T.C. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı PERİODONTOL HASTALIKLAR BİTİRME TEZİ Stj. Diş Hekimi Ekin Su ERTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Tahir GÜRLER İZMİR-2015 1 ÖNSÖZ Tez yazım çalışmalarım sırasında bana yardımcı olan, düşüncelerini belirtip beni yönlendiren Sayın hocam Prof. Dr. Tahir Gürler’e, tez yazım çalışmalarım sırasında bana katlanan değerli arkadaşlarım Pınar Korkmaz’a, Sevtap Yapak’a, Alper Ay’a ve her zaman desteğini arkamda hissettiğim sevgili aileme teşekkürlerimi borç bilirim. İZMİR-2015 Stj. Diş Hekimi: Ekin Su ERTÜRK 2 İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ VE AMAÇ .................................................................................................. 1 2. GENEL BİLGİLER ............................................................................................... 2 3. PERİODONTAL HASTALIKLARIN SINIFLANDIRILMASI ....................... 2 3.1. Dişeti Hastalıkları ............................................................................................... 2 3.2. Nekrotizan Periodontal Hastalıklar .................................................................. 5 3.3. Periodonsiyumun Abseleri ................................................................................. 5 3.4. Gelişimsel veya Edinsel Deformiteler ................................................................ 5 4. NORMAL DİŞETİ ................................................................................................. 6 5. DİŞETİ HASTALIKLARI .................................................................................... 8 5.1. Dental Plak Kökenli Dişeti Hastalıkları ............................................................ 8 5.1.1. Sadece Dental Plak Kökenli Dişeti Hastalığı: Gingivitis .............................. 8 5.1.2. Sistemik Faktörlerce Modifiye Edilen Dişeti Hastalıkları ......................... 13 5.1.3. İlaç Kullanımı ile Modifiye Olan Dişeti Hastalıkları .................................. 18 5.1.4. Kötü beslenme ile modifiye olan Dişeti Hastalıkları ................................... 24 5.2. Dental Plak Kökenli Olmayan Dişeti Hastalıkları ......................................... 26 5.2.1. Spesifik Bakteri Kökenli Dişeti Hastalıkları................................................ 26 5.2.2. Virüs Kökenli Dişeti Hastalıkları ................................................................. 26 5.2.3. Mantar Kökenli Dişeti Hastalıkları .............................................................. 33 5.2.4. Genetik Kökenli Dişeti Hastalıkları ............................................................. 35 5.2.5. Sistemik Bozuklukların Dişeti Belirtileri ..................................................... 36 5.2.6. Travmatik Lezyonlar ..................................................................................... 41 6. NEKROTİZAN PERİODONTAL HASTALIKLAR43 6.1. Nekrotizan Ülseratif Gingivitis (NUG) ........................................................... 43 7. PERIODONSİYUMUN APSELERİ .................................................................. 51 3 7.1. GİNGİVAL APSE (Dişeti apsesi) .................................................................... 51 8. PERİODONTİTİS ............................................................................................... 51 8.1. Kronik Periodontitis .......................................................................................... 52 8.1.1. Kronik Periodontitisin Epidemiyolojisi ........................................................ 53 8.1.2. Kronik Periodontitisin Etyolojisi .................................................................. 53 8.1.3. Kronik Periodontitisin Patofizyolojisi .......................................................... 55 9. AGRESİF PERİODONTİTİSİN TEŞHİS VE SINIFLANDIRILMASI ......... 57 9.1. Lokalize Agresif Periodontitis .......................................................................... 57 9.2. Generalize Agresif Periodontitis ...................................................................... 59 10. AGRESİF PERİODONTİTİS İÇİN RİSK FAKTÖRLERİ ........................... 61 10.1 Mikrobiyolojik Faktörler................................................................................. 61 11. ÖZET................................................................................................................... 67 12. KAYNAKLAR ................................................................................................... 69 13. ÖZGEÇMİŞ ........................................................................................................ 78 15 1. GİRİŞ VE AMAÇ Periodontal hastalıklar, dişeti kenarında ve dişeti kenarı altında yerleşen patojen mikroorganizmaların neden olduğu çok faktörlü, enfeksiyöz karakterli hastalıklardır. Bu mikroorganizmaların neden olduğu enfeksiyon, periodontal enflamasyona yol açmakta ve bu olaylar da dişlerin destek dokularının kaybı ile sonuçlanmaktadır. Periodontal hastalıkların tanısı koyulduktan sonra buna uygun tedavi planlaması yapılır (1). Periodontolojide tedavi planı yapılırken temel amaç ise, sağlıklı bir periodontal ortam içinde fonksiyonel bir dentisyon oluşturmak ve bu durumu devam ettirmek için gerekli tüm işlemleri gerçekleştirmektir. Periodontitis tedavisinde ilk adım cerrahisiz periodontal tedavidir. Cerrahisiz periodontal tedavi, motivasyon, ağız bakımı eğitimi, diş yüzeyi temizliği ve kök yüzeyi düzleştirmesi işlemlerini içermektedir (2). Bu işlemler tamamlandıktan 4-6 hafta sonra hasta uygun kontrol aralıklarıyla idame programına yerleştirilir (3). Periodontal hastalıklar lokal enfeksiyonlar olarak tanımlanmasına rağmen, tedavinin esası bakteriyel ürünlerin mekanik olarak ortamdan uzaklaştırılması esasına dayanmaktadır. Mekanik tedavi yöntemleri ile stabilize edilemeyen spesifik alanlarda, derin ve tekrar eden bölgelerin tedavisinde patojenik mikroorganizmaların sistemik veya topikal antibakteriyel ajanlar ile seçici olarak inhibisyonu etkili bir tedavi yöntemi olarak görülmektedir (4). Periodontal hastalıkların tedavisinde sistemik antibiyotik kullanımına 1970’li yılların son dönemlerinde başlanmıştır. Bu dönemde bazı bakterilerin bazı hastalık türlerinin gelişiminden sorumlu olduğu görüşünün kabul edilmesiyle birlikte antibiyotiklerin periodontal tedavide ek olarak kullanımına girmesi söz konusu olmuştur (3). 16 2. GENEL BİLGİLER Periodontal hastalıklar, dişeti kenarındaki veya altında yer alan biyofilm halindeki mikroorganizmaların neden olduğu yaygın görülen mikrobiyal enfeksiyonlardır (5). Periodontal hastalıklardan biri olan gingivitis, dişetinin enflamatuar hastalığıdır. Gingivitisin aksine periodontitis, kök yüzeyi boyunca bağlantı epitelinin göçü ve periodontal ligament ile alveoler kemiğin ilerleyen yıkımıyla karakterizedir (6, 7). Periodontitis tedavisinde klinik uygulamaların temelini oluşturan cerrahisiz periodontal tedavi kapsamında uygulanan subgingival diş yüzeyi temizliği ve kök yüzeyi düzleştirmesi işlemleri periodontal tedavinin başarısında büyük öneme sahiptir. Ancak bu tedavi protokolünün bazı sınırlamaları vardır. Hasta ile ilgili faktörler, lokal anatomik faktörler, periodontal hastalığın seyri, boyutu ve biyofilmin kompozisyonu bu tedavinin etkinliğini azaltabilir (5). 3. PERİODONTAL HASTALIKLARIN SINIFLANDIRILMASI Periodontal hastalıkların günümüzde kullanılan sınıflandırılması aşağıdaki gibidir (8). 3.1. Dişeti Hastalıkları A. Dental Plak Kökenli Dişeti Hastalıkları 1. Sadece Dental Plak Kökenli Dişeti Hastalıkları: Gingivitis a. Lokal Faktörlerin Katılmadığı b. Lokal Faktörlerin Katıldığı 2. Sistemik Faktörlerce Modifiye Edilen Dişeti Hastalıkları a. Endokrin Sistem ile İlişkili Olanlar 1) Puberte ile birlikte görülengin givitis 2) Menstrual siklus ile birlikte görülen gingivitis 3) Hamilelik ile birliktelik gösterenler (Gingivitis, piyojenik 2 granülom) 4) Diabetes mellitus ile birlikte görülen gingivitis a. Kan hastalıkları ile birlikte görülen gingivitis 1) Lösemi 3. İlaç kullanımı ile modifiye olan dişeti hastalıkları a. İlaca bağlı dişeti hastalıklarıı 1) İlaca bağlı dişeti büyümeleri 2) İlaca bağlı gingivitis (oral kontraseptifler) 4. Kötü beslenme ile modifiye olan dişeti hastalıkları a. C vitamin eksikliği B. Dental Plak Kökenli Olmayan Dişeti Hastalıkları 1. Spesifik bakteri kökenli dişeti hastalıkları a. Neisseria gonorrhea ile birlikte olan lezyonlar b. Treponema pallidum ile birlikte olan lezyonlar c. Streptokoklar ile birlikte olan lezyonlar d. Diğerleri 2. Virüs kökenli dişeti hastalıkları a. Herpes virüs enfeksiyonları 1) Primer herpetik gingivitis 2) Rekürrent oral aft 3) Varicella-zoster enfeksiyonları b. Diğerleri 3. Mantar kökenli dişeti hastalıkları a. Candida enfeksiyonları 1) Yaygın gingival kandidozis 3 b. Linear gingival eritema c. Histoplasmozis 4. Genetik kökenli dişeti hastalıkları a. Herediter gingival fibromatozis 5. Sistemik durumların dişeti belirtileri a. Mukokütanöz hastalıklar 1) Liken planus 2) Pemfigoid 3) Pemfigus vulgaris 4) Eritema multiforme 5) Lupus eritamotozis 6) İlaca bağlı b. Allerjik reaksiyonlar 1) Dental restoratif materyaller a) Civa b) Nikel c) Akril d) Diğerleri 2) Reaksiyona neden olan çeşitli maddeler a) Dişş macunu b) Ağız gargaraları c) Sakız katkı maddeleri d) Yiyecekler ve katkı maddeleri 6. Travmatik lezyonlar a. Kimyasal yaralanma 4 b. Fiziksel yaralanma c. Termal yaralanma 7. Yabancı cisim reaksiyonları 3.2. Nekrotizan Periodontal Hastalıklar C. Nekrotizan Ülseratif Gingivitis (NUG) 3.3. Periodonsiyumun Abseleri A. Gingival Apse 3.4. Gelişimsel veya Edinsel Deformiteler A. Plak Kökenli Dişeti Hastalıklarını Kolaylaştıran veya Modifiye Eden Lokalize Diş ile İlişkili Faktörler 1. Dişe ait anatomik faktörler 2. Dental restorasyonlar ve apareyler 3. Kök kırıkları 4. Servikal kök rezorbsiyonları ve semen taşınmaları B. Diş Çevresindeki Mukogingival Deformiteler 1. Dişeti çekilmesi a. Fasiyal veya lingual yüzeyde b. İnterproksimal (papiller) 2. Keratinize dişeti eksikliği 3. Azalmış vestibüler derinlik 4. Yüksek frenilum/kas bağlantıları 5. Dişetinin boyutsal artışı a. Yalancı (pseudo) cep b. Dişeti kenarındaki düzensizlik c. Dişeti büyümesi 6. Anormal renk 5 4. NORMAL DİŞETİ Normal dişetinin klinik özellikleri açık pembe renk, sıkı kıvam ve dalgalı kenar şekli ile karakterizedir. İnterdental papil sıkı kıvamda ve sondalamada kanamasız olup interdental aralığı doldurur. Çoğu zaman dişetinin yüzeyinde stipling görünümü vardır. Normal dişeti varlığında, bıçak sırtı şeklinde dişeti kenarı ile dişeti diş üzerinde sonlanır. Normal dişetinde histolojik seviyede enflamatuar hücre birikimi yoktur. Ancak bu ideal durum, insanda haftalarca ciddi plak kontrolü yapıldıktan sonra mümkün olabilmektedir. Bu durum ise çoğu zaman geçerli olamadığı için “klinik sağlıklı dişeti” terimi ile “normal dişeti” tanımlanmamaktadır. Düzenli şekilde standart plak kontrolü yapan hastada “klinik sağlıklı dişeti” bulunmaktadır. Sağlıklı dişeti 2 tipte olabilir: “süper sağlıklı dişeti (normal dişeti)” ve “klinik sağlıklı dişeti”. Süper sağlıklı dişetinde enflamatuar infiltrat yoktur veya çok çok azdır. Süper sağlıklı dişetinde keratinize oral epitel vardır, bağlantı epiteli hemidesmosomlar ile diş yüzeyine sıkıca bağlıdır. Bağlantı epitelinde birkaç nötrofil ve makrofaj bulunabilir. Bağ dokusunda bulunan kollagenlifler, bağlantı epitelinin dişe hemidesmozomlar aracılığı ile olan zayıf bağlantısını destekler. Bağlantı epiteli altındaki vasküler ağın, epitelin beslenmesi ile defans hücreleri ve moleküllerinin sağlanması gibi görevleri vardır. Süper sağlıklı dişetinin hacim olarak % 40’ını epitelyal yapılar (% 30 oral epitel, %10 bağlantı epiteli) ve % 60’ını bağ dokusu oluşturur. Bağ dokusu kollajen lifler, ekstraselüler matris, hücreler, damarlar ve sinirleri içerir. Klinik sağlıklı dişetinde az miktarda enflamatuar infiltre bağlantı epitelinin altında yer alır, fakat dişeti klinik olarak sağlıklı görünür. Klinik sağlıklı dişetinde bağlantı epitelinde birkaç nötrofil bulunur. Enflamasyonun erken safhasında, henüz enflamasyonun klinik belirtilerinin olmadığı durumda, infiltre bölgede kollajen ve vasküler yapılar artar (9). 6 Eksüdatif sıvı ve plazma proteinleri damarlardan ayrılarak doku boyunca göç ederler ve dişeti oluğu bölgesine ulaşırlar, böylece dişeti oluğu sıvısı oluşur. Bu safhadaki infiltrat bağ dokusu hacminin % 5’ini oluşturur ve makrofaj, lenfosit ve nötrofilleri içerir. Klinik sağlıklı dişetinde bu hücreler bağlantı epiteli ve buna komşu bağ dokusunda bulunur. Dişeti oluğu bölgesinde nötrofiller çoğunluktadır, bu hücreler bağlantı epitelinden dişeti oluğuna doğru göç eder. Çoğunluğu nötrofillerden oluşan lökositlerin dokudan dişeti oluğu bölgesine göçü, mikroorganizma ürünleri (lipopolisakkarit vb.) ve konak kaynaklı kemoatraktanlar (interlökin-8, kompleman C5a bileşeni, lökotrien B4, vb.) aracılığı ile olur. Dişeti kenarına komşu diş üzerinde daha fazla plağın birikmesi ve dişetinde gingivitisin gelişmesi sonucunda, enflamasyonun dişeti varlığında, oluğunda lökosit proenflamatuar birikimi sitokinlerin çoğalır. Dokuda etkisiyle endotel hücrelerindeki adezyon molekülleri artar. Böylece erken safhada lökositler, özellikle nötrofiller, postkapiller venüllere yapışır ve kemoatraktanların etkisi ile damarlardan dışarı çıktıkça dişeti oluğuna göç etmektedir (9). Doku ile mikroorganizmaların ilk karşılaştığı durumda, dişeti klinik olarak sağlıklıdır. Henüz hastalık safhasına ilerleme söz konusu değildir. Klinik sağlıklı dişetinde çeşitli defansif faktörler bulunur. Bunlar: 1. Antikorların antimikrobiyal etkileri 2. Nötrofil ve makrofajların fagositik fonksiyonları 3. Komplemanın mikroorganizmalar üzerine zararlı etkisi 4. Epitel hücrelerinin ağız ortamına eksfoliyasyonu 5. Bozulmamış epitelyal bariyer 6. Dişeti oluğu sıvısının sürekli akışı Dokunun savunmasında bu faktörlerin hepsi aynı zamanda görev alabilir, 7 böylece enflamatuar lezyon oluşumu önlenir. Konak ile mikroorganizmalar arasındaki etkileşim, süper sağlıklı veya klinik sağlıklı durumdan gingivitise geçişte önemli rol oynar. Yeterli plak birikimi olduğunda, mikrobiyal ürünler enflamatuar cevabı başlatır ve gingivitis oluşur. İmmün ve enflamatuar sistemdeki değişiklikler dişetinin enflamasyonu ile sonuçlanır. Gingivitiste oral mikroorganizmalara karşı oluşan immün cevabın lokal boyutu periodontitise göre çok daha azdır. Mikroorganizmalara verilen bu cevap hormonlar (puberte, hamilelik) veya ilaçlar (fenitoin, nifedipin, siklosporin) tarafından modifiye edilebilir. Gingivitis varlığında, bağlantı ve cep epitellerine komşu bağ dokusunda kollagen kaybı artar. Periodontal ataşman yıkımı ve alveol kemiği kaybı olmaksızın, gingivitis uzun yıllar varlığını sürdürebilir. Bazı kişilerde ve bölgelerde gingivitis ilerleyerek periodontitis oluşabilir (9). 