gönülden gönüle - Mustafa ÖSELMİŞ

advertisement
GÖNÜLDEN GÖNÜLE
2
Mustafa ÖSELMİŞ
Denizli – 2015
1
Mustafa ÖSELMİŞ
Pelitlibağ Mah. Hürriyet Cad.
No: 99 Haldunbey Apt. Kat:2 DENİZLİ
0505. 397 25 83
www.mustafaoselmis.com.tr
ISBN 978-605-63211-5-3
1.Baskı – Temmuz 2015
2
ÖNSÖZ
Allah’a hamd, Rasûlüne Salat, âline, ashabına ve Müslümanlara selâm olsun.
Kitabın birinci cildini okuyuculara sunduktan sonra çok ziyaretçilerim oldu. Çok telefonlar aldım. Bir okuyucum “Allah razı
olsun, önsözü ile ilk bölümünü okudum çok duygulandım, o gece
uyumadım. Beş cüz okudum” diyordu.
Basının ilgisi, beklemediğim şekilde oldu. Bunlar bize moral oldu. Dinlenmeyi, uykuyu kısıp bir elimde kalem bir elimde
büyüteç ikinci cildi tamamlamak nasip oldu. Rabbime şükürler
olsun.
Cenab-ı Allah’ın bize ilk emri “OKU!” dur. Okumak öğrenmek her müslümana farzdır.
Doğru bilginin kaynağı kitaptır. Bugünün cihadı kılıçla değil, kitapla yapılıyor. Çünkü kitap, en güzel tebliğ aracıdır. Söz
uçar, kitap kalır. Onun için kitap sadaka-i cariyedir.
Kutsal kitabımız, okumayı, öğrenmeyi ve işin doğrusunu
yapmayı emreder.
Kutsal kitabımız Kur’an, bilgiyi gündüzün aydınlığına, bilgisizliği gecenin karanlığına, bileni gören insana, bilmeyeni köre
benzetir.
-“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” (Zümer:9)
-“Hiç körle gören bir olur mu?” (En’am : 50) buyurur.
3
Eğer Kur’an’a kulak verip okunsaydı, suç ve suçlu oranı
böyle olmazdı.
İnsanımız televizyonun, telefonun büyüsüne kapıldı. Kitaptan ve okumaktan uzaklaştı. Raflarda kitapların yerini uğur filleri
aldı. Cahiliye devrindeki gibi putlar aldı.
Halbuki öğrenmenin en güzel yolu okumaktır. “Biliyorum”
kuruntusu içinde olanlar da birçok noksanlıklar görülüyor. Bunların
ileri sürdükleri mazeret, “okunmuyor, okuyan yok” oluyor. Hiç de
öyle değil. Okuyan okuyor, cahiller okumuyor. Sakın bunlara bakıp
da kimse okumaktan soğumasın. Kitaptan uzaklaşmasın.
Okuma hali, ibadet hali gibidir. Bilgi ibadetten önce gelir.
Bayram, kandil ve ziyaretlerde hediyemiz kitap olsun. Çocuklarımıza kitap hediye edelim. Kitap hediye etmek sadakadır.
Her evde her gün okuma saati olmalı. Çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırılmalı.
Peygamberimizin tebliğ metodu “söyleme yap” olurdu. Buna göre önce analar, babalar okumalı, örnek olmalıdır.
Bir okuyucum şöyle diyordu. Ne yaptıysam çocuğuma kitap
okutamıyorum. Gönülden Gönüle kitabınızı okumaya başladım.
Birkaç gün sonra ben kitabı okurken çocuğumda okumaya başladı.
Bu güne kadar okuyucularımın yeni kitap çıktı mı? Ne zaman çıkacak? Şu kitabınızı nereden temin edebilirim. Ayrıca okutanların duaları hele “Allah razı olsun” demeleri, beni daha çok
çalışmaya sevk etti. Allah onlardan razı olsun. Bana bu kitabı da
okuyucularıma sunmayı nasip eden Cenab-ı Allah’a hamd olsun.
Mustafa ÖSELMİŞ
4
İÇİNDEKİLER
Hz.Muhammed (A.S)
Hz.Muhammed (A.S) Nasıl Yaşadı Ve Neler Yaptı
Muhammet Aleyhisselamın Sünneti
Dünyada Çok Evlilik (Polygamie)
İslam Peygamberi Niçin Çok Evlendi
Sünnet Merasimleri
Şirke Düşmekten Korunmak
İnsan İçin En Büyük Kazanç
Mucize Olayı
Fıkıh Bilmenin Önemi
Dinde Denileni Yapılanı Bilmek
Müslüman Mıyız?
Allah’ın Evi Camilerimiz
Türkçe Ezan_ Türkçe Namaz
Abdest Gusül
Zekât Malı Arttırır
Hac İbadeti
İslam Düşmanlığı
İslamın Dünyaya Bakışı
Cihad Ruhu Olmayan Müslüman
İnsanın Önde Gelen Vasfı Ahlak
Fitne Ve Musibet
Yaşlılara Saygı
Ana Baba Hakkı
Hayat Tarzımız
İslamda Kadın
Kadının Güzel Görünme Çabası
Açıklık Medenilik Değildir
Mutluluk Yolu
Doğum Kontrolü
İnsanın En Yakın Düşmanı Nefis
Harama Düşüren Şüpheli Şeyler
Faiz Yasağı
Irk Ayrımını İslam Reddeder
Toplumsal Hastalık
Gurur Kibir Günahların Anasıdır
Alış-Veriş Adabı
Geleceğimiz Çocuklarımız
5
Okullar Açılırken
İmam Hatip Okullarımız
Yaz Kur’an Kursları
24 Kasım
Cin Ve Şeytan
Misyonerlik
Misyonerlik-2
Domuz Mu Yiyoruz
Komşuluk ve İnsan İlişkilileri
Yılbaşının Anlamı
Müslüman Müslümanın
6
HZ.MUHAMMED (A.S)
(Kutlu Doğum Haftası)
Allah’a hamd, Rasulüne Salât – Selâm olsun. Aline Ashabına
ve bütün Müslümanlara selâm olsun.
Bizi Müslüman olarak yaratan Müslüman olarak yaşatan
âlemlerin Rabbına hamd olsun, şükürler olsun.
Peygamler (as) son peygamberdir. O, âlemlere rahmet olarak
gönderilmiştir.
O’nu anlamak anlatmak için hafta ayrılması, misyoner oyunudur. Bir yıl unutacaksın, bir hafta da O’nu tanıyacaksın. Bu
unutturma oyunudur. Hele yılbaşına benzer şekilde meydanlarda
maytaplarla eğlenceye dönüştürülmesi endişe vericidir.
A) MUHAMMED (AS) KİMDİR?
Muhammed (as) aylara haftalara sığdırılamaz. O bir ömre
sığmaz.
Devir, cahiliye devridir. Akla hayale gelmedik insanlık dışı
kötülüklerinin yaygın olduğu bir devirdi. Bir kurtarıcı, bir rehber
gerekiyordu. Cenab-ı Allah Muhammed kulunu kurtarıcı Peygamber olarak gönderdi.
O günkü durumu Kur’an şöyle ifade eder;
“İnsanların işledikleri kötülükler yüzünden, fesat her tarafı
kapladı ve karada, denizde yayıldı.”(Rum:41)
Zulüm, ahlaksızlık, hırsızlık, gasb ve her türlü ahlaksızlık diz
boyu idi.
Allah Rasulü gene Muhammed, zulme ve haksızlıklara uğrayanlara karşı ilgisiz kalamazdı, zayıflara, haksızlığa uğrayanlara
yardım eden Hılfu-l Fudul Cemiyetine üye oldu.
Bir defasında Ebucehil, bir hıristiyanın malını almış vermemişti. Hıristiyan bu cemiyete başvurmuş Muhammed (as) Ebucehil’in kapısını yumruklamış, kapıyı açan Ebucehil’e sert bir dille”
Falanın mallarını geri ver!” demişti. Ebucehil aldığı malları getirip
kapının önüne koydu. Hanımı : “Ahmak şu gençten mi korkuyorsun? “ deyince Ebucehil 'in cevabı: “Öyle deme, Muhammed ‘in iki
yanında iki aslan vardı, beni parçalayacaktı” olmuştu.
O, en büyük insandır. “ Oda bir insandı ” diyenler oluyor,
evet oda bir insandı ama insanların en üstünü ve en büyüğü idi.
7
Alemler O’nun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştı. Yeryüzünde onun kadar sevilen bir başkası olmamıştır.
Allah O’nun için “ sen olmasaydın alemleri yaratmazdım”.
-“ Sen en büyük ahlak üzerinesin.” (Kalem: 4)
Allah ona “habibim” demiştir.
O, Rasulü’s sekaleyndir (cin ve insanların peygamberidir)
O, peygamberler peygamberidir.
O,Muhammedü’l Emin’dir.
Düşmanları, Onun için “ O hiç yalan söylememiştir “ demiştir.
O cahiliye devrini kapatarak en büyük devrimi yapmış Asr-ı
Saadet devrini yaşatmıştır.
İngiltere’de ”George (Corc)” isminden sonra ikinci sırada çocuklara “Muhammed” adı verilmektedir. Bulgaristan’da en çok
peygamberimizin isimleri verilmektedir.
Dedesine neden “Muhammed” adını verdin dediler. Abdulmuttalib : “Umarım gökte Hakk yerde halk onu övecektir“ demişti.
Annesi Amine vefat ederken : “ Hiç üzülmüyorum, insanlığa
en hayırlı evlat bırakıyorum” demiştir.
Adı Kelime-i tevhid, kelime-i şehadette Cenab-ı Allah’ın adı
ile beraber söylenir.
Kur’an’da bir çok defa : “ Allah’a ve Rasülüne itaat edin ! “
emri geçer.
Kendisi kendini şu sözlerle anlatmıştır:
“ Rabbimin katında benim on ismim var:
*BenMuhammed’im
*Ben Ahmed’im
*Ben Mahmud’um (övülen)
*Ben Mahiyim (Benimle Allah inkarcılığı mahvedecektir.)
*Ben Haşir’im (Allah kullarını benim izimde toplayacaktır.)
*Ben Rahmet peygamberiyim
*Ben tevbe peygamberiyim
*Ben kahramanlık peygamberiyim
*Ben mukaffiyim (İnsanları Allah’ın yoluna yöneltirim)
*Ben insanlığı kemâle erdirenim” (Müslim Fazail: 126 )
O’nsuz olmaz. Cenab-ı Allah : “ sen olmasaydın alemleri yaratmazdım “ buyurmuştur.
B) ALLAH RASULU İNSANLIĞA ÇOK ŞEY SUNMUŞTUR
İnsanlık, ne kazandı, ne elde ettiyse Allah Rasülü sayesinde,
8
O’nun vasıtasıyla elde etmiştir. Ne öğrendiyse onun sayesinde öğrenmiştir.
Puta tapmaktan, insana kulluktan kurtulmuştur. O’nun sayesinde
tevhid incanına sahip olmuştur.
Dünyada en büyük inkılâbı O yapmıştır. Cahiliye devrini o kapatmıştır. Köleliği kaldırmış, eşitliği, adaleti getirmiştir.
“Muhammedü’l Emin” adını alarak insanlığa örnek olmuştur. İnsanı alçaltan kötülüklere yasak getirmiştir. Egoizmin yerine insanara
faydalı olma anlayışını getirmiştir.
İnsanları leş yemekten, fuhuştan, çocuklarını öldürmekten kurtarmıştır.
Sağlık kuralları, ahlâk kuralları ortaya koymuştur. Mikroptan o
bahsetmiş, karantinayı o vurgulamış, hastalıklardan korunmayı o
öğretmiştir.
52 madde halinde ilk anasyasayı o hazırlamış, toplum ilişkilerini
düzene koymuştur.
Ensar muhacir kardeşliğini o sağlamıştır. Irkcılığı o yasaklamış,kınamayı,aşağılamayı kaldırmıştır.
İnsanlardan biad alırken; şirk koşmama, haksız yere cana kıymama
ve elinden geldiği kadar dinin emirlerine uyacağına dair söz alırdı.
Veda Hutbesi’nin özünde neler vardı:
1- İnsan haklarına saygı,
2- Zulmedilmemesi, zulme boyun eğilmemesi,
3- Kan davalarının kaldırılması,
4- Faizin her çeşidinin yasaklanması,
5- Kadın haklarının çiğnenmemesi,
6- Kur’ana ve Sünnete uyulması,
7- İnsanın zulmetmemesi ve zulme uğramaması,
8- Müslümanların kardeş olduğu “ konuları “ vardı.
Allah Rasül’ü adap edep öğretmiştir. Suffa adı ile okul açmış, orada ilim öğretmiştir.
Mehmet Akif’in ifadesiyle:
Dünya neye sahipse, o’nun vergisidir hep.
Medyun O’na cemiyet, Medyun O’na ferdi.
Medyundur O mâsuma bütün beşireyet.
Ya Rab! Bizi Mahşerde bu ikrar ile haşret.
C) ASHABI ONA ÇOK BAĞLIYDI
9
Yeryüzünde O’nun kadar sevilen ve itaat edilen bir başka insan gösterilemez.
Ümmeti O’nu hiç bir zaman unutmadı. Ashabı O’nu mallarından, canlarından, ana- babalarından ve evlatlarından çok sevmiştir. O’nun yoluna her şeylerini fedâ etmiştir. Peygamberin arzu
ve isteklerini canla başla yerine getirmişlerdir. Enes (ra): “ Allah’ın
elçisinden daha sevimli başka kimse yoktu “ demişti. Savaş sonrası
eşini, evladını babasını sormuyor kadınlar : “Allah Rasulü nasıl?“
diyorlardı.
Mekkeliler beni Haşim’e “Muhammed’i bize teslim ediniz,
sizi memnun ederiz “ demişlerdi. Reddettiler. Kurteyş, bütün ilişkiyi kesti, bu uğurda her türlü ezâ ve cefaya katlandılar. İmam-ı
Azam, peygamberin mezarının bulunduğu yere ayağını uzatmıştır.
İmam-ı Şafi, Medine’de atına binmemiştir.
Hz.Ömer (ra): “ Bizim hiçbir şeyi bilmezken Allah bize Muhammed (as) ıgönderdi. Biz onu neyi nasıl yaparken nasıl görmüşsek, öyle yaparız” demiştir. Bir gün Hacer’ul es ved-i öpmüş:
“Peygamber seni öpmeseydi bende öpmezdim “ demiştir.
Hz.Sevban(ra) Allah Rasülü Medine dışına gidince birkaç
günlük ayrılığına dayananmamış, sararmış solmuştu. Allah Rasülü
gelirken karşılamaya gitmiş, Allah Rasülü ona:
-“Ne o hasta mısın ?” demişti.
-Hayır ya Rasülüllah, senin hasretinden. Dünyada birkaç günlük ayrılığına tahammül edemedim, ya ahirette nasıl dayanırım?
der.
Allah Rasülü:
-“Kişi sevdiği ile beraberdir“ buyurdu. Cenab-ı Allah’da Nisâ
sûresinin 69.ayetini indirmiştir.
Gazneli Mahmud Peygamberimizin adını abdestsiz ağzına
almamıştır. İçki yasaklanınca herkes evine koşmuş, küpleri dökmüş
ve küpleri kırmıştır.
Sahabe, Allah Rasülüne son derece bağlıydı. Hiçbir zaman
Musa(as)’ın kavmi gibi sen git, biz buradayız demediler. Gece
gündüz onu yalnız bırakmadılar. Hicret sırasında mallarını, sevdiklerini bırakıp Peygamber(as) ile hicret ettiler. Hubab (ra) ın çok
alacağı vardı bütün alacaklarından vazgeçme şartı ile hicret etti.
Yâsir asilesi gibi en ağır işkenceleri gördüler peygamberden vazgeçmediler. “ Anam babam sana feda olsun ya Rasüllülah! “ dediler.
10
Muhammedin senin yerine öldürülmesini ister misin sorusuna
: “Değil onun benim yerime öldürülmesi, Mekke’de onun ayağına
diken batmasına bile razı olmam “ deyip öldüler, şehid edildiler.
Ailelerini, terk ettiler, mallarını terk ettiler, ama peygamberlerini
asla terk etmediler. Savaşta Mus’ab (ra) Peygambere zarar gelmesin diye kendini siper etmiş, kılıç darbeleriyle kolları doğranmıştı
Allah Rasülünün kırılan dişi, kanayan yanağını görünce, yarım kalan kolları ile yüzünü örtmüş, Allah Rasülünü gereği gibi koruyamadık diyerek ağlamıştır. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah bir hadisten
şüphe ettiğini söyleyince Hz. Ömer (ra) fikrinden vazgeçinceye
kadar oğlu ile konuşmamıştır.
Bir sahabi: tavla oynayan yeğenine “oynama! “ demiş, vazgeçmediği için onunla bir daha konuşmamıştır. Altın yüzük takan
birine Allah Rasülü : “ Ben bunu size yasaklamadım mı? “ diyip
fırlatıp atmıştı. Allah Rasülü ayrılınca arkadaşları : “ Senin durumun iyi değil, çocuklarına harcarsın al ! “ dediler. O sahab i “ Allah
Rasülünün attığını vallahi almam “ demiş, almamıştır. Kıp kırmızı
elbise giyene Peygamber (as) hoşlanmadığını ima etmiş, o derhal
gidip çıkarmıştır. Saçını uzatana “ Zübab “ Zübab “ demiş oda hemen kestirmiştir. Mescidten yüksek ev için “ bu kimin? “ demiş ev
sahibi hemen bir katını yıkmıştır. Talha Bin Bera (ra) Peygamberi
görmeden inanmıştı. Peygamberi görünce ellerine kapandı ve “
sana asla itiraz etmem, ne dersen yaparım “ dedi. Peygamberimiz
ona : “ Madem beni çok seviyorsun, git babanı öldür “ deyince:
Peki ya Rasullulah deyip arkasını döndü, o sırada Allah Rasülü:
Dur! “Ben arkabaların arasını bozmak için gönderilmedim “ buyurdu. Birgün namazda vahiy geldi. Peygamber (as) ayakkabılarını
çıkarmıştı (cemaatte çıkarırdı). Namazdan sonra “niye ayakkabılarınızı çıkardınız? “ diye sordu? “Siz çıkardınız da ondan” cevabını
verdiler.
Ebu Süfyan, Müslüman olmadan Medine’ye kızının yaınına
uğramıştı. Mindere oturmak istedi. Kızı oturtmadı. O Allah Rasülünün minderi, sen necisisin dedi. Büyüklerimiz Rasüllah aşkına
Mekke ve Medine’ye her hizmeti götürmüşlerdir. Allah Rasülü
rahatsız olmasın diye tren yolunun altına keçe döşemişlerdir. Mekke, Medine’den gelen mektubu abdestsiz açıp okumamışlardır. Yavuz Sultan Selim Mekke, Medine’nin hakimliğini kabul etmemiştir,
hadimliğine (hizmetçiliğine) talip olmuştur.
11
Sahabe 23 yıl O’nun saç ve sakalının telini yere düşürmemişti. Şimdi bir Sakal-ı Şerif ziyareti olsa, ümmeti salavatlarla, tekbirlerle ve göz yaşları ile sevgilerini göstermektedir.
Adını duyup da elini kalbine götürmeyen, salavat getirmeyenlerin sayısı çok azdır. Kız çocuklarına O’nun remzi olan gülden
müştak isimler verilmekte, erkek çocuklarına da Muhammed, Ahmet, Mustafa, Mahmud gibi isimleri verilmektedir. Herkesin adısanı bir gün mutlaka unutulacaktır. Ama Peygamberimizin adı Kıyamete kadar unutulmayacaktır.
Rabbim O’na layık ümmet olmak nasip etsin.
D) PEYGAMBER SEVGİSİ
Allah Rasülü, yeryüzünün en çok sevilen insanıdır. Cenab-ı
Allah onu sevmiş ve bize “ sevin, itaat edin, ona selam gönderin
salavat getirin“ diye emretmiştir.
“Peygamber mü’minlere kendi canlarınıdan daha yakındır “
(Ahzab: 6 )
“ Eğer Allah’ı seviyorsanız buna uyun ki Allah’da sizi sevsin
ve günahlarınızı bağışlasın. (A’l-i İmran 31 )
“And olsun size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki,
sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir, O size çok düşkün ve
size karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. “ (Tevbe: 128 ) buyurmuştur.
Allah O’nu sevmiş “ habibim “ demiştir. Onun için Müslümanlar peygamlerini çok sevmişler onun için her türlü fedakarlığı
göstermişler, O’nu asla yalnız bırakmamışlardır.
Yahudiler peygamberlerinin mezarının nerde olduğunu bilmezler. Onun asasına sahip değillerdir Getirdiği Tevratı muhafaza
edememişlerdir.
Hristayanlara Hz.İsa‘dan kalan bir şey yoktur. Müslümanlar
peygamberlerinin her sözüne, her emanetine sahiptir. Hatta sakalının her teline sahiptir.
Peygamber(as) ‘ı nasıl sevmeliyiz? “ Ben Peygamberimi seviyorum “ demek yeterli değildir. O’na uymadan sünnetine dört
elle sarılmadan, O’nun için fedakarlık yapmadan olmaz. Sevgi dilde kalmamalı. Seven, sevdiği ile beraber olur. Seven, sevdiğinin
isteklerini yerine getirir.
Allah Rasülü şöyle diyor:
“Kim sünnetimi canlı tutarsa, beni seviyor demektir. Kim severse, cennette benimle beraberdir. (Tirmizi, ilim:16 )
12
Birkaç sevgi örneği nakledelim:
Sahabe peygamber (as) a hiçbir zaman saygısızlık etmemiştir.
Onun için savaşmışlar şehit olmuşlar, mallarını islam için harcamışlar. O’nu kendi canlarından çok sevmişlerdir. Hatta abdestsiz
hadis rivayet etmemeye çalışmışlardır.
Hz. Ömer (ra) soruyor:
-“Ya Rasulullah! Seni canımdan sonra çok seviyorum “ diyor.
-“Canından da çok sevmedikçe hakiki mümin olamazsın “
cevabını alıyor.
-“Canımdan da çok seviyorum” diyor.
-“Şimdi oldu” cevabını alıyor. (Buhari, Eymen: 3 )
İslam’ı öğretmeleri için muallim heyeti isteyen Hüzeyl kabilesi, gönderilen 6 kişilik muallim kafilesini hunharca katletti. İçlerinden Zeyd İbn’ud-Desinne’yi satmak için esir olarak götürmüşlerdi. Babasını öldürdüğüne karşılık olarak öldürmek için Sayfân
İbn-i Ümeyye satın aldı. Öldürmek üzere karşısına diktiği zaman
Ebû Süfyan Alaylı bir tavırla sordu:
-“ Sana Allah’ın adını vererek söylüyorum Ya Zeyd, söyle,
şimdi yerine Muhammed ‘in elimizde olup O’nun boynunun vurulmasını ve sende ailenin yanına dönmeyi istemez miydin? “
Zeyd ona şöyle cevap verdi:
-“Vallahi ben eilemin yanındayken Muhammed Aleyyhisselâtü Vesselâm’ın ayağına bir diken batmasına bile razı olamam! “
dedi.
Ebû Süfyan, beyninden vurulmuşçasına haykırdı:
-“ Muhammed ‘ in ashabının Muhammed “ i sevdikleri kadar
arkadaşları tarafından sevilen bir kimse görmedim. “
Peygamberimize birisi soruyor:
-“Kıyamet ne zaman kopacak ?”
Namaz kılınacağı için Peygamberimiz cevap vermemiş, namazdan sonra:
-“O kıyameti soran nerede ?” dedi. Biri : “Benim ya Rasüllulah, ben sormuştum.” Dedi.
Peygamberimiz ona:
-“Sen kıyametin ne zaman kopacağını bırak, kıyamet için ne
hazırladın?” Dedi. O kişi:
-“Fazla bir hazırlığım yok. Ama Allah’ı ve Rasulünü çok seviyorum “ cevabını verdi.
Peygamber (as): “ Kişi sevdiği ile beraberdir “ buyurdu.
13
Bir olay da şöyle:
Peygamber (as) dünyaya geldiğinde Sevbiye Hatun Ebu Leheb’e “yeğenin doğdu erkek“ müjdesini vermişti Ebu Lehep sırf
asabiyetten (ırkçılıktan) dolayı sevinmiş, Sevbiye’yi ödüllendirmişti. Sevbiye ölümünden sonra Ebu Leheb’i rüyasında görür ve sorar:
“Neredesin? “ Ebu Lehep:
“Hiç iyi değilim, ancak pazartesi günleri yeğenim Muhammed’in doğumuna sevindiğim için azabım biraz hafifliyor “ diyor
Azıcık bir sevgiden dolayı EbuLeheb’e böyle bir lütufta bulunuluyorsa, gönülden Peygamber (as) ı seven bir Müslümana acaba ne gibi bir lütufta, ihsanlarda bulunulacak hiç düşündünüz mü?
Allah’ın Peygamberine olan ilgi ve sevgi karışılıksız değildir.
Peygamberimiz(sav) bir sahabiyi: Çine tebliğ için göndermişti. Birkaç aylık yolculuktan sonra Çine varmış, bir yıl kadar sonra
Allah Rasülünü o kadar özlemiş ki, görüp geleyim diye yola düşmüş, geldiğinde Allah Rasulünün vefatını öğrenince yıkılmış, kendini kaybetmişti. Kendine gelir gelmez : “Beni oraya Allah Rasulu
gönderdi “ demiş, gerisin geriye yollara düşmüş, verilen göreve
devam etmiştir.
Ahmet Yesevi, 63 yaşından sonra mezar gibi bir çukur kazdırıp geri kalan ömrünü o çukurda geçirmiş ve “Allah Rasulü’nün
yaşamadığı ömrü yaşayamam “ demiştir.
Gazneli Mahmud’un yardımcısının oğlunun adı, Muhammed
imiş. Onu her defasında “Muhammed” diye çağırmış. Bir gün babasının adı ile “ falanın oğlu “ diye çağırmış. Bunun sebebi sorulunca da şöyle açıklamış:
“Ben ona “Muhammed” derken hep abdestli olmaya dikkat
ettim Babasının adı ile çağırdığımda abdestim yoktu.”
İmam-ı Azam, Medine’de Allah Rasülüne sevgi ve saygısından dolayı atına binmemiştir. İmam-ı Şafi Medinede ayaklarını
uzatmamıştır.
Yaman Dede Peygamber (as) ı çok sever, O’na Salevat getirir, selam gönderir. Ölürkende son nefesini vermeden önce doğrulur, kapıya bakar : “ Niçin geldin Ya Rasullulah, ben geliyordum”
der.
E) SALAVAT GETİRMEK
Peygamber (as) üzerine salevat getirmemizi Cenab-ı Allah
emretmiştir. Şöyle buyurur : “Allah ve melekleri peygambere çok
14
salevat getirirler. Ey Müslümanlar! Siz de O’na salevat getirin ve
tam bir teslimiyetle selâm verin.“ (Ahzab: 56 )
Bu emre göre Müslüman ne diyecek, nasıl salevat getirecektir? Her Müslüman : “ Allahümme Salli ala Muhammed “ “ Sallallahü aleyhi vesellem “ diyecektir. “ Esselatü vesselamü aleyke ya
Rasulellah demek de Allah Rasülüne selâm göndermektir. Salevat
getirmemizi peygamber (as) da istemiştir. Şöyle buyurur:
“ Şefaatime hak kazananlar benim üzerime en çok salevat getirenlerdir “ ( Riyaz’üs-Salihın: 1427 )
“ Kıyamet günü Müslümanların bana en yakın olanları benim
üzerime en çok salevat getirenlerdir. “ ( Tirmizi, Vitir: 21 ) buyurmuşlardır.
“ Cimri o kimsedir ki, yanında ben anıldığımda salatü selam
getirmez. “ (Ramuz el – e hadisi 194/7)
“Yanında anıldığımda salavat getirmeyenin burnu sürtülsün“
(R.Salihin:1429 )
Kulak çınlayınca da şöyle dememizi istemiştir : “ Sizden birini kulağı çınladığı zaman beni ansın, üzerime salavat getirsin ve “
beni ananı Allah da hayırla ansın “ desin.
Salavat getiren, Allah’ın emrini yerine getirmiş ve Peygamberine yaklaşmış, şefaatini hak etmiş olur.
F) PEYGAMBER ŞEFAATİ
Allah Resulü Hz.Ömer’e şöyle demiştir:
-“ Benim ölümümde, vefatımda sizin için hayırlı olur. Hayatta iken vahiy gelir, bensize dininizi öğretirim, helal-haramı açıklarım. Bu sizin için hayırlıdır. Ben ölünce Perşembe günleri amelleriniz bana bildirilir. İyi amelleriniz için Allah’a hamd ederim sizin
için hayırlıdır”
Peygamberimizin şefaati haktır, inkar edilemez, inkar eden
küfre girer. O, alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Kur’an’a göre Muhammed (as) a diğer peygamberlerden
farklı olarak şefaat hakkı verilmiştir.
Peygamber (as) şöyle buyurur : “Rabbim beni ümmetimin yarısının cennete girmesi veya şefaat arasında serbest bıraktı. Ben
şefaati seçtim “ (Ramuz el-Ehadis: 123/2)
“Kıyamet gününde peygamberlerin önünde şefaat etmeye
yetkili olacağım. “ (İ.Canan, Hadis Ans: 12/194)
15
Peygamberlerin “ nefsi, nefsi “ diyerek kaçışacakları kıyamet
gününde peygamberimiz (as) ümmetine şefaat edecektir.
Peygamber (as) ın şefaatinden kimler istifade edecek, kimler
mahrum olacak?
Peygamberimizin şefaatinden:
-Şefaati uman ve lâyık olan,
-Şirk koşmayan
-Bidat ve hurafelerden uzak duran,
-Sünnetini terk etmeyenler istifade edecekler.
Şefaatinden istifade edemeyeceklerden bahisle şöyle buyurur:
“ Ümmetimden pek çok kimseyi şefaatimle ateşten kurtaracağım. Bazı kimseleri de zebaniler alıp gidecek. Ben : “Allah’ım,
zebanilerin alip götürdükleri benim ümmetimdendir” diyeceğim.
Cenab-ı Allah bana : “ Senden sonra onlar neler neler ihtas ettiğini,
bid’at işlediğini biliyor musun? “ diyecek. (İ.Canan Hadis
Ans:17/398)
Ve iki kişiye şefaatim olmaz, “zalim yönetici, dinde aşırı giden. “ (Ramuz el Ehadisi 308/9)
“Kıyamet gününde dinde değişiklik yapana bid’at işleyene : “
benden uzak dur “ diyeceğim. (B.Hadis Kül: 5/392 )
Rabbim şefaatinden mahrum etmesin. Çünkü peygamberimizin şefaatinden mahrum olan cennete giremeyecektir.
G) PEYGAMBERİMİZİN BİZE VASİYETİ NEYDİ?
O bize “ sünnetime azı dişinle sımsıkı yapışır gibi yapışınız”
diye emretmiştir. (Ebu Davut Sünnet: 5 )
Veda Hutbesinde : “Size İki emanet bırakıyorum, Kur’an ve
Sünnetim. Onlara sarılırsanız, yolunuzu sapıtmazsınız”. Demiştir.
Son sözleri : “ Namaza, namaza dikkat edin! Elinizin altındakilere
iyi davranın “ olmuştur. Onun hadisleri bize vasiyettir. Her birine
sarılmakta şehit sevabı vardır.
Vefatı esnasında üç şey vasiyet etti:
1-Müşrikleri Arabistan’dan çıkarınız.
2-Gelecek elçilere yaptığım gibi ikramda bulununuz.
3-Olayı anlatan İbni Abbas, “ üçüncüsünü unuttum demiştir.
En son mescide Hz. Ali’nin yardımı ile gitti. Oturarak kıldığı
namazdan sonra “ Her konuda size iyilik eden Ensar’a iyi davranmayı vasiyet etti. Muhacirlerinde birbirine iyi davranmasını ve birbirine saygılı olmalarını söyledi.
16
Sağlığında Ashabı O’na sordu:
-Ya Rasulallah, bizden daha hayırlı birileri var mı?
-Evet, sizden sonra gelecek ve beni görmeden iman edecek
kimselerdir “ buyurdu (Müsned: 4/106 )
Bir hadislerinde de : “ Benim ümmetim yağmur gibidir. Başı
mı, sonu mu hayırlı bilinmez “ buyurmuştur. (Tirmizi Emsal 6)
İnşallah başı gibi sonu da hayırlı olur.
Esselatü vessalamü aleyke Ya Rasulellah
Esselatü vesselamü aleyke Ya Habibullah
Esselatü vesselamü aleyke ya seyyidel evveline
Vel ahirin velhamdülillahi Rabbil alemin.
Rabbim bizi peygamberimizin yolundan, sünnetinden ayırma,
şefaatinden de mahrum etme.
O’NUN ÜMMETİNDEN OL!
Beri gel, serseri yol!
O’nun ümmetinden ol!
Sel sel kümelerle dol!
O’nun Ümmetinden Ol!
Sen hiçliğe bakan yön!
Hep sıfır arka ve ön!
Dosdoğru Kâbe’ye dön!
O’nun ümmetinden ol!
Gel dünya, mundar kafes!
Gel, gırtlakta son nefes!
Gel, arşı arayan ses!
O’nun ümmetinden ol!
Solmaz, solmaz; bu bir renk…
Ölmez, ölmez; bir ahenk…
İnsanlık; hevenk hevenk,
O’nun ümmetinden ol!
Gökte çakıyor haber;
Geber çelik put, geber!
Doğrul, yeni seferber,
O’nun ümmetinden ol!
17
N.Fazıl Kısakürek
18
Hz. MUHAMMED (A.S)
NASIL YAŞADI VE NELER YAPTI
Peygamber (as) insanlığa rehber olarak, örnek olarak gönderilmiştir. O, yol göstericidir.
O, alemlere rahmet için gönderilmiştir. Yüce bir ahlak üzere
gönderilmiştir. Ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir. O, rahmet
peygamberi, şefkat peygamberi ve şefaat peygamberidir.
O, hayatında yalan söylememiş, kimseyi aldatmamış, “ Aldatan bizden değildir “ buyurmuştur. Çarşıda bir satıcıya uğramıştı.
Buğday çuvalının içine elini daldırınca içinin ıslak olduğunu gördü.
-Bu ne? diye sordu.
-Yağmurdan ıslanmış cevabını aldı. Ona:
-Islak kısmını üste çıkarıp insanların görmesini sağlayamaz
mıydın? Aldatan bizden değildir. (Müslim, iman: 154 ) buyurarak
satıcığının sattığı malın olduğundan başka göstermesinin doğru
olmadığını ifade etmiştir.
O, el öptürmeyen, kendisi için ayağa kalkılmasından, krallara
yapılanların kendisine yapılmasından hoşlanmayan bir peygamberdir.
Ebu Hureyra (ra) anlatıyor:
Allah Rasulü ile çarşıya çıktık, bir şeyler aldı ve satıcıya “
parayı tam olarak al! “ dedi. Parayı, alan peygamberin elini öpmek
istedi; eline atıldı. Allah Rasulü elini çekti ve “ Bu el öpme işi
acemlerin kullarına yaptığı iştir. Ben kral değilim “ dedi. Eve dönerken elindekileri almak istedim, bana “ bir yükü sahibinin taşınması daha uygundur “ dedi, vermedi.
Bir şey sormak için gelen kadın titremeye başlamıştı, ona : “
Ne titriyorsun? Ben Kureyşli kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” demiş, sakinleştirmiştir.
Allah Rasulü kendine hizmet ettirmemiştir. Bir seyahatte yemek hazırlığı yapılırken, herkes bir şeyler yaparken “ sen otur ya
Rasulellah biz hazırlarız “ diyenlere “ bende odun toplayacağım “
demiştir.
Hiçbir zaman “ sen sen şunu yap, bunu yap “ diyerek emretmemiştir.
Cenab-ı Allah Muhammed kulunu üstün ahlak ile yaratmıştır.
Doğruluğu, dürüstlüğü ile düşmanları bile saklanması gereken eş-
19
yalarını O’na emanet etmiş, O’na “ Güvenilir “ anlamında “ Muhammed’ü-l Emin “ demişlerdir.
Kul hakkına son derece önem verirdi. Şöyle buyurdu : “ Yalan yemin ile bir Müslümanın hakkını alan kimseye Allah cenneti
haram eder ve cehennemi farz kılar. “
Dediler ki :
-Az bir şey olsa da mı?
-“Bir ağacın bir çubuğu dahi olsa “ buyurdu. (Muslim, iman
:218 )
Müşriklerin zulmünden bıkan Müslümanlar Habeşistan’a sığınmışlardı. Müşrikler Herakliyus’tan Müslümanları geri istediler
kral, Ebu Süfyan’a sordu:
-Muhammed size ne emrediyor? Ebu Süfyan:
-“Namazı, ifeti, vaadinde durmayı, emanete riayeti “ dedi.
Tekrar sordu:
-O hiç yalan söylediği, sözünde durmadığı oldu mu? Ebu
Süfyan?
-“Hayır “ deyince Herakliyus : “ işte o Peygamberdir “ dedi.
Müslümanları himaye etti.
O, sade bir hayat yaşamıştır. Yerken, içerken, giyinirken, yatarken, kalkarken, bir işe başlarken hep sağdan başlamıştır. Gümüş
yüzüğü vardı, onu sağ eline takardı.
Peygamber (as) bir adamın parmağında altın yüzük görür,
onu çıkartıp fırlatır atar ve şöyle der: - “Sizden biriniz ateşli kora
koşup, onu elinde mi taşıyor? Ben size bunu haram kılmadım mı?”
Peygamber (as) oradan ayrıldıktan sonra oradakiler yüzüğü alıp
gelir, o adama derler ki:
-“Al bunu ailen için harcarsın! “
O sahabi der ki:
-“Hayır! Peygamberin attığını vallahi almam.”
(Riyaz üs-Salihın:189)
Peygamber (as) besmelesiz iş yapmazdı. Unutsa bile: “Bismillahi evvelihi ve ahirihi “ derdi.
Yemeklerden önce ellerini yıkar, sonunda şükreder, hamd
ederdi.
Suyu üç yudumda içer sıcak yiyip içmez, yemeğe bir miktar
tuz ile başlardı. Sofradan doymadan kalkar, acıkmadan da yemezdi.
“Yerken sağ elinizle yiyin. Bir şey içerken sağ elle için. Çünkü sol elle şeytan yer ve içer.” (Müslim, Eşribe:105)
20
Sol elle yiyen adama peygamber (as): “ Sağ elinle ye!” Dedi.
O : - “Yapamıyorum” deyince de:
-“Yapamaz Ol! “ buyurdu. (Adam gururundan böyle demişti.
Bir daha sağ elini ağzına götüremedi) (Riyaz üs-Salihın:159)
Allah Rasulü yatarken sağ tarafına yatar sağ elini sağ yanağının altına koyardı. Düzenli yatar düzenli kalkardı.
Lüks rahat yataklarda yatmazlardı. Bir gün Hz.Aişe (ra) Kendisine rahat bir yatak hazırlamıştı. O gün teheccüt namazına kalkamadı. “ Benim yatağımı eski haline getirin “ dedi. “Bu yatak
rahat, gece kalkmama mani oldu “ diye ilave etti.
Bir gün Hz. Ömer (ra) , peygamber hasır üzerinde yatmış,
hasrın O’nda iz bıraktığını görüp ağlamıştı. Peygamber ona:
-“Neden ağlıyorsun ?” Hz. Ömer:
-Sizin şu halinize ağlıyorum. Krallar ve imparatorlar, rahat
yataklarda yatarken, siz hasır üzerinde yatıyorsunuz.” Dedi. Bunun
üzerine Peygamber (sav) Hz. Ömer’ e:
-“Ağlama! Dünya nimetleri onların, ahiret nimetleri de bizim
olsun, razı değil misin? Dünyanın Allah katında sinek kanadı kadar
değeri yoktur.” Demiştir. Allah Rasulü yatarken dua etmeden yatmazdı. Fatiha, Ayete’L Kürsi, İhlâs, Felâk ve Nâs surelerini okur,
üzerine üfler ve Allah’a sığınarak yatardı. Son sözlerinin dua ve
sure olmasını isterdi.
Ebu Zer (ra) şöyle nakleder:
-“ Yatağa girdiğinizde 33 defa Allahü ekber, 33 defa Sübhanellah, 33 defa elham dülillah” deyin buyurmuştur. (Age:1488)
-“Sizden biri bir yerden Allah’ı zikretmeden kalkarsa, eksik
iş yapmış olur. Bir kimsede yattığında Allah’ı zikretmezse, yine
eksik iş yapmış olur.” (Age:822) buyurmuşlardır.
Aile hayatına büyük önem verirdi. Aile fertlerine karşı çok
merhametli idi. Kaba, kırıcı davranmamıştır. Kızların gömülmesine, sırlarının ifşasına, kaba davranıp şiddet uygulanmasına asla
uygun görmemiştir. Hayatında kimseye el kaldırmamıştır. Ailesini
hiçbir zaman ihmal etmemiştir.
Bir sahabi : “ Hangi maldan edinelim? “ diye sorunca Peygamber (as):
-“Zikreden dil, şükreden kalp, dini yaşamakta yardım eden
mü’mine kadın. “ cevabını verir. (Seçme hadisler 176/69)
-“ En hayırlınız, ailesine en güzel davrananınızdır.” (ibn-i
mace, Nikâh:50 )
21
-“ En hayırlınız, kadınlarınıza karşı en iyi davrananınızdır.”
(seçme hadisler: 181/77 )
Peygamber (as) ‘ ın ibadet hayatı devamlı idi. “ Azda olsa
devamlı olanı makbuldür” derdi.
“Elimden gelse amelimi Kiramen Kâtibinden gizlerdim” demiştir.
Hz. Peygamber’in ashabından Abdullah b. Amr, devamlı olarak gündüzlerini oruçla, gecelerini ise ibadetle geçiriyordu. Onun
bu durumunu Allah Resulü haber aldığında şöyle buyurdu:
“Senin gündüzleri oruç tuttuğunu geceleri ise namaz kıldığın
haberi bana ulaştı. Böyle yapma! Şayet böyle yaparsan gözlerin
çöker, bedenin yorulur. Şüphesiz bedeninin sende hakkı vardır.
Ailenin sende hakkı vardır. Onun için bazı günler oruç tut, bazı
günler tutma; gecenin bir bölümünde namaz kıl, geri kalan kısmında uyu. “ Abdullah b. Amr’ın bu şekilde davranmakta ısrar etmesi
üzerine Hz. Peygamber ona Hz. Davud (as)’ın orucunu, yani bir
gün oruç tutup bir gün tutmamayı, yedi günde bir hatmetmeyi,
bunda da aşırıya kaçmamayı tavsiye etmiştir. Abdullah b. Amr’ın
ihtiyarlayıp gücünü yitirdiğinde tavsiyelere uymadığı için pişman
olduğu nakledilmektedir. (Buhari, Tehecüd, 20)
Abdullah bin Abbas (ra) şöyle anlatır:
- “ Ben Allah Rasulü ile beraberdim, bana : “ Sana bazı şeyler
öğreteyim “ dedi ve devam etti:
- Sen Allah’ın emir ve yasaklarını koru ki, Allah da seni korusun. Sen Allah’ın emir ve yasaklarına riayet et ki, O’nun yardımını göresin. Bir şey istediğinde yalnız Allah’tan iste.
Şunu bil ki sana yardım konusunda herkes bir araya gelse,
Allah’ın senin için takdir ettiğinden başkasını veremezler. Sana
zarar verme maksadıyla insanların hepsi bir araya gelse, Allah’ın
takdirinden başkasını yapamazlar.” (Tirmizi Kıyame: 5)
Allah Rasulü insanlarla ilişkilerinde bize güzel mesajlar vermişlerdi. Çünkü O’nun hayatında önce insan vardır.
Hz. Aişe (ra) der ki:
-“Rasûlallah (sav) kızı Fatma’yı alnından öperdi. O geldiğinde ayağa kalkardı. “
(Age: 544 / 3 )
-“Allah Rasulü bir gün torunu Hasan’ı öpünce yanındaki
adam:
-“ Benim on tane çocuğum var, onların birini öpmedim” der.
Bunun üzerine Allah Rasulü o adama şöyle der:
22
-“ Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Allah senin kalbinden merhameti söküp aldıysa ben ne yapayım. “ (Seçme hadisler: 169/57 )
Rasulüllah (sav) engellileri dışlamamış, üretken olmalarını
sağlamıştır. Onlara görevler vermiştir. Müezzin tayin etmiş, dışa
gidince yerine vekil bırakmıştır. Muaz Bin Cebeli engelli olmasına
rağmen yemene vali tayin etmiştir.
Allah Rasulü’nün komşuluk ilişkileri çok sağlamdı:
-“ Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna ikram etsin. “
(Buhari, Edep: 31 )
-“Komşusu şerrinden emin olmayan kimse cennete giremez.”
(Age: 69)
-“Hiç biriniz kendisi için istediğini başkası içinde istemedikçe olgun Müslüman olamaz.”
(Buhari,
İman:7)
Rasûlallah (sav) akraba ilişkilerinde de çok hassas davranırdı:
-“ Allah’a ve ahiret gününe inanan, akrabasını görüp gözetsin.“ (Buhari, İlim: 37 )
-“ Akraba ile ilişkisini kesen, cennete giremez.”
-“Rızkının bollaşmasını, ömrünün uzamasını isteyen, akrabası ile ilgilensin.”
(Buhari, Edep:12)
-“ İhtiyarlığında ana babasının rızasını kazanıp cennete girmeyenin burnu sürtülsün.”
(Müslim, Birr:9)
İşi zorlaştırmazdı:
-“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” (Buhari, İlim:12)
-“Kolaylık gösterin, güçlük göstermeyin, müjdeleyin, ürkütmeyin, öfkelendiğiniz zaman susun.” (Ramuz el-Ehadis: 510/6 )
Hz. Aişe (ra) şöyle der:
-“ Allah Resulü, iki durumdan birini seçmek durumunda kalırsa dine aykırı değilse, mutlaka kolay olanı seçerdi “ (Buhari,
Edep: 80 )
-“Rasulallah bir yere görevli gönderdiği zaman “ namazı hafif kıldır, hutbeyi kısa ve sözü az et “ derdi “ (Ramuz el-Ehadis:
528/6 )
Allah Rasulü çok merhametliydi. Hiçbir canlıya zulmedilmesine göz yummamıştır. Eziyeti, zulmü yasaklamıştır.
Abdullah bin Mesut şöyle anlatır:
23
Hz. Peygamber’le birlikte oldukları bir yolculuk esnasında
yaşanan olayı nakletmektedir. Buna göre, yolculuk sırasında orada
bulunanlar iki tane yavrusuyla birlikte bir kaya kuşu görmüşler ve
yavruları yakalamışlardı. Bunun üzerine anne kuş gelip onların
yanında çırpınmaya başlamıştı. Tam o sırada Allah Resulü onların
yanına geldi ve yapılanlar karşısında “ Bu kuşu yavrularından dolayı üzen kim? Hemen yavrularını ona geri verin! “ buyurdu. Hz.
Peygamber, aynı kişilerin bir karınca yuvasını da bilinçsizce ateşe
verdiklerini görünce bunu kimin yaptğını sormuş ve onlara : “
Ateşle azap etmek ancak ateşin Rabbine mahsustur! “ şeklinde uyarıda bulunmuştu. (Ebû Davud, Cihad, 112 )
Rahmet Peygamberi, hayvanlara merhamet etmenin de Allah’ın affına vesile olacağı ile alakalı şu kıssayı anlatmıştır : “ Yolculuk yapan bir adam çok susamış ve yolda rastladığı bir kuyuya
inip oradan su içmişti. Kuyudan çıkınca orada bir köpekle karşılaştı. Susuzluktan dilini sarkıtmış olan zavallı hayvan, nemli toprağı
yalıyordu. Yolcu kendi kendine, “ Bu hayvan da benim gibi çok
susamış. “ dedi ve tekrar kuyuya inip ayakkabısına su doldurdu.
Sonra ayakkabısını ağzı ile tutup kuyudan çıktı ve köpeği suladı.
Bu yaptığından dolayı Allah, o kulundan hoşnut oldu ve onu bağışladı”. Bu kıssayı dinleyen sahabilerin hayvanlar için yapılan iyiliklere de sevap olup olmadığını sormaları üzerine Allah Rasulü, “
Her canlıya yapılan iyilikte bir sevap vardır.” Buyurdu. (Buhari,
Müsakat, 9; Müslim, Selam,153)
Allah Resulü bir gün ensardan birine ait bir deveyi görmüş ve
zavallı hayvanın içler acısı hali dikkatini çekmişti. Çünkü aç bırakılan deve çok bitkin bir halde idi. Resul-i Ekrem’in şefkatle onu
okşaması üzerine sakinleşen hayvan inliyor, gözlerinden de yaşlar
akıtıyordu. Hayvanın bu halinden etkilenen Allah Resulü (s.a.s) ,
hemen onun kime ait olduğunu öğrenmek istedi. Medineli bir sahabi kendisine ait olduğunu söyleyince Allah Resulü, ona sitem ederek şöyle buyurdu: “ Sana verdiği şu deve hakkında Allah’tan
korkmuyor musun? Bu hayvan bana, senin onu hem aç bıraktığını
hem de yorduğunu şikâyet etti!” (Ebu Davud, Cihad, 44)
Peygamberimizin çok hoşgörülü ve af edici idi. Asla kin
gütmezdi.
-İnsanlara yumuşak davranmayan hayırdan mahrum olur “
(ibn-i Mace, Edep: 9 ) demiştir.
O kimseyi azarlamaz, kimseye kızmazdı. Rabbi ona:
24
-“Sen af yolunu tut. İyiliği emret, kötülükten sakındır. Cahillerden yüz çevir “ diye emretmişti. (A’raf: 199)
O, kimleri affetmedi ki Kendisini öldürmek isteyenleri, Müslümanlara zulmedenleri, yakınlarını öldürenleri affetti. Mekke’nin
fethinde kendini Mekke’den sürüp çıkaranlara:
-“ Ey Mekkeliler! Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz? “dedi. Mekkeliler:
-“ Biz size çok kötülük yaptık. Sen bize iyilik et. Sen af edicisin “ dediler.
Mekke Fatihi onları affettiğini bildirdi.
Enes Bin Malik: On yıl Peygambere hizmet ettim, yapmadığım bir iş için “ Neden yapmadın? “ Yanlış yaptığım bir iş için : “
Neden böyle yaptın ?” demedi demiştir.
Bir adam Allah Rasulü’ne gelerek:
-“ Bana öğüt ver!” demiş, peygamber (as) ona:
-“Hiddetlenme! Demiştir. Adam gene:
-“Bana öğüt ver!” demiş, Peygamber (as) tekrar ona:
-“ Kızma!” buyurmuştur. (Riyaz üs-Salihın: 48 )
Bir Sahabi şöyle diyor:
-“ Kavmi O’nun yüzüne vurmuş, kanatmışlardı. Allah Rasulü, bir yandan yüzünün kanını siliyor bir yandan da Allah’ım sen
onları bağışla; zira onlar bilmiyorlar.” Diyordu.” (Age:36)
Allah’ın elçisi dualarında “ Maddi manevi bütün pisliklerden
Allah’a sığınırım “ demiş, tertemiz bir hayat yaşamıştır.
O, temizliğe çok önem vermiş, sağlığı, koruma yollarını öğretmiştir. İbadetler için temiz olmayı şart koşmuştur.
“ Ey Allah’ın kulları, tedavi olun Allah her hastalık için şifa
yaratmıştır. İhtiyarlık ve ölüm hariç “ (Tirmizi, Tıb:2 ) buyurarak
tedaviyi önermiştir. Haramla tedaviyi yasaklamıştır.
İlk mikroptan, hastalıkların buluşma yollarından ilk bahseden
O’dur.
-“ Hastaya yaklaşmakta tehlike vardır “ (Ebu Davut:3923 )
-Hastalığın kendiliğinden bulaşması yoktur. “ (Ramuz elEHadi: 481/13 )
Hz. Ali’ye:
-“Ya Ali, tırnaklarını kes, zira içinde zararlı yaratıklar vardır.
Orada barınırlar. “
A.Karabulut. Tıbbı Nebevi:2/525)
-“Yiyecek içecek kaplarının ağzını kapatın “ (Müslim, Eşnibe: 96 ) buyurarak mikroptan bahsetmiştir.
25
Karantinayı ilk uygulayan peygamber (as) dır. Dünya sağlık
örgütü karantinayı 1952 yılında uygulamaya başlamıştır.
-“ Hasta olan hayvanı, sağlam olan hayvanın yanına koymayınız. “ (Buhari, Tıp:31)
-“ Bir yerde veba (taun) olduğunu işitirseniz oraya gitmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba meydana çıkıyorsa oradan ayrılmayınız.“ (Buhari, Tıp:30) buyuran Peygamber (as) 14 asrı aşkın bir
zamanda karantina uygulamıştır. Ayakta idrar yapmayı 14 yüzyıl
önce yasaklamıştır. Sineğin bir kanadında zehir, diğer kanadında
panzehir olduğunu Hz. Peygamber haber vermiştir.
O, dünya sevgisine ölçü getiren bir Peygamberdir. Dünya
ahiret dengesini sağlamıştır. Gözünü dünyaya dikip ahireti unutmayı hoş görmez.
Allah Rasulü adildi. Allah Ona:
-“Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın emrini uygulama konusunda suçluya karşı acıma duygusu sizi alıkoymasın.“ (Nur: 2 ) diye emretmiştir.
Beni mahzun kabilesinden itibarlı bir kadın, hırsızlık yapmıştı. Onun affı için devreye birçok insan girdi. Peygamber (as) onlara
şöyle dedi : “ – Sizden öncekiler aralarından soylu kimseler hırsızlık yaptığı zaman ona cezalandırmazlardı. Bu yüzden helâk oldular.
Allah’a yemin ederim ki, kızım Fatıma hırsızlık yapsaydı elbette
onu da cezalandırırdım.” (Buhari, Enbiya 54 )
Peygamber (as) asla taviz vermezdi. Davasından vazgeçmesi
için cazip teklifler de bulundular, tehdit ettiler, amcasını devreye
soktular, O: “ Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler Vallahi bu
davamdan vazgeçmem“ dedi Allah’tan başka kimseden korkmazdı.
Mağarada Hz. Ebubekir: “ Geldiler! “ deyince. “Korkma! Allah
bizimle beraberdir “ dedi.
Kusurları ifşa etmezdi. Kusurunu kimsenin yüzüne vurmazdı.
Bir hata görse “ bazıları şöyle şöyle yapıyor” der, o hatayı düzeltirdi.
Enes B.Malik’in rivayetine göre bir adam, Resul-i Ekrem’e
giderek haddi gerektiren bir günah işlediğini ve dolasıyla kendisine
had cezası vurulmasını istemişti. Resulullah o kimseye ne günah
işlediğini sormadı. Bu esnada namaz vakti girdi. O adam, cemaatle
birlikte namaz kıldı. Namaz bittikten sonra o kişi, Resulullah’a aynı
şeyleri tekrar söyledi. Resulullah ona:
-“ Sen şimdi bizimle beraber namaz kıldın değil mi ? “
dedi . O da “ Evet “ dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem:
26
-Şüphesiz ki, Allah senin günahını mağfiret etmiştir!” buyurdu.
Böylece Resulullah, günahını açıkça belirtmeyen bu adama “
ne işlediğini “ sormayarak o kimsenin günahını bilinmesine mani
oldu.
Ashabı ile otururken bir yellenme olayı oldu. O şahsın abdest
alarak ortaya çıkmaması, mahcup olmaması için Allah Rasulü : “
Kalkın hep beraber abdest alalım ve namazımızı kılalım “ der. O
şahsın ortaya çıkmasını önler.
Allah Resulü moral bozmazdı “ Bana kötü ve üzücü şeylerden bahsetmeyin “ derdi.
Rasulallah (sav) olayları, rüyaları hep iyiye yorar, asla ümitsiz ve karamsar olmazdı. Bu konuda şunları söylemiştir: Büreyde
(ra) şöyle der:
“Allah ‘ın elçisi bir şeyi kötüye yormazlar, iyiye yorarlardı. “
(Ramuz el-Ehadis: 545/15). “ Adam, insanlar helak oldu dediğinde
(kendini üstün görerek böyle derse) kendisi onların en fazla helak
olanıdır. “ (Age: 56/10)
“Temenni ettiğiniz şey, (ümit ettiğin ) bir misli fazlasıyla sana verilecektir. “ (Riyan üs-Salihın:1925)
“ Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, günah
işleyen bir topluluk yaratır, onlar istiğfar eder de Allah’ da onları af
ederdi.” (Age: 426 )
“Ölürken Allah’a husn-ü zan ederek ölün” (Age: 444)
Kendisi moral bozacak şeyler söylemezdi, söyleyenide dinlemezdi.
“ Sizden biri kendisinden üstün olanı görünce ona bakmasın.
Kendisinden aşağıda olana baksın. “ (Buhari, Rikak: 30 ) derdi.
Morali ve sağlığı bozacak şeylerden uzak durulmasını isterdi.
Enes (ra) anlatıyor:
“ Allah Rasulü son derece zayıflamış bir hastayı ziyaret etti,
ona: “ Bir şey için dua ediyor muydun? “ dedi. O da : “ Evet Allah’a ahirette vereceği cezayı dünyada vermesi için dua ediyordum
“ dedi. Allah Rasulü ona : “ Böyle deme! Şöyle desen olmaz mıydı? “: “ Rabbim bana dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve
cehennem azabından koru. “
Rasulullah (sav) hataları düzeltirdi. Allah ona uyarma, ikaz
etme, koruma görevi vermişti. Tatlı söyle, yumuşak söyle, güzel
söyle diye de emretmişti.
27
Allah Rasulü hataları düzeltirken asla kırmazdı, üzmezdi,
utandırmazdı. Hatasını düzeltir, ardından da dua ederdi.
Genç bir adam bir gün Resulullah’ın yanına gelerek kendisinden zina etmek için izin istedi. Bunu duyan oradaki sahabiler ise
ona tepki gösterdiler. Resullulah, gence yaklaşarak şöyle bir soru
yöneltti : “ Sen annenle zina edilmesini ister misin? “ Genç, ”Vallahi hayır! Canım sana feda olsun ki istemem.” Cevabını verdi.
Peygamberimiz, “ Diğer insanlar da anneleriyle zina edilmesini
istemez, Kızınla zina edilmesini ister misin? “ diye sordu. Genç
yine “ Hayır “ dedi ve sırasıyla kız kardeşiyle, halasıyla, teyzesiyle
de zina edilmesini isteyip istemediğini sordu. Genç kesinlikle istemeyeceğini söyleyince Resulullah, diğer insanların da kendi yakınlarıyla zina edilmesini istemeyeceklerini söyledi ve elini gencin
başına koyarak onun için, “Allah’ım onun günahlarını bağışla, kalbini kötülüklerden temizle ve ırzını koru! “ diye dua etti. Bu olay
sonrasında bu genç bir daha böyle bir davranışa meyletmedi. (İbn
Hanbel, V,257)
Allah Resulü ayıp araştırmaz, ayıplamaz ve hakaret etmezdi.
Şöyle buyururdu:
“ Kim Müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Allah’ da ahirette onun ayıbını örter.” (Riyaz üs-Salihın:231 )
“Bir kimse, birini bir günahtan dolayı ayıplarsa kendisi o günahı işlemeden ölmez. “ (Tirmizi, Kıyamet: 53)
“Bir kimseye şer olarak kardeşine hakaret etmesi yeter. (Riyaz üs-Salihın: 1605 ) buyurmuşlardır.
Allah Resulü sorunları çözen bir peygamberdi. Adam, Ramazanda eşi ile beraber oluyor ve büyük üzüntü ile Peygamber (as) ‘a
: “Yandım, mahvoldum” diyor. Peygamberimiz ona:
“ Ne oldu anlat “ dedi. Adam : “ Oruçlu iken hanımıma yaklaştım, beraber oldum “ dedi, aralarında şu konuşma geçti : “ Bir
köle azat edebilir misin? “ , “Hayır” , “ İki ay oruç tutabilir misin?
“ , “ Hayır “ , “60 fakiri doyurabilir misin? “ , Hayır, bir şeyim yok.
O sırada biri bir sepet hurma getirmişti. “ Al bu hurmaları fakirlere
dağıt. “ “ Benden fakirini bilmiyorum “ . “Öyleyse hurmaları ailene götür, yedir “ buyurdu (Buhari Savm: 30 )
Bir adamın siyah çocuğu olmuştur. Eşinden şüphelenir ve
Peygamber (as) a durumu anlatır.
Peygamber (as) sorar, O da cevap verir:
-Senin develerin var mı?
-Var
28
-İçinde başka renkte olanı var mı?
-Var
-Öyleyse çocuğunda soyundan birine çekmiş olabilir” der.
Adam rahatlar.
Resulullah (sav) her konuda sahabenin ümmetinin sorunlarını
çözmüştür. Hatta peygamber olmadan Hacerü-l Esvedin yerine
konmasında kabileler arasında kavgayı önlemiştir. Kabilelerden
birer kişiyi örtünün ucundan tutturmuş, konacağı yere gelince kendisi tutup yerine koymuştur.
Allah bizleri O’nun ahlakı ile ahlaklanmak nasip etsin. Yolundan, sünnetinden ayırmasın.
Sallallahü aleyhi vesellem
Sallallahü aleyhi vesellem
Sallallahü aleyhi vesellem
YA RASÛLALLAH
Gül yüzünü rüyamızda
Görelim ya Rasûlallah!
Gül bahçene dünyamızda
Girelim ya Rasûlallah!
Sensin gönüllerin sultanı,
Getirdin yüce Kur’an-ı,
Uğruna tendeki canı,
Verelim ya Rasûlallah!
Aşkınla yaşarır gözler,
Hasretinle yanar özler,
Mübarek razvana yüzler,
Sürelim ya Rasûlallah!
Veda edip masivaya,
Yalvarıp yüce Mevla’ya,
Şefaati Mustafa’ya
Erelim ya Rasûlallah!
29
30
MUHAMMED ALEYHİSSELAMIN
SÜNNETİ
A)SÜNNET NEDİR?
Sünnet, sözlükte iyi huy, iyi ahlâk ve yol demektir. Dinde
sünnet Hz. Peygamber (as) dan nakledilen , Peygamber (as) ın
sözü, işi ve susmalarıdır.
Sünnet Fiili, Kavli ve Takriri diye üçe ayrılır:
a) Müekket Sünnet: Devamlı yaptığı ve nadiren terk ettiği
sünnettir.
b)Gayri Müekket Sünnet: Çok defa yapıp, bazen de yapmadığı sünnete gayri müekket sünnet denir.
Peygamber efendimizin sünnetine “hadis” de denir.
Hadis, haber manasına gelir.
Peygamber (as) ın ağzından çıkan her kelimeyi Müslümanlar
ezberlemiş, yazmış ve başkalarına naklederek sahip çıkmıştır. Unutulmaması içinde Peygamber (as) söylediği önemli şeyleri üç defa
tekrarlamış ve tane tane söylemiştir. Peygamberinden bir şey duyan
onu mutlaka başkalarına nakleder ve o söylenileni yapmaya çalışırdı.
B) HADİSLERİN TESBİTİ
Peygamberimizin sözleri, davranışları ve sükut etmeleri, büyük bir titizlikle takip edilmiş ve şahitleri ile tespit edilmiş, bize
kadar ulaşmıştır.
Peygamberimiz (sav): “Bana kitap ile beraber o kadar daha
vahyedildi.” Demiştir.
Yalan hadis uydurmalar için Peygamber (as) : “ Kim bile bile
bana yalan uydurursa ateşteki yerini hazırlasın “ buyurmuştur.(
Tirmizi fiten:70)
Hadislerin toplanmasındaki Müslümanların gösterdikleri titizliği anlatması bakımından bilinen bir olayı nakletmek isterim:
Günlerce yolculuktan sonra İmam- ı Buhari kendisinde bir hadis
olduğu söylenen birini bulur. Fakat o anda adam, kaçan hayvanı
yakalamaya çalışmaktadır. O anda İmam-ı Buhari geri döner. Neden hadisi anlamadığını soranlara şöyle der : “ Bu adam avucunda
31
bir şey olmadığı halde, varmış gibi yaparak hayvanı aldatmaya çalışıyor. Bu adamın sözüne güvenilmez, ola ki bana da yalan söyler.” Demiştir.
Hadisler toplanırken; şahitlerinde eksiklik olan ve nakledileni
güvenilmeyen hadisler alınmamıştır. Akıl ve Kur’an ölçülerine
uymayan hadis alınmamıştır.
Ashab-ı Kiram, değil onun bir hadisini, O’nun sakalının telini
bile zayi etmemiştir.
Peygamberimizin hadisleri Kütüb-ü Sittedenilen 6 kitapta
toplanmıştır.
C) SÜNNETİN ÖNEMİ?
Allah Rasülü insanlığa örnek, rehber, uyarıcı, olarak gönderilmiştir.
Sünnet itibar edilmezse, din anlaşılmaz ve yaşanamaz.
Kur’an’a uyduğumuz gibi sünnete de uymamız gerekir. Çünkü sünnet Kur’an’nın açıklamasıdır.
Peygamber (as) :
-“ Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime sarılırsa, şehit sevabı alır.”( Büyük Hadis Kulliyafı:1/45 )
-“Kim Allah’ın kitabına uyarsa, dünyada asla şaşırmaz. Ahirette de bedbaht olmaz. Benim yoluma uyan ne sapar nede bedbaht
olur.” (Age: 1/44)
-“Sünnet hududunda yapılan az amel, bidat dairesinde yapılan çok amelden hayırlıdır.” (Ramuz El- EHadis: 319/13) buyurur.
Sünnet, Müslümanın bütün hayatını kapsamalı ve doya doya
yaşamalıdır. Bir iş yapacağı zamanda “ peygamberim bunu nasıl
yaptı ve yapın dedi “ demeli, sünnet üzerine yaşamalıdır. Sünnete
uygun yaşamalıdır.
Peygamberimiz “ sünnetime dört elle sarılın azı dişinizle sımsıkı sahip çıkın “ diyor.
Sünnetin ardın da gerçek İslam vardır, şefaat vardır.
D) SÜNNETİN TERKİ
Sünnet de Kur’an gibi vahiy yolu ile gelmiştir. İslâm’ın 2.
Kaynağıdır.
Cenab-ı Allah, Peygamberleri itaat edilsin ve ona uyulsun diye gönderilmiştir.
32
Kur’an’da “Allah’a itaat ediniz, Peygambere itaat ediniz”
emri birçok defa tekrar edilmiştir. Peygambere itaat Allah’a itaat
sayılmıştır.
Her Müslüman sünnetten de sorumludur. Çünkü Cenab-ı Allah sünnet işlememizi emrediyor. Anlaşmaya düşersek meselenin
çözümünü Allah’a ve peygambere havale etmemiz emredilmiştir.
Sünneti terk eden kendine yazık etmiş olur. Salebe mescid
kuşu iken Peygambere zıt düşmüş, İslamdan uzaklaşıp, kendine
yazık etmiştir.
Sünnetsiz Müslümanlık olmaz. Sünnetsiz Müslümanlık, misyonerlerin ve İslam düşmanlarının tavsiyesidir. Onlara göre :
- Peygamberin vazifesi bitmiştir.
- Peygambere uymak şirktir.
- O Arapların peygamberidir.
- Hadislere güvenilmez uydurmadır.
- Kur’an bize yeter.
- Farz borcu olan sünnet kılmaz
- Hadisler yeniden gözden geçirilmelidir.
Bu iddialarla sünnetsiz İslam ibadetsiz Müslüman istenmekte
ve İslam’a zarar vermeye çalışılmaktadır. Müslümanı Peygamberden Kur’an’dan koparmak, İslam Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi
olsun istiyorlar.
Bilgisiz inancı tam oturmamış dinin bilhassa Peygamberin
emirlerini yapmak zor gelenlerden de bu misyoner oyunlarını kabullenenler oluyor.
Bir tehlike de kendi anlayışını ve inancını din yerine koyma,
menkıbeleri sünneti yerine koyma anlayışıdır. Bid’at ve hurafeleri
İslamdanmış gibi gösterenler samimi kimseler değillerdir.
E) PEYGAMBERSİZ DİN OLMAZ
Peygamber (as) ı kabul etmeyen Ebu Leheb Ebu Cehil gibi
helâk olur. Ebu Talib Peygambere “evet” demedi kurtulamadı. Hz.
Ömer ise cennetle müjdelendi.
Kelime-i tevhid, Kelime-i şahadet, Ezan “Muhammed’ün
Rasulullah”sız olmaz.
İstanbul’da boğazı gemilerle geçerken bir “ Peygambere artık
gerek kalmadı, o görevini tamamladı” diyor. Necip Fazıl ona : “
33
Neden karşıya geçmek için gemiye bindin, kendin geçseydin ya “
diyor.
Peygamber olmadan Kur’an nasıl anlaşılsın? Nasıl yaşanır?
Müslüman olmak için Lailahe illallah yetmez. Sadece “ Lailahe
illallah diyen cennete girer” demek birilerine şirin görünmek, Yahudi ve Hıristiyanları cennete sokmaktır. Peygamberimizi itibarsızlaştırma ve paralel din oluşturmaktır.
Kur’an’a göre Peygambere inanmayan inanmış olmaz. (Nisa:65)
İmanın şartı 6 dır.
Dinler arası diyalog, papalığın isteğidir. Dinleri aynı seviyeye
getirme, İslam’ın İslam Peygamberinin üstünlüklerini red çabasıdır.
Kur’an ne diyor : “ Allah yanında din İslamdır. İslamdan
başka din arayanın dini kabul değildir.”
Ayrıca Hıristiyanlık muhatap kabul edilemez. Yahudilik gerçek dinmiş gibi gösterilemez.
Muhammed’siz din olmaz. Hiç kimsede Peygamberin önüne
geçirilemez. Bazıları ile birkaç saat oturuluyor. Falan şöyle dedi,
falan böyle dedi den başka bir şey söylenmiyor. Kişi eksenli bir
hayatı var. Peygamber yok Peygamber şöyle dedi yok. Kardeşim
Peygambersiz din olmaz.
F) PEYGAMBER (as)’ın EMİR KOYMA YETKİSİ
VARDIR
Peygamber (as) Cenab-ı Allah’tan aldığı emir ve yasakları
tebliğ etmiştir. Bunun yanında gene vahye dayalı olarak Cenab-ı
Allah’ın bildirdiği şekilde emir ve yasaklar koyulmuştur.
İslam dini sadece Kur’an’dan ibaret değildir. Müslüman, bu
konuda kafa karıştırıcılara bakmadan Peygamberine getirdiyse onu
almak neden men ettiyse ondan kaçınmaktır.
Her şey Kur’an’da geçmez, bir işaret vardır, onu peygamberimiz açıklar.
Haşır Suresinin 7. Ayetinde “Allah’ın Peygamberi size neyi
emrederse onu alın. Sizi neden men ederse ondan kaçının “ buyrulmuştur.
Nur Suresi 24. Ayette Peygamberin emrine aykırı davranan
mamamız konusunda ikaz vardır.
A’raf 157. De: “O kendilerine iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar. Temiz olan şeyleri helal kılar, pis olanları haram kılar.”
34
Nisa: 65 te :” Verdiğin hükme rıza göstermedikçe iman etmiş
sayılmazlar.” Buyrulur.
Bazıları : “Namaz Kur’an’daki kadardır.” Diyor.
Peygamber (as) Ne diyor?
-“Beni nasıl namaz kılar görürseniz sizde öyle namaz kılın.”
Diye emrediyor.
Kur’an’da Allah Rasülü’nün hükmüne razı olmamayı sapıklık olduğu haber verilmiştir.(Ahzab: 36)
Peygamber (as): “ Allah’ın Rasulü’nün haram kıldığı, Allah’ın haram kıldığı gibidir.” Buyuruyor. (Tirmizi İlim:60)
Bir hadislerinde de : “ Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir.”
(Ebu Davut Et’ıme:47)
Mesela eşek etinin haramlığı Kur’an’da yoktur.
Boğazlanan hayvanın karnından çıkan yavrunun helal oluşu,
anneye tabii oluşundandır. Buda Kur’an’da yoktur.
Köpek ve yırtıcı hayvanların haram oluşu sünnetle olmuştur.
( Müslim sayd: 3)
-Kafir, mümine mirasçı olmaz hükmü
-Recim cezası, Kafirin maktule mirasçı olmayacağı.
-Varise vasiyet yoktur. Hükmü Peygamber tarafından konmuştur.
G) PEYGAMBER DEVREDEN ÇIKARILMAK
İSTENİYOR
Peygamber (as)’ı arkaya atmak, sünnetini öldürmek şeytan işi
bir iştir. Şeytanın tuzağıdır.
Peygamber (as) şöyle ikaz eder:
-“ Bir kimse dinde olmayan bir şey ortaya koyarsa o şey merduttur.” (Riyaz üs-Salihın: 168 )
-“ Üç kimseye lânet ederim: zalim yönetici, açıkça günah işleyen günahkâr, sünnetimi yıkan bid’atcı “ (Ramuz el – ehadis:276/1)
-“ Benden sonra yaşayanlar çok ihtilaflar görecek. İşte o zaman benim sünnetime uyun. Sonradan çıkan işlerden sakının, zira o
bid’attır. Her bid’at da sapıklıktır. Her sapıkta cehennemdedir.
(Age:157/5)
Müslümanları başsız bırakmak, Kur’an-ı anlaşılmaz İslamı
yaşanmaz hale getirmek, misyoner oyunudur.
35
Sünnetsiz Kur’an istiyorlar. Sünnet, Kur’an’la Müslüman
arasında köprüdür. Sünnet Kur’an’nın açıklamasıdır, İslam’ın yaşanır hale gelmesi için gereklidir.
-“ O, Arapların “Peygamberidir” diyorlar. Halbuki o bütün
insanlığa, hatta insan ve cinin Peygamberidir. Resülü’s- sehaleyndir. Cenab-ı Allah : “ Biz Onu âlemlere rahmet olarak gönderdik”
diyor.
-“ Görevi bitmiştir” diyorlar. O, kıyamet peygamberidir.
O’nun hükmü kıyamete kadar bakidir.
-“ Sünnete gerek yok”, “bize Kur’an yeter “ diyorlar. Sünnet
olmadan Kur’an anlaşılmaz. Peygamberimizin sünneti olmadan
Kur’an anlaşılmaz. Peygamberimiz Kur’an-ı açıklaması için gönderilmiştir. Kur’an emreder sünnet o emrin ne zaman, ne kadar, nasıl
yapılacağını açıklar. Bir grup Müslüman Hz. Ömer’ e gelir biz yeni
Müslüman olduk, namaz kılacaktık Kur’an’a baktık nasıl kılacağımızı bulamadık “ derler.
Hz. Ömer (ra) Peygamber (as) dan öğrendiği şekilde onlara
namazı anlatır. “ Şimdi tamam oldu “ derler, ayrılırlar. Meselâ;
zekat ver der Kur’an. Ne zaman, ne kadar, kimlere verilecek bunu
sünnet açıklar.
-“ Peygambere uymak şirktir” diyorlar. Peygamber(as) a uymayı Cenab-ı Allah emrediyor. Kur’an’da 60 kadar âyet “ Peygambere uy! “ diyor.
-“ Namaz, Allah’ın emrettiği kadardır.” diyorlar. Haşır 7.
Âyetin de “ O ne verdiyse alın neden men ettiyse ondan uzak durun
“ buyruluyor. Onun emir koyma yetkisi vardır.
H) KUR’AN AYRI HADİS AYRI DEĞİLDİR
“Bize Kur’an yeter” diyenleri Kur’an aşığı samimi Müslüman
zannedilmesin. Bunlar hadis ve Peygamber düşmanı kimselerdir.
Kanun ayrı anayasa ayrı olur mu?
Hz. Peygamberi azletme misyonerlerin tuzağıdır.
Cenab-ı Allah’ta:
-“ Allah’ı ve peygamberini inkâr eden, Allah’la peygamberin
arasını ayırmak isteyen, “ Bir kısmına inanır bir kısmına inkâr ederiz” diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kafir olanlardır.” ( Nisa:150-151 )
Sünneti devreden çıkaranlar için peygamber (as) şöyle demiştir: “Bir topluluk gelir sünneti öldürürler ve dinin temizliğini boza-
36
cak şeyler sokarlar Allah’ın meleklerin ve bütün lânet edicilerin
lâneti onların üzerine olsun.” ( Ramuz el- Ehadis:507/5 )
Bu günleri âdeta gören peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
-“Her amelin bir coşkusu, her coşkununda bir gevşemesi vardır. Kimin coşkusu sünnetimden yana olursa, o mutlaka kurtulmuştur. Kiminde istek ve arzusu, rağbeti sünnet dışına yönelik olursa, o
helak olmuştur.” ( Tirmizi, Kıyamet: 21 )
-“Benim emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine
iletildiğinde, sakın sizden birbirinizi koltuğa yaslanmış olarak : “
Biz onu bunu bilmeyiz. Allah’ın kitabında ne görürsek ona uyarız,
o kadar” dediğini duymayayım. ( Tirmizi, İlim:10 )
Cenab-ı Allah Kur’an’da şöyle uyarır:
“Doğru yol kendisine apaçık bildirildikten sonra peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başka yola uyan kimseyi cehenneme sokarız” ( Nisa: 15 )
-“ Bize Kur’an Müslümanlığı lazım, ılımlı İslam lazım” diyenler, peygambersiz, sünnetsiz Müslümanlık olmaz.
Kur’an’a ve sünnete yönelik masum gibi görünen iddialar,
planlı, düşmanca saldırılardır.
Adamın biri, kör gözlüğü takmış, cami avlusuna mendil açmış. Bir miktar para toplandığını gören biri paraları avuçlamış,
hızlıca yürümüş. Arkadan bir taş deline, aldırış etmemiş bir taş daha kafasına, o zaman durmuş, “bu kör atışı değil” demiş onun gibi
bu iddialar rastgele iddialar değil, kökü dışta ve içte peygamber ve
İslam düşmanlarının iddialarıdır. “ Bize Kur’an yeter” diyenler
Kur’anı bilmezler, okumazlar uymazlar.
Bu insanlar kim derseniz? Nasipsiz insanlar der hidayetten
nasibi olmayanlardır.
I ) HZ. PEYGAMBERE UYMAK
Peygamber (as) a uymak Cenab-ı Allah’ın emridir. Her Müslüman Peygambere itaaften ve O’nun sünnetini işlemekten sorumludur. Fıtrata en uygun hayat peygamberin sünneti üzere yaşayan
hayattır.
Peygambere uymakla ilgili Kur’an da 60 ‘a yakın ayet vardır.
Meselâ;
-“ De ki, Allah’a ve Resulüne itaat edin ! Eğer yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kafirleri sevmez. “( A’l-i imran: 31-32 )
-“ Rasüle itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa : 80 )
37
-“ Allah ve Rasülü’nü incitenlerle Allah dünya ve ahirette
lânet etmiş ve onlar için zelil eden alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”
-“ Allah ve Rasülüne itaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın.” ( Muhammed:33)
Bu ayetler sadece birkaç örnektir. Peygamber (as) da şöyle
buyurur:
-“ Size bir şey emrettiğimde gücünüz yettiğince onu yerine
getirin.” ( Buhari İtizam:2)
-“ Size bir şey yapmanızı emrettiğimde, ona mümkün olduğunca uyun. Bir şeyden sandırdığımda ondan mümkün olduğunca
kaçının” demiştir. ( Siret Ans: 2/528)
Enes (ra) da şöyle der:
-“İnsanlar kendilerine bi’at ettiklerinde ( Müslüman olup
İslâm’ı benimsediklerinde) onlara “ elimden geldiği kadar” sözünü
söylettirdi.”( Ramuz el-Ehadis: 528/3 )
Bir hadislerinde şöyle buyurur:
-“ Bana ancak mümin muhabbet eder. Bana ancak münafık
olan kimse buğz eder.” (Seçme Hadisler: 106/58)
Peygamber (as) a uymayanlarda zarar görmüştür. Peygamberimizde bir Cuma hutbesinde özet olarak şöyle demiştir:
-“ Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eden, muhakkak doğru yolu
bulmuştur. Allah’a ve Rasûlü’ne muhalefet eden de azgınlık ve
taşkınlığa uğramış, sapıklıktan sapıklığa düşmüştür.”
Allah’ın elçisi bir gün arkadaşlarına:
-“İstemeyenler hariç bütün ümmetim cennete girer” der. Oradakiler:
-Ey Allah’ın elçisi kim istemez? derler.
-Bana itaat eden cennete girer, itaat etmeyen ise cenneti istememiş demektir, buyururlar.
Allah Rasülü şöyle haber veriyor:
-“ Bir zaman gelecek bir gurup, benim sünnetimden başka
yollara tabi olacaklar. Ümmetimi benim yolumdan başka yollara
götürecekler.” ( Müslim: 1847)
-“ Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benim yolumu
terk etmiştir. O benden değildir.” ( Buhari Nikah:1 )
Peygamber (as) a uyanlar ve O’na itaat edenlerin Cenab-ı Allah şu müjdeyi veriyor:
“Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse işte onlar, Allah’ın
kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, Sıddıklar, şehitler
38
ve salih kişilerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaştır.(Nisa:69)
Sünnete uymak peygambere itaat etmek görevimizdir. Peygambere uyanlar kurtulmuş uymayanlar helak olmuştur. Hz. Sevban Peygamber’e uydu müjdeler aldı. Peygamber(as) Ona:
-Kişi sevdiği ile beraberdir” dedi.
-Hz. Ömer(ra) : “ Eşeğim Müslüman olsa ben olmam “ diyordu. Peygambere teslim oldu kurtuldu. Cennetle müjdelenen 10
kişiden biri oldu.
Eğer Ebu Cehil, Ebu Lehep de Allah Rasûlü’ne tabii olsalardı, belki onlar da cennetle müjdelenenlerden olurdu.
Sahabe Peygambeere uydu. Asr-ı Saadet yaşadı. Uymasyanlar Cahiliye devrinin pisliklerinden kurtulamadı.
Ebu Lehep uymadı, Tebbet suresi nâzil oldu.
Ebu Cehil uymadı, yandı kavruldu.
Salebe ters düştü, cenaze namazı kılınma noktasına geldi.
Selçuklu, Osmanlı, Peygamberin emanetlerine sahip çıktı
uzun ömürlü imparatorluk nasip oldu. Huzuru içinde yaşadılar ve
yaşattılar. Peygamber (as) dan uzaklaştık üç kıtayı bırakıp Anadolu’ya sıkıştık. Peygamber unutuldu, cahiliye devrinin kötülükleri
geri geldi.
Eğer sünnete itibar etmezsek hayatımız da yer vermez, terk
edersek, peygamber (as) bizi tanıyamamış dolayısıyla şefaat etmez.
Rabbim bizi peygamber(as) dan yolundan sünnetinden ayırma, şefaatinden mahrum etme.
Açan çiçeklere meyva
Verilmiyor Muhammed’siz
Hak’tan gelen derde devâ
Bulunmuyor Muhammed’siz.
Çok meşgul ol Kur’an ile
Seherlerde figan ile
Son nefeste iman ile.
Hakikattir Cemallullah
Ağlayanlar görür vallah
Çünkü böyle diyor Allah
Gülünmüyor Muhammed’siz.
Irak cennetin yolları
Gider mütteki kulları
Cennette tûba dalları
Eğilmiyor Muhammed’siz.
39
40
DÜNYADA ÇOK EVLİLİK (POLYGAMİE)
Bugüne kadar öğrenmek merakı ile değil, mânevi değerlerimizi zayıflatma, mânevi hayatımızı yıkma faaliyetleriyle orantılı
olarak en çok karşılaştığım sorulardan biri de evlilik konusu olmuştur. Ne zaman evlilikten, kadından ve İslâm Peygamberinden söz
edilse, yerli yersiz “ İslâm Dini neden çok evliliği emretmiştir? “ ,
İslâm Peygamberi niçin çok evlenmiştir? “ gibi sorular en çok muhatap olduğum sorular olmuştur.
Şu hususu açıkça ifade edeyim ki, bu ve buna benzer sorular
genellikle karısı, kızı, kendisi önüne gelenle düşüp kalkan, sevgilileri olan ve başkalarıyla gayri meşru münasebetlerde bulunan kimselerin zihinlerini daha çok meşgul etmektedir. Bunlar, insanlık
tarihinin şahit olduğu evliliklerine; kadının çok koca ile evlenmesine, erkeklerin ise yaptığı sayısız ve sorumsuz evliliklerine bakmadan fırsat buldukça hiçbir kurala bağlı olmadan yapılan evlilik hayatını, belirli kurallara bağlayan İslâm Dinine dil uzatıp, çirkin isnat ve iftiralarda bulunurlar. Bu durum, ciddi olmadığı gibi aynı
zamanda gülünç olan iddialardır.
Diğer yandan İslâm Dinine, İslâm Peygamberine yersiz isnat
ve iftiralarda bulunan Hıristiyan Batı, dini husumeti yüzünden çok
evliliği bahane ederek İslâm Dini aleyhinde fırtınalar koparmıştır.
Hatta dinsizliği ve inançsızlığı sebebiyle papa tarafından aforoz
edilen Volter. İslâm’daki çok evlilik ve İslâm Peygamberinin evlilik hayatı ile ilgili manzum bir tiyatro eseri yazıp papaya gönderdikten sonra kendisini bir müddet önce aforoz eden papa, bu isnat
ve iftiraları okuyunca o kadar çok memnun kalmıştır ki, Volter’e
yazdığı mektupta “Sevgili oğlum Volter” diye hitap etmiş ve aforozu geri aldığını müjdelemiştir.
Kendi içimizde de iki asırdan beri Batı’yı her konuda ölçü
alan yarı aydınımızın din düşmanlığı konusunda da ölçüsü Batı
olduğundan bunlar, hiçbir araştırmaya lüzum hissetmeden İslâm’ın
çok evlilik müsaadesine karşı yaygın ve menfi propaganda da bulunmuşlardır.
Çok evlilik konusu dinlere ve çeşitli toplumlara göre ele almadan sürdürülen propagandalara cevap olarak şu kadarını söyleyelim ki, İslâm Dini çok evliliği icat etmiş değildir. Ayrıca dinimizde birden fazla evlenmek, farz, vacip, sünnet gibi herhangi bir
41
dini emir de değildir. Bu konudaki ayetler incelendiği zaman,
İslâm’da tek kadınla evlenmenin tavsiye edildiği ve esas olduğu
görülecektir. Birden fazla kadınla evlilik müsaadesi ise, daha evvelki toplumlarda hiçbir kurala bağlı olmadan yaygın olan çok evliliğin belirli şartlara bağlanarak sınırlandırılmasıdır. Hatta denilebilirki, konulan sınırlama ile çok evliliğin ağır şartlara bağlanıp tasvip edilmediği ortaya çıkacaktır.
A) İSLÂM’DAN ÖNCEKİ TOPLUMLARDA DURUM:
Kaynaklar incelendiği zaman ilk çağlardan beri hemen hemen
her toplum da çok değişik evlenme şekilleri görülecektir. Bu evlilik
şekillerinin başında ise, çeşitli sebeplerle erkeğin “polygamie” denilen birden fazla kadınla evlenmesi gelir.
Şimdi çeşitli toplumlarda cereyan etmiş olan evlilik şekillerine bakalım:
Eski Mısır hukukunda erkeğin bazı hallerde birden fazla kadınla evlenmesine müsaade edilmiştir. Erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesine müsaade edilmesinin birinci nedeni: Firavun’un
erkek çocuklarını öldürttüğü devirlerde uzun zaman erkeklerin sayılarının az olup, kadınların çokluğu olmuştur. Firavun’un emri ile
erkeklerin öldürülmesi sonucu, kadınlarla erkekler arasında denge
bozulmuş, hayatta kalan erkeklerin çok kadınla evlenmesine zorunlu olarak müsaade edilmiştir.
Babil Hukuku’nda da Hamurabi Kanunlarına göre kadının
hastalıklı veya kısır oluşu gibi hallerde erkek, ikinci, üçüncü, evliliğini yapabilirdi. Hatta bununla da yetinmeyip resmen odalık alabilirdi.
Roma Hukuku ise açıkça çok evliliği müsaade ediyordu. Roma’da kadın kiralama ve eş değiştirme adetlerinin yanında erkek
istediği kadınla, kadın da istediği erkekle dilediği kadar nikâhsız
yaşayabilirdi. Hatta İmparator Valentiyen, erkeklerin arzu ettikleri
kadar kadın alabileceklerini ilan etmişti. Ayrıca Roma’da çok kadınla evlenmek güzel adetlerden sayılırdı.
Çin Hukukunda şayet erkek zengin ve itibarlı bir kişi ise dilediği kadar kadın alabilme hakkına sahipti.
Manu Kanununa göre ise, erkek kendi sınıfından ancak bir
kadın alabilirdi. Fakat diğer sınıflardan dilerse, evli olduğu kadının
üzerine başka kadınlar alabilirdi. Eğer erkek üst sınıflardan biri ise,
42
kendi sınıfından olsun, diğer sınıflardan olsun dilediği kadar kadınla evlenebilirdi.
Sasani’lerde durum daha değişikti. Bir erkek başka kadınlarla
yaptığı evliliğin üzerine kendi anne ve kız kardeşi ile de evlilik
hayatı yaşayabilirdi.
İran’da, Hindistan’da, İsrail’de çok evliliği yasaklayan bir
hüküm yoktu. Hatta buralarda kadının yaşaması, erkeğin yaşamasına bağlı idi. Bilhassa Hindistan’da kocası ölen kadın, ya yakınları
tarafından yakılır ya da kadın kocasına bağlılığını ispat edebilmek
için kendi kendini yakma durumunda idi. Yahudilerin şeriat kitabı
Talmut’ta erkeklerin çok kadınla evlenmesine hiçbir şekilde mani
bir hüküm yoktu. Ancak erkek aldığı kadınların yeme, içme gibi
maddi ihtiyaçlarını karşılamakla sorumlu tutulmuştu.
Atinalılar, Lidyalılar ve Trakyalılar gibi toplumlarda kadın
satılıp alınabildiğinden, varlıklı olanlar diledikleri kadar kadın satın
alabilirdi. Bunları istediği zaman da satabilirdi. Hatta Atinalılar ve
Ispartalılar da kadının aynı anda birden fazla erkekle evlenme hakkı bile vardı.
Yakın zamana kadar bugünkü Batı ülkelerindeki durum da
bundan pek farklı değildi. Batı ülkelerinde çok evlilik ve değişik
şekillerde evlenme geleneği hiçbir kurala bağlı olmadan uzun zaman devam etmiştir. Erkekler, oğlancı veya homoseksüel olmadıklarını ispat etmek için normal evliliklerinin dışında birkaç tane metres tutarlardı. Maddi durumu pekiyi olmayan ve sayıları 10’a kadar
varan birçok erkek de bir tek kadınla evlilik hayatı yaşayabilirlerdi.
Bu evlilikten doğan çocuğun gürbüz ve güzel olması halinde hepsi
ona sahip çıkardı. Bazı erkekler ise çocuklarının daha gürbüz olması için eşlerini güçlü, kuvvetli erkeklere sunarlardı.
Bunların yanında fakir erkekler paralarını birleştirip bir tek
metres tutarlardı. Bu çokça görülen adetlerdendi. Bunun için Batı’da şapka ve baston taşıma zorunluluğu vardı. Ortaklardan sıra ile
kadının yanında kalanlar erkekler, içerde kaldıkları müddetçe kapıya şapkalarını veya bastonlarını asıp diğerlerine içerde olduklarını
ifade ederlerdi.
Bugün ise Batı’da çok evlilik resmen yasaktır. 17.yüzyılda
çıkarılan kanunla yasaklanmıştır. Ama bu tatbikatta tam uygulanamamıştır. Çıkarılan kanunla Batı, çok evliliğe karşıdır ama çok
karılı, çok kocalı olmaya, metres hayatı yaşamaya karşı değildir.
Bir örnek verecek olursak: 1975 yılında Amerikalı Alex Joseph,
43
gazetelerde çıkan resim ve haberlere göre dokuz kadınla nikâhsız
olarak beraberce yaşadıkları açıklanmıştır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de Batı’da kadın olsun erkek olsun istediği kimselerle düşüp kalkabilmektedir. Resmen birden
fazla evlenilmese de gayri resmi evlenilmektedir. Sevgilisini evlatlık olarak alma, metres edinme, dostluk, arkadaşlık adı altında beraberce yaşama durumları salgın hastalık halini almıştır. Yani Batı’lı kadın ve erkeklerin ilişkileri dörtle bile kalmamaktadır. Kadın
olsun erkek olsun dilediğince ilişki kurabilmektedir. Bekârete itibar
eden azdır. Çocuk yaştaki kızlar, istediği erkekle ilişki kurmakta
serbesttir. Homoseksüelliğin serbest bırakılması için erkekler sokaklarda yürümekte, kilise erkekle erkeğin nikahını kıymakta, fahişeliğin resmileştirilmesi için kadınlar sokaklara dökülmekte ve bu
konuda kanun teklifleri verilmektedir.
Dr. Annie Besant, bu konuda şöyle diyor:
“Bir tek kadınla evlilik, Batı da sözde kalmıştır. Hakikatte
mesuliyetsiz bir teaddüd-i zevcat usulü alıp yürümüştür. Erkek
metresinden bıkınca başından savar. Oda tedricen kaldırım yosması
haline gelir. Zira onun ilk aşkının gelecek için hiçbir mesuliyet
duygusu yoktur. Zavallı metresin durumu çok zevceli bir aile yuvasında mevki sahibi bir annenin durumu ile kıyaslanmayacak kadar
kötüdür. Batının büyük şehirlerinde geceleri sokakları dolduran
binlerde zavallı kadını gördüğümüz zaman gerçekten hissediyoruz
ki, teaddüd-i zevcata izin verdiği için İslam’ı kötülemek, Batılıların
ağzına yakışmıyor. İğfal edilmiş, sığınacak bir yerden ve sevgiliden
mahrum, gayri meşru çocuğu ile sokağa atılmış, yoldan geçenin
zevkine kurban ve herkesin hakaret ve nefretine maruz kalmış bir
halde yaşamaktansa hürmet görerek bir aile yuvasında yaşamak bir
kadın için çok daha iyi, çok daha mesut ve çok daha muhterem bir
durumdur.” (İlimden Felsefeden Dine Sayfa: 77-78)
A) TÜRK TARİHİNDE DURUM:
Tarih boyunca Türkler arasında birden fazla evlilik, yaygın
olmamakla beraber yer yer görülen bir husustur. Mesela, Hunlar
’da ilk evlilik kutsal ve tek evlilik hâkim durumda idi.
Ayrıca birden fazla evliliğin bazı nedenleri vardı. Mesela,
Hunlarda savaşta ölen kardeşinin yuvasının yıkılmaması, çocuklarının ortada kalmaması için dul kalan karısını kardeşi alabilirdi.
44
Eğer baba ölmüş ise çocuklar, aynı amaçla babasının kumaları yani
üvey anneleriyle evlenebilirlerdi.
Diğer Türk toplumlarında da varlıklı kimselerin birden fazla
kadınla evlenme âdetinin mevcut olduğunu kaynaklar kaydeder.
Fakat buradaki durum, diğer toplumlardaki evliliklerden farklıdır.
Türkler, kadını çalıştırmak, malına konmak veya fahişelik yaptırıp
para kazanmak için evlenmezlerdi. Birden fazla kadınla ancak varlıklı kimseler evlenirdi. Zira evlendikleri kadını ve ondan doğacak
çocukları bir aile reisinin bakma zorunluluğu vardı. Bunun için
yapılan evlilik hiçbir zaman sorumsuz evlilik olmazdı.
Selçuklularda olsun, Osmanlı Türklerinde olsun, dinen kutsal
sayıldığı için nikâha çok önem verilmiştir. Hatta en büyük yeminler
nikâh üzerine edilmiş, ettiği yemininde durmayanın karısı boş sayılmıştır. Teaddüd-i zevcat olmasına rağmen şartları kusursuz yerine getirmeme endişesi ile uygulamaktan kaçınılmıştır.
Ayrıca Türkler arasında Müslüman bir erkeğin veya kadının
başka biri ile nikâhsız yaşaması söz konusu değildi. Zira her vesileyle zina ve piç kıyamet alâmetleri olarak gösterilmiş ve bu yüzden zina ve piç korkusu, inşamızı evlilik konusunda çok dikkatli
olmaya mecbur kılmıştır.
B) İSLÂM’DAN ÖNCEKİ ARAPLARDA DURUM:
Çok evlilik bütün dünya milletlerinde olduğu gibi İslamiyet’ten önceki Araplarda daha çok yaygın olan bir âdetti. Hatta
denilebilir ki, evliliğin sınırı yoktu. Çünkü Araplarda kadın, horlanan bir varlıktı. Kadına saygı duyulmazdı. Kadın alınıp satılabilen
zevk aletinden başka bir şey değildi. Ekonomik sıkıntılar ve ahlâk
bozukluğu nedeniyle kadınların kötü yollara düşmesin karışısında
çoğu aileler kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyordu.
Araplarda evlenmenin sınırı olmadığı gibi boşanma da bir
kurala bağlı değildi. Dileyen her erkek, istediği kadar kadınla ilişki
kurabilirdi. İlişki kurduğu kadını dilediği zaman da terk edebilirdi.
Evli kadınların bile başka erkeklerle düşüp kalkmasına müsaade
edilirdi. Bu ya iyi tohum alma amacıyla veya para kazanma arzusu
ile yapılırdı.
Evlilikte ciddiyet olmadığı gibi sorumluluk da düşünülmezdi. Bu bakımdan kadınlar, bugünkü anlamda eş muamelesi görmezdi. Evlilik hayatında ancak varlıklı kadınlar diğerlerine nazaran
daha çok itibar görürdü.
45
Erkeğin birden fazla kadınla evlenmesini engelleyen ve evlendiği kadınlara karşı sorumluluk yükleyen hiçbir kural yoktu.
Kabile reislerinin ise sınırsız evlenme hakkı vardı. Bu durum daha
sonraki devirlerde de Arap Yarımadasında ve Müslüman olmayan
Afrika ülkelerinde yeniye kadar devan etmiştir. Mesela, Nijerya’nın 144 yaşındaki kralı 3 Kasım 1969’ da ölünce geriye 50 karısı, 200 çocuğu ve 2000 kadar torunu kalmıştır. Yemen’ de birden
fazla kadınla evlenme 23 Ocak 1974 tarihinde yasaklanmıştır.
İslâm’dan önceki Araplarda çok değişik evlenme şekilleri
vardı. Bunlardan en önemlileri, bir kadının çok erkekle evliliği, eş
değiştirme, geçici olarak evlenme ve bir de kiralama şeklinde olurdu.
Sayıları 10 kadar olan erkekler bir kadınla ilişki kurabilirdi.
Bu evlilikten çocuk dünyaya gelecek olursa çocuğun babasını kadın
tayin eder ve hiçbir erkek itirazda bulunamadığı için o erkeğe ait
olurdu.
Diğer bir usul de “Nikâh-ı Mut’a “ denilen evlenme şekli
idi. Erkekle kadın geçici bir zaman için evlenirler ve böylece birbirlerinden faydalanırlardı.
İslâmiyet geldiği zaman Müslüman olanlar arasında birden
fazla kadınla evli olanların sayısı pek çoktu. Hatta evli olduğu kadınların sayısı 10 kadar olanlar bile vardı. İslâm Peygamberi Allah’ın emriyle önce sınırlandırma yoluna gitti. Meselâ, Sakıflı Gaylan, Müslüman olduğu zaman, 10 tane kadınla evli bulunuyordu.
Peygamber Efendimiz ona, dördü ile evli kalmasını, altısını boşamasını emretmiştir.
İslâm Dini, önce sayısız kadınla evlenmeye alışmış Arapların
İslâm inancına itirazlarda bulunup karşı çıkmamaları için sınırsız
yapıla gelen evliliği, şartlı olarak dörtle sınırlandırmıştır. Daha sonra da insanın tam olarak gerçekleştirmeye gücü yetmeyeceği eşler
arasında adaleti şart koşarak, tek kadınla evliliği esas almış ve bunu
telkinde bulunmuştur.
C) DİNLERDE ÇOK EVLİLİK:
İslâm’dan önceki dinleri incelediğimiz zaman görürüz ki,
hiçbirinde birden fazla evliliği yasaklayan veya sınırlayan bir emir
yoktur. Bunun için Hz. İbrahim, Hz. Süleyman, Yakup Peygamber,
Davut Peygamber ve Musa Peygamber birden fazla evlilik yapmışlardır.
46
Hz. İbrahim’in eşi Sâra, çocuğu olmayınca kocasını cariyesi
Hacer’le kendisinin everdiğini Kur’an-ı Kerim haber vermektedir.
Musa Peygambere gönderilmiş olan Tevrat’ı incelediğimiz
zaman çok evliliği yasaklayan bir hükme rastlamıyoruz.
Musa Peygamberin doğumundan önce bir kâhin, Firavuna
İsrailoğulları içinde doğacak bir çocuğun mülkünü elinden alıp,
saltanatını son vereceğini haber vermesi üzerine Firavun, kimin
olursa olsun doğan erkek çocuklarının yaşamasına izin vermemiştir.
Kur’an’da bildirildiğine göre:
“Erkek çocuklarını kesiyor, öldürüyordu.” (Kasa Sûresi: 4)
“Kadınları sağ bırakıp erkekleri boğazlıyordu.”(Bakara Sûresi: 49)
Bu durum karşısında erkekler azalmış, kadınlar ise çoğalmıştı. Erkeklerle kadınlar arasında denge bozulunca sayıları çok
olan kadınlar evlenme çareleri aramış ve evli olan erkeklerle kendi
arzularıyla evlenme yoluna gitmişlerdir. Daha evvel az da olsa görülen çok evlilik böylece yaygın hale gelmiştir.
Bugün elimizde mevcut olan Tevrat’ta konumuzla ilgili olarak: “Eğer kendine başka bir kadın alırsan, evvelkinin nafakasını,
esvabını ve karılık hakkını eksiltmeyecektir. (Tevrat, Çıkış: 21/10)
denilmektedir. Çok evliliği yasaklayan bir hüküm İncillerde de
yoktur. Peygamberler arasında yalnız İsa Peygamber evlenmemiştir. Daha sonraki rahipler ve rahibeler de bunun için resmen evlenmemişlerdir. Ama yapmadıkları rezalet de kalmamıştır.
12. ve 13. Yüzyıllarda Salzburg’da tek kadınla yaşayan papazlara evliya gözü ile bakılmıştır. Uzun zaman Batı ülkelerinde
çocuğu olmayan kadınları boşamaya kalkan erkeklere papazlar,
başka çare bulamayıp, karılarını boşayıp sokağa atmamaları için
odalık almalarını tavsiye etmişlerdir.
Afrika ülkelerinden Hıristiyanlığı yaymak için giden papazlar, burada çok kadınla evli olan erkeklere rastladıkları zaman, dinlerinde böyle bir durumu reddeden emir olmadığı için Afrikalıların
hıristiyan olmaları karşısında eşlerinin birden fazlasını boşamaları
şartını ileri sürmediler.
Martın Lüter, Hessen Kontunun iki karı almasını bizzat izin
vermiştir. Ortaçağda çok kadınla evlenme âdeti vardı. Bunların
nikâhını da papazlar kilisede kıyıyorlardı. Hatta her bir evlilik için
ayrı ayrı harç alıyorlardı.
47
Batı’nın son zamanlardaki sosyal durumunu inceleyen yazarlardan J.E Clar Me. Farlane, Batnın bu konudaki tutumunu eleştirmiş ve şöyle demiştir:
“Birtek kadınla evlenmenin İsa Peygamber tarafından müdafa edildiği doğru değildir. Meselâ; içtimaî , ahlâkî ve dinî bakımdan
nazarı itibara alındığı takdirde, çok evliliğin medeniyetin en yüksek
standartlarına aykırı olmadığını ispat edilebilir. Bu dava garpta
kimsesiz ve betbaht kadınları meselesinin halli için bide devadır.
Aksini iddia, fuhşun, medres hayatının ve evde kalmış kızların
dâvasının devam etmesi ve çoğalmasıdemektir”
(İlimden Felsefeden Dine, sayfa:78)
İslâm Dinine gelince :İslâm Dinindeki uygulama kişilere ve
devirlere göre hiçbir zaman farklılık göstermemiştir. İslâmdan önce
sayısı belli olmayan sınırsız evlilik sınırlandırılmış, o günkü şartlar
içinde bazı hallerde dörte kadar şartlı olarak müsade edilmiştir.
Buda çok ağır şartlara bağlanmıştır. Müsade ile beraber şartların
tam olarak yerine getirilemeyeceğini belirterek tek kadınla evlenilmesi tavsiye edilmiştir.
D) İSLÂM DİNİNDE DURUM:
İslâm Dini kadına baştan beri lâyık olduğu önemi vermiş, kadının bir türlü sahip olamadığı haklarını ona bahşederek haysiyet
kazandırmıştır.
İslâm Dinine gelinceye kadar bir hiç olan, tarih boyunca insanca yaşamanın ve insanca muamele görmenin özlemini çeken
kadın, İslâm Dinin verdiği önem sayesinde özlemini çektiği insanlık ve kadınlık haklarını elde edebilmiştir.
Bu konuda Müslüman erkeklerde kadınlara Kur’an’nın emri
ve Peygamberin tavsiyeleri doğrultusunda muamele etmişlerdir.
Zira Cenabı-ı Allah, Kur’an’da : “Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.
“(Bakara Sûresi:228) buyurarak kadının da hak sahibi olduğunu
bildirmiştir.
Yüce peygamberimiz Hz. Muhammet (SAV) de bu konuda:
“Sizin en hayırlınız, kadınlara karşı en iyi olanınızdır “, “En
hayırlınız eşine iyi muamele edeninizdir” buyurmuşlardır.
Veda Hutbelerinde de kalabalık Müslüman topluluğuna hitaben yaptığı konuşmalarının bir bölümünde de “ kadınlar hakkında
Allah’tan korkunuz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız vardır. Ka48
dınlarında sizin üzerinizde hakları vardır” diyerek kadınlara insanca davranılmasını emretmiştir.
Macar Tarihcisi Hammer, bu konuda İslâm kadınının ve
Müslüman toplumun durumunu şu sözlerle ifade etmiştir :
“Müslüman kadını dünyanın en muhterem mevkine sahip,
hürmete şayan olduğu için ona lâyık olduğu mevki verilmiştir. Tarihinin hiçbir sayfasında kadının bu kadar hukukuna riayet eden,
hürriyetine hürmet eden bir toplum görülmemiştir.”
E) ÇOK EVLİLİĞİN SINIRLANDIRILMASI
Kadınlara karşı hiçbir sorumluluk duygusu taşınmadığı, kadının zevk aracı ve ticarî bir mal olarak telakki edildiği, sınırsız ve
sorumsuz evliliklerin geçerli olduğu bir zamanda, İslâm Dini kadını
itilip kakılmaktan, zevk âleti ve ticaret malı olmaktan kurtarmıştır.
Sayısız kadınlarla evlenmeyi sınırlandırarak şartlara bağlamış, ancak bazı hallerde dört kadınla evlenmeyi müsade etmiştir.
İslâm Dininin çok evliliği sınırlandırma yolunu tercih etmesinin bazı nedenleri vardır. Her şeyden önce İslâm Dini, başlangıçta
soğutma yerine ısındırmayı esas almıştır. İslâm Peygamberi getirmiş olduğu dinin kolayca yayılabilmesi için bazı kimselerin bilhassa varlıklı kimselerin kabile reislerinin desteğine önem vermiştir.
Bu bakımdan Araplar arasında yaygın olan bir âdeti kesin olarak
yasaklayıp, bunların desteğini kaybetme yoluna gitmemiştir. Zira
İslâm Dini, insan için ve insanın mutluluğu için geldiğine göre güçlükler çıkarıp İslâm’a muhtaç insanları kendisinden uzaklaştıramazdı.
İslâm Dini evliliği sınırlandırmadan önce durum çok kötü idi.
Zenginler istediği kadar kadın alabiliyor, yoksullar ise evlenemiyordu. Kıza sorulmadan babası para karşılığı onu varlıklı kimselerle everiyordu. Evlilik müessesesi ve aile kutsal olmaktan çıkmıştı.
Yetim kızların mallarına tamah ederek onlarla evlenilir, sonra da
kendilerine haksızlık ederlerdi. Malına sahip olabilmek, mirasına
konabilmek için ölümleri istenir, çokları da kendi elleriyle öldürürlerdi. Zulme uğrayan kadının güçlü yakınları yoksa hakkını arayan
olmazdı.
Bu konuda Nisâ Sûresinin 2. Ve 3. âyetleri nâzil olmuştur. Bu
âyelerde şöyle denilmektedir:
“Yetimlere mallarını verin. İyiyi, kötüye değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu büyük bir
günahtır.” (Nisâ Sûresi: 2)
49
“Eğer yetim kızların haklarını ( kendileriyle evlendiğinizde)
gözetemeyeceğinizden korkarsanız, hoşunuza giden kadınlardan
iki, üç veya dört tanesiyle nikâhlanın ama bunların arasında eşit
muamele yapamamaktan korkarsanız bir tanesiyle evlenin veya
cariyelerinizle yetinin. Bir zevce ile yetinmeniz, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.” (Nisâ Sûresi: 3)
Burada Cenab-ı Allah’ın o günkü uygulamaya karşılık adaleti
yerine getirme şartı ile dörde kadar evlenilebileceğini, adaletin eşler arasında tam olarak yerine getirilmemesi halinde de tek kadınla
evlilik olduğunu bildirdiği açıktır.
Kısaca İslâm Dini, çok evliliği emretmemiştir. Aksine birden
fazla evlilik için adalet gibi yerine getirilmesi güç bir engel koyarak
tek evliliği tavsiye etmiştir. İslâm’ın bu tavsiyesinden sonra dörtten
fazla kadınla evlilik olan Müslümanlar, dördün üstündeki eşlerini
boşamışlardır.
F) EMİR DEĞİL MÜSADEDİR:
Tekrar ifade edecek olursak çok evlilik, İslâm Dininin icadı
olmadığı gibi Müslümanlar için konulan farz ,vacip, sünnet gibi
mecburi bir emir niteliğinde de değildir. Bunun içindir ki, birden
fazla evlenme konusunda kimse mecburda tutulmamıştır. İslâm’ın
birden fazla evlenme müsaadesi, ancak bazı müstesna hallerde şartlara bağlı bir izindir. Ayrıca buda sürekli değil geçici durumlarla
ilgili bir müsadedir.
Müsaade ayrı şeydir, emir ayrı şeydir. Bazı hallerde verilmiş
müsaade ile dinin kesin emirlerini birbirine karıştırılmamalıdır.
Zaten müstesna haller ortadan kalkınca geçici müsadeler de kendiliğinden ortadan kalkar. İslâm Dininin dörde kadar evlenme müsaadesi, her erkek için olmadığı, ancak bazı durumlarda kadının lehine maddi ve manevi gücü yeten erkekler için olduğu unutulmamalıdır.
İslâm’ın bu müsaadesi, bugüne kadar ciddi itirazlarda bulunulup, yetersiz bir müsaade olduğu ortaya konamamıştır. Aksine
zaman zaman toplum yaranına bazı hallerde yerine ve zaruri bir
müsaade olduğu ifade edilmiştir.
Tarihe baktığımız zaman nice salgın hastalıklar görülmüş,
harpler olmuş, aile geçimini temin için dışarı giden veya cephede
savaşan nice erkek ölmüş, geride sayısız dullar ve evlenmek için
koca bulamayan kızlar kalmıştır. Bu ve buna benzer hallerde insa50
nın mutluluğunu hedef alan İslâm Dini, insanın ekonomik ve biyolojik ihtiyaçlarını göz önünde tutarak, insanın alçalmaması ve sağlam nesillerin yetişmesi gayesi ile dörde kadar âdil bir evlilik hayatına müsade etmiştir.
Verilen müsaade de asla zevk konusu değildir. Zaruretler bahis konusudur. Yüce Peygamberimizin ;” Allah zevk için evlenen
erkek ve kadınlara lânet etsin “ şeklindeki bedduası, Müslümanların böyle bir arzu taşımalarına mani olmuş ve onları sorumluluk
duygusu ile hareket etmeye mecbur kılmıştır.
H) HANGİ ŞARTLAR ALTINDA MÜSAADE?
İslâm Dini, bazı hallerde eşler arasında uygulanacak tam bir
âdalet şartı ile bir erkeğin dörde kadar evlenmesini müsaade etmiştir.
İslâm Dininin bu müsaadesi karşısında bazıları bilmedikleri
için hataya düşerken, bazıları da inançsızlıkları ve özel durumları
nedeniyle bu müsaadeyi dillerine dolamışlardır. Evet İslâm Dini,
dörde kadar evlenmeyi müsaade etmiştir. Fakat bu müsaade öyle
bir mecburiyetle sınırlandırılmıştır ki, bu yönü görmemezlikten
gelinemez. Bu açıdan İslâmiyetin çok evliliği emrettiği iddiası tamamen yanlıştır.
Şimdi İslâm dininin hangi hallerde dörde kadar evliliğe müsaade ettiğini görelim:
1-Kadının kocasına karşı kadınlık görevini yapamaması, erkeğini tatmin edecek güçte ve durumda olmaması halindeki, bu
durum sürekli bir hastalık ve yaşlılık hali olabileceği gibi kadınlık
halinin normal olmaması da olabilir.
2-Kadının çocuk yapmasına engel bir duruma gelmesi, meselâ kadının kısır oluşu ve cinsi iktidarını kaybetmesi gibi.
3-Sayıca kadınlarla erkeklerin arasında herhangi bir nedenle
dengenin bozulması halinde.
4-Kadının ev işlerini yapamayacak kadar ihtiyar, hasta ve çocuklarına bakamayacak durumda olması.
Şüphesiz ki ,bu gibi hallerde sevgi şefkat ve himayeye muhtaç olan kadının boşanıp terk edilmesinden, ikinci evliliğin kadın ve
aile yuvası açısından daha uygun ve daha insani olduğu muhakkaktır. Erkek açısından düşünülecek olursa ikinci evlilik külfet olmasına rağmen, erkeğin mutsuz olması, zina gibi kötü yola sapmaması
yönünden daha uygun olacaktır. Toplum açısından ele alacak olur51
sak verilen ruhsat, ahlak ve seciyenin bozulmaması için bir tedbir
olduğu aşikârdır.
Unutulmamalıdır ki İslâm Dini insanlığın ihtiyacına cevap
vermek insanlığın problemlerine çözüm getirmek için gönderilmiş
son dindir.
Bu durum kadına haksızlık değil midir? diyenlere cevabımız
şöyle olacaktır: Burada kadına haksızlık söz konusu değildir. İslâm
hukukuna göre kadın zarara uğradığı zaman mahkemeye müracat
ederek haksızlığın giderilmesini isteme hakkı vardır. Hatta zevcesine eziyet veya eşleri arasında eşitliğe riayet edemeyeceği sabit olan
bir erkeğin tek kadınla bile evlenmesi yasaklanabilir. ( Bak Hukuki
İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, c.2-say 120 )
Dinimiz Müslüman bir kadının ve çocuklarının birçok yönden korunabilmesi için Müslüman olmayan bir erkekle evlenmesini
yasakladığı gibi “Dul kadının rızasını, bâkire kadının iznini almadan nikâhlamayınız” hadisine göre bir kadın rızası olmadan evlendirilemeyecek, bir erkeğe ikinci eş verilmeyecektir.
Müsaadenin en hassas noktası, Nisâ Sûresinin 3. Ayetine göre eşler arasında hiçbir mazeret öne sürülmeden âdil davranılmasıdır. Burada adaletten maksat, o yörenin âdet ve geleneklerine göre
eşlerine eşit olarak yedirmek, içirmek, giydirmek, barındırmak, eşit
olarak sevmek ve karı-koca ilişkilerini eşit olarak sürdürmektir.
Bunlar arasında adaletin eşit olarak uygulanacağı hususlar
vardır. Meselâ; yedirme, giydirme, barındırma hatta karı kocalık
münasebetlerinde görünüşte şekil olarak adalet sağlanabilir. Fakat
sevgi de adaletin yerine getirilmesi çok zordur. Biz bir an için bırakalım dört kadını, iki karılı bir evliliği ele alalım. İkisi arasında eşit
yedirilse, giydirilse, nöbet aksatılmasa bile, ikisinin aynı ölçüde
sevilmesi, bir erkeğin yerine getiremeyeceği bir husustur. Böyle
olunca, İslâm’ın şart koştuğu adalet yerine getirilmemiş olacaktır.
Buraya kadar anlaşıldığına göre, bu konudaki İslâm’ın müsaadesi şarta bağlı müsaadedir. Şart yerine gelmeyince müsaade de
kendiliğinden kalkmış olacaktır. Önemli olan diğer bir husus da
müsaade ile emrin birbirine karıştırılmaması gerekir.
