Perspektif SEPTEMBER-OKTOBER / EYLÜL-EKİM 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sayı: 201-202 • İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Yayın Organı Geçicilikten Kalıcılığa... Göçmenin ‘Biz’ İhtiyacı editör Selamların en güzeli ile Somali, Libya ve 50. Yıl Hareketli bir yaz mevsimi daha geçirdik. Ramazan’ı dört gözle beklerken, Ramazan Bayramı’nı da idrak ettik. Şimdi ise Hac ve Kurban Bayramı hazırlıklarını yapıyoruz. Bizler, Ramazan ayında, oruçlu olduğumuz sürede açlığın ve susuzluğun ne anlama geldiğini yakından hissederken, Somali gibi Afrika’nın en yoksul ülke ve bölgelerinde açlığın ölümle sonuçlanan etkisine de şahid olduk. O insanlar, bizler gibi sayılı saatler süresince değil, evlatlarını, bebeklerini kaybedecek derecede açlıkla mücadele ediyorlardı. Elbette ki, üzerimize düşen insanlık ve kardeşlik görevini yerine getirmek için sizlerin fedekârlıkları ile harekete geçtik. Kırka yakın gönüllümüz, acil gıda ve diğer ihtiyaç malzemelerini, başta Mogadişu olmak üzere diğer mülteci kamplarına götürdü. Şimdi daha kalıcı projeler üzerinde çalışıyoruz. Bu gelişmeler olurken, Kuzey Afrika’daki değişim rüzgârı Libya ve Suriye’de farklı bir boyutta ilerliyor. Suriye’de, maalesef Ramazan ayına dahî hürmet gösterilmeden çok sayıda insan öldürüldü. Libya’da ise yönetim değişikliği kanlı bir şekilde gerçekleşiyor. Dünya kamuoyu, BM ve NATO destekli bu değişimin de insanî boyutlarını derinden düşünmek zorunda. Libya’daki gelişmeler, sadece iktidarların değil muhalefetin de kan dökmesinin önlenmesi gerektiğini bir kez daha gösterdi. Bu arada, dünya siyasetini temelden sarsan 11 Eylül olaylarının 10. yıldönümüne gelindi. Fakat, bu olayların sonucu olan Irak ve Afganistan’ın işgali, yüzbinlerce insanın ölmesini engelleyemediği ve dünyada barışı güvence altına alamadığı gibi Pakistan başta olmak üzere bölge ülkelerini de yıkmaya devam ediyor. Öte yandan, Almanya’da göçün 50. yılını idrak ediyoruz. Böylece, birkaç yıllığına diye planlanan bir “misafir işçi”liğin nasıl da yüzyıla ve sürekliliğe doğru adım attığına şahitlik ediyoruz. Gelecek sayımızda buluşmak üzere, Allah’a emanet olun. • Oğuz ÜÇÜNCÜ Perspektif IGMG AYLIK YAYIN ORGANI SEPTEMBER-OKTOBER / EYLÜL-EKİM 2011 Yıl/Jg.: 17, Sayı/Nr.: 201-202 Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen Tel.: 02237/ 656-0 Fax: 02237/ 656 555 www.igmg.de E-Mail: dergi@igmg.de YAYINCI • HERAUSGEBER Islamische Gemeinschaft Millî Görüş • IGMG e.V. Amtsgericht Bonn, VR 6621 Vertreten durch den Vorstand: Kemal Ergün, Vorsitzender; Oguz Ücüncü, Generalsekretär; Hakkı Çiftçi, stellv. Vorsitzender Genel Yayın Yönetmeni / Chefredakteur: Oğuz Üçüncü (V.i.S.d.P) Dizgi-Layout: İlhan BİLGÜ Baskı · Druck: Yavuzsöhne-Duisburg Yayınlanan makale ve fikir yazılarının sorumlulukları yazarlarına aittir. Die in der Zeitschrift veröffentlichten Meinungen binden die Autoren, nicht die IGMG İLAN SERVİSİ · ANZEIGENSERVICE: Tel.: 02237/ 656-201 • Fax: 02237/ 656 555 E-Mail: tanitma@igmg.de ABONE SERVİSİ · ABONNEMENT: Islamische Gemeinschaft Millî Görüş Lastschriftabteilung: Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen Tel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555 E-Mail: mitglied@igmg.de Yıllık abone ücreti: 59,-EURO Jahresabonnement: 59,-EURO IGMG Genel Merkez Üyelerine Ücretsizdir. Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos Der Bezugspreis ist im Mitgliedsbeitrag enthalten. HESAP NO · BANKVERBINDUNG: BANK AUSTRIA: IBAN: AT 23 12 000 515 74 66 56 01 SWIFT: BKAUATWW içindek i le r gündem Azınlıkları Önemsemek ................................................................................... Göçün 50. Yılında Göçmenler .................................................................. Göçmenin ‘Biz’ İhtiyacı ................................................................................... Göç Eden Camiler! ................................................................................................. 5 6 8 10 teşkilat Avrupa'dan Yapılan Yardımlar Mazlumlar ve Mağdurlar İçin Sel Oldu Aktı .......................... “UNIDAY ‘11” 22 Ekim’de, Bielefeld’de ........................................... Yaz Tatili Kursları Sona Ererken ........................................................... 10 G ÖÇ E DEN CA MİLER 12 AVRUPA'DAN YAPILAN YARDIMLAR MAZLUMLAR VE MAĞDURLAR İÇİN SEL OLDU 12 14 16 islam ve hayat Peygamberimiz (sav) ve Bayramlarımız ....................................... Zamana Göre Değişen Hz. Muhammed (sav) Algısı ......................................................................... Ehl-i Sünnet .................................................................................................................... 18 20 22 toplum İnternet ................................................................................................................................. 26 dünya Sicilya...................................................................................................................................... 28 kültür “İslam Dini’ne Giriş” ............................................................................................. Kriptografi, Silahlar, Kaleler ve Hisarlar ...................................... 30 32 islam und leben Muhammad (saw) im Wandel der Zeit .......................................... Unser Prophet (saw) und die Festtage .......................................... 34 36 aktuell Minderheiten Bedeutung zumessen .............................................. 38 28 SİCİLYA gündem Azınlıkları Önemsemek Türkiye, El Konulan Azınlık Varlıklarını İade Ediyor İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de Türkiye, kanun hükmünde bir kararname yayınlayarak, 1974 yılında el koyduğu azınlık mülklerini iade edeceğini resmîleştirdi. Bu mülklerin ne zaman iade edileceği henüz kesinleşmedi ise de, önümüzdeki yıllarda işlemlerin tamamlanması için ilk resmî adım atılmış oldu. Azınlıklar, her ülkenin önemli insanî problemini oluşturmaktadır. Çoğunluktan farklı bir inanç, dil, kültür, etnik mensubiyet ya da mezhep ve hayat şekli süren azınlıklar, tarih boyunca da ezilen sınıfların başında gelmiştir. Genel toplumun alışılmış özelliklerini taşısa bile herhangi bir farklılıklarıyla tezahür eden azınlıklar Türkiye’de, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan anlaşma ile farklı bir konum elde ettiler. Bu tarihten önce de pek çok azınlık grubu var ise de Lozan ile birlikte azınlık tanımlaması yalnızca Türkiye’nin gayr-ı müslim vatandaşları için söz konusu olmaya başladı. Cumhuriyet’in ilk yöneticileri, bu anlaşma ile azınlıkların Müslüman olan ve daha sonraları çoğunlukla “Türk” tanımlaması ile tanımlanan “çoğunluk” kesimi ile eşit hale getirildiğini iddia etse de, fiiliyatta azınlıklar, uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmadığı dönemlerden daha geri bir muameleye tâbi tutuldular. Söz konusu Lozan Antlaşması sürekli bir şekilde “eşit muamele” vurgusu yapıyordu. Oysa bu eşit muamele, Türkiye’nin “toplumsal” ve “kamusal” gerekçeleri şartlandırmasına bağlanmıştı. Nitekim, sonraki dönemlerde “eşit muamele” vurgusu unutulmuş ve azınlıklar ülkenin “günah keçisi” olarak görülmeye başlanmıştı. Bugün “Utanç Günü” olarak anılan 1955 yılındaki 6-7 Eylül olayları yaşanmış ve 1974 yılında ise Yargıtay’ın bir kararı ile azınlıklar “Yabancı” tanımlamasına alınıp 1936 yılından beri edinilen vakıf mallarına el konulmaya kadar gelinmişti. Ayrıca, Lozan Antlaşması azınlıklara özel okullarında kendi dillerinde eğitim yapma hakkı verirken, bu hak teslim edilmediği gibi, eğitim müesseseleri için de devlet yardımı söz konusuydu. Bu yardım da bu güne ka- dar verilmemişti. Bu açıdan bile değerlendirildiğinde Türkiye’nin bu son kararını tarihî bir karar olarak değerlendirmek mümkündür. Türkiye’nin böyle bir kararı uygulamaya koyması, ülkede insan haklarındaki iyileşmelerin bir işareti olarak görülebilir. Bunun bir de uluslararası boyutu vardır ki o da, Lozan Antlaşması’nda, başta Yunanistan olmak üzere diğer ülkelerdeki “Müslüman azınlığın” vakıf mallarının iadesini gündeme getirmesidir. Bu anlamda Müslüman azınlıkların mallarının iade edilmesi gereken ülkeler arasında Yunanistan dışında, Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna hemen ilk akla gelen ülkelerdir. Bu kararın bir başka yönü de 28 Şubat döneminde yine Yargıtay tarafından kapatılan MGV ve Yuva Vakfı gibi vakıfların da mal varlıklarının iade edilip edilmeyeceği meselesidir. Hükümet çevrelerinden bu yönde herhangi bir duyum alınmasa da, ilgili vakıfların yöneticilerinin, haksız olarak el konulan mal varlıklarının iadesini isteme mazeretleri doğmuş durumdadır. Nasıl ki, Vakıflar Kanunu’nda, 1974 yılında el konulan “azınlık” vakıflarının mal varlıklarının iadesini mümkün kılan bir değişiklik yapıldıysa, ilave bir değişiklik ile bu tür haksızlığa uğrayan diğer vakıfların mülkleri de aynı şekilde iade edilebilir. Bunun içindir ki, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, geçmişte devletin yaptığı bir hatayı düzeltme olarak değerlendirdiği bu mal varlıklarının iadesi meselesini emsal göstererek, haksızlığa uğramış diğer vakıflara yapılan haksızlıkları da ortadan kaldırma yoluna gitmek durumundadır. Türkiye’de toplum, Türkiye’nin çok kültürlü ve çok inançlı bir toplumsal yapıyı yeniden kabullenmesi anlamına gelen azınlık vakıflarının mallarının iadesi kararını olumlu karşılamaktadır. Bu da, devletin kendisinin yaptığı bir yanlışlıktan dönmesinin bile toplumsal barışı güçlendireceğini göstermektedir. Devletin göz yumması ile oluşan toplumsal baskı sebebiyle Türkiye’yi terketmek durumunda olan söz konusu pek çok “azınlık” mensubunun Türkiye’ye geri dönmeyi bile düşünmüş olmaları, bu barışı daha da kuvvetlendirecek, Türkiye zayıflamayacak, aksine güçlenecektir. Çünkü azınlıkları önemseyen ülkeler her zaman güçlenir.. S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 5 gündem Geçicilikten Kalıcılığa Göçün 50. Yılında Göçmenler Bedrettin Kesgin • bedrettink@gmail.com Günümüzde Avrupa Birliği’nin -AB’ye göç veren ülkeler içinde de aynı şekilde- en sorunlu konularının başında göçmenlik olgusu gelmektedir. Avrupa Birliği üyesi ülkeler, özellikle yakın bölgelerinde olan her türlü gelişmeyi, öncelikle “göç dalgası” bağlamında değerlendirerek gündemlerini buna göre belirlemektedir. Yine Avrupa ülkelerinde seçim dönemlerinde siyasi partiler arasında gerek yasal, gerekse yasadışı göç tartışması ana gündem maddesi olmaya devam etmektedir. Göç ve göç ilişkisi kapsamı birçok alana nüfuz edecek kadar geniş bir çerçeveyi ifade etmektedir. Göç ve göçmen denildiğinde, ulus devlet, küreselleşme, refah politikaları, entegrasyon, eşgüdüm, çok kültürlülük, aile birleşmeleri ve çok daha fazlasını ilgilendiren bir alan akla gelmektedir. Bundan dolayı göç/göçmenlik üzerinde sürekli durulması, yeni boyutları ile irdelenmesi gereği açıktır. Aynı şekilde yine birçok sorunun da temelini oluşturabilecek bir gerçekliği ifade ettiği unutulmamalıdır. Bu yüzden göç olayı tek bir kitabın kapsamıyla ya da birkaç makale çalışmayla üstesinden gelinebilecek bir konu değildir. Bununla birlikte göç konusunda sınırlamalar yapılarak gündeme getirilmesi de bir nebze olsun bu ihtiyacı karşılayabilir. Göçmenler, sahip oldukları birçok değeri geride bırakıp yeni umutlarla ve varoluşlarla hayat sürecekleri ülkelere göç ederken sahip oldukları birçok değeri geldikleri ülkeye getirdiler. Türkiye’den Almanya’ya göçün teknik boyutu birçok defa gündeme getirilip tartışılmıştır. Oysa göçmenlere sosyolojik bakış nadir olarak tartışmalara konu olmaktadır. Göç ve göçmenliğe sosyolojik yaklaşım, göçmenlerin yaşadıkları toplumsal değişim ve dönüşümleri anlamlandırmada belli bir dereceye kadar katkı sağlayabilir (belki “eski göçmenlere” ifadesini kullanmak daha doğru olur, çünkü artık bu insanlar geldikleri ülkenin yerlisi konumunda olmaya çoktan başlamışlardır. Yine de yeni bir kavram bulununcaya kadar göçmen kelimesi kullanılmaya devam edecektir). Türkiye’nin ulus devlet sonrası en kapsamlı anlaşmaları yaptığı ve en geniş göçmen nüfusu gönderdiği Almanya’ya doğru gerçekleşen göçün üzerinden tam 50 yıl geçti. Bu neredeyse bir insan ömrüne yakın bir zaman. Ayrıca toplam üç sayfa 6 • Perspektif kuşağın Almanya’yı mesken edindiği ve dördüncü kuşağın da yakın gelecekte bu toplum içerisinde var olacak olması da göçün üzerinden geçen zamanın nasıllığının ve nesiller boyu göçün etkisini gösterdiğinin en önemli göstergesidir. Ulus devletlerin sınırlarını katı bir şekilde koruduğu dönemler artık gerilerde kaldı. Yeni dönem ve durumda göç/göçmenler nitelik değiştirerek yoluna devam edecektir. Ulus devletin güçlü olduğu zamanlarda göçmenliğin sorun alanı olarak algılanması katı ulusçu anlayışın mantığına pek fazla ters olmasa da, küreselleşme çağında göçmenlere dönük ırkçı, ayrımcı ve hatta onları düşman belleyen görüşlerin açığa çıkması ve kamuoyunda bu görüşlerin takdir görmesi kabule şayan gözükmemektedir.1 Türkiye’den gelen göçmenlerin en fazla bulunduğu Almanya’ya dönük göçün üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen birçok sorunun halledilememiş olması da bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Göçmenler önceleri inşaat sektöründe istihdam edilmişler sonrasında ise birçok alanda yani hayatın tüm alanlarında varlık göstermişlerdir. 1961’de başlayan Türk göçü 1973 petrol krizine kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonra göç alımı durdurulmuş, işçi alımı yerine göç eden ailelerin birleştirilmesi şeklinde süreç devam etmiştir. İlk geldikleri zaman vasıfsız işçi olarak değerlendirilen bu kesim artık hayatın tüm alanlarında var olarak ve hayata kendi zenginliklerini dahil ederek varlık kazandılar. Esnaflıktan, iş adamlığına, siyaset yaşamından, medya sahipliğine kadar birçok alanda rüştlerini ispat etmişlerdir. Bu durum yapılan çalışmalarda da kendini göstermektedir. İlk göçmenlerin Almanya’ya gelişleri ekonomik ağırlıklıydı ve bu göçmenler belli bir birikimden sonra kesin dönüş yapma duygusuyla hareket etmişlerdi. Bundan dolayı da gelen konuk işçilerin ekonomik faaliyetleri ilk dönemler belli alanlarda işçilik ve basit esnaflıktan öteye geçememişti. Kamu alanında faaliyet göstermek ya da iş adamlığı, finans sektöründe bulunmak, medyada görünmek akıllarının ucuna gelmemişti. Alman devleti de bundan dolayı gelip geçici gördüğü bu işçilere karşı onları kendi kaderlerine terk etmekten ya da asimilasyondan öteye bir çaba içine girmedi. Göçmenler de bu durumda sürekli yeni stratejiler geliştirerek, işçi gönderen ve alan ülke arasında önemli taktikler izlediler. Bir yandan kendi kültürel değerleri ile var olmaya çalışırken, diğer taraftan yeni kimlik ve kültürle kaynaşarak üçüncü bir kültür oluşturdular. Kaynak ülkesine göre “Almancı” hedef ülkeye göre “yabancı” olarak görülen göçmenler çeşitlenmiş, kozmopolitleşmiş ve farklılaşmış olarak varlığını sürdürmektedir. Göç sürecini sadece teknik boyutuyla, ekonomik fayda ya da yerli halk açısından “istihdam imkânlarının elden alınması” şeklinde dar ve gerçekçi olmayan bir şekilde değerlendirmek bir yandan gerçeklere karşı gözü kapamak iken, diğer taraftan insani duruma karşı kayıtsız kalmak anlamına gelmektedir. Avrupa’da yaşayan göçmenler artık hem nüfus yapıları ve kültürel çeşitlilikleriyle hem de ekonomik güçleri ile büyük bir zenginliği ifade eder oldu. Dışlama, tek taraflı entegrasyon/uyum bu toplumlara karşı toplum mühendisliğini çağrıştıran kavramlar olmaktan öteye geçememiş ayrıca bu tarz girişimler ters teperek karşı bir tepki oluşturmuştur. Artık tüm toplum kesimlerini olduğu gibi kabul etme ve kendilerinin oluşturduğu tercihle toplumsal katılımın belirlenmesi gereği kabul görmektedir. Bu aynı zamanda göç yoluyla ülkeye gelen kesimleri tek tipçi mantığıyla oluşan düşünceyi/uygulamayı reddetmeyi içerir. Toplumun kendisini gördüğü gibi kabul eden anlayış, göçmenlerin yaşadıkları bir takım sorunların çözümünde de olağanüstü kolaylık gösterecek bir gerçekliği ifade etmektedir. Bu açıdan göçmenlerin sosyal, siyasal ve ekonomik hayata katılımlarının nasıl olacağını- dışarıdan ya da üst kurum ve kuruluşların belirlemesi yerine- kendilerinin belirlemesi gerekir. Göçmen alımı, başlangıçta Almanya’nın belli başlı sanayi dallarındaki işgücü açıklığını gidermek için başvurduğu bir yol olmuştur. Önceleri tarım ve inşaat gibi vasıf gerektirmeyen alanlara işgücü göçü olmuştu. 