncelenmesi 1- Birinci Fıkra Yönünden Dava dilekçesinde, tohumculuk sektörünün ileri ülke teknolojileri ile bağımlı olup, tohum teknolojisinin yabancıların tekelinde olduğu, bu madde ile kamuda bulunan üretim izni, sertifikasyon, tohumluk ticareti ve denetim yetkilerinin özel hukuk tüzel kişilerine devredilmesinin, bu alana egemen olan birkaç gelişmiş ülkenin uluslar üstü ve tekelleşmiş firmalarının ülke içi tohum üretimine karar vermeleri gibi, tohumluk ticareti ve denetim konularında da bu yetkilerin özel firma hatta yabancı özel firma yararına ithalat ve ihracat gibi sonuçları her zaman doğurabileceği, ekonomik dolayısıyla ulusal bağımsızlıkla bağdaşmayan böyle bir düzenlemenin yöneldiği hedefte kamu yararı olmadığı, kuralda Bakanlığa verilen özel hukuk tüzel kişilerine yetki devri imkânının; Anayasa’nın 8. ve 123. maddeleri ile de bağdaşmadığı gibi yalnız özel hukuk tüzel kişilerine yapılacak devirler açısından değil, tüm kamu kurum ve kuruluşları ve üniversitelere yapılacak yetki devirleri açısından da Anayasa’ya aykırı görünüm taşıdığı, maddenin birinci fıkrasında gösterilen yetkilerin hangilerinin hangi kamu kurum ve kuruluşlarına devredileceğine veya devredilebileceğine ilişkin bir düzenlemenin Kanun’da yapılmadığı, bu durumda yetki devri ile kamu kurum ve kuruluşlarının kuruluş kanunlarında gösterilmemiş yetkilerle donatılacağı, yetki devri imkânına 15. maddede yer verilmiş olmasının, devredilecek yetkiyi kullanacak kamu kurumunun görevleri açısından kanunda düzenlenmiş olma gereğini karşılamayacağı, çünkü görevlerin kanunda gösterilmiş sayılabilmesi için kanunda hangi görevin hangi kamu kurum ve kuruluşuna veya üniversiteye verilebileceğine ilişkin belirlemenin yapılmış olması gerektiği, iptali istenen fıkrada sadece devredilebilecek yetkilerin toptancı biçimde gösterilmekle yetinildiği, hangi yetkinin hangi kamu kurum, kuruluş veya üniversiteye devredilebileceği hususuna açıklık kazandırılmadığı, kuraldaki yetkilendirme imkânının aynı konuda birbirinden farklı zamanlarda farklı kurum ve kuruluşların veya üniversitelerin yetkilendirilmesine yol açabileceği, bunun da idarenin görevlerinde belirsizlik, görevlendirme ve yetkilendirmede keyfilik gibi sonuçlara götürebileceği, bu tablonun ise, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacağı, ayrıca iptali istenen hükümle Bakanlığa verilen yetkinin, yasamaya tanınmış ve devredilemez olan asli düzenleme yetkisinin devri niteliğini taşıdığı, diğer taraftan yetki devrinin, Devletin Anayasa’da tarım konusunda kendisine verilen görevleri tam anlamıyla yerine getirmesine de engel olduğu belirtilerek, kuralın Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 6., 7., 8, 11., 45. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kuralda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının gerekli gördüğü hallerde Yasa’nın 5., 6., 7. ve 8. maddelerinde belirtilen yetkilerini kısmen veya tamamen Türkiye Tohumcular Birliğine, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere; şartları belirlenmek kaydıyla, süreli veya süresiz olarak devredebileceği öngörülmektedir. Kuralda Bakanlığın devredebileceği yetkiler, 5. maddede tohumlukların üretimine izin verilmesine, 6. maddede tohumluk sınıflarına göre yetiştirilen ve üretilen tohumlukların sertifikasyon işlemlerinin yapılmasına, 7. maddede tohumlukların ithal ve ihracatına izin verilmesine, 8. maddede ise tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan, satan gerçek veya tüzel kişilerin yetkilendirilmesi ve denetlenmesine, ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğunun denetlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, yönetilenlere hukuk güvencesi sağlar. Bu bağlamda yasa koyucu sosyal yaşamı düzenlemek için kamu yararı amacı ile kimi kurallar koyabilir. Zaman içinde değişen toplumsal gereksinmeleri karşılamak, kişi ve toplum yararının zorunlu kıldığı düzenlemeleri yapmak, toplumdaki değişikliklere koşut olarak bu yönde alınan önlemleri güçlendiren, geliştiren, etkilerini daha çok artıran ya da tam tersine bunları hafifleten veya tümüyle ortadan kaldıran işlemlerde bulunmak, yasa koyucunun görevidir. Anayasa’nın 45. maddesinde, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların korunması ve desteklenmesi Devlete ödev olarak verilmekte, ancak bu tedbirlerin türü ile uygulanma yöntemi yasa koyucunun takdirine bırakılmaktadır. Anayasa’nın 128. maddesinde de “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür....” denilmektedir. Geniş anlamda, Devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimleri altında, genel ve ortak gereksinimleri karşılamak, kamu yararını ya da çıkarını sağlamak için yapılan ve topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinlikler olarak tanımlanan kamu hizmetinin, kamu hukukunun genel ilkeleri gereğince, doğrudan idare, kuruluş ve kurumları eliyle, kamusal yönetim biçimine göre yürütülmesi asıl ve olağandır. Tohumluğun üretimine, ithal ve ihracatına izin verilmesi, tohumluk sertifikasyonu, tohumculuk ile ilgili faaliyetlerde yetkilendirme ve bunların denetlenmesi, ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğunun denetlenmesi işlemlerinin kamu hizmeti niteliği taşıdığı kuşkusuzdur. İptali istenilen kural ile Bakanlığın bu konuda haiz olduğu yetkileri gerekli gördüğü hallerde kısmen veya tamamen Türkiye Tohumcular Birliğine, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere; şartları belirlenmek kaydıyla, süreli veya süresiz olarak devredebileceğinin öngörüldüğü, Bakanlığın kuralda belirtilen yetkileri vermesi halinde de denetim ve gözetim görevinin devam edeceği açıktır. İptali istenilen kural ile Bakanlığın; Birliğe, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere devredebileceği yetkilerinden olan denetleme görev ve yetkisi idarenin kolluk etkinlikleri içinde yer alan, genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken bir kamu hizmeti olup, idarenin asli ve sürekli görevlerindendir. Anayasa’nın 128. maddesine göre de, kolluk faaliyetleri arasında yer alması nedeniyle denetleme yetkisinin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi zorunludur. İptali istenilen kuralda özel hukuk tüzel kişileri dışında yetki devri yapılabilecek Türkiye Tohumcular Birliği, kamu kurum ve kuruluşları ve üniversiteler kamu tüzel kişiliğine sahip olup, Anayasa’nın 128. maddesi kapsamındadır. Ancak, bunlar dışında Bakanlığın denetim yetkisini tümüyle özel hukuk tüzel kişilerine devretmesi veya onlarla paylaşması ise olanaklı değildir. Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kuralda yer alan “...özel hukuk tüzel kişilerine...” ibaresi, 8. maddedeki “denetim” yönünden Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır. İptali gerekir. Haşim KILIÇ, Serdar ÖZGÜLDÜR, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU ile Hicabi DURSUN bu görüşe katılmamışlardır. İptali istenilen kuralın kalan bölümünde ise denetleme yetkisi dışında tohumculuk faaliyetleri ile ilgili devredilebilecek diğer yetkiler gösterilmektedir. İdare eliyle yürütülen hizmet ve faaliyetlerden, özel yönetim biçimi ile gerçekleştirilmeye elverişli bulunanların, tüm sorumluluk ilgili idare üzerinde kalmak kaydıyla, onun sürekli gözetimi ve denetimi altında, belli yasal usullerle özel müteşebbislere yaptırılabilmesi olanaklıdır. İptali istenilen kuralda denetleme yetkisi dışında devredilebilecek tohumculuk faaliyeti ile ilgili yetkiler, bütünüyle devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu bir kamu hizmeti şeklinde nitelendirilemez. Dolayısıyla bu hizmetlerin tamamının salt memur ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerektiğinden söz edilemeyeceği gibi tohumculuk faaliyeti ile ilgili kuralda belirtilen bu hizmet ve faaliyetlerin de özel hukuk tüzel kişilerine yaptırılabilmesi olanaklıdır. Ayrıca, yasa koyucunun tarım alanlarının korunması ve amacına uygun kullanılmasını, tarımla uğraşanların korunması ve desteklenmesini sağlamak için aralarında Tohumculuk Kanunu olmak üzere mevzuatta çeşitli hükümlere yer vermiş bulunduğu, iptali istenen kuralın da tohumculuk faaliyetlerini geliştirmek, teşvik etmek, hızlandırmak için kamu yararı amacıyla öngörüldüğü ve bu düzenlemenin de anayasal sınırlar içinde yasa koyucunun takdirinde olduğu açıktır. Öte yandan, Bakanlığın hangi yetkilerini, kimlere, hangi süreyle devredebileceği iptali istenen kuralda belirtilmekte, devredilebileceği belirtilen yetkilere ilişkin genel esaslar da Yasa’nın 5., 6., 7. ve 8. maddelerinde gösterilmektedir. Bakanlık iptali istenilen kuralda belirtilen yetkilerini devrederken 5553 sayılı Yasa’da belirtilen ilkeleri gözeteceğinden, iptali istenilen kural ile verilen yetki, yasama yetkisinin devri niteliğinde de değildir. Açıklanan nedenlerle, iptali istenilen kuralın kalan bölümü Anayasa’nın 2., 7., 8., 45. ve 128. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın Anayasa’nın Başlangıç’ı, 5., 6., 11. ve 123. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. 2- İkinci ve Üçüncü Fıkraları Yönünden Dava dilekçesinde, 15. maddenin birinci fıkrasında tanınan yetki devri imkânının Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle bu yetki devri ile ilgili esasları düzenleyen iptali istenen kuralların da birinci fıkra için söz konusu olan nedenlerle Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 11., 45. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen 15. maddenin ikinci fıkrasında; birinci fıkrada belirtilen yetkiyi alanın, belirlenen şartlara uymaması halinde, devredilen yetkilerin Bakanlıkça geri alınacağı, yetki devredilen kişilerin, kasti olarak resmi kontrollerdeki kuralları ihlal ettiği belirlendiğinde, ilgili tohumlukların belirlenen standartları karşıladığı durumlar haricinde, bunların düzenledikleri sertifikaların hükümsüz kılınacağı belirtilmektedir. İptali istenilen üçüncü fıkrada ise, belirli bir süreyle devredilen yetkilerin süre bitiminde Bakanlıkça geri alınabileceği veya belirlenen şartlarla yeniden devredilebileceği öngörülmektedir. İptali istenen kurallar 15. maddenin birinci fıkrası uyarınca tohumculuk faaliyeti ile ilgili devredilen yetkilerin usulüne uygun kullanılıp kullanılmadığının denetimi ve bunun sonucuna göre uygulanacak işlemlerle ilgili olup, kamu yararı amacıyla öngörüldükleri ve bu düzenlemelerin de anayasal sınırlar içinde yasa koyucunun takdirinde olduğu açıktır. Kaldı ki, bu yetkileri kullananların şartlara uymadıklarının anlaşılması halinde bu yetkilerin geri alınması, resmi kontrollerdeki kuralları kasti olarak ihlal ettiği belirlendiğinde, ilgili tohumlukların belirlenen standartları karşıladığı durumlar haricinde, düzenledikleri sertifikaların hükümsüz kılınması, belirli bir süreyle devredilen yetkilerin süre bitiminde almış oldukları yetkiyi kullanma şekilleri Bakanlıkça değerlendirilerek, gerektiğinde bu yetkinin geri alınabilmesi veya belirlenen şartlarda yeniden devredilebilmesi Bakanlığın denetim yetkisinin doğal sonucudur. Öte yandan, Anayasa’nın 45. maddesinde Devlet’e hem tarım arazilerinin varlığını korumak hem de tarımla uğraşanların korunması ve desteklenmesi görevi verilmiştir. Tohumculuk faaliyetleri ile ilgili işlemlerin de bu kapsamda olduğu kuşkusuzdur. Buna göre devlet, tarımla bizzat ilgili olan tohumculuk faaliyetlerinin sağlıklı ve düzenli işleyişini sağlamak ve tohumculuğun gelişmesini sağlayıcı tedbirleri almakla yükümlüdür. İptali istenilen kurallarda tohumculuk faaliyetlerinin etkili ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesini, tohumculukla uğraşan ve bundan faydalanan kişilerin güvenliğini sağlamak amacıyla çıkarılmıştır. Buna göre iptali istenilen hükümler, Anayasa’nın 45. maddesi uyarınca Devlet’e verilen görevin bir gereğidir. Açıklanan nedenlerle, iptali istenilen kurallar Anayasa’nın 2. ve 45. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralların Anayasa’nın Başlangıç’ı, 5., 6., 7., 8., 11. ve 123. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. 3- Dördüncü Fıkra Yönünden Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile yürütmeye verilen düzenleme yetkisinin, yasamaya tanınmış ve devredilemez olan asli düzenleme yetkisinin devri niteliği taşıdığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kuralda, yetki devrinin şartları, yetki devredilecek Birlik, kamu kurum ve kuruluşları, özel hukuk tüzel kişileri ve üniversitelerle ilgili teknik ve fiziki şartlara ilişkin usul ve esaslar ile yetki devrinin geri alınmasında uygulanacak hususların yönetmelikle belirleneceği öngörülmektedir. Yasa’nın 15. maddesinin birinci fıkrasında, hangi yetkilerin kimlere, ne kadar süreyle devredilebileceğinin ve devredilebilecek yetkilerin kapsamlarının belirlendiği, Yasa’nın 5., 6., 7. ve 8. maddelerinde ise gerekli temel ilkelerin gösterildiği görülmektedir. Bu nedenle, yasa ile çizilen çerçeve içinde uzmanlık, özel ihtisas ve teknik bilgi gerektiren, teknik ayrıntılara ilişkin konuların yönetmelikle düzenlenmesi yasama yetkisinin devri niteliğinde değildir. Açıklanan nedenlerle, iptali istenilen kural Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO ve Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın, Anayasa’nın 6. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. VI- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI KARARI 31.10.2006 günlü, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun; A- 15. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “...özel hukuk tüzelkişilerine...” ibaresi, 8. maddedeki ‘denetim’ yönünden, 13.1.2011 günlü, E. 2007/2 , K. 2011/13 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu hükmün, uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA, B- 1- 4. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarına, 2- 5. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarına, 3- 6. maddesinin üçüncü fıkrasına, 4- 8. maddesinin birinci fıkrasına, 5- 9. maddesinin ikinci fıkrasına, 6- 15. maddesinin; a- Birinci fıkrasında yer alan “...özel hukuk tüzel kişilerine...” ibaresinin 8. maddedeki ‘denetim’ yönünden iptal edilen hükmü dışında kalan bölümüne, b- İkinci, üçüncü ve son fıkralarına, yönelik iptal istemleri, 13.1.2011 günlü, E. 2007/2, K. 2011/13 sayılı kararla reddedildiğinden, bu fıkra ve bölümlere ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 13.1.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. VII- SONUÇ A- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, B- 31.10.2006 günlü, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun: 1- 4. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarının, 2- 5. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarının, 3- 6. maddesinin üçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 4- 8. maddesinin birinci fıkrasının; a- Birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Mehmet ERTEN’in cümlede yer alan “… denetlenir” sözcüğünün iptali gerektiği yolundaki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, b- İkinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın “cümlenin tamamının”, Mehmet ERTEN’in ise cümlede yer alan “… denetim …” sözcüğünün iptali gerektiği yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 5- 9. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 6- 15. maddesinin; a- Birinci fıkrasında yer alan “… özel hukuk tüzel kişilerine …” ibaresinin, 8. maddedeki ‘denetim’ yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Haşim KILIÇ, Serdar ÖZGÜLDÜR, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU ile Hicabi DURSUN’un karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, b- Birinci fıkrasının kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, c- İkinci ve üçüncü fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, d- Son fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 13.1.2011 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI KARŞI OY GEREKÇESİ 31.10.2006 günlü, 5553 sayılı Kanun’un iptali istenen 15. maddesinde Bakanlıkça gerekli görülen hallerde devri öngörülen yetkiler arasında “denetim yetkisi”nin yer almadığı gerek anılan madde metninin bütününün incelenmesinden, gerekse de maddenin yollama yaptığı 5., 7. ve 8. maddelerin açık metinlerinden anlaşılmaktadır. Gerçekten, 15. madde metninde bu devir yetkisinin “denetim”i kapsadığı yolunda hiçbir açıklık bulunmadığı gibi; ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraların açık anlatımları böyle bir yoruma hak kazandırmamaktadır. Esasen denetim yetkisinin bir idari kolluk faaliyeti olması itibariyle, yetki devrine müsait olmadığı izahtan varestedir. Dolayısıyla 5., 6., 7. ve 8. maddelerde belirtilen Bakanlık yetkilerinin devrinden söz eden 15. madde metninin de bu çerçevede yorumlanması gerekir. Kaldı ki 8. maddenin açık metninde, piyasa denetimi ile ilgili denetim yetkisinin münhasıran Bakanlığa ait olduğu ifade edilmektedir. Sözlü açıklama sırasında Mahkememiz önünde açıklamada bulunan Bakanlık yetkilileri de bu konuya açıklık getirmiş ve denetim yetkisi konusunda Bakanlığın sahip olduğu bu hakkın devri gibi bir hususun sözkonusu olmadığını belirtmişlerdir. Bu açıklamalar ışığında, iptal istemine konu maddedeki “özel hukuk tüzel kişilerine” sözcüklerinin yorumunda bunun “denetim yetkisinin devrini kapsamadığı”, dolayısıyla ortada denetim yetkisinin devri yönünden iptali gerekli kılan bir Anayasal neden bulunmadığı, bu sebeple sözkonusu sözcükler bakımından yorumlu red kararı verilmesi gerektiği kanısına vardığımızdan; aksi yöndeki çoğunluk kararına katılamıyoruz. Başkan Haşim KILIÇ Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Engin YILDIRIM Üye Burhan ÜSTÜN Üye Nuri NECİPOĞLU KARŞIOY YAZISI 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun 8. maddesinde tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan gerçek ve tüzel kişilerin Bakanlık tarafından yetkilendirileceği ve denetleneceği belirtilmiş; yetkilendirme ve denetim ile ilgili usul ve esasların ise yönetmelikle belirlenmesi öngörülmüştür. Kanun’un 9. maddesinde ise sunulan (İdarece) hizmetler ile onaylanan ve düzenlenen belgeler karşılığında alınacak ücretler sayılmış, bunlar arasında (h) bendinde “Diğer ücretler” gibi tamamen belirsiz bir ücret şekline de yer verildikten sonra, maddenin ikinci fıkrasında, bu ücretlerin her yıl Bakanlık tarafından belirlenerek ilan edileceği ve ücretler ile ilgili usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu; 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğu, bu yetkinin devredilemeyeceği; 2. maddesinde yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği belirtilmiştir. Buna göre ilke olarak serbest bir ekonomik faaliyet alanı olan tohumculukta kamu yararının gerektirdiği her türlü düzenlemelerin, bu faaliyetleri yapacak gerçek veya tüzel kişilerin hak ve yükümlülüklerinin ve İdarece sağlanacak hizmetler karşılında alınacak ücretleri yasa ile düzenlenmesi, çerçevesi belirsiz, geniş bir alanın İdarenin takdirine bırakılmaması gerekir. İptali istenen kurallar İdareye çerçevesi yeterince çizilmemiş, belirsiz bir takdir alanı bırakmakta ve yukarıda belirtilen Anayasal ölçüte uymamaktadır. Bu nedenle Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı olduklarından iptalleri gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmamaktayım. Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARŞIOY GEREKÇESİ I- Yasa’nın 8. Maddesinin İlk Fıkrasının Son Tümcesinin İncelenmesi: 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun 8. maddesinin ilk fıkrasında “Tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek ve tüzelkişiler, Bakanlık tarafından yetkilendirilir ve denetlenir. Yetkilendirme ve denetim ile ilgili usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir” denilmektedir. Anayasa’nın 7. maddesi uyarınca yasama organı Anayasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla herhangi bir alanı düzenleme yetkisine sahiptir. Ancak, düzenlenen alanın özelliği, sık, sık değişen koşullara bağlı olarak süratli hareket etme zorunluluğu, buna karşılık, yapısından ve işleyişinden kaynaklanan gecikmeler yasama organının, yürütme organını yetkilendirmesini gerektirebilir. Böyle durumlarda, yasama organı, temel ilke ve esasları, saptadıktan sonra uzmanlık ve teknik konulara ilişkin hususlarda yürütmeyi yetkilendirebilir. Anayasa’nın 8. maddesine göre yürütmenin düzenleme yetkisi, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılabilecek sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetki olduğundan, Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, yasalarla sınırları ve kapsamı belirlenmemiş bir alanda, yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yasa’nın 8. maddesinin ilk fıkrasının son tümcesinde, yetkilendirme ve denetim ile ilgili usul ve esasların yönetmelikle belirleneceği öngörülmüş, ancak yetkilendirme ve denetim yetkisinin, Bakanlığın hangi organları tarafından kullanılacağı, kapsamı, sınırları ve süresinin ne olacağı gibi konularda bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Ayrıca denetim yetkisi, özelliği nedeniyle keyfilikten uzak nesnel kurallara göre kullanılması gereken bir yetki olduğundan, denetim yapacak görevlilerin nitelikleri, atanmaları, görev süreleri, görevlerinin hangi hallerde sona erdirileceği gibi konuların yasa ile düzenlenmesi, hem denetleyenler hem de denetlenenler yönünden hukuk güvenliği sağlanmasının en etkili yoludur. Hukuk devletinde, sınırsız bir alanda usul ve esaslarının belirlenmesi idareye bırakılan bu nedenle de kapsam ve sınırı her an değiştirilebilecek düzenlemelerle hukuk güvenliğinin sağlanması olanaklı değildir. Açıklanan nedenlerle 8. maddenin ilk fıkrasının son tümcesi, Anayasa’nın 2, 7 ve 8. maddelerine aykırıdır. II- Yasa’nın 9. Maddesinin Son Fıkrasının İncelenmesi: Madde’nin ilk fıkrasında, sunulan hizmetler ile onaylanan ve düzenlenen belgeler karşılığında alınacak ücretlerin neler olduğu (a) ve (g) bentleri arasında tek tek sayılarak gösterilmiş, (h) bendinde ise “diğer ücretler” adı altında kapsamının belirlenmesi idareye bırakılan bir ücret türüne yer verilmiştir. Devletin vergi, resim, harç, para ve vergi cezaları gibi gelirleri yanında yaptığı hizmetler karşılığında aldığı ücretlerin de kamu geliri olduğu kuşkusuzdur. Bu husus, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 3. maddesinin (i) bendinde ayrıntılı olarak düzenlenerek kamu gelirinin, Kanunlarına dayanılarak toplanan vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay veya benzeri gelirler, faiz, zam ve ceza gelirleri, taşınır ve taşınmazlardan elde edilen her türlü gelirler ile hizmet karşılığı elde edilen gelirler, borçlanma araçlarının primli satışı suretiyle elde edilen gelirler, sosyal güvenlik primi kesintileri, alınan bağış ve yardımlar ile diğer gelirler olduğu ifade edilmiştir. Buna göre, Yasa’nın 9. maddesinde sayılan ve belirli hizmetler karşılığında alınan ücretlerin kamu geliri kapsamında bulunduğu açıktır. Anayasa’nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasında, “vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” denilmektedir. Bu durumda, 9. maddede sayılan hizmetler karşılığı elde edilen gelirler, vergi, resim, harç benzeri mali yükümlülükler içinde yer alan bu nedenle de yasa ile belirlenmesi gereken kamu gelirleridir. Ayrıca Madde’nin (h) bendinde, “diğer ücretler” denilerek içeriği yasa ile düzenlenmemiş bir ücret türüne de yer verilerek bu ücretlerin neler olduğunun belirlenmesi idareye bırakılmıştır. Böylece, idarenin saptayacağı hizmet türleri karşılığında dilediği ücreti alabilmesine olanak tanınmıştır. Sınırları yasalarla belirlenmemiş konularda, idareye yönetmelik çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasa’nın yasama yetkisinin devredilemeyeceğine ilişkin 7. maddesine yürütme yetkisinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağına ilişkin 8. maddesine ve idarenin kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak koşuluyla, yönetmelikler çıkarabileceğine ilişkin 124. maddesine açıkça aykırıdır. III- Yasa’nın 15. Maddesinin İncelenmesi: 15. Madde’nin ilk fıkrasında, Bakanlık gerekli gördüğü hallerde, 5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerde belirtilen yetkilerini, kısmen veya tamamen Birliğe, kamu kurum ve kuruluşlarına özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere; şartları belirlenmek kaydıyla, süreli veya süresiz olarak devredebilir” son fıkrasında da “Yetki devrinin şartları, yetki devredilecek Birlik, kamu kurum ve kuruluşları, özel hukuk tüzel kişileri ve üniversitelerle ilgili teknik ve fiziki şartlara ilişkin usul ve esaslar ile yetki devrinin geri alınmasında uygulanacak hususlar yönetmelikle belirlenir” denilmektedir. Maddenin ilk fıkrasında belirtilen yetkilerden tohumlukların, üretimine, ithal ve ihracatına izin verilmesi, tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek ve tüzel kişilerin yetkilendirilmesi ve denetlenmesi ve ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğunun denetlenmesi, özel idari kolluk (hizmet kolluğu) faaliyetleri, içinde yer aldığından, devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler kapsamında olup, bu tür hizmetlerin, Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi zorunludur. Dolayısıyla söz konusu hizmetlerin, yetki devri yoluyla belirtilen özellikleri taşımayan kurum ve kuruluşlara gördürülmesi olanaklı değildir. Öte yandan, Madde’nin son fıkrası ile Anayasa’nın 128. maddesi kapsamındaki hizmetleri yürüten kamu kurum ve kuruluşlarına yapılacak yetki devrinin de usul ve esaslarının Yasa’da belirlenmeyerek, bu hususun idarenin takdirine bırakılması yasama yetkisinin devri niteliğindedir. Açıklanan nedenlerle dava konusu kural Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır. Belirtilen gerekçelerle Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varılan kuralların iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Fettah OTO KARŞI OY GEREKÇESİ Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Tohumculuk Kanunu’nun, piyasa denetimi kenar başlıklı 8. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülen birinci fıkrasında, tohumlukları yetiştiren, işleyen, satışa hazırlayan, dağıtan ve de satan gerçek ve tüzel kişilerin Bakanlık tarafından yetkilendirileceği ve denetleneceği, yetkilendirme ve denetimle ilgili usul ve esasların ise yönetmelik ile belirleneceği ifade edilmektedir. Yasa ile tohumluk piyasasının sağlıklı işleyebilmesi için bu faaliyette bulunan tüm kişi veya kuruluşların kayıtlı olması ve kontrollü şartlarla tohumculuk uğraşında bulunması, üretiminde disiplinin sağlanması ve böylece kalite standartlarına uygun tohum alınması, etiket ve ambalaj bilgilerinin doğru biçimde yapılması amaçlanmakta, bu amaca ulaşabilmek için de kural ile denetim müessesinin getirildiği anlaşılmaktadır. Kuralda, Bakanlık tarafından yapılacağına işaret edilen denetimin Bakanlığın hangi organlarınca yerine getirileceği, kapsamının, süresinin ve sınırlarının ne olacağı konularına, yine denetimi gerçekleştirecek görevlilerin nitelikleri, görev süreleri, görevlerinin hangi nedenlerle ve nasıl sona ereceği, yerlerinin nasıl doldurulacağı gibi denetim müessesi için zorunlu olan hukuki güvencelere yer verilmemiş, bu konudaki düzenlemeler yönetmeliğe terk edilmiştir. Denetim, yapılması istenilen ile yapılanın karşılaştırılmasına ilişkin kamu gücüne dayanan bir yetki kullanımı olduğu, bu yetkinin de bağımsız, teminatlı olma gibi hukuki güvenceleri haiz kişilerin oluşturduğu kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılması gerektiği ve bunun da ancak yasa ile sağlanabileceği konusunda duraksama bulunmamaktadır. Yasa ile esas ve usulleri düzenlenmeyen söz konusu güvencelerin yürütme organınca her zaman değiştirilmesi olanaklı bulunan yönetmeliğe bırakılması, denetim görevinin gerekleri ile bağdaşmayacağı gibi denetimle varılmak istenen hedefe ulaşılmayı da engelleyecektir. Bu nedenle denetim konusundaki hukuki güvencelerin esas ve usullerinin yasada gösterilmesi gerekir. Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğu, bu yetkinin devredilemeyeceği belirtilmiştir. Denetime ilişkin esas ve usullerin temel ilkelerini belirlemeyen, denetimle ilgili konuların tamamının düzenlenmesini yönetmeliğe terk ederek yürütme organının takdirine bırakan kural, yasama yetkisinin devri niteliğindedir. Yine, aynı Kanunun yetki devri kenar başlıklı 15. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülen birinci fıkrası uyarınca, Bakanlık, gerekli gördüğü hallerde, 5., 6., 7. ve 8. maddelerde belirtilen yetkilerini, kısmen veya tamamen Birliğe, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere, şartları belirlenmek kaydıyla süreli veya süresiz olarak devredebilecektir. Kuralda, Bakanlığın gerekli göreceği hallerin ve belirlenecek şartların nelerden ibaret olduğu konusu yer almamaktadır. Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla belirlenmesi değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasa da gösterilip uzmanlık isteyen konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesi yetkisinin yürütme oranına bırakılmasını ifade eder. Bahse konu yetkilerin sözü edilen kuruluşlara devrine ilişkin gerek duyulacak hallerin ve belirlenecek şartların temel ilkelerini gösteren usul ve esaslara dolayısıyla bu konudaki ölçü ve sınırlarının ne olacağına iptali istenen kuralda yer verilmemiş, böylece yetki kullanımı konusu sınırsız biçimde yürütme organının takdirine terk edilmiştir. Bu durum, yasama yetkisinin yürütme organına devir edildiğini açıkça göstermektedir. Yine, aynı Kanunun yetki devri kenar başlıklı 15. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülen dördüncü fıkrasında da yetki devrinin şartlarıyla yetki devrinin geri alınmasında uygulanacak usul ve esaslar yönetmeliğe bırakılmıştır. Bu fıkrada da yetki devrinin şartlarıyla yetki devrinin geri alınmasında uygulanacak usul ve esasların nelerden ibaret olduğu gösterilmeyerek bu konulardaki düzenlemelerin yönetmeliğe bırakılması yasama yetkisinin devri niteliğindedir. Diğer kurallar için yukarıda açıklanan gerekçeler bu fıkra içinde geçerlidir. Açıklanan nedenlerle Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının birinci tümcesinde yer alan “ve denetlenir” ibaresiyle ikinci tümcesindeki “ve denetim” ibaresi, 15. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları Anayasa’nın 7. maddesine aykırı olduğundan, iptalleri gerekir. Bu yönden, belirtilen konularla ilgili redde ilişkin çoğunluk görüşüne katılamadım. Üye Mehmet ERTEN KARŞI OY YAZISI 31.10.2006 günlü, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun, 15. maddesinin birinci fıkrasında ki “özel hukuk tüzel kişilerine” ibaresinin Anayasa’nın 2., 5., 11. ve 45. maddelerine aykırılığı savıyla iptali isteminde bulunulmuş, mahkeme bu maddenin birinci fıkrasında yer alan “…özel hukuk tüzel kişilerine…” ibaresinin 8. maddedeki “denetim” yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna karar vermiştir. 5553 sayılı Kanunun Piyasa denetimi ile ilgili 8 nci maddesinde; “Tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek veya tüzel kişiler, Bakanlık tarafından yetkilendirilir ve denetlenir. Yetkilendirme ve denetim ile ilgili usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir. Ticarete arz edilen tohumlukların standartlara uygunluğu ile etiket ve ambalaj bilgilerinin doğruluğu Bakanlıkça denetlenir” denilmiş aynı kanunun 15. maddesinde de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın gerekli görmesi halinde bu yetkisini kısmen veya tamamen Tohumcular Birliğine, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere şartları belirlenmek kaydıyla süreli veya süresiz devredilebileceği öngörülmüştür. Aynı şekilde 5553 sayılı Kanun’la Tarım ve Köyişleri Bakanlığına yetki ve görev olarak verilen tohumluk üretimi, tohumluk sertifikasyonu ve tohumluk ticaretinin de bakanlığın gerekli görmesi halinde kanunda yazılı özel şartlar dâhilinde süreli veya süresiz olarak adı geçen kurum ve kuruluşlara devredilebileceği öngörülmüştür. İptali istenen kuralda öngörülen denetim yetkisi Anayasa’nın 128. maddesi anlamında mutlaka memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle gördürülmesi gereken hizmetler kapsamında değerlendirilemez. Son yıllarda kamu yönetimi ve idare hukuku alanında ki yeni anlayışlar ve gelişmeler kamu hizmeti kavramının tanımında daraltıcı yorumları beraberinde getirmiştir. Bu yorumlar sunucunda daha önce memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülen hizmetlerin özel hukuk tüzel kişilerine devri söz konusu olmaktadır. Bütün bu gelişmeler nedeniyledir ki 5553 sayılı Kanun’un 15. maddesinde ki yetki devrini öngörülen düzenlemeye benzer düzenlemeler diğer bazı kanunlarda da yer almaya başlamıştır. 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’un 1. maddesinin (ı) bendinde; Yapı denetim kuruluşu; Bakanlıktan aldığı izin belgesi ile münhasıran yapı denetimi görevini yapan, ortaklarının tamamı mimar ve mühendislerden oluşan tüzel kişi olarak tanımlanmıştır. Yine 5262 sayılı Organik Tarım Kanununun Denetim başlıklı 11. maddesinde; “Bakanlık gerekli gördüğü hallerde denetim yetkisini kısmen veya tamamen, akreditasyonu yapılmış; kamu kurum ve kuruluşlarına, özel sektör tüzel kişilerine ve üniversitelere devredebilir” denilmektedir. Ayrıca 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun 35. maddesinde; “Araçların muayeneleri, Ulaştırma Bakanlığına ait muayene istasyonlarında veya bu Bakanlık tarafından işletme yetki belgesi ile yetki verilmesi halinde ise yetki verilen gerçek veya tüzel kişilere ait muayene istasyonlarında yapılır” denilmiştir. Bütün bu düzenlemelerin ana nedeni Anayasa’nın 128. maddesinde yazılı kamu hizmeti niteliğinde ki asli ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle etkin ve verimli bir şekilde gördürülememiş olmasından kaynaklanmaktadır. Denetim; bir kuruluşun ekonomik faaliyetlerine ve olaylarına ilişkin açıklanan bilgilerin, önceden belirlenmiş ölçütlere uygunluk derecesini belirlemek ve raporlamak amacıyla bu ekonomik faaliyetlere ve olaylara ilişkin bilgilerle ilgili kanıtların tarafsızca toplanması, değerlendirilmesi ve sonucun raporlanması olarak tanımlanmaktadır. Başka bir ifade ile denetim, bir bilginin geçerliliğinden ve güvenilirliğinden emin olmak ve aynı zamanda da bir sistemin iç kontrolü için bir değerlendirme sağlamak amacıyla yapılan işlemdir. Denetimin amacı, söz konusu kişi, kurum, sistem v.s. ile ilgili, test sonucu değerlendirmelere dayanan bir fikir belirtmektir. Denetimin kamu hizmeti niteliği literatürde tartışmalıdır. Denetimin idari kolluk anlamında bir kamu hizmeti olarak kabul edilmesi halinde dahi bu hizmetin Anayasa’nın 128. maddesinde ki memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle etkin ve verimli bir şekilde gördürülmesi gelişen kamu yönetimi anlayışına uygun değildir. 5553 sayılı Kanun’un 15. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…özel hukuk tüzel kişilerine…” ibaresinin 8. maddedeki “denetim” yönünden iptali istenmiş ve iptal edilmiştir. Aynı maddede tohumluk sertifikasyonunun özel hukuk tüzel kişilerine devrine ilişkin bölümün de iptali de istenmiş ancak bu istem reddedilmiştir. Tohumculukla ilgili piyasa denetiminin kanunda yazılı şartlarda özel hukuk tüzel kişilerine devri ile tohumluk sertifikasyonunun kanunda yazılı şartlarda özel hukuk tüzel kişilerine devrinin kamu hizmeti açısından benzeşen bir yönü bulunmaktadır ve her ikisinde de anayasaya uygunluk açısından farklılık bulunmamaktadır. Esasen Anayasa’nın 128. maddesinde ki “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” İbaresinde geçen kamu hizmetinin tanımını ve çerçevesini önemli ölçüde kanun koyucu belirlemektedir. Bu nedenle iptale konu düzenleme yasa koyucucunun takdir alanı içinde kabul edilmelidir. İptale konu kuralın, Anayasa’nın 2. maddesinde ki sosyal hukuk devleti ve 7. maddesinde ki yasama yetkisinin TBMM’de olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği ve 45. maddesinde ki tarım ve hayvancılıkla uğraşanların korunması ve desteklenmesi ile ilgili hükümleriyle çelişen bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle iptal kararına katılmıyorum. Üye Hicabi DURSUN [R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı: 2009/58 Karar Sayısı : 2011/52 Karar Günü : 17.3.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU: 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “…yirmi yıl önce ölmüş …” ibaresinin Anayasa’nın 2., 10., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemidir. I- OLAY Davacı tarafından açılan tapu iptal ve tescil davasında, itiraz konusu ibarenin Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali ve yürürlüğünün durdurulması için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Davalı taraf TMK 713/2. maddesindeki dava dayanağı olan kısmın Anayasaya aykırı olduğu konusunda her hangi bir iddiası olmamıştır. Anayasaya aykırılığı iddia edilen madde: 4721 sayılı Kanun 713/2. maddesinde: Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyetidi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Tescil davası hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır. Anayasaya aykırılık iddiası: Anayasanın 35. maddesine aykırılık iddiası: TMK hükümlerine göre mülkiyet hakkı sahibine mülkiyete yapılacak saldırıları önleme ve temin etme hakkı sağlamaktadır. Önleme davaları ise hiçbir süreye tabi değildir. Ölümden itibaren 20 yıl geçmekle mülkiyet hakkının sona erdiğinin belirtilmesi Anayasanın 35. maddesinde belirtilen herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacı ile kanun ile sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Hükmüne aykırılık teşkil etmektedir. Anayasanın 35. maddesi mülkiyet hakkının sınırlanabileceğinden belirtmekte, ancak tamamen ortadan kaldırılmasına olanak sağlayan bir düzenleme getirmemektedir. Anayasa Mahkemesinin 10/04/2003 tarih, 112/33 sayılı kararında da mülkiyet haklarının belirli bir süre geçmekle sone ermeyeceğine karar verdiğine göre TMK 713 deki 20 yıllık süre geçmekle mülkiyet hakkının sone erdirilmesi Anayasanın 35. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Anayasanın 2. maddesine aykırılık iddiası: Tapuda muris adına kayıtlı olan ve mülkiyetin ve miras hakkının temel haklardan birisi olduğu Anayasada belirtildiği için bir hakkın sırf tapuda intikal yapılmadı diye belirli bir süre sonra sona erdiğinin kabul edilmesi de Anayasanın 2. maddesinde belirtilen Hukuk devleti ile bağdaşmamaktadır. Mülkiyet hakkının içerik ve sınırlarını belirleme yetkisi yasalara verilmiş ise de bu yetkisi sınırsız değildir. Hukuk devletinin genel ilkelerinden biri de mülkiyet hakkının zaman ötesi niteliğidir. Başka bir anlatımla, mülkiyet hakkının zaman aşımına uğramamasıdır. Bu nedenle TMK ve BK tarafından bir taşınmazın malik, zilyet ve mirasçılarına tanınmış olan hakların hak sahiplerince 20 yıl boyunca kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kesmiş olsa bile o taşınmazla aralarında ki hukuksal ilişkinin belli bir süre sonra sona erdiği anlamına gelmez. Devletin kazanılmış haklara saygılı olması ve kişilerin temel haklarını koruyucu düzenlemeleri yapması gerekir. TMK daki bu düzenleme belirlenen bu ilkeye taban tabana zıt bir durum oluşturduğundan ve TMK 713/2 deki bu hüküm hakkın özünü ortadan kaldırdığından Anayasanın 2. maddesine de aykırıdır. Anayasanın 13. maddesine aykırılık iddiası: Anayasanın 13. maddesi temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir bu sınırlamalar Anayasanın sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmektedir. Mülkiyet hakkının 20 yıl geçmesi ile sona ereceğine dair Anayasada bir hüküm bulunmamaktadır. 20 yıllık süre Anayasada belirtilen sebepler arasında olmadığından TMK 713/2. deki bu hüküm Anayasanın 13. maddesine de aykırıdır. Anayasanın 36. maddesine aykırılık iddiası: Anayasanın 36 maddesine göre herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak sureti ile yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiç bir bedel ödenmeden hakkın kaybına imkan sağlayan 713/2 deki bu hüküm Anayasanın 36. maddesindeki hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına da aykırılık teşkil etmektedir. Davanın Anayasa Mahkemesinde sonuçlanması zaman alacağı ve görülmekte olan davaların bu süre içinde sonuçlanma ihtimali nedeni ile yürürlüğün de durdurulması istenmelidir. HÜKÜM Gerekçede açıklanan nedenlerle; 1- Yürürlüğünün durdurulması istemi ile MK 713/2. maddesinde belirtilen 20 yıl önce ölmüş ibaresinin Anayasanın 2, 10, 13, 35 ve 36. maddelerine aykırı olduğu düşünüldüğünden konunun Anayasa Mahkemesine götürülmesine. 2- Kararın ekine dosyanın onaylı bir suretinin eklenmesine. 3- Anayasa Mahkemesinin konu ile ilgili karar vermesi için yasal sürenin beklenmesine karar verildi.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun itiraz konusu ibareyi de içeren 713. maddesi şöyledir: “MADDE 713.- Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır. Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilan olunur. Son ilandan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur. Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler. Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir. Özel kanun hükümleri saklıdır.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 10., 13., 35. ve 36. maddelerine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Cafer ŞAT, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımlarıyla 9.9.2009 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- Sınırlama Sorunu Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi’ne itiraz yoluyla yapılacak başvurular, itiraz yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı yasa kuralları ile sınırlı tutulmuştur. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu(TMK.)’nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “…yirmi yıl önce ölmüş…” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığını ileri sürerek iptalini istemektedir. Ancak davada uygulanacak olan “…yirmi yıl önce…” ibaresi, itiraz konusu kuralın da yer aldığı TMK.’nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında bulunan ve iptal istemi dışında kalan “…hakkında gaiplik kararı verilmiş…” bölümü yönünden de uygulanması söz konusu olan ortak bir kuraldır. Bu nedenle, 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “...yirmi yıl önce ölmüş...” ibaresine ilişkin esas incelemenin, ibarede yer alan “...ölmüş...” sözcüğü ile sınırlı olarak yapılmasına, 17.3.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Başvuru kararında, Türk Medenî Kanunu’nun, mülkiyet hakkı sahibine mülkiyete yapılacak saldırıları önleme ve temin etme hakkı sağladığı, önleme davalarının hiçbir süreye tabi olmadığı, tapuda muris adına kayıtlı olan taşınmazın mülkiyet hakkının sırf tapuda intikal yapılmadı diye yirmi yıl süre geçmekle sona erdirilmesinin hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı, mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramadığı, devletin kazanılmış haklara saygılı olması ve kişilerin temel haklarını koruyucu düzenlemeler yapması gerektiği, kuralın hiçbir bedel ödenmeden hak kaybına imkan sağladığı belirtilerek, itiraz konusu ibarenin Anayasa’nın 2., 10., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 4721 sayılı TMK.’nun 713. maddesinde, olağanüstü zamanaşımı ile taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasının şartları düzenlenmiştir. Maddenin itiraz konusu sözcüğün de yer aldığı ikinci fıkrasında; maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamına veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasına davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyet olan kişinin, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebileceği öngörülmektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukukun evrensel ilkelerine saygı duymak hukuk devleti olmanın gereğidir. Kazanılmış haklara saygı ilkesi de hukukun genel ilkeleri ve hukuk devleti kavramı içerisinde yer alır. Bu ilkenin temel amacı bireylerin hukuk güvenliğini sağlamaktır. Kişilerin, devlete güven duymaları, maddî ve manevî varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Anayasa’nın 35. maddesinde, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilerek, mülkiyet ve miras hakları Anayasal bir kurum olarak güvence altına alınmıştır. Temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkı bireyin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Eşya üzerindeki hâkimiyet bir yönüyle bireye devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan yaratırken, diğer taraftan emeğinin karşılığını güvence altına almakla bireye kendi hayatını yönlendirme ve geleceğini tasarlama olanağı sunmaktadır. Bu nedenle birey özgürlüğü ile mülkiyet hakkı arasında yakın bir ilişki vardır. Temel bir hak olan miras hakkı ise iki yönlüdür. Miras bırakan yönünden mirasının kendinden sonrakilere geçmesini ve ölüme bağlı tasarrufta bulunabilmeyi, mirasçılar yönünden ise murisin miras yoluyla bıraktığı malvarlığına sahip olma yetkisini kapsar. Kural olarak tapuya kayıtlı bir taşınmazın tamamı, bir payı veya bölünebilir bir parçasının olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinilebilmesi mümkün değildir. 4721 sayılı Yasa’nın “Taşınmazlarda karine” başlıklı 992. maddesinde; “Tapuya kayıtlı taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır...” denilerek, tapuya kayıtlı olan taşınmazların olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması önlenmektedir. 575. maddede ise mirasın, mirasbırakanın ölümü ile açılacağı, 599. madde hükmüne göre de mirasçıların, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanacakları belirtilmektedir. 705. maddenin ikinci fıkrası uyarınca da mirasçılar, mirasbırakanın bıraktığı taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkına tescilden önce sahip olmaktadırlar. İtiraz konusu sözcük uyarınca; tapu sicilinden malikinin kim olduğu anlaşılmakla birlikte yirmi yıl önce ölmüş bir kimse adına kayıtlı taşınmazın tamamını veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasını davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişinin, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebileceği öngörülmekte, mülkiyet bu koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olmaktadır. Zilyet tarafından mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilebilmesini isteyebilmek için maddede belirtilen koşullar yanında mirasçıların, olağanüstü zamanaşımının tamamlanmasından önce açıklayıcı tescil yaptırmamış olmaları da gerekmektedir. Tapuya kayıtlı bir taşınmazın malikinin ölmesi halinde, bu taşınmazın sahibi mirasçılarıdır. Mirasçılar bu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını mirasbırakanın ölümü ile birlikte kanun gereğince tescile gerek kalmadan kazanmaktadırlar. Hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının “zamanötesi” niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medenî Kanun tarafından bir taşınmaz malikinin mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl boyunca kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kestiğini göstermiş olsa bile, o taşınmazla aralarındaki hukuksal ilişkinin sona erdiği anlamına gelmez. Mirasçıların devam eden mülkiyet hakkı, taşınmazı fiilen kullanma hakkını içerdiği gibi kullanmama hakkını da içerir. Mülkiyet hakkının mutlaklığı ve tapu sicilinin aleniyeti karşısında, itiraz konusu sözcük uyarınca, zilyedin mirasçılara ait olan mülkiyet hakkını tanımayarak, tek yanlı olarak ortadan kaldırmasına olanak tanınması, mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı gibi, kazanılmış hak ve hukuki güvenlik ilkelerini de ihlal etmektedir. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu “...ölmüş...” sözcüğü Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. İtiraz konusu sözcük Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden, ayrıca Anayasa’nın 10., 13. ve 36. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir. VI- İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKSİ 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesinin ikinci fıkrasında, Yasa’nın belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa, bunların da Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir. 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “...ölmüş...” sözcüğünün iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan iptal edilen sözcükten sonra yer alan “...ya da...” sözcüğünün de, 2949 sayılı Yasa’nın 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince iptali gerekir. VII- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “...ölmüş...” sözcüğü, 17.3.2011 günlü, E. 2009/58, K. 2011/52 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu sözcüğün, uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA, 17.3.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. VIII- SONUÇ 1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “...ölmüş...” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, 3- 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “...ölmüş...” sözcüğünün iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan iptal edilen sözcükten sonra yer alan “...ya da...” sözcüğünün de, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, 17.3.2011 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Serruh KALELİ Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Üye Üye Engin YILDIRIM Nuri NECİPOĞLU Üye Celal Mümtaz AKINCI Hicabi DURSUN Üye Erdal TERCAN [R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2008/72 Karar Sayısı : 2011/59 Karar Günü : 30.3.