5. DİŞETİ HASTALIKLARI 5.1. Dental Plak Kökenli Dişeti Hastalıkları 5.1.1. Sadece Dental Plak Kökenli Dişeti Hastalığı: Gingivitis "Gingivitis" kısaca dişetinin enflamasyonu olarak tanımlanabilir. Gingivitis, sıklıkla mikrobiyal dental plak kökenli oluşur, tekrarlama özelliğine sahiptir. Gingivitisin yaygın formu olan plak kökenli gingivitis geridönüş özelliğinde olup, genelde ağrısızdır. Plak kökenli gingivitis, dişeti kenarında biriken mikroorganizmaların etkisiyle oluşan dişetinin kronik enfeksiyonudur (10). Epidemiyolojisi: Epidemiyolojik çalışmalar, ağzında dişi olan her yaştaki insanda plak kökenli gingivitisin yaygın olduğunu göstermiştir. Bu hastalık, periodontal hastalıkların en yaygın olan tipidir. Plak kökenli ginigivitisin toplumdaki dağılımı yaklaşık olarak aşağıdaki gibidir (10): 8 3-5 yaşları arasındaki çocuklarda % 36-64 Genç erişkinlerde % 91 30 yaşın üzerindeki erişkinlerde % 94 Etyolojisi: Plak kökenli gingivitiste etyolojik faktör dişlerin üzerinde biriken ve olgunlaşan mikrobiyal dental plaktır, plak enflamatuar olayları başlatır. Plak kökenli gingivitiste var olan bakteriyel floranın kompozisyonu sağlıklı dişetinin olduğu durumdan farklıdır, ancak spesifik bakteriyel floradan söz edilemez. Dişeti kenarında plağın birikimini arttıran veya plağa verilen cevabı değiştiren durumlar plak kökenli gingivitisin kolaylaştırıcı (predispozan) faktörleri olarak isimlendirilir. Bu kolaylaştırıcı faktörlerin başlıcaları; diştaşı, restorasyonların uygun olmayan taşkın kenarları, dişin anatomik özellikleri, gıda sıkışması ve retansiyonu, diş sürmesi ve bazı sistemik hastalıklardır. Dermatolojik hastalıklar, puberte, hamilelik, çeşitli ilaçların kullanımı, bazı diğer sistemik ve hormonal hastalıklar da gingivitis ile birliktelik gösterebilir (10). Plak Kökenli Gingivitisin Klinik Özellikleri: Renk: Plak kökenli gingivitiste doku yıkımı ve tamiri birlikte olur veya birbirini izler. Gingivitisli dişetinin rengi enflamasyon nedeniyle açık kırmızıdan koyu kırmızıya kadar değişebilir. Dişetinin rengi; dokunun keratinizasyonu, vaskülaritesi, dilate damarların etrafındaki fibröz dokunun miktarı ve dokudaki kan akımı miktarına bağlıdır (11). Kontur: Kollagen liflerin yıkımı ve tamirine bağlı olarak değişir. Kollagen matris yıkımı fazla olduğunda dişeti daha yumuşak yapıda olur. Tamir sırasında kollagen sentezi arttığı zaman, dişeti daha sıkı yapı ve görünüşe sahip olur. Ödem, fibröz doku artışı veya her ikisi nedeniyle dişeti kenarı yuvarlaklaşır, interdental dişeti ise küntleşir (Şekil 1) (11). 9 Şekil 1. Plağa bağlı Gingivitis’te dişetinin konturu Yüzey yapısı: Stipling görünüşünde azalma olur veya bu görüntü kaybolur (11). Yoğunluk: Dişetinin yoğunluğu yumuşak ve süngerimsi (ödematöz) kıvamdan sıkı (fibrotik) kıvama kadar değişebilir. Genelde doku uzun sure enflamasyondan etkilenmişse, dişeti daha fibrotik yapıdadır (10). Boyut: Doku proliferasyonuna bağlı olarak çeşitli derecelerde büyümeler olabilir (10). Kanama: Dişeti enflamasyonunun ilk klinik semptomudur. Sondalama veya diş fırçalama işlemleri enflamasyonlu dişetinde kanamaya neden olabileceği gibi, şiddetli enflamasyon varlığında dişeti kendiliğinden (spontan) de kanayabilir. Ağrı: Plak kökenli gingivitis genelde ağrısızdır, sondalamada ağrı olabilir. Kronik seyir gösteren bu tip gingivitiste akut ataklar görülebilir. Başlangıcı: Plak kökenli gingivitisin başlangıcı yavaştır, hastalık uzun sürede gelişir ve bu gelişme devam eden irritasyonun boyutuna bağlıdır (11). Sondalama derinliği: Dişeti kenarına komşu dişin üzerine yerleşen mikrobiyal dental plağa bağlı oluşan dişeti enflamasyonu nedeniyle, bağlantı epitelinin koronal kısmı diş üzerinden ayrılır. Böylece dişeti oluğunun derinliği artar. Dişetindeki fibrozis veya ödeme bağlı oluşan dişeti kenarındaki büyüme bu artışa 10 eklenebilir. Böylece dişeti kenarının büyümesi ile dişeti oluğu daha da fazla derinleşir, ancak bağlantı epitelinin apikal ucu kök yüzeyi üzerinde apikal yönde göç etmez. Dişeti enflamasyonu sonucu derinleşen sulkusa "dişeti cebi” (gingival cep) adı verilir (Şekil 2 A ve B). Bağlantı epiteli kök üzerinde apikale göç etmeden, ödem ya da fibrozis nedeniyle doku artışı ile birlikte cep oluştuğunda, daha fazla derinleşen bu cebe “yalancı cep” (pseudo cep) adı verilir (Şekil 2 C). "Gerçek cep", bağlantı epitelinin ve cebin tabanının kök üzerinde apikale göçü sonucu oluşur. Dişetinin ince olduğu bölgelerde, enflamatuar değişiklikler dişeti çekilmesine neden olabilir. Epitelyal proliferasyon ve ülserasyon ile birlikte bağ dokusundaki kollagen kaybı dişeti kenarında hasar oluşturabilir. Dişeti çekildiğinde sondalama derinliği (sondalanan cep derinliği) hiç saptanamaz veya çok az saptanabilir (10). Mine Mine Dişeti oluğu Gingival cep Bağlantı epiteli Bağlantı epiteli A Mine Pseudo cep Bağlantı epiteli B C Şekil 2. Diş eti cebi ve yalancı cep R a d y o g r a f i k belirtiler: Gingivitis sadece yumuşak dokuyu ilgilendiren bir hastalık olduğu için, plak kökenli gingivitisin radyografik bulgusu yoktur. Eğer plak kökenli gingivitiste enflamatuar olaylar devam ederken derin dokular etkilenirse, hastalık periodontitise dönüşmüş olur. O zaman sert doku hasarı radyografik olarak saptanabilir (12). Plak kökenli gingivitiste 3 temel klinik özellik vardır. Hastalığın şiddetindeki 11 farklılığa bağlı olarak değişkenlik gösteren bu temel özellikler şunlardır: Kızarıklık (hiperemi) Ödeme bağlı şişlik Kanama Plak kökenli gingivitis dişeti kenarından başlar ve tüm dişeti ünitelerine yayılabilir. Hastalığın şiddeti, restoratif uygulamalar ve diş/kök anatomisinden etkilenebilir. Radyografik tetkik ve sondalama muayenesinde ataşman kaybı ve kemik kaybının olmadığı saptanır. Enflamasyonun klinik özellikleri dişetinde mevcuttur. Plak kökenli gingivitisin klinik özellikleri hastadan hastaya değişebildiği gibi, ağzın değişik bölgelerinde de farklılıklar gösterebilir (12). Lezyonun yaygınlığı: 1. Lokalize: (Tek diş veya diş gruplarının dişeti tutulmuş) 2. Yaygın: (tüm dişlerin dişeti tutulmuş) Lezyonun dağılımı: 1. Papiller: (interdental dişeti ve komşu marjinal dişeti tutulmuş) 2. Marjinal: (marjinal ve bir kısım yapışık dişeti tutulmuş) 3. Yaygın: (marjinal ve yapışık dişetinin tümü tutulmuş) Enflamasyonun Derecesi 1. Akut: Hızlı başlar. 2. Kronik: Yavaş ilerler. Şiddetli semptomlar vardır. Enflamasyon kalıcıdır. Kısa sürelidir. Gingivitisin yaygın tipi; Akut Gingivitis: Birdenbire başlar. Dişeti parlak kırmızı renkte olup ağrılıdır. Genelde yaralanma sonucu veya akut nekrotik anülseratif gingivitis olarak karşımıza çıkar. Daha nadir olarak da immün yetmezlik olan hastalarda (immünsüpresif ilaç kullananlar), yaygın bakteriyel enfeksiyonlarda, skorbütte, allerjik ve otoimmün 12 reaksiyonlarda görülebilir. Kronik gingivitis: Plak kökenli gingivitis, genelde kronik ve tekrarlayan bir hastalıktır. Kronik gingivitis uzun süre kalıcılık gösterir ve çoğunlukla ağrısızdır (13). 5.1.2. Sistemik Faktörlerce Modifiye Edilen Dişeti Hastalıkları 1. Endokrin sistem ile ilişkili olanlar Hormonal denge değişiklikleri gingival enflamasyona neden olmaz, ancak var olan enflamasyonun şiddetini arttırır. Steroid yapıdaki seks hormonları, protein sentezi ve kalsiyum metabolizması üzerine etkilidir. Seks hormonları erkekte testosteron ve dihidrotestosteron, kadında ise östrojen ve progesterondur. Bu hormonlar, hipofiz ön lobundan salgılanan gonatotrofik hormonun uyarıcı etkisi ile salgılanır. Eğer bu hormonlar dengesiz salgılanırsa, dişetinin yerel etkenlere karşı direnci azalarak var olan enflamasyonunun şiddeti artar (16). 1.1. Puberte ile birlikte görülen Gingivitis Bu yaş döneminde ağızda miks dentisyon bulunur. Ayrıca uygun günlük plak kontrolü yönteminin bilinmemesine ve dönemin psikolojik özelliğine bağlı olarak, bu dönemde günlük plak kontrolüne yeteri kadar önem verilemeyebilir. Tüm bu nedenlerle puberte döneminin başlangıcında çoğu zaman gingivitis tablosu vardır. Buna hormonal denge değişiklikleri de eklenince hastalık tablosu daha bariz bir şekilde ortaya çıkar. Bu nedenle puberte döneminde var olan lokal irritanlar primer etyolojik faktörler, hormonal değişiklikler ise sekonder veya modifiye edici faktörlerdir. Pubertede görülen gingivitiste plak, diştaşı ve uygun olmayan restorasyonlar ile birlikte var olabilecek kolaylaştırıcı faktörler; çapraşık dişler, örtülü kapanış, ortodontik uygulamalar, ağızdan nefes alma ve yetersiz beslenmedir. Puberte döneminde görülen gingivitiste dişetleri parlak kırmızı renktedir, 13 ödemlidir ve sondalama ile kontrolde kolayca kanar. Dişetindeki kronik enflamasyon uzun sürdüğünde, sıklıkla fibröz hiperplazi oluşur. Puberte döneminde görülen dişeti hiperplazisi genelde maksillanın ön bölgesinde lokalizedir. Histolojik olarak; dişetinde çok katlı yassı epitelin yer ortadan kalktığı, bağ dokusunda yoğun enflamatuar hücre infiltrasyonunun olduğu gözlenir. Ayrıca bazı alanlarda fibroblastik proliferasyon ve damarsal artış görülür (15). Tedavi: Pubertede görülen gingivitiste, plak ve diştaşlarının kaldırılması ile gingivitis belirtileri kolayca ortadan kalkar. Ancak dişetindeki ödeme bağlı olmayan fibröz hiperplazi varlığını sürdürür. Eğer hastalarda tedavi amacıyla cerrahi işleme gerek varsa, bu işlem puberte döneminden sonraya bırakılmalıdır. Çünkü, puberte döneminde cerrahi girişim uygulandığında nüks görülme olasalığı fazladır. Pubertede görülen gingivitisin tedavisinde; 1. Başlangıçta lokal irritanlar diş yüzeyi temizliği işlemi ile kaldırılır. 2. Plak kontrolü yöntemlerinin optimal uygulanması gerekir. 3. Tekrarı önlemek için sık kontrol randevularına gerek vardır. 4. İleri dişeti büyümelerinde gingivektomi uygulanır (puberte dönemi sonrası) (15). 1.2. Menstrual Siklusta Görülen Gingivitis Menstruasyon siklusu ile dişeti değişiklikleri arasında normalde ilişki yoktur. Bazı anormal mens durumlarında dişeti epitelinde deskuamasyonlar görülebilir. Tedavi amacıyla oral hijyenin düzeltilmesi ile plak kökenli gingivitisin olaya eklenmesi önlenir. Menstrual period sırasında dişeti problemi olan hastalara sistemik olarak hormon takviyesi gereksizdir. Lokal irritanların kaldırılması ve günlük plak kontrolünün yapılması ile sorunlar ortadan kaldırılabilir. Ancak tüm bu girişimlere 14 karşın, deskuamasyon nedeniyle ülser sahaların varlığı sürüyorsa, hastanın hekimiyle konsültasyona gidilerek sistemik östrojen verilmesi düşünülebilir (16). 1.3. Hamilelikte Görülen Gingivitis ve Piyojenik Granülom Hamilelikte görülen gingivitis her hamile olan kadında görülmez. Hamilelik öncesi dönemde dişeti enflamasyonunun var olduğu kadınlarda, bu enflamasyonun şiddeti hamilelik döneminde artış gösterir. Bu artışın nedeni hormonal dengedeki değişikliklerdir. Hamilelik sırasındaki hormonal değişiklikler tek başına dişetini etkilememekte, var olan enflamasyonu şiddetlendirmektedir. Hamilelik öncesi var olan silik karakterdeki plak kökenli gingivitis, hamileliğin başlangıcından 2-3 ay sonra hormonal dengedeki değişikliklerden dolayı belirgin hale gelir. Üçüncü aydan 8.ci aya kadar enflamasyonun şiddeti giderek artar. İkinci ve üçüncü trimester hamilelik, gingivitisinin en şiddetli olduğu dönemlerdir. Dişetindeki belirtiler 8.ayda maksimum seviyeye çıkar. Gingivitisin şiddeti 9. ayda azalmaya başlar (16). Dişetleri kırmızı ve şiş histolojik incelemede dişeti bağ dokusunda vasküler proliferasyon ile yoğun enflamatuar hücre infiltrasyonu görülür. Ayrıca, epitelde kalınlaşma ve rete peglerde (bağ dokunun papiller tabakasının epitel doku içerisine yaptığı parmaksı uzantı) derinleşme gözlenir. Hamilelik döneminde hastada var olan gingivitis tablosuna tumor benzeri büyümeler de sıklıkla eklenebilir. “Hamilelik tümörü” adını alan bu oluşumlar saplı, lobüllü ve koyu kırmızı renklidir. Bu oluşumlar gerçek tümör değildir. Tedavi: Hamilelikte görülen gingivitis hamilelik döneminin sonunda geriler, ancak tamamen iyileşme olmaz. O nedenle hamilelikteki dişeti değişikliklerinin geçici olduğunu, doğum sonrası durumun normale döneceğini hastaya söylemek çok yanlış olur. Gingivitisin giderek ilerlememesi için, hasta hamileliğinin mümkün olan en 15 erken devresinde görülmelidir. Hamilelik öncesi dişetlerinden herhangi bir rahatsızlığı olmayan kişide ise, lokal irritasyonlara yol açabilecek nedenler ortadan kaldırılmalıdır. Periodontal hastalığı olan hamile kişinin tedavisinde, hekim fazla travmatize etmeden lokal irritanları uzaklaştırmalı ve günlük plak kontrolü yöntemlerini öğretmelidir. Hekim daha ileri müdahaleler için hamilelik sonrası dönemi beklemelidir. Eğer lokal faktörler kaldırılmaz ise, enflamasyon daha derin dokularda hasara yol açabilir. Büyüklüğü ve lokalizasyonu bakımından hamilelik tümörünün cerrahi olarak uzaklaştırılması düşünülüyorsa, girişimin fazlaca kanamalı olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Klorheksidin ve diğer kimyasal plak kontrolü ajanlarını hamile hastalar kullanmamalıdır (16). Hamilelikte görülen gingivitisin tedavisinde; 1. Lokal irritanları uzaklaştırmak ve enflamasyonu ortadan kaldırmak için diş yüzeyi temizliği yapılır. 2. Lokal irritanların eliminasyonu ve kontrolü için hastanın optimal plak kontrolü yöntemlerini uygulaması gerekir. 3. Tümör benzeri büyümelerin tedavisi cerrahi eksizyondur (hamilelik dönemi sonrası). 4. Hastalığın tekrarını önlemek için sık kontrol randevuları gereklidir (16). 1.4. Diabetes Mellitus ile Birlikte Görülen Gingivitis İnsülin yetersizliği periodontal hastalığı başlatmaz, ancak enfeksiyona eğilimi arttırır. Diabetik kişilerde vasküler değişiklikler, kollagen metabolizması bozukluğu ve konak defans mekanizması bozukluğu (lökosit kemotaksi ve fagositoz defekti) nedenleriyle periodontal enflamasyona eğilim artar. Hücreye glikojen geçişi bozulduğu için, konak lökositleri yeterli kemotaksi ve fonksiyonu gösterememekte, böylece lokal irritanlara karşı savunma eksik kalarak 16 periodontal enfeksiyona eğilim artmaktadır. Ayrıca dişeti dokusunda kollagenaz fonksiyonu da artmıştır. Polimorf nüveli lökositlerin fonksiyonlarındaki azalma ve artmış kollagenaz fonksiyonu nedenleri ile lokal irritanlara karşı savunma mekanizmaları eksik kalır. Bunun için, özellikle kan glükoz seviyesi kontrol altında olmayan diabetli hastaların periodontal dokularında enflamatuar hastalık kolayca gelişebilmektedir. Ayrıca, dişeti dokusu diabette oluşan anjiyopatiden de etkilenir. Diğer taraftan, vücutta herhangi bir dokunun enfeksiyonu söz konusu olduğunda diabetin şiddeti de artar. Çünkü enfeksyona bağlı toksik oluşur, mikroorganizmalar artar, bu da kan glikoz seviyesini yükseltir ve hastanın insülin gereksinimi artar (14). Tedavi: Periodontal tedavi, ciddi plak kontrolünü sağlamaya yönelik yapılmalıdır (14). 2. Kan Hastalıkları ile Birlikte Olanlar 2.1. Lösemi Beyaz kan hücrelerinin malign özelliğini taşıyan çeşitli lösemi tipleri vardır. Sirkülasyondaki beyaz kan hücrelerinin sayısı artmıştır. Polimorf nüveli lökositler, lenfositler ve monositlerdeki tutuluma göre hastalık çeşitli adlar alır. Hücrelerin matürasyon derecelerine göre lösemi akut veya kronik olabilir. Akut lösemi lenfositik ve lenfositik olmayan diye adlandırılır. Nadir görülen akut lösemide hastalar 20 yaşın altında veya 60 yaşın üstündedir. Kronik lösemi miyeloid (granülositler) veya lenfositiktir. Lenfositik lösemi en yaygın olanıdır. Kronik lösemi yetişkin hastalığı olup, 40 yaşından sonra görülür (14). Lösemili hastanın dişetlerinde, mukogingival çizgiye kadar yaygın olan şişlikler vardır. Dişetindeki şişlikler plağa bağlı enflamasyonu oldukça arttırır. Dişeti dokusunun infiltrasyonu akut formlarda gözlenir ve akut monositik lösemide oldukça 17 spesifiktir. Koagulasyon anomalileri ve trombosit sayısındaki önemli azalma nedeniyle dişetleri kanamalıdır. Kırmızı kan hücreleri azaldığı için dişetleri solgun renklidir, kırmızıdan solgun pembeye kadar değişen renkler de olabilir. Diğer sık rastlanan semptom tekrarlayan dişeti ülserleridir, akut formda daha çok veya daha az görülebilir. Lösemili hastalarda dişeti büyümelerinin olduğu da rapor edilmiştir. Bu hastalardaki dişeti büyümeleri interdental papilden başlar, marjinal ve yapışık dişetine kadar ilerleyebilir. Lokal irritanların dişeti cevabında kolaylaştırıcı ve alevlendirici faktör olduğu bilinmesine karşın, lezyon için bunların bulunması şart değildir (14). Tedavi: Tedavisi için hematolog ile sıkı işbirliği yapılmalı, hasta tedavisi koordine bir şekilde yürütülmelidir. Periferik kandaki hücre sayıları döngüsel değişiklikler gösterir. Bu nedenle periodontal tedavi uygun fazda yapılmalıdır. Düzenli profesyonel temizlik periodontal tedavinin içeriğini oluşturmalıdır. Bu esnada uygulanan işlemler mümkün olduğunca atravmatik olmalı ve gerektiğinde antibiyotik profilaksisi uygulanmalıdır (14). 