1961 yılında ilk göçmen dalgası, Avrupa’nın 2.dünya savaşında yakılıp yıkılan tarihine, mirasına, fiziksel mekanına ve sosyal ilişkilerine karşı imar edici, ihya edici bir dokunuş olarak Almanya’ya gelmişti. Bu göçmenler, bir yandan memleket hasreti ile yanıp tutuşurken, diğer yandan geldikleri ülkenin gurbet mahallerinde en ağır, en zor ve en vahşi koşullarında ekonomik, sosyal ve biraz da kültürel hayatına katkı sağlamaya başladılar. Türkiye’nin en ücra köşelerinden çıkıp Almanya’ya gitmişlerdi. İlk göçmenler kırsal kökenli olmasına rağmen, Almanya’nın en büyük kentlerini mesken bellemişlerdi. Bu durum ilk başlarda kent yaşamına uyumda bir takım sorunları beraberinde getirmesine rağmen daha sonra gelinen kentin kozmopolitliğine daha fazla zenginlik katmak şeklinde tezahür etmiştir. İşte bugün ülkenin sahip olduğu bir kısım zenginliğin altında bu göçmenlerin uğraşları ve çabaları bulunmaktadır. Almanya’yı cennet belleyip cehennemle karşılaşanlar olduğu gibi Almanya’nın zenginliğinden faydalanan birçok insan da var oldu. Göç alan ülkenin toplumsal uyuma dönük yaptığı hatalara ek olarak kaynak ülkesinin de bir takım hatalarının olduğu gözden kaçmamalıdır. Bugün itibari ile zaten bu hata kabul görmektedir.2 Türkiye’de geçmişte hem toplum hem de yönetim olarak giden göçmenlerin en kısa sürede ülkeye geri gelmesine yönelik kanaat vardı. Bu ön kabuller, Türkiye’nin bir kısım sorunu görmezden gelmesine ya da toplumsal uyuma dönük atılacak adımları geciktirmesine yol açmıştı. Özellikle toplumsal uyum sorununda en önemli kriterlerin başında gelen dil sorunun haletmeye yönelik çok fazla bir çaba içine girilmemiş, kültürel uyumu amaçlayan adımlar hızlı ve kapsamlı bir şekilde atılmamıştı. Kırsal göçmenlerin şüphesiz kentsel göçmenlerden farklı olarak, geldikleri topluma uyum sorununda daha büyük sıkıntılar yaşamaları kaçınılmazdır. Kırsal kesim eğitim sorunu yanında dil ve diğer uyum sorunları açısından daha zorlu grupları ifade etmektedir. Türklerin kırsal kökenli olmalarına rağmen günümüzde yaşadıkları toplumun hemen hemen tüm katmanlarına katılabildikleri gözden kaçmamaktadır. Bu bağlamda göçün üzerinde yarım asır geçmesi ve 4. kuşağın ortaya çıkacak olması nedeniyle bir kez daha vurgulamak gerekiyor ki, artık göçmenlerin sorun olarak görülmesinden vaz geçilmelidir. Göçmenler kaynak ülkesi ile hedef ülke arasında sorun değil köprü olarak takdir edilmelidir. Yine göçmenlerin sağladıkları ve ürettikleri zenginlik ve refah dikkate alınmalıdır. Bu göçmenler ülkeler arasında iyi niyet elçileri olarak görülmelidir. İki ülke arasında iletişim kurmada önemli kilometre taşı olan göçmenlerin, artık tartışılmayacak bir gerçeklikle Almanya toplumunun vazgeçilmez bir parçası olduğu kabul görmelidir. Göçmenlere, yaşanan sürece ve tüm gelişmelere tek boyutlu bakmak gerçekleri perdelemektedir. Sürekli göz önünde bulundurulması gereken gerçek, göçmenlerin birçok zenginliğin yaratıcısı da olduğudur. Bu durum Avrupa’nın ırkçı partilerini üzse de toplumsal uyum sorunları daha fazla çözüme kavuşturuldukça bundan ülkeler ve toplumlar karşılıklı çok büyük kazançlar elde edeceklerdir. Göçmenlik; paylaşılan bir zenginlik, kurulan bir köprü, farkına varılan ve faydalanılan bir çeşitliliktir. Göçmenlerin, ülkelerin tarih sahnesine tekrar çıkmasında en önemli itici gücünün dün olduğu gibi bugün de gerçek olduğu açıktır. Geçmişte büyük medeniyet kuranlar, büyük ideal ve ülkülerin peşinden koşanlar da onlardı. 50 yıl önce yine tarih sahnesine çıkıp, bu sefer Avrupa’nın maddî ve manevî kayıplarını telafi etmişlerdi. 1 Temmuz 2011’de Norveç’te gerçekleşen menfur saldırı da açıkça göçmen karşıtlığının, milliyetçi ve zaman zaman ırkçılığa varan zihniyetin nelere yol açacağını açıkça göstermiştir. Saldırı bireysel ve fevri bir durum olarak ele alınamaz. Maalesef “rüzgar ekenler fırtına biçmek”tedir. Bu konuda özellikle siyasilere çok önemli görevler düşmektedir. Aksi takdire ırkçılık ve göçmen düşmanlığı ateşi tüm kesimleri ve toplumu yakacaktır. 2 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 50 yıllık süreçte Türkiye olarak bir kısım hatalarının olduğunu belirtmiştir. S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 7 gündem Göçmenin ‘Biz’ İhtiyacı Göçmen Psikolojisi miz ölçüde mümkündür. O yüzden “fakrî fahrî”dir, yani, yoksunluğumuz övüncümüzdür. Velhasıl, bebek önce anneyi öğrenir, annenin kendisinden farklı,başka bir ben olduğunu farkeder etmez, annesinden ayrı kendi ‘ben’ini farkeder. Artık sadece ben yoktur, sen ve ben vardır. (Bu bağlamda, ötekileştirme üzerine dile getirilen “şikayetlere’’ atfen; kendi farkındalığımız için bir öteBebek dünyaya gözlerini açtığında, annesinden ayrı bir kine ihtiyaç duyduğumuzu hatırlatalım. Bizi ötekileştirenvücudu, benliği, beni olduğunun farkında değildir; anneler kadar, bizim de bir yönüyle “onları’’ ötekileştirmeye ihsiyle füzyon halinde ve birdir. Margeret Mahler’in ifadetiyacımız vardır. Zira, insan kendini ancak ötekinin söylesiyle; ‘‘Rahim dışı yaşamın ilk haftalarında, başlıca özelliği miyle/söyleminde inşa eder, edebilir [L’etre humain se consbebeğin annelik yapan kişinin farkında olmayışı olan muttitue dans le discours de l’autre]. Olmak zorunda olan budur lak bir birincil narsisizm durumu egemendir.’’ Ve bu aşamaya ve fakat bu bir bahs-i diğerdir.) Baba ise bebeğe hayatta sanormal otizm adını verir Macar asıllı pediatri uzmanı. Bu dece sen ve ben olmadığını, bir de ‘o’ olduğunu belletir. Onu ‘ilk aşamanın’ akabinde, istek ve ihtiyaçlarının anında ve annesiyle kurduğu bu ikilikten ayırır, kurtarır. Ona bir dış eksiksiz olarak gideril(e)memesi (ki bu giderilemeyiş dünyanın da var olduğunu farkettirir. Ve bu farkettiriş hamümkün olmadığı gibi gerekli de değildir) bebeğe anneyatîdir. Zira başlangıçtaki füzyon halinde kalış gibi, ben ve sini, yani kendinden farklı ve ayrı bir varlık olan annesi olsen ikiliğinde kalmak da daha geç dönemde patolojik sonuçlara duğunu ya da annesinden ayrı bir kendisinin, ben’inin olsebebiyet verecektir. Ben’in, sen’in, o’nun (ve hatta onlar’ın) duğunu farkettirir. yapıtaşlarını oluşturduğu ‘biz’e geçiş ise biraz daha zamana Zira, Fransızlar, C’est grace au manque qu’on devient un ihtiyaç duyacaktır. Freudyen terminolojiyle, (3-5 yaş civahomme der ve ancak mahrumiyetle adem (adam) olunur, rında) üst-ben (über-ich)’in inşasına atılan ilk adımla başdemek isterler. Bununla, sürekli verilen desteğin kişiyi hiçlayıp ergenliğe kadar varacak uzunca bir zamana. Üst-benin bir zaman kendi ayakları üzerinde duramayacak (yoksunluğunu inşası, bir yönüyle ‘biz’in inşasıdır. hiçbir zaman farkedemeyecek), baBir kez ‘biz’e sahip olundu mu, ne ğımlı varlıklara dönüştüreceğini de çok kapı kendiliğinden açılır. Karima ederler. Nitekim, Jean-Michel şılaşılan pek çok sorunda, kilitli kaBir kez ‘biz’e sahip olundu mu, Labadie’nin ifadesiyle, isteğe (sürekli) pıları açmak için hızla elimizi attığıne de çok kapı kendiliğinden cevap vermek, bağımlılığı muhafamız maymuncuk gibidir ‘biz’. Karşıaçılır. Karşılaşılan pek çok soza etmek demektir (répondre à la delaşılan bu pek çok sorun ya da durum runda, kilitli kapıları açmak için mande serait maintenir le dépenance). karşısında takınacağımız tutum, Bizim geleneğimizde ise eskiler, hızla elimizi attığımız maymun‘biz’in sağladığı tutumdur. İnsanlar mahrumiyetler kemâlet tevlid eder, der. maruz kaldıkları her uyaran üzerincuk gibidir ‘biz’. Karşılaşılan bu Yoksunluklar, yoksunluklarımız bide ayrıntılı ya da dikkatli düşünpek çok sorun ya da durum karzi olgunlaştırır, bir ‘ben’e sahip olmezler, düşünmek istemezler. Bu şısında takınacağımız tutum, mamız, insan olmamız ancak yokmaliyeti yüksek bir çaba gerektirir ve ‘biz’in sağladığı tutumdur. sunluklarımız ve bu yoksunlukları farinsan doğası gereği ekonomik olanı, kedişimiz aracılığıyla ve farkettiğiyani kolay olanı seçer. Başka türlü çok Ahmet Faruk Çağlar • a_faruk@hotmail.fr sayfa 8 • Perspektif daha karmaşıklaşacak ve yorucu bir bakarak görmek oldukça kolaydır (her çaba gerektirecek olan uyaranlara ve ne kadar, her geçen gün kendilerine dahi tehdit edici olabilecek bir dünatıf yapılabilecek azınlık ya da azınyaya anlam veren bir Weltanschalıkların daha da ‘azaldıkları’ müşahade uung’un bize sağladığı konfor, hiçediliyor olsa da). Yahudilerin binlerce bir şeyle mukayese edilemeyek denyıllık göç tecrübeleri ise vurgulaÖtekilerin çoğunlukta olduli yüksektir. Ayrıca bu ‘biz’, bize anmak istediğimiz ‘savunma psikoloğu zamanlarda insanlar, kenlamlı bir evrende bir değer nesnesi jisi’ne diğer ve daha açık bir örnek di biz’lerine hep daha sıkı saolduğumuz hissini verir. Benzer şeteşkil eder. Yaşadıkları topraklara herılmışlardır. İnsana neye nakilde, kültürel olarak edinilen ve men hiçbir zaman sahip olamamış olan sıl inanacağını, kime nasıl onaylanan davranış standartlarına bağve hemen her zaman kendilerinden lanmak ve onlara uyarak yaşamak bigüçlü ve kalabalalık başka biz’lerin davranacağını, nerede nasıl zi pek çok kaygıdan korur. Zira topiçinde/ortasında yaşamak zorunda yaşayacağını söyleyen lumsal ve kültürel bir biz’e uyma davkalan Yahudilerin bahsettiğimiz ‘biz’ini farkettiren bir ‘saldıranışı, temelde rahatlatıcı ve güven göç/göçmen psikolojisiyle hareket rı’, yani kendisinden daha vericidir. Bir biz’e sahip olmak deettiklerinin en açık kanıtı belki de, yüzkalabalık başka biz ya da mek, aslında bir biz’a ait olmak deyıllar içinde daha da çetrefilleştirdikleri mektir. O yüzden aidiyet, psikolojik şeriatlarıdır. İnsanı, detayların fazlalığı biz’lerin varlığı, kendi biz’ini sağlık için de temel bir âmildir. Masve bu detaylara verilen önemin bosavunmaya ve muhafazaya low da, ihtiyaçlar hiyerarşisinde aiyutuyla hayrete düşüren Yahudi Şeyönelik doğal bir tepkiye yol diyete verdiği özel önemle buna işariatı’nın bu ‘karmaşıklığı’ ancak açar. Özetle, ötekini farkediş ret eder. biz’ini kaybetmek istemeyen, kayNeye, nasıl inanacağımızı, kime betmemeye çalışan bir ırkın gösbize kendi biz’imizi farkettirnasıl davranacağımızı, nerede nasıl terdiği çaba dikkate alındığı takdirmekle kalmaz, bu bizi koruyaşayacağımızı hep bu biz fısıldar kude anlaşılabilir. Onlara sürekli kenmaya yönelik bir tutuma salağımıza. Fısıltı, çoğu zaman fısıldayanı dilerini farkettiren ve dahi bunu surılma isteği ve gerekliliğini farkettirmeyecek denli cılızdır. O ratlarına haykıran bir, ya da birçok de beraberinde getirir. yüzden fısıldayanın kim’liğini, ne’li‘öteki’in varlığı, Yahudilere biz’leriğini soruşturmak pekçoğumuzun ni farkettirmekten ve bu biz’i muaklına (ve işine) gelmez. Ancak başhafazaya yönelik kanunlar ‘icat etka fısıltıların olduğu bir zaman ve metirmekten’ fazlasını yaptırmıştır (ve kân, kendi fısıltımıza daha dikkatle fakat bu da bir bahs-i diğerdir). kulak kabartmamıza sebep olur. Ve Almanya’daki, belki de tariÖtekilerin çoğunlukta olduğu hinde ilk kez kendisinden farklı bir zamanlarda insanlar, kendi biz’lerine hep daha sıkı sarıltoplumun orta yerinde yaşamak zorunda kalan ‘göçmen’ mışlardır. İnsana neye nasıl inanacağını, kime nasıl davTürklerin psikolojisini, ya da, davranış tarzını anlamaya ve ranacağını, nerede nasıl yaşayacağını söyleyen ‘biz’ini faraçıklamaya çalışmak da ancak yukarıda bahsedilen ‘biz’ dokettiren bir ‘saldırı’, yani kendisinden daha kalabalık başlayımında mümkündür. İlk bakışta ve kolayca müşahade ka biz ya da biz’lerin varlığı, kendi biz’ini savunmaya ve muedilebileceği üzere, Almanya’daki Türk ‘azınlığın’ milliyetçileri hafazaya yönelik doğal bir tepkiye yol açar. Özetle, ötekidaha milliyetçi, solcuları daha solcu, dindarları daha dinni farkediş bize kendi biz’imizi farkettirmekle kalmaz, bu dar, ya da, anarşistleri daha anarşisttir. Kendi biz’lerinin bizi korumaya yönelik bir tutuma sarılma isteği ve gerekfarkına varış, ya da onu hissediş, o bizin içinde bulunduliliğini de beraberinde getirir. Zira öteki bilinmeyendir ve ğu mekanın ve zamanın dışına, biraz da zorunda olduklaher bilinmeyen gibi ‚tehlikeli’dir. Bu anlaşılır tepkiyi dinî rından çıkmalarıyla mümkün olmuş ve onların biz’lerine kaygılar ayrıca pekiştirir. Çünkü, dinin biz’e kazandırdığı daha sıkı sarılmalarına, onu muhafazaya yönelik daha mukimlik ve tutumlar bütününün de tehlike altında olduğu hafazakâr bir tavrı ve tutumu benimsemelerine yol açmıştır. varsayılır, ya da, bizzat duyumsanır. (Mevzunun dinî boKendi topraklarında maruz kaldıkları kimi baskıların, şu yutunun çok daha hassas olduğunu ve uzmanlık alanımıanda bulundukları yerde nispeten hafiflemiş olması ve olazı aştığını, ayrıca bu makalenin ifade etmek istediklerinin sı diğer sebeplerin mevcut tutum ve davranışlara etkileri dışında kaldığını yeri gelmişken belirtmek isteriz.) bir tarafa, kanaatimizce bütün diğer sebeplerin ötesinde Bu anlaşılır tepkiyi herhangi bir toplum içindeki ya da ve üstünde belirleyici olan, bahsettiğimiz bu “biz ihtiyaTürkiye’deki azınlıkların hayatlarına biraz daha yakından cıdır’’. S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 9 gündem Göç Eden Camiler! İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de Anlamı apaçık ortada. “Göç”, insanlar sözkonusu olduğunda, o insanların alışık olduğu veya vatan edindiği yerden, her ne sebeble olursa olsun vazgeçip bir başka yere “göçmesi”dir. Yani, bir başka yere yerleşmek için, bulunduğu yeri terkedip gitmektir. Türkçe’de böyle bir eylem, “göçmek” şeklinde fiil olarak kullanılır. Lakin, Türkçe’de aynı harf ve seslerden oluşan bir başka “göçmek” daha vardır ki, hem yıkımı, hem yaşlanma ve hastalanmayı, hem de ölümü hatırlatır. Belki de, göç kelimesi ile esrarengiz bir bağı vardır, göçmek kelimesinin. Bu esrarengiz bağ olmasa bile, insanlık tarihindeki tüm göçlerde, hüzün ve hasret içiçe olmuştur her zaman. Hüznün ve hasretin aza indirgenmesi için ise; inançların, hayat şekillerinin ve alışkanlıkların canlandırılıp diri tutulması önemli bir yer işgal eder. Bu durum, göçmenlerin yeni yerlerinde kendilerini bulma anlamına da gelir aynı zamanda. Onun içindir ki, farklı bir inanç nizamına sahip olan Müslümanlar, dinî hayatlarının mevcudiyetinin işaretleri olarak, diğer dinlere mensup insanlara oranla daha kesif bir şekilde “cami” kurma yolunda ilerlemiş durumdadır. Camilere verilen isimlere bakıldığında, Müslümanlarla birlikte bu camilerin de adetâ göç ettiklerini görebiliriz. Müslümanların daha görülür bir şekilde camiler kurmaları ve dinî hayatlarını bu şekilde ortaya koymalarının sebebi, elbette ki, bu değildir yalnızca. Bunun en önemli sebebi, İslam dininin mensuplarının hayatına nüfûz eden ve bu hayatı şekillendiren bir din olmasıdır. İslam, ictimaî hayata büyük önem sayfa 10 • Perspektif verir. Fakat İslam, her şeyden önce, ferdin hayatını düzenler ve ferdin kimliğini oluşturur. Bu kimlik oluşumunda “cami” olarak isimlendirilen müessese önemli bir rol oynar. Her ne kadar, özellikle yalnızca Osmanlı kültürünün müessir olduğu yerlerdeki Müslümanlar bu kelimeyi kullansalar da, “cami” kelimesinin ifade ettiği müessese, anlam olarak tüm İslam dünyasında ve Müslümanların yaşadığı her yerde aynı şeyi ifade eder. “Cami, İslamî hayatın merkezidir”, şeklinde ifade edilebilecek olan bu anlam, Müslümanların camilere verdikleri önemi de ortaya koyar. Her şeyden önce, Namazların her yerde kılınabileceği gerçeğinden hareketle, cami gibi bir müessesenin ortaya konulmuş olması, Müslümanların artık o yere yerleştiklerini bizzat kendilerinin kabullendikleri anlamına gelir. İlk gelen göçmen işciler misafir olarak görüldükleri ve kendileri de bu misafirliği kabullendikleri için namazlarını cemaatle, işyerlerinin yurtların odalarında kılarlar. Sonra geçici olarak, bu yurtlarda herhangi bir odanın cemaatle namaz için tahsis edilmesi süreci gelir. Müslüman nüfûsun artması sürecinde, daha geniş mekanlar, hatta kiliseler ve müzeler Cuma ya da Bayram namazları için kiralanak kullanılır. Kilise olarak, Köln’deki katedral1, müze olarak da Münih’teki Deutsches Museum örnekleri gösterilebilir. Göçmen işçilerin kurdukları derneklerin büyük çoğunluğu “cami” olarak kurulmasa bile mutlaka, cami fonksiyonu icra edebilecek şekilde kurulmuştur. Göç sürecinde, mimarî olarak da bir cami fonksiyonu icra edecek ilk iki müesseden birisi Aachen’de, diğeri de Münih’te (Freimann) kurulan camilerdir. Bununla