T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI KLİNİĞİ KLİNİK ŞEFİ: Dr. Müferet Ergüven OBEZ ÇOCUKLARDA ERKEN ATEROSKLEROTİK RİSK FAKTÖRLERİNİN VE HİPERHOMOSİSTEİNEMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ, ERKEN ATEROSKLEROTİK BULGULARIN VARLIĞININ ARAŞTIRILMASI VE MEVCUT RİSK FAKTÖRLERİ İLE İLİŞKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. Ayşegül Doğu Çiftçi ( Uzmanlık Tezi) İSTANBUL - 2006 ÖNSÖZ Hastanemizde eğitimin ve bilimsel çalışmaların düzenli bir şekilde yürütülmesi için gerekli ortamı sağlayan Sayın Başhekim Doç. Dr. Rafet Yiğitbaşı’na, Asistanlık eğitimim boyunca çalışma temposu, öğrenme azmi, hoşgörüsü ile örnek aldığım ve tezimin hazırlanmasında büyük emeği olan sevgili hocam Kliniğimizin Şefi Sayın Müferet Ergüven’e, Çalışma disiplini ve bilgisi ile örnek aldığım Kliniğimiz Başhekim Yardımcısı ve Onkoloji Uzmanı Sayın Dr. Asım Yörük’e, Bilgi ve klinik tecrübelerini her fırsatta bizimle paylaşan Kliniğimiz Şef Yardımcısı Sayın Dr. Olcay Yasa’ya, Tezimin oluşumunda, yürütülmesinde ve sonuçlanmasında büyük emeği olan Radyoloji Kliniği Şefi Sayın Dr. Alper Hayırlıoğlu’na, Radyoloji Asistanları Sayın Dr. Hatice Sağlam’a ve Sayın Dr. Aysun Erbahçeci’ye, Eğitimimde katkıları olan kliniğimizin tüm uzman doktorlarına, Birlikte çalıştığım süre içinde dostluklarını, fedakarlıklarını, bilgi ve özverilerini her zaman hissettiğim çalışma arkadaşlarıma, Büyük özveriyle çalışan ve tecrübelerinden çok faydalandığım kliniğimiz hemşirelerine ve tüm personeline, Hayatım boyunca sürekli arkamda olduklarını hissettiren sevgili anne ve babama, Biricik oğlum, Kerem’ime hayatımda var olduğu için, Hayattaki en büyük desteğim sevgili eşim Dr. Feyyaz Çiftçi’ye sevgisi, sabrı ve özverisi için sonsuz teşekkürler ederim. Dr. Ayşegül Doğu Çiftçi 2 İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ VE AMAÇ…………………………………………………………………..4 2. GENEL BİLGİLER………………………………………………………………………. 6 2.1. OBEZİTENİN TANIMI…………………………………………………………….. 6 2.2. OBEZİTENİN PREVALANSI………………………………………………………7 2.3. OBEZİTENİN ETYOPATOGENEZİ ………………………………………………. 9 Ekzojen Obezite Oluşumunu Etkileyen Faktörler………………………………10 2.4. OBEZİTENİN ÖLÇÜM YÖNTEMLERI………………………………………….,14 2.4.1. Vücuttaki yağın direkt ölçümü……………………………………………….14 2.4.2. Vücuttaki yağın indirekt ölçümü……………………………………………..15 2.4.2.1. Boy uzunluğu ve vücut ağırlığı………………………………………15 2.4.2.2. Çevre ölçümleri………………………………………………………15 2.4.2.3. Deri kıvrım kalınlıkları………………………………………………15 2.4.2.4. Beden kitle indeksi…………………………………………………..16 2.4.2.5. Çocuk ve gençlerde BKI……………………………………………..16 2.5. OBEZITENIN KOMPLİKASYONLARI…………………………………………..16 2.5.1. Kalp-damar hastalıkları……………………………………………………….16 2.5.1.1. Ateroskleroz………………………………………………………….17 2.5.1.1.1. Risk Faktörleri……………………………………………...18 Hiperhomosisteinemi………………………………………20 2.5.1.2. Endotel Fonksiyonu ve Obezite……………………………………...24 2.5.1.3. Endotel Fonksıyonunun Ölçümü…………………………………….26 2.5.2. Hipertansiyon…………………………………………………………………27 2.5.3. İnsülin direnci ve diabetes mellitus (DM)……………………………………27 2.5.4. Lipid metabolizması…………………………………………………………..28 2.5.5. Solunum sistemi………………………………………………………………28 2.5.6. Endokrin bozukluklar ………………………………………………………..28 2.5.7. Safra kesesi hastalıkları……………………………………………………….29 2.5.8 Kanser………………………………………………………………………...29 2.5.9. Kemik, eklem, bağ dokusu hastalıkları………………………………………29 3 2.5.10. Psikolojik bozukluklar………………………………………………………29 2.6. Obeziteden Korunma………………………………………………………………...30 2.7. Obez Çocuğun Tedavi Yönetimi……………………………………………………..30 2.7.1. Motivasyon…………………………………………………………………….31 2.7.2. Diyet …………………………………………………………………………..31 2.7.3. Egzersiz………………………………………………………………………...32 2.7.4. Davranış tedavisi……………………………………………………………….32 2.7.5. İlaç tedavisi…………………………………………………………………….33 2.7.6. Cerrahi tedavi…………………………………………………………………..34 3. MATERYAL VE METOD………………………………………………………………...35 4. BULGULAR……………………………………………………………………………….39 5. TARTIŞMA………………………………………………………………………………..59 6. SONUÇLAR……………………………………………………………………………….66 7. ÖZET………………………………………………………………………………………70 8. KAYNAKLAR…………………………………………………………………………….72 9. EKLER……………………………………………………………………………………..84 4 1. GİRİŞ VE AMAÇ Günümüzde obezitenin görülme sıklığı her yaş grubunda artmaktadır. Bunun nedeni modern yaşamın getirdiği beslenme alışkanlıklarında yağların ve karbonhidratların fazla miktarda tüketilmesi ve çocukların fiziki aktiviteden uzaklaşarak televizyon ve bilgisayar oyunlarına yönelmeleridir.(1,2,3,4) Çocuklukta obezite yaşamın ilk yılı, 5-6 yaş arası ve ergenlik döneminde artış göstermektedir. Obez çocukların 1/3’ü, obez adölesanların ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadırlar (4). Diğer yandan erişkin yaşta görülen obezite vakalarının %30 kadarında başlangıcın çocukluk çağlarına dayandığı bilinmektedir (4,6). Düşük ya da iri doğum ağırlıklı bebeklerin çocukluk ve erişkin döneminde obez olma riskleri yüksektir (9-13). Bugün obezitenin sosyal psikolojik sorunlar doğurmasının yanı sıra hipertansiyon, kardiovasküler hastalıklar, diabet, dejeneratif artrit, tromboflebit gibi birçok önemli hastalıkla ilişkisi olduğu ayrıca şişman kişilerde hayat süresinin kısaldığı iyi bilinmektedir. Amerikan Kalp Birliği obezitenin koroner kalp hastalığı açısından hipertansiyon, hiperlipidemi, sigara kullanımı ve sedanter yaşam tarzından kaynaklanan risk gibi, belli ölçülerde kardiovasküler risk getiren, major ve düzeltilebilir bir risk faktörü olduğu açıklamıştır (17,18). Çocukluk dönemindeki klasik kardiovasküler risk faktörleri özellikle zararlı olabilir. Yapılan çalışmalarda obez bireylerde çocukluk döneminden itibaren erken aterosklerotik bulguların var olduğu gösterilmiştir. Çocuklarda erken ateroskleroz, artmış intima media kalınlığı olarak ortaya çıkabilir. İntima media kalınlığının (IMT) artışı yüksek rezolüsyonlu ultrasonografi ile görüntülenebilir. Çalışma grubumuzda vaka ve kontrol grubu ile karşılaştırmalı olarak obez çocuklarda ateroskleroz gelişiminde rol alan potansiyel risk faktörlerini belirlemeye çalıştık, IMT ve karotis sertliği (β)’ ni değerlendirdik. Yapılan çalışmalarda erken aterosklerotik değişikliklerin geri dönüşümlü olduğu gösterilmiştir. Ancak kilo kaybı, başarması ve devam ettirmesi zor; aile üyeleri, çocuk ve doktor arasında uzun dönem kooperasyon gerektiren bir süreçtir (26). Literatürde obez bireylerde çocukluk döneminde mevcut aterosklerotik risk faktörleri (hipertansiyon, hiperkolesterolemi gibi) ile erken ateroskleroz bulgularının karşılaştırıldığı çalışmalar son derece yetersizdir. Bu nedenle çalışmamızda, klasik kardiyovasküler risk faktörlerinin çocukluk dönemindeki etkilerini belirlemek amacıyla, obez çocuklarda karotis ölçümlerinin, erişkinlerde etkisi kanıtlanmış ateroskleroz risk faktörleri ile ilişkisini 5 belirlemeye çalıştık. Klasik kardiyovasküler risk faktöleri dışında çeşitli çalışmalarda hiperhomosisteineminin vasküler hastalık açısından bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir (27-29). Çalışmamızda obez çocuklarda homosistein plazma konsatrasyonlarını kontrol grubu ile karşılaştırmalı olarak değerlendirdik. Bu çalışmaya başlarken temel amacımz yüzyılımızın problemi haline gelen obezitenin görünen tehlikelerinin yanında, belki de buz dağının suyun altında kalan kısmı olarak tabir edilebilecek, erişkin morbidite ve mortalitesinde önemli yeri olan aterosklerotik hastalık bulgularının varlığını ortaya koymak ve bu konuya dikkatleri çekmekti. Günümüzde obezitenin görülme sıklığı her yaş grubunda artması kardiyovasküler morbidite ve mortalitede artışa neden olacaktır. Mevcut hastalık bulgularını erken yaşta saptanmasının, obezite ve ileride gelişebilecek komplikasyonlarını önlemede çok yarar sağlayacağı kanaatindeyiz. 6 2. GENEL BİLGİLER Bu bölümde obezitenin tanımı, sıklığı, etyopatogenezi, neden olduğu sağlık problemleri, önlenmesine ve tedavisine ilişkin stratejilere yer verilmiştir. 2.1. OBEZİTENİN TANIMI Obezite vücutta aşırı yağ depolanması ile ortaya çıkan, fiziksel ve ruhsal sorunlara neden olabilen enerji metabolizması bozukluğudur. ‘Obesus’ sözcüğü Latince olup, ‘yemekten dolayı’ anlamındadır (19). Obezite nadiren primer bir hastalığa bağlı olarak gelişir, vakaların çoğunda blirlenmiş bir hastalık yoktur. Genellikle alınan enerji harcanandan fazladır bu grup basit (eksojen) obezite olarak adlandırılır (20). Obezite, genelde pozitif enerji dengesi sonucu ortaya çıkmakla birlikte, etyolojisindeki farklılıklar ve sonucunda bulguların aynı olmaması nedeniyle birkaç şekilde sınıflandırılabilmektedir (21,25). Bu sınıflandırma; 1- Yağ hücre sayısı ve büyüklüğüne göre obezite; a) hiperplastik tip (hiperselüler) obezite:yağ hücre sayısının artışı şeklinde olup, gnellikle çocukluk çağında başlar. Ancak erşkin dönemde ortaya çıkabilir. b) hipertrofik tip obezite: yağ hücrelerinin büyüklüğü ve yağ içeriği artmıştır, fakat yağ hücre sayısı normaldir. Erişkin dönemde başlayan ve gebelikte oluşan obezite bu tiptedir. 2-Vücutta yağ birikiminin lokalizasyonuna göre obezite: a) android tip obezite (abdominal/santral): yağ dokusu karın ve göğüste birikmiştir b) gynoid tip obezite (gluteal/periferal): yağ dokusu kalça ve uylukta toplanmıştır. 3- Etyolojiye göre obezite: 1-basit (eksojen) obezite 2-sekonder obezite (metabolik veya hormonal) 7 I- Obezite ile ilgili endokrin bozukluklar a) hipotalamusa bağlı sebepler: 1-frochlich sendromu 2-travma 3-tümör(kaniorafingioma) 4-enfeksiyon sonrası(ensefalit) b)cushing hastalığı ve sendromu c)hipotiroidizm d)büyüme hormonu eksikliği e)psödohipoparatiroid f)insülinoma,hiperinsülinizm g)polikistik over sendromu II- Obezite ile ilgili ilaçlar glukokortikoidler amitriptilin siproheptadin fenotiazin östrojen progesteron lityum 3- Bazı genetik sendromlarla giden obezite: Prader willi sendromu Bardet biedl sendromu Kohen sendromu Karpenter sendromu Turner senromu Alstrom sendromu 2.2. OBEZİTENİN PREVALANSI Günümüzde obezitenin görülme sıklığı her yaş grubunda artmaktadır. Bunun nedeni modern yaşamın getirdiği beslenme alışkanlıklarında yağların ve karbonhidratların fazla miktarda tüketilmesi ve çocukların fiziki aktiviteden uzaklaşarak televizyon ve bilgisayar oyunlarına yönelmeleridir (1,2,3,4). Çocuklukta obezite yaşamın ilk yılı, 5-6 yaş arası ve 8 ergenlik döneminde artış göstermektedir. Doğumda vücut ağırlığının %16’sını yağ dokusu oluşturur. Yağ kitlesi süt çocukluğu döneminde artarken, 5-6 yaş civarında azalarak vücut ağırlığının %12,5-15,3’üne iner.(1,5) daha sonra vücut yağı sabit bir hızla artar ve bu durum ‘adipoz rebound’ olarak adlandırılır(1-6). Adipoz rebound döneminin erken yaşa kayması, obezitenin beş yaşından önce ve 15 yaşından önce gelişmesi, obezitenin erişkin çağda devam etmesi için risk oluşurmaktadır(2-4,7,8). Obez çocukların 1/3’ü, obez adölesanların ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadırlar (4). Diğer yandan erişkin yaşta görülen obezite vakalarının %30 kadarında başlangıcın çocukluk çağlarına dayandığı bilinmektedir(4,6). Düşük ya da iri doğum ağırlıklı bebeklerin çocukluk ve erişkin döneminde obez olma riskleri yüksektir (9-13). Obezite prevalansı çocuk ve erişkinlerde farklı etnik gruplara göre değişkenlik göstermektedir. NHANES III (Third National Health and Nutrition Examination Survey) verileri beyaz erkeklerin %31,6’sının, kadınların %32,1 ‘inin, zenci erkeklerin %31’i, ve zenci kadınların %48’inin obez olduğunu göstermektedir. Amerikada yapılan çalışmalar okul öncesi yaş grubunda Puerto Riko’lu, Küba’lı ve Kızılderili kökenli çocuklarda obezite prevalnsının arttığını tespit etmiştir. Okula giden öğrenciler içinde ise zenci, Kızılderili, Puerto Rikol’lu, Meksikalı, Hawaili çocuklarda obezite prevalansı yüksek bulunmuştur. 12-17 yaş grubundaki zenci kız adölesanların %25’inin obez olduğu bildirilmiştir (22,23). ABD’den bildirilen sonuçların Avrupa ülkelerinin sonuçları ile (İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda) karşılaştırılması ABD’deki erişkinlerin durumunun Avrupa ülkelerine göre daha ciddi boyutta olduğunu gözler önüne sermiştir. Avrupa ile ABD arasındaki obezite prevalansı açısından bu farklı sonuç gıda alımını ve enerji harcanmasını etkileyen çevresel faktörlerin etkisi ile açıklanmaktadır (24). Ülkemizde obezitenin sıklığı ile ilgili çalışmalar sınırlı sayıda olmakla birlikte, Türkiye Obezite Hipertansiyon Taraması (TOHTA) 1999-2000 yılları arasında Hüsrev Hatemi ve arkadaşlarının yürüttüğü, 11 ilde 23.888 kişinin tarandığı kesitsel bir populasyon çalışmasıdır. Toplum genelinde toplu olma oranı %41.74, obezite prevalansı %25.2 bulunmuştur. Kadınların %33,86’sı erkeklerin %44,36’sı toplu; kadınların %6,17’si erkeklerin ise %21,56’sı obez bulunmuştur. Her iki cinste obezite prevalansı en fazla 51-60 yaş grubunda görülmektedir. Büyük kentlerimizde okul çağında ve adölesanlarda şişmalığın %10-15 gibi yüksek oranlarda olduğu bildirilmiştir (30). Kocaoğlu ve Köksal’ın (31) araştırmasında 11-15 yaş arasındaki adölesanlarda yüksek sosyoekonomik düzeydeki 9 çocukların %7,4’ü, düşük sosyoekonomik düzeydeki çocukların ise %15,3’ü obez olarak saptanmıştır. Kanbur ve arkadaşları 2000 yılında 6462 adölesanda (9-16yaş) yaptığı bir araştırmada obezite sıklığını %2,3 olarak bulmuştur. Soylu ve arkadaşları 2002 yılında 1024 prepubertal ilkokul çağı çocuklarında yaptıkları bir taramada yüksek gelirli aile çocuklarında obezite prevalansının %1,7, orta gelirli aile çocuklarında %1,9 ve dar gelirli aile çocuklarında %0,5 olarak bulunmuştur (32,33). 2.3. OBEZİTENİN ETYOPATOGENEZİ Obezite etyolojisinde, tüketilenden daha fazla enerji alınması önemli yer tutar. Enerji alımı = bazal metabolizma hızı + fiziksel aktivite + vücutta ısı oluşumu (termogenez) denklemini son derece karışık hale getiren, tüm bunların birbirleriyle etkileşimi ve her bir bileşenin genetik olarak değişiklik gösterebilmesidir. Obezite, tüm bunları etkileyen henüz bilinmeyen genetik ve bilinen çevresel etkenlerin değişik oranda rol oynaması ile ortaya çıkmaktadır (34). İnsanlarda obezite genelde ailesedir, fakat genetik faktörlerin ayırt edilmesi zordur (35). Vücut kilo dengesinde genetik etkiler son derece önemlidir. İkizler ile yapılan çalışmalar da, farklı ortamlarda yetişen ikizlerde belirgin VKİ farkı olmaması, genetik etkiyi belirlemektedir (36). Termogenez (ısı oluşumu); enerji harcamasının önemli yollarından biri olup, obezite oluşumunda önemli bir faktördür. Aşırı kalori genelde termogenez arttırılarak yok edilir. Karaciğer başta olmak üzere, dokulardaki bazı kimyasal olaylar sırasında termogenezle kalori harcanır (37, 38). Obezite patogenezinde, son zamanlarda adaptif termogenez bozukluklarının rol aldığı ileri sürülmüştür. Normal bireylerde aşırı yiyecek alımına, vücudun termik etki olarak adlandırılan bir cevabı olmakta ve kişi normal kilosunu koruyabilmektedir. Obezlerin bir kısmında bu termik yanıtın bozuk olduğu, bazı araştırıcılar tarafından saptanmıştır (9). Organizmada kilo ve enerji dengesi kontrolünü hipotalamus yapmaktadır. Lateral hipotalamus (LH) beslenmeyi, ventromediyal hipotalamus (VMH) ise doymayı kontrol eder. LH ve VMH homonların, opioidlerin, katekolaminlerin, nöropeptid-Y (NY) gibi peptidlerin kontrolü altında çalışır. Beta endorfin ve dinorfin yağlı ve lezzetli gıdalara yönelmeyi uyarırlar. NY, karbonhidrat ağırlılı olarak beslenmeyi uyarırken opioid antagonistler beslenmeyi baskılarlar (39). Yağ dokusu organizmanın temel enerji deposudur. Son yıllarda yağ dokusunun enerji metabolizması kontrolünde son derece aktif olduğu, adeta bir endokrin bez gibi bazı peptidleri 10 salgılayarak hipotalamusu etkileyip beslenmeyi kontrol ettiği gösterilmiştir. Yağ dokusundan salgılanan önemli hormonlardan birisi de leptindir. Leptin adipositlerden üretildikten sonra kan-beyin bariyerini aşarak, arkuat nükleustaki leptin reseptörlerine bağlanır, nöropeptid-Y salgısını baskılar ve bu yolla tokluk hissini sürdürür. Arkuat nükleustaki nöronlar lateral hipotalamus ile etkileşir ve melanokortikotropin hormon ve orexin salgılayarak serebral korteks üzerinden iştah ve yeme davranışını düzenlerler. Aynı nöronlar paraventriküler nükleuslarla etkileşerek, otonom sinir sitemi ve nöroendokrin sistem yoluyla enerji kullanımını etkiler (19,40). Ekzojen Obezite Oluşumunu Etkileyen Faktörler: Organizmada kalori alımı, alınan kalorinin harcanması ve depo edilmesi belli bir denge içinde olmaktadır. Bu dengenin bozulması ile obezite oluşmaktadır. Obezitenin daha çok artmış alım ile ilgili olduğu, olguların büyük bir bölümünde altta yatan başka bir hastalığın olmadığı görülür. Bu tip obeziteye basit, idiopatik, ekzojen, ya da primer obezite denir. Obez kişilerin büyük kısmı bu gruptadır. Ekzojen obezite etyolojisinde faktörler çeşitlidir (41). Genetik Son zamanlarda yapılan geniş epidemiyolojik çalışmalar, obezitenin genetik faktörlerden etkilendiğini göstermektedir. Genetik faktörler özel bir çevresel bağlamla işlev görürler ve fenotipik sonuca ulaşılır. Farklı genlerin oluşturduğu yatkınlık ile birlikte çevresel faktörlerin de etkisiyle kompleks bir hastalık olan obezite ortaya çıkmaktadır. Bouchard ve Perusse’nin gösterdiği gibi kilo almaya yatkınlık birey özel bir çevreye maruz kaldığında kendini gösterir (42-43). Çocukluk yaş grubundaki obezitede ebeveyn-çocuk ilişkisi yapılan çeşitli araştırmalarla ortaya konulmuştur. Her iki ebeveyn obez ise, çocuğun obez olma olasılığı %80, sadece biri obez ise %40, her ikiside obez değilse %7 oranında bulunmuştur. İkizlerde yapılan çalışmalarda, obezitede genetik eğilim fikrini desteklemektedir. Monozigot ikizlerden biri obez ise diğerinin obez olma olasılığı, dizigot ikizlere göre daha fazladır. Monozigot ikizlerde BKI neredeyse benzer olup, bu durum ağırlık kontrolünde genetiğin rolünü gösterir. Evlat edinilen çocukların yağ dağılımının ve BKI’lerinin kendi ana-babalarına benzediği de gösterilmiştir (44). Yaş Obezite her yaşta görülmektedir. Kadın ve erkeklerde en azından 50-60 yaşlarına kadar yaşa bağlı artış göstermektedir. Obezitenin gelişiminde özellikle önemli olan üç dönem 11 vardır. Bunlar doğum öncesi, 5-7 yaş, ve ergenlikliktir. Araştırma verileri, BKI’ nin yaşamın ilk yılında arttığını, daha sonraki yıllarda azaldığını göstermektedir. Beş yaşından itibaren BKI tekrar artmakta ve buna yağlanmanın tekrarlandığı dönem denmektedir. Bu dönem ergenlik ve yetişkinlikteki şişmanlamada etkilidir. Beş yaş içinde hızlı kilo almaya başlayan çocukların ergen ve yetişkin olduklarında, BKI ve subskapular deri kıvrım kalınlığı değerleri 6,5 ve 7 yaşından sonra kilo almaya başlayanlardan daha yüksek bulunmuştur. Bunun nedni olarakta erken kilo almaya başlayan çocukların daha uzun süre yağ depoladıkları belirtilmiştir. Ergenlik, kalıcı yağlanmanın oluştuğu son kritik dönemdir. Kızlarda yağlanma erkeklerden daha çok olup, uzun süreli izleme çalışmaları, yetşkin şiman kadınların %30’unun ergenliğin erken evrelerinde obez olduklarını göstermektedir (45). Obez bebeklerin, normal ağırlıktaki bebeklere göre 5 yaşında obez olma olasılığı 2.5 kat fazladır (46). Vücutta yağ dokusunun fizyolojik olarak en yüksek olduğu iki dönem vardır. Ortalama olarak süt çocukluğu döneminde %28 kadar yağ ve prepübertal dönemde ise %25 kadar yağ vücutta bulunmaktadır. Puberta ile kız çocuğunun yağ dokusunda önemli bir değişiklik oluşmazken erkek çocukta yağ oranı azalmakta, kas oranı ise artmaktadır (26). Obezitenin başlangıç yaşı oldukça önemli olup, bebeklik, çocukluk, veya adölesan dönemde gelişebilir. Bebeklik döneminde başlayan obezitenin yaşla birlikte kendiliğinden düzelmesi mümkün olmasına karşın, çocukluk ve adölesan dönemde başlayan obezitenin erişkin dönemde de devam etme riski yüksektir (45). Cinsiyet Obezite her iki cinste de görülmekle birlikte kadınlarda görülme sıklığı daha yüksektir. Yetişkinlerdeki obezitenin kadınlarda daha yüksek oranda görülmesinin nedeni olarak, gebelikte kazanılan ağırlığın emziklilik döneminde verilememesi, birbirini izleyen gebelikler ve menapoz döneminde hormon dengesinin bozulması gibi etkenler sayılabilir (47). Kız adölesanlarda obezitenin başlama ve devam etme riski erkek adölesanlara göre daha fazladır. Obezite kızlarda ergenliğin erken başlaması ve erken menarş ile birlikte görülür. Ergenlik dönemi günümüzde geçmişe göre daha erken yaşlarda görülmekte olup bu dolaylı yada dolaysız olarak toplumun vücut ağırlığının artması ile ilişkili olabilir. Beslenme Alışkanlıkları Anne karnında olduğu dönemden itibaren bebeğin beslenme şekli, yaşamın daha sonraki dönemlerindeki beslenme alışkanlığını etkilemektedir. Süt çocukluğu dönemindeki karışık yada yapay beslenme obezite riskini arttırırken, anne sütüyle beslenme obeziteye karşı koruyucu etki göstermektedir (48). Her ağlamadan sonra beslenme tatlı ve unlu besinler verilmesi obezite oluşumunu kolaylaştırmaktadır. 