52
İ) İSLAMDA ESAS OLAN TEK KADINLA
EVLİLİKTİR
Birden fazla kadınla evlenmek, şarta bağlı bir cevazdır. Şartlardan herhangi biri yerine getirilmeyince bir kadınla evlenmek
emrolunmuştur.
İslâm tarihinde bugüne kadarki uygulamaya baktığımız zaman bir kadınla evlilik esas alınmış, birden fazla evlilik ise istisnalar halinde kalmıştır. Genel olarak bir kadınla evlenmek, İslâm toplumunda ideal bir evlilik şekli olmuştur. Bunun sebebi de İslâm
hukukunda şart koşulan müsavâtı (eşitliği) sağlayamayıp, günah
işleme korkusu olmuştur. Bu bakımdan günaha girmekten son derece kaçınan Müslümanlar birden fazla evlenmekten kaçınmışlardır.
İslâm’a göre, eşler arasında geçim sağlanamayacaksa, adalet
tam olarak gerçekleştirilmeyecekse o zaman birden fazla evlilikten
kaçınılacaktır. Kur’an’daki : “Bir tane kadınla yetinin. Sizin adaletten ayrılmamanız için en doğru yol budur” ifadesi, adalet gerçekleşmeyince birden fazla evliliğin men edildiğine açık bir delildir.
Biyolojik ve fizyolojik varlık olarak bir insanın istenilen adaleti gerçekleştirmesinin güç olduğunu Cenab-ı Allah şöyle ifade
etmiştir :
“Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında tam bir adalet yapamazsınız. Öyle ise birine tamamen yönelip ötekini muallakta
(kocasızmış gibi) bırakmayınız.” (Nisâ Sûresi:129)
Peygamberimiz (SAV)de bir hadislerinde :”Kim nikâh altında iki kadın bulundurur da bunlardan birine fazla meyil gösterirse,
o kimse kıyamet günü bir tarafı felçli olarak gelir” buyurmuşlardır.
İslâm’da birden fazla kadınla evlenmek her ne kadar müsaade
edilmişse de aralarında âdil davranmak mümkün olmadığından
birle yetinilmesi yukarıdaki âyet ve hadise göre Allah’ın ve Peygamberin emridir.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaşayan büyük Türk
âlimlerinden Kınalızâde, İslâm’da tek kadınla evlenmenin esas olduğunu şöyle ifade eder:
“ Gerçi dinde birden fazla evliliğe müsaade edilmiştir. Fakat
nafaka ve nikâhlı kadınları eşit tutmak şartına bağlanmıştır.
Kur’an’da “adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir kadınla
yetinin” buyrulmuştur. Burada adalet yapılmamasına değil, adalet
yapılamaz korkusuna bağlanmıştır. Şu halde bir kimse alacağım
53
kadınlar arasında adalet yapamam diye korkarsa Kur’an’a uyarak
bir kadınla yetinmesini vacip ve birden fazla kadınla evlenmesi
haramdır.”
Buraya kadar anlaşıldığına göre İslâm’da asıl olan tek kadınla
evlenmektir. Din de akıl da bunu gerektirir. Ancak dinimizde dörde
kadar evlilik ruhsatı bazı zaruri hallerde verilmiştir. Aynı zamanda
ağır şartlara bağlanmıştır. İslâm âlimleri bazı hallerde başvurulacak
bu yolun toplumun ahlâkî problemlerinin çözümü için sosyal tedbirden başka bir şey olmadığı üzerinde müttefiktirler.
Mantıklı bir şekilde düşünecek olursak insanlık ve aile için en
uygun olanı da budur. Zira birden fazla kadının kendi aralarında
geçimi, çocukların eğitimi zor bir iştir.
Ayrıca normal bir zamanda hangi kadın, kendisini arzu eden
bir erkek varken evli bir erkekle evlenmek ve bir kadının üstüne eş
olarak gitmek ister? Erkek de böyle bir kadını zor bulur. Bunun için
tek evlilik geleneği önemli bir durum olmadıkça normal olarak
devam edecektir.
J) BİRDEN FAZLA KADINLA EVLENME MÜSADESİ
NİÇİN VERİLMİŞTİR?
Mecelle’nin 21. Maddesinde :” Zaruriyetler memnu olan şeyleri mübah kılar” denilmiştir.
Yüce dinimiz bazı aksaklıkları giderebilmek, insanı ve toplumu felakete götürecek halleri ortadan kaldırmak için insanın mutsuzluğuna neden olabilecek durumlarda bazı tedbirler almıştır. Bu
tedbirlerden birinde dörde kadar evlilik ruhsatıdır.
Bunun nedenlerine geçmeden önce İslâm’dan önce sayısız
evliliğin yaygın olduğunu ve bunu İslâm Dininin sınırlandırma yoluna gittiğini, bazı özel durumlarda ise birden fazla evliliğin kaçınılmaz bir zaruret haline geldiğini hatırlatmakta yarar vardır sanırım.
Bundan sonra İslâm Dininin niçin birden fazla kadınla evlenme müsaadesi verdiği konusunu şöyle izah edebiliriz:
Yakın tarihe kadar yapılan savaşlarda ganimet olarak sadece
mal alınmıyor, alınan savaş esirleri, savaş dışı kalan kadınlar ve
çocuklar da ganimet sayılıyordu. Savaşı kaybeden tarafın erkekleri
genellikle öldüğünden, esir alınanlar arasında daha çok kadınlar
bulunuyordu. İslâm inancına göre insana karşı yapılabilecek her
türlü zulüm haram kılınmıştı. İslâm Peygamberi esirlere iyi mua54
mele edilmesini, yeme içme, barındırma konularında titiz davranılmasını emretmiş, hatta “ Esirlere yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz” buyurmuştur. Ayrıca dinimize göre nikahsız
bir erkekle bir kadının bir arada beraber yaşaması uygun görülmediği ve kadının her türlü ihtiyacının karşılanabilmesi için en uygun
yok evliliktir.
Ulaşımın güç olduğu dönemlerde ticaret ve çalışma gibi nedenlerle uzak yerlere giden erkeklerin katledilmeleri ve hastalık
sebebiyle ölümleri, kadınların bir bölümünün dul kalmasına sebep
oluyordu.
Bu durumlarda dul kalan kadınların korunması, kötü yollara
sapıp alçalmaması ve tekrar aile hayatına dönmelerini sağlamak
için böyle bir müsaadeden başka ne gibi aklî ve insanî çare olabilirdi?
Eğer böyle durumlarda dinimiz birden fazla evliliğe müsaade
etmemiş olsaydı, insanlar böyle çareyi mutlaka düşünmek zorunda
kalacaklardı. Nitekim tarihte bazı uygulamalar olmuştur. Bunlardan
birkaçını burada zikredelim:
Firavunun tahtını koruyabilmek için erkek çocuklarını öldürtmesi üzerine daha sonraki yıllarda çok evliliğe müsaade etmişlerdir.
1650’ de 30 yıl süren harpler neticesi erkekler öyle azalmıştı
ki, yetkililer Nuremberg’de özel kanun çıkararak erkeklerin birden
fazla evlenmesine resmen müsaade etmişlerdir.
Diğer bir örnekte II. Dünya harbinde Almanya’da erkeklerin
azalması kadınların sayıca erkeklerden çok fazla olması, Alman
yetkililerini bu duruma çare aramaya mecbur etmiştir. Tek çare
olarak birden fazla evliliğe müsaade edilmiş. Metres hayatı yaşayanlara göz yumulmuş, ayrıca çeşitli yollarla yabancı ülkelerden
erkek ithali yapılmıştır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Konuyu uzatmadan şu
hususu da belirtmekte yarar vardır: Çoklarımız büyüklerimizden
dinlemişizdir. Çanakkale ve İstiklâl savaşlarının devam ettiği günlerde mezarlıklara erkek cenazesi gömülmemiştir. Yıllarca ölen
ihtiyarları gömmek için erkek bulamadığından cenazeler arabalarla
taşınmış. Cenazeleri kadınlar gömmüştür. Bazı erkek cenazelerin
yıkanma işlemi yapılamadığından cenazenin günlerce beklediği,
komşu köylerden insan çağrılarak cenazelerin defnedildiği çok olmuştur.
55
Bir de normal zamanlarda bile kız bulamayan erkeklere pek
rastlanmadığı halde erkek bulamayan, hayat boyu görücü bekleyen
kızlara boşanıp da dul kalan ve dul olduğu için kendilerine pek
itibar edilmeyen kadınlara sıkça rastlanmaktadır.
Bu durumda ne olacak? Yapılacak olan şey nedir?
Kadınların kadınlık hislerini, onları evliliğe iten nefsi ve ekonomik istek ve ihtiyaçlarını yok edemeyeceğimize göre, kadınların
erkeklerden çok olduğu bir toplumda bazı kadınları erkeksiz bırakmak aile yuvasından mahrum etmek mi daha doğru olacaktır?
Yoksa zarurî hallerde kadının bir sıcak aile yuvası bulması, ana
olması, biyolojik ihtiyaçlarının karşılanarak kadının korunması mı
daha uygun olacaktır?
Toplum yapısı itibariyle piç adı verilen gayri meşru çocukların ve bu çocukları dünyaya getiren kadınların bulunduğu toplum
yerine babası belli çocukların, kocası belli kadınların yaşadığı bir
toplum daha iyi değil midir?
Erkek için evlenmek nasıl bir ihtiyaçsa, kadın için daha büyük bir ihtiyaçtır. Ne sebebiyle olursa olsun kadının erkeksiz bırakılması, evlilik hayatından mahrum edilmesi, hem kadın hem de
toplum açısından son derece mahsurludur. Kadının ve toplumun
korunması bakımından, kadının bir erkeğin himayesinde yaşaması,
başıboş yaşamasından daha hayırlıdır. En önemlisi de evlenmemiş
kızların şu veya bu sebeple dul kalmış kadınların evlenebilmesi,
çocuk yaştan itibaren kadının hayallerini dolduran; evlenme, yuva
kurma ve ana olma gibi ideallerin gerçekleşmesi için bir fırsat olacaktır.
Aksi halde bir kadının evlenmemesi sonucu, kadın ya her türlü güçlüğe göğüs gererek iffet ve namusunu korumaya çalışacak
veya ben de bir insanım, diğer kadınlardan farkım ne diyerek gayri
meşru tatmin yolları arayacak, sonunda sefalete itilerek karısı olan
bir koca yerine birçok erkeğin zevk âleti olacaktır. Biraz yaşlanınca
da terk edilecek, geçiminden sorumlu bir kocası olmadığı için hayatın güçlükleriyle karşı karşıya kalacaktır.
Ön yargısız düşünecek olursak, müsaadedeki esas gayenin
herhangi bir sebeple evlenmeyen kadınların veya kadındaki ( sakatlık, hastalık, delilik, yaşlılık gibi) bazı nedenlerle aile ilişkilerini
sürdüremeyen erkeklerin korunması, dost ve metres hayatı yaşanarak inanç ve aile kutsallığına gölge düşürülmemesi için tedbirden
başka bir şey olmadığı görülecektir.
56
Patricia De Joux isimli bir kadın yazar 15 Şubat 1967 tarihli
dünyanınen büyük gazetelerinden biri olan “The Times” de ”Dinlerde Kadın” konusunda ilginç bir yazı dizisi hazırlamıştır. Her
dinin kadın konusunda görüş ve düşüncelerini ele aldığı bu yazıda
“İslâm’da Kadın” başlığı altında yayınlanan yazının bir bölümünde:
“Dört kadın almaya matuf mantıkî irade ise daha ziyade eski
kötü davranışları engellemek ve savaşlar sonucu dul kalan kadınların bozulan aile hayatlarını yeniden tanzim etmek gayesine bağlanılmıştır. Bu mantıkî irade dışında gerçek birçok Müslümanın sadece tek karısı vardır. Ve umûmî temâyülbu yöndedir. Zira birden
fazla alınacak kadınların her biri için aynı hakkı tanıma mükellefiyeti poligamiyi önleyen başlıca temâyül olmuştur” der.
Bu ifadeler sadece gerçeği ortaya koymakla kalmayıp aynı
zamanda ön yargısız varılacak mantıkî düşünceyi belirtmesi bakımından önemlidir.
Bugünkü değişik toplumlara bir göz atacak olursak, para karşılığı kendini satarak fahişelik yapan, umumhanelerde çalışan kadınların durumları araştırılacak olursa genellikle bunların herhangi
bir nedenle evlenemeyen veya evlenip de boşanan, bir daha evlenme imkanı bulamayan kadınlar olduğu görülecektir.
Aslında hangi kadın, analığı ve hanımefendiliğini bırakıp da
kötü yola düşmek ister? Ama düşmektedir. Ve bu yüzden nice aile
yuvaları yıkılmakta, nice cinayetler işlenmektedir. Sebep oldukları
sayısız kötülükler yüzünden de toplumların ahlâkı bozulmaktadır.
Boğularak öldürülen veya kundaklanarak oraya buraya bırakılan
çocuklar, üzerinde durulması gereken düşündürücü bir husustur.
Bu durum karşısında İslâm Dininin bazı zarurî hallerde birden fazla kadınla evlenme müsaadesi vermiş olması, tenkit edilmeden önce insanlık için toplum yararına verilmiş bir müsaade olup
olmadığı üzerinde durulmalıdır.
Sonuç olarak; erkeğin kadına ihtiyacından ziyade, kadının erkeğe daha fazla ihtiyacı vardır. Zira her kadın kendi geçimini sağlayacak güçte ve durumda değildir. Bunun için kadın mutlaka bir
erkeğin himayesine muhtaçtır. Peygamberimiz (SAV) : “Kocası
olmayan kadın ne kadar zavallıdır” buyurmuşlardır.
Ayrıca kadın sevgiye, şefkate muhtaç olduğu kadar, ırzını ve
namusunu koruyacak erkeğe de muhtaçtır. Zira kadın yaratılış itibariyle erkeğe nazaran daha zayıftır. Bunun için mutlaka bir erkeğe
sığınmak ihtiyacını hisseder. Kadının cinsi yönden de tatmin olma
57
ihtiyacı vardır. Evlenme imkanı bulamayan kadın tatmin yolları
arayacaktır. Eğer meşru yoldan tatmin olamazsa o zaman gayri
meşru yollara sapacaktır.
Aksi takdirde kocasına bağlı olan, aile yuvasını ve çocuklarını seven fakat tıbbî yönden tedavisi imkânsız hastalığı olan bir kadın, aile yuvasına ve kocasına karşı görevlerini yapamaması halinde ya huzursuz bir aile hayatı yaşamak veya boşanarak hayatın zorluklarına karşı göğüs germek mecburiyetinde kalmayacak mıdır?
Düşünülecek olursa bir kadının üzerine başka bir kadının
alınması boşanarak yalnızlığa yoksulluğa itmesinden daha ağır
olamaz. Aslında yuvasının yıkılmasını istemeyen ve bir daha evlenip aile yuvası kuramayacak olan bir kadın, kocasının ikinci evliliğine rıza gösterecektir. Hatta bu işi kendisi düşünecektir. Nitekim
Hz. İbrahim’in eşi Sâra, yaşlı olduğu ve çocuk doğuracak durumda
olmadığı için kocasını Hacer’le kendisi evermiştir.
Bir de sıcak iklim bölgelerinde kızlar küçük yaşta ergenlik
çağına girmekte ve cinsi iktidarları erken yaşlarda kaybetmektedirler. Bu durum da erkek açısından ne gibi bir çare düşünülecek acaba? Onun tatmin olması için gayri meşru ilişkilerine göz mü yumulacak? Yoksa ikinci evlilik yapamazsın denilerek, ne yaparsan yap!
Metres kullan, evlatlık al da beraber yaşa mı denilecek?
Bir erkeğin kadınlık vazifesini yerine getiremeyen, kısır, ev
işlerini yapamayacak kadar ihtiyar bir kadınla yaşamaya mecbur
tutulması uygun bir hareket olmayacağı gibi, tek evlilik olacak diye
bir erkek bakmakla yükümlü olduğu eşini ( kötü anında boşamak
istemiyorsa) boşamaya zorlanması da elbette insanî olamayacaktır.
Bu konudaki müsaade, özel durumlarda koca istemediği karısı ile
yaşamaya veya istemediği halde boşanmaya mecbur kalmaması
için verilmiştir.
58
İSLAM PEYGAMBERİ
NİÇİN ÇOK EVLENDİ
Bilindiği gibi İslâm Peygamberi bazı nedenlerle birden fazla
evlenmiştir. Bu konu, İslâm düşmanları tarafından üzerinde kasıtlı
olarak durulan zaman zaman istismar edilen konuların başında
gelmektedir.
“İslâm Peygamberinin birden fazla kadınla evlenmiş olması,
bazı zihinleri şu veya bu sebeple meşgul etmiş Batılıları ve İslâm
düşmanlarını harekete geçirmiştir. İstismarcıların din düşmanlarının birçoğu. İslâm Peygamberini bu nedenle şehvet düşkünü olarak
göstermek istemişlerdir. Hemen belirtelim ki, İslâm Dininin yüce
Peygamberi, evlilik konusunda şöyle buyurmuştur : “ Evleniniz,
fakat boşanmayınız. Allah zevkine ve şehvetine düşkün erkekleri
ve kadınları sevmez.” Bu hadislerinden anlaşılıyor ki, Peygamberimiz zevk ve şehvet için evlenmediğine göre, zaruriyelere binaen
evlendiği açıkça ortadadır.
İslam Peygamberinin evlillik hayatında zevk, şehvet sözkonusu değildir.
Eğer iddia edildiği gibi olsaydı, emsallerinin çok küçük yaşta
evlendiği toplumda 25 yaşına kadar bekâr yaşamazdı.25 yaşına
geldiği zaman da Hz. Hatice’nin arzusu üzerine 40 yaşındaki dul
bir kadınla evlenmez ve elli yaşına kadar da kendisinden on beş yaş
büyük olan dul eşi ile yalnız yaşamazdı. Arap toplumunda, başka
bir kadın almasına örf ve âdetler mâni olmadığı halde kendisine
yapılan teklifleri de reddederek tek kadınla yaşamazdı.
Peygamberimiz çok güzel bir gençti. Doğruluğu dürüstlüğü
de dillere destan olmuştu. Herkes ona “Muhammed-ül Emin” ( güvenilir Muhammed )diyordu. Peygamber olduğu zaman Araplar,
kendisine birçok tekliflerde bulunurken, kimi almak, kiminle evlenmek isterse verelim, onunla hemen everelim gibi cazip tekliflerde bulunmuşlardı. Peygamberimiz genç yaşında diğer teklifler gibi
bu teklifi de kesin olarak reddetmişti.
Eğer yapılan çirkin isnat ve iftiralar doğru olsaydı. En azından Arapların tekliflerini kabul ederdi. Kendisi ile evlenmek için
can atan genç kızlar varken, kırk yaşındaki dul Hatice ile evlenmezdi. Ayrıca yirmibeş yıl çok evliliğin yaygın olduğu Arabistan’da bekâr yaşamazdı. Yirmibeş yıl da Hz. Hatice ile yalnız ya59
şamaz, kendisine yapılan tekliflerden bir veya bir kaçına iltifat
ederdi.
Kendisi ile evlenmek için can atan genç kızlar, kendisine kız
vermekle yakını olmak şerefine nâil olmak isteyen babalar da düşünülecek olursa, Peygamberin dünya zevklerine tapmadığı, dünyanın zevkleri ile oyalanmadığı ve şehvetine düşkün biri olmadığı
apaçık ortadadır.
İslâm Peygamberinin birden fazla evlenmiş olmasının sebeplerini araştıracak olursak, bu evliliklerin İslâm Peygamberi tarafından arzulanan evlilikler olmadığı görülecektir.
Cenab-ı Allah (cc) Kur’an’da Peygamber zevcelerinin
Mü’minlerin anası olduğunu açıkça bildirince, evlenme durumundaki olan kadınlar, Peygamberin nikahı altına girip bu şerefe nâil
olabilmek için can atmışlardır. Bunun içindir ki, teklif daima karşı
taraftan gelmiştir.
Ahzâp Sûresi’nin 50. Âyetinde :” Mehirleri verilen eşleri, ganimet olarak alınan savaş esirlerini, amcanın, halaların, dayı ve
teyzelerinin seninle göç eden kızlarını sana helâl kıldık, birde kendisini Peygambere hibe eden inanmış kadınları sana helâl kıldık”
buyrulmasından sonra Peygamberimiz, Mü’minlerin anaları olmak
dileyen kadınların bu şerefe nâil olma arzularını reddetmemiştir.
Ayrıca himayeye muhtaç durumda olanları da kendi hallerine bırakmayıp onları örnek bir insan olarak himayesi altına almıştır.
Burada Peygamberin himayeye muhtaç durumda olan kadınların
sokağa terk edilmemesi konusunda Müslümanlara örnek olması da
söz konusudur.
Hatta Peygamberin nikâhı altına aldığı bazı eşleri çok yaşlı
idi. Peygamber bunlara kocalık bile yapmamıştır. Hz. Esmâ ise
Peygamberin nikâhı altına girmenin verdiği sevinç ve mutluluk
yüzünden hemen nikâhtan sonra Allah’ın rahmetine kavuşmuştur.
Bugün bile bir toplumun büyüğü ile sadece bazı duygu ve
nedenlerle evlenmekten şeref duyacak nice kadınlar vardır. Eğer şu
anda Hz. İsa sağ olsaydı, Hıristiyan kadınlardan onunla evlenmek
için can atan kadınlar olmayacak mıydı? Hatta bugünkü rahibeler
Hz. İsa zamanında yaşasaydı onunla evlenmek için içlerinde bir
arzu taşımayacaklar mıydı?
Peygamberin çok evlenmesinin önemli nedenlerinden biri de;
Müslüman kadınların bilmeleri gerekli olan dini hükümlerin kadınlara aktarılması konusudur. Elbette ki, mahrem olan birçok şeyi
60
peygamberimiz kadınlara direk söyleyemezdi. Bu işin kadınlar tarafından yapılması zorunlu idi. Bunun için Peygamberin kendisi
açıkça eşlerine anlatmış, onlarda diğer Müslüman kadınlara aktarmışlardır aksi halde Müslüman kadınları İslâmî bilgilerden ve kendileriyle ilgili dinî hükümlerden çoğunu bilmezler, birçok konularda da yanlış uygulama ve hatalara düşerlerdi.
Bunlardan başka evlilik hayatındaki diğer bazı sebepler ve
hikmetler de içtimai, siyasive sosyal sebeplerdir.
İslâm Peygamberin evlendiği kadınların durumlarına bakılacak olursa Hz. Aişe ve Mariye hariç diğerleri dul, yaşlı ve himayeye muhtaç kadınlardı. Bazılarıda Müslüman oldukları için müşrik
kocaları ve yakınları tarafından terk edilmiş himayeye muhtaç kimselerdi.
Peygamberimiz elliüç yaşına kadar bütün imkânlara sahipken
yalnız Hz.Hatice ile yaşamış, başka bir kadınla evlenmeye istek
duymamıştır.
Peygamberimizin bir devlet başkanı olarak komşu ülkelerle
siyasî dostluk kurma ve iyi komşuluk ilişkileri temin etme zarureti
vardı. Ayrıca komşu ülkelerde yeni Müslüman olanların korunması
söz konusu idi. Nitekim bu durum, İslâm Peygamberinden önce ve
sonra da birçok devlet başkanı tarafından düşünülmüş ve tatbik
edilmiş bir davranış olarak değerlendirilmelidir.
Bu konuda diğer bir sosyal husus da İslâm inancına göre
Müslüman kadınlarının kâfir erkeklerle evlenmesinin yasak olması
hususudur. Bu yasağa göre Müslüman bir kadının inancını koruyup, yaşayabilmesi için Müslümanların arasında kalıp, Müslüman
erkeklerle evlenmesi esas olmuştur.
Müslümanların düşmanları çok ve kuvvetli idi. Varlıklarını
koruyabilmek ve Allah’ın dinini yayabilmek için Müslümanların
güçlü olma, maddi ve manevi bağlarla birbirlerine bağlanmaları
zarureti vardı.
Düşmanlarla yapılan savaşlarda Müslümanlar da büyük ölçüde kayıplar vermişti. Erkeklerle kadınlar arasında denge bozulmuş,
geride eşlerini kaybeden dullar, himayeye muhtaç durumda kadınlar kalmıştı.
Allah’ın da emrettiği gibi Müslümanların tek örneği İslâm
Peygamberi idi. Yaşayışlarında onu örnek alıyorlardı. Peygamber
Ashabında bu konuda da örnek olmuştur. Zira o gün için çözüm
bekleyen önemli konular vardı. Meselâ; Müslüman olduğu için
61
kocasından ayrılan kadınların, kocası şehit düşmüş dulların, yaşlıların kendi kaderleriyle başbaşa bırakılması, ekonomik ihtiyaçlarının
karşılanması, namus ve iffetlerinin korunması gerekmekteydi.
Önemli bir husus da Müslümanlar arasındaki manevi bağların akrabalık bağı ile de kuvvetlendirilmesi icabediyordu. Bu sebeple
Müslümanların birden fazla evlenmesine müsaade edilmişti.
Çok evliliği dörtle sınırlandıran âyet nazil olduğunda ise
Peygamber son nikâhını yapmış bulunuyordu. Bunun üzerine hanımlarına: “Sizden hiçbirinizi terk ederek kırmak istemem. Kim
benim zevcem olarak kalmak, kimde hayatı boyunca nafakası temin edilmek şartı ile boşanmayı kabul edecek! Karar sizin…” demişti. Ama hiçbiri Peygamberin hanımı, mü’minlerin anası olma
şerefinden mahrum kalmak istemedi.
Sonuç olarak İslâm Peygamberinin birden fazla evlenmiş olmasının sebep ve hikmetleri vardır. Sonra toplum hayatı o gün için
normal değildi. Ayrıca dinî, siyasî ve içtimaî sebepler de vardı.
Demek oluyor ki, İslâm Peygamberinin evlilik hayatı o gün
için zaruretlerin bir sonucu olmuştur.
Nasıl İsa Peygamberi hiç evlenmediği için onu cinsi yetersizlikle suçlayamazsak Hz. Muhammed (ASV) çok evlendiği için
onun da şehvet düşkünü olduğunu iddia edemeyiz.
Genç ve olgun yaşta toplumun zevkten başka bir şey düşünmediği anlarda bile o, herkesin güvendiği bir kişi olmuş, asla hislerinde ve nefsine mağlup olamamıştır. Toplumda herkesi, zinayı ve
şehvetini terk etmeye çağırmıştır. O zaman aralarından biri çıkıp da
“ Sen şehvetine düşkün birisin, bunu bize nasıl söylüyorsun” diyememiştir.
Önemli olan diğer bir husus da, Peygamberimizle evlenen
kadınların kocaya ihtirası olan kadınlar olmayışıdır.
Peygamber Efendimiz, Peygamberliğini ilan ettiği zaman
Mekkeli müşrikler Peygamberimize şu teklifte bunulurlar : “ Ey
Muhammed eğer sen para istiyorsan sana para verelim, başımıza
başkan olmak istiyorsan seni başkan yapalım, eğer istiyorsan seni
kabilemizin güzel kızlarıyla evlendirelim. Yeter ki sen bu davadan,
yani İslâm’ı anlatmaktan vazgeç.” Peygamberimiz onlara şu cevabı
verir : “ Bir elime ayı, bir elime güneşi koysanız ben bu davadan
vazgeçmem.”demiştir.
62
İSLAM PEYGAMBERİNİN
EVLİLİK HAYATI VE HİKMETLERİ
H.Z HATİCE (ra) İLE EVLENMESİ
Hz Hatice, daha önce evlendiği iki kocasını da kaybetmişti.
Dul hâli ile kendisine kalan mallarla ticaretle meşgul oluyordu.
Kendisi bizzat uzak yerlere gidip gelemediği için, peygamber
olmadan doğruluğu ve dürüstlüğü ile tanınan Hz Muhammed’le
ortak ticarete başladı. Peygamberimize önceden de hayranlık duyan
Hz Hatice, Peygamberimizin sağladığı kâr ve dürüstlüğü nedeniyle
ona duyduğu hayranlık bir kat daha arttı. Âdeta büyülendi.
Hatice, namuslu iffetli, toplumun sapıklıklarından uzak kalmış bir kadındı. Kendisine yapılan birçok evlenme teklifini reddetmişti. Dul bir hayat yaşıyordu.
Bir gün çocukluk arkadaşı Nefise’ye Efendimizle evlenmek
istediğini söyleyince Nefise arayı bulmak için Hz Peygambere geldi. Ona niçin evlenmediğini sordu. Aldığı cevap: Fakirlik yüzünden
hazır olmadığı, aile yuvasını idare etme gücünün yetmeyeceği şeklinde olunca, Nefise bu defa Hatice ile evlenip evlenmeyeceğini
sordu. Hemen ardından da bu iş için tavassut edeceğini ifade ettikten sonra Hatice’nin düşüncesini de ilâve etti.
Hz Peygamber, amcası ile yaptığı istişareden sonra kısa zamanda iki tarafın büyükleri bir araya gelerek Hatice’yi ve Peygamberimizi öven konuşmalardan sonra mütevazi bir şekilde nikâh kıyıldı.
Evlendikleri zaman Hz. Muhammed 25, Hz. Hatice ise 40 yaşında idi. Evlilikleri 25 sene kadar sürdü. Bu mutlu evlilikten 6
çocuk dünyaya geldi. Hz. Peygamber 50 yaşına kadar gençlik ve
olgunluk yıllarını beraber geçirdiği Hz. Hatice’yi 65 yaşında iken
kaybetti.
Hz. Hatice, Peygamber Efendimizin getirdiği yüce dine ilk
inanan Müslüman olma şerefine nâil olmakla kalmayıp, Efendimizin maddî ve mânevi en büyük desteği olmuştu.
Kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice ile evli iken Peygamberimiz Arap toplumunun âdetlerine uyup başka bir kadınla
evlenme arzusu duymamıştır. Hatice ile evlenirken de ilk teklif
Hatice’den gelmiştir. Peygamberimiz bu teklifi evet derken, Araplar arasında dul kadınlara pek itibar edilmediği bir dönemde Hz.
Hatice ile evlenmekle, dulların bir kenara itilip terk edilmemeleri,
ayrıca dul ve bekâr yaşamanın doğru bir hareket olmadığı konusunda Müslümanlara örnek olmuştur.
63
HZ. AYŞE (ra) İLE EVLENMESİ
Yirmi beş yıllık mutlu bir evlilik hayatının Hz. Hatice’nin vefatı üzerine sona ermesiyle Hz. Peygamber çok müteessir olmuştu.
Peygamberlerin üzüntüsü, o’nu canlarından çok seven bütün Müslümanları da üzüyordu.
Peygamberi bu derin üzüntüsünden kurtarmak için bütün
Müslümanlar çare ararken Peygamberi en kötü günlerinde bile yalnız bırakmayan, O’nun uğruna malını, mülkünü terk ederek
O’nunla göç eden yakın arkadaşı Hz. Ebubekir (ra) kızı Ayşe ile
evlenmesi için Peygambere teklifte bulundu.
Bu teklif üzerine Peygamberimiz (SAV), Hz. Ayşe ile nişanlandı. Evlenmeleri üç sene kadar sonra oldu.
Hz. Peygamberin Hz. Ayşe ile nişanlanıp evlenmesi, kendi
arzusu ile değil, Hz. Peygambere kayınpeder olmak için can atan,
birde Peygamberi üzüntüsünden kurtarmak isteği ile bizzat Hz.
Ebubekir’in teklifi üzerine olmuştur.
SEVDE (ra) İLE EVLENMESİ
Peygamberimiz Hz. Ayşe ile nişanlanmış henüz evlenmemişti. Bu sırada Müslüman olan Sevde’nin eşi, kâfirlerin zulüm ve
baskıları sonunda Habeşistan’a göç etmiş, orada yakalandığı hastalık sonucu Allah’ın rahmetine kavuşmuştu.
Sevde’nin kocası fakir bir kimse idi. Onun ölümü ile Sevde
tamamen kimsesiz ve yoksul durumda kaldı. Şiddetli bir geçim
sıkıntısı içindeydi. Durumunu Peygambere anlattı. Kendisini nikâhı
ve himayesi altına almasını istedi. Geçinmek için bundan başka
çaresi de yoktu.
Peygamberimiz Sevde’yi yaptığı teklif üzerine himayesine
aldı. Bunun için de nikâh şarttı. Nikâhsız onu yanına alamaz, onun
yanında bulunamazdı. Hz. Hatice’nin ölümünden sonra Hz Aişe ile
nişanlı olduğu halde üç sene kadar Sevde ile yalnız yaşadı. Hz.
Ayşe Mekke’den Medine’ye göç etmişti. Bu sırada Peygamberimiz
54 yaşında idi. Nişanlı olduğu Hz. Ayşe ile evlendi. Böylece birden
fazla evlilik hayatı başlamış oluyordu. Hz Sevde durumdan memnundu. Zaten evlenme teklifinde bulunmadan da Peygamberin nişanlı olduğunu biliyordu. Hatta Ayşe ile evlendikten sonra birgün
Peygambere : “Nikâhın altında yaşamam benim için büyük bir şereftir”demiştir.
64
HAFSÂ (ra) İLE EVLENMESİ
Hz. Sevde ve Hz. Ayşe ile evli bulunan Peygamberimizin
HAfsâ (ra) ile evlenmesinin sebep ve hikmeti de şudur:
Hafsâ’nın eşi Hıns, müşriklerle yapılan Bedir savaşında şehit
düşünce Hafsâ dul kaldı. Hafsâ’nın babası Hz. Ömer (ra) bütün
varlığını İslâm için harcadığından kızının geçimini temin edecek
durumda değildi. Bu bakımdan kızını evlendirmek istiyordu. Kızını
alması için Hz. Ebubekir’e teklifte bulundu. Hz. Ebubekir (ra) bu
teklife müsbet cevap vermeyince, Hz.
Osman(ra) a teklifte etti. O da mazeret beyan edip teklifi reddedince Hz. Ömer (ra) çok üzüldü. Üzüntüsünü Peygambere anlattı. Ondan duruma çözüm getirmesini açıkça istemediyse de yardımcı olmasını beklediği açıktı.
Hz. Ömer (ra) kızını Hz. Ebubekir ‘e, Hz. Osman ‘a teklif ettiğinde ikisi de evli idi. O sıralarda Arap örf ve âdetlerinin birden
fazla evliliğe mâni olmadığı gibi İslâm Dininde de birden fazla
evliliği şarta bağlayan âyet henüz nazil olmamıştı.
O sıralarda durum çok nâzikti. Bir avuç Müslümanın üzüntü
ve sıkıntılarının artmasına tahammülleri yoktu. Peygamberimiz Hz.
Ömer’i üzüntüden kurtarmak dul ve çaresiz kalan kızını himâyesine
almak maksadıyla Hz. Ömer’e “ Hafsâ’yı memnun kalacağın daha
iyisi alacak müsterih ol “ diyerek Hafsâ ile evleneceğini bildirdi.
ZEYNEP (ra) İLE EVLENMESİ
Huzeyme kızı Zeynep, Peygamberin Halasının oğlu Abdullah
bin Cahş ile evli idi. Kocası Uhut savaşında şehit düşünce yapayalnız kalan Zeynep, geçim sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Durumu
Peygambere anlatarak himayesine almasını teklif etti.
Zeynep, Peygamberin zevcesi, Müslümanların anası olma şerefine kavuştuğu için çok mutlu olmuştu. Nikâhtan birkaç ay sonra
da Allah’ın rahmetine kavuştu.
ÜMMÜ SELEME İLE EVLENMESİ
Ümmü Seleme’nin kocası, Uhut savaşında aldığı yara sebebiyle şehit olmuştu. Bunun üzerine Ümmü Seleme 44 yaşında dört
yetimi ile dul kalmıştı.
Onun durumunu yakından bilen Sahabenin ileri gelenleri
Ümmü Seleme ile evlenmek istediği halde o razı olmadı. Hatta Hz.
Ömer ve Hz. Ebubekir bile teklifte bulunanlar arasında idi.
65
Yetimleri ile dul kalan Ümmü Seleme bir gün Peygambere:
“Şimdiye kadar yapılan evlenmek tekliflerini reddettim. Yaşlıyım
hizmette kusur edebilirim. Buna rağmen seninle evlenmek istiyorum. Benimle evlenir misin? “ diyerek evlenme teklifinden bulundu. Bu teklif “beni bak” anlamında idi. Peygamberimiz, bu teklifi
reddetmeyip Ümmü Seleme ile nikâhlandı.
Evlenme teklifi zor durumda kalan Ümmü Seleme’den gelmişti.
Ümmü Seleme kadınların 7-8 yaşlarında bülûğa erdiği çok
erken yaşlarda (ortalama 35-40 yaşlarında ) kadınlık iktidar ve hislerini kaybetti Arabistan’da 44 yaşında bir kadındı.
ZEYNEB BİNTİ CAHŞ İLE EVLENEMESİ
Zeyneb, Beni Kelb Kabilesinden Hârise’nin oğlu Zeyd ile evlenmişti
Zeyd, Hz. Hatice’nin kölesi idi. Hz. Hatice peygamberle evlendikten sonra Peygamberimiz Zeyd’i evlât edindi. Hatta bu mutlu
olaydan önce, Peygamberimize son derece bağlı olan Zeyd, kendisinin fidyesini ödeyerek kurtarmaya gelen babasını değil, Peygamberimizin yanında kalmayı tercih etmişti.
Peygamberimiz, babasının cariyesi olan Ümmü Eymen’i,
Abdül Ceyş ile evlendirmişti. Abdül Ceyş’in ölümü ile ihtiyar yaşta
dul kalan Ümmü Eymen için çok üzülmüş ve birgün Ashabına:”
Kim Cennetten bir kadını zevce edinmek isterse Ümmü Eymen’i
zevce edinsin” deyince ihtiyar olan Ümmü Eymen ile yalnız genç
yaştaki Zeyd evlenmek istediğini bildirmişti. Bunun üzerine 25
yaşındaki Zeyd ile 60 yaşındaki Ümmü Eymen’in nikâhı kıyılmıştı.
Peygamber Efendimiz Zeyd’i çok severdi. Ona Ümmü Eymen’in kadınlık yapamayacağını düşünerek halasının kızı Zeyneb’i
Zeyd’e nikâhlamıştı. Zeyneb soylu bir aileden geldiği için âzad
edilmiş bir köle ile evlenmekten hoşlanmamıştı. Başlangıçta Peygamberimizin hatırı için evlenmişti, gün geçtikçe bu geçimsizliğe
dayanamadı. Peygambere boşanmak istediğini açtı. Peygamber
kendisine “ Sabret, karını yanında tut. Allah’tan kork” dedi. Fakat
geçimsizlik son hadde varınca Zeyneb ile Zeyd’in boşanması gibi
istenmeyen bir durum meydana geldi.
Peygamberimiz Zeyneb’i kendi elleri ile evlendirmişti. Bu
durum karşısında Zeybeb’in ve ailesinin kırılan onurunu tamir etmek için Zeyneb’le evlenmeye mecbur kaldı.
66
Eğer Zeyneb’le baştan kendisi evlenmek isteseydi, zaten
Zeynebin ve ailesinin arzusu bu yönde idi. İsteseydi pekala Zeyneb’le Zeyd’ten önce evlenebilirdi.
Ayrıca Peygamberimiz Zeyneb’le evlenerek Ahzâb Sûresinin
35 ve 36. Âyetlerindeki İlâhî emri yerine getirmiştir.
CÜVEYRİYE (ra) İLE EVLENMESİ
Cüveyriye, henüz Müslüman olmamış Mustalik kabilesinden
El- Haris’ in kızı idi. Yahudilerle anlaşarak Müslümanlara karşı
çıkan Mustalik kabilesi, Peygamberimizin bizzat başında bulunduğu bir birlik tarafından hezimete uğratılmıştı. Müslümanların kazanmış olduğu bu zaferin sonunda ganimetler ve esirler alındı. Cüveyriye de bu alınan esirlerin arasında bulunuyordu. Kocası da savaş sırasında ölmüştü.
Ganimetler ve esirler savaştan sonra dağıtılırken Cüveyriye
Peygamber Efendimizin şairi Hassân ‘a düşmüştü. Cüveyriye kabile reisinin kızı idi. O gün için fidyesini ödeyip hürriyetine kavuşacak durumda değildi. Bir gün Peygamberin huzuruna çıkıp durumunu anlattı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz fidyesini ödeyip Cüvetriye’ yi hürriyetine kavuşturdu. Cüveyriye artık hür olduğu için dilediği kararı verebilecekti.
Bu arada Cüveyriye’nin babası Haris, iki oğlunu alıp fidyesini ödeyerek kızını kurtarmak için Medine’ ye gelir. Medine’de kızını bizzat Peygamberin hürriyetine kavuşturduğunu öğrenince
derhal Müslüman olur. Kızını götürmekten vazgeçerek, kızı ile
evlenmesi için Peygambere teklifte bulundu.
Uzun süredir civar komşu kabilelerle dostluk kurmayı düşünen İslâm Peygamberi bu teklifi kabul etti. Haris’ in isteği üzerine
nikâh kıyıldı.
Cüveyriye Mü’minlerin anası olunca Müslümanlar Cüveyriye
ile beraber esir olan Mustalik Kabilesi mensuplarını serbest bıraktılar. Bunların aralarından pek çoğu Müslüman olmuş ve İslâm Dininin çevrede yayılışı da hızlanmıştır.
ÜMMÜ HABİBE (ra) İLE EVLENMESİ
Ümmü Habibe Ebu Süfyan’ın kızıdır. Kocası ile beraber
Müslüman olmuş ve onunla Habeşistan’a göç etmişti. Orada eşi
Abdullah Müslümanlıktan dönünce Ümmü Habibe, kocasından
ayrılmak ve geri dönmek zorunda kalmıştı. Babası müşriklerin başı
67
idi. Annesi Hind ise, Hz. Hamza’nın şehit olmasından sonra ciğerlerini dişleyecek kadar İslâm ve Müslüman düşmanı bir kadındı.
Bunun için anne ve babasının yanına dönemezdi. Zaten Müslüman
olduktan sonra annesi ve babası kendisini evlatlıktan reddetmişlerdi.
Yakınlarının eza ve cefasına uğrayan Ümmü Habibe kurtuluşu için dua ediyordu. Bir gece rüya gördü ve uykusunda “ Ey
Mü’minlerin anası!” nidasıyla uyandı.
Ümmü Habibe’nin durumunu yakından bilen Peygamber
Efendimiz, Ebu Süfyan ve Hind gibi İslâm düşmanları ile yakınlık
kurma arzusu ile evlenme teklifinde bulundu. Böylece İslâm’ın
yayılması, Mekke’ de kalan Müslümanların fazla eza ve cefaya
uğramaması ve Mekke’nin fethinin kolaylaşması gibi düşünceler
taşıyan Peygamberin evlenme teklifi Ümmü Habibe için kaçırılmaz
bir fırsat olmuştur.
SAFİYE (ra) İLE EVLENMESİ
Safiye, Hayber’in fethi sırasında esir alınan bir Yahudi kadını
idi. Kocası fetih esnasında ölmüştü.
Safiye. Gaziler arasında münakaşalara sebep olmuştu. Müslümanlar arasında da daha büyük kırgınlıklara neden olmaması ve
gün geçtikçe Yahudilerin artan düşmanlığını dostluğa çevirmek
için Peygamberimiz Yahudi eşrafından sayılan bir ailenin kızı olan
Safiye’yi kendi himâyesine almıştır.
O sırada Peygamberimiz altmış yaşında idi. Himayesine aldığı Safiye’ye dilerse kavminin yanına gidebileceğini, dilerse de
Müslüman olup yanlarında hür yaşayabileceğini söyledi. Bu teklif
üzerine Safiye Peygambere kavmine dönmek istemediğini Müslüman olarak kalmak istediğini bildirdi. Fakat ardından da yalnız
nasıl yaşayabileceği endişesini de ilâve etti. Buna karşılık Peygamber dilerse Mü’minlerin anası olabileceğini söyleyince Safiye bu
teklifi sevinçle karşıladı.
O gün Medine yakınlarında oturan Yahudi kabileleri İslâm’ın
yayılmasına ve Müslümanların Medine’ye gelip gitmelerine engel
oluyorlardı. Daha da önemlisi, Yahudiler müşriklerle birleşip Müslümanlara saldırıyorlardı. Ayrıca bu Yahudi kabileler arasında
Müslüman olmak için can atanlar serbest hareket edemiyorlardı.
68
Peygamberimiz Safiye ile evlenmekle, Yahudilerden gelecek
tehlikeleri önlemeyi ve Müslüman olmak isteyenlerin işini kolaylaştırmayı düşünmüştür.
MEYMÛNE İLE EVLENMESİ
Meymûne, Peygamberinizin Amcası Abbas’ın eşinin kardeşi
idi. Ardarda iki kocasını da kaybetmiş dul kalmıştı. Bir gün ablasına Peygamber ile evlenmek istediğini söyledi. Bunun üzerine
Meymûne’nin ablası Abbas’a Meymûne ‘nin arzusunu ileterek onu
Peygamberle evlendirmesini istedi.
O güne kadar Peygamber çok sevdiği Amcası Abbas’ı hiç
kırmamıştı. Bu konuda da kendisini kırmayacağına ümit eden Abbas, Peygambere:
-“ Size eşimin kardeşi Meymûne’yi teklif ediyorum, kabul
ediniz “ dedi.
Meymûne bizzat kendisi Peygambere eş olmak istemişti.
Araya Peygamberin amcası Abbas’ı koymakla bu işi gerçekleştirdi.
REYHANE İLE EVLENMESİ
Reyhane Beni Kureyza kabilesinden kabilenin ileri gelen bir
ailenin kızı idi. Kendisi, Beni Kureyza muharebesinde alınan esirler
arasında bulunuyordu.
Peygamberimiz, Beni Kureyza Kabilesi ile akrabalık kurmak
ve iyi komşuluk ilişkileri sağlamak gayesi ile altmışbir yaşında
iken Müslümanların ileri gelenlerinden de arzusu üzerine Reyhane
ile nikâhlandı.
MARİYE İLE EVLENMESİ
Aslında buna evlilik demek yanlış olur. Çünkü Peygamberimiz, yabancı ülkelere mektuplar, elçiler göndererek o ülkenin başkanını ve halkını İslâm’a davet ediyordu. Hatta elçiler vasıtasıyla
hediyeler de gönderiyordu.
Bu arada Mısır valisi Mukavkıs’ a da mektup yazmış, bazı
hediyelerle beraber elçi göndererek İslâm’a davet etmişti. Vali elçiyi çok iyi karşılayarak çok değerli hediyelerle birlikte iki cariye
ve bir de köle ile Peygambere geri göndermişti.
Mariye, hediyelerle beraber gönderilmiş cariyelerden biri idi.
Peygamberimiz hediyelerini hoş karşıladığını göstermek için Mariye’yi himayesine aldı. Kardeşini de şairi Hansâ’nın himayesine
verdi.
69
ESMA İLE EVLENMESİ
Esmâ Peygamberimize eş olmamış bir kadındır. Mü’minlerin
anası olabilmek için ısrarla Peygamberle nikâhlanmak istemiştir.
Çok yaşlı bir kadındı. Peygamberle nikâhlanma şerefine nâil
olur olmaz sevincinden vefat etmiştir.
Görülüyor ki, Peygamberin evlenme nedenleri asla bugün bazılarının iddia ettiği şekilde değildir. Hadiseler ve cereyan ettiği
günün şartları içinde değerlendirilmelidir. Hadiseler cereyan ettiği
günün şartları içinde değerlendirilmelidir. Meseleyi bugünün şartları içinde değerlendirirsek yanlış olur. Konuyu o günün şartları içinde değerlendirecek olursak İslâm Peygamberinin evlenme nedenlerini ve hikmetlerini şöyle sıralayabiliriz:
1) Araplarda itibar görmeyen kadınların bilhassa dulları terk
edilmeyip himaye etmek,
2)Bekâr yaşamanın mahsurlarını ortadan kaldırmak,
3) Politik sebepler, İslâm’ın yayılması,
4)Müslümanlar arasındaki bağları akrabalık bağları ile kuvvetlendirmek,
5) Mü’minlerin anası olmak arzusundan başka bir istekleri
olmayan kadınların teklifleri,
6) İslâmî bilgilerin kadınlar arasında da kolayca yayılması ve
kadınlara ait bilgilerin kadınlara öğretilmesi gibi nedenlerle evlenmiştir.
Peygamber (as) her hali ile Müslümanlar’ a örnek olmuştur.
Sahipsiz ve korunmaya, bakıma muhtaç kadınların ortada kalmalarına başka yollarla geçimini sağlamasına müsaade etmemiştir. Diğer Müslümanları da O’nu örnek almış, bazı kötülüklerin önüne
geçilmiştir.
Eğer Allah Rasülü Allah’ın izni ve rızası dışında hareket etmiş olsaydı buna Cenab-ı Allah razı olmaz ve müsaade etmezdi.
Peygamber (as) hakkında iftira etmek ileri geri konuşmak,
doğru değildir. İşlenen bu günahın tövbeside olmaz affıda olmaz
çünkü o hayatta değildir, helalleşme olmaz.
Allah Rasülü’nün şefaatinden mahrum etmesin. Sünnetinden
de ayırmasın.
70
SÜNNET MERASİMLERİ
Yaz mevsimi oluyor günah mevsimi.
Düğün, sünnet merasimi oluyor günah mevsimi.
Peygamber (as)’ın sünnetini yerine getirirken, sünnete uygun
olarak yerine getirilmiyor.
Evlilik olsun, sünnet olsun dinin emridir. Dinin emri yerine
getirilirken günahlar işleyerek yerine getirilmez.
Müslüman olanın işi farklı olmalı değil mi?
Müslüman: ‘Böyle olmamalı’ diye kınadığı bir şeyi işbaşa
gelince kendisi yapmaz. Münafıklık olur.
Düğüne, düğün merasimlerine ve gösterişe verilen önem ne
yazık ki, inancımıza, kültürümüze verilmiyor.
Bazı düğünler, merasimler görüyoruz ki, gerçekten: ‘Bu böyle olmamalı’ diyoruz. ‘Yakışmadı’ diyoruz.
Müslüman, yaptığını en güzel, en faydalı bir şekilde yapmalıdır. İyi örnek olmalıdır. Kötülüğe, günaha giden yolda çığır açmamalıdır. Hep hayra vesile olmalıdır.
Bazılarına işin aslını, güzel tarafını, inancımıza uygun olan
yönünü yapalım dediğinizde cevap: ‘Hangi çağdayız? El ne der?
Gençler öyle istiyor. Bu böyle oluversin canım’ gibi mazeretler
uzayıp gidiyor. ‘Allah ne der?’ diye akla bile gelmiyor.
Bakın bir iş nasıl başladıysa öyle devam eder. Gömleğin ilk
düğmesini yanlış düğmelerseniz veya temeli yanlış atarsanız, yanlış
olarak devam eder.
Sahabe birbirine sorarmış: ‘Bende münafıklık alameti var
mı?’ diye. İnanç başka, iş başka olunca ortaya münafıklık çıkar.
Karga, kilisenin kırık camından içeriye girmiş, ortalığı dağıtmış. Putun üstüne pislemiş. Kutsal şaraptan da içmiş. Papaz ortalığı görünce kargaya: ‘Hristiyansan putu niye pisledin? Müslümansan şarabı niye içtin?’demiş.
Biz kimiz? Neyi temsil ediyoruz? Demenin yeri geldi.
Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: ‘Kıyamet günü ümmetimin arasından Zebaniler bazılarını tutup tutup götürecekler.
Ben:‘Onlar benim ümmetimden’diyeceğim. Cenab-ı Allah bana:
‘Ey Rasulüm! Senden sonra onlar nasıl yaşadılar, neler yaptılar bir
bilsen’diyecek.
71
Bakın Süleyman Peygamber’in başındaki taç doğru durmamış, yana yatmış, düzeltmiş, öbür yana yatmış. Demiş ki: ‘Niye
doğru durmuyorsun?’. Taç cevap vermiş: ‘Sen doğru oturmuyorsun
ki, ben doğru durayım.’ Doğru yaşamıyoruz ki…
Evlilikler uzun sürmüyor, mutlu olunmuyor. ‘Mutluyuz, evleniyoruz’ diye yazıp sokaklarda dolaşanlar, birkaç ay sonra ‘mutsuzuz’ deyip mahkemeye koşuyorlar.
Sünnet merasimlerimiz tat vermiyor. Geride zahmet, israf ve
günahlar sergileniyor.
-Neden?
Cevap:
-Biz öyle istiyoruz, biz öyle olsun istiyoruz da ondan.
Büyüklerimiz: ‘Niyet hayır, akıbet hayır’derlerdi. Başta hayırla başlamıyor ki, sonu hayır olsun.
SÜNNET NEDİR?
Dinde sünnet olmak vacip derecesinde sünneti müekkededir.
Cenab-ı Allah, İbrahim peygamber’e: ‘Sen ve kavmindeki
erkekler sünnet olun.’diye emrediyor. İbrahim (as) 80 yaşında hemen keserle sünnet oluyor. Çok acı çekiyor. Allah O’na:
-‘Neden acele ettin’deyince, İbrahim (as):
-‘Emrini geciktirmekten korktum Ya Rabbi! diyor. (B.Hadis
Külliyatı 3/152)
İbrahim (as)’ın kavmi de sünnet oluyor. Peygamberimiz zamanında Hz.İbrahim’in dinin bağlı olan Hanifler sünnet olma geleneğini sürdürmüştür.
Peygamberimiz (sav) sünnetli olarak doğmuştur. Bize: ‘Çocuklarınızı sünnet ettiriniz’buyurmuş ve ‘Beş şey Peygamberlerin
sünnetindendir’ demiştir.
1-Sünnet olmak,
2-Kasık kıllarını tıraş etmek,
3-Bıyıkları kısaltmak,
4-Koltukaltı kıllarını yolmak,
5-Tırnakları kesmek,
Sünnet olmak İslam’ın nişanıdır.
Peygamber (as): ‘Sünnet ol ki küfür alametinden temizlenesin’buyurmuştur.
72
Bir gün biri, peygamber (as)’a sormuş:
-‘Sünnetsiz olan Kâbe’yi tavaf edebilir mi?’
Peygamber (sav):
-‘Hayır’ cevabını vermiştir.
Hz. Ali (ra) da: ‘Sünnetsizin kestiği yenmez, namazı kabul
olmaz’demiştir.
Bir hadiste: ‘Ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda bir
sünnetimi ihya edene 100 şehit sevabı vardır’buyrulmuştur.
* * * * *
Merasimlere hep maddi olarak hazırlık yapılıyor.
Sünnet olmak ne demek, bunun manası çocuğa anlatılmıyor.
Hristiyanların vaftiz olacak çocuğa yaptıkları telkini Müslüman
yapmıyor.
Bakın Almanya’da doğmuş, Türkiye’de sünnet olacak. Hazırlıklar yapılıyor, çocuğu da korku sarıyor. Annesine diyor ki:
-Anne, Almanlar sünnet oluyor mu? Annesi:
-Hayır, diyor. Çocuk:
-Keşke ben de Alman olsaydım! diyor.
Maddi hazırlıklar en güzel şekilde yapılırken çocuk sünnete
hazırlanmıyor. Olumlu telkinler yapılmıyor. Mesela;
-Erkek olacaksın,
-Müslüman olacaksın,
-Adam olacaksın,
-Temizleneceksin, sağlıklı olacaksın’diye çocuk ruhen, bedenen hazırlanmıyor.
Bazı cahiller bir çocuk görse: ‘Sen sünnet oldun mu? deyip
cebine davranıyor. Sünnet olma korkusu veriyor.
Davetiyelere: ‘Sünnetçi amca az kes, çok kesme’. Bazen: ‘İstediğin kadar kes’ yazılması çocukta korku oluşturuyor. Çocuğa acı
vermesinden değil, uyuşturulup acı vermediğinden, sadece bir ince
derinin temizleneceğinden bahsedilmiyor.
NASIL YAPILMALIDIR?
Yapılan iş, kültürümüze, ahlakımıza uygun olmalıdır. İçkili,
dansözlü dinin emri yerine getirilemez.
-İsraf yapılarak, gösteriş yaparak kötü örnek olunmamalıdır.
-Merasim yerinde çevre kirliliğine, sokaklarda, mahallelerde
ses kirliliğine sebep olunmamalıdır. Hasta olur, uyuyan olur, gece
73
çalışan, gündüz istirahat eden olur…bunları rahatsız etmeye kimsenin hakkı yoktur. Verilen rahatsızlıktan vebal doğar.
-Çocuğa milli olmayan kıyafetler giydirilmemelidir. İngiliz
pelerini, Yahudi sopası yerine milli kıyafet, kalıcı bir elbise giydirilmelidir.
-Lüks, bakılıp çöpe atılacak, masraflı davetiyeler yerine kalıcı, mesaj veren kitapçıklar kullanılmalıdır.
-Sünnet sohbetli, dualı, hayra vesile olacak şekilde yapılmalıdır.
Sünnet bazı kesimlerde gelenek olarak, bazı kesimlerde sağlık için yapılıyor, dini yönü düşünülmüyor. Bazı kesimlerde de hem
yabancı adetlerden vazgeçilemiyor, hemde dinden vazgeçilemiyor.
Sevap, günah harman oluyor. Sapla saman birbirine karışıyor.
Bir de sünnetin gereksiz olduğunu savunanlar oluyor.
Bir zamanlar Avrupa’da ‘hayvana zulüm’ ‘vahşet’ diye kurban, mahkeme kararı ile yasaklandı. Bu yılda sünnet ‘yaralama
suçu’ olarak Alman mahkemesince yasaklandı. Dini vecibe oluşu,
inanç özgürlüğü görmemezlikten gelindi.
Birde batının iyi taraflarını almayanlar Avrupa, Amerika,
sünnet olmuyor. ‘Sünnet estetik ameliyattır’ diyenler oluyor.
Peki dinin emri ne olacak?
Peygamber (as)’ın bir hadisi var: ‘Sünnetimi öldürenler, Allah’ın, meleklerin ve halkın lanetine uğrasınlar’ buyuruyor.
Sünnet insan yararına olduğu için emredilmiştir. Sağlık yönünden faydalıdır. İslam’ın faydasız ve anlamsız bir emri yoktur.
Cenab-ı Allah: ‘Peygamber ne getirirse onu alın. Sizi neden
men ederse ondan kaçının’ diye emrediyor. (Haşr:7)
‘Sünnet estetik müdahaledir’ diyenlere cevap verelim. Sünnet
olmak, estetiğe girmez. Sünnet Allah’ın yarattığını değiştirmek
değil, Allah’ın emrini yerine getirmektir. Tıraş oluruz, tırnak keseriz, sünnet oluruz.
Sünnet insan yararına bir emirdir;
-Enfeksiyondan korur.
-Sünnet olan çocukta mastürbasyon arzusu az olur.
-Sünnet AIDS’i önler.
-Sünnet kanser riskini azaltır.
-Sünnette alınan kabukta mikrop barınır, eşe de bulaşır. Başta
AIDS ve Firengi olmak üzere zührevi hastalıkların yayılmasına
sebep olur.
74
-Sünnetten sonra çocuk, ruhen, bedenen gelişir.
-Sünnetin hem sağlık hem de kişilik açısından çocuğa faydaları çoktur.
Hindistan’da ve Afrika’da yapılan araştırmalara göre;
AIDS’in sünnet olanlarda çok az görüldüğü tespit edilmiştir. Mesela; 1336 Penis Kanseri hastasının % 97’sinin sünnet olmayanlarda
görülmüştür.
Biliyor musunuz Avrupa’da, Amerika’da birçok insan gizlice
sünnet oluyor.
Alman Prof. Dr. Kıessling şöyle demiştir:
-‘Sünnet temizlik için şarttır. Ayrıca gereklidir. Kanseri önler. Eşinin rahim kanserini önler. Bence bütün Alman çocuklarını
sünnet ettirmeliyiz.’ (Tercüman: 12.7.1972)
Hristiyanlık dininde sünnet emri aslında var. Ama onlar sünnet olmazlar. (Luka: 2/21)
Yahudilikte taviz verilmeyen konulardan biridir. (Tekvin
17/22-27-9-14 + Levililer:12/3)
İslam’da sünnet, İslam’ın nişanıdır. Fıkıh âlimlerine göre
sünnet olmayanın Müslümanlığı eksiktir. Onun kestiği yenmez,
Kâbe’yi tavaf edemez. (İbrahim Canan, Peygamberin Sünnetinde
Terbiye:90)
Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: ’80 yaşında da olsa, sünnetsiz Müslüman olunca sünnet olmalıdır.’ (Ramuz el Ehadis:96/4)
SÜNNET NE ZAMAN?
Sünet, Tıbbi işlemden ziyade Cenab-ı Allah’ın emri, Hz.
Peygamber’in sünnetidir.
Sünnet, işin ehline yaptırılmalıdır. Bir hata çocuğun sağlığına, cinsel hayatına zarar verir.
Ağzı dualı, besmeleli, sünnetin önemini bilen biri yaparsa
güzel olur. Bir sünnet işlemine şahit oldum. Adam sarhoş, elleri
titriyor. İş yavaş gidiyor, çocuk çıldırıyor.
Toplu sünnetlerde aceleden dolayı hatalı kesim olabiliyor veya hastalık bulaşabiliyor. O zaman toplu katliam oluyor.
Sünnet olma yaşı, mazeretler bularak başka işlerin sonuna bırakılmamalıdır. Yahudilerde 7- 8 gün içinde sünnet yaptırılır.
İslam’da buluğ çağına kadar yaptırılır. Uzmanlar küçükken
20 günden önce ağrısız acısız yapılmasını uygun görüyor. İdeal
75
yaşın 2-5 arası olduğunu ifade ediyorlar. Altı yaştan sonra çocuğun
pisikososyal gelişimi belirli bir düzeye ulaşmış oluyor, deniyor.
NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
Sünnet merasimleri yapılırken dikkat edilmesi gereken hususlar vardır.
-Başta ne yaptığımızın farkında olmalıyız.
-Lüksten, israftan, gösterişten, kötü örnek olmaktan kaçınmalıyız.
-Geç vakitlere kadar çalgı, eğlence, alkol, silah… Bunlar
müslümana yakışan şeyler değildir. (Başkalarının kötü bir şeyi
yapması vebalden kurtarmaz. Kötüler ve kötü şeyler örnek alınmaz.
İyiler, iyilikler örnek alınır.)
-Bir iş yaparken günahtan, isyandan son derece kaçınılmalıdır. O zaman o işin hayrı olur.
-Yer ve ses kirliliği, insanca davranış olmaz. Hele konvoy
oluşturup, korna çalmak yakışıksız oluyor. Kendini bilenlerin kul
hakkına dokunmadıklarını görüyoruz. Düğün edenin, başkalarını
rahatsız etmeye hakkı yoktur.
Merasimlerden sonra mevlid okutmak, dini görev değildir.
Farz, vacip, sünnet cinsinden emir de değildir. Düğünün ve sünnetin bir parçası da değildir. Mevlid pazarlığından, Kur’an’ın dinlenmemesinden doğan vebal vardır.
DAVETE İCABET
Uygun olmayan davete, icabet edilmez. Uygunsa davete gidilir. Uygun olmayan davete icabet edilmeyince de darılma, küsme
olmaz. Adam gibi yaparsın gelinir, gidilir.
Yapılan komşunun, akrabanın davetine icabet edilmeyince
hak doğar deyip, her davete icabet edilmez. Uygun değilse alkollü,
dansözlü, kimin kime sürtündüğü belli olmayan müstehcenliğin
olduğu davetlere gitmemek sünnettir. Gitmemekten hak doğmaz.
Gidersen günah doğar.
Fıkıhta bir kural vardır. Meşru iş yapmayanın davetine icabet
edilmez ve ikramı yenmez. Günah ortamında bulunulmaz. Cenab-ı
Allah Kur’an’da: ‘Doğrularla beraber olun’ diye emrediyor. (Tevbe:119)
76
Bir de şu hususa mevlid okuyanların dikkat etmesi lazım.
Akşamdan çılgın eğlenceler, alkol, dansöz, gündüz mevlid. Böyle
bir yerde mevlid, Kur’an okumanın, dua etmenin vebali vardır.
Peygamber (as) bizi şöyle uyarıyor:
-‘Sakın bizden biri içki bulunan sofraya oturmasın’ (Tirmizi,
Edep:43) Allah Rasulü’ne göre; kendine zulmedenlerin bulunduğu
yerde bulunulmayacaktır. (Tıbb-ı Nebevi Ans:1/120). Kötülük işlenen yerde bulunulmayacaktır. Çünkü kötülük işlenen yere Allah’ın
laneti yağar. Allah’ın gazabı iner. Allah Rasulü’ne göre; İslam dışı
yaşayanlarla düşülüp kalkılmayacaktır. Yemeğini itikadi düzgün
olanlar yiyecektir. (Riyazüs-Salihin 1/365)
Cenab-ı Allah’ın razı olmadığı tarzda merasimler, mürüvvet
görmek değildir.
İnancımızda iyiye, iyiliğe destek olunur. Yardımlaşılır. Kötülükte, günahta, Allah’a isyanda yardımlaşılmaz. Günahı teşvik eden
ve günahı meşrulaştıran olunmaz. (Maide:2)
İnsanın işlediği hata, işine, aşına, eşine, çocuğuna hatta torununa yansır. Atalarımız: ‘Dedesi koruk yemiş, torunun dişi uyuşmuş’demişlerdir.
Rabbim hepinize iyilikler, güzellikler ve sevaplı işler nasip
etsin. Her işin bir sevaplı tarafı vardır. Bir de günah tarafı vardır.
Rabbim günahlarınızı bağışlasın, merhametiyle muamele etsin. Kusurlarımızı affetsin.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
77
78
ŞİRKE DÜŞMEKTEN KORUNMAK
Günümüzün en önemli konularından biri imanın muhafazasıdır. Din iyi bilinmeyince insanların çoğu, bilerek veye bilmeyerek
şirke düşmekten kendilerini alıkoyamıyorlar.
İman yönünden en büyük tehlike şirktir. Çünkü insanımızın
okuma ile din ile arası açık. Bir de aldatıcı, kafa karıştırıcı kişiler,
yayınlar çok.
Peygamberimiz(as):
-‘Bir zaman gelecek bazıları benim sünnetimden başka yollara tabi olacaklar ve ümmetimi başka yollara götürecekler.’ (Müslim:1847) buyurmuştur.
Çürük baklanın kör alıcısı oluyor. Sapıkları rehber edinenlerin burnu pislikten kurtulmuyor.
Cenab-ı Allah şöyle uyarıyor:
-‘Yeryüzündekilerin çoğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan sapıtırlar…’(Enam:116)
Bugünün hayat anlayışı şirke, küfre düşmeye daha müsait
oluyor.
Şirk, en büyük günahtır. Tevbe edilmediği takdirde Allah’ın
bağışlamayacağı bir günahtır. Bu günahtan bilgi ve şirke düşerim
endişesi, koruyucu olur.
ŞİRK NEDİR?
Şirk, inanç hastalığıdır. Kur’anda 170 yerde geçer.
Şirk, ortaklık demektir. Ortak koşmaktır.
Dinen şirk, Allah’a ve Onun tasarrufunda ortaklık tanımaktır. Allah’tan beklenileni başkasından beklemek, Allah’a yapılanı
başkasına yapmaktır. Allah’ın sıfatlarını başkasına yakıştırmaktır.
Peygamberimiz(sav): şirki şöyle tarif ediyor:
-‘Şirk, düz taşta, gece karanlığında karıncanın ayak sesinden
daha gizlidir.’ (Ramuz el-Ehadis:215/16)
En basitinden şu ifadelere dikkat edelim:
-Beni koru, kurtar, yardım et!
-Ey falan yetiş, imanla gitmemi sağla!
-Falan bizi görün, halimizi bilin! denmemelidir.
79
Hocama biri elini öpmüş: ‘Ahirette bana yardım edermisin
efendim?’ demişti. Hocam çok sinirlendi: ‘defol, beni de günaha
sokma!’ demişti.
-‘Benim işimi falan gördü, o beni kurtardı. Falan olmasaydı
halim ne olurdu’ gibi sözlerden kaçınılmalıdır. ‘Falan doktor beni
iyileştirdi’ denmez. Doktor vasıtadır.
-‘Allah işime karışmazsa yaparım, gelirim’denmemelidir.
-Allah’tan başka yaratıcı kabul etmek,
-Rızkını onun bunun elinde aramak,
-Ecelini onun bunun elinde aramak,
-Falcıya, büyücüye bir şeyler sormak, ona inanmak,
-Allah’la arada aracı kabul etmek (Arapların putlara bizi Allah’a yakıştırsın diye taptıkları gibi)
-Teslis inancında olduğu gibi Allah’a çocuk isnat etmek,
-Allah’ a yer isnat etmek, şekil belirtmek,
-Allah’tan başkası için ibadet etmek,
-Allah’tan başka tanrı edinmek,
-Gaybı bilirim, biliyor demek,
-Uğur, uğursuzluk aramak,
-Şeytana tapmak,
-Tabiatı yaratıcı kabul etmek, ‘tabiat ana’ demek,
-Darvinizme inanmak,
-Puta tapmak, ateşe tapmak, güneşe tapmak,
-Riya ve gösteriş için ibadet etmek,
-‘Allah gibi’ demek,
-Türbelerden medet beklemek,
-Kişilere, kabirlere kurban kesmek,
Kur’anda:
-‘Fesalli Lirabbike venhar =Namaz kıl, Rabbin için kurban
kes’ (Kevser suresi)
-‘Deki Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.’ (Enam:162)
Bir gün peygamberimiz şöyle dedi:
-‘Bir sinek yüzünden biri cennete, biri cehenneme girdi.’
-‘Ey Allah’ın resulü nasıl oldu?’diye sordular.
Allah resulü şöyle anlattı:
-‘Adamın putu vardı. Ona kurban sunulmasını zorlardı. İki
kişi geldi. Onlara da kurban sunmasını istedi. Adam bir şeyinin
olmadığını söyledi.
80
-‘Bir sinek de olsa bir şey sun’denildi. O da bir sinek kurban
sundu, cehenneme girdi.
Diğerine ‘sen de sun’ dendi. O adam:
-‘Ben Allah’tan başkasına kurban sunmam’dedi. O da cennete girdi. (Musannef 33028)
Riya şirktir. Amelleri boşa çıkarır. Yapılan bir işin teşhiri,
Allah rızasının dışında başka maksatlarla yapılması, insanlar görsün diye yapılması, amele riya karışmış olur.
İnancımıza göre riya karışan amelin mükâfatı da yoktur. Allah ona, kıyamet gününde:
-‘Amelini kimin için yaptıysan, git mükâfatını o versin’diyecektir.
Riyada gösteriş vardır, övünme vardır, imrendirme vardır, yalan vardır. En kötüsü de ortak koşma vardır.
Biri Peygamberimiz’e
-‘Malımızı şöhret için ihtiyaç sahiplerine versek, Allah bize
mükâfat verir mi?’diye sorar. O da:
-‘Hayır’der. O zat:
-‘Hem Allah rızası hem de şöhret için versek?’der.
Peygamberimiz ona:
-‘Allah yalnız kendi rızası için yapılan işleri kabul
eder’buyurur. (Bunun üzerine Zümer Suresi 2-3 ayetleri nazil olmuştur.)
Bir başkası da Peygamberimiz’e:
-‘Ey Allah’ın elçisi, ben Allah’ın rızası için savaşa katılıyorum, fakat insanlar takdir etsinler de istiyorum, ne dersiniz?’diye
sorar. Peygamberimiz ona cevap vermedi. O sırada ayet indi:
-‘Kim Rabbine kavuşmayı arzularsa, doğru dürüst iş işlesin.
Rabbine ibadet ederken, hiçbir kimseyi ona ortak tutmasın’
(Kehf:110)
Savaşta ‘Kuzman şehit oldu Ya Resullullah!’ denildi. Peygamberimiz:
-‘Kuzman şehit olmadı. O kahraman desinler diye savaşıyordu’buyurdu.
Bir hususu hatırlatmak istiyorum. Kur’an okunduktan sonra,
dualardan sonra ‘şunun için, bunun için, hassaten Allah rızası için
Fatiha’denmemelidir. Çünkü bir şey ya Allah içindir ya da başkası
içindir. Eğer Allah içinse, başkası için olmaz. Başkası için olursa
Allah için olmaz. Olur denirse bu ortaklık olur, paylaştırma olur.
81
Ana baba hakları kitabında Mehmet Zahid Kotku Hazretleri, buna
‘şirktir’der.
Peygamberimiz şöyle demiştir:
-‘Elimden gelse amelimi Kiramen Kâtibi’nden gizlerdim.’
İMAN KONUSUNDA ŞİRK
‘La ilahe illallah’ demek, Allah’tan başka tapınılacak ilah
yoktur demektir.
Müslüman, ‘Allah birdir, Onun eşi benzeri yoktur. Kimseye
muhtaç değildir. O doğrulmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.’ (İhlâs suresi) diye inanır.
Peygamberimiz (sav):
-‘ Çocuklarınıza ilk önce La ilahe illallah’ı öğretin. Ölmek
üzere olana da La ilahe illallah’ı telkin edin.’ (Müslim Cenaiz:1)
buyurur.
Sahabe çocuklarına ‘ Allah’a iman ettim. Tağutu (putu, şeytanı) red ettim’ sözünü öğretirlerdi.
İslam, tek, ortağı olmayan Allah’a teslimiyet ve kulluktur.
Kur’anda: ‘Allah’tan başka ilah edinme’ (İsra:22) diye emredilir.
İmanda şüphe olmaz, noksanlık olmaz. İman esasları aynen
noksansız kabul edilirse, ancak o zaman iman edilmiş olur.
KUR’ANDA ŞİRK
Şirk konusunda Kur’an bizi uyarıyor.
-‘Allah’a ortak koşmayın.’ (Nisa:36)
-‘Allah’a ortak koşanı Allah affetmez. O Allah’a iftira etmiş
olur.’ (Nisa:48)
-‘Şirk büyük zülümdür.’ (Lokman:13)
-‘Allah’ı bırakıp size fayda ve zarar vermeyecek şeylere mi
tapıyorsunuz?’ (Maide:76)
-‘Allah’la birlikte başka tanrıya tapıp yalvarma!’ (Kasas:88)
-‘Namaz kılın, müşriklerden olmayın.’ (Rum:31)
-‘Allah’a ortak koşarsan işlerin boşa gider.’ (Zümer:65)
-‘Araplar: ‘Melekler Allah’ın çocuklarıdır. ‘Hristiyanlar: ‘İsa
Allah’ın oğludur.’ Yahudiler: ‘Üzeyr Allah’ın oğludur.’dediler.
Bunlar yalandan başka bir şey değildir.’ (Kehf:5)
-‘Müşrikler necistir, pistir.’ (Tevbe:28)
-‘Allah’la birlikte kimseye yalvarmayın!’ (Cin:18)
Bu ayetlere göre; şirk en büyük günahtır.
82
Şirk koşanı Allah bağışlamaz.
Şirk koşanın iyi amelleri boşa gider.
Şirk koşan Allah’ın rahmetinden uzak olur.
Şirk, Allah’a iftiradır.
Şirk, zülümdür, sapıklıktır.
Şirk koşan dinden çıkar ve nikâhı düşer. Dönüşü pişmanlık,
tevbe ve nikâh yenileme ile olur.
ALLAH’A İMANDA ŞİRK
Bir hadiste: ‘Büyük günahların en büyüğü Allah’a ortak
koşmaktır.’(B.Hadis külliyatı:4/287) buyrulur.
Kur’an’da da : ‘O Allah’ın eşi ve benzeri yoktur.’ (Şura:11)
buyrulur.
Peygamberimiz: ‘Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse,
şüphesiz o şirk koşmuştur.’ (Tirmizi Nüzür:9)
Allah’tan başkasını yaratıcı kabul etmek şirktir. Kur’anda: ‘
Gökleri ve yeri yaratan Allah’tır.’ (Şura:11)
-Allah’a karşı aracı kabul etmek,
-Allah’a çocuk isnat etmek,
-Allah’a yer, şekil belirlemekten kaçınılmalıdır.
-Allah’tan başkasından bir şey beklenmez, istenmez.
-Allah’tan başkasına ibadet edilmez, dua edilmez. ‘Ey falan
yetiş’ denmez.
Allah’tan başka tanrı edinmek şirktir. ‘Allah’ kelimesinin yerine ‘Tanrı’ kullanmak uygun değildir. Çünkü tanrı Allah’ın yerini
tutmaz. Allah’ın 99 ismi arasında tanrı yoktur. Tanrı çokluk ifade
eder.
Allah’tan başkasının geleceği, gaybı bildiğini söylemek,
inanmak şirktir.
Uğur, uğursuzluk için bir şey taşımak, sıra sıra fiiller edinmek, puta tapmaktan farksızdır.
Allah’tan başkasına yapılmayan şeyler vardır.
-Allah’tan başkasına yapılmayan kulluk, ibadet, dua yapılmaz.
-Secde edilmez.
-Yardım istenmez.
-Kurban kesilmez.
-Rızık, ecel başkasının elinde aranmaz.
-Allah’ı gördüğünü, konuştuğunu söylemek şirktir.
-Allah baba, Allah dede denmez.
83
-Allah’ım görmüyor musun? Duymuyor musun? Neredesin?
denilmez.
-Darvinizm, tabiatçılık, tesadüf inanılıp savunulamaz.
Cenab-ı Allah’la ilgili şu konulara dikkat edilmelidir.
-Allah yerine başka bir kelime kullanmamaya,
-Onu bir şekil olarak düşünmemeye,
-Allah’ın adını olur olmaz yerlerde anmamaya,
-Allah’ın adı ile lanet okumamaya,
-Allah’a ve mahlûkata dil uzatmamaya,
-Allah’ın eli uzun dememeye,
-Allah beni unuttu dememeye,
-Allah’ın başka işi kalmadı mı dememeye,
-Allah izin verse de vermese de dememeye,
-Allah işime karışmazsa yaparım, ederim dememeye dikkat
etmeliyiz.
Allah’tan başkasına sığınılmaz. ‘Gavs’ kelimesi sığınak demektir, insan için kullanılmaz. Allah’tan başkasından yardım
umulmaz.
Peygamberimiz zamanında bir zalim vardı. Birkaç mazlum:
‘Gidelim bu zalime karşı peygamberden yardım isteyelim, bunun
şerrinden, zulmünden korusun’dediler. Peygambere geldiler. O
zalim münafığı şikâyet ettiler, yardım istediler. Peygamber (as)
onlara:
-‘Benden yardım istenmez. Yardım ancak Cenab-ı Allah’tandır.’ cevabını verdi.
PEYGAMBERE İMANLA İLGİLİ ŞİRK
Peygamberimiz, hayatı boyunca şirkle mücadele etmiş, insanları Allah’ın varlığına, birliğine çağırmıştır.
‘Peygambere uymak şirk’ diyenler oluyor. ‘Hem Allah’a hem
de peygambere uyulmaz, Allah’la beraber peygamber sevilmez’
diyorlar.
Peygamberi sevmek ona uymak Allah’ın emridir.
-‘Allah’a itaat edin, Rasulü’ne itaat edin.’ (Maide:92)
-‘Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, işlerinizi boşa çıkarmayın.’ (Muhammed:33)
Sakal-ı Şerif’i öpmek şirk değildir. Bu saygıdandır. Eğer ondan bir şey istenirse, o zaman şirk olur. Haceril-esved’i peygamber
(as) öpmüştür. Onun için öperiz.
84
Peygamber (as)’a salâvat getirmek, şirk değildir. Bu Allah’ın
emridir. ‘Allah ve melekleri peygambere salâvat getirirler. Ey iman
edenler, siz de ona salâvat getirin’buyrulmuştur. (Ahzab:56)
Peygamber’den şefaat istemek şirk değildir. Şefaat etme iznini O’na Allah vermiştir. Ümmetine şefaat edecektir. (Taha: 109)
Ezan duası yapmak şirk değildir. Peygamberimiz:
-‘Kim ezan duası yaparsa, ona kıyamet günü şefaatim hak
olur.’buyurmuştur.(Buhari ezan: 8)
Peygamber efendimiz Allah’ın izin verdiği kimselere şefaat
edecektir.
‘İmdat Ya Muhammed!’ denmemelidir. ‘Kıyamet günü bizi
kurtar.’ denmez. Ancak şöyle denebilir. ‘Allah’ım bizi peygamberimizin şefaatinden ayırma.
Şefaatine nail olanlardan eyle!’ çünkü kurtarıcı yalnız Allah’tır.
Peygamber (as) Allah’ın nurundan yaratılmıştır’ denilerek
Allah’ın bir parçasıymış gibi göstermek yanlıştır.
Kur’an’da Allah’la peygamberin arasının açılmaması konusunda bir ayet vardır.
-‘Allah ile peygamberi birbirinden ayırmak isteyip ‘Bir kısmına inanır, bir kısmına inanmayız’ diyenler iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenlerdir. (Nisa:150)
İNSANLARLA İLİŞKİLERDE ŞİRK
İnsanın bir başkasından din öğrenmesi, imanına da itikadına
da zarar vermez. Bir insanın birilerine bilmediklerini öğretmesi de
Allah’la kul arasına girmesi demek değildir.
Günah itirafı, vaftiz, aforoz inancımızda yoktur. İslam’da
-Kula kulluk olmaz. Kul ilahlaştırılmaz.
-Kuldan son anda imanlı gitmemize yardım et. ‘Kabirde, sıratta, mahşer günü yardım et’ denmez. Şirktir.
-‘Halini falana arz et. O Allah’a arz eder’ demek şirktir.
-‘Ey falan, bana yardım et, himmet et’ denmez.
-Kişiye teslimiyet olmaz. Teslimiyetin ölçüsü vardır. Ölünün
yıkayıcısına teslim olduğu gibi kişiye teslim olunmaz.
-Kişiye taparcasına aşırı övgü, aşırı saygı gösterilmez. Kendini bilen zaten bundan rahatsız olur. Bir hadiste: ‘İnsanların kendileri için ayakta dikilmelerinden memnun olan cehennemdeki yerini
hazırlasın’ buyrulur. (Tirmizi Adap:47)
-Resim karşısında ibadet etmek şirktir.
85
Bir büyük zat: ‘Elimi öpüp durmayın, çok tevbe etmek durumunda kalıyorum’ demişti.
-Kişilere ‘Gavs’ , ‘Gavs-ı azam’ , ‘Gavs-ı ekber’ denmez.
Sığınılacak tek varlık Cenab-ı Allah’tır.
-‘Falan bizi görür, halimizi bilir’ demek şirktir.
-‘Kişiler ancak vesile kılınabilir.’ (Maide:35) Mesela duası
alınabilir. ‘Falanca sevgili kullarının, peygamberimizin hatırına’
denebilir.
-Kul hatasız, günahsız kabul edilmez. Peygamberlerin bile
‘zelle’ denilen hataları olmuştur. Hatasız yalnız Cenab-ı Allah’tır.
-Kuldan yardım istenmez, beklenmez.‘Yardım ancak Allah’tandır.’ (Ali İmran: 126)
İbrahim (as) ateşe atıldığında yardım için gelen Cebrail’den
yardım talep etmedi. Yusuf (as) zindanda arkadaşından yardım
istedi. Zindanda çok kaldı.
Hintli Mataji geldi:
-‘Bende şifa var. Bendeki enerji ile şifa bulun’dedi. Ayağını
yıkadığı su ile şifa arayanlar oldu. Bunlar inancımıza uygun değildir.
-Birilerinin gaybı bildiğini iddia etmek ve ona inanmak, falcıya inanmak gibi şeyler şirktir. Gaybı ancak Allah bilir, O’ndan
başkası bilemez. Peygamberimiz bile ‘Ben gaybı bilemem’ demiştir. (Enam:50)
-Dünya’da Allah’ı gördüğünü iddia etmek yanlıştır. Musa
peygamber görmek istedi de Allah: ‘Sen beni göremezsin’ dedi.
Kur’an’da: ‘Ona gözler erişemez’ (Enam:103)
Peygamberimiz’e ‘Miraç’ta Allah’ı gördün mü?’ dediler.
‘Onu görmek kimseye mümkün ve muvafık değildir’ cevabını verdi. (Hadis Ans:17/1328)
Rüyada da görülemez. Gördüm diyen yer ve şekil izafe etmiş
olur. O da bundan münezzehtir.
-Kişiye secde edilmez. Kurban kesilmez. Kevser Suresi’nde:
‘Rabbin için kurban kes’ buyrulur.
‘Allah’tan başkası adına kesilen hayvan ‘leş’ hükmündedir,
yenmez.’ (Maide:3)
-İslam’da insan onuruna dokunan el etek öpülmez, birileri
için yerlere kadar eğilinmez. Hacdan gelenin ayağının altı öpülmez,
gözü öpülmez.
86
ÖLÜLERLE İLGİLİ ŞİRK
Bazı insanları ne yazık ki ölüler idare ediyor. Bu dinimizi
bilmediğimiz için oluyor.
Düşünülürse ölen insanın bu dünya ile ilgisi kalmadığı için
dünya ile ilgili tasarrufu bittiği için kendi elimizle gömüyoruz; mezar taşına da ihtiyacı olan ‘Ruhuna Fatiha’ yazdırıyoruz. Ardından
hayır yapıp, ruhuna bağışlıyoruz.
Bu durumda bazıları ölen insanlardan bir şeyler bekliyor.
Mezardaki bizden beklerken biz ondan bir şeyler bekliyoruz.
Kabirleri, türbeleri dua yeri, istek yeri, mum yakma, çaput
bağlama yeri, adak yeri, namaz kılma yeri haline getiriyoruz.
Peygamberimiz (as) ‘Allah’ım kabrimi namaz kılınan, tapınılan yer yapma’ diye dua etmiştir. (Ramuz el ehadis: 187/1)
Bazı insanları kabirlerin yanında, türbenin içinde yatırarak,
taşları yalatarak, etrafında döndürülerek şifa arıyoruz.
Evlenmek isteyen, iş isteyen, aş isteyen türbelere koşuyor.
Herkesin bir isteği var; çocuk isteyen Zilli Baba’ya gidiyor, etrafında göbek atarak dolaşıyor. ‘Al sana bir göbek ver bana bir bebek’ diyor, ondan çocuk istiyor.
İçkiyi bıraksın diye türbeye su bırakılıyor, o su alkolik birine
içiriliyor.
Kabirler ibret alma yeridir.
-Kabirde, türbede kurban, adak kesilmez.
-Kabirden bir istekde bulunulmaz.
-Türbede ayrı bölüm yoksa namaz kılınmaz.
-‘Falan türbeye şunu yaptım, işim oldu veya olmadı’ denmez.
-Türbede mum yakılıp, çaput bağlanmaz.
-Türbenin taşına, toprağına el, yüz sürülmez.
-Türbeye yiyecek, içecek bırakılmaz.
-Makamı, derecesi ne olursa olsun yardım beklenip, şifa istenmez. Şirktir.
Böyle davranışlar, ölülerin kemiklerini sızlatır. Ona da zarar
verir.
Kur’an’da: ‘ Allah’tan başkasına yalvarmayın’ (Cin:18) buyrulur.
Fatiha Suresi’nde : ‘Rabbimiz, ancak sana kulluk eder, yalnız
senden yardım umarız’ demiyor muyuz? (Hem de günde 40 defa)
87
İBADETLERDE ŞİRK
İbadeti Cenab-ı Allah emretmiştir. Kulluk borcudur. Ancak
Allah’a yapılır.
İbadette gösteriş olmaz, övünme olmaz. Birgün peygamberimiz (sav): ‘Korktuğum gizli şirktir. Mesela kişi kalkar namaz kılar.
Namazını kendisine bakanlar sebebiyle güzel kılar, işte bu gizli
şirktir.’demiştir. (Hadis Ans:17/619)
Gösteriş için ibadet etmenin sevabı yoktur. Kıyamet günü’nde ona: ‘Kime gösteriş yaptıysan, git sevabını o versin’denileceği bildirilmiştir.
Bir sahabi peygamberimiz’e sorar:
-Malımızı gösteriş olsun diye sadaka olarak versek, Allah bize sevap verir mi?’
Peygamber (as):
-‘Hayır, vermez.’der. O sahabi tekrar sorar:
-‘Hem gösteriş hem de Allah rızası için versek? der. Peygamber (as):
-‘Allah ancak kendi rızası için yapılan işleri kabul
eder.’buyurur.
Mesela gösteriş için zekât verilirse, gösteriş için hacca gidilirse, namaz kılınırsa onlar da böyledir.
Gösteriş olsun, başkaları görsün veya menfaat temin etmek
için yapılan ibadet şirktir.
Başka zaman yapmayıp da insanların yanında yapılan ibadetin de hayrı yoktur.
Müşrik Araplar, hem putlara tapınır hem de onlar vasıtasıyla
Allah’a yaklaşmak isterlerdi.
Peygamberimiz : ‘Eğer amelimi Kiramen Katib-i’nden gizleyebilseydim bunu yapardım.’ demiştir. Bunu unutmayalım!
MÜŞRİKLERE BENZEMEK
İnançsıza benzemeyi dinimiz şiddetle men eder.
Kur’an’da: ‘Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız sizi
eski dininize döndürürler de hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.’ (Ali İmran:149)
Peygamberimiz de: ‘Müşriklere benzemeyin’ (Ramuz elEhadis:276/16). ‘Onlarla canınızla, malınızla mücadele edin’
(Age:270/10). ‘Onlara selam vermeyin’ (Age:62/9). ‘Onlardan yardım istemeyin’ (Age:134/7). ‘Onların ikramını almayın’
(Age:135/1) diye emretmiştir.
88
-‘Menteşebbehe bi gavmin fehüve minhüm=Kim başkalarına
benzerse onlardandır’ buyurur.
-‘Kim müşriklerle beraber yaşarsa, müslümanların himayesi
ondan uzaklaşmış olur.’
-‘Müşriklerle birlikte yaşamayınız. Onlarla oturup kalkmayınız. Kim onlarla birlikte yaşar veya oturup kalkarsa, bizim sünnetimizi işleyenlerden değildir. Kim müşriklerle yaşarsa onların ahlakı ile ahlaklanırsa, onlar gibi olur.’buyurur. (Tıbb-ı Nebevi:
Ans:1/120)
Müşriklere giyimde, yaşayışta, inançta, ibadette benzemeyecektir. Müşriklere benzeyen müşrik işi işlemiş olur.
ŞİRKE NASIL DÜŞÜLÜR?
Araplar Allah’a inanıyordu. Putları aracı sayıyordu. Nemrut
Allah’a inanıyordu ama O’na gökte diyordu.
Bilmemezlik mazeret değildir. Her Müslüman imanına zarar
veren şeyleri bilmek, öğrenmek zorundadır. Ayrıca inancımıza göre
bazı şeylerin şakası olmaz.
İnsan bazı hallerde bilerek veya bilmeyerek şirke düşer. Mesela;
-Allah’a yapılanı başkasına yaparsa,
-Allah’tan beklenileni başkasından beklerse,
-Allah’ın sıfatlarını başkasına yakıştırırsa,
-Allah’ı şekil olarak düşünürse,
-Teslis’e inanırsa, Allah baba, Allah dede derse,
-Başkasından kurtuluş beklerse,
-İşine, ibadetine riya karıştırırsa,
-Başkasını Allah’a benzetir, Allah gibi derse,
-Allah’tan beklenileni ölülerden beklerse,
-Allah’tan başkasını yaratıcı kabul ederse,
-Allah’tan başkası için kurban keserse,
-Kendisinin veya başkasının gaybı bildiğine inanırsa, Allah
korusun şirke düşer.
-Derecesi ne olursa olsun ‘himmet et ey falan’ derse şirke düşer.
ŞİRKİN CEZASI NEDİR?
Her günahın, her hatanın bir cezası vardır. Şirk en büyük günah olduğu için şirkin cezası da ağırdır.
Kur’an’da: ‘Yeryüzünü gezip dolaşın, daha önceki müşriklerin akıbetlerinin ne olduğunu görün.’ (Rum:42)
89
-‘Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.’ (Nisa:48)
-‘Meryemoğlu Mesih Allah’tır’ diyenler kâfir olmuşlardır…
Kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kılar. Artık
onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcı yoktur.’ (Maide:72)
-‘Ey oğul Allah’a ortak koşma. Doğrusu şirk en büyük zulümdür.’ (Lokman(as)’ın oğluna böyle dediği bildirilir.) (Lokman:13)
Bir kudsi hadiste: ‘Kulum bana şirk koşmadıkça, bana dünya
dolusu günahla gelse onu dünya dolusu rahmetimle karşılarım.’
(HH. Erdem İlahi Hadisler:5) buyrulmuştur.
Peygamber (as): ‘Allah’a şirk koşarak ölen cehenneme girer.’(Buhari:1/634)diyor.
-‘Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?’
Oradakiler:
-‘Evet’ dediler. Peygamberimiz:
-‘Allah’a ortak koşmaktır.’buyurur. (BH.Kulliyatı:4/288)
-‘Yedi helak edici günahtan sakının.’
1-Allah’a şirk koşmaktır.
2-Sihir, büyü yapmak.
3-Haksız yere cana kıymak.
4-Yetim malı yemek.
5-Zina etmek.
6-Namuslu kadına iftira atmak.
7-Düşmanla mücadeleden kaçınmak. (Age:4/286)
Eğer şirk koşan pişman olup tövbe etmezse,
-Dinden çıkar. İman gittiği gibi nikâh da gider.
-Güzel amelleri ve savapları gider, günahları kalır.
-Şirk koşanın ve bu hali ile ölenin yeri cehennemdir.
-Şirk koşarak ölenin cenaze namazı kılınmaz. Onun için dua
edip affı istenmez. (Tevbe suresi: 80-84-113,Münafıkun:6)
-Mirascı olunmaz. (müslümana)
-Kestiği hayvanın eti yenmez.
Eğer pişman olup dönmek isterse;
-Boy abdesti alır.
-Kelime-i şehadet getirir.
-Tevbe istiğfar eder.
-Evli ise nikâh tazeler. (Çünkü nikâh imana bağlıdır.)
Cenab-ı Allah şirke düşmekten, amellerimizin boşa gitmesinden bizleri korusun. İmanla ruhunu teslim edenlerden etsin. ÂMİN
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
90
İNSAN İÇİN EN BÜYÜK KAZANÇ İMAN
“Rab olarak Allah’ı, Din olarak İslam’ı, Peygamber olarak
Muhammed (as) ı seçtim beğendim” diyenlere selam olsun.
“La ilahe illallah”
“Eşhedü elle ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden
Abdühü ve Rasülüh” diyerek teslim olanların bu sözlerinden daha
güzel ne olabilir?
Her şeyin başı imandır. İslam, imanla başlar. İnsan için iman
en büyük şeref, en değerli kazançtır. Hayatının sonunda da imanı
ile kurtulur. İmanı ile cennete girer. İmansızların yeri cehennemdir.
İman Nedir? Allah, imanı bize şöyle öğretmiştir:
Hz. Ömer (ra) şöyle anlatır:
-“Beyaz elbiseli bir adam geldi, Peygamber (as) a sordu:
-“İslam nedir? Ya Rasulallah? Dedi. Peygamber ( as ):
-“İslam, Allahtan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna inanmak, namaz kılmak, zekât vermek, oruç
tutmak ve hacca gitmektir” dedi. O kişi:
-“Doğru söyledin, “iman nedir?” diye sordu. Peygamber (as):
-“İman, Allah’a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret
gününe, Kadere, Hayır ve Şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır”
dedi. O kişi:
-Doğru söyledin. “İhsan nedir?” diye sordu. Peygamber ( as )
şu cevabı verdi:
-“Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsanda o seni görür.”
O kişi: Doğru söyledin Ya Rasulallah! Dedi ve gitti.
Oradakiler Peygamber ( as ) a sordu:
-O kimdi Ya Rasulallah? Allah Rasülü cevap verdi.
-O, Cebrail idi. Size dinimizi öğretmeye geldi. (Buhari,
İman:37) demiştir.
Allah Rasülü imanı çeşitli şekillerde tarif etmiştir.
Biri Peygamber (as) a:
-İman nedir Ya Rasulallah? Demiş. O da şu cevabı vermiştir:
-“Yaptığın iyilikten haz duyuyor, yaptığın kötülüğe de üzülüyorsan, sen müminsin.” (B. H. Kül:1/58)
Biri de:
-İman nedir Ey Allah’ın elçisi? Demiş.
91
-“Kalp ile tasdik, dil ile ikrar, organlarınla amel etmendir”
cevabını almıştır. (Age:1/59)
-İman altmış şubedir. En üstünü “La ilahe illallah” sözü, en
aşağısı ise, yolda eziyet veren bir şeyi kaldırmaktır.” (Age:1/62)
İmanın geçerli olabilmesi için şartlar nelerdir?
1-İman esaslarına noksansız inanılmış olmaktır.
2-Taklidi iman olmamalıdır.
3-İman da sabit olunmalıdır. (Nisa:37)
4-İman, şirkten bid’attan vesveseden uzak olmalıdır. Şüphe
ve tereddüt olmamalıdır. Eksiklik, fazlalık olmamalıdır.
5-Allah’ın azabından korkulurken, rahmetinden ümit kesilmemelidir.
6-Dinden bir şey inkâr edilmemelidir. (Nisa:136 + Bakara:177)
7-Can boğaza gelmeden iman edilmemelidir. (Firavun öleceğini hissetti. “Bende inandım” dedi ama geç kalmıştı. İmanı kabul edilmedi.)
8-“İnandım” demekle olmaz. İman, amele götürmelidir.
Amel olmadan iman korunamaz.
Kısaca iman, kayıtsız şartsız teslimiyettir. Gönülden inanılması gereken iman esaslarına inanmaktır.
İman Bir Hidayettir:
İman, en büyük şeref, en büyük ikram, ihsan ve lütuftur.
Hz. Ebu Bekir’e verilen iman, Ebu Cehil’e verilmedi. Bir
gün avucuna taşları alıp, Peygamber (as) a: “Söyle bakalım, bunları
bilirsen, sana iman edeceğim” demişti. Peygamber (as) ona: “Ben
mi onların ne olduğunu söyleyeyim, onlar mı ne olduklarını söylesinler” deyince ikincisi daha cazip geldi. “Onlar söylesin” dedi.
Taşlar Kelime-i Şahadet getirince, sinirlendi. Taşları yere çarparak
gene inanmadı. Allah ona iman nasip etmedi.
Bir meslektaşım, Allah’a inanmadığını söylerdi. “Dua, insanın kendi kendini kandırmasıdır” dedi. Bu bayan hamileydi. Bir
arkadaş da:
-“Ya Rabbi hocahanım düşük yapsın deyince” fena halde
bozuldu, tepki gösterdi. Arkadaş:
-“Aldırmayın hocahanım dua bir aldatmacadır” dedi. Aslında her insan inanır, ama imanı onu kurtarmaz.
Akif^’in dediği gibi:
92
-“Demeyin; iman şudur veya budur.
İman bize Cenab-ı Hakkın bir lütfudur.”
“İman ki, ilahi o cevher ne büyüktür.
İmansız olun paslı yürek sinede yüktür.”
İnanmayınca insan hiçbir işe yaramaz. Kendisine faydası
olmayanın kime ne faydası olsun? Yoksa insanın eti yenmez derisi
giyilmez. İmanından ve güzel amellerinden başka nesi vardır?
Cenab-ı Allah, aslında herkesi İslam Fıtratı üzerine, İslam’a
meyyal yaratmıştır.
İmanı yenilemek, imanı tazelemek gerekir.
Eskiden Perşembe akşamları iman ve nikâh tazeleme yoluna
gidilirdi.
Sık sık kelime-i şahadetle iman tazelenmeli ve kuvvetlendirilmelidir.
Peygamber (as): “İman, elbisenin eskidiği gibi eskir. Allah’a yalvarın ki, imanınız tazelesin.” (Ramuz el-Ehadis:96/6)
Kur’an da: Allah’ın ayetleri okunduğu zaman imanın arttığı
haber veriliyor. Şöyle buyruluyor.
-“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen,
kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını arttıran ve
yalnızca Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfal:2)
İbrahim (as), Cenab-ı Allah’tan ölüleri diriltmesini istemişti. Allah: “Yoksa inanmadın mı? Buyurdu. İbrahim (as): “Hayır
inandım fakat kalbimin mutmain olmasını istedim” demişti. (Bakara:260)
Geçerli İman Nasıl Olmalıdır?
İman geleneksel olmamalı, dededen babadan geçme iman
olmaz. İnanan, neden, niçin, inandığını bilmesi lazımdır.
İmanın geçerli olabilmesi için:
1-Hür irade ile inanılması lazım. Baskı tehditle iman olmaz.
(Bakara:256)
2-İman esaslarının tamamı şeksiz şüphesiz, noksansız inanılması gerekir.
3-İman da inkâra, ümitsizliğe yer olmaması gerekiyor. Allah’ın rahmetinden ne tam ümit var olmalı ne de ümit kesilmelidir.
93
Korku ile ümit arası olunmalıdır. Mesela; ben cennetliğim denmediği gibi, Allah beni affetmez denmemelidir.
4-Dinin hiçbir emri hafife alınmamalıdır.
5-İman ameli gerektirir. Kur’an da “imandan sonra amel
edenler” diye geçer. Asr suresinde: “imandan sonra Salih amel işleyenler” diye geçer.
Birine namaz kılmayan kâfir olur mu? Diye sormuşlar.
O da:
-“Olmaz ama kâfirde namaz kılmaz” demiş. Amel olmadan
iman korunamaz. Bir de insanın kime benzediği önemlidir.
Ebu Süfyan iman ettikten sonra Peygamber (as) onu denemek istedi, eline baltayı verip, fetihte putların kırılması görevini
verdi.
Ebu Süfyan baltayı putlara öyle bir vuruyor ki, kalbinde put
sevgisinden bir kırıntının kalmadığını gösteriyordu.
Eğer imanın seni bugün namaz kıldırmıyor, Müslüman gibi
yaşatmıyorsa, son nefesinde senin nasıl kurtarsın? Sıratta iman durağından nasıl geçersin? Mahşer de ne muamele görürsün? Hiç
düşündün mü?
Önceden iman etmemiş, inancını yaşamamış isen, son anda
“iman ettim” demenin sana faydası olmaz. Firavun öyle yaptı ama
imanı onu kurtaramadı.
İslam’ın, Müslüman olmanın 5 temel şartı vardır. Yerine getirmeyene nasıl Müslüman denir?
Müslüman olabilmek için itikad düzgün olacak, dinin emir
ve yasakları gözetilecek.
Peygamber (as) şöyle buyurur:
-“Sizden biri, içiyle, dışıyla Müslüman olursa, yaptığı her
bir hayır en az on mislinden yedi yüz misline kadar sevabı ile yazılır.” (Buhari, İman:31)
-“Kul, yalanı, haklı da olsa kavgayı bırakmadıkça tam iman
etmiş olmaz.” (Ramuz el-Ehadis:483/6)
-“İmanın efdalı, nerede olursan ol, Allah’ın seninle olduğunu bilmendir.” (Age:76/9)
-“Kişinin nerede olursa olsun Allah’ı unutmaması imanını
efdal olmasındandır.” (Age:132/8)
-“Sizden biri kendisi için sevdiğini başkası içinde sevmedikçe, gerçek iman etmiş sayılmaz.” (B.H Külliyatı:1/71)
94
-“Allah için seven, Allah için nefret eden, Allah için veren,
Allah için tutumlu olan, imanını kemale ulaştırmıştır.” (B.H. Külliyatı:1/72)
Bir gün Hz. Ömer (ra) Peygamber (as) a:
-“Nefsim hariç seni her şeyden çok seviyorum Ya Rasulallah! Der.
-“Nefsindende daha çok sevmedikçe, iman etmiş olmazsın”
cevabını alır. Tekrar:
-“Nefsimden de seni çok seviyorum Ya Rasulallah” deyince:
-“İşte şimdi kâmil mümin oldun” cevabını alır.
Bir hadislerinde şöyle buyurur:
-“Üç haslet vardır, bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını
tadar:
1-Allah ve Rasülünü her şeyden fazla sevmek.
2-Sevdiğini Allah için sevmek.
3-İmandan sonra küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi tehlikeli
görmek.”(Buhari, İman:9)
Sahabe imanla değişti. Ne idiler… Ne oldular?
Bir kaşık yoğurt, bir tencere sütü ne yapıyor? İşte iman da
insanı böyle durultur. Olgunlaştırır. İman olmayınca insan değişmez. Olgunlaşmaz, faydalı hale gelmez.
İman İnsana Neler Kazandırır?
Peygamber Efendimiz: “Rab olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı, Peygamber olarak Muhammed’i, seçip beğendim diyenden
daha güzel sözlü kim vardır?” (B.H. Külliyatı:1/53) buyurmuştur.
Kur’an da: “Eğer inanmışsanız üstünsünüzdür” buyruluyor.
Malazgirt’te, Çanakkale de, milli mücadele de üstünlük, iman üstünlüğü idi. Bedir de, Mekke’nin Fethinde iman üstünlüğü vardı.
Güç, sayı hep karşı tarafta idi. Zafer hep inananların olmuştur.
Hz. Ömer (ra) “Eşeğim Müslüman olsa, ben Müslüman olmam” diyordu… İşte müşrik Ömer’le, Müslüman Ömer’in farkı…
Ebu Bekir’le, Ebu Leheb’i, Ebu Cehil’i, ayıran imandır.
Peygamberin tebliğini özü: “İman et kurtul!” olmuştur.
İman, küfrü kabul etmediği gibi, kötülüğü de, ahlaksızlığı
da kabul etmez. Peygamber (as) “içki içen, Müslüman olduğu halde
içki içmez, zina eden Müslüman olduğu halde zina etmez. Hırsızlık
95
yapan Müslüman olduğu halde hırsızlık yapmaz” diyordu. (Ramuz
el-Ehadis:423/5)
İman fedakârlık yaptırır. Zekât verdirir. Sadaka verdirir.
İnanmayanlar için bunlar enayiliktir. Ne diye versin?
İman, ümit kaynağıdır. “İmanımla yendim” diyenler boşuna
demiyor. İmanda hayat vardır, direnç vardır. Ümit vardır, başarı
vardır, huzur vardır ve kurtuluş vardır.
İman “Her şey Allah’tandır… Her şey imtihandır… Her
şeyde hayır vardır… Dedirtir. İsyan ettirmez, ümitsizliğe sürüklemez, yukarıdakilere baktırmaz, aşağıdakilere baktırıp hale şükrettirir. Sabrettirir. Stresten, bunalımdan, hırstan korur.
J.J Ruso: “İnanmadan da bir insanın faziletli olabileceğini
zannederdim, ne kadar yanılmışım” der.
Remzi Oğuz Arık: “İnanmayanlar; şahsiyet haline gelemezler, Her gün başka başka olurlar. Onlara güvenilemez” demiştir.
Atalarımız: “Kork Allah’tan korkmayandan” der.
Peygamberimiz: “Hayâ imandandır. Utanmıyorsan dilediğini yap” buyurmuştur.
Bu durumda imanın insan hayatında yeri ve önemi büyüktür. Peygamberimiz şöyle der:
-“Allah cennetlikleri cennet koyacak, cehennemliklerle günahkârları da cehenneme koyacak. Sonra da kalbinde hardal tanesi
kadar imanı olanı cezası bitince, cehennemden çıkaracak cennete
koyacak” (Buhari, İman:15) işte inanmanın en son faydası böyle
olacak.
“Üç şey imandandır:
-Darlıkta infak etmek.
-Rastladığına selam vermek.
-Aleyhine de olsa adaleti gözetmek.” (Ramuz elEhadis:262/1)
İman eden insana şeytan musallat olmaz, kandıramaz, günah işletmez, isyan ettiremez, etrafa zarar verdiremez.
Kur’an da şöyle bildirilir:
-“Gerçek şu ki: İman edipte yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde şeytanın hâkimiyeti yoktur.”
“Şeytanın hâkimiyeti ancak onu dost edinenlere ve onu Allah’a ortak koşanlaradır.” (Nahl:99-100)
Unutma, son nefeste iman kavgası yapacaksın. O yandığın,
kuruduğun anda buz gibi su sana şeytan uzatıp imanını isteyecek,
sana kurtuluş vaat edecek. Hocam son anında doğrulup: “Defol bir
bardak su ile mi beni kandıracaksın” deyip hayatını noktalamıştır.
96
Sahabe Neden Büyüktü?
Önce Allah’a ve Rasülüne, küfür ve her türlü çirkinlikleri
terk ederek gönülden iman ettiler.
Hz. Ebu Bekir’e:
-“Muhammed Miraca çıktığını söylüyor, ne dersin? Dediler.
Hiç tereddüt etmeden:
-O ne söylese doğrudur” cevabını verdi.
Ağır baskı, işkencelere karşı bile taviz vermediler. Onlar
Asr-ı Saadet yaşadılar ve cennetle müjdelendiler
Birkaç örnek:
Yasir Ailesi aksi yöne hareket eden develerin arasında can
veriyor ama imanından vazgeçmiyordu.
Hz. Bilal, kızgın kumların üzerinde, üzerine ağır taşlar konarak imandan vazgeçmesi istenince: “Vallahi vazgeçmem, Ahad
Ahad” “Allah bir Allah bir diyordu.”
Mallarını, ailelerini terk edip hicret edenler her şeyden vazgeçiyor ama imandan, İslam’dan vazgeçmiyordu. Hubab (ra) ın çok
alacağı vardı. “Sen imandan vazgeç sana borcumuzu ödeyelim”
dediler. “Borcunuzu ödemeyin beni rahat bırakın” diyordu.
Arkadaşını gözünün önünde şehit edenler: “Muhammed’in
senin yerine öldürülmesini ister misin? Diyenlere
-Değil onun benim yerime acı çekmesini, Vallahi Medine
de onun ayağına diken batmasını istemem” cevabını veriyordu.
Hz. Ömer (ra) Habbab (ra) a
-“Allah yolunda çektiğin bazı sıkıntıları bize anlatır mısın?
Deyince Habbab (ra)
-Ya Ömer, sırtıma bak! Demiş. Sırtına bakan Ömer:
Ömrümde böylesine harap edilmiş bir insan sırtı yoktur demiştir.
Habbab (ra) devam etti:
-Kafirler ateş yakar beni elbisesiz üzerine yatırırlardı ateş
sırtımdan eriyen yağlarla sönerdi. Gene de beni imandan döndüremediler” dedi.
97
Zinnire Hatun (ra) Ebu Cehil’in verdiği eziyet ve zulüm sonucu ama oldu. Ebu Cehil ona:
-“Gördün mü? Lat, Uzza senin gözünü kör etti!” dedi. O da:
-“Hayır vallahi beni kör edenler onlar değil. Onlardan ne
fayda ne de zarar gelir. Benim gözümü geri vermeye Allah kadirdir” cevabını verdi… Daha sonra Ebu Cehil, onu görür gördü, şaşırdı.
Sad bin Ebi Vakkas son derece annesine bağlıydı. İslam’a
girince annesi:
-“Sen yeni dinini terk etmezsen ben, yemin ederim bir şey
yiyip içmeyeceğim ve öleceğim” dedi. Epey yemedi şaşkınlaştı…
-“Anne! Yüz canın olsa, hepsi birer birer çıksa, ben imanımdan dönmem” dedi. (Lokman:14-15 ayetleri nazil oldu)
Peygamber (as) Medine’ye hicret edecek… Hz. Ali’yi yanına çağırdı. Ona Allah’ın emrini bildirdi ve emanetleri teslim etti:
“Ya Ali bu gece benim yatağıma yat!” dedi. Hz. Ali itirazsız ölüm
döşeğine yattı.
Ashab-ı Kehf adı ile anılan gençleri hiçbir zulüm imanlarından döndürememişti.
Cem Sultan Avrupa’ya sığındı. Papa, Cem’i kullanmak istedi. Önce Cem’in Hıristiyan olmasını teklif etti. Cem’e Osmanlı
tahtını vaat etti. Cem:
-Değil Osmanlı tahtını bütün dünyanın tahtını verseniz dinimden dönmem cevabını verdi.
Cem, şöyle dua etmiştir:
-“Ya Rabbi! Kâfirler İslam’a, İslam âlemine zarar vermek
istiyorlar. Bunun içinde beni kullanacaklar, benim canımı al ki,
onlar o emellerine ulaşmasın.”
İşte Allah’ın ve Rasülünün istediği iman bu. O insanlar bunun için büyüktü.
İnançsızlık:
İman da geç kalınmamalıdır. Şeytan: “Sonunda kelime-i şahadet getirir, kurtulurum” deyince, Peygamber (as) çok üzülmüştü.
Cenab-ı Allah: “Üzülme, sonunda biz ona unuttururuz, iman nasip
etmeyiz” buyurdu.
98
Firavun son anda “Bende Musa’nın Rabbine inandım” dedi
ama geç kalmıştı. Allah onun imanını kabul etmedi.
Bir gün öğretmen hep dine, imana, inananlara karşı yaşadı.
Emekli olunca Cuma ezanı okunuyordu.
-“Haydi, Cumaya gidelim” dedim. Ağladı ve:
-“Ah gidebilsem! Bende camiye gidecek hal mi kaldı!” dedi.
İnançsızlık insanı mahveder. Toplumu da mahveder. Firavunlara, Nemrutlara, Ebu Leheblere, Ebu Cehillere ne oldu? Allahsızlık okulları açan Rus imparatorluğuna ne oldu? Her vesileyle din
düşmanlığı yapanlara ne oldu? Onlar büyüdüler mi?
İnançsızlık bir hastalıktır. Nasipsizliktir.
İmansızlığın sebepleri nelerdir? Nede inanmamışlardı?
-Sapık ideoloji.
-Bilgisizlik (P. E. Taşladılar. Ya Rabbi affet bilmiyorlar)
-Etrafın baskısı. (Ebu Talip ne derler diyorlardı)
-Menfaatlerin elde gitme endişesi.
-Gurur kibir. (Gassan Emiri tokat attı… Biz köle ile eşit mi
olacağız)
-İmanı muhafaza edememe. (Amelle beslememe korumama)
-İnançla, inançsızlığı bir arada tutma isteği.
-Günahı küçük görme, terk etmeme.. Kalbi karartmak…
-Nefsi yenememek…
Ebu Süfyan 93 yaşında Müslüman olmuş, katıldığı savaşta
gözü avucuna akmıştı. “93 yıl gerçeği göremeyen seni ben ne yapayım” dedi yere çarptı.
İnançsızın hiçbir karı kazancı olmaz. Ardından hayır yapılsa
ona ulaşmaz. Musalla taşında, kabir başında yapılan duaların ona
faydası olmaz. Yüzünün kıbleye çevrilmesi ona hiçbir şey kazandırmaz.
Bir dönem hep Yunan klasikleri basılmış dini kitap basılmamıştır. Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki “Peygamberimiz Hz. Muhammed” adlı kitap yazmış basıma göndermiş. Basımına müsaade edilmemiştir.
Ali Fuat Başgil Din ve Laiklik eserinde bu buna benzer dini
kitapların gençlik dindar olmasın diye basılmasına müsaade edilmediğini ifade eder.
99
Ahmet Hamdi Hoca neden basılmadığını sorunca Matbuat
Genel Müdürü Nedim Tör 1943 de şu cevabı vermiştir: “Memleketimiz de dini bir ortam oluşmasına taraftar değiliz” (12-02-2012
Akit)
O devirde Kur’an öğrenmek, öğretmek suçtur. Çeşmelerde
ki besmeleler bile kazınmıştır.
Misyonerler dünyayı Hıristiyan yapmak için harıl harıl çalışırken Ana babalar evladını kaybetmekten korkmuyor. Ateist olur,
satanist olur, dinsiz olur gibi bir endişe taşımıyor.
Tabi sonu belli…
İman Amel İlişkisi
“İnandım” deyip de imanın gereği olan şeyleri söz, davranış
ve amel olarak açığa vurmayanın Müslüman olduğuna hükmedilmez.
Peygamber (as): “İman ile amel bitişiktir. Allah biri olmayınca diğerlerini kabul etmez” (Ramuz el-Ehadis:193/9) buyurur.
Amel olmadan iman korunmaz. Fırtınalar eserken camı olmayan gaz lambası veya mum sönmeden durabilir mi?
Bir gurup Peygambere gelerek:
-“Biz sana iman edeceğiz ama bizden namazı zekâtı ve cihadı kaldırırsan…” Peygamber (as) onlara:
-Namazsız din mi olur? Cevabını vermiştir.
Asr suresinde zararda olmayanların imandan sonra Salih
ameller işleyenler olduğu bildirilmiştir.
Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
-Her kim, mümin olarak iyi iş yaparsa, artık o, ne zulümden
ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.” (Taha:112)
Müminin bazı endişesi olur.
-Nasıl can veririm?
-Kabirde, sıratta, mahşerde halim nasıl olur?
-Amel defterim sağdan mı, soldan mı verilecek? Demelidir.
Kur’an da Cenab-ı Allah müminler için “Bunca nimete karşı
kör ve sağır davranmazlar.” (Furkan:73) Buyuruyor.
Bir gün Peygamber (sav) Ensar’ın bulunduğu topluluğa şöyle der:
-Siz mümin misiniz?