birlikte, bugün Avrupa’nın en önemli İslamî kuruluşlarından birisi olan, IGMG’nin doğrudan olmasa bile dolaylı olarak, ortaya çıkışı ilk olarak 1971 yılında Braunschweig’ta Ahmet Rüşdü Banaz tarafından kurulan “Türk Birliği” derneği şeklinde olur. Daha sonra İslam Birliği isimlerini alacak olan bu dernekler, bir süre son- ra bir çatı kuruluş altınması üzerine, okul tatilda bir aya gelirler. O zaleri bu eğitimin daha manlar bu çalışmalara programlı bir şekilde yaöncülük eden büyüklepılabilmesi için değerrimizin bir zamanlar, lendirilir. Teşkilatımıbugünkü adı İslam Külzın, “Yaz Tatilini Detür Merkezleri Birliği ğerlendirme Program(VIKZ) olan Köln İslam ları” bu açıdan bahsetMerkezi ile uzun süre bemeye değer bir eğitim orraber çalıştıklarını da ganizasyonudur. hatırlamak gerekir. Burada, artık yeni Göçmen Müslübir konu gündeme gelir. manlar ile birlikte caÇocuklara, bu ülkelerde milerin sayısının da gibüyüyen gençlere hitap derek artması, sosyoloedebilecek bir dinî eğijik olarak Müslümanlatim programı artık en rın dindarlıklarının artönemli ihtiyaç haline getığı şeklindeki bir gözlemi lir. Çünkü, nesiller deancak kısmen doğrular. ğişmiş, değişen bu ne“Müslümanlar Köln Katedrali’nde Namaz kılıyor.” Müslümanlar arasında sillerin kimliği de farklı dindarlaşma diğer din bir ortamda gelişmiştir. mensuplarına göre artGerek kişilerin kendi tı denilebilirse de, camilerin sayısının artmasındaki en önemiçindeki çalkalanmalara, gerekse toplumsal endişelere celi sebep belki de, bir müessese olarak camilerin Müslüman vap bulabilecek bir kişiliğin gelişmesi için, bu şartların şuunüfûsun hem kimliğini oluşturması, hem de bu kimliği gerunda olan eğitimci ve öğretmene ihtiyaç duyuluyor. Bulecek nesillere aktarmadaki fonksiyonunda yatar. Müslünun sevindirici olan tarafı, hem Müslümanların hem de devmanların, kendi nufûslarına oranla, camilere daha az üye letlerin böyle bir ihtiyacın olduğunu kabullenmeleridir. Enolmaları camilerin hizmetlerinden yararlanmadıkları ya da dişe verici tarafı ise, devletin İslâmî eğitimi kendine göre yararlanamayacakları anlamına gelmez. Zira bir camiye üye yönlendirmek istemesi ve din derslerine müdaheleci bir olma gibi bir gelenek olmadığı gibi, bir caminin, cami olaniyetle yaklaşmasıdır. Almanya’da, Frankfurt, Münster, Osbilmesi için, üye olup olmadıklarına bakmaksızın, bütün nabrück, Paderborn, Tübingen gibi üniversitelerin bu somüslümanların orada namaz kılabilmesi ve hizmetlerinruna bir cevap bulma yolundaki adımlarını, çeşitli itirazden yararlanabiliyor olmaları gerekir. lara ve “siyasetçilere alet olma” endişelerine rağmen olumMüslümanların yerleşik hâle gelmesi ile birlikte, camiler lu gelişmeler olarak değerlendirmek mümkün. Bunların yabir eğitim ve öğretim merkezi hâline gelmiştir. Çocuklanı sıra, İslâmî kuruluşlar tarafından çeşitli eğitim kurumrın küçük yaştan itibaren dinî bilgileri ve Kur’an okumalarının kurulmuş olması ise ihtiyaca tam cevap veremiyor. yı öğrenmeleri camide mümkün olmaktadır. Çocukların Ama şu bir gerçek ki, “misafir işçi göçü” dinî hayat bakıküçük yaşta dinî bilgiler öğrenmeleri, yalnızca bir öğrenim mından Avrupa’yı daha da renkli hâle getiriyor. süreci değildir. Bu süreç bir eğitim sürecidir de. Bu eğitim sürecinde İslâmî kimlik de oluşur. 1 http://pdfarchiv.zeit.de/1965/07/muselmanen-beten-imDaha önceleri hafta sonlarında az sayıdaki çocuğa yökoelner-dom.pdf nelik olarak verilen din dersleri ve Kur’an dersleri, daha sonraları düzenli bir programa dönüşür. Nüfûsun giderek artS E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 1 1 teşkilat Avrupa'dan Yapılan Yardımlar Mazlumlar ve Mağdurlar İçin Sel Oldu Aktı Ramazan ayının rahmeti ve bereketi ile birlikte yardımlar daha da bereketlenerek mazlumlara, mağdurlara, yetim ve öksüzlere ulaştırıldı. Hasene'nin (IGMG Hilfs- und Sozialverein e.V.) 2011 Ramazan Kampanyası bağlamında gerçekleştirdiği yardımlar 17 ülkede ve Türkiye'de onlarca şehirde ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı. Bekleyenlerin bekleneni olmak, kimsesizlerin kimsesi olmak, kapısı çalınmayanların kapısını çalmak adına farklı ülke ve bölgelerde bulunan Hasene'nin kumanya dağıtım gönüllüleri yaşadıkları ilginç anekdotlar bazılarını aktardılar. Örneğin; Uganda'da bulunan Zafer Erten karşılaştığı bir olay için: "Başka hiçbir yardımda bulunmasaydık bile bu yardımımız buraya gelişimiz için yeter de artardı bile. Karşılaştığımız görüntü karşısında gözlerimiz doldu. "cümlelerini kullandı. Bu cümleler dağ yolunda bir barakada tek başına yaşayan, yürüme zorluğu çektiği için kendisine verilecek yardımı almaya gelemeyen yaşlı bir kadını gördükten, onun çaresizliğine şahit olduktan sonra dile getirildi. Dağıtım yapılan bir başka ülke olan Arnavutluk'ta yetimlerin başını okşamak, onların yanında olduğumuzu hissettirmek ve gözlerindeki mutluluğa şahit olmak bizleri de sevindirdi, yapmış olduğumuz hizmetin ne derece önemli olduğunun bir kez daha farkına vardık. Adete yapılan yardımlara karşın edilen dualar ve sevinçler kanatlanıp göğe yükseldi. Endonezya'da kendisine bayram için hediye ettiğimiz paketin içerisine heyecanla bakan ve içindekileri mutlulukla yanındaki diğer çocuklara gösteren yetim bir çocuğun heyecanı bizleri de heyecanlandırdı ve sevindirdi. Kendi hayatlarımızda ihtiyacımız olarak gördüğümüz ve vazgeçemeyeceğimizi düşündüğümüz şeylerin bizler için aslında ne kadar gerekli olduğunu sorgulattırdı Nijer'de gör- sayfa 12 • Perspektif müş olduğumuz kimi tablolar. Sierre Leone'de yardımları götürdüğümüz bir köyde kendilerini hiç yalnız bırakmadığımızı ve unutmadığımızı bize söyleyen bir ihtiyaç sahibinin dualarına tanıklık ettik. Avrupa'dan yapılan yardımların dünyanın bir bölgesinde, bir ihtiyaç sahibinin dualarına sebep olması bizleri bu hizmetlerin artarak devam etmesi noktasında şevklendirdi. Bu şevki yaşadığımız ülkelerden birisi de Tanzanya'ydı. Tanzanya'da Ramazan kumanya dağıtımları için bulunan M. Kemal Sağdıç, Avrupa'daki yardımseverleri kast ederek duygularını; "Minicik gariban çocukların kendilerine dağıtmış olduğumuz çantalardaki hediyeleri birbirlerine heyecanla göstererek sevinmelerini, bu sevince vesile olan kardeşlerimin de görmesini isterdim" şeklinde dile getirdi. Balkanlar'da da Ramazan sevincini paylaştık. Avrupa'lı kardeşlerimizin yapmış oldukları yardımlar Makedonya'daki ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı; Kosova'daki şehit ailelerine götürüldü; Sancak'daki bakımı 40 yaşlarına varmış ama evlenmemiş oğlu tarafından yapılan 7 yıldır felçli bir annemize iade edildi; Bosna Hersek'deki bir rehabilitasyon merkezinde tedavi gören hastalara verildi. Avrupa'dan uzanan şefkat ve merhamet elinin sıcaklığını, kardeşlik ilgisini Bosna Hersek'deki rehabilitasyon merkezinde tedavi gören tüm hastalara yansıtmaya çalıştık. Gambiya'da dağıtım yapılan bir köyde, dağıtımı yapıp ayrılmak üzere iken köy halkının mahzun bakışı bizlere adeta "Tekrar ne zaman geleceksiniz?" sorusunu soruyordu. Hasene'nin yürütmüş olduğu Ramazan Kampanyası ile yüzbinlerce mazlumun, mağdurun ihtiyaçlarına cevap verdik; yetim ve öksüzlerin de bayram sevincini bir nebze olsun yaşayabilmeleri için hazırlatmış olduğumuz hediyeleri onlara verdik, başlarını okşadık... Ve Somali! Son 60 yılın en ciddi kuraklığını yaşayan Somali merkezli kuraklık, bölgede çok ciddi kayıplara sebep oldu. Geçimlerini çoğunlukla hayvancılıkla sağlayan bölge halkı, hayvanların da telef olmasıyla ölümcül bir açlıkla karşı karşıya kaldı ve çareyi Kenya ve Etiyopya sınırında bulunan mülteci kamplarına uzun ve büyük bedeller ödeyerek ulaşmakta buldu. Her 6 dakikada bir çocuğun açlık ve susuzluktan dolayı öldüğü bir insanlık dramı ile karşı karşıyayız. Somali açlık ve susuzluk ile; insanlık ise Somali ile imtihandadır. Yarınlara ve geleceğe dair hiçbir hesabı olmayan, ellerindeki son varlıkları olan bedenlerini de ölümleri ile teslim eden bu halk kendilerine uzanacak ellere ihtiyaç duyuyor. Artık orada kalıcı projeler noktasında çalışmalar başlatılmalı ve sürdürülmelidir. Avrupa'dan Somali'ye ellerimizi uzatıyoruz... Afrika'nın doğusunda yaşanan sıkıntıya yönelik Ramazan ayının ilk günlerinde Somali-Kenya sınırındaki mülteci kampına bir ekip gönderildi. Gönderilen ekip bölgede Hasene'nin (IGMG Hilfs- und Sozial e.V.) Ramazan kumanya paketlerini dağıttılar ve IGMG e.V.'ın Fitre-Zekat Mağdurlar Fonu'ndan 50.000 €'luk bir acil yardımı bölgeye taşıdılar. Somali-Kenya Mülteci Kampı'ndaki ilk ekipte bulunan Ogün Öztürk, bu bölgede yaşanmış içler acısı hikayeler aktardı. Öztürk, mülteci kampına gelebilmek için yollarda evlatlarını ölümün acı kollarına bırakmış annelerin; babalarını birkaç ay önce, annelerini ise yolculukları esnasında kaybetmiş çocukların hikayelerinden bahsetti. Somali'ye 68 tonluk yardım ulaştırdık Somali merkezli yaşanan dramın büyüklüğü ikinci bir yardım organizesini gerekli kıldı. Kuraklık ve açlıkla mücadele eden Somali'ye Ramazan ayının son haf- tası 33 gönüllü ile birlikte Hasene (IGMG Hilfs- und Sozialverein e.V.) ve IGMG e.V.'ın ortak çalışması sonucu 68 tonluk yardım gönderildi. THY'den kiralanan bir kargo uçağı ile Kenya'ya yola çıkan ve un, pirinç, şeker, süt tozu gibi temel gıda maddelerinden oluşan yardımlar Somali-Kenya sınırındaki Dadaap mülteci kampında dağıtıldı. Bölgede kalıcı projeler ortaya koymak için Hasene'nin Su Kuyusu Projesi ve Yetim Projesi devam ediyor. Somali'deki hükümet yetkilileri ile görüştüklerini ifade eden IGMG e.V. Genel Başkanı Kemal Ergün, bölgede güvenlik sağlandıktan sonra insanların geçimlerini sağlayacakları kalıcı yatırımlar yapmayı düşündüklerini söyledi. İnsanlığımızın ölmediğini göstermek; ya dinde kardeşimiz ya da insanlıkta eşimiz olan yardıma ihtiyaç duyan mazlum ve mağdurların yanında olduğumuzu göstermesi açısından bu yardımlar eşsiz bir örnek teşkil ediyor ve bütün bu yapılanlar, yapılacak çok daha fazla şeyin olduğunu hatırlatıp bizi bu yolda teşvik ediyor. S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 1 3 teşkilat “UNIDAY ‘11” 22 Ekim’de, Bielefeld’de Gerçekleşiyor Üniversiteliler Günü 22 Ekim - Uniday’i IGMG Üniversitelilerin 2011 tarihinde Bielefeld’de yapılıyor. yapmakta olduğu çalışmalarla birIGMG Gençlik Teşkilatı Üniversitelikte değerlendirince nasıl bir tabliler Başkanı Celal Tüter’e Uniday lo ortaya çıkıyor? ‘11 hakkında sorular yönelttik. - IGMG Üniversiteliler BaşkanlıPerspektif: Celal Bey, uzun bir ğı olarak öncelikle gençlerimizin üniyolculuğa çıktığınız görülüyor. versitelerde başarılı olmasını hedef2007’de başlamış olduğunuz Uniday lemekteyiz. Okul hayatındaki başarı programlarının üçüncüsünü gerçekidealimiz, bizim ilk kanadımızdır. leştireceksiniz. Gelenekten Geleceğe, Diğer kanadımız ise sabitelerimiz Yinelemeyen Yenileyemez demiştiniz, şimdi ise Düşlerimiz olan düşünce ve manevîyat ufkumuzdur. Bu iki gayeyle Maziye Dayanır diyorsunuz. ancak geleceğe kanat açabiliriz. Bu doğrultuda, birimimiz Celal Tüter: Gençlere geleceğinizi inşa edin deniyor. tarafından seminer, sempozyum, ilmi çalışmalar ve daHâlbuki biz geleneğini yeniden inşa etmeden yahut etha birçok program düzenlendi. Uniday bütün bu progme gayretinde olmadan geleceğin inşa edilemeyeceğiramları tek bir çatı altında duyurabilmenin imkânını sağni iddia ediyoruz. İddia ediyoruz çünkü tarihimizin, malıyor bize. zimizin iddiası bu. Tarihi değerlerimizde kökleşmeden - Programın içeriğinden bahsedecek olursak, gelecekte meyve vermek mümkün değil. Bu sebeple, Unikonuşmacı olarak Prof. Mahmut Erol Kılıç ve Prof. day 2011’de aynı iddiayı muhafaza eden bir başlık terDr. Salim Al Hassanî davet edilmiş. cih ettik. - Mahmut Erol Kılıç Hocamız tasavvuf araştırmalarında - Perspektif: Maziyi düşlemek, programınıza davet Türkiye’nin önemli simalarından. Son yıllarda da İslam ettiğiniz, Avrupa’da okuyan bir üniversiteli genç için ne Konferansı bünyesinde yoğun gayretler içerisinde. Yaanlam ifade ediyor? ni teorik bilgisini pratik gayretlerine aktarabilen alanında - Celal Tüter: Bir insan, bir müessese gibidir. Tarihte önemli bir şahsiyet. Biz Avrupalı üniversitelilere, bunvarlığını korumuş her müessesenin dayandığı bir düşünce dan önceki Uniday programlarında, ilim ile tecrübeyi geleneği vardır. İşte bu müesseseharmanlayabilmiş şahsiyetleri tanıttık. ler gibi bir şahsiyet olarak insanın Programımızın bu halkasında da yida temsil ettiği belirli değerler ne bu şahsiyetlerin önde gelenleIGMG Üniversiteliler Başmevcuttur. IGMG Üniversiteliler rinden birisine yer vereceğiz. Prof. Başkanlığı olarak Avrupa’da üniDr. Salim Al Hassanî’nin ise İslam kanlığı olarak öncelikle gençversitede öğrenim görmek gibi tarihinde bilim geleneğinin yeniden lerimizin üniversitelerde bamühim bir imkân elde etmiş gençkeşfi noktasında büyük gayretleri şarılı olmasını hedeflemeklerin şahsiyetini oluşturan bu deoldu. Bizlerin, günümüz teknoloji teyiz. Okul hayatındaki başağerlere atıf yapmak istedik. Aynı zave kültürünün beslendiği İslam rı idealimiz, bizim ilk kanadımanda bu düşle; geçmişin birikidüşünürlerini ve bilim adamlarını mini günümüze taşıyarak gelecetanımaya ihtiyacımız var. Prof. Dr. mızdır. ğimizi daha sağlıklı görebileceğiSalim Al Hassanî’in çalışmaları bu miz vurgulanıyor. yüzden bizler için çok önemli. “ ” sayfa 14 • Perspektif - Uniday programlarında müziğe de yer veriyorsunuz. Bu programda neler dinleyeceğiz? - Uniday yeni bir model. Bilgi ve sanatı geniş bir topluluğa aktarabilme gayretinin neticesi. Eğer gelenekten geleceği, yinelemeden yenilenemeyeceğini ve nihayet düşlerimizin maziye dayandığını iddia ediyorsak, fikri ve sanatı tıpkı gelenekteki gibi bir arada aktarabilmek zorundaydık. Biz Süleymaniye’yi anlayabilmek için Itri dinlemenin gerekli olduğunu düşünen bir medeniyetin mensuplarıyız. Bu yüzden müziğe de yer vermeliydik. Bu programda da müziğimizin büyük ustalarından Göksal Baktagir’i yeni bir projesi olan “Doğu Rüzgarı” ile ağırlayacağız. - Ayrıca programda “Hilye-i Şerif” sergisi de mevcut, nedir hilye-i şerif? - Türkiye’ye büyüklerimizi ziyarete gittiğimiz de hepimiz çeşitli hatlarla bir şekilde karşılaşmışızdır. Evlerimizde Peygamber Efendimiz’in şemailinin anlatıldığı Hilyeler asılıdır. Bunlar zengin kültür hazinemizin en önemli alanlarından biri olan hüsn-ü hat sanatımızın en nâdide örneklerinden olan hilye-i şeriflerdir. Hilye, süs ve güzellikler demektir. Hat sanatının inceliği ile işlenen hilyeler, Hz. Peygamber’in görünüşünü, yüce vasıflarını, karakterini, insâni ve ahlâki niteliklerini anlatan manzum veya nesir türünde yazılan metinlerdir. Bu sözlü tasvirler; Hz. Muhammed (sav) ile görüşme fırsatı bulamamış kimseler tarafından, Hz. Peygamber’e duydukları özlem ve muhabbetlerini, onu görenlerin adeta resim gibi göz önüne gelecek şekilde anlatımlarını dinleyerek giderilmiş- tir. Bu ise Efendimizi yâd edişin en güzel örneklerindendir. Bizler bu geleneği ihya etmek ve hat sanatının bu güzel örneklerini sergilemek maksadıyla programımızda Hilyelere yer verdik. - Uniday’i heyecanla bekliyoruz. Sizlere de çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. - Biz de heyecanla davetimize iştirak edecek gençleri bekliyoruz ve son olarak Uniday 2011 kapsamında Zeynel Abidin ödülünün, Endülüs konulu bir makale yarışmasıçerçevesinde takdim edileceğini de eklemek isterim. Zira madem düşlerimiz maziye dayanıyor, düşlerimizi düşlerken Endülüsü ihmal edemeyiz. www.uniday.org sitesinden yarışmanın şartları ve program hakkında daha detaylı bilgi alanabilir... 