2003 1(1) • bahar spring Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi iletişim : araştırmaları Dergisi Ankara University Faculty of Communication communication: research Journal iletişim : araştırmaları Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından çıkarılan hakemli bir dergidir. Derginin amacı iletişim alanının disiplinlerarası yapısı içinde düşünce üreten araştırmacılar için uluslararası bir forum oluşturmak; teorik analiz ve tartışmalar kadar ampirik araştırmaları yayınlayarak iletişim alanında bilgi/veri üretiminin sağlanmasına katkıda bulunmak; kitap ve araştırma raporları ile ulusal ve uluslararası konferans ve kongrelerin değerlendirilmesini yapmaktır. Bu amaçları gerçekleştirmek için derginin kendini konumladığı sınır bilimsellik, akla uygun olmak ve eleştirelliktir. iletişim : araştırmaları yılda iki kez, Nisan ve Kasım aylarında yayınlanır. Dergi Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerinde yazılmış yazılara yer verir. Hakemli bir derginin gereği olarak gönderilen yazılar, yazarın kimliğini bilmeyen uzman hakemler tarafından değerlendirmeye alınır. communication: research is a refereed academic journal published by the Faculty of Communication, Ankara University. The journal seeks to establish an international forum for communication researchers vvithin the interdisciplinary field of communication studies; to contribute to the production of knowledge and data by publishing theoretical analyses as well as empirical research; and to a sse ss national and international meetings in addition to publishing book and research report reviews. İn order to attain these goals, the journal identifies its extent as the limits marked by scientificity, accountability, and critical thinking. communication: research is published twice a ye ar in April and October. Joum aTs languages of publication are Turkish, English, Frene h and German. Submissions are sent out to anonymous referees for blind review. Sahibi Publisher Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi adına Prof. Dr. Ahmet Tolungüç, Dekan Yayın Danışma Kurulu Advisory Board Ahmet Tolungüç Ankara Üniversitesi Alois Moosmüller Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi (Almanya) Aydın Uğur Bilgi Üniversitesi Aysel Aziz Yeditepe Üniversitesi Dan Schiller Illinois Üniversitesi, ABD Erol Mutlu Ankara Üniversitesi Filiz B. Peltekoğlu Marmara Üniversitesi Konca Yumlu Ege Üniversitesi Korkmaz Alemdar Ankara Üniversitesi Levent Kılıç Anadolu Üniversitesi Metin Kazancı Ankara Üniversitesi Nilgün Abisel Ankara Üniversitesi Nuri Tortop Başkent Üniversitesi Oya Tokgöz Ankara Üniversitesi Raşit Kaya Orta Doğu Teknik Üniversitesi Seçil Büker Gazi Üniversitesi Stuart Ewen New York Kent Üniversitesi (Hunter Collage, ABD) Ünsal Oskay Beykent Üniversitesi VincentMosco Carleton Üniversitesi (Ottavva, Kanada) Editörler Kurulu Editorial Board Editör Editör Editör Yardımcısı Assistant Editör Editör Yardımcısı Assistant Editör Yayın Sekreteri Secretany Asker Kartarı Nilüfer Timisi Nuran Yıldız Engin Sarı Tasarım Design Mehmet Sobacı Şahin Halefli İletişim Adresi Contact Address Tel Phone Faks Fax E-Mail http:// Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Cebeci, 06590, Ankara • Turkey (+90 .312) 319 77 14 (+90 .312) 362 27 17 ilefdergi@media.ankara.edu.tr ilefdergi.ilef.net ISSN 1303-7900 ile tişim : araştırmalan dergisi Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yayınlanmaktadır. com m unication: research journal is published by Ankara University, Faculty of Communication. © 2003 iletişim : araştırmaları. Tüm hakları saklıdır © 2003 com m unication: research. Ali rights reserved. İçin d ek iler 5 Asker Kartarı Editörden M a kaleler 9 Ayşe İnal Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı Umut Tümay Aslan Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık 39 65 Senem Gençtürk Hızal Bir iletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus"un Sınırları 87 Nurhan Babür Tosun Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi Halime Yücel Altınel Reklamlarda İnsanbiçimsellik H. Andaç Demirtaş Sosyal Kimlik Kuramı 107 123 E tkin lik Değerlendirm eleri 145 Nilüfer Timisi BM Kadının Statüsü Komisyonu 47. Dönem Toplantısı 151 Nur Betül Çelik Canberra Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi Ortak Konferansı Kültürel Sınırlar Sorgulanıyor: Ulus, Din, Mülteciler Cultural Frontiers in Question: Nation, Religion, Refugees Emek Çaylı Medya Politikaları Konferansı 155 161 Oğuz Onaran Ankara Uluslararası Film Festivali K itap Eleştirileri 163 Nejat Ulusay Yeşilçam Romantik Güldürüleri ve Kültürel Temsiller Engin Sarı Çokkültürlülüğü Yeniden Düşünmek 167 173 Bu Sayıdaki Yazarlar iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1) • bahar Editörden Asker Kartarı Ankara Üniversitesi İletişim Fakülte­ lerin değerlendirilmesini yapmaktır. Bu si iletişim : araştırmaları Dergisi'nin ilk sa­ amaçları gerçekleştirmek için derginin yısı ile karşınızdayız. 1973'ten beri ya­ kendini konumladığı sınır bilimsellik, yınlanmakta olan Yıllık'larımız ve beşin­ akla uygun olmak ve eleştirelliktir. ci yayın yılını dolduran Kültür ve İletişim'imizin yanında, fakültemizin akade­ mik yayın alanına kazandırmak azminde olduğu bu yeni hakemli dergi yılda iki kez yayınlanacak. Daha çok iletişim eği­ timi çabalarımıza katkı sağlamak amacı­ na yönelik Yıllık ve sosyal-beşeri bilimle­ rin her alanında özgün eleştirel çalışma­ ları okuyucuya ulaştıran bağımsız, ha­ kemli Kültür ve İletişim'den sonra yeni bir süreli yayına başlıyoruz, iletişim : araştır­ maları Dergisi'nin amacı iletişim alanının disiplinlerarası yapısı içinde düşünce üreten araştırmacılar için uluslararası bir forum oluşturmak; teorik analiz ve tar­ Hakemli, akademik bir dergiyi yaşat­ manın zorluğunun farkındayız. Ancak iletişim sorunlarıyla ilgilenenlerin sayı­ sındaki artma ve son yıllarda akademik atama ve yükseltilme ölçütlerinde yapı­ lan değişiklikler, akademisyenleri daha çok yayın yapmaya yöneltiyor. Dergi­ miz, yayın politikamızın temelini oluştu­ ran bilimsel niteliklere sahip olmak kaydıyla hem kuramsal hem de ampirik araştırmaya dayalı yazılara yer vereceği için genç akademisyenlerin yaym yap­ malarım kolaylaştırma çabalarına katkı­ da bulunacaktır. tışmalar kadar ampirik araştırmaları ya­ Ülkemizin akademik potansiyeli ile yınlayarak iletişim alanında bilgi/veri ilgili kişisel düşüncelerimi bu fırsattan üretiminin sağlanmasına katkıda bulun­ yararlanarak yeniden ifade etmek istiyo­ mak; kitap ve araştırma raporları ile ulu­ rum. Ülkemizin, çok sayıda genç ve ça­ sal ve uluslararası konferans ve kongre­ lışmaya istekli, öğrenmeye yatkın ve ye- iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1): 5-8 6 • iletişim : araştırmaları tenekli akademisyene sahip olduğunu İlk sayım ızın ilk m akalesi Ayşe düşünüyorum. Bilimsel üretim açısından İnal'ın ve "Ronald Barthes: Bir Avant- uluslararası sıralamalarda geride kalış garde Yazarı" başlığım taşıyor. İnal yazı­ nedenlerimizin başında kaynak yetersiz­ sında Barthes'ın yapıtlarına dayalı ola­ liği gelmekle birlikte, bence, mevcut ola­ rak ve iletişim çalışmalarına kazandırdı­ naklardan yeterince haberli olmamak, ğı kavramların izini sürerek "Barthes'ın yönelim noksanlığı, ortak çalışmalardan kuramındaki dönüşüm ve bu dönüşüm kaçınmak, eldekiyle yetinmek gibi pek içinde değişmeden korunan öğeler"i tar­ çok başka neden de sayılabilir. Özellikle tışıyor. Umut Tümay Aslan'ın "Görsel sosyal ve beşeri bilimler alanında çalışan akademisyenlerin, ister literatür, ister parasal kaynak anlamında olsun, mevcut olanakları iyice araştırmaları halinde ço­ ğu kez yeterli desteği bulabileceklerini biliyorum. Bilimsel üretim sıralamasmda önde gelen ülkelerde de akademik çalış­ maların desteklenmesi ancak belirli ça­ baların sonucunda mümkün olabiliyor. Geçen yıldan beri üniversitelerimizin ıs­ olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Ya­ zarlık" başlıklı makalesinde görsel kültü­ rün çeşitli yaklaşımlarla nasıl ele alındı­ ğını literatür değerlendirmesine dayalı olarak inceliyor. Aslan, görsel olanın hü­ kümranlığına yönelik eleştirel yaklaşım­ lardan kültürel çalışmaların görsel'e yak­ laşımına ve nihayet kültürel farklılıkla­ rın görme biçimlerini etkilediğim savu­ rarla üzerinde durduğu Avrupa Birliği nan kültürlerarası iletişim yaklaşımları­ Altıncı Çerçeve Programı'ndan bir proje na kadar geniş bir yelpazede konuyu ir­ alabilmek için ne kadar çalışılması ge­ deliyor. Senem Gençtürk Hızal "Bir ileti­ rektiğine, bu çabayı gösterenler tanık şim Biçimi Olarak Moda: "modus"un Sı­ oluyor. Dolayısıyla, emeksiz ürün elde nırları" adlı yazısında modayı iletişim edilemeyeceğini bilen ve o emeği verebi­ açısından ele alıyor ve Türkiye'de son lecek bilgi, beceri ve yeteneğe sahip yete­ yılların önemli tartışma konularından bi­ rince akademisyenimiz olduğuna yürek­ ri olan "tesettür modası"nı tartışıyor. Hı- ten inanmaktayım. Ankara Üniversitesi zal, "tesettür modası"nı, bu modayı izle­ İletişim Fakültesi iletişim : araştırmaları yenlerin yaşam tarzları, katıldıkları tüke­ Dergisi'ni çıkarma cesaretini bulmamı­ tim örüntüleri bağlamında ortaya koy­ zın temelinde de İLEF'te paylaşılan bu maya çalışıyor. Nurhan Babür Tosun, sa­ inanç yatıyor. tın alma noktası reklamlarının tüketici Dergi'miz üç bölümden oluşuyor. Bi­ davranışları üzerindeki etkisi üzerine rinci bölümde özgün makaleler, ikinci yaptığı araştırmanın sonuçlarını "Satın bölümde, alanımızla ilgili Etkinlikler hak­ Alma Noktası Reklamlarının Etkisi” adlı kında bilgi ve yorumlar, üçüncü bölüm­ makalesinde tartışıyor. Tosun, satın al­ de ise kitap eleştirileri yer alıyor. ma noktası reklamlarında kullanılan ma­ Kartarf Ed itör'den • 7 teryalin biçimsel ve içerik özelliklerinin vererek aktarıyor. Nur Betül Çelik, Can­ tüketici kararları üzerinde etkili olduğu­ berra Üniversitesi ile Ankara Üniversite­ na ilişkin verileri değerlendiriyor. Hali­ si arasmda karşılıklı işbirliği çerçevesin­ me Yücel Altınel, reklamlarda "insanbi- de, Canberra'da gerçekleştirilen "Kültü­ çimsellik" kavramım göstergebilim çer­ rel Sınırlar Sorgulanıyor: Ulus, Din, Mül­ çevesinde incelediği "Reklamlarda İn- teciler" başlıklı konferansı değerlendiri­ sanbiçimsellik” adlı yazısında görsel ve yor. Her iki üniversite arasındaki işbirli­ dilsel insanbiçim selliğin reklam larda ği girişimi sonucu, ilk konferans Anka­ kullanıcı ile nesne arasında nasıl bir ya­ ra'da 2001 Nisan ayında yapılmıştı. Dizi­ kınlaşmaya neden olduğunu irdeliyor. nin ikinci konferansına A.Ü. İLEF'ten al­ Altmel karşıt kavram olarak ele aldığı "nesnebiçim selleştirilm esi"ni de "aynı mantıksal dizgenin ürünü" olarak değer­ lendiriyor. H. Andaç Demirtaş, "Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsa­ yımlar" başlıklı makalesinde iletişim ça­ lışmalarında sıkça kullanılan bir kavra­ ma psikoloji açısından nasıl bakıldığını anlamaya katkıda bulunabilecek önemli bir kuramı tanıtıyor. Özellikle küçük grupların iç iletişimi ve gruplararası ile­ tişiminde ve genel olarak örgüt iletişi­ minde ihmal edilmiş gibi görünen bu ko­ tı öğretim elemanı katıldı. Konferanslar dizisinin üçüncü etkinliği, 8- 10 Aralık 2003 tarihleri arasında Savaşın Yüzleri / Uzlaşmanın Aşamaları: Tarihçeler, Söy­ lemler ve Politika başlığı ile Ankara'da yapılacak. Emek Çaylı Ankara Üniversi­ tesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü'nün 15 Kasım 2002 Cu­ ma günü gerçekleştirdiği "Medya Politi­ kaları Konferansı" adlı etkinliği özetli­ yor. Bu bölümün sonunda Oğuz Onaran'ın "Ankara Uluslararası Film Festiva­ nu böylece yeniden tartışılmaya açılmış li" çerçevesinde yapılan faaliyetleri özet­ oluyor. leyen yazısı var. Etkinlikler Bölümü'nde Nilüfer Timi- D ergim izin Kitap Eleştirileri bölü­ si 3-14 Mart 2003 tarihinde New York'ta münde Nejat Ulusay, Nazlı Bayram'm gerçekleştirilen "Birleşmiş Milletler Eko­ Anadolu Üniversitesi Yayınları arasmda nomik ve Sosyal Konseyin Kadının Sta­ 2002 yılında çıkan "Yeşilçam Romantik tüsü Komisyonu"nun 47. toplantısına, Güldürüleri ve Kültürel Temsiller" adlı Kadının Sorunları ve Statüsü Genel Mü­ kitabını, Engin Sarı da, Bhikhu Pa- dürlüğü tarafından oluşturulan resmi rekh'in, Bilge Tanrıseven'in çevirisiyle heyetin üyesi olarak katıldı. Timisi "Bir­ Phoenix Yayınları tarafından 2002'de ya­ leşmiş Milletler Kadının Statüsü Komis­ yınlanan "Çokkültürlülüğü Yeniden Dü­ yonu" adlı yazısında bu toplantıyla ilgili şünmek: Kültürel Çeşitlilik ve Siyasal Te­ izlenimlerini, geniş bir artalan bilgisi de ori" adlı kitabını tanıtıyorlar. 8 • iletişim : araştırmaları iletişim : araştırmaları Dergisi'nin ilk Genç akademisyenlerin hakemlik kuru­ sayısında, dergiye gönderilen makalele­ ntuna bu açıdan bakarak hakemlerimi­ ri blind revieıv sürecinde özenle inceleyen zin kendilerine gönderilen makaleleri in­ hakemlerimize teşekkür ediyoruz. Bilim­ celerken harcadıkları emeklerin boşa git­ sel dergilerde hakemlik yapmanın aka­ memesini sağlamalarını bekliyoruz. demik etkinlik açısından ne denli yaşam­ sal önem taşıdığını, çalışmaları eleştiri­ Dergimizin uzun ömürlü olması, bi­ len, düzeltmeler önerilen ve bu önerileri limsel niteliğinin korunmasına ve göste­ ciddi olarak dikkate alıp yazısını yeni­ rilecek ilgiye bağlı. Okurumuzun ilgi ve den elden geçiren yazarlar çok iyi bilir. desteğini, eleştirilerini bekliyoruz. Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı Ayşe İnal Roland Barthes: An Avant-Garde VVriter Özet: Abstract. Roland Barthes, yapısalcılık ve postyapısalcılık Roland Barthes is a prominant figüre in literary studies arasında köprü oluşturan kavramları ve kuramı İle with his concepts and theory bridging structuralism edebi çözümlemeler İçinde öne çıkmıştır. Her ne kadar, and poststructuralism. Although he is knovvn by his arasında Çağdaş Söylenler'ln de yer aldığı erken early works among vvhich Mythologies has a dönem yazıları İle daha çok bilinse de, edebi distinguished place, his later vvorks that lead literary çözümlemelere yeni araştırma konuları sunan daha studies to new resarch agendas are as important as sonraki yapıtları da diğerleri kadar önemlidir. İdeoloji, the former. His conceptualisation of ideology, sign and gösterge ve metin kavramlarına ilişkin görüşleri zaman text changed in time butthese concepts had remained içinde değişmiş ancak bu kavramlar onun temel as his primary focus. His interest in avant-garde sorunları olarak önemini korumuştur. Barthes'ın avant- literary vvorks, and his keen analysis, influenced his garde edebiyat üzerine yürüttüğü ayrıntılı çalışmalar ve vvriting style. His vvorks display the discipline of a bu konulara olan ilgisi kendisinin yazı tarzını da scientist but at the same time gives a literary taste to etkilemiştir. Yapıtları, bir yandan, bilim insanının their readers. This article focuses on changes in the disiplinli çalışmasını yansıtırken diğeryandan direction of his theory with a special emphasis on okuyucusuna edebi bir tat sunar. Bu makale, certain points that remained constant in this change. Barthes'ın kuramındaki dönüşüm ve bu dönüşüm içinde değişmeden korunan öğeler üzerinde durmaktadır. iletişim : araştırmaları *© 2003 • 1(1): 9-38 10 • iletişim : araştırmaları Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı Roland Barthes, ortaya attığı farklı yak­ ayrıntılı bir Balzac çözümlemesidir, Bir Aşk laşımlar, kavramlar, tipleştirdiği okuma Söyleminden Parçalar aşığm sözünün gittiği biçimleri ile yalnız edebi metinler üzerine yerleri keşfeden bir serüven, Göstergeler yapılan çözümlemeler içinde değil, iletişim İmparatorluğu Japon Kültürü'nün bütünü­ ve medya çalışmalarının odaklandığı pek nü ayrıntılarda görmeye çalışan bir dene­ çok konuda referans olan araştırmacıların me, Roland Barthes onun kendine bakışını en önemlileri arasında yer alır. Gerek ku­ özdüşünümsel bir biçimde açığa vurduğu ramsal ve kavramsal açıdan, gerekse yön- bir metin, Camera Lucida ise yazarın fotoğ- tembilimsel açıdan belli bir yaklaşıma sap- rafik imgenin farklı görme biçimleri ile iliş- lanmaksızm yeni düşüncelere ve ilgi alan­ kilendirilerek tartıştığı bir çalışmadır. Doğ­ larına açık kişiliği ile iletişim üzerine çalı­ rudan bu konular üzerine bir çalışması bu­ şan herkesin kendi alanlarına ilişkin Ro­ lunmasa da, yazdığı metinlerde yer yer si­ land Barthes'dan öğrenecekleri vardır. İs­ nemanın diline, retoriğe ilişkin gözlemler­ ter reklam metinleri üzerine, ister fotoğraf, de bulunmuş, ayrıca müzik, resim gibi ister roman çözümlemeleri, ister televiz­ farklı semiyotik yapılar üzerine de odak­ yon metinleri, ister sinema üzerine çalışı­ lanmıştır. Bu geniş ilgi alanının içine gir­ yor olun, Barthes'ın kavramlarının bu meyen bir metin yok denilebilir. alanlarla ilgili literatürün ayrılmaz bir par­ çası olduğunu görürsünüz. Roland Barthes'ın önemi nereden kay­ naklanıyor diye sorulduğunda ilk akla ge­ Onun yazdıklarını incelediğimizde bu len onun cesaretle farklı konuları inceleme çeşitlilik hemen dikkat çeker. Çağdaş Söy- gündemine almasıdır. Üstelik bu, akade­ lenler'de farklı kültürel metinler üzerine mik bir disiplin tarafından yönlendirilip odaklanan Barthes, Moda Dizgesi'nde mo­ belirlenen bir ilgiden çok, Barthes'ın kişisel da fotoğrafları ve bunların anlamlandırıl­ merakını yansıtır niteliklidir. Barthes, Bal­ ma süreçleri üzerinde durur, S/Z ağır ve zac' ı, Sollers'i, Sade'ı ve daha pek çok ya­ İnal• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 11 zarı okumayı, fotoğraflara bakmayı, Japon hes'm yeniliğe duyduğu ilgi hep daha ön­ kültürü içinde dolaşmayı, kendi okuma bi­ ce söyledikleri ile tutarlı şeyler söyleme ve­ çimleri hakkında düşünmeyi sevmiştir. So­ ya en azından onları yeniden düşündü­ rularını zaman zaman bir bilimsel paradig­ ğünde bir yere oturtma ve bu yolla bir tu- manın çizdiği sınırlar içinde formüle etse tarlık kurma çabasımn zaman zaman önü­ de bu sınırları sürekli aşmış, düşüncelerini ne geçmiştir. Collage de France'da yaptığı cesaretle değiştirmiş ve yazdıklarında bir bir konuşmada Barthes kendisi için unut­ çocuğun saf, saplantısız ve yargısız mera­ ma kavramımn ne kadar önemli olduğunu kını yansıtmıştır. vurgulamıştır: Culler, Barthes'm projelerinin Barthes'a rağmen geliştiğini vurguluyor: "Bir yere ait olmayı reddediş, yanlışları düzelt­ meye yönelmeyen ancak geçmişten kurtul­ mayı amaçlayan bu sürekli hareket hali, Barthes'm çalışmalarından birini okuyan ve yapılacak işlere ilişkin vizyonundan et­ kilenen kişiler için rahatsız edici olabilir." (1990:12). Culler, pek çok okurunun onda- 'Ben, her canlıya ait olan o gücün için­ de yaşam bulduğuma inanıyorum: bu güç unutmadır' (Leçon: 45).... Bu unut­ ma eylemini, bu öğrenmemeyi anlat­ mak için Latince'de bilgeliği anlatan bir terimi uyarlamış ve tekrar tanımla­ mıştır: 'Sapientia: hiç iktidar, biraz bil­ gi, biraz akıl ve olabildiğince çok tat­ landırıcı' (Leçon: 45) (aktaran Culler, 1990:13). ki bu değişim ve hiçbir yere bağlanmama Barthes'm bu "unutma" özelliğinin onu arzusunu özellikle takdir ettiklerini vurgu­ farklı konularla ilgilenmeye teşvik ettiği ladıktan sonra onlarm Barthes'm "yazdık­ söylenebilir. Yaşadığı dönemde Fransa'ya larını bizim anlama süreçlerimize yaptığı egemen olan akademik eleştiri tarzına kar­ katkılardan dolayı değil, bir bireysel mace­ şı duruşu Barthes için itici bir güç oluştur­ ranın momentleri olarak" değerlendirdik­ muştur. Barthes dönemine egemen olan lerini belirtiyor (Culler, 1990: 13). Bart­ geleneksel akademik eleştiri biçimini bir 12«iletişim '.araştırmaları ideoloji olarak değerlendirmiştir. Culler, 1980 yılında bir trafik kazası sonrasın­ sağ duyu içinde gömülü duran ideolojinin daki ani ölümü Barthes'm akademik çalış­ onun eleştiri oklarmm bir hedefine dönüş­ malarının bir soru işareti ile sonlanmasını tüğünü belirtiyor. Döneminin eleştirel ge­ beraberinde getirdi. Yazmaya devam ede- leneğine hakim olan, bir eseri onun dışında bilseydi acaba hangi konulara yönelecekti? olan şeylerle açıklama girişimine karşı çı­ Bu sorunun yanıtını son eserleri arasında karken Barthes, metnin okunma ve anlam­ yer alan Metnin Hazzı ve Camera Lucida'da landırılma süreçlerinin önemini vurgula­ aramak mükün. Yazının ilerleyen bölümle­ mış ve klasik pedagojinin sorunlarından rinde bu açılımları daha ayrıntılı olarak kaynaklanan tutucu bakış açılarını eleştir­ miştir: Barthes, Fransa'daki akademik eleştiri­ nin içsel analize düşman olduğunu çünkü bilgiyi nedensel ilişkileri açıkla­ makla ilişkilendirdiğini ve çünkü öğ­ rencilerin bilgisini değerlendirmenin onların yorumlarını değerlendirmek­ ten daha kolay olduğunu söylüyor. Ya­ zarın hayatı ve dönemine ilişkin bilgi­ nin önemi üzerine kurulu bir edebiyat kuramı smavlara ve notlamaya daha uygun bir yaklaşım oluşturur (Culler, 1990: 63). Özgeçmişine baktığımızda Barthes'm yerleşik akademik eleştiri geleneğinin yam sıra akademinin disipline edici yönlerini eleştirirken kendisinin de bunun içinde ko­ layca disipline olmadığım gözlemlemek tartışacağız. Barthes, okurunu ideoloji sorunu, gös­ terge kavramı, metinlerin yapılaşması, metinlerarasılık, metnin okunma süreçlerinin önemi, metnin hazzı, görsel göstergeler ve sözel dilin farklılığı hakkında, dahası Ja­ pon haiku'ları, aşk, moda, müzik, sinema ve retorik hakkında düşündürmüştür. Bu konular üzerine düşünüp soru soran oku­ runun yanında olmuş, bu soruları paylaş­ mış, okuru kendisi ile birlikte düşünmeye davet etmiş, hemen hiçbir konuda katı, kestirip atıcı bir tavır takınmamıştır. Ancak onun merakı edebiyat çalışma­ ları ve metin çözümlemeleri ile sınırlı kal­ mamıştır. Siyaset bilimine ait sorunlarla dilbilimdeki gelişmeler arasında bir köprü kurarken edebi metinlerin yerleşik anlam­ mümkündür. Doktora tezinin ağır ilerledi­ ları zorlayan örneklerini keşfedip sergile­ ği bir dönemde Yazının Sıfır Derecesi ve miştir. Bu yolla, geleneksel, klasik edebi Michelet, üniversitedeki görevini kaybet­ örnekler içinde ortaya çıkan kırılma nokta­ tikten sonra ise onun en bilinen yapıtların­ larını, egemen anlamların yemden üretimi­ dan biri olan Mythologies yayınlanmıştır. ni ve bu üretimin kesintiye uğramasını, Barthes, 1965 yılma kadar Fransız entelek­ toplumsal, tarihsel ve siyasal olan ile ilişki- tüel yaşamı içinde marjinal konumunu ko­ lendirerek tartıştışmıştır. Yerleşik -eg e­ rumuştur (Culler, 1990). men- anlamlandırma biçimlerini kıran, bo­ İn a l• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 13 zan farklılıkları bir okuma teorisi ile örtüş- çalışmaları arasında köprü oluşturmuştur. türmeye çalışmıştır. Siyaset kuramı içinde "iktidar"m farklı Aslında Barthes'm çalışmalarının öz­ günlüğü bu ait olamamadan, sabitlenememeden ve kendisini, belki kendi de amaçlamaksızın yepyeni projeler içinde buluvermesinden kaynaklanıyor. Barthes'm Çağdaş Söylenler'de ortaya attığı tartışmala­ rın S/Z'de değiştiği, Camera Lucida'da ise yazarın bambaşka bir yol tuttuğu söylene­ bilir. Yine ideoloji sorununu daha önce tar­ tıştığı biçimi Metnin Hazzı'nda neredeyse terketmiştir. Camera Lucida'da fotoğrafları okuma ve ele alma biçimi Çağdaş Söylenle /d e n yine oldukça farklıdır. Tüm bu değişimlere karşın çalışmala­ rında bir tutarlığm ve sürekliğin de varol­ duğu söylenebilir. Bu yazıda Barthes'm düşüncelerindeki değişim ve dönüşüm ay­ rıntılı olarak tartışılacaktır. Bu tartışmalar­ da özellikle üzerinde duracağımız sorun Barthes'm belli konu ve kavramlara ilişkin yaklaşımlarında dönüşümler olsa da bu konu ve kavramları terketmeyişidir. İde­ oloji sorunu, gösterge kavramı ve okuma pratiklerinin önemi onun için temel öneme sahip konulardır ve bazı çalışmalarında bi­ ri öne çıkmış gibi gözükse de, aslında bu üç konu içiçeliklerini hep korumuştur. kavramsallaştırılma biçimleri ideoloji kav­ ramının da farklı tanımlarını beraberinde getirmiştir. 20. yüzyıl siyasal düşüncesi içinde ideolojinin ne olduğu ile birlikte na­ sıl işlediği sosyal bilimler içindeki tartış­ maların neredeyse odağını oluşturmuştur. Lucaks'm "şeyleşme" kavramından Gramsci'ni "hegemonya” kavramına ora­ dan Althusser'in "devletin ideolojik aygıt­ larına" uzanan farklı kuramsal tartışmala­ rın açıklamaya çalıştığı sorun ideolojinin işleyişidir. Marksist yaklaşım içinde kalarak ide­ oloji sorununu ele alan tüm bu kuramcıla­ rın iletişim çalışmalarını etkilediklerini gö­ rüyoruz. 1960 sonrasında özellikle medya çalışmalarında izleri gözlenen bu tartışma­ lar kültürel çalışmaların yaklaşımı içinde popüler kültür üzerine yapılan araştırma­ larla bütünleşmiştir. Kültürel çalışmalarla yapısalcı dilbilimin temel önermeleri ve kavramları yine ideoloji tartışmaları ile kıs­ men de olsa örtüşmüş bütünleşmiştir. An­ lamlandırma sorunu, işaretin kavramsal­ laştırılma biçimleri ve ideolojinin işleme biçimlerini biraraya getirerek farklı kuram­ sal çerçeveler içinde bütünleştirme girişim­ leri oldukça geç bir döneme ait olmalarına rağmen bu girişimlerin az sayıda da olsa İdeoloji üzerine İdeoloji kavramı iktidar ilişkilerinin üzerinde duran siyaset kuramı ile iletişim habercileri olduğunu söyleyebiliriz. Bu ça­ baların en önemlilerinden biri Bakhtin gru­ bunun çalışmalarıysa bir diğeri de kuşku­ suz Roland Barthes'm girişimidir. 14 • iletişim : araştırmaları 1954 yılında Çağdaş Söylenler yayınlan­ tediği ideolojinin nasıl işlediği ve mitleştir­ dığında iletişim araştırmalarını özellikle me yoluyla kapitalist ekonominin içinde medya üzerine yapılan çalışmaları güçlü ortaya çıkan ilişkilerin üstünü nasıl örttü- bir biçimde etkileyecek olan Devletin İde­ olojik Aygıtları (Althusser, 1991) henüz ya­ yınlanmamıştı. Saussure'un Genel Dilbilim Dersleri (Bally ve Sechehage, 1985) yapısal­ cı dilbilimin temelini atmış, bu yaklaşım sadece kültürel anlatıların çözümlenme­ sinde değil, kültürün doğrudan bir yapı olarak incelenmesine esin kaynağı olmuş­ tu. Bu çalışmaların bir uzantısı olan Çağdaş Söylenler'de (Mythologies) Barthes, burjuva ideolojisini yarattığı mitler dolayımı ile ele Barthes'a göre mitler politikadan arın­ mış izlenimi veren sözlerdir. Diğer bir de­ yişle okunduklarında veya mitleştirme yo­ lu ile kurulan belli ritüellere katılmdığında politik olan gözlerden silinir, anlamlar do­ ğallaşır. Mitler iktidar çatışmalarından kaynaklanan gerçeği, eşitsizliği gözlerden siler. Bunu kurdukları üst dil aracılığı ile gerçekleştirirler. alıp inceler ve "mitlere yönelik yapısalcı Barthes, mitlerin kurulduğu üst dilin yaklaşımla kapitalizmde tüketime sunulan karşısına üretici insanın dilini koyar. Bu dil malların fetişleştirilmesine yönelik Mark­ gerçeği dönüştürmek için kullanılan, dev­ sist eleştiriyi buluşturur" (Keamey; 1986: rimci bir dildir. Mitlere dayanmayan dev­ 322). Kitap burjuva kültürüne ait bir dizi rimci dil "dünyanın siyasal yükünü ortaya miti çözümleme girişiminden oluşmakta­ çıkarmaya yönelik bir arınımsal edim ola­ dır. Çağdaş Söylenler'de yer alan kısa yazı­ rak tanımlanır: dünyayı yapar ve dili, bü­ lar Barthes'm Letters Nouvelles’d e yayınla­ tün dili, işlevsel olarak bu yapmaya katılır" nan magazin makaleleridir. (Barthes, 1990a: 181). Burada akla gelebile­ Çağdaş Söylenler’de, ardında kapitalist çıkarların yattığı düşünme biçimlerinin na­ sıl mitler haline dönüşerek doğallaştığı İn­ celenmektedir: "Barthes bu fikirlerin des­ tekledikleri iktidar ve toplumsal değişim biçimlerinin yapılarını incelemekle birlik­ te, asıl bu fikirlerin kendilerini sunuş me­ kanizmaları üzerinde dikkatini yoğunlaştı­ rır" (Ellis ve Coward, 1985: 53). Mitleşerek doğallaşan ve herkese ait kılınan anlam­ cek ilk soruyu Barthes hemen kavrar ve ya­ nıtlar: "Solda" da söylenler (mitler) bulunup bulunmadığını soranlar oldu. Vardır kuşkusuz, solun devrim olmadığı ölçü­ de. Solun söyleni tam devrimin "sol"a dönüştüğü, yani kendini maskelemeyi, adını perdelemeyi, günahsız bir üst-dil üretmeyi ve bozulup "Doğa" olmayı benimsediği anda çıkar ortaya (Bart­ hes, 1990a: 182). landırma biçimleri üzerine giriştiği bu tar­ Barthes'a göre üst-dil, söylenleri kuran tışmada Barthes'm gözler önüne sermek is­ ve onların kurulduğu dil, sağın elindedir. Inal‘ Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 15 Görüldüğü gibi Çağdaş Söylenler burjuvazi­ midir? Kammca Barthes, Çağdaş Söylen­ nin iktidarını tesis etme biçimlerinin anali­ ler'de ön kapıdan içeriye aldığı ideoloji zidir. Burada Barthes'm, hemen bütün kavramını daha sonraları hep arka kapı­ eserlerinde neredeyse egemen olan incele­ dan -bir şekilde- tartışmaya sokmuştur. me tarzının ilk örneklerinden birini görü­ Ancak odaklandığı kavramlar farklılaşıp rüz. Önce kültürel metinler, onları oku­ ilgi alanları değiştikçe ön kapıda hep yeni mak, ardından kuramsal bir çerçeveyi kur­ ve farklı bir şeyin durduğunu görürüz. mak. Barthes için kuram önemlidir. Ancak Edebiyat metinleri üzerine yaptığı incele­ girişte de belirttiğim gibi farklı metinleri melerde metinlerin yapılaşması üzerinde farklı bakış açıları ile okumak -okuma ey­ dururken, anlamın anlatı içinde sabitlendi- leminin bizatihi kendisi- daha da önemli­ ği ve kırıldığı yerleri okuyucusuna ısrarla dir. göstermeye çalıştığında aslında tartıştığı Çağdaş Söylenler sadece Marksist meta fetişizmi eleştirisini değil Freud'un rüya yorumlarını da hatırlatır (Keamey,; 1986). Bu çalışmada amaçlanan mitleri tarih ötesi gerçekler olarak kavramanın yerine onları üretildikleri tarihsel bağlamla ilişkilendirmektir. Diğer bir deyişle siyasetten arınmış gibi görünenin siyasal olduğunu gözler önüne sermektir: "Eleştirel semiyolog mit­ leri tarihsel bağlamlarına ilişkilendirerek 'doğal' gibi görünenin gerçekte 'kurulmuş' olduğunu ortaya çıkartır, evrensel bir olgu gibi duran şeyler aslında ideolojik bir fab­ rikasyonun sonucunda ortaya çıkar" (Kearney, 1986: 326). sorun bir yandan da ideolojidir. Keamey Barthes'm bu konuda söylediklerinin öne­ mini şöyle vurguluyor: Sosyalist gerçekçilik modernist ve post modemist yazını dikkate almamış ... ve bunları burjuva nihilizminin semptom­ ları olarak görmüştür. Buna karşı ola­ rak Barthes bu tür avant-garde yazını biçim açısmdan devrimci olarak nite­ ler. Burjuva bilincindeki yabancılaşma ve parçalanmayı araştırırken bu çalış­ malar romantik humanizmanm sonu­ nun habercisi olmuş, kendini "yazma biçimlerinin çoğullaşması" ile ifade eden "renksiz, sıfır-derecede yazma" biçimi yeni bir biçim olarak seçilmiştir (Keamey, 1986: 322). Barthes okumanın, metnin hazzı ve be­ Barthes daha sonraki çalışmalarında, dene ilişkin tartışmalara ön kapıyı açtığı Çağdaş Söylenler'de öne çıkardığı ideoloji yazılarında ideoloji sorununu yine gözardı sorununu bir tarafa mı bırakmıştır? Çağdaş etmez. Geçmiş dönemlerde üretilen edebi­ Söylenler'in odaklandığı kapitalist üretim yat metinlerine baktığında gördüğü şey şu­ ilişkilerinin sürmesi için burjuva ideolojisi­ dur: "ne zaman yazan ideoloji değil de be­ nin kurulma biçimlerine yöneltilen eleştiri dense o zaman avant-garde için bir şans var­ sonraki çalışmalarında önemini yitirmiş dır” (aktaran Culler, 1990: 96). Yine, yaz - 16 • iletişim : araştırmaları ma/okuma ilişkisini tartıştığı Metnin Haz­ mak amacı ile oluşturduğu mitlerin karşı­ zı'nda egemen ideoloji kavramını sorgular. sına üretici insanın dilini koyan Barthes "İdeoloji nedir?" diye sorar ve şöyle yanıt­ daha sonra avant-garde'm dilini ve egemen lar: "İdeoloji tam da egemen olan düşünce­ ideoloji içinde sabitlenen anlamların kırıl­ lerdir: ancak egemen olan ideolojidir" "Egemen sınıfın ideolojisinden" sözetmek doğrudur, elbette egemen olunan bir sınıf vardır ancak "egemen ideoloji­ den" sözetmek tutarlı bir yaklaşım de­ ğildir çünkü tabi olan bir ideoloji yok­ tur, "bağımlı" konumdakiler sözkonusu olduğunda hiçbir şey yoktur, ide­ oloji yoktur -bu yabancılaşmanın son noktasıdır- ancak bağımlı konumdakilerin zorlandığı ideoloji onları yöneten sınıftan (anlam oluşturmak için, yaşa­ mak için) egemen sınıftan ödünç aldık­ larıdır" (Barthes, 1976: 32). dığı anlatıları keşfetmeye yönelir. Metnin Hazzı'nda farklı metinlerin farklı okunma biçimleri üzerinde dururken jouissance kavramının altım çizer. Jouissance bizi hazzın gevşemesinden çıkarır. Bazen rahatsız da eder. Ancak egemen olana karşı bir okumadır. Camera Lucida'da ise jouissan­ ce'm yerini Punçtum alır. Pundum da jouis­ sance gibi bizim özne konumumuzu yerin­ den söker, deler geçer. Barthes'ın ideoloji sorununu ele alırken yaptığı bu ikili ayrım­ larının kökeni S/Z'de geliştirdiği okunabi­ lir olan ve yazılabilir olan metinler arasın­ Barthes'a göre iktidarın koruması altın­ daki bir başka ayrımdır. da olan dil tekrara dayanır. Bu tekrar dilin tüm resmi kurumlarında karşımıza çıkar. Okullar, spor, reklamlar, popüler şarkılar, haberler, kesintisiz biçimde aynı yapıyı yi­ nelerler. Aym anlamlar, aynı sözcülerle ye­ niden yeniden üretilir. Bu kalıplar politik bir olgudur ve ideolojinin ta kendisidir. Bu kitlesel banalleşme hazzın dışında değilse de jouissance'm dışında olandır. Banalleşmeyi kıracak dönüştürecek olan Yeni (bu­ rada özellikle büyük harf kullanır) olana yönelik dürtüdür. Bu dürtü söylemi boza­ cak ve kalıplaşmış ifade biçimlerinin altın­ da baskılanmış farklı haz alama biçimlerini ortaya çıkartacaktır (Barthes, 1976). Bir söyleşide Barthes şöyle diyor: "Beni hayatım boyunca en çok etkileyen şey in­ sanların kendi yaşamlarını anlaşılır kılma biçimleri olmuştur" (aktaran Culler, 1990: 17). İşte bu yalın ifade Barthes'm ideoloji sorununu tartışma nedenini ve biçimini bi­ ze anlatıyor. İdeoloji kavramını kuramsal katkılarla yeniden tanımlama isteğinden çok, insanların dünyalarını nasıl anlamlan­ dırdıklarına duyduğu yakın ilgi ve merak onu farklı metinlere, farklı kültürel ürünle­ re yöneltiyor. Çalışmalarında, egemen olan ile farklı olan arasında yaptığı ikili ay­ rım ideolojinin tanımını bazen açık bazen örtük biçimde beraberinde getiriyor. Mit­ Çağdaş Söylenlef d e ideoloji sorununu ler egemen anlamlandırma biçimleri, üreti­ tartışırken burjuvazinin çıkarlarım koru­ me katılanların dili ise farklı olan; okunabi­ İna l• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 17 lir olan metinler egemen okuma ve alışıla­ gösterge kavramı hep ön plandadır ve bu gelen tüketim biçimlerini pekiştirirken, ya­ kavramın tanımı, başka bir deyişle göster­ zılabilir olan metinler üretimi ve farklılığı geyi kavramsallaştırma biçimi zaman için­ temsil ediyor; haz egemen olan okuma de kısmen de olsa farklılaşmıştır. Eğer pratiğine ait olan, jouisscınce ise farklı olan, onun çalışmalarında ortak bir payda ara­ banalin tekrarını kıran ve bozan olarak ta­ nırsa bunun Barthes'm göstergeye atfettiği nımlanıyor; studium basm fotoğraflarında önem olduğu görülür. Sadece söz ve yazı olan, fotografik imgenin uzlaşımsal kodla­ diline ilişkin göstergeler değil görüntüler, ma biçimi, punçtum ise farklı olan, bizim müzik, jestler vb. onun çözümlemelerinde bir fotoğrafta bulduğumuz "o -çarpıcı şey" önemli bir yer tutar. Barthes, Saussure'un olarak tanımlanıyor. habercisi olduğu göstergebilimin bir uygu­ layıcısıdır. İdeoloji sorunu, Barthes için "Eleştiriyi yapanlar dışında zaten eleş­ hep dilbilime ilişkin tartışmalarla birlikte tiri yoktur" derken Barthes egemen olana görünür olmuştur. Bu nedenle, gösterge yönelik bir karşı çıkışın belli okuma biçim­ kavramına ilişkin tartışmalara verdiği lerinin oluştuğu anla ilişkili olduğunu vur­ önem, bir yandan da onun, ideoloji konu­ guluyor. Bir yandan yazarı yok ederken di­ sundaki düşüncelerinin ayrılmaz bir par­ ğer yandan metni okuruna yeniden yazdı­ çası olarak görülebilir. rıyor. O, kitle kültürünün içindeki insanı ezen tekrara karşı farklı ve Yeni olanı ko­ yuyor. Kitle kültürünün yapay biçimleri aslında kendi içinde bir çeşitlilik sergiliyor ve durmaksızın karşımıza yeni kitaplar, yeni programlar, yeni filmler çıkarıyor; an­ cak bunlarm hiçbiri Barthes'm büyük harf­ le yazdığı Yeni değil ama aynı anlamın durmaksızın tekrarlanması... Barhes'm girişimini anlamak için onun, Saussure'un "göstergeyi" gösteren ve gös­ terilen olarak ikiye ayırıp, işitim imgesi ve kavram arasındaki nedensiz ilişki ile ta­ nımlamasından yola çıktığını unutmamak gerekir. Saussure'un yaklaşımında göster­ ge ile gönderge arasındaki ilişki /ilişkisiz­ lik tamamen tartışma dışında kalmıştır. Saussure, ikili karşıtlıklarla ve birbirini dışla­ yan kategorilerle düşünme süreci içinde Göstergenin öyküsü -ki bu onun yapısalcılığının ta kendisidirla langue'ı (dil dizgesi) petrole'den (söz) ayı­ Barthes'm göstergeyi kavramsallaştır­ rırken bir yandan dilbilimin konusunu ta­ ma biçimi onun yazılarının çerçevesini nımlamaya çalışmış, diğer yandan dil ve oluşturur. İdeoloji sorunu, diğer bir deyiş­ anlam sorununa bir açıklama getirmiştir. le toplumsal boyut, çalışmalarında zaman Saussure dizgenin analizine öncelik ver­ zaman arka planda kalıyor gibi görülse de, miştir. Eşsüremli analiz, dilin tarihsel deği­ 18 • iletişim : araştırmaları şim ve dönüşümünün (artsüremli analiz) 1990a: 159). Mitlerde iki gösterge dizgesi analizinin önüne geçmiştir. Dizge içinde vardır: biri nesne-dil diğeri ise üst dildir. her göstergenin değeri diğer göstergelerle Nesne dil doğallaşmış, uzlaşımsal anlam­ ilişkisinden, farklılığından kaynaklanır. ların düzlemidir, üst dil ise idelojinin ku­ Dolayısıyla anlam /değer, tarihsel ve top­ rulduğu ve işlediği düzlemdir. İlk dizge lumsal bağlam dikkate alınmaksızın -Sa- düzanlama, İkincisi ise yananlama ilişkin­ ussure aslında bunların önemini reddet­ dir. Bu yapılaşmayı örneklerken Barthes mez- dil dizgesi (yapı) ile açıklanmıştır. Paris-Match dergisinin kapağında gördüğü Barthes, Saussure'un dil dizgesi üzerine Fransız üniforması giymiş bir zenci askerin odaklanan analizinin önemini vurgularken fotoğrafını çözümler. onun anlamlandırma sorununa bir çözüm arama çabasını şöyle özetler: ... dilin çoğul yapısının içinde boğul­ duktan sonra Saussure bir başlangıç aramanın olanaksızlığının doğurduğu baskıya bir son vermek için bir ipucu­ nu, uygun bir ilişki (anlam ile ilgili) ya­ kalamaya ve bu ipucundan yola çıka­ rak çözüm bulmaya karar verdi: ve böylece dil sistemi kurulmuş oldu (Barthes: 1990a: 80). Ellis ve Covvard (1985), Barthes'ın bu iki dizge arasında, nesne dili ve mitler ara­ sında, başka bir deyişle düzanlam ve yananlam arasında yaptığı ayrımın naif bir ayrım olduğuna işaret ediyorlar. Barthes burada mit öncesi bir anlamlandırmanın mümkün olabileceğini ima ederken aynı zamanda düzanlamsal işareti oluşturan gösteren ile gösterilen arasında doğal bir Barthes, Saussure'un, dil dizgesini öne bağ olduğunu benimsiyor. Bu görüşü dik­ çıkartan yapısalcı yaklaşımının içinde kal­ kate alacak olursak Barthes'ın burada Sa­ maya çalışırken, başka bir deyişle bir yan­ ussure'un yapısalcı projesine yakın durdu­ dan onun sadık bir takipçisi olurken, diğer ğunu görebiliriz. Yukarıda da belirttiğimiz yandan da bu yaklaşıma yeni bir bakış açı­ gibi Saussure'un göstergelerin değerleri­ sı getirmiştir. Çağdaş Söylenler'de gösterge nin dizgedeki farklılıklarından kaynaklan­ kavramım işlemselleştirirken hem Saussu­ dığına ilişkin vurgusu, verili bir dil kulla­ re'un izinden yürüyen bir Barthes'ı hem de nıcısını varsayarken anlamların -b ir za­ Yeni olam keşfetme arzusunu aym anda man kesiti içinde- görece olarak sabitlendi- görmek mümkündür. ğine ilişkin bir ön kabul taşıyordu. Bart­ Barthes Çağdaş Söylenler'de miti özel bir hes'ın mitleri çözümlemek üzere iki dizge dizge olarak tanımlar: "bu da kendisinden arasında yaptığı ayrım ve İkincisinin doğ­ önce var olan bir göstergesel zincirden yo­ rudan birincisine dayandığı yönündeki gö­ la çıkılarak kurulmasından ileri gelir"; mit­ rüşü, güçlü bir biçimde düzanlamın uzla- ler "ikincil bir göstergesel dizgedir" (Barthes, şımsallığınm altını çiziyor. inal• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 19 Barthes, düzanlamı verili kabul etme­ Çağdaş söylenlerde yananlam ve dü- siyle bir yandan Saussure'un yapısalcı zanlam iki ayrı düzeydir. Barthes Moda yaklaşımına yakın dururken diğer yandan Dizgesi'nde yan anlam ve düz anlamın ay­ ideolojinin kurulma biçimlerini açıklamak rılmazlığını amacı ile yananlama yaptığı vurgu ile fark­ mümkün kılan aslmda düzanlamdır. Gös­ lı bir yaklaşımı birleştirme çabasını sergi­ tergenin çok vurgululuğu ve anlamlandır­ ler: Saussure'un gösterge kavramı ile ma sisteminde gösterenin önceliğinin anla­ Marksist ideoloji sorununu... Yukarıda da şm ası ile yananlam ve düzanlam arasında belirttiğimiz gibi bunu yaparken kuramsal yapılan ayrım ve bunları iki farklı düzey soyut tartışmaların yerine somut kültürel metinlerle uğraşmayı yeğler ve burada gösterge kavramını genişleterek sorunu çözmeye çalışır. Kristeva'nm da belirttiği gibi bir ayağı yapısalcı analiz üzerinde dursa da diğeri ile gidebildiği kadar uzağa gitmeye çalışmıştır: İçine düşmüş olduğu yapısalcı analiz biçimine belirgin bir eğilim taşısa da Barthes'm projesi radikal biçimde fark­ lıdır. Bir yapı da olsa, mit, ancak tarih­ sel bir üretim içinde anlaşılır olur; ku­ ralları fonolojinin değil tarihin üzerine kuruludur (Kristeva, 1980:103). Barthes'm yananlam ve düzanlama ilişkin yaptığı bu ayrımı -en azından bu bi­ çimi ile- daha sonraları kendisinin de sür­ dürmekte ısrarlı olmadığını görürüz. Moda Dizgesi adlı çalışmasında moda dergilerini çözümlemiştir. Bu çözümlemelerde artık doğrudan moda fotoğraflarına odaklan­ maz. Barthes'a göre modamn ne olduğunu tanımlayan bu fotoğrafların yamnda yer alan yazılardır. Moda hakkmdaki bu yazı­ lar okuru fotoğrafları nasıl anlamlandır­ ması gerektiği konusunda yönlendirir. vurgulamıştır. Yananlamı olarak ele alan yaklaşım moda incelemesi ile birlikte dayanaklarını yitirmiştir. Metne dışardan bakan ve düzanlamsal göstergeyi kendi gösterileni yapan analiz biçimi daha sonraları konuşma dilinin üretkenliğinin vurgulanması ile savunulamaz hale gel­ miştir (Ellis ve Coward, 1985). Barthes için moda dizgesi bir anlam­ landırma sürecidir, modaya ilişkin bütün anlamlar bu dizgeye aittir. Yazılı moda bir tür edebiyattır, her ikisi de göndergesi ol­ mayan bir anlamlandırma sürecidir: ... moda ve edebiyat kanımca homeostatic sistemlerdir, yani her ikisinin de işlevi, sistem öncesinde varolan, nesnel dışsal bir gösterilene ilişkin bir şey söy­ lemek değildir. Sistemler bir denge ya­ ratmaya, hareket halinde bir anlamlan­ dırma sürecine yönelirler: moda ne ol­ duğunun söylendiğinden başka bir şey değildir ve edebi metnin ikincil anlamı, her ne kadar metin bu yönde işlemese de, anlamın boşalmasıdır. Moda ve edebiyat, güçlü bir biçimde ve ustaca, gelişmiş bir sanatın bütün karmaşıklıklığı içinde, hiçbirşey göstermezler, va­ roluşları anlamlandırma sürecine aittir, gösterilen şeye değil (Barthes, 1977: 152). 20 • iletişim : araştırmaları Bu çalışmada Barthes bir yandan mo­ daya ilişkin görsel göstergelerin moda diz­ gesi dışında bir anlam taşımadıklarına işa­ ret ederken, diğer yandan, modamn kendi dışında olana değil, kendine referansta bu­ lunan bir dizge olduğunun altını çizer. "Moda" dizge içinde kurulandır. Moda ta­ cesinin ardından ortaya çıkarır gibi gö­ ründüğü anlam ne olursa olsun, bize yalın, öz, ilkel bir şey: geri kalan her şe­ yin (daha sonra ve onun üstüne gelen­ lerin) onunla karşılaştırıldığında yazın olarak kabul edildiği gerçek bir şey söyler gibi değil midir?" (Barthes, 1996: 20). rif edilendir. Barthes, Roland Barthes'da S/Z'de Barthes bir yandan yananlam ve kendi yaşamının yazma eyleminin dışına düzanlam farklılığından vazgeçerken, di­ çıktığı yerlerde "demode" olduğuna işaret ğer yandan düzanlama getirdiği yeni ta­ ederken modanın aslında "fazladan bir 'vi­ nımla onu sahiplenir. Metnin Hazzı'nda da dönüşünden" başka bir şey olmadığmı haz ve jouissance kavramlarını tanımlarken vurgular (Barthes, 1998:147). Neyin demo­ yaptığı gibi çok da belirgin olmayan bir ta­ de olduğunu tanımlayan da zaten moda nımlama girişiminde bulunur. Nasıl haz dizgesidir. Moda sadece nelerin giyileceği­ ve jouissance okuma pratiklerinde ortaya ni değil, nerelere gidileceğini, nasıl aşık çıkan belli durumlara işaret ediyorsa ve olunacağını, demokrat olanın ne anlama nasıl jouissance hem bir tür haz ancak hem geldiğini de tanımlar. Aslında moda, Bart­ de diğer haz biçimlerinden farklı bir şey hes için egemen ideolojinin kendisidir. ise, düzanlam da bunun gibi -belirsiz- bir Barthes, Balzac'ın Sarazine adlı novellasmı çözümlediği S/Z adlı çalışmasında yanalam ve düzanlam tartışmasına geri döner. Buradaki yaklaşımı Çağdaş Söylen- şeydir. Yananlamdır, ancak diğer yananlamlardan farklı bir konumu vardır ve bu da okuma pratikleri içinde anlamların sa­ bitlenmesi ile ilgili bir durumdur. ler’deki yaklaşımından farklıdır. Önceki Barthes, Roland Barthes'da, "Dilin gerçe­ çalışmasında düzanlamı verili alan ve ği olarak düzanlam" adlı pasajda, düzanla- yananlam ı bu düzanlama dayanarak mın bilimsel bir mit olduğunu vurgular. farklılaştıran Barthes S/Z'de düzanlamm Düzanlamı aramak Barthes'a göre dilde bir ilk anlam olmadığını ancak "öyleymiş gi­ kök arama çabasıdır. Bu kök, varolduğuna bi yaptığım" belirtir. Barthes'a göre artık inanmak istediğimiz gerçekliktir. Bir görü­ düzanlam yananlamların sonuncusudur. şün doğruluğuna emin olmak istediğimiz­ Metni temellendirip kapatan düzanlam- de, dışsal bir yapıya göndermede bulunu­ dır. Düzanlam; ruz, o bildiriyi, bir kök arar gibi iyice kazı­ ".... betiğin dilin doğasına, doğa olarak dile dönermiş gibi görünmesini sağla­ yan üstün söylendir: bir tümcenin, söz­ rız. Barthes bu kök arama çabasının gerçe­ ği arama olduğunu vurgular: "Gerçek(lik)e her inandığımda düzanlama gereksinim Inal‘ Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 21 duyarım" (Barthes, 1998:83). Aslında bura­ kaçtığı için değil, bütün sözbilimi gösteri­ daki vurgusu Çağdaş Söylenler'le bütünüy­ leni gösterenin geveze dalgaları altında le çelişmez. Ancak, önceleri uzlaşımsal ola­ 'sulandırarak' ya da biçimi içeriğin içkin nı, apaçık olanı, uzlaşılan "düz anlamı" bölgelerine doğru 'derinleştirerek' her iki­ sorgulamaksızın verili kabul ederken, ar­ sini de oransızlaştırmayı gerektirdiği için" tık, bu kabulün epistemolojik bir sorun ta­ (Barthes, 1993: 75). Haikuda ise gösteren şıdığının bütünüyle ayırdındadır. gösterilenle denkleşir, bu bağıntıdan taşan Barthes, gösterge kavramına ilişkin tar­ tışmasını farklı çalışmalarında farklı biçim­ lerde sürdürür. Örneğin, Japon Kültürü'ne ilişkin ayrıntılara odaklanan çalışması Gös­ tergeler İmparatorluğu'nda haikulara uzun­ ca değinir. Bu kısa şiirler Zen sanatımn benzersiz örnekleridir. Benzersizlikleri sa­ natsal açıdan önemlerinden değil, anlam­ landırma biçimlerinin özgünlüğünden kaynaklanır. Barthes'a göre haiku hiçbir şey demek istemez, "dili kışkırtmaz". Dili askıya alırken kullanılan çok az sözcükle "anlamın çekimini getirir". Bu yazma tarzı Batı kültüründe olmayan ve Batıkların ko­ lay kolay anlayamayacakları bir şeydir. Ba­ tılı okurun anlamı arama, zorla bir anlam bulma, çıkarma alışkanlığı haikuyu elden kaçırır; "çünkü haikuya yönelik okuma ça­ lışması dili kışkırtmak değil, askıda bırak­ maktır” (Barthes, 1996: 75). Barthes'a göre haikunun dili, üst üste sıralanmış anlam tabakalarından oluşmaz. Oysa bu anlam tabakaları Batı şiirinin biçimini oluşturur. ve onu bir biçimde bozan hiçbir şeye rast­ lanmaz. Barthes'a göre haikuda zaman öznesizdir. Bir özne varsa eğer, bu ben, oku­ manın yeridir: Haikuda silinip giden bizim klasik (bin yıllık) yazınımızın iki temel işlevidir: bir yandan betimleme (kayıkçının pi­ posu, çamın gölgesi, balık kokusu, kış yeli betimlenmemiş, yani anlamlarla, alınacak derslerle süslenmemiş, bir gerçeğin ya da bir duygunun ortaya konulmasında belirti olarak görevlen­ dirilmemiştir: gerçeğe anlam vermeye yanaşılmamıştır; daha da iyisi: gerçek artık gerçeğin anlamından bile yararla­ namamaktadır), diğer yandan tanım; tamm yazısal da olsa, deviniye aktarıl­ makla kalmamış, nesnenin temel nite­ likte olmayan -ayrıksı- bir tür çiçekle­ nişine doğru saptırılmıştır (Barthes, 1996: 88). Bu kısa Japon şiirleri gösterenin üret­ kenliğine karşı direnir. Nasıl avant-garde metinler gösterenin üretkenliğini tamamen ortaya çıkarıp sergiler ve okuma amnda da gösteren gösterilen arasmda kurulacak sabitlenmeleri bozmaya çalışırlarsa, haiku Barthes Batı yazınının haikuda karşı­ tersini yapar. Ama tersini yaparken de va­ mıza çıkan dil ölçüsünü beceremediğini rolan anlamlandırma biçimlerine karşı çı­ belirttikten sonra bunun nedenim şöyle kar, direnir. Zen öğretisi içinde akim bilgi­ açıklar; "fazla uzuna ya da fazla kısaya sine karşı duyulara öncelik veren yaklaşım 22 • iletişim : araştırmaları haikuda ifadesini bulur. Barthes'ın belirtti­ lı metni bütünleştirmişse, Camera Lucida’da ği gibi aklın labirentlerinde haikuyu çö­ fotoğrafların yazılı metinle ustaca bütün­ zümlemeye çalışmak, metne orada olma­ leştiği bir çalışmadır. yan anlamları zorlamaktan başka işe yara­ maz. Aslında Camera Lucida tek bir gözlem üzerine kuruldur. Barthes yine daha önce Göstergeler İmparatorluğu, Yazının Sıfır yazdıklarının tümünü o üstün unutma ye­ Derecesi, Çağdaş Söylenler veya S/Z ile karşı­ teneği ile unutmuş ve bu gözleminden öz- laştırıldığında yazarın çok daha az re­ düşünümsel biçimde ürettiklerini bir yön­ ferans alan bir çalışmasıdır. Büyük ölçüde tem ve kuram olarak bizlere sunmuştur. bir gezdim-gördüm kitabı gibi algılanma­ Culler'in (1990) de belirttiği gibi sadece bir sına rağmen, Barthes burada Japon kültü­ fotoğraftan, annesindeki değişimi gördüğü rünü, Doğu'nun kültürünü, okumayı çok bir fotoğraftan yola çıkar ve tüm diğer fo­ da sevdiği Fransız klasiklerinin, Batı'nm toğrafları burada gördüklerini referans karşısına koyar. Zen karşısmda kimi eleş­ alarak okur. "Benim bedenim fotoğraf hak­ tirmenlerin giriştiği ideoloji eleştirisine gir­ kında ne biliyor?" sorusu ile işe başlar. mez. Bu bambaşka anlamlandırma biçimi karşısında hayranlığını dile getirir. Göster­ geler İmparatorluğu'nda Japon kültürünün görüntüsel göstergelerini Zen anlatısı içine yerleştirir. En açık biçimi ile haikuların sözceleminde ortaya çıkan bu kültürel do­ ku herşeye sızmış damgasını vurmuştur: bahçelere, resme, beden diline... Gösterge kavramma ilişkin tartışmanın doruk noktasına ulaştığı çalışması Camera Lucida ise, bir yandan Barthes'ın farklı an­ lamlandırma biçimlerine yönelik ilgisinin, diğer yandan da kendini bir okur olarak metne kattığı anlatımının en güzel örnekle­ rinden biridir. Nasıl Bir Aşk Söyleminden Camera Lucida'da Barthes annesinin 1898 yılında çekilmiş bir çocukluk fotoğra­ fına bakarken gördüklerini ve düşündük­ lerini anlatır. Fotoğrafta gördüğü erkek kardeşi yanında duran incelikli bu kız ço­ cuğunun -annesinin- duruşunda, gözlerin­ de onu yeniden görür ve onun diğer fotoğ­ raflarına bakarken görmediği, farketmediği bambaşka yönlerini keşfeder: Olaybilimin "sıradan" nesneler diyece­ ği bu fotoğraflar yalnızca benzeşiyor, O'nun gerçeğinden çok kimliğini hare­ kete geçiriyorlardı; oysa Kış Bahçesi Fotoğrafı gerçekten öz olandı; benim için ütopik olarak biricik varlığın ola­ naksız bilimini başarmıştı (70). Parçalar'ı Genç Werther'den ve pek çok farklı metinden yaptığı alıntılarla bezemiş­ se, nasıl Göstergeler İmparatorluğu'nda özenle seçilmiş resim ve fotoğraflarla yazı­ Kuşkusuz bu sefer onu iki kez yitiri­ yordum: son çöküşünde, ve benim için son olan ilk fotoğrafında; ancak her şey İnal’ Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı »23 um'un geldiği) kültür, yaratanlarla tüke­ yine bu fotoğrafla altüst olmuş, ve ben O'nu kendinde olduğu gibi ... keşfet­ miştim (Barthes, 1996: 71). tenler arasında varılan bir anlaşmadır" Barthes, Ccımera Lucida'da fotoğrafları mitlere yönelik bir okumadır. Onlara katıl­ Çağdaş Söylenler1de uzun uzun tartıştığı masam da, diyor Barthes, bu mitlerin fo­ Fransız bayrağını selamlayan zenci askerin toğrafla toplumu barıştırdığını görürüm. (Barthes, 1996: 35). Studium fotoğraftaki fotoğrafını okuma biçiminden bambaşka Aslında fotoğraf, Barthes'a göre tehlikeli bir yaklaşımla okur ve gönderge sorununu bir şeydir ve toplumla barışması bu neden­ tartışmaya sokar: "Göze nasıl görünürse le çok da önemlidir. Studium ussal bir oku­ görünsün, ne türden olursa olsun, fotoğraf madır ve kültürel ortak anlamlara yaslanır. görünmez: gördüğümüz şey aslında o de­ Okuyucunun bu anlamlandırma biçimleri­ ğildir. Kısaca, gönderge ayrılmaz." (Bart­ ne ille de katılması gerekmez. Okuyucu bu hes, 1996: 19). Eğer fotoğraf temsil ettiği anlamları ya kabul eder ya da reddeder. şeyden ayırt edilmiyorsa aslında bir şey de temsil etmez mi demeliyiz yoksa -temsil ettiğine birebir tekabül eder tarzı- bir öz­ deşlik tartışmasına mı girmeliyiz? Belki de Barthes'm izinden giderek şöyle demek daha doğru olur; fotoğraf bize gerçeği ol­ duğu gibi temsil eder, kendisi yoktur, fo­ toğrafı çekilen nesneler, insanlar durur karşımızda. Fotoğraf bize onların, o anda, öyle duruşlarını gösterir, tıpkı Kış Bahçesi fotoğrafında "annenin" o duruşu gibi... Bu yaklaşımda, kültürel, tarihsel olan, Çağdaş Söylenler'de sıkı sıkıya altını çizdiği ideolojik olan nerede durur? Bunu yanıt­ larken Barthes karşımıza Yeni bir ikilik çı­ kartır: studium ve punçtum. Fotoğrafa iliş­ kin iki temadan ilki, studium, fotoğrafın Barthes, studium'un karşısına punctum'u koyar. Studium bir şeyi şöylecene se­ vip sevmeme, beğenip beğenmemeyse, punçtum fotoğraftan fışkıran ve okuyanı çarpan şeydir: İkinci öğe studium'u kırar (ya da deler). Bu kez onu arayıp bulan (studium ala­ nını egemen bilincimle incelediğim gi­ bi) ben değilimdir. Bu öğe sahneden yükselir, bir ok gibi dışarı fırlar ve bana saplanır. ... O halde studium'u bozacak olan bu ikinci öğeye pundum demeli­ yim; çünkü punçtum aynı zamanda ısı­ rık, benek, kesik, küçük deliktir -v e ay­ nı zamanda zarm her bir atılışıdır. Bir fotoğrafın pundum'u beni delen (ama aynı zamanda beni bereleyen, bana acı veren) o kazadır (Barthes, 1996: 34). okurundan beklediği anlamlandırma biçi­ Barthes basın fotoğraflarında punc- midir. Barthes studium'u fark etmeyi, fo­ tum’un olmadığım belirtir; ona göre basın toğrafı çeken kişinin niyetleri ile karşılaş­ fotoğrafları rahatsız etmezler, bağırsalar mak, onları anlamak, ve kendi içinde tar­ da yaralayamazlar. Onlara sadece bakılır tışmak olarak tanımlıyor; "Çünkü (studi- ancak anımsanmazlar, hiçbir ayrıntıyı öne 24 • iletişim : araştırmaları çıkarmazlar. Basın fotoğrafları gibi por­ nografik fotoğraflar da tekildir. Pornogra­ fik fotoğraflar seksi sunarlar, oysa erotik fotoğraflar farklıdır. Bu tekil fotoğraflara bakarken bazen, birden bire bir ayrıntı dik­ katinizi çeker, işte bu ayrıntı, size yepyeni bir şeye baktığınız duygusunu veren şey punctum'dur. Studium, kodlanmış olandır, adlandırabildiğimizdir, pundum ise kodlanmamıştır. Barthes, adlandırdığı şeyin kendisini delemeyeceğini belirtir; "Adlandıramama özürü, rahatsızlığın iyi bir belir­ tisidir" (Barthes, 1996: 54). Culler, Barthes'm yazdıklarının pek ço­ ğunda bir düş, bir özlem olduğunu belirti­ yor: bu özlem "anlamın" boşalmasıdır. Bu dergeleriyle nasıl