12 Öğün sıklığı ve düzeni de vücut ağırlığını etkileyen önemli bir faktördür.Günde tek öğün yiyen kadınlarda, yağ oluşumunu artıran enzimatik değişikliklerin olduğu saptanmıştır (49). Günde üç veya daha fazla beslenen, öğünlerini düzenli tüketen kişilerde, günde bir veya iki kez düzensiz beslenenlerden daha az sıklıkta obeziteye rastlanmaktadır (50). Öğün sayısı azaldığında, öğünde yenen miktar arttığından daha çok besin öğesinin emilimi insülin yanıtını arttırarak depolamayı arttırmaktadır. Az az çok öğünde yeme ise insülin konsantrasyonunu düşürerek trigliserit sentezini azaltmaktadır (51). Kahvaltı yapmama, akşam öğününe ağırlık verme, öğün aralarında kalorisi yüksek yiyeceklerin tüketilmeside obeziteye neden olabilen beslenme alışkanlıklarındandır (52). Obezitede en önemli etmen fazla yeme davranışıdır. İştah, beslenme kültürü ile ilgili olup bireyi alıştığı besini ve pişirme yöntemini seçmeye yöneltmektedir. Devamlı birşeyler yeme, zoraki yeme, çok fazla yeme gibi davranışlara obezlerin 2/3’ünde, zayıflarınsa 1/3’ünde rastlanmıştır (53). Obeziteden korunabilmek için çocukluk dönemlerinden itibaren diyetin dengeli ve yeterli olması, diyetteki doymamış yağ oranının, tuzun ve rafine karbonhidratların alımının azaltılması gerektiği üzerinde durulmuştur (54). Sonuç olarak, bireyler çocukluk döneminde uygulanan beslenme şekli ve kazanılan alışkanlıkları doğrultusunda hareket ederler. Çocukluk döneminde kazanılmış doğru olmayan beslenme alışkanlıkları obezite oluşumunda ve gelişiminde önemli rol oynar. Fiziksel Aktivite Sedanter yaşam biçiminin bir uzantısı obezitedir (55). Obezite genellikle düşük fiziksel aktivite ile birliktelik göstermektedir. Düşük düzeyde fiziksel aktivitenin obezitenin nedeni olmaktan çok sonucu olduğuda düşünebilir. Fiziksel olarak inaktif bir yaşam sürenler veya inaktif hale gelenler, genellikle aktif kişilere göre daha obezdir. Hareketsizlik obezite nedeni olarak gözlenmekte, obezite ise hareket eksikliğine yol açarak kısır bir döngü oluşturmaktadır (55). Obezite tedavisine ilişkin çalışmalar incelendiğinde kilo kaybı sağlamada, egzersizin diyete göre daha az etkin olduğu görülmektedir. Egzersiz diyet ile birleştirildiğinde yağ kaybını artırmakta ve yağsız doku kitlesini korumaktadır (56). Obezite oluşmasında besin alımı kadar enerji harcaması da önenlidir. Endüstrinin makineleşmesi, evlerde iş kolaylaştırma aletlerinin çoğalması, ulaşım kolaylıkları, araba kullanılmasının ve televizyon (TV) seyretmenin yaygınlaşması, aktivitenin ve enerji harcanmasını azalmasına yol açmaktadır (57). 13 TV seyretmek ile obezite arasında pozitif ilişki bulunmuştur (58). TV seyretmek ile vücut yağ dağılımı ve total vücut yağı arasında bir ilişki olduğuda saptanmıştır (59). TV reklamları, kişinin tükettiği gıdanın nitelik ve niceliklerini etkilemekte, obeziteye yolaçan kötü diyet alışkanlıklarına neden olmaktadır. TV seyretme süresi boyunca kişilerin ana öğünlerine ek olarak ara öğün yaptıkları sıkça görülmüştür. Son yıllarda TV izleyiciliği ve tüketim paterni ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır (60). TV izleme süresi arttıkça kişinin oturma süresi artmakta, bu da vücut kitle indeksinde artmaya yol açmaktadır. Sosyoekonomik Kültürel Düzey Ailenin sosyoekonomik durumu obezite etyolojisinde önemli bir faktördür. Sosyoekonomik düzeyi yüksek olan ailelerin çocukları aşırı beslenme nedeniyle şişmanlarken, sosyoekonomik düzeyi düşük ve kalabalık ailelerin çocukları dengesiz beslenmeye bağlı olarak şişmalamaktadır. Dengeli beslenme alışkanlığı kazanmamış özellikle okul çağındaki çocuklar ve gençlerin yağ ve şeker içeriği yüksek, hızlı hazır yemek türü gıdalarla beslenmeye eğilimleri daha fazla olmaktadır (61). Sosyoekonomik durum ile obezite arasındaki ilişki gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, ve bu ülkelerdeki kadınlar ve erkekler arasında farklılıklar göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde düşük sosyoekonomik düzeydeki kadınlarda obezite prevalansının artmasına karşın; gelişmekte olan ülkelerde yüksek sosyoekonomik düzeydeki tüm bireylerde obezite prevalansının arttığı bildirilmektedir (44). A.B.D.’de obezite prevalansı, eğitim düzeyi düşük bireylerde daha yüksek olarak saptanmıştır. Gelişmiş ülkelerde obezitenin yüksek sosyoekonomik sınıfta daha az görülmesinin nedeni olarak, bireylerin eğitim ile yanlış değer yargılarını değiştirmelerinin önemli bir etken olduğu belirtilmektedir (53). Ülkemizde obezite daha çok yüksek ve orta sosyoekonomik düzeydeki bireylerde görülmektedir. Sosyoekonomik olarak orta düzeydeki ailelerde daha sık görülmesi ülkemizdeki orta sosyoekonomik düzeydeki insanların gelişmiş ülkelerdeki yoksul kesim gibi beslendiğini düşündürmektedir (2). Psikolojik Etkiler Stresin hipotalamik hipofizer adrenal aksiste ve kortizol üretiminde etkisi olduğu ve obezite etiyolojisinde rol oynayabileceğine dair bulgılar bulunmaktadır (62). Obez bireylerin, üzüntü, sıkıntı, ve güvensizliklerini örtmek için fazla yemeye eğilimli oldukları düşünülmektedir. Obezitede psikosomatik görüş, obezitenin emosyonel uyaranlara yanıt olarak ortaya çıkan aşırı yemeye bağlı olduğudur. Öfke, korku ve endişe gibi uyarıcı durumlarda en sık gelişen yanıt iştah kaybıyken, bazı bireylerin daha fazla yiyerek tepki verdikleri öne sürülmektedir. Yeme, emosyonel durumu modifiye eder; örneğin anksiyeteyi 14 azaltır. Bu nedenle aşırı yeme, bir dayanma yanıtı ya da aktivasyon ve stres ile ilişkili iç etkilerden kaynaklanan ipuçları ve doğal açlık ile ilgili ipuçlarındaki karışıklığın sonucu olarak düşünebilecek, öğrenilmiş bir davranıştır (63). Psikanalitik kurama göre fazla yeme, psikoseksüel gelişmenin oral dönemine fiksasyondan kaynaklanır. Yemek yeme, parmak emme gibi oral etkinlikler erken yaşlarda yakınlığa ve sevgiye eşdeğerdir. Daha sonraki yaşamda sevgi ve güvenliğe olan gereksinim doyurulmamışsa, oburluk bunların yerine geçer. Yaşam üzücü ise, kişi yiyeceği duygularını doyurmak için kullanır (64). Aslında aşırı yeme depresyon ve anksiyete ile kötü uyumlu başetme tepkisi olarak görülmektedir. Obez bireylerin aşırı yemekle anksiyeteyle başetmeyi öğrendikleri ve bu bireylerin edilgen, bağımlı özelliklerininin bu kişileri alternatif başetme becerileri geliştirmekten alıkoyduğu öne sürülmektedir. Laboratuvar çalışmaları, obez bireylerin anksiyete yaratan durumlarda normal kilolu bireylere kıyasla anlamlı şekilde daha fazla yemek yediklerini göstermiştir (65). 2.4. OBEZİTENIN ÖLÇÜM YÖNTEMLERI Bu bölümde; obezitenin tanımlanması ve vücuttaki yağ miktarının ölçülmesi için kullanılan direkt laboratuvar metodlar ve indirekt (antropometrik) ölçümler yer almaktadır. 2.4.1. Vücuttaki yağın direkt ölçümü Vücuttaki yağın direkt ölçümünü sağlayan metodlar şunlardır: Kimyasa analiz (kadavra) Toplam vücut potasyumunun ölçülmesi (K40): Sağlıklı bireylerde toplam vücut potasyumunu ölçülmesi ile yağsız kitle hesaplanabilir. Toplam vücut suyunun izotop dilüsyonu ile saptanması : Vücut yağı su içermez. Yağsız doku kitlesi ise ortalama %72 oranında su içerir. Toplam vücut suyunun ölçülmesi ile yağsız doku kitlesi bulunabilir. İzotop dilüsyonu ile diğer vücut sıvılarının saptanması Toplam vücut nitrojeni Vücut dansitesinin ölçülmesi : Su altında tartım, pletismografi Ultrasound ile yağ kalınlığının ölçülmesi Toplam vücut elektriksel geçirgenliği Biyoelektriksel impedans analizi (BİA) Bilgisayarlı tomografi Nükleer magnetic rezonans 15 Dual-enerji X- ışını absorpsiyometresi (DEXA) Vücuttaki yağı ölçmede kullanılan direkt laboratuvar yöntemlerinin kullanımı bilimsel çalışmalarla sınırlı kalmış, yaygın olarak klinik kullanıma girmemiştir. Bu yöntemler yaygın kullanımda pratik ve ekonomik olmadığı gibi, birçoğunun çocuk yaş grubunda kullanımı uygun değildir. Obezite yaygın bir sorun olduğu için değerlendirmede kullanılan metodun; ucuz, emin, kolay tekrar edilebilir olması idealdir (66, 48, 67). 2.4.2. Vücuttaki yağın indirekt ölçümü Antropometrik ölçümler beslenme durumunun saptanmasında, protein ve yağ deposunun göstergeleri olmaları nedeniyle önemlidir. Tek bir ölçüm (yaşa göre ağırlık, yaşa göre boy uzunluğu, yaşa göre boy uzunluğu, yaşa göre baş çevresi gibi) veya boy uzunluğu ve vücut ağırlığı, deri kıvrım kalınlıkları ve/veya çevre ölçümleri birlikte kullanılarak değerlendirilmektedir (68). Antropometrik ölçümler hızlı, uygulanması kolay, pratik ve ucuz yöntemler olmakla birlikte, kullanılan araçların düzenli olarak kontrol edilmesi, ölçüm yapan kişilerin sürekli eğitilmesi, referans değerlerin bulunması ve kesişim noktalarının belirlenmiş olması gerekmektedir. En sık kullanılan yöntemler, boy uzunluğu ve vücut ağırlığı, çevre ölçümleri, deri kıvrım kalınlıkları (DKK) ve beden kitle indexidir (69, 70). 2.4.2.1 Boy uzunluğu ve vücut ağırlığı: Boy uzunluğu ve vücut ağırlığı ölçümleri obezite kliniklerinde ve saha araştırmalarında en çok kullanılan antropometrik ölçümlerdir. Boy uzunluğu, genelde vücut iskelet yapısı ve beslenme durumunun temel göstergesidir. Vücut ağırlığı ise basit ancak önemli bir morfolojik gösterge olup, büyüme hızı, obezite ve yetersiz beslenmenin saptanmasında kullanılır (69). 2.4.2.2. Çevre ölçümleri: Çevre ölçümleri, vücut dansitesi, yağsız vücut dokusu, adipoz doku kitlesi, total vücut protein kitlesi ve enerji depolarının göstergesidir. Bunlardan üst orta kol, bel (abdominal),kalça, uyluk ve baldır çevreleri sıklıkla kullanılır (69). 2.4.2.3. Deri kıvrım kalınlıkları (DKK): Deri altı yağ dokusunu, değişik bölgelerden ölçüm alınarak belirleme olasılığı vardır. Bu ölçümlerin toplamı, dansitometri ölçümleri ile korelasyon göstermektedir (71). DKK ölçümleri içinde; triseps, biseps, subskapular, suprailiak, baldır (medial) deri kıvrım kalınlıkları sık kullanılanlardır. Pediatrik yaş grubunda triseps deri kıvrım kalınlığı ile obezite derecesi arasında yakın bir ilişki olduğu gösterilmiştir (71). 16 2.4.2.4. Beden kitle indeksi (Quetelet indeks): Günümüzde obeziteyi belirlemek için Dünya Sağlık Örgütü tarafından da 1988’de Garrow tarafından tanımlanan tartı ve boy parametrelerinden yaralanılarak geliştirilen beden kitle indeksi (BKI) kullanılmaktadır. Toplam vücut yağı ile korelasyon gösteren, ağırlığın boyun karesine (Ağırlık (kg) / Boy (m2)) bölünmesiyle bulunan bir indekstir (72). BKI’nin vücuttaki yağ miktarını %90’ın üzerinde doğrulukta gösterdiğini kanıtlamıştır (34). 2.4.2.5. Çocuk ve Gençlerde BKI: Çocklarda BKI değerleri yaşa bağımlı referans değerleri olup birçok ülkede kendi populasyonu için bu tür eğriler oluşturmuştur (69). Çocuk ve adölesanlarda, BKI’nın 85. persantilin üzerinde olması gelecek için ciddi sağlık problemlerine yol açılacağının göstergesidir. BKI, oldukça hassas, ucuz ve pratik bir obezite teşhis ve takip yöntemidir (73). 2.5. OBEZİTENİN KOMPLİKASYONLARI: Obezite mortalite ve morbidite gelişiminde başlıbaşına bir risk faktörüdür (74). Obezite yalnızca görünüm sorunu değil, aynı zamanda kronik hastalıkları hazırlayıcı bir etmendir (75). Her yıl yaklaşık 300.000 insanın obezitenin hazırladığı kronik hastalıklar nedeniyle öldüğü rapor edilmektedir (76). 2.5.1. Kalp-damar hastalıkları Koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, serebrovasküler hastalık, derin ven trombozu ve variköz venler obezitenin kardiovasküler sistemle ilgili komplikasyonlarındandır (77). Amerikan Kalp Cemiyeti, obeziteyi koroner arter hastalıkları için değiştirilebilir bir majör risk faktörü olarak sınıflandırmıştır (78). Framingham Çalışması’nda 26 yıl izlenen yaklaşık 3000 kişide obezitenin cinsiyet farklılığından, yaştan, kolesterol düzeyinden, sistolik kan basıncından, sigara tiryakiliğinden, glukoz intoleransından ya da sol ventrikül hipetrofisinden bağımsız bir şekilde, KKH ve konjestif kalp yetersizliği açısından güçlü ve bağımsız bir risk faktörü olduğu bulunmuştur (84). Obez kişilerde hipertansiyon olmasa bile hem sol ventrikül kütlesinde hem de işlevinde anormallikler saptanabiliyor olması önem taşımaktadır (90). obezite ile KVH ve hipertansiyon, dislipidemi, glukoz intoleransı ve bozulmuş hemostaz dahil KVH risk faktörleri arasındaki ilişki daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır (90). 17 Son 10 yılda çocuklarda kalp-damar hastalıkları görülme sıklığında ciddi bir artış olduğu saptanmış olup, bu artışta, aile öyküsü, obezite, yüksek kan basıncı, sigara kullanımı, HDL ve LDL kolesterol düzeylerinin önemli rolü olduğu düşünülmektedir (80). Çocukluk çağında başlayan obezitede; serum trigliserit, kolesterol, LDL-C ve VLDL seviyelerinde artma, HDL-C seviyelerinde azalma, sistolik veya diastolik kan basıncında yükselme olduğu ve erişkin dönemde görülen kardiovasküler hastalıkların çocukluk çağından itibaren başladığı ileri sürülmüştür (81). Son yıllarda artmış bel/kalça oranı, insülin direnci, hipertrigliseridemi, lipid oksidasyonu, hiperkoagülabilite ve hipofibrinoliz gibi yeni risk faktörleri tanımlanmıştır (82). 2.5.1.1. Ateroskleroz Ateroskleroz, genellikle çağdaş modern uygarlıkların hastalığı sayılmakla birlikte, mısır mumyalarında da görülmüş, eski yunan yazıtlarında tarif edilmiştir. İnsanlığın en eski hastalıklarından biridir. Yunan kaynaklı olan ateroskleroz terimi, arteial intima tabakasının kalınlaşmasını tanımlayan ‘skleroz, sertleşme’ve lipid birikimi ile karakterize tipik lezyonu tanımlayan ‘atere, gruel’ kelimelerinin birleşimi ile oluşmuştur. Ateroma tabiri ilk kez Bern’li Albrecht Von Haller (1755) kullanmış, 1904’te Marchand bugünkü terimi ortaya atmıştır (91). Tanım: Arterlerde kalınlaşma ve esneklik kaybına neden olan üç damar hastalığı biçimi için kullanılan genel terimdir (92). Ateroskleroz: Baskın biçim olan ateroskleroz, sıklıkla lipitten zengin santral pıhtılı orta kısım içeren intima yerleşimli yağlı fibröz plaklarla karakterlidir. Yunanca ateza sözü ‘lapa ya da çorba’ anlamına gelmektedir. Mönkeberg’in medial kalsifik sklerozu: Orta boy müsküler arterlerde, genellikle 50 yaşın üstündeki kişilerde görülür. Aterioskleroz: En sık yüksek tansiyon ve diabetes mellitus ile birliktedir. Hastalığın ilerleme hızı ve nedeniyle ilişkili olarak hyalin ve hiperplastik olarak iki anatomik tipi vardır. Her ikiside damar duvarı kalınlaşmasıyla lümen daralmasına yol açar ve sonuçta doku ve organlarda iskemik zedelenme ortaya çıkar. Fizyopatoloji: Aterosklerozun belirgin öneminin, nedenini araştırmaya yönelik araştırmalar nedeniyle patogenze ilişkin çok sayıda teori ortaya atılmıştır. 18 Bu konuda günümüzde en çok dikkati çeken zedelenmeye yanıt hipotezidir. Bu tezin içeriği ana hatlarıyla şunlardır (92): Kronik ya da yinelenen endotel zedelenmesi: Zedelenmeye yanıt hipotezin can alıcı noktasıdır. Dolaşan endotoksinler, anoksi, karbonmonoksit yada diğer sigara dumanı ürünleri, viruslar ya da homosistein gibi spesifik endotel toksinleri etkili olabilir ancak daha da önemli olan hemodinamik bozuklukların (soyucu zorlama, türbulan akım) ve hiperkolesteroleminin (olasılıkla ikisi birlikte) olumsuz etkilerinin sorumlu olduğu düşünülmektedir. Soyucu zorlama ve türbulan akımın, endotel permeabilitesi, rejenerasyonu ve reseptör aracılı LDL endositozunu artırdığı deneysel olarak gösterilmiştir. VLDL ile birlikte yüksek kolesterol içeriğiyle ağırlıklı olarak LDL ya da oksitlenmiş LDL ‘den oluşan lipoprotein sızması: LDL’nin oksidatif modifikasyonunun günümüzde aterogenez sürecinin önemli bir boyutu olduğu düşünülmektedir. Oksitlenmiş LDL’nin kendisi de endotel hücrelerine toksik olup zedelenmeyi artırır. Monositler için kemotaktik ve makrofajlar için immobilizasyon etkisiyle aterom oluşum bölgesinde toplanmasını sağlar. Sonuçta aterom plaklarının lipid içeriğinin büyük ölçüde oksitlenmiş LDL olduğu düşünülmektedir. Zedelenme odaklarında intima ya da media kökenli endotel, monosit/makrofajlar, T lenfositler ve düz kas hücrelerini içeren bir dizi etkileşmeler: Endotel hücrelerine adezyon gösteren monositlerdaha sonra migrasyon yaparak subendotelial lokalizasyona ulaşılar. Burada makrofajlara transforme olup büyük ölçüde oksitlenmiş LDL yapısındaki lipoproteinleri fagosite ederek köpüksü hücrelere dönüşürler. Hiperkolesterolemi devam ettiği sürece, monosit ve lenfosit adezyonu, düz kas hücreleri‘nin subendotelial proliferasyonu, makrofajlar ve düz kas hücreleri içinde lipid birikimi sürecek ve makroskopik olarak ‘yağlı çizgilenme’ şeklinde görünen intimada köpüksü hücre agregatlarına yol açar. İntimada prolifere olan düz kas hücrelerinin bağ dokusu oluşturmaları: bu bağ dokusu özellikle intimal yüzde belirgin olur ve fibröz kep denen yapıyı oluşturur. Köpüksü hücre odakları çevresinde düz kas hücrelerinin proliferasyonuyla yağlı çizgilenme, olgun yağlı-fibroz ateroma dönüşür. 