5.1.3. İlaç Kullanımı ile Modifiye Olan Dişeti Hastalıkları İlaca Bağlı Dişeti Büyümeleri Çoğu hücrelerin kalsiyum alımını inhibe eden çeşitli ilaçların kullanılmalarına bağlı dişeti büyümelerinin oluştuğu bilinmektedir. Bugün için dişeti büyümesine neden olan ilaçlar 3 grup altında toplanmaktadır: (17) 1. Anti konvülzanlar 2. İmmün süpresanlar 3. Kalsiyum kanal blokerleri 18 Anti Konvülzan İlaçlar Bu grupta yer alan ilaçlar arasında en fazla dişeti büyümesine neden olan ilaç fenitoindir. Fenitoin dışında, anti konvülzan ilaçlardan fenobarbital, vigabatrin ve sodyumvalroat kullanımına bağlı olarak da dişeti büyümesinin oluştuğu konusunda çelişkili bilgiler vardır (18). Fenitoin: Epileptik hastaların tedavisinde, kranial travmalardan sonar ve nörocerrahi operasyonlarını takiben fenitoin kullanılması sonucu dişeti büyümeleri sıklıkla oluşmaktadır. İlaca başladıktan birkaç hafta veya birkaç ay sonra dişeti büyümeleri görülmeye başlar. Fenitoin kullanan tüm hastalarda dişeti büyümesi oluşmaz, fakat genç hastalarda daha çok görülür. Fenitoin kullanan hastalarda dişeti büyümesinin insidansı çeşitli kaynaklarda farklı verilmesine karşın, ortalama % 50 civarındadır. Klinik özellikleri: 1. Marjinal ve interdental dişetinde yaygın büyümeler görülür. Dişetinin koronal yönde büyümesi sulkus derinliğini arttırır. 2. Büyümeler daha çok interdental dişeti bölgelerinde olur. 3. Dişetinin büyümesi oklüzal düzleme kadar ilerleyebilir. 4. Büyüyen doku sıkı, fibrotik, açık pembe renkli, kanamaya çok az eğilimli ve lobüler yüzey görünüşüne sahiptir. 5. Dişeti büyümesi tüm dişeti ünitelerinde yaygın olabilir, ancak daha çok anterior bölgede lokalizedir. 6. Dişeti büyümesi dişlerin olduğu bölgede görülür, nadiren dişsiz bölgeleri etkiler. 7. Genç hastalarda dişeti büyümesi daha sık görülür. 8. Eğer lokal irritanlar mevcutsa, enflamasyon da olaya eklenir. 19 9. Eğer dişeti büyümesine enflamasyon eşlik ediyorsa; a. Enflamasyon büyüyen dokunun hacmini arttırır b. Doku kırmızı veya mavi-kırmızı renktedir c. Kanamaya eğilim artar d. Lobüler görünüş kaybolur. Eğer fenitoine bağlı dişeti büyümesine enflamasyon eşlik etmiyorsa, yalnız yumuşak dokular etkilendiği için, karekteristik olan radyografik bulgu yoktur. Ancak periodontitis dişeti büyümesine eşlik ediyorsa, alveolar kemik kaybının varlığı radyografik olarak saptanır. Dişeti büyümesi daha çok anterior dişler bölgesindedir, oral yüzlere kıyasla vestibülde daha fazla dişeti büyümesi oluşur. Alt çeneye göre üst çenede büyüme daha fazladır. Fenitoin kullanan hastalarda görülen dişeti büyümesinin miktar ve lokalizasyonuna ağız hijyeninin özelliği etkili olabilir. İyi ağız hijyenine sahip hastalarda fenitoine bağlı dişeti büyümesi daha az oluşur. Fenitoin kullananlar arasında mental retardasyonlu hastalara oranla normal zekalı hastalarda daha az sıklıkta ve daha az şiddette dişeti büyümesi görülmektedir. Fenitoin kullanımına bağlı oluşan dişeti büyümesinin klinik görünüşü, idiopatik fibröz hiperplaziden farklıdır. Fenitoin daha çok papillerde büyümeye neden olur ve ilgili bölgelerde çoğunlukla enflamasyonun varlığı da gözlenir. Fenitoin kullanımına bağlı oluşan dişeti büyümesinin mekanizması tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu büyüme hipertrofi değildir. Çünkü hipertrofide hücresel sayı artışından çok hücrelerin hacmindeki artış söz konusudur. Fenitoin kullanan hastalarda dişeti büyümesinin olmaması veya şiddeti ve boyutunun daha az olması için ağız hijyeninin mükemmel olması gerekir. Fenitoin yerine kullanılabilecek ilaçlar fenobarbital, karbamazepin ve valroik asittir. Karbamazepin dişeti büyümesine neden olmaz. O nedenle fenitoin yerine dişeti 20 büyümesine neden olmayan bir ilaç kullanılabilir, ancak bunun kararını hastanın hekimi vermelidir. Hastanın sistemik durumu nedeniyle kullandığı ilacın değiştirilmesi her zaman mümkün olamayabilir (18). İmmünsüpresan İlaçlar Siklosporin: Siklosporin-A (Böbrek, karaciğer,pankreas, kemik iliği ve kalp nakli yapılan hastalar tarafından kullanılmaktadır. Nakledilen organın reddini önlemek için yaygın olarak kullanılan immünsüpresif bir ilaçtır. Ayrıca romatoid artirit, diabet, Behçet hastalığı, çeşitli dermatozlar ve pulmoner sarkoidoz gibi çeşitli otoimmün hastalıkların tedavisinde de kullanılmaktadır. Tek başına veya diğer immüne baskılayıcı ilaçlar ile birlikte kullanılır. Siklosporin-A kullanan hastalarda klinik açıdan önemli boyutta dişeti büyümesinin görülme sıklığı % 24-30 arasındadır.Siklosporin-A yerine son yıllarda takrolimus kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni ilacı kullanmaya başlayan hastalarda, daha once var olan siklosporin-A’ya bağlı dişeti büyümesinin boyutunun azaldığı gözlenmiştir (19). Siklosporin-A (CsA) kullanan hastaların yaklaşık % 30'unda ciddi dişeti büyümeleri görülmektedir. CsA’ya bağlı dişeti büyümesi çocuklarda daha sık görülür. Dişeti büyümesi interdental dişetinden başlar. Labiyal yüzeylerde lingual yüzeylerden, anterior bölgelerde posterior bölgelerden daha çok CsA’ya bağlı dişeti büyümesi görülür. CsA kullanımına bağlı dişeti büyümesinin nedeni tam olarak aydınlatılamamıştır. Mikrobiyal dental plak ya da diştaşının varlığında CsA'ya bağlı dişeti büyümesi daha şiddetlidir. CsA kullanımı bırakıldığında dişeti büyümesi bir miktar geriler (19, 20). Hasta CsA kullanmaya başlamadan önce veya kullanmaya yeni başladığında eğer etkin plak kontrolü ve düzenli profilaktik girişimler yapılıyorsa, CsA’ya bağlı 21 dişeti büyümesi oluşmaz veya oluştuğunda çoğu zaman şiddet ve boyut olarak alt düzeyde kalır. Kalsiyum kanal blokeri ilaçlar (Dihidropridinler): Kalsiyum kanal blokerleri grubunda yer alan ilaçlar hipertansiyon, anjina pektoris, koroner arter spazmı ve kardiyak aritmi durumlarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ilaç grubunda yer alan nifedipin, nitrendipin, diltiazem, verapamil ve amilodipinin dişeti büyümesine neden olduğu bilinmektedir. Dişeti büyümesi insidansı nifedipin kullananlarda % 15-83 arasında değişmekte, bu oran ortalama % 43 olarak kabul edilmektedir. Dişeti büyümesi görülme sıklığı diltiazem kullananlarda % 21, verapamil kullananlarda % 4 olarak bildirilmiştir. Kalsiyum kanal blokerleri genelde yaşlı hastalar tarafından kullanılır. Bu ilaçlar damarlarda birtakım değişikliklere neden olduğu için, bu grupta bulunan ilaçları kullananlarda dişetleri daha fazla kırmızı renktedir (19, 20). İlaca Bağlı Dişeti Büyümelerinin Tedavisi: İlaca bağlı dişeti büyümesi hastanın günlük plak kontrolünü yapmasını zorlaştıran boyutta değil ise, günlük plak kontrolünün yapılması ve gerektiğinde profesyonel plak kontrolünün hekim tarafından gerçekleştirilmesi yeterlidir. Ancak hasta ilaca bağlı dişeti büyümesi nedeniyle günlük plak kontrolünü etkin yapamıyor ise, cerrahi girişimlerin uygulanması gerekir. Fenitoine ve kalsiyum kanal blokerlerine bağlı orta derecede dişeti büyümelerinde gingivektomi operasyonu uygulanır. CsA’ya bağlı orta derecede dişeti büyümesinde ise 90º açılı gingivektomi insizyonu ile birlikte flep operasyonu yapılır. Hangi ilaç kullanımıyla oluşursa oluşsun, ileri dişeti büyümelerinin tedavisinde 90º açılı gingivektomi ensizyonu ile büyümüş dişeti uzaklaştırılır. Daha sonra flep insizyonu ile doku inceltilerek, flep yerine yerleştirilir ve dikilir. Böylece ilaca bağlı ileri dişeti büyümelerinin varlığında 22 gingivektomi ile flep operasyonu birlikte uygulanmış olur. İlaca bağlı dişeti büyümesi görülen hastaların gerek cerrahisiz gerekse de cerrahi periodontal tedavilerinin aktif fazı uygulandıktan sonra, hastalar mutlaka destekleyici periodontal tedavi programına alınmalıdır. Periyodik kontrollerin, ilaca bağlı dişeti büyümesi nüksünü önemli ölçüde önlediği bilinmektedir (19, 20). İlaca Bağlı Gingivitisler Oral kontraseptif (doğum kontrol ilacı) kullananlarda gingivitisin varlığı tartışmalıdır. Bazı araştırmalarda, 18 aydan daha uzun sürelerde ve düzenli kontraseptif kullananların dişetinde değişiklikler olduğu bildirilmiştir. Hamilelikte olduğu gibi, oral kontraseptifler de lokal irritanlara karşı aşırı doku cevabında rol oynayabilir. Etkilenen dişeti kızarık, kanamalı ve ödemli halde olabilir (21). Diğer Dişeti Büyümeleri Dişeti büyümeleri aşağıdaki durumlarda görülebilmektedir: 1. Dişetinin plak kökenli enflamasyonunda 2. Puberte ve hamilelik dönemlerindeki hormonal değişikliklerle birlikte mikrobiyal dental plak varlığında 3. Kan hastalıklarında 4. İlaç kullanımına bağlı (fenitoin, siklosporin ve kalsiyum kanal blokerleri) 5. Genetik özelliklere bağlı 6. Ağızdan nefes alanlarda 7. Neoplaziler nedeniyle Dişeti büyümeleri fibröz hiperplazi veya enflamasyon sonucu, ya da bu ikisinin kombinasyonu sonucu oluşabilmektedir. Eksoztoz gibi alveoler kemiğin kalınlaşması sonucunda da dişeti büyümüş gibi görünebilir. Enflamatuar dişeti büyümelerinde var olan dişeti boyutundaki artış, enflamatuar sıvı ve hücre 23 infiltrasyonuna bağlıdır. Enflamatuar olay kronikleştikçe dişetindeki kollagen liflerin miktarı artar ve gittikçe dişeti büyür. Hastalardaki bazı durumlarda (puberte, hamilelik, ağızdan nefes alma, kan hastalıkları, ilaç kullanımı) enflamatuar dişeti büyümeleri artabilir. Enflamatuar olmayan (fibröz) dişeti büyümeleri genellikle ilaç kullanımı, ailesel yatkınlık veya neoplazik değişiklikler ile ilişkilidir. Ancak fibröz dişeti büyümesinde plak kökenli dişeti enflamasyonu olaya sonradan eklenebilir ve büyümeyi arttırır (21). Lokalize Enflamatuar Dişeti Büyümeleri Lokalize enflamatuar büyümeler (bening tümörler) sık görülür, bunlar neoplazik özellikte değildir. Nonspesifik enflamatuar reaksiyon sonucunda oluşur, bir dişi kaplayan veya dişler arası bölgede olan bu oluşumlara “epulis” adı verilir. Bugün için bu büyümeler piyojenik granülom, ossifiye fibroblastik granülom, ossifiye fibrom, fibröz hiperplazi-fibröz epulis ve periferal dev hücreli granülom olarak sınıflandırılabilir. Epulislerin; piyojenik granülom (granülomatöz epulis), dev hücreli epulis ve fibröz epulis olmak üzere farklı formları vardır. Dev hücreli epulis ve piyojenik granülom hızlı oluşurken, fibröz epulis daha yavaş oluşur. Hepsinin nüks etme özelliği vardır ve etyolojileri tam bilinmemekle beraber nedenlerden biri marjinal irritasyon olabilir. Piyojenik granülom periodontal hastalık veya periodontal abse ile birlikte aynı zamanda oluşabilir. Saplı ya da sapsız olabilen piyojenik granülom kırmızı-mor renktedir, rengi vaskülaritenin derecesine bağlıdır. Yüzeyi ülser olabilir ve kanamalıdır. Hamilelik tümörü de bir piyojenik granülomdur (22). 24 5.1.4. Kötü beslenme ile modifiye olan Dişeti Hastalıkları C Vitamini Eksikliği Ekonomik durumu çok kötü olan ailelerin çocukları, alkolikler, ilaç bağımlıları ve izole yaşayan çok yaşlı kişiler hariç, gelişmekte olan ülkelerin endüstri toplumlarında çok nadir görülür. En sık rastlanan beslenme bozukluğu C vitamin eksikliğidir. C vitamin eksikliği eskiden daha yaygın görülmekle beraber, yakın tarihte savaş ve kıtlık zamanlarında görülmüştür. Beslenme alışkanlıkları nedeniyle çok nadir görülebilmektedir. C vitamini eksikliğinin genel semptomları kırıklık, bitkinlik, kilo kaybı ve ekimozdur. C vitamini eksikliğinin kendisi gingivitise neden olamaz, ancak C vitamin eksikliği olan hastada plak kökenli gingivitiste daha şiddetli dişeti enflamasyonu söz konusudur. Tüm C vitamini eksikliği olan hastalarda gingivitis görülmez, eğer hastada dişeti kenarına komşu bölgede lokal irritanlar varsa gingivitis gelişir. C vitamini eksikliği olan hastada görülen gingivitiste dişetleri kırmızı, şiş, ülsere ve kanamalıdır. Bu hastalarda hızlı cep oluşumu nedeniyle dişler kısa sürede kaybedilir. C vitamin eksikliğinde fibroblast, osteoblast ve odontoblastların sırasıyla kollagen, osteoid doku ve dentin dokusu yapımları bozulur. Fibroblastların etkilenmesi nedeniyle kollagen sentezi azalır. Bu nedenle de yara iyileşmesi gecikir (22). Tedavi: C vitamini eksikliği giderildiğinde dişetinin enflamasyonu geriler, fakat lokal irritanlar kaldırılıncaya kadar gingivitis mevcut kalır. Sistemik tedavi amacıyla, C vitamini eksikliği olan hastaya ilk hafta günde 1500 mg, sonraki 4 hafta günde 500 mg, onu takip eden ay 300 mg ve daha sonra 100 mg C vitamin verilerek tedaviye devam edilir. Ancak C vitamin eksikliği endikasyonu koymak için serumdaki 25 askorbik asit seviyesinin 0.2 mg/100 ml'nin altında olması gerekir. C vitamini eksikliği olan hastar günlük plak kontrolünü yapmalı, hekim gerekli profesyonel plak kontrolü işlemlerini uygulamalıdır. Hastaya kimyasal plak kontrolü amacıyla klorheksidin de kullandırılmalıdır (22). 5.2. Dental Plak Kökenli Olmayan Dişeti Hastalıkları 5.2.1. Spesifik Bakteri Kökenli Dişeti Hastalıkları İmmün bozukluğu olan veya immünosüpresif ilaç kullanan hastalarda enfektif stomatit ve gingivitis oluşur. Lezyonlar plak ile ilişkili olmayan patojenlerce oluşturulur. Neisseria gonorrhea, Treponema pallidum, streptokoklar tarafından bu dişeti lezyonları oluşturulabilir (23). 5.2.2. Virüs Kökenli Dişeti Hastalıkları Dişeti lezyonları, ateş kırmızısı, ödematöz ve ağrılı ülserasyonlardır. Herpetik Gingivitis (HG) Tip I herpes simpleks virüsüne bağlı enfeksiyon yaygın olup, genellikle oral belirtilere sahiptir. Virüs oral mukozaya penetre olduktan sonar yıllarca latent kalabilir. Virüsün dişetinde de lokalizasyonu saptanmıştır. Primer enfeksiyon daha çok genç erişkin döneminde olur (23). Primer herpetik gingivitis, tip I herpes simpleks virüs enfeksiyonunun klasik başlangıç belirtisidir. Yüksek ateş (39.5-40°C), genel halsizlik, dehidratasyon, paratrakeal bölgede adenopati ile primer enfeksiyon birliktelik gösterir. Ağız içinde yaygın veziküller vardır, bunların yırtılması ile küçük ülsere sahalar ortaya çıkar. Ülsere sahaların etrafı kırmızı, ortası gri beyazdır. Bu sahalar birleşerek eritamatöz dişeti sahalarını oluşturur. Hasta ateş, genel halsizlik ve yeme-içme esnasında dişetine dokunmaya bağlı ağrıdan şikayetçidir. HG antibiyotiklere hassas değildir. Çocuklarda çok sık görülür, fakat gençler ve erişkinlerde de görülebilir. Akut HG 26 yaklaşık 2 hafta sürer; genellikle 1-2 hafta içinde lezyonlar kendiliğinden ve skar bırakmadan iyileşir. Çoğu insanda primer atak esnasında, bazılarında ikinci atakta bağışıklık oluşur. Tekrarlayan enfeksiyonlar yılda birden fazla görülür ve daha çok dudak kenarında olur. Tekrarlayan intraoral herpes enfeksiyonunda, yapışık dişetinde oluşan ağrılı ve ülsere küçük sahalar demet halindedir. Tekrarlayan HG’te de ağrı ve genel kırıklık söz konusudur (23). Herpes simpleks virüsü en büyük virüsler arasındadır. Bu virüs derive sinir sistemini etkiler. Virüsün bulaşması doğrudan temas veya kontamine materyal ile temas sonucu olabilir. Diş hekimleri risk altındadır, çünkü hekim el ve parmaklar ile hastaya ya da kendi gözüne virüsü transfer edebilir. Bu virüsle enfekte olan her kişi taşıyıcı görev gördüğü için, herpetik lezyonu olan hastada kullanılan lastik eldivenler daha sonra kullanılmamalıdır. HG genellikle düşük direnç, anksiyete ve stres gibi durumlarda daha çok görülür. Enfeksiyöz mononükleoz, pnomoni, herpetik enfeksiyonlar gibi akut enfeksiyonlardan hemen sonra da HG görülebilir. Ayrıca bazı dental işlemlerde olan travma sonucunda da HG oluşabilir. Travma, ultraviyole ışınlar ve ateş, latent virüsü aktive edebilir (23). Tanı: HG tanısı klinik görüntü ve semptomlara dayanır. Tanı laboratuvar testleri ile kuvvetlendirilebilir. Bu testler: 1. Kültür testi: Virüs lezyon bölgesinden alınıp doku kültürüne konur, tekniğin uygulanması 3-6 gün sürer. 2. Floresan monoklonal antikor testi 3. Serolojik uygulamalar Klinik Özellikleri: Birdenbire başlar. 7-10 gün sürer. Genellikle çocuklarda görülür, fakat genç 27 erişkinlerde ve erişkinlerde de görülebilir. Ağrılıdır. Yeme ve diş fırçalama sırasında oldukça fazla ağrı oluşur. Oral kavitede veziküller oluşmuştur. Veziküller 24 saat içinde yırtılarak ağrılı ve sığ olan ülser sahaları oluşturur. Bu sahalar gri membranlar ile kaplıdır. Veziküller ağzın herhangi bir yerinde olabilir, çeşitli boyutlardadır, deri ve dudaklarda da görülebilir. Hastalık dişetini tutmuşsa, dokunulduğunda dişeti kanar. Dişeti şiştir, enflamasyona bağlı ödemli ve parlak renklidir. Hastalıkta, derin dokulara invaze olan mikroorganizma ürünleri sekonder enfeksiyonlara neden olabilir. Bu durum, hastalığın bir komplikasyonudur. Hastalık deri, dudaklar, oral müköz membranlarda yaygın olabilir veya bir/birkaç bölgede lokalize olabilir. Tükrük salgısı artmıştır. Servikal lenfadenopati görülür. Ateş vardır. Kırıklık ve halsizlik vardır. Tedavi: HG tedavisinde amaç, bakteriyel enfeksiyonların olaya eklenmesini önlemektir. Bunun için profesyonel plak kontrolü atravmatik yaklaşımla yapılmalıdır. Antiviral bileşikler herpes simpleks virüsünün neden olduğu akut değişikliklere etkili olmakla beraber, latent enfeksiyonun devam etmesinde çok az etkilidir veya etkisi yoktur. Şiddetli olgularda “acyclovir” (4 gün boyunca günde 4 defa 200 mg) sistemik olarak verilir. “Orabase” pamuk pelet ile lezyona uygulanabilir, geçici bir rahatlama sağlar. Ağız içindeki dokuların ülser olduğu alanlara periodontal cerrahi pat uygulaması da rahatlama sağlayabilir. 