olup da aynı olmadı­ ğını kavramalı ve mümkünse (yalın bir şey de olsa) uygun biçimde anlatmalıy­ dım. Ben diyorum ki "fotografik gönderge" görüntü ya da göstergenin gön­ derme yaptığı, isteğe bağlı olarak ger­ çek olan değil, ama o olmadan fotoğra­ fın da olmayacağı, merceğin önüne yerleştirilen ve zorunlu olarak gerçek olan şeydir. Resim gerçeğe onu görme­ den de öykünebilir. Söylem, göndergeleri olduğundan kuşku duyulmayan göstergeleri bir araya getirir; ancak bu göndergeler birer "khimaira" olabilir, çoğunlukla da öyledir. Bu öykünmelerin tersine, Fotoğrafta o nesnenin ora­ da bulunmuş olduğunu asla yadsıyamam. Burada bir üst üste çakışma var­ dır: gerçeklik ve geçmişin çakışması (Barthes, 1996: 74). düşü, Yazının Sıfır Derecesi’nden Göstergeler İmparatorluğu’na kadar pek çok çalışmada Barthes'm gösterge kavrammı işlemsel­ görmek mümkün. Culler Barthes'm bu leştirme biçimi içinde ortaya çıkan bu deği­ arayışının stratejik bir rolü olduğunu vur­ şim, dönüşüm, onun figürasyon ve temsil guluyor, ancak son yazılarında semioloji kavramlarını tartışmasına da yansır. Cul- öncesi nosyonlara bir gerileyiş gözleniyor. ler'in çok da doğru olarak belirttiği gibi Camera Lucida'da somut olanı öne çıkartı­ projesi tutarlı bütüncül bir kuramı ortaya yor; "somut olan anlama direnendir" (Cul­ atmak ve bunu sürekli güncelleştirmek, ler, 1990: 122). Edebiyat metinlerini çö­ yeni yaklaşımlara referanslarda bulunarak zümlerken giriştiği anlamı boşaltma veya uyarlamak değildir. Parçalara bakar, ba­ kültürel anlamlandırma biçimlerinin ke­ karken parçalar ve kendi bedenindeki par­ sintiye uğramasını gösterme çabası, fotoğ­ çalanmaları gözler. Camera Lucida Çağdaş rafa gelince göndergeye ilişkin bir soruna Söylenler’den çok farklı bir yaklaşımı mı dönüşüyor ve Culler'e göre Barthes, "her- yansıtır? Bu soruya verilecek yanıt hem şeyin basitçe orada durduğunu ve anlam­ evet hem de hayır. Evet, çünkü Barthes Ca­ dan önce varolduğunu" söylemekle yetini­ mera Lucida'da artık Saussure'un yapısalcı­ yor. lığı dışına çıkmıştır. Hayır, Çünkü Barthes, Herşeyden önce Fotoğraf'ın Gönerge'sinin, öteki temsil sistemlerinin gön- studium’u tanımlarken tekil karakterli fo­ toğraflara işaret etmiştir ve bu fotoğraflar /na/• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 25 kitle kültürüne aittir; yani bu kültürün tık daha çok sinemada karşımıza çıktığına kurduğu mitleri çözümlediği metinlerin vurguluyor: içinde yer alırlar. Barthes, eğer yaşasaydı hangi konulan öne çıkartacaktı, hangi semiyotik sistem­ lerle, hangi anlamlandırma biçimleri ile il­ gilenecekti sorusu üzerine düşünüldüğün­ de, o güne kadar yazdıklarında yer yer de­ ğindiği ancak üzerine uzunca bir çalışma­ ya girişmediği sinema dili akla geliyor. Stam, Burgoyne ve Flitterman, Nem Vocabularies in Film Semiotics adlı çalışmalarının sinema dilini çözümlemeye ve anlamaya yönelik yeni yaklaşımlara değindikleri "re­ alizmden metinlerarasılığa" adlı son bölü­ "... sinema, konuşmanın sesini yakın çekimle yakalar (bu yazma eyleminde­ ki en küçük birimin "zerrenin" tanımı­ na tekabül eder) ve bize bütün somut­ luğu, duygusallığı, soluğu, dokuyu, dudaklara dokunuş, dökülüşteki taze­ liği ile insani organların varlığım duy­ mamızı (sesi, yazıyı, hayvani duyula­ rın ortaya çıkışındaki tüm yönleri ile) ve göstereni olabildiğince uzağa koy­ mamızı beraberinde getirir. Kulağımı­ za fırlatılan artık aktörün bedenidir, parçalamr bölünür ve bize öylecene ge­ lir: işte bu jouissancedır" (Barthes, 1976: 64). münde Barthes'ın pek çok kavramına ve Barthes'a göre sinema bedene ait olanı, katkısına değiniyorlar (1993: 188-196). Gö­ sözle söylenemeyeni, o amn kendiliği için­ rülüyor ki Metz sonrası tartışmalarda gö­ den ortaya çıkanı bize sunar. Bu nedenle rüşlerine sıkça başvurulan araştırmacılar­ "sinemadaki eksiksizlikten" söz ederken dan biri yine Barthes. Bir yandan anlatıla­ Barthes, sinemada gösterenin "doğası gere­ rın yapılaşması, yazar ve author ayrımı, ği kesintisiz" olduğunu belirtiyor. Sinema yazılabilir olan, okunabilir olan arasında izleyicisine sözle kodlanamayanı veriyor, kurduğu karşıtlık ve yananlama ilişkin gi­ bu nedenle, bir sonraki bölümde daha ay­ riştiği tartışmalar, diğer bir deyişle söz ve rıntılı olarak tartışacağımız jouissance sine­ anlatı üzerine görüşleri ile, diğer yandan manın diline daha uygun, çünkü sinemada görsel göstergelere ilişkin tartışmaları ile sözün söyleyemediğini beden söylüyor; Barthes sinema diline ilişkin arayışlara da ses, tonlama, vurgular söylüyor. izini bırakmış. Metnin Hazzı'mn son paragrafında "yüksek sesle yazma"dan söz ederken Bart­ Metin, okuma ve haz hes, zaman zaman bedenin nasıl öne çıktı­ Roland Barthes fotoğraftan Japon kül­ ğını ve bu beden dilinin söze ilişkin anlam­ türüne, müzikten reklam metinlerine he­ ları nasıl aşarak kendini ortaya koyduğu­ men her tür metin hakkında birşeyler dü­ nu tartışıyor ve bunun belli şarkı söyleme şünmüştür, söylemiştir ama edebiyat ve biçimlerinde görünür olduğunu ancak ar­ özellikle Fransız romam yazdıkları arasın­ 26 • iletişim : araştırmaları da ayrıcalıklı bir konuma sahiptir: Racine, (Culler, 1990). Culler, Barthes'ın Robbie- Mihelet, Balzac, Sade, Fouier, Loyola, Sol­ Grillet'in romanlarma ilişkin söylediklerini lere ve daha pek çokları... Brecht'in onun şöyle özetliyor: için her zaman ayrı ve özel bir önemi ol­ muştur. Kristeva, Barthes'ın modern ede­ biyat çalışmalarının kurucusu olduğunu belirtiyor: 'Barthes, yazınsal pratikleri tam da özne ve tarihin kesiştiği noktaya yerleş­ tirmiştir ve bu pratikleri toplumsal yapıda­ ki ideolojik kırılmaların bir belirtisi olarak ele almış ve bu kırılmayı kontrol eden metinsel sembolik (semiotik) mekanizmaları bulmaya çalışmıştır" (Kristeva, 1980: 93). Pek çok kişi için Roland Barthes deyin­ ce ilk akla gelen onun edebi metinler ve özellikle roman üzerine yaptığı çözümle­ melerdir. Bu çözümlemelerde Barthes ede­ biyat metinlerini bir ürün olarak ele alıp Robert Grillet'in romanlarmda Barthes anlatısal düzenliliğe direnen metinsel özellikler bulmuştur. Çoğu zaman bir hikayenin başını sonunu biraraya geti­ rirken, 'gerçekten ne olduğuna' ve ne­ yin hatıra, neyin halüsinasyon veya an­ latıcının eklentisi olduğuna karar ver­ mekte güçlük çekilir. Bir hikayeyi bü­ tünlemeye çalışan okur anlatısal dü­ zenlilik için zorunlu olanlarm farkına vardırılır, ancak eğer okur böylesi -bü ­ tünlüklü- bir anlatı oluşturuyorsa, o za­ man anlatıyı bölen ve esasta önemli olan özellikleri gözden kaçırıyordur (Culler, 1990:10). Yukarıda Barthes'ın ideoloji sorununa yaklaşımını ve gösterge kavramına yönelik arayışlarını tartışırken belirttiğimiz gibi, bunları eleştirmek yerine yazarın yazma onun amacı farklı metinlerde uzlaşımsal eylemi, pratikleri ve bu pratiklerin içinde olanı sergilemek ve bunu yaparken uzla- anlamın üretilmesi süreci üzerinde dur­ şımları bozan kırılmaları, momentleri, çar­ muştur. Herhangi bir yazarın eserlerinde pıcı görüntü ve sahneleri bulup çıkarmak­ ortak olan anlatısal özelliklerden çok, anla­ tır. Bu açıdan Barthes'ı değerlendirdiği­ tının yapılaşma biçimlerini çalışmalarında mizde Kearney'in (1989) de belirttiği gibi öne çıkarmıştır. Başka bir deyişle yazarla­ avant-garde'm onun ilgi odağı olduğunu rın metin içinde farklılaşan, metinden me­ görürüz. Burjuva düşünme biçimlerindeki tine akan, devingen stilistik özelliklerine yabancılaşma ve bütünlüğün bozulması, yönelmiştir. Culler'in (1990) de belirttiği romantik hümanizme bir karşı duruştur. gibi Barthes öykü ile çok fazla ilgili değil­ Gösterenin belli gösterilenlere sabitlenme- dir. Örneğin Robbie-Grillet'e olan ilgisi ya­ sini bozan metinler, varolan anlamlandır­ zarın anlatıyı kırma biçimlerine yöneliktir. ma biçimlerini sorgulamaya açan metinler­ Diderot, Brecht ve Eisenstein'a olan ilgisi dir. Anlamın sözkonusu yapılaşma biçim­ yine benzer biçimde her üç yazarın da bel­ ler, anlatı, öykü içinde değil anlamın ku­ li sahneleri, dramatik tabloları anlatısal ge­ rulduğu anlarda, stilistik özelliklerde gö­ lişmeye rünür olur. yeğlemelerinden kaynaklanır inal• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 27 Barthes, Eleştirel Denemeler'de (1977) sa, metinden hiçbir anlam üretemez. Bart­ Levi-Strauss'un avant-garde yazarına iliş­ hes, okuyucunun davranışım normal bir kin yaptığı bir benzetmeden söz eder. Stra- gözün işlevine benzetirken, avant-garde'm uss'a göre avant-garde bir yazar ilkel top­ bize sonsuzun -anlam sınırsızlığının- gö­ lamların büyücü doktorları gibidir. Bart- rüntüsünü verdiğini belirtir: "Normal göz, hes'a göre ise sanatçı için avant-garde belli yalnızca sonsuza kadar gördüğü zaman bir tarihsel çelişkinin çözüm aracı olmuş­ uyum yapmaya gerek duymaz. Aynı bi­ tur. Bu anlamda avant-garde burjuvazinin çimde, eğer ben bir metni sonsuza kadar evrensel değerlerine karşı yine burjuvazi­ okuyabilseydim artık kendimde hiçbir şeyi nin içinden gelen şiddetli bir karşı çıkış ni­ teliğindedir. Ancak bu karşı çıkış siyasal eğmeye gerek duymazdım" (Barthes, 1998: 156). bir karşı çıkış, yeni bir toplum projesi ile donanmış bir karşı çıkıştan çok bir regres- Kristeva (1980), Barthes'ın çalışmaları­ yon, bir ölüm gibidir. Sanatçı için, yaratıcı­ nın avant-garde hareketin bir parçası oldu­ sı için avant-garde bütünsel bir özgürleşme ğunu belirtiyor. Barthes'm yazılarının bir olarak deneyimlense de, böylesi bir yaratı­ kısmı, edebiyatı model alan özgün "dene­ cı deneyime politik açıdan radikal bir rol meler" niteliğinde. Kristeva yazarın bu ça­ biçmek yanlış olur: lışmalarının edebiyatı kendi nesnesi yapan Avant-garde her zaman burjuvazinin ölümünü kutlamanın bir biçimi olmuş­ tur, kendi ölümü de yine burjuvaziye aittir; ancak avant-garde bundan öteye gidemez, bu cenaze törenini, kapalı bir toplumdan açık bir topluma, bir yeni­ den doğuşa çeviremez; doğası gereği dünyaya yeni bir bakış açısı umudu ta­ şıyan protestoyu oluşturamaz: ölmek ister ve herşeyin onunla birlikte ölme­ sini ister (Barthes, 1977: 69). yeni bir nesnel söylem oluşturma çabasını yansıttığım belirtiyor. Ancak deneme yönü ağır basan veya bilimsel yönü ağır basan çalışmalarında bu özelliğin ortadan kalktı­ ğını belirtiyor. Kristeva'ya göre Barthes için bu özgün "deneme" biçimi, güçsüz bir kuramsal söylem yerine yöntemsel bir zo­ runluluk niteliğinde. Barthes, "Ben ürettiğim anda, yazdığım Avant-garde sanat varolan anlamlandır­ anda, anlatma süremi elimden alan şey (iyi ma biçimlerini bozup, metni farklı okuma­ ki de alır) Metin'in ta kendisidir" (1998:14) lara açarken uzlaşımsal olana bir başkaldı­ derken kanımca kendisi için çok önemli rı niteliğindedir. Barthes bu çabanın radi­ olan -v e aslında içiçe- düşünebileceğimiz kal bir siyasal başkaldırı olmadığını söyle­ iki şeyi vurguluyor: bunlardan ilki edebi­ se de avant-garde'a hakkını verir. Bu metin­ yatı model alması, İkincisi ise edebi metin­ ler okuyucusundan uyum yapmalarını ler için söylediği yazarın değil metnin ön­ beklemezler. Okuyucu, eğer uyum yapar­ celiği konusunun kendi yazdıkları için de 28 • iletişim : araştırmaları geçerli olması. Bu yazının girişinde de vur­ olduğunu belirttikten sonra şöyle devam guladığımız gibi Barthes'ın kuramsal ola­ eder: "Dil, ne bir araç ne de bir taşıyıcıdır: rak tutarlı bir konum sergilemekten kaçışı gittikçe daha fazla kuşku duyduğumuz bir ve unutmaya (spaetıtia) övgüsü dikkate yapıdır. Fakat yazar, tanımı gereği, kendi alındığında, onun edebiyat üzerine bir şey yapısını ve dilde dünyaya ilişkin olanı yiti­ söylerken herhangi bir üst dil kurma ve ren tek kişidir" (Barthes, 1977:145). bunu otoriter biçimde diretme çabası taşı­ madığım görürüz. Nasıl özne dilin sonucu, dil tarafından kurulan ve oluşturulansa, metin de yazma Barthes yazdıklarında ikili bir tavır eyleminin, yazma serüveninin bir sonucu. değindiğimiz Yazar, metin ve okuyucu ilişkisinde eğer avant-garde'a ilişkin görüşlerinde olduğu biri öncelik taşıyacaksa, Barthes için bu ke­ gibi bu tavır onun söylediklerinin zaman sinlikle okuyucu olmalıdır. Sadece edebi­ zaman tutarsızlıklar taşıdığını düşündüre­ yat değil farklı metinler üzerine yaptığı ça­ bilir. Ancak bu Barthes'ın bilerek, isteyerek lışmaları ve söylediklerini düşünecek olur­ sürdürmüştür. Yukarıda seçtiği bir konumdur. Doksa'ya karşı an­ sak Barthes'ın görmek istediği metnin ar­ lamdan yana çıkar, doğallaşmış anlamlara kasındaki anlatıcı yazar (author) değil, onu karşı tarihselliği vurgular; ancak "Bilim'e okurken yazan, 'varsayılan', çoğu zaman (paranoya nitelikli söylem) karşı da yıkıl­ Roland Barthes olan okuyucu, başka bir mış olan anlamın ütopyasını korumak, sa­ vunmak gerekir" (1998:106) der. deyişle metinle okuyucunun ilişki kurma biçimi/biçimleridir. Bu kimi zaman, yaz­ ma serüveninin suç ortağı olan okuyucu, Kristeva Barthes'ın yapısalcılık içinde metne karşı çıkan okuyucu, metinden ra­ dili bir olumsuzluk olarak ele alan ilk araş­ hatsız olan okuyucu, okumaktan haz alan tırmacı olduğunu vurgularken, bu olum­ okuyucudur. Culler, Barthes'm bu konu­ suzluğun felsefi bir seçenekten çok araştır­ daki görüşlerini şöyle dile getiriyor: ma amacının mantığı gereği ortaya çıktığı­ nı belirtir. Collage de France'da yaptığı bir konuşmada Barthes, dile karşı görüşünü şu sözlerle anlatmıştır: "Eğer özgürlük in­ sanın yalnızca iktidardan değil ancak baş­ Yazara odaklanan -yazarın ne demek istediğini ortaya çıkarmakla ilgilenenedebiyat eleştirisi geleneğine karşı Barthes okurun tarafını tutar ve okura etken ve yaratıcı bir rol veren edebiya­ tı destekler (10). kalarına iktidar uygulamaktan özgürleş­ mesi olarak anlaşılıyorsa o zaman özgür­ lük dilin dışındadır" (Kearney, 1989: 329). Eleştirel Denemeler'in içinde yer alan Authors and Writers adlı pasajda dilin iktidar Barthes, kendisinin 'yazarın (author) ölümü' olarak adlandırdığı, yazarı ede­ bi çalışmaların ve eleştirel düşüncenin merkezinden uzaklaştıran görüşü sa­ İnal• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 29 vunması ile tanınır. 1968'de şöyle yaz­ mıştır; 'Şimdi biliyoruz ki bir metin tek bir "teolojik" anlamın (Tanrısal yazara ait bir "mesaj") boşaldığı sözlerin sıra­ lanmasından oluşmaz, fakat hiçbiri bü­ tünüyle özgün olmayan çeşitli yazma biçimlerinin birbiri ile karşılaşıp bütün­ leştiği çok boyutlu bir uzamdır' (Culler, 1990:11). Barthes'a göre okurun doğumuna öde­ nen bedel yazarın ölümüdür. Okur ise yine farklı metinler içinde kurularak belli bir başka -son okunan- metnin karşısına gelir. Başka bir deyişle söylersek okuyucu için farklı özne konumları geçerlidir. Kendi okuma pratiklerine ilişkin deneyimlerini yazarken Barthes kimi zaman bir romamn belli bir yerine dokunduğunu diğer yerle­ rini ise neredeyse atlayarak okuduğunu anlatır. Ancak farklı bir okuma deneyimin­ de bu kez de atlanan yerler değişecektir. Okuma, Barthes için bir yeniden yazmadır; metin ve okurun buluştuğu yerde metin yeniden yazılır -ya da yazılmaz. olarak ele alır" (Ellis ve Coward, 1985: 88). Gerçekçi metin anlamın sabitlendiği, gös­ teren ve gösterilen arasında bir özdeşliğin kurulduğu metinlerdir. S/Z'deki ayrıntılı analize ikili bir ay­ rımla girerken Barthes, metinleri yazılabi­ lir olanlar ve olmayanlar şeklinde sınıflar. "Bu gün yazılması (yeniden yazılması) ola­ naklı olan: yazılabilir olan"dır (Barthes, 1996:16) der. Ona göre yazınsal çalışmanın amacı okuyucusunu bir tüketici konumu­ na sokmak yerine onu metnin yeniden üre­ ticisi yapmak olmalıdır. Oysa günümüzde "okur bir tür aylaklık, geçişsizlik, kısaca ciddiyet içine dalmıştır: kendisinin oyna­ ması, gösterenin büyüleyiciliğine, yazının hazzma tam olarak varması şöyle dursun, betiği kabul etme ya da reddetmek gibi ga­ rip bir özgürlük düşer payına: okuma yal­ nızca bir kam yoklamasıdır artık." (Bart­ hes, 1996:16). Klasik olan (yazılabilir olma­ yan: okunabilir olan) anlamı sabitleyen ve dildeki özdeşliğe dayanan metinler, diğer SİZ'de Barthes, Balzac'm Sarrosine adlı bir deyişle gerçekçi metinlerdir. Ancak bu novellasmı satır satır, ağır ağır okur. Metni metinlerde de sınırlı bir çoğulluk, yer yer parçalara ayırır ve bu parçalar içinde uzla- açılmalar ve kırılmalar mümkündür. Yazı­ şımsal olanı, kültürel olanı gösterir. Metni labilir ve okunabilir olanı tammlama biçi­ farklı kültürel söylemlerin ürünü olarak mi Barthes'ı analizinin yöntemine taşır: görür ve onun metinlerarasılığını sergile­ meye girişir. S/Z'de Barthes'ın amacı met­ nin çoğulluğunu ve bu çoğulluğun kapan­ dığı yerleri bulmak, klasik bir metindeki kırılmaları görebilmektir. Bu kitapta Bart­ hes; "dili gerçekçiliğin retorik sonucu ola­ rak değil de, gerçekçiliği dilin bir sonucu Yazılabilir romanlaşmamış romansılık, şiirleşmemiş şiirsellik, yazıya dökülme­ miş deneme, biçemi olmayan yazı, ürünleşmemiş üretim, yapılaşmamış yapılanmadır. Ya okunabilir betikler? Bunlar (üretim değil) üründürler, yazı­ mızın kocaman kütlesini oluştururlar. Bu kütleyi nasıl yeniden farklılaştırma- 30 • iletişim : araştırmaları İl? Bunun için ikinci bir işlem gerek­ mektedir, bu da ilk kezinde betikleri birbirinden ayrılmış olan değerlendir­ me işlemine uygun ve ondan daha in­ celikli olmalı ayrıca belirli bir niceliğin, her betiğin ortaya koyabileceği az ya da çokun saptanması üstüne kurulmalıdır. Bu yeni işlem yorumlamadır (Nietzsche'nin bu sözcüğe verdiği anlamda). Bir betiği yorumlamak, ona (az ya da çok temellendirilmiş az ya da çok öz­ gür) bir anlam kazandırmak değildir, tersine onun hangi çoğuldan oluştuğu­ nu saptamaktır (Barthes, 1996:17). ken bu ikili ayrıma biraz da kuşkuyla yak­ laşmamız gerektiğini söylüyor (Culler, 1990). Gerçekten de S/Z'yi, Barthes'ın yapı­ salcılıktan post-yapısalcılığa sıçraması gibi okumak mümkün. Örneğin Ellis ve Coward (1985) bu çalışmasında Barthes'ın metinlerin yapısı üzerine yaptığı analizden ayrılarak metnin yapılaşması ve farklılığı üzerine bir analize doğru kaydığını vurgu­ larken kuramsal bir sıçramaya işaret edi­ yorlar. Culler'e göre ise Barthes, ilk çalış­ malarından başlayarak edebi metinlerin Okunabilir metin okurunu tembelliğe kodlarının ortak yapısal özelliklerinin yanı iten, yazılabilir metin ise okuru harekete sıra Robbie-Grillet gibi avant-garde metinle­ geçiren metindir. Edinilmiş olan kültürel rin farklılığı üzerinde de durmuştur. anlamlar dolayımı ile yeniden yazmak S/Z'nin girişinde metinlerin ortak yapısal mümkün değildir. Yazılabilir metin okuru­ özelliklerinden çok her metnin farklılığının nu (yani yeni yazarını) yerinden eder, araştırılması gerektiği yönündeki vurgusu onun özne konumunu bozar: "yazılabilir belki, post-yapısalcılık yönünde güçlü bir olan metin, okuma düzenimi tümüyle de­ eğilim taşıyor ve burada Barthes'ın işaret ğiştirmek durumu dışında, güçlükle oku­ ettiği farklılık artık avant-garde'a ait bir duğum metindir" (139). Barthes, yazılabilir farklılıktan çok klasik içindeki farklılıkla­ olanı olumlarken aynı zamanda avant-gar­ rın araştırılması yönünde bir seçimi açığa de'\ da olumlamaktadır. Ancak onun derdi vuruyor. hiç de okunabilir, klasik olanı bir kenara atmak değildir. Tam tersine yaptığı yavaş okuma ile metinlerdeki kırılmaları, hızlı -tüketici- bir okumada görünmeyeni gös­ termektir. Avant-garde'daki açıklığı, anlam sınırsızlığını göstermeye zaten gerek de yoktur ama klasik olanın farklılığını sergi­ lemek çözümlemenin amacıdır. Culler, Barthes'daki asıl önemli dönü­ şümün kendisinin bir hedonist olduğunu ilan etmesinde aranması gerektiğini vur­ guluyor. Metnin Hazzı adlı çalışmasında Barthes çok farklı bir okuma deneyimine işaret ediyor. Kısa pasajların biraya gelme­ si ile oluşan bu çalışma, yukarıda işaret et­ tiğimiz gibi yazarın kuram ve yöntemi har­ Culler S/Z'nin bir yandan yapısalcı di­ manladığı ustaca yazılmış özgün bir "de­ ğer yandan da post-yapısalcı yaklaşımın neme" niteliğinde. S/Z'de karşımıza çıkan abartılı, aşırı bir örneği olduğunu belirtir­ okunabilir olan ve yazılabilir olan ayrımı- İnal• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı *31 ran yerine bu çalışmada haz ve jouissance Barthes'a göre hazzın metni okuyucu­ kavramları arasındaki farklılığı koyuyor. sunun düşüncelerine seslenen bir metin Bu farklılığı ortaya atarken okuma pratik­ ancak jouissance onun erotik bedenini he­ leri açısından jouissance kavramının öne­ defliyor. Haz sözle ulaşacağımız ve anlata­ minin altını çiziyor: bileceğimiz bir şeyken jouissance sözle an­ Hazla yazma eylemi okuyucumun hazzının bir garantisi olabilir mi? Hiç de değil. Ben, (adeta kol gezer gibi) nerede olduğunu bilmediğim bu okuru ara­ malıyım. İşte bu yolla jouissance'm mevzisi oluşturulur. Benim için gerekli olan "kişi" olarak okuyucu değil bu mevzidir: önemli olan arzunun diya­ lektiğinin olasılıkları, jouissance'm öngörülemezliğidir: bahisler henüz yapıl­ mamıştır, hala bir oyun olabilir (Bart­ hes, 1976: 4). Jouissance kavramı bedensel bir hazza, ancak diğer haz alma biçimlerinden daha derin, vurucu, delici bir deneyime işaret ediyor. Yazılabilir olan metin, okuyucusu­ nun özne konumunu yerle bir ediyor, an­ lamlarını, kültürel kodlarını alaşağı ediyor. Jouissance ise onun söz içinde, dil içinde kurduğu konumdan çok onun bedeninin bütünlüğüne, akimın erişemediği şeye ses­ leniyor. Barthes'a göre hazzın metni, kül­ türün içinden geliyor, onunla bağlarım koparmaksızm okuyucu için rahat bir okuma pratiği yaratıyor. Jouissance'm metni ise bir latılamıyor: "Metnin hazzı, benim bedeni­ min kendi düşüncelerinin peşine düştüğü -çünkü bedenim benim düşüncelerime sa­ hip değildir- andır" (Barthes, 1976:16). Jouissance'ı tanımlarken Barthes Lacan'a, Leclaire'e ve doğrudan Freud'a gönderme yapıyor. Vurgulamak istediği jouissance’m konuşmada, uzlaşımsal olan içinde yasak­ lanan ve dile gelemeyen şey olması. Bu ne­ denle jouissance yazıya sözcüklerle geçiri­ len bir şey değil, satırların arasından oku­ nan ve doğrudan bedene seslenen bir şey, bir mevzi... Genel geçer kültürel kodlar, anlamlar, kalıplaşmış yargılar jouissance'ı, bedenin bu tür bir haz alma biçimini, kısa­ cası bedenin kendisini baskı altında tutu­ yor. Bu düşüncelerini vurguladığı pasajlar­ da Barthes joussance’ı egemen ideolojiye karşı bir şey olarak kuruyor. Dil içinde bas­ tırılan bedenin ortaya çıkması, adeta fışkır­ ması süreci bir yandan da acılı sıkıntılı bir süreç; bu nedenle jouissance alışagelinen haz alma biçimlerinden farklı. kayıp duygusu yaratıyor, rahatsız ediyor Yukarıda ideoloji konusundaki görüş­ ve bazen bir sıkıntı dahi verebiliyor ancak lerini tartışırken Barthes'm bir yandan ege­ okuyucusunun tarihsel, kültürel ve psiko­ men olanı sergilerken diğer yandan ege­ lojik varsayımlarını sarsıyor, onun değer­ men olanı bozanı, ona direneni bulup çı­ lerini, hatıralarını, beğenisindeki tutarlığı karmaya çalıştığını vurgulamıştık. Avant- bozuyor, okuyucunun dil ile olan ilişkisin­ garde, bir politik proje taşımasa da direnen de bir kriz yaratıyor (Barthes, 1976:14). bir metin, yazılabilir olan yine aynı biçim­ 32* iletişim : araştırmaları de egemen anlamlar içinde kurulan özne okuma ve yazma yaklaşımı oluşturma giri­ konumlarını bozan bir metin, Camera Luci- şimi olarak yorumluyor. Kartezyen düşün­ da'da sözünü ettiği pundum kavramı ege­ cenin etkisi altındaki Fransız akademik ge­ men okuma biçimlerinin (studium'un) öte­ leneğinde self (kendilik) bilinçle özdeş ola­ sine geçen, okurunu delen geçen şey ola­ rak tanımlanıyor. Barthes bu geleneğe kar­ rak tanımlanıyor, Japon kültürünün ha- şı çıkarken yaptığı formülasyanlarla be­ iku'larında batılı eleştirmenin aklıyla ara­ denden gelenin daha derin, gerçek ve do­ dığı anlamlara direnen bir anlamlandırma ğal olduğunun altını çiziyor: "Dilimle her- biçimi var, ve nihayet klasik, okunabilir şeyi yapabilirim ama bedenimle yapamam. metinlerdeki kırılma noktaları yine bir an­ Dilimle gizlediğim şeyi bedenim kendili­ lamlandırma krizine işaret ediyor. Jouis- ğinden söyleyiverir" (Aşk Söyleminden sance kavramı ise egemen olan kültürel Parçalar,: Aktaran: Culler, 1990: 95). kodlar ve bunun içine yerleşmiş siyasal stereotiplere karşı bir politik duruşa işaret ediyor. Jouissance, "politik olam politika­ dan arındıran ve politik olmayanı politize Metinden gelen, aklı, sözcükleri aşarak bedeni çarpan şey, jouissance, sözlere güç­ lükle dökülen bir deneyimdir. Sözle göste- edene aittir -Burada politize olması gere­ rilemeyeni sözle anlatmaya çalışmanın, ta­ keni politikleştirildiğini görürüz, hepsi bu" nımlamanın sıkıntısı, zorluğu Barthes'm (Barthes, 1976:44). Metnin Hazzı'nm ana te­ sözcüklerine de yansıyor, jouissance kavra­ masını hedonizme yönelik yerleşik eleşti­ mında, ancak psikanalizin yardımı ile kav­ rel tavra karşı politik bir karşı duruş oluş­ ramsal olarak işaret edebileceğimiz bir du­ turuyor: rum anlatılıyor. Barthes psikanalitik kav­ Eski, çok eski bir gelenek: hedonizm hemen her felsefe tarafından baskılanmıştır, ve sadece Sade, Fourier gibi marjinal figürler tarafından savunul­ duğunu görürüz. Nietzsche için hedo­ nizm pessimizmdir. Haz, sürekli ola­ rak, Hakikat, Ölüm, Gelişme, Savaşım, Neşe gibi güçlü soylu değerler uğruna kırılmış, küçük görülmüş, aşağılanmıştır (Barthes, 1976: 57). Belirttiğimiz gibi Barthes jouissance'\ ta­ nımlarken bedende bastırılanın geri gelişi­ ni vurguluyor. Culler, Barthes'm bedene yönelik bu göndermesini, bir materyalist ramlarla tartışmaya girmiyor; bunun yeri­ ne adeta psikanaliz sürecinin kendisini ko­ yuyor, kendini metne yansıtma biçimini açığa vuruyor, kendi okumalarını itiraf ediyor. Culler, Barthes'm metni bir haz nesnesi olarak gördüğünü belirtiyor: Önemli olan şey haz alanını eşitlemek, pratik hayatla düşünce hayatı arasın­ daki sahte karşıtlığı ortadan kaldır­ maktır. Metnin hazzı tam da budur: metnin ayrılamazlığı ve erotik yatırı­ mın nesnelerini dili ve metinleri de içi­ ne alacak biçimde genişletmeye yöne­ lik bir iddiadır (Culler, 1990: 92). inal’ Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 33 Eğer Barthes için hazzm metni, düşün­ ceye boyun eğmiş bir bedenin nesnesi ise jouisscmce'm metni erotik bedenin nesnesi, bu nesneden alman haz ise adeta bedenin rını şu veya bu genel girişime katkıda bulunan çalışmalar olarak değil de kendi arzularının dışa vurumu olarak tanımlayacağını kim düşleyebilirdi? (Culler, 1990:119). egemen olan düşünme biçimlerine baş kal­ dırması. Beden ve düşünen zihin arasında­ Culler Barthes'daki bu dönüşümü on- ki bu egemenlik başkaldırma ilişkisi Bart­ daki döngüselliğe bağlayarak açıklıyor. Bir hes'ın çalışmalarının pek çoğunda yer yer zamanlar reddettikleri yazılarında -başka görünür olur. Örneğin başka bir çalışma­ biçimlerde de olsa- yeniden ortaya çıkıyor. sında cinsel çekicilik ve onunla oluşan aşkı Reddetmiş olduğu kültürel geleneğe bu bedenin düşünceye boyun eğmesi ile ilişki- geri dönüşler Barthes'a göre entelektüel lendirir (Barthes, 1998:190). Ortodoksluğa karşı bir tavır niteliğinde Culler, Barthes'ın hedonizmden sözetme biçiminin gününün ortodox entelektü­ el ortamı içinde radikal bir adım oluştur­ duğuna işaret ediyor. Ancak pek çok eleş­ tirmen için Barthes'ın hazza yönelik bu yaklaşımı onun bilimsel önemini sekteye uğratmıştır. Yine pek çok eleştirmen için Barthes, daha önce yazdıklarında ortaya attığı eleştiri biçimine ve değerlere bu yak­ (Culler, 1990, 120). Culler bu dönüşümü (geri dönüşü) açıklarken şu noktalara deği­ niyor: İlk olarak Barthes'ın Camera Lucidfl'da göndergenin oradalığma ve gerçekli­ ğine yaptığı vurgu onun semiyotik yakla­ şımının bütünüyle dışına çıkıyor. İkinci olarak, onun belli bir sisteme karşı bu dire­ nişi bir yandan da otoriteye olan karşı du­ ruşunu yansıtıyor. Bu direniş onun tem­ laşımı ile karşı çıkmıştır (Culler, 1990). belliğe olan övgüsünü yansıtıyor; "tembel­ Barthes'ın yazılarındaki bu dönüşüme işa­ liği otoriteye bir direniş olarak görmesi ret ederken Culler şunları vurguluyor: Barthes'm yazılarında bedene ve gün­ lük yaşamın hazlarına bu dönüş ciddi bir yerdeğiştirmedir. En azından, bu yeni dönemin konuları ve yazma biçi­ mi Barthes'ı bir zamanlar saldırdığı burjuvazi için makbul kılmıştır....... Kendi sözleri ile 'yazarın ölümüne' ön­ cülük etmiş Roland Barthes'ı şimdi College de France'da klasik Fransız ya­ zarlarının alışkanlıkları (Balzac'm gi­ yinme odası, Flaubert'in defterleri, Proust'un mantar kaplı odası) hakkın­ da ders vereceğini ve kendi çalışmala­ adeta onu kendi öğüdünün peşinden git­ meye yöneltiyor: 'Tembel olma cesaretini göster!" (Culler, 1990: 121). Üçüncü olarak Camera Lucida'da uzlaşımsal anlamlara di­ renişini ve anlamın boşaltılmasına yönelik girişimini öyle bir noktaya kadar götürü­ yor ki fotoğrafların doğrudan olanı yansıt­ tığını, bize olguyu dolayımlamadan sergi­ lediğini vurgulayabiliyor. Anlamın, o anın gerçekliği içinde kendiliğinden varolduğu, dilin söylemin dolayımınm ötesinde bir kendiliğindenlik olduğu yönündeki bu 34 * iletişim : araştırmaları vurgu, Culler'e göre, onun daha önce söy­ önceliklerini yerleştiriyor. Egemen ideolo­ lediklerinin bir yadsınması niteliğinde. jiyi, egemen anlamlandırma biçimlerini, Barthes'm sonraki yazılarında okuma pratiklerine -ve özellikle kendi deneyimle­ rine- verdiği ağırlık dikkate alındığında bu dönüşüm -geri dönüş- olarak düşünülen yaklaşımların aslında bir yandan da ondaki düşünce gelişimini yansıttığını görebili­ riz. İlk yazılarında yapısalcı yaklaşıma olan yakın duruşu ve ideoloji sorununu bu yaklaşımlarla bütünleştirerek çözme çaba­ ları gerçekten de bir dönüşüme uğruyor; ancak bu yapısalcı yaklaşımdan veya bir sistem arayışından bütünüyle uzaklaşmak anlamına da gelmiyor. Culler eleştirilerini vurgularken sürekli olarak iki metne gön­ dermede bulunuyor bunlar: Metnin Hazzı varolan kültürel kodları ve tüm bunların içinde kurulmuş özneyi parçalayan mo­ mentlere, okuma deneyimlerine yöneliyor. Farklı haz alma biçimlerine (jouissance'a) yaptığı vurgu bir yandan bedeni diğer yandan da o anı -okumanın gerçekleştiği anı- tartışmanın içine sokuyor. Bu özel an­ da anlamlandırma süreci kesintiye uğru­ yor ve metnin içinden okuyucusuna bir ok atılıyor: ok onun düşüncesini delip bedeni­ ni buluyor. Bu deneyim bir yandan bir haz yaşatırken diğer yandan da acı ve rahatsız­ lık duygusu doğuruyor (bazen biri bazen öbürü, bazen de ikisi birden), ama düşüne­ cek olursak bastırılmış olanın ortaya çık­ ması böyle karmaşık bir bedensel deneyim ve Camera Lucida. Gerçekten de bunlar değil midir? Bu açıdan düşünüldüğünde önemli çalışmalar ve bunların arasına Metnin Hazzı, Barthes'm post yapısalcılık -post yapısalcı yaklaşımını biçimlendirme­ içinde bir sisteme kavuşturmaksızm cesa­ si açısından öncü bir çalışma olan- S/Z'yi retli arayışlarını yansıtan bir metin olarak ve kendi konumunu açığa vuran bir itiraf okunabilir. ve yine de tutarlık arama çabası olan- Rö­ lanti Barthes'ı katabiliriz. Camera Lucida’da Barthes'm öne sürdü­ ğü görüşler, diğer bir deyişle işaret ettiği Culler'in özetlemeye çalıştığı ve kimisi­ -kendine ait- okuma deneyimleri onun ya­ ne kendisinin de katıldığı yukarıda değin­ pısalcı ve yapısalcı geleneğinin devamında diğimiz eleştirilere karşı şunları söyleyebi­ ortaya çıkan görüşleri ile ilişkili olarak dü­ liriz. Öncelikle Barthes, Metnin Hazzı'nda şünüldüğünde iki sonuç ortaya çıkar. Bi­ S/Z ile açtığı yolda ilerliyor. Bu çalışmasın­ rincisi metnin içinden fırlayıp okuyucusu­ da bedeni ve bastırılmış olanı tartışmanın nu delen o ok, okumanın varolan özne ko­ içine alıyor. Bu anlamda toplumsal olanın numlarını çatlatarak, okuyucuyu bambaş­ ötesine geçerek -ya da ona dahil ederek- ka deneyimlere sürükleyen büyülü doğası psikanalitik olana yaklaşıyor ve bu çabası bu çalışmada da Metnin Hazzı'ında olduğu ile post-yapısalcı yaklaşımın içine kendi gibi geçerlidir. Ancak, ikinci olarak, bura­ inal• Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 35 da farklı bir durum vardır, söz konusu Metnin Hazzı ve Camera Lucida arasın­ olan görsel göstergelerdir. Görsel gösterge­ daki bu benzerlikler okunduğunda, Bart- leri Saussure'un vadettiği göstergebilimsel hes'm okunabilir olan ve yazılabilir olan projenin içine dahil etme çabası Barthes'm arasındaki ayrımının yerine haz ve jouis- önceki çalışmalarında da görünür olmuş­ sarıce'ı koyduğunu, diğer bir deyişle bu iki tur (Çağdaş Söyleııler) ve yine pek çok dene­ kavram çifti arasında bir benzerlik kurdu­ mesinde odaklandığı konuyu oluşturmuş­ ğunu iddia etmek doğru olmayacaktır. Ro­ tur (The plates o f the Encyclopedia gibi). Mo­ land Barthes’da öne sürdüğü şu görüşler bi­ da Dizgesi, bu görsel göstergelerin, söze, zi bu kavramlar hakkında daha ayrıntılı söyleme, kültürel kodlara, uzlaşımsal an­ olarak düşündürmeyi amaçlamaktadır: lamlara olan bağlılığının, anlamlandırma süreçlerindeki dolayımlanmalarm sergi­ lendiği bir metindir. Yine benzer biçimde Göstergeler İmparatorluğu'nda Barthes gör­ sel göstergelerin Zen anlatısına bağımlılı­ ğını örnekler. Bu görüşleri dikkate alındığında Bart­ hes için, görsel göstergelerin konumu söz­ den farklıdır ve onunla dolayımlandığı "gerçeği" aşikardır. İşte Camera Lucida Barthes'ın görsel göstergelerin anlamlandırıl­ ma biçimleri konusundaki görüşlerinin içinden gelen yeni bir yaklaşımdır. Camera Lucida dille dolayımlanmayan gerçekliği -göndergeyi- keşfetmenin heyecanını yan­ sıtır. Fotoğraftan fırlayan o ok okuyucusu­ nu bulur ve ona yepyeni deneyimler yaşa­ tır. Studium'un durduramadığı bu "şey" metinden çıkan ve okuyucuyu çarpan an bu şeydir, pımctumdur. Edebi metinlerin satır aralarından gelip okuyucuyu sarsan, fotoğrafta görsel göstergelerin bütünü için­ de herhangi bir ayrıntı olmuştur; artık sak­ lanamaz, işaret edilebilir, görünür olmuş­ tur. S /Z'de bir karşıtlık önerilmişti: Okuna­ bilir/yazılabilir karşıtlığıydı bu. Oku­ nabilir olan metin yeniden yazamaya­ cağım metindir (Balzac gibi yazabilir miyim bugün ben?); yazılabilir olan metin, okuma düzenimi tümüyle de­ ğiştirmek durumu dışında, güçlükle okuduğum metindir. Şimdi ben de üçüncü bir metinsel kendilik bulundu­ ğunu düşünüyorum (bunu, bana gön­ derilen kimi metinler esinliyor): Oku­ nabilir metin ile yazılabilir metnin yanı sıra bir de alımlanabilir -olan gibi bir şey olmalı. Alımlanabilir -olan metin okunamaz niteliğini taşıyan metin ola­ caktır; dikkati çeken, yakalayan metin, yakıcı metin, sürekli olarak her türlü gerçeğebenzerliğin dışında kalan bir ürün; işleviyse bunu da yazıcısının üst­ lendiği ortada- yazı'nm ticari baskısını yadsımak olacaktır; yayımlanamaz -olana ait bir düşüncenin kılavuzlu­ ğunda ve onunla silahlanmış olan bu metin, şu karşılığı gerektirecektir: Sizin ürettiğiniz şeyi ne okuyabilirim, ne de yazabilirim, ama onu bir ateş gibi, bir uyuşturucu ilaç gibi, gizemli bir düzen bozma gibi alımlarım (Barthes, 1998: 139-140). 36* iletişim : araştırmaları Barthes'm "onu bir ateş gibi, bir uyuş­ nin ayrıcalıklı statüsüdür (Barthes, 1976: turucu ilaç gibi, gizemli bir düzen bozma 6). Bu özellik okuyucuyla da ilişkilidir. Yi­ gibi alımlarım" derken resmettiği bu "etki" ne aynı çalışmada okuyucuya ait farklı haz durumu, jouissance'ı ve pundum'u tanım­ alma biçimleri üzerinde dururken bir sınıf­ larken işaret ettiği okuma pratiklerini çağ­ lama yapar. Her biçimde neurosis belli bir rıştırmaktadır. İşaret etmek istediği ege­ haz biçimine yönelir. Fetişist parçalara, men okuma biçimlerine, egemen ideoloji alıntılara aşıktır, obssesive okuyucunun il­ içinde biçimlenmiş okuma ve anlamlandır­ gisi üst dili yakalamaya yönelir, paranoid ma biçimlerine karşı bir durumdur: bu ke­ giz arayıcısı gibi derin anlamlara yönelir, limenin tam anlamıyla bir "çarpılma" hali­ histerik ise tüm bu mesafe koyma taktikle­ dir -kurulu özne konumunu sarsan bir çar­ rini bir yana bırakır ve kendini metnin içi­ pılma, vurulma, sarsılma, bazen allak bul­ lak olma, takılma, kafadan atamama vb. Bu etkileşimsel moment öznenin radikal ne fırlatır (Barthes, 1976: 63). Barthes, yine metnin yazarının değil, onu asıl yazan okuyucusunun peşindedir. bir dönüşümünü beraberinde getirmez. Ancak kendiliği içinde egemene direnen Sonuç yerine bir momentdir. Bu başta da belirttiğimiz gibi, Barthes'm ilk çalışmalarından itibaren Kristeva'nın doğru olarak saptadığı gi­ öyküden çok anlamın kurulduğu moment­ bi; Barthes bir avant-garde yazarıdır. Kendi lere ve yazarlarm stil özelliklerine olan il­ gisi ile tutarlı bir yaklaşımdır. Söz konusu olan avant-garde bir metin değilse eğer öy­ kü sonunda kapamr. Bu kapanma pek çok klasik metni egemen anlamlandırmalar içi­ ne yerleştirse de, metin sentagmatik boyut­ ta paradigmatik kuruluşuna karşı direnen, onu açan bir çoğulluğu da taşır. görüşlerini sabitlemeksizin, otoriter bir bi­ çimde diretmeksizin yazarken, bir tutarlı­ lık arama çabasının yerine unutmayı (sapientia) koymuştur. Barthes için yapılacak doğru yorum, onun hakkında kesin bir yargıya ulaşmamaktır. Çalışmalarının ar­ kasında bir yazar (author) aramak yapıla­ cak en büyük haksızlık olur. Ama bundan da kötüsü yazdıklarının arkasında bir bi­ Basm fotoğraflarında pundum'u yaka­ lim insammn "doğru"larını aramaktır. Böy­ lamak mümkün olmasa da edebiyat her le bir işe kalkışmak, onun meraklarını, son­ zaman Barthes için egemen ideolojiye kar­ suz değişken ilgilerini, çözümlemelerini şı olanın içine sızdığı bir metin olarak dü­ yaparken incelediği metinleri keyifle oku­ şünülmüştür. Metnin Hazzı'nda " Her ya­ yuşunu görmezden gelmek olur. Akade­ zarın düstürü şudur: ben deli olamam, mik yaşamı ayakta tutan da "en doğru ola­ sağlıklı olmaya tenezzül etmem, ben nev- nı söyleme" rekabetinden çok, böyle canlı rotiğim" derken işaret ettiği yazma eylemi­ bir ilgi değil midir? İn a l' Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı • 37 Barthes bu gün onu eleştiren Fransız dan haz almaya yönelik bir seçimdir. Bu basınının köşe yazarlarından da, onu bir nedenle hedonizmi aklar. Onun seçimini, dönem dışlayan akademisyenlerden de "iç bade güzel sev, varsa aklü hayalin" tar­ çok sayıda okura ulaşmıştır. Bu yazının gi­ zı bir hazcılık olarak yorumlamak büsbü­ rişinde de belirttiğim gibi, yalnız edebiyat tün yanlış olur. Barthes, dilin, egemen olan çalışmaları ile ilgilenenler için değil, çok anlamların, öznenin içinde kurulduğu söy­ farklı metinlerin çözümlenmeleri ile uğra­ lemlerin sınırlarını aşan, bedeni tekrar şanlar için de Barthes vazgeçilmez bir kay­ metne, okuma pratiklerine taşıyan anın, naktır. Ama hepsinden önemlisi akademik metnin içinde bir ok gibi fırlayarak, bastırı­ çalışmalarm bilgiyi iktidar yapan dili kar­ lan bedeni vuran, satır aralarında kalmış şısında farklı ve Yeni olanı arayanlar için olan, sözle anlamlandınlamayanın peşin­ Barthes'ı okumak gereklidir. Çünkü Bart­ dedir. "İdeoloji"nin -yeniden- kurulması hes, okurunu düşündürmek, sarsmak, sal­ sorunu onun için hep başat bir öneme sa­ lamak, kendinden geçirmek ve kendine ge­ hiptir ve bu sorunu sadece Çağdaş Söylen- tirmek için yazmıştır. Barthes, edebiyatta ler'le ilişkilendirmek hatalı bir yaklaşım­ aradığı, yeğlediği, okuruna gösterdiği dır. farklı stil özelliklerinin dışında kalarak on­ ları anlatan bir "akademik" otorite değil, kendini okuduğu metinlere katan, oku­ duklarından etkilenen, etkilendiği özellik­ leri kendi yazısının içine katan bir yazar­ dır. Avant-garde metnin ufuk açıcılığı onun kendi metinlerinin de bir özelliğidir. Metnin Hazzı'nda Barthes, Foucault'a kayan bir yaklaşımla iktidarın üretildiği söylemleri -anlamların sürekli tekrarlan­ ma biçimlerini- eleştirir. Buna karşı altım çizdiği kendi bedeninin deneyimleridir. Okurken, kendi özne konumunu sarsan, kendi bedenini, hazlarmı ortaya çıkartan Barthes'm avant-garde metinlere, avant- metinleri, anları vurgular. Freud ve La- garde yazarına yönelttiği eleştiriler yine can'm dil içinde kurulan özneye ilişkin gö­ kendi yazdıkları ve kendi konumu için ge- rüşleri ve Kristeva'mn "thetic" kavramı çerlidir. Sınırları çizili bir politik proje pe­ hakkında bizleri düşündürür. Barthes için şinde değildir, geleceğe yönelik bir hayali, "ideolojik" olana karşı çıkma, direnme, bu tutkusu yoktur. Varolduğu koşullar içinde ideoloji içinde kurulan öznenin yine bu sabitlenen anlamlandırma biçimlerine, dil ideoloji (dil, söz, anlamlar) içinden üretebi­ içinde oluşan konumlara karşı, egemen leceği bir şey değil; "ideolojik" olanın bas­ olana, egemen sınıfın ideolojisine karşı di­ tırdığı bedenin serbestleşmesi ile ilişkilidir. renir; ancak onun seçimi bir yokoluştan, Ancak bu tür bir haz, aynı zamanda acılı karamsarlıktan yana bir seçim değil, o an­ bir süreçtir. 38 * iletişim : araştırmaları Kanımca Barthes, kuramsal düzeyde Kaynakça: söylediği herşeyi çözümleme düzlemine yerleştirmek istemiştir. İdeoloji-söz-dil-özne-beden ekseninde ortaya çıkan görüşle­ rini işlemselleştirirken gösterge kavramı­ nın kilit bir öneme sahip olduğunu görü­ rüz. İdeolojiyi gösterenin belli gösterilen­ lerde sabitlenmesi sorunu olarak ele alır­ ken düzanlam ve yananlam ayrımını kul­ lanır. "Düzanlam"ı tanımlama biçimi, an­ cak, bu işlemselleştirme çabası içinde anla­ şılır olur. Bir yazar için "Gerçek(lik)e her inandığımda düzanlama gereksinim duyarım"dan daha samimi bir itiraf olabilir mi? Çağımızda pek çok akademisyen "otorite" -farkında olmaksızın- hala çok fazla dü­ zanlama gereksinim duyarken, ve pek ço­ ğu yeni akım adları altında kendi anlamla­ rını diretirken, Barthes'ı bir avant-garde yazarı olarak okumak gerektiğini düşünü­ yorum. Çünkü pek çok akademisyenden çok daha fazla bir çözümleme yöntemi ve yöntembilimi için çaba sarfetmiştir ve pek Barthes, Roland, (1977). Critical Essays. US: Northwestern university Press. Barthes, Roland, (1990a). Çağdaş Söyleıller. T. Yücel (Çev.), İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları. Barthes, Roland, (1990b). Neıv Critical Essays. R. Howard. (İngilizceye Çev.), US: University of California Press. Barthes, Roland, (1996). G östergeler İm paratorluğu. T. Yücel (Çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Ltd. Şti. Barthes, Roland, (1996). S/Z. S. Ö. Kasar (Çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Ltd. Şti. Barthes, Roland, (1976). The Pleasure o f the Text. UK: Jonathan Cape. Barthes, Roland, (1996). Camera Lucida: F otoğraf Üzerine Düşünceler. R. Akçakaya (Çev.), İstanbul: Altıkırkbeş Yayın. Barthes, Roland, (1998). R oland Barthes. Sema Rifat (Çev.), İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. Covvard, R., ve Ellis, J., (1985). Dil ve M addecilik: Semiyolojideki G elişm eler ve Ö zne Teorisi. E. Tarım (Çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. Culler, Jonathan, (1990). Barthes. London: Fontana Press. Culler, Jonathan, (1994). On Deconstruction: Theory and Criticism after Structuralism . UK: Routledge. hakkım kazanmıştır. Çünkü Barthes anlat­ Keamey., Richard, (1989). M odern M ovem enls in European Philosophy. UK: Manchester University Press. tığı, çözümlediği, ve doğru olarak eleştir­ Kristeva, Julia, (1980). Desire in Language: A çok "otorite" den daha fazla "yazar" olma diği avant-garde yazarlar gibi okuyucusuna metinlerini yeniden yazdıran bir bilim in­ sanıdır. Edebiyatı akademiye taşımıştır. Semiotic Approach to Literatüre and Art. L. S. Roudiez (Ed.), T. Gora, A. Jardine ve L. S. Roudiez (İngilizceye Çev.). ABD: Columbia University Press Stam, R., Burgoyne R., ve Flitterman, S., (1993). Nem Vocablaries in Film Sem iotics: Structuralism, Post Srtucturalism and Beyond. UK: Routledge Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık Umut Tümay Aslan Readirıg Visual: Critical Visual Literacy Özet Abstract. Bir literatür değerlendirmesi yapmayı amaçlayan bu Aiming to provide a literatüre revievv, this paper tries yazıda, görsel kültürün farklı kuramsal yaklaşımlar to examine hovv visual culture is considered in içinde nasıl ele alındığı incelenmeye çalışılmaktadır. different theoretical approaches. İt will first portray the Öncelikle, modern görme rejimi olarak nitelendirilen critical approaches to Cartesian Perspectivism, vvhich Kartezyen Perspektifçilik'e ve batı kültüründe g örsel is described as the modern scopic regime, and the olanın hükümranlığına yönelik eleştirel yaklaşımlara sovereignty of the visual in vvestern culture. This is yer verilmektedir. Bunu, kültürel çalışmaların g örsel follovved by an investigation of the cultural studies olana yaklaşımının sergilenmesi takip etmektedir. Bu approach to the visual. Here, the strong bond betvveen yaklaşım, görsel temsillerle siyasi mücadele arasında the visual representations and political struggle is kurulan güçlü bağa vurgu yapmakta ve tıpkı dil gibi, emphasized and it is argued that, as in the case of görsel alanın da farklı siyasi güçlerin birbirleriyle language, the visual field is a terrain of struggle vvhere yarıştığı politik bir mücadele alanı olduğunu öne different political forces compete. This is vvhy this sürmektedir. Bu nedenle, politik mücadelenin bir approach aims to develop critical visual literacy, parçası olarak gördüğü eleştirel görsel okur-yazarlığın vvhich is regarded as a part of political struggle. geliştirilmesi amacındadır. Son olarak, farklı kültürlerin Finally, the intercultural communication approach, farklı görme biçimleri olduğunu öne süren vvhich argues that different cultures have different kültürlerarası iletişim yaklaşımı İncelenmektedir. Bu üç forms of Vision, is taken into consideration. Discussing yaklaşımı özne, bilgi ve gerçeklik nosyonlarını öne these three approaches with a special emphasis on çıkararak tartışan yazı, görsel kültüre ve modernliğe their notions of subject, knovvledge and reality, this dair dinamik, müphem ve akışkan bir yaklaşıma sahip paper concludes that it is necessary to have a olmak gerektiği sonucuna ulaşmaktadır. dynamic, ambivalent, and a fluid approach to both visual culture and modernity. iletişim : araştırm aları • © 2003 • 1(1): 39-64 40 • iletişim : araştırmaları Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık Bu çalışmada, günlük hayattaki görsel ğının, modern/post-modern toplumlarda deneyimin ve görsel kültür ürünlerinin görsel kültürel ürünlerin hakimiyetinin farklı kuramsal yaklaşımlar içinde nasıl nedenlerine diğer yandan ise bir toplu­ değerlendirildiği ve tartışıldığı aktarılma­ mun görme rejimiyle kültürü arasındaki ya çalışılacaktır. Görsel kültür tartışmaları­ ilişkiye dair açıklamalar sunmaya çalış­ nın, en geniş düzeyde, Kartezyen Perspek- maktadır. Görme deneyiminin hükümran­ tifçilik'in eleştirisi üzerinden ilerlediğini lığına, dünyayı kontrol etme, her şeyi gö­ söylemek mümkündür. Bu eleştiri, özne, rerek -dolayısıyla bilerek- ölüm ve felaket bilgi ve gerçeklik kategorilerinin Kartez­ korkusundan kurtulma, bütünlük arzusu yen Perspektifçilik içindeki kurgusuna yö­ gibi açıklamalar getirilmekte, görmenin neliktir; yani, mutlak, her şeye kadir bir arzu ve haz yaratan özelliğine dikkat çekil­ özne nosyonunun, saf bakışın olabileceği­ mektedir. Bu anlamda kimi yazarlar, için­ ne duyulan inancın, bilgi ve görme arasın­ da kurulan özdeşliğin, kısaca görsel bir epistemolojinin, gözün iktidarına dayalı gözetim toplumunun ve son olarak, batılıbeyaz-erkek öznenin merkezde, bakışın sahibi olduğu ve bu bakışın "başka türlü bakma" olanaklarını dışarıda bırakıp, dün­ yanın geri kalanını temsil ettiği bir gerçek­ lik kurgusunun eleştirisidir. de bulunduğumuz toplumların, sinema­ tik/röntgenci, Apollon kültürüne teslim olmuş toplumlar olduğu yönünde uzlaşım içinde olurken; kimi yazarlar ise görsel temsilleri metinsel inşalar olarak değerlen­ direrek görsel temsilin her zaman dil tara­ fından bulanıklaştırıldığını, hiçbir zaman saf olmadığını bu nedenle de görsel alanda siyasi mücadelenin mümkün olduğunu öne çıkarmaktadırlar. Dolayısıyla, "bakan Kartezyen Perspektifçilik'in eleştirisiy­ (bakışın sahibi olma/iktidar) ve bakılan le yola çıkan görsel kültür çalışmaları, bir kim?", "görünen ve görünmeyen ne?", yandan görme deneyiminin hükümranlı­ "görsel materyalin ortaya çıktığı toplum­ Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 41 sal, kültürel ve tarihsel bağlam onun anla­ mım nasıl sabitliyor?" gibi sorulara cevap aranarak, görsel olanın politik anlamı tar­ tışmaya açılmaktadır. Bu çalışmada görsel iletişimin ve kül­ türün, farklı yaklaşımlar içinde hangi yön­ leriyle ele alınıp tartışıldığını aktarabilmek için bu yaklaşımlar şöyle bir sınıflandır­ maya tabi tutuldu: Görsel deneyimin hü­ kümranlığına ve modem görme rejimine dair açıklamalar sunan yaklaşımlar, görsel olanı temsil ekseninde tartışan kültürel ça­ lışmalar ve son olarak farklı kültürlerin görsel deneyimleri arasındaki farklılıkları öne çıkaran kültürlerarası iletişim çalışma­ ları. Bu yaklaşımları tartıştıktan sonra ya­ zının son bölümünde, modernliğin sadece Kartezyen Perspektifçilik'ten ibaret olma­ dığı vurgulanmaya çalışılacak ve bu an­ Görsel Olanın Saltanatı Fotoğraf makinesi 1839'da icat edildi. Bu sıralarda August Comte Cours de Philosophie Positive (Pozitif Felsefe Üstü­ ne Notlar) henüz tamamlanmaktaydı. Pozitivizm, fotoğraf makinesi ve sosyo­ loji birlikte büyüdüler. Her birinin uy­ gulama olarak sürdürülebilmelerini sağlayan bilim adamları ve uzmanlar tarafından kaydedilen, gözlemlenebilir, ölçülebilir olguların bir gün insana do­ ğa ve toplum üzerine, her ikisini de dü­ zene sokmasını sağlayacak ölçüde bü­ tünlüklü bir bilgi sunacağı inancıydı. Kesinlik metafiziğin yerini alacaktı; planlama toplumsal çelişkileri ortadan kaldıracak, gerçek, öznelliğin yerine geçecekti; ruhta karanlık ve gizli olan ne varsa deneysel bilgiyle aydınlatıla­ caktı. Comte, belki yıldızların kökeni hariç, kuramsal olarak hiçbir şeyin in­ san için bilinemez kalmak zorunda ol­ madığını yazıyordu! (Berger, 1998: 94). lamda görsel siyasi mücadeleyi olanaklı Batı aydınlanma projesi, algılanılabilir hale getiren bakışı bozma pratiğinin, mo­ dünyaya ait bilgiye dolaymışız ulaşılabi­ dernlik içindeki yol izlerine, Alberto Gi- leceğini savunan ve bu nedenle görüşün1 acometti'nin yontu yapma pratiğine dair /bakışın merkezi olduğu bilimsel ve felse­ söyledikleri üzerinden bakılacaktır. fi söylemlere dayanmaktadır. Bu söylem­ 42 • iletişim : araştırmaları lerde, araştırmanın, ispatlamanın, gözal­ ninden ayrı olarak varolan rasyonel izleyi­ tında tutmanın, bilmenin bir aracı olarak ci, bilmeyi istediği dünyanın tümüyle dı­ tarif edilen bakışı buluruz (Rogoff, 1998: şındadır" (Robins, 1996: 20).5 Bu aşkın 21). Dolayısıyla bakış, toplumları kaba perspektif içinde dünya, bütünlüğü içinde kuvvete başvurmadan gözetim altında tu­ araştırılabilir bir yerdir ve hiçbir şey görüş tan araçlardan,2 toplumsal fenomenler ve alanının dışında ve görünmez kalamaz. nesneler hakkında bilgi edinmenin yolu Saf ve sınırsız bakışla araştırılan dünya, olarak tanımlanan bilimsel gözleme, bilgi hakim bir öznenin gözetiminde ve yöneti­ sahibi olmayı sağlayan teknolojik gelişme­ minde, düzenlenebilir ve kontrol altında lere (lens, teleskop, mikroskop, kayıt ci­ tutulabilir. Dolayısıyla bu görsel episte­ hazları, dinleme cihazları, bilgisayar, fo­ moloji içinde özneden bağımsız ve düzen­ toğraf gibi) kadar giden geniş bir pratikler siz olmayan bir dünya tahayyülü söz ko­ silsilesinin dayandığı "karanlıkta olan"ı nusudur.6 Bu tahayyülün temel amacı şef­ açığa çıkarma fikrinin en temel göstereni­ faflıktır. Evrensel panoptisizmden temel­ dir. Dolayısıyla bakış sadece görsel bir de­ lerini alan bu rasyonel görüş, düzene ve neyimi değil, gerçeğin üstündeki perdeyi hakimiyete ulaşmayı amaçlamakta, dün­ kaldıran, gerçeğin bilgisine ulaşan bir ko­ yayı daha fazla şeffaf ve görünür temsil numun da gösterenidir.3 Bu konumu eden yeni teknolojik araçlarla buna ulaş­ Jay'in ifade ettiği gibi, görsel sanatlarda maya çalışmaktadır. Gözetim kamerası perspektif sunmaktadır; görsel imge tek, bunun en bildik ve banal sembolüdür: Vü­ sabit, statik bir göz konumundan, bir tek cudu olmayan bir bakışın belirli bir mesa­ bakış açısından anlamlıdır. Jay, görsel sa­ feden geri kalan herşeyi izlemesi ve bilme­ natlarda perspektif ve felsefede kartezyen si. Robins'e göre, bir başka çarpıcı örnek düşüncelerin bir arada modem dönemin olan "Big Brother", dış dünya tarafından görsel modelini oluşturduğunu belirtir; dokunulmadan orada neler olduğunu bir yandan bilimsel gözlem ve doğal dün­ görmeye dayalı kolektif arzunun kişisel ya, öznel rasyonellik diğer yandan gerçeği bir hali olarak okunabilir; çünkü kültürü­ anlatan tek, sabit, statik konum (Jay, 1998: müzde gözetim sıradandır (Robins, 1996: 67-68).4 20- 21). Bu nedenle Jay'e göre modern görü­ Denzin de, Robins'e benzer bir yakla­ şün en hakim biçimi Kartezyen Perspek- şımla görsel olanın saltanatını, toplumun tifçilik'tir. Bu biçim, dünyayı belirli bir kendisine sunduğu gerçeği imal edilmiş mesafeden kontrol eden ve en önemli iki yapılar (görsel imgeler) üzerinden gören unsuru tarafsızlık ve uzmanlık olan rasyo­ ve bilen gözün, röntgenci gözün hakimiye­ nalist projeyle göbekten bağlıdır: "Bede­ ti olarak değerlendirmektedir. Ona göre Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 43 bu göz, Foucault'un tanımladığı gözün si­ 1995: 26). Ona göre, toplumsal imgelerden nematik versiyonudur; gözetimin gözü, oluşan sinematik yaşam, günlük yaşamı iktidarın gözü, etnografın, araştırmacının da kuşatmaktadır; çünkü günlük yaşam gözü, özel alanı kamusal yapan, toplumsa­ şimdi sinematik olan tarafından tanımlan­ lı ve "onun ardında saklı duran gerçeği" maktadır. Dolayısıyla bir epistemolojik re­ açığa çıkarmaya çalışan gözdür (Denzin, jim, her iki görsel alanı da hakimiyeti altı­ 1995: 2). Denzin, bu gözün cisimleştiği na almıştır. Bu nedenle Denzin, mo­ formları ise şöyle sıralar: Tıbbın, psikanali­ dern /postmodern toplundan sinematik zin, bilimin klinik gözü, arkeologların, ant­ toplumlar ya da gözetim toplumları olarak ropologların, sosyologların, psikologların, adlandırmaktadır (Denzin, 1995:14). fizikçilerin gözü; suçu araştıran detektifin ve polis kuruntunun gözü; haberin bilgi Görme, Bilme ve Kontrol Etme Arzusu veren gözü; şiddetin, erotizmin, pornogra­ finin gözü (genellikle erkeklerin kadın be­ denlerine baktıkları) ve kazayla, rastlan­ tıyla görmemesi gerekenleri görenlerin gö­ zü (örneğin çocuklar). Denzin'e göre bü­ tün bunların dayandığı epistemoloji, daha önce de belirttiğimiz gibi, dünya hakkında gerçekçi önermelerin yapılabileceğini id­ dia eder (Denzin, 1995:5-6). Göz, hem bak­ tığı hem de bakıldığı konumdan bağımsız­ dır; gözün bağımsızlığına duyulan bu Buraya kadar modern toplumların, gö­ zün hükümdar olduğu toplumlar olarak kavramsallaştırıldığmdan ve modernliğin en hakim formu olarak tanımlanan Kartez­ yen Perspektifçilik'in mutlak özne, saf bil­ gi ve özneden bağımsız gerçeklik kategori­ lerine dayandığından bahsettik. Şimdi, gö­ zün hükümranlığının nedenlerine dair farklı açıklamalar sunan yaklaşımlara ba­ kalım. inanç, görme ve bilme arasında bir özdeş­ Yeğenoğlu eğer Müslüman kadınlar liğin kurulmasını da mümkün kılar. Dola­ hakkmdaki kolonyal feminist söylem Ay­ yısıyla bu bağımsız ve her şeye kadir göz, dınlanma ideolojisi ışığında okunabiliyor- toplumsal cinsiyet/ırk/sınıf/etnisite gibi sa, ilerlemenin ve özgürleşmenin temel toplumsal antagonizma yaratan unsurlar­ göstergesinin neden "kadınların peçelerini dan muaf saf bilgiyi ve saf bakışı sunar. kaldırma" arzusu olduğunu da açıklama­ Denzin'e göre modern/postmodem top- mız gerektiğini ifade etmektedir (1998: lumlarda göz, bilmenin ve temsilin diğer 108). Yani şu iki soruyu sormaktadır: Ay­ organlara dayalı yönünü bastırmıştır ve dınlanmanın söylemi ile modernliğin gör­ bu durum, herşeyin merkezinde, sabit bir sel rejimi nasıl eklemlenir? Bilme arzusu, konumu olan, görürken görünmeyen özne peçeyi kaldırma arzusu, görme arzusu ko­ kategorisine lonyal hakimiyetle nasıl ilişkilendirilebi- dayanmaktadır (Denzin, 44 • iletişim : araştırmaları lir? Yukarıda da ifade edildiği gibi, burada tirmeye dayalı ve disipline eden bir siste­ da modernliğin/Aydınlanma çağının, ku­ min parçasıdır (Yeğenoğlu, 1998:111). sursuz görme nosyonunda temellenen bü­ tüncül bir hakimiyet ve kontrol arzusuyla tanımlandığı vurgulanır (nam-ı diğer panoptikan) (1998: 108). Dünyanın bilgisinin mümkün olan en objektif yorumunu yap­ maya soyunan modern görme rejiminin öznesi -gözün taşıyıcısı olan özne- Yeğenoğlu'na göre panoptik olarak konumlan­ mış gözlemcidir. Vücutsuz, herşeye kadir, Şimdi CNN Türk'te yayınlanan Peçenin Arkasındaki Afganistan belgeselinin adını yeniden düşünelim. Burada sözün sahibi olan bakış, Batılı özneye aittir. Bununla ilişkili olarak söz, Batılı görme rejiminin izlerini taşımaktadır. Örneğin kadının Do­ ğuyu anlatan gösteren olması, peçenin ise karanlık, geri kalmışlık, barbarlık göste­ ren zincirlerine açılması gibi.7Belgesel, pe­ evrensel, mutlak, görünmez, nötr bir özne çeyi kaldırıp Afganistan gerçeğini bize gös­ konumudur söz konusu olan (1998:109). termeyi taahhüt etmektedir. 