22 Ekim’de görüşmek üzere inşallah. S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 1 5 teşkilat Yaz Tatili Kursları Sona Ererken Bir yaz tatilinin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Sene boyunca iş temposunun yoğunluğu ve yorgunluğunu atabilmek ümidiyle bir yaz tatilini bekledik. Bu yoğun tempodan sonra, yorgunluğumuzu kimimiz “sıla-i rahim” yapıp anavatanımızda dinlenerek, eş-dost ve akraba ziyaretleriyle hasret gidererek üzerimizden attık. Kimimiz ise bulunduğumuz ülkelerde tatilimizi geçirdik. Elbette anavatanımız Türkiye’de tatil yapmak bilhassa çocuklarımız için bambaşka bir duygu. Bu sayede onlar için anavatanlarını tanımak ve akrabaları ile kaynaşma fırsatı doğmaktadır. Her sıla-i rahimde yeni arkadaşlıklar kurulmakta, hatta yeni yuvalar kurulmaktadır. Bu yıl Ramazan ayının büyük bölümünün izin dönemine denk gelmesi de çocuklarımız için değişik bir atmosfer oluşturdu. İnsanlarımız uzun yıllardan beri, belki de ilk defa Türkiye’de Ramazan ayını geçirmenin mutluluğuna eriştiler. Kurulan iftar çadırlarında iftarlarını açabilenler ayrı bir güzelliğe eşlik etme fırsatı yakaladılar. Bu yıl Ramazan’ın yaz tatiline denk gelmesi, sıla-i rahim yapan çocuklarımız için bu manevi havayı yaşamaları açısından da çok iyi bir fırsat oldu. Çocuklarımızın anavatanda tatillerini geçirmeleri, anadillerini de olumlu yönde geliştirmeleri yönünde pek çok etkide bulunmaktadır. Bilhassa küçük çocuklarımız için çok iyi bir dil pratiği yapma imkanı doğmaktadır. Anadil açısından bu olumlu gelişmeler, izinden gelen çocuklar üzerinde kolayca müşahade edilebilmektedir. Misalen kelime hazinelerinin geliştiği, düzenli cümleler kurabildikleri ve daha akıcı konuşabildikleri görülmektedir. Avrupa’da kendi şehirlerinde kalıp iznini burada sayfa 16 • Perspektif geçirmek durumunda kalan veya çalışmak durumunda olan veliler, her yıl olduğu gibi bu yıl da çocuklarını IGMG Eğitim Başkanlığının düzenlediği Yaz Okullarına gönderdi. IGMG bünyesinde bütün camilerde ve eğitim merkezlerinde organize edilen yaz kurslarından birçok velinin çocukları faydalanma fırsatı buldu. Programlar, IGMG’nin cami, şube ve eğitim merkezlerinde haftaiçi ve haftasonu gündüzlü kurslar olarak düzenlendi. Avrupa genelinde 22 yerde kız çocuklarına ve 21 yerde erkek çocuklarına yönelik yatılı kurslar organize edildi. Kendi yerleri fizikî açıdan yatılı kursa müsait olmayan bölgeler, otel veya Jugendherberge (Gençlik Yurtları) kiralama yoluyla bu ihtiyacı giderdiler. Örneğin, Avusturya’nın Arlberg ve Fransa’nın Alpes, Lyon Bölgeleri otel kiralayarak yatılı eğitim programları gerçekleştirdiler. Birçok bölgede yapılan kurslar başarılı bir şekilde sona erdi. Ramazan ayı vesilesi ile kursların ana teması “RAMAZAN AYI ve KURAN” oldu. Özellikle yatılı kurslarda çocuk ve gençlerin durumları da dikkate alınarak Ramazan ayı programı uygulandı ve böylece öğrencilerin ibadetlerini daha yoğun olarak hissedip yaşayabilme fırsatları oldu. Her eğitim sezonunda olduğu gibi bu yıl da IGMG Eğitim Başkanlığının düzenlediği Yaz Okullarının ana gayesi, öğrencilerin tatilde oldukları dikkate alınarak, temel dinî bilgilerinin geliştirilmesinin yanında, uygun ortamlarda dinlenmeleri ve sosyal aktivitelerle eğlenmelerinin sağlanması oldu. Yaz kurslarında Temel Eğitim Müfredatı çerçevesinde, seviyeye göre Temel Bilgiler 1, 2, 3 kitapları okutuldu. Öğrencilerin yaz kurslarına iştirakleri esnasında yeni arkadaş çevresinin geliştirilmesi, birbirleriyle kaynaşmaları ve birbirleri ile duyguları daha paylaşma yetisi kazandırılması sağlandı. Bu kurslar çocuklarımızın kimlik ve kişiliğinin oluşması, sosyal toplum içerisinde ait oldukları yeri bilmeleri ve adapte olmaları açısından oldukça önemlidir. Bugünlerde Avrupa’nın kuzeyinde birçok ülke ve eyaletlerde yaz tatilleri sona ermiş, çocuklar ve gençler okullarına başlamışlardır. Güney bölgelerde ise tatil günleri sona doğru yaklaşmaktadır. Ailelerce, çocukların okulları ile ilgili gereken hazırlıklar yapılmış olmalıdır. Okul için eksiklikleri tamamlanmalı, gereken ihtiyaçları giderilmelidir. Çocukların yeni eğitim sezonunda daha başarılı olmaları için eksiklikleri dikkate alınarak şimdiden yardımcı olunmaya başlanmalıdır. Sorunlu olduğu ve zorlandığı dersler, okul içerisinde ve sınıf içerisinde tutumu, arkadaşlarıyla uyumu gibi konular öğretmenleri ile zamanında görüşülerek tesbit edilmelidir. Konu ile ilgili daha sağlıklı bilgi edinmek ve dayanışmayı sağlamak açısından veliler, bulundukları çevrede veli derneği varsa oraya üye olmalı, yoksa veli derneği açılması için gayret göstermelidirler. Bu konularda IGMG Bölge Eğitim Başkanlıklarına müracaat edilerek bilgi alınabilir. IGMG Eğitim Başkanlığı gerek camilerde, gerekse eğitim merkezlerinde, ev ödevleri ve okul derslerine yardım kursları düzenlemektedir. Çocukların başarısı için bu fırsatlar en iyi bir şekilde değerlendirilmelidir. Veliler, okul içindeki Okul Aile Birliklerinde katılımcı ve aktif olmalıdırlar. Toplantılara katılıp, üzerlerine düşen görevleri yerinde ve zamanında yapmalı, böylece çocuklarının eğitim sürecine başarıları açısından destek olmalıdırlar. Veliler olarak çocuklarımızı, boş zamanlarını değerlendirmeleri ve yaz döneminde aldıkları bilgileri daha da geliştirebilmeleri açısından, haftaiçinde ve haftasonunda cami ve eğitim merkezlerine göndererek hem okul derslerinde başarılı olmaları, hem de İslami temel bilgilerini edinmeleri yönünde yönlendirici olmalıyız. Temel dini bilgilerini tamamlamış olan gençlerimizi de İslami İlimler Okullarına teşvik ederek bilgilerinin daha da gelişmesini sağlamalıyız. Ana dilinin önemi ve dillerini muhafaza edebilmeleri hususunda da ev içinde çocuklarımız ile mutlaka ana dilleri ile konuşup anlaşmaya gayret göstermeli, Türkçe kitaplar okumaları teşvik edilmeli ve anlamaları sağlanmalıdır. Peygamber efendimiz (s.a.v) bir hadisinde buyuruyor ki: “Çocuklarınıza ikram ediniz ve terbiyelerini güzel yapınız”. Cenab-ı Allah cümlemize şuurlu, ahlâklı ve terbiyeli güzel evlatlar yetiştirmeyi nasip etsin. S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 1 7 islam ve hayat Peygamberimiz (sav) ve Bayramlarımız ya koymak İslâm'ın prensiplerindendir. 4 Peygamber Efendimiz (sav), bayram gelince, önce gusül abdesti alır, yeni, temiz ve güzel elbiselerini giyer, bayram namazına gitmeden önce birkaç hurma yerdi ve halkın arasına örnek bir görünümle çıkardı. 5 Bayram namazını Bayram, neşe ve sevinç günleri demektir. Her akîde ve kılmaya yürüyerek giderdi. "Bu günümüzde yapacağımız ümmete ait bayramlar olduğu gibi Müslümanların da ilk şey namaz kılmaktır" 6 buyurur ve bayrama, bayram bayramları vardır. Bunlar Ramazan ve Kurban bayramlanamazını kılarak başlardı. Bayram namazını "musalla" adı rı olmak üzere iki tanedir. verilen geniş bir alanda kıldırırdı. Bayram namazını kıldıktan Ramazan Bayramı, Şevvâl ayının biri; Kurban Bayrasonra sahabileri ile bayramlaşır, onları, özellikle hanımlamı ise Zilhicce ayının onuncu günüdür. Ramazan bayrarı sadaka vermeye teşvik ederdi. "Bugünler yeme içme günmı üç gün, Kurban bayramı dört gündür. Hz. Peygamber leridir" diyerek bir ayı oruçlu geçiren mü'minlerin artık ser(sav), Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin, bestçe yiyip içebileceklerini bildirdi. oyunlar oynayıp eğlendikleri iki bayramlarının olduğunu Geniş meydanda bayram namazını kıldıran ve ashabıyla öğrendi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “Allah Teâbayramlaşan Efendimiz (sav)'ın, bayramların kalabalıkla lâ size kutladığınız bu iki bayrama bedel olarak daha have büyük bir coşku içinde kutlanmasını arzu ettiğini biliyırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban bayramını lûtuf 1 yoruz. Bu sebeple Hz. Ömer (ra) efendimizinin müdahale olarak vermiştir," buyurdu. etmesini doğru bulmayarak 7 yukarda anlatılan folklorik Bayramların neşe ve sevinç günleri olduğunu bizzat Hz. gösterilere izin verdi. Peygamber Efendimiz (sav) ifade buyurmuşlardır. Buhârî'nin Sabahleyin erken kalkıp, sabah namazını camide kılHz. Âişe'den rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Hz. Âişe (ra) mak; camiye giderken Ramazan Bayramı'nda içinden, Kurşöyle buyurmuştur: "Bir defasında, Kurban Bayramı'nın ilk ban Bayramı'nda açıktan tekbir getirmek; dönüşte mümgünlerinde Hz. Peygamber yanıma geldi. Yanımda, "Buâs" kün ise başka yoldan gelmek; müminlere rast geldikçe güezgilerini (def çalarak) okuyan iki kız vardı. Yatağına uzaler yüzlü olmak ve tatlı söz söylemek; gücü yettiğince çok nıp, yüzünü çevirdi. Derken babam Ebû Bekr (ra) içeri girsadaka vermek de yine Peygamber Efendimiz (sav)’ın sündi. "Bu ne! Resulullah'ın (sav) yanında şeytan çalgıları mı?" netlerinden idi. 8 diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), Peygamber Efendimiz (sav), bayramları aynı zamanona dönerek, "Onlara dokunma" buyurdu. Ben de babam da Müslümanlar için yardımlaşma ve dayanışma günleri bir şeyle meşgul olunca kızlara işaret ettim, onlar da çıktıolarak ilan etmişti. Dolayısı ile hem dini hem de sosyal yölar.” 2 Yine bir bayram günü Habeşîler kalkan ve mızrak oyunü olan bayramlar, Müslümanların kaynaşmasına vesile olnu oynuyorlardı. Bunlara bakmak için ya ben Hz. Peygamduğu gibi yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesine de olaber'den izin İstedim veya O "Bakmak istiyor musun?" dinak sağlamaktadır. Bunu sağlamak için ye bana sordu (tam olarak hatırlaPeygamberimiz (sav), maddî durumıyorum). Ben "Evet" dedim. Bunun mu müsait olanların, Ramazan bayüzerine beni arkasında yanağım yaramında, her bir aile ferdi için fitre vernağına değecek şekilde ayak üstü durHz. Peygamber (sas), melerini; Kurban bayramında ise durup, oyun oynayanlara "Haydi “Allah Teâlâ size kutladığınız kurban kesilmesini emretmiştir. devam edin Erfide oğulları!"buyurdu. bu iki bayrama bedel olarak Asr-ı Saadette bayram namazlaNihayet ben usanınca “Artık yeter mi?" daha hayırlısını, Ramazan rının kılındığı ve bayram kutlamaladiye sordu. "Evet" dedim. "Öyleyse rının yapıldığı musallâ (namazgâh) git!" buyurdu." 3 Buradan anlıyoruz Bayramı ile Kurban bayramıadı verilen geniş alana kadınların ve ki, düğünlerde olduğu gibi, bayramnı lûtuf olarak vermiştir," genç kızların da katıldıklarını biliyoruz. larda da sevinçli olmak, İslâm'a aybuyurdu. Kadınlar, özürlü hallerinde olsalar bikırı olmayacak şekilde eğlenceler Hulusi Ünye • mhulusiunye@hotmail.com tertip etmek caizdir. Hatta bayramlarda sevinçli olduğunu açıkça orta- sayfa 18 • Perspektif le yine bayram namazı kılınan yere giderler, arka saflarda yer alırlar, Peygamberimizin hutbesini dinlerlışmalı, ayrıca Ramazan Bayramı'nda ler ve yapılan dualara iştirak ederlerdi. sabahleyin camiye gitmeden önce tatOnlar da bayram günlerinin berelı bir şey yemeliyiz. (Varsa bunun hurketinden nasiplenmeyi ve günahlardan ma olması ve bir, üç, beş gibi tek adetarınmayı umarlardı. Bu arada kadınlarla li olması güzel olur.) Kurban Baybirlikte çocuklar da bayram namaramı'nda ise, kurban kesecek kimsenin zına katılırlar ve Allah Rasulünün seonun etinden yemesi için namazdan lam ve iltifatlarına mazhar olurlardı. önce bir şey yememesi güzel olur. SonPeygamber Efendimiz (sav), çora namaza erken davranıp sabah cuklara özel ilgi gösterir; onlara senamazını mescidde kılmalı, namaza lam verir, başlarını okşar, şakalaşır ve giderken Ramazan Bayramı'nda içAsr-ı Saadette bayram nahediyeler verirdi. ten, Kurban Bayramı'nda açıktan mazlarının kılındığı ve bayEfendimiz (sav)’ın Ramazan tekbir getirmeli; dönüşte mümkün ram kutlamalarının yapıldığı bayramı namazı için evinden çıkmadan ise başka yoldan eve dönmeli; mümusallâ (namazgâh) adı veriönce birkaç tane hurma yemesi ademinlere rast geldikçe güler yüzlü len geniş alana kadınların ve ti, bir sünnet telakki edilmiş ki, bu anolmalı ve tatlı sözler söylemeli; gügenç kızların da katıldıklarılayış, bayramlarda tatlı ikramı gelecü yettiğince çok sadaka vermeliyiz. nı biliyoruz. Kadınlar, özürlü neğini doğurmuştur. Bayram günlerinde çocuklar, hallerinde olsalar bile yine Bayram namazı kılınacak musallaya bilhassa öksüz ve fakir çocuklar sebayram namazı kılınan yere gelen Peygamberimiz (sav), önce iki vindirilmeli; akraba, eş ve dost zirekat bayram namazını kıldırır, sonyaretleri yapılmalı, hâl ve hatırlar sogiderler, arka saflarda yer ra ayağa kalkar ve cemaate dönerek rulmalı. Aralarında dargınlık olanlar alırlar, Peygamberimizin hutbe okur, vaaz ve nasihatte bulubarıştırılmalıdır. Bu suretle biteviye hutbesini dinlerler ve yapınurdu. Bayram hutbelerinde çokça akıp giden sosyal hayatın monolan dualara iştirak ederlerdi. tekbir getirirdi. Hutbeden sonra artonluğu bayram gibi önemli günlerle ka saflarda bulunan kadınların tarakesilmiş, fakirler hatırlanmış, yefına gider ve onlara da öğüt verirdi. timler sevindirilmiş olur. Neticede Peygamber Efendimiz (sav), her İslâm'ın emrettiği gerçek kardeşlik zaman arkadaşlarıyla görüştüğü gisözden fiile geçirilmiş olur. bi bayramlarda da onları evlerinde Bayram tebrikleşmeleri, karşı ziyarete gider, ikramlarını kabul karşıya gelinerek yapıldığı gibi, uzakederdi. Kendisi de misafirlerine ikta olanlarla mektup, tebrik kartı veramda bulunurdu. Arkadaşları araya telefon gibi haberleşme vasıtalasında olabilecek dargınlıkları hoş rıyla da tebrikleşmeler yapılmalıgörmez ve "Bir müslümanın diğer dır. Uzun zaman hatırlanmayan müslümana üç günden fazla dargın dostlar en azından bayramlar vesidurması helal olmaz" buyururdu. 9 Hastaları ziyarete önem lesi ile hatırlanmalıdır. verir, bunun Müslümanlar için bir vazife olduğunu bildiBütün ömrün bayram, asıl ebedi alemin ebedi olarak rirdi. Ayrıca Müslümanların kabirlerini de ziyaret eder, duabayram olması dileği ile. da bulunur ve buralardan ibret alınmasını isterdi. Peygamberimizin zamanında bayramlarda tebrikleşme de Kaynaklar: vardı. Muhtemeldir ki, Peygamber Efendimiz (sav), bir kur1 Ebû Davûd, Salat 239, Neseî, I'deyn, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsban bayramı günü kurban keserken, "Allah'ım, Muhamned, III, 103, 178 2 med'den, Muhammed ailesinden ve Muhammed ümmeMüslim, Salatu'l- I'deyn,16 3 tinden kabul et!" buyurmuş;10 bundan mülhem olarak da Buhârî, I'deyn, 2 4 11 Tecrîdi Sarîh Tercümesi, III, 157 "Allah bizden ve sizden kabul etsin" duasıyla tebrikleşmeler 5 Buharî, I’deyn, 4 vaki olmuştur. 6 Buharî, İdeyn, 3 Bütün bunlardan dolayı müslümanlar olarak Bayram 7 Buharî, I’deyn, 2 sabahında erken kalkmalı, yıkanmalı, misvak veya benze8 Meraku'f-Felah, İstanbul 1327, 158 ri malzemeler kullanarak ağız temizliği yapmalı; güzel ko9 Buhârî, Edeb, 57; Müslim, Birr, 23-25 10 ku sürünmeli; en güzel elbiseler giymeli; Allah'ın verdiği Müslim, "Edâhî", 19 11 nimetlere şükretmeliyiz. Sevinçli ve neşeli görünmeye çaBuharî, II/2-12 S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 1 9 gündem Zamana Göre Değişen Hz. Muhammed (sav) Algısı Gayr-i Müslimlerin Peygamber Algıları Üzerine nun koyucu”, “kahraman” ya da “dahi” olarak da görülmüştür. Bu birbirine zıt düşüncelerin temelinde kaynakların yetersiz olması veya saptırmalarla dolu cehaletten kaynaklanan algı bozuklukları vardır. Diğer taraftan işaret ettiğimiz bu algıların herbiri, her zaman için kendi dönemleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Zira Peygamber Efendimize dair algı ve O’nun hakkındaki düşünceler çoğunMüslümanlar Hz. Muhammed’in (sav) İslam dininin lukla sözkonusu dönemin genel atmosferini yansıtmaktadır. Peygamberi, Allah’ın son elçisi olduğuna inanırlar. Ortaçağın başlangıcından beri Hz. Muhammed (sav) hakKur’an’da Hz. Muhammed’in, “Alemlere rahmet” (Enbikında genel olarak olumsuz, gerçekdışı bir algının var olduya Sûresi, [21:107]) olarak gönderildiği ifade edilir. O’nun ğunu görüyoruz. Emevî Sarayı’nda bulunmuş Ortodoks bir hayatı ve davranışları günlük haHıristiyan olan Şam’lı Yahya yatın her alanında Müslüman(Yahya Dımeşkî) (öl. 750)“Zınlar nezdinde ölçü ve kaynak oladıkların Kitabı” adlı eserinde ilk rak kabul edilir. Peki gayr-i olarak Peygamber Efendimizmüslimler Peygamberimizi naden bahseder. “Onlar (Araplar), sıl değerlendiriyorlar? Hz. MuBizans Kralı Herakios (610-641) hammed’in (sav) günümüzzamanına kadar putlara tapıyordeki imajının kökenleri nelerlardı. Ama aralarında, eski ve yedir? Hz. Muhammed’in (sav) ni ahitlerden derlediği bilgilerle ve algılanışında bir dönüşüm söz Arian bir Hıristiyan keşiş ile birakonusu mudur? rada bulunması sonrasında kendi İlk olarak şu tespitte bulusapkın inançlarını yayan, “Mamed” nulabilir: Hz. Muhammed adında, sahte bir peygamber çık(sav) algısı, Avrupa’da, daha doğtı. Yaptığı hilelerle daha sonra rusu Hıristiyan dünyasında, takendisini halkına Tanrı’dan sakırih boyunca her daim aşırı uçnan biri olarak tanıtıp inandırmış, larda seyretmiştir. Allah’ın Elgökten de kendine kitap indirildiçisi, “sahte peygamber”, “zındık”, ği dedikodusunu yaymıştı. Kita“sahtekâr”, “saralı”, “ilah”, “decbındaki gülünç öğretileri ile TanJohann Ulrich Wallich 17. yy’da yazdığı cal” ya da “fanatik” olarak nirı’ya nasıl ibadet edileceğini an“Muhammed’in Hayatı” isimli kitabı telendirilmesinin yanı sıra, “kalatmıştı.” Yahya Dımeşkî bu sözAli Mete • amete@igmg.de sayfa 20 • Perspektif leriyle, uzun süre ve kısmen “Fanatizm ya da Peygambugüne