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY, Kemal ANADOL ve Kemal KILIÇDAROĞLU İPTAL DAVASININ KONUSU: 11.06.2008 günlü, 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu İle Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun; 1) 3. maddesiyle değiştirilen 2954 sayılı Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasındaki “Bakanlar Kurulu tarafından Genel Müdür Yardımcıları arasından atanan iki üye” ibaresi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinin, 2) 9. maddesiyle 2954 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 11’in birinci fıkrasının ilk dört cümlesinin, iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “… III. GEREKÇE 1) 11. 06. 2008 tarih ve 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü Maddesiyle Değiştirilen 2954 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu tarafından Genel Müdür Yardımcıları arasından atanan iki üye” ibaresi ile üçüncü fıkrasının son cümlesi Anayasaya aykırılığı 5767 sayılı Kanunun 3 üncü maddesiyle 2954 sayılı Kanunun 11 inci maddesi değiştirilerek TRT Yönetim Kurulu üyelerinin atanma yöntemleri yeniden düzenlenmektedir. Getirilen düzenlemede; yönetim kurulunun iki üyesinin Genel Müdür tarafından atanan Genel Müdür Yardımcıları arasından, dört üyesinin ise, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca teklif edilen iki kat aday arasından Bakanlar Kurulunca seçilmesi öngörülmektedir. 2954 sayılı Yasanın değişmeden önceki halinde altı Yönetim Kurulu üyesinin Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu tarafından teklif edilen oniki aday arasından Bakanlar Kurulu kararı ile atanması öngörülmekte idi. Bir başka ifadeyle getirilen değişiklik sonucu altı yönetim kurulu üyesinden ikisinin, doğrudan Genel Müdürün atadığı Genel Müdür Yardımcıları arasından seçilmesi kuralı getirilmiştir. Yani iki üyenin seçiminde Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu devreden çıkarılmıştır. 5767 sayılı Kanunun 3 üncü maddesiyle TRT Yönetim Kurulu üyelerinin atanması konusunda getirilen değişiklikle ilgili düzenleme Anayasanın 31 ve 133 üncü maddesinde belirtilen TRT’nin özerkliğine ve tarafsızlığına uygun bir düzenleme değildir. Anayasanın 31 inci maddesinde: “Kişiler ve siyasi partiler, kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme ve yayım araçlarından yararlanma hakkına sahiptir” denilmektedir. Anayasanın 133 üncü maddesinde ise:” Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve tarafsızlığı esastır” hükmü yer almaktadır. Anayasada yer alan hükümler, Radyo Televizyon Kurumunun farklı fikir ve kanaatler önünde tarafsız bir organ olmasını ve TRT’den yararlanma hakkının tarafsızlık ilkesiyle kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. TRT yayınlarında tarafsızlık ilkesinin gerçekleşmesi için, TRT’nin, gerek iktidar partisinden ve gerekse muhalefet partilerinden gelebilecek etkilerden korunacak yapıda olmasını gerektirir. Özellikle, siyasal iktidarın baskısına maruz bırakıcı nitelikteki kurallar yansızlık ilkesine ters düşer. Anayasamız, tarafsızlık ilkesinin ancak, yansız bir kamu tüzelkişiliğince sağlanacağını benimsemiş ve her türlü radyo ve televizyon yayınının, istenmeyen etkilenmeler dışında yapılması amaçlamıştır. 2954 sayılı Yasa’nın 8 inci maddesindeki: “Tarafsız bir kamu tüzelkişiliğine sahip Türkiye Radyo Televizyon Kurumu kurulmuştur” hükmü, Anayasa’nın 133 üncü maddesinde “tarafsız” olarak kurulması ve idare edilmesi gereken kamu tüzelkişiliğinin gereği olarak getirilmiş bir hükümdür. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun Anayasal nedenlerle tarafsız olması gereği, bu kurumun yönetiminin de tarafsız olmasını gerektirmektedir. Yönetimin tarafsızlığı yönetim kurulunun seçimi ile doğrudan ilgilidir. Anayasa Mahkemesi’nin E. 1967/37, K. 1968/46 sayılı Kararında yönetim organlarının oluşturulmasında tarafsızlık ilkesinin gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında aynen şöyle denilmektedir: “Kanun; ... kurumun yönetim ve denetiminde, yönetim organlarının oluşturulmasında ve her türlü radyo ve televizyon yayınlarında tarafsızlık ilkesini gözetir.” biçimindeki hüküm ile, kurumun kuruluşunda ve yayınlarında tarafsızlık ilkesinin sürekli gözetilmesi ve tüzelkişiliğin tarafsız olması esası getirilmiştir. Yansızlığın gerçekleştirilmesi ise, TRT’nin, gerek iktidar partisinden ve gerekse öteki yönlerden gelebilecek etkilerden korunacak yapıda olmasını gerektirir. Siyasal iktidarın baskısına maruz bırakıcı nitelikteki her önlem yansızlık ilkesine ters düşer.” Anayasa Mahkemesi E. 1989/9, K. 1990/8 sayılı Kararında; her ikisi de KİT statüsünde olan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu ile Türkiye Cumhuriyeti Posta Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğünün yönetim kurullarına yapılacak atamalardaki farklı yönteme dikkat çekerek, PTT Yönetim Kurulu Üyelerinin ilgili bakanın önerisi üzerine Bakanlar Kurulu Kararı ile atandıklarını, buna karşılık; 2954 sayılı Yasada TRT Yönetim Kurulu üyelerinin atanmasında tarafsızlık ilkesini sağlayacak özel yöntemler öngörüldüğünü, Yönetim Kurulu üyelerinin Bakanlar Kurulu’nca atansalar da aday gösterilmelerinin Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu’nca yapılmasının tarafsızlık ilkesi nedeniyle getirilmiş olduğuna dikkat çekilmiştir. Yöneticilerinin yürütmenin etkisine açık olması, Anayasa’nın 133 üncü maddesindeki kurumun tarafsızlığını etkisiz hale getirir. TRT’nin tarafsızlığı, bir temenni değil, yerine getirilmesi zorunlu olan Anayasal ilkedir. Bütün yurttaşların ödediği vergi niteliğindeki kaynaklardan finanse edilen Radyo Televizyon Kurumunun verdiği hizmetler, hiçbir ayrım yapmadan, Anayasadaki eşitlik ilkesi gereği bütün yurttaşları kapsamalı, hükümetin, siyasi partilerin, iktisadi ya da toplumsal baskı ve çıkar gruplarının değil, tüm toplumun sesi olabilmeli, ülkedeki her rengi, her sesi, tüm zenginlikleri yansıtabilmelidir. TRT; hükümet, siyasi partiler, iktisadi ve toplumsal baskı ve çıkar gruplarının dışında, tüm yurttaşlarına eşit mesafede, tarafsız, yalnızca kendisine bu görevi veren Anayasa ve çağdaş demokratik rejimden ve hukukun üstünlüğünden yana taraf olan bir kuruluş olarak görev yapmalıdır. 5767 sayılı Kanunun 3 üncü maddesiyle değiştirilen 2954 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının son cümlesi ile getirilen düzenleme, TRT’nin merkezi yönetime bağımlı olması sonucunu doğuran, yönetim organlarının oluşturulmasında yürütmeyi tam olarak yetkili kılan bir düzenlemedir. Getirilen bu düzenlemeler TRT’nin Anayasa’nın öngördüğü yansız kamu tüzelkişiliği olarak nitelenmesini olanaksız kılmaktadır. Bu düzenlemelerin temel amacı, TRT yönetimini siyasal iktidarın etkisine sokmaktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle: 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü Maddesiyle Değiştirilen 2954 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının son cümlesi Anayasanın 31 inci ve 133 üncü maddelerine aykırı olup iptali gerekir. 2) 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu Maddesiyle 2954 sayılı Kanuna Eklenen Geçici Madde 11 in birinci fıkrasının ilk dört cümlesinin Anayasaya Aykırılığı 5767 sayılı Kanunun 5 inci maddesiyle 2954 sayılı Kanunun 16’ncı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları değiştirilerek TRT Genel Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatında değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliklerle merkez teşkilatındaki bazı daire başkanlıkları kaldırılmış, bazıları birleştirilmiş, bazılarının isimleri veya yapıları değiştirilmiş, taşrada ise bölge müdürlükleri kaldırılmıştır. Bu değişikliğin neden yapıldığı, 5767 sayılı Kanunun 11 inci maddesiyle 2954 sayılı Kanuna eklenen Geçici 11 inci madde ile getirilen düzenlemeler ile açıkça ortaya çıkmıştır. Geçici 11 inci maddede, yeni teşkilat düzenlemeleri nedeniyle kaldırılan, birleştirilen, ismi veya yapısı değiştirilen birimlerde; Daire Başkanı, Başkan, Üye, Başkan Yardımcısı, Bölge Müdürü, Bölge Müdür Yardımcısı, Müdür, Şube Müdürü, Müdür Yardımcısı, Genel Sekreter, Genel Sekreter Yardımcısı, Savunma Sekreteri, Başuzman ve Uzman unvanlı kadrolarda görev yapanların ve buralarda unvansız olarak görev yapanların görevlerinin sona erdiği ve bunların Araştırmacı unvanlı kadrolara atanacakları hükme bağlanmıştır. Yani önce teşkilat düzenlemesi adı altında bazı birimlerin ismi değiştirilmiş, bazı birimler birleştirilmiş, bazı birimler kaldırılmış, bazı birimler değişik isimle yeniden kurulmuş daha sonra buralarda görev yapanların kadro görevleri sona erdirilerek araştırmacı unvanlı kadroları atamaları yapılmıştır. Tüm bu değişikliklerin hiçbir ihtiyaç belirtilmeden gerekçe gösterilmeden yapılmasının nedeni, şu anda bu birimlerde görev yapanların görevlerini sona erdirmek, boşalan görevlere yeni atamalar yaparak kadrolaşmaktır. Daire başkanlıklarının isimleri değiştirilerek veya yeni yapılar oluşturularak halen görev başındaki yöneticilerin görevden alınması için gerekçe yaratılmıştır. Kamu kurumlarında organizasyon değişikliği ilk kez olmamaktadır. Bugüne kadar çeşitli kamu kurumlarının merkez ve taşra teşkilatlarında değişiklikler yapılmış, yeni yapılanmalar ortaya çıkmıştır. Ancak, organizasyonel değişiklik gerekçesiyle görev başındaki yöneticilerin görevlerine son verilmesi ülkemizde ilk kez uygulanmaktadır. Bu güne kadarki yasal düzenlemelerde; kadro görev unvanları değişmeyenlerin yeni kadroya atanmış sayılacağı, kadro görev unvanları değişenlerin ise, durumlarına uygun kadrolara atanacakları belirtilmiştir. Kaldı ki bu değişiklerin çoğu özelleştirme, başka bir kamu kurumuna devir veya başka bir kamu kurumu ile birleşme ya da Genel Müdürlük düzeyi yerine müsteşarlık düzeyinde örgütlenme gibi zorunluluklar nedeniyle yapılmıştır. 5767 sayılı Yasada böyle bir zorunluluk da yoktur. Ortada ne özelleştirme ne birleşme ne de başka bir kamu kurumuna devir vardır. Adı değişen bir Daire Başkanlığının tüm görevlilerinin görevden alınıp araştırmacı unvanlı kadroya atanmasının kadrolaşma amacı dışında bir açıklaması olabilir mi? Bu düzenleme ile yalnızca kaldırılan, birleştirilen, ismi veya yapısı değiştirilen ünitelerdeki yöneticilerin görevlerinin sona erdirilmiyor. Yönetici olmayan, Başuzman, Uzman ve Üye (Yayın Denetleme Kurulu Üyesi) unvanlarındaki personelin de unvanları elinden alınmakta ve “araştırmacı” kadrosuna atanmaktadır. 657 sayılı Kanunda araştırmacı unvanlı kadroyla ilgili net bir tanımlama olmamasına karşın, araştırmacı kadrosunun; Daire Başkanı, Başkan, Üye, Başkan Yardımcısı, Bölge Müdürü, Bölge Müdür Yardımcısı, Müdür, Şube Müdürü, Müdür Yardımcısı, Genel Sekreter, Genel Sekreter Yardımcısı, Savunma Sekreteri, Başuzman ve Uzman gibi hiyerarşik kademe ve birimlerle ilgisinin olmadığı konusunda hiçbir şüphe yoktur. Yeni düzenleme nedeniyle kaldırılan, birleştirilen, ismi veya yapısı değiştirilen birimlerde çalışan unvanlı ve unvansız tüm personelin araştırmacı unvanlı kadroya atanması ve böylece tüm kadroların boşaltılması kamu yararı gözetilmeden kadrolaşma amacıyla getirilmiş bir düzenlemedir. Kamu yararı amacı taşımayan yasaların, amaç öğesi yönünden Anayasa’nın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği açıktır. Ayrıca, araştırmacı kadrosuna atananların maaşları dondurulmaktadır. Hiçbir haklı ve makul neden yok iken görevlilerin kazanılışmış haklarının kaybı sonucunu doğuran bu uygulama anayasaya aykırıdır. Anayasa’da yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasa’nın temel ilkelerinden biridir. Hukuk devleti; yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan, adaletli bir hukuk sistemine dayanan devlet düzeninin adıdır. Hukuka güvenin, kamu düzeninin ve istikrarın korunması da kazanılmış hakların korunması ilkesine bağlılık ile mümkündür. Hukuk devletinde kazanılmış haklara saygı gösterilmesi bir zorunluluk, hatta yükümlülüktür. Hukuksal tasarrufu doğuran irade sahiplerinin aynı yöntemle bu tasarrufu geri almalarına veya değiştirmelerine olanak bulunmaktadır. Ancak, önceden oluşmuş hukuksal durumların sonradan yapılacak işlemlerle değiştirilmesi, hukuktan beklenen güvenlikle bağdaşmaz. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2 nci maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir.” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi kazanılmış hak kavramını; “...kişinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel olacak niteliğine dönüşmüş hak” olarak tanımlamıştır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar ise bu nitelikte değildir. Ancak, kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekmektedir. (Anayasa Mahkemesi, E.1999/50, K.2001/67) Hukuk Devleti’nin unsurlarından bir diğeri olan hukuk güvenliği, diğer bir ifadeyle “güvenin korunması ilkesi” de ilgilinin hukuki durumunun süreceğine olan güveni dolayısıyla hayal kırıklığına uğratılmaması anlamına gelir. Güvenin korunması, her zaman mevcut bir hukuki durumun dokunulmazlığı anlamında olmasa da, her düzenleme değişikliğinde yasa koyucunun göz önünde bulundurması gereken bir husustur. Halkın Devlete olan güveninin korunması da ancak hukuk güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Bu yönüyle, Hukuk Devleti’nin önemli bir unsuru olarak hukuk güvenliği, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün Devlet davranışlarının, az çok, önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güven değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir. Haklı beklenti, idarenin ister bir taahhüt, isterse uzun süren bir uygulamasına güvenerek olsun, bireylerin bir çıkarları ya da lehlerine olan bir sonuca ulaşabileceklerini ya da edinebileceklerini ümit etmelerini ifade eder. Yeni düzenlemenin hukuki istikrarı bozmaması, hakların kullanılmasını zorlaştırmayacak ya da doğmuş olan haklarının hiçe sayılması anlamına gelecek şekilde tasarlanmaması gerekmektedir. Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Öte yandan görevden alınması gerekenler var ise bunlar yasa ile değil, idari işlemle görevden alınmalıdır. İdari işlemle yapılması gerekenleri yasa ile yapmak hukuk devleti ilkesi ile çelişir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu Maddesiyle 2954 sayılı Kanuna Eklenen Geçici Madde 11 in birinci fıkrasının ilk dört cümlesi Anayasa’nın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı olup, iptali gerekir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ Anayasa’ya aykırı olan; 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü Maddesiyle Değiştirilen 2954 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının son cümlesinin, 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu Maddesiyle 2954 sayılı Kanuna Eklenen Geçici Madde 11 in birinci fıkrasının ilk dört cümlesinin uygulanmasından, sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararlar doğacaktır. Bu tür durum ve zararların önlenebilmesi için, söz konusu hükümlerin yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir. V. SONUÇ VE İSTEM 11.06.2008 tarih ve 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu İle Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun; a) 3 üncü maddesiyle değiştirilen 2954 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrasındaki, “Bakanlar Kurulu tarafından Genel Müdür Yardımcıları arasından atanan iki üye” ibaresi ile üçüncü fıkrasının son cümlesi Anayasanın 31 inci ve 133 üncü maddelerine aykırı olduğundan, b) 9 uncu Maddesiyle 2954 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 11 in birinci fıkrasının ilk dört cümlesi Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğundan, iptallerine ve sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların doğmasının önlenmesi için iptal davası sonuçlanıncaya kadar bunların yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin talebimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralları 11.6.2008 günlü, 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile değiştirilen 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun iptali istenen ibare ve cümlelerin de yer aldığı kurallar şöyledir: “Yönetim Kurulu: Madde 11- Kurumun en yüksek karar ve yönetim organı olan Yönetim Kurulu; Genel Müdür, Bakanlar Kurulu tarafından genel müdür yardımcıları arasından atanan iki üye ile elektronik veya kitle iletişimi alanlarında bir; hukuk alanından bir; işletme, iktisat veya maliye alanlarından bir ve sanat veya kültür alanlarından bir kişi olmak üzere, bu alanlarda temayüz etmiş kişiler arasından seçilen ve atanan dört üyeden oluşur. Dışarıdan seçilen yönetim kurulu üyeleri; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından her bir alandan teklif edilen iki kat aday arasından Bakanlar Kurulu kararı ile atanır. Genel Müdür Yönetim Kurulunun başkanıdır. Yönetim Kurulu ilk toplantısında bir başkan yardımcısı seçer. Yönetim Kurulu üyeliği dört yıldır. Süresi biten üyeler ile herhangi bir sebeple Yönetim Kurulundan ayrılanların yerine yeniden atama yapılır. Süreleri sona eren üyelerin yeniden atanmaları mümkündür. Herhangi bir sebeple üyeliğin normal süreden önce sona ermesi halinde aynı usulle yenisi dört yıllığına atanır. Yeni atanan üye göreve başlayıncaya kadar mevcut üyenin görevi devam eder. Bir yıl içinde mazeretsiz iki toplantıya katılmayanların üyeliği kendiliğinden sona erer. Bakanlar Kurulu tarafından atanan genel müdür yardımcısı üyeler gerektiğinde Bakanlar Kurulu tarafından değiştirilebilir. Yönetim Kurulu en az beş üyenin katılmasıyla toplanır ve kararlarını en az dört üyenin oyu ile alır. Çekimser oy kullanılamaz. Yönetim Kurulu en az onbeş günde bir defa toplanır. Yönetim Kurulunun çalışma esasları bir yönetmelikle düzenlenir. Yönetim Kurulu üyeleri, Türkiye Radyo - Televizyon Kurumunun görev ve yetkilerine giren konularda doğrudan doğruya veya dolayısıyla taraf olamaz ve bu konularda hiçbir menfaat sağlayamaz, siyasi partilere üye olamazlar. Yönetim Kurulu üyelerine verilecek ücretler, Bakanlar Kurulu kararnamesi ile tespit edilir. Geçici Madde 11- Bu Kanunda öngörülen yeni teşkilat düzenlemeleri nedeniyle kaldırılan, birleştirilen, ismi veya yapısı değiştirilen birimlerde unvanlı/unvansız olmak üzere; Daire Başkanı, Başkan, Üye, Başkan Yardımcısı, Bölge Müdürü, Bölge Müdür Yardımcısı, Müdür, Şube Müdürü, Müdür Yardımcısı, Genel Sekreter, Genel Sekreter Yardımcısı, Savunma Sekreteri, Başuzman ve Uzman (Teknik Hizmetler Sınıfı Hariç) kadrolarında bulunanların görevleri ile Kurum Genel Müdür Uzmanlarının görevleri, bu maddenin yayımı tarihinden itibaren en geç üç ay içinde sona erer ve eşit dereceli Araştırmacı unvanlı kadrolara atanırlar. Söz konusu personel, Kurumca ihtiyaç duyulan hizmetlerde görevlendirilebilir. Anılan personelin; bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihteki unvanları esas alınarak 15/1/2008 tarihi itibarıyla bu unvana göre belirlenmiş olan ücret (fazla mesai ücreti hariç) ve özel hizmet tazminatı toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır); atandığı yeni kadronun ücret (fazla mesai ücreti hariç) ve özel hizmet tazminatı ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin toplam net tutarından fazla olması halinde aradaki fark tutarı, fark kapanıncaya kadar herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın ayrıca tazminat olarak ödenir. İsteğe bağlı unvan değişikliği olanlar ile başka kurum ve kuruluşlara geçenlere fark tazminatı ödenmesine son verilir. En son görev yapılan kadroya ilişkin olarak ek gösterge ve/veya makam tazminatını hak edemeyen personelin atandığı yeni kadroda geçirdiği süreler, 5434 sayılı Kanunun ek 68 inci ve ek 73 üncü maddelerinde belirtilen sürelerin hesabında dikkate alınır. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte Kurumda görev yapan işçi sayılmayan geçici personel, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde, bu Kanunun 50 nci maddesinin (ı) bendi hükümlerine göre istihdam edilmek ve yine anılan bentte yer alan sözleşmeli personel sayısına ilişkin hüküm saklı kalmak üzere Kurum tarafından uygun görülen pozisyonlara atanırlar. Kurumun hizmet birimleri, yeni teşkilat düzenlemeleri yapılıncaya kadar mevcut görevlerini yürütmeye devam eder. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görev yapan Kurum personelinden (geçici personel hariç); 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa göre emeklilik hakkını kazanmış olanlara bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç ay, bu hakkı 2008 yılı sonuna kadar kazanacak olanlara da kazandıkları tarihten itibaren iki ay içinde emeklilik başvurusunda bulunmaları halinde, emekli ikramiyeleri % 30 fazlasıyla ödenir. Ancak, bu kapsamda emekli olan personel, emekli oldukları tarihten itibaren üç yıl içinde Kurumda yeniden istihdam edilemez.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 31. ve 133. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, Cafer ŞAT, Ali GÜZEL, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK ve Serruh KALELİ’nin katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, 5.8.2008 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenen Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- 5767 sayılı Kanun’un 3. Maddesiyle Değiştirilen 2954 sayılı Kanun’un 11. Maddesinin Birinci Fıkrasındaki, “Bakanlar Kurulu tarafından Genel Müdür Yardımcıları arasından atanan iki üye” İbaresi ile Üçüncü Fıkrasının Son Cümlesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, 5767 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen 2954 sayılı Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasındaki “Bakanlar Kurulu tarafından genel müdür yardımcıları arasından atanan iki üye” ibaresi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinin Kurum yönetim kurulunu yürütme organının etkisine açık hâle getireceği, bunun da Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun tarafsızlığı ve özerkliği ilkeleri ile bağdaşmayacağı belirtilerek kuralların Anayasa’nın 31. ve 133. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu kuralların da bulunduğu maddede, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT) yönetim kurulunun oluşumu ve yetkileri düzenlenmiştir. Buna göre, Kurumun en yüksek karar ve yönetim organı olan Yönetim Kurulu; Genel Müdür, Bakanlar Kurulu tarafından genel müdür yardımcıları arasından atanan iki üye ile elektronik veya kitle iletişimi alanlarından bir; hukuk alanından bir; işletme, iktisat veya maliye alanlarından bir ve sanat veya kültür alanlarından bir kişi olmak üzere, bu alanlarda temayüz etmiş kişiler arasından seçilen ve atanan dört üyeden oluşacaktır. 5767 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle iki yönetim kurulu üyesinin Bakanlar Kurulu tarafından genel müdür yardımcıları arasından seçilmesi usulü getirilmiştir. Değişiklik öncesinde ise altı yönetim kurulu üyesinin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından teklif edilen on iki aday arasından Bakanlar Kurulu kararı ile seçilmesi ve atanması öngörülmüştür. Diğer taraftan, 11. maddenin üçüncü fıkrasının son cümlesi ile de Bakanlar Kuruluna, genel müdür yardımcıları arasından atanan iki yönetim kurulu üyesini gerektiğinde değiştirme olanağı tanınmıştır. Buna göre Bakanlar Kurulu dört yıllık süre dolmamış olsa bile gerekli gördüğü takdirde bu üyeleri görevden alabilecektir. Anayasa’nın 133. maddesinin son fıkrasına göre “Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzel kişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır”. Bu nedenle kamu tüzel kişiliği olarak kurulan Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumuna ilişkin düzenlemelerin Kurum’un özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı ilkelerine aykırı olmaması gerekir. Özerklik kişi ve kuruluşların kendi faaliyetlerine ilişkin kararları alma ve uygulama konusunda gerekli yetkiyle donatılmış olması anlamına gelmektedir. Bu aynı zamanda kurumların dış etkilere karşı korunmasını ifade eder. Kamu kuruluşlarına özerklik tanınmasının nedeni faaliyetlerini hizmetin gereklerine ve kamu yararına uygun bir şekilde sürdürmelerini güvence altına almaktır. Demokratik ülkelerde özerk kurumlar da hukuki ve demokratik denetime tabi tutulmak suretiyle keyfiliğe sapmaları engellenmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle ülkemizde diğer özerk kuruluşlarda olduğu gibi TRT de denetim altına alınmıştır. 2954 sayılı Kanun’un 8. maddesinin üçüncü fıkrasına göre Kurum hükümet ile ilişkilerini Başbakan aracılığıyla yürütür. Denetimin amacı Kurumun kamu yararı ve mesleğin evrensel ilkelerine uygun olarak işleyişini güvence altına almaktır. Bu denetim, Kurum yayınlarının yürütme organının tercih ve çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesini sağlamaya yönelik bir yetki olarak nitelendirilemez. Dava konusu kural ile yedi üyeli Yönetim Kurulunun genel müdür ve iki yardımcısı olmak üzere toplam üç üyesinin Kurum içinden seçilmesi öngörülmüştür. Bu düzenlemenin amacının Kurumun en üst yönetim ve karar organı olan Yönetim Kurulunu, Kurumun ihtiyaç ve sorunlarına daha duyarlı hale getirmek olduğu, böylece kurulun dört üyesinin farklı uzmanlık alanlarından ve Kurum dışından, üç üyesinin ise Kurum içinden atanması sonucu dengeli bir yapı oluşturulmasının istendiği ve Yönetim Kurulunda Kurumun işlevlerini, ihtiyaçlarını ve sorunlarını daha yakından bilen kişilerin daha fazla yer almasıyla yönetimin, Kuruma yabancılaşmasının önlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, iptali istenilen 11. maddenin üçüncü fıkrasının “Bakanlar Kurulu tarafından atanan genel müdür yardımcısı üyeler gerektiğinde Bakanlar Kurulu tarafından değiştirilebilir.” şeklindeki son cümlesi ile de Bakanlar Kuruluna genel müdür yardımcıları arasından atanan iki Yönetim Kurulu üyesini gerektiğinde değiştirme olanağı tanınmaktadır. Yasa’nın 11. maddesine göre Yönetim Kurulu üyeliğinin süresi dört yıldır. Genel müdür yardımcısı olan bir kimse Yönetim Kurulu üyeliğine atandıktan sonra dört yıldan daha kısa bir süre içinde herhangi bir nedenle genel müdür yardımcılığından ayrılır ya da alınırsa yönetim kurulu üyeliğine yeni genel müdür yardımcıları arasından atama yapmak gerekmektedir. Bu nedenle yönetim kurulu üyelerinin ikisinin genel müdür yardımcıları arasından gelmesi kuralının uygulanabilmesi için ya bu kişilerin yönetim kurulu üyeliğinin genel müdür yardımcılığından ayrılmakla kendiliğinden sona ermesi ya da Bakanlar Kurulunun bu kişilerin yönetim kurulu üyeliğini sona erdirebilmesi gerekir. Yasakoyucunun ikinci seçeneği tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle iptali istenilen yasa hükümlerinin TRT’nin özerkliği ve tarafsızlığını olumsuz yönde etkileyecek bir yönü bulunmamaktadır. Kurallar Anayasanın 133. maddesine aykırı değildir iptal isteminin reddi gerekir. Fettah Oto bu görüşe katılmamıştır. Dava konusu kuralların, Anayasa’nın 31. maddesi ile ilgisi görülmemiştir. B- 5767 sayılı Kanun’un 9. Maddesiyle 2954 sayılı Kanuna Eklenen Geçici 11. Maddenin Birinci Fıkrasının İlk Dört Cümlesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, kuralların kamu yararının gerektirdiği zorunluluk nedeniyle değil, sadece mevcut idarecileri görevden almak ve kadrolaşmak amacıyla getirildiği, bu hükümle görevleri sona erdirilerek araştırmacı unvanlı kadrolara atanan kişilerin ücretleri dondurularak kazanılmış haklarının ihlal edildiği ve idari bir işlemle yapılması gereken görevden alma işleminin yasa ile yapıldığı belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 5767 sayılı Kanun ile 2954 sayılı Kanun’da kapsamlı değişiklikler yapılarak TRT Kurumu yeniden yapılandırılmıştır. 5767 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle 2954 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 11. maddede Kurumun yeniden yapılandırılması sonucu açığa çıkan yönetici personelin durumu düzenlenmektedir. Buna göre yeniden yapılandırma sonucu kadrosu kaldırılan yönetici personelin görevi Kanun’un yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde sona erecek ve bu kişiler eşit dereceli araştırmacı kadrolarına atanabileceklerdir. Ayrıca bu kişilerin Kurum içinde ihtiyaç duyulan hizmetlerde görevlendirilebilmeleri de mümkündür. Diğer taraftan araştırmacı kadrosuna atananların eski malî haklarının korunması ve kendi istekleri ile başka kadro veya kurumlara geçenlere fark ödenmesinin sona ermesi öngörülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken “kamu yararı” konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca yasanın kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır. Yasa ile kamu yararının ne kadar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı, bunun yasa koyucunun takdirinde olduğu açıktır. Gerek Kanun’un genel gerekçesinde, gerekse yasama sürecindeki müzakerelerde TRT’nin çağdaş kamu yayıncılığı anlayışına göre yeniden yapılandırma ihtiyacı içinde olduğu ve personel yapısının yayıncı ağırlıklı hale getirilmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır. Bu ihtiyaç 2001-2005 yıllarını kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da yer almıştır. Gösterilen bu hedeflerin kamu yararı amacına dönük olduğu konusunda kuşku yoktur. Bunun ötesinde yapılan somut düzenlemenin bu amaçları etkin bir şekilde gerçekleştirmeye elverişli olup olmadığı yönündeki bir değerlendirme anayasallık denetiminin kapsamı dışındadır. Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden birisi kazanılmış haklara saygı gösterilmesidir. Kazanılmış haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haktır. İptali istenilen kurallarda kişilerin bulunduğu statülerden doğan, tahakkuk etmiş ve kendileri yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haklara yönelik bir düzenleme öngörülmediğinden kazanılmış hakları ihlal eden bir müdahale söz konusu değildir. Kaldı ki bu kişilerin yeni atandıkları kadrodaki mali haklarının (ücret ve özel hizmet tazminatı toplamının) mevcut kadrolarındakine göre daha düşük olması halinde yeni kadrolarındaki gelirleri mevcut gelirlerine eşitleninceye kadar fark olarak ödenmesi öngörülmektedir. Bu nedenle maddede sayılan görevlerde bulunanların görevlerine son verilerek aynı dereceli araştırmacı unvanlı kadrolara atanmalarını öngören kuralın kazanılmış hakları ihlal ettiği söylenemez. Diğer taraftan dava konusu kuralların yer aldığı maddeyle tek bir kişi hakkında bireysel nitelikte bir yürütme işlemi tesis edilmeyip, aksine genel ve soyut bir kural getirilmektedir. Soyut bir kuralın gerçekte tek bir kişiyi ya da sınırlı sayıda kişiyi ilgilendiriyor olması onun soyut niteliğini ortadan kaldırmaz. Bireysel nitelikte bir işlemden söz edilebilmesi için somut olarak bir kişinin hukuki durumunda değişiklik yapan bir irade açıklaması bulunması gerekir. Dava konusu kurallar, yeni düzenlemeler nedeniyle kadrosu kaldırılan görevlerde bulunan kişilerin görevlerinin, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonraki üç ay içinde sona ermesini ve bu kişilerin araştırmacı unvanlı kadrolara atanmalarını düzenlemektedir. Ancak bu hüküm bireyler hakkında doğrudan sonuç doğurmamakta, genel bir düzenleme öngörmektedir. Yasanın kapsamına giren her bireyle ilgili olarak atama işlemi idare tarafından ayrı ayrı yapılacaktır. Düzenlemenin emredici nitelikte olması yani idareye herhangi bir takdir yetkisi bırakmamış olması onun genel norm olma niteliğini etkilememektedir. Yasa hükmünün bireyler hakkında sonuç doğurması ancak idarenin yasaya dayanarak o kişiler hakkında işlem yapmasıyla mümkün olabilecektir. Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 11.6.2008 günlü, 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1- 3. maddesiyle, 11.11.1983 günlü, 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun 11. maddesinin değiştirilen birinci fıkrasında yer alan “… Bakanlar Kurulu tarafından genel müdür yardımcıları arasından atanan iki üye …” ibaresi ile üçüncü fıkrasının son cümlesine, 2- 9. maddesiyle, 2954 sayılı Kanuna eklenen Geçici 11. maddesinin birinci fıkrasının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü cümlelerine, yönelik iptal istemleri, 30.3.2011 günlü, E. 2008/72, K. 2011/59 sayılı kararla reddedildiğinden, bu cümle ve ibarelere ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 30.3.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. VI- SONUÇ A- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, B- 11.6.2008 günlü, 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1- 3. maddesiyle, 11.11.1983 günlü, 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun 11. maddesinin değiştirilen birinci fıkrasında yer alan “… Bakanlar Kurulu tarafından genel müdür yardımcıları arasından atanan iki üye …” ibaresi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fettah OTO’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 9. maddesiyle, 2954 sayılı Kanuna eklenen Geçici 11. maddesinin birinci fıkrasının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 30.3.2011 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Serruh KALELİ Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARŞIOY GEREKÇESİ 2954 sayılı Kanun’un 11. maddesindeki iptal davasına konu olan değişikliklerin incelenmesi: 11.6.2008 günlü, 5767 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen 2954 sayılı Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasındaki “Bakanlar Kurulu tarafından Genel Müdür Yardımcıları arasında atanan iki üye” ibaresi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinde yer alan “Bakanlar Kurulu tarafından atanan genel müdür yardımcısı üyeler gerektiğinde Bakanlar Kurulu tarafından değiştirilebilir” hükümlerinin iptali istenmektedir. 5767 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 2954 sayılı Kanun’un 11. maddesi değiştirilerek TRT Yönetim Kurulu Üyelerinin atanma şekilleri yeniden düzenlenmiştir. Getirilen düzenleme ile Yönetim Kurulunun iki üyesinin Genel Müdür Yardımcıları arasından, dört üyesinin ise Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca teklif edilen iki kat aday arasından Bakanlar Kurulu kararıyla atanması öngörülmektedir. 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun 1. maddesinin değiştirilmeden önceki halinde ise, altı yönetim kurulu üyesinin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından teklif edilen oniki aday arasından Bakanlar Kurulu Kararı ile atanması kuralı getirilmişti. Yasa’nın aynı maddesinde Yönetim Kurulu üyeliği görev süresinin dört yıl olduğu belirtilmektedir. Anayasa’nın 133. maddesinin son fıkrasında “Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır” hükmü yer almaktadır. Anayasal bir ilke haline gelen TRT yayınlarının tarafsızlığı, iktidarda bulunan siyasi parti dahil hiç kimseye bağlı olmamasını, hiçbir kurumun ve kuruluşun yanında ve karşısında yer almamasını, eşitlik ilkesine ve mesleğin evrensel kurallarına uygun bir yayıncılık faaliyeti sürdürmesini gerekli kılmaktadır. TRT yayınlarının tarafsızlığı öteden beri, siyasi partiler, haber örgütleri ve vatandaşlar arasında tartışılmakta, konu güncelliğini sürdürmektedir. Bütçesi yurttaşların ödediği vergi niteliğindeki kaynaklardan sağlanan TRT Kurumunun yaptığı yayınların ve verdiği hizmetlerin vatandaşların haber alma özgürlüğü ile yakından ilgili olduğu bilinmektedir. 2954 sayılı Kanun’un 11. maddesinde TRT Yönetim Kurulunun, en yüksek karar ve yönetim organı olduğu açıklanmıştır. Yayınların tarafsızlığı Yönetim Kurulu’nun aldığı yönetsel kararlarla sağlanacaktır. Bu organın iktidarda bulunan siyasi partinin etkilerine açık olması yayınların tarafsızlığını tartışmalı hale getirecektir. Maddede yapılan değişiklerle Genel Müdür dahil yedi yönetim kurulu üyesinden üçünün doğrudan Bakanlar Kurulu tarafından atanması öngörülmüştür. Yasa’da yönetim kurulu üyeliği görev süresinin dört yıl olduğu belirtilmiş ise de, maddenin üçüncü fıkrasına ilave edilen cümle ile yönetim kuruluna atanan genel müdür yardımcılarının dört yıllık süre sınırlamasına bağlı olmaksızın gerektiğinde Bakanlar Kurulu tarafından değiştirilebileceği olanağı getirilmiştir. Bakanlar Kuruluna iki genel müdür yardımcısını doğrudan Yönetim Kuruluna atama yetkisinin tanınması ve bunların değiştirilebilmesinin süre kaydına bağlı olmaksızın Bakanlar Kurulunun takdirine bırakılması, bu üyelerin tarafsız görev yapmasını etkileyecek bir olgudur. Diğer Yönetim Kurulu üyelerinin de Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından teklif edilen iki kat aday arasından Bakanlar Kurulu kararı ile atanması hususu da göz önüne alındığında Kurumun siyasi iktidarın etkilerine açık hale geleceği kuşkusuzdur. Nitekim kamuoyunda TRT yayınlarının tarafsızlığı konusunda yapılan güncel tartışmalar da bu düşünceyi doğrulamaktadır. Açıklanan nedenlerle 2954 sayılı Kanun’un 11. maddesinde yapılan değişiklerin Anayasa’nın 133. maddesine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Fettah OTO [R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2008/35 Karar Sayısı : 2011/65 Karar Günü : 14.4.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY, Kemal KILIÇDAROĞLU ile Kemal ANADOL İPTAL DAVASININ KONUSU: 26.3.2008 günlü, 5751 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2. maddesiyle 3.7.2005 günlü, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na eklenen Geçici 4. Madde’nin Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 8., 10., 11., 45. ve 138. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren 11.4.2008 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “III. GEREKÇE 26.03.2008 tarih ve 5751 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci Maddesi ile 5403 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 4’ün Anayasa’ya Aykırılığı İptali istenen geçici 4 üncü madde ile, 11.10.2004 tarihinden önce gerekli izni almadan tarım arazilerini tarım dışı kullanıma açan özellikle bir yabancı şirket ya da varsa belirli şirketlere ilişkin, tarım arazilerinde kurulu kimi sanayi tesislerine, izin, onay ve ruhsatlarının yargı kararıyla iptal edilip edilmediğine bakılmaksızın üretim etkinliklerini 5578 sayılı Kanunun yayımı tarihinden itibaren toplam 3 yıl sürdürme olanağı getirilmiştir. Böylece, izin, onay ya da ruhsatı yargı kararı ile iptal edilerek hukuksal dayanaktan yoksun kalan sanayi tesislerine yasal geçerlilik tanınıp yargı kararları etkisiz kılınmaktadır. Tarım arazilerinin tarım dışı kullanıma açılması konusunda 1998 yılından günümüze kadar olan süreç içinde yaşanan birtakım olaylar incelendiğinde iptali istenen kuralla yapılan düzenlemenin gerçek amacının; yargı kararlarını etkisiz kılmak olduğu, “yasaların genelliği” ilkesine aykırı olarak belli bir firmayı (Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş’ni) hedef alıp, kamu yararı yerine bu firmanın çıkarlarını gözetilmesi olduğu görülecektir. Geçici 4 üncü madde ile yapılan düzenlemenin gerçek amacının bütün açıklığı ile ortaya konulabilmesi açısından yukarıda yaşandığı belirtilen olayların kronolojik bir sıra içinde aşağıda bir kere daha açıklanmasında yarar görülmüştür. Bursa ili, Orhangazi ilçesi, Gemiç Köyü, Karapınar Mevkiinde yer alan mülkiyeti Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş’ne ait, üzerinde mısır işleme tesislerinin bulunduğu toplam 212.240 m2 büyüklüğündeki alan, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planında “Tarımsal Niteliği Korunacak Özel Mahsul Alanı” olarak belirlenmiştir. Bu Plana dayalı olarak yapılan Bursa, Orhangazi, Gemiç, Gürle H.22-61 paftadaki 6 parselden oluşan ve 19.12.1990 onay tarihli 1/25.000 ölçekli İznik Gölü Çevre Düzeni Planında da, “tarımsal niteliği korunacak alan-sulama alanı ve uzun mesafeli koruma alanı”nda kalan taşınmazın “tarımsal sanayi amaçlı Nişasta Fabrikası alanı”na dönüştürülmesi için 1/25.000 ölçekli İznik Gölü Çevre Düzeni Planında değişiklik yapılmasına ilişkin 14.8.1998 günlü Bayındırlık ve İskan Bakanlığı işleminin iptali için açılan davada, Danıştay 6.Dairesince verilen 7.11.2000 gün ve E.1998/6071, K.2000/5507 sayılı kararın davanın esastan reddine ilişkin kısmı, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 14.9.2001 gün ve E.2001/267, K.2001/627 sayılı kararıyla bozulmuş ve bu kararın düzeltilmesi istemi de. Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 31.5.2002 günlü, E.2002/11, K.2002/478 sayılı kararıyla (Ek.1) reddedilmiştir. Bunun üzerine Danıştay 6. Dairesinin bozma kararı doğrultusunda verdiği 26.11.2002 gün ve E.2002/4839, K.2002/5652 sayılı kararıyla (Ek.2) söz konusu plan değişikliği işlemi iptal edilmiştir. Bursa ili, Orhangazi ilçesi Gemiç ve Gürle köyleri mevkiinde yer alan 1310, 1318 parselleri kapsayan 194.072 m2’lik alanda CARGİLL Firmasının nişasta fabrikası kurmasına imkan veren Başbakanlık Yüksek Planlama Kurulu’nun 9.12.1997 gün ve 97/T-89 sayılı kararı ve 1/1000 ölçekli mevzi imar planı yapılmasına ilişkin Bursa Valiliği İl İdare Kurulunun 30.4.1998 günlü 1998/4.118 sayılı işlemi ile söz konusu yerde nişasta fabrikası yapımı için verilen 17.6.1998 gün ve 12/79 sayılı inşaat ruhsatı ise, Bursa 2. İdare Mahkemesinin 8.11.2004 günlü, E.2004/990, K.2004/1560 sayılı kararıyla iptal edilmiştir (Ek.3). Yine önceki 1310 - 1318 sayılı parselleri, yeni 1634 parsel sayılı taşınmazda Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından nişansa fabrikası kurulmasına imkan veren 1/1000 ölçekli mevzi imar planının onanmasına ilişkin Bursa Valiliği İl İdare Kurulunun 28.12.1999 günlü, 1999/4.371 sayılı işlemi ile söz konusu yerde nişasta fabrikası yapımı için verilen 25.2.2000 gün ve 16/06 sayılı inşaat ruhsatı da, Bursa 2. İdare Mahkemesinin 8.11.2004 günlü, E.2004/1127, K.2004/1561 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. (Ek.4) İdari Yargının bu kararlarından sonra söz konusu alan, Endüstri Bölgesi Koordinasyon Kurulu kararı ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı işlemine dayanılarak 4737 sayılı Özel Endüstri Bölgeleri Kanununa 22.6.2004 tarih ve 5195 sayılı Kanunun 8 nci maddesiyle eklenen geçici 2 nci maddesi uyarınca 5.7.2005 tarihli ve 25866 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5.5.2005 tarihli ve 2005/8944 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile “Özel Endüstri Bölgesi” olarak ilan edilmiştir (Ek.5). Buna dayalı olarak Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş’nin başvurusu üzerine bölgeye ilişkin olarak hazırlanan ve Gemlik Belediye Meclisinin 8.8.2005 günlü ve 2005/M-178 sayılı kararıyla kabul edilen 1/1000 ölçekli mevzi imar planı, Bursa Büyükşehir Belediye Meclisinin 10,10.2005 günlü, 540 sayılı kararıyla plan notlarının 14. maddesinin değiştirilmesi suretiyle tasdik edilmiş ve 11.10.2005 - 10.11.2005 tarihleri arasında ilan edilerek kesinleşmiştir. Kesinleşen bu plana göre de, Tarımsal Niteliği Korunacak Alan iken yukarıda açıklanan Bakanlar Kurulu Kararıyla Özel Endüstri Bölgesi ilan edilen alan içindeki taşınmazlar üzerine Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş adına özel endüstri bölgesi kullanım amaçlı 15.2. 2006 günlü ve 2006-02 sayılı yapı ruhsatı düzenlenmiştir. Danıştay 10. Dairesinin 8.2.2006 günlü ve E.2005/6613 sayılı kararı ile; Bursa İli, Orhangazi İlçesi, Gemiç Köyü, Karapınar Mevkiinde H22.b.06.c.2.A ve H22.b.06.b.3. D pafta 1634 parsel, H22.b.06.c.B pafta 36 parsel ile H22.b.06.b pafta 1311, 1312, 1313, 1317 parsellerde yer alan Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye ait mısır işleme tesislerinin bulunduğu toplam 212.240 m2 büyüklüğündeki alanın <<Özel Endüstri Bölgesi>> olarak ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiş (Ek.6) ve bu karara karşı yapılan itiraz da, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 23.6.2006 günlü ve E.2006/447 sayılı kararı ile reddedilmiştir. (Ek.7) Öte yandan, Danıştay 6. Dairesinin 14.06.2006 gün ve E.2006/2467 sayılı kararıyla (Ek.8) Bursa, Gemlik, Gemiç Köyü, H22-B06c pafta, 1660 sayılı parselin bulunduğu alanda yapılan ve 12.06.2005 günü onaylanan 1/25.000 ölçekli İznik Gölü Çevre Düzeni plan değişikliği için yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş, bu karara karşı yapılan itiraz da Danıştay 6. Dairesinin 12.10.2006 gün ve YD. İtiraz No:2006/1108 sayılı kararıyla reddedilmiştir (9). Yine, Bursa 3. İdare Mahkemesinin 31.05.2006 günlü ve E.2006/1138 sayılı kararıyla da Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş adına düzenlenen 15.02. 2006 günlü ve 2006 - 02 sayılı yapı ruhsatı ile bu ruhsatın dayanağı 1/1000 ölçekli uygulama imar planının yürütülmelerinin durdurulmasına karar verilmiş (Ek.10) Bursa 3. İdare Mahkemesinin 12.09.2006 günlü ve E.2006/1138, K.2006/1464 sayılı kararıyla da dava konusu işlemler iptal edilmiştir. (Ek.11) İptali istenen düzenlemenin ise belli bir kişiyi, Cargill Sanayi ve Ticaret A.Ş. yi ve bu şirketin faaliyetlerine yasal dayanak sağlamayı hedeflediğini, yukarıda sözü edilen gelişmeler açıkça ortaya koymaktadır. Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye ait alanın tarım dışı amaçla kullanılmasının önünü açabilmek; bu amaca ulaşılabilmesi için yapılan bütün düzenleme ve işlemlerin, bu bağlamda söz konusu alanda nişasta tesislerinin kurulmasına imkan veren tüm plan değişiklikleri ile nişasta fabrikası yapımı için verilen yapı ruhsatlarının, kullanım izinlerinin ve söz konusu alanın “Özel Endüstri Bölgesi” olarak ilan edilmesine dair Bakanlar Kurulu Kararının iptaline ilişkin bağımsız Türk yargısının kararlarını etkisiz kılmak üzere önce 31.1.2007 günlü, 5578 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun çıkarılmış ancak Anayasa Mahkemesi’nin 19.2.2007 tarih ve E.2007/18, K. 2007/9 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı Kararı ile; bu “Kanun’un 6 ncı maddesiyle 3.7.2005 günlü, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na eklenen geçici 3. maddenin, Anayasa’ya aykırılığı konusunda güçlü belirtiler bulunduğu ve uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların doğabileceği gözetilerek ESAS HAKKINDA KARAR VERİLİNCEYE KADAR YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA “ karar verilmiştir. Bursa 3.İdare Mahkemesi 14.3.2008 günlü ve E.2007/1338, K.2008/173 sayılı kararı (Ek.12) ile; “…1/100.000 ölçekli 2020 yılı Bursa Çevre Düzeni Planında “Tarımsal Niteliği Korunacak “Özel Mahsul Alanı”nda kalan uyuşmazlık konusu Bursa İli, Orhangazi İlçesi, Gemiç Köyü, Karapınar mevkii H22b06C pafta, 1660 parsel numarasında kayıtlı 212.511,48 m2 yüzölçümlü taşınmazın, Anayasa Mahkemesince 19.2.2007 tarihinde yürürlüğü durdurulan 5578 sayılı Yasanın 6. maddesi ile 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Hakkında Kanuna eklenen Geçici 3.maddesine istinaden tarım dışı amaçla kullanılmasının uygun görülmesine ilişkin dava konusu 20.2,2007 günlü ve 4885 sayılı Bursa Valiliği İl Tarım Müdürlüğü işleminde hukuka uyarlık bulunmamaktadır” denilerek söz konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Bunun üzerine, iptali istenen düzenlemeyi getiren 26.03.2008 tarih ve 5751 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun çıkarılmıştır. Görüldüğü üzere, yapılan ve iptali istenilen düzenlemenin tek amacı, Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş. için çoktan tükenmiş olan iç hukuk yollarına ısrarla bir yenisini eklemektir. Hukuk Devleti olabilmenin göstergelerinden biri de yasalarda “genellik” ilkesine uyulmasıdır. <<Yasaların genelliği>> ilkesi, özel, aktüel ve geçici bir durumu gözetmeyen, belli bir kişiyi hedef almayan, aynı statüde olan herkesi kapsayan kuralların getirilmesini zorunlu kılar (Anayasa Mahkemesi’nin 20.11.1996 günlü, E.1996/58, K.1996/43 sayılı kararı). Bu nedenle burada yasakoyucunun, belli bir kişiye ve belli geçici bir duruma özgü bir düzenlemeyi gerçekleştirerek yasaların genelliği ilkesinden ayrılmış olduğunu ve yapılan düzenlemenin bu nedenle Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı kuşkusuzdur. 5578 sayılı Yasa ile yapılan düzenlemeden farklı olarak iptali istenen kuralda yer verilen “tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise” ibaresi ile neyin kastedildiği ise belirsizdir. Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda <<belirlilik>> ve öngörülebilirlik gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. Dava konusu geçici 4 üncü madde hükümleri arasına serpiştirilen “...tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise...”, ya da “...hazırlanacak toprak koruma projesine uyulması...” (üzeri betonla, ya da binayla kaplı olan 1. sınıf tarım alanı için toprak koruma projesi yapılmasının mümkün olamayacağı açıktır) gibi ekler, yasa hazırlanırken gerçek amacın üzerini örtecek kılıfların da hazırlanmaya çalışıldığının açık bir göstergesidir. Bu durumda, iptali istenen kural belirlilik, genellik, soyutluk ve öngörülebilirlik özellikleri taşımaması nedeniyle hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşmadığından Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir. Bağımsız Türk Yargısının kararlarının uluslararası baskılar ile ortadan kaldırılmasının bir sermaye şirketinin lehine, Osmanlı’daki kapitülasyonları anımsatırcasına özel yasa yapmanın her şeyden önce hukuk devleti ve yasama organının saygınlığına gölge düşüreceği açık olduğu gibi böyle bir düzenleme Anayasa’nın 138 nci maddesi ile de bağdaşmaz. Anayasanın 138/4 üncü maddesi gereği, yasama organı dahil bütün devlet organları “mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”. Aksi taktirde, yargı bağımsızlığı söz konusu olamaz ve hukuk devletinden de söz edilemez. Yasama organı, beğenmediği yargı kararlarını, üstelik de geriye yönelik uygulanmak üzere kanun çıkartıp etkisiz hale getirecekse, elbette ki yargı bağımsızlığı zedelenecektir (Sabuncu, Yavuz, Anayasaya Giriş, 8. Basım, İmaj Yayıncılık, Ankara 2002,s.186). Devlet erklerinin, yürütmenin eyleminin yasa sınırları içinde kalması yerine, yasanın yürütmenin eylemine uydurulması şeklinde kullanılmasının, Anayasa’nın Başlangıç Kısmının dördüncü paragrafında belirtilen kuvvetler ayrılığı ve Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilmiş bulunan hukuk devleti ve 8 inci maddesinde ifade edilmiş yürütmenin kanuniliği ilkesi ile bağdaştırılması mümkün olamaz. Üzerinde durulması gereken bir başka husus da, iptali istenen kuralın kamu yararı amaçlanarak ortaya konulup konulmadığıdır. İptali istenen kuralla yapılan düzenleme, toprakların durumunun yalnızca mülkiyet gözetilerek ele alındığı; tarımın en önemli girdilerinden olan toprağın üretim gücünün korunması, geliştirilmesi ve tarım işletmelerinde optimum parsel büyüklüğü oluşturulması, arazilerin ekonomik ve ekolojik kazanımlar gözetilerek planlı kullanım ilkelerinin belirlenmesi gibi durumların dikkate alınmadığı; yargı kararını etkisiz kılmak suretiyle “yasaların genelliği” ilkesine aykırı olarak belli bir firmanın (Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş’nin)) hedef alındığı; kamu yararı yerine bu firmanın çıkarlarının gözetildiği bir düzenlemedir. İptali istenen düzenleme ile, tarım arazilerinin tarımsal bütünlük aranmadan istenilen amaçlarla kullanılmasına izin verilmesinin, tarım topraklarının bir daha eski duruma getirilemeyecek ölçüde elden çıkarılmasına ya da nitelik değiştirmesine yol açacak olması da, kamu yararıyla bağdaştırılamaz. Bu da düzenlemenin kamu yararını hedeflemediğinin bir başka göstergesidir. Yine, gerek yargı kararlarındaki gerekçeler, gerek bu kararlara dayanak oluşturan bilirkişi raporlarındaki tespitler dikkate alındığında, Cargill A. Ş. ‘nin İznik Gölü’nü besleyen su kaynaklarını tükettiği (yıllık asgari 1 milyon m³); tesisin üzerinde kurulu bulunduğu alanın 1. sınıf tarım arazisi olduğu ve atıklarını Karsak Deresi Yolu ile Gemlik Körfezi’ne boşalttığı görülecektir. Nitekim, Orhangazi Ovasında sanayi tesisi yapmak için daha önce başvurmuş olan altı firmanın istemleri; böyle bir tesise izin verilmesi durumunda tarımsal dokunun tahrip edileceği, tesisin 90 bin nüfuslu bir kentin su gereksinimi olan 3.500 ton yer altı suyunu bir günde kullanarak kapalı havzanın su dengesini bozacağı ve yöredeki 100 bin zeytin ağacının suyunu keseceği, zeytin ağırlıklı bir coğrafyada mısır işleyen bir tesisin kurulmasının yanlışlığı ve ayrıca söz konusu alanın İznik Orhangazi sulama projesinin tam ortasında kalması, İznik Gölü’nü kirleteceği, Sit alanı içinde yer alan Medet ve Karsak dereleriyle ilgili olarak Koruma Kurulundan izin alınmadığı gerekçeleriyle reddedilmiştir. Bu tespitler ile açıklanan gerekçelerde, iptali istenen yasal düzenlemenin kamu yararına dayanmadığını göstermektedir. Diğer taraftan, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, Türkiye’de işlenen tarım alanları toplamı 1980 yılında 24,560 milyon hektardan 1990 yılında 24,192 milyon hektara, 2000 yılında 23,033 milyon hektara, 2006 yılında da 22,233 milyon hektara gerilemiştir. Yani tarım alanları son yirmi beş yılda değişik nedenlerle giderek azalmış ve yüzde 10 oranında daralmıştır. Buna karşın ülkemiz nüfusu 1980 yılında 44 milyon 737 bin kişi iken, yaklaşık yüzde 60 oranında artmış ve 2006 yılında hepimizin bildiği gibi 71 milyon kişiye çıkmıştır. Aynı dönemde 1 kilometre kare vatan toprağı başına düşen nüfusu gösteren nüfus yoğunluğu değeri ise 1980 yılında 58 kişi iken, yine yüzde 60 oranında yükselerek 2006 yılında 91 kişiye yükselmiştir. Ancak birim tarım alanı başına düşen nüfus yoğunluğu yüzde 75 oranında artmıştır. Bu durum, her geçen gün tarım topraklarının değerlendiğini, tarım topraklarının beslemek zorunda kaldığı insan sayısı ise, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de arttığı gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde topraklar üretkenliği nedeniyle kutsal olarak kabul edilirken, bunu korumanın bir ulusun onuru olduğu ve kaybedilenin toprak olmayıp temelde ulusal servet olduğu belirlenmiştir. Çevre ile olan ilişkilerimizde çevreyi bozmak ve kirletmekten çok onu koruyarak üretimde bulunmaktır. Çünkü doğal kaynak olan toprakların üretimi hiçbir zaman sonsuz değildir. Temelde topraklar doğal düzeni bozulmadıkça dünyamıza bereket dağıtan çömert bir kaynaktır. Toprak tıpkı özgürlük gibidir, elden gitmedikçe bunun kıymeti bilinmez. Toprak kaynakları ülkemiz insanlarının mevcut gereksinmelerini karşılayacak yeterli potansiyele sahip olmalarına karşın, arazi kullanım izlencelerinin yetersizliği, tasarımsız ve izlencesiz sanayileşme, sağlıksız ve hızlı kentleşme, nüfus artışı, kentsel ve teknolojik kökenli kimyasal atıkların deşarjı yanında, aşırı tarımsal ilaçlama ve yapay gübrelerden kaynaklanan toprak kirliliği, yangınlar, düzensiz turizm yatırımları vb. tarımsal arazi kullanımını giderek sınırlandırmakta ve sonuçta tarımsal üretim potansiyeli yanında toprağın diğer doğal işlevlerini düşürmekte ve çevrede şekilsel ve yapısal bozulmalara neden olmaktadır. Nasıl ki birey ile toplumsal doku arasında sağlıklı bir dengenin kurulması yasal düzenlemelerle oluşturulmaya çalışılıyorsa, çevresel ögeler arasında da doğal dengelerin sürekliliği ve sürdürülebilirliği yaşamsal boyut için zorunludur. Amaç dışı kullanımlara izin verilmeyen arazilerde yasal olmayan kullanımlar saptandığında kullanım aşamasına bakılmaksızın, amaç dışı kullanıcılara karşı kesinlikle ağır yaptırımlar uygulanmalıdır” (Prof. Dr. Ünal ALTINBAŞ, Tarım Topraklarının Amaç Dışı Kullanımının Çevre Üzerine Etkisi). Yukarıda açıklanan nedenlerle, 212.511,48 m2 yüzölçümlü “Tarımsal Niteliği Korunacak Özel Mahsul Alanı”nda kurulan bir sanayi tesisinin faaliyetine izin verilmesini öngören bir düzenlemenin; tarımsal ürün potansiyelini düşüreceğinden, çevrede şekilsel ve yapısal bozulmalara neden olacağından ve tarım alanlarını azalması sonucunu doğuracağından kamu yararına dayanmayacağı çok açıktır. Bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir. Hiçbir kamu erki, kamu yararının gerçekleşmesini engelleyici biçimde kullanılamaz. Bir kamu hukuku tasarrufu olan kanunların partizan ve özel maksatlarla değil, <<kamu yararı>> amacı ile çıkarılması gerektiği, Anayasa Mahkemesinin yerleşmiş kararlarının da bir gereğidir. Kamu yararını gerçekleştirmek ereğiyle yasakoyucu değişik yolların seçimini siyasi tercihlerine göre yapmakta serbesttir. Ancak, yasakoyucunun kişisel, siyasi ya da saklı bir amaç güttüğü durumlarda, yani kamu yararı dışındaki özel ve başka bir amaca ulaşmak için bir konuyu yasayla düzenlediği durumlarda bir “yetki saptırması” ve giderek de amaç öğesi bakımından yasanın sakatlığı ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırılığı söz konusu olur. İptali istenen düzenleme de yukarıda açıklandığı gibi, bir yetki saptırmasını örneklemekte ve yasama erkinin kamu yararına değil bir özel çıkarı korumaya, bunun için yargı kararlarının uygulanmasını engellemeye yönelik olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bu durumun söz konusu işlemi, amaç unsuru bakımından sakatladığı ve Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesine açıkça aykırı bir görünüme soktuğu ortadadır. Yasalara, ulusal çıkarlara ve kamu yararına aykırılığı yargı kararlarıyla hükme bağlanmış olan hukuka aykırı bir etkinliğin, ilgili kamu yönetimlerince hiç geciktirilmeden durdurulması kuşkusuz hukuk devleti ilkesinin, Anayasanın 11 ve 138 inci maddelerinin gereğidir. Söz konusu etkinliklerin sürdürülmesine olanak tanınması ise Anayasanın 2, 11 ve 138 inci maddelerine aykırı düşer. Öte yandan iptali istenen düzenleme ile belli bir yabancı şirket ya da belirli şirketlerin hukuka aykırı durum ve etkinliklerinin güvence ve koruma altına alınmış olmasının, bu şirketlere ayrıcalık tanımak anlamına geleceği açıktır. İptali istenen düzenleme ile, amaç dışı kullanılan tarım arazilerine, her metre karesi için 5 YTL karşılığında izin verilmesi de, maddi olanakları uygun olanların bu izinden yararlanabilmesi, uygun olmayanların ise, yararlanamaması sonucunu doğuracak; bu da maddi olanakları elverişli olanlarla olmayanlar arasında eşitsizlik yaratacak; bir başka değişle maddi olanakları elverişli olanlara ayrıcalık tanıyacaktır. Böyle bir durumun, Anayasa’nın 10 uncu maddesinde ifade edilen “kanun önünde eşitlik” ilkesine aykırı olduğu kuşkusuzdur. Anayasa’nın 10 uncu maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmektedir. Bu kural, birbiri ile aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını, ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Aynı durumda olanlar için farklı düzenlemeler getirmek eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur. Anayasa’nın amaçladığı eşitlik, mutlak ve eylemli eşitlik olmayıp hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz. Tarım arazilerini tarım dışında kullananlar, yasal yükümlülükleri olan gerekli izni almayan kişi, kurum ve kuruluşlar olduklarından aynı hukuki durumda bulundukları açıktır. Bunlar arasında maddi durumlarına göre ayrıcalık yaratılmasının, hiçbir haklı nedeni olamaz. Bu nedenle yapılan bu düzenleme Anayasa’nın 10 uncu maddesine de aykırıdır. Tarım topraklarının korunması ve doğal özelliklerine uygun tasarımlı ve dengeli kullanımı, hem doğal bir zorunluluk olduğu gibi, hem de Devlete verilen anayasal bir görevdir. Nitekim, Anayasa’nın 45 inci maddesinin birinci fıkrasında, “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.” hükmüne yer verilmiş, madde gerekçesi’nde ise, “Madde, Devlet tarım arazilerinin ve çayırlarla meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevini yüklenmektedir. Bu ifade ile amaçlanan tarım arazilerinin endüstri ve şehirleşme sebebiyle yok edilmesinin önlenmesidir” denilmiştir. Görüldüğü üzere Anayasa, Devlete tarım arazilerinin endüstri sebebiyle yok edilmesinin önlenmesi görevini vermiş olmasına karşın, iptali istenen düzenleme ile, Devlete verilen görevin tam aksine olarak 1.sınıf bir tarım arazisi, endüstriye feda edilmektedir. Bu nedenle söz konusu kuralın, Anayasa’nın 45 nci maddesine açıkça aykırı olduğu konusunda hiçbir duraksamaya yer bulunmamaktadır. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle, 26.03.2008 tarih ve 5751 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi ile 5403 sayılı Kanuna eklenen geçici madde 4, Anayasa’nın 2 nci, 8 inci, 10 uncu, 11 inci, 45 inci, 138 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ İptali istenen kural, anayasa hükümlerine açıkça aykırı olduğu gibi, kişiye özel bir kanun niteliği taşımakta ve özünde kamu yararı amacına dayanmadığından uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve zararların doğabileceği açıktır. Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Arz ve izah olunan nedenlerle, söz konusu hüküm hakkında yürürlüğünün durdurulması da istenerek iptal davası açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 26.03.2008 tarih ve 5751 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi ile 5403 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 4’ün, Anayasa’nın Başlangıç Kısmına, 2 nci, 8 inci, 10 uncu,11 inci, 45 inci, 138 inci maddelerine aykırı olduğundan, iptaline ve uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç yada olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralı 3.7.2005 günlü, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na 26.3.2008 günlü, 5751 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle eklenen ve iptali istenilen Geçici 4. madde şöyledir: “Geçici Madde 4- (Ek: 26/3/2008-5751/2 md.) 11/10/2004 tarihinden önce, gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış bulunan arazilerin tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise istenilen amaçla kullanımı için, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içerisinde Bakanlığa başvurulması, hazırlanacak toprak koruma projesine uyulması ve tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin her metre karesi için beş Yeni Türk Lirası ödenmesi şartıyla izin verilir. Söz konusu arazi ve tesislerin istenilen amaçla kullanımı için çeşitli kurumlardan alınması gerekli ruhsat, izin gibi işlemler, Bakanlığa başvuru tarihinden itibaren 2 yıl içerisinde tamamlanıncaya kadar başvuru sahipleri faaliyetlerine devam ederler. Bu süreler içerisinde gerekli izinleri alamayanların üretim faaliyetleri ilgili idarelerce durdurulur. Tarım arazisi vasfından çıkarılan araziler, ilgili kuruluşlarca başvuru sahibinin isteği doğrultusunda vasfını değiştirir.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 8., 10., 11., 45. ve 138. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımlarıyla 29.4.2008 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin bu konudaki raporun hazırlanmasından sonra karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- Geçici 4. Maddenin Birinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenilen kural ile 11.10.2004 tarihinden önce gerekli izinleri almadan tarım arazilerini tarım dışı kullanıma açan özellikle belli bir yabancı şirketin tarım arazilerinde kurulu kimi sanayi tesislerine, izin, onay ve ruhsatlarının yargı kararıyla iptal edilip edilmediğine bakılmaksızın üretim etkinliklerini sürdürme olanağı getirilerek yargı kararlarının etkisiz kılındığı, iptali istenilen kuralın belirlilik, genellik, soyutluk ve öngörülebilirlik özelliklerini taşımadığı gibi kamu yararı amacıyla da çıkarılmadığı, kuralda amaç dışı kullanılan tarım arazilerine, her metrekaresi beş Yeni Türk Lirası karşılığında izin verilmesinin öngörülmüş olması nedeniyle maddi olanakları olmayanların bu aftan yararlanamayacağı, ayrıca Anayasa’nın Devlet’e, tarım arazilerinin endüstri sebebiyle yok edilmesini önlenme görevini vermiş olmasına karşın, bu düzenleme ile verilen görevin tam aksine olarak birinci sınıf tarım arazilerinin endüstriye feda edildiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 8., 10., 11., 45. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Yasa’nın iptali istenen Geçici 4. maddesinin birinci fıkrasında; 11.10.2004 tarihinden önce, gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış bulunan arazilerin tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise istenilen amaçla kullanımı için, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içerisinde Bakanlığa başvurulması, hazırlanacak toprak koruma projesine uyulması ve tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin her metre karesi için beş Yeni Türk Lirası ödenmesi şartıyla izin verileceği öngörülmektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Yasaların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi de hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle, yasa koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, bireylerin hukuksal güvenliğinin sağlanması bakımından da önem arz etmektedir. Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen yasa önünde eşitlik ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı hukuksal durumda bulunan kişilerin aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve yasalarla kişiler arasında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Anayasa’nın “Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması” başlıklı 45. maddesinde, “Devlet tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek …için gereken tedbirleri alır” hükmüne yer verilmiş, ancak bu tedbirlerin türü ile uygulanma yöntemi yasa koyucunun takdirine bırakılmıştır. 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun birinci maddesinde Yasa’nın amacının; toprağın doğal veya yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını, geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak, plânlı arazi kullanımını sağlayacak usûl ve esasları belirlemek olduğu, 2. maddesinde ise Yasa’nın kapsamının; arazi ve toprak kaynaklarının bilimsel esaslara uygun olarak belirlenmesi, sınıflandırılması, arazi kullanım plânlarının hazırlanması, koruma ve geliştirme sürecinde toplumsal, ekonomik ve çevresel boyutlarının katılımcı yöntemlerle değerlendirilmesi, amaç dışı ve yanlış kullanımların önlenmesi, korumayı sağlayacak yöntemlerin oluşturulmasına ilişkin sorumluluk, görev ve yetkilerin tanımlanması ile ilgili usûl ve esaslar olduğu hüküm altına alınmıştır. Anayasa, yasa koyucuya, toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda tarımsal alanlarda düzenleme yapma yetkisi vermektedir. Bu bağlamda, yasa koyucu tarafından tarım alanlarının korunması ve amacına uygun olarak kullanılmasını sağlamak için Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu çıkarılmış bulunmaktadır. Söz konusu Yasa’da yer alan iptali istenen kuralın da tarım arazisi niteliğini kaybetmiş, toprak vasfını tekrar kazanması mümkün olmayan arazilerin yasal statüye kavuşturulup ekonomiye kazandırılması ve bu gibi arazilerde yatırım yapmış olan vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesi için kamu yararı amacıyla öngörüldüğü, bu düzenlemenin de anayasal sınırlar içinde yasa koyucunun takdirinde olduğu açıktır. Ayrıca, iptali istenilen kuralda tarım arazilerinin tarım dışı amaçlı olarak kullanılabilmesi için gerekli olan koşullar açık, net, anlaşılır ve nesnel bir şekilde belirtildiğinden, kuralda belirsizlik ve hukuk devletine aykırılık bulunmamaktadır. Diğer taraftan, tarım arazilerinin tarım dışı amaçlı kullanılabilmesi için iptali istenilen kuralda belirtilen diğer koşulların yanında tarım arazisinin tarım dışı kullanımının tarımsal bütünlüğü bozmaması ve hazırlanacak olan toprak koruma projesine uyulması gerekmekte ve bu şartlar gerçekleşmedikçe de tarım arazisinin tarım dışı amaçla kullanılmasına izin verilmesi söz konusu olmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, belirtilen koşullar tarım arazilerinin korunmasını ve planlı arazi kullanımını sağlamaya yönelik olduğundan, iptali istenilen kural Anayasa’nın 45. maddesine de aykırı değildir. Öte yandan, yasaların ve yasalarla getirilen kuralların genel olması, hukuk devleti ve yasa önünde eşitlik ilkelerinin bir sonucudur. Yasanın genelliğinden anlaşılan, belli bir kişiyi hedef almayan, özel, aktüel, geçici bir durumu gözetmeyen, önceden saptanıp, soyut biçimde herkese uygulanabilecek kurallar içermesidir. Buna göre, yasa kurallarının her şeyden önce genel nitelikte olması, herkes için objektif hukuki durumlar yaratması ve aynı hukuki durumda bulunan kişilere ayırım gözetilmeksizin uygulanabilir olması gerekir. Bu anlamda iptali istenilen kural, yasada öngörülen koşulları yerine getiren herkese aynı olarak uygulanacağından yasaların genelliği ve eşitlik ilkelerine aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 10. ve 45. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın Anayasa’nın Başlangıç’ı, 8., 11. ve 138. maddeleri ile bir ilgisi görülmemiştir. B- Geçici 4. Maddenin İkinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenilen kural ile 11.10.2004 tarihinden önce gerekli izinleri almadan tarım arazilerini tarım dışı kullanıma açan özellikle bir yabancı şirketin, tarım arazilerinde kurulu kimi sanayi tesislerine, izin, onay ve ruhsatlarının yargı kararıyla iptal edilip edilmediğine bakılmaksızın üretim etkinliklerini 5578 sayılı Yasa’nın yayımı tarihinden itibaren toplam 3 yıl sürdürme olanağı getirildiği, kuralın belirlilik, genellik, soyutluk ve öngörülebilirlik özellikleri taşımaması nedeniyle hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı, kamu yararı amacıyla da çıkarılmadığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 8., 10., 11., 45. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kuralın ikinci fıkrasında; söz konusu arazi ve tesislerin yani 11.10.2004 tarihinden önce, gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış bulunan araziler ve bunlar üzerindeki tesislerin istenilen amaçla kullanımı için çeşitli kurumlardan alınması gerekli ruhsat, izin gibi işlemlerin, Bakanlığa başvuru tarihinden itibaren iki yıl içerisinde tamamlanıncaya kadar başvuru sahiplerinin faaliyetlerine devam edeceği, bu süreler içerisinde gerekli izinleri alamayanların üretim faaliyetlerinin ilgili idarelerce durdurulacağı öngörülmektedir. Yasa koyucunun iptali istenilen kural ile tarım arazilerini tarım dışı amaçlı kullanıma açmış bulunan kişilere gerekli ruhsat ve izinleri Bakanlığa başvuru tarihinden itibaren iki yıllık süre içerisinde almaları zorunluluğu getirerek bu sürecin uzamasını önlemeyi, süresi içerisinde gerekli izinleri alamayanların üretim faaliyetlerinin ilgili idarelerce durdurulmasını öngörerek de tarım dışı kullanıma açılamayacak olan tarım arazilerinin niteliğinin bozulmasını engellemeyi amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, tarım arazilerinin korunması yönünde Devlet’e verilen görevin bir gereği olarak, belirli ruhsat ve izinlerin alınması için bir süre belirlenerek bu süre zarfında işlemler tamamlanıncaya kadar başvuru sahiplerinin faaliyetlerine devam edeceğinin öngörülmesi ve belirtilen süre içerisinde gerekli izinler alınamadığı takdirde üretim faaliyetlerinin ilgili idarelerce durdurulacağının belirtilmesi yasa koyucunun sahip olduğu takdir yetkisi kapsamındadır. Öte yandan, iptali istenilen kuralda ruhsat ve izin gibi işlemler için gerekli olan süre, bu sürenin ne zaman başlayacağı, ruhsat ve izin gibi işlemler tamamlanıncaya kadar başvuru sahiplerinin faaliyetlerini sürdürüp sürdürmeyeceği ve bu süre içerisinde gerekli izinleri alamayanların üretim faaliyetlerine devam edip etmeyeceği açık, net, anlaşılır ve nesnel bir şekilde belirtildiğinden, yasa kuralının uygulanacak kişi ve kurumlar açısından belirli ve öngörülebilir olmadığından da söz edilemez. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 45. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın Anayasa’nın Başlangıç’ı, 8., 10., 11. ve 138. maddeleri ile bir ilgisi görülmemiştir. C- Geçici 4. Maddenin Üçüncü Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenen hükmün Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 8., 10., 11., 45. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kuralda, tarım arazisi vasfından çıkarılan arazilerin ilgili kuruluşlarca başvuru sahibinin isteği doğrultusunda vasfını değiştireceği belirtilmektedir. İptali istenilen kuralın, tarım arazisi niteliğinden çıkarılan arazilerin bazı ilgili kuruluşlarca tarım arazisi olarak değerlendirilmeye devam etmesi nedeniyle karışıklığın giderilmesi ve yeknesak bir uygulamanın sağlanması için kamu yararı amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu düzenlemenin de anayasal sınırlar içinde yasa koyucunun takdir yetkisi kapsamında olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı, 8., 10., 11., 45. ve 138. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN İNCELENMESİ 26.3.2008 günlü, 5751 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2. maddesiyle, 3.7.2005 günlü, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na eklenen Geçici 4. maddeye yönelik iptal istemi, 14.4.2011 günlü, E. 2008/35, K. 2011/65 sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddeye ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 14.4.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. VI- SONUÇ 26.3.2008 günlü, 5751 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2. maddesiyle, 3.7.2005 günlü, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na eklenen Geçici 4. maddenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 14.4.2011 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN AYRIŞIK OY GEREKÇESİ 26.3.2008 günlü, 5751 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” un 2. maddesiyle 3.7.2005 günlü 5403 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu”na Geçici 4. madde eklenmiştir. İptal başvurusuna konu geçici 4. maddede; “11/10/2004 tarihinden önce, gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış bulunan arazilerin tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise istenilen amaçla kullanımı için, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içerisinde Bakanlığa başvurulması, hazırlanacak toprak koruma projesine uyulması ve tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin her metre karesi için beş Yeni Türk Lirası ödenmesi şartıyla izin verilir. Söz konusu arazi ve tesislerin istenilen amaçla kullanımı için çeşitli kurumlardan alınması gereken ruhsat, izin gibi işlemler, Bakanlığa başvuru tarihinden itibaren 2 yıl içerisinde tamamlanıncaya kadar başvuru sahipleri faaliyetlerine devam ederler. Bu süreler içerisinde gerekli izinleri alamayanların üretim faaliyetleri idarelerce durdurulur. Tarım arazisi vasfından çıkarılan araziler, ilgili kuruluşlarca başvuru sahibinin isteği doğrultusunda vasfını değiştirir.” hükmü yer almaktadır. 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu 19.7.2005 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yasa yürürlüğe girmeden önce, toprak ve arazi sınıflandırılması konusunda herhangi bir yasal düzenleme yapılmamıştır. Araziler tapu kayıtlarında tarım arazisi olarak belinlendiği takdirde buraları tarım arazisi olarak nitelendirilmekte, eğer herhangi bir şekilde arazinin vasfında belirlilik yoksa, bu arazinin işletmeye açılışı sırasında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından arazinin tarım arazisi olup olmadığı saptanmaktadır. Tarım dışında kullanılmaya tahsis edilecek arazileri tespit ve bunların kullanılmasına izin verilmesinin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının görevleri arasında olduğu ilgili mevzuatta belirtilmektedir (ilgili mevzuat; 441 sayılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinin (i) ve (t) fıkraları ile Tarım Arazilerinin Korunma ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik hükümleri), İptali istenen Geçici 4. madde hükmü ile benzer ilk düzenleme, 5403 sayılı Yasa’nın Geçici 1. Maddesiyle getirilmiştir. Maddede, “11.10.2004 tarihinden önce tarım arazileri; gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış ve tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise, söz konusu arazinin istenilen amaçla kullanımı için, altı ay içerisinde Bakanlığa müracaat edilmesi, hazırlanacak toprak koruma projesine uyulması ve tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin her metre karesi için beş Yeni Türk Lirası ödenmesi şartıyla izin verilir.” denilmektedir. 5403 sayılı Yasa’nın Geçici 1. maddesi ile iptal istemine konu 5403 sayılı Yasa’ya 5751 sayılı Yasa’nın 2. Maddesiyle eklenen Geçici 4. Maddenin birinci fıkrası benzer niteliktedir. Fark olarak; Geçici 1. Maddede yer alan altı aylık başvuru süresi, Geçici 4. Maddede bir yıl olarak belirlenmiştir. Geçici 4. Maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları da Geçici 1. Maddede bulunmamaktadır. 5403 sayılı Yasa’nın Geçici 1. maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuş, Anayasa Mahkemesi’nin 22.12.2006 günlü, E:2005/89, K:2006/120 sayılı Kararı ile iptal isteminin REDDİNE karar verilmiştir. Karar gerekçesinin konumuz yönünden önemli bölümü şöyledir: “Söz konusu yerlerin korunması ve amacına uygun kullanılmasını sağlamak için iptali istenen maddenin de yer aldığı 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu çıkartılmış bulunmaktadır. Kanunda bu konu ile ilgili düzenlemeler yer almış ve iptali istenen hüküm ile de tarım arazisi olan ancak, tarım dışı amaçla kullanılan arazilerin belirli şartların gerçekleştirilmesi halinde kullanılmasına izin verilmiştir. Geçici 1. Maddede belirtilen iznin verilebilmesi için diğer koşulların yanında tarım arazisinin tarım dışı kullanımının tarımsal bütünlüğü bozmaması, hazırlanacak olan toprak koruma projesine uyulması şartları öngörülmüştür. Konulan bu şartlar tarım arazilerinin korunmasını sağlamaya yönelik olup, bunlar gerçekleşmedikçe tarım arazisinin tarım dışı amaçla kullanılmasına izin verilmesi söz konusu olmayacaktır.” Kararda, tarım arazilerinin tarım dışı amaçla kullanılabilmesi için belirli koşulların yanında, tarımsal bütünlüğün bozulmamasının ve hazırlanacak toprak koruma projesine uyulmasının gerektiğinin belirtilmesinin iptali istenen hükmün kamu yararı amacı ile çıkarıldığını gösterdiği de vurgulanmaktadır. Geçici 1. Maddede belirtilen altı aylık süre geçtikten sonra 31.1.2007 günlü, 5578 sayılı Yasa ile 5403 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 3. Maddede, Geçici 1. Madde ile aynı konuyu düzenlemiştir. Ancak bu düzenlemede ilk düzenlemenin aksine “tarımsal bütünlüğün bozulmaması” şartı çıkarılmış, ayrıca önceki hükümden farklı olarak iki ayrı fıkra eklenmiştir. Bu hüküm ile ilgili olarak ta Anayasa Mahkemesine iptal ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi tarafından 19.2.2007 tarihinde Geçici 3. Maddenin yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir. Geçici 3. Maddenin yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesinden sonra 26.3.2008 günlü, 5751 sayılı Yasa’nın 2. Maddesi ile 5403 sayılı Yasa’nın Geçici 3. Maddesi yürürlükten kaldırılmış ve iptal istemine konu Geçici 4. Madde hükmü eklenmiştir. Geçici 4. Madde, Geçici 3. Madde hükmü ile aynı hususları kapsamaktadır. Farkı, birinci fıkraya “tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise” ibaresinin eklenmiş olmasıdır. Dava dilekçesinde dayanılan temel gerekçelerden biri dava konusu Maddenin çıkarılmasında “kamu yararı”nın bulunmadığına ilişkindir. Anayasa Mahkemesine göre, kamu yararı, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır. Kanunun amaç ögesi bakımından anayasaya uygun sayılabilmesi için kamu yararı dışında bir amaç gözetilmeden çıkarılmış olması gerekir. Anayasa Mahkemesinin 5.1.2006 günlü, E. 2005/55 Esas, K.2008/4 sayılı kararında, “Yasaların kamu yararını sağlaması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle, yasa koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir. Buna göre, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, diğer bir anlatımla, yalnız özel çıkar veya belli kişiler için bir yasa kuralı konulamaz.” 28.1.2008 günlü E.2007/76, K.2008/46 sayılı kararında da, “Hukuk devleti, yasaların kamu yayarına dayanması ilkesini de içerir. Buna göre, özel çıkarlar için veya yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa konulamaz. Hukuk devletinde yasaların genel, eşit, nesnel kurallar içermesi ön koşuldur.” denilmektedir. Öğretide de, Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun görüşler dile getirilmiştir. Örneğin Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ’e göre “… Kanunların hangi amaçlarla yapılacağı anayasada belirtilir. Bütün kamusal işlemler gibi, kanunun amacı da kamu yararını gerçekleştirmek olmalıdır. Anayasada belirtilen amacı, ya da kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla, kanun koyucu belli bir sonuca ulaşmak için değişik yolların seçimini siyasi tercihlerine göre yapmakta serbesttir. Burada da takdir yetkisi kanun koyuculara aittir ve bu husus Anayasa Mahkemesi’nin denetimine girmez. Fakat kanun koyucunun kişisel, siyasal ya da saklı bir amaç güttüğü durumlarda, yani başka bir amaca ulaşmak için bir konuyu kanunla düzenlediği durumlarda, ortada teknik anlam ile bir yetki saptırması, giderek de amaç unsuru bakımından Kanunun sakatlığı söz konusu olur. Kuşkusuz kanun koyucu, kendi siyasi tercihlerine göre neyin kamuya yararlı olup olmadığını takdir etmekte serbesttir. Bu bakımdan kamu yararı kavramı, kanunun yöneldiği amacı saptamak açısından ağırlık kazanır. Anayasa Mahkemesi denetimini yaparken, kanunun kamuya yararlı olup olmadığını değil, fakat kanunun gerçekten kamu yararı amacı ile yapılıp yapılmadığını denetleyebilir.” 36[1] Burada iptali istenilen hükmün kamu yararı amacıyla mı, yoksa özel çıkarları korumak için mi düzenlendiği konusunun değerlendirilmesi gerekmektedir. 751 sayılı Yasanın Meclis görüşmeleri sırasında açıklanan; Başkanlıktan Tarım ve Köyişleri Bakanlığına gönderilen, 28 Nisan 2006 tarihli ve B.02.0.HUK.641.02S-20051666/3020 sayılı Resmi Yazıda, “Bursa İli Orhangazi İlçesi Gemiç ve Gürle Köyleri Karapınar mevkiinde kurulu bulunan Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş.’e ait mısır işleme tesislerinin kurulmasına ve faaliyetine imkan veren işlemlerin iptali talebiyle Bursa İlindeki bazı meslek kuruluşları ve şahıslar tarafından gerek İdare Mahkemeleri gerekse Danıştay nezdinde açılan davarların idare aleyhine sonuçlanmakta olduğu malumlarınızdır. Son olarak, fabrikanın kurulu bulunduğu alanın Bakanlar Kurulu’nun 05.5.2005 tarih ve 2005/8944 sayılı Kararıyla Özel Endüstri Bölgesi olarak ilan edilmesine ilişkin işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle Danıştay 10. Dairesinin 2005/6613 ve 2006/36 esasında iki ayrı dava açılmıştır. Bunlardan 2005/6613 esasında açılan davada, dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına hükmedilmiştir. Bunun üzerine, davalara karşı hazırlanacak dilekçelerde izlenecek stratejiyi belirlemek ve yargı süreci sonunda verilebilecek olası bir aleyhe karara karşı izlenecek yol ve yöntemleri tespit etmek üzere Başbakanlıkta, 10.4.2006 tarihinde Müsteşar Yardımcısı Mustafa Çetin’in Başkanlığında Başbakanlık, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Cargill Firması yetkililerinin katılımıyla bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Yapılan toplantıda, Danıştay 10. Dairesince verilen yürütmenin durdurulması kararının tesisin faaliyetlerini durduracak nitelikte olduğu belirtilerek tesisin faaliyetine devamının sağlanabilmesi için hukuki yönden neler yapılabileceği tartışılmış, sonuçta Bakanlığınızın faaliyet alanı ile ilgili olarak; 1- 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda yapılacak bir değişiklikle, ildeki kamu kurum ve kuruluşları ile üniversite temsilcileri yanında sivil tolum örgütü temsilcilerinin katılımıyla oluşan Toprak Kurulunun, bu Kanundan kaynaklanan yetkisinin, tarım ürünü işleyen ve ileri teknoloji kullanan mevcut tesislerin bulunduğu alanlar için Tarım ve Köyişleri Bakanlığına devredilmesinin sağlanabileceği ve böylece sivil toplum örgütlerinin bu konudaki olumsuz tutumlarının bertaraf edilebileceği, 36 2- 5403 sayılı Kanunun Geçici 1. Maddesinde yer alan, gereli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış ve tarımsal bütünlüğü bozmayan tarım arazilerinin istenilen amaçla kullanımı için Bakanlığa müracaatta tanınan 6 aylık sürenin, yapılacak bir Kanun değişikliği ile altı ay daha uzatılmasının Şirketin izinlerini yenileyebilmesine imkân vereceği ve böylece faaliyetine devamını sağlayabileceği görüşleri ortaya konmuştur. Belirtilen bu görüşlerin Bakanlığınızca incelenerek, sorunların aşılması için gerektiği düşünülen çalışmaların hususunu değerlendirmelerinize ve bilgilerinize rica ederim.” denilmektedir. Başbakan adına Müsteşar Yardımcısı Mustafa Çetin tarafından imzalanan bu yazının Başbakanlığın, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına verdiği “Bu Firmayla ilgili kanun tasarısı hazırlayın” yolunda bir talimat olduğu kuşkusuzdur. Öte yandan, iptali istenen hükümle ilgili Çevre Komisyonu Raporunda da, bu düzenleme ile yabancı bir şirketin tarım arazileri üzerindeki sanayi yatırımlarının kurtarılmaya çalışıldığı, bu şirketin yasal olmadığı halde iki yıldır faaliyetlerine devam ettiği ve bu tür yatırımların çevre kirliliğine neden olduğu belirtilmektedir. T.B.M.M. belgeleri incelendiğinde, Meclis görüşmelerinde Geçici 1. Madde hükmünün kamu yararı amacı dışında çıkarıldığına ilişkin herhangi bir tartışma ve tespitin yapılmadığı; Geçici 3. ve Geçici 4. Maddelerde ise, bu düzenlemelerin Cargill Firması (Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş) için çıkarıldığı konusunda Meclis’te yoğun tartışmaların yaşandığı görülmektedir. Başbakanlıktan Tarım ve Köyişleri Bakanlığına gönderilen 28 Nisan 2006 tarih ve 3020 sayılı Resmi Yazıda, yapıldığı açıklanan Resmi Toplantıya Cargill Firmasının katılması, ayrıca bu Firma için altı aylık başvuru süresinin altı ay daha uzatılmasının istenmesi ve gerçekten Geçici 3. ve Geçici 4. Maddelerle getirilen düzenlemelerde de bu istem doğrultusunda başvuru süresinin altı ay daha uzatılarak bir yıla çıkarılması, yukarıda belirtilen Çevre Komisyonu Raporunda yer alan görüşler, Meclis görüşmelerinde öne sürülen, bu yasal düzenlemelerin Cargill Firmasının çıkarlarının korunması amacıyla getirildiğine ilişkin iddiaların doğruluğunu ortaya koymaktadır. Açık kanıt niteliğindeki bu belgeler ve Meclis görüşmeleri görmezden gelinerek bu düzenlemenin kamu yararı amacıyla çıkarıldığı söylenemez. Bu nedenle iptali istenen Geçici 4. Madde hükmünün 1. fıkrası, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Anayasanın 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme karalarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükmü bulunmaktadır. 19.12.1990 onay tarihli 1/25.000 ölçekli İznik Gölü Çevre Düzeni İmar planında, Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş’ye ait Tarımsal Sanayi Amaçlı Nişasta fabrikasının üzerinde bulunduğu 212.240 m2 olan alanın,1. sınıf tarım arazisi ve tarımsal niteliği korunacak sulama ve uzun mesafeli koruma alanı olduğu belirtilmektedir. Bu planda, çevre etki değerlendirme raporu dahi alınmadan yapılan, bu arazinin “Tarımsal Amaçlı Mısır İşleme Tesisleri” alanına dönüştürülmesine ilişkin plan değişikliği, Danıştay Altıncı Dairesinin 26.11.2002 günlü, E.2002/4839, K.2002/5652 sayılı kararıyla, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun bozma kararı doğrultusunda iptal edilmiştir. Bakanlar Kurulu’nun 5.5.2005 tarih ve 2005/8944 sayılı kararıyla söz konusu alanın “Özel Endüstri Bölgesi” olarak ilan edilmesine ilişkin işlemin iptal isteğiyle açılan dava da, Danıştay 10. Dairesinin 8.2.2006 gün E.2005/6613 sayılı kararı ile sonuç olarak “söz konusu alanın endüstri bölgesi olarak ilan edilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir” gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir. Ayrıca, Bursa Üçüncü İdare Mahkemesinin, Cargill A.Ş.’nin İznik Gölü’nü besleyen su kaynaklarını tükettiği, tesisin kurulu bulunduğu alanın 1. sınıf tarım arazisi olduğu ve atıklarını Karsak Deresi yolu ile Gemlik Körfez’ine boşalttığı hususlarını göz önüne alarak tesisin işletme faaliyetlerinin iptal edilmesine ilişkin dört kararı bulunmaktadır. Gerek Başbakanlığın Tarım ve Köyişleri Bakanlığına yazdığı yukarıda sözü edilen yazısı ve gerekse anılan Yargı Kararları dikkate alındığında, iptale konu yasal düzenlemeyle Anayasa’nın 138. Maddesine aykırı olarak Yargı Kararlarının etkisiz hale getirildiği, Cargill Firmasına af niteliğinde hukuka uygun bir zemin hazırlandığı açık olarak görülmektedir. Anayasa’nın 45. Maddesi yönünden inceleme; Anayasa’nın 45. maddesinde “Devlet tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek…. için gereken tedbirleri alır” hükmüne yer verilmiştir. 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, tarım arazilerinin korunması ve amacına uygun kullanılması için çıkarılmıştır. 5403 sayılı kanunun amacı 1. maddesinde, kapsamı da 2. maddesinde gösterilmiştir. Kanunun amacı ile kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, Yasa Koyucunun 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununu çıkarma amacının, Anayasanın 45. maddesinde yer alan hükme uygun olarak toprağı korumak ve geliştirmek, amaç dışı ve yanlış kullanımlarını önlemek, çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak, planlı arazi kullanımını sağlayacak usul ve esasları belirlemek olduğu anlaşılmaktadır. İptali istenen düzenlemede ise, tarım dışı amaçla kullanımına çok zor koşullarda izin verilen tarım için en değerli arazilerin, tarım dışı amaçlı kullanıma açıldığı görülmektedir. Tarım için değerli kabul edilen bu arazilerin, tarım dışı amaçlı kullanıma açılmasıyla, bu araziler tekrar tarım arazisi vasfına dönüştürülemeyecek şekilde tarımsal özelliklerini kaybedecek hale gelecektir. Dolayısıyla bu arazilerin daha çok tahrip edilmesinin yolu da açılmış olacaktır. Yukarıda belirtilen Anayasa’nın 45. maddesi Devlete tarım arazilerinin koruma ve gerekli tedbirleri alma görevi yüklemiştir. Görüldüğü gibi iptali istenen düzenleme Anayasanın belirtilen hükmüne aykırı olduğu gibi, 5403 sayılı Kanunla getirilen toprağı korumak ve geliştirmek, amaç dışı kullanımını önlemek amaçlarına da ters düşmektedir. Öte yandan, iptali istenilen Geçici 4. Madde hükmü ile ilgili Meclis görüşmelerinden, daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlüğünün durdurulmasına karar verilen Geçici 3. Madde hükmünün, getirilen Geçici 4. Madde düzenlemesiyle Anayasaya Mahkemesinin Geçici 1. Maddenin iptali istemi hakkında açılan davada vermiş olduğu “RED” kararına uygunluğun sağlanması olduğu anlaşılmaktadır. Bu uygunluğun geçici 1. Maddede yer alan, ancak geçici 3. Maddeden çıkarılan “tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise” ibaresinin Geçici 4. Maddeye tekrar yerleştirilmesiyle sağlanacağı düşünülmüştür. Ancak Maddeye yerleştirilen “tarımsal bütünlüğün bozulmaması” ibaresi yürütme organı tarafından değerlendirilecek istismara açık bir hüküm görünümündedir. Nitekim dosyadaki bilgilere göre, bu konunun iki ziraat mühendisi tarafından hazırlanan rapor ile çözümlenebileceğinin öngörüldüğü görülmektedir. Diğer bir anlatımla iki ziraat mühendisinin düzenleyeceği raporla 1. sınıf tarım arazilerinin tarım dışı amaçla kullanılmasının yolu açılmıştır. Ayrıca Maddede tarım dışı kullanıma açılacak arazilerin niteliği ve miktarı konusunda somut bir kurala yer verilmediği gibi, bu konularla ilgili idarenin takdir yetkisini sınırlayacak tüzük veya yönetmelik gibi alt düzenlemelerin yapılması da öngörülmemiştir. Bu durumda “tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise” ibaresinin geçici 4. maddeye yerleştirilmesiyle hükmün Anayasaya uygun hale getirildiğini kabul etmenin doğru bir yorum olmadığı ortadadır. Geçici 4. maddenin 2. fıkrasına gelince; Yukarıda Anayasa’nın 45. Maddesi ve 5403 sayılı Yasa hükümlerine göre, tarım arazilerinin tarım dışı amaçla kullanılmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştik. Geçici 4. Maddenin 2. fıkrasındaki hükümle kurumlardan alınması gerekli izin ve ruhsat gibi işlemlerin sonuçları belli oluncaya kadar hukuka aykırı durumun devam etmesine izin verilmektedir. Bu süre başvuru tarihine göre iki yıl, Maddenin 1. fıkrasındaki bir yıllık sürede eklendiğinde üç yıllık süreyi kapsamaktadır. Başvuran kişi veya kurum sözü edilen ruhsatı alamayacak durumda olsa bile, hukuka aykırı durum ve hukuki belirsizlik üç yıl sürebilecektir. Bu durumun hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu açıktır. Geçici 4. maddenin üçüncü fıkrasının uygulanması, Maddenin birinci ve ikinci fıkraları ile bağlantılıdır. Yukarıda anlatılan gerekçelerle bu fıkrada Anayasa’nın ilgili hükümlerine aykırıdır. Maddenin birinci ve ikinci fıkralarının iptali halinde üçüncü fıkranın uygulanma olanağı kalmayacağı için, bu fıkranın da 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu’nun 43. maddesinin 4. fıkrası uyarınca iptali gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle iptali istenen düzenlemenin Anayasa’nın 2., 45., ve 138. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne karşıyım. Üye Fettah OTO KARŞIOY GEREKÇESİ 2.4.2008 günlü, 5751 sayılı Kanun ile 3.7.2005 günlü ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na eklenen geçici 4. maddede; “11.10.2004 tarihinden önce, gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış bulunan arazilerin tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise istenilen amaçla kullanımı için, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içerisinde Bakanlığa başvurulması, hazırlanacak toprak koruma projesine uyulması ve tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin her metre karesi için beş yeni Türk lirası ödenmesi şartıyla izin verilir. Söz konusu arazi ve tesislerin istenilen amaçla kullanımı için çeşitli kurumlardan alınması gerekli ruhsat, izin gibi işlemler, Bakanlığa başvuru tarihinden itibaren 2 yıl içerisinde tamamlanıncaya kadar başvuru sahipleri faaliyetlerine devam ederler. Bu süreler içerisinde gerekli izinleri alamayanların üretim faaliyetleri ilgili idarelerce durdurulur. Tarım arazisi vasfından çıkarılan araziler, ilgili kuruluşlarca başvuru sahibinin isteği doğrultusunda vasfını değiştirir.” hükmü yer almıştır. Görüldüğü gibi madde hükmü ile 11.10.2004 tarihinden önce gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış bulunan arazilerin tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise istenilen amaçla kullanımı için, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na başvurulması ve hazırlanacak toprak koruma projesine uyulması ve tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin her metre karesi için beş yeni Türk lirası ödenmesi şartıyla izin verileceği belirtilmektedir. Anayasa’nın 45. maddesinde “Devlet tarım arazileri ile çayır ve meralarının amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır” hükmü yer almıştır. Anayasa’da yer alan bu düzenleme ile tarım arazilerinin ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunmaları ve genişletilmeleri konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenleme ile bir tarım ülkesi olan ülkemizde tarım arazilerinin yok edilmesinin önlenmek istendiği açıktır. Maddenin gerekçesinde ise “Madde, Devlete tarım arazilerinin ve çayırlarla meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevini yüklemektedir. Bu ifade ile amaçlanan tarım arazilerinin endüstri ve şehirleşme sebebiyle yok edilmesinin önlenmesidir. Devlet bu amaçla yasal düzenlemeler yapmalıdır.” denilmektedir. Nitekim 03.07.2005 günlü, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 1. maddesinde, Kanunun amacı toprağın doğal veya yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını, geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak planlı arazi kullanımını sağlayacak usul ve esasları belirlemek olarak tanımlanmıştır. Aynı Yasa’nın 13. maddesinde ise; mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ve sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamayacağı; ancak alternatif alan bulunmaması ve kurulun uygun görmesi şartıyla maddede tek tek sayılan faaliyet ve amaçlarda kullanılmak üzere tarım arazilerinin kullanılabileceği belirtilmektedir. Buna göre tarım arazilerinin tarım dışı amaçla kullanımı ancak bu faaliyetle ilgili alternatif alan bulunmaması halinde mümkün bulunmaktadır . İptali istenilen düzenleme ile gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış bulunan arazilerin tarımsal bütünlüğü bozmuyor ise istenilen amaçla kullanılması imkanı verildiğinden, 5403 sayılı Yasada aranan koşullara göre daha farklı ve kolay koşullarla tarım arazilerinin tarım dışı amaçla kullanılmaları olanaklı hale gelmektedir. Anayasa’nın 45. maddesinde Devlete tarım arazilerinin amaç dışı kullanımını ve tahribini önleme görevi verilmiş olup, maddenin gerekçesinde ise “devlet bu amaçla yasal düzenlemeler yapmalıdır.” denilmek suretiyle bu görevin nasıl yapılacağı da açıkça belirtilmiştir. Bu durumda tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanımını kolaylaştıran dava konusu düzenleme, bu haliyle tarım arazilerinin nitelik değiştirmelerine ve sonuçta zaman içerisinde azalmasına neden olacağı göz önünde bulundurulduğunda; düzenleme ile Anayasa’nın 45. maddesine göre devlete tarım arazilerini koruma ve gerekli tedbirleri alma konusunda verilen ödevin ihlal edildiği açıktır. Belirtilen nedenlerle 2.4.2008 günlü 5751 sayılı Kanun ile 3.7.2005 günlü ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununa eklenen geçici 4. maddenin, iptali gerektiği oyu ile çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Zehra Ayla PERKTAŞ [R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2009/63 Karar Sayısı : 2011/66 Karar Günü : 14.4.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Kemal ANADOL, Hakkı Suha OKAY ve Kemal KILIÇDAROĞLU (Esas Sayısı: 2009/63) İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 14. İdare Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/95) DAVA ve İTİRAZIN KONUSU: 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un: 1) 1. maddesiyle, 9.6.1930 günlü, 1700 sayılı Dâhiliye Memurları Kanunu’nun 2. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 2/A maddesinin; a- Birinci fıkrasının dördüncü cümlesinde yer alan “ … dört katı aday …” ibaresinin, b- Dördüncü fıkrasının “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” biçimindeki ikinci cümlesinin, 2) 18. maddesiyle, 26.5.1981 günlü, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’na eklenen Geçici 6. Maddenin, 3) 26. maddesiyle, 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen; a- Geçici 8. Maddenin birinci fıkrasının “ … kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin …” bölümünün, b- Geçici 9. Maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “Kamu idarelerinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin, …” bölümünün, 4) Geçici 1. Maddesinin, Anayasa’nın 2., 10., 73., 90., 125., 127., 128. ve 138. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istemidir. I- İPTAL DAVASI VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İLE İTİRAZ BAŞVURUSUNUN GEREKÇELERİ A- İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “III. GEREKÇE 1) 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 1 inci maddesi ile 09.06.1930 tarihli ve 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununun 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 2/A Maddesinin birinci fıkrasında yer alan: “dört katı aday” ibaresi ile dördüncü fıkrasındaki: “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz” cümlesinin Anayasaya Aykırılığı Yasakoyucu, kaymakam adaylığına girişle ilgili hususların yönetmelik yerine kanunla düzenlenmesinin uygun olacağından bahisle, 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 1 inci maddesiyle, kaymakam adaylığına giriş sınavı süreci hakkında düzenleme yapmıştır. Bu yasal düzenlemeden önce kaymakam adaylığına giriş sınavı, “Kaymakam Adayları Yönetmeliği’nin” hükümlerine göre yapılmakta idi. Nitekim 2008 yılında ÖSYM, İçişleri Bakanlığı Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfında boş bulunan 65 adet kaymakam adayı kadrosuna giriş sınavının 26 Ekim 2008 tarihinde yapılacağını ilan etmiştir. Bu ilanda; 100 puan üzerinden yapılacak değerlendirme sonucunda; 70 puanın altında olmamak kaydıyla en yüksek puandan başlamak üzere boş kadronun dört katı adayın (260 kişinin) yazılı sınavı kazanmış sayılacağı duyurulmuştur. Açılan bir dava üzerine Danıştay Onikinci Dairesi 03.07.2008 günlü E.2008/1780 sayılı kararında; Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Değerlendirme sonucunda; 70 puan altına düşürülmemek kaydıyla en yüksek nottan başlamak üzere, sınav ilanında belirtilen kadronun dört katı kadar aday yazılı sınavı kazanmış sayılır.” cümlesindeki “dört katı aday” ifadesinin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Ayrıca, Danıştay Onikinci Dairesi; sözlü sınav komisyon üyelerinin her biri tarafından değerlendirme yapılarak tutanağa bağlanmış soruların ve yanıtlarının neler olduğunun, bu yanıtlara komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmamış olması ve ayrıca sözlü sınavda verilen yanıtların teknolojik imkânlardan yararlanarak sesli ve görüntülü kayıt altına alınmaması nedenleriyle davacının sözlü sınavda başarısız sayılmasına ilişkin işlemi hukuka uygun bulmamıştır. Daha sonra Danıştay Onikinci Dairesinin 03.07.2008 günlü E.2008/1780 sayılı kararına yapılan itirazı inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da “YD. İtiraz No: 2008/774 no’lu Kararında” dava konusu Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “dört katı kadar aday” ifadesinin yürütülmesinin durdurulmasına ve davacının sözlü sınavda başarısız sayılmasına ilişkin işlemde, sınav öncesinde soruların ve yanıtlarının hazırlanmamış olması, sözlü sınavın sesli ve görüntülü kayıt yapılmak suretiyle gerçekleştirilmemesi, ayrıca komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmaması nedenleriyle hukuka uyarlık bulunmadığına karar vermiştir. Söz konusu yargı kararlarının gerekçelerinde; kariyer mesleklerin, yarışma sınavı ile mesleğe yardımcı olarak girilen ve belli bir yetişme dönemi sonunda yapılan mesleki yeterlilik sınavında elde edilen başarı ile mesleğe atanılan görevler olduğuna vurgu yapılarak, mesleğe girişte yapılacak yarışma sınavına katılan adaylara salt yazılı sınav yapılabileceği gibi, adayların mesleki bilgisi ile beraber mesleki ehliyete yönelik diğer özel niteliklere de sahip olup olmadığının belirlenmesi açısından yazılı sınavı tamamlayıcı nitelikte sözlü sınav yapılmasının da mümkün olduğu belirtilmiştir. Kararlarda ayrıca, sözlü sınavın, yazılı sınavı tamamlayıcı nitelikte, bilgi ve liyakatı ölçmek, adayın kaymakamlık mesleğine uygun yeteneğe, kültüre, çağdaş yaşam anlayışına sahip olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılacağının, sözlü sınavın temel amacının, yazılı sınav yapılmak suretiyle nesnel bir biçimde belirlenen en başarılı aday adayından başlayarak mesleğe en uygun kaymakam adaylarının belirlenmesi olduğu aşikârdır denildikten sonra; aday adaylarının yarıştırıldığı bir sınavda sözlü sınava çağrılacak aday sayısı saptanırken yazılı sınavın nesnel sonuçlarının ortadan kaldırılmaması, mesleğe olabildiğince yazılı sınavda en başarılı olanların alınmasının sağlanması gerekmektedir. Böylece, idarenin takdir yetkisinin kullanılmasında öznel nedenlerin etkili olması önlenebilir, kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun bir belirleme gerçekleştirilebilir denilmiş ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 9/A maddesinde, “Yazılı sınavda yüz tam puan üzerinden en az yetmiş puan almak kaydıyla en yüksek puan alandan başlamak üzere, sınav ilanında belirlenen kadro sayısının bir katı fazlası mülakata çağrılır.” hükmünün yer aldığı hatırlatılarak; bu kuralda, mülakata çağrılacak aday sayısı yazılı sınavda en yüksek puan alanların lehine olacak biçimde daraltılmış, böylece yazılı sınavın nihai başarıdaki payı artırılmıştır. Belirtilen nitelikteki bir düzenlemenin yazılı sınavın nesnel sonucunun ortadan kaldırılmasını önleyici nitelikte olacağı açıktır denildikten sonra dava konusu Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin beşinci fıkrasında yer alan sınav ilanında belirtilen kadronun dört katı kadar adayın sözlü sınava çağrılması yolundaki düzenlemenin, yazılı sınavın nesnel sonuçlarının ortadan kaldırılmasına, idarenin takdir yetkisinin kullanılmasında öznel nedenlerin etkili olmasına yol açacak nitelikte olduğuna, bunun ise kamu yararı ve hizmet gerekleriyle bağdaşmayacağı sonucuna varılmıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Kararı’nda; işlemin hukuka uygun bulunmamasının gerekçelerinden birisinin, “sözlü sınavda adayın sorulara verdiği yanıtların teknolojik imkânlardan yararlanarak sesli ve görüntülü kayıt altına alınmamasının” oluşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla, sesli ve görüntülü kayıt yapılmak suretiyle gerçekleştirilecek bir sözlü sınavda, adaylara yöneltilen soruların ve yanıtlarının da kaydedileceği açık olup, bunların ayrıca sözlü sınav komisyon üyeleri tarafından tutanağa bağlanması gerekli bulunmamaktadır. Bununla birlikte, sözlü sınavda komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulması hukuk devleti ilkesinin sağladığı güvencenin temini açısından zorunlu ve gereklidir denilmiştir. Hükümet, Danıştay’ın hukuka aykırı bulduğu bir düzenlemeyi, daha üst hukuk normu olan Kanunla düzenleyerek, yargı engelinden kurtulmak istemektedir. Kanun Gerekçesinde getirilen düzenlemenin başkaca hiçbir objektif gerekçesi bulunmamaktadır. Kamu görevlilerinin hak, ödev ve sorumluluklarını belirleyen kurallardan oluşan memurluk statüsü, yasalarla düzenlenmiş ve bu düzenleniş; statü hukuku olarak adlandırılan bir hukuk alanının oluşmasına yol açmıştır. Bu alan, kendine özgü hukuksal argümanları yaratmıştır. Bu argümanlara; kariyer ve liyakat ilkeleri ve atama tasarrufunda takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gerekleri ile sınırlı biçimde kullanımının gerekliliği gibi kavramlar örnek olarak verilebilir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 3 üncü maddesinde, “Kariyer” ve “Liyakat” ilkeleri bu Kanun'un temel ilkeleri olarak belirlenmiş; “Kariyer İlkesi”, Devlet memurlarına yaptıkları hizmetler için lüzumlu bilgilere ve yetişme şartlarına uygun şekilde, sınıfları içinde en yüksek derecelere kadar ilerleme imkânı sağlamak; “Liyakat İlkesi” ise, Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkânlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmak olarak tanımlanmıştır. Bu iki ilkenin temelinde, objektif kurallar çerçevesinde işin ehline verilmesi ve hak etme kavramı yatmakta olup, kamu hizmetlerinin etkin ve verimli bir şekilde gerçekleştirilmesinin tek güvencesinin de, hizmetin yetişmiş, ehil kamu görevlilerince yerine getirilmesinden geçmekte olmasıdır. Anayasanın 70 inci maddesinde, her Türk’ün kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu, hizmete alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırımın gözetilemeyeceği belirtilmiştir. Yasaların kamu yararına dayanması gereği hukuk devletinin temel değerlerinden birini oluşturmaktadır. Bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumları benimseyen, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yasaların üstünde Anayasanın ve Yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. Yasaların kamu yararına dayanması gereği, hukuk devletinin temel değerlerinden birini oluşturmaktadır. Hukuk devletinde yasakoyucu, Anayasa kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir. Kamu yararının gerektirdiği düzenlemeleri yapmak, çareleri düşünüp önlem almak, yasakoyucunun en doğal hakkı ve ödevidir. Yeter ki düzenlemeler yapılırken doğrudan doğruya amaçlanan hizmetin gerekleri gözönünde tutulmuş, istenen nitelik ve kısıtlamalarla hizmet arasında gerçeklere uygun nesnel ve zorunlu bir neden – sonuç bağı kurulmuş olabilsin. Yasakoyucunun kişisel, siyasi ya da saklı bir amaç güttüğü durumlarda, yani kamu yararı dışındaki özel ve başka bir amaca ulaşmak için bir konuyu yasayla düzenlediği durumlarda bir “yetki saptırması” ve giderek de amaç öğesi bakımından yasanın sakatlığı ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırılığı söz konusu olur. Yasakoyucu takdir yetkisini kullanarak, sosyal hukuk devleti olma bilinciyle, kamu yararını gözeterek, kişilerin mağduriyetlerine yol açmayacak şekilde makul ve adil çözümler getirmelidir. Yasakoyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek biçimde kullanılamaz. Hukuk devletinde yasaların kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur. Yasakoyucunun bir ihtiyaç olarak gördüğü bu düzenlemenin kamu yararı amacıyla çıkarılması gerekir. Getirilen yasal düzenleme, aday adaylarının yarıştırıldığı bir sınavda sözlü sınava çağrılacak aday sayısını; “yüz tam puan üzerinden yetmiş puanın altına düşülmemek kaydıyla en yüksek puandan başlamak üzere, sınav ilanında belirtilen kadronun dört katı aday” olarak belirlemek suretiyle; yazılı sınavın objektif sonuçlarını ortadan kaldırıcı bir nitelik kazanmıştır. Sözlü sınava dört kat aday çağırmanın amacı, mesleğe olabildiğince yazılı sınavda en başarılı olanların alınmasının sağlamak, böylece, idarenin takdir yetkisinin kullanılmasında subjektif nedenlerin etkili olmasını önlemek değildir. Tam tersi, yazılı sınavın etkisini azaltmak; bilgiye, ehil olmaya ve liyakata dayalı bir sınav yapma yerine, kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmayan başkaca subjektif değerlendirmelere dayalı olarak bir seçim yapma amacı güdülmektedir. Nitekim, pek çok kariyer meslek sınavında yaşanan kötü deneyimler sonucu sözlü sınava, yazılı sınavın etkisini ortadan kaldırmayacak ölçüde aday çağırma ilkesi benimsenerek yasal ya da idari düzenlemeler yapılmış ve subjektif değerlendirmelerin önü alınmıştır. Başka kurumların da yaşadığı kötü uygulamalar ortada iken, bürokrasinin en önemli kariyer mesleklerinden biri olan kaymakam adaylığı sınavında kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmayan bir düzenleme yapmak Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadırlar. Benzer şekilde 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununun 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 2/A Maddesinin dördüncü fıkrasındaki: “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz” cümlesi de kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmayan bir düzenlemedir. Teknolojideki son gelişmelerden yararlanarak sözlü sınavın sesli ve görüntülü kayıt altına alınmaması idarenin takdir yetkisinin kullanılmasında subjektif nedenlerin etkili olmasını kesin olarak önleyeceğinden, yasal düzenlemede “komisyon başkan ve üyeleri tarafından ….. verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz” hükmü getirilmiştir. Yani sözlü sınavları sesli ve görüntülü kayıt altına almaları yasayla önlenmiş sadece komisyon üyelerinin tutanak tutması öngörülmüştür. Yapılan bu düzenlemelerle Kaymakamlık sınavları ile ilgili olarak Danıştay tarafından idare aleyhine verilen kararlar etkisiz kılınmaya çalışılmaktadır. “Mülakatta tutanak dışında herhangi bir belge ve kayıt tutulmayacağı” şeklindeki hüküm, Danıştay kararını aşmaya yöneliktir. Sınavların açıklık ve şeffaflıktan uzak ve subjektif değerlendirmelere açık olmasını amaçlayan bu düzenleme; aynı zamanda yargı kararlarını etkisiz kılmayı ve mahkeme kararlarına uymamayı da amaçladığından Anayasanın 138 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırıdır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 1 inci maddesi ile 09.06.1930 tarihli ve 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununun 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 2/A Maddesinin birinci fıkrasında yer alan: “dört katı aday” ibaresi ile dördüncü fıkrasındaki: “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz” cümlesi Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine ve 138 inci maddesine aykırı olup iptali gerekir. 2) 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 18 inci maddesi ile 26.05.1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununa eklenen Geçici 6 ncı maddesinin Anayasaya Aykırılığı 2464 sayılı Kanunun 34 ila 39 uncu maddelerinde düzenlenen elektrik ve havagazı tüketim vergisinin tarh, tahakkuk ve tahsili ilgili belediyelerce yapılmaktadır. İlgili belediyelerin geliri olarak tahsil edilen elektrik ve havagazı tüketim vergisi, yürürlüğe sokulan iki ayrı yasayla; (5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ve 5917 sayılı Kanunla) 2009 bütçe yılında ilgili belediyelerin geliri olmaktan çıkarılıp merkezi yönetimin bütçe geliri haline getirilmiş ve bu vergilerin ilgili belediyeler yerine vergi dairelerince tahsil edilmesi öngörülmüştür. 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununun 29 uncu maddesinin (9) numaralı fıkrasıyla yapılan değişiklikle; 01.01.2009 tarihinden sonra verilmesi gereken elektrik ve havagazı tüketim vergisi beyannamelerine uygulanmak üzere bu verginin tarh, tahakkuk ve tahsiline Maliye Bakanlığına bağlı vergi daireleri yetkili kılınmıştır. 5917 sayılı Kanunla ise; 31.12.2009 tarihine kadar tahakkuk eden elektrik ve havagazı tüketim vergileri için Maliye Bakanlığına bağlı vergi daireleri yetkili kılınmıştır. Görüldüğü gibi, hem 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunundaki, hem 5917sayılı Kanundaki hüküm; elektrik ve havagazı tüketim vergisini sadece 2009 bütçe yılı için belediyelerin geliri olmaktan çıkarmaktadır. CHP, 5828 sayılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nun 29 uncu maddesinin (9) numaralı fıkrasıyla yapılan değişiklikle ilgili Anayasa Mahkemesi’nin Gelen Evrak Defteri’nin 80 Sırasına kaydı yapılan 29.01.2009 tarihli İtiraz Dilekçesi başvurusunda; elektrik ve havagazı tüketim vergisinin tahsili için Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerini yetkili kılan düzenlemenin iptalini istemişti. 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile elektrik ve havagazı tüketim vergisi belediyelerin geliri olmaktan çıkarıldığına göre neden aynı hüküm 2009 yılının Haziran ayında kabul edilen 5917 sayılı Kanuna tekrar konulmuştur? Bu sorunun tek makul yanıtı; Anayasa Mahkemesi’nin Bütçe yasasındaki hükümle ilgili itirazlar hakkındaki iptal kararı olasılığının ortaya çıkaracağı sonuçları bertaraf etme ihtiyacıdır. Bu yöntemle Anayasa Mahkemesi’nin verebileceği bir iptal kararı etkisiz hale getirilmiş olacaktır. Yasa zaten bir yıllık bir dönem için geçerli olacağından yeni bir iptal kararı için zamanın da yeterli olmayacağı düşünülmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği muhtemel iptal kararlarını etkisiz hale getirme niyeti ile yürürlüğe sokulan yasalar Anayasanın hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Öte yandan Anayasanın 127 nci maddesinin son fıkrasının son tümcesinde mahalli idarelere“…görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanır” denilmiştir. Belediye Gelirleri Kanunun 34 üncü maddesinde “belediye sınırları ve mücavir alanlar dışında tüketilen elektrik ve hava gazı ile belediye hizmetlerinin götürülmediği mücavir alanlarda tüketilen elektrik ve hava gazının vergiye tabi değildir” denilmektedir. Yasadaki bu ifade, elektrik ve hava gazı vergilerinin belediye hizmetleri nedeniyle tahsil edildiğini açıkça göstermektedir. Elektrik ve havagazı tüketim vergisinin mükellefi elektrik ve havagazını tüketenlerdir. Yani, belediye hizmetlerinin verildiği yöredeki tüketicilerdir. Son yıllarda yapılan yasal değişikliklerle belediyelerin görev ve sorumlulukları artırılmıştır. Belediyelere görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanması Anayasal bir görevdir. Belediyeler kendilerine verilen görevlerle ilgili giderleri planlarken göz önünde tuttukları en önemli unsur; elde edecekleri gelirin hangi tutarda olacağıdır. Belediye hizmetlerinin götürüldüğü yerlerdeki yöre halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere belediyelerin kullanımına bırakılan bir verginin bir yıllık bir süre için bile olsa belediyelerin elinden alınması, belediyelerin yöre halkına vermek zorunda oldukları hizmetlerin azalmasına yol açacaktır. Yöre halkı mağdur olacak, ödedikleri vergilerin mahalli müşterek ihtiyaçların giderilmesinde kullanılması mümkün olmayacaktır. Yasakoyucu takdir yetkisini kullanarak, sosyal hukuk devleti olma bilinciyle, kamu yararını gözeterek, kişilerin mağduriyetlerine yol açmayacak şekilde makul ve adil çözümler getirmelidir. Yasakoyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek biçimde kullanılamaz. Hukuk devletinde yasaların kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur. Yasakoyucunun bir ihtiyaç olarak gördüğü bu düzenlemenin kamu yararı amacıyla çıkarılması gerekir. Anayasanın 90 ıncı maddesine göre: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” Elektrik ve havagazı vergisini belediye geliri olmaktan çıkaran söz konusu düzenleme, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Ulusal ekonomik politika çerçevesinde, yerel makamlara kendi yetkileri dahilinde serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanacaktır” hükmüne de aykırıdır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 18 inci maddesi ile 26.05.1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununa eklenen Geçici 6 ncı maddesi Anayasanın 2 nci, 90 ıncı ve 127 nci maddesine aykırı olup, iptali gerekir. 3) 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 26 ncı maddesi ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici 8 inci Maddesinde yer alan; “kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin” ibaresinin Anayasaya Aykırılığı 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 26 ncı maddesi ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye “GEÇİCİ MADDE 8” eklenmiştir. Bu maddede yapılan düzenleme ile hem memur statüsünde çalışanların hem yeşil kartlıların hem de ilgili mevzuatında 3816 sayılı Kanun hükümlerine göre tedavilerinin sağlanması hükme bağlanmış olanların; sağlık kurum ve kuruluşlarında yapılan tedavilerine (diş tedavileri dahil) ilişkin ücretlerle sağlık kurumlarınca verilen raporlar üzerine kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araç bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin usul ve esasları Sağlık Bakanlığının görüşünü almak suretiyle tespit etmeye Maliye Bakanlığı yetkili kılınmıştır. 5917 sayılı Yasa’dan önce başka yasal düzenleme ile; ortez, protez ve diğer iyileştirme araç bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin usul ve esasları Sağlık Bakanlığının görüşünü almak suretiyle tespit etmeye Maliye Bakanlığı yetkili kılınmış ancak, Anayasa Mahkemesi, 5234 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 209 uncu maddesinin sonuna eklenen fıkra ile 178 sayılı KHK’de Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün görevlerini düzenleyen 10 uncu maddeye yapılmış olan (p) ve (r) fıkralarını iptal etmişti. (Anayasa Mahkemesi 29.01.2009 tarihli ve E.2005/152, K.2009/14 sayılı Kararı) Anayasa Mahkemesinin 5234 sayılı Yasadaki düzenleme ile ilgili iptal gerekçesinde özetle şöyle denilmektedir: “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. … İtiraz konusu yasa kuralları uyarınca, devlet memurları ve diğer kamu görevlileri ile bunların emekli, dul ve yetimlerinin diş tedavileri dahil olmak üzere, tedavi kurum ve kuruluşlarında yapılan tedavilerine ilişkin ücretlerle sağlık kurumlarınca verilen raporlar üzerine kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin esas ve usulleri belirleme konusu tamamen idareye bırakılmıştır. Bu kurallar uyarınca, Maliye Bakanlığı, ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının bedellerinin çok az bir kısmının memurların kurumu tarafından ödenmesi konusunda düzenleme yapabileceği gibi tamamının veya tamamına yakın bir kısmının da kurumlar tarafından ödenmesi yolunda düzenleme yapabilecektir. Bu durumda, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin özlük haklarından olan tedavi yardımının nasıl yapılacağı yasayla belirlenmeyip, idarenin takdirine bırakılmıştır.” Yasakoyucu, ayrıca 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun; 63 üncü maddesinde yaptığı düzenleme ile içinde memurların da bulunduğu sigortalıların ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının türlerini, miktarlarını ve kullanım sürelerini Sağlık Bakanlığının görüşünü alarak kurumca (Sosyal Güvenlik Kurumu) belirlenmesi ile ilgili kuralları düzenlenmişti. Anayasa Mahkemesi 5510 sayılı Yasa ile ilgili olarak verdiği E.2006/111, K.2006/ 112 sayılı 15.12.2006 tarihli Kararında, aynı hukuksal konumda bulunmayan memur ve diğer kamu görevlileri ile bunların dışında kalan sigortalıların birbirinden farklı olan özellikleri gözetilmeksizin aynı sisteme bağlı tutulmasını Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 128 inci maddelerine aykırı bularak Yasanın pek çok düzenlemesini memurlar açısından iptal etmişti. Anayasa Mahkemesi Kararına göre, memurların sadece sosyal güvenlik hakları değil sağlıkla ilgili hakları da diğer sigortalılardan farklı olarak ayrıca düzenlenmelidir. Anayasa Mahkemesi ayrıca; memur ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla beraber “sigortalı sayılanlar” arasına alan “5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendini”, memur ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı hükümlere tabi tutarak “genel sağlık sigortalısı sayılanlar” arasına alan 5510 sayılı Kanunu 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendini “… ve (c)…” bölümü ile 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununu uygulamadan kaldıran 105 inci ve 106 ncı maddelerini, uygulama olanağı kalmadı gerekçesiyle iptal etmişti. Yasakoyucu, 5917 sayılı Yasa’da, 5234 sayılı Yasa’dan farklı olarak Anayasa Mahkemesi’nin, “yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir” gerekçesini dikkate almış gibi hareket etmişse de, getirilen düzenlemeler Anayasa Mahkemesi’nin Anayasaya aykırılık gerekçesini ortadan kaldıracak nitelikte değildir. Çünkü, 5917 sayılı Yasayla 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici 8 inci maddenin (a), (b), (c), (d) ve (e) bentlerinde ödemeye ilişkin usul ve esaslara dair ilkelerin belirlendiği belirtilmesine karşın getirilen hükümler, kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin esas ve usulleri belirleme konusunda idareyi tamamen yetkili kılmayı önleyen düzenlemeler değildir. Yani, bu Yasa’yla da kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin esas ve usulleri belirleme konusunda tamamen idare yetkili kılınmıştır. Söz konusu (a), (b), (c), (d) ve (e) bentlerindeki hükümler zaten 5510 sayılı Yasa’da ya da 5510 sayılı Yasa’da değişiklik yapan 5754 sayılı Yasa’da yer alan düzenlemelerdir. Örneğin, 5917 sayılı Yasa’yla 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Geçici 8 inci maddenin (a) bendi doğrudan 5510 sayılı Yasanın 63 üncü maddesine, (b) bendi ise, 5510 sayılı Yasanın 64 üncü maddesine gönderme yapmaktadır. Söz konusu düzenlemenin (c) bendi, 5510 sayılı Yasa’nın 5754 sayılı Yasa ile değişik dördüncü fıkra hükmünün tekrarından ibarettir. Maddenin (d) bendindeki düzenleme, 5510 sayılı Yasa’nın 72 nci maddesinin birinci fıkrasının aynısıdır. Maddenin (e) fıkrasındaki hüküm ise, 5510 sayılı Yasanın 5754 sayılı Yasa ile değişik 73 üncü maddesinin benzeri bir düzenlemedir. Kısacası, 5917 sayılı Yasayla 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici 8 inci maddenin (a), (b), (c), (d) ve (e) bentleri ile getirilen hükümler zaten yürürlükte olan hükümlerdir. Özetle ifade etmek gerekirse, asıl amaç olan; yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi karışık düzenlemelerle gizlenmek istenmekte, kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin esas ve usulleri belirleme konusunda yasayla kurallar getiriliyor görüntüsü altında Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları bir suretle aşılmak istenmektedir. Yukarıda açıklanan gerekçelerle: Aynı hukuksal konumda bulunmayan memur ve diğer kamu görevlileri ile bunların dışında kalan sigortalıların birbirinden farklı olan özelliklerini gözetmeksizin aynı sisteme bağlı tutan, memurların sağlıkla ilgili haklarını diğer sigortalılardan farklı olarak ayrıca düzenlenmeyen; Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi veren; Memurların tedavi kurum ve kuruluşlarında yapılan tedavilerine ilişkin ücretlerle sağlık kurumlarınca verilen raporlar üzerine kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin esas ve usulleri belirleme konusunda tamamen idareyi yetkili kılan; Böylece, kamu görevlilerinin özlük haklarından olan tedavi yardımının nasıl yapılacağını yasayla belirlemeyip, idarenin takdirine bırakan; 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 26 ncı maddesi ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen “GEÇİCİ MADDE 8”; Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 128 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekir. 4) 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 26 ncı maddesi ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici 9 uncu Maddesinde yer alan: “Kamu idarelerinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin” ibaresinin Anayasaya Aykırılığı 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 26 ncı maddesi ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye “GEÇİCİ MADDE 9” eklenmiştir. Bu maddede yapılan düzenleme ile hem memur statüsünde çalışanlardan hem yeşil kartlılardan hem de ilgili mevzuatında 3816 sayılı Kanun hükümlerine göre tedavilerinin sağlanması hükme bağlanmış olanlardan alınacak katılım paylarına ilişkin hükümler getirilmiştir. 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen “GEÇİCİ MADDE 9”, onbir fıkradan oluşmaktadır. Bu fıkraların yedi adedi 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun “Katılım hizmetleri için katılım payı uygulaması” başlıklı 28 inci maddesindeki fıkralarla aynıdır. 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen “GEÇİCİ MADDE 9” un: – Birinci fıkrası, 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun 28 inci maddesinin (1) nolu fıkrası ile, – İkinci fıkrası, 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun 28 inci maddesinin (2) nolu fıkrası ile, – Dördüncü fıkrası, 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun 28 inci maddesinin (3) nolu fıkrası ile, – Beşinci fıkrası, 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun 28 inci maddesinin (4) nolu fıkrası ile, – Altıncı fıkrası, 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun 28 inci maddesinin (5) nolu fıkrası ile, – Dokuzuncu fıkrası, 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun 28 inci maddesinin (6) nolu fıkrası ile, – Onbirinci fıkrası, 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun 28 inci maddesinin (7) nolu fıkrası ile aynıdır. 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen “GEÇİCİ MADDE 9” un; üçüncü, yedinci, sekizinci ve onuncu fıkraları yeni hükümlerdir. Üçüncü fıkrada; yatarak tedavide de hizmet bedelinin %1 ine kadar katılım payı alınması ve alınacak katılım payının miktarının artırılıp, azaltılması için Maliye Bakanlığına yetki verilmektedir. Yedinci fıkrada; katılım payı alınmayacak hallerle ilgili Maliye Bakanlığına yetki verilmektedir. Sekizinci fıkrada; sağlık kurulu raporları veya sağlık raporları için katılım payı alınmayacağına dair düzenleme vardır. Onuncu fıkrada; 5510 sayılı kanunun Geçici 12 nci maddesi kapsamına girenlerden aynı fıkrada hükme bağlanan iki yıllık geçiş sürecince bu madde ve 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun 28 inci maddesi hükümlerine göre katılım payı alınmayacağına dair hüküm vardır. Yani, 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen “GEÇİCİ MADDE 9” ile; 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun “Tedavi hizmetleri için katılım payı uygulaması” başlıklı 28 inci maddesi bazı ufak değişiklikler ile yeniden düzenlenerek Bütçe Kanunundan 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye taşınmıştır. Anayasa Mahkemesi 5510 sayılı Kanunun “Katılım payı alınması” başlıklı 68 inci maddesinin ikinci fıkrasını, Yasa’nın 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına girenler (memurlar) yönünden iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi, 5510 sayılı Yasadaki düzenlemelerin bir kısmını memurlar ve diğer kamu görevlileri açısından iptal ederken; kazanılmış haklar bakımından iptal etmemiştir. İptal kararı, memur statüsündekilerin diğer sigortalılarla aynı sisteme bağlı olmaması gerekçesine dayanmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararında, sosyal güvenlik hakkından yararlanacak olanların hukuksal konumları gözetilerek aynı statüde bulunmayanların bu statülerinin gerekli kıldığı kurallara bağlı tutulmalarının Anayasanın 10 uncu maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesinin doğal bir sonucu olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin kararında: Anayasanın 128 inci maddesinden kaynaklanan ve yasalarla belirlenen özlük hakları, memurların emeklilik bakımından diğer sigortalılardan farklı olmasını gerektirir denilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararında: “Devletin en temel işlevlerinden olan kamu hizmetinin görülmesindeki yeri tartışmasız olan kamu görevlileri için statülerine, yaptıkları görevin gereklerine uygun, emeklileri için de önceki statüleri ile uyumlu ayrı yasal düzenleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak düzenlemenin aynı hukuksal konumda bulunmayanların bu özelliklerini ve farklılıklarını yansıtmak koşuluyla aynı veya başka bir yasa içinde yapılması hususu kuşkusuz yasakoyucunun takdiri içindedir” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi Kararına göre, memurların sadece sosyal güvenlik hakları değil sağlıkla ilgili hakları da kanunla ayrıca düzenlenmelidir. Anayasa Mahkemesi Kararında aynen şöyle denilmektedir: “5510 sayılı Yasa ile sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde görülebilmesini sağlamak amacıyla genel sağlık sigortası kurulması öngörülmüştür. Yasa’nın genel gerekçesinde beş farklı emeklilik rejiminin aktüeryal olarak hak ve yükümlülüklerinin eşit olacağı tek bir emeklilik rejimine dönüştürülmesinin planlandığı, buna koşut olarak sağlık hizmetlerinin düzenlenmesinde de aynı anlayışın esas alındığı anlaşılmaktadır. Oysa yukarıda da belirtildiği gibi memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yürüttükleri kamu hizmetine bağlı olarak hukuksal konumları, diğer çalışanlardan birçok bakımdan farklılıklar göstermektedir. Çalışmakta olanları ve emeklileri kapsayan genel sağlık sigortasından yararlanma hakkı da Anayasanın 128 inci maddesinde memurlar ve diğer kamu görevlileri için yasayla düzenlenmesi öngörülen haklar arasında bulunduğundan, üstlendikleri kamu hizmetinin aksamadan yürütülmesi ve hizmet alanlar yönünden de olumsuzluklar yaşanmaması için bu hususların da memurların diğer hakları gibi onlara ilişkin düzenleme içinde ayrıca yer alması Anayasal bir gerekliliktir.” Anayasa Mahkemesi’nin pek çok kararında da belirtildiği gibi, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan devlettir. Yukarıda açıklanan gerekçelerle: Aynı hukuksal konumda bulunmayan memur ve diğer kamu görevlileri ile bunların dışında kalan sigortalıların birbirinden farklı olan özelliklerini gözetmeksizin aynı sisteme bağlı tutan, memurların sağlıkla ilgili haklarını diğer sigortalılardan farklı olarak ayrıca düzenlenmeyen, 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 26 ncı maddesi ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen “GEÇİCİ MADDE 9”; Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 128 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekir. 5) 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun Geçici 1 inci maddesinin Anayasaya Aykırılığı Geçici 1 inci Maddede yapılan düzenlemeyle 10 yıl süreyle Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilen motorlu taşıtların, (uçak, helikopter, otomobil, arazi taşıtı, yat vs. gibi) 27.10.1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanununun 167 nci maddesi kapsamında gümrük vergisinden muaf ve müstesna olması sağlanmıştır. Daha önce de 16.06.2009 tarihinde TBMM tarafından kabul edilen 5904 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla Başbakanlık tarafından satın alınan motorlu taşıtların KDV ve ÖTV’den istisna edilmesi yönünde bir başka düzenleme yapılmıştı. Anayasanın “Vergi ödevi” başlıklı 73 üncü maddesinde, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin temel ilkeleri düzenlenmiştir. Maddede; “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük kanunla konulur, kaldırılır, değiştirilir veya kaldırılır” denilmiştir. Vergilendirmede genel kural, yasayla belirlenmiş konu ve kişilerden vergi, resim ve harç alınmasıdır. Yasakoyucu, kimi durumlarda vergi kapsamına alınan konuyu, kimi durumlarda da kişileri vergi dışında tutabileceği gibi, verginin tümünden ya da bir bölümünden vazgeçebilir. Vergi, resim ve harç yasalarında sosyal, ekonomik, mali ve kültürel amaçlı birtakım muaflık, istisna ve indirimler getirilmesi, yasakoyucunun takdirine bağlı bir konudur. Muaflık, istisna ve indirimler, yasakoyucu tarafından “mali güce göre vergilendirme”nin ve “vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı”nın sağlanmasının araçlarıdır. Anayasa Mahkemesi vergilemede aranan temel ilkelerin muafiyet, istisna ve indirim için de aranması gerektiğini kabul etmiştir Anayasa Mahkemesi, “yatırım indirimi”, “Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne tanınan yargı harcı muafiyeti”, “serbest bölgelerde faaliyet gösteren müteşebbisin vergi ve benzeri mali yükümlülüklerden muaf tutulması”, “devir işlemlerinde münfesih kurumun devir öncesi son bilançosunda görülen zararların devralan kurumca beyan edilen kurum kazancından indirilebilmesi” konularını incelerken, kimi özel durumlarda muaflık, istisna ya da indirim getirilmesinin Yasakoyucunun takdirine bağlı olarak yasa ile düzenlenmesi zorunluluğunu belirtirken; kamu yararı, sosyal ve ekonomik amaç, kamu hizmetinin en iyi biçimde görülmesi gibi” haklı nedenlerin” de gözetilmesi gerektiğini aramıştır. Vergide eşitlik ilkesi, yükümlülerin vergi ödeme güçleri dikkate alınmak suretiyle vergilendirmenin yapılmasını öngörür. Başka bir deyişle kişiler, genel vergi yüküne kendi ödeme güçlerine göre katılmalıdırlar. Ancak bu durumda Anayasada öngörülen vergilendirmede adalet ve eşitlik ilkesi sağlanabilir. Vergide genellik ilkesi, herhangi bir ayırım yapılmaksızın malî gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi ödemesini ifade eder. Malî güce göre vergilendirme, verginin, yükümlülerin ekonomik ve kişisel durumlarına göre alınmasıdır. Bu ilke, aynı zamanda vergide eşitlik sağlanmasının uygulama aracı olup, malî gücü fazla olanın malî gücü az olana göre daha fazla vergi ödemesini gerektirir. Vergide eşitlik ilkesi ise malî gücü aynı olanlardan aynı, farklı olanlardan ise farklı oranda vergi alınması esasına dayanır. Devlet tüzel kişiliği içinde sadece Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilen motorlu taşıtlara tanınan bu muafiyetin hiçbir ekonomik veya sosyal gerekçesi gösterilmemiştir. Muafiyetin hangi amaçla, niçin yapıldığına ilişkin bir açıklık bulunmamaktadır. Bu düzenleme aynı zamanda kamu hizmetinin daha iyi bir şekilde yerine getirilmesine yönelik bir düzenleme de değildir. Bu düzenlemenin Anayasanın 73 üncü maddesinde belirtilen mali güce göre vergilendirmenin ve vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının sağlanmasının aracı olarak getirilmediği de açıktır. Yasaların kamu yararına dayanması gereği, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin temel değerlerinden birini oluşturmaktadır. Hukuk devletinde yasakoyucu, Anayasa kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir. Kamu yararının gerektirdiği düzenlemeleri yapmak, çareleri düşünüp önlem almak, yasakoyucunun en doğal hakkı ve ödevidir. Yeter ki vergide muafiyet ve istisnalar getirilirken, bunlarla hizmet arasında gerçeklere uygun nesnel ve zorunlu bir neden – sonuç bağı kurulmuş olabilsin. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun Geçici 1 inci maddesinde yapılan düzenlemeyle; Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilen motorlu taşıtların, 10 yıl süreyle 4458 sayılı Gümrük Kanununun 167 nci maddesi kapsamında gümrük vergisinden muaf ve müstesna tutulması Anayasanın 2 nci ve 73 üncü maddelerine aykırı olup, iptali gerekir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ İptali istenen düzenlemelerin uygulanması halinde sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararların doğabileceği açıktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle 25.06.2009 tarihli ve 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun; 1) 1 inci maddesi ile 09.06.1930 tarihli ve 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununun 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 2/A Maddesinin birinci fıkrasında yer alan: “dört katı aday” ibaresi ile dördüncü fıkrasındaki: “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz” cümlesi, Anayasanın 2 nci ve 138 inci maddelerine aykırı olduğundan, 2) 18 inci maddesi ile 26.05.1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununa eklenen Geçici 6 ncı maddesi, Anayasanın 2 nci, 90 ıncı, 127 nci maddelerine aykırı olduğundan, 3) 26 ncı maddesi ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici 8 inci Maddesinde yer alan; “kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin” ibaresi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 128 inci maddelerine aykırı olduğundan, 4) 26 ncı maddesi ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici 9 uncu Maddesinde yer alan: “Kamu idarelerinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin” ibaresi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 128 inci maddelerine aykırı olduğundan, 5) Geçici 1 inci maddesi Anayasanın 2 nci ve 73 üncü maddelerine aykırı olduğundan, iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” B- Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan Kaymakam Adaylığı Mülakat Sınavına katılan davacı Tamer Ekinci tarafından, mülakatta başarısız sayılmasına ilişkin işlem ile mülakat sınavının iptali istemiyle İçişleri Bakanlığı’na karşı açılan davada; 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununa 5971 sayılı Kanunun 1. maddesi ile eklenen 2/A maddesinin Anayasaya aykırı olduğu yolundaki itirazı incelenerek işin gereği görüşüldü: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 11. maddesinin ikinci fıkrasında kanunların Anayasa’ya aykırı olamayacağı belirtilmiş; 152. maddesinde de, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. Mahkeme, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddî görmezse bu iddia, temyiz merciince esas hükümle birlikte karara bağlanır. Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır. Anayasa Mahkemesi’nin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.” hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın 152. madde hükmüne göre, bir davaya bakmakta olan mahkemenin itiraz yoluyla bir kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmesi için iptali istenen kuralın davada uygulanacak nitelikte bir kural olması gerekir. Buna göre; İçişleri Bakanlığı tarafından 21/07/2009-31/07/2009 tarihleri arasında yazılı puan sıralamasına göre yapılan Kaymakam Adaylığı Mülakat Sınavına 28/07/2009 tarihinde katılan davacının, mülakatta başarısız sayılmasına ilişkin işlem ile mülakat sınavının iptali istemiyle açılan iş bu davada; 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununa 25/06/2009 tarihli 5971 sayılı Kanunun 1. maddesi ile eklenen 2/A maddesinin 4. fıkrasında yer alan “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” tümcesinin bakılan davada uygulanacak bir kural niteliğinde olduğu açıktır. Dava dosyasının incelenmesinden; Kaymakam adaylığı sözlü sınavında başarısız sayılmasına dair işlem ile Kaymakam Adayları Yönetmeliğinin bazı maddelerinin iptali istemiyle açılan bir davada, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 13/11/2008 gün ve YD itiraz No:2008/774 sayılı kararında; “işlemin hukuka uygun bulunmamasının gerekçelerinden birisini, “sözlü sınavda adayın sorulara verdiği yanıtların teknolojik imkanlardan yararlanarak sesli ve görüntülü kayıt altına alınmamasının” oluşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla, sesli ve görüntülü kayıt yapılmak suretiyle gerçekleştirilecek bir sözlü sınavda, adaylara yöneltilen soruların ve yanıtlarının da kaydedileceği açık olup, bunların ayrıca sözlü sınav komisyon üyeleri tarafından tutanağa bağlanması gerekli bulunmamaktadır. Bununla birlikte, sözlü sınavda komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulması hukuk devleti ilkesinin sağladığı güvencenin temini açısından zorunlu ve gereklidir. Sonuç olarak, davacının sözlü sınavda başarısız sayılmasına ilişkin işlemde, sınav öncesinde soruların ve yanıtlarının hazırlanmamış olması, sözlü sınavın sesli ve görüntülü kayıt yapılmak suretiyle gerçekleştirilmemesi, ayrıca komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmaması nedenleriyle hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” gerekçesi ile hukuka uyarlık bulunmadığına karar verilmiş. Bunun üzerine 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununa 25/06/2009 tarihli 5971 sayılı Kanunun 1. maddesi ile eklenen 2/A maddesinin 4. fıkrasında, “Adaylar, komisyon başkan ve üyeleri tarafından ikinci fıkranın (a) ila (e) bentlerinde yazılı özelliklerin her biri için yirmişer puan üzerinden değerlendirilir, verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz. Başarılı sayılmak için, komisyon başkan ve üyelerinin yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması şarttır. Mülakat sonucu; en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere sıralama yapılarak mülakat başarı listesi hazırlanır ve bu liste mülakat komisyonu tarafından imzalanır.” hükmüne yer verildiği anlaşılmıştır. Anayasanın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” hükmü, 125. maddesinin birinci fıkrasında da, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmü yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik kararlarına göre “Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, Anayasanın ve yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlet” olduğu belirtilmiştir. Buna göre, Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik hukuk devleti niteliği vurgulanırken, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmış ve bu şekilde Anayasanın 125. maddesinin birinci fıkrasındaki “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmü, hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucu olmaktadır. Çünkü, Hukuk devleti ilkesinin tam olarak geçerli olabilmesinin olmazsa olmaz koşulu yargı denetimidir. Şu halde, yukarıda açıklaması yer alan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 13/11/2008 günlü yargı kararından sonra 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununa 25/06/2009 tarihli 5971 sayılı Kanunun 1. maddesi ile eklenen 2/A maddesinin 4. fıkrasında yer alan “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” tümcesinin Anayasanın 2. ve 125. maddelerine aykırı olduğu, zira bahse konu yeni düzenlemenin mülakatta başarısız sayılma işleminin yargısal denetim yapmasını güçleştiren, zorlaştıran bir düzenleme olup bu haliyle Anayasaya uygunluğundan söz edilmesine olanak bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; Anayasa’nın 152’nci maddesi uyarınca bakılmakta olan davada uygulanacak olan 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununa 25/06/2009 tarihli 5971 sayılı Kanunun 1. maddesi ile eklenen 2/A maddesinin 4. fıkrasında yer alan “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz. “tümcesinin Anayasa’ya aykırı olduğu kanaatiyle, anılan tümcenin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına, Anayasa Mahkemesi’nin konu hakkında vereceği karara kadar davanın geri bırakılmasına, beş ay içinde bir karar verilmezse davanın yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasına, kararın birer örneğinin taraflara tebliğine, işbu kararla birlikte dava dosyası ve içeriği evrakın çıkarılacak birer onaylı örneğinin Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesine, 29/07/2010 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.” II- YASA METİNLERİ A- Dava ve İtiraz Konusu Yasa Kuralları 1) 9.6.1930 günlü, 1700 sayılı Kanun’un; 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen ve iptali istenen ibare ile cümleyi de içeren 2/A maddesi şöyledir: “Yazılı sınav; Bakanlıkça bu sınavı yapabilen kamu kurum ve kuruluşlarına, düzenlenecek protokole göre yaptırılan yarışma sınavıdır. Atama yapılacak boş kadro sayısı, atanacaklarda aranacak şartlar ile başvuruya ve sınava ilişkin hususların yer aldığı duyuru, müracaat süresinin bitiminden en az onbeş gün önce Türkiye genelinde günlük yayımlanan tirajı en yüksek beş gazetenin birinde bir defa ilan olunur, ayrıca İçişleri Bakanlığı internet sitesinde duyurulur. Yazılı sınav soruları, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Türkçe, Anayasa Hukuku, İdare Hukuku, Türkiye’nin İdari Yapısı, Türkiye’de Mahalli İdareler, Ekonomi, Türkiye’nin Sosyo-ekonomik Yapısı ile Türkiye’de Demokratikleşme ve İnsan Hakları konularından hazırlanır. Yazılı sınavda, yüz tam puan üzerinden yetmiş puanın altına düşülmemek kaydıyla en yüksek puandan başlamak üzere, sınav ilanında belirtilen kadronun dört katı aday mülakata çağrılır. Mülakata çağrılan en son adayla aynı puanı almış bulunan diğer adaylar da, kontenjan gözetilmeksizin mülakata çağrılır.” Mülakat, adayın; a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücünün, b) Temsil kabiliyeti, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu, liyakati ile genel ve fiziki görünümünün, c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığının, d) Genel yetenek ve genel kültürünün, e) Çağdaş, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığının, puan vermek suretiyle değerlendirilmesi yöntemidir. Mülakat komisyonu; Personel Genel Müdürünün başkanlığında İçişleri Bakanının, Bakanlık Müdürler Encümeninin Mülki İdare Amiri sınıfından olan üyeleri arasından görevlendireceği iki üyeden oluşur. Adaylar, komisyon başkan ve üyeleri tarafından ikinci fıkranın (a) ila (e) bentlerinde yazılı özelliklerin her biri için yirmişer puan üzerinden değerlendirilir, verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz. Başarılı sayılmak için, komisyon başkan ve üyelerinin yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması şarttır. Mülakat sonucu; en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere sıralama yapılarak mülakat başarı listesi hazırlanır ve bu liste mülakat komisyonu tarafından imzalanır. Nihai başarı listesi, yazılı sınav puanı ile mülakat puanının aritmetik ortalaması tespit edilerek en yüksek puan alandan başlamak üzere hazırlanır. Bu sıralamaya tabi tutulanların nihai puanlarının eşit olması halinde, yazılı sınavda alınan puana öncelik tanınır. Yazılı sınav puanlarının da eşit olması halinde lisans diploması not ortalaması yüksek olan esas alınarak sıra belirlenir. Nihai başarı listesindeki sıralama doğrultusunda sınav ilanında belirtilen kadro sayısı kadar adayın atama işlemleri yapılır. Gerçeğe aykırı beyanda bulunanların sınavları geçersiz sayılarak atamaları yapılmaz, yapılmış ise iptal edilir. Bu kişiler hiçbir hak talebinde bulunamazlar.” 2) 26.5.1981 günlü, 2464 sayılı Kanun’un; 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle eklenen ve iptali istenen geçici 6. maddesi şöyledir: “31/12/2009 tarihine kadar tahakkuk eden elektrik ve havagazı tüketim vergileri için; bu Kanunun 35 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ilgili belediyeye” ibaresi “kurumlar vergisi yönünden bağlı bulundukları vergi dairesine” şeklinde, 39 uncu maddesinde yer alan “belediyeye bir beyanname ile bildirmeye ve vergiyi aynı sürede ödemeye mecburdurlar.” ibaresi “kurumlar vergisi yönünden bağlı bulundukları vergi dairesine, Maliye Bakanlığınca belirlenen usul ve esaslara göre bir beyannameyle bildirmeye ve vergiyi aynı sürede, genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydedilmek üzere ödemeye mecburdurlar; verginin tarh, tahakkuk ve tahsiline ilgili vergi daireleri yetkilidir.” şeklinde uygulanır.” 