11 Eylül'ün Dünyanın objektif bilgisine ulaşmayı ardından Amerika'nın Afganistan'ı işgali amaçlayan bu özne konumunun bilme ar­ sırasında yayınlanan belgeselin adı gör­ zusu hakimiyet arzusuyla bir aradadır me, bilme ve kontrol etme arzusunun bi- (Yeğenoğlu, 1998: 110). Müslüman kadın- raradalığını göstermektedir. lann bedenlerinin görünür kılınması, aym Paglia, bu üç arzu arasındaki ilişkiyi zamanda bu bedenleri bilme arzusunu da sadece modern dönemle sınırlamaz ve çok gösterir; hem literal hem de figüratif an­ daha gerilere Apollon-Dionysos ayrımına lamda peçeyi kaldırma, Müslüman kadın­ gider. Bu ayrımın birinci tarafı, bilinç, dü­ ların bedenlerini bilinebilir yapar. Çünkü zen, biçim vermeyle, İkincisi bilinçdışı, modernist gelenek içinde bilme nesneyi cinsellik, ölümlülük ile karakterize olmak­ gözlenebilir, görülebilir ve dolayısıyla ma- tadır: Sınırlar çizen, yasa koyucu, otoriter nipule edilebilir temsil etme anlamına gel­ ve bastırıcı Apollan'a karşı akışkanlığı açı­ mektedir (Yeğenoğlu, 1998:112). Öteki ka­ ğa çıkaran Dionysos. Paglia'ya göre, mo­ dınların bedenleri, yaşamları, öznellikleri dern Apollonyen kültürümüz bizi, ceset­ görünür kılınırken, batılı kadımn yüce, ler, katliamlar, kan görmeden korur. Ör­ mutlak özne statüsü tümüyle görünmez­ neğin trajedi bir erkek fantezisidir; çünkü dir. Evrensel bir konum olarak tanımlanır. trajik olanı kontrol edilebilir, tahmin edi­ Bu nedenle, Yeğenoğlu'na göre, Müslü­ lebilir, görülebilir yapan bir girişimdir. Li­ man kadınları özgürleştirmeyi arzulayan derlik, odaklanma, amaç, objektiflik arzu­ emperyal feminist konum, modern kolon­ su, görmenin hakimliği, Paglia'ya göre yal disipliner iktidarın bakışını normalleş­ Apollonyen kültüre aittir. Bütün bu kültü­ Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 45 rün mücadele ettiği, bastırdığı yön ise Di- biliyor, sanal geziler ve sanal seksler dene- onysos, ya da doğa, ya da kadındır. Doğa­ yimleyebiliyoruz. Bu, kaosun ve katastro- nın felaketlerine, belirsizliğe, akışkanlığa fun felaketin olmadığı bir dünya. İstenme­ karşı Apollon kültürü kavramsallaştırır, yenlerin olmadığı bir dünya, gerçeksiz bir sınırlar çizer, objektifliğe yönelir, görmek, dünya. Robins, görsel deneyimin, ölümün bilmek ve kontrol etmek ister. Dolayısıyla, ve yıkımın gücünden, gerçeğin felaketin­ örneğin trajedilerde kadınların düzeltil­ den, ölümle ve Ötekiyle yüzleşmeden kaç­ meye çalışılan problem olması, kadmla mayı sağladığını vurgulamaktadır (Ro­ doğa arasında kurulan bu koşutluktan bins, 1996: 21-28). Görsel imge, acının se­ kaynaklanır (1991: 5-39). sinden ve hissedilmesinden, ölümün, yan­ Paglia, görme, kontrol etme, düzene sokma, katılaştırma, biçim verme arzusuy­ la tanımladığı Apollonyen kültürle Dionysosyen kültür arasındaki farkı tümüyle bi­ yolojik olarak kadın ve erkek olmak ara­ sındaki farkla açıklarken8 görmenin haki­ manın, felaketin kokusundan, tadından ayrıdır (Robins, 1996: 64). Robins, Körfez Savaşı ya da Bosna üzerine düşünmenin bu durumu anlamak için yeterli olduğunu belirtir. Robins'e göre, Körfez Savaşı ekranda miyetini de insanın ölümle, felaketlerle cereyan etti. Dünyayı izleyenler ve izle­ mücadele etme arzusuyla, her şeyi bilerek nenler olarak ikiye ayıran bu durum, top- kontrol edilebilir hale getirmesiyle ilişki- lumumuzda imgelerin rolünü gösterdi. lendirmektedir. Robins de görsel olanın Savaşın gerçek yaşamdan koparıldığı bu saltanatı hakkında benzer yorumlar yapar. ekran kültürüne bağlılığımız üzerine dü­ Ona göre giderek artan bir şekilde, dünya­ şünmemiz gerektiğini belirten Robins, bu­ yı dolayındı bakışlarla deneyimlemekte- nu yapmanın insani ve moral nedenleri ol­ yiz. Gerçeklikle temas etmeden belirli bir duğunu vurgulamaktadır.9 Ona göre, "te­ mesafeden izliyoruz ve bu sadece yakını­ levizyonun dünyaya açılan pencere olma­ mızdaki dünyayı görmekle ilgili bir prob­ sı" ideali bugün, "bilgiyi kontrol edenler lem de değil; çünkü yeni görsel medya gö­ tarafından üretilen imgelerin aynasına dö­ rüş alanını genişletiyor. Hem dünyayı gö­ nen bir pencere" haline gelmiştir (Robins, rüyoruz hem de gördüğümüz şeyin etkile­ 1996: 66-67). Robins, gelecek yıllarda da rine ve sonuçlarına karşı korunaklı bir po­ imgelerin, bizim için anlamları ve bizim zisyondayız . Nitekim, yeni digital imge onlarla yaptıklarımız açısından önemli ol­ teknolojisiyle, gerçek yaşamın sınırlılıkla­ maya devam edeceğini söylemekte ve bu rından kaçıp tam bir illüzyon içine girebi­ nedenle görsel kültürü farklı bir epistemo­ liyoruz. Güvenli ve korkudan -ölüm kor­ lojiyle ve politik olarak yeniden düşünmek kusundan- uzak, sanal şehirlerde yaşaya­ gerektiğini vurgulamaktadır. 46 • iletişim : araştırmaları Bu yaklaşımlar, Batılı görme rejiminin bakmanın hem erkekler hem de kadınları neleri bastırdığını, nasıl bir arzuya seslen­ içerdiğini belirten de Lauretis, öznelliğin diğini ve görsel kültürün mevcut biçimi­ materyalist bir kuramının verili bir özne nin hangi önkabullerle işlediğini göster­ nosyonundan başlamaması gerektiğini mesi açısından aydınlatıcı olmakla birlikte vurgulamaktadır. gerek modernliği gerekse görsel kültürü anlamak açısından dar bir çerçeve sun­ maktadırlar. Bu tip sınırlı yaklaşımlar gör­ sel kültürün önemli bir parçası olan sine­ ma için de geçerlidir. Sinemaya dair indir­ gemeci yaklaşımları -sadece dikizlemeci yönünün, sadece pornografik yönünün öne çıkarılması, sadece sanat, sadece po­ püler kültür olması gibi- eleştirdiği kita­ bında, de Lauretis (1984) sinemayı daha geniş toplumsal anlamlarıyla düşünmeyi De Lauretis'in sinema için ifade ettik­ lerini genel olarak görsel kültür için de düşünebiliriz. Yukarıda aktardığım kimi yaklaşımlar, örneğin Denzin'in ya da Paglia'nm görselliğin hakimiyetine dair açık­ lamaları, herhangi bir düşüncenin hakim hale gelişini totalleştirici bir tarzda ele al­ maktadır. Yani bu hakim kültürün bastır­ dıklarına dair hiçbir yarık hiçbir çatlak söz konusu değildir bu yaklaşımlar içinde. önerir. Ona göre, yirminci yüzyılda sine­ Tam da bu nedenle bütüncül bir özne kav­ ma, daha önceki yüzyıllarda perspektifin rayışı söz konusudur. Bastırılanlar nereye yaptığına benzer bir işlev yerine getirmiş­ gitmektedir? Özneler tümüyle bu kültü­ tir. Toplumsal imgeleme şekil vermek ola­ rün yasasına nasıl tabi olurlar? Modernli­ rak adlandırdığı bu durum, dünyaya dair ğin iki yüz yıllık tarihini düşündüğümüz­ bilginin ve anlamın öznenin görüşünde de Kartezyen perspektifçiliği sanat içinde (vision) temsil edilmesidir (de Lauretis, bozmaya çalışan pek çok örneğin yanı sıra 1984: 66). De Lauretis, bu anlamda sine­ -sadece kübizm tek başına yeterli-,10 farklı manın farkının ARZU olduğuna vurgu bir modernlik kavrayışının, daha dina­ yapar. Bir bakış, bir dünya ve bir nesne mik, belirsizliğe daha açık bir modernlik yaratmasıyla diğer kültürel biçimlerle or­ kavrayışının da olduğundan söz etmek taklık içinde olan sinema, ortaya çıktığı gerekmektedir. Dolayısıyla görsel kültü­ yirminci yüzyılı betimleyen arzu kavramı­ rün bugün eleştirdiğimiz kapitalist, tüke­ nım da içerir. Nitekim der de Lauretis, "si­ tim toplumunun bir parçası, önemli bir nema ve psikanalizin 1900 yılı civarında parçası olması, onun değiştirilemez bir ikiz doğuşları sıklıkla ifade edilmiştir" (de kültür olduğunu göstermez. Tıpkı dilde Lauretis, 1984: 67). Ona göre, sinemanın olduğu gibi görsel alanda da mücadele sihiri, anlatısallık ve arzuyu kaydeden söz konusudur. Aşağıda temsil siyaseti görme hazzında (scopophilia) yatmakta­ ekseninde görsel kültürü tartışan yakla­ dır. Böyle bir yaklaşım içinden sinemaya şımları aktarmaya çalışacağım. A sla n • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 47 Görsel Kültür ve Temsil Siyaseti memektedir (1995: 5-6). Bu, saf algı ideolo­ jisi, görülebilir olanın aynı zamanda inanı­ lan olduğu eşdeğerlik ilişkisiyle işlemekte­ "Tarihçi bu türden belgelere dayana­ rak iş göremezdi. Herkesin bildiği gi­ bi, o, camdan bir kafeste çalışmakta­ dır; 'İşte gönderimlerim, işte kanıtla­ rım'. Hiç kimsenin de aklına gelmiyor­ du ki, bu belgelerin seçimi, bir araya getirilmeleri, bütün o kanıtların yerli yerince kullanılması da aynı şekilde bir kurgudur, bir hiledir, bir film hile­ sidir. Aynı kaynaklara başvurma ola­ nağına sahip oldukları halde, tarihçile­ rin hepsi de Devrim'in aynı tarihini mi yazdılar?" (Ferro, 1995: 29). Öncelikle, Kartezyen Perspektifçilik'in ve ona dayanan sosyal teori geleneğinin önkabullerini yeniden düşünelim. Elbette ki ilki gözün bağımsızlığı inancıdır. Bakı­ şın/ görüşün özerk, özgür ve saf olabilece­ ğine dolayısıyla da dünyaya dair bilgiye dolaymışız ulaşabileceği ifade edilmekte­ dir. Jenks, böylece, toplumsal deneyimin ve bakış pratiğinin saf algı davranışma in­ dirgenerek açıklandığını belirtir (1995:4). dir. Oysa Bryson'un da ifade ettiği gibi, "insanlar tarafından deneyimlenen gerçek­ lik her zaman tarihsel olarak üretildiği için, şeffaf ve doğal olarak verili gerçeklik yoktur" (Aktaran Jenks, 1995: 6). Saf algı ideolojisinin, görsel materyale dair açıklamaları ya da görsel materyal kullanımı yukarıdaki öncüllerle temellen­ mektedir. Fotoğraf makinesi ya da kamera kullanıldıkları kitlesel bağlamlarda (basın, reklam, televizyon, belgesel vs.) gerçeğin kaydedicileri olarak düşünülmekte dolayı­ sıyla ortaya çıkan görsel materyal "gerçek" olarak sunulmaktadır. Daha önce de belir­ tildiği gibi, bunun arkasındaki önerme, "bir şey[in] görülebilir olduğu zaman ... bir olgu [fact] olduğu, olguların da yalnızca gerçeği içerdiğedir]" (Berger, 1998: 95). Görsel materyalin bu ideolojik kullanımı­ na karşı Berger'ın sorduğu soru şudur: "Yaralı bir bacağın röntgen filmi, kemikle­ İkinci olarak, herhangi bir toplumsal feno­ rin kırık olup olmadığı hakkında 'çıplak menin sonlu, bitmiş ve görünen özelliklere bir gerçek' sunabilir. Oysa bir fotoğraf bir sahip olduğunu içeren önkabuldür. Son insanın açlık deneyiminde ya da diyelim olarak ise, kuramcının ya da gözlemcinin ki bir şölen deneyiminde yatan 'çıplak ger­ ahlaki ve siyasi değerlerden uzaklaşabile­ çeği' nasıl anlatabilir?” (1998: 93). ceği yani "temiz görebilme"nin mümkünlüğüdür. Jenks'e göre bu önkabulleri genel Eklemlenmiş Bakış olarak pozitivizm başlığı altında toplaya­ Berger'ın sorusunu bir başka soruyla biliriz. Saf, tertemiz, lekesiz algıyla ampiri- devam ettirelim. "Görsel dil dünya hak­ sizmi oluşturan pozitivizm, bilginin, kül­ kında halihazırda orada olan bir gerçeği türel, tarihsel, toplumsal zeminiyle ilgilen­ mi yansıtır yoksa dünya hakkında onu 48 • iletişim : araştırmaları temsil ederek anlamlar mı üretir?" (Hail, dir. Bu paylaşılan bir kavramsal haritadır 1997a: 7). Burada temsil, pozitivizmin de ve dünyayı anlamlı bir şekilde yorumla­ dayandığı geleneksel temsil yaklaşımla­ mayı olanaklı kılar. İkinci sistem ise bu rından farklı bir şekilde düşünülmektedir. kavramsal haritanın ortak bir dile çevril­ Geleneksel temsil yaklaşımlarından biri mesidir. Bu, konuşulan dil olabileceği gibi olan yansımacı (reflective) yaklaşıma gö­ sinema, müzik, futbol maçı da olabilir. Bü­ re, anlam gerçek dünyada nesnenin, kişi­ tün bu dil sistemlerinde anlam taşıyan nin, düşüncenin veya olayın içinde yeralır sözcükler, sesler veya görsel imgeler gös­ ve dil bir ayna işlevi görerek dünyada ha­ terge/işaret lihazırda varolan doğru anlamı yansıtır. 1997a: 18). Niyetçi (intentional) yaklaşım ise sözcük­ lerin /imgelerin anlamının yazarın niyet ettiği veya kast ettiği anlam olduğunu ifa­ de eder (Hail, 1997a: 24-25). olarak tanımlanır (Hail, Dilin saydam, tarafsız bir aracı, anlam­ ların şeffaf taşıyıcısı olduğu inancını taşı­ yan yansımacı yaklaşım ve anlamların bi­ reyin niyeti olduğunu iddia eden niyetçi Hall'ün sorusunda yer alan temsil, in- yaklaşım Saussure'ün dil modeli ile sarsıl­ şacı (constructionist) yaklaşımın temsil mıştır. Yani pozitivizmin saf algı ideoloji­ anlayışıdır. Bu yaklaşıma göre dil ne ayna si tahtından indirilmiştir. İnşacı bir temsil işlevi gören şeffaf bir taşıyıcı ne de bütü­ kuramı için Saussure'ün modelinin bırak­ nüyle kişiye özel bir oyundur. Niyet edi­ tığı en önemli miras anlamlandırmanın len anlamlar ne kadar özel ne kadar kişiye farklılıklar üzerinden üretilmesidir -ki bu has olursa olsun paylaşılabilmesi ve anla­ dilin üretkenliğidir. Bu üretkenlik, anla­ şılabilmesi için dilin uylaşımlarına, kodla­ mın aşkın bir öznenin niyeti olamayacağı­ rına, kurallarına girmek zorundadır. Do­ na ve yapıyı vareden bir merkezin yoklu­ layısıyla inşacı yaklaşım, "şeylerin" kendi­ ğuna işaret eder. İnşacı bir temsil kuramı lerinin veya dilin bireysel kullanımının şeyler, kavramlar ve işaretler arasında ku­ anlamı sabitleyemeyeceğini ifade eder; rulan her birliğin tarihsel ve kültürel oldu­ anlam içeren, "şeylerin" kendisi değildir ğundan hareketle her zaman yeni temsil­ (Hail, 1997a: 25). "Şeyler", kavramlar ve lerin mümkünlüğüne işaret eder; yani göstergeler arasındaki ilişkiler dil içinde temsil bir süreç, bir pratiktir. Herhangi bir anlam üretimiyle kurulmaktadır ve bu sü­ tarihsel anda başat olan temsillerin başatlı­ reç temsil olarak tanımlanır (Hail, 1997a: ğı sonsuza kadar süremez (Coward ve El- 19). Hail, temsilin iki sistemi olduğunu be­ lis, 1985; Hail, 1997a). Nitekim bu, "anlam­ lirtir. Birincisi her çeşit nesnenin, kişinin landırmanın farklılık süreci tarafından ku­ veya olayın bir kavramlar seti veya zihin­ rulmasının statik değil, anlamlandırma sel temsillerle ilişkilendirildiği bir sistem­ zinciri tarafından yeni gösterilenlerin sü­ Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık * 49 rekli olarak eklemlenmesi süreci olarak", nın taşıdığı radikal potansiyeli açığa çıka­ Covvard ve Ellis'e göre Saussure'ün en rırlar. Bu yeniden yorum, dilin üretkenli­ önemli keşfinin bir sonucudur; çünkü ğini söz konusu hale getirir. Hall'e göre farklılık fikri, yani dilde pozitif gösterge­ bu, Saussure'ün modelini taklit etmek ye­ nin olmayışı gösteren ve gösterilenin işaret rine onu daha açık uçlu ve daha gevşek bir içinde birbirlerinden ayrılmama özellikle­ tarzda kullanmaktır (1997a: 35). Özetle­ rinin yanı sıra ayrılmalarını da mümkün mek gerekirse, göstergenin nedensizliği ve kılar (Covvard ve Ellis, 1985: 44-45). Yani anlamlandırmanın gösterenler arasındaki göstergenin birliğini eleştiriye uğratır. farklılıklardan oluşması göstergenin birli­ Sözcüklerin/imgelerin anlamları yerlerin­ ğini tarihsel değişime açık hale getirir; te­ den oynayarak tarihsel olarak değişebilir. sis edilen her birliğin bozulması, bozulan Her yerinden oynama farklı kültürlerin her birliğin ise yeniden tesis edilmesi farklı tarihsel momentlerde dünya üzerine mümkün hale gelir. Bilgi, sadece kategori­ düşünmelerini ve sınıflandırmalannı fark­ ler ve sembolik düzenin kuralları ile müm­ lılaştırarak, kültürün kavramsal haritasını kündür; bir başka deyişle dünyaya ilişkin değiştirir (Hail, 1997a: 32). "O halde dil her deneyim bir dolayımla sağlanır (Bel- sonsuz bir üretkenliktir" (Covvard ve Ellis, sey, 1980: 38). 1985: 45). Yukarıda aktarılamaya çalışılan inşacı Hall'e göre bu, temsili ve kültürü anla­ temsil yaklaşımı, nesnelerin fiziksel varo- mak açısından fevkalade önemli bir ifade­ luşlannı reddetmek değil, onların anlam- dir. Eğer, bir gösteren ve onun gösterileni lanmn söylemsel eklemlenmeye ya da top­ arasındaki ilişki herhangi bir topluma ve­ lumsal bir araya gelişlere bağımlı olduğu­ ya tarihsel momente özgü toplumsal uyla­ nun ifade edilmesidir. Laclau ve Mouffe, şımların sonucu ise, bütün anlamlar tarih satışa sunulmuş bir elmas ile bir madende ve kültür içinde üretilir, hiçbir zaman ni­ bulunan elmasın aynı fiziksel nesne olduk­ hai olarak sabitlenemez ve her zaman hem larını; ancak elmasın bir meta olmasımn kültürden kültüre hem de bir tarihsel dö­ sadece toplumsal ilişkiler sistemiyle müm­ nemden ötekine değişim gösterir. Sonuç kün olduğunu belirtir. Benzer şekilde bir olarak tek, değişmez, evrensel bir "gerçek caddede yuvarlak bir nesneye vurmakla anlam" yoktur (Hail, 1997a: 32). Her ne ka­ bir futbol maçında topa vurmak aynı fizik­ dar Saussure göstergenin birliğinden söz sel olgudur. Nesnenin futbol topu olması­ etse ve gösterge-gönderge ilişkisine hiç de­ nı sağlayan ancak diğer nesnelerle ilişkisi­ ğinmese de, hem Hail hem de Covvard ve dir; ki bu ilişkiler toplumsal olarak kuru­ Ellis, Saussure'ü yorumlarken farklılıklar lur (1997: 70). Laclau ve Mouffe, "doğal kavramının ve gösteren-gösterilen ayrımı­ dünya hakkında ne diyebiliriz? İnsanlar 50 • iletişim : araştırmaları tarafından kurulmayan fizik, biyoloji, ast­ ile üretildiğim araştırır. Bu bakış, ötekili- ronomi olguları ..." sorusuna "doğal olgu­ ğin söylemsel kuruluşuyla dışlayıcı olan, lar da söylemsel olgulardır ... Eğer dünya­ iktidar içeren ve fantezinin rol oynadığı da insanlar olmasaydı, bizim taş olarak ad­ bir bakıştır (1997b). Kısaca, burada bakış, landırdığımız nesneler yine olurdu; ama söylemsel bir konum bir özne konumudur. 'taş' olmazlardı çünkü ne madenbilimimaden bilimi ne de onları sınıflandıran ve di­ İnşacı temsil yaklaşımı görsel mater­ yalleri incelerken yukarıda aktardığımız ğer nesnelerden ayıran bir dil olmazdı" kuramsal gelişmelerle sınırlı kalmamıştır. (1997: 71) diyerek cevap verirler. Dolayı­ Saf bakış inancının sorgulanmasını ve tem­ sıyla Berger'in sorusunda kemiklerin kırık sillerin toplumsal anlamların üretilmesine olduğunu gösteren röntgen filmi de bir yaptıkları katkının araştırılmasını bir adım söylemsel kuruluş içinde (tıp bilimi) an­ ileriye götüren çalışmaları görüntünün ola­ lam kazanmaktadır. nakları başlığı altında toplamak mümkün­ Bu yaklaşım içerisinde görsel materya­ dür. Örneğin Marc Ferro (1995) filmlerin, li değerlendirirken araştırmacılar, saf ba­ resmi tarihin ya da "objektif" bir tarih anla­ kış, yani gerçeği ortaya çıkarmak fikrinden yışının kurguladığı toplumu, karşı-çözüm- uzaklaşarak bakışın eklemlenmişliğine yö­ lemeye uğratma potansiyelinde olduğunu nelirler. Yani, bir toplumda herhangi bir belirtir. Ferro'ya göre, yönetmeni aşan, tarihsel momentte ortaya çıkan görsel ma­ sansürü aşan -ki çoğunlukla yazılı kültüre teryal toplumsal bağlam içinde değerlen­ ait bir sansür olduğunu belirtiyor- görün­ dirilir. Örneğin, Hamilton (1997) İkinci tünün dilindeki sürçmelerin ortaya çıkarıl­ dünya savaşı sonrasında, Fransız fotoğraf­ masının ya da bizatihi filmin toplumsal ta­ larında, Fransız kimliğine, Fransız kültü­ rüne dair anlamın, hümanist bir paradig­ ma içinde nasıl kurulduğunu gösterir. Bu çalışma, dönemin fotoğraflarındaki ortak temsil paradigmasını göstererek görsel ola­ nı bir toplumsal anlamlandırma pratiği olarak okumaktadır. Yani, söz konusu okuma, bakışın hümanist bir paradigmaya eklemlenerek gerçeğin belirli bir şekilde görülmesinin, kurulmasının ve hissedilip yaşanmasının araştırılmasıdır. Benzer şe­ kilde, Hail, siyahlara ilişkin temsillerin, popüler, görsel formlarda nasıl bir bakış rihle kurduğu kodlama ilişkisinin, sinema­ tografik eylem kipleriyle çözümlenmesi­ nin farklı bir toplumsal tarih kavrayışmı beraberinde getireceğini vurgular: Bunların saptanması, ideolojiyle olan uyumlulukların ya da uyumsuzlukla­ rın saptanmasını, görünürün arkasın­ daki gizlenmişi, görünür boyunca gö­ rünmez olanı keşfetmeye yardım eder. Burada bir başka tarihe, elbette Tarih gibi iyi ve düzenli bir bütün oluşturma iddiasında olmayan bir tarihe konu olacak birşeyler vardır; bu tarih, daha çok o bütünü arıtmaya ya da onu yok etmeye yardım edecektir (1995: 34). Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 51 Bu bağlamda, görsel kültür tartışmala­ yan Mirzoeff, bu çalışmaların, sımf ve top­ rı, bir yandan saf bakışın sorgulanması ve lumsal cinsiyet kimlikleri, cinsel ve ırksal- görsel siyasi mücadelenin olanakları üze­ laştırılmış kimlikler açısından toplumsal rine çalışmaları, diğer yandan ise günde­ etkileşimin ve tanımın düzenli olarak lik hayatta görsel deneyimin giderek daha meydan okunduğu bir alan olarak görsel fazla merkezi olmasıyla -ve hatta Mirzo- olamn çekiştiği, tartışıldığı, dönüştürüldü­ eff, görsel kültürün günlük yaşamımızın ğü anları ortaya çıkarabilir. Bu nedenle, bir parçası değil, günlük yaşamımız oldu­ Mirzoeff, görsel kültür çalışmalarının di- ğunu söylemektedir (1998: 3)- toplumsal siplinlerarası, kültürlerarası ve tanımlan­ ilişkilerin ve deneyimin, dünyayı ve benli­ mış bir alandan çok yapım aşamasında ol­ ği algılama tarzlarının nasıl değiştiği üze­ duğunu ifade ediyor (1998: 5-6). rine çalışmaları içermektedir. Rogoff (1998) ise, görsel kültür çalış­ Mirzoeff (1998), insan deneyiminin, malarının, imgeler üzerine çalışmaktan bugün, geçmişte olmadığı kadar görsel ol­ daha fazlasını içerdiğini vurgular. Ona duğunu ve görselleştiğini, görsel deneyi­ göre görsel kültür üzerine uğraşanlar, bir mimizin çoğunun bakışın biçimsel olarak yandan, kültür içinde, anlamların üretil­ yapılaşmış anlarında yer aldığım belirti­ mesinde, estetik değerlerin, toplumsal yor (1998: 7): "Elbette ki postmodemizm cinsiyet stereotiplerinin ve iktidar ilişkile­ sadece görsel deneyim değildir; ancak rinin yerleştirilmesinde ve korunmasında görsel kültür, postmodem günlük yaşa­ görüşün ve görsel dünyanın merkeziliğine mın tanımını ve işleyişini, soykütüğünü odaklanmaktadırlar; ancak diğer yandan çalışmak için bir taktiktir. Ayrılmış ve par­ bu odaklanma, yani görüşün alanını kültü­ çalanmış bir kültür olarak tanımladığımız rel anlamların kurulduğu bir arena olarak postmodem kültür, en iyi görsel olarak açma, görsel kültür çalışanlarını anında anlaşılır ve tahayyül edilir. Tıpkı 19. yüz­ izleyiciliğin işitsel, uzamsal, ve ruhsal di­ yılın romanla ve gazeteyle temsil edilmesi namiklerinin bütün yorum ve analiz dizi­ gibi" (1998: 4). Bu nedenle, Mirzoeff'e gö­ sine demirler (1998: 14). Bir diğer deyişle, re, görsel okur-yazarlığı, yazılı kültürün Rogoff, görsel materyallerin anlamının be­ kategorileriyle ve açıklama modelleriyle lirli bir tür yorum ve analizle kapatılması­ anlayamayız -ki yukarıda Ferro'nun da nın ya da dondurulmasının tehlikesine benzer bir tespit yaptığı aktarılmıştı. Gör­ işaret etmektedir. Bu nedenle de görsel sel kültür tarihi çalışmaları yapmak gerek­ metinlerarasılık üzerine düşünmek gerek­ tiğini ve görsel deneyimin diğer deneyim­ tiğini belirtir ve buradan yola çıkarak gör­ ler tarafından belirlenen ikincil bir dene­ sel kültürün, görüşün ve görünürün (visib- yim olarak düşünülemeyeceğini vurgula­ le) alanmda anlamın sürekli yer değiştir- 52 • iletişim : araştırmaları meşinin görsel eklemlenmesini sağladığı­ ancak bu konumların sabit konumlar ola­ nı, yani bakışın eklemlenmesini sağladığı­ rak düşünülmemesi gerektiğini vurgulu­ nı öne sürer (1998: 15). Rogoff'a göre, so­ yor. Bu vurgu, yukarıda inşacı temsil yak­ rulması gereken sorular şunlardır: "Görsel laşımında aktardığımız, anlam üretiminin kodlar nelerdir?" (bazılarına bakma izni temeli olan farklılıkla ilişkilidir. Dilde po­ veren, diğerlerini gözetleme tehlikesine zitif gösterenin olmaması, gösteren ve atan, ve diğerlerine tümüyle bakmayı ya­ gösterilen arasında kurulan her birliğin ya saklayan), "Hangi siyasi söylemler içinde da sabitliğin bozulabileceğini söylememi­ bakma ve bakışı ele geçirmeyi bir siyasi zi mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla, Ro­ direniş eylemi olarak anlayabiliriz?", "Bağlı olmadığımız kültürel grupların ürettiği imgelerle gerçekten özdeşleşebilir ya da haz alabilir miyiz?" (1998:16). goff, toplumsal olarak kurulan bu konum­ ların sabit olmadığını ve böylece görüşün alanının bir mücadele zemini haline geldi­ ğini belirtir (1998: 22). Yani Rogoff'a göre Rogoff'un soruları görsel kültür çalış­ görsel kültür, temsilleri patriarkal, Avru- ması için son derece önemlidir ve görsel pamerkezci ve heteroseksist normlardan kültür tartışmalarının temel noktalarını koparmak ve yeni bağlar kurmak için ola­ özetler niteliktedir. Basitçe söyleyecek naklar sunmaktadır (1998:16). olursak, bu temel noktalar yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gibi toplumun, sı­ nıfa, toplumsal cinsiyete, ırksallaştırmaya, etnisiteye dayalı hiyerarşik yapılanışına bakışın nasıl eklemlendiği ve bakışı boz­ manın nasıl mümkün olacağıdır. Öte yan­ Shohat ve Stam (1998) de benzer şekil­ de, görsel olanın içinde bulunduğumuz tarihsel momentte metinlerarasılığın çok boyutlu dünyasına stratejik ve basit bir gi­ riş noktası olduğunu ve Kartezyen bakışı dan Rogoff, dünyayı fantezilerimiz veya ya da antropolojik bakışı bir yana bırakan arzularımız yoluyla yeniden kuran veya çok merkezli, diyalojik (karşılıklı konuş- içimizdeki hikayeleri anlatan her türlü masal) ve farklı görsel kültürler arasında arenadan imgelerle nasıl aktif olarak etki­ ilişkisel bir çözümlemenin önemine de­ leştiğimizi anlamaya ihtiyacımız olduğu­ ğinmektedirler (1998: 45-46). Son olarak nu da vurgulamaktadır (1998: 16)." Özel­ Jenks'in görsel kültür çalışmalarını inşacı likle feminist film teorisinin ve ardından temsil kuramıyla biraraya getiren sözleri­ gelen azınlıkların eleştirel söylemlerinin ne yer vermekte yarar var: "Göstergebi- bakış üzerine saptamalarının (arzu eden lim, işarete tepkilerde ve onun okumala­ özneler ve arzulanan nesneler) görsel kül­ rında birliği kuran kültürel ağa bağlıdır. tür çalışmalarında bakışın kavranışına Bu ağ bizim görme/bakma rejimimizdir" önemli katkılar yaptığını belirten Rogoff, (1995:15). Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 53 Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık asimetrik yapılanışmı sürdürmenin ve ezilenleri bu yapıya bağımlı kılmanın bir Kellner, görsel muhayyilenin giderek artan önemini kabul etmek gerektiğini ifa­ aracı olarak görmek yerine görsel imgele­ rin müphemliği üzerine vurgu yapmakta­ de etmektedir. Ona göre bugün, insanlık dır. Yani, onların politik anlamının verili tarihinin en yapay ve imge-çökelmiş kül­ olmadığmı ve bu nedenle de görsel alanda türlerinden birinde yaşıyoruz. Bu nedenle mücadelenin ırkçı, cinsiyetçi, homofobik de bu durum, görsel muhayyilenin kar­ söylemlerin görsel imgelerle kurduğu maşık inşasını ve çoklu toplumsal işlevle­ bağları çözüp demokratikleşme, özgür­ rini anlamının önemini artırıyor. Kellner'e lük, sosyal adalet, feminizm gibi siyasi göre, eleştirel bir perspektifi içererek gör­ amaç ve değerler içeren söylemlerle yeni sel kültürü müzakere eden yaklaşımların bağlar kurmayı mümkün kıldığını belirt­ çoğalıp çeşitlenmesine büyük bir gereksi­ mektedir (2002: 4). nim var. Yani ona göre bir görsel kültür politikası üretmek için hem ekonomik-politik yaklaşımı hem de görsel kültürün farklı formları arasındaki farklılıkları tes­ pit edebilecek yaklaşımları bir araya geti­ ren bir eleştirel görsel okur-yazarlığm ge­ liştirilmesi gerekmektedir (2002:1). Kellner'e göre, görsel imgeleri eleştirel olarak okumak yani eleştirel görsel okur yazarlık üç temel çabayı içerir: Görsel im­ geleri toplumsal ve siyasi bağlamlarına yerleştirmek, onların anlam ve etki alanını ortaya çıkarmak ve cinsiyetçi, ırkçı, homo­ fobik vs. fenomenleri teşvik eden imgeleri Kellner'e göre film, televizyon ve ge­ açığa çıkararak eleştirmek (2002: 5). Bun­ nel olarak kültür çalışmalarında yaşanan ların yanı sıra Kellner, eleştirel yaklaşımın yoğunluğa rağmen görsel imgelerin öne­ görsel imgeleri ve medya metinlerini tek mi yeterince iyi değerlendirilememekte- bir yoruma indirgeyemeyeceğini de belir­ dir. İnşacı bir temsil yaklaşımıyla görsel tir. Elbette herhangi biri, tek bir yorumu imgeleri değerlendiren Kellner, teknolojik ayrıcalıklı kılabilir; ancak farklı okumala­ olarak dolayımlanan bütün görsel imgele­ ra ve farklı izleyicilerin görsel imgeleri na­ rin inşa edildiğini ve bu nedenle de görsel sıl algıladıklarım anlamaya da ihtiyacımız imgelerin temsil siyasetinde can alıcı bir vardır. Bu nedenle Kellner'a göre eleştirel rol oynadıklarını vurgulamaktadır. Ona görsel okur-yazarlığı, nitel ve nicel, her- göre, görsel imgeler ve temsiller birbiriyle meneutik ve eleştirel, semiotik ve yapısal yarışan toplumsal söylemleri dolaşıma so­ yaklaşımları, kültürel metinlerin moral, kar ve yeniden üretir. Bu anlamda Kell­ felsefi ve estetik boyutlarını da içeren çok ner, görsel imgeleri, toplumun, ırka, etni- perspektifli bir yaklaşım olarak değerlen­ siteye, sınıfa, toplumsal cinsiyete dayalı dirmek gerekmektedir (2002: 5). 54 • iletişim : araştırmaları Özetle Kellner'a göre, eleştirel görsel şılaştırılması iki yaklaşım arasındaki or­ okur-yazarlık, görsel imgeleri üretildikleri taklıkları ve farklılıkları görmeyi de müm­ ekonomi-politik bağlam içinde değerlen­ kün kılacaktır. dirmeyi ve temsillerin politik anlamlarıy­ la birarada düşünmeyi içermenin yanı sıra hem metni hem izleyici alımlamasım dert edinen çok perspektifli bir yaklaşım geliş­ tirmeyi de gerektirmektedir. Kellner, eleş­ tirel görsel okur-yazarlığın geliştirilmesi­ nin eğitimin ve toplumun yeniden yapı­ lanmasının önemli bir parçası olduğunu vurgulamaktadır. Farklı medya formla­ rından siberkültüre kadar her yönüyle görsel kültürü ciddiye alacak şekilde yeni­ den yapılanan bir eğitim sistemi çoklu okur-yazarlıklarm geliştirilmesine katkı yapmanın yanı sıra toplumsal ve kamusal süreçlere katılım için gerekli becerilerin de kazanılmasını sağlar (2002: 7). Dolayısıyla Kellner'e göre, eğitimin eleştirel görsel okur-yazarlık geliştirecek şekilde yeniden yapılanmasını talep etmek daha eşit ve daha özgür bir toplum talep etmenin de önemli bir parçasıdır. Kültürlerarası iletişim, "farklı kültürle­ re mensup insanlar arasında etkileşim ve anlam aktarımları, yabancının algılanma­ sı, açıklanması ve kültürel farklılıkların gözetilmesi gibi konuları inceleyen disiplinlerarası bir bilim dalıdır" (Kartarı, 2001: 22). Antropoloji, etnografi, linguistik, sosyolinguistik, iletişim ve kültür çalışmala­ rından yararlanan bu disiplin, kültürler arasındaki farklılıkları, toplumları bir dizi temel parametreye göre sınıflandırarak açıklamaya çalışmaktadır. Bunlar, bireycilik-cemaatçilik, erillik-dişillik, belirsizlik­ ten sakınmanın, güç aralığının çok ya da az olduğu kültürler, yüksek-düşük bağlamlı kültürler gibi sınıflandırmalardır (Jandt, 1998; Kartarı, 2001). Bunların yanı sıra, kültür-doğa ilişkisini, kültür içinde insanların ve etkinliklerinin yerini, insandoğa ilişkisini tanımlayan kültürel değer­ lere göre ve yüz ifadesi, beden dili, top­ lumsal kontrol ve direnç mekanizmaları Kültürlerarası İletişim Yeterliği (bakışı sakınma, sessizlik, dedikodu, lanet vs.), zaman ve mekan algısı gibi sözlü ile­ Son olarak, Kültürlerarası İletişim lite­ tişimin dışında kalan ama kültürlerin ratürünün görsel kültür tartışmalarına farklılıklarında sözler kadar belirleyici olan katkısından söz etmeye çalışacağım. olan unsurlara göre de sınıflandırmalar Kültürlerarası iletişim yeterliğim bu literatü­ yapılmaktadır (Jandt, 1998; Kartarı, 2001). rü aktarabilmek için temel bir kavram ol­ Bütün bunların sonucunda ise kültürlera- ması nedeniyle tercih ettim. Ancak diğer rası iletişim alanı, 'kültürlerarası iletişim yandan bu kavramın, eleştirel görsel okur­ yeterliği'nin geliştirilmesine ve bunun ko­ yazarlık ile bir arada düşünülmesi ve kar­ şullarına yönelmektedir. Kartarı, bu yöne­ Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 55 lişteki amacın farklı kültürlerin etkileşime içinde inşa edilmesi fikriyle ortaklık içer­ geçtiği ortamlarda, kültürel farklılıkların mektedir. Yani yeterlik, öznenin niyetiyle tanınmasını, saygı ve hoşgörüyle karşılan­ kazandığı ve tümüyle farkında olduğu "ki­ masını ve etkin bir iletişimin kurulmasını şisel beceri" değil öznenin içinde bulundu­ sağlamak olduğunu belirtmektedir (2001: ğu kültürde varolabilmesinin (konuşabil­ 211). Öyleyse bu yeterliğin nasıl tanımlan­ mesinin/eylem esinin) koşuludur; özne dığını ayrıntılandırmakta yarar var. konumudur. Linguistik teori içinden gelen Hymes İletişimin etnografisi alanını geliştir­ (1997), yeterlik nosyonunun sadece gra- meye çalışan Saville-Troike (1989), alanm matik olarak değil daha geniş bir alan için­ temel sorularının "Herhangi bir konuşma de düşünülmesi gerektiğini vurgular. Ko­ topluluğu içinde konuşmacının iletişim nuşma tarzları üzerinde duran Hymes, kurabilmesi için gerekenler nelerdir ve bunların analizinin ve tanımlanmasının bunlar nasıl öğrenilir?" olduğunu ve ilk so­ yapılmasını temel görev olarak öne sürer­ runun cevabmm, yani "gereken bilginin" ken konuşma tarzlarının kullanımının, an­ "iletişimsel yeterlik" olarak adlandırılabile­ lamının ve koşullarının da analizini yap­ ceğini belirtir. Öyleyse temel amaç, top­ mak gerektiğini belirtir. Dolayısıyla ona lumsal anlamın nasıl ortaklaştığı ve yayıl­ göre, linguistik, sadece gramer ile değil dığını bulmaktır. Hymes, yukarıda aktarıl­ konuşmanın örgütlenmesiyle de ilgilen­ dığı gibi, dilin ne olduğunun onun nasıl ve melidir. Benzer bir yaklaşımla konuşma niçin kullanıldığından ayrılmaz olduğunu topluluklarının sadece dilin gramerinin belirtmektedir. Saville-Troike, buradan yo­ yayılmasını sağlamadığını aynı zamanda la çıkarak, iletişimin etnografisinin, dili konuşma tarzlarının da örgütleri oldukla­ toplumsal olarak yerleştirilmiş bir kültürel rını belirten Hymes yeterliği sadece kişisel biçim olarak ele aldığını ve hem dilin kod­ bir beceri ya da gramer bilgisi değil kişiler­ larını hem de konuşmacıların ve dinleyen­ den bağımsız olarak toplumun organik lerin kısaca insanların bilişsel süreçlerini özelliğinin bilgisi olarak tanımlamaktadır. analiz etmeye ve anlamaya odaklandığım Kısaca Hymes, dilleri insanların onlarla söylemektedir. Bu yaklaşım, dilin, konuş­ yaptıklarıyla bir arada düşünmektedir.12 ma topluluğunun sınırlarını çizmede öne­ Dilin toplumsallığına yönelik bu vurgu, mini vurgular. Ortak bir kültüre, toplum­ inşacı temsil yaklaşımıyla ortaktır. Bu an­ sal ağa, tarihe sahip olma büyük oranda lamda yeterliği, "toplumun organik özelli­ ortak iletişim hissiyatına sahip olmaya ba­ ğinin bilgisi" olarak tanımlamak ise niyetçi ğımlıdır. Yani, iletişimsel yeterlik, dilin ya da yansımacı temsil yaklaşımlarından kodlarını bilmektir. Kime, hangi durumda, farklı olarak öznenin de bu toplumsallık neyi, nasıl söyleyeceğini bilmektir. Dolayı­ 56 • iletişim : araştırmaları sıyla da dilin kullanımın yansıra diğer ile- Şimdi yukarıda aktarılmaya çalışılan tişimsel boyutları da içerir. Bu anlamda, kültürlerarası iletişim yaklaşımını görsel iletişimsel yeterlik aynı zamanda kültürel kültür açısından düşünelim. Hiç şüphesiz yeterliktir. ki; bu yaklaşımlar görme, bilme ve gerçek­ Yeterlik kavramı en temel düzeyde bu şekilde tanımlanmaktadır. Buradan besle­ nen kültürlerarası iletişim yeterliği kavra­ mı, kültürlerarası iletişim literatüründe al­ tı ana yaklaşım içinde şu şekilde ifade bu­ lur: Uluslarası birey yaklaşımına göre farklı ülkelerde geçici olarak yaşayan ve yeterli­ ği kazanmış birey, yabancılarla ilişkisin­ den edindiği deneyimleri mesleki becerile­ rine de başarıyla uygulayan kişidir; sübjek­ tif kültür yaklaşımı ise bireylerin farklı kül­ türel davranışları anlama ve onlara saygı gösterme, içinde bulundukları kültürel or­ tama uygun davranış geliştirme yetilerini öne çıkarır; çok kültürlü insan yaklaşımı, kültürlerarası iletişim yeterliğine sahip bire­ yin zor ve alışılmadık ortamlarda bile ileti­ şim gerçekleştirebileceği tezine dayanır; lik arasındaki özdeşliğe dayanan bir epis­ temolojiden uzaklaşmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, bu yaklaşım, dilin top­ lumsallığından, anlamların toplumsal ola­ rak kuruluşundan, farklı kültürlerin farklı sınıflandırmalara sahip olduğundan bu nedenle de görm e/bilm e/gerçeklik'in dil tarafından dolayımlandığını ifade eden linguistik ve kültür çalışmalarından bes­ lenmektedir. Bu anlamda, kültürlerarası iletişim yeterliği, tıpkı eleştirel görsel okur-yazarlık gibi ya da onun bir bileşeni olarak farklı kültürlerin görsel ürünleri nasıl okuduğuna ve farklı kültürlerin bir arada bulunduğu ortamlarda görsel olanın yorumlanmasında çok-perspektifli oku­ maların gerçekleştirilmesine katkı yapabi­ lir.13 sosyal davranışçılık, kültürlerarası iletişim Ancak diğer yandan, yukarıda aktarı­ yeterliğini bireyin kişisel özelliklerine de­ lan altı yaklaşım içinde kültürlerarası ileti­ ğil, eğitim programlarına ve deneyimleri­ şim yeterliği tanımlan örtük olarak bütün­ ne bağlar; tipoloji yaklaşımı ise kültürlerara- cül bir özne kavrayışım ve ideal bir ileti­ sı iletişim yeterliğini farklı birey tipolojile- şim ortamının mümkün olabileceği varsa­ riyle (uyum yeteneği, etkin iletişim beceri­ yımını içermektedir. Saville-Troike'nin si, hoşgörü vs.) açıklama eğilimindedir; iletişim etnografisinin iki temel sorusu son olarak kültürlerarası İletişimci yaklaşımı olarak değerlendirdiği "iletişim kurabil­ başarılı iletişimin (kültürlerarası iletişim mek için gerekenler nelerdir" ve "bunlar yeterliğine sahip bireyler arasındaki ileti­ nasıl kazanılır" sorularının ilkinin cevabı şim) karşısındakinin sözlü ve sözsüz ileti­ iletişimsel yeterlikti. Peki bu bilgi nasıl ka­ şim davranışlarını anlamayla olacağını zanılır? Yani, ikinci sorunun yanıtı, bü­ öne sürer (Kartarı, 2001: 208-210). tüncül özne kavrayışı ve ideal bir iletişim Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 57 ortamı varsayımı nedeniyle verilememek­ analizi çalışmalarıyla ortak yanları vardır tedir. Bir diğer deyişle, iletişimin ideoloji (linguistik, sosyolinguistik, bilişsel psiko­ ve iktidar boyutu göz önüne alınmamak­ loji gibi). Örneğin van Dijk (1998) haberi tadır. Kültürlerarası iletişim yeterliğinin bir söylem olarak ele alan ve bu yolla ana­ kazanılmasında en önemli engellerin ste- liz eden yaklaşımına, Levi-Strauss, Bart- reotipler, önyargı, ırkçılık, etnomerkezci- hes, Metz, Eco, Kristeva, Althusser, Fo- lik olduğu belirtilmekte fakat bunların ucault, Lacan gibi yapısalcı ve post-yapı- kültür içinde yer alan özneler tarafından salcılarm yanı sıra Hymes, Gumperz, Sa- nasıl içselleştirildiği açıklanmazken, kül- ville-Troike gibi iletişim etnografisi üzeri­ türlerarası iletişim yeterliği bireyin kaza­ ne çalışanların, Ervin-Tripp ve Labov gibi nabileceği kişisel bir beceriye indirgen­ sosyolinguistikçilerin söylem analizine mektedir.14 Dolayısıyla burada sorunlu katkılarını dahil etmektedir.16 Bu katkılar olan bir nokta var ki; o da bireysel yeterli­ şöyle sıralanabilir: Mitler, masallar, öykü- ğin ideal bir konuşma topluluğu varsay- anlatma, şarkılar ve her çeşit günlük söy­ masıdır. Bunun sonucu olarak ise farklılı­ lemin etnografik bağlamı yani bunların ğı "kabul edilen" kültür, görünen özellikle­ kullanımının toplumsal ve kültürel koşul­ riyle ve homojen bir şekilde değerlendiril­ ları, toplumsal faktörlerin (sınıf, toplum­ mektedir. Oysa, öznelerin kendi kültürle­ sal cinsiyet, etnisite gibi) iletişime etkisi. riyle çatışma içinde oldukları durumlar, Van Dijk grama tik analizin yanı sıra gör­ kültürün hakim söylemine dahil olama­ sel analizden de söz etmektedir (Haber yanlar, iletişimsel yeterliğin negatif yönle­ filmlerinde kamera çekimleri ve perspek­ ri,15 kültür içinde öznelerin çelişkili ko­ tif gibi).17 numları (Biliyorum ama yine de...) da top­ lumsal/kültürel olarak kurulan gerçekli­ ğin önemli unsurlarıdır. Sonuç olarak, yukarıda aktarmaya ça­ lıştığımız yaklaşımlardan da anlaşılabile­ ceği gibi, görsel kültür çalışmaları hem Bu anlamda kültürlerarası iletişim lite­ görsel olanın eleştirisini, hem de farklı bir ratürünün bu ikili yönünün -yani bir yan­ görsel olanın nasıl üretileceği sorularına da anaakım (mainstream) iletişim çalış­ odaklanmaktadır.18 Bu tartışmalardan çı­ malarının içinde kalarak özellikle küresel kan en önemli sonuç ise bir görsel kültür iş dünyası için bilgi üreten diğer yanda ise politikası üretmenin ve birbirinden çok eleştirel yaklaşımlarla ortak noktaları içe­ ayrı gibi görünen alanlardaki (siyaset, si­ ren dil ve kültür çalışmalarının- eleştirel nema, sanat, günlük hayat gibi) bakışı kısmının görsel kültür çalışmalarıyla bir bozma pratikleri arasındaki ilişkileri kur­ araya getirilebileceği söylenebilir. Nite­ ma gereksinimidir. Öte yandan bu pratiği kim, bu literatürün Anglo-Sakson söylem farklı bakışlar arasındaki eklektik bir bir­ 58 • iletişim : araştırmaları lik olarak da görmemek gerekir. Bakışı "bölünmüş" kıldığını söylemesi, Mc Farla- bozmanın görsel siyasi mücadeleye ve ge­ ne'e göre modernizmin ilk duyuruların­ niş anlamda temsil siyasetine bağlandığı dan biridir ve aynı zamanda olgucu, ge­ yer burasıdır. Eğer her bakış, kültürel bir nelleştirici, nesnel düşüncenin de sorgu­ inşa olduğu ölçüde maddiyse, bakışı boz­ lanmasıdır: "İnsan mizacınm çeşitli kalıp­ ma pratiği bir siyasi söyleme eklemlene­ lara göre aktarılan doğalcı ayrıntı döküm­ rek farklı bir bakış ve farklı temsiller üre­ leriyle ifade edilmesi imkansız, yakalandı­ tebilir. Bu anlamda, eleştirel görsel okur­ ğı andan kaçan, bilinmezliklerle dolu, çok yazarlık, son derece politik bir taleptir. Çalışmanın son bölümünde, üzerinde durduğumuz noktaları yemden düşün­ meyi sağlayacak bir söyleşi üzerinde du­ rulacaktır. Andre Parinaud'un heykeltraş ve ressam Alberto Giacometti ile yaptığı bu söyleşi (Giacometti, 1998: 307-318), yönlü, şaşırtıcı, karmaşık sadeleştirilemez bir şey olduğu saptaması" (Mc Farlane, 216). Bu sorgulama önemlidir; çünkü her şeyin istatiksel veri gibi kesinliğinin ola­ mayacağına, öznel/nesnel ayrımını kır­ maya, herşeyin karşıtıyla içiçe girmesine, değişime, akışa ve modemist bir üslubun doğuşuna işaret eder. Berman bu üslu­ yontu yapma pratiği üzerine Giacomet- bun, 19. yüzyılın bütün büyük modernist- ti'nin kendi deneyimleri hakkındadır. An­ lerinde -Marx, Kierkegaard, Nietzsche, cak, hem modernlik hem de görsel kültür VVhitman, Ibsen, Baudelaire, Melville, üzerine önemli ipuçları sunmaktadır. Cariyle, Stirner, Rimbaud, Strindberg, Sonuç Yerine: Bakışı Bozmak "Bir başı bütünüyle yakalamak olanaksızdı" (Giacometti, 1998: 308). Modern dönemin Kartezyen Perspek­ tif anlayışı dışında başka bir düşünce gele­ neği olduğuyla başlayacağız. Modernliğin bir başka tarihiyle. Mc Farlane, olgucu, çözümlemeci, nesnel, genelleştirici, mantık­ lı, mutlakçı, kişisellikten arındırılmış, belirlemeci ve mekanikçi görüşün 1890’larla birlikte sorgulanmaya başladığını vurgu­ lar (1998: 213). 1888'de Strindberg'in, dra­ matik stratejisinin "parçalama" olduğunu ilan etmesi ve kahramanlarını "belirsiz" ve Dostoyevski- olduğunu söyler ve onlarm paylaştıkları sesi şöyle tarif eder: Bu ses ani ve çarpıcı ton ve vurgu de­ ğişimleriyle, kendine dönmeye, tüm söylediklerini sorgulamaya ve yadsı­ maya; kendini uyumlu ya da uyumsuz seslerden oluşan geniş bir diziye dö­ nüştürmeye; elinden gelenin ötesine, daha geniş bir menzile uzanmaya, her­ şeyin karşıtına gebe olduğu ve 'katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği' bir dünyayı dile getirmeye her an hazır­ dır. Bu ses zaman zaman kendini keş­ fetme ile kendini alaya alma, kendin­ den haz duyma ile kendinden kuşku duyma arasında gider gelir (...) İronik ve çelişkilidir, çok sesli ve diyalektik­ tir" (1994: 22). Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 59 Kartezyen Perspektifçilik, modernliğin biçimde başaramıyorum. Çok katman var, çok düzey" (Giacometti, 1998: tek yüzü değildir. Bu anlamda görsel kül­ 309). Berman'ın özellikle vurguladığı gibi tür tartışmalarının önerdiği çok-perspektifli okuma modernlik için de geçerli ol­ malıdır. Bir diğer deyişle, eleştirel görsel Berger, görme yetisinin sürekli deği­ şen, beklenmedik olasılıklara karşı etkin bir yanıt olarak geliştiğini ve gelişmesi okur-yazarlık talebi, modernlik İÇİNDE arttıkça da olaylardan yorumlayabileceği modernliğin eleştirisinden beslenen ve görünüm dizilerinin karmaşıklığının da Berman'ın ifade ettiği anlamda modern arttığını, fark etmenin bu yorumlama ol­ bir taleptir. Bu bağlamda, Giacometti'nin gusunun can alıcı yönlerinden biri oldu­ yontu yapma deneyimine ilişkin söyledik­ ğunu belirtir (1998:11). Giacometti, bir ba­ lerini, hem eleştirel görsel-okur yazarlığın şı, çok uzaktan, çok yakından, profilden neden geliştirilmesi gerektiğine dair bir veya tam karşıdan farklı farklı gördüğünü cevap, hem de modernliğe dair çok-pers- ve hatta kendi görüşünün de hergün deği­ pektifli bir okuma gereksinimini gösteren şikliğe uğradığını fark ettiğini söyler. Mo­ bir örnek olarak okuyabiliriz. delin başına ait görünümlerin her seferin­ 1914 yılında, henüz 13 yaşındayken de değişiyor olması veya o ana kadar gö­ yontu yapmaya başladığını, 1920 yılına rülmeyen bir şeyin ortaya çıkması, kay­ kadar gördüğü şeyle onu gerçekleştirme bolması, yeniden görülmesi bütün bunları olasılığı arasında hiçbir zorluk bulunma­ fark etmekle ilişkilidir. Bir başka deyişle, dığım söyleyen Giacometti, 1920 yılında, BAŞ'a ait farklı görünümleri fark etmek, altı ay boyunca bir dostunu model olarak onun bütünlüklü, bitmiş, verili, tek, "ger­ kullamr ve yaptığı başı sonunda çöp tene­ çek" bir anlamı olduğuna dair inançtan kesine atar, "...o günden bu yana bir başı, uzaklaşmak demektir. Bu uzaklaşma aynı basitçe gördüğüm biçimiyle, en ilkel anla­ zamanda görme yetisinin üretkenliğini de mıyla yapmayı hiçbir zaman başarama­ mümkün kılar. dım" (1998: 308). Ayrıntıların içine girdik­ çe, farklılıkları gördükçe, kendisinin de "Hergün BAŞ'ı yapmaya hergün yeniden başladım" (Giacometti, 1998: söylediği gibi görme yetisi geliştikçe, gö­ 311). rünüşü kopya etmenin, bütünü yakalama­ nın kolaylığından imkansızlığına doğru gitmiştir. Giacometti'nin yaptığı hem gerçekçili­ ği her defasında bozan, hem de görme ye­ tisinin üretkenliğini harekete geçiren bir "Olgu orada karşımda. Bütünü pratiktir. Giacometti, modele ne kadar çok yakalamayı hiçbir zaman hiçbir bakarsa, modelin gerçekliği üzerindeki 60 • iletişim : araştırmaları perdenin o ölçüde kalınlaştığından söz eder; çünkü yavaş yavaş araya olası tüm yontular girer. Bu olası tüm yontular, mo­ deli farklı görme biçimleridir. Bir tek gös­ terilen değil sayısız gösterilen olabilir ya da modele ait tek, bütünlüklü bir görme biçimi imkansızdır. Giacometti, her gün yeniden başlayarak BAŞ'a ait olan izleri, görünüşleri yakalamanın peşindedir. Bu pratik görmenin üretkenliğine açılırken, "her zaman başka türlü olabilir"e giderken paradoksal bir biçimde görmenin bağım­ sız olmadığını da fark etmeyi sağlar. Yon­ tucu ile BAŞ arasındaki alan saydam de­ ğildir. Giacometti'nin ifadesiyle, "gerçek­ lik sürekli olarak koparılıp indirilen per­ delerin ardında yer alıyormuş gibi...bir ta­ ne daha vardır, her zaman koparılacak bir perde daha vardır" (1998: 314). Giacomet­ ti, yontularmı gerçeklikle özdeşleştirmez, onların görme biçimleri arasından bir gör­ me biçimi olduğunu, "gerçeklikten geriye kalan görünüş olduğunu" gizlemez; çün­ kü her gün BAŞI yapmaya her gün yeni­ den başlar. Her gün içinde dolaştığımız, yaşadığı­ mız orası burası, gidip geldiğimiz uzakların ve yakınların mekanı olan bu alanda ideolojik bir organ haline gelen 'göz'ü terk ederek başka türlü bakmayı öğrenmemiz gerekecektir ... Başka türlü bir bakışın üretilmesinde, yani gözün ve onun alışkanlıklarının terk edilmesinde, ... video kameranın rolü olacaktır; kamerayı kullanmak ... her gün görüneni bozmaya ve onu başka türlü görmeye yardım edebilir ve belki de görmenin bağımsızlığı inancından bizi kurtarabilir (1995: 66). Hem Mutman'ın hem de Mc Farlane'nin metninde bakışı bozan, daha genel anlamdaysa ilişkisel, bağlamsal, bitiştirici bir düşünce pratiği/"bakış" pratiği körlük kavramıyla karşılanmaktadır. Mc Farlane, modern döneme ait iki romanda (Çorak Ülke ve Körleşme) körlüğün bir yoksun­ luk olarak değil, her şeye tek tek bakarak dünyayı bağlantısız parçalardan oluşan bir yığın olarak görme ediminden kurtul­ ma, ilişkisiz görünen şeyleri ilişkilendirme, katı kutupsallıklar ya da abartılı ay­ rımlar içinden düşünmenin yerini ihtimal­ "Ne zaman çalışmaya otursam, bir gün önce yaptığım şeyi bir an bile duraksamadan bozmaya hazırım" (Giacometti, 1998: 314). ler, rastlantılar, çelişkiler fikrinin almasını sağlama gibi daha özgürleştirici bir "gör­ me biçimi", "bakış" olarak anlatılmasına dikkat çeker (1998: 222). Yani burada, ba­ Mutman, görüntülere dair saydamlık kış alışkanlıklarıyla, bağlantıları kopara­ inancına, gözün bağımsızlığı inancına gö­ rak şeyleri, olayları, durumları değerlen­ zün ideolojik bir organ haline gelmesi demek­ diren ve bunun saf, gerçek bakış olduğu­ tedir (1995: 43). Televizyonun ürettiği bu na inanan açık gözün karşısına körlük ko­ bakışı bozmanın yolu olarak önerdiği ise nulmaktadır. Mutman'ın metninde de video kamera kullanımıdır: körlük benzer bir yere yerleştirilmektedir. Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 61 Nesnelerin ya da olayların saf, açık seçik hallerini değil onların bozulmuşluğunu, içiçeliğini, karmaşıklığını, toplumsallığını gösteren ve onları bu şekilde gören, körlü­ ğü bu görme deneyiminin bir parçası ya­ pan bir bakışın olabilirliğinden söz edil­ mektedir (1995: 66). Giacometti'nin görü­ neni her defasında bozan yontu yapma pratiği, görme yetisinin üretkenliğine, ya­ ni körlüğe açılan ve böylelikle, tek, değiş­ mez, evrensel bakışı bozarak kendi değişi­ mini ve dönüşümünü de içeren bir pratik­ tir: Dünyanın fotoğrafik görünüşü ile ka­ bullendiğim kendi görüşüm arasında tam bir kesiklik oluştu. O an gerçekli­ ğin beni, o zamana kadar hiç olmadığı ölçüde şaşırttığı andı. Daha önce sine­ madan çıktığımda, hiçbir şey olup bit­ miyordu, yani perde alışkanlığı, ger­ çekliğin alışılagelmiş görünüşünün uzantısı olarak sürüyordu. Sonra bir­ den, bir kopukluk oldu, yani perdede olup bitenler, artık hiçbir şeye benze­ miyordu ve salondaki insanlara, onla­ rı daha önce hiç görmemişim gibi ba­ kıyordum (Giacometti, 1998: 316). Notlar 1Vision, Türkçe metinlerde görüş olarak yer almaktadır. : Orr (1997) modernlik denilen şeyin temel özelliğinin bakışın gücü olduğunu söylerken, bakışın gücünün gözetlemenin gücü olduğunu belirtiyor:"... yani bütün kurumsal güçlerin -... fabrika ... o ku l... hastane- farklı ortamlarda yaşayan tebaaları hakkında bilgi elde edebilmelerine aracılık eden modern çağda gelişen ve gittikçe büyüyen bir gözetleme biçim i.... Foucault, Aydınlanmanın cesur bir icadı olan Bentham Panoptikon'unu, gözetlemenin en önemli kaynaklarından biri olarak göstermiştir. Panoptikan, dairesel açıklığı bütün tutukluların sabit bir noktadan sürekli gözlenmesini sağlayan uzamsal bir hapsetme/kapatma modelidir. Bu model, aydınlanmayla yararlılığı, bilgi aracılığıyla iktidarı güçlendiren bir saydamlığın işlevsel ütopyasını birleştirdi. Kaba fiziksel güce tepki olarak doğan çeşitli isyanlara neden olmadan, bütün tebaaların sürekli olarak izlenmesini sağladı. Bu nedenle, bir yöntem olarak gözetleme kaba kuvvet karşısında bir seçenek oluşturdu" (84). 3Jenks, idea sözcüğünün Yunanca to see anlamına gelen fiilden türetildiğini belirtmekte ve İngilizce'de görmenin, bilme, anlama, bilme konumu gibi anlamlarına dikkat çekmektedir: "Do you see?", "Point of vievv", gibi (1995: 3). Daha güncel bir örnek, CNN Türk televizyonunun 11 Eylül olaymın ardından Amerika'nın Afganistan'ı işgali sırasında yayınladığı bir belgeselin adıdır: Peçenin Arkasındaki Afganistan. Belgesel, bize, Afganistan gerçeğini, üzerindeki "karanlık perde"yi/ peçeyi kaldırarak aktaracağını söylemektedir. Bu örneğe aşağıda yeniden dönülecektir. 4Jay, modem dönemin skopik (görme, bakma) rejiminin Kartezyen perspektifçilik olduğunu ifade ediyor (1998). Benzer şekilde Yeğenoğlu, Aydınlanma felsefesinin görüneni ayrıcalıklı ve değerli kılan bir epistemolojiye dayandığını ve Kartezyen perspektif anlayışın öznesinin evrensel, aşkın, yansız, gövdesiz, görünmeden görebilen özne olduğunu belirtiyor (1997:19). 5 Mulhall, Heidegger ve "varlık ve zaman" adlı kitabının Descartes eleştirisi bölümünde, Batı felsefesinde Heidegger'e gelene kadar insan dış dünya ilişkisine ortak yanıtların verildiğine dikkat çeker: "Örneğin Descartes, kendisini şöminenin karşısına geçmiş, balmumundan bir topu düşünürken hayal ederek, argümanlarına bir görsellik katmaktadır. Hume, nedenselliğin algısal köklerini araştırırken, kendisini bir bilardo seyircisi olarak düşünür. Kant, Hume'un analizlerine karşı çıkarken verdiği örnekte ise kendisini nehir kenarında durmuş, bir geminin seyrini izlerken tasvir eder. Başka bir deyişle, Descartes, Hume ve Kant'ın üçü de, insanların dünya ile olan temaslarım incelerken, bu dünya içinde bir aktör olmaktan ziyade, dünyadan ayrık bir gözlemcinin bakış açısına sahiptir. Örneğin Descartes, balmumu topu ateşe yaklaştırmaktan söz eder ama bu yöndeki pratik uygulaması daha ileri gitmez. Hume, şahsen kendisinin bilardo oynadığını hayal etmez. Kant ise, söz konusu gemi üzerinde seyreden bir kişinin bakış açısını incelemeyi hiç düşünmemiştir" (1998: 63). 6 Bonitzer, sinemanın gerçeklik etkisini nasıl sağladığı sorusunu, gerçek olanın homojenliği ve sürekliliğine dayalı varsayımla yani ekranın sınırlarının ötesindeki sürekliliği varsayımıyla açıklamaktadır. Kopuş ve süreksizliğe karşı bütünlük arzusuna yönelen insan, homojen ve süreklilik içeren bir gerçeklik varsayımıyla hareket eder (1995:10-14). 