T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE İZLENEN BEBEKLERİN MARUZ KALDIKLARI GÜRÜLTÜNÜN KOKLEAR FONKSİYONLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ YANDAL UZMANLIK TEZİ Dr. SERDAR BEKEN TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. E. ESRA ÖNAL ANKARA KASIM 2011 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE İZLENEN BEBEKLERİN MARUZ KALDIKLARI GÜRÜLTÜNÜN KOKLEAR FONKSİYONLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ YANDAL UZMANLIK TEZİ Dr. SERDAR BEKEN TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. E. ESRA ÖNAL ANKARA KASIM 2011 İÇİNDEKİLER Sayfa No İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………. i KISALTMALAR……………………………………………………………….. iv TABLOLAR DİZİNİ…………………………………………………………… v ŞEKİLLER DİZİNİ…………………………………………………………….. vii 1. GİRİŞ ve AMAÇ…………………………………………………………….. 1 2. GENEL BİLGİLER…………………………………………………………. 3 2.1. Kulak Embriyolojisi ve Anatomisi………………………………………… 3 2.1.1. Dış kulak…………………………………………………………………... 3 2.1.2. Orta kulak………………………………………………………………… 3 2.1.3. İç kulak……………………………………………………………………. 5 2.2. Ses………………………………………………………………………….. 10 2.2.1. Tanım ve fiziksel özellikler……………………………………………... 10 2.2.2. Sesin genliği ve şiddeti………………………………………………….. 10 2.2.3. Sesin frekansı…………………………………………………………… 11 2.3. İşitme Fizyolojisi…………………………………………………………... 12 i 2.3.1. Ses dalgasının iletimi……………………………………………………. 12 2.3.2. Ses dalgasının dönüştürülmesi…………………………………………. 13 2.3.3. Santral işitme……………………………………………………………. 15 2.3.4. İnsanda işitme duyusunun gelişimi……………………………………. 17 2.4. Gürültü……………………………………………………………………. 20 2.4.1. Gürültünün sınıflandırılması…………………………………………... 20 2.4.2. Gürültünün erişkinler üzerindeki etkileri…………………………….. 21 2.4.3. Gürültünün fetus ve yenidoğan üzerindeki etkileri…………………... 22 2.4.4. Yenidoğan yoğun bakım ünitesindeki ses kaynakları………………… 25 2.5. Yenidoğanda İşitme Kaybı……………………………………………….. 25 2.6. İşitmenin Değerlendirilmesi……………………………………………… 28 2.6.1. Yenidoğanda işitme taraması…………………………………………... 28 2.6.2. İşitsel beyin sapı cevabı…………………………………………………. 28 2.6.3. Uyarılmış otoakustik emisyon………………………………………….. 30 3. YÖNTEM ve GEREÇLER………………………………………………… 35 3.1. Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi Fiziksel Durumu…………………….. 35 ii 3.2. Örneklem…………………………………………………………………... 35 3.3. Kullanılan Araçlar…………………………………………………………36 3.4. Yöntem…………………………………………………………………….. 37 3.5. Analiz………………………………………………………………………. 39 4. BULGULAR………………………………………………………………... 40 5. TARTIŞMA………………………………………………………………… 54 6. SONUÇLAR………………………………………………………………… 67 7. KAYNAKLAR……………………………………………………………… 70 8. ÖZET………………………………………………………………………... 82 9. SUMMARY…………………………………………………………………. 84 10. ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………... 86 iii KISALTMALAR AAP : American Academy of Pediatrics (Amerikan Pediatri Akademisi) ABR : Auditory Brainstem Response (İşitsel Beyin Sapı Cevabı) CFM : Cerebral Function Monitor (Serebral Fonksiyon Monitörü) dB : Desibel DPOAE : Distortion Product Otoacoustic Emission (Distorsiyon Ürünü Otoakustik Emisyonlar) SNR : Signal noise ratio (DPOAE’da sinyal gürültü oranı) EEG : Elektroensefalografi ECMO : Extra-corporal Membrane Oxygenation (Ekstra Korporal Membran Oksijenasyonu) EOAEs : Evoked Otoacoustic Emissions (Uyarılmış Otoakustik Emisyonlar) GÜTF : Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hz : Hertz TEOAE : Transient evoked otoacoustic emissions (Geçici Uyarılmış Otoakustik Emisyonlar) YDYBÜ : Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi iv TABLOLAR DİZİNİ Sayfa No: Tablo 1. Fetus ve prematürenin sesi algılamasının farkları…………………… 19 Tablo 2. YDYBÜ’deki olası gürültü nedenleri……………………………….. 23 Tablo 3. Fetus ve yenidoğanı aşırı sesten korumak için öneriler……………... 24 Tablo 4. Otoakustik emisyonların klinik uygulamaları……………………….. 31 Tablo 5. Hasta ve kontrol grubunun gebelik haftaları ve doğum ağırlıkları….. 40 Tablo 6. Miad ve prematüre bebeklerde ölçülen maksimum ve ortalama gürültü düzeyleri……………………………………………………………. 41 Tablo 7. Miad ve prematüre bebeklerin hastanede yatış süreleri ile 45 dB ve 65 dB üzeri gürültüye maruz kalma sürelerinin karşılaştırılması……… 42 Tablo 8. Tüm hastaların 45 dB altı, 45-65 dB arası, 65 dB üzeri gürültüye maruz kaldıkları sürelerin yatış sürelerine oranları………………………... 42 Tablo 9. YDYBÜ’de yatan ve yatmayan bebeklerin sol kulak DPOAE SNR (dB) sonuçlarının frekanslara göre karşılaştırılması…………………….. 45 Tablo 10. YDYBÜ’de yatan ve yatmayan bebeklerin sağ kulak DPOAE SNR(dB) sonuçlarının frekanslara göre karşılaştırılması……………………... 45 v Sayfa No: Tablo 11. YDYBÜ’de yatan ve yatmayan bebeklerin DPOAE sonuçlarının (geçti/kaldı) frekanslara göre karşılaştırılması……………………. 46 Tablo 12. YDYBÜ’de yatan hastalarda DPOAE 1001 Hz sonuçlarına yatış süresi ve gürültü parametrelerinin etkisi………………………………… 47 Tablo 13. YDYBÜ’de yatan hastalarda DPOAE 1501 Hz sonuçlarına yatış süresi ve gürültü parametrelerinin etkisi………………………………… 49 Tablo 14. YDYBÜ’de izlenmiş hastalarda DPOAE 1001 ve 1501 Hz sonuçlarına işitme risk faktörlerinin etkisi…………………………………….. 51 Tablo 15. 1001 Hz ve 1501 Hz DPOAE testinden kalanların altı aylık Bayley II gelişim testi değerlendirmesinin karşılaştırılması………………… 53 vi ŞEKİLLER DİZİNİ Sayfa No: Şekil 1. Orta kulağın embriyolojik gelişimi…………………………………….... 4 Şekil 2 Orta kulak ve iç kulak yapılarının şematik çizimi……………………….. 5 Şekil 3. Otik vezikül oluşumunu gösteren transvers kesitler…………………….. 6 Şekil 4. İç kulağın embriyolojik gelişimi……………………………………….... 6 Şekil 5. Koklea iç yapılarının horizontal kesiti…………………………………... 9 Şekil 6. Korti organı histolojik kesitinin şematik çizimi………………………..... 9 Şekil 7. Kokleada işitme frekanslarının bazalden-apekse doğru dağılımı……… 14 Şekil 8. Korti organından kortekse kadar olan işitme yolları…………………… 16 Şekil 9. Uyarılmış otoakustik emisyon testinin şematik çizimi………………… 31 Şekil 10. Miad ve prematürelerde maksimum ve ortalama gürültü düzeyleri….. 41 Şekil 11. Tüm hastaların 45 dB altı, 45-65 dB arası, 65 dB üzeri gürültüye maruz kaldıkları sürenin yatış sürelerine oranları…………………………….. 43 Şekil 12. 45 dB üstü ve 65 dB üstü gürültülerin frekans analizi………………... 44 Şekil 13. YDYBÜ’de yatan grupta, DPOAE 1001 Hz’ten geçenlerin ve kalanların 45 dB ve 65 dB üzeri maruz kaldıkları gürültülerin karşılaştırılması…. 47 vii Sayfa No: Şekil 14. YDYBÜ’de yatan grupta, DPOAE 1501 Hz’ten geçenlerin ve kalanların 45 dB ve 65 dB üzeri maruz kaldıkları gürültülerin karşılaştırılması……49 viii 1. GİRİŞ ve AMAÇ Günümüzde neonatoloji bilimindeki gelişmeler özellikle çok düşük doğum ağırlıklı ve gebelik yaşı 23 haftanın üzerindeki bebeklerde sağkalımı arttırmış bunun sonucu olarak da morbiditeler daha sık görülmeye başlanmıştır. İşitme kaybı bu bebeklerin önemli morbiditelerinden biridir. Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi‟nde (YDYBÜ) yatmak tek başına işitme kaybı için risk faktörüdür. Gebelik yaşı ve doğum ağırlığına göre değişmekle birlikte YDYBÜ‟nde izlenen bebekler haftalarca küvözde yatabilmekte ve tedavi süreleri boyunca yoğun bakımın normalde bulunmaları gereken rahimiçi ortamdan tamamen farklı fiziksel koşullarına maruz kalmaktadırlar. Bu çalışmada, bu fiziksel ajanlardan genellikle gözardı edilen ancak en önemlilerinden birisi olan gürültü incelenecektir. Çünkü gürültünün bebeklerin YDYBÜ‟de yattıkları dönemde yaşamsal fonksiyonları üzerinde olumsuz etkilere neden olurken; uzun dönemde işitme, davranışlar ve öğrenme üzerine de olumsuz etkiler yarattığı bilinmektedir. Bu çalışmada; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi (GÜTF) YDYBÜ‟de yatırılan prematüre ve miadında doğmuş bebeklerin yatışları boyunca maruz kaldıkları gürültünün frekans spektrumu (Hz) ve şiddetinin (dB) belirlenmesi ve bu bebeklerin işitmeleri ile nörolojik gelişimleri üzerinde gürültünün etkisinin değerlendirilmesi planlanmıştır. Literatürdeki düzeylerinin birçok çalışmada YDYBÜ‟nde saptanan gürültü önerilenden çok fazla olduğu gösterilmiştir (1,2). Gürültü düzeylerini azaltmaya yönelik çeşitli yöntemler denenmiş olmasına rağmen 1 istenilen düzeyin altına çekmede yeterli başarı sağlanamamıştır. Gürültünün oluşturduğu akustik travmanın koklea üzerinde olumsuz etkileri literatürde tanımlanmıştır (3,4,5). Erişkinlerin uzun dönem gürültüye maruziyetlerinin işitme kaybına neden olduğu da bilinmektedir (6). Ancak organ sistemlerinin gelişimi henüz tamamlamamış prematüre bebekler ve miadında doğmuş bebeklerin, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde (YDYBÜ) yattıkları süre boyunca maruz kaldıkları gürültünün işitme üzerine etkileri hala net bilinmemektedir. Bu çalışma ile GÜTF YDYBÜ‟nde yatarak tedavi gören bebeklerin maruz kaldıkları gürültü düzeyleri saptanacak ve gürültünün işitme üzerindeki etkileri değerlendirilecektir. Bu sayede ünitemizin gürültü değerlendirmesi yapılmış olacak ve gerekirse bu konuda iyileştirmeler için önerilerde bulunulabilecektir. 2 2. GENEL BİLGİLER 2.1. Kulak Embriyolojisi ve Anatomisi 2.1.1 Dış kulak Kulak kepçesi 1. ve 2. faringeal arkusların dorsal uçlarında bulunan ve 1. farengeal klefti çevreleyen 6 mezenşimal proliferasyon bölgesinden gelişir. Dış kulak yolunun her iki tarafında üçer adet olarak yer alan bu şişlikler daha sonra birleşerek kulak kepçesini oluşturur. Dış kulak yolu birinci farengeal kleftin dorsal kısmından gelişir. Üçüncü ayın başında dış kulak yolunun dibindeki epitelyal hücreler çoğalarak meatal tıkaç adı verilen solid bir epiteliyal yapı oluşturur. Yedinci ayda bu tıkaç çözülür ve meatusun tabanını örten epitelyum kalıcı kulak zarının oluşumuna katılır. Kulak zarı dıştan içe; ektodermal epitel örtü, mezenşimal ara tabaka ve içte farengeal poştan köken alan endodermal örtüden oluşur. 2.1.2 Orta kulak Kulak zarı ile iç kulak arasına yerleşmiş bir boşluktur. Östaki borusu ile dış ortam, aditus yolu ile de mastoidin hava boşlukları ile bağlantılıdır. Timpanik boşluk endodermal kökenlidir ve birinci farengeal poştan gelişir. Bu poş laterale doğru hızla büyür ve birinci farengeal kleftin tabanıyla temasa geçer. Poşun proksimal parçası östaki tüpünü oluştururken distal kısmından primitif timpanik boşluk oluşur. 3 Mezenşime gömülü kemikçikler Rombensefalon Endolenfatik kanal İç kulak duvarı Utriküler parça Sakküler parça Mezenşimal yoğunlaşma Östaki kanalı 1.farengeal kleft Tubotimpanik aralık Dış kulak yolu Meatal tıkaç Primitif timpanik kavite Şekil 1. Orta kulağın embriyolojik gelişimi. A. Yedi haftalık bir embriyonun rombensefalon bölgesinden geçen transvers kesitte, tubotimpanik çukur, birinci farengeal kleft ve kemikçiklerin gelişimini haber veren mezenşimal yoğunlaşma görülmektedir. B. Kemikçiklerin kıkırdak prokürsörlerini gösteren orta kulağa ait şematik çizim. Mezenşimal doku içinde ince sarı çizgi, orta kulak boşluğunun gelecekteki sınırlarını belirtmektedir. Orta kulak boşluğunda kulak zarı ile iç kulak arasında yer alan üç tane hareketli kemikçik vardır. Bunlar timpan boşluğun üst ve arka kısmında yerleşmiştir. Malleus ve inkus birinci farengeal, stapes ise ikinci farengeal arkın kıkırdağından gelişir (Şekil 1). Kemikçikler fetal yaşamın birinci yarısında belirseler de sekizinci aya kadar çevrelerindeki mezenşim içine gömülü olarak kalırlar. Daha sonra primitif timpanik boşluk endodermal epiteli gelişmekte olan boşluğun duvarı boyunca uzanır. Kemikçikler çevrelerindeki mezenşimden tümüyle serbestleştikten sonra endodermal epitelyum tarafından mezenter benzeri bir yapı ile boşluk duvarına bağlanırlar. Kemikçikler malleusun manubrium mallei kısmı ile kulak zarına, stapesin anülar ligamenti ile de oval pencereye bağlanırlar (Şekil 2). 4 Şekil 2. Orta kulak ve iç kulak yapılarının şematik çizimi. 2.1.3 İç kulak İç kulak temporal kemiğin petröz parçasına yerleşmiştir. Yuvarlak ve oval pencere yolu ile orta kulak ile komşu iken koklear ve vestibüler kanallar aracılığı ile kafa içi ile bağlantılıdır. Kemik ve zar kısım olmak üzere iki parçadır. Zar labirent, kemik labirenti taklit etmesine karşın, kemik labirentin sadece üçte birlik kısmını doldurur. Zar ve kemik labirent arasında sodyumdan zengin perilenf sıvısı dolaşırken zar labirentin içinde potasyumdan zengin endolenf sıvısı mevcuttur. 5 Kulak gelişimine ait ilk belirti embriyoda yaklaşık 22. günde rombensefalanun her iki yanındaki yüzey ektoderminin kalınlaşması şeklindedir. Otik plak olarak da adlandırılan bu kalınlaşmalar, invajine olarak işitme veziküllerini (otokist) oluşturur (Şekil 3). Her bir vezikül, dorsal ve ventral olarak ikiye ayrılır. Ventral parçadan sakkül ve koklear kanal gelişirken dorsal parçadan utrikul, semisirküler kanallar ve endolenfatik kanal gelişir (Şekil 4). Bu şekilde ortaya çıkan epitelyal yapıların hepsi membranöz labirent olarak adlandırılır. İnvajine olan nöral tüp Rombensefalon duvarı İnvajine olan plakod Otik plakod Otik çukur Otik vezikül Şekil 3. Otik vezikül oluşumunu gösteren transvers kesitler. Endolenfatik kanal Sakkül gelişimi Sakkül Ductus reuniens Utrikul Utrikulosakküler kanal Sakkül Koklear kanal Şekil 4. İç kulağın embriyolojik gelişimi. A-B. Dorsal utriküler parça ile endolenfatik kanal ve ventral bir sakküler parçanın görüldüğü otokistin gelişimi C-E. Sırası ile 6, 7 ve 8. haftalardaki koklear kanalın gelişimi. 