2.5.1.1.1. Risk Faktörleri: Yaş, cinsiyet,ailesel yatkınlık gibi yapısal risk faktörlerinin yanında kısmen de olsa kontrol edilebilen dört temel risk faktörü bulunmaktadır (93): 1- edinsel hiperlipidemi 2- hipertansiyon 19 3- sigara içme 4- diabet Bu temel risk faktörlerinin yanında diğer risk faktörleri tabloda verilmiştir (94). Tablo 1: Ateroskleroz risk faktörleri Faktör Kanıtlanmış risk* Değiştirilebilirlik** Hiperkolesterolemi güçlü evet Düşük HDL seviyesi güçlü evet Hipertansiyon güçlü evet Erkek cinsiyet güçlü hayır Diabet güçlü mümkün güçlü hayır Ailede erken koroner arter hastalığı hikayesi Yüksek Lp a*** seviyesi güçlü ılımlı Sigara içme orta evet Post menopozal kadın orta mümkün Hiperfibrinojenemi orta mümkün Hiperhomosisteinemi orta evet Fiziksel inaktivite orta evet Obezite orta evet Anjiotensin converting enzim polimorfizmi tartışmalı hayır *: risk faktörü olarak etkileme düzeyi ; **: tedavi ile risk faktörünün değiştirilebilirliği; ***: lipoprotein a 20 HİPERHOMOSİSTEİNEMİ Bu bölümde ateroskleroz risk faktörlerinden biri olan hiperhomosisteinemi üzerinde durulacaktır. Homosistein ve Metabolizması Homosistein, metioninden bir metil grubunun ayrılmasıyla ortaya çıkan ve proteinin primer yapısında yer almayan kükürtlü bir aminoasittir. Kimyasal adı 2-amino 4merkaptobutirik asittir. HS-CH2-CH2-CH-COOH NH2 Şekil 1: Homosistein’in kimyasal yapısı Metioninden Homosistein Oluşumu Metioninin görevi metil verici olarak bazı sentezlere katılmaktır. Bunun için metil grubunun bağlandığı kükürdün reaktif hale getirilmesi gerekir. Metionin, adenozin trifosfat ile reaksiyona girerek adenozil takısına kükürt aracılığıyla bağlanır. Böylece kükürt pozitif değerlikli hale geçer. Oluşan aktif metionin (S-adenozil metionin) metil grubunu vermek üzere transmetilasyon reaksiyonlarına katılır. Metioninden metil grubu ayrıldıktan sonra, adenozil takısı hidrolizle ayrılır ve geriye homosistein kalır (Şekil 3). Homosisteinin yaklaşık yarısı yeniden metillenerek metionine dönüşebilir. Diğer yarısı transsülfürasyona uğrar. Homosistein, 5-metil tetra hidrofolat varlığında (MTHF) B12’ye bağımlı metionin sentaz (MS) tarafından metionine remetile olurken, THF, folat döngüsüne girerek tekrar MTHF’a dönüştürülür. Karaciğer ve böbrekte homosistein remetilasyonu betain-homosistein metil transferaz (BHMT) aracılığıyla da gerçekleştirilir. Metionin döngüsünde, diyetle alınan metionin, metil transferaz için metil grubu vericisi olarak yardım eden SAM’e dönüşür. Bu reaksiyonda oluşan diğer bir ürün, S-adenozil homosistein hidrolaz tarafından homosistein ve adenozine hidrolizlenen S-adenozil homosisteindir (SAH). Homosistein, B6’ya bağımlı sistationin β-sentaz (CBS)ile sistationine dönüştürülür. Sistationin ise yine B6’ya bağımlı bir 21 enzim olan sistationaz aracılığıyla sisteine dönüşür. Oluşan sistein daha sonra inorganik sülfata dönüştürülerek idrarla atılır. Transsülfürasyon yolu sınırlı doku dağılımı gösterir (karaciğer, böbrek, pankreas ve beyin) (98). REMETİLASYON YOLU METİONİN DNA Tetrahidrofolat (THF) S-Adenozilmetiyonin Folat Döngüsü N.N-dimetil glisin MS BHMT B12 Betain Metiyonin Döngüsü 5.10-metilen Tetrahidrofolat (CH2 THF S - {RNA PROTEİN Metil transferaz SCH3 MTHFR 5-metil tetrahidrofolat CH3THF S-Adenozil homosistein HOMOSİSTEİN CBS B6 Sistatiyonin CYS CBS:Sistationin β sentaz CYS:γ-sistationaz MS:Metiyonin sentaz MTHFR:Metilen tetrahidrofolat Redüktaz BHMT:Betain-homosistein transferaz B6 TRANSSÜLFÜRASYON Sistein Sülfat(SO4) Şekil 2: Homosistein Metabolizması Plazma Homosistein Düzeyini Etkileyen Etmenler Plazma homosistein konsantrasyonu çeşitli etmenler tarafından düzenlenir. Bunlar genetik etmenler (MTHFR enziminin aktivitesinde azalma, diyabet, hipotiroidi, malignite, psöriasis gibi), ilaç kullanımı (kolestiramin, metotreksat, antikonvülzanlar, siklosporin, androjenler), yaşlanma, yaşam tarzı (alkol, kahve, çay, sigara kullanımı, fiziksel aktivite) ve 22 gebelik olarak sıralanabilir. Sigara B6 vitamini sentezini engelleyerek hem bazal homosistein düzeyini hem de metionin yüklemesi sonrası plazma homosistein düzeyini yükseltir (98, 99). Süregen böbrek yetmezliğinde, kreatinin düzeyi ile ilişkili olarak metabolizmadan mı, azalmış atılımdan mı kaynaklandığı açık değildir (100). B6, B12 ve folik asit eksikliği hiperhomosisteinemiye yol açar. Pernisiyöz anemili hastaların yaklaşık %96’sında homosistein düzeyleri normalin üzerindedir (100, 101). Serum homosistein düzeyleri yaşlılarda yüksek bulunmuş ve yaşla pozitif ilişki gösterilmiştir (102). Yaşlı erkeklerde kadınlardan, beyaz ırkta zencilerden ve Asyalılardan daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Yine bazal ve metionin yükleme sonrası homosistein düzeylerinin, menopoz öncesi kadınlarda menopoz sonrası kadınlardan daha düşük olduğu gösterilmiştir. Gebelikte ise homosistein düzeyi düşer (102, 103, 104, 105). MTHFR enziminin aktivitesindeki azalma, plazma homosistein düzeyinin artmasına, folat düzeyinin ise azalmasına yol açar. Çünkü plazmada folat başlıca metil-tetrahidro folat şeklinde bulunur. MTHFR, metil tetrahidrofolatı oluşturan enzimdir. Bu enzimi kodlayan gende baz 677’de sitozin yerine timin gelmesi aktivitenin ve ısıya dayanıklılığın değişmesine neden olur (termolabil MTHFR). Bu gende görülen diğer bir mutasyon 1298. bazda adenozinin sitozine değişmesidir (A1298C). Bu tip mutasyonda ise enzimin aktivitesinde azalmaya rağmen plazma homosistein ve folat düzeyleri normaldir (106). Sistationin beta-sentaz enziminin eksikliği otozomal resesif olarak geçer ve homozigot veya heterozigot oluşuna göre plazma homosistein düzeylerini etkiler (98, 106). Normal metabolik koşullarda homosisteinin sentezi ve katabolizması arasında sabit bir denge vardır. Metionin alımı arttığında transsülfürasyon yolu hızlanır. Her iki yolda enzim ya da koenzimlerdeki bir bozukluk homosisteinin plazmadaki düzeylerinin artmasına yol açar. Bu artış belirli bir düzeye eriştiğinde homosistinüri görülür. Sağlıklı yetişkinlerde total homosistein düzeyi plazmada 5-15 mikromol/l, serumda ise 13-18 mikromol/l olarak tespit edilmiştir. Pediatrik hastalardaki normal değeri 3,7-10,3 mikromol / l’dir. (98). Homosisteinemi prevalansı genel toplumda %5 civarındadır. Ancak trombotik olay yaşayan kişilerde sıklık %15-50’ye çıkmaktadır. Hafif dereceli hiperhomosisteinemide serum homosistein düzeyi 16-30 mikromol/l, orta dereceli hiperhomosisteinemide 31-100 mikromol/l, ağır hiperhomosisteinemide ise 100 mikromol/l üzeri olarak tanımlanmıştır. Hiperhomosisteinemi, periferal, serebral ve koroner arter hastalıklarında ve venöz trombüs durumlarında ortaya çıkan bir laboratuar bulgusudur. Çeşitli çalışmalarda hiperhomosisteineminin vasküler hastalık açısından bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir (107-109). Hiperhomosisteinemi, hayatın erken döneminde inme riskini 23 arttırmaktadır. Bir çalışmada yenidoğan döneminde inme geçirenlerde homosistein düzeyleri yüksek saptanmıştır (110). Hiperhomosisteineminin endotel hasarına yol açtığı ve buna bağlı olarak hastalıkların geliştiği ileri sürülmektedir. Homosisteinin damar toksisitesi birbirinden farklı birçok etmenin katılımıyla ortaya çıkar. Bunlar şu şekilde sıralanmaktadır: 1. Homosisteinin homosistin, karışık disülfidler ve homosistein tiyolaktona otooksidasyonu esnasında, hidrojen peroksit, süperoksit ve hidroksil radikali gibi çeşitli sitotoksik reaktif oksijen türlerinin oluşumunu arttırır. Bunlar lipid peroksidasyonunu uyararak düşük dansiteli lipoproteinin oksitlenmesine (LDL) oksitlenmesine ve dolayısıyla trombosit aktivasyona ve kümelenmesine yol açar. Endotelden serbestleşen NO, süperoksit radikaliyle birleştiği için tüketilir. Sonuçta NO aracılığıyla gerçekleşen endotel bağımlı vasodilatasyon bozulmuş olur (98). 2. Hiperhomosisteinemi, endotelin antitrombotik özelliğini protrombotik yönde değiştirir. 3. Homosistein damar düz kasındaki hücre büyümesini arttırır. Hücre dışındaki matriks bileşenlerinin birikimini hızlandırır. 4. Damar düz kas hücresindeki Ca salınımı ve damar reaktivitesi hiperhomosisteinemide artar (100,111). Tüm bunların sonucunda pıhtılaşma ile pıhtı yıkımı arasındaki denge pıhtılaşma yönünde değişir. Böylece tromboz ve ateroskleroz artar. Homosistein metabolizmasında yer alan vitamin kofaktörler olan folat, B6 ve B12’nin ağızdan kullanılması ile homosistein seviyeleri düşürülebilir. Yalnızca total plazma homosistein ölçümleri, hiperhomosisteinemili olguların %40’ından fazla tespit edilememesine yol açar. Bu nedenle metionin yüklemesi sonrası plazma homosistein düzeylerinin de değerlendirilmesi gerekir. Açlık homosistein düzeyleri daha çok B12 ve folat bağımlı remetilasyon yolunu yansıtırken, yükleme sonrası homosistein düzeyleri ise B6 vitaminine bağımlı transsülfürasyon yolunu yansıtır (107, 112, 113). Karaciğer Hastalıklarında Homosistein Karaciğer sirozunda yüksek metionin ve homosistein düzeyleri uzun zamandan beri bilinmektedir. Bu durumu açıklayabilecek pek çok neden ileri sürülmüştür. Hem remetilasyon hem de transsülfürasyon yolundaki enzim aktivitelerindeki azalmalar sorumlu tutulmuştur (114, 115, 116). 24 2.5.1.2. Endotel Fonksiyonu ve Obezite Aterosklerozun erişkin dönemdeki klinik bulgularının ortaya çıkmasından önce, çocuk ve genç erişkinlerin arterlerinde patolojik değişimlerin oluşuyla birlikte uzun bir preklinik dönem sonrası geliştiği gösterilmiştir (Stary, 1989). Fetal hayatta rol oynayan faktörler (‘serebrovasküler hastalık hipotezinin fetal orijinleri’; Barker et al.1993) ve erken postnatal dönemdeki faktörlerin (Singhal ve Lucas, 2004) etkisiyle veya programlaması (Lucas, 1991) sonucu ateroskleroz ve komplikasyonları gelişir. Bu programlama direkt olarak vasküler fizyolojiyi etkilemek yoluyla (Leeson et al. 1997,2000) ve ayrıca obezitede olduğu gibi kardiovasküler risk faktörlerini programlamak yoluyla olabilir (Singhal et al.2002b). Çocukluk dönemindeki klasik kardiovasküler risk faktörleri özellikle zararlı olabilir Klag et al. 1993). Örnek vermek gerekirse, çocukluk dönemindeki obezite, erişkin dönemdeki ağırlıktan bağımsız olarak erişkin kardiovasküler sağlığında olumsuz etkilere sahiptir (Must et al. 1992; Vanhala et al. 1998). Obezitenin koroner arter hastalığı yönünden bağımsız bir risk faktörü olduğu iyi anlaşılmış olmasına rağmen, yağ kitlesinin damar fizyolojisi üzerindeki etkisi henüz iyi anlaşılamamıştır. Yağ fazlalığı, özellikle visceral yağlanma kardiak riski etkileyen metabolik sendromun (kan basıncı, insülin direnci, kan lipidlerinde anormallik ve inflamasyon) komponentlerinin oluşumuna zemin hazırlar. Obezite ayrıca direkt damar fizyolojisini etkilemek yoluyla da aterosklerozu tetikliyor olabilir (95). a. Endotel disfonksiyonu ve ateroskleroz gelişimi: Arter fizyolojisindeki endotelin merkezi rolünü ilk kez Furchgott ve Zawadzki (1980) tespit etmiştir ve izole edilen arterlerde asetil kolinin vasodilatatör etkisini gösterebilmesi için gerekli endotel gevşetici faktör üretimini saptamışlardır. Daha sonra endotel kaynaklı gvşetici faktör nitrik oksit (NO) olarak adlandırılmıştır (Palmer et al. 1987). Günümüzde bilinmektedirki; endotel kaynaklı NO önemli bir anti-aterojenik moleküldür ve vasodilatatör etkilerinin yanında platelet aktivasyonu inhibisyonu, monosit-endotel ilişkileri, düz kas proliferasyonu ve migrasyonu üzerinde etkileri vardır. Gerçekte vasküler endotelin ateroskleroz patogenez ve ilerlemesindeki kritik rolü günümüzde iyi anlaşılmıştır (Ross, 1993). Bu hücreler tromboz, inflamasyon ve vazomotor regülasyonda önemlidirler. Sonuç olarak aterosklerozun erken evresinde endotel fonksiyonu bozulur ve bu durum koroner ve periferik arterlerde anjiografik olarak önemli derecede aterosklerotik plakların gelişiminden önce tespit edilebilir (96). 25 b. İnsülin direnci ve endotel disfonksiyonu: Damar biyolojisindeki en önemli çözümlenmemiş konulardan biri de insülin direnci varlığı ile endotel fonksiyonu arasındaki ilişkidir (Wheatcroft et al. 2003). En çok kabul gören hipotez insülin direncinin endotel disfonksiyonuna neden olduğudur. Metformin ile yapılan insülin direnci tedavisi endotel yapısını iyileştirir. Alternatif bir hipotez de, insülin direnci ve endotel disfonksiyonunun adipoz dokudan salınan inflamatuar mediatörler nedeniyle daha önceden oluştuğudur (Yudkin, 2003). Son olarak üçüncü bir hipotez ise endotel disfonksiyonunun insülin direncini indüklediğidir (ör: iskelet kan akımını azaltarak kastaki glukoz kullanımını azaltır)(96). c. Leptin ve endotel fonksiyonu: Yağ dokusu pasif bir enerji deposu olmayıp obezite ve vasküler hastalıkta önemi giderek artan fizyolojik olarak yüksek oranda aktif bir dokudur. Yağ dokusu obeziteyle ilişkili serebrovasküler hastalık riskini artırabilecek ve doğrudan kan damarlarını etkileyecek sitokin benzeri biolojik olarak aktif moleküller salgılamaktadır. Bu moleküllerden damar fonksiyonu üzerine etkisi en fazla olabilecek iki molekül leptin ve adiponektindir. Adiposit kaynaklı leptinin birincil görevi iştah ve vücut ağırlığının düzenlenmesidir. Leptin konsantrasyonu vücuttaki yağ oranı artıkça katlanarak artar ve obez bireylerde belirgin olarak artmış leptin konsantrasyonu muhtemelen, leptinin etkilerine olan direnç sonucudur. Leptin reseptörlerinin vasküler hücreler ve diğer hücre populasyonlarındaki geniş dağılımı ve aterosklrotik lezyonlar leptinin vasküler fizyolojide önemli bir rol oynadığını desteklemektedir. Deneysel modellerde leptinin anjiojenik aktivitesi, endotel hücrelerinde oksidatif stresi artırıcı etkisi, vasküler kalsifikasyonu ve düz kas hücre proliferasyonunu tetikleyici etkisi gösterilmiştir (96). d. Adiponektin: Adiponektin, düşük konsantrasyonları yağlanmayı artıran yegane adipokindir. Adiponektinin önemli bir anti-aterojenik ve anti-diabetik mlekül olduğu düşünülmektedir ve insülin direnci olan hastalarda, tip 2 diabetik hastalarda ve koroner kalp hastalığı olan hastalarda düşük konsatrasyonlarda bulunur ( Kumada et al. 2003). İn vitro çalışmalar desteklemektedir ki; adiponektinin kardioprotektif etkisi TNF-α bağımlı monosit adezyonunu inhibe ederek, köpük hücre oluşumunu ve kas hücre proliferasyonunu önlemektedir. Aterosklerozun oluşumunda damarda oluşan erken fizyololojik değişikliklerin noninvaziv olarak saptanabilmesiyle birlikte, erken kardiovasküler risk faktörleri daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır (96). 26 2.5.1.3. Endotel Fonksiyonunun Ölçümü Endotel fonksiyonu genellikle koroner ya da periferik arterlerde değerlendirilir. Genellikle en sık kullanılan yöntem endotel fonksiyonunun, koroner arterlere yapılan asetil kolin infüzyonu ile tespit edilmesidir. Asetil kolin NO salınımına neden olarak koroner arterlerde vasodilatasyon sağlar. Periferik dolaşımda ise en sık brakial arter, karotis, yüzeyel femoral arter ve radial arterler kullanılır. Non-invaziv olarak brakial arter endotel fonksiyonu ölçümü akıma bağlı genişleme (flow mediated dilatation; FMD) ile değerlendirilir (96). a. İntima media kalınlığı (IMT) ölçümü: İntima media kalınlığının artışı yüksek rezolüsyonlu ultrasonografi ile görüntülenebilir. Çocuklarda erken ateroskleroz, artmış intima media kalınlığı olarak ortaya çıkabilir. Karotis intima media kalınlığı erişkinlerde büyük oranda yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişir ( 96). Ancak 10-25 yaş arası çocuk ve genç erişkinlerde yapılan çalışmalarda görülmüş ki,18 yaşa kadar IMT yaş ve cinsiyetten etkilenmemektedir. 18 yaş sonrası duvar kalınlığı erkek cinsiyette hızla artmaktadır. Erişkinlerde yapılan çalışmalarda karotis IMT > 0,8 mm olduğunda kardiyovasüler hastalıkta belirgin risk artışı saptanmıştır. (97). b. Arterial gerginlik ölçümü: Erken aterosklerozu tespit etmenin diğer bir yöntemi arter duvarının sertliğinin ya da elastikiyetinin ölçümüdür. Arterial sertlik (kompliyans), arteriel duvar basıncı ve arterin yapısal komponentleri olan kollagen ve elastin tarafından belirlenir. Endotel fonksiyonuna benzer şekilde arteriel sertlik de yüksek rezolüsyonlu ultrasonografi kullanılarak non-invaziv yöntemlerle ölçülebilir. Arterial sertlik, periferik arterde nabız basıncına bağlı olarak damar duvar çapındaki değişikliğin ölçülmesiyle hesaplanır (Lehnmann et al. 1997). Her mmHg nabız basıncına bağlı en küçük damar çapı değişikliği damarın sertliğini gösterir. Alternatif alarak arteriel sertlik, nabız dalga hızı (pulse wave velocity) ile indirekt olarak hesaplanabilir. Nabız dalga hızı periferik ve santral dolaşımda doppler ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntüleme kullanılarak ölçülebilir (96). 27 2.5.2. Hipertansiyon Obez adölesanlarda ve genç erişkinlerde hipertansiyon görülme oranı normallerden iki kat fazladır. Vücut ağırlığı fazla olan çocukların %30’nun kan basıncı değerleri 90. persentilin üzerinde olup, vücut ağırlığı azaldığında normale dönmektedir (117). Obezlerde aşırı besin alımı, yüksek yağ ve karbonhidratlı gıdalarla beslenmeyle SSS (sempatik sinir sistemi) aktivasyonu olmakta ve katekolaminlerin salınımı artmaktadır. Artmış katekolaminlerin, direkt etkisi ile kan basıncında ve kalp tepe atımı hızında; dolaylı olarak da renin-anjiotensinaldosteron sistemini uyararak sodyum absorbsiyonunda artışa neden olduğu ileri sürülmüştür. Ancak obezlere normal sodyum içeren zayıflatıcı diyet uygulandığında, sodyumdan bağımsız olarak kan basıncında, plazma renin ve aldosteron düzeylerinde düşme olduğu gösterilmiştir. Rachini ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, obezlerin diyetle alınan sodyuma daha duyarlı olduklarını, bu duyarlılığa hiperinsülinemi, hiperaldosteronizm ve SSS aktivasyonundaki artışın birlikte neden olduğu gösterilmiştir. Arıstımuno ve arkadaşlarının (1984), okul öncesi ve okul çağındaki toplam 5000 çocuk üzerinde yaptıkları Bogalusa Kalp Çalışmasında, obezlerin obez olmayanlara göre kan basıncı değerlerinin daha yüksek olduğunu saptamışlardır (81). 2.5.3. İnsülin Direnci ve Diabetes Mellitus (DM) Yapılan çalışmalarda insüline bağımlı olmayan DM’lu hastaların büyük bir bölümünün fazla kilolu olduğu saptanmıştır. BMI’nin tip II DM riski için dominant belirleyici olduğu gösterilmiştir (118). Tip II DM tanısı konan hastaların en az %60’ı obezdir. Beden ağırlığının artması ile diyabetin metabolik ve hormonal bozukluklarının ağırlaşması arasında çok sıkı bir pozitif korelasyon vardır (119). Obezite, genetiksel veya çevresel faktörlerin etkileşimiyle sonuçlanan diabetin gelişiminde birçok toplum için güçlü bir risk faktörüdür. Ayrıca bireyin genetik olarak diabete yatkınlığının ve şişmanlığının derecesi ne kadar fazla ise diabet o oranda erken yaşlarda başlayıp ağır seyretmektedir (47). DM’la birlikte olan obezite insülin direncinin ağırlığını arttırır. Nondiabetik kişilerde, glikoz atılımındaki bozulma vücut yağ oranının %30’lara ulaşması ile oluşur, bu seviyenin altındaki yağ artışının insülin duyarlılığında daha ileri derecede düşmeye neden olmadığı bildirilmiştir (79). 28 2.5.4. Lipid Metabolizması Obez hastalarda plazma lipid düzeyinde anormalliklere sık olarak rastlanmaktadır (120, 121). Obezitede, plazma trigliserid (TG), total kolesterol, LDL kolesterol düzeyleri yüksek ya da normal, HDL düzeyi ise düşük olarak bulunabilir (122, 123). Yapılan bir çalışmada vücut ağırlığında %10 oranında artışın plazma kolesterol düzeylerini yaklaşık olarak 12 mg/dl kadar arttırdığı bulunmuştur (69). Zayıflama ve vücut yağ miktarında azalma ile plazma TG konsantrasyonunda düşme ve HDL kolesterolde artma birçok çalışmada gösterilmiştir (123, 124). 2.5.5. Solunum Sistemi Obezitenin solunum fonksiyonları üzerine olan etkileri genel etkiler ve obeziteye bağlı uyku apne sendromu (Pickwickian sendromu) olarak iki grupta incelenebilir. Boyunda, üst solunum yollarında, göğüs duvarında ve karında yağ birikimi solunum sisteminin mekenik fonksiyonlarını bozar. Fonksiyon bozukluğu daha çok kitle etkisi olarak, yatar pozisyonda belirgindir. Obezitede görülen pulmoner fonksiyon değişiklikleri, akciğer volümünde azalma ve restriktif tipte solunum yetmezliği ile karekterizedir. Obezite ile birlikte olan en önemli solunum sistemi problemi uyku apnesi olup, patogenezinde üst solunum yollarında oluşan daralma ve solunum yollarındaki kollaps rol oynamaktadır. Boyun çevresi, boyundaki yağ birikimini gösteren bir çeşit indekstir (125). Boyun bölgesinde deri altında depolanan bölgesel yağlanma üst solunum yollarına baskı yaparak nefes alamamaya yol açmaktadır (126). Apneik epizod, horlama öyküsü ve gün boyunca uykululuk hali olan obez bireylerde uyku çalışmaları yapılmalıdır. Acil olarak zayıflamak tedavinin en önemli basamağıdır (40). 2.5.6. Endokrin bozukluklar Obez hastalarda çeşitli endokrinolojik bozuklukların bulunduğu gösterilmiştir (127). Obezite hormonların düzeyinde ve bu dolaşan moleküllerin sekresyon veya klirens paternlerinde değişiklik gibi birçok endokrin değişiklik ile ilişkilidir. Genel olarak vücut bileşimi ve yağ dağılım tipi ile seks hormon düzeyleri arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır (8). Obez erkeklerde impotans ve oligospermi; obez kadınlarda ise amenore, fertilite güçlüğü, erken menarş, geç menapoz, anovulatuar sikluslar ve hirşutizm gibi endokrin problemlere sık rastlanmaktadır. Obez kadınlarda hiperandrojenizm ve anovulatuar siklus riskinin yüksek olduğu görülmektedir (128). 