Onlar sükût ederler. Hz. Ömer (ra):
100
-“Evet, Ya Rasulallah müminiz” der.
Peygamber (as):
-Peki imanınızın alameti nedir?
Hz. Ömer cevap verir.
-“Varlıkta şükreder, darlıkta sabreder, ilahi takdire razı oluruz”
Bunun üzerine Peygamber (as):
-“Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki, bu halde siz gerçekten
müminsiniz” (Taberani:11336)
Bazen de görünüşe bakıp da hüküm vermek yanlış olur.
Açık küfrü yoksa “Müslüman memleketi o da belli inanıyor, amelini gizliyordur” denir. Müslüman olduğuna hükmedilir. Küfürle
itham etmenin tehlikesi vardır. Ya o kâfir değilse, itham geri döner.
Söz mutlaka yerini bulur.
Nisa 94: “Size selam verene, sen mümin değilsin demeyin”
Usame (ra): “Allah Rasülü bizi düşman üzerine saldı. Biri
bizi görünce “La ilahe illallah!” dedi ama inanmadım, korktuğu
için böyle dedi diye düşündüm ve onu öldürdüm.
Dönünce Peygamber (as) beni çağırdı
-“Sen La ilahe illallah diyeni öldürdün mü? Dedi.
-O canını kurtarmak için öyle dedi” dedim.
-Ne bildin? Kıyamet günü ona ne diyecek, nasıl hesap vereceksin? Buyurdu, der.
Bir olayda şöyledir:
Ammar (ra) yapılan zulüm ve işkenceye dayanamayıp dili
ile onların dediğini tekrar etti. Bunu Peygamber (as) duydu.
“Ammar’ın bütün vücudu hücrelerine kadar iman doludur”
dedi. Ammar’a da: “Bir daha böyle durum olursa, dilinle onların
istediğini söyleyebilirsin” dedi.
Allah Bizden Hangi İmanı İstiyor?
Biraz da Hıristiyanlığa inanalım ona uyalım, o da Allah’ın
dini. Bırak satanist olacağına Hıristiyan olsun. Biraz da İsa’ya uyalım… Bunlar misyoner oyunudur.
Son din İslam’dır.
Son Peygamber Muhammed (as) dır.
Diğerlerinin hükmü kaldırılmıştır. Allah onlara uymayın diyor.
Maide 3: -“Sizin için din olarak İslam’ı seçtim.”
101
Al-i İmran 19: -“Allah katında hak din İslam’dır.”
Al-i İmran 85: -“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, o din
kabul edilmeyecektir” buyurur.
İmanı Korumak
Peygamber (as): “İman çıplaktır, süsü hayâ, elbisesi takva,
sermayesi fıkıhtır, meyvesi de ameldir.” (Ramuz el-Ehadis:193/1 +
7) Buyurur.
-Günahları küçük görmemek gerekir. Her günah küçük başlar ve her günahın ardında küfre açılan bir kapı vardır.
-Allah’ın haram kıldığını haram bilmek gerekir.
-Allah ve Rasülüne itaatsizlik etmemek icap eder.
-Hayatı güzel yaşamak gerekir ki, güzel ölünsün. Peygamber (as) “Nasıl yaşarsan öyle ölürsünüz” buyurur.
Kamyoncu, ob! Ob! Diye can vermiş…
İnşaatçı, kum getir, harç getir diye diye ölmüş…
Oyun eğlence adamı, parmağını kıtlata kıtlata can vermiş…
Köpek besleyen, köpekle yaşayan köpek gibi hırlayarak can
vermiş…
Bu yaşanılan hayatın bir sonucudur.
Allah Kur’an da: “Müslümanlar olarak can verin” diyor. (Bakara:132 + Al-i İmran:102) Müslümanca yaşanırsa, Müslüman olarak ölünür.
-Şeytana uymaktan ve vesvesesinden sakınmak gerekir.
Şeytan insanı aldatır, inkâr ettirir. Bazılarına “hani Allah?” “Her
şeyi Allah yarattı peki onu kim yarattı?” Dedirtir. İmanı çalar,
imansız gönderir. Müslümanca yaşanmazsa bir bardak suya karşılık
son anda imanı kapar gider.
İmansız Cennete Girilmez
İman yüzünden insanlar 6 gruptur:
1-Mümindir.
2-Münafıktır.
3-Kâfirdir.
4-Fasıktır. (Günaha devam eden)
5-Asidir. (İsyan eden)
6-Mürteddir. (Dinden çıkan)
102
İman etmeyen, imanın esaslarına uymayan kimse, ne yaparsa yapsın, yaptıkları ona fayda vermez. Ebu Talib’e yaptıkları fayda vermemiştir.
Cennete girmenin şartı imandır. İmandan sonra ameldir.
Kur’an dan deliller verelim.
-“İman edip iyi davranışlar da bulunanlara, içinde ırmaklar
akan cennetler olduğunu müjdele!” (Bakara:25)
-“Kâfir olarak ölenlerin işleri, ahirette ve dünya da boşa gider.” (Bakara:217)
-“Rablerini inkâr edenlerin durumları, onların amelleri, fırtınalı günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler.” (İbrahim:18)
-“Kâfirlerin bütün işleri boşa gitmiştir.” (Tevbe:17)
-“Kâfirlerin her işini değersiz kılarız.” (Furkan:23)
-“Kâfirler iyi işler yaptıklarını sanarlar. Onların dünyada ki
çabaları boşa gider.” (Kehf:104)
-“Onların ahirette ateşten başka bir şeyleri yoktur. Dünyada
yaptıkları boşa gitmiştir. Yaptıkları şeyler de batıldır.” (Hud:16)
Sünnetten deliller verelim:
Çobanın biri Peygamber (as) a:
-Bensize yardım etmek için savaşa katılmak istiyorum. Önce iman mı edeyim, savaşa mı katılayım? Peygamber (as):
-Önce iman et. O kişi iman ediyor savaşa katılıyor ve kısa bir
süre sonra şehit düşüyor. Bunun üzerine: “Az iş yaptı çok sevap
kazandı” diyor.
Hadis: “Kâfir iyilik yaparsa, onun karşılığı dünyada verilir.”
(Riyazüs-Salihın:431) (Para, şöhret, makam, itibar ve anılmak gibi)
Hadis: “İman etmeyen cennete giremez.” (Tirmizi Cennet:13)
Hadis: “Cennete ancak inanan Müslüman girer.” (Ramuz elEhadis:141/6)
Hadis: “Allah cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme koyacak. Sonra kalbinde hardal tanesi kadar imanı olanı cehennemden çıkarın diyecek.” (Buhari, İman:15)
Bu ayet ve hadislere göre iman yoksa mükâfat da yok, cennette yok.
103
Ne mutlu kendisine iman nasip olan, imanın gereğini yapan,
Müslüman olarak yaşayıp, Müslüman olarak can verenlere…
Bizi imanla, İslam’la şereflendiren, İslam üzere yaşatan Cenab-ı Allah’a hamdü senalar olsun. Bize hayatın sonunda imanla
göçmek nasip etsin.
Allah’ın selamı, ikramı, ihsanı, üzerinize, üzerimize ve bütün Müslümanların üzerine olsun.
Allah’a emanet olun. Hoşça kalın
104
MUCİZE OLAYI
A) MUCİZE NEDİR?
Sözlük anlamı: Aciz bırakan demektir.
Dindeki anlamı: İnsanların aynısını veya benzerini yapmaktan aciz kaldıkları olaylardır.
Başka bir deyişle mucize, Allah’ın izniyle karşısındakini aciz
bırakan peygamberin peygamberliğini ispat eden olaydır.
Zaman zaman peygamberler, peygamberliğini ispat için mucize göstermek durumunda kalmışlardır.
Mucize, peygamberlerini Allah’ın desteğidir. Bunu aklen ve
ilmen açıklamak mümkün değildir.
Mucizeyi Allah yaratır.
Mucize normal olaylardan farklıdır.
Mucizeyi peygamberlerden başkası gösteremez.
Kerametle mucizeyi karıştırmamak gerekir. Keramet, Allah’ın sevdiği salih kimselerden zuhur eden olaylardır. Velilik mertebesine ermiş olanların hallerine keramet denir.
Mucizeyi peygamber gösterir.
Mucizeyi peygamberlerden karşı taraftaki insanlar talep eder.
Keramet bir kimsenin” ben veliyim” iddiası ile gösterildiği
bir hal değildir. Böyle olursa, o kişi veliliğini kaybeder. Velilikte
keramette gizlidir. Çoğu kimse veli olduğunu bilmez.
Mucizeyi peygamberler gösterir. Allah’ın izni ve peygamberin dilemesiyle olur. Maksat, inanmayanların inanmasını sağlamaktır.
Mucize fizik ve tabiat kanunlarının dışında cereyan eder.
Mucizeyi gören veya duyanın kabul etmesi vaciptir. İnkar
etme yerine insan, acizliğini kabullenmek zorundadır.
Mucizeye şahit olan, mucize isteyip onu kabul etmeyenleri
Cenab-ı Allah helak eder. ( Bak İsra: 59)
Peygamberlerin, insanların inanmaları için mucizeleri olmuştur. Bunlardan bazı örnekler:
- İbrahim peygamber, Nemrut tarafından ateşe atılmıştı. Ateş
onu yakmadı. Cenab-ı Allah:
- “ Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol”. Emrine uyarak onu yakmadı. ( Enbiya 58-59 )
105
- Salih peygamberden semud kavmi deve istemiş, oda mucize
olarak deveyi getirmiş, halkıda deveyi kesmişti. Bunun üzerine
Cenab-ı Allah müthiş bir depremle semud kavmini cezalandırdı.
(Şuara:158)
- Yakup peygamber, Yusuf (as)’ın gömleğini kör olan gözlerine sürerek gözlerinin açılması bir mucizedir. (Yusufaz: 96)
- Süleyman peygamber cinleri çalıştırmış, kuşlarla konuşmuştur. ( Neml:20-28)
- Musa peygamber asasını yılan haline getirip sihirbazların
yılanlarını yutturmuştur. (zaha 17-21 )
Asasını denize vurmuş, deniz yarılmış, inananlar oradan
geçtikten sonra firavunun adamlarının boğulması,( Şuara:61-66)
mucizedir.
Musa peygamber Cenab-ı Allah’ın kitabına mazhar olmuştur. (A’raf:143)
Bir cinayet işlenmişti faili bulunamadı. Musa peygamber,
cesede sordu : “ seni kim öldürdü?” Ceset kendisini öldüreni söyledi. Oradakiler bu mucizeye şahit oldu.
- İsa peygamber zamanında tıp ileri idi. Cenab-ı Allah ona bu
konuda mucizeler vermişti.
İsa peygamber, çamurdan kuş yapıp onu uçurmuştur. Ölüyü
diriltmiştir. (Al-i imran:49 ) Anadan doğma körü iyileştirmiştir.
(Maida:110) Havarilerin isteği üzerine gökten sofra indirmiştir.
(Maida: 114-115 )
Hz. İsa’nın doğumu bir mucizedir. Babasız dünyaya gelmiştir. Beşikte konuşarak annesinin iffetine şahadet etmiştir.
Peygamberimize kadar Cenab-ı Allah peygamberlerini âciz
bırakıp, mahcup etmemiş, onları o devrin durumuna göre mucizelerle desteklemiştir.
Eğer Cenab-ı Allah gönderdiği peygamberlerini mucizelerle
destekleyip üstün kılmasaydı, peygamberliğini ilân etmiş yalancı
peygamberlerin durumuna düşerlerdi. Onlara inanan olmazdı.
106
B)PEYGAMBERİMİZİN MUCİZELERİ
Peygamberimiz(sav)in doğumunda bazı olağan üstü olaylar
olmuştur.
O doğarken her taraf nurla aydınlanmıştır. Putlar yere serilmiş, mecusilerin sönmeyen ateşi sönmüştür.
Çocukluğunda bir bulut onu takip etmiştir. Allah onu her zaman her şeyden korumuştur. Allah ona başkasına ikram etmediği
özel durumlar ikram etmiştir.
Onun elinin değdiği her şey bereketlenmiş, az olan yiyecekler, içecekler çoğalmış, birçok insanı doyurmuş, ihtiyacını gidermiştir.
Sütannesi Halime: “Bu çocuk geldiğinde evimize bereket
geldi, sütü kesilmiş olan ihtiyar deve süt verdi.” Demiştir.
12 Yaşında Amcası Ebû Talip ile Şam’a ticaret için gittiğinde
Bahira adlı rahip Ebû Talib’e:
- Eğer bu çocukta gördüklerimi Yahudiler de görecek olursa,
onu öldürürler” demiştir.
Bunun üzerine Ebû Talib kervanının mallarını satıp geri
dönmüştür.
Halk onun için;
- “Bu yüz yalan söylemez.” Demiştir.
- Muhammed’ül-Emin adını vermiştir.
- O asla esnememiştir.
- Kahkaha ile gülmemiştir.
- Düşmanlara bile beddua etmemiş lanet etmemiştir.
“ Ben lanet peygamberi değil, rahmet peygamberiyim” demiştir.
Cenab-ı Allah ona “ Habibim” demiştir. O’nu Kur’anda
övmüştür. “ Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım”, “Biz seni
alemlere rahmet olarak gönderdik” demiştir.
Peygamberimizin yaptığı duaları Allah kabul etmiştir.
- O hastalara dua etmiş, hastalar iyileşmiştir.
- Yağmur duası, yapmış hemen yağmur yağmıştır.
- Dinin kuvvetlenmesi için dua etmiş Hz. Ömer (ra) Müslüman olmuştur.
- Savaşlarda melekler onu desteklemiş. Az sayıda insanla büyük zaferler kazanmıştır.
Abdulmuttalibe:
- “Neden Muhammed adını verdin? dediler. O: Umarım gökte
hak yerde halk onu övecektir” cevabını vermiştir.
107
Peygamber (as) gelecekten haber vermiş bilinmeyen şeylerden bahsetmiştir. Bazı örnekler verelim:
- Müslümanlara yardım eden Necaş’i öldüğü gün Ashabına:”
Necaş’i vefat etti “ demiş, gıyabı cenaze namazı kılmıştır.
- Hayber kalesinin fethini,
- İstanbul’un fethini önceden haber vermiştir.
- İranşah’ı Perviz, Peygamberimizin gönderdiği İslam’a davet
mektubunu yırtıp parçalamıştı.
O anda “Ya Rabbi sende onu parçala” deyince oğlu onu kılıcı
ile parçalayıp öldürdürüyordu.
- Ebu Cehil’in oğlu ile ikrime gelirken Müslüman olacağını
bilip telaşlanan Müslümanlara : “ bırakın gelsin” demiştir.
- Ebu Leheb’in oğlu Utbe Peygamberimize hakaret etmiş, kızını Müslüman oldu diye boşamıştı. Peygamber (as) onun vahşi
hayvan tarafından parçalanacağını bildirmiş, Utbeyi bir aslan parça
parça etmiştir.
- Hicretten önce evinin basılacaığını bilip Hz. Ali’yi yatağına
yatırmış, Yasin Suresini okuyarak aralarından çıkıp gitmiş, hiçbiri
o’nu görememiştir.
- Yahudi olan Lebid, Peygamberimize büyü yapmış peygamberimiz rahatsız olmuştu. Hz. Ali’ye kuyunun adını vererek büyü
malzemesini getirmesini söylemiştir. Ayrıca büyüyü Lebid’in yaptığını da bilmişti.
- Mekke Fethi’nin hazırlıkları yapılırken, hazırlıkları bildiren
mektubu götüren kadını ve mektubu saçlarının arasına sakladığını
haber vermiştir.
- Müslüman görünümlü, arkasında namaz kılan 300 kadar
münafığın varlığını biliyordu. Onlara hiç bir şey dememiştir.
Peygamberimizin “Kostantiniyye, muhakkak fethedilecektir.
Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne
güzel askerdir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned IV, 335) müjdesinden
sonra İstanbul, tarihte Müslümanlar tarafından birçok kuşatmaya
sahne olmuştur. Ancak İstanbul’un fethi, 21 yaşındaki Fatih Sultan
Mehmet’e nasip olmuştur.
108
Allah Rasulü, gelecekte olacak bazı şeyleri de haber vermiştir.
- Allah Rasulü, iki kabrin yanından geçerken iki kabrin içindekilerin azap çektiklerini söylemiştir. (B. Hadis Kül:5/82)
- Peygamber (as) kendisinden sonra 30’a yakın yalancı peygamberin çıkacağını haber vermiştir. “ Peygamber olduğunu iddia
eden 30’a yakın yalancı deccal çıkmadıkça kıyamet kopmaz” buyurmuştur. (Tirmizi Rüya:2) ( Bazı kaynaklara göre 25 kadar yalancı peygamber gelmiştir.)
Şöyle buyurmuştur:
- “ Her derdin mutlak bir devası vardır.”( Buhari Tıb:1 )
- “Güzzamlıdan arslandan kaçar gibi kaçın.” (Buhari Tıp: 19)
- “ Bir yerde vebâ olduğunu duyarsan oraya gitmeyiniz. Bulunduğunuz yerde görülürse oradan dışarıya çıkmayınız.” ( Ruhani
Tıp: 168)
- “ Yemeklerden önce ve sonra ellerinizi yıkayınız.” ( Tirmizi
Et’ime:39)
- “ Suya, yola, gölgeliklere abdest bozmayın.” (Hadis
Ars:10/92)
- “ Acıkmadan yemeyiniz. Her hastalığın başı mideyi fazla
doldurmaktır.” ( Rumuz el-Ehadis:72/10)
- “Yemeği sıcak yemeyiniz.” (Age:6/12)
- “Suyu üç yudumda içiniz.” (Tirmizi Esribe:13)
- “Hiçbir hastalık kendiliğinden bulaşmaz.”( Buhari Tıp )
- Bir defasında da : “Fırat Nehrinin suyu çekilecek yatağında
hazine çıkacaktır. O gün oradan bir şey almayın.”( Buhari Fitan:24)
109
( Nehrin derinliklerinde bol altın rezevlerinin bulunduğu tespit
edilmiştir.)
Peygamberimizin sinek hadisi üzerine yapılan araştırmada bir
kanadında zehir, diğer kanadında panzehir olduğu görülmüştür.
Birde sineğin önce zehirli kanadığının üzerine düştüğü tespit edilmiştir. ( Ramuz el Ehadis:66/4)
- Hendek Savaşında hendek kazılırken büyük bir kaya çıkar,
kırılması lazımdır. Kırılamadı. Peygamberimiz eline balyozu alıyor
Besmele çekip, Enam Suresinin 115. Ayetini okudu. Kaya parça
parça oldu.
- Bir bedevi Peygamberimize gelerek :
- Senin peygamber olduğunun delili ne? dedi.
Allah Rasulü, hurma ağacından hurma salkımını çağırdı. Salkım geldi. Peygamberimize selâm verdi ve şehadet getirdi. ( Tirmizi Menakıp:6)
- Hudeybiye günü su bitti. Bunu peygamberimize söylediler.
Peygamberimiz elini su kabına sokar parmaklarının arasından akan
su oradaki herkesin ihtiyacını karşılar. ( Buhari menakıp:25)
- Bir gurup peygamber (as) a:
- Sen peygamber misin! “ bize ispat et” dediler. Peygamberimiz biraz ilerideki ağacı çağırdı. Ağaç sağa sola yaslanıp yerden
ayrıldı. Ve Allah Rasulü’nün huzuruna geldi. Peygamberimiz (sav)
ağaca yerine gitmesini söyledi. Ağaç yerine gidip yerleşti.
- Peygamber (as) hutbe okunurken hurma kütüğüne dayanarak okurdu. Daha sonra bir minber yapıldı. Orada hutbe okunmaya
başladı. Kütük inlemeye başlar. Oradaki Müslümanlar da ağlar.
Peygamberimiz kütüğü kucaklar onu teselli eder. Böylece kütük
ağlamayı keser.( Buhari Menakıp:25)
- Bir gün peygamberimize kör bir adam geldi, dua istedi peygamberimiz:
- Abdest al, iki rekat namaz kıl ve dua et dedi. Adam söylenileni yaptı. Gözleri açıldı
- Bir deve ağlıyordu. Allah Rasulü neden ağladığını sordu.
Deve sahibinden şikayet etti. “ Aç bırakıyor, ağır yük yüklüyor”
dedi. Peygamberimiz sahibini bulup ona bu yaptığının doğru olmadığını söyledi.
110
- Hayber seferinde Yahudi kadın bir keçi kesip, Müslümanları zehirlemek istedi. Keçi dile gelip zehirli olduğunu söyledi. (Buharı Tıp:55)
- Hicret sırasında mağaranın ağzına örümcek ağ ördü, güvercin yumurta doğurdu, yuva yaptı.
Sürek’a ödülleri alabilmek için peygamberin peşine düştü.
Yaklaştı, kılıcını savuracaktı atı tökezledi. Bir daha gene at kumlara saplandı. Üçüncü denemede vazgeçti geri döndü.
- Bir gün Ebucehil, Peygamberimizi mahcup etmek istedi.
Gizlice avucuna taşlar alıp dedi ki :
- Ya Muhammed! ”Avucumda ne olduğunu bilirsen sana
inanacağım.” Peygamber (as):
- Ben mi onların ne olduğunu söyleyeyim, onlar mı ne olduğunu söylesin? dedi.
Ebu Cehil’in ikincisi daha çok ilgisini çekti.
-“Bunlar söylesin “ dedi
Taşlar kelime-i şahadet getirip Ebu Cehil’i şaşırttı. Taşları yere çarpıp oradan ayrıldı. ( Müslim Fezailiz)
-Küfür ehli “ eğer peygambersen şu ayı ikiye ayır, görelim.”
Dediler.
Peygamber(as) parmağı ile işaret etti ay ikiye bölündü. (Buhari Menakıp:27 ) Bazıları Müslüman oldu, bazıları, bu sihir deyip
inkâr etti. Bu büyük bir mucize idi. Dünyanın her yerinde görülmüştür.
-Peygamber(as)’ın bir mucizesi de, bir gece mescid-i Haramdan mescid-i Aksa’ya, oradan da gökyüzüne çıkmasıdır
Uzun bir mesafeyi kısa sürede almıştır. Burak ile gökyüzüne
yükselmiş, orada peygamberleri görmüş, cenneti, cehennemi görmüş, cenab-ı Allahla konuşmuş ve direk emir almıştır.(isra:1)
Sitretü’l münteha’da peygamberimiz Cebrail(as)dan daha
ileri gitmiştir.
Hz. Ebu Bekir “O söylüyorsa, doğrudur” derken “sıddık”
ünvanını alırken, bazıları dinden dönmüş, bazıları inanmamıştır.
111
Ebu Cehil Peygamber(as) a:
- Yeni haber var mı? Dedi.
Peygamberimiz:
- “Evet var, Miraca çıktım; Mescid-i Aksa’ya götürüldüm”
dedi. Ebu Cehil :
- Bunu halka anlatır mısın? dedi. Peygamber:
“ Evet anlatırım dedi. Mescid-i Aksa’yı görmediği halde geniş bilgi verdi. Yolda gördüğü Kervan hakkında bilgi verdi. Gene
de inanmayanlar oldu.
- Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Peygamberin en büyük mucizesidir.
Kur’an manasıyla, lafsıyla insanları şaşırtan bir mucizedir.
Kur’an mucizesi kıyamete kadar sürecek bir mucizedir.
Arap edebiyatının çok ileri olduğu b ir dönemde nazil olmuştur. Araplar Kâbe duvarlarına asılan şiirlerini Kur’an-ı görünce
gizlice indirmişlerdir.
Kur’an, bugünde okuyanları âciz bırakmaktır.
Kur’an, eşi benzerini getirin diye meydan okur. İndiği günden bu yana hiçbir değişikliğe uğramamıştır.
“Eşeğim Müslüman olsa ben olmam” diyen Ömer kız kardeşinin evinde Kur’an ayetlerini görünce fikrini değiştirmiş ve Müslüman olmuştur.
Kur’an, Cenab-ı Allah’ın koruması altındadır. Kıyamete kadar kimse O’na dokunamayacaktır.
Kur’an da gelecekle ve geçmişle ilgili haberler vardır.
Size önceki peygamberlerle ilgili ve peygamber(as) ile ilgili
mucizelerden bazı örnekler verdik.
Son olarak; mucize haktır. Onu Cenab-ı Allah yaratır. Mucizeyi inkâr, Peygamberi inkâr olacaktır. Dolayısıyla mucizeyi inkâr
insanın inancına zarar verir. İnsanı küfre götürür.
Rabbim bizlere iman ve itikat düzgünlüğü versin.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
112
FIKIH BİLMENİN ÖNEMİ
Cenab-ı Allah insanı yarattıktan sonra dünya ve ahiret saadeti
yaşasın diye peygamberler göndermiş, kitaplar göndermiştir.
Dünya ve ahiret saadetini elde edebilmesi için insana sorumluluklar yüklemiştir. “ Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyurarak yaratış sebebini açıklamıştır.
Buna göre her Allah’ın kulunun, yaratıcısına kulluk borcu
vardır. O’na ibadet edecektir.
Nasıl ibadet edecek? Bunuda ilk emir, ilk vahiyle bildirilmiştir. “ Yaratan Rabbinin adı ile oku !” ( Alak suresi:1) Her Müslüman dinini okuyacaktır, dinini öğrenecektir.
Peygamber (as): “İlim öğrenmek her erkek ve her kadına
farzdır” buyuruyor. (İbnimacc Mukaddime: 17)
Dinimiz, ilimi gündüzün aydınlığına, cehaleti gecenin karanlığına benzetirken, bilen insanı, gözleri gören insana, bilmeyen
insanı da gözleri görmeyen köre benzetmiştir. Ayrıca bilerek yapılan ibadetin bilmeden yapılan ibadetten daha üstün olduğunu bildirmiştir. Çünkü bütün yanlışların kaynağı bilmemezliktir.
Günlük hayatımızda ibadetlerin çok önemi vardır. Kulaktan
dolma bilgilerle, onun bunun demesi ile olmuyor. Doğrusu söyleniyor; “ falan şöyle dedi” deniliyor. Dini emir ve yasakları yerine
getirirken, şuurlu bilerek yerine getirilmelidir. Niçin kimin için
ibadet edildiği, ibadetlerin nasıl yerine getirileceği tam olarak bilinmelidir. Bu görevdir, farzdır.
Bilip de yapmamak büyük suçtur. Ne diyor peygamber (as) :
“ Ey Allah’ım ilmimi arttır. Allah’ım, faydasız ilimden sana sığınırım “ diye dua etmiştir. (İbnimâce 1/92)
Kim ne derse desin, kim ne fetva verirse versin, her Müslüman dinini kaynağından, itikadı düzgün kişilerden doğru bir şekilde
öğrenmek başta gelen görevidir. Çünkü fıkıh bilmek ibadetlerden
önce gelir. Fıkıhsız ibadet olmaz. İbadetlerin nasıl yapılacağını,
Müslümanın nasıl yaşayacağını fıkhi bilgilerden öğreniriz.
Bilmediğini bilmemek, örenmeye engeldir. Birde biliyorum
iddiası da öğrenmeye engeldir. Biliyor da yaşamıyorsa, o büyük
vebal altındadır. Bilen inanın hem kendine hem de başkasına faydası olur.
113
A) MÜKELLEFİN İŞLERİ
Mükellef: sorumlu demektir. Akıllı ve ergenlik çağına gelen
herkes, dinin emir ve yasaklarından sorumludur.
Buluğ çağı erkeklerde 12-15 yaş kadınlarda 9-15 yaş arası biyolojik gelişmeye bağlı olarak, ikliminde etkisi ile değişir.
Mükellef emir ve yasaklara muhafaktır. Yani emir ve yasaklardan sorumludur.
MÜKELLEFİN İŞLERİ SEKİZ TANEDİR
1-FARZ: Yapılması kesin olarak emredilen işlerdir. Farzı
terk eden günaha girer, inkâr eden ise dinden çıkar. Farz Allah’ın
kesin emridir.
Farz İkiye Ayrılır:
a)Farz-ı Ayn: Herkesin yerine getirmesi gereken işlerdir.
Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek… gibi…
b)Farz-ı Kifaye: Bir gurubun yapmasıyla diğerlerinin üzerinden kalkan işlerdir. Yerine getiren olmazsa, herkes sorumlu olur.
Cenaze namazı kılmak gibi…
1-VACİP: Farz kadar kesin olmamakla beraber, yapılması
emredilen iştir. Vacibi terk etmek günahtır. Vacibi inkâr eden dinden çıkmaz. Kurban kesmek, bayram namazı kılmak gibi vitir namazı, fıtır sadakası da vaciplerdendir.
2-SÜNNET: Sünnet, peygamberin emridir, yapılmasını istediği şeydir. Sünneti terk etmek mekruktur.
Sünnet ikiye ayrılır:
a)Müekkef sünnet: Peygamberin sürekli yaptığı ve yapılmasını istediği sünnetlerdir. Sabah, öğle, akşam ve yatsı namazlarının
sünneti gibi… Teravih namazında peygamberimiz tarafından sürekli kılınmıştır.
b)Müekket olmayan sünnet: Peygamberimizin bazen yerine
getirip bazen de terk ettiği işlerdir. İkindi ve yatsı namazının ilk
sünneti gibi.
Allah’ın rızasını kazanabilmek için farzları yerine getirmek
nasıl zorunlu ise Peygamberin şefaatine uymak, onun yolundan
114
gitmek lazımdır. Allah Kur’an’da peygambere uymamızı emrediyor.
1- MÜSTEHAB: Peygamberimizin ara sıra yaptığı ve güzel
görülen işlerdir. Buna nafile denir. Nafile namazları ve nafile oruçları gibi… Yapan sevap kazanır.
2- MÜBAH: Yapıldığında sevabı, yapılmadığında da günahı
olmayan işlerdir.
Yatıp kalkmak, yemek içmek gibi… Zararsız şeylerdir.
1-HARAM: Yapılması kesin olarak yasak edilen işlerdir. Haramdan kaçınmak, haramı terk etmek sevaptır. Haram kılınan bir
şeyi yapmak günahtır. Haramı inkâr eden ise dinden çıkar. İçki
içmek, yalan söylemek, ana babaya isyan..gibi.
2-MEKRUH: Haram gibi kesin olmamakla beraber, yapılması istenmeyen işlerdir.
Mekruh ikiye ayrılır:
a)Tahrimen Mekruh: Harama yakın mekruhtur. Vacipleri
terk etmek, güneş doğarken, batarken, tam zevalde iken namaz
kılmaktır.
b)Tenzihen Mekruh: Helale yakın mekruh demektir. İkindinin sünnetini terk etmek, sağ elle sümkürmek gibi.
1-MÜFSİD: Boşlanmış bir ibadeti bozan işlerdir. Namazda
gülmek, oruçlu iken yiyip içmek gibi…
İnsanların yaptıkları işler dini açıdan bu sekiz konudan birine
girer.
İnanalar, söyledikleri sözlerin, yaptıkları işlerin farkında olmalıdır. Bir anda insanı, dinden, imandan eden sözler ve davranışlar vardır.
Dinde bilmemek mazaret değildir. Bilecektir, öğrenecektir.
Bilmek öğrenmek de dinin emridir.
Akaid ilmini ve fıkıh ilmini bilen imanını korumasını ve tam
olarak ibadet etmesini bilir. Değilse şirke düşer, nasıl namaz kılacağını bilmez.
115
A-FIKIH İLMİNİN BİLİNMESİ İLE İLGİLİ HADİSLER
-“ Alimin günahı bir günahtır. Cahilin günahı iki günahtır.
Alim günaha düştüğü için azap olunur. Cahil ise hem günaha düştüğü hem de öğrenmediği için azap okunur.” ( Ramuz el-Ehadis:
286/8)
-“ Fıkhın azı, ibadetin çoğundan hayırlıdır. (Age:336/5)
-“ Fıkıh öğrenmeden ibadet edenin, gece karanlıkta inşaat yapıp da gündüz olunca yıkan kimsenin haline benzer.” (Age:292/3)
-“ Fıkıhtan efdal bir şeyle ibadet edilmedi. Bir tek fıkıh ilmini
bilen kişi, şeytana karşı bin abidten (ibadet edenden) daha şiddetlidir. Her şeyin bir direği vardır. Bu dinin direği de fıkıhtır.” (Age:
376/1)
-“Fıkıhsız ibadet olmaz. Bir fıkıh meclisi, altmış senelik nafile ibadetten hayırlıdır. “(Age:482/4)
-“ Alim abidden üstündür.”
Cenab-ı Allah Kur’an’da:
-“ Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu ?” (Zümer:9)
-“ Hiç körle, gören bir olur mu ?” (En’am:50)
-“ Cahillerden yüz çevir.”(Araf:199)
-“ Ancak bilenler Allah’tan gereği gibi korkar.” (Fatır:28)
Dini, dinin emir ve yasaklarını doğru şekilde ancak bilen insanlar anlar ve yaşarlar.
Hz. Ali (ra) şöyle der:
İnsanlar dört sınıftır:
1Bilmediğini bilen: İsteklidir, ona öğretiniz.
2Bildiğini bilen: ondan faydalanınız.
3Bilen bildiğini bilmeyen: uykudadır, onu uyandırınız.
4Bilmeyen bilmediğini bilmeyen: ahmaktır, ondan
kaçınınız.
Şair der ki:
“Bilgisize, görgüsüze olma kul,
Ara-tara başına bir çare bul.”
-“ İbadetin hayırlısı fıkıhtır. “(Ramuz el-Hadis:281/8)
-“ Fıkıh öğrenin, cahil olarak ölmeyin. Zira Allah cahillik için
mazeret kabul etmez.” (Age:336/2)
116
C) FIKIH NEDİR?
Fıkıh, sözlükte: bilmek, anlamak ve bir şeyin tamamına vakıf
olmak demektir.
Dinde fıkıh, mükellefin dini hükümleri bilmesidir.
Her ibadetin bir kuralı, şekli kalıbı ve yapılışı biçimi vardır.
İşte bunların bilinmesinin adıdır.
Fıkıh, hayatı İslama göre düzenlemeyi sağlar. Bizden istenilen ibadetin istenildiği gibi yapılabilmesini sağlar.
Müslüman, bilmesi gereken şeyleri bilmek zorundadır.
Bilmeden ibadet olmaz. Farkında olmadan Müslümanlık olmaz.
Mezhebimiz nedir? Kurucusu kimdir? Görüşleri nelerdir?
Bilinmesi gereken şeydir. Bilmeden o mezhebe göre amel edilemez. İbadetlerde bir mezhep üzerine amel edilir. Mezhepler karıştırılmaz. Ancak zorunlu hallerde mezhep taklidi yapılır.
Dinin hükümlerini bilmek her Müslümana farzdır. Öğretmekte borçtur.
Bir hadiste : “ Allah bir kulunu severse, onu dinde fakih kılar (anlayışlı bilgili) buyurarak fıkıh ilminin önemini belirtmiştir.
D) FIKIHSIZ İBADET OLMAZ
İmanda şuur, amelde bilgi olmazsa amel boşa gider.
İman şuurlu olursa, fıtrata uygun bütün güzellikleri ortaya çıkarır. Ondan yanlış bir şey gelmez.
Ameldeki bilgi ahlaki çöküntüye müsaade etmez. Namazın
kötülüklerden alıkoyduğu gibi…
Bilgili yapılan ibadet, insana zevk verir. İsteyerek ibadet
eder. Secdede biraz fazla kalmak ister. Fıkıh bilgisi olmayan ise,
sadece yatar kalkar.
Fıkıh bilgiler: dört kaynaktan elde edilir:
1- Kitap
2- Sünnet
3- İcma
4- Kıyas
Dinin emirlerini herkes kendine göre kafasına göre yapamaz.
O zaman herkese göre din olur. Dini öğrenmek zorundayız ama
okuyarak ama dinleyerek, ama sorarak. Yoksa namazın ardından
yatıp kalkmak, orucun ardından açlık, susuzluk gibi zahmetten başka bir şey kalmaz. Fıkıh bilmeyen nasıl namaz kılar ?
Şuna dikkat etmek gerekir. Bilginin kimden ve hangi kaynaktan öğrenildiği çok önemlidir.
117
E) FIKIH BİLMENİN ÖNEMİ
Dinini bilmek, inancını doğru bir şekilde yaşamak her Müslümanın görevidir.
Fıkıh bilgisi ibadetten önce gelir.
Bugün dinde Müslüman, çeşitli problemlerle karşı karşıyadır.
Sorunlar artmıştır. Buna karşılık bilerek veya bilmeyerek dine müdahale edenler vardır. Bunlar, Müslümanlar arasında fikir ve düşünce farklılığı meydana getirmektedir. Bilende konuşuyor, bilmeyende. Bu ortamda din doğru bilinmezse, Müslümanlar arasında
dağınıklık ve farklılık oluyor.
Bir zamanlar bir yolcunun eşeği kayboluyor. Su eşekte olduğu için teyemmüm abdesti alıyor. Tam namaza duracak eşek anırıyor. O zaman diyor ki:” eşek anırdı abdest bozuldu”. (Hani su görünce teyemmüm bozulur ya) Bunu duyan ona buna : “ eşek anırınca abdest bozulur” diye isim vererek yaymaya başlıyor.
Şimdi dini kaynağından öğrenmeyen insanımızın durumu bu,
o şöyle dedi bu böyle dedi ile meşgul.
Dini açıdan bir kadının kocası izin vermese bile, dinini doğru
bir şekilde öğrenmek hakkına sahiptir. Çünkü öğrenmek ona farzdır.
Gençlerde dinini öğrenecek ve öğretilecektir. Yaptığım bir
sohbette biraz fıkhi konulara değinince bir geç gusülle ilgili soru
sordu. Guslü açıkladım, ağlamaya başladı,” Ben gusül yapmıyordum. Anam babam da öğretmedi, beni camiye de salmadı… dedi.
Dini bilmeyenin, dini hayatı olmaz. Onun için öğrenmek ibadettir.
Din bilinmezse, dinde olmayan dindenmiş gibi kabul edilir.
Dini menfaatimize göre yorumlarız.
Bir zaman kadılar fıkıh ve akaid bilgisi olmayanların şahitliğini kabul etmemiştir. Hocalar nikahlarını kıymamıştır.
Fıkıh bilen şeytanın hile ve kurnazlıklarına verdiği vesveseye
itibar etmez, şeytanın tuzağına düşmez.
Hz. Ömer(ra) : “ Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan
çivi gibi olsanız itikadınız düzgün değilse, amelleriniz boşa gider”
demiştir.
Bir gün Halife Ömer’e bir gurup gelir: “ Biz yeni Müslüman
olduk. Namazı nasıl kılacağız bilemedik. Kur’an’a baktık bulamadık” derler. Hz. Ömer Peygamber(as) dan öğrendiği gibi onlara
anlatır. “ Şimdi oldu “derler, giderler.
Amellerde sadece inanç ve iyi niyet yeterli değildir. Amellerin emredildiği şekilde yapılması lazımdır. Meselâ; Namazın farzla118
rı, sünnetleri, vacipleri bilinmezse, sehiv secdeyi gerektiren haller
bilinmezse, o namaz salih bir amel olur mu?
Size bazı örnekler vermek isterim.
Tebliğ görevi için Ramazan öncesi bir koca bir köye gelir
vaaz eder. Bir yerinde der ki : “Abdestten sonra üç yudum su içmek
sünnettir. Bunu yaparsanız sevap kazanırsınız “ Ramazan sonrası
yolu gene o köye uğrar. Bir şeyler anlatır. Bu arada nasıl ramazan
geçirdiniz, pek de sıcaktı “ der. Köylüler cevap verir:
-“ Allah senden razı olsun sayende rahat bir ramazan geçirdik, sık sık abdest aldık “derler.
Bir olayda şöyle
“ İki arkadaş medreseden mezun olurlar. Biri ben ilim yapacağım, diğeri ben dervişlik yapacağım der, ayrılırlar.
Üç beş sene sonra karşılaştıklarında derviş sorar: söyle bakalım senin derecen ne? İlim erbabı sükut eder. Derviş tekrar sana bir
sorum olacak der ve : “ Gece kalkınca bir fareyi çiğnemişim, onu
üç gün sarığımın arasında gezdirdim. Söyle bakalım hakkını helal
ettirebildim mi?
İlim tahsil eden :” Fare ölüsü necistir, üç günlük namazını
kaza et “ der. İşte fıkıh bilmenin farkı budur.
Bir zaman bir kadın : “ Beni bileziklerimle gömün” der.
Ölünce vasiyet etti bilezikleri ile gömelim derler. Fıkıh bilen biri
onlara: “Uygun olmayan vasiyette olsa yerine getirilmez. Müslümanın kefeninde başka bir şeyle gömülmesi caiz değildir” der, tartışmayı bitirir.
F) FIKIH BİLİNMEZSE NELER OLUR?
Yanlış ve yetersiz bilgi organları eksik doğan çocuk gibidir.
Yanlış bilgiler, küflü çiviye benzer, kolay kolay sökülüp atılamazlar. Doğruların öğrenilmesi çok zor olur. Onun için dini bilgiler
çocukken, gençken kazandırılmalıdır. O zaman oda yanlışları kabul
etmez.
Çocukta güzel şeylerin görülebilmesi, ondaki din duygusuna
bağlıdır. Çocuk, ibadeti sever. Oruç tutmak, namaz kılmak ister.
Camiye gitmek ister. İşte bu sevgi ve ilgi çiçek gibi bırakıp geliştirilmezse kurur gider.
Dinini bilmeyen ibadet şekillerini bilmeyen şeytanın maskarası olur. Vesveseden kurtulamaz. Allah’a kulluk borcunu ödeyemez. Hak hukuk bilmez.
Sünnet diye sarık sarar, alnı yere değmez, sünnet işlediğini
sanır.
119
Peygamber (as) şöyle buyurur:
-“ Dinde bilgili olan kimse ne iyi kimsedir.”(İ. Canan Hadis
Ans: 11/233)
Bugün namazda bir sürü hatalar yapılıyor.
Bana bir telefon geldi.” Ben dua ve sûre bilmiyorum. Sübhanekeyi okuduktan sonra Allah Allah diyerek namaz kılıyorum. Kabul olur mu? diye.
Bir bacımız susuz hap atıyorum, oruç bozar mı ? diye soruyordu.
Adam, rahat yatıp kalkacak veya oturabilecek illa sandalyede
namaz kılıyor.
Peygamberimiz (sav) şöyle diyor:
-“ Emrolunduğu gibi usulüne uygun kılınmayan namazlar,
eski bohçaya sarılıp ahirette sahibinin suratına çarpılacak işte senin
kıldığın namazlar denilecek.”
Dinimiz doğru bir şekilde bilinmezse bid’ate düşülür, hurafeler dinden sayılır. Hatta şirke bile düşülebilir.
Bazıları mezhebini bilmiyor. Sorulunca “ o ne? “diyor.
Müslüman şu dört hak mezhepten biri ile amel etmek durumundadır. Hanefi, Şafi, Mâliki, Hanbeli. Öyle kulaktan, ondan
bundan duyduğu şeyler değil, bir mezhebin görüşlerine göre dini
görevler yerine getirilir.
Sonuç olarak;
Sorunları kolaydan çözmek, kolaydan sorup yapıvermek alışkanlığından vazgeçmeliyiz.
Bilgiyi kaynağından, güvenilir ilmihal kitaplarından ve itikadı düzgün kişilerden öğrenmeliyiz, yoksa İslam’dan da, ibadetten
de zevk alamayız. Dinden olmayan şeyleri dindenmiş gibi görürüz.
Bilgisiz insan, günaha girmek için kılıf arar. İstediğine uygun
fetva verilsin ister. Dine müdahale etmeye kalkar. Küfre girecek
görüşleri benimser. Aslı görevini bile inkar eder “Allah’ın benim
ibadetime ihtiyacımı var ?” der.
120
DİNDE DENİLENİ-YAPILANI BİLMEK
Dua ederken, zikrederken ve ibadet ederken çoğumuz ne dediğimizi ne istediğimizi, onu niye yaptığımızı bilemiyoruz.
Eğer okuduğumuzun, yaptığımız duanın,zikrin ne manaya
geldiğini ve dediğimizi bilirsek daha huzurlu oluruz.
Namazda okuduğumuz surelerin manasını bilirsek, daha huzurlu namaz kılarız, vesveseye düşmeyiz.
Ne istediğini bilmeden dua yapmamız bize pek fayda sağlamaz. Çünkü gönülden yapılmaz, göz ağlamaz.
Bugün size günlük hayatımızda kullandığımız kelime ve sözlerin ne manaya geldiğini. Namazda okuduklarımızın anlamını,
zikrederken söylediklerimizin anlamlarını nakletmeye çalışacağız.Birde kimler ne zaman, nerede ve ne için’’Keşke’’diyecek bunun sebebini açıklayacağız inşallah:
Önce çektiğimiz besmele ne anlama geliyor?
Euzubillahimineşeytanirracim=’’Lanetlenmiş,
kovulmuş
şeytanın şerrinden Alemlerin Rabbi olan Allah’a sığınırım’’ demektir
BismillahırrahmanirrahÎm=’’Rahman ve rahim olan Allahın
adıyla başlarım’’demektir.
Peygamber(as),Her hayırlı işe besmele ile başlanmasını
tavsiye eder.’’Besmele ile başlanmayan her işe bereketsiz ve eksik
olur’’,buyurur.
Bir hadis de de:’’Besmele, sığınmadır. Çeken şeytanın şerrinden emin olur. (Ramuz el-Ehadis:433/5)
Besmele, bilinmeyen haramı helalleştirir. Besmelesiz kesilen hayvanın eti yenmez.(En’am:121)
Besmele çekmeyi unutan hatırlayınca şöyle der: “Bismillahi
evvelihi ve ahirihi”
Başta verdiğimiz selam ne anlama geliyor:
Esselamü aleyküm: Sağlık ve selâmet üzere ol, sıkıntılardan
kurtul, kaza belâdan emin ol, selâmet içinde yaşa. Allah seni huzura kavuştursun.Allah yâr ve yardımcın olsun,diye dua etmektir.
Namazlardan sonra:’’Allahümme ente’s-selam vemin kesselâm=Allam’ım sen selâmsın, selâetde sendedir.’’demektir.
Günlük hayatımızda kullandığımız kelimelerin anlamı:
121
İNŞALLAH= Cenab-ı Allah isterse, dilerse, izin verirse’’demektir. Çünkü Allah (cc) ın izin vermediği hiçbir işin olması
düşünelemez,izni olmadan bir yaprak bile düşmez.
Müslüman bir iş yapmak istedeğinde, bir söz verdiğinde inşallah derse, ondan yardım istemiş olur.
Kur’an-ı Kerimde Rabbimiz uyarıyor:
-‘’Hiçbir şey için bunu yapacağım’’ deme. Ancak Allah dilerse(inşallah) yapacağım de.(Kehf:23-24)
Peygember(as)’a Zülkarneyn hakkında soru sormuşlardı.
Peygamberimiz: ’’Yarın cevap veririm’’dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Allah onu uyardı,bu ayetler indi.
‘’İnşallah’’denirse söz yerine getirilemese bile yalancı
olunmaz.
Burada şu yanlış kullanılan ifadeye dikkat çekmek istiyorum:’’Allah işe karışmazsa, yaprım ederim’’deniliyor.
MAAŞALLAH=Cenab-ı Allah’ın dilediği olur. Dilemediği
olmaz, demektir.
‘’Maaşallah, Barekellah, Allah nazardan saklasın, kelimeleri nazar değmemesi için söylenir. MAAZALLAH=’’Allah korusun
Allah saklasın, Allah’a sığınırım’’demektir.’’
Gelecek kötü şeylerden Rabbime sığınırım’’demektir.
ALLAH RAHMET ETSİN=’’Allah günahlarını, kusurlarını
bağışlasın’’demektir. Bu müslümanlar için kullanılır. İnançsız,din
düşmanı kimse için kullanılmaz’’rahmetli’’denmez.
HAMDOLSUN=’’Öğülmeye layık tek varlık, cenab-ı Allahtır’’demektir.
ALLAH’A EMANET OL=’’Allah(cc) seni korusun demektir’’
ALLAH’A ISMARLADIK=’’Seni Allaha havale ediyorum,
Allah yâr ve yardımcın olsun,’’demektir.
ALLAH RAZI OLSUN=’’Allah senden razı olsun amelini
boşa çıkarmasın’’demek.
HAYIRLISI=’’Cenab-ı Allah iyisini ve hayırlı olanını versin; hayırlısı olsun’’demektir.
ŞÜKÜR=Verilen nimetlerin sahibi olan Cenab-ı Allaha hatırlamak ve karşılığını vermek’’demektir.
‘’Şükür’’demek nimetin artmasına sebeb olur. Cenab-ı Allah:’’şükrederseniz nimetimi arttırırım’’buyuruyor.(ibrahim:7)
Şükür, Allahtan gelene razı olmaktır.
122
Şükürsüzlük cenab-ı Allah’a isyandır, nankörlüktür, nimetin azalmasına, derdin artmasına neden olur. Cenab-ı Allah:’’şükredin nankörlük etmeyin’’buyuruyor.(Bakara:152)
Hâle şükür, beterinden Allah’a sığınmaktır.
Şükretmek demek bülbül gibi sadece dil ile olmaz. Her organla olmalıdır.Verilen nimetten başkalarınıda yararlanmaktadır.
Hastanın haline şükretmesi,’’derdini artırır’’demek değildir,
bu yanlış bir düşüncedir.’’beterinden koru demektir’’.
Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de:’’Eğer siz iman eder şükrederseniz Allah sizi neden azap etsin! Allah herşeyi bilen ve şükre
karşılık verendir.’’(Nisa:147)buyurur.
Şükretmeye birçok neden var.
Peygamberimiz:’’Sizden biri kendinden yükseklere bakıp
kıskanıp, imreneceğine kendinden aşağıdakilere bakıp şükretsin’’buyurur.
Bir hadislerinde de’’Sizden biri kendisinden üstün birini
görünce hemen kendinden aşağısında olana baksın’’(Buharil rikak:30) buyurarak insanın mutlu olmasının yolunu göstermiştir,
aksi halde insan mutsuz olur.
Soruluyor:
-Nasılsın, iyimisin?
-Eh be ,’’idare ediyoruz’’yanlış bir söz ve şikayet üzerine şikayet…
HAPŞIRINCA’’ŞÜKÜR
ELHAMDÜLİLLAH’’=Cenab-ı
Allah’a verdiği sağlık sıhhatten dolayı memnuniyet ifadesidir. Ayrıca aksırmada dualaşma vardır.
Peygamber(as)şöyle buyurmuştur:
‘’Biriniz hapşırır ve hamd ederse, şükrederse ona ’’Yerhamükellah’’deyin. Allah’a hamd etmez şükretmezse demeyin.’’
Peygamber(as)ın yanında iki kişi hapşırıyor. Biri’’şükür elhamdülillh’’dediği için ona’’Yerhamükellah’’diyor diğeri şükretmediği için ona bir şey demiyor.(Buhari, Edep:127)
Üçten fazla hapşırılınca’’Yerhamükellah!’’(Allah sana merhamet etsin) denmez.
Cevap: Yehdina Yehdi kümullah’’Allah seni ve beni hidayet
etsin’’denir.
‘’ALLAH’’ derken
_Allahü Teala: Yani yüce olan Allah
123
_Allah celle celalühü.(c.c.):celle celelühüh demek, büyüklüğüne sınır olmayan.
PEYGAMBER anılırken:
_Hz. Peygamber
_Peygamber aleyhisselam
_Peygamber sallallahü aleyhi vesellam, denir.
Bu konuda Peygamber (as)ın şöyle buyurduğunu görüyoruz:’’Şefaatim, üzerime en çok selavat getirenleredir’’(Riyaz u’sSalihim:1427)
-Ben anılınca selavat getirmeyen cimridir.(Ramuz elEhadis:19477)
-Yanında anıldığım zaman Salavat getirmeyenin burnu sürtülsün.(Riyanüs-salihin:1429)
Kur’an ‘da Ahzab suresinin 56.âyetinde Cenab-ı Allah peygamberimize salavat getirmenizi emrediyor.
SABIR: Katlanmak, isyan etmemek demektir. Kuran-ı Kerim’de:’’Ey iman edenler sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin.Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir’’buyurulur.(Bakara:153).
Sabır ve namaz nefsin kötü arzularına karşı en büyük siperdir.
Sabır, bela ve musibeti Allah’tan bilmektir. Her şey bir imtihandır.
Peygamber(as):’’Müminin başına gelenler, günahına keffarettir. ’’buyurur.(Müsiim, Birr:52)
Bir hadisinde de:’’Hastalık isabet eden kimse sabreder.haline
şükrederse,günahları
sonbahar
yaprakları
gibi
dökülür.(Buhari,menda:13)
LAİLAHE İLLALLAH : ‘’Cenab-ı Allah’tan başka ilah yoktur’’demek ve Allah’ın birliğine şahadet etmektir.(Yaratıcı, tanrı
kelimelerini yanlış kullanmamak gerekir).(Allah baba,Allah dede
dememek gerekir. Şirke götüren söz davranışlardan kaçınmak gerekir.)
EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE
MUHAMMEDEN ABDUHU VERASÜLÜH:
İnanırım ki, Allah’tan başka ilah yoktur, yine inanırım ki:
Hz.Muhammed Allah’ın kulu ve Rasulüdür’’demektir.
ÖLÜM HABERİ DUYAN NE DEMELİDİR:
124
İnnalillahi ve inna ileyhi raciûn:’’Allah içiniz, Allaha dönücüyüz’’demektir.
Ölen rahmete layık ise Allah rahmet eylesin.
Tevbe 84. Ayetine göre inaçsıza Allah rahmet eylesin, günahını bağışlasın denmez.
Günde 5 defa müezzin bize ne diyor biliyor musunuz?
Ezan: Bildirmek, duyurmak, davet etmektir. Ezanı birçok sahabi rüyasında görmüştür. Namaza davet için arayışın olduğu bir
zamanda ilahi vahiy olarak ezan kabul edilmiştir.
Ezanın manası şudur:
Allah’ü ekber: Allah büyüktür(4)
Eşhedü enlâ ilâhe illallah: İnanırımki Allah’tan başka ilah
yoktur.(2)
Eşhedü enne muhammeden Rasulullah: İnanırım ki Muhammet(as) Allah’ın rasulüdur.(2)
Hayye ale’s-salah: Haydin namaza(2)
Hayye ale’l-felah: Haydin kurtuluşa(2)
Allahu ekber: Allah büyüktür(2)
Lâilâhe illallah: A llah’tan başka tanrı yoktur(1)
Namazda okuduklarımızın anlamı şöyle
Namazın içinde şöyle demiş oluruz:
-Allahü ekber: Allah en büyüktür.
-Euzubillahimineşşeytanirracim: İlahi rahmetten kovulmuş
olan şeytandan Allah’a sığınırım.
-Bismillahirrahmamirrahim: Rahman ve rahim olan Allah’ın
adıyla başlarım.
-Subhane Rabbiye’l-azim: Alemlerin rabbaini her türlü noksanlıklardan tenzih ederim.
-Semi Allahü limen hamideh: Allah hamd eden kulunun övmesini işitmiştir.
-Rabbena leke’l hamd: Hamd Allah’a mahsustur, noksanlıklardan tenzih ederim.
Es’selamü aleyküm verahmetullah: Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
Namazda ne dediğimiz bilinir ve düşünülürse, başka şeyler
düşünmekten ve vesveseden kurtuluruz. Namazdan daha çok zevk
alırız. Dua ve surelerin manasını da… vesvese… Kaç ne nekadar?
düşünülür.
125
‘’FATİHADAN SONRA VEYA YAPILAN DUAYA
AMİN’’DEMEK:
‘’Yüce Allah’ın kabul etmesini temenni edip istemek’’demektir.’’Kabul et Yarabbi’’demektir.
‘’AMİN DEMEYİ Peygamber (as)tavsiye etmiştir.(Buhari,
Ezan:111)
Fatiha’dan sonra ‘Amin’ demek, Tesbih çekmek Sünnettir.
Peygamber(as)namazların sonunda dua etmiş ve tesbih çekmiştir.(Ramuz-el E-hadis:162/7)
Bir hadislerinde de:’’Kim namazdan sonra 33 defa Allahü
Ekber derse, bunlar esmaül-hüsna kadardır. Sonunda da La-İlahe
İllallahü vahdehüla, şerikeleh lehül mülkü velehül hamdü vehüve
alakülli şeyin kadir’’derse denizin köprüleri kadar günahları bağışlanır.(Müslim, mesacid:144)buyurur
._’’Size tehlil, tesbih, takdis ve tekbir çekmenizi tavsiye derim. Bunları parmaklarınızala sayın zira parmaklar nerlerde kullanıldıklarından sorulacaklardır ve konuşacaklardır,’’(İ.Canan Hadis
Ans:16/115)buyurarak tesbih çekmenizi tavsiya etmiştir.
Bir gün bir grup müslüman peygambere gelerek:
_Ya Rasulallah! Zenginler daha çok zekat, sadaka veriyor,
sevap kazanıyor. Peygamberimiz:
_Siz de çok sevap kazanmak istermisiniz? Demiş. Onlar da:
_’’Evet’’cevabını vermiştir. Peygamber(as) onlara:
_Namazların sonunda 33’er defa SÜBHANELLAH, Elhamdülüllah ve Allahü Ekber deyin, namazın takipcileri bunu her zaman söylerler ve hüsrana uğramazlar(Age:6/26)diyor.
Tesbih çekerken ayet’el kürsiyi okuyanın tesbihe üflemesinin bir anlamı yoktur. Tesbihin şifaya ihtiyacı yok.Okuyan kendisine üflemelidir.
Diyorlar ki namazdan sonra tesbih yok. Doğru tesbih, bilinmiyor parmaklarla çekiliyordu
ALLAHA ZİKRETMEK:
Allah’ı hatırlamak, anmak ve Allah’la olmak demektir.
Zikir Kuran’da 100’e yakın ayette geçer Allah’ı zikretmemiz
emredilmiştir.(Bakara:152)
Zikir dil ile olur: Allah’ı güzel isimleri ile anmak, hamd etmek, şükretmek, dua etmek, kuran okumakla olur.
Bedenle zikir: Her organla Allah’a ittaat ve günahlardan, haramlardan kaçınmakla olur.
126
Kalp ile zikir: Cenab-ı Allah’ı kalpten çıkarmamak, gaflete
düşüp unutmamakla olur.
Cenab-ı Allah: ’’Beni anın ben de sizi anayım’’diyor. (Bakara:152)
Peygamber(as)’’Amellerin en hayırlısı Allah’ı zikretmektir.’’
(Buhari Davaf:6) diyor.
Bir kaç örnek:
-Lailahe illallah.
-Allahümme ecizna minennar.
-Allahümme inneke afüvvün kerimün tuhibbül affe fağfu anni.
-Allahümmağfirli valivalideyye velil mü’minine yevme yegumul hısab.
-Rabbene atina fiddünya haseneten vefil ahireti haseneten
vegına azabennar.’’Bunlar herkezce bilinen güzel dualardır.
Mevlana Hazretleri şu konularda şöyle dememizi istiyor:
-Her korku için: Lâilahe illallah.
-Elem keder için: Maşallah.
-Her niyet için: Elhamdülillah.
-Her nimet için: Eş-şükrü lillah.
-Her şaşılacak şey için: Sübhanellah.
-Her günah için: Estağfirullah.
-Her darlık için: Hasbiyallah.
-Her kaza kader için: Tevekkeltüalallah.
-Her musibet için: İnnalillahi ve inna ileyhi naciun.
-Her günah için: Lâ havle velâ kuvvete illabillahil aliyyil
azım.
FIKIH NE DEMEK:
Fıkıh, herşeyi bilmek, kavramak ve iyice anlamak demektir.
Fıkıh bilinmezse ibadetler tam olarak yapılamaz, onun için
fıkıh, ibadetten önce gelir.
Hadislerde şöyle buyruluyor:
-‘’Fıkıh, dinin direğidir’’(Ramuz el-Ehadis:376/1)
-‘’Fıkıhsız ibadet olmaz’’(Age:482/4)
-‘’Fıkıhın azı, ibadetin çoğundan hayırlıdır.’’(Age 336/5)
Akaid bilinmezse iman korunamaz, şirke düşülür.
NAFİLE NE DEMEK: Farz ve vacip olmayan yapıldığında
sevabı olan şey demektir.
127
Farz ve vacip olan şeyler borçtur. Yerine getirelecektir. Nafile Allah için olduğundan Cenab-ı Allah:
-‘’Kulum bana nafilelerle yaklaşır’’ (Buhari Rikak:38)buyurur.
Peygamber (as) bir hadislerinde şöyle buyurur:
-‘’Kıyamet günü önce farz namazlara bakılır. Onlar tamamsa,
diğer işlere bakılır.Eğer tamam değilse, yani kurtuluş için yeterli
değilse,Cenab-ı Allah:’’Kulumun nafilelerine bakı’’der.Eksiklik
nafilelerle tamamlanır.(Riyaz’ü-s-salihin:398)
Burada üç namazı, nafileye örnek olarak verelim:
-KUŞLUK NAMAZI: Güneşin doğmasından 45-50 dakika
kadar sonra kılınmaya başlayan namazdır.
Peygamberimiz(sav):’’Kuşluk namazı kılanın, küçük günahları AF OLUNUR.’’(Ramaz el-Ehadis:436/8)
‘’İki rekat kuşluk namazı kabul olmuş nafile haç ve umre sevabına denktir.’’(Age:291/10
-EVVABİN NAMAZI: Çok tövbe eden ve Allah’a sığınan
seçkinlerin namazı demektir.2+2+2 olarak kılınır.2 rekat, 4 rekat
da kılınır.
Cenab-ı Allah, evvabin namazı kılanları isra:25 ayette bağışlayacağını haber veriyor.
-TEHECCÜT NAMAZI: Gece kılınan namazdır.
Cenab-ı Allah Peygamber /as) a:’’ gecenin bir kısmonda namaz kıl’’diye emretmiştir.(iara:79)
Bu hadislerinde:’’Kim gece uyanır,e şinide uyandırır ve iki
rekat namaz kılarsa,Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlardan
yazılır.’’buyurur(Ebu Davut,Salaf:307)
‘’Aleyhinize yaktığınız ateşi, gece namazla, söndürün (Büyük hadis külliyatı:1/933)
‘’Ey insanlar! Selamlaşın, yedirin, insanlar uyurken namaz
kılın ve selametle cennete girin.’’(Riyazu’s-Salihın:1171)buyrulur.
Biribirine sormuş
-Allah seni seviyormu?
-‘’Bilmem’’ demiş. Tekrar:
-Gece huzuruna kaldırıyor mu? demiş.
Biri de biri için sormuş:
-Falanın yüzü niye nurlu? cevap:
-Gece Cenab-ı Allah’la oluyorda ondan demiş.
128
KİM NE ZAMAN NEREDE VE NİÇİN’’KEŞKE’’ DİYECEK RABBİMİZ BİZE HABER VERİYOR VE UYARIYOR
-Kabre hazırlıksız giren, ömrünü boşa geçiren’’ Eyvah! Keşke’’ diyecek. Kabir ne getirdin? deyince Eyvah diyecek.
-Amel defteri soldan verilen:’’Keşke bu kitap bana verilmeseydi’’diyecek (Hakka:25)
-Azab da olan:’’Eyvah! Malım bana fayda vermedi’’diyecek.
(Hakka:25)
-Sirk koşan, amelleri boşa çıkınca:’’keşke şirk koşmasaydım’’diyecek (Kehf:42)
-Dünyada inanmayan öldükten sonra:’’keşke inanlardan olsaydım’’ diyecek. (şuara:102)
-Şeytana uyan şeytani işler yapan, şeytana:’’keşke aramızda
doğu ile batı kadar mesafe olsaydı ‘’diyecek (Zuhruf:38)
-Cehennem ateşinin karşısında ankârcı:’’Keşke bir daha dünyaya gönderilsemde inananlardan olam’’diyecek (En’am:27)
-Ahirete inanmayan ölünce:’’Keşke toprak olarak yaratılsaydım’’diyecek (Nebe:40)
-Hazırlıksız ölen:’’ keşke öbür dünya da iken buraya birşeyler göderseydim’’diyecek.(Fecr:24)
-İnanmayan
ölünce:’’Keşke
bende
inansaydım’’diyecek.(Hıcr:2)
-Peygamberin sünnetine terk eden:’’Keşke bende peygamberle beraber yol tutsaydım’’diyecek ellerini ısıracak. (Furkan:27)
-Ahlaksız, inaçsız insanları dost edinen:’’keşke falancayı dost
edinmeseydim’’diyecek. (Furkan:28)
-Cehennem ateşini gören:’’Keşke Allaha ve Peygamberine itaat etseydim’’diyecek. (Ahzab:66)
Soruyorum: Keşke diyenlerden olmak ister misiniz? Şu anda
sonumuzu iyi veya kötü olarak hazırlamak elimiz demi, değil mi?
Keşkenin anlamını elimizde diyor…
Akıllı insan kabir ve ahiret gerçeğini inkâr edemez. Cenneti,
cehennemi, sorgu ve suali umursamama gibi bir hataya düşemez.
Allah sonumuzu hayretsin.’’Keşke’’diyenlerden etmesin
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, inayeti, hidayeti üzerinize,
üzerimize olsun.
129
130
MÜSLÜMAN MIYIZ?
Müslüman olmak en büyük hidayettir. Hepimiz “Müslümanız
elhamdülillah” deyip hamd edip şükrederken, Müslüman işi mi
işliyoruz, kafir işimi işliyoruz, yoksa münafık işi mi işliyoruz. Buna bakmalıyız. Kime benziyoruz buna bakmalıyız.
Müslüman mısın? Sorusuna “ Müslümanım “derken Müslüman nasıl olur? Müslüman olmak neyi gerektirir. Bu halimizle
Müslüman olarak can verebilir, güzel ölümle ölebilir miyiz? Amellerimiz bizi kurtarır mı? Bunları düşünmeliyiz.
Bugünkü ortamda “ Müslüman “ derler deyip hayatımızı şartlar mı düzeliyor, yoksa Kur’an ve sünnet mi düzeliyor, bu çok
önemli.
Unutmayalım insanların yanında ne kadar Müslümansak, Allah yanında da o kadar Müslümanız.
Samimi Müslüman olmamız da Müslümanların şehadeti çok
önemlidir. Müslüman başkaları için veya ne derler endişesi taşımaz. Olduğu gibi görünür göründüğü gibi olur.
Ayrıca Müslüman her şeyi ve her yönü ile başkalarına örnek
olmakla, teşvik etmekle ve tebliğ etmekle yükümlüdür.
A) MÜSLÜMAN KİME DENİR?
Müslümanlık söz değildir. Müslüman olmanın şartları vardır.
Bu şartlara ve vasıflara uyan kimseye Müslüman denir.
Mevlana “ Nice insanlar gördüm üzerlerinde elbiseler yok,
nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok” der. Bu gün nice insanlar vardır. Müslüman olduğunu iddia eder, ama İslam’ı bilmezler,
İslam’ı yaşamaz. İslam’ın şartlarının ne olduğunu bilmez. Şartları
bilse de yerine getirmez.
Gerçek Müslüman, ilk yaratılışta verdiği sözünde duran ve
İslâm’ın beş temel şartını imanın altı esasını eksiksiz, şüphesiz inanıp yerine getiren kimsedir.
Müslüman, Müslüman mısın? Sorusuna cevap veren kimsedir.
- Neren Müslüman?
- Ne kadar Müslümansın
131
- Müslümanlık hayatının, evinin, işyerinin neresinde?
- Sen, eşin, çocuğun kime benziyor?
- Kur’an sünnet hayatının neresinde?
- Seni gören ne der? Eğer gören : “Birde Müslümanım diyor,
birde namaz kılıyor, Müslümanım diyor” derse İslâm senin yüzünden zarar görürse, o Müslümanlık kimseyi kurtarmaz.
Müslüman denince farklı Müslüman akla gelmelidir. Müslümana bakılınca Allah, Peygamber ve Kur’an akla gelmelidir.
B) KUR’AN’A GÖRE MÜSLÜMANIN VASIFLARI
- Müslüman, namaz kılar zekat verir, sımsıkı Allah’a sarılır.
(Hac:78)
- Bollukta da darlıkta da Allah için harcar öfkesini yutar. İnsanları bağışlar (Al-i İmrcen:134)
- Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirir. İffetini korur, zinaya
düşmez. Sözünü yerine getirir.(Mü’minun: 1-11)
- Namazı devamlı kılar. Malında ihtiyaç sahiplerine hak tanır.
Ahirete inanır, cezadan korkar. Doğru söyler. (Meariç:19-35)
- Yeryüzünde tevazu ile yürür. İsraf ve cimrilik etmezler. Allah’tan başkasına yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana kıymazlar. Zina etmezler, yalan söylemezler. Allah’ın ayetlerine karşı
kör ve sağır gibi davranmazlar. ( Fürkan:53-76)
Diğer bazı ayetlerde de şu vasıflara yer verilmiştir:
- Yalnız Allah’a güvenip dayanırlar.
- Yalnız Allah’a ibadet ederler.
- Allah anılınca kalpleri titrer.
- Namazı dosdoğru kılarlar.
- İyiliği emrederler, kötülükten menederler.
- Sabrederler, şükrederler.
- Peygambere itaat ederler.
- Yalana, günaha, harama bulaşmazlar.
- Boş şeylerden yüz çevirirler.
- Namuslarını korurlar.
- Emanete ihanet etmezler.
- Allah’ı çok anarlar. İbadette gevşeklik göstermezler.
- Doğrularla beraber olurlar.
132
C) HZ PEYGAMBERİN HADİSLERİNE GÖRE
MÜSLÜMANIN VASIFLARI
Peygamber(as) Müslümanı şöyle tarif etmiştir.
-“ Müslüman, elinden, dilinden Müslümanların emin olduğu
kimsedir.” (Tirmizi İman:12)
-“ Hayırlı Müslüman, ömrü uzun, ameli güzel olandır.” (Müslim, zühd:21)
-“ Mü’minin her işi faydalıdır. Onunla iş yaparsın sana faysa
verir.” ( Ramuz el ehadis:231/7)
-“ Müslümanın her şeyi hayırdır: Sevinir, şükreder, üzülür,
sabreder ki halde de sevap kazanır.”(Age:314/12)
Diğer bazı hadislerde de Müslümanın vasıflarından şöyle söz
edilmiştir:
- Güvenilir kimsedir.
- Kul hakkı yemez.
- Her işinde Allah rızası güder.
- İyi bir kuldur.
- Her şeyin hayırlısını diler.
- Bid’at ve hurafelerden kaçar.
- Her zaman hesap vermeye hazırdır.
- İşine, sözüne sadıktır.
- Örnek kimsedir.
- Helal yiyip içer.
- Haya sahibidir, ırzını korur.
- Küfürden günahtan kaçınır.
- Gurur kibir bilmez.
- Boş ve manasız şeylerden uzak durur.
- Kusur bulucu değildir.
- Hoşgörü sahibidir.
D) MÜSLÜMAN NASIL OLUR?
Müslüman, İslâm’ı kabul eden ve kurtulan kimse demektir.
Cenab-ı Allah insanı İslâm’ı kabul etmeye ölünceye, kadar.
İslâm ile yaşamayı ve Müslüman olarak can vermeye davet eder.
Müslüman zaman zaman kendi kendine:
- Ben Müslüman mıyım?
- Bende münafıklık alameti var mı?
- Ben kime benziyorum? Demelidir.
- Zaman zaman aynaya bakıp, günahlarım yüzünden yüzüm
karardı mı? Demelidir.
133
Müslüman, sözde değil özde Müslüman olmalıdır. Müslüman olmanın getirdiği sorumluluklar vardır. İnsanın sözüne değil,
ameline bakılır.
Peygamber (as) :
-“Allah sizin kalıbınıza ve görünüşünüze bakmaz. Kalbinize
bakar” buyurur.( R.salihın:7)
Müslümanın en belirgin özelliği şunlardır:
- İmandan sonra amel etmesidir.
- Eline, beline, diline sahip olmasıdır.
- İyi niyet taşımasıdır.
- İman ettikten sonra imandan taviz vermemesidir.
Peygamber(as) dininden davasından hiçbir zaman taviz
vermedi. En kritik anda bile.
- “Güneş’i sağ elime, ayı sol elime verseler vallahi bu davadan vazgeçmem” cevabını verdi.
Müşrikler bazı şeylerden muaf tutulurlarsa Müslüman olacaklarını söyleyince hiç birine taviz vermedi.
Müslüman olmak için koşulan şartları reddetti.
Namazdan muaf tutulmalarını istediler Peygamberimiz:
“Namazsız din mi olur?” Dedi.
Zekattan, cihattan muaf tutulmalarını istediler. Peygamber(as) cennete ne ile girilecek? Dedi. Putlarını kırmalarını içki
küplerini dökmelerini ve her kötülüğü terk etmelerini söyledi. Onlardan biat alınırken şartlar koştu ve “ elimden geldiği kadar o şartlara uyacaklarına dair söz aldı.”
İnancından taviz verenler, ahireti bırakıp dünyaya meyledenler, hep kaybedenlerden olmuşlardır. Mescid kuşu Salebe bunun
en güzel örneğidir. Sonunda keşke demişler ama ne fayda!..
Son nefes, kabir, sırat, mahşer, cennet, cehennem unutulmamalıdır. Müslümanın hedefi, dünya vasıtasıyla ebedi ahiret saadetini elde etmek olmalıdır.
Müslüman günaha girmek için, haram yemek için kılıf aramaz, bahane, uydurmaz Cenab-ı Allah ne emrettiyse, Rasulü ne
buyurduysa onun için her şey odur.
Müslüman asla:
- Şartlar bunu gerektiriyor.
- Bu devirde böyle
- Başkaları ne der …” demez. Allah ne der? Diye düşünür.
Allah Rasulü’nün hayat ölçüleri, Müslümanın ölçüleridir.
134
Müslüman, azan, sapan, günaha dalan ve kendilerinden başka din icat edenleri ölçü almaz, örnek almaz.
Allah Rasulü’nün tebliğinin özü : “ Müslüman ol kurtul”
olmuştur. İnsan iman ettikten sonra İslâm’ı yaşarsa kurtuluş o zamandır.
Zorla yapılan evlilik gibi Müslümanlık olunmaz.
Şeytanın istediği Müslüman tipi ne dikkat etmek gerekir.
İslam düşmanları bugün inan, hürsün. Ama yaşama yani
inanan ama İslâm’ı yaşamayan Müslüman tipi.
Peygamber(as)’den koparıp İslâm’ı Hıristiyanlığa, Yahudiliğe benzetmek için sünnetsiz Müslüman isteniyor.
Hıristiyanlıkta İsa peygamberden kalan bir şey yoktur. Yahudilikte Musa peygamberden kalan bir şey yoktur. Peygamberinin
mezarının nerede olduğunu bile bilmezler. Peygamberlerinin âsâsına bile sahip değillerdir.
Sünnetsiz peygambersiz din olmaz. Müslüman, nefsine ve
düşmana aldanmayacak kadar peygamber aşığı kimsedir.
Gerçek Müslümanın Kur’an’a ve sünnete teslimiyeti tamdır.
Peygamber (as) :
-“ Kim sünnetimden yüz çevirirse, o benim yolumu terk etmiştir. O benden değildir” buyurmuştur. (Buhari, nikah: 1)
Unutmayalım, Peygamber(as)’ın sünnetini terk eden, onun
yolundan sapmıştır. O’nun şefaatinden mahrum olur. Onun için
sünneti terk, şeytan oyunudur.
Peygamberin sünnetine uymak Cenab-ı Allah’ın emridir.
İnsan sünnetten de sorumludur. Müslümanın sorumlu olduğu işlerin
üçüncüsü sünnettir. İslâm’ın dört kaynağından ikincisi sünnettir.
Müslüman, pusuda duran fırsat kollayan şeytanı düşman bilir onun tuzağına düşmez.
Şeytanın hileleri çoktur. Amelde gevşeklik ister. Azıcık
amele güvendirir. Önce Allah’ın affına güvendirir, sonrada Allah’ın rahmetinden ümit kestirir. İnsanın helakına sebep olur.
Müslüman, şeytanla iş yapmaz. Şeytani davranışlardan, düşüncelerden uzak durur. “ Şeytan beni aldattı, şeytana uydum “deme ahmaklığını göstermez.
Cenab-ı Allah Kurân’da : “ Kim Rabbine kavuşmayı arzu
ediyorsa, salih amel işlesin “ (Kehf: 110) buyurarak kurtuluş yoluna davet eder.
135
Allah insanı günde beş defa “ haydin namaza, haydin kurtuluşa diye çağırır. Her sabah “ namaz uykudan hayırlıdır” diye uyarır.
Hesap günü bu davete uyup uymadığı her mü’mine sorulacaktır.
Müslüman faydacı, paylaşmacı ve yararlı iş yapan insandır.
Elinden dilinden kimse zarar görmez.
Kur’an’da : “ İnanıp yararlı iş yapanlara kesintisiz ecir vardır.” Buyrulur. (inşikak:25)
-“ İnandıktan sonra iyi işler işleyenlere hoş bir hayat yaşatacağız. Yaptıklarının karşılığını da daha güzeli ile ödeyeceğiz .”
(Nahl:95) müjdesi vardır.
İnsan, iyi ve faydalı şeylerle meşgul olmazsa, şeytan ona öyle
meşguliyetler bulur ki, başını kaldıramaz. Canından bezer.
Müslüman, inandığı gibi yalar. Yaşadığı gibi inanmaz. İnsanın inancını yaşaması Allah’ın ona lütfudur. İnancını yaşamaması
ise ona bir cezadır. Hem de ağır bir cezadır.
İnsanın inancı yaşaması imanın kuvvetli, bilgisinin sağlam
olmasına bağlıdır. Müslümanlığımız levha Müslümanlığından ileri
gitmez.
Adam haçta ibadetlere pek önem vermezmiş ona : “ Bu fırsat bir daha ele geçmez, bir şeyler yapsana” demişler. Adam :” Buraya geldik yapsan da hacı diyecekler yapmasan da hacı diyecekler” demiş.
Mehmet Akif, bazı Müslümanlara bakıp şöyle demiş:
Kaç hakiki Müslüman gördüm ise hepsi makberdedir. Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir.
İslam, insanı değiştirir. Diğer insanlardan farklı kılar Hz.
Ömer(ra) Müslüman olmadan önce : “ Eşeğim Müslüman olsa ben
Müslüman olmam” diyordu. Kız kardeşinin evinde gördüğü birkaç
ayet onu yumuşattı. Ne zaman peygamber (as)’ın yanına gelip
Müslüman oldu, bütün inadı, kabalıkları onda yok oldu. Böylece
Ömer (ra) değişti ve değiştirdi. İslam onu yüceltti. Aşere-i mübeşşere ( cennetle müjdelenen on Müslümandan ) oldu. Allah Rasulü’ne halife oldu. Allah Rasulü ile hicret etti.
Müslüman muhacirdir. Küfürden imana hicret etmiştir. Bütün kötülüklerden de hicret edecektir.
Müslüman, İslâm fıtratı üzerine doğmuştur, o fıtrat üzere,
tertemiz Allah’a göç etmelidir.
Peygamber (as) şöyle buyurur:
136
-“ Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ıgöndermiştir. Peygamber olarak Muhammed’i seçtim diyen cenneti hak etmiştir.
Buyurur.” Müslümanın menfaatine göre uydurduğu ikinci bir din
olamaz.
Kur’an’da : “ Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki,
o din asla kabul edilmez” buyrulur. (Al-i İmran:85)
Müslüman her zaman Allah’a yürümeye hazırdır. Şunu bir
Müslüman olarak diyebilir miyiz? “ Rabbim hayatımı senin için
yaşadım. Hep rızanı gözettim. Sana yürümeye hazırım.
İnsan hayatında en önemli şey Allah’a kul Muhammed(as)’a ümmet olmak ve kelime-i şahadetle ömrü noktalamaktır.
Dünya ve ahiret saadeti ancak böyle elde edilir.
İslâm, ferdi kurtuluşu, kurtuluş saymaz, insan kendini kurtaracak, eşini evladını ve etrafını kurtarmakla mükelleftir. İnsanın
eşi, evladı ve etrafı kurtulmadıktan sonra insanın kurtuluşu zordur.
Kurtuluş için geç kalmamak gerekir. Firavun geç kaldı,
kurtulamadı. Ebu Talip “ ne derler “dedi kurtulamadı. Ebu Cehil
inat etti, kurtulamadı. Ebu Lehep istemedi, kurtulamadı.
Şeytan demiş ki, “ Son anda kelime-i şahadet getiririm
bende kurtulurum” Peygamberimiz üzülmüş. Cenab-ı Allah “üzülme son anda onun şehadet getirmesini unuttururuz” diye vahyetmiş.
Peygamber (as) diyor ki:
- Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz.”
Mutlu son ancak iman etmek, imandan sonra güzel bir hayat
yaşamakla elde edilir.
İnsan dünyaya ağlaya ağlaya gelir. Hedef ağlata ağlata gitmek olmalıdır.
Hayatta insan hangi yola düşerse, o yolun sonuna varır. Hangi kapıyı çalarsa o kapı ona açılır. Yol nereye? Cennetin mi cehennemin mi kapısını çalıyoruz?
E) MÜSLÜMAN GÜZEL AHLAK VE HAYÂ
SAHİBİDİR
Allah Rasulü:
-“ Hayâ, imandandır.”
-“ Hayâ hayır getirir.”
-“ Utanmıyorsan dilediğini yap” diyor.
137
İnsanda hayâ sıyrılıp giderse, insanda ve insanın yaptığı işte
hayır kalmaz.
Bir hadislerinde de:
-“ Kötülük bir yerde bulunursa, onu mutlaka çirkinleştirir.
Hayâ bir yerde bulunursa, onu mutlaka güzelleştirir.” Buyurmuştur.
Müslümanda şu kötü huylar bulunmaz:
- Kimsenin kötülüğünü istemez.
- Günahtan korkar, kaçınır.
- Haram yemez.
- Hak yemez.
- Yalan söylemez.
- Yemin etmez.
- İftira atmaz.
- Gıybet etmez.
- Suizanda bulunmaz.
- İki yüzlülük yapmaz. Hainlik etmez.
- Koğuculuk etmez.
- Haset etmez.
- Fala bakmaz, büyü yapmaz.
- Hırsızlık etmez.
- Zulmetmez. Kin gütmez.
- Alay etmez. Lakap takmaz.
- Lânet okumaz, sövmez, beddua etmez.
- İsraf etmez, cimrilik etmez.
- Fitneye sebep olmaz.
- Gururlanmaz riyakârlık yapmaz.
- Zina etmez, içki içmez, kumar oynamaz.
- Kötü örnek olmaz.
Müslüman kendisini günaha sokacak şeylerden kaçar.
- Sevaplı işler işler.
- Hayır dua eder, hayır dua alır.
- Hayır işler, hayra vesile olur.
- Toplumda faydacı, yapıcı ve paylaşmacı olur.
- Hayırlı evlat yetiştirir.
- Hayâlı, edepli olur. Kimse ondan zarar görmez. Başkaları
ondan emin olur.
Ne mutlu böyle olana… İyi Müslüman iyi vatandaş olarak
yaşayana!
Ne mutlu Müslüman olarak can verene!
Rabbim bizleri de salih kulların arasına dahil et.
138
ALLAH’IN EVİ CAMİLERİMİZ
Bazı şeyler önemini yitirdikçe; gün, hafta, ay ayrılıyor ve
öğünlerde anmakla yetiniliyor.
Bunun kötü tarafı, işin sadece o gün ve günlerde anılıp geçiştirilmesidir. İyi tarafı ise, unutanlara hatırlanması ve hatırlatılmasıdır. Fakat cami bir haftalık iş değildir.
Günler, haftalar, aylar bize göre değil. Mesela yaşlılar günü,
anneler günü, babalar günü gibi. Bunlara bir gün yeter mi? Camiler
haftası… Bir haftalık mı ilgi? Bir haftalık bağımız, ilgimiz olursa,
cenazemiz camiye nasıl gelecek?
Cami ile bağımız beş vakit olmalı. Çünkü selamız camide verilecek, cenaze namazımız burada kılınacak ve dünya bizim için
burada noktalanacak.
Camiler haftası, cami, cemaat ve caminin fonksiyonunun tanıtılmasının yanında cami ve çevresinin temizlenmesine önem verilmelidir.
Bu hafta, okul öğrencilerine camiler tanıtılmalı, sınıf olarak
tanıtım programı düzenlenmelidir.
Bu haftada elbirlik camiler temizlenmeli, pırıl pırıl olmalı,
caminin her ihtiyacı giderilmelidir. Bahçe temizlenmeli ve ağaçlandırılmalıdır. Bu bir hafta fırsat bilinmelidir.
EZAN İSLAM’IN SEMBOLÜDÜR
Cami deyince akla ilk ezan gelir. Ezan, Müslüman-Türk varlığının teminatıdır.
Ezan, bu ülkenin hür ve Müslüman olduğunun ilanıdır. Şairin
dediği gibi:
‘Şu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.’
Allah’a şükür ülkemizde günde beş defa ezan okunuyor. Bu
bizi rahatlatıyor. Cenab-ı Allah’a kulluğa çağırıyor.
Ezanı saygı ile dinlemeliyiz. Ezan duasını yapıp, ezanın davetine icabet edip, gereğini yapmalıyız.
Camilerimizden yükselen bu çağrı, bizim kurtuluşumuzu sağlamalıdır. Düşünülürse amelsiz kurtuluş olmaz.
Bugün ezanla uyanan, ezanla dirilen, ezan sayesinde Müslüman olup kurtulanların sayısı az değildir.
139
Bu milletin varlığına göz dikenler, ezana göz dikmişler, ezanın büyüleyici etkisini susturmak için ezanı susturmuşlardır. Türkçe okutmuşlardır.
‘Ezan sesinden şeytan rahatsız olur’derler.
1930’lu yıllarda Antalya’da 4 yaşında felçli bir çocuk konuşamıyor, tek kolunu oynatabiliyor. Ezan okunurken sevinçli ve
mutlu oluyor, ezanı can kulağı ile dinliyor. Fakat Türkçe’ye çevrildikten sonra çocuk rahatsız oluyor, ezan okunurken kolunu duvara
vuruyor. Öyle vuruyor ki, kolu kanlar içinde kalıyor ve üç gün sonra da ruhunu teslim ediyor.
Allah ezan sesine hasret bırakmasın.
Erzurum’da Prof. Nazan Aydın ezan sesinden rahatsız oluyor,
cami derneğine başvuruyor, olmuyor. Müftülüğe başvuruyor, olmuyor. ‘Ezan ruh sağlığımı bozdu’ diye savcılığa başvuruyor. Aldığı cevap, ‘Ezan sesi gürültü değildir’ oluyor. (8 Mayıs 2012- Zaman)
Çanakkale Savaşı’nda İngilizler, Hindistan’dan Müslümanları
‘Osmanlı’yı kurtarmaya gidiyoruz’ diyerek kandırmışlar. Ve müslümanı müslümana kırdırmak istiyorlardı.
Osmanlı cephesinde sabah okunan ezanın dalga dalga yayılması ile Hintli Müslümanlar, İngiliz oyununu anlayıp, Osmanlı’dan
özür dileyerek geri gitmişlerdir.
Bir olay da Rus-Ermeni işbirliği ile Erzurum’da katliam yapılacaktır. Bunu haber alan müezzin gece yarısında vakitsiz okuduğu
ezanla Erzurum katliamını önlemiştir. 1950’de ezan aslına çevrilince yurt genelinde bayram yapılmıştır.
Peygamber(as) biraz sıkıntıya düşerse Bilal’e:
-‘Kalk Bilal! Ezan oku da rahatlayalım’ der ve ezan okumasını isterdi. Ezan sesi inançlı her insanı rahatlatır. Davetine icabet
edeni, yüceltir. İki cihan saadeti bahşeder. Çünkü ezan kurtuluşa
davettir.
CAMİLER ALLAH’IN EVİDİR
Kur’an’da: ‘Camiler Allah’ındır’ (Cin Suresi:18)
Peygamber (as): ‘Camiler Allah’ın evleridir’ (Ramuz el Ehadis:121/6)
Fıkıhçılara göre: 7 kat gök, 7 kat yer camidir. Bu bakımdan
camiler, ruhuna uygun olmayan işler için kullanılmamalıdır. (Avlu
da cami hükmündedir. Bahçede sigara içilmemeli, tavla oynanma140
malı, altındaki dükkânlarda alkol ve domuz mamülleri satılmamalıdır. Uygun olmayan kimselere kiraya verilmemelidir). Son olarak
Diyanet: ‘Cami altında market olmaz’ demiştir.
Camiler kutsal yerlerdir. İbadetlerin, zikirlerin, Kur’an’ların,
tevbe ve duaların Cenab-ı Allah’a arz edildiği yerlerdir. Kardeşliğin pekiştiği yerlerdir. Huzur duyulan yerlerdir.
Her yerde kavga olur da camide olmaz.
Adam üzerine düşse, alttaki onu kaldırır.
Ayakkabı birbirinin üzerine düşse gülümser, kızılmaz, kavga
edilmez.
Başka yerlerde, kuyruklarda olan kavga ve gürültüler camide
olmaz.
Sahabe günah işleyince camiye gelir, tevbe sütununa kendini
bağlar. Affedildiğini hissedinceye kadar ağlar, tevbe eder ve kendini oradan çözmezdi. Böylece camiyi rahatlama ve kurtulma yeri
olarak görürlerdi.
Camiye saygılı olunmalıdır. (Köyde düğün alayı camiye gelmeden davul-zurna sesini keser, geçtikten sonra çalardı.)
Camileri ölüm ilan merkezleri olarak görmek yanlıştır.
(…eşrafından falan falan…” Şeref ve izzet Allah’ındır.) Cenaze
namazlarının kılındığı yer olarak bakmak yanlıştır. Sadece yaşlı
kimselerin uğradığı yerler olarak da değerlendirilemez.
Milli mücadelede camilerin yeri ve önemi büyüktür. Sütçü
İmam milli mücadele kıvılcımını minberden tutuşturmuştur. Mehmet Akif mimberden, kürsüden coşturmuştur. Ahmet Hulusi Efendi, camiden halkı cepheye yollamıştır.
Uyanış ve yeni neslin kendine gelişi, hareketi gene camilerimizden başlamalıdır. Yoksa yeni nesil geleceğimizin teminatı olamaz.
Camiler vatanın tapusudur. Lozan’da Edirne şehrimiz Yunan’a verilmişti. İngiliz delegesinin: ‘verin ama bu şehrin cami ve
minarelerini nereye koyacaksınız?’ sözü üzerine Edirne bize bırakılmıştır.
CAMİYE KARŞI OLMAK NASIL BİR İŞ?
Önce kendi içimizde; sizin cami, bizim cami, bizim cami sizinkinden daha süslü diye ayrım yaparak Mescid-i Dırar’lar edinilmemelidir. Cami, grup, cemaat, tarikat camisi değil, bütün Müslümanlara ait olmalıdır.
141
Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmaya kalktığı gibi bazılarının ilk hedefi cami oluyor. Yel değirmenlerine saldıran Donkişot gibi camilere saldırılıyor.
-‘Her taraf cami’ deniliyor. Bu camileri halk yapıyor halk.
Ankara’da CHP milletvekili 2007 yılında kameraları alıp, gazetecileri toplayıp süslü trafoları bir bir gösterip, ‘işte bir daha…
İşte gene!’ diye saymaya başlıyor. Bir gazeteci: ‘Bunlar cami değil,
bunlar trafo’ deyince adam şaşırıyor.
Cami düşmanları önce camiye sıra koyalım diye tutturdular.
Sıra koyup kiliseye benzeteceklerdi. Şimdi bu olmadı rükûsuz, secdesiz namaz mı olur. Sıra olmadı ama sandalye oldu. Sıra sıra sandalye.
Bakın 4 hak mezhebin hiçbirinde sandalyede namazdan bahsedilmez. Yatarak, oturarak namazdan bahsedilir. Yere ayaklarını
uzatarak namaz kılabilenin sandalyede namazı kabul olmaz.
Emekli maaşı kuyruğunda bir kokana: ‘Bu kadar camiye ne
gerek var?’ diyor da. (Tabi Cuma, Bayram ve Kandillerde cami
avlularında hatta yollarda namaz kılındığını bilmiyordu). Ona dedim ki: ‘Sen cenazenin nasıl ve nereden kalkmasını istiyorsun, söyle’ dedim. Sustu.
Cami lazım, daha çok lazım. Cami yaparken o camiyi dolduracak nesil de yetiştirmek lazım. 4 minaresinden okunan ezanın
manasını bilmeyen, ezanın davetine icabet etmeyen nesil yetişirse,
camilerin pek anlamı kalmaz. Dedeler torunlarını, babalar çocuklarını ‘haydi camiye!’ demeden camiler neşelenmez.
Ebrehe’yi perişan eden Allah(cc) şöyle buyuruyor:
-‘Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasına engel olan ve
mescitlerin harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır?’
(Bakara:114)
(Yaz Kur’an Kursu’nu istemiyor. Cami yapılsın istemiyor.
Ezan istemiyor… Ezan Türkçe okunsun, namaz Türkçe kılınsın
istiyor. O zaman nasıl bir nesil yetişecek?)
CAMİ YAPTIRMAK
Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
-‘Allah’a ortak koşanlar, kendi kâfirliklerine bizzat kendileri
şahitlik ederken, Allah’ın mescitlerini imar etmeye layık değillerdir. Onların bütün işleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedi kalacaklardır.’ (Tevbe:17)
142
-‘Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahret gününe iman
eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola eren kimseler
bunlardır.’
Peygamber(as): ‘Bir kimse Allah rızası için cami yaptırırsa,
Allah onun için cennette bir köşk hazırlar.’ (Ramuz el Ehadis:411/11)
Peygamber Efendimiz, mescidi yapılırken işçi gibi çalışmış,
sırtında kerpiç taşımıştır.
Tuğrul Bey: ‘Kendime saray yaptırıp da yanına bir cami yaptırmazsam, Allah’tan utanırım’ demiştir. (Apartmanlar yaptıranın
camiye ne katkısı oluyor acaba?)
Sultan Ahmet, camisi yapılırken bizzat çalışmış. Hasta yatağında iken ilk ezan okunmuş, bunu duyar duymaz yatağından fırlayıp kalkmıştır. O sırada bunu gören hocası onu tutmuş: ‘Nereye
padişahım!’ demişti. Sultan Ahmet:
-‘Taş taşımaya gidiyorum hocam!’ cevabını vermişti.
Herkes cami yaptıramaz. Ama yapılmasına yardımcı olabilir.
Bakımı ile temizliği ile ilgilenebilir. Camiye adam kazanabilir. Aynı sevabı alır. Belki daha çok sevap alır.
Kayseri’de bir cami yapılırken, yaptıran ustalara kimseden
yardım alınmamasını özellikle tembih eder. Bir kadın gelir. Üç
tuğla uzatır. Usta kabul etmez. Ertesi gün bir ayran bakracı ile gelir,
uzatır. Usta alır, içer ama ardından üç tuğla uzatılır. Onları gizlice
usta duvara yerleştirir.
Camiyi yaptıran rüyasında cennettedir. Fakat kendisinin üzerinde bir kadın vardır. Sebebini sorar. Melekler: ‘Senin camiye üç
tuğla verdi’ derler. ‘Ama ben caminin tamamını yaptırıyorum’ deyince, ‘Onun imkânı o idi’ derler.
Az da olsa, imkânımız oranında camilere yardımımız olmalıdır.
CAMİ İLE İLGİLENMEK
Kutsi hadiste Cenab-ı Allah: ‘Yeryüzü halkını azap etmeyi
murat ettiğimde, mescitleri tamir, tanzim ve tenvir edenleri, rızam
için birbirini sevenleri ve seher vaktinde istiğfar edenleri görünce
onlara azap etmekten vazgeçerim’ (H.H.Erdem, İlahi Hadisler:30)
buyuruyor.
Bir hadislerinde Peygamber (as):
143
-‘Mescitleri bina edin, toz toprağını temizleyin. Kim Allah
için bir mescit yaparsa Allah da onun için bir köşk hazırlar.’ (Ramuz el Ehadis:9/5) (Karataş Köyü’nde cami toz toprak içinde. Temizledik, ezan okuyup namaz kıldık. Daha sonra gittiğimizde 5-6
cemaati vardı.)
Bir sahabi mescide ilk gaz lambasını getirip aydınlatmıştı.
Peygamber (as) ona:
-‘Sen bizim mescidimizi nurlandırdın, Allah da seni nurlandırsın’ dediler, ona dua ettiler.
Mescid-i Nebevi’yi temizleyen bir kadın vardı. Bir ara gelmeyince, peygamber (as) onu sordu. ‘öldü’ dediler. Mezarına gitti,
dua etti.
Nazilli Kur’an Kursu’nda iken bir köye gitmiştim. Camide
konuş dediler. Bir konuşma yaptım. Namazdan sonra para toplamışlar. Verdiler, almadım. ‘Minarenin tenekeleri dökülmüş… Bunları yaptırın’ dedim. Kur’an Kursu’na kadar da yaya yürümek zorunda kaldım.
Camide bir eksik mi gördün hemen yaptır. Yaptıralım diye
teşvik et. Yapılmasına sebep ol. Yapılacak şeylerden biri de camiye
adam kazanmalıyız. Namaz kılanların sayısını artırmalıyız.
CAMİLER EĞİTİM ÖĞRETİM MERKEZİ OLMALIDIR
Peygamber (as) problemleri camide çözmüştür. Ayrıca mescidi tebliğ merkezi ve eğitim yeri olarak kullanmıştır. Mescidin
yanı başında Suffa açıp eğitim yapmıştır. İnsan yetiştirmiştir.
Namazlardan önce ve sonra soruları cevaplandırmış. Hatta
rüyaları dinlemiş ve kendisi anlatmıştır.
Eksik olan bilgileri namazdan önce ve sonra camide tamamlamıştır.
Bugün kilise gençleri çekebilmek için kiliseye her türlü müziği ve eğlenceyi sokmuştur.
Çocukları kovan zihniyet artık yok…
Camide görevli arkadaşların maaşı hak etmesi lazım.
-Cami avlusu pırıl pırıl olmalıdır. (Temizlik imanın yarısıdır.’
‘Allah temizdir, temizleri sever.’)
-Kur’an öğrenimi devam etmeli, Kur’an bilmeyenlerimiz
Kur’an öğrenmeli. Fıkıh öğrenimi devam etmeli. Her namazdan
sonra bir fıkıh bilgisi öğretilebilir, öğrenilebilir. Hergün bir Kur’an
144
meali, hergün bir hadis öğrenilebilir, öğretilebilir. Hergün bir cami
adabı öğretilebilir, öğrenilebilir.
-Her camide kitap köşesi kurulmalıdır. Kahvede, bahçede
oturulacağı yerde içeriye girip istenirse bir şeyler öğrenilebilir. Burada Kur’an-ı Kerim meali, hadis kitapları, fıkıh, akaid kitapları
bulunmalıdır. Mesela; kafasına takıldı imama uyunca okuyacak mı,
besmele çekecek mi hemen açıp bakacak. Diyelim ki üçüncü rekâtta imama uydu, kılmadığı reketları nasıl kılacak? Açacak öğrenecek. Veya bir şeyi nasıl yapacak, açıp bakacak…
Camide bu tür şeylerle uğraşanlar, namazdaymış gibi sevap
alır.
Namaz memuru dedirtmemek lazım. Sadece namazla maaş
helal olmaz. ‘E!..AZ!’ o zaman başka rızık kapısına…
Allah mahalleyi, köyü muhtardan değil imamdan soracak.
İnsanın ölüsü de dirisi de camiye muhtaçtır.
Gençler camiye çekilecek. Bir köyde müezzinlik eden olmadı. Cemaatten… Sordum…’Hoca, birimize besmele öğretmedi’
dediler.
Alternatif doğum günleri, alternatif mezuniyet programları
camide mevlüt okutularak yapılamaz mı?
Gençler için güreş takımı, çeşitli spor dallarında gençler camide meşgul edilebilir. Zararlı alışkanlıklardan uzak tutulabilir.
Adapazarı Ferizli’de bir kenar camiye gittim. Namazdan sonra elimi sıktılar. ‘Kimsin, nasıl yardımcı olabiliriz’diyerek öyle
ilgilendiler ki, orada kaldığım süre içinde hep o camide namaz kılmak istedim. Cami temiz, tuvalet temiz, avlu tertemiz idi.
Bilhassa hanım bacılara yönelik bilgi veren programlar sık
sık yapılmalıdır. Hanım bacılara bilgiler verilmelidir. Bilgili olanların aile düzenleri güzel olur.
Camilerin temiz kalabilmesi için yapılan ibadetten zevk alınabilmesi için cami altındaki dükkânlarda meşru iş yapılmalı ve
helal gıda alınıp satılmalıdır. Avlu da camiye dâhildir. Avluda tavla
oynanmamalıdır.
Caminin suyu, elektriği ve camiye ait olan diğer şeyler özel
işlerde kullanılmamalıdır.
CAMİYE DEVAM EDİLMELİ
Bir gün peygamber (as): ‘Ezan okunsun camiye gelmeyenlerin evini yıkasım geliyor’ diyor.
145
Aydın’a gidiyordum ezan vakti gelmişti. Bir köye saptık.
Yaşlı bir amca ezan okudu. Cami etrafında üç tane kahve ağzına
kadar dolu olduğu halde camiye üç yaşlı geldi. İnanın onların da
namaz kıldıranı yok, namazdan haberleri yok. Ama cami çok süslü,
lüks halı döşeliydi. Ama cemaati yoktu. Namaza ilgi yoktu.
Bakın, bu hayat camide noktalanacak.
Ezan bizi namaza çağırıyor, kurtuluşa çağırıyor. ‘Cuma günü
işini gücünü bırak camiye gel’ diyor.
Bir okul müdürü emekli olacak. Oğlu, ‘babam ne yapar nereye gider’ diye konuşurken, ‘yeri camiye yakın, ezan okundu mu
camiye gider, namazdan sonra avlusunda bir çay içer, ne güzel bir
meşguliyet’ dedim. Düşündü, düşündü:
-‘Ya bana da haydi camiye gidelim derse!’ dedi.
-‘İyi ya görevini yapmış, seni de kurtarmış olur’ dedim. Pek
hoşuna gitmedi.
Namaza gelenimiz yalnız geliyor. Hani evlat? Hani torun?
Yok.. Tabi sonra da dirisi gelmeyenin ölüsü camiye geliyor. Onların hesabı bizden sorulacak.
Adam ölecek, evlatlarına: ‘Selalar verdirin. Eşraftan falan öldü diye ilan edin. Namazımı kalabalık kılın. Falan hocanın yanına
gömün. Yüzümü kıbleye çevirin. Kefenimin içine Yasin koyun…’
Hoca efendi söze karışmış: ‘Sen hayatında camiye gelmediysen,
ölün gelmiş ne fayda. Sen sağken yüzünü kıbleye çevirmediysen
kabirde çevrilmiş ne ifade eder? Geçti, geçti’ demiş. Adam mahsun
mahsun düşünceye dalmış.
Senin Müslümanlığın seni camiye getiremiyorsa, o iman seni
son nefesinde nasıl kurtarsın? Sıratta, kabirde, mahşerde nasıl fayda
versin?
Bir büyüğün sözü var: ‘Kalbinde nifak alameti olan kimse
mescide girdiğinde kafesteki serçe kuşuna benzer. Kafesin kapısı
açılır açılmaz uçar gider.’
Çocuklarımız camiye bağlı olsun diye göbeğini cami avlusuna gömmekten başka bir şey yapmıyoruz. O zaman dirisi değil,
camiye ölüsü gelir.
Cami adamı olmak lazım.
Peygamber (as): ‘Camide gördüğünüzün iyiliğine şehadet
ediniz’ diyor. Ne güzel ölçü!
Bir gün Hz. Ömer (ra) camiye giderken, bir çocuk koşturarak
ona yetişir. Ömer (ra): ‘Dur oğlum nereye böyle!’ der. Çocuk:
‘Ezan vakti yakın camiye gidiyorum amca, abdestim de yok’ der.
Ömer (ra): ‘Sen daha çocuksun. Sana namaz farz değil evlat’ deyince, çocuk: ‘Bu işin çocuğu mocuğu yok. Daha dün bir arkadaşım öldü de onu gömdüler’ der. Koşarak camiye doğru gider. ‘Al146
lah’ın evine davet edilmeyen gidemez. Allah da sevdiği kulunu
evine davet eder.
Camide cemaatle kılınan namazın 25o bir rivayete göre 27o
daha sevaplı olduğu bildirilmiştir.
Peygamber (as): ‘Sabah akşam camiye giden kimseye her gidiş gelişinde Allah cenneti hazırlar.’ (Buhari 1/161)
-‘Bir kimse evinde abdest alır, bir namaz için camiye giderse,
attığı adımlardan biri küçük günahlarını siler; diğeri de onun derecesini yükseltir.’ (Müslim 1/462) der.
Camiye giden üç şey kazanır:
1-Dindar bir insanı dost edinir.
2-Hikmetli söz öğrenir.
3-Sevap kazanır. (Ramuz el Ehadis:272/3)
-‘Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 27o
daha sevaplıdır.’ (Buhari, Ezan:30) buyurur.
Camiden alıkoyan özürler;
-Acizlik, ihtiyarlık ve hastalık
-Küçük çocuğu olmak, hastası olmak
-Ama sakat olmak
-Mal, can emniyetinin olmaması
-Şiddetli yağmur, soğuk
-Sarımsak, soğan yemiş olmak
Kadın için:
-Camide izdiham varsa,
-Koku sürünmüşse,
-Tesettüre uymuyorsa, kadının camisi evidir.
-İlmi araştırma ve çalışmalar yapıyorsa camiye gitmediği için
mazeret sayılır.
ÇOCUKLARI CAMİ İLE BARIŞIK YETİŞTİRMEK
Peygamber (as): ‘En hayırlınız ailesi için hayırlı olandır’ buyurmuş.
Çocuk doğunca göbeğini cami avlusuna gömmek hayırlı bir
evlat için yetmiyor, yeterli değil. Sağ kulağına ezan, sol kulağına
kamet yetmiyor, yeterli değil. Camiye kolundan tutup bugün Cuma,
bugün bayram, bugün kandil, bu ay Ramazan… demediysen, camiye getirmediysen, yaz kurslarına göndermediysen, sonra caminin
yolunu nereden bilecek. Onun dirisi değil, ölüsü gelecek demektir.
Birine; ‘Neden camiye gelmiyorsun’ dedim.
147
-‘Bana dedem, babam, anam bişey öğretmedi. Ben namaz
kılmasını bilmiyorum’ dedi.
Peygamber (as): ‘Çocuklarınıza 7 yaşında namazı öğretin, 10
yaşında kılmazlarsa dövün’ diyor. (Ebu Davut, Salât:26)
Cenab-ı Allah: ‘Çocuklarınızı yakacağı insanlar ve taşlar olan
cehennem ateşinden koruyun!’ diye emrediyor. (Tahrim:6)
Evlatlarımızın namaz kılıp kılmamasından sorumluyuz. Peygamberimiz Fatıma’nın kapısını çalar. ‘Kalkmıyor musun?’ derdi.
Çocuklar emanettir. Emanet korunmalıdır.
Çocuklar imtihan sebebidir. Allah hesabını soracak.
Peygamber (as): ‘Hepiniz çobansınız. Güttüğünüz sürüden
sorumlusunuz.’ (Buhari, Cuma:11) diye uyarıyor.
Çocuklarımızdan sorulacağız. Onlar kurtulmadan bize kurtuluş yok. Bunu böyle bilelim.
Birçok ana baba dinlemiyor diye şikâyet ediyor. Sen daha
önce vazifeni yaptın mı?
‘Çocuktu kıyamadım, büyüdü baş edemedim.’ Olmadı diyorsun, değil mi?
Çocukların camiye gelmesini sağlayalım. Hangi metod geçerli ise o metodu uygulayalım. Hoş tutalım, soğutmayalım. Br çocuk
küçükken camide gülüyor. Bir zebani de bir tokat atıyor… 20 yaşında delikanlı: ‘O günden sonra bir daha camiye gitmedim!’ demişti. Bunun vebali kimin?
Orta yaşlı biri ziyaretime geldi, sorular sordu… Ezan okunurken: ‘Haydi camiye gidelim’ dedim. Ağlamaya başladı… ‘Bende camiye gidecek hal mi var? Dedem camiye yalnız giderdi. Babam kolumdan tutup gidelim demedi. İkisi de öldü. Cenaze namazlarını kılmadım’ dedi.
Bir evde misafiriz. Evin oğlu lise son sınıfı… Seccadeyi elime aldım: ‘Kıble nasıl delikanlı?’ dedim. Biraz düşündü. ‘Bilmiyorum’ dedi… Ana babasını görmeyen kıbleyi nasıl bilsin? Bu gencin
kıblesi neresi olur? …
Bir baba 11 yaşındaki çocuğunun ud çaldığını, şarkı, türkü
söylediğini, İngilizce bildiğini övünerek anlattı. ‘Sübhaneke’yi
okur musun?’ dedim. Bana ‘Daha oraya gelmedik’ dedi.
Bir öğrenci yurduna sohbete davet ettiler. Onlara bazı hassasiyetlerimizi anlattım Sonunda gençleri çok ilgilendiren konulara
değindim. Bir ara ‘İhtilam olursunuz yıkanmadan, gusül abdesti
almadan okula gitmeyin’ dedim. Bir gencin gözleri yaşardı. ‘Annem babam gusül abdesti öğretmedi’ dedi.
Çocuklarımıza dinini öğreteceğiz. Namaz kıldıracağız ve
kılmasını sağlayacağız. O daha küçük onun dersi var sonra kılar
148
demeyeceğiz. Cami ile barışık yetiştireceğiz. Camiye gelip cenaze
namazımızı kılacak, kabirde bizim için dua edip, Kur’an okuyacak
evlat yetiştireceğiz. Böyle yaparsak bize beddua okumaz, lanet
okumaz, rahmet okur. Bizim için de sadaka-ı cariye olur.
Herkes cami yaptıramaz ama camiyi dolduracak insanlar kazandırabilir. İşte bunu ihmal etmeyelim.
Çocuklarımızın hayırlı kimseler olmasını istiyorsak, başta işe
namazla başlamamaız lazım. Allah Kur’an’da:
-‘Namaz kötülüklerden uzaklaştırır.’ Buyuruyor. Allah’a kul
olan insanlara da faydalı olur.
Peygamber (as)’a birileri gelip: ‘ Falan genç hem ardınızda
namaz kılıyor, hem de şu şu kötülükleri işliyor Ya Rasülallah!’
diye şikâyet ediyorlar. Peygamber (as)’ın onlara cevabı: ‘Namaz
onu kötülüklerden uzaklaştıracaktır.’ oluyor ve kısa zamanda da
genç gerçekten namaza devam ederken kötülüklerden kurtuluyor.
Allah Rasulü: ‘Ben size demedim mi namaz onu yola getirir diye’
diyor.
CAMİYE KİMLER GİREMEZ?
-Cami kutsal bir mekândır. Saygılı olunmalı, rastgele bir yere
girer gibi girilmemelidir.
-Cünüp, hayızlı ve loğusalı olanların camiye girmeleri dört
mezhebe göre asla uygun değildir.
-Camiye abdestsiz girilmemelidir.
-Tesettüre uymayan kadınların camiye girmesi asla uygun
değildir.
-Bulaşıcı hastalık taşıyan, görünür yarası olan,
-Soğan, sarımsak yiyen,
-Üstü başı camiye girmeye uygun olmayan,
-Müslüman olmayan kimseler camiye giremez.
Bir de davet edildiği halde hidayet nasip olmayan camiye giremiyor.
CAMİ ADABI
(CAMİDE NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?)
-Camiye bid’at ve hurafeler sokulmamalıdır.
-Camilerde şirkten sakınılmalıdır.
-Camiye sağ ayakla girilir, sol ayakla çıkılır.
-Cami avlusu camiye dâhildir. Orada uygun olmayan iş yapılmamalıdır.
-Camiye güzel ve temiz elbiselerle gidilmelidir.
-Camide kimseye rahatsızlık verilmemelidir.
149
-Camide Kur’an okunur, zikir yapılır, konuşulmaz.
-Omuzlara basa basa öne geçilmez.
-Çıkarken namaz kılanların önünden geçilmez.
-Islak ayaklarla camiye girilmez.
-Bir yere dayanıp uyunmaz.
-Bayanlar tesettüre uyarak gelmelidir.
-Sandalyede namaz kılan fetvasını iyi almalıdır.
-Kimseye eziyet ve sıkıntı verilmemelidir.
-Vakit müsaitse iki rekât mescit namazı kılınır.
Peygamber (as): ‘Mescide uğradığınızda iki rekât namaz kılın’ (Ramuz el Ehadis:40/5) buyurur.
Ebu Zer’e:
-‘Mescide girdiğinde selam ver!’
-‘Mescide nasıl selam verilir Ya Rasulallah?’
-‘Girince iki rekât namaz kılarak’ (Hadis Ans: 3/862) buyurur.
SONUÇ;
Camileri yapanlardan, yardım edenlerden, camilerde görev
yapan kardeşlerimizden ve cami cemaatinden Allah razı olsun.
Ölenlerin ruhuna, hayatta olanların ruhaniyetine bir Fatiha
okuyalım.
150
TÜRKÇE EZAN- TÜRKÇE NAMAZ
İslâm’ı Türkçeleştirme çabaları durmak bilmiyor. Minareleri
ezansız, camileri namazsız bırakmak istiyorlar.
Ezan peygamber(as)’dan bu yana aynı şekilde okunmaktadır.
Ezanın şartları vardır:
Arapça okunur.
Aslı bozulmaz.
Vakit içinde okunur.
Erkek okur.
Gözü namazda olan, kulağı ezanda olmayan bazı İslâm düşmanları, şeytan gibi ezan sesinden rahatsız oluyorlar.
Ezanın Türkçe okunması isteği yeni değildir. Cumhuriyetin
ilk yıllarında başlamıştır. İslâm’ı islah projesi içinde ezanın Türkçe
okunması, namazın Türkçe kılınması vardır.
Ziya Gökalp şiirin de:
Bir ülkede ki, camiinde ezan okunur.
Köylü anlar namazdaki duanın
Ey Türk oğlu,
İşte senin orasıdır vatanın” demiştir.
İsmet İnönü zamanında Türkçe ezan okumayan, Türkçe namaz kıldırmayan cezandırılmıştır. Topkapı Sarayında 450 yıl aralıksız okunan Kur’an susturulmuş, Kur’an öğretilmesi yasaklanmış,
çeşmelerdeki besmeleler kazınmıştır.
Alpaslan Türkeş de ezanın, namazın Türkçe olmasını istemiş
ve şöyle demiştir. “ Ezan Arapça okunmakla Türkçe’ye ihanet başlattılar. Türk camiinde Türkçe ezan, Türkçe Kur’an okunur. Arapça
değil “ demiştir.(17-7-1960- Gazeteler )
Milletvekili adayı Nusret Demiral’ın : “ Ezan Türkçe okunmalıdır” sözünün partiyi barajın altına çektiği gibi. 1946’da Menderes’in : “ Ezanı aslına döndüreceğiz açıklaması Demokrat Partisini iktidar yapmıştır. Ezan düşmanlarını da mezara gömmüştür.
Aslına uygun ezan,18 yıl ezan yasağından sonra Ramazan’a
bir gün kala okunmuş, ezanı duyanlar camiye koşmuş, hocalar ağlaya ağlaya ezanı okumuşlardır. Cemaat şükür secdelerine kapanmış, şükür namazları kılmışlardır.
151
27 Mayıs ihtilalinden sonra Türkçe ezan, Türkçe namaz isteriz sesleri yükselmeye başlamıştır. Bunlar, Ezan Türkçe okunsa,
namaz Türkçe kılınsa, namaz kılan ve kılacak olanlar değildir.
Türkçe ibadet isteğinde bulunan Cemal Kutay’a biri :” Türkçe ezan okunsa, Türkçe namaz kılınsa, camiye gidip namaz kılacak
mısınız “ diye sormuştur, bir cevap alamamıştır.
28 Şubatçı Teoman Koman Paşa : “ Minareleri yıkın ezanı
susturun “ talimatı vermiştir.
Askeri vali General Refik Tulga, yanında yüksek rütbeli iki
subayla birlikte İstanbul Müftüsü olan Bekir Hâki Efendi’yi makamında ziyarete gelirler.
Refik Tulga hocamıza dönerek:
“- Hocam, emir verin de ezan Türkçe okunsun “ der. Hoca
efendi de :
“-Biz burada kendi başımıza buyruk değiliz. Diyanet Riyasetimiz var. Onlardan böyle bir emir almadıkça biz kendiliğimizden
herhangi bir şey yapmayız “ buyurur. Vali diretir.
“- Siz pekala emir verirsiniz. Bende emrediyorum ezan Türkçe okunsun” Merhum Hoca efendi o derin gözleriyle valinin yüzüne manalı manalı bakar ve o nur gibi sakalını eliyle tutarak:
“- Vali Bey, ben bu yaştan sonra gâvur olamam!..” deyince
vali:
“- Ezanı Türkçe okumak gâvurluk mudur? diye ısrar edince
şu karşılığı alır :
“- Vali Bey, sen onu bilmezsin: o bizim sahamız, onu biz biliriz.”