28 Aneztezik ağız gargaraları ve analjezik önerilebilir, böylece hasta ağrıdan bir süre içinde olsa kurtulur. Ancak irritasyona neden olduğu için, HG tedavisinde hidrojen peroksid kullanılmamalıdır. HG tedavisinde penisilin etkisiz olup, kullanıldığında hastalığın süresini ve şiddetini arttırır. RAU hastalarının diğer % 10'u herpetiform aftöz ülserlidir, daha çok kadınlarda ve 30’lu yaşlarda görülür. Oral mukozadaki lezyonlar çok sayıda ve küçük iğne ucu şeklindedir. Bu lezyonlar herpes simpleks stomatitine benzer. Lezyonlar ağrılı olup, skar bırakmadan 7-10 gün içinde iyileşir. RAU’nun etyolojik faktörleri arasında immün mekanizma, lokal travma, psikolojik faktörler, seks hormonları, yiyecekler ve bakteriler sayılabilir (23). Prognoz: Hastalık 7-10 gün içinde kendiliğinden geçer, veziküller ve ülserasyonlar skar oluşturmadan iyileşir. Akut HG tekrarlayan bir hastalık değildir, çünkü virüse karşı antikor oluşur. Ancak virus latent formda oral dokularda kalabilir ve direnç düşüklüğü olan durumlarda sekonder herpetik lezyonları oluşturabilir (23). Rekürrent Oral Aft Çeşitli periyodlarda tekrarlayan, tek veya çok sayıda oluşan ağrılı oral ülserlerdir. Rekürrent aftöz stomatit (RAS), rekürrent aftöz ülser (RAU) veya aft gibi isimlerle anılır. Oral aftöz ülserlerin toplumda görülme sıklığı % 10-60’dır. Üç tipi tanımlanmıştır: 1. Minör aftöz ülser, 2. Majör aftöz ülser, 3. Herpetiform aftöz ülser. Minör aftöz ülserler, sık rastlanan RAU formudur. Erişkin nüfusun yarısından fazlasında bu tip lezyonlar görülmektedir. Lezyonlar 2-4 mm çapında, yuvarlak sarı 29 renkli ve ağrılı ülserlerdir. Lezyonlar normalde örtücü mukoza ve damakta görülür, yapışık dişetinde görülmesi nadirdir. Ülserler skar bırakmaksızın 5-14 gün içinde (ortalama 1 hafta) kendiliğinden iyileşir. Ancak bu lezyonlar tekrarlama eğilimindedir. RAU haftalık periyodlarla tekrarladığı gibi, yıl gibi uzun sürelerde de tekrarlayabilir. Lezyonlar 24 saat süren yanma hissi ile başlar. Yanma hissinin oluşmasını takiben, eritemaatöz makül ve papül şeklinde preülseratif ağrılı lezyonlar oluşur. En az 18 saat ile 3 gün sonra preülseratif ağrılı lezyonlar, ağrılı ülsere lezyonlara dönüşür. Oral ülserler ile birlikte genital ve oküler lezyonlar da mevcut ise Behçet hastalığından şüphelenilmelidir (24). RAU hastalarının yaklaşık % 10'u majör aftöz ülserlere sahiptir. Lezyonların çapı 1 cm veya daha fazladır. Derin ve solid lezyonlar derin dokularda hasara neden olur. Bu lezyonların iyileşmesi skar oluşumu ile olur ve iyileşme bir ay sürebilir. RAU hastalarının diğer % 10'u herpetiform aftöz ülserlidir, daha çok kadınlarda ve 30’lu yaşlarda görülür. Oral mukozadaki lezyonlar çok sayıda ve küçük iğne ucu şeklindedir. Bu lezyonlar herpes simpleks stomatitine benzer. Lezyonlar ağrılı olup, skar bırakmadan 7-10 gün içinde iyileşir (24). RAU’nun etyolojik faktörleri arasında immün mekanizma, lokal travma, psikolojik faktörler, seks hormonları, yiyecekler ve bakteriler sayılabilir. Tedavi: Basit RAU olgularında ağrıyı azaltmak amacıyla uygulanan tedavi palyatiftir. Tetrasiklin tedavisi ülser süresini, boyutunu ve ağrısını biraz azaltabilir. Şiddetli olgularda, semptomları ve lezyonun süresini kortikosteroidler azaltabilir. Kortikosteroidler başlangıç safhasında daha iyi sonuç verir. Şiddetli olgularda sistemik kortikosteroid kullanımı da gerekebilir. Ancak şiddetli olgularda bu tip tedavi uygulaması için hastanın hekimiyle konsültasyon gereklidir. İyileşme olmazsa 30 biopsi alınarak malignite araştırılmalıdır (24). Herpes Zoster Herpes zoster enfeksiyonu trigeminal sinirin maksiller bölümünü etkilemişse, lezyon palatal gingivada görülebilir. Lezyon tek taraflı, eritamatöz sahalar ile çevrili küçük vezikül veya ülserasyonlar ile karakterizedir. Vezikül ve büller travma nedeniyle kısa sürede ülser olur. Lezyon çok ağrılı olup, birkaç gün içinde iyileşir. Tanı, şiddetli ağrıya sahip lezyonun tek taraflı olması ile konabilir. İmmün baskılanmış hastalarda (HIV ile enfekte) görülen herpes zoster enfeksiyonu, alveol kemiğinde nekroz ve şiddetli doku yıkımı ile karakterizedir (24). Tedavi: Tedavisi; yumuşak sıvı diyet, dinlenme, mikrobiyal dental plağın atravmatik kaldırılması, dilüeklorheksidin gargara kullanımını içermelidir (24). HIV-Enfeksiyonu (AIDS) AIDS (kazanılmış immün yetmezlik sendromu), HIV virüsü tarafından oluşturulan bir hastalıktır. Hastalığın kökeni tamamen aydınlatılamamıştır. İmmün sistemin hücresel komponentlerinde şiddetli yetersizlikle karekterize bir hastalıktır. AIDS'in ilk kez 1981 yılında ABD’de yaşayan bir grup erkekte görüldüğü bildirilmiştir. HIV virüsüne kan, ejekülat ve serebrospinal sıvıda daha fazla olmak üzere tüm vücut sıvılarında rastlanır. Tükrükte nadir olarak bulunur. Virüsün bulaşması cinsel ilişki ve kan yolu ile olur. Ayrıca, enfekte anneden bebeğine HIV virüsü geçebildiği gibi, sağlık personeline derideki yaralar yoluyla veya iğne batması sonucu da HIV virüsü geçişi olabilir. İnkübasyon devresi 3 ay veya yıllarca sürebilir (25,27). Fırsatçı enfeksiyonların, tümörlerin ve şiddetli periodontal hastalığın 31 görüldüğü AIDS’li hastaların çoğu 2 yıl içinde ölmektedir. HIV-enfekte hastalarda hücresel immünite bozulduğu için, bu hastalarda neoplazi ve fırsatçı enfeksiyonlar da oluşur. HIV-enfekte hastaların ağız lezyonları: a) Servikal veya perisubmaksiller lenfadenopati b) Oral kandida enfeksiyonları; % 88 hastada görülür. c) Oral kıllı leukoplaki; özellikle dilin yan kısımlarında, yerinden oynatılamayan beyaz yamalar şeklindedir. Bu lezyonlar bilateral ve ağrısızdır. Lezyonlar, kandida ile sekonder olarak enfekte olabilir. d) Kaposi sarkomu; AIDS'li bireylerin çoğunu etkileyen bir lezyondur. Lezyon deride mavi-mor-kırmızı renktedir. Makül, papül ve nodül şeklinde olabilir. Genellikle oral yerleşimi damak ve dişetidir. e) Periodontal lezyonlar (25, 27). HIV-enfekte hastalarda görülen periodontal lezyonlar: a. Çizgisel gingival eritema b. Nekrotizan ülseratif gingivitis c. Şiddetli periodontitis d. Şiddetli yıkıcı nekrotizan stomatitis Ancak, yukarıda sayılan bu lezyonlar sadece HIV-enfekte hastaya özgü lezyonlar değildir. Hastada var olan periodontal hastalığı, HIV enfeksiyonu alevlendirir. HIV pozitif bireylerde görülen gingivitisin ve periodontitisin etyolojisi kesin olarak açıklanamamıştır. İmmün sistemdeki bozukluğun periodontal hastalığın patogenezinde rol oynadığı düşünülmektedir (25, 27). Periodontal lezyonlar şiddetli eritamatöz gingivitis ile başlar. Yardımcı T hücrelerinin sayısı çok düştüğü zaman, nekrotizan gingivitis görülür. Daha sonra 32 hastada alveoler kemik sekestrının oluşması ile nekrotizan periodontitis oluşur. Herpes ve kandida enfeksiyonlarının yanı sıra, tekrarlayan oral ülserler AIDS’li hastaların çarpıcı özellikleri arasındadır. AIDS’li hastaların yaklaşık yarısında, dişetinde lokalize olan Kaposi sarkomu sıklıkla görülür. Çoğu zaman AIDS’in diğer klinik semptomlarından once periodontal lezyonlar oluşur. Periodontal lezyonların insidansı CD 4+hücre sayısının önemli bir göstergesidir (25, 27). HIV ile İlişkili Gingivitis (HIV-G) Erken devredeki HIV pozitif hastalardaki gingivitis ağrısızdır. Gingivitis periodontitise dönüştüğü zaman, hastalar ağrıdan şikayet ederler. HIV pozitif hastalardaki gingivitiste, serbest dişeti kenarında çok belirgin kırmızı renkli bir hat (linear gingival eritema) vardır. Bu hastalardaki kandida enfeksiyonu yapışık dişetinde eritema tarzında görülür. Dişetinde spontan kanamalar vardır. Alveoler mukoza parlak kırmızı renktedir. Bu belirtiler genellikle tüm ağzı tutar. Birçok sistemik hastalıkta dişeti ve oral mukozada renk değişikliği görülmektedir. Bu nedenle renk değişikliğinin bu hastalık için spesifik olmadığı akıldan çıkarılmamalıdır. HIV-G, HIV enfeksiyonunun ilk belirtilerinden biri olabilir. HIVG'nin tanısının konması, HIV pozitif hastanın tanınması bakımından önem taşır. Ayrıca, HIV-G'nin HIV ile ilişkili periodontitise dönüşmesinin kontrol altına alınması bakımından da tanının erken konması önemlidir (25, 27). Tedavi: Lokal tedavi, semptomlara bağlıdır. Herpes enfeksiyonları “acyclovir” ile tedavi edilir. HIV pozitif hastalarda gingivitisinin en önemli özelliği periodontal tedaviye cevap vermemesidir. Oysa etyolojik etkeni olan mikrobiyal dental plağın kaldırılması sonucunda, plak kökenli gingivitis geridönüş özelliği taşır. Ancak HIV pozitif olan gingivitisli hastalarda tekrarlayan diş yüzeyi temizliği ve ağız hijyeni 33 uygulamaları klinik görüntüyü değiştiremez. Periodontal tedaviden sonra da kanamalar devam eder (25, 27). 5.2.3. Mantar Kökenli Dişeti Hastalıkları Sistemik mantar enfeksiyonları oldukça nadirdir. Bunlar arasında daha yaygın olarak görülen kandidozis ve histoplazmozis’dir. Bu enfeksiyonların görüldüğü hastalar sıklıkla kötü ağız bakımına sahip olup, sistemik olarak güçten düşen kişilerdir (26). Kandidozis Candida albicans, normal durumda ağıza bulunan mantar türüdür. Kandidozis, fırsatçı enfeksiyon olarak veya azalmış konak savunmasının olduğu hastalarda görülür. Çeşitli faktörler oral kandidozise yatkınlığı arttırabilir. İmmün baskılanmanın yanısıra beslenme dental protezler, epitelyal bozukluğu, ilaç kullanımı, malign oluşumlar, değişiklikler, tükürükteki kalitatif ve kantitatif değişiklikler, yüksek karbonhidrat diyeti, kötü ağız bakımı ve sigara kullanımı etken faktörler arasındadır (26). Enfeksiyon yüzeysel veya sistemik olabilir. Oral mukozanın kandida enfeksiyonları genellikle yüzeyeldir ve klinik görüntüsü değişkendir. HIV-pozitif ve diğer immün baskılanmış hastaların dişetinde kandida enfeksiyonları daha sık görülebilir. Oral kandidozis genelde asemptomatiktir, fakat hastalar ağız yanması, yutkunma zorluğu, ağız tadında değişiklikten şikayet edebilirler. Dişetinin kandida enfeksiyonu yapışık dişetinde eritema tarzında görülür. Genelde önemli semptomlar yoktur. Mukoza tutulumları; pseudo membranöz kandidozis, eritamatöz kandidozis, plak tipi kandidozis ve nodüler tip kandidozis tipinde olabilir. Pseudo membranöz tipte major semptomlar yoktur, HIV ile enfekte hastalarda bu tip kandidozis yaygın görülür. Eritematöz lezyon bölgeleri ise sıklıkla şiddetli ağrılıdır. Geniş spektrumlu 34 antibiyotiklerin kullanımı sonucunda oral mikrobiyalfloranın dengesi bozulur ve akut olarak eritamatöz kandidozis oluşabilir. Protez vuruğuna bağlı yara, kronik atrofik veya kandida ile birlikelik gösteren protez stomatiti olarak adlandırılır. Protez vuruğu yarası eritamatöz sahalar halinde görülür. Eritamatöz sahalar protez allerjisinde olanlardan farklıdır. Kronik mukokütanöz kandidozis çocuklukta başlar, beyazımsı deri ve tırnak enfeksiyonları ile karakterizedir. Bu hastalık çoğunlukla hücresel immün defekt ve anemi ile birliktelik gösterir (26). Lökoplakiyi andıran hipertrofik kandida lezyonları ağız içinde oluşabilir. Bu lezyonlar dişetinde ve mukozada görülebilir. Akut kandida lezyonlarının aksine, bu lezyonlar temasla kalkmaz. Kandida enfeksiyonlarının lokal tedavisi, antifungallerin uygulanmasıdır. Bu ilaçlar dermatolog veya bir hekimin kontrolünde kullanılmalıdır. Bu ilaçların sistemik kullanımı da gerekebilir (26). 5.2.4. Genetik Kökenli Dişeti Hastalıkları Herediter Gingival Fibromatozis Herediter dişeti büyümesi (Herediter gingival fibromatozis), etyolojisi bilinmeyen ve nadir görülen hiperplazik bir hastalıktır. Bu hastalık “idiopatik gingival hiperplazi” adı ile de anılır. Otozomal dominant veya resesif karakter taşır. Herediter dişeti büyümesinin görüldüğü ailelerde herhangi bir sistemik hastalığa rastlanmamıştır (28). Herediter dişeti büyümesi olan hastalarda periodontal dokuların klinik özellikleri; 1. Yapışık, marjinal ve interdental dişeti büyümüştür. Dişetinin hacmindeki artış sulkus derinliğinin artışına neden olmuştur. 2. Dişeti büyümesi arkın fasiyal ve lingual yüzeylerinin ikisinde de olabilir. 35 3. Büyüyen dişeti dokusu pembe, sıkı kıvamda ve fibrotik yapıya sahiptir, ve kanamaya eğilimli değildir. 4. Büyüyen dişeti oklüzal düzleme kadar yükselebilir. Lokal irritanlar büyüyen dişetinde enflamasyona neden olabilir, böylelikle dişetinde klinik olarak şu değişiklikler oluşur: a. Hiperplazik dişeti dokusunun hacmi artar. b. Dişeti kırmızı veya mavi-kırmızı renk alır. c. Dişetinin kanamaya eğilimi artar. Herediter dişeti büyümesinde eğer enflamasyon olaya eklenmemişse, bu durumda karekteristik olarak radyografik bulgu yoktur. Hastalık sadece yumuşak dokuları etkilemiştir. Dişeti büyümesi genellikle yaygın olup, diş sürmesini geciktirebilir. Dişetinde kollagen lifler artmış, yüzey epiteli kalınlaşmıştır. Eğer periodontitis olaya eklenmişse, alveoler kemik kaybı radyografik olarak saptanır. Herediter dişeti büyümesi olgularında gingivektomi uygulanarak dişeti büyümesi ortadan kaldırılsa bile, büyüme sıklıkla tekrarlar. Sonuçta tüm dişlerin çekimi ve protez yapımı gerekebilir. Dişeti büyümesinin eksizyon sonrası tekrarladığı, ancak dişlerin çekiminden sonra tekrarlamadığı gözlenmiştir (28). 5.2.5. Sistemik Bozuklukların Dişeti Belirtileri Gingival Lezyonların Gözlendiği Deri ve Müköz Membran Hastalıkları Çeşitli dermatolojik hastalıklarda, deskuamatif lezyonlar veya ülserlerle karakterize dişeti görüntüleri mevcut olabilir. Bu başlık altındaki hastalıklarda dişetinde eritema, ülserasyon veya bunların kombinasyonunu içeren değişiklikler vardır. Bu hastalıkların etyolojisi tam olarak bilinmediği için spesifik tedavilerini yapmak da güçtür. Bu grup hastalıkların tanısı klinik, histolojik ve immünolojik kriterlere dayanır (29). 36 Liken Planus Liken planus, deri ve mukoz membranı etkileyen ve etyolojisi belli olmayan bir hastalıktır. 