29 2.5.7. Safra kesesi hastalıkları Obezite, bilier kolesterol sekresyonunu arttırdığından dolayı safra kesesi taşı oluşumu için bir risk faktörüdür (129). Amaral ve Thompson’ın bildirdiğine göre, morbid obez hastaların %50’sinde safra taşı öyküsü bulunmaktadır (130). Son zamanlarda obez hastalarda görülen patogenezi henüz açıklanamamış olan karaciğerin yağ infiltrasyonu ile ilişkili, enzim yüksekliği ile ortaya çıkan hepatosteatoz, kilo kaybı ve egzersizle azalmaktadır (131). 2.5.8 Kanser Obez hastalarda bazı cins karsinomların daha sık geliştiği bilinmektedir. Obez erkeklerde kolon, rektum, prostat; obez kadınlarda ise endometriyum, meme ve safra kesesi karsinomlarının daha sık görüldüğü ileri sürülmektedir (132). 2.5.9. Kemik, eklem, bağ dokusu hastalıkları Obezlerde osteoartrite sık rastlanır. Diz ve ayak bileklerinde gelişen osteoartrit fazla kiloların yarattığı travmayla oluşur (65). Blount hastalığı ve sıyrılmış femoral epifiz özellikle obez adölesanlarda gelişebilen kalıcı bir deformitedir. Tekrarlayan ayak bileği burkulmalarıda obez çocuklarda daha sıktır. Her iki durumda obezitede ki artmış yükten kaynaklanmaktadır (133). 2.5.10. Psikolojik bozukluklar Obez bireylerde obeziteye özgü psikolojik sorunlar bulunmaktadır. Anksiyete, depresyon, distoni gibi psikopatolojik bulgular, obezitenin nedeni olmaktan çok sonucudurlar. Obezitede etyolojik önemi olan psikolojik etmenlerle, obezitenin sonucu olan duygusal bozukluklar ayrılmalıdır (134). Beden imajının aşağılanması ve küçümsenmesi morbid obezlerde sık restlanılan bir sorundur. Obez bireylerin çoğu, diğer kişilerin kendilerinden tiksindiğini ya da küçük gördüğünü düşünürler. Bu nedenle olumsuz bir benlik kavramına sahip olup sosyal işlevleri bozulur (65). Obez bireylerin azalan sosyal aktiviteleri nedeniyle kendilerini pasifize ettikleri, toplumdan soyutladıkları, yalnız yaşamaya eğilimli oldukları saptanmıştır (135). Depresyonun obeziteye yol açtığı veya obezitenin depresyona neden olduğu durumları ayırt etmek oldukça güçtür. Bununla birlikte yapılmış bir çalışmada obez adölesanların %32’sinin depresyon kriterlerini taşıdığı bulunmuştur (136). 30 2.6. Obeziteden Korunma Obezitenin oluşumunu önlemek, gelişmiş olan obezite sorununu çözmekten daha kolaydır. Obezite gelişmesini önleyecek doğru kazanılmış alışkanlıklar ve yaşam biçimi aynı zamanda kişinin genel sağlığının korunmasında da önemli bir etkendir. Ayrıca, obezite günümüzde toplam sağlık hizmetleri tüketiminin yaklaşık %4-8’ini oluşturan önemli bir ekonomik yüktür. Üretkenlik kaybından kaynaklanan dolaylı maliyet daha da yüksek olabilir. Bu nedenlerden dolayı obezitenin önlenmesi için çaba sarfedilmelidir (137). Yaşamın değişik dönemlerinde ortaya çıkabilecek olan obeziteden korunabilmek için aile ve çocuklara dengeli beslenme yöntemlerinin anlatılması, bireylere daha çocuk yaşlarda spor alışkanlığı kazandırmanın yolları ve bunların kitle iletişim araçları ile duyurulması sağlanmalıdır (138). Obeziteyi önlemede sağlıklı beslenme ilk adımdır. Öğünlerin kalorisi iyi dengelenmiş ve miktarı normal olmalıdır. Sebze, meyve ve yağsız etlere ağırlık verilmelidir. Fiziksel aktivite arttırılmalı, bireylerin sedanter yaşam tarzından uzaklaşmaları sağlanmalıdır. Fiziksel aktivitenin şiddetinden çok süresi önemlidir (65). Erken yaşlardan başlayarak yiyecekler sıkıntı ve endişeyi yatıştırıcı olarak kullanılmamalıdır. Yeterlilik duyguları desteklenmeli, psikolojik doyum, arkadaşlık ve yakın aile ilşkileri sağlanmalıdır (63) 2.7. Obez Çocuğun Tedavi Yönetimi Obezite tanısı en kolay konulan ancak tedavisi en zor hastalıklardan biridir. Obezite yol açtığı çeşitli sağlık sorunları nedeniyle tedavi edilmesi zorunlu bir hastalıktır. Tedavi multidisipliner bir yaklaşım, yani ekip çalışması gerektirir. Günümüzde bu tedavide yer alan ekip üyeleri; hekim, hemşire, diyetisyen, klinik psikolog, fizyoterapist ve kişinin ailesidir. Obezitenin hangi yöntem veya yöntemlerle tedavi edilmesi gerektiği konusunda görüş ayrılıkları olmasına rağmen obezite tedavisinde ana ilke ; alınan enerji ile tüketilen enerjinin dengelenmesi ve bu dengenin o kişi için uygun vücut ağırlığını gösteren rakamlar çerçevesinde tutulmasıdır (19). Obezite tedavisinde değişik yöntemler kullanılmaktadır. Bunlar diyet tedavisi, egzersiz tedavisi, davranış değişikliği tedavisi, ilaç tedavisi ve cerrahi tedavidir. Bu yöntemlerden diyet tedavisi, egzersiz tedavisi ve davranış değişikliği tedavisinin aynı anda kullanılması, başarı oranını artırmaktadır. Tüm tedavilerin amacı; hastaya uygun olan kiloya erişildikten sonra o kilonun uzun süre korunabilmesi ve yeni ağırlık kazanımının önlenmesidir (138, 139). 31 2.7.1. Motivasyon Obezite kolay tanı konulmasına karşın tedavisi oldukça güç olan bir hastalıktır. Tedavide hastanın uyumu dolayısıyla hastanın motivasyonu çok önemlidir. Fakat çocukluk yaş grubundaki hastaların büyük çoğunluğu aileleri tarafından getirildikleri için obezitelerini kendi sorunları olarak algılamamaktadır ve bu nedenle motive oldukları söylenemez. Ayrıca tedavinin süresi ile ilgili gerçek dışı beklentileri vardır ve uzun zaman uğraşa hazırlıklı değillerdir. Öncelikle çocukların obezitelerinin kendi yaşam biçimlerinden kaynaklandığını ve kendileriyle ilgili bir sorun olduğunu görmelerine yardımcı olunmalıdır. Bunun yanı sıra ailelerin bilinçli bir şekilde tedaviye katılımını sağlamak önemlidir. Puberte başlangıcı ve sonrasında gencin soruna sahiplendiği ve kilo vermek için daha fazla motive olduğu dikkati çekmiştir. Tedavi için başvuran çocuk ve gençlere empatik, destekleyici, açıklayıcı, gerçekçi ve yol gösterici bir şekilde yaklaşılması tedaviye uyumu arttırmaktadır. Çocuk obez hastalarda ailenin tedaviye doğru katılımı önemlidir. Aile temelli programlarda hem çocuk hem de ebeveynlerle çalışılr. Ebeveyn değişiminin temel alındığı Golan’ın çalışmasında obez çocukların kendilerini hasta olarak görmelerini ve değişime direnç göstermelerini önlemek için çocuklar sürece doğrudan dahil edilmemişler ve yeme davranışından sorumlu tutulmamışlardır. Araştırmanın sonuçları aile tabanlı yaklaşımın diğer yaklşımlara göre çocuk obezitesinde daha etkili olduğunu göstermiştir (140). 2.7.2. Diyet Obezite tedavisinin en önemli öğesi olan diyet programlarının çoğu genel olarak kalori alımının stabilize edilmesi, yağ alımının azaltılması ve yeme alışkanlıklarının yeniden doğru olarak düzenlenmesini içerir (40). Obezitede diyet tedavisinde amaç; hastanın ideal kilosuna indirilmesi, bunu başardıktan sonra da bir ömür boyu sağlıklı beslenme alışkanlığını ile ideal veya ideale yakın kilosunun korunmasıdır (141). Zayıflama diyetinde birkaç saatlik aralarla az miktarlarda yemek yeme, seyrek olarak fazla miktarda yemek yemekten daha etkilidir. Diyet tedavisindeki obez hastalar ilk günler şiddetli açlık hisseder ve daha sonra beklenmedik bir iyilik hali gelişir. Bu sırada hafif ketonemi ve ketonüri olur, fakat metabolik asidoz gelişmez. Diyet tedavisi devam ederken ilk on gün hızlı bir kilo kaybı olur, daha sonra kilo kaybı oranı düşer. Kilo kaybının düşüşü, metabolik hızın düşmesine ve vücut depolarının daha iyi korunmasına bağlıdır (65). Sağlıklı beslenme programının esasları şunlardır: Önerilen diyet programı güvenli olmalıdır. 32 Önerilen günlük total kalori harcanandan az olmalıdır. Ömür boyu uygulanabilir olmalı, kişinin sosyal ve ekonomik koşullarına uygun olmalı, hiçbir zaman çok pahalı olmamalıdır. Önerilen diyet çok öğün içermelidir. Lif oranı yüksek olmalıdır. Yeterli protein içermelidir. Değişime olanak sağlamalıdır. Obezitenin tedavisinde belirli sürelerde uygulanacak diyet listeleri ile başarıya ulaşmak mümkün değildir. Kilo kaybının sağlanması ve kilo döngüsünün oluşmaması için sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılması, sağlıklı beslenme bilincinin oluşturulması gerekmektedir. Düzenli ve sık aralıklı ziyaretlerle obez bireyin beslenme alışkanlıklarındaki olumlu değişimler değerlendirilmeli, beslenme eğitiminin sürekliliği sağlanmalıdır (142). 2.7.3. Egzersiz Obezler az hareket etme eğiliminde olan kimselerdir. Çok kısıtlı diyetlerle hızlı kilo verdirirken ağır egzersiz yaptırmak doğru değildir. Bu dönemde hastanın yaşına, yaşantısına, birlikteki diğer hastalıklar ve fizik durumuna uygun egzersizler (yürüyüş, yüzme) önerilmelidir. Obezite tedavisinde egzersiz bir alışkanlık haline getirilirse; hem hastanın kilo vermesinde, hem verilen kilonun korunmasında, hem de komplikasyon riskinin azalmasıda önemli fayda sağlar. Egzersiz ile yağ kaybı artarken, yağsız doku kitlesi korunmaktadır. Böylece egzersiz uzun süreli kilo kontrolünde etkili olup, obezitenin relapsını azaltır (143, 144). Fizik aktivite ile BKİ arasındaki negatif korelasyonu gösteren çalışmalar vardır (143, 145). Anaerobik, aerobik olmak üzere iki tip egzersiz bulunmaktadır. Ağırlık kaldırma gibi anaerobik egzersize örnek olan egzersizlerde kısa süre ile aşırı bir kuvvet harcanması gerekir. Anaerobik egzersizin anahtar özelliği, kısa sürede daha fazla enerjinin harcanmasının gerekliliğidir. Bunun için gerekli olan enerji kasın kendi enerji depolarından yani fosfokreatinin veya glikojenden sağlanır. Aerobik egzersiz, daha uzun süreli fakat daha az kuvvet harcanarak yapılır. Uzun mesafe koşuları, yüzme kayak aerobik egzersizlerdir. Aerobik egzersizde sadece kastaki depolanmış enerji kullanılmaz, vücudun diğer enerji kaynakları (yağ dokusundaki yağ ve karaciğer glikojeni) da kullanılmaktadır (65). Yürüme, tüm toplumlar için kabul edilebilir bir egzersizdir. En az 30 dakika boyunca uygulandığında 33 kilo kaybına yol açabilir, daha önemlisi kilo idame edici programlarda önemle üzerinde durulmalıdır (146). 2.7.4. Davranış tedavisi Davranışları modifiye etmeye yönelik yöntemler yaklaşık 30 yıldır obezite tedavisinde etkili olarak kullanılmaktadır. Bu yaklaşımın temel amacı, yaşam tarzında değişim sağlayacak yeme ve egzersiz değişikliğinin geliştirilmesidir. Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün obezite konusu ile ilgili önerilerinde, obezite tedavisinde birinci ve en önemli adımın yaşam tarzı değişikliği olduğu belirtilmektedir. Obez bireylerde gıda alma alıışkanlıkları değiştirilmelidir. Öncelikle gıda alımı yavaşlatılmalıdır. Yeme işlemini tetikleyici olaylardan ayırmak (TV veya radyo olmayan bir odada yemek gibi) gerekir. Enerjiden zengin gıdalar elimine edilmelidir. Yorgun, sıkılmış ve stres altındayken yeme dürtülerini kontrol etmelidir (65, 147). Davranış değişikliği tedavisi, terapiste ve uygulanan bireye göre farklılıklar gösterse de tedavi planı genellikle kendi kendini gözlemleme, uyaran kontrolü, alternatif davranış geliştirme, pekiştirme-kendi kendini ödüllendirme, kognitif yapılanma ve sosyal destek olmak üzere 5 basamaktan oluşur. Kendi kendini gözlemleme, tedavinin temelidir ve kişinin obeziteye neden olan ve değiştirilmesi gereken hatalı davranışlarının farkına varması sağlanmış olur (147). Uyaran kontrolü ile çeşitli öneriler sunularak kişinin hatalı yeme davranışlarını düzeltmesi sağlanır. Uyulması gereken önerilerin bazıları şunlardır: Yenilmesi yasak olan gıdaları evde bulundurmayınız, Sizin için önerilen yiyecekleri planlanılan zamanlarda yiyiniz. Öğün atlamayınız, Yemek biter bitmez masadan kalkınız, Yemek yerken başka aktiviteler (TV seyretmek, okumak gibi) yapmayınız, Akşam yemeğinden sonra (20.00-21.00’dan sonra) yiyecek yemeyiniz, Göz önünde sevdiğiniz yiyecekleri bulundurmayınız, Sabah kalkınca, her öğün öncesi, sırası ve sonrasında bir bardak ılık su içiniz, Aktivitenizi arttırınız, aktif ve hareketli kişilerle birlikte olmaya özen gösteriniz (145). 2.7.5. İlaç tedavisi Günümüzde obezite tedavisinde ilaçların kullanımı konusunda yoğun çalışmalar ve görüş ayrılıkları vardır. Obezitede farmakolojik tedavinin kullanımı ile ilgili çalışmalar daha çok erişkinler üzerinde yapılmıştır. Ancak morbid obezite bulguları olan ve tüm standart tedavilere yanıt vermeyen çocuk ve adölesanlarda denenmesi öngörülmüştür. Bu tür vakalarda 34 önerilen ve tercih edilen hastanın özel kliniklerde yatırılarak, yakın monitörizasyon ile ilaç tedavisinin uygulanmasıdır (40). Obezitenin tedavisinde kullanılanılan ilaçları; santral etkili iştah kesiciler, periferik etkili termojenik ilaçlar, gastrointestinal sisteme etkili ilaçlar, hormonal ilaçlar ve diğer ilaç tedavi yaklaşımları olarak beş gruba ayırabiliriz (65). Günümüzde kullanımı uygun ilaçlar şunlardır: Sibutramin (yiyecek alımını azaltarak): Bu ilaç noradrenalin, serotonin ve dopaminin geri alınımını selektif olarak inhibe eden beta-fenetil amindir. Termogenezi arttırır, santral etki ile yiyecek alımını azaltır. Ciddi kardiovasküler sisteme ait yan etkileri olduğu için hastalar yakın olarak monitörize edilmelidir. Henüz çocuklar için kullanım izni olmamasına rağmen ilaç endüstrilerinin sponsorluğunda çok merkezli çalışmalar yapılmaktadır. Erişkinlerde yapılan çalışmalarda ilaç kesildikten sonra hastaların önceki kilolarına döndüğü yönündedir (148). Orlistat (yağ absorbsiyonunu inhibe ederek): Orlistat pankreatik lipazı bloke eden bakteriyel lipaz inhibitörünün hidrojene edilmiş derivesidir. Böylece trigliserid sindirimini azaltırlar. Yan etkileri kramp, ishal ve uzun dönemde yağda çözünen vitaminlerin eksikliğidir. Tıpkı sibutramin gibi çocuklarda kullanımı henüz onaylanmamış olup araştırmalar devam etmektedir. Finer ve arkadaşları orlistat ile yaptıkları araştırmada plasebodan daha fazla kilo kaybına neden olduğunu göstermişlerdir (149). Efedrin ve kafein (enerji tüketimini arttırarak): Termogenezi arttırarak enerji tüketimini arttrırlar (150). 2.7.6. Cerrahi tedavi Cerrahi tedavi, çocuk ve adölesanlarda çok sınırlı olup obezitenin tedavisinde kullanılan tüm yöntemlerin yetersiz kaldığı, morbid obez semptomlarının olduğu seçilmiş hastalarda son yöntem olarak düşünülebilir. Adölesan ve çocuklara ait çok az cerrahi tedavi deneyimleri mevcuttur. Silver ve Strauss farklı cerrahi yöntemler uygulayarak çocuklarda seçilmiş vakalarda obezitede kilo kaybı sağlamışlardır. Fakat araştırmacılar bu operasyonların kullanımını rutin olarak önermezler (151, 152). 35 3. MATERYAL ve METOD Çalışma kapsamına alınan olguların belirlenmesi: Çalışma grubu: Bu çalışmada Nisan 2005-Haziran 2006 tarihleri arasında İstanbul Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği polikliniğine obezite nedeniyle başvuran, bilinen sistemik, endokrin, nörolojik, kronik patolojisi olmayan 5-17 yaşları arasındaki olgular incelemeye alındı. Olgular pubertal ve prepubertal olmak üzere iki grup halinde değerlendirildi. Prepubertal dönem kriteri için; Tanner ölçütlerine göre evre 1 olması, pubertal dönem kriteri için; Tanner ölçütlerine göre evre 2 ve üzerinde olması, obez olma kriteri için; dış görünümünün obez olması ve BKI yaşa ve cinse göre 95. persentilin (Ek1) üzerinde olanlar kabul edildi. Obeziteye neden olan sekonder hastalığı olanları belirlemek amacıyla hastalara kanda serbest T3, serbest T4, TSH, total testesteron, LH, FSH, serbest kortizol düzeyi, kemik yaşı bakıldı ve anormal sonuç bulunanlar çalışma kapsamına alınmadı. Çalışmaya alınan vakaların tıbbi özgeçmişlerinde bir problem yoktu. Çalışmaya katılanlar obeziteye neden olan ilaç kullanmıyorlardı. Bu kriterleri sağlayan 5-17 yaş arasındaki yaş ortalaması 10,86±3,25 yaş, BMI ortalaması 29,18±4,27 kg./.m² olan 58 olgu çalışma ile ilgili yazılı ve sözlü aydınlatılmış onamları alınarak çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu: Hastane çevresindeki okullardan randomize seçilen 29 sağlıklı obez olmayan çocuk ise kontrol grubunu oluşturdu. Yaş ortalaması 11,02±4,08 yaş, BMI ortalaması 17,92±2,19 kg./.m² olan 29 olgu çalışma ile ilgili yazılı ve sözlü aydınlatılmış onamları alınarak çalışmaya dahil edildi. Çalışma verilerinin toplanması: Çalışma verilerinin toplanması; anamnez bilgilerinin alınması (kronik hastalık, doğum kilosu, ailede (1.derece yakını) aterosklerotik risk faktörüne sahip birey sorgulaması, sigara kullanımı), fizik muayene yapılması ve antropometrik ölçümlerin (boy, tartı, bel ve kalça ölçümü) alınması, laboratuar tetkikleri ve görüntüleme yöntemlerinin (dopplerUSG) uygulanması olmak üzere üç aşamada gerçekleştirildi. Bulgular her hasta için hazırlanmış çalışma verilerini içeren forma ( Ek -2) kaydedildi. 36 Fizik muayene: Tüm olguların rutin fizik muayenesi yapıldı. Sistolik ve diastolik kan basınçları ERKA sfingomanometresi kullanılarak 2 gün arka arkaya üç kez ölçüldü. Bu ölçümün ortalaması mmHg olarak ifade edildi. Yaşa ve cinse göre hazırlanan Üçüncü Ulusal Sağlık ve Beslenme Araştırmasından (NHANES III) elde edilen değerler ışığında önerilen eşik değerler kullanıldı (Ek-3). Antropometrik ölçümlerin alınması: Araştırmaya dahil edilen 58 obez ve 30 kontrol grubunun çıplak ayakla ayakta üzerlerinde hafif giysiler varken duvara monte Stadiometre ( Harperdin ) ile, ağırlıkları ise digital tartı cihazı ile ölçüldü. Boy ve ağırlık ölçüleri kullanılarak obez ve kontrol grubunun beden kitle indeksleri - BMI= (Ağırlık[ kg] / Boy² [m²]) hesaplandı. Vaka grubunun BMI’leri, BMI esas alınarak hazırlanan persentillerden yararlanılarak, yaşa ve cinse göre BMI 95. persentilin üzerinde olanlar obez kabul edildi. 58 olgunun bel çevresi arkus kosta ile spina iliaka anterior superior arası mesafenin orta noktasından geçecek şekilde mezura kullanılarak ölçüldü, cm olarak belirtildi. Kalça ölçümleri ise kalça bölgesinin en geniş bölümünden alındı ve cm olarak değerlendirildi. Bel / kalça oranı değerlendirildi. Laboratuar tetkikleri: Kan tahlilleri ile görüntüleme yöntemleri üç aydan daha kısa aralarla alındı. Açlık kan örneklerinden biyokimyasal tetkikleri (HDL, LDL, TG, total kolesterol, glukoz) Olympos AU 5220 otoanalizör cihazı ile T Therece kiti kullanılarak, kan insülin düzeyi hastanemizin hormon laboratuarında Roche E170 cihazı ve Elexis insülin kiti kullanılarak, kan homosistein düzeyi ise, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Merkez Biyokimya Laboratuarında çalışıldı. Serum lipid profili: Serum HDL, LDL, TG ve total kolesterol değerleri ölçüldü, mg / dl olarak belirtildi. Değerlendirmede NHANES III’den elde edilen değerler ışığında önerilen eşik değerler kullanıldı (Ek-3). İnsülinli oral glukoz tölerans testi: 1.75 g / kg (maksimum 75gram) glukoz %20 dekstroz solüsyonu kullanılarak oral yoldan verildi. Testin 0.ve 120. dakikalarında alınan kan örneklerinde kan glukoz ve insülin 37 düzeylerine bakıldı. 