“- Öyleyse siz de bu makamda daha fazla kalamazsınız” deyince hocamızın verdiği cevap iman ve şahsiyet sahibi her İslâm
âliminin vereceği cevap olmuştur:
“-Vali Bey, anam beni bu makamda doğurmadı. Zaten biz
hizmet edeceğimize inandığımız müddetçe kalırız; aksi halde gideriz”
Tabii netice malum..
Ezanda dokunmak, ezana müdahale etmek isteyenler Müslüman halkı ve İslâm alimlerini karşılarında bulmuşlardır.
Tarihi bir olayı nakledeyim:
Mısır’daki İngiliz işgal kuvvetlerinin başına atanan komutan,
daha önce duymadığı bir sesle irkilir ve bunun ne olduğunu sorar .
“Bu ezandır, Müslümanları camilere ibadete çağırır” derler. Komu152
tan asıl mühim soruyu sorar : “ Bu ezanın İngiliz siyasetine ve İngilitere’nin menfaatlerine herhangi bir zararı var mıdır ? “ “ Herhangi
bir zararı yoktur, hatta müdahale edilmemesinde fayda vardır” cevabını alır. Rahatlayan komutan şöyle der : “Bırakın o zaman, okusunlar!”
1950 yılında Ezan-ı Türkî sona ermiş Ezan-ı Muhammediye
geçilmişti. Müslüman Türk milleti bayram etmiştir.” Tanrı uludur “
zevk vermemiştir. İlk Ezan-ı Muhammediyi İstanbul’da okuyan
hoca ağlaya ağlaya ezanı 15 dakikada okumuştur.
Allah minareleri ezansız, camileri cemaatsiz bırakmasın.
“ Şu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.”
TÜRKÇE NAMAZ KILINIR MI?
Türkçe namaz, namaz kılmayanların istediğidir.
-“İbadet anadilde olursa ibadettir” deniliyor.
-“Allah bizim dilimizi bilmiyor mu ?”
-“Anlamadığımız bir dil ile ibadet olmaz “ deniyor.
Namazı Cenab-ı Allah emretmiş, “namazda Kur’an’dan
okuyunuz “ buyurmuştur. Namazın nasıl kılınacağını da Peygamber
(as) tarif etmiştir. “ Beni nasıl namaz kılar görürseniz öyle namaz
kılın” demiştir. Ayrıca : “Kur’an’dan kolay geleni okuyun “ buyurur. (Müslim, salat:145)
Anadilde namaz olmaz. Dünyanın hiçbir yerinde başka dilde namaz yoktur.
Din işleri yüksek kurulu fetvasında:
“- Peygamberimiz namazda Kur’an okumuştur. Kur’an okumak, kitap, sünnet ve icma ile farzdır. Kur’an Peygamberimize
mana olarak inmemiştir. Onun için tercüme ile namaz caiz değildir.
Türkçe ibadet caiz değildir.” (11-12-1997- Zaman)
Dört mezhebe göre ezan ve namaz vahiydir. Aslının dışında
ezanda namazda olmaz.
Mezhebimize göre Fatih’asız namaz olmaz hatta bir kelimesi
eksik olsa veya yanlış okunsa namaz olmaz. Bugün dünyanın her
yerinde namaz Arapça kılınır.
Peygamberimize çeşitli milletlerden insanlar gelmiş Müslüman olmuş, Peygamber (as) onların kendi dillerinde ibadet istediğini kabul etmemiş namazı Arapça olarak kılmayı öğretmiştir.
153
Selman-ı Farisi’nin gelen bir guruba Fatiha suresinin anlamını farsça yazıp vermesi, namazı Farsça kılın manasına gelmez.
Gençlere Türkçe namaz daha kolay gelir. Kılan çoğalır deniliyor. Namaz kılan ne kadar çok olursa olsun, namaz kılınmış olmaz.
Bu bir oyundur. Tevrat, İbranicedir, hiçbir Yahudi onu
kendi diline çevirmeyi düşünmez, İncil Latincedir, hiçbir Hıristiyan
onu kendi diline çevirmeyi düşünmez. Bize Türkçe Kur’an Türkçe
ibadet diyenler, aslında ibadet eden veya edecek olan kimseler değildir.
“Namaz kılmak farz olduğu gibi, Kur’an’dan namazlarda
okunacak miktarı öğrenip ezberlemek de farzdır. Bu farizayı yerine
getirmek, Kur’an tercümesini ezberlemekle mümkün değildir. Bir
başka anlatımla Kur’an tercümesi ile namaz kılınmaz. Her Müslüman biraz gayret sarf ederek Kur’an’ı aslından okumayı öğrenmelidir. ( Kur’an’ı Kerim ve Meali :8- Diyanet Vakfı Yayını )
Bugün dünyanın hiçbir yerinde kendi dili ile namaz kılan
yoktur. İnsan kendi dilinde dua eder, şükreder, ibadet dili müşterektir. Şuanda hiçbir Müslümanın Türkçe ibadet isteği yoktur. Hal
böyleyken ısrarla istemek abesle iştigaldir.
1932’de İstanbul Fatih Camii’nde imam, Türkçe meal ile Fatiha’yı okumaya başlamış, arkasındaki cemaat dağılmıştır. Müezzin
–“ Yeter yeter kimse kalmadı. Senle ben kaldık “ demiştir. İmam
derhal diyanet işleri tarafından görevden alınmıştır.
Bir zamanlar Türkçe ibadet etmezsek, Avrupa Birliğine giremeyiz dediler sonra tek Fatiha suresi ile namaz kılınır dediler.
Şimdi Fatiha‘nın Türkçesi ile namaz kılınır diyorlar. En makbul
hatim Kur’an’nın Türkçesini okumaktır deniliyor. Meal okunur
okunmaz değil. Meal okuyan, meal okuma sevabı alır. Hatim sevabı almaz. Hatim Kur’an’ı baştan sona Arapça aslından okumakla
olur.
Mesele Türkçe ibadet etme meselesi değil, mesele İslam ülkeleri arasında birliği beraberliği bozmak, Müslüman Türk milletini
diğer İslam ülkelerinden ayırmak ve Müslümanları ibadetten soğutmaktır.
“Tanrı uludur” demek hiçbir zaman “Allahu ekber” demek
kadar etkili olmaz. Türkçe namazda aslı gibi olmaz.
Herkes kendi dilinde dua eder, tövbe der ama namaz kılamaz.
Namazı emreden Cenab-ı Allah namazın Allah’ca kılınmasını is154
temiştir. Bizim dini, dinin emri ibadetleri değiştirme, kalıbını bozma hakkımız ve yetkimiz yoktur.
NAMAZDAN SONRA TESBİH DUASI BİD’AT MI?
Bize namazı öğreten Allah Rasulü namazlardan sonra teşbih
çekmiş, dua etmiştir, bize de tavsiye etmiştir. Demiştir ki :
-“ Kim namazdan sonra 33 defa Sübhanallah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa Allah-u ekber derse, bunlar Esmaül – Hüsna kadardır. Sonunda da “ Lailahe illallahü vahdehulâ şeriketeh lehül
mülkü velehül hamdü ve hüve ala külli şeyin kadir” derse deniz
kadar da olsa günahları bağışlanır” ( Müslim, Mesacid:144)
Bir gün bir gurup Müslüman peygamber (as) a gelerek
“Ya Rasulallah! Zenginler çok sevap kazanıyor biz ise fakiriz
“ deyince. Peygamber (sav) :
Sizde çok sevap kazanmak ister misiniz ? der
“Evet “ derler. Onlara:
“Namazlardan sonra 33 er defa Sübhanallah, Elhamdülillah,
Allah-u ekber “ deyiniz. “Bunları söyleyenler hüsrana uğramazlar”
der. (İ. Canan Hadis Ans:6/26)
SANDALYEDE NAMAZ OLUR MU?
1960 yılında Cami ile barışık olmayanlar dediler ki : “ Camilerden halılar kalksın sıra konsun. “ Böylece caminin kiliseye benzemesini istediler. Rükusuz, secdesiz ve zevksiz namazla Müslümanları camiden soğutmak istendi.
Kurucu meclis ihtilalden sonra Osman Nuri Çerma’nın tekliflerini meclise taşıdı. Bunlar:
Ezan Türkçe okunacak
İmamlar Kur’an’dan belirli ayetleri okuyacak.
Namaz ancak sabah ve akşam kılınacak.
İnsanlara kafir, zındık denmeyecek.
İ.H Liseleri öğretmen okulu haline getirilecek
Camideki halife adları yerine Atatürk’ün ve bazı kahramanların adları yazılacak
Merhumu nasıl bilirsiniz denmeyecek ve mezar başında telkin verilmeyecek.
Hacca gitmek yasak olacak. Şeklinde idi.
155
O zaman camilerde sıra koyamadılar. Ama bugün istedikleri
oldu. Orta yaşlı insanlar bile sandalyeyi kapan oturuyor. Hafif rahatsızlığı olan sandalyede namaz kılıyor.
Dört mezhebe göre taburede, sandalyede, koltukta, divanda
oturarak namazdan bahsedilmemiştir.
Diyanet işleri başkanlığının sandalyede namaz olmayacağına dair fetvası vardır.
Yere oturabilen ayağını öne, sağa, sola uzatabilen sandalyede namaz kılamaz. Çünkü: kâde ( oturma) namazın şartlarındandır. Rükû, secde namazın şartlarındandır. Bunlar olmayınca namaz
olmaz.
Müslüman, küçük rahatsızlıkları bahane kabul etmeyecek,
oturmak için kendini zorlayacaktır.
Benim şahsi kanaatim bazıları yere oturmayı gururlarına
yediremiyor.
AYNI ANDA BİRDEN FAZLA NAMAZ KILINIR MI?
Aynı anda birkaç namazı birleştirip kılmayı tavsiye edenler
oluyor. Peygamberin sünnetinde ve mezheplerde böyle bir şey yok.
Hem kaza, hem vaktin sünneti veya birden fazla nafileler birleştirilerek kılınamaz. İtikadı düzgün olanbir Müslüman böyle bir
şeyi kabul edemez. Peygamber (as) : “ Beni nasıl namaz kılar görürseniz namazı öyle kılınız “ buyurmuştur.
Namazlar farklıdır. Kılınışı farklıdır. Niyet, vakit, emredeni
farklıdır. Her namaz başlı başına bir ibadettir. Niyet açık ve kesin
yapılır. Ayrıca her namaz ayrı sorumluluktur.
Peygamber (as) birine : “iki namazı bir mi sayıyorsun? ikisini
bir mi kılıyorsun? Hangisini sayıyorsun? demiştir. (İ. Canani Hadis
Ans:8/431)
Namazları birleştirerek kılmak insanın içine sinmez zevk almaz.
Dinde kural koyma yetkisi bizde değildir. O zaman herkes bir
şeyler sokar, bir şeyler çıkarır din, din olmaktan çıkar Yahudilik ve
Hıristiyanlık gibi olur.
Bazıları da kaza borcu olana sünnet namazlarını terk ettiriyor.
Bu şeytani bir iştir. İbadetlerin şekli, kalıbı bozulmaz. Kaza borcu
olan sünnet kılmaz diye bir hüküm yoktur. Mezhebimize göre kaza
namazı borcu olan nafileleri bile terk etmez.
Sünneti terk, peygamberi terktir. Bu misyoner oyunudur.
156
Müslüman sünnettende sorumludur. Farza yakın sünnetler
vardır. Efal-i mükellefinin ikincisi sünnettir İslâm’ın dört kaynağının ikincisi sünnettir.
Bir hadiste : “ Sünneti terk ederseniz sapıttınız gittiniz demektir “ (Müslim Mescid :257)
Cenab-ı Allah Kur’an’da 60 kadar ayette Allah Rasülünün
sünnetine uymamızı emrediyor: “ Allah’a ve Rasulüne uyun ki,
amelleriniz boşa gitmesin “ diyor. ( Muhammed:33) diyor.
Müslüman imanını korumak için :
Nefsinin oyuncağı olmamalıdır.
Şeytanın tuzağına düşmemeli.
Sapık itikadı bozuk kimselere uymamalı.
Bid’at işlememeli, hurafelerden kaçınmalıdır.
KUR’AN’IN TEFSİR VE TERCÜMESİNİ OKUMAK
KÜFÜR MÜDÜR
Son zamanlarda insanın Kur’an-ı tam anlayamayacağı ve
Allah’ın kelamını tam olarak anlayıp açıklayamayacağı, gerekçesiyle tefsir, tercüme yapılamayacağı, tefsir, tercüme okumanın küfre götüreceği iddia ediliyor. Öte yandan hocaların ayet ,hadis meali
içeren kitaplarını okumak caiz oluyor.
Ayrıca tefsir, tercüme okumaya gerek yok gerektiği kadar
ayet ve hadisi hoca efendiler kitabına almıştır deniliyor.
Üniversite de okuyan iki gencimize meal hediye etmiştir.
Abileri tercümeyi görünce elinden almış. “Bunu okumayacaksın,
bunu senin başında paralarım” demiştir.
İnsan meal okuyunca değil. Cenab-ı Allah’ın emir yasaklarını bilmeyince ve Allah’ın mesajlarını almayınca dinden uzaklaşır
gider.
Bu iddia dış kaynaklıdır. Müslüman’ı Kur’an’dan dini yaşamaktan alıkoymak isteyenlerin gayretidir.
Kur’an-ı okumak kadar, ayetlerin anlamlarını öğrenmek ve hayat prensibi yapmak da önemlidir. Faiz ayetini oku
faiz ye, tesettür ayetini oku örtünme! Nasıl Müslümanlık bu?
Düşmanın ve şeytanın istediği şey, inansın ama inancını
yaşamayan Müslüman tipidir.
Peygamberin hadislerinde, mezhep imamların görüşlerinde, akaid kitaplarında küfre götüren şeyler bildirilmiştir. Bunların arasında tefsir ve tercüme okumak yoktur. İmanı bütün hiçbir
hoca efendi, tefsir tercüme okumayı sakıncalı görmemiştir.
157
Son devrin ilim adamları ne diyor?
“- Kur’an’nın tercümesi caizdir. Bütün İslam alimleri caiz
görür. Vaiz ayet okuyup manasını vermiyor mu? “ (Halil Günenç,
G.M.F.1/83)
“-Kur’an’ı düz okuyup geçmektense, manasına nüfuz ederek
sindire sindire, beyan ettiği hakikatlerle ilgilenmek gerekir. ( Prof.
Dr. İbrahim Canan. Hadis Ans: 3/339)
“- Kur’an üç günden az zamanda okunmaz çünkü Kur’an anlaşılsın diye indirmiştir. (Nahl:44) Maksat, Kur’an’ın hükümlerini
bilmektir. ( Prof. Dr Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ans:212)
Cenab-ı Allah : “Anlamak için Kur’an’ı çok kolay kıldık.”
(Kamer:17) ( Prof. Dr. F. Beşe, Sosyal Hayatımız )
-“ Bütün insanlar bu ilahi kitaba muhtaçtır. Ve Rahmaniyet
eczanesinden ilaç almaya hakları vardır. ( Bediuzzaman, işaretü’l
icaz:39)
Ayrıca Kur’an’ın anlaşılabileceğine dair İhlas suresi ile
Ahzab suresinin 40. Ayetini örnek verir. ( sözler:383)
“-Kur’an’daki müteşabih ayetlerin açıklanması uygun değildir. Kur’an açıklanmayacak olsa kimse Kur’an’dan delil gösteremezdi. Arap çağı ve Kur’an’ın nüzulü ile ilgili bilgileri bilenlerin
Kur’an’ı tefsir yetkisi vardır. (İmam-ı Birgüv )
“- Bütün Müslümanlara Arapçayı öğretmek imkansızdır. Bu
durumda tefsir ve tercümesi gerekir. Yer yüzünde bir çok insan
kendi diline çevirilen Kur’an yüzünden Müslüman olmaktadır.(
Diyanet Vakfı Tercüme, sunuş :9)
“- Okuyup anlamak için tercümeye muhalefet yerinde değildir. Kur’an-ı okuyup anlaması lazım. Kur’an’ın tercümesi konusu
birinci yüzyılda ele alınmıştır. Selman-ı Farisiden istemiş oda tercüme edip göndermiştir. Peygamberimiz buna karşı çıkmamıştır. (
Dr. Osman Keskioğlu, Kur’an-ı Kerim Bilgileri:212 )
“-Kur’an’ın tercümesi, mezheplere göre uygun görülmüştür.
Kur’an’ın manasını anlamak için tercüme yapılması konusunda
İslam alimleri de ittifak etmişlerdir. Çünkü Kur’an sırf Araplara
değil bütün insanlığa gönderilmiştir. İslam’ı tebliğ için tercümeye
ihtiyaç vardır. (Age:215)
CAİZ OLMAYAN TEFSİR TERCÜME HANGİSİDİR?
Ehlil olmayanın yaptığı,
Kur’an’ın kasdetmediği mananın verilmesi
İlave yapılan, eksik tutulan tefsir ve tercüme caiz değildir.
158
Efendim farklı farklı oluyor deniliyor. Bu tercüme ve tefsirler Kur’an değildir. Farklılık ifadeden doğan farklılıktır.
Kur’an ölü kitabı değildir. Kur’an’daki mesajların anlaşılıp
yaşanması için tefsire, tercümeye ihtiyaç vardır.
İnciller her dile çevrilirken Kur’an’ın tercümesine karşı çıkılması anlamsızdır.
Peygamber (as): “Kur’an’ın izinden gidenleri Allah yüceltir,
gitmeyenleri alçaltır. “ ( Müslim, misafirin:817) buyurmuştur. Peki
anlamayınca nasıl Kur’an’ın izinden gidilecek? Haram helal emir
yasak nasıl öğrenilecek?
Kur’an’da şu yok bu yok diyenler oluyor. Anlaşılmazsa nasıl
delil gösterilecek?
Kur’an, hayatımıza tutulan bir ışıktır.
1.TÜRKÇE KUR’AN OLUR MU?
Kur’an, Allah’tan Cebrail (as) aracılığı ile Arapça olarak
Muhammed (as)’a vahyedilen Kutsal kitaptır. Kur’an’ın dilinin
Arapça olduğunu Kur’an bildirir. (Yusuf:2)
Elmalı Hamdi Yazır Tefsirinin girişinde : “Türkçe Kur’an mı
olur? Be hey şaşkın “ dedikten sonra tercüme ve tefsirde anlatılanlar Kur’an hükmünde değildir. Peygamberin hadislerine bile
Kur’an denmez. Dense küfür olur “ der. ( Hak Dini Kur’an Dili :1/8
)
Kur’an’nın Türkçe’ye çevrilmiş haline “ Kur’an Tercümesi “
denir. Kur’an’ın tercümesi okuma sevabı vardır.
Bize Kur’an yeter. Türkçe Kur’an olsun “ diyenler, Kur’an’a
bağlı kimseler değildir. Mealler var meal okusunlar, okumazlar.
İslam düşmanları Kur’an-ı Kerim tercümelerine Kur’an demek suretiyle Kur’an’ı İncil’e Tevrat’a benzetmek istiyorlar.
Kur’an mucizedir kıyamete kadar bakidir. Onu Allah indirmiş, Allah koruyacaktır. Çünkü o Allah kelamıdır. Onda manası
sonra anlaşılacak müteşabih ayetler vardır.
Her Müslüman kutsal kitabını okuyabilmelidir. Tefsir ve tercüme okuyarak anlamalı ve yaşamalıdır. Çünkü; Kur’an şefaatcidir.
Kur’an okunmayan evin bereketi yoktur. Ezberinde Kur’an’dan bir
şey olmayan kimse harap olmuş ev gibidir.
159
KABRİSTANDA KUR’AN OKUNUR MU?
Peygamberimiz (sav) Mezarlıkları ziyaret etmiş Fatiha, İhlas
ve Kur’an okumuş özellikle Yasin okumuş, okunmasını tavsiye
etmiştir.
Boşu boşuna ziyaret olmaz. Ölenlere selam verilir günahlarının affı için dua edilir ve okunur. Yalnız kabristanda namaz kılınmaz. Türbe ve Kabirlerden bir şey beklenmez.
Namazlar birleştirebilir mi?
Haçta öğle ile ikindi, akşamla yatsı birleştirilerek kılınır.
Günümüzde çalışma hayatının güçlükleri: namazların tam
vaktinde kılınmasına fırsat vermiyor.
İslam dini, belli bir mesafeyi aşan yolculuğa çıkan Müslümanların ibadetlerinde zorluk yaşamamaları için bazı kolaylıklar
getirmiştir. Bunlardan biri de “ öğle ile ikindi “veya “akşam ile
yatsı” namazlarını cem etmek (birleştirmek ) suretiyle tek vakitte
kılabilme kolaylığıdır.
Nitekim Resûllah(s.a.s)’ın da yolculuk esnasında bu namazlarını birleştirerek kıldığı nakledilmektedir. (Buhâr’ı, Taksîru’ssalât:13)
Hz. Peygamber, öğle vakti girmeden sefere çıkacağı zaman
öğle namazını ikindi vaktine kadar erteler, sonra her iki namazı
beraber kılardı. Öğle vaktinden sonra yola çıktığında ise namazını
kıldıktan sonra yola çıkardı. (Buhâr’ı, Taksîru’s-salât:15) Benzer
uygulamayı akşam ile yatsı arasında da yapardı. (Buhâr’ı,
Taksîru’s-salât: 6)
Namazların kazaya kalmasındansa veya terkindense birleştirmek daha uygun olur.
Rabbim Müslümanlara inanç ve itikat düzgünlüğü versin.
160
ABDEST- GUSÜL
Abdest, Rabbimizin emirlerini yerine getirmekte bir hazırlıktır.
Abdest, bazı organların yıkanması gibi sadece dış temizlikten ibaret değildir. Maddi kirle beraber manevi kirlerden de arınmaktır.
Abdest alınırken hangi organ yıkanıyorsa onunla ilgili dua
edilir. Abdest suyu ile o organın işlediği günahlar sonbahar yaprağı
gibi dökülür.
Abdest nurdur. Abdest üzerine abdest nur üzerine nurdur.
Peygamber (as) mahşer günü mü’minleri şefaat ederken ümmetini
abdest nurlarından tanıyacaktır.
Allah’ın huzuruna çıkmak isteyen Allah’ın evine tavafetmek
isteyen Allah’ın kelamını okumak isteyen abdest alır.
İnsan abdestli olursa melekler ona yoldaş olur.
Abdest mü’minin silahıdır.
A) ABDEST ÖNCESİ HAZIRLIK
Abdestten önce tuvalet ihtiyacımız giderilmesi gerekir. Çünkü Allah, hamalın namazını kabul etmez.
- İdrar sıçramalarından sakınılır.
- Kağıtla silinme yeterli değildir. Susuz temizlik olmaz.
- Son damlaya dikkat edilmelidir. Bunun için ya bir müddet
oturulur veya yürünür. Bunlar yapılamazsa, yerinde yürür gibi yapılır. Veya kuvvetlice öksürülür.
Tuvalete girerken duasını bilmeyen “Yâzelcelâl”, çıkarken
“Gufrâneke” der.
Tuvalete sol ayakla girilir. Sağ ayakla çıkılır.
Özür yoksa erkekler ayakta çiş yapmaz.
Tuvalette temizlik için sol el kullanılır.
Banyo tuvalet için “ şeytan evi “ dendiği için oralarda fazla
eğleşilmez.
Allah Muhammed ve ayet yazılı bir şeyle tuvalete girilmez.
Peygamberimiz “ Muhammed Rasulullah yazılı mührü ile tuvalete
girmemiştir.
161
Peygamber (as) şöyle anlatmıştır:
Müslüman veya mümin bir kul abdest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile baktığı her günah suyla yahut suyun son damlasıyla yüzünden çıkar gider. Ellerini yıkadığı zaman ellerinin tuttuğu
her günah su ile yahut suyun son damlası ile beraber ellerinden
çıkar gider. Ayaklarını yıkadığı zaman ayaklarının yürüyerek işlediği her günah su ile yahut suyun son damlasıyla çıkar gider. Nihayet o kul günahlardan arınmış olur.” ( Müslim, Tahâret,32)
İhtiyaç giderildikten sonra erkekler sol ıslak elle üç defa
kamışını sıkar. İdrar kalıntısı varsa çıkmasını sağlar.
- Açıkta, suya, gölgeliklere abdest bozulmaz.
- Tuvalette kıbleye dönülmez.
- Akıntısı yarası olan pamuk tıkar. Yara varsa temizler sargı
bezini değiştirir.
- Abdest temiz yerde temiz su ile alınmalıdır.
- Abdest öncesi, abdest organlarında boya, yağ, oje, ruj ve su
geçirmeyen ne varsa iyice temizlenmelidir. İğne ucu kadar kuru yer
kalırsa, abdest olmaz.
- Çıkmayan sargı varsa, mesh edilir.
- Yüzük varsa oynatılıp altına su değmesi sağlanır.
B) ABDEST NASIL ALINIR?
- Euzu besmele çekilir.
- Niyet edilir. Niyet etmeden olmaz.
- Kollar iyice sıvanır.
- Yüzün sınırı saç bitiminden kulaklar arası ve çene altıdır.
- Mümkünse kıbleye doğru dönülür.
- Su israf edilmez.
- Göz kenarlarında çapak varsa giderilir.
Peygamberimiz: “ gözünüze su içirin” diyor. Göz kapakları
gevşek tutularak su gitmesi sağlanır.
- Abdest alınırken konuşulmaz, dua edilir.
- Özür yoksa, başkasından yardım istenmez.
- Abdestten sonra 3 yudum su içmek sünnettir.
- Abdestten sonra vakit uygunsa, iki rekât abdest namazı kılınır.
- Abdestten sonra herkesin kullandığı havlu kullanılmaz.
Mantar hastalığı geçmemesi için terlik veya takunyanın kurusu
tercih edilir. Yaş ise güzelce yıkanır.
162
C) ABDESTİN BOZULMASI NASIL OLUR ?
- Vücuttan çıkan kan, irin veya akıntı.
- Yellenme, katı, sıvı abdest bozma.
- Ağızdan gelen kan tükürüğün yarısı ve fazlası.
- Ağız dolusu kusmak.
- Çıkan baloncuk abdesti bozar.
- Uyumak, bayılmak, sara nöbeti.
- Cinsi ilişki, meni, mezi gelmesi.
- Namazda hafif de olsa gülmek.
- Aşırı derecede dünya için ağlamak.
- Mesh müddetinin dolması, meshin yırtılması ve çıkması.
- Özürlü için vaktin çıkması.
- Teyemmüm abdesti için su bulunması.
- Vücuttaki dövme, ölü tabaka oluşturduğunda abdeste manidir.
- Boya, oje, ruj, tabaka, oluşturan krem abdeste manidir.
- Kına abdeste mani değildir.
- İğne vurulunca kan çıkmazsa abdest bozulmaz.
- Kullanılan kolanyanın sürüldüğü yerin yıkanması uygundur.
- Ter, süt, sümük, gözyaşı, çıkan kan, dağılmadıysa abdeste
mani değildir.
- Vesvese abdesti bozar.
- Bazı günahlar abdesti bozar. ( içki, yalan yere yemin, şehvetle bakmak abdestte hayır bırakmaz.) ( Ramuz el- ehadis 279/2)
D) ABDESTSİZ NELER YAPILMAZ?
Abdestli olmayan şu işleri yapamaz:
1- Namaz kılamaz. (Nisa:43)
2- Kur’an’a el süremez. (Vakia:79)
Cünüp ise Kur’an’a dokunamaz, okuyamaz ve bakamaz.
Normal abdesti olmayan Kur’an’a bakabilir bir şeyle
tutabilir ve okuyabilir.
Hayızlı, nifaslı olan Kur’an’a dokunamaz, dinleyebilir.
3- Tilavet secdesi yapamaz.
4- Kabe’yi tavaf edemez. (camiye girmesi uygun olmaz).
163
E) ABDEST ALINIRKEN
NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
- Namaz ölü gibi kılınır, abdest diri gibi alınır.
- Abdest alınırken acele edilmez.
- Namaz vakti girmeden abdest alınır, namaz için ezan
okunması beklenirse sevaptır.
- Ayaklar sol elle yıkanmalıdır.
- Su ne çok nede az kullanılmalıdır.
- Suyun her yere ulaşması için oğuşturulmalıdır. Kuru yer
kalmaması için eller sabunlanınca abdest organlarına sürülürse, bil
hassa ayaklara sürülürse, çatlaklara, yağlı olan cildin her yerine su
ulaşmış olur.
- Abdest güzel alınırsa, ibadetin kabulüne, ibadetten zevk
alınmasına, yüzün nurlanmasına ve günahların affına sebep olur.
- Vesvese girdiyse, abdestin yenilenmesi uygundur.
Peygamber (as) şöyle buyuruyor:
- Kim emrolunduğu gibi abdest alır ve emroulunduğu gibi
namaz kılarsa, geçmiş küçük günahları bağışlanır.” (Buhari,vüdu:28)
- Abdest alınırken abdestte okunacak duayı bilen olur, bilmeyen şöyle dua edebilir:
- Ellerini yıkarken : ( ellerimle işlediğim günahları affet.)
- Ağıza su verirken :( çirkin ve boş söz söylemekten koru)
- Buruna su çekerken : ( bana cennetin kokusunu duyur)
- Yüzü yıkarken: ( yüzümü nurlandır, nurcemalini görenlerden eyle, iki cihanda yüzümü güldür)
- Kollarını yıkarken : ( amel defterimi sağımdan ver)
- Başını mesh ederken : ( beni arşın gölgesinde gölgelendir)
- Kulakları mesh ederken: (kötü şey duymaktan koru)
- Boyna mesh ederken : ( günahlarımı boynuma dolama)
- Ayakları yıkarken ( sıratta ayağımı kaydırma)
Abdest bitince de: Ya Rabbi vücuduma sağlık sıhhat ver. Kabir azabından, cehennem azabından koru denir. Kelime-i şehadet
getirilir, Kadir suresi okunur.
Böyle yapılırsa dua etmiş oluruz ve abdestle ilgili vesveseyi
de önlemiş oluruz.
164
F) ABDESTLİ BULUNMANIN FAZİLETİ
Abdest, mü’minlerin silahıdır. Mü’minin nurudur. Korunmasına, günahlarının affına sebep olur. Allah Musa peygambere: “ Ey
Musa! Abdestsiz başına bir bela gelirse, kendinden başka suçlu
arama! “ diye uyarmıştır.(F.Yavuz.40 Kutsi Hadis:35)
Bu konuda peygamber (as) şöyle buyurur:
1Abdestli olan abdestli olduğu müddetçe namazda gibi sevap alır.” ( Ramuz el ehadis:35)
2Size insanın derecesini yükselttiği, hatalarını sildiği
bir şeyi haber vereyim mi?
- Evet Ya Rasulallah !
- Zorluğa rağmen abdesti tam almak ve namazı beklemektir.”
(age:165/6)
3“ Kim güzel abdest alıp sonra iki rekât namaz kılar
ve Allah’a yönelirse, ona cennet vacip olur. ( Buhari Vüdu:24). (
Age:414/9)
4Abdest aldıktan sonra Kadir suresini okuyan şehitler
ve peygamberler gibi haşrolur.”( Age:438/7)
5Ümmetim kıyamet günü abdest nurlarından elleri,
yüzleri ve ayakları parlak olduğu halde çağırırlar. Yüzünün parlaklığını arttırmak isteyen, elinden geldiği kadar abdest alsın. “ (
R.Salihın :2/362)
Peygamber (as) vefatından önce mezarlığa gitmiş selam vermiş. “ inşallah bizde size katılacağız “ demiş. Ve ilave etmiştir :
Kardeşlerimi görmek isterdim “ demişti.
Ashap :
- Biz senin kardeşlerin değil miyiz?
- Siz Ashabımsınız. Henüz gelmemiş olanlar kardeşlerimdir.”
- Onları nasıl tanırsın?
- Sekili atınız olsa onu tanımaz mısınız? Ben de onları el, yüz
ve ayaklarındaki abdest nurundan tanıyacağım” buyurur. ( R. Salihın:1033)
6“ Ey Enes! Abdest al. Çünkü abdest sağlığı korur.”
(İbn-i Kesir :6195)
7“ Nazar değen yıkansın, abdest alsın.” (Ebu Davut,Tıb:15)
165
8Öfkelendiğiniz zaman abdest alın. Öfke şeytandandır. Şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateşi su söndürür sizden biri öfkelenince abdest alsın.” ( EbuDavut, Edep:4748)
9Abdestli olarak uyuyan kimse, gece ibadette gibidir.(
Ramuz el ehadis:259/12)
10Bir kimse abdestli yatar gece ölürse şehit olarak
ölür.” (Age:411/13)
11Abdestli yatanın yanında bir melek bulunur. O melek, o gece durmadan : “Allah’ım onu affet” diye dua eder.” (
Age:410/13)
Bir zamanlar kozmetik reklamı yapmak için röportaj yapacak
yaşlı kadın ararlar.70 yaşında Ayşe nineyi bulurlar ona :
- Bu yaşta bu güzelliğinizi neye borçlusunuz? Hangi kozmetiği kullandınız? Derler. Ayşe nine :
- Ne kozmetiği evlat! Biz günde beş defa abdest alır, yüzümüzü secdeye koyarız” der.
Peygamberimiz şöyle der : “beş şey oruçta ve abdestte hayır
bırakmaz:
1Yalan
2Gıybet
3Söz taşımak
4Şehvetle harama bakmak
5Yalan yere yemin etmek” ( Age:279/7)
Devamlı abdestli olana Allah 6 haslet verir:
1Melekler onun için dua eder, sevap yazar.
2Melekler uyurken cin ve şeytan şerrinden korur.
3Abdest azaları Allah’ı zikreder.
4Namazda iftitah tekbirini kaçırmaz.
5Abdestliyken Allah’ın korumasında olur.
6Ölümü kolay olur.
Bizden önceki analar çocuklarını abdestsiz emzirmemişlerdir.
Eseri hala ayakta duran Mimar Sinan, abdestsiz çalışmamıştır.
Osmanlı Padişahları Mekke Medine’den gelen hiçbir mektubu abdestsiz alıp okumamışlardır. Devlet işlerinde hiçbir evrakı
abdestsiz imzalamamışlardır.
Başkatip Esad Bey bir gece önemli imza için Abdul Hamid
Han Hazretlerinin kapısını çalar. Sultan biraz gecikti ve elinde havlu ile yüzünü kollarını siliyordu. Esad beye:
166
- Önemli bir iş için geldiğini düşündüm, abdestim yoktu, abdest aldım” der. Özür diler. “ Bunca zamandır milletin hiçbir evrakını abdestsiz imzalamadım, getir imzalayayım “ der. Besmele çeker imzalar.
Gazneli Mahmud peygamberimizin adını abdestsiz ağzına
almamıştır.
Abdestin sağlık yönüde çoktur:
- En çok dışla temas eden organları yıkanır.
- Abdest vücuda rahatlık verir, sinir sistemini rahatlatır.
- Abdest kan dolaşımını normale döndürür.
- Abdest maddi manevi temizliği sağlar.
- Cildi güzelleştirir vücuttaki statik(durgun) elektriği giderir.
Burada sayamayacağımız kadar çok faydası vardır.
G) ABDESTLE İLGİLİ SORULAN BAZI SORULAR
Soru: Kadın dışarıda çorapla abdest alabilir mi?
Cevap: Görünmemek için parmak araları dahil kuru yer kalmadan abdest alabilir. Çoraba mesh edemez.
Soru: Alkol alanın abdesti bozulur mu?
Cevap: Bozulur. Alkol aklı baştan alır. Büyük günahlardandır.
Soru: Abdestsiz dini kitap okunur sohbet yapılır mı?
Cevap: İçinde ayet hadis olan kitap ellenmez okunmaz. Sohbette manevi hava ve etki olması için abdestli olmalıdır. Sohbette
etkilenip ağlayanın abdesti bozulmaz.
Soru: Başkasına ait su ile abdest alınır mı?
Cevap: Başkasına ait su izin alınmalı veya sonra helallaşılmalıdır. Sahibini bulamazsa bir miktar sadaka verir kaçak su ile abdest
almaz. Hak gaspıdır.
Soru: Gusül abdesti ile namaz kılınır mı ?
Cevap : Daha sevap olur.
Soru: Başı açık gezenin abdesti bozulur mu?
Cevap: Başın açık olması abdesti bozan şeylerden değildir.
Namazı bozar.
Soru: Günah işlemek abdesti bozar mı ?
Cevap: Bazı günahlar bozar. Bazı günahlar imanı bile götürür
mesela : içki içmek, kumar oynamak, yalan, gıybet, iftira, şehvetle
bakma, yalan yere yemin gibi günahlardan uzak durmak gerekir.
167
H) GUSÜL ABDESTİNİ GEREKTİREN HALLER
Gusül yıkanmak demektir. Kimler gusül abdesti alır :
- Eşi ile ilişkide bulunan,
- Rüyada ihtilam olan
- İnzal vaki olan herkes,
- Hayız nifas sonrası
- Ölen
- Cuma günü erkeğe vacip durumdadır.
- Erkek doktora kadın hastalıklarından muayene olan kadın
- İhrama girecek kimse gusül abdesti alır.
- İslam’a giren kimse gusül abdesti alır, küfür kirinden temizlenir.
1-) Cünüp olan neler yapamaz?
- Cünüp kimse namaz kılamaz.
- Kur’an okuyamaz, yüzüne bakamaz, dokunamaz.
- Camiye giremez.
- Kabe’yi tavaf edemez.
- Hayızlı, nifaslı oruç tutamaz namaz kılamaz Kur’an’a dokunamaz.
Cünüp olan:
- Euzu besmele çekebilir.
- Dua edebilir.
- Zikir yapar, salavat getirir, tekbir getirebilir.
- Kelime-i Şehadet ve tevhit söyleyebilir.
İ) GUSÜL ABDESTİ ALIRKEN NELERE DİKKAT
EDİLMELİDİR
- Banyoya Euzu besmele çekilerek girilir.
- Takma diş, yüzük çıkarılır.
- Niyet edilir.
-Normal abdest alınır.
- Suyun geçmesini önleyen bir şey varsa çıkarılır.
-Kuru yer kalmayacak şekilde yıkanılır.
-Göz, kulak, göbek ve diğer çukurluklar iyice yıkanır.
- Saç diplerine suyun gitmesi sağlanır.( örgünün çözülmesine
gerek yoktur)
168
- Tırnak diplerinin ayaktaki çatlakların kuru kalmamasına
özen gösterilir.
- Sargı, alçı, açılması sakıncalı ise üzerinden mesh edilir.
- Banyoda fazla kalınması. Su ne çok az, nede çok fazla kullanılmaz
- Yıkanırken, soyunup giyinirken kıbleye dönülmemeye dikkat edilir.
- Eşi ile beraber olanın, ihtilam olanın hemen yıkanması uygun olmaz. Tuvalete gider veya bir müddet yürür veya biraz oturur.
Akıntının kesilmesi sağlanır.
- Yıkanma zaruret olmadan geciktirilmez. Uyuyacak veya yiyip içecek olan ağzını çalkalar, süt emzirecekse meme ucunu yıkar.
- Ağıza, buruna su çekilince içleri ıslanmalıdır.
- Küpe deliklerine dikkat edilmelidir.
İ) YIKANMANIN NE GİBİ FAYDALARI VARDIR
Gusül gerektiren hallerden sonra vücutta yorgunluk ve yoğunluk olur. Kan dolaşımının normale dönmesi yorgunluk ve yoğunluğun gitmesi ancak yıkanma ile olur.
Vücudun, statik elektriği ancak yıkanmakla dengelenir. Ayrıca kıl deliklerinde soğuyan yağlar yıkanarak açılır.
Yıkanan psikolojik açıdan ve fiziki yönden rahatlar.
Peygamberimiz (as): “ Her kıl altında cünüplük vardır.”
Buyurur ( Ebu Davut Taharet :248)
Tıp ilmine göre münasebet anında vücut yağ salgılar, bu
yağ kıl deliklerine hücum eder. Kısa zamanda da katılaşır, yıkanırsa yağlar erir.
Birde hastalıklara karşı korunmayı ve temizliği sağlar.
BU KONUDA BAZI SORULAR
Soru: Ağız ve burunda kuru yer kalırsa ne olur?
Cevap: Hanefilere göre ağız ve burun içinin yıkanması farzdır. Ağızda yemek artığı, meyve kabuğu iyice temizlenmelidir. Diş
çıkıyorsa çıkarılır, kaplama dolgu gusle mani değildir. Dolgu ve
kaplama yaptırılırken cünüplük giderilmelidir.
Soru: Gusülden sonra gelen akıntı guslü bozar mı?
Cevap: Gusülden sonraki akıntı güslü bozmaz abdesti bozar.
Onun için ilişkiden sonra bir müddet yürünür, oturulur veya tuvalete gidilirse akıntı gelmez.
Soru: Gusüle sınır var mıdır?
169
Cevap: Vardır mazeret yoksa bir namaz vakti için de yıkanılmalıdır.
Soru: Buluğ yaşı kaçtır?
Cevap: Kadının kan görmesine bağlıdır. Genellikle kadınlar 9
yaşından itibaren buluğa girerler. Erkekler ihtilam olmaları ile buluğ çağına girer. 15 yaşından itibaren buluğ çağına girmiş olur.
Dinde de sorumlulukları başlar.
Lens gusle ve abdeste mani değildir. Göz içi yıkanması gereken yer değildir.
Rahme alet koydurmak, doktorun görmesi ve dokunması guslü gerektirir.
Cünüpken tıraş olmamak, tırnak kesmemek gerekir. Çünkü
onlarda vücudun parçasıdır. Yıkanmadan atılması uygun değildir.
Soru: Kadın ihtilam olur mu ?
Cevap: Kadın rüya görürse, elbisede bir ıslaklık varsa gusletmesi gerekir. Rüya gören kadının gusletmesi gerektiğini Peygamberimiz ifade etmiştir. ( Hadis Ans:10/277)
Soru: Güneşte ısınan su ile gusül olur mu ?
Cevap: Su kabı paslanmış ve oksitlenmiş ise, su fazlaca ısındıysa, mekruh diyenler var. O zaman suyun özelliği bozulduğundan
cilt hastalıklarına sebep olur.
Hz. Aişe (ra) suyu güneşte ısıtmıştı. Peygamber (as) ona :
“Böyle yapma güneşte ısınan su alaca hastalığına neden olur” demiştir.
Peygamber (as) şöyle buyurur :
-“ Menide gusül, mezi de abdest vardır.(İslam Fıkhı Ans
:1/271)
170
ZEKÂT MALI ARTTIRIR
Zekât, İslam’ın şartlarından malla yapılan bir ibadettir.
Kur’an’da 27 yerde namazla beraber zikredilir. Çokca namazla
beraber zikredildiği için peygamber (as): ‘Namaz kıldığı halde
zekât vermeyenin namazı(nın hayrı) yoktur.’buyurmuştur.
İslam’ın şartlarının sıralanmasında zekât hacdan önce gelir.
Zekâtı verilmeyen para ile hacca gidilmez.
Kelime olarak zekât, temizlenmek, çoğalmak manasına gelir.
Kur’an’da tam 82 ayette geçer.
Dinde zekât, belirli bir malın, belirli bir kısmının, belirli bir
zamanda ihtiyaç sahiplerine verilmesidir.
Hanefi mezhebine göre borç ve asli ihtiyaçların düşüldükten
sonra nisap miktarı para, altın, gümüş ve malın kırkta biri ihtiyaç
sahiplerine verilir.
-Zekât için niyet şarttır. Alana zekât olduğunun söylenmesi:
‘aldın, kabul ettin mi?’denmesi gerekmez. Bu onur kırıcı olur.
-Zekât İslam’ın temel şartlarından biridir. Cenab-ı Allah
maddi yönden insanları farklı yaratmış ve her birini imtihana tabi
tutmuştur.
-Zenginin malında fakirin hakkı vardır.
-Zekât veren için de alan için de bilhassa malın sigortasıdır.
-Zekât malı temizler, verilince haktan da arındırır.
-Zekât veren ihtiyacından dolayı günaha girmeyi de engeller.
-Zekâtı verilmeyen mal helal değildir. Allah’ın hakkı, fakirin
hakkı verilirse, o mal temizlenir, helalleşir.
Kur’an‘da zekât
Cenab-ı Allah: ‘Namaz kılın, zekât verin’ (Bakara:43)
-‘Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve elde ettiğiniz mahsüllerin helal ve iyisinden zekât ve sadaka verin. İşe yaramayanı
vermeye kalkmayın.’ (Bakara:267)
-‘Namaz kılan, zekât verenlerin mükâfatı büyüktür.’ (Bakara:277)
-‘Müminler birbirlerinin yardımcılarıdır. İyiliği emreder, fenalıktan alıkorlar. Namazı gereği gibi kılarlar, zekâtı verirler.’
(Tevbe:71)
-‘Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayan kimseler için acıklı bir azap vardır.’ (Tevbe:34)
171
-‘Zekâtı verilmeyen mal kızdırılacak. Kızdırılan altın gümüşle dağlanacak. İşte bu zekâtını vermediğiniz maldır. Acısını tadın
denilecek.’ (Tevbe:35)
-‘Onların mallarından zekât al ki, onları temizlemiş ve mallarını artırmış olasın.’ (Tevbe:103)
-‘O müşrikler ki, zekâtı vermezler.’ (Fussilet:7)buyuruyor.
Peygamber’in dilinden zekât;
-‘Malının zekâtını verdiğinde onun şerrini kendisinden gidermiş olursun.’ (Ramuz el Ehadis:26/4)
-‘Malınızı zekâtla koruyunuz.’ (Age:283/1)
-‘Allah zekâtını vermeyene lanet etsin.’ (Age:347/11)
-‘Bir toplum mallarının zekâtını vermezse, rahmetten mahrum edilirler.’ (Age:351/10)
-‘Telef olan mal zekâtı verilmediği için telef olmuştur. Onun
için malınızı zekâtla koruyun.’ (Age:189/27)
-‘İslam beş temel üzerine bina edilmiştir. Bunlardan biri
zekât vermektir.’ (Buhari, iman:1)
-‘’Zekâtı verilmeyen mal, yılan olarak kişinin boynuna dolanacaktır. ‘Ben senin zekâtını vermediğin malınım’diyecektir.’’
(Buhari, zekât:3)
Zekât, İslam’ın beş temel esasından biridir. Yerine getirildiği
zaman hem malı temizler hem de nefsi temizler. Çünkü zenginin
malında fakirin hakkı vardır. (Zariyat:19) Fakirin hakkı verilmezse
ahrette o mal azap görmeye neden olacaktır.
Zekât verilince mal eksilmez, aksine artar.
Zekât Kime Farzdır?
1-Müslüman olana,
2-Aklı başında olana, (deliye farz değildir)
3-Ergenlik çağına girene, (küçükse vasisi verir)
4-Hür olana,
5-Nisap miktarı mala sahip olana, (80.18 g altına sahip olana,
bu değerde parası olana farz olur.)
Zekât, kameri aya göre verilir. 355 günde bir verilir.
Zekât malının üzerinden bir yıl geçmesi gerekir. Hanefilere
göre bir yıllık zaruri ihtiyaçlar, borçlar düşülür. Zekât ondan sonra
hesap edilir.
Zekât mükellefi, zekâta tabi olan; para, altın, gümüş mal ne
varsa birleştirerek hesap eder.
Zekât mal olarak verilecekse, en kötüsünden ve en iyisinden
değil, ortasından verilir.
Baba oğul birbirine mal devri yaparak, zekâttan kurtulamazlar.
172
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR?
Kur’an’da: ‘Malda yoksullar için bir hak vardır.’buyrulur.
(Zariyat:19)
Tevbe Suresi’nin 60. ayetine göre zekat şu kimselere verilir.
1-‘İhtiyaç sahiplerine, yani yoksul olan kimselere’
2-‘Yolda kalanlara’
3-‘Düşkünlere’
4-‘Zekât toplayan memurlara’
5-‘Gönülleri İslam’a ısınacak kimselere’
6-‘Hürriyetine kavuşturulacak kölelere’
7-‘Borçlulara’
8-‘Allah yolunca cihat edenlere’ verilir.
-Dilenciye zekât verilmez. Devamlı el açmaktadır.
-Evi, sofrası ayrı kardeşe, damada, geline, kayınvalideye ihtiyaç sahibi ise zekât verilir.
-Anaya, babaya, dedeye, nineye, eşe, çocuklara, muhtaç olsalar bile zekât verilmez. Bakmak zorundadır.
-Gayri Müslime, meşru olmayan yere (Sigara, alkol, kumar.
vb.) harcayacak olana zekât verilmez.
Zekât Verecek Olan Şunlara Dikkat Etmelidir.
-Gösteriş yapmamalı,
-Önce yakınlarından, çevresinden başlamalı,
-Onur kırıcı davranmamalı,
-İhtiyacı olana vermeli,
-Zekâtı tam hesaplamalı,
-Haramdan zekât olmaz. Helal maldan verilir.
-Zekâtı verilmemiş malı miras olarak bırakmamalıdır. Çünkü
hesabını kendisi verecektir.
-Zekâttan, sadaka-i fıtırdan % alanlar varsa ihtiyaç sahibine
değil de bina yapımına, elektrik, su gibi yerlere harcanıyorsa, ziyafet çekiliyor, orada ihtiyacı olmayanlar yiyip içiyorsa, zekât eksik
olur, verilmiş sayılmaz. Çünkü yerini bulmamıştır.
-kredi kartı ile
-zarfa katıp göndererek,
-hava kurumuna vermek,
Bunlar karışık işler. (Diyanet İşleri’nin 2.8.1979 tarihli kararına göre Hava Kurumu’na fitre ve zekât olmaz) Camiye fitre,
zekât olmaz.
Bir yere zekât, sadaka, kurban gönderirken yerini bulup bulmayacağı iyi bilinmelidir.
173
ZEKÂT NELERDEN VERİLİR,
NELERDEN VERİLMEZ?
-Oturulan evden zekât verilmez. Kiradaki evden kira gelirleri
birikirse ondan verilir.
-Kullanılan eşyadan, aletlerden,
-Binilen arabadan (fazla arabadan verilir)
-Bir yıllık temel ihtiyaçtan,
-Borç alınan veya borca verilecek paradan,
-Fabrikadan, üretim yerinden,
-Çalıntı maldan, yalanla elde edilmiş maldan,
-Maaştan (eğer maaş birikmişse verilir)
-Düğün, hac, ev satın almak için biriktirilen para, nisap miktarına ulaşmış ise zekâtı verilir.
-Ticaret için arsadan, evden zekât verilir.
-Finans kurumlarındaki paradan verilir.
-Alacağın zekâtı kesin gelecekse verilir.
-Ancak geçimini temin eden küçük esnaf zekât vermez.
-Zekât mal olarak verilecekse verilen kimsenin o mala ihtiyacı olması gerekir.
-Bankadan alınan faiz zekât olarak verilemez. Haramla ibadet
olmaz. Haramdan hayır olmaz.
-Kumardan, faizden, alkolden, fuhuştan gelen para haramdır,
zekâtı olmaz.
-Piyangodan kazanılan paranın zekâtı olmaz.
-Devlete verilen vergi zekâttan sayılmaz. Vergiyi devlet ister,
zekâtı Allah .(Vergi düşülerek zekât hesaplanır.)
-İnci, elmas, yakut gibi şeylerin zekâtı değeri üzerinden verilir. Gramı üzerinden değil.
-Tarım ürünlerinin zekâtı da şöyle verilir. Buna öşür denir.
Kur’an’da ‘Hasat günü ürünün zekâtını verin’ (Enam:141) (Bakara:267) emri vardır.
Mahsulün gelirinden zorunlu masraflar çıkarıldıktan sonra nisab miktarına ulaşırsa zekâtı verilir. (yaklaşık mahsül 653kg olursa)
Kendiliğinden sulanan arazide 10da 1, masrafla, emekle sulanan
arazide 20de 1 oranında zekât verilir.
Hem yağmur hem de masraflı sulamadan ise 15te 1 zekât
vardır. Bir hadiste Peygamber (as) şöyle buyurur: ‘ Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsüllerinde 10da 1, kova(el emeği)
ile sulananlarda 20de 1 verilir.’ (Buhari, zekât:55)
-Elma, armut, domates, biber, patlıcan, bamya gibi dayanıksız meyve ve sebzelerin öşrü olmaz. Ancak gelirinin 1 yıl geçmesi
ve nisab miktarına ulaşması halinde zekâtı verilir.
174
-Tütün ekmek meşru değildir. Öşrü olmaz. Esrar otu gibidir.
Esrar için hint kenevirinin zekâtı olur mu?
-Arıların balının öşrü vardır.
-Sütün de öşrü vardır.
Öşrü verilenin bir daha zekatı verilmez.
Mahsüller birleştirilmez. Her mahsül 653kg olunca öşrü verilir.
-Tarla kira ise, kira ile öşür birleşmez. Kazanılan paranın
zekâtı verilir.
Hanefi ve Şafi mezheplerine göre öşrü verilmeyen mal helal
değildir.
Satılmayan, kullanılmayacak malın verilmesi zekât yerine
geçmez.
-Gelmesi ümit edilmeyen alacak zekâttan sayılmaz.
-İbadetlerde niyet şarttır. Zekât vermek de bir ibadettir. Onun
için mutlaka niyet edilmeli ve kabulü için Allah’a dua edilmelidir.
-Zekât Kameri aya göre yani 355 güne göre verilir.
-Allah haram kazancın zekâtını kabul etmez. O kazançta helal
kısmı varsa ayıklanır. Zekâtı verilir. Kalanı hak sahiplerine verilir.
Hak sahipleri bulunamazsa ihtiyaç sahiplerine dağıtılır.
-Eğer miras malının zekâtı verilmediyse, bu sorumluluk vermeyene aittir.
Eğer mirasçı böyle bir malı kullanmak istemezse;
-zekâtı verir, malını temizlemiş olur. Çünkü malın miras malı
olması o malı temizlemez. Zekât mala bağlıdır.
-ölenin vasiyeti varsa o yerine getirilmiş olur.
-Ayrıca veren ihtiyaç sahibine hakkını ulaştırdığı için sevap
kazanmış olur.
‘Miras helal’deyip üzerine yatılmaz. Yatılırsa o da hayrını
görmez.
ZEKÂTIN FAYDALARI
-Zekât İslam’ın şartlarından biridir. Veren cezadan kurtarılmış, sevap kazanmış olur.
-Zekât, önemli bir ibadet olduğu için kulu Allah’a yaklaştırır.
-Zekât, malı temizler, haktan arındırır.
-Zekât, dünya hırsını kırar.
-Zekât, malı korur, telef olmasını önler.
-Zekât, zenginle fakiri birbirine yaklaştırır.
-Zekât, malı eksiltmez, artmasına neden olur.
-Zekât, yokluk nedeniyle suç işlenmesini önler.
-Zekât, toplumda sosyal dengenin kurulmasını sağlar.
175
-Zekât, malın sigortasıdır. Verenin, alanın sigortasıdır.
Tevbe 103.ayette ‘Onların mallarından zekât al. Zira zekât
malı temizler’buyrulur.
Bir hadiste:’Malın zekâtı verildiğinde onun şerrini gidermiş
olursun’ (Ramuz el-Ehadis:26/4)
-‘Mallarınızı zekât ile koruyun’ (Age:283/1)buyrulur.
Zekât vermekle kul, Cenab-ı Allah’ın nimetlerinin kapılarını
açar. Kul verdikçe Allah ona daha fazlasını verir. Bire ondan bire
yedi yüz misline kadar verir.
Kur’an’da: ‘İyilikler kötülükleri yok eder’ (Hud:114)
-‘Sen ver ben sana vereyim’ (Sebe:39)buyrulur.
ZEKÂT VERMEMENİN CEZASI
Zekât vermeyen İslam’ın şartlarından birini yerine getirmemiş ve Allah’a isyan etmiş olur.
Kur’an’da: Altını, gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayan kimseler için acıklı bir azap vardır.’ (Tevbe:34)
-‘’Zekâtı verilmeyen mal kızdırılarak sahibi onunla dağlanacak. ‘İşte bu zekâtını vermediğin maldır, acısını tat’denilecek
‘’(Tevbe:35)
-‘Mallarınızda muhtaç ve yoksullar için hak vardır.’ (Zariyat:
19)
-‘O inançsızlar zekâtı vermezler. İşte onlar ahreti inkâr edenlerin ta kendileridir.’ (Fussılat:7)
Şükrü eda edilmeyen malda hayır yoktur.
Peygamberimiz, çocuğunun kolundaki iki bileziğin zekâtını
Yemenli kadına sormuş, zekâtını vermediğini öğrenince: ‘Kıyamet
gününde bu iki bileziğin ateşten bilezik olarak takılmasını ister
misin?’demiştir.
‘Ahirette azap çekene:
-‘Şu kadar çok malın olsa bu azaptan kurtulmak için onları
verirmiydin? denir. (Ramuz el-Ehadis:94/5)
-‘Evet, verirdim’cevabını alınca:
-‘Dünyada senden çok azını istemiştik’denilir.
-‘Zekatı verilmeyen mal Kıyamet Günü’nde zehirli yılan olup
boynuna dolanacak: ‘Ben senin zekatını vermediğin malınım’diyecek (Buhari, zekat:3)
-‘Şeytan en kuvvetli adamlarını malını hayra sarfeden kimselere musallat eder.’ (Ramuz el Ehadis:111/1)
-‘Zekâtını vermeyenler rahmetten mahrum edilir.’
(Age:351/10)
176
-‘Onlar için namaz aşikâre oldu, onu kabul ettiler. Zekât gizli
oldu, onu yediler. İşte bunlar münafıklardır.’ (Age:314/7)buyurur.
İbni Abbas (ra) şöyle anlatır:
-‘Zekât vermeyen biri için beş ayrı mezar kazıldı, hepsinden
yılan çıktı. Beşinci mezara yılanla beraber gömüldü’der. Adam
ölüyor. O kadar uğraşmalara rağmen adam Kelime-i Şehadet getiremiyor. Adamı gömüp geliyorlar. Eşine:
-Çok uğraştık Kelime-i Şehadet getirtemedik. Bunun sebebi
ne olabilir? diyorlar.
Eşi:
-‘Malının zekâtını vermezdi’diyor.
Hz.Ebubekir (ra): ‘Zekât vermeyenlerle namazlarını kılmayanlarla savaşla emrolundum’demiştir. (Hadis Ans:6/368)
Peygamberimiz zamanında Mescid kuşu Salebe:
-Ya Resülallah biraz mal istiyorum dua ediver. Fakirlikten
bıktım, fakirlere yardımcı olayım’der.
Allah Resulü ona:
-‘Ey Salabe! Haline şükret. Şükrünü eda ettiğin az mal şükrünü eda edemediğin çok maldan hayırlıdır.’cevabını verir.
Salabe ısrar etti. İsteğini tekrarladı. Peygamberimiz dua etti.
Salabe zengin oldu. Vakit namazlarına, ardından Cuma namazlarına gelmemeye başladı. Peygamberimiz (sav):
-‘Salabe’yi göremiyorum’diye sordu.
-O çok zengin oldu dediler. Peygamberimiz çok üzüldü ve:
-‘Yazık oldu Salabe’ye’dedi.
Zekât ayeti nazil olunca kendisinden zekât istendi.
-‘Muhammed benden haraç mı istiyor?’dedi. Peygamberimiz
tekrar:
-‘Yazık oldu Salabe’ye’dedi.
Salabe’ye biri zekât ayetinden bahsedince, Salabe zekâtı getirdi. Peygamberimiz almadı. Daha sonra halifeler de: ‘Peygamberin almadığını bizde almayız’dediler. Yazık oldu Salabe’ye…
Bazıları: ‘Mal benim onu ben kazandım. O bana babamdan
kaldı’diyor. Mal ne senin ne babamızın ne de evladımızın. Mal bize
emanet. İmtihan için bize verilmiş. Malın, mülkün sahibi Cenab-ı
Allah’tır. Mülk Allah’ındır. Yunus der ki:
‘Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
O da yalan bu da yalan
Var sen de biraz oyalan.’
177
Mal hırsı, mal fitnesi insanın helakına sebep olur.
Her şey para pul değildir, mal mülk değildir.
Allah’ın nimetlerine teşekkür gerekir. Bugün su parasını yatırmayınca nasıl su kesiliyor, ceza geliyorsa, allah’ın nimetine şükretmeyince de Allah’ın lütfu, rahmeti kesilir. İhsanı kesilir.
Malın şükrünü eda etmeyen, zekâtını vermeyen için Allah:
‘Cehennem çukuruna düşünce onu malı kurtarmayacak’diyor.
(Leyl:11)
Hep dünya kaygısı değil, biraz da ahret endişesi taşımalıyız.
Çünkü birgün Azrail bizi teslim alacak, her şeyin iğneden ipliğe
hesabı sorulacak. Bazıları ‘keşke yaşamasaydım, keşke ben de toprak olsaydım, keşke dünyada o mallara sahip olmasaydım’diyecek.
Keşke ‘zekâtımı, sadakamı verseydim’diyecek.
Allah ‘keşke’diyenlerden etmesin.
Cenab-ı Allah malı bize imtihan için vermiştir. Bakalım
onunla ne yapacak diye sınamaktadır.
Zekât, arınmadır, temizlenmedir. Allah’ın emrini yerine getirmektir.
Kendisi zekâtını hesap edemeyen, güvendiği iki kişiye: ‘benim malım şu, borcum şu, alacağım şu, giderlerim şu’diyerek
zekâtını hesap ettirebilir.
Zekâttan kaçırılan mal, kızdırılarak vermeyenin boynuna dolanacaktır. Yılan olacaktır.
Zekât verecek olan zekâtı ihtiyaç sahibine kendi eliyle veya
iyice güvendiği biri vasıtasıyla vermelidir.
Zekât parası başka paralarla karıştırılmaz. Para ne maksatla
verildiyse o şekilde harcanır. Başka yerlere harcandıysa zekât verilmemiş olur. Yerinde kullanmayan da mes’ul olur.
Rabbim her ibadetinizi kabul etsin. Sevabını da bol bol versin
inşallah.
Sonunda ‘keşke’diyenlerden etmesin.
178
HAC İBADETİ
Bazı şeyleri tartışma yerine onu en doğru ve iyi şekilde yapmak hayra vesile olabilecek şekilde yerine getirmek gerekir.
Bunu şunun için söylüyorum: Günümüzde bazıları için hac,
temizlenmek, isim kazanmak, turistik seyahat veya ticaret için fırsat oluyor. Etkilenme olmuyor. Makam sahibi birinin hanımı bikini
ile bir gazeteciye: ‘Hacca da giderim, içkimi de içerim kime
ne?’demişti.
Beş vakit camiye giden biri: ‘Hacca giderim ama ya orda
ölürsem!’diyordu.
Biri de: ‘Hacılığı koruyamam diye korkuyorum.’diyordu.
Bir de Araplara para yedirmem, hac döviz kaybıdır. Haccı
başka aylarda yapsak olmaz mı? Hacca gitme yerine şu işleri yapsak gibi tartışmlar olur.
HAC ALLAH’IN EMRİDİR
Hac, Müslüman olmanın beş temel şartından biridir. Hem
malla hem de bedenle yapılan bir ibadettir. Maddi durumu müsait
olan her Müslümana farzdır. Mazereti olup gidemeyen, yerine vekil
göndererek vazifesini yerine getirir.
Kur’an’da:
-‘Hac ve umreyi Allah için tam yapın. Hacda kurban kesmeyen hac günlerinde üç, döndüğü zaman yedi olmak üzere on gün
oruç tutsun.’ (Bakara:196)
-‘Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse
hac esnasında eşine yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir.’ (Bakara:197)buyrulur.
Peygamber (as) da şöyle buyurur:
-‘Bir kimse hac esnasında kötü söz söylemez, büyük günahlardan kaçınır küçük günahları işlemekte ısrar etmezse, o kimse
günahlarından arınarak annesinden doğduğu günkü gibi hactan
döner. ‘(R.Salihin:1279) (Buhari, Hac:756)
-‘Kabul olan haccın mükâfatı ancak cennettir.’ (Age:1280)
-‘Hacca gitmek isteyen acele etsin. Hastalık olur veya hacca
gitmeye engel bir şeyler ortaya çıkabilir.’ (İbn-i Mace, Menasik:1)
-‘Hac ve umreyi birlikte yapın… Hacc, umre fakirliği giderir
ve günahları siler. Makbul olan haccın mükâfatı cennettir.’ (Tirmizi, Hac:2)
179
HACCA KİMLER GİDER?
Hac, imkânı olan her müslümana ömründe bir defa farzdır.
1-müslüman olana,
2-akıllı olana,
3-ergenlik çağına girene,
4-gidiş dönüş ve ailesinin geçimini sağlayacak imkânı olana,
5- haccı elde edebilecek vakte sahip olana farzdır.
İhram, Arafat’ta vakfe durmak ve Kâbe’yi tavaf etmek haccın
farzlarıdır.
Hacca ancak Allah rızası için farz olan bir ibadeti yerine getirmek niyeti ile gidilir.
Bir hadiste:
-‘Bir zaman gelecek ki, zenginler gösteriş için, orta halliler
ticaret için, seçkinler riya için, fakirler ise dilenmek için hac eder.’
(Ramuz el Ehadis:503/8)buyrulur.
Niyetine göre; hacca gidip gelen üç defterden birine yazılır.
Seyahat, tüccar ve hacı.
Hac, kadına da erkeğe de farzdır. Kadına hac farz ise bir yakını ile hacca gider. Mahremi yoksa, sağlığı müsait değilse, vekil
göndererek borcunu öder.
Şafilere göre kadın güvenilir yol arkadaşları varsa hacca gidebilir.
Farz olan hac için kadına mani olunmaz. Kocanın izni gerekmez. Bir hadiste: ‘Kadının yanında mahremi yokken sefere
çıkması helal olmaz.’ (Buhari savm:67)buyrulur.
İhramlıya yasak olan şeyler vardır;
-Eşine yaklaşamaz.
-Dikişli elbise giyemez.
-Koku sürünemez.
-Canlı öldüremez, yeşil koparamaz.
-Tıraş olamaz, vücudunun kıllarını yolamaz.
-Tırnak kesemez.
Peygamber (as):
-‘Hac, umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. Ondan bir şey
isterlerse, onlara cevap verir. Af isterlerse onları affeder’buyurur.
(H.Döndüren, İslam İlmihali:561)
Haccın en önde gelen adapları vardır;
-İyi niyet, riyasız düşünce,
-Helal para,
-Helalleşmek,
-Kul ve Allah hakkına riayet,
180
-Sabır gibi.
Yola çıkarken iki rekât yolcu namazı kılmak gerekir. Ardından dua edilir.
Misyonerlerin Konya hacılığı, Efes hacılığı telkinine kulak
asılmamalıdır. Buraların hacılıkla ilgisi yoktur. Buralara giden gezi
yapmış olur.
HACCA KARŞI ÇIKMAK DOĞRU MU?
Hac hakkında bazı olumsuz şeyler söyleniyor. Mesela;
-Araplara para yedirmektir. ‘Döviz kaybıdır’deniliyor. Hacca
gitmek Müslüman olmanın gereği ve Allah’ın emrettiği bir ibadetin
yerine getirilmesidir. Her ay Avrupa’ya, Amerika’ya yapılan turistik gezilerle karşılaştırmak doğru olmaz.
Bir defa haccı inkar eden, küfre girer.
-Hac görevini diğer aylarda yapsak olmaz mı? Deniliyor.
Hac, belirli günlerde yapılır. Her zaman yapılan umre ile karıştırmamak gerekir. Kur’an’da: ‘Hac belirli günlerdedir’buyrulur. (Bakara:197)
-Hacca gideceğinize fakirleri doyurun. Evlenmeyeni evlendirin gibi istekler ileri sürenler oluyor. Müslüman zaten sosyal görevlerini her zaman yerine getiriyor.
-Hazır olmadan hacca gidilmez deniliyor.
-Sen hacılığını koruyamazsın.
-Hacdan dönünce ticaret yapmaman lazım.
-Senin bazı alışkanlıkların var; sigara içiyorsun bazen alkol
alıyorsun. Bunlardan vazgeçemezsin.
-Çocukların var okuyacak, evlenecek. Evin yok doğru dürüst,
işin yok.
-Falan gitti de ne oldu ki, bak haline diyerek, kötü örnekler
göstererek hacca mani olma gayretleri oluyor.
Osmanlı padişahları bile hacca gitmemiş diye örnek veriliyor.
Padişahlar, şeyhül -islam’dan fetva alamamışlardır. O zaman
yol 6 ay. Millet 6 ay başsız kalamaz, ordu başsız kalamaz gerekçesiyle izin alamamışlar, yerlerine vekil göndermişlerdir.
Kur’an’da hacca gitmek isteyeni yolundan alıkoymak, gitmesini engellemek isteyenler için Allah: ‘Ona acıklı bir azap tattırırız.’diyor (Hac:25)
Peygamber (as) da: ‘Her kim imkâna sahip olup da hacca
gitme imkânı varken hacca gitmezse, ister Yahudi, ister Hristiyan
olarak ölsün!’buyurmuştur. (Tirmizi, Hac:3)
Hac ertelenmez, geçiştirilemez. Bazı gerekçelerle hacdan
vazgeçilmez. Ancak;
181
-Ana, babanın ağır hastalığı, bakımı,
-Mezhebine göre kadının mahreminin olmaması,
-Borçlu olmak,
-Hapiste olmak,
-Yol emniyetinin olmaması,
-Hastalık, gibi nedenlerle ertelenebilir. Dünya işi nedeniyle
ertelenmez.
HAC ÖNCESİ NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
Hacca hazırlıksız gidilmez. Kısa, birkaç günlük yolculuğa bile hazırlıksız gidilmiyor.
Hacdan önce İslam’ın sırası ile şartları vardır. Namaz, oruç,
zekât, hacdan önce gelir. Bunlar gözden geçirilmeli, eksiklikler
tamamlanmalıdır. En azından işe başlanmalıdır.
Hacca günah kirlerinden temizlenmek için niyetlenen, önce
elinin kirini yıkamalıdır.
-Helal gıdaya, alkollü içeceklere dikkat etmeyen, sigara alışkanlığı olan, ağzını, midesini temizlemeden Allah kalbini temizlemez.
-Kul hakkı ile hacca gidilmez. Kul hakkını Cenab-ı Allah affetmiyor.
Bir hadiste: ‘’Kişi helal olmayan para ile hacca gittiğinde
‘Lebbeyk Allahümme Lebbeyk’dediğinde ona: ‘Sana Lebbeyk
yok’denir. İbadetin geri çevrildiği bildirilir.’’ (Ramuz el Ehadis:41/3)buyrulmuştur.
Başkasına ait para, faiz parası, vurgun parası, gasp edilen, yalan ve hile ile sahip olunan çalıntı ve verilmemiş zekât parası ile
hacca gidilmez.
Kul hakkı, ‘helal et helal olsun’ ifadeleri ile helal olmaz. Hak
sahibi neyi helal ettiğini bilecek ve hak iade edilecek. Hak sahibi
bulunamazsa onun adına hayır yapılır.
Yunus Emre:
‘Aksakallı bir koca, hiç bilmez mi ki hal nice,
Emek vermesin hacca, bir gönül yıkar ise.’ demiş.
-Ev halkının zorunlu ihtiyaçlarının hazır olması gerekir.
-Niyetin ibadet niyeti olması gerekir. Ad değiştirmek, levhaya karta ‘hacı’ yazdırmak ve kendisine ‘hacı’ denmesi için hacca
gidilmez.
-Hacca gidecek olanın kula ve devlete borcu varsa, borcunu
ödemesi lazımdır.
182
-Geçmiş günahlara tevbe edilmelidir.
-Dargın olduğu kimselerle barışmalıdır.
-Üzerinde emanet varsa, sahiplerine vermelidir.
Müslümanın yapması gereken sosyal görevleri vardır, bunlar
yerine getirilmelidir. İslam’da birçok farz, vacip, sünnetler vardır.
Onların da yerine getirilmesi gerekir.
HACCA GİDEMEYEN NE YAPAR?
Hac, zengin olana farz olur. Maddi imkânı kısıtlı olana hac
farz değildir ama her müslümanın hac niyeti olmalıdır. O yolda
maddi manevi gayret göstermelidir ve Allah’ın kendisine hac nasip
etmesi için dua etmelidir.
Niyeti hac olana Allah, ya hac nasip eder ya da hac sevabı
kazandıracak işler nasip eder. Hac niyetiyle ölene Allah hac sevabı
verir.
Yani inanan ‘ben fakirim’ deyip haccı gönlünden çıkarmayacaktır. Cenab-ı Allah ne takdir etti bilinmez.
Hacca gitme gücü henüz olmayanlar, hac sevabı olan işlere
sarılacaktır.
-Cumaya erken gidecek,
-Tebliğ, cihat, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırma, kötülüğe tepki gösterme gibi farzları yerine getirecektir.
-Sevaplı işlere sarılacaktır.
-Nafile (kuşluk, evvabin, teheccüt gibi) namazlara devam
edecektir.
Bunlarda hac sevabı nafile hac ve umre sevabı vardır.
KAÇ DEFA HAC VE UMRE YAPILIR?
Hac mükellef olan müslümana ömründe bir defa farzdır. Bir
defa hac ve umre yapan borcunu ödemiş olur. Peygamber (as)’a:
-‘Hac her sene mi?’diye sorulur.
-‘Bir keredir. Fazlasını yapmak nafiledir.’buyurur. (Ramuz
el-Ehadis:245/12 + R.Salihin:1277)
Gönül her yıl oralara gitmek ister ama tek görev hac değildir.
İslam’ın şartlarından dördüncü sıradadır hac.
Borcunu ödeyen, başkasının farz ibadetine engel olursa bu
veballi bir iştir. Ayrıca hakka tecavüz ve zulümdür.
Hele işin içine yalan, torpil, rüşvet sayılacak hediye karıştıysa
hac yolunda böyle şeyler olmaz.
Hocaya sormuşlar:
-‘Nafile hac ve umre mi üstündür, sadaka mı üstündür?’diye,
-‘Sadaka’demiş.
-‘Neden?’demişler.
183
-‘Nafile hac ve umre insanın kendisine aittir. Sadaka ise insanın hem kendisine hem de başkasına aittir. Onun için sadaka daha
efdaldir’demiş.
Her yıl hac ve umre yapmayana Allah ‘Niye yapmadın?’diye
sormaz. Ama üzerine farz olan diğer görevlerini aksatana ‘Neden?’diye sorar.
HACDA DİKKAT EDİLECEK ŞEYLER NELERDİR?
-Hacca giden, yaptığı ibadetin farkında olmalıdır.
İlk Kâbe’yi görünce yapılan dua red olmaz. Onun için ilk
Kâbe’yi gören şöyle dua etmelidir.
-‘Ya Rabbi! Amellerimi boşa çıkarma. Yaptığım, yapacağım
dua ve ibadetlerimi kabul et.’
Bundan sonra da zaman boş geçirilmemelidir. Biri hep yatar,
oturur dururmuş. Arkadaşı ‘Kalk biraz da ibadet et’demiş. Bunun
üzerine:
-Bundan sonra bir şeyler yapsam da ‘hacı’diyecekler, yapmasam da cevabını vermiş.
-İhramı kefen olarak görmeli, Arafat’ta Âdem (as) gibi gönülden tövbe etmelidir. Müzdelife’de Mahşer yerinde hesabı bekler
gibi beklemelidir. Şeytanı taşlarken şeytana uymamalıdır. Say
ederken hayat suyunu arayış içinde olmalıdır. Kâbe’yi tavaf ederken ateş etrafında dönen kelebek gibi olmalıdır. Hac sırasında Cenab-ı Allah’a ve Resulüllah’a bazı şeyleri yapmaya veya yapmamaya söz vermelidir.
-Hacca giden Allah’ın ve Rasulü’nün misafiri olduğunun idraki içinde davranmalıdır.
-Etrafına bakıp sünneti terk etmemeli ve Kur’an’a saygısızlık
etmemelidir.
-Şeytanı taşlarken, şeytani işleri de taşlayıp kovmalıdır.
-Mescid-i Nebevi’de ve Kabe’de devamlı zikir halinde olmalı. Kaza namazları kılmalı, Kur’an okumalıdır. Yatarken, dinlenirken edepli davranmalıdır.
-Zamanı çarşı-pazarda geçirmemelidir.
-Tavafta Hacer-ül Esved’i öpeceğim diye başkalarına eziyet
etmemelidir.
-Çevreyi kirletmemek için gayret göstermelidir.
-Gözü görülmeyecek şeyleri görmemesi gerekir.
-Telbiye’yi öğrenmeli, doğru söylemeli ve ne dediğini bilmelidir. Telbiye şudur:
‘Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne’l hamde ve’n nimete leke ve’l mülk. La şerike lek.’
184
‘Buyur Allah’ım! Davetine icabet ediyorum. Emrine boyun
eğiyorum. Bütün varlığımla sana teslim oluyorum. Senin hiçbir
ortağın yoktur. Davetine icabet ediyorum. Hamd sana mahsustur,
nimet de senin, mülk de senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur.
Hacda kurban kesmelidir. Orada kurban kesimini görmüyoruz, kurban telef oluyor diye kurban kesmiyor. Burada kesmelerini
söylüyor.
Hacdaki kurban ile buradaki kurbanı birbirine karıştırmamak
gerekir. Buradaki kurban vacip olan zenginlik kurbanıdır. Oradaki
kurban ise, hac nasip eden Allah’a şükür kurbanıdır.
Hacdaki insan seferi olduğu için vacip olan kurbandan sorumlu olmaz. Keserse sevap kazanır.
Peygamberimiz’e hangi hac efdaldir? Deniyor.
-‘Yüksek sesle telbiye getirilen ve kurban kesilen hacdır.’buyuruyor. (İ.Canan Hadis Ans:5/109)
-Hac farz, umre sünnet diye umre terk edilmemelidir. Hele
ramazan umresi hac gibidir.
-Arapların vahhabi olduğu, sünnete önem vermediği unutulmamalıdır.
HER HACCA GİDEN AF OLUR MU?
Halk arasında ‘her hacca gidenin günahları affedilir’diye bir
inanç var. Bunun için bazıları bu düşünce ile apar topar yola çıkıyor. Çünkü Resulüllah (sav) şöyle buyurmuştur.
-‘İslam, kendinden önceki günahları yok eder. Hicret, kendinden önceki günahları yok eder. Hac da önceki günahları yok
eder.’ (Müslim iman:192)
-‘Kötü söz söylemeden ve günah işlemeden hac eden, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olarak döner.’ (Buhari umre:4)
Bu, hacca gidenin her eksikliği silinir, her günahı bağışlanır
demek değildir. İbadetteki eksiklikler, kul hakkı, hayvan hakkı af
olmaz.
Kul şehid de olsa, üzerindeki kul hakkı temizlenmeden hac
onu temizlemez. Çünkü kul hakkını Cenab-ı Allah affının dışında
tutmuştur.
Unutmayalım her hacca giden hacı olmaz. Her hac insanı temizlemez. Hacca giden niyetine ve durumuna göre muamele görür.
Namaz, oruç, zekât borçları olmayan, kul hakkı bulunmayan
layıkıyla hac kurallarına uyan kimse, ancak peygamberimiz’in
müjdesine layık olur, nail olur.
185
HANGİ HAC KABUL OLUR?
-Hac niyeti olanın,
-Helal parası olanın,
-Kul hakkını iade edip, helalleşenin,
-Allah’a diğer borçlarını ödemiş veya ödemeye karar vermiş
olanın,
-Hac boyunca günahlardan sakınan ve şartlara uyanın,
-Ailesine ve topluma görevlerini tamamlamış olanın, inşallah
haccı kabul olur. Peygamber (as):
-‘Kabul olmuş haccın mükâfatı cennettir.’buyurur.
(R.Salihin:1280)
Şair Cuma Suresi’nin son ayetlerini şu şekilde nazma çevirmiştir:
‘İnsan hacı olur mu hacca gitmeyle,
Eşek derviş olur mu Kâbe’ye taş çekmeyle.’
Her gidenin hacılığı kabul olmaz.
HAC SONRASI HAYAT NASIL OLMALI?
-Hac dönüşü hacılık istismar edilmemelidir. El, ayak, göz öptürülmemelidir. Kurban kesilip kanı alna sürülmemelidir.
-Hacılığını koruyacağım diye ticaret, çalışma bırakılmamalıdır. Bilakis doğrulukta örnek olmalıdır.
-Döner dönmez levhaya, kartvizite ‘hacı’ ilave edilmemelidir.
-Bazıları kendisine ‘hacı’ demeyenlere kızıyor. Hacca isim
almaya gidenin hacı olup olmayacağını Allah bilir. Hacca gidenler;
ya turist, ya tüccar ya da hacı defterine yazılırlar.
-Hacca gidip gelen ibadetlere Allah’ın ve Resulü’nün emirlerine sımsıkı sarılmalıdır. Borçları varsa ödemelidir. Yediğine, giydiğine dikkat etmelidir.
-Hacdan gelen hacılığını korumalı, hacılık da onu korumalıdır. Daha şuurlu yaşamalıdır. Hacılığı korumak bir bakıma zordur.
-Hac insandaki kötü alışkanlıkları bitirmelidir. Zaten kabul
olmuş hac, insanı, hayatını, şeklini değiştirdiyse oradan belli olur.
-Hacca giden kötü örnek olmamalı, örnek bir İslami hayat yaşamalıdır. Falan gibi, falanın hacılığı gibi’dedirtmemelidir. Hac
gidip gelmekle olmaz, hac yaşamakla olur.
-Hacda Arafat’ı, Müzdelife’yi gören, şeytan taşlayan, şeytanı
hayatından kovmalı, şeytani işler işlememelidir.
-Hacca giden büyük masraflar yaparak, zenginlik gösterisinde
bulunup, gitmek isteyen orta hallileri korkutmamalıdır. İslam’a
yakışır şekilde mütevazı olmalı, israftan kaçınmalıdır. Çünkü hayırda da israf yoktur, israfta da hayır yoktur.
186
-Hacı, el öptürme sevdalısı olmamalıdır. Peygamberimiz el
öpmemiş, el öptürmemiştir erkek ne kadar yaşlı olursa olsun, bir
kadın elini öpemez.
Peygamber (as) Veda Haccı’nda Müslümanlara şu mesajı
vermiştir: ‘Şeytan sizin küçümsediğiniz işlerden hoşlanır, onu sevindirmeyin. Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılırsanız yolunuzu şaşırmazsınız. Onlar Kur’an ve sünnetimdir.’
İşte peygamber (as)’ın bize son vasiyetidir.
Size iki konudan bahsetmek istiyorum. Bunlardan birisi HACER’UL-ESVED. Hacer, taş demek, esved siyah demektir.
Peygamberimiz’in ifadesiyle bu taş cennetten gelmiştir.
Bembeyaz iken insanların günahı onu kirletmiştir.
Peygamberimiz ona saygı duymuş ve öpmüştür. Biz de onun
için öperiz. Yalnız izdiham varsa, incitme olacaksa öpeceğim diye
çalışılmaz. Elle dokunulur. Selam verilir. Onda yoğun enerji birikimi vardır. O normal bir taş değildir. İbrahim peygamber, Kâbe’yi
yaparken onu Ebu Kubeys dağından getirmiştir.
XXX
Diğer konuda Zemzem suyudur. Bu su diğer sulardan farklıdır.
Yıllar önce Zemzem suyunu ve kuyusunu araştırmak için
Mekke’de bir Enstitü kurulmuştur. Enstitü’nün başkanı olan
Prof.Dr. Zekai Şen’in ifadesine göre; ‘Orada bilimin açıklayamadığı çok şey var. Kuyu huni şeklinde. Böyle olması suyun debisini
düzenliyor. Kuyunun ağzı bir buçuk metre. Yüzyıllardan beri suyun
bitmemesi bir mucize. Zemzem’in mineral oranı dengeli. Zemzem’in bitme ihtimali yok. Kuyu derya gibi.’
Araştırmalara göre içinde hiçbir mikrop ve bakteri barındırmamaktadır. Diğer sulara göre çok daha az Kükürt içermektedir.
Ayrıca besleyici, yeryüzünde aynı özelliği taşıyan hiçbir su yoktur.
Aç olanı doyuruyor, susuz olanın susuzluğunu gideriyor. Milyonlarca insanın ihtiyacını gideriyor. Ayrıca dünyanın her tarafına götürülüyor.
Zemzem Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre, dünyadaki
en içilebilir ve sağlıklı sudur.
Zemzem birçok sırrı kendisinde barındırıyor. Mesela; zemzem kristalleri, çan sesi ile kararıyor, ezan sesi ile berraklaşıyor.
Alman bilim adamı Dr. Knut Pteifter, Ren nehri üzerinde çalışırken bir miktar Zemzem’i de inceler, içildikten sonra rahatlık
verdiğini görür. Bundan başka Zemzem’in mayalama özelliğinin
olduğunu görür. Bir bardağın bir kova normal suyu temizlediğine
ve onu zemzemleştirdiğine şahit oluyor. Diyor ki ‘Yüz damla suyu
187
bir damla zemzem, hepsini Zemzem yaptı. Zemzem’de öyle bir
enerji var ki, değiştiriyor ama kendi değişmiyor.’
Zemzem, ne niyetle içilirse o yönde faydası olur.
Bazıları zemzem içmekten kaçınıyor. Alkol alıyorum, sigara
içiyorum, faiz yiyorum gibi sebepler ileri sürüyor.
Zemzem şifa kaynağıdır. Peygamberimiz ‘Zemzem içen, şifa
bulur’demiştir. Zemzem red edilmez. Edilirse nasipsizlik olur.
Zemzem’i içme adabı şöyledir: Kıbleye dönülür, sağ elle alınır, besmele çekilir, üç yudumda içilir ve ‘Elhamdülillah’denir.
Peygamber(as) ayakta içmiş ve ‘Zemzem ne maksatla içilirse
o yönde faydalı olur’buyurmuştur. (İ.Canan Hadis Ans: 5/103
+17/399) Bunun için içen ‘şifa niyetiyle’der ve içer.
Sonuç olarak;
Hacca gidecek olanın şuurlu olması ve dikkatli olması lazımdır.
Otobüse binerken itişip kakışmalar oluyor. Yolda insanlar
birbirine ‘hacı hacı’ demeye başlıyor. Otobüste alkol katkılı içecekleri uyarılara rağmen çekinmeden içiyorlar. O kutsal mekânlarda
sigara içiyor. Orada dünya sohbeti yapılıyor.
Böyle olunca dönüşte hiçbir değişiklik olmuyor.
Gidemeyenler, geride kalanlar gidenlerle Allah Rasulü’ne Selam, Salâvat, zikirler, Yasinler ve hatimler göndermelidir.
Cenab-ı Allah hacca gidenlere kolaylıklar versin, kabul olmuş bir hacdan sonra sağ salim evlerine dönmek nasip etsin.
Gidemeyenlere de gitmek ve hac sevabı olan işler nasip etsin.
Dinleyicilerimizden de Allah razı olsun.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Hoşça kalın.
188
İSLAM DÜŞMANLIĞI
İnsan, yalnız biyolojik varlık değildir. Maddi varlığının ötesinde suya, yemeye ihtiyacı kadar inanmaya da ihtiyacı vardır. Bedenin yemeye ,içmeye ihtiyacı olduğu kadar ruhunda inanmaya
ihtiyacı vardır. Bu yönüyle insan, hayvanlardan üstündür.
Mânevi gıdasını olamayan insan, acımasız olur, ilgisiz olur,
saygısız olur, hak hukuk bilmez. Herkeze problem olur.
Bunlar için Kuranda Belhüm adel(hayvandan da aşağı) ifadesi kullanılmıştır.
İslam fıtratı üzerine yaratıldığı halde, dine meyyal iken,
maneviyatsız yetişen genç, islamı tanımayınca ateist oluyor, satanist oluyor, misyonerlerin tuzağına düşüyor, anarşist oluyor. Susuz
kalmış çiçeğin kuruduğu gibi bütün dini, insani meziyetleri kuruyup gidiyor. Misyonerlerin tuzağına düşüyor.
İman yönünden insanlar; Ya mümindir, Ya münafıktır, ya
kafirdir.
İnkâr yani küfür, kalbin en kötü hastalığıdır. İnsanın Allah’a meydan okuması, en bütük cezadır,dini musibettir.
İnanmayanları Kuran şöyle tanımlıyor:
-‘’Onlatın kalpleri mühürlüdür, kulakları mühürlenmiştir, onların gözlerine perde çekilmiştir. Onlar için dünyada ve ahirette
büyük azap vardır.’’(Bakara:7)
-‘’Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah’da onların hastalığını arttırmıştır.Söylemekte olduğu yalanlar sebebiyle de onlar
için elim bir azap vardır.’’(Bakara:10)
Bu dünyanın ahireti vardır. İnanmadıkları yok dedikleri’’kim gelmiş gitmiş’’dedikleri ahiret var. Herşeyin hesabı görüleceği mahşer var. İnanın cenneti, inanmayanın da cehennemi var.
İnanmayanlar,pişman
olacaklar’’keşke
bizde
inansaydık’’diyecekler.Ama bu pişmanlıkları fayda vermeyecek.
İNKÂR NEDİR?
İnkâr, İslâm’ın şartlarını imanın şartlarını veya birini, bir
kaçını kabul etmemektir.
İnançsız, hayatı kendi bildiği gibi yaşar.Her şeyin kendi
kendine olduğunu,tabiat ananın yarattığını iddia eder.Ölümü,hesap
vermeyi kabul etmez.Şeytan onu aldatır,gülünç şeyler söyle189
tir,aptalca işler yaptırır.Şeytanın talimatı ile başkalarına inançsızlık
aşılamaya çalışır.
İnançsız, başıboş bir hayat yaşar, sorumsuz davranır. Ölünce toprak olup gideceğini zanneder.
İnaçsızlık en büyük kayıptır, nasipsizliktir. O felçli bir hasta
gibidir. İyileşmesi imkansızdır.
İnanmayan kendisinin doğru yolda olduğunu zandeder.
Halbuki inançsızlığın hiçbir faydası yoktur.
Ebucehil’lere, Ebulehep’lere, Nemrut’lara, Firavun’lara ne
oldu ne kazandılar.
Kuran’da ‘’inkar edenlarAllah’a hiçbir şekilde zarar veremezler’’(Al-i imran:177)
Uzaya gönderilen aracaChallenger’.Tanrıya kafa tutan adını
verdiler. Titanik için’’Tanrı bile batıramaz’’ deyip denize indirdiler. Daha ilk seferinde denizin dibine boyladı.Gemiden çekilen son
telgrafta:’’Yapılacak bir şey yok’’deniyordu.
Allah için hiçbirşey zor ve imkansız değildir. Şair’’ Allah
tokatının sedâsı yoktur, vurduğu zaman devası yoktur demiştir’’.
Nevton’a: Allah varmı? Demişler:’’var’’demiş. Nerden biliyorsun? Demişler.’’hep onun dediği oluyor’’ demiş.
Geçmişe baktığımız zaman, inaçsız toplum yaşamamıştır.
Cesedin kalkıp gidecek şekilde oturtulması, yanına eşya, yiyecek
konması, yapılan ayinlerin hepsi ahiret inancının varlığına işaret
eder.
İNKÂRIN SEBEPLERİ
İnkar, akıl mantık işi değil, ideolojiktir. Sapık ideoloji sahibi,bildiği halde inat eder.
-Avrupada hiristiyanlığın kilisesinin ve papaz ların tavrı, bilen insanları bıktırmıştır. Onlar da hirisriyanlığa cephe almıştır.
Bizdeki batı taklitcileri batı dine düşman diye onlarda dine karşı
çıkmışlardır.Fakat batı hiristiyanlığa düşmandır.Bizimkiler islam’a
düşman olduklarının farkında değildir.
-Son zamanlarda hiristiyan dünyasına İslâm korkusu sarmıştır. Batıda İslâmı araştıran, müslüman oluyor. Papaz müslüman
oluyor, İlim adamları müslüman oluyor, Misyoner müslüman oluyor. Bunun önüne geçebilmek için çereler aranmaktadır.İslâm’a
İslâm Peygamberine iftiraların sebebi, müslümanlara yapılan zülümlerim sebebi budur.
190
-Bilmezlik her olumsuzluğun sebebidir. İslâm’ı bilmeyen ona
karşı tavır alıyor.Ömer ne demişti:’Eşeğim müslüman olsa,ben
müslüman olmam’’.Kurân ayetlerini görünce ne dedi:’’Eşhedü anlâ
ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühu verasuluh.’’
‘’İnsan bilmediğini düşmanıdır.’’denmiştir.
-Bizde din düşmanlığı, daha çok dışkaynaklıdır. Saçmalıklar,
hurafeler, batı insanını tatmin etmediği için müslüman olanlar arttıkça, Salman Rüştiler, Teslime Nesrinler ortaya çıkarılmıştır. Misyonerler, taktik ve metod değiştirmiştir. İslâma iftiralar atılmıştır.
Peygamberimiz aleyhinde karakatürler çizilmiştir.
Genaral Dögel, Papa’ya mektup yazıp:’’İslâm’ın önünü
kesmeliyiz’’demiştir.
Natonun hedefi kırmızı iken, hedef yeşil olmuştur.
Ebrehenin kilisesine gidenlerin azalması, Ebreheyi Kabeyi
yıkmaya yönelttiği gibi camiler hedef alınmış, yakılmış, domuz
kanı, domuz kafası camiye atılmıştır.
Şuan da 165 Alman vakfının Türkiye’de ne işi var? Ne yapıyor bunlar? Hiç düşündünüz mü?.
-Son zamanlarda teknoloji, Allah’a unutturup, dine yer vermemektedir. İşin çokluğu önce ibadetleri unutturmuş,sonrada beslenmeyen iman gitmiştir.
-Kötü alışkanlıklar ahlakın zayıflaması dinden uzaklaştırmıştır. Günahlara olan bağımlılık, kalpleri karartmıştır.Günahın ardındaki yol,insanları küfre götürmektedir.
-Çevrenin ve ailenin inanç yapısının zayıflaması gençleri maneviyatsız bırakmıştır, gül yerine kaktüs yetişmiştir.
-Bazı çevrenin baskısının etkisi büyüktür. Ebu Talip, ’’müslüman ol’’teklifine: ’’Ne derler’’ demedi mi Sosyete çevrelerinde
daha çok ataizm, satanizm, kominizm yayılıyor.
-Ümitsizlik, alkol, uyuşturucu bağımlılığını, hayatı sırf zevk
ve eğlence zanneden insanlar, dini lüzumsuz görüyor. Mahallelerine bir cami yapılmasına karşı çıkıyorlar.Ezandan rahatsız oluyor.
-Dinin emir ve yasaklarına uymama, dini hayatın zor gelişi,
ölüm korkusu, dinden uzaklaştırıyor.
-İslâmın terör dini, müslümanların gerici, mürteci propaganda, bazılarının soğutucu davranışları, tartışmaları, kınamalar da
islâmın dışına itiyor, bu unutulmamalıdır.
191
BAZI İDDİALAR
‘Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder’ derler.
Bunun için itikadı düzgün olmayanlardan uzak durmak sapıtmamanın yoludur.
Peygamberimiz şöyle buyurur:
-Ümmetim hakkında korktuğum şeylerin en korkuncu ağzı
lafyapan, konuşması ile insanları aldatan münafıklardır.’’
-Müslümanlar; Din afyondur,din terakkiye manidir,hac döviz
kaybıdır,araplara para yedirmektir,ifadelerini dini karalamak,dinden soğutmak için kullanıyor.
-Allah’ı inkar için Darvinizmi savunmak, tabiat ana demek.Allah olsaydı görürdük demek,gençlerin kafasını karıştıran
şeyler oluyor.
A.CAREL: Dünyanın nersinde bir şey varsa orada Allah vardır):
(Sen Tomas: Mahlukat bize Allah var deyip duruyor.)
-İbadete ihtiyaç yok. Allah’ın ihtiyacı mı var? Bu devirde
’’ibadet zaman kaybıdır. Ben spor yapıyorum ibadete ihtiyacım
yok.’’ deniliyor.
-Ilımlı islâm,Kurân islamı,,bize göre din gibi ifadeler islâm
inancını sarsmak için kullanılıyor.
-Peygamberin vazifesi bitmiştir.’’deyip sünnetü red etmek,
islâmı yaşanmaz, analşılmaz hale getirmek içindir. Sünnet olamazsa,islâm anlaşılmaz,kurân anlaşılmaz.Peygamberimiz.sünnetsiz din
olmaz,sünnette Allh’ın emridir.Çünkü Kurân da’’Peygamber kendiliğinden konuşmaz’’buyrulur.Son zamanlarda bir tehlikede kendi
anlayışımızı,yaşayışımızı veya anlatılan menkıbeleri sünnetmiş
gibi,Peygambere mal etme alışkanlığıdır.
Birde bakıyorsun müslüman sünnet olmaya karşı,Kurban
kesmeye karşı,hayatı müslüman hayatına hiç benzemiyor,nasıl
müslümanlık bu ?.
-Bugüne kadar dinin yaşanmasına müsaade edilmedi.’’Bizim
müsaade ettiğimiz kadar inanır, bizim miseade ettiğimiz kadar yaşarsınız’’denildi.
Dini ortamın oluşmaması için ne lazımsa yapıldı. Ezan,
namaz aslından uzaklaştırıldı. Dine ait ne vrsa kazındı, silindi.
Müslümanlar rencide edildi.
Devletin başı’’Kurân’dan 240 kadar ayet kalsın, diğerlerini
çıkaralım’’teklifinde bulundu.
192
Başörtüler için: ’’Okuyacaklarsa, örtecekler, Arabistan’a
gitsinler.’’denildi. Dinin önü tıkandı.’’işte cami ye ‘’gitmeyin’’
diyen mi var nutukları atıldı.
İNKÂRIN ZARARLARI
Dinsizliğin akıbeti kötüdür. Çünkü dönüş Allah’adır.Azrail
ensemizde yolculuk nezaman belli değil.’’Azraili bir elime geçirsem’’,diyen inkarcı o gün tuvalette ölü bulundu.
Allah diyene Allah’ı Amerika’ya, Peygamberi Arabistan’a
kovduk, diyen dindar birini işkence eden, olduğu yerde yığılıp kaldı.
Dinsiz yaşayan, dinsiz ölür. Cenaze namazından,Allah af
etsin dileklerinden,mezar taşında ki fatihadan, mezarı başındaki
duadan istifade etmez.Yapılanlarda ona ulaşmaz.
Ahlaksızlığın temeli inaçsızlıktır.’’Allah’ı olmayanın ahlakı
olmaz.’’Kork Allah’tan korkmayandan denir.
Remzi Oğuz Arık ideal ve ideoloji adlı eserinde’’inançsıza
güvenemezsiniz, o her gün başka başka bir insandır’’der.
J.J.Reusso, Emil adlı eserinde:’’inanmadan da faziletli olunabileceğini zandederdim. Ne kadar yanılmışım.’’demiştir.
Gorbocov un eşi yazdığı kitapta :’’Kur2an-ı okudum, düşünmeye başladım, dinin hayattaki yerini anladım. Toplumların
dinden uzaklaştırılmasının çok sakıncalı olduğunu gördüm. İnsanlığın ayakta kalabilmesi için dinin taşıdığı değerlerin harekete geçirilmesi lazımdır.’’(5-12-19-92-Zaman) demiş,bir gerçeği ifade
etmiştir.
Din güç kaynağıdır. Dinsiz milletler varlığını sürdürememiştir.Afatlarla, Musibetlerle cezalandırılmışlardır. Pompei halkı
çok zengindi, inançsızlığı yüzünden ahlaksızlaşmıştı. Vezüv yanardağının püskürmesi ile helak oldu. Taşlaşan vücutları hâlâ aynen
ibret için duruyor. Tarihte daha bir çok örnekler vardır.
DİN DÜŞMANLIĞI
Dine, dindara, kurân’a, peygambere dil uzatmak, ciddi bir
konu. İnsan dinden çıkar.Buda şeytanın çok hoşuna gider.
Hz Aise(ra):’’Allah resulu buyurduki:’’ Altı kimseye lânet
ettim. Duası kabul olan her Peygamber de lânet etmiştir:
1-Allahın kitabını tahrif edene,
2-Allahın kaderini yalanlayana,
193
3-Allah’ın haram kıldığını helal sayana,
4-Halka zulmedene,
5-Allahın zelil kıldığını aziz, aziz kılsığını zelil kılana,
6-Sünnetimi terk edene,(Büyük hadis külliyat:4/8050)
Küfür hiçbir zaman Allah’a, dine, Kuran’a zarar veremez,
Yakın bir zamanda Rusya, Allah’sızlık okulları açtı, Allah’ı yoksaydı, Ne oldu. Lenin’in, Stalin’in putlarını halk yere serdi. Allah’ı
yok edemedi. Bizde bu niyetle okullar açıldı gayelerine ulaşamadılar.İnançları yok edemediler.
Partiler büyümedi seçim öncesi eşarp dağıtıp seçim sonrası
ayaklar altında çiğnediler. Bir milletvekili gazetecileri yanına alıp
trafolerı mescid diye gösterirken’’mescid değil trafo olduğunu gazetecilerden öğrenmişti.’’
Dine dil uzatan, öğrencilerine dinsizlik aşılayan birine:
-Sana bir teklifim var:’’Ölünce dini merasim istemem, cenaze
namzı istemem, mezar taşıma Fatiha yazılsın istemem! Diye vasiyet edermisin? Dedim.
Sustu bir cevap veremedi.
Kuran da bu inkarcılar için:
-İmana karşı küfrü satın alanlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar için çok acıklı bir azap vardır.(Al-i imran:177)
-Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın,
bunlardan her gurup kendilerinde olanla böbürlenir.(Rum:32)
-Onlar ağızlarıyla Allahın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeselerde Allah nurunu tamamlayacaktır.(Saff:8)
-Onlar Allah yolunda alıkayan ve onu eğip bükmek isteyen
zalimlerdir. Onlar ahiretide inkâr edenlerdir.(A’raf:45)
-Kafirler ahirette cennetliklerle olmak isterler. Onlara: ’’Allah’ın size verdiği nimetlerden biraz bize verin’’ derler. İnananlar:
’’Allah bunları kafirlere haram kılmıştır’’derler, vermezler.(A’raf:50)
-O kafirler ki dine eğlence ve oyun edindiler ve dünya hayatı
onları aldattı.(A’raf:51)
-İnançsızlar ahirette kanla, irinden başka bir şey yemezler.(Hakka:36)
-Şüphesiz zakkum ağacı günahkarların yemeği dir, O karınlarında maden eriği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar. Allah zebanilere emreder’’tutun onu cehennemin ortasına sürükleyin sonra başına kaynar su dökün.(Duhan:43-50)
194
Müslümanlara dil uzatan, el uzatan, rencide eden, zulmedenler için Peygamber(as) derki:
-Cehennem ehline uyuzluk, musallat olur, kemikleri görününceye kadar kaşınırlar ve derler ki:
---Bu bize ne sebeple musallat edildi?
---Ehli imana verdiğiniz sıkıntı yüzünden. (Ramuze’l- Ehadis:510/8)
Sen namaz kılıyorsun, başını örtüyorsun, senin anan başı
örtülü diyerek can yakanların bakın nasıl canı yanacak gördünüz
mü?
‘’Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste’’ denmiştir. Hiç
bir zulum, zalimain yanına kalmaz. Zalimin zulmü varsa, mazlumun Allah’ı vardır. Bir gün mazlumun hakkını zalimden dünyada
veya ahirette mutlaka alır.
Zalime göz yuman, zulmü alkışlayan, destek olan da zalim
dir. Nisa sûresinin 140. Ayetinde Allah’ın dinine saldıranlarla,
Müslümanları incitenlerle beraber olunmasını yasaklıyor.’’Yoksa
siz de onlar gibi olursunuz’’deniliyor.
Allah:’’inkar edenler yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacaklarını sanmasın. Onların varacağı yer cehennemdir. O ne kötü yerdir.
’’(Nur:57) buyuruyor.
Din düşmanlığının kaynağı dışardadır. Batıda din adına rezaletler işlendi: İlim adamları fırınlarda yakıldı. Dünya dönüyor
diyen Galile korkunç şekilde cezalandırıldı. Bu hal din düşmanlığını doğurdu. Batı çöplüğünden beslenen bazı insanlarımız da batı
dine düşman diye onlarda din düşmanı kesildi.Halbuki batı hiristiyanlığa düşmandı,bizimkiler islâma düşman oldular.
Ahmet Hamdi Aksekinin ‘’ Peygamberimiz’’ adlı kitabı basılmadı. Basımdan sorumlu Nedim Tör, sebebini şöyle açıkladı:
’’Türkiye’de dini bir ortam oluşsun istemiyoruz.’’Gayeleri inançsız
bir nesil yetiştirmekti. İslam ülkelerinden gelen misafir, Celal Bayar’la Cuma günü ezan okununca, misafir camiye yönelmiş Celal
Bayar’a siz gelmeyecekmisiniz.? Deyince: ’’Biz laikiz cevabını
almıştır.
İNÖNÜ hayatında bir defa ”Allah” demiş onuda birine
‘’Allah belanı versin’’ derken söylemiştir.
Ahmet Kabaklı’nın Temellerin duruşması kitabına şöyle bir
göz atalım:
195
-Milli mücaleden sonra ‘’Din yok millet var’’ sloganı ile yola
çıkılmıştır.
-Allah’ı sultanla birlikte tahttan indirdik’’diyordu’’ Refik
Ahmet.
-Tevfik Fikret:’’ şeytanda biziz, cinde. Ne şeytan ne melek
var’’ diye şiir yazıyordu.
Kemalettin kamu:
Ne örümcek ne yosun,
Ne mûcize ne füsun,
Kâbe Arabın olsun,
Bize Çankaya yeter, diyordu.
Osman Nuri Çermen, Peygamber (as)’ı, baldırı çıplak
‘’Arap’’ olarak tasvir etmişti.
Top kapıda 450 yıl sürekli okunan Kurân susturuldu, çeşmelerdeki besmeleler kazındı, Ezan türkçe, namaz türkçe oldu.
Kurân öğretmek, öğrenmek suç sayıldı. Camiler satıldı, kapatıldı.
Hiristiyanlığı kabul edelim teklifi yapıldı.
Şuanda bizim solda dine, dindara, camiye, başörtüsüne karşı olmayı görev zandediyor. Dini değerlere saldırmakla yol alacağını zandediyor. Neden büyümediğini,neden iktidar olamdığını hiç
hesap etmiyor.Dine mesafe koyduğu için halka ulaşamadığını düşünemiyor.
Mehmet Akif rahmetli şu niyazda bulunmuştur:
-Şu Ezanlarki, şehadetleri dinin temeli,
-Ebedi yurdumun üstünde inlemeli.
Çan sesine rahatsız olmayanlar, Ezan sesinden rahatsız oluyor.
Ezan, namaz Türkçe olsa sanki davete icabet edecek, alnı
secdeye koyacak!
Başta camiyi kiliseye benzetmek için Camiye sıra koyalım
dediler.
Yaz Kuran kurslarında camiye gitme yaşını 12 ye çıkardılar.
Gül değil kaktüs yetişsin dediler.
‘’Cami fazlalığı var ‘’diyerek cami yapımına karşı çıkıyorlar.Yeni mahallelerde camiye yer ayrılmıyor.Avluda yolda namaz
kılanları görmüyorlar..
Ebrehe kabeyi yıkmak için harekete geçti.Ne oldu.Allah müsaade etti mi…?
Allah Kurân’da cami düşmanlarırı için şöyle diyor:
196
-‘’Camimi camililikten çıkaranlara Allah’ın isminin anılmasını men eden,mescidlerin harap olmasına çalışandan daha zalim
kim vardır ?.İşte o zalimler yokmu onların mescidlere korkarak
girmekten başka hakları yoktur.Bunlara dünyada büyük bir felaket
ve mahrumiyet, ahirettede pek büyük azap vardır.’’(Bakara:114)
Dinde reform istiyorlar. Hiristiyanlığın bozulmasıyla batıda
yapılan reformu, rönesansı islâm dada yapmak istiyorlar.
Peygamberimizden buyana islam dinin de en ufak din değişikliğe uğramamıştır. İslam deform olmamıştır ki,reform olsun.
Müslüman olmasının arkasında kendisiyle yapılan bir görüşmede genç bir gazetecinin!!Şslamiyetle diğer dinler arasındaki
fark nedir?’’R.Garaudy şu cevabı vermişti:
-Bana göre islâm,çağları arkasında sürükleyen bir dindir.Diğer dinler ise çağların arkasından sürüklendi.Yani islâm dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu.Reforma tabi tutuldu.Mukaddes kitaplar çağlara göre tahrif edildi.Kur’an ise indirildiği günden beri hep zamana hükmetti.O zamanı değil,zaman onu
takip etti.Zaman yaşlandıkça o gençleşti.İşte aradaki fark budur.Bu
çağlar üstü bir olaydır..” Bugüne kadar bunca sanvaşların bıraktığı
korkunç sosyal, siyasi ve ekonomik sarsıntılardan
Daha büyük bir olaydır bu.
B izim dini değiştirmeye, birşeyler çıkarıp, birşeyler koymaya hakkımız yoktur.(Bakara:85-Ahzap:36-Şura:21 )
Cenabı Allah bu güne kadar islamı korumuş bundan sonrada koruyacağını bildiriyor.(Hıcır:9-Kehf:27-Fussılat:42-Tevbe:32 )
İslâmın bizi geri bıraktığını söylüyorlar. Önce İslâmın nasıl
geri bıraktığına bakmak lazım.
İslâm, çalışmayı ibadet sayan bir din ‘’iki günü eşit olan zarardadır’’ diyen bir dindir.
Batılı bir ilim adamı İslâmi inciliyor ve:’’Böyle güzel bir
dininiz var.Neden geri kaldınız.? Diyor.
Biz dindar iken kıtalara hükmettik. İslâm’ı bıraktık geri
kaldık.
M.Akif:’’Çalış çalış dedikçe din çalışmadın durdun, onun
namına birçok yalanlar uydurdun .’’ diyor.
Ziya Paşa da: ‘’İslâm imiş devlete pâyende-i terakki, Evvel
yağ idi iş bu rivayet yeni çıktı…’’
Geriliğimizin sebebi, dindedi geriliğimizden dir.Dindar değiliz ki,terk ettiğimiz din bizi nasıl geri bırakmış olabilir.?
197
İslâm dini terörle özdeştirilmeye çalışılıyor. Bu iftira müslümanları rencide eden bir iftiradı.
İslâm da canı veren Allah alır. Kulda can alma yetkisi yoktur. İnsanın insanı öldürmeye hakkı yoktur.(Nisa:92). İnançlarından
dolayı insanların öldürülmesi helal değldir.(Nisa: 94). Bizim kitabımız böyle der.
Kur’an’da: Kim bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kimde birinin hayatını kurtarırsa, bütün insanları
yaşatmış gibi olur.(Maida:32) buyurur.
Ppeygamberimizin müslümanı tarif ederken, eliyle, diliyle
başkalarına zarar vermeyen dir diye tarif etmiştir. Bir hadislerinde
de:’’Sizden biriniz kendisi için arzu ettiğini başkaları içinde istemedikçe iman etmiş olamaz.’’buyrulmuştu.(R.Salihın:182)
İslâm’da terör olmaz İslâm’ da adam öldürmek büyük günahlardandır. İnsana zarar vermemek vaciptir.İslâm,af, hoşgörü ve
merhamet dinidir. İslâm’da kalp kırmak, kabe yıkmaya benzetilmiştir. Allah kul hakkını helal etmez.
İslâmmın savaş kurallarına bakın:
-Din adamlarına, çocuklara, kadınlara, ihtiyarlara dokunulmayacak.
-Ağaçlara zarar verilmeyecek.
-Hayvanlara zarar verilmeyecek.
-Yaralı düşman kovalanılmayacak. Kaçan öldürülmeyecek.
-Esirlere zulmedilmeyecek, öldürülmeyecek.
Soruyorum: Bu din nasıl terör dini olur? İslâm’a iftira edenler, kilisenin zumünü haçlı ordularının yaptıklarını okusunlar.
İslâm, evrenseldir. İnsan yararına inmiştir.İnsanın yapıpda
zarar görebileceği bir emri yoktur.Faydalı olan şeyleri emretmiş,Zararlı olan şeyleri yasaklamıştır.
İslâm SON dindir. Kıyamet dinidir. Peygamber (as) bütün
insanlığa gönderilmiştir.Peygamberimiz(as) için Kur’an da:’’Biz
seni alemlere rahmet olarak gönderdik’’ buyururr.(Enbiya:107).
İslâm’ı incileyip, müslüman olan yabancıların şu ifadelerine bakın:
-Müslüman oldum, huzur buldum.
-İslâm’ı bilmiyordum hayran kaldım.
-Hayallerimi İslam da buldum.
-Papazların sapıklıklarından bıktım. Günahkar doğmam, Papazın günahımı affetmesi, beni rahatsız ediyordu.
198
-Müslüman oldum her şeyim değişti…
İnsanın dine şiddetle ihtiyacı vardır. Sadece ölüye değil
esas diriye ihtiyaçtır.
Din, son nefeste lâzım. Kabirde lâzım,sıratta lazım,Mahşer
yerinde lâzım,Cennete girmek için lâzım.
Sircon Lobuk şöyle der:’’ Din hayatta bir ölçü, gelecekte
hâmi, felâket anında teselli, kaynağı, tehlike anında sığınak, kaderli
anında dayanaktır.’’
Şair ne güzel söylemiş:
Dinin yoksa neyin vardır?
Var tabutunu kendin kaldır,
Din dayamak Hakktan kula,
Dinsiz Âdem heder ola!
Rabbim bir insanı dinsiz, imansız bırakması, bir insana din,
iman nasip olmadıysa bu onun için en büyük cezadır.
İnanmak inancını yaşamak ve imanla ölmek ise Cenab-ı Allah’ın insana en büyük lütfu ve ihsanıdır. Bizi müslüman olarak
yaratan Allah’a hamd olsun.
199
200
İSLAM’IN DÜNYAYA BAKIŞI
İslâm’ın hayata bakışı, diğer inanç sistemlerinden farklıdır.
İslâm’a göre hayat, doğumla ölüm arasına sıkıştırılan zaman
değildir. Hayat, ölüm ötesine uzanır. Ve hayat ölümle son bulmaz,
devam eder. Bu ahiret hayatıdır.
Ölüm, yok olmak değildir. Ölümden sonra dünya hayatımızın
sevabını verilecektir.
Hayatı doğumla ölüm arası görenler, mezar taşındaki “doğduöldü” ifadesine bakanlar. Dünya hayatının sınırlı, geçici olduğunu
zannediyorlar. Buda onlara pişmanlık vesilesi olacaktır.
Dünya hayatı, ahiret hayatının tarlasıdır. İmtihan yeridir. Hazırlık yapma yeridir. Ahiretin güzelliklerini kazanma yeridir. Ömür
en kıymetli sermayedir.
Dünya hayatına kanan, aldanan, kendini aldatmış olur. İnsan,
bu dünya için yaratılmamıştır. İnsan dünyada kiracı gibidir. Yolcu
gibidir. Misafirdir. Dünyayı ebedi görenler, hayatı oyun eğlence
zannedenler, helâk olmuşlardır.
Dünya hayatı geçicidir. Her gün mezar kazanlar, her gün o
mezarlara ceset taşıyanlar dünyanın geçici olduğunu bilmiyorlar
mı? Dünya hayatı, bir rüya kadar bir serap olayı kadar yalancıdır.
Buna rağmen insan, dünyada bir nefes fazla alabilmek için çırpınır
durur. Dünyanın sahte yüzüne aldanır.
İmam-ı Gazali: “ Ey oğul! Dünya bir denizdir. İçinde birçok
insanlar boğulup gitmiştir. Unutma sende bu denizin içindesin…”der.
İnsanın evveli bir damla sudur. Sonu da toprak olmaktır. İnsanın dünyada bir namazlık saltanatı olacaktır.
Hayatın gayesi, önce Allah’ın rızasını, sonra da ebedi hayatı
kazanmaktır. Bunun için hayatı akıllı ve dolu dolu yaşamak gerekir.
İnsanın ne kadar yaşadığı değil, neler yaptığı önemlidir. Hayatı boşuna geçirip de mezarda okunan Fatihalardan, Yasinlerden
istifade edememek ne kadar acıdır.
Fırsat, yaz yağmuru gibidir. Çabuk geçer. Hayatın gayesi, vur
patlasın ,çal oynasın, nerede çalgı orada kalgı olamaz.
201
Hayatın gayesi, gönlünce yaşamak, mal toplamak tıkabasa
her canının istediğini yemek değildir. Hayatın gayesi, Firavun gibi
çok yaşamak değildir.
Hayatın gayesi, iyi insan, iyi kul olmak iyi bir şekilde Allah’a
kavuşup cennetlik olmaktır.
Zalim Haccac bir Allah dostuna:
- “Benim için hayır dua et “ der. O da:
- Allah’ım bunun canını biran önce al “ der.
- Adam: Bu nasıl dua ben beddua istemedim” der.