62 • iletişim : araştırmaları 7Yeğenoğlu'nun (1997), Batılı emperyal öznenin Doğuya bakışına ilişkin söyledikleriyle tümüyle örtüşmektedir: "... kadın, Chatterjee'nin de belirttiği gibi 'özgürlüğe yer tanımayan tüm bir kültürün göstergesine' dönüşür. Kadın ve Doğu arasında kurulan bu metonimik ilişki sayesinde kadın, geleneğin ve Doğunun özünün temsilcisi olarak düşünülür (1997:12). (...) Batıda hakim olan bu görsel gelenek, sömürge imgeleminin tahayyül biçimlerine de damgasını vurmuştur. Doğulu kadının peçesini açarak özgürleşmesini sağlama projesi, onu görme ve böylece keşfetme arzusundan ayrı düşünülemez" (1997: 21). 8 Paglia'ya göre kadınlar belirsizliği, gerçeğe ulaşmanın imkansızlığını bedenlerinden öğrenirler; bu anlamda belirsizliğe tahammüleri daha fazladır (1991:22). 9 Robins, görsel olanın hükümranlığını bu şekilde açıklarken iki episodea aktarır. Birincisi Körfez Savaşı'nda bombalama eylemlerini, karargahlarına dönüp ekrandan seyreden Amerikan askerleri ve İkincisi ise bir Hollyvvood filminde iki seri katilin öldürme eylemlerini kameraya kaydedip eve döndüklerinde izlemeleridir. Robins bu iki eylem arasındaki benzerliğe, izleme arzusundaki ortaklıklarıyla dikkat çeker (1996: 80). 10Berger (1989) Kübizmin resmedilen imgeyle gerçeklik arasındaki ilişkinin niteliğini değiştirdiğini ifade eder "Cezanne'dan önce her resim bir ölçüde pencereden görülmüş bir manzara gibiydi. Courbet pencereyi açıp dışarı çıkmak istemişti. Cezanne camı kırmıştır. Oda manzaranın, seyreden de görülenin bir parçası olmuştur" (1989: 64). 11 Ryan ve Kellner'ın (1997) Hollyvvood sineması üzerine yaptıkları çalışmanın bu etkileşimin en azından filmin görsel dilinde nasıl olduğunu anlamamıza bir örnek teşkil ettiğini söyleyebiliriz. 12Dilin toplumsallığına yönelik bu vurgu Labov (1997) ve Fishman (1997) tarafından da yapılmaktadır. Labov, sosyolinguistik kavramına yıllardır direndiğini belirtir; çünkü ona göre bu kavram, toplumsal olanın dışında dilsel bir teori ya da pratik olabileceğini ima etmektedir. Fishman'a göre ise dilin sosyolojisi insan davranışının iki yönü arasındaki etkileşimi inceler; yani dil ile davranışın toplumsal olarak örgütlenmesi arasındaki etkileşimi. 13İslami beden temsili ve İslamiyet'te bakışın Batı felsefesiyle karşılaştırıldığında nasıl bir farklılık içerdiğini tartışan bir yazı için bkz. Sayın (2000). Sayın, Batı sanatındaki temsil geleneğinde gözün, algılayan bir duyu organı olmaktan çıktığını ve İslam felsefesiyle karşılaştırıldığında baktığı nesneyi temsil ederek üstündeki hicap perdesini kaldırmak istediğini belirtir. Oysa İslam'da kendini eksilterek bakışı çekebilmek gerekir: "Kuran'ın otuzuncu ayetinde kullandığı sözcükle bakışı azaltabilmek -gad/yeguddu- gerekir: Bu, göz kapaklarını tevazu ileyla indirmek demektir ve bakışın egemenliğine engel olmak içindir. (...) Yine aynı nedenle 'bakmak, şeytan tarafından atılan zehirli bir ok gibidir. Birçok bakışlar vardır ki, daha sonraları bir takım hasretler ve üzüntüleri beraberinde getirmiştir' (203) (...) Varoluş düzeninin nasılı, kişiye ister mutluluk ister mutsuzluk versin kişisel bir deneyim değildir. Kusursuz ve İslami bir tezyin anlayışı, kendini oylumluluğuyla ortaya koyan bir benlik kavramıyla çelişecektir: İnsan gerçek manada 'Ben' diyememelidir" (204) . 14 Yukarıdaki altı yaklaşıma ek olarak örneğin Jandt (1998), bir yandan gerçeğin toplumsal olarak kurulduğunu ifade etmekte ama diğer yandan kültürlerarası iletişim yeterliğini iki yeteneğe sahip olmak olarak tanımlamaktadır: bağlamı anlama, uygun, etkili davranışı seçme ve diğer kültürlerin biricikliğini kabullenme. 15 Eğer, iletişimsel yeterlik dilin kodlarının içselleştirilmesiyse, bir kültürün öznesi olmak o kültürün stereotiplerini, önyargılarını oluşturan toplumsal anlamları da içselleştirmek de değil midir? Negatifliği bu anlamda kullanıyorum. 16Örneğin van Dijk söylemi bir iletişimsel olay olarak tanımlamakta (Ortak anlamlar, dil bilgisi, dünya bilgisi ve diğer inançlar) ve bilişsel boyutu (senaryolar, modeller, bağlam modelleri) da önemli görmektedir. 17 Kültürlerarası iletişimle söylemsel yaklaşımı biraraya getiren bir çalışma da var: Ron Scollon ve Suzanne YVong Scollon, 2001, Intercultural Comnıunication: A Discourse Approach. Blackvvell Publishers. Örneğin sınıf mekanlarının panoptikanın bir benzeri olduğunu belirtirler; öğrenciler birbirleriyle iletişim içinde değildir; çünkü tüm öğrenciler öğretmene bakar bir pozisyondadır ve öğretmen bütün öğrencileri görmektedir (124-125). 18Bu yazıda özetlemeye çalışılan tartışmalara ek kaynaklar ve bu konuda yeni çıkan kitapların değerlendirmeleri için bkz. Teobaldelli (2002); Horak (2002); Moriel (2002); Johnson (2002). Bu tartışmalar da yukarıda özetlenen çerçeve içindedir ve özellikle görsel olanla dil arasındaki ilişkinin tartışılması merkezi bir rol oynamaktadır. Aynca www.film-philosophy.com adresinden, yayımlanmaya yeni başlayan Visual Communicatioıı adlı dergiye de bakılabilir. Aslan • Görsel Olanı Okumak: Eleştirel Görsel Okur-Yazarlık • 63 Kaynakça Berger, John (1989). Picosso. İstanbul: Metis. Berger, John (1998). O A na A d atm ış. İstanbul: Metis. Berman, Marshall (1994). Katı Olan H erşey Buharlaşıyor. İstanbubİletişim. Belsey, Catherine (1980). C ritical Practice. Routledge: London&Nevv York. Bonitzer, Pascal (1995). Bakış ve Ses. İstanbul: YKY. Coward, Rosalind ve Ellis, John (1985). Dil ve M addecilik. İstanbubİletişim. De Lauretis, Teresa (1984). A lice Doesn't. Fem inisim , Sem iotics, Cinem a. Indiana University Press. Denzin, K. Norman (1995). The Cinem atic Society: T h e Voyeur's Gaze. London: SAGE. Ferro, Marc (1995). Sinem a ve Tarih. İstanbul: Kesit. Fishman, Joshua A. (1997). "The Sociology of Language". Sociolinguistics: A R eader and Coursebook. Coupland, Nikolas and Javvorski Adam (ed.). New York: St. Martin's Press. Giacometti, Alberto (1998). Yazılar. İstanbul: YKY. Hail, Stuart (1997a). "The VVork of Representation”. Representation. Stuart Hail (ed.). London: SAGE. Hail, Stuart (1997b). "The Spectacle of the 'Other'”. Representation. Stuart Hail (ed.). London: SAGE. Hamilton, Peter (1997). "Representing the Social: France and Frenchness in Post-VVar Hümanist Photography". Representation. Stuart Hail (ed.). Sage. Horak, Jan Christopher (2002). "The Archeology of Vision". www.film-philosophy.com / V0İ2-1998/ n39horak. 12.04.2002. Hymes, Dell (1997). "The Scope of Sociolinguistics". Socioliııguistics: A R eader and Coursebook. Coupland, Nikolas and Jaworski Adam (ed.). New York: St. Martin's Press. Jandt, Fred E. (1998). bıtercu ltural C om m unication: An Introduction. Califomia: SAGE. Jay, Martin (1998). "Scopic Regime of Modernity”. T he Visual C ulture Reader. Nicholas Mirzoeff (ed.). London&New York: Routledge. Jenks, Chris (1995). "The Centrality of The Eye In VVestem Culture". Visual C ulture. Chris Jenks (ed.). London&New York: Routledge. Johnson, Kathleen (2002)." 'To See or Not To See', That Is the Question". www.film-philosophy.com/ VOİ3-1999/ nljohnson. 12.04.2002. Kartarı, Asker (2001). Farklılıklarla Yaşamak: Kültiirlerarası İletişim. Ankara: Ürün. Kellner, Douglas (2002). "Critical Perspectives on Visual Imagery in Media and Cyberculture”. www.Gseis.ucla.edu / faculty / kellner/ ed270/VISUALLITcritical.htm. 02.04.2002. Labov, VVilliam (1997). "Lingusitics and Sociolinguistics". Sociolinguistics: A R eader and Coursebook. Coupland, Nikolas and Jaworski Adam (ed.). New York: St. Martin's Press. Laclau, Emesto and Mouffe, Chantal (1997). "New Reflections on the Revolution of Our Time". Representation. Stuart Hail (ed.). Sage. Mc Farlane, James (1998). "Modernizm ve Zihin". M odernizm iıı Serüveni. Enis Batur (der.). İstanbul: YKY. Mirzoeff, Nicholas (1998). "What Is Visual Culture?". The Visual C ulture Reader. Nicholas Mirzoeff (ed.). London&New York: Routledge. Moriel, Liora (2002). "The Sign of Zero: Semantics of Seeing, Perceiving, and Believing". www.film-philosophy.com/vol2 1998/n34moriel. 12.04.2002. Mulhal, Stephen (1998). H eidegger'de V arlık ve Zaman. İstanbul: Sarmal. Mutman, Mahmut (1995). "Televizyonu Nasıl Sorgulamalı?”. Toplum ve Bilim (67). 64* iletişim : araştırmaları Orr, John (1997). Sinem a v e M odernlik. Ankara: Ark. Paglia, Camille (1991). Sexual Personae. New York: Vintage. Robins, Kevin (1996). Into the Image. London & New York: Routledge. Rogoff, Irit (1998). "Studying Visual Culture''. The V isual Culture Reader. Nicholas Mirzoeff (ed.). London&New York: Routledge. Ryan, Michael ve Kellner, Douglass (1997). Politik K am era. İstanbul: Ayrıntı. Saville-Troike, Muriel (1989). The E tnography o f Com m unication. New York: B. Blackwell. Sayın, Zeynep (2000). "Batı'da ve Doğu'da Bedenin Temsilinde Haysiyet ve Zillet II". D efter (40). Scollon, Ron ve Scollon, Suzanne Wong (2001). Intercultural Com m unication: A D iscourse A pproach. Blackvvell Publishers. Shohat, Ella and Stam, Robert (1998). "Narrativizing Visual Culture: Towards A Polycentric Aesthetics". The V isual Culture Reader. Nicholas Mirzoeff (ed.). London & New York: Routledge. Teobaldelli, Paolo (2002). "Seeing and Thinking: For an Understanding of Visual Culture". www.film-philosophy.com / vol2 1998/nl5teobaldelli.12.04.2002 Van Dijk, T. A (1998). N ew s as D iscoourse. NJ: Lawrence Erlbaum Associates Publishers. Yeğenoğlu, Meyda (1997). "Emperyal Özne ve Feminist Söylem". Toplum ve Bilim (75). Yeğenoğlu, Meyda (1998). Colonial Fantasies: Toıvards a Fem inist R eading o f O rientalism . New York: Cambridge University Press. Bir iletişim Biçimi Olarak Moda: uModusuıııı Sınırları G. Senem Gençtürk-Hızal Fashion as a W ay of Communication: Boundaries of "M o d u s" Abstract. Özet Bir iletişim biçimi olarak moda, sembolik etkileşim Fashion as a way of communication is a concept aracılığıyla toplumsallaşma sürecinde, seçimlere göre vvhich functioning also as a way of expressing işleyen ve kimlikleri ifadelendiren bir kavramdır. 1980 identities on the basis of choices in socialization sonrası piyasa ekonomisine geçişle, yaşam tarzları ve process by symbolic interaction. Entered into liberal tüketim kalıplarındaki değişimlere farklı bakış economy after 1980s, Turkey has vvitnessed the fact açılarından eklemlenen moda olgusu, Islami yaşam that the phenomenon of fashion, articulated into biçimine de tesettür modası olarak yansımıştır. changing life styles and patterns of consumption with Tesettür modasında kadınların görünürlüğü giydikleri different point of vievvs, has reflected itself in Islamic aracılığıyla oluşmakta ve tesettür kendi içinde vvay of life by tesettür fashion. İn tesettür fashion, the modernleşmiş bir görüntüye karşılık gelen bir olgu visibility of vvomen has been realized by means of olarak ortaya çıkmaktadır. Tesettür modası, modernliğe clothing, and tesettür has appeared as a concept eklemlenme, İslam ve modernleşme boyutunda corresponding to a modernizing image itself. Tesettür tartışılan, Islami bakış açısının kendi içinde eleştirdiği, fashion, as a concept discussed vvithin the Islamic tartıştığı bir kavram olarak toplumsal hayatin gündelik context and modernization, and also criticized by the pratiklerinin içine girmekte bireysel kimliklerin ifadesini Islamic perpective itself, penetrates into practice of ve sembolik etkileşimi sağlamanın bir aracı everyday life; presents an individual identity; and, olabilmektedir. Bu çalışma, bir iletişim biçimi olarak becomes a means of symbolic interaction. The aim of moda, Türkiye özelinde ise 'tesettür modası* olgusunu this study is to analyze 'fashion' as a w ay of ele almakta ve tesettür modasını yaşam tarzları, communication in general and also 'tesettür fashion' tüketim örüntüleri bağlamında ortaya koymayı vvithin the contextof life styles and consumption amaçlamaktadır. pattterns in Turkey. iletişim : araştırm aları • © 2003 »1(1): 65-86 66 * iletişim : araştırmaları Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: “ Modus“ un Sınırları "Hiç kimse, bir Hiç Kimse olarak görül­ mek istemez ya da pek az kimse isteye­ bilir bunu; ama kıyafetten yararlana­ rak birisinin Birisi olduğu izlenimini yaratmak da, ne ilk bakışta göründüğü kadar kolaydır ne de o kadar açık" (Davis, 1997: 72). lerinin ve kullanılacak sembollerin ve "sınır'ların belirlenmesinde etkili ve önemli öğelerdir. Bu çalışma, bir iletişim biçimi olarak genelde moda, Türkiye özelinde ise "teset­ tür modası" olgusunu ele almakta ve teset­ tür modasını yaşam tarzları, tüketim örün- Bir iletişim biçimi olarak moda, sembo­ tüleri bağlamında ortaya koymayı amaçla­ lik etkileşim aracılığıyla toplumsallaşma maktadır. Çalışma, genel anlamda bir ileti­ sürecinde, kurallara göre değil, seçimlere şim biçimi olarak moda, özelde tesettür göre işleyen ve kimlikleri ifadelendiren bir modası üzerinden metodolojik olarak araçtır. Kimliklerin ifade edilmesinde giy­ farklı bakış açılarım da içinde barındıran siler ve giyim tarzları konusunda yapılan literatür taramasına dayanmaktadır. Te­ seçimler, Latince "modus"- "oluşmayan sı­ settür modası özelinde yapılan çalışmala­ nır" anlamına gelen modanm sınırlarını rın görece azlığı ya da yalnızca bu olgu­ oluşturmaktadır. Moda, bireyin yaşam tar­ nun siyasal İslam temelinde ele almışı, ile­ zına uygun olarak alabileceği görünümle­ tişim, moda, tesettür üzerinden yapılan li­ rin bir ifadesidir. Yaşam tarzları, toplum­ teratür taramasını, tesettür modası bağla­ sallaşma sürecinde şekillenen ve gündelik mında birleştirmeye çalışmaktadır. İs­ hayat içerisinde zevk (taste) kavramını lam'ın ya da belirli bir İslam anlayışının oluşturan/ortaya koyan bir bütünlük içer­ gerek dünyada gerekse Türkiye'nin top­ mektedir. Bu bütünlüğün bileşenleri, fark­ lumsal, siyasal ve ekonomik yaşamda ar­ lı yaşam tarzlarma göre değişiklik göster­ tan görünürlüğü, konunun bir de moda, mektedir. Değişkenler, kimliklerin, tüke­ yaşam tarzları ve tüketim kalıpları bağla­ tim örüntülerinin, toplumsallaşma süreç­ mında ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Gençtiirk-Hızal' Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus'un Sınırları" «67 Bir İletişim Biçimi Olarak Moda den, duruş, yürüyüş, giyim gibi sözsüz ile­ tişimin veri kaynakları, farklı mekanlarda Giysi/giyinme biçimleri toplumsal et­ farklı görünümler içererek çoklu kimlikle­ kileşimde, iletişim bağlamında bir sembol re ulaşmada araç olabilirler. Tüketim ve olarak kullanılmaktadır. Bu semboller, bi­ yaşam biçimleriyle birlikte, giyim ve moda reyin içinde bulunduğu toplumsal, kültü­ olgusu da kimliklerin bireysel ve kollektif rel, siyasal ve ekonomik yapıda anlam üre­ olarak ifadesinde önemli rol oynayan araç­ tirler ve kimliklerin toplumsal, ekonomik, lardandır. Modaya uymak Chaney'e göre siyasal, içerim ve ifadelerinde önemli rol (1999: 60), "hem toplumsal kimliğimizi oynarlar. Kendini ifade etmek, sözsüz bir onaylayan bütünün içinde olduğunuzu ve iletişime dayanarak, giysiler aracılığıyla onun bir parçasını oluşturduğunuzu bel­ anlamları paylaşmak ve farklı kimlikler geleyen bir göstergedir, hem de birey ola­ oluşturmaktır. Moda, bireyin yaşam tarzı­ rak kendinizi başkalarından ayırt etmeni­ na uygun olarak alabileceği görünümlerin zi" sağlamaktadır. bir ifadesidir. Kim ve ne olduğumuz konu­ sunda "öteki” ile paylaşılan izlenimler, toplumsal ilişkileri de düzenleyen ve kim­ likleri inşa eden bileşenlerdir. Bir kimlik yaratma, kim olarak algılanmayı arzu et­ me, farkmdalık ya da farklılık yaratma bi­ reyin kendisini ancak "öteki" ile ortak kül­ türel sembolleri paylaşabileceği derecede mümkündür. Bireysel kimlik, kim olduğu­ muz sorusuna verdiğimiz yanıt ya da ya­ nıtlardır. Kimliğin yansımaları olarak be­ Moda, sözlük anlamıyla çeşitlilik ve farklı yerlere gönderme yapan bir anlam içermektedir: Değişiklik ihtiyacı veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren ge­ çici yeniliktir, belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı göste­ rilen aşırı düşkünlüktür, geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğeniye uygun olandır, yaygın duruma gelmek ve herkesçe kabul edilmektir (TDK, 1992: 1032). 68 • iletişim : araştırmaları Her dönemin kendi estetiğini yaratma­ çimleriyle tüketicilere sunulmasını da be­ sı ve bunu içselleştirdikten sonra, o estetik raberinde getirmektedir. Sadelik ve göste­ değerden vazgeçmesi, modanın içinde riş, bir giyinme tarzı olarak ortaya çıkmak­ doğduğu toplumun kendini yeniden üre­ ta, ancak aym zamanda toplumsal, ekono­ tebilmesi için neredeyse bir önkoşuldur. mik statülere ilişkin bir izlenim yaratabil­ Ancak unutulmamalıdır ki, her dönemin mektedir. Statü, insanların giyinme biçim­ estetiği, bir sonraki döneme esin kaynağı lerinden oluşan izlenimlerle, kim olduğu­ olmakta ve bir başka dönemde tekrar orta­ nun, ne iş yaptığının, ekonomik durumu­ ya çıkabilmektedir. Aslmda tüm alanlar ile nun anlaşılabilmesi durumunu içermekte­ ilişkisi kurulabilen moda kavramının, de­ dir. Giysilerin etiketleri ve marka, statü an­ ğişiklik ihtiyacı, geçici yenilik, toplumsal lamında belirleyicilik içeren, aym zaman­ beğeni üzerine oluşturulduğunu söylemek da gösterişi de içinde barındıran semboller mümkündür. Latince "modus"tan gelen olarak hem moda endüstrisi hem de tüke­ moda, oluşmayan sımr anlamındadır (Bar- ticiler tarafmdan kullanılmaktadır. Giysi, barosoğlu, 1995:26,199). Oluşmayan sınır­ bazen bir üniforma biçimini alarak özne­ lar, kullanıldığı ya da varolduğu dönemin nin toplumsallaşma süreci içindeki farklı şartlarına, yapısına, yaklaşımlarına ve ya­ rolleri (asker, öğrenci gibi) bazen de gün­ şam tarzlarına göre sınırlarını ve içerikleri­ delik hayat içindeki rolü (çocuk, genç, ka­ ni belirlemektedir. dın, erkek gibi) yansıtmaktadır. Üzüntü Bamard (2001: 47-68), giysinin ve mo­ (Japonya'da beyaz, Batı kültüründe siyah danın işlevlerini; korunma, mütevazılık- yas kıyafetleri), mutluluk (renkli giysiler) gösteriş, abartı-sadelik, iletişim, bireysel ya da asilik (yırtık kot pantolon) giysiler dışavurum, toplumsal statü, toplumsal rol aracılığıyla bireysel dışavurumlar için bir belirleme, ekonomik statü, büyü - dini du­ araç olarak kullanılabilmektedir. Düğün, rumlar, siyasal sembol olma, toplumsal ri- çeşitli törenler, özel günler de gündelik/sı­ tüeller olarak sıralamaktadır. Giysinin ko­ radan olandan farklı biçimde giyinilmesini runma işlevi, hem fiziksel bir ihtiyaç ola­ sağlamaktadır. Bamard (2001: 65) giysile­ rak, bedenin dış etkenlerden korunmasına, rin "dini inancm gücü ve derinliği göster­ hem de kimliklerin ifade edilmesinde bir me aracı" olarak da kullanıldığını belirt­ maskeleme olarak kimliklerin korunması­ mektedir. Norton da (1997: 149) bir anlık nı içermektedir. Fiziksel anlamda, bedenin karşılaşmada bile olsa, giysilerin, giyilen­ değişen mevsim koşullarma uyum sağla­ lerin, insanlarm dini ve politik duruşlarını yabilmesi, kendini giydirmesi olarak ko­ ifade etmede yeterli olduğunu belirtmek­ runma, moda tarafmdan her mevsim yeni­ tedir. Giysinin tüm bu işlevleri, moda ol­ lenen ve değişen giysilerin, renkleri ve bi­ gusunun kendini üretmesi ve yeniden Gençtürk-Hızal• Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus'un Sınırları" *69 üretmesi için bir araç olarak işlemektedir. lik" yaratılabilir. "Ulaşılabilirlik" kavramı, Her zamanın, her mekanın, her kültürün, moda ve demokrasi kavramlarıyla birlikte her tür giysi için bile uygun olmaması, değerlendirilmektedir (Ewen ve Ewen, modanın tüketimini sağlamaktadır. 1982:109-251). Davis (1997:156), 19. ve 20. Moda, en geniş anlamıyla aslında bir pazarlama tekniği olarak değerlendirilebi­ lir. Beraberinde veya ardında taşıdığı önemli bir kavram olarak demodelikte bu­ nun bir ispatı niteliğindedir. McKendrick (aktaran Chaney, 1999: 26), moda ve de­ mode kavramlarının tüketim sürecinin hızlandırılmasında önemli bir işleve sahip olduğunu belirtmektedir (aktaran Chaney, 1999: 26). Ünlü bir giyim markasına da adını veren Chanel, modanın demode ol­ sun diye yapıldığını belirmektedir (akta­ ran Davis, 1997:183). Moda, her sezon ye­ ni bedenler kurmaya çalışır ve böylesi bir yüzyılda yaşanan teknolojik gelişmelerin moda alanına yansımasıyla, "modanın de­ mokratikleştiğini" belirtmektedir. Seri üre­ tim ile terzilerin, evlerinde, atölyelerinde "burjuva" sınıfının kendini farklılaştırmak adına talep ettikleri "haute cauture" etkisi­ ni yitirmiş, "moda bilinci elitin alanına hapsolmaktan kurtulmuştur" (Davis, 1997: 157-157). Kitlesel boyutta, tek bir kişi için değil "herkes için" giysi üretilmesi, diğer bir ifadeyle hazır giyimin doğuşu, moda­ nın demokrasisinin de doğuşunu hazırla­ mış ve gündelik moda olgusuna zemin ha­ zırlamıştır. çalışmanın amacına ulaşması bireylerin Moda olgusunun içeriğini, VVilson ve moda olanı tüketmeleri ve devamını eşgü­ Haye'nin de vurguladığı gibi (1999: 2) "be­ dümlü olarak talep etmeleri ile mümkün­ den" ve "beden politikalan"ndan ayırmak dür. Silverman (1998: 190), her sınıf için pek mümkün değildir. Beden, sadece biyo­ ulaşılabilirliğin aynı anda olmamasının, lojik bir varlık değil, aynı zamanda top­ öncelikle "seçilmişlere" daha sonra ise lumsal süreçlerde de inşa edilen ve fark­ "umuma" sunulmasının sebebinin sınıf lı/çoklu anlamlar içeren bir kavramdır. farklılığına dayandığını belirtmektedir. Silverman'a göre (1998:186) "giyim ve baş­ Silverman'a göre (1998:190) insanların ço­ ka bir tür süslenme, insan bedenini kültü­ ğunun belli bir görünüm kazanması, bu rel olarak görülebilir" kılmaktadır. Craik durumun moda olmaması anlamına gel­ (1994: 1), modayı, sıklıkla bedenin ve/ve- mektedir. Silverman'ın bakış açısından, ya kişinin "doğasını gizleyen bir maske" aslında moda sürecinin yukarıdan aşağıya olarak tanımlarken, bedenin giydirilmesi­ doğru işlemekte olan bir süreç olduğu söy­ ni, yapılandırılmasını ve temsil edilmesini lenebilir. Ancak, ikinci el pazarları, fason aktif bir süreç olarak değerlendirmektedir. üretimler, bireysel zevkler ve tercihler Giysiyi, bedeni çerçeveleyen dekoratif bir bağlamında değerlendirilerek "ulaşılabilir­ araç hatta bir maske/örtü olarak değerlen­ 70 • iletişim : araştırmaları diren VVarvvick ve Cavallaro, (1998: xv-xxi- olarak yaş, cinsiyet, toplumsal, ekonomik ii), aynı zamanda "bedenin nerede bittiğini statü gibi belirleyicilikleri günümüzde ha­ ve giysinin nerede başladığını" sorgula­ la geçerliliğini korumaktadır. Bir başka ifa­ maktadır. Entwistle (2000: 6-10), sosyal deyle, bedenler kamusal alanlarda denet­ dünyanın giydirilmiş bedenlerin dünyası lenen bir "manken" olarak değerlendiril­ olduğunu, bütün insanların bir biçimde mektedir. Kamusal alana çıkışlar sürekli -kültürel yapıyla uyumlu olarak- bedenle­ olarak Sennet'in ifadesiyle "yeni beden im­ rini giydirdikleri ve giydirilmemiş, çıplak geleri" oluşturmuş ve oluşturmaya devam bedenlerin özel alanlara ait olduğunu be­ etmektedir. lirtmektedir. Beden, Berktay'a göre (1996: 131), "çok güçlü bir sembolik form; bir kül­ türün merkezi kurallarının, hiyerarşileri­ nin ve hatta metafizik bağlılıklarının 'yazı­ lı' olduğu bir yüzeydir". Ancak, beden salt bir kültürel metin olarak değerlendirilme­ mek, bu kültürel metin aynı zamanda "toplumsal denetimin pratik odağı" olarak da düşünülmelidir (Berktay, 1996: 131). Beden, farklı kültürel bağlamlarda kadm ve erkek bedeni olmak üzere farklı anlam­ lar içerisinde kurulmaktadır. Beden aym zamanda, estetik, sağlık, tıp, kozmetik, gı­ da, moda gibi geniş bir yelpazede de kimi zaman bir uygulama alam kimi zaman da pazarlama çabalarının hedefi halini almak­ tadır. Craik'in The Face ofFashion (1994) isim­ li kitabında da temel tartışma konusu edil­ diği gibi aslında tek bir modadan söz edi­ lemez. Özellikle, Craik'in kurguladığı nok­ tada, Batı literatüründeki kullanımıyla mo­ da, kapitalist ekonomilerde giyinme dav­ ranışlarına gönderme yapmakta ve seçkin olan modayı gündelik moda anlayışından ayırmaktadır. McRobbie ise (1999: 202) özellikle 1980'lerden sonra seçkin/yüksek modanın, sokak stilinden, ikinci el stilin­ den ya da daha genel bir ifadeyle gündelik modadan çok da net olarak ayrılamayaca­ ğım, bu ayrımları bulanıklaştıracak birçok etmenin varolduğunu belirtmektedir. McRobbie'nin (1999) durduğu noktadan moda olgusu, her zaman yeni olanı değil, 18. yüzyıldan başlayan tarihsel bir sü­ geçmişi de yemden üreterek gündeme ge­ reç içerisinde kamusal roller kendini ifade tiren ve nostalji olarak değerlendirilen etme aracı olarak bedeni ve sözü kullan­ tarzları da tüketicilere sunmaktadır. Bu maya başlamıştır (Sennett, 1996: 90-140). tarz McRobbie (1999: 198, 222) tarafından Beden, "bir manken olarak", 18. yüzyıl Av­ "retro", yani "geriye dönüş" olarak tanım­ rupa'sında sımf ve cinsiyet belirleyen bir lanmaktadır. Moda, bu bakış açısından as­ araç işlevini görmektedir (Sennett, 1996: lında bir süreç olarak değil bir döngü ola­ 210-211). İktidarın kılık kıyafet alanındaki rak değerlendirilmektedir. "60'lardan bu uygulamaları, giysilerin bir iletişim aracı yana 60'lar kaç kez canlandırıldı?" diyen Gençtiirk-Hızal• Bir iletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus'un Sınırları" *71 moda yazan Apropos, modanın döngüsel lerinden olan din olgusunun, kapitalist bir süreç olduğunun da altını çizmektedir modem toplumlarda da toplumsal hayatın (aktaran Davis, 1997:123). bir parçası olmaya devam ettiğini söyleye­ Moda, insanın hem birey olarak hem de aym anda sosyal bir varlık olarak varol­ mak istemesinin bir yoludur. Giysilerle kendini ifade etmenin sürekli yenilenen veya yeniden üretilen yöntemlerle gerçek­ leşmesinin bir yoludur. Kendini ifade et­ mek, sözsüz bir iletişime dayanarak, giysi­ ler aracılığıyla anlamları paylaşmak ve farklı kimlikler oluşturmaktır. Moda, bire­ yin yaşam tarzına uygun olarak alabilece­ ği görünümlerin bir ifadesidir. Giydikleri­ miz ya da giymediklerimizin bir "zevk” (taste) ürünü olduğunu belirten Bauley biliriz. Bu bağlamda, moda olgusu Binark ve Kılıçbay'ın da belirttiği gibi; ... bireysel tercihi, bireyselliği ve farklı­ lığı ortaya çıkartmasına rağmen, bir yandan da bireyin kendisine benzer gi­ yinenlerin olmasından da kaynaklanan 'bir gruba, bir sınıfa aidiyet duygu­ su' nu da tatmin eder. Bu bir gruba ai­ diyet duygusu moda ile dinin kesişme noktasıdır (2000: 20). Özellikle, tüketim kültürüne eklemlen­ me noktasmda farklı izdüşümleri yakala­ yan din ve moda olgusu kimlik oluşumu­ nun yeni ifadelerini de içermektedir. Meş­ ru bir zemin yaratma gücüne sahip din ol­ (1991: 142), giysilerimizin dünyaya kendi­ gusu, bedene ilişkin bir çok düzenlemeyi miz hakkında söylediklerimiz olduğunu içinde barındırmaktadır. belirtmektedir. Craik'e göre, (1994:1) bedenin giydiril­ mesi, yapılandırılması ve temsil edilmesi Yaşam Tarzları ve Moda aktif bir süreç olarak değerlendirmektedir. Moda sürecinde de aslında aktif olan birey Moda, kapitalist sistemin mantığı içeri­ seçim yaparak kendi modasını oluşturabi­ sinde üretilip bireylerin farklılık ihtiyaçla­ lir. Tercihlerin ve zevklerin, seçim yapma rına cevap veriyormuş gibi görünse de di­ özgürlüğünün sınırlarını oluşturmada, hi­ ğer yandan, bir kollektivite içinde gelenek­ yerarşik bir düzen içerisinde belirleyiciliği sel yapıda bir aidiyetlik ve biraradalık tartışmalı bir konudur. Latince "mo- duygusunu pekiştirme işlevine de sahip dus"tan gelen modanın, "oluşmamış sınır" bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. anlamına geldiğini gözönünde bulundur­ Unutulmamalıdır ki, modem kapitalist duğumuzda, seçim yaparken, özgürlüğün toplumlarda bile geleneksel bir takım ol­ sınırlarını belirleyen bir çok etkenin varlı­ gular varlıklarını korumaktadırlar. Bu çer­ ğından söz edebiliriz. Toplumsallaşma sü­ çeve içerisinde düşünüldüğünde, özellikle recinde öğrenilenler, beklentiler, normlara geleneksel toplumlarm belirleyici özellik­ uygunluk, içinde bulunulan grup, sınıf ya­ 72 • iletişim : araştırmaları pıları, mekan zaman ilişkileri, zevkler, din bir tarihi olduğunu ve bir anlamda tekrar­ bu etkenlerden ilk akla gelenlerdir. Seçim­ lardan oluştuğunu belirten Lefebvre'ye lerin giderek artan biçimde ön plana çıktı­ göre (1998: 35), gündelik kavramı "toplu­ ğı moda anlayışının izlenmeye başladığını mu anlamak için bir ipucu olarak da" de­ belirtmek mümkündür. Böylesi bir anlayış ğerlendirilmelidir. Bu bağlamda da gün­ doğrultusunda bugün tek bir moda yerine delik kavramı içerisinde yer alan tüm pra­ modalardan söz edilebilmekte ve moda tikler ve bu pratikler içerisinde de moda alanındaki belirleyicilik kurallara göre de­ kavramı önem kazanmaktadır. ğil, sadece seçimlere göre belirlenmektedir (Evven ve Ewen, 1982: 250). Toplumsal hayatın bir parçası olarak, gündelik hayat, pratikleri aracılığıyla mik­ Seçimler, daha genel anlamda bireyin ro ölçekli vurguları da içinde barındırmak­ yaşam tarzı haritasının sınırlarını da belir­ tadır. Gündelik hayat içerisinde bireyin lemektedir. Bourdeiu modayı, gündelik yapıp ettiklerinin sıradanlığı, rutinliği hayat pratiğinin bir bölümü ve "habi- içinde bile oluşturulmuş bir tarz, bir ya­ tus"un üretimi olarak değerlendirmektedir şam biçimi vardır. Toplumsal olarak verili (aktaran Radner, 1999: 96). "Habitus", Bo­ olanlar ve toplumsal denetim araçlarının urdeiu tarafından "toplumsal yapılar ile yanı sıra belirli kurumlar, sistemler bireyin toplumsal pratikler arasındaki bağı" oluş­ turan, bireyin hayatı boyunca edindiği "düşünce, davranış ve beğeni kalıplarının tümünü içeren bir kavram olarak ele alın­ mıştır (aktaran Marshall, 1999:291). Bir an­ lamda toplumsallaşma süreci boyunca bi­ reyin öğrendiklerinden yola çıkarak ken­ dine bir "zevk" geliştirmesi ve hayatını, ilişkilerini ve pratiklerini bu bağlamda dü­ zenlemesi bu kavramın çatısı altında ger­ kendim üretmesine meşruluk zemini ya­ ratmaktadır. Bu sistemlerden biri de din­ dir. Berktay'ın ifadesiyle (1996: 9, 211) bir "anlam ve anlamlandırma sistemi" olarak din, kimlikleri, yaşam tarzlarını, tüketim kalıplarını, toplumsallaşma süreçlerini ve kullanılacak sembolleri belirlemede önem­ li ve etkili bir olgu olarak karşımıza çık­ maktadır. çekleşmektedir. Bourdieu'ya göre de (ak­ İslam, bir yaşam tarzı olarak da yarat­ taran Göker, 1999: 154) "farklı sınıfların tığı söylem içerisinde, gündelik ve top­ farklı tat" ya da diğer bir ifadeyle "zevk" lumsal hayatlara damgasını vurabilmekte, anlayışı vardır ve bu anlayış "ayırt edici" sahip olduğu farklı görünüm ve içerikleri bir özelliğe sahiptir. Bunun yansımalarım de kendi zemininde meşrulaştırabilmekte- gündelik hayatın neredeyse tamamında dir1. Yaşam tarzlarının İslamileşmesi, belki bulmak mümkündür (aktaran Göker, de dinsel anlamda İslamm hayatın tüm 1999:154). Gündelik hayatın sürekliliği ve alanlarına dair düzenleyiciliklerinin gele­ Gençtürk-Hızal• Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus'un Sınırları" »73 neklerle karışarak kendini ortaya koyma­ şumlar, toplumsal yaşamda İslami bakış sından kaynaklanmaktadır. İslami2 bakış açısının kurumsallaştığına, kapitalist siste­ açısı, modernliği kendi içinde değerlendi­ min modem üretim ve tüketim kalıplarına rerek, "gelenek/din içinde" üretmeye ça­ eklemlendiğine işaret etmektedir. Yukarı­ lışmaktadır (Arslan, 1997: 31). Ayhan Tar- da adı geçen alanların alt alanları çoğaltıla­ han'da (2000:141), özellikle Türkiye boyu­ bilir. Örneğin turizm alanında, otel işlet­ tunda 1970'ler sonrasında giderek artan meciliği ve kutsal topraklara yapılan seya­ bir biçimde yaşanmaya başlayan "İslamcı hatlerde, müzik alanmda yeniden bestele­ hareketin modemist bir yapı üzerine inşa nip kaset olarak satılan ilahilere ve tabii ki edildiğini" ve "İslamcı entellektüreller"in giyim alanında üretici ve belirleyici olarak geçmişlerinde modernliğin izlerini sürmüş karşımıza çıkan moda sektöründe İslami olduklarını belirtmektedir. bakış Din her ne kadar, geleneksellik ve mo­ açıları olduğunu gözlemlemek mümkündür. dernliğin çatışma alanı olarak ortaya ko­ İslami bakış açısıyla işleyen tüm yapı­ nulmuşsa da, Türkiye ölçeğinde bu üçlü­ lanmaları birbirinden bağımsız değerlen­ nün - geleneksellik, modernlik ve din- as­ dirmek mümkün değildir. Nitekim bu ya­ lında birbirine farklı dönemlerde nasıl ek­ pılanmalar, birbirlerini destekleyen, tetik- lemlendiğini gözlemek mümkündür. Ars­ leyen birer pazarlama anlayışını da içlerin­ lan (1997: 32), Türkiye'de farklı dönemler­ de barındırmaktadırlar. Özellikle son yıl­ de Arslan (1997: 32), "İslami" kelimesinin larda, "Caprice Otel" ile başlayan deniz ke­ eklemlendiği alanlar arasmda politik alanı, narında tatil kültürünün yaratılması ve su­ eğitim alanını, ekonomik alanı ve medya- nulması, moda alanında erkekler için diz tik alanı saymaktadır. . İslami bakış açısı, altına gelen şort-mayolar, kadınlar içinse politik alanda, parti söylemlerine ve prog­ sadece yüz kısmı açık, vücuda yapışma­ ramlarına, hatta hükümet uygulamalarına yan mayolar üretilmeye ve satılmaya baş­ yansırken, eğitim alanında, kolejlerden lanmıştır. Böylesi bir oluşumda, tatil kül­ üniversitelere hatta dershanelere kadar türünün farklı ürünler ve üreticiler tarafın­ uzanmaktadır. Ekonomik alanda faizsiz dan oluşturulmaya ve tamamlanmaya ça­ kazanç söylemiyle şekillenen bankacılık lıştığını belirtmek mümkündür. Bilici sisteminde, iş adamları demeklerinde, çe­ (2000: 218), İslam'ın "siyasal ve entelektüel şitli holding, şirket ve işyerlerinde, medya görünürlüğüne ilave olarak kamusal alan­ alanında, radyo, televizyon, film endüstri­ daki kültürel görünürlüğü sağlayan ilk si, gazete, dergi gibi kitle iletişim araçların­ kayda değer örnek" olarak Caprice Otel'i da da İslami bakış açısının yansımalarını işaret ederken, İslamcı "aydınlar" tarafın­ gözlemlemek mümkündür. Bütün bu olu­ dan böylesi bir tatil kültürünün eleştirildi­ 74 • iletişim : araştırmaları ğini ve "İslam'ın tatil edildiği" bir mekan lümanlar için yeniden düzenlenen tüketim olarak ele alındığını da belirtmektedir. Bu kalıplarıyla hali hazırda bulunan hayat ve benzeri bir çok ürünün, tüketilmesi ile tarzının "İslami versiyonu"nun oluşturul­ oluşan ve "İslami yaşam tarzı" olarak ad­ duğunu ve "günlük hayat içinde herşeyin landırılan olgu, aslında niş (bölümsel) pa­ müslümancası"nın üretilmeye başlandığı­ zarlama anlayışı ile oluşturulmaktadır. "Moda, marka ve kar" kavramları, İsla­ mi yaşam tarzının kapitalizme eklemlen­ diği süreçte ön plana çıkmaktadır (Arslan, 1997: 33). Bu eklemlenmeyi temelde "İs­ nı belirtmektedir. Bu versiyonun önemli bir alanını da bir sembol olarak değerlen­ dirilen ve "İslami giyim tarzı" olarak yo­ rumlanan "tesettür" ve "tesettür modası" oluşturmaktadır. lamcı sermaye" ile ilişkilendiren Kıvanç (1997: 44), bu sermayenin faaliyetlerinin dini yönde olduğunu ve dini amaçlı faali­ yetlerden elde ettikleri gelirler ile serma­ Moda ve Tesettür: ‘Tesettür Modası" yelerini "sürekli dönüştürdüklerinin" de Tesettür kelimesi Arapça, setr, masta­ altını çizmektedir. Üstelik tüm bu kavram­ rından gelmekte ve örtünmek, saklanmak, lar, "moda, marka ve kar" aslında İslamcı gizlenmek, kapanmak anlamlarına gel­ düşüncenin bir biçimde tasvip etmediği, mektedir (Hatiboğlu, 2001: 7, Apaydın, onaylamadığı israf, ihtiyaç ötesi alanların 2001: 91, TDK, 1992: 1462). Anlamı sürekli yansıması olarak değerlendirilebilecek değişerek dönüşen bu kavram, farklı bakış kavramlardır. İslami kavramların ve isim­ açılarının dayandığı referans noktaların­ lerin içeriğinin boşaltılarak bir meta haline dan farklı biçimlerde değerlendirilmekte­ getirilmesi ve tüketime sunulması, özellik­ dir. Referans noktalarından biri İslam dini­ le marka olma, marka yaratma konusunda nin kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim'dir3. tercih edilen bir yöntem biçimi olmuştur. Kur'an ile beraber, hadis, tefsir, fıkıh gibi Arslan'ın da (1997: 33) ilginç bir örnek ola­ kaynaklar da tesettür olgusunun dini içe- rak verdiği tesettür giyim firmalarından rimlerine dair ifadeler içermektedir Teset­ biri olan "Tekbir Giyim"de de görüldüğü tür, örtünme biçiminde ele alınmakta ve gibi, Tekbir kelimesi içerik bakımından an­ başörtüsü, örtü, giysi, giyinme gibi ilişkili lamını terkedecek bir biçimde "ticari mül­ bir çok kavramla birlikte değerlendiril­ kiyetin metal" haline gelmiştir. Örnekleri mektedir. çoğaltmak mümkündür: Risale Giyim, Hilye Collection, Setre Tesettür gibi. Fatima Mernissi (aktaran Göle, 2001: 127-128) tesettür kavramının farklı işlevle­ Barbarosoğlu (2002: 96) Türkiye'de ri ve boyutları olduğunu belirtmektedir. özellikle 1980'lerle başlayan süreçte, müs- Tesettürün Memissi'ye göre görsel boyut Gençtürk-Hızal• Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus'urı Sınırları" • 75 işlevi, "bakıştan gizlenmek ve saklanmak", lüğünü arttırmakta, hatta ve hatta bu gö­ mekana ilişkin işlevi, cinsler ayrımını vur­ rüntü aracılığıyla bir anlamda "meydan gulamak ve ahlaki boyuttaki işlevi de ya­ okumaktadır". Barbarosoğlu (2002: 96) sak, mahrem, gizli olan alanı işaret etmek­ özellikle 90'lı yıllarda tesettür modasını, tedir (aktaran Göle, 2001:127- 128). tesettür defileleri ile sergileniyor olması İslam bağlamında örtünmek, kapan­ mak, gizlenmek özellikle kadın üzerinden kurgulanmış, sadece giysi/giyinme boyu­ tunda değil, mekan olarak ev içinde tutul­ ma, eve kapatılma birinci derece olmayan erkek akrabalarından gizlenme, saklanma gibi anlamlar yüklenmiş ve kadının ikinci smıf, ikinci cins olduğuna kadar anlamla­ durumunu görünmezlik ve görünürlük ilişkileri içinde değerlendirmekte ve "teset­ tür ve defile kelimelerinin yanyana ve bir­ birini tammlar bir şekilde kullanılıyor ol­ ması bile "görüntü" ve "görünür olma" prob­ leminin geldiği noktayı sergilemektedir" diyerek İslamcı bir yazar olarak bu duru­ mu onaylamıyor olduğunu belirtmektedir. rın içeriği genişleterek yorumlanmıştır. Gündelik hayatın pratiklerinin içine sı- Berktay'a göre (1996, 151) örtünme, müs- zabilen bir olgu olarak İslam, özellikle ya­ lüman kadının dış dünyaya bir başka ifa­ rattığı semboller ve imgeler aracılığıyla, deyle kamusal alana çıkışını sağlayan bir kadın ve erkek olarak cinsleri hem biyolo­ araçtır; ancak örtünen kadın "dışarıya da jik anlamda, hem kültürel anlamda birbi­ çıksa 'içeride' kalmakta"dır. Bu bağlamda, rinden ayırmaktadır. Tesettür olgusunun örtünmeden yola çıkılarak tesettür sadece "kadını erkeğe göre daha bir dinselleştirdi­ bir giyim tarzına değil, aslında bir yaşam ğini" belirten Bilici (2000: 221), özellikle biçimine de göndermede bulunmaktadır. son yıllarda tesettür alanında görülen çe­ Türkoğlu (2000: 9), ötekine kim oldu­ ğumuzu anlatma/tanınma sürecinde "bir meydan okuma hareketi içerisinde" bulu­ şitlenmenin tartışma konusu edildiğini, ancak erkeklerin "lüks giyimlerinin" aynı oranda tartışılmadığını belirtmektedir. nulduğunu belirtmektedir. Tam da bu Bamard (2001: 64), giysilerin ve moda­ noktada müslüman kadının tesettürü "öte­ nın işlevlerinden birisinin de dini içerime kine" karşı bir sembol olarak, kim olduğu­ sahip olma biçiminde ifade etmektedir. Di­ nu anlatmak amacıyla "bir meydan okuma ni içerim açısından Bamard (2001: 65) bire­ hareketi içerisinde" değerlendirilebilir. yin giyinme tarzının "aynı zamanda dini Ancak, içeride kalış, onun kamusal alanda inancın gücü ve derinliğini gösterme ara­ giderek istenenin tam tersine görünürlük cı" olarak da çeşitli biçimlerde kullanıldığı­ vurgusuyla görünmezliğini değil, üretilen nı belirtmektedir. Örtünme pratiğinin sa­ ve pazarlanan çeşitli giysilerle, görünürlü­ dece "dinsel bir uygulaması değil, öznenin 76 • iletişim : araştırmaları kendi bedenini tanımlama biçimini, be­ bir giyim tarzı olarak da karşımıza çıkabil­ den- inanç arasında kurduğu ilişkiyi sim­ mektedir. Bilici'nin de belirttiği gibi (2000: gesel olarak ifade etme yollarından biri" 217) "İslami kimlik, kamusal alana katılım olduğunu belirten Binark ve Kılıçbay ve eklemlenme" sürecinde dönüşmekte ve (2000:7), örtünmenin tek ve biricik anlamı­ kendini sürekli olarak yeniden inşa etmek­ nın olmadığmı vurgulamaktadır. Bu bağ­ tedir. lamda, örtünme, giyinmenin tümü olarak belirlenmekte, örtü bir sembol olmaktadır. Göle (2001: 11-16), örtünme/tesettürü gi­ yilen kıyafetin tamamı olarak "...bir başör­ tüsünün takılması ve uzun, bol bir elbise­ Kandiyoti (1997: 219), L. Ahmed'in "YVomen and Gender in İslam" (İslam'da Kadınlar ve Toplumsal Cinsiyet) isimli ça­ lışmasında, özellikle kadınların İslami gi­ yinme biçimlerine ilişkin ifadelerine katıl­ nin giyilmesi" olarak tanımlayarak, bu tar­ dığını belirtmektedir: "İslami giysiler geri­ zın sadece geleneksel değil, aynı zamanda ciliğin değil dönüşümün üniformaları ola­ "İslami dindarlık ve yaşam biçiminin siya­ rak" ve "modernliğe varışın, kabullenişin sal alanda yeniden sahiplenilişi"nin ifadesi ve onun ötesine geçme iradesinin ünifor­ olarak değerlendirmekte ve örtünmenin ması" olarak ele alınabilir. Ancak, Kandi­ bu bağlamlarda çok yönlü bir sembol ola­ yoti (1997: 219), örtünmeyi hem kimlikle­ rak ortaya çıktığını belirtmektedir. Gele­ rin ifadesinde bir araç hem de "alternatif neksellik, bu vurgulamada başörtüsüne bir hegemonyacı siyasal projenin varlığı­ göndermede bulunurken, tesettür belirli nın" da bir sembolü olarak ortaya koymak­ amaçlar için seçilmiş bir sembol olarak de­ ta ve bu durumun "laikler arasında yoğun ğerlendirilmektedir. Değişen müslüman bir endişe" yarattığını da vurgulamakta­ kadın tipi, bir anlamda siyasal İslam boyu­ dır. Alankuş ve Çavdar ise (2000: 93- 94, tuna sıkıştırılarak ele alınmaya çalışılmak­ 99), özellikle 1980'lerden sonra Türk ka­ tadır. Ancak, Göle (2001: 144) İslamcı ör­ muoyu tarafından da "türban meselesi" tünmenin "siyasal İslam" ve "kültürel İs­ olarak nitelendirilen sorunun "kadın bede­ lam" olarak olarak tanımladığı iki ayrı ey­ ni üzerinden götürülen bir iktidar müca­ lem mantığı içinde işlediğini belirtmekte­ delesi" olduğuna ve bunun bir sembolü dir. Birincisinde amaç, devleti dönüştür­ olan giyim tarzının da bir nevi "üniforma" mekken, İkincisinde amaçlanan bireyi dö­ olduğuna işaret etmekte ve "türban ya da nüştürmektir. Her ne kadar dini inamş bi­ başörtüsü"nün "bir bez parçasından öte çimi öncelikli bir etken olabilse de, örtün­ çoklu anlamları içerdiğini belirtmektedir. me, kimliklerin ifadesinde bir sembol, ka­ Aslmda üniforma, tektip, belirli kurallar dının kamusal alana çıkışı için bir araç ola­ çerçevesinde düzenlenen, rengi, biçimi sa­ bilmekte ve tesettür kendim çeşitlendiren bitlenmiş olan ve aym zamanda bir kollek- Gençtürk-Hızal• Bir iletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus'un Sınırları" • 77 tiviteyi ifade eden, giysi biçimiyken, farklı dınları incelediği çalışmasında Tulloch tarzları, biçimleri, etek, pantalon ve ceket­ (1999: 67), Jamaika'da başa takılan örtüyü leri ve de renkli eşarplarıyla "yeni müslü- sihirli bir küçük dokunuş olarak "başbağı" man kadını" tanımlayan tesettürün tam da şeklinde nitelerken, bu "başbağı"nm köle­ bu noktada moda ile eklemlenmesi, teset­ lik ve pamuk tarlalarındaki üretim ile sıkı türü "üniforma" anlayışından çıkartmakta, bir ilişkisi olduğunu ve bu durumu sem­ bireysel kimliklerin vurgusunun arttırıldı­ bolize ettiğini belirtmektedir. Aynı zaman­ ğı bir alana taşımaktadır. Barbarosoğlu da Tulloch, "başbağı'nı, toprak sahibiyle, (2002:117), Türkiye'de tesüttür modasının kölelik sahipliği arasında bir metafor ola­ oluşum sürecini şöyle açıklamaktadır: rak da değerlendirmektedir. "1970'li yıllarda tek tip ve birkaç renkle sı­ nırlı "Müslüman kadın" kıyafeti; özellikle 80'li yılların ilk yarısından başlayan bir ha­ reketlenmeyle "tesettür defileleri" ile mo­ dalaşma sürecine girmeye başlamıştır". Başörtüsü, geleneksel anlamda kullanı­ mıyla, alnın az üzerine gelerek, saçı kapa­ tan ve çene ile boyun arasında birleşen bir örtünme biçimine gönderme yapmaktadır. Norton (1997: 167), Türk Dil Kurumu'nun Tesettür giyim tarzının en belirgin un­ 1955 yılında yayınlanan Türkçe sözlüğün­ suru, başa takılan "örtü"dür. El Gundi de başörtüsünün, saçı örten, muslin veya (1999: xii) örtüyü (veil), toplumsal ve kül­ ipekten yapılan örtü olarak tanımlandığını türel mesajların iletiminde bir dil ve aynı aktarmaktadır. Bu tanımdan yola çıkarak zamanda zengin ve nüanslı bir fenomen ve Norton (1997:167) başörtüsünü "geleneksel kişisel olarak tanımlamaktadır. Örtü, müs- olanla ilişkilendirmekte ve dini bir içerimi lüman kadını, "öteki"nden ayıran, sınırlan olmadığını belirtmektedir. Ayrıca, başörtü­ belirleyen bir sembol olarak ele alınmakta­ sünün geleneksel olma hali, "düşük statü" dır. Bu örtü, kimi zaman bir eşarp, kimi za­ göstergesi olarak değerlendirilmektedir (11- man türban, kimi zaman da salt bir başör­ yasoğlu, 1994:107; Norton, 1997:167). tüsü olarak tanımlanmıştır. Günümüz algılanış biçimiyle türban Başörtüsü, Asurlulardan, Katolik ve ise, alnın neredeyse tamamına yakınını ör­ Ortodoks dünyasına kadar uzanmış ve İs­ ten, omuzlardan aşağı göğüsün altına doğ­ lam anlayışında da değişik uygulama ve ru inen bir örtünün farklı biçimlerde bağ­ içerimlere sahip olmuş bir kavram olarak lanması ile ortaya çıkan bir örtünme biçi­ karşımıza çıkmaktadır (Emiroğlu, 2001: midir. Farklı biçimlerde bağlanma, kimli­ 243). Başörtüsü, başı örten nesnedir ve ğin bir ifadesi olmakta ve zaman zaman ait farklı kültürlerde karşımıza çıkabilmekte­ olunan cemaatin de bir simgesi halini al­ dir. Örneğin, JamaikalI, siyahi İngiliz ka­ maktadır. Ancak Çakır (1990: 300), cemaat­ 78 • iletişim : araştırmaları lerin yapılarının özellikle 1980'lerde "ba­ mesinin önceleri, "Cumhuriyet kuşağından şörtüsü eylemleriyle" başlayan süreç içeri­ bir kadının yaşlılıkla birlikte dış giyimine sinde dönüştüğünü ve "bireyin ön plana" kattığı bir öge" biçiminde "kentli seçkin ai­ çıkmaya başladığını belirtmektedir. Arslan lelerin yaşlı kadınlarına özgü bir baş örtme (1997: 36), cemaat anlayışının içeriğindeki biçimi" olarak kullanıldığını aktarmakta­ dönüşümün temel nedenin "yeni iktisadi dır. Kimi zaman bir başlık olarak saçı gizle­ taleplere adaptasyon" olduğunu vurgula­ yen, kulakları örten kimi zamanda kulakla­ maktadır. Bu yeni cemaat anlayışı bireyin rın arkasından sırta inen bir örtü işlevi gö­ modayı algılayışına ve tüketim tarzına da ren türban, ilerleyen yıllar içinde farklı an­ yansımaktadır. Özellikle, örtünme biçimle­ lamlara karşılık gelmeye başlamıştır. rinde, gözönünde bulundurulanm artık ce­ Türban, 1920 ve 1930'larda "Türk kadı­ maat yapıları değil, estetik kaygılar oldu­ nının modern örtünme yolu", 1980'lerde ğunu belirtmek mümkündür. başörtüsünün "çağdaş bir yorumu"4 ve Emiroğlu (2001: 250) türban sözcüğü­ sonrasında "dini içerime ve laik düzene nün Arapça'da "bir yüzü pamuklu kadife" karşı" bir tarz olarak ortaya çıkmaktadır, anlamına gelen duldan "Farsça dul-bant bi­ içeriğin anlamındaki bu dönüşüm, top­ çimiyle" tülbent halini alarak Türkçeye geç­ lumsal, kültürel, siyasal yapıdan bağımsız tiğini, Hatiboğlu (2001: 8) da türban keli­ olmadığı için anlamlandırma süreçleri de mesinin Türkçe "tülbend"den geldiğini, 15. ona göre işlemektedir. yüzyılda da Fransızca'ya "tulban, tolli- Özellikle, 1980'li yılların ikinci yarısın­ ban'dan bozularak turbant, tourbant" ola­ dan itibaren yaşananlar ve tartışmalar ba­ rak geçtiğini belirtmektedir. Norton (1997: şörtüsü kavramının, radikal İslamcı bakış 150-151), Osmanlı'da türbanm erkeklerin tarzını sunduğu ve sembolize ettiği düşü­ kullandığı kavuk, sarık gibi beyaz muslin­ nülen "türban"a dönüşmesini ve farklı an­ den yapılan başlıklara karşılık geldiğini lamlar yüklenmesini beraberinde getirdi. vurgulamaktadır. Hatipoğlu (2001: 8) tür­ Göle (2001:125), "başörtüsü yerine türban banm bir "erkek başlığı" olduğunu vurgu­ kelimesinin kullanılması ve aralarındaki layarak, bir dönem Avrupalı kadınların bu anlam farkı"nm "değişen müslüman kadın başlığı kendilerine uyarlayıp şapka olarak profiline" işaret ettiğini vurgulamaktadır. kullandıklarını belirtmektedir. Emiroğlu Değişen müslüman kadının, taktığı örtü­ (2001: 250) türbanm aym zamanda 1920'li nün bir biçimde siyasi platformlara taşın­ ve 30'lu yıllarda Fransız tarzı "baş bağla­ ması ve İslamın farklı yorumlarıyla kulla­ ma" olarak, "çarşaftan çıkan Türk kadınının nılması, takılan "örtü"nün içeriğini ve an­ modem örtünme yolu" olduğunu belirt­ lamım değiştirmiş, hatta neredeyse anlam mektedir. İlyasoğlu (1994:107) türban keli­ "tek"e indirgenmeye çalışılmıştır. Gençtiirk-Hızal• Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus'un Sınırları" • 79 Göle (2001: 121-126), örtünme biçimle­ boyutu, örtünme tarzına göre değişebil­ rini "geleneksel örtünme biçimi" ve gele­ mektedir. Özellikle, değişik imajlara sahip neksel olmayan örtünme biçimi" olarak olan birçok firmanın eşarp ürettiği düşü­ ayırmaktadır. Geleneksel anlamda kodla­ nüldüğünde eşarp konusunda yapılan ter­ nan örtünme biçimi başa takılan bir eşarp cihler ayn bir önem taşımaktadır. Eşarp ile ifadelendirilirken, geleneksel olmayan üreten firmalar, markalarını, eşarpların dı­ örtünme Göle tarafından (2001:16) "türban şa gelmesi gereken yönüne yerleştirmekte­ ve pardesü" biçiminde ifadelendirilmekte- dirler. Böylelikle de markası belirgin bir dir. Ancak, "türban" kavramının yukarıda­ biçimde görünen eşarp tek başına bile bir ki anlamları düşünüldüğünde, geleneksel statü sembolü haline gelmektedir. Davis olmayan örtünme biçiminin "türban" ola­ (1997: 89) kot pantalonlarm "arka tarafına rak ele alınması içeriğinin sadece siyasal ünlü bir modacının etiketinin yapıştırılma­ platformda kullanılır biçimine indirgen­ sı" olayını "göze çarpan bir statü işareti mesidir. Pardesü kullanımının da tesettür olarak" Veblenci bir bakış açısıyla "göste­ anlayışı içerisinde yavaş yavaş terkedilmeye başlandığını gözlemlemek mümkün­ dür. rişli bir tüketim örneği" olarak yorumla­ maktadır. Aslında eşarp konusunda da ay­ nı yorumu yapmak mümkündür. Eşarp­ larda, markanın dış tarafa, göze çarpan bir İlyasoğlu da (1994: 27) Türkiye'de ge­ şekilde yerleştirilmesi ve kullanılması gös­ nelde tesettüre uyan kadınların giyiminin terişli bir tüketim örneği olarak değerlen­ "...uzun ve bol bir pardesü ve saçı gizle­ dirilebilir. Bu konudaki en iyi örneği Vak- yen, özel biçimlerde bağlanan bir eşarp­ ko'nun oluşturduğunu söylemek müm­ tan" oluştuğunu belirtmekte ve özellikle kündür. Vakko, doğrudan tesettür içeriği­ eşarpların saçı gizleme işlevinin ötesinde ne sahip olmamasına karşın, ürettiği çeşit­ "başlı başına bir şıklık unsuru olarak" se­ li boy ve biçimlerdeki eşarplar "tesettür çildiğine dikkat çekmektedir. İlyasoğ- modasını" takip edenler tarafından da kul­ lu'nun da belirttiği gibi (1994: 27) tesettür lanılabilmektedir. Farklı renk, boyut ve çe­ eğiliminde bireysellik vurgulanırken, kul­ şitlerde ve aynı zamanda sezondan sezona lanılan renkler, biçimler ve şıklık gibi bir değişen biçimlerde üretilen eşarplar, teset­ takım estetik unsurlar bu bireyselliği ön tür modasının en görünür sembollerinden plana çıkartmaya çalışmaktadır. biri olarak değerlendirilmektedir. Başörtüsü ve türbanda örtünme aracı Bir giyim tarzı olarak tesettür giyim de olarak kullanılan nesne diğer bir ifadeyle tam tesettür, yarım tesettür ve çeyrek te­ "örtü" kimi zaman bir süs eşyasına da kar­ settür gibi kendi içinde çeşitlenmektedir. şılık gelen eşarp olmaktadır. Eşarpların Tam tesettür kavramını, bir anlamda 84 • iletişim : araştırmaları sini" ifade etmektedir. Tesettür modası, Notlar kapitalizme eklemlenen İslami yaşam bi­ 'Bodman (1998:1-18) ve Hodgson (1974) çalışmalarında İslam'ı yalnızca bir din olarak değil, hem bir medeniyet, hem de bir kültür biçiminde değerlendirmektedir. çimlerinin en somut göstergesi ve kendi içinde modernleşmiş bir görüntüye karşı­ lık gelen modalardan biridir. Ötekine kim olduğunu anlatmada, tesettür giyim görü­ nürlük vurgusuyla görünmezliği değil, üretilen ve tüketilen giysilerle görünürlülüğü arttırmaktadır. "Tesettür modası", modernliğe eklem­ lenme, İslam ve modernleşme boyutunda tartışılan, İslami bakış açısının kendi için­ de de eleştirdiği, tartıştığı bir kavram ola­ rak toplumsal hayatın gündelik pratikleri­ nin içine girmekte ve kabul edilir hale gel­ mektedir. Bu kabulün en somut yansıma­ larından birisini de Türk Dil Kurumu'nun internette yayımlanmakta olan "İmla Kıla­ vuzumda "tesettür modası" biçiminde gör­ mek mümkündür10. 2 Dini bağlamda İslam olgusu, yaşam tarzım İslama uygun olarak sürdürmek isteyenler adına toplumsal, kültürel ve gündelik hayatın tüm pratiklerinde üretim ve tüketim kültürüne eklemlenmektedir. Bu çerçevede yaşam tarzlarını ortaya koymak adına bir alternatiflik yarattığı düşünülen, "İslami" ve "İslamcı” kavramları kullanılmaktadır. Ancak "İslami" kavramı bir tür gündelik hayatın içine sızan ve ona eklemlenen birşey olarak algılanabilirken, "İslamcı” kavramı daha geniş ve daha derin bir bakış açışım da ifade etmektedir. İslamcı, "İslamcılık" biçiminde bir akıma karşılık gelen ve bunu destekleyenleri içeren ve radikal içerimleri de olabilen bir kavram olarak da kullanılmaktadır. Mardin (2000b: 25), İslamcılık kavramını, "İslam topluluklarında, önceleri belli belirsiz bir takım eğilim, özlem ve arayışlar olarak beliren sosyal kıpırdanmaların 19. yüzyılın sonuna doğru daha bilinçli bir akım olarak şekillenmesi" olarak tanımlamaktadır. ’Duman'a göre (2001: 40), örtünmeyle ilgili asıl ayetler arasında "Nur suresinin 30,31 ve 60. ayetleri” bulunmaktadır. Görmez (2001: 30-31), örtünmeyle ilgili yapılan yorumları, "metin merkezli" ve "metin dışı” olarak ayırarak, "başörtüsünün hikmetini metin dışı unsurlarla yorumlayanlar, genelde 24. Nur, 31. ayet ile 33. Ahzab, 59. ayet ile birlikte ele almarak yahut ikisini birbirine karıştırarak yorumlar" diye belirtmektedir. * 1981 yılında Bakanlar Kurulu ve Yüksek Öğretim Kurumu tarafından çıkartılan yasa ve yönetmeliklerle başörtüsü takarak derse girmenin yasaklanmasının tepkiyle karşılanması üzerine, 1984 yılında Yükseköğretim Kurulu aldığı bir kararla başörtüsünün "çağdaş bir yorumu" olarak nitelendirdiği "türban"ın giyilmesini uygun görülmüştü (Duman, 1997: 219) 5 Bu röportaj, Tekbir Giyim yönetim kurulu başkanı Mustafa Karaduman ile Bülent Günal ve Öge Demirkan tarafından yapılmış ve 10 Haziran 2001 tarihli Sabah gazetesi'nde yayınlanmış ve Sabahonline internet sitesinden http://garildi.sabah.com .tr/sayfa.cgi? w + 30+/0106/10/t/g03.htm l+tesettü r adresinden alınmıştır. Röportajda, Karaduman Türkiye'de çeyrek tesettür harcamalarının 20 milyon dolarlık bir paya sahip olduğunu, "gerçek tesettür" harcamalarının ise sadece 5 milyon dolar Gençtürk-Hızal• Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: "Modus'un Sınırları" *85 tutarında olduğunu da belirtmektedir. 6 Bu haber Yeni Şafak Gazetesi internet sitesinden alınmıştır: http:/lw w w .yenisafak.com .trlarsivl2001ltem m uz/24la ktuel.htm l 7 Barbarosoğlu'nun yazısı Yeni Şafak Gazetesi internet adresinden alınmıştır: http:l/w w ıv.yeııisafak.com .trlarsivl2001/agustosl03/fb arbarosoglu.htm l ’ Bu bilgiler Star Gazetesi'nin Star Online olarak internette yayımladığı siteden edinilmiştir: http:/lw w w .stargazete.com lhaberl2001l06l05/lıab05.ht mi. ’ Tesettür alanında üretim ve satış yapan firmalar, pazarlama iletişim araçlarmı etkin bir biçimde kullanmaktadır. Bu firmalardan bazılarının, İslama kadın dergilerinde verdikleri reklamlar ve ürün kataloglan Binark ve Kılıçbay (2000) tarafından da çözümlenmiştir. 