30-65 yaşları arasında görülür. Yaygın görülen mukokütanöz hastalıklardan biri olup, insidansı % 1 dir. Görülme oranı her iki cinste de aynıdır. Her yaşta görülebilmesine karşın, çocuklukta çok nadir görülür. Etyolojisi bilinmemekle beraber, fiziksel veya emasyonel travma ile birlikteliği vardır. Emasyonel problemlerin çözülmesini takiben hastalık spontan olarak geriler. Oral lezyonlar papüller, retiküler, büllöz, plak, ülseratif ve atrofik lezyonlar olabilir. Papüller, retiküler ve plak tipi lezyonlara semptomatiktir. Büllöz, ülseratif ve atrofik tipleri ise eroziv lezyonlar olup, bu eroziv lezyonlar semptomatiktir ve hasta özellikle yemek yerken ve ağız hijyeni yöntemlerini uygularken oldukça ağrılıdır (29). Retiküler liken planus’ta beyaz papül ve çizgiler dişetindeki karekteristik görüntüyü oluşturur, bu çizgilere Wickham çizgileri adı verilir. Ağız lezyonları bukkal mukozada, dilin lateralinde, yapışık dişetinde, sert damak ve alt dudakta görülebilir. Liken planus’un dişetindeki eroziv formu deskuamatif dişeti lezyonu olarak görüntü verir. Ağız mukozası liken planustan etkilendiğinde, lezyonun klinik tipi zamanla değişebilir. Böylece lezyon tip değiştirerek yıllarca kalabilir. Tükrük bezleri de hastalıktan etkilendiği için, hastaların tükrük akımı yavaşlar. Bazı hastalar ağız kuruluğundan yakınır. Liken planus’ta normalde skatris oluşmaz. Ancak derin ülseratif lezyonlarda skatris oluşarak, liken planus esmerkahverengi lekeler bırakabilir (29). Tedavi: Asemptomatik liken planus olgularında hastalığın tedavisi gerekmez. Eğer eroziv, büllöz veya ülseratif dişeti lezyonları varsa hasta ağrı ve rahatsızlıktan şikayetçidir. Mikrobiyal dental plak kökenli dişeti enflamasyonu, bu plağın 37 atravmatik olarak sık sık kaldırılması ile kontrol altına alınabilir. Böylece reepitelizasyona yardımcı olunur. Hastalık kontrol altına alınıncaya kadar, semptomatik liken planus’lu hastaya günde iki veya üç kez florürlü kortikosteroid uygulanmalıdır. Kortikosteroidin intralezyonel kullanımı da denenebilir. Bu tedavi haftalarca veya aylarca sürebilir. İleri durumlarda sistemik kortikosteroidler verilebilir, ancak bu durumda tedavi hastanın dermatoloğu ile birlikte yürütülmelidir (29). Pemfigoid Skatrisyel Pemfigoid (Benign müköz membrane pemfigoidi): Ağız boşluğu, konjuktiva, burun, farinks, penis, vajina ve anüs müköz membranlarını etkileyen kronik büllöz hastalıktır. Bu hastalık nadiren deriyi tutar. Olguların yaklaşık % 10'da deri lezyonları görülür. Oral lezyonların görülme sıklığı % 100’e yakındır. Ağızda en çok tutulum gösteren bölge dişetleridir (% 95-100). Skatrisyel pemfigoid’te ağız lezyonları travma veya enflamasyonun olduğu bölgelerde daha çok görülür. Skatrisyel pemfigoid 40 yaşından sonra görülür, kadınlarda daha sık tutulum gözlenir (30). Skatrisyel pemfigoid aylarca veya yıllarca kalan eritema, bül ve ülserli alanlar ile karekterize vezikülobüllöz hastalıktır. Lezyonlar spontan olarak iyileşebilir, yeni bölgelerde periodik yıkımlar oluşabilir. Ağız lezyonları deskuamatif dişeti lezyonları ile karakterizedir. Ağız lezyonları olan hasta kanama ve ağrıdan şikayetçidir. Dişetinde sürtünmeye bağlı olarak büller oluşabilir (30). Yırtılmamış büller sarımsı veya kanamalı görünüşlüdür. Büllerin hızla yırtılması ile fibrin kaplı ülser sahalar ortaya çıkar. Genelde bülü kaplayan epitel bağ dokusundan ayrılmış ve sonuçta ülser bağ dokusu sahaları ortaya çıkmıştır. İyileşme sırasında skar oluşumuna eğilim vardır, fakat ağız lezyonlarının iyileşmesi esnasında 38 skar oluşmaz. Ayırıcı tanı pemfigus, büllöz pemfigoid, liken planus ve eritema multiforme ile yapılmalıdır (30). Tedavi: Asemptomatik hastalarda spesifik tedavi gerekli değildir. Ağız lezyonlarının olduğu hastalarda ağız hijyeni sağlanmalı, hastalara periyodik profesyonel plak kontrolü yapılmalıdır. Lokalize lezyonların olduğu semptomatik hastalarda, her gün iki-üç defa topikal florlu kortikosteroid uygulanmalıdır. Şiddetli lezyonların olduğu semptomatik hastalarda sistemik tedavi endikedir. Bu hastalara ağız hijyeni eğitimi ve profesyonel temizliğin uygulanmasının yanı sıra sistemik olarak “dapsone” verilir. Günlük 150 mg “dapsone” tedavisine cevap alınamaz ise, buna ilave olarak “sulfapyridine” verilmelidir. Bu tedaviler mutlaka dermatoloji ile birlikte yürütülmelidir (30). Büllöz Pemfigoid: Otoimmün ve vezikülobüllöz bir hastalık olup, menapozdaki kadınlarda sık görülür. Deri lezyonları büyük ve gergin büller, büllerin yırtılması ile oluşan deskuamatif ve eritemaatöz alanlar ile karekterizedir. Müköz membran pemfigoidi’nin aksine, büllöz pemfigoid'te tutulum esas olarak deridedir. Dişeti tutulumu var ise, Nikolski belirtisi pozitiftir. Lezyonlar pemfigus’a benzer, ancak akantoliz yoktur ve büller subepitelyaldir (30). Tedavi: Büllöz pemfigoid deri tutulumu gösterdiği için tedavisi dermatologları ilgilendirir. Semptomatik hastalarda tedavi amacıyla sistemik steroid kullanılır. Lezyon asemptomatik ise veya gerileme devrinde bulunuyorsa, lezyonların steroidlere cevabı iyi olmadığı için tedavi kesilir. Ağız bakımı için, atravmatik yaklaşımla profesyonel olarak mikrobiyal dental plak kaldırılmalı ve eğer ağrılı 39 olmayacaksa hastaya günlük olarak klorheksidin gargara kullanımı önerilmelidir (30) Pemfigus: Deri ve müköz membranların kronik büllöz lezyonları ile karekterize otoimmün bir hastalıktır. Çeşitli formları vardır. Yaygın formu pemfigus vulgaris olup, bu form genelde orta yaşın üzerinde ve yaşlı hastalarda görülür, kadınlarda daha sık görülmektedir. Hastaların % 50'sinde başlangıç lezyonu intraoraldir. Hastaların % 90’ından fazlasında ağız lezyonları oluşur. Ağız lezyonları, içi sıvı dolu büller şeklinde başlar. Büller hızla yırtılarak nekrotik birikinti ile kaplı ülser alanları oluşturur. Lezyonlar, ağız mukozasının yanı sıra dişetinde de oluşabilir (%25), ve bu lezyonlar deskuamasyon ile karekterizedir. Deri veya mukozaya baskı yapıldığında kabarcıkların yırtılması ile görülen epitelin ayrılması olayına “Nicholskysign (Nikolski belirtisi)” pozitiftir denir. Pozitif Nikolski belirtisi pemfigus tanısında yararlıdır (29). Tedavi: 1. Sık sık diş yüzeyi temizliğinin yapılması 2. Lokal veya sistemik kortikosteroid uygulaması, immün süpresif ilaç (günde 100 mg “azathioprine” ile birlikte veya yalnız başına 2 günde bir 40 mg “prednisone”) verilmesi Oral pemfigus’ta ağız içi lezyonlarının erken safhasında topikal steroidler yararlı olur. Deri lezyonları olduğunda sistemik steroid tedavisi gerekir. Hastalığın sistemik özelliği ve tedavinin sistemik komplikasyonu nedeniyle, hastalar tedavi için dermatoloğa gönderilmelidir. Ağız lezyonlarının varlığında iki günde bir 20-40 mg “prednisone” yeterlidir. Lezyonların 1 yıl veya daha uzun süreli varlığında, bu ilaca ilaveten immünosüpresan ilaçda kullanılır. Geçmişte, hastaların yaklaşık % 10'da “prednisone” tedavisinin komplikasyonuna bağlı ölüm görülmüştür. Eğer lezyonlar dişetinde de oluşmuş ise, günlük plak kontrolü ve profesyonel temizliğin yapılması 40 gereklidir (29). Eritema Multiforme Eritema multiforme, nadir görülen akut enflamatuar bir hastalıktır. Çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür. Lezyonlar deri ve müköz membranlarda oluşabilir ve oluşan veziküller büyüktür. Ağız içi lezyonları çok sayıda ağrılı ülserlerle karekterizedir. Etyolojisi tam bilinmemekle birlikte, latent herpes simpleks virüsü ve allerjik reaksiyonlar sorumlu tutulmaktadır. Lezyonlarda sıklıkla Nikolski belirtisi vardır. İntraoral ülserasyonların varlığında, hasta günlük mikrobiyal dental plak kontrolünü yapmalı ve hastaya profesyonel plak kontrolü uygulanmalıdır. Lezyonun başlangıcından 2-3 hafta sonra iyileşme olur veya bu sure uzayabilir. Etkilenen bireylerin % 25’inde lezyonların tekrarladığı bilinmektedir (29). Lupus Eritematozis Lupus eritematozis, otoimmün karakterde bağ dokusu hastalığıdır. Hastalığın diskoid ve sistemik formları vardır. Hastalığın diskoid formu, derive müköz membranlarda görülür ve kronik özelliktedir. Bu formda var olan lezyonun merkezinde atrofik beyaz saha bulunur, bu sahanın etrafında beyaz ışınsal çizgiler yer alır. Lupus eritematozis lezyonlarını atrofik liken planus ve lökoplaki’den ayırmak güçtür. Sistemik lupus eritematozis ise ülser sahalar ile karakterizedir ve bu hastaların % 25-40 da oral lezyonlar görülür. Karakteristik olarak yüzde kelebek şeklinde deri lezyonları yer alır. Oral lupus eritematozis lezyonlarında epitelde hiperkeratoz ve kalınlaşma vardır, bazal membran genişliği artmıştır, bazal hücrelerde likefaksiyon dejenerasyonu mevcuttur (29). 41 5.2.6. Travmatik Lezyonlar 1) Kimyasal yaralanma 2) Fiziksel yaralanma 3) Termal yaralanma (24). Kimyasal Yaralanma Toksik dişeti reaksiyonları, dokuların eksternal toksik yaralanması sonucu oluşur. Klorheksidin’in neden olduğu mukoza deskuamasyonu, aspirin yanığı, diş macunu deterjanlarının yol açtığı doku yaralanmaları, bu grupta yer alan lezyonlardır. Ayrıca diş hekiminin kostik maddeleri doğru kullanmaması sonucu da dişetinde kimyasal yaralanma oluşabilir. Klinik bulgular ve hasta hikayesi ile tanı konabilir (24). Fiziksel Yaralanma Dişetinin mekanik zedelenmesi genelde diş fırçası, kürdan veya sert gıdalarla olabilir. Tüm bunlar dişetinin ağız florasından enfekte olmasına neden olur. Sonuçta dişetinde kızarıklık ve şişlik oluşur. Bu tip yaralanmalar geçici olup, çok çabuk iyileşir. Zedelenme tekrarlarsa veya persiste kalırsa, dişetinin enflamasyonu da kalıcı olabilir. Örneğin alt kesiciler palatinal dişetini sürekli travmatize ettiğinde bu durum ortaya çıkabilir. Dişeti dokusunun fiziksel yaralanması kaza ile iyatrojenik nedenlerle veya suni olarak olabilir. Ağız hijyeni araçları ve yöntemleri dişetini yaralayabilir. Hasar yüzeyel dişeti laserasyonundan, dişeti çekilmesi ile sonuçlanan büyük doku kaybına kadar değişik boyutlarda olabilir. Dişeti dokusunu etkileyen mekanik travmanın özel tipi, kişinin kendi kendisine verdiği zarar şeklindedir. Parmak veya tırnak ile dişeti yüzeyinin bütünlüğü bozulabilir. Bir enstrüman ile de bu tip lezyon oluşturulabilir. Klinik bulgularla doğru tanı konması zor olabilir (24). 42 Termal Yaralanma Ağız mukozasının geniş termal yanıkları çok nadirdir, genelde sıcak içeceklerle küçük yanıklar oluşur. Daha çok palatal ve labiyal mukozada görülür, fakat ağız mukozasının başka bölgelerinde ve dişetinde de görülebilir. İlgili saha ağrılı, kırmızı ve koagule yüzeylidir. Isısal yaralanma sonucu veziküller oluşabilir, bazen peteşi ve erozyon şeklinde lezyonlar olabilir. Doğru tanı için anamnez çok önemlidir. Genelde sıcak kahve, pizza, erimiş peynir neden olur. Ayrıca sıcak dental materyallerinde (sıcak mum, sıcak ölçü materyalleri, koter cihazı) dişetinde yanıklara neden olduğu bilinmektedir (24). 6. NEKROTİZAN PERİODONTAL HASTALIKLAR 6.1. Nekrotizan Ülseratif Gingivitis (NUG) Nekrotizan ülseratif gingivitis (NUG), nekrotizan ülseratif periodontitis (NUP) ve nekrotizan stomatitis, mikrobiyal dental plak bakterilerince oluşturulan çok şiddetli enflamatuar periodontal hastalıklardır. NUG'da sadece dişeti hastalıktan etkilenir, oysaki NUP'da dişeti ile beraber alveolar kemik de hastalıktan etkilenmiştir. NUG, dişetinde akut olarak başlayan enflamatuar bir hastalık olup, Vincent gingivitisi olarak da bilinir. Adlandırma, hastalığa özgü semptomlara (nekroz, ülserasyon ve dişetinin enflamasyonu) bağlı olarak yapılmıştır. Genelde NUG yetişme çağında olanlarda ve genç erişkinlerde (35 yaşın altında) görülür. Çocuklarda ve orta yaşın üstündeki erişkinlerde de görülebilir (31, 32). Görülme Sıklığı: Çeşitli araştırmalarda gençlerdeki görülme sıklığı % 0.1-10 arasında bildirilmiştir. Beslenme yetersizliği olan çocuklarda, mental reterdasyonlu (Down sendromu) kişilerde, HIV-enfekte kişilerde görülme oranı daha fazladır. NUG, HIV enfeksiyonunun ilk belirtisi olabilir. Gelişmekte olan ülkelerdeki prevalansı gelişmiş 43 ülkelerdekinden daha yüksektir. 35 yaşın altındaki bireylerde NUG daha sık görülür. Eylül-Ekim, Aralık-Ocak ve Haziran aylarında NUG insidansının yüksek olduğu bildirilmiştir (31, 32). Klinik Özellikleri: NUG, ülser ve nekrotik papil ve dişeti kenarı ile karekterizedir. Ülser sahalar sarı-gri renkli "pseudo membran" ile kaplıdır. Ülser sahalardaki pseudo membranlar fibrin ve nekrotik doku içerir. Nekrotik lezyonlar hızla oluşur ve ağrılıdır. Şiddetli ağrı, hastanın tedavi isteği duyacağı temel nedendir. Çiğneme yada diş fırçalama işlemleri ile ağrının şiddeti artar. Dişeti kanaması nazik bir dokunmayla başlayabileceği gibi, spontan olarak da başlayabilir. Dişetindeki şiddetli enflamasyon ve nekroz sonucu bağ dokusunun açığa çıkmasına bağlı olarak dişeti kolayca kanar. Ayrıca hastalar tükürük artışı, metalik tat ve kötü ağız kokusundan yakınırlar (31, 32, 33). Başlangıç safhasındaki nekrotik sahalar çok az ve küçük olup, ağrı orta derecededir veya ağrı yoktur, ancak sondalamada ağrı olur. Ülseratif yıkım nedeniyle interdental papiller erozyona uğramış ve krater görünümünü almıştır (Şekil 7). Şekil 7. NUG’a özgün dişeti Ülser lezyon sarımsı gri renkli Pseudo Membran ile kaplıdır. Ülserasyonların etrafındaki dişeti parlak koyu kırmızı renkte olup, dokunulduğunda kolayca kanar. Gençlerde ve genç erişkinlerde bölgesel lenf düğümleri nadir olarak şişer. Ancak eğer bu hastalık çocukta oluşmuşsa, boyun lenf düğümlerinde lenfadenitis 44 görülebilir. Çocuklarda yüksek ateş vardır, gençler ve genç erişkinlerde ateş pek yükselmez. NUG’un çok şiddetli formunda; bölgesel lenf düğümlerinde şişlik ve ağrı vardır, enfeksiyon farinkse kadar yayılmıştır, ateş görülür. NUG’da var olan ülseratif lezyonlar ile lenfadenitis ve artan ateş, özellikle çocuklarda sık görülen primer herpetik gingivitis için de tipik özelliklerdir. Bu iki hastalığın genç hastalarda biribirinden ayrılması gerekir (32). NUG akut, subakut ve kronik formlar halinde klinikte karşımıza çıkabilir. Hastalık akut olarak başlar. Hastalığın akut formunun tekrarlaması ile subakut veya kronik olgular ortaya çıkar. Tekrarlayan hastalık atakları kemik kaybına neden olabilir, böylece akut nekrotizan gingivitis periodontitise dönüşmüş olur (32, 33). NUG için tanısal özellikler: 1. İnterdental papillerin nekroz ve ülserasyonu 2. Dişeti kanaması 3. Ağrı 4. Kötü ağızkokusu 5. Ateş, halsizlik ve kırıklık hissi, lenfadenopati 6. Pseudo membranların varlığı 7. Ani başlangıç Tanı için gerekli kriterler: Bu kriterden herhangi biri yok ise, NUG tanısı konamayabilir. Hastalığın klinik görüntüsüyle tanı konabilir. Hastalar, özellikle dişetine dokunulduğunda ağrı ve kanamadan şikayet ederler. NUG’da kötü ağız kokusu çoğunlukla var olmasına karşın, her zaman olmak zorunda değildir. Ayrıca kötü ağız kokusu kronik periodontitiste de olabilmektedir, bu nedenle kötü ağız kokusu NUG için ayırıcı özellik taşımayabilir. Ağır enfekte bölgelerde biyopsi kesinlikle endike değildir (32). İlk lezyonlar, alt çene kesici dişlerin interproksimal bölgelerinde sıklıkla 45 görülür. Fakat, ağızın herhangi bir bölümündeki interproksimal bölgeler veya tümündeki interproksimal bölgeler de hastalıktan etkilenebilir. Hastalığın dağılımı herhangi bir yol izlemez, ağızdan ağıza farklılık gösterebilir. Lezyonun ilk görüldüğü bölgelerde plak kökenli gingivitisin bulguları vardır, fakat bu safhada papiller genellikle ödematöz değildir ve dişetinde stipling görüntüsü izlenmeye devam edilebilir. Papiller hızla şişer ve konturları yuvarlaklaşır, bu görüntü özellikle fasiyal taraftan izlenir. Nekrotik bölge ve etkilenmeyen dişeti arasında iyi ayırt edilebilen dar eritamatöz bir zon vardır. Enfeksiyon nadir olarak oral mukozanın diğer kısımlarına da yayılabilir. Dişetindeki enfeksiyona parafaringeal enfeksiyon (Vincent anjini) eklenebilir. Beslenme bozukluğu veya HIV enfeksiyonunda nekrotik olaylar oral mukozayı da tutar. Bu durumun hayati önemi olabilir (31). Ayırıcı Tanı: NUG; herpetik gingivitis, streptokokal stomatitis, eritema multiforme ve enfeksiyöz mononükleoz hastalıklarına benzer. O nedenle ayırıcı tanıda bu hastalıklar değerlendirilmelidir. Agranülositoz, akut lösemi ve ağır metal zehirlenmeleri ile NUG birliktelik gösterebilir. Tedaviden sonraki ilk birkaç gün içinde gelişme görülmezse, ayırıcı tanı için kan sayımı yaptırmak gerekir. Hastanın hastaneye yatırılarak tedavisinin yapılması nadiren gerekebilir (31, 32). Etyolojisi: Nedeni tam olarak anlaşılamayan, enfeksiyöz karakterde bir hastalıktır. Etyolojik faktörleri bakteriler ve kolaylaştırıcı faktörlerden oluşur (32). Bakteriler Sorumlu tutulan mikroorganizmalar: Prevotella intermedia, Fusobacterium sp., Treponema sp., Selenomona ssp. Bakteriyel etyoloji ile ilgili çalışmalar, NUG’un diğer periodontal hastalıklardan farklı olduğunu göstermiştir. NUG, fusiform basiller 46 ve orta boylu spiroketlerin artışı ve daha sonra dokuya invaze olmaları ile karakterize enfeksiyöz bir hastalıktır. Nekrotik lezyondaki bakteriyel florada spiroket ve fusobakterilerin bulunması, bu mikroorganizmaların primer etyolojik etken olduğunu göstermez. Sağlıklı ağızların yanı sıra gingivitis ve periodontitisli bölgelerde de bu mikroorganizmaların varlığı gösterilmiştir (32). Nekrotik lezyondan izole edilen bakteriler arasında yer alan spiroketler ve fusiform bakteriler epitele invaze olabilir. Spiroketler vital bağ dokusuna da invaze olabilmektedir. Ayrıca bu mikroorganizmaların endotoksinleri onların patojenitelerinde önemli rol oynamaktadır. Endotoksinler, doğrudan toksik etkiye sahip olabildikleri gibi, konak cevabını da modifiye edebilmektedir. Diğer taraftan endotoksinler, sitokinler aracılığı ile kemik ve bağdokusu yıkımını stimule edebilir (32). Uzun süre NUG’un bulaşıcı bir hastalık olduğu düşünülmüştür. Bugün bulaşıcı olmadığı kabul edilmektedir (32). Kolaylaştırıcı Faktörler NUG etyolojisinde; psikolojik stres, immün baskılanma, daha önce var olan gingivitis, sigara ve alkol kullanımı, kötü beslenme, doku travması, kötü ağız bakımı ve sistemik hastalıklar gibi kolaylaştırıcı faktörlerin rolü vardır. Lösemi, agranülostozis, pernisiyöz anemi, enfeksiyöz mononükleöz ve eritema multiforme kolaylaştırıcı faktörler arasında sayılan sistemik hastalıklardır (33). Tedavi: NUG tedavisinde: 1) Akut semptomların