- Allah dostu: Ben senin için hayır dua ettim. Sen ne kadar az
yaşarsan hesabın o kadar az olur.” Der
Cudi şöyle demiştir:
Yâdında mı doğduğun zamanlar
Sen ağlar idin, gülerdi âlem.
Öyle bir ömür yaşa ki, olsun
Ölümün sana hande, halka matem.
Cenab-ı Allah, kullarını “ sakın dünya hayatı sizi aldatmasın
“ buyurarak uyarmıştır. Onun için bomboş bir hayat değil, hayatı
dolu dolu yaşamak, her an alemlerin Rabbine yürümeye hazır, “ gel
gidelim “ denince gitmeye hazır. Son anda ömrünü geriverelim
dense, “ yaptıklarını bir daha yapamam endişesi ile verilecek ömrü
red edecek şekilde bir hayat anlayışımız olmalıdır.
Tok gitme, çok miras bırakma arzumuz olmamalıdır. Unutmayalım dünyada insanı ilk terk eden dünya malı olacaktır. Mezar
başında çok sevdiği insanlar onu terk edecektir. Kabre insanla beraber bir kefen ve yaptığı ameller girecektir. Mirasçılar ne bıraktı
deyip birbirine düşerken, melekler ne getirdi? Diyecektir.
Dünya hayatını ahiret hayatına tercih, büyük hata olur. Sonunda “eyvah !” derler.
- Dünyayı ahirete tercih eden “ eyvah” diyecek.
- İmanını şeytana kaptıran “eyvah” diyecek.
- Kabir azabı gören “ keşke “ diyecek.
- Amel defterini solundan alan “ keşke “ diyecek.
- Sırattaki durakları geçemeyen ayağı kayan “ eyvah” diyecek.
- Ateş atılan “eyvah keşke” diyecek, ama bu keşkeler, eyvahlar çare olmayacak, fayda vermeyecek.
202
- Saç baş ağarmış adam hala dünyayı mamur etmeye çalışırken ahiret aklına gelmiyor. Geçici dünya hayatını tercih ediyor.
Halbuki kitabı onu şöyle uyarıyor:
- “Dünyanın nimeti çok azdır. Allah’tan korkanlar için ahiret
çok daha hayırlıdır.” ( Nisa:77)
- “Dünya hayatı, aldanma ve aldatmadan başka bir şey değildir.” (Bakara:185)
- “ Sakın dünya hayatı seni aldatmasın .” (Fatır:5)
Peygamber: onu şöyle uyarıyor:
- “Gözünü dünya işlerine kaptırıp, ahireti unutmaktan sakın.
”(R. Salihın:481)
- “ Ey dünya! Bana hizmet edene sen hizmet et. Sana hizmet
edeni, hizmetin de kullan “ (H.H.Erdem İlahi Hadisler:27)
Ahireti unutup hep dünyaya hizmet eden, dünyanın kölesi
olur. Dünyaya yönelenin işi artar. Gözü doymaz. Salebenin akıbetine uğrar. Mescid kuşu iken, cenaze namazı kılınmayan kimse
haline gelmiştir.
Dünyanın ne olduğunu Cenab-ı Allah bize şöyle tanımlıyor :
- “ Biliniz ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme aranızda övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olmaktan ibarettir. (Hadid:20)
İslâm, dünyayı terk et demiyor. Dünyaya yeterli kadar, kalacağın kadar önem ver, ahireti unutup dünyaya sarılma! Diyor. “
Dünya ahiretin tarlasıdır.” Diyor. “Ahiret dünyada kazanılır.” Diyor. “ Dünyada ne yaparsan ahirette onu bulursun” diyor. Güzel
şeyler yapmamızı istiyor. “ Ölmeyecek gibi dünya, yarın ölecekmiş
gibi ahiret için çalış” diyor.
Malın insana yüklediği sorumluluklar vardır. Malın şükrü
edâ edilmezse, sadakası, zekatı verilmezse hak yolda harcanmazsa,
o mal pişmanlık vesilesi olacaktır.
Dünya bir yılan gibidir. Derisi renkli, güzel, yumuşak, fakat
zehri öldürür.
A)
B) DÜNYA MALI YALANDIR
Dünya ve hayat nasıl fani ise, dünya malı da öyle fanidir.
Dünya malı deniz suyu gibidir. İnsan ne kadar içerse, kanmadığı gibi, dünya malına da doymaz mal toplama sevdasına düşer.
203
Atalarımız: “ Ya Rabbi! Az verip bezdirme, çok verip azdırma “ diye dua etmişler.
Mal, imtihan içindir. Bakalım nereden kazanacak nereye harcayacak, şükrünü edâ edecek mi? Devraldığı emaneti mirasçılarına
nasıl devredecek? Mal sebebiyle cenneti mi kazanacak cehennemi
mi? İnsan mal ile böyle imtihana tabii tutulur.
Kıyamet günü Allah kuluna diyecek: bu durumdan kurtulmak
için dünyada sahip olduğun şeyleri verir miydin? Kul : “Evet” diyecek. Allah ona : “Biz senden çok azını istemiştik. “ Diyecektir.
Dünyadan ancak bizim olan mal, Allah yolunda harcadığımız
maldır. Birde kefendir.
Peygamberimiz Ashabı ile giderken bir oğlak ölüsüne rastlar.
- “Kim bunu bir dirheme alacak? “Diye sorar.
- “Kimse sahip çıkmaz, parasız bile almayız” derler.
Allah Rasulü:
- “İşte dünya malı da böyledir.” Der.
Bir hadislerinde şöyle buyurur:
- “ İnsan ölünce onu üç şey takip eder
- “ Mal ölüm döşeğinde terk eder. Ailesi, yakınları kabri başında terk eder. Ancak ameli onunla kalır.” (Rumuz el – Ehadis:506/8)
Her şeyden çok mala önem veren vah, keşke diyecektir. Ama
ne çare?
İnsan hem “ yalan dünya “ diyor, hem de dünyanın yalanlarına kanıyor.
Bakın Cenab-ı Allah ne buyuruyor:
-“ Kim çarçabuk geçen dünyayı dilerse, ona dilediği kadarını,
dilediğimiz kadar veririz. Sonrada onu kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme sokarız .” (İsra:18)
İslâm, insanı Allah’a kulluktan alıkoyan, azdıran, sapıtan
dünyayı ve dünya malını reddeder.
Bu dünyada “ benim, benim” dediğimiz hiç bir şey bizim değildir. Aziz Mahmut Hüdayi şöyle der:
Kim umar senden vefayı
Yalan dünya değil misin?
Muhammed’ül Mustafa’yı
Alan dünya değil misin?
204
Aslında dünyanın görevi insanı taşımaktır. Ama insan dünyayı taşımaya kalkıyor ve altında eziliyor.
Cenab-ı Allah : “Ey Ademoğlu! Malım, malım diyorsun. Yiyip çıkarıp attığın veya giyip eskittiğin veya sadaka, zekat olarak
verip önden gönderdiğinden başka senin malın mı var? ( R. Salihın:485)
Peygamberimiz (sav) bizim için bir endişesini şöyle dile getirir:
- “ Benden sonra şirke düşmenizden korkmuyorum. Dünyalık
hırsına kapılmanızdan, dünyalık yarışına girmenizden korkuyorum.
(Müslim Fezail:17-69)
Cenab-ı Allah’ın bir uyarısı da şöyledir:
- “ Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini
unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşır:19)
Ne güzel söylemişler : “ Su, geminin dışında olursa, gemiyi
yüzdürür, içinde olursa gemiyi batırır.
Adamın biri arkadaşları ile mezarlıktan geçerken onlara güzel
bir ders vermek ister duvarın dibindeki pisliği göstererek, işte dünya nimeti, mezarları göstererek işte gidenler” der. Öyle değil mi?
Yunus Emre şöyle demiştir:
Mal sahibi, mülk sahibi hani bunun ilk sahibi?
Oda yalan, buda yalan, buda yalan
Var sende biraz oyalan.
Allah bizi uyarıyor:
-“ Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı
anmaktan alıkoymasın.” ( Münafıkun:9)
-“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız imtihan sebebidir.” (Enfal:28)
Allah’ın nimetlerine bolca sahip olan biri, tutturmuş: “ camiye gitmem, camiye gitmem” diye. Nihayet ölmüş, camiye getirmişler. Onu tanıyan biri tabuta eğilmiş : “Hep camiye gitmem diyordun, ya niye geldin? Ne işin var burada?” Demiş.
Bir meslek taşım “ Ben örtünemem, yaşlansam da örtünemem” diyordu. Kefenle örtünmüş, üzerine birde yeşil örtü ile örtmüşler. Musalla taşında yatıyordu.” Keşke öyle demeyip örtünseydin,” dedim.
205
Firavunlar, Nemrutlar, Ebulehiller, Ebulehepler bile inkarlarının inatlarının sonunda teslim oldu. Herkes amel defterini eline
alacak ve hesaba çekilecek.
Orada herkes eşit olacak. Falan yerin esnafından diye salası
verilende güzel elbiselerini çıkaracak, nesi var nesi yoksa geride
bırakıp eline amel defterini alacak. Her şeyin hesabını verecek.
Allah soracak:
-“ Sizi boş yere yarattığımızı ve huzurumuza getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” ( Mü’minun:115)
İstediğin gibi yaşa, istediğin kadar kazan, istediğin yere harca
yok öyle şey!
Allah: “ O gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz “ diye uyarıyor. ( Tekasür:8)
Mal kazanmak sahip olmak kolay, hesap vermek zor.
Mal azdırmamalı, şımartmamalıdır. Fakirlik de isyan ettirmemelidir.
Dünyada şımaranlar için Allah(c.c) “ onlar dünya ile şımardılar. Oysa dünya hayatı geçici bir hayattır.” ( Rad:26)
-“ Kıyamet günü dünyada sadece bir akşam vakti kadar yada
kuşluk kadar kaldıklarını sanırlar.” (Nazi af:46)
B) DÜNYA MALINA GÜVENİLMEZ
Herkes o benim, bu benim, mülk benim diyor. Uğrunda benim senin kavgası yapıyor. Emanetçi olduğunu unutuluyor.
Lokman Hekim bize:
- Dünyada ömründen kalanı kadar uğraş.
- Rabbine ihtiyacın kadar ibadet et.
- Ahiret için orada kalacağın kadar çalış
- Allah’a isyan edeceğin zaman görmediği yerde isyan et .”
diyor.
Şakik-i Belhi mezarlıkta şöyle demiştir :
- Bunların çoğu yalancı.
- Nasıl? derler.
- Bunlar ölmeden önce “ şu benim, bu benim” derler, onunla
öğünürler, gururlanırlardı. Şimdi görüyorsunuz. Hiç birine sahip
değiller” der.
Alamadım, veremdim derdi ve dünya gayreti, ahireti kaybettiriyor. Peygamber(as) :
206
-“ En hayırlınız dünyası için ahiretini, ahiret için dünyasını
terk etmeyendir.” Buyurur. ( Ramuz el Ehadis:363)
Bir Allah dostu yolsa iki çocuğun bir ceviz için kavga ettiğini görür onlara :
- “Kavga etmeyin cevizi ikinize paylaştırayım “ der
Bu kavga içi çürük bir ceviz içinmiş. İşte dünya malı ve kavga edenler.
Dünya malı bir gün var öbür gün yok. Bazen bir rüzgar, bazen bir deprem, bazen bir kıvılcım yeter.
İnsanlık tarihinin en zengini Kârun, serveti ile helâk oldu.
Mal Salebe’yi peygamberden uzaklaştırdı.
Rabbimiz şöyle buyurur : “O gün ne mal fayda verir, nede
evlat. Ancak Allah’a temiz bir kalp ile gelenler öğünde fayda bulur.” (Şuara:88-89)
Dünyada biraz eğleniyoruz, sonra yolcuyuz.
Bazıları dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi yaşıyor gönlünce yaşıyor, gönlünce eğleniyor.
Halbuki Allah(c.c): “ Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka
bir şey değildir.” (Ankebut:63)
-“ Biz gökleri ve yeri bunların arasında bulunanları, oyun ve
eğlence olsun diye yaratmadık.” (Duhan:38)
-“ Sakın dünya hayatı seni aldatmasın.” ( Fatır:5) diye uyarıyor.
Nakledildiğine göre Nuh(as) 900 yıl yaşamıştır. Son anlarında : “Dünyayı iki kapılı bir han buldum. Birinden girdim, diğerinden çıkıyorum” demiştir.
Yunus:
“Ana karnından geldik pazara,
Bir kefen aldık gidiyoruz mezara.” Der.
Hayatı boyu nefsimiz ile, şeytanla ve yalan dünya ile boğuşup duruyoruz. Hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini Peygamber(as)
şöyle bildirmiştir.
-“ Allah’ı görüyormuş gibi kulluk et ! Dünyada bir garip gibi
yaşa, yolcu gibi davran.”
Son durak mezar. Sonunda herkes bir gün ahiret yolculuğuna
çıkacak. Azrail bir gün mutlaka kapımızı çalacak. Götürülecek olan
sadece kefen ve güzel amel. Salâ verilecek “innalillahi ve inna
ileyhi râciûn “ diyecekler rahmet okuyacaklar. Musalla taşında namazımız kılınacak, götürüp mezara gömecekler.
207
C) BİZE DÜŞEN BU DÜNYADA DÜNYA VE AHİRET
DENGESİNİ KURMAKTIR
Dünyayı terk edemeyiz. Çünkü dünya ile ahireti kazanacağız.
Ahireti terk edersek ebedi felâket olur.
Dünyaya ölçülü bir şekilde yaklaşmak gerekir. Ateşle mesafemiz gibi olmalıdır. Ateşe çok yaklaşırsan, yanarsın, çok uzaklaşırsan da üşürsün.
Bir sahabi şöyle bir karar alınıyor. Bütün geceleri namaz kılacağım, bütün gün oruç tutacağım. Bu kararını Peygamberimize
anlatıyor.
Peygamberimiz:
- Ben bazen oruç tutarım, bazen tutmam. Bazen namaz kılarım bazen uyurum.” ( Buhari Nikah:1) diyor.
Dünyasız ahiret kazanılamaz. Buda dünya ile ahiret arasında
denge kurmakla olur.
Dualarımızda :” Rabbim, iki cihan saadeti ver. Rabbimiz,
dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver” demiyor muyuz.
Bir Allah dostuna biri sorar:
- Bize ne oluyor ki ölümden hoşlanmıyoruz?
O zat cevap verir:
- Nefsin, arzu ve isteklerine aldanıp dünyayı mamur, ahireti
harap ediyoruz da ondan. Bunun için mamur yerden harap yere
gitmek hoşumuza gitmiyor” der.
Bazıları ölümden ölmekten öyle korkuyor ki, sebebi ahiret
için bir hazırlığı yok Allah’ın huzuruna çıkacak yüzü yok.
Peygamberimiz(sav) dünya ve ahiret dengesini nasıl kurmamız gerektiğini şöyle ifade ediyor:
-“ Hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk
etmeyendir.” ( Ramuz el ehadis:363)
-“ Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi
ahiret için çalışın” işte denge böyle kurulacak.
208
D) UNUTMAYALIM HERŞEYDEN HESABA ÇEKİLİP
SORULACAĞIZ
Dünyada başıboş değiliz. Allah, Peygamber göndermiş, kitap
göndermiş, bize emir ve yasaklar koymuş. Onlardan korunmayacak
mıyız?
Sağımızda, solumuzda yazıcı melekler var. Her şeyi yazıyorlar. Sonunda amel defteri olacak önümüze konacak. “ Al oku!”
denilecek.
Bazı şeyleri filme alıp nasıl seyrediyorsak. Bütün hayatımız
filme alınıyor. Seyret hayatını denilecek itiraz yok. Kendi organlarımız şahitlik edecek.
Kur’an’da : “şunu iyi bilin ki, sizi her an gözetleyen yazıcılar var. Siz ne yaparsanız onu görür ve yazarlar.” ( İnfitar:10-12)
diye haber veriliyor.
Dış ülkede çalışan birine:
- “Kendini kurtardın, evin var, araban var, paran var. Sırtın
yere gelmez artık” dediler. Dedi ki:
- Namaz yok, ahiret yok. Nasıl kurtulma bu? Dedi ağladı.
Ahiret sorgusu kolay değil, hesap vermek, kurtulmak kolay
değil. Yazıcı melekleri unutarak yaşıyoruz. Sorguyu unutarak yaşıyoruz.
Mevlana Hazretleri şöyle der:
-“ Ahirete eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmek gibidir. Mezar ne getirdin? Diyecek. Melekler ne getirdin diyecek. Cenab-ı Allah ne getirdin? Diyecek. Ne cevap vereceksin?
E) ÖLÜME, HESAP VERMEYE HAZIR MIYIZ ?
Dünyada sayılı günler geçireceğiz, sonra bu dünyadan esas
yerimize göçüp gideceğiz.
Y. S. Selim ölüm döşeğinde hâlâ talimatlar verirken Hasan
Can:
- Padişahım, Hakk’a yönelme zamanıdır.” Deyince Yavuz
Selim doğrularak:
- Ya sen şimdiye kadar bizi kiminle bilirdin? Cevabını verir.
Yunus Emre:
209
Ölüm haberi gelmeden,
Ecel yakamız almadan,
Azrail hamle kılmadan,
Gel dosta gidelim gönül.” Der.
Kısacık yolculuklara dünya da hazırlıksız gitmezken, ebedi
yolculuğa hazırlıksız gidilir mi?
Ahiret hazırlığı denince, bazıları kefen satın almak, mezar satın almak zannediyor bu ahirete değil mezara hazırlıktır.
Ölümü unutan ölüm ötesini de unutuyor.
Peygamberimiz(sav) ilk Cuma hutbesinde şöyle diyor:
-“ Ey insanlar! Sağlığınız da ahiretiniz için hazırlık yapın, bilin ki kıyamet günü birinin başına vurulacak, Allah soracak : “ Rasulüm gelip sana tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda
bulundum. Sen kendin için ne hazırladın? O kimse sağına soluna
bakacak cehennemden başka bir şey görmeyecek. Kim kendini
yarım hurma ile de olsa ateşten kurtarabilecekse, hemen o hayrı
işlesin.”
Hz. Ebu Bekir (ra)
-“ Acele edin. Çabuk olun. Kurtulun çünkü arkanızda sizi
hırsla takip eden bir ecel koşmaktadır. Ölüme hazırlanın. Sizden
öncekilerden ibret alın.” Demiştir.
“ Bugün Allah için ne yaptın” sözünü çerçeveletip duvara
asıyor, okuyoruz. Ya cevabı veriliyor mu? Kendim için, Allah için,
ahiretim için, ne yaptım? Diye sorup cevabını verebiliyor muyuz?
Peygamberimiz “ Allah’ın kulundan vazgeçmesinin alameti, o kulunun boş şeylerle uğraşmasıdır.” Demiş. Biz Allah’ı unutursak, elbette bizde unutuluruz.
Bir hadiste şöyle bildirilmiştir:
- Kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah da onu sever. Kimde
Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.” (Müslim Zikir:2684)
Dünya nimetlerini elde etmek için gösterdiğimiz gayret kadar ahiret nimetlerini elde etmek için gayret göstermiyoruz. Ahireti
unutuyoruz.
210
Adamın biri. Son anlarında oğluna beni çoraplarımla gömün diye vasiyet etmiş, bir arkadaşına da biraz yaramaz oğluna
gömüldükten sonra verilmek üzere mektup bırakmış.
Adam ölür çorap isteği İslam’a uymuyor diye kabul edilmez.
Definden sonra mektup sahibine verilir. Mektup da şunlar yazılıdır:
-“ Gördün mü oğlum bir çift eski çorabı bile götüremedim.
Sende götüremeyeceksin.”
Baba oğluna böylece bir ders vermiştir.
Çoğu insan gereksiz şeyleri sırtına alıyor ve altında eziliyor.
Aslolan dünyaya hizmet değil, dünyanın insana hizmet etmesidir.
Kur’an’da: “ Şeytan pişmanlık vererek ne varsa insana süslü
ve cazip gösterir”. (En’am:43) Şeytan insanı dünya ile aldatır ahireti unutturur.
Peygamberimiz : “ Gözünüzü dünyaya dikip ahireti unutmaktan sakınınız “ diye uyarıyor. ( R.Salihın:481)
Eğer kulun ahiret hazırlığı yoksa, imanlı gitmesi zor olur.
Musalla taşında yapılanlar, kabir de kıbleye doğru yüzünün döndürülmesi fayda etmez.
Cenab-ı Allah’ın kuluna sorularından biri de:
-Kulum, dünyada ben hep seninleydim. Ya sen kiminleydin?
Olacaktır.
Peygamberimiz der ki:
-“ İnsan ölünce herşey önüne konur. O kişi önündekilere bakar ve : “ Ya Rabbi, beni dünyaya döndür de yapmadıklarımı yapayım, yanlış yaptıklarımı terk edeyim” der. Ona : “ Şimdi mi aklın
başına geldi. “ denir. O fırsat ona verilmez” (Ramuz el ehadis:42/8)
Yusuf (as)’ın duasıyla bitirelim : “ Ey Rabbim Müslüman
olarak benim canımı al. Beni Salihler arasına dahil et” (Yusuf:101)
Boşuna düşme gönül
Şu dünya telaşına
Ummadığın zamanda
Bir iş gelir başına
Geride kırık dökük
211
Bir ah kalır sadece.
Yalancı saltanatın
Makamına güvenme
Canım diyen dostların
İkramına güvenme
Boğazda düğümlenir
Eyvah kalır sadece.
Zaman bu, kimler geldi
Kimler geçti bir bilsen!
Bu hicran badesinden
Kimler içti bir bilsen
Yokluğundan bihaber
Sabah kalır sadece.
Bu garip iş başıma
Nereden geldi deme
Her gelen gidicidir
Aklın varsa gam yeme
El’bâkî, hüve’l bâkî
Allah kalır sadece.
Bestami Yazgan
Selam hidayete tabi olanlara. Selam dünya ile ahireti kazananlara.. Allah’ın selamı üzerinizde olsun.
212
CİHAD RUHU OLMAYAN MÜSLÜMAN
CİHAD HAREKETİ OLMAYAN İSLAM İSTENİYOR
İstenen ılımlı İslâm ve tepkisiz, tebliğsiz iyiliği önemseyen
emretmeyen, kötülükten sakındırmayan, uyuşuk müslüman tipi,
istenen bu.
Cihadsız islam ve müslüman için dış güçler müslümanları
bölmeye birbirine düşürmeye ve iğdiş etmeye çalışıyorlar.
A-CİHAD NEDİR?
Cihad, bize farz olan ibadetlerden biridir. Ne yazıkki, günümüzde unutturulmuş ve unutulmuştur.
Cihad, inancımızı, vatanımızı, milletimizi, ailemizi korumak
için verilen mücadelenin adıdır.
Cihad, ibadettir. Cihadda hayat vardır.
Cihadı terkedenler uyuşmuş ve sonrada rezil olmuşlardır.
Cihaddan maksat, Cenab-ı Allah'ın adını yükseltmek ve Allah'ın adını yeryüzüne yaymaktır. Ayrıca yeryüzünde kötülük kalmayıncaya kadar çalışmaktır.
Cihad, eline silah alıp önüne geleni asıp kesmek, kırıp yığmak değildir.
Cihadın bir çeşidide nefisle yapılan cihaddır. Peygamber (as)
şöyle demiştir: "Gerçek mücahid, nefsiyle cihad edendir." Nefsi ile
cihad edemeyen, başka hiçbir şeyle cihad edemez. Nefsini yenemeyen, düşmanı yenemez.
Gerçek cihadda nefsin arzuları yoktur. Gurur yoktur. Menfaat
düşüncesi yoktur.
Cihad, dini bir bir görevdir. Her müslümana farzdır. Çünkü
her müslümanın yapabileceği mutlaka bir şeyler vardır. Cihad, el
ile yapılabileceği gibi mal ile de yapılır. Dil ile de yapılır. Bunları
yapamayan kalbi ile buğz eder veya terk eder. Buda cihaddır.
Bazılarının dediği gibi cihad, saldırı hareketi değildir. İnsanları Hakk'a davettir. Yeryüzünde hakkı hakim kılmaktır.
Cenab-ı Allah:"Hak yolunda gereği gibi cihad ediniz." diye
emrediyor. (Hac:78) Buna göre hiçbir müslüman:"Cihad bana göre
değil, bana cihad düşmez" diyemez.
Kur'an'da:"Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihad edin.
Bilseniz bu sizin için çok hayırlıdır." buyrulur. (Tevbe:41)
213
Bugün insanları doğruya, güzele çağırmak, bilgilendirmek
bid'at ve hürafelerden kurtarmak, kötülüklerden arındırıp iyi şeyler
kazandırarak faydalı hale getirmek, cihadın temelini teşkil eder.
İyi hali ile islamı temsil etmek, salih ameller işlemek, doğrularla beraber olmak, insanlara hakkı ve sabrı tavsiye etmek, insanın kurtuluşuna vesile olacaktır.
B-CİHAD ÜSTÜN BİR AMELDİR:
İnsanlara iyi örnek olmak, iyi çığır açmak sadaka-i cariyedir.
Peygamberimize soruyorlar:
-Hangi amel daha üstündür?
-İman etmek.
-Sonra hangi amel üstündür?
-Allah yolunda cihad etmek." buyuruyor. (R.Salihın:1290)
Gene soruyorlar:
-Hangi insan daha üstündür?
-Allah yolunda malı ile, canı ile cihad edendir." cevabını veriyor. (Age:1294)
Cihad, Cenab-ı Allah'ın en çok sevdiği amellerdendir. Allah'ın rızası daha çok bu yolla kazanılır. Bunun için bizden öncekiler, servet biriktirmemiş, yataklarında yatmamış canla başla Allah
yolunda cihad etmişlerdir.
Kısa ömründe insan isterse, güzel amelleri ile cennetlik olur.
Sevaplı işlerle ömrünü süslerse, Rabbinin rızasını kazanır.
C-CİHAD FARZDIR
Kur'an'da:"Ey inanlar! Allah yolunda cihad edinki. Kurtulasınız." (Maida:35)
-"Hepiniz Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihad
edin." (Tevbe:41) buyrulur.
Allah resulü de:
-"Cihada çağrıldığınız zaman hemen cihada koşun."(İ.Canan,
Hadis Ans:17/866)
-"Cihada iştirak etmeden ve cihad niyeti taşımadan ölen, bir
çeşit nifak üzere ölmüştür." (Müslim İmare:158)
-"Sizden biri çirkin bir iş görürse, onu eliyle değiştirsin. Eğer
buna gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Bunada gücü yetmezse,
kalben nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir."
(R.Salihın:183) demiştir.
214
Buna göre müslüman, olup bitenlere seyirci kalamaz."Bana
ne?" deyip bir kenara çekilemez.
Cihad, ömür boyu, kıyamete kadar devam edecektir.
Hendek savaşına hazırlık yapılırken Sahabe sorar:
-Biz size biad ettik. Ya Rasülullah, hayatta kaldığımız
müddetce mi cihad edeceğiz?
Allah Rasulü onlara:
-"Evet" demiş ve devamla :"Allah'ım asıl yaşanacak yer ahirettir. Sen onu ensar ve muhacire ikram et." demiştir. (Müslim;
cihad:126)
D-CİHAD TERK EDİLEMEZ
Bir söz var:"Su uyur, düşman uyumaz." diye müslümanların
huzurunu, kardeşliğini bozmak için çalışan düşmanlar çok. Onun
için uyanık olmak, güçlü olmak gerekir.
Günümüzde müslümanı cihad ruhunu kaybetmiş: hissiz,
duyarsız, âdeta uyuşmuş, üzerine sanki ölü toprağı serpilmiş, sorumluluk endişesi taşımıyor. Cihad ruhu ölmüş.
Şair:
"Bir elinde cımbız, bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!" demiş.
Bütün dert, alamadım, veremedim.
-Bane ne?
-Bana dokanmayan yılan bin yıl yaşasın.
-Ben mi kurtaracağım
-Gemisini kurtaran kaptan" gibi egoist düşünce ve hayat
tarzı yaygın. Bu durumda diriliş hareketine ihtiyaç var.
Cihat terk edilirse, dünyada da huzur yoktur, ahirette de huzur yoktur.
Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
-"Yoksa Allah cihad edenlerle, sabredenleri ayırt etmeden
cennete gireceğini mi sanırsınız?" (Al-i imran:142)
Allah Rasülü'de:"Cennet size ayakkabınızın bağından daha
yakındır. Cehennem de öyledir." diyor. (R.Salihın:105)
-"Sakın zulüm görenin yanında durma. Eğer yanında durup
da müdafa etmezsen üzerine lânet yağar. sakın zalimin yanında
durma. Eğer durup da ona engel olmazsan üzerine lânet yağar."
buyurur
Bizden öncekiler oturak olmamıştır. Pasif davran-
215
mamıştır. Öyle olsaydı nereden bulacaktık bu yurdu, nasıl elde
edecektik bu hayatı?
Gaflete dalarsak, düşman bu fırsatı değerlendirir. Tekin durmaz.
Üzerimizdeki sorumluluklar, üzerimizdeki farzlar unutulmamalıdır. İnsan kendisinden sorumlu olduğu gibi başkalarından da
sorumludur.
Cihadı geçmişte terk eden toplumlar, tarihin çöplüğünde yok
olmuştur.
İnancımız pasifliği, korkaklığı, Allah cezasını verir deyip
tehlikeyi kendi haline bırakmayı, zulme boyun eğmeyi asla hoş
görmez. Nemelazımcılık, felaketin habercisidir.
Müslüman, Allah'tan başkasından korkusu olmaz. Her zaman doğru söyler, doğrularla beraber olur.
Bir gün Peygamber (as) müşriklerin Kur'an dinlemelerini ister.
-Kim açıktan Kur'an okumak ister? Diye sorar.
Abdullah bin Mesud:
-"Ben Ya Rasülallah" der. Kendisi çok zayıf olduğu için
oradaki müslümanlar onun gütmesini istemezler. Abdullah bin Mesut (ra) ısrar eder, Kâbe'nin yanına gider ve Rahman sûresini okur.
Müşrikler tarafından acımasızca dövülür. Yaralı halde geri
gider. Müslümanlar çok üzülür. O ise:
-"Üzülmeyin, müşrikler gözüme hiç bu kadar basit görünmemişti. İsterseniz yarın gene giderim." der.
Peygamberimize Beşir (ra) gelir:
-Sana biat edeceğim. Hangi hususlarda biat edeyim der? der.
Allah Rasülü ona:
-"Allah'tan başka tanrı olmadığına, benim O'nun elçisi olduğuma inanacaksın. Beş vakit namazı kılacaksın. Hacca gideceksin
ve Allah yolunda cihad edeceksin." der.
Beşir (ra):
-"Zekatla, cihad benim gücümün dışında. Ayrıca ben korkak birisiyim" deyince
Peygamber (as) Beşir'in elini tutar, kuvvetlice sarsar ve der
ki:
-"Ey Beşir! Zekat yoksa, cihad edilmeyecekse cennete nasıl
gidilecek?"
216
Kur'an-ı Kerim'de (Tevbe:81) sıcağı bahane ederek, savaşa
katılmayanlar için cehennem ateşinin daha sıcak olduğunu bildirmiştir.
Peygamber (as) şöyle bildirmiştir:
-"Bir kimse cihad etmezse veya cidad edene yardım etmezse, veya onun ailesiyle ilgilenmezse, daha kıyamete varmadan o
kimse büyük bir belâya uğrar."(R.Salihın:1353)
-"İnsanlar zalimi görür de zulmüne mani olmazsa, Allah'ın
topluca azap etmesi yakındır." (Age:187)
-"Allah yolunda ayağı tozlananlara cehennem ateşi dokunmaz."(Age:1308) buyurur.
Demek ki cihadı, terk etmenin cezası ağır, cihad etmenin
mükafatı boldur.
Bir hadiste:
-"İslam uğrunda başına ak düşen kimse için kıyamet gününde bu ona nur olur" buyrulmuştur. (B.Hadis Kül:3/6098)
Müslüman cihad ederken süreklilik esastır. Ayrıca hiçbir
zaman ümitsizliğe kapılmamalıdır. Çünkü onun yardımcısı Allah'tır. Herkesin bir hesabı vardır. Allah'ında bir hesabı vardır. Allah yolunda olanlar yalnız değildir.
Güzel bir örnek: Çanakkale'de, milli mücadele Allah'ın yardımı apaçık görülmüştür.
Ebrehe büyük ordusu ve güçlü filleriyle Kâbeyi yıkmaya
kalktı. Ne oldu? Küçücük ebabil kuşları, O gücü ve orduları çiğnenmiş ekin gibi yapıverdi.
Hidayet Allah’tan. Sonuç Allah'a ait. Cenab-ı Allah nasıl
olsa nurunu tamamlayacak. Bize düşen, cihad ruhu ile yaşamaktır.
Farz borcumuzu ödemektir.
Allah rızasını kazanmanın yolları çoktur. Peygamber (as)
bir hadislerinde:
-"Allah bir ok yüzünden üç kişiyi cennetlik eder buyurur:
1-Rızası için oku yapanı,
2-Allah yolunda oku atanı,
3-Oku atacak olana vereni." (R.Salihın:1340)
Önemli bir husus da Allah rızası için yapılmayan bir hareketin hiçbir değeri yoktur. Mükafatı da yoktur.
İnsan şehid olsada, ilim adamı olsa, kitaplar yazsada, Allah'ın verdiği malı bolca dağıtsada, sırf Allah rızası için yapmamışsa, boşunadır. o işte hayır yoktur.
Yus'a (as) a kavminin helak olacağı bildirilir.
217
-İyilerde mi diye sorar.
-"Evet. Çünkü onlar Allah rızası için öfkelenmediler." cevabını verilir.
Sevgi de, nefret de Allah rızası için olmalıdır.
Cihad hactaki gibi görülmeyen şeytanı taşlamaya benzemez.
Ruh ister, gaye ister.
Hz. Ali (ra) savaşta hasmını yere sermiş, tam öldüreceği sırada hasmı yüzüne tükürmüştü. Öldirmekten vazgeçti. Sebebini
soranlara:
-"Ben onu Allah için öldürecektim. Eğer onu öldürmüş olsaydım nefsim için öldürmüş olacaktım" cevabını vermiştir.
Fatih Sultan Mehmet Trabzon’a giderken, Sara Hatun:
-Bir Trabzon için bunca zahmet niye? demişti. Fatih:
-"Allah elimize İslam kılıcı vermiştir. Bu rahmete katlanmazsak, bize gazi demek yalan olur" demiştir.
II. Bayezid, Allah Rasulü: "Allah yolunda ayağı tozlananlara cehennem ateşi dokunmaz" dedi diye sefer sonlarında üzerinde
ki tozları toplamış, kendisiyle beraber gömülmesini istemiştir.
"Ben müslümanım" deyip, yan gelip yatmakla, mal toplayıp
rahat yaşamakla, cennet ümit edilmez. Cennetin bir bedeli vardır.
E-İYİ İŞLERDE ACELE ETMEK:
Günümüz insanı boş ve manasız şeylerle uğraşıyor."Vakit
geçiriyorum" deyip zaman öldürüyoruz. Eğlence vasıtalarımız pek
çok "zaman bunu gerektiriyor" diyor, hakikatlerden uzak duruyoruz. Çoğumuz "emekliyim" deyip yatıyor. Bazıları "biz çok çalıştık" diyor, ölü hayatı yaşıyor.
Ne diyor Allah Rasulü:"Allah'ın kulundan vazgeçmesinin
alameti, o kulun boş şeylerle uğraşmasıdır."
Cenabı Allah ne diyor:"Hayırlı işler için acele ediniz ve iyilik hususunda yarışınız."(Bakara:148)
Bir zaman gelecek ihtiyarlık, acizlik hastalığı çökecek, onun
için hiçbir fırsat kaçırılmamalıdır. İyi müslüman, faydalı insan
olunmalıdır.
Hayatta imanın tadını tadanla tatmayan, gerçeği görenle
görmeyen, yangını görenle görmeyen bir olmuyor. İyi şeyler biraz
da nasip işi, hidayet işi oluyor."Vermemiş mâbut, ne yapsın mâhmut" demişler.
İnanan insanı hiçbir şey görevini yapmaktan alıkoymamalıdır.
218
Ebû Hureyra (ra) şöyle anlatır:
Adamın biri yolculuk yaparken sulak ve yeşillik güzel bir
manzara görür. Der ki:
-"Şuraya gelsem, insanlardan uzak, rahat bir hayat yaşasam"
Bu düşüncesini Peygamber (as) a anlatır.
-"Onu yapma! Allah için çalışman, yetmiş sene nafile ibadetten efdaldır. Allah'ın seni affetmesini ve cennetine koymasını
istersen, Allah yolunda cihad etmelisin."
"Ben ne yapabilirim?" yok.
Bir Allah dostu kurbağayı, Nil Nehrinden ağzına su alıp telaşlı telaşlı giderken görür ona:
-"Nereye böyle?" demiş. Kurbağa demiş ki:
-"Duydum ki, Nemrut İbrahim Peygamberi ateşe atmış,
ateşi söndürmeye gidiyorum."
Allah dostu gülmüş ve demiş ki:
-Sen neredesin, İbrahim Peygamberin bulunduğu yer neresi? Diyelim ki vardın ağzındaki su ile ne kadar ateş söndürebilirsin?
Kurbağa demiş ki:
-Bunları bir Allah dostunun ağzından mı duyacaktım? Diyelim ki, yetişemedim, ateşi söndüremedim, bu yolda da mı ölemem!"
Cihad, hayatın belirli dönemlerinde yapılan bir hareket olarak anlaşılmamalıdır. Yaşlandım, emekli oldum, yok. Ebu Eyyub
el-Ensari Hazretleri 93 yaşında İstabul’un surları dibinde şehit
düşmüştür.
Her yaşın, her meslek sahibinin durumuna göre, imkanına
göre yapacağı hayır işleri vardır.
Birde tatil anlayışımız yanlış. Tatil boş durmak iş yapmamak yatıp kalkmak, günah yerlerinde eğlenmek anlıyoruz. Tatil iş
değiştirmektir. Çalışma şeklini değiştirmektir. Cenab-ı Allah:"Bir
işten sonra hemen başka işe koyul" diye emrediyor.
Unutmayalım; dünyada sevap yönü olmayan bir hareketin
ahirette hiç faydası olmaz.
F-CİHAD SAYILAN DAVRANIŞLAR
Her insan istenilen manada cihad yapamayabilir. Cihad sayılan, cihad sevabı olan işler vardır. Meselâ Kur'an'da:
-"Cihad edenlere maddi, manevi yardımda bulunun" (Bakara:195) buyrulur.
Bir hadiste de:
219
-"Kim Allah yolunda bir harcamada bulunursa, karşılığını
yediyüz kat alır." (B.Hadis Külliyatı:3/6105)
-"Kim Allah yolunda cihad edenlere yardım ederse, cihad
devam ettiği müddetçe sevaba iştirak eder. (İ,Canan, Hadis
Ans:17/859)
İnsanın nefsine yönelik mücadele, ailesine karşı gösterdiği
çaba cihadtır.
İnsanın hayırlı evlat yetiştirmesi cihadtır.
Helal rızık temini için gösterilen çaba cihadtır.
Cihad niyeti taşımak, kalbi duygular da cihad sevabı kazandırır.
İnancını temsil etmek, örnek olmak, iyi çığır açmak cihadtır.
Tebliğ görevi yapmak, iyiliği emredip kötülükten men etmeğe çalışmak cihaddır. Yani cihad sevabı kazandırır.
Peygamber (as):"Cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurmuştur. Bugün cihad, kılıçla değil, dil ile, kalp ile, kalemle ve mal
ile yapılacaktır.
G-CİHAD ETMEDEN CENNETE GİRİLMEZ
Bugünün imkanları ile cihadtan geri durmak için mazeret
olamaz.
Herkes bilir ki, külfetsiz nimet olmaz. Cihad niyeti taşımadan
hayırlı ölümle ölünmez. Çünkü cihad farz. Allah'ın rızasını kazanmanın cennete girmenin yoludur. Cihad niyeti taşıyanın ölümünde
şehit sevabı vardır.
Kur'an'da:" Allah erkek ve kadın mü'minlere altlarından ırmaktan akan cennetlere sokmak ve günahlarını affetmek için cihadı
emretti. Bu Allah katında büyük bir kazançtır." (Fetih:12)
-İçinizden Allah cihad edenleri ve sabredenleri ayırt etmeden
cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz" (Ali imran:142) buyrulur.
Uhud savaşı öncesi Amr bin Cemuh, hazırlık yaparken oğlu
yaşlı ve topal olan babasını "Senin mazeretin var" demiş., mani
olmak isteyince Amr(ra) oğluna:
-Yazıklar olsun Bedir'de cenneti kazanmama mani oldun.
Şimdide mi mani olacaksın? demiş, savaşa katılmıştır.
Allah Rasülüne sormuşlar:
-İmandan sonra en faziletli amel hangisidir Ya Rasulüllah?
Buyurmuştur. Allah Rasulü:
-Cihadtır" buyurmuştur. (Buhari İman:18)
220
SONUÇ OLARAK:
Cihadsız sevap yoktur. Cennet yoktur. Huzur yoktur. Kurtuluş da yoktur.
İnancımızda ferdi kurtuluş yoktur. İnsanın ailesi kurtulursa,
diğer insanlar kurtulursa, kişi o zaman kurtulur.
Cihad, toplumda belirli insanların, belirli grupların görevi değildir. Dinin emirlerinden herkes sorumludur. Biri oku yapar, bir,
atar, diğeri de oku atana verir. Bunların üçü de aynı sevabı kazanır.
Bir önemli husus, cihad hareketi tavizsiz, sürekli olmalıdır.
Zorluklar, eza cefalar Ashab-ı Kinamı yıldırmamıştır. Yokluk, azlık, açlık, milli mücadele ve Çanakkale kahramanlarını yıldırmamıştır.
Akif ne diyor:
Ecdadını zannetme asırlarca uyudu,
Ne zaman bulacaktın o zaman eldeki yurdu:
Üç kıtadan kaynayan izleri şahid,
Dinlenmedi bir gün o Nebiyy-i mücahid.
Rabbim bize cihad ruhu versin de zillete düşmekten korusun.
221
222
İNSANIN EN ÖNEMLİ
ÖNDE GELEN VASFI AHLAK
Ahlak, huy, davranış, düşünüş biçimi, alışkanlık demektir.
Cenab-ı Ahlak insanları yaratırken ahlaklı ve ahlaksız diye
yaratmamıştır.
Cenab-ı Allah her şeyi yaratırken iyiyi de yaratmış, kötüyü
de yaratmıştır. Kulu iyi ile kötü arasında tercihte serbest bırakmıştır. Ayrıca iyiliği emretmiş, kötülüğü yasaklayarak, kötülüğe razı
olmadığını bildirmiştir.
Yeryüzünde iyiliği hakim kılmak için peygamberler göndermiş kitaplar göndermiştir.
Peygamberimiz (sav):
-"Güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." demiştir.
Peygamber (as) "iyiliği, kalbin huzur duyduğu şeydir" Kötülüğü de kişiyi azdıran, arsızlaştıran davranışlardır." diye tarif etmiştir.
Müslümanı tarif ederken de:" Müslüman, elinden dilinden
başkalarının emin olduğu kimsedir." diye tarif etmiştir.
-"En hayırlınız, ahlakça en güzel olanınızdır." buyurmuştur.
Ümmetine de:" İnsanlara karşı ahlakınızı güzelleştiriniz" diye emretmiştir.
A) AHLAKIN KAYNAĞI:
Dinsiz ahlak olmaz. Ahlakın kaynağı dindir. Korkuya kanuna dayanan ahlak yapmacıktır, geçicidir. İsteyerek içten gelerek
uyulmaz. Baskı, korku kalkınca, kanun tesbit edemeyince ahlak
bozulur.
Napolyon:" Ahlakın olmadığı yerde kanun birşey yapamaz"
der.
Kanun insanların düşünce ve niyetleri ile ilgilenmez. Kanun
bilirse, bulursa, yakalarsa işler. Bugün birçok insan masum olduğu
halde, suçlu ilân edilip hapiste yatmaktadır. Bazılarıda idam edilmiştir.
Kanun, iyi olun demez iyiliğe teşvik etmez. Ahlakı emretmez.
Tarih boyunca her neslin bir çilesi olmuştur. Bugünkü neslin
çilesi de ahlak buhranıdır. Kanayan yaralar, art arda gelen talihsiz223
likler, her dalda teşkilatlanan ahlaksızlık, buhranların önemli bölümünü oluşturmaktadır.
Kutsal birlik oluşturmayan ailelerimiz, öksüz ve yetim doğan yavrularımız, günah ve sevabı birbirine karıştıran, günah adamı
mı, sevap adamı mı belli olmayan insanımız, istemediği ahlakın
huzuruna hasret.
Çevresinden, ailesinden, işinden, kendi elinde büyüyen yavrusundan, komşusundan, kendi iradesiyle seçtiğinden hatta kendisinden şikayetçi olmayan yok. Ahlaki çözülüşün içinde, asil ve
yüksek gayenin mahsülü olan davranışların yerine ahlaksızlık gösterimleri sergileniyor. Fazilet, meziyet insanların hayatından çıkmış, ancak kişilere ad olarak kalmış. Kişiler, bunalımlardan kendilerini koruyamadıkları için kurtuluşu intiharda buluyor.
Ahlakı dejenere olmuş kişiler, toplumlar, ayakta duramaz.
İşledikleri suçlar yüzünden helâk olmuş toplumlar, Romanın çöküşü bunun en bariz örneklerindendir. Ahlak, kişileri, aileleri ve toplumları yaşatan kuvvettir. Bir toplumun dayandığı temel taşı çürükse o toplumun yıkılışını hiçbir beşeri kuvvet ve tedbir önleyemez.
Ahlak kurallarına uymayan bir aile nasıl varlığını sürdüremezse,
ailelerin meydana getirdiği bir topluluk, varlığını nasıl sürdürebilir?
Her çeşit ahlaksızlık göz göre göre yapılmaya devam ederse, bu
konuda önleyici ve koruyucu tedbirler alınmazsa bizim kaderimiz
ne olacak? Koskoca cihan imparatorluğunu ahlakî çöküşün sonunda kaybetmedik mi?
Bugün insanımızın içinde bulunduğu ahlâk bunalımı, millet
evlatlarını ciddi şekilde düşündürmektedir. Çünkü insanımızın benliğinden kopması sonucu ahlakî bir çözülüş başlamıştır. Gün geçtikçe ahlaksızlıklar meşrulaşmakta ve yaygınlaşmaktadır.
Bugüne kadar toplum yapımızdan söküp uçuruma attığımız
her taş bir boşluk bırakmıştır. Bir milletin ekonomik durumu ne
olursa olsun o milletin ömrü ve kaderi, ahlak anlayışına ve ahlak
yapısına bağlıdır. Yeryüzünde insanca yaşamayı becerememiş insanın, ayda yürümesi, insanlık açısından pek bir şey ifade etmez.
Bizden önceki insanlar Aya ayak basmamıştı ama, diğer canlıları
geri de bırakan yaşayış da sergilememişlerdi; bayat yumurtasını
pazara götürmezdi. Ahlaksızlık utanç verici bir durumdu.
224
İnsanımız, kendi özüne, benliğine uygun prensiplere muhtaçtır. Hayatını ve dünyasını ona göre tanzim etmezsek ızdırap ve
çileleri bitmeyecek.
Ahlakı emreden, ahlak kuralları koyan dindir. İyi düşünceye, faydalı davranışa mükafat vaad eden dindir.
Her yerde herkese karşı ahlaklı davranmayı, nerede olursak
olalım doğru, dürüst davranmayı din emreder.
"Kendisi için istediğini başkaları için de istemeyen, olgun
mü'min değildir." Ölçüsünü koyan dindir.
Din:" Allah biliyor, Allah görüyor, Allah soracak" düşüncesi ile hareket etmeyi sağlar.
J.J. Ruso: "İnanmadan da insanların faziletli olabileceğini
sanırdım ne kadar yanılmışım. İnsan Allah'a inandığı ölçüde faziletlidir." der.
Kant:" Eğer din olmasaydı insanlar onu icad ederlerdi." demiştir.
Atalarımız, "Kork Allahtan korkmayandan."
Peygamberimiz:" Hikmetin başı Allah korkusudur." demiştir.
Bir atasözümüzde: "Allah'ı olmayanın ahlakı olmaz." şeklindedir.
İnanmayanın ahlakı başka başkadır. İnsan inanmayınca hesap verileceğini, sorulacağını ve cezalandırılacağını kabul etmeyince, dilediğini yapar, her fırsatı değerlendirir.
İnsanın eti yenmez, derisi giyilmez, insanın inancı ve güzel
ahlakından başka ne değeri olabilir.
Bir hadiste:" Allah sizin sûret ve şekillerinize değer vermez.
Kalplerinize ve amellerinize göre değer verir." buyrulur. (müslim
Birr:32)
Peygamber(as):"Hayâ imandandır." ( Buhari İman:16) buyurarak imanı olmayanın utanmasının olmayacağını bildirmiştir.
Bir hadislerinde de:" Utanmıyorsan dilediğini yap" buyurarak, utanması olmayanın her kötülüğü yapabileceğini bildirmiştir.
225
B) AHLAK DEĞİŞİR Mİ?
İnsan, davranışlarını ve alışkanlıklarını sonradan kazanır.
Görerek veya eğitim yolu ile öğrenir. Doğuştan ahlaklı veya ahlaksız olarak kimse dünyaya gelmez.
Doğuştan iyi, kötü, ahlaklı, ahlaksızlık olsaydı adaletsizlik
olurdu. Zulüm olurdu.
Meselâ kanun suç işleyeni cezanlandırır. Çünkü suçu bilerek
isteyerek yapmıştır. İnsan yaptığını hür iradesiyle yapar.
Din, yap, yapma diye emir ve yasaklar koymuştur. Mükafat
ceza olduğunu bildirmiştir.
Peygamber(as):"Ahlakınızı güzelleştirin" demiştir.
Cenab-ı Allah'ın Peygamber göndermesi, insanın ahlakının
değişeceğini gösterir.
Bugün hayvanlar bile eğitiliyor ve değişiyor, insan neden
değişmesin?
Adam kötü, suç işliyor, hapse giriyor. Hapiste değişebiliyor;
iyi ve faydalı insan olarak hapisten çıkabiliyor.
Nasıl hastalıklar tedavi ediliyor ve hastalar iyileştirilebiliyorsa, insan da değişmeye müsait olarak yaratılmıştır.
Bazıları:" Can çıkmadan huy çıkmaz." "Yedisinde ne ise
yetmişinde de aynıdır." diyerek değişimi kabul etmez.
Atalarımız:" Üzüm üzüme baka baka kararır." "Sarı öküzün
yanında duran, ya huyundan ya tüyünden alır." demiştir.
Peygamberimiz "Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim."
diyor.
İnsan etkilenen değişen bir varlıktır. Meselâ; ana baba çocuklarını terbiye etmekle sorumlu tutulmuştur. Çocuğunu eğiten
terbiye edenin çocuğu ile çocuğunu terbiye etmeyen ailelerin çocuğu farklı insanlardır.
Allah Rasulü cahiliye insanını değiştirmiştir. O cahil, her
türlü kötülüğü yapan insanlardan asr-ı saadet yaşayan Ashab-ı Güzini oluşturmuştur."Benim eşeğim Müslüman olsa, ben Müslüman
olmam." diyen, kızını diri diri toprağa gömen, putlara tapan Ömer,
Hz. Ömer olmuş, Peygamberin halifesi olmuş ve Aşare-i Mübeşşereden olduğu bildirilmiştir.
226
C) AHLAK İYİ-KÖTÜ DİYE İKİYE AYRILIR:
İnsanın en belirgin özelliği iyi ve faydacı olmasıdır. Allah
dikkat edilirse, ne kadar kötü huy varsa hayvana vermiş, insanı da
İslâm fıtratı üzerine, tertemiz yaratmıştır.
Peygamber(as): "Mü'minlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlak bakımından en güzel olanıdır.(Ebu Davut, Sünnet:15) buyurur.
D) İNSANLARIN EN HAYIRLISI:
Günümüzde çözülüşün bir parçası olarak insanlık ölçüleri de
değişmiştir. İyiliğin, kötülüğün ölçüsü, çıkarlara göre değerlendirilmektedir.
İslâm Peygamberi:" En hayırlı olanınız insanlara en çok
faydalı olanınızdır." buyurarak iyi insan, iyi vatandaş olmanın ölçüsünü koymuştur.
Mevlâna:" İnsanoğlu edepten nasibini almamışsa, insan değildir. İnsanla hayvan arasındaki fark edeptir. Allah'tan bize edep
nasip etmesini dileyelim çünkü edepsiz kimse, Allah'ın lütfundan
mahrumdur. Bu kainat edeple nurlandı, melekler edeple masum ve
temiz oldu" der.
İnsanın akıllısı, inançlısı hayrı şerri birbirinden ayırabilen
insandır. Müslüman ahlaklı olacak, akıllı davranacak, başkalarına
örnek olacak, şeytanın ayak izlerini takip ederek bozulmaya ayak
uydurmayacaktır.
Mevlâna anlatır; Adamın biri insan nasıl bozulur? diye krala
sorar. Kral bu soru karşısında kızgın görünür ve adamın sırtına bir
tulum zeytinyağı yükler, ardına da iki silahlı adam koyar ve onlara:
Eğer bu adam, bir damla yağ dökecek olursa kafasını uçurun. Alın bu adamı çarşıyı dolaştırın gelin der.
Adam sorduğuna sormuşuna pişman olur. Kan ter içinde
adam dolaşır gelir. Kral sorar:
-Döktü mü?
-Hayır efendim.
Adama döner:
-Söyle bakalım çarşıda ne var yok? Kimler ne yapıyor?
Adam:
227
-"Aman efendim beni bağışlayanı ben kimseyi görmedim.
Ne yapıyorlar, ne ediyorlar farkında değilim. Ben bütün dikkatimle
tulumu dökmemeye çalıştım." deyince Kral sorusunun cevabını
şöyle verir:
-Şimdi bozulmamanın çaresini buldun işte. Allah'a da fıçıya
baktığın gibi bak, o zaman seni hiçbir şey bozamaz."
Namuslu insanın dikkati çekmesi için soytarılık etmesi gerekmez. Namuslu insan, fırsat bulamadığı için kötülük yapmayan
değil, inandığı ve namusunun gereği kötülüklerden kaçınan kimsedir.
Ebu Hanife anlatır: Tahsil için Bağdat'a giderken annem bana kırk dinar verdi ve bana doğruluktan ayrılmamamı tavsiye etti.
Hemedan'da eşkiya yolumuzu kesti, kervanı soydu. Bana
senin neyin var diye sordular.
-Kırk dinarım var, dedim.
Alay ettiğimi zannetti. Bir başkası sordu aynı cevabı verdim. Beni Reislerinin yanına götürdüler. Yalan söylemememin
nedenini sordular.
-Anneme her zaman doğru davranacağıma söz verdim, dedim.
Eşkıyanın başı sözlerimden etkilendi. Arkadaşlarını çağırdı
alınan şeylerin geri verilmesini emretti. Arkadaşları sebebini sordular.
-Ben de Allah'a söz verdim, ben neden doğru davranmayacağım, dedi. Yaptıklarına tövbe etti. Bu durumu gören arkadaşları
da tövbe etti. Reislerine şöyle dediler:
-Sen her zaman bize önderlik ettin, şimdi yine seni önder kılıyoruz"
"Benim dürüst davranmam hepsini etkiledi ve tövbekâr olmalarına vesile oldu" der.
Rabbim bize:
-"Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin."
(Ahzap:70)
-"Müminler emanetlerine ve ahiretlerine özen gösterirler."
(Mü'min:23) diye emreder.
228
Peygamber(as):"Allah'a inandıktan sonra dosdoğru ol." buyurur.
Doğruluktan ayrılmayınız. Muhakkak ki doğruluk iyiliğe,
iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğru olanı
ararsa Allah katında 'sıddîk' (özü sözü bir olan kişi) olarak yazılır.
Yalandan sakının! Çünkü yalan kötülüğe, kötülük de cehenneme
götürür. Kişi yalan söyleyip, yalanı araştıra araştıra Allah katında
yalancı olarak yazılır. (Müslim, Birr, 105)
Bir sabah vakti Hz. Ömer'le Medîne'den Mekke'ye giderken
bir tepeciğin yamacında koyunlarını otlatan (câhil) bir çobana rastladık. Halife Ömer, Kur'ân'ın prensiplerinin Arabistan’ın tenha bölgelerinin birinde yaşayan bu çoban tarafından anlaşılıp anlaşılmadığını sınamak ve bu emirlerin onun günlük hayatında ne ölçüde
yer aldığını öğrenmek için ona, 'sürüdeki koyunlardan birini satmak
isteyip istemediğini' sordu. Çobanın cevabı kesin bir şekilde hayır
oldu. Halife, 'iyi ama niye' diye sordu. Çoban, oldukça sert bir tavırla, 'niçin mi? çünkü onlar, benim değil, efendime ait... ve ben de
onun kölesiyim' cevabını verdi. Halife, ' ne olmuş yani, şu parayı
al, koyunu bana ver ve git efendine koyunlardan birini bir kurdun
kaptığını söyle' deyince çocuk, halifeye dik dik baktı;' burada beni
görmediği için efendimi aldatabilirim ama, ikimizi de gören ve
duyan Büyük Efendimizi...
İslâm denince akla ahlak gelir. İnsanlığın son peygamberi:
"İslâm güzel ahlak dinidir.", "Ben güzel ahlakı tamamlamak için
gönderildim."," Ahlakınızı güzelleştiriniz" buyurmuş ve her konuda
olduğu gibi ahlak konusunda da canlı ir örnek olmuştur.
Bir gün pazarda kuruyemiş satan bir satıcıya rastlar ve yiyeceği yaş görünce nedenini sorar. Satıcı:
-Yağmurda ıslandı, der. Peygamberimiz:
-Açığa koyda herkes görsün." Başkalarını aldatan bizden
değildir" buyurmuşlardır.
Ahlak, Kur'an’ın ruhu, İslâm’ın özüdür. İbadetin ahlakla sıkı
bir ilişkisi vardır. Ahlaksız namaz, oruç olmaz. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan namaz, namaz değil, oruç da oruç değildir.
229
Allah’ın insanın yatıp kalkmasına ve aç susuz kalmasına ihtiyacı
olmadığı bildirilmiştir.
İnancımıza göre; Allah gönüllerden geçeni ve insanın yaptığı
her hareketi görür ve bilir. İnsan yaptıklarının hesabını bir gün mutlaka verecek; iyiliklerinin mükafatını, kötülüklerinin de cezasının
görecektir.
Müslüman, niyeti temiz, ahlakı güzel kimsedir. Müslüman,
kendini insanî değerleri yitirmiş kimselerle kıyaslayarak kendini
avutmaz. Başkalarına göre kendinin iyi olduğunu düşünmez. Emrolunduğu gibi olup olmadığına bakan kimsedir.
Müslüman, faydacıdır. Müslümanın yegane derdi, kendi ve
çıkarları değildir. Eğer aç açık Müslüman varsa, tam tekmil, karnı
tok sırtı pek yaşamak hakkına Müslüman, sahip değildir.
İslâm ahlakının üstünlüğünün sebepleri vardır.
İslâm Ahlakının kaynağı Kur'an’dır. Sünnettir.
İslâm ahlakı, bencil ahlak değildir. Hayatın her kesimini ilgilendirir. Başkalarına zarar vermemeyi kimseyi incitmemeyi emreder.
İslâm ahlakı teorik ahlak değil uygulamalıdır. Yaşanılacaktır.
Hz. Ömer bir ses duyar
-Kızım süte su kattın mı?
-Hayır.
-Kat kızım.
-Anne, Ömer ne dedi?
-Ömer ne bilecek nereden görecek?
-Ömer görmez, bilmezse, Allah'da mı görüp bilmeyecek!
Bir söz vardır:" Allah yoksa bekçi şehri koruyamaz" diye.
İslâm ahlakında faydalı olmak esastır. İslâm’i ölçüye göre
"insanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olanıdır."
"Bir iyiliğin işlenmesine sebep olan, o iyiliği bizzat işlemiş
gibidir."
Bir iyiliğe çığır açanda, o açılan çığır devam ettiği müddetçe
sevap alır.
230
E) NASIL İYİ AHLAK SAHİBİ OLUNUR?
İyi ahlak sahibi olmak için bir neden olmalı. Çünkü insan
menfaatine düşkün olarak yaratılmıştır. Zekât, sadaka vermek için
nasıl inanmak gerekiyorsa, ahlaklı olmak, ahlaklı davranmak içinde
inançlı olmak gerekir. Yoksa insan, boşu boşuna fedekarlık yapmaz.
-İnsanın ana babasının, içinde bulunduğu toplumun iyi olması iyi örnek olması gerekir.
-Hz. Ali'ye sen neden bu kadar ahlaklısın? diyorlar. Hz.
Ali:" Ahlaksızlara baktım, ahlaksızlığın bir işe yaramadığını gördüm" diyor.
İnsanın ahlaksızlardan isterse, ahlak öğrenmesi mümkündür.
-İnsanın nefsine uyması, ibadetsiz bir hayat yaşaması, boş
ve manasız şeylerle uğraşması, kötü arkadaş edinmesi, insanın kötü
olmasına, kötülük yapmasına neden olur.
F) İYİ HUYLARDAN BAZILARI ŞUNLARDIR:
-Allah'a verdiği nimetlerden dolayı teşekkür etmeyen, şükretmeyen insanlara da teşekkür etmez.
En güzel huy, en güzel alışkanlık, Alemlerin Rabbine kulluktur.
-İyi niyetli olmak. İyi niyet ahlakın temelidir. Niyet hayır ise
akıbeti de hayır olur.
-Sabırlı olmak. Sabırla koruk helva olur derler.
-İffetli hayalı olmak Peygamber(as):"Haya, hayır getirir.
"Utanmıyorsan dilediğini yap." utanması olmayanın ahlakı olmaz
demiştir.
-Ahde Vefa göstermek, sözünde durmamak münafıklığın
alametidir.
-Doğru olmak, doğru iş yapmak. Allah:"Emrolunduğun gibi
dosdoğru ol!" buyurur.(Hudi:112) "Doğrularla beraber ol!" (Tevbe:119) diye emreder.
Mevlana:" Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün" demiştir.
-Hakkı söylemek: Peygamberimiz: "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" buyurur. Müslüman hakkı söyler, haklının
yanında olur. Hakkı ayakta tutar.
-Adil olmak: Allah, adaletle hükmetmeyi emreder. Adaletin
zıddı zulümdür.
231
-İnsanlara iyiliği tavsiye etmek: gerçeği tebliğ etmek, kötü
olandan da sakındırmak her Müslümanın görevidir.
-Affetmek, hoş görülü olmak. Empati yapmak,
-Saygılı olmak, merhametli olmak,
-Güler yüzlü, tatlı dilli olmak,
-Kolaylık göstermek, kolaylaştırmak.
Peygamberimiz: "Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz" buyurur.
-Kusur örtmek,
-Ölçülü yaşamak,
-Cömert olmak,
-Sır saklamak,
-İyi örnek olmak iyi çığır açmak,
-İhtiyaç sahiplerini gözetmek,
-Ailenize iyi davranmak,
-Hüsnü zanda bulunmak,
-Her işinde Allah rızası gözetmek iyidir.
G) KÖTÜ AHLAK
Bugün kimse Firavun, Ebu Cehil, Ebûlehep o, bu şöyleydi
böyleydi diyor. Onun iyiliğini söylemiyor.
Bizde de öyle değil mi? Kimin mezarı başında fatihalar, yasinler, hatimler okunuyor? Kim rahmetle anılıyor?
Kötü olmanın zarar vermenin hiç anlamı da yok, manasında.
Mevlana:
"Nice insanlar gördüm, üzerlerinde elbise yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok" der.
Timur Nasreddin Hocaya:
-Kaç para ederim, demiş. Hoca:
-On akçe, demiş. Timur kızmış:
-"Üzerimdeki peştamal o kadar eder" deyince
Hoca:" Ben zaten ona fiyat biçmiştim" cevabını vermiş.
Bir şair de:
"Yılan mısın, kimi görsen sokuyorsun,
Baykuş musun nereye konsan yıkıyorsun" der.
Peygamber(as) soruyor:
-En hayırlınız ve en şerliniz kim söyleyeyim mi?
-"Evet" cevabından sonra:
232
-En hayırlınız, kendisinden hayır umulan ve şerrinden emin
olunandır. En şerliniz ise kendisinden hayır beklenmeyen ve kendisinden korkulandır." buyurur. (Tirmizi Fiten:76)
Mevlana şöyle diyor:
-"Kötü arzular uyuyan köpekler gibidir. Ortaya bir taş atılsa,
hemen fırlarlar. İnsan bedeninde yüzlerce köpek uyumaktadır. Bu
köpekler akıl ve iman bağı ile bağlanmazsa, zabtedilemezler. Hem
sahibine, hemde başkasına saldırırlar."
Lokman(as) a:
-İnsanların en kötü ve şerlisi kimdir? Derler.
-Kötülük yapıp da yaptıklarından utanıp, sıkılmayandır, der.
Kötülük ıslak elbiseye benzer, ilk anda ürperti verir. Daha
sonra yavaş yavaş alışır. Fakat bu haliyle ne kendisi rahat eder,
nede yanında oturanlara rahat verir. Böyleleri için şair:
"Ne kendisi eyledi rahat, ne halka verdi huzur,
Göçtü gitti bu cihandan dayansın ehli kubur" diyerek çekilmez kimseler olduklarını ifade etmiştir.
Kötü insanlar, şükranla anılacak, hayırla yâd edilecek bir iş
yapmazlar. Kul katında vezir olsalar da Allah katında rezil olurlar.
Peygamberimiz bir gün yanındakilere sorar:
-Müflis kimdir?
-Elinde avucunda bir şeyi kalmayandır, derler. Bunun üzerine Peygamber:
-Müflis (iflas eden) o adamdır ki, kıyamete namazla oruçla,
sevapla gelir. Fakat iftira etmiş, sövmüş, hak yemiş, kan dökmüş
olduğundan, hak sahiplerine onun iyiliklerinden verilir. Hak ödenmeden iyilikleri tükenirse, karşı tarafın yüklerinden ona yüklenir,
sonra cehenneme atılır, demiştir.
Kötülerden biri olgun bir zata sorar:
-İşlerin hangisi hayırlıdır, diye. O da:
-"Senin için öyleye kadar uyuman hayırlıdır. Çünkü insanlar
sen uyuduğun sırada senden emin olur" der.
Kötülükleri nedeniyle adı zalime çıkmış Zalim Hacca, ulu
bir kişiye
-"Benim için hayır dua et" deyince o zat:
-"Allah'ım! Bu adamın canını bir an önce al, kötülükleri
artmasın. İnsanlar onun zulmünden bir an önce kurtulsun da sana
hesabını kolay versin" diye dua ediverir.
233
iyi bir insan vardır. Faziletlerle dolu bir hayat yaşamıştır.
Öldükten sonra bir dostu onu rüyasında görür,
-"Nasıl karşılandın?" diye sorar, oda:
-"Ben kimseye kötülük etmedim. Onun için burada bana kötü davranılmadı" cevabını verir.
Cahilin cehaleti, ahlaksızın ahlaksızlığı, insanı terbiye etmelidir. Akıl insana iyiliği, kötülüğü birbirinden ayırsın diye verilmiştir.
Hz. Ali'ye sorarlar:
-Neden bu kadar ahlaklısın?
-Ahlaksızlara baktım, ahlaksızlığın bir işe yaramadığını
gördüm. Onları o hale getiren davranışlardan uzak kaldım" diye
cevap verir.
Bir başka olay da, Ebu Cehil Peygambere hakaret etmişti.
Durumu henüz Müslüman olmamış amcası Hamza ya anlattılar.
Hamza, Ebu Cehil’e gidip:
-"Kardeşimin oğlunun gönlünü incitmişsin. Neden yaptın?
Bu senin kötülüğün karşısında Müslüman oluyorum" demiş ve
Müslüman olmuştur.
Netice olarak, insanın görevi, bozmak, yıkmak, zarar vermek, fesat çıkarmak değil, fazilet dolu bir hayat yaşamaktır. İnsanın iyiliğe de kötülüğe de gücü yeter. İnsan isterse melekler kadar
saf ve temiz olabileceği gibi, ahlaksızlığı ile de şeytan kadar kötü
olabilir.
İnsan bir gaye için yaratılmıştır. Sayılı günlerden ibaret olan
hayat imtihan yeridir. Bunun için insanın kendisi için, diğer insanlar için bir ideali olmalıdır.
İnsan sosyal ve ahlaki bir varlıktır. Her davranış, insanlık
şeref ve haysiyetiyle bağdaşmaz. Ahlakî noksanlıklardan kurtulmak, kendisini alçaltacak kötü arzuları yenmek insanın görevi olmalıdır.
Kötülükten insanlığın sağlayabileceği en ufak bir fayda yoktur. Her kötülük, daha önceki bir kötülüğün devamı, gelecek kötülüğün de başlangıcıdır.
H) KÖTÜ HUYLARDAN BAZILARI ŞUNLARDIR:
-Kötülük yapmak, günah işlemek.
-Hak yemek, zulmetmek.
-Yemin etmek, yalan söylemek.
234
-Gıybet etmek, iftira atmak. Koğuculuk etmek.
-Kıskanmak, hased etmek.
-Hırsızlık yapmak, rüşvet almak.
-Büyü yapmak, falcılık yapmak.
-Alay etmek, kusur aramak.
-Sövmek, lânet etmek, beddua etmek.
-Fitneye sebep olmak.
-İsraf etmek.
-Gururlanmak.
-Riya gösteriş için iş yapmak.
-Kin gütmek, öfkelenmek, intikam almak.
-Çok yiyip içmek.
-Sözünde durmamak, hainlik etmek.
-İçki içmek, kumar oynamak, zina etmek.
-Kötü örnek olmak, kötü çığır açmak.
-Münakaşa etmek.
-Boş şeylerle uğraşmak.
-Yersiz şaka yapmak.
-Eşine, çocuklarına, çevresine kötü davranmak gibi...
İnsanın;
-Eti yenmez.
-Derisi giyilmez.
İnsanın;
-Güzel ahlakından,
-Tatlı dilinden,
-Güler yüzünden
Başka nesi vardır?
Ebu Derda(ra) gece namazından sonra ağlayarak şöyle dua
eder :"Yarabbi ahlakımı güzelleştir." Bunu çok tekrar eder. Sahabeden biri sabahleyin
-Neden böyle dua ettiğini sorar. O da:
-"Kul ahlakını güzelleştirirse, iyi ahlaklı olursa, güzel ahlakı
onu cennete sokar. Kişinin ahlakı kötü olursa, kötü ahlakı onu cehenneme sokar." cevabını verir.
Rabbim, ahlakımızı güzelleştirsin. Bize iyi huylar versin.
235
236
FİTNE VE MUSİBET
Fitne, karışıklık, bela ve sıkıntıya düşmek demektir. Bir hadiste şöyle buyrulur: ‘Bir zaman gelecek ki, zaman daralacak,
ameller azalacak, aç gözlülük yayılacak, fitneler çoğalacak ve öldürme olayları artacak.’ (Buhari, Fiten:5)
Fitne, karışıklık, sapma, sapıtma olaylarının çoğalması demektir.
Kur’an’da fitne çıkaranların fasık kimseler olduğu ifade
edilmiştir. (Bakara:27) Ayrıca fitnenin adam öldürmekten beter
olduğu bildirilmiştir. (Bakara:191)
İnsanın en büyük fitnesi kendi nefsidir, malıdır, evladıdır,
şeytanıdır. Başına ne gelirse bunlar yüzünden gelir. Felaket ve musibetlere neden olur.
XXX
Gün geçtikçe ahir zaman fitneleri çoğalmaktadır.
Allah Rasulü bu fitnelerden şöyle bahsetmiştir:
-‘Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, biriniz emrolunduğu
şeylerin onda birini terk etse, helak olur. Öyle bir zaman gelecek ki,
onlardan biri emrolunduğu şeylerin onda birini yapsa kurtulur.’
(Tirmizi Fiten:79)
-‘Öyle bir zaman gelecek ki, şu üç şeyden başka kıymetli şey
olmayacak. Helal para, samimi arkadaş ve amel edilecek sünnet.’
(Heysemi:1/172)
-‘Öyle bir zaman gelecek ki, kişi helalden mi haramdan mı
kazandığına aldırış etmeyecek.’ (Buhari Büyu:7)
-‘Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar faize bulaşacak, sakınanlar bile tozundan kaçınamayacak.’ (Nesai Büyu:2)
-‘Öyle bir zaman gelecek ki müminin kalbi tuzun suda eridiği
gibi eriyecek.’ Niçin Ya Resulullah? diye sorulunca:
-‘Kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği
için’ buyurur.
-‘Mal ümmetimin fitnesi olacaktır.’ (R.Salihin:483)
Cenab-ı Allah kullarını şöyle uyarmıştır:
-‘Ey iman edenler! Mallarınız, evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Kimi alıkorsa o, hüsrana uğrayanlardandır.’
(Münafıkın:9)
-‘İnsan hayırla, şerle imtihan edilecektir.’ (Enbiya:35)
237
-‘İnsan bollukla, darlıkla, yoklukla, hastalıkla imtihan edilecektir.’ (Bakara:155)
Bizim için fitneye düşmemek esastır. Çünkü fitne yanan bir
ateştir. Rabbimiz:
-‘Öyle bir fitneden kaçının ki, o yalnız zulmedenlere isabet
etmez.’ (Enfal:25)buyurur.
Fitne çıkarmak, fitneye sebep olmak büyük günahtır. Fitneye
sebep olunacaksa, bazı şeyler terk edilir. Peygamber (as): ‘Fitne
uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin.’demiştir.
‘İnandım’ diyen ‘Şuna bak, şunun kıyafetine bak, şunun çocuğuna, şunun eşine bak, işine bak’ dedirtmemelidir.
Peygamberimiz hanımı ile giderken biri onlara biraz manalı
bakar. Bunun üzerine bir fitneye sebep olmasın diye Allah’ın elçisi
o adamı çağırır. ‘Bu benim hanımım’ der.
Müslüman kusur aramaz, başkalarının ayıpları ile uğraşmaz.
Dedikodu, iftira etmez, kin gütmez.
Kötülüğün açıktan yapılması, bir kötülüğün yayılmasına ve
meşrulaşmasına neden olur.
Peygamberimiz’e büyü yapan Lebid’i teşhir edelim mi Ya
Resulallah? dediler. Peygamberimiz: ‘İnsanların aklına benzer kötülüğü getirmek istemem’ cevabını verdi.
Küçücük fitne büyük olaylara sebep olur. Bir zamanlar komşunun bahçesinde bağlı olan koçu adam çözüverir. Koç eve girer,
boy aynasında kendini görür, aynayı kırar. Aynaya üzülen kadın
kardeşini çağırır, koçu kestirir. Koçu çok seven adam eve gelince
hanımını öldürür. Kadının kardeşi eniştesini öldürür. Bunca olaydan sonra komşu: ‘Ben ne yaptım ki sadece ipi çözüverdim’ der.
Büyük yangınlar küçük kıvılcımlardan çıkar.
Fitneye, fitneciye yakın olana fitne bulaşır. Allah ve Resulu
fitneyi haber vermiş, ona bulaşılmamasını emretmiştir. Ayrıca etrafında uyarılmasını emretmiştir.
Maide Suresi 2. ayetinde : ‘İyilikte ve kötülükten sakınmakta
birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Allah’ın azabı şiddetlidir.’buyrulur.
Fitneye destek olmak, göz yummak fitne çıkarmakla aynıdır.
Mümin eline, diline sahip olur. Fitneden, fitneciden uzak durur.
238
Fitnenin önlenmesi nasıl olur?
Evvela kötülüğe seyirci kalınmaz. Ne diyor peygamber (as):
‘İçinde kötülükler işlenen bir toplum, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde seyirci kalır, müdahale etmezse, Allah’ın
hepsini saran umumi bela göndermesi yakındır.’ (Ebu Davut Melahim:17)
Bir hadiste: ‘Bir kötülüğü duyduğu halde üzülmeyen manen
zarar görür.’ (İ.Canan Hadis Ans:1/95)
Kötü ortamlarda bulunmakla kötülüğe yakın olunur. Peygamberimiz Tebük Seferi’ne giderken Semud kavminin helak olduğu yerde durmamış, suyundan içmemiş ve yüzünü elbisesi ile
örterek çabucak geçmiştir.
Mina’ya giderken Ebrehe’nin ordusunun helak olduğu yerden
hızlıca geçmiştir ve ‘Kendilerine zulmeden insanların eğleştiği yerlerde eğleşmeyin ki, onlara dokuna azap size de dokunmasın…’
(Ramuz el Ehadis:63/16)demiştir.
Cenab-ı Allah: ‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun’ (Tevbe:119) diye emreder.
Allah (cc) buyuruyor ki: ‘Gevşemeyin, inanmışsanız mutlaka
en üstünsünüzdür.’ (Ali İmran:139)
‘Hepiniz toptan Allah’ın dinine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşününüz.’ (Ali İmran:103)
‘Allah’a ve O’nun Resulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz, gücünüz gider.’ (Enfal:46)
-‘Ey inananlar! Eğer sapığın biri size haber getirirse, o haberin iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir topluluğa fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.’ (Hucurat:6) Bu emre
göre her inanan, her duyduğunun peşine düşmeyecek, Müslümanların gizli sırlarını araştırmayacaktır. Zira bir müslümanın bir müslümana zarar vermesi de üzücüdür. Bir müslümanın bir müslümandan zarar görmesi de üzücüdür.
Bela ve musibetleri def etmenin yollarından biri de sadaka
vermektir. Bela ve musibetler sadakayı geçemez. Peygamber (as):
‘Sadaka kaza belayı def eder.’ buyurmuştur.
Fitne hiçbir devirde boş durmamıştır. Her zaman insanımızı
bölecek, ahlakı bozacak, inanca zarar verecek konular icat etmiştir.
Peygamber (as) zamanında bile kabileleri birbirine düşürmüşlerdir.
Müslümanı müslümana kırdırmışlardır. Cemaatleri, tarikatları bir239
birine düşürmüşlerdir. Alevi, Sünni, kürt, türk kardeşliğini bozmuşlardır. Müslümanların camilerini ayırmalarını sağlamışlardır.
XXX
Ders alınacak musibet vardır. Bir söz vardır. ‘Temiz insanların işine garez bulaşmaz.’diye.
Geçmişimize kısaca göz atacak olursak, Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu bölünmen in ve parçalanmanın sonucu zaafa
uğramışlardır. Tarihte 16 Türk devleti kurulmuştur. Yıkılan hiçbir
Türk devletinin düşmanlar tarafından yıkılmayıp, içten yıkılmış
olması, ne kadar acıdır. Yakın geçmişte son bağımsız Türk devletini de parçalama ve yıkma gayretlerinin aynı metodla nasıl sürdürüldüğünü gözlerimizle gördük. Güçlü bir İslam birliği ve güçlü bir
Müslüman Türkiye istemeyenlerin ve onların kuklası durumuna
gelenlerin kendi insanımıza ayrı ayrı adlar takarak, sınıflara bölüp
birliğimizi ve varlığımızı nasıl tehdit ettiğini herkes bilmektedir.
Tarihte birçok topluluk, hataları ve içine düştükleri ahlaksızlıkları yüzünden helak olmuşlardır.
Zinanın yayıldığı Lut kavmi, yerin dibine batmıştır.
Ahlaksızlıkta ileri giden Ad kavmi, Semud kavmi, korkunç
şekilde cezalandırılmışlardır.
Ebrehe’nin orduları ummadıkları şekilde yok olmuştur.
İtalya’nın eğlence ve fuhuş merkezi olan Pompe i halkı, Vezüv yanardağının külleri altında taşlaşmışlardır.
Tanrı bile batıramaz denilerek denize indirilen Titanik daha
ilk seferinde gemideki ahlaksızlıklar yüzünden denizin dibini boylamıştır.
Günümüzdeki seller, hortumlar, yanardağlar, depremler, yakıcı sıcaklar, dondurucu soğuklar, görülmeyen bilinmeyen hastalıklar boşuna değildir.
İnanmayanlar, şımaranlar peygamber yakını da olsalar helak
olmaktan kurtulamamışlardır. Nuh’un oğlu, hanımı, Lut’un hanımı,
İbrahim’in babası Azer, peygamberimizin amcası Ebu Talip birkaç
örnektir.
Allah Kur’an’da: ‘Her birini günah sebebiyle yakaladık. Kimine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini bir çığlık yok etti.
Kimini yerin dibine geçirdik. Kimini de suda boğduk. Onlara Allah
zulmetmiyordu. Fakat onlar kendilerine yazık ediyorlardı.’ (Ankebut:40) buyurarak bizi de uyarıyor.
240
Firavun Kızıldeniz’de boğularak cezalandırılmıştır. Şimdi İngiltere’de 3000 yıllık cesedi secde eder haldedir.
Ebu Cehil öldüğü zaman öyle kokmuştur ki, kimse yanına
yaklaşamamış, oğlu İkrime evi babasının üzerine yıkıvermiştir.
Şimdi de o evin olduğu yer tuvalettir.
Allah her fitneyi ve fitneciyi cezalandırmıştır.
XXX
Her afatın, bela ve musibetin bir sebebi vardır. Şair şöyle der:
‘Kula bela gelmez, Allah yazmayınca,
Allah bela yazmaz, kul azmayınca.’
Kur’an’da: ‘Başınıza gelen musibet, kendi yaptıklarınız yüzündendir.’ (Şura:30)
-‘Sana gelen her kötülük kendindendir.’ (Nisa:79)
-‘Allah kimseye zulmetmez, insan kendine zulmeder.’ (Yunus:44)
-‘Yoldan çıkmış toplumlardan başkası, helak edilmez.’ (Ahkaf:35)
Şair ne diyor: ‘ Hiç kuluna zulmeder mi Hüda’sı,
Kulun çektiği kendi cezası.
Günümüz insanı günah işlemeyi özgürlük olarak algılıyor.
Ondan sonra rahmet olması gereken zahmet oluveriyor, şaşırıp kalıyoruz.
İnsanı insan yapan değerler ayaklar altında. İffet abidesi anaların kızları kendini teşhir etme yarışında.
Her başımıza gelen olay, bizi kendimize getirmelidir. Neden
böyle oldu? Benim hatam ne? Deyip ders almalı, ibret almalı. Suçu
onun bunun üzerine atmamalıyız. Suçu biraz da kendimizde aramalıyız.
Cenab-ı Allah kimleri cezalandırır?
Allah, azanları, kendisini tanımayanları, isyankârları ve ahlaksızları cezalandırır.
Peygamber (as): ‘ İyilik hâkim kılınmazsa, Allah o yer halkına şerlileri musallat eder.’buyurur. (Ramuz el Ehadis:502/11)
Allah (cc) insana iyiliği emretme kötülükten men etme görevi
vermiştir. (Ali İmran:110)
Mehmet Zahid Kotku Hazretleri: ‘Şu huylar kimlerde bulunursa, onların başlarına belanın gelmesi hak olur.
-‘Emaneti muhafaza etmemek’
241
-‘Zekâtı fakire borç gibi vermek’
-‘Hanımların beylerine itaat etmemesi’
-‘Ana babaya asi olmak’
-‘İyilik yapılması gerekenlere iyilik etmemek’
-‘Toplumda rezillerin görev alması’
-‘Şerrinden korkulup kişiye ikram edilmesi’
-‘Açıktan içki içilmesi, zina edilmesi…’diye sıralamıştır.
Peygamber (sav) şöyle buyurur:
-‘Allah bir topluluğa gazap ederse, onların fiyatlarında pahalılık, aralarında fesat çoğalır. Yönetenlerin zulmü artar. Zenginler
zekât vermez, fakirler namaz kılmaz.’ (Ramuz el-Ehadis:375/8)
Bir hadiste de: ‘Beş şey beş şeyin karşılığıdır.
-‘Allah’a karşı ahdini bozan topluluk üzerine düşmanları musallat olur.’
-‘Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedenlere fakirlik
iner.’
-‘Fuhuş yaygınlaşan toplumlarda ölüm yayılır.’
-‘Ölçü tartıda hile yapanlar kıtlıkla cezalandırılır.’
-‘Zekâtı vermeyenler yağmurdan mahrum olur.’buyrulur.
Allah Resulü diyor ki:
‘Ümmetim için iki şeyden korkarım. Rahat olan yerlere göçüp şehvetlerine tabi olurlar; namazı ve Kur’an okumayı terk ederler. Münafıklar ise, Kur’an’ı öğrenirler, Kur’an’a uymazlar, ilim
ehli ile mücadele ederler.’ (Ramuz el-Ehadis:12/6) ‘Ben bu durumlardan korkarım’diyor.
Felaketler hep ceza olmayabilir.
Sosyal felaketlerin ceza yönü vardır, uyarı yönü vardır, mesaj
yönü vardır. Şer gibi görünüp hayra vesile olan yönü vardır.
Uyanmamızı ve kendimize gelmemizi sağlayan günahlara keffaret
yönü vardır.
Afet ve felaketleri doğru okumak gerekir. Hiçbir şey boşuna
ve sebepsiz değildir.
Bazen bir musibet, bin nasihatten hayırlı olur.
Mesela; Kriz ilahi bir uyarı olabilir. Şükürsüzlüğe karşı, israfa karşı ikaz olabilir. 16. Papa: ‘Küresel kriz ilahi bir uyarıdır’demiştir. (28.6.2006,Yenişafak)
17.2.2013 tarihinde Rusya’ya düşen göktaşı için Rus papazı:
‘Meteor yağmuru Allah’ın insanlığa uyarısı’demiştir.
242
Bakara Suresi 155.ayetine göre musibetler imtihan olabilir.
Musibetler, bazen hayra vesile olabilir. Ders almayı sağlayabilir. Şer gibi görünebilir ama sonuç hayır olur.
Musibetler, inanların günahına kefaret olur.
Onun için ‘Allah falanı niye cezalandırmıyor?’demek yanlış
olur. Bir felakete uğrayan için, ‘Oh oldu’denmemelidir. Kötüye
yorulmamalıdır. Her kötü bu dünyada cezalandırılırsa, imtihanın
anlamı kalmaz. Sonra dünya ceza yeri değildir. Daha çok ikaz ve
uyarı yeridir.
XXX
Ayet ve hadislerde bildirildiğine göre insanlar işledikleri günahlar yüzünden şu zararları görürler.
-Rızıkları daralır.
-Allah’ın rahmetinden uzak kalırlar.
-Diyen, ibadete meyletmezler.
-Sıkıntılı hayat yaşarlar.
-Afet ve felakete maruz kalırlar.
-Merhametsiz olurlar.
-İyilik, hayır düşünmezler.
-Günahlar yüzünden ömürleri kısalır.
-Bir günahtan başka bir günaha düşerler.
-Tevbe edemezler.
-İbadet etseler de zevk alamazlar.
-Kâfir işi, münafık işi işledikleri için onlar gibi olurlar.
-Utanma duyuları azalır veya yok olur.
-Her günah kalbi karartır.
-Son nefeste imanlı gidemezler.
-‘İnsanların işledikleri yüzünden karada, denizde fitne fesat
çıkar.’ (Rum:41)
XXX
Günahlar çoğaldığı zaman, ceza umumi olur. Kur’an’da şöyle
uyarılıyoruz:
-‘Öyle bir fitneden sakının ki, o içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz, herkesi perişan eder.’ (Enfal:25)
Neml Suresi 48.ayette Hıcr şehrinin 9 yaramaz kişi yüzünden
helak olduğu haber verilmiştir.
-‘Bir toplumda bir takım günahlar işlenir. Günah işlemeyenler daha çok ve daha güçlü oldukları halde engel olmazlarsa Allah
hepsine birden ceza verir. (İbni mace, fiten:20)
243
-‘Bir yerde bir kötülük ortaya çıktığında men edilmezse, Allah onlara azabını indirir. Sahabe:
-‘Onlar arasında iyiler bulunsa da mı?’deyince,
-‘Evet, onların hepsine iner. Çünkü onlara karşı çıkmamışlardır.’ (Ramuz el Ehadis:54/3)
Günah işlemeyenlerin ne suçu var? Engel olmamak, kalben
buğz etmemek, üzülmemek suçları var.
Peki, sonuçta, çekilen sıkıntılar günahlarına kefaret olur. Bir
adaletsizlik ve haksızlık olmamış olur.
Resulillah (as) bu konuda şöyle buyurur:
‘Müslüman’a fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza, can sıkıntısı arız olmaz, hatta vücuduna bir diken batmaz ki, Allah bu musibetler sebebiyle onun hatalarını ve günahlarını bağışlamış olmasın.’
(Buhari, Merda, 1;Müslim, Birr,14)
Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethetmek üzere yola çıkmıştı.
Orda saatlerce Kocaeli’nin bağlıkları, bahçelikleri arasından geçti.
Her taraf meyvalıktı. Tam Gebze’ye geldiği zaman orduya mola
verildi. Yavuz Yeniçeri ağasına:
-‘Canım bir elma istedi, bana elma bul!’ dedi. Yeniçeri ağası
elma aradı, bulamadı. Hatta askerlerin dağarcıklarını da arattı, bir
tek elma bile bulamadı. Padişaha gelerek:
-‘Padişahım, bir tek elma bile bulamadım’ deyince:
-‘Asker kullarımda da yok mu?’
-‘Dağarcıklarını arattım, birinde tek bir elma çıkmadı’ deyince Yavuz şu cevabı verdi:
-‘Eğer bir askerimin üstünde, halkın bahçelerinden koparılmış bir tek elma çıkmış olsaydı, Mısır seferinden vazgeçecektim.
Çünkü Allah haram yiyen askere zafer nasip etmez’der.
Haram yiyen yediği haramın cezasını mutlaka görür. İflah
etmez. Bir adam:
-‘Ya Resulallah! Zerre kadar hayır işleyen hayrını muhakkak
görür mü? Zerre kadar şer işleyen de şerrini muhakkak görür
mü?’diye sorar.
Peygamber efendimiz:
-‘Evet’buyurur.
Adam:
-‘Vah kötülüklerim’diyerek oradan ayrıldı. O zaman Resulallah (sav):
-‘Bu adam iman etti’der.
244
Hasan-ı Basri şöyle der: ‘Kim zerre ağırlığında bir hayır işlerse onu görür. Kim de zerre ağırlığında bir şer işlerse onu görür.’
Zilzal suresinin 7-8. ayetleri nazil olunca müslümanlardan bir
adam: ‘Yeter bana; zerre kadar bir hayır yahut şer işlersem, onu
göreceğim. Bundan sonra ders alınacak bir şey kalmadı’der.
Çok günaha giren, çok günah işleyen daha çok sevap işlemelidir. Ümitsizliğe kapılmamalıdır. ‘Battı balık yan gider’ deyip Allah’ın rahmetinden kimse ümit kesmemelidir. Herkes bilmelidir ki,
Allah’ın affı, rahmeti bizim hatalarımızdan, günahlarımızdan daha
büyüktür.
Adamın biri İmam-ı Ali (ra) Efendimiz’e günahının çokluğundan söz etmiş, ümidini yitirmek üzere olduğunu anlatmış. Allah’ın arslanının cevabı şöyle olmuş:
-Ümitsizlik yoktur! Tevbe et.
Adam itiraz eder gibi konuşmuş:
-Benim günahım sandığınız gibi az değil.
İmam-ı Ali’nin (ra) suali şöyle olmuş:
-Senin günahın mı daha çok, yoksa Rabbimizin affı, merhameti mi?
Düşünmeden cevap vermiş:
-Elbette Rabbimizin affı ve merhameti!
-Öyle ise neye ümitsizleniyor, yeise düşüyorsun?
Adam bu defa da:
-Ne zamana kadar tevbe edeceğim? demiş. Aldığı cevap şu:
-Tevbe ettiğin günahları terk edinceye kadar!
Günah işleyen günah işledikten sonra derhal o günahı terk
etmelidir, istiğfar etmelidir.
İmam-ı Gazali ‘günah işlediğin zaman hemen onu mahvedecek savap işle’der.
Musibetler karşısında tavrımız ne olmalıdır?
-Lanet okumak, kahrolsun demek, diş gıcırdatmak çare değildir. Beddua etmek cahillerin işidir.
-Suçu onun bunun üzerine atmak faydasızdır.
Kur’an’da: ‘Siz kendinize bakın, siz doğru yolda oldukça, sapıklar size zarar veremez.’ (Maide:105)buyrularak fitnenin, fitnecinin yalnız bırakılması gerektiği bildirilmiştir.
-İnsanın öyle felaket anında kendini ve yakınlarını kurtarması
önemlidir.
245
-İyilik emredilmeli, kötülük men edilmeli.
-Olaylar sabırla karşılanmalı, ‘herşeyde bir hayır vardır’denmelidir. ‘Bu da geçer’diye düşünülmelidir.
-Olayların geçici ve Cenab-ı Allah’ın imtihanı olduğu düşünülürse, sıkıntılar daha kolay atlatılır, daha az zarar görülür.
-Felaket anında herkes ‘bunda benim payım nedir?’diye düşünür ve hatasını düzeltirse, o felaket hayra vesile olur.
-Felaket anlarında isyan edilmez. Müslüman Allah’a iltica
etmelidir. Yunus peygamber sıkıntıdan: ‘La havle vela kuvvete ille
ente sübhaneke inni küntü minez zalimin’diyerek kurtulmuştur. Her
Müslüman sıkıntıdan ve sıkıntı veren şeyden bu şekilde kurtulabilir.
-Bir de bela anında: ‘Hasbünellahü ve niğmel vekil niğmel
Mevla ve niğmen nasir’derse şerden, şerliden, musibetin zararından
Rabbi’ne sığınmış olur.
Sonuç olarak; Cenab-ı Allah bazen bizim hatalarımızı bize
göstererek düzeltme ve düzelme fırsatı verir. Ayrıca kulun Rabbi’ni
hatırlaması ve O’na yönelmesi fırsatı doğar.
-Bugün birçok şeyle imtihana tabi tutuluyoruz. Bunlar duaya,
ibadetlere sarılmamıza neden olmalıdır. Dua ve ibadetler musibetlerin hafif geçmesine neden olur. Beddua ise musibeti artırır.
-Her afat ve felaketin Allah’ı hatırlattığı ve insanları Allah’a
yönelttiği bilinen bir gerçektir. Müslümana düşen illa bir felaket
beklemeden Allah’a yönelmesidir.
Bir de helak olanlardan ibret almasıdır ve kendini düzeltmesidir.
Müslümana yakışan felaketlere neden olan davranışlardan
kaçınması ve sakındırmasıdır.
Unutmayalım, kul azmayınca Allah yazmaz.
Şunu da unutmayalım: Durumları iyi olan bazı kötü insanların o iyi gibi görünen halleri bizi aldatmasın. Musa peygambere
isyankârın biri gelir:
-‘Hani benim cezam’der.
Cenab-ı Allah şöyle vahyeder:
-‘Biz ondan ibadet etmenin zevkini almadık mı? Bundan daha büyük ceza mı olur!’
Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurur:
246
-‘Şüphesiz ki insan işlediği günah sebebiyle rızkından mahrum olur, başına musibet gelir. Kaderi ise dua değiştirir. Ömrü de
iyilik artırır.’ (Tirmizi kader:6)
Evet, kaza belayı def eden, dua ve ibadetlere sarılmak insanı
iki cihan saadetine kavuşturacaktır.
Hayatta yapıcı olmak esastır. Allah Kur’an’da:
-‘Kullarıma söyle sözün en güzelini söylesinler’diye emretmiştir. (İsra:53)
Yunus’a Mevlana’ya göre Müslüman, gönül kıran değil, gönüller yapan ve faydalı olan kimsedir.
Yunus der ki:
-‘Bir bahçeye giremezsen durup seyran eyleme,
Bir gönlü yapamazsan, yıkıp viran eyleme’
Son olarak, fitnenin zararı umumidir. Fitne ve fesattan herkes
zarar görür. Zarar gören masum insanların vebali fitneye sebep
olanlarındır.
Allah kardeşliğimizi, birliğimizi, beraberliğimizi bozacak fitne ve fitnecilerin şerrinden milletimizi, Müslüman kardeşlerimizi
korusun.
Allah’ın selamı, rahmeti, inayeti ve hidayeti üzerinize ve üzerimize olsun.
Değerli dinleyenlerim,
Son zamanlarda haçlı ruhu ve Siyonizm, İslam âleminin uyanışından rahatsızdır. Türkiye’nin Müslümanlara yapılan zulümlere
karşı çıkmasından iyice rahatsız olmuşlardır.
İslam ülkelerini fitne fesatla rahatsız etmektedirler. Müslüman müslümanı tekbir getirerek öldürmektedir. Ölen de müslümandır, öldüren de müslümandır.
İslam ülkeleri kaynayan bir kazan. Sömürülen müslüman,
zulmedilen müslüman, sefalet çeken Müslüman. Müslümanlar uyutuluyor, uyuyor. Ne diyelim:
-Müslümanları uyandır Allah’ım,
-Müslümanların kardeşliğini nasip eyle Allah’ım,
-Müslümanlara rahmetinle muamele et Allah’ım,
-Bu zillete neden olan hatalarımızı affet,
-Aramızdaki düşmanlığı kırgınlığı kaldır,
-Müslümana yakışmayan tavrımızı affet,
-Bizden yardımını esirgeme Allah’ım,
247
-Hatalarımız yüzünden bizi cezalandırma,
-Müslüman kardeşlerimize acı Allah’ım,
-İçinde bulunduğumuz üzüntü ve sıkıntılardan Müslüman
kardeşlerimizi kurtar Allah’ım,
-Müslüman oldukları için katledilen, zulmedilen Müslümanları zulümden kurtar,
-Aç, susuz bu kış gününde üşüyen Müslüman kardeşlerimizi
kurtar Allah’ım,
-Allah’ım İslam ve Müslüman düşmanlarını ıslah et. Islah
olmazlarsa ‘Kahhar’ ismi şerifinle kahret,
-Allah’ım Müslümanları düşmanların insafına terk etme.
Düşmanın ihanet planlarına karşı uyandır.
-Allah’ım müslümanı fitneye alet etme,
-Allah’ım Müslümanları birbirine düşmekten koru. Ashab-ı
Kiramın, Ensar ve muhacirin kardeşliğini nasip eyle.
-Allah’ım sen bizden razı ol, Muhammed(as)’ı bizden razı et,
-Allah’ım bize birlik, beraberlik ve kardeşlik nasip et. Sana
inanan Muhammed ümmetini koru.
248
YAŞLILARA SAYGI
Türk ailesi, Türk toplumu batı güdümüne girdiği günden bu
yana sosyal deprem yaşıyor. Bu depremde toplumumuz, sevgi,
saygı, acıma, sorumluluk gibi duygularını yitirdi. Saygı sorumluluk
unutuldu. Dua ağaçlara sulanmadı kurudu, kurumayanda kesilip
atıldı.
Beceremediğimiz, hakkını veremediğimiz bazı şeyleri silip
attık veya bir gün bir hata ilan ediverdik. Aslında bu kutlama, hatırlama değil unutma, unutturma günleri oldu. Bir gün kutlama 364
gün unutma. Batı böyle yaptı, biz de böyle yaptık. Hâlbuki batı
ailesi dağıldığı için böyle yaptı. Biz de ailelerimizi dağıtmak için
onlara uyduk. Anneler günü, babalar günü, yaşlılar günü diye seve
seve aldık.
Batının bize Müslüman-Türk kimliğini unutturma tuzağına
düştük. Batı ile yattık batı ile kalktık. Yani batılılaşma sıtmasına
tutulduk. Batılılaşma, bizi batırdı. Bugün batılılaşma arzusunun
ortaya çıkardığı felaketlerle boğuşuyoruz. Batı bize insani, ahlaki
şeyler vermediği için batının çöplüğü haline geldik. Hastalıklar
bize batıdan bulaştı. Ahlakımız bozuldu. İdeallerimiz yozlaştı. Ailelerimiz çöktü, dağıldı.
Anneler günü, babalar günü, yaşlılar günü gibi bize fantezidir. Bize göre değildir. Bir yılda yapılmayan görev bir günde yapılamaz. Bize ömrünü verenlere bir gün ayıp olmaz mı? Sonra evlatlarımızda bize aynı şeyi yapmaz mı?
Bir güne hapsedilen sevgi, saygı ve görev bütün ömür boyu
gösterilmesi gereken şeyler değil midir?
Bu tür oyunlar, batı kaynaklı ve ticari amaçlıdır.
Canlılar içinde en zor yetişen, zahmeti çok olan tek varlık
insandır. Dünyaya zahmetle gelir, eziyetle büyür. Büyüse de ihtiyacı bitmez.
Bugüne kadar çok şey yitirdik. Ama insanlığımızı yitirmemeliyiz.
Annelerimiz:
Bir gün, bir hediye, bir öpücük anneye görev tamam olur mu?
Anne, çocuğunu 9 ay karnında taşır. Zahmetle dünyaya getirir, eziyetle büyütür. Yıllarca onu taşır, beşiğini sallar, temizliğini
249
yapar, kanından kan, canından can verir… Geceleri uyumaz, gündüzleri dinlenmez. Yemez yedirir, giymez giydirir. Fedakârlığın en
güzel örneklerini verir. Evladı için ömür tüketir. Onunla güler
onunla ağlar. Bunun için:
-“Ana gibi yar olmaz.”
-“Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar.”
-“Ana başa taç imiş, her derde ilaç imiş Evlat pir olsa da
anaya muhtaç imiş” denmiştir.
-Ağlayan “ana” diye ağlar.
Peygamber ( as ) bir hadislerinde: “Cennet anaların ayağı
altındadır” (Nesel Cihad:6/11) buyurarak cennete girmek için ana
rızasının önemini belirtmiştir.
Bir hadislerinde de Musa Peygamber zamanında annesine
bakan birinin cennette Musa Peygambere komşu olduğunu bildirmiştir.
Bir adam Hz. Peygambere sorar:
-“Ya Rasülallah! En iyi muameleye kim daha hak sahibidir?
-Annen.
-Sonra kimdir? Der.
-Annen.
-Daha sonra? Der.
-Annendir. Cevabını alır.
-Ya sonra kimdir? Diye sorar. Peygamberimiz ( sav ):
-Babandır.” (İ. Canan, Hadis Ans:1/153) buyurur.
Hz. Aişe (ra) şöyle anlatır:
“Buraya iki kızı ile yoksul bir kadın geldi. Kendisine 3
hurma verdim. Kadın kızlarına birer hurma verdi. Bir hurmayı da
ağzına doğru götürmüştü ki, çocuklar o hurmayı da yemek istedi.
Kadın hurmayı iki yavrusu arasında paylaştırdı. Kadının bu hali
bana hayret verdi. Bu hali Rasülüllah’a anlattım.
Allahın elçisi:
-Allah bu davranışı sebebiyle o anayı cehennemden azad
edip, ona cenneti vacip kıldı” buyurdular demiştir.
Hz. Peygamber, Mekke’ye giderken yolda annesinin mezarını ziyaret eder. Ziyaret sırasında kabri eliyle sıvazlar ve ağlar. Bu
hali gören Müslümanlar da ağlar. Bu sırada niçin alındığını soranlara Hz. Peygamber:
-Annemin benim hakkımda şefkat ve merhametini hatırladım da ondan ağladım” cevabını verir.
250
Sevgili Peygamberimiz sütünü emdiği Süveybe Hatuna her
zaman ilgi duymuş, ona hürmette asla kusur etmemiştir. Sütannesi
Halime Hatun bir gün Efendimize gelerek yokluk çektiklerini bildirmiştir. Peygamberimiz onun ihtiyacını fazlasıyla karşılamıştır.
Gelişinde “Anneciğim” diyerek karşılamış, hürmet göstermiş ridasını sererek üzerine oturtmuştur.
Peygamber Efendimiz zamanında bir genç, son anlarını yaşamaktadır. Peygamberimize kelime-i şahadet getiremediği haberi
gelir. Peygamberimiz gencin yanına gider, halini görünce sorar:
-Bu gencin ana babası var mı?
-Yaşlı bir anası var oğlu ile konuşmuyor derler.
-Çağırın der.
-Bu senin oğlun mu?
-Evet.
-Sen bundan razı mısın?
-Hayır. O benim gönlümü kırdı der.
Peygamberimiz affetmesini ister. Hayır, cevabını alınca.
Odun toplamasını ister ve yakmak istediğini, kadına bildirir. Ben
yakmasam Allah yakacak der. Bunları duyan kadın: “Oğlumu affediyorum” der demez gencin dili çözülür. Kelime-i şahadet getirip
ruhunu teslim eder.
Ana sevgisi koşulsuz sevgidir. Hiçbir evlat ana sevgisine
karşılık verememiştir.
Bir anada, kendisini üzen oğlunun küçükken yattığı beşiği
ve giydiği elbiseleri getirir, önüne kor ve:
-“Ey insafsız! Sen bu beşikte yattın şu elbiseleri giydin,
acizdin, üzerine konan sinekleri kovamazdım, hasta olurdun, sabahlara kadar başında beklerdim” der.
Güzel muameleye en layık insan, annedir.
Bir adam, Resul-i Ekrem’e gelerek, “Ey Allahın Rasülü,
kendisine güzel davranıp yakınlık göstermemi en çok hak eden
kimdir? Diye sordu. Hz. Peygamber, “Annen” cevabını verdi.
Adam, “sonra kimdir?” Diye sorunca Sevgili Peygamberimiz yine,
“Annen” buyurdu. Adam, “sonra kimdir?” Diye tekrar sorunca
Peygamber Efendimiz, “Annen” cevabını verdi. Bunun üzerine
adam “sonra kimdir?” Dedi. Allahın Rasulü, “sonra babandır” buyurdu. (Buhari, Edep,2)
Rasülüllah Efendimiz’e ( sav ) bir adam geldi ve şöyle dedi:
251
“Ben büyük bir günah işledim. Benim için bu günahı affettirecek bir tövbe yolu var mı?”
Allah Rasülü, adama sordu: “Annen var mı?”
Adam: “Hayır yok” dedi.
Allah Rasülü, bunun üzerine:
“Peki, teyzen var mı?”
Adam: “Evet var” dedi.
Allah Rasülü: “O halde git ona iyilik et” buyurdu. (Tirmizi)
Babalarımız:
Varlık sebebi babalara da bir gün ha! Senede bir gün!
Baba da ana karnındaykenden ömür boyu evladı için çırpınır
durur. Onu korur. Her türlü ihtiyacını karşılar. Meslek sahibi yapar
her türlü sıkıntıya katlanır.
Hiçbir evlat kendisine yapılanı ne anasına, ne de babasına
yapabilir?
Peygamber (as): “Allah’ın rızası, babanın rızasından geçer.
Baba cennetin orta kapısıdır. Dilersen bu kapıyı terk et, dilersen
muhafaza et!” (Tirmizi Birr:1900-1901)
-“Hiçbir evlat babasına borcunu ödeyemez. Hatta babası başkasının kölesi olup da onu satın alıp hürriyetine kavuştursa da.”
-Bir evlat babasını Peygamber ( as )’a şikâyet eder. “Bu da
malımı alıyor” diyor. Peygamber ( as ):
“Ente vemalüke liebike = Sen de babanınsın malında babanın” cevabını veriyor.
Hiçbir evladın ana babasından şikâyeti, sızlanması ve küsmesi olmamalıdır. Benim ne biçim anam babam var? Diyeceğine, ben
nasıl bir evladım? Ben evlatlık görevimi yapıyor muyum? Demelidir.
İnsan ana babanın ne demek olduğunu, ana baba olunca anlamaya bırakmamalıdır.
Ana babasına evlatlık görevi yapmayanın, evladından evlatlık
görevi beklemeye hakkı olur mu?
Ana babanın hakkı öyle bir günde ödenecek hak değildir.
Bazıları, baba hakkını bir tohum olarak görmektedir. Böyle
basit hak anlayışı ancak hayvanlar için geçerlidir.
Allah’ın bir Salih kulu bir ihtiyacı olduğu zaman evladına
söylemezmiş. Başkalarına söylermiş. Sebebini soranlara:
252
-Oğlumun ihmalinden veya isyanından korkarım. Bu durumda cehennem ateşini hak eder. “Ben evladımın ateşte yanmasını
istemem” der.
Hani meşhurdur. Bir baba oğluna “Adam olamazsın” demiş.
Çocuk okumuş ilçeye kaymakam gelmiş, babasının bu sözünü
unutmayıp, köyden babasını jandarma ile çağırtmış. Odasına giren
babasına: “Bana adam olamazsın demiştin. Bak kaymakam oldum”
demiş. Kapının yanında ayakta duran baba: “Ben sana kaymakam
olamazsın demedim ki, adam olamazsın” dedim. “Adam olsaydın
beni jandarmayla bu şekilde çağırtmazdın” demiş.
Belki çok şey olabiliriz ama her şeyden önce evlat olmalıyız.
İnsan olmalıyız.
Ana Baba İçin İlahi Uyarılar
Öksüz ve yetim büyüyen Peygamber ( as ) şöyle buyurur:
-“Allah’ın rızası ana babanın rızasındadır. Allah’ın gazabı
ana babanın gazabındadır.” (Tirmizi Birr:3)
-“İhtiyar ana babadan biri ya da ikisi yanındayken onların rızasını kazanarak cenneti hak etmeyene yazıklar olsun” (Müslim
Birr:8) demiştir.
-“Biri Peygamber (as)’a sorar:
-Ana babanın çocukları üzerinde hakları nedir? Cevap:
-Onlar senin ya cennetin ya da cehennemindir.”
-“Cebrail ( as ):
-Ana babanın rızasını kazanamayan evladın burnu sürtülsün”
demiş, Peygamberimiz: “Âmin” demiştir. (Tirmizi Davut:110)
Allah’a ortak koşmaktan sonra günahların en büyüğü ana babaya isyandır.
Cenab-ı Allah’ın uyarıları da şöyle:
-“Allahtan başkasına kulluk etmeyin, anne babanıza iyi muamele edin. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, “öf!” bile deme. Onları azarlama, onlara güzel ve tatlı söz
söyle. Onlara acı, merhamet et. “Onlar bana çocukluğumda nasıl
merhamet ettiyse, sen de onları öyle esirge Ya Rab! Diye dua et.”
(İsra:23-24)
“Biz insana anne babasına karşı iyi davranmasını tavsiye ettik. Zira annesi onu zorlukla karnında taşımıştır. Onu güçlükle doğurmuştur... (Ahkaf:15+Lokman:14)
253
“Allahtan başkasına tapmayın; ana babaya iyilikte bulunun.”
(Bakara:83)
-“Allaha kulluk edin. Ona hiçbir ortak koşmayın. Ana babaya
iyilikte bulunun.” (Nisa:36) buyrulur.
Ana baba evladından ne olursa, olsun ilgisini hiç kesmez. İtaat etmese de, vazifesini yapmasa da onunla ilgiyi kesmez. Ama
evlat en ufak bir şeyden dolayı ana babaya sırt çevirdiği için Cenab-ı Allah bu uyarıları yapmıştır.
Ana baba hakkın riayet, insanın manen ömrünü uzatır. Hayatı
mutlu, bu huzurlu kılar rızkı arttırır. Cenab-ı Allah ona iyi davranacak evlatlar verir. Ana babaya iyiliğe karşılık lütuflarda, ihsanlarda
bulunur. Hizmetin karşılığı cennet verir.
-Evlat ana babaya “öf” bile dememeli, saygıda asla kusur etmemelidir.
-Kaba kırıcı davranmamalıdır. Tatlı dil kullanmalıdır.
-Ana babanın hayır duasını almalı, onlar için de hayır dua
da bulunmalıdır.
-Ana babaya karşı edep ve terbiye sınırlarını aşmamalıdır.
-Ana babanın her türlü ihtiyacı karşılanmalıdır. Hizmetleri
görülmeli, rızaları alınmalıdır.
-Evlat ana babasına yaptığı hizmetleri başa kalkmamalıdır.
-Hanım istemiyor, beyim istemiyor diye ana baba terk edilmemelidir.
Evladın Hiç Hakkı Yok Mu?
Evladından şikâyet edenlere hep sormuşumdur:
-Siz nasıl evlat yetiştirdiniz? Nasıl olsun istedinizde olmadı?
Çocuk ana kucağı, baba ocağında yetişmez mi? Ana baba örnek model olmaz mı?
Çocuk Allahın emanetidir. Onun iyi yetiştirilmesi ve korunması gerekir. Allah: “Yakacağı taşlar ve insanlar olan cehennem
ateşinden yavrularınızı koruyun” diye emrediyor. (Tahrim:6)
Peygamber ( as ) her doğan, İslam fıtratı üzerine doğar” buyurarak. (Buhari Cenaiz:4) Tertemiz emanet edildiğini bildirir.
Onun kirlenmesinde ana ve babanın çok büyük katkısı vardır. Evladını ihmal eden, evlat katili olur.
Çocukları şekillendiren ana babadır. Evladını ihmal eden, cahiliye devrindeki cinayetten daha ağır suç işlemiş olur. Çünkü o
yaşadığı müddetçe çok canlar yakacaktır.
254
Çocuk köpekle bir tutulur “bir bebek, bir köpek” denirse, giyim ile hayat tarzı ana baba imajı verilmezse, o evlat, sadece anneler gününde, babalar gününde evlatlığını hatırlayacaktır.
Ebu Hafs el-Kindi’ye bir gelir:
-Oğlum beni dövdü, canımı acıttı.
-Subhanallah. Oğul babayı döver mi?
-Evet, dövdü hem de canımı acıttı.
-Oğluna ilim edep öğrettin mi?
-Hayır, öğretmedim.
-Kur’an öğrettin mi?
-Hayır, öğretmedim.
Sana ne denir şimdi demiş.
Ana baba yaşarken elin, ölürse yerin beğeneceği evlat yetiştirmelidir.
Peygamber (as ): “Çocuklarınızı güzel terbiye edin” buyuruyor. Çocukların dindar olmasından korkulmamalıdır. Dindar olan,
kindar olmaz. Ana baba dövmez. Verilen dünyalık bilgi kadar ahiret bilgisi verilirse, o çocuk ana babanın cenneti olur. Dinle barışık
olan herkesle barışık olur. Değilse, ana baba başının cenaze namazını bile kılamaz. Ahirette de ana babasının yakasına yapışacak:
“Rabbim, bunlar beni terbiye etmedi, dinimi öğretmedi” diye
şikâyet eder.
Dindar, hayırlı evlat ana baba için sadaka-i cariye olur. Ana
babasının ardından dua eder. Kabri başında somurtmaz. O evladın
iyiliklerinden ana baba pay alır durur. Çünkü Peygamber (as): “Bir
iyiliğin işlenmesine sebep olan, o iyiliği bizzat işlemiş gibi sevap
alır” denmiştir.
Hayırlı evladın hizmeti bitmez. Vasiyeti yerine getirir. Dua
eder, Yasin okur, Kur’an okur. Onlar için hayır hasenatta bulunur.
Onların kemiklerini sızlatmaz. Çünkü iyilikler ulaştığı gibi kötülükler de arkadan gelir durur.
Dindar Olmayan Ana Baba
Cenab-ı Allah: “Biz insana, ana babasına iyi davranmasını
tavsiye ettik. Eğer onlar, senin hakkında bilgin olmayan bir şeyi
(körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.
Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber vereceğim.” (Ankebut:8)
255
Lokman suresi 15’te zorlasalar da “onlarla iyi geçin” diye
emrediliyor. Yani kırmayın der.
Ana baba, inançsız da olsa kötülüğü emretse de evlat anasını babasını terk edemez. Onların zaruri ihtiyaçlarını karşılamakla
sorumludur.
Dine ters işlerinde ise onlara itaat edemez. İmandan da taviz
veremez. İslam dışı isteklerini kabul etmez, yerine getirmez. Burada Allah’a itaat eder.
Ahlaksız teklifleri olabilir. Haram istekleri olabilir.
Allah’ın emrine ters “örtünme, namaz kılma” gibi arzu ve
teklifleri olabilir. “İnkâr et” diyebilirler. Yani Allah’a isyan işte ana
baba ya itaat olmaz.
Küfür içinde iseler. Küfre rıza da küfürdür.
Sad bin Ebi Vakkas (ra) Müslüman olunca, annesi razı olmadı. Yemek yemedi. İslamdan dönersen öyle yer içerim” dedi.
İlave etti. “Yoksa ölürüm” Sad:
-“Anneciğim seni seviyorum ama bin canın olsa, birer birer
çıksa, yine dinimden vazgeçmem” dedi.
Dine hizmet adına gençleri ana babalarından koparmak, İslam inancı ile bağdaşmaz.
Yaşlıya Saygı
Sahip olduğumuz, istifade ettiğimiz şeylerin gerçek sahibi
yaşlılardır. Onlara minnet borcumuz vardır. Hayatlarının sonunda
onların mutlu olmasını sağlamak boynumuzun borcudur. Onlara
olan borcumuz yaşlılar gününde ödenebilecek bir borç değildir.
Yaşlılık kusur değildir. Kusurda değil, hastalık da değildir.