kadar da itibar ber Muhammed” adlı eseedilecek, Hz. Muhamridir. Çağdaş İslam bilimmed (sav)’i İncil’den bacisi Hartmut Bobzin bu esezı bölümler almış ve sapri “İslam, Voltaire’in Kakın inançları benimsemiş toliklik eleştirisi için kulis ola“sahte bir peygamberdir” rak kullanılmıştır” sözleri şeklinde niteleyen görüşile yorumlamaktadır. Vollerini ortaya koymuştur. taire sonraki eserlerinde yarSonrasında Hıristigısını hafifleterek Hz. Muyan dünyasında ortaya hammed (sav)’i kanun çıkan Peygamber Efenkoyucu ve fatih olarak nidimiz karşıtı söylem ise güçteler ve O’na bir ölçüde illenen, İslam’a karşı, Hıgi gösterir. ristiyanlığın hakikatini 19. yy’ın başlarında gündemde tutmaya yöoluşan dâhi literatüründe nelik bir mücadele olarak (Geniekult) Hz. Muanlaşılabilir. Bu anlamda hammed (sav), makul ve Aquino’lu Thomas (öl. doğal bir din kuran aklî ve 1274) ve Ramon Lull’un dünyevî bir dâhi olarak gö(öl. 1316) Hz. Muhamrülür. Daha önce eleştiri med (sav)’in tebliğ ettiği nedeni olan Peygambeinançla bir nevi hesaplarimizin dünyevîliği, bu şan kitaplar yazdıkları bikez tersine yargıların öllinmektedir. çüsü olur. İskoç yazar Hz. Peygamberin Thomas Carlyle (öl. (sav), giderek Hıristi1881), Hz. Muhammed’i yanlık içi tartışmalara alet (sav) tarihî bir kahraman Siuer Du Ryer tarafından yapılan Kur’an tercümesinde edilecek şekilde gündeme olarak görür ve O’nu Fatiha Sûresi’nin meali. (1647) getirilmesi süreci ise, 16. Dante, Shakespeare, Lutve 17. yüzyıldaki reform her, Rousseau ve Napodönemine kadar devam etmiştir. Bu süreçte, Protestanlara, leon gibi isimler ile birlikte anar. hakaret maksatlı “Muhammedîler” denilir ve Hz. MuhamHz. Muhammed (sav)’e yaklaşımların baştan beri med (sav) “Doğu’nun Deccal’ı” olarak nitelendirilirken Pafarklı sebep ve amaçları olmuştur. Hz. Muhammed (sav) pa da, “Batının Deccal’ı” olarak nitelendirilmiştir. hakkındaki algılar, bu amaçlar ve tarihî dönem ve durumlarla Hz. Muhammed (sav) algısında esaslı dönüşümün ise doğrudan bağlantılıdır. Müslüman olmayan birçok kişinin 18. yüzyıldaki Aydınlanma döneminde yaşandığını ifade gözünde bugün Hz. Muhammed (sav) şiddet yanlısı bir edebiliriz. Hıristiyanî bir dünya tefekkürünün yumuşatılfanatik olarak görülmektedir. Bu tür bir tanımlama aslınması gayretlerine denk gelen bu dönemlerde, Peygamber da, aktüel sorunlar nedeniyle tarihteki, Peygamber EfenEfendimiz, Hıristiyanî olan her şeyin zıddı olarak göstedimize yönelik algıların birer yansıması olarak görülebirilmiştir. Bu, Peygamberimizin hayatına olan bilimsel illir. Böyle bir algılama elbette Müslümanların kendi Peyginin artması ile de desteklenmiştir. Ayrıca şarkla ilgili segamberlerini algılama şekilleri ile de hiçbir şekilde uyuşyahatnâmelerin çoğalması Hıristiyanlar arasında, İslam ve mamaktadır. Zira Müslümanlar, her zaman örnek aldıkPeygamberimiz ile ilgili yerli yersiz polemikler dışında da ları, adaletli, dosdoğru ve merhametli bir Nebî olan Hz. ilgilenilmesini mümkün kılmıştır. Muhammed’e (sav) iman etmektedirler. Hz. Muhammed (sav)’e önyargısız yaklaşımın öncüsü ise Hollandalı İlahiyatçı ve Orientalist Adrianus Reland Kaynaklar: (öl. 1718) olmuştur. Reland, “Türklerin ya da Muhammedîlerin “Mohammed”, Hartmut Bobzin dini hakkında iki kitap” adlı eserinde hiçbir dayanakları ol“Mohammed”, Marco Schöller maması nedeniyle o zamana kadar olan İslam araştırma“Der Islam im Mittelalter”, Gustave E. von Grunebaum larını eleştirmiştir. “Muhammed”, “Diyanet İslam Ansiklopedisi” Daha tanınmış bir diğer eser ise Voltaire’in (öl. 1778) S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 2 1 islam ve hayat Ehl-i Sünnet Yrd. Doç. Dr. Lütfü Cengiz lutficengiz2000@hotmail.com Bu tabir, ehl-i sünnet ve'l-cemâat olarak kullanıldığı gibi, daha kısa bir ifadeyle ehl-i sünnet olarak da kullanılır. Ehl-i sünnet, dinin temel konularında Peygamber Efendimiz (sav) ve onun ashabının yolunu takip edenlerin oluşturduğu ekolün adıdır. Burada adı geçen sünnetten maksat, Peygamber Efendimizin İslâm'ın temel konularını anlama, benimseme ve uygulama tarzıdır. Yine cemaat kavra mı, her devirdeki müslümanların büyük çoğunluğu karşılığında anlaşıldığı gibi, daha ziyade İslâm'ı bir bütün olarak sonraki nesillere aktaran “Ashâb cemaati” olarak anlaşılmıştır. Dinin temel konuları denildiğinde ise, İslâm'dan olduğu kesinlikle bilinen ve "usûlü'd-dîn" diye de adlandırılan hususlar ifade edilmek istenmektedir. Buna göre ehli sünnet denildiğinde, özellikle itikâd sahasında görüş belirten bir gruptan ya da mezhepten söz edilmiş olmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de ehl-i sünnet tabirinin yer almadığını, ancak hadis kaynaklarında "sünnet" ve "cemaat" kelimelerinin geçtiğini ifade etmek gerekir. “Yetmiş üç fırka hadisi” olarak bilinen rivayette belirtildiğine göre, Peygamber Efendimiz üm metinin yetmiş iki veya yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan biri dışındaki bütün fırkaların cehenneme, "cemaat fırkası”nın ise cennete gireceğini söylemektedir. Bu hadisin bazı rivayetlerine göre, “fırka-i nâciye”nin kim olduğu sorulmuş, Peygamber Efendimiz de, “be- sayfa 22 • Perspektif nim ve ashabımın yolunu takip edenler” şeklinde cevap vermiştir. Şehristânî de, el- Milel ve’n- Nihal isimli eserinde, Peygamber Efendimizin yetmiş üç fırkaya ayrılacak olan ümmeti içinde yalnız kendisinin ve ashabının yolunu takip eden ehl-i sünnet ve'l- cemâatin kurtuluşa ereceğini söylediğini nakletmektedir. İşte bu nakillerden hareketle “ehl-i sünnet” tabirinin ortaya çıktığını ifade etmek gerekir. Ehl-i sünnete mensup kişiye “sünnî" adı verilir. Ehli sünnet mensupları bunun yanında, ehl-i hadis, ehl-i cemâat, ehl-i istikamet, ehl-i hak, ehl-i iman ve ehl-i isbât gibi terkiplerle ve ilâhî sıfatları benimseyenler anlamında "sıfâtiyye" olarak, büyük çoğunluğu teşkil eden grup karşılığında "sevâd-ı a'zam" olarak da anılmaktadır. Bazen de, bu ekolün mensuplarını yermek için cebrî, haşevî gibi isimler kullanılmaktadır. Ehl-i sünnetin bir mezhep olarak h. III./m. IX. yüzyılda teşekkül ettiğini, bu alanda yapılan araştırmalar ortaya koymaktadır. Ehl-i sünnet ve'l- cemâatin başlangıcı ilk siyasî görüş ayrılıklarına dayanmaktadır. Zira ilk halifenin belirlenmesi sırasında yapılan tartışmalar bir tarafa bırakılırsa üçüncü halifenin şehid edilmesine kadar geçen sürede müslümanlar arasında kayda değer bir siyasî ve itikadî ihtilâf çıkmamıştır. Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde Muâviye ve onu destekleyenlerce başlatılan siyasî mücadeleler, müslümanların savaşlarda birbirlerini öldürmeleri sonucunu doğurmuş, buna bağlı olarak iman, küfür, kader, büyük günah işleyenlerin dinî durumu gibi meseleler zihinleri meşgul etmeye başlamıştır. Hicrî I. yüzyılın sonuna doğru Emevîlerin cebir inancını siyasî amaçlarla yaymaya çalışmasına karşılık kaderin inkâr edilmesi, Hâricîlerin günah işleyen herkesi tekfire kalkışması, hayatta bulunan sahâbîleri ve diğer âlimleri bu konularda Kur'an ve Sün- H. III. yüzyılın ikinci yarısı, m. IX. yüzyılın ortaları, Mutezile'nin Abbâsîler'in desteğiyle parlak bir döneme girmesinin ardından, ehl-i sünneti iki zümre temsil etmeye başlamıştır. Bunlardan biri, “Mihne”ye mâruz kalmasına rağmen akîdesini Kur'an'a, sünnete ve ashaptan itibaren gelen esaslara dayandırdığını söyleyip ehl-i bid'atı şiddetle eleştiren Ahmed b. Hanbel'in öncülüğünü yaptığı gruptur. netteki hükümleri irdelemeye sevketmiştir. Abdülkâhir el-Bağdâdî, Hâricîler ve Kaderiyye mensupları ile çeşitli meseleler üzerinde tartışan Hz. Ali'nin Ehl-i sünnetin ilk kelâmcısı olduğunu, Ma'bed el-Cühenî'nin görüşüne katılmayarak kaderi iman esasları arasında değerlendiren Abdullah b. Ömer’in, Kaderiyye'yi red hakkında küçük bir risale yazdığı nakledilen Ömer b. Abdülazîz’in, er-Redd ale’l- Kaderiyye adlı risaleyi kaleme alan Zeyd b. Ali’nin, kader konusunda bir risalesi bulunan Hasan-ı Basrî’nin, sonraki dönemde Hâricîleri, Kaderiyye’yi ve Şia’nın aşırı kollarını reddeden eserleri ile Câfer Sâdık’ın, yine Ebu Hanife ve İmam Şâfiî’nin Ehl-i sünnet'in ilk temsilcileri olduklarını zikretmektedir.1 H. III. yüzyılın ikinci yarısı, m. IX. yüzyılın ortaları, Mutezile'nin Abbâsîler'in desteğiyle parlak bir döneme girmesinin ardından, ehl-i sünneti iki zümre temsil etmeye başlamıştır. Bunlardan biri, “Mihne”ye mâruz kalmasına rağmen akîdesini Kur'an'a, sünnete ve ashaptan itibaren gelen esaslara dayandırdığını söyleyip ehl-i bid'atı şiddetle eleştiren Ahmed b. Hanbel'in öncülüğünü yaptığı gruptur. İbn Hanbel, genel olarak ilâhî sıfatların ispatı ve haberî olanlarının te'vile tâbi tutulmaması, Kur'an'ın ezelî oluşu ve ru'yetullah gibi konular üzerinde durmuş, inanç esaslarının nasslardan hareketle belirlenmesi gerektiğini savunmuş, böylece akaidde nakli hâkim kılmaya çalışmıştır. Bu anlayış, bütünüyle sünnet çizgisi üzerinde olduğu ve selefin ittifak etmediği meselelere dalmadığı için "ehl-i sünneti hâssa akîdesi" diye adlandırılmıştır. Halife Mütevekkil’in fermanıyla Mutezilenin etkinliğinin ortadan kaldırılması neticesinde, inanç meselelerini Kur’an ve sünnetin ışığında anlamaya çalışan hadis ve fıkıh alimlerinin saygınlığı iyice artmıştır. Özellikle “Mihne” döneminde Ahmed b. Hanbel’in başına gelenler, daha sonra kendisine büyük itibar sağlamıştır. Talebeleri ve taraftarları da bu itibarı bir güce dönüştürmüşler, hatta ehl-i sünnet şemsiyesi altında yer alan farklı grupları dışlamışlardır. Örneğin, İmam Buharî Bağdad’a geldiğinde büyük bir kalabalık tarafından karşılanmasına rağmen, kendisine Kur’an’ın yaratılıp yaratılmadığı sorulmuş, o da mana itibariyle mahluk olmadığını, ancak lafzın mahluk olduğunu söylemesi üzerine İbn Hanbel’in bir öğrencisi tarafından Bağdad’dan kovulmuş, daha da ileri gidilerek Buhara emirine gönderilen bir haber ile Buhara’ya girmesine dahi izin verilmemiştir. Benzer bir tacizin İmam Taberi’ye de yapıldığı kaynaklarda nakledilmektedir. Bu dönemde Hanbelî selefîlerin kendilerini ehl-i sünnetin tek temsilcisi olarak görüp, nassları lafzî anlamlarının dışında anlama çabasında olanlara karşı ne kadar müsamahasız oldukları anlaşılmaktadır. Nassa ve lafza bağlı olmakla öne çıkan bu kesim, düşünsel anlamda Mutezile ve diğer düşünce ekollerine karşı mücadelelerini sürdüremediler. Zira ayet ve hadis okuyarak karşı tarafın ikna edilmesi mümkün olmuyordu. İşte bu aşamada İbn Küllâb, Kalânîsî, Muhâsibî gibi bir takım zevât, inanç ve düşüncelerini akılla temellendirmeye, inanç esaslarını kelam metoduyla izah etme girişiminde bulundular. Böylelikle ehl-i sünnetin akla ve re’ye dayanan diğer kolu da ortaya çıkmış oldu. Ehl-i sünnetin genel olarak Selefiyye, Eş’ariyye ve Mâ- S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 2 3 islam ve hayat turidiyye’den müteşekkil olduğu kade öne çıkmaktadır. Kökleri Ebu Habul edilmektedir. Selefiyye’nin, nife’ye dayanmakla birlikte, meseiman esaslarıyla ilgili konularda leleri değerlendirmesinde itikâdî koayet ve hadislerde bildirilenlerle yenuları nakilden deliller kullanarak tinip müteşâbihâtın te’viline girişakıl ilkeleriyle izah ve ispat etmek meyen, bu konuda akla rol vermeolarak bilinen kelâm metodunu Genel olarak fıkhî konularda yen ehl-i sünnet topluluğu olduğu belirgin bir şekilde kullanmıştır. bilinmektedir. Onlara göre, fıkhî koGenel olarak fıkhî konularda Hanbelî mezhebine tâbi nularda akıl ile delil getirme mümHanbelî mezhebine tâbi olanlar olanlar daha ziyade Selefî, kün olmasına rağmen, itikad ile ildaha ziyade Selefî, Hanefî olanlar Hanefî olanlar Mâturidî, Şâgili mevzularda aklın hüküm vermesi Mâturidî, Şâfiî olanlar ise Eş’arî olafiî olanlar ise Eş’arî olarak bimümkün değildir. Onların şiârı, rak bilinmektedir. Mâtürîdiyye ile linmektedir. Mâtürîdiyye ile “Kur’an ve sünnette vârid olan Eş'ariyye'nin temsil ettiği Sünnî nasslara Allah ve Resulünün murâdı akîdeyi benimseyenlere, SelefiyEş'ariyye'nin temsil ettiği üzere iman etmek, keyfiyetini araşye'nin alternatifi olarak "ehl-i sünSünnî akîdeyi benimseyenletırmamaktır”. net-i âmme" de denilmiştir. Güre, Selefiyye'nin alternatifi Selefiyye ekolünden daha ziyade nümüzde Selefıyye, Eş'ariyye ve Mâolarak "ehl-i sün net-i âmme" sünnî olarak kabul edilen, ehl-i turidiyye'den oluşan Ehl-i sünnet, sünnet ekolüne rengini veren % 90'ın üstünde müslüman çode denilmiştir. . Eş’ariyye mezhebidir. Bu ekol, İbn ğunluğunun mezhebi durumunKüllâb'dan sonra Ebu'l-Ha-san eldadır. Eş'arî’nin önderliğinde İslam düEş'arîler'den Abdülkâhir elşüncesinde hâkim ekol hüviyetine Bağdâdî, ehl-i sünnetin sekiz grubürünmüştür. Eş'arî eserlerinde ehlbu içine aldığını ifade etmektedir. i hadîsin, özellikle İbn Hanbel'in akîOna göre ehl-i sünnet; desini benimsediğini belirtmekle bir• Râfızîler, Hâricîler, Cehmiyye, likte2 inanç esaslarını kelâmî delilNeccâriyye gibi ehl-i bid'atın gölerle kanıtlamaya çalışmış, Bâkıllânî, rüşlerini reddeden kelâm âlimleri, İbn Fürek, Ebû İshak el-İsferâyînî, • Evzâî, Sevrî, İbn Ebî Leylâ gibi Abdülkâhir el-Bağdâdî, Cüveynî, zevâtın dahil olduğu hem re’y ehGazzâlî ve sonraki kelâmcılar onun li, hem de hadis ehli olan büyük fayöntemini geliştirerek devam ettirmişlerdir. Onlar mekihler ve mensupları, seleleri izah ederken nakli esas almış, bunun yanında ak• Hadis alimleri, la da önem vermişlerdir. Eş’arîler, itikad sahasında aklı • Ehl-i bid’ate meyletmeyen sarf, nahiv ve edebiyat hâkim kılan görüş (Mutezile) ile onu mahkum edip yanalimleri, lış anlayan görüş (Haşeviyye, Müşebbihe) arasında • Sapık fırka mensuplarının yorumlarına itibar etmeyen mutedil bir yol takip etmişlerdir. tefsir ve kıraat alimleri, Diğer taraftan, Eş'arî'nîn Suriye-Irak havzasında kur• İlim ve basiret sahibi sûfî zâhidler, duğu kelâm mektebine nisbetle akılcılığa daha çok • Kâfirlere karşı mücadele eden mücahidler, önem veren ve kökleri Ebû Hanîfe ile onun ilmî silsile• Ehl-i sünnet akidesinin hakim olduğu beldelerin sine dayanan Ebû Mansûr el- Mâturidî önderliğindeki ahalisinden oluşmaktadır.3 Çağdaş yazarlardan Muhammed Umâra'ya göre bir fırMâturidiyye mezhebi de sünnî ekol içerisindeki en kanın ehl-i sünnete dahil oluşu izafîdir. Eğer sünnetle Hz. önemli halkalardan biridir. Bu kelam ekolü kurucusunPeygamber'in söz ve fiilleri kastediliyorsa Şîa, Hâricîler ve dan sonra Hakîm es- Semerkandî, Ebu'l-Yüsr el- PezdMu'tezile de ehl-i sünnetten sayılır. Zira onlar da Peygamber evî ve özellikle Ebu'1-Muîn en- Nesefî gibi alimler tarafından Efendimize uymaya çalışmışlardır. Sünnetle ashabı taklit geliştirilmiş ve ehl-i sünnet mezhebini güçlendirmiştir. etmek ve muhafazakârlık kastediliyorsa sadece Selefiyye İmam Mâturidî’nin eserlerinde kelâmî üslup daha ziya- sayfa 24 • Perspektif bini almış tutarlı bir inanç sekli orehl-i sünnete dahildir. Kelâm, meztaya koymayı, diğer taraftan İslâm'ın hepler tarihi ve konuyla ilgili diğer dışındaki din mensuplarının beeserlere bakıldığında ise Ehl-i sünnimsedi ği bâtıl inançlarla bazı net, genellikle Selefiyye, Eş'ariyye ve Nasıl Mutezile ve Şia fırkalamüslüman grupların ileri sürdüğü Mâturîdiyye'yi kapsayan bir tabir bid'at telakkilerini cevaplandırolarak kullanılır. rının kendilerine ait genel mayı amaçlamışlardır. Nasıl Mutezile ve Şia fırkalarıprensipleri ve ilkeleri söz koSelefiyye, Eş'ariyye ve Mâtunın kendilerine ait genel prensiplenusu ise ehl-i sünnetin de rîdiyye âlimlerince yazılan akaid ri ve ilkeleri söz konusu ise ehl-i süngenel ilkeleri bulunmaktadır. ve kelâm kitapları ehl-i sünnetin netin de genel ilkeleri bulunmaktaAcaba hangi prensipleri beasıl literatürünü oluşturmakla birdır. Acaba hangi prensipleri benimlikte özellikle ehl-i sünnet adı kulseyen insanlar, sünnî ya da ehl-i nimseyen insanlar, sünnî ya lanılarak telif edilen çeşitli eserler sünnet mezhebine mensup olarak kada ehl-i sünnet mezhebine de vardır. İmam Mâturidî’nin bul edilmektedir? Bu hususlar üzemensup olarak kabul edilTe’vîlâtü ehli’s- sünne, Tahâvî'nin rinde Eş’arî, Bağdâdî, İsferâyînî ve Mumektedir? Bu hususlar üzeel-'Akîdetü't- Tahâviyye diye de bihammed Pezdevî gibi kelamcılar linen Beyânü akâidi ehli's-sünne görüş belirtmişlerdir. Ancak burada rinde Eş’arî, Bağdâdî, İsferâve'l-cemâa, Cüveynî’nin Lümau'lbütün konu başlıklarını saymak meyînî ve Muhammed Pezdevî edille fî kavâidi ehli's-sünne, seleyi uzatacağı düşüncesiyle bazı prengibi kelamcılar görüş belirtEbu'l-Berekât en- Nesefî'nin Umsipleri zikretmek daha doğru olacaktır. mişlerdir. detü'l-'akâid li ehli's- sünne ve'l- ceBuna göre maddeler halinde ifade edemâa adlı eserleri bunlardan bazıcek olursak, • Alemin varlığı ve hakikati inlarıdır. san tarafından bilinebilecek bir husustur. * Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi • Alem bütün ayrıntılarıyla AlÖğr. Üy. lah tarafından yaratılmıştır. Kaynaklar: • Allah’ın zâtından ayrılmayan 1 Bağdâdî, el-Fark beyne’l- Fırak, s. 362ezelî sıfatları vardır. 