0. dakikada kan glukoz düzeyinin 100 mg/dl olması bozulmuş açlık glukozu ve 120. dakikada kan glukoz düzeyinin 140-200 mg/dl olması bozulmuş glukoz tolerans testi olarak yorumlandı. İnsülin direnci (Homeostasis mode assesment (HOMA) insülin direnci (IR)) : Homeostasis mode assesment (HOMA) insülin direnci (IR) indeksine göre insülin direnci hesaplandı. HOMA-IR = Açlık insülin düzeyi (μU / ml) × açlık glukozu (mg / dl) / 405 Dörtten büyük değerler insülin direnci olarak kabul edildi. Homosistein düzeyi: Kan örnekleri 8-12 saatlik açlık sonrası EDTA’lı tüpe alınarak bekletilmeden çalışıldı. Çalışma yöntemi olarak (HP-LC) Lipid Kromotografik yöntem kullanıldı. Homosisteinin normal serum düzeyi 3,7-10,3 mikromol / l kabul edildi (58). Görüntüleme yöntemleri: Obez ve kontrol grubunun ortak karotid arter doppler USG görüntülemeleri hastanemizin Radyoloji Kliniği’nde aynı radyolog tarafından Toshiba Xario USG cihazı ile 7.5 MHz’lik konveks probe kullanılarak yapıldı. Çalışmaya dahil edilen vakalar 15 dakika dinlendirildiken sonra, supin pozisyonda muayene masasında yatar durumda, baş hafif geriye ve yana dönük iken, . kantitatif B-mod ölçümleri ile sağ ve sol ortak karotid arterde sistolik ve diastolik damar duvarı kalınlığı ve intima media kalınlığı (IMT) ölçüldü ve mm olarak belirtildi. Karotis sertliği; damar çapındaki değişikliğe dayanan yöntemlerden (genel bilgiler bölümünde anlatılan) biri kullanılarak (96) aşağıdaki standardize edilmiş (karotis sertlik indeksi: β) formül ile hesaplandı: β = logaritma sistolik kan basıncı – logaritma diastolik kan basıncı) (sistolik çap –diastolik çap ) / diastolik çap 38 İstatistiksel incelemeler: Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında student t testi ve normal dağılım göstermeyen parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Mann Whitney U test kullanıldı. Parametreler arasındaki ilişkilerin incelenmesinde pearson korelasyon testi kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi. 39 4. BULGULAR Çalışma Nisan 2005-Haziran 2006 tarihleri arasında Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi’nde, yaşları 5 ile 17 yaş 8 ay arasında değişmekte olan; 37’si kız (% 42.5) ve 50’si erkek (% 57.5); Çocuk polikliniğinde eksojen obezite nedeniyle takip edilen 58 vaka olgusu ve sağlam çocuk polikliniğinde takip edilen 29 kontrol olgusu olmak üzere toplam 87 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların ortalama yaşı 10.92±3.53 yaş’tır. Grupların homojen olması bakımından çalışmaya dahil edilen olgular prepubertal ve pubertal olmak üzere iki grup halinde değerlendirmeye alındı. Bulgular üç başlık altında toplandı: 1) Obez çocuklarda ateroskleroz gelişiminde rol alan potansiyel risk faktörleinin belirlenmesi ve bulguların kontrol grubu potansiyel risk faktörleri ile karşılaştırılması 2) Prepubertal ve pubertal dönemdeki obez olguların aterosklerotik risk faktörleri açısından karşılaştırılması 3) Obez çocuklarda plazma total homosistein düzeyinin araştırılması ve bulguların kontrol grubu plazma total homosistein düzeyi ile karşılaştırılması 4) Obez çocuklarda ultrasonografi ile sağ ve sol ortak karotid arter intima media kalınlığının (IMT) ve sistolik ve diastolik damar duvar kalınlığının ölçülmesi ve karotis sertlik indeksi (β)’nin değerlendirilmesi ve bulguların kontrol grubunun IMT ve β değerleri ile karşılaştırılması 5) Obez grupta IMT ve karotis sertlik indeksinin (β) mevcut aterosklerotik risk faktörleri ile ilişkilerinin değerlendirilmesi Tablo 1: Demografik özelliklere göre grupların karşılaştırması Obez Grup (n=58) Ort. SD Kontrol Grubu (n=29) Ort. SD Yaş (yıl) 10,86 3,25 11,02 4,08 BMI (kg / m²) 29,18 4,27 17,92 2,19 n 26 32 % 44,8 55,2 n 11 18 % 37,9 62,1 Cinsiyet Kız Erkek t: Student t testi χ2: Ki-kare testi ** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı 40 Test ist; p t:-0,180; p:0,858 t:16,249; p:0,001** χ2:0,376; p:0,540 Yaş ortalamasına göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez gruptaki olguların BMI düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 30 28 26 24 22 20 18 16 14 Şekil 1: BMI düzeyine göre grupların dağılımı 12 Cinsiyet dağılımına göre gruplar 10 arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). 8 6 Çalışmamızda olguların 8’i (% 13,7) LGA, 48’i (%82,7) AGA, 2’si (%3,4) SGA doğum 4 ağırlığına sahiptir. 2 0 Obez grup LGA Kontrol Grubu AGA SGA BMI (kg/m²) Şekil 2: Olguların doğum ağırlığına göre dağılımı 41 1- OBEZ ÇOCUKLARDA ATEROSKLEROZ GELİŞİMİNDE ROL OYNAYAN POTANSİYEL RİSK FAKTÖRLERİNİN BELİRLENMESİ VE BULGULARIN KONTROL GRUBU POTANSİYEL RİSK FAKTÖRLERİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI a) Aile öyküsünde aterosklerotik risk faktörlerine sahip birey varlığı (obezite, ateroskleroz, hipertansiyon, diabet) b) Sigara kullanımı c) Mevcut olan diğer risk fakörleri (kan basıncı, kolesterol, trigliserit, LDL, HDL, insülin direnci, homosistein): a) Aile öyküsünde aterosklerotik risk faktörlerine sahip birey varlığı (obezite, ateroskleroz, hipertansiyon, diabet) Obez gruptaki olguların ailelerinde obezite görülme oranı (% 94.8); kontrol grubundaki olguların ailelerinde obezite görülme oranından (% 51.7) istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). Obezite 100,00% 95,00% 90,00% 85,00% 80,00% 75,00% 70,00% 65,00% 60,00% 55,00% 50,00% 45,00% 40,00% 35,00% Şekil 3: Ailede obezite 30,00% varlığına göre grupların dağılımı 25,00% 20,00% 15,00% Obez gruptaki olguların ailelerinde 10,00% hipertansiyon görülme oranı (% 70.7); kontrol 5,00% grubundaki olguların ailelerinde hipertansiyon görülme oranından (% 27.6) istatistiksel 0,00% olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). Obez grup Kontrol Grubu 42 Var Yok Hipertansiyon 100,00% 95,00% 90,00% 85,00% 80,00% 75,00% Obez 70,00% 65,00% 60,00% 55,00% 50,00% 45,00% 40,00% 35,00% 30,00% 25,00% Şekil 4: Ailede hipertansiyon varlığına göre grupların dağılımı 20,00% 15,00% 10,00% 5,00% gruptaki olguların ailelerinde aterosklerotik hastalık görülme oranı 0,00% (% 58.6); Obez grup hastalık görülme oranından (% kontrol grubundaki olguların ailelerinde aterosklerotik Kontrol Grubu 6.9) istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). Var Yok Ateroskleroz 100,00% 95,00% 90,00% 85,00% 80,00% 75,00% 70,00% 65,00% 60,00% 55,00% 50,00% 45,00% 40,00% 35,00% 30,00% 25,00% Şekil 5: Ailede aterosklerotik 20,00% hastalık varlığına göre grupların dağılımı 15,00% 10,00% 5,00% 0,00% Obez grup 43 Kontrol Grubu 100,00% 95,00% 90,00% 85,00% 80,00% Obez gruptaki olguların ailelerinde diabet görülme oranı (% 65.5); kontrol 75,00% 70,00% grubundaki olguların ailelerinde65,00% diabet görülme oranından (% 13.8) istatistiksel olarak 60,00% ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 55,00% 50,00% 45,00% 40,00% 35,00% 30,00% 25,00% 20,00% 15,00% 10,00% 5,00% 0,00% Obez grup Kontrol Grubu Var Yok Şekil 6: Ailede diabet varlığına göre grupların dağılımı Tablo 2: Aile öyküsüne göre grupların karşılaştırması Var Obezite Yok Var Hipertansiyon Yok Var Ateroskleroz Yok Var DM Yok χ2: Ki-kare testi Obez Grup Kontrol Grubu (n=58) (n=29) n 55 3 41 17 34 24 38 20 % 94,8 5,2 70,7 29,3 58,6 41,4 65,5 34,5 n 15 14 8 21 2 27 4 25 Test ist; p % 51,7 48,3 27,6 72,4 6,9 93,1 13,8 86,2 χ2:22,847; p:0,001** χ2:14,601; p:0,001** χ2:21,324; p:0,001** χ2:20,714; p:0,001** ** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı b) Sigara kullanımı: Obez grup: Olguların hiçbirinde sigara içme öyküsü yoktu. Kontrol grubu: Olguları hiçbirinde sigara içme öyküsü yoktu. 44 c) Mevcut olan diğer risk fakörleri (kan basıncı, kolesterol, trigliserit, LDL, HDL, insülin direnci, homosistein): Obez gruptaki olguların sistolik arter basıncı düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 120 115 110 105 100 95 90 85 80 75 70 65 60 55 50 45 40 Şekil 7: Sistolik arter35basıncı düzeyine göre grupların 30 25 Obez gruptaki olguların distolik arter basıncı düzeyleri; 20 15 istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 10 5 0 dağılımı kontrol grubundan Obez Grup Kontrol Grubu 80 75 70 65 Sistolik Arter Basıncı (mmHg) 60 55 50 45 40 35 30 25 20 Şekil 8: Diastolik arter15 basıncı düzeyine göre grupların dağılımı 10 5 0 45 Obez Grup Kontrol Grubu Obez gruptaki olguların trigliserit düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 110 105 100 95 90 85 80 75 70 65 60 55 50 45 40 35 30 düzeyine göre grupların dağılımı Şekil 9: Trigliserit 25 Kolesterol düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı 20 15 bulunmamaktadır (p>0.05). 10 5 LDL kolesterol düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı 0 bulunmamaktadır (p>0.05). bir farklılık bir farklılık Obez Grup Kontrol Grubu HDL kolesterol düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez gruptaki olguların başlangıç insülin düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 46 Trigliserit(mg/dl) 20 18 16 14 12 10 8 6 4 2 0 Obez Grup Kontrol Grubu insülin (başlagıç)(mU/ml) Şekil 11: Başlangıç insülin düzeylerine göre grupların dağılımı Obez gruptaki olguların başlangıç glukoz düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 90 85 80 75 70 65 60 55 50 45 40 35 30 25 20 15 10glukoz düzeyine göre grupların dağılımı Şekil 12: Başlangıç 5 0 Obez Grup Kontrol Grubu Glukoz (başlangıç)(mg/dl) 47 Tablo 3: Mevcut olan risk faktörleri açısından grupların karşılaştırması: Mevcut olan risk faktörleri Sistolik Arter Basıncı (mmHg) Distolik Arter Basıncı (mmHg) Kolesterol (mg/dl) Trigliserit (mg/dl) LDL (mg/dl) HDL (mg/dl) HOMA-IR indeksi İnsülin (başlangıç) 0. dakika (mU/ml) Glukoz (başlangıç) 0. dakika (mg/dl)) Homosistein (mmol/L) Obez Grup Kontrol Grubu (n=58) (n=29) Test ist; p Ort. SD Ort. SD 119,83 14,17 109,31 10,58 77,93 9,46 62,07 9,01 165,88 28,89 156,45 18,16 107,27 64,17 75,34 17,68 93,07 23,94 85,21 18,05 49,83 11,41 48,21 11,38 3,93 2,51 2,10 1,01 17,67 10,30 10,03 5,70 89,33 10,82 81,07 3,68 8,88 2,86 7,31 2,42 t:3,530; p:0,001** t:7,486; p:0,001** t:1,858; p:0,067 t:3,531; p:0,001** t:1,559; p:0,123 t:0,625; p:0,534 t:2,794; p:0,001** t:2,788; p:0,002** t:5,238; p:0,001** t:2,535; p:0,013* t: Student t testi * p<0.05 düzeyinde anlamlı ** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı Obez gruptaki olguların HOMA-IR indeksi değerleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 48 5 4 3 2 1 0 Obez Grup Kontrol Grubu Homa-IR Şekil 11: HOMA-IR indeksine göre grupların dağılımı Tablo 4: HOMA-IR indeksi ile ailede diabet ve bel/kalça oranı ilişkisi Obez Grup Ailede DM Var (n=38) Yok (n=20) Bel/Kalça t: Student t testi HOMA-IR Ort. SD 4,29 2,54 3,25 2,36 r p 0,281 0,033* Test ist; p t:1,521; p:0,134 r: Pearson korelasyon testi * p<0.05 düzeyinde anlamlı Ailesinde diabet olan olgular ile ailesinde diabet olmayan olguların HOMA-IR indeksi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). HOMA-IR indeksi ile bel kalça oranı (BKO) arasında pozitif yönde, % 28.1 düzeyinde ve istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmaktadır (p<0.05). 49 Vaka Grubu 1,0 ,9 ,8 BKO ,7 ,6 0 2 4 6 8 10 12 HOMA Şekil 13: Obez Grupta HOMA-IR indeksi ile bel kalça oranı korelasyon grafiği 2- PREPUBERTAL VE PUBERTAL DÖNEMDEKİ OBEZ OLGULARIN ATEROSKLEROTİK RİSK FAKTÖRLERİ AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların bel-kalça oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların kolesterol düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların trigliserit düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez grupta; pubertal dönemdeki çocukların LDL kolesterol düzeyleri; prepubertal dönemdeki çocukların LDL kolesterol düzeylerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05). 50 100 97,5 95 92,5 90 87,5 85 82,5 80 77,5 75 72,5 70 67,5 Şekil 14: Obez grupta; 65 62,5 Prepubertal ve pubertal 60 57,5 55 52,5 prepubertal dönemdeki 50 dönemde LDL kolesterol düzeyinin dağılımı çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların HDL kolesterol düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır Prepubertal (p>0.05). Pubertal Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların başlangıç insülin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların 120. LDL(mg/dl) dakika insülin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların başlangıç glukoz düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez grupta; pubertal dönemdeki çocukların 120. dakika glukoz düzeyleri; prepubertal dönemdeki çocukların 120. dakika glukoz düzeylerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05). 51 Şekil 15: Prepubertal 110 107,5 105 102,5 100 97,5 95 92,5 90 87,5 85 82,5 80 77,5 75 72,5 70 67,5 65 62,5 60 57,5 ve Pubertal 55 52,5 50 dönemde glukoz 120. dakika düzeyinin dağılımı Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklarPrepubertal ile pubertal dönemdeki çocukların HOMAIR indeksi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Pubertal Tablo 5: Obez grupta prepubertal ve pubertal dönemlerin karşılaştırması Prepubertal dönem Pubertal dönem (n=25) (n=33) Obez Grup Bel/Kalça Oranı Kolesterol (mg/dl) Trigliserit (mg/dl) LDL (mg/dl) HDL (mg/dl) HOMA-IR indeksi İnsülin (başlangıç) 0. dakika (mU/ml) Glukoz 120.dakika(mg/dl) Test ist; p Ort. SD Ort. SD 0,82 0,06 0,83 0,06 160,52 27,33 169,94 29,78 98,80 63,65 113,70 64,78 86,12 20,31 98,33 25,40 52,76 12,30 47,60 10,32 3,82 2,43 4,02 2,61 17,45 9,94 17,83 10,71 52 t:-0,938; p:0,352 t:-1,235; p:0,222 t:-0,874; p:0,386 t:-1,972; p:0,050* t:1,733; p:0,089 t:-0,296; p:0,769 t:-0,138; p:0,890 İnsülin 120 120. dakika (mU/ml) Glukoz (başlangıç) 0. dakika (mg/dl) Glukoz 120 120. dakika (mg/dl) Homosistein (mmol/L) 55,71 38,38 76,24 69,98 87,40 7,86 90,79 12,53 97,56 11,25 108,42 23,84 8,11 2,17 9,46 3,20 t: Student t testi Z:-1,138; p:0,255 t:-1,185; p:0,241 t:-2,301; p:0,026* t:-1,821 p:0,074 Z: Mann Whitney U testi * p<0.05 düzeyinde anlamlı 3- OBEZ ÇOCUKLARDA ARAŞTIRILMASI VE PLAZMA BULGULARIN TOTAL KONTROL HOMOSİSTEİN GRUBU DÜZEYİNİN PLAZMA TOTAL HOMOSİSTEİN DÜZEYİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI Obez gruptaki olguların homosistein düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05) (tablo 6) 9 8,5 8 7,5 7 6,5 6 5,5 5 4,5 4 3,5 3 2,5 2 Şekil 16: Homosistein düzeyine göre grupların dağılımı 1,5 1 0,5 0 53 Obez Grup Kontrol Grubu Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların homosistein düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Tablo 6: Homosistein düzeylerinin karşılaştırılması Homosistein Obez Grup Kontrol Grubu 8,88 ± 2,86 7,31 ± 2,42 t: 2,535 (mmol/l) Homosistein p: 0,013* Prepubertal Pubertal 8,11 ± 2,17 9,46 ± 3,20 (mmol/l) t: -1,821 p: 0,074 t: Student t testi * p<0.05 düzeyinde anlamlı 4- OBEZ ÇOCUKLARDA ULTRASONOGRAFİ İLE SAĞ VE SOL ORTAK KAROTİD ARTER İNTİMA MEDİA KALINLIĞININ (IMT) VE KAROTİS SERTLİK İNDEKSİNİN (β) DEĞERLENDİRİLMESİ, BULGULARIN KONTROL GRUBU IMT VE β DEĞERLERİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI Tablo 7: IMT ve β değerlerine göre grupların karşılaştırması IMT (intima media kalınlığı-mm) β (karotis sertlik indeksi) Obez Grup Kontrol Grubu (n=58) (n=29) Test ist; p Ort. SD Ort. SD 0,53 0,07 0,43 0,06 1,77 0,90 1,90 1,02 t: Student t testi t:6,231; p:0,001** t:-0,621; p:0,536 ** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı Obez gruptaki olguların IMT düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). 54 0,53 0,5 0,48 0,45 0,43 0,4 0,38 0,35 0,33 0,3 0,28 0,25 0,23 0,2 0,18 0,15düzeyine göre grupların dağılımı Şekil 17: IMT 0,13 0,1 0,08 Karotis sertlik indeksine (β) göre0,05 gruplar arasında istatistiksel olarak 0,03 0 bulunmamaktadır (p>0.05). anlamlı bir farklılık Obez Grup Tablo 8: Obez grupta prepubertal ve pubertal dönemlerin β ve IMT değerlerinin Kontrol Grubu karşılaştırılması Obez Grup IMT (intima media kalınlığı-mm) β (karotis sertlik indeksi) Pubertal Prepubertal (n=25) Ort. SD Ort. SD 0,54 0,07 0,53 0,07 1,90 1,06 1,67 0,76 Test ist; p (n=33) IMT(mm) t:0,134; p:0,894 t:0,985; p:0,329 t: Student t testi Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların IMT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların β düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). 55 5- OBEZ GRUPTA İNTİMA MEDİA KALINLIĞI (IMT) VE KAROTİS SERTLİK İNDEKSİNİN (β) MEVCUT ATEROSKLEROTİK RİSK FAKTÖRLERİ İLE İLİŞKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Kolesterol düzeyi yüksek olan olgular ile normal olan olguların IMT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Trigliserit düzeyi yüksek olan olgular ile normal olan olguların IMT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Homosistein düzeyi yüksek olan olgular ile normal olan olguların IMT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). HOMA-IR indeksi yüksek olan olgular ile normal olan olguların IMT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Hipertansiyonlu olgular ile hipertansiyonu olmayan olguların IMT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Ailesinde obezite olan olgular ile ailesinde obezite olmayan olguların IMT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Ailesinde ateroskleroz olan olgular ile ailesinde ateroskleroz olmayan olguların IMT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). BMI düzeyi ile IMT düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05). Bel kalça oranı ile IMT düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05). Tablo 9: Obez grupta IMT (intima media kalınlığı-mm) ile ateosklerotik risk faktörlerinin ilişkisinin değerlendirilmesi Obez Grup Kolesterol (mg/dl) Trigliserit (mg/dl) Homosistein (mmol/L) Yüksek (n=14) Normal (n=44) Yüksek (n=15) Normal (n=43) Yüksek (n=14) Normal (n=44) IMT Ort. 0,52 0,54 0,53 0,54 0,56 0,52 SD 0,06 0,08 0,06 0,08 0,08 0,07 56 Test ist; p t:-0,958; p:0,342 t:-0,269; p:0,789 t:1,750; p:0,086 HOMA-IR ≥ 4 (n=21) < 4 (n=37) İndeksi Var (n=24) Hipertansiyon Yok (n=34) Ailede Var (n=55) Yok (n=3) Obezite Ailede Var (n=34) Ateroskleroz Yok (n=24) BMI (kg/m²) Bel/Kalça 0,52 0,54 0,53 0,54 0,53 0,53 0,54 0,52 r 0,099 -0,107 0,06 0,08 0,07 0,08 0,07 0,03 0,08 0,07 p 0,459 0,425 t: Student t testi Z: Mann Whitney U testi t:0,820; p:0,416 t:-0,454; p:0,652 Z:-0,487; p:0,626 t:0,994; p:0,325 r: Pearson korelasyon testi Kolesterol düzeyi yüksek olan olgular ile normal olan olguların β düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Trigliserit düzeyi yüksek olan olgular ile normal olan olguların β düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Homosistein düzeyi yüksek olan olgular ile normal olan olguların β düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). HOMA-IR indeksi yüksek olan olgular ile normal olan olguların β düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Hipertansiyonlu olgular ile hipertansiyonu olmayan olguların β düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Ailesinde obezite olan olgular ile ailesinde obezite olmayan olguların β düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Ailesinde ateroskleroz olan olgular ile ailesinde ateroskleroz olmayan olguların β düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). BMI düzeyi ile β düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05). Bel kalça oranı ile β düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05). 57 Tablo 10: Obez grupta β (karotis sertlik indeksi) ile ateosklerotik risk faktörlerinin ilişkisinin değerlendirilmesi β Obez Grup BMI (kg/m²) Bel/Kalça Ort. 1,98 1,70 1,81 1,76 1,81 1,75 1,80 1,75 1,74 1,79 1,79 1,35 1,68 1,89 r -0,084 -0,135 t: Student t testi Z: Mann Whitney U testi Kolesterol Yüksek (n=14) Normal (n=44) (mg/dl) Trigliserit Yüksek (n=15) Normal (n=43) (mg/dl) Homosistein Yüksek (n=14) Normal (n=44) (mmol/L) HOMA-IR ≥ 4 (n=21) < 4 (n=37) indeksi Var (n=24) Hipertansiyon Yok (n=34) Var (n=55) Ailede Obezite Yok (n=3) Ailede Var (n=34) Yok (n=24) Ateroskleroz SD 0,97 0,88 1,11 0,83 0,75 0,95 1,12 0,76 1,01 0,83 0,92 0,09 0,77 1,06 p 0,532 0,312 r: Pearson korelasyon testi 58 Test ist; p t:1,016; p:0,314 t:0,181; p:0,857 t:0,214; p:0,831 t:-0,174; p:0,862 t:-0,222; p:0,825 Z:-0,860; p:0,390 t:-0,846; p:0,401 5. TARTIŞMA Obezite vücutta aşırı yağ depolanması ile ortaya çıkan, fiziksel ve ruhsal sorunlara neden olabilen enerji metabolizması bozukluğudur. Günümüzde obezitenin görülme sıklığı her yaş grubunda artmaktadır. Bunun nedeni modern yaşamın getirdiği beslenme alışkanlıklarında yağların ve karbonhidratların fazla miktarda tüketilmesi ve çocukların fiziki aktiviteden uzaklaşarak televizyon ve bilgisayar oyunlarına yönelmeleridir (1,2,3,4). Çocuklukta obezite yaşamın ilk yılı, 5-6 yaş arası ve ergenlik döneminde artış göstermektedir. Bu nedenle çalışmamız yaşları 5 ile 17 yaş 8 ay arasında (ortalama 10,86±3,25 yaş) değişen 58 obez çocuk üzerinde yapılmıştır. Obez çocukların 1/3’ü, obez adölesanların ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadırlar (4). Diğer yandan erişkin yaşta görülen obezite vakalarının %30 kadarında başlangıcın çocukluk çağlarına dayandığı bilinmektedir(4,6). Yapılan son çalışmalar göstermiştir ki, adipoz dokudan salgılanan leptin, fetüs ve fetal gelişimin nutrisyonel dengesinde rol oynayabilir. Bu hormon fetus kanında 18. hafta gibi erken bir dönemde tespit edilebilmektedir. Ancak anne ve fetus serum leptin seviyeleri arsında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (154). SGA doğum ağırlığına sahip infantların serum leptin konsantrasyonları, AGA doğum ağılığına sahip infantllarınkinin yarısı kadardır. LGA doğum ağırlığına sahip infantların serum leptin konsantrasyonları ise, SGA doğum ağılığına sahip infantllardan üç kat yüksek bulunmuştur. Düşük ya da iri doğum ağırlıklı bebeklerin çocukluk ve erişkin döneminde obez olma riskleri yüksektir (19, 36). Çalışmamızda olguların 8’i (% 13,7) LGA, 48’i (%82,7) AGA, 2’si (%3,4) SGA doğum ağırlığına sahiptir. Bu bize ülkemizde çocuk yaş grubunda obezitenin daha çok yanlış beslenme alışkanlıkları ve hareket azlığına bağlı olabileceğini düşündürmüştür. Çocukluk yaş grubundaki obezitede ebeveyn çocuk ilişkisi çeşitli çalışmalarda ortaya konmuştur. Her iki ebeveyn obez ise, çocuğun obez olma olasılığı % 80, sadece biri obez ise % 40, her ikisi de obez değilse % 7 oranında bulunmuştur (44). Yaptığımız çalışmada obez gruptaki olguların ailelerinde obezite görülme oranı (% 94.8); kontrol grubundaki olguların ailelerinde obezite görülme oranından (% 51.7) istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). Obezitenin fazla kalori alımı sonrası geliştiği bilinmektedir. Fakat tek önemli nokta bu değildir. Yapılan araştırmalarda boy ve diğer biyometrik parametrelerde olduğu gibi, ağırlığın belirlenmesinde genetik faktörlerin çok önemli olduğu rapor edilmiştir (153). 