3) 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin; 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle eklenen ve iptali istenen bölümleri de içeren Geçici 8. ve 9. maddeleri şöyledir: “Geçici Madde 8 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 12 nci maddesinin ikinci fıkrası gereğince ilgili kayıt ve işlemlerin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından devralınacağı tarihe kadar; kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin, 18/6/1992 tarihli ve 3816 sayılı Kanun kapsamındaki yeşil kart sahiplerinin ve ilgili mevzuatında 3816 sayılı Kanun hükümlerine göre tedavilerinin sağlanması hükme bağlanmış olanların; sağlık kurum ve kuruluşlarında yapılan tedavilerine (diş tedavileri dahil) ilişkin ücretlerle sağlık kurumlarınca verilen raporlar üzerine kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araç bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin usul ve esasları aşağıda belirtilen temel ilkeler çerçevesinde Sağlık Bakanlığının görüşünü almak suretiyle tespit etmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. a) 5510 sayılı Kanunun 63 üncü maddesinde belirtilen sağlık hizmetlerinin verilmesi nedeniyle oluşacak bedellerin, ilgililerin kurumlarınca ödenmesi esastır. b) 5510 sayılı Kanunun 64 üncü maddesinde belirtilen sağlık hizmetlerinin bedeli ilgililerin kurumlarınca ödenmez. c) Tıp eğitimi, hizmet basamağı, alt yapı ve kaynak kullanımı ile maliyet unsurları dikkate alınarak sağlık hizmeti sunan kurum ve kuruluşlar, verdikleri sağlık hizmetlerinin fiyatlandırılmasına esas olmak üzere sınıflandırılabilir ve bu sınıflandırmalar dikkate alınarak sağlık hizmetleri için farklı fiyat tespit edilebilir. d) Sağlanacak sağlık hizmetleri nedeniyle oluşacak bedelin ilgililerin kurumlarınca ve kendileri tarafından karşılanacak kısmının belirlenmesinde sağlık hizmetinin niteliği itibarıyla hayati öneme sahip olup olmaması, kanıta dayalı tıp uygulamaları, maliyet-etkililik ölçütleri ve Devletin mali kaynaklarının yeterliliği dikkate alınır. e) İlgililer, sağlık hizmetlerini Maliye Bakanlığınca sözleşme yapılan sağlık kurum ve kuruluşlarından alırlar. Alınan bu hizmetlerin bedelleri Maliye Bakanlığı ile bu sağlık kurum ve kuruluşları arasında yapılan sözleşmeler çerçevesinde kurumlarınca ödenir. İlgililer almış oldukları sağlık hizmetleri karşılığında ilgili mevzuatında düzenlenen katılım payları hariç kurumlarına herhangi bir bedel veya ücret ödemezler. Ancak ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının sağlık kurum ve kuruluşlarınca temin edilemediği hallerde, ilgililerce temin edilerek ödenen bedellerden Maliye Bakanlığı tarafından belirlenen kısmı katılım payı kesintisi hariç kurumlarınca kendilerine ödenir.” “Geçici Madde 9 “Kamu idarelerinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dâhil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin, 18/6/1992 tarihli ve 3816 sayılı Kanun kapsamındaki yeşil kart sahiplerinin ve ilgili mevzuatında 3816 sayılı Kanun hükümlerine göre tedavilerinin sağlanması hükme bağlanmış olanların ayakta tedavilerinde hekim ve diş hekimi muayenelerinden 2 Türk Lirası katılım payı alınır. Katılım payı tutarını birinci basamak sağlık kuruluşlarında yapılan muayenelerde almamaya ya da daha düşük tutarlarda belirlemeye veya tekrar aynı tutarlara getirmeye, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarında yapılan muayenelerde ise müracaat edilen sağlık kurumunun yer aldığı basamak, sağlık kurumunun resmi ve özel sağlık kurumu niteliğinde olup olmaması, önceki basamaklardan sevkli olarak başvurulup başvurulmadığı gibi hususları göz önünde bulundurarak on katına kadar artırmaya ve sağlık kurumları için farklı belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. Bu fıkrada belirlenen katılım payının tutarı, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Birinci fıkra kapsamına girenlerin, tedavileri nedeniyle kullanmalarına gerek görülen vücut dışı protez ve ortez bedelleri üzerinden, sağlık hizmetlerinin niteliği açısından hayati önemi haiz olup olmaması, kişilerin gelir ve aylıklarının tutarı ve benzeri ölçütler dikkate alınarak % 10 ilâ % 20 arasında Maliye Bakanlığınca belirlenen oranlarda katılım payı alınır. Bu şekilde alınacak katılım payının tutarı, sağlık hizmetinin alındığı tarihteki asgari ücretin % 75’ini geçemez. Birinci fıkra kapsamına girenlerden, Maliye Bakanlığınca belirlenen hastalık gruplarına göre yatarak tedavide sağlanan sağlık hizmetleri için hizmet bedelinin %1’ine kadar katılım payı alınabilir. Yatarak tedavide katılım payını almamaya, yarısına kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya, gerektiğinde bu tutarları kanuni tutarlarına getirmeye veya indirmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. Yatarak tedavide alınan katılım payının tutarı, bir takvim yılında asgari ücret tutarını geçmemek kaydıyla her bir yatarak tedavi için asgari ücretin dörtte birini geçemez. 3816 sayılı Kanun kapsamındaki yeşil kart sahiplerinin ve ilgili mevzuatında 3816 sayılı Kanun hükümlerine göre tedavilerinin sağlanması hükme bağlanmış olanların, ödemiş oldukları katılım payları, talepleri halinde 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümlerine göre kendilerine geri ödenir. Bir hastalığın tedavisinin başka tıbbi bir yöntemle tedavisinin mümkün olmaması nedeniyle yapılacak yardımcı üreme yöntemi tedavisi dışındaki, yardımcı üreme yöntemi tedavisinde, birinci fıkra kapsamına girenler için ilk denemede % 30, ikinci denemede % 25 oranında katılım payı alınır. Bu fıkra gereğince alınacak katılım payının hesabında, ikinci fıkrada belirtilen üst limit dikkate alınmaz. Katılım payının gerektiğinde ilgililerin aylık ve ücretlerinden kesilmesine veya eczaneler ile diğer kurum ve kuruluşlar aracılığıyla tahsiline ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. 5510 sayılı Kanunun 69 uncu maddesinde belirtilen sağlık hizmetleri ile aynı maddede sayılan kişilerden bu maddenin birinci fıkrası kapsamına girenlerden katılım payı ve ilaç katılım payı alınmaz. Bu şekilde katılım payı alınmayacak sağlık hizmetlerini tek tek veya gruplandırarak tespit etmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. Birinci fıkra kapsamına girenlerden, görevleri gereği kurumları tarafından talep edilen sağlık kurulu raporları veya sağlık raporları için katılım payı alınmaz. Sağlık kurum ve kuruluşları, kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinden, vermiş oldukları sağlık hizmetleri için anılan Kanunun 73 üncü maddesi gereğince genel sağlık sigortalısı hak sahiplerinden alabilecekleri ilave ücretlerin dışında ilave ücret talep edemez. Maliye Bakanlığı ilave ücret alınamayacak sağlık hizmetlerini yeniden tespit etmeye yetkilidir. 5510 sayılı Kanunun geçici 12 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamına girenlerden, aynı fıkrada hükme bağlanan iki yıllık geçiş dönemi süresince; bu madde ve 27/12/2008 tarihli ve 5828 sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununun 28 inci maddesi hükümlerine göre herhangi bir katılım payı alınmaz. 5510 sayılı Kanunun geçici 12 nci maddesinin ikinci fıkrası gereğince ilgili kayıt ve işlemlerin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından devralınması halinde devir tarihinden sonra anılan Kanunun ilgili hükümleri uygulanır.” 4) 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un iptali istenen Geçici 1. maddesi şöyledir: “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 10 yıl süreyle Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilen motorlu taşıtlar, 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanununun 167 nci maddesi kapsamında gümrük vergisinden muaf ve müstesnadır.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde ve başvuru kararında Anayasa’nın 2., 10., 73., 90., 125., 127., 128. ve 138. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince; E. 2009/63 sayılı dosyada 9.9.2009, E. 2010/95 sayılı dosyada ise 7.12.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantılarında başvurularda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine; E. 2009/63 sayılı dosyada yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına oybirliğiyle karar verilmiştir. IV- BİRLEŞTİRME KARARI 9.6.1930 günlü, 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’na 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle eklenen 2/A maddesinin dördüncü fıkrasının “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılamaz.” biçimindeki ikinci cümlesinin iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin 2010/95 esas sayılı dosyanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2009/63 esas sayılı dosya ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas incelemenin 2009/63 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 7.12.2010 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi, başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, dava konusu Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- 9.6.1930 günlü, 1700 sayılı Kanun’un; 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen 2/A Maddesinin Birinci Fıkrasının Dördüncü Cümlesinde Yer Alan “…dört katı aday…” İbaresinin İncelenmesi Dava dilekçesinde; Danıştayın daha önce hukuka aykırı bulduğu bir düzenlemenin daha üst hukuk normu olan kanunla düzenlenerek yargı engelinden kurtulunmak istendiği, getirilen düzenlemenin hiçbir objektif gerekçesinin bulunmadığı, devlet memurluğuna alınmada kariyer ve liyakat ilkelerinin geçerli olması gerektiği, bu iki ilkenin temelinde, objektif kurallar çerçevesinde işin ehline verilmesi ve hak etme kavramının yattığı, yasaların kamu yararına dayanması gereğinin hukuk devletinin temel değerlerinden birisini oluşturduğu, yasakoyucunun takdir yetkisini kullanarak sosyal hukuk devleti olma bilinciyle ve kamu yararını gözeterek kişilerin mağduriyetlerine yol açmayacak şekilde makul ve adil çözümler getirmesi gerektiği, alınacak adayların dört katı oranındaki adayın mülakata çağrılmasıyla yazılı sınavın objektif sonuçlarının ortadan kaldırıldığı, düzenlemenin amacının yazılı sınavın etkisini azaltmak, bilgiye, ehil olmaya ve liyakata dayalı bir sınav yapmak yerine kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmayan başkaca subjektif değerlendirmelere dayalı olarak bir seçim yapma amacına yönelik olduğu belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenen kuralda, kaymakam adaylığı yazılı sınavında başarılı olanlardan mülakat sınavına çağrılacak olanların sayısı düzenlenmektedir. Buna göre, yazılı sınavda yüz tam puan üzerinden yetmiş puanın altına düşülmemek kaydıyla en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere, sınav ilanında belirtilen kadronun dört katı aday mülakata çağrılmaktadır. Mülakata çağrılan en son adayla aynı puanı almış bulunan diğer adaylar da kontenjan gözetilmeksizin mülakata çağrılacaktır. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde yasaların kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur. Yasakoyucu, Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla her türlü düzenlemeyi yapmak yetkisine sahip olup, düzenlemenin kamu yararına, başka bir anlatımla ülke koşullarına uygun olup olmadığının belirlenerek takdir edilmesi yasakoyucuya aittir. Anayasa’ya uygunluk denetiminde, yasakoyucunun kamu yararı anlayışının isabetli olup olmadığı değil, incelenen kuralın kamu yararı dışında belli bireylerin ya da grupların çıkarları gözetilerek yasalaştırılmış olup olmadığının incelenebileceği açıktır. Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında da memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük haklarının kanunla düzenleneceği ifade edilmiştir. Kuralla, kaymakam adaylığı yazılı sınavında yetmiş ve üzeri puan alanların tamamı yerine sınav ilanında belirtilen kadronun dört katı oranında bir adayın çağrılması suretiyle mülakata çağrılacak aday sayısında belirli bir sınırlama yapılmıştır. Devlet memurluğuna alınmada mülakat yapılmasının öngörüldüğü durumlarda, mülakata çağrılacak aday sayısını belirleme konusunda yasakoyucunun Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca takdir hakkına sahip bulunduğu açıktır. Esasen yazılı sınav ve mülakat biçiminde yapılan giriş sınavlarında, yazılı sınavı kazanan tüm adaylar yerine, belli sayıda adayın mülakata çağrılıp çağrılmaması yasakoyucunun takdirindedir. Zira, yazılı sınavda başarılı olanlar arasından söz konusu kişilerin sözel ifade yeteneklerinin, muhakeme güçlerinin, temsil niteliklerinin, genel ve fiziki görünümlerinin, ikna kabiliyetlerinin, genel yetenek ve genel kültürlerinin değerlendirilebilmesi amacıyla yapılacak mülakatta, idarenin mümkün olduğunca seçme şansına sahip bulunması için alınacak kadrodan daha fazla adayın mülakata çağrılması gerekmektedir. Ancak, yasakoyucu çağrılacak aday sayısını belirlerken mülakatı açıkça anlamsız kılabilecek veya yazılı sınavın nesnel sonuçlarını ortadan kaldırabilecek bir uygulama yapmamaya da özen göstermelidir. Kuralın gerekçesinden, söz konusu düzenlemenin yazılı sınavı yarışma sınavı haline dönüştürme amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, iptali istenen kuralla getirilen düzenlemenin, yazılı sınavda başarılı olanlar arasından görevin gerektirdiği niteliklere sahip en iyi adayı seçebilmek amacıyla yapıldığı, mülakata çağrılacak aday sayısının mülakatı veya yazılı sınavı açıkça anlamsız kılacak bir oran niteliğinde bulunmadığı ve mülakata çağrılacak adayların yazılı sınavda en az yetmiş puan almaları zorunluluğunun bulunması nedeniyle bazı durumlarda mülakata çağrılacak aday sayısının alınacak aday sayısının dört katından daha aşağıya düşmesi olasılığı da dikkate alındığında, kuralın kamu yararına aykırı bir yönünün bulunmadığı açıktır. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organların ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın 138. maddesinde öngörülen mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ilkesi, yasakoyucunun Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine uygun olması koşuluyla genel düzenleme yetkisini ortadan kaldırmaz. Dava dilekçesinde, kuralın yargı kararlarını geçersiz kılmak amacıyla getirildiği ileri sürülmüştür. İptali istenen ibarenin de içinde bulunduğu kurallarla, daha önce Yönetmelik’le düzenlenen kaymakam adaylığı yazılı sınavı ve mülakatına ilişkin hükümler, yasa hükmü haline getirilmiştir. Kurala ilişkin gerekçede, yapılan düzenlemeyle kaymakam adaylığına giriş ile ilgili sınavların objektiflik, yerindelik, hesap verilebilirlik ve liyakat ilkelerine uygun olarak yapılmasının amaçlandığı ifade edilmiştir. Kuralın, kaymakam adaylığı sınavlarına girecek tüm kişiler için geçerli genel ve objektif bir düzenleme olduğu görülmektedir. Bu durumda, yargı kararlarına uyulmaması, değiştirilmesi veya yerine getirilmemesi söz konusu olmadığından kuralın, Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle iptali istenen ibare, Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır. B- 9.6.1930 günlü, 1700 sayılı Kanun’un; 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen 2/A Maddesinin Dördüncü Fıkrasının “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” Biçimindeki İkinci Cümlesinin İncelenmesi Dava dilekçesi ve başvuru kararında; kuralla getirilen düzenlemenin kamu yararı ve hizmet gerekleriyle bağdaşmadığı, yargı kararının bir yasa kuralı ile etkisiz hale getirildiği, mülakatın sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınmamasının sınavların şeffaflıktan uzak ve sübjektif değerlendirmeye açık olarak gerçekleştirilmesine neden olacağı, bu durumun ayrıca mülakatta başarısız sayılma işleminin yargısal denetimin yapılmasını güçleştireceği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 125. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenen kuralda, kaymakam adaylığı mülakatında mülakat komisyonu üyelerince adayların 1700 sayılı Yasa’nın 2/A maddesinin ikinci fıkrasının (a) ilâ (e) bentlerinde belirtilen özellikleri taşıyıp taşımadıklarına ilişkin her bir aday için takdir ettikleri puanların geçirildiği tutanak haricinde, mülakatta herhangi bir kayıt sistemi kullanılamayacağı ifade edilmektedir. Buna göre, mülakat komisyonu üyelerince Yasa’da belirtilen özelliklerin her biri için yirmişer puan üzerinden yapılan değerlendirmeler ayrı ayrı tutanağa geçirilecek, verilen puanların aritmetik ortalaması en az yetmiş olan adaylar mülakatta başarılı sayılacak ve adayların aldıkları puanlara göre nihai başarı listesi düzenlenecektir. Anayasa’nın 70. maddesinde, her Türkün kamu hizmetlerine girme hakkının bulunduğu; 128. maddesinin ikinci fıkrasında da memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük haklarının kanunla düzenleneceği ifade edilmiştir. Yasakoyucunun, devlet memurluğuna girişte yapılacak sınavların türü, biçimi ve usulleri hakkında takdir yetkisi bulunmaktadır. Yasakoyucunun söz konusu takdir yetkisini kullanırken kamu yararını gözeteceği açıktır. Ancak, Anayasa’ya uygunluk denetiminde, yasakoyucunun kamu yararı anlayışının isabetli olup olmadığı değil, incelenen kuralın kamu yararı dışında belli bireylerin ya da grupların çıkarları gözetilerek yasalaştırılmış olup olmadığının incelenebileceği açıktır. İptali istenen kuralla öngörülen düzenlemenin, herkes için geçerli, soyut ve genel hükümler içerdiği, Yasa’da mülakat komisyonu üyelerinin adayı değerlendirirken esas alacakları kriterlerin ayrı ayrı gösterildiği ve her bir aday için yapılacak değerlendirmede mülakat komisyonu üyelerinin her birinin verdikleri puanların aritmetik ortalamasının alınacağının belirtildiği dikkate alındığında, kuralın kamu yararı amacıyla getirilmediği söylenemez. Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu, yargı yetkisinin, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamayacağı, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemeyeceği kurala bağlanmıştır. İptali istenen kural, mülakat sırasında herhangi bir kayıt sistemi kullanılamayacağını hükme bağlamaktadır. Kimi yargı kararlarında yer alan mülakat veya sözlü sınavların kamerayla kayıt altına alınması ve böylece yargısal denetimin daha kolay bir şekilde yapılabilmesine olanak tanınması yönündeki değerlendirmelerin, anayasal denetimde bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Kuralda, idari yargı yolunu kapatan veya zorlaştıran bir hükme yer verilmediğinden Anayasa’nın 125. maddesine aykırı bir durumun varlığından söz edilemez. Kuralla, bazı idari yargı davalarına da konu olan Kaymakam Adayları Yönetmeliği’nde yer almayan bir husus yasa hükmü haline getirilerek bu konudaki tartışmalara son verilmiştir. Kuralın, kaymakam adaylığı mülakatına girecek tüm kişiler için geçerli genel ve objektif bir düzenleme olduğu görülmektedir. Bu durumda, yargı kararlarına uyulmaması, değiştirilmesi veya yerine getirilmemesi söz konusu olmadığından kuralın, Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle iptali istenen cümle, Anayasa’nın 2., 125. ve 138. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO ve Zehra Aya PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır. C- 26.5.1981 günlü, 2464 sayılı Kanun’un; 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle eklenen Geçici 6. Maddesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde; 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile elektrik ve havagazı tüketim vergisinin belediyelerin geliri olmaktan çıkarılmasına ilişkin 5928 sayılı Yasa’nın ilgili hükümlerinin iptali için Anayasa Mahkemesine açılan dava henüz sonuçlanmadan aynı hükmün 5917 sayılı Kanun’la yeniden yasalaştırılması suretiyle daha önce açılan iptal davasının geçersiz kılınmak istendiği, Anayasa Mahkemesinin vereceği muhtemel iptal kararlarını etkisiz hale getirme niyeti ile yürürlüğe sokulan yasaların hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, Anayasa’nın 127. maddesinin son fıkrasının son cümlesine göre, mahalli idarelere görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanması gerektiği, son yıllarda yapılan yasal değişikliklerle belediyelerin görev ve sorumluluklarının artırılması nedeniyle buna uygun olarak belediyelerın görevleri ile orantılı gelir kaynaklarına sahip olmaları gerektiği, kuralın Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Ulusal ekonomik politika çerçevesinde, yerel makamlara kendi yetkileri dahilinde serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanacaktır” hükmü ile de uyuşmadığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 90. ve 127. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenen kuralda, belediye sınırları içinde elektrik ve havagazı tüketiminden alınmakta olan ve ilgili belediyelerce tahsil olunan elektrik ve havagazı tüketim vergisinin, yalnızca 2009 yılı için belediye gelirleri arasından çıkarılarak genel bütçeye aktarılması ve söz konusu verginin ilgili belediyeler yerine kurumlar vergisi yönünden bağlı bulundukları vergi dairesine ödenmesi öngörülmektedir. Anayasa’nın 127. maddesinin altıncı fıkrasının son cümlesinde, mahalli idarelere görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanacağı belirtilmiş, Anayasa’nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasında ise vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı hükme bağlanmak suretiyle verginin kanuniliği ilkesi benimsenmiştir. Verginin kanuniliği ilkesi, takdire dayalı keyfî uygulamaları önleyecek sınırlamaların yasada yer almasını gerektirmekte ve vergi yükümlülüğüne ilişkin düzenlemelerin konulması, değiştirilmesi veya kaldırılmasının yasa ile yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Buna göre vergide yükümlü, matrah, oran, tarh, tahakkuk, tahsil, uygulanacak yaptırımlar ve zamanaşımı gibi konuların yasayla düzenlenmesi zorunludur. Bu durumda yasakoyucunun, mahalli idarelere görevleri ile orantılı gelir sağlama konusunda, anayasal ilkelere bağlı kalmak koşuluyla takdir hakkı bulunmaktadır. Yasakoyucu vergi, resim ve harç yasalarında sosyal, ekonomik, mali ve kültürel amaçlı birtakım değişiklikler yapabilir. İptali istenen kural, yalnızca 2009 yılına mahsus olmak üzere, elektrik ve havagazı tüketim vergilerinin genel bütçeye aktarılmasını öngörmektedir. Yasakoyucunun bu alandaki takdir yetkisine dayanarak, 2009 yılı Genel Bütçe gelirleri tahsilat oranları ya da vergi gelirlerindeki artış ve azalışlar ile makro ekonomik dengeleri gözeterek, izlenen ekonomik ve mali politikalar uyarınca mahalli idarelerin gelir kalemlerinden olan elektrik ve havagazı tüketim vergilerinin sadece belirli bir dönem için genel bütçeye aktarılması için yaptığı düzenlemenin Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 73. ve 127. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa’nın 2. ve 90. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir. D- 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin; 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle eklenen Geçici 8. Maddesinin Birinci Fıkrasının “…kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin…” Bölümünün İncelenmesi Dava dilekçesinde; aynı hukuksal durumda bulunmayan memur ve diğer kamu görevlileri ile bunların dışında kalan sigortalıların birbirinden farklı olan özellikleri gözetilmeksizin aynı sisteme bağlı tutulduğu, memurların sağlıkla ilgili haklarının diğer sigortalılardan farklı olarak ayrıca düzenlenmesi gerektiği, memurlar için kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmının ve bu konuya ilişkin esas ve usullerin belirlenmesinde idarenin tamamen yetkili kılındığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 10. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin iptali istenen kuralı da içeren Geçici 8. maddesinde, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun Geçici 12. maddesi uyarınca sağlık hizmetleriyle ilgili kayıt ve işlemlerin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından devralınacağı tarihe kadar memurlar ve diğer kamu görevlileri ile yeşil kart sahibi olanların sağlık sigortasından nasıl yararlanabileceklerine ilişkin ayrıntılı hükümlere yer verilmiştir. Buna göre, maddede sayılan sigortalıların sağlık kurum ve kuruluşlarında yapılan tedavilerine (diş tedavileri dahil) ilişkin ücretlerle sağlık kurumlarınca verilen raporlar üzerine kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araç bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin usul ve esasları, aynı fıkranın (a) ilâ (e) bentleri arasında belirtilen temel ilkeler çerçevesinde, Sağlık Bakanlığının görüşünü almak suretiyle tespit etmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. Dava dilekçesinde Geçici 8. maddenin birinci fıkrasının, memurlar ve diğer kamu görevlilerini kapsayan bölümünün iptali istenmektedir. Anayasa’nın 10. maddesinde, herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmiştir. Bu maddede yer verilen eşitlik ilkesi ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Durum ve konumlardaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Farklı hukuksal durumda bulunanlar arasında eşitlikten söz edilemez. Aynı hukuksal durumlar aynı, farklı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz. Yasakoyucunun Anayasa'nın 7. maddesi uyarınca sahip olduğu genel düzenleme yetkisi kapsamında bulunan konuların, 128. maddede özel olarak vurgulanarak yasa ile yapılmasının Anayasa buyruğu haline getirilmesi, Devletin en temel işlevlerinden olan kamu hizmetinin görülmesindeki yeri tartışmasız olan kamu görevlileri için statülerine, yaptıkları görevin gereklerine uygun yasal düzenleme yapılmasını gerekli kılmaktadır. Ancak, düzenlemenin aynı veya başka bir yasa içinde yapılması hususu kuşkusuz yasakoyucunun takdiri içindedir. Memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden sağlık hizmetleri, bu konunun özel olarak yer aldığı Anayasa’nın 56. maddesi baz alınarak yasa ile düzenlenebileceği gibi, genel olarak memurların statülerinin, hak ve yükümlülüklerinin yer aldığı 128. madde uyarınca yürürlüğe konulan yasalarda da düzenlenebilir. Bir başka ifadeyle, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin özlük haklarının farklı düzenlenmesi farklı yasalarla düzenlemeyi değil, farklılıkların aynı yasa içinde de düzenlenebileceği anlamını taşıdığından, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin sağlık hizmetlerinin sırf farklı yasalarda düzenlenmiş olmasından hareketle, bu durumun eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu ileri sürülemez. Anayasa'nın 128. maddesinde Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği belirtilerek, memurlar ve diğer kamu görevlileri maddede sayılan özlük hakları bakımından yasal güvenceye kavuşturulmuştur. Tedavi kurum ve kuruluşlarında yapılan tedavilere ilişkin ücretler ile kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının sağlanması memurlar ve diğer kamu görevlilerinin en önemli özlük haklarındandır. Bu nedenle bunlara ilişkin ödemelerin nasıl yapılacağının yasayla düzenlenmesi gerektiği açıktır. Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme organına bırakılmasını ifade eder. İptali istenen kuralla, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin sağlık kurum ve kuruluşlarında yapılan tedavilerine ilişkin ücretlerle sağlık kurumlarınca verilen raporlara dayalı olarak kullanılması gerekli görülen iyileştirme araç bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin usul ve esasları, Sağlık Bakanlığının görüşünü almak suretiyle tespit etmeye Maliye Bakanlığı yetkili kılınmıştır. Maddenin gerekçesinden kuralın, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin tedavi kurum ve kuruluşlarında yapılan tedavilerine ilişkin ücretlerle sağlık kurumlarınca verilen raporlar üzerine kullanılması gerekli görülen ortez, protez ve diğer iyileştirme araçlarının bedellerinin kurumlarınca ödenecek kısmını ve bu konuya ilişkin esas ve usulleri belirleme yetkisini tamamen Maliye Bakanlığına bırakan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 209.maddesinin son fıkrası ile 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 10. maddesinin (p) bendi hükümlerini iptal eden Anayasa Mahkemesinin, 3.4.2009 günlü, E. 2005/152, K. 2009/14 sayılı kararının gereklerini yerine getirmek ve buna ilişkin uygulama usul ve esaslarını belirlemede uyulacak temel ilkelerin belirlenmesi amacıyla yasalaştırıldığı anlaşılmaktadır. Kuralla, Maliye Bakanlığına sınırsız bir yetki verilmesi söz konusu değildir. Kural, Maliye Bakanlığına verilen yetkinin Yasa’nın Geçici 8. maddesinin birinci fıkrasının (a) ilâ (e) bentleri arasında belirtilen temel ilkeler çerçevesinde kullanılmasını öngörmektedir. Maliye Bakanlığının söz konusu yetkisini kullanırken uymak zorunda olduğu temel ilkeler, Geçici 8. maddenin birinci fıkrasının (a) ilâ (e) bentleri arasında ayrıntılı olarak sayılmıştır. Ayrıca, Yasa’nın Geçici 9. maddesinde memurlar ve diğer kamu görevlilerinden sağlık yardımları için alınacak katkı miktarları, bunların artırılması veya eksiltilmesi konuları da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu durumda, geçici maddelerle getirilen düzenlemelerle, sağlık yardımı konusunda temel ilkelerin ortaya konulduğu, idarenin düzenleme yetkisinin sınırlarının ve çerçevesinin belirlendiği dikkate alındığında, kuralın Anayasa’nın 128. maddesine aykırı bir tarafının bulunmadığı açıktır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 10. ve 128. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Mehmet ERTEN bu görüşe katılmamıştır. Kuralın Anayasa’nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiştir. E- 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin; 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle eklenen Geçici 9. Maddesinin Birinci Fıkrasının Birinci Cümlesinin “…kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun geçici 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin…” Bölümünün İncelenmesi Dava dilekçesinde; kuralla hem memur statüsünde çalışanlardan, hem yeşil kartlılardan, hem de ilgili mevzuatında 3816 sayılı Kanun hükümlerine göre tedavilerinin sağlanması hükme bağlanmış olanlardan alınacak katılım paylarına ilişkin hükümler getirildiği, bu kuralların 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunundaki hükümlerle aynı olduğu, Anayasa Mahkemesinin 5510 sayılı Kanunun “Katılım payı alınması” başlıklı 68. maddesinin ikinci fıkrasını Yasa’nın 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına girenler (memurlar) yönünden iptal ettiği, bu iptal kararının memur statüsündekilerin diğer sigortalılarla aynı sisteme bağlı olmaması gerekçesine dayandığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 10. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 178 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin iptali istenen kuralı da içeren Geçici 9. maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlileri ile yeşil kart sahibi olanların sağlık hizmetlerinden yararlanırken ödeyecekleri katılım payları, söz konusu katılım paylarının hangi sağlık kuruluşlarında ne oranda alınacağı, katılım paylarının her yıl hangi makam tarafından ve en fazla ne kadar artırılabileceği, kullanımına gerek duyulan tedavi araç ve gereçlerinden alınacak asgari ve azami katılım miktarlarının ne olduğu gibi hususlar ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Dava dilekçesinde Geçici 9. maddenin birinci fıkrasının, memurlar ve diğer kamu görevlilerini kapsayan bölümünün iptali istenmektedir. Geçici 8. maddenin birinci fıkrasının iptali istenen bölümünde belirtilen gerekçelerle, iptali istenen kural Anayasa’nın 10. ve 128. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Mehmet ERTEN görüşe katılmamıştır Kuralın Anayasa’nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiştir. F- 5917 sayılı Kanun’un Geçici 1. Maddesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde; vergilendirmede genel kuralın yasayla belirlenmiş konu ve kişilerden vergi, resim ve harç alınması olduğu, kimi durumlarda vergi kapsamına alınan konunun, kimi durumlarda da kişilerin vergi dışında tutulabileceği gibi, verginin tümünden ya da bir bölümünden vazgeçilebileceği, vergide eşitlik ilkesinin vergilendirmenin yükümlülerin vergi ödeme güçleri dikkate alınmak suretiyle yapılmasını gerektirdiği, Devlet tüzel kişiliği içinde sadece Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilen motorlu taşıtlara tanınan bu muafiyetin hiçbir ekonomik veya sosyal gerekçesinin gösterilmediği, muafiyetin hangi amaçla, niçin yapıldığına ilişkin bir açıklık bulunmadığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 73. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Kuralda, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on yıllık bir zaman dilimi içinde Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilecek motorlu taşıtların gümrük vergisinden muaf ve istisna olduğu belirtilmektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan sosyal hukuk devleti, temel hak ve özgürlükleri en geniş ölçüde sağlayan ve güvence altına alan, toplumsal gerekleri ve toplum yararını gözeten, kişi ve toplum yararı arasında denge kuran, toplumsal dayanışmayı üst düzeyde gerçekleştiren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak eşitliği, sosyal adaleti ve millî gelirin adil bir biçimde dağıtılmasını sağlayan devlettir. Hukuk devletinde, vergilendirmenin temel ilkelerinin gözetilmesi, vergilendirmeye ilişkin yasalarda bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukuk güvenliğinin sağlanması gerekir. Anayasa’nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasında ise vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı hükmü yer almaktadır. Vergilendirmede genel kural, yasayla belirlenmiş konu ve kişilerden vergi, resim ve harç alınmasıdır. Yasakoyucu, kimi durumlarda vergi kapsamına alınan konuyu, kimi durumlarda da kişileri vergi dışında tutabileceği gibi, verginin tümünden ya da bir bölümünden vazgeçebilir. Buna göre, birtakım nedenlerle, kimi kişi veya konuların vergi dışı bırakılması ya da bir kısım vergiden vazgeçilmesi hususlarının da yasalarla belirlenmiş olması gerekmektedir. Vergi, resim ve harç yasalarında sosyal, ekonomik, mali ve kültürel amaçlı birtakım muaflık, istisna ve indirimler getirilmesi, yasakoyucunun takdirine bağlı bir konudur. İptali istenen kuralla, Başbakanlık merkez teşkilatınca ithal edilecek motorlu taşıtlardan gümrük vergisi alınmaması belirli bir süreyle sınırlandırılmaktadır. Yasakoyucunun vergilendirme alanındaki takdir yetkisine dayanarak ve Başbakanlık merkez teşkilatının ihtiyacı doğrultusunda bu kurumca ithal edilecek motorlu taşıtlardan belli bir süreyle gümrük vergisi alınmamasına yönelik olarak yaptığı düzenlemenin Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 73. maddelerine aykırı değildir. İptal istemin reddi gerekir. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO ve Zehra Aya PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır. VI- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN İNCELENMESİ 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un: 1- 1. maddesiyle, 9.6.1930 günlü, 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’nun 2. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 2/A maddesinin; a- Birinci fıkrasının dördüncü cümlesinde yer alan “ … dört katı aday …” ibaresine, b- Dördüncü fıkrasının “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” biçimindeki ikinci cümlesine, 2- 18. maddesiyle, 26.5.1981 günlü, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’na eklenen Geçici 6. maddeye, 3- 26. maddesiyle, 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen; a- Geçici 8. maddenin birinci fıkrasının “ … kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin …” bölümüne, b- Geçici 9. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “Kamu idarelerinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin …” bölümüne, 4- Geçici 1. maddesine, yönelik iptal istemleri, 14.4.2011 günlü, E. 2009/63, K. 2011/66 sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde, cümle, bölüm ve ibarelere ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 14.4.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. VII- SONUÇ 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un: 1- 1. maddesiyle, 9.6.1930 günlü, 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’nun 2. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 2/A maddesinin; a- Birinci fıkrasının dördüncü cümlesinde yer alan “ … dört katı aday …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, b- Dördüncü fıkrasının “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” biçimindeki ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 18. maddesiyle, 26.5.1981 günlü, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’na eklenen Geçici 6. maddenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 3- 26. maddesiyle, 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen; a- Geçici 8. maddenin birinci fıkrasının “ … kamu idarelerinde 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Mehmet ERTEN’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, b- Geçici 9. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “Kamu idarelerinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak istihdam edilenlerden (bunlardan aylıksız izinli olup, ilgili mevzuatı gereğince tedavi yardımı hakkı devam edenler dahil) sigorta primleri aynı Kanunun 4 üncü maddesine göre ödenmekte olanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Mehmet ERTEN’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 4- Geçici 1. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 14.4.2011 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARŞIOY YAZISI I- 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’nun 2/A maddesinin birinci fıkrasının dördüncü cümlesinde yer alan “… dört katı aday …” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı Kuralla, yazılı sınavda 100 tam puan üzerinden 70 puanın altına düşülmemek kaydıyla en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere, sınav ilanında belirtilen kadronun dört katı adayın mülakata çağırılması öngörülmüştür. Yasa’nın, aynı maddesinin iptal davasına konu olmayan ikinci fıkrasında nihai başarı listesinin, yazılı sınav puanı ile mülakat puanının aritmetik ortalaması tespit edilerek, en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere hazırlanacağı belirtilmiştir. Anayasa’nın 70. maddesinde kamu hizmetine girişte görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilemeyeceği vurgulanarak, kamu hizmetine girişte liyakat ve bilgi esası benimsenmiştir. Yazılı sınav adayın bilgi ve liyakatini, mülakat ise yazılı sınavla saptanamayacak, ancak talip olunan kamu hizmetinin gerekleri bakımından önem taşıyabilecek kimi kişilik özelliklerinin ortaya çıkarılması bakımından önem taşımaktadır. Adayların başarı sıralamasında asıl bilgiyi ortaya koyan yazılı sınavın sonuçlarını, sübjektif yönü ağır basan mülakatın aşırı derecede ağırlık taşımasına yol açacak şekilde, yazılı sınav başarı sıralamasında en yüksek puan alandan başlamak üzere ilan edilen kadronun dört katı adayın mülakata ve değerlendirmeye alınması, kamu hizmetine girişte objektif ve liyakat ölçülerine dayalı esasların öngörülmesini amir olan Anayasa’nın 70. maddesine aykırıdır. II- 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’nun 2/A maddesinin dördüncü fıkrasının “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” biçimindeki ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı Kuralla, bazı idari yargı davalarına da konu olan Kaymakam Adayları Yönetmeliği’nde yer almayan bir husus yasa hükmü haline getirilerek bu konuda idari yargının, kaymakam adaylarının mülakatlarında yapabileceği denetime sınırlama getirilmiştir. Kuralla aynı zamanda, mülakatın icrası esnasında mülakatı yapan kurulda oluşacak izlenimlerin, bir kayıt sisteminden yararlanarak ikinci kez izlenmesi, değerlendirilmesi ve ilk anda edinilebilecek hatalı bir izlenim veya dikkatsizlik sonucu verilebilecek hatalı bir kararın bu yolla telafisi imkanı ortadan kaldırılmıştır. Kamu hizmetlerine girme hakkı Anayasa’nın 70. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, herkes kamu hizmetine girme hakkına sahip olup görevin gerektirdiği nitelikler dışında kişiler arasında ayrım gözetilemez. Anayasa’nın 125. maddesinde idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine açık olduğu belirtilmiştir. Kişisel ve sübjektif bir değerlendirme olan mülakat değerlendirmesinin kamu hizmetine alınmada adaylar arasında haksızlık yaratılmaması için ek bir güvence sağlayan kayda alma yönteminin kullanılıp kullanılmaması en azından idarenin takdirine bırakılması ve idari yargının denetimine olanak verilmesi gerekirken bu yolun Yasa ile kapatılmasını öngören kural kamu hizmetine alınmada haksızlık ve eşitsizliklere yol açabileceği ve idari bir işlem olan mülakatın yargı denetimini ortadan kaldırdığından Anayasa’nın 70. ve 125. maddelerine aykırıdır. III- 5917 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesinin Anayasa’ya aykırılığı Kuralla, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on yıllık bir zaman dilimi içinde Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilen motorlu taşıtların gümrük vergisinden muaf ve istisna olması öngörülmüştür. Buna göre, idarenin diğer birimleri benzer ithalatlarda kendilerine Bütçe Kanunu ile ayrılmış olan ödeneklerden gümrük vergisi öderken, Başbakanlık merkez teşkilatı keza kendisine Bütçe Kanunu ile verilen ödeneklerden, diğer idare birimlerine göre daha fazla yararlanmış olacaklardır. Başka bir deyişle, aynı miktarda ödenekle daha fazla sayıda veya değerde taşıt ithalatı yapmış olacaklardır. Başbakanlık, kuşkusuz, kendi ihtiyaçları için gerekli gördüğü miktarda ödeneği, alacağı araçların gümrük vergisini de gözeterek, bütçeye koydurma olanağına sahiptir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin esaslarından biri de devletin kendi koyduğu kurallara kendisinin de uyması, yasaların kamu yararı dışında özel amaçlarla çıkarılmamasıdır. Hukuk devleti gereklerine uymayan kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerektiği düşüncesindeyim. Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARŞIOY GEREKÇESİ I- 25.6.2009 günlü, 5917 sayılı Yasa ile 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’nun 2. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen ve “Kaymakam adaylığı yazılı sınavı, mülâkatı ve atama”yı düzenleyen 2/A. maddenin dördüncü fıkrasında, adaylara mülâkatta verilecek puanlar üzerinden değerlendirmenin nasıl yapılacağı belirtildikten sonra “Bunun dışında mülâkat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılamaz” denilmiştir. Böylece kaymakam adaylığı yazılı sınavından sonra yapılacak mülâkatta, şeffaflığı sağlayacak ve ileride olası bir uyuşmazlık halinde de kanıt oluşturabilecek herhangi bir kayıt sisteminin kullanılması yasaklanmıştır. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun olan her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren tüm eylem ve işlemlerini objektif esaslara bağlayarak yargı denetimine açan, adil yargılanma hakkını sağlayan devlettir. Yasa koyucunun bu doğrultuda düzenlemeler yaparak hukuk devletini yaşama geçirmekle yükümlü olduğu bir düzende idarenin, yargısal denetimi kolaylaştırmak amacıyla mülâkatta kayıt sistemi ya da başka bir yöntemi uygulamasının engellenmesi, öncelikle hukuk devleti anlayışının özümsenemediğinin göstergesidir. Kamu hizmetinin özelliğine göre istihdam edilecek kişilerde hangi vasıfların aranacağının ve göreve alınmada nasıl bir yöntem uygulanacağının objektif esaslara göre belirlenmesi ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde sonuca ulaşılmasının sağlanması idarenin sorumluluğu altındadır. Bu sorumluluğun gereği gibi yerine getirebilmesi için alınması gereken önlemlere yasa ile müdahale edilmesi, hukuk devleti olma iddiasından vazgeçildiği anlamına geleceğinden Anayasa ile bağdaşmaz. Hukuk devletinde bir yasaklama getiriliyorsa bunun şeffaflığı ve objektifliği engelleyerek yargısal denetim alanını daraltmak değil, aksine genişletmek amacıyla yapılması gerekir. Öte yandan, Anayasa’nın 70. maddesine göre, her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir; Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez. Bu ilkenin uygulamaya yansıtılmasının en etkili yolunun, hizmete alınacakların niteliklerinin saptanmasında, objektif yöntemlerin uygulanması olduğu kuşkusuzdur. İdarelerin kamu personelinin atanmasını bu çerçevede gerçekleştirmeleri, hizmetin gerekli kıldığı özellikler dışında öznel değerlendirmelere yol açacak ya da bu izlenimi verecek davranışlardan kaçınmaları Anayasa’nın 70. maddesinin gereğidir. Kamu hizmetine alınmada objektif esasların uygulanmasını engelleyen kuralların ise bu ilkeyle bağdaşmadığı açıktır. II- 5917 sayılı Yasa’nın Geçici 1. maddesi ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 10 yıl süreyle Başbakanlık merkez teşkilâtı tarafından ithal edilen motorlu taşıtlar, 29.10.1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 167. maddesi kapsamında gümrük vergisinden muaf ve müstesna tutulmuştur. Bütün kurum ve kurallarıyla adaletli bir hukuk düzeni kurup, eşitlik temelinde bunu sürdürmekle yükümlü olan hukuk devletinin öncelikli görevi, adalet duygusunu rencide edecek, devlete güveni sarsacak durumlara meydan vermemektir. Bu nedenle devletin bütün kurumlarının ilke olarak aynı kurallara bağlı tutulması, genel kuraldan ayrılmayı haklı kılacak bir neden varsa bunun da haklı, makul ve anlaşılabilir olması gerekir. Hukuk devleti keyfiliğe, imtiyaz ve ayrıcalığa yol açacak tasarruflardan kaçınma yükümlüğü altındadır. Başbakanlık tarafından ithal edilen ve aralarında, uçak, helikopter, yat, otobüs, minibüs, otomobil gibi taşıtların da bulunduğu araçların, gümrük vergisine tabi tutulmaları halinde, bunun Genel Yönetim Bütçesinde Başbakanlık bütçesine konulacak ödenekten karşılanması, söz konusu taşıtların gümrük vergisinden istisna tutulması durumunda ise gümrük vergisi ödenmeyeceğinden, bu verginin Başbakanlık bütçesinde görünmemesi nedeniyle sonuçta devlet açısından bir kayıp ya da kazanıma yol açılmaması, Kural’ın Anayasa’ya uygunluğunun gerekçesini oluşturamaz. Önemli olan bir kaybın veya kazanımın bulunup, bulunmaması değil Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı kapsamında hukuk devleti ilkesinin ihlâl edilmemesidir. Anayasa’nın 73. maddesinde, herkesin mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü olduğu belirtilmesine karşın, Başbakanlık merkez teşkilâtı tarafından ithal edilen motorlu taşıtları, 10 yıl süreyle gümrük vergisinden muaf ve müstesna tutarak ayrıcalık yaratan kuralın gerekçesi yasama belgelerinde yer almadığı gibi bu konuda Başbakanlığı diğer kamu kurum ve kuruluşlarından farklı kılan özelliğin ne olduğu da anlaşılamamaktadır. Yasama gücünün, keyfi uygulamaların aracı haline getirilerek, meşruiyetini kaybetmesinden en fazla hukuk devleti ilkesinin ve ona inananların zarar göreceği kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varılan dava konusu kuralların iptali gerektiği düşüncesiyle bu konudaki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Fettah OTO Üye Zehra Ayla PERKTAŞ KARŞIOY GEREKÇESİ I-) Dâhiliye Memurları Kanununun 2. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen “Kaymakam adaylığı yazılı sınavı, mülakatı ve atama” başlıklı 2/A maddesinde yer alan “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz” cümlesinin, Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülmektedir. İptali istenilen kuralın yer aldığı maddede, kaymakam adayı olmak isteyenlerin yazılı sınav ve mülâkata tâbi tutulacaklarını, mülâkatta adayın, bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade etme yeteneğinin ve muhakeme gücünün, temsil kabiliyetinin, davranış ve tepkilerinin, mesleğe uygunluğunun, liyakati ile genel ve fiziki görünümünün, özgüveninin, ikna kabiliyetinin ve inandırıcılığının, genel yetenek ve genel kültürünün, çağdaş, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığının, sınav komisyon başkan ve üyeleri tarafından puan verilerek saptanacağı, sayılan özelliklerin her biri için yirmişer puan üzerinden değerlendirme yapılarak verilecek puanların ayrı ayrı tutanağa geçirileceği, bunun dışında mülâkat ile ilgili herhangi bir kayıt sisteminin kullanılamayacağı, başarılı sayılmak için yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olmasının gerekeceği öngörülmektedir. Kaymakam adayı olmak isteyenlerde yazılı sınav ile saptanması mümkün olmayan, ancak, yasa gereği bulunması gereken özeliklerin belirlenebilmesinin karşılıklı görüşme ve konuşma yöntemi olan “mülâkat” ile mümkün olacağında ve söz konusu mülâkatın da bir sınavın sonucunu belirleyen niteliklere haiz idari bir işlem olduğunda, duraksama bulunmamaktadır. Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu, 36. maddesinde ise herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğu ifade edilmektedir. Anayasa’da belirtilen yargı yolu ve adil yargılanma hakkından, ancak, yargı mercileri önünde iddia ve savunmada, kullanılmak istenen delilerden yararlanmak, bu iddia ve savunmaya esas olacak delillerin saptanmasını kısıtlayan ya da ortadan kaldıran düzenlemelerden kaçınılmak suretiyle yararlanmak mümkün olabilir. Kaymakam adaylığı mülâkat sınavında delil olarak değerlendirilecek olan belge, sınav komisyonu başkan ve üyelerinin sübjektif değerlendirmelerini yansıtan, başkaca bilgi ve kayıt içermeyen, sadece puan miktarını gösteren tutanaktan ibarettir. Böyle bir tutanak ile adaylarda Kanun’un aradığı özelliklerin bulunup bulunmadığının yargı mercileri önünde kanıtlanmasının imkânsız oluşu yanında, adil yargılanma hakkı ile varılmak istenen amaca ulaşılamayacağı da açıktır. Bu nedenle kanun koyucunun, mülâkat ile seçme usulünü benimsediği sınavlarda, idarenin işlemlerinin kanuna uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin yargı organınca denetlenebilmesine imkân sağlayacak nitelikte, adaylarda aranacak özelliklerde gözetilerek bilgi, belge ve kayıtların tutulması yönünde kurallar koyması gerekir. İptali istenen kural ile getirilen bu yasaklama, iddia ve savunmadan beklenen hukuki yararı, idarenin işlemine karşı yargı yolunun açık bulunması keyfiyetini ve adil yargılanma hakkını bertaraf etmektedir. Bu nedenle kural, Anayasa’nın 36. ve 125. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. II-) 5917 sayılı Kanunun 26. maddesiyle 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye, eklenen Geçici 8. ve 9. maddelerde, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun Geçici 12. maddesi uyarınca sağlık hizmetleriyle ilgili kayıt ve işlemlerin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından devralınana kadar, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yanında yeşil kartlıların sağlık sigortasından nasıl yararlanabilecekleri ile sağlık yardımından yararlanırken sağlık harcamalarına ne şekilde katkıda bulunacaklarına ilişkin konular ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Söz konusu Kararname’ye eklenen Geçici 8. ve 9. maddelerde yer alan ve iptali istenilen bölümler, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile getirilen genel sağlık sigortasının, 4/c kapsamındakiler yönünden iptaline ilişkin, Anayasa Mahkemesinin 15.12.2006 günlü, E.2006/111, K.2006/112 sayılı kararında ayrıntıları belirtilen gerekçelerle Anayasa’ya aykırıdır. Bu nedenle Geçici 8. ve 9. maddelerde yer alan bölümlerin iptali gerekir. III-) 5917 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 10 yıl süreyle Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilen motorlu taşıtların Gümrük Kanununun 167. maddesi kapsamında gümrük vergisinden muaf ve müstesna tutulacağı öngörülmektedir. Anayasa’nın “vergi ödevi” başlıklı 73. maddesindeki genel kural, kanun ile belirlenen konu ve kişilerden vergi alınmasıdır. Kanun koyucu vergiyi belirlerken sosyal, ekonomik, mali ve kültürel amaçlı ya da benzer nedenlerle konu ve kişileri vergiden muaf veya müstesna kılabilir. Bu onun Anayasa’nın 73. maddesinde belirtilen kurallara bağlı kalması koşulu ile takdir yetkisi içindedir. Vergilendirmede adalet ve eşitlik, yükümlülerin vergi ödeme güçleri dikkate alınarak vergilendirmenin yapılması ile vergide genellik ise ayırım yapılmaksızın herkesin mali gücüne göre vergi yüküne katılması ile sağlanabilir. Kanun koyucu, vergi koyma, kaldırma, istisna tutma ve muafiyetten yararlandırma gibi düzenlemeler sırasında takdir yetkisini kullanırken, kamu yararı, mali güç, sosyal ve ekonomik amaç, kamu hizmetinin en iyi biçimde görülmesi gibi haklı nedenlere dayanması gerektiğini ve ancak, bu suretle vergide adalet ve eşitlik ile genellik ilkesinin korunabileceğini gözetmesi gerekir. İptali istenilen kuralla, Devlet tüzel kişiliği içinde yer alan kamu kurumlarından sadece Başbakanlık merkez teşkilatı tarafından ithal edilen motorlu taşıtlar için getirilen bu muafiyetin, getiriliş gerekçesi gösterilmediği gibi hangi amaçla ve niçin yapıldığı da anlaşılamamıştır. Kural bu haliyle Anayasa’nın 73. maddesine aykırıdır. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletini; bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, devlet olarak tanımlamıştır. Devlet tüzel kişiliği içindeki diğer kamu kurumlarını dışlayan, sadece Başbakanlık merkez teşkilatını muafiyet kapsamına alan ve hangi amaçla niçin yapıldığı da anlaşılamayan kural, hukuk devletine uygun adil bir düzenleme olmadığı gibi yine hukuk devletinde, hukukun tüm devlet organlarına hâkim kılınması gereğine de uymamaktadır. Belirtilen nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 73. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. Üye Mehmet ERTEN [R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2008/79 Karar Sayısı : 2011/74 Karar Günü : 12.5.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY ve Kemal KILIÇDAROĞLU İPTAL DAVASININ KONUSU: 3.7.2008 günlü, 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1) 1. maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin yedinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinin, 2) 2. maddesiyle yeniden düzenlenen 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 36. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinin, 3) 3. maddesiyle 2644 sayılı Tapu Kanunu’na eklenen Geçici 3. maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasa’nın 2., 7. ve 10. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ “… III. GEREKÇE 1) 03.07.2008 Tarih ve 5782 Sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci Maddesiyle Değiştirilen 2644 Sayılı Tapu Kanununun 35 inci Maddesinin Yedinci Fıkrasının İkinci ve Üçüncü Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı 03.07.2003 tarih ve 4916 sayılı Yasa ile 2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesi değiştirilerek; karşılıklı olmak ve yasal sınırlamalara uyulmak koşuluyla yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde bu ülkelerin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin otuz hektardan fazla taşınmaz mal alımları Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlı tutulmuş; kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından, yabancıların taşınmaz alamayacağı yerleri belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır. Anayasa Mahkemesinin 4916 sayılı Yasa ile 2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesinde yapılan değişikliği iptal etmesi üzerine 29.12.2005 tarihinde 2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesini değiştiren 5444 sayılı Kanun kabul edilmiştir. 5444 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemede; yabancı uyruklu gerçek kişilerin, karşılıklı olmak ve kanunî sınırlamalara uyulmak kaydıyla, Türkiye’de işyeri veya mesken olarak kullanmak üzere, uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde bu amaçlarla ayrılıp tescil edilen taşınmazları edinebilecekleri, yabancı uyruklu bir gerçek kişinin ülke genelinde edinebileceği taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı aynî hakların toplam yüzölçümünün iki buçuk hektarı geçemeyeceği ve bu fıkrada belirtilen koşullarla, yüzölçümü miktarını otuz hektara kadar artırmaya Bakanlar Kurulunun yetkili olacağı, yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin, ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı aynî hak edinebilecekleri, karşılıklılığın tespitinde hukukî ve fiilî durum esas alınacağı, yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin; sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlar, özel koruma alanları ile flora ve fauna özelliği nedeniyle korunması gereken hassas alanlarda ve stratejik yerlerde kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinemeyecekleri alanları, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının tescile esas koordinatlı harita ve planları içeren teklifi üzerine belirlemeye ve yabancı uyruklu gerçek kişilerin il bazında edinebilecekleri taşınmazların, illere ve il yüzölçümüne göre binde beşi geçmemek üzere oranını tespite Bakanlar Kurulunun yetkili olması kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 5444 sayılı Kanun ile Tapu Kanununun değiştirilen 35 inci maddesinin; “... Yabancı gerçek kişilerin edinebilecekleri taşınmaz yüzölçümü miktarını ikibuçuk hektardan otuz hektara kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir” ve “..yabancı uyruklu gerçek kişilerin il bazında edinebilecekleri taşınmazların, illere ve il yüzölçümüne göre binde beşi geçmemek üzere oranını belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir...” hükümlerinin iptaline karar vermiş, iptal kararı 16.01.2008 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 5444 sayılı Kanun hakkındaki iptal kararı üzerine 03.07.2008 tarihinde TBMM Genel kurulunda kabul edilen 5782 sayılı Yasa ile 2644 sayılı Tapu Kanunun 35 inci maddesi yeniden düzenlenmiştir. Bu yeni düzenlemede: Tapu Kanunun 35 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan ve Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği “... Yabancı gerçek kişilerin edinebilecekleri taşınmaz yüzölçümü miktarını ikibuçuk hektardan otuz hektara kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir” cümlesi, fıkradan çıkarılmıştır. İkinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarında hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Anayasa Mahkemesi 2644 sayılı Tapu Kanununun yedinci fıkrasındaki “..yabancı uyruklu gerçek kişilerin il bazında edinebilecekleri taşınmazların, illere ve il yüzölçümüne göre binde beşi geçmemek üzere oranını belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir...” ibaresini iptal ettiği için; 5782 sayılı Yasa, 2644 sayılı Tapu Kanununun yedinci fıkrasını yeniden düzenlenmiştir. 2644 sayılı Tapu Kanununun yedinci fıkrasında Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği ibare 5782 sayılı Kanunda şöyle düzenlenmiştir: “Yabancı uyruklu gerçek kişiler merkez ilçe ve ilçeler bazında, uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümünün yüzde onuna kadar kısmında taşınmaz ile bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı aynî hak edinebilirler. Bakanlar Kurulu, merkez ilçe ve ilçelerin altyapı, ekonomi, enerji, çevre, kültür, tarım ve güvenlik açısından önemlerini dikkate alarak, bu orandan fazla olmamak kaydıyla farklı oran belirlemeye yetkilidir.” Getirilen bu düzenleme Anayasa Mahkemesi Kararında belirtilen sakıncaları gidermekten uzaktır. Çünkü imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların içinde sadece konut ve ticari alanlar değil, öncelikli korunması gereken tarım arazileri, su havzaları, orman ve 2B alanları, kıyı alanları, doğal sit vb. alanlar ile İmar Planı Uygulamasında Düzenleme Ortaklık Payı çerçevesinde % 40 oranına kadar tutulan ve kamusal alan olarak tahsis edilen yol, park, otopark, yeşil alan, eğitim ve sağlık yerleri, ibadet yerleri vb. alanlar da vardır. İmar planı ve mevzi imar planı sınırı içerisinde kalan alanlar üzerinden % 10 uygulaması yapılması halinde bulunacak miktarın konut ve ticaret alanlarının büyük bir bölümünü kapsama olasılığı çok yüksektir. Harita Mühendisleri Odası’nca basına yapılan açıklamaya göre, Trabzon ili merkez ilçenin imar planı alanı 3063 hektardır. Ancak, imar planının sadece 1300 hektarı konut ve ticaret alanıdır. Diğer alanlar kamuya ait yeşil alan, yol, otopark, eğitim alanı, tarım alanı vb... alanları içermektedir. İmar planının yüz ölçümü üzerinden % 10 oranına göre hesaplama yapıldığında bulunan rakam, 306 hektardır. Bu durum, Trabzon için yabancıların mülk edinebilecekleri alanın (konut ya da işyerinin) yüzölçümünün, konut ve ticaret alanlarının % 30’u düzeyinde olduğunu göstermektedir. Verilen bir başka örnek Muğla ili ile ilgilidir. Muğla ili merkez ilçenin imar planı alanı 3.965 hektardır. Ancak, imar planının sadece 639 hektarı konut ve ticaret alanıdır. Diğer alanlar kamuya ait yeşil alan, yol, park, otopark, eğitim ve sağlık alanı, maden rezerv alanı, orman, fuar+rekreasyon, askeri tesisi vb... alanları içermektedir. 396 hektar, konut ve ticaret alanlarının % 63’ü düzeyindedir. Bu rakamlar Muğla merkez ilçede konut ve yerleşim alanının % 63 nün yabancılara satılabileceği anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi ilden ile ilçeden ilçeye farklılık göstermekle beraber getirilen kuralın ilçelerdeki konut ve yerleşim alanlarının çok büyük bir bölümünün yabancılara satılmasına olanak verdiği anlaşılmaktadır. Yasa Bakanlar Kuruluna ilçelerin altyapı, ekonomi, enerji, çevre, kültür, tarım ve güvenlik açısından önemlerini dikkate alarak, bu orandan fazla olmamak kaydıyla % 10 oranından farklı oran belirlemeye yetkili kılmıştır. “Uygulama İmar planı” kavramının kapsamı içerisinde kalan alanlar içinde; konut ve yerleşim alanları, öncelikli korunması gereken tarım arazileri, su havzaları, orman ve 2B alanları, kıyı alanları, doğal sit vb. alanlar ile İmar Planı Uygulamasında Düzenleme Ortaklık Payı çerçevesinde % 40 oranına kadar tutulan ve kamusal alan olarak tahsis edilen yol, park, otopark, yeşil alan, eğitim ve sağlık yerleri, ibadet yerleri vb. alanlar da vardır. Mevzi imar planı, yürürlükteki her tür ve ölçekteki plan sınırları dışındaki, imar uygulama planıyla bütünleşmeyen konumdaki, sosyal ve teknik altyapı ihtiyaçlarını kendi bünyesinde sağlayan plandır. Bu bağlamda herhangi bir gerçek kişi, uygulama imar planı dışındaki arazisinde mevzi imar planı yapmak için özel firmalara başvurabilir ve hazırlanan plan, ilgili belediyenin onaylaması halinde mevzi imar planı olarak uygulanabilir. Yabancı uyruklu gerçek kişiler için getirilen % 10 oranındaki sınırlamanın pratikte etkili bir şekilde uygulanabilirliği yoktur. Çünkü uygulama imar planları ve mevzi imar planları, o il veya ilçedeki planlanabilir alanların tümünü içeren bir doküman niteliğine haiz değildir. İlgili belediye veya valilikler mevcut imar planı veya mevzi imar planları kapsamı dışındaki alanları istedikleri zaman planlayabilir ve imar planı kapsamı içindeki alanın yüzölçümünü artırabilir. Bunu yaparken imar planı veya mevzi imar planı içine alınması gerekli olmayan yerleri bile kapsam içine alarak yabancılara satılabilecek alanları genişletebilirler. Arazi büyüklüğü uygun olduğu sürece 5 hektarlık bir alanda mevzi imar planı ya da uygulama imar planı yapmak gerekirken, 500 hektarlık bir alanda imar planı yaparak, 50 hektarlık bir alanın daha yabancılara satılması mümkün hale getirilebilir. Hatta uygulama imar planı veya mevzi imar planı kapsamında olmayan ormanlık alanlar uygulama imar planı kapsamında ormanlık alan olarak gösterilerek, yabancıların satın alabilecekleri alanların sınırı artırılabilir. Benzer şekilde imar planı kapsamında olmayan tarım arazileri, su havzaları ve 2B alanları hiçbir gereği yok iken imar planı kapsamına alınarak yabancıların fiilen hiçbir sınırlamaya tabi olmadan taşınmaz edinmelerine olanak sağlanabilir. Söz konusu düzenleme bu haliyle yabancı gerçek kişiler için getirilen sınırlamayı uygulanmaz hale getirebilecek bir düzenlemedir. İmar planı ve mevzi imar planı kapsamı içindeki “konut ve işyerinin yüzölçümü” gibi somut ve esnekliği olmayan göstergeler üzerinden bir oran belirlemek yerine, keyfiliğe açık ve öngörülen kuralı etkisiz hale getirecek nitelikteki bir gösterge üzerinden oran belirlenmesi ve bu oranın uygulanması konusunda Bakanlar Kurulunun yetkili kılınması, ülke bütünlüğü ve egemenliği ile doğrudan ilgili olan yabancıların taşınmaz edinimi konusundaki yasal düzenlemenin sınırları belirli kurallar içermediğini göstermektedir. Bir başka ifadeyle, dava konusu kural ile yabancı gerçek kişiler için getirilen % 10 oranındaki sınır ve bu oran konusunda Bakanlar Kurulu’na tanınan yetkinin sınırı, esasları ve çerçevesi fıkrada belirlenmiş olmakla beraber, getirilen düzenleme, öngörülen yasal sınırı ortadan kaldırmayı olanaklı kılan, sınırlamanın işlevselliğini etkisiz bırakacak derecede ölçüsüzdür. Bakanlar Kurulu’na tanınan % 10 oranını geçmemek üzere farklı oranlar belirleme yetkisinin ölçüsüz olması yasama yetkisinin yürütme organına devri sonucunu doğuracağından kabul edilemez. Bu nedenle kural, Anayasanın 2 nci ve 7 nci maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. Öte yandan, 5782 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesinin yedinci fıkrasındaki düzenlemenin ilk cümlesinde; yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin; hangi alanlarda ve stratejik yerlerde taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinemeyeceklerini belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkili kılındıktan sonra ikinci cümlede; sadece yabancı uyruklu gerçek kişilerin merkez ilçe ve ilçeler bazında, uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümünün yüzde onuna kadar kısmında taşınmaz ile bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı aynî hak edinebilecekleri hükme bağlanmıştır. Yani gerçek kişilerin edinebilecekleri taşınmazların yüzölçümü için sınırlama getirilirken yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri için sınırlama getirilmemiştir. Tapu Kanununun 35 inci maddesinin ikinci ve yedinci fıkraları birlikte değerlendirildiğinde, yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin, özel kanun hükümleri çerçevesinde olmak ve Bakanlar Kurulu’nca sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlar, özel koruma alanları ile flora ve fauna özelliği nedeniyle korunması gereken hassas alanlar ve stratejik yerler olarak kararlaştırılmış alanlardan olmamak kaydıyla yabancı gerçek kişilerin tabi olduğu miktar sınırlamasına (Hem 2.5 hektarlık hem % 10’luk sınırlamaya) tabi olmadan taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı aynî hak edinebilecekleri anlaşılmaktadır. 2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki: “Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı aynî hak edinebilirler” hükmü uyarınca, yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri için sınırlama getirilmediğini ileri sürmek mümkün değildir. Çünkü her şeyden önce, söz konusu özel yasalarda 2644 sayılı Tapu Kanununda yer alan hükümlere benzeyen sınırlayıcı hükümler yoktur. Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti elde etmesi, bu şirketlerin taşınmaz elde etmelerine özel kanunlardaki düzenlemelerle sınırlama getirildiği anlamına gelmemektedir. Örneğin; 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanununun 4/C maddesinde: “Münferit bir sanayi yatırımı gerçekleştirmek amacıyla, yatırımı gerçekleştirecek yerli ve/veya yabancı gerçek ya da tüzel kişilerin başvurusu üzerine Bakanlığın uygun gördüğü alanların, Kurulun değerlendirmesinin ardından Bakanlar Kurulunca bu Kanun kapsamında münferit yatırım yeri olarak tahsis edilmesine karar verilebileceği”, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun 8 inci maddesinde: “Bakanlığın tasarrufuna geçen taşınmazları Türk ve yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişilere tahsis etmeye Bakanlığın yetkili olduğu” ve “kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgelerinde ve turizm merkezlerindeki taşınmaz malların iktisabının, 442 sayılı Köy Kanunu ile 2644 sayılı Tapu Kanununda yer alan yabancı uyruklularla ilgili tahditlerden Bakanlar Kurulu kararı ile istisna edilebileceği”, 6326 sayılı Petrol Kanununun 6 ncı maddesinde: “Devletin hudutlarından 5 kilometre mesafe dahilinde veya askeri yasak bölgeler içinde, tarihi veya dini bir yer veya tesise, petrol ameliyatiyle ilgisi bulunmayan bir yapıya bir su tesisine, bir yol veya umumi geçide 60 metre mesafe dahilinde, bir şehir veya kasaba belediye imar sahası dahilinde Bakanın mahsus müsaadesi olmadan petrol ameliyatı yapılamayacağı”, 53 üncü maddesinde: “Bir arama sahasının 50 000 hektardan fazla olamayacağı”, 61 inci maddesinde: “Bir işletme sahasının en çok 25 bin hektar olacağı”, 74 üncü maddesinde: “İşletme sahalarının yüz ölçümlerinin toplamının 150 bin hektardan fazla olamayacağı” hükümleri yer almaktadır. Görüldüğü gibi bu özel yasalarda, arama ve işletme ruhsatı verilecek alanlarla ilgili düzenlemeler yer almaktadır. Taşınmaz mülkiyeti ile ilgili sınırlama yoktur. Sadece 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununda taşınmaz mülkiyeti ile ilgili düzenleme vardır. Söz konusu düzenlemede, Tapu Kanununda yabancı uyruklularla ilgili bir sınırlama varsa Bakanlar Kurulu yabancıları bu sınırlamadan istisna tutmaya yetkili kılınmıştır. Kısacası, sözü edilen yasalarda yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin edinebilecekleri taşınmazların toplam yüzölçümü bakımından bir üst sınır öngörülmemiştir. Bu durumda; özel kanunlar çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak edinen yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, Bakanlar Kurulunun belirlediği alanlarda hiçbir sınırlamaya tabi olmadan taşınmaz elde edebileceklerdir. Öte yandan, Tapu Kanunun 35 inci maddesinin yedinci fıkrasındaki düzenleme, ikinci fıkradaki “özel kanunlar çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti” edinme kuralını işlemez hale getirmiştir. Bu şirketler sadece özel kanunlar çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak edinmeyecekler, ayrıca yedinci fıkranın birinci cümlesindeki düzenleme nedeniyle Bakanlar Kurulunun belirlediği alanlarda ve ikinci cümledeki düzenleme nedeniyle de hiçbir sınırlamaya tabi olmadan taşınmaz elde edebileceklerdir. Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerini yabancı uyruklu gerçek kişilere göre imtiyazlı duruma getiren bu düzenleme, Anayasanın eşitlik ilkesinin düzenlendiği 10 uncu maddesinin “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” diyen üçüncü fıkrası hükmü ile bağdaşmadığı açıktır. Hukuk devletinin tanımına giren birçok öğeden biri de, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, başka bir deyişle, özel çıkarlar için ya da belli kişilerin yararına olarak bir yasanın kabul edilemeyeceğidir. Kamu yararı amacı taşımayan yasaların, amaç öğesi yönünden Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesinin yedinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlesi Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekir. 2) 03.07.2008 Tarih ve 5782 Sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci Maddesiyle Yeniden Düzenlenen 2644 Sayılı Tapu Kanununun 36 ncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Birinci ve İkinci Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 inci maddesiyle yeniden düzenlenen 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesi Tasarıda yer almadığı için yeni madde ihdasına ilişkin bir önerge verilmiştir. TBMM Genel Kurulunda önerge üzerindeki görüşmeler sırasında çıkan tartışmalar sonucu Adalet Komisyonu Başkan Vekili Hakkı Köylü, ihdas edilmek istenen yeni 2 nci maddeyi İçtüzüğün 88 inci maddesine dayanarak Komisyona geri istemiştir. Komisyonda ve Genel Kurulda yapılan görüşmeler sonunda 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesinde yapılan düzenleme ile yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketlerin, ana sözleşmede belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinmesi ve kullanması kabul edilmiştir. Görüldüğü gibi, yabancı yatırımcılara mülk edinmede getirilen tek şart, edinilen taşınmazın şirketin ana sözleşmesindeki faaliyet alanı ile ilgili olması şartıdır. Getirilen düzenlemede bu esasların Türkiye’de kurulu bir başka yabancı sermayeli şirkete devir halinde ve taşınmaz maliki yerli sermayeli bir şirketin hisse devri yoluyla yabancı sermayeli hale gelmesi halinde de geçerli olduğu hükme bağlanmıştır. Kanunun TBMM Genel Kurulundaki tartışmaları sırasında hükümet sözcüleri, 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesi ile getirilen yeni düzenlemenin, yabancı yatırımcıların Türk hukukuna göre kurdukları veya iştirak ettikleri şirketlerle ilgili olduğunu, bu yüzden Türkiye’deki mevzuata tabi olarak kurulan veya iştirak edilen şirketlerin taşınmaz mal edinimlerinin şirketin faaliyet alanı ile ilgili olması dışında hiçbir sınırlama getirilmediğini açıklamışlardır. 05.06.2003 tarihinde kabul edilen Doğrudan Yabancı Yatırımcılar Kanununun 3 üncü maddesinin (d) bendi Anayasa Mahkemesi tarafından 11.03.2008 tarihinde iptal edilmiştir. 4875 sayılı Yasa’nın 3 üncü maddesinin (d) bendinde, yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde karşılıklılık koşulu olmaksızın kamu yararı ve ülke güvenliği açısından belli alanlar dışlanmadan ve miktar bakımından sınırlama yapılmaksızın taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinmelerine imkân sağlanası öngörülmekte idi. Anayasa Mahkemesinin 4875 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (d) bendi ile ilgili iptal kararında taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinilmesi konusunda, yabancı yatırımcıların yerli yatırımcılarla aynı statüde değerlendirildikleri, aralarında hiçbir fark gözetilmediği, yabancı yatırımcıların kurdukları veya iştirak ettikleri şirketlerin taşınmaz mülkiyeti edinmeleri konusunda miktar yönünden herhangi bir sınırlamaya yer verilmediği, herhangi bir miktar kısıtlaması olmaksızın ve yatırım faaliyeti bakımından gerekli olup olmadığına bakılmaksızın yabancı yatırımcıların Türk vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinebileceklerini, yabancı yatırımcıların edineceği taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hakların iktisap amacı, kullanım şekli ve devrine ilişkin esas ve usullerin Yasada belirlenmesi gerekirken bu yönde hiçbir düzenleme yapılmamış olmasının belirsizliklere yol açtığı ve yabancı yatırımcılara sınırsız bir şekilde taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinme olanağı tanındığı belirtilerek söz konusu düzenleme iptal edilmiştir. Kanunun TBMM Genel Kurulundaki tartışmaları sırasında muhalefet sözcüleri, 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesi ile getirilen yeni düzenlemenin, 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımcılar Kanununda değişiklik yapması gerektiğini belirtmişlerse de, bu görüşleri dikkate alınmamıştır. Gerçekten de Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği 4875 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (d) bendi yerine yeni bir düzenleme getirilmemiş, fakat Tapu Kanununun yürürlükten kaldırılmış, 36 ncı maddesinde bir düzenleme yapılarak, 4875 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (d) bendindeki düzenlemenin yerine geçecek aynı mahiyetteki bir kural yürürlüğe sokulmuştur. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile getirilen düzenleme karşılaştırıldığında iptal edilen kural ile getirilen kuralın aynı olduğu, Anayasa Mahkemesi Kararında belirtilenlerden sadece “faaliyet alanı” ile ilgili sınırlama getirildiği, Kararda belirtilen sakıncaların ve eksikliklerin giderilmediği açıkça görülmektedir. 4875 sayılı Kanunun 2 nci maddesinde, “yabancı yatırımcı” ve “doğrudan yabancı yatırım” kavramları tanımlanmıştır. Buna göre, “yabancı yatırımcı” kavramı, Türkiye’de doğrudan yatırım yapan, yabancı gerçek kişiler ile yurt dışında ikamet eden Türk vatandaşlarını ve yabancı ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişileri ve uluslararası kuruluşları ifade etmektedir. “Doğrudan yabancı yatırım” kavramı ise Kanunun 2 nci maddesinde şu şekilde tanımlanmıştır: Doğrudan yabancı yatırım, Yabancı yatırımcı tarafından, yurt dışından getirilen; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca alım satımı yapılan konvertibl para şeklinde nakit sermaye, şirket menkul kıymetleri (Devlet tahvilleri hariç), makine ve teçhizat, sınaî ve fikrî mülkiyet hakları; yurt içinden sağlanan; yeniden yatırımda kullanılan kâr, hâsılat, para alacağı veya malî değeri olan yatırımla ilgili diğer haklar, doğal kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin haklar gibi iktisadî kıymetler aracılığıyla; yeni şirket kurmayı veya şube açmayı veya menkul kıymet borsaları dışında hisse edinimi veya menkul kıymet borsalarından en az % 10 hisse oranı ya da aynı oranda oy hakkı sağlayan edinimler yoluyla mevcut bir şirkete ortak olmayı ifade etmektedir. 4875 sayılı Yasada tanımı yapılan “yabancı yatırımcı” ve “doğrudan yabancı yatırım” kavramları, 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesi ile getirilen yeni düzenlemenin, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği 4875 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (d) bendindeki düzenleme ile aynı olduğunu açıkça göstermektedir. Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup, güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla bağlı, işlem ve eylemleri yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasanın ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir. Dava konusu yasa kuralıyla yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketlerin ana sözleşmelerindeki faaliyetleri yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinebilir ve kullanabilir denilmiştir. Ayrıca, bu esasların Türkiye’de kurulu bir başka yabancı sermayeli şirkete devir halinde ve taşınmaz maliki yerli sermayeli bir şirketin hisse devri yoluyla yabancı sermayeli hale gelmesi halinde de geçerli olduğu hükme bağlanmıştır. Hukuk devletinin yukarda belirtilen işlevlerinin yaşama geçirilebilmesi bağlamında milli ekonominin ulusal çıkarlar doğrultusunda düzenlenebilmesi için, yabancı yatırımcıların edineceği taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hakların belirsizliklere yol açmaması ve yabancı yatırımcılara sınırsız bir şekilde taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinme olanağı tanınmaması gerekir. Taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinilmesi konusunda, yabancı yatırımcıların yerli yatırımcılarla aynı statüde değerlendirildikleri, aralarında hiçbir fark gözetilmediği, yabancı yatırımcıların kurdukları veya iştirak ettikleri şirketlerin taşınmaz mülkiyeti edinmeleri konusunda miktar yönünden herhangi bir sınırlamaya yer verilmediği görülmektedir. Böylece, herhangi bir miktar kısıtlaması olmaksızın yabancı yatırımcılar Türk vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinebileceklerdir. Ayrıca, hukuk devletinin tanımına giren birçok öğeden biri de, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, başka bir deyişle, özel çıkarlar için ya da belli kişilerin yararına olarak bir yasanın kabul edilemeyeceğidir. Kamu yararı amacı taşımayan yasaların, amaç öğesi yönünden Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci maddesiyle yeniden düzenlenen 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlesi Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olup, iptali gerekir. 3) 03.07.2008 Tarih ve 5782 Sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü Maddesiyle 2644 Sayılı Tapu Kanununa Eklenen Geçici 3 üncü Maddesinin İkinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesiyle 2644 sayılı Tapu Kanununa eklenen Geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre, yabancı uyruklu gerçek kişilerin merkez ilçe ve ilçeler bazında edinebilecekleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikte aynî hakların miktarı tespit edilinceye kadar geçecek süre içinde, yabancı uyruklu gerçek kişilerin bu Kanunun 35 inci maddesi hükümlerine göre taşınmaz ve sınırlı aynî hakları edinebilecekleri hükme bağlanmıştır. Geçici maddedeki bu düzenleme, yabancı uyruklu gerçek kişilerin merkez ilçe ve ilçeler bazında edinebilecekleri taşınmazların miktarı tespit edilinceye kadar geçecek süre içinde taşınmaz elde edinebilmelerine olanak sağlamaktadır. Getirilen bu düzenleme, yabancı gerçek kişilerin bu süre içinde ilçe bazında tespit edilen miktar sınırlamasının üstünde taşınmaz elde edinmesine yol açacak niteliktedir. Yasanın TBMM Genel Kurulundaki görüşmeleri sırasında Hükümet sözcüleri, bu süre içinde yerel yetkililerin miktar sınırlamasına göre taşınmaz edinimine izin vereceklerini belirtmelerine karşın miktar belli olmadan sınırın geçilmemesine nasıl engel olunacağı cevapsız kalmıştır. Geçici 3 üncü Maddenin birinci fıkrasında belirtilen üç aylık süre içinde yasayla getirilen sınırlama miktarının üstünde taşınmaz edinimini olanaklı hale sokan bu düzenleme yasaların açık ve belirgin olma özelliğine sahip değildir. Ayrıca yasa koyucunun iradesini değiştirici niteliktedir. Yasa koyucunun faaliyetlerinde Anayasa ve hukukun üstün kuralları i1e bağlı bulunduğu hukuk devletinde yasaların çıkartılması için kamu yararına bulunması şarttır. Hukuk devletinin bir diğer gereği de konulacak kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerinin gözönünde tutulması, kuralların açık ve belirgin olmasıdır. Vatandaşların Devlete karşı güven duyabilmeleri, maddî ve manevî varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır. Hukuk Devletinde, yasa kurallarının adalet ve hakkaniyet ölçütlerine uygun, açık, anlaşılabilir ve belirgin olması gerekir. Yukarıda açıklanan nedenlerle 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesiyle yeniden düzenlenen 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesinin ikinci fıkrası Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olup, iptali gerekir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ Anayasamızda mülkiyet ve kişi hakları Anayasanın teminatı altına alınmış, Medeni Kanununun 8 inci maddesi ile de, her kişi medeni hakları kullanmada eşit kılınmış ise de yabancıların durumunu düzenleyen Anayasanın 16 ncı maddesindeki; “temel hak hürriyetler yabancılar için milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlandırılabilir” hükmüyle yabancılara karşı bir farklılığın söz konusu olabileceği vurgulanmaktadır. Bu farklılığın uluslararası hukukta, “karşılıklılık” ilkesine dayanılarak somutlaştırıldığı görülmektedir. Kuşkusuz hukuk düzenimizde, yabancıların hak ve özgürlüklerinin düzenlenmesinde Anayasamızın diğer hükümlerine de öncelikle uyulması gerekmektedir. Anayasa hükümleri ve Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin kararları dikkate alınmadan 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun iptali istenilen kuralların uygulanması halinde, geriye dönüşü imkânsız biçimde yasaların öngörmediği şekilde yabancıların taşınmaz edinebilecekleri, bundan giderilmesi olanaksız hukuki zarar ve durumların doğacağı açıktır. Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kuralların yürürlüklerinin durdurulmasını istenilmiştir. VI. SONUÇ VE İSTEM 03.07.2008 tarih ve 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun; 1 inci maddesiyle değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesinin yedinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlesi Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olduğundan, 1. 2 nci maddesiyle yeniden düzenlenen 2644 sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlesi Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğundan, 2. 3 üncü maddesiyle 2644 sayılı Tapu Kanununa eklenen Geçici 3 üncü Maddesinin ikinci fıkrası Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğundan, iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralları 3.7.2008 günlü, 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun iptali istenen cümle ve fıkraların da yer aldığı kurallar şöyledir: “Madde 35- Yabancı uyruklu gerçek kişiler, karşılıklı olmak ve kanunî sınırlamalara uyulmak kaydıyla, Türkiye’de işyeri veya mesken olarak kullanmak üzere, uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde bu amaçlarla ayrılıp tescil edilen taşınmazları edinebilirler. Sınırlı aynî hak tesis edilmesinde de aynı koşullar aranır. Yabancı uyruklu bir gerçek kişinin ülke genelinde edinebileceği taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı aynî hakların toplam yüzölçümü iki buçuk hektarı geçemez. Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı aynî hak edinebilirler. Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri lehine Türkiye’de taşınmaz rehni tesisinde birinci ve ikinci fıkralarda yer alan kayıt ve sınırlamalar aranmaz. Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri dışındakiler Türkiye’de taşınmaz edinemez ve lehlerine sınırlı aynî hak tesis edilemez. Türkiye Cumhuriyeti ile arasında karşılıklılık olan devlet vatandaşlarının kanunî miras yoluyla intikal eden taşınmazları için birinci fıkrada belirtilen kayıt ve sınırlamalar uygulanmaz. Ölüme bağlı tasarruflarda yukarıdaki fıkralarda belirtilen kayıt ve sınırlamalar uygulanır. Türkiye Cumhuriyeti ile arasında karşılıklılık olmayan devlet vatandaşlarının kanunî miras yoluyla edindikleri taşınmaz ve sınırlı aynî hakların intikal işlemleri yapılarak tasfiye edilir. Karşılıklılığın tespitinde hukukî ve fiilî durum esas alınır. Bu ilkenin kişilere toprak mülkiyeti hakkının tanınmadığı, ülke uyruklarına uygulanmasında, yabancı devletin taşınmaz ediniminde kendi vatandaşlarına tanıdığı hakların, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına da tanınması esastır. Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin; sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlar, özel koruma alanları ile flora ve fauna özelliği nedeniyle korunması gereken hassas alanlarda ve stratejik yerlerde kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinemeyecekleri alanları, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının tescile esas koordinatlı harita ve planları içeren teklifi üzerine belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. Yabancı uyruklu gerçek kişiler merkez ilçe ve ilçeler bazında, uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümünün yüzde onuna kadar kısmında taşınmaz ile bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı aynî hak edinebilirler. Bakanlar Kurulu, merkez ilçe ve ilçelerin altyapı, ekonomi, enerji, çevre, kültür, tarım ve güvenlik açısından önemlerini dikkate alarak, bu orandan fazla olmamak kaydıyla farklı oran belirlemeye yetkilidir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlık bünyesinde, ilgili idare temsilcilerinden oluşan komisyon tarafından, bu madde uyarınca Bakanlar Kuruluna verilen yetkiler dâhilinde çalışmalar yapılmak suretiyle kamu kurum ve kuruluşlarının bu kapsamdaki teklifleri incelenip değerlendirilerek Bakanlar Kuruluna sunulur. Valiliklerce, merkez ilçe ve ilçelerin uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümünde meydana gelen değişiklikler takip eden yılın Ocak ayı sonuna kadar komisyona bildirilir. Askerî yasak bölgeler, askerî güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri Millî Savunma Bakanlığınca, özel güvenlik bölgeleri ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri ise İçişleri Bakanlığınca geciktirilmeksizin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlığa verilir. Yukarıdaki fıkralarda belirtilen bölgeler içerisinde kalması nedeniyle kamulaştırılması gereken ya da tapu sicilinde şerh verilmesine gerek duyulan parsellere ilişkin bildirimler ilgili idarelerince tapu sicil müdürlüklerine yapılır. Bu madde hükümlerine aykırı edinilen veya kanunî zorunluluk dışında edinim amacına aykırı kullanıldığı tespit edilen taşınmazlar ile sınırlı aynî haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek süre içerisinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir. Madde 36- Yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketler, ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinebilir ve kullanabilirler. Bu şekilde edinilen taşınmazların Türkiye’de kurulu bulunan bir başka yabancı sermayeli şirkete devrinde ve taşınmaz maliki yerli sermayeli bir şirketin hisse devri yoluyla yabancı sermayeli hale gelmesi durumunda da aynı esas geçerlidir. Türkiye’de kurulu yabancı sermayeli şirketlerin tasfiyesi halinde şirketin sahip olduğu taşınmazın şirket ortağı yabancı gerçek kişiler veya yurt dışında kurulu yabancı ticaret şirketleri tarafından edinilmek istenmesi halinde 35 inci madde hükümleri uygulanır. 18/12/1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu şirketlerin, askeri yasak bölgeler, güvenlik bölgeleri ve aynı Kanunun 28 inci maddesi çerçevesinde belirlenen stratejik bölgelerdeki taşınmaz edinimleri, Genel Kurmay Başkanlığının ya da yetkilendireceği komutanlıkların, özel güvenlik bölgelerindeki taşınmaz edinimleri ise taşınmazın bulunduğu yerdeki valiliğin iznine tabidir. Valilik iznine tabi hususlar, ilgili idare temsilcilerinin katılımıyla oluşan komisyonda, taşınmaz ediniminin, ülke güvenliği ve faaliyet konusuna uygunluğu değerlendirilerek karara bağlanır. Bu madde hükümlerine aykırı şekilde edinildiği veya kullanıldığı tespit edilen taşınmazlar ve sınırlı aynî haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek süre içerisinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin esas ve usuller, ilgili bakanlıkların görüşlerinin alınmasını müteakip Hazine Müsteşarlığı, İçişleri Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. Geçici Madde 3 - İlgili kurum ve kuruluşlar, bu Kanunun 35 inci maddesinin yedinci fıkrası uyarınca, yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinemeyecekleri alanların yüzölçümlerini ve valilikler bu fıkrada belirtilen ilçelerin uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümlerini bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren en geç üç ay içinde komisyona bildirir. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin merkez ilçe ve ilçeler bazında edinebilecekleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikte aynî hakların miktarı tespit edilinceye kadar geçecek süre içinde, yabancı uyruklu gerçek kişiler bu Kanunun 35 inci maddesi hükümlerine göre taşınmaz ve sınırlı aynî hakları edinebilirler. B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 7. ve 10. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Mehmet ERTEN, Cafer ŞAT, A. Necmi ÖZLER, Ali GÜZEL, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, 11.9.2008 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenen Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- 5782 sayılı Kanun’la Değiştirilen 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. Maddesinin Yedinci Fıkrasının İkinci ve Üçüncü Cümlelerinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenilen kuralla yabancı gerçek kişilerin ilçeler bazında edinebilecekleri toplam taşınmazın miktarına getirilen sınırlamanın belirsiz, yetersiz ve uygulamada kolaylıkla aşılabilecek sınırlamalar olduğu, getirilen yüzde on oranının pratikte uygulanma olanağı bulunmadığı, normalde imar planına dâhil olmayan orman alanları, orman dışına çıkarılan araziler ve tarım alanlarının imar planına dâhil edilerek imar planı kapsamının genişletilebileceği, bazı ilçelerde bu sınırı belirleme yetkisinin Bakanlar Kuruluna tanındığı ve sınırlamanın sadece yabancı gerçek kişilerin edinebilecekleri taşınmazları kapsadığı, yabancı tüzel kişilerin bu sınırlamaya tâbi tutulmadığı belirtilerek Anayasa’nın 2., 7. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptal başvurusunda dava konusu kural ile İptali istenilen kural, yabancı gerçek kişilerin merkez ilçe ve ilçeler bazında uygulama imar planı ve mevzi imar planı sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümünün en fazla yüzde onu oranında mülk ya da sınırlı aynî hak edinebileceklerini öngörmektedir. Bu kural ile ülke toprakları içinde yabancılar tarafından sahip olunan taşınmazların oranının ilçeler bazında imarlı toplam arazinin onda birini aşmaması amaçlanmıştır. Ayrıca kural ile Bakanlar Kuruluna merkez ilçe ve ilçelerin altyapı, ekonomi, enerji, çevre, kültür, tarım ve güvenlik açısından önemlerini dikkate alarak, yabancı gerçek kişiler tarafından edinilebilecek toplam taşınmaz alanını ilçenin uygulama ve mevzi imar planına dâhil arazilerinin yüzde onundan daha az bir oran olarak belirleme yetkisi tanınmıştır. Anayasa’nın 2. maddesinde cumhuriyetin nitelikleri arasında “hukuk devleti” ilkesi de yer almaktadır. Hukuk devletinde diğer tüm kamusal yetkilerde olduğu gibi yasama işlemlerinin de kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Kamu yararı, toplumun genel ve ortak çıkarlarının ne olduğu ve nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin bir kavram olup içeriği farklı siyasî ve felsefi görüşlere ve kişisel tercihlere göre değişeceğinden sübjektif bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle amaç yönünden yasaların Anayasa’ya uygunluğunun denetiminde Anayasa Mahkemesinin sınırlı bir yetkisi olup, sadece yasanın açık bir şekilde kamu yararı dışında başka bir amaç gözettiğinin ortaya çıktığı durumlarda söz konusu olabilir. Diğer taraftan iptal başvurusunda, Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin ikinci fıkrasında yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak edinmelerine olanak tanınmasına rağmen yedinci fıkrada getirilen sınırlamanın yalnızca yabancı gerçek kişilerin edindiği taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni haklara ilişkin olduğu ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerini yabancı uyruklu gerçek kişilere göre imtiyazlı duruma getirdiği belirtilerek Anayasanın 10. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesinin amacı, hukuksal durumları aynı olanların kanunlarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere kanun karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz. 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin ikinci fıkrasında yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin, ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı aynî hak edinebilecekleri hükme bağlanmıştır. Hukukumuzda yabancı gerçek kişiler ile yabancı ticaret şirketleri farklı amaçlarla ve farklı nitelikte taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Yabancı gerçek kişiler sadece konut ve işyeri olarak kullanma amacıyla ve uygulama imar planı ve mevzi imar planında bu amaçla ayrılıp tescil edilen taşınmazları edinebilirlerken, yabancı ticari şirketler özel yasalarda öngörülen koşullarda taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebileceklerdir. Bu çerçevede, 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ve 6326 sayılı Petrol Kanunu’nunda yabancı ticari şirketlerin taşınmaz edinmesine ve bunun sınırlarına ilişkin hükümler yer almaktadır. Yabancı ticari şirketlerin taşınmaz ve taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak edinmesi ülkemizde yabancı gerçek kişilere göre tamamen farklı bir hukuki rejime tabi tutulmuştur. Bu nedenle yabancı gerçek kişilerle, yabancı ticaret şirketleri aynı hukuki durumda değildirler. Öte yandan iptal başvurusunda Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin yedinci fıkrasının üçüncü cümlesiyle Bakanlar Kuruluna tanınan yüzde on oranından daha düşük bir oran belirleme yetkisinin, yasama yetkisinin devri anlamına geldiği, bu nedenle Anayasa’nın 7. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür Anayasa’nın 7. maddesine göre, yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Yasama yetkisinin devredilmezliği, yasa niteliğinde ya da yasa gücünde işlemler yapma yetkisinin devredilmezliği anlamına gelmektedir. Bir düzenleyici işlem, yürürlükteki yasa kurallarını değiştirebiliyor veya yürürlükten kaldırabiliyorsa, bu işlem yasa niteliğinde ya da gücündedir. Anayasa’nın 7. maddesinin açıklığı karşısında yasama organı, başka bir Devlet organına, bu arada Bakanlar Kuruluna yasa kurallarını değiştirme ya da kaldırma yetkisi veremez. Anayasa’da yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilemez. Yürütmeye devredilen yetkinin Anayasa’ya uygun olabilmesi için, yasada temel hükümlerin ya da temel esasların belirlenmesi, ancak uzmanlık ve yönetim tekniğine ilişkin konuların düzenlenmesinin yürütme organına bırakılması gerekir. Kuşkusuz yürütme organının yasayla yetkili kılınmış olması, yasayla düzenleme anlamına gelmez. Anayasa’nın 8. maddesinin yürütme yetkisi ve görevinin Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir hükmünün anlamı da budur. Dava konusu kural ile Bakanlar Kuruluna tanınan yetki, sınırsız bir yetki olmayıp bu yetkinin kullanımına ilişkin koşullar kanunda belirtilmiştir. Bakanlar Kurulu altyapı, ekonomi, enerji, çevre, kültür, tarım ve güvenlik nedenlerine dayanarak bir ilçede yabancılar tarafından edinilebilecek toplam taşınmazların miktarını uygulama ve mevzi imar planlarına dâhil toplam alanın yüzde onundan daha az bir oranda sınırlama yapmaya yetkili kılınmıştır. Yürütme organına tanınan bu yetkinin sınırsız ve belirsiz olduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar Anayasa’nın 2., 7. ve 10. maddelerine aykırı değildir, iptal isteminin reddi gerekir. B- Tapu Kanunu’nun 36. Maddesinin Birinci Fıkrasının Birinci ve İkinci Cümlelerinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, hukuk devletinin yaşama geçirilebilmesi bağlamında millî ekonominin ulusal çıkarlar doğrultusunda düzenlenebilmesi için, yabancı yatırımcıların edineceği taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hakların belirsizliklere yol açmaması ve yabancı yatırımcılara sınırsız bir şekilde taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinme olanağı tanınmaması gerektiği belirtilerek dava konusu kuralın yabancı yatırımcıların kurdukları veya iştirak ettikleri şirketlerin taşınmaz mülkiyeti edinmeleri konusunda miktar yönünden herhangi bir sınırlamaya yer verilmemesi nedeniyle amaç öğesi yönünden kamu yararı taşımadığı ve Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür Dava konusu kural, 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımcılar Kanunu’na göre doğrudan yabancı yatırımcı olarak tanımlanan kişiler tarafından kurulan ya da iştirak edilen şirketlerin ancak ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek amacıyla taşınmaz ve taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak edinebilmeleri ve kullanabilmelerini hükme bağlamakta ve aynı esasların edinilen taşınmazların Türkiye’de kurulu bulunan bir başka yabancı sermayeli şirkete devri veya taşınmaz maliki yerli sermayeli bir şirketin hisse devri yoluyla yabancı sermayeli hale gelmesi durumunda da geçerli olmasını öngörmektedir. Dava konusu kural ile Anayasa Mahkemesinin 11.03.2008 tarihli ve E:2003/71, K:2008/79 sayılı kararı ile iptal edilen 4875 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin (d) bendi hükmünün, Mahkemenin iptal gerekçeleri dikkate alınarak yeniden düzenlendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kararında Anayasa Mahkemesi “hukuk devletinin … işlevlerinin yaşama geçirilebilmesi bağlamında milli ekonominin ulusal çıkarlar doğrultusunda düzenlenebilmesi için yabancı yatırımcıların edineceği taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hakların iktisap amacı, kullanım şekli ve devrine ilişkin esas ve usullerin Yasada belirlenmesi gerekirken bu yönde hiçbir düzenleme yapılmamış olması belirsizliklere yol açmakta ve yabancı yatırımcılara sınırsız bir şekilde taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinme olanağı tanınmaktadır.” görüşüne yer vererek kuralı Anayasa’nın 2. maddesine aykırı bulmuştur. Dava konusu kural, yabancı yatırımcılar tarafından Türkiye’de Türk hukukuna göre kurulan bu nedenle Türk tabiiyetinde bulunan şirketlerin ancak ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek amacıyla taşınmaz ve taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak edinebilme ve kullanabilmelerini öngörmektedir. Aynı esaslar edinilen taşınmazların Türkiye’de kurulu bulunan bir başka yabancı sermayeli şirkete devri veya taşınmaz maliki yerli sermayeli bir şirketin hisse devri yoluyla yabancı sermayeli hale gelmesi durumunda da geçerli olacaktır. Bu nedenle kuralda herhangi bir belirsizlik bulunmamaktadır. Kuralın kamu yararının gereklerine uygun olup olmadığının incelenmesi ise yukarıda açıklanan nedenlerle anayasallık denetimi kapsamı dışındadır. Bu nedenle, iptali istenilen kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. C- Tapu Kanunu’nun Geçici 3. Maddesinin İkinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, geçiş süreci için getirilen bu düzenlemenin yabancı gerçek kişilerin öngörülen üç aylık geçiş süreci içinde ilçe bazında tespit edilen miktar sınırlamasının üstünde taşınmaz elde edinmesine yol açacak nitelikte olduğu ve yasaların açık ve belirgin olması gereğine uymadığı belirtilerek Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu kural ile Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin yedinci fıkrasıyla yabancı gerçek ve tüzel kişilerin ilçeler bazında edinebileceği toplam araziye ilişkin olarak getirilen sınırlamanın geçiş sürecinde nasıl uygulanacağı düzenlenmiştir. Geçici 3. maddenin birinci fıkrasında, 35. maddenin yedinci fıkrasında öngörülen yüzde onluk sınırın belirlenmesi için üç aylık bir süre öngörülmüş, iptali istenilen ikinci fıkrasında ise yabancı uyruklu gerçek kişilerin merkez ilçe ve ilçeler bazında edinebilecekleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikte aynî hakların miktarı tespit edilinceye kadar bu kişilerin 35. madde hükümlerine göre taşınmaz ve sınırlı aynî hakları edinebilecekleri hükme bağlanmıştır. Yabancı gerçek kişiler, kanunda öngörülen geçiş sürecinde bu hükme dayanarak taşınmaz edinebileceklerdir. Bu şekildeki iktisaplar yoluyla Kanun’un 35. maddesinde öngörülen sınırlamanın aşılması mümkün hale getirilmiştir. Ancak geçiş süreci sonunda ilçeler bazında yabancılar tarafından edinilebilecek toplam alanlar tespit edildiğinde, kanunun izin verdiğinden daha fazla taşınmazın yabancı gerçek kişiler tarafından iktisap edildiğinin tespit edilmesi halinde ne yapılacağı, eğer sınırı aşan miktardaki taşınmaz tasfiye edilecekse bu tasfiyelerin usul ve esaslarının ne olacağına ilişkin herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Bu durumun kuralın uygulanması açısından belirsizliklere neden olduğunda kuşku yoktur. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup, güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla bağlı, işlem ve eylemleri yargı denetimine açık olan devlettir. Dava konusu kuralla getirilen düzenleme bir taraftan kanunda öngörülen sınırlamayı işlevsiz hâle getirmekte, diğer taraftan ise sınırı aşan iktisapların akıbeti konusunda açıklık içermemesi nedeniyle belirsizliklere yol açmakta ve yabancı gerçek kişilere kanunda öngörülen geçiş sürecinde sınırsız bir şekilde taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı aynî hak edinme olanağı tanımaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır; İptali gerekir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 3.7.2008 günlü, 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1- a- 1. maddesiyle, 22.12.1934 günlü, 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilen yedinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerine, b- 2. maddesiyle yeniden düzenlenen, 2644 sayılı Kanun’un 36. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerine, yönelik iptal istemleri, 12.5.2011 günlü, E. 2008/79, K. 2011/74 sayılı kararla reddedildiğinden, bu cümlelere ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 2- 3. maddesiyle, 2644 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 3. maddenin ikinci fıkrasına ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE, 12.5.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. VI- SONUÇ 3.7.2008 günlü, 5782 sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1- 1. maddesiyle, 22.12.1934 günlü, 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilen yedinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 2- 2. maddesiyle yeniden düzenlenen, 2644 sayılı Kanun’un 36. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 3- 3. maddesiyle, 2644 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 3. maddenin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 12.5.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkanvekili Serruh KALELİ Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı: 2009/24 Karar Sayısı : 2011/75 Karar Günü : 12.5.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY ve Kemal ANADOL (Esas Sayısı: 2009/24) İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ula Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/112) DAVA ve İTİRAZIN KONUSU: 15.1.2009 günlü, 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1- 5. maddesiyle 31.8.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Kanunu’na eklenen ek madde 10’un, 2- 8. maddesiyle 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek madde 4’ün birinci fıkrasının, 3- 8. maddesiyle 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek madde 4’ün dördüncü fıkrasının birinci cümlesinin, 4- 8. maddesiyle 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek madde 4’ün beşinci fıkrasının, Anayasa’nın 2., 10., 11., 44., 153., 169. ve 170. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL DAVASI VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İLE İTİRAZ BAŞVURUSUNUN GEREKÇELERİ A- İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “… III. GEREKÇE 1) 15.1.2009 tarih ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 5 inci Maddesi ile 6831 sayılı Kanuna eklenen Ek Madde 10’un Anayasa’ya Aykırılığı İptali istenen ek madde 10’da “Bu Kanunun; 20/6/1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve 2896 sayılı Kanun ve 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi uygulamaları ile orman sınırları dışına çıkarılan yerler, çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten itibaren kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez.” denilmiştir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere yapılan bu düzenleme ile; orman sınırları dışına çıkarılan orman alanlarının ”kazandırıcı zaman yolu ile iktisap edilememe” durumunun yalnızca “çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten” sonrası için geçerli olması, diğer bir anlatımla “çıkarma durumunun henüz kesinleşmediği” yerlerin “kazandırıcı zaman yolu ile iktisap edilebilmesi” sağlanmıştır. Anayasanın 169 uncu maddesinin 2 nci fıkrasında, Devlet ormanlarının yalnız Devletçe yönetilmesi ve işletilmesinin kanunla düzenleneceği, mülkiyeti ve yönetiminin özel kişilere devrolunamayacağı belirtilmekte, maksatlı olarak yapılan orman tahripleri, ağaçlar ve ormanlara vaki tecavüzlerle ormanların zamanaşımı suretiyle mülk edinilemeyeceği, kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamayacağı kesin olarak hükme bağlanmıştır. Orman niteliğini yitiren yer, orman toprağı olmakla devletindir. Bu nitelikte bir yer ancak ihya edilerek Anayasa doğrultusunda orman köylüsüne tahsis edilebilir, kişilerin özel mülkiyetine geçirilemez. Anayasanın 170 inci maddesi, açıkça orman sayılan yerlerin devlet eliyle ihya edilerek belirtilen halkın yararlanmasına tahsis edileceğini öngörmüştür. Bu nedenle, ormandan çıkarılan yerlerin, çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten önce kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilebileceğini öngören iptali istenen kural, Anayasanın 169 uncu ve 170 inci maddelerine açıkça aykırıdır. 1982 Anayasasının yürürlüğünden sonra orman rejimi dışına çıkarılmış ve çıkartılacak yerlerde zilyetlik yoluyla toprak kazanımına ilişkin ilk yasal düzenleme 10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Yasasının 45 nci maddesi ile yapılmıştır. Bu maddenin 1 inci ve 3 üncü fıkralarındaki orman rejimi dışına çıkartılmış ve çıkartılacak yerlerde zilyetliğe ve tapuya dayalı olarak toprak kazanımına ilişkin hükümleri, Anayasa Mahkemesinin 01.06.1988 tarihli ve E.1987/31, K.1988/13 sayılı kararı ile Anayasa’nın 44 üncü, 169 uncu ve 170 inci maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kararında, “a. Anayasa’nın 44. maddesi yönünden inceleme: …Ancak, Anayasa’nın 44. maddesi, toprağın erozyonla kaybedilmesini önlemek amacıyla gerekli önlemleri almak görevini devlete vermiştir. Daha önce orman olan yerlerin erozyonla yitirilmesi büyük olasılık taşımaktadır. Bu yüzden gerekli önlemleri aldıktan, değerlendirme ve ihya işlemleri yapıldıktan sonra dağıtılmaları gerekir. Devletin, önlemleri, toprak elinden çıktıktan sonra da alabileceği düşünülebilirse de, malikin izni ve isteği olmaksızın bu tedbirleri almak güçtür. Fıkra bu nedenle Anayasa’nın 44. maddesine aykırıdır. b. Anayasa’nın 169. maddesi yönünden inceleme: Anayasa’nın bu maddesinin ikinci fıkrası karşısında devlet ormanları zamanaşımı ile mülk edinilemez. Anayasa Mahkemesi’nin 10.3.1966 günlü, Esas: 1965/44, Karar: 1966/14 sayılı kararında açıklandığı gibi doğal olarak yetişen ya da emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır. Yasakoyucu “yer”i de orman tanımı içine almıştır. “Yer” orman tanımı içine girmekle ormanın ağaçlardan ayrı bir öğesi ortaya çıkmış olmaktadır. Böyle olunca, ağaçlar herhangi bir nedenle yok olursa, yerleri, ormanın bir öğesi olmak niteliğini yitirmez, orman toprağı ve yer olmak durumunu sürdürür. Yine aynı karara göre, orman rejimi dışına çıkarmak ormandan sayılmayan yerler için söz konusu olamaz. Bu yerler, orman dışına çıkarılmadan önce ormandırlar. Devlet ormanları orman rejimi dışına çıkarıldıktan sonra, Hazine adına tescil edilmemişse zamanaşımıyla mülk edinilebilir. Bu durumda zilyedliğin, tahdit dışına çıkarma tarihinden başlayacağı kabul edilmektedir. Orman dışına çıkarılmayan yerlerde zilyetlikle kazanma olanaksız bulunduğundan, vergi kaydına dayansa bile, o zaman dilimindeki zilyedliğe geçerlik tanınması Anayasa ile bağdaşamaz. Herhangi bir plân, program olmadan el koyanlar adına tescili sağlayan fıkra, Medeni Yasa’nın taşınmaz edinilmesine ilişkin kurallarıyla da çelişmektedir. Orman toprağıyla birlikte orman sayılan ve Devlet ormanlarından orman dışına çıkarılan yerin Hazine adına kaydı yolu zilyedlere açılmıştır. Zilyedliği 31.12.1981 den geriye doğru yürütülerek, vergi kaydı ya da bu nitelikte bir belge ile, öncesi orman olan yerlerin zamanaşımı ve zilyedlikle kazanılmasına olanak verilmiş, geçerli olmayan zilyedlikle birlikte açma ve işgal de yasallaştırılmıştır. Bu nedenlerle, zilyedlik süresini 31.12.1981 tarihinden önceye götüren, önceki zilyedliğe geçerlik tanıyan fıkra Anayasa’ya aykırıdır. Dava konusu hükümle, işlenmiş suçlar affedilmediğinden Ana-yasa’nın 169. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “af yasağı”na aykırılıktan söz edilemez. b. Anayasa’nın170. maddesi yönünden inceleme: Anayasa’nın bu maddesi, orman niteliğini yitirmiş yerlerle orman olarak korunmasında yarar görülmeyen yerler arasında ayırım yapmamış, orman dışına çıkarılmış yerlere orman içi köyler halkının yerleştirilmesi için devlet tarafından ihya edilerek bu halkın yararlanmasına ayrılmasını öngörmüştür. Halka tanınan hak, mülkiyet değil, yararlanmadır. Anayasa, 6831 sayılı Orman Yasası’nın 2. maddesinin birinci fıkrasının (A) ve (B) bentleri arasında fark gözetmemiştir. Bu nedenle (A) bendine göre orman dışına çıkarılan yerlerin orman köylüsüne tahsisi gerekip, (B) bendine göre orman dışına çıkarılan yerlerin köylüye tahsisi gerekmediğini söylemek olanaksızdır. İki bend arasında fark bulunduğu kabul edilse bile değerlendirme yapılmaksızın mülkiyet hakkının tesbiti aykırılık oluşturur. Taşınmazın verildiği kişiler ve veriliş biçimi yönleri de böyledir. Açıklanan nedenlerle fıkra Anayasa’nın 170. maddesine aykırıdır. Fıkra iptal edilmelidir.” denilmek suretiyle zilyedlik süresini 31.12.1981 tarihinden önceye götüren, önceki zilyedliğe geçerlik tanıyan fıkra hükmünü iptal etmiştir. Anayasa’nın 153 üncü maddesinin son fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile yönetim makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı öngörülmüştür. Nitekim, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi de, 14.2.2006 günlü ve E.2005/14311, K.2006/1616 sayılı kararında; Anayasa Mahkemesinin yukarıda değinilen kararına ve orman rejimi dışına çıkartılmış ve çıkartılacak yerlerde, nasıl oluşursa oluşsun eski tapu kayıtlarına, iskân kayıtlarına ya da iskân kaydı sonucu oluşturulan tapu kaydına dayanarak toprak kazanılması imkanını getiren 3402 sayılı Kadastro Yasasının 45 inci maddesinde öngörülen kuralların iptaline ilişkin kararlarına atıfta bulunularak aynen şöyle denilmiştir: “Anayasanın 170. maddesinde 1744 sayılı ve 2896 ve 3302 sayılı Yasalarda orman rejimi dışına çıkartılan yerlerin nasıl değerlendirileceği konularında hiçbir ayrıcalık bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla, 1744 sayılı Yasa uygulaması ile ormandan çıkartılan yerler de içinde olmak üzere, 31.12.1981 tarihinden önce nitelik yitiren yerlerin tümünün, Anayasanın 170. maddesi kapsamında Devlet tarafından değerlendirilip kullanılması zorunludur. 1982 Anayasasının yürürlüğe konulduğu tarihte sadece 1744 sayılı Yasa uygulaması sonucu orman rejimi dışına çıkartılan yerler bulunmaktaydı. Anayasamızda başka cins toprakların hangi amaçla ve nasıl kullanılacağı konularında bir hüküm bulunmadığı halde, orman ve orman rejimi dışına çıkartılan toprakların hangi amaçla ve nasıl kullanılacağı konularında Anayasanın 169 ve 170. maddelerinde özel hükümler getirilmiştir. Bu durum, ormanların korunması bakımından yasa koyucunun, orman ve orman rejimi dışına çıkartılan yerlere özel önem verildiğini göstermektedir. Anayasaya göre ayrıcalığı bulunan bu tür yerler ister Anayasanın yürürlüğünden önce 1744 sayılı Yasanın 2. maddesi, isterse Anayasanın yürürlüğünden sonraki yasaların uygulanması sonucu orman rejimi dışına çıkartılsın Anayasa karşısındaki konumları aynıdır ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla kazanılamaz.” Yargı organı gibi Yasama organı’nın da Anayasanın buyruğuna uyması yapacağı düzenlemelerle daha önce aynı konuda verilen Anayasa Mahkemesi kararlarını gözönünde bulundurmak, bu “kararları etkisiz” kılacak biçimde yasa çıkarmamak, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilen kuralları tekrar yasalaştırmamak yükümlüğündedir. Başta yasama organı olmak üzere yasama ve yürütme, kararların yalnız sonuçları ile değil, bir bütünlük içinde gerekçeleri ile de bağlıdır. Gerekçeleriyle birlikte kararlar, yasama işlemlerini değerlendirme ölçütlerini içerirler ve yasama etkinliklerini yönlendirme işlevi de görürler. Bu nedenle, yasama organı düzenlemelerde bulunurken, iptal edilen yasaya ilişkin kararların sonuçları ile birlikte gerekçelerini de gözönünde bulundurmak zorundadır. İptal edilen yasalarla, sözcükleri ayrı da olsa aynı doğrultu, içerik ya da nitelikte yeni yasa çıkarılması, Anayasa’nın 153 üncü maddesine aykırılık oluşturur. Açıklanan nedenlerle, 15.1.2009 tarih ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 5 inci maddesi ile 6831 sayılı Kanuna eklenen ek madde 10, Anayasa’nın 153 üncü, 169 uncu ve 170 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 2) 15.1.2009 tarih ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 8 inci Maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen Ek Madde 4’ün; Birinci Fıkrasının “fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle” Tümcesinin ve Dördüncü Fıkrasının İlk Cümlesinin Anayasa’ya Aykırılığı 15.1.2009 tarih ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 8 inci maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen ek madde 4’ün birinci fıkrasının iptali istenen tümcesi ile anılan maddenin dördüncü fıkrasının ilk cümlesi; getirilen bu düzenlemeyle güdülen saklı amacın ortaya konulmasında birbirini tamamlayan bir nitelik taşıdıklarından bu kuralların Anayasa’ya aykırılık gerekçelerinin de, ortak başlık altında açıklanması zorunlu görülmüştür. Anayasa’nın “Orman köylüsünün korunması” başlıklı 170 inci maddesinde, ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve orman bütünlüğünün korunması bakımından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerin alınacağını, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırlan dışına çıkartılması orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek Yasa’yla bu halkın yararlanmasına tahsis edileceği öngörülmüştür. Anayasa, bu işlerin yapılmasını Devlete görev olarak yüklemiş, ekonomik sıkıntı çeken orman içi veya bitişiği köyler halkına Devlet eliyle ihya edilmiş tarım ve yerleşim alanları sağlamak istemiştir. Anayasa ile güdülen amaç, bilim ve fen bakımından artık orman olarak işletilmesinde yarar görülmeyen yerleri orman içinde ikamet eden halkın yararına tahsis etmek suretiyle değerlendirmektir. Şu halde orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin yalnızca orman köyler halkının nakli ve yerleştirilmesi amacıyla değerlendirilmesi olanaklıdır. Böylece, orman köylüsünün ormanları tahribi önlenerek ulusal ekonomiye katkıda bulunması sağlanmak suretiyle üretici haline getirilip kalkınması amaçlanmıştır. Görüldüğü gibi, Anayasa’nın 170 inci maddesinde, orman sınırları dışına çıkartılan yerlerin orman içindeki köyler halkının yararlanmasına “tahsisi”nin yasayla düzenlenmesi öngörülmüş olup, bu yerlerin orman köylülerine ya da başkalarına ‘satışı’ olanaklı değildir Bu nedenle, 2-B olarak da bilinen orman niteliğini yitirdiği için orman sınırları dışına çıkarılan yerlere ilişkin olarak Yasa ile getirilecek düzenlemelerin, Anayasa’nın 170 inci maddesinde öngörülen amaca uygun olması gerekeceğinde kuşku yoktur. İptali istenen kurallar ile yapılan düzenlemenin amacı, 2-B olarak da bilinen orman özelliğini yitirmiş alanların kadastro işlemlerinin yapılarak, Hazine adına tescillerinin sağlanması olarak açıklanmış ise de, gerçek durum böyle olmayıp, bu düzenleme ile güdülen SAKLI AMAÇ, 2-B olarak da bilinen orman özelliğini yitirmiş alanların satışı ve devri imkânının getirilmesidir. Şöyle ki; 5831 sayılı Yasa’nın 8 inci maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen ek madde 4’ün birinci fıkrasında,6831 sayılı Orman Kanununun değişik 2 nci maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin öncelikle kadastrosunun yapılarak Hazine adına tescil edileceği öngörülmüş, iptali istenen tümce ile de, bu yerlerin “fiili kullanım durumlarının dikkate alınacağı ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığının da kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterileceği” öngörülmüştür. Ek madde 4’ün dördüncü fıkrasının ilk cümlesinde de, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan bu yerlerin, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye Bakanlığının talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce “fiili kullanım durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de yapılabileceği” hükme bağlanmıştır. 17.10.1983 tarih ve 2924 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun’un 3763 sayılı Kanunla değişik 11 inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci tümcesinin sonundaki “…kullanan kişilerin adları kadastro tutağının beyanlar hanesinde gösterilir.” kuralı, Anayasa Mahkemesinin 30.3.1993 tarihli ve E.1992/48, K.1993/14 sayılı kararı ile Anayasa’nın 170 inci maddesine aykırı görülerek iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kararında aynen şöyle denilmiştir: Anayasa’nın 170. maddesinde, ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve orman bütünlüğünün korunması bakımından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerin alınacağını, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırlan dışına çıkartılması orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek Yasa’yla bu halkın yararlanmasına tahsis edileceği öngörülmüştür. Anayasa, bu işlerin yapılmasını Devlete görev olarak yüklemiş, ekonomik sıkıntı çeken orman içi veya bitişiği köyler halkına Devlet eliyle ihya edilmiş tarım ve yerleşim alanları sağlamak istemiştir. Anayasa ile güdülen amaç, bilim ve fen bakımından artık orman olarak işletilmesinde yarar görülmeyen yerleri orman içinde ikamet eden halkın yararına tahsis etmek suretiyle değerlendirmektir. Şu halde orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin yalnızca orman köyler halkının nakli ve yerleştirilmesi amacıyla değerlendirilmesi olanaklıdır. Böylece, orman köylüsünün ormanları tahribi önlenerek ulusal ekonomiye katkıda bulunması sağlanmak suretiyle üretici haline getirilip kalkınması amaçlanmıştır. Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Yasa ile getirilecek düzenlemelerin, Anayasa’nın 170. maddesinde öngörülen amaca uygun olması gerekeceğinde kuşku yoktur. Orman niteliğini yitirdiği için orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin, orman köylüsünün yararlanmasına tahsis edilmesi gerekir. 2924 sayılı Yasa’nın 3763 sayılı Yasa ile değişik 11. maddesinin birinci fıkrasında yer alan iptali istenen düzenleme ile, orman niteliğini yitiren yerleri kullanan kimselere orman köylüsü olup olmadıkları gözetilmeden arazi verilmesi ve bu yerlerin takdir edilecek rayiç bedel üzerinden kullanan kişilere satışı öngörülmektedir. Orman köylüsü olup olmadığına bakılmaksızın bu yerlerin kullanan kişilere satışının yapılmasını sağlayan bu düzenleme Anayasa’nın 170. maddesine aykırıdır. Açıklanan nedenlerle “...kullanan kişilerin adları kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilir...” ibaresinin iptali gerekir.” Yine Anayasa Mahkemesinin 23.1.2002 tarihli ve E.2001/382, K.2002/21 sayılı kararında da, “Anayasa’nın bu emredici kuralı nedeniyle yasakoyucunun, bu alanların kullanıcılarına veya başkalarına, hatta orman içi köyler halkına satılmasını veya bu amaçla devredilmesini sağlayacak bir düzenleme yapması olanaklı değildir. Anayasa’nın 169. maddesindeki orman sınırlarının daraltılmasına olanak tanınan iki halde de, orman sınırları dışına çıkarma sonucu elde edilen alanların değerlendirilmesi açısından herhangi bir ayrım yapılamayacağı, bu yerlerden yararlanmaya ilişkin düzenlemelerin, Anayasa’nın 170. maddesinde öngörülen amaca uygun yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.” denilmiştir. 29.06.2001 gün ve 4706 sayılı Yasanın 3. maddesi ile “6831 sayılı Yasanın 2/B maddesi gereğince orman rejimi dışına çıkartılan alanlarda 2924 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanmayacağı ve Bakanlığın istemi üzerine gerekli kadastro işlemi yapıldıktan sonra 3194 sayılı İmar Yasası ve uygulama yöntemlerindeki kısıtlamalara tabi olmadan ifraz ve tevhit işlemleri yapılarak kullanıcılarına doğrudan satılabileceği” hükümleri getirilmişse de, yine bu maddede Anayasa Mahkemesinin 23.01.2002 gün 2001/382-21 sayılı kararıyla “...Anayasanın emredici kuralı nedeniyle ... orman rejimi dışına çıkartılan yerlerin kullanıcılarına veya başkalarına, hatta orman içi köyler halkına satılmasını veya bu amaçla devredilmesini sağlayacak bir düzenleme yapılması olanaklı değildir... bu nedenle, Hazine adına orman rejimi dışına çıkartılan yerlerin satışı ve bu amaçla devri olanağını getiren dava konusu kural, Anayasanın 169 ve 170. maddelerine aykırıdır” gerekçesiyle iptal edilmiştir. Diğer taraftan bilindiği üzere, ifraz (ayırma), tapu kütüğünde kayıtlı bir taşınmazın parsellere ayrılmasıdır. İfraz işlemi; değer artırımı düşüncesi, ayrılan parçaların daha kolay satılması, daha çok imar planlarının uygulanması için yapılır. Ancak ek madde 4’ün beşinci fıkrasında, bu madde kapsamındaki ifraz ve tescil işlemlerinin 3194 sayılı imar Kanunu kısıtlamalarına tabi olmadığı hükme bağlandığından yapılan bu düzenleme ile güdülen amacın, ayrılan parçaların daha kolay satılması olduğudur. Anayasa Mahkemesinin yukarıda açıklanan kararlarına karşın, 6831 sayılı Orman Kanununun 2-B maddesi uyarınca orman dışına çıkarılan yerleri kullanan kişilerin orman köylüsü olup olmadıkları gözetilmeksizin kadastro tutağının beyanlar hanesinde gösterilmesi ve orman rejimi dışına çıkartılan bu alanlarda, fiili kullanım durumlarına göre ifraz işlemlerinin yapılması, yapılan düzenleme ile güdülen SAKLI AMACIN, 2-B olarak da bilinen orman özelliğini yitirmiş alanların fiili kullanıcılarına ve başkalarına satışı ve devri imkanının sağlanması olduğu yadsınamaz. Çünkü, yasakoyucu Anayasa’nın 170 inci maddesinde öngörülen amaca uygun bir düzenleme yapmayı amaçlamış olsaydı iptali istenen kurallarda, 2-B maddesi uyarınca orman dışına çıkarılan yerleri kullanan kişilerin orman köylüsü olduğunu gözeten düzenlemelere de yer verilirdi. Kaldı ki, iptali istenen bu düzenleme ile güdülen amaç, daha fazla gizlenememiş, Adalet Bakanı Mehmet Ali ŞAHİN’ in 22.2.2009 tarihinde Antalya’da AKP’nin seçim bürosunda yaptığı açıklamayla da gün ışığına çıkmıştır. Adalet Bakanı bu açıklamasında; “yaklaşık bir ay önce çıkardıkları kanun doğrultusunda Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 2B arazilerini kimlerin kullandığını tespite yönelik çalışma yaptığını” belirterek, İkinci olarak yapacağımız kanuni düzenlemeyle bu arsaları (2B) kullanan vatandaşlara arsalarını verecek yasayı çıkaracağız. Ancak bunların çözülmesi için bizimle uyumlu çalışacak yerel yönetimleri seçmeniz gerekiyor. demiştir. (EK.1) Görüldüğü üzere, 5831 sayılı Yasa’nın 8 inci maddesi ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen Ek Madde 4 ile, öncelikle orman sayılamayacak yerlerin belirlenmesini kolaylaştırıcı bir durum oluşturulmaya çalışılmış ve iptali istenen kurallar ile de, 2-B arazileri olan yerlerin satılabilmesinin hukuksal altyapısı hazırlanmıştır. Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düşüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal kaynaklarından olan orman alanlarımızın korunması için yasa koyucunun bu esası gözardı etmemesi ve bunu en iyi şekilde yansıtması zorunludur. Yasama erkinin kamu yararı amacına yönelik olarak kullanılmaması halinde yasama yetkisinin saptırılması olayı ortaya çıkar. Anayasa’da belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleştirmek için kanunla yapılacak olan düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre şekillenecektir; yani kanun koyucu, Anayasa’da belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleştirmek için getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya aittir ve bu husus, Anayasa Mahkemesi’nin denetim alanına girmez. Fakat kanun koyucunun, Anayasa’nın gösterdiği amacın veya kamu yararının dışında kişisel, siyasal ya da saklı amaç güttüğü; bir başka amaca ulaşmak için bir konuyu kanunla düzenlediği durumlarda, ‘yetki saptırması’ adı verilen durum ortaya çıkar ve bu durum, kuşkusuz, Anayasa Mahkemesi’nin denetim alanına girer. Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup olmadığını değil; fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleştirmek için yapılıp yapılmadığını denetleyebilir. Anayasa Mahkemesi, ‘iptali istenen hükümle kapalı olarak bir amaç güdülüp güdülmediğini’ araştırabildiğini, çeşitli kararlarında ifade etmiştir; ama kanun koyucunun saklı amacını ortaya koyabilmek, her zaman kolay değildir. (Bkz. E.1978/31, K. 1978/50, K.t. 02.11.1978; E. 1963/124, K. 1963/243, K.t. 11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Anayasa Mahkemesi’nin bu tür denetimlerinde, kanunun gerekçesinden, yasama organındaki görüşmelerden veya yapılan düzenlemenin daha çok siyasal nedenlere dayanıp dayanmadığı hususlarından yararlanarak sonuca vardığı görülmektedir. (Bkz. E. 1963/124, K. 1963/243, K.t. 11.10.1963; E. 1963/145, K. 1967/20, K.t. 27.06.1967; E. 1988/14, K. 1988/18, K.t. 14.06.1967 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Kanun koyucu, takdirine bırakılmış konularda, düzenleme yetkisini kullanırken, kuşkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır. (Bkz. E. 1980/1, K. 1980/25, K.t. 29.04.1980; E. 1963/124, K. 1963/243, K.t. 11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu, Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Öte yandan, bir yerin bilim ve fen yönünden tam olarak orman niteliğini yitirmesi, toprak ve arazi yapısının bozulması ve o yerde bir daha orman yetiştirme olgusunun hiçbir biçimde kalmamış olmasını anlatmaktadır. Ülkemizde doğal yollardan bir yerin orman niteliğini yitirmesine rastlanmamıştır. Dolayısıyla, bir yerin orman niteliğini yitirmesi, insan eliyle kasten ormanların tahrip edilmesi ve bu alanların bu kişilerce işgali biçiminde gerçekleşmektedir. Bu tür davranışlar, 6831 sayılı Orman Yasası’na göre suç oluşturan eylemlerdir. Orman niteliğini 31.12.1981 gününden önce yitirmiş alanların, bu duruma kasıtlı eylemleriyle neden olan kişilere satılması yolunun açılması, bu yerleri fiilen kullananların(işgalcilerin) bu yerlerin yasal sahibi olabilmelerine olanak tanınması, hukuk devleti ve adalet ilkesiyle de bağdaştırılamaz. Belirtilen nedenlerle, iptali istenen kurallar, Anayasa’nın 2 nci,11 inci,169 uncu ve 170 inci maddelerine aykırıdır. Diğer taraftan söz konusu kurallar, Anayasa Mahkemesinin 30.3.1993 tarihli ve E.1992/48, K.1993/14 sayılı iptal kararındaki gerekçe gözetilmediği için,yukarıda (1) numaralı başlık altında belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 153 üncü maddesine de aykırı düşmektedir. Açıklanan nedenlerle, 2-B olarak da bilinen orman özelliğini yitirmiş alanların fiili kullanıcılarına ve başkalarına satışı ve devri imkanının sağlanması amacıyla yapılan, 15.1.2009 tarih ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 8 inci Maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen ek madde 4’ün; birinci fıkrasının “fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle” tümcesi ile dördüncü fıkrasının ilk cümlesi, Anayasa’nın 2 nci, 11 inci, 153 üncü, 169 uncu ve 170 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 3) 15.1.2009 tarih ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 8 inci Maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen Ek Madde 4’ün Beşinci Fıkrasının Anayasa’ya Aykırılığı İptali istenen ek madde 4’ün beşinci fıkrasında, bu madde kapsamındaki kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin, 3194 sayılı İmar Kanunu ile 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılacağı öngörülmüştür. Anayasa’nın 44 üncü maddesi, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek amacıyla gerekli önlemleri almak görevini devlete vermiştir. Devlet bu görevlerini 5403 sayılı Yasa çerçevesinde yerine getirmektedir. Daha önce orman olan yerlerin erozyonla yitirilmesi büyük olasılık taşımaktadır. 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunun “Erozyona duyarlı alanların belirlenmesi ve korunması” başlıklı 15 inci maddesinde konuya ilişkin olarak yapılacak işlemler belirtilmiş ve son fıkrasında da, “Erozyona duyarlı alanların belirlenmesi ve korunmasına ilişkin usûl ve esaslar, Bakanlık tarafından hazırlanacak yönetmelikle belirlenir.” denilmiştir. Yine bu Yasa’nın “Toprakların korunması” başlıklı 9 uncu maddesinde “Arazi kullanımını gerektiren her türlü girişim ve yatırım sürecinde toprakların korunması, doğal ve yapay olaylar sonucu meydana gelen toprak kayıplarının önlenmesi; arazi kullanım plânları, tarımsal amaçlı arazi kullanım plân ve projeleri ile toprak koruma projelerinin uygulamaya konulması ile sağlanır.”denilmiş ve müteakip maddelerde de, söz konusu planların yapılması ile projelerin hazırlanması esasları belirlenmiştir. Yukarıda (1) numaralı başlık altında değinilen Anayasa Mahkemesinin 01.06.1988 tarihli ve E.1987/31, K.1988/13 sayılı kararında, “…Ancak, Anayasa’nın 44. maddesi, toprağın erozyonla kaybedilmesini önlemek amacıyla gerekli önlemleri almak görevini devlete vermiştir. Daha önce orman olan yerlerin erozyonla yitirilmesi büyük olasılık taşımaktadır. Bu yüzden gerekli önlemleri aldıktan, değerlendirme ve ihya işlemleri yapıldıktan sonra dağıtılmaları gerekir. Devletin, önlemleri, toprak elinden çıktıktan sonra da alabileceği düşünülebilirse de, malikin izni ve isteği olmaksızın bu tedbirleri almak güçtür” denilmek suretiyle orman olan yerlerin erozyon yitirmesinin önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmasının Anayasal bir görev olduğu vurgulanmıştır. Devletin bu anayasal görevi yerine getirmesinin ilke ve esasları 5403 sayılı Kanun ile belirlenmiştir. Diğer taraftan, gelecek kuşaklara yeterli ve geliştirilmiş toprak ve arazi kaynakları bırakabilmenin ön şartı; bu kaynakların bilim ve tekniğin gerektirdiği şekilde korunması, geliştirilmesi ve planlı kullanılmasıdır. Üretilemeyen kaynak bir avuç toprak gerçeğinin toplumun her kesimi tarafından bilinçli bir yaşam biçimi haline dönüşmesine yönelik yeni tutum ve anlayış biçimi; ekonomik, toplumsal, teknolojik, parasal ve hukuksal boyutları içeren bir sürecin yaşama geçirilmesini gerektirmektedir. Bu sürecin en önemli aşamalarından biri, hatta süreci başlatacak olan güç ise, konuya bütüncül yaklaşan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’dur. Bu nedenle, iptali istenen kural ile ek madde 4’ün beşinci fıkrası kapsamındaki kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılacağının öngörülmesi, Anayasa’nın 44 üncü maddesi ile bağdaşmadığı gibi “Yasaların kamu yararına dayanması” ilkesiyle de bağdaşmaz ve dolayısıyla Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı düşer. Öte yandan yine iptali istenen beşinci fıkrada, bu madde kapsamındaki kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin 3194 sayılı İmar Kanunundaki kısıtlamalara tabi olmadan yapılacağı öngörülmüştür. İfraz ve tescil işlemleri, 3194 sayılı İmar Kanununun 15 inci ve 16 ncı maddelerinde düzenlenmiştir. “İfraz ve Tevhid” başlıklı 15 inci maddede, “İmar planlarına göre yol, meydan, yeşil saha, park ve otopark gibi umumi hizmetlere ayrılan yerlere rastlayan gayrimenkullerin bu kısımlarının ifrazına veya tevhidine izin verilmez. İmar parselasyon planı tamamlanmış olan yerlerde yapılacak ifraz veya tevhidin bu planlara uygun olması şarttır. İmar planlarında parsel cepheleri tayin edilmeyen yerlerde yapılacak ifrazların, asgari cephe genişlikleri ve büyüklükleri yönetmelikte belirtilen esaslara göre tespit edilir. İmar planı dışında kalan alanlarda yönetmeliklerinde tayin edilecek miktarlardan küçük ifrazlara izin verilmez.” denilmiş, 16 ncı maddenin birinci fıkrasında da “Belediye ve mücavir alan hudutları içindeki gayrimenkullerin re’sen veya müracaat üzerine tevhid veya ifrazı, bunlar üzerinde irtifak hakkı tesisi veya bu hakların terkini, bu Kanun ve yönetmelik hükümlerine uygunluğu belediye encümenleri veya il idare kurullarınca onaylanır.” hükmüne yer verilmiştir. İmar Yasası’ndaki bu hükümlerin çağdaş kentleşme, sağlıklı çevreler üretilmesi, yaşanabilir yerleşmeler elde edilmesi, planlı gelişmenin sağlanması, koruma kullanma dengesinin oluşturulması, yerel kalkınmanın gerçekleştirilmesi, sağlıksız ve güvenliksiz alanların dönüştürülmesi açısından ve dolayısıyla ülkemiz açısından öneminin çok büyük olduğu kuşkusuzdur. Bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir. Ülke açısından önemi büyük olan İmar Yasası kurallarını gözetmediğinden kamu yararına dayanmayan iptali istenen kural, Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırıdır. Diğer taraftan 3194 sayılı İmar Yasası’nın birinci maddesinde yasanın amacı, “Yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların, plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak” olarak düzenlendiğinden İmar Yasası’ndaki düzenlemelerin “toprağın verimli kullanılması” amacını da içerdiği yadsınamaz. Bu nedenle de iptali istenen kural, Anayasa’nın 44 üncü maddesiyle de bağdaşmaz. Açıklanan nedenlerle,15.1.2009 tarih ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 8 inci maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen ek madde 4’ün beşinci fıkrası Anayasa’nın 2 nci ve 44 üncü maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ 2-B olarak da bilinen orman rejimi dışına çıkartılmış ve çıkartılacak yerlerde zilyetliğe ve tapuya dayalı olarak toprak kazanımına ilişkin müteaddit yasa hükümleri, Anayasa Mahkemesinin kararları ile iptal edilmiştir. “Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı öngörülmüştür. Yasama organı yapacağı yeni düzenlemelerde daha önce aynı konuda verilen Anayasa Mahkemesi kararlarını göz önünde bulundurmak, bu kararları etkisiz bırakacak biçimde yeni yasa çıkarmamak ve Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilen kuralları tekrar yasalaştırmamak yükümlülüğündedir. Yasama organı, yasa çıkarırken iptal edilen yasaya ilişkin kararların sonuçları ile birlikte gerekçelerini de gözönünde bulundurmak ve sözcükleri ayrı olsa bile, iptal edilen yasalarla, içerik ya da nitelik yönünden aynı veya benzer olan yasaları çıkarmamak zorundadır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 29.11.2005 tarih ve E.2005/6, K.2005/93 sayılı kararı). Bir hukuk devletinde böyle bir duruma seyirci kalınmaması tabii olup, Anayasal düzenin en kısa sürede iptalini ve yürürlüğünün durdurulmasını istediğimiz hukuka aykırı bu tür kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da bir gereğidir. Anayasaya aykırılığın ısrarla sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Anayasaya aykırı oldukları gerekçemizde gösterilen hükümlerin uygulanması halinde ortaya çıkacak ve giderilmesi olanaksız durum ve zararların önlenebilmesi, hukukun ve Anayasanın üstünlüğünün korunabilmesi için, bu hükümlerin yürürlülüklerinin iptal davası sonuçlanıncaya kadar durdurulması gerekmektedir V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle 15.1.2009 tarihli ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun; 1) 5 inci maddesi ile 6831 sayılı Kanuna eklenen ek madde 10’un, Anayasa’nın 153 üncü, 169 uncu ve 170 inci maddelerine aykırı olduğundan, 2) 8 inci maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen ek madde 4’ün; birinci fıkrasının “fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle” tümcesi ile dördüncü fıkrasının ilk cümlesinin, Anayasa’nın 2 nci, 11 inci, 153 üncü, 169 uncu ve 170 inci maddelerine aykırı olduğundan, 3) 8 inci maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen ek madde 4’ün beşinci fıkrasının, Anayasa’nın 2 nci ve 44 üncü maddelerine aykırı olduğundan, iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” B- Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Davada Uygulanacak Yasa Maddesi: 2924 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun 11. madde/2-3 (Değişik fıkra: 28/08/1991 - 3763/2 md.) 3402 sayılı Kadastro Kanununa göre bu yerlerin kadastrosu öncelikle yapılır. (Son iki cümle iptal: Anayasa Mahkemesi’nin 30/03/1993 tarih ve E.1992/48, K. 1993/14 sayılı kararı ile.) (Ek cümleler: 30/10/1995 4127/1 md.) Kadastro çalışmaları sırasında, fiili kullanım durumuna göre sınırlandırması ve Hazine adına tespit yapılacak bu yerler üzerindeki muhdesat ile tasarruf edenlerin isimleri, kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilir. 3402 sayılı Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen askı ilanı hariç, diğer ilanlar yapılmaz. Kadastro çalışmaları sonucunda belirlenen kişilerin, bu maddenin dördüncü fıkrasına göre gerçek hak sahibi olup olmadıkları hususu, ayrıca Orman Bakanlığınca tespit edilir. Hak sahiplerinin bu madde hükmünden yararlandırılmasında, sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönümlük sınırlamaya uyulur. (Ek fıkra: 28/08/1991 - 3763/2 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 30/03/1993 tarih ve E.1992/48, K.1993/14 sayılı kararı ile; Yeniden düzenlenen fıkra: 30/10/1995- 4127/1 md.) Yararlanacak kişilerin hak sahibi olabilmesi için, orman köyü nüfusuna kayıtlı olmaları ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geriye yönelik en az 5 yıl müddetle o yerde ikamet etmiş bulunmaları gerekir. 5831 Sayılı Kanunun 8. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa getirilen Ek Madde 4’ün 1. fıkrası:”6831 sayılı Orman Kanununun 20/6/1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve 2896 sayılı, 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı Kanunlarla değişik 2 nci maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edilir.” Kanun Maddesinin Aykırılığı İddia Edilen Anayasa Hükümleri: 5831 Sayılı Kanunun 8. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa getirilen Ek Madde 4’ün 1. fıkrası içerisinde geçen “fiili kullanım durumunda olanlar” bildiği gibi “orman işgalcileridir. Orman Kanununa göre işgal bir suçtur. Suç işlemiş kişileri kadastro tutanağının beyanlar hanesine yazmak, suç işleyen kişileri hem ödüllendirmek, hem suç vasfını ortadan kaldırmak ve hem de yeni suçları teşvik etmekten başka bir işe yaraması düşünülemez. Bu madde açıkça orman varlığını azaltıcı nitelikte olduğundan Anayasanın 169. maddesine aykırıdır. Anayasa’nın 170. maddesinde, ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve orman bütünlüğünün korunması bakımından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerin alınacağını, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması, orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek Yasa’yla bu halkın yararlanmasına tahsis edileceği öngörülmüştür. Anayasa, bu işlerin yapılmasını Devlete görev olarak yüklemiş, ekonomik sıkıntı çeken orman içi veya bitişiği köyler halkına Devlet eliyle ihya edilmiş tarım ve yerleşim alanları sağlamak istemiştir. Anayasa ile güdülen amaç, bilim ve fen bakımından artık orman olarak işletilmesinde yarar görülmeyen yerleri orman içinde ikamet eden halkın yararına tahsis etmek suretiyle değerlendirmektir. Şu halde, orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin yalnızca orman köyleri halkının nakli ve yerleştirilmesi amacıyla değerlendirilmesi olanaklıdır. Böylece, orman köylüsünün ormanları tahribi önlenerek ulusal ekonomiye katkıda bulunması sağlanmak suretiyle üretici haline getirilip kalkınması amaçlanmıştır. Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Yasa ile getirilecek düzenlemelerin, Anayasa’nın 170. maddesinde öngörülen amaca uygun olması gerekeceğinde kuşku yoktur. Orman niteliğini yitirdiği için orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin, orman köylüsünün yararlanmasına tahsis edilmesi gerekir. 5831 Sayılı Kanunun 8. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa getirilen Ek Madde 4’ün 1. fıkrasında yer alan iptali istenen düzenleme ile orman niteliğini yitiren yerleri kullanan kimselere orman köylüsü olup olmadıkları gözetilmeden, fiili kullanım durumları dikkate alınarak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmesi öngörülmektedir. Orman köylüsü olup olmadığına bakılmaksızın 3402 sayılı Yasa 19. madde kapsamında ‘mevcut ve her türlü takyid ile sınırlı ayni hakların saklı tutulmasını’ sağlayan bu düzenleme Anayasa’nın 170. maddesine aykırıdır. Açıklanan nedenlerle ‘... fiili kullanım durumları dikkate alınarak…’ ibaresinin bulunduğu 5831 Sayılı Kanunun 8. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na getirilen Ek Madde 4’ün 1. fıkrasının iptali hususunda Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak gerekmiş, aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir. HÜKÜM: Yukarıda gerekçesi açıklanan nedenlerle; 1- Görülmekte olan davada uygulanması ihtimali bulunan 5831 Sayılı Kanunun 8. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa getirilen Ek Madde 4’ün 1. fıkrasının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, 2- Anayasanın 152. maddesi gereği bu hususun bekletici mesele yapılmasına, 3- Kadastro Kanununa getirilen Ek Madde 4’ün 1. fıkrasının iptaline ilişkin başvuru ile ilgili olabilecek evrakların onaylı sureti ile başvuru gerekçesinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,” II- YASA METİNLERİ A- Dava ve İtiraz Konusu Yasa Kuralları 1- 31.8.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun iptali istenilen ek 10. maddesi şöyledir: “Ek Madde 10- Bu Kanunun; 20/6/1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve 2896 sayılı Kanun ve 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi uygulamaları ile orman sınırları dışına çıkarılan yerler, çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten itibaren kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez.” 2- 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun dava ve itiraz konusu fıkra, cümle ve ibareleri de içeren ek 4. maddesi şöyledir: “Ek Madde 4- 6831 sayılı Orman Kanununun 20/6/1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesi ile 23/9/1983 tarihli ve 2896 sayılı, 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edilir. Bu maddeye göre yapılacak kadastro çalışmaları ikinci kadastro sayılmaz. Bu maddeye göre yapılacak kadastro sırasında orman ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin sınır nokta ve hatları; orman kadastro tutanakları esas alınmak suretiyle orman işletme müdürlüğünce görevlendirilecek en az bir orman yüksek mühendisi ya da orman mühendisinin iştirak ettirildiği kadastro ekibince zemine aplike edilir. Bu çalışmalar sırasında kadastro veya orman haritalarında düzeltmeyi gerektiren tutanak, pafta ve zemin uyumsuzluğunun tespiti halinde, yukarıda oluşturulan kadastro ekibince teknik mevzuata uygun hale getirilir. Bu çalışmalara kadastro kontrol mühendisi de iştirak ettirilir. Çalışma sonucunda bir zabıt düzenlenir ve bu zabıt ekip görevlileri ile kontrol mühendisi tarafından birlikte imzalanır. Düzeltme işlemleri, orman mevzuatı ile tapu ve kadastro mevzuatına göre yapılmış ve bu Kanuna göre yapılacak askı ilanı ile de ilan ve tebliğ edilmiş sayılır. Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye Bakanlığının talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce fiili kullanım durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de yapılabilir. Bu işlemler sırasında, orman ve kadastro haritalarında tespit edilen fenni hatalar, yukarıdaki üçüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslara göre düzeltilir. Bu madde kapsamındaki kadastro, ifraz ve tescil işlemleri, 3194 sayılı İmar Kanunu ile 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılır. Kadastro çalışmalarına başlanılmadan önce, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin içerisinde özel kanunlarına göre değerlendirilmesi gereken alanlar bulunup bulunmadığı kadastro müdürlüğünce ilgili kurum ve kuruluşlarına yazı ile sorulur. İlgili idarelerce 15 gün içerisinde kadastro müdürlüğüne bilgi verilir. Bu süre içinde cevap verilmediği takdirde, söz konusu alanların bulunmadığı yönünde cevap verilmiş sayılır. Bu bilgilere veya ilgili idarelerce zeminde gösterilen sınırlara göre bu yerler içindeki bu alanların sınırları ölçülerek krokisinde gösterilir ve beyanlar hanesinde belirtilir. B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde ve başvuru kararında Anayasa’nın 2., 10., 11., 44., 153., 169. ve 170. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, E.2009/24 sayılı dosya 7.5.2009 gününde, E.2010/112 sayılı dosya 6.1.