363, Beyrut, 1993. • Allah’ın ahirette görülmesi 2 Eş’arî, el-İbâne an Usûli’d- Diyâne, mümkündür. s. 34, Beyrut, 1994. 3 • Kader haktır, fakat kul için bir zorlama söz konuBağdâdî, el-Fark, s. 313-318. 4 Bağdâdî, el- Fark, s.323. su değildir. • Peygamberler ve mucizeleri, veliler ve kerametleGenel Kaynaklar: ri haktır. Eş’arî, el-İbâne an Usûli’d- Diyâne, Beyrut, 1994; Mâturidî, Te’vî• Allah kelamı ezelîdir, ses ve harflerden müteşekkil lâtü ehli’s- sünne, Beyrut, 2004; Tahâvî, Beyânü akîdeti ehdeğildir. li’s- sünne ve’l- cemâa, Beyrut, 1993; Bağdadî, el-Fark beyne’l• Ahiret ahvâli, cennet, cehennem, sırat, mizan vb. Fırak, Beyrut, 1993; Cüveynî, Lumau’l- edile fî kavâidi ehli’shaktır. sünne, Kahire, 1965; Ebu’l- Berekât en- Nesefî, el- Umde fî • Ehl-i kıble tekfir edilemez. akâidi ehli’s- sünne, Malatya, 2000; İbn Haldun, Mukaddime, Fazilet sıralaması, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osçev. Süleyman Uludağ, s. 1093- 1192, İstanbul, 1991; Bekir man ve Hz. Ali şeklinde olmalıdır. Ayrıca Ashâbın hepTopaloğlu. Kelâm İlmi Giriş, s. 109-149 İstanbul 1981; Yusuf Şevki Yavuz, Ehl-i Sünnet, DİA, c. 10, s. 525- 530, İstansi muhterem ve güvenilir insanlardır. Hiçbiri için köbul, 1994; Mevlüt Özler, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Kavtü bir sıfat yakıştırılmamalıdır.4 ramı, s. 21- 28, İstanbul, 1996; Bekir Topaloğlu- İlyas Çeleİşte bu ve buna benzer hususlar, ehl-i sünnetin umubi, Kelam Terimleri Sözlüğü, s. 78, İstanbul, 2010; Şerafedmî prensipleridir. Ehl-i sünnet âlimleri bu temel görüşleriyle din Gölcük- Süleyman Toprak, Kelam, s. 47- 61, Konya, 2001; bir taraftan nasların ruhuna uygun, çoğunluğun tasviS E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 2 5 toplum İnternet Asosyalleştiren Sosyalleşme! Taner Doğan • taner.dogan@web.de Dijital küreselleşmenin yayılması ve kendinden söz ettirmesi hiç şüphesiz internet ile hız kazandı. Global, hızlı ve etkin kelimeleri iletişim ağınının temel niteliklerini özetlerken, yaşadığımız çağa bilgi çağı denmesinin de göstergesi olmaktadır. Kırk yıl önce icat edilen internet, önce ABD Savunma Bakanlığı, ardından Amerika’daki üniversite ve araştırma merkezleri arasındaki bilgi akışını sağlıyordu. 1990’lardan itibaren özel şirketlerde de kullanılmaya başlanan internet, ikinci milenyumdan sonra hızla evlere girmeye başladı. Bu evreden sonra enformasyon devrimi gerçekleşmiş ve bilgi çağına adım atılmış oldu. Kadim devletlerin sahip oldukları güç askeri etkinlik ve kapasite ile ölçülürken, postmodern dönem diye bilinen bu dönemin başlamasıyla bilgi gücü temsil etme noktasında çok daha belirleyici oldu. Bilgi Çağı Yukarıda zikrettiğimiz bilgi çağı kavramına vurgu yapmakta yarar var. Bugüne kadar, örneğin dünyada yaşanan haberler yazılı basın aracılığı ile kitlelere ulaştırılıyordu. Gazetelerin günlük basılmasından dolayı global dünyada yaşanan olayları anında yansıtmak mümkün olmuyor, yaşanan olaylar bir gün gecikmeyle aktarılıyordu. Hatta yüz yıl öncesinde ancak haftalık olarak hedef kitlesine ulaştırılmaya çalışılıyordu. Bugün ise anında, sıcağı sıcağına haber yayınlamak ve son dakika gelişmelerini duyurmak internet ve televizyon aracılığı ile çok daha basitleşti. Bu nedenle dünya üzerine örülmüş olan bilgi ağı sağlamlaştı diyebiliriz. Tabii 20-30 yıl öncesine nazaran daha çok bilginin üre- sayfa 26 • Perspektif tilip yayınlanması bilgi kirliliğini de beraberinde getirmektedir. Aktüel ve fazla geçmişi olmayan bilgiye ulaşmak için çok elverişli olan sanal dünya, ilmî ve alt yapı gerektiren araştırmalar yapmak isteyenler için pek elverişli değildir. Fakat interneti bilgiye ulaşmak için araç olarak kullanmak ve örneğin araştırması yapılan konu hakkında piyasadaki kitapları araştırmak gibi büyük kolaylıklar sağlamaktadır. İnternet alış-verişi kolaylaştırıyor Teknoloji çağının önemli ve kaçınılmaz araçlarından biri olan internetin en önemli avantajı şüphesiz pek çok alanda hızlı ve rahat işlem yapmaya olanak sağlamasıdır. Evden alış-veriş, bilet ve bankacılık gibi hizmetlerle maddî ihtiyaçlar kolaylıkla takip edilebilmektedir. Bu nedenle sanal alem hem üreticiler, hem de tüketiciler için büyük ve önemli bir pazar olmuş durumdadır. Her geçen gün şehrin bir yerinde bir yer kiralayarak sadece belirli bir kitleye ulaşmak yerine sanal dünya aracılığı ile dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan milyonlarca insana ulaşma imkanı daha çok tercih ediliyor. Ekonomik olarak eleman istihdam etme, kira ödeme gibi büyük külfetin altına girilmemekle birlikte çok daha geniş bir kitleye ulaşmanın avantajlarından faydalanmış olunuyor. Sosyalleşme tehlikeleri beraberinde getiriyor İnternetin rağbet görmesinin sebeplerinden biri de on yıl önce yaygınlaşmaya başlayan Msn ve Skype gibi chat programları ile dünyanın en ücra köşesindeki insanlarla dahi görüntülü olarak ve bedava görüşme imkanının doğması oldu. Evinde internet bağlantısı olmayan birçok insan internet cafe’lere giderek akraba ve tanıdıklarıyla görüşmeler yapıyordu. Bugüne geldiğimizde ise sosyal medyanın ivme kazandığını gözlemlemekteyiz. Facebook ve Twitter aracılığı ile milyonlarca insan birbiriyle konuşabiliyor, yaşadığı hatıraları, resim ve videolarla paylaşabiliyor. Ancak sosyalleşmeyi pekiştiren bu tür siteler tehlikelere de öncü olmaktadır. Tehdit, aldatma, boşanma, terör eylemleri, intihar ve hırsızlık gibi birçok olumsuz tablo sosyal medya aracılığı ile daha belirgin şekilde gün yüzüne çıkıyor ve sanal dünyanın negatif taraflarını bariz bir biçimde aydınlatıyor. Dolayısıyla bir yandan toplum ahlakı olumsuz anlamda etkilenirken, diğer yandan yeni karakter özellikleri oluşabiliyor. yalleşmeye çalışan çocuklar okul harici arkadaşlıklardan ve geleneksel oyunlardan uzaklaşarak asosyalleşmenin de yolunu tutmuş oluyor. Kontrolsüz kullanım çocuğun yetişme tarzını etkiliyor Teknoloji çağının en büyük ürünü olan internetin artık her eve girmeye başlaması ve kullanımın dünya genelinde her geçen gün artıyor olması internet kullanım yaşını da giderek aşağıya çekmektedir. Küçük yaştaki çocuklar için yararlı ve eğitici programlar kullanıldığı zaman çocukların eğitimi ve böylelikle yetişmesi normale nazaran daha kaliteli olmuş oluyor. Bununla birlikte çocuğa disiplinsiz ve kontrolsüz olarak sunulan bilgisayar ve internet kullanımı ise eğitimine büyük zararlar veriyor. Yeterince ders çalışmak ve kitap okumak ikinci plana atılarak boş vakit son derece niteliksiz bir şekilde değerlendiriliyor. Henüz 1015 yıl öncesine kadar çocukların sokaklarda oynadıkları oyunlar dijital küreselleşmenin hızla yayılmasıyla unutulur oldu. Boş vakitlerini arkadaşlarıyla oyun oynayarak geçiren çocuklar yeni arkadaşlıklar edinme, paylaşma, adaletli davranma ve diyalog kurma adına önemli tecrübeler edinebiliyordu. Teknolojinin zirve yaptığı bu yeni dönemde ise sokak oyunları bilgisayarla, canlı arkadaşlıklar ise sosyal medya ile yer değiştirdi. Dolayısıyla sanal dünya ile sos- Sanal dünyanın her geçen gün daha fazla imkan sunması kendisine olan rağbeti artırırken, zamanımızın önemli kısmını internet endeksli kullanmayı da beraberinde getiriyor. Yapılan araştırmalar insanların bilgisayar icat edilmeden önce vakitlerini daha çok kitap okuyarak geçirdiklerini ve her geçen gün, bilgisayar ve televizyon nedeniyle kitap okumaya olan ilginin azaldığını gösteriyor. Bu nedenle niteliksiz şekilde değerlendirildiğinde zaman israfına yol açan modern aygıtlar ufukların daralmasına da kolayca sebep olabiliyor. Fakat bugün aynı şekilde internet ile geçmişe nazaran daha çok malumat sahibi olabilen insanlar, teknoloji çağının sunduğu imkanlardan daha kontrollü faydalanarak ufuklarını genişletebilirler. Ufukların genişlemesi de, daralması da mümkün Bilhassa gelişmiş ülkelerde bilgisayarsız bir ev bulmanın artık imkansız olduğu günümüzde internetsiz bir yaşam da düşünülemez oldu. 21. yüzyıla bilgi çağı denmesi bilgiye ulaşmanın ve bilgiyi paylaşmanın kolaylığını yansıtıyor. Kaynaklar: • Winkel, Olaf, Kommunikation, neue Medien und Globalisierung • Petzold, Matthias, Verändern die Neuen Medien unsere Kinder und Jugendlichen? • Jochen, Hippler, Wissen, Kultur und IdentitätDüşlerimiz Maziye Dayanır S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 2 7 dünya Sicilya Yusuf Ziya Altıntaş • yza301@hotmail.com Arapça Sıkılliye (bazen de Şıkkaliyye), Latince Sicillia, Grekçe ise Sikelia olarak yazılan ve bugün İtalya sınırları içinde yer alan Akdeniz’in en büyük adası Sicilya, tarihte Müslümanların Akdeniz'den Güney Avrupa'ya ana giriş kapılarından birisi olmuştur. Bu anlamda İslam âleminin Avrupa'ya açılan ilk penceresi Endülüs (İspanya) ise ikinci penceresi de Sicilya’dır. Endülüs’teki İslam medeniyetinden toplum olarak çoğunluğumuz az çok haberdardır. Ancak iki yüz yıldan fazla bizzat Müslümanların hâkim olup, ardından bir o kadar zaman da İslam medeniyetinin büyük izler bıraktığı Sicilya’yı çoğumuz bilmeyiz. İslam’ın yayıldığı yıllarda Kuzey Afrika'dan gelen Müslümanlar, İspanya'dan sonra Sicilya'ya 820’li yıllarda gelmeye başlamış, aynı yüzyılın sonuna gelindiğinde adanın tamamı ve Güney İtalya'nın bazı kısımları Müslümanların yönetimine geçmiştir. 1092 yılına kadar iki yüz yıldan fazla bir zaman, kısmen veya tamamen Müslümanların elinde kalmış olan Sicilya’da oluşan İslâm bilim ve kültürü, sonraki dönemlerde de etkisini gösteren köklü bir tesir bırakmıştır. başka hiçbir yerde Latin, Yunan ve Arap uygarlıklarının Sicilya’da olduğu kadar barış ve hoşgörü içinde yan yana yaşamadığını belirtmektedir. Sicilya’daki İslami yönetim, bilgin ve araştırmacılar için bir sığınak durumundaydı, zira burada bilgin ve müderrisler savaşa katılmaya zorlanmıyor, İslam âleminin her yöresinde serbestçe dolaşarak bilgi ve irfanlarını artırma olanağını bulabiliyorlardı. Öte yandan Müslümanlar Sicilya’da su kanallar açtırıp zirai ve endüstriyel teknikler geliştirmişler, refah seviyesinin yükselmesini sağlamışlardı. Aynı zamanda bu teknikler daha sonra Batı’ya Sicilya üzerinden geçecekti. Sicilya’nın en büyük ve dönemin İslam şehirlerinden Palermo 10. yüzyılda 300 bin nüfusa sahipti ve şehirdeki cami sayısı 300’ü aşıyordu. Bunlar arasında 7 bin kişinin cemaat namazı kılabileceği büyüklükte olanlar vardı. Ayrıca bu camilerin pek çoğunda değerli ilim adamlarının yetiştiği medreseler de bulunmaktaydı. Norman Hanedanı Müslümanların Sicilya'daki yönetimi İspanya'daki kadar uzun ömürlü olmadı. Adanın yönetimi binli yılların sonunda Normanlara geçince, yeni yöneticiler Müslümanların mirasını sahiplenerek, onların yönetim geleneklerini benimsedi. Zira İslam uygarlığının Sicilyalı Norman Krallar üzerindeki etkisi öylesine derin olmuştu ki, saraylarında neredeyse Müslüman bir hayat tarzı oluşmuştu. Norman yönetimindeki ülke, Hristiyan bir ülkeden daha çok Müslüman bir ülke görünümündeydi. Norman yönetimi, Müslümanların adadaki üç yüzyıla yakın birikimlerine güveniyorlardı ve bu çerçevede İslami idare tarzını devam ettirirken, var olan üst düzey yöneticilerin önemli kısmını Sicilya’da İslam Önceleri, M.Ö. 700’lü yıllarda Greklerin göçleriyle Helenleşen ve Eski Yunan’ın bir parçası olan Sicilya daha sonra, M.Ö. 262 yılında Roma İmparatorluğu hâkimiyetine girdi. M.S. 3. Yüzyıldan itibaren de bölgede Hıristiyanlık yayılmaya başladı. Daha sonra ise Bizans’ın idari bir bölgesi haline geldi. İslam’ın yayılmaya başladığı yıllarda Sicilya’ya yönelik yapılan ilk seferlerde fetih mümkün olmadı. Bizans’ın bölgede güçlü bir donanma bulundurması sebebiyle Abbasilerin ilk yıllarında da bir harekâtta bulunulamazken, adaya olan ticari ilişkiler sürdürüldü. 827 yılında Mazere bölgesinin fethiyle başlayan süreç 902 yılına gelindiğinde adanın bütününün fethiyle tamamlandı. Bu tarihten sonra Sicilya’yı iki yüzyıldan fazla hâkimiyeti altında tutan Müslümanlar, bu süreçte Hıristiyanlara çok geniş haklar tanırken, adayı baştan başa imar etmişlerdir. Bu dönemde İslâm, Grek, Roma kültür ve medeniyetleri birbiriyle yoğrulmuş ve adada kendine özgü bir kültür ve medeniyet oluşmuştu. Müslümanlarla Hıristiyanlar Ünlü Müslüman coğrafyacı El İdrisî’nin Kral Roger için çizdiği ve kuzeyden inançlarını koruyarak bir arada hoşgörü içerisingüneye bakış açısı ile çizilen dünya haritası Tabula Rogeriana de yaşayabilmekteydi. Batılı tarihçi C. H. Haskins, sayfa 28 • Perspektif korumuş ve yenilerini daima temas halinde de Müslümanlardan bulunurken, onlara seçmişti. Ayrıca saray kâinatın ebediliği, ruçevresine Müslüman hun mahiyeti, imanla bilgin ve sanatçıları ilmin münasebetleri toplamış, onlara ilim ve gibi felsefi meseleleri sanat alanında faalisoruyordu. Yine yet imkânı tanımıştı. Saonun döneminde Laray çevresinin bildiği tince ve Yunanca gibi, diller arasında Arapça Arapça da ülkede ana daha yaygın idi. Ayrıdil haline gelmişti. ca Müslümanların uyÖte yandan II. Friedguladıkları medeni rich Hıristiyanlardan hukuk memleketin ihçok Müslümanlarla tiyaçlarını o derece temas halinde olmakkarşılamıştı ki, Norla suçlanmış ve HırisPalermo kentinde bulunan Palermo Camii manlar onları hiç detiyanlık dışı inançlar tağiştirmeden tatbik etşıdığı gerekçesiyle Pameye devam etmişlerdi. Bu sebeplerle Normanlar dönepa II. Gregory tarafından aforoz edilmişti. minde de Sicilya’daki kültürel ve ticari hayatın Müslümanların hâkimiyetinde kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. İslam sonrası Sicilya Staufen Hanedanı, 1268’de Anjou hanedanından NaII. Friedrich ve İslam Medeniyetinin Avrupa’ya Etkisi poli kralı Charles’a yenildi ve 1442’de Sicilya, Napoli KralNormanların iktidardan düşmesi sonrasında da, Sicillığı ile birleşti. Bundan sonraki dönemlerde Sicilya ve İtalya’da İslam Medeniyeti varlığını sürdürdü. Adayı 1194 yıya’daki Müslümanların çoğunlukla Hıristiyanlaşmaya velında Alman Staufen Hanedanı ele geçirdi. Sicilya Kralı ve ya Afrika’ya göç etmeye zorlanmalarıyla bu bölgede İslam aynı zamanda Almanya İmparatoru olan II. Friedrich zahâkimiyetinin ardından Müslüman varlığı da kaybolmamanı (1194–1250), Palermo Sarayı ve Sicilya’daki İslam ya başladı. Böylece İslam Medeniyetinden uzaklaşarak Avkültür ve medeniyetinin zirveye ulaştığı devre oldu. Bu gerupa tarihinin bir parçası haline gelen Sicilya Adası, niş düşünceli İmparator, 1224 senesinde kendi eliyle kur1861’den itibaren İtalya krallığının ve ardından İtalyan cumduğu Napoli Üniversitesi için pek çok Arapça elyazması huriyetinin bir parçası haline geldi. Sicilya’da İslam mekitap toplatmış ve tercüme ettirmiş, böylece İslam bilim deniyetinin ardından burada yaşayan Müslümanların akıve sanatının Latinceye aktarılmasına öncülük etmiştir. Terbetleriyle ilgili sorulara araştırmacılar henüz çok net yanıtlar cümelerin birer kopyasını da Paris ve Polanya'ya göndebulamazken 1990 yılında yapılan bir araştırma, Sicilya’da rirken, İslam bilim ve kültürünün Avrupa'nın merkezleri30 bin civarında Müslüman bulunduğunu ve bunların çone kadar intikal etmesine de vesile olmuştur. ğunluğunu Palermo, Ragusa, Katanya ve Agrigento şehirlerinde Özellikle onun oturan Tunus, Fas ve Müslüman ve YahuSenegallilerin oluşturdilere yönelik hoşgöduğunu gösteriyor. rülü yönetiminde Palermo, Floransa ve Kaynaklar: Roma'da Avrupa Rö• Sicilya, TDV İslam Annesans’ının temelleri siklopedisi, 37.cilt, s. atılmıştır. Ayrıca mai138-139 yetinde Müslüman • “İtalya'yı aydınlatan Sivezirlerini, hukukçucilya güneşi”, Nazif Gürlarını ve subayların doğan, Yeni Şafak, 14.11.2007 bulunduran bu hü• “Palermo’da 300 cakümdar, İslam’a karşı mi”, M. Ali Eren, Aksiyon, olan ilgilisinden ötürü sy. 111, 18.01.1997 İslam dünyasının en Zisa diye meşhur Saray’daki mezarlarda Arabca dahil 4 dilde yazılı mezar taşı şöhretli bilginleriyle S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 2 9 kültür “İslam Dini’ne Giriş” Müteveffa İslambilimci Annemarie Schimmel’in Kitabı Üzerine kisi altında kendisine ilahî bir vazifenin verildiğine kanaat getirmişti“. (s.16) Nevar ki, Schimmel’in bu ifadesi, İslam’ın peygamberlik tasavvuru ile bağdaşmamaktadır, zira İslam’a göre bu vazife sadece Allah tarafından belirlenip verilir ve peygamberin ihtiyarında değildir. Yazar ayrıca Kur’an’ın üslup ve konuları ile alakalı huMüteveffa İslambilimci Annemarie Schimmel’in susiyetleri de açıklığa kavuşturuyor. Arap yarımadasından, (1922-2003) „İslam Dinine Giriş“ * isimli kitabı, İslam diEfendimizin zamanından itibaren tüm dünyaya yayılan İsnini, kültür tarihi içerisindeki yeri açısından anlamak islam, 19. asra kadar Schimmel tarafından tafsilatlı bir şekilde teyenler için iyi bir başlangıç imkanı sunuyor. Batı’daki araşişleniyor. Muhtelif imparatorluklar, hanedânlar, fetihler muhtırma faaliyetleriyle birlikte İslam’ın başlangıcından günümüze tasar bir şekilde anlatılıyor; kültürel, mimarî ve bilimsel bakadar gerçekleşen tarihî olayları da kapsayan kitap aynı zaşarılara ise özel bir yer ayrılıyor. Bu bağlamda göze çarpan manda dinî içerikle alakalı yanlış anlamaları, İslam’ın Hıbir diğer husus ise Hıristiyanlığa has bazı tabirlerin kullaristiyanlık ile ortak ve farklı yönlerini de konu ediniyor. nılması. Schimmel, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilKitabın girişinde Ortaçağ’da İslam’a karşı takınılan ve diği gün olan 10 Muharrem için Hıristiyanlıktan ödünç aldinî tartışmalara neden olmuş olan dığı çile günü (Passionstag) ifadesipolitik tutumdan bahsedilirken, yani kullanıyor. (s. 23) Bu tabirin sazara göre Batı’da İslam’ın kaynakhip olduğu arka plandan yola çıkarak, larına karşı ilk müsbet ve eleştirel tuiçeriğiyle uyuşmayan İslamî bir olatum ise Aydınlanma devrine denk yı bu şekilde anlatmak ise sorun teşgeliyor. 19. asır ise bugün hâlâ vekil edebilir. rimli çalışmaları teşvik eden bir biSchimmel daha uzunca olan mülimsel disiplinin tesis edilmeye başteakip bölümde ise Kur’an ve landığı zaman olarak kaydedilmiş. Kur’an’ın öğretisinden bahsediyor. Bu Arabistan’ın İslam öncesi tarihine kısımda özellikle İslam’ın temelleri, kısaca değinen Schimmel bilhassa beş şartı ve ilhamını Kur’an’dan alan Arapça lisanının ve şiirinin önemisanatın (camiler, hat) tasvirine yer veni vurgulamayı da ihmal etmemiş. riliyor. Ayrıca tefsir ilminin gelişim Peygamberimizin (sav) vahyin süreci dikkate değer bir husus olarak aracısı olma vazifesini temel alan karşımıza çıkıyor. Schimmel, kendi İslambilim bakış Nesh gibi meselelere ise yer veaçısını ise şu sözlerle ifade ediyor: rilmesine rağmen bu konuda ilmî ta„Muhammed 40 yaşında iken sık sık birât kullanılmamış. Giriş mahiyeinzivaya çekildiği Hira Dağı’nda butindeki böyle bir kitapta, bu tabirlelunan bir mağarada tezahürlerin etrin kullanılması daha uygun olurdu, Prof. Dr. Annemarie Schimmel Hacer Çakmak • hacer87@yahoo.de sayfa 30 • Perspektif zira Almanca lisanı İslamî ıstılahât Schimmel, İslam tasavvufunu açısından henüz yeterli düzeye ise dogmatik tartışmaların karşısında ulaşabilmiş bir lisan değildir. konuşlandırıyor. Dindarlık ve tanHadis, Fıkıh, Felsefe ve Kelâm rı-insan arasındaki sevgiden bahgibi dinî ilimlerinin içeriğini açıksedilen bu bölümde kutsallık atlayan Schimmel hadis ile alakalı defetmenin İslam’daki yeri ile alakalı ğişik bakış açılarına, muhtelif mezda bir tartışma yürütülüyor. heplerin zuhuruna ve fıkhın kayMüteakip bölümde ise 14. asırnaklarına dair önemli bilgiler sunuyor. da başlayan ve günümüze kadar deSchimmel’in bilhassa Kelâm ilvam eden (Schimmel 2003’te vemiyle alakalı İslam ve Hıristiyanfat etti) ictihad ve İslam’ın kaynakları lık arasında Hz. İsa (as), peygamkonusunda ihya denemelerine yer berlik ve Kelâmullah gibi konularda veriliyor. Tartışmanın merkezingöstermiş olduğu ilişki ise dikkate de ise İslam’ın dinamikliği, kaHer bölümde hem İslam’ın şayan. dınların özgürlüğü ve bankaların kendi içinde değerlendirilip Hadis alanında ıstılahların ekfaiz işlemi gibi Batılı unsurlarla uyumhem de Hıristiyanlıkla kıyassikliği yine bariz bir şekilde göze çarluluğu ve fundamentalizm buluta bulunulması ve günümüzpıyor. Mesela ravilerin şahsiyetlenuyor. Bu konuda Selefîye harele sürekli olarak bir bağ kurinin tahlili ve güvenilirliklerinin tenketine özel bir yer veriliyor. Yazar kidi meseleleri kendi ıstılahlarıyla bu dönüşüm sürecinin sonunun herulması, giriş mahiyetindeki ifade edilebilirdi. Şeriat kavramının nüz açık olduğunu ve önceden bu kitabın yüksek seviyesine açıklanması bahsinde ise bazı katahmin edilemeyeceğini ise bilişaret etmektedir ve okuyufa karıştıran hususlar yok değil. hassa vurguluyor. cuya –bilhassa HıristiyanlaZira yazarın iddiasına göre şeriat, Her bölümde hem İslam’ın bir taraftan Kur’an’da ifade bulan kendi içinde değerlendirilip hem ra- yeni çağrışım imkanları tanrı buyruğudur, diğer yandan de Hıristiyanlıkla kıyasta bulusunmaktadır. ise yazılı kanun haline getirilmemiş nulması ve günümüzle sürekli olave nesilden nesile aktarılmıştır. (s. rak bir bağ kurulması, giriş mahi57 ve sonraki sayfalar) Bu söyleniyetindeki bu kitabın yüksek seviyelen şey sadece „fıkıh ilmi“ açısından sözkonusu olabilir. Busine işaret etmektedir ve okuyucuya –bilhassa Hıristiyanlarana karşın Kur’an’daki ilâhî buyruklar değişmez şekilde kayeni çağrışım imkanları sunmaktadır. yıt altına alınmıştır ve ayrıca tasnif ve yazılı kanun haline Kitapta eleştirilebilecek olan temel husus ise İslam’ın getirme tartışmalarının dışında kalır. Bu nedenden dolamesajının Hıristiyanlıktan beslenen bir dil vasıtasıyla, yı fıkhî terimlerin etraflıca verilmesi yanlış anlamaların önügölgede bırakılarak yanlış anlaşılmalara sebebiyet verme ne geçilmesi açısından son derece faydalı olurdu. ihtimali arz etmesidir. Aynı şekilde henüz İslamî terminolojinin Müteakip sayfalarda, başlangıcı dört halife dönemine yeterince yerleşmediği Almanca dili için belirli bazı ıstılahatların tekabül eden ve doruk noktasına yeni bir kazanım olan ve kullanılması da kanaatimizce zarurî idi. Müslümanlar tarafından geliştirilen Yunan düşüncesi ile Son olarak kitap, Avrupa’nın Müslüman ve gayr-i ulaşmış olan muhtelif mezhep mensuplarının tartışmalamüslim halkların, ifa edilmesi gereken çok sayıda vazife ve rına yer veriliyor. cevaplandırılması gereken sorularla karşı karşıya bulunduğunu Kitapta, Hz. Ali’nin (ra) halifelik devri ile alakalı olaaçık bir şekilde ortaya koymaktadır. rak da, siyasî grupların ortaya çıkışı, Şiî bakış açısı merkezinde okuyucuya sunuluyor; Şiîliğin genel vecheleri, fikirleri * Reclam. Die Religion des Islam. Eine Einführung, ve bugüne kadar ulaşan etkileri tartışılıyor. 2010, 158 S. ISBN: 978-3-15-018659-6 S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 3 1 kültür Kriptografi, Silahlar, Kaleler ve Hisarlar Müslümanların Günlük Yaşamımıza Katkıları İlknur Melekoğlu • imelekoglu@yahoo.de tabın bir bölümünde sıklık analizi yöntemi açıklanır ki, bu yöntem şifrelemede sıkca kullanılan bir yöntemdir. Kindî, bir harfin yerine başka bir harf ya da sembol kullanılması durumunda yeni harfin eski harfin özelliklerini devralacağını yazar: “Hangi dilde yazıldığı bilinen şifreli mesajları çözmek için, aynı dilde yazılmış bir sayfayı dolduracak uzunlukta faklı bir düz yazı bulmak ve bu yazıda her bir harfin kaç kere geçtiğini saymak gerekir. En çok geçen harfe birinci, en çok geçen ikinci harfe ikinci ve en çok geçen üçüncü harf diyerek örnek metindeki bütün harfler tamamlanana kadar devam ederiz. Daha sonra çözmek istediğimiz şifrelenmiş metne bakarak bundaki sembolleri de aynı şekilde sınflandırırız. En çok geçen sembolü bulup bunun yerine örnek metinde belirlediğimiz birinci harfi koyarız, en çok geçen ikinci sembolün yerine örnek metinde belirlediğimiz ikinci harfi koyarız ve çözmek istediğimiz metindeki tüm harfler tamamlanana kadar böylece devam ederiz.” Kindî, Kur’an’ın Arapça metnini yakından inceleyerek Kur’an’a özgü harf sıklığını fark ederek kriptografinin temellerini atmıştır. Bunun sonucunda Avrupalı Rönesans devletlerinden birçok kriptograf bu şifreyi çözen yaklaşımlar geliştirdi. Kripto analizi kelimesi ise yeni bir kavramdır ve ilk kez 1920 yılında William Friedman tarafından kullanılmıştır. Çok gizli bilgilerin iletilmesi riskli bir iştir, bu nedenle önemli bilgilerin yanlış ellere geçmesini önlemek amacıyla mesaj karıştırılır, kodlanır ya da maskelenir ki, sadece bu bilgiyi okuyabilecek bilgi ve gereçlere sahip kişilerce okunabilsin. Kriptografi denen bu işlemde mesajın karıştırılmasına şifreleme, çözülmesine ise şifre çözme denir. Mesajın alıcısından başka herkes için, kripro teknikleri kullanılarak çözülmediği müddetçe söz konusu mesaj anlamsızdır. En ünlü şifreleme hikayelerinden biri, 2.dünya savaşı sırasında Almanların “Enigma” denen daktiloya benzer bir makina ile şifreledikten sonra mesajı radyoda yayınlamalarıdır. Bu mesajlar Polonyalı ve İngiliz şifreciler tarafından çözülmüştür, hikaye de son dönemlerde çekilen Enigma adlı filme konu olmuştur. Bu 20.yy şifrecileri çok yönlü bilim adamı Kindî’nin 9. yy’da Bağdat’ta ilk kez yazdığı şifre kırma geleneğini sürdürmektedirler. Kindî döneminde haberleşmede kuşlar kullanıldığı için mesajların hafif ve gizli olanlarının da şifreli yazılmış olması gerekiyordu. Silahlar Kriptografi ve kripto analizi günümüzde daha da kar13.yy’da el bombası, top, roket, torpido gibi silahlar mevmaşık bir hale gelmiştir, ancak temel prensip olan karakcuttu. Hasan Rammah tarafından 1295’de yazılan ve asterlerin değiştirilmesi hala şifreciler tarafından kullanılmaktadır. keri teknoloji konusunda en önemli eserlerden olan SüYunanlılar MÖ 6.yy’da basit ama dahice bir alet gelişvarilik ve Askeri Mühendislik Aletleri Kitabı çok farklı silah tirdi. Skytale adı verilen bu cihazda sabit genişlikte bir soçizimleri ile doluydu. Bu silahlar arasında, kayıtlara geçen pa kullanılıyordu. Uzun bir kağıilk roket olan ve bugün ABD’de bir da yazılan mesaj bu sopaya sarılımüzede sergilenen roket de yer alıyor, ortaya çıkan kağıt sopanın yüyordu. zeyinde yatay olarak yazı yazıÇinliler barut hakkında bilgiye yordu. Alıcının elinde aynı genişsahiplerdi ancak gerekli karışım likte bir sopa varsa mesajı okuyaoranlarını doğru hesaplayamadıkbiliyor, sopa daha geniş ya da darları ve potasyum nitratı saflaştırasa mesaj okunamıyordu. madıkları için barutu patlayıcı olaKripto analizi konusunda asıl rak kullanmadılar. 1412’de Huo temel taşı, “Şifreli mesajların kırılLung Ching patlayıcı oranlarını Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı ve ması üzerine bir el yazması” adlı eseaçıklayan ilk Çince eseri yazdı. Londra’da sergilenen top ri yazan Kindî koymuştur. Bu kiBundan yaklaşık yüz yıl önce po- sayfa 32 • Perspektif tasyum nitratın saflaştırılmasını ilk kez açıklayan Hasan Rammah’ın kitabı patlayıcı barut üretimiyle ilgili birçok tarifi de içerir. Rammah’ın kitabı olmasaydı top geliştirilemezdi. 15.yy’da Osmanlıların kullandığı toplar müthişdi ve bugün Fort Nelson Müzesi’nde yaklaşık on sekiz ton ağırlığında, iki parça halinde olan ve vidalarla birleştirilen Osmanlılara ait devasa büyüklükte bir top bulunur ki, o zamana kadar Avrupa’da böyle birleştirilen bir silah yoktu. Bu top, silahlarla özellikle de toplarla ilgilenen Sultan II. Mehmed tarafından 1464’de döktürülmüştür. Fatih, İstanbul kuşatması sırasında bir mil uzağa gülle atabilen, o vakte değin hiç görülmemiş toplar döktürmüştür. Topun ağzında Arapça olarak şunlar yazar: “Yardım ya Allah. Murat oğlu Sultan Mehmed Han. Kemine Ali tarafından Recep ayında yapılmıştır. 868 (Hicrî) yada 1464 (Miladi) yılında.” İngilizler Osmanlıları topu satmaya ikna etmek için altmış yıl uğraşmış, sonunda Kraliçe Victoria Avrupa ziyareti sırasında topu şahsen Sultan Abdülaziz’den istemiş, bir yıl sonra Sultan topu hediye olarak göndermiştir. Çanakkale’den Londra’ya taşınan bu top 1868 yılında müzedeki yerini almıştır. Belki de Kraliçe bu topu, ona “Avrupa’nın en önemli topu” dendiği için istemiştir. İlk roket ve torpido da Müslümanlar tarafından yapıldı. Roket “Kendi kendine hareket eden ve yanan yumurta” olarak adlandırılırken, torpido suyun yüzünde kalarak ilerleyebilen ustaca modifiye edilmiş roketti. Kaleler ve Hisarlar Avrupa’dan Kudüs’e gelen haçlıların cephane ve insan gücü üstünlüğüne rağmen Müslümanlar oldukça uzun bir süre kuşatmalara direnebiliyordu. Avrupalılar onlarda gördükleri askeri yapı ve heybetli kale mimari fikirlerini beraberlerinde Avrupa’ya taşıdılar. Suriye ve Kudüs kalelerinin fethedilmez dizaynları Batı ülkelerinde taklit edilerek, yapılarda yuvarlak kule, ok deliği, barbakan, tepe mazgah, siper ve mazgallı siper gibi temel unsurlar görünmeye başladı. Hıristıyan askeri kulelerinin çoğu kare şeklindeydi, 12.yy’da Selahhaddin Eyyubi’ye ve onun yuvarlak kulelerine karşı savaşlar kaybeden haçlılar kare kulenin iyi bir fikir olmadığını farkettiler. Kare şeklindeki kulelerden vazgeçip yuvarlak kule yapılmasına ilk örnek 1120 yılında inşa edilen Saone’dir. Kuvvetlendirilmiş duvarlar üzerindeki mazgal ya da ok delikleri ilk kez M.Ö. 200’lü yıllarda Sirakuza’yı korumak için Arşimed tarafından kullanılmıştır. Okçu bu uzun ve dar delikler sayesinde düşmanı vurabiliyor, düşmanın ge- Şifreleme eski çağlardan beri kullanılıyordu ri ateşinden de korunabiliyordu. Romalılar tarafından da kullanılan bu delikler 8.yy’da Irak’ta yapılan Ukaydır Sarayı’nda ve 9.yy’da Tunus’taki Sussa Ribat’ta Müslümanlar tarafından iyileştirilerek daha da yaygınlaştı. Barbakan, kale girişindeki ana savunma duvarının önüne eklenen duvarlı geçidin adıdır. Bu geçit sayesinde düşmanın kaleye girişi gecikir. Saldıran tarafı dar bir alana girmeye zorladığı için savunan tarafa daha fazla akın durdurma fırsatı verir. Barbakan Arapça delikli kapı anlamına gelen babül-bakara’dan türemiştir. Romalılar duvarları güçlendirmek için taş duvarların içine dikme sütun koymuştu, Müslümanlar bu tekniği onlardan alıp geliştirdiler. Akka limanının duvarları bu şekilde inşa edildi. 1103’de haçlılar Akka’yı işgal ederken gördükleri bu yapı şeklini 1218’de Kayseri’de olduğu gibi kendi yapılarında kullandılar. Tepe mazgalları Müslüman savunmasının önemli özelliklerindendi. Siperin yukarısına açılan mazgallar, düşmana ok, taş atmak için ya da yağ dökmek için kullanılıyordu. Savunma tekniklerinin çoğunda olduğu gibi haçlı seferinden dönen Avrupalılar bu tekniği de Avrupa’ya taşıdı. Mazgallı siperler, bina duvarlarının üstüne ilave edilen taş girintiler ve yükseltilmiş bölümlerdir. İlk başlarda duvarı savunanlara siper olan bu girintilerin günümüzde sadece dekoratif işlevi vardır. Bunlar da 12.yy’da Avrupa’ya taşınmıştır. Haçlı Seferleri kanlı geçmiştir ancak aralardaki ateşkes zamanlarında fikir alışverişinde bulunulabiliyordu ve bu sayede Doğu’da icat edilen kavramlar Batı’ya taşınmıştır. Kaynak: 1001 Inventions-Muslim Heritage in Our World, Prof.Salim T S Al-Hassani, 2006 Foundation for Science, Technology and Civilisation S E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 3 3 islam und leben Muhammad (saw) im Wandel der Zeit Das Bild des Propheten aus nichtmuslimischer Perspektive dem Hintergrund der zeitgenössischen Situation bewertet werden. Denn die Vorstellungen über den Propheten spiegeln zumeist die jeweilige Stimmung der Zeit wieder. Seit Beginn des frühen Mittelalters herrschte ein allgemein negatives und realitätsfernes Bild Muhammads (saw). Es ist ein ehemaliger Beschäftigter am Hofe der Umayyaden, der orthodoxe Christ Johannes von Damaskus (gest. Die Muslime glauben an Muhammad (saw) als den 750), der in seinem „Buch der Häresien“ erstmalig von Prophet des Islams und den letzten Gesandten Allahs. Er dem Propheten spricht. „Sie [die Araber] waren bis zur Zeit ist eine „Barmherzigkeit für alle Welt“ (Sure Anbiyâ, des [byzantinischen Kaisers] Herakleios [reg. 610–641] [21:107]), wie es im Koran heißt. Sein Leben und Verhalten Götzendiener. Da aber trat unter ihnen ein falscher Prodienen den Muslimen als Maßstab und Quelle für Fragen phet auf, „Mamed“ genannt, der eine eigene Irrlehre ins in allen Bereichen des Glaubens und des Alltags. Doch Leben rief, nachdem er flüchtig Kenntnis vom Alten und was sehen Nichtmuslime in dem Propheten? Welche WurNeuen Testament gewonnen hatte und zugleich offenzeln hat das Bild Muhammads (saw) in der heutigen Zeit? bar mit einem arianischen Mönch zusammengetroffen Gab es einen Wandel der Muwar. Später ließ er durch Täuhammad-Rezeption? schungen das Volk glauben, er Grundlegend gilt: Im Lausei ein gottesfürchtiger Mann, fe der Geschichte wechselte und streute Gerüchte aus, daß das Bild Muhammads (saw) in ihm eine Schrift vom Himmel Europa bzw. der christlichen herabgesandt sei. Nachdem er Welt von einem Extrem ins aneinige Lehren in diesem seidere. Der Gesandte Allahs nem Buch aufgestellt hatte, wurde als „falscher Prophet“, über die man nur lachen kann, „Häretiker“, „Betrüger“, „Epilehrte er sie auf diese Weise, leptiker“, „Gott“, „Antichrist“ Gott zu verehren.