59 Çocukluk çağı obezitesindeki artışa parelel olarak tip 2 diyabet, hipertansiyon, aterosklerotik hastalık, hipertansiyon, metabolik sendrom gibi daha çok erişkinlerde görülen kronik hastalıklar çocukluk çağında da önemli bir sorun haline gelmektedir. Obez gruptaki olguların ailelerinde hipertansiyon görülme oranı (% 70.7); kontrol grubundaki olguların ailelerinde hipertansiyon görülme oranından (% 27.6) istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). Bugün obezitenin sosyal psikolojik sorunlar doğurmasının yanı sıra hipertansiyon, kardiovasküler hastalıklar, diabet, dejeneratif artrit, tromboflebit gibi birçok önemli hastalıkla ilişkisi olduğu ayrıca şişman kişilerde hayat süresinin kısaldığı iyi bilinmektedir. Amerikan Kalp Birliği obezitenin koroner kalp hastalığı açısından hipertansiyon, hiperlipidemi, sigara kullanımı ve sedanter yaşam tarzından kaynaklanan risk gibi, belli ölçülerde kardiovasküler risk getiren, major ve düzeltilebilir bir risk faktörü olduğunu açıklamıştır (17,18). Aterosklerozun erişkin dönemdeki klinik bulgularının ortaya çıkmasından önce, çocuk ve genç erişkinlerin arterlerinde patolojik değişimlerin oluşuyla birlikte uzun bir preklinik dönem sonrası geliştiği gösterilmiştir (Stary, 1989). Obez gruptaki olguların ailelerinde aterosklerotik hastalık görülme oranı (% 58.6); kontrol grubundaki olguların ailelerinde aterosklerotik hastalık görülme oranından (% 6.9) istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01). Şu bir gerçektir ki, tip 2 diabet genetik bir hastalıktır ve ailesinde tip 2 diabet bulunan bireylerde tip 2 diabet gelişme riski normal populasyona göre 3,5 kat artış gösterir. Çalışmamızda obez gruptaki olguların ailelerinde diabet görülme oranı (% 65.5); kontrol grubundaki olguların ailelerinde diabet görülme oranından (% 13.8) istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01) (tablo 2). Tip 2 diabet yönünden aile hikayesi pozitif olan prepubertal çocukların insülinle uyarılmış glukoz yanıtları daha düşüktür. Bu sonuç ta göstermektedir ki; tip 2 diabet aile hikayesi çocuklarda da erişkinlerde olduğu gibi risk faktörüdür (155). Ancak bizim çalışmamızda, ailesinde diabet olan olgular ile ailesinde diabet olmayan olguların HOMA-IR indeksi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05) (tablo 4). Visseral yağ dokusunun miktarı obez adolesanlarda doğrudan bazal ve glukoz ile uyarılmış insülinemi ile korelasyon gösterir. Caprio S. 1999 yılında yaptığı çalışmada göstermiştir ki; insüline bağlı glukoz metabolizması ve açlık insülini BMI arttıkça azalmaktadır (156). Çalışmamızdaki sonuçlar literatür ile uyumludur. HOMA-IR indeksi ile bel kalça oranı arasında pozitif yönde, % 28.1 düzeyinde ve istatistiksel olarak anlamlı 60 bir korelasyon bulunmaktadır (p<0.05) (şekil 13). Bel kalça oranı arttıkça, insülin direnci ve onun metabolik etkilerine bağlı olarak çocuk ve adölesanlarda morbidite ve kardiyovaskler hastalık riski artmaktadır. İnsülin direnci, geniş spektumlu bir klinik durumun patojen etkeni gibi gözükmektedir. Bu spektrum içinde hipertansiyon, ateroskleroz, dislipidemi, azalmış fibrinolitik aktivite, bozulmuş glukoz toleransı, tip 2 diabet, akantozis nigrikans, hiperürisemi, polikistik over sendromu, obezite sayılabilir. Erkeklerde (157) Chan JM ve arkadaşlarının (1994) ve kadınlarda (158) Manson JE ve arkadaşlarının (1995) yaptıkları epidemiyolojik çalışmalarda, visseral obezite koroner kalp hastalığı mortalitesi için güçlü bir tahmin etkeni olarak bulunmuştur. Benzer şekilde Melanson KJ ve arkadaşlarının 2001 yılında obezite ve kardiyovasküler hastalık riski: araştırmaların güncel sonuçlarını yayınladıkları çalışmalarında, bel çevresi arttıkça riskte de sürekli artış olduğuna dikkat çekilmiştir (159). Obez grup ve kontrol grubu karşılaştırıldığında sistolik (119,83±14,17 mmHg) ve diastolik (77,93±9,46 mmHg) kan basınçları, kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01) (tablo 3). Wheiuha Zhu ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada çinli obez çocuklarda sistolik kan basıncı ortalaması (119,8±13,3 mmHg), diastolik kan basıncı ortalaması (73,5±8,2 mmHg) olarak bulunmuştur (97). 1991 yılında yapılan Bogalusa Kalp Çalışmasında obez adölesanların erişkin dönemde hipertansif olma riskinin, diğerlerine oranla 8,5 kat arttığı gösterilmiştir (163,164). Lauer RM ve arkadaşlarının 1985’te Pediatrics’te yayınlanan çalışmasında, çocukluk yaş grubunda obezite ile sistolik ve diastolik kan basıncı arasında belirgin ilişki olduğu gösterilmiştir (160-161). Wattigney (162) çocuklarda obezite ile serum total kolesterol, trigliserit, VLDL kolesterol, LDL kolesterol düzeyleri arasında pozitif, HDL kolesterol ile negatif ilişki olduğunu bildirmiştir. Çalışmamızda obez gruptaki olguların trigliserit düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01) (tablo 3). Ancak total kolesterol, LDL kolesterol ve HDL kolesterol düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Olguların 14’ünde (%24,1) kolesterol yüksekliği, 15’inde (%25,8) trigliserit yüksekliği, 3’ünde (%5,1) LDL kolesterol yüksekliği saptanırken, 2 (%3,4) olguda HDL kolesterol düşüklüğüne rastlanmıştır. 2001 yılında Fransa’da yapılan bir çalışmada pubertal obez çocuklarda (l65) vücut yağ kitesi ile serum trigliserit düzeyi arasında güçlü pozitif, HDL ile negatif ilişki olduğu gösterilmiştir. Aynı çalışmada kolesterol ve LDL kolesterol için anlamlı ilişki saptanmamıştır. 61 İnsülin direncini ölçmek için en iyi yöntem ‘öglisemik hiperinsülinemik klemp’ tekniğidir, ancak invaziv bir yöntemdir. Bu tekniğe alternatif olarak insülin direncinin homeostatik model değerlendirmesi (HOMA-IR) kullanılmaktadır. HOMA-IR ≥ 4 insülin direnci kabul edilir. Caprio ve arkadaşlarının 1999’da yaptığı bir çalışmada insülin ile uyarılmış glukoz metabolizmasının obez çocuklarda obez olmayanlara göre % 40 azaldığı gösterilmiştir (166). Obez gruptaki olguların HOMA-IR indeksi (3,93±2,51), başlangıç insülin (17,67±10,30 mU/ml) ve başlangıç glukoz (89,33±10,82 mg/dl) değerleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.01) (tablo 3). Çalışmamızda olguların %36,2’sinde insülin direnci tespit ettik. . Yapılan çalışmalarda puberta ile birlikte oral ya da intravenöz yoldan verilen glukoza pik insülin yanıtında iki – üç kat artış olduğu saptanmıştır. Bu durum pubertaya bağlı relatif insülin direnci ile ilişkilidir (167). Çalışmamızda prepubertal ve pubertal dönem HOMA-IR indeksi (sırasıyla 3,82±2,43; 4,02±2,61), başlangıç glukoz (sırasıyla 87,40±7,86 / 90,79±12,53 mg/dl), başlangıç insülin (sırasıyla 17,45±9,94; 17,83±10,71 mU/ml), 120. dakika insülin (sırasıyla 55,71±38,3; 76,24±69,98 mU/ml) ortalama değerleri karşılaştırıldığında prepubertal dönem ortalama değerleri, pubertal dönem ortalama değerlerinden düşük olmasına rağmen, istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05) (tablo 5). Ancak obez grupta; pubertal dönemdeki çocukların 120. dakika glukoz düzeyleri (108,42±23,84 97,56±11,25 mg/dl); prepubertal dönemdeki çocukların 120. dakika glukoz düzeylerinden (97,56±11,25 mg/dl) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p<0.05). Bu bulgular literatürle uyumlu olarak, fizyolojik insülin direncini desteklemektedir. Bu fizyolojik insülin direncinin sebebi GH-IGF aksının adölesanlarda artmış aktivitesine bağlı gibi gözükmektedir (168). Young-hyman D. ve arkadaşlarının 2001 ‘de yaptığı çalışmada Afrika kökenli Amerika’lı 5-10 yaşları arasında özellikle kız çocuklarında insülin duyarlılığındaki azalma; kan basınsı, trigliserit, cilt altı yağ dokusu, toplam vücut yağı oranı ve seksüel matürasyonda artış ile orantılı bulunmuştur (169). Aynı şekilde çalışmamızda prepubertal dönem ve pubertal dönem total kolesterol (sırasıyla 160,52±27,33; 169,94±29,78 mg/dl) ve trigiserit (sırasıyla 98,80±63,65; 113,70±64,78 mg/dl) düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmazken, pubertal dönem kolesterol ve trigliserit ortalama değerleri prepubertal döneme oranla daha yüksek bulunmuştur. HDL kolesterol düzeyi bakımından prepubertal ve pubertal dönem arasında anlamlı farklılık bulunmazken; pubertal dönemdeki çocukların LDL kolesterol düzeyleri (98,33±25,40 mg/dl); prepubertal dönemdeki çocukların LDL kolesterol düzeylerinden (86,12±20,31 mg/dl) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05). Prepubertal ve pubertal dönemde kolesterol, trigliserit, HDL kolesterol 62 değerleri arasında farklılık bulunmamasına rağmen, LDL kolesterol düzeyinde farklılığın bulunması dikkat çekicidir. Aynı şekilde vaka-kontrol grubu arasındaki karşılaştırmalarda LDL ve HDL kolesterol yönünden anlamlı farklılık bulunmamıştır. LDL kolesterolün ateroskleroz patogenezindeki önemi göz önüne alındığında, pubertayla birlikte LDL kolesterol / total kolesterol oranındaki artış; obezitenin adölesan dönemde kardiyovasküler hastalık yönünden daha riskli olduğunu düşündürmektedir. Hiperhomosisteinemi, periferal, serebral ve koroner arter hastalıklarında ve venöz trombüs durumlarında ortaya çıkan bir laboratuar bulgusudur. Çeşitli çalışmalarda hiperhomosisteineminin vasküler hastalık açısından bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir (107-109). Hiperhomosisteinemi, hayatın erken döneminde inme riskini arttırmaktadır. Bir çalışmada yenidoğan döneminde inme geçirenlerde homosistein düzeyleri yüksek saptanmıştır (110). Hiperhomosisteineminin endotel hasarına yol açtığı ve buna bağlı olarak hastalıkların geliştiği ileri sürülmektedir. Homosisteinemi prevalansı genel toplumda %5 civarındadır. Ancak trombotik olay yaşayan kişilerde sıklık %15-50’ye çıkmaktadır. Çalışmamızda obez gruptaki olguların homosistein düzeyleri (8,88±2,86 mmol/L); kontrol grubundan (7,31±2,42mmol/L) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p:0,013) (tablo 3). Marchesini ve arkadaşları (l70) obez popülasyonda sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı derecede homosistein konsantrasyonlarının arttığını ancak homosistein düzeyinin obezitenin ağırlığı ve BMI ile ilişkili olmadığını vurgulamışlardır. Benzer şekilde Türkiye’de D. Konukoğlu ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada obez (13,2±2,3 mmol/L) ve obez olmayan (10,4+2,6 mmol/L) diabetik hastalarda plazma total homosistein konsantrasyonları bakılmış ve her iki grupta da homosistein konsantrasynları kontrol (8,5±1,3 mmol/L) grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur. Ancak obez diabetik hastalardaki ortalama homosistein değerinin (13,2±2,3 mmol/L) daha yüksek oluşu ilgi çekicidir. Çalışmada homositeinin, diabetin makrovasküler komplikasyonları açısından risk faktörü olabileceğine dikkat çekilmiştir (171). Obez grupta; prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların homosistein düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05) (tablo 3). Ancak ortalama değer bakımından pubertal dönemde daha yüksektir. Bu durum yaşla birlikte oluşan homosistein düzeyinin artışına bağlı olabileceği gibi, yaşla birlikte artan kardiyovasküler hastalık riskiyle de ilişkili olabilir. Bu konuda daha fazla çalışma yapılması gerektiği inancındayız. 63 İntima media kalınlığının (IMT) artışı yüksek rezolüsyonlu ultrasonografi ile görüntülenebilir. Çocuklarda erken ateroskleroz, artmış intima media kalınlığı olarak ortaya çıkabilir. Patrick Taunian ve arkadaşlarının 2001 yılında yaptıkları (48 vaka, 27 kontrol) prospektif bir çalışmada (165); gruplar arasında intima media kalınlığı (IMT) açısından anlamlı ilişki saptanmazken, karotis sertliği (damarın enine kesitinin alanı ve sistol ve diastolde bu alanın değişimine göre hesaplanmış) ve akıma bağlı genişleme değerlendirilmiş; istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır. Benzer şekilde 2004 yılında Arcangelo Iannuzzi ve arkadaşlarının daha geniş hasta ve kontrol grubundan (100 vaka, 47 kontrol) oluşan çalışmasında 6-14 yaş arasındaki obez ve sağlıklı obez olmayan olguların IMT ve β değerleri karşılaştırılmış; IMT (0,55±0,08 mm) ve β (3,48±1,26) obez grupta anlamlı oranda yüksek saptanmıştır (172). Bizim çalışmamızda obez gruptaki olguların (0,53±0,07 mm) intima media kalınlığı (IMT) ; kontrol grubundan (0,43±0,06 mm) istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek (p<0.01) (tablo 7) saptanırken; karotis sertlik indeksine (β) göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05) (tablo 7). Aynı şekilde puberta evrelemesine göre yapılan karşılaştırmada, prepubertal dönemdeki çocuklar ile pubertal dönemdeki çocukların IMT düzeyleri ve β değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05) (tablo 8). De Grooth E. ve arkadaşlarının erişkinlerde yaptığı çalışmalarda karotis IMT > 0,8 mm olduğunda kardiyovasüler hastalıkta belirgin risk artışı saptanmıştır (97). Bizim çalışmamızda dikkat çekici bir şekilde obez grupta sağlıklı gruba göre IMT’nın yaklaşık 0,1 mm artmış olduğunu gördük. Aynı çalışmada görülmüş ki, obez çocuklarda kontrol grubuna göre, IMT 0,15 mm arttığında ulaşılan değer 30-40 yaşlarındaki sağlıklı erişkinlerin IMT değerleri ile benzerdir (97). Yapılan çalışmalarda erken aterosklerotik değişikliklerin geri dönüşümlü olduğu gösterilmiştir. Şöyle ki, 6 haftalık bir dönemde diet ve egzersiz programına alınan obez çocuklarda karotis IMT’nın azaldığı görülmüştür. Ancak kilo kaybı, başarması ve devam ettirmesi zor; aile üyeleri, çocuk ve doktor arasında uzun dönem kooperasyon gerektiren bir süreçtir (97). Daha önce yapılan benzer çalışmalar ışığında, çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlar daha geniş çaplı çalışmalara ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Çocukluk dönemindeki klasik kardiovasküler risk faktörleri özellikle zararlı olabilir (Klag et al. 1993). Klasik kardiyovasküler risk faktörlerinin çocukluk dönemindeki etkilerini belirlemek amacıyla çalışmamızda karotis ölçümlerimizin, erişkinlerde etkisi kanıtlanmış ateroskleroz risk faktörleri ile ilişkisini belirlemeye çalıştık. Bu amaçla intima media kalınlığı (IMT) ve karotis sertlik indeksi (β) ile obez grupta kardiyovasküler risk 64 faktörlerini taşıyan ve taşımayan grupların (hiperkolesterolemi, hipertrigliseridemi, hiperhomosisteinemi, hipertansiyon, insülin direnci (HOMA-IR ≥ 4) ortalama IMT ve β değerlerini student t testi ile karşılaşırdığımızda anlamlı fark olmadığını gördük (p>0,05) (tablo 9-10). Literatürde çocukluk döneminde mevcut aterosklerotik risk faktörleri (hipertansiyon, hiperkolesterolemi gibi) ile erken ateroskleroz bulgularının karşılaştırıldığı çalışmalar son derece yetersizdir. Çocukluk dönemine ait çalışmalar henüz vaka-kontrol karşılaştırmaları şeklindedir. Çocukluk dönemine ait Patrick Taunian ve arkadaşlarının 48 obez çocuk ve 27 kontrol grubunda yaptıkları çalışmada metabolik parametreler ile arter sertliği arasında ilişki bulunmamıştır (165). Çalışmamızda da bu çalışmaya benzer sonuçlar bulunmuştur. B. M. Balletshofer ve arkadaşlarının (173) aşırı kilolu genç erişkinlerde (n: 81, yaş 33±1) yaptığı çalışmada BMI (kg / m²) ve CRP (mg / l) değerleri ile IMT arasında korelasyon olduğu gösterilmiştir (p:0,0016). Çalışmamızda bu sonuç ile uyumsuz olarak, BMI ve bel kalça oranı ile IMT ve β değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptamadık (p > 0,05). Aynı çalışmada insülin direnci, LDL kolesterol, nikotin, yaş ve cinsiyet parametreleri ile IMT arasnda anlamlı ilişki saptanmamıştır. ARIC çalışmasında (174), insülin direnci sendromunun (hipertansiyon, hiperinsülinemi, obezite, hipertrigliseridemi, HDL kolesterol düşüklüğü, hiperglisemi) artmış IMT ile ilişkili olduğu açıklanmıştır. Bu konuda Arcangelo Iannuzzi ve arkadaşlarının 6-14 yaş grubu 100 obez çocukta yaptığı çalışmada; metabolik sendrom varlığına göre metabolik sendrom olan ve olmayan grupların IMT ve β değerleri ortalamaları karşılaştırılmış ve IMT açısından anlamlı fark saptanmazken (p:0,644), β açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p: 0,023) (175). Tüm bu bulgulara rağmen, bu konuda özellikle çocukluk dönemine ait daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğu görüşündeyiz. 65 6.SONUÇLAR Çalışma Nisan 2005-Haziran 2006 tarihleri arasında Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi’nde, yaşları 5 ile 17 yaş 8 ay arasında değişmekte olan; 37’si kız (% 42,5) ve 50’si erkek (% 57,5); çocuk polikliniğinde eksojen obezite nedeniyle takip edilen 58 obez olgu ve sağlam çocuk polikliniğinde takip edilen 29 kontrol olgusu olmak üzere toplam 87 olgu üzerinde yapılmıştır. Bunlardan; bilinen sistemik, endokrin, nörolojik, kronik hastalığı olanlar çalışma dışı bırakıldı. Olgular anamnez bilgileri, fizik muayene bulguları, antropometrik ölçümler, laboratuar tetkikleri ve görüntüleme yöntemleri (USG) kullanılarak prospektif olarak incelendi. Grupların homojen olması bakımından çalışmaya dahil edilen olgular prepubertal ve pubertal olmak üzere iki grup halinde değerlendirmeye alındı. Grupların ayrımı Taner evrelemesine göre yapıldı. Bu çalışmada obez çocuklarda erken aterosklerotik bulgularının ve ateroskleroz gelişimi için potansiyel risk faktörlerinin varlığı araştırıldı. Ayrıca endotel hasarına yol açtığı bilinen bir molekül olan homosisteinin obez grup ve kontrol grubunda karşılaştırmalı olarak plazma seviyeleri değerlendirildi. Olguların ortalama yaşı obez grupta 10,86±3,25 yıl, kontrol grubunda 11,02±4,08 yaş, BKI ortalaması obez grupta 29,18 ± 4,27 kg / m², kontrol grubunda 17,92±2,19 kg / m² olarak saptandı. Yaş ortalamasına göre gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulunmazken, BMI düzeyleri obez grupta istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek bulundu. Obez grup ve kontrol grubunda ailede obezite varlığı sorgulandığında vaka grubunda %94,8, kontrol grubunda %51,7 oranında ailede obezite görüldü. Bu farklılık istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı idi. Aynı şekilde ailede hipertansiyon varlığı, aterosklerotik hastalık varlığı (dislipidemi, koroner kalp hastalığı), tip 2 diabet varlığı sorgulandığında gruplar arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık saptandı. Bu sonuç bize obezite gelişimi ve obez hastalarda kardiyovasküler komplikasyonların gelişiminde aile içi yaşam tarzı ve genetik faktörlerin etkili olduğunu düşündürdü. Olguların hiçbirinde ateroskleroz gelişimi için temel bir risk faktörü kabul edilen sigara içme öyküsü yoktu. 