6 Utrikul ve semisirküler kanallar, gelişimin 6. haftasında, otik vezikülün utriküler kısmından dışarı doğru uzanan yassı çıkıntılar şeklinde belirir. Bu çıkıntıların duvarlarının merkezi kısımları zamanla birbirini karşılayacak pozisyona gelirler ve daha sonra kaybolarak 3 adet semisirküler kanalın oluşmasını sağlarlar. Her kanalın bir ucu genişleyerek krus ampullare‟yi oluştururken diğer uçlar genişleyemez ve krus nonampullare adını alırlar. Ampulla içindeki hücreler, dengenin kontrolüyle yükümlü duyu hücrelerini de içeren ve krista ampullaris olarak bilinen bir çıkıntı oluşturur. Utrikul ve sakkülün duvarlarında da makula akustika adı verilen benzer duyu alanları gelişir. Vücut pozisyonundaki değişiklikler sonrasında, krista ve maküla duyu hücrelerinde oluşan uyarılar 8. kraniyal sinir aracılığı ile kortekse ulaştırılır. Gelişimin altıncı haftasında, sakkül kendi alt kutbunda tübüler şekilli bir çıkıntı oluşturur; koklear kanal adı verilen bu çıkıntı sekizinci haftanın sonunda iki buçuk tur oluşturacak şekilde çevre mezenşimi spiral bir şekilde deler. Koklear kanal sakkül ile bağlantısını “duktus reuniens” adı verilen dar bir kanal ile sağlar. Çevre mezenşim kıkırdağa farklılaştıktan sonra onuncu haftadan sonra vakuolize olur ve ardından skala vestibuli ve skala timpani adı verilen iki adet perilenfatik boşluk oluşturur. Bu boşluklar kokleanın apeksinde helikotrema bölgesinde birbiri ile bağlantılıdır. Skala timpani yuvarlak pencere, skala vestibuli ise oval pencere aracılığıyla orta kulak ile ilişkilidir. Koklea, modiolus adı verilen koni şeklinde bir yapı ve etrafında arkadan öne, içten dışa doğru iki buçuk kez dolanan bir kanaldır. Koklear kanal, skala 7 vestibuliden vestibular membranla, skala timpaniden baziler membranla ayrılır (Şekil 5). Koklear kanalın lateral duvarı çevre kıkırdağa spiral ligamen ile bağlı kalırken medyan duvarı ise uzun bir kıkırdak çıkıntısı halinde modiolusa tutunur. Modiolus kemik kokleanın eksenini oluşturur. Baziler membranın kalınlığı bazal turdan başlayarak apikale doğru artar. Baziler membran boyunca genişlik büyük değişkenlik gösterir. Koklear kanalın epitelyum hücreleri başlangıçta benzerdir. Bu hücreler iki kabarıklık oluşturur. İç kabarıklık kokleanın merkezindedir ve buradan spiral limbus gelişir. Dış kabarıklıktan ise bir sıra iç, 3-4 sıra da dış tüy hücreleri oluşur. Bu hücrelerin üstü, spiral limbusa bağlı olan, fibriler jelatinöz bir madde olan tektoryal membran ile örtülür (Şekil 6). Duyu hücrelerinin apikal kısmında 6-7 dizi stereosilia adı verilen “W” şeklinde dizilmiş titrek tüyler mevcuttur. Stereosiliaların uzunlukları içten dışa doğru ve bazilerden apikale doğru gittikçe artar. Dış tüy hücreler stereosiliaları ile tektoryal membrana bağlanır. Bu hücrelerin bazilerleri de geniş veziküller içeren sinir lifleri tarafından işgal edilir. Perilenfteki mekanik titreşimler sinir liflerini uyaran elektrik akımlarına dönüşür. Buradan alınan uyarılar da spiral gangliyon ve 8. kraniyal sinir aracılığı ile kortekse iletilir. Duyu hücreleri ve üstlerindeki tektoryal membranın tamamına korti organı adı verilir. Korti organının gelişmesi baziler turdan apekse doğru olur. Korti organı koklear kanal boyunca aynı biçimde kalmaz; iç ve dış tüy hücrelerin 8 uzunlukları, stereosiliaların uzunlukları, korti organının genişliği ve çevre destek hücrelerin uzunlukları apikale doğru giderek artar. Skala vestibuli Koklear kanal Skala timpani Şekil 5. Koklea iç yapılarının horizontal kesiti. Tektoryal membran Dış tüy hücreleri İç tüy hücreleri Baziler lifler Spiral gangliyon Koklear sinir Şekil 6. Korti organı histolojik kesitinin şematik çizimi. 9 Tüy hücrelerin gelişimi gebeliğin 10-12. haftalarında olurken, dış tüy hücreleri ve 8. kraniyal sinirdeki sinapslar 22. hafta civarında gelişir. İç kulak, erişkindeki şekil ve büyüklüğüne 20-22. haftalarda ulaşır. Koklea, 20. gebelik haftasında fonksiyon görebilecek durumdadır ancak biyokimyasal ve metabolik değişiklikler daha sonra da devam eder. Normal bir işitme için, özellikle dış tüy hücrelerinin fonksiyonel bütünlüğünün sağlanması önemlidir. İnsanlarda işitme, en erken gebeliğin 18. haftasında başlamakla beraber, olgunlaşması yaklaşık 30. hafta civarında olur (7). Yenidoğanda, mastoid antrum hemen hemen erişkindeki büyüklüğüne erişmiştir. Ancak içinde hiçbir mastoid hücresi yoktur. Orta kulak, puberte boyunca büyümeye devam eder. Dış kulak da puberteye kadar büyümeye devam eder. 2.2 Ses 2.2.1 Tanım ve fiziksel özellikler Ses enerjisi bir titreşimdir. Yayıldığı ortam moleküllerinin birbiri peşi sıra sıkışmasına ve gevşemesine neden olur. Ses dalgalarının ortam içindeki hızı, ortamı oluşturan maddenin yoğunluğuna, denge basıncına, özgül ısısına (gazlar için), esnekliğine (katı ve sıvılar için), sıcaklığa ve dalganın frekansına bağlıdır (8). 2.2.2 Sesin genliği ve şiddeti Basit bir ses dalgasının bir noktada oluşturduğu ses basıncının zamanla değişimi harmoniktir. Basıncın en büyük değerine genlik denir. Basıncın en büyük 10 iki değeri arasındaki geçen zamana periyot adı verilir. Ses, kendi dalga boyundan daha küçük yapılardan etkilenmez. Ses basıncı, atmosferik basınç (ses yokken) ile toplam basınç (ses varken) arasındaki farkın ölçüsü ya da genliğidir. Sesin genliği için pek çok ölçü tipi bulunsa da, ses basıncı temel ölçüdür. Ses düzeyini ölçmek için kullanılan logaritmik ölçüye “bel” adı verilir. İşitme eşiği 0 bel iken her on kat artış 1 bel olarak tanımlanır. Daha hassas ölçümler için belin onda biri olan “desibel” (dB) kullanılır (9,10). Desibel ölçeği logaritmiktir; çünkü ses şiddeti aralığı öyle geniştir ki ölçülmesi ya da gözlenmesi gereken tüm sesleri lineer bir ölçeğe sığdırmak imkansızdır. Desibel ile yapılan değerlendirmenin bir başka özelliği, iki farklı sesin ses basıncı düzeylerinin aritmetik olarak toplanamamasıdır. Örneğin 60 dB‟ lik bir ses, 60 dB‟ lik bir başka ses ile toplandığında, artış sadece 3 dB olacaktır; yani toplam 120 dB değil 63 dB olacaktır. Dahası eğer iki farklı düzeyde ses söz konusuysa, düşük olanın büyüğe katkısı fark arttıkça azalır. Eğer ikisi arasındaki seviye farkı 10 dB‟in üzerinde ise, düşük seviyeli sesin hiç bir etkisi olmaz. 2.2.3 Sesin frekansı Bir ses kaynağının titreşme ya da havayı titreştirme miktarı, frekansı belirler. Zamanın birimi genelde bir saniyedir ve bir saniyedeki çevrim sayısını ifade etmek için „Hertz‟ (Hz) terimi kullanılır. İnsan yaklaşık olarak 30–20.000 Hz arasında frekansa sahip sesleri algılayabilir. Bu değerler miad yenidoğanlar için 500 ile 4000 Hz‟dir (11). İnsanlar, günlük hayatta saf tonlarla son derece 11 seyrek karşılaşır. Seslerin büyük çoğunluğu bunun yerine birçok frekanstan oluşan bir karmaşık birliktelik sergiler. 2.3 İşitme Fizyolojisi Atmosferde meydana gelen ses dalgalarının kulağımız tarafından toplanmasından beyindeki merkezlerde karakter ve anlam olarak algılanmasına kadar olan süreç işitme olarak adlandırılır. Dış, orta ve iç kulak ile işitme merkezi bu sistemin parçalarıdır. İşitmenin olabilmesi için ilk olarak ses dalgalarının atmosferden korti organına iletilmesi gerekir. Bu mekanik olay sesin kendi enerjisi ile sağlanır. Bu olaya iletim (conduction) denir. Korti organında ses enerjisi bir dizi biyokimyasal etkileşim ile elektrik enerjisi haline çevirir. Bu olaya dönüşüm (transduction) denir. İç ve dış tüy hücrelerinde meydana gelen elektrik akımı kendisi ile ilişkili sinir liflerini uyarır. Bu şekilde elektrik enerjisi frekans ve şiddetine göre değişik sinir liflerine iletilir. Başka bir deyişle ses, şiddet ve frekansına göre korti organında kodlanmış olur. Bu olaya nöral kodlama (neural coding) denir. Tek tek gelen bu sinir iletimleri işitme merkezinde birleştirilir ve çözülür. Yani sesin karakteri ve anlamı anlaşılır hale gelir. Bu olaya ilişkilendirme-farkındalık (association-cognition) denir (12). 2.3.1 Ses dalgasının iletimi Kulak kepçesi konumu ve biçimi ile çevredeki sesleri toplamayı ve dış kulak yoluna yönlendirmeyi sağlar. Bu sesin şiddetini 6 dB kadar arttırır. Dış 12 kulak yolu sesi hem yönlendirir hem de fiziksel olarak rezanatör olarak çalışır, bu da sesin şiddetini 15-20 dB arttırır (12). Sesin iletiminde orta kulak birinci fazda yer almaktadır. Kulak zarına gelen ses dalgaları kemikçik zincir ve oval pencere yoluyla iç kulağa aktarılmaktadır. Ses dalgaları akustik direncin çok düşük olduğu atmosferden akustik direnci çok yüksek olan perilenfe geçinceye kadar yaklaşık 30 dB‟lik bir kayba uğramasına karşın kemikçiklerde ses dalgaları iletilirken bu kayıp telafi edilir ve aradaki 30 dB‟lik kayıp önlenmiş olur. Kulak zarı titreştiğinde kemikçikler yolu ile oval pencere, hava yolu ile de yuvarlak pencere titreşir. Bu iki pencereye farklı hızlarda ulaşan ses dalgaları faz farkı meydana getirir. Bu fark koklear potansiyelin optimal düzeyde olması için gereklidir. 2.3.2 Ses dalgasının dönüştürülmesi Ses dalgalarının perilenfe iletilmesi ile perilenf hareketlenir ve baziler membranda titreşimler meydana gelir. Bu titreşimler tabandan apikale dek devam eder. Baziler membran tabanda 0,12 mm iken apikalde 0,5 mm‟dir. Baziler membran taban kısmında gergindir ancak apikale doğru genişliği arttığı için gerginlik giderek azalır. Bu fark nedeni ile ses dalgası tabandan apikale doğru “gezici dalga” (travelling wave) ile götürülmüş olur. Bekesy‟nin tanımladığı gezici dalga, baziler membran potansiyenin her yerde aynı olmadığını ortaya koymuştur. Baziler membran amplitüdü sesin frekansına göre değişiklik gösterir. Yüksek frekanslı sesler için baziler membran amplitüdü koklea tabanında en düşükken, alçak frekanslarda apikalde en yüksek seviyeye ulaşır (Şekil 7). Koklea gezinen dalga için amplifikatör görevi görür (13). 13 Şekil 7. Kokleada işitme frekanslarının bazilerden-apekse doğru dağılımı. Baziler membran hareketleri tüy hücreleri ile büyük ölçüde ilişkilidir. Stereosiliaların titreşim amplitüdleri arttıkça baziler membran amplitüdü artar. Dış tüy hücreleri frekans seçme özelliğine sahiptir (13). Baziler membran hareketleri ile sinir enerjisinin oluşması kokleada bulunan 4 tane hücre dışı elektriksel potansiyele bağlıdır, bunlar; 1. Endolenfatik potansiyel 2. Koklear mikrofonik 3. Sumasyon potansiyeli 4. Tüm sinir aksiyon potansiyeli Endolenfatik potansiyel; kaynağı stria vaskülaris olduğu kabul edilmekle birlikte kaynağı konusunda tartışmalar devam etmektedir. Koklear mikrofoni; 14 koklea içinde veya oval pencere kenarından ölçülen doğru akımdır. Kaynağı dış tüy hücreleri olup bunların oluşturduğu potasyum iyonu akımına bağlıdır. Baziler membran hareketleri ve dış ses uyaranları ile doğrudan ilişkidedir. Koklear mikrofoni dalga şekli büyük ölçüde baziler membran hareketinin aynısıdır. Sumasyon potansiyeli; büyük ölçüde dış tüy hücrelerinin hücre içi potansiyeli ile ilişkilidir. Ses uyaranına, bunun frekansına ve uyaranın şiddetine bağlıdır. Tüm sinir aksiyon potansiyeli; işitme siniri liflerinden ölçülür. Stereosiliaların üzerinde hareket ile açılıp kapanan iyon kanalları mevcuttur. Baziler membran hareketi ile stereosilialar hareket eder ve bu kanallar hareket yönüne göre açılır veya kapanır. Endolenf içinde +80 mv‟luk bir potansiyel varken iç tüy hücrelerde -45 mv, dış tüy hücrelerde ise -70 mv yük mevcuttur. Bu fark sonucunda, hücre içine potasyum akımı gerçekleşir. Sonuçta sesin mekanik hareketi ile baziler membran hareketlenir ve bu iyon hareketi ile elektriksel akım ortaya çıkmış olur (12). Tüy hücreleri bu akımı kendileri ile ilişkili olan sinir lifine aktarır. 2.3.3 Santral işitme Spiral gangliyondan çıkan sinir lifleri sırasıyla; dorsal ve ventral koklear çekirdekler, süperior oliver çekirdek, lateral lemniskus, inferior kollikulus, medial genikulat nükleus yolunu izlerler. Farkları sonlanma noktaları vardır; bir kısım ikinci derece nöronlar süperior oliver çekirdekte, devam edenlerin az bir kısmı lateral lemniskus nükleusunda ve diğerleri de inferior kollikulusta sonlanır. Hepsi önce dorsal ve ventral koklear çekirdekte; daha sonra medial genikulat çekirdekte 15 sinaps yaparlar ve işitme yolu işitme radyasyonu ile temporal lob medialindeki işitme korteksine ulaşır (Şekil 8). Korti organı Şekil 8. Korti organından kortekse kadar olan işitme yolları. İşitme korteksinin organizasyonu tonotopiktir. Kokleanın ilk kısımlarından gelen yüksek frekans sinyalleri işitme korteksinin posteriorunda, helikotremadan gelen düşük frekanslı sinyaller ise işitme korteksinin anteriorunda sonlanır. Böylece işitme korteksi sesin frekans analizini bozulmadan algılamış olur. 16 2.3.4 İnsanda işitme duyusunun gelişimi Fetusta bütün duyu organları prenatal dönemde gelişmeye başlar ve genellikle, dokunsal, vestibüler, işitsel ve görsel gelişim şeklinde bir sıra izler (14). Prenatal ve erken postnatal dönemde duyusal sistemlerin nispeten immatür olması, sonraki algısal ve davranışsal gelişim açısından önemli olabilir. Dolayısıyla, duyusal organlardaki yetersizlik, aşılması gereken bir eksiklik değil, normal duyusal ve algısal öğrenme için gerekli olan adaptif bir özelliktir. Bu gelişim basamaklarının bir sonucu olarak, normal şartlarda erken gelişen işitme duyusu, görmeye kıyasla daha fonksiyonel hale gelir. Bu nedenle, bebeğin algısal organizasyonunun gelişmesi açısından işitsel uyarıların tipi ve zamanı önem kazanır. Perinatal dönemde, optimal gelişmeyi sağlayacak uyarıların tipi, miktarı ve zamanlaması konusunda bilgi yoktur. Fetus, anneden kaynaklanan seslere olduğu kadar, çevreden gelen seslere de maruz kalır. Ancak, sesin karakteri karın duvarı, uterus ve amniotik sıvıdan geçerken değişir. Fetusun duymasını etkileyen faktörler arasında; dahili sesin frekans ve düzeyi, fetusun başının etrafını saran sıvı ve dokuların uyarılara olan etkileri, fetusun iç kulağına sesin ulaşma düzeyi ve uyarı zamanında işitme mekanizmasının gelişmişlik düzeyi sayılabilir (15). Karın duvarı, yüksek frekanslı seslerin geçmesini engellerken, 200 Hz‟den daha küçük frekanslı sesler çok fazla etkilenmeden (en fazla 5 dB azalarak) uterus içine ulaşır. Dolayısıyla fetus, tiz seslerden ziyade, bas sesleri duyar (16). Sonografik olarak verilen vibroakustik uyarılara, 22-24 gebelik haftasından sonra göz kırpma şeklinde olan fetal yanıt 17 saptanabilir (17). Fetal işitme gebeliğin ikinci trimesteri sonunda başladıktan sonra, ekzojen sesler fetus davranışı ve merkezi sinir sistemi gelişimini etkileyebilir. Ancak fetal işitme, her frekansta aynı değildir ve erişkinlere kıyasla çok daha kısıtlı frekansları duyar. Gestasyon ilerledikçe fetusun yanıt verebildiği frekanslar artar ve fetusta yanıt oluşturan uyarı eşiği de giderek azalır (18). İşitme eşiği 28-34. gebelik haftalarında yaklaşık 40 dB, 35-38. gebelik haftasında iken 30 dB, 40. gebelik haftasında 13,5 dB‟e kadar düşer. Miadında doğmuş bebeklerde 20 dB işitme kaybı için eşik değer olarak kullanılabilir (19). İşitme bebeğin değişik frekans, yoğunluk ve süredeki sesleri ayırt edebilme yeteneğidir. Bebek ne kadar az matürse bir sesi diğerinden ayırt etmesi için frekans ve yoğunluğunda o kadar fazla fark olması gerekir. Miad bebekte işitme aralığı 500 - 4000 Hz iken, erişkin aralığı olan 30 - 20.000 Hz‟e ulaşmak için olgunlaşma dönemi gerekmektedir. Miad doğmuş yenidoğanlarda bile işitme sisteminin miyelinizasyonu doğumdan sonra da devam etmektedir (3). Yenidoğan işitme yolları kortekse kadar fonksiyonel anlamda tamamen gelişmiş olmakla birlikte bir şey işittiğini belli edecek şekilde farklı davranış şekilleri göstermez, ses belleği olmadığı için sesleri anımsayamazlar (20). Ancak iki yaşından sonra anımsayıp yorumlayabilecek duruma gelirler. Doğumda var olan işitmeye refleks işitme, sonradan gelişen işitme fonksiyonuna da bilinçli işitme denir (21). Yenidoğan döneminde sese tepki genellikle kalp hızı ve solunum hızında değişiklik şeklindedir. Normal konuşma ve hafif bir müzik gibi sesler, kalp hızında azalmaya yol açar ve bu duruma yönelme yanıtı denir. Yönelme yanıtı 18 bebeğin uyarıyı algılamasını ve öğrenmesini kolaylaştırır. Yüksek sesler ve gürültü ise kalp hızını arttırır ve savunma yanıtı olarak bilinir. Davranış durumu ve merkezi sinir sisteminin gelişme derecesi de sese karşı verilen kardiyak yanıtı etkiler. Bebeğin verdiği yanıt daha önce maruz kaldığı sesler ile prenatal ve perinatal deneyimlerden de etkilenir. Prenatal dönemde sorun yaşamayan bebekler, sorun yaşayanlara göre yaşamın ilk günlerinde daha fazla yönelme yanıtı gösterirler (22). Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde (YDYBÜ) izlenen bir yenidoğan intrauterin dönemde veya evde annesinin yanında iken karşılaşacağından çok daha fazla sese maruz kalır. Tablo 1‟de rahim içi ve dış ortamdaki prematüre bebeğin seslere maruziyeti ve sesleri algılamadaki farkları gösterilmiştir (13). Tablo 1. Fetus ve prematürenin sese maruziyetinin ve sesin algılamasının farkları. Fetus: Anne Karnında Prematüre: YDYBÜ’de Sıvı iletimi Hava İletimi Düşük frekans ağırlıklı Tüm işitilen frekanslar Sessiz veya hafif ses Gürültülü veya çok gürültülü ses Belirgin ortam, daha az konuşma sesi Beklenmeyen daha geniş aralıkta çevre gürültüsü Çoklu tekrarlayan sesler Öngörülemeyen sesler Döngüsel iletimler Döngüsel olmayan iletimler 19 2.4. Gürültü Gürültü, insan kulağının duyma frekansları çerçevesinde, sessizliği ya da duyulmak istenilen sesi bozan, sağlığa zararlı olan ya da sıkıntı veren ses olarak tanımlanabilir. Gürültü, insanların işitme sağlığını ve algılamasını olumsuz etkileyen, fizyolojik ve psikolojik dengeleri bozabilen, iş performansını azaltabilen önemli bir çevre kirliliği türüdür. 2.4.1 Gürültünün sınıflandırılması Gürültü, frekans dağılımına ve ses düzeyinin değişme şekline göre olmak üzere iki şekilde sınıflandırılabilir. Frekans dağılımına göre; - Sürekli geniş bant gürültü (Beyaz gürültü): Gürültüyü oluşturan saf seslerin frekansları, geniş bir spektruma yayılmış, hiç bir frekans bandında toplanmamıştır. Doğadaki mevcut renklerin karışımı ile oluşan beyaz ışık gibi, bütün frekans aralıklarına sahip sürekli spektrumlu sesler de beyaz gürültü adını alan sesleri meydana getirirler. - Sürekli dar bant gürültü: Geniş bant gürültüsünün tersine bu tür gürültünün frekans dağılımı, belli bir frekans bandında yoğun olarak yer alır. Gürültüyü oluşturan arı seslerden frekansı belli aralıklarda olanlar baskındır, frekans dağılımı belli bir frekans bandında toplanmıştır. 20 Zamana bağımlılığa göre; - Kararlı gürültü: Gürültünün düzeyinde zamanla önemli bir değişiklik gözlenmez. Sabit bir güç ve hızda çalışan herhangi bir motorun oluşturacağı gürültü gibidir. - Kararsız gürültü: Gürültünün düzeyinde zamanla önemli değişikliklerin gözlendiği gürültü türüdür. Zamanla değişme, dalgalanma ya da kesikli olma şeklinde gözlenebilir. 2.4.2 Gürültünün erişkinler üzerindeki etkileri Aşırı gürültü genel bir stres kaynağıdır. Aşırı sesin erişkinlerde; hipertansiyon, artmış kan glukozu, artmış serum kolesterolü, artmış kas gerilimi, rahatsız uyku ve azalmış immün fonksiyon gibi bozukluklara yol açtığı gösterilmiştir. Daha fazla gürültülü yerde, zaman zaman iletişim zorlaşabilir ve konsantrasyon ile iş performansı azalabilir (24) Gürültüye maruz kalınan işyerlerinde çalışma standartları; 90 dB üstü gürültüde 8 saatten fazla, 95 dB üstü gürültüde 4 saatten fazla, 100 dB üstü gürültüde 2 saatten fazla çalışmaya izin vermemektedir. Ayrıca işyeri ortamında; 115 dB üstü devamlı, 140 dB üstü anlık gürültü olmamalıdır. Yaşam alanlarında ise gürültü sınırları; gündüz 55 dB, gece 45 dB iken hastanede gündüz 45 dB, gece ise 35 dB olarak belirlenmiştir (25). Önerilen sınırların üstünde gürültüye maruz kalan erişkinlerde; maruziyetin yoğunluğu ile ilişkili olarak işitme kaybı, 21 gürültünün neden olduğu kardiyovasküler sistem ve yüksek kan basıncı gibi otonomik sinir sistemi hastalıkları geliştiği bildirilmiştir (26). 2.4.3 Gürültünün fetus ve yenidoğan üzerindeki etkileri Gelişmekte olan kokleanın gürültüye olan duyarlılığı hayvan çalışmalarında gösterilse de yenidoğanların işitmesi üzerine olumsuz etkileri açısından henüz kesin kanıtlanmış bir veri elimizde yoktur (4,27). Retrospektif bir çalışmada 4-10 yaşlarında yüksek sesli frekanslarda işitme kaybı olan çocuklar incelendiğinde, bu çocukların annelerinin düzenli çalıştıkları yerlerde gebelikleri boyunca 85-95 dB‟lik gürültüye maruz kaldıkları gösterilmiştir (28). Ancak maruz kalınan gürültüler retrospektif değerlendirildiği için verilerin güvenilirliği tartışmalıdır. İlk trimesterde gürültüye maruz kalan gebelerin bebeklerinde konjenital anomali riskinde de artış bildirilmiştir ancak bunu doğrulayan bir başka çalışma yoktur (29,30). Prematürite ve düşük doğum ağırlığının, gebelikte gürültüye maruz kalma ile ilişkisi gösterilmiştir (31,32). YDYBÜ‟de gürültü ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Tablo 2‟de olası gürültü nedenleri ve düzeyleri (dB) sıralanmıştır (33). Gürültüye maruz kalan prematürelerin vital bulgularında ve davranışlarında belirgin değişiklikler olduğu gösterilmiştir (34,35). Bebeğin gürültüye karşı stres yanıtı en fazla solunum ve kardiyovasküler sistem aracılıklı olur. Gürültüye maruz kalan bebekte oksijen saturasyonunda düşme, kalp ve solunum hızında artma, intrakraniyal basınçta artma izlenebilir (35,36). 22 YDYBÜ‟den taburcu olan bebeklerde işitme kaybı riski olduğu bilinmektedir (35,37). Gürültü etiyolojide tek başına suçlanmasa da aminoglikozit kullanımı, asfiksi gibi diğer risk faktörleri ile birlikte sinerjistik etkisi olduğu düşünülmektedir (38,39,40). Tablo 2. YDYBÜ‟deki olası gürültü nedenleri. Gürültü düzeyleri YDYBÜ’de olası gürültü nedenleri 45 dB Küvöz içindeki normal ses 50 dB Hemşire hasta ile ilgili sözel olarak başka birisine bilgi verirken ses seviyesi 55 dB Oda içinde sandalye hareketi, bebek ağlaması, normal seste bir radyonun açık olması 60 dB Küvöz üzerine böbrek küvet konmasıyla elde edilen ses, küvöz paneli kapatılması 65 dB Yüksek sesli konuşma, öksürme, monitör alarmı 70 dB Küvöz alarmı, küvöz kapağı kapanma sesi 75 dB Bebeğe yakın normal konuşma sesi 80 dB Gülmek, küvöz tadilat işlemi 85 dB Küvöz içindeki bebek ağlarken elde edilen ses 95 dB Dikkatsiz küvöz paneli kapatılması YDYBÜ‟de izlenen bebeklere gürültüyü azaltmak için kulaklık takılarak maruz kaldığı gürültü 10 dB kadar azaltılabilir. Kulaklık takılan prematüre bebeklerin oksijen satürasyonlarının daha az dalgalandığı ve daha yüksek seyrettiği; aynı zamanda sessiz uyku döneminin arttığı saptanmıştır (41). Aynı zamanda, YDYBÜ‟de daha sessiz konuşma, küvöz kapaklarının olabildiğince az açılması gibi çevresel önlemler alınarak izlenen prematürelerin daha az solunum desteği ve daha az süre oksijen ihtiyacı olduğu gösterilmiştir (42). Çevresel önlem 23 alınan prematüre bebeklerin düzeltilmiş yaş 2 haftalık olduğunda çekilen EEG‟lerinin kontrol term bebekler ile farklı olmadığı gösterilmiş ve nörolojik gelişimlerinin term bebekler ile benzer olduğu düşünülmüştür (43). Bu nedenle Amerikan Pediatri Akademisi (AAP), YDYBÜ‟deki, gürültünün monitörize edilmesini ve 45 dB altında tutulmasını önermektedir (1). Fetus ve yenidoğanı sesin istenmeyen etkilerinden korumak için gereken önlemler Tablo 3‟te sıralanmıştır (23). Tablo 3. Fetus ve yenidoğanı aşırı sesten korumak için öneriler. 1. Gebelik sırasında kadınlar, uzun süre yüksek sese (65 dB ve üzeri) maruz kalmamalıdır. 2. Fetusta işitsel uyarı meydana getirmek için gebe karnı üzerine ses çıkaran aletler, hoparlör vb. konmamalıdır. 3. Fetus, gebeliğin son 6-8 haftasında annesinin sesini bol bol duymalıdır. 4. Yenidoğan üniteleri ve yoğun bakım üniteleri, preterm ve term bebekleri rahatsız etmeyecek şekilde ses düzenlemeleri yapmalıdır. 5. Yenidoğan ünitelerinde ve yoğun bakım ünitelerinde gürültü kontrolü ve azaltılması programlarını sürekli uygulamalıdır. 6. Hastaneler, ailelerin yoğun bakımda bulunabilmelerine olanak sağlayacak ve bebeklerin bakımında sorumluluk üstlenebilecek düzenlemeler yapmalıdır. 7. Hiçbir zaman bebeklerin kulaklarına kulaklık takılarak müzik veya ses dinlettirilmemelidir. 24 2.4.4 Yenidoğan yoğun bakım ünitesindeki ses kaynakları YDYBÜ‟lerindeki ses kaynakları tipik olarak 2 kategoride incelenir. - İşlevsel: Çalışanlar ve ekipmanlar tarafından oluşturulan seslerdir. Eğitimlerle, yenidoğan alarmlarının azaltılmasıyla, metal yerine plastik eşyalar kullanılmasıyla, bebeklerin yataklarının başında konuşmanın süresinin ve ses yüksekliğinin azaltılmasıyla işlevsel ses azaltılabilir (44). - Yapısal: Binanın ve ortamın kendisinden kaynaklanan ses düzeyidir (45,46,47). Yatak sayısının azaltılmasıyla ya da yataklar arasındaki boşluğun artırılmasıyla azaltılabilir. Ünite içindeki sekreter, hemşire odasının yerlerini değiştirmesi ve ana bakım yerinden uzaklaştırılmasıyla; tavan, zemin ve duvarlarda absorbe edici yapı maddelerinin kullanılmasıyla; daha az ses çıkaran ventilasyon ve hava sistemlerinin kullanılmasıyla yapısal ses düzeyi azaltılabilir (48,49,50). Yapısal sesin azaltılması işlevsel sese göre daha zordur (45,51). Her iki tip ses kaynağında yapılan olumlu düzenlemeler ile gürültünün azaldığı gösterilmiştir (45). 2.5 Yenidoğanda İşitme Kaybı Sağlıklı gelişme için işitme bozukluğunun erken tanısı ve tedavisi çok önemlidir. Erken müdahale dil gelişimini olumlu yönde etkileyeceği için akademik, algısal, sosyal ve ekonomik faydalar sağlayacaktır. İşitme kaybı, 1/1000 ile 6/1000 arasında değişen oranla yenidoğan bebeklerde en sık görülen konjenital anomalilerden biridir. Sağlıklı yenidoğanların 1/1000 ile 3/1000‟ünde, 25 YDYBÜ‟de tedavi gören bebeklerin 20/1000 ile 100/1000‟ünde her iki kulakta belirgin işitme kaybına rastlanır. Bu hızlar yenidoğan taramaları yapılan fenilketonüri, hipotiroidi veya galaktozemi gibi başka hastalıkların görülme sıklıklarından çok daha fazladır (20,52,53,54). Tanı koymak ve bu hastaları erken dönemde tespit etmek önemlidir. Tanı geciktikçe, işitme kaybı derecesine paralel olarak olumsuz etkiler de fazlalaşır. Lisanın kazanılması için işitmenin doğuştan itibaren normal sınırlarda olması gerekir. Bu nedenle işitme kaybına ne kadar erken tanı konursa tedavi ve rehabilitasyon o kadar erken başlar ve lisan gelişimi için gerekli işitme algısı sağlanmış olur. “Joint Committee on Infant Hearing” ve AAP tarafından 2007 yılında, konjenital, geç başlangıçlı veya ilerleyici işitme kaybı için risk faktörleri belirlenmiştir (55). - Ebeveynlerin ya da bakıcının işitme, konuşma, dil veya davranış gelişiminden şüphelenmesi - Ailede çocukluk çağında işitme kaybı öyküsü - YDYBÜ‟de 5 günden uzun kalma veya YDYBÜ‟de yatış öyküsü ile birlikte (süreden bağımsız) aşağıdakilerden birinin eşlik etmesi ECMO Mekanik ventilasyon Ototoksik ilaç veya diüretik kullanım öyküsü 26 Kan değişimi gerektirecek düzeyde hiperbilirübinemi - Sitomegalovirüs, herpes, rubella, sifiliz, toksoplazmozis gibi intrauterin enfeksiyon öyküsü - Pinna, dış kulak yolu, kulak kepçesi, temporal kemik anomalilerini içeren kraniyofasiyal bozukluklar olması - Sensörinöral ve/veya iletim tipi işitme kaybı ile giden sendromları düşündürecek muayene bulgusu olması - İşitme kaybı veya ilerleyici işitme kaybı veya geç başlangıçlı işitme kaybı görülen sendromlar (nörofibramatozis, osteopetrozis, Usher sendromu, Waardenburg, Alport, Pendred ve Jervell-Lange-Nielson) - Hunter sendromu gibi nörodejeneratif hastalıklar veya Friedreich ataksisi ve Charcot-Marie-Tooth sendromu gibi sensorimotor nöropatiler - Kanıtlanmış (kültür pozitif) bakteriyel veya viral (özellikle herpes ve varisella) menenjit geçirme öyküsü - Kafa tabanı veya temporal kemik kırığına yol açan hastanede yatmayı gerektiren kafa travması - Kemoterapi 27 2.6 İşitmenin değerlendirilmesi 2.6.1 Yenidoğanda işitme taraması İnsidans açısından konjenital anomaliler içerisinde önemli yer tutan işitme kaybına erken dönemde tanı konması önemlidir. Erken tanıda yenidoğan işitme taramaları büyük rol oynamaktadır. Yenidoğan işitme taramalarında işitme kaybının yaşamın ilk 3 ay içinde saptanması ve bebek 6 aylık olana kadar işitme cihazı ve uygun rehabilitasyon programına başlanması hedeflenmektedir (55). Erken tanı ve erken işitme cihazı kullanılması ile işitme engelli çocukların lisan gelişimlerinin ve buna bağlı olarak akademik başarılarının artması konusundaki görüşler evrensel boyutta işitme taraması yöntemlerinin oluşturulmasını sağlamıştır. YDYBÜ‟de izlenen bebekler sensörinöral işitme kaybı için yüksek riske sahiptir, bu nedenle taramadaki önemli hedef gruplardan biridir (56). Yenidoğan işitme taramalarında iki yöntem kabul görmektedir. Bunlar; uyarılmış otoakustik emisyonlar (Evoked Otoacoustic Emissions, EOAEs) ve işitsel beyin sapı cevabı (Auditory Brainstem Response, ABR) yöntemleridir (55). 2.6.2 İşitsel beyin sapı cevabı İşitsel beyin sapı cevabı (ABR) kulağa klik tarzında sesli uyaranlar verilmesi ve kafatasına yerleştirilen elektrodlarla oluşan cevabın kaydedilmesi ile elde edilir (57). Ses uyaranı, korti organındaki tüy hücreleri tarafından elektriksel aktiviteye çevrilir. Bu sinirsel uyarı beyin sapı ve yüksek kortikal merkezlere iletilir. Oluşan bu elektriksel aktivitenin saptanması ve kaydedilmesi ABR‟nin 28 temelini oluşturmaktadır. ABR ölçümünde en iyi işitsel cevap klik uyaran ile elde edilir. Frekans spesifitesi olmayan klik uyaran ile senkronize nöral aktivitenin en iyi şekilde elde edilmesi sağlanır. Bu uyaran ile 1000 Hz ve üstü koklear fonksiyon hakkında global bilgi sağlanır (58). Yenidoğan taramaları dışında ABR klinik olarak iki alanda uygulanır: - Sekizinci kraniyal sinirin ve beyin sapı işitme yolunun nörolojik anormalliklerinde, işitsel nöropati ve bir santimetreden büyük akustik tümörlerin tespit edilmesinde - İşitme duyarlılığının değerlendirilmesinde özellikle subjektif odyolojik testlere uyum sağlayamayan kişiler ABR, son yıllarda yenidoğan işitme taramaları için altın standart olarak kabul edilir (59). ABR ölçümünde, bebeğin başına yerleştirilen elektrodlar aracılığı ile gönderilen ses uyaranına karşı oluşan elektroensefalografik dalgalar kaydedilir. Böylece işitme sinirinin ve beyin sapı işitme yolunun fonksiyonu ölçülür (60,61). Bu ölçümlerde diagnostik ve otomatik olmak üzere iki tip ABR kullanılır. Diagnostik ABR ölçümlerinin konu ile ilgili uzmanlar tarafından yapılması, elde edilen verilerin yine bu uzmanlar tarafından değerlendirilmesi gerekir ve test süresi uzundur. Bu nedenlerle diagnostik ABR yoğun tarama programları için uygun değildir. Otomatik ABR ile yapılan ölçümlerde elde edilen cevap otomatik olarak değerlendirilip geçti veya şüpheli şeklinde sonuç verir. Kısa sürede sonuç alınır. ABR yapılan bebeğin test sırasında sakin veya uyuyor 29 olması gerekmektedir. Dış kulak yolunda amnion sıvısı, debris veya orta kulakta sıvı olması (süt otiti vb) gibi durumlardan dış kulak yolundan bir ölçüm yapılmadığı için etkilenmez (58). Günümüzde bebek ve küçük çocukların işitmesini değerlendirmede ABR önemli ve güvenilir bir klinik yöntem kabul edilir (61). 