geriletilmesi (nekrotizan olayın ortadan kaldırılması) 2) Kolaylaştırıcı (predispozan) faktörlerin ortadan kaldırılması 3) Doku deformitelerinin cerrahi olarak düzeltilmesi amaçlanır. NUG tedavisi 2 fazda gerçekleştirilir; akut faz tedavisi ve idame fazı tedavisi 47 (33). Akut Faz Tedavisi: Medikasyon (antibiyotik grubu ilaçlar, antiseptik gargaralar, oksijen serbestleştirici ajanlar), lokal irritanların kaldırılması (debridman) ve ağız hijyeni yöntemlerinin uygulanması akut semptomları ortadan kaldırır. Medikasyon semptomları geçici geriletebilir, ancak tek başına etkili bir tedaviyi sağlayamaz. Medikasyon, NUG’un tedavi basamaklarından sadece birisidir. Akut semptomların geriletilebilmesi için medikasyon ile birlikte lokal irritanların kaldırılması ve günlük plak kontrolünün hasta tarafından yapılması gerekir. Düşük doku direncine yol açan kolaylaştırıcı faktörlerden alkol ve aşırı sigara kullanımı azaltılmalı veya bırakılmalıdır. Şiddetli olgularda, özellikle ateş olduğu durumlarda, yatak istirahati gerekir. Ayrıca etken olabilecek stress durumları da ortadan kaldırılmalıdır (33). İdame Fazı Tedavisi: Hastalığın akut fazı kontrol altına alınıncaya kadar cerrahi işlemler ve diş çekimleri uygulanmamalıdır. NUG olgusunun akut faz tedavisi tamamlandığında, akut semptomlar ve nekroz ortadan kalkmıştır. Nekrotik sahalar iyileşmiş ve bazı dişeti kraterlerinin boyutu azalmıştır. Ancak kraterlerin varlığı devam eder. Bu dişeti kraterleri bakteri rezervuarı görevini gördüğü için, NUG’un tekrarlaması söz konusu olabilir. O nedenle doku deformitelerinin cerrahi olarak düzeltilmesi gerekir. Sığ kraterler gingivektomi operasyonu ile, derin defektler ise flep operasyonu uygulanarak düzeltilmelidir. Dişeti defektleri ortadan kaldırılıp, optimum plak kontrolüne uygun ortam hazırlanıncaya kadar NUG tedavisi tamamlanmış sayılmaz. Ayrıca, hastalığın nüksünü önlemek için kolaylaştırıcı faktörlerin ortadan kaldırılması çok önemlidir (33). Tedavi programında, destekleyici periodontal tedavinin gereği olan düzenli 48 kontroller de bulunmalıdır. NUG’da tedavi seanslarında uygulanacak işlem basamakları: 1. Seans: Hastanın anamnezi alınır, klinik semptomlar gözden geçirilir. Nazik bir şekilde yüzeyel debridman (çoğunlukla supragingival bölgelerde) yapılır. a. Hastanın ağrısına bağlı olarak lokal anestezi yapılır. b. Eklentiler ultrasonik cihaz ile kaldırılır. Gerekli antibiyotik verilir. Diğer öneriler a. Ağız gargarasının düzenli kullanımı önerilir. b. Alkol ve sigara kullanımının azaltılması, stres ve kötü beslenme alışkanlıklarının düzeltilmesi önerilir. c. Eğer gerekli ise vitamin ve mineral alınması önerilir. Hastalığın nedenleri ve sonuçları hastaya açıklanır (33). 2. Seans (İlk randevudan 24-48 saat sonra): Dişetinin durumunda önemli düzelme görülür. Supragingival ve subgingival debridman işlemlerine devam edilir. Ağrı oldukça azalmıştır, ancak gerekirse tedavi işlemleri için lokal anestezi uygulanır. Hasta ağız gargarası kullanmaya devam eder. Hastaya yumuşak bir diş fırçası kullanarak dişlerini nasıl fırçalayacağı öğretilir (33). 3.Seans (2. randevudan 1 hafta sonra): Subgingival diş yüzeyi temizliği işlemine devam edilir. Dişlere polisaj yapılır. 49 Ağız hijyeni teknikleri tekrar hatırlatılır. Komplikasyonlarından kaçınmak için, hidrojen peroksitli ağız gargarasının kullanımı bıraktırılır. Hastaya diş arası temizliği eğitimi verilir. Gerektiğinde 3. Randevudan bir hafta sonraya 4. Randevu verilir, bu esnada hastalığın klinik belirtileri tekrar gözden geçirilir ve hasta bir ay sonraya çağrılır (33). Bir ay sonraki seansta: NUG’un klinik semptomları gözden geçirilir, dişetinin konturları ve rezidüel cepler control edilir. Ağız hijyeni eğitimi tekrarlanır. Eğer hasta periodontal sağlığına kavuşmuş ise, kontrol için üç ay sonraya çağrılır. Eğer dişeti fizyolojik formunda değilse veya derin cepler varsa periodontal cerrahi girişimin gerekliliği hastaya anlatılır (33). 50 7. PERİODONSİYUMUN APSELERİ 7.1. GİNGİVAL APSE (Dişeti apsesi) Dişeti dokusunun devamlılığının bozulması ve bakterilerin doku içine girmesi ile oluşur. Gingival apse, dişetinin yabancı cisme karşı akut enflamatuar yanıtıdır. Fırça kılı, kürdan gibi yabancı cisimlerin dişetine batması sonucu oluşabilir. Gıda sıkışması, oral hijyen yöntemlerinin uygulanışı, diş tedavileri veya lokalize dişeti enfeksiyonları sonucuda oluşabilir (24). Yabancı madde dişetine girdiğinde, epitelin bütünlüğü bozulur. Bu nedenle bakteriler doku içine girer. Gingival apse aniden oluşur ve ağrılıdır. Başlangıç safhasında apse lokalize kırmızı, düz ve parlak yüzeyli şişlik halindedir. Daha sonraları apse bir noktasından uç vererek, pürülan eksüda buradan dışarı akabilir. Gingival apse genellikle marjinal ve interdental dişetinde oluşur. Başlangıçta gingival sulkus olayın içine girmese de, apse derin bağ dokusunun içine yayılabilir, alveoli kemiğini içine alarak sulkus ile bağlantı kurabilir. Hastanın direnci çok önemlidir. Diabetli kişilerde direnç düşük olduğu için gingival apse çok sık oluşabilir (24). Tedavi amacıyla drenajı sağlayacak insizyon yapılır. Dişeti kenarının şeklinin bozulmasına ve dişeti çekilmesine yol açmamak için drenaj insizyonu horizontal yapılır (24). 8. PERİODONTİTİS Periodontal hastalıklar için günümüzde kullanılan sınıflandırma Amerikan Periodontoloji Akademisi’nin düzenlediği “International Workshop for the Classification of Periodontal Diseases”da oluşturulan sınıflamadır. Bu sınıflandırma ile periodontitis tipleri, periodontitisin üç genel klinik formunu tanımlayacak şekilde sınıflandırılmıştır. Bunlar: Kronik Periodontitis, Agresif Periodontitis ve Sistemik Hastalıkların neden olduğu Periodontitis olmak üzere üç ana tipten oluşmaktadır (34). 51 8.1. Kronik Periodontitis Kronik periodontitis (KP), gingivitisle başlayan ve tedavi edilmediği takdirde ataçman kaybı ve alveoler kemik yıkımı ile kendini gösteren kronik iltihabik bir hastalıktır. KP klinik olarak incelendiğinde; dişetinde renk değişikliği, pürtüklülüğün kaybolması, keskin olmayan yuvarlak dişeti kenarı ile beraber kendiliğinden başlayan veya kolayca başlatılabilen dişeti kanaması görülür. Çeşitli derinliklerde periodontal ceplere rastlanır ve genellikle yatay kemik kayıpları gözlenir. İleri kemik kaybının olduğu vakalarda sıklıkla sallanan dişlere rastlanır. KP vakalarında ağrı nadiren görülen bir belirtidir. Hastalığın ağrısız ve kronik bir seyir izlemesi, hastaların tedavi ihtiyacı duymalarına büyük bir engel teşkil eder. Açığa çıkmış kök yüzeylerinde çürük gözlenebilir. Ayrıca, hasta sıcağa ve soğuğa karşı hassas olabilir. Dişetinde ödem ve kaşıntı hissi olabilir (34, 35). KP, etkilenen diş sayısına bağlı olarak lokalize ve generalize olmak üzere iki grupta tanımlanır. Etkilenmiş dişlerin sayısı tüm dişlere oranla <30 % ise lokalize; >30 % ise generalize kronik periodontitis olarak adlandırılır (34, 35). Hastalık genellikle generalize seyirlidir. Lokalize ve generalize tipi klinik ataçman kaybının miktarına gore üç alt gruba ayrılır. Klinik ataçman kaybı 1-3 mm arasında ise hafif şiddetli, 3-5 mm arasında ise orta şiddetli, 5 mm veya daha fazla ise şiddetli olarak isimlendirilir. KP’nin hafif şiddetli tipi büyük azılar bölgesinde I.derece furkasyon girişi ile karakterizedir (34, 35). Subgingival ve supragingival bölgelerde plak birikimi ve diştaşı mevcuttur. Sondalamada kanama ve radyografik olarak az miktarda kemik kaybı gözlenir. Orta şiddetli tipinde, azdan orta dereceye kadar değişen hareketli dişlere rastlanılır. Radyografik olarak kemik kaybı genellikle yatay yöndedir ve ataçman kaybı % 40 civarındadır. Furkasyon bölgesindeki açılma artmış ve radyografide radyolusent bir görüntü vardır. Sondalamada kanama mevcuttur. Şiddetli 52 tipinde ise ataşman kaybı 5 mm ve üzerindedir. Belirgin furkasyon defekti ve ilerlemiş diş hareketine sıklıkla rastlanılır. Radyografik incelemede kemik kayıpları % 40’ın üzerindedir ve yatay yönde kemik kayıplarına ilaveten dikey yönde kemik kayıpları da gözlenebilir (34, 35). 8.1.1. Kronik Periodontitisin Epidemiyolojisi Periodontitis insanlarda görülen en yaygın bakteriyel enfeksiyonlardan biridir. Yapılan araştırmalarda her dört kişiden üçünde periodontal hastalık varlığı tespit edilmiştir (36, 38, 39, 40). KP’in görülme sıklığı çeşitli toplumlarda farklı oranlardadır (36, 34, 37). Periodontal hastalık ve periodontal doku kaybının kadınlara oranla erkeklerde daha fazla olduğu rapor edilmiştir (34, 35, 40). Ayrıca ırksal farklılıkların da periodontitisin oluşumunda etkili olduğu ve periodontitisin görülme sıklığının siyahlarda beyazlara oranla daha fazla olduğu belirtilmiştir. Aynı epidemiyolojik çalışmada, periodontal hastalığın prevalansının, etkilediği bölgenin miktarının ve periodontal ataçman kaybının şiddetinin yaşla doğru orantılı olarak arttığını açıkça göstermiştir (34, 35, 40). Periodontitis yaş ile ilişkili olan ancak yaş kaynaklı olmayan bir hastalıktır. Başka bir deyişle bireylerin yaşı, hastalığın prevalansındaki artışın sebebi değildir. Fakat kronik plak birikimi sebebiyle zaman geçtikçe periodontal dokular değişime uğramaktadır (35). 8.1.2. Kronik Periodontitisin Etyolojisi Periodontitisin oluşumunda birçok lokal ve çevresel faktörün rol oynamasına karşın, esas etiyolojik faktör mikrobiyal dental plak ve ürünleridir (3 5, 39, 41, 42). Lokal çevresel faktörlere; diş anatomisi, ağız solunumu, okluzal travma, yumuşak doku ilişkileri, gıda sıkışması, restorative ve periodontal etkenler örnek verilebilir. Sistemik faktörlere ise diyabet, yaşlanma, genetik faktörler, stres, beslenme, hormonal 53 durum, fagositik hücrelerdeki efektler, Down Sendromu, Papillon Le Fevre sendromu örnek verilebilir (43). Periodontitiste supragingival ve subgingival alanlardaki mikrobiyal dental plağın kompozisyonu farklılık gösterir. Lezyon ilerledikçe gram negatif anaerob mikroorganizmalarda artış olur. Günümüze kadar yapılan çalışmalar sonucunda Actinobacillus actinomycetemcomitans, Porphyromonas gingivalis, Provotella intermedia, Fusobacterium nucleatum, Campylobacter rectus, Eikenella corrodens ve spiroketler periodontitis ile doğrudan ilişkili bulunmuş ve bu yüzden ana periodonto patojenler olarak tanımlanmışlardır (39). KP’in ana etkeninin mikrobiyal dental plak olduğu bilinmektedir (35, 44). Restorasyonlar, dişin anatomik yapısı, çürük ve kök rezorbsiyonları gibi plağın birikmesini kolaylaştıran veya etkisini artıran lokal faktörlerinde periodontal hastalık için ikincil önem arz ettiği vurgulanmıştır. Diyabet (45, 46), Osteoporoz (47) ve hamilelik gibi hormonal değişiklikler, genetik faktörler ve AIDS gibi hastalıklarda periodontal hastalığın başlaması ve ilerlemesinde etkili olan sistemik faktörlerdir. Bununla beraber sigara kullanımı, beslenme hormonal durum, fagositik hücrelerdeki efektler, DownSendromu, Papillon Le Fevre sendromu örnek verilebilir (43). Periodontitiste supragingival ve subgingival alanlardaki mikrobiyal dental plağın kompozisyonu farklılık gösterir. Lezyon ilerledikçe gram negative anaerob mikroorganizmalarda artış olur. Günümüze kadar yapılan çalışmalar sonucunda Actinobacillus actinomycetemcomitans, Porphyromonas gingivalis, Provotella intermedia, Fusobacterium nucleatum, Campylobacter rectus, Eikenella corrodens ve spiroketler periodontitis ile doğrudan ilişkili bulunmuş ve bu yüzden ana periodonto patojenler olarak tanımlanmışlardır (39). 54 8.1.3. Kronik Periodontitisin Patofizyolojisi KP’in ilerleme hızı aynı bireyde dönemsel ve bölgesel değişkenlik gösterebilir. Hastalık yavaş, orta şiddetli veya hızlı bir ilerleme gösterebilir. Hastalığın ilerleme hızı ağzın farklı bölgelerinde farklı oranlarda görülebilir. Bazı bölgelerde uzun sure pasif kalırken bazı bölgelerde hızlı bir aktivite gösterebilir (49). Periodontal hastalığın aktif olarak tespit edildiği bölgelerde, plak birikiminin fazla olduğu ve biriken plağın uzaklaştırılmasının güç olduğu bildirilmiştir (34). Konak savunma faktörlerinin etkinliği de bölgedeki hastalığın şiddetinde önemli rol oynar (34, 35). Normal şartlarda dişeti dokusundaki mikroorganizmalar ile konak savunma mekanizması arasında her zaman bir denge mevcuttur. Eğer bu denge bozulacak olursa, hastalık şiddetlenerek kemik yıkımı meydana gelir; sonuçta diş kayıpları görülebilir (34, 35). Periodontal hastalıklarda doku yıkımı birbiriyle ilişkili çeşitli mekanizmalar aracılığıyla gerçekleşir. Doğrudan bakteri ve bakteri ürünlerinin meydana getirdiği direk doku yıkımlarının yanı sıra konak dokuda bakteriyel faktörlere karşı oluşan cevabın meydana getirdiği indirekt yıkımda mevcuttur (50). Direkt mekanizma ile doku yıkımına neden olan bakteriyel plağın kompozisyonunda periodontal patojenlerin oranının arttığı bildirilmiştir (51). Periodontal hastalıklarda yer alan doku yıkım mekanizmaları henüz tam olarak açıklanamamış olsa da, gingivitis ve periodontitis varlığında enflamatuar reaksiyonların rol oynadığı bilinmektedir. Bakteriyel ürünler doğrudan ya da dolaylı olarak enflamatuar cevaba yol açarak dokularda hasar oluşturabilirler. Plakta bulunan antijenler, PMNL ve makrofaj yoluyla inflamasyondaki bir dizi olayı başlatabilirler. Nötrofiller konak savunma sisteminin ilk basamağını oluştururlar. Daha sonraki aşamalarda, inflamasyonlu dokuda toplanır ve çeşitli proteolitik enzimleri ortama salarlar. Bu enzimler 55 proenflamatuar etkinliğin yanı sıra kollojen, kemik ve diğer dokuların yıkımına da sebep olabilirler (39, 41, 42). Geleneksel olarak, periodontitisin yerel bir enfeksiyon olduğu ve doku yıkımının bölgesel olarak kaldığı düşünülmektedir. Ancak son çalışmalar, periodontitisin sistemik sağlık üzerine de pek çok etkisi olduğunu ortaya çıkarmıştır (41, 4 2 ). Mikrobiyal dental plak florasında bulunan belirli mikroorganizmalar, doku yıkıcı immün cevabın oluşmasına neden olan, lipopolisakkarit (LPS) yapıdaki endotoksinleri ortama bırakmaktadır (41). Genel olarak periodontitiste gözlenen doku yıkımını endotoksinlerin başlattığı; bakteriyel flora ve metabolitlere karşı lokal dokulardan ve immüne hücrelerden salınan proenflamatuar sitokinler nedeniyle olduğu kabul edilmektedir. Periodontitisin immünopatolojisine çok sayıda proenflamatuar sitokin katılmasına rağmen, periodontal doku yıkımına özellikle tumor nekroz faktör-α (TNF-α) ve interlökin-1β (IL-1β)’nın neden olduğuna ilişkin kanıtlar mevcuttur. Bu sitokinler aktif hastalık ve doku yıkımı sırasında periodontal dokularda artmaktadır (52, 53). Periodontal tedaviden sonra, doku sağlıklı duruma geri döndüğünde de önemli oranda azalmaktadır (41). Doku yıkıcı etkileri bakımından, IL-1β’nın PMNL degranülasyonunu kolaylaştırdığı, prostogladinler gibi enflamatuar mediatörlerin sentezini arttırdığı, kollojen sentezini inhibe ederek, T ve B lenfositleri aktive ettiği düşünülmektedir (41, 52). PMNL, periodontal hastalıklar gibi iltihabi hastalıklar süresince patojenik bakterilere karşı konak cevabının ana hücreleri olduğu birçok kez rapor edilmiştir (54, 55). PMNL’den reaktif oksijen türevleri (ROT) gibi birçok antimikrobiyal faktörün üretildiği gösterilmiştir (56). ROT, hücrede bazı düzenleyici roller üstlendiği gibi aşırı üretimi DNA hasarı gibi zararlı etkilere sebep olmaktadır (54). 56 9. AGRESİF PERİODONTİTİSİN TEŞHİS VE SINIFLANDIRILMASI International Academy of Periodontology (1999) sınıflamasında erken başlayan periodontitisler agresif periodontitis başlığı altında yer almaktadır. Agresif periodontitis lokalize ve generalize agresif periodontitis olarak alt iki gruba ayrılmıştır (57, 58). 9.1. Lokalize Agresif Periodontitis Klinik Özellikler Lokalize agresif periodontitis kronik periodontitise gore çok daha erken yaşlarda başlar, fakat sabit bir yaş sınırlamasına da gidilmesi doğru değildir. Hastalığın başlama yaşı iki grup arasında teşhis koymada yardımcı olabilir (59). Lokalize agresif periodontitis genel olarak puberte çağında başlar. Bu dönemde süt mix dentisyonu etkiler. Nadir olarak gözlenen bir erken dönem hastalığıdır. Çocuklar herhangi bir yaşta etkilenebilirler. Dişlerin ilk sürmeye başladığı 1-3 yaştan 10-12 yaşa kadar veya tamamen daimi dentisyona geçene kadar devam eder. Lokalize agresif periodontitis hastaların da kayda değer supgingival ve supragingival diştaşı yoktur. Lezyonlar daha çok biyofilm tabakası ile ilişkilidir. Lokalize agresif periodontitis formunda az ya da hiç dişeti inflamasyon yoktur (57, 60). Bu dönemde plağa ve diştaşına bağlı büyümeler azdır (57). Agresif periodontitis birinci molar ve kesicilerde hızlı kemik kaybı ile karakterizedir (61). Bu hastalıkta biri birinci molar olmak üzere en azından iki daimi dişte tutulum vardır ve olay birinci molar ve kesiciler dışında en fazla iki dişi daha etkileyebilir (62). 