66 Bel kalça oranı arttıkça, insülin direnci ve onun metabolik etkilerine bağlı olarak çocuk ve adölesanlarda morbidite ve kardiyovaskler hastalık riski artmaktadır. Çalışmamızda HOMA-IR indeksi ile bel kalça oranı arasında pozitif yönde, % 28.1 düzeyinde ve istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptadık. Bel kalça oranı yani visseral obezite arttıkça insülin direnci de artmakta idi. Bu sonuç bize bel kalça oranı normal sınırlara indirildiğinde insülin direncin de gerileyeceğini düşündürdü. Çalışmamızda obez grupta; pubertal dönemdeki çocukların 120. dakika glukoz düzeyleri; prepubertal dönemdeki çocukların 120. dakika glukoz düzeylerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptadık. Bu sonuç bize ergenlik dönemindeki obezlerde, ergenlikle birlikte artan insülin direncine bağlı olarak, morbidite ve kardiyovasküler hastalık riskinin artabileceğini düşündürdü. Benzer şekilde; çalışmamızda obez grupta; pubertal dönemdeki çocukların LDL kolesterol düzeyleri; prepubertal dönemdeki çocukların LDL kolesterol düzeylerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu gözlendi. Prepubertal ve pubertal dönemde kolesterol, trigliserit, HDL kolesterol değerleri arasında farklılık bulunmamasına rağmen, LDL düzeyinde farklılığın bulunması dikkat çekicidir. Bu sonuç bize, LDL kolesterolün ateroskleroz patogenezindeki önemi göz önüne alındığında, pubertayla birlikte LDL kolesterol / total kolesterol oranındaki artış nedeniyle; obezitenin ergenlik döneminde kardiyovasküler hastalık yönünden daha riskli olduğunu düşündürmektedir. Çalışmamızda obez çocukların %36,2’sinde insülin direnci tespit ettik. Vaka grubundaki olguların HOMA-IR indeksi, başlangıç insülin, ve başlangıç glukoz değerleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek bulunmuştur. Ancak insülin direnci saptanan ve saptanmayan obez çocukların intima media kalınlığı (IMT) ve karotis sertlik indeksi (β) değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığını gördük. Obez grup ve kontrol grubunun lipid profilleri değerlendirildiğinde trigliserit düzeyleri arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık saptanırken; total kolesterol, LDL ve HDL kolesterol düzeylerine göre anlamlı farklılık saptanmadı. Bu sonuç bize obezite ile hipertrigliseridemi arasında ilişki olduğunu ve bu durumun obez çocuklarda erken ateroskleroz gelişiminde etkili olabileceğini düşündürdü. Obez çocukların %24,1’inde 67 kolesterol yüksekliği, %25,8’inde trigliserit yüksekliği, % 5,1’inde LDL kolesterol yüksekliği, %3,4’ünde HDL kolesterol düşüklüğü saptandı. Hiperkolesterolemi ve trigliseridemi saptanan ve saptanmayan grupların intima media kalınlığı (IMT) ve karotis sertlik indeksi (β) değerlendirildiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Yaptığımız çalışmada obez olguların % 41,3’ünde hipertansiyon saptandı. Obez grup ve kontrol grubunun sistolik ve diastolik kan basıncı düzeyleri karşılaşırıldığında, vaka grubunda istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek bulundu. Obez adölesanların erişkin dönemde hipertansif olma riskinin arttığı düşünülürse çocukluk döneminde gelişen obezite ve hipertansiyon erişkin dönemde kardiyovasküler hastalık riskini artırabilir. Çocukluk döneminde hipertansiyon varlığının erken aterosklerotik etkileri olup olmadığını belirlemek amacıyla hipertansif olan ve olmayan grubun intima media kalınlığı (IMT) ve karotis sertliği (β) değerlendirildiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Çalışmamızda obez gruptaki olguların homosistein düzeyleri kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Obez çocukların %41,3’ünde homosistein düzeyi pediatrik yaş sınırının (10,3 mikromol / l) üzerinde bulunmuştur. Hafif dereceli hiperhomosisteinemide serum homosistein düzeyi 16-30 mikromol / l, orta dereceli hiperhomosisteinemide 31-100 mikromol / l, ağır hiperhomosisteinemide ise 100 mikromol / l üzeri olarak tanımlanmıştır. Obez gruptaki en yüksek homosistein değeri 15,6 mikromol/l olarak saptanmıştır. Klasik aterosklerotik risk faktörlerinde olduğu gibi homosistein yüksek olan ve normal sınırlar içinde kalan obez çocukların intima media kalınlığı (IMT) ve karotis sertlik indeksi (β) karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığını gördük. Benzer şekilde BMI ve bel kalça oranı ile intima media kalınlığı (IMT) ve karotis sertlik indeksi (β) arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptamadık. Ancak çalışmamızda obez gruptaki olguların intima media kalınlığı (IMT) düzeyleri; kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek saptanırken; β değerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Saptanabilen en erken aterosklerotik değişikliklerden biri olan intima media kalınlığı (IMT) artışının, obez çocuklarda kontrol grubuna göre ileri düzeyde anlamlı yüksek olması obezlerde çocukluk döneminden itibaren erken aterosklerotik bulguların başladığını göstermektedir. 68 Çalışmamızda obez bireylerde çocukluk döneminden itibaren erken aterosklerotik bulguların var olduğunu gözlemledik ancak, klasik aterosklerotik risk faktörlerinin obez çocuklarda saptanan erken aterosklerotik değişikliklerle ilişkisini belirlemek için yaptığımız karşılaştırmalarda istatistiksel olarak anlamlı bir sonuç elde edemedik. Bu durum çalışmamızdaki vaka sayısı yetersizliği ile açıklanabilir. Bu konuda daha geniş kapsamlı araştırmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Sonuç olarak karotis ultrasonografisi ile IMT ölçümünün, erken aterosklerotik değişiklikleri saptamak amacıyla özellikle çocuklarda kullanılabilecek non-invaziv, güvenli bir yöntem olduğunu, tarama ve takip amacıyla çocukluk döneminden itibaren kullanılabileceğini düşünüyoruz. Günümüzde obezitenin görülme sıklığının her yaş grubunda artması kardiyovasküler morbidite ve mortalitede artışa neden olacaktır. Mevcut hastalık bulgularını erken yaşta saptanmasının, obezite ve ileride gelişebilecek komplikasyonlarını önlemede çok yarar sağlayacağı kanaatindeyiz. Geniş populasyonlarda damar morfolojisi ve fonksiyonları ile ilgili yapılacak vaka-kontrollü çalışmalar, erken aterosklerozun doğal gelişim sürecinin daha iyi anlaşılmasını ve obezitenin kardiyovasküler sağlık üzerine olan etkisini ve riskli çocukları ayırt edilmesini sağlayacaktır. 69 7. ÖZET Çalışmamız Nisan 2005- Haziran 2006 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş prospektif randomize kontrollü bir çalışmadır. Amacımız son yıllarda prevalansı giderek artan çocukluk yaş grubundaki obezitenin ateroskleoz gelişiminde tek başına bağımsız bir risk faktörü olmasından yola çıkarak; 1. Obez çocuklarda potansiyel ateroskleroz risk faktörlerini belirlemek, 2. Ateroskleroz gelişimi için bir risk faktörü kabul edilen homosistein yükekliğinin obez çocuklarda varlığını araştırmak, 3. Obez çocuklarda erken ateroskleroz bulgularının varlığını görüntüleme yöntemleri (USG) ile araştırmak, 4. Obez çocuklarda mevcut ateroskleroz risk faktörleri ile erken ateroskleroz bulgularının ilişkisini değerlendirmekti. Çalışma yaşları 5 ile 17 yaş 8 ay arasında değişmekte olan; 37’si kız (% 42.5) ve 50’si erkek (% 57.5); çocuk polikliniğinde eksojen obezite nedeniyle takip edilen 58 obez olgu ve sağlam çocuk polikliniğinde takip edilen 29 kontrol olgusu olmak üzere toplam 87 olgu üzerinde yapılmıştır. Obez grup ve kontrol grubunda ailede obezite, ateroskleroz, diabet, hipertansiyon sorgulandığında obez grupta istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı yüksek bulundu. Metabolik değerler açısından obez grup ve kontrol grubu değerlendirildiğinde; trigliserit, HOMA-IR indeksi, glukoz ve insülin değerleri obez grupta anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Ancak total kolesterol, LDL kolesterol, HDL kolesterol değerleri açısından anlamlı farklılık bulunmadı. Aynı şekilde, çalışmamızda obez gruptaki olguların homosistein düzeyleri kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Çalışmamızda obez çocukların %36,2’sinde insülin direnci tespit ettik ve HOMA-IR indeksi ile bel kalça oranı arasında pozitif yönde, % 28.1 düzeyinde ve istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptadık. Çalışmamızda obez grupta; pubertal dönemdeki çocukların 120. dakika glukoz düzeyleri; prepubertal dönemdeki çocukların 120. dakika glukoz düzeylerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptadık. Aynı şekilde pubertal dönemdeki çocukların LDL 70 kolesterol düzeyleri; prepubertal dönemdeki çocukların LDL kolesterol düzeylerinden anlamlı derecede yüksek saptandı. Yaptığımız çalışmada olguları % 41,3’ünde hipertansiyon saptandı. Obez grup ve kontrol grubunun sistolik ve diastolik kan basıncı düzeyleri karşılaşırıldığında, obez grupta istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek bulundu. Çalışmamızda obez gruptaki olguların intima media kalınlığı (IMT ); kontrol grubundan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek saptanırken; karotis sertlik indeksine (β) göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Çalışmamızda obez bireylerde çocukluk döneminden itibaren erken aterosklerotik bulguların var olduğunu gözlemledik ancak, klasik aterosklerotik risk faktörlerinin obez çocuklarda saptanan erken aterosklerotik değişikliklerle ilişkisini belirlemek için yaptığımız karşılaştırmalarda istatistiksel olarak anlamlı bir sonuç elde edemedik. Benzer şekilde BMI ve bel kalça oranı ile intima media kalınlığı (IMT) ve karotis sertliği (β) değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptamadık. Bu durum çalışmamızdaki vaka sayısı yetersizliği ile açıklanabilir. Bu konuda daha geniş kapsamlı araştırmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Karotis ultrasonografisi ile IMT ölçümünün, erken aterosklerotik değişiklikleri saptamak amacıyla özellikle çocuklarda kullanılabilecek non-invaziv, güvenli bir yöntem olduğunu, tarama ve takip amacıyla çocukluk döneminden itibaren kullanılabileceğini düşünüyoruz. Günümüzde obezitenin görülme sıklığı her yaş grubunda artması kardiyovasküler morbidite ve mortalitede artışa neden olacaktır. Mevcut hastalık bulgularını erken yaşta saptanmasının, obezite ve ileride gelişebilecek komplikasyonlarını önlemede çok yarar sağlayacağı kanaatindeyiz. 71 8. KAYNAKLAR 1- Raıne JE, Donaldson MDC, Gregory JW, Savage MO. Obesty. In: Raıne JE, Donaldson MDC, Gregory JW, Savage MO (eds), Practical Endocrinology and Diabetes in Children, United Kingdom: Blackwell Science, 2001: 161-171 2- Hintz RL. Management of disorders of size. In: Brook CGD, Hindmarsh PC (eds), Clinical pediatric Endocrinology 4th ed, United Kingdom: Blackwell Science, 2001; 124-140 3- Güngör N, Arslanian SA. Nutritional Disorders In: Sperling MA (ed), Pediatric Endocrinology 2nd ed, Philadephia: Saunders. 2002; 689-725 4- Alemzadeh R, Lifshitz F. Childhood obesty In: Pediatric Endocrinology Lifshitz F.(ed), 4th ed, New York: Marcel Dekker, 2003; 823-858 5- Whitaker RC, Diyetz WH. Role of prenatal environment in the development of obesty. J Pediatr 1998; 132: 768-776 6- Styne DM. Childhood and adolescent obesty, prevalence and significance. Pediatr Clin North Am 2001; 48: 823-854 7- Whitaker RC, Pepe MS, Wright JA, et al. Early adiposity rebound and risk of adult obesty. Pediatrics 1998; 101: E5 8- Freedman DS, Kettel Khan L, Serdula MK, Srinivasan SR,Berenson GS.BMI rebound, childhood height and obesty among adults: The Bogalusa Heart Study. Int J Obes Relat Metab Disord 2001; 25: 543-549 9- Seıdman DS, Laor A, Gale R, Stevenson DK, Dang YL. A Longitudinal study of birth weight and being overweight in late adolescence. Am J Dis Child 1991; 145: 782-785 10-Barker M, Robinson S, Osmond C, Barker DJ. Birth weight and body weight distribution in adolescent girls. Arch Dis Child 1997; 77: 381-383 11-Salbe AD, Weyer C, Lindsay RS, Ravussin E, Tataranni PA. Assessing risk factors of obesty between childhood and adolescence: I. Birthweight, childhod adiposity, parental obesty, insülin, leptin. Pediatrics 2002; 110: 299-306 12-Walker SP, Gaskin PS, Powell CA, Bennett FI. The effects of birth weight and linear growth retardation on body mass index fatness and fat distrubition in mid and late childhood. Public Health Nutr 2002;5: 391-396 72 13-Kurtoğlu S. Obezitenin prenatal temeli. Pediatrik Endokrinoloji ve Oksoloji Derneği Eğitim Kursu Kitabı, Çocuk ve Ergen Obezitesi, Ankara: THK Basımevi, 2002; 21-24 14-De Spiegelaere M, Dramix M, Hennart P. Socioeconomic status and changesin body mass from 3 to 5 years. Arch Dis Child 1998; 78: 477-478 15-Kocaoğlu BA, Köksal O. The effect of socio-economic conditions on growth, development and obesty among adolescents in Türkey. J Nutr Diet1985; 14: 25-27 16-Garipağaoğlu M, Sabuncu H, Günöz H, Büyükdevrim AS. 3-6 yaş arası İstanbul çocuklarında beslnme özellikleri ve obeziteyi etkileyen faktörler. Klinik Gelişim 1993; 6: 2692-2698 17-Kurdoğlu G, Obezite, Ed: Neyzi O, Ertuğrul T, Pediati 1, Nobel Tıp Kitabevi, 1989; 378-382 18-Epstein L, Valoski A, Wing R, et al.1990. Ten Year Fallow up of Behavioral, Family Based Treatment For Obese Children. JAMA 21: vol 264: 9, 2519-2526 19-Yılmaz C.1999. Obezite ve tedavisi. Dizgi Tasarım, Baskı ve Cilt Mart Matbacılık. İstanbul. 20-Flier S, Folder DW. Eating Disorders: Obesty, Anorexia Nervosa, and Blumia Nervosa In: Wilson JD, Foster DW, Kronenberg HM, Larsen PR (eds) Williams Textbook of Endocrinology. 9th edition. W.B. Saunders Company 1998, pp 10611095 21-Arslan M. Obezite. Endokrinoloji Temel ve Klinik, Koloğlu S (ed). Medical Network. Nobel Ankara 1996; 775-787 22-Vanitallie TB. Prevalence of obesty. Endocrinolgy and Metabolism Clinics of North America. 1996;25(4), 887-905 23-Schonfeld-Warden N, Warden CH. Pediatric Obesty. The Pediatric Clinic of North America 1997;44: 339-361 24-Poskitt EME. The Fat Child. In: Brook CGD (ed) Clinical Pediatric Endocrinology. 3nd ed. Oxford. Blackwell Scientific Publications 1995, pp 210-233. 25-Berenson G.S,Srinivasan SR, Wattigney WA, et al. Obesity and Kardiovasculer risk in children. Ann NY Acad Sci 1993;699: 93-98 26-Woo KS, Chook P,Yu CW, Sung RY, Qiao M, Leung SS, Lam CW, Metreweli C, Celermajer DS (2004). Effects of diet and exercise in obesity-related vaskular disfonction in children. Circulaton 109: 1981-1986 27-Conri C, Constans J, Parrot F, Skopinski S, Ciprano C. Homocysteinemia: role in vascular disease. Presse Med 2000; 29: 737-741 73 28-Graham IM, Daly LE, Refsum HM et al. Plasma homocystein as a risk factor for vascular disease. JAMA 1997; 277: 1775-1781 29-Clarke R, Daly LE, Robinson K. Hyperhomocysteinemia: an independent risk factor for vascular disease. N Engl J Med 1991; 324: 1149-1155 30-Kurdoğlu G; Obezite, ed: Neyzi O,Ertuğrul T, Pediatri 1, Nobel Tıp Kitabevi, 1989; 378-382 31-Kocaoğlu B, Köksal O, 1985. Sosyo-Ekonomik Koşulların Adölesanlarda Büyüme, Gelişme ve Şişmanlık Üzerine Etkisi. Beslenme ve Diet Dergisi, 14: 25-37 32-NO Kanbur ve ark. Int. J Adolesc.Med. Health 2002; Jan-Mar; 14(1): 61-65 33-Soylu A. ve ark. Pediatr. Int. 2000, Feb; 42 (1): 37-42 34-Damcı T. 1999 Kim Obezdir? Obezite Çalışma Grubu Bülteni 35-Arslan M. Obezite. Endokrinoloji Temel ve Klinik, Koloğlu S (ed). Medical Network. Nobel Ankara 1996; 775-787 36-West DB. Genetic of obesity in human and animals. Clin Endoc Metab North America. 1996; 25: 801-813 37-Swinburn BA, Ravussin E. Energy and macronutrient metabolizm. Balliere’s Clin Endoc Metab 1994: 8: 481-507 38-Cooney GJ, Storlien LH. İnsülin action; thermogenesis and obesity. Balliere’s Clin Endoc Metab 1994: 8: 481-507 39-Geiselman PJ, Control of food intake. Clin Endoc Metab North America. 1996; 25: 815-829 40-Duran Paola MD; Kramer, Robert E. Pediatric Obesity: Concerns and Controversies. 2002 Lippincot Williams& Wilkins, Inc. July, pp: 168-179 41-Kiess W, Galler A, Reich A, et al. Clinical aspects of obesity in childhood and adolescence, obesty rewiews (2001) 2; 19-24. 42-Cuuting TM, et al. Like mother, like daughter: familial patterns of overweight are mediated by mother’s dietary disinhibition, Am J Clinical Nutrition 1999; 69: 608613 43-Sorenson TIA. Host C, Stunkard AJ. Childhood body mass index: genetic familial envirolement influences assesed in a longitudinal adoption study. Int J Obes Relat Metab Disord 1992; 16: 705-714 44-Stunkard A, Sorenson T, Haris C. 1986. An Adaption Study of Human Obesty. N. Engl. J. Med; 314: 193-198 74 45-Dietz W, Bandini L, Morelli J,et al. 1994. effects of Sedantary Activities on Resting Metabolic Rate. Am. J. Clin. Nutr. 59: 556-559 46-Poskitt C, E.M.E. 1980. obese from infancy. A- Revaluation. Topics in Pediatrics, 2: 81-89 47-Uz, G. 1991. Şişman Bireylerde Çiğ Havucun Serum Lipitleri ve Kolon Fonksiyonuna Etkisi. Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Bilim Uzmanlığı Tezi, Ankara. 48-Poskitt A. 1995. the Fat Child. In: Clinical Pediatric Endocrinology. Brokk G: D.(ed). 3 rd Ed. Blaclwell Scientific Publications. Oxford. Pp. 210-233. 49-Giray M. Adölesanda obezite. Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hast. ABD: Uzm Tezi Ankara 1990. 50-Kabalak T. Obezitenin diyetle tedavisi, ed: Yılmaz C, Obezite, Nobel Tıp Kitabevleri, 1995; 107-137. 51-Yuttagül M, 1995. Hafif şişman ve şişman kadınların beslenme alışkanlıkları ve zayıflamaya ilişkin tutum ve davranışları. Beslenme ve Diyet Dergisi, 24 (1): 59-73. 52-Gortmaker S, Dietz W, Sobol A, And Wehler C. 1987. Increasing Pediatric Obesity in the United States. AJDC. Vol 141, May, 535-540. 53-Yavuz S, 1986. Çubuk Sağlık Ocağı Bölgesinde Erişkin Grupta Obezite Prevalansı ve Bunu Etkileyen Etmenlerin Saptanması. H.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Bilim Uzmanlığı Tezi, Ankara. 54-Finberg L, Dweck M, et al. 1986. Prudent Life-Style for Children: Dietary Fat and Cholesterol. Pediatrics Vol. 78, No: 3. 55-Fitzgerald SJ, Kriska AM, Pereira MA, et al. Associations among physical activity television watching and obestiy in adult Pima Indians. Med. Sci. In Sports Exercise 1997: 910-915 56-Özgen G. 1999. Obezite tedavisinde egzersizin rolü. Obezite ve tedavisi. Dizgi, Tasarım Baskı ve Cilt Mart Matbacılık. İstanbul. 57-Baysal A. Şişman kişilerin beslenmesi, genel beslenme bilgisi. Hatipoğlu Yayınevi. Ankara 1988. 58-Ching PL, Willett WC, Rimm EB, et al. Activity level and risk of overweight in male health professionals. Am J Public Health 1996; 86: 25-30 59-R: Fontvielle AM, Kriska A, Ravussin E. Decreased physical activity in Pima Indian compared with Cacasian children. Int J Obes 1993; 17: 445-452 75 60-T: Coon KA. Television and children’s consumption patterns. A rewiew of the literature. Minerva Pediatr-01-Oct-2002; 54 (5): 423-436 61-Özenoğlu A, Sabuncu T, Ünüvar E. Eksojen Obezitesi Olan Adölesanların Günlük Dietlerinde Aldıkları Enerji ve Besin Öğelerinin Dağılımı, Endokrinolojide Yönelişler, cilt 9 sayı: 1. 38-42. 62-Ernsberger P, Nelson D. Refeeding hypertension in dietary obesity. Am J of Physiology 1995; 254: 47-55. 63-Hill J, Rogers JP. Food intake and eating behaviour in humans. In: Kopelman PG, Stock MJ (eds). Clinical Obesty. Blackwell Science Ltd. 1998: 86-111. 64-Daniels JS. The patogenesis of obesity. The Medical Clinics of North America 1989; 73 (suppl): 29-45 65-Yılmaz C, Tüzün N, Kabalak T. Obezite ve Tedavisi. Yılmaz C (ed). Mart Matbacılık Sanatları Ltd. 1. basım 1999; 1-190. 