2.6.3 Uyarılmış Otoakustik Emisyon Uyarılmış otoakustik emisyon (EOAEs), ilk kez 1978 yılında Kemp tarafından tanımlanmış, afferent nöral entegrasyondan bağımsız olarak, prenöral seviyede koklea dış tüy hücrelerinde oluşturulan düşük şiddetli, lineer olmayan akustik sinyallerdir (62). Normal kokleada bulunan frekansa özgü dış tüy hücreleri, gelen ses uyarısını iletmek için titreşirler. Aynı zamanda bir yandan eko (emisyon) oluşturup gelen sinyali yansıtır. Sağlıklı bir kulakta dış tüy hücrelerinin titreşimleri sesli uyaranla artar ve artan titreşim enerjisi kokleadan orta kulağa doğru taşar. Otoakustik emisyon ile dış kulak yoluna yerleştirilen duyarlı bir mikrofon ve mikro-komputer aracılığıyla dış kulak yolundan bu emisyon cevabı kaydedilir (Şekil 9). Kokleada oval pencereye yakın bölgeler yüksek frekans uyarana karşı daha hassas iken, daha uzak bölgeler, alçak frekans uyarana karşı hassastır. Mikrofonun yakaladığı ilk cevaplar mesafenin yakınlığı nedeni ile koklea tabanından gelen yüksek frekanslar iken, kokleanın apeksine yakın bölgelerden gelen alçak frekans yanıtlar en son kaydedilir, bu sayede frekansa özgü odyolojik bilgi sağlanır. 30 Dış kulak yolu Probun ucu Orta kulak Mikrofon İç kulak Koklear sinir Dış tüy hücreleri Şekil 9. Uyarılmış otoakustik emisyon testinin şematik çizimi. Normal işiten yenidoğanların tamamında uyarılmış otoakustik emisyon cevabı alınır. Bu sebeple bu teknik özellikle yenidoğan işitme taraması için güvenilir bir yöntemdir (61,63,64). Tablo 4‟te otoakustik emisyonların klinik uygulamaları verilmiştir (12). Tablo 4. Otoakustik emisyonların klinik uygulamaları. 1. Yenidoğan işitme taramasında 2. Çocuklarda işitmenin değerlendirilmesi 3. Şüpheli fonksiyonel işitme kayıplarının değerlendirilmesi 4. Koklear ve retrokoklear işitsel disfonksiyonların ayrımının değerlendirilmesi 5. Ototoksitenin değerlendirilmesi ve izlenmesi 6. Tinnitus 7. Gürültüye maruziyetin değerlendirilmesi 8. Endolenfatik hidrops 31 Temel olarak üç çeşit EOAEs mevcuttur. Stimulus-frequency otoacustic emissions, kulağa verilen devamlı saf ses uyaran sonucunda ortaya çıkarlar. Verilen uyaranın frekansında gözlendiği için cevap ve stimulusu birbirinden ayırt etmek zordur. Amplitüdler stimulus şiddeti azaldığında artar. Yorumlamadaki sıkıntılar nedeni ile klinikte kullanımı uygun değildir. Transient evoked otoacoustic emissions (TEOAE), iç kulağa gönderilen kısa akustik uyarana karşı kokleanın oluşturduğu cevaptır. TEOAE, çok kısa fakat güçlü dar bant uyarı ile kokleanın geniş bir frekans aralığı boyunca aynı anda bilgi sağlamaktadır. Kullanılan probun bir tüpünden uyarı gönderirken diğer tüpünden kokleadan gelen emisyonlar iletilmektedir. 30 dB‟den daha fazla işitme kaybı olan kişilerde TEOAE elde edilmez. Bu özelliğinden dolayı yenidoğan işitme tarama programlarında, işitsel nöropatili hastaların tespitinde, fonksiyonel işitme kayıplı hastaların ayırt edilmesinde, koopere olmayan hastaların değerlendirilmesinde güvenilir şekilde kullanılabilmektedir. TEOAE yöntemi,her yaşta uygulanabilen, uygulanması kolay ve test süresi kısa bir yöntemdir (61). Buna karşılık bazı dezavantajları da vardır. Dış kulak yolunda debris veya orta kulakta sıvı olması durumunda TEOAE cevabı etkilenmektedir. Bir diğer dezavantajı ise sekizinci kraniyal sinir ve işitsel beyin sapı fonksiyonlarına dair bilgi vermemesidir. Bu nedenle organik olmayan işitme kayıplarında, işitme yolu ve merkezi sinir sisteminden kaynaklanan işitme kayıplarında normal TEOAE cevabı alınabilir (63). 32 Distortion Product Otoacoustic Emission (DPOAE), eş zamanlı gönderilen iki uyaranın sonucu olarak ortaya çıkan intermodülasyon distorsiyon cevabıdır. İki uyaran, sese verilen kokleanın normal doğrusal olmayan sonucu olarak, kokleada farklı bir frekansta kendisine ait başka bir ses meydana getirecektir. “Distortion product” ismi buradan gelmektedir. Başka bir deyişle bu cevap, saf ses uyaranının içinde yer almayan fakat kokleanın kendisinden kaynaklanan tonal sinyal şeklindedir. Dinamik aralığı kullanılan uyarı seviyesine bağlıdır. Kokleadan daha özgün cevaplar alınabilmektedir. Kokleanın sadece belli bölümleri test edildiğinden dolayı tüm frekans aralığını test etmek üzere ölçümler yapılması gerekmektedir (65,66,67). DPOAE ölçümünün yapılabilmesi için probun f1 ve f2 uyarılarını kokleaya iletmek üzere iki ses girişi ve dış kulak yolundaki ses basınç seviyesini ölçmek üzere bir mikrofondan oluşması gerekir. Test için verilen uyarının şiddeti 60 dB üzerindedir. 2f1-f2 DPOAE cevabının, kokleanın primer uyarılara maksimum cevap verdiği bölgede olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle 2f1-f2 DPOAE cevabı elde edilen en yüksek DPOAE cevabı olduğu için araştırmalarda kullanılması önerilmektedir (68). Nitekim, DPOAE bu frekans bölgesindeki dış tüy hücrelerinin fonksiyonunun durumunu yansıtmaktadır (66). Frekansa özgü yanıt alınması avantajı iken dezavantajı ise alçak frekanslı gürültülerden etkilenmesi nedeni ile 1 kHz altındaki DPOAE frekanslarının ölçülmesindeki güçlüktür (67). DPOAE Signal/Noise (sinyal/gürültü, SNR) fonksiyonu; uyarı şiddeti ile DPOAE amplitüdü arasındaki ilişki olarak tanımlanmaktadır. DPOAE SNR 33 fonksiyonu ile ilgili olarak iki kaynak mevcuttur. Birinci kaynak, düşük şiddetlerde hakim olan, dış tüy hücreleri ve baziler membran ortak fonksiyonu ile ortaya çıkan aktif bir kaynaktır. Dış tüy hücreleri düşük şiddetli bir uyarı geldiğinde, sıçrama hareketi yapmak suretiyle, baziler membranın titreşimine kazanç sağlamaktadır. Dış tüy hücrelerinin kazanç sağlaması, düşük şiddetler için olup, orta şiddetlerde doygunluk meydana getirir. İkinci kaynağın yüksek şiddetlerde rol alan ve daha düz cevap artışına neden olan pasif bir kaynak olduğu düşünülmektedir. Koklear travmaya karşı daha dirençli olan bu kaynak, baziler membranın vibrasyonlarını yansıtmaktadır. Aktif işleyişin ortadan kalktığı işitme kaybı durumlarında pasif işleyiş hakim olmakta, düşük ve orta şiddetli uyarılara olan DPOAE cevaplarının lineer biçimde büyümesine neden olmaktadır. Cevaplarda en büyük değişikliğin en düşük uyarı şiddetlerinde meydana geldiği, yüksek şiddetlerdeki değişikliğin az miktarda olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle dış tüy hücrelerinin fonksiyonlarındaki değişiklikler, en fazla fonksiyon yaptıkları seviyeler olan işitme eşiğine yakın uyarılarda gözlenmektedir. Dış tüy hücrelerinin hasarı, işitsel duyarlılıkta azalmaya neden olmanın yanı sıra, şiddete bağlı olarak cevabın büyümesini de etkilemektedir. İşitme kayıplı kişilerde DPOAE SNR eşiğinde düşme, cevap amplitüdlerinde azalma izlenmektedir. DPOAE SNR fonksiyonu kullanılarak, işitmenin kabaca sınıflandırılmasının ötesine geçilip, odyolojik işitme eşiklerinin tahmini gerçekleştirilmiştir (69,70). 34 3. YÖNTEM VE GEREÇLER Çalışmamıza Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi (GÜTF) Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi‟nde 15 Mayıs 2010–15 Temmuz 2010 tarihleri arasında YDYBÜ „ye yatan 62 yenidoğan bebekten 32‟si (% 51) dahil edilmiştir. 3.1. Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi Fiziksel Durumu GÜTF YDYBÜ, 4 yataktan oluşan 2 ayrı yoğun bakımdan (yoğun bakım 1 ve 2) oluşmaktadır. Yoğun bakım 1 ve 2‟nin fiziksel özellikleri, giriş çıkışları, alanı, küvöz yerleşimleri aynı olmakla beraber, 2 numaralı yoğun bakım ünite girişine, doktor ve hemşire masasına daha yakındır. Yoğun bakım 1 ve 2‟deki küvöz sayısı 4 ve bu küvözler odaların köşelerine eşit mesafelerde yerleştirilmiştir. Küvöz etrafında aspiratör, oksijen kaynağı, infüzyon pompası, monitör, ventilatör, serebral fonksiyon monitörü (CFM), fototerapi cihazı; her küvözde bebeğin ihtiyacına göre farklı sayılarda bulunmuştur. 3.2. Örneklem Çalışma dönemi boyunca GÜTF YDYBÜ„ne toplam 62 bebek yatmıştır. Bu bebeklerden 48 tanesinin yattığı süre boyunca maruz kaldıkları gürültü kaydedilmiştir. Bu bebeklerden 3 tanesi YDYBÜ‟de eksitus olmuştur. Kalan 45 bebekten 13 tanesi de takibe gelmedikleri için çalışmadan çıkarılmıştır. Toplam 35 32 hasta, yattıkları süreden miad doğanlar için altı ay, prematüre doğanlar için de düzeltilmiş yaş altı ay olana kadar düzenli takibe gelmiştir. Hastaların taburculuk öncesi işitme testleri tarama TEOAE ve tarama ABR olacak şekilde yapılmıştır. Miad bebekler altıncı ayında, prematüre bebekler ise düzeltilmiş yaş altı ay olduğunda tanısal DPOAE ve tarama TEOAE işitme testi tekrarlanmıştır. Aynı zamanda Bayley II gelişim testi yapılmıştır. Yatan bebeklerin 32 (% 51) tanesi çalışmaya alınmıştır. Ortalama 162,2 ± 134,9 saat kayıt yapılmıştır. 3.3. Kullanılan Araçlar Ses dalgaları genel amaçlı kapasitif mikrofon kullanılarak Power daq 64 kanal analog modülüyle işlenmiş ve masaüstü bir bilgisayara (Windows XP professionel, İntel core duo CPU, E7500 @ 2.93 GHz, 1,99 GB RAM) kaydedilmiştir. Cihazlar yerleştirildikten sonra 24 saat/gün kayda başlanmıştır. Kayıtlarda elde edilen verilerden; en yüksek ses düzeyi, en düşük ses düzeyi, ortalama ses düzeyi ölçümü ve bunların frekans aralıklarına göre ayrımı yapılmıştır. Yenidoğan işitme taramasında TEOAE için, Interacoustic Echo Port otoakustik emisyon cihazı, ABR için MAICO Diagnostic Handheld GmbH USB 5VDC otoacoustic machine model 8172 kullanılmıştır. Altıncı ay kontrolünde yapılan DPOAE için, Interacoustic Echoport OAE Screener ILO 288 USB kullanılmıştır. Buradan alınan veriler masaüstü bir 36 bilgisayara (Windows XP professionel, İntel core duo CPU, E7500 @ 2.93 GHz, 1,99 GB RAM) kaydedilmiştir. Miad bebeklere altıncı aylarında, prematüre bebeklere ise düzeltilmiş yaşları altı ay olunca Bayley II gelişim testi aynı psikolog tarafından uygulanmıştır. 3.4. Yöntem Mikrofon küçük bir kutu içine konulmuş ve bu kayıt cihazları küvöz içine bebeğin başının yaklaşık 10-20cm uzağına yatay ve mikrofon üstte kalacak şekilde yerleştirilmiştir. Cihazlar hasta yoğun bakımdan çıkarken temizlenerek kaldırılmış, bir sonraki hasta öncesinde küvöze yerleştirilmeden tekrar temizlenmiştir. Kayıtlar hasta küvöze alındıktan hemen sonra başlanmıştır ve hastanın yoğun bakım ünitesinde yattığı süre boyunca kesintisiz devam etmiştir. Mikrofondan çıkan verileri taşıyan kablo verileri Power daq 64 kanal analog modülüyle işlenip, 24 saat/gün kaydeden masaüstü bilgisayara bağlanmıştır. Yenidoğan işitme taraması taburculuk öncesi Gazi Üniversitesi Odyoloji Ünitesi tarafından yapılmıştır. Her iki kulağın da TEOAE ve ABR‟den geçmesi taramadan geçme kriteri olarak kabul edilmiştir. Her iki testin sonucu da “geçti” veya “tekrar” olarak belirlenmiştir. İki kulağı da her iki testten geçen hasta taramadan geçmiş kabul edilmiştir. Herhangi bir kulaktan bir testten bile tekrar alan bebekler iki hafta sonra tekrar aynı testler yapılmak üzere çağrılmıştır. Üçüncü kontrolde de hala tekrar alanlar ise tanısal işitme testine 37 yönlendirilmişlerdir. Çalışmaya dahil edilen 32 bebeğin tamamı TEOAE ve ABR‟yi içeren taramadan geçmiştir. Hastalara altıncı ay kontrolünde tanısal amaçlı DPOAE ve tarama amaçlı TEOAE işitme testi yapılmıştır. Test öncesi fizik muayeneleri ve otoskop ile kulak muayeneleri yapılmış ve sorun saptanmayan bebekler teste tabi tutulmuştur. Bebekler annelerinin kucaklarında sakin iken dış kulak yoluna emisyon probu takılmıştır. Bu probun içerisinde akustik uyaranın verildiği bir bölge ve otoakustik emisyonu alan bir mikrofon bulunmaktadır. Her iki kulakta değerlendirilmiş ve geçme kriteri her iki kulağın da testi geçmesi olarak belirlenmiştir. Aşağıdaki parametreler kullanılarak DPOAE testi uygulanmış ve değerlendirilmiştir; Test edilen frekans sayısı: 6 (1001 Hz, 1501 Hz, 2002 Hz, 3003 Hz, 4004 Hz, 6006 Hz) Frekans aralığı: 1000-6000 Hz P1 (f1 yoğunluğu): 65 dB P2 (f2 yoğunluğu): 55 dB Ortalama zamanı: frekans başına 4 saniye Geçme SNR (sinyal/gürültü): 3 dB Tüm testten geçmek için geçilmesi gereken frekans sayısı:3 (Hastalara aynı zamanda TEOAE taraması da yapılmış ve sonuçlar DPOAE ile paralellik göstermiştir.) 38 3.5. Analiz Masaüstü bilgisayara kaydedilen ses düzeyi verileri ses düzeyini dB, frekansı Hz olarak ölçecek şekilde tasarlanmıştır. Her hasta için ayrı ayrı olan verilerin analizleri MATLAB 2009 programıyla yapılıp sonuçlar önce Microsoft Office Excel‟e kaydedilmiştir. DPOAE testi verileri ise test cihazından bilgisayarda Office Excel‟e kaydedilmiştir. Ses düzeyi ve DPOAE verileri daha sonra SPSS 15.0 versiyon paket programına girilerek analiz edilmiştir. Araştırmada istatistiksel analiz olarak nonparametrik testler kullanılmıştır; Spearman korelasyon, ki-kare, Mann-Whitney U analizi uygulanmıştır. p<0,05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Aritmetik ortalamalar; aritmetik ortalama, standart sapma, ortanca, minimum ve maksimum şeklinde verilmiştir. 39 4. BULGULAR Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi‟nde 15 Mayıs 2010 – 15 Temmuz 2010 tarihleri arasında yatan 62 yenidoğandan 32 (%51) tanesi araştırmaya dahil edilmiştir. Gebelik yaşı 37 hafta ve üstü olanlar miad, 36 hafta ve altı olanlar prematüre kabul edilip, ortalama gebelik yaşı: 341/7 hafta (minimum: 273/7 hafta, maksimum: 410/7 hafta), ortalama doğum ağırlıkları: 2294gr (minimum: 730 gr, maksimum: 4590 gr) olarak tespit edilmiştir. Hastaların 18‟i kız (%56,2), 14‟ü erkek (%43,8), gebelik yaşına göre; 12‟si (%37,5) miad, 20‟si (%62,5) prematüre olarak ayrılmıştır. Ortalama 162,2 ± 134,9 saat kayıt yapılmıştır. En kısa süreli yatan hastadan 61,0 saat kayıt alınırken, en uzun süreli yatan hastadan 730,8 saat kayıt alınmıştır. Miad doğmuş, YDYBÜ‟nde yatış öyküsü bulunmayan, kronik hastalığı olmayan ve ilaç kullanmayan 25 bebek kontrol grubu olarak alınmıştır. Bunların 15‟i kız (%60,0), 10‟u erkek (%40,0), gebelik yaşına göre hepsi miad bebeklerdi. Çalışma ve kontrol grubunun demografik özellikleri Tablo 5‟te verilmiştir. Tablo 5. Hasta ve kontrol grubunun gebelik yaşları ve doğum ağırlıkları. Hasta* Kontrol* Gebelik yaşı (hafta) 344/7 (273/7-411/7) 382/7 (273/7-371/7) Doğum ağırlığı (gram) 1949 (730-4590) 3095 (2600-4060) * Ortalama (minimum-maksimum) 40 Şekil 10. Miad ve prematürelere bebeklerde maksimum ve ortalama gürültü düzeyleri. Tablo 6. Miad ve prematüre bebeklerde ölçülen maksimum ve ortalama gürültü düzeyleri. Maksimum Gürültü (dB)* Prematüre 67,0 (53,0-107,0) Miad 67,0 (51,0-99,0) p 0,424 * Ortanca (minimum-maksimum) Ortalama Gürültü (dB)* 26,5 (17,0-52,0) 29,5 (13,0-68,0) 0,938 Araştırmaya alınan 12 (%37,5) hasta miad, 20 (%62,5) hasta prematüre bebekti ve hastaların ölçülen maksimum ve ortalama gürültü düzeyleri Şekil 10 ve Tablo 6‟da verilmiştir. Miad ve prematüre hastaların maruz kaldıkları maksimum ve ortalama gürültü düzeyleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p > 0,05). 