10Kavramın yer aldığı Türk Dil Kurumu İmla Kılavuzunun internet sitesi adresi: http:llw urw .tdk.gov.trlim laltl6.htm , 29 Mart 2002 tarihinde ziyaret edilmiştir Arslan, Abdurrahman (1997). "Seküler Dünyada Müslüman Olmak". Birikim, (99): 30- 37. Ayhan Tarhan, Belkıs (2000). "On the Discourse of Islamic Revivalism: A Critical Assessment". SBF D ergisi, 55 (2): 125-142. Barbarosoğlu, Fatma Karabıyık (1995). M odernleşm e Sürecinde M oda ve Zihniyet. İstanbul: İz Yaymalık. Barbarosoğlu, Fatma Karabıyık (2002). İm aj ve Takva. İstanbul: Timaş Yayınlan. Barbarosoğlu, Fatma Karabıyık, http: / / www.yenisafak.com.tr/arşiv / 2001 / ağustos / 03 / fbarbarosoglu.html Bamard, Malcolm (2001). Fashion as Comm unication. London, New York: Routledge. Bauley, Stephen (1991). Taste: The Secret M eanings o f the Thing. New York: Pantheon Books. Berktay, Fatmagül (1996). Tek Tanrılı D inler K arşısında Kadm. İstanbul: Metis Yayınları. Bilici, Mücahit (2000). "İslamın Bronzlaşan Yüzü: Caprice Otel Örnek Olayı". İslam ın Yeni Kam usal Yüzleri. (Der.) Nilüfer Göle. İstanbul: Metis yayınları. 216- 236. Binark, Mutlu ve Banş Kılıçbay (2000). Tüketim Kaynakça Aktaş, Cihan (2001). Bacı'dan Bayana. İstanbul: Pınar Yaymlan. Aktaş, Cihan (1997). Devrim ve Kadm. İstanbul: Nehir Yayınları. Aktaş, Cihan (1992). Tesettür ve Toplum. İstanbul: Nehir Yaymlan. Alankuş Kural, Sevda (1997). "Türkiye'de Alternatif Kamular ve İslamcı Kadınlar". Toplum ve Bilim, (67): 76- 110. Alankuş, Sevda ve Ayşe Çavdar (2000). "Laik ve İslamcı Medyada Kadm/Beden ve Temsil: Merve Kavakçı ve Ataerkinin İki Yüz(lülüğ)ü". I. Ulusal İletişim Sem pozyum u Bildirileri. 3-5 Mayıs 2000: 91-102. Apaydm, Yunus (2001). "Klasik Fıkıh Literatüründe Örtünme”. İslamiyat. Cilt: 4(2): 89- 98. Toplum u Bağlanım da Türkiye'de Ö rtünm e P ratiği ve M oda İlişkisi. Ankara: Konrad Adenauer Vakfı. Bodman, Herbert (1998). "Introduction". Women in M odem M üslim Societies: D iversity VYithin Unity. (Ed.) Herbert Bodman and Nayereh Tohidi. Colorado: Lynne Rienner Publishers. 1-18 Chaney, David (1999). Yaşam Tarzları. Çev.: İrem Kutluk. Ankara: Dost Kitabevi. Craik, Jennifer (1994). The Face o f Fashion C ulturel Studies in Fashion. London, New York: Routledge. Çakır, Ruşen (1990). Ayet ve Slogan. İstanbul: Metis Yayınları. Davis, Fred (1997). M oda, Kültür ve Kim lik. Çev.: Özden Arıkan. İstanbul: Yapı Kredi Yaymlan. Duman, Doğan (1997). D em okrasi Sürecinde Türkiye'de İslam cılık. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları. 86 • iletişim : araştırmaları El Gundi, Fadvva (1999). Veil: M odesty, Privacy and Resistance. UK: Berg. Mardin, Şerif (2000). Türkiye'de Din ve Siyaset. İstanbul: İletişim Yayınları. Emiroğlu, Kudret (2001). G ündelik Hayatımızın Tarihi. Ankara: Dost Kitabevi. Marshall, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Çev.: Osman Akınhay, Derya Kömürcü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Entwistle, Joanne (2000). The Fashioned Body, Fashion D ress and M odern Social Theory. UK: Polity Press. Ewen, Stuart and Elizabeth Ewen (1982). Channels o f D esire: M ass Im ages and the Shaping o f A m erican C onsciousness. New York: McGravv- Hill. Hodgson, M. (1974). The V enture o f İslam. Chicago, London: The University of Chicago Press Göker, Emrah (1999). "Örtünme Pratiği ve Din Alanı". Toplum ve Bilim , (81): 138- 170. Göle, Nilüfer (2001). M od em M ahrem . İstanbul: Metis Yayınları. Görmez, Mehmet (2001). "İlahi Dinlere Göre Başörtüsü". İslam iyat. Cilt: 4. Sayı: 2. Avrasya Yayınlan: Ankara, s. 19-33. Günal, Bülent ve Demirkan Öge, http: / / garildi. sabah, com. tr/ sayfa. Cgi ?w+30+/ 01 06/ 10/ t/g03. html+tesettür http:/ / www.stargazete.com/haber/ 2001 / 06 / 05 /hab05.html Hatiboğlu, Mehmed (2001). "Tesettürden Türbana" İslam iyat. Cilt: 4(2): 7-10. İlyasoğlu, Aynur (1994). Ö rtülü Kimlik. İstanbul: Metis Yayınları. Kandiyoti, Deniz (1997). Cariyeler, Bacılar ve Yurttaşlar: Kim likler ve Toplumsal D önüşüm ler. Çev.: Aksu Bora vd. Metis Yayınları: İstanbul. Kıvanç, Ümit (1997). "İslamcılar & Para- pul: Bir Dönüşüm Hikayesi". Birikim , (99): 39- 58. Lefebvre, Henri (1998). M odern D ünyada Gündelik H ayat. Çev: Işın Gürbüz. İstanbul: Metis Yayınları. Lindisfame Tapper, Nancy and Bruce Ingham (1997). "Approaches to the Study of Dress in Middle East”. Languages o f Dress in the M iddle East. (Ed.) Nancy Lindisfame Tapper and Bruce Ingham Survey: Curzon. 1- 39. McRobbie, Angela (1999). Postm odernizm ve Popüler Kültür. Çev.: Almıla Özdek. İstanbul: Sarmal Yaymevi. 197- 225. Norton, John (1997). "Faith and Fashion in Turkey". Languages o f D ress in the M iddle East. (Der.) Nancy Lindisfame Tapper and Bruce Ingham. Survey: Curzon. 149-177. Olgun, Ayşe, h ttp:// www.yenisafak.com.tr/arşiv/ 2001 / temmuz/24/aktuel.html Radner, Hillary (1999). "Roaming the City: Proper VVomen in Improher Places". Space o f Cultııre. 86-100. Sennett, Richard (1996). Kamusal İnsanın Çöküşü. Çev.:Serpil Durak ve Abdullah Yılmaz. İstanbul: Ayrmtı Yayınları. Silverman, Kaja (1998). "Moda Bir Söylemden Parçalar". Eğlence İncelemeleri. (Haz. Tania Modleski) Çev.: Nurdan Gürbilek. Metis Yayınlan: İstanbul, s. 179- 194. Türk Dil Kurumu İmla Kılavuzu, http:/ / www.tdk.gov.tr/imla/tl6.htm Türkçe Sözlük (1992) Cilt 1 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu. İstanbul: Milliyet Yayınları. Türkoğlu, Nurçay (2000) G örü-Yorum - G ündelik Yaşamda İm gelerin Gücü. İstanbul: Der Yayınları. Warwick, Alexandra and Dani Cavallaro (1998) Fashioning The Fram e: Boundaries, D ress and the Body. UK: Berg. YVilson, Elizabeth and Amy de la Haye (der.) (1999) "Introduction" D efining Dress: D ress as Object, M eaning and identity. UK: Manchester University Press.s. 1-10. Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi Nurhan Babür-Tosun The Effects of Point of Purchase Advertisements Özet: Abstract Ürünlerin perakendeciler tarafından satışa sunulduğu ve Point of purchase advertising can be defined as any tüketiciler tarafından satın alındığı yer konumunda olan satış promotional material placed atthe point of purchase, noktalarında yapılan reklam çalışmaları, 'satın alma noktası such as interior displays, printed material at shop reklamları" olarak nitelenmektedir. Bu tür reklamlar counter or window displays. Hovvever, it also includes tüketicinin satın alma kararını vermesinden hemen önce, satışı gerçekleştirmek için kullanılabilecek son fırsat olarak değerlendirilebilinir. Satın alma noktası reklamları, bütünleşik pazarlama iletişiminin alt sisteminde bulunan satış noktası iletişimi çalışmaları arasında bulunur. Yaşanan in store broadcasts, video screen demonstrations, coupon dispensers and Interactive kiosks. POP advertising can serve several objectives and functions: Attract attentions, remind, inform, persuade, reklam kirliliği, marka enflasyonu ve perakendecilikte self create image. POP advertising is a very povverful tool servis sisteminin yaygın olarak kullanılmaya başlanılması as they reach consumers at the point when they are gibi nedenler, bu reklam türünün yaygınlaşmasına yol açan making the decision vvhich brand to buy. İn this etkenler arasındadır. Satış noktalarında yapılan çeşitli research, used entry-exit intervievvs, meaning thatthe sergiler, vitrin düzenlemeleri, standlar, poster ve flamalar, consumers were intervievved tvvice, önce before elektronik tablolar, çeşitli anonslar vb. satın alma noktası entering the store and after leaving the store. The reklam materyalleri arasında yer alır. Satın alma noktası reklamlarının; tüketicilerin, hızlı tüketilen ürünlere yönelik result of the research, POP advertising is found important atthe purchase intentions. davranışları üzerindeki etkisini değişik boyutları ile değerlendirmek amacı ile yapılan araştırmanın bulgularına göre, bu reklam türü özellikle mağaza içinde verilen kararlarda tüketicileri demografik özellik farkı gözetmeksizin etkilemekte ancak bu etkide kullanılan reklam materyallerinin biçimsel ve içeriksel özellikleri de önemli rol oynamaktadır. Ayrıca, diğer bütünleşik pazarlama iletişimi çalışmaları da satın alma noktası reklamlarının gücünü arttıran bir diğer etkendir. iletişim : araştırm aları • © 2003 • 1(1): 87-106 88 • iletişim : araştırmaları Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi Ürünlerin genelde perakendeciler tara­ da yeni gereksinimlerin de oluşmasına yar­ fından satışa sunulduğu ve tüketiciler tara­ dımcı olabilirler. Kitle iletişim araçlarında fından satın alındığı ortam konumundan yer alan reklamların, giderek artan reklam olan mağazalarda uygulanan 'satın alma mesajları yoğunluğundan ötürü birbirileri- noktası reklamları' katagorisinde yer alan ni adeta sabote etmelerinin yanı sıra sosyal, çeşitli reklam çalışmaları, bu ortamda bulu­ kültürel, teknolojik gelişimler doğrultusun­ nan tüketicilerin satın alma kararlarım etki­ da bu reklam mesajlarının hedef kitleye lemek amacı ile günümüzde giderek artan ulaşmakta oldukça zorlanmaları ve yaşa­ bir yoğunlukta kullanılmaktadır. Mağaza­ nan marka enflasyonu gibi nedenler satın larda bulunan tüketicilerin satın alma ni­ alma noktası reklamlarına ayrılan bütçele­ yetleri, mağazanm atmosferi, organizasyo­ rin tüm ülkelerde artmasına neden olmak­ nu, istenilen markanın satış noktasında bu­ tadır. Yapılan bir araştırma sonucunda, İn­ lunmaması, birbirine benzer markaların giltere'de 2000 yılında firmaların %89,6'sı­ yoğunluğu, kısacası ortam koşulları nedeni nın reklam bütçelerinin %76'sını satın alma ile farklı markalara yönelik satm alma dav­ noktası reklamlarına ayırdıkları, Fransa'da ranışlarının gerçekleşmesi ile sonuçlanabi­ ise, firmaların satın alma noktası reklam lir. Ayrıca tüketicilerde bazı ürünlere iliş­ bütçelerinin her geçen yıl daha da arttığı ve kin bir satın alma niyeti de bulunmayabilir. 2000 yılında toplam reklam bütçesinin yak­ İşte bu noktada, satın alma niyetini davra­ laşık %68'ni oluşturduğu belirlenmiştir nışa dönüştüren veya satm alma niyeti ve (POPAI Report, 2001). kararı meydana getiren etkenlerin en Satm alma noktası reklamlarının mak­ önemlilerinden birisi satın alma noktası simum etkiyi gerçekleştirmesi için elbette reklamlarıdır (Pelsmacker, 2001: 349). Di­ ki, bileşeni konumunda bulunduğu bütün­ ğer bir deyişle, bu tür reklamlar tüketicile­ leşik pazarlama iletişiminin diğer alt bile­ rin tercihlerini etkilemenin yanı sıra onlar­ şenleri ile entegre bir çalışmanın gerçekleş­ Babür-Tosun • Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 89 mesi özellikle de diğer ortamlarda yer alan reklam mesajları ile birbirlerini tamamlar nitelikte bir planlamanın yapılması gerekir. Bu çalışmada, giderek artan önemin­ Bütünleşik Pazarlama İletişimi Bileşeni Olarak Satın Alma Noktası İletişimi Pazarlama karmasını meydana getiren den ötürü incelenmeye çalışılan satın alma tüm bileşenler arasında entegre bir çalış­ noktası reklamlarının bütünleşik pazarla­ manın gerçekleşerek sinerji oluşturulması­ ma iletişimi içindeki fonksiyonel konumu­ nın ve ekonomik, sosyal, kültürel, teknolo­ nun, amaçlarının ve işlevlerinin irdelenme­ jik değişim ve gelişimler sonucunda yeni si amaçlanmakta ve bu reklam türünün çalışmaların yapılmasının gerekliliği bü­ özellikle hızlı tüketilen ürünlerdeki etkisi­ tünleşik pazarlama iletişiminin, geleneksel nin farklı boyutları ile değerlendirilmesi tutundurmanın yerini almasına yol açan için gerçekleştirilen bir araştırmanın bulgu­ temel etkenler arasındadır. Diğer bir deyiş­ ları sunulmaktadır. le, mevcut ve potansiyel tüketicilerle amaç­ lar doğrultusunda iletişim kurmayı amaç­ layan pazarlama karması bileşenlerinden Satın Alma Noktası Reklamlarının Bütünleşik Pazarlama İletişimi İçinde Değerlendirilmesi Konunun, genelden özele giden bir yaklaşımla incelenmesi amacı ile; satın al­ "tutundurma (promotion)", değişim ve ge­ lişimler sonucunda "bütünleşik pazarlama iletişimi (Integrated Marketing Communication)" adını alarak kapsammı genişlet­ miştir (Kitchen, 1999: 24). ma noktası reklamlarının pazarlama siste­ Literatürde yaygın olarak kabul gören mi içindeki fonksiyonel konumunun irde­ bir tanıma göre; kişisel satış, reklam, satış lenmesi, aşağıda bir süreç şeklinde ele alın­ geliştirme, halkla ilişkiler adlarını taşıyan maktadır. ayrı ve kopuk işlevlerin bütünleştirilerek 90 * iletişim : araştırmaları mesajların tek kaynaktan yollanmasının önceliklerini dikkate almayan ve çalışmala­ yanı sıra satın alma noktası iletişimi, doğ­ rını bütünleştirme de gayret göstermeyen rudan pazarlama, pazarlama halkla ilişki­ birimlerce yönetildikleri takdirde, hedef leri (halkla ilişkiler yerine) işlevlerinin de kitle ile amaçlanan iletişimi gerçekleştirme­ uygulamaya konulması sürecini gerçekleş­ de istenilen verime ulaşılamaz. tiren pazarlama bileşeni "bütünleşik pazar­ lama iletişimi" olarak kabul görmektedir (Schultz vd., 1993: 34). Bütünleşik pazarlama iletişimini gele­ neksel tutundurmadan ayıran en önemli farklardan birisi alt sistemi oluşturan bile­ Bir diğer tanıma göre ise; kişisel satış, şenlerde kendini göstermektedir. Günü­ reklam, satış geliştirme, doğrudan pazarla­ müzde genel olarak kabul gören görüşe gö­ ma, satın alma noktası iletişimi ve pazarla­ re bütünleşik pazarlama iletişimi; kişisel ma halkla ilişkileri gibi iletişim disiplinleri­ satış, satış geliştirme, reklam, doğrudan nin stratejik rollerini değerlendiren ve pazarlama, pazarlama halkla ilişkileri, sa­ maksimum iletişim etkisini gerçekleştir­ tın alma noktası iletişimi olmak üzere altı mek için bu işlevleri birleştiren kapsamlı bileşenden meydana gelmektedir (Shimp, plan "bütünleşik pazarlama iletişimi" ola­ 1997: 134). Doğrudan pazarlama, pazarla­ rak nitelenir (Duncan ve Everett, 1993: 58). ma halkla ilişkileri ve satın alma noktası Bütünleşik pazarlama iletişimi çalışma­ sında, tek sesliliği sağlayacak mesajlar amaca, mesaja ve hedef kitlenin özellikleri­ ne uygun kanallar ile hedef kitleye iletilir. Kanallar ve mesajlar arasındaki tutarlılık ve işbirliğinin yarattığı sinerjinin sonucun­ da iletişim çalışması daha etkili ve verimli olur. Bu nedenlerle bütünleşik pazarlama iletişimi bütünleşik pazarlama iletişiminin yeni bileşenleri konumundadırlar. Tüketi­ cilerin mesaj ve marka bombardımanından ötürü karar vermekte zorlanmalarının yanı sıra tüketici de marka imajı ve marka sada­ kati oluşturmanın gerekliliği gibi faktörler bu bileşenlerin yeni sistemde yer almasının temel nedenleri arasındadır. iletişiminin geleneksel tutundurma çalış­ Bütünleşik pazarlama iletişimi çalış­ masına oranla çok daha etkin olduğunu malarının tüketiciyi satın alma noktasma söylemek mümkündür. Bütünleşik pazar­ çektikten sonra da devem etme zorunlulu­ lama iletişimi, kendini oluşturan bileşenle­ ğunun günümüzde önem kazanması, satın rin çalışmalarından sorumlu bölümlerin alma noktası iletişiminin yeni bir bileşen stratejik bütünleşmeleri sonucunda amaç­ olarak kabul görmesine yol açmıştır. Özel­ larını gerçekleştirebilir. Çünkü günümüz likle satın alma kararını çeşitli faktörlerden koşullarında, bu bileşenler birbirileri ile ötürü satış noktasında veren tüketicileri, seyrek olarak iletişim kuran, birbirilerinin belirli bir markayı satın almaya yönelten Babür-Tosun • Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 91 en önemli bütünleşik pazarlama iletişimi yebiliriz. Mağazalarda uygulanan iletişim bileşeni konumunda olan satın alma nokta­ yöntemlerinden birisi de "satm alma nokta­ sı iletişimi çalışmaları, tüketici satın alma sı reklamları"dır. Diğer bir deyişle satm al­ davranışını önemli ölçüde etkileyebilmek­ ma noktası reklamları, satm alma noktası tedir (Park vd; 1989). iletişiminin çalışma alanı kapsamında bu­ Satın Alma Noktası İletişimi İçinde Satın Alma Noktası Reklamları lunur. Ancak satm alma noktası iletişimi Satm alma noktası iletişimi, tüketicile­ yaygın olan eğilim; mağaza imajı, mağaza re satm alma noktalarında çeşitli yöntem­ organizasyonu, mağaza atmosferi, ürün çalışmaları sadece satın alma noktası rek­ lamlarından ibaret değildir. Literatürde lerle ulaşarak onların ürün ve markalara yönelik satm alma kararlarını yönlendir­ meye çalışan önemli ve güçlü bir araçtır. Diğer bir deyişle satın alma noktası iletişi­ mi, perakendeci veya üretici tarafından ürün çeşitleri, nitelikleri, fiyatları ve ürünle ilgili diğer konularda satm alma noktasın­ da bulunan tüketicilere mesajlar ileten ve mağazanın tüm yönlerini, ortamını içeren çalışmaları kapsayan bir alandır (Rosenberg, 1995). Bu tanım doğrultusunda, satm alma noktasındaki herhangi bir tanıtım materyali, tüketicinin mağaza ve mağaza­ daki ürünler hakkında iç etkileşimle bilgi edinebileceği çeşitli araçlar, mağaza imajı, atmosferi, organizasyonu ve ürün sunum­ sunumu ve satm alma noktası reklamları­ nın satm alma iletişimini oluşturan bileşen­ ler olduğu yönündedir (Birtvvistle vd, 1998; Levvison, 1997). Görüldüğü gibi satm alma noktası reklamları, satın alma noktası ileti­ şiminin bileşenlerinden sadece bir tanesi­ dir. Satm alma noktasında bulunan ürün veya markaya ait tüm tanıtım materyalleri ve bilgi vermede, ikna etmede yararlanılan tüm araçlar olarak nitelenen satm alma noktası reklamları, satm alma noktası ileti­ şimi kapsamında yer alan önemli bir rek­ lam türüdür. Diğer bir deyişle, satm alma noktası reklamları satm alma noktasında yapılan tüm reklam çalışmalarını içerir. ları bütününün satın alma noktasında kul­ Aşağıda, satm alma noktası iletişimi­ lanılabilecek temel iletişim yöntemleri ol­ nin satm alma noktası reklamları dışındaki duğunu söylemek mümkündür. çalışmaları konumunda bulunan mağaza Yukarıda belirtilenler doğrultusunda, bir mağazada yapılan çeşitli iletişim çalış­ malarının, tüketicileri etkileme amacı ile imajı, mağaza organizasyonu ve mağaza atmosferi bileşenleri kısaca açıklanmaktadır. uygulanan farklı yöntem ve tekniklerin sa­ Tüketicinin mağaza hakkında düşün­ tın alma noktası iletişiminin görev ve so­ dükleri ve hissettikleri diğer bir deyişle rumluluk alanı içinde bulunduğunu söyle­ mağazanın algılanan kimliği mağaza imajı 92 • iletişim : araştırmaları olarak tanımlanabilir (Lewison, 1997: 48). ciler mağazanın iç tasarımını beğenmedik­ Mağazanın iç ve dış dizaynı, mevcut ürün­ leri, istedikleri ürünün yerini kolaylıkla bu­ lerin nitelikleri, çalışanların dış özellikleri lamadıkları takdirde gelecek sefere bir baş­ ve davranış tarzları, verilen hizmet, atmos­ ka mağazaya gitmeyi tercih edebilirler. fer ve satın alma noktası reklamlarının ni­ Ürün yerleştirilmesinde ise mağaza sahibi­ teliği gibi etkenlerin tümü mağaza imajımn nin yanı sıra ürün sahibinin de aktif olma­ oluşumunda belirleyicidir. Tüketicilerde sı gerekir. Çünkü özellikle kararsız tüketi­ mağaza sadakati oluşmasmda imajın belir­ ciler kolaylıkla ikame markaya yönelebilir­ leyici bir öğe olmasından ötürü, mağaza­ ler. nın amaçlanan imaja sahip olması oldukça önemlidir. Bu nedenle, genelde mağaza sa­ hibi konumunda bulunan perakendeciler hedef kitlenin mağazaları hakkmda ne tür bir imaj algılamaları istediğini saptamalı ve imaj oluşturucu öğeleri bu doğrultuda be­ Tüketicilerde özel duygular yaratmak için satın alma ortamlarını tasarlama çalış­ maları mağaza atmosferi oluşturmaya yö­ neliktir. Mağaza atmosferinin; mağazaya dikkati çekme, hedef kitleye amaçlanan lirlemelidirler (Zimmer ve Golden, 1988). mesajı verme, tüketicileri satm alma eğili­ Mağaza organizasyonu, atmosferi, ürün mine sokacak duygular yaratma gibi fonk­ sunumları ve mağaza içinde yer alacak siyonları bulunur (Kotler, 1973). Kullanılan olan satm alma noktası reklamlarının nite­ müzik, koku, renk, ışık vb. tüketicilerde liklerinin saptanmasında da oluşturulmak canlılık, güven, mutluluk duyguları yara­ istenilen mağaza imajı göz önüne alınmalı­ tarak mağazada geçen süreyi uzatabilme- dır. nin yanısıra satın alma isteğini de kamçıla­ Mağaza organizasyonu ise, mağazanın maktadır. toplam alanının belirli bir plan çerçevesin­ Mağaza imajı, organizasyonu ve at­ de kısımlara ve departmanlara bölünerek mosferi meydana getirmeye yönelik çalış­ ürün yerleştiriminin en uygun tarzda ya­ malar genelde mağaza sahipleri tarafından pılması çalışmalarını kapsar. Perakendeci, yapılır. Amaç, tüketicileri mağazaya çek­ alan verimliliğinin yüksek olması için satış mek, satışı gerçekleştirmek ve zaman için­ faaliyetlerine ayrılan alanı maksimize eder­ de mağaza sadakati yaratmaktır. Onlar için ken satış dışı alanı minimize etmelidir. genelde spesifik bir markanın satılmasının Ürün yerleştirilmesinde en önemli iki kıs­ (perakendeci markaları dışında) fazla öne­ tas, ürün uyumluluğu ve tüketici satm al­ mi yoktur. En olumsuz koşullarda satılma­ ma davranışıdır (Inman ve Winer, 1998). yan markayı bir daha mağazalarında bu­ Mağaza organizasyonunun satışın gerçek­ lundurmazlar. Ürün sahipleri ise doğal leşmesinde etkisi büyüktür. Çünkü tüketi­ olarak, mağazada bulunan kendi markala- Babür-Tosun • Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 93 nnın rakiplere oranla çok daha fazla satıl­ Reklamm temel özelliği, iletişim süre­ masını ister ve iletişim çalışmalarını bu cini gerçekleştirmeye çalışması dolayısı ile doğrultuda yaparlar. Bu nedenle satın al­ de iletişim karmasının elemanlarından bi­ ma noktası reklamları çalışmaları, satın al­ risi olmasıdır. Bu nedenle, amaçlarımn ba­ ma noktası iletişiminin diğer bileşenlerin­ şarı maksimizasyonunu sağlaması için ön­ den farklı olarak genelde üreticiler tarafın­ celikle, hedef kitleye yönelik olarak iletişim dan yapılır. Amaç, mağazada bulunan tü­ çalışmasının gerçekleştirilmesi gerekir. keticilerin dikkatini ilgili markaya çekerek Üretimlerin anlaşılması ve bu anlaşımm bir marka satışını gerçekleştirmektir. Ancak paylaşım haline dönüştürülmesi anlamına elbette ki, satın alma iletişimi çalışmaları­ gelen iletişimde; üretimler, simgesel etkile­ nın veriminin maksimizasyonu için tüm bi­ rin işlenmesi ve çözümlenebilir sinyal sis­ leşenlerin entegre bir çalışma içinde bulun­ maları gerekir. temleri ile oluşur (Chaffee ve Berger, 1986). Genel olarak kabul gören iletişim modeline göre, iletişim sürecinin başında kaynak bu­ lunmakta ve kaynak tarafından gerek bi­ Reklam Türü Olarak Satın Alma Noktası Retlamları çimsel gerekse içeriksel boyutları ile kodla­ nan mesaj, kanal olarak nitelenen iletişim araçları vasıtası ile alıcı konumunda bulu­ Reklam çalışmalarında; kelime, ses, re­ sim, görüntü ve simge formundaki mesaj oluşması amaçlanan bir etkinin yaratılması nan hedef kitleye iletilmekte ve bu mesaj hedef kitle tarafından çözümlenerek algı­ lanmaktadır. Sürecin sonunda hedeften alı­ için, reklam hedef kitlesine çeşitli kanallar nan geri dönüm neticesinde ise iletişimin yolu ile iletilir. Bütünleşik pazarlama ileti­ amacma ulaşıp ulaşmadığı kaynak tarafın­ şimi içinde yer alan reklamın iletişim açı­ dan belirlenmektedir (Peter ve Olson, 1994: sından en belirgin özelliği, oluşması amaç­ 184). lanan etkilerin genelde hedef kitleyi bir ürüne ilişkin olarak harekete geçirme ama­ cında olmasıdır. Satın alma noktası reklamları çalışma­ larında, kaynak tarafından (üretici veya pe­ rakendeci) hazırlanan veya hazırlatılan Reklam en genel gören tanımı ile, bir mesajlar, belirli bir bedel karşılığında belir­ ürün, bir kurum veya fikre yönelik mesajın li bir süre için satm alman yerlerde (genel­ belirli bir kuruluş tarafından bedelinin de satın alma noktalarının iç mekanları) ge­ ödenerek iletişim araçları vasıtası ile kişisel niş kitlelere (genelde mağaza içinde bulu­ olmayan bir biçimde hedef kitleye, genelde nan müşteriler) iletilir. Görüldüğü gibi sa­ ikna ederek harekete geçirme amacı ile tm alma noktası reklamlarının özellikleri, ulaşmasıdır (Arens, 1996: 6). genel reklamların özellikleri ile örtüşmek- 94 • iletişim : araştırmaları tedir. Ancak gerek mesajlarının içeriği ge­ yetleri 'satın alma noktası reklamları' ola­ rek hedef kitlesinin spesifikliği, gerekse he­ rak nitelenmektedir (McGann ve Russell, def konumunda bulunan mevcut ve potan­ 1988: 312). Bu tür reklamlar, tüketicinin sa­ siyel müşterilere iletildiği kanal, satın alma tın alma kararını vermesinden hemen önce, noktası reklamlarını genel reklamlardan ürünün satışını gerçekleştirmek için kulla­ ayıran belirgin özelliklerdir. Genelde belir­ nılacak son fırsat olarak da değerlendirile- li bir ürün veya markayı satın almaya hazır bilinir. Satın alma noktası reklamları, daha durumda olan kişilerin ve perakendecile­ önce de belirttiğimiz gibi genelde üretici rin de kanal konumunda bulunduğu satın firmalar tarafından desteklenir. Ancak kul­ alma noktası reklamlarında, mesajların içe­ lanılan reklam materyallerinin mağaza ta­ riği hedef kitleyi hemen belirli bir ürün ve­ rafından belirlenen standartlara uygun ol­ ya markaya yönelterek satın alımı sağla­ ması satın alma noktası iletişiminin bütün­ maya dönüktür. leşik başarısı için gerekli ve zorunludur (Holtje, 1988:61). Satış noktası konumunda Günümüzde yaşanan reklam kirliliği, bulunan mağaza tarafmdan desteklenen marka enflasyonu ve ikame ürün sayısın­ satın alma noktası reklamlarına konu olan daki artış gibi nedenler; satın alma noktala­ ürünler ise perakendeci markası özelliğine rında bulunan kararsız tüketiciyi belirli bir sahiptir. markaya dönük satın alma davranışına yönlendirmenin önemini arttırmıştır. Bu oluşum ise, satın alma noktaları olarak ni­ telenebilecek mağazalarda kullanılan çeşit­ li reklam materyallerini kapsamına alan "satın alma noktası reklamları"mn bir rek­ lam türü olarak gerek uygulamada gerekse literatürde kabul görmesine neden olmak­ tadır. Satın alma noktası reklamlarının gide­ rek önem kazanmasının temel nedenleri arasında, yaşanan reklam kirliğinden ötü­ rü tüketicilerin zihinlerinin bulanıklaşarak marka algılamada zorlanmaları ve pera­ kendecilikte self servis sisteminin yaygın olarak kullanılmaya başlanılması yer al­ maktadır (Pelsmacker, 2001). Kanımızca bu noktada, self servis sistemi ile reklam ara­ sında çift yönlü bir etkileşimin varlığından Satın Alma Noktası Reklamlarının Amaçları ve İşlevleri söz etmek mümkündür. Farklı iletişim araçları ile kendilerine ulaşan reklam me­ sajlarından ötürü tüketiciler ilgili markala­ Ürünlerin perakendeciler tarafmdan rı satın alma yönünde ikna olabildiği için satışa sunulduğu ve tüketiciler tarafmdan bu durum satış elemanı gereksinimini orta­ satın alındığı yer konumunda olan satış dan kaldırmakta ve self servis sistemi çe­ noktalarında yapılan çeşitli reklam faali­ kincesiz uygulanabilmektedir. Ancak fark­ Babür-Tosun • Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 95 lı markaların ve ikame ürünlerin bulundu­ yette, ünlü giyim mağazası Hugo Boss, ma­ ğu özellikle çok departmanlı satış noktala­ ğazanın yer aldığı caddeye konumlandır­ rında, bu süreç, tüketicinin karar vermekte dığı (mağazamn çok yakını) elektronik tab­ zorlanması gibi sakıncalara yol açtığı için lada sürekli olarak son koleksiyonunu gös­ tüketicinin karar vermesini kolaylaştıran tererek aynı civarda bulunan benzer mağa­ satın alma noktası reklamlarına gereksinim zalar arasında tereddütler yaşayan tüketi­ duyulmaktadır. Bu bağlamda, reklamın cilerin dikkatini çekerek onların mağazaya self servis sisteminin yaygınlaşmasında girmesini sağlamayı başarmıştır (Leeds, self servis sisteminin ise özellikle satın al­ 1998). Dikkat çekme yolu ile tüketicilere ma noktası reklamlarına gereksinim du­ mağazaya girmeden önce satm alma niye­ yulmasında etkili olduğunu söyleyebiliriz.. tine sahip olmadığı bir ürünü satm aldır­ Satın alma noktası reklam materyalleri giderek genişleyen bir yelpaze içinde yer almaktadır. Mağaza içinde ve yakın çevre­ sinde yapılan çeşitli sergiler, belirli marka­ ları ön plana çıkaran vitrin düzenlemeleri, kasaların yanında yer alan standlar, dikkat çekici yerlere konulan poster ve flamalar, elektronik tablalar, mağaza içinde belirli bir markaya dikkati çekme amaçlı yapılan anonslar vb. satın alma noktası reklam tür­ leri içinde yer almaktadır (Arens, 1986: mak mümkündür. Etkili satm alma noktası reklamları, tüketicilere ilgili markanm di­ ğer reklam çalışmalarında, halkla ilişkiler kampanyalarında, satış geliştirme ve diğer bütünleşik pazarlama iletişimi faaliyetle­ rinde yer alan temaları hatırlatarak iletişim amaçlı tüm mesajların etkisini güçlendirme özelliğine de sahiptirler. Günümüzde yaşa­ nan reklam kirliğinden ötürü tüketiciler farklı mesajları hatırlamakta zorlanmakta ve çoğu kez markaları karıştırabilmektedirler. Satın alma noktası reklamları ile, sa­ 302). tm almaya hazır konumda bulunduğu ma­ Satın alma noktası reklamlarının; dik­ kat çekme, hatırlatma, bilgi verme, satışa ikna etme ve marka imajı oluşumunu des­ tekleme gibi amaç ve işlevleri mevcuttur. Birbirine benzer ürünler ve markalar ğazada dikkati çekilerek daha önce aldığı mesajları hatırlaması sağlanan tüketici, se­ çimini genelde mesajmı aldığı marka yö­ nünde kullanır (Mülhem, 1997). Hatırlat­ ma işlevi gerçekleştirmenin yanı sıra, bu arasında kararsız kalan tüketicinin dikkati­ tür reklamlar tüketiciyi ürün konusunda ni çeşitli tanıtım materyalleri ile ilgili mar­ bilgilendirme özelliğine de sahip olmalıdır. kaya çekme satm alma noktası reklamları­ İkna etme ise, satm alma noktası reklamla­ nın temel amacı ve işlevidir. Örneğin, İn­ rının tüketicinin satm alma kararı vereceği giltere'de en başarılı satm alma noktası son nokta olan mağazalarda gerçekleştir­ reklam çalışması ödülünü kazanan faali­ meyi amaçladığı en önemli işlev konumun­ 96 * iletişim : araştırmaları dadır (Birtvvistle vd, 1998). Çünkü tüketici, yer işgal etmeye başlamıştır. Bu doğrultu­ mesaja konu olan markayı almadan mağa­ da bu araştırmada genel olarak, satm alma zadan çıktığı takdirde, satm alma noktası noktası reklamlarının, satm alma noktasın­ reklamlarının gerçekleşen diğer işlevleri­ da bulunan tüketicilerin özellikle hızlı tü­ nin fazla bir önemi ve de etkisi kalmaz. Bü­ ketilen ürünlere ilişkin satm alım kararla­ tünleşik pazarlama iletişimi programının rında hangi boyutlarda etkili olduğunu ne­ temel amacının marka imajı yaratmak ol­ denleri ile ortaya koyabilmek amaçlan­ ması durumunda ise, satın alma noktası maktadır. Satın alma noktası reklamların­ reklamları biçim ve içerikleri ile bütünleşik dan etkilenme ile demografik özellikler pazarlama iletişiminin diğer bileşenlerinin arasında ilişki olup olmadığı, bu reklamla­ verdikleri mesajları destekleyerek entegre rın hangi satm alım katagorilerinde daha çalışmanın gereğini yerine getirir ve marka etkili olduğu, etkili olan satm alma noktası imajı oluşumunda katkıda bulunurlar. reklamlarının biçimsel ve içeriksel özellik­ Yukarıda belirtilen amaç ve işlevler; satm alma noktası reklamlarının genelde, bütünleşik pazarlama iletişiminin diğer bi­ leşenlerinin hedeflerinin gerçekleşmesinde leri ve satm alma noktası reklamları ile di­ ğer reklamlar arasındaki ilişki bu araştır­ mada incelenmeye çalışılan konular arasın­ da bulunmaktadır. destek görevi gördüğünü ve tüketici ile bi­ Bu çalışmaya sadece İstanbul il sınırla­ rebir iletişim kurulan son nokta olan mağa­ rı içinde bulunan Migros, Tansaş, Carrefo- zalarda yer alması nedeni ile, rakiplerin saf ur, Bim mağazalarından alışveriş edenlerin dışı edilerek satışın tetiklenmesinde önem­ dahil edilmesi araştırmamn en önemli kısı- li bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. tını oluşturmaktadır. Bir diğer kısıt ise, ilgi­ li alışveriş merkezlerinin sadece gıda mad­ deleri, temizlik malzemeleri, mutfak araç Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkinliğine İlişkin Bir Araştırma ve gereçleri ile kişisel bakım ürünlerini sat­ Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Kısıtları ma sonuçlarının; tüketicilerin özellikle hız­ malarıdır. Bu kısıtlamalara rağmen araştır­ lı tüketilen ürünleri satm alımmda, satm al­ ma noktası reklamlarının ne denli etkili ol­ Üretici ve perakendeci ile tüketicinin buluştuğu son nokta olan satın alma nokta­ larında yer alan satm alma noktası reklam­ larının niceliğinin giderek artması nedeni duğu konusunda ipuçları vereceği inancını taşımaktayız. Araştırmanın Türü ile bu konu, gerek akademisyenlerin gerek­ Bu çalışmanın araştırması, tanımsal se uygulamacıların gündeminde önemli bir araştırma katagorisinde bulunmaktadır. Babür-Tosun • Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 97 Çünkü bu araştırma çerçevesinde satm al­ mıştır. Araştırmanın dört mağaza ile sınırlı ma noktası reklamlarının, satış noktasmda tutulmasından ötürü (araştırmanın en bulunan tüketicilerin satın alım kararlarına önemli kısıtı olduğu 'amaç, kapsam ve kı­ etkileri çeşitli boyutları ile tanımlanmaya sıtlar' bölümünde belirtilmiştir), görüşül­ çalışılmaktadır. mesi planlanan 370 kişinin eşit dağılımının Araştırma Metodolojisi gerçekleştirilmesi amacı ile, her mağaza­ dan yaklaşık 92 kişiye anket uygulanmıştır. Örneklem Yöntemi: Bu araştırmada basit tesadüfi örnekle­ Bu araştırmanın amacmın genel ola­ me yöntemi ile belirlenen 370 kişiye yuka­ rak; satın alma noktası reklamlarının, satm rıda belirtilen alışveriş merkezlerine girme­ alma noktasmda bulunan tüketicilerin den önce bir kez, çıktıktan sonra da bir kez özellikle hızlı tüketilen ürünlere ilişkin sa­ tm alım kararlarında hangi boyutlarda et­ kili olduğunu nedenleri ile ortaya koyabil­ mek olmasından ötürü, örneklem olarak; genelde bu tür ürünlerin satıldığı çok departmanlı alışveriş merkezleri konumunda olan Migros, Tansaş, Carrefour, Bim mağa­ zalarından alışveriş edenler seçilmiştir. Adı geçen mağazaların yetkilileri ile görü­ şülmesi ve işletme kayıtlarının incelenmesi sonucunda bu mağazaların toplam haftalık ortalama müşteri sayısının yaklaşık olarak 3500 kişi olduğu belirlenmiştir. Ömeklemin sayısının saptanmasında ise haftalık müşteri sayısmm yaklaşık %10'unun seçi­ mi kriteri benimsenmiştir. Çünkü, belirli bir kitleye yönelik olarak yapılan araştır­ malarda, o kitleyi oluşturan birey sayısının yaklaşık olarak %10'unu örneklem olarak seçmek genelde yeterli olabilir (Twedt, 1984:135). Araştırmada, değerlendirme dı­ şı kalabilecek anket formlarının olma olası­ lığından dolayı %10'u oluşturan 350 kişi yerine 370 kişi ile görüşülmesi kararlaştırıl­ olmak üzere toplam iki kere anket uygu­ lanmıştır. Yapılan ilk değerlendirme sonu­ cunda eksik ve hatalı doldurulan anket formlarının elenmesi nedeni ile analize el­ verişli anket sayısı 352 olarak saptanmıştır. Anket formları iki kısımdan oluşmaktadır. Her iki anket formunda da ilk kısımda yer alan sorular görüşülen kişilerin demogra­ fik özelliklerini saptamaya yöneliktir. İlk uygulanan anket formunun ikinci kısmın­ da alışveriş merkezine hangi ürün ve mar­ kaları alma düşüncesi ile gelindiğini ve bu­ nun nedenlerini ölçümleyecek sorular yer alırken, ikinci olarak uygulanan anket for­ munun ikinci kısmında satm alınan ürün ve markalar, satm alım nedenleri, satm al­ ma noktası reklamlarının farkedilme ve et­ kileme düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır. Her iki anket formunda da çoktan seçmeli ve ölçekli sorular yer almaktadır. Ölçek kullanılarak hazırlanan sorularda 5'li likert ölçeği kullanılmıştır. 98 * iletişim : araştırmaları Verilerin Değerlendirilmesi Araştırmanın Hipotezi Analize elverişli olan 352 kişinin anket Çalışmanın ilk kısmında kısaca belirti­ formu SPSS for VVindovvs paket programı len literatür incelemeleri doğrultusunda yardımı ile analiz edilmiştir. Çalışmanın is­ belirlenen amaç ve model çerçevesinde, tatistiksel güvenilirliği Cronbach Alpha araştırma hipotezi şu şekilde tanımlanmış­ yöntemi ile sınanmış ve alpha değeri 0,84 tır. olarak saptanmıştır. Shao'ya göre (1999: 278), %60 ve üzeri Cronbach alpha değeri yüksek güvenilirlik göstergesidir. Satın alma noktasında verilen satm alım kararlarında satın alma noktası rek­ lamları önemli bir rol oynamakta ancak bu Araştırma verilerinin değerlendirilme­ oluşumda çoğu kez daha önce farklı ortam­ sinde genelde frekans ve yüzde yöntemi larda görülen diğer reklam mesajlarının da uygulanmış ancak bir ürüne yönelik satın etkisi bulunmaktadır. Çünkü bir markaya alma niyeti ile davranışın gerçekleşmesi ilişkin satm alma noktası reklamları genel­ arasındaki farklılıkların ve bu farklılıklar de o markanın daha önce yaptığı reklam üzerinde satın alma noktası reklamlarının çalışmalarının satm alma noktasında hatır­ etkisinin tespiti amacı faktör analizi ve de­ lanmasına yardımcı olabilmektedir. ğişkenler arasındaki ilişkilerin bulunması amacı ile de Korelasyon (Spearman) anali­ zi yapılmıştır. Araştırma Verilerinin Analizi Araştırma Modeli Örneğin Demografik Özellikleri Araştırma modeline, göre satın alma Tablo l'd e araştırma örneğinin cinsiyet, noktasında bulunan tüketicilerin özellikle eğitim durumu, medeni durum, gelir du­ tam olarak planlanmamış alımlarında satın rumu, yaş ve meslek durumuna göre dağı­ alma noktası reklamlarının önemli etkisi lımları görülmektedir. Cevaplayıcıların bulunmaktadır. %53,9'u kadın, %46,01'i erkektir. Eğitim durumu itibarıyla ankete cevap verenlerin %22,1'i yüksekokul, %55,9'u orta öğretim, %21,8 i ise ilkokul mezunudurlar. Cevaplayıcıların %73,9'unu evliler, %26,4'ünü ise bekarlar oluşturmaktadır. Araştırmaya katılanlar gelir durumlarına göre %37,5'i yüksek, %52,8'i orta, %10,5'i ise düşük ge­ lir grubuna dahildirler, Cevaplayıcıların % Babür-Tosun • Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 99 Frekans Yüzde 29,6'sı 20-29, %22,7'si 30-39, %27,4'ü 40-49, %8,9'u 50-59, %9,3'ü ise 60 ve üzeri yaş Cinsiyet grupları arasındadırlar. Cevaplayıcıların Kadın 190 53,9 meslek dağılımları itibarı ile %16,2'si me­ Erkek 162 46.01 mur, %16,1'i öğrenci, %39,3'ü ev hanımı, %10,8'i serbest meslek sahibi ve %12,5'i Eğitim durumu İlkokul Ortaöğretim (orta, lise) Yüksek öğretim emeklidir.Yapılan analiz, farklı demografik 77 21,8 197 55,9 78 22,1 özellikler deki kişilerle görüşüldüğünü or­ taya koymaktadır. Satın Alım Kategorileri Medeni durum Evli Bekar Alım kategorileri 259 73,6 93 26,4 Frekans Yüzde Özellikli Planlı Atımlar 28 8,0 Genelde Planlı Alım lar 86 24,5 İkame M arka Alım ları 15 3,7 223 63.4 Gelir durumu Düşük 37 10,5 Orta 183 52,8 Yüksek 132 37,5 Plansız Alım lar Tablo 2: Satın alma noktasında yapılan alımların kategorileri Yaş durumu 20-29 104 29,6 Tüketicilerin satın alımları katagorize 30-39 80 22,7 edildiğinde dört alım türü saptanmıştır. 40-49 98 27,4 Özellikli planlı alımlarda, tüketici mağaza­ 50-59 31 8.9 ya girmeden önce satın alma niyetinde ol­ 60+ 32 9,3 duğu markaları mağazada satın almakta ve genelde farklı markalara yönelmemekte­ Meslek durumu Memur Öğrenci dir. Bu nedenle bu grup üzerinde satın al­ 57 16,2 ma noktası reklamlarının etkisi yok dene­ 55 16,1 cek kadar azdır. Genelde planlı alımlarda, 140 39,3 belirli bir markadan çok belirli bir ürünün Se rb est M eslek 38 10,8 satm alımı mağazaya girmeden önce plan­ İşçi 17 4,8 lanmış ve mağaza içinde marka kararı ve­ Emekli 44 12,5 rilmiştir. İkame ürün-marka alımı tüketici­ 1 0,3 nin mağazaya girmeden önce satm almayı Ev Hanımı Diğer Tablo 1: Örneğin demografik özellikleri düşündüğü markanm-ürünün yerine ben- 100 • iletişim : araştırmaları zerini alması ile gerçekleşmiştir. Plansız Satın Alma Noktasında Verilen Kararlarda Etkili Olan Faktörler alımlarda ise tüketici mağazaya girmeden önce hiç planlamadığı alımları gerçekleştir­ Cevaplayıcılara satın alma noktasında miştir. Bu bulgulara göre planlı alımlar dı­ verdikleri kararlarda kendilerini etkileyen şındaki tüm alım katagorilerinde kararın faktörlerin neler olduğu sorulmuş ve elde önemli bir kısmı mağaza içinde verilmekte edilen bulgular ve bu faktörlere verilen ve planlı alımlar diğer alım katagorilerinin önem sıraları yukarıda yer alan Tablo 3' de toplamı içinde düşük bir oran oluşturmak­ gösterilmiştir. tadır. Kararın genelde mağaza içinde veril­ mesi, tüketicilerde özellikle hızlı tüketilen Yapılan faktör analizi sonucunda, ce- ürünlere yönelik olarak bir imajın ve mar­ vaplayıcılarm satın alma noktasında ver­ ka sadakatinin genelde kuvvetli olmadığı­ dikleri kararlarda ağırlıklı olarak altı faktö­ nı ve bu nedenle de satın alma noktası rek­ rü ön plana çıkardıkları ve bunların her bi­ lamlarının önemini kanıtlar niteliktedir. rine farklı değerler verdikleri anlaşılmakta- Faktör Önem D erecesi Ö zellikler Satın Alm a Noktası Ağırlıklı Önem 1 2 3 4 5 6 Toplam D erecesi 101 86 77 40 9 2 1484 1 91 83 74 37 17 13 1415 2 62 48 50 84 17 10 1150 3 10 14 45 51 80 115 738 4 44 40 4 10 64 74 712 5 7 9 29 60 92 104 671 6 Reklam larının Etkisi Diğer Satın Alm a Noktası Ç alışm alarının Etkisi Daha Önce Görülen Reklam ların Etkisi Halkla İlişkiler Kam panyalarının Etkisi Daha Önce Duyulan R eferansı Anım sam a Yanında bulunan Kişilerin Etkisi Tablo 3: Satın alma noktalarında verilen kararlarda etkili olan faktörler Babür-Tosun • Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 101 dır. Satın alma noktası reklamları, mağaza önemli bir etkiye sahip olduğu hipotezini içinde verilen kararlarda birinci derecede doğrular niteliktedir. etkili faktör olarak görülürken, diğer satın Alım Kategorileri ile Satm Alma Noktası Reklamları Arasındaki İlişki alma noktası iletişimi çalışmaları olan ma­ ğaza organizasyonu, mağaza atmosferi ve imajı ikinci derecede önemsenmiş ama bu Cevaplayıcıların Tablo 2'de belirtilen çalışmaların her birine verilen önemler ara­ alım katagorileri ile satın alma noktası rek­ sında belirgin bir fark bulunmadığı için lamlarından etkilenme arasında bir ilişki Tablo 3' de diğer satın alma noktası iletişi­ olup olmadığı korelasyon analizi ile test mi çalışmaları olarak yer almıştır. Diğer edilmiştir. Elde edilen verilere göre, özel­ faktörlerden daha önce ilgili markaya yö­ likli planlı alımlar dışındaki alım katagori­ nelik yapılan reklam çalışmalarını o mar­ leri ile satın alma noktası reklamlarından kayı ve o marka ile ilgili satın alma noktası etkilenme arasındaki ilişkinin korelasyon reklamlarını mağazada görünce anımsama katsayıları sıfırdan büyük P değerleri ise nedeni ile satın alma üçüncü sırada, yapı­ 0,05'ten küçük çıkmıştır. Veriler; birinci de­ lan halkla ilişkiler kampanyalarında yer recedeki ilişkinin plansız alım katagorisin- alan aktiviteleri hatırlayarak satın alma de, ikinci derecedeki ilişkinin genelde dördüncü sırada, daha önce marka ile ilgi­ planlı alım katagorisinde, üçüncü derece­ li duyduğu bir referansı hatırlayarak satın deki ilişkinin ise ikame marka alımı kata­ alma beşinci sırada, mağazada yanında bu­ gorisinde olduğunu gösterirken, özellikli lunan bir kişinin sözel veya davranışsal et­ planlı alım katagorisi ile satm alma noktası kisi ile satm alma altıncı sırada yer almak­ reklamlarından etkilenme arasında istatis- tadır. Bu veriler, satm alma noktası reklam­ tiki açıdan anlamlı bir ilişki bulunamamış­ larının mağaza içinde verilen kararlarda tır. İlişki A raştırıla n Faktörler Korelasyon P Değeri Katsayısı Özellikli planlı alım ile satın alma noktası reklam ları arasındaki ilişki 0,005 0,919 Genelde planlı alım ile satın alma noktası reklam ları arasındaki ilişki 0,191 0,042 İkame marka alımı ile satın alma noktası reklam ları arasındaki ilişki 0,190 0,043 Plansız alım ile satın alma noktası reklam ları arasın daki ilişki 0,211 0,040 Tablo 4: Alım katagorileri ile satın alma noktası reklamları arasındaki ilişki 102 * iletişim : araştırmaları İlişki A raştırılan Faktörler Korelasyon P Değeri Katsayısı Gelir düzeyi ile olan ilişki 0,005 0,719 Eğitim düzeyi ile olan ilişki 0,050 0,316 0,031 0,318 M edeni durum ile olan ilişki 0,012 0,407 M eslek durumu ile olan ilişki 0,004 0,502 Yaş durumu ile olan ilişki 0,061 0,310 Cinsiyet ile olan ilişki T a b lo 5 : Satın alma noktası reklamlarından etkisi ile demografik özellikler arasındaki ilişki Satın Alma Noktası Reklamları ile Demografik Özellikler Arasındaki İlişki Etkili Satm Alma Noktası Reklamlarının Biçimsel Özellikleri Mağaza içinde satm alma kararı veren Satın alma noktası reklamlarından etki­ tüketicileri etkileyen satm alma noktası lenerek mağaza içinde satm alma kararı reklamlarının biçimsel özelliklerini belirle­ verme ile demografik özellikler arasında mek için yapılan analiz sonucunda; flama bir ilişki olup olmadığını belirleme amacı ve yazılı ve elektronik panolarda yer alan ile yapılan korelasyon analizi sonucunda mesajların amaca ulaşma açısından birinci elde edilen bilgiler Tablo 5'te yer almakta­ dır. sırada; marka ile ilgili yapılan anonslar, ve­ rilen numuneler, özel standlar vb. türü sa- Bu bilgilere göre, yaş durumu, gelir du­ Yüzde rumu, medeni durum, eğitim durumu, cin­ Biçim sel Özellikler Frekans siyet, meslek durumu ile ilgili korelasyon Flama ve panolar 170 54,1 Özel aktiviteler 104 33,12 Kuponlar 30 9,6 Diğer 10 0,3 katsayıları sıfıra yakın çıkarken, P değerle­ ri de 0,05'ten oldukça büyük çıkmıştır. Bu nedenle, bu demografik özellikler ile satın alma noktası reklamlarından etki­ lenme arasında anlamlı bir ilişki kurulama­ T a b lo 6 : mıştır. biçimsel özellikleri Etkili satın alma noktası reklamlarının Babür-Tosun• Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 103 tın alma noktası reklamlarının (özel aktiviteler) ikinci sırada; ödül kazandırıcı kupon­ ların üçüncü sırada, mağaza civarındaki pano, afiş vb. satın alma noktası reklamla­ rının (diğer) ise son sırada yer aldığı sap­ tanmıştır. Etkili Satın Alma Noktası Reklamlarının Içeriksel Özellikleri İçeriksel özellikler Frekans Yüzde Etkili bütünleşik pazarlama Frekans Yüzde İletişimi çalışm aları Reklam 156 49,7 Pazarlam a halkla ilişkileri 106 33,8 Doğrudan Pazarlam a 40 12,8 Satış Geliştirme 12 3,8 T a b lo 8: Satın alma noktası reklamlarına diğer bütünleşik pazarlama iletişimi çalışmalarının katkısı Bilgi v e ric i reklam lar Duygulara seslenen rek. 281 87 43 13 önce farklı ortamlarda gördükleri aynı markaya ait reklamlarının; 33,8'nin karar­ T a b lo 7; Etkili satın alma noktası reklamlarının içeriksel Özellikleri larında ise söz konusu markaya ilişkin çe­ şitli pazarlama halkla ilişkileri aktiviteleri- Satın alma kararını mağaza içinde, sa­ nin; %12,8'inin kararında kendilerine ula­ tın alma noktası reklamlarından etkilene­ şan doğrudan pazarlama mesajlarının; rek veren tüketicilerin %87'sinin ürün- 53,8'inin kararında ise satış geliştirme çalış­ markanın rasyonel özelliklerini somut ola­ malarının etkili olduğu belirlenmiştir. Bul­ rak açıklayan reklam mesajlarından etki­ gular, satın alma noktası reklamlarının et­ lendikleri belirlenmiştir. Genelde ürünün kinliğini arttırmada, öncelikle farklı ileti­ fiyatında yapılan geçici indirimleri ve veri­ şim araçlarında yer alan diğer reklamların len ödülleri vurgulayan mesajların en etki­ ve tüketicilere değişik aktiviteler ile ulaşan li mesaj türleri arasında olduğu saptanan pazarlama halkla ilişkileri çalışmalarının bulgular Tüketicilerin önemli katkısı olduğunu ortaya koymakta­ %13'ünün ise duygulara seslenen mesaj dır. Bu bulgular, bir markaya ilişkin satın içeriklerinden etkilendiği görülmektedir. alma noktası reklamlarının genelde o mar­ arasındadır. Satın Alma Noktası Reklamlarına Diğer Bütünleşik Pazarlama iletişimi Çalışmalarının Katkısı Satın alma noktası reklamlarından etki­ lenerek satın alma davranışını gerçekleştirenlerin %49,8'inin bu kararlarında, daha kanın daha önce gerçekleştirdiği diğer rek­ lam çalışmalarının satın alma noktasında hatırlanmasına yardımcı olduğu yönünde­ ki araştırma hipotezini de doğrulamakta­ dır. 104 • iletişim : araştırmaları Sonuç ise, satın alma noktası reklamları tüketici­ lerde satm alma niyeti ve kararı oluştura­ Satın alma noktası reklamlarının, satın alma noktasında bulunan tüketicilerin hız­ lı tüketilen ürünlere yönelik satın alma davranışları üzerindeki etkinliğini değişik boyutları ile değerlendirmek amacı ile ya­ pılan araştırmanın sonucunda elde edilen bulgular; bu reklam türünün tüketici satın alma davranışı üzerinde oldukça etkili ol­ duğunu ortaya koymaktadır. rak bu oluşumun davranışa dönüşmesini sağlamışlardır. Nitekim yapılan faktör ana­ lizi ve korelasyon analizi sonucunda (Tablo:2 ve 4), genelde planlı alım, ikame mar­ ka alımı ve plansız alım katagorilerini ger­ çekleştiren tüketicilerin mağaza içinde ver­ dikleri kararlarda, satm alma noktası rek­ lamlarının en önemli rolü oynadığı ayrıca satm alma noktası reklamları ile plansız Genelde hızlı tüketilen ürünlerin satıl­ alımlar arasında çok kuvvetli bir ilişki ol­ dığı mağazalarda; bir kez alışverişe başla­ duğu anlaşılmaktadır. Araştırmanm sonu­ madan önce ve bir kez de mağazadan çık­ cunda satm alma noktası reklamlarından tıktan sonra olmak üzere toplam iki kere etkilenerek mağaza içinde satm alma kara­ görüşülen 352 tüketicinin sadece %8 gibi rı verme ile demografik özelliklerden gelir, küçük bir oranının, mağazaya girmeden yaş, medeni, eğitim ve meslek durumu ve önce satın alma niyetini taşıdığı markaları cinsiyet arasmda anlamlı bir ilişkinin bulu- satın alarak özellikli planlı alımı gerçekleş­ namamştır. En etkili satm alma noktası rek­ tirmesi, hızlı tüketilen ürünlerde marka sa­ lamları olduğu anlaşılan flamalarla, yazılı dakatinin henüz tam olarak oluşmadığını ve elektronik panoları etkinlik açısından ortaya koymaktadır. Kanımızca bu durum, mağaza içinde yapılan özel aktiviteler ve satın alma noktası reklamlarının bu tür verilen kuponlar takip etmektedir. İçerik- ürün gruplarında oldukça etkili olmasının sel açıdan etkili olan reklam mesajları ise en önemli nedenlerinden birisidir. genelde marka hakkında bilgi verme yön­ Araştırma bulgularma göre, özellikli lüdür. Satm alma noktası reklamları ile di­ planlı alımı gerçekleştirenler satm alma ğer bütünleşik pazarlama iletişimi çalışma­ noktası reklamlarından etkilenerek başka ları arasındaki etkileşimi belirlemek amacı bir markaya veya ürüne yönelmemekte di­ ile yapılan analizde, en etkili katkıyı diğer ğer bir deyişle planlı alım ile satın alma ortamlarda daha önce görülen farklı rek­ noktası reklamları arasında istatistiki açı­ lam çalışmalarının yaptığı anlaşılmaktadır. dan anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Satın alma noktası reklamlarından etkile­ Özellikli planlı alımlar dışmdaki diğer alım nen tüketicilerin %49,7'si, aynı markaya katagorileri olan genelde planlı alımlar, ilişkin olarak daha önce farklı ortamlarda ikame marka alımları ve plansız alımlar da gördükleri reklamları, satm alma noktası Babür-Tosun• Satın Alma Noktası Reklamlarının Etkisi • 105 reklamlarını gördükleri zaman hatırladık­ Kaynakça larını belirtmişlerdir. Satın alma noktası reklamlarının önemli oranda hatırlattığı bir diğer bütünleşik pazarlama iletişimi bileşe­ ni ise, pazarlama halkla ilişkileri çalışmala­ Arens, W. F (1986). C om tem porary A dvertising. Chicago: Irvvin. Bemstein, D (1986). C om pany Im age and R eality: A rına ilişkin aktivitelerdir. Cevaplayıcılarm critiçu e o fco rp a ra te Communications. Rinehart&VVirıston: Eastboume. %33'8 i, belirli bir markaya ait satm alma noktası reklamlarının kendilerine, o mar­ Birtvvistle, G; Clarke, I and Freathy, P. (1998). Custom er D ecision M aking in fash id o n kanın daha önce düzenlediği bazı aktivite- Fashion Retailing: A Segm entation A n alysis: International Journal o f R etail& D istribition M anagem ent. 26 (4). leri anımsattığını belirtmişlerdir. Bu veri­ ler, satm alma noktası reklamları ile bütün­ leşik pazarlama iletişiminin diğer bileşen­ lerine ait çalışmalar arasında etkileşim ol­ duğunu ortaya koymaktadır. Gerçekleştirilen araştırmanm bulgula­ Chaffee, S. E ve Berger, C. R. (1986). H an dbook o f C om m unication Science. Nevvsburry: Sage. Duncan, T. R ve Everett, S. E (1993). "Client Perceptions of Integrated Marketing Communications". Journal o f A dvertising Research: May. rına yönelik yapılan analizler doğrultusun­ Holtje, S. (1988). M arketing an d D etailhandel. Groningen: VVoltems da vardığımız sonuçlara göre, satm alma Inman, noktası reklamlarının hızlı tüketilen ürün­ ler konusunda, özellikle mağaza içinde ve­ rilen satın alma kararlarında tüketicileri demografik özellik farkı gözetmeksizin et­ kilediğini; etkilemede reklam materyalleri­ nin biçimsel ve içeriksel özelliklerinin yanı sıra diğer bütünleşik pazarlama iletişimi bileşenlerinin de önemli bir rol oynadığını söylemek mümkündür. Bu nedenlerle, sa­ vd. (1968). Where the Rubber Meets the Road: A model of In-Store Consumer Decision making. W orkitıg paper. report N o:98. Cambridge: Marketing Science Institute. Kitchen, P. J (1999). M arketing C om m unications: Principles and Praclice. London: Thomson Business Press. Kotler, P. (1973). "Atmospherics as a Marketing Tool", Journal o f R etailing. 49 (4). Leeds, D. (1998). "Accountabiity is In-Store for Marketeers" Brandw eek, 2(8) tm alma noktası reklamlarının etkinliğinin Levvison, D. M. (1997). R etailing, 6. Edition, Engleıvood Cliffs. NJ: Prentice Hail. maksimizasyonu için, biçimsel ve içeriksel McGann, A. F. & Russell, J. T. (1988). A dvertising özelliklerin dikkatle planlanması ve tüm bütünleşik pazarlama iletişimi bileşenleri ile sinerji oluşturacak entegre bir çalışma içinde bulunulması gerekmektedir. M edia: A M anagerial A pproach. Homevvood: Irvvin. Mülhem, F. J. (1997). "Retail marketing: From Distribution to Integration." International Journal o f R esearch in M arketing. 14 (29). Park, C.W., vd. (1989). "The Effects of Situational Factory on In-Store Grocery Shopping Behavior: The Role of Store Environment and Time Available for Shopping." Journal o f C onsum er Research. 15. 106 • iletişim : araştırmaları Pelsmacker, P ., vd. (2001). M arketing C om m unications. London: Prentice Hail. Peter, J.P. ve Olson, J.C. (1994). Consumer Behaviour and Marketing Strategy. Burr: Irwin P. O. P. Al Europe (2001). The P.O.P.AI Europe Consumer Buying Habits Study. Co-ordination by Retail Marketing In-Store Services Limited. VVatford: Herts. Rosenberg, J.M. (1995). D ictionary o fR e ta ilin g and M erchandising. New York: John VViley&Son. Schultz, D. E.; Tannenbaum, S.; Lauterbom, R. (1993). Integrated M arketing C om m unications. Lincolnwood: NTC Business Book Shimp, Terrence A. (1997). A dvertising, Prom otion and Suplem ental A spects o f Integrated M arketing C om m unications. South VVestern College Publications. Tvvedt, D. W (1984). Survey o f M arketing Research. American Marketing Association. Chicago. " 'Think Different' Boutiques Boots Sales" (1998). Point o f P urchase M agazine. 4 (3). Zimmer, R. And Goldan, L. L. (1988). "Impressions of Retail Stores: A Content Analysis of Consumer Images". Jou rn al o f Retailing. 