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantılarında başvurularda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, E.2009/24 sayılı dosyada yürürlüğü durdurma isteminin bu konudaki raporun hazırlanmasından sonra karara bağlanmasına, E.2010/112 sayılı dosyada sınırlama sorununun esas inceleme aşamasında ele alınmasına oybirliğiyle karar verilmiştir. IV- BİRLEŞTİRME KARARI E.2010/112 sayılı itiraz başvurusunun, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2009/24 esas sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas incelemenin 2009/24 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 6.1.2011 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi, başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin raporlar, dava konusu Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- Sınırlama Sorunu Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesine göre, Anayasa Mahkemesine yapılacak başvurular, itiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı yasa kuralları ile sınırlıdır. İtiraz yoluna başvuran Ula Asliye Hukuk Mahkemesi, 5831 sayılı Kanun’la 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasının tümünün iptalini istemiştir. 3402 sayılı Kanun’un ek 4. maddesinin birinci fıkrasında 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonlarınca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin kullanım kadastrosunun nasıl yapılacağı düzenlenmektedir. Buna göre, bu yerler fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, Kanunun 11. maddesinde belirtilen askı ilanı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak Hazine adına tescil edilecektir. Mahkemenin bakmakta olduğu dava, tescile ve beyanlar hanesinde fiili kullanıcının gösterilmesine ilişkindir. Bu nedenle, ek 4. maddenin birinci fıkrasına ilişkin esas incelemenin, “… fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle…” bölümü ile sınırlı olarak yapılmasına oybirliğiyle karar verilmiştir. B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu 1- 5831 sayılı Kanun’la, 6831 sayılı Orman Kanunu’na Eklenen Ek 10. Maddenin İncelenmesi Dava dilekçesinde, iptali istenilen hüküm ile getirilen orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilememesine ilişkin kuralın yalnızca çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten sonrası için geçerli olduğu, çıkarma işleminin henüz kesinleşmediği yerlerin kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilebilmesine olanak sağlandığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 169. ve 170. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu kural ile 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesi uyarınca orman alanı dışına çıkarılan yerlerin kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisabının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesine göre bir yerin orman alanı dışına çıkarılabilmesi için, bu yerin Orman Kanunu’nun 1. maddesine göre orman veya orman sayılan yerlerden olması ve 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş ve tarım, hayvancılık veya yerleşim alanı olarak kullanılmakta olması gerekmektedir. Bu alanlar orman dışına çıkarma işlemi yapılmadıkça her ne kadar fiilen orman özelliklerini kaybetmiş olsalar da, hukuken orman niteliğini kaybetmezler. Bu nitelikteki araziler dava konusu kanun değişikliği yapılmadan önce ancak orman dışına çıkarma işlemi kesinleştikten sonra hukuken orman vasfını kaybederek Hazinenin özel malı hâlini almakta ve kazandırıcı zaman aşımından yararlanarak zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün hale gelmekteydi. Dava konusu kural bu şekilde kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisabı yasaklamıştır. Anayasa’nın 169. maddesi ormanların korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemleri ve ormanların hukuki rejimini düzenlemekte, 170. maddesi ise orman köylülerinin korunmasına ilişkin hükümler içermektedir. Orman alanı dışına çıkarma işlemi kesinleşmeden önce bu alanlar hukuken orman vasfı taşıdığından Anayasa’nın 169. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez” kuralı gereğince, dava dilekçesinde ileri sürüldüğünün aksine, kazandırıcı zaman aşımı yoluyla iktisap edilmeleri mümkün değildir. Orman alanı dışına çıkarılan alanların kazandırıcı zaman aşımı yoluyla iktisabını yasaklayan kural, Anayasa’nın ormanların korunmasını düzenleyen 169. ve orman köylülerinin korunmasını öngören 170. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. 2- 5831 sayılı Kanun’la, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na Eklenen Ek 4. Maddenin Birinci Fıkrasında Yer Alan “… fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle…” Bölümü ile Dördüncü Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde fiili kullanıcıların ve muhdesatın beyanlar hanesine kaydedilmesini öngören kural ile orman alanı dışına çıkarılan arazilerin kullanım kadastrosu sırasında ifraz ve tevhide izin veren dördüncü fıkranın birinci cümlesi ve maddenin diğer fıkralarındaki hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, daha sonra çıkarılacak düzenlemelerle bu arazilerin satılması için hazırlık yapıldığı ve bu alanların satışını sağlamak için saklı amaç güdüldüğünün anlaşıldığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 11., 153., 169. ve 170. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu kurallar, 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesi uyarınca orman alanı dışına çıkarılan yerlerin kullanım kadastrosu yapılırken bu arazilerin fiili kullanım durumları dikkate alınarak arazilerin kimler tarafından ve ne zamandan beri kullanıldığı ve varsa üzerindeki muhdesatın kimlere ait olduğunun kadastro tutanağının beyanlar hanesine kaydedilmesini ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye Bakanlığının talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce fiili kullanım durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve tevhit de yapılabileceğini hükme bağlamaktadır. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi uyarınca yasama işlemlerinin amacının Anayasa’ya uygun olması gerektiğinde kuşku yoktur. Anayasa’nın açık bir amaç belirlediği durumlarda yasama işleminin bu amaçla yapılması, Anayasa’da açık bir amacın belirlenmediği hallerde ise kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Ancak kamu yararının sübjektif niteliği dolayısıyla bir yasanın kamu yararı dışında başka bir amaç güttüğünün açıkça görüldüğü istisnai durumlar dışında Anayasa Mahkemesinin kanunların amacının kamu yararına uygunluğunu denetleme yetkisi yoktur. Dava dilekçesinde ileri sürülen Anayasa’ya aykırılığın ileride çıkarılacak bir yasa ile gerçekleşeceği ve bu yasanın ileride çıkarılacak ve Anayasa’ya aykırı olacak yasaya zemin hazırladığı, bu nedenle Anayasa’ya aykırı olduğu savları Anayasa yargısına konu edilemez. 4721 sayılı Medeni Kanun’un 1012. ve Tapu Sicili Tüzüğü’nün 60 ilâ 64. maddelerinde düzenlenen beyanlar, tescil ve şerhten farklı olarak herhangi bir aynî hak doğurmayacağı gibi şahsî hakların kuvvetlendirilmesi işlevine de sahip değildirler. Beyanların fonksiyonu, taşınmazla ilgili bazı fiili veya hukuki durumlara ya da zaten mevcut bulunan bazı haklara aleniyet sağlamaktan ibarettir. Beyanlar hanesine bir hususun kaydedilmesi ilgili kişiye herhangi bir hak vermeyeceği gibi, o kişi bakımından bir hak da doğurmaz. Bu nedenle, orman dışına çıkarılan alanların kadastrosu sırasında buraları fiilen kullananların beyanlar hanesine kaydı bu kişiler açısından herhangi bir hak doğurmayıp, ancak fiili durumun tespiti ve alenileştirilmesi anlamına gelecektir. Bu tespitin tek amacının bu arazilerin fiilen kullananlara satılması olduğu söylenemez. Devletin orman alanı dışına çıkarılan arazilerin fiili kullanım durumlarını da dikkate alarak envanterini çıkarması bu alanlarla ilgili yapılacak her türlü tasarruf açısından büyük önem taşımaktadır. İptali istenilen kurala dayanılarak yapılacak tespitler bu arazilerin orman köylülerine tahsisi, fiilen kullananlardan ecrimisil alınması, fiili durumun ispatı gibi işlevler de görebilirler. Bu nedenle orman alanı dışına çıkarılan alanların kullanım kadastrosunun yapılması sırasında arazileri fiilen kullananlar ile varsa üzerindeki muhdesatın kadastronun beyanlar hanesine kaydedilmesinde Anayasa’ ya aykırılık yoktur. Diğer taraftan, kadastro sırasında ifraz ve tevhid, kadastro parsellerinin bölünmesi ve birleştirilmesi anlamına gelir. Orman kadastrosunda orman alanları parsellere ayrılmayıp, devlet ormanlarına ad verilmektedir. Orman kadastro haritaları ise, arazinin niteliğine göre, yeşil (ormanlar), kırmızı (orman dışına çıkarılan alanlar), sarı (orman olmayan alanlar) ve mavi (su yüzeyleri) olmak üzere dört renge boyanmaktadır. Orman dışına çıkarma çalışması yapılan yerlere Romen rakamıyla parsel numaraları verilmektedir. 2/B çalışması sırasında tespit edilen parseller arazinin fiili kullanım biçimiyle örtüşmeyebileceği gibi her hangi bir tahsis durumunda ekonomik kullanıma elverişli de olmayabilirler. Bu nedenle farklı parsellerin birleştirilmesine ya da bir parselin birden fazla parçaya ayrılmasına ihtiyaç duyulabilir. Dava konusu kuralın bu ihtiyaca cevap vermek amacıyla çıkarıldığı anlaşılmaktadır. İfraz ve tevhid işlemlerinin Maliye Bakanlığının talebine tâbi tutulmasının nedeni, orman dışına çıkarılan yerlerin Hazine adına tescil edilmesi ve Hazine arazileri üzerindeki tasarruf yetkisinin Maliye Bakanlığına ait olmasıdır. Açıklanan nedenlerle kurallar 2., 169. ve 170. maddelerine aykırı değildir, iptal isteminin reddi gerekir. Ahmet AKYALÇIN ve Mehmet ERTEN bu görüşe katılmamışlardır. Kuralların Anayasa’nın 11. ve 153. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. 3- Kadastro Kanunu’na Eklenen Ek 4. Maddenin Beşinci Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde Orman Kanunu’nun 2/B maddesi hükümlerine göre orman alanı dışına çıkarılan yerlerin kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin İmar Kanunu ve Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılmasını öngören kuralın Anayasa’nın 44. maddesinde yer alan toprakların erozyona karşı korunması ve toprağın verimli kullanılması ilkelerine ve Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu kural, orman alanı dışına çıkarılan arazilerle ilgili kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin, 3194 sayılı İmar Kanunu ile 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki kısıtlamalara tâbi olmaksızın yapılmasını öngörmektedir. Anayasa’nın 44. maddesi “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz. Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez, miras hükümleri dışında başkalarına devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle mirasçıları tarafından işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan toprağın Devletçe geri alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir.” hükmünü içermektedir. Anayasa’nın bu hükmünü uygulamaya geçirmek amacıyla Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu çıkarılmıştır. Toprakların verimli kullanılması ve tarım topraklarının erozyona karşı korunması milli ekonomi açısından önem taşıdığı gibi, bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıyla da yakından ilgilidir. 5403 sayılı Kanun’da toprakların korunması ve ekonomik olarak işletilebilmesini sağlamak üzere bazı ilkeler öngörülmüştür. Aynı şekilde şehirleşmenin planlı bir şekilde yapılabilmesi için İmar Kanunu çıkarılmıştır. İmar Kanunu’nda sağlıklı ve çağdaş şehirlerin ortaya çıkarılabilmesi için ifraz ve tevhitlere ilişkin bazı kısıtlamalar öngörülmüştür. Orman alanı dışına çıkarılan arazilerin Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile İmar Kanunu’nda yer alan kısıtlamalara tâbi olmaksızın kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin yapılmasına olanak tanıyan dava konusu kural, bu arazilerin sözü edilen kanunlarda yer alan ve Anayasa’nın amir hükmü gereği olan korumaların dışında tutulması sonucunu doğurmaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 44. maddesine aykırıdır, iptali gerekir. Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır. Kural iptal edildiğinden Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir. VI-YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 15.1.2009 günlü, 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un: A- 8. maddesiyle, 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen Ek 4. maddenin beşinci fıkrası, 12.5.2011 günlü, E. 2009/24, K. 2011/75 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu fıkranın, uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA, B- 1- 5. maddesiyle, 31.8.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Kanunu’na eklenen Ek 10. maddeye, 2- 8. maddesiyle, 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 4. maddenin; a- Birinci fıkrasının “… fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, …” bölümüne, b- Dördüncü fıkrasının birinci cümlesine, yönelik iptal istemleri, 12.5.2011 günlü, E. 2009/24, K. 2011/75 sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde, cümle ve bölüme ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 12.5.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. VII- SONUÇ 15.1.2009 günlü, 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un: A- 8. maddesiyle, 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen Ek 4. maddenin birinci fıkrasının “… fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, …” bölümü dışında kalan bölümünün, itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu bölüme ilişkin başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, B- 1- 5. maddesiyle, 31.8.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Kanunu’na eklenen Ek 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 2- 8. maddesiyle, 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen Ek 4. maddenin; a- Birinci fıkrasının “… fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Ahmet AKYALÇIN ile Mehmet ERTEN’in karşoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, b- Dördüncü fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Ahmet AKYALÇIN ile Mehmet ERTEN’in karşoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, c- Beşinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 12.5.2011 gününde karar verildi. Başkanvekili Serruh KALELİ Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARŞIOY GEREKÇESİ 3402 sayılı “Kadastro Kanunu”nun Ek madde 4’ün iptali istenilen birinci fıkrasında, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 20.6.1973 günlü 1744 sayılı yasa ile değişik 2. maddesi ile 23.9.1983 gün ve 2896 sayılı, 5.6.1986 gün ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2. maddesinin (B) bendine göre orman kadastro komisyonları’nca Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin, fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle aynı yasanın kadastro sonuçlarının ilânına ilişkin düzenleme getiren 11. maddesinde belirtilen askı ilânı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak hazine adına tescil edileceği; Dördüncü fıkrasında, hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin, daha öncesi tescil edildiğine bakılmaksızın Maliye Bakanlığı’nın talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nce fiil kullanım durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/ veya tevhit’in de yapılabileceği, bu işlemler sırasında, orman ve kadastro haritalarında tespit edilen fenni hataların üçüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslara göre düzeltileceği; Beşinci fıkrasında ise madde kapsamındaki kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin 3194 sayılı imar kanunu ile 3.7.2005 gün ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılacağı belirtilmiştir. Bu düzenlemeye göre, orman kanunu’nun 2/B hükümlerine göre Orman dışına çıkarılan yerlerin kadastrosunun öncelikle yapılarak Hazine adına tescilinin sağlanacağı, kadastro sırasında arazilerin fiili kullanım durumlarının belirlenmesi amacıyla kimler tarafından ne kadar zamandan beri kullanıldıklarının ve arazi üzerinde muhdesatın bulunup bulunmadığının beyanlar hanesinde gösterileceği, orman alanı dışına çıkarılan yerlerin hazine adına tescil edileceği ve hazine arazileri üzerindeki tasarruf yetkisinin Maliye Bakanlığı’na ait olduğu, kadastro, ifraz ve tescil işlerinin İmar Kanunu ile Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanundaki kısıtlamalara tabi olmayacağı anlaşılmaktadır. İfraz, sözlük anlamı ile, genel olarak “bütünden parça ayırma, ayrılma, çıkma”, hukukta ise “arazinin bölünmesi parsellenmesi” anlamına gelmekte, hukuk düzeninde ifraz, taşınmaz sahibi veya sahiplerinin isteği ile veya 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesine göre tarafların muvafakatı olmadan imar planını yapan idare tarafından “arsa ve arazi düzenlemesi” şeklinde yapılan ayırma; Tevhit ise imar hukukunda imar planlarının uygulanmasında kullanılan yöntemlerden birisi olup imar mevzuatı yönünden tevhit (birleştirme) birden fazla taşınmazın imar mevzuatı ve imar planına uygun olarak yapı yapmaya el verişli imar parselleri oluşturmak amacıyla yapılan işlemlerdir Anayasa’ya uygunluk denetiminin, iptali istenilen Ek madde 4’ün sınırlanan tümce ve diğer fıkraların birlikte gözetilerek yapılması gerekmektedir. Ormanların, ekonomik ve ekolojik işlevleri nedeniyle stratejik öneme sahip doğal kaynaklardan olduğu, orman ürünlerinin pek çok sanayi kolunun hammaddesini oluşturduğu dikkate alındığında ormanların yetiştirilmesi ve korunarak muhafaza edilmesinin kaçınılmaz olduğu kuşkusuzdur. Nitekim ormanların korunmaları, geliştirilmeleri, orman örtüsünün yok edilmesinin önlenmesi ile ilgili Anayasa’nın 169. ve 170. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlemeye yer verilmiştir. Anayasa’nın 169. Maddesi’nin gerekçesinde de belirtildiği gibi maddenin birinci fıkrası doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden birisi olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için Devlete gereken tedbirleri alıp kanun koymayı ve ormanların gözetimi görevinin Devlete ait olduğu; ikinci fıkrada Devlet ormanlarının yalnız Devletçe yönetilmesi ve işletilmesinin yasa ile düzenleneceği, mülkiyeti ve yönetiminin özel kişilere devrolunamacağı belirtilmekte, maksatlı olarak yapılan orman tahripleri, ağaçlar ve ormanlara vaki tecavüzlerde ormanların zaman aşımı suretiyle mülk edinilemeyeceği, kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamayacağı; üçüncü fıkrada da ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemeyeceği Anayasada temel düzenleme olarak yer almıştır. Anayasadaki bu düzenleme ile ormanların korunması ve bütünlüğünün bozulmaması amaçlanmış olup, ancak kamu yararının zorunlu kıldığı kimi durumlarda irtifak hakkı tesisine izin vermiştir. Anayasa’nın 169. maddesi ile aralarında birbirini bütünleyici ve tamamlayıcı nitelikte bir bağ olan Anayasa’nın 170. maddesinde de ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve orman bütünlüğünün korunması bakımından ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın iş birliğini sağlayıcı tedbirlerin alınacağını, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması, orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek yasayla bu halkın yararlanmasına tahsis edileceği öngörülmüştür. Anayasa, bu işlerin yapılmasını Devlet’e görev olarak yüklemiş, ekonomik sıkıntı çeken köyler halkına Devlet eliyle ihya edilmiş tarım ve yerleşim alanları sağlamak istemiştir. Anayasa ile güdülen amaç, bilim ve fen bakımından artık orman olarak işletilmesinde yarar görülmeyen yerleri orman içinde ikamet eden halkın yararına tahsis etmek suretiyle değerlendirmektir. Şu halde, orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin yalnızca orman köyleri halkının nakli ve yerleştirilmesi amacıyla değerlendirilmesi olanaklıdır. Böylece, orman köylüsünün ormanları tahribi önlenerek ulusal ekonomiye katkıda bulunması sağlanmak suretiyle üretici haline getirilip kalkınması amaçlanmıştır. Anayasa’nın bu emredici kuralı nedeni ile yasa koyucunun, bu alanların kullanıcılarına veya başkalarına, hatta orman içi köyler halkına satılmasını, devredilmesini veya bu amacı gerçekleştirmeye yönelik ön hazırlığı sağlayacak bir düzenleme yapması olanaklı değildir. Hukukun ve Anayasa’nın üstünlüğünün yaşama geçirilmesi, Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen Anayasa Mahkemesi’nin denetimi ile olanaklıdır. İptali istenilen kuralla, Orman Kanunu’nun 2/B maddesi kapsamında, orman dışına çıkarılan yerleri kullanan kişilerin orman köylüsü olup olmadıkları gözetilmeksizin kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmesi ve orman rejimi dışına çıkartılan bu alanlarda, fiili kullanım durumlarına göre ifraz ve/veya tevhit işlemlerinin yapılması imkânının getirilmesi, yasalardaki kısıtlamalara tabi olmayacağı öngörülerek hukuksal alt yapıyı hazırlayıp 2/B kapsamındaki orman özelliğini yitirmiş alanların kamu yararı gözetilmeksizin fiili kullanıcılarına veya başkalarına ileride engelsiz satış ve devri imkânının sağlanmasının amaçlandığı açıktır. Bu amaca yönelik olarak düzenlenen iptali istenilen kuralın amaç ögesi bakımından Anayasa’ya uyumlu olduğundan söz edilemez. Açıklanan nedenlerle iptali istenilen Ek madde 4’ün sınırlanan tümcesi ve dördüncü fıkrasının birinci tümcesinin Anayasa’nın 169., 170. maddelerine açıkça aykırı olduğundan iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun redde ilişkin görüşüne katılmıyorum. Üye Ahmet AKYALÇIN KARŞIOY ve EK GEREKÇE Dava dilekçesinde, 15.1.2009 günlü, 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesi ile 21.6.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen Ek Madde 4’ün; Birinci fıkrasında yer alan “fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle” bölümünün, Dördüncü fıkrasında yer alan “Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, daha öncesi tescil edilmiş olduğuna bakılmaksızın Maliye Bakanlığının talebi üzerine, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce fiili kullanım durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de yapılabilir” şeklindeki birinci cümlesinin, Beşinci fıkrasında yer alan “Bu madde kapsamındaki kadastro, ifraz ve tescil işlemleri, 3194 sayılı İmar Kanunu ile 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılır.” kuralının, Anayasa’nın 2., 44., 169. ve 170. maddelerine aykırı oldukları ileri sürülmektedir. Gerekçede, iptali istenen kuralları da içeren Ek 4. maddenin amacının Orman Kanunu’nun 2/B maddesi hükümleri uyarınca orman alanı dışına çıkarılan yerlerin kadastro işlemlerinin yapılarak, hazine adına tescillerinin sağlanması olduğu ifade edilmektedir. Anayasa’nın “Orman köylüsünün korunması” başlıklı 170. maddesinde, ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve orman bütünlüğünün korunması bakımından ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerin, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi; bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsis edilmesinin kanunla düzenleneceği öngörülmüştür. Anayasa, orman sınırları dışına çıkartılan yerlerin Devlet eliyle ihya edilerek, orman içi köyler halkına tarım ve yerleşim alanı olarak kullanmak üzere tahsis edilmesini sağlamak istemiş ve bunu da Devlete görev olarak vermiştir. Böylece, bilim ve fen bakımından orman olarak işletilmesinde yarar görülmeyen ve bu nedenle orman sınırları dışına çıkartılan yerler sadece orman içi köyler halkına tahsis edilmek suretiyle değerlendirilmek ve hem de ormanların tahrip edilmesi önlenmek istenmiştir. Buna göre, orman sınırları dışına çıkartılan yerler orman içindeki köyler halkının yararlanmalarına tahsis edilebilecek, bu yerlerin mülkiyeti satış ya da başka yollarla devredilemeyecektir. İptali istenen kurallarla getirilen ve bu yerlerin kullanım durumuyla ilgili kadastro tutanağına yazılması istenen bir kısım bilgiler ile daha önce orman sınırları dışına çıkarılarak hazine adına tescil edilen yerler de dâhil olmak üzere, fiili kullanım durumuna göre ifraz ve/veya tevhit imkânının getirilmesi ve kimi yasa hükümlerinin uygulanmak istenmemesine ilişkin düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, amacın, Orman Kanunu’nun 2-B maddesi hükümleri uyarınca orman alanı dışına çıkartılan yerlerin kadastro işlemlerinin yapılarak hazine adına tescillerini sağlamaktan ziyade, bu alanları fiilen kullananlara 3194 ve 5403 sayılı Yasa’ların engelleyici hükümleri de uygulanmayarak süratle yapılacak ifraz ve/veya tevhit çerçevesinde ileriki tarihlerde kolayca satmak ve devretmek için hukuksal alt yapının oluşturulmasından ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu düzenlemeler ile saptanmak istenen hususların hazine adına tescil işlemine hiçbir katkı sağlamayacak olması, orman alanı dışına çıkartılan yerlerin satılmasını sağlamak için 2924 sayılı Kanun’un 11. maddesinde ve 4706 sayılı Kanun’un 3. maddesinde daha önce yapılan ve Anayasa Mahkemesi’nin 30.03.1993 tarih ve E.1992/48, K.1993/14 sayılı 23.01.2002 tarih ve E.2001/382, K.2002/21 sayılı kararları ile Anayasa’nın 170. maddesine aykırı görülerek iptal edilen kurallar ile inceleme konusu olan ve iptali istenen kuralların benzer ifadeler kullanılarak yasalaştırılması amaçla ilgili saptamanın doğruluğunu desteklemektedir. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında, Orman Kanunu’nun 2/A ya da 2/B hükümlerine göre orman alanı dışına çıkarılan yerlerin sadece orman köylüsüne tahsis edilebileceği gerekçesiyle çeşitli yasa hükümlerini iptal etmiş, 23.01.2002 tarih E.2001/382, K.2002/21 sayılı kararında bu yerlerin orman köylüsüne satılmasını dâhi Anayasa’nın 170. maddesine aykırı görerek kuralın iptaline karar vermiştir Orman sınırları dışına çıkartılan yerlere ilişkin olarak yapılacak yasaların, Anayasa’nın 170. maddesinde öngörülen orman içindeki köyler halkına tahsis amacına uygun olması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Buna uygun olarak yasalaştırılmadığı açıkça anlaşılan iptal istemine konu edilen kurallar Anayasa’nın 170. maddesine aykırıdır. Ek 4. maddenin beşinci fıkrasının iptal edilmesine ilişkin çoğunluk görüşüne ise açıkladığım ek gerekçe ile birlikte aynen katılmaktayım. Bu nedenle Ek 4. maddenin birinci fıkrasında yer alan bölüm ile dördüncü fıkrasının birinci cümlesinin de iptalleri gerektiğinden, bu kuralların ret edilmelerine ilişkin çoğunluk görüşüne katılmadım. Üye Mehmet ERTEN KARŞI OY GEREKÇESİ 15.01.2009 tarihli 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesi ile 21.06.1987 tarihli 3402 sayılı Kadastro Kanun’una eklenen ek 4. maddenin beşinci fıkrası, “Bu madde kapsamındaki kadastro, ifraz ve tescil işlemleri, 3194 sayılı İmar Kanunu ile 03.07.2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Dava konusu 5831 sayılı Kanun’un 8. maddesinin genel olarak amacı, yıllardır tescil edilmemiş orman kadastrosunun ve bunun bir parçası olan 2/B sahalarının kadastrosunun yapılarak tescillerinin sağlanması, kimler tarafından hangi vasıfla kullanıldığının tesbit edilmesi ve geometrik durumlarının paftaya aktarılmasıdır. Orman dışına çıkarılmış olan alanların kadastrosunun bu hükümde gösterilen kısıtlamalara tabi olması halinde beklenilen amaca ulaşılması mümkün değildir. Dava konusu kuralda sözü edilen kanunlardaki kısıtlamaların, kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinde uygulanmaması demek, adı geçen kanunların bir daha bu tür yerlerde hiç uygulanmayacağı anlamına gelmez. Kadastro işlemleri, taşınmazlar üzerindeki fiili ve hukuki durumun tesbitinden ibarettir. Bu tesbit yapıldıktan sonra taşınmazlarda yeni hukuki uygulamalar yapılması da mümkündür. Kadastro işlemleri tamamlandıktan sonra toprağın verimli kullanılmasını sağlamak amacıyla Toprak Koruma Kanunu hükümlerine uygun düzenlemelerin yapılmasına herhangi bir engel olmadığı gibi, bu yerlerde imar çalışmaları başladığında hiçbir kısıtlama olmadan İmar Kanununun bütün hükümlerinin eksiksiz uygulanması gerekecektir. Böylece hem dava konusu kuralla ulaşılmak istenen amaç gerçekleşecek, hem de kuralda sözü edilen kanunlar kısıtlama olmadan uygulama alanı bulacaktır. Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, 15.01.2009 tarihli 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesi ile 21.06.1987 tarihli 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek 4. maddesinin beşinci fıkrası ile yapılan düzenlemenin, Anayasa’nın 2. ve 44. maddesine aykırı olmadığından dava konusu kuralın iptali yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI MUHALEFET ŞERHİ Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) tarafından 15.01.2009 tarihli ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un, 8. maddesiyle 21.06.1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek madde 4’ün, birinci ve dördüncü fıkralarındaki bazı bölümlerle birlikte, beşinci fıkrasının da Anayasanın 44. ve 2. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istenmiştir. İptali talep edilen hüküm şu şekildedir: “ – Bu madde kapsamındaki kadastro, ifraz ve tescil işlemleri, 3194 sayılı imar Kanunu ile 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılır.” Davacı tarafından, Orman Kanunu m. 2/B gereğince orman alanı dışına çıkarılan yerlerin kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin İmar Kanunu ile Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki kısıtlamalara tabi olmaksızın yapılması durumu, Anayasanın 44. maddesine aykırı görülmüş, Anayasanın 2. maddesine aykırılık ise, kuralın kamu yararına aykırı olduğu gerekçesine dayandırılmıştır. Anayasanın, konuya ilişkin 44. maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir: “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.” İptali istenen kural, sayın çoğunluk tarafından Anayasa’nın 44. maddesine aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Bunun gerekçesi olarak da, sözkonusu İmar Kanunu ile Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki kısıtlamalara tabi olunmamasını, bu kanunlardaki düzenlemelere, daha sonra da uyulmayacağı, o nedenle, söz konusu kanunlarda getirilen sınırlamalara tabi olmaksızın işlem yapılması durumu gösterilmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, iptali istenen kural ile, Orman Kanunu m. 2/B hükmü çerçevesinde orman alanı dışına çıkarılan arazilerin kadastrosu, ifraz ve tescil işlemlerinin yapılması hedeflenmektedir; bu yapılırken de, arazinin fiili durumunun dikkate alınması, İmar Kanunu yahut Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki kısıtlamalarla çakışan bir durum olursa buna rağmen, kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin yapılması amaçlanmaktadır. Bu şekilde, orman alanı dışına çıkarılan arazilerin kadastrosu yapıldıktan sonra, İmar Kanunu yahut Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki hükümlerin uygulanmasına ve orada belirtilen kısıtlamalara tabi olarak yeni işlemler yapılmasına engel bulunmamaktadır. Burada amaç, İmar Kanunu’ndaki yahut Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki kısıtlamaları dikkate almaksızın imar planı yapmak yahut toprağın kullanılmasına imkan vermek, erozyonla mücadele edilmesini engellemek vb. olmayıp, öncelikle o arazinin kadastrosunu, ifraz ve tescilini sağlamaktır. Kadastro, ifraz ve tescil işlemlerinin arkasından, orman alanı dışına çıkarılan yere, İmar Kanunu ile Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki hükümlerin uygulanması mümkündür. Bunda da kamu yararının olduğu kuşkusuzdur. O nedenle getirilen hüküm, Anayasa’nın 44. ve 2. maddelerine aykırı olmayıp, iptal talebinin reddi gerekir. Yukarıda belirtilen nedenlerle, 15.01.2009 tarihli ve 5831 sayılı Tapu Kanunu ve Bazı kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un, 8. maddesiyle 21.06.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na eklenen ek madde 4’ün beşinci fıkrasının Anayasa’nın 44. maddesine aykırı olduğu ve iptali gerektiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Erdal TERCAN [R.G. 23 Temmuz 2011 – 28003] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2009/31 Karar Sayısı : 2011/77 Karar Günü : 12.5.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY ve Kemal ANADOL (E.2009/31) İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR: 1- Karlıova Asliye Hukuk Mahkemesi (E.2009/36) 2- Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (E.2009/37) 3- Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (E.2009/40) 4- Erdemli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (E.2009/68) 5- Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesi (E.2009/71,E.2009/72, E.2009/73, E.2009/74, E.2009/75, E.2009/76, E.2009/77, E.2009/78, E.2009/79, E.2009/80) 6- Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesi (E.2011/2) DAVA ve İTİRAZLARIN KONUSU: 25.2.2009 günlü, 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun; 1) 2. maddesi ile 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin, 2) 3. maddesi ile 3402 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 10’un, Anayasa’nın 2., 9., 10., 36., 43., 138. ve 169. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL DAVASI VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İLE İTİRAZ BAŞVURUSUNUN GEREKÇELERİ A- Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “… III. GEREKÇE 1) 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci Maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12 nci Maddesinin Üçüncü Fıkrasına eklenen Cümlenin “iddia ve taşınmazın niteliğine” Tümcesinin Anayasa’ya Aykırılığı 3402 sayı Kadastro Kanunun 12 nci maddesi, 5841 sayılı Yasa’nın 2 nci maddesi ile eklenen ve iptali istenen tümceyi de içeren cümle ile şu şekli almıştır: “Madde 12 - 30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir. Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir. Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz. Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.” Yapılan bu düzenlemeye göre, Kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak iddia ve taşınmazın niteliği ne olursa olsun itiraz olunamayacak ve dava açılamayacaktır. Diğer bir anlatımla, kadastro tutağında özel mülkiyet olarak tespit edilen taşınmaz, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki örneğin “kıyı” veya “Devlet Ormanı” dahi olsa kadastro tutağının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçmiş ise artık itiraz olunamayacak ve dava açılamayacaktır. Madde gerekçesinde, 10 yıllık hak düşürücü süre sınırlamasının hakka yönelik olmadığı da dikkate alınarak Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi gereğince özel mülkiyet ve kamu mülkiyeti ayrımı yapılmaksızın, Türk Medeni Kanununda öngörülen tapuya güven ilkesini uygulanamaz hale getiren ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 numaralı protokolünün 1 inci maddesine aykırılık oluşturan uygulamanın ortadan kaldırılmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Arhavi Asliye Hukuk Mahkemesi kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle tapu kaydının iptali ve kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan arazinin tescil dışında bırakılması istemiyle açılan davada, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrasının “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır,” bölümünün Anayasa'nın 35. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemiştir. Mahkemenin itiraz gerekçesinde, “İptali istenen taşınmazların tapulu olduğu, bu tapuların devletin yetkili organlarınca yetkileri dâhilinde düzenlenerek tapuya davalı özel şahıslar adına kaydedildiği noktasında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Davalılar adına devletin yetkili organlarınca oluşturulan bu kayda rağmen yine yürütme organlarınca bu tapuların bu kez kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından bahisle iptalinin istenmesi Anayasanın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Aynı şekilde bu şekilde yapılacak bir iptal Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ek protokol 1. maddesinde düzenlenen mülkiyet haklarının da ihlali sonucunu doğuracaktır. Böyle bir halde davalı tarafların Avrupa İnsan Haklarına Mahkemesine başvurusu halinde belirtilen maddenin ihlali nedeni ile ülkemizin tazminatla sorumlu tutulacağı Ek Protokol 1. maddenin açıklığı karşısında izahtan varestedir. Ülkenin bu şekilde bu tip davalarla mahkûm edilmesi Avrupa ülkeleri nezdinde ülkemizin itibarını kaybetmesine neden olmaktadır.” denilmiştir. Görüldüğü üzere iptali istenen düzenlemeyi getiren 5841 sayılı Yasa’nın 2 nci maddesinin gerekçesi ile adı geçen mahkemenin itiraz gerekçesi örtüşmektedir. Anayasa Mahkemesi 24.9.2008 tarih ve E.2008/26, K.2008/147 sayılı kararı ile yapılan itirazı oybirliği ile reddetmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kararında; “Anayasa'nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek 1. Protokolün 1. maddesinde de “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” denilmektedir. Temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkı bireyin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Eşya üzerindeki hâkimiyet bir yönüyle bireye devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan yaratırken, diğer taraftan emeğinin karşılığını güvence altına almakla bireye kendi hayatını yönlendirme ve geleceğini tasarlama olanağı sunmaktadır. Bu nedenle birey özgürlüğü ile mülkiyet hakkı arasında yakın bir ilişki vardır. Ancak mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olması nedeniyle özel mülkiyete konu yapılamaması Anayasa'da öngörülmektedir. Kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olması, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmaları gerektiği anlamına gelmektedir. Hukukumuzda kıyılar, sahipsiz doğal nitelikli ve herkese açık bir kamu malı olarak düzenlenmiştir. Anayasa'nın 43. maddesi kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu hükmünü içermektedir. Buna göre anayasa koyucu kıyıların toplum için önemini dikkate alarak mülkiyet konusu olmasını yasaklamaktadır. İptali istenilen 3621 sayılı Yasa'nın 5. maddesinin birinci fıkrası, Anayasa'nın 43. maddesindeki hükmün bir tekrarı niteliğindedir. Bu nedenle 5. maddenin Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. İtiraz başvurusunda değinilen uygulama sorunu, son yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları çerçevesinde kıyı kenar çizgisi içinde kalan tapu siciline kayıtlı taşınmazların karşılıklı hak dengesini sağlamak amacıyla mülk sahibine tazminat niteliğinde bir bedelin ödenmesi gerektiği yolundaki yargı kararları ile ortadan kalkmıştır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'ya aykırı değildir, iptal isteminin reddi gerekir.” Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı ile; mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı, kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği, böyle bir sınırlandırmanın da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 numaralı protokolünün 1 inci maddesine aykırılık oluşturmayacağı, ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları çerçevesinde ortaya çıkan uygulama sorununun da, kıyı kenar çizgisi içinde kalan tapu siciline kayıtlı taşınmazların karşılıklı hak dengesini sağlamak amacıyla mülk sahibine tazminat niteliğinde bir bedelin ödenmesi gerektiği yolundaki yargı kararları ile ortadan kalkmış olduğu vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararında ayrıca “Kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olması, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmaları gerektiği anlamına gelmektedir” denilerek devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerin özel mülkiyet konusu olamayacağı belirtilmiştir. Bu nedenle, özel mülkiyet konusu olmayacağı Anayasal kurallarla belirlenen yerlerin özel mülkiyet konusu yapılmasının önünü açan iptali istenen düzenlemenin söz konusu Anayasa kuralları ile bağdaşmayacağı açıktır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararlarında da bu durum vurgulanmıştır. Bu bağlamda; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.11.1988 gün ve 1/825-954 sayılı kararında, “Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler, bu nitelikleri itibariyle yasama organının serbestçe düzenlenmesine açık yerlerden değildirler. Yasama organı çıkaracağı yasalarla, söz konusu taşınmazların bu niteliklerini koruyucu yönde düzenlemede bulunmak zorundadır; zira Anayasa hükümleri yasa koyucunun yetkilerini ve düzenleme alan ve sınırlarını belirleyici hükümleridir. Bu itibarla 3402 sayılı Yasanın devletle kişiler arasındaki uyuşmazlıklara ve davalara son vermek amacıyla devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin bu niteliklerini ortadan kaldıracak yönde yoruma elverişli olarak çıkarıldığını benimseme olanağı yoktur.” görüşüne yer verilmiş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.3.1999 gün ve 1/170-167 sayılı kararında da, “3402 sayılı Yasanın 12/3 maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin, Hazinece açılan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yer iddiasına dayanan davalarda dava koşulu olarak ele alınıp değerlendirilemeyeceği, işin esasına girilip dava konusu taşınmazın gerçek niteliğini, daha açık bir anlatımla özel mülkiyete konu olup, olmayacağının tespit edilmesinden sonra bu yönde bir karar verilmesi gerektiği; yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ortaklaşa kabul edilen bir kural haline geldiği' vurgulanmıştır. Yukarıdan beri açıklanan yerleşmiş Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararları özetlenecek olursa, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve bu nedenle tespit dışı bırakılması gereken taşınmazlar hakkında tespit tutanağı düzenlenmiş olsa bile, yok hükmünde sayılan işlemler, önceki 766 sayılı Yasanın 31/2 ve halen yürürlükte bulunan 3402 sayılı Yasanın 12/3 maddelerinde yazılı olan 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi değildir. Açıklanan nedenlerle özel mülkiyet konusu olmaması gereken devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kıyılar ile ormanlar için de bir hak düşürücü süre getiren iptali istenen tümce, öncelikle Anayasa’nın 43 üncü ve 169 uncu maddelerine aykırıdır. Diğer taraftan, 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu‘nun “Sahipsiz Yerler ve Yararı Kamuya Ait Mallar” konusunu düzenleyen 715. maddesinde şöyle denilmektedir: “Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir.” Bu maddedeki düzenleme 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın “Kamu Malları”nı düzenleyen 16 ncı maddesinde ele alınmıştır. Maddenin (C) fıkrasında, “Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler, dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar) gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir, istisnalar saklıdır,” denilmiştir. Bu genel kuralın ayrıksı durumu ise aynı Yasa’nın “İhya Edilen Taşınmaz Mallar” başlıklı 17 nci maddesinde düzenlenmiştir: “Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir. İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz.” Görüldüğü üzere, iptali istenen bu düzenleme, Temel Yasa niteliğindeki Türk Medeni Kanununun ve Kadastro Kanununun Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlara ilişkin düzenlemeleri de içeren ve yukarıda değinilen hükümlerine de ters düşmektedir. Böyle bir durumun, “Hukuk Devleti” ilkesiyle bağdaşmayacağı ve dolayısıyla Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı olduğu açıktır. Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez ögeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düşüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal yaşam alanı olan ormanların korunması için yasakoyucunun bu esası gözardı etmemesi ve bunu en iyi şekilde yansıtması zorunludur. Günümüzde “kamu yararı kavram yanında; “toplum yararı” “ortak çıkar”, “genel yarar” gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla anlatılmak istenen; tümünün “bireysel çıkar” dan farklı onun, üstünde ya da dışında ortak bir yararı amaçlamasıdır (Anym., T. 21.10.1992, E. 92/13, K. 92/50). 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz” kuralında tanımlanan hak düşürücü sürelerin kadastro anlamında tespite ve sınırlandırmaya konu olacak taşınmazlar için öngörüldüğü ve kamu düzeni ile tapu sicil sisteminin güvenilirliği açısından getirildiği açıktır. Bu nedenle kadastro anlamında tespit ve sınırlandırma dışında tutulması ve özel mülkiyet konusu olmaması gereken taşınmazlar için de bir hak düşürücü süre tanımlanmasına gidilmesi kamu ve toplum yararına aykırı, toplumsal adaleti yaralayıcı, işgalcileri ödüllendirici bir yaklaşımdır. Dolayısıyla iptali istenen tümce, kamu düzenini kurucu ve güçlendirici değil, bozucu bir nitelik taşımakta, diğer bir anlatımla kamu yararına dayanmadığından bu nedenle de Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir. Açıklanan nedenlerle, 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin “iddia ve taşınmazın niteliğine” tümcesi, Anayasa’nın 2 nci, 43 üncü ve 169 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 2) 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü Maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen Geçici Madde 8’in Anayasa’ya Aykırılığı 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Yasa’nın 3 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen geçici madde 8’de “Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrasının yani “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” hükmünün Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Yapılan bu düzenleme ile 3402 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin 3 üncü fıkrasındaki hak düşürücü sürenin “geriye yürümezlik” ilkesine aykırı olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanması öngörülmektedir. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2.4.2004 tarihli ve E.2003/1, K.2004/1 sayılı kararında (R.G. T.20.05.2004, Sa.25467) 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12 nci maddesinin 3 üncü fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin, de hak düşürücü süre olduğu açıklanmıştır. Bu kararda aynen şöyle denilmiştir: “Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada “itiraz” olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi “kesme” ve “durma” hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde “hakkın” kaybına yol açan yani hakkın özünü ortadan kaldıran süredir. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3.fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin de hak düşürücü süre olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bu madde de öngörülen süre ile tapu sicilinde kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır.” İlke olarak, herhangi bir kanun veya düzenleyici kural, hukuksal sonuçlarını yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için doğurmaya başlar. Bunun doğal sonucu da, yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkilememeleri, yani, geçmişe etkili olmamalarıdır. Hakkın özünü ortadan kaldıran bir hükmün aleyhteki kanun hükmü olduğu açıktır. Hukuk devletinin temel özelliği, bütün vatandaşlar, hatta vatandaş olmasa bileülkesindeki tüm insanlara hukuki güvence sağlamasıdır. Hukuki güvencenin ilk ve en basit şartı ise aleyhteki kanunların geriye yürümemesidir. Anayasa Mahkemesi'nin de bu yönde verilmiş birçok kararı vardır. Nitekim Yüksek Mahkeme ‘geriye yürümezlik’ ilkesini incelerken 7.2.2008 tarihli ve E.2005/128, K.2008/54 sayılı kararında aynen şöyle demiştir: “Daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur. Hukuk devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir.” Anayasa Mahkemesi bu kararı ile, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun, 13.1.2004 günlü, 5043 sayılı Yasa ile eklenen geçici 21 nci maddesinin “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, kesin hükme bağlanmamış bütün ihtilaflarda bu Kanunun değişik hükümleri uygulanır.” hükmünü, Anayasa'nın 2 nci ve 48 inci maddelerine aykırı bularak iptal etmiştir. Öte yandan, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan tümüyle aynı nitelikteki iki taşınmaz hakkında Yasa’nın yürürlük tarihinden önce açılan davalardan birinin kesin hükme bağlamış, diğerinin ise herhangi bir nedenle (örneğin tebligatların gecikmesi nedeniyle henüz kesin hükme bağlanmamış olması halinde bu taşınmazlardan birincisi taşınmaz malikin lehine, ikincisi aleyhine sonuçlanacaktır. Böyle bir durumun ise, adaletsiz ve hakkaniyete aykırı düşeceği ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile bağdaşmayacağı açıktır. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir. Açıklanan nedenlerle, 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen geçici madde 8, Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı olup, iptali gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ İptali istenen kurallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan alanların niteliklerinin yitirilmesine imkan vereceğinden ve hukuk devletinin temel özelliği olan hukuki güvenceyi ortadan kaldıracağından giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır. Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Arz ve izah olunan nedenlerle, söz konusu kurallar hakkında yürürlüğünün durdurulması da istenerek iptal davası açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun; 1) 2 nci maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin “iddia ve taşınmazın niteliğine” tümcesi, Anayasa’nın 2 nci, 43 üncü ve 169 uncu maddelerine aykırı olduğundan, 2) 3 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen geçici madde 8, Anayasa