“ Johannes und „Fanatiker“, aber auch als formulierte somit Annahmen, „Gesetzgeber“, „Held“ und die sich noch lange Zeit – teil„Genie“ angesehen. Diese wiweise bis in die Gegenwart – dersprüchlichen Vorstellungen halten sollten: Muhammad sei basieren zum einen auf einer ein „falscher Prophet“, der Teizumeist dürftigen Quellenbale der Bibel übernommen hasis oder einer von Verzerrunbe und sich von häretischen gen gekennzeichneten UnIrrlehren habe verleiten lassen. Das Buch "Das Leben Muhammads" wurde im 17. Jh. kenntnis. Andererseits müssen Die anschließende christlivon Johann Ulrich Wallich verfasst diese Auffassungen stets vor che Polemik gegen den ProAli Mete • amete@igmg.de sayfa 34 • Perspektif pheten kann als Versuch ren Schriften mildert verstanden werden, anVoltaire sein Urteil ab, gesichts eines erstarkenindem er Muhammad den Islams, die Wahrheit (saw) als Gesetzgeber des Christentums heund Eroberer bezeichnet rauszustellen. In diesem und ihm einen gewissen Sinne verfassten TheoEnthusiasmus zulogen wie Thomas von schreibt. Aquin (gest. 1274) und Im Rahmen des GeRamon Llull (gest. niekults des frühen 19. 1316) Werke, in denen Jahrhunderts wird Musie sich theologisch mit hammad (saw) schließden Lehren Muhamlich zum rationalen und mads (saw) auseinanweltlichen Genie, der eidersetzten. ne natürliche und verDie Beschäftigung nünftige Religion grünmit dem Propheten, verdete. Die zuvor kritisierstärkt in Form der Inte Weltlichkeit des Prostrumentalisierung im inpheten wird nun zum nerchristlichen Disput, Maßstab seiner Beurteiwurde bis in die Zeit der lung. So gehört er beim Reformation im 16. und schottischen Schriftstel17. Jahrhundert fortgeler Thomas Carlyle setzt. So wurden Protes(gest. 1881) unter die tanten als „MohammeHelden der Geschichte daner“ beschimpft und und wird zusammen mit der Papst als „Antichrist historischen Personen des Westens“ bezeichwie Dante, Shakespeare, Die Übersetzung der Sure Fatiha welche von Siuer Du Ryer angefertigt net, wobei Muhammad Luther, Rousseau und wurde. (1647) (saw) als „Antichrist des Napoleon aufgeführt. Ostens“ galt. Wie man sieht, hat Eine grundlegende Veränderung der Muhammaddie Beschäftigung mit Muhammad (saw) schon von AnRezeption erfolgt mit der Aufklärung im 18. Jahrhundert. fang an unterschiedliche Gründe und Ziele gehabt. Das Im Zeitalter der Relativierung einer christlich fundierten Bild, welches vom Propheten entworfen wurde, hing Weltanschauung diente der Gesandte Allahs als Gegenpart stark von diesen Absichten und der Stimmung der hiszu allem Christlichen. Unterstützt wurde diese Entwicktorischen Zeit ab. In den Augen vieler Nichtmuslime ist lung durch die wissenschaftliche Beschäftigung mit dem der Gesandte Allahs heute ein gewalttätiger Fanatiker. Leben Muhammads (saw). Zudem ermöglichte es die zuDies scheint aber eine Rückprojizierung zu sein, die aufnehmende Reiseliteratur über den Orient, sich außerhalb grund aktueller Probleme vorgenommen wird und Ander christlichen Polemik mit dem Islam und dem Proknüpfungspunkte in der Geschichte der Muhammadpheten zu befassen. Rezeption hat. Es entspricht sicherlich nicht dem Bild, Der Vorreiter eines vorurteilsloseren Verständnisses das Muslime von dem Propheten haben – und erst recht des Propheten Muhammad (saw) war der niederländinicht der Vorstellung des aufrichtigen, gerechten und sche Theologe und Orientalist Adrianus Reland (gest. barmherzigen Muhammad (saw), den sie sich zum Vor1718). In seinem Buch („Zwey Bücher von der Türkibild nehmen. schen oder Mohammedischen Religion“) kritisiert er die bisherige Erforschung des Islams, da diese auf keinem Literatur: Quellenstudium beruhe. • „Mohammed“, Hartmut Bobzin Viel bekannter ist aber Voltaires (gest. 1778) Thea• „Mohammed“, Marco Schöller terstück „Der Fanatismus oder Mohammed, der Prophet“, • „Der Islam im Mittelalter“, Gustave E. von Grunebaum bei dem „der Islam lediglich Kulisse für seine Kritik am • „Muhammed“, „Diyanet İslam Ansiklopedisi“ Katholizismus“ sei, so Hartmut Bobzin. In seinen späteS E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 3 5 islam und leben Unser Prophet (saw) und die Festtage seiner Erlaubnis, zuschauen zu dürfen oder der Prophet fragte mich, ob ich nicht zuschauen mochte (ich erinnere mich nicht mehr recht). Ich bejahte. Daraufhin hielt er mich im Stehen fest, so dass seine Wangen meine berührten und rief den Tanzenden zu: ‚O Söhne Erfides, macht weiter so!‘ Als ich genug hatte, fragte er mich: ‚Nun, bist du zufrieden?‘ ‚Ja‘, sagte ich. ‚Dann kannst du gehen‘, antwortete er. 3 Festtage sind Tage der Freude. Muslime haben, wie Diesen Überlieferungen entnehmen wir, dass das Feiauch Anhänger anderer Religionen und Gemeinschaften, ern an Festtagen erlaubt ist. Dies gilt auch für Hochzeiten, besondere Fest- und Feiertage. Zwei dieser Festtage sind mit der Voraussetzung, keine religiösen Vorschriften zu verdas Ramadanfest und das Opferfest (Kurbân). letzten. Es gehört sogar zu den Prinzipien im Islam, an Das Ramadanfest dauert drei Tage und findet am ersFesttagen seine Freude zu zeigen. 4 ten Tag des Monats Schawwal statt. Das viertägige OpferDer Prophet pflegte zur Vorbereitung der Festtage eine fest beginnt am 10. Tag des Monats Zilhidschdscha. NachGanzkörperwaschung (Ğusl) durchzuführen, neue saubedem der Prophet Muhammad (saw) von Mekka nach Mere Kleidung anzuziehen und ein paar Datteln vor dem Festdina ausgewandert war, erfuhr er von zwei Festen, die von gebet zu essen. Er achtete auf ein vorbildliches Erscheiden Medinensern groß gefeiert wurden. Daraufhin vernungsbild. 5 „Das erste, was wir an diesem Tage machen, kündete er: „Allah hat euch anstatt dieser beiden Festtaist es zu beten“, sagte der Prophet und begann das Fest mit ge zwei bessere Feste gegeben: das Ramadanfest und das dem Festtagsgebet. Er verrichtete das Gebet auf einem groOpferfest.“ 1 ßen Platz, dem „Musalla“ (Gebetsort). Nach dem Gebet Der Prophet sagte selbst, dass die Festtage, Tage der beglückwünschte er seine Freunde und motivierte sie, vor Freude sind. Buchârî überliefert von Aischa (ra) folgende allem aber die Frauen, Sadaka (Almosen) zu geben. Begebenheit: „Einmal kam der Prophet in den ersten Tagen Es ist bekannt, dass der Prophet es bevorzugte, das des Opferfestes zu mir ins Zimmer. Mit mir waren zwei MädFestgebet auf großen Plätzen zu verrichten, seinen Freunchen, die mit dem Trambulin spielend den zum Festtag zu gratulieren und Buâs-Lieder sangen. Er legte sich auf das in diese Tage in der Gemeinschaft Bett und wandte sich von uns ab. Da zu feiern. Aus diesem Grund unterkam mein Vater Abû Bakr in das Zimstützte der Prophet das Verhalten mer und schimpfte: ‚Was sind das für Umars (ra) nicht und erlaubte den Es ist bekannt, dass der ProInstrumente in Anwesenheit des ProAbbessinern den Tanz mit den phet es bevorzugte, das Festpheten?‘ Daraufhin drehte sich der Speeren und Schutzschilden. 6 gebet auf großen Plätzen zu Prophet zu meinem Vater und sagte: Das frühe Aufstehen, das Ververrichten, seinen Freunden ‚Lass sie!‘ Als mein Vater mit anderen richten des Morgengebets in der zum Festtag zu gratulieren Dingen beschäftigt war, schickte ich Moschee , das leise Aufsagen des 2 die Mädchen hinaus.“ Takbîrs an den Ramadanfesttagen, das und in diese Tage in der GeAn einem anderen Festtag tanzten laute Aufsagen an den Opferfesttameinschaft zu feiern. die Abbessienier mit ihren Speeren gen, die Gepflogenheit, einen andeund Schutzschildern. Ich fragte nach ren Weg auf dem Rückweg von der Hulusi Ünye • mhulusiunye@hotmail.com sayfa 36 • Perspektif Moschee zu wählen, bei der Begegßerdem besuchte er die Friedhöfe nung mit anderen stets freundlich der Muslime, betete für sie und zu sein, nette Dinge zu sagen und dachte über den Tod nach. Wähan diesen Tagen nach Möglichkeit rend der Prophet an den OpferSadaka zu geben gehören zu der festtagen ein Opfertier schlachtete, Sunna des Propheten. 7 sagte er: „Oh Allah, nimm es an von Der Prophet betrachtete die Muhammad, von der Familie MuFesttage als Tage der gegenseitigen hammads und von der GemeinHilfe und Unterstützung. Folglich schaft Muhammads!” 9 Die Muslime sollten aus diesen sind Festtage, mit ihren religiösen Gründen am Morgen des jeweiliund sozialen Komponenten, nicht An den Festtagen besuchte gen Festtags früh aufstehen, sich nur eine Möglichkeit der Gemeinder Prophet seine Freunde in säubern, schöne Düfte verwenden, schaft unter Gläubigen, sondern schöne Kleidung anziehen und Alauch Tage der Zuwendung zu beihren Häusern, beschenkte lah für diese Gaben danken. Sie solldürftigen Menschen überhaupt. sie und wurde beschenkt. Etten bei guter Laune sein, Freude haUm dies zu gewährleisten veranwaige Streitigkeiten unter ben und diese zeigen. Es wäre anlasste der Prophet bis zum Ramaseinen Freunden fand er gemessen, wenn am Opferfest derdanfest die Fitra zu entrichten und nicht angemessen und sagte: jenige, in dessen Namen das Opfer am Opferfest ein Opfertier zu geschächtet wird, morgens vor dem schlachten. „Es ist nicht erlaubt, dass ein Gebet nichts isst, damit er mit dem Auch ist bekannt, dass in der Muslim mehr als drei Tage frischen Opferfleisch beginnen „Zeit der Glückseligkeit“ auch Fraumit einem anderen Muslim kann. Auch sollte man versuchen, en und junge Mädchen am Festgein Streit verfällt.” frühzeitig in die Moschee zu gehen, bet teilgenommen haben. Selbst um dort das Gebet zu verrichten. wenn die Frauen ihre Menstruation An den Festtagen sollte man hatten, kamen sie zur Gebetsstelle, Kindern eine Freude machen, vor saßen in den hinteren Reihen, hörallem Waisen und bedürftigen Kinten der Predigt des Propheten zu und dern. Zudem sollte man Freunde folgten den Bittgebeten. Gemeinsam und Bekannte besuchen, nach ihmit den Frauen nahmen auch die rem Befinden fragen und zerstritteKinder am Festtagsgebet teil. Der ne Personen wieder versöhnen. Auf Prophet kümmerte sich besonders diese Weise umgeht man an diesen um die Kinder, begrüßte sie, strich wichtigen Festtagen den üblichen ihnen über das Haar, scherzte mit ihAlltag, sorgt sich um arme Mennen und beschenkte sie. schen und macht Waisen glücklich. Dass der Prophet morgens, beSeinen Freunden und Bekannten kann man persönvor er zum Gebet ging, ein paar Datteln aß, wurde zu lich oder auch per Telefon oder schriftlich gratulieren. einer Sunna, so dass das Verteilen von Süßigkeiten zu Diese Tage sollten wenigstens Anlass genug sein, alte einer Tradition unter Muslimen wurde. Als der Prophet den Gebetsort erreichte, leitete er das Gebet und beteFreude wiederzusehen oder zu sprechen.. te zunächst zwei Gebetsabschnitte (Rakas). Dann stand er auf, hielt die Predigt (Hutba) beriet sie mit WeisQuellen: heiten. Er pflegte es, während der Predigt oft den Tak1 Abû Dawûd, Salat, 239, Nasaî, I’dayn, 1; Ahmad bin Hanbal, bîr zu sprechen. Nach der Predigt ging er zu den FrauMusnad, III, 103, 178 en und sprach nochmal gesondert zu ihnen. 2 Muslim, Salâtu’l I’dayn, 16 An den Festtagen besuchte der Prophet seine Freunde 3 Buchârî, I’dayn, 2 4 in ihren Häusern, beschenkte sie und wurde beschenkt. EtTadschrîdi Sarîh-Übersetzung, III, 157 5 waige Streitigkeiten unter seinen Freunden fand er nicht anBuchârî, Iydayn, 4 6 Buchârî, I’dayn, 2 gemessen und sagte: „Es ist nicht erlaubt, dass ein Muslim 7 Marakuf Falâh, Istanbul 1327, 158 mehr als drei Tage mit einem anderen Muslim in Streit ver8 Buchârî, Adab, 57; Muslim, Birr, 23-25 fällt.” 8 Er besuchte auch kranke Menschen und sagte, 9 Muslim, Adâhî, 19 dass dies eine wichtige Aufgabe für alle Muslime ist. AuS E P T E M B E R - O K TO B E R • E Y L Ü L - E K İ M 2 0 1 1 • s ay f a 3 7 aktuell Minderheiten Bedeutung zumessen Rückerstattung enteigneter Immobilien an Minderheiten in der Türkei İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de Mit einer Verordnung hat die Türkei beschlossen, 1974 enteignete Immobilien ihren Eigentümern zurückzuerstatten. Auch wenn noch nicht feststeht, wann die Verordnung umgesetzt wird, werden Schritte getan, um die enteigneten Immobilien in den kommenden Jahren ihren Besitzern zurückzugeben. Minderheiten waren aufgrund ihres Glaubens, ihrer Sprache, Kultur und Ethnie oder Konfession schon immer Benachteiligungen ausgesetzt und hatten unter Menschenrechtverletzungen zu leiden, selbst wenn ihr Anderssein kaum auffiel. Mit dem Vertrag von Lausanne am 24. Juni 1923 in der Schweiz erhielten die Minderheiten in der Türkei einen besonderen Status. Auch wenn es schon vorher Minderheiten in der Türkei gab, wurden nach dem Vertrag von Lausanne mit dem Begriff Minderheit eher nichtmuslimische Bürger bezeichnet. Die Regierenden behaupteten zwar, die Minderheiten seien den als „Türken“ bezeichneten Muslimen gleichgestellt, war die ihre reale Situation schlechter als in den Zeiten, in denen sie nicht durch internationale Verträge geschützt waren. In Folge des Vertrags von Lausanne wurde immer wieder die Gleichstellung der Minderheiten mit den „Türken“ betont. Jedoch wurde diese Gleichstellung an die gesellschaftliche und öffentliche Realität gebunden. Später wurde die Betonung von Gleichbehandlung aufgegeben und die Minderheiten als „Sündenbock“ der Nation betrachtet. Nach den Ereignissen vom 6.-7. September 1955, der gegenwärtig als „Tag der Schande“ gilt, wurden die Minderheiten mit einem höchstrichterlichen Beschluss 1974 zu „Ausländern“. Ihre Stiftungen, die seit 1936 errichtet wurden, kamen in staatliche Hände. Obwohl den Minderheiten im Lausanner Vertrag das Recht auf Privatschulen, Unterricht in der eigenen Sprache und die staatliche Unterstützung von Bildungsein- sayfa 38 • Perspektif richtungen gewährt wird, wurde dies bis heute nicht realisiert. Allein aus diesem Blickwinkel betrachtet, stellt die aktuelle Verordnung einen historischen Schritt dar. Die Umsetzung einer solchen Entscheidung kann als Zeichen der Verbesserung der Menschenrechte in der Türkei betrachtet werden. Außerdem ist dieser Schritt von internationaler Bedeutung, und zwar, weil nun etwa in Griechenland und anderen Staaten die Rückerstattung enteigneten Stiftungsguts muslimischer Minderheiten gefordert wird. Diese Forderungen gelten in erster Linie für Griechenland, Bulgarien, Rumänien und die Ukraine. Eine weitere Frage, die mit dem Beschluss zusammenhängt, ist, ob das im Zuge der Februar-Vorfälle („28 Şubat”) enteignete Stiftungseigentum, etwa der geschlossenen Milli Gençlik Stiftung (MGV) oder der Yuva-Stiftung, zurückgegeben werden muss. Auch wenn von Regierungsseite nichts dergleichen zu hören war, sehen die Stiftungsleiter einen Anlass, ihre Forderungen erneut zur Sprache zu bringen. Genauso wie durch eine Änderung im Stiftungsgesetzt von 1974 die Rückerstattung des Stiftungsbesitzes von Minderheiten ermöglicht wurde, kann durch eine weitere Gesetzesänderung das Unrecht, von dem andere Stiftungen betroffen sind, beseitigt werden. Ministerpräsident Recep Tayyip Erdoğan, der die aktuelle Verordnung als Behebung eines Fehlers betrachtet, könnte nun als nächsten Schritt das Unrecht gegenüber anderen Stiftungen wiedergutmachen. Die türkische Öffentlichkeit hat den Beschluss, durch den noch einmal die kulturelle und religiöse Pluralität in der Türkei bestätigt wurde, positiv aufgenommen. Dies zeigt, dass schon die alleinige Korrektur eines vom Staat begangenen Fehlers den gesellschaftlichen Frieden fördern kann. Mitglieder einzelner Minderheiten, die aufgrund des gesellschaftlichen Drucks in der Türkei das Land verlassen haben, überlegen wieder zurückzukehren. Auch dies würde den Frieden festigen. Dadurch wird die Türkei nicht geschwächt, sondern gestärkt. Denn Länder, für die Minderheiten von Bedeutung sind, profitieren davon. Übersetzung: Ali Mete Mazlum ve mağdurlar, Kurbanlarınızı bekliyor!