66-Pekcan G. 1993. Şişmanlık ve saptama yöntemleri. Şişmanlık çeşitli hatalıklrla etkileşimi ve diet tedavisinde bilimsel uygumlalar. ( Derleyen P. Aslan) Türkiye Diyetisyenler Derneği Yayını: 4, 7-37, Ankara. 67-Günöz H. 2001. Çocuk ve Adölesanlarda Obezite. Aktüel Tıp, cilt: 6, sayı, 2: 58-62. 68-Pekcan G.1999. Beslenme Durumunun Saptanması. Diyet El Kitabı (Ed: Baysal ve ark.) Hatboğlu Yayınevi. Ankara. 69-Pekcan G. 2000. Şişmanlığın Tanımı ve Saptanması. III. Ulusal Beslenme ve Diyetetik Kongresi. Kongre Bildirileri. 12-15 Nisan, Ankara. 70-Poskitt E. 2000. Body Mass Index and Child Obesity: Are we nearing a definition ? Acta Pediatr. 89: 507-509. 71-Gray D, Bauer M, Kaplan K, Gemayel N, Wool R, Greenway F, Kirk S. 1990. Skinfold Thickness Measurements in Obese Subjects. Am. J. Clin; 51: 571-577. 72-Garrow JS, Webster J. 1985. Qutelet’s Index (W/H2) as a Measure of Fatness. Int. J. Obes, 9: 147-153. 73-Serter R. 1999. Obezitenin Tanımı ve Değerlendirilmesi. 22. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi. Obezite Kursu. Antalya. 74-Jeanine A, Allison D, Eleanine W. Obesity Solutions: Report of a meeting, nutrition rewiews 1997 vol 55 No :5. 75-Thomson D, Edelsberg J, Colditz GA. Lifetime Health and Economic Consequence of Obesity. Arch İntern Med 1999; 159: 2177-2813. 76 76-Prentice M. Obesity the inevitable penalty of civilisation. British Med Bulletin 1997; 53 (suppl 2): 229-237. 77-Goodrick K, Walker S. Metods for Voluntary Weight Loss and Control Update 1996. Nutrition 1996; vol 12, No:10. 78-Okay T. 2000. Kalbe Giden Risk Mideden Geçer. Kilo / M2. Sayı: 3. Ağustos. 79-Tor H. 1999. Obezlerin Sorunları ve Bunlara Yaklaşım. Obezite. Volüm 1, Sayı:2. 80-Medici F, Puder D, Williams CL. 1991. Cholesterol Screening in the Pediatric Office. Ann NY Acad Sci; 623: 200-204. 81-Aristimuno G, Foster TA, Voors AW, et al. 1984. Influence of Persistent Obesity in Children on Cadiovascular Risk Factors; the Bogalusa Heart Study. Circulation, 69: 895-904. 82-Van Gaal LF, Mertens IL. Systemic Effects of Obesty. In: Kopelman PG, Stock MJ (eds). Clinical Obesity. Blackwell Science Ltd. 1998: 206-226. 83-Eckel RH. Obesity and Heart Disease: a statement of health care professionals from the Nutrition Committee, American Heart Assocation. Circulation 1997; 96: 32483250. 84-Hubert HB, Feinleib M, McNamara PM, et al. Obesity as an independent risk factor for cardiovascular disease: a 26 year follow up of participants in the Framingham Heart Study. Circulation 1983; 67: 968-977. 85-Garrison RJ, Castelli WP. Weight and thirty year mortalityof men in the Framingham Study. Ann Intern Med 1985; 103 (6 pt 2): 1006-1009. 86-Manson JE, Willett WC, Stampfer MJ, et al. Body weight and mortality among woman. N Eng J Med 1995; 333: 677-685. 87-Rimm EB, Stampfer MJ, Giovanucci E, et al. Body size and fat distribution as predictors of coronary heart disease among middle aged and older US men. Am J Epidemiol 1995; 141: 1117-1127. 88-Rexrode KM, Hennekens CH, Willet WC, et al. A prospective study of body mass index, weight change and risk of stroke in women. JAMA 1997; 277: 1539-1545. 89-Larsson B, Svardsud K, Welin L, et al. Abdominal adipose tissue distribution, obesity and cardiovascular disease and death: 13 year follow up participants in the study of men born in 1913. Br Med J (Clin Res Ed) 1984; 288: 1401-1404. 90-Melanson KJ, McInnis KJ, Rippe JM, Blackburn G, Wilson PF. Obezite ve kardiyovasküler hastalık riski: araştırmaların güncel sonuçları. Cardiology in Rewiew 2001; 9 (4): 202-209. 77 91-Harrison Principles of Internal Medicine (Eleventh Edition) Bierman, LE, 1986. 92-Basic Pathology Kumar Kotran Robbins, Fifth Edition. 93-Ross R. Mecanisms of aterosklerosis- a rewiew. Adv Nefrol. 19: 79 1990. 94-Harrisons Principles of İnternal Medicine 14th ed. 95-Singhal A. Endothelial dysfunction: role in obesity- releated disorders and the early origins of CVD. Proceedings of the Nutrition Society (2005), 64: 15-22. 96-H. Slyper A. What vascular ultrasound testing has revealed about pediatric atherogenesis, and a potential clinical role for ultrasound in pediatric risk assesment. The journal of clinical endocrinolgy & metabolism 89 (7): 3089-3095. 97-Zhu W, Huang X, He J, et al. Arterial intima-media thickening end endothelial dysfunction in obese Chinese children. Eur J Pediatr 2005. 164: 337-344. 98-Temel İ, Özerol E. Homosistein metabolizma bozuklukları ve vasküler hastalıklarla ilişkisi. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2002; 9: 149-157. 99-Reis RP, Azinheira J, Reis HP et al. Influence of smoking on homocysteinemia at baseline and after methionine load. Rev Port Cardiol 2000; 19: 471-476. 100-Welch GN, Localzo J. Homocystein and atherothrombosis. N Engl J Med 1998; 338: 1042-1050. 101-Savage DG, Lindenbaum J, Stabler SP, Allen RH. Sensivity of serum methylmalonic acid and total homocysteine determinations for diagnosing cobalamin and folate deficiences. Am J Med 1994; 96: 239-246. 102-Herrman W, Quast S, Ulrich M et al. Hyperhomocysteinemia in high-aged subjects: Relation of B vitamins, folic acid, renal function and methylenetetrahydrofolate reductase mutation. Atherosclerosis 1999; 144: 91-101. 103-Carmel R, Green R, Jacobsen DW, Rasmussen K, Florea M, Azen C. Serum cobalamin, homocystein and methylmalonic acid concentrations in a multiethnic elderly population: ethnic and sex differences in cobalamin and metabolite abnormalities. Am J Clin Nutr 1999; 70: 904-910. 104-Reis RP, Azinheira J, Reis HP, Pina JE, Correia JM, Luis AS. The effect of sex and menopause on basal blood levels of homocystein and after methionine loading. Rev Port Cardiol 1999;1 8: 155-159. 105-Anderson A, Hultberg B, Brattstrom L, Isaksson A. Decreased serum homocystein in pregnancy. Eur J Clin Chem Biochem 1992; 30: 377-379. 78 106-Barbaux S, Kluijtmans LA, Whitehead AS. Accurate and rapid multiplex and heterodublexing method for genotyping key enzymes involved in folat/homocysteine metabolism. Clin Chem 2000; 46: 907-912. 107-Conri C, Constans J, Parrot F, Skopinski S, Ciprano C. Homocysteinemia:role in vascular disease. Presse Med 2000; 29: 737-741. 108-Graham IM, Daly LE, Refsum HM et al. Plasma homocystein as a risk factor for vascular disease. JAMA 1997; 277: 1775-1781. 109-Clarke R, Daly LE, Robinson K. Hyperhomocysteinemia: an independent risk factor for vascular disease. N Engl J Med 1991; 324: 1149-1155. 110-Hogeveen M, Bloom HJ, Amerongen M et al. Hyperhomocysteinemia as a risk factor for ischemic and hemorrhagic stroke in newborn infants. J Pediatr 2002; 141: 429-431. 111-Mujumdar VS, Hayden MR, Tyagi SC. Homocystein induces calcium second messenger in vascular smooth muscle cells. J Cell Physiol 2000; 183: 28-36. 112-Brouwer IA, van Düsseldorp M, Thomas CMG et al. Low dose folic acid supplementation decreases plasma homocystein concentrations: a randomised trial. Am J Clin Nutr 1999; 69: 99-104. 113-Chiarelli F, Pomilio M, Mohn et al. Homocystein levels during fasting and after methionine loading in adolescents with diabetic retinopathy and nephropathy. J Pediatr 2000; 1 37: 386-392. 114-Mato JM, Corrales F, Martin- Duce A, et al. Mechanisms and cosequences of the impaired trans-sulphuration pathway in liver disease: Part I. Biochemical implications. Drugs 1990; 40: 58-64. 115-Avilla MA, Berasain C, Torres L et al. Reduced m RNA abundance of the main enzymes involved in methionin methabolism in human liver cirrhosis and hepatocellüler carcinoma. J Hepatol 2000; 33: 907-914. 116-Russman S, Junker E, Lauterburg BH. Remethylation and transsulphuration oh methionine in cirrhosis: studies with L-(H3- methyl-1-C) methionine. J Hepatology 2002; 36; 1190-1196. 117-Rachini AP, Katch V, Anderson J, et al. 1998. Blood pressure in obese adolescents: Effects of weight loss. Pediatrics, 82: 16-23. 118-Colditz GA, Willet WC, Rotnitzky A, et al. Weight gain as a risk factor for clinical Diabetes Mellitus in women. Ann Intern Med 1995; 122: 481-486. 119-Korugan Ü. 1999. obezite bir hastalıktır. Obezite çalışma grubu bülteni. Mayıs. 79 120-Glass AR. Endocrine aspects of obesity. Med Clin North America 1989; 139-160. 121-Wallach J. Interpretation of diagnostic tests. A synopsis of laboratory medicine. Boton Little Brown and Company 1992: 407-408. 122-Grundy SM, Barnett JP. Metabolic and health complications of obesity. Dis Mon 1990; 36: 641-696. 123-Hardmann AE. Physical activity and blood lipids. Int J of Obesity 1999; 23 (suppl 3) 64-71. 124-Eckel RH, Yost TJ. HDL subfractions and adipose tissue metabolism in the reduced obes state. Am J Physiol 1989: 256: 740-746. 125-Soultan Z, Wadowski S, Rao M, Kravth R. 1999. effect of treating obstrictive sleep apne by tonsillectomy and / or adenoidectomy on obesity in children. Arch Pediatr Adolesc, 153: 33-37. 126-Flettham JA. 1992. Upper airway imaging in relation to obstrictive sleep apne. Clin Chest Med 13: 3999-3416. 127-Smith SR. Edocrinology of obesity. Endoc Metab Clin North Am 1996; 25 921942. 128-Ibanez L, Vals C, Ferrer A, et al. Sensitization to insulin induces ovulation in nonobese adolescents with anovulatory hyperandrogenism. J Clin Endocrinol Metab 2001; 86: 3595-3598. 129-Dietz WH. Health consequenses obesity in youth: childhood predictors of adult disease. Pediatrics 1998; 101: 518-525. 130-Amaral J, Thompson W. Gallbladder disease in morbidly obese. Am J of Surgery 1985; 149: 551-557. 131-Lavine JE. Vitamin E treatment of nonalcoholic steatohepatitis in children: a pilot study. J Pediatr 2000; 136: 734-738. 132-Garfinkel L. Overweight and cancer. Ann Intern Med 1985; 103: 1034-1036. 133-Lusky A, Barell V, Lubin F, et al. Relationship between morbidity and exreme values of body mass index in adolescent. Int J Epidemiol 1996; 25: 829-834. 134-Baysal A. Şişman kişilerin beslenmesi ve genel beslenme bilgisi. Hatioğlu yayınevi. Ankara 1988. 135-Kuskowska A, Rössner S. Decreased social activity in obese adults. World data book of obesity. 6th interncongress on obesity. 265-269. 136-Sheslow D, Hassink S, Wallace W, et al. The relatonship self-esteem and depression in obese children. Ann NY Acad Sci 1993; 699: 289-291. 80 137-Falkenberg M. Steps towards the prevention of obesity and associated complications. Int J of Obesty 1999; 23 (suppl 4): 20-22. 138-Korugan Ü, Damcı T, Özbey N, Özer E, 2000. Klinik Obezite. Argos İletişim Hizmetleri. Karakter Color Matbası. 139-Yücesan S. 1999. Şişmanlık Ağırlık Kaybı ve Kontrolüne Yönelik Diyet Önerileri. 22. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi. Obezite Eğitim Kursu. Antalya. 140-Golan M, et al. Parentsas the exclusive agent of change in the treatment of childhood obesity. Am J Clinical Nutrition 1998; 67: 1130-1135. 141-Atkinson RL. Role of nutrition planing in the treatment for obesty. Endoc Metab Clin North Am Obesity 1996; 25 (4): 955-964. 142-Özer E. 2001. Obezitenin Beslenme Tedavisi. Aktüel Tıp. 6: 2: 63-83. 143-Tremblay A, despres JP, Bouchard C. The effects of exercise-training onenergy balance and adipose tissue morphology ond metabolism. Sports Med 1985; 2: 223233. 144-Straus RS. Childhood Obesty. Pediatr Clin N Am 2002; 49: 175-201. 145-Williamson DF, Madans J, Anda RF, et al. Smoking cessation and severty of weight gain in a national cohort. N Engl J Med 1991; 324: 739-745. 146-Francis KT. Sttus of the year 2000 health goals of physical activity and fitness. Physical Ther 1999; 23 (suppl 3): 34-40. 147-Arslan P, Karaağaoğlu N, Mercanlıgil S, Erge G. 2001. Yeterli-dengeli Beslenme ve Zayıflama Rehberi. Özgür Yayınları. İstanbul. 148-James WP, Astrup A, Finer N, et al. Effect of sibutramine on weight maintenance after weight loss: a randomized trial. STORM Study Group. Sibutramine Trial of Obesity Reduction and Maintenance. Lancet 2000; 24: 306-313. 149-Finer N, James WP, Kopelman PG, et al. One year treatment of obesity: a randomized double-blind, placebo-controlled, multicentre study of orlistat, a gastrointestinal lipase inhibitor. Int J Obes Relat Metab Disord 2000; 24: 306-313. 150-Bray GA, Tartaglia GA. Medicinal strategies in the trearment of obesity. Nature 2000; 404: 672-677. 151-Silver T, Randolp J, Robbins S. Long-term morbidity and mortality in morbidly obese adolescents after jejunoileal bypass. J Pediatr 1986; 108: 318-322. 152-Strauss RS, Bradley LJ, Brolin RE. Gastric bypass surgery in adolescents with morbid obesity. J Pediatr 2001; 138: 499-504. 81 153-Friedmen JM. Obesity in the new millenium. Nature 2000; 404: 632-634. 154-Marchini G, Fried G, Ostlund E, Gagenas L. Plasma leptin in infants: relations to birth weight and weight loss. Pediatrics1998; 101: 429-432. 155-Danadian K, Balasekaran G, Lewy W, et al. Insulin sensitivity in african-American children with and without a family history of tipe 2 diabetes. Diabetes Care 1999; 22: 1325-1329. 156-Caprio S. Relationship between abdominal visceral fat and metabolic risk factors in obese adolescents. Am J Hum Biol 1999; 11: 259-266. 157-Chan JM, Rimm EB, Colditz GA, et al. Obesity, fat distrubition and weight gain as risk factors for clinical diabetes in men. Diabetes Care 1994; 17: 961-969. 158-Manson JE, Willett WC, Stumpfer MJ, et al. Body weight and mortality among woman. N Engl J Med 1995; 333: 677-685. 159-Melanson KJ, McInnis KJ, Rippe JM, Blackburn G, Wilson PF. Obezite ve kardiyovasküler hastalık riski: araştırmaların güncel sonuçları. Cardiology in rewiew 2001; 9 (4): 202-209. 160-Gormaker SL, Dietz WH, Sobol AM, et al: incresing pediatric obesity in the United States. AJDC 1987; 141: 535-540. 161-Lauer RM, Burns TL, Clarke WR: Assesing children blood pressure considerations of age and body size: The Muscatine Study, Pediatrics. 1985; 75: 1081-1090. 162-Wattigney W, Harsha DW, Srinivasan SR, et al: Increasing impact of obesity on serum lipids and lipoproteins in young adults. The Bogalusa Heart Study. Arch Inten Med 1991; 151: 2017-2022. 163-Van Italie TB: Health imolications of overweight and obesity in the United States. Ann Int Med 1985; 103: 983-988. 164-Bray GA: Complications of obesty. Ann Int Med 1985; 103: 1052-1062. 165-Tounian P, Aggoun Y, Dobern B, et al: Presence of increased stiffness of the common carotid artery and endothelial dysfunction in severely obese children: a prospective study. The Lancet 2001; 358: 1400-1404. 166-Caprio S, Tamborlane WV. Metabolic impact of obesity in childhood. Endocrinol Metab Clin North Am 1999; 28: 731-747. 167-Rosenbloom AL, Wheeler L, Bianchi R, et al. Age adjusted analysis of insülin responses during normal and abnormal oral glucose tolerance tests in children and adolescents. Diabetes 1975; 24: 820-828. 82 168-American Diabetes Assocation. Tipe 2 diabetes in children and adolescents: consensus conference report. Diabetes Care 2000; 23: 381-389. 169-Young-Hyman D, Schlundt DG, Herman L, DeLuca F, Counts D. Evoluation the insulin resistance syndrom and 5 to 10 year old overweight/obesity African-American children. Diabetes Care 200; 24: 1359-1364. 170-Marchesini G, Manini R, Bianchi G, Sassi S, et al. Homocysteine and psychological traits: a study in obesity. Nutrition 2002; 18: 403-407. 171-Konukoğlu D, Serin Ö, Turhan MS. Plasma total homocysteine consentrations in obese and non-obese female patients with tipe 2 diabetes mellitus; its relations with plasma oxidative stres and nitric oxide levels. Clin Hemorhe and Microcirculation 2005; 33: 41-46. 172-Iannuzzi A, Licenziati MR, Acampora C,et al. Increased carotid intima media thickness and stiffness in obese children. Diabetes Care 2004; 27: 2506-2508. 173-Balletshofer BM, Haap M, Rittig K, et al. Early Carotid atherosclerosis in overweight non-diabetic individuals is associated with subclinical chronic inflamation independent of underlying insulin resistance. Horm Metab Res 2005; 37: 331-335. 174-Golden SH, Folsom AR, Coresh J, et al. Risk factor groupings related to insulin resistance and their synergistic effects on subclinical atherosklerosis: the atherosclerosis risk in communities study. Diabetes 2202; 51: 3069-3076. 175-Iannuzzi A, Licenziati MR, Acampora C,et al. Carotid artery siffness in obese children with metabolic syndrome. Am J of Cardiology 2005. 176- Hickman TB, Briefel RR, Carroll MD, Rifkind BM, Cleeman JI, Maurer KR, Johnson CL: Distributions and trends of serum lipid levels among United States children and adolescents ages 4-19 years: data from the Third National Health and Nutrition Examination Survey. Prev Med 1998, 27:879-890. 83 9. EK 1: Yaş ve Cinsiyete Göre Düzenlenmiş BMI Persentil Çizelgesi Persentil kg / m² Yaş x Erkek 1.0-1.9 17.3 2.0-2.9 16.2 3.0-3.9 16 4.0-4.9 15.7 5.0-5.9 15.6 6.0-6.9 15.8 7.0-7.9 16 8.0-8.9 16.3 9.0-9.9 16.9 10.0-10.9 17.7 11.0-11.9 18.4 12.0-12.9 18.9 13.0-13.9 19.5 14.0-14.9 20.3 15.0-15.9 20.8 16.0-16.9 21.9 17.0-17.9 21.8 Kız 1.0-1.9 16.7 2.0-2.9 16 3.0-3.9 15.7 4.0-4.9 15.5 5.0-5.9 15.5 6.0-6.9 15.5 7.0-7.9 15.9 8.0-8.9 16.5 9.0-9.9 17.3 10.0-10.9 17.7 11.0-11.9 18.9 12.0-12.9 19.6 13.0-13.9 20.4 14.0-14.9 21.1 15.0-15.9 21.1 16.0-16.9 22.1 17.0-17.9 22.5 s 5 10 15 25 50 75 85 90 95 2.4 1.3 1.4 1.3 1.3 1.9 1.8 2.2 2.24 2.8 3.6 3.5 3.5 3.3 3.1 3.3 3.5 15.2 14.3 14.2 13.9 13.8 13.7 13.7 13.8 14.1 14.6 14.7 15.2 15.6 16.5 16.3 18 17.8 15.6 14.6 14.6 14.2 14.1 14.1 14.1 14.3 14.6 15 15.1 15.7 16.4 17 17.5 18.5 18.4 15.9 15 14.8 14.5 14.3 14.3 14.3 14.6 14.8 15.3 15.7 16.1 16.6 17.5 18 19 18.9 16.4 15.4 15.1 14.9 14.7 14.8 14.9 15 15.3 15.8 16.2 16.7 17.2 18.1 19 19.6 19.5 17.1 16.2 15.8 15.6 15.5 15.3 15.6 15.9 16.3 17.1 17.4 17.9 18.7 19.5 20.4 21.3 21.1 18 17.1 16.6 16.4 16.3 16.4 16.7 17.1 17.7 18.7 19.8 20.2 20.7 21.6 22 23 23.4 18.6 17.5 17.1 16.8 16.8 17.2 17.5 18 19 19.8 21.5 21.7 22.2 23.1 23.4 24.8 24.9 19 17.8 17.5 17.2 17.2 18 18.2 19.1 19.1 21.2 22.5 23.7 24 24.2 24.1 25.9 26.1 19.6 18.4 18.2 17.8 18.1 19.3 19.5 20.1 21.8 23.4 25.3 25.8 25.9 26.4 26.6 27.3 28.3 1.5 1.5 1.4 1.4 1.7 1.7 1.9 2.7 3.1 3.1 3.3 3.7 4.1 3.9 3.3 4.0 4.7 14.9 14.1 13.6 13.6 13.3 13.5 13.7 13.8 14 14 14.3 15 15.4 16.5 17 17.7 17.1 14.9 14.4 14.1 13.9 13.7 13.7 14.1 14.1 14.6 14.5 15.3 15.6 16.3 17.1 17.5 18.3 17.9 15.2 14.7 14.4 14.2 14 13.9 14.2 14.4 14.8 15 15.6 16.2 16.7 17.7 18 18.7 18.7 15.7 15.1 14.7 14.6 14.5 14.3 14.7 14.9 15.3 15.6 16.3 17 17.7 18.4 18.8 19.3 19.6 16.7 15.9 15.5 15.3 15.2 15.2 15.4 15.8 16.5 16.9 18.1 18.9 19.4 20.3 20.3 21.1 21.4 17.6 16.8 16.4 16.2 16.3 16.2 16.8 17.4 18.1 18.9 20.3 21.2 22.2 22.3 22.4 23.5 24 18.2 17.3 17 16.7 16.9 17 17.5 18.7 19.8 20.7 21.8 23.1 23.8 24.7 24.1 25.7 26.2 18.6 17.8 17.5 17.2 17.5 17.5 18.3 19.8 21.5 22 23.4 24.6 25.2 26.2 25.6 26.8 27.5 19.3 18.4 18 18 18.6 18.7 19.6 21.7 23.3 24.1 26.2 27 28.6 28.9 28.7 30.1 32.1 84 EK 2:Verilerin Kaydedildiği Form HASTA İLE İLGİLİ BİLGİLER AD SOYAD: TELEFON: TARTI: DOĞUM AĞIRLIĞI: BOY: SOYGEÇMİŞ: ATEROSKLEROTİK HASTALIK HİPERTANSİYON DİABETES MELLİTUS OBEZİTE KİŞİSEL RİSK FAKTÖRLERİ SİGARA BMI TANSİYON LABORATUAR KOLESTEROL İNSÜLİN(AÇLIK) TRİGLİSERİT GLUKOZ(AÇLIK) HDL OGTT LDL HOMOSİSTEİN USG BULGULARI 85 EK-3 NHANES III’ün önerdiği eşik değerler (176) Risk Faktörü Yaş (yıl) Erkek Kız Yüksek Glukoz Açlık - ≥ 100 mg/dl ≥100 mg/dl OGTT - ≥ 140 mg/dl ≥ 140 mg/dl Sistolik Kan Basıncı 8 112 111 (mmHg) 12 119 119 15 125 124 17 133 125 Yetişkin ≥130 ≥130 8 73 71 12 77 76 15 79 80 17 83 81 Yetişkin ≥85 ≥85 Trigliserit 12-16 135 170 (mg/dl) 16-19 165 168 Diastolik Kan Basıncı (mmHg) Kolesterol 6-9 126-191 122-209 10-14 130-204 124-217 15-19 114-198 125-216 LDL kolesterol 1-9 60-140 60-140 (mg/dl) 10-19 50-170 50-170 HDL Kolesterol 6-8 37 37 (mg/dl) 9-11 39 38 12-15 35 36 16-19 33 37 (mg/dl) 86