1999’da yapılan bir Çalıştay’a göre tutulum % 30’dan az ise hastalık lokalize fazla ise generalize olarak değerlendirilir (63). Hastalık süresince kesiciler ve birinci molar bölgesindeki kemik kayıpları simetriktir (63). 21-35 yaşları arasında gözlenen lokalize agresif periodontitisli 57 hastalar daha önceden teşhis konulmamış ve tedavi almamış bireylerdir. Hastalığın şiddetine ve daha önceki tedavilere bağlı olarak da bu hastalarda; diş kayıpları, kemik defektleri ve dişeti çekilmeleri gözlenir (57, 61). Lokalize agresif periodontitiste lezyonların sınırlı kalması ile ilgili aşağıdaki nedenler ileri sürülmüştür (62). 1) Aggregatibacter actinomycetemcomitans (Actinobasillus actinomycetemcomita) birinci molar ve kesicilerde kolonize olduktan sonar konak cevabını birçok yolla etkiler: Actinobasillus actinomycetemcomita polimorfonukleer lökositler (PMNL) kemotaksisini inhibe eden bir faktör salgılar. Actinobasillus actinomycetemcomita endotoksin, kollajenaz ve lökotoksin gibi bakterilerin periodontal cep içinde kolonize olmalarını kolaylaştıran ve periodontal dokularda yıkıma neden olan faktörleri salgılar. 2) Actinobasillus actinomycetemcomita ile antogonistik bakteriler periodontal dokularda kolonize olur ve bu bakteriler A.a’nın ağzın başka bölgelerinde kolonize olmasını engeller. Bu durum Actinobasillus actinomycetemcomita enfeksiyonunun ve doku yıkımının localize olmasına yol açar. 3) Bilinmeyen nedenlerle Actinobasillus actinomycetemcomita lökotoksin üretme yeteneğini kaybedebilir. Bu durumda hastalığın ilerlemesi durur veya yavaşlar ve yeni bölgelerin kolonizasyonu engellenir. 4) Sement formasyonunun defektif olma ihtimali de lezyonların lokalize olmasına neden olabilir. Lokalize agresif periodontitisi olan hastalardan çekilmiş olan dişlerde yapılan incelemelerde hipoplastik veya aplastik sement görülmüştür (62). 5) Lokalize agresif periodontitis hızlı ilerler ve kemik kaybı kronik periodontitise kıyasla üç dört kat daha fazladır. 58 Lokalize agresif periodontitisin diğer klinik özellikleri; üst kesici dişlerin distolabial migrasyonları ve sonuçta diestema oluşması, birinci molarlarda artan mobilite, çıplak kök yüzeylerinde hassasiyet, çiğneme sırasında hissedilen uzun sürmeyen her yöne yayılan derin ağrılar olarak sayılabilir. Bu safhada periodontal apseler ve dolayısıyla bölgesel lenfadenopati görülebilir (62, 65). Radyolojik Özellikleri Lokalize agresif periodontitisin klasik özelliği, puberte döneminde olan ve diğer yönlerden sağlıklı çocuklarda, birinci molar ve kesici dişlerde alveolar kemikte görülen vertical kayıptır (66). Radyolojik olarak, ikinci premoların distal yüzeyinden ikinci moların mezial yüzeyine kadar uzanan ark şeklinde alveolar kemik kaybı görülür (57, 62). Hastalığın Yaş ve Cinsiyet ile İlişkisi Farklı coğrafik bölgelerden elde edilen verilere göre lokalize agresif periodontitisin görülme sıklığı % 1’in altındadır. Raporların büyük kısmı yaklaşık % 0.2 gibi düşük bir oranı göstermektedir. Siyahlarda hastalık riski, beyazlara gore daha fazladır. Lokalize agresif periodontitis, hem kadın hem erkekleri etkiler ve bu hastalık genellikle puberte ile 20 yaş civarında görülür (62). 9.2. Generalize Agresif Periodontitis Klinik Özellikleri Generalize agresif periodontitis, genel olarak 30 yaşın altındaki bireyleri etkilemekle birlikte bazen daha büyük olan kişilerde de görülebilir. Birinci molar ve kesiciler dışında en az üç daimi diş daha etkilenir (57, 67). İnterproksimal alanda kemik kaybı ile karakterizedir. Horizontal kayıplar yaygındır ve yıkım tarzı epizodiktir. Şiddetli yıkım dönemlerini haftalar ya da aylar sürebilen sessiz birdönem izler (62). 59 Generalize agresif periodontitis hastalarında iki tip dişeti cevabı görülür. Birinde akut ve şiddetli inflamasyon özellikleri vardır. Dişeti ateş kırmızısı renktedir, proliferasyon ve ülserasyon gözlenir. Hafif bir stimülasyonla veya spontan olarak dişeti kanaması görülebilir ve süpürasyon olabilir. Diğer tip cevapta ise dişeti dokuları pembedir, inflamasyon yoktur ve çok nadir olarak da dişetinde pürtüklülük vardır. Ayrıca sondalamada derin cepler görülür (61, 62). Puberte dönemindeki generalize formda akut, ateş kırmızısı büyümelerle birlikte alveolar kemik yıkımı da gözlenir. Hastalar mix dentisyon döneminde tüm dişlerini kaybetmiş olabilir (57). Oral inflamasyonlar; orta kulak iltahabı, üst solunum yolu enfeksiyonları ve bazı sistemik hastalıklar ile kombine hale gelebilir. Bazı hastalarda kilo kaybı, mental depresyon ve halsizlik gibi belirtilerde görülebilir (62). Radyolojik Bulgular Generalize agresif periodontitiste radyolojik görünüm; dentisyondaki dişlerin büyük kısmını etkileyen ileri kemik kaybı ile karakterize olan bir durum veya az sayıda dişin ve çok şiddetli kemik kaybının bulunduğu bir tablo görülür. Genelde horizontal kemik kaybı vardır (57, 62, 66). Hastalığın Yaş ve Cinsiyetle İlişkisi Agresif periodontitisin yaygınlığı ile ilgili dünyada birçok epidemiyolojik çalışma yapılmıştır. İzlenen populasyonun yaşına ve oranına bağlı olarak çok farklı sonuçlar elde edilmiştir. Yapılan bir çalışmada hastalığın yaygınlığı gelişmiş ırklarda < % 1 gelişmekte olan ırklarda % 5 olduğu görülmüştür (68). Erken dönem çalışmalarda lokalize agresif periodontitisin bayanlarda erkeklere oranla daha yaygın olduğu ortaya çıkmıştır. Cinsiyete bağlı ortaya çıkan bu farklılık çalışmadaki populasyonun yaş ortalamasından da etkilenebilir (69). Löe ve arkadaşları tarafından Sri Lanka’da yapılan bir çalışmada 60 populasyonun % 8’inde yılda 0.1 ile 1 mm arasında değişen ataşman kaybı ile karakterize olduğu gözlenmiştir. Ayrıca siyahların agresif periodontitisin her iki tipi için beyazlardan daha fazla risk taşıdığı ve erkeklerde generalize agresif periodontitisin, kadınlara oranla daha sık görüldüğü de rapor edilmiştir (70). 10. Agresif Periodontitis İçin Risk Faktörleri 10.1 Mikrobiyolojik Faktörler Oral mikroflora kompleks ve dinamik bir sistem olup lokal çevreden ve konak tarafından düzenlenen faktörlerden etkilenmektedir. Oral kavitede bilinen 300’den fazla bakteri tipi mevcuttur (71). Hastalarda bakteri populasyonu, ilk defa Newman tarafından kanıtlanmıştır ve birçok çalışmada % 78 gram negative çomakların olduğu ortaya çıkarılmıştır (57). Bu türlerin bazıları periodontitisin başlamasında ve ilerlemesinde etkilidir (71). Periodontal patojenleri belirlenmesi için Socransky, 5 kriter belirlemiştir. Bunlar; 1) Patojenin hastalıkla olan ilişkisi, 2) Organizmanın 3) Konak eliminasyonu, yanıtı, 4) Patojenite, 5) Patojenite 6) Lokalize mekanizmalarıdır (60). agresif periodontitisi olan hastalarda çok çeşitli mikroorganizmalar (Actinobasillus actinomycetemcomita, Capnocytophaga suşları, Eikenella corrodens, Prevotella intermedia, Campylobacter rectus) bulunmasına rağmen, bu hastalıkla ilişkili primer patojen Actinobasillus actinomycetemcomita’dır. 7) P.intermedia, Tannerella forsythia (T.forsythia) gösterilmiştir (57, 62, 72). Actinobasillus actinomycetemcomita birçok konak dokusuna sıkıca bağlanır potent bakteriosinler meydana getirir. Fibroblastların ölümüne neden olan ısıyla değişen 61 sitoletal toksin üretir. Ayrıca konak nötrofil ve makrofajlarını yıkıma uğratan lokotoksinlerin kaynağıdır (60). 8 yıl takip edilen genç hastalarda yapılan bir çalışmada yeni kemik yıkımı olan bölgelerin % 50’sinde Actinobasillus actinomycetemcomita saptanmıştır (73). Yeni sınıflamada ise Porphyromonas gingivalis agresif periodontitis için etyolojik ajan olarak kabul edilmektedir. Socranskynin 5 kriterine, 1996 Çalıştay’ında 6. kriter eklenmiştir: Hastalığın ilerlemesinden önce, mikroorganizmanın saptanması kabul edilmiştir. Bu kriter sonuçlarına gore Actinobasillus actinomycetemcomita, P.Gingivalis ve T.Forsythia’nın konak hücrelerde olan patojenler olduğuna karar verilmiştir (74). Şimdiye kadar hiçbir şekilde sorgulanmasa da yapılan çalışmalarda P.gingivalisin agresif periodontitisle ilişkili olduğu polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve enzim ilintili immüne test (ELİSA) testleri ile tespit edilmiştir (71). 8) Elektron mikroskobik çalışmalar, lokalize agresif periodontitiste bağ dokusu içinde kemik yüzeyine kadar uzanan bakterilerin bulunduğunu göstermektedir. Daha ileri tekniklerle Capnocytophaga incelendiğinde sputigena, ise Actinobasillus Mycoplasma suşları ve actinomycetemcomita, spiroketlerin varlığı tanımlanmıştır (62). Agresif periodontititis hastalarının % 90’ında Actinobasillus actinomycetemcomita’ya rastlanmıştır (61). 9) Lokalize agresif periodontitisten etkilenen çekilmiş dişlerde elektron mikroskobu ile yapılan incelemelerde kök yüzeyinde bulunan mevcut biofilm tabakasında gr (-) kok flementöz bakteriler ve diğer mikroorganizmalar olduğu gösterilmiştir (59). Aktif herpes enfeksiyonunun ve sitomegalo virüsün yıkıcı periodontal hastalıklar için risk faktörü olduğu kabul edilmiştir (73). Japonlar üzerinde yapılan bir çalışmada agresif periodontitis vakalarında büyük oranda P.gingivalis saptanmıştır. Actinobasillus actinomycetemcomita’nın oranı ise daha 62 düşük bulunmuştur. İlave olarak da T.forsythia, C.rectus, Treponema denticola gözlenmiştir. Ayrıca bu vakalarda IgG titresinin sağlıklı bireylere gore oldukça yüksek olduğu tespit edilmiştir (71). İmmünolojik Faktörler Sistemik faktörler, agresif periodontitisin etyolojisinde ve patogenezinde rol oynar (57). Agresif periodontitis hastalarında doku yıkımı direk kök yüzeyindeki bakteri kümülasyonu ile ilgili değildir. Yıkım şiddetinde kişisel immün cevap major rol oynar (75). İnflamatuar mediatörler destek dokularda geri dönüşümsüz yıkımlar yaparlar (76).IL-6, IL-1β ve TNF α yıkım prosesinde rol oynayan en önemli proinflamatuar mediatörlerdir (77). Rascala ve arkadaşlarının (78) yaptıkları çalışmada; IL-1β, IL-2, IL-8, IFN-γ oranlarının agresif periodontitis hastalarında yüksek olduğu saptanmıştır. PMNL immüne sistemin önemli bir komponentidir. Çünkü bakterilere karşı primer konak cevabını sağlarlar. Çok sayıdaki çalışma; agresif periodontitisi olan hastalarda PMNL’lerde, monositlerde ve bazen de her iki hücre grubunda birden fonksiyonel bozukluk olduğunu göstermektedir (57, 62, 64). Bu bozukluklar, PMNL’lerin enfeksiyon bölgesine kemotaksisi ile ilgili olabileceği gibi, bakterilerin hücre içine alınımı ve öldürülmesi ile de ilgili olabilir (62, 64). Devam eden çalışmalarda PMNs reseptörlerinin azaldığı hücreler arası sinyal sisteminin değiştiğini, hücre içi fagositoz yapan patojenlerin azaldığını göstermiştir (57). Diğer yandan sürekli kontrolsüz bir periodontal infeksiyonun nötrofilleri aktive ederek daha etkin bir biçimde mikrobial ataklara karşı koymak üzere uyarılmış hale getirmektedir. Dolayısıyla agresif periodontitisteki nötröfil fonksiyonlarındaki farklılıkların bazılarının genetik ve edinsel özelliklerin bir kombinasyonu olduğu 63 düşünülmektedir (79). Ayrıca son yıllarda lokalize agresif periodontitisi olan hastalarda monositlerin, liposakkarite (LPS) karşı aşırı prostaglandin E2 (PGE2) cevabı verdiğini göstermektedir. Böyle aşırı cevap veren monosit fenotipi, katabolik faktörlerin aşırı yapımına neden olarak bağ dokusu ve kemik yıkımını da artırır (62). İnsan lökosit antijenleri (Human leukocyte antigen:HLA) immün cevabı regüle eden antijenlerdir (62, 80). HLA-9 ve HLA-15 antijenlerinin agresif periodontitisle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Yapılan başka bir çalışmada HLA class I, HLA class II antijenleri ile periodontal hastalık arasında ilişki olduğunu gösterilmiştir. Agresif periodontitis ile HLA-A2 ve HLA-B5 arasında ise negatif ilişki vardır. IgA savunma sisteminde lokal olarak önemli rol oynar ve tükrükte dominant olarak bulunur. IgA antiinflamatuar fonksiyonundan dolayı önemlidir ve IgG ve IgM üretimini engelleyerek inflamasyon oluşumunu azaltır. Yapılan çalışmalarda agresif periodontitisli bireylerde IgA oranının önemli derecede azaldığı görülmüştür (81). Genetik Faktörler 1999 sınıflamasından önceki çalışmalar ciddi genetik rahatsızlıkların periodontal hastalıklarla ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu sistemik rahatsızlıkların en büyük özelliği plağa karşı verilen konak cevabının bozulması şiddetli kemik kaybı ile birlikte diş kaybının görülmesidir. Bu grup rahatsızlıklar arasında; nötropeni, hipofosfatazya, lokositadezyon eksikliği, papillon-lefevre, histiyositozis ve agranülositozis sayılabilir (82). Sistemik hastalıklar ve bunların tedavisi periodontal hastalık için predispozan faktör olarak tanımlanmıştır. Genetik defektler konak dokularını da içerebildiği gibi savunma sisteminin cevabını da etkileyebilir. İmmun cevabı; nötropeni, chediak higashi sendromu ve diabet gibi rahatsızlıklar etkileyebilir. Kollajen yapısındaki defektler (Ehler-danlos sendromu) ve epitel yapısındaki 64 defektler (papillon-lefevre sendromu) periodontal hastalık üzerinde predispozan etki gösterebilir. Ayrıca siklik nötropeni ile birlikte generalize tarzda kemik yıkımları gözlenir. Erken dönemdeki agresif periodontitis ile hipofosfatazya ve epitel yapısında sapma ile karakterize olan papillon-lefevre sendromu arasında da ilişki olduğu saptanmıştır (57). Diabetes mellitus (D.M.), insulin yetersizliği veya bulunmamasından kaynaklı karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasındaki bozukluklar ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. Periodontal hastalığın diabetin bir komplikasyonu olduğu bilinmektedir. D.M.’lu hastaların metabolic bozuklukları, periodontal dokuların enfeksiyona karşı olan direncini azaltır ve böylelikle periodontal hastalığın oluşmasına ve ilerlemesine neden olabilir (64). D.M.’lu hastalarda periodontal hastalığın oluşma riskinin daha fazla olduğu ve özellikle diabeti kontrol altında olmayan hastalarda, periodontal hastalık şiddetinin arttığı çeşitli araştırmalarda gösterilmiştir (73). Hiperglisemi tablosu TNF-αIL-1β, PGE 2 sekresyonunu artırır. PMNL fonksiyonlarında değişikliğe neden olur. Bu tabloda ataçman ve kemik kaybına neden olur. Araştırmalar, diabetlilerde periodontitis insidansının, puberteden sonraki dönemde ve diabetin süresi ile arttığını göstermiştir. Bakteriyolojik faktörler, konak savunma sistemlerindeki değişiklikler ve kalıtsal faktörler diabet ile birlikte görülen periodontal hastalığın patogenezinde önemli bir rol oynayabilir (64). Yapılan çalışmalarda; alveolar kemik kaybının agresif periodontitisin ana belirtisi olduğu ve inflamatuar periodontal hastalıklar için bir risk faktörü oluşturduğu saptanmıştır (66). Vitamin D reseptörü (VDR) Vitamin D’nin hormonal fonksiyonlarının düzenlenmesinde aracılık eden ve Vitamin D’nin akışkanlığını sağlayan gendir. Bu nedenle de kemik hemostazının ve kalsiyum metabolizmasının sağlanmasında temel rol oynar. VDR, ayrıca Vitamin D’nin bir diğer görevi olan 65 monosit değişiminin sağlanmasında da aracılık yapar. VDR molekülünde meydana gelen değişiklikler, hücre ve doku hemostazının düzenlenmesinde kritik değerler oluşturarak aksamalara neden olabilir (66). Çok sayıda çalışma, bütün bireylerin agresif periodontitise yatkınlığının aynı derecede olmadığını göstermektedir. Hastalığın ortaya çıkması tamamen genetik faktörlere bağlı değildir, ama genetik faktörler agresif periodontitisin etyolojisinde önemli rol oynar. Yapılan çalışmalarda otozomal dominant geçiş gösteren bir genin bu hastalıkta etken olabileceği saptanmıştır. Sonuç olarak agresif periodontitisle ilgili genin olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca agresif periodontitisle ilgili bazı immünolojik defektlerin de genetic olabileceği düşünülmektedir. Buna rağmen agresif periodontitiste görülen bütün defektlerin de aynı genetic orijinli olması da olası değildir (83). Çevresel Faktörler Yapılan çalışmalarda agresif periodontitis ile stress arasında pozitif ilişki olduğu ortaya çıkmıstır (84). Ayrıca plak miktarı ile generalize agresif periodontitis arasında pozitif, lokalize agresif periodontitis arasında ise bir ilişki bulunamamıştır. Sigara agresif periodontitis için bir risk faktörüdür (82). Sigara alışkanlığının süresi ve şiddeti genç erişkinlerde görülen alveolar kemik kaybı üzerinde etkilidir. Sigara içen generalize agresif periodontitis hastaların da etkilenen diş sayısı ve ataşman kaybı, sigara içmeyen generalize agresif periodontitis hastalarına kıyasla daha fazladır (62, 66). 