41 Tablo 7. Miad ve prematüre bebeklerin hastanede yatış süreleri ile 45 dB ve 65 dB üzeri gürültüye maruz kalma sürelerinin karşılaştırılması. Ortalama Yatış Süresi (saat)* Prematüre (n=20) Miad (n=12) 155,10 (60,0-730,85) 72,27 (48,35-166,80) 0,020 p *Ortanca (minimum-maksimum) 45 dB Üstü Maruz Kalınan Gürültü Süresi (saat)* 71,94 (29,23-358,30) 42,74 (20,51-127,04) 0,094 65 dB Üstü Maruz Kalınan Gürültü Süresi (saat)* 9,33 (1,61-53,74) 6,05 (1,0-58,42) 0,559 Zamanında doğan ve prematüre hastaların ortalama yatış süresi, 45 dB üstünde ve 65 dB üstünde gürültüye maruz kalma süreleri Tablo 7‟de gösterilmiştir. Prematüre doğan hastaların ortalama yatış süresi miadında doğanlara göre daha fazladır ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). 45 dB üzerinde ve 65 dB üzerinde gürültüye maruz kalma süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır ancak prematüre bebeklerin 45 dB ve 65 dB üstü gürültüye daha fazla maruz kaldığı görülmektedir (p>0,05). Tablo 8. Tüm hastaların 45 dB altı, 45-65 dB arası, 65 dB üzeri gürültüye maruz kaldıkları sürelerin yatış sürelerine oranları. Hasta No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 45dB altı süre (%) 45-65dB arası süre (%) 65dB üstü süre (%) 23,84 28,31 28,39 32,42 32,90 33,74 34,76 35,28 38,44 39,25 40,98 42,70 50,40 50,98 51,28 51,29 71,61 58,31 36,26 60,47 56,99 54,19 61,24 59,01 57,56 37,57 44,48 55,99 41,45 48,13 45,75 46,68 4,55 13,38 35,35 7,11 10,10 12,07 4,00 5,71 4,00 23,17 14,54 1,31 8,15 ,90 2,98 2,03 Hasta No 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 45dB altı süre (%) 45-65dB arası süre (%) 65dB üstü süre (%) 51,45 52,30 52,72 52,76 54,34 58,21 58,62 62,07 62,44 63,82 66,39 67,56 68,32 68,57 68,87 69,91 47,60 44,47 40,67 36,43 32,77 38,87 40,14 28,60 23,31 28,57 29,84 17,82 27,97 27,44 26,46 24,23 ,95 3,22 6,61 10,81 12,89 2,91 1,23 9,33 14,25 7,62 3,77 14,62 3,71 3,99 4,66 5,85 42 Şekil 11. Tüm hastaların 45 dB altı, 45-65 dB arası, 65 dB üzeri gürültüye maruz kaldıkları sürenin yatış sürelerine oranları. Tablo 8‟de verilen tüm hastaların 45 dB altı, 45-65 dB arası, 65 dB üzeri gürültüye maruz kaldıkları sürelerin yatış sürelerine oranlarının grafiği Şekil 11‟de verilmiştir. Hastaların 45 dB üzerinde gürültüye yattıkları sürenin ortalama±SD %50,1±13,9‟unda maruz kaldığı bulunmuştur. En az gürültüye maruz kalan hastanın bile yattığı sürenin %30,09‟unda 45 dB üzerinde gürültüye maruz kaldığı görülmektedir. 43 Şekil 12. 45 dB üstü ve 65 dB üstü gürültülerin frekans analizi. Hastaların 45 dB üzeri ve 65 dB üzeri maruz kaldıkları gürültülerin frekans analizleri Şekil 12‟de verilmiştir. Buna göre hastaların hem 45 dB üzeri hem de 65 dB üzeri gürültüye en fazla 124 Hz ve altındaki frekanslarda maruz kaldığı bulunmuştur. 44 Tablo 9. YDYBÜ‟de yatan ve yatmayan bebeklerin sol kulak DPOAE SNR (dB) sonuçlarının frekanslara göre karşılaştırılması. YDYBÜ yatan Kontrol DPOAE SNR (dB)* DPOAE SNR (dB)* (n=32) (n=25) 1001 0,0 (0,0-20,6) 8,5 (2,6-19,1) 0,001 1501 9,8 (0,0-25,1) 14,1 (3,9-27,7) 0,031 2002 13,3 (0,0-24,5) 14,9 (8,0-33,1) 0,162 3003 14,2 (0,0-25,3) 19,2 (8,0-36,0) 0,019 4004 16,5 (0,0-26,8) 21,3 (1,5-33,3) 0,008 6006 15,8 (0,0-29,8) 25,3 (2,5-40,7) 0,001 LDPOAE (Hz) p *Ortanca (minimum-maksimum) Tablo 10. YDYBÜ‟de yatan ve yatmayan bebeklerin sağ kulak DPOAE SNR (dB) sonuçlarının frekanslara göre karşılaştırılması. YDYBÜ yatan DPOAE SNR (dB)* (n=32) Kontrol DPOAE SNR (dB)* (n=25) p 1001 0,8 (0,0-22,3) 8,5 (0,4-17,0) 0,001 1501 7,6 (0,0-28,8) 9,8 (2,7-29,6) 0,019 2002 15,8 (0,0-30,4) 15,3 (2,2-32,4) 0,754 3003 14,4 (0,0-28,6) 20,2 (8,8-33,4) 0,011 4004 15,5 (2,0-33,0) 24,8 (8,5-38,7) 0,001 6006 17,2 (0,0-32,2) 26,3 (1,0-40,4) 0,004 RDPOAE (Hz) *Ortanca (minimum-maksimum) 45 Frekansa özgü DPOAE SNR sonuçları sol kulak (Tablo 9) ve sağ kulak (Tablo 10) için verilmiştir. Hastanede yatan bebeklerin DPOAE SNR amplitüdleri; hem sağ hem de sol kulakta 1001, 1501, 3003, 4004 ve 6006 Hz‟te kontrol grubuna göre daha düşük bulunmuştur ve farklar istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Her iki kulak 2002 Hz‟te ise gruplar arasında anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). Tablo 11. YDYBÜ‟de yatan ve yatmayan bebeklerin DPOAE sonuçlarının (geçti/kaldı) frekanslara göre karşılaştırılması. DPOAE (Hz) 1001 YDYBÜ yatan (n=32) Kalan % (n) Geçen % (n) Kontrol (n=25) Kalan % (n) Geçen % (n) p 81,3 (26) 18,7 (6) 20,0 (5) 80,0 (20) 0,001 1501 50,0 (16) 50,0 (16) 4,0 (1) 96,0 (24) 0,001 2002 18,7 (6) 81,3 (26) 4,0 (1) 96,0 (24) 0,122 3003 15,6 (5) 84,4 (27) 0,0 (0) 100,0 (25) 0,061 4004 9,4 (3) 90,6 (29) 4,0 (1) 96,0 (24) 0,623 6006 18,7 (6) 81,3 (26) 4,0 (1) 96,0 (24) 0,122 YDYBÜ‟de yatan ve yatmayan bebeklerin DPOAE sonuçlarının frekanslara göre karşılaştırılması Tablo 11‟de verilmiştir. YDYBÜ‟de yatan bebekler testte 1001 Hz ve 1501 Hz‟de kontrol grubuna göre daha çok kalmıştır ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Diğer frekanslarda ise gruplar arasında istatistiksel fark saptanamamıştır (p>0,05). 46 Şekil 13. YDYBÜ‟de yatan grupta, DPOAE 1001 Hz‟ten geçenlerin ve kalanların 45 dB ve 65 dB üzeri maruz kaldıkları gürültülerin karşılaştırılması. Tablo 12. YDYBÜ‟de yatan hastalarda DPOAE 1001 Hz sonuçlarına yatış süresi ve gürültü parametrelerinin etkisi. 1001 Hz Geçti Kaldı p Ortalama yatış süresi (saat)* 45 dB üstü gürültü süresi (saat)* 73,42 (41,3-236,3) 126,2 (60,9-730,8) 0,038 40,1 (20,5-154,1) 63,6 (31,5-358,3) 0,134 65 dB üstü gürültü süresi (saat)* 3,0 (1,6-11,8) 9,0 (1,0-58,4) 0,074 Ortalama gürültü (dB)* Maksimum gürültü (dB)* 29,0 (23,0-39,0) 27,0 (13,0-68,0) 1,0 80,5 (54,0-99,0) 66,5 (51,0-107,0) 0,200 *Ortanca (minimum ve maksimum) 47 YDYBÜ‟de izlenmiş hastalarda; 1001 Hz DPOAE‟dan kalanların geçenlere göre daha fazla YDYBÜ‟de izlendiği bulunmuştur (p<0,05). Maruz kalınan ortalama ve maksimum gürültünün geçip kalma üzerinde etkisi olmadığı izlenmiştir. 1001 Hz DPOAE‟dan kalan hastalar 45 dB üzeri gürültüye ortalama 63,6 saat maruz kalırken, geçen hastaların ortalama 40,1 saat maruz kaldıkları görülmektedir. Benzer şekilde kalan hastaların 65 dB üzeri gürültüye ortalama 9,0 saat maruz kalırken; geçen hastaların ortalama 3,0 saat maruz kaldıkları görülmektedir. İstatistiksel olarak anlamlı fark olmamakla birlikte 1000 Hz‟te kalanların 45 dB ve 65 dB üzeri gürültüye daha fazla maruz kaldıkları bulunmuştur (p>0,05). 48 Şekil 14. YDYBÜ‟de yatan grupta, DPOAE 1501 Hz‟ten geçenlerin ve kalanların 45 dB ve 65 dB üzeri maruz kaldıkları gürültülerin karşılaştırılması Tablo 13. YDYBÜ‟de yatan hastalarda DPOAE 1501 Hz sonuçlarına yatış süresi ve gürültü parametrelerinin etkisi. 1501 Hz Geçti Kaldı p Ortalama yatış süresi (saat)* 45 dB üstü gürültü süresi (saat)* 138,99 (41,3-367,5) 185,5 (60,9-730,8) 0,228 44,8 (20,5-154,1) 70,8 (31,5-358,3) 0,187 65 dB üstü gürültü süresi (saat)* 6,9 (1,6-53,7) 8,2 (1,0-58,4) 0,498 Ortalama gürültü (dB)* Maksimum gürültü (dB)* 29,5 (13,0-68,0) 26,5 (13,0-52,0) 0,623 68,0 (51,0-107,0) 66,5 (53,0-99,0) 0,365 *Ortanca (minimum ve maksimum) 49 Hasta grupta, 1501 Hz DPOAE‟dan kalanların ortalama 185,5 saat; geçenlerin ise ortalama 138,9 saat YDYBÜ‟de izlendiği bulunmuştur. Kalanların daha fazla YDYBÜ‟nde izlendiği görülmekle birlikte bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). Maruz kalınan ortalama ve maksimum gürültünün geçip kalma üzerinde etkisi olmadığı izlenmiştir. Kalan hastalar 45 dB üzeri gürültüye ortalama 70,8 saat maruz kalırken, testi geçen hastaların ortalama 44,8 saat maruz kaldıkları görülmektedir. Benzer şekilde kalan hastaların 65 dB üzeri gürültüye ortalama 8,2 saat maruz kalırken; testi geçen hastaların ortalama 6,9 saat maruz kaldıkları görülmektedir. İstatistiksel olarak anlamlı fark olmamakla birlikte testten 1500 Hz‟te kalanların 45 dB ve 65 dB üzeri gürültüye daha fazla maruz kaldıkları saptanmıştır (p>0,05). 50 Tablo 14. YDYBÜ‟de izlenmiş hastalarda DPOAE 1001 ve 1501 Hz sonuçlarına işitme risk faktörlerinin etkisi. İşitme risk faktörleri DPOAE 1001 Hz* Geçti Kaldı Var % (n) 21,4 (3) 78,6 (11) Yok % (n) 16,7 (3) 83,3 (15) Mekanik Var % (n) 26,7 (4) 73,3 (11) ventilatör Yok % (n) 11,8 (2) 88,2 (15) Sepsis Var % (n) 19,0 (4) 81,0 (17) Yok % (n) 18,2 (2) 81,8 (9) Var % (n) 17,4 (4) 82,6 (19) Yok % (n) 22,2 (2) 77,8 (7) Var % (n) 12,5 (1) 87,5 (7) Yok % (n) 20,8 (5) 79,2 (19) Var % (n) 12,5 (1) 87,5 (7) Yok % (n) 20,8 (5) 79,2 (19) >45 dB Var % (n) 6,7 (1) 93,3 (14) >48 saat Yok % (n) 29,4 (5) 70,6 (12) Prematür Var % (n) 20,0 (4) 80,0 (16) <37 hafta Yok % (n) 16,7 (2) 83,3 (10) Yatış Var % (n) 13,6 (3) 86,4 (19) >5 gün Yok % (n) 30,0 (3) 70,0 (7) Sarılık Amikasin Furosemid VA<1500 gram DPOAE 1501 Hz* p 1,0 0,383 1,0 1,0 1,0 1,0 0,178 1,0 0,346 Geçti Kaldı 64,3 (9) 35,7 (5) 38,9 (7) 61,1 (11) 60,0 (9) 40,0 (6) 41,2 (7) 58,8 (10) 61,9 (13) 38,1 (8) 27,3 (3) 72,7 (8) 56,5 (13) 43,5 (10) 33,3 (3) 66,7 (6) 50,0 (4) 50,0 (4) 50,0 (12) 50,0 (12) 50,0 (4) 50,0 (4) 50,0 (12) 50,0 (12) 40,0 (6) 60,0 (9) 58,8 (10) 41,2 (7) 55,0 (11) 45,0 (9) 41,7 (5) 58,3 (7) 50,0 (11) 50,0 (11) 50,0 (5) 50,0 (5) p 0,154 0,288 0,063 0,433 1,0 1,0 0,288 0,465 1,0 *Ortanca (minimum ve maksimum) 51 YDYBÜ‟de izlenmiş hastalarda DPOAE 1001 ve 1501 Hz sonuçlarına işitme risk faktörlerinin etkisi Tablo 15‟te verilmiştir. Her iki frekans için de geçenler ile kalanlar arasında; indirek hiperbilirubinemi, mekanik ventilatör tedavisi alma, sepsis öyküsü, amikasin veya furosemid gibi ilaç tedavisi alma, prematürite, 5 günden daha fazla YDYBÜ‟de kalma, doğum ağırlığının 1500 gram altında olması ve 48 saatten daha fazla 45 dB üstü gürültüye maruz kalma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Ancak 1001 Hz‟te kalanların %93,3‟ü geçenlerin ise %70,6‟sı; 48 saatten fazla 45 dB üstü gürültüye maruz kaldığı görülmektedir. 1501 Hz‟te ise kalanların %60,0‟ı geçenlerin ise %41,2‟si; 48 saatten fazla 45 dB üstü gürültüye maruz kaldığı görülmektedir. 1001 Hz veya 1501 Hz‟te kalan hastaların YDYBÜ‟de yatış süresi ile 45 dB üzeri maruz kalınan süre arasında aynı yönde çok güçlü (r=0,883) bir korelasyon saptanmış ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,001). 1001 Hz veya 1501 Hz‟te kalan hastaların YDYBÜ‟de yatış süresi ile 65 dB üzeri maruz kalınan süre arasında arasında aynı yönde orta düzeyde(r=0,423) korelasyon saptanmış ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,028). 1001 Hz veya 1501 Hz‟te kalan hastaların YDYBÜ‟de yatış süresi ile maruz kaldıkları ortalama gürültü arasında aynı yönde orta düzeyde (r=0,403) korelasyon saptanmış ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,037). 52 1001 Hz veya 1501 Hz‟te kalan hastaların YDYBÜ‟de yatış süresi ile maruz kaldıkları maksimum gürültü arasında aynı yönde orta düzeyde (r=0,462) korelasyon saptanmış ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,015). Tablo 15. 1001 Hz ve 1501 Hz DPOAE testinden kalanların altı aylık Bayley II gelişim testi değerlendirmesinin karşılaştırılması. DPOAE 1000 Hz* Geçti Kaldı (n=3) (n=10) Bayley gelişim puanı 87 (82-93) 85 (80-100) Motor gelişim puanı 85 (85-90) 85 (80-102) DPOAE 1500 Hz* Geçti Kaldı (n=8) (n=5) 0,609 87 (80-93) 82,5 (80-100) 0,554 0,796 85 (80-91) 85 (80-102) 0,455 p p *Ortanca (minimum-maksimum) 1001 Hz ve 1501 Hz DPOAE testinden kalanlar ve geçenlerin altı aylık Bayley II gelişim testi sonuçları arasında fark bulunamamıştır (p>0,05). Maruz kalınan ortalama gürültü, maksimum gürültü, 45 dB ve 65 dB üzeri gürültüye maruz kalınan süreler ile Bayley II gelişim testi sonuçları arasında herhangi bir korelasyon bulunamıştır. 53 5. TARTIŞMA Neonatolojideki gelişmeler ile birlikte prematüre bebek mortalitesi yıllar içinde azalmıştır. Günümüzde 23. gebelik haftasından sonra doğan bebekler yaşatılabilmektedir ancak morbidite halen önemli bir sorundur ve yıllar içinde belirgin bir düzelme sağlanamamıştır (71,72,73). Erken doğum nedeni ile anne karnında kalması gereken süreyi küvöz içinde geçiren bebekte morbiditelerden biri de artmış işitme kaybı riskidir. Anne karnındaki ikinci trimester sonunda sese tepki vermeye başlayan fetus, intrauterin geçirmesi gereken süreyi, küvöz içinde daha farklı ve daha fazla sese maruz kalarak geçirmektedir (Tablo 1). Bu durumun fetusa etkileri birçok çalışmada değerlendirilmiştir ancak uzun dönem etkilerine dair literatürde fazla veri bulunmamaktadır. Bu çalışmada Gazi Üniversitesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi‟nde izlenen 32 hastanın yattıkları andan taburcu olana kadar kesintisiz olarak gürültü kayıtları yapılmıştır. Hastalar, taburculuktan önce yapılan tarama TEOAE ve ABR testlerinde geçmişlerdir. Hastaların işitmelerini değerlendirmek için 6. aylarında (prematüre doğanlar için düzeltilmiş yaş kullanılmıştır) DPOAE ve TEOAE testleri yapılmış aynı zamanda mental ve motor gelişimlerini değerlendirmek için Bayley II bebek gelişim testi uygulanmıştır. Prematüre doğan hastaların ortalama yatış süresi miadında doğanlara göre beklenildiği gibi daha fazla bulunmuştur. Araştırmaya alınan 12 (%37,5) hasta 54 miad, 20 (%62,5) hasta prematüre bebekti; miad ve prematüre hastaların maruz kaldıkları maksimum ve ortalama gürültü düzeyleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanamamıştır. AAP‟nin önerdiği üst sınır olan 45 dB üzerinde gürültüye yattıkları sürenin ortalama %50,1±13,9‟unda maruz kaldığı görülmüştür. Bu süre istenilen değerin çok üstündedir. Yattıkları süre boyunca fazla düzeyde gürültüye maruz kalan hastalara bu ek bir stres oluşturup morbiditeye de katkıda bulunma olasılığı vardır. Prematüre bebeklerin 45 dB ve 65 dB üstü gürültüye daha fazla maruz kaldığı bulunmuştur ancak aralarında fark istatistiksel olarak anlamlı bulunamamıştır. Örneklem sayısının az olması bu durumun en önemli nedenlerden biri gibi görünmektedir. Hastanede daha fazla yattığı için, çevreden daha çok gürültü alması beklenen ve daha hasta olmaları nedeni ile daha çok girişime maruz kalan prematüre bebeklerin sayısının azlığı ve çalışmadaki prematüre bebeklerin gebelik yaşlarının çok düşük olmayıp bir kısmının geç prematüre olması da bu sonucu açıklayabilir. Ayrıca maruz kalınan gürültü sabit ve ortak bir noktadan