Yaşlılık ömrü olan herkesin kaderidir.
Ne yazık ki, günümüzde eve kedi köpek sığıyor da yaşlı
sığmıyor. Ana babasını yaşlılar yurduna yerleştirip bir daha aramayan evlatlar var.
Yaşlıların yeri huzur evleri değildir. Onlar bir çocuk gibi sıcak ilgiye muhtaçtır. Yalnızlık, bir çocuk için ne kadar zorsa yaşlı
içinde o kadar zordur.
Yaşlılar evde baş tacı olmalı, evin süsü bereketi olmalı.
Çünkü onlar yüzünden rızıklandırılırız.
Günümüzde huzur evi için sıra bekleyen yaşlıların olması
üzücüdür. Adları moruğa çıkmış, itilip kakılması, dolmuşta, oto-
256
büste yer bulamamaları bu toplumun yüz karasıdır. Köpeğe 52 hafta yaşlıya bir hafta insanı utandırıyor.
Yaşlıları sıkıntıya sokanlar, sıkıntıdan kurtulmazlar, darmadağın olurlar. İki yakaları bir araya gelmez. Hayatlarının sonunda
onlar da aynı kaderi paylaşırlar.
Huzur evi yaşlının huzur aradığı yer haline gelmişse, vay o
ailenin haline!, vay o toplumun haline!
Peygamber ( sav ) şöyle buyuruyor:
-“Küçüklerine merhamet etmeyen, büyüklerine hürmet etmeyen bizden değildir” (Tirmizi Birr:15)
-Eğer içiniz de beli bükülmüş ihtiyarlar olmasaydı, belalar
üzerinize sel gibi gelirdi.
-“Bir yaşlıya ikram edene Allah da ona ikram edecek birini
emrine verir.” (R.Salihın:391)
-“Düşkünleri gözetiniz. Zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklandırılırsınız.” (Age:314)
-“Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler, dilsiz hayvanlar olmasaydı başınıza azap ve bela yağardı.” (Keşfü’lHefa:2/212) Buyurmuştur.
Yaşlılar bizim sigortamızdır, dua ağacımızdır.
Ötenazi Bir Görev Mi?
Yaşlıların öldürülmesi veya ölmelerine yardımcı olunması,
batı kültüründe bir görev olarak görülüyor.
Bizde ise canı veren alır. Bir insanı öldürmek veya ölümüne
sebep olmak cinayettir. Bütün insanları öldürmüş gibi olur.
Herkesin yaşama hakkı vardır. Sakat, hasta, ihtiyar yaşayacaktır. Onlarla ilgilenenler sevap kazanma fırsatını elde edecektir.
Yaşlılık, organ noksanlığı veya hastalık öldürme sebebi olamaz. Çünkü bugün genç olan da bir gün yaşlanacaktır. Öldürülmeyi
kim ister?
İnsan öldüren, kötü örnek olmuş olur. Gelecek nesillere miras
bırakmış olur. Onlar da onu öldürür.
Bir kişi, ilgisizlikten ölürse, ilgi göstermeyen katil olur.
Birinin intiharına sebep olan, yardımcı olan da cinayet suçu
işlemiş olur.
257
Nasıl Davranılırsa O Görülecektir.
Kim ne yaparsa, onu görecektir. Bir insan yaşlanınca nasıl
muamele görmek istiyorsa, yaşlılara öyle davranmalıdır.
Bazı ihtiyarlar da yaşlıyım diye yükü tamamen başkalarının
omzuma bırakı vermemelidir. Yaşlılığı anlamlı kılmalıdır.
Yaşlılık emeklilik en güzel hizmet çağıdır. Evlatlara torunlara
tecrübelerinden yararlandırma, örnek olma zamanıdır. Eksik ibadetleri tamamlama zamanıdır. Etrafına hizmet edenlere hayır dua etme
zamanıdır.
Yaşlılar, Allahın rızasını kazanmaya, cennete girmeye sebeptir. Yaşlılara isyan da dünyada da ahirette de sıkıntıya sebeptir. Ana
baba ve yaşlıya isyanın cezası çoğu zaman ahirete de kalmaz. Bu
cezalardan en önemlisi evladı da ona isyan eder.
Dinimizde ana baba katilinin cenaze namazı kılınmaz.
Huzur evinden bir feryad!
Babayım ama çocuklarım nerede?
Kore de şehit düşen ağabeyinin adını verdiği oğlu Ahmet’te
20 yıldır haber alamayan Ali Karakuyu, Darülaceze’de yılların özlemiyle yavrusuna sarılıp hasret gidereceği günü bekliyor. “Ah
evladım insan bir arayıp sormaz mı” diye gözyaşı döken yaşlı adamı karısının vefatından sonra çocukları terk etmiş.
Huzur evi sakini iki yaşlı konuşuyor:
Huzurevinin bahçesinde iki tonton yaşlı adam bir banka
oturmuş laflıyorlar;
-Aaah ah... Yaş oldu 83… Elim ayağım tutmuyor, her tarafım ağrıyor…
Benle aynı yaşta değil misin, ya sen kendini nasıl hissediyorsun?
-Yeni doğmuş bebek gibi…
-Aaaa? Nasıl yani?
-Kafa da saç yok, ağızda diş yok, galiba az önce altıma yaptım!!!
Radyoda 2003 yılında üç huzur evi sakini ile program yaptım. O hafta yaşlılar haftasıydı. Program süresince ağladılar. Beddua ettiler. Varlık sahibi evlatlarının arayıp sormadığından bahsettiler.
Program sonunda bir sorum var dedim ve:
-Siz nasıl evlat yetiştirdiniz ki, böyle oldu? Dedim, sustular…
258
Bakın kim ne ekerse, onu biçecektir. Kim ne yaparsa karşısına o çıkacaktır. Biri bir adama bir tokat attı yere düşürdü. Üzüldüm. Yaşlı bir zat bana: “O da babasına böyle tokat atmış, onu yere
sermişti” dedi. İşte ilahi adalet…
-“Bir baba bir gün yaşlı babasını küfeye koymuş atmaya giderken, oynamakta olan oğlu sormuş.
-Baba nereye?
-Dedeni atmaya gidiyorum.
-Dedemi at ama küfeyi atma bana lazım olur” demiş.
-“Bir evlat da yaşlı babasını küfeye koymuş atmaya giderken yorulmuş küfeyi bir taşın üzerine koymuş dinlenirken, küfenin
içinde ki ihtiyar
-Ben de babamı atarken burada dinlenmiştim” diye mırıldanmış…
-Bir başka olay da; evlatlar babalarına kızmışlar, kolundan
bacağından tutup sürüklemeye başlamışlar. Bahçenin giriş kapısına
gelince adam: “Yeter zalimler yeter. Ben de babamı buraya kadar
sürüklemiştim” diye haykırmış.
Hiçbir yaşlı, kötü muameleye maruz kalmamalıdır. Kimse
unutmasın ki, bir gün nöbet bize gelecek, herkes ektiğini biçecek,
ettiğini bulacak. Bir gün yaşlanacağını düşünen, sonunda pişman
olmayacaktır.
Çare, hayırlı evlat yetiştirmektedir. Bazıları, yaşlılığını düşünüp, para biriktireyim, gayrimenkulüm olsun kendime baktırırım
diyor. Hayır, insana, bakarsa, kendi evladı bakar. Onun için her ana
baba kendine bakacak evlat yetiştirmelidir.
Acaba bugün kabahat ana babasına bakmayan evlat da mı?
Bu soruyu herkes kendi kendine sormalı, cevabını kendi bulmalıdır.
İnanan evlat, ana babasını terk etmeyecektir. Evinden atıp,
huzur evine yerleştirmeyecektir. Çünkü o bilir ki, “Allahın rızası,
babanın rızasındadır.” “Cennet anaların ayağı altındadır.” “Ana
babaya öf bile denmeyecektir.”
İnanan bir insanın ana babası ölse bile onları unutmayacaktır. Onların iki cihanda da sigortası olacaktır. İyi evlat, şefaat edecek…
Allah bizleri, sizleri ve inananları, evladı yüzünden veya
ana babası yüzünden, dünyada ve ahirette helak olanlardan etmesin.
259
260
ANA-BABA HAKKI
İnsan neslinin devamı, insanlığın eğitimi, şeref ve haysiyetinin korunması için Allah, nikâh ve evliliği farz kılmıştır. Kadınerkek tarih boyunca Allah'ın bu emri doğrultusunda bir araya gelerek insanlığın devamını sağlamıştır. Kendilerinden sonraki nesillerin bireylerini dünyaya getiren çiftler, "ana" ve "baba" gibi ulvi,
saygı gerektiren ve sorumluluk gibi kutsal görevleri gerekli kılan
ünvanlar almışlardır.
Canlılar arasında en geç gelişen, hayata intibakları ve eğitimleri en zor olan insandır. Bunun için zahmeti de en fazla olandır.
Çocuk dünyaya geldikten sonra her bakımdan uzun süre anaya babaya muhtaçtır. Çocuk dünyaya getiren her ana baba hayatları boyunca evlâtları için çalışıp çırpınacaktır. Evlâtları ne kadar büyürse
büyüsün her dönemde derdi bitmeyecektir. Bir zaman sonra evlâdının derdine birde torun derdi eklenecektir.
A) YAKIN TARİHE KADAR:
Yakın tarihe kadar bazı istisnalar çıkarılırsa, ana babanın
evlât ve görev anlayışı değişmediği halde, evlâdın ana-baba ve görev anlayışı büyük değişiklikler göstermiştir.
Meselâ bazı toplumlarda ihtiyar ana baba, tarlaya, oduna gidemediği, iş yapma gücünü kaybettiği zaman yaşama hakkını da
kaybederdi. Ana baba yaşlanınca merhametsizce evlâdı onu evden
kovar veya kendi eliyle öldürürdü. Bu aynı zamanda evlâtlık görevi
sayılırdı. İhtiyar ana babasının vahşi hayvanların pençesine bırakmak veya onları öldürmekle evlât görevini yapmış olurdu. Bunu
evlât yapmayacak olursa ihtiyar ana baba kendisi bu işin yapılmasını evlâdından isteyebilirdi.
Ana babanın evden kovulma veya öldürülmesinde diğer bir
neden de genç kadın büyük ananın, genç erkek de büyük babanın
yerine geçebilmek ve mirasa konabilmek arzusundan doğuyordu.
Eğer baba ölür de ana geriye kalacak olursa o da babanın bir
malı olarak miras telakki edilirdi. Bu durumda kadın, kocasına bağlılığını ispatlayabilmek için ya kendini öldürür yada o evin işlerini
gören hizmetçi olarak hayatını sürdürebilirdi. İş yapamaz hale gelince de öldürülürdü. Bu durumu yasaklayan bir emir, bir kural
yoktu. Kimse tarafından da kınanmazdı.
Oynayan çocuğun dedesini küfe ile atmaya götüren babasına:" Baba, dedemi at ama küfeyi atma, bir gün bana da lâzım olur"
261
demesi, bu durumun bir gelenek halinde devam ettiğini göstermesi
bakımından ilginç bir örnektir.
Anasını sırtına alıp ormana atmaya giderken vahşi hayvanların sesini duyunca ağaca tırmanan oğluna ananın:" Yavrum biraz
daha yükseğe çık. Bu hayvanları iyi tanırım, sana bir şey olmasın"
demiş olması zaman zaman nakledilen örnekler arasındadır.
Burada iftiharla kaydetmek gerekir ki, Türk kültüründe insanın kutsal sayılması nedeniyle her zaman büyükler, yaşlılar "ata"
olarak saygı görmüş, diğer toplumlarda görüldüğü gibi kötü muameleye maruz kalmamıştır.
B) ANA-BABA EVLÂDINI ZAHMETLE DÜNYAYA
GETİRİP EZİYETLE YETİŞTİRİR
Ana çocuğunu dünyaya getirmeden çeşitli eziyet ve ve zahmetlere katlanır. Aylarca karnında taşır. Dünyaya getirirken acı
çeker, hayatını tehlikeye atar, onu büyük zahmetlerle dünyaya getirir.
Bu durum Kur'an'da:
"Biz insana anasını babasını tavsiye ettik. Anası onu zahmet
çekerek karnında taşımıştır.(Lokman Sûresi:14)
"Biz insana ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası
onu zahmetle taşıdı. Zahmetle dünyaya getirdi."(Ahkaf Sûresi:15)
buyurularak ifade edilmiştir.
Peygamberimiz(SAV) in de Cennetin kadınların ayağı altında değil, anaların ayağı altında olduğunu bildirmiş olması, ananın çektiği zahmetler yüzündendir.
Gerçekten ana çocuğunu zahmetle dünyaya getirdikten sonra yıllarca bağrına basarak uykusunu, istirahatını terk ederek emziriyor. Büyümesi için nice sıkıntılara katlanıyor. Yemiyor, yediriyor, giymiyor giydiriyor, tek kelimeyle fedakarlığın en güzel örneklerini veriyor. Hayatının en verimli yıllarını saçları ağarıncaya
kadar yavrusu için harcıyor. Kendisinden çok evlâdını düşünüyor.
Evlâdının yemesi, içmesi ve sağlıklı büyümesi, ana için en büyük
sevinç ve neşe kaynağı oluyor. Evlâdının hastalanması veya acı
çekmesi halinde ise ana yıkılıyor. Bunun için atalarımız:" Ana gibi
yâr olmaz" "Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar" gibi anlamlı
sözler söylemişlerdir.
Bir evlât, kendisini nice eziyet ve zahmetlere katlanarak büyüten ana babası için "ne biçim anam, babam var" dememelidir."
262
Ben nasıl bir evlâdım" demeli ve evlâtlık görevini yapıp yapmadığına bakmalıdır. Şairin dediği gibi:
"Ana başa tâc imiş, her derde ilâç imiş,
Evlât pir olsa da bir anaya muhtaç imiş."
Ana kadar değilse de bir babanın da evlâdı üzerinde hakkı
ve emeği inkâr edilemeyecek kadar çoktur. Bazılarının iddia ettiği
gibi hakkı bir tohumdan ibaret değildir.
Baba, yıllarca evinin ve çocuğunun ihtiyacını karşılamak
için çırpınır durur. Evlâdını yedirip, içirmek ve bir meslek sahibi
yapmak için işini, çalışmasını kendisi için zevk ve mutluluk sayar.
Çocuğunu sağlıklı yetiştirip, eğitebilmek için hayatın bütün sıkıntı
ve acılarına katlanır. Evlâdı hangi yaş ve meslek sahibi olursa olsun
babanın evlâdına olan babalık duygusu ve ilgisi kesilmez.
Bu şartlar altında büyüyen evlât, o hale nasıl geldiğini hiç
düşünmez. İhtiyarlık yıllarında kendisine muhtaç olan ana babasına
onların yaptığını yapmaz. Bu böyle devam edip gider. Hiçbir evlât
ana babasının yaptığını ana babasına yapmamıştır.
Şöyle anlatırlar:
Bir genç annesinin sözünü dinlememişti. Kadının gönlü
yandı. Oğlunu yola getirecek kuvveti de yoktu; gidip çocukluk beşiğini getirdi, önüne koydu ve şöyle dedi:
-Ey insafsız ve eski halini unutan çocuğum, hep ağlardın.
Küçük ve âcizdin. Senin için geceleri uyumazdım. Şu beşikte yatarken hiçbir şey yapamazdın; üzerine konan sineği bile kovamazdın. Artık büyüdün, güçlendin. Bir gün de öleceksin. Orada bir karıncayı bile kovamayacaksın; böcekler yer gider seni." deyip evvelini sonunu hatırlattı.
C) DİNİMİZİN ANA BABA HAKKINA VERDİĞİ
ÖNEM
İslâm'dan önce hiçbir insanın hakkına riayet edilmediği gibi
ana babanın da hakkına riayet edilmiyordu. Hatta ana baba, en büyük haksızlığı, zulmü dünyaya getirip kendi eliyle büyüttüğü
evlâdından görüyordu. Ana baba evlâdını öldürdüğü gibi evlât da
ana babasını acımadan öldürebiliyordu.
Baba ölünce, ana miras kalıyordu. Anasıyla evlenenler, anasını hizmetçi olarak kullananlar olurdu.
İslâm Dini evlâtlara kötü davranılmasını, onların öldürülmesini yasaklayıp iyi bir şekilde yetiştirilmelerini emrettiği gibi
263
evlâtlara da ana babalarına iyilik etmelerini, tatlı söz söylemelerini
hatta onlara "öf" bile dememelerini emretmiştir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
-"Rabbin kesin olarak kendisinden başkasına tapmamanızı
ve anaya babaya iyilik etmenizi emretmiştir. Eğer ana babadan biri
veya her ikisi senin yanında ihtiyarlayacak olursa sakın onlara "öf"
deme, onları azarlama, onlara güzel ve tatlı sözler söyle." (İsrâ
Sûresi:23)
-"Onlara acıyarak tevazu kanadını (yerlere kadar) indir. Ve
"Ya Rab, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, sende kendilerini öylece merhamet et" de. (İsrâ Sûresi:24)
Sevgili Peygamberimiz de bu konuda çok hassas davranmış
ana babaya ikramda bulunulmasını, sevip saymaya, hizmet etmeye
en lâyık kimselerin ana baba olduğunu, ana babanın rızasını kazanmanın en sevimli amellerden biri olduğunu haber vermiştir.
Bu konuda şunları söylemiştir:
-"Allah, anaya babaya âsi olmanızı, vermeniz icabeden şeyi
vermemenizi, hakkınız olmayan şeyi istemenizi, kız çocuklarını
canlı canlı gömmenizi haram kıldı. Ve sizin için dedikoduyu ve çok
soru sormayı, birde israf etmeyi hoş görmez." (Buhâri)
-"Hiç bir evlât babasına olan borcu tam ödiyemez. Meğer ki,
babası başkasının kölesi olup da onu satın alarak âzât etmiş olsun."
(Müslim)
Buhâri ve Müslimin rivayet ettiğine göre:
Peygamberimize:
-Allah katında en sevgili amel hangisidir? diye sorulmuş,
Peygamber Efendimiz:
-Vaktinde kılınan namaz, cevabını vermiştir.
-Namazdan sonra en sevgili amel hangisidir? sorusuna da:
-"Anaya babaya iyilik etmektir" cevabını vermiştir.
-Sonra hangisidir? sorusuna da:
-"Allah yolunda cihaddır" buyurmuşlardır.
-Ebu Hureyra (ra) şöyle anlatır:
Allah'ın Resûlüne bir kimse geldi ve:
-Benim insanlar içinde hizmet etmeme, sevip saymama en
lâyık kimdir? diye sordu.
Allah'ın Elçisi:
-"Anandır" buyurdu.
O zat:
-"Sonra kimdir?" dedi.
264
-"Sonra anandır."
-"Sonra kimdir?"
-"Sonra anandır" şeklinde üç defa aynı cevabı aldı.
O zat tekrar:
-"Sonra kimdir?" deyince
Allah'ın Rasûlü:
-"Sonra babandır" buyurdu. (Müslim)
Bir gün Hz. Peygamberin hanımı Esma'nın anası yanına
gelmişti. Anası iman etmemiş olduğundan Esma Peygambere:
-Ey Allah'ın elçisi anam müşrik olarak bana geldi. Onunla
görüşeyim mi? diye sordu. Peygamberimiz hiç tereddüt etmeden:
-Ananla görüş. O seni dünyaya getiren ve üzerinde hakkı
olan anandır" buyurdu.
Yine bir gün yeni Müslüman olanlardan bir zat Peygambere
gelerek savaşa iştirak etmek istediğini bildirdi. Peygamber ona:
-Anan var mı? diye sordu.
-"Eve var" cevabını verince
-Öyle ise ona hizmet et. Zira Cennet anaların ayağı altındadır." buyurdular.
Anaya babaya iyilik ve ihsanda bulunmak evlât üzerine
farzdır. Bunun için hiçbir evlât, islâm inancına ters düşmeyen her
konuda an ve babasına itaatsizlik etmemelidir.
D)ANA VE BABAYA İTAATSİZLİĞİN CEZASI:
Peygamber Efendimiz, ana babasının rızasını kazanmayanın
amellerinin boşa gideceğini, bu yüzden cennete giremeyeceğini,
Allah'ın rızasını ana babanın rızasını kazanmakla mümkün olacağını haber vermiş, ana babasına âsi olanlara beddua ederek, âsi
evlâdın Allah'ın rahmetinden uzak kalacağını bildirmiştir.
Câbir bin Semüre (ra) nin anlatığına göre:
"Allah'ın Rasûlü minbere çıktı, üç defa "âmin" dedi. Sonra
da bize:
-Bana Cebrail geldi:" Ya Muhammed, ana babasının ihtiyarlığına yetişip de rızalarını kazanmayıp Cehenneme giren kimse
Allah'ın rahmetinden uzak kalsın" dedi ve benim de "âmin" dememi istedi. Bende "âmin" dedim. "Ramazan ayına yetiştiği halde
günahı bağışlanmayacak Cehenneme atılan kimse, Allah'ın rahmetinden uzak kalsın dedi" bende "âmin" dedim." Yanında senin ismin anılıp da selavât getirmeyip sonra da Cehenneme giren kimse-
265
yi Allah rahmetinden uzak kılsın" dedi "âmin" dedim" buyurmuşlardır.
Müslimin diğer bir rivayetine göre Peygamberimiz:
"Burnu toprağa sürtülsün! Burnu toprağa sürtülsün! Burnu
toprağa sürtülsün! Diye beddua etmiştir.
-Ey Allah'ın elçisi, kimin burnu toğrağa sürtülsün? denilince:
-"Ana babasına veya ikisinden birine yetişip de onlara iyilik
yaparak Cennete girmeyen kimsenin" buyurmuşlardır.
Tirmizinin naklettiği bir hadislerinde de Peygamberimiz
şöyle buyurmuşlardır:
"Allah'ın rızası ana ve babanın rızasındadır. Allah'ın gazabı
da ana ve babanın gazabındadır."
Kendisine büyük günahların neler olduğu sorulunca Peygamberimiz:
"Allah'a şirk koşmak, ana babaya âsi olmak, haksız yere
adam öldürmek, yalan yere yemin etmektir" buyurmuşlardır.
Hz. Sevban (ra) dan rivayet edilen bir hadiste:
"Üç şey vardır ki, bunlar ile yapılan amelin faydası olmaz:
"1-Allah'a şirk koşmak, 2-Ana babaya âsi olmak, 3-Savaş
meydanından kaçmak" olduğu bildirilmiştir.
İbni Ömer(ra) rivayet etmiştir. Peygamberimiz şöyle buyurur:
"Üç kişi vardırki, kıyamet günü Allah onlara rahmet nazarıyla bakmaz:
"1-Ana babasına âsi evlât, 2-Devamlı içki içen ayyaş, 3Verdiğini başa kakan kimse."
"Üç kişi de vardır ki, Cennete giremez":
"1-Ana babasına âsi evlât, 2-Karısını başkasına teslim eden
deyyus, 3-Kendisini erkeklere benzeten kadın."
Bir gün Peygamberimize ölüm döşeğinde yatan bir gencin
"Lâ ilâhe illallah" diyemediğini haber verdiler. Allah'ın elçisi namaz kılıp kılmadığını sordu." Kılardı" dediler. Peygamberimiz,
gencin hayatta isyan ettiği bir annesinin olduğunu öğrenince onu
çağırttı ve şöyle dedi:
-Şuraya bir ateş yakarak oğlunu yakmak istesek müsade
eder misin? Deyince kadın, rıza göstermeyeceğini bildirdi. Bunun
üzerine Peygamberimiz:
-O halde oğlunu Cehennem ateşinden kurtarmak için hakkını ona helâl et" buyurdu.
266
Kadın hakkını helâl ettiğini bildirince Peygamberimiz gence
Şehadet getirmesini emretti. Gencin rahatlıkla şehadet getirmesi
üzerine Resûl-i Ekrem (SAV):
-"Allah'a hamd olsun ki, benim vasıtam ile bu genci Cehennem ateşinden kurtardı" buyurmuşlardır.
Aşağıdaki hadislerde de anaya babaya iyilik etmenin, izzet
ve ikramda bulunmanın insanın ömrünü uzatacağını, rızkının artmasına vesile olacağı ve öldükten sonra da Cennete girmesine sebep olacağı bildirilmiştir.
Enes bin Mâlik Allah'ın elçisinin:
-"Rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isteyen ana
babasına ihsan ve ikramda bulunsun, akrabalarını ziyaret etsin"
buyurduğunu rivayet eder.
Hz. Sevban (ra) da Peygamberimizin:
-"Kişi işlediği günahtan dolayı rızıktan mahrum olur (geçim
darlığına uğrar) Mukadder olan musibeti ancak dua durdurur. Ömrü
ancak ana babaya itaat ve güzel ahlâk uzatır." dediğini rivayet etmiştir.
Ebu Hureyra (ra) Peygamberimizin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Üç dua vardır; bunların kabul olunacağında şüphe yoktur:
1-Mazlumun duası, 2-Misafirin duası, 3-Ana babanın evlâdı
için yaptığı dua."
Bir adam Peygamberimize sordu:
-Ana babanın çocukları üzerindeki hakkı nedir?
Peygamberimiz:
-"Onlar senin ya cennetin ya da cehennemindir" buyurdular.
Anaya babaya itaatsizlik, ancak İslâm’ın prensiplerine uygun olmayan konularda bir mazeret olabilir. Lokman Sûresinin 15.
âyetinde ana baba Allah'ın rızasına uygun olmayan bir şey için zorlarsa kendilerine itaat edilmemesi emredilmekle beraber gene de
onlarla iyi geçinilmesi tavsiye edilmiştir. Buda gösteriyor ki, ne
olursa olsun ana baba terk edilmeyecektir. Her zaman gönülleri
alınacak ve kendileriyle iyi geçinilecektir.
Her evlât şunu iyi bilmelidir ki, kimse ana babasına etmediğini evlâdından göremeyecektir. Yani ana babasına ne ettiyse,
evlâdından da onu görecektir.
Peygamberimiz bir hadislerinde ana babaya isyanın cezasının dünyada da görüleceğini:" Allah günahlardan dilediğinin cezasını kıyamet gününe tehir eder. Yalnız ana babaya yapılan isyanın
267
cezasını ölmeden önce dünyada da verecektir" buyurarak haber
vermiştir.
Bir başka hadislerinde de:
"Başkalarının kadınlarına iffetli ve namuslu davranın ki, sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar. Ana babanıza iyilik
edin ki, çocuklarınız da size itaatkâr davransınlar ve iyilik etsinler"
buyurarak insanın başkalarına ve ana babasına ne ettiyse aynıyle
mukabele göreceğini haber vermiştir.
Ana babaya karşı evlâtlar görevini sözle değil, yalnız bayramlarda el öpmekle de değil, ana babanın çektiği sıkıntı ve eziyeti
düşünerek yapmalıyız. Kutadgu Bilig'de: "Ana babanı hoşnut eyle;
onlara hizmet et; bu hizmet karşılığı bir çok fayda elde edeceksin"
denilmiştir.
Bir babanın evlâtları, babalarına kötü davranmışlar ve kolundan tutup dışarı atmak için kapıya kadar sürüklemişlerdi. Baba
evlâtlarına yüksek sesle haykırdı ve şöyle dedi:
-Yeter zalimler! Yeter! Ben de babamı buraya kadar sürüklemiştim."
E)BUGÜNKÜ DURUM:
Ana babanın yıllarca çektikleri çileye ve sarf ettikleri emeğe
karşılık bir evlâdın ana babasına aynı derecede iyilikte bulunması
hem dini hem de insanî görevidir. Daha fazlasını yapması ise evlâtlık görevidir.
Ne yazık ki, günümüz insanı, çeşitli nedenlerle kendisini var
eden ana babasını unutuyor. Civcivin içinden çıktığı yumurtanın
kabuğuna ihtiyaç duymadığı gibi, ana babasına ihtiyaç duymuyor.
Kendine yeter hale gelince ana babasına dönüp bakmıyor. Kendisi
rahat ve bolluk içinde yaşarken ana babasını geçim sıkıntısı içinde
iken onları terk ediyor, hor görerek itip kakıyor.
Günümüzde yaşlılık kusur sayılıyor. Evlâdı için kendini feda eden, evladını canı kadar seven yaşlı ana babaya canın çıksın
deniliyor. Durum ilkel toplumlardan pek de farklı değil. Evlâdı için
gece uyumamış, gündüz istirahatini terk etmiş nice ana babalar,
bizzat evlâtları tarafından kimsesizler yurtlarına gönderiliyor.
Başkalarının yanında babasını tanımayanların, adreslerini
ana babalarından gizleyenlerin, ana baba olmaya pek niyetleri yok
gibi. Nöbetin bir gün kendilerine geleceğini hiç düşünmüyorlar.
268
F)ANA BABAMIZA KARŞI GÖREVLERİMİZ:
İnsan, dünyaya geldiği andan itibaren her bakımdan ana ve
babasının ilgisine muhtaçtır. Ana baba da yavrusunun sağlıklı bir
şekilde büyümesi ve hayata intibak edebilmesi için elinden geleni
esirgemez. Yıllarca ana ve babalık görevini kusursuz bir şekilde
sürdürerek evlâdının hem acısını hem de sevincini paylaşır.
Ana babanın bu fedakârlıklarına karşılık evlâdın da ana babasına karşı evlatlık görevleri vardır.
Bu konuda Peygamber Efendimiz, ana babaya karşı görevlerin neler olduğunu ve bu görevlerin nasıl yerine getireleceğini şöyle
ifade etmiştir:
Abdullah bin Amr şöyle anlatır:
"Rasûlü Ekrem (SAV) e bir adam geldi ve şöyle sordu:
-"Ya Rasûlâllah, yurdunu terk ederek sizin emrinize girmeye geldim, anamı babamı da ağlayarak bıraktım.”
Rasûlü Ekrem:
-"Öyle ise onlara dön de, ağlattığın gibi onları güldür" buyurdu.
Başka bir gün de Rasûlü Ekrem'e biri gelerek:
-"Ya Rasûlâllah, büyük bir günah işledim. Benim için tevbe
var mıdır? diye sorunca:
Peygamberimiz ona:
-Anan hayatta mıdır? diye sorar. O kişi de :
-"Hayatta değildir" diye cevap verince, Allah'ın elçisi tekrar
sorar:
-Teyzen var mıdır? "Evet" cevabına karşılık:
-"Ona saygılı ol" buyurur.
Ebû Davud'un rivayetine göre Yemen'den bir adam memleketini terk ederek Peygamberimize gelir, savaşa katılmak istediğini
söyler. Peygamber Efendimiz kendisine:
-Yemen'de kimsen var mı?
-Annem babam var.
-Sana müsade ettiler mi?
-Hayır.
-Öyleyse onlara dön, müsade iste. Müsade ederlerse, savaşa
katıl. Etmezlerse, onların yanında kal, onlara hizmet et." buyurdu.
Peygamberimizin bu hadislerinden anlaşıldığına göre ana
babanın hakkına riayet edilecek ve hizmette kusur edilmeyecektir.
Kurân-ı Kerim'de Cenab-ı Allah:
269
-"Anaya babaya, yoksullara, yetimlere iyilik yapın" Bakara
Sûresi:83)
-"Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya, öksüzlere, yoksullara, yakın ve uzak komşulara, yolculara, elinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah gururlanan insanları sevmez." (Nisâ Sûresi:36)
-"Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.
Eğer onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak
koşman için zorlarlarsa bu huhusta onlara itaat etme." (Ankebut
Sûresi:8) buyurarak anaya babaya onların yakınlarına ve ihtiyaç
sahiplerine iyilik etmemizi kendisine hiçbir şekilde ortak koşmamamızı emretmiştir. Ayrıca ana babaya itaatsizliğin ancak inançsızlık ve Allah'a ortak koşma konusundaki isteklerine karşı olabileceğini bildirmiştir.
Ana babaya karşı evlâtlık görevi sadece onlar hayatta iken
değil, ölümlerinden sonra da devam etmelidir. Onların kemiklerini
sızlatacak davranışlardan ve amel defterlerine kötü şeyler yazdırmaktan kaçınılmalıdır.
Hayırlı evlât, sağlıklarında terk etmediği gibi ölümlerinden
sonra da ana babasını unutmaz. Mezarlarını ziyaret eder, onlar için
mevlid, Kur'an okutur, hayır ve hasenatta bulunur. Onların yakınları ve dostları ile de ilişkiyi kesmez.
Ebû Davud'un naklettiğine göre Peygamberimiz:
-"Beni Seleme Kabilesinden bir adam geldi de: Ya Rasûlâllah, ana babamın ölümlerinden sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu. Rasûlü Ekrem:"evet, onlar için mağfiret
dilemek, vasiyetlerini ve taahhütlerini yerine getirmek, onların yakınlarını ziyaret etmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır"
buyurdu.
Maalesef günümüzde bir çok evlât, ana babasına hürmet etmek, saygı göstermek, görev yapmak şöyle dursun, son insanî görevlerini bile yapamaz durumdadır. Bir evlât düşünün ki, ana babasının cenaze namazını kılamaz, cenazeye çelenkle katılıp, başkaları
namazı kılarken köşe taşı gibi bir kenarda bekleyip sonra da cenazenin ardından yürüyen, ölümlerinden sonra ana babasını hiç hatırlamayan, hayatta kaldığı müddetçe ana babasının azabını arttıran
evlât, evlât değildir.
Anne babası hayatta iken yılda bir gün anneler günü, bir gün
de babalar günü ilân ederek sadece o günlerde ellerini öpüp hediye
sunmakla veya mektup gönderip, telgraf çekerek, telefon ederek
270
günah çıkarmakla evlâtlık vazifesinin bittiğini zanneden, ana babasına yılda yalnız bir gün ayırabilenlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Kediden, köpekten ana babaya evde yer kalmıyor.
Zannederim böyle giderse bugünkü nesil, ana baba olduğu
zaman çocuklarının kendilerini hatırlaması için anneler, babalar
günü de kâfi gelmeyecek, mutlaka ana babaya saygı günü ilân edilecektir.
Rabbim evlâdını ,ihmal eden ana babalardan, ana babasını
ihmal eden, bu yüzden azap görenlerden etmesin.
G)ANNELER GÜNÜ:
Her yıl Mayıs ayının ikinci pazar günü belirli çevrelerde anneler günü olarak ilân edilerek kutlanmaktadır.
Anneler günü ilk defa 1906 yılında Amerika'da ilân edilmiştir. Bizde de 1956 yılından bu yana kutlanmaktadır.
Ancak yılın 365 gününün sadece bir gününü anneleri için
ayırabilenler, bugünde annelerini ve annelik hakkını hatırlamakta,
bir evlât olarak annelerini mutlu edebilmek için hediyeler sunmaktadırlar.
Açıkça ifade etmek gerekirse toplumumuza yabancılaşmış
kimselerin ilân edip, kutladığı anneler günü yabancı bir âdet olarak
kabul görmemiştir, denilebilir. Ancak belirli bir kesim, yılda bir
defa hatırlayabildiği annesine hediyeler sunmaktadır. Eğer ana,
analık yapmamış ise, evlât iyi bir insan olarak yetiştirilmemişse bir
gün olarak ilân edilen anneler günü ve o günde verilen hediyeler
neyin ifadesi olabilir?
Anneler günü, bugünkü kutlanan anlamıyla bir sene boyunca ihmâl edilmiş, anaya karşı 365 günün bir gününde hatırlayarak,
günah çıkartma hareketinden ifade ettiği anlamdan başka bir şey
değildir. Zaten bugün Batı'da ilân edilirken analığı unutulmuş kadının şerefini kurtarma hareketi olarak ilân edilmiştir.
1956 dan buyana bizde de anneler gününde analık ve kadın
hakları üzerine nutuklar çekilir, sütunlar dolusu yazılar yazılır, her
gün çıplak resimlerle kadın ticareti yapan gazeteler sayfalar ayırır.
Yani kadın açıkça istismar edilir. Vitrinler süslenir. İhtiyaç olmayan hediyelerin alınıp sunulması için reklâmlar yapılır. Aslında
yalnız bu işin kârlı ticaretini yapanlar kazanır.
Hürriyet, hak iddialarıyla kadını yuvasından, analıktan koparılması için senenin diğer bütün günlerinde kadınlığa, analığa
271
düşman olanların, kadınlara verebildikleri tek şey, "anneler günü"
adı ile sadece bir gündür.
Anneler gününün analarımızın ve insanımızın lehine olmadığı açıktır. Çünkü Müslüman Türk toplumunda anaların günü, bir
yılın sadece bir günü değildir. Allah'ın her günü anaların günüdür.
Her gün, günün her saatinde ana hatırlanır, ananın hakkında riayet
edilir. Evlâtlık görevi her an yerine getirilir. Anaya isyan Allah'a
isyan sayılır.
Din, örf-âdet ve geleneklerimize ters düşen "Anneler günü"
Batı kültürünün bir parçasıdır. Kendisini bize kabul ettirdikten sonra, bizim için ana ve evlâtların birbirine olan vazgeçilmez görevlerini kısıtlamak, maddîleştirmek gibi bir felâket hazırlamıştır.
Fedâkârlık, sevgi, saygı, yerini ferdiyetçiliğe ve para ile alınan bir
paket içinde sunulan hediyeye bırakıştır.
Belki Anneler günü, evlâdını fazlalık kabul eden, çocuk bakıcısına, kreşe, anaokuluna verip kurtulan, köpeğini çocuğundan
daha çok ilgi duyan analar için geçerli olabilir.
Anneler günü, analığını lâyıkıyla yerine getirememiş annelerin, analarını unutmuş, kendilerini dünyaya getiren, eziyet ve kahırla büyüten kadına evlâtlık görevlerini yerine getiremeyenlerin
bir arayışıdır.
Türk toplumunda anaya verilen değer, bir güne sığdıralamayacak kadar büyüktür.
"Ana başa tâç imiş, her derde ilâç imiş,
Evlât pîr olsa da, bir anaya muhtaç imiş."
"Ağalarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar..."
"Ana gibi yâr olmaz."
"Cennet, anaların ayağı altındadır" gibi sözler ana ve analığa
ne ölçüde değer verildiğinin ifadesidir.
Gerçek şudur ki, ana evlâdını dünyaya getirip büyütürken
sadece bir gün fedekârlık göstermemiştir. Eğer böyle olsaydı ancak
o zaman bir günde hakkı ödenebilir, o gün elinin öpülmesi, bir hediyenin sunulmasıyla anaya hak ettiği, lâyık olduğu değer verilmiş
olabilirdi.
Sonuç olarak, anneler günü ile kadına bir şey verilmiş değildir. Aksine ananın her an beklediği ilgiyi, saygıyı senede bir
güne indirmiştir.
272
HAYAT TARZIMIZ
Mezar taşlarına bakın hayat nedir? Ne kadar kısadır görün.
Ne yazıyor:"Doğdu-öldü" iki kelime. Hayat aradaki çizgi.
Bu azıcık zamanda hayatı anlıyamıyor, değerlendiremiyoruz. Çoğumuz mezarda uyanacak:"Eyvah dünyamdan geçmişim"
deyip kafasını tahtaya vuracak. Neden vurmasın dünyada daha bir
çok yapacak işi vardı.
İşin doğrusu, müslüman olarak doğuyoruz, müslüman olarak yaşamalı, müslüman olarak ölmeliyiz.
Bazılarının adı "Müslüman". Nüfus kaydı öyle. Caminin yolunu bilmez. Ama ölüsü camiye getirilir. Düşmanı olduğu camide
namazı kılınır. Oradan yolculuk, Allah'ın huzurunda, ver bakalım
hesabını verebilirsen.
Cenab-ı Allah bizi yarattı ve bize "Müslüman" adını verdi.
(Hac Sûresi:78)
Öyle ise müslüman kimliğimizden korkmamalıyız. Birilerinin bize "müslüman" demesinden endişe etmemeliyiz. Bize iki yüzlü demelerinden, münafık demelerinden korkmalıyız.
Müslümanlığımızın ölçüsü, evimizin dükkanımızın duvarlarına astığımız levhalar olmamalı. Gerçekten inanıyorsak, şekilcilikten kurtulmalı, işimiz, aşımız, eşimiz islam ölçülerine uygun olmalı.
Dini bilmezsek olmaz. Köyün ileri gelenlerinden biri bir
grup gençler mezarlığın yanından geçerken, "müslüman olmayanınız ver mı?" diye sorar. Yok derler, içinizde yasin bilen var mı?
yok demişler. Fatiha, ihlas bilen var mı?, hayır demişler. O zaman
demiş ki:
-Öyle ise iki elinizede taş alın, dört ayak üzerinde yürüyormuş gibi yapıp mezarlıktan öyle geçelim ki, mezarlıkta yatanlar
bizden birşey beklemesin ve gönül koymasınlar, der.
A) HAYAT TARZIMIZ NASIL OLMALI?
Üç türlü hayat tarzı vardır:Kafir hayatı, münafık hayatı ve
müslüman hayatı. İnsan hangi hayatı yaşarsa, onun işini işlemiş
olur.
Gayri meşru hayat, gayri meşru iş, yenilen içilen haram,
evlât haramî, organlar isyanda bu hayat, bu hayat islamî bir hayat
değildir.
273
Gıdası haramdan olan temiz bir hayat yaşayamaz. Kur'an'ın
ifadesiyle:"Hayvandan da aşağı" bir hayat yaşar.
Kur'an diyor ki:
"Kalpleri vardır, gerçeği kavramazlar, gözleri vardır, doğruyu görmezler, kulakları vardır hakikati işitmezler. İşte onlar hayvan
gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte asıl gâfil onlardır."
(A'raf,179) "İnkar edenler geçici zevklerin peşine takılarak hayvan
gibi yeyip içerler. Onların varacakları yer cehennemdir." (Muhammed,12)
"Allah aklını kulanmayanları pisliğe mehkum eder." (Yunus,100)
Allah Rasûlü şöyle buyuruyor:
-"Kulların en hayırlısı, kendisinde şu özelliklerin bulunduğu
kimsedir:
-İyilik yapınca sevinir.
-Kötülük yaptığında üzülür, istiğfar eder.
-Verilen nimete şükreder.
-Belaya uğradığında sabreder.
-Haksızlığa uğradığında bağışlar."
Müslüman hayatı, Cenab-ı Allah'ın rızasına uygun yaşamalıdır. Şu kadar ömrün kaldı dense bile Kur'an ve sünnet çizgisinden
ayrılmamalıdır.
Allah yanında ölçü önemlidir. Kafir ve münafık işi işlenmemeli, taklid hastalığından kendini korumalıdır. İzzeti başkalarının yanında aramamalıdır.
Müslüman zikirsiz, şükürsüz, duasız ve ibadetsiz ömür yaşamamlıdır. Her organına sahip olmalıdır.
Müslümanın hayatında günaha, harama, fitneye, bid!at ve
hurefelere yer olamaz.
Müslüman, bu dünyada imtihanda olduğunu, ahiret yolcusu
olduğunu, benim diye dört elle sarıldığı herşeyin emanet olduğunu
biran bile unutmamalıdır. Yolculuğu nereye, yolun sonunda cennet
mi gözüküyor cehennem mi? Bunun farkına varmalı ve hayatı keşkesiz, dolu dolu yaşamalıdır. Hayatın sonunda geriye bakıp:"Eyvah! Keşke!" dememelidir.
-Nefsin arzularını ve şeytanın süsleyip güzel gösterdiği şeyleri terk etmeden,
-Meşrulaştırılan günahları, haramları terk etmeden,
274
-İnandığımız gibi yaşamadan,
-Haramları bırakıp helal yiyip içmeden cennet yok.
Aslında cehennemde ateş yok. Herkes, kendi ateşini kendi
götürecek.
Behlül Dana perişan halde geliyor. Harun Reşit:
-"Nereden böyle?" diyor.
-"Cehennemden geliyorum."
-"Ne işin vardı orada?"
-"Ateş almaya gitmiştim."
-"Alabildin mi?"
-"Hayır, vermediler. Burada ateş olmaz. Herkes kendi ateşini kendi getirir, dediler." diyor.
Cennette de her istediğin yok herkes istediğini kendi götürecek.
Bir gariban yaz günü bir esnafa:
-"Bana bir ayran içir." diyor. Esnaf diyor ki:
-"Git su iç." (Bu birkaç defa tekrar ediyor.)
Esnaf bir ayran söylüyor. Adam içip gidiyor.
Esnaf ölüyor. Cennette meleklere bana şunu şunu getirin diyor. Melekler bir bardak ayran getiriyor."Şunu şunu getirin" demiştim diyor. Melekler:"Sen buraya bunu gönderdin, başka bir şey
göndermedin ki." diyorlar.
B) MÜSLÜMAN OLMAK NEYİ GEREKTİRİR?:
Kurtuluş için iman yetmez. İmanın gereği amel gerekir.
İmanı koruyacak imanı yaşatacak güzel ameller olmadan iman korunamaz. Farzların, vaciplerin, sünnetlerin ihyası gerekir. Kulluk
görevleri yerine getirilmeden, Allah'a kul olunmaz. Sünnetler ihya
edilmeden Muhammed (as) a ümmet olunmaz.
Müslüman mıyız? Tabi ki evet. Peki Müslüman olmak neyi
gerektirir? Müslümanlık kuru sözden ibaret olur mu? İmanın şartları var, islamın şartları var.
İmanın geçerli olması için iman esaslarının noksansız kabulü, itikad düzgünlüğü , küfre götüren hallerden korunmak , dinde
olan bir şeyin inkârından kaçınmak, bid'at ve hurefelerden uzak
durmak ve imanın gereğini yapmak gerekir.
İman etmek Kur'an'a ve sünnete bağlılığı gerektirir.
Kur'an'da şöyle buyruluyor:
275
-"Kim Allah'a ve Peygamberine baş kaldırır ve yasaklarını
aşarsa, onu temelli kalacağı cehenneme sokar.Alçaltıcı azab onadır." (Nisa:14)
-"Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamberine itaat edin ki,
amellerinizi boşa çıkarmayın." (Muhammed:33)
Allah Rasûlünün son sözleri:
-"Size iki şey bırakıyorum; Kur'an ve sünnetim. Onlara
uyarsanız yolunuzu saptırmazsınız" olmuştur.
Allah soracak:
-Gönderdiğim kitaba (mektuba) uydun mu?
-Senden istediklerim vardı onları yaptın mı?
Rasülüme tabi oldun mu? Cevabımız ne olur dersiniz?
Müslüman ahlakında, aile hayatında, iş hayatında müslüman
olmalıdır. Çünkü Allah "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" diye
emretmiştir. ( Hud:112)
Müslüman heran kötülüğü arzulayan ve kötülüğü isteyen
nefsine hakim olur. Nefsine hakim olamayan dünyada da, ahirettede rezil olur, perişan olur, pişman olur.
Müslüman, heran peşini bırakmayan şeytanın tuzağına düşmez. Ona fırsat vermez, ümitlendirip kapı aralamaz.
Şeytan insana iyi şeyler telkin etmez, hep tuzak kurar. Son
anda bile imanını çalmaya çalışır.
Müslüman şeytanın tuzağına karşı uyanık olur. Onu düşman
bildiği için tuzağına düşmez.
Müslüman kendini mezara hazırlar, mahşer gününe hazırlar.
Cenab-ı Allah:"Ahiret için azık hazırlayın" (Bakara:197) diye emrediyor.
İnsan nasıl yaşarsa, ölümü ve ölüm ötesi hayatın devamı
olacak. Peygamber (as):" Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl
ölürseniz, öyle haşrolunursunuz" diyor.
Müslüman, boş ve manasız hayat yaşamaz. Ciddi işlerle
meşgul olur. Yaptığını güzel ve tam yapar. Bir işten sonra hemen
başka bir işe geçer yaptığını Allah rızası için yapar.
En önemli işlerden biride müslüman, islamı doğru öğrenmeli, doğru yaşamalıdır. İnancına bid'at ve hurafe karıştırmamalıdır.
İmanlı ölmek için çabalamalıdır.
Müslüman her günün sonunda kendini hesaba çekmeli ve şu
soruları sormalıdır:
-Bugün Allah için ne yaptım?
276
-Allah için neleri terk ettim?
-Organlarımı hangi günahlardan korudum?
-Ahiretlik ne gibi bir işim oldu?
-Rızkımı helalden mi haramdan mı yedim?
-Bugün kiminle oldum?
-Bugün hayır kapısını mı çaldım, şer kapısını mı?
-Bugün dua mı aldım, beddua mı?...
C) PİŞMAN OLMAMAK İÇİN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?:
Pişman olmamak için ibadette, iyilik yapmakta gayretli olmak gerekir. Cenab-ı Allah "Hayırda yarışın" diye emretmiştir.
(Maida:48)
Pişman olmamak için yaptığı her işi en güzel biçimde ve
sağlam yapmak, hak hukuka riayet etmek lâzım. (Bakara:195)
Pişman olmamak için israftan, ifrattan ve itikad bozukluğundan kaçınılmalıdır.
Her gün yeni bir gündür. Her anını değerlendiren pişman
olmaz.
Helalden meşruluktan ayrılmayan "keşke" demez.
D) KİME BENZİYORUZ?:
-Düşüncemiz çağdaşa,
-Giyimimiz Batılıya,
-Yaşayışımız inançsıza,
-Eğlencemiz hıristiyana,
-Evlerimiz kralların evlerine,
-Ölümler cahiliye ölümlerine,
-Elbiselerimiz ilân tahtasına benzeyince, biz, biz olabilirmiyiz? Kime benzeriz?
Bize dediler ki, maddi manevi varlığınızdan sıyrılıp, Batılı
gibi olursanız, adam olursunuz.
İslamı bırakır hıristiyan olursanız, kalkınırsınız, ilerlersiniz.
Örf, âdetlerinizi bırakırsanız, çağdaş olursunuz.
Taklid içine girdik, başkalarına benzemeye çalıştık. Ama ne
başkası olduk ne de kendimiz kaldık, kişiliğini, kimliğini kaybeden
zavallılar olduk. Taklid sevdası bize birşey kazandırmadı.
277
İnsanın kime benzediği önemlidir. Allah Resulü:"Kim kime
benzerse, onlardandır." (Ebu Davut Libas:4) buyurmuştur.
Şekil benzerliği ruh benzerliğine ve inanç benzerliğine götürür.
Başkalarına benzemeye çalışan insan, kimlik bunalımı yaşar. Bazıları Türk-ilsam kimliğini böyle kaybetmiştir.
Adı müslüman, caminin yolunu bilmez. Hatta cami düşmanı. Soruyorsun: Müslüman mısın? "Evet", "Neyinle müslümansın?"
cevap yok.
Bir Alman Türk işçisine sormuş:
-Hangi dindensin?
-İslam Dininden.
-Peki sizin dininizde hiç ibadet yok mu?
Cenab-ı Allah Kur'an'da emrediyor:
-"Benden korkun. Ancak müslümanlar olarak ölün." (Al-i
imran:102)
-"YaRabbi, bizim canımızı müslüman olarak al" diye dua
etmemizi istiyor. (A'raf:126)
Bazıları da "müslüman" derler diye çekiniyor.
Bırakın "müslüman" desinler. Ya "münafık" derlerse ne olacak? İnsanların şehadeti çok önemlidir.
Müslümana başkalarını temsil yakışmaz. Başkalarını taklid
bir müddet insanın görünüşünü süsler, ama içini boşaltır.
Cenab-ı Allah Yahudi ve Hıristiyanlara benzemememiz için
Kur'an'da uyarılarda bulunmuştur. İslam Peygamberi benzeşmeyi
reddeder. Güneşe tapanlara benzememek için üç kerâhat vakti olduğunu bildirmiştir. Ayrıca hicrette Yahudilere benzememek için
sadece 10 muharrem oruç tutulmasını yasaklamıştır. "Kim kime
benzerse onlardandır" buyurmuştur.
Başkalarına benzemek Müslümanı aşağılar. Gençlerin giydiği tişörtteki resimler ve yazılar hiç de yakışmıyor. Yazıların çoğu
kötü anlama geliyor. Çoğunun anlamını bilmediği yazılardan bazıları bakın şu manalara geliyor:
Satan: Şeytan.
Only one night: Sadece bir gece.
Follow me: Beni takip et.
Kiss me: Beni öp.
Touch me: Bana dokun.
278
Bu ve bunun gibi yazıları bir bayanın üzerinde görmekten
utanıyorum.
Çok yozlaştık Cenab-ı Allah:" Bir topluluk kendisindeki
özellikleri değiştirmedikçe, Allah onlarda bulunanı değiştirmez"
buyuruyor. (Rad:11)
Bir ayette de bizi şöyle uyarıyor:
-"Mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinenler, onların yanında güç ve şeref mi arıyorlar. Bilsinler ki izzet yalnız Allah'a aittir.
Kafirlerle beraber oturmayın. Yoksa sizde onlar gibi olursunuz."
(Nisa:139-140)
-"Mü'minleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin . Kim bunu
yaparsa, onun Allah yanında hiçbir değeri yoktur." (Al-i imran:28)
Çirkin benzemeler, bizi biz olmaktan çıkarır. Özümüzü, ruhumuzu ve üstünlüğümüzü kaybetmemize neden olur.
Başkalarına benzemekten Rabbim bizi korusun. Müslüman
olarak canımızı alsın.
279
280
İSLAM'DA KADIN
A-İSLÂM DİNİNİN KADINA VERDİĞİ ÖNEM
İslâm Dininden önceki dinlerde ve toplumlarda kadına
önem verilmemiş ve kadın haklarına rivâyet edilmemiştir. İslâm
Dinine gelinceye kadar kadın, hep ihmâl edilmiş ve çevresinden
devamlı kötü muamele görmüştür.
Tarihte kadının hukukuna İslâm Dini kadar önem veren bir
din, bir sistem olmadığı gibi İslâm Peygamberinin kadınlara ait
konularda getirdiği yenilikleri hiçbir yönetici ve hiçbir kanun koyucusu düşünüp gerçekleştirememiştir. Kadına yeni haklar vererek
onu yücelten İslâm Dini ve onun yüce Peygamberi olmuştur. Bu
gerçek, İslâm’dan önceki kadının durumuna göz atıldığın da açıkça
görülecek ve İslâm Dininin kadına verdiği önem kolayca anlaşılacaktır.
A) KADIN DA BİR İNSANDIR:
Kadın analığını, sultanlığını, topumda lâyık olduğu değerleri, İslâm Dini sayesinde elde etmiştir. İslâmiyet, daha evvelki kadınla ilgili saçma görüşleri, sapık düşünceleri temelinden yıkmıştır.
İslâm'ın kadına tanıdığı haklar sayesinde daha evvel sahip olamadığı şeref ve haysiyetini elde etmiştir. Sınıf ve cins farkı gözetmeyen, insanları bir tarağın dişleri gibi eşit ilân eden İslâm inancı ile
insan olduğunu hatırlamıştır.
İslâm Dini, kadının insan kabul edilip edilmeyeceğini, kadının ruhunun olup olmadığını tartışan papazların, hahamların kadın konusundaki tartışmalarına son verilmiştir. Kur'an' da:" Ey insanlar! Doğrusu sizi biz, bir erkekle bir dişiden yarattık" buyrularak
kadının da erkek gibi bir insan olduğu bildirmiştir.
İslâm Dininin yüce Peygamberi de:" İlim öğrenmek kadına
da erkeğe de farzdır" buyururken kadını erkekten ayırmamıştır.
Diğer bir hadislerinde de:" Cennet anaların ayağı altındadır" buyurarak kadının itibarını yüceltmiştir. Bütün bunlardan anlaşıldığına
göre kadın ana ve eş olarak yaratılmış büyük bir saygı abidesidir.
Dinimize göre kadın çocuğunu emzirip emzirmemekte serbest bırakılmıştır. Eğer kadın çocuğunu emzirmek istemiyorsa,
baba çocuğuna süt anne bulmaya mecbur tutulmuştur.
Bazı ülkelerde kadına mülk edinme ve tasarruf hakkı daha
yeni verilmiştir. Aynı işi yapan kadınla erkeğe eşit ücret hakkı yeni
verilmiştir. Boşanma hakkı ise kadının elde edemediği bir haktır.
281
Halbuki, evlilik gibi boşanma da tabii bir haktır. Zıt yaratılışlara
sahip, uyumsuz bir kadınla erkeğin evliliklerinin devamı istenemez.
Herhangi bir nedenle boşanmayı engellemek, insan tabiatına aykırıdır. Bugün Katolik-Protestanlara göre boşanma yasaktır. "Tanrının birleştirdiğini insan ayırmamalıdır" şeklindeki İncilin hükmü
geçerlidir. Roma ve Hammurabi kanunlarında boşanma sadece erkeğin hakkı idi. Bazı toplumlarda ise erkek, mahkemeye bile çıkmadan karısını üzerinden sildiriverirdi. Dinimizde ise (Nisâ Sûresi:19-34. ayetlerine göre kadın istenildiği zaman boşanamaz. Boşanınca da evlenme hakkı kısıtlanamaz. Ancak nesebi belirsiz çocukların dünyaya gelmemesi ve serbest ilişkilerin yaygınlaşmaması
için boşanan kadının şiddet müddetine uyması emredilmiştir.
B) İSLÂM DİNİNİN KADINA VERDİĞİ BAZI HAKLAR:
İslâm Dini kadına daha evvel sahip olmadığı bir çok önemli
haklar vermiştir. Böylece Müslüman kadını, en tabii haklarını Batılı
kadın gibi erkeğiyle kavga ederek, elinde pankart, sokaklarda yürüyerek almamış, kurtarıcı olarak gönderilen Hz. Muhammed (SAV)
e inandığı için İslâmiyet ona lütufta bulunmuştur.
İslâmiyetten önceki Hammurabi kanunlarında, Brehmen
hukukunda, İsrail şeriatinde, Romalılarda ve Araplar'da kadın, horlanan bir varlık durumundaydı. Her ne kadar sınırlı bazı haklara
sahipse de, bunları hiçbir zaman dilediğince kullanma hakkına sahip değildi.
C) İSLÂM'IN KADINA VERDİĞİ HAKLARI KISACA
ŞÖYLE ÖZETLEYEBİLİRİZ:
Her şeyden önce İslâm’da inanç yönünden olsun, amel yönünden olsun, hatta birçok sorumluluklar yönünden olsun kadınerkek ayrımı yapılmamıştır. Kur'an'da:" Kadın olsun, erkek olsun"," Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar" gibi ifadelerde
kadın erkekle beraber zikredilmiştir. İslâm'a göre kadın, evinin sultanıdır. Evin idaresinden ve çocuklarından erkeği ile birlikte sorumlu tutulmuştur.
İslâm'dan öne kadının miras hakkı yokken veya mirasta ancak Yahudilikte olduğu gibi hakların bazısına sahip olabilirken,
İslâm Dini, kadına mirastan pay ayırmış, kadına mülk edinme, ticaret yapma ne malını dilediği gibi tasarruf etme hakkını vermiştir.
282
Daha önceki devirlerde, hatta İslâm'ın geldiği günlerde kadın, alınıp satılabilen, sırtından para kazanılan, dövülen, öldürülen
bir varlık durumdayken İslâm Peygamberi:
-"En hayırlınız kadınlara karşı hayırlı olanınızdır."
-"Kadınlarınızı dövmeyiniz, kadınlarını döven erkekler,
hayırlı kimseler değildir."
-"Sizden hiçbir kimse kadınlara buğzetmesin; zira hoşlanmadığı huyları varsa ona karşılık memnun olacağı huyları da vardır" buyurarak kadınlara iyi davranılmasını, onların dövülmemesini, her ne şekilde olursa olsun kadınlara zulmetmeyi yasaklamıştır.
Hatta kadına sorulmadan, onun rızası alınmadan evlendirilmesini
hoş görmemiştir. Bu konuda:
-"Dul kadının açıkça izni alınmadan nikâh olunmaz. Bekâr
ise sorulup izni alınmadan nikâh olmaz. Bekâr kızın izni susmasıdır" buyurmuşlardır.
Kutsal Kitabımız Kur'an, namuslu kadına iftira edip de ispatlayamayanın cezalandırılmasını ve ebediyen şahitliğinin kabul
edilmemesini emretmiştir. Nur Sûresinin 4. âyetinde şöyle burulur:
-"Namuslu kadınlara zina iftirasında bulunup, sonra da ispat için dört şahit getiremeyenlerin her birine seksen sopa vurun.
Onların ebediyen şahitliklerini de kabul etmeyin. Zira onlar fasık
kimselerdir."
Kadın konusunda İslâm Dininin en önemli başarılarından biri de kadını, kız çocuğunu istenmeyen bir varlık olmaktan kurtarmış olmasıdır. İslâm Dini, kadını uğursuz sayan zihniyeti kökünden
yıkmıştır. Cahiliye insanının utanç vesilesi sayarak kadınlardan
ikrah edip kaçmasını, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesini, her ne şekilde olursa olsun kadınlara kötü davranılmasını kesin
olarak yasaklamıştır.
Kadından kaçan, kız evlât istemeyenlere:" Göklerin ve yerin
mülk ve tasarrufu Allah'ındır. Ne dilerse yaratır. O, kimi dilerse
kızlar bağışlar, kimi dilerse ona erkek çocuklar lûtfeder. Yahut çocukları kızlar, erkekler olmak üzere çift verir. Kimi de dilerse onu
kısır bırakır." buyrularak kız dünyaya getiren anaların ve kız olarak
dünyaya gelen çocukların Allah'ın birer yaratığı olarak horlanmamaları gerektiği belirtilmiştir. Peygamber Efendimiz de:" Kim iki
kız çocuğunu ergenlik çağına erişinceye kadar besleyip, büyütürse
kıyamet gününde (iki parmağını birleştirerek) şöyle beraber oluruz"
buyurarak iki kız evlâdını ikrah etmeden büyütüp yetiştirenlere
cennet vâdetmiştir. Bir başka hadislerinde de kız çocuklarından
283
hoşlanmayan, bu yüzden onları diri diri toprağa gömen Araplara:"
Sakın kız çocuklarından ikrah etmeyiniz. Bu hususta Allahtan korkunuz" buyururken Cenab-ı Allah da Kur'an-ı Kerim'de:" Onlardan
birine kız çocuğu müjdesi verildiği zaman içi öfkeyle dolarak, yüzü
simsiyah kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı
insanlardan gizlenir. Onu hakir olarak mı tutacak, yoksa toprağa mı
gömecek? Ne kötü hüküm veriyorlar." (Nahl Sûresi:58-59)
İsrâ Sûresinin 31. âyetinde de:" Cahiliye devrinde olduğu
gibi fakirlik korkusu ile evlâtlarınızı öldürmeyiniz. Onlara da size
de rızkı biz veririz. Muhakkakki onları öldürmek büyük bir suçtur"
buyrularak kız çocuklarının hor ve hakir görülmesi kınanmış, öldürülmesi ise büyük bir suç olduğu bildirilmiştir.
D) İSLÂM KADINI GÜCÜ ÖLÇÜSÜNDE SORUMLU
TUTMUŞTUR:
İslâm Dini, kadını erkekten haklı olarak bazı noktalarda
ayırmıştır. Kadını gücü ölçüsünde sorumlu tutmuş ve ondan yapabileceği şeyleri istemiştir. Bu da kadını asla küçültmek ve önem
vermemek anlamına gelmez. Bilakis kadına verilen değerin ifadesidir.
İslâm Dinine göre, yaratılışı ve görevi bakımından erkeğiyle
şu konularda bir tutulmamıştır:
1-AİLE REİSLİĞİ:
Allah (cc) çocukların geçimini ve her türlü ihtiyaçlarını karşılama görevini erkeğe yüklemiştir. Erkeğin ailenin reisi olduğunu
bildirmiştir. Otoritayı erkeğe verirken kadını da erkeğin en büyük
yardımcısı kabul etmiştir. Çocukların bakımı ve terbiyesini, ev işlerinde de sorumluluğu kadına vermiştir.
Bakara Sûresinin 233. âyetinde:"Anneler çocuklarını tam
iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini
sağlamak çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir
şeyle mükellef tutuluyor" buyrularak kadınla erkeğin sorumluluk
alanı tayin edilmiş ve aralarında görev bölümü yapılmıştır.
Buradan da anlaşılıyor ki, kadına götüremeyeceği yük, yerine getiremeyeceği sorumluluk yüklememiştir. Zaten evin işleri,
çocuk dünyaya getirme ve çocukların bakımı gibi görevleri itibariyle kadının ailenin sorumluluğunu ve aile reisliğini yapma imkânı
yoktur.
284
Eğer erkeğin görevi olan aile reisliği, kadına da bulaştırılacak olursa kadınla erkek arasında görev ve sorumluluklar birbirine
karışacaktır. Kadınla erkek arasında ardı gelmeyen reislik tartışması sürüp giderecektir. Yapılan tartışmalarda son sözü kimin söyleyeceği belli olmayacağından aile yuvasında huzursuzluklara zemin
hazırlanacak ve uzlaşmaz durum devam edecektir.
Reislik kavgası devam ederken eşler arasında bağlar zayıflayacaktır. Kadın zaman zaman üstünlük iddiasını gerçekleştirmeye
kalkacağı için, boşanmaya kadar götüren huzursuzluklar doğacaktır. Bu durumda yetişme ve eğitilme durumunda olan çocuklar kötü
yönde etkilenecektir.
Ayrıca huzuru ve devamı açısından son derece uyuma muhtaç olan aile yuvalarında kadın başına buyruk, erkek başına buyruk
olacaktır. Bu uzlaşmaz durum ise zaten sarsıntı içerisinde bulunan
aile yuvalarının daha çabuk yıkılmasına neden olacaktır.
Bu sakıncalı durumlar nedeniyle Türk-İslâm geleneğine göre ailenin reisi erkektir, erkek olmalıdır.
2-MİRAS KONUSUNDA:
İslâm Dini, daha önce hiçbir miras hakkı olmayan kadına
mirastan belirli bir miktarda pay ayırmış ve onun mahrumiyetini
önlemiştir.
Ancak, evin geçindirilmesi, çocuklarla beraber kadının bakımı erkeğe ait olduğundan erkeğe daha fazla pay ayırmıştır. Kadının kocası varken çocuklarını bakmak, evinin geçimini sağlamak
görevi olmadığından mirasta alacağı pay da erkeğine eşit değildir.
Bunun bir nedeni de, aile hayatında maddî yönden erkeğin
kadına değil, kaının erkeğe bağlı olmasının daha uygun oluşudur.
Aksi taktirde birçok ailede kadının tek taraflı söz hakkı olacak,
ailede erkeğin otoritesi kalmayacaktır.
3-PEYGAMBERLİK MESELESİ:
Dinimize göre kadın Peygamber olamaz. Çünkü peygamberlik görevi, kadının yerine getiremeyeceği kadar zor bir iştir.
Sorumluluk alanı geniş olduğundan uzun ve yorucu bir çalışma
ister. Hem yakınlarından hem de toplumlardan sorumludur.
En önemlisi Peygamberin görevi, sadece insanlara yol göstericilik değil, bununla beraber her yönü ile her konuda insanlara
örnek bir hayat yaşamaktır.
285
4-DEVLET BAŞKANLIĞI VE İMAMLIK:
Devlet başkanlığı, önemli kararlar almayı gerektiren, gerekirse en önde savaşmayı, öne geçip namaz kıldırmayı icap ettiren
bir görevdir.
Kusur, aciz ve korkaklıkla bir milletin idaresi yürütülemez.
Dinimiz:
"Erkekler kadınlar üzerinde yöneticidirler" (Nisa Sûresi:34)
buyurarak evlilik hayatında kadının hakimiyetini erkeğe verdiği
gibi, ailelerin meydana getirdiği toplumun iradesini de erkeğe vermiştir.
Günümüzde olduğu gibi geçmişte de işlerini ve iradesini
kadınlara bırakan milletler, büyük sıkıntılara mâruz kalmışlardır.
Bu konuda Yüce Peygamberimiz:" Bir millete bir kadın hükmederse, o millet felâh bulmaz" buyurmuşlardır.
5-ŞAHİTLİK MESELESİ:
Dinimizde kadının erkekten ayrıldığı konulardan birisi de
şahitlik konusudur.
Kadın erkeğe nazaran daha fazla duygusaldır. Bu nedenle
olaylar karşısında daha çok duygulanır. Erkeğe nazaran daha fazla
heyecanlanır. Yerine göre yersiz telaşa ve korkuya kapılır. Nazik
yaratılışı ve görevi bakımından daha unutkandır.
Bunun için Allah:" Kadınlardan biri unutursa, hatırlaması
daha kolay olur" buyurarak adaletin tecellesi için bir erkek ve iki
kadının şahitliğini uygun görmüştür. (Bakara Sûresi:282)
Sonuç olarak; kadına göre erkek, daha güçlü, daha metânetli
yaratıldığı açıktır. Asırlardan beri sürüp gelen kadın erkek eşitliği,
kadının zaman zaman açığa vurduğu üstünlük iddiası, kadın hakları
meselesi bunun açık delilidir.
Kadının asil görevi analıktır. Kadının bu kutsal görevi bırakarak erkeğin yerini alması, erkeğin analık üslenmesi kadar anlamsız olmaz mı?
Buna rağmen, İslâm tarihinde kadının yeteneklerine göre
önemli görevler verildiği, kendilerine yakışan mesleklerde çalıştığı,
hatta erkeğiyle omuz omuza savaştığı da bir gerçektir.
B) KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ
Son iki asırdan buyana kadın-erkek eşitliği ve kadın hakları
konusu, her fırsatta dillere dolanan bir konu olmuştur. Bilhassa son
yüzyılda, yazar, sanatçı, politikacı gibi eli kalem tutan, söz söyleme
286
fırsatı bulan herkes kadın-erkek eşitliğinden söz etmiş ve kadın
haklarını istismar konusu seçmiştir.
Yerli yersiz, eşit iş, eşit ücret sloganlarıyla evinden, yavrusundan koparılıp sokağa ve iş hayatına atılan kadının erkekle eşit
olduğunu isbat için ne gerekiyorsa yapılmıştır.
Bu konuda ne denirse densin, ne yazılırsa yazılsın, biz ne
yaparsak yapalım kadınla erkeği eşit yapmış olamayız. Çünkü kadınla erkek iki ayrı cinstir. Kadın erkek arasındaki eşitlik, ancak
sosyal ve hukuki alanda söz konusu olabilir. Fakat iki cins, görev,
yaratılış ve fiziki açıdan ele alınacak olursa, aralarında tam eşitliğin
olmadığı açıkca görülecektir.
Kesin olarak denilebilirki, kadınla erkeğin hayattaki yeri ve
vazifesi birbirinden ayrıdır. Daha baştan iki cins yaratılırken hayattaki görevlerinin değişik oluşuna göre yaratılmışlardır. Yaratıcı
tarafından kadına ev işleri, analık ve çocuk yetiştirme gibi görevlerine uygun yaratılırken erkek de çocuklarının, eşinin sorumluluğunu ve dış hayatın ağır şartlarına göğüsleyecek güçte yaratılmıştır.
Bunun içindir ki, iki cins küçüklükten itibaren hayattaki üstleneceği
vazifeler göz önünde tutularak ayrı eğitime tabi tutulurlar.
Ayrıca kadınla erkek arasındaki ruhî ve psikolojik açıdan
da belirgin farklar vardır. Allah(cc) Kur'an'da (Bakara Sûresi 282.
âyetinde:"Bir erkek iki kadın şahitlik etsin" buyurarak bu farka
işaret etmiştir. Bu ruhî ve psikolojik bir zarurettir.
Kadın ve erkeğin vücut yapıları ve vazifeleri farklı olduğu
için kanun koyucuları da bu hususu göz önünde tutmuşlardır. Buna
birkaç örnek verecek olursak:
"Kimse yaşına, gücüne ve cinsiyetine uygun olmayan bir
işte çalıştırılamaz. Çocuklar, gençler ve kadınlar, çalışma şartları
bakımından özel olarak korunur." (Anayasa Mad. 43)
"Kadın erkeğin soyadını taşır ve ona bağlılığı her yönü ile
kabul eder." (T.M.K. Mad. 152)
"Kocanın müsadesi olmadan kadın, bir iş veya bir sanat ile
uğraşamaz." (T.M.K Mad. 159)
"Koca birliğin reisidir... Karı ve çocukların münasıp vechile
iaşesi ona aittir." (T.M.K. Mad.152)
"Karı, kocanın aile ismini taşır. Kadın, müşterek saadeti
temin hususunda gücü yettiği kadar kocanın muavini ve müşaviridir." (T.M.K. Mad. 153)
287
"Birliği koca temsil eder. Malların idaresi hususunda karı
koca hangi usulü kabul etmiş olursa olsun, koca tasarruflarından
şahsen mes'ul olur." (T.M.K. Mad. 154)
Görüldüğü gibi kadınla erkek bir tutulmamıştır. Erkek ailenin reisi kabul edilmiş, kadına nazaran daha ağır sorumluluklar
yüklemiştir. Boşanmalarda nafaka külfeti erkeğe yüklenmiştir. Ailenin geçimi, daha güçlü ve daha dayanıklı olduğu için erkeğe aittir. Kadının erkeğe tabi olması esas alınarak ailesinden erkek sorumlu tutulmuştur. Bütün bunlar erkeğin daha güçlü olduğunun
ifadesi değil midir?
İslâm'a göre kadın, insan olarak, erkekten ayrı bir yaratık
olarak değerlendirilmemiştir. İman esaslarına inanmakta, inancını
yaşamak; Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta, ceza, mükâfat konusunda kadınla erkek arasında bir fark gözetmemiştir. Kadın olsun, erkek olsun yaptıklarından sorumludur. İkisi de Allah'ın huzurunda hesap verecektir.
Kur'an'da kadın, erkekle beraber anılmıştır. Allah, Ademle
Havva'ya aynı yasağı koymuştur. Nihayet ikisi beraber suç işlemiş,
beraber tövbe etmişlerdir. Nisa Sûresinin 7. âyetinde kadına da
erkeğe de mirastan pay ayrıldığı, Âl-i İmran Sûresinin 195. âyetinde de kadın olsun erkek olsun çalışan herkesin emeğinin karşılığı
boşa çıkarılmayıp tastamam verileceği bildirilmiştir.
Diğer bazı âyetlerde de:
"Erkek ve kadından her kim, inanarak iyi işler yaparlarsa işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar."
(Nisa:124)
"Erkeklerin kazançlarından hisseleri olduğu gibi kadınlarında kazançlarından hisseleri vardır." (Nisa:32)
"Bil ki Allah'tan başka Tanrı yoktur. Kendi günahın, inanan
erkeklerin ve inanan kadınların günahı için af dile." (Muhammed:19)
"Erkek kadından her kim inanarak iyi bir iş yaparsa onu
dünyada güzel bir hayat sürdürürüz. Ahirette de onların ücretini,
yaptıklarını en güzel şekilde mükâfatlandırırız." (Nahl:97)
"Allah inanan erkeklerle, inanan kadınlara altından ırmaklar akan içinde ebedî kalacakları Cennetler ve And Cennetlerinde
güzel yerler va'detmiştir. Allah'ın onlardan razı olması ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur." (Tevbe:72)
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bi dişiden yarattık. Ve birbirinizi tanımanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanın288
da en üstün olanınız, Allah'ın men ettiği şeylerden en çok kaçınanızdır." (hücurat:13)
Buyrularak inanç ve amel konularında erkekle bir tutulduğu
açıkça ifade edilmiştir. Bununla beraber dinimiz, hayattaki görevleri açısından erkeğin, sorumluluğunu üzerine aldığı kadınla her yönü
ile eşit olmadığını da haber vermiştir.
Kısaca kadın kadındır, erkek de erkektir.
Kadın, anadır. Cennet anaların ayağı altındadır.
C) KADIN ANADIR
Bir yazarımız:" Kadın âşufte ise ne kadar güzel olursa olsun
hiçbir erkek ruhunu etkileyemez. Bir kadın namuslu olduğu ölçüde,
bedii bir cazibeye sahip ve ruhlara hakim olur. Hafif meşrepli bir
kadın, hakikatte namuslu olsa bile halk nazarında namuslu ve muhterem tanınmaz. Bunun için kadın, hal ve hareketlerine mensup
olduğu cemiyetin örfüne yani ahlâki mefkûresine göre tanzim etmelidir," der.
Kadın, toplumun ve aile yuvasının direğidir. Toplumun
ayakta durması, aile yuvasının sürekliliği, kadının asli görevi olan
analık görevini noksansız yerine getirmesine bağlıdır. Zira analık,
kadının en belirgin vasfıdır. Bunun için milletin ve ailenin ayakta
kalabilmesi kadının analık görevini yapmasıyla mümkündür.
Tarih boyunca kadın, analığını bırakarak zevk âleti olmadan
hiçbir toplum alçalmamış, onun nâzik vücudu kirlenmeden toplum
değerleri zedelenmemiştir. Bugüne kadar milletleri yükseltip alçaltan kadın olmuştur. Kadının analığı bıraktığı nokta, her zaman milletlerin gerileme ve yıkılma noktasıdır. Bu gerçeği bir düşünür şöyle ifade eder:
"Bir milletin önce anası, sonra dili, sonra da kendisi mahfolur."
Bu gerçeği çok iyi bilen atalarımız, silahı atı, avratı kutsal
ilân etmişler ve bunlar üzerine çok şey söylemişlerdir. Fiiliyatta da
kadını her türlü tehlikeden koruyarak huzurlu dönemler, mutlu anlar yaşamışlardır.
Yüce dinimiz de toplumun huzuru ve devamı açısından
"Cennet anaların ayağı altındadır" buyruğu ile huzuru, ferahı, insanlığın anası olan kadının yükselmesinde görmüş, kadının namusunun ve iffetinin korunması için tedbirler almıştır.
İslâm'ın koyduğu bu ölçülere uymayan kadınlar, her devirde
ailelerini ve içinde yaşadıkları toplumu ızdıraplara boğmuştur.
289
İslâm'ın koyduğu ölçüler bugünde geçerlidir. Eğer aileleri
ızdıraptan, toplumumuzu dejenere olmaktan korumak istiyorsak
üzerinde fırtınalar koparılan kadını, her türlü saldırıdan korumak
zorundayız. Kadın, saygıya, merhamete muhtaç olduğu kadar korunmaya da muhtaçtır. Bunun için kadın istismar edilebilecek, hakkında kötü düşüncelere yol açabilecek durumlara düşürülmemelidir.
Atalarımız:" Kadın anadır; kadın namustur; kadın melektir;
onu şeytan yapan başındaki erkektir." Başka bir ifadeyle de:" Çocuğu hırsız yapan babası, kadını arsız yapan kocasıdır" demişlerdir.
Demek oluyor ki kadını, ar ve er gibi iki şey zabdedecektir.
Kadın insanlık mektebinin hocasıdır. Diğer bir ifadeyle
toplumu terbiye eden, insanlığa yön veren mürebbidir. Bu görev,
milletin anası olan kadına asli görev olarak verilmiştir. Fakat şuanda bu görevin tam olarak yerine getirildiği söylenemez.
Çoğu kadınların topluma karşı analık görevleri şöyle dursun kendi çocuklarına bile ilgisiz kaldıkları bir gerçektir. Günümüz
çocuklarının önemli bir kısmı anne şefkatinden, anne sütünden
mahrum olarak büyümektedir. Vücut formlarını korumak, göğüslerinin bozulmasını önlemek için anneler, dünyaya getirdikleri çocuklarını emzirmekten kaçarak, diğer besin maddeleriyle beslemeyi
tercih etmektedirler.
Bir durum, hem anne hem de çocuk açısından son derece
sakıncalıdır. Zira anne sütünün yerini hiçbir şey tutamadığı için
çocukta çeşitli fizikî ve rûhî bozukluklara neden olmaktadır.
Ayrıca çocuğunu emzirmekten kaçınan kadının, çocuğuna
olan analık şefkatini ve kocasına olan kadınlık duygusunu erken
kaybettiği ilim adamlarının ifade ettiği bir husustur. Bazı kadınların
meylinin çocuğuna değil de kedisine, köpeğine olması bunun müşahhas örneğidir.
Bir köpek, bir bebek arzusu ile iyi nesiller yetişmez.
Müslüman kadınını analığını unutturma Allah'ım. Onlara
hayırlı evlat ve iyi nesiller yetiştirmek nasip et.
290
KADININ GÜZEL GÖRÜNME ÇABASI
Tarih boyunca, süslenmek, olduğundan daha güzel görünmek
kadının biricik arzusu olmuştur.
Geçmişte olduğu gibi günümüz kadınınında ne giymeli, nasıl
yapmalı, ne takmalı, ne sürmeli, nasıl kırıtmalı ve nasıl sırıtmalı?
İşte bütün derdi bu uğurda harcanan zamanın ve paranın ölçüsü
belli değil. Adeta ziynet eşyası, makyaj malzemesi kadının vazgeçemeyeceği bir parçası halinde.
Sultan Aziz’in Paris seyahatine Dışişleri Bakanı Bakanı olarak katılan Keçeci Zade Fuat Paşa’ya saray kadınlarından biri, Paris
güzellerini nasıl bulduğunu sorunca, Paşanın veciz bir ifade ile şöyle cevap verdiğinden söz edilir:
-Affedersiniz madam, ben yağlı boyadan anlamam!..
Cazip görünme sıtmasına tutulan nice kadınlar ilgi çekme çabası içinde çocuğunu, yuvasını, kocasını unutmuş durumdadır.
Evinde kocası için yapmadığını sokakta başkaları için yapan bu
kadınlar, yanlış bir anlayışın kurbanıdırlar. Ne istediği, neyin peşinde olduğu düşündürücü bir başka konudur.
Batı ülkelerinde yapılan bazı araştırmalar göstermiştir ki güzel görünme çabasında olan kadınların çoğunun çirkinlik kompleksi içinde olduğu belirtilmiştir. Bu kompleks onları bir şeyler yapmaya ve çeşitli saplantılara sürüklemektedir. Bazı kadınların gerçekten iffetsiz kadın görünümünde olmalarının nedeni de çirkinlik
kompleksi içinde, güvensizlik sonucu kendilerini değiştirmek için
zorlamalarıdır.
Kadınlar kendilerine şunu telkin etmelidirler: Aslında her kadında mutlaka bir güzellik vardır. Kadının daha güzel görünmek
için göstereceği suni çaba, sahip olduğu güzelliği gölgeleyecektir.
Yeter ki, kadında huy ve ahlak çirkinliği olmasın. Eğer böyle bir
şey varsa en güzel kadını bile çirkinleştirecektir. Hatta tiksinti verecek kadar iğrenç bir duruma düşürür. Atalarımız: “Ahlakı çirkin
güzel yüz beş para etmez” demişlerdir.
Bir kadının yalnız görünüşüne önem vermesi, sadece dışını
süslemesi, kocasından başkası için güzel görünmeye çalışması çok
yanlış bir harekettir. Ayrıca kızlarına sadece güzel görünme duygusu verip, onu teşhir eden analar yavrularına büyük kötülük etmektedirler. Çünkü bir erkek müstakbel eşinde sadece hayranlık uyandıran güzellikler aramaz. Fiziki güzelliğin yanında manevi güzellikler de arar.
291
Kadın, kendi mutluluğu ve aile yuvasının saadeti için kocasından
başkası
için
süslenmemelidir.
Peygamberimiz
(sav):”Kocasından başkası için süslenerek dışarıya çıkan bir kadın,
kıyamet gününde nursuz bir karanlığa benzer” buyurmuştur.
Aslında güzel görünmek için kendini zorlayan kadın, güzel
bir kadın değildir. Çünkü güzellik, yapmacık hareketler ve geçici
çabalarla sağlanabilen bir durum değildir. Gerçek güzellik huy ve
ahlak güzelliğidir.
Peygamber Efendimiz, yapmacık davranışlarla güzel görünmeye çalışan kadınları lanetlemiştir. Bu konuda şöyle buyurur:
“Allah, cildini renklerle süsleyenlere ve süsletenlere, yüzünün tüylerini yolanlara, kaşlarını yolanlara, sırf güzel görünmek için dişlerini seyrekleştirenlere, Allah’ın yarattığını bozan kadınlara, takma
saç takan ve taktıran, derilerini iğne ile dövdürüp boya ile boyayan
kadınlara lanet etsin.”
Bir gün bir kadın Allah’ın Elçisine gelerek:
-Ey Allah’ın Elçisi! Kızım hastalandı, sonrada saçlarının bir
kısmı döküldü. Takma saç takayım mı?
Diye sormuş, Allah’ın Elçisi de şu cevabı vermiştir:
-Allah takma saç takana ve taktırana lanet etti.(rahmetinden
uzaklaştırdı)buyurmuşlardır.
Başka bir hadislerinde de Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Cehennem ehlinden iki zümre vardır ki, bunları henüz zamanımızda görmüyorum: Onlardan biri; sığır kuyrukları kırbaçlarla
insanları döverler. Diğeri de kadınlardır ki; gerçi giyinmişlerdir.
Fakat çıplak görünüşleri vardır. Başka kadınları kendileri gibi
yapmaya teşvik ederler. Bunların başları, içine doldurdukları bezler
ve saçlarla deve hörgüçlerine benzer. İşte bunlar cennete giremedikleri gibi cennetin kokusunu da duyamazlar”
Bu hadislerden anlaşıldığına göre başkaları için süslenen,
gösterişten başka bir şey düşünmeyen kadınlar lanetlenmiştir.
Eğer kadın sırf güzel görünme çabası içinde sadece dış güzelliğine önem veriyorsa bu her şeyden önce kadını kendisine güvensizliğinin ifadesidir. Ayrıca görevlerini yapmasına engel olarak,
benliğine zarar verecek olan bu davranışı, şehvet dolu bakışlarla
rahatsız edilmesinden başka bir işe yaramayacaktır.Bu ihtimaller
hesap edilmese bile mantık, kadının bu hareketinin kimin için, neden?..
Sorularını cevap gerektirmeyecek mi?
292
a)Tahrikçilik kadını alçaltır:
Kendini bilen bir kadın asla vücudunu sergileyip teşhir etmez. Kadın bedeninin teşhiri karşı tarafa seks mesajı verir. İffetsizlik mesajı verir. Ve tacize, tecavüze kapı aralar. Ona bakan normal
gözle bakmaz.
Sokaklar açık hava plajına döndü. İnsanın “Edep Yahu!” diyesi geliyor.
Kendini teşhir eden kadın, önce biraz irkilir. Birazda utanır.
Daha sonra ne utanır, nede irkilir. Alışıverir. Aptallaşır, açıldıkça
güzel olduğunu zanneder. Kendisine şehvetle bakanları hayranlıkla
baktıklarını zanneder. Ayrıca şeytanın soyarak tuzak kurduğunun
farkına da varamaz. Şeytan, Âdem ile Havva’ya elbiselerini soyarak tuzak kurmuş ve cennetinden kovulmalarını sağlamıştır. İffetsizliğin bedeli ağırdır, sonu da bunalımdır, hafıza kaybıdır.
Son zamanlarda kızlarımızı soyarak karpuz güzeli, kabak güzeli, domates güzeli, kiraz güzeli ve kâinat güzeli seçiyoruz. Ahlakımızı, ailemizi yıkmak için iffetimize namusumuza saldıranlar.
Çırılçıplak soydukları kızımızı ekran da bize seyrettirdiler.
“Güzele bakmak sevap” sözünü bize yutturdular. Güzele
bakmak sevapsa, baktırmak da sevaptır. Öyle ise soyun, ananızı,
bacınızı, kızınızı sevap kazandırın.
Sen başkasının namusuna göz dikersen, senin namusuna da
göz dikerler. Son zamanlarda magazin, toplumu yozlaştırıyor. Kötü
alışkanlıkları özendiriyor, namus iffet anlayışını yıkıyor.
Kanallar da gizli hesaplar ve reyting uğruna güzellik yarışmaları mankenlik, şarkıcılık ve oyunculuk yarışmaları çoklarına hayal
kırıklığı yaşatıyor, manevi boşluğa itiyor çoğu uyuşturucu, alkol,
seks bataklığına sürükleniyor. Gençlere kötü örnek oluyorlar. Güzellikler ticari oyuna alet oluyor. Kadın artık sırtından para kazanılan mal haline getiriliyor.
Bütün güzellik yarışmalarının ardından çirkinlik gelir. Utanç
verici ilişkiler, manevi tükenme gelir. Hayatın sonunda yalnızlık,
mutsuzluk, ilgisizlik sonunda intihar gelir.
Su testisi su yolunda kırılır hesabı acı son onları beklemektedir. Uyuşturucu komasında, alkol komasında veya evsiz barksız
sokakta hayatı sonlanan örnekler az değildir.
İlk dünya güzeli seçilen Kerime Halis için jüri başkanı verilen puanlara bile bakmadan kürsüye çıkmış, şunları söylemiştir:
-“Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın ve Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Müslüman kadınlarının temsilcisi Türk
293
güzeli Kerime, mayo ile aramızdadır. Bu kızı zaferimizin tacı kabul
ediyor ve kraliçe seçiyoruz.”
Bakmak, baktırmak cinsel duyguyu harekete geçirir. Hemen
şeytan devreye girer çıplak kadına bakmak gözün pasını silmez.
Kalbi karartır, beyni kirletir.
Bir Kutsi Hadiste şöyle buyrulur:
-“Namahreme bakmak, iblisin oklarından bir oktur…”(H.H.Erdem, İlahi Hadisler:228)
Peygamber (as) da:
-“Gözünü kapadığın müddetçe fercin zina etmez “buyurur.
(Hadis Ans. 2/213)
Cenabı Allah Müslüman kadınlarını şöyle uyarıyor: “Eğer
Allahtan korkuyorsanız yabancı erkeklere karşı çekici bir şekilde
konuşmayın. Sonra kalbinde kötülük olan kimse ümide kapılır.”
(Ahzap:32)
Peygamber (as) bir gece kalkıyor:”Sübhanellah! Bu gece ne
fitneler nazil oldu, ne hazinelerde açıldı. Müslüman kadınlarını
uyandırınız. Dünya da nice giyinik kadınlar vardır ki ahrette çıplak
olacaklardır.” (R.S:1664) buyurarak ince, kısa ve açık giyinmenin
örtünmek olmadığını bildirmiştir.
Peygamber (as) çocuklar içinde şöyle buyurmuştur.
-“Çocuğunuzun örtünmesine dikkat edin. Onu örtün zira
onun avreti büyüğün avreti gibidir.” (Ramuz el-Hadis:321/6)
Bir gün Hz. Peygamberin yanına Hz. Ebubekir’in kızı Esma,
ince ve kısa bir elbise ile gelmişti. Peygamber ondan yüz çevirdi ve
“Ey Esma! Kadın ergenlik çağına yaklaşınca, onun yüz ve ellerinin
dışında ki yerlerini göstermesi uygun olmaz” demiştir. (Ebu Davut,
Libas:31)
Çocuklar ve gençler için, “bırak hevesini alsın o daha genç,
sonra örtünür” demek yanlıştır. Küçükten olmazsa tam örtünme
olmuyor. Çokları artık kefenle örtünüyor. Şu bir gerçek ki, küçükken utanması olmayanın büyüyünce utanması olmuyor.
a)Allah’ın yarattığını değiştirmek (estetik):
Vücutta yapılması gereken şeyler şunlardır:
-Sünnet olmak,
-Tırnak kesmek,
-Saç sakal tıraşı olmak,
-Koltuk altı ve kasık kıllarını temizlemek,
- Görünümü bozan kılları yolmak,
294
Vücutta yapılmayan şeyler de şunlardır:
-İhtiyaç yokken estetik ameliyat olmak,
-Mahrem yerleri açmak,
-Cinsiyet değiştirmek,
-Dişleri seyreltmek, kaşları yolmak,
-Güzellik için saç takmak,
-Dövme yaptırmak,
-Gusle, abdeste mani dudak ve tırnak boyamak,
-Kadının erkeğe erkeğin kadına benzemesi,
-Beyaz saç ve sakalın siyaha boyanması,
-Zaruret olmadan ağzı, burnu, yüzü, kulağı ve göğsü değiştirmek.
Allah’ın yarattığını değiştirmek, şeytanın telkinidir. Bunu yapanlara Peygamber (as)ın laneti vardır.
Estetiğin bir ameliyat olması nedeniyle ölüm gibi kalıcı izler,
sakatlık gibi tehlikeleri de vardır.
Eğer bir durum insanı çirkin gösteriyor, rahatsızlık veriyorsa,
ur, yara, yanık gibi insanın dışlanmasına neden oluyorsa, o zaman
ameliyatla tedavi olmakta vebal yoktur. Bir bacı.”kaşlarım erkek
kaşı gibi incelttirebilir miyim? Diyordu.
Şeytan Cenab-ı Allah’a diyor ki: “Kullarını saptıracağım onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisa:119)
Şeytanın aldattığı kullara da Cenab-ı Allah şöyle soruyor:
“Ey insan! Seni yaratıp düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir
şekilde birleştiren ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?..
(İnfitar:6-8)
Dinimiz bir kadının eşi için süslenmesine müsaade eder. Başkaları için süslenmesi haramdır.
Gereksiz estetikler yaratıcının yarattığına müdahale olduğu
için caiz değildir. İlerde şekil bozukluklarına neden olur. Güzellik
uğruna servetler ödeniyor, sonunda da ağır bedel ödeniyor. Bir örnek hiç unutamıyorum:
Para çok ameliyat üstüne ameliyat. Yaptıran Michael Jackson
(Maykıl Jaksın) rengini değiştirmek istedi. Sonunda tanınmaz,
yüzüne bakılmaz hale geldi, maske ile sahneye çıkıyordu.
Estetik yaptıran sanatçılar da kısa zaman sonra birden çökmekte, tanınmaz hale gelmektedir.
295
a)Geçici güzellik (kozmetikler):
Kozmetik ürünlerinin nelerden elde edildiğini biliyor muyuz?
Ürünlerin çoğunda alkol vardır. Ceninden, kediden, maymundan, köpekten, fareden, domuz gibi hayvanlardan elde edilir.
Kürtaj sonucu ana rahminde öldürülen ceninler kozmetik
ürünlerine malzeme olmaktadır.
Gazete de bir haber şöyle:
-“Peru da insanları öldüren ve cesetlerinden elde ettikleri
yağları parfüm ve güzellik ürünlerinin yapımında kullanılmak üzere karaborsa da satan bir çete yakalandı.”(21-11-2009 Yeni Şafak)
Bir başka haber de şöyle:
-“Kürtajla alınan ceninler, kadın doğum hastanelerinden
kozmetik firmaları tarafından satın alınmakta ve kozmetik ürünlerinde kullanılıyor.(1-4-1994-Zaman)
Görünüyor ki durum iğrenç. Tek kelimeyle vahşetle güzellik
olmaz.
Vahşetle gelen tehlikeyi acaba biliyor muyuz?
Kozmetik ürünleri;
-Vücutta alerjik reaksiyonlara yol açar.
-Göz sağlığına zarar verir.
-Hamilelerde çocuklara zarar veriri.
-Gençken doğal güzelliğin kıymetini bilmeyenler, orta yaşlarda zararını görmeye başlarlar.
-Kozmetikler de kullanılan maddeler, kanserden tümöre kadar çeşitli hastalıklara yol açar.
-Cilt hastalıklarına sebep olur.
-İç organlara da zarar verir.
-Uyuşturucu bağımlılığına yol açabileceğini uzmanlar
uyarmıştır.
-Kullanılan alkol ve domuz yağı inancımız açısından uygun
değildir.
-Saç boyamasında da tehlike vardır. Saç boyaları önce saçları
yıpratır. Saçın yapısına zarar verir, saçta kırılma ve dökülmeye yol
açar.
Peygamberimizin (sav) bir hadisi var:
-“Allah süslenmek için yüzünü boyayıp, kaşlarını yolana,
yoldurana lanet etsin”
(Ramuz el-Ehadis:347/12)
Bazı boyalar tabaka oluşturur, altına su geçirmez. Bu durumda ne abdest olur nede gusül.
296
Ayrıca içerdiği maddeler dolayısıyla boyaların kansere yol
açtığı uyarısı yapılmıştır. Kansere yol açtığı için Avrupa da saç
boyasında kullanılan 22 kimyasal madde yasaklanmıştır.(28-7-2006
Yeni Şafak)
Takım tutan bazı gençlerin yüzlerine sürdükleri renk renk
boyalar cilt hastalıklarına sebep olur, deriyi gerer, alerjik yaralara
sebep olur.
Kozmetik kullanan bir kadınla kullanmayan bir kadını 50’li
yaşlardan sonra bakarsanız, kozmetik ürünlerinin tabii güzelliği
bile bozduğunu görürsünüz.
Bir zamanlar kozmetik firması reklam yapacak kırsal kesime gittiklerinde 70 yaşlarında bir nine görüyorlar. Eli yüzü nurlu
kozmetiklerin buruşturduğu bir yüz yok. Soruyorlar:
-Hangi kremi kullandınız, kullanıyorsunuz?
Cevap:
-“Biz krem falan bilmeyiz evlat. Günde 5 vakit abdest alır
yüzümüzü seccadeye süreriz!” oluyor.
c) Lanetli iş dövme (Fıtrata vurulan kara leke):
Dövme fıtratı bozar, insanın vücuduna vurulmuş bir kara lekedir.
Dövme iğne ile deri altına renkli boyaların yerleştirilmesidir.
Bu olay AIDS ten kansere yol açabilir. Ayrıca abdeste ve cünüplükten kurtulmaya manidir.
Dövme bir bakıma ilkelliktir. Afrika, Amazon ve Kızılderilileri taklittir. Şimdi de zararlı ve tehlike saçan bir özentidir. Daha
çok idealsiz boş hayat yaşayanların dikkat çekme arzusudan kaynaklanır.
Bir zamanlar ayağına gül dövmesi yaptıran genç kızın ayağı
kesilmiştir.
Başbakan Erdoğan, vücuduna dövme yaptıran futbolcuya:
-“Vücuduna zarar veriyorsun. Allah muhafaza ilerde cilt
kanserine varıncaya kadar birçok hastalığa yol açabilir.”Diyerek
uyarmıştı.
Dövmenin insanın ruh yapısı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu yetkililer uyarmıştır.
Bir ilim adamımızın uyarı haberi basına şöyle yansımıştı:
Celal Bayar Üniversitesi ( C BÜ ) Dermatoloji Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Öztürkcan, dövmenin HIV başta
olmak üzere birçok ciddi sağlık riskini beraberinde getirdiğini, sağlık açısından dövmeyi tavsiye etmediklerini belirtti.
297
Prof. Dr. Öztürkcan, yaptığı açıklamada, son yıllarda özellikle gençler arasında yaygınlaşan dövmenin bazı sağlık problemlerine yol açabildiğini söyledi.
Özellikle kalıcı dövmede kullanılan iğnelerin risk taşıdığını
anlatan Öztürkcan şöyle konuştu:
“Dövme son yıllarda gerçekten çok popüler oldu. Biz sağlık
açısından baktığımızda dövmenin riskli olduğu söyleyebiliriz. ( 119-2011-Akit)
Dini açıdan dövme yapmak, yaptırmak caiz değildir. Diyanet İşlerin Başkanlığının bu konuda fetvası vardır.
Peygamber ( as ) dövmeyi yasaklamıştır. Şöyle buyurmuştur:
-“Yaratılışı değiştirene Allah lanet etsin.”(Buhari, Tefsir:59)
-“ Allah; dövme yapana, yaptırana lanet etsin.” (Buhari,Libas:82)
-“ Takma saç takana, taktırana, bedene dövme yaptırana Allah lanet etsin.”(Ramuz el-Ehadis:347/8)
-“Sırf güzelleşmek için dövme yapan ve yaptırana, yüzünden
tüy yolan ve yoldurana, dişlerini seyreltip inceltene böylece Allah’ın yarattığını değiştirenlere Allah lanet etsin.”
(Müslim Libas:120)+(Riyazüs-Salihın:3/205) buyurur.
Dövme ruh ve beden sağlığı açısından zararlı olduğu için
hiçbir şekilde caiz değildir.
d) Yasak olan Müzik ve Eğlence:
Müziğin insan üzerinde olumlu ve olumsuz etkisi inkâr edilemez.
İslam dini müzik ve eğlenceye karşı değildir. İslam’ın karşı
olmadığı müzik insanı tahrik etmeyen nefsine hitap etmeyen, günaha sokmayan, kötülüğü akla getirmeyen, kötü alışkanlıklara sürüklemeyen dinleyince rahatlatan müziktir.
Öyle müzik öyle şarkı. Türkü vardır k, dinleyende olumlu
duygulara sebep olmuyor. Alkolle, uyuşturucuya ve fuhşa sürüklüyor.
Bir de nefsin gıdası olan müziğin alternatifi dini musiki vardır. İnsan da olumlu duygulara sebep olur. Ezan sesi, Kuran sesi,
ilahiler, tekbirler, salâvatlar insanı bir başka etkiler.
Atalarımız müzikle hastaları tedavi etmişlerdir. Mikrobik olmayan ruhi hastalıklar da akıl hastalarına bile müzikle tedavi etmişlerdir.
298
Mehterle Mozart aynı duyguyu vermez. Yunusun sazı, Mevlana’nın neyi, Süleyman Çelebi’nin mevlidi insanı başka türlü etkiler.
Avaz avaz bağıran yoz müzik çıldırtıyor, çileden çıkarıyor.
Sigaralar yakılıyor, kadehler kaldırılıyor. Danslarla insanların şehvet duyguları kabarıyor.
Müstehcen giyimli kimselerin argo içeren erotik müzik ahlaki
çöküntüye neden oluyor.
Kadınlı erkekli eğlenceler, oynanan oyunlar ve yapılan danslar Müslüman-Türk aile ve ahlakına asla uygun değildir
Eğlence yerinde zehir içmiş köpek gibi tabaklar üstünde tepinmek İslami ve insani duyguları öldürmüştür.
Bazı düğünlerin eğlence anlayışları, daha yeni aile yuvalarının temeline dinamit koymaktadır. El, dil ve göz zinasına neden
olan, başka kötülükleri de davet eden dans ve eğlence insan fıtratına uygun değildir. Çünkü insan, bunun için yaratılmamıştır.
e) Ahlaki çöküntüye neden olan Dans:
Aile yuvalarını, ahlak ve manevi varlığımızı kemiren hastalıkların biri de dans denilen harekettir.
Bu hareketin ortaya çıkışı yeni değildir. En ilkel toplumlarda
bile görülen ferdi ve topluluk olarak yapıldığı bilinen bir harekettir.
Resimlerden ve bazı tarihi kaynaklardan anlaşıldığına göre dans, en
ilkel topluluklarda bile cinsi arzu ve istekleri tahrik vasıtası olarak
ilkel bir ifade şekli olmuştur.
Bugünkü anlamdaki dansın ise, ilk önce batı ülkelerinde savaştan dönen erkeklerin karşısında kadınların, erkekleri tahrik için
yaptıkları çeşitli figürlerle başladığı bilinmektedir. Daha sonraki
devirlerde de kadın-erkek iki cinsin meydanlarda, salonlarda birlikte tekrarlanan hareketler olarak zamanımıza kadar sürüp gelmiştir.
Dansın Temelinde Tahrik vardır:
Kısaca dans figürlerinin ifade ettiği anlam, tahriktir. İki cinsin ses ve beden hareketleriyle nefsin arzularını karşı cinse anlatmaktır. Bunun böyle olmadığı söylenecek olursa, o zaman neden
bir erkek, başka bir erkekle göbek göbeğe, yanak yanağa birbirlerine sarılarak dans etmez? Sorusuna tatminkâr cevap bulmak gerekir.
Sadece insanları değil, hayvanların bile birbirini harekete geçirmek ve tahrik etmek için sesler çıkararak hareketler yaptığı bilinen bir gerçektir.
299
Mesela kuşların birbirine karşı yaptığı hareketler, çıkardıkları
sesler tahrik için olup, onları çiftleşmeye götürmektedir. Bu durumu hemen hemen bütün canlılar da görmek mümkündür.
Dansın insanlar arasında ifade ettiği şey de aynıdır. Dans, insanların düşüncelerini ifade eden hareketler olarak, ilk çağlardan
bugüne kadar devam edegelmiştir. Hatta sosyologlar ve psikologlar, insanların dans figürlerinden o kimselerin ruhu ile psikolojik
düşünce yapıları anlamanın mümkün olduğunu belirtmişlerdir.
İnsanlar arasındaki gayri meşru ilişkileri müthiş bir şekilde
tahrik eden dansın, salonlarda başlayıp salonlarda sona eren bir
hareket olmadığı, fiili ilişkiler ve duygusal hisler olarak sürdüğü
bilinen bir vakıadır. Dans, beden hareketleriyle karşı cinsi bir şeyler anlatma, karşı cinsi tahrik ve nefsi tatmin eden cilveler olarak,
insanları serçelerin yaptığı oynak hareketlerle vardıkları sonuca
götürdü inkâr edilemez.
Bunun için dansı, insanları ayakta tatmin yolu aradan bayağı
bir hareket olduğu aile, toplum ve insanımızın geleceği açısından
tehlikeli bir hareket olarak görmekteyiz. İnsanımızın çoğu, kendisini bekleyen felaketlerden habersiz durumdadır. Bilhassa çok temkinli olması gereken genç kızlarımız, sevip okşamaların çoğunun
öldürmek için olduğunu unutmamalı, kendini ahtapot gibi saran
hain ellere bırakmamalıdır.
Dans Şeytanın icadıdır:
J.J. Rousseau’nun ifadesiyle “dans, şeytanın icadıdır.”(Emil:293) Şeytan bu yolla insanların arasına girer, yaptırdığı
cilvelerle onları tahrik eder.
Sarmaş dolaş kadınla erkeğin yaptıkları cilveler, normal durumdaki insanları bile çileden çıkaracak durumdadır. Bu durumuyla
dans, namuslu insanların isteyerek yapabilecekleri bir hareket olamaz.
L. Tolstoy’a göre: “Dans, genç ruhları şehvetle tutuşturan bir
azdırıcıdır. Ömrümce iffet ve namusuna özen gösterdiğim kızımın
dans sonunda bir delikanlının göğsü üzerinde, teri terine karışmış,
teni tenine dokunur bir vaziyette fırıl fırıl döndüğünü gördüğüm
zaman şöyle haykıracağım gelir:
-Çapkın! Bırak kızımı kollarının arasından. Çünkü ona hangi
niyetle ve fikirle sarıldığını biliyorum”der.
Kadınlarımızın afif, aile yuvalarının huzurlu olduğu, ihanetin
yapılmadığı dönemlerde dans bilinmiyordu. Türkiye de uzun zaman İngiliz elçisi olarak çalışmış olan Mr. Porter, hatıralarında
300
Türklerin dans etmediklerini dans edenlere iyi gözle bakmadıklarını anlattıktan sonra şöyle devam eder: “Türkler dansı kendileri için
insanlık şeref ve haysiyetini lekeleyen, insanın en bayağı ve ibtidai
taraflarına hitaben basit bir hareket telakki ederler. Dans etmek için
ya deli yahut sarhoş olmak gerektiğine inananlar.”Der.
Bunun nedeni, dansın Müslüman Türk’ün karakterine ters
düşmesi, ayrıca yöneticilerin asırlarca insanımızı felaketlere karşı
koruyup bu konuda tedbirler almış olmasıdır. Mesela; Kanuni Sultan Süleyman, dansın Fransa da cinnet haline geldiği bir dönemde
Fransa kralına mektup yazarak, dansın ülkemiz sıçrama ihtimalinden bahsetmiş, Fransa da bu tür hareketlere son verilmesini istemiştir. Bazı kaynakların kaydettiğine göre bu mektup üzerine Fransa
da bir müddet dans yasaklamıştır.
Ülkemizde batılılaşmanın gereği sayılan bir hareket olarak
dans, batıya açılan kapıdan girmiştir. Bundan sonradır ki, birçok
ailede eşini kıskanma duygusu zedelenmiş, eşlerin birbirine güveni
sarsılmış, görülmeye başlayan zina olaylarıyla beraber boşanmalarda artmıştır.
Dans Bir Tuzaktır:
Bu açıdan dansı insanımız için tehlikeli bir tuzak olarak görmekteyiz. Zira dans, yatay tatbik imkânı bulamayan nefsin arzularını dikey bir şekilde tatmin etmeye imkân hazırlayan bir harekettir.
Freud, bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Dans, cinsi arzuların tabii
ifadesidir. Kolektif faaliyetler ile şehveti tahrik etme tekniğidir.”
Demek oluyor ki, kadın için de erkek için de dans bir tahrik vasıtasıdır. İlk çağlardan bu yana bu gaye için yapılmıştır.
Bazı kimseler tarafından bu kadar kötü düşünmeye, her şeyden bir mana çıkarmaya gerek olmadığı iddia edilebilir. Bunlara
verilecek tek cevap şu olabilir: Eğer bir erkek gerçekten normal bir
erkekse, kadın da normal bir kadınsa kollarının arasına aldığı karşı
cinsine karşı hissiz kalması mümkün değildir.
Yaptığı tahribat göz önüne alınarak, kimin kime ait olduğunu
ayırt etmenin imkânsız olduğu toplantılar, birbirine yabancı insanlar arasındaki mesafeyi kapatan eğlenceler, mahremiyeti ihlal edecek şekilde düzenlenen nişan, nikâh ve düğün merasimleri kadınla
erkeğin birbirini tahrik, tatmin vasıtası olmaktan çıkarılmalıdır.
Dansın, yapıldığı yerde kalan, bırakalı vermekle biten bir hareket olmadığından, sonu genellikle pişmanlıkla son bulan, nice
gençleri süfli arzularına kurban eden bir felaket olduğu açıktır.
301
İnsanın öz yapısıyla eğlencenin şeklinin yakından ilgisi vardır. Bu nedenle davranışlarımızla öz yapımız her şeyden önce
uyum sağlamalıdır.
Ruhta ve şekilde bize ait olmayan dansın nerede ve hangi vesile ile yapılırsa yapılsın şehvete yönelik bir hareket olduğu açıktır.
Eğer gerçekten eğlenmek istiyorsak milli oyuncularımız vardır.
Folklorumuz, halaylarımız, zeybeğimiz hem insanımızın eğlenmesi, hem de geçmişimizle geleceğimiz arasında bağlarımızın kopmaması bakımından çok önemlidir.
Bize yakışan da budur.
F.N. Çamlıbel, San’at adlı şiirinde:
“Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin,
Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi zeybeğin.
Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin açıklı nefesleri
Biz de geçer en hazin bir musiki yerine!
Başka San’at bilmeyiz, karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun… Ayrılıyor yolumuz!
302
AÇIKLIK MEDENİLİK DEĞİLDİR
Kadının açık giyinmesinin medeniyetle uzaktan yakından
hiçbir ilgisi yoktur. Kadının açık saçık giyinmesini, çıplak vücudu
ile kendini teşhir etmesini medeniyetin ölçüsü saymak büyük hatadır.
Bugüne kadar kadının nazik vücudu hep istismar edilmiştir.
Bilhassa son zamanlarda ve medenilik maskesi altında öz değerlerimize karşı silah olarak kullanılır olmuştur.
Kadını müdafaa ediyormuş gibi görünüp çeşitli yollarla onun
nazik vücudundan para kazananlar; reklam vasıtası yapanlar, mecmua kapaklarını süsleyenler, afişlere ve gazete sayfalarını dolduranlar neticede kadını medeniyet açısından bir adım bile ileri götürmüş değillerdir.
İşin üzücü tarafı ise gazetelerde, mecmualarda, sinemada, tiyatroda, televizyonda, plajda, en nihayet sokaklarda insanımız açık
saçık kadın göre göre açıklığın tabileşme ve meşrulaşma noktasına
gelmiş olmasıdır.
Çıplaklık sapıklıktır. Açınma arzusu hayvani bir dürtüdür. İnsan açınma arzusu duyuyorsa, utanma duygusunu kaybetmiş, hayvanileşmiştir. Kadın çıplak halde açıldıysa zekâ erimesi başlamış
demektir. Açıklığın sonu bunamaktır.
a)Medeniyet kadının çıplak vücudundan doğmamıştır:
Açıklık, iddia edildiği gibi medenilik değildir; açıklığın medeniyet ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Tarihe bakılacak
olursa, yeryüzünde hiçbir medeniyet kadının çıplak vücudundan
doğmamıştır.
Tarihte insan medenileştikçe örtünmüşlerdir. Hayvanlar gibi
çıplak dolaşmaktan kurtularak insanların örtünmesi, medeniyetin
bir parçası olmuştur. Bu nedenle, açıklık, medeniyete doğru bir
gidiş değil, olsa olsa geriye dönüş, hayvanlığa doğru bir gidiş olur.
Aksi halde vücudunu örtecek bir şey bulamayan taş devri insanını bugünün insanından daha medeni kabul etmek gerekirdi.
Bugüne kadar medeniyet adına yapılan çılgınlıklar, medeniyet adına kadının biraz daha açılması, insanlığa bir yarar sağlamadığı gibi, insanlığın kaybına neden olmuştur.
303
Bu durumu şair şu mısralarıyla ne güzel ifade etmiştir:
Kovuldu ülkeden ar, namus, hayâ,
Asrileştik güya, uyduk modaya,
Beden açık, yüz yedi kat boya,
Surat dinsiz, tarak deli, ayna cılk.
Kollar açık, etek dizde,
Gençler zağar oldu izde,
Medeniyet budur bizde.
Güler misin, ağlar mısın?
b)Açınmak Hürriyet midir?
Açıklık, medeniyetin gereği bir davranış olmadığı gibi hürriyet anlamına da gelmez. Hürriyet, bir insanın çıplak gezmesi değil
insani haklarını yerinde kullanabilmesidir. Açıklık hürriyet kabul
edilirse o zaman insan, basit bir hürriyeti kullanmakla, esaretin
kurbanı olur.
Örtünme denince çarşafa bürünmek olarak anlayan bazı kimselerin açınmayı hürriyet, örtünmeyi hürriyetsizlik ve ne kadar açınırsa o kadar medeni ve o kadar hür olacaklarını zannetmeleri çok
yanlıştır.
Kısaca açıklık, kadın için hürriyet değil esarettir. Açık saçık
kadınlar nefislerinin esiridir. Çıplak vücutları ile para kazananlar
ise şehvetlerinin ve kendilerini sattıkları insanların esiridirler.
c) Namusluluk ifadesi:
Sık sık rastlanan namusluluk iddiası, insanın namuslu olması
için yeterli değildir. Herkes namustan, namusluluktan bahsedebilir.
Namussuzluğu en kötü durumdaki bir kimse bile kabullenemez.
Fakat işin aslına bakılacak olursa; namuslu olmak başka bir şeydir,
namuslu görünmeye çalışmak başka bir şeydir.
Şekilde de olsa bir kadının namuslu görünmesinin ilk şartı,
namus örtüsü ile mestur olmasıdır. Çünkü hiçbir namuslu kadın
açık saçık giyimi ile kendini teşhir etmekten zevk almaz.
Açık elbisesini, kısa eteğini orada, burada asılıp durmak namus riyakârlığından başka bir şey değildir. Gerçekten açık görünmemesini, erkeklerin kendisini rahatsız etmesini istemeyen hangi
304
kadın bu yola başvurur? Herkes bilir ki, kısa etek uzamaz. Hakkında kötü zanda bulunulmasını istemeyen kadın örtünür.
Bir zamanlar durmadan eteğini uzatmaya çalışan, namusluluk
gösterisi yapan bir öğrenci velisi ile aramızda şöyle bir konuşma
geçmişti:
-Boşuna uğraşmayın, siz de görüyorsunuz ki uzamıyor.” dedim.
-Kadının namusunu elbisesinde mi ararsınız? Namus elbisede
değil, insanın içindedir. Dedi.
-İnsanın içindeki namus nasıl korunur? Örtünmeden namuslu
kalınır mı? İnsanlar kıymetli eşyalarını neden saklar? Evinin penceresini, kapısını neden kapatır? Bir bahçeye neden duvar çekerler?
… Dedim.
-Her şeyi bez parçasında aramanıza şaştım. Siz kalbe bakın.
Dedi.
-İnsanın dışı ne ise içi de odur. İnsanın dışı içinin aynasıdır.
Namuslu bir kadının kötü yolda ne işi var? Umumhane kadını, ben
bu işi yapıyorum ama siz kalbime bakın, kalbim temizdir, ben namuslu bir kadınım diyebilir mi? Dese ne ifade eder? Dedim.
Kısa bir sessizlikten sonra:
-Peki, örtünmek esaret değil midir? Nerde kaldı kadın hakları, kaçıncı asırda yaşıyoruz? Dedi.
-Hangi kadın örtününce esir olur? Esaret, Allah’a itaat etmek
değil, nefsin ve modacıların isteklerine uymaktır. Bir kadının örtünmesi esaret değildir. Ancak kendini korumak için başvurduğu
bir yoldur. Bugüne kadar kadın açınmakla hangi medeni ve insani
hakkını elde etmiştir. Açıklık hak sahibi olmanın, medenileşmenin
yolu değildir. Zira tarih boyunca insanlar medenileştikçe örtünmüşlerdir. Bunun için açıklık, medeniyete doğru bir gidiş değil geriye
dönüştür. Dedim.