66 11. ÖZET Periodontal hastalıklar mikrobiyal dental plak bakterileri ile konak savunma hücreleri arasındaki etkileşimden kaynaklanır. Periodontal hastalık ve diş çürüğü ağız kavitedeki iki ana hastalıktır. Bu hastalıklar diş kayıplarının da temel iki nedeni olarak kabul edilir. Periodontitis; periodontal ligament, sement, alveolar kemik dişetini içeren yıkıcı, inflamatuar ve yaygın bir hastalıktır. Periodontitisler kronik ve agresif olarak iki major gruba ayrılmıstır. Agresif periodontitis genellikle 30 yaşın altında ve sistemik olarak sağlıklı bireylerin periodonsiyumunda gözlenen inflamatuar bir hastalıktır. Agresif periodontitis, kronik periodontitisten; hastalığın başlama yaşı, hastalığın ilerleme hızı, ilişkili subgingival mikrofloranın yapısı ve kompozisyonu, konak cevabındaki değişiklikler ve ailesel yatkınlık gibi farklılıklarıyla ayrılır. Bu hastalığa siyah ırkta daha fazla rastlanır. Agresif periodontitis, daha önce erken başlayan periodontitisler olarak tanımlanan grupta yer alan prepubertal, juvenil ve hızlı ilerleyen periodontitisleri içerir. Periodontal tedavide ilk adım cerrahisiz periodontal tedavi yani ağız bakımı eğitimi, diş yüzeyi temizliği ve kök yüzeyi düzleştirmesidir. Bu işlemler tamamlandıktan 4-6 hafta sonra hasta tekrar değerlendirilerek cerrahi periodontal tedavi gerekip gerekmediğine karar verililr. Aktif tedavi tamamlandıktan sonar hasta uygun kontrol aralıklarıyla idame programına alınır. Bazı durumlarda tedavinin kimyasal ajanlarla desteklenmesi gerekebilir. Bu durumlar; hasta ve hekim üzerine düşen görevi yapmış olmasına karşın tedavinin başarısız olduğu kronik periodontitisli hastalarda, akut periodontal enfeksiyonlarda, bazı sistemik hastalıklarda profil aksi amaçlı sistemik antibiyotik kullanımı önerilmektedir. Periodontal hastalığın önlenmesinde en önemli görev kişinin kendisine düşmektedir. Dişleri sağlıklı bir durumda sürdürmek için, günlük ağız bakımı 67 işlemleri ile (diş fırçalama ve diş ipliği kullanma) bakteriyel diş plağının uzaklaştırılması gerekmektedir. Dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesi de aynı derecede önemlidir. Günlük ağız bakımı işlemleri diştaşı oluşumunu en az düzeye indirebilir, ancak tamamen önleyemeyebilir. Diş fırçası, diş ipliği veya diğer temizlik araçları ile ulaşılamayan bölgelerin bir diş hekimi tarafından değerlendirilmesi mevcut diş plağı ve/veya diştaşının uzaklaştırılması açısından gereklidir. 68 12. KAYNAKLAR 1. Claffey N. Polyzois I, Zaika P. An overview of non surgical and surgical therapy. Peridontology 2000 2004, 36, s:35-44. 2. Petersilka GJ, Ehmkc B, Flewming TF. Antimicrobical effect of mechanical debriment. J Periodontol 2000 2002, 28, s:56-71. 3. Goodson JM. Antimicrobial stratejies for treatment of periodontol diseases: Periodontol 2000 1994, 5, s:142-168. 4. Mombelli A, Tonetti MS. Topical antimicrobial agents: General principles and individualdrugs. (Ed.: MG Newman and AJ van Winkelhoff) Antibiotic and antimicrobial use in dental practice: 2001, s:53-68 5. Atilla G. Periodontal hastalıklarda enfeksiyon kontrolü: Hangi sistemik antibiyotik niçin ve ne zaman, Dişhekimliği Dergisi 2009, s:44-48. 6. Research SJ, Science and Therapy Comitte. Systemic Antibioticsin Periodontics, J Periodontol 2004, 75, s:1553-1565. 7. Slots J, Ting M. Systemic antibiotics in the treatment of periodontal disease. Periodontol 2000, 28, s:106-476. 8. Armitge GC, Development of a Classification System for Periodontal Diseases and Conditions. Ann Periodontol 1999, 4, s:1-6. 9. Atilla G, Kandemir S. Kron kenarlarının lokalizasyonu ile dişeti genişliğinin ilişkisi. Ege Dişhek. Fak. Dergisi, 1991, 12, s:167-170. 10. Barrington E, Nevins M. Diagnosing periodontal diseases. J Am Dent Assoc 1990, 121, s:460-464. 11. Blieden TM. Tooth-related issues. Ann Periodontol 1999, 4, s:91-96. 12. Consensus Report: Periodontal diseases: Epidemiology anddiagnosis. Ann Periodontol 1996, 1, s:216-222. 69 13. Mariotti A. Dental plague-induced gingival diseases. Ann Periodontol 1999, 4, s:7-17. 14. Schluger S, Yuodelis R, Page RC, Johnson RH. Periodontal Diseases. 2nd ed. Lea&Febiger, London, 1990. 15. Oh TJ, Eber R, Wang HL. Periodontal diseases in the child and adolescent. J Clin Periodontol 2002, 29, s:400-410. 16. Laine MA. Effect of pregnancy on periodontal and dental health. Acta Odontol Scand 2002, 60, s:257-264. 17. Marshall RI, Bartold PM. Medication induced gingivalovergrowth. Oral Dis 1998, 4, s:130-151. 18. Buduneli N, Atilla G, Kütükçüler N. Are inflammatory cytokinespotentialmediators of phenytoin-induced gingival overgrowth? Turkish J MedSci 2001, 31, s:41-46. 19. Atilla G, Azmak N, Cirit M. Böbrek nakli sonrasında CsAkullananhastalarda dişeti büyümesinin görülme sıklığı. İstanbul Üniv. Diş Hek. Fak. Dergisi, 1995, 29, s:65-70. 20. Boltchi FE, Rees TD, Iacopino AM. Cyclosporine A-inducedgingival overgrowth: A comprehensive review. Quintessence Int 1999, 30, s:775-783. 21. Seymour RA, Thomason JM, Ellis JS. The pathogenesis of drug-induced gingival overgrowth. J Clin Periodontol 1996, 23, s:165-175. 22. İlgenli T, Atilla G, Baylas H. Effectiveness of periodontal therapy inpatients with drug-induced gingival overgrowth. Long-term results. J Periodontol 1999, 70, s.967-972. 23. Holmstrup P. Non-plaque-induced gingival lesions. Ann Periodontol 1999, 4, s:20-29. 70 24. Lindhe J, Lang NP, Karring T. Clinical Periodontology and Implant Dentistry. Fifth ed. Blackwell, Munksgaard, 2008. 25. Scully C, Laskaris G, Pindborg JJ, Porter SR, Reichart P.Oral manifestations of HIV infection and their management. I. More common lesions. Oral Surg Oral Med Oral Pathol 1991, 71, s:158-166. 26. Sherman RG, Prusinski L, Ravenel MC, Joralmon RA. Oral candidosis. Quintessence Int 2002, 33, s:521-532. 27. Lamster IB, Grbic JT, Bucklan RS, Mitchell-Lewis D, Reynolds HS, Zambon JJ. Epidemiology and diagnosis of HIV-associated periodontal diseases. Oral Dis 1997, 3(1), s:141-148. 28. Seymour RA, Ellis JS, Thomason JM. Risk factors for drug-induced gingival overgrowth. J Clin Periodontol 2000, 27, s:217-223. 29. Scully C, Laskaris G. Mucocutaneous disorders. Periodontol 2000 1998, 18, s:81-94. 30. Terezhalmy GT, Bergfeld WF. Cicatricial pemphigoid (benign mucous membrane pemphigoid). Qintessence Int 1998, 29, s:429-437. 31. Rowland RW. Necrotizing ülcerative gingivitis. Ann Periodontol 1999, 4, s:65-73. 32. Listgarten MA, Lewis DW. The distribution of spirochetes in the lesionofacute necrotizing ulcerative gingivitis: an electron microscopic and statistical surgery. J Periodontol 1967, 38, s:379-386. 33. Horning GM, Cohen ME. Necrotizing ulcerative gingivitis, periodontitis, and stomatitis: Clinical staging and predisposing factors. J Periodontol 1995, 66, s:990-998. 34. Armitage, GC. Development of a classification system for periodontal 71 disease and conditions. Ann Periodontol. 1999, 4, s:1-6. 35. The American Academy of Periodontology. The pathogenesis of periodontal diseases (position paper). J Periodontol 1999, 70(4), s:32-38. 36..Armitage, GC. Clinical evaluation of periodontal diseases, Periodontol 2000 1995, 7, s:39-53. 37. Ataoğlu T., Gürsel M. Periodontoloji. 3. baskı, Damla Ofset, Konya. 38. Kılıç N., İlerlemiş periodontal hastalığı olan kişilerde periodontal tedavinin dişeti cep sıvısı ve serum aspertat ve amino transferaz enzim aktivite düzeyleri üzerine etkisinin incelenmesi. Doktora tezi, Hacettepe Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 1995. 39. .Marakoğlu, İ. Periodontitisli bireylerde non-steroid alan tienflamatuar ilaç Tenoxicam)’ın dişeti cep sıvısı beta-glukuronidaz ve laktat dehidrogenaz aktivitelerin eetkisi. Doktora tezi, Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Konya, 1996. 40. .Albandar JM, Tinocoem B. Global epidemiology of periodontal diseases in children and young persons. Periodontol2000.2002, 29, s:153-176. 41. Kıran M. Tip II diabetes mellitus hastalarında periodontal tedavinin hastalığın metabolic kontrolüne etkisi. Doktoratezi, Ankara Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2002. 42. Gürsoy UK. Tip II diyabetli ve obez bireylerin periodontal durumları, nötrofil fonksiyonları ve dişeti oluğu sıvısı laktat dehidrogenaz ve aspartat amino transferaz aktivitelerinin değerlendirilmesi. Doktora tezi. Cumhuriyet Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sivas, 2004. 43. Carranza F.A. Glickman’s Clinical periodontology. 9th edition, WB Saunders Co, Philedelphia, 1996. 44. Anerud K.E., Robertson P.B., Löe H., Anerud L.A., Boysen H. R. and 72 Patters M.R. Periodontal disease in three young adult populations, Journal of Periodontal Research 1983, 18, s:655-668. 45. Tatakis D.N., Trombelli L. Modulationof clinical expression of plaque induced gingivitis. I. Background review and rationale. J Clin Periodontol 2004, 31, s:229-238. 46. .Emrich L.J., Shlossman M., Genco R.J. Periodontal disease in noninsulin-dependent diabetes mellitus. J Periodontol. 1991, 62(2), s:123-131. 47. Reddy M.S. Osteoporosis and periodontitis: discussion, conclusions, and recommendations. Ann Periodontol 2001, 6(1), s:197-208. 48. Sooriyamoorthy M., Gower D.B. Hormonal influence son Gingival tissue: relationship to periodontal disease. Journal of Clinical Periodontology. 1989, 16, s:201-208. 49. Williams R.C. Periodontal Diseases. N Engl J Med. 1990, 322, s:373-381. 50. Haffajee A.D., Socransky SS. Microbial etiological agents of destructive periodontal diseases. Periodontol 2000 1994, 5, s:78-111. 51. .Lindhe J., Karring T., Lang NP. Clinical periodontology and implant dentistry. Blackwell Munsgaard, (4thEdition) 2003, s:198-208. 52. Page R.C., Kornman K.S. The pathogenesis of periodontitis. Periodontology 2000, 1997, 14, s:179-183. 53. Özmeric N. Advences in periodontal disease markers. Clinica Chimica Acta. 2004, 343, s:1-16. 54. Çanakçı C.F., Çiçek Y., Çanakçı V. (2005). Reactive oxygen species and human inflammatory periodontal diseases. Biochemistry (mosc).2005, 70(6), s:61928. 55. Battino D.N., Bullon P., Wilson M., Newman H. (1999).Oxidative injury 73 and inflammatory periodontal diseases: the challenge of anti-oxidantst of free radicals and reactive oxygen species. Crit Rev Oral Biol Med. 1999, 10(4), s:458-476. 56. Richter C. Domitochondrial DNA fragments promote cancer and aging? FEBS Lett. 1998, 41(1-2), s:1-5. 57. Nevins M, Mellonig JT, Cappetta EG. Periodontal Therapy. Quintessence Publishing Co: 1998, s:101-116. 58. Rateitschak EM, KlausH, Wolf HF, Hassell TM. Color Atlas of the Periodontology, 2007, s:55-76. 59. Armitage GC, Cullınan MP. Comparison of the clinical features of chronic and aggressive periodontitis. Periodontology 2000 2010, 53, s:12-27. 60. Armitage GC. Comparison of microbiological features of chronic and aggressive periodontitis. Periodontology2000 2010, 53, s:70-88. 61. Dorfer CE. Antimicrobials for the Treatment of Aggressive Periodontitis. Oral Diseases 2003, 9, s:51–53. 62. Newman MG, Takei HH, Carranza FA, Klokkevold PR. Carranza’s Clinical Periodontology. Saunders Company 2006, s:506-512. 63. Mombelli A, Meier C. On the symmetry of periodontal disease. J Clin periodontal 2001, 28, s:741-745. 64. Emingil G, Darcan Ş, Atilla G, Aksu G. Tip I diabetli hastada localize agresif periodontitis. E.Ü. Diş hekimliği Fakültesi Dergisi 2001, 2(2), s:79-84. 65. Karakuş A, Tüfekçi ZI, Atalay Z. Agresif periodontitis vakasında combine periodontal, ortodontik ve implant destekli protetik tedavi. Hacettepe Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi 2007, 31(4), s:52-57. 66. Mısırlıoğlu M, Görgün S. Agresif periodontitis’li Türk hastalarda vitamin D reseptör geni ApaI ve TaqI polimorfizmlerinin görülme sıklığı. Hacettepe Diş 74 Hekimliği Fakültesi Dergisi 2007, 31(2), s:79-84. 67. Armitage GC. Development of a classification system for periodontal diseases and conditions. Annals of Periodontology 1999, 4, s:1–6. 68. Albandar J.M. ve Tinoco E.M. Global epidemiology of periodontal diseases in children and young persons. Periodontology2000 2002, 29, s:153–176. 69. Ereş G, Sarıbay A, Akaya M. Periodontal treatment eeds and prevalence of localized aggressive periodontitis in a young Turkish population. J periodontal 2009, 80(6), s:940-944. 70. Löe H, Anerud A, Boysen H. Natural History of Periodontal Disease in Man. Rapid moderate and no loss of attachment in Sri Lankan Labores 14 to 46 years of age. J Clin.Periodontol 1986, 13, s:431. 71. Ishikawa I, Kawashima Y, Oda S, Iwata T, Arakawa S. Three case reports of aggressive periodontitis associated with porphyromonas gingivalis in younger patients. J Periodontol Res 2002, 37, s:324-332. 72. Carvalho RP, Mesquita JS, Bonomo A,Elsas PX, Colombo AP. Relationship of neutrophil phagocytosis and oxidative burst with the subgingival microbiota of generalized aggressive periodontitis. Oral Microbiol Immünol 2009, 24, s:124-132. 73. Jasim M, Albandar. Epidemiology and risk factors of periodontal diseases. Dent Clin N Am 2005, 49, s:517–532. 74. Genco R, Kornman K, Williams R, Offenbacher S, Zambon JJ, Listgarten M, Michalowicz B, Page R, Schenkein H, Slots J, Socransky S, VanDyke T. Consensus report periodontal diseases: pathogenesis and microbial factors. Ann Periodontol 1996, 1, s:926-932. 75. Meng H, Xu L, Li Q, Han J, Zhao Y. Determinants of host susceptibility 75 in aggressive periodontitis. Periodontol 2000 2007, 43, s:133–159. 76. Shapira L, Wilensky A, Kinane DF. Effect of genetic variability on the inflammatory response to periodontal infection. J Clin Periodontol 2005, 32-6, s:72– 86. 77. Kornman KS, Page RC, Tonetti MS. The host response to the microbial challenge in periodontitis: assembling the players. Periodontol 2000 1997, 14, s:33– 53. 78. Rescala B, Rosalem W, Teles RP, Fischer RG, Haffajee AD, Socransky SS, Gustafsson A, Figueredo CM. Immünological and microbiological profiles of chronic and aggressive periodontitis subjects. Journal of Periodontology 2010, 81, s:1-11. 79. Armitage GC, Cullinan MP, Seymour GJ. Comparative biology of chronic and aggressive periodontitis: introduction. Periodontology 2000 2010, 53, s:7-11. 80. Stein J, Reichert S, Gautsch A, Machulla HKG. Are there HLA combinations typical supporting for or making resistant against aggressive and/or chronic periodontitis? J Periodont Res 2003, 38, s:508–517. 81. Hagewald S, Bernimoulin JP, Kottgen E, Kage A. Salivary IgA subclasses and bacteria-reactive IgA in patients with aggressive periodontitis. J Periodont Res 2002, 37, s:333–339. 82. Stabholz A, Soskolne W.A, Shapira L. Genetic and environmental risk factors for chronic periodontitis and aggressive periodontitis. Periodontology 2000 2010, 53, s:138-153. 83. Mombelli A, Lakshman P. Topikal and systemic antibiotics in the management of periodontal diseases.International Dental Journal 2004, 54, s:3-14. 84. Monteiroda Silva AM, Oakley DA, Newman HN, Nohl FS, Lloyd HM. 76 Psycho social factors and adult onset rapidly progressive periodontitis. J Clin Periodontol 1996, 23, s:789–134. 77 13. ÖZGEÇMİŞ 15 Eylül 1991’de Muğla’da doğdum. İlköğrenimimi Ortaca ilköğretim okulunda okudum. 2006 yılında Antalya Yusuf Ziya Öner Fen Lisesi’nde başlayıp 2008 yılında Ortaca Lisesinde öğrenimime devam ettim.2010 yılında da Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesini kazandım. 78 79