kaynaklanıyorsa, çevresel gürültüyü maskeleyip tüm bebeklerin aynı şiddette gürültüye maruz kalmasına neden olabilir. YDYBÜ gürültülü bir mekandır ve burada izlenen bebekler 100 dB üstü gibi çok yüksek düzeylerde gürültüye maruz kalabilmektedir (1,2). Ünite içindeki sekreter, hemşire odasının yerlerini değiştirmesi ve ana bakım yerinden uzaklaştırılmasıyla; tavan, zemin ve duvarlarda absorbe edici yapı maddelerinin kullanılmasıyla; daha az ses çıkaran ventilasyon ve hava sistemlerinin 55 kullanılmasıyla YDYBÜ‟deki ses düzeyi azaltılabilir (48,49,50). Personel eğitimi, küvözün üzerinde yazı yazmanın engellenmesi, kapaklarının daha yavaş kapatılması ve küvöz çevresinde daha sessiz konuşma gibi düzenlemelerle YDYBÜ içerisindeki gürültünün azaltıldığı ancak küvöz içine yansıyan gürültü düzeyinin küvöz motorunun gürültüsü nedeni ile hala istenilen düzeyde azaltılamadığı gösterilmiştir (44,74). Ses absorbe eden paneller yerleştirilmesi ile hem kövöz içi hem de küvöz dışından gelecek gürültü azaltılabilir (50,75). Ancak küvözün fonda yarattığı gürültüyü azaltmada bu yöntemin etkinliği diğer çalışmalarda kanıtlanamamıştır (48,50). Hastaların 45 dB üzeri ve 65 dB üzeri maruz kaldıkları gürültülerin frekans analizleri değerlendirildiğinde hastaların hem 45 dB hem de 65 dB üzeri gürültüye en fazla 124 Hz ve altındaki frekanslarda maruz kaldığı bulunmuştur. Maruz kalınan alçak frekansta sürekli ve dar bant gürültü tüm bebeklerde benzerlik göstermektedir ve kaynak olarak küvözü düşündürmektedir. Küvöz, kapakları kapalı olduğunda ve üzerinde herhangi bir işlem yapılmadığında dış ortamdaki gürültüden bebeği izole etmektedir (50,74,75). Ancak küvözler de tek başına gürültü kaynağı olabilmektedir (50,74,76). Küvöz motoru 250 Hz gibi düşük frekanslarda küvöz içinde gürültüye neden olmaktadır (77,78). Küvözlerin, 1000 Hz altında 80 dB‟e kadar gürültü oluşturabileceği, hatta eski model küvözlerin yeni model küvözlere göre daha gürültülü çalıştığı gösterilmiştir. (75,79,80). Yapılan bir çalışmada, eski model küvözlerin yenilere göre 8 dB daha fazla gürültüye neden olduğu saptanmıştır (81). Sonuçta, 56 çalışmamıza aldığımız hastaların maruz kaldıkları gürültü aynı spektral bantta yoğunlaşmıştır, bu alçak frekanslı gürültü motor gibi sürekli çalışan bir kaynak olmalıdır dolayısıyla gürültü kaynağının çevreden ziyade küvözün kendisi olduğu bulunmuştur. Çalışmamız sayesinde, ünitemizin küvöz bakımı ile ilgili farkındalığı ve duyarlılığı arttırmıştır. Küvözlerin bakımı sırasında bundan sonra motor gürültülerin küvöz içinde ölçülmesi ve AAP önerisi olan 45 dB‟in üst sınır kabul edilmesi planlanmıştır. İşitme kaybı, 1/1000 ile 6/1000 arasında değişen oranla yenidoğan bebeklerde en sık görülen konjenital anomalilerden biridir. Sağlıklı yenidoğanların 1/1000 ile 3/1000‟ünde; YDYBÜ‟de tedavi gören bebeklerin 20/1000 ile 100/1000‟inda her iki kulakta belirgin işitme kaybına rastlanır (11,49,51,78). Ailede işitme kaybı öyküsü; YDYBÜ‟de 5 günden uzun yatış ya da YDYBÜ‟de ECMO, mekanik ventilatör uygulanması ya da ototoksik ilaç tedavisi ya da kan değişimi gerektirecek hiperbilirubinemi; intrauterin enfeksiyon; kraniyofasiyal anomali; işitme kaybı ile giden sendrom veya sistemik hastalık bulgusunun olması; kültür pozitif menenjit AAP tarafından işitme risk faktörleri olarak belirlenmiştir (55). Çalışmaya alınan hastaların öykülerinde ailesel işitme kaybı yoktu, yapılan fizik muayeneleri normaldi herhangi bir sendromu ve intrauterin enfeksiyonu düşündürecek bulguları mevcut değildi. Hastaların 21‟i (%65) sepsis şüphesi ile izlenmişti ancak alınan kültürlerinde herhangi bir üreme saptanmadı. Hastaların 23‟ü (%71) en az alan beş gün olmak üzere aminoglikozit tedavisi aldı. Çalışma 57 grubununda YDYBÜ‟de ortalama yatış süresi miad bebeklerde 72,27 saat, prematüre bebeklerde ise 155,10 olarak bulunmuştu. Prematüre bebekler beklenildiği gibi YDYBÜ‟de daha uzun süre izlenmiştir. YDYBÜ‟de izlenen bebeklerin taburculuk öncesi ve kontrol grubundaki bebeklerin yenidoğan döneminde yapılan işitme tarama testleri TEOAE ve ABR‟den kalan bebek yoktur. Dolayısıyla çalışmamızda yenidoğan döneminde işitme kaybı saptanmamıştır. Çalışma ve kontrol grubundaki hastaların tamamı altıncı ayda yapılan işitme değerlendirmesi DPOAE ve TEOAE global değerlendirildiğinde işitme kaybı saptanmamıştır. Ancak, DPOAE‟da test edilen 6 frekans ayrı ayrı incelendiğinde; hastanede yatan bebeklerin DPOAE SNR amplitüdleri (dB) ortalaması; hem sağ hem de sol kulakta 1001, 1501, 3003, 4004 ve 6006 Hz‟te kontrol grubuna göre daha düşük bulunmuştur. Ayrıca YDYBÜ‟de yatan bebeklerin testte 1001 Hz ve 1501 Hz‟de kontrol grubuna göre daha çok kaldığı saptanmıştır. DPOAE 1001 ve 1501 Hz‟te kalan YDYBÜ‟de izlenmiş hastalar, işitme risk faktörleri açısından değerlendirildiğinde; indirek hiperbilirubinemi, mekanik ventilatör tedavisi alma, sepsis öyküsü, ototoksik ilaç tedavisi alma, prematürite, 5 günden daha fazla YDYBÜ‟de kalma açısından anlamlı fark saptanmamıştır. YDYBÜ‟de yatış öyküsü bu hastalarda saptanabilen ortak risk faktörü gibi görünmektedir ancak eşlik eden başka fiziksel faktörler de işitmeden kalmak için bu hastalarda riski arttırmış olabileceği düşünülmüştür. Bu fiziksel etmenlerin 58 başında da maruz kalınan gürültünün olduğu düşünülmektedir. İstatistiksel olarak anlamlı fark olmamakla birlikte DPOAE 1001 ve 1500 Hz‟te kalanların 45 dB ve 65 dB üzeri gürültüye daha uzun süre maruz kaldıkları, 48 saatten fazla 45 dB‟e maruz kalmanın da kalan grupta daha fazla olduğu görülmüştür. Maruz kalınan ortalama ve maksimum gürültünün geçip kalma üzerinde etkisi olmadığı saptanmıştır. Örneklem sayısının az olması gürültünün işitme üzerindeki olumsuz etkiyi istatistiksel olarak gösterememizdeki en önemli sebeplerden biri olduğunu düşünmekteyiz. 1001 Hz veya 1501 Hz‟te kalan hastaların YDYBÜ‟de yatış süresi ile 45 dB üzeri maruz kalınan süre; 65 dB üzeri maruz kalınan süre; maruz kaldıkları ortalama gürültü arasında; maruz kaldıkları maksimum gürültü arasında aynı yönde korelasyon saptanmıştır. Hastaların YDYBÜ‟de geçirdikleri her saat için maruz kalacakları gürültünün süresi de o kadar saat artacaktır. Yatan bebek ne kadar prematüre ise o kadar fazla süre yatacak dolayısıyla daha uzun süre gürültüye maruz kalacaktır. Her ne kadar işitme taramasından geçse de alçak frekanslarda işitme kaybı açısından riski artacaktır. Bununla beraber tüm frekanslarda işitme eşiklerinin olumsuz yönde etkilenme riski olacaktır. Bu ünitemizde düzeltilmesi gereken bir olumsuzluk olarak görülmektedir. İşitmenin global değerlendirilmesi yanı sıra YDYBÜ‟de izlenen bebeklerin taburculuktaki işitme taramasına DPOAE testinin de eklenmesi planlanmıştır. Bu sayede frekansa özgü işitme kayıpları daha erken tanınıp, bu bebeklerin izlem ve tedavisi daha erken planlanabilecektir. 59 Blackburn ve arkadaşları, gürültü gibi istenmeyen çevresel uyarıların davranışlar ve öğrenme üzerine olumsuz etkiler yarattığını belirtmektedir (14). Yoğun bakım ihtiyacı daha fazla olan bebeğin, YDYBÜ‟de daha uzun süre yattığı ve bu bebeklerin de en çok işitme kaybı görülen grup olduğunu ve gürültüye daha fazla maruz kaldığı bilinmektedir (35). Bu çalışma bizim sonuçlarımızı desteklemektedir. Çocuklarda yapılan bir çalışmada, gürültünün işitme kaybına neden olduğu ve gürültüye maruz kalmanın süresi ile işitme kaybının ağırlığı arasında ilişki gösterilmiştir (82). Ancak YDYBÜ‟de yatmış bebeklerde gürültünün işitme kaybı üzerine etkileri çalışılmamıştır. Araştırmamız bu açıdan bir ilk olması nedeni ile ileriye yönelik çalışmalara öncü olacak niteliktedir. Bu konudaki verilerin neredeyse tamamı hayvan modellerinden ya da erişkinlerde yapılan çalışmalardan gelmektedir. Gürültünün işitme korteksinin gelişmesinde gecikmeye neden olduğu ve ayrıca gelişmekte olan koklea tüy hücrelerine zarar verdiği çalışmalarda gösterilmiştir (3,4,83). Erişkin koklea ile karşılaştırıldığında yenidoğan kokleası tüy hücrelerinin gürültüye bağlı hasarlanma açısından daha duyarlı olduğu gösterilmiştir (4). Gürültüye bağlı işitme kaybı iki şekilde meydana gelir. 1. Akut ses travmasına bağlı işitme kaybı: Çok kısa sürede ani bir patlama ya da yüksek şiddetteki bir gürültüye yakın mesafeden maruz kalma ile oluşur. İç ve dış tüy hücrelerin sterosilialarındaki düzensizlikten korti organının tamamen ortadan kalktığı, Reissner 60 membranının yırtılmasına kadar değişebilen anatomik yapılarda değişiklikler ile sonuçlanabilir. Genel olarak oluşan doku hasarı gürültünün şiddetine ve maruz kalınan süreye bağlıdır. 2. Kronik ses travmasına bağlı işitme kaybı: Belirli seviyedeki bir sese uzun süre maruz kalma sonucu ortaya çıkan işitme kaybıdır. Bu tür işitme kayıpları meslek hastalığı olarak kabul edilir. Gürültüye bağlı işitme kayıpları en çok kokleanın bazal kısmındaki korti organını etkiler. Ses travması sonrasında; sterosiliyalarda zedelenme, tüy hücrelerinde endositoz, vakuolizasyon, inraselüler kalsiyum akışı ile oksijen radikal hasarı izlenir (84,85,86,87). Sterosiliyalarda oluşan hasar sesin iletimini etkileyerek geçici eşik değişiklerine yol açar. Travma sonrası sterosiliyalardaki hasar tamir edilebilir fakat akustik travma aynı zamanda tüy hücrelerinde geri dönüşsüz hasara da yol açabilir böyle bir durumda işitme eşikleri geri dönüşümsüz bir şekilde yükselir ve kalıcı eşik değişiklikleri ile sonuçlanır (5,87). Gürültünün neden olduğu işitme kaybında gürültün şiddeti, spektrumu ve süresi etkilidir ancak bunların hangisine ne kadar maruz kalınca hasar oluştuğu; eşik değerlerinde ne zaman geçici veya kalıcı eşik değişikliği yaptığı ile ilgili kesin bir bilgi yoktur (88). Bu nedenle mekanik hasar, iskemi, egzotoksik zedelenme, metabolik yorgunluk, iç kulak sıvısındaki iyonik dengesizlik; gibi birçok hipotez ortaya atılmıştır (89). Akustik travma sonrası sterosiliyalardaki oluşan hasar ve sonrasındaki rejenerasyon döneminde histopatolojik bulgular ile fonksiyonel ölçümlerin ilişkisi 61 net değildir. Kobaylarda yapılan bir çalışmada sterosiliyalarda gürültünün neden olduğu hasarın, ABR ile ölçülen eşik değerleri değişikliği ile paralellik göstermediği saptanırken, DPOAE ve ABR ile yapılan bir diğer çalışmada benzer sonuçlar bulunmuştur (90,91). Wang ve arkadaşları ise kobaylarda, gürültüden hemen sonra oluşan sterosiliya hasarı ile koklear mikrofonik amplitüdünde azalmanın ilişkili olduğunu, bir ay sonra ise sterosiliyaların tamamen rejenere olduğu ve koklear mikrofoniğin de normale döndüğünü göstermiştir (92). İnsan kulağı yüksek frekanslı gürültünün verdiği hasara daha duyarlıdır. Bunun nedeni dış kulak yolunun yüksek frekanslı sesleri 18 dB‟e kadar amplifiye etmesidir; ayrıca yüksek frekansları ileten dış tüy hücrelerinin dağılımı alçak frekanslara göre daha azdır. Örneğin apekste dış tüy hücrelerinin %20 kaybı işitmede herhangi bir problem yaratmazken, aynı kayıp bazalde olursa 40 dB‟e yakın işitme kaybı ile sonuçlanır (93,94). Kronik ses travmasına bağlı değişikliklerin kokleanın 4000 Hz frekans civarına uyan bölgeden başladığı bilinmektedir. Havaalanında çalışan 327 personel üzerinde yapılan bir araştırmada 3000, 4000 ve 6000 Hz işitmenin en çok etkilendiği bölge olarak bulunmuştur (6). Genellikle gürültünün frekansı kokleadaki hasarın yerini belirlerken, gürültünün süresi ve yoğunluğu hasarın derecesini belirler. Kokleanın bazalinde yüksek frekanslı sesler iletilirken apeksinden düşük frekanslı sesler iletilir (Şekil 7). Sesin şiddeti ne kadar düşükse hasar vermesi daha uzun süre maruziyet gerektirir. Yüksek frekanslı sesler kokleanın bazalinde hasar oluştururken, düşük frekanslı sesler ise apikal 62 bölgesinde hasar oluşturur. En fazla hasarın oluştuğu bölge ise maruz kalınan frekansın yarım veya bir oktav üstüdür (93). Bizim çalışmamızda alçak frekansta gürültüye maruz kalmış bebeklerin işitme değerlendirmesinde alçak frekanslarda işitme kaybı saptanmıştır. Kokleadaki dış tüy hücrelerini objektif olarak en iyi EOAEs değerlendirebilir (66). Koklear patolojiye bağlı işitme kaybı 45-50 dB ve üzerinde ise DPOAE yanıtı alınamamaktadır (95). Çalışmadaki hastalara altıncı aylarında TEOAE ve DPOAE testleri yapılmıştır ve her iki testin sonuçları da benzer çıkmıştır. Gürültünün tüy hücrelerindeki hasarı değerlendirebilmek için çalışmamızda de altı ayrı frekansta DPOAE SNR sonuçları kullanılmıştır. Benzer bir çalışmada hipoksini koklea üzerindeki etkileri çalışılmış; Hipoksiden geçen yenidoğanların DPOAE ile doğumda ve altıncı aylarında değerlendirilmelerinde 1000-4000 Hz arasında koklear fonksiyonların bozulduğu gösterilmiştir (96,97). Kokleada frekansa özgü hasarı göstermesi, hızlı uygulanabilmesi ve çabuk sonuç vermesi nedeni ile yenidoğan döneminde ve sonrasında işitme fonksiyonlarını değerlendirmede DPOAE güvenle kullanılmaktadır (64,98). Bu testin dezavantajı ise düşük frekanslarda çevre gürültüsünün ve bebeğin kendi sesi veya ağlamasından etkilenebilmesidir (64). Çalışmamızda bunu en aza indirmek için testler hastalar uyurken, ses izolasyonu yapılmış bir odada uygulanmıştır. Çalışmamızda hastaların maruz kaldığı 45 db üstü gürültünün %81,89‟u 250 Hz altındaki düşük frekanslı gürültüdür ve DPOAE‟da saptanan işitme kaybı da ölçebildiğimiz en düşük frekanslarda, 1001 ve 1501 Hz‟de, saptanmıştır. Diğer 63 frekanslarda belirgin hasar verecek gürültü maruziyeti olmadığı için hastalar kalan dört frekanstan (2002, 3003, 4004, 6006 Hz) geçmişlerdir. Ancak DPOAE SNR amplitüdlerin ortalamaları sağlıklı kontrollerden daha düşük bulunmuştur. Bunun nedeninin de koklear gezici dalga olduğu düşünülmüştür. Düşük frekanslı ses bazalde baziler membranı titreştirir ve ardından gezici dalga ile apekse kadar ulaştırılır, bu sayede neredeyse tüm kokleayı dolaşmış olur. Oysa yüksek frekanslı ses daha küçük bir alanda hareket eder, kokleanın bazalinden daha ileri bölgelere gitmez. Bu nedenle çalışmadaki hastaların DPOAE SNR amplitüdleri geçme ve kalmadan bağımsız olarak, neredeyse tüm frekanslarda sağlıklı kontrollere göre daha düşük bulunmuştur. Kokleada gezici dalga ile hareket eden düşük frekanslı gürültü; ilerlediği yol boyunca dış tüy hücrelerine diğer alanlarda da zarar verdiğini düşündürmüştür. Fakat bu zararın duyma eşiklerini etkileyecek düzeyde olmadığı görülmüştür ancak testte verilen gürültüye karşı alınan cevabın az olması yine de kokleada ilerlediği yol boyunca dış tüy hücrelerine hasar verdiğini ve bu bölgede klinik olarak anlamlı olmasa da geçici eşik değişikliği olduğunu düşündürmektedir. Ancak bu değişikliğin düzelme süreci mi yoksa kalıcı mı olduğunu değerlendirmek hastaların takip DPOAE testleri ile mümkün olacaktır. 