Dinlerken utandığı, kendi durumunu savunmak için zorladığı
belliydi. Fakat kendini açmak için telkin edilen mazeretlerden bir
türlü kendini kurtaramıyordu. Devam etti:
-Buraya kadar haklı olduğunu kabul edelim. Fakat kutu kapalı olursa merak artar değil mi? Böyle olunca örtü de merakı arttırmaz mı? Kadının böylece daha çok rahatsız olmasına sebep olmaz
mı? Dedi.
-Evet, insanın hiç görmediği, bilmediği şeylere karşı merakı
vardır. Ama bu merak, bildiği aynı cinsten olan şeylere karşı değil305
dir. Söyler misiniz, sokakta dönüp dönüp bakılan, laf atılarak rahatsız edilen kadınlar nasıl kadınlardır? Kime bacım, kardeşim, kime
de canım, ciğerim denir, bu neyin ifadesidir? Dedim.
Toplum hayatında örtülü kadına saygı duyulduğu bir gerçektir. J.J. Ruso şöyle anlatır:
Babamın saatine o kadar hayrandım ki ona adeta saygı duyuyordum. Bir gün babam saatini temizlemek için açmıştı. Saatin
içini gördükten sonra babamın saatine karşı bende ki saygı ve hayranlık yok oldu. O benim gözümde sadece zamanı bildiren basit bir
alet olarak kaldı.
Ben bunları anlattıktan sonra kadının söyleyeceği başka bir
şey kalmamış olacak ki, müsaade isteyerek ayrıldı.
d)Utanmayan Dilediğini yapar:
Hayâ (utanma duygusu) kalmadıysa bir kadının örtünmesi
güçtür. Çünkü örtünmek utanmanın icap ettirdiği bir durumdur.
Eğer bir kadın utanmıyorsa örtünmesine de gerek kalmaz. Artık o
dilediğini yapmakta serbesttir. Peygamber Efendimiz: ”Unutmadıktan sonra dilediğini yap” buyurmuşlardır. Atalarımız da bu durumu:”kadını er değil, ar zabteder” diyerek noktalamıştır.
Hayâ kadının başkaları için açılıp saçılmaktan ve çirkin durumlara düşmekten alıkoyarak onu güzelleştirir. Bunun içindir ki
Peygamberimiz:
“Hayâ, ancak hayır getirir“ buyurmuştur
Denilebilir ki; hayâ, insan için en gerekli bir duygudur. Hele
ana olan, namuslu olan kadın için daha çok gereklidir. Hz. Peygamber Efendimiz:”Hayâ (utanmak) güzeldir. Fakat hayâ kadınlarda daha güzeldir. Kadınların en hayırlısı iffetli ( nefsine haramdan
men eden ) kadındır” buyurmaktadır.
Hayâ sahibi namuslu kadınların bulunduğu toplumların ahlaki ve sosyal yapısı sağlam olur. Doğacak nesiller de Allah’ın rahmetine ve nimetine layık kullar olacaktır. Hayâsızlık sonucu ise
toplumun ahlakı bozulur. Fitne, fesat, fuhuş artar. Bu da toplumu
felakete götürür.
Bu konuda Yüce Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
-“Hayâ imandandır”
-“Her şey için bir ahlak vardır. İslam ahlakı da hayâdır.”
-“İnsanlardan utanmayan kimse Allah’tan da utanmaz.”
-“Edepsizlik hangi şeye girerse, onu mutlaka ayıplı kılar.
Hayâ nerede bulunursa, onu muhakkak güzelleştirir.”
306
e)Açıklık Tahrik Edici Bir Haldir:
Kadının açık saçık giyinmesi, açık kadının ve onu gören erkeklerin duygu ve düşüncelerinin değişmesine neden olur. Çünkü
kadının açık hali erkekleri tahrik eder. Kadının ise çoğu zaman
saldırıya, hatta tecavüzle uğramasına yol açan sebeplerin başında
gelir.
Bir zamanlar bir genç, İzmir’in en kalabalık caddelerinden
olan Kemer altında bir kızı öpmüş, poliste verdiği ifadede: “Beni
tahrik etti. Kendime hakim olamadım” şeklinde ifade vermiştir.
Kayseri’de açık hava sinemasında bir kadın saldırıya uğradığı gerekçesiyle bir genci mahkemeye vermişti. Mahkeme günü genç,
hakime davacının sinemadaki kıyafetiyle gelmesini ve ancak o zaman ifade vereceğini söylemiş, kadın aynı kıyafetle geldiğinde hakim kadına “tahrik edici bir giyimin olduğunu ve dışarıda biraz
daha dikkatli giyinmesi gerektiğini söylemiştir.”
25 -5 -1980 tarihli Tercüman Gazetesinde şöyle bir haber
vardı:
“Sıcaklar bastırınca İngiliz polisi, genç kızları uyardı: Açık
saçık giyinerek erkekleri tahrik etmeyin.
İngiliz polisi, İngiltere’de havaların ani olarak ısınması üzerine sıcaklardan gözü dönmüş saldırganlardan kendilerini korumaları
için genç kızlara şu tavsiyelerde bulunuyorlar:
-Fazla açık saçık giyinerek erkekleri tahrik etmeyin.
-Oturup kalkarken hareketlerinizde dikkatli olun.
-Şeffaf elbise giydiğiniz takdirde mutlaka iç çamaşırı giyin.
-Hava sıcak diye fazla açılıp saçılmayın.
Polis, bu uyarılara riayet etmeyip tecavüze uğrayan genç kızların mahkeme önüne çıktıklarında hakimin olayda tahrik unsuru
arayacağını, şayet hakim tahrik unsuru tespit ederse, kızlara tahrik
etmekten ceza vereceğini bildirmiştir.”
Bugünkü giyim anlayışına göre kadının açık giyinmesi, vücudunu, güzelliğini teşhir ve erkeklerin dikkatini çekme arzusundan
başka bir nedene dayanmamaktadır. Açık, yarı açık haliyle kadınların davranışlarının altında, karşı cinsi tahrik arzusu hissedilir ölçüde açıktır. İcat edilen yeni yeni modaların amacı da tahrike yöneliktir. Moda evleri kadın elbiselerini hazırlarken vücudu örtmekten
ziyade kadının vücudunu daha cazip bir şekilde meydana çıkarmak
için hazırlanmaktadır.
307
Eğer bir kadın açınıyorsa bunun sebebi, erkekler de hayranlık
uyandırarak ilgisini çekme ve iltifat etmek isteyecektir. Sokakta
açık saçık kadınlara normal gözle bakılmaması bundandır. Şehvet
dolu bakışlar ve zaman zaman sataşmalar bunun ifadesidir. Çünkü
cazibenin sergilenmesinde ilgi çekme ve tahrik etme gücü vardır.
Reklamlarda, afişler de çıplak kadın kullanılmasının sebebi de bu
değil midir?
İncelemelere göre bazı hayvanlarda çiftleşmeden önce tüylerini kabartıp vücutlarını açmaları, nasıl şehvet duygusundan ileri
gelen bir tahrik yolu ise kadının vücudunu açma hareketinin altında
tahrik yatar. Yoksa erkeklerin dikkatini çekecek şekilde kadının
açınması başka neyin ifadesi olabilir?
Hepimizin bildiği gibi dükkân ve mağazaların vitrinlerinde
eşya hangi gaye için teşhir ediliyorsa, açınarak kendini teşhir eden
kadın da bu işi aynı gaye için yapmaktadır. Değilse başka ne gibi
bir izah tarzı olabilir?
Aranma duygusundan uzak, olgun ve iffetli bir kadın vücudunu açarak teşhir etme çabası içine girmediği gibi asla buna ihtiyaç da duymaz. O bilir ki, örtü evinin pencerelerindeki perde gibidir. Perde ne işe yararsa örtü de kendisi için aynı işi görür.
Yüce dinimiz kadının iffetli kalması, saldırı ve tecavüzlerden
korunabilmesi için ilk tedbir olarak örtünmesini emretmiştir. Rabbimiz Kur’an’da Ahzap Suresinin 33.ayetinde şöyle buyurur:
“(Ağırbaşlılıkla) evlerinizde oturun sizden evvelki cahiliye (
devrindeki kadınların kırıla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazınızı dosdoğru kılın. Zekâtı verin. Allah’a ve Rasülüne itaat edin. Ey ehl-i Beyt, Allah sizden sadece
günahı (çirkin işleri ) gidermek ve sizin tertemiz kalmanızı ister.”
Örtünmekten maksat, vücudun emredildiği; tamamının örtülmesi, elbisenin ince kısa ve dar olmamasıdır. Ayrıca dikkat çekici olmamasıdır.
Önemli bir husus da çocuklarda mahremiyet eğitimi küçük
yaşlarda başlamalılar. Sonra zor olur. Anne, tam Anadolu kadını
Müslüman fakat yanında kızı etek mini veya iç çamaşır kadar, göbek açık, göğüslerin bir kısmı dışarıda. Böyle olmamalı. Evlat kurtulmadan ana babanın kurtuluşu olmaz.
308
f)Kadın Örtünmelidir:
Bugüne kadar cereyan eden olaylar, kadının başına gelen felaketler kadın için örtünmenin lüzumunu ortaya koymuştur.
Allah hayvanların bile vücudunu örten tüyler yaratmıştır. İnsanların da vücutlarını örtmeleri için elbiseler yaratarak insanların
bu elbiselerle örtünmelerini emretmiştir. Kur anı Kerimde bu konudaki emir şöyledir:”Ey insanoğlu, size (şeytanın açmak istediği )
çirkin yerlerinizi örtmeniz için elbise, bir de giyinip süslenmeniz
için elbise yarattık.”(El-A’raf Suresi:26)
Yalnız Kur’an da değil bugünkü Tevrat’ta ve İncil’de de kadının örtünmesini emreden, açıklığı ayıplayan bölümler vardır.
Mesela İncil’de:
“Başı örtüsüz olarak dua eden her kadın başını küçük düşürür. Eğer kadın örtünmüyorsa saçı kesilsin. Fakat kadına saç kesmek yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün” denilmektedir.
İslam inancına göre kadın saygıdeğer bir varlıktır. İslam Peygamberi ne ilk iman eden ve İslam’ın ilk şehidi kadın olmuştur.
Cenab-ı Peygamber:”Cennet anaların ayağı altındadır” buyurarak
İslam’ın kadına verdiği öneme işaret etmiştir. Dinimiz diğer dinler
ve düşünceler gibi kadını kötü ve kötülüğün kaynağı uğursuz bir
varlık olarak görmediği gibi kadınların kötü duruma düşmesini ve
kötülüklerin kaynağı olmasını da istemez. Bu sebeple kadının iffet
ve namusunun korunması için örtünmesi emredilmiştir. Böylece
kadının her elin uzanacağı, her gözün göreceği vücudunu korumasını istemiştir.
Giyinmekten maksat bedeni açmak değil örtmektedir. Örtünme denince de vücudun çirkin yerlerini örtüp, güzel yerlerini
açmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Dinimiz kadının ve erkeğin nasıl
giyinip nerelerini örteceğini açık olarak bildirmiştir. Ardından da
bu ölçüye uymayanların zarara uğrayacaklarını haber vermiştir.
Peygamberimiz (sav) bir gün kadınlara hitaben: “Ey kadınlar!
Sadaka verin zira ben sizin çoğunuzu cehennemlik olarak görüyorum” demiştir.
Ümmü Seleme’nin anlattığına göre Peygamberimiz giydikleri
kısa ve açık elbiselerle örtündüklerini zanneden kadınları uyarmak
için bir gece uykusundan uyanarak: “Sübhanellah bu gece ne fitneler nazil oldu. Ne hazineler de açıldı. Müslümanların analarını
uyandırınız. Dünyada nice giyinik kadınlar vardır ki ahirette çıplak
olacaklardır.”Buyurmuştur.
Müslim’in naklettiği bir hadislerinde de Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Cehennem ehlinden iki sınıf vardır: Biri elle309
rinde sığır kuyruklarına benzer bir takım kamçılarla insanları döverler. Bir de elbise giydikleri halde çıplak olan ve erkeklerin kalbini kendilerine meylettiren, salınarak kibirle yürüyen, başları deve
hörgücü gibi olan kadınlardır. Bu kadınlar cennete giremedikleri
gibi cennetin kokusunu da duyamazlar.”
Ayrıca dinimiz kadının ve erkeğin kendi özelliklerini korunması bakımından kadının erkeklere, erkeğinde kadınlara benzemesini yasaklamıştır. Peygamberimiz sözde, şekilde ve hareketlerinde
kadınlaşan erkeklerle, erkekleşen kadınlara lanetlemiştir.
Ebu Hureyre (ra) dan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz
kadın elbisesi giyen erkeklere, erkek elbisesi giyen kadınlara lanet
etmiştir.
İbn-ü Abbas (ra) şöyle der: “Hz. Peygamber (sav) kadınlara
benzemeye çalışan erkeklerle, erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lanet etmiş ve: “onları evlerinizden çıkarınız” buyurmuştur.
Kendisi bu yüzden falan adamı, Ömer de falanı ( Medine’den )
çıkarmıştı. Rasulullah ( sav ) in huzuruna elleri ve ayakları kınalı
bir adam getirmişler. “Bu nedir?” deyince: Kadınlara benzemeye
çalışıyor, cevabını vermişler. Hz.Peygamber, onun Nakı’a sürülmesini emretmiştir. Ashap: Ya Rasulullah, onu öldürelim mi? Deyince, Peygamber: “Ben namaz kılanların öldürmekten men edildim”
buyurmuştur.
Giyimin, cins özelliğinin dışına çıkmanın insanın kişiliği, düşüncesi ve yaşayışı üzerinde büyük ölçüde etkili olduğu ilim adamlarının ifadesidir. Erkek çocuğu istediği halde erkek, kız çocuğu
istediği halde kız çocuğu olmayan bazı ailelerin kendilerini tatmin
için çocuklarının giyimlerinde, oyuncaklarında yaptıkları değişikliğin daha sonra o çocuk üzerinde bunalımlara sebep olduğu bilinen
ve ifade edilen bir husustur. Bu bakımdan çocuklar cins özelliklerine göre gelecekte yüklenecekleri sorumluluklara göre eğitilmeli ve
ona göre yetiştirilmelidir.
Nakledildiğine göre sade bir şekilde giyinen Yavuz Sultan
Selim süse ve ziynete pek önem vermezdi. Oğlu Süleyman ( Kanuni ) ise süslü giyinmeyi severdi. Bir gün oğlunun bir kadın gibi
giyinip süslenmesine dayanamayan ve bunu sakıncalı gören Yavuz:
-Oğlum, o kadar çok süslenmişsin ki, anana bir şey kalmamış
diyerek ihtar etmiştir.
310
g) Örtü Kadını Korur:
Bazı vesilelerle zaman zaman iddia edildiği gibi İslam Dini
kadının örtünmesini emretmekle kadını değersiz bir varlık kabul
ederek, onun bazı hak ve hürriyetlerini elinden almış değildir. Aksine İslam Dininin örtünme emri, kadını korumaya, onu hürmete
layık bir insan durumuna yükseltmeye yönelik bir emirdir.
Bu konudaki çarpık iddialardan biri de örtünmenin açıklıktan
daha çok şehvet çekici olduğu hususudur. Hemen belirtelim ki,
buda asla doğru değildir. Çünkü örtülü olan bir kadının vücudunda
şehvet uyandıracak tahrik unsuru olmadığından örtünmek niçin
şehvet çekici olsun?
İslam’ın emrettiği şekilde örtünmek kadını fitneden, rahatsız
edilmekten, saldırıya ve tecavüze uğramaktan koruyacaktır. Zinaya
yol açacak düşünce ve hareketlerden alıkoyacaktır. Aslında bir kadın namuslu da olsa örtünmediği zaman onun açık hali kendisini
çirkinleştirecek, şehvet düşkünü bir kadın gibi gösterecektir. Kendini teşhir ettiği için hakkında yanlış ve kötü düşünmesine sebep
olacaktır. Açık haliyle yalnız şehvet dolu bakışlara değil, lafla sataşılmasına ve fiili sarkıntılıklara muhatap olacaktır.
Açıkça İslam’ın örtünme emri, kötülüğe sürüklenme temayülünde olanlar için bile korumaya yönelik çok güzel bir tedbirdir.
Yüce Dinimizin bu konudaki emirlerine göz atacak olursak
Allah ( cc ):
-“Ey Âdemoğulları, şeytan ana ve babanızı fena yerlerini
kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sakın siz de bir fitne yapmasın.”( El-A’raf Suresi:27 )
buyurarak inananlara gelmesi muhtemel olan kötülüklere ve şeytanın fitnesine karşı uyarmıştır.
-“Ey Peygamber, eşlerine, kullarıma ve inananların kadınlarına söyle:
( İhtiyaçları için dışarıya çıktıkları zaman ) örtülerini üzerlerine alsınlar, ( vücutlarını örtsünler)Bu onların tanınıp eziyet edilmemesi için en doğru yoldur.”( Ahzab Suresi:59) buyrularak kadınların açıklıkları nedeniyle sataşmalara maruz kalmamaları için örtünmeleri emredilmiştir.
-“Evlerimizde oturunuz. Cahiliye kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak kırıta kırıta yürümeyin.” ( Ahzab Suresi:33 )
311
-“Ey Âdemoğulları, sizin için ayıp yerlerinizi örtecek ve
süsleyecek elbiseler yarattık. Allah’ın azabından korunma elbisesi
daha hayırlıdır.”( A’raf Suresi:26 )
-“Evlenme arzusu kalmamış, oturan ihtiyar kadınların süs
yerlerini örten dış elbiselerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama korunmaları kendileri için daha hayırlıdır. (Nur
Suresi:60)
Bu ayetlere göre kadınların zorunlu olmadan sokağa çıkmaması, çıktıkları zaman da dikkat çekecek bir şekilde yürümemesi,
Allah’ın azabından kurtulabilmek için örtünmelerinin kendileri için
daha hayırlı olduğu bildirilmiştir. Ayrıca “cinsi iktidarını kaybetmiş
ihtiyar kadınların süs elbiselerini bırakmalarında bir günah yoktur”
denilerek örtünme emrinin hikmeti açıkça belirtilmiştir.
İnsanımızın geleceği ve mutluluğu İlahi emirler doğrultusunda alınacak tedbirlere ve bu sayede elde edilecek müspet gelişmelere bağlıdır. III. Selim zamanında kadınların açık giyinmeye başlamaları üzerine padişah vezirini bir ferman yazarak: “benim vezirim, kadınların çarşı ve pazar da açık saçık gezdiklerini ve edepsizlik ettiklerini duydum ve gördüm. Bundan sonra herkesin edebi ile
gezmelerini tembih et. Terzileri de böyle edepsiz elbiseler dikmekten men et.” Demiştir.
Açıklık ahlakı bozar, toplumun ahlak dokusunu ciddi şekilde
zedeler. İnsanların şehvet duygularını her türlü mantık ölçüsünün
dışında ön plana geçirerek sahte değer yargılarına yol açar. Toplum
hayatında ahlaki ve manevi değerleri zaafa uğratır.
Bilhassa gençlerde cinsi gerilimlere sebep olur. Örtünmek ise
her şeyden önce şehevi arzuların tatbik sahasına konmasına engeldir. Zira kadın örtünmekle başta hal ve hareketleri değiştirecektir.
Erkeklerin o kadın hakkındaki düşünceleri, açık giyinen bir kadın
hakkındaki düşünceleri gibi olmayacaktır.
Bu ifadelerimizden sonra şöyle bir soru sorulabilir: “Açık giyinen aşüfte görünüşlü her kadın ahlaksız mıdır?” Buna ayrıca cevap vermeye gerek yoktur. Bu soruyu soran kimse kendisi “açınan
bir kadın niçin açınır?” Sorusuna cevap vererek çözümlemelidir.
312
h) Güzel Kadın Açılıp Saçılan Kadın Değildir:
Yeryüzünde güzel bulduğumuz bütün hayvanların vücutlarını
örten tüyleri vardır. Tüysüz hayvanları ise güzel bulmayız. Hele
tüyü dökülen hayvana ise hiç ilgi duymayız.
Bir kadının da örtülü olması, açık olmasından daha uygundur.
Çünkü; örtü kadının itibarını yükseltir. Kendisiyle yuva kuracak
erkeğe güven ve itimat telkin eder. Kadındaki örtünmesini sağlayan
utanma duygusu, onu açınmaktan alıkoyduğu gibi kötülüklerden de
alıkor.
Bu bakımdan namuslu erkeklerin gözünde güzel kadın, açılıp
saçılan kadın değildir. Her ciddi erkek, açık vücudu ile kendisini
celbeden bir kadınla evlenmek ve yuva kurmak istemez. Çünkü
açıklık güzel kadını bile bir noktada çirkinleştirir.
Aslında açık giyinen kadın, gözle ve nefse hoş görünüp müşteriyi tatmin etmeyen bir Pazar gibidir. Nedeni de: açık giyimi kapalılığa tercih eden kadının ruhunda kendine güvensizlik ve doyumsuzluk vardır. Açık kadın, çıplak görünüşü ile beğenilmek ister. Bu yolla ilgi çekmeyi dener. Kadının bu kendini teşhir arzusu
ise güvenden değil, kendisine güvensizlik duygusundadır. Açıklık,
kısa sürede cinsel soğukluk ve tatminsizliğe neden olduğu için kadında doyumsuzluk doğuracaktır.
Psikologlara göre açıklık, hayal gücünü yok eder. Cinsi arzuyu da köreltir. Büyükşehirler ve plajlardaki normallik gibi kadın
erkek ilişkilerinde de ilgisizlik, soğukluk olacaktır. Bu bakımdan
cinsi yönden soğuk olanlarda daha cazip görünme arzusu, açınmak,
daha da açınmak şeklinde tezahür eder.
Bugün açıklığı yaygın olduğu toplumlarda aile ilişkilerinin
normal olmadığı bilinen bir husustur. Çabuk tahrik olmanın doğurduğu tatminsizlik, eşler arasında soğukluğa neden olmaktadır. Bunun için özellikle batı toplumlarında görüldüğü gibi yasak ilişkiler
normale dönmüştür. Mesela; homoseksüellik, sevicilik gibi sapık
ilişkiler doyumsuzluğun doğurduğu iğrenç bir sonuçtur.
Netice olarak: kadın milletin anasıdır. Kadının ahlakı bozulmadan toplumların ahlaki bozulmaz. Yeryüzünde yıkılan milletler
kadınlarının ahlakı bozulmadan yıkılmamışlardır. Yani kadınların
namuslarını kirlettikleri nokta milletler için duraklama, gerileme ve
en nihayet yıkılma noktası olmuştur.
Namus süsü, hayâ ziyneti yerine vücut cazibesini düşünen,
şehvet dolu bakışları iftihar vesilesi sayan kadınlar çamurla oynayan çocuklar gibidir, temiz kalamazlar.
313
Kadın kendine süs eşyası, zevk aleti gözü ile bakmaktan vazgeçmelidir. Edep dahilinde giyinmelidir. Kadında zaten cinsi cazibe vardır. Bir de açılacak olursa bu ise karşı cinsi tahrik ekmekten
başka bir işe yaramaz
Ne gariptir ki, bazılarına göre açıklık kadınlığın bir şartı olarak görünmektedir. Kadın sadece çıplak vücudu ile kadın değildir.
Kadının soyunarak kendini kabul ettirmeye kalkışması, hatalı bir
özentidir. Çünkü açıklık kadına ne kadar namuslu olursa olsun bu
görünümü vermez. Bütün gözlerin kendisinde, eşinde, kızında olmasını isteyip, “kim açarsa bedeni ona derler medeni” diyerek medeni olunmaz. Açıklık, medeniyetin değil, geri dönüşün bir ifadesidir. Çünkü medeniyet, kadının çıplak vücudundan doğmamıştır.
Bunun için medeniyetin ölçüsü, kadının çıplak vücudu olamaz. Tarihten kadının çıplaklığına medeniyet örtmüştür.
Hal böyle iken bir yandan kadına açınabildiği kadar açınma
hürriyeti tanınması, diğer yandan inancın gereği olarak örtünmenin,
başörtüsü takmanın tutuculukla itham edilip, zaman zaman alay
konusu olması ne gariptir?..
Bugüne kadar inançsızlıkları nedeniyle başörtüsü bazı kimseler tarafından mesele yapılmıştır. Öğretmen başını örttü, öğrenci
eşarp taktı, avukat başörtüsü ile baroda oturdu diye kıyametler koparılmış; öğretmen görevinden alınmış, öğrencinin okulla ilişkisi
kesilmiş, avukat barodan çıkarılmıştır.
Hemen ifade edelim ki, Yüce Allah’ın emrine uyarak başlarını örtenlere açmaya mecbur etmek vicdan hürriyetine aykırıdır.
İnanç ve vicdan hürriyetinin zedelenmesi demektir. Bir kadının
inancı doğrultusunda örtünmesi en tabii hakkıdır. Fakat bu hak da
şekil olarak toplum geleneklerine ters düşecek şekilde kınanan,
benimsenmeyen, örtünme arzusu duyanları soğutacak ve bilhassa
örtünenlere zarar verecek biçimde kullanılmaya kalkışılmamalıdır.
Son olarak bir gazete haberine göre “çıplaklık kadınları aptallaştırıyor” 350 gönüllü kadın ve erkeğe zekâ testleri uygulayan iki
Amerikalı psikolog giyinmiş olarak 350 kişiyi teste tabi tutmuştur.
Şok sonuç: açık giyimli kadınların zihinsel yeteneklerinde ani düşüş görülmüştür. Giyimli olarak gösterdikleri başarıyı gösterememişlerdir. ( 23-04-1999 Sabah Gazetesi )
Cenab-ı Allah insanımızı sapıklıktan ve ahlak düşüklüğünden
korusun.
314
MUTLULUK YOLU EVLİLİK
a)Evliliğin İyiliği:
Evlilik, bir kadınla bir erkeğin meşru olarak beraberce hayatı
acı ve tatlı yönleriyle yaşamaya karar verip, maddi ve manevi bağlarla birbirine bağlanarak bir araya gelmeleridir. Bu birleşme insanlığın bilinen tarihinden bu yana devam edegelmiştir.
İnsan neslinin devamı için evlilik gerekli bir bağdır. Daha
küçük yaşta başlayan ve hayaller evlilik müessesesinin kuruluşu ile
gerçekleşir. Bu bakımdan evlilik, hem kadının hem de erkeğin hayatında en önemli bir olaydır.
Evlilik, insanlık tarihiyle başlamış ve bugüne kadar toplumların temel taşı olmuştur. İnsanlık bu yolla çoğalmış, varlığını böylece devam ettirmiştir. Evlilik, insanla beraber ahlakın, milletin ve
devletin de teminatı olmuştur. Tarih boyunca bu teminata sahip
olmayanlar hem maddi hem de manevi varlıklarından olmuşlardır.
Aslında evlilik bütün dinlerin emrettiği kutsal iştir. Dinler
arasında en hassas ölçüler koyan İslam Dini olmuştur. Yüce dinimize göre evlilik, Allah’ın emri ve Peygamberimizin ısrarla tavsiye
ettiği sünnetidir. Nefsin meşru yoldan tatmini ve neslin bozulmaması için Allah evliliği emretmiş, Allah’ın elçisi de mutlaka yerine
getirmesi gereken sünneti olduğunu bildirmiştir.
Allah’ın elçisi bir müddet görmediği sahabeye:
-Evlendin mi? Diye sorar.
Sahabe:
-Hayır, deyince Allah’ın elçisi kızarak:
-O halde sen şeytanın kardeşlerindensin. Eğer Hıristiyan rahiplerindensen onlara layıksın. Şayet bizdensen nikâh bizim sünnetimizdir, “evlen” buyurmuşlardır.
Bir hadislerinde de İslam Peygamberi (sav):
“İçinizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Evlenmeye gücü
yetip de evlenmeyen benim ümmetimden değildir,” buyurarak evlenecek yaşta ve evlenmeye güç getirebilecek durumda olan herkesin evlenmesini emretmiştir. Yalnız emretmekle kalmamış evli
olanların yaptıkları amel ve ibadetlerin daha üstün olduğunu bildirerek her vesileyle bekârları evlenmeye teşvik etmiş, evlenenlere
maddi ve manevi yardımlarını da esirgememiştir.
Başka bir hadislerinde de: “Evlilikte bereket, çoklukla rahmet
vardır.” Buyurarak evlilik bağlarının kuvvetlenmesi için çocuk sahibi olmayı teşvik etmiştir. Ayrıca evlenmeyi geciktirmemek ge315
rektiğini de Hz. Ali ( ra) ye: “Ya Ali! üç şey vardır onları tehir etme: vakit girince namazı; hazır olunca cenazeyi; dengini bulunca
kocasız kadını” şeklinde ifade etmiştir.
Evliliğin önemini anlatırken İslam büyüklerinden Hz. Ali (
ra): “nikâhsız bu rızık arayana şaşarım” demiştir. İbn-ü Abbas ( ra)
da: “On gün ömrüm kalsa Allah’a bekâr olarak kavuşmaktan hayâ
ettiğim için evlenirim” demiştir.
Her konuda Allah’ın Rasülü’nün emir ve sünnetlerini yerine
getirmeyi görev bilen Müslümanlar bu konuda da büyük bir titizlik
göstermişlerdir. Allah’ın emri Peygamberin sünnetleri üzerine evlenmişler, gücü yetmeyenleri evlendirmişler böylece Allah’ın emrini, Peygamber Efendimizin sünnetini yerine getirmişlerdir.
b)Evlilikten kaçınmak:
Evlilik emri, insanı ve toplumu korumaya yönelik, fitne ve
fesadı önleyip, toplum düzenini sağlayıcı bir emirdir. Bunun içindir
ki, dinimiz insanın gayrimeşru yollara sapmaması için evliliğe büyük önem vermiştir. Bir toplumun sağlıklı oluşu, o toplumu meydana getiren insanların iffet ve namusunu korumasına bağlıdır. İnsan da ancak evlenmekle namusunu, iffetini ve insanlık şerefini
koruyabilir.
İnsan hayatta tek başına eksiktir. Hayatta erkek olsun kadın
olsun ikisi de birbirine muhtaçtır. Bu ihtiyacı giderebilmek için
hem kadın için hem de erkek için en meşru yol evliliktir. Bunun
için evlilik, insanlığın mutluluğu ve toplumun huzuru için gereklidir. İnsanı ve toplumu korumak için dinimizin koruyucu bir tedbiridir. Bu tedbir sayesinde insan gözünü ve nefsini haramdan koruyabilmektedir. Evlilikten kaçanlar ise iffet ve namus endişesinden
uzak nefislerini tatmin için gayri meşru yollara sapmaktadır.
Evlilikten kaçanlar Allah’ın emrini, Peygamberin sünnetini
terk ettikleri için Allah’a isyan Peygambere muhalefet etmiş olurlar.
Peygamberimiz zamanında Müslümanlardan bir grup kendilerini tamamen ibadete vermek, gece gündüz ibadetle meşgul olmak için hiç evlenmeyeceklerine, bazıları da kendilerini hadım
yaparak nefislerinin arzularını kıracaklarına söz vermişlerdi. Bu
durumdan haberdar olan Peygamberimiz ( SAV ) Müslümanların
bu davranışlarını hoş karşılamayıp şiddetle karşı çıkmıştır. Ve şöyle buyurmuşlardır:
316
“İçinizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Zira evlenmek
gözleri haramdan, kişiyi zinadan korur. Evlenmeye gücü yetmeyen
kimse de oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar.”
Bir hadislerinde ise Peygamber Efendimiz, insanların kendilerini alçaltacak sapıklıklara yönelmemeleri için evlenmelerini teşvik etmiş ve: “En şerlileriniz bekâr olanlarınızdır.” Buyurmuşlardır.
Allah’ın ve Rasülünün emirlerinden sonra Müslümanlar evlenmeyip bekâr yaşamaktan devamlı kaçmışlardır. Bu durum daha
sonraki devirlerde de hassas davranılan bir konu olmuştur. Mesela;
Selçuklular da ve Osmanlılar da evlenme geleneği büyük bir titizlikle sürdürülerek toplum yapısının bozulmamasına azami ölçüde
gayret gösterilmiştir. Hatta evlenecek güçte olmayan genç kız ve
erkekleri evlendirmek, çeyizlerini temin edip geçimlerini sağlayabilmek için vakıflar kurulmuştur. Ayrıca bununla da yetinmeyerek
“evlilikte keramet vardır”, “Allah evlenene yardım eder” gibi sözlerle de evlenmeye teşvik etmişlerdir. Evlenenlere her türlü yardımı
yapmışlar, hediyeler sunarak yeni kurulan yuvalara destek olmuşlardır. Bu durum halen kuvvetli bir gelenek olarak devam etmektedir.
İstiklal mücadelesinde bile atalarımızın vatan ve millet savunmasına giderken bekâr olanların Allah’ın huzuruna bekâr olarak
çıkmamak için nikâhlanarak savaşa gittiklerini büyüklerimiz anlatırlar.
Tarihe bakacak olursak evliliği külfet sayan ve evlilikten kaçınılan toplumlarda her türlü ahlaksızlığın yayıldığı, toplumun temeli olan aile müessesi zayıfladığı için toplumların yıkıldığı görülecektir. Mesela; Romalılar evlilikten kaçıp zevk ve sefaya daldığı
için önce aile yuvaları yıkılmış, ardından da Roma İmparatorluğu
tarihe karışmıştır.
Günümüzde de aile müessesinin sarsıldığı batıda evlilik dışı
ilişkiler normal karşılandığı için çoğu gençlerin evlilikten kaçması,
evliliği külfet saymanın sonunda anası babası belli olmayan “piç”
adı verilen çocukların sayısı artmış, homoseksüellik, sevicilik ve
oğlancılık gibi yaygın sapık ilişkiler felaket haline gelmiştir. Fahişeler, homoseksüeller sokaklara taşmıştır. Bu yüz kızartıcı durum,
insanlığın geleceği açısından tek kelimeyle felakettir.
c)Engellerin ortadan kaldırılması:
Evlenmek kadının da erkeğin de tabii hakkıdır. Bu hakkı elde
etmek bir problem olmamalıdır. Allah’ın emri, Peygamberin sünne317
ti yerine getirirlerken evlenmeyi güçleştiren çoğu zaman imkânsız
hale sokan engeller ortadan kaldırılmalıdır.
Evliliği kolaylaştırmak Müslümanlar için dinimizin bir emridir. İsraf, külfet gibi şeyler İslam’ın ruhu ile bağdaşmaz. Evlenmek
herkesin en tabii bir hakkıdır. İnsanların iffetli yaşaması için zaruridir. Bunun içindir ki evlenmek problem olmaktan çıkarılmalı,
herkese dinimizin emrini yerine getirme fırsatı tanınmalıdır.
“Bekârları evlendiriniz” buyuran Yüce Peygamberimiz ( SAV )
fakirleri evlendirebilmek için para toplayıp evlenmelerine yardım
etmiştir.
Başka bir hadislerinde de Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “nikâh ve evlenmenin hayırlısı en kolay ve külfetsiz
olanıdır.” Buna göre bir evliliğin hayırlı ve uzun ömürlü olabilmesi
için aileleri ve genç çiftleri uzun bir süre sıkıntıya sokacak olan,
yeni kurulan aile yuvasını geçim sıkıntısına sokacak olan sınırsız
istek ve ağır masraflardan kaçınılmalıdır. Zira bugün ağır masraflarla evlenip gücünün üstünde borca sokulan aile yuvaları genellikle mutlu ve huzurlu yuvalar olmamaktadır. İşin en üzücü tarafı ise,
evliliği güçleştiren engeller gençleri evlenememe endişesi içinde
kendilerini teşhire, normal olmayan arkadaşlıklara sürüklemekte,
hatta evlenebilme ümidi ile genç kızlar karşılarına çıkan erkeğe
kendilerini teslime adeta zorlamaktadır. Evlenmeden nişanlanmadan yıkılan hayaller bunun en canlı örneğidir.
Atalarımız, yoksul kimseleri genç yaşta evlendirerek insanımızı kötülüklerden korumaya çalışmışlardır. Bugün Drahoma, başlık gibi evliliği güçleştiren adetlerin yaygın olduğu toplumlarda
evlenemeyenler arasında zinanın arttığı, gençlerin sapık yollara
itildiği bir gerçektir. Ayrıca ucuz eş bulabilmek için akıllarına gelen, fakat asla doğru bir davranış olmayan akıl almaz şeyler yapılmaktadır. Halen bazı bölgelerimizde başlık adeti yüzünden erkeklerin bazıları zaruri ihtiyacı olan şeyleri satmakta, bazıları da yıllarca
yuvasından, eşinden, yavrusundan ayrı gurbetlerde çalışmak zorunda kalmaktadır. Bunun sonucu ise nice aile saadetleri gölgelenmekte, eşler arasında aile bağları zayıflamaktadır.
En önemlisi de daha temelleri yeni atılmak üzere olan aile
yuvalarını henüz kurulmadan temelden sarsan, yıkımı kolaylaştıran
sınırsız çeyiz istekleri de aile saadetine gölge düşüren anlamsız bir
engeldir. Unutulmamalıdır ki, mutlu bir yuva, içinde ihtiyacı duyulan şeylerin eksik olmadığı, fazla şeylerin de bulunmadığı evdir.
318
Peygamberimiz ( SAV ) kızı Fatıma’yı evlendirdiğinde çeyiz
olarak bir koyun derisi post, bir de hurma kabuğunun lifleri ile dolu
yastık vermişlerdir.
Diğer bir önemli husus da, düğün sahibini sıkıntıya sokan, içkili ağır masraflar getiren, gösterişten ileri gitmeyen düğünlerdir.
Unutulmamalıdır ki, evlilik dinimizin emridir. Bu emir haram ve
yasaklarla yerine getirilemez. Günah işlenen yerde, günah bataklığı
üzerine kurulan yuvalarda saadetin ve manevi olan mutluluğun
olmayacağı muhakkaktır. Bu ve buna benzer hatalar, daha kurulmadan aile yuvalarının yıkılmasına neden olmaktadır. Boşanmaları
arttırmaktadır. Kurulan yuvalar cılız oldukları için bir müddet için
yabancı kişileri bir arada barındıran yapılar olmaktan ileri gidememektedir.
Düğün, nikâh sünnettir. Hem evliliğin ilanı hem de hayırlı bir
iş olduğu için düğün yemekleri sadece zenginlerin değil, zenginlerle beraber yoksullarında doyurulduğu ziyafetler olmalıdır. Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “düğün yap, bir koyunla da olsa
ziyafet ver” başka bir hadislerinde de: “en kötü yemek, o düğün
yemeğidir ki, ona zenginler çağırılır, fakirler unutulur.” Buyurarak
çoğu kimselerin yaptıkları hataya işaret etmiş, bunun doğru olmadığını bildirmiştir.
Düğün, aynı zamanda eğlence ve sevinç vesilesidir. Dinimizce sevinmek, düğünde çalgı çalmak ve eğlenmek yasak değildir.
Peygamberimiz nikâhın ilan edilmesini, düğünde çalgı çalınmasını
bizzat emretmişlerdir ve şöyle buyurmuşlardır: “Nikâhı ilan edin,
onu mescitlerde yapın. Düğünde tef çalın. Helal ile haram ( zina )
arasındaki fark nikâh kıymak, şenlik yapmak ve tef çalmaktır.”
Burada ifade edilmek istenen şey, harama yönelerek çılgınca eğlenmek, kendinden geçmek değildir. Eğlenmekten maksat, erkeklerin ve kadınların kendi aralarında eğlenmesindir. Bu eğlence ile
beraber dua ve ilahilerin unutulmaması ise Türk İslam geleneğinin
bir parçasıdır.
İslam Dini meşru olan hiçbir şeye karşı değildir. İslam’ın
karşı olduğu fakirlerin unutulup, zenginlerin davet edildiği içkili
özel ziyafetler vermek, israfa kaçarak yoksul kimselerin özenmelere ve toplum hayatında bunalımlara sebep olunmasıdır.
Buraya kadar ifade etmeye çalıştığımız engellerin ortadan
kaldırılması ile toplumumuzun temel taşı olan aile yuvaları daha
sağlıklı ve uzun ömürlü olacaktır.
d)Mutlu bir aile yuvası için gerekli şartlar:
319
Aile yuvası denince, dört duvarın çevirdiği kuru yapılar zannedilmemeli, nasıl olursa olsun bir kadınla bir erkeğin beraber yaşadığı yerler akla gelmemelidir.
O aile kuruluşlarının düzenli, mutlu ve sıcak bir aile yuvası
olabilmesi için, bazı hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir. Eğer
bu hususlara dikkat edilmeyecek olursa o aile yuvasının değil mutluluğu, ayakta durması bile imkânsız hale gelecek ve aile yuvasının
dejenere olması kaçınılmaz olacaktır.
Bu bakımdan evlilikten önce adayların birbirinde bazı şeyler
araması bazı şeylere dikkat etmesi şarttır. Yoksa yapılan evlilikten
yarar yerine zarar gelecektir. Evlilikten önce evleneceği kimse de
insani, ahlaki meziyetler aramayanlar mutlu olamamakta, çoğu
zaman boşanmayı kurtuluş çaresi olarak görmektedirler.
Yüce Peygamberimiz: “dünya bir metadır; en hayırlısı da Saliha bir kadındır.” Buyurmuşlardır. Peygamber Efendimizin bu
hadislerine göre iffet ve hayâ sahibi bir kadının eş olarak düşünülmesi mutlu bir aile yuvası için ilk şarttır.
Daha doğar doğmaz evladının çeyizini hazırlamaya koyulan
ana ve babaların doğması muhtemel olan tehlikelere karşı uyanık
olmaları, kızını oğlunu namus ve iffetini kaybettirecek inançsızlık
ve ahlaksızlıklardan korumaları başta gelen görevleridir. Bunun
içindir ki Yüce Allah anaya babaya evlatlarını her türlü tehlikeden
korumalarını emretmiştir.
Bugün nice gençler, evlilik ve aile konusunda bilgisiz yetişmelerinin veya yanlış bilgi edinmelerinin kurbanı olmaktadır. Çoğu
gençler aile yuvasının idaresinden habersiz oldukları halde evlenmektedirler. Bir yumurtayı pişiremeyen, bir çorba yapmasını bilmeyen kızlarımız, evlendikten sonra “aile yuvasının idaresinin bu
kadar zor olduğunu bilmiyordum” diyen gençlerimiz, duygularının
esiri olarak kurdukları yuvada nasıl mutlu olabilirler?
Manidardır, Hoca Nasreddin kızını gelin eder. Gelin alayı
evden uzaklaştıktan sonuna Hoca’nın aklına kızına söylenmeyi
unuttuğu bir öğüt gelir. Koşar, düğün alayına yetişir. Kızının kulağına eğilerek:
“Kızım der. Dikiş dikerken sakın iğneye geçirdiğin ipliğin
ucunu düğümlemeyi unutma. Eğer düğüm yapmasan iplik çıkıverir,
iğne elinde kalır. Hoca bununla bize çok şey ifade etmek istemiştir
Bugün gençlerimiz üzerinde yaygın eğitim araçlarının, sokak
ve çevrenin ağır baskıları vardır. Daha doğruyu yanlışı tam olarak
bilmeyen gençlerimiz, sistemli bir şekilde tahriklere muhatap olmaktadır. Neticede bir yan bakışa, bir tebessüme çocuk denecek
320
yaşta iken kurban olmaktalar, biraz büyüyünce de kendine bakanların yüzüne bakacak halleri kalmamakta, bu evliliği kaldırımlarda,
gazete mecmua köşelerinde aramaktadırlar.
Bazı temiz olarak bilinen ailelerin çocukları ise bir ömür boyu beraber yaşayacağı, aynı yastığa baş koyacağı kimseyi sokaklarda aramaktadır. Bu gençlere sokaktan aile saadetine gidilemeyeceği, sokakta bulunanın gene sokakta kaybedileceği anlatılmalıdır.
Bazı gençlerimiz de namus kavramından uzak yetiştikleri için
çocuklarının anası olacak kızda bekâret aramıyor; bekâreti lüzumsuz ve kadına karşı haksızlık sayıyor. Kendisi flört ediyor, eş olarak
seçeceği kızın da başkaları ile flört etmesine göz yumuyor. Çağın
yeniliklerine ayak uyduruyorum, hayatın tadını çıkarıyorum düşüncesiyle başlangıçta iyi niyetlerle başlayan yaklaşmalar kısa zamanda gençlerimizi kötü sonuçlara götürüyor. Buna tek sebep, başlangıçta başlarına gelecek felaketten haberdar edilmemesi, en yakınlarının bile çılgınca yapılan hatalara göz yumması ve ikaz etmemesidir.
Büyüklerin görevi gençleri nikah masasına, oradan da aile saadetine götürmeyecek davranışlarından ve arkadaşlıklardan korumaktır. Aksi halde oynaşını babasına “nişanlım” diye takdim edebilen genç kız, kocasına da zamparasını “arkadaşım” diye takdim
edecektir.
Bugün bozulan ahlak anlayışı yüzünden evlenmeyi düşünmeyen gençler arasında bile arkadaşlık adı ile kötü ilişkiler kurulabilmektedir.
Gençlere, her insanın hayalinde namuslu, iffetli bir kimse
yattığı, başlangıçta göz yumulan kusurların kısa zaman sonra büyütüleceği “mahvoldum” “perişan oldum” feryadını basmadan anlatılmalıdır. Erkekler gönüllerince eğlenmeme, kızlarımızı evlenmeme endişesinden kurtarılmayacak olursa her akıllarına geleni yapmaya devam edeceklerdir.
Bir zamanlar rastgele yapılan bir evliliğin sonunda, sabah
damat üzgündür. Çünkü evlendiği kız bakire çıkmamıştır. Ev halkı
kara kara düşünürken gelin hanım hiçbir şey yokmuş gibi kaynanasına:
-Anneciğim, kocanın verdiği yüzgörümlük küpelerini takamıyorum, kulaklarım delik değil, deler misin? Der.
Kayınpeder dayanamaz söze karışır:
-“Kızım sen koca evinde yaptıracağın işi baba evinde yaptırmışsın, baba evinde yaptıracağın işi koca evine bırakmışsın” der.
321
Aile mutsuzluklarına sebep olan bir neden de yalnız hisler ve
aşk duyguları üzerine kurulan evliliklerdir. Çocuk yaşta sevmek,
sevilmek, evlenip yuva kurmak sadece romantiktir.
Yaptığı resme aşık gençler, basın, müzik, sinema yoluyla zamansız aşk duygusuna kapılıp, karşı tarafta ömür boyu kendisini
mutlu kılacak şeyler aramadan evlenmektedir. İnsanları birbirine
bağlayan sevgi ile aşkı birbirine karıştırıp, geçici arzuyu sevgi sanıp evlendikleri için mutlu olamamaktadırlar.
Cinslerin karışık yaşadığı toplumlarda aslına bakılırsa kim
kime aşık olduğu bile belli olmuyor. Durmadan aşık, maşuk değiştiriyor. Salon, sokak aşkının sonunda evlenen çiftlerin mesut olmadıkları sosyologların ifadesidir. Çünkü; birbirlerini iyice tanımadan
kusur ve meziyetlerini görmeden evlenme kararı verilmektedir.
Halbuki evlilik sevgi ister, mantıklı karar gerektirir. Gözü kapalı
yapılan evlilikler yarım asırlık bir beraberlik için yeterli olmamaktadır.
Atalarımız: “Aşkın gözü kördür” demişlerdir. Zira aşk her
zaman karşı tarafların kusurlarını örter. Devam edecek evlilik ise
asla kusur kabul etmez. Başlangıçta yapılan iltifatlar bir ömür boyu
sürmez. Eşler birbirini yakından tanıyınca ortaya çıkan kusurlar,
çok geçmeden aile müessesesini ayakta tutacak olan sevgiyi, saygıyı yok ederek aile yuvasının saadetine gölge düşürmektedir.
Kanuni Sultan Süleyman, yolda tanınmış şairlerden birine
rastlar. Gençliğinde sevgililerine bol keseden ülke dağıtan sefil
kılıklı şaire şöyle der:
-“Sevgilinin bir beni ne Semerkant’la Buhara’yı verecek kadar hovardalık edenin sonu işte bu budur. Ben bir kasabayı alınıncaya kadar dünyanın zahmetini çekiyorum. Sen ise her mısraında
beşini, onunu birden harcıyordun…”
f)Evlilik için erkekte aranması gereken hususlar:
Çoğu zaman eş seçerken, aile yuvaları kurulurken erkek bir
tarafa bırakılarak, kadında çok şey aranma hatasına düşülmektedir.
Kadında aranan şeylerin erkekte de aranması mutlu bir aile yuvası
için gerekli olduğu unutulmamalıdır. Çünkü kadın ne kadar mükemmel olursa olsun erken kocalık görevini tam olarak yapamayacaksa kurulacak olan yuva, uzun ömürlü olmayacaktır. Olsa da
huzurlu bir yuva olmayacaktır. Eşlerin huzur duyacağı ve iyi insan
iyi vatandaş yetiştirecek olan aile yuvaları kurulurken erkeğin en az
kadın kadar namuslu, dürüst, güvenilir ve sorumluluk yüklenecek
güçte olmasına dikkat edilmelidir. Kadında aranan iffet ve namus
322
temizliği erkekte de aranmalıdır. Hafif görünüşlü olmamasına dikkat edilmelidir. Çünkü ailenin reisi erkektir. Yükünü o taşıyacaktır.
Ailenin namusunu o koruyacaktır. Anadan ziyade çocuklarını terbiyesi ve yetiştirilmesi babaya düşmektedir. Eğer erkek sorumluluk
yüklenecek durumda ve ciddiyette değilse eşinin ve çocuklarının
yükünü omuzlarında taşıyamaz. Her şeyden önce aile reisi olacak
erkek ciddi olmalı, ilk bakışta insana güven vermeli, bundan başka
kötü huylu, kaba zalim tabiatlı da olmamalıdır.
En önemlisi de sorumluluklarını yerine getirecek ölçüde
inançlı ve Allah’a karşı görevlerini yerine getiren kimse olmasına
dikkat edilmelidir. Zira; içki içen, kumar oynayan, gözü dışarı da
olan, ailesinin geçimini temin ederken harama meyledebilecek karakterde olan bir kimse, kocalık ve babalık görevini de tam olarak
yapamaz. Kötü alışkanlıkları yüzünden ailesini ve çocuklarını ihmal eder. Başkalarının hakkı olan haramı evine rızık olarak getirdiği için harami evlatlar yetiştirir.
Dikkat edilecek bir husus da, erkekte mal ve meslek arandığı
kadar ahlak da aranmalıdır. Ahlak aranmayacak olursa ömür boyu
pişmanlık verecek bir evlilik yapılmış olacaktır. Bu bakımdan dönüşü mümkün olmayan bir adım atmadan anne babalar, bir ömür
boyu uyuşamayacak, birbirlerinin dengi olmayan gençleri evlendirmemelidir. Aksi halde uyuşmazlıklar geçimsizliklere neden olacaktır.
Mutlu dönemlerimizde evlenecek olan kimselerde aranan ölçü, itiraf etmek gerekirse bugün bozulmuştur. Bugün bazı ana babalar inanç ve ahlakına bakmadan zengin ve unvan sahibi damat
aramaktadır. Kız beğensin beğenmesin evlenmeye zorlanmaktadır.
İnancımıza göre kızlar beğenmedikleri erkeklerle evlenmeleri için
zorlanamayacağı gibi kendilerine eş olarak seçilecek kimselerin
dikkatli seçilmesi lazımdır. Bunu yapamayacak olursa ana baba
vebal altında kalacaktır.
Bu konuda Yüce Peygamberimiz şöyle buyurur:
“Kim kızını ahlaksız, fasık bir ile nikâhlarsa, onun üzerine
günde bin kere lanet iner; ameli Allah’a yükselmez, duası kabul
olmaz.”
g)Evlilik için kadında aranması gereken hususlar:
Daha önce de belirttiğimiz gibi evlilik, bazılarının zannettiği
gibi bir erkekle bir kadının nefsin arzularını tatmin edebilmek için
bir çatı altında birleşmeleri değildir. Evliliğin amacı, acı ve tatlı bir
323
ömür boyu eşleri kader birliği yaparak vatan ve milletimize ödev ve
sorumluluklarını yerine getirecek nesil yetiştirmektir.
Kadın erkeğinin eşidir; evin namusunu o koruyacaktır. Bir
evi mutlu etmek erkekten ziyade kadının görevidir. Atalarımız:
“yuvayı yapan dişi kuştur” diyerek kurulan aile yuvasını kadının
ayakta tutabileceğini ifade etmişlerdir. Fakat her ustayım diyenin
ev yapamayacağı gibi her dişi kuş da yuva yapamaz. Bazıları yapılmış yuvayı yıkar. Bu bakımdan bir aile yuvasının kuruluş gayesine uygun, huzurlu bir şekilde devamı için aile yuvasına eş diye
alınacak kadında aranması gereken bazı hususlar vardır.
Her şeyden önce evliliğin huzurlu bir evlilik olabilmesi için
başta şehvet arzusu üzerine kurulmaması gerekir. Bilinmelidir ki,
yüzü güzel ahlakı çirkin kadın bir erkek için mutluluk kaynağı
olamaz. Peygamberimiz ( SAV ) kötü çevrede yetişen, kötü ahlak
sahibi güzel görünüşlü bir kadından kaçınmamızı tavsiye etmiş ve
şöyle buyurmuştur:
“Soysuz fakat güzel bir kadın çöplükte biten ve görünüşü güzel olan yeşilliğe benzer. Görünüşü güzel de olsa mayası kötüdür,
böylesinden sakınınız.”
Nice yüzü güzel kadın vardır. Fakat ahlakı çirkin olduğu
için çocuklarına analık yapamaz. Eşine, yuvasına bağlanamaz.
Çünkü güzelliği ve süsü ile evlenmeden önce herkesin dikkatini
çekmeye çalışan kadının evlendikten sonrada aynı şeyi yapma ihtimali kuvvetlidir.
Bu yüzden hafif meşrepli, aşüfte bir kadının eşliğe layık olmayacağı bilinmelidir.
Peygamber Efendimiz, daima ruh güzelliğini maddi güzelliğe
tercih etmişler, Müslümanlara da şu hususlara dikkat etmelerini
tavsiye etmişlerdir:
“Kadınları yalnız güzellikleri için nikâh etmeyin, belki güzellikleri onları ahlaken alçaltır. Onlarla malları içinde evlenmeyin,
belki malları kendilerini azdırır. Kadınlarla dindarlıkları yüzünden
evlenin. Muhakkak ki yırtık elbiseli, siyah fakat dindar bir kadın
daha hayırlıdır.”
Bir hadislerinde de Peygamberimiz:
“Kadın dört şey için nikâh edilir: malı, soyu sopu, güzelliği
ve dindarlığı için. Sen dindar olanını al, mesut olursun.” Öğüdünde
bulunmuşlardır.
Buna göre kendisi ile evlenilecek bir kadının çocuklarını sevecek, kocasına bağlı kalıp onun malını, namusunu muhafaza ede324
cek karakterde, ev işini seven, becerikli, tutumlu olmasına dikkat
edilmelidir.
“Kadınların hangisi iyidir” diye sorulan soruya Peygamberimiz şöyle cevap vermiştir: “O kadındır ki, kocası ona baktığında
mesrur olur, bir şey söylendiğinde onun isteğini yerine getirir, namusun da ve malında kocasının hoşlanmayacağı bir harekette bulunmaz.”
Evet, eşini mutlu edecek bir kadın, namuslu, ahlaklı, haramı
helal saymayacak kadar inançlı, evine, kocasına bağlı ve evinin
idaresini bilen kimse olacaktır.
Nasıl bir kızın isteneceği konusunda Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig adlı eserinde şu öğütleri vermiştir:
“İyi kız iste, gözünü iyi aç, aslı uruğu, hem tohumu temiz olsun, hayâ sahibi, dikkatli olsun, iyiyi iste, el dokunmamış, yüzünü
başkası görmemiş ev kızı al; seni sevsin senden başkasını bilmesin.
Kendinden aşağı olandan al; kendinden yüksek aileden alırsan esir
olursun. Yüzünün güzelliğini arama; iyi ahlakını ara; ahlakı güzel
olursa yüzünü güldürür…”
Bundan da anlaşılan ve dikkat edilmesi gereken önemli bir
husus da; kadın da aranacak hususların henüz kadını istemeden,
nişanlanmadan araştırılmasıdır. Aksi takdirde istenip bırakılan veya
nişanlanıp bir arada bulunduktan sonra ayrılan kadın da erkek de bu
durumdan mağdur olabilir, ikisi de gelecekleri açısından büyük bir
zarar görebilir.
Peygamberimiz ( SAV ) e Medineli genç bir Müslüman, bir
kadını istemek ve onunla evlenmek istediğini söylemişti. Peygamberimiz ona:
-O kadına iyice baktın, hakkında araştırma yaptın mı?
Diye sorunca, Medineli genç:
-Hayır, dedi.
Peygamberimiz:
-“Git ona bak, zira on da bir kusur bulunabilir” buyurarak
nişanlanıp evlendikten sonra bir kusurun bulunması halinde ayrılmanın veya boşanmanın doğru bir hareket olmayacağını belirtilmiştir.
Netice olarak, aile yuvasının saadeti ve selameti için eşlerin
birbirlerinin dengi olması gerekir. İnancımıza göre birbirlerinin
dengi olmayanlar evlenemezler. En önemlisi de Müslüman bir kadın, Müslüman olmayan bir erkekle evlenemez.
325
Buna göre inançlı bir kadını, inançsız veya inancı zayıf bir
erkekle evlendirmek büyük hatadır. Çünkü zamanla kocasının tesiriyle imanını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.
g)Gayri Müslimle Evlilik:
Uzaklar yakın oldu. Her inançtan insanlar beraber yaşıyor.
Dış ülkelerde görevli, çalışan insanımızın sayısı çok. Bu durum da
evlilikler oluyor.
Ne yazık ki, çoğu zaman evlilikler yapılırken dikkat edilmiyor, araştırılmıyor. Dinin koyduğu yasaklara hiç uyumuyor. Tabi
rastgele bir evlilik yapıldığı için mutlu ve uzun süreli bir evlilik
olmuyor. Bilhassa çocuklar için felaket oluyor. Çocuklar ne bize
benziyor, ne de karşı tarafa benziyor.
İnancımızda ve kültürümüzde evliliğin şartları var.
Evliliklerde zengin aranıyor, çalışan aranıyor, fizik, müzik
aranıyor. Anahtar aranıyor. Ahlak, inanç aranmıyor. Sorulmuyor.
Evlilik konusunda bir problem de, dış ülkelerde çalışan ve dış
ülkelerde yetişen gençlerin yabancı kadınlarla yaptıkları evliliğin
çoğalmış olmasıdır. Her ne kadar yabancı kadınlardan bir kısmı
evlenmeden önce adını değiştiriyor, müftülüklerde başlarına bir
örtü alıp Müslüman olduklarını ilan ediyorlarsa da bu genellikle
şekilden ibaret kalmaktadır. Çünkü herkes kabul eder ki, bir insanın
sahip olduğu inanç, gelenek ve ideolojisinden vazgeçmesi kolay bir
iş değildir. Onun için çekici bir cazibe ile aşk üzerine kurulan bu
aileler bizim aile yapımızın özelliğini taşımamaktadır. Kadınlar,
eski alışkanlıklarından kopup “ana”lık yapamamaktadır. Dünyaya
gelen çocuklarını Türk-İslam terbiyesinden uzak yetiştirdikleri de
görülen ve bilinen bir gerçektir. Hz. Ömer’in Halifeliği zamanında
Müslümanlar birçok yerleri fethediyordu. Bu arada Müslümanlardan bazıları, Yahudi ve Hıristiyan kadınları ile evleniyorlardı. İslam ailesi ve Müslüman nesil bakımından bunu tehlikeli gören Halife Ömer, bu tür evlilikleri hoş karşılamıyordu. Müslümanlardan
Huzeyfe, bir Yahudi kadınla evlenmişti. Hz. Ömer kendisine: “onu
salıver” diye mektup yazdı. Huzeyfe’nin: “O, haram mıdır?” diye
sorması üzerine Hz. Ömer şöyle cevap vermişti: “hayır, fakat onların ahlaken mazbut olmayanlarına tesadüf edeceğinizden korkuyorum.”
İslam da denklik aranır. İnanan Müslüman bir kadın, inanmayan bir erkekle evlenemez. Evlenirse nikâh geçersizdir. Bu ateist,
326
satanist, Hıristiyan, Yahudi veya başka dinden biri olabilir. Bu evlilik caiz değildir.
Ateist, satanist, müşrik kadınla Müslüman erkeğin evlenmesi
de caiz değildir.
Ehl-i Kitaptan bir kadınla Müslüman bir erkeğin evliliği her
ne kadar caiz ise de uygun görülmemiştir.
Bazıları Müslüman olma şartı koşulsa da şeklen Müslüman
oluyorlar. Müftülükte ki başörtüsü kadar yapmacık oluyor.
Başka dinlerden olan kadınlar eski inançlarından, ahlaki ve
yaşayışlarından kolay kolay kopamıyorlar. Çocukları kendi anlayışlarına göre yetiştiriyorlar.
Dikkat edilmeyen bir husus da adaylar seçilirken gençlere
değil, ailelerine bakılıyor. Aile dindar, hacı hoca olunca çocuk da
öyle zannediliyor. Burada genç daha önemli: yuva onunla kurulacak. Burada “ben onu yola getiririm” düşüncesi yanlış oluyor. Hani
ne demişler: “kadının fendi erkeği yendi”
Çocuklar, evlerde dini eğitimle yetişmiyor. Onları diziler,
filmler yetiştiriyor. Sokak yetiştiriyoruz.
Janjak Ruso: “İnanmadan da bir insanın faziletli olabileceğini
zannediyordum. Ne kadar çok yanılmışım” diyor.
Ahlak, inanç zayıf olunca aile yuvaları sağlam temellere
oturmuyor. Sıkıntılar çekiliyor giyim, ibadet, çocuk yetiştirmek,
eve bağlılık, sadakat konularında problemler doğuyor. Sözler, davranışlar yüzünden nikah bile gidiyor. Neticede yuva şeklen yıkılıyor.
Her güzellik soluyor da ahlak, inanç güzelliği solmuyor.
Bir de kadında aranan şeyler erkekte aranmıyor.
Peygamberimizin ( SAV ) şöyle buyuruyor:
-“Kadınların hayırlısını tercih edin.” (Hadis Ans.:17/1968)
-“Sırf güzelliğin sebebiyle kadınlarla evlenmeyin. Güzelliklerinin onları alçaltmasından korkulur. Malları sebebiyle de evlenmeyin. Dindar olanlarla evlenin.” (age:6570)
-“Dininden ahlakından ve hoşnut olduğunuz bir erkek sizden
kızınızı isterse, ona hayır demeyiniz. Yoksa fitne ve fesat çıkar.”
Cemaat farklılığı evliliğe mani değildir. ,
Ayrı mezhepten olan kimselerin evliliği caizdir. Uyum sağlayamazlarsa, biri mezhep değiştirebilir.
Alevi ile evlilik konusu soruluyor. Alevi demek, Hz. Ali’yi
ve onun ehl-i beytini çok seven, onun gibi yaşayan kimse demektir.
Sünni, alevi konusu, fitne konusu yapılmak, sanki ikisi birbirinden ayrılıyormuş gibi gösterilmek isteniyor.
Bir kimse İslam’ın şartlarını, imanın şartlarını kabul ediyorsa,
o müslümandır.
327
Bana iki genç geldi: “biz evlenmek istiyoruz” dediler. “Hayırlı olsun” dedim. Kız: “ama bu alevi” dedi. Gence sordum. Sen
Allah’a Peygambere, kitaba inanıyor musun? “Evet” dedi. Ben:
“Gidin ailelerinizle tanışın. Onların rızalarını alın. Allah mutlu etsin” dedim.
Bu konuda ölçü nedir. Bakalım: Kur’an ne diyor:
-“İman etmedikçe puta tapan erkeklere kızlarınızı vermeyin.
Onlar cehenneme çağırır.” (Bakara:221)
-“Ehli Kitaptan iffetli namuslu zina etmemiş, gizli dostlar
edinmemiş onlarla evlenin.” (Maide:5)
-“Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından
başkası ile evlenemez. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya
müşrik olan erkek evlenir.” (Nur:3)
-“İnanmış kadınlar, kâfir erkeklere helal değildir. Kâfir erkek
de Müslüman kadınlara helal değildir.” (Mümtehine:10)
İnançta denklik aranmasının nedeni şudur. Bugün dinler, medeniyetler çatışma halindedir. Dünyayı Hıristiyanlaştırma çalışmaları tarih boyunca haçlı orduları ile sürmüş, şimdi de misyoner orduları ile devam etmektedir.
İslam ülkeleri ehl-i kitap tarafından bölük bölük paramparça
edilmek istenmektedir.
Batıda İslam korkusu vardır. Kiliselerde Müslümanlar için
hayır dua yapılmıyor. Bir Müslüman Türk büyüğü ölse, batıda bayram yapılmaktadır.
Dinimiz İslam, Avrupa birliğine girmemize engel gösteriliyor. Onların gözü Anadolu topraklarındadır. Ehl-i Kitabın sözüne
asla güvenilemez. Onlar hiçbir zaman güçlü Müslüman Türkiye
istemezler.
Peygamber ( SAV ) zamanında Müslüman olan veya İslam’dan dönmeyen Müslüman kadınları müşrikler boşamışlardır.
Bu zihniyet bazı batılılarca sürdürülmektedir. Bizde de bir zamanlar inançsız kesim, Müslüman kızlarımızla evlenip onları ortada
bırakmış veya rencide etmiştir. Bugün bu tehlike geçmiş değildir.
Dikkatli olunmalıdır.
İslam fıkhına göre; İslam dinini benimsemeyen erkeklerle
Müslüman kadınların evlenmesi haramdır. Zulmetme, terk etme
ihtimali olan erkekle evlenilmesi mekruhtur. Zulmetmesi kesin olan
alkol, uyuşturucu müptelası, cinayet işlemesi belli olan, bilinenle
evlilik haramdır.
328
DOĞUM KONTROLÜ VE KÜRTAJ
Doğum kontrolü, kadın erkek ilişkileri esnasında çocuğun
ana karnına düşmesini önlemek veya ana karnında bulunan ceninin
çeşitli yollarla düşürülmesi demektir.
Başlangıçta doğum kontrolü, ailelerin istediği sayıda çocuk
sahibi olabilmesi, ülke kaynaklarına göre nüfusun dondurulması,
kadınında çalışıp ülke ekonomisine katkıda bulunması, yaşayan
insanların refahının sağlanması, ilkel metotlarla çocuk düşürme
neticesi ölüm ve sakatlıkların önlenmesi gibi cazip ve masum isteklerle ortaya atılıp yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır.
Doğum kontrolü propaganda edilirken; kadının genç kalması, yıpranmaması, hamilelik sıkıntısı çekmemesi ve ömrünün en
güzel yıllarının çocuğa harcamaması yönünde olmuştur.
Diğer yönden geri kalmış ülkelerde açlık sıkıntısı olacağı, kısıtlı olan kaynakları tükeneceği toplu ölümler olacağı propaganda
edilerek bazı ülkelerin nüfus artışı önlenmeye çalışılmıştır.
Bazı ülkelere nüfus fazlalığı, geri kalmışlığın sebebi olarak
gösterilmiştir. Hâlbuki nüfus fazlalığın bir ülkenin geri kalışına
sebep olmaz.
Cenab-ı Allah, her insanı yaratırken rızkı ile beraber yaratır.
Yer altı, yerüstü kaynakların tükeneceği endişesi çocukları doğmadan öldürme gerekçesi olamaz.
İnsanlık tarihine bakacak olursak ilk insanların çok az yiyecekleri vardır. Kimse endişe etmesin, kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkından daha azına da yiyemez fazlasını da
yiyemez.
a) Doğum kontrolü cinayettir:
Ana rahmine, ana karnına el uzatmak hangi gerekçe ile olursa
olsun, yapılan iş bencil bir davranış ve cinayettir.
329
Çocuğunu öldüren ilkel insanlardan ve cahiliye insanından
farklı bir iş yapılmış olmaz.
Abdullah İbn Mesut şöyle diyor:
Peygamber ( as ) a sordum:
-Ey Allah’ın elçisi! Hangi günah daha büyüktür?
-Seni yaratan Allah’a ortak koşman, dedi.
-Sonra hangisi büyüktür dedim.
-Yemeğini yer, rızkına ortak olur düşüncesi ile çocuğunu öldürmen, dedi.
-Sonra hangisi? Dedim.
-Komşusunun namusuna göz dikmen, dedi. (Buhari,Tefsir
2/25)
Dünyanın süper güçleri, tarihi bu rolü ve milli idealleri ile
güçlü Müslüman Türk istemiyorlar, korkuyor ve küçülmemizi istiyor. Onun için yıllarca ülkemizin batısında ücretsiz doğum kontrol
hapları dağıtılmıştır.
Bir zamanlar Fransa da sokak köpekleri o kadar çoğalır ki,
halk bunlardan şikâyet etmeye başlar. Bu şikâyetler üzerine yetkililer köpekleri silahla veya zehirle öldürülme işine girişirler. Fakat
sokak köpeklerinden daha önce şikâyet eden halk, bu sefer de köpeklerin acımasızca öldürülmesinden şikâyet etmeye başlar. Nihayet halkın şikâyetlerini önleyebilmek için bir çare aranır. Bulunan
çare, köpekleri hadımlaştırmak, böylece nesillerini yok etmek olur.
Uygulanan hadımlaştırma ile kısa zamanda köpekler o kadar azalır
ki, sokak köpekleri sürüleri diye bir endişe kalmaz.
Bunu niçin anlatım? Doğum kontrolü uygulaması bir nevi
hadımlaştırmadır, yavaş yavaş yok etmenin bir yoludur.
b)Korunma caiz mi?
İyi bir hayat yaşamayan sormuş:
-“Hocam korunmak helal mi?” Hoca:
-“Sana helal” demiş.
İhlâslı bir Müslüman sormuş:
-“Hocam korunmak helal mi? Demiş.
-“Sana değil, sen çoğal” demiş.
Zaruret olunca mezheplere göre korunma yolları vardır.
-Spiral takmak,
-Kanal bağlatmak,
-İlaç almak,
330
-Azil yapmak. Azil, hamileliği önlemek için erkeğin menisinin dışa akıtılmasıdır. Fakat bunun kadının gusül abdestini önleyici
durumda olmamasıdır.
Azil iki tarafın rızası olunca caizdir. Bulaşıcı bir hastalık
varsa ırsi bir kötü hastalık varsa, kısırlaştırma caizdir. ( Prof. Dr.
Vehbe Zuhayli. İslam Ans: 4/364 )
Eğer ana sağlığı açısından zorunlu olunca kürtaj caizdir.
c)Din ne diyor?
İnancımıza göre; canlı ve cansız her şeyin yaratıcısı, kudreti
sınırsız olan Yüce Allah’tır. Varlık âlemini yaratırken her şeyi ölçülü ve dengeli bir biçimde yaratmıştır. Canlıları yaratırken onların
her türlü ihtiyacı olan şeyleri de beraberinde yaratmıştır. Her canlının dünyada yaşayacağı ömrü tayin etmiş ve rızkını da takdir etmiştir.
Çocuk, evliliğin meyvesi, hayatın sigortası, ahiretin de sadaka-i cariyesidir. Dinimiz çocukların öldürülmesini yasaklamıştır.
İslam Peygamberi: “Evlenin çünkü ben diğer ümmetlere sizin
çokluğunuzla övüneceğim” (İbn Mace:1/592-1846 nolu Hadis)
buyurmuş.
Biad alırken Peygamber (as) Müslümanlardan çocuklarını öldürmemeleri için söz almıştır. Zaruret yoksa, hangi safhada olursa
olsun çocuğun doğmasını önlemek günahtır.
Kur’an da:
1.“Beyinsizce çocukların öldürülmesi yasaklanıyor.”
(En’am:140)
2. “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin!”
(En’am:151)
3. “Biat ederken çocukları öldürmeme şartı koşulmuştur.”
(Mümhıne:12 )
4. “Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın.” (İsra:31)
5. “Kıyamet gününde diri diri toprağa gömülen kıza, hangi
günah sebebiyle öldürüldüğü sorulacağı bildiriliyor.” ( Tekvir:8-9 )
Ana karnından çocuğun öldürülmesi Yahudilikte de yasaktır.
Bugüne kadar Yahudilik ideallerinin gerçekleştirilebilmesi için
Yahudiler arasında doğum kontrolü uygulanmadığı gibi doğum
kontrolü taraftarı kimseler vatan haini ilan edilmiştir.
331
Yahudilik idealleri uğruna tahrif edilen Tevrat’ta şu emirler
yer almıştır:
“Siz semereli olun ve çoğalın; yeryüzünde türeyin ve onda
çoğalın” (Tevrat, Tekvin:9/7)
“Memleketinde kısır ve çocuk düşüren kadın olmayacaktır.”
(Tevrat, Çıkış:23/26)
“Bugün sana emretmekte olduğum bütün emirleri yapmak
için tutacaksınız ta ki, yaşayacaksınız çoğalasınız ve Rabbin atalarınıza and ettiği diyarı mülk olarak alasınız.” (Tevrat,Tensiye:8/1)
Hıristiyanlıkta da yasaktır.
Bir çocuğun öldürülmesine Hıristiyanlık dinini de müsaade
etmez. Kilise baştan beri doğum kontrolüne karşı çıkmıştır. Papazlar günah gerekçesiyle kürtaj yapılmasını, doğum kontrolü uygulanmasını yasaklamışlardır. Yakın tarihten bir örnek verelim: 1968
Temmuz ayında Papa VI. Paul, Hıristiyanlara doğum kontrolünü,
kürtaj yapmayı kesin olarak yasaklamıştır. Papanın bu kararına
karşı çıkmak isteyen 39 papaz derhal papanın emriyle işten elçektirilmiştir. Kendisinden biraz toleranslı davranmasını isteyenlere de
Papa: “kilise doğum kontrolüne ve kürtaja kesinlikle karşıdır.” Cevabını vermiş ve doğum kontrolünün her şeklinin Hıristiyanlık dininde günah olduğunu söylemiştir.
d)Düşmanın İmha Planı:
Halen cihan hâkimiyetinde iddialı Rusya ve İsrail, dünyayı
sömürme emelinde olan batı ülkeleri nüfuslarını arttırma arzusundadır. Bunun içindir ki bugüne kadar resmi ve ciddi doğum kontrolü hareketine girişmemişlerdir. Başka ülkelere yardım için gönderdikleri doğum kontrolü için kullanılan ilaçların kullanılmasını sağlığa zararlı gerekçesiyle kendi ülkelerinde yasaklamışlardır.
Yetkililerimizin 3 çocuk tavsiyesi geleceğimiz ve milli çıkarlarımız açısından önemlidir. Nüfusun azalması o milletin yok oluşudur.
Müslümanların sayısı, Rus nüfusuna yaklaşacak diye Rusya,
Müslüman Türklere zorla doğum kontrolüne tabii tutmuştur.
Çin, kalabalık nüfusuna rağmen Türkistan’ı devamlı baskı ve
kontrol altında tutmuş, zorla doğum kontrolüne tabi tutmuştur.
Bulgaristan’da, Bosna’ da yaşayan Müslümanlar da aynı
zulmü görmüştür.
332
Müslümanlara bu zulüm yapılırken Almanya da nüfusun artmasını isteyen alman yetkililer, doğumu özendirmek amacıyla kürtaj yaptırmayana 5 bin mark ödül vereceklerini ilan etmişlerdir. (
19. 03. 1984 güneş gazetesi )
Almanya çocuk dünyaya getiren ailelere büyük oranda vergi
kolaylığı, doğum aylığı bağlanacağını ilan etmiştir. ( 14.02. 1985
yeni asır gazetesi )
Papa 2. Paul Almanya da 85 bin kişiye hitaben yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “çocuk, tanrı hediyesidir. Müslümanların sayısına ulaşmak için Hıristiyanlar çok çocuk doğurmalıdır.” (
11. 05. 1987 bayrak gazetesi )
Demek ki, doğum kontrolü, bir ülke nüfusunu azaltmak için
bir tuzaktır. Bir bebek, bir köpek telkini düşündürücüdür. Kıbrıs da
hep Türk nüfusunun artmaması Rumların ise çoğalması çalışmaları
yapılmıştır.
Milli çıkarlarımız açısından konunun en çok düşündürücü
başka bir yönü de, her karışı şehit kanlarıyla sulanmış topraklarımız
üzerinde devlet kurma idealinde olan azınlıklar meselesidir. Evvela
Türkiye’nin böyle bir problemi var mıdır, yok mudur? Yoktur diyemeyiz. Çünkü bu iş için ortada kurulmuş teşkilatlar vardır. Hüküm giyenler, elde edilen belgeler vardır.
Bu gerçeği kabul ettikten sonra acaba hiç düşündük mü? Günümüze kadar zaman zaman ayaklanan, büyük çapta katliamlara
girişen, bugün de silahlanarak dış temsilciliklerimizde görevlilerimizi hunharca şehit eden bu insanlar, acaba neden doğum kontrolü
diye bir şey düşünmezler? Çokları tek evli bile değildir. Karılarının
yanında kumaları vardır. Baba çocuklarının sayısı sorulsa birden
cevap veremez, verse de çocuklarının adlarını karıştırır.
Biz doğum kontrolü uygularken bu artışın sonu ne olacak?
Unutulmamalıdır ki, bugün dünya milletlerinin ( Rusya, Amerika,
Çin gibi ) ve aynı topraklar üzerinde yaşayan azınlıkların kaderlerini tayin eden bir bakıma nüfuslarıdır.
Almanya Türk çocuklarının Almanlaştırılması için çeşitli yollara başvurmaktadır. Türk çocuklarının iyi almanca bilmesi, alman
geleneklerine göre yetişmesi ve öz benliklerinden kopması için
büyük bir gayret sarf edilmektedir. Hatta 18 yaşını bitiren Türk
333
çocuklarının istemeleri halinde hiçbir engelle karşılaşmadan Alman
vatandaşlığına kabul edilmesi kararı alınmıştır.
Her ne kadar günümüzde savaş modern silahlara dayanıyorsa
da son galibiyeti için mutlaka insan gücüne ihtiyaç vardır. Hele
bizim ülkemiz stratejik bir bölgedir. Bu bakımdan kuvvetli bir orduya sahip olmamız, milli menfaatlerimiz açısından son derece
gereklidir.
Bir millet için mezarlıkta yatan ölülerin sayısı bile önemlidir.
Milli mücadele yıllarında Ermeniler halkını katlettiği bir beldenin
kendilerine ait olduğunu iddia ederler. O belde halkı, şu teklifi öne
sürer:
-Mezarlıktaki yatan Türk ve Ermeni mezarları sayılsın, hangi
tarafın mezarı fazla bakılsın. Bunun üzerine Ermeniler hak iddiasından vazgeçer.
e)Kürtaj Cinayetleri:
“Kürtaj” kelimesi dilimize Fransızca dan girmiş, bize yabancı bir kelimedir. Bu kelime böylesine yerleşmiştir ki, halk arasında
çocuk almak yerine kürtaj yapmak, çocuk aldırmak yerine kürtaj
olmak şeklinde kullanılmaktadır.
Kürtajın tarihçesi çok eskidir. En ilkel toplumlarda bile mevcut olduğu bilinmektedir. Bugün olduğu gibi geçmişte de istenmeyen çocukların çeşitli yollarla doğmadan önce düşürülmesi denenmiş, böylece daha dünyaya gelmeden masum veya gayri meşru
ilişkiler sonucu meydana gelmiş yavruların yok edilmesi çalışmaları ile beraber sayısız kadının telef olmasına neden olmuştur.
Bugün de kürtaj yapılmasına taraftar olanlar, kürtajı savunanlar vardır. Günümüzde kürtaj, daha ziyade kozmopolit, sosyete ve
zengin ailelerin, nikah dışı ilişkilerde bulunanların meselesi olmaktadır. Kürtajın serbest olmasını isteyenler de bunlardır. Bugüne
kadar gerçek Türk anasının kürtaj diye bir problemi olmamıştır.
Bugün de yoktur. Genellikle kürtaj istediğinin ardında serbest bir
hayat sürmek, sorumlulukların ötesinde keyfince yaşamak arzusu
yatmaktadır.
Kürtaj konusu, anneyi, çocuğu, aileyi, toplumu ve geleceğimizi ilgilendiren bir konudur. Kürtajın serbest bırakılmasını istemek, insanımızın inancını, ahlakını örf ve adetlerini hiçe sayan
fantezi bir istek olur. Bu konu çok iyi düşünülmeli, yanlış karar
334
alınmamalıdır. Aksi halde bir delinin kuyuya attığı, çıkarılması zor
taş olur.
Bugün kürtaja izin veren toplumlarda kürtaj, gayri meşru ilişkilerin mahsulü olan günah çocuklarını ortadan kaldırmak için kullanılmaktadır. Bu toplumlarda ahlaki değerlerin çöküntüye uğraması ve kadın erkek ilişkilerinin sorumsuz bir şekilde devamı karşısında kürtaj, hal çaresi olarak kullanılmaktadır.
f)Kürtaj Milletimiz İçin Bir Tuzaktır:
Anlaşıldığı kadarıyla ekonomik problemler icat edip kürtajı
savunmak, ahlaksızlıkları için kılıf aramaktan başka bir şey değildir. Kürtajı savunmaların ileri sürdükleri gerekçelerden biri de istenmeyen çocuk probleminin ortadan kalkacağı iddiasıdır. Soruyorum: kimdir bu istenmeyen çocuk? Nereden nasıl meydana gelmiştir? Karnındaki çocuğu istemeyen kimdir? Kim ondan kurtulabilmek için hayatını tehlikeye atacaktır? İşte bu ve buna benzer sorular cevap bekleyen sorulardır.
Bu sorulara tarafsız bir şekilde cevap verildiği takdirde kürtaj
isteğinin aziz milletimize karşı kurulmuş bir tuzak, ahlak, örf adet
ve geleneklerimize, aile kutsallığına açılan bir savaş olduğu görülecektir.
Konunun diğer bir önemli yönü de şudur: Başlangıçta belli
bir zaman için vücudum bozulmasın, gençliğimi yaşayayım gibi
düşüncelerle çocuktan kaçınan ve çocuk aldıran evli kadın bir gün
mutlaka analığı arzulayacak ve ana olmak için can atacaktır. Kadın
bunu istemese bile erkek baba olmak, zürriyetini ispatlamak ve
devam ettirmek isteyecektir. Kürtaj olan kadının ise çocuğunun
olmaması büyük bir ihtimaldir. Hal böyle olunca hem kadının hem
de erkeğin aile ocağına bağlılığı, nikâh akdine sadakati tehlikeye
girmiş olacaktır. Ayrıca Türkiye de boşanma oranının % 50’sini
çocuksuz ailelerin oluşturduğu düşünülecek olursa kürtajın nedenli
bir tuzak olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
g)Kürtaj Cinayettir:
Kürtaj tek kelimeyle cinayettir; çünkü kürtaj, ana rahmindeki
çocuğun gün yüzü görmeden insafsızca imhasıdır.
Hayat yoluna çıkmış bir çocuğun hayatına son verilmesine
bir zorunluluk yoksa, asla kürtaja baş vurulmamalıdır. Tecavüze
uğrama, ana sağlığı veya çocuğun sakat doğumu gibi hallerde bir
335
zorunluluk varsa kimsenin diyeceği bir şey yoktur. Aksi halde bir
cana kıymanın haklı hiçbir gerekçesi olamaz.
Meselenin ana sağlığı açısından da hayati önemi büyüktür.
Her şeyden önce kürtaj, kadını yıpratan ve çökerten bir müdahaledir. Çoğu zaman annenin ölümüyle sonuçlanmaktadır. Demek ki
kürtaj tehlikeli bir iştir. Bir ameliyattır. Her ameliyat gibi kürtajında ölüm riski vardır.
Kürtaj da hangi metot uygulanırsa uygulansın hayati tehlike
yok edilemez. Mesela; 12 günlük hamilelerde uygulanan emme
metodu, yani rahimde teşekkül etmiş kütlenin çekilmesi anında en
ufak bir hata, ananın ölümüne sebep olabilir.
16 haftalığa kadar olan hamileliklerde ise rahim kazınır. Kesici ve sivri aletlerin kullanıldığı bu metotla bir çok kadın kürtaj
masasında hayatını kaybetmektedir.
Daha sonraki yapılan müdahalelerde ise tehlike daha büyüktür. Kadın kurtulsa bile anne olmak arzusu kadının hayallerini dolduran bir düşünce olduğundan ana, ruhi sarsıntılardan ve bunalımlardan kurtulamamaktadır.
İleri aylarda tıp ilmi ana rahimdeki çocuğun kaç hafta olduğunu tam olarak tespit edememektedir. Eğer çocuğun organları
belirmiş, canlanıp hisseden bir varlık haline gelmiş ise bu durumda
çocuğun kürtajla alınması, bir insanın hayatını kastetmek olacaktır.
Bu yüzden hayatını kaybeden çocuklar ve kadınlarla kürtaj
yapılan kadınların sağlığının bozulduğu, çocuklarının sakat kaldığı
ve anne olma özelliğini kaybederek bir daha çocuk doğuramama
tehlikesi gibi felakete uğrayanlar, göz önünde tutulacak olursa işlenen cinayetin nasıl çok yönlü bir cinayet olduğu daha iyi anlaşılmış
olacaktır.
İlk günden itibaren cenin canlı olduğu kabul edilmelidir. Kürtaj olayında ana karnında ceninin kafası koparılmakla nasıl bir cinayet olduğu ortadadır. Alınan parçalarından kozmetik sanayisinde
kullanılarak ikinci bir vahşet işlenmektedir. Zaruret varsa eşlerin
rızası ile gebeliği önleyici tedbirler almak caizdir.
“Rahim benim, benden benim sana ne? Benden benim istediğim gibi kullanırım” demek yanlıştır. Hiç kimsenin bedeni yalnız
kendine ait değildir. İnancımıza göre kimse bedeni üzerinden istediği gibi estetik dilediği gibi operasyon yapamaz. Kendini öldüremez, çocuğunu öldüremez.
Peygamber ( as ) şöyle buyurur:
336
-“Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, yedi helak edici günahtan biridir.” ( Buhari ve saya:23 )
Cenab-ı Allah Kur’an’da şöyle buyurur:
-“Kim bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur.
Kim de bir canı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.”
(Maide:32)
-“Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana
kıymayın.” ( İsra:33 )
Bu konuda diyanetin fetvası var:
Din işleri yüksek kurulunun; 3 Ocak 2006 tarihinde verdiği
“kürtaj” konulu mütalaa da “gebelik gerçekleştikten sonra 4 aylık
süre içinde de olsa kürtaj yaptırmanın caiz olmadığı” ifade ediliyor.
Mütalaa da, “gebelik gerçekleştikten sonra, 4 aylık süre içinde de
olsa, bir zaruret olmaksızın rahimdeki nutfe ve cenin gerek ilaç,
gerekse diğer etki ve işlemlerle düşürülmesi ve aldırılması ( kürtaj )
İslam bilginlerinin büyük çoğunluğu tarafından caiz görülmemiştir”
ifadelerine yer verildi.
Kürtaj, dini yönden de cinayet sayılır. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç, bir soru üzerine şu açıklamayı yapmıştır:
“Dinen meşru bir mazeret olmadıkça gebeliğin hangi döneminde olursa olsun, ceninin hayatına müdahale etmek yani çocuk
aldırmak, çocuğun düşmesine sebep olmak veya çocuğu düşürmek,
İslam Dininde cinayet sayılmıştır. Bu suçu işleyenler için manevi
sorumluluk yanında İslam Fıkhında cezai müeyyidelerden de söz
edilmiştir. Dinen meşru mazeret ise, genel anlamda ana sağlığı ile
ilgilidir. Hasta bir annenin gebelik halinde tedavinin mümkün olmaması ve tedavinin gecikmesi halinde annenin hayatının tehlike
arz etmesi, hiç şüphesiz cenine müdahale için meşru bir sebep sayılacaktır. Doğumun annenin hayatını kesinlikle tehlikeye sokacağı
biliniyorsa, bu durumda da gebelik müddetine bakılmaksızın annenin hayatını kurtarmak caizdir. Yani iki hayattan birinin tercih
edilmesi halinde annenin kurtarılması yolu seçilecektir.” ( 19-101983 Tercüman gazetesi )
Cenininde hakları vardır. Ana karnında düştüğünden itibaren
cenin mirasçıdır. Kanunda da, dinde de bu böyledir.
h)Ana Karnındaki Cenin de Bir İnsandır:
337
Kadın, kendisine güzellik, hanımlık ve zarafet veren hormonlara sahiptir. Ömrünün en güzel yıllarını annelik için ayırmıştır.
Bunun için meşru yolla sahip olduğu çocuğuna hiçbir anne kıyamaz. Ancak annenin hayatı, sağlığı söz konusu olduğu zaman anne
istemese bile müdahale edilecektir ki, bu müdahalede meşrudur.
İnancımıza göre insan ve insan hayatı kutsaldır. Dinimiz insana büyük değer vermiştir. Ana karnındaki çocuk ana rahmine
düştüğü andan itibaren vardır ve o da bir insandır. Regaip Kandili,
Peygamberimizin ana rahmine düştüğü gece olarak kutlanmasının
nedeni de budur.
Dinimiz insanın zulmedilmesini, saygısızca davranılmasını
ve haklı bir neden olmadan öldürülmesini haram kılmıştır. Dünyadaki bir insanın hayatına nasıl saygı gösterilecekse, hayat yoluna
çıkmış olan ceninin de hayatına öylece saygı gösterilecektir.
Kutsal Kitabımız Kur’an’da Allah ( cc ) şöyle buyurur:
“Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve
Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar muhakkak ki ziyana uğradılar, saptılar. Onlar yola gelici de
değillerdir.” ( En’am Suresi:140 )
“Fakirlik korkusuyla evlatlarınızı öldürmeyin. Sizi de onları
da biz besliyoruz. Kötülüklerin açığına da kapalısına da yaklaşmayın ve haksız yere Allah’ın yasakladığı cana kıymayın.” (En’am
Suresi:151)
“Evlatlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin. Onları da sizi
de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek büyük suçtur.” ( İsra Suresi:31 )
ı)Ne zaman caizdir?
-Annenin hayati tehlike ile karşı karşıya olduğu zaman,
-Hamilelik, zoraki tecavüzle olduysa,
-Süt emen çocuğun sütü kesilecekse, ( Prof. Dr. Vehbe
Zuhayli ) (İslam Fıkhı Ans: 4/362)
Süre nedir?
Peygamberimiz, 120 günden sonra ruhun üflendiğini ifade
eder. ( Buhari Bed’ül-halk:6 )
Hanefilere göre 120 günden önce cenin insan değildir.
Şafi, Malikilere göre 40 günden önce,
Hanbelilere göre 120 günden önce mazeret varsa çocuk aldırılır. ( İslam İlmihali:2/138 Divantaş )
338
120 günden sonra mazeretsiz çocuk düşürmenin haramlığı
üzerinde âlimler ittifak etmişlerdir. Cenin, hayat sahibi olduktan
sonra, şekil tekâmül ettikten sonra caiz olmaz. (İslam Fık.
Ans.4/362, Prof. V. Zuhayli )
Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez bir soru üzerine:
1993’te Bosna savaşında Sırp askerler tarafından tecavüzle hamile
bırakılan kadınlarla ilgili sorulara Din işleri yüksek kurulunun verdiği cevabı şöyle açıkladı: “İslam toplumunun bölgede varlığını
sürdürmesi açısından kurul, anne sağlığını korumak şartıyla kadınların ilaç veya tıbbi müdahale ile rahimlerini tahliyesine cevaz
vermiştir.”
i)Kürtaj Zararlıdır:
Kürtajın anneye büyük zararları vardır. Travmalara neden
olur. Suçluluk duygusuna, uyku düzensizliğine ve psikolojik rahatsızlıklara sebep olur.
İçerde parça kalabilir.
Rahim iltihaplanabilir. Delinebilir.
Ölüme sebep olabilir.
Kürtajda iki kurban vardır. Çocuklar analar.
Daha önce kürtajı serbest bırakan, teşvik eden ülkeler
bugün kürtaja karşı pankart açmışlardır.
Kürtaj büyük ölçüde fuhşu yaygınlaştığı için toplum açsından da zararlıdır.
Kürtaj gayri meşru ilişkilerde bulunan kadınlar, erken
yaşlarda fuhuş bataklığına düşmüş kızlar için kurtuluş yolu olarak
görülmektedir.
Ayrıca evlilik hayatı ve ailenin varlığı için kürtaj bir tuzaktır. İstenmeyen ilişkileri yaygınlaştıracaktır.
Uzmanlar istenmeyen doğumları önlemek amacıyla yapılacak kürtajın, kadında ruhsal ve fiziksel pek çok olumsuz etkiler
bırakabileceğini söylüyor.
Konu ile ilgili sorulan şu sorulara da yer verelim:
1.- Tüp bebek caiz mi?
Meni, eşinden olursa caizdir. Başkasından alınan meni zina
hükmündedir.
Taşıyıcı annelik de caiz değildir.
2.- Sezeryan ile doğum:
339
Bir mazeret yoksa normal doğum tercih edilmelidir. Daha
çok sezeryanla doğumu özel hastaneler uyguluyor.
Sezeryan normal doğumun mümkün olmadığı durumlarda
yapılabilir.
Normal doğum hem çocuk, hem de anne açısından sağlığa
daha uygundur.
Sezeryanla doğum yapan kadın, ancak iki doğum yapabilir.
Bu nüfus artışına da engeldir.
3.-Cinsiyet tayini yaptırmak caiz mi?
Genellikle ceninin cinsiyeti belli olduktan sonra erkek çocuk
isteyenlerin bu arzusu İslam’a aykırıdır. Bu cahiliye devrinin bir
âdetidir. Bu işlem, tıbben de yasaktır. Cenab-ı Allah’ın yaratmasına
müdahaledir.
4.-Büyümeyi durdurma caiz midir?
Zihinsel özürlü veya organ noksanlığı gibi engellinin hayatına son verilmesi cinayettir. Her insanın ne durumda olursa olsun
yaşama hakkı vardır. Bu hak kimsenin elinden alınamaz. Ne mazeret olursa olsun, kimsenin gelişiminin durdurulması da caiz değildir.
5.-Evlat edinmek caiz midir?
İslam’dan önce evlat edinme vardı. Peygamberimiz Zeyd’i
evlat edinmişti. Allah yasakladı. (Ahzap:40 )
Mahremiyete riayet edilmek, mirasa dahil etmemek suretiyle
kimsesiz çocukların barındırılması caiz olur. Onlar din kardeşi olarak kabul edilir. ( Ahzap:5 ) Bir evlat gibi yetiştirilir.
Eğer süt emzirilirse, o zaman sütanalığı babalığı doğar.
6.-Ötenazi caiz midir?
Gerekçe ne olursa olsun, hasta, sakat ve ihtiyarların öldürülmesi ölümüne sebep olunması caiz değildir. Cinayettir.
Bugün sağ olan sağlam olan herkes hasta olabilir. Bugün
genç olan bir gün ömrü varsa ihtiyarlayacaktır.
Aslında muhtaç duruma düşen kimse, bizim için imtihandır.
O yüzden sevap kazanırız. Allah’ın rızasını kazanırız. Yaşlanınca
da yardım görmeyi hak ederiz.
Başkalarının yardımına muhtaç kişide sabredecek, şükredecek, etrafına hayır dua edecektir.
Hayat acı tatlı yönleriyle yaşanacaktır. Canı Allah verir Allah
alır. Peygamberin ifadesi ile Cenab-ı Allah da o kişiye yardımcı
olacak insanlar halk eder.
340
Rabbim rızasına uygun ömür ve işler nasip etsin.
İNSANIN EN YAKIN DÜŞMANI NEFİS
İnsanın en büyük ve en korkunç düşmanı içindeki nefsidir.
Büyüklerimiz: “Nefis insanın hayvani yönüdür” demişlerdir.
Nefis hep kötülüğü ister. Daima kötülükleri arzular ve kötülüklerle beslenir. İstekleri ile insanı mahcup eder. İnsanı günahtan
günaha sürükler.
Mevlana şöyle der:
-“Nefis, üç köşeli bir dikene benzer ne türlü koysan batar.”
Bir de şöyle demiştir:
-“Baş gözü kör olan kişi görünen pisliklere bulaşır, kirlenir.
Fakat gönül gözü kör olan ise, gizli pisliklere bulaşır.”
Nasıl terbiye edilmemiş, eğitilmemiş, azgın at, insanı düşürür, zarar verirse, terbiye edilmemiş nefis de insana telafisi mümkün olmayan zarar verir. Ama at iyi terbiye edilirse, insana hizmet
eder, insanın hayatını kolaylaştırır. Terbiye edilmiş nefis de böyledir. İnsanı mutlu eder, huzurlu bir hayat yaşamasına ve hayatın
sonunda esas mutluluğa kavuşur.
Özet olarak ifade edecek olursak, terbiye edilmemiş nefis, ehlileştirilmemiş hayvan gibidir. Ne zaman ısıracak, ne zaman zarar
verecek bilinmez.
Nefsin terbiyesi şunlar olmadan gerçekleşmez.
Helal kazanç, helal gıda.
Düzgün itikad.
İbadet alışkanlığı, dini hayat.
İyi arkadaş, iyiyi ortam.
Bu şartlarda zaten şeytan o kimseden uzak durur. Organları
isyan etmez. Nefsi kötülüğü arzu etmez.
a)Nefse Esaret:
Nefsinin arzularını yerine getiren, nefsine itaat eden, nefsinin
esiridir. Allah’a itaat eden, nefsine hakim olur. Çünkü Allah’a giden yol nefsin arzularından geçmez.
341
Nefsine uyanlar için Peygamber ( as ) şöyle buyurur:
-“ Allah’a yemin ederim ki, ümmetimden bir gurup ifrat, keyif, kibir, oyun ve eğlence üzerine geceleyecekler de, sabah kalktıklarında domuz ve maymun suretinde kalkacaklardır. Buna sebep
de haramları helal, saymaları, çalgıcı kadınlar edinmeleri, şarap
içmeleri, faiz yemeleridir.” ( Ramuz el-Ehadis:459/2 )
Nefis, Cenab-ı Allah’ın istekleri ne uymak istemez, her an
şeytanın arzularını, isteklerini yerine getirmek ister. Şeytan onu
isyanlardan, inkârlardan sonra “ben kötüyüm düşüncesi ile tuzağa
düşürür. Tevbe etmeyi unutturur, geri dönüşü iyice zorlaştırır. Allah’ın rahmetinden ümit kestirir.
İnsanın aleyhinde şeytanla nefis ortak çalışır. Onun için Peygamber ( as ) dualarında: “Allah’ım, göz açıp kapayıncaya kadar
beni nefsimin eline bırakma” diye Allah’a yalvarmıştır.
Nefsinin istek ve arzularına göre yaşayan, nefsini ibadetlerle,
sevaplı işlerle meşgul edemeyeni nefsi esir alır, onunla oynar, onu
öyle manasız şeylerle meşgul eder ki, ibadet etmeye fırsat vermez.
Güzel şeylere vakit bırakmaz, ibadete gücü yetmez.
Bugüne kadar kötülük yapanları azdıran nefisleri olmuştur.
Hep yüzlerini kızartmış, onları mahcup etmiş ve pişmanlık duymalarına neden olmuştur.
b)Nefis Azdırır:
Eğer insana nefsi hâkim olur, o emrederse, insan, dinden
imandan uzaklaşır. İnsan şer adamı olur. Onda merhamet kalmaz.
Ahiret düşüncesi kalmaz. Bütün arzusu, gününü gün etmek olur.
Nefis, kötülüğü emreder. Hayrı, hayırlı olanı istemez. Hiçbir
zaman insanı boş bırakmaz. Hayırlı olmayan şeylerle meşgul eder
durur. İnsanın aklına kötü şeyler getirir. Yüzünün kızaracağı, pişman olacağı ve şeytanın güleceği işler yaptırır.
Şeytan, kötülükleri süsleyeceğine dair yemin etmiştir.
(A’raf:16, Hıcr:39 )
Cenab-ı Allah Kur’an da:
-“Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise
nefsindendir.” ( Nisa:79 ) buyuruyor.
Nefis kötülüğü ister. Onun azgın hali, utanma duygusunu yok
eder. İnsanı kör ve şaşı yapar, insanı hep kul yanında da Allah yanında da gözden gönülden düşürür, itibarsız yapar.
Nefis çok ahmaktır. Hep kendi aleyhine istekleri olur. Utanacağı işi yapar.
342
Bir sivrisinek, bütün geceyi nasıl berbat ederse, nefsin bir arzusu da hayat boyu insanı rezil eder.
Onun için nefse fırsat verilmemelidir. Nefse karşı uyanık
olunmalıdır. Nefsinin neler yapabileceğinden gafil olanlar, habersiz
yaşayanlar nefsin tuzağına düşerler, hayat boyu onu temizleyemezler.
Şeytan aslında tek başına zayıftır. Fakat nefisle birleşecek
olursa, çok güçlüdür. Her istediğini yaptırır, çeşitli tuzaklar kurar.
Kötülükleri iyi gösterir.
En etkili tuzağı, önce Allahın rahmetine güvendirir. Birçok iş
yaptırır. Kulluk görevini erteletir daha var, daha var, sonra yaparsın
diye telkin eder. Sonra da Allahın rahmetinden ümit kestirir. Kurtuluşunu sağlayacak hiçbir işe fırsat vermez.
Cenab-ı Allah Kur’an da nefis üzerine yemin etmiştir: “Kıyamet gününe ve yaptığı kötülüklerden ve işlemediği iyiliklerden
pişman olan nefse…” (Kıyamet: 1-2)
Bir ayette de şöyle buyurur:
-“Gerçekten nefsini bütün küfür ve kalbi hastalıklardan, günah ve haramlardan temizleyen kimse mutlaka kurtulmuştur. Nefsini azdıran kimse de hüsrana uğramıştır.” (Şems:10)
c)Nefisle mücadele:
İnsan, düşmanını her zaman kendi içinde aramalıdır. Nefis
insanın başını dertten derde sokar. İnsanı Haktan, hayırdan, iyi kul,
iyi insan, olmaktan alıkor.
Ebu Lehebi, Ebu Cehili, Ebu Talibi, Firavunu, Nemrutu
imandan kulluktan alıkoyan nefis değil midir?
Nefsini terbiye etmeyen, nefsini frenlemeyen nefsin ateşinde
yanar. Nefsine hâkim olan ise mükâfata nail olur.
Peygamber (as): “Gerçek mücahit, nefsine karşı cihat edendir.” (Müsned: 6/20) buyurmuştur. Nefis terbiyesinde güzel meşguliyetler bulup nefsi meşgul etmek, onu boş bırakmamak gerekir.
Mesnevi de okumuştum.
Bir yerden bir yere gitmekte olan jandarmalar bir ağacın gölgesinde uyumakta olan bir adam görür. Fakat o uyurken bir karayılan ağzından girmiştir.
Ne yapsınlar? Adama bunu söyleseler olmaz. “kalk” derler.
Silahı ona çevirirler. Ağaçtan düşen çürük meyvelerini yemesini
söylerler ve zorlarlar. Adam yalvarır olmaz, mecburen yer. “Koş”
derler, koştururlar. Adam yalvarır olmaz. Nihayet çürük meyveler
bulantı yapar, adam istifra eder. Bu arada yılanda çıkar gider.
343
Adam “Allah razı olsun beni bunun için mi koşturdunuz” diyerek teşekkür eder. Karayılan nefistir. Jandarmalar, istenmeyen
çürük meyveler yedirerek adamı karayılandan kurtarmışlardır.
Nefis, istediği, hoşlandığı şeylerle değil, hoşlanmadığı şeylerle terbiye edilir.
Cenab-ı Allah Kur’an’da:
-“ Rabbinden korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran
için cennet, şüphesiz yegâne barınaktır. Buyurur. ( Naziat:40-41 )
İnsan önce nefsine merhametle nasihat etmeli, önce ona öğüt
vermelidir. Nefsine öğüt vermeyen başkasını ıslah edemez. Cenab-ı
Allah: “yapmadığınız şeyi niçin söylüyorsunuz?” Diye uyarıyor. (
Saff:2 ) ardından da:
-“Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir
nefretle karşılanır. ( Saff:3) buyruluyor.
Hz. Ömer ( ra ), sırtına su tulumunu almış, çarşı Pazar dolaşırken, sormuşlar:
-Niçin böyle yapıyorsun Ya Ömer? Denilince
-“Nefsimi terbiye ediyorum.” Cevabını vermiş, gururdan kibirden onu arındırmıştır.
Nefis, doymak bilmez. Hep Rabbimizin istemediği, nazı almadığı işler işletir. Onun için: “ Ya Rabbi, nefsimin, şeytanın şerrinden sana sığınırım” diyerek Allah’a sığınmalıyız.
Tebük seferinden dönerken Peygamber ( as ): “küçük savaştan büyük savaşa dönüyoruz” demişti. Ashap:
Büyük düşman nedir? Diye sormuştu.
Allahın Rasülü:
Nefis mücadelesidir. Nefisle yapılacak cihaddır” buyurmuştur.
Nefis terbiyesinde nefsin kötü bir arzusu olduğu zaman ona
Allahın gazabını, kabir azabını, cehennem azabını hatırlatmak ve
onun arzu ve isteğini kırmak etkili bir yoldur.
Nefisle mücadele ölünceye kadardır. Cenab-ı Allah: “ölüm
gelinceye kadar Rabbine ibadet ederek nefsinle cihat et” buyurur. (
Hıcr:99 )
İmam-ı Şafi şöyle der:
-“Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen, nefsin seni batıl ile
meşgul eder.”
63 yaşında alman psikolog Müslüman oluyor ve neden Müslüman olduğu sorulunca: İslam dininde ki öldükten sonra dirilme
ve hesap verme inancı Müslüman olmama neden oldu” cevabını
vermiştir.
344
Daima zikir halinde olmak ve 5 vakit namazla nefse fırsat verilmemeye bilir. Oruç tutmak nefsi köreltir. Peygamberimiz
bekârlara oruç tutmasını tavsiye etmiştir.
Kur’an da: “Namaz kötülükten alıkoyar” buyrulmuştur. Sadaka, zekât, nefsin cimriliğini kırar. Nefsin her istediğini almamak,
yememek, nefsin inadını kırar. Nefsin her istediğini alıp yemek,
nefsi güçlendirir ve azdırır.
Nefsin arzuladığı kötülükler hafife alınmamalıdır. Çünkü öyle kötülükler vardır ki, bazıları insanı günaha sokar, bazıları küfre
götürür.
d)Nefis hep günahı arzular:
Nefsin günahı arzulamasından dolayı, insan nefsi ile imtihana
tabi tutulmuştur. Cenab-ı Allah: “sana gelen kötülük nefsindendir”
diye uyarmıştır. ( Nisa:79 )
Ardından da:
-“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömende ziyan etmiştir.” Diye bildirmiştir. ( Şems:9-10 )
Demek oluyor ki nefsine hakim olan kurtuluşa erer.
Yusuf suresinde anlatıldığına göre Yusuf ( as ), nefsine hakim olduğu için köle pazarından sultanlığa yükselmiştir.
Zeliha, Yusuf ( as) a göz koyan onu bir odaya çağırır kapıyı
kilitler: “Haydi gel” der. Yusuf ( as ): “ Allah korusun” cevabını
verir. Yusuf (as ) nefsine uymaktansa zindanda yatmayı tercih eder.
İffetsiz yaşamaktan zindanda kalmak daha iyidir der. Zeliha’nın
teklifini hep geri çevirir.
Allah, Kur’an’da Yusuf (as) dan bahseder. İffet örneği olarak
gösterir. Nefsine boyun eğmediği için onu Mısır’a sultanlığa yükselmiştir. Ayrıca onu Peygamberlikle de mükâfatlandırmıştır.
Kur’an’da Cenab-ı Allah şöyle bildirmiştir.
-“ Kadın Yusuf’tan muraf olmak istedi kapıları iyice kapattı
ve “haydi gel!” dedi. O da: “Hâşâ Allah’a sığınırım” dedi. Zira
kocanız benim veli nimetimdir. O bana güzel davrandı. Gerçek şu
ki zalimler iflah olmaz.” ( Yusuf:23 )
-“And olsun ki kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve
ikazını görmeseydi oda kadına meyletmişti.” ( Yusuf:24 )
Müfessirler Yusuf’un meylini “onu dövecekti” diye yorumlamışlardır.
Bir örnek de iffet abidesi Hz. Meryem’dir. Birgün Cebrail
(as) erkek kılığında hiç kimsenin olmadığı bir anda Hz. Meryem’in
karşısına dikilir. Hz. Meryem öyle bir tepki gösterir ki: “senden
345
Allah’a sığınırım. Allah’tan korkuyorsan, sakın bana dokunma”
der. Ona yalvarır.
Hz. Meryem, Hz. İsa (as) ı dünyaya getirince: “sen iffetsiz
değilsin, bunu nasıl yaptın?”deyip onu kınadılar.
Hz. Meryem, şahit olarak beşikteki çocuğu gösterdi. Bebek
şöyle dedi. “Ben Allah’ın kuluyum. O, bana kitap verdi ve beni
Peygamber yaptı.”
Hz. Meryem çok sıkıntı görür, iffetli olmanın mükâfatını alır.
Peygamber anası olur.
Hz. Ömer zamanında bir genç vardı, iffet ve namusuna çok
düşkündü. Camiye gelip giderken bir kadın yolunu keser, ona her
defasında kötü arzusu tekrar ederdi. Genç “ ben Allahtan korkarım”
der kadının teklifini reddederdi.
Genç, bir an nefsine yenik düştü, kadının kapısına yöneldi. O
anda Allah korkusundan düşüp bayıldı. Bir daha gözlerini açamadı.
Ruhunu teslim etmişti. Namazı onu kötülükten alıkoymuştu. Sabah
namazında o genci göremeyen Hz. Ömer (ra) onu sordu. Öldü,
gömdük dediler.
Tabiinden bir genç de bir kadının çirkin tekliflerine karşı hep
direnir. Kadın bir gün
-“ Anam felçli kaldıramıyorum, yardım eder misin? Der,
gencin içeriye girmesini sağlar.
Gene çirkin teklifini tekrar eder. Genç “ ben pis gezerim, bana müsaade et tıraş olayım” der.
Banyoya girer saçını, kaşlarını keser, çirkin görünmesini sağlar. O haliyle kadın, çıkmasını söyler. Genç: “beni kurtaran Allah’ıma hamd olsun” der.
Bir gün bir yaşlı, ağaçların arasında bir kadınla bir erkek görür. Erkek kadına kendisiyle gelmesi için para teklifinde bulunur.
Kadınla anlaşır. Kadına yaklaşır “benimle gelirsen sana daha
fazla para veririm” der.
Bu defa kadın, ihtiyarın peşine düşer.
Yaşlı yolda kadına sorar:
Bir insan bir suç işlerse, bunu da iki şahit görürse ne
olur? Kadın:
“Cezalandırılır” der. Yaşlı:
Dört şahit görürse ne olur? Der. Kadın:
“Ceza alması kesinleşir” cevabını verir. Adam:
“Bizim yapacağımız ise dört şahit var” deyince kadın etrafına bakıp “Hani?” der.
Bunun üzerine adam:
346
İkisi senin sağında, solunda, ikisi de benim sağımda solumda. Hesaba çekecek olan da Yüce Allah’tır. Neden suç işleyelim? Deyince kadın geçmişini de düşünerek “Allah’ım beni affet”
diyerek ruhunu teslim etmiştir.
Nefsin en büyük arzusu, karşı cinsle beraber olmaktır. Hiçbir
şey zinayı meşrulaştırmaz. Flört evliliğin zehiridir. Allah: “zinaya
yaklaşmayın” buyurarak, zina ile beraber zinaya götüren flörtü,
dokunmayı ve bakmayı da yasaklamıştır. Çünkü dans, flört, bakma,
dokunma gibi şeyler mutlaka kötü sonuca götürür.
İnsan için en büyük imtihan insanın ağzı ve cinselliğidir.
Onun için Rasulullah: “bana iki şey için garanti verin, ben de sizin
için cennete kefil olayım; onlar ağız ve iki bacak arasıdır” buyurmuştur.
Bir hadislerinde de:
-“Güzel bir kadının beraber olma isteğini “ben Allahtan korkarım” deyip terk edeni Allah kıyamet günü arşın gölgesinde barındıracaktır.” ( Buhari, Ezan:36 )
c) Nefsi aşabilmek:
Nefsini aşabilen hiçbir zaman mahcup olmaz pişman olmaz.
Nefisle mücadele zordur.
Kur’an da: “Nefis daima kötü şeyler arzumlar” (Yusuf:53)
Allah Rasulü: “ ümmetim için en çok endişem, nefislerinin
arzularına uymamalarıdır.” (Camius-Sağır 1/12)
Bir hadislerinde de:
-“Cehennem nefsin arzu ettiği şeylerle, cennette, nefsin
sevmediği şeylerle kuşatılmıştır.” (R.Salihın:101) buyrulur.
İnsanın nefsinin kötü arzularını terk edebilmesi için, iman sahibi ve ibadet ehli olması gerekir.
Hz. Ali ( ra ) savaş meydanında düşmanını yere sermiş, tam
öldürüleceği sırada hasmı yüzüne tükürünce onu öldürmekten vazgeçmişti. Sebebini sordular.
-“Ben onu Allah için öldürecektim. O ise yüzüme tükürdü.
Eğer onu öldürseydim, nefsim için öldürmüş olacaktım” cevabını
vermiştir.
Nefis bakın nelerle beslenir:
-İnançsızlık, ibadetsizlik
-Hırs, hasetle
-Gıybet, iftira ile
-İsyan, inkâr ve günahla
-Boş ve manasız şeylerle
347
Peygamber ( as ): “kişinin lüzumsuz şeyleri terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır” (Tirmizi, Zuhal:11) der.
İnsan kendi kendine ense tıraşı olamadığı gibi bir bıçağın
kendi sapını yontamadığı gibi insan kendi kendine nefis terbiyesi
yapamaz. Bunun için dine sarılması, itikadı düzgün insanların arasında bulunması şarttır.
f) Nefis dua ve tövbeyi sevmez:
Mevlana: “organlar günah işlediyse o kiri su ile yıkayamazsın. Onun kirini gözyaşı ile yıkarsın” der.
Büyüklerimiz ne zaman ki küçücük bir günah işlese, iki rekât
namaz kılar ardından Tevbe edip nefislerini gücünü kırarlardı.
Çünkü hatadan sonra Tevbe edilmezse, kalpte siyah nokta oluşur.
Hata yapmaya devam edilirse, kalp kararır. (Tirmizi, Tefsir:83)
Allah Kur’an’da günahların kalbi karartacağını bildiriyor.(Mutaffifin:14)
Peygamberimiz Hz. Ebu Bekir’e:
-Ey Ebu Bekir! Sen ve müminler dünyada hatalarınız yüzünden bazı sıkıntıya uğrarsınız. Böylece cezalandırılırsınız. Sonunda da günahsız olarak Allah’a kavuşursunuz. Diğerlerinin yaptıklarının cezası, kıyamet günü verilir. (Tirmizi, Tefsir:39) demiştir.
Lüksün, israfın, günahın, isyanın içinde ki hayat nefsin arzuladığı hayattır. Bu tür hayatla Allah’ın rızasına erişilemez.
Nefisle şöyle bir anlaşma yapılabilir:
-Ey nefsim, kendini helak edecek şeyler peşinde koşuyorsun.
-Dünyada da Allah’ın lütuf ve ihsanına kavuşmak istersen,
-Güzel bir ölümle ölmek istersen,
-Kabir azabı görmek, cehenneme atılmak istemezsen, bu sevdadan vazgeç.
Sonuç olarak; mezarlıkların yanında insanlar ev yapmak, ev
almak istemezler. Bazıları camiye yakın oturmak istemez. Ezan
sesi duymak istemez. Mezar görmek istemez. Ahreti hatırlamak
istemez. Ölümden çok korkar. Ölüm Ahiret sohbetleri dinlemez.
İşte bu nefsin istekleri ve korkularıdır.
“Korkunun ölüme çaresi yoktur” derler. Birgün bizimde ömrümüz bitecek. Selamız verilecek. Musalla taşında namazımız kılınacak, kabir denen çukura gireceğiz.
Şair:
“Ölüm gelmiş cihana
Baş ağrısı bahane” demiş.
348
HARAMA DÜŞÜREN ŞÜPHELİ ŞEYLER
Haram bellidir. Helal bellidir. Bunların arasında birde şüpheli şeyler vardır. Bunlara dikkat edilmez ve kaçınılmazsa, harama
düşülür.
Günümüzde helal-haram birbirine karışıyor. Bazı şeyleri de
haram iken helalleştiriyoruz. Dua ederken “ ver Allah’ım” diyoruz,
“helalinden ver Allah’ım” demiyoruz.
Günümüzde temiz yaşamak, helal yiyip içmek ve temiz
kalmak biraz dikkat istiyor.