64 (3). Reklamlarda insanbiçimsellik Halime Yücel Altınel Anthropomorphism in Advertisements Özet Abstract: Bu çalışmada reklamlarda insanbiçimsellik kavramı, İn this work the concept of anthropomorphism in göstergebilimsel yöntem temel alınarak incelenmiştir. television advertisements is studied by using the İnsanbiçimsellik kavramını bulunduğu anlamsal dizge principles of semiotics. The semiotic square is utilised içinde değerlendirebilmek için göstergebilimsel for evaluating the concept of anthropomorphism in the dörtgenden yararlanılmıştır. Daha sonra reklamlarda semantic System it belongs. As a result two type of insanbiçimselliğin türleri saptanmaya çalışılarak, anthropomorphism is detected in advertisements: görsel insanbiçimcilik ve dilsel insanbiçimsellik olarak visual and verbal anthropomorphisms. The degree of başlıca iki tür bulgulanmıştır. Ayrıca proximity betvveen the user and the object introduced insanbiçimselleştirmenin reklamlarda kullanıcı ile by anthromorphism is determined and how human nesne arasında kurduğu yakınlık dereceleri beings are transformed into objects in the saptanmaya çalışılmıştır. Çalışmada insanbiçimselliğin advertisements is explained. Finally it is possible to say karşıt kavramı olan insanın nesnebiçimselleştirilmesi that this transformation contributes to the general de ele alınmıştır. Sonuçta bu iki karşıt kavramın aynı discourse of advertisements, vvhich present human mantıksal dizgenin ürünü olduğu, insanı yalın ve beings plain and passive, and objects complex and edilgen, nesneyi karmaşık ve etkin bir yapı gibi sunan active. reklam söylemine katkıda bulundukları düşüncesine varılmıştır. iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1): 107-121 108 • iletişim : araştırmaları Reklamlarda İıısanbiçimsellik Reklam tecimsel amacına ulaşabilmek min önemli öğelerinden biri olduğunu için kullanıcıyla tanıttığı nesne ya da hiz­ öne sürer, çünkü fetişleştirme, nesnelerin met arasında bir ilişki kurmaya çabalar. toplumsal değerini nesnel gibi göstererek, Bu amaçla değişik yöntemlerden yararla­ toplumsal ilişkileri doğallaştırır (Marx, nır, nesneye nesnel değerinin ötesinde, 1976: 65). Bununla birlikte, nesneleri fetiş- simgesel değerler yükler. Bunun sonucun­ leştirmeyi yalnızca kapitalizmin bir özelli­ da nesnelerin özdeksel niteliklerinin çok ği olarak görmek yanlıştır. Antropoloji ve ötesine geçtikleri, kimi zaman da insanla­ dinbilimde görülen örnekler, fetişleştir­ ra özgü niteliklerle donandıkları görülür. menin insanm doğal yönelimlerinden biri Böylece nesneyle kullanıcı arasında duy­ olduğu düşüncesini uyandırır. Doğa üstü gusal bir bağ kurmak da kolaylaşır bir gücü olduğuna inanılan fetiş, büyü ve (www.ucad.fr/pub / virt / mp / renault /). kötü güçler üzerinde denetim sağlamak Nesneleri insanbiçimselleştirmek, on­ lardan bir ruhu, aklı ve dili olan kişiler gi­ bi söz etmek çok eski, günlük yaşamda da sık görülen bir olgudur (Yücel, 2000:151). İnsanbiçimselleştirme, fetişleştirmenin türlerinden biridir (Jhally, 1987: 62). Jhally, fetişleştirmenin nesnelerin anlamı­ nı, onların fiziksel varlığının içkin bir par­ üzere kullanılmış, fetişlerin hastalıklardan koruyacağına, bereket getireceğine, daha çok avlanmayı sağlayacağına inanılmıştır (McCange, 2001:196). Bu açıklama, günü­ müzde nesnelerin fetişleştirilmesi, nesne­ lerin tanıtımında kimi zaman doğa üstü bir ortam yaratılması konusunda da ay­ dınlatıcıdır. çası gibi görmek anlamına geldiğini, bu Reklamlarda fetişleştirmeyi inceleyen anlamın da insanların anlam dizgesince Jhally'ye göre fetişleştirmenin başlıca tür­ yaratıldığını belirtmiştir (Jhally 1987: 29). leri insanbiçimselleştirme, ürüne sahip ol­ Marx da (1976: 65) fetişleştirmenin bir maya ve kullanmaya bağlı duygusal tep­ ekonomik ilişkiler sistemi olan kapitaliz­ ki, ürünün insanı değiştirmesi, daha çeki­ Yücel-Altınel• Reklamlarda insanbiçimsellik • 109 ci kılması, toplumsal ilişkileri değiştirme­ lık kavramının insanbiçimsellikten kurtul­ sidir (Jhally, 1987: 163). Dolayısıyla fetiş- ması gereğine karşın, öteden beri, tanrıla­ leştirmenin günümüzde, reklamların ne­ rın insanbiçimselleştirildiği görülmekte­ redeyse tümünde yararlanılan bir olgu ol­ dir (Pareyson). Tanrıları tanımlayan hey­ duğu düşünülebilir. Reklamlarda, tanıtı­ kelcikler ya da resimlerle insanbiçimsel­ lan nesnelerin insanların tüm sorunlarının leştirme somutlaştırılır ve nesneler fetiş üstesinden geldiğini, çoğu kez de reklam değeri kazanır. Ancak böyle bir insanbi­ kişisini dönüştürerek çekici, çağdaş ve ba­ çimselleştirme, nesneyi fetişleştirse de in­ şarılı kıldığını görürüz. Birçok reklamda sanın yüceltilmesi anlamına da gelmekte­ tanıtılan nesnenin içinde bir güç gizli ol­ dir, insanların bütünüyle olmasa da bir duğu sanısı uyandırılır, örneğin bir deter­ bakıma kendilerini tanrılarıyla özdeşleş­ janın içindeki "güç kürelerinden, "enerji tirdiklerini göstermektedir. Böylece Tanrı, toplarından" söz edilir. Ürünün gücü kimi insan ve fetişleştirilen nesne arasında bir zaman görsel olarak da anlatılır: Parlak bağıntı kurulur, insan ve nesne Tanrıyla ışıklar ürünün ambalajı üzerinde birleşe- olan dolaylı ilişkileri nedeniyle birbirini rek bir enerji yoğunlaşmasını gösterir yüceltir. Nesneleri insanbiçimselleştirme- (Fontanille, 1995: 30). nin en yetkin örneğiyse Baudrillard'a göre Fetişleştirmenin en belirgin biçimle­ rinden olan insanbiçimselleştirme, nesne­ lere ya da hayvanlara insana özgü nitelik­ ler yakıştırma eğilimidir. En eski çağlar­ (1968: 169), robotlardır. Tam bir işlevsel­ likle tam bir insanbiçimselliğin bireşimi olan robot, bu niteliklerinden dolayı en ül­ küsel nesnedir (Baudrillard, 1968:169). dan beri yaygın olan bu eğilim, Parey- Reklamlarda insanbiçimselleştirme ol­ son'a göre (1996), insanın, Tanrı'mn imge­ dukça yaygındır, tanıtılan nesne ya da sinde yaratıldığından en kusursuz varlık hizmet insanbilimselleştirilerek fetişleşti- olduğu düşüncesine dayanmakta, kutsal­ rilir. Böylece herhangi bir fetiş nesnesinin 110* iletişim : araştırmaları özdeksel niteliklerinin çok ötesinde değer­ Çalışmamızda göstergebilimsel yönte­ ler taşıması gibi, reklamlarda tanıtılan min yardımıyla, 2001-2002 yılı televizyon nesne de kendini aşan anlamlar kazanır. reklamlarından yararlanarak, reklamlarda Ancak reklamlarda insanbiçimselleştirme insanbiçimselleştirme yönelimini incele­ ters yönde işler, yine yüce bir güce ve üs­ meye çalışacağız. Kavramın anlamsal de­ tün insansal niteliklere gönderme yapılır, ğerlendirilmesi için göstergebilimsel dört­ ancak bu gücün ve niteliklerin kaynağı ta­ geni kullanacağız. Daha sonra reklamda nıtılan nesneden başka birşey değildir. insabiçimselliğin türlerini ve insanbiçim­ Reklamlarda insanbiçimselleştirme, tanıtı­ selleştirme aracılığıyla, nesne ve kullanıcı lan nesne ya da hizmete simgesel değerler arasında kurulan yakınlık derecelerini in­ yüklemenin yollarından biridir. İnsanbi­ celeyerek sınıflandırmaya çalışacağız. Son çimselleştirme reklamlarda nesneyi bir in­ olarak, reklamlarda insanların nesnebi- san imgesinde yansıtmak, ondan bir in­ çimselleştirilmesine değineceğiz. sanmış gibi söz etmek, konuşturmak yo­ luyla gerçekleştirilir. Reklamlarda insanbiçimselleştirmeninin karşıtının da yapıldığı, insanların "nesnebiçimselleştirildiği" de gözlemlen­ mektedir. Nesnebiçimselleştirme, insana nesnede olduğu düşünülen nitelikler atfe­ dilmesi olarak tanımlanabilir. Bedenin nesnebiçimselleştirilmesini tüketim toplumunun belirleyici özelliklerinden biri ola­ rak gören Baudrillard (1997: 165), insan bedeninin bir nesne/bedene dönüştürül­ düğünü savunur. Ancak düşünüre göre çağdaş söylencenin yarattığı biçimiyle be­ den, ruhtan daha maddesel değildir, bu yönüyle de fetişleştirmenin yeni kaynağı durumuna gelir (Baudrillard, 1997: 165). Bununla birlikte, reklamlarda insamn nesnebiçimselleştirilmesinin yüceltici değil, insan nesne düzeyine yaklaştırıldığmdan, küçültücü bir anlamı vardır. Kavramın anlamsal incelemesi İnsan ve nesne yalın, anlamları konu­ sunda kuşkuya düşülmeyecek, karşıt ol­ dukları kabul edilebilecek kavramlardır. Ancak bu iki kavrama gönderme yapar­ ken bir anlamda onları içeriğinden boşal­ tan insanbiçimsel ve nesnebiçimsel kav­ ramlarının varlığı, birbiriyle ilişkili bu kavramları bir dizge içinde ele alma gere­ ğini duyurur. Reklamlarda insan, nesne, insanbiçimsel ve nesnebiçimsel kavramla­ rını, göstergebilimcilerin anlamsal dizge­ nin daha iyi belirlenmesi amacıyla kullan­ dıkları, bir karşıtlıklar, alt-karşıtlıklar, bü­ tünleyiciler ve uzlaşmazlıklar düzeni olan göstergebilimsel dörtgen aracılığıyla orta­ ya koyabiliriz: Yücel-Altınel • Reklamlarda Insanbiçimsellik »111 insan nesne çimsellik insanı nesneye yaklaştırır. İnsan­ biçim sel/nesnebiçim sel karşıtlığı, in­ san/nesne karşıtlığının tersine, doğal de­ ğil, kültürel bir karşıtlıktır. VVilliamson (2001: 12) nesnelerin insanlara, insanların nesnelere yaklaştırılmasınm, reklamların bize tüketim mallarından öte birşeyleri Karşıtlıklar ekseni Göstergebilimsel dörtgenin başlangıç noktası, iki karşıt kavram arasında oluştu­ rulan bir anlambilimsel eksen, karşıtlıklar eksenidir (Everaert-Desmedt, 2000: 73). Bu göstergebilimsel dörtgende de insan ve nesne kavramlarının bulunduğu eksen, karşıtlıklar eksenini oluşturmaktadır. İn­ san /nesne karşıtlığı herkesçe benimse­ nen, açık bir karşıtlıktır. Bunun nedeni in­ san/nesne karşıtlığının, doğal bir karşıtlık olmasıdır. Kuşkusuz insan ve nesne her zaman kültürel etkenlerin etkisi altında satmasından kaynaklandığını ileri sürer. Yazara göre bu, içinde bizim ve malların yer değiştirebilir olduğumuz bir yapıdır (VVilliamson, 2001:12). Riesman (1969: 76) ise bu durumun kaynağının tüketicilerin beklentisinden ileri geldiğini, çünkü gü­ nümüzde en çok istenen ürünün bir kişilik olduğunu belirtir (Riesman, 1969: 76 ). Kuşkusuz tüketicilerin bu beklentisi, insa­ nın doğasından değil, benimsetilen dü­ şünce yapısından kaynaklanır. Cachelat da (2001:161) bu durumun nedeninin eko­ nomik sistem olduğunu, nesnelerin bollu­ olmuş, çoğu kez aralarında çeşitli benzer­ ğunun seçim olanakları yarattığı bir top­ likler ve bağıntılar kurulmuştur, ancak öz­ lumda, nesnel gereklilikten çok simgelerin se1 nitelikleri açısından, canlı / cansız kar­ önem kazanmasının kaçınılmaz olduğunu şıtlığı gibi kesin bir karşıtlık söz konusu­ vurgulayarak, reklamlarda bu nedenle dur. nesnenin anlamı ve "kişiliği" üzerinde du­ Alt karşıtlıklar ekseni rulduğunu açıklar (Cachelat, 2001: 161). Artık önemli olan bireylerin imgeleminde İnsanbiçimsel nesne ve nesnebiçimsel bir ürün kişiliği yaratmaktır, insanbiçim- insan alt-karşıtlık eksenini oluşturmakta­ selleştirme de bunu somutlaştıran, rek­ dır. Gerçekte bu kavramlar kendileriyle lamcılık açısından elverişli bir yoldur. çelişir, bu nedenle bir karşıtlık düzeni için­ de karmaşık görünebilir. Çünkü söz konu­ su kavramlar, yakıştırılan niteliklerle, ne­ Bütünleyiciler ekseni Oluşturduğumuz göstergebilimsel redeyse kendi karşıtlarıyla özdeşleşir. In- dörtgene göre insanbiçimsel nesne insan sanbiçimsellik nesneyi insana, nesnebi- kavramının, nesnebiçimsel insan da nesne 112 • iletişim : araştırmaları kavramının bütünleyicisi durumundadır. Böylece gerçekte karşıt olan kavramlar, insanbiçimselleştirmenin türleri reklamlardaki çeşitli kullanımlarla birbir­ lerinin bütünleyicisi durumuna gelirler. Uzlaşmazlar ekseni İnsan/nesnebiçim sel insan ve nes­ ne /insanbiçimsel nesne uzlaşmaz durum­ Reklamlarda böylesine sık kullanılan insanbiçimselliğin belirgin türleri görsel insanbiçimselleştirme ve dilsel insanbiçimselleştirmedir. Görsel insanbiçimsellik dadırlar. Uzlaşmazlar ekseninde de bü­ tünleyiciler eksenindeki durumun benzeri görülmektedir. Özde aynı olan kavramlar, birbirleriyle uzlaşmaz kılınırlar. İnsan kavramı, nesnebiçimselleştirilen insanla çelişir. İnsanbiçimselleştirilen nesne de nesne kavramıyla uzlaşmazdır, çünkü ar­ Reklamlarda tanıtılan nesneleri görsel açıdan insanbiçimselleştirmenin, ürünü bir insan imgesiyle özdeşleştirmek ve yaptakçı (bricolage)* insanbiçimsellik ol­ mak üzere belirgin iki türü olduğunu söy­ leyebiliriz. tık bir nesne olmaktan çıkmıştır, tam bir Ürünü ya da markayı belli bir insan insan değilse de neredeyse insandır, kimi imgesiyle özdeşleştirmek zaman insandan da üstündür. Featherstone (1996: 199), nesnelerin belli ortamlarda onları kullanıcıları açısından kutsal kılan simgesel bir görev üstlenebileceklerini açıklar, insanbiçimselleştirilen nesne de bu durumun bir örneğidir (Featherstone, 1996:199). Bu, reklamların öncelikle markayı ya­ ratmak ve anımsatmak için kullandıkları bir yöntemdir. Bu tür insanbiçimselleştir­ menin deterjan reklamlarında yaygın bi­ çimde kullanıldığı görülmektedir. Kimi deterjanların küçük işçilerle, yeşil giysili, süpermeni anımsatan bir erkek imgesiyle Bütünleyiciler ve uzlaşmazlar eksenle­ ya da küçük bir melek imgesiyle özdeşleş­ rinin yapısı ilk bakışta olması gerekenin tirilmesi bunun bir örneğidir. Özellikle karşıtı gibidir. İnsanın bir başka insan ta­ kadınların kullanımına yönelik, ev işleriy­ nımıyla çelişip bir nesne tanımıyla bütün­ le ilgili ürünlerin reklamlarında, insanbi­ leşmesi göstergebilimsel dörtgeni karma­ çimselleştirilen ürünün cinsiyetinin erkek şıklaştırır. Ancak konuyu incelenmeye de­ olduğu ileri sürülebilir. Kullanıcının ge­ ğer kılan da bu uzlaşmaz durumdur. Çün­ nellikle zarif ve bakımlı bir kadın olması, kü reklam yalnızca ürünlere başka değer­ nesnenin de güçlü bir erkek olmasını ola­ ler yüklemekle yetinmez, nesne ve insan­ ğan gösterir. Çünkü birçok reklamda ça­ ları kimi zaman karşıtına dönüştürecek öl­ maşırı temizlemek güç gerektiren bir çüde başkalaştırabilir de. edim olarak gösterilir, böylece deterjan, Yücel-Altınel• Reklamlarda Insanbiçimsellik • 113 güç izleğiyle tanıtılır. Kuşkusuz fiziksel değil, kimyasal bir güçtür söz konusu olan, yine de güç kavramı genellikle er­ keklikle özdeşleştirilir. Ancak çamaşır yu­ muşatıcısı gibi "yumuşaklık", "güzel ko­ ku" gibi niteliklerin öne çıkarıldığı ürünle­ rin reklamlarında, peri kızı gibi dişi imge­ lerden yararlanıldığı saptanabilir. Kimi reklamlardaysa tanıtılan ürünün içindeki özdeklerin, örneğin yoğurdun mayasının Yaptakçı insanbiçimselleştirme Göstergebilimcilerin üzerinde dur­ dukları bir kavram olan yaptakçılık, belli bir sayıda hazır, bir başka deyişle önceden oluşturulmuş yapıların biraraya getiril­ mesi, böylece yeni bir yapı kurulması an­ lamına gelmektedir. Yaptakçılık kimi za­ man karşıtlıklarla da oynayarak eski yapı­ lardan yeni bir yapı üretir. Ancak bu eski görsel açıdan insanbiçimselleştirildiği gö­ biçimlerin, yeni bütünlük içinde bile ken­ rülür. di niteliklerini korudukları görülebilir (Floch, 1995: 6). Söz konusu yöntemin Görsel insanbiçimselleştirme yönte­ minde genelikle canlandırma tekniğinin kullanımı yeğlenir. Ancak nesnenin ger­ çek bir insan imgesiyle simgelendiği rek­ lamlar da vardır. Örneğin bir otomobil reklammda, otomobilin hava yastığı çıp­ lak, şişman bir adamla özdeşleştirilir. Magritte türü bir sürrealizm olduğunu be­ lirten Messaris (1996: 7), iki farklı imgenin birleştirilmesinden oluşan, melez ve daha karmaşık yapının, dikkat çekme açısından oldukça elverişli olduğunu açıklar. Yazar buna bir örnek olarak alnının yerinde bir otomobil imgesi bulunan insan portresin­ Pringle ve Thompson (2000: 56-57) in­ den oluşmuş bir otomobil reklamını örnek sanların markaları gerçekten insanmış gi­ vererek, beynimiz hem yeni melez yapıyı, bi algılayıp kendilerini etkileyecek kişilik hem de onu oluşturan iki farklı yapıyı al­ özellikleri taşırmış gibi baktıklarını, tartış­ gılayabildiği sürece, yöntemin son derece ma grubu çalışmalarında tüketicinin bir etkileyici olduğunu belirtir (Messaris, markaya insan özelliklerini yakıştırmasını 1996: 7). sağlamanın çok kolay olduğunu belirtir, bunun da konumlandırmayı kolaylaştır­ Reklamlarda ender de olsa yaptakçılı- dığım, markanın canlı bir varlık gibi ince­ ğm biçimleri saptanabilir. Bu insanbiçim­ lenmesini olanaklı kıldığını söylerler selleştirme türünde tanıtılan nesne, bir in­ (Pringle ve Thompson, 2000: 56-57). Tüke­ sanın görüntüsüyle birleştirilir. Böylece ticilerin markaları insan gibi görmeleri sa­ önceden varolan biçimler birleştirilerek vının doğruluğu kuşku götürmez, ancak yeni bir biçim yaratılır. Örneğin bir cep te­ bunda insanbiçimselleştirmeye yatkınlık­ lefonu reklamında cep telefonunun gerçek tan çok, reklamların büyük etkisi olduğu­ bir insan yüzünün görüntüsüyle sunulur, nu göz ardı etmemek gerekir. böylece yüz, telefonun yüzü gibi görünür. 114* iletişim : araştırmaları Reklam kurgusunda durumun gerçekten nesnelerin bir tür ruh çözümleyimini ger­ de böyle olduğunu öğreniriz, çünkü tele­ çekleştirmiş, böylece bu temizlik ürünleri­ fonun renklerinden, insanın giysileri gibi nin nasıl tanıtıldığını, nasıl insanbiçimsel- söz edilmektedir, telefonun "insan öğesi", leştirildiğini çözümlemiştir. Örneğin kim­ "Bu renk beni şişman mı gösterdi?" soru­ yasal sıvının çamaşırcı kızın, tozlarm ev suyla, telefonun onun bedeni, renkli kapa­ kadınının yerini aldığını, klorların elçi, ğının da giysisi olduğunu anlatmaktadır. tozlarm polislik görevi yerine getirdiğini Böylece gerçeküstü görüntüler söz konusu belirtmiştir. (Barthes, 1990: 24). VVilliam- olsa da telefon düpedüz insanlaştırılır. son da (2001:12. 28) reklamların nesnelerin Dikkati çeken telefonun "kusursuz aygıt" dilini insanların diline dönüştürebilen, bu­ görüntüsüne karşın, insan yüzünün gül­ nun tersini oluşturabilen bir yapı kurduk­ dürücü bir öğe olarak belirmesi, yaptakçı- larını belirtir (VVilliamson, 2001:12) ve in­ lığın nesneyi öne çıkarmasıdır. celediği bir kozmetik reklamında ürünün Dilsel insanbiçimselleştirme "sözünü sakınmaz" diye nitelenmesini, tam bir insanbiçimselleştirme örneği ola­ Reklamlarda dilsel insanbiçimselleştir­ me, görsel insanbiçimselleştirmeden çok rak sunar. (VVilliamson, 2001:28). daha sık ve değişik biçimlerde kullanılan Dilsel düzeyde insanbiçimselleştirme bir yöntemdir. Bu yöntemde nesne ya da farklı derecelerde gerçekleşir. Kimi zaman hizmetin, insanları ya da öteki canlıları ta­ nesne ya da hizmet yalnızca bir ya da iki nımlarken, insanlara ilişkin nitelikleri an­ insan özelliğiyle nitelenirken, kimi zaman latırken kullanılan sözcükler aracılığıyla da insana özgü etkinlikleri gerçekleştire­ betimlenmesi söz konusudur. bildiği belirtilirken, yakın akrabamız ya da Dilsel insanbiçimselleştirme, görsel in­ sanbiçimselleştirme kadar çarpıcı olmasa da benzer bir etki yarattığı söylenebilir, çünkü reklamlarda dilin bir işlevi de imge dostumuz düzeyine yükseltildiği de sapta­ nır. Ancak bunu belirleyen ürünün türü ve gerçek özellikleri değildir. Örneğin bir kahve reklamında ürünün yaratmak, görselleştirilebilecek kavramlar insan ilişkilerini "tatlıya bağladığı" açıkla­ kullanmaktır (Leduc, 1990: 60). Reklamın nır, böylece eylem alammn insanlar ve in­ göstergebilimsel incelemesi konusunda ilk san ilişkileri olduğu belirtilir, bu alanda in­ dikkat çekici gözlemleri borçlu olduğu­ sanlardan daha belirleyicidir neredeyse. muz Roland Barthes (1990: 24), "Sabun ve Kimi reklamlarda ürün insanbiçimselleşti- Deterjanlar" başlıklı yazısında sabun, ça­ rilerek izlencesi belirginleştirilir. Kahve maşır suları ve deterjan tozlarmm reklam­ "eşsiz tat ve kokusuna kavuşur", insan iliş­ larım ele alarak reklam söylemine göre bu kilerini "tatlıya bağlar". Nesnenin kendine Yücel-Altınel• Reklamlarda Insanbiçimsellik • 115 özgü bir tat ve koku arayışında olduğu iz­ tür duyarsız köpek olduğunu yazar (Rhe­ lenimi uyandırılır neredeyse. Bir özne ola­ ims, 1959 : 50). Ancak reklamlarda nesne rak ürünün eylem alanı, insanlar ve insan bunun çok ötesindedir. Kimi zaman bir ilişkileridir. İnsanlar kahveyi içerek belir­ doktor, kimi zaman kullanıcısını gül bah­ leyici bir işlev üstlenmezler, kahve onları çesine çağıran bir ev sahibi, kimi zaman yönlendirir. Bir süt markasının güvenilirli­ saygın ve tamdık bir ailenin "yeni kuşak" ğiyse bir insanın güvenilir oluşuyla bir tu­ üyesi ya da kullanıcısının en büyük "yar­ tulur: "Benim annem Pınar Süt'e güveni­ dımcısı" ve "ortağı", en sonunda da kulla­ yor, ben de anneme güveniyorum". Kimi nıcısının neredeyse kendisi olarak insanbi­ markalar sıradan bir ürün markası gibi gö­ çimselleştirilir. rülmezler, onlar "uzman"dır. Cep telefonu, otomobil gibi teknolojik nesnelerin reklamlarında insabiçimselleştirme oldukça belirgindir. Baudrillard (1968:167) teknolojik nesnelerin günümüz­ de insan imgesini en çok yansıtan nesneler olduğunu, bu nedenle insan ve nesnenin özdeşleştirilmesi anlaşılabileceğini belirtir. Düşünür, daha önce evlerin, mobilyaların, araç gereçlerin insanın varlığını ve imgesi­ ni taşıdıklarım, ancak artık kusursuzlaştırılmış teknik nesnenin simgesel olarak in­ san imgesini yansıttığını açıklar. Ona göre, insamn teknik nesnelere yansıttığı devi­ nimleri, enerjisi, gereksinimleri, bedeninin imgesi değildir. Bilincinin özerkliği, dene­ tim gücü ve kişiliği konusundaki görüşü­ dür (Baudrillard, 1968:167). Reklamlarda dilsel insanbiçimselleştirmenin dereceleri Nesne ya da hizmet çeşitli kimlikler al­ Saygın kişi Nesneyi saygın bir kişi olarak insanbiçimselleştirmek reklamlarda oldukça yay­ gındır, çoğu kez de yeni bir ürünü ya da bir ürünün yeni biçimini tanıtmak için ya­ rarlanılır. Örneğin Ariel Coloractif saygın ve tanınmış Ariel ailesinin yeni üyesi ola­ rak tanıtılır. Dolayısıyla Ariel bir marka adı değil, bir ailenin soyadıdır. Cire Aceptine Krem de yalnızca Cire Aceptine değil "yeni nesil Cire Aceptine"dir, dolayısıyla genç ve çağdaştır. Cire Aceptine'in de bir aile gibi gösterildiği, eski kuşak/yeni ku­ şak farklılıklarının bu ailede de geçerli ol­ duğu sonucuna varabiliriz. Böylece krem markası bir aile ya da insan topluluğuyla özdeşleştirilir. Tek fark, reklam mantığına uygun olarak en yeni olanın, "yeni neslin" en iyi olmasıdır. Kimi reklamlarda tüketici nesneyi kul­ lanmaz, onun konuğu olur. Örneğin: tında insanbiçimselleştirilir. Her nesnenin "Marc'm gül bahçesine buyurmaz mısı­ kullanıcısıyla yakınlık derecesi farklıdır. nız?" sözleriyle çağrılır. Birçok reklam­ Rheims (1959 : 50), nesnenin insan için bir daysa nesneyle bir insanmış gibi tanışılır: 116* iletişim : araştırmaları "Omomatik Actif Fresh'le tanışın" "Nestle de. O da kullanıcısı gibi birçok işi birarada Bebek Ek Besini'yle tanıştınız mı?" gibi ve dört dörtlük yapmayı kural olarak be­ kullanımlar bunun örneğidir. Ayrıca ürün nimsemiştir. Bir başka deterjan reklamın­ de kendini tanıtabilir: "Merhaba, ben Re­ da da kullanıcı ürüne "Gel bakalım ortak, nault. Bana süper otomobil de derler". meydan bize kaldı", diye seslenir, böylece Ürün, üstün bir insanın sahip olabile­ ceği niteliklerle donanmıştır. Bir otomobil ürünü yardımcısı ve "ortağı" olarak insanbiçimselleştirir. reklamında da gece kulübünden çıkan çok Bir deodorant reklamında ürün çağdaş güzel ve varlıklı görünüşlü bir kadın oto­ kadın için iyi ve yardımsever bir eşin yeri­ mobile "tutku"yla bakar. Otomobil hay­ ni tutar, hatta bu eşin yapamadığını ya­ ranlık uyandırıcı, en güzel ve varlıklı ka­ pıp, kadına "güçlü bir destek" sağlar. İş dınları bile baştan çıkarabilecek bir erkek görüşmesine giden kadın için eşinin des­ olarak insanbiçimselleştirilir. Kadın ve teği yeterli değildir, ancak deodorantın otomobil arasında bir aşk ilişkisinin oluşa­ varlığını anımsaymca kendine güveni ge­ bileceği sezdirilir. Bu reklamda otomobi­ lir. Bir otomobil reklamında da belki de lin sürücüsü hiç görünmez, otomobilin otomobil sözcüğünün "kendi başına devi­ imgesi yamnda, onun hiç bir önemi yok­ nen", "kendiliğinden çalışan" anlamına tur. gönderme yapılarak, nesne neredeyse in­ Yardımcı sandan bağımsız, nesnenin ötesinde bir varlık gibi gösterilir. Otomobilin kendi is­ Reklamlarda dil düzeyinde en sık gö­ teğiyle, bir kullanıcısı olmadan devinir, rülen insanbiçimselleştirme, ürünü kulla­ kırlık bir alanda kendi kendine gider, ya­ nıcının yardımcısı gibi tanıtmaktır. Genel­ kınlarında dansedip şarkı söyleyen kadın likle hedef kitlenin kadınlar olduğu rek­ ve çocukların koruyucusu gibidir, onların lamlarda böyle bir insanbiçimselleştirme- yanma geldiğinde hemen durur. Kadını den yararlanıldığı dikkat çeker. Örneğin ve çocukları gezintiye çıkarmış, onlara bir deterjan reklamında ürünün aklından, gözkulak oluyor gibidir. düşüncelerinden, ilkelerinden söz edilir. Kullanıcı genç kadın "Neyse ki benim gibi Danışman düşünen bir deterjanım var", diyerek ürü­ Reklamlarda "danışman" olarak insan­ nü tanıtır. Ürünü bir araç olarak değil, bir biçimselleştirme özellikle banka reklamla­ arkadaş ya da bir yardımcı olarak gördü­ rında göze çarpmaktadır. Bu reklamların ğünü, kendisi gibi düşünmesine sevinme­ çoğunda bankanın sıradan bir hizmet ola­ sinden anlayabiliriz. Ürün, akıllı olması ve rak değil, insanbiçimselleştirilerek, müşte­ düşünebilmesinin ötesinde, ilke sahibidir riden daha üstün, daha bilgili, koruyucu Yücel-Altınel' Reklamlarda insanbiçimsellik • 117 bir kişi gibi sunulduğunu görürüz. Banka temdir. Böylece kullanıcının düşünüldü­ yalnızca bir kurum olarak kalmaz, kurum ğü, korunduğu, neredeyse cansız varlık- niteliği oldukça az vurgulanır. Kimi ban­ larca "sevildiği" yanılsaması yaratılmak is­ kaların reklamlarında "banka" sözcüğü bi­ tenir. Tanıtılan nesne ya da hizmet de ya­ le kullanılmaz. Örneğin "Burası Yapı Kre­ kıştırılan bu nitelikle benzerlerinden ayrı­ di" sözleri yeterli görülür, "Yapı Kredi lır. Örneğin bir mutfak araçları markası­ Bankası" denmez. Kimi bankalar müşteri­ nın benzer markalardan farklı yönü, in­ nin yaşamını yönlendirebilecek bir danış­ sanlarla aynı düzeyde, ancak onları koru­ man gibi tanıtılır. Ancak yalnızca görevini yup gözetecek, iyiliklerini düşünecek ka­ yerine getirmekle yetinen bir danışman da dar da üstün olmasıdır. Reklamlarda mar­ değildir, müşteriyle yakından ilgilenir, ka insanbiçimselleştirilerek ona "Ne varsa yalnızca sorularına yanıt vermekle kalma­ sende var", "Sen herşeyi düşünürsün" söz­ yarak, onun için iyi olanı saptar ve gerçek­ leriyle seslenilir. Marka mutfak işleri ya­ leştirir. pan kişilerin tüm sorunlarına kolayca çö­ Uzman züm bulduğu savıyla yüceltilir. Kimi markaların ürünleri yalnızca iyi İnsanbiçimselleştirmenin sık yeğlenen ya da üstün olmakla yetinmezler, bir uz­ bir yöntem olarak kullanıldığı banka rek­ man niteliğine bürünürler. Örneğin bir lamlarında da benzer bir durum görülebi­ şampuan "Saçınızı anlar, size özel çözüm­ lir. Kimi reklamlarda banka müşterisiyle ler sunar", sözleriyle tanıtılır. Şampuamn "konuşur", sorunlarına çözüm arar. Bir bizimkini aşan bir sezgisi vardır, sorunu­ danışılan/danışan ilişkisi söz konusu olsa muz için de çözümü yalnızca "o" bilir. Bir da bu ilişkide içli dışlılık egemendir. Müş­ bebek maması reklamında da anne "bebek teri bankaya öylesine yakındır ki yalnızca beslenmesinde uzman" olduğu belirtilen isteklerini bildirerek bir bakıma yönetici­ bir ürünü kullanarak değil, ona neredeyse lik işlevi üstlenir, banka da bunu kolaylaş­ bir doktormuş gibi danışarak bebeğinin tırmak için elinden geleni yapar. Böylece sağlığını güvenceye alır. Bir deterjansa ça­ müşteri bankayla kaynaşır, özdeşleşir. maşırı "yeniden hayata döndürür", böyle- Banka müşteriyi, müşteri bankayı yönlen­ ce mucize yaratan bir doktor işlevini üst­ dirir. Bu ilişkide eşitlik egemendir. Banka­ lenir. nın daha üstün olduğu varsayılır kuşku­ Dost suz, ancak müşterinin görüşüne de büyük değer verilir. Bu nedenle ilişkinin içli dış­ Kullanıcıyla nesne ya da hizmet ara­ lılığı da göz önüne alınarak bankanın da­ sında bir dostluk ilişkisinin varlığını sez­ ha çok danışmanlık yapan bir dost olarak dirmek çoğu reklamda yeğlenen bir yön­ gösterildiği söylenebilir. Küçük çocukla- Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar H. Andaç Demirtaş The Social Identity Theory, Essential Concepts and Assumptions Özet Abstract Henri Tajfel ve John Turner tarafından 1970'lerin The Social Identity Theory developed by Henri Tajfel ortalarında geliştirilmiş olan Sosyal Kimlik Kuramı, grup and John Turner in 1970's is a social psychological üyeliğini, grup süreçlerini ve gruplararası ilişkileri ele theory vvhich covers group membership, group alan bir sosyal psikoloji kuramıdır. Kuram, grup p rocesses and intergroup relations. Many approaches üyeliğini, süregelen çoğu yaklaşım gibi kurumsal ya da in the area handle the group membership as an biçimsel bir kavram olarak değil, birlikteliği, bizliği, ait institutional or structural concept. Hovvever, this olmayı içeren psikolojik bir kavram olarak ele almakta, theory covers it as a psychological concept vvhich grup üyeliğinin algısal ve bilişsel temelleri üzerinde includes sense of belongness, unity, group mind and durmaktadır. Grup araştırmalarına yeni bir soluk emphasizes the perceptual and cognitive dimensions getiren bu kuramın ele alındığı bu çalışmada, öncelikle, of the concept İn this study vvhich revievvs the theory grup araştırmalarının kısa bir tarihçesine yer vvhich brought a new perspective to the group studies, verilmektedir. Ardından, kuramın oluşumu ve bu firstly a brief history of group studies vvill be given. oluşumun temel yapı taşları olarak Then, it mentions the importance of group studies in adlandırabileceğimiz, birbiriyle yakından ilişkili beş social psychology. Next, the development of the theory temel kavram üzerinde durulmaktadır; sosyal kimlik, and its basic five concepts social identity, social sosyal sınıflandırma, sosyal karşılaştırma, en küçük categorization, social comparison, minimal group grup paradigması ve iç-grup kayırmacılığı ve sosyal paradigm and in-group favoritism and social structure yapı. Son olarak da, kuramın temel varsayımları are discussed. Finally, the core assumptions of the özetlenerek ele alınmaktadır. theory are summarized. iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1): 123-144 124 • iletişim : araştırmaları Sosyal Kimlik Kuramı, Tem el Kavram ve Varsayımlar Tüm disiplinler özene bezene yarattık­ ları kuramların bir an önce meyve ver­ mesi, yani uygulamaya yansıması için çabalamaktadırlar. Hiçbir disiplin, sö­ zünü ettiğimiz bu kuram-uygulama ilişkisinde sosyal psikolojiyle boy öl­ çüşemez. Sosyal psikoloji içinde de, hiçbir konu, sosyal gruplar kadar ku­ ramsal ve görgül zenginliğe sahip de­ ğildir (YVilder, 1986: 292). de Sosyal Kimlik Kuramı ile kendini gös­ termektedir. 1970'lerin ortalarında Henri Tajfel ve John Turner tarafından geliştirilmiş olan Sosyal Kimlik Kuramı, grup üyeliğini, grup süreçlerini ve grupiararası ilişkileri ele alan bir sosyal psikoloji kuramıdır (Argyle, 1992: 92; Brehm ve Kassin, 1993: 103; Hogg, 1996: 88). Bu yüzden, bu çalışmada, İnsanlarda, gruplara ayrılma ve kendi grubunu diğer gruplardan daha üstün olarak algılama yönünde bir eğilim var­ dır. Buna neden olarak, insanların olumlu bir öz-değerlendirme yapma yönündeki kuramla ilgili ayrıntılı açıklamalara gir­ meden önce, kuramın temeli olan "grup" kavramının sosyal psikolojideki yerine ve bu kavramla ilgili yaklaşımların tarihçesi­ ne kısaca değinilecektir. güdüleri gösterilmektedir (Brehm ve Kassin, 1993: 102; Hogg ve Abrams, 1988: 8). İnsanlar bu olumlu öz-değerlendirmeye, üyesi oldukları grubu diğer gruplardan Grup Araştırmaları ve Sosyal Psikolojideki Yeri daha üstün görerek, üstün gördükleri bu Sosyal psikolojinin uzmanlık sorusu grupla sıkı sıkıya özdeşleşerek ulaşırlar. bireyle grup arasındaki ilişkidir (Hogg ve Bu noktada da karşımıza sosyal kimlik Abrams, 1990: 28). Grup araştırmaları, bu kavramı çıkar. Söz konusu kavramın ta­ alanın "en toplumsal" çalışmalarıdır nımlanması ve ilgili süreçlerin açıklanma­ (Hogg ve Abrams, 1988: 7). Birçok sosyal sı ile ilgili en yeni ve en kapsamlı girişim psikoloji araştırmasının, bireyler arasında­ Demirtaş • Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar» 125 ki sözsüz iletişim, gruplarda karar alma, Bir bireyin yalnızken ve grup içindey­ küçük-grup dinamikleri, uyum ve sosyal ken sergilediği davranışlar arasında köklü etki gibi konuları ele alıyor olması şaşırtı­ farklılıklar var mıdır? Yalnız bir insanın cı değildir. Çünkü psikoloji, insan davranı­ davranışları toplumsal mıdır? Bir grubun şının, diğerlerinin varlığından etkilenişini davranışları, bireyin davranışlarında de­ sorguladığı düzeyde toplumsaldır (Hogg ğişimlere yol açar mı? Bu sorulara yanıt ve Abrams, 1988: 7). ararken sosyolojinin ve psikolojinin top­ Değerler, tutumlar, görüşler, inançlar lumsal davranışa ilişkin açıklamaları ara­ ve bunların değişimi, kalıpyargılar ve sos­ sındaki kuramsal birlik karşımıza çıkar yal göstergeler sosyal psikolojiktir. Çünkü (Hogg ve Abrams, 1988: 9; VVetherell, insanları diğer insanlara, olaylara ve nes­ 1996: 5). nelere yöneltir; diğerleri olmaksızın, bun­ ların varlığından söz etmek mümkün de­ ğildir. Tüm bunlar, kişilerarası iletişim so­ nucunda bireyin zihninde yaşam bulur ve diğerlerinin "düşlenen" varlığıyla gelişir (Hogg ve Abrams, 1988: 8). Gordon Allport, sosyal psikolojiyi "bireylerin düşünce, duygu ve davranışlarının, diğerlerinin, ger­ çek ya da düşlenen varlığından nasıl etki­ İlk sosyal psikolojik deney Triplett'in 1898'de (aktaran: Brevver ve Miller, 1996: 5) diğerlerinin varlığının çeşitli görevler­ deki edim üzerindeki etkisini ele aldığı araştırmadır. Bu araştırma, diğerlerinin varlığının sosyal kolaylaştırma ya da en­ gelleme üzerindeki etkisini ele alan sosyal psikolojik araştırmalara öncülük etmiştir. lendiğini anlama ve açıklama girişimi" olarak İlk sosyal psikolojik araştırmalar, kala­ tanımlar ve bu kapsamlı tanım (aktaran: balık, toplu eylemler gibi büyük örnek- Cooper, 1993: 219), grup araştırmalarının lemli toplu olaylar üzerine yürütülmüş­ sosyal psikolojideki yerini gözler önüne tür. Gustav LeBon'un Fransız Devrimi sı­ serer. rasındaki kalabalıktan yola çıkarak yaptı­ 126 • iletişim : araştırmaları ğı çalışmalar "grup" konusuna ilişkin öncü ğa ilk defa değinen yaklaşım, psikoloji ala­ çalışmalardandır (Hortaçsu, 1998: 16). nının dışında olduğu yönünde eleştirilmiş O'na göre, bireylerin davranışları, grup ve hatta içindeyken, diğerlerinin ve dolayısıyla da ugallTn bakış açısı oldukça önemli sosyal içselleştirilmiş olan toplumsal kuralların psikolojik çalışmalarda, örneğin Şerif'in dışlanmıştır. Ancak McDo- yokluğunda kendini gösteren oldukça il­ toplumsal normlarla ilgili çalışmalarında kel bir düzeye geriler (Bilgin, 1995: 20; Bil­ ve Asch'in sosyal psikolojik yaklaşımla­ gin, 1996: 35). Bu bakış açısı, kalabalığa rında kendini göstermiştir (Hogg ve Ab- ilişkin çağdaş sosyal psikolojik yaklaşım­ rams, 1988:12; Sherif, 1936:12). lara temel oluşturmaktadır. LeBon'un et­ kisiyle, Freud, kalabalıkta idin uyanışın­ dan söz etmiş ve ardından psikodinamik çözümlemelerini, sosyal gruba, kalabalı­ ğa, önyargıya ve ayrımcılığa uyarlamıştır (Arkonaç, 1993: 9; Arkonaç, 1999: 3). Ancak, psikolojinin, bireyin zihninde oluştuğunu ilk öne süren Allport'tur. O'na göre, birey ayrıntılı bir şekilde ele alınmaz­ sa, yürütülen çalışmalar bireye odaklan­ mazsa, "grup psikolojisinden söz edilemez (Farr, 1996: 105). O'na göre, bireyler grup Bu bakış açısının tersine, William McDougall, kalabalık ve benzeri koşullar altındayken su yüzüne çıkan derin güdü­ lerden hiç söz etmemiştir. Bunun yerine, içindeyken farklı davranırlar, çünkü grup­ larda bireysel davranışları etkileyen alışıl­ madık bireylerarası etmenler varlığını gös­ terir (Hogg ve Abrams, 1988:10). grup zihni kavramını öne sürmüştür (Brovvn, 1988: 6). OMcDougall, grup dav­ Geleneksel sosyal psikoloji büyük ranışının, üyelerininkinden bağımsız ve oranda indirgemecidir, yani, daha önce de niteliksel olarak farklı olduğunu, bireyle­ vurgulandığı gibi sosyal grubu bireysel rin etkileşimi ve bütünlüğü sonucunda boyutta ele alır. Bu durum Floyd All- oluşan bir gerçeklik olan grup zihni ile bi­ port'tan bu yana da böyle olmuştur (Oa- reysel davranıştan ayrıldığını ileri sür­ kes ve Tumer, 1980: 296; Tajfel, 1982: 2). mektedir. Toplumda bir "zihinsel birlik" Grubu bireylere bölerek incelemek, "grup" olduğunu ve bu birliğin de toplumu oluş­ kavramını bireyden ayrı bir kavram ola­ turan bireylerin zihinlerinin toplamı oldu­ rak ele almanın ve sosyal psikolojinin ğunu söyler. Toplumun zihni bireylerin grupla ilgilenmesinin gereksizliğini gün­ zihni, bireylerin zihni de toplumun zihni­ deme getirir (Tajfel, 1982:2). Sosyal psiko­ dir. Grup zihni, o gruptaki bireylerin zih­ lojideki bu indirgemeci kuramsallaşmaya ninden farklı ya da üstün değildir (Arko­ birçok eleştiri yöneltilmiştir (Bourhis vd., naç, 1993: 10). Bu derecede diğerlerinden 1997: 275; Hogg ve Vaughan, 1995: 26). Şe­ bağımsız ve fazlasıyla psikolojik bir varlı­ rif ve arkadaşları, 1940'ların sonlarında ve Demirtaş • Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar» 127 1950'lerin başlarında, sosyal çatışmanın psikoloji oluşturmak, yani insan davranı­ nedenleri üzerine araştırmalar yürütmüş­ şının toplumsal boyutunu keşfetmektir lerdir (Bourhis vd., 1997: 276). Şerif, ön­ (Tajfel, 1978 a: 77,1978 b: 27). yargı, ayrımcılık ve toplumsal çatışma üzerine "graplararası" bir yaklaşım geliş­ tirmiştir. Toplumsal çatışmanın bireysel ya da kişilerarası tutumların ve süreçlerin doğurgusu olarak ele alınışını reddetmiş ve bunu ilişkili sosyal grupların nitelikle­ rinin yansıması olarak görmüştür. İnsan­ ların, bireyler olarak ve grup üyeleri ola­ rak sergiledikleri davranışlar arasındaki psikolojik farklılıklara değinmiştir. Şe­ rifin çalışmaları, gruplararası ilişkilere "karşılıklı bağımlığı" savunan bir bakış açısı kazandırmıştır (McGarty ve Haslam, 1997: 3). O'nun bu gruplararası bakış açı­ sı, 1960'ların sonlarında ve 1970'lerin baş­ Bu bağlamda, sosyal psikolojideki bi­ reysel ağırlıklı, indirgemeci yaklaşıma ilk tepkilerden olan "Sosyal Kimlik Yaklaşımı"mn temelleri atılmıştır (Tajfel vd., 1971: 150; Tumer, 1978: 101; Turner ve Brovvn, 1978: 201). Yaklaşım zamanla, daha kap­ samlı duruma gelmiş ve grup olgusunun sosyal psikolojide ayrı bir araştırma kolu olarak tekrar gündeme gelmesini sağla­ mıştır. Sosyal kimlik, oldukça farklı bir ba­ kış açısı ve yaklaşımdır. Aynı zamanda bir kuranıdır, çünkü, görgül olarak sınanabilir olan ve birbiriyle ilişkili bir dizi önerme içerir (Hogg ve Abrams, 1988: 20). larında Avrupa'da gerçekleştirdikleri ça­ Anlaşılacağı gibi, Sosyal Kimlik Kuramı, lışmalarla, Avrupa sosyal psikologları tara­ gruplararası davranışın tanımlanmasına fından tekrar gündeme getirilmiştir (Bil- ilişkin farklı bir kuramsal çerçeve sun­ lig, 1976; Tajfel vd., 1971: 150; Turner, maktadır. Gruplararası algı ve davranışı 1975: 5). Bu dönemde, Deneysel Sosyal açıklamada temel güdüsel ve bilişsel sü­ Psikoloji'de Avrupa Yaklaşımı doğmuş ve reçlerinin yerini vurgulayan kuram (Bre- İngiltere'de Henri Tajfel ve John Turner, wer ve Kramer, 1985: 220; Deaux vd., Fransa'da da Serge Moscovici'nin önderli­ 1995: 281), birbiriyle yakından ilişkili olan ğinde bu yaklaşım gelişip yayılmıştır beş temel kavram üzerine kuruludur; sos­ (VVetherell, 1996: 8). Yaklaşımın simgesi yal kimlik, sosyal sınıflandırma, sosyal karşı­ olarak European Journal ofSocial Psychology laştırma, en küçük grup paradigması ve iç- oluşturulmuş ve Avrupa'da bu anlayışı grup kayırmacılığı ve sosyal yapı. Bu beş destekleyenlerce bir dernek kurulmuştur. kavramı, ayrı ayrı ele almak çok da kolay Ana ilkeleri, herhangi bir toplumsallaştır­ değildir. Çünkü, bu kavramlar içiçe gir­ maya ya da bireyselleştirmeye gitmeden, miş kavramlardır. Literatürde, Sosyal bireyle toplum arasındaki dinamik ilişkiyi Kimlik Kuramı'nı açıklama girişimlerin­ ele alacak, indirgemeci olmayan bir sosyal de, çoğunlukla bu kavramlara kısaca deği­ 128* iletişim : araştırmaları nilerek aralarındaki bağın vurgulanması­ durumun, kuramın yeni bir kuram olu­ nı kapsayan kısa çalışmalarla yetinilmiş şundan ve ancak son yıllarda sağlam te­ (örneğin: Franzoi, 1996: 107; Pennington, meller üzerine oturmuş olmasından kay­ 1986: 98), ya da, tersine, kuram, bu kav­ naklandığını düşündürmektedir. ramlardan yalnızca birisi çevresinde dö­ nen makaleler yoluyla açıklanmaya çalı­ şılmıştır (Turner, 1975: 5; Turner ve Brovvn, 1978: 202). Bu, "tek kavram üzeri­ ne odaklanma" durumu, çoğunlukla, ku­ ramın kurucularının ve önde giden izleyi­ cilerinin yaklaşımıdır. Çünkü, sözünü et­ tiğimiz bu bilim adamları, 1970-1985 yılla­ rı arasında, aşama aşama kuramı yerine oturtmuşlardır ve her bir adım da bu kav­ ramların açıklanmasından ve kuramın te­ mel yapı taşlarının ilan edilmesinden oluşmaktadır. Literatürde, kuramla ilgili olarak göze çarpan bir diğer önemli nokta da, gerek temel sosyal psikoloji kitapların­ da ve gerekse alanla ilgili diğer başvuru kaynaklarında, kurama ya hiç yer veril­ memiş, ya da çok az değinilmiş (örneğin: Franzoi, 1996: 105; Hogg ve Vaughan, Sosyal Kimlik Kuramının Doğuşu II. Dünya Savaşı'nda, Fransa'da ve Al­ manya'da esir kamplarında yaşamış olan Henri Tajfel, grup çatışması hakkında ol­ dukça önemli deneyimler edinmiştir (VVetherell, 1996: 5). Tajfel, din ve ırk grupları gibi büyük örneklemli gruplarla ilgili psikolojik süreçlerle ve gruplararası çatışmamn sonuçlarıyla ilgilenmiştir. Pa­ ris'teki Moscovici'den ve Bristol Üniversitesi'ndeki arkadaşlarından destek alan Henri Tajfel ve John Turner, birlikte yü­ rüttükleri çalışmalar sonucunda 1970'li yılların ortalarında Sosyal Kimlik Kura­ mı'nı geliştirmişlerdir (VVetherell, 1996: 6; Hogg ve McGarty, 1990:12). 1995: 75) olmasıdır. Süreli yayınlarda ve Bu iki kuramcı, grup süreçlerine ve doğrudan sosyal kimlikle ilgili kitaplarda sosyal algıya ilişkin çalışmaları "gruplara- yer alan çalışmalar da, büyük oranda ku­ rası” bakış açısına taşımışlar ve "sosyal ramın kurucularının kendi oluşturdukları kimlik" kavramını ortaya atmışlardır kurama ilişkin açıklamalardır (örn.; Billig, (VVetherell, 1996: 23). Muzaffer Şerif'in da­ 1976: 25; Tajfel, 1982:1). Ancak, son yıllar­ ha önce belirtmiş olduğu gibi (aktaran Bo­ da bu durumun değişiyor olması, yani ku­ urhis vd., 1997:275), onlar da, grupları an­ rucuları dışındaki bilim adamlarının da lamak için, bu gruplar arasındaki ilişkile­ kurama ilişkin kuramsal ve görgül çalış­ rin (grup yaşamının bireyin bilişsel süreç­ malar yürütmeye başlamış olmaları (örn.; lerine yaptığı farklı katkının yanında) an­ Doosje vd., 2002: 58; Bourhis vd., 1997: laşılması gerektiğini söylemişlerdir. Özel­ 273; Deaux vd., 1995: 280), söz ettiğimiz likle Tajfel, Sosyal Psikoloji'yi güçlü bir bi­ Demirtaş • Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar • 129 lişsel geleceğe taşımıştır. Algı çalışmala­ rındaki Yeni Bakış akımından etkilenmiş ilgili Kavramlar ve Kuramın Temel Varsayımları ve algının örgütlenmesinde, bireysel ge­ reksinimlerin ve değerlerin rolü üzerinde durmuştur (VVetherell, 1996: 26). Sosyal Kimlik Kuramı, oldukça "öz­ gül" bir yaklaşımla yola koyulmuş gibi gö­ rünse de, kendi içinde oldukça engin ve Bu kuramcılar, bireylerin, belirli bir karmaşık bir yapıya sahiptir. Birçok farklı grubun üyesi olduklarında, kişisel kimlik­ kavramla ve kuramla doğrudan ilişkili lerinde ve dolayısıyla da güdülerinde, açıklamalar içermekte, bu kuram ve kav­ yargılamalarında ve algılamalarında ne ramlara yeni ve kendine özgü bir bakış gibi değişiklikler gerçekleştiğiyle ilgilen­ açısı getirmektedir. Bu nedenle, bu çalış­ mişlerdir. Açıklamaları, grup içinde, önce­ mada, kuramı daha anlaşılır kılmak ama­ likle bireyin benlik-algısınm değiştiği yö­ cıyla, öncelikle kuramın temel varsayım­ nündedir. Kurama göre, bizim için anlam­ ları ele alınacak, ardından da kuramın lı olan bir grup üyeliği, kişisel kimliğin, önemle üzerinde durduğu ana kavramlar yerini, sosyal kimliğe bırakmasına yol (sosyal kimlik, sosyal sınıflandırma, en açar (Kelly, 1993: 60; Meşe, 1999: 19; Mic- küçük grup paradigması, sosyal karşılaş­ hener vd., 1990: 98). Kuram, bireylerin, tırma, sosyal yapı) başlıklar halinde ayrın­ ben-kavramlarmın bir parçası olan sosyal tıyla irdelenecektir. kimliklerini belirli bir sosyal grubun üyesi olmalarına ilişkin bilgilerinden, buna yük­ Temel Varsayımlar ledikleri anlamdan ve bu üyeliğe yönelik Sosyal Kimlik Kuramı'nm temel varsa­ duygularmdan yola çıkarak oluşturdukla­ yımlarını maddeler halinde şöyle sırala­ rı varsayımı üzerine kuruludur (Mum- mak mümkündür: mendey ve Schreiber, 1983: 390). Sosyal 1. Bireyler, kendilerini üyesi oldukları Kimlik Kuramı'na göre, insanlar, çoğu za­ sosyal grubu dikkate alarak tanımlar ve man birey olarak değil, belirli sosyal sınıf­ değerlendirirler, kendilerini sınıflandırır­ ların üyeleri olarak hareket ederler. Bu lar (Tumer, 1987: 30), bu sınıflandırma so­ durum da, insanların belirli bir toplumsal nunda da kendilerini koydukları, yerleş­ yapı içinde, kendilerinin ve diğerlerinin tirdikleri grupla özdeşleşirler. Bu özdeş­ yerlerini tanımlamalarına yardımcı olur. leşme sonunda sosyal kimlikleri oluşur. İnsanlar, ben-tanımlamalarını önemli sos­ yal sınıflara üyeliklerinin bilinciyle türe­ tirler (Mlicki ve Ellemers, 1996: 98). 2. Sosyal çevredeki diğer gruplar, bire­ ye, kendi grubunun konumunu değerlen­ dirmesi için bir temel oluşturur. Üyesi olunan grubun konumu, benzeri diğer 130 • iletişim : araştırmaları gruplarla yapılan sosyal karşılaştırma (iç- İlgili Kavramlar grup / dış-grup karşılaştırması) sonucu be­ Sosyal Kimlik lirlenir (Tumer, 1975: 30). Bu kıyaslama, belirli davranışlara ve niteliklere yüklenen Tajfel'e göre (1982: 2), sosyal kimlik, değerlerle ilişkilidir (güçlülük, ten rengi, "bireyin benlik algısının, bir sosyal gruba beceriler...). ya da gruplara üyeliğine ilişkin bilgisinden 3. İnsanlar, olumlu bir sosyal kimlik edinmek ve benlik saygılarını yükseltmek için bu sosyal karşılaştırmayı gerçekleşti­ ve bu üyeliğe yüklediği değerden ve duy­ gusal anlamlılıktan kaynaklanan parçası­ dır. rirken, kendi gruplarını kayırarak algıla­ Sosyal kimliği tanımlama girişimleri­ ma ve diğer grubu da küçümseme yönün­ nin çoğu (Branthvvaite vd., 1979: 150; Bre- de bir yanlılık gösterirler, bu sürece iç- wer ve Miller, 1996:220) sosyal kimlikle ki­ grup kayırmacılığı adı verilir (Doosje ve Ellemers, 1997: 70). Bu durum, en küçük grup paradigması araştırmaları sonucun­ da elde edilen bulgularla ortaya konmuş­ tur. şisel kimlik arasındaki ayrımı ele alarak işe koyulur. Kimi zaman, diğerlerine ilişkin davranışlarımızı, belirli bir kişiliği, beğeni­ leri, becerileri, tutumları ve düşünceleri olan, biricik bir varlık olarak, kişisel kimli­ ğimizle belirleriz (Brovvn, 1988: 133). Kişi­ 4. Bireyin sosyal kimliğinin, olumlu lik özelliklerimizi dikkate alarak, kendimi­ olup olmaması üyesi olduğu grubun öz­ ze ilişkin yaptığımız bu tammlama, belirli nel konumuna, yapısına bağlıdır (Condor, bir grup ortammda da varlığını sürdürebi­ 1990: 245; Tumer ve Brown, 1978: 260). lir ve belki de, grupla güçlü bir uyuşmazlık Yukarıda sözünü ettiğimiz süreçler, gru­ yaşadığımızda daha çok belirginleşebilir bun toplumsal konumu çok iyi olmasa da, (YVetherell, 1996: 25). Ancak, grup ortamm­ çoğunlukla sosyal kimliğin olumlu olma­ da, yeni bir kimlik seçeneği daha vardır; sını sağlar. Ancak, kimi zaman grubun ko­ kendimizi bir toplumsal grubun üyesi ve o numu, diğer gruplarla karşılaştırıldığın­ grubun özelliklerine sahip birisi olarak al­ da, görmezden gelinemeyecek kadar dü­ gılayabiliriz. Kendimizi bir kadın, bir fut­ şüktür (Hinkle ve Brovvn, 1990: 65). Bu du­ bol oyuncusu, bir üniversite öğrencisi ve rum, sosyal kimliğin olumsuz olmasına benzeri şekillerde de tanımlayabiliriz yol açar. Bu doyumsuzluktan kurtulup (Brehm ve Kassin, 1993:88). Tüm bu tanım­ olumlu bir sosyal kimlik oluşturmak için de çeşitli stratejiler geliştirilir (Mummen- lamalarımız sosyal kimliğimizi oluşturur. Sosyal Kimlik Kuramı, kişisel kimlik­ dey ve Schreiber, 1983: 390; Tumer ve ten çok sosyal kimlik kavramı üzerinde Brovvn, 1978:133). durur. Kuramcılar, sosyal kimliğin, kişilik Demirtaş • Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar • 131 özelliklerinden ve bireyin diğerleriyle kur­ Kendim ve diğerlerini ikinci boyutta sı­ duğu özel ilişkilerden doğan kişisel kim­ nıflandırmak, grubun bir-ömek oluşunun, likten tümüyle farklı olduğunu savunurlar kalıplaşmışlığımn ve kurallarının kalıcılı­ (Tumer, 1982: 2; Tajfel, 1982: 2). Sosyal ğının abartılmasına yol açar (Hogg ve Ab­ kimlik, benlik kavramının, grup üyeliğin­ rams, 1988: 40). Birey, hem algısal, hem de den doğan parçasıdır (Hogg ve Vaughan, davranışsal olarak tipik grup üyesi olur ve 1995: 8; Hogg ve Abrams, 1996: 29). kişiliksizleşir (Tumer, 1991: 65). Kişiliksiz­ Sosyal kimlik ve benlik kavramı üzeri­ ne önemle eğilen John Tumer'a göre (1978: 105), "bir bireyin benlik kavramı ve dolayı­ sıyla da benlik saygısı, onun sosyal sınıf üyeliğine, yani algıladığı sosyal kimliğine demirlenmiştir". "Olumlu bir benlik saygı­ sı gereksinimi" (Tumer, 1982: 33), temel bir insan güdüsüdür ve bazı koşullarda, sos­ yal kimlik belirginleştiğinde bu gereksini­ mi gidermek sosyal kimliğe düşer. leşme, sosyal kimliğin belirginleşerek kişi­ sel kimliği gölgede bırakmasını anlatır. Kendini-Smıflandırma Kuramı'na göre, ki­ şiliksizleşme, grup olgusunun altmda ya­ tan temel süreçtir. Ancak, bu kavram olumsuz bir anlam taşımaz. Bireyliktenuzaklaşma (deindividualization) ya da insanlıktan-uzaklaşma (dehumanization) kavramlarının bir benzeri değildir (Hogg ve Abrams, 1988:47). Burada yalnızca kim­ liğin boyutunda gerçekleşen bir bağlamsal Bu temel görüşlerle, Tumer, Sosyal değişim söz konusudur. Yani, grup üyeli­ Kimlik Yaklaşımı'nda yeni bir soluk olarak ğimizden, bazı koşullar altındayken (örne­ ele alman "Kendini-Smıflandırma Kura- ğin, gruplararası çatışma, ayrımcılık) diğer mı"nı geliştirmiştir (Tumer, 1982: 2). O'na koşullarda olduğundan daha çok etkilenir göre, insanlar kendilerini de, diğerlerini ol­ ve "birey" olarak davranmayı bir yana bı­ duğu gibi birçok boyutta sınıflandırabilir- rakıp, "bir grup üyesi" olarak davranmaya ler. Ancak, bu sınıflandırma boyutlarmdan başlarız üçü diğerlerinden daha önemlidir (Hogg McGarty, 1990:15). ve McGarty, 1990:13): 1. En genel boyut olan "insanlık boyu­ tu" (bireyin insan oluşuna yönelik kimliği), 2. İç-grup/dış-grup boyutu (bireyin sosyal kimliği), (Hogg, 1993: 107; Hogg ve Kendini-smıflandırma, kendini-kalıpyargılamaya yol açar. Diğerlerini, özellikle de diğer grupların üyelerini, belirli özellik­ lerini dikkate alarak, aşırı genelleme yo­ luyla kalıpyargılarız. Tumer (1987: 25), bi­ zim, aynı zamanda kendimizi de kalıpyar- 3. En özgül boyut olan, bireyi diğer gıladığımızı söyler. Bireyler, yeni bir sos­ grup üyelerinden ayıran benliği (bireyin yal gruba girer girmez, o grubun kimliğine kişisel kimliği). adeta "yapışırlar" (VVetherell, 1996: 65). İlk 132 • iletişim : araştırmaları defa araba kullananlar, üyesi oldukları 7). Burada sözü edilen sosyal grup kavra­ "araba kullananlar" grubunun sahip oldu­ mı da, sosyal kimlik kavramından yola çı­ ğunu düşündükleri özellikleri kendilerine kılarak tanımlanır: "Kendilerini aym sosyal yükleyerek kendilerini kalıpyargılarlar ve sınıfın üyeleri olarak algılayan ya da aynı aynı özellikleri sergilemeye başlarlar. Bir sosyal kimliği paylaşan iki ya da daha faz­ birey, kişisel kimliğiyle hareket ettiğinde la kişi" (Turner, 1982:15). komşularına "arkadaşça" davranıyor olabi­ lir. Ancak, ne zaman ki, kendini-kalıpyargılayıp sosyal kimliğini devreye sokar, işte o zaman ilişkilerini, temel aldığı, kendisi için önemli olan sosyal gruplar çerçevesin­ de (din, dil, ırk, cinsiyet) tekrar düzenle­ meye başlayacaktır (VVetherell, 1996: 65). Geleneksel olarak, deneysel sosyal psi­ kologlar, grup davranışıyla, birliğe ya da dayanışmaya dayalı kişilerarası ilişkileri açıklarken ilgilenmişlerdir (Hogg ve Abrams, 1988:10). Grup, sosyal ya da bireysel olarak, karşılıklı bağımlılığı olan ve belirli gereksinimleri doyurmak, belirli değerleri Hogg ve Turner (aktaran Turner, 1991: korumak ve belirli hedeflere ulaşmak için 270), kendini-kalıpyargılamanm sonuçları­ biraraya gelmiş olan insan topluluğunu nı, toplumsal cinsiyet kimliğiyle ilgili bir anlatır. Bu karşılıklı bağımlılığın işbirlikçi araştırmaları sonucunda gün yüzüne çı­ sosyal etkileşimi, karşılıklı çekiciliği ve et­ karmışlardır. Çalışmada, kız ve erkek üni­ kiyi doğurduğu düşünülmektedir. Örne­ versite öğrencileri, iki ayrı koşulda (kişisel ğin, Show (aktaran Hogg ve Abrams, 1988: kimlik koşulu ve sosyal kimlik koşulu) bir 7), grubu, "her bir bireyin bir diğerini etki­ tartışmaya katılmışlardır. Tartışma, kişisel lemesi sonucunda etkileşim içine giren iki kimlik koşulunda aynı cinsiyetten kişiler ya da daha fazla kişi" olarak tanımlamak­ arasında gerçekleştirilmiştir. Sosyal kimlik tadır. Yani grup, karşılıklı etkileşimin ve koşulunda ise, tartışma, iki kız ve iki er­ etkinin ürünü olan bir yapı olarak ele alın­ kekten oluşan dörder kişilik gruplar ara­ makta, birbiriyle yüzyüze iletişim kuran, sında gerçekleştirilmiştir. Bireyler, ikinci birbirini karşılıklı olarak etkileyen insan koşulda, kendilerini, toplumsal cinsiyet topluluğu olarak tanımlanmaktadır. kimliklerini temel alarak ortaya koymuş­ lar, kendilerini-kalıpyargılayarak kişisel kimlik koşulunda olduğundan çok daha fazla kadınsı ve erkeksi özellik sergilemiş­ lerdir. Sosyal Kimlik Kuramı'nın "grup" kav­ ramına ilişkin tanımını bu yaklaşımdan ayıran şey, grup üyeliğini benimsemeye yönelik psikolojik belirleyicilere olan vur­ gusudur (Turner, 1982, 1987). Kurama gö­ Sosyal kimlik, "bireyin, kendisi için re, grup üyeliği kurumsal ya da biçimsel duygusal ve anlamlı olan bir sosyal gruba bir kavram değildir; birlikteliği, bizliği, ait üyeliğine ilişkin bilgisidir" (Turner, 1982: olmayı içeren psikolojik bir kavramdır Demirtaş• Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayım lar* 133 (Hogg ve Abrams, 1988: 5). Grup üyeliği­ Sosyal sınıflandırma, insanlar kendi nin, algısal ve bilişsel temelleri vardır. Bi­ başlarına birer birey olarak değil de bir reyler, kendilerine ve diğerlerine ilişkin al­ toplumsal grubun üyesi olarak algılandık­ gılarını, sosyal sınıfları temel alarak yapı­ larında ortaya çıkar. Bireyler, "insanlar" landırırlar, bu sınıfları ben-kavramlarma olarak değil "erkekler", "kadınlar", "beyaz­ katarlar, yani içselleştirirler. Ben-kavrammda yer alan bu yapılarla ilgili bilişsel süreç­ ler de grup davranışını doğurur (Hogg ve Abrams, 1990: 32; Billig, 1976: 25). S o s y a l Sın ıflan d ırm a Sosyal Kimlik Kuramı, "sosyal sınıflan­ lar", "Japonlar" diye adlandırılırlar. Cinsi­ yet, etnik özellikler ve yaş sosyal sınıflan­ dırmanın temelleridir. İki ya da daha faz­ la insan bir grup olarak algılandığında, bu grup artık diğer gruplardan ayrı tutulur ve "farklı" olarak ele alınır (Mackie vd., 1996: 42; Bilgin, 1995: 21). dırma' (social categorizatioıı)" sürecine mer­ Kendimizin ve diğer insanların, sınıf­ kezi bir rol yükler (Anastasio vd., 1997: landırma süreci sonucunda oluşturduğu­ 246; VVilder, 1986: 295). muz kalıpyargılarm etkisiyle, üyesi olu­ nan grubun birçok niteliğini taşıdığını İnsanlar birer "bilişsel cimri"dir, insan varsayarız. Kalıpyargıyı, "algılayıcının, belleği her zaman en kısa ve en kestirme toplumsal gruplara ilişkin bilgilerini, yolu seçerek en kısa süreli bilgi işleme yol­ inançlarını ve beklentilerini içeren bilişsel larını arayıp bulur ve bilgi işlemede bu bir yapı" olarak tanımlayabiliriz (Mackie yolları kullanır (Dönmez, 1992:132). Bilgi vd., 1996: 41). İnsanlar, sınıflandırma sü­ işleme sürecini kısaltmanın en etkili ve en reci yoluyla dünyayı birçok farklı toplum­ kolay yolu ise "sınıflandırma" yapmaktır sal gruba ayırırlar ve bu toplumsal grup­ (Hevvstone vd., 1996: 56). lara ilişkin bilgilerini, inançlarını ve bek­ lentilerini içeren bilişsel bir yapı geliştirir­ Sınıflandırma, nesneleri ya da insanla­ rı, belirli bir takım ortak niteliklerini temel alarak gruplara ya da sınıflara ayırma sü­ recidir (Tajfel ve Forgas, 1981:114). Çevre­ mizdeki insanlara ilişkin bilgi yükünü azaltmanın ve bu anlamda "bilişsel cimri­ ler. Bu bilişsel yapıya da "kalıpyargı" adı verilir. Bizi diğer insanları tek başına birer "bi­ rey" olarak değil de "belli bir grubun üye­ si” olarak algılamaya iten nedir? İnsanlar neden sosyal dünyayı sınıflandırma yolu­ lik" yapmanın yolu da, iki ya da daha faz­ na giderler? Bu sorulara verilen en yaygın la bireyi, her birini benzer şekilde algıla­ yanıtlardan biri bilişsel tasarruftur. Yani, yıp her birine benzer tepkiler vermek için sınıflandırma; "aşırı bilgi yüklemesinden gruplandırmak, yani "sosyal sınıflandır­ kurtulmanın bir yoludur" (Hevvstone vd., ma" yapmaktır (Hevvstone vd., 1996: 57). 1996: 57 ). 134 • iletişim : araştırmaları Sınıflandırma süreci, insanın karmaşık 1996: 98). Kuram, sosyal sınıflandırma sü­ bir dünyayla başaçıkmasmm önkoşulla­ reci üzerinde, daha çok bu sürecin sonuç­ rından biridir. Sosyal sınıflandırmanın en larına verdiği önem yüzünden durur. Tur- önemli işlevi sosyal dünyayı yalmlaştır- ner'a göre (1982:12), sosyal sınıflandırma maktır (Spears ve Haslam, 1997: 185). Bi­ sürecinin iki temel doğurgusu vardır; rey, çevreden gelen her türlü uyarıcıya ay­ rı ayrı dikkat yöneltmek yerine, bilişsel ta­ sarruf yolunu seçer. Sınıflandırma bireye bilişsel tutumluluk sağlar, sınıflandırmayı yapan bireye "verilen bilgi doğrultusunda gitme" olanağı tamr, sınıflar birleştiği za­ 1. Sosyal sınıflandırma, bireylerin, kendi grupları içindeki benzerlikleri ve kendi gruplarıyla diğer gruplar arasında­ ki farklılıkları olduğundan daha fazlay­ mış gibi algılamalarına, yani abartmaları­ na yol açar (abartma etkisi). man da, bu durum bireye karmaşık kav­ ramlar yapılandırma fırsatı verir. Hiçbir 2. Sosyal sınıflandırma süreci sonu­ şey algılama, hatırlama, düşünme ve tep­ cunda, olumlu bir kimlik arayışı içinde ki verme süreçlerini kolaylaştırmamızda olan bireyler, kendi gruplarıyla diğer sınıflandırmadan daha etkili ve kolay de­ gruplar arasında bir sosyal karşılaştırma ğildir (Spears ve Haslam, 1997:182). yaparlar. Bu karşılaştırmadan, kendilerine olumlu bir pay çıkarmak isterler. Bunun Sosyal Sınıflandırma, çevremizi yönet­ memizi ve toplumda etkin bir şekilde iş­ levde bulunmamızı sağlayan yardımcı, önemli bir araçtır. Smith ve Meddin'in de­ diği gibi, "sınıflandırma olmasaydı, zihin­ sel dünyamız son derece karmaşık olurdu" (aktaran Hevvstone vd., 1996: 58). Sosyal Kimlik Kuramı, sınıflandırma­ ya ilişkin bu yaygın yaklaşımların aksine, bu sürecin getirdiği bilişsel kazançtan çok, sürecin algılayıcının kendini olumlu yön­ de değerlendirme güdüsünü doyuruşu üzerinde durur. Kurama göre, sosyal sı­ için de, bu karşılaştırmayı gerçekleştirir­ ken, kendi gruplarını kayırıp, diğer grup­ ları küçümserler (iç-grup kayırmacılığı). Abartma Etkisi Yukarıda da söz edildiği gibi, abartma etkisi, yani, aynı sınıfta yer alan bireyler arasındaki benzerliklerle farklı sınıflarda yer alan bireyler arasındaki farklılıkları abartma yönündeki eğilim, sosyal sınıf­ landırma sürecinin kaçınılmaz bir sonucu­ dur (Hogg ve Abrams, 1988: 5; Tajfel, 1978a: 97; Arkonaç, 1999: 41). nıflandırma, sosyal çevreyi anlamaya yar­ Tajfel ve Wilkes (aktaran Pennington, dımcı olur ve böylece de insan davranışı­ 1986: 95) sosyal sınıflandırmanın, benzer­ na, özellikle de gruplararası davranışa liklerin ve farklılıkların algılanışı üzerin­ rehberlik eder (Tajfel, 1978b: 45; Bilgin, deki etkisini sınamak için bir deney ger­ Demirtaş• Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar* 135 çekleştirmişlerdir. Deneklerinden, sekiz olarak algılamaktadırlar (VVorchell ve tane çubuğun boyunu değerlendirmeleri­ Rothgerber, 1997: 90 ). ni istemişlerdir. Üç denek grubu oluştur­ muşlardır; birinci gruba, A adı verilen dört kısa çubuk ve B adı verilen dört uzun çubuk; ikinci gruba, herhangi bir sınıflan­ dırma yapılmaksızın sekiz çubuk ve üçün­ cü gruba da rastlantısal olarak A ve B diye adlandırılan sekiz çubuk sunulmuştur. İkinci ve üçüncü grup, sınıflandırmanın yaratacağı etkinin kıyaslanabilmesi için oluşturulmuş olan kontrol gruplarıdır. Her bir gruptaki deneklerden, kendilerine sunulan sekiz çubuğun boyunu değerlen­ dirmeleri istenmiştir. Birinci gruptakiler, kısa sınıfındaki en uzun çubuğu, gerçekte olduğundan ve diğer gruplardaki denek­ lerin değerlendirmelerinden çok daha kı­ sa olarak değerlendirmişlerdir. Uzun sını­ fındaki (B) en kısa çubuk da, birinci grup­ taki denekler tarafından, gerçekte oldu­ ğundan ve diğer iki gruptaki bireylerin değerlendirmelerinden daha uzun olarak algılanmıştır. Kısaca, sosyal sınıflandırma, grup için­ deki benzerliklerin ve gruplararasmdaki farklılıkların abartılmasına yol açmakta­ dır (Tajfel, 1978a: 98). İç-grup kayırmacılığı İnsanlar, sosyal sınıflandırma sonu­ cunda, kendi gruplarını diğer gruplarla karşılaştırma yoluna giderler, yani sosyal karşılaştırma yaparlar (Turner, 1975:5). Bu sosyal karşılaştırma, iç-grup lehine bir yanlılık içerir (Hortaçsu, 1998: 267). Olum­ lu bir sosyal kimlik edinip, benlik-saygılarmı yükseltmek isteme yönündeki güdü, bireylerin, bu karşılaştırmayı gerçekleşti­ rirken, kendi gruplarını diğer gruplardan daha üstün algılayarak, diğer grupları kü­ çümsemelerine yol açar. Bu süreç de, içgrup kayırmacılığı olarak adlandırılır (Doosje ve Ellemers, 1997: 65). Bu sürece ilişkin açıklamalar, VVilliam Nesnel uyarıcılar için gerçekleştirilen G. Sumner'in (aktaran Michener vd., 1990: bu "sınıflandırma" işleminin doğurduğu 431), gerçekleştirdiği antropolojik gözlem­ sonuçlar, sosyal dünyamız için de geçerli- ler sonunda ortaya koyduğu "ethnocent- dir (Pennington, 1986:93). İnsanların, ken­ rism" kavramına dayanır. O'na göre, iç- dileriyle benzer inanç, değer ve görüşlere grup, duygusal bir anlamlılığı olan bilişsel sahip olan ve benzer davranışlar sergile­ bir sınıftır. Üyesi olduğumuz grupla geri­ yen insanlarla aralarındaki benzerlikleri ye kalan gruplar arasında bir ayrım yapa­ abarttıkları görülmektedir. Aynı şekilde, rız. Kendi grubumuzdaki bireylerle ara­ insanlar, kendilerinden farklı görüşlere ve mızda, barışa, düzene, hukuka, ekonomi­ davranışlara sahip olanlarla aralarındaki ye ve duygulara dayalı bir bağ vardır. farklılıkları da olduğundan epeyce fazla O'na göre "ethnocentrism, bireyin kendi 136 • iletişim : araştırmaları grubunun merkezi oluşunu ve tüm diğer yısıyla da gruplararası çatışmalara da yo grupların, bu iç-grup temel alınarak de­ açar (Michener vd., 1990: 430). Tablo I'de, ğerlendirildiğini anlatan bir kavramdır" bireylerin iç-gruba ve dış-gruba ilişkin (aktaran Brevver ve Miller, 1996: 23). etnikmerkezci yaklaşımları ele alınmıştır. Sumner'e göre, iç-grupla dış-gruplar arasında gerçekleştirilen bu ayrım, kendi grubunu kayırmaya yol açtığı gibi, son de­ rece katı ve kalıcı olan kalıpyargıların Kurama göre, elbette ki, her zaman bu tablodaki katı kalıpyargısal yaklaşım ge­ çerli olmamaktadır. Bireyin grubuyla kur­ oluşmasına da neden olur ve dış-grubun duğu özdeşleşme çok güçlü değilse, o bi­ yalnızca olumsuz algılanmasına değil, rey, daha nesnel bir yaklaşım sergileyebil- dış-gruba düşmanlık beslenmesine, dola- mektedir (Brevver ve Miller, 1996: 202 ). Ü y e le r in iç - g r u b a (b iz e ) y a k la ş ım la r ı Ü y e le r i n d ış - g r u b a ( d iğ e r le r in e ) y a k la ş ım la r ı Kendilerini uzman ve kusursuz görmek Diğerlerini ikinci sın ıf, ahlaki değerleri zayıf ve yetersiz görmek Kendi değerlerini tüm üyle doğru ve Diğerlerinin değerlerini reddetm ek e v re n se l bulmak Kendilerini güçlü görmek Diğerlerini zayıf görm ek Diğer iç-grup üyeleriyle işb irlikçi Dış-grupla işbirliğini reddetm ek ilişk iler kurm ak Grup içindeki otoritelere boyun eğm ek Dış-gruptaki otoritelere k arşı gelmek Grup üyeliğini sürdürm e yönündeki Dış-grup üyeliğini reddetm ek istekliliğini sergilem ek İç-grup üyelerine güven duym ak Dış-grup üyelerine güvenm em ek Diğer iç-grup üyelerine ilişkin Dış-grup üyelerine olum suz duygularını olumlu tutum lar geliştirm ek ve nefretini sezdirm ek iç-grubun b aşarıların dan kendine Grup içindeki tatsızlıklard an ve iç-grubun pay çıkarm ak başarısızlıkların d an dış-grubu sorum lu tutmak Tablo I Iç-gruba ve Dış-gruba Etnikm erkezci Ya klaşım lar H. A. Michener, J. D. DeLamater ve S. H. Schwartz, 1990, Social Psychology, s. 433'den uyarlanmıştır. Demirtaş’ Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar» 137 En Küçük Grup Paradigması Sosyal Kimlik Kuramı'nm ilk çalışma­ ları en küçük grup paradigması (minimal group paradigm) araştırmalarıdır (Aschenbrenner ve Schaefer, 1980: 390; Brovvn ve Tumer, 1979: 371; Vanbeselaere, 1987:143). Bireylerin gruplararası davranış sergi­ lemeleri, yani kendi gruplarını kayırıp di­ ğer grupları yermeleri ve gruplararası ça­ tışmaya girmeleri için gerekli ve yeterli olan koşullar nelerdir? Tajfel ve arkadaşla­ rı (1971: 170), bu sorunun yanıtını en kü­ çük grup paradigması araştırmalarıyla ve­ rirler. Bu araştırmacılar, lise öğrencileriyle gerçekleştirdikleri bir araştırmada, katı­ lımcılara, bir karar-verme araştırmasına katılacaklarını söylemişlerdir. Ardından, turuldukları, hiçbir geçmişleri ve olası bir gelecekleri olmadığı, denekler diğer üyele­ ri görüp tanımadıkları halde ve ödül dağı­ tılırken, kendileri ödül alanların içinde yer almadığı, yani bireysel bir çıkarları olma­ dığı halde iç-grup kayırmacılığı gözlen­ miştir. Billig ve Tajfel (aktaran Billig, 1976: 28), deneklerini tümüyle rastlantısal olarak X ve Y gruplarına atamışlardır. Böylece, bir önceki deneydeki gibi, aynı sanatçıyı seç­ miş olmanın, başka bireysel ortaklıkları da beraberinde getirebilmesi olasılığının dü­ şünülmesi engellenmiştir. En küçük bir or­ tak nokta belirtilmeksizin oluşturdukları bu gruplarda da, iç-grup kayırmacılığı gözlemlenmiştir. katılımcılar, tümüyle rastlantısal olarak iki Tajfel, kendisinin ve arkadaşlarının bu ayrı gruba atanmışlar, ancak onlara, Kan- çalışmalarında, grubun tümüyle dış dün­ dinsky ve Klee adlı ressamların eserlerine yadan soyutlanmış bir şekilde yaşıyormuş yönelik seçimleri temelinde gruplandırıl- gibi değerlendirildiğini belirtip, bir öz­ dıkları belirtilmiştir. Her denek, tek başına eleştiride bulunmuştur (Tumer, 1978:111). bir odaya alınmış ve kendisinden, kendisi­ Bu durumun, gruba ilişkin birçok bilginin nin yer almadığı denek çiftlerine (biri ken­ yitimine yol açacağını vurgulayarak, araş­ di grubundan, diğeri öbür gruptan) bir tırmacıları bu konuda uyarmıştır. miktar parayı dağıtması istenmiştir. Bu kağıt-kalem testinde, bireyin kullandığı karar Sosyal Karşılaştırma verme stratejilerini belirlemek üzere çeşitli "Kendini bilmek, çoğu zaman iyi bir matriksler kullanılmıştır. Sonuçlar, katı­ deyim değildir, diğerlerim bilmek çok da­ lımcıların büyük oranda kendi gruplarını ha yerinde ve yararlıdır" (Hinkle ve kayırdıklarını göstermiştir. Sonuçlar, en Brovvn, 1990: 48). Tajfel ve Tumer, kuram­ çok başvurulan stratejinin "kayırmacılık" larını oluştururken Festinger'in Sosyal Kar­ olduğunu göstermiştir. Bu gruplar, çok şılaştırma Kuramı'nm etkisinde kalmışlar­ önemsiz sayılabilecek bir ölçüte göre oluş­ dır (Billig, 1976: 21). Festinger'e göre, insan 138 • iletişim : araştırmaları denen organizmada, görüşlerini ve yete­ ve yeteneklerimizin doğruluğunu sınama neklerini diğerlerininkilerle karşılaştırarak yönünde bir gereksinimimiz olduğu ve bu değerlendirme yönünde bir güdü vardır gereksinimi, doğrudan fiziksel gerçeklikle (aktaran Tajfel, 1978a: 78). yapacağımız bir karşılaştırma yoluyla do­ Hatırlanacağı gibi, Sosyal Kimlik Kuramı'nın temel varsayımı da, insanlarm ken­ dilerine ilişkin olumlu değerlendirmeler yapmak ve böylece de, benlik saygılarını yükseltmek yönünde güdülenmiş oldukla­ rıdır. Sosyal Kimlik Kuramı, insanların kendilerini de, diğer insanları sınıflandır­ dıkları gibi sınıflandırdıklarını ve benlik saygılarını yükseltme görevini de, bu sınıf­ landırma sonucunda edindikleri sosyal kimliklerine yüklediklerini ileri sürer (Turner, 1991: 10). Sınıflandırma süreci sonu­ cunda birey, kendisi için anlamlı olan bir gruba üyeliğinden bir sosyal kimlik çıka­ rır. Grubunu ne kadar olumlu algıladığı, sosyal kimliğinin ne kadar olumlu olacağı­ yurduğumuz söylenir (Hogg ve Abrams, 1988:15). Paha biçilmez bir porselen finca­ nın "çabuk kırılabilir" olduğuna inanıyor­ sak, bunu smamak için onu yere atarız. Ancak, bunu bu şekilde sınama olanağını bulamazsak (sahibi yanımızdaysa), karşı­ laştırmamızı diğerlerinin görüşleriyle yap­ ma yoluna gideriz. Tajfel (1978 a: 81), sos­ yal karşılaştırmayla ilgili açıklamalarında, Festinger'in kuramındaki, sosyal gerçekli­ ğin fiziksel gerçeklik gibi nesnel olmadığı şeklindeki görüşü eleştirir. O'na göre, in­ sanlarm, karşılaştırma yaparken, sosyal araçlara yalnızca fiziksel araçların yoklu­ ğunda başvurduğu ileri sürülemez. Elbet­ te, fiziksel olayların doğruluğundan emin olmak, sosyal olaylarda olduğundan daha nın belirleyicisidir. Sonuç olarak, bireyler, kolaydır. Ancak, bu neyin nesnel, neyin olumlu bir sosyal kimlik edinme yönünde­ öznel olduğunu gösterecek bir kuramsal ki eğilimlerinin etkisiyle, kendi gruplarını, ayrıma dönüştürülmemelidir. kendileriyle eşit düzeyde olan ya da kendi­ lerinden biraz daha üstün olan bir kıyasla­ ma grubuyla, gruplarım kayırarak karşılaş­ tırırlar (Hortaçsu, 1998: 276). İşte, Sosyal Kimlik Kuramı'nın, Festinger'in etkisiyle ortaya koyduğu "sosyal karşılaştırma" yakla­ şımı budur. Bu yaklaşım, Festinger'in sos­ yal karşılaştırma yaklaşmamdan biraz fark­ lıdır. Sosyal Kimlik Kuramı'na göre, sahip olduğumuz tüm bilgiler, hatta fiziksel dünyaya ilişkin olanlar da, sosyal karşılaş­ tırma yoluyla edinilmiştir. Bir bireyin, gö­ rüşlerinin doğruluğuna olan inancı, top­ lumsal görüş birliğinin ürünüdür (Hogg ve Abrams, 1988: 23). Sosyal karşılaştırma yoluyla, kendimizi tanır, inançlarımızın geçerliliğine ve uygulanabilirliğine olan Festinger'in Sosyal Karşılaştırma Kura- güvenimizi kazanırız. Kendimizi, diğer in­ mı'nda, inançlarımızın, düşüncelerimizin sanlara ve genel olarak, dünyaya ilişkin al- Demirtaş' Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar • 139 gitarımızdan emin olabilmek için, sosyal Tajfel'e göre (1978: 64), "sosyal sınıflan­ karşılaştırma sürecine sokmaya güdülen- dırmayla sosyal kimliği birleştiren halka, karşı­ mişizdir (Tumer ve Brovvn, 1978: 209). Ay­ laştırmam bakış açısıdır". nı zamanda, belirli bir görüş birliğine da­ yanan algılarımızın, başka bir görüş birli­ ğinin ürünü otan diğer olası algılardan da­ ha iyi ve daha doğru olduğuna inanma eğilimimiz vardır. İnsanlar, kendi grupla­ rının görüşlerini benimsemeye, dünyayı gruptaki diğer üyeler gibi görmeye ve or­ tak algının da "en doğru" olduğuna inan­ ma eğilimindedirler. Hogg ve Abrams'a göre (1988: 24), grup davranışı, sınıflandırma süreciyle sosyal karşılaştırma sürecinin işbirliği so­ nucunda doğan özgül bir davranış şekli­ dir. Grup davranışını ve sosyal kimlik olu­ şumunu açıklama çalışmalarında, bu iki kavram birlikte görev alır. Ancak, hangisi­ nin hangi sonuca yol açtığını, hangisinin diğerinden önde geldiğini açıklamak ol­ Kendimizi bir iç-grup üyesi ve bir di­ dukça güçtür. Sınıflandırma süreci, bireyin ğer bireyi de dış-grup üyesi olarak sınıf­ kendisini, üyesi olduğu grubu, dış-grupla- landırıp sosyal karşılaştırmada bulundu­ rı kalıpyargılamasma ve gruplararası fark­ ğumuzda, gruplararası mjırdediciliği (inter- lılıkların abartılmasına yol açar. Sosyal kar­ group distirıctiveness) olduğundan daha bü­ şılaştırma ise, bu abartma etkisinin seçicili­ yük olarak algılarız (Arkonaç, 1999: 22). Bu ğini ortaya çıkarır. Bu seçicilik, abartmanın karşılaştırmada, grup-içi kayırma gerçek­ leştirilecek, iç-grup daha olumlu algılana­ cak, yani iç-gruba olumlu ayırdedicilik yük­ lenecektir (Tajfel ve Forgas, 1981: 131). Böylece de, olumlu sosyal kimlik oluşacak, olumlu bir kendini değerlendirme gerçek­ leştirilecek ve sonuçta da benlik saygısı yükselecektir. Ayrıca, Festinger'in kuramı, gruplar ta­ rafından değil, bireyler tarafından gerçek­ leştirilen sosyal karşılaştırmayı anlatır. Bu kendini-yüceltme yönünde gelişmesi için gerçekleştirilir. Böylece, grup-içi benzerlik­ lerle gruplararası farklılıkların abartılışı daha da belirginleşir (Hogg ve Abrams, 1988: 30). Tajfel'in sosyal sınıflandırma, sosyal karşılaştırma ve sosyal kimlik arasında kurduğu bağı şöyle özetleyebiliriz (Turner, 1975: 22); a. Sosyal kimlik, "bireyin benlik algısının, yüzden, onun yaklaşımı, kişilerarası bo­ bir sosyal gruba ya da gruplara üyeliğine iliş­ yutta kalmıştır (Billig, 1976:13). Oysa, Sos­ kin bilgisinden ve bu üyeliğe yüklediği değer­ yal Kimlik Kuramı, "biz" ve "diğerleri” ara­ den ve duygusal anlamlılıktan kaynaklanan sındaki karşılaştırmayı ele alır, yani grup- parçasıdır" (Tajfel, 1982: 2). Sosyal sınıflan­ lararası bir yaklaşımı benimser (Tajfel, dırma, sosyal dünyanın davranışa rehber­ 1978a: 60). lik etmek üzere düzenlenmesidir. Bu sü­ 140 • iletişim : araştırmaları reç, aynı zamanda, bireyin toplum içindeki ki ilişkiye dikkat çektiği için önemli yankı­ yerinin belirlenmesini sağlayan bir süreç­ lar uyandırmıştır. Kuram, sosyal kimliği, tir. Birey, kendisini de, diğerlerini olduğu toplumla birey arasındaki karşılıklı ilişki­ gibi bir sosyal sınıflar sistemi içine yerleşti­ nin arabulucusu olarak görür. rir. Sosyal kimlik de, onun, grup üyelikleri aracılığıyla, bu sosyal sistemin içindeki ye­ rine ilişkin tanımlamaları yoluyla anlaşıla­ bilir. Toplum, aralarında güç, konum ve saygınlık ilişkileri olan büyük örneklendi sosyal sınıflardan oluşur (ırk, cinsiyet, dil, ekonomik durum, meslek v.b.) (Hogg ve b. Bireyin, belli bir grubun üyesi olarak Abrams, 1988: 22). Bu büyük örneklendi kalmak ve aynı zamanda sosyal kimliğine gruplar, toplumda iyi bir konum, güç ve olumlu katkılar sağlayabilecek yeni grup­ saygınlık lar için arayış içine girmek gibi bir eğilimi olumlu yönde ayrılabilirler; bu durum da edinerek diğer gruplardan olduğu söylenebilir. Ancak, yaptığı sosyal üyelerinin sosyal kimliğinin olumlu olma­ karşılaştırmalar sonucunda, birey grubu­ sını sağlar. Ancak, grubun toplumdaki ko­ nun onu ne kadar doyurduğunu belirleye­ numu iyi değilse, bu gruba üyelik bireyde bilir ve grup bireyi doyurmazsa, birey gru­ doyurucu olmayan, olumsuz bir sosyal bu terkeder. kimlik oluşmasına yol açar. İnsanlar, iç- c. Hiçbir grup yalnız değildir, tüm grup kayırmacılığı yoluyla kendi grupla­ gruplar toplumda diğer grupların içinde rını diğer gruplardan daha üstün algılaya­ yer alır. Olumlu sosyal kimlik de ancak di­ rak olumlu bir sosyal kimlik kazanma eği­ ğer gruplarla yapılacak sosyal karşılaştır­ limindedirler, ancak kimi zaman, diğer ma sonucunda kazamlabilir. Gruplar, di­ grupların bireyin üye olduğu gruptan üs­ ğer gruplarla aralarında gerçekleştirilen tünlüğü o kadar açıktır ki, o grup üyeli­ karşılaştırma sonunda algılanan farklılık­ ğinden olumlu bir sosyal kimlik kazan­ larıyla anlam kazamrlar. mak olası değildir (Turner, 1991: 35). Bi­ Sosyal Yapı Sosyal Kimlik Kuramı, sosyal yapıya ilişkin önemli açıklamalarda bulunur (Condor, 1990: 247; Hinkle ve Brown, 1990: 69; Hogg ve Abrams, 1990: 40). Ku­ ram, büyük örneklendi grup ilişkilerinin rey, olumsuz sosyal kimlik oluşumuna yol açan bu tür karşılaştırmalara çeşitli tepkiler geliştirir. Tajfel (1978b: 64), bu tepkileri şöyle özetler; a. Birey, bir grubun üyesiyken, aynı anlaşılmasına büyük katkılar sağlar (Taj- zamanda, sosyal kimliğine olumlu katkı­ fel, 1982: 32). Bu makro-sosyal yaklaşım, lar getirebilecek yeni gruplar için arayış sosyal süreçlerle insan davramşı arasında­ içindedir. Demirtaş • Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar • 141 b. Bir grup, eğer üyelerinin olumlu bir benlik oluşmasına yol açıyorsa, bireyler, sosyal kimlik edinme gereksinimini doyu- gruplarıyla özdeşleşmekten kaçınırlar (El­ ramazsa, birey grubu terkeder. Ancak, bi­ lemers, 1993: 51). Yani sosyal kimlik "kaçı­ rey şu gerekçelerle bunu gerçekleştireme- nılmaz" değildir, bireylerin üyesi oldukları yebilir; grupla özdeşleşme yönündeki güdülenme I. Bazı "nesnel" gerekçeler yüzünden grubu terketmek olanaksız olabilir, düzeylerini belirleyen bir "tercih" öğesi içe­ rir. Buradan şu sonuç çıkarılabilir: İnsan­ lar, üyesi oldukları grupla özdeşleşmeye, o II. Grubu terketmek, benlik imgesinin grup, diğerlerinden daha yüksek bir top­ önemli bir parçası olan değerlerle çatı­ lumsal konuma sahip olduğunda, diğerle­ şabilir. rinden daha düşük bir toplumsal konuma c. Grubu terketmek yukarıda sözü edi­ sahip olduğundan daha çok güdülenmek- len engeller yüzünden olanaksızsa, geriye tedirler (Hogg ve Abrams, 1988: 44). iki olası çözüm kalır; I. Birey ya üyesi olduğu gruba ilişkin Sonuç ve Eleştiriler yorumunu değiştirecektir ya da kabul edilebilir yeni bir yorum gerçekleştire­ cektir, Sosyal Kimlik Kuramı, sosyal psikolo­ jinin "toplumsal" boyutunu aydınlatan bir kuramdır. Kuram, grubu, bireyin dışında II. Durumu olduğu gibi kabullenecek ve istendik değişiklikler gerçekleştir­ mek için harekete geçecektir. Olumlu bir sosyal kimlik arayışı içinde olan birey, eğer grubu amacına ulaşmasını engelliyorsa, kendi grubuyla karşılaştırıl­ dığında daha yüksek bir konuma sahip olan bir gruba üye olmayı yeğleyecektir var olan bir şey olarak değil, bireyin benlik-kavrammm bir parçası olarak ele al­ maktadır (Hogg ve Abrams, 1990: 35). Gruplarla ilgili yeni kuramlara ışık tu­ tabilecek bir yapıya sahip olan kuram, görgül araştırmalar için son derece verim­ lidir. (Tumer, 1982: 40; Hogg ve Abrams, 1988: Sosyal Kimlik Kuramı, sosyal kimlikle 65; Ellemers, 1993: 50). Olumlu bir sosyal bireysel kimlik arasında yapmış olduğu kimlik kazanma yönündeki isteği doyurul­ ayrım konusunda eleştiriler almaktadır mayan, düşük toplumsal konum sahibi (YVetherell, 1996: 22). Bu iki kimliğin tü­ grubun üyeleri, o gruba üyeliğe direnerek müyle birbirinden ayrılamayacağı söylen­ mağduriyetleriyle başaçıkmaya çalışacak­ mektedir. Böyle bir ayrım gerçekleştirile- lardır. Diğer bir deyişle, gruplararası karşı­ bilirse de, kuramın bu konuda yeterli bilgi laştırmalar doyurucu olmayan bir sosyal sunmadığı belirtilmektedir (Michener vd., 142 • iletişim : araştırmaları 1990: 125). Kişisel kimliğin bireyin sosyal Kaynakça kimliğini etkileyeceği, sosyal kimliğin de kişisel kimliğin gelişimine katkıda bulu­ nacağı, bu açıdan, kuramın gerçek yaşama uygulanabilirliğiyle ilgili sorunlar olduğu yönünde eleştiriler yapılmaktadır (Hogg Anastasio, P., v. d. (1997). "Categorization, recategorization and common group identity". The social psychology o f stereotyping and group life. (Der.) R. Spears, v. d. Oxford: Blackvvell. 236-258. ve Vaughan, 1995: 245; Hogg, 1996: 64). Argyle, M. (1992). T he social psychology o fe v ery d a y life. London ve New York: Routledge. Ayrıca, bu ayrımın, bireysel farklılıklar Arkonaç, S. (1993). G rup İlişkileri. İstanbul: Alfa. gözetilmeden genellendiği ileri sürülmek­ tedir. Ancak, belki de Sosyal Kimlik Kuramı'nı çarpıcı yapan ve özellikle de son yıl­ larda büyük ilgi görmesini ve yeni araştır­ Arkonaç, S. A.(der.) (1999). G ruplararası İlişkiler ve Sosyal K im lik Teorisi. İstanbul: Alfa. Aschenbrenner, K. M. ve Schaefer, R. E. (1980). "Minimal group situations: Comment on a mathematical model and on the research paradigm." European Jou rn al o f Social Psychology, 10: 389-398. malara altyapı oluşturmasını sağlayan da, Bilgin, N. (1995). K ollektif Kimlik. İstanbul: Sistem. kuramın temel varsayımlarının "keskinli- Bilgin, N. (1996). İnsan İlişkileri ve Kim lik. İstanbul: Sistem. ği"dir. Notlar 1 "Social categorization" kavramının, kuramla ilgili çalışmalarda "social classification" kavramıyla eşanlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu nedenle, bir anlam farklılığına yol açmayacağı düşünülerek, kavramın tam karşılığı olan "sosyal kategorizasyon" yerine "sosyal sınıflandırma”nm kullanılması uygun görülmüştür. Billig, M. (1976). Social psychology and intergroup relations. London: Academic Press. Bourhis, R. Y., Turner, J. C. ve Gagnon, A. (1997). "İnterdependence, social identity, and discrimination." The social p sychology o f stereotyping and group life, (Der.) R. Spears, v.d. Oxford: Blackvvell. 273-295. Branthvvaite, A., Doyle, S. ve Lightbovvn, N. (1979). "The balance betvveen fairness and discrimination." European Journal o f Social Psychology. 9,149-163. Brehm, S. ve Kassin, S. M. (1993). Social Psychology. Boston: Houghton Mifflin Company. Brevver, M. B. ve Kramer, R. M. (1985). "The psychology of intergroup attitudes and behavior." A nnual R eview o f Psychology, 36, 219-243. Brevver, M. B. ve Miller, N. (1996). intergroup relations. Buckingham: Öpen University Press. Brovvn, R. (1988). G roup processes: D ynam ics within and betıveen groups. Oxford: Basil Blackvvell Inc. Brovvn, R. J. ve Turner, J. C. (1979). "The criss cross categorization effect in intergroup Demirtaş* Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar • 143 discrimination." British Journal o f Social an d Clinical Psychology, 18, 371-383. Condor, S. (1990). "Social stereotypes and social identity." Social identity theory: C onstructive and critical advances. (Der.) D. Abrams ve M. A. Hogg. London: Harvester VVheat Sheaf. 230-251. Deaux, K., v. d. (1995). "Parameters of social identity." Jou rn al o f Personality and Social Psychology, 88, 280-291. Doosje, B. ve Ellemers, N. (1997). "Stereotyping under threat: The role of group identification." The social psychology o f stereotyping and group life. (Der.) R. Spears, v. d. Oxford: Bİackvvell. 257-273. Dönmez, A. (1992). "Bilişsel sosyal şemalar." A nkara Ü niversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya F akültesi A raştırm a Dergisi, 14,131-146. Farr, R. M. (1996). T he roots o f m odern social psychology: 1872-1954. Oxford: Bİackvvell. Franzoi, S. L. (1996). Social Psychology. Madison: Brovvn veBenchmark. Hevvstone, M. v. d. (Der.) (der.). (1996). Introduction to social psychology. Oxford: Blacvvell. Hinkle, S. ve Brovvn, R. (1990). "Intergroup comparisons and social identity: Some links and lacunae." Social identity theory: C onstructive and critical advances. (Der.) D. Abrams ve M. A. Hogg London: Harvester VVheat Sheaf. 48-72. Hogg, M. A. (1993). "Group cohesiveness: A critical revievv and some new directions." European Revieıo o f Social Psychology. vol. 4. (Der.) W. Stroebe ve M. Hevvstone. Chichester: John VViley ve Sons. 86-112. Hogg, M. A. (1996). "Social identity theory." The Blackıvell encyclopedia o f social psychology. (Der.) A, S. R. Manstead ve Hevvstone, M. Oxford: Bİackvvell. 55-65. Hogg, M. A. ve Abrams, D. (1988). Social ideııtifications: A social psychology o f intergroup relations and group processes. London ve Nevv York: Routledge. Hogg, M. A. ve Abrams, D. (1990). "Social motivation, self-esteem and social identity." Social identity theory: C onstructive and critical advances. (Der.) D. Abrams ve M. A. Hogg. London: Harvester VVheat Sheaf. 28-47. Hogg, M. A. ve Vaughan, G. M. (1995). Social psychology: An introductioıı. London: Prentice Hail. Hortaçsu, N. (1998). Grup İçi ve G ruplar A rası Süreçler. Ankara: İmge. Kelly, C. (1993). "Group identification, intergroup perceptions and collective action." European Revieıv o f Social Psychology. vol. 4. (Der.) W. Stroebe ve M. Hevvstone. Chichester: John VViley ve Sons. 59-85. Mackie, D. M. v. d. (1996). "Social psychological foundations of stereotype formation." Stereotype and stereotyping. (Der.) C. N. Macrae. v. d. NY: Guilford. 41-47. McGarty, C. ve Haslam, S. A. (1997). "Introduction to a short history of social psychology." The m essage o f social psychology: Perspectives on m ind in society. (Der.). C. McGarty ve S. A. Haslam. Cambridge: Bİackvvell. 1-20. Meşe, G. (1999). Sosyal K im lik ve Yaşam Stilleri. Yayımlanmamış doktora tezi. Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Michener, H. A. v. d. (1990). Social psychology. San Diego: Harcourt Brace Jovanovich. Mlicki, P. P. ve Ellemers, N. (1996). "Being different or being better? National stereotypes and identifications of Polish and Dutch students." European Jou rn al o f Social Psychology, 26, 97-114. Mummendey, A.ve Schreiber, H. J. (1983). "Better or just different? Positive social identity by discrimination against, or by differentiation from outgroups." European Journal o f Social Psychology, 13, 389-397. Oakes, P. J. ve Turner, J. C. (1980). "Social categorization and intergroup behaviour: Does minimal intergroup discrimination make social identity positive?" European Journal o f Social Psychology, 10, 295-301. Pennington, D. C. (1986). Essential Social Psychology. London: Edvvard Arnold. Sherif, M. (1936). The psychology o f social norms. NY: Harper ve Brothers Publishers. 144 • iletişim : araştırmaları Spears, R. ve Haslam, S. A. (1997). "Stereotyping and the burden of cognitive load." The social psychology o f stereotyping and g roup life. (Der.) R. Spears, v .d .. Oxford: Blackvvell. 171-207. Tajfel, H. (1978a). "The achievement of group differentiation." D ifferentiation betıveen social g roups: Studies in the social p sychology o f intergroup relations. (Der.) H. Tajfel. London: Academic Press. 77-101. Tajfel, H. (1978b). "Interindividual behaviour and intergroup behaviour.” D ifferentiation betıveen social groups: Studies in the social psychology o f intergroup relations. (Der.) H. Tajfel. London: Academic Press. 27-60. Tajfel, H. (1982). "Social psychology of intergroup relations". A nnual Revieuı o f Psychology, 33,1-39. Tajfel, H. ve Forgas, J. P. (1981). "Social categorization: Cognitions, values and, groups.” Social cognition: P erspectives on everyday understandiııg. (Der.) J. P. Forgas. London: Academic Press. 113-141. Tajfel, H. v. d. (1971). "Social categorization and intergroup behaviour." European Journal o f Social Psychology, 1(2), 149-178. Turner, J. (1987). R ediscovering the social group: A s e l f categorization theory. Oxford: Basil Blakcwell. Turner, J. C. (1975). "Social comparison and social identity: Some prospects for intergroup behaviour." European Journal o f Social Psychology, 5, 5-34. Turner, J. C. (1982). "Tovvards a cognitive redefinition of the social group". Social identity and intergroup relations. (Der.) H. Tajfel. London: Harvester VVheat Sheaf. 2-48. Turner, J. C. (1991). Social influence. Buckingham: Öpen University Press. Turner, J. ve Brown, R. (1978). "Social status, cognitive alternatives and intergroup relations." D ifferentiation betıveen social groups: Studies in the social psychology o f intergroup relations. (Der.) H. Tajfel. London: Academic Press. 201-300. Vanbeselaere, N. (1987). "The effects of dichotomous and crossed social categorizations upon intergroup discrimination." European Journal o f Social Psychology, 17,143-156. VVetherell, M. (der.) (1996). Identities, groups and social issues. London: Sage. VVilder, D. A. (1986). "Social categorization: Implications for creation and reduction of intergroup bias." A dvances in Experim ental Social Psychology, vol. 19. (Der.) L. Berkovvitz. Orlando: Harcourt Brace Jovanovich Pub. 293-347. VVorchel, S. ve Rothgerber, H. (1997). "Changing the stereotype of the stereotype." The social psychology o f stereotyping and group life. (Der.) R. Spears, v. d. Oxford: Blackvvell. 72-94. Etkinlik Değerlendirmeleri • 145 Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu 4 7 . Dönem Toplantısı Nilüfer Timisi Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sos­ maktadır. Konferansın sonunda Pekin yal Konseyin Kadının Statüsü Komisyonu Deklarasyonu ve Eylem Platformu isimli toplantıları çerçevesinde 47. Oturum 3-14 iki belge kabul edilmiştir. Türkiye her iki Mart 2003 tarihinde New York Birleşmiş belgeyi hiçbir çekince koymadan kabul et­ M illetler gerçekleştirildi. miştir. Pekin Deklarasyonu, hükümetleri Toplantıda Türkiye, Kadının Sorunları ve kadının güçlenmesi ve ilerlemesi, kadm- Statüsü Merkezinde Genel Müdürlüğü tarafından erkek eşitliğinin geliştirilmesi ve toplum­ oluşturulan resmi heyet ve Birleşmiş Mil­ sal cinsiyet perspektifinin ana politikalara letler Türkiye Daimi temsilciliği görevlile­ ve programlara yerleştirilmesi konuların­ ri tarafından temsil edildi.' Toplantı Bir­ da yükümlü kılmakta ve Eylem Platfor­ leşmiş Milletler 4. Dünya Kadın Konferan­ munun hayata geçirilmesini öngörmekte­ sı (4-15 Eylül 1995, Pekin) ve Birleşmiş dir. Eylem Platformu ise kadının güçlen­ Milletler Genel Kurulu tarafından düzen­ dirilmesinin gündemi olarak tanımlan­ lenen "Kadın: 2000, 21. yy için Toplumsal maktadır. Eylem Platformunun uygulan­ Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış" ko­ ması ve izlenmesinde temel görev hükü­ nulu 23. özel oturumunda (5-9 Haziran metlere verilmiştir ve Platform uyarınca 2000, New York) belirlenen 12 stratejik bu görev Birleşmiş Milletler kuruluşları, alana ilişkin izleme, değerlendirme ile ye­ bölgesel ve uluslararası kuruluşlar, gönül­ ni eylem planlarının oluşturulmasını he­ lü kuruluşlar ile sivil toplumun işbirliği deflemiştir. ile yerine getirilecektir. 1995 yılında Pekin'de gerçekleştirilen Pekin Konferansından sonra meydana Dördüncü Dünya Kadın Konferansı bir gelen gelişmeleri değerlendirmek ve yeni "taahhütler konferansı" olarak adlandırıl­ eylem ve girişimleri belirlemek amacıyla iletişim : araştırm aları »© 2003 • 1(1): 145-150 146 • iletişim : araştırmaları düzenlenen 23. özel oturum sonucunda küresel düzeyde politika yapım sürecinin Siyasi Deklarasyon ve Sonuç Belgesi ka­ çerçevesini belirlemek ve 2003 yılında Ge- bul edilmiştir. Her iki belge sonucunda neva, 2005 yılında Tunus'ta iki düzeyde hükümetler belirlenen 12 kritik alana iliş­ gerçekleştirilecek olan "Enformasyon kin taahhütlerini yinelemiş, karar ve öne­ Toplumu Dünya Zirvesi" için eleştirel bir rilerin uygulanması için çağrıda bulun­ katkıyı sağlamayı amaçlamıştır. "Enfor­ muştur. 12 kritik alan şunlardır: kadının masyon Toplumu Dünya Zirvesi" enfor­ eğitimi ve öğretimi, sağlık, şiddet, silahlı masyon toplumuna ilişkin küresel düzey­ çatışmalar, ekonomi, yetki ve karar alma­ de bir vizyon ortaya koymayı ve bu çerçe­ da kadın, kadının ilerlemesi için kurumsal vede ortak bir anlayış gerçekleştirmeyi he­ mekanizmalar, kadının insan hakları, deflemektedir. medya, çevre, yoksulluk, kız çocuklarının ilerlemesi.2 47. Oturum çerçevesinde gerçekleştiri­ len "Medya ve Yeni İletişim" ve "Enfor­ 47. Oturum için gündem iki temel kri­ masyon Teknolojileri" toplantıları aynı tik alan çerçevesinde saptanmıştır. Bu te­ oturum içerisinde yer alan "Kadınların İn­ mel stratejik alanlardan biri medya ve ye­ san Haklan" ve "Kadınlarla ve Kız Ço­ ni iletişim teknolojileri ve toplumsal cinsi­ cuklarına Yönelik Her Türlü Şiddetin Or­ yet ilişkisini ele almaktadır. Bu toplantı tadan Kaldırılması" toplantılarıyla paralel "Medya ve Enformasyon ve İletişim Tek­ toplantılar olarak düzenlenmiştir. Oturu­ nolojilerine Kadınların Katılımı ve Erişimi ma ülkelerin resmi delegasyonları dışında ve Bu Araçların Kadınların İlerlemesi ve oldukça kalabalık bir biçimde Sivil Top­ Güçlenmelerinde Etkisi ve Kullanımı" baş­ lum Örgütleri katılmış ve bu örgütlerin lığım taşımaktadır. Diğer alan ise "Kadın­ kendi aralarında düzenledikleri toplantı­ ların İnsan Hakları ve Kadınlarla ve Kız lar da diğer toplantılarla paralel toplantı­ Çocuklarına Yönelik Her Türlü Şiddetin lar biçiminde gerçekleştirilmiştir. Gerek Ortadan Kaldırılmasıdır. resmi delegasyonların gerekse sivil top­ BM Kadının Statüsü Komisyonu tara­ fından ilk kez ele alınan enformasyon ve iletişim teknolojileri (ICT) ve toplumsal cinsiyet eşitliği önceki yıllarda yapılan ül­ ke çalışmalarının gözden geçirilmesi ve yeni önerilerin ortaya konması amacını ta­ lum örgütlerinin aktif katılımı ile gerçek­ leşen toplantı, katılımcıların kendi ülkele­ rinin durumlarını anlatmaları, mevcut po­ litikaların gözden geçirilmesi ve tartışıl­ ması için önemli bir kamusal platform ya­ ratmıştır. şımaktadır. Komisyon toplantısında orta­ "Medya ve İletişim" ve "Enformasyon ya konan sonuçlar bu sorun çerçevesinde Teknolojileri" toplantılarının bütününe te­ Timisi• BM Kadının Statüsü Komisyonu 47. Dönem Toplantısı • 147 mel oluşturan perspektif, kaynağını Pekin dır. Bu olanaklar siyasal, toplumsal ve Deklarasyonu ve Eylem Platformundan kültürel katılımın önündeki engellerin or­ almaktadır. Bu temel perspektif şöyle tadan kaldırılmasıyla ilişkili iken, bu tek­ özetlenebilir: Küresel medya ve yeni ileti­ nolojiler ekonomik bir değer olarak yeni iş şim ve enformasyon düzeni içinde kadın­ olanaklarının yaratılmasının da araçları ların iletişim araçlarının her alanında ve konumundadır. Elektronik ticaret, küresel düzeyinde eşit erişim olanaklarına sahip medya ortamında medya ve iletişim ve olması; yönetim, programcılık, eğitim, enformasyon teknolojilerini yalnızca fikir, araştırma ve geliştirme alanlarını da içere­ haber ve enformasyonun dolaşıma girdiği cek biçimde kadınların medyada tam ve araçlar değil, aynı zamanda ekonomik bir eşit katılımları; enformasyon üretimi ve değer olarak belirginleştirmektedir. Ka­ enformasyon yönlendirici programlar ha­ dınların küresel ekonomik pazara üretici zırlanmasında kadınların katılımları; en­ ve girişimci olarak girmeleri bu teknoloji­ formasyon ve iletişim teknolojilerinin ka­ lerin kullanımlarının önündeki engellerin dınlar tarafından kullanılması için fırsat ortadan kaldırılmasını gerektirmektedir. olanağı yaratılmasıdır. Kadının Statüsü Bu engeller ise, yoksulluk, fırsat eşitliği ol­ Komisyonu bu genel perspektif içerisinde maması, okuryazarlık oranındaki düşük­ kadınların medyaya erişimleri, katılımla­ lük, bilgisayar kullanma bilgisine sahip rı, yönetimlerinin önündeki engelleri orta­ olmama, bilgisayar ve internet kullanı­ dan kaldırmak ve olanakların önünü aç­ mında yabancı dil bilgisinin (internet için mak konularına özel bir önem vermekte­ hakim dil olan İngilizce bilgisi) sınırlılığı dir. Bu anlamda toplantılar boyunca varo­ ve bununla ilişkili olarak yerli içerik üreti­ lan temel arka plan ya da perspektif, yal­ minin kısıtlılığıdır. Toplantılar boyunca nızca kadınların değil erkeklerin ve genel yapılan öneriler ve alman kararlar bu en­ olarak toplumun bütününün medya aracı­ gellerin ortadan kaldırılması için küresel lığıyla aydınlatılması, eğitilmesi ilkesine ve ulusal düzeyde alınacak önlemleri içer­ dayanmaktadır. mektedir. Bilgisayar ve internet kullammı Komisyon toplantıları boyunca üze­ kadınlar açısından bu engelleri içermekle rinde önemle durulan konu giderek yaşa­ birlikte yine bu araçları bu engelleri orta­ mın her alamnı kapsayan küresel iletişim dan kaldırmak içinde önemli açılımlar or­ şebekeleri ve bunların kamu politikaları taya koymaktadır. Bu anlamda bu araçla­ ile birlikte özel tutum ve davranışlar üze­ rın ikili bir rolü olduğu toplantılar boyun­ rindeki etkisidir. İletişim ve enformasyon ca vurgulanmıştır. Erişim ve kullanım teknolojileri bilgi toplumuna katılımda önündeki engeller bir kez ortadan kaldı­ kadınların önüne yeni olanaklar açmakta­ rıldığında, bu araçların kullammı bu en­ 148 * iletişim : araştırmaları gellerle mücadele etmek için de yaşamsal olabilmektedir. 47. Dönem Oturumu içerisinde yer alan "Medya ve Yeni İletişim" ve "Enfor­ masyon Teknolojileri" için BM Kadının Statüsü Komisyonu Sekreteryası tarafın­ dan hazırlanan taslak metnin görüşmelere açıldığı ilk toplantıda, taslak metnin bütü­ nü üzerine Türkiye resmi delegasyonu, küresel iletişim ortamında yeni iletişim ve enformasyon teknolojilerinin kadınlar için önemini, açmış olduğu fırsatları değerlen­ dirmiş ve metnin bütünü için gerçekleşti­ rilecek önerilerde küreselleşme ile özelleş­ tirilme süreçlerinin enformasyon ve ileti­ şim teknolojilerinin kullanımını ticari bir pazar içerisine oturttuğu ve ticarileşme eğiliminin kadınların erişim ve kullanım­ Diğer bir kritik alam oluşturan "Kadı­ nın insan hakları ve kadına yönelik şidde­ tin önlenmesi" oturumları yine Pekin Dek­ larasyonu ve Eylem Platformu'na refe­ ransla, kadına yönelik şiddeti, kadınların ve kız çocuklarının insan haklarını ve te­ mel özgürlüklerini kullanmalarını engel­ leyen evrensel bir olgu olarak ele almıştır. "Kadına yönelik şiddet" terimi kadının fi­ ziksel, cinsel veya psikolojik zarar görme­ siyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan, bu tip hare­ ketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlü­ ğün keyfi engellenmesini de içeren, ister toplum önünde, ister özel hayatta meyda­ na gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her tür­ den şiddet anlamına gelmektedir. Silahlı çatışmalarda kadının insan haklarının ih­ lal edilmesi özellikle cinayet, sistematik ları önüne yeni engeller çıkardığı vurgu­ tecavüz, cinsel kölelik ve gebeliğe zorla­ lanmıştır. Toplantılar boyunca ortaya çı­ ma; zorla kısırlaştırma, kız bebeklerin öl­ kan öneriler üzerinde taraf ülkelerin mü­ dürülmesi ve doğum öncesi cinsiyet seçi­ zakereleri yoğun bir biçimde sürmüştür. mi; kadın ticareti, kültürel, toplumsal, Bu müzakereler sonucunda 4 temel karar dinsel kaynaklara dayalı kötü muamele, ve 24 maddeden oluşan eylem planı oy zorlama (zorla evlendirilmeler, namus ci­ birliği ile kabul edilmiştir. Eylem planında nayetleri, kız sünneti vb.), kaynaklara eri­ somutlaşan önerilerin hayata geçirilmele­ şim ve yoksulluk önündeki engellerin or­ rinde Komisyon hükümetleri, Birleşmiş tadan kaldırılmaması kadına yönelik şid­ Milletlerin bütün ilgili kaynak ve prog­ det kapsamı içinde değerlendirilmektedir. ramlarını, örgütlerini ve uzmanlaşmış ku­ Şiddetin önlenmesi uluslararası, bölgesel ramlarını, uluslararası finans kuramları­ ve ulusal düzeyde işbirliği sonucunda nı, özel sektör de dahil olmak üzere sivil gerçekleştirilecek kamu politikalarının or­ toplumu ve diğer tarafları sorumlu gör­ taya konması ve uygulanması ile doğru­ mekte ve bu eylem planının hayata geçi­ dan ilişkili görülmektedir.Toplantılarda rilmesi için davet etmektedir. bu politikalara yön verecek bilgi, enfor­ Timisi• BM Kadının Statüsü Komisyonu 47. Dönem Toplantısı • 149 masyon kaynaklarının geliştirilmesi, yasal BM Kadının Statüsü Toplantıları küre­ ve diğer önlemlerin alınması, eğitim ve sel düzeyde toplumsal cinsiyet politikala­ güçlendirme programlarının geliştirilmesi rının oluşturulması için temel kurumlar­ ve yaygınlaştırılması, kadınının durumu­ dan birisidir. BM'e üye ve üye olmayan nu ve şiddeti belgeleyecek istatistiklerin ülkelerin resmi delegasyonları ve sivil güvenli yollardan sağlanması kamu poli­ toplum kuruluşlarının yoğun katılımı ile tikalarının hazırlanmasında temel kay­ gerçekleşen toplantılar kadın hareketinin naklar olarak belirtilmiştir. Yeni iletişim gündemi ve feminist politikaların değer­ teknolojileri ve geleneksel medya şiddetin lendirilmesi açısından oldukça önemli bir önlenmesine ilişkin temel kurumlardan forum oluşturmaktadır. Bu yıl gerçekleşen biri olarak ele alınmıştır. Şiddetin neden­ sözkonusu toplantı müzakereleri, kadın leri ve sorunlarına ilişkin olarak bilgilen­ hareketinin gündeminin ülkelerin içinde dirici, eğitici ve güçlendirici bir rol üstle­ bulundukları blok ve birliklerin gündemi nebilecek olan medyanın öz-düzenleyici ile yer değiştirdiğini göstermektedir. Mü­ kurallar ve politikalar aracılığı ile medya zakerelerde ülkeler içinde bulundukları içeriğinin denetlenmesini sağlaması be­ uluslararası ve bölgesel birliklerin politik nimsenmiştir. Yeni iletişim teknolojileri ve öncelikleri çerçevesinde tavır almışlardır. internetin cinsel sömürü, pornografi, şid­ Avrupa Topluluğu ülkeleri, G-77 ve Çin det ve cinsel şiddetin yeniden üretimi için grubu kendi içlerinde bir grup oluştur­ bir araç olarak kullanılmasının engellen­ makta, bu grupların dışında ABD, Kanada mesi için önlemler ve koruyucu güvenlik ve Japonya önemli tarafları oluşturmakta­ önlemleri geliştirilmesi içerik sağlayıcı ku­ dır. Bu tarafları kesen ortak payda Pekin ramlarla işbirliği çerçevesinde yine öz dü­ Deklarasyonu öncelikleri olmakla birlikte, zenleyici mekanizmalara bırakılmıştır. İn­ müzakereler tarafların kendi öncelikleri­ ternetin sağladığı olanakların seks ticareti nin toplantı kararlarına yansımasının mü­ için kullanılmamasına ilişkin önlemler cadelesi biçiminde gerçekleşmektedir. Bu­ alınması da toplantıda ortaya çıkan so­ nun yamnda kimi toplantılarda ise Batı ve nuçlardan birisidir. Kadına yönelik şidde­ Doğu ülkelerin arasında ittifaklar biçim­ tin ortadan kaldırılması konusunda top­ lenmektedir. Bu anlamda yoğun bir ikti­ lantılar sonucu ortaya çıkması beklenen dar savaşı yaşanmaktadır. Şiddet oturum­ eylem planı üzerinde taraf ülkelerin tam larının sonucunda kararlar üzerinde uzla- olarak uzlaşı sağlamaması nedeniyle, altı şılamamış olması bu iktidar savaşının bir temel karar ve 46 maddeden oluşan taslak sonucudur. BM tarihinde ilk kez bir karar metnin sonlandırılması ülkelerin BM Da­ metni üzerinde uzlaşılamadan toplantıla­ imi Temsilciliklerine bırakılmıştır. rın sonlandırılması, kadm hareketinin ve 150 • iletişim : araştırmaları feminist hareketin küresel düzeyde parça­ lanmasının göstergesi olarak yorumlana­ bilir. Notlar ' Toplantıya Türkiye resmi delegasyonu olarak Başbakanlık KSSGM Müdürü Leyla Coşkun Çınar, KSSGM Dış İlişkiler Uzmanı Serap Ercan, A.Ü. İletişim Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nilüfer Timisi'den oluşan bir heyet ve BM Türkiye Daimi Temsilciliği adına Büyükelçi Ümit Pamir ve Hakan Tekin katıldı. 2 Pekin-5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesi, Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu için bkz. KSSGM Yayınları, Eylül 2001 Ankara. Etkinlik Değerlendirmeleri • 151 Canberra Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi Ortak Konferansı Kültürel Sınırlar Sorgulanıyor: Ulus, Din, Mülteciler , Cultural Frontiers in Qııestion: Nation Religion, Refugees Nur Betül Çelik Canberra Üniversitesi ile Ankara Üni­ Canberra Üniversitesi ve Ankara Üni­ versitesi, karşılıklı bir işbirliğinin temelini versitesi arasındaki işbirliği temelinde oluşturmak üzere bir dizi ortak konferans gerçekleştirilen ikinci ortak konferans, düzenlemeyi planlamış ve bu dizinin ilki, kültürel sınırlar konusunun ulus, din ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin mültecilik sorunu bağlamlarında tartışıl­ girişimleriyle 2001 Nisan ayında Anka­ masını hedefliyordu. Bu doğrultuda kon­ ra'da yapılmıştı. Bu ilk konferansın ardın­ feransın başlığı Cultural Frontiers in Ques- dan Canberra Üniversitesi Yaratıcı İleti­ tion: Nation, Religion, Refugees (Kültürel Sı­ şim Okulu, 10-12 Temmuz 2002 tarihleri nırlar Sorgulanıyor: Ulus, Din, Mülteciler) arasında Avustralya'nın başkenti Canber­ olarak belirlenmişti. ra'da dizinin ikinci ortak konferansına ev sahipliği yaptı. Ankara Üniversitesi İleti­ Konferans, 10 Temmuz günü Türki­ şim Fakültesi'nin 6 öğretim elemanı bu ye'nin Avustralya Büyükelçisi Tansu konferansa sunuş yapmak üzere katıldı. 6 Okandan'm ve ardından yerel hükümetin kişiden oluşan grup, Ankara Üniversite­ Eğitim, Gençlik ve Aile Bakanı Simon Cor- s in in önemli projelerinden biri olan bell'in açış konuşmalarıyla başladı. Bunun "Uzaktan Eğitim Projesi" için Avustralya ardından, Avustralya'nın göçmenlerle il­ deneyimiyle ilgili bilgi ve belge toplamak­ gili politikasının belirlenmesinde etkili ol­ la da görevliydi. Bu görev kapsamında, muş politikacı Al Grassby "Avustralya'nın konferans öncesinde ve sonrasında özel­ Kültürel Devrimi ve Ötesi" başlıklı bir ko­ likle Canberra Üniversitesi'nin ilgili bi­ nuşma yaptı. Konuşma, 1950'lerden bu­ rimlerinin yetkilileriyle görüşmeler yapı­ güne Avustralya'da göçmenlik ve farklı larak toplanan veriler Türkiye'ye dönüş kültürlerin bir arada yaşaması ile ilgili po­ sonrasında raporlaştırıldı. litikaların geçirdiği dönüşümü anlatmayı iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1): 151-154 152 • iletişim : araştırmaları amaçlıyordu. Grassby'nin anılarıyla da yanlılığı ve yanılgısı" konulu sunuşuydu. zenginleşen konuşma, mültecilik sorunu Schaap, Marksist sınıf kuramı açısından ve kültürel farklılıkların uzlaştırılması ko­ küreselleşme tezlerini değerlendirdi. nusunda Avustralya deneyimini aktarma­ sı açısından özellikle Türkiyeli katılımcı­ lar için yararlı oldu. Öğleden sonraki oturumun teması "Hareket Halindeki Kültürler: Diasporalar ve Mülteciler" idi. İlk konuşmacı, Dr. John Açılış konuşmalarının ardından, kon­ Docker, diaspora yazınında şiirin yerini feransın ilk oturumuna geçildi. Oturumun tarihsel bir perspektifle irdelemeyi hedef­ teması, Avustralya'nın sığınma talepleri lemişti. Bu çerçevede, Docker, kavramın konusundaki politikasıydı. Üç konuşma­ literatüre girmesinden önceki dönemlerde cının katıldığı oturumda ilk konuşmayı de diaspora şiiri sayılabilecek örneklerin Bruce Haig yaptı. Haig'in konuşması, varlığı üzerinde durdu. Sunil Govinnage "Avustralya'nın Sığınmacılara İlişkin Poli­ ikinci konuşmacıydı ve bir göçmen ve şa­ tikasının Araçları Olarak İnkar ve Hile: ir olarak kendisinin ve ailesinin sığınma Daha İyi Bir Yol Var" başlığını taşıyordu. ve bir başka kültürde yaşama deneyimini Haig konuşmasında, son dönemde sayıla­ rı artan Avustralya'ya sığınma talepleri­ nin hükümet tarafından, kamuoyunun dikkatini çeken bir sertlikle geri çevrilme­ sini eleştirerek, Avustralya'daki muhafa­ zakar hükümetin bu konudaki politikası­ nın ülkenin farklı kültürleri kaynaştırma geleneğine aykırı olduğunu belirtti. Aynı oturumda ikinci konuşmacı olan Dr. Alaine Chanter, "Sığınmanın insani bir du­ rum olmaktan çıkarılması ve diğer küresel safsatalar" başlıklı bir sunuş yaptı. Chanter'in konuşması daha çok küreselleşme kuramlarının sığınma olgusuna bakışı diaspora kavramı çerçevesinde tartışan bir sunuş yaptı. Govinnage'nin konuşma­ sı "Karanlığın AvustralyalI Yüreği: Avus­ tralya'da Sığınma Politikası" başlığını taşı­ yordu. Bu oturumun son konuşmacısı Vinathe Sharma, sözlü tarih yaklaşımı ile yazdığı yüksek lisans tezinden üretilmiş bir konuşma yaptı. Sharma, konuşmasın­ da Hindistan'daki kadınların sosyo-kültürel statülerinin algılanışındaki kalıpyargılara işaret ederek, bu konuda yeni bir perspektifin ve tutum değişikliğinin ge­ rekli olduğunu belirtti. üzerine yoğunlaştı. Esas olarak Zygmunt İlk günün son oturumunda uluslar Bauman'ın küreselleşme üzerine tezleri­ içinde kültürel karşılaşmalar konu edildi. nin eleştirildiği konuşmada küreselleşme Oturumun ilk konuşmacısı Dr. Nur Betül süreci ile birlikte sığınmacılığın giderek Çelik, "Evrenselcilikler Arasında: Türk Ol­ daha olumsuz politikalara konu edildiği manın Muğlaklığı, Kaygısı ve Kararsızlı­ belirtiliyordu. Sabahki oturumun son ko­ ğı" başlıklı bir sunuş yaptı. Çelik'in konuş­ nuşması, Rob Schaap'ın "Küreselleşmenin ması, Türkiye'nin sürekli bir krizin tanım­ Çelik • Kültürel Sınırlar Sorgulanıyor... • 153 ladığı toplumsal- siyasal bağlamı içinde kontrol edebilmek üzere Alevi kimliğini Türk olmanın kararsız, muğlak anlamı tanıyan ve öne çıkaran bir dönüşüm geçir­ üzerinde duruyordu. İkinci konuşmacı diği savını dile getirdi. İkinci konuşmacı Bora Kanra, başlığında "Uzlaşmanın Bir Nelly Lahoud "İslam'da Fikir Ayrılıkları" Yolu Var Mı?" sorusunu sorduğu konuş­ başlıklı konuşmasında, İslam'ı yorumla­ masında, Habermas'ın iletişimsel eylem yan belli başlı düşünürlerin yorumların­ kuramından yola çıkarak farklı kültürle­ daki fikir ayrılıkları üzerinde durdu ve İs­ rin uzlaşarak bir arada yaşamalarının ola- lam'ın "özünü" kavrayan bir yoruma var­ naklılığını sorguladı. Günün son konuş­ manın olanaksızlığını vurguladı. Dr. Ful­ macısı Dr. Ülkü Doğanay, "Türkiye'de Si­ ya Atacan oturumun son konuşmacısıydı. yasal İslam ve Kentsel Mekanlar" başlıklı Konuşmasında, Türkiye'nin İslam ve laik­ konuşmasında, başkent Ankara'nın İslam­ lik arasında yaşadığı çelişkiyi tarihsel bir cı bir belediye yönetiminde geçirdiği me­ perspektiften değerlendirdi. kansal değişikliklerin İslam ve modernleş­ me arasındaki eklemlenmenin bir sonucu sayılabilecek özellikleri ve kentsel mekan­ ların kazandığı kültürel sembolik anlam üzerinde durdu. İkinci günün öğleden sonraki ilk otu­ rumunda kültürel karşılaşmaların ve sı­ nırların medyada temsili tartışıldı. Bu otu­ rumda ilk konuşmacı Dr. Joelle van der Mensbrugghe, Avustralya basınında mül­ İkinci gün, Türkiye'nin Avustralya Bü­ yükelçisi Tansu Okandan'm "Uyum ya da Uyumsuzluk: Kültürel Sınırlarda Artan Hareketlilik- Türkiye Perspektifi" başlıklı konuşması ile başladı. Büyükelçi konuş­ masında, küreselleşmenin kültürel sınırlar açısından olumlu ve olumsuz sonuçlarını tartıştı. Türkiye'nin kültürel sınırlar konu­ sundaki politikasını açıkladı. tecilerin temsillerinin taşıdığı irrasyonel ve duygusal boyutları vurguladı. Konuş­ macı, basında siyasal sürecin ve siyasetçi­ lerin temsillerinin bu sürecin güvenilmez­ liğini ve siyasetçilerin çıkarcı tutumlarını öne çıkaran bir özelliği olduğunu örnek­ lerle açıkladı. Oturumun ikinci konuşma­ cısı Dr. Nejat Ulusay "Ulusal Sinema Kav­ ramı Bağlamında Çağdaş Türk Sineması" İkinci günün ilk oturumunun teması, başlıklı konuşmasmda, "ulusal sinema "Kültürel Karşılaşmalar/Kültürel Sınırlar: mümkün müdür?" sorusunu çağdaş Türk İslam ve Batı" olarak belirlenmişti. Bu otu­ sinemasından örneklerle tartışmaya açtı. rumun ilk konuşmacısı olan Dr. Bedriye Dr. Mine Gencel Bek, bu oturumun son Poyraz, "Türkiye'de Radikal İslam'a Karşı konuşmacısıydı. Gencel Bek, Avrupa'da Alevi Kimliği" başlıklı konuşmasmda, Si­ dil, kültür ve medya politikası bağlamın­ vas olaylarının ardından devlet politikası­ da ortak bir anlayışın olup olmadığını sor­ nın yükselen radikal İslamcı akımları guladı. Avrupa Birliği'nin medya mevzu­ 154 • iletişim : araştırmaları atının yarattığı ve yaratabileceği olumlu ve olumsuz etkilere dikkat çekti. İkinci gün, Avustralya'nın sığınma ta­ lepleri ve mülteciler konusundaki politi­ kasının konu edildiği öğrenci forumuyla sonuçlandı. Forum, Türkiyeli katılımcıla­ rın da katkılarıyla bu konuda Türkiye'nin ve Avustralya'nın deneyimlerinin karşı­ laştırıldığı bir diyalog ortamının doğması­ nı sağladı. Konferansın son oturumunun başlığı, "Kültürel Karşılaşmaları Kolaylaştırmada İletişimin Rolü" olarak belirlenmişti. Dr. Christina Slade, oturumun ilk konuş­ masında, 10 ülkenin araştırmacılarının katılımıyla gerçekleştirilmekte olan "Med­ ya Anıları" araştırmasının ilk bulgularını sundu. İkinci konuşmacı olan Dr. Gerry Mackie, "Kültürel Pratikler: Emperyalizm ya da Diyalog" başlıklı bir sunuş yaptı. Sunuş, kültürel pratiklerin değerlendir­ 12 Temmuz 2002'de konferansın son mesinde emperyalizm paradigmasıyla iki oturumu gerçekleştirildi. Üçüncü ve diyalog paradigması arasında bir karşılaş­ son gün, konferansın yapıldığı Avustralya tırma yapmayı hedefliyordu. Ulusal Müzesi yöneticisi Dawn Casey'nin konuşmasıyla başladı. Casey, Avustralya Ulusal Müzesinin kuruluş felsefesi ve il­ kelerini kültürel karşılaşmalar ve sınırlar bağlamında açıklayarak, müzeciliğin kül­ türel karşılaşmalar açısından sahip oldu­ ğu ideolojik anlamın müze yönetimlerine yüklediği sorumluluğu vurguladı. Günün ilk oturumunun konuşmacıları, Avustral­ ya'nın özellikle Aborijin kimliği ve bu kimlikle yerli-olmayan kimliklerin kar­ şılaşması konusundaki deneyiminin farklı boyutları üzerinde durdular. Konferansın bitiminde öğrenci ürünle­ rinin sergilendiği ve gösterildiği bir etkin­ lik yer aldı. Bu etkinlik kapsamında, Can­ berra Üniversitesi Yaratıcı İletişim Okulu öğrencilerinin multi-medya projelerinin yanı sıra, Ankara Üniversitesi İletişim Fa­ kültesi öğrencilerinin hazırladığı iki kısa film de gösterildi. Aynı etkinlik içinde Bo­ ra Kanra'nm "Halfeti Projesi" çalışması da sunuldu. Etkinlik Değerlendirmeleri • 155 Medya Politikaları Konferansı Emek Çaylı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi larından oluşan "forum" bölümü ile son Radyo Televizyon Sinema Bölümü 15 Ka­ buldu. "Forum"da "içerik çalışma grubu" sım 2002 Cuma günü "Medya Politikaları" sözcüsü İLEF Gazetecilik Bölümü öğretim isimli bir konferans gerçekleştirdi. Konfe­ üyesi Yrd. Doç. Dr. Mine Gencel Bek; "in­ ransın sabah oturumu, İLEF Gazetecilik ternet çalışma grubu" sözcüsü Radyo Te­ Bölümü Başkanı Prof. Dr. Oya Tokgöz'ün levizyon Sinema Bölümü öğretim üyesi açılış konuşmasıyla başladı. Leicester Yrd. Doç. Dr. Nilüfer Timisi ve "yöndeşme Üniversitesi Centre For Mcıss Communicati- çalışma grubu" sözcüsü aynı bölümden on Research (Kitle İletişim Araştırmaları öğretim görevlisi Hakan Tuncel hazırla­ Merkezi) Direktörü Dr. Ralph Negrine'in dıkları raporları sundular. "National Policies in the Global Context" (Küresel Bağlamda Ulusal Politikalar) ko­ nulu sunumunun ardından, konferansın öğleden sonraki oturumunda İLEF Radyo Televizyon Sinema Bölümü öğretim üye­ leri Prof. Dr. Bülent Çaplı ve Yrd. Doç. Dr. Beybin Kejanlıoğlu, Türkiye'de medya politikaları ve son dönemde yapılan dü­ zenlemelere ilişkin birer giriş konuşması yaptılar. Konferans, yeni Radyo Televiz­ yon Yasası'ndaki başlıca düzenleme ko­ nuları göz önüne alınarak oluşturulan ça­ lışma gruplarının temsilcilerinin sunum­ "National Policies in the Global Context" başlıklı konuşmasında Ralph Negrine, ülkelerin günümüzde, iletişim alanın­ da kendi içlerine kapalı değil, uluslararası düzeyde çözümler üreten kurumlar yara­ tabilmesi gerektiğini vurgulamış, bu alan­ da yapılmak istenen düzenlemelerde ya­ şanan iç sorunların, ülkelerin ulusal politi­ kaları üzerindeki tartışmaları da kaçınıl­ maz hale getirdiğini belirtmiştir. Negrine, BBC'deki düzenlemelerin ağırlıklı olarak model alınmasının ötesine geçilerek, her ülkenin kendi iç dinamiklerinin belirleyi- iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1): 155-160 156 * iletişim : araştırmaları ci olduğu düzenlemelere ihtiyaç duyuldu­ ğunun altını çizmiştir. Negrine, İngiltere'de medya alanında yapılan düzenlemelere değindiği konuş­ masının ilk bölümünde gazete, radyo ve televizyonla ilgili genel bir perspektif sun­ muş, gazete yayıncılığı alanındaki düzen­ lemelerin, medyada mülkiyet dağılımını dengeleyen çapraz mülkiyet yasalarına rağmen, yetersiz olduğundan söz etmiştir. Negrine'in konuşmasında özellikle üze­ Negrine, Ingiltere'de medya üzerine genel bir değerlendirmenin ardından medyayı düzenleyen yasaları ayrıntılarıy­ la ele almıştır. Yasaların düzenlenmesinde esas alman kriterler teknolojik değişimler ve sayısal yayıncılık alanındaki gelişme­ lerdir. Bunlara paralel olarak İngiltere'de hükümet, mülkiyet konusunda endüstri­ nin taleplerine karşılık verebilecek esnek düzenlemeler üzerinde durmaktadır. Negrine, Communications White Paper'da OFCOM'un temel görevinin, çoğulcu bir rinde durduğu alan televizyondur. İngil­ anlayışla çeşitliliklere yer veren yüksek tere'de 2002 yılı öncesine kadar televiz­ kaliteli radyo ve televizyon yayın içeriği­ yon yayıncılığının dahil olduğu düzenle­ nin yanı sıra, sayısal teknolojilerle uyum­ yici sistemler olarak Office ofTeleconımuni- lu ulusal yerel ve bölgesel iletişim pazarı­ cations Radiocommunications nı destekleyen bir yayıncılık anlayışını Agency, Radio Regulatory Authority ve Bro- yerleştirmek olarak belirlendiğinden söz adcasting Standards Commissiotı'm yerini, etmiştir. (OFTEL), tüm bu sistemleri ve yeni oluşumları bir­ leştiren OFCOM'un (Office of Communi­ cations) aldığını söyleyen Negrine OFCOM hakkında ayrıntılı bilgi vererek, bu kurumun özellikle kamu yayıncılığı ya­ pan BBC üzerinde yeni düzenlemeler ger­ çekleştirme çabasından söz etmiştir. Dü­ OFCOM'un varlığı, İngiltere'de BBC'nin tekelinde olan kaliteli yayın, eri­ şilebilirlik farklı ilgi ve zevklere hitap ede­ bilme gibi özelliklerin artık yayıncılık ala­ nının vazgeçilmezleri olmasını sağlamış­ tır. Negrine'e göre, bu İngiltere için yayın­ cılık alanında yaşanan önemli bir değiş­ zenlemelerde kamu hizmeti veren yayın medir. İngiltere'de "iyi yayıncılık" denin­ kuruluşlarının yanı sıra tecimsel örnekle­ ce akla gelen ilk ve tek isim olan BBC, ar­ rin de göz önünde bulundurulmasının ka­ tık "öteki kanallar"m benzer iddialarla or­ çınılmaz olduğunu vurgulayan Negrine, taya çıkmasıyla "kamu hizmeti" yapan bir BBC'nin halen yayıncılık alanında baskın yayın kurumu olma ayrıcalığını yitiriyor konumda olduğunu ve BBC üzerine yapı­ gözükmektedir. Negrine'e göre yayıncılık lan düzenlemelerin Department for Culture, alamnın kamusal-tecimsel ikiliğinin öte­ Media and Sport üzerinden yürütüldüğünü sinde düşünülmesi bu genel tablonun bir belirtmiştir. uzantısıdır. Kamu hizmeti yayıncılığı an­ Çaylı • Medya Politikaları Konferansı • 157 layışını benimseyen ITV ve Channel Fo- edilmektedir. Birincisi televizyon yayınları ur'un başarıları, "tecimsel" yayın kuruluş­ reklam standartları ve program standartla­ larının da kamuya hizmet amacı taşıdığı­ rıyla ilgilidir. Diğer iki alan ise kamu hiz­ nı iddia etmelerine yol açmıştır. Dolayı­ meti yayıncılığı ve bu yayıncılık anlayışı­ sıyla söz konusu yayıncılık anlayışı çerçe­ nın gereklilikleri üzerinedir. Bağımsız ya­ vesinde yeni bir rekabet ortamının doğ­ pımlara uygulanacak kota ve kamu hizme­ ması kaçınılmaz olmuştur. ti yayıncılığının gerektirdiği sınırlamalar 2002 yılında çıkan Communications Bili'de söz konusu yeni rekabet piyasasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir. Ku­ ralların kaldırılması (deregülasyon) yö­ nünde kararlar alındığı görülürken, öte yandan pazarın sınırlarının belirlenmesi, çoğulculuk ve çapraz mülkiyet konusun­ daki hassasiyetin göz önünde bulundu­ belirtilmiştir. Negrine'e göre yeni düzenle­ meler öncekilerden çok farklı alternatifler sunmamaktadır. Communications Bili daha çok yerel ve iç sorunlara odaklanmıştır. Yerel konulara öncelik verilerek küresel bağlamın ikinci planda tutulmasının nede­ ni ise yayıncılıkta her ülkenin kendi iç di­ namiklerinin ön planda olması gereğidir. rulması Negrine'e göre aslında var olan Negrine'in konuşmasını tamamladığı yasalardan çok farklı kararlar alınmadığı birinci bölümün ardından Türkiye'de anlamına gelmektedir. Ancak Negrine, medyanın çeşitli alanlarına ilişkin düzen­ Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerin lemeler ve uygulanan politikalara ilişkin medya mülkiyetlerini engelleyen yasada­ genel bir çerçeve sunmayı amaçlayan, ki değişiklikle Amerikan şirketlerine İn­ konferansın forum bölümüne geçilmiştir. giltere'de basın kuruluşlarını satın alabil­ Forum bölümünde Bülent Çaplı ve Beybin me olanağı doğduğunu belirtmiştir. Av­ Kejanlıoğlu'nun konuşmalarının ardın­ rupa Birliği üyesi olmayan ülkelerin mül­ dan internet çalışma gruplarını temsilen, kiyetini engelleyen yasanın değişmesine sırasıyla Mine Gencel Bek, Nilüfer Timisi gerekçe ise çapraz mülkiyet ve genel an­ ve Hakan Tuncel çalışma metinlerini sun­ lamda mülkiyete ilişkin yasaların yeterin­ muşlardır. ce koruyucu olduğu düşüncesidir. Bülent Çaplı, Negrine'in konuşması­ Mülkiyet konusunda Communications nın sonunda ilettiği küresel stratejilerin Bill'den yola çıkarak değerlendirmeler yanında iç düzenlemelerin de önemli ol­ yaptıktan sonra Negrine içerik düzenle­ duğu fikrine katıldığını belirterek her iki­ mesi hakkında da genel bir çerçeve sun­ sinin de karşılıklı etkileşim içerisinde işle­ muştur. 2002 yılında çıkan Communicati­ diğinden söz etmiştir. İngiltere'de iç dü­ ons Bill’d e içeriğe ilişkin üç alandan söz zenlemelerin baskınlığına karşın Türki­ 158 • iletişim : araştırmaları ye'de düzenlemelerin özellikle 1990'lar- özellikle düzenlemeler bazında yöndeş­ dan sonra yetersiz kaldığının altını çizen ine konusunun önemli olduğunun altmı Çaplı, medya alanında çok sayıda aktör­ çizerek sözü internet çalışma gruplarının den söz edilebileceğini, ancak uygulanan sözcülerine bırakmıştır. politikaların sadece var olan koşullara bir cevap niteliğinde olduğunu söylemiştir. Düzenlemelerin belirleyici olması gerekti­ ği halde politika yapıcıların sonuçlara ba­ karak harekete geçmesinin Türkiye'de dü­ zenleme alanında yaşanan karmaşanın te­ mel nedeni olduğunu belirten Çaplı, Ko­ penhag Kriterleri'nin Türkiye'de yapılan düzenlemelerde önemsendiğini vurgula­ mıştır. TRT'nin BBC'den yapısal anlamda oldukça farklı olduğunu hatırlatarak, dü­ zenlemelerde BBC örneğinden hareket edilmesinin birçok noktayı açıkta bıraktı­ ğını söyleyen Çaplı, Türkiye'de son dö­ nemde sayısallaşma ve kamu hizmeti ya­ yıncılığı konularının gündemde olduğun­ dan söz ederek konuşmasını bitirmiştir. Başta Nurçay Türkoğlu, Ahmet Talimciler, Cem Pekman, Sevilay Çelenk, Çiler Dursun ve Serpil Kırel olmak üzere geniş bir katılımın olduğu "içerik internet çalış­ ma grubu"nu temsilen yaptığı konuşmada Mine Gencel Bek, siyasal ve toplumsal ik­ tidar ilişkileri ve yayıncılık etiğinin içerik çalışmalarında iki önemli nokta olduğun­ dan söz etmiştir. Türkiye'de içerik alanın­ da yapılan çalışmaların daha çok haber metinleri üzerinde durduğunu vurgula­ yan Bek, son zamanlarda haber metinleri­ nin yanı sıra magazinelleşme, şiddet ve kadının temsili konularının ön plana çıktı­ ğını belirtmiştir. Milliyetçi ve cinsiyetçi söylemin, sporu sadece futbol olarak ka­ bul eden bir medya kültüründen beslendi­ Beybin Kejanlıoğlu konferans organi­ ğinin altını çizen Bek, televizyon endüstri­ zasyonunda hangi noktalar üzerinde du­ sinin, diziler ve filmler dahil olmak üzere, rulduğunu ve internet çalışma gruplarının % 80'inin yerli yapımlara yer verdiğini konferans ve sonrası için önemini belirt­ söylemiştir. Ancak yerli yapımlar; "Biri Bi­ tikten sonra Radyo Televizyon Üst Kuru- zi Gözetliyor" ve benzeri yarışma prog­ lu'nun (RTÜK), "3984 Sayılı Radyo ve Te­ ramları ve "sitcom"larda görüldüğü gibi, levizyonların Kuruluş ve Yayınları Hak- daha çok yabancı formatlardan uyarlama­ kmdaki Kanun"unda yapılan değişiklikle­ dır. İktidarın neoliberal söylemi, islami ve rin önemli tartışmaları beraberinde getir­ milliyetçi söylemin romantikleşmesi, po- diğini, özellikle akademinin tavrının bu pülistleşmesi gibi noktaların Türkiye'de noktada belirleyici olduğunu söylemiştir. televizyon metinlerinin içeriğini belirledi­ Sözü edilen değişiklerin medya mülkiyeti, ğini dile getiren Bek, içerik analizlerinin içerik, internet yayıncılığı alanında düzen­ yetersiz olduğunu, söylem analizlerindeki lemeler içerdiğini söyleyen Kejanlıoğlu, bağlamsal eksiklikleri göz ardı etmemek Çaylı’ Medya Politikaları Konferansı • 159 gerektiğini belirtse de akademik alanda yapılan içerik analizi çalışmalarının önemli veriler sunduğunu belirtmiştir. Bek, RTÜK'te içeriğin düzenlenmesine ilişkin maddelerin çok sınırlı olduğunu, yeni ve açık bir düzenlemenin söz konusu olmadığını hatırlatarak konuşmasını ta­ mamlamıştır. sayan tüm alanlarda düzenlemeler konu­ sunda yolun başında olduğunu söyleye­ rek konuşmasını bitirmiştir. Hakan Tuncel "yöndeşme çalışma grubu"nu temsilen yaptığı konuşmada önce­ likle "yöndeşme"nin aslında kendi içeri­ sinde karmaşık bir konu olduğunu belirt­ miştir. Yöndeşmenin teknolojik ve en­ "İnternet çalışma grubu" sözcüsü Nilü­ düstriyel olmak üzere farklı iki boyutu ol­ fer Timisi, Türkiye'de ve dünyada inter­ duğunu söyleyen Tuncel'e göre, yöndeş­ net kullanım oranlarından söz ettikten me dendiğinde telekomünikasyon, medya sonra Türkiye'de 80 sonrası başlayan ve ve bilgisayarın bu iki farklı boyutta bir 90'larda etkisini gösteren telekomünikas­ araya gelmesi anlaşılmaktadır. Amerika yon alanındaki yeniliklere değinmiştir. İn­ Birleşik Devletleri'nde America Online ve ternet ile ilgili düzenlemelerde rekabetin Time W arne/m birleşmesi yöndeşmeye ör­ desteklenmesi, sınırların kaldırılması, ye­ nektir. Türkiye'de ise Çukurova Grubu rel pazarın düzenlenmesi ve de evrensel bünyesinde bulundurduğu Tv, gazete, in­ hizmet anlayışının esas alındığını belirten ternet yayıncılığı ve cep telefonu operatör­ Timisi, pazarın özel sektöre açılması ile, lüğü hizmetleriyle, yöndeşmenin Türki­ Ulaştırma Bakanlığı, özel sektörün inter­ ye'deki boyutlarını görmek açısından ör­ net servis sağlayıcıları, sivil toplum örgüt­ nek gösterilmiştir. Endüstrinin yöndeşme- leri başta olmak üzere çok sayıda aktör­ si gibi gözükse de aslında yöndeşme aynı den söz edilmeye başlandığını söylemiş­ zamanda içeriklerin ve iletişim araçlarının tir. Türk Telekom'un PTT'den ayrılması yöndeşmesi olarak alınmalıdır. Tuncel ar­ ve 2000 yılında Telekomünikasyon Kuru­ tık medyada sayısallaşmayla birlikte, ya­ ntunun kurulması Timisi'ye göre internet yıncılığın "doğrusal" (linear) olmaktan çı­ alanındaki düzenlemelerde önemli birer kıp; kontrol edilemeyen, izleyicinin kendi dönüm noktasıdır. RTÜK yasa değişikliği televizyon programlarını ve yayın akışını ve internet yayıncılığının basın yasası esa­ belirlediği bir alan haline geldiğinden söz sına tabi tutulması, Basın Kanunun inter­ etmiştir. Yöndeşme dendiğinde akla gelen nete uygulanması ve Haberleşme Yüksek üç endüstrinin internet, cep telefonu ve Kurulu'nun belirleyiciliği Türkiye'de in­ sayısal Tv olduğunu belirten Tuncel, Tv ternetin sıkı bir devlet kontrolüne tabi tu­ yayınlarının internetten, hatta cep telefon­ tulduğunu göstermektedir. Timisi, Türki­ larından izlenmeye başlamasını yöndeş­ ye'nin sadece internet değil medyayı kap­ menin bir ürünü olarak açıklamıştır. Tun- 160 • iletişim : araştırmaları cel son olarak İngiltere'de düzenleyici ku­ platform oluşturabilme amacıyla çok sayı­ rumlan tek çatı altında toplayan OFCOM da akademisyeni çalışma gruplarında bir örneğinin Türkiye'de olmasının mümkün görünmediğini söyleyerek, düzenleyici kuram ların yöndeşmesinin Türkiye'de sorunlu ve tartışmaya açık bir konu oldu­ ğunu belirtmiştir. Türkiye'de medya politikaları üzerine bir tartışma zemini oluşturma, düzenle­ araya getiren ve siyasal iletişim alanında­ ki çalışmalarıyla alanın önde gelen isim­ lerinden Ralph Negrine'in İngiltere'deki gelişmeler hakkındaki ayrıntılı çözüm­ lemelerinden yola çıkarak bir Türkiye perspektifi oluşturmayı hedefleyen meler konusundaki eksikleri akademik "Medya Politikaları Konferansı", Hakan çerçevede ele alma, medya politikaları ko­ Tuncel'in konuşmasının ardından nusunda ileriye dönük çalışmalarda bir bulmuştur. son Etkinlik Değerlendirmeleri • 161 Ankara Uluslararası Film Festivali Oğuz Onaran 1987 yılının bir bahar günü, BİLAR adı­ na Aziz Nesin, Haluk Berger, Mahmut Tali Öngören, Cahit Talaş, Mülkiyeliler Birliği adına Alper Aktan, Ülkü Orbay, Bilim ve Sanat Dergisi adına Varlık Özmenek ve İl­ han Alkan'la birlikte bir avuç sinemasever biraraya gelerek konuşup tartıştılar. Hazır­ lanan protokolle adı Ankara Film Şenliği olan etkinlik için bir yönetim kurulu oluştu­ ruldu. Başkanlığa Mahmut Tali Öngören, genel sekreterliğe de Ülkü Orbay seçildi, üyeler de Ömer Tuncer, Aysan Sümercan, Ahmet Boyacıoğlu, Oğuz Onaran, Nezih Danyal ve Faruk Bildirici olarak belirlendi. Bu kurul, şenliğin niteliğini belirleyen amaçlanm şöyle saptadı: 1. Türk sinema sanatının gelişmesini, ni­ telikli ürünler vermesini ve desteklenmesini sağlamak. 2. Türk sinemasımn genç ve yeni film yaratıcılarını ortaya çıkarmak. 3. Türk sinemasımn nitelikli ürünlerinin yurt içinde ve yurtdışında, uluslararası çev­ relerde tanıtılmasını ve dünya film piyasa­ larına girmelerini sağlamak. 4. Türkiye'nin tarihsel, sanatsal ve doğa­ sal zenginliklerini ve değerlerini, yurt için­ de ve dışmda tanıtacak filmlerin yapımım hızlandırmak ve bu gibi filmlerin yurt için­ de ve dışında özel kuruluşlarda, televizyon­ larda ve sinemalarda gösterimim sağlamak. 5. Dünya sinemalarımn nitelikli filmleri­ nin Ankara'da şenlik sırasında ve şenlik dı­ şında gösterilmelerini sağlamak. 6. Türkiye dışında, özellikle Avrupa Ül­ kelerinde çalışan ve yaşayan yurtdaşlarımıza ve onların çocuklarına kültürümüz, tari­ himiz ve doğal güzelliklerimizle ilgili film­ ler yapılmasını ve bu filmlerin ilgili ülkeler­ de yurtdaşlarımıza sunulmalarını sağla­ mak. 7. Sinema ile ilgili diğer sanat dallarım şenlik kapsamı içine almak ve desteklemek. Bundan sonra yoğun bir çalışma başla­ dı, sonunda yukanda adı geçen üç kurulu­ şun girişimleriyle 13 Mart 1988 günü ilk An­ kara Film Şenliğinin açılışı yapıldı. Üç yıl "şenlik" adıyla yapılan bu etkinlik 1991 yı­ lında Körfez Savaşı yüzünden yapılamadı ama o yıl kurumlaşma gereği duyularak bir iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1): 161-162 162 • iletişim : araştırmaları vakıf kuruldu: Dünya Kitle İletişimi Araştır­ ma Vakfı. 1992 yılında da şenliğin ulaştığı program zenginlikleriyle artan katılım göz önünde tutularak şenliğim festivale dönüş­ türülmesine karar verildi. Ondan sonra festival birtakım sarsıntılar geçirdiyse de her yıl aksamadan yapılabildi. Hatta 11. festivalden sonra çok acı bir kayıp­ la karşılaşılmasına karşın festival gene sür­ dürüldü: Festivalin kurucusu ve başkam Mahmut Tali Öngören yaşama gözlerini yummuştu. Yukarıda sayılan amaçlar bir festival için çok aşırı gelebilir. Festivalin bu amaçla­ rın hepsini gerçekleştirdiği de söylenemez zaten. Ama bir film festivali yalnızca göste­ rilerden, yarışmalardan oluşmuyor. Söyleşi­ ler, açık oturumlar, sergiler de gerekli. Festi­ valde sinemayla ilgili herkesin biraraya ge­ lip görüş alışverişinde bulunmaları da ge­ rekli. Ankara festivali gerçekleştiremedi ama filmlerin pazarlanması da gerekli. Kısa­ ca, bir ya da iki hafta sinemanın çeşitli so­ runlarının tartışıldığı canlı bir ortamdır bir festival. Bunun yamnda Ankara Film festivali ilk olarak kısa ve belgesel filme de önem ve­ rerek yarışmalar düzenlemişti. Böylece genç filmciler hem filmlerini gösterme olanağı buluyor, hem de birbirlerini tanıyıp tartışı­ yorlar, bazen de kavga ediyorlardı. Ama kavga etmeleri bile sinemanın yararmaydı. Öngören'in deyişiyle festival, "filmleri ço­ ğunlukla gençlere ait, çalışanları çoğunlukla gençlerden oluşan, izleyicileri de çoğunluk­ la genç olan bir festival olup" çıkmışti. Bu­ gün gitgide sayılan artan kısa ve belgesel yanşmalanna, festivallerine bakınca, Anka­ ra Film Festivali'nin attığı bu tohumun kos­ koca ağaç olduğu anlaşılır. Festivalde ulusal kurmaca, kısa ve bel­ gesel film yarışmalanmn yanında dünya sinemalanndan örnekler de gösteriliyor. Bir ara uluslararası canlandırma, geçen yıl da uluslararası kısa film yarışması yapıldıysa da mali sıkıntılar yüzünden bu yarışmalar­ dan vazgeçildi. Aynca sinemaya yıllardır emek vermiş sanatçılara, sonradan adı Aziz Nesin Emek Ödülü alan ödülle sinemaya büyük yararı dokunmuş kuruluşlara Kitle İletişim Ödülü de veriliyor. Geçmişe baktığımızda bu 14 yıl boyunca bir yığın iyi film görme olanağına kavuştuk. Ayrıca yurtdışında yaşayan Türk kökenli sanatçıların kısa, belgesel, uzun filmlerini görüp, yapılan açık oturumlarda, söyleşiler­ de onları tamma fırsatı bulduk. Festivalin hiç aksayan, eksik yanları yok mu? Dördüncü festivalde Öngören en bü­ yük sorunu şöyle anlatıyordu: "Hazırlık ça­ lışmalarının yürütürken birtakım riskleri göze almak zorundaydık. Örneğin henüz bütçesinin kimi bölümleri sağlamamış festi­ val için kendimizi tehlikeye atıp, para bu­ lunmamasına karşın, çeşitli siparişler ver­ mekten kurtulamıyorduk. Bugün de aym durumla karşı karşıyayız." 15. Festivalin hazırlık çalışmalarının ya­ pıldığı bugünlerde de değişen bir şey yok. Daha önceki yıllarda özel kesimden destek alan festival, ekonomik buhran yüzünden bu destekten mahrum kaldı. Bugün festiva­ le en büyük destek Kültür Bakanlığı'ndan, TRT'den, Çankaya Belediyesi'nden geliyor. Ama asıl desteğin AnkaralIlardan gelmesi gerekir. Ankara Halkı bir film festivaline ge­ reksinim duyuyorsa bu festivali yaşatır diyelim. Kitap Eleştirileri • 163 Yeşilçam Romantik Güldürüleri ve Kültürel Temsiller Nejat Ulusay Yeşilçam Romantik Güldürüleri ve çam'da ve kimi seyirci arasında "salon gül­ Kültürel Temsiller dürüleri" olarak da anılmaktaydı. Bayram'ın çalışması beş bölümden olu­ Nazlı Bayram (2002) E sk işe h ir: Anadolu Ü niversitesi Yayını. şuyor. "Ay Işığında Serenattan Mum Işı­ ğında Akşam Yemeğine" başlıklı ilk bö­ lümde "romantik aşk" olgusunu tarihsel Türk sineması 1960'larda yıllık 200'ün üzerindeki film yapım sayısıyla üretim açısından dünyanın önde gelen ülke sine­ malarından biriydi. Türkiye'de popüler sinema ile, en azından belirtilen yıllarda aynı anlama gelen "Yeşilçam", kitle seyir­ cisi olan, yıldız oyuncularını ortaya çıkar­ mış, popüler türlerini geliştirmiş bir sine­ maydı. 1950'ler ile 1980'ler arasını, yakla­ süreç içinde ele alan yazar, sosyal bilimcile­ rin konuyla ilgili yaklaşımlarına yer veri­ yor. "Romantik aşk"ı, "Doyurulması engel­ lenen, nesnesi ile öznesi arasında hep bir uzaklık bulunan, hayallerde yaşatılan aşk" sözleriyle tanımlayan Bayram, aynı bölüm­ de daha sonra "romantik aşk" olgusunun bizim coğrafyamızda nasıl değerlendirildi­ şık bir 30 yılı içeren "Yeşilçam döne- ği üzerinde duruyor. Yazar, bu olgunun mi"den çok sayıda popüler film türü sayı­ hayatm bir parçası olarak kabul görmesi ve labilir. Yeşilçam sinemasının film toplamı evlenme biçimlerini etkileme sürecinin Ba­ içinde hiç de yerli olmayan, vvestern ve bi- tılılaşma hareketiyle birlikte başladığını be­ lim-kurgu gibi türlerin örnekleri de bu­ lirtiyor ve "Türkiye gibi hareketliliği yük­ lunmaktadır. İşte, 1960'h ve 1970'li yılların sek, bölgesel farklılıkları büyük olan bir ilgi gören türlerinden biri de "romantik toplumda arzu ilişkilerinin ve bağlantılı güldürülerdi. Nazlı BayramYn araştırma­ söylemlerin çeşitliliğini göz önünde bulun­ sına konu olan söz konusu tür, Yeşil- durmak gerekebilir", diyor (12). iletişim : araştırmaları • © 2003 * 1(1): 163-166 164 • iletişim : araştırmaları Kitabın ikinci bölümü, "Hollywood'da üzerine değerlendirmesinde "Tür genel­ 'Gülünesi Aşklar'" başlığını taşıyor. Bay- likle erkeğin evlenmekten ve bağımlı, yer­ ram'ın, Amerikan sinemasının başlıca tür­ leşik düzene uyumlu bir hayattan kaçtığı­ lerinden biri olarak, yazarın da belirttiği nı, buna karşılık kadının, aşk arzularını başka adlarla da anılan ("cinsiyet güldü­ doyurabilmek için evliliği gerekli gördü­ rüsü", "çılgınlık güldürüsü", "eşitlik gül­ ğünü anlatan bir resim çizer”, diyor (32). dürüsü", vs.), "screwball" güldürülere iliş­ kin tanımların, eleştirilerin ve türün uzla­ şanlarının yer aldığı bölüme neden ihti­ yaç duyduğu ise belki aynı bölümdeki şu sözleriyle açıklanabilir: "Sinemada roman­ tik güldürünün bir tür olarak ortaya çıkışı Hollywood'un 1934 ile 1942 yılları arasın­ daki ürünleriyle olmuştur" (19). Bir başka gerekçenin ise, Hollyvvood filmleriyle ki­ tabın sonraki bölümlerinde incelenen Yeşilçam romantik güldürüleri arasındaki benzerliklere dikkati çekmek amacıyla ilişkili olduğu söylenebilir. Hollyvvood'un "screvvball güldürülerini, bu sinemaya öz­ gü popüler türleri ve doğrudan söz konu­ su tür üzerine çalışmaları bulunan Ted Sennett, Steve Neale ve Brian Henderson gibi araştırmacıların yapıtlarına referans­ lar vererek ele alan Bayram, bu filmlerde "çiftin bir araya gelmesini geciktiren en­ gellerin kimi zaman toplumsal, ekonomik, kültürel çelişkiler üzerinde, kimi zaman da cinsiyetler arası çatışma üzerinde yük­ "Yeşilçam Usulü Romantik Güldürü" başlıklı üçüncü bölümün girişinde, Bay­ ram, yerinde bir saptamayla Yeşilçam'm melodram üzerinde yükselen popüler bir sinema olduğunu, buna rağmen, melod­ ram öğelerinin varlığının, çalışmasında ele alacağı filmlerin romantik güldürü olarak nitelenmesini engellemeyeceğini söylüyor. Bayram, yerli "romantik güldürüler"in özelliklerinden söz ederken, yu­ karıdaki açıklamaları hatırlatan bir biçim­ de şu değerlendirmeyi yapıyor: "Temel izlek romantik aşktır; çatışmaların kaynağı genellikle sınıfsal, kültürel farklılıklardır; olay örgüsü kur yapma ve engellerin aşıl­ ması üzerine kuruludur ve öykü mutlu sonla biter" (36). Romantik güldürü film­ lerinin kadına odaklanmış filmler olarak değerlendirilebileceğini kaydeden yazar, Güllü, Kezban Paris'te, Sultan gibi bazı film­ lerin adlarının da kadının anlatıdaki yeri­ ni gösterdiğine işaret ediyor. seldiğini" belirterek, anlatılarda "bütün Kitabın, "Onun Arzuladığı Kadın Ol­ engellere karşın mutlu sona ulaşıldığını" mak" başlığını taşıyan üçüncü bölümü, ro­ belirtiyor. Bayram, günümüz Amerikan mantik güldürü filmlerindeki arzu ilişki­ sinemasında You've Got Mail (1998), Not- leri üzerine yoğunlaşıyor. Bu tür filmler­ hing Hill (1999) ve Runamay Bride (1999) gi­ de, olay dizisini oluşturan eylemlerin çif­ bi filmlerle hala popüler türlerden biri ol­ tin bir araya gelmesini geciktirmek üzeri­ mayı sürdüren "romantik güldürüler" ne kurulduğu saptamasını yapan Bayram, Ulusa/• Yeşilçam Romantik Komedileri ve Kültürel Temsiller» 165 kadın kahramanın erkek kahraman tara­ lendirmek isterler" (77). Bu filmlerde "ba­ fından arzulanmak için değiştiğini ve ba yasası"mn nasıl işlediğini örneklerle ir­ onun bakışını kendi bedenine yönlendir­ deleyen Bayram, baba karakterinin etkin diğini belirtiyor ve ekliyor: "Arzulanmayı rolüne karşın annenin anlatıda ya geri başarmak, mutlu sona ulaşmak için tek planda bırakıldığına ya da zaten hiç olma­ yol olarak sunulduğundan hem olayların dığına dikkati çekiyor ve bu durumu şöy­ akışı, anlatının ilerleyişi hem de söylemin le açıklıyor: "Kadının toplumsal normlara kurulması açısından işlev görür" diyor uygun hale getirilmesinin yanı sıra mal re­ (66). Yazara göre, bu filmlerle erkek seyir­ jiminin erkek egemen yapısı, babanın, ci kadın bedeninin arzu nesnesine dönüş­ mutlu son üzerindeki etkisini ve annenin türülmesi, kadın seyirci de erkeğin bakışı­ yokluğunu anlamlı kılmaktadır" (85). Ro­ nın ve aşkının ele geçirilmesi ile ödüllen­ mantik güldürülerin kadın kahramanları­ dirilir. Böylece, bu ele geçirme erkeği ev­ nın normlara uymayan davranışlarıyla sık cilleştirirken, kadına da "özel alanında" sık alışılmışın dışına çıktıklarını hatırlatan kendisine biçilen rolü sürdürmesini öne­ Bayram, hükmeden bu "asi kızlar'Tn güç­ rir; çünkü, romantik güldürüler çiftin bir­ lerini sınıfsal konumlarından aldıklarını leşmesini, yani evliliği vaat eder. ekliyor ve bu durumun nasıl tersine dön­ Araştırmanın beşinci bölümü "Aşk ve Mübadele" başlığını taşıyor ve yazar bu bölümde Yeşilçam'ın romantik güldürü filmlerinde baba karakterinin oynadığı et­ kin rol üzerinde duruyor. Başlangıçta çif­ tin bir araya gelmesine karşı dursa da so­ düğünü şu analizi yaparak belirtiyor: "Aşk, erkeği çok eşlilikten tek eşliliğe, dışa dönük bir hayattan evliliğe yöneltirken asi kızı da uyumlu davranmaya, erkeğin oto­ ritesini kabullenmeye, baba yasasıyla uz­ laşmaya yöneltir" (86). nunda birleştirici bir rol oynayan babanın Bayram, kitabın "Son Söz"ünün başlı­ bu rolünün ataerkil toplumun statükocu ğında "Yeşilçam kimden yana?" diye soru­ değerlerine uygun olduğunu belirten Bay­ yor ve Yeşilçam romantik güldürülerinde­ ram, babanın, oğlunun evcilleşmesini, ev ki simgesel dünyanın üç söylem alanı üze­ kurmasını, düzenli bir hayat sürdürmesi­ rine kurulduğunu düşündüğünü belirti­ ni istediğini, bunu sağlamanm yolunu da yor: Sınıfsal ve kültürel farklılıklar, ro­ onu çekip çevirecek bir kadınla evlenme­ mantik aşk ideali ve ataerkil otorite. Ya­ sinde gördüğünü söylüyor ve şöyle diyor: zar, "Bu üç söylem alanı toplumumuzun "Aileler erkek çocuğun evlilik öncesi aşk kendini ifade etme biçimlerinde sık rastla­ ilişkilerini hoşgörüyle karşılasalar da, onu dığımız ve çelişkilerimize nasıl baktığımı­ 'iyi' bir eşle kurumsal yapı içinde sabitle- zı gösteren düşünceler, duygular yumağı­ mek, merkez dışı olmaktan kurtarıp ev­ nı da içeriyor aynı zamanda" diyor (91). 166 • iletişim : araştırmaları Türün bu çerçevede bir uzlaşımlar zinciri bilir. Gerçi yerli film gösterimleri televiz­ oluşturarak nasıl bir dünya imgelemi kur­ yon kanallarının önde gelen program tür­ duğunu da şöyle açıklıyor: "Romantik lerinden birini oluşturuyor; ancak gösteri­ güldürü türü, zengin ile yoksulun, eski ile len filmler genellikle renkli dönemden ör­ yeninin, merkez ile merkez dışının, gele­ nekler ve bunlar sıklıkla tekrar edilen ya­ neksel ile modemin, romantik aşk marife­ pımlar. İkinci bir konu, gene kitapta belir­ tiyle uzlaştığı bir dünya kurar" (95). Kadın tilmemiş olsa da, incelenen türe ilişkin ör­ karakterlerin konumu açısından melod­ neklerin 1970'li yıllarda daha çok sayıda ramlarla romantik güldürüler arasındaki yapılmış olmasıyla ilgili. Ancak, yukarıda farklılığa da işaret eden Bayram, melod­ belirttiğim gibi, bunu ancak bir varsayım ramlarda kadının asiliğinin, aşık olduğu olarak söylüyorum, yoksa herhangi bir erkekten, kocasından, çocuğundan yok­ araştırmaya dayanarak değil. Bir başka sun bırakılışıyla cezalandırıldığı, roman­ konu da, gerçi Bayram'ın araştırmasında tik güldürülerde ise bu cezanın büyük acı­ çizdiği çerçeve bunu gerektirmese ve lara neden olmayan "haddinin bildirilme­ kitabında belirtilmese de, incelenen film­ sine" dönüştüğü yorumunu yapıyor. Böy- lerin -y a da en azından bire kısmınm- lece, Yeşilçam'ın kimden yana olduğu so­ Hollyvvood romantik güldürülerinden rusu, en azından kadın karakterlerden ya­ -ve hangilerinden/hangilerinin- esinlen­ na olmadığının saptanmasıyla yanıtlan­ diği, uyarlandığı ya da yeniden çevrimi mış oluyor. olduğu sorusu. Bu, belki de bir başka araş­ Nazlı Bayram, araştırmasında 1960'la- tırmanın konusu olabilir. rın başından (1962) ve aynı dönemin so­ Sonuç olarak, Nazlı Bayram'ın "Yeşil- nundan (1968,1969) ikişer film olmak üze­ çam Romantik Güldürüleri ve Kültürel re dört, 1970'lerden ise 26 filmi inceleme Temsiller" başlıklı araştırması, Türkiye'de konusu yapıyor. Seçilen filmlere ilişkin bu sinema sayısal farklılıkla ilgili olarak kitapta bir bulunan ve ilgiyle okunan bir metin. açıklama bulunmamakla birlikte, bir araş­ Yazarın, daha önce gene Anadolu Üniver­ tırma alanı olarak Türk sineması üzerine sitesi Yayınları arasında çıkan ve baskısı çalışanlar ya da yerli sinemayla ilgili okur­ tükenen Kemal Sunal üzerine çalışmasını çalışmaları alanına katkıda lar bu konuda çeşitli varsayımlarda bulu­ da bu fırsatla hatırlayalım. Bayram'ın nabilir. Bunlardan ilki, eski tarihlere doğ­ Sunal üzerine bir ilk çalışma olan bu ru uzanan bir çalışma için malzeme bulma kitabıyla, burada değerlendirmeye çalış­ sorunuyla ilgili. Yani, Türk sinemasının tığımız yeni araştırmasının, yeni bas­ siyah-beyaz dönemine ilişkin daha çok sa­ kılarıyla daha geniş bir okur kitlesine yıda filme ulaşmak o kadar kolay olmaya­ ulaşmasını diliyoruz. Kitap Eleştirileri • 167 Çokkültürliilüğü Yeniden Düşünmek Engin Sarı Çokkültürliilüğü Yeniden Düşünmek Kültürel Çeşitlilik ve Siyasal Teori dir1. Bhikhu Parekh ise kitabında çokkültürlüğü, kültürel çeşitliliğe olanak tanıyan ve onu koruyan bir siyasal teorinin temel Bhikhu Parekh (2002). unsuru olarak kavramsallaştırma çabasın­ Çev.: Bilge T a n rıse v e n . dadır. Parekh çokkültürlülüğü tek başına A n kara: Phoenix. 480 sf. farklılık ve kimlikle ilgili değil, kültürle kaynaşmış ve ondan beslenen farklılık ve Alain Touraine, günümüzde kültürel kimliklerle, yani bir grup insanın kendile­ temaların toplumsal ya da siyasal temalar rini ve dünyayı anlamakta, bireysel ve üzerinde artan bir önceliği olduğunu ve toplu yaşamlarını düzenlemekte kullan­ büyük çatışmalar, büyük tercihler, büyük dıkları inançlar /uygulamalar bütünüyle karşıtlıkların büyük kültürel sorunlar dü­ ilgili olarak kavramaktadır (3). Burada zeyinde belirginleştiğini belirtir (2002: 200 vurgulanan nokta, bireysel yönelimlerden ve 209). Çokkültürlülük de bu büyük kül­ kaynaklanan değil, kültürden kaynakla­ türel sorunlann önemli bölümünü değer­ nan farklılıkların çokkültürlülükle ilgili lendirip analiz etmeye ve çözüm üretme­ olduğudur. ye çalışırken kullanılan ve yaygınlaşan Parekh çokkültürlü toplum ve çokkül- kavramlardan biridir. Batı'da ve çeviriler türcülük terimlerini, modem toplumlar- yoluyla da Türkiye'de, çokkültürlülük daki farklı kültürel çeşitlilik biçimlerine kavramı etrafında gelişen yazın giderek gönderme yaparak kullanır. Yaygın olan artmaktadır. Her yeni çalışma da kavra­ üç çeşitlilik biçimi sayar: Birincisinde top­ mın ve çalışma alanının kapsamının ne ol­ lumun üyelerinin çoğu ortak bir kültürü duğuna dair yeni açıklamalar getirmekte­ paylaşır, ancak yaşamın belli alanlarında iletişim : araştırmaları • © 2003 • 1(1): 167-172 168 • iletişim : araştırmaları farklı inanç ve uygulamaları benimsemiş­ bir kuramsal perspektiften görmeleri ge­ tir. Bunlar alternatif bir kültür oluştur­ rektiğini belirtirken kitabı yazma amacını maz, varolanı çoğaltmakla ilgilidirler. da özetlemiş olmaktadır. İkincisinde toplumun bazı üyeleri baskın kültürün merkezi değerlerine eleştirel yaklaşır ve bunları yeniden kurgulamaya çalışır. Üçüncüsü toplum içinde kendi Parekh'in bu kitaptaki temel çabası, çokkültürlü bir toplum kuramının anahatlarını çizmektir. Buna öncelikle çağdaş toplumlarm neden öncekilerden farklı bir kültürel yapılarına ve uygulama sistemle­ çokkültürlülük doğasına sahip olduğunu rine göre yaşayan ve belli ölçüde örgüt­ belirterek başlamaktadır. Geçmişteki top­ lenmiş toplulukların ve kültürel grupların lumlar -Osmanlı İmparatorluğu gibi- bir­ ortaya çıkardığı çeşitlilik biçimidir. Pa- den fazla kültürel topluluktan oluşmuştur rekh çokkültürlü terimini daha çok üçün­ ancak onlardan farklı olarak günümüz cü tip toplumun niteliği olarak kullan­ toplumlarını çokkültürlü kılan dört unsur maktadır. vardır. Birincisi çağdaş çokkültürlü top- Bu çerçevede çokkültürlü toplum, lumlarda kültürel ve siyasal talepler ilginç içinde iki veya daha çok sayıda kültürel bir şekilde birbirlerine eklemlenmiş, dola­ topluluğun yaşadığı toplumdur. Çokkül­ yısıyla yeni bir kültürel ve politik iklim türlü toplumlar kültürel çeşitliliğe iki bi­ oluşmuştur. İkinci olarak sosyal adalet çimde yaklaşırlar. Toplum çeşitliliği hoş kavramının çağdaş toplumlarda yalnızca karşılayıp destekleyebilir ve farklı toplu­ lukların kültürel taleplerine saygı duya­ rak, çeşitliliği kendine bakışın bir parçası olarak algılayabilir. Bu durumda toplumu çokkültürcü olarak tanımlamak mümkün­ dür. Bunun alternatifi olarak toplum, tekkültürcü bir yaklaşımla, farklı kültürel toplulukları belli ölçülerde baskın kültür içinde asimile etmeye çalışabilir. Bhikhu Parekh, çokkültürlü toplumla- ekonomik değil kültürel hakları ve refahı da kapsaması gereği ortaya çıkmıştır. Dolasıyla kültür de politik açıdan önemli bir kategori haline gelmiştir. Üçüncü olarak ekonomik ve kültürel küreselleşme çağ­ daş çokkültürlü toplumları birbirine bağ­ lamıştır. Bununla birlikte teknoloji ve mal­ lar serbest bir şekilde dolaşabilmektedir ancak kültürel olarak tarafsız değildir. Dördüncüsü çağdaş çokkültürlü toplum­ lar homojenleştirici ulus-devletlerden rın yarattığı sorunların yalnızca siyaset sonra ortaya çıkmıştır. Ulus devlet uzun kuramcılarının değil, ortalama vatandaşın bir geçmişe sahip toplulukları parçalaya­ ve politik eylemcilerin de gündeminde ol­ rak, "özgürleştirdiği" bireyleri merkezi bir duğunu ve toplumlarm kültüre ve kültü­ otorite etrafında birleştirmeye ve kültürel- rel çeşitliliğe ilişkin sorunlarım daha derin sosyal homojenliğe gerek duyduğundan Sarı • Çokkültiirlülügü Yeniden Düşünmek... • 169 toplumu bu yönde biçimlendirmeye çalış­ Parekh, birinci düşünce akımını derin mıştır. Bu nedenle derin ve direnen bir çe­ monist eğilimler taşımakla eleştirmekte­ şitliliğin talepleri karşısında çözüm üret­ dir. Kültürcüler ise kültüre, üyelerin dav­ mek konusunda çaresiz kalmıştır. ranışlarını belirleyebilecek bir güç atfede­ Parekh, çokkültürlü toplumlann siya­ set kuramının doğası ve işlevi hakkında yeni soru ve sorunlara neden olduğunu öne sürmektedir. Bu soru ve sorunlar kül­ türle bağlantılı olduğundan, bunlara yanıt üretebilecek bir çokkültürlü toplum kura­ rek kültürel determinizme saplanmışlar ve kültürü tarih dışı bir gerçek olarak kav­ rayarak onu farklı yollardan doğallaştırmışlardır. Şu halde Parekh, çokkültürlü toplumlardaki tartışmaları beslemeye de­ vam eden bu iki geleneğin -doğacılık ve kültürcülük- çokkültürlü toplumlara iliş­ mı, kültürün doğası, yapısı, iç dinamikleri kin kuramlar geliştirmeye yardım edeme­ ve insan yaşamındaki yerine ilişkin ayrın­ yeceğini belirtir. tılı bir kuramı barmdırmalıdır. Parekh ki­ tabında böyle bir çokkültürlü toplum ve siyaset kuramı geliştirme çabasına, Batılı siyasi düşünce geleneğinin kültürel çeşit­ liliği anlamak konusundaki yetersizlikle­ rini eleştirerek başlar. Geleneksel siyaset kuramı, temeline insan doğasım ve kültü­ rü koyan iki düşünce akımına dayanmak­ tadır. Parekh'in "doğacı"lar dediği birinci akım, insan doğasınm değişmez olduğu, kültürün ve toplumun insan doğasını et­ kilemediği ve en iyi yaşam tarzını bu mut­ Parekh kitabım, en fazla yeri sonuncu­ ya ayırmak kaydıyla tarihsel, kuramsal ve pratik olarak üç düzeye ayırmıştır. Birinci bölümde doğacı geleneği ve bu gelenek içindeki liberal düşünürlerin monist eği­ limlerini değerlendirir. Burada liberal dü­ şünce geleneğinden beslenen ahlaki mo­ nizmin, kültürel çeşitliliğe yaklaşımının anlamaya dayanmak yerine yargılayıcı ol­ duğundan "yorumbilimsel bir felaket" ol­ duğu sonucuna varır (63). İkinci bölümde çoğulcu kültürcüleri inceler. Kültürcüleri, lak insan doğasının gösterebileceğini dü­ çoğulcu bir alternatifin temellerini atabil­ şünenleri içermektedir. Bunlar arasında me başarı göstermekle birlikte bütüncü- Yunan ve Hıristiyan filozoflarını, J. S. Mili, lük, farklılık, tarihselci ve tarih-sonu, et­ Hegel, Hobbes, Locke ve Bentham'ı say­ nikleştirme, kapalılık, kültürel belirlenim­ maktadır. İkinci akım ise doğacılığın kar­ cilik ve muhafazakarlık yanılgıları içinde şısında, genel olarak insanların kültürle olmakla eleştirir. Üçüncü bölüm çağdaş li­ beraber oluştuklarını ve kültürden kültü­ beral siyaset kuramcılarına ayrılmıştır. re değiştiklerini söyleyen sofistler, Vico, Rawls, Raz ve Kymlicka'nm kendilerini Montesquieu, Herder ve Alman romantik­ önceleyen liberal düşünceleri zenginleşti­ leri tarafından paylaşılan kültürcülüktür. rerek aşmaya çalışmalarına rağmen, kül- 170 * iletişim : araştırmaları türel ve ahlaki çeşitliliğe tutarlı ve inandı­ kültürlü toplumlara uygun yeni politik rıcı bir yanıt üretmelerini engelleyen mo­ yapıları araştırır ve tartışır. Sekizinci bö­ nist eğilimlerini eleştirir. Dördüncü bö­ lüm kültürel çeşitilik ve liberal eşitlik ilke­ lümde "insan doğası" kavramı eleştirel bir si arasındaki sorunlu ilişkiyi irdeler. Do­ şekilde ele alınarak, çokkültürlü toplum kuzuncu ve onuncu bölüm çeşitli özgül kuramının gerek duyduğu kültürel du­ örnekler üzerinden, çokkültürlü toplum yarlılığa sahip insan kuramının çerçevesi içindeki farklı kültür pratiklerini değer­ oluşturulmaya çalışılmaktadır. lendirirken başvurabileğimiz ahlaki ilke Beşinci bölüm kitabın ortaya koyduğu en önemli sorunlara yanıt aramakla ilgile­ nir: kültürün doğası, temelleri ve yapısı; kültürler arası ahlaki ilkelere nasıl ve ne ölçüde ulaşılabileceği; kültürlerin yargılanabilirliği ve nasıl yargılanacağı; diğer kültürlere neden saygılı olunması gerekti­ ği ve saygının sınırları; kültürel çeşitliliğin neden ve nasıl korunması gerektiği. Parekh bu bölümde kültürü nasıl anlayabile­ ceğimiz konusuna da değinir ve çok isa­ betli bir şekilde, kültürün anlam ve norm­ lar sisteminin, çatışan çıkar ve emeller ara­ sında tarafsız olamayacağını vurgular. Kültürün belirli tipte bir toplumsal düzeni meşrulaştırıp bazı gruplara diğerlerinden fazla fayda sağladığını, bu nedenle ona bazı açılardan eleştirel yaklaşmamız ge­ rektiği üzerinde durur (201). Altıncı bö­ lüm çokkültürlü toplumlarda ortaya çıkan politik sorunları, politik birlik ile kültürel ve standartların olanaklığını ve bunların uygulanma biçimlerini inceler. Parekh, so­ nuç bölümünü çokkültürlülüğü kaba bir şekilde politik içeriğe sahip bir program olarak değil, insan yaşamına bir bakış açı­ sı olarak eksikleri ve doğrularıyla tartış­ maya ayırmıştır. Burada bir kültürün ken­ di iç farklılıklarıyla barış olmadıkça, diğer kültürlerle arasındaki farklılıklarla da ba­ rışık olamayacağı ve kültürler arasındaki diyalogun önemi vurgulanmaktadır: İyi toplum, kültürel çeşitliliğin gerçek ve arzu edilir bir şey olduğunu kabul eder ve politik yaşamını buna göre dü­ zenler. Diyalog sayesinde oluşturul­ muştur ve en başta gelen kaygısı diya­ logun sürmesini sağlamak, etkili bir şekilde devam edebileceği bir ortam yaratmak, baskm düşünce biçimleri­ nin sınırlarını genişletmek ve toplu olarak kabul edilebilecek ilkeler, ku­ rumlar ve politikalar yaratmaktır (432). çeşitililik taleplerini uzlaştırmanın imkan­ Parekh çokkültürlü toplumların tarih­ larını tartışır. Bu politik sorunsalı ele alır­ te benzeri görülmemiş zorluklarla karşı­ ken yazarın önerdiği başlangıç noktası, laşmakta olduklarını vurgular ve meşru çağdaş devleti eleştirel bir gözle yeniden birlik ile çeşitlilik taleplerini uzlaştırma­ değerlendirmektir. Yedinci bölüm ise bu nın, asimilasyoncu olmadan kapsayıcı eleştirel değerlendirmenin ardından, çok­ olabilmenin, kültürel farklılıklara saygı Sarı» ÇokkültiirlülüğU Yeniden Düşünmek...* 171 gösterirken ortak bir aidiyet hissi yarat­ önemle üzerinde durduğu ve önerdiği bir manın, vatandaşlık kimliğine zarar ver­ başka konu kültürler arası etkileşim ve di- meden çoğulcu kültürel kimlikleri koru­ yalogtur. Haklı bir şekilde derin ahlaki ve manın politik yollarının bulunması gere­ kültürel anlaşmazlıkları çözmek için kül­ ğine dikkat çekerek kitabı sonuçlandırır. türler arası iletişimin gerekliliğini vur­ Parekh'in, kaçınılmaz bir şekilde ve gi­ derek çokkültürlü hale gelen günümüz toplumlarında, kültürel çeşitliliği koruyan ve besleyen bir kamusal hayatın olanakla­ rını incelemeye, liberal monist ve tikelci kültürcülük düşünce geleneklerini eleşti­ rel bir gözle tartışarak başlaması yerinde ve gerekli bir girişimdir. Kendi çokkültür­ gulamaktadır. Ancak bu diyalog ve et­ kileşimin olanakları, koşulları ve biçimi konusundaki açıklamaları zayıftır. Farklı kültürel grupların iletişimin maddi ve politik olanaklarına eşit oranda sahip ol­ madığı açıkken, Parekh politik ve kültürel güç eşitsizliklerine çok sınırlı bir şekilde değinmektedir. lü toplum kuramını bu eleştirel değerlen­ Bu kitap Bhikhu Parekh'in Türkçe'ye dirmenin üzerine kurmak istemektedir. çevirilen ilk kitabıdır. Hull Üniversetisi Parekh kitap boyunca, aynı zamanda ku­ siyaset teorisi profesörü olan Bhikhu ramının anahatlarını çizen sorular ortaya Parekh, Hindistan'da çeşitli üniversiteler­ koymaktadır. Temel soru, kültürlerin yar­ de ve Birleşik Krallık Irklar Arası Eşitlik gılanıp yargılanamayacağı ve yargılana­ Komisyonun'da uzun yıllar görev yapar­ caksa bunun hangi ahlaki ilkeye göre, na­ ken, kitabında işlediği sorunları pratik sıl yapılabileceğidir. Parekh, kültürel çe­ olarak deneyimlediğini belirtmektedir (V- şitliliğin çokkültürlü bir toplumda, bir VI). Bu deneyimleri, Parekh'in kültüre arada ve barış içinde varolabilmesi ve sür­ ilişkin sorunları tartışırken geniş bir bağ­ dürülebilmesi için kültürlerin eleştirilebil- lamlar setinden yararlanmasını sağlamış mesi ve yargılanabilmesi gerektiğini söy­ ve derin kuramsal tartışmaları, farklı kül­ lemektedir. Ancak Parekh, yargılama ilke­ türel sorun alanlarından örnekler üzerin­ lerinin neler olması gerektiği konusunda de somutlaştırarak çalışmayı zenginleştir- tatmin edici bir açıklama getirememekte­ miştir. dir. İnsan hakları, çekirdek değerler, za­ rarsızlık ilkesi, diyaloglu konsensüs gibi mevcut ilkeleri eleştirmekte (339-342) an­ cak bunların yerine ya da bunlara ek ola­ rak somut bir öneri geliştirememektedir. Bunlarla birlikte geliştirmeye çalıştığı çokkültürlü toplum kuramı açısından Notlar 1Çokkültürlülük konusundaki incelemeleri kuramsal olarak sınıflayan bir çalışma olarak bkz.: VVillett (1998). 172 • iletişim : araştırmaları Kaynakça Touraine, Alain (2001). "Özneler ve Aktörler". K avram lar ve Bağlam lar Arasında. (Hazırlayan) Cem Aktaş. İstanbul: YKY. s. 211-228. VVillett, Cynthia (1998) (Ed.). Theorizing M ulliculturalism : A G ülde to the Current D ebale. Cambridge, Mass: Black vvell. Bu Sayıdaki Yazarlar Ayşe İnal lisi ve doktora öğrencisi. Ankara Üniversitesi Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fa­ İletişim Fakültesi Radyo Tv. Sinema Bölümü kültesi Gazetecilik Bölümü'nde öğretim üyesi. Mezunu. Yüksek Lisansını "Bir İlişki ve Kültür Lisans eğitimini A.Ü. SBF Basın Yaym Yüksek Örüntüsü olarak Hemşehrilik" (2002) başlıklı Okulu'nda yaptı. Yüksek Lisansını "Stereotipic teziyle tamamlamıştır. Genel ilgi alanları kül- Image of Turkish Politicians in Three National türlerarası iletişim, iletişim etnografisi, günde­ Nevvspapers" adlı çalışma ile, Doktorasını ise lik hayat, eleştiri ve kültür kuramları. "An Analysis of Turkish Daily Press: Event Selection, Text Construction and Nevvs Production" adlı çalışma ile ODTÜ İBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde tamamladı. İlgi alanları: Dil ve söylem kuramları, dil psikoloji­ si, anlatı çözümlemeleri ve kültürel çalışmalar. G. Se n em G e n ç tü rk H ızal Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu. Yüksek Lisansını "Bir İletişim Biçimi Olarak Moda: Türkiye'de Toplumsal Değişme Açısından Örnek Olay İncelemesi (Tesettür Mo­ Emek Çaylı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Rad­ dası)" (2002) başlıklı teziyle Ankara Üniversite­ yo Tv. ve Sinema Bölümü'nde araştırma görev­ si Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve lisi ve master öğrencisi. Hacettepe Üniversitesi Tanıtım Anabilim Dalı'nda tamamladı. Halen Edebiyat Fakültesi İngiliz Dil Bilimi Mezunu. aynı anabilim dalında doktora öğrencisidir. İlgi "Dedikodu ve Medya" başlıklı yüksek lisans te­ alanlan: iletişim ve kültür, gündelik hayat, ya­ zi üzerinde çalışmaktadır. Genel ilgi alanları şam tarzları, tüketim kültürü, reklam. eleştirel teori, iletişim kuramları, gündelik ha­ yat, ulusal medya politikaları ve medya sosyo­ lojisidir. H. Andaç Demirtaş Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi. Ankara Üniversitesi Eğitim Engin San Bilimleri Fakültesi Eğitimde Psikolojik Hizmet­ Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Rad­ ler Bölümü mezunu. "Anne ve Baba Adayları­ yo Tv. ve Sinema Bölümü'nde araştırma görev­ nın Doğacak Çocuklarına Yönelik Beklentileri: iletişim : araştırmaları *© 2003 • 1(1): 173-174 174 • iletişim : araştırmaları Çocuğun Cinsiyetinin ve Anababa Adayının Kamusal Katılım" (1999) konulu teziyle doktor Androjenlik Düzeyinin Etkileri" (1999) başlıklı ünvanını almıştır. Teknoloji ve kültür ilişkisi teziyle yüksek lisansını tamamlamıştır. Ankara içerisinden kamusal katılım ve temsil, iletişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji kuramları, izleyici çalışmaları genel ilgi alanla­ (Sosyal Psikoloji) anabilim dalı doktora öğren­ rını oluşturmaktadır. cisi. Kişilerarası iletişim, önyargı, sosyal kimlik, cinsiyet rolü yönelimi ve yakın ilişkiler üzerine çalışmalar yürütmektedir. Nur Betül Çelik Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde öğretim üye­ Halime Yücel Altınel si. Doktorasını 1996 yılında İngiltere Essex Üni­ Yrd. Doç. Dr., Galatasaray Üniversitesi İle­ versitesinde siyasal ve sosyal teori alanında, tişim Fakültesi'nde öğretim üyesi. Lisansını "Kuruluşundan Çözülüşüne Kemalist Hege­ Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi bölü­ monya" başlıklı tezi ile tamamladı. İdeoloji, Ke­ münde, yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi malizm, hegemonya üzerine çeşitli yazıları bu­ Siyaset Bilimi bilim dalında yapmıştır. Dokto- lunan Çelik, bilim ve bilgi felsefesi, siyaset fel­ rasmı İstanbul Üniversitesi İletişim Fakülte­ sefesi, ideoloji ve söylem kuramları, post-yapı- si'nde "Televizyon Reklamlarında İnsan ve Nes­ salcı teori, radikal demokrasi ve Türkiye siyase­ ne İlişkisi" (2001) başlıklı teziyle tamamlamış­ ti ile ilgili çalışmalar yapıyor. tır. Genel ilgi alanları reklam, göstergebilim ve görsel kültürdür. Nejat Ulusay Nurhan Babür Tosun Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İleti­ şim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölü­ Yr. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Radyo, mü öğretim üyesi. Yüksek Lisans ve Doktora TV ve Sinema Bölümü, Sinema Anabilim Dalı programlarını aynı fakültede bitirdi. Pazarlama öğretim üyesi. Ankara Üniversitesi İletişim Fa­ halkla ilişkileri, reklamlık, stratejik halkla ilişki­ kültesi Radyo, TV ve Sinema Bolümü mezunu. ler ve reklam planlamaları konuları ilgi alanları Yüksek lisansını, aynı fakültede "Türk Sinema­ içinde bulunmaktadır. sında Gençlik" başlıklı teziyle tamamladı. Dok­ torasını İngiltere'de Warwick Üniversitesi Film Ve Televizyon Çalışmaları Bölümü'nde "Küre­ selleşme Çağında Türk Sineması" başlıklı tez çalışmasıyla gerçekleştirdi. Halen, A.Ü. İletişim Fakültesi'nde sinema ile ilgili lisans, yüksek li­ sans ve doktora derslerinden bazılarım vermek­ te. Umut Tümay Arslan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Rad­ yo Televizyon ve Sinema Bölümü araştırma gö­ revlisi. ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü me­ zunu. Yüksek Lisansını "1970'li yıllarda Yeşilcam ve Türkiye'nin Kültürel Hayati" konulu te­ zi ile Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti­ tüsü Radyo Televizyon Sinema Anabilim Da- Nilüfer Timisi lı’nda tamamladı. Halen aynı enstitüde "Yesil- Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim çam'da Bir Semptom Olarak Modernlik" konu­ Fakültesi Radyo Tv. ve Sinema Bölümü'nde öğ­ lu doktora tezi üzerine çalışıyor. Temel ilgi retim üyesi. Ankara Üniversitesi SBE Radyo Te­ alanları, sinema ve psikanaliz, dil, ideoloji ve levizyon Sinema ABD'ında "Yeni İletişim Tek­ özne kuramları, görme biçimleri ve görsel kül- nolojileri ve Demokrasi: İnternet Ortamında tür'dür. 175 Yazı Teslim Kuralları 1. D ergiye gön d erilecek yazılar M S W ord program ında yazılm ış olmalıdır. 2. Tim es N ew Rom an karakteriyle 12 6. Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede hakem lere gönderilecektir. H akem e gönde­ rilen yazı yazarın kim lik bilgilerini iç e m e ­ yecektir. Hakem değerlendirm esi sonucun­ punto olarak, iki aralık yazılan ve A4 sayfa­ da yazılar yayınlanabilecektir. H akem de­ nın tek yüzüne basılan yazılar 2 adet kopya ğerlendirmesi sonucu yazarlardan yazılarım olarak ve bir adet disket kaydıyla birlikte ya­ geliştirmeleri ya da gözden geçirm eleri iste­ yın kuruluna teslim edilmelidir. nebilir. Yayın konusundaki son karar Yayın 3. Yazılar 100-150 kelim elik bir İngilizce ve Türkçe özetle birlikte gönderilm elidir. Yazıların ve özetlerin üzerinde yalnızca ya­ K u ru lu 'n a aittir. Y azıların ın kabul ed il­ mediğine dair bir m ektup, hakem rapor­ larıyla birlikte yazarlara gönderilir. zının başlığı bulunm alıdır. Ayrı bir kapak sayfasında yazann ismi, kısa özgeçm işi, açık adresleri, telefon ve faks num araları ile var­ sa elektronik adresleri yer almalıdır. 4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, an­ laşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar girintili olmalıdır. 5. Yazıların başka bir yerde yayınlanm a­ Yazıların Gönderileceği Adres: İletişim A raştırm aları Dergisi Ankara Ü niversitesi mış olm ası ya da yayın için değerlendirm e İletişim Fakültesi aşam asında bulunm am ası gerekir. Cebeci 06590 Ankara 176 • iletişim : araştırmaları Kaynakçaların Düzenlenmesi Metin içinde kaynak gösterme 1. M etin içindeki tüm referanslar m etin içi dipnot sistem i ile belirtilir. Tüm referanslar 7. Kaynakçada yalnızca yazıda gönderm e yapılan kaynaklara yer verilm eli ve yazar soyadına göre alfabetik sıra izlem elidir. m etinde uygun yerlerde parantez açılarak, 8. Bir yazarın birden çok çalışm ası aym kay­ yazarın veya yazarların soyadı, yayın tarihi nakçada yer alacaksa yayın tarihine göre es­ ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kiden yeniye göre sıralanm alı, aynı yılda ya­ kaynaklara m etinde tekrar gönderm e yapı­ pılan çalışm alar için "a,b ,c..." ibareleri kulla­ nılmalıdır. lırsa yine aym yöntem uygulanır. Örnek: (M orley, 1997:1-5). 2. A lıntılanan yazarın adı, m etinde geçiyor­ sa, parantez içinde yazarın adını tekrar et­ Kitap M utlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara: A rk Yayınları. meye gerek yoktur. Yalnızca yayın yılı ve Çeviri Kitap sayfa num arası yeterlidir. Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına 3. A lıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadlan kullanılm alıdır. Örnek: (M orin ve K em , 2 0 0 1 ). 4. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazan n soya­ dından sonra "v.d" ibaresi kullanılm alıdır. Örnek: (Bennet vd., 1986). 5. Gönderm e yapılan kaynaklar birden faz­ laysa, gönderm eler noktalı virgülle aynlm alıdır. Giriş. Çev: Süleym an İrvan. Ankara: Ark Yayınlan. Derleme Kitap Holm es David (1997). Virtual Politics. London: Sage. Derleme Kitapta Makale Hutchby lan (1991). "The O rganization of Talk on Talk Radio." Broadcast Talk. Paddy Schanrıel (d e r .). London: Sage. 154-178. Örnek: (M orin, 1998:12; VVilliams, 1987: 25). Dergide Makale 6. N otlar ve referanslar aynlm alıdır. N otlar Çaplı, Bülent (2001). "Media Policies in m etin içinde num alarandırılm alı ve metnin sonunda num ara sırasma göre ve referans­ lardan önce yerleştirilm elidir. Turkey Since 1990," Kültür ve İletişim, 4(2): 45-55.