1001 ve 1501 Hz‟te kalan ve geçen hastaların Bayley II gelişim testi puanları arasında fark bulunamamıştır. Çevresel önlem alınarak maruz kaldıkları gürültü azaltılan prematüre bebeklerin düzeltilmiş yaş 2 haftalık olduğunda çekilen EEG‟lerinin kontrol term bebekler ile farklı olmadığı gösterilmiş ve nörolojik gelişimlerinin term bebekler ile benzer olduğu düşünülmüştür (43). Turk 64 ve arkadaşları, doğumdan bir hafta sonra başlayarak düzeltilmiş yaş 35 hafta olana kadar silikon kulak tıkacı takılan bebeklerin takılmayanlara göre 18-22 aylıkken uygulanan Bayley gelişim testinde mental skorlarının 15,5 puan daha iyi olduğunu göstermiştir (99). Hastalarımızın yaşı henüz altı aylık olduğu için ve ayrıca global işitme kayıplarının olmaması nedeni ile gruplar arası fark saptanamadığı düşünülmüştür. Nörolojik gelişim ile ilgili yeterli bilginin bu bebeklerin uzun dönem izlemlerinde sağlanacağı düşünülmüştür. Gürültüden korunan bebeklerin nörolojik gelişiminin daha iyi olduğu görülmektedir. Çalışmamıza alınan hastalarda gürültü önleyici bir önlem alınmamıştır. Ancak bu çalışma ile YDYBÜ ortamımızın tekrar gözden geçirilmesi sağlanmış ve hem evresel önlemler alınmış hem de küvözde izlenen bebeklere kulaklık takılması planlanmıştır. Daha sonraki çalışmalarda düzenleyici önlemlerin etkisi değerlendirilecektir. YDYBÜ‟de uzun süren ve önlenemeyen seslere sürekli maruziyet bebeğin hızlı beyin gelişim döneminde meydana gelmektedir bunun sonucunda; bu bebeklerde çocukluk döneminde gelişimsel problemler olabileceği düşünülmektedir ve literatürdeki veriler de bunu desteklemektedir ancak hastalarımızın yaşı bunu değerlendirmek için yeterli değildir, hastalarımızın uzun dönem takipleri bize bu konuda bilgi sağlayacaktır (14). Sonuçta; yenidoğanlar ve özellikle de prematüreler gibi gürültünün akut ve kronik zararlarına artmış duyarlılığı olan hastaların izlendiği YDYBÜ‟lerinde hem küvöz içi hemde küvöz dışı çevrenin gürültü düzeylerinin izlenmesi ve gereken 65 önlemlerin alınması önemlidir. Gazi Üniversitesi YDYBÜ‟de önerilen ses düzeyinin genellikle aşıldığı ve bebeklerin uzun dönem işitmeleri üzerinde gürültünün olumsuz etki yarattığı saptanmıştır. Çalışmamız ünitemizin durumu konusunda farkındalığı arttırmış ve sonucunda gürültünün azaltılmasına yönelik düzenlemeler planlanmıştır. 66 6. SONUÇLAR • Gürültü kayıtlarının incelenmesi sonrasında bu hastaların yattıkları sürenin % 50,1‟inde AAP tarafından önerilen 45 dB‟in üzerinde gürültüye maruz kaldıkları saptanmıştır. • Prematüre doğan hastaların ortalama yatış süresi miadında doğanlara göre daha fazladır. Ancak prematüre ve miad hastaların 45 dB üstü maruz kaldıkları süre karşılaştırıldığında fark bulunamamıştır. • Gürültünün frekans analizinde 45 dB ve üstü gürültülerde düşük frekanslı (125 Hz altı) gürültülere hastaların daha fazla maruz kaldıkları saptanmıştır. Bu gürültünün küvöz kaynaklı olduğu düşünülmüştür, bu nedenle küvöz bakımları yapılırken küvöz içi gürültünün de ölçülmesi ve başta küvöz olmak üzere YDYBÜ çevresinde de gerekli önlemlerin alınması planlanmıştır. • YDYBÜ‟de izlenen ve kontrol grubundaki bebeklerden taburculuk öncesi yapılan işitme taramasında (TEOAE ve ABR) kalan bebek yoktur. Dolayısıyla çalışmamızda yenidoğan döneminde saptanmış işitme kaybı yoktur. • Bebeklerin altıncı ay işitmeleri TEOAE ve DPOAE ile değerlendirildiğinde çalışmadaki hiçbir bebekte işitme kaybı saptanmamıştır. 67 • Altıncı ay işitme değerlendirmesinde; DPOAE SNR amplitüdleri (dB) ortalaması; hem sağ hem de sol kulakta 1001, 1501, 3003, 4004 ve 6006 Hz‟te kontrol grubuna göre daha düşük bulunmuştur. • Altıncı ay DPOAE işitme değerlendirmesinde; YDYBÜ‟de yatan bebeklerin 1001 Hz ve 1501 Hz‟de kontrol grubuna göre daha çok kaldığı saptanmıştır. • Altıncı ay DPOAE işitme değerlendirmesinde; 1001 Hz‟te kalan bebeklerin geçenlere göre daha fazla YDYBÜ‟de izlendiği bulunmuştur ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır. 1500 Hz‟te kalan bebeklerin de YDYBÜ‟de daha fazla izlendiği görülmüştür ancak fark istatistiksel olarak anlamlı değildir. • DPOAE 1001 ve 1501 Hz‟te kalan YDYBÜ‟de izlenmiş hastalar, işitme risk faktörleri açısından değerlendirildiğinde; indirek hiperbilirubinemi, mekanik ventilatör tedavisi alma, sepsis öyküsü, ototoksik ilaç tedavisi alma, prematürite, 5 günden daha fazla YDYBÜ‟de kalma açısından anlamlı fark saptanmamıştır. YDYBÜ‟de yatış öyküsü bu hastalarda saptanabilen ortak risk faktörüdür. • Altıncı ay DPOAE işitme değerlendirmesinde; 1001 ve 1501 Hz‟te kalan bebeklerin YDYBÜ‟nde 45 dB ve 65 dB üzeri gürültüye daha uzun süre maruz kaldıkları görülmüştür ancak aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildir. 68 • Altıncı ay DPOAE işitme değerlendirmesinde; 1001 ve 1501 Hz‟te kalan bebeklerin maruz kaldıkları ortalama ve maksimum gürültünün geçip kalma üzerinde etkisi olmadığı saptanmıştır. • Altıncı ay DPOAE işitme değerlendirmesinde; 1001 ve 1501 Hz‟te kalan bebeklerin YDYBÜ‟de yatış süresi ile 45 dB üzeri maruz kaldıkları süre; 65 dB üzeri maruz kaldıkları süre; maruz kaldıkları ortalama gürültü arasında ve maruz kaldıkları maksimum gürültü arasında aynı yönde korelasyon saptanmıştır. • Altıncı ay DPOAE işitme değerlendirmesinde; 1001 ve 1501 Hz‟te kalan hasta bebeklerin 6 aylık Bayley II gelişim testi puanları arasında istatiksel anlamlı fark bulunamamıştır. Yaşların küçük olması, nörolojik gelişim ile ilgili yeterli bilgi edinmeyi engellemiştir. hastaların nörolojik gelişim açısından izlemleri devam etmektedir. 69 7. KAYNAKLAR 1. American Academy of Pediatrics Committee on Enviromental Health. Noise: a hazard for the fetus and newborn. Pediatrics 1997; 100:724-727. 2. Thomas K. How the NICU enviroment sounds to a preterm infant. Am J Matern Child Nurs 1989; 14:249-251. 3. Kent WD, Tan AK, Clarke MC, Bardell T. Excessive noise levels in the neonatal ICU: potential effects on auditory system development. J Otolaryngol 2002; 31:355-360. 4. Douek E, Dodson HC, Bannister LH, Ashcroft P, Humphries KN. Effects of incubator noise on the cochlea of the newborn. Lancet 1976; 20:11101113. 5. Lim DJ. Effects of noise and ototoxic drugs at the cellular level in the cochlea: a review. Am J Otolaryngol 1986; 7:73-99. 6. Smedje G, Lund NM, Gartner L, Lundgren H, Lindgren T. Hearing status among aircraft maintenance personel in a commercial airline company. Noise Health 2011; 13:364-370. 7. Pujol R, Lavigne-Rebillard M. Development of neurosensory structures in the human cochlea. Acta Otolaryngol 1992; 112:259-264. 8. Beranek LL. Noise Reduction, McGraw-Hill Book Co. Inc. ABD. 1974. 9. Gray L. Properties of sound. J Perinatol 2000; 20:6-11. 10. Moore BCJ. Introduction to the Physiology of Hearing. New York Academic Press 1982; 2: 48-49. 70 11. Glass P. The vulnerable neonate and the neonate intensive care environment. In: Avery GB, Fletcher MA, eds. Neonatology: pathophysiology and management of the newborn. Philadelphia: JB Lippincott 1999; 91-108. 12. Akyıldız AN. İşitme fizyolojisi. In: Akyıldız AN, ed. Kulak hastalıkları ve mikrocerrahisi: Bilimsel Tıp Yayınevi 1998; 77-99. 13. Kemp DT. Otoacoustic emissions, their origin in cochlear function, and use. Medicine Br Med Bull 2002; 63:223-241. 14. Blackburn S. Enviromental impact of the NICU on developmental outcomes. J Pediatr Nurs 1998; 13:297-283. 15. Gerhardt KJ. Characteristics of the fetal sheep sound enviroment. Semin Perinatol 1989; 13:362-370. 16. Salk L. The role of the heartbeat in the relations between mother and the infant. Sci Am 1973; 228:24-29. 17. Birnholz JC, Benacerraf BR. The development of human fetal hearing. Science 1983; 222:516-518. 18. Shahidullah S, Hepper PG. Frequency discrimination by the fetus. Early Hum Dev 1994; 36:13-266. 19. Lary S, Briassoulis G, de Vries L, Dubowitz LM, Dubowitz V. Hearing threshold in preterm and term infants by auditory brainstem response. J Pediatr 1985; 107:593-596. 20. Ovalı F. Fetus ve yenidoğanda işitme: temel kavramlar ve perspektifler. Turkiye Klinikleri J Pediatr 2005, 14:138-149. 71 21. Esmer N, Akıner MN, Karasalihoğlu AR, Saatçi MR. Klinik Odyoloji Bilim Yayınları Ankara 1995. 22. Kittner S, Lipsiit LP. Obstetric history and heart rate response of newborns to sound. Dev Med Child Neurol 1976; 18:460-470. 23. Graven SN. Sound and the developing infant in the NICU: conclusions and recommendations for care. J Perinatol 2000; 20:88-93. 24. Kjellberg A. Subjective, behavioral and psychophysiological effects of noise. Scand J Work Environ Health 1990; 16:29–38. 25. Enviromental Protection Office of Noise Abatement and Control. Information on Levels of Enviromental Noise Requisite to Protect Public Health and Welfare With an Adequate Margin of Safety (Report No. 550974-004). Washington, DC: Government Printing Office; 1974. 26. Kam PC, Kam AC, Thompson JF. Noise pollution in the anaesthetic and intensive care enviroment. Anaesthesia. 1994; 49:982-986. 27. Lenoir M, Pujol R. Sensitive period for acoustic trauma in the rat pup cochlea: histological findings. Acta Otolaryngol 1980; 89:317-322. 28. Lalande NM, Hetu R, Lambert J. Is occupational noise exposure during pregnancy a risk factor of damage to the auditory system of the fetus? Am J Ind Med 1986; 10:427-435. 29. Zhang J, Cai WW, Lee DJ. Occupational hazards and pregnancy outcomes. Am J Ind Med 1992; 21:397-408. 72 30. Kurppa K, Rantala K, Nurminen T, Holmberg PC, Strack J. Noise exposure during pregnancy and selected structural malformations in infants. Scand J Work Environ Health 1989; 15:111-116. 31. Mamelle N, Laumon B, Lazar P. Prematurity and occupational activity during pregnancy. Am J Epidemiol 1984; 119:309-322. 32. McDonald AD, McDonald JC, Armstrong B, Cherry NM, Nolin AD, Robert D. Prematurity and work in pregnancy. Br J Ind Med 1988; 45:5662. 33. Elander G, Hellström G. Reduction of noise levels in intensive care units for infants: evaluation of an intervention program. Heart Lung 1995; 24:376-379. 34. Zahr LK, Balian S. Responses of premature infants to routine nursing interventions and noise in the NICU. Nurs Res 1995; 44:179-185. 35. Wachman EM, Lahav A. The effects of noise on preterm infants in the NICU. Arch Dis Child Fetal Neonatal Ed 2011; 96:305-309. 36. Long JG, Lucey JF, Philip AG. Noise and hypoxemia in the intensive care nursery. Pediatrics 1980; 65:143-145. 37. Bergman I, Hirsch RP, Fria TJ, Shapiro SM, Holzman I, Painter MJ. Cause of hearing loss in the high risk premature infant. J Pediatr1985; 106:95101. 38. Winkel S, Bonding P, Larsen PK, Roosen J. Possible Effects of kanamycin and incubation newborn children with low birth weight. Acta Paediatr Scand 1978; 67:709-715. 73 39. Stennert E, Schulte FJ, Vollrath M, Brunner E, Frauenrath C. The etiology of neurosensory hearing defects in preterm infants. Arch Otorhinolaryngol 1978; 221:171-182. 40. D‟Souza SW, McCartney E, Nolan M, Taylor IG. Hearing, speech and language in survivors of severe perinatal asphyxia. Arch Dis Child 1981; 56:245-252. 41. Zahr LK, de Traversay J. Premature infant responses to noise reduction by earmuffs: effects on behavioral and physiologic measures. J Perinatol 1995; 15:448-455. 42. Als H, Lawhon G, Brown E, Gibes R, Duffy FH, McAnulty G, et al. Individualized behavioral and enviromental care for the very low birth weight preterm infant at high risk for bronchopulmonary dysplasia: neonatal intensive care unit and developmental outcome. Pediatrics 1986; 78:1123-1132. 43. Buehler DM, Als H, Duffy FH, McAnulty GB, Liederman J. Effectiveness of individualized developmental care for low-risk preterm infants: behavioral and electrophysiological evidence. Pediatrics 1995; 96:923932. 44. Johnson AN. Adapting the Neonatal Intensive Care Environment to Decrease Noise. J Perinatal Neonatal Nursing 2003; 17:280-288. 45. Philbin MK, Gray L. Changing Levels of Quiet in an Intensive Care Nursery. J Perinatol 2002; 22:455-460. 74 46. Evans JB, Philbin MK. The acoustic environment of hospital nurseries: facility and operations planning for quiet hospital nurseries. J Perinatol 2000; 20:105–112. 47. Philbin MK. Planning the acoustic environment of a neonatal intensive care unit. Clin Perinatol 2004; 31:331–352. 48. Bellieni CV, Buonocore G, Pinto I, Stacchini N, Cordelli DM, Bagnoli F. Use of sound-absorbing panel to reduce noisy incubator reverberating effects. Biol Neonate 2003; 84:293-296. 49. Saunders AN. Incubator noise: a method to decrease decibels. Pediatr Nurs 1995; 21:265-268. 50. Altuncu E, Akman I, Kulekci S, Akdas F, Bilgen H, Ozek E. Noise levels in neonatal intensive care unit and use of sound absorbing panel in the isolette. J Pediatr Otorhinolaryngol 2009; 73:951-953. 51. Robertson A, Cooper PC, Vos P. Contribution of heating, ventilation, and air conditioning airflow and conversation to the ambient sound in a neonatal intensive care unit. J Perinatol 1999; 19:362-326. 52. Cunningham M, Cox EO. Hearing assesment in infants and children: recommendations beyond neonatal screening. Pediatrics 2003; 111:436439. 53. White KR, Vohr BR, Behrens TR. Universal newborn hearing screening using transient evoked otoacoustic emissions: results of the Rhode Island hearing assessment Project. Semin Hear 1993; 14:18-29. 75 54. Letko M. Detecting and preventing infant hearing loss. Neonat Network 1992; 11:33-38. 55. Joint Committee on Infant Hearing. Year 2007 position statement: principles and guidelines for early hearing detection and intervention programs. Pediatrics 2007; 120:898-921. 56. D‟Agostino JA, Austin L. Auditory neuropathy: a potentially underrecognized neonatal intensive care unit sequela. Adv Neonatal care 2004; 4:344-353. 57. Sininger YS, Cone-Wesson B, Folsom RC, Gorga MP, Vohr BR, Widen JE, et al. Identification of neonatal hearing impairment: auditory brain stem responses in the neonatal period. Ear Hear 2000; 21:383-399. 58. Özdamar Ö, Delgada RE, Eilers RE, Widen JE. Computer methods for online hearing testing with auditory brain stem responses. Ear Hear 1990; 11:417-429. 59. Jacobson JT, Jacobson CA, Spahr RC. Automated and conventional ABR screening techniques in high risk infants. J Am Acad Audiol 1990; 1:187195. 60. Pool KD, Finitzo T. Evaluation of a computer-automated program for clinical assessment of the auditory brain stem response. Ear Hear 1989; 10:304-310. 61. Genç AG, Ertürk BB, Belgin E. Yenidoğan işitme taraması: başlangıçtan günümüze. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 2005; 48:109-118. 76 62. Kemp DT. Stimulated acoustic emissions from the human auditory system. J Acoust Soc Am 1978; 64:1386-1391. 63. Kemp DT, Ryan S. The use of transient evoked otoacoustic emissions in neonatal hearing screening programs. Acta Otolaryngol Suppl 1991; 482:73-84. 64. Gorga MP, Norton SJ, Sininger YS, Cone-Wesson B, Folsom RC, Vohr BR, et al. Identification of neonatal hearing impairment: distortion product otoacoustic emissions during the perinatal period. Ear Hear 2000; 21:348356. 65. Kemp DT, Brown AM. Ear canal acoustic and round window electrical correlates of 2f1-f2 distortion generated in cochlea. Hear Res 1984; 13:3946. 66. Lonsbury Martin BL, Martin GK. The clinical utility of distortion-product otoacoustic emissions. Ear Hear 1990, 11:144-154. 67. Salata JA, Jacobson JT, Strasnick B. Distortion-product otoacoustic emissions hearing screening in high-risk newborns. Otolaryngol Head Neck Surg 1998; 118:37-43. 68. Gaskill SA, Brown AM. The behavior of the acoustic distortion product, 2f1-f2, from the human ear and its relation to auditory sensivity. J Acoust Soc Am 1990; 88:821-839. 69. Boege P, Janssen T. Pure-tone thresholds estimation from extrapolated distortion product otoacoustic emissions I/O-functions in normal and cochlear hearing loss ears. J Acoust Soc Am 2002; 111:1810-1818. 77 70. Janssen T, Gehr DD, Klein A, Müller J. Distortion product otoacoustic emissions for hearing threshold estimation and differentiation between middle-ear and cochlear disorders in neonates. J Acoust Soc Am 2005; 117:2969-2979. 71. Aylward GP. Cognitive function in premature infants: no simple answers. JAMA 2003; 289: 752-753. 72. Hack M, Fanaroff AA. Outcomes of children of extremely low birthweight and gestational aage in the 1990s. Semin Neonatol 2000; 5:89-106. 73. Arpino C, Compagnone E, Montanaro ML, Cacciatore D, De Luca A, Cerulli A, et al. Preterm birth and neurodevelopmental outcome: a review. Child Nerv Syst 2010; 26:1139-1149. 74. Thomas KA, Uran A. How the NICU enviroment sounds to a preterm infant. MCN Am J Matern Child Nurs 2007; 32:250-253. 75. Antonucci R, Porcella A, Fanos V. The infant incubator in the neonatal intensive care unit: unresolved issues and future developments. J Perinat Med 2009; 37:587-598. 76. Robertson A, Stuart A, Walker L. Transmission loss of sound into incubators: implications for voice perception by infants. J Perinatol 2001; 21:236-241. 77. Berens RJ,Weigle CGM. Noise analysis of three newborn infant isolettes. J Perinatol 1997; 17:351-354. 78. Robertson A, Cooper-Peel C, Vos P. Sound transmission into incubators in the neonatal intensive care unit. J Perinatol 1999; 19:494-497. 78 79. Benini F, Magnavita V, Lago P. et al. Evaluation of noise in the neonatal intensive care unit. Am J Perinatol 1996; 13: 37-41. 80. Brandon DH, Ryan DJ, Barnes AH. Effect of environmental changes on noise in the NICU. Adv in Neonatal Care 2008; 8:5-10. 81. Robert E, Amber L, Williams MS. Noise and light exposures for extremely low birth weight newborns during their stay in the neonatal intensive care unit. Pediatrics 2009; 123:540-546. 82. Brookhouser PE, Worthington DW, Kelly WJ. Noise-induced hearing loss in children. Laryngoscope 1992; 102:645-655. 83. Chang EF, Merzenich MM. Enviromental noise retards auditory cortical devlopment. Science 2003; 300:498-502. 84. Sütbaş MA. Gürültüye bağlı işitme kaybı ve tinnitusta kolesterol ve lipid düşürücü tedavinin etkinliği. GATA Askeri Tıp Fakültesi KBB AD Uzmanlık Tezi, Ankara, 2000. 85. Ohlemiller KK. Recent findings and emerging questions in cochlear noise injury. Hearing Research 2008; 245:5-17. 86. Henderson D, Hu B, Bielefeld EC. Patterns and mechanism of noiseinducedcochlear pathology. In: Schacht J, Popper AN, Fay RR, editörler. Auditory trauma, protection and repair. New York: Springer 2008; 195207. 87. Fridberger A, Flock A, Ulfendahl M, Flock B. Acoustic overstimulation increases outer hair cell Ca2+ concentrations and causes dynamic 79 contractions of the hearing organ. Proc Natl Acad Sci USA 1998; 95:71277132. 88. Lenhardt ML. Incubator noise and hearing loss. Early Hum Dev 1978; 2:89-92. 89. Nordmann AS, Bohne BA, Harding GW. Histopathological differences between temporary and permanent threshold shift. Hear Res 2000; 139:1330. 90. Chen YS, Liu TC, Cheng CH, Yeh TH, Lee SY, Hsu CJ. Changes of hair cell sterocilia and threshold shift after acoustic trauma in guinea pigs: comparison between iner and outer hair cells. ORL J Otorhinolaryngol Relat Spec 2003; 65:266-274. 91. Harding GW, Bohne BA, Ahmad M. DPOAE level shits and ABR threshold shifts compared to detailed analysis of histopathological damage from noise. Hear Res 2002; 174:158-171. 92. Wang H, Yin S, Yu Z, Huang Y, Wang J. Dynamic changes in hair cell sterocilia and cochlear transduction after noise exposure. Biochem Biophys Res Commun 2011; 409:616-621. 93. Falk SA. Combined effects of noise and ototoxic drugs. Environ Health Perspect 1972; 2:5-22. 94. Bredberg G. Cellular pattern and nevre supply of human organ corti. Acta Otolaryngol 1968; 236:1. 80 95. Sininger YS, Abdala C. Physiologic assessment of hearing. In: Lalwani AK, Grund KM editörler. Pediatric Otology and Neurotology. LippincottRaven, Philadelphia 1998; 127-154. 96. Jiang ZD, Zhang Z, Wilkinson AR. Distortion product otoacoustic emissions in term infants after hypoxia-ischemia. Eur J Pediatr 2005; 164:84-87. 97. Zang Z, Wilkinson R, Jiang ZD. Distortion product otoacoustic emissions at 6 months in term infants after perintal hypoxia-ischemia or with a low Apgar score. Eur J Pediatr 2008; 167:575-578. 98. Okhakhu AL, Ibekwe TS, Sadoh AS, Ogisi FO. Neonatal hearing screening in Benin City. Int J Pediatr Otorhinolaryngol 2010; 74:13231326. 99. Turk CA, Williams AL, Lasky RE. A randomised clinical trial evaluating silicone earplugs for very low birth weight newborns in intensive care. J Perinatol 2009; 29:358-363. 81 8. ÖZET Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi (GÜTF) Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde (YDYBÜ) yatırılan prematüre ve miadında doğmuş bebeklerin yatışları boyunca maruz kaldıkları gürültünün frekans (Hertz) ve şiddetinin (desibel) belirlenmesi ile işitme ve nörolojik gelişimleri üzerine etkisini araştırmak amaçlanmıştır. YDYBÜ „ne yatan 32 yenidoğan bebek ve kontrol amaçlı 25 sağlıklı bebek çalışmaya dahil edilmiştir. YDYBÜ‟nde yatan hastaların maruz kaldıkları gürültü yattıkları süre boyunca monitörize edilmiş, taburculuk öncesinde ve altıncı aylarında işitmelerini değerlendirmek amacıyla DPOAE ile TEOAE testleri yapılmış; nörolojik gelişlerini değerlendirmek amacıyla Bayley II gelişim testi uygulanmıştır. YDYBÜ‟de izlenen hastalarda ortalama 162,2 ± 134,9 saat kayıt yapılmıştır. Hastaların, AAP‟nin önerdiği üst sınır olan 45 dB üzerinde gürültüye yattıkları sürenin ortalama %50,1±13,9‟unda maruz kaldığı bulunmuştur. Hastaların hem 45 dB üzeri hem de 65 dB üzeri gürültüye en fazla küvöz motorunun neden olduğu 124 Hz ve altındaki frekanslarda maruz kaldığı bulunmuştur. YDYBÜ‟de izlenen bebeklerin taburculuk öncesi ve kontrol grubundaki bebeklerin de yenidoğan döneminde yapılan işitme tarama testleri TEOAE ve ABR‟den kalan yoktur. Ayrıca altıncı ayda yapılan işitme değerlendirmesi TEOAE ve DPOAE global değerlendirildiğinde işitme kaybı saptanmamıştır. 82 DPOAE‟da test edilen 6 frekans ayrı ayrı incelendiğinde; hastanede yatan bebeklerin DPOAE SNR amplitüdleri (dB) ortalaması; hem sağ hem de sol kulakta 1001, 1501, 3003, 4004 ve 6006 Hz‟te kontrol grubuna göre daha düşük bulunmuştur. Ayrıca YDYBÜ‟de yatan bebeklerin testte 1001 Hz ve 1501 Hz‟de kontrol grubuna göre daha çok kaldığı saptanmıştır. YDYBÜ‟de yatan hastaların arasında testten kalanların 45 dB ve 65 dB üzeri gürültüye daha uzun süre maruz kaldıkları görülmüştür. Bu hastaların YDYBÜ‟de yatış süresi ile 45 dB üzeri maruz kalınan süre; 65 dB üzeri maruz kalınan süre; maruz kaldıkları ortalama gürültü arasında; maruz kaldıkları maksimum gürültü arasında aynı yönde korelasyon saptanmıştır. Bayley II gelişim testi puanları 1001 ve 1501 Hz‟te geçen ve kalan hastalar arasında fark bulunmamıştır. Sonuç olarak; YDYBÜ‟de gürültünün önerilenin üzerinde olduğu, gürültünün asıl kaynağının küvöz olduğu, bu hastaların işitme kayıpları olamamakla birlikte bazı frekanslarda işitme eşiklerinin yükseldiği saptanmıştır. YDYBÜ‟de önerilen ses düzeyinin genellikle aşıldığı ve bebeklerin uzun dönem işitmeleri üzerinde gürültünün olumsuz etki yarattığı saptanmıştır. Çalışmamız ünitemizin durumu konusunda farkındalığı arttırmış ve sonucunda gürültünün azaltılmasına yönelik düzenlemeler planlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Yenidoğan yoğun bakım ünitesi, gürültü, küvöz, prematürite, işitme kaybı 83 9. SUMMARY Thirty two infants that had been admitted to Gazi University Hospital, Neonatal Intensive Care Unit were included in this study. Thereafter, the ambiant noise exposure was determined via measurements of frequency (Hertz) and sound pressure levels (decibel). Our aim was to evaluate the adverse affects of noise on hearing and neurological outcomes. Noise levels were recorded continously during the hospitalization period. TEOAE, DPOAE and ABR tests were used to assess hearing. Hearing tests were performed before discharge and at sixth months of life. Neurological outcome was assessed with Bayley II Infant Development Scale. Noise levels were recorded during the hospitalization period and mean recording time was 162,2 ± 134,9 hours. At 50,1 ± 13,9 % of hospitalization period, infants were exposed to higher noise levels (above of 45 dB) than the recommended level stated by AAP. In spectral analysis of the noise, levels exceeding 45 dB and also 65 dB, were mostly below 124 Hz. Major source of the noise was traced back to the incubators. Before discharge from NICU all infants were screened for hearing loss. All patients passed the tests including TEOAE and ABR. On the sixth month follow up; TEOAE and DPOAE were performed and no hearing loss was detected again. 84 Hospitalized infants had lower DPOAE SNR amplitudes (dB) at five frequencies including 1001, 1501, 3003, 4004, 6006 Hz. DPOAE pass rates at 1001 and 1501 Hz were significantly lower compared with healthy subjects. Infants who failed the test at 1001 and 1501 Hz, had been exposed to noise at longer periods of time, above the recommended level of 45 dB and 65 dB. We detected a positive correlation between noise exposure (above 45 dB, above 65 dB, mean noise level and maximum noise level) and duration of hospitalization. Infants who failed at 1001 and 1501 Hz had similiar Bayley II Infant Development Scale scores and there were no difference between groups. In conclusion, high noise levels above recommended levels were recorded at Gazi University Hospital NICU and the major noise source in NICU was found to be the incubators. Although hearing loss was not detected in any infants, hearing thresholds were increased at some frequencies. Ambient noise was mostly above recommended levels and this was thought to adversely affect the hearing tests performed at sixth months of life. This study increased the awareness of our NICU‟s physical condition and some arrangements should be planned to reduce noise levels. Keywords: Neonatal intensive care unit, noise, incubator, prematurity, hearing loss 85 10. ÖZGEÇMİŞ Adı: Serdar Soyadı: BEKEN Doğum Yeri ve Tarihi: Nazilli, 05.03.1979 Eğitimi: 2008–2011 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Neonatoloji Bilim Dalı 2007-2008 Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Pediatri Başasistanlığı 2002-2007 Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Uzmanlık Eğitimi 1996-2002 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 1989 - 1996 Aydın Nazilli Anadolu Lisesi 1984 - 1989 Aydın Nazilli Fatih İlköğretim Okulu Yabancı Dili: İngilizce (ileri düzeyde), Almanca (orta düzeyde) Bilimsel Etkinlikleri: Ödül “6. Ulusal Afarez Kongresi” Genç Araştırmacılar Ödülü, 2011 86 Ulusal Yayınlar Kitap Bölümü “Pediatride Tanı ve Tedavi Hacettepe Uygulamaları” Editörler Gülsev Kale, Turgay Coşkun, Murat Yurdakök, 2008. Ulusal Hakemli dergilerde yayınlanan orijinal makaleler/olgu sunumları Karabulut R, Türkyılmaz Z, Sönmez K, Önal E, Beken S, Türkyılmaz C, Kapısız A, Başaklar C. Fokal intestinal perforasyon ve nekrotizan enterokolit ayırıcı tanısı ve peritoneal drenaj tedavisi. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2010; 3(1):333-338. Tekşam Ö, Beken S, Yurdakök M, Balcı S. Erken amnion rüptür sekansı: bir vaka takdimi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 2005; 48:57-60. Altuntaş H, Coşkun A, Beken S, Bozkuş Y, Bulut S, Büyükkınacı M, Çalıdağ E. Ankara 6. Bölge eczanelerinde çalışan eczacılarınbazı mesleki uygulamalarını ve sorunlarını saptama araştırması. Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Dergisi 2003; 3(2):59-76. Uluslararası Yayınlar Uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan orijinal makaleler/olgu sunumları Gucuyener K, Beken S, Ergenekon E, Soysal S, Hirfanoğlu IM, Turan O, Unal S, Altuntaş N, Kazancı E, Kulalı F, Koc E, Turkyılmaz C, Onal E, 87 Atalay Y. Use of amplitude-integrated electroencephalography (aEEG) and near infrared spectroscopy findings in neonates with asphyxia during selective head cooling. Brain Dev 2011; (Epub ahead of print). Onal E, Hirfanoğlu IM, Beken S, Altuntaş N, Turkyılmaz C, Camurdan AD, Turan O, Ergenekon E, Koc E, Atalay Y. Are the neonatal outcomes similar in large for gestational age infants delivered by woman with or without gestational diabetes mellitus? World J Pediatr 2011; (Epub ahead of print). Turan O, Hirfanoğlu IM, Beken S, Biri A, Efetürk T, Atalay Y. Prenatally detected congenital cystic adenamatoid malformation and postnatally diagnosed trisomy 13: case report and review of the literture. Turk J Pediatr 2011; 53(3):337-341. Beken S, Cevik A, Turan O, Hirfanoğlu IM, Unal S, Altuntaş N, Pektaş A, Türkyılmaz C, Tunaoğlu S. A neonatal case of left ventricular noncompaction associated with trisomy 18. Genet Couns 2011; 22(2):161164. Ergenekon E, Hirfanoğlu IM, Turan O, Beken S, Gucuyener K, Atalay Y. Partial Exchange transfusion results in increased cerebral oxygenation and faster peripheral microcirculation in newborns with polycythemia. Acta Paediatr 2011; 100(11):1432-1436. 88 Gülhan B, Bayrakçı B, Babaoğlu MO, Bal B, Beken S. Biphasic creatine kinase elevation in pseudoephedrine overdosage. Br J Clin Pharmacol 2009; 67(1):139-140. Yıldırım İ, Ceyhan M, Cengiz AB, Saki CE, Ozer E, Beken S, Çilsal E. What‟s eating you? Cutaneous myiasis (Wohlfahrtia magnifica). Cutis 2008; 82(6):396-398. 89