Bir hadiste: “Öyle bir zaman gelecek ki, kişi, yediğinin, içtiğinin helalden mi, haramdan mı olduğunu bilmeyecek ve aldırış
etmeyecek” buyrulmuştur.
a)Helal-Haram:
Helal, dinde müsaade edilen güzel, faydalı ve zararı olmayan şeylerdir.
Haram ise; dinde yasaklanan çirkin, faydasız ve zararlı olan
şeylerdir.
Haram ve helalde ölçü, fayda ve zarardır. Gaye, insanın korunması, insana ait değerlerin korunmasıdır.
İslam da anlamsız bir emir ve yasak yoktur. Bugün İslam da
haram kılınanlar arasında insan yararına olan, helaller arasında da
insanın zararına olan bir emir yoktur.
Kur’an da:
-“Temiz şeyler size helal kılınmıştır.” ( Maide Suresi:4 )
-“Size verdiğimiz şeylerin temiz olanlarından yiyin.” ( Bakara Suresi:172 ) diye emredilmiştir.
-“Peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men
eder. Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.” ( Araf
Suresi:157 ) diye bildirilmiştir.
Helal haramda kurallar vardır:
-Bir şeyi helal, haram kılma yetkisi Allah’a ve Rasülüne aittir.
349
-Haram, fetva ile helalleşmez. Bizim helalleştirme yetkimiz
yoktur.
-Harama götüren şey de haramdır.
-Çoğu haram olanın azıda haramdır.
-İyi niyet haramı helal kılmaz.
-Haram herkes için, her zaman ve her yerde haramdır.
-Haramda şifa yoktur.
-Harama sebep olmak, alet olmak da haramdır.
-Her haram da küfre giden bir yol vardır.
-Haram, helale karışınca onu haramlaştırır.
-Şüpheli şey, harama götürün.
-Haramı helal saymak, küfre götürür.
-Mahkeme kararı ile haram helal olmaz.
-Haramın tasviyesi ancak iade ve helalleşme ile olur.
Cenab-ı Allah bir şeyi helal veya haram kılarken insanın yararını gözetir. Nasıl ki, bir doktor hastasının iyi hali için bazı şeylere sınır koyuyor, bazı şeyleri serbest bırakıyorsa, dinimizdeki haram, helal kılma işi de böyledir.
Haramdan sağlayacak bir fayda yoktur. Haram artmaz, telef
olur. İnsanın ağız tadını bozar, insanı adeta zehirler.
İnsan rızkını helalden talep eder, haramdan ve şüpheli şeylerden kaçınırsa, onun rızkı, kazancı helal olur. Haram alın yazısı
değildir. İnsan kaderini kendisi tayin eder.
b)Haramın Yansıması Nasıl Olur?
Haramın da, helalinde yansıması olur. İnsanın işine, aşına,
eşine, nesline ve ahiretine yansır.
Peygamberimiz ( sav ): “İnsan yediğinden ibarettir” demiştir.
Atalarımız da: “Haram yiyenin harami evladı olur” “Dedesi
koruk yemiş, torununun dişi uyuşmuş” demişlerdir.
Bazı günahlar insanın işine, eşine, evladına yansır. Başkasına zarar verenin kendi de yakınları da zarar görür.
Allah şöyle buyurur:
-“İnsanların işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen
bozuldu.” (Rum:41)
-“Başınıza gelen musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” ( Şura:30 )
350
İşlenen kötülükler kalbi karartır. Haram, insanın mayasını
bozar. Karakterini bozar, sofrasında bereket, yüzünde nur bırakmaz.
Haram iş işleyenin ölümü zor olur, imanlı gitmesine engeldir.
Haramdan oluşan vücut, helalden, ibadetten hoşlanmaz,
zevk almaz, ibadet yapsa da ibadeti kabul olmaz. Peygamber ( as )
şöyle buyurmuştur: “Bir lokma haram yiyenin 40 gün duası ve namazı kabul olmaz”
Bir hadislerinde de: “Kim bir elbiseyi 10 dirheme alır da,
içinde bir dirhem haram bulunursa, elbise adamın sırtında oldukça
onun namazını Allah kabul etmez” buyurur. (İhya:4/125)
Peygamberin haber verdiğine göre: “Bir kimse haram malla
hac eder de “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” derse, Allah ona: “Sana lebbeyk de yok, haccında geri çevrilmiştir” der. (Ramuz elEhadis:418/6)
Hz. Peygamber (SAV), Hz. Enes’e: “Ey Enes! Helal kazan!
Duan kabul olunur. Zira kişi, ağzına haram bir lokma götürürse, 40
gün duası kabul olmaz.” Tavsiyesinde bulunmuştur.
Bir defasında da Allah Rasülü şöyle demiştir:
“Allah yolunda sefer yapmış, üstü başı tozlu adam, ellerini
açmış; “Ya Rab! Ya Rab! Diye yalvarıyor; hâlbuki yediği, içtiği
haram duası nasıl kabul olunur?” (Riyazüs-Salihın:1883)
İmam-ı Azam Hazretleri: “Mideye giren lokmanın helal mi,
haram mı olduğu bilinmedikçe, ibadet ne kadar çok olursa olsun
hükmü yoktur” demiştir.
Kanuni Sultan Süleyman:
-“Kursağında haram lokma olanlara Allah ( cc ) zafer nasip
etmez” demiştir.
Haramdan hayır yapılmaz. Yapılsa, hayır olmaz. Haramdan
ikram alınmaz, yenmez.
Haram az da olsa insanın nesline yansır.
Şeyh Vefa Hazretleri’nin oğlunun Sakilerin su tulumlarını
şişle delip seyretmesi, şikâyete mucip olmuştu. Kendisinde bir hata
bulamayan baba, eşine bir hatasının olup olmadığını sormuş, günler
sonra kadın, çocuğa hamile iken fakir komşusunun masasının üzerinde duran portakalla nefsini köreltmesi için örgü şişini batırıp
emmesini hatırlamıştır. Vefa Hazretleri:
351
-“İşte portakala batırılan şiş, şimdi tulumlara batırılmıştır”
diyerek olayı izah etmiştir.
c)Haram Ve Günah Neleri Yok Eder?
Günah ve haramın iyi yönde de etkisi olur kötü yönde de
etkisi olur.
İyi bir kimse için: “Helal süt emmiş” “Haram yememiş ki,
karnı ağrısın” denir.
Günahtan kaçınmak, helal lokma, temiz hayat yaşamaya ve
mutlu sona neden olur.
Günahın, haram lokmanın hep olumsuzluklara neden olduğu görülmüştür.
İşlenen bir günahın etkisi, yansıması çok olur. Sadece işleyende kalmaz. İnsanın işine, eşine, aşına, evlatlarına yansır. Yani
onlar da zarar görür.
Günah, insanın vicdanını rahatsız eder, kalbini karartır,
acıma duygusunu yok eder.
Günah, insandaki utanma duygusunu yok eder, Peygamberimiz: “Utanmıyorsan dilediğini yap” buyurur.
Günah, Allah korkusu, kabir, sırat, mahşer gibi korkuları
yok eder.
Günah, kıskançlık duygusunu yok eder.
Günah, kulluğu unutturur, organlarını isyan ettirir.
Günah işleyen, unutkan olur.
Günah, iyi düşünceleri yok eder, sevapları yok eder.
Günah, insanı kara yüzlü ve merhametsiz yapar.
Günah, yuva yıkar, cinayet işletir.
Günah, afat ve felaketlere neden olur. Kur’an da: “İnsanların işledikleri günahlar yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu” buyrulur. (Rum:41)
Peygamberimiz: “Hacer ul-Esved bembeyazdı. Onu insanların günahı kararttı” demiştir.
Bir hadiste: “Kul, işlediği günah yüzünden rızkından mahrum olur” buyrulur. ( Ramuz el-Ehadis:98/7 )
-“Günah kalbi karartır her günah, siyah bir nokta oluşturur.
Terk edilip Tevbe edilmezse, bütün kalbi karartır. ( Age:26/9 )
Kur’an da:
352
-“Onların yaptıkları günahlar kalplerinde pas oluşturur.”
(Mutaffifin:14)
-“Onların kalplerini mühürleriz. Onlar gerçekleri görüp, işitemezler” (Araf:100) buyrulur.
Tarih boyunca Cenab-ı Allah günahkârları cezalandırmıştır.
Günah işleyen bir kimse güzel bir ölümle ölmez. Ahirette de
vay haline!
Hasta ziyaretine giden Malik bin Dinar, karşılaştığı manzarayı şöyle anlatır:
-“Baktım, hastanın eceli yakın, kendisine kelime-i şahadet
arz ettim, ama ne kadar çabaladıysam, bir türlü söyleyemedi. Durmadan:
-On, on bir…”diyordu.
Sonra bana döndü. Kekeleyerek:
-“Ey üstad, önümde ateşten bir dağ var! Ne zaman kelime-i
şahadeti söylemeye teşebbüs etsem, bu ateş bana hücum ediyor”
dedi.
Arkadaşlarından, bu zatın daha önceleri ne işle meşgul olduğunu sordum:
-“Malını ribaya verir, faizini yer; ölçü ve tartıda da hile yapardı” dediler. ( Atar, s:91 )
d)Şüpheli Şeylerden Kaçınmak:
Helal kazanç istemek ve helal kazanç için çalışmak, her
müslümana farzdır.
Cenab-ı Allah, her şeyi insan için insan yararına yaratmış,
zararlı olanları haram, faydalı olanları helal kılmıştır. Arada bir de
şüpheli şeyler vardır. Harama düşmemek için şüpheli şeylerden
kaçınılması emredilmiştir.
Peygamber ( as): “Şüpheli şeylerden uzak duran dinini ve
ırzını korumuş olur” buyurmuştur. ( R.S:588 )
Şeytan, insana şüpheli olan şeyleri telkin eder, onları güzel
ve cazip gösterir. Çünkü insanı günaha sokmak için yeminlidir.
Âdem ile eşini şeytan aldatmıştır. Kabil’ e kardeşi Habil’i
öldürmeyi o öğretmiştir. Her haramın, her günahın arkasında şeytan
vardır.
Peygamber ( sav ) şöyle buyurmuştur:
-“Kim içinden hayra davet eden bir ses duyarsa, bilsin ki o
meleğin sesidir, ona uysun. Kimde içinden şerre davet eden bir ses
duyarsa, ona uymasın zira o, şeytanın sesidir ona uymasın” buyurmuştur.
353
Atalarımız: “Arayan mevlasını bulur, arayan belasını bulur”
demişlerdir.
İnsan, şüpheli şeylerden kaçınıp korumadıkça, temiz kalamaz.
Cenab-ı Allah: “Helal şeylerden yiyiniz ve Salih amel işleyiniz” buyurur. (Müminun:51) Salih amel için helal lokma şarttır.
Saad (ra) Peygamberimize:
-“Ya Rasulallah! Allah’ın dualarımı kabul etmesi için bana
dua et” diyor. Peygamberimiz:
-“ O halde yediğin, içtiğin helal olsun. O zaman duan kabul
olur” buyurmuştur.
Bir gün bir adam ellerini açmış dua ederken Peygamber
(as): “Şu adama bakın yediği haram, içtiği haram duası nasıl kabul
edilir” demiştir.
Bir hadiste de:
-“Kim bir elbiseyi 10 dirheme alır da onda bir dirhem haram
bulunursa, o elbise ile o adamın namazını ve duasını Allah kabul
etmez” buyurmuştur.
Şüpheli şeylerden kaçınmayan, haramdan korunamaz.
Hz. Ebu Bekir (ra) bilmeden yediği şüpheli bir şeyi istifra
ettikten sonra şöyle demiştir:
-“Ya Rabbi! Bilmeden yedim, çıkarabildiğimi çıkardım. Çıkaramadığım için beni affet” diye yalvarmıştır.
İnancımıza göre bir şey haramsa, azı da haramdır. Bir şey
haramsa, ona götüren şey de haramdır.
Peygamberimiz ( sav ) şöyle buyurmuştur:
-“Helal olan şeyler bellidir. Haram olan şeyler de bellidir.
Fakat haramla helal arasında bazı şüpheli şeyler vardır ki, onların
helal mi haram mı olduğunu çok kişi bilmez. Kim günah olduğu
sezilen şüpheli şeyleri terk ederse, o kimse haramdan korunur” sözleriyle haramdan korunmanın yolunu göstermiştir.
Eğer huzurlu değilsek, organlarımız, evlatlarımız bize isyan
ediyorsa, işler yolunda gitmiyorsa, nefsimiz haram arzusu taşıyorsa, iki yakamız bir araya gelmiyorsa, yediğimize, içtiğimize dikkat
edilmelidir.
Yediği içtiği temiz olmayanın yaşayışı temiz olmaz. Atalarımız: “Çiğ yemedim ki, karnım ağrısın” demişlerdir.
Âşık Seyrani der ki:
-“Allah’ın emrine Muti im dersen,
Rasülün emrine itaat eyle,
Haram helal demez bulduğun yersen,
354
Müminlik sözünden feragat eyle.”
İnsan bilmediğine şüpheyle bakmazsa, imanın tadını alamaz, güzel şeyler yapamaz. Hataları çoğalır. Onların her biri kalpte
siyah nokta oluşturur. Zamanla kalbin tamamını karartır.
Peygamberimiz şöyle tavsiye etmiştir:
-“Özellikle küçük günahlardan sakının. Küçük günahları işleyenler, küçük odun parçaları toplayan kimselere benzer. O odunların birleşmesiyle büyük ateş yanar.”
Kur’an da: “Rabbinden korkan ve kötülükten uzak duran
kimsenin varacağı yer cennettir” buyrulur. ( Naziat:41 ) Onun için
Peygamber ( as ): “Şüpheli şeyi bırak, şüphe vermeyene bak” demiştir. ( Riyazüs-Salihın:593 )
Gizli ve şüpheli işlerimizden kurtulmak için:
-Affettirecek Tevbe, ardından da,
-Günahları silip süpürecek sevaplı işler,
-Sadaka vermek ve “Rabbimiz! Nefsimin hatalarından ve
şüpheli şeylerden koru” duası gerekir.
Cenab-ı Allah da:
-“Büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı
örteriz ve sizi şerefli bir yere koyarız” müjdesini vermiştir. (Nisa:31)
Müslüman dini bilirse, dinini yaşaması kolaylaşır. Dinini bilemezse, haramı, helali de bilemez. Burada altın yüzük takan,
onunla namaz kılandan bahsetmek istiyorum.
Erkeklere yasaklanan şeylerden biri de altın yüzüktür. Allah
Rasülü, gümüş yüzük takardı. (Ramuz el-Ehadis:550/15)
“Yüzüğü sağ eline takardı. (Age:550/12)
Hz. Ali ( ra ) şöyle der:
-“Allah Rasülü bana altın yüzük takmayı, ipek elbise giymeyi, rükû ve secde de Kur’an okumayı, sarı renkte elbise giymeyi
yasakladı.” (İ. Canan, Hadis Ans:7/52)
Peygamber (as) bir adamın parmağında altın yüzük görür,
onu çıkartıp fırlatır atar ve şöyle der:
-“Sizden biriniz ateşli kora koşup, onu elinde mi taşıyor? Ben
size bunu haram kılmadım mı?”
Peygamber ( as ) oradan ayrıldıktan sonra oradakiler yüzüğü
alıp gelir, o adama derler ki:
-“Al bunu ailen için harcarsın!”
O sahabi der ki:
-“Hayır! Peygamberin attığını vallahi almam.” (RiyazüsSalihın:189)
355
Burada Hz. Peygambere uymanın güzel bir örneğini görüyoruz.
Hz. Ali (ra) şöyle der:
-“Bir gün Peygamberimiz bir elinde altın diğer elinde ipek
olduğu halde geldi ve:
“Bu iki şey ümmetimin erkeklerine haramdır.” Dedi. (İ. Canan, Hadis:17/1084)
Altın, erkeğin fıtratına aykırıdır. Altın erkeğin kadınsı hisler
taşımasına neden olur.
Allah dostu büyüklerimiz altın yüzük takmamış, altın eşya
kullanmamıştır. Hatta altın yüzüğü nişanda bile takmamışlardır.
Bir nişan merasiminde Sami Efendi Hazretleri erkeğe altın
yüzüğü takmamış ve:
-Evlat, biz altın yüzüğü hanımlara bıraktık” demiştir.
Altın yüzüklü biri Peygamber (as) a ziyarete gelir. Peygamberimiz ona iltifat etmez, onunla ilgilenmez ve ona:
-“Elinde ateşten bir kor olduğu halde bana mı geldin?” der.
(Nesei:8/170)
Prof. Dr. Hamdi Döndüren Hoca Efendi, “İslam İlmihali”
adlı eserinde şöyle der:
-“İpekli elbise ve altın yüzükle bir erkeğin kıldığı namaz her
ne kadar sahih ise de, yasak olan bir şeyi üzerinde bulundurduğu
için günah işlemiş olur. Sebebi de Peygambere uymadığı için. Eğer
başka elbise varsa, o namazı iade etmesi gerekir.”
e)Haram İnsan’a Neler Kaybettirir:
Hz. Ömer (ra) derki:
-“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız.
Konuşunca, doğru söylüyor mu? Emanete riayet ediyor mu? Dünya
işlerinde haram helal hassasiyeti gösteriyor mu? İşte bunlara bakın.”
İnsanın dilinin, kalbinin ve hayatının temiz olması, helal
lokma yemesine bağlıdır. Helal lokma midede havuzdaki temiz su
gibidir. O havuzdan etrafa da temiz su gider.
Ahi Baba’nın ustalığa yükselen gence nasihati şöyledir:
“Ey oğul! Harama bakma, haram yeme, haram içme! Doğru, sabırlı, dayanıklı ol! Yalan söyleme! Büyüklerinden önce söze
başlama! Kimseyi kandırma! Kanaatkâr ol! Dünya malına tamah
etme! Yanlış ölçme, eksik tartma! Kuvvetli ve üstün durumda iken
affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil! Kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”
356
Helal her lokma, insanın midesini, düşüncesini temizler.
İmana güç verir vesvesesiz, zevkle ibadet etmeyi sağlar.
Haram lokma zehir gibidir. İnsanda olumsuz etkiler yapar.
İbadetten, itaatten zevk aldırmaz. Gaflet ve isyanı arttırır. Dua ve
ibadetin kabul olmamasına neden olur. Haram insanın mayasını
bozar. Haram yiyenin harami evladı olur. Ölümü kolay ve güzel
olmaz. Onu cehennem melekleri teslim alır.
Dünyada da ahirette de mutlu ve huzurlu olabilmek için günahın küçüklüğüne bakmamak, bu da günah mı olur? Dememek,
menfaatine uymasa da korunmak esastır.
Buhari de geçen bir Hadiste Allah Rasülü şöyle buyurmuştur:
-“Mümin günahını, altında oturduğu sanki her an üzerinde
düşme tehlikesi olan bir kaya gibi görür, devamlı korku içinde yaşar. Kâfir ve münafık ise günahını burnuna konan sinek gibi görür.”
Haram, insanı mutsuz eder. İyilik yapmasına engeldir. Sevaplı iş işleyemez. Yardım edemez.
Rabbim helalinden yedirsin içirsin. Haramdan korusun. Ne
aldatan etsin, nede aldanan. Şüpheli şeylerden kaçınanlardan etsin.
Kur’an’da ve sünnette haram olduğu bildirilen şeyleri helalleştirenlerden etmesin. Bilmeden bize bulaşan haramlar içinde bizi affetsin.
357
358
FAİZ YASAĞI
(DAR’UL HARP-DAR’UL İSLAM)
Faiz, Kur’an da ve sünnette kesin olarak yasaklanmıştır. Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
-“Faiz yiyen kimseler, şeytan çarpmış insanın kabirden kalkışı gibi kalkar. Bu, “alışveriş faiz gibidir” demeleri yüzündendir.
Hâlbuki alışveriş helal, faiz haramdır. Kim riba helal derse, işte
onlar cehennemliktir. Orada ebediyen kalacaklardır.” ( Bakara: 275
)
-“ Allah, faiz yolu ile geleni mahveder. Sadakaları artırır.
Allah haram yiyenle, günahkârı sevmez.” (Bakara:276)
-“Ey müminler Allah’tan korkun. Eğer gerçek Müslümansınız faizi bırakın.” ( Bakara:278 )
-“Eğer faizi terk etmezseniz, bilin ki Allah’a ve Peygamberine karşı harp ilan etmiş olursunuz. Eğer faiz alıp vermekte vazgeçerseniz, ana paranız sizindir. Böylece ne zulmetmiş, ne de zulme
uğramış olursunuz.” ( Bakara:279 )
-“Ey iman ederler! Faizi kat kat yemeyin. Allah’tan korkun
ki, ahiret azabından kurtulasınız.” ( Al-i İmran:130 )
-“İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Allah rızası için verdiğiniz sadaka ve zekât,
malı kat kat arttırır.”( Rum:39 )
a)Sünnette faiz şöyle geçiyor:
1)Allah, faiz yiyenlerle, kıyamet gününde konuşmaz.
2)Faiz 73 türlüdür. En hafifi, kişinin annesini nikâhlaması gibidir. ( Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ans:5/496 )
3)Allah faiz yiyene, yedirene senedi yazana lanet etsin. ( Ramuz el Ehadis:347/11 )
4)Yedi helak edici şey vardır. Şirk koşmak, büyü, cinayet, yetim malı yemek, görevden kaçmak, iffetli kadına iftira ve faiz yemek. ( Buhari, Vesaye:23 )
5)Faizle malını arttırmaya çalışan hiç kimse yoktur ki, işinin
sonu malının azalmasına sebep olmasın. ( J. Canan, Hadis
Ans:17/265 )
6)Veda hutbesinde Peygamberimiz: “Faizin her çeşidi, ayağım altındadır. Demiştir. Bu bize son mesajlardan biridir.
359
7)Bir toplumda zina ve faiz görülmeye başladı mı, o toplum
Allah’ın gazabına hak etmiştir. Buyrulmuştur.
Faiz, hiçbir şekilde helal olmaz. Helal tarafı ve helal olduğu
yer yoktur. Helal olan miktarı da yoktur. Ancak enflasyon oranında
borçlanma ve alışveriş caizdir.
b)Haram hükmü değiştirilerek helalleştirile bilir mi?
Hakkında nas ( ayet, hadis ) bulunan konularda içtihat caiz
olmaz. Fetva verilerek, haram helal sayılamaz. Yorum yapılarak,
İslam’ın hükmü değiştirilemez. İslam’ın hükmü, kıyamete kadar
bakidir. Sonra hiçbir mezhep imamı, faizin helal olabileceğini kabul etmemiştir.
Allah soruyor: “Yoksa Allah’ın dininde izin vermediği bir
şeyi meşru kılacak ortakları mı var? ( Şura:21 )
Hıristiyanlık da ve Yahudilikte reformcular, rönesansçılar
çıktılar. Peygamberlerinin getirdiklerini değiştirdiler ve dinlerini
bozdular. İslam, kıyamet dinidir. Hiçbir şeyi değiştirilememiş ve
değiştirilemeyecektir.
Yahudiler, faizle ilgili hükmü değiştirdikleri için Kur’an da
lanetlenmişlerdir. “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen fasıktır,
münafıktır, kâfirdir” der. Kur’an.
Allah’ın dini değişmez. Allah’ın dinine uymayanın dini değişir. Bakara suresindeki faiz ayetlerini okuyacaksın ama uymayacaksın. Bu nasıl Müslümanlık?
Allah’ın hükmü zamana, günün şartlarına, mekâna göre değişmez. İslam çağlar üstü bir dindir.
Bana göre, sana göre, cemaate göre din olmaz. Bir şey Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine uymuyorsa, o şey Din dışıdır.
Bazıları devlet bankası diyor. Devlet, içki fabrikası kuruyor,
içki üretiyor diye içkiyi helal mi sayacağız? Milli piyango çekilişi
yaptırıyor diye kumarı helal mi sayacağız?
Paranın kaybı, Müslümanın zararı denilerek faizin helal sayılan bir kısmı olamaz. Bir şeyin dinde adını değiştirmekle, hükmü
değişmez. Cenab-ı Allah: “Hakkı batıla karıştırmayın” diyor. ( Bakara:42 )
Müslüman, haram yemek için bahane aramaz. Enflasyon
oranında faiz yemeye kalkışmaz. Hz. Peygamber ( as): “Ümmetim
için en büyük fitne; zamanla uyup, helali haram, haramı helal saymalarıdır.” Buyurmuştur.
Ne yazık ki, kesin haram olduğu bildirilen faiz, çeşit çeşit
adlarla yeniler ve tartışılır hale gelmiştir. İslam’da enflasyon sıfır
kabul edilir. Enflasyonu doğuran faizdir.
360
Faizin enflasyonun üstünde tadı başka, altında tadı başka
değildir. Bankaya alternatifler var. Yatırım var. Ticaret var. Paranın
ticareti tefeciliktir. Faizciliktir.
c)Faiz Helal Sayılabilir mi?
Peygamber ( sav ): “Öyle bir zaman gelecek ki, faize bulaşmayan kalmayacak. Öyle ki, doğrudan yemeyene tozu bulaşacak.”
( Ramuz el-Ehadis:141/4 ) buyurmuştur.
-Bu durumda demek ki, kaçınılsa bile tozu bulaşacakmış deyip kaçınmamak doğru değildir.
-“Bu zamanda bu şartlarda oluyor işte” demek kurtarmaz.
-“Faiz yasağına aklım ermiyor” demek isyan olur. Akıl yeterli olsaydı, Peygamber gelmez, Kitap gelmezdi.
-“Az bir şeyden ne olur” denemez. Çoğu haram olanın, azıda
haramdır.
-“Enflasyon oranında helaldir” denemez. Kılıf uydurarak, bazı şeylere sığınarak haram, helale dönüştürülemez.
-Kedi, eniğini yiyeceği zaman toza toprağa beler de yermiş.
Günaha girmek, haram yemek için kılıf aranmaz. Fetva istenmez.
-“Başka gelirim yok bankadan aldığım faizle geçiniyorum”
diyenler oluyor. Bu durumda, iyilikler gider, yapılan ameller boşa
gider.
-Peygamber ( as ): “Bir lokma haram yiyenin 40 gün namazı
ve duası kabul olmaz” buyurur.
-“Kim bir dirhem faiz yerse 33 defa zina etmiş gibi olur.” (
Ramuz el-Ehadis:408 / 11) diye geçirmiyor.
Selahattin Yıldız hocama yaşlı amca Yeni Caminin merdivenlerinde:
-15 bin lira param var. Bankaya yatırıp onunla geçinebilir
miyim? Dedi. Selahattin Bey:
-Sen hele o parayı ye bakalım. Faize bulaşma dedi. Adam,
dinlemedi. Üç gün sonra salası verildi. Ne oldu şimdi?
Adam araba alacak kredi çekebilir miyim? Diye sordu. Faize
bulaşma, sabret helalinden iste dedim. Bir hafta sonra: Allah razı
olsun faize bulaşmadan Allah araba almak nasip etti dedi.
Niyet çok önemli. Niyet hayır, akıbet hayır.
-Bazıları: “Ben bankaya paramı muhafaza için yatırıyorum
faizini almıyorum” diyor. Bunlar iki günahı birden işliyor. Banka
parayı satıyor bir de alınmayan faizle daha da güçleniyor, onu da
faizle kullanıyor.
Merhum Elmalı Hak Dini Kur’an Dili ( cilt:2/ 955 ) eserinde:
361
-“Herhangi bir toplumda faizsiz yaşanamayacağı hissi çoğalmaya ve faizin meşruluğuna çare aranmaya başlandı mı orada
alçalma ve cahiliye devrine dönüş başlamıştır”der.
Büyüklerimiz, bankanın oturağına oturmazdı. Banka binasının gölgesinde durmazdı. Bankanın önünden hızlıca geçerlerdi.
Şimdi ömürler banka kuyruğunda geçiyor. O banka, bu banka koşturuluyor.
d)Faiz alıp vermenin faiz yemenin ne gibi etkisi olur?
Müslüman, haram olan bir şey de rızık aramamalıdır. İnsanın
kursağında haram olursa, o göğüs imanı taşıyamaz. İbadet edemez,
etse de kabul olmaz. Organlar isyan eder, insanın kalbini karartır.
Haram insanın hayatına yansır, düşüncesine yansır, işine, eşine, aşına yansır. Evlatlarına, torunlarına yansır. Son nefesinde
imanlı gidip gitmemesine yansır. Peygamber ( as ): “İnsan yediğinden ibarettir” der.
Faiz yiyenin yedirenin malı telef olur. Hayırlı yerlere gitmez.
Evladı hayır etmez. Haram yiyenin harami evladı olur” denmiştir.
Zunnuni Mısri şöyle der:
-“Haramla kalbi kararan kişi de dört alamet bulunur:
-İbadetin tadını duyamaz.
-Allah korkusu hatırına gelmez.
-Gördüklerinden ibret almaz.
-Okuduklarını anlayamaz, kavrayamaz.”
Hz. Ömer ( ra ): “Namaz kılmaktan çivi gibi olsanız. Oruç
tutmaktan yay gibi olsanız, midenizde haram lokma varsa, umduğunuza nail olamazsınız” der.
Sad bin Ebi Vakkas:
-“Ya Rasulullah, bana dua et duam kabul olsun” der.
Allah Rasülü ona:
-“Helalinden ye, duan kabul olur” buyurur.
Haramın, günahın insan üzerinde olumsuz etkileri olur. Mesela Nur suresindeki tesettür ayetlerini okuyup da örtünmeyene
Bakara suresinde ki faiz ayetlerini okuyup da faiz yiyene Kur’an
fayda vermiş midir? Dünyada fayda vermediyse ahirete nasıl fayda
verecektir?
Allah: “Temiz olan şeylerden yiyin, güzel işler yapın…” (
Müminun:51 ) Yenilen içilen temiz olmazsa, işler güzel olmaz.
Faiz yiyen, yediren lanetli insan olur. (Ramuz el-Ehadis:4/6
)+ (459 / 2 )
Bir dinleyicim: “Bir komşum faize bulaşmıyordu. Huzurlu
bir aile yaşantısı vardı. Geceleri teheccüde kalkıyorlardı. Faize bu-
362
laştılar huzurları kaçtı. Gece namaza kalkamaz oldular. Çocukları
hafızlığa çalışıyordu, bıraktılar dedi.
Faizin cezası ağırdır. Faiz yiyen kabirden şeytan çarpmış gibi
kalkar. ( Bakara:275 ) Faizin bereketi olmaz. ( Bakara:276 ) Faiz
yiyenler lanetlidir. ( Ramuz el-Ehadis:347 / 11 )
Sabit bin Abdurrahman der ki:
-“Bir ülke halkı arasında şu dört şey yayılırsa, o ülke felakete
uğrar. Eksik ölçmek, eksik tartmak, açıktan zina yapılması ve faizin
yenmesi”
Peygamberimiz Miraçta “faiz yiyenlerin şiş karınlarının üzerinde Firavunun adamları tepiniyordu” demiştir.
e)Faizden ikram alınır mı? Yenir mi?
Faiz, haram bunda şüphe yok. Allah’ın kesin emri. Faiz yiyen, faizle işi yapan kimse, dostumuz olmamalıdır. Olursa, bizi de
kendine benzetir veya biz ona alışır gideriz.
Faizin sadece yenmesi değil, her türlü faydalanılmaması esastır. Faiz ikramını kim olursa olsun, kırmamak esas değil, Allah’ın
yasağının çiğnenmemesi esastır. Hz.Ebubekir (ra), haram ikramı
bilmeden yemiş, öğrenince kusmuştur.
Bir büyüğümüz “faiz parası ancak tuvalet inşaatında kullanılırsa, yerini bulmuş olur” demiştir. Bugün uygun olan davetlere
gitmek sünnettir. Eğer bir şey yapmak, günah kazandıracaksa, o
şeyi yapmamak lazımdır.
Ufak tefek hataları olan bir kimsenin ikramı sosyal ilişkiler
açısından alınabilir. Meşru iş yapmayan, bile bile faiz yiyen birisinin ikramı alınmaz, yenmez.
Kişinin kazancının haramlığı açık değilse, haramları inkârda
etmiyorsa, ikramı yenir. Çünkü şüphe ile haram kesinleşmez. İstemeyerek faize bulaşan kimsenin ikramı yenir. “İnşallah bana helal
kısmı gelmiştir. Ya Rabbi! Bu kuluna helal kazanç nasip et” diye
dua edilir.
Günahtan kaçınmayan, işlediği günahtan pişman olmayan,
günah işlemekte sakınca görmeyenin davetine gidilmez, ikramı
yenmez. Cenab-ı Allah: “Temiz ve helal şeylerden yiyin” diyor. (
Bakara:168 )
Unutmamamız gerekir ki, şüpheli şeylerden kaçınırsak haramdan korumuş oluruz. Midemize olur olmaz şeylerle doldurursak, o vücut, cennete layık değildir.
Haramdan olan bize verildiyse, o şeyi telef etme yerine bir ihtiyaç sahibine verilir, faydalandırılırsa, daha uygun olur. Bu ona
haram olmaz.
363
Eğer bir konuda bilgi noksanlığı varsa lehte kullanılır. Şüphe
ile amel edilmez. Bazı konularda fitneye sebep olunacaksa susulur.
f)Daru’l-Harp-Daru’l-İslam Ne demek?
Daru’l İslam: Ahalisi kendi isteği ile Müslüman olmuş veya
Müslümanların hâkimiyetine girmiş yer demektir.
Daru’l Harp: Müslüman olmamış, İslam hâkimiyetine girmemiş yerdir.
İmam-ı Azam’a göre; Daru’l İslam, Daru’l Harbe üç şartla
dönüşür:
1-Daru’l Harple bitişik olursa.
2-İslam’ın emirlerinin hiçbir şekilde uygulanamaması halinde.
3-Halkın emniyet ve güveninin kalmaması halinde.
İmam –ı Şafi’ye göre; Daru’l İslam, bir daha Daru’l Harbe
dönüşmez.
Hanefi mezhebine göre; İslam’ın emirleri tatbik edilemeyince
can, mal emniyeti kalmayınca Daru’l İslam, Daru’l Harbe dönüşür.
Daru’l Harp bahane edilerek haram yenemez, günah işlenemez. Cuma terk edilemez. Bayram namazı terk edilemez. Cuma ve
bayram namazları için şartlar oluştuysa, her zaman her yerde kılınır.
Cenab-ı Allah’ın yasakları, haramları her zaman her yerde bir
Müslüman için geçerlidir. Müslüman kalabilmek için kâfir işi, münafık işi işlenmelidir. Müslüman her zaman her yerde İslam’ı temsil eder, iyi örnek olur, her yasaktan kaçınır.
Müslüman, günah işlerim, harama düşerim, küfre girerim endişesi içinde olmazsa, imanını koruyamaz.
Halil Günenç hoca efendiye göre: Daru’l Harpte bile olsa, bir
Müslüman İslam’ın emrini çiğnerse, günah işlemiş olur. Çünkü
haram her yerde haramdır. İslam hukukunda böyle geçer. ( G.M.
Fetvalar: 2 / 223 )
İmam-ı Yusuf şöyle der:
-“Müslüman nerede olursa olsun İslam’i hükümlere bağlıdır.”
Halil Günenç’e göre: “ Ne olursa olsun gayrimüslimin malı,
ancak harp halinde ganimet sayılır. Bir yer küfür diyarı da olsa orada hırsızlık yapmak, faiz yemek caiz olmaz.
“Müslüman, inancına zarar verecek davranışlardan kaçınmalıdır.” ( G.M. Fetvalar: 2 / 223 )
g)Türkiye Daru’l Harp Midir Daru’l İslam Mıdır?
Türk Milleti asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yapmış, haçlı
saldırılarına ve fitne hareketlerine karşı İslam’ı savunmuş, İslam’ı
364
yaymış, onun uğruna şehit düşmüştür. Bugün de İslam’ı en iyi temsil eden millet Türk Milletidir. Bu durumda Türkiye İslam ülkesi
midir? Kâfir ülkesi midir? Türk milleti Müslüman mıdır? Kâfir
midir? Tartışması yapılabilir mi? Türk Milleti Müslüman değilse
hangi millet Müslümandır.
Bugün her bir yerinde beş vakit ezan okunan bir vatanda yaşıyoruz. Bu vatan bizim, bu devlet bizim. Bu ülkede Cuma namazı
kılınmazsa nerede kılınacaktır?
Müslüman her zaman, her yerde müslümandır. O, İslam’ı
temsil eder. İslam Dininin emirleri de evrenseldir. Bölgeye göre,
insana göre, ülkeye göre, millete göre emir olmaz.
İslam ülkesinde Müslüman içki içmeyecek, zina etmeyecek,
kumar oynamayacak, faiz yemeyecek, domuz eti yemeyecek de
Müslüman olmayan bir ülkede bunların hepsini ben Müslüman’ım
ama Allah’ın bu yasakları burada bana serbesttir, diyecek, göğsünü
gere gere yapacak öyle mi?
Bugün Almanya da, Fransa da işçimiz inancını yaşayamayacak öyle mi? Neden yaşamasın? Bir engel mi var? Cennete nasıl
girecek, ne ile girecek? Mezhebimize göre anlaşma yapılan ülkeler
Daru’l Harp değildir. Şu anda Daru’l Harp olan bir ülkede yoktur.
“Türkiye Daru’l Harp değil, Daru’l İslam’dır. Daru’l Harpte
de faiz haramdır.” ( Prof. Dr. M.E. Coşan Güncel Meseleler 1 / 318
)
Bir Müslümanın gayrimüslimlere uyması, onlara benzemesi,
onlar gibi yaşaması, onların yaptığını yapması, inancına zarar verir.
Çünkü uymak ve benzeşme küfre götüren hallerdir. Hiçbir yerde
hiçbir zaman Cenab-ı Allah’ın yasakları ve haramları, Müslüman’a
helal olmaz.
Soruyorum:
-Müslüman mıyız?
-Elhamdülillah.
-Ne zaman, nerede Müslümanız?
-Her zaman, her yerde inşallah.
Kimse kendini aldatmasın. Kendisi faiz yiyen kimse de başkalarına yedirmek için çalışmasın. Bazıları, kendini haklı gösterebilmek için haramı müdafa ediyor, küfre giriyor. Başkalarını etkiliyor, onlarında günahını, omuzlarına alıyor.
Müslümanın İslam’ı tebliğ ve iyiliği emretmek kötülükten
sakındırmak görevi vardır.
365
h)Müslüman Ne Yapmalı?
Bir yerde Daru’l Harp de olsa, orada Müslüman imanını korumaya Müslümanlığını korunmaya çalışmalıdır. Değilse, Müslüman olma özelliğini kaybeder gider.
Diyeli ki, bir yer İslam ülkesi değil, orada kâfirin hükmü geçiyor. O zaman orada Müslüman İslam’ı bırakarak, boyun eğip
teslim mi olacak? Ya cihat edecek ya da hicret edecek.
-İslam’ı yaşamayı terk mi edecek? Bir kâfir gibi mi yaşayacak? Kâfir işimi işleyecek?
-Cihadı terk mi edecek?
Eğer cihat edemiyorsa, o zaman hicret edecek, orayı terk edecek. Cihat yok, hicret yok. Çünkü; orası daha rahat. Orada kazancı
iyi. O zaman bu nasıl Müslümanlık? Nasıl samimiyet?
Yabancı bankalar daha karlı. Bu doğru değil. Paranın tasarrufu onlara veriliyor. Onlar güçlendirilmiş oluyor. O parada İslam
düşmanlığında veya misyonerlik de kullanılıyor.
İmam-ı Şafi’ye, İmam-ı Yusuf’a göre yabancı bankalara para
yatırılıp, faizi de alınamaz çünkü faiz Müslüman’a dört delile göre
haramdır. Faizli her iş de haramdır.
Faiz için bahane uydurup yiyen ve yediren kendini aldatır. Şu
anda yeryüzünde faizin helal olduğu bir ülke yoktur. Çünkü mezheplere göre yeryüzünde Daru’l Harp sayılabilecek bir ülke yoktur.
Dünyanın neresinde olursa olsun, Müslüman vardır, cami vardır,
ezan okunur ve inancını yaşamak isteyen kimse, inancına göre hareket etme özgürlüğüne sahiptir. İsteyen de istediği ülkeye göç etme durumundadır.
Peygamber ( as ), bütün şartlar aleyhinde olduğu zamanlarda
bile inancından taviz vermemiştir. İslam’ı yaşamanın zorlaştığı
zamanda hicret etmiştir. Müslümanlar da her şeylerinden vazgeçerek hicret etmişlerdir.
Peygamberimiz ( sav ), yeni Müslüman olanlardan biad alırken: “ Elimden geldiği kadar İslam’ı yaşayacağıma” diye söz almıştır. Bunun için Müslümanlar da dinleri konusunda eziyet çekmişler, hatta öldürülmüşler gene de taviz vermemişlerdir.
Dünya menfaatleri uğruna taviz verenlerin imanlarını gözden
geçirmeleri gerekir. Çünkü Kur’an başka, hayat başka ise buna
gerek vardır.
Peygamber ( as ): “ Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl
ölürseniz öyle haşrolursunuz.” Buyurur.
Müslümanın hedefi imanı korumak, Müslümanca yaşamak ve
Müslüman olarak ölmek olmadıkça kurtulamaz.
Rabbim, bizi Müslüman olarak yarattın, Müslüman olarak
yaşat ve Müslüman olarak canımızı al. Âmin.
366
IRK AYRIMINI İSLAM REDDEDER
Irk, soy, millet, sosyal bir gerçektir. Biyolojik bir özelliktir.
Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
-“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca
tanıyasınız. Şüphesiz Allah yanında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır.” ( Hucürat:13 )
-“Ey Âdem oğulları! Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem ise topraktandır” buyurarak bütün insanların Âdem’den ve Havva’dan
geldiğini Âdem ise topraktan yaratıldığı bize bildirmiştir.
Millet, aynı dili konuşan, ortak milli kültürüne bağlı, aralarında milli ve manevi bağlar bulunan, aynı topraklar üzerinde yaşayan ve kader birliği yapmış topluluğun adıdır.
Milliyetçilik nedir? Aynı topraklar üzerinde yaşayanların birbirinden farklı olan ideolojisine milliyetçilik denir. Milliyetçilik,
ayrı ırklardan oluşan insanlar arasında bir ideolojik birlik sağlar.
Irkçılık ve milliyetçilik ayrı şeylerdir. Irkçılık, insanların birbirinden üstün oldukları inanç temeline dayanır. Bu da bir çok ihtilaf nedeni olur. Birliğe, beraberliğe ve kardeşliğe manidir.
Bir de kardeşliğe mani olan inancımızda büyük günahlardan
biri de cinayettir. Kan davası gütmektir. Hâlbuki suç kişiseldir.
Kimse başkasının işlediği suç yüzünden cezalandırılamaz. Bir kimse başkasının günahını yüklenemez. ( En’am:164 )
Cinayet, şirkten sonra en büyük günahtır. Cinayet işleyeni de
devlet cezalandırır. Kan davası cahiliye adetlerindendir. İslam bütün cahiliye adetlerini yasaklamıştır.
Müslüman, Türk milliyetçiliği bugüne kadar ırkçı müsamaha
ve kardeşlik anlayışı, din, dil, ırk, renk ayrımı gözetmemiştir. Hep
“yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” anlayışını taşımıştır.
İslam, vatan, millet devlet kavramlarını red etmez. Nesebi
inkâr etmez. Nesebin korunması için her tedbiri almıştır. Vatanı,
milli manevi değerleri uğrunda öleni şehitlik mertebesi verir.
Cenab-ı Allah dileseydi, insanları tekbir ümmet olarak yaratırdı. Tek millet yaratırdı. Öyle yaratmamış, ayrı ayrı özelliklere
sahip topluluklar olarak yaratmıştır.
367
İslam’ın karşı olduğum milliyetçilik değil, ırkçılıktır. Peygamberi ( as ) milletlerin adlarından bahsetmiştir. Hz. Bilal’e ( Bilal-i Habeşi yani Habeşli Bilal ) Hz. Selman’a da ( Selman-ı Farisi )
demiştir. Veda hutbesinde: “Arap olanın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur.” Diyerek Arap olan ve olmayan milletleri zikretmiştir.
a)Irkçılık Ayrımcılıktır:
-Irkçılık üstünlük iddiasına dayanır. Birliğe, kardeşliğe engeldir. Bir ırk üstünlük iddiasında bulununca karşı tarafta ona kendi
üstünlüğünü savunacaktır.
Bu durumda tartışmalar olur, kırılma ve kırmalar olur. Irkçılık damarları kabarır. Ayrılıklar ve düşmanlıklar başlar. Tarihte
ırkçılık yüzünden cinayetler işlenmiş savaşlar çıkmıştır. İnsanlar
ölmüş, zulüm görmüş ve sürgün edilmiştir.
Mesela; Alman ırkının üstünlüğü iddiasıyla Hitler, Almanyaya ve diğer ülkelere felaket getirmiştir.
Irkçılık kazanç değildir. Hiçbir ırkın kendi çabası, kendi yeteneği ile elde ettiği bir farklılık, bir üstünlük yoktur. Arabın Arap
olması, beyazın beyazlığı kendi isteği ile olmamıştır.
Diyelim ki, bir insan, soyu sopu ile övünürken bu övünmeyi
ana tarafından mı, baba tarafından mı sürdürecektir.
Hangi taraftan sürdürürse sürdürsün biraz ilerde soy sop birbirine karışacaktır. Daha da ilerde Âdem ( as ) a dayanacaktır.
İslam insanın ailesini soyunu, sopunu, milletini sevmesine
mani değildir. İnsan yakınlarını hısım akrabasını elbette sevecektir.
Onlara karşı görevlerini yapacaktır. Peygamber ( as ) “ İnsanın
kavmini sevmesi, ırkçılık değildir” demiştir.
Yasak olan, ırkını üstün görmek eşitsizlik, adaletsizlik yaparak başkalarına kötülük yapmak, zulmetmektir.
Ebul Fasile ( ra ) Peygamber ( as )a:
-Kişinin soyunu ırkını sevmesi ırkçılıktan mıdır Ya Rasulallah? Demiş:
-Hayır, ancak kişinin soyuna ırkına zulüm üzerinde yardım
etmesi ırkçılıktır. Cevabını almıştır. ( İbn-i Mace:3449 )
Kendi ırkı ile övünenler için Peygamber Efendimiz:
“Hepiniz Âdem’in neslindensiniz. Âdem ise topraktandır. Bir
kısım insan cehennem kömürü olan kimselerle iftihar ederler, övünürler. İşte bunlar, ya bu övünmeden vazgeçerler, ya da Allah nezdinde pisliği burunlarıyla yuvarlayan mayıs böceklerinden daha
değersiz olurlar.” Der. ( Hadis Ans:4 / 259 )
368
İmam-ı Şafi Hz.lerine göre ırkçılık yapan büyük günah işlemiş olduğundan şahitliği kabul olmaz demiştir.
İslam ırkçılığı reddettiği için, kölelikten efendiliğe, valiliğe,
komutanlığa yükselenler olmuş, Ensar muhacirler, inanmayan kimselerin kabul edemeyeceği fedakârlık örnekleri vermişlerdir.
Osmanlı, 6 asır kıtalara hükmetmiş, çeşitli ırklarla insanca,
kardeşçe yaşamıştır.
İran asıllı Sahabi olan Ebu Ukbe ( ra ) şöyle anlatır:
Uhud harbinde Allah’ın Rasülü ile beraber savaştım. Savaş
sırasında bir putpereste kılıcımı salladım, sallarken:
-Ben İranlı bir yiğidim, “ al bakalım ” deyip kükredim. Beni
duyan Peygamber şöyle dedi:
-Niçin böyle söyledin. “ Ben müslüman bir gencim demeliydin”
c)Irkçılık Fitne Sebebidir:
Irkçılık toplumu böler, ümmet şuurunu öldürür ve anarşiye
neden olan fitneler çıkarır. Bugüne kadar düşman, ırkçılık silahı ile
başta bizi ve Müslümanları bölmek istemiştir.
Irkçılık uzlaşma değil, anlaşma, birleşme değil ayrılık sebebidir. Irkçılık üstünlük inancına dayandığından farklı sevmeyi,
farklı davranmayı gerektirir. Bu da vicdanın, İslam’ın kabul etmeyeceği bir adaletsizliktir. Maide suresinin 8. ayetinde Rabbimiz: “
Bir millete olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin.” Buyurur.
İnsanı renklere, ırklara ayıran Cenab-ı Allah’tır. Rengi, ırkı
konusunda insanın rolü, tercihi, gayreti ve çalışması olmamıştır. Bu
sebeple ırkçılık övünç vesilesi yapılamaz. Yapılmamalıdır. Çünkü
insanlar bir asıldandır Ademle Havva dan türeyip üremişlerdir.
Irkçılık, kardeşliğe engeldir. Kardeşleri ayıran, inanç ve ideolojik birliği bozan bir fitnedir. Ayrılığı tahrik eden bir husustur.
Bugün İslam kardeşliğini bozan ve İslam dünyasını parçalayan,
kardeş kanının akmasına neden olan en büyük fitne ırkçılıktır.
Asırlarca ayrı ırk ayrı din, ayrı dilden olanların din kardeşi
olarak bu topraklarda yaşamış, Çanakkale de, milli mücadelede
omuz omuza varlığımız savunulmuştur.
İnsanlar arasında barışı kardeşliği ırkçı düşünce ile sağlamak
mümkün değildir. Bugün ülkemizde Laz, Kürt, Türk, Çerkez kimliğinin tanınması, ırkçılığın ön plana alınması ülkeyi bölecektir.
Osmanlı, ırkçılık taassubu, ırkçılık fitnesi ile bölünmüş, parçalanmış, küçültülmüş ve yıkılmıştır. Osmanlının son zamanlarında
369
içte ittihatçılar “ Osmanlının efendisi, Türkler olacaktır” diye ortaya çıkmış, Osmanlı parçalanmıştır. Dışarıdan da Hıristiyan alemi
ırkçılık illeti ile Osmanlıyı bölmüştür.
Irkçılık bölücülüktür, ırkçılık batı illetidir. Batı bununla asırlarca kardeşçe yaşamış insanımızı birbirine düşürmüştür, İslam
âlemini birbirine düşürmüşlerdir. Irkçılık yüzünden Osmanlıdan
ayrılıp arkadan vuran İslam ülkeleri olmuştur.
Osmanlının güçlü olduğu dönemlerde kimse hor görülmemiş,
dışlanmamış herkes kardeş olarak yaşanmıştır. Osmanlının son
zamanlarında tanzimatla beraber bu kardeşliği bozmak için, sinsice
Türkçülük akımları başlamıştır. İç ve dış destekli bölme ve parçalama işine girişilmiş, üstün ırk iddiasıyla üvey kardeşler küçümsenmiş, horlanmıştır. “ Ne mutlu Türküm diyene” ve “ Bir Türk
dünyaya bedeldir” denmiş, kader birliği yaptığımız insanlar dışlanmıştır.
Batı kendi dışındaki mevcut ve muhtemel güçleri zarara uğratmak, hatta yok etmek için ırkçılık fitnesine başvurmuştur. Asya
da Ortadoğu da ırki özellikler canlı tutulmaktadır. Hâlbuki Amerika
da sayısız din ve ırktan oluşan Amerika birleşik devletlerinde ırklar, dinler, diller hiçbiri sorun teşkil etmezken, İslam ülkelerinde
ırkçılık tahrik edilerek tırmandırılmaktadır. Azınlıklar kışkırtılmaktadır. Devlet kurmaları istenmektedir. Çünkü çok devlet, çok ihtilaf
demektir. Çok ihtilaf ise batının ezeli fitnesidir. Batının bu oyunu
bozulmalıdır.
Avrupa da başka azınlıkların kimliklerini korumalarına ve geliştirmelerine asla müsamaha ve müsaade etmezken, başka yerlerdeki azınlıkların dilleri, kültürleri ve ırklarıyla yakından ilgilenilmektedir.
d) Irkçılık İslam Kardeşliğine Engeldir:
Cenab-ı Allah Kur’an’da: “Müslümanlar kardeştir” buyurur.
Her ırkta, her renkte insanı Allah yaratmıştır. Herkes Allah’ın kuludur.
Mimar Sinan çıraklarına:
-“Gidin işe yaramaz bir taş getirin” der. Çırakların her biri
yamuk, çürük taş getirir. İçlerinden biri eli boş gelir. Ona:
-Niye eli boş geldin, hiç taş bulamadın mı? Der. Çırak:
-Taş çok ama işe yaramayan bir taş bulamadım. Hepsinin yapıda bir yeri var der.
370
Müslümanlar da böyledir. Kale duvarlarını oluşturan taşlar
gibidir. Taşlardan biri “ Ben çekiliyorum” dese duvar ayakta duramaz.
Ashab-ı Kiram ırkçılık yapan ırkı övenleri münafık ilan etmişlerdir. Bu konuda Allah Rasulünün ciddi ikazları olmuştur.
Bir gün Evs ve Hazrec arasında samimi havayı hazmedemeyen Kays bin Mutata isimli birisi şunları söylemişti:
“Haydi, Evs ve Hazrecliler Rasülüllaha hizmet ettiler diyelim. Ama şu Habeşistanlı Bilal, şu Rum diyarında Suheyb, şu Farslı
Selman’a ne diyeceğiz? Bunlar da kim oluyor?”
Bu sözleriyle Kays tamamen ırkçılığa girmiş, Arap olmayan
Müslümanları küçümsemeye kalkmıştı. Hemen yerinden fırlayan
Muaz bin Cebel adamı aldığı gibi Rasülüllaha götürdü ve “ Ya Rasülüllah, bu münafık için ne buyurursunuz? “Şu Araptır, şu Arap
değildir” diye müslümanlar arasında ayrılık sokuyor, ırkçılık yapıyor, Arabı diğer milletlerden üstün tutmak istiyor dedi. Öfkelenen
Allah Rasülü minbere çıkıp şu konuşmayı yaptı:
“ Ey insanlar! Rabbiniz yalnız bir Rabdir. Babanız yalnız bir
babadır. Dininiz yalnız bir dindir. Araplık ve ananızda, ne babanızdadır. O sadece din farkından ibarettir” buyurdu.
Kendisi Arap olmasına rağmen, bu konuda son derece hassas
olan Hz. Muaz, hala eliyle adamın yakasından tutuyor, “ Ne buyurursunuz Ya Rasülellah” diyordu. Rasülellah da “ Bırak cehenneme
kadar yolu var” buyurdular.
Ebu Leheb’in Dürre adında kızı vardı. Ailesine rağmen müslüman oldu. O da diğer müslümanlar gibi Medine’ye göç etti.
Ebu Leheb’in kötülüğünü gören bazı kadınlar Tebbet suresini
okuyup, “ Sen Ebu Leheb’in kızı değil misin? Hicretin sana ne faydası var? Dediler.
Dürre ( ra ) çok üzgün olarak Allah Rasulüne durumu anlattı.
Peygamberimiz onu teselli ettikten sonra oradaki Müslümanlara
şunları söyledi:
-Bazıları beni niçin soyum ve akrabalarımdan dolayı incitiyorlar. Kimi soyumdan gelenleri incitirse, beni incitmiş olur. Beni
inciten de Allah’ı kızdırmış olur.
Ölü sebebiyle diri incitilmez. Ölenler aleyhinde konuşarak dirileri incitmeyiniz.”
e)Üstünlük Takvadadır:
371
İnancımıza göre üstünlük ölçüsü takvadadır. Peygamber
Efendimize:
-İnsanların en iyisi kimdir? Diye sorulmuş O da:
-İnsanlara en çok faydalı olandır buyurmuşlardır.
Peygamberimiz, yanında heyecanlanıp titremeye başlayan birine:
-Sakin ol. Ben Kureyşli kuru ekmek yiyen bir kadın oğluyum
diyerek onu sakinleştirmiştir.
Allah’ın Rasülü Arapların arasından seçilmiştir. Allah’ın yüce kitabı Kur’an, Arapların dili ile inmiştir. Cennet halkının dili
Arapça olarak takdir edilmiştir. Bunlar başka ırklar da yoktur. Buna
rağmen Arap üstünlük iddiasında bulunamaz. Çünkü meşhur Veda
Hutbesinde: “Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur” demiştir.
Allah Rasülü.
İslam dini ırka, renge, bölgeciliğe değil, imana, amele önem
verir. İmanı sağlam, ameli iyi olanın Allah yanında değeri vardır.
İmanı, ameli olmayanın da hiçbir değeri yoktur.
Üstünlük ölçüsü mal, mülk, makam, mevkii, soy sop olamaz.
İnanan Allah’tan korkan, Allah’ın kullarına faydalı olan her zaman
diğer insanlardan üstündür.
Hucürat suresinin 13. ayetinde: “ Allah yanında en değerliniz
Allah’tan en çok korkanınızdır” buyrulurken Peygamberimiz de: “
Allah şekillerinize bakmaz, kalplerinize, amellerinize bakar” demiştir.
İslam tarihinden bir örnek daha vermek istiyorum.
Ebuzer ile Bilal’i Habeşi arasında bir kırgınlık olmuştu. Bu
sırada Ebu Zer, Bilal’i Habeşiye:
-Siyahın oğlu demişti. Bunu Peygamber duymuş ve Ebu
Zer’e:
-Onu annesiyle mi ayıpladın. Sen öyle bir adamsın ki, sende
hala cahiliye kokusu var demiştir.
Üstünlük renkte, ırkta değildir. Şairin ifade ettiği gibi:
“İnsanın şerefi, ilim ve edepledir.
“Sanma ki şeref, mal ve nesepledir.”
Şeyh Sadi Şirazi de Gülistan da:
“Gül dikenden, İbrahim Azerden olmuştur” der.
Kıyamet gününde ırk sorulmayacak, ameller sorulacak. “
Kime mensupsun, kimin oğlusun? Denmeyecek. “Er kişi niyetine”
diye namazın kılınacak.
372
Kur’an da: “Sura üflendiğinde aralarında ki soy yakınlığı
hiçbir fayda vermez. Birbirleri ile yardımlaşamazlar. Birbirlerine
hiçbir şey soramazlar.” (Mümin:101 ) diye bildirilmiştir.
Üstünlük, asalet, faziletten gelir. Üstün ırk yoktur. Faziletli
insan faziletli toplum vardır.
Şair: “ Edep iledir, Kemali Âdem,
“ Edep iledir, nizam-ı âlem.
“ Edep bir taç imiş nur-u Hüdadan,
“ Giy o tacı emin ol her beladan” diyor.
Ahlakı alçaltan kimseyi soyu sopu ve övünç vesilesi yaptığı
şeyler yükseltemez. Sözün kısası; üstün ırk yok, faziletli insan, faziletli toplum vardır.
Rabbim birliğimizi beraberliğimizi bozmasın. Kardeşliğimiz
devam etsin İnşallah.
373
374
TOPLUMSAL HASTALIK RÜŞVET
Rüşvet, toplumları yiyip bitiren bir hastalıktır. Meşru yollar
tıkanınca, işler hakça yapılmayınca rüşvet kapıları açılır. O zaman
“ işini bil” “işini bilir” “benim memurum işini bilir” diye konuşulmaya başlar.
Haram helal anlayışı, hak hukuk anlayışı dürüstlük, ahlak anlayışı kaybolur. Güçlüler, kuvvetliler hep haklı çıkar, zayıflar ezilir.
“Haram helal ver Allah’ım,
“Kulun durmaz yer Allah’ım” denilirse. Nereden nasıl gelirse gelsin diye düşünülürse, zulüm yayılır.
Bazılarının rüşvet almasından ne olur demeyin. Büyük yangınlar, küçük kıvılcımlardan meydana gelmiyor mu?
a)Rüşvet Nedir?
Yapılması meşru olmayan bir iş için görevliye iş gördürmek
için maddi manevi çıkar sağlamaktır.
Rüşvet genellikle hukuka, hakka uygun olmayan bir iş yaptırmak, bazen de işi zamanından önceye aldırmak için verilir.
Rüşvet alanla veren de toplumda hak ve adalet düzenini bozar, haksızlıklara ahlakın bozulmasına neden olur.
Menfaat temin etmek için verilen her şey rüşvettir. İşi yapan
birine normal zamanda gelmeyip vazife başında gelen her şey rüşvettir. Evliliklerde alınıp verilen başlık parası rüşvettir.
Müslüman Türk ahlakını bozmak için dış güçler rüşveti silah
olarak kullanmıştır. Neymiş “Bal tutan parmağını yalar.” “Gemisini
yürüten kaptan” gibi yozlaşmaya neden olan sözler adeta atasözüymüş gibi yayılmıştır.
“Üzümünü ye bağını sorma” “işini bilir” gibi sözler yadırganmaz olmuştur.
Rüşvet bu günün olayı değildir. İyilikte kötülükte insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihte Nüşirevan, Horasan hükümdarı askerleri
ile ava çıkar. Avlanırlar avlarını pişirirler ama tuz yoktur. İki adamını yakın bir köye tuz getirmeleri için gönderir. Askerler gelince
sorar:
-Parasını verdin mi?
-Hayır.
375
-Derhal git, parasını ver. Ver ki, bedava âdeti başlamasın, köy
harap olmasın. Derler ki:
-Bir avuç şeyden ne çıkar efendim!
-Zulmün azı çoğu olmaz. Rüşvetin azı çoğu olmaz. Başlangıçta rüşvette zulümde küçücüktü her gelen onu büyüttü. Der.
Bu yüzden adı Nüşirevan-ı adil olmuştur.
Osmanlıda ilk rüşvet 3. Murat devrinde vezir Şemsi Paşa’nın
aldığı söylenir. Bir de Kanuni zamanında Rüstem Paşa rüşvet alarak büyük bir servet edinmiştir.
b)Biz Rüşvetin Neresindeyiz?
İnancın zayıf, ahlakın bozuk ve adaletsizliklerin olduğu bir
yerde rüşvet o oranda yaygındır. 31-01-2001 tarihli Yeni Asya gazetesinin haberine göre Van ticaret ve sanayi odasının hazırladığı “
işte Türkiye gerçekleri” başlıklı raporda Türkiye’nin rüşvette ön
sıralarda olduğu açıklanmıştır.
5-Şubat 2011 tarihi Yeni Şafak gazetesinin haberine göre
Türkiye’nin rüşvet sıralamasında Avrupa altıncısı olduğumuz açıklanmıştır.
Tuz bozulmayı kokuşmayı önler. Eğer tuzun kendisi bozulduysa bozulma kokma nasıl önlenir?
İnsanlarda vazife aşkı, Allah korkusu yoksa ihtiras yaygınsa,
kanunlar aciz kalır, rüşvetin önüne geçilmez. Rüşvet kurnazlık,
açıkgözlülük ve işini bilirlik olarak anlaşılır.
İnanmayan, her gayrimeşruyu meşru sayar. Rüşvet ve rüşvetle elde edilen şey meşru değildir. O zaman kötü niyetli insanlar
toplumda söz sahibi olur. Layık olmayan kişiler toplumda önemli
yerlere gelir. Ve gayri meşruluk topluma yayılır. Bu da o toplum
için en kötü haberdir.
Rüşvetin çok yönlü zararları vardır. Alana da verene de zarar
verir. Peygamber ( as ): “Rüşvet alanda veren de ateştedir.” Demiştir.
Atalarımız: “ Rüşvet kapıdan girerse, adalet bacadan çıkar.”
Demişlerdir.
Rüşvet toplumdaki düzeni bozar. Aileye yansıması ise çok
kötü olur. Aile düzeni bozulur. Sevgi saygı kalmaz. Çocuklar hayır
etmez. Asi olurlar harami olurlar. İnsanın bedenindeki organlar bile
isyan eder. Temiz duygular, insani hisler ölür. O insanda merhamet
376
kalmaz. Aldığı rüşvet hayır etmez, telef olur. Bela ve musibetler
eksik olmaz. Can yaktığı için onun da canı yanar.
Bugüne kadar imparatorlukları, iki şey yıkmıştır. Birisi gayri
meşru hayat, diğeri rüşvettir. Roma, Osmanlı, hatta Rus imparatorluklarını da bu iki şey yıkmıştır.
Yavuz Sultan Selim devrin âlimine sormuş
-Millet nasıl batar?
-Rüşvet kapıları açılırsa: cevabını alınca:
-Allah rüşvet alana da verene de lanet etsin” demiştir.
Rüşvetin sebeplerine bakacak olursak:
-En önemli sebep, inanç, Allah korkusu ve ahiret düşüncesinin zayıf oluşu ve olmayışıdır.
-Hırs, ölçüsüz davranma, moda israf gibi nedenler, kumar,
rüşvete zorlar.
-Menfaat temin etme makam elde etme ve aleyhindeki bir şeyi lehine çevirme,
-Eğlenceye düşkünlük, içki, uyuşturucu, gayri meşru hayat
gibi nedenler. Düzgün hayat yaşayanların herhangi bir sıkıntısı
olmaz. Dolayısıyla yüzlerini kızartacak pişmanlık verecek iş de
işlemezler.
Rüşvet almak vermekte fazla tepki görmüyor, kınanmıyor.
Verilen cezalar yetersiz oluyor. Bir önemli husus da ailelerin, yöneticilerin kötü örnek olmasıdır. Karne hediyesi herhangi bir başarı
ödüllendirilirken rüşvete dönüşüyor. Sınıf geçmesi tatille ödüllendiriliyor.
Bu senin vazifen, denmiyor. Hayata atılınca da yaptığı işin,
görevinin karşılığını bekliyor.
-Çocukluğunda iyi eğitilmeyen, dini duygu verilmeyen çocuk, büyüyünce sapmalar oluyor. Faydacı olamıyor. İnsanların hayırlısının insanlara faydalı olan olduğunu bilmiyor.
-Eğitimimiz, maddi düşünceli insan yetiştiriyor.
-Maddi cezalarla rüşvet hastalığının önüne geçmek mümkün
olmuyor. Rüşvet hastalığının tek ilacı maneviyattır.
Bir sünnet düğününde bir yaşlı amca bir gence:
-Mesleğin ne? Dedi.
-Polis deyince:
-Ne kadar maaş alıyorsun? Ama siz yolumuzu bulursunuz
deyince genç, biraz kızarak:
377
-Amca sen ne diyorsun? Ben İmam Hatip okulunun birinci
devresinden mezunum. Benim inancım rüşvet almaya, haram yemeye müsaade etmiyor demişti.
c)Din Ne Diyor?
Dinimiz rüşveti insan için, toplum için zararlı gördüğünden
için rüşvet almayı vermeyi haram kılmıştır.
Kur’an da
-“Batıl yollarla aranızda mallarınızı yemeyin.” ( Nisa:29 )
-“ Mallarınızı aranızda haksız yere yemeyin.” ( Bakara: 188 )
diye emrediliyor.
Peygamber ( as ):
-“ Rüşvet alan, veren ve aracılık eden lanetlenmiştir.” ( İ. Canan, Hadis Ans: 13 / 441)
-“ Ateşte yanmaya en layık olan rüşvetten oluşan ettir.”(
Age:6 / 434 )
-“ Sakın sizden biri kıyamet günü böğüren bir deve, kişneyen
bir at, meleyen bir koyun, altın, gümüş elbise olduğu halde beni
kurtar dediğini duymayayım: ben size söylemedi mi” diye cevap
veririm. ( Age: 6/437 )
-“Rüşvet alanın aldığı şey kıyamet gününde boynuna asılı
olarak gelir.” ( Age:6/437 )
Rüşvet, haklıyı haksız, doğruyu yanlış çıkardığı için haramdır. İşe girmek için torpil yapmak, rüşvet vermek hak gaspıdır, rüşvettir.
d)Rüşvetin Sonuçları:
Rüşvet, bir toplum için afete benzer. Böyle bir hastalıktır ki
bir gün bulaştığı toplumu perişan eder. Daha birçok hastalığı beraberinde taşır. Toplumun direği olan adalet ve güven kalmaz.
Rüşvetçi, hak hırsızıdır. Bir insanın hakkı değil birçok insana
zulüm ve haksızlık dokunur. Rüşvet, köre bile ehliyet verdirir. Birçok insan da ondan maddi manevi zarar görür.
Rüşvete alışan doymak bilmez. İşinin görülmesi için rüşvet
vermesi gerektiğini söylediler. O da bir miktar parayı bir kitabın
içine koydu ve ilgili memura uzattı:
-Boş zamanlarınızda okursunuz...
Ertesi gün geldiğinde işinin yapılmamış olduğunu gördü. Şaşırdı:
-Niye hazır değil bizim iş?
378
-Ah affedersiniz? Dün verdiğiniz kitabı okumaya dalmışım
da… Hazırlayamadım.
-Peki, şimdi ne bekliyorsunuz işimi yapmanız için?
-Verdiğimiz kitabının ikinci cildini…
Şöyle anlatırlar: İki arkadaş yolda giderken bir kuş öter. İkisi
de kuşun kendisi için öttüğünü söyler. Anlaşamazlar. Derler ki,
yarın muhtara gidelim aramızı bulsun. Akşamdan biri oğlak, diğeri
de bir kuzuyu muhtarın kapısından itip, meseleyi anlatarak kendisinin haklı çıkarılmasını ister. Ertesi gün gelirler, durumu anlatırlar.
Muhtar:
-O kuş ne senin için ne de senin içini öttü. O kuş benim için
öttü der.
Rüşvet, ne alana yarar ne de verene. Rüşvet, kötü bir ahlaksızlıktır, düşmana yarar. Islak elbise gibi alan da veren de evvela
ürperir. Sonra ikisi de alışır gider. Alıp verenler üzerinde olumsuz
etkilere neden olur. Görevini kötüye kullanma, haksız kazanç sağlama alışkanlığı yayılır. Rüşvet almak adeta meşrulaşır. Zulüm artar. Rüşveti alan her haksızlığa ve adaletsizliğe göz yummak zorunda kalır. Artık insanımıza, devletimize, geleceğimize zarar veren işler, günlük normal işler haline gelir.
e)Hediye Rüşvet Midir?
Hediye olarak yumurta alan memur, daha sonra tavuğu rüşvet
alır. Hediye rüşvetin kapılarını açar. Memurun görevi vatandaşın
işini yapmaktır. Onun için maaş alır. Memura verilen hediye rüşvettir. O memur orada bulunmasa, o hediye ona gelir mi?
Hediye, bir iş ve bir beklenti karşılığında veriliyorsa, rüşvettir. Çünkü hediye karşılıksız olur. Verilen hediyenin rüşvet olmaması için:
-Yapılan işin meşru olması
-Başkalarının zarar görmemesi
-Mesai dışında çalışma karşılığı olması
-Zararı önleyici nitelikte olması
-Rüşvet alışkanlığının çığırını açar durumda olmaması gerekir.
Hediye ne kadar küçük olursa olsun alanın kalbini verene
meylettirir.
İnsan duygusal bir varlıktır. Kendisine iltifat eden, yardımda
bulunan, hediye veren, rüşvet veren hatta selam veren insana karşı
379
adil davranması, tarafsız iş yapması biraz zordur. Onun için devlet
adamının devlet memurunun çok dikkatli olması lazımdır.
Unutmayalım ki, verilen her rüşvet, sunulan bir hediye eninde sonunda devletin kasasından çıkacaktır. Yani devlet millet zarar
görecektir.
Bir zamanlar Nahiye Müdürlüğü görevine bakan kardeşim
anlatmıştı:
İlköğretim müfettişi ile beraber bir köye giderler. Köy muhtarına misafir olurlar. ( tezgahı, tarlası, sürüsü olmadığı için muhtarı oluştur ) Bakkaldan aldığı yarım kilo peynirle yarım kilo balı
muhtar sofraya koymuştur. Birkaç lokma alan müfettiş bey muhtara:
-Muhtar, balın, peynirin iyiymiş bize birer teneke yolla der.
Kardeşim, kesinlikle reddeder. Bir gün bir teneke peynir, bir
teneke bal yolcu olur. Tabi parası köy sandığından…
Hz. Ömer’in hanımına bir kadın hediye verir.
Hz. Ömer:
-Bunlar ne? Der.
-“Falanın hediyeleri” cevabını verince,
-Ben halife olmadan sana bu hediyeler verildi mi? Şimdi niye
veriliyor? Bunları geri ver. Diyor.
Peygamberimize zekât memuru topladığı zekâtları getirir.
Şu sizin, bunlar benim. Bunlar bana hediye verildi der.
Peygamberimiz ona:
-Sen ananın, babanın evinde otursaydın bu hediyeler sana
gelir miydi? Der.
f)Rüşvet Nasıl Önlenir:
“ Rüşvet için:” Vermeden olmuyor” denilip veriliyor. Alan
açıkgözlülük yaptım zannediyor. Görevliler, rüşveti önlemek zor.
Çünkü alan veren iki kişi arasında oluyor diyor işin üzerine varmıyor.
Bu devirde oluyor. Ne yapsın geçim darlığı aile geçindiriyor
çocukların okutulması gibi gerekçelerle rüşvet almak normalleştiriliyor.
Son zamanlarda eğitim kurumlarımız sadece kuru bilgi veriyor. Paralı meslekleri hedef gösteriyor. Maneviyatsız insan yetiştiriyor. Dürüst davranmak, etrafına güven verecek insan yetiştirmiyor.
380
Bir padişah bir yere yönetici göndererek, kendisinden en çok
korkan insan arıyor. Birini bulup gönderiyor.
Bir müddet sonra gelen haberler diye değil. Şikayet edenlere
padişah:
-Benden en çok korkan adamdı o diyor.
Onlarda:
-Efendim siz onun yanında değildiniz ki. Eğer Allah’tan en
çok korkan arasaydınız iş böyle olmazdı derler.
Rüşvetin ilacı ahlak, inanç Allah korkusu ve ahirette hesap
vereceği düşüncesidir. Bir insan Allah’tan korkarsa; Allah görüyor,
Allah biliyor, Allah soracak diye inanıyorsa, pişman olacağı Allah’ın razı olmayacağı bir iş yapmaz.
İnançlı görev yapan birine rüşvet teklif ediliyor. Memur olur
diyor ve ekliyor: “ Ben Allah’ın rızasına talibim, bunu istiyorum.
Bunu bana verebilir misiniz? Diyor.
İnanan fakir de olsa, rüşvet almaz. İnanmayan zengin de olsa
doymaz, rüşvet alır. Çünkü onu frenleyecek, engel olacak bir endişesi yok. İnsanlar nasıl açıktan herkesin göreceği şekilde rüşvet
almazsa, Allah’tan korkan da Allah görüp dururken rüşvet alamaz.
Mehmet Akif şöyle diyor:
Ne irfandır ahlaka veren yükseklik ne vicdandır.
Fazilet hissi insanlar da Allah korkusundandır.
Atalarımız ne güzel söylemiş:
-Kork Allah’tan korkmayandan.
-Allah’ı olmayanın ahlakı olmaz.
Rüşvetin bir ilacı da helal lokma hassasiyetidir. Haramdan
kaçış, insanı her türlü kötülükten ve her türlü günahtan alıkor.
Bir neden de kul hakkına riayettir. Kul hakkını Allah’ın affetmediği inancı insanı ahlaklı dürüst davranmaya mecbur eder.
Rüşvet ve diğer yolsuzlukları önlemenin tek çaresi din ve ahlak eğitimindedir. Kanunların yetersiz kaldığı yerlerde İslami terbiye caydırıcı rol oynar.
Bir makama torpille gelen, torpil yapmaktan kendini alamaz.
Kötü alışkanlıkları olan, gayrimeşru hayat yaşayan, rüşvet almadan
edemez.
Hak hukuka inanmayan rüşvet almakta tereddüt etmez. Lüks
hayat, yaşayan bu hayatı ancak meşru olmayan yollarla sürdürür.
Kanaatkâr olmayan, şükretmeyen doymak bilmez.
Bir arkadaşıma rüşvet teklif ediliyor. Cevabı:
381
-“Şerefimi almaya gücün yetmez” oluyor.
Şerefli insan rüşvet almaz. Rüşvet alanların çok olması, rüşvet verenlerin çokluğu, bir insanın da rüşvet almasını gerektirmez.
Rüşvet vererek iş yaptıranların, rüşvetle iş görenlerin sonlarına, aileye yansımasına bakılacak olursa, perişanlık, rezillik ve mallarının telef olduğu görülecektir.
f)Rüşvetin Caiz Olduğu Olur Mu?
Yıllar önce 16 yaşındaki Van’lı tekstil çalışanı şöyle bir soru
sordu.
-Şef namaz kılmama müsaade etmiyor. Ona bazı hediyeler
versem, namaz kılmam için müsaade etse rüşvet vermiş olur muyum?
Geçinememek borçlu olmak, az ücret veya maaş rüşvet almak
için mazeret olmaz. Başkalarının alması rüşveti meşrulaştırmaz.
Çocuk okutmak, kirada durmak rüşvete mazeret teşkil etmez.
İşi yaptırmak veya işi çabuklaştırmak için verilen hediyenin
rüşvete girmemesi için:
-Yapılan iş meşru olmalı,
-Başkasını mağdur etmemeli,
-Memurun mesai dışı çalışması olmalıdır.
Hediyenin veya verilen paranın, temin edilen menfaatin rüşvet olmaması için ancak; can, mal, ırz, namusun korunması söz
konusu ise, veya ihtiyaç olan bir malın gaspını önlemek için verilmesi, rüşvet sayılmaz.
Burada bir husus var, şartı da şu: tehdit ve tehlike ciddiyse
kerhen verilmişse, o zaman rüşvet olmaz.
İş normal bittikten sonra memnuniyetten dolayı verilen hediye, rüşvete girmez. Yeter ki, başkalarından rüşvet beklentisi alışkanlığı kazandırmasın.
“Rüşveti alan da veren de ateştedir” diyor Allah Rasülü ( sav
)
Rüşvet insanın meslek hayatını öldürür. Rüşvet yuva yıkar.
Rüşvetin eşe, çocuklara yansıması kötü olur. Rüşvetle sahip olunan
mal yanar, telef olur veya başka bir zalim onu sahiplenir.
Rüşvetin ahiretteki cezası ağırdır. Rabbim rüşvetin zararlarından insanımızı korusun.
382
GURUR KİBİR GÜNAHLARIN ANASIDIR
İnsanın başkalarını küçük görmesi, başkalarına karşı üstünlük
taslamasına kibir denir. Kibir, nice felaketleri beraberinde getiren
ruhi bir hastalıktır. İnsanı Haktan ve halktan uzaklaştıran, insanları
inciten bir huydur. Bu hastalığa tutulanlar kendilerini büyük görürler, kimseyi beğenmezler, kendi bildiklerine giderler, ne istişare
ederler, ne de nasihat dinlerler. Sonunda anlamsız kibirleri yüzünden cehenneme boylarlar.
a)İnsanın Kibirlenmesine Sebep Olan Şeyler:
İnsanı gururlanıp, kibirlenmeye sevk eden hususlar epey fazladır. Bunlardan bir kısmı farkında olmadan elimizden çıkıp gidiverecek, bir kısmı yavaş yavaş kaybetmekte olduğumuz, bir kısmı da
bize imtihan için verilmiş şeylerdir. Şöyle bir düşünülürse hiçbiri
övünç vesilesi yapılacak şeyler değildir. Bunlardan bazılarını şöyle
sıralayabiliriz:
-Mal mülk ve evlatla gururlanmak: Mülk Allah’ındır. Allah
onu belirli bir zaman için bizlere vermiş, bir zaman gelecek onu
bizden alacaktır. Allah’ın huzuruna kefenden başka bir şey götüremeyecek insanın mal ile gururlanması anlamsızdır. Şair:
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
O da yalan bu da yalan,
Var sen de biraz o yalan.” Diyerek ne kadar doğru söylemiştir.
Sonra evlat, o da gururlanılacak şey değildir. Evlat, bize Allah’ın bir emanetidir. Onu yetiştirmek, iyi insan, iyi vatandaş yapmak görevimizdir. Yetiştirmediğimiz zaman büyük bir sorumluluk
altına gireceğimiz bildirilmiştir.
-İnsanın arzu edip yapamadığı ve başkalarına ait olanı kendine mal ederek övünmektir. Bize ait olmayan bir şeyin bize ne kadar
faydası olur? Başkalarının bildiği böyle bir yalan, insana ne kazandırır? Sonra insan, kendini ve başkalarını ne kadar aldatabilir?
-Güzellik-kuvvet: Bu iki şey, insan hayatının belirli dönemlerinde sahip olduğu şeylerdir. Bunları her an kaybedebilir. Atalarımız: “ Malına güvenme bir kıvılcım yeter. Güvenme güzelliğine bir
sivilce yeter” demişlerdir.
383
Soy-sop: Peygamberimiz: “ Allah cahiliye gururunu, cahiliye
devrindeki soy-sopla övünmeyi sizden kaldırdı. Siz Âdemin çocuklarısınız, Âdem de topraktandır” diyerek soy-sopla övünmenin cahillik işi olduğu bildirilmiştir.
Hz. Ali’ye adamın biri gelerek:
-Ey Müminlerin emiri! Ne oluyor şu Muhacir ve Ensara ki,
Ebu Bekiri senden üstün tutuyorlar. Oysa sen fazilet yönünden
müslüman olma bakımından ondan daha öncesin demiş, Hz. Ali de:
-Her ne kadar ben Kureyşli isem de zannederim sen Aize kabilesindensin.
-Evet.
-Şayet mümin kimse Allah’a sığınmamış olsaydı, seni mutlaka öldürürdüm. Onun için yaşadığın müddetçe benden kork. Yazıklar olsun sana unutma ki Ebu Bekir, şu dört hususta beni geçmiştir.
İman da, namazda, halifelikte ve hicrette demiştir.
-İlim, amel ve ibadet: İnsanın sahip olduğu ilim, işlediği iyi
ameller ve yaptığı ibadet de insanların gururlanmasına sebep olur.
Şeytan daima insanı gururlandırarak, amellerini boşa çıkarmak için
çalışır.
İlim, övünmek ve başkalarının dikkatini çekmek için öğrenilmez. Amel ve ibadetlerde Allah’ın emri olduğu ve insanın kendini kurtarması için yapılır.
Makam, mevkii ile gururlanma: Makam, mevkii, sorumluluk
demektir. Allah onu işlerini görmekle yükümlü olduğu kimselerin
durumlarından sorumlu tutmuştur.
Kendine bir görev verilmiş olan kişi, insanlara çalım satmakla değil, onların işlerini en iyi şekilde görmekle yükümlüdür.
Bir gün halife Ömer, ezan okunup Müslümanların namaz için
toplandıkları bir sırada yüksekçe bir yere çıkar, Allah’a hamd ettikten ve Rasülüne salât ve selam getirdikten sonra:
-Ey cemaat! Beni Mahzun kabinesindeki halalarımın koyunlarını güttüğümü hatırlarım. Bu işi bir avuç hurma ve üzüm için
yapardım. Bugünkü durumumu da biliyorsunuz deyip iner.
Abdurrahman b. Avf:
-Ey Müslümanların halifesi kendini aşağı düşürme diye ikazda bulununca halife Ömer şöyle buyurur:
-Yalnız kalmıştım, nefsim bana sen Müslümanların halifesisin. Senden daha şerefli bir makam sahibi var mı? “İşte ben de
şimdi ona kim olduğumu hatırlatıyorum”
384
b)Kibir İnsanı Alçaltır:
Allah insanı yaratırken diğer canlılardan üstün yaratmıştır.
İnsana büyük değer vermiş, onu irade sahibi ve dinde sorumlu kılmıştır.
İnsanı Allah yüceltmiştir, insan kendini alçaltmamalıdır; gurura kapılmayacağım diye, yaptıklarını hiçe sayması, sahip olduklarını küçümsemesi, aşağılık duygusuna kapılması ve başkanları karşısında küçük düşmesi doğru değildir.
Sahip olduğu şeylerle insanın mağrur olması, kibirlenerek çalım satması, kurula kurula, salına salına yürümesi, böbürlenerek
onu bunu küçümsemesi de doğru değildir. Bunlar insanı alçaltan bir
durumdur.
Alpaslan bir tepeden muazzam ordusunu seyredip gururlanıyor. “ Ben bu askerle dünyayı fethederim” diyor. O gün bir esiri
tarafından hançerleniyor. Ve son nefesinde durumu anlatıp nefsine
kapılarak mağrur olmanın cezasını çektiğini ifade ediyor.
Osmanlı padişahlarının halka “mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” dedirterek, haddi aşmak ve günah işlemekten
kendilerini korumaya çalışmışlardır.
Hz. Ömer halifeliği sırasında İran ordusunun Rüstem kumandasında Kadisiye ye geldiğini haber alınca oradaki Müslümanlardan ve askerlerden haber alabilmek için yola çıkıyor, gelenlere haber soruyordu. Bir gün bir haberci at sürüp geliyordu, ona da sordu.
Haberci, İran ordusunun bozgun haberini söyleyip atını sürdü. Halifeyi tanımamıştı. Ömer, habercinin atı ile beraber hem koşturuyor,
hem de sorular soruyordu. Şehre girince halkın davranışlarından
onun halife olduğunu öğrenen haberci, derhal yere inip, af diler
tavrı ile bana kendinizi tanıtsaydınız deyince Ömer ( ra ):
-Senin hiç suçun yok. İslam’ın zaferi için Ömer daha çok
koşmaya razıdır demiştir.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“ Allah bana tevazu göstermenizi emretti. Sakın kimse kimseye övünmesin kimse kimseye zulmetmesin. (Müslim)
“ Kim riyakârlık yaparsa, Allah ona riyakârlığının cezasını
verir. Kim yaptığı işi yayarsa, Allah ona da cezasını verir. Kim
büyüklenir, övünürse Allah onu alçaltır. Kim Allah korkusundan
dolayı tevazu gösterirse Allah onu yüceltir. ( Teberani )
385
c)Kibir Günahların Anasıdır:
Kibir, insanı ve toplumu yaralar, diğer birçok kötülüklerin de
anasıdır. İnsanı fitneye, fesada ve inkâra sürükler; görevlerinden
alıkor, boşluğun ve manasızlığın içine iter.
İnsan, kibir yüzünden olduğu gibi görünemez, göründüğü gibi olamaz. Ailede, toplumda uyumlu, geçimli bir insan olamaz.
Pislik iteleyen mayısböceği gibi burnu pislikten kurtulmaz, birinden kurtulsa diğerine bulaşır.
Peygamberimiz bir gün Ashabına sorar, size insanların en
şerlisini haber vereyim mi? Diye
Ashabı “evet” der ve bunun üzerine Peygamberimiz:
-Kaba ve kibirli olandır, der.
Şeytan kendini üstün görüp kibirlendiği için Âdem’e secde
etmemiştir. Allah’a isyanı yüzünden de lanetlenmiştir.
Firavun: “ Ben sizin en büyük Rabbinizim” diyerek, Nemrut
da: “ Ben de öldürürüm, ben de diriltirim” diyerek kibirleri yüzünden helak olmuşlardır.
Nuh’a inanmayanlar, tufan sırasında gururlanıp, dağlara çıkarız diye gemiye binmemişler ve kabaran sular arasında boğulup
gitmişlerdir.
İslam Peygamberine, kendilerini daha üstün gördükleri için
inanmayan Ebu Cehiller, Ebu Lehepler hep kibirlerinin kurbanı
olmuşlardır.
Gururları yüzünden iman edip ibadete ısınamayanlar, sosyal
hayatta yerlerini alıp, görevlerini yapamayanlar bu yüzden helak
olacaklardır.
Bir adam Peygamber Efendimizin yanında sol eliyle yemek
yiyordu. Peygamberimiz ona:
-“ Sağ elinle ye” buyurdu.
Kibiri yüzünden:
-“Yapamıyorum” demesi üzerine, Peygamberimiz:
-“Yapamaz ol” buyurdu. Bundan sonra gururundan dolayı
Peygamberin emrine uymayan adam elini ağzına kaldıramaz halde
ölmüştür.
d)Kibirleneni Allah Sevmez:
Allah kibirleneni sevmez; kibirlenenin amelini kabul etmez.
Çünkü kibir, insandaki merhamet, şefkat, sevgi, saygı duygularını
köreltir. İnsanlar arasındaki her türlü insani bağları koparır.
Kibirlenen insan kendini başkalarından üstün gördüğü için
onlara yaklaşamaz, halktan kopar. Halktan kopunca Hak’tan da
386
kopar. İyilik yapamaz, yapsa da zevk almaz. Yaptığı bazı ibadet ve
iyilikler, onu kötülüklerden uzaklaştırıp Allah’a yaklaştırmaz.
İbadet ve amelinde kibirlenenler için Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
“ O kibirlenip de Allah’a ibadet etmekten çekilenleri Allah
çok acıklı bir azaba uğratacaktır. Onlar kendileri için Allah’a karşı
ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. ( Nisa Suresi:173
)
Al-i İmran suresinin 188. ayetinde “ yaptıkları işlerle gururlanan ve yapmadıkları işler yüzünden övülmeyi sevenlerin, azaptan
emin bir yerde bulunacaklarını sakın zannetme. Onlar için acıklı bir
azap vardır” Buyurarak yaptıkları işlerle gururlanan ve övülmekten
hoşlananlar için acıklı azabı haber vermiştir.
Vaktiyle senelerce ön safta namaz kılan bir müslüman, bir
müddet camide görünmez. Sebebini soranlara:
-Şu kadar seneden beri aksatmadan ön safta namaz kıldığımı
hatırladım, kendime bir gurur geldi, başkalarının ibadetini küçümsedim. Aklıma yaptığı ibadetlerle gururlananlar hakkındaki ayeti
hatırladım. Sonra da bu zaman zarfında o kıldığım namazlarımın
hepsini kaza ettim der.
Yine Rabbimiz: “Allah kibirlenenleri ve övünenleri sevmez”
( Nisa:36 ) “ yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen ( ne
kadar hızlı basarsan bas ) yeri yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin.” ( İsra suresi: 37 ) ayeti ile de kibir sahibi kimselere ikazda
bulunulmuştur.
Netice olarak kibir, Allah tarafından yerilmiş, kötü ve tehlikeli bir huy olduğu bildirilmiştir.
Lokman suresinin 18. ayetinde “ insanlardan yüzünü çevirme; yeryüzünde şımarık yürüme. Zira Allah hiçbir kibir taslayanı,
kendini beğenip övüneni sevmez…” Lokman (as)’ın oğluna olan
öğütlerinden biri olan bu ilahi emir aynı zamanda bütün Müslümanlara da şamildir.
e)Kibir Sahibi Cennete Giremez:
Sahip olduklarıyla, yaptıklarıyla gururlanan, sağa, sola çalım
satan mağrur kimselerin cennete giremeyeceği bildirilmiştir.
Peygamberimiz Ashabına:
-Size cehennemlik olanları bildireyim mi?
-Evet.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
387
-“ Onlar onursuz, sağa sola yalpa yaparak kibirlenen kimselerdir” buyurmuştur. Başka bir zamanda cehennemlikleri katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen kibirli kimselerdir diyerek tanımlamıştır.
Ashaptan Abdullah bin Amr ile Abdullah bin Ömer ( ra )
yolda karşılaşırlar. Biraz sonra Abdullah bin Ömer ( ra ) ağlamaya
başlar bir adam ona:
-Seni ağlatan nedir? Diye sorar. O da şu cevabı verir:
-Peygamberden Abdullah bin Amr şöyle işittiğini söyledi:
-“Kalbinde hardal tanesi kadar kibirden bir şey bulunan kimseyi Allah yüzükoyun cehenneme atar.”
Başka bir olay da; Abdullah bin Selem, sırtında bir bağ odun
olduğu halde çarşıya uğrar. Kendisini görenler:
-Ne var? Ne oluyor? Derler.
-Ben nefsimi yenmek, kibri atmak istiyorum. Çünkü Peygamberin “kalbin de hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse cennete giremez” buyurduğunu işittim der.
Sonuç olarak; insan gerçekten Rabbimizin de bildirdiği gibi
insan en güzel biçimde yaratılmıştır. Bunun için insan, kendine
değer vermeli, aşağılık duygusuna kapılıp kendini alçaltmamalıdır.
Aksi halde insanı benim güzel ve canlıların en üstünü olarak yaratan Allah’a isyan etmiş olur.
Süslenmek, güzel ve temiz giyinmek, kıymetli eşya kullanmak, aşırılıktan kaçınmak, gururlanmamak şartı ile kibire girmez.
Yeter ki o konuda inancımızın, geleneklerimizin dışına çıkılmasın.
Bu konuda Peygamberimiz: Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez deyince, bir adam:
-Ey Allah’ın elçisi insan, elbisenin, ayakkabısının güzel olmasını ister demiş, Peygamberimiz de:
-Allah güzeldir. Güzeli sever. Kibir; Hakkı inkâr etmek ve insanları küçük görmektir buyurur. ( Müslim )
Bir şeyin ölçüsünün bilinip ayarlanması, haddin aşılmaması
çok önemlidir. Peygamberimiz: “ Dinde aşırı gitmeyiniz, sizden
evvelki insanlar aşırı gittikleri için helak oldular” buyurarak bizi
uyarmıştır. Ayrıca Peygamberimiz bize “ kendinizden malca, kuvvetçe daha üstün olanlara bakıp imreneceğinize, kendinizden aşağıdakilere bakıp halinize şükredin” buyurarak uyarsak mutlu olacağımız bir başka ölçü tavsiye etmiştir.
Dikkat edeceğimiz başka bir husus da övme, övülme ve yerme de aşırılıktan kaçınılmasıdır. Bir kimsenin bir adamı methettiği
ve methinde aşırı gittiğini ve işiten Peygamberimiz:
388
-“Adamcağızı manen mahvettin” demişlerdir. (Buhari)
Şair ne güzel ifade etmiş:
“Ne gal iledir, ne mal iledir,
Beyim ululuk kemal iledir.”
Küçük ve basit kimselerin gururları kibirleri büyük olur. İnsanın evveli bir damla su sonu toprak olmaktır. Topraktan yaratılana kibir yakışmaz.
Kibirli insan bencil olur, ihtiyaç sahiplerini görmez. Başkaları
ile alay eder. Şeytan gururu yüzünden kovulmuş ve lanetlenmiştir.
f)Üstünlük Takva İledir:
Cenab-ı Allah’ın insana verdiği her nimet imtihan sebebidir.
İnsandaki dünyalık insanın şükrünü arttırmalı, gururunu değil.
Çünkü dünya nimetleri gelip geçicidir. Hepsi dünyada kalır.
Kulluk borcu olan ibadetler, amellerde gurur sebebi olamaz.
Zira riya ve gurur karışan hiçbir amelin Cenab-ı Allah’ın yanında
hiçbir değeri yoktur.
Müslüman, İslam’ı temsil eder. Gurur, kibir ona yakışmaz.
Büyüklerimiz övülmekten, elerinin öpülmesinden hiç hoşlanmamışlardır.
Peygamberimizi: gören kadın heyecanlanınca Peygamber ( as
) ona:
-“Heyecanlanma, ben kureyşli, kuru ekmek yiyen bir kadının
oğluyum” demiştir. Bir
Hz. Ömer ( ra ), bir gün Übey bin Ka’b ( ra )’a takvanın ne
olduğunu sormuştu. Übey (ra) da ona:
“-Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer? Diye mukabelede bulundu. Hazret-i Ömer:
“-Evet, yürüdüm” karşılığını verince de bu sefer:
“-Peki, ne yaptın?” Diye sordu.
Hz. Ömer: “-Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim” cevabını verdi.
Bunun üzerine Übey bin Ka’b ( ra ):
“-İşte takva budur” dedi.
Muhammed bin İshak diyor ki:
-Bişr bin Haris’e dedim ki:
-Ben İbrahim bin Edhem’in yolunda gitmek istiyorum, ne
dersiniz?
Dedi ki:
-Tavsiye etmem.
-Neden? Dedim. Şöyle cevap verdi:
389
-Çünkü İbrahim bin Edhem sadece amel eder, konuşmaz.
Sen ise sadece konuşursun amel etmesin!
Yavuz, Mısır’a girdiği zaman halk O’nun ihtişamını seyretmek için pencerelere koştu ve caddeleri doldurdu. Yavuz ise, en
önde değil, mütevazı askerlerinin ortasında yürüyordu. Kavuğu ve
elbisesinin de etrafındakilerden bir farkı yoktu. Mısır dönüşü
Şam’a Cum’a hutbesinde kendisinden bahsedilirken:
“Hakimü’l-Harameyni’ş-Şerifeyn ( iki şerefli belde olan
Mekke ve Medine’nin hâkimi)” denince;
“- Yok Yok! Bilakis hadimü’l-Harameyni’ş-şerifeyn ( iki şerefli belde olan Mekke ve Medine’nin hizmetçisi!)” diye ağlayan
gözlerle cevap verdi.
İstanbul’a dönüşte gündüz Üsküdar’a vasıl oldular. İstanbul
halkının, kendisine büyük tezahürat yapacağını haber aldığından
lalası Hasan Can’a:
“- Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın,
ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fanilerin alkışları, zafer alkışları ve iltifatları bizi mağlup edip yere sermesin!...” dedi.
Buradan anlıyoruz ki üstünlük ölçüsü takvadır. Başka şeyler
gurur nedeni olamaz. Nasreddin Hoca susar, çeşme suyu bulamaz.
Denize yanaşır, susuzluğunu gidermek ister deniz suyu içer beğenmez. Biraz ilerde çeşme görür kana kana içer ve denize dönerek
der ki:
“-Kabarıp durma! Su dediğin böyle olur”
Mevlana da ne güzel söylemiş:
“-Nice insanlar gördüm üzerlerinde elbiseler yok,
Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok.
İnsanlıktan, olgunluktan nasibini almamış olanlar içinde dane
olmayan kelle gibi dik dururlar. Olgun insanlar ise içinde birçok
dane bulunduran kelle gibi eğik dururlar.
Hz. Ali ( ra ) kendisine “Ebu Turab” ( toprak babası ) denmesinden hoşlanırdı. İnsanın evveli bir damla su, sonu toprak olmaktır. İnsan topraktan gelmiş, toprağa dönecektir.
Rabbim kendini unutanlardan etmesin. Toprak olacağımızı da
unutturmasın.
390
ALIŞ-VERİŞ ADABI TİCARET
Müslümanın önemli imtihanlarından biri de ticaret hayatında
geçer. Ayrıca namusluluk ve doğruluk ticarette kendini gösterir.
Ticaret önemli bir konu. Ticaretin uyulması gereken kuralları
vardır. Ne yazık ki satıcılar, alıcı da bu kuralları bilmemekte ve
uymamaktadır.
Satıcının tek hedefi kazanmak değildir. Elbette kazanacaktır.
Ama helalinden kazanacaktır. Haram lokmadan korunacaktır. Fahiş
fiyattan, hileden, yalandan, yeminden, meşru olmayan mal satmaktan uzak durmalıdır.
Bu konuda Cenab-ı Allah bizi şöyle uyarıyor:
-“Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayalı ticaret dışında
aranızda mallarınızı batıl yollarla yemeyin” ( Nisa:29 )
Dikkat edilirse ticaretten gelen kazanç en çok helal olan kazançlardan biridir. Peygamber (as): “Helal kazancın onda dokuzu
ticarettedir” buyurmuştur.
İşin içine yalan ve hırs karışırsa, helal olan kazanç, harama
dönüşür.
Peygamber ( as): “ Doğru sözlü ve güvenilir tüccar ahirette
Peygamberler sıddıklar ve şehitler ile beraberdir” ( Tirmizi Buyu:4)
-“ Bir malın ayıbını söylemeden satmak bir müslümana helal
olmaz. ( Müslim İman:43 ) buyurmuştur.
Rasulallah ( sav ) şöyle buyurmuşlardır:
“En temiz kazanç, şu vasıflara sahip olan ticaret erbabının
kazancıdır:
-Konuştuklarından yalan söylemezler,
-Kendilerine itimat edildiğinde ihanet etmezler,
-Söz verdiklerinde sözlerinden dönmezler,
-Bir şey satın alırken o malı yermezler,
-Bir şey satarken onu aşırı bir şekilde övmezler,
-Borçları olduğunda geciktirmezler ve
-Alacakları olduğunda, zor durumda olan borçluyu sıkıştırmazlar.” (Beyhaki, Şuab,IV, 221)
Allah Rasülü ( sav ) buyurur:
391
“Alışveriş yapan iki kişi, birbirlerinden ayrılmadıkça veya
ayrılıncaya kadar ( caymakta ) muhayyerdirler. Eğer dürüst alışveriş yapıp da her şeyi olduğu gibi açıklarlarsa alışverişleri bereketli
olur. Eğer bazı hakikatleri gizleyip yalan söylerlerse alışverişlerinin
bereketi kalmaz.” ( Buhari, Büyu,19;Müslim, Büyu, 8 )
Rasulallah ( sav ) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir gıda maddesini satın alır ve günün rayiç bedeli üzerinden satarsa, sanki onu yoksullara sadaka olarak dağıtmış gibi
sevap alır.” ( İbn Mace, Ruhun, 16 )
“Gönül hoşnutluğu ile ve elindeki büyük paraları emanet bilerek yerinde sarf eden / harcayan veznedar, emanetçi veya muhasebeci, Allah rızası için sadaka vermiş gibi mükâfat kazanır.” (Buhari, Zekât, 25 )
a)Alınıp Satılan Mal Vasıflı Olmalıdır:
Ne olduğu, ne kadar olduğu ve nasıl olduğu bilinmeyen malın
alım satımı caiz değildir. Peygamber ( as ) olgunlaşmamış hurma
satışını yasaklamıştır. ( Bak: Müslim Büyu:13 )
Kavun, karpuz, sebze ve meyvelerin tarlada olgunlaşmamış
hali ile pazarlık caiz değildir.
İmam-ı Azam’a göre satılan malda şu şartlar aranır:
1-“Necis olmamalıdır.
2-Harama günaha sebep olmamalıdır.
3-Faydalı olmalıdır.
4-Çalıntı, kaçak olmamalıdır.
5-Mal ortada olmalıdır. Vasfı, miktarı bilinmelidir.”
Alıcı da meşru iş yapan, helal gıda satan yerden alışveriş
yapmalıdır. Paranın nereden geldiği kadar nereye gittiği, kime destek olunduğu bilinmelidir. Mal meşru iş yapmayan yerde ucuzda
olsa müslüman üç-beş kuruş uğruna günaha girmemelidir.
Herkese sorulacak bir ahiret sorusu da “ nereden kazandın,
nereye harcadın olacaktır.”
Müslüman, haram iş yapandan şiddetle kaçındığı gibi şüphelendiği işyerinden bile şiddetle kaçınırsa, ancak o zaman günaha
düşmekten korunmuş olur.
392
Ucuz düşünce ile hareket etmek İslam inancıyla bağdaşmaz.
Cuma saatinde cumadan sorumlu kimseden alışveriş uygun değildir.
Dinen yasaklanan bir şeyi satandan alışveriş uygun değildir.
Satanın da kazancı helal değildir.
Kısaca; alkol, sigara, kumar aletleri, müstehcen elbise, kaçak
mal, hırsızlık malı uyuşturucu ve organ satışı bunun yanında tarihi
geçmiş bayat malın, özeliliğini yitirmiş faydasız malın satışı meşru
değildir.
Böyle meşru iş yapmayan yerlerde çalışmak da uygun değildir. Kötülüğe sebep ve alet olunmuş olur.
Zaman zaman: “Çalışmak ibadettir” deniliyor. Evet, çalışmak
ibadettir. Ne zaman? İbadetlerin arasında, meşru iş yaparak çalışmak ibadettir.
Müslüman helalinden kazanmalı ve helal yerlere harcamalıdır. Alın teri dökmeden, emek sarf etmeden, hayra vesile olmadan
kazanç helal olmaz.
b) Dinde Helal Olmayan Kazanç Yolları Özet Olarak
Şöyledir:
-Fuhuş yolu ile elde edilen,
-İnsana ait kan, organ, saç gibi şeylerin satışı ile elde edilen,
-İçki, uyuşturucu, sigaradan elde edilen,
-Kumar ve şans oyunlarından gelen,
-Fahiş fiyat, karaborsa, tefecilik yolu ile elde edilen,
-Buluntu, çalıntı, kaçak ve hileli yollarla elde edilen,
-Faiz ve faizli alışveriş yolu ile elde edilen,
-Rüşvet yolu ile gelen,
-Hile yalanla elde edilen,
-Fal ve büyücülük ücreti,
-Hak edilmemiş maaş,
-Zekâtı verilerek temizlenmemiş mal helal olmaz.
393
c) Satıcı Şu Davranışlardan Kaçınmalıdır. Bunlardan
Kaçınmazsa, Kazancı Helal Olmaz:
1-Fahiş Fiyat:
İslam’da fiyatlara müdahale olmaz. Arz talep söz konusudur.
Nisa suresinin 29. ayetinde fahiş fiyat yani haksız kazanç yasaklanmıştır. Fiyatta insaflı olunacaktır. İnsaflı davranılmadığı zaman
zulüm olur. Zulüm de ağır bir günahtır.
Bir gün Peygamberimize bir kadın soruyor:
-Ya Rasulallah ben alışveriş yapıyor; malı alırken az ücret
ödüyorum. Satarken de normal ücretinden fazla istiyorum. Sonra da
normal değerine indiriyorum der.
Bunun üzerine Allah Rasülü şöyle buyurur:
-Böyle yapma! Bir şey satın alırken onun normal ücretini teklif et. Ya alırsın ya da alamazsın. Bir şeyi satmak istediğim zaman
da yine malın normal ücretini iste. Ya satarsın ya da satamazsın. (
İbn Mace, Ticaret:29 )
Bir Sahabi at alacaktı. Fiyatını sordu. Az buldu. “ Bu fazla
eder” deyip değerini verdi. Ona dediler ki, daha ucuza alabilecektin
neden fazla ödedin? Şu cevabı verdi:
-Alışverişte hile yapmayacağım hususunda Allah Rasülüne
söz verdim.
İmam-ı Azam, malın değerinden, fazla fiyatta mal satan ortağından ayrılmış, hissesini de fakirlere dağıtmıştır. Ve demiştir ki:
“Dinin alışveriş kısmını bilmeyen haramdan korunamaz.”
İslam da kar için bir sınır konmamıştır. Ahlaki, vicdani ve insani ölçüler esastır.
Allah Rasülü: “Aldatan bizden değildir” buyurmuştur. (Müslim İman:164)
Helal kazancın ölçüsü şudur:
-Fiyat haddi aşmayacaktır.
-Yalan hile aldatma olmayacaktır.
-Alıcının durumundan faydalanılmayacaktır.
-Karaborsacılık yapılmayacaktır.
-Fiyat doğru ve açık yazılacaktır.
-Veresiye vadeli satışta mal değil, fiyat yazılacaktır.
-Fırsatçılık yapılmayacaktır.
394
Bazıları kar %yüzü aşmayacak diyor. Yok, öyle şey. Adam
kapatıyoruz diye bir başlıyor. Fiyatlar yarı fiyatının altına düşüyor.
Kampanyalar dudak ısırtıyor. Bu adam ne kadar kazanıyormuş!
Dedirtiyor.
İslam Âlimlerine göre;
-Gayr-i menkullerde % 20
-Hayvanlarda % 10
-Menkul eşyada % 5 olarak sınırlandırılmıştır.
(Prof. Dr. Hamdi Döndüren: İslami Ölçülerle Ticaret Rehberi sh:194)
2-Yalan:
Osmanlı esnaflarından biri kumaş satmaktadır. Anadolu’dan
gelen alıcıya kumaşları verirken bir top kumaş ayırır: “ Bunu sana
veremem bu kusurlu” der. Alacı “ fark etmez onu da alayım” deyince satıcı şöyle der:
-Sana bunun kusurlu olduğunu söyledim. Alıcı bunu bilmez
sen satarken bunun kusurlu olduğunu söylemeyi unutabilirsin. Biz
hilekâr, yalancı mal vermiş oluruz bunun için bu kumaşı veremem
demiştir.
Satıcı da aranan en önemli şey güvenilir olmaktır. Kusurlu bir
malı kusursuz gibi satmakla üç günah işlenmiş olur:
1-Alıcıyı aldatmak,
2-Yalan söylemek,
3-Hakkından fazla para almak.
Peygamberimiz bir gün Ashabına:
-Büyük günahların ne olduğunu size haber vereyim mi? Der.
Allah’a şirk koşmak, ana babaya haksız yere isyan etmek dedikten
sonra doğrulur:
-İyi dinleyin; bir de yalan söylemek ve yalan yere yemin etmektir buyurur.
Bir hadislerinde:
-“ Aldatan bizden değildir” ( Müslim İman:43 )
-“ Yalan yemin kazancın bereketini giderir.” ( Müsned:2/ 235
)
-“ Cennete ilk önce doğru satıcılar girecektir” ( Ramuz elEhadis:161/ 1)
395
-“ Güvenilir ve doğru tüccar kıyamet gününde Peygamberlerle doğrularla şehitlerle ve Salihlerle beraber olacaktır” (Tirmizi,
Büyu:4)
3-Aldatmak:
Malını kusurunu, kalitesini gizlemek ticaret ahlakına asla
sığmaz. Peygamber ( as ) çarşıda buğday satanın buğdayını eli ile
karıştırır, alt kısmının ıslak olduğunu görür ve ona:
-Bu nedir? Diye sorar.
-Yağmur ıslatmıştır cevabını alınca
-Niçin saklıyorsun, göstermiyorsun? Aldatan bizden değildir
buyurmuştur. ( Müslim İman:164 )
Bir de alırken yermek, satarken övmek de aldatmaya girer:
satıcının malında olmayan vasıfları söylemesi yalan olur.
Kazanç dürüst olmazsa kazanç helal olmaz. İnsanın organları
bile itaat etmez. Evlatları harami olur. Malı yel gibi gelse de, sel
gibi gider, telef olur.
Peygamber ( as ): “ Bir kimse yediğine, içtiğine dikkat etmezse, Allah da ona cehennemin hangi kapısından sokacağına aldırmaz” buyurur. ( Tirmizi Cehennem:9 )
Günümüzde doğru, güvenilir satıcı bulmak neredeyse
imkânsız gibi, müslümanlar arasında aldatma olmamalı. Peygamber
( as ): “ müslümanlar arasında aldatma olamaz. Bizi aldatan bizden
değildir” buyurmuştur.
Atalarımız: “ hile ile iş gören mihnetle can verir” demiştir.
Daha önce atalarımız esnafı devamlı denetlerdi. Uyarılırdı.
Hile yapan:
-Bir süre işinden men edilirdi.
-Veya mesleğinden uzaklaştırılırdı.
-Ceza verilirdi.
-Hapis cezası verilirdi.
-İlişki kesilirdi.
-Mallarına el konuldu.
Bu yüzden kimse kimseyi aldatamazdı.
Ahilik teşkilatının ilkeler arasında şunlar vardı:
-İyi huylu, güzel ahlaklı herkesi için sevgi dolu olmak kin ve
düşmanlığı, hasedi, dedikoduyu hayattan çıkarmak.
396
-Vefalı olmak, sözünde durmak, gönlü kalbi tok olmak.
-Saygılı olmak, yapılan iyiliği başa kalkmamak.
-Hatayı daima kendi nefsinde aramak.
-İnsanlar arasında ayırım yapmamak.
-Hizmetindekileri korumak.
-Doğruluktan ayrılmamak
Ahi Baba’nın ustalığa yükselen gence nasihati şöyledir:
“Ey oğul! Harama bakma, haram yeme, haram içme! Doğru,
sabırlı, dayanıklı ol! Yalan söyleme! Büyüklerinden önce söze başlama! Kimseyi kandırma! Kanaatkâr ol! Dünya malına tamah etme!
Yanlış ölçme, eksik tartma! Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil! Kendin muhtaç
iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”
Biliyorsunuz Fatih Sultan Mehmet tebdil-ı kıyafetle esnafı
hep denetlerdi. Bir esnafa şunu şunu ver demiş, esnaf, birazını verip kalanını komşumdan alın o siftah etmedi demişti. Fatih memnun
kalıp “ Allah bu milletin ahlakını bozanlara lanet etsin” diye dua
etmiştir.
Helal iş yapmak helalden kazanmak her müslümana farzdır.
Hz. Ali şöyle diyor:
-“Allah Rasülü Müslümanlara şu duayı öğretti.
“Allah’ım! Bana helal rızık nasip ederek haramlardan koru!
Beni senden başkasına muhtaç etme” ( Tirmizi Davut:110 )
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim:
-Helal ve meşru şeyleri yiyip, içmeye, haram olanı terke davet eder.
-Meşru yollarla rızık aramayı tavsiye eder. Çünkü helal yiyip
içenler ancak Salih amel işlerler.
Allah: “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizden
helal olanlardan yiyin” diye emreder. (Bakara:172) çünkü haramın
bitirdiği et cehenneme layıktır.
İnancımızda doğruluk dürüstlük güvenilirlik esastır. Kur’an
da:
-“Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu hem daha iyidir hem de netice bakımından daha güzeldir”
(İsra:35) tavsiyesinde bulunuluyor.
397
Daha yeniye kadar alış-verişler sağlıklı olurdu. İki taraf da
birbirine güvenirdi. Senet bile yapılmazdı. Bir kenara yazılı verirdi.
Şimdi senetler bile ödenmiyor.
Peygamber (as): “ Varken borcunu geciktiren zalimdir. Zalimin düşmanı da Allah’tır” buyurmuştur. ( Tirmizi Buyü:66 )
İki taraflı güven yok. Alanda, satan da hayrını görmüyor.
Musalla taşında “ hakkınızı helal edin” denilince “helal etmiyorum” diyenler oluyor.
Kul hakkı önemsenmez oldu.
4-Yemin Etmek:
Helal iş yapan esnafa: “durum nasıl?” denince hamd eder,
şükreder. Dürüst iş yapmayan hep sızlanır, şikâyet eder. Kazandığının hayrını görmez.
En çok yalan yemin nerede yapılıyor dense, daha çok ticarette olur zannediyorum. Yalnız şunu açıkça belirtirim ki, doğru dürüst, hak hukuku gözeten, Allah’tan korkan esnafımızın Allah sayılarını artırsın diyorum.
Ticaret hayatındaki en önemli hastalıklardan biri de yemin
etmektir. Sadece satabilmek için sık sık yemin eden satıcılar oluyor. Böylece güven vermiyor, aslında güven sarsıyorlar. Doğruya
niye yemin edilsin. Bir de büyük günaha giriyorlar. Şu fiyat diye
yemin ediliyor. Biraz sonra fiyat değişiyor. Bu yeminlerin her birine yemin kefareti gerekir. Ne yapar?
-10 fakiri orta halli giydirir.
-Değilse 10 fakiri sabah akşam doyurur.
-Değilse 3 gün oruç tutar.
-O da olmazsa o yılın fıtır sadakası miktarı fakire para verir
ve Tevbe istiğfar eder.
(karşı tarafın yemin olarak anladığı, kabul ettiği her söz yemin sayılır)
Yeminle mal satanlara Allah merhamet etmez. Peygamberimiz Pazar yerlerinde eğleşmeyi tavsiye etmemiştir. Sebebi de şeytan en çok Pazar yerlerinde eğleşir. Yalanla hile ile insanları günaha sokmaya çalışır.
398
Cenab-ı Allah: “Birbirinizi aldatmak için yemin etmeyin…
Buna karşılık, kötü azap tadarsınız. Ahirette de büyük azap vardır.”
( Nahl:94 ) buyurur.
Yalan yemin edilerek elde edilen, helal olmadığı gibi kul
hakkı da doğar. Müslüman aleyhine de olsa doğruluktan ayrılmayacak, yalan yere yemin etmeyecektir.
Peygamber ( as ):
-“ Sakın ha alışverişte yemin etmeyin. Yemin belki malı sattırır ama bereketini götürür. Gerçeği gizleyip, yalan söyleyerek yapılan alışverişin bereketini Allah yok eder” demiştir.
Peygamberimiz asla yemin etmez “Estağfurullah” derdi.
Şöyle uyarmıştır:
-“Bir şey satarken yeminden sakının. O, her şeyi mahveder.”
(R.Salihın:1753)
-“Alışverişte yemin etmek, malın kazancını giderir.”
(R.Salihın:1752 )
Cenab-ı Allah Kur’an’da:
-“Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenlerin
ahirette bir payları yoktur. Allah onlara kıyamet günü hitap etmeyecek, onların yüzlerine bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azap onlar içindir” ( Al-i İmran:77 )
Yemin ederek malını satan, karşı tarafı aldattım para kazandım diye düşünmemelidir. Kaybeden kendisidir. Aldanan da kendisidir.
Son olarak esnafımız ticaret ahlakını iyi öğrenmeli ve uygulamalıdır. Değilse kazancı helal olmaz. İşine, aşına, eşine ve çocuklarına yansır.
Uyacağı bazı kuralları tekrar hatırlatacak olursak
1-Fahiş fiyattan, kaçınmalıdır.
2-Meşru iş yapmalıdır. Günaha, harama götüren, helal olmayan mal satmamalıdır.
3-Cuma günleri cuma sorumluluğu olan kimseler çalıştırmamalıdır.
4-Helalinden kazanmaya çalışmalıdır. Haram olan kazanç
yollarından kaçınmalıdır.
5-Yalandan yeminden kaçınmalıdır.
6-Vasıfsız, kusurlu mal satmamalıdır.
399
7-Hile yapmaktan, aldatmaktan kaçınmalıdır.
8-Alıcıya kolaylık göstermelidir.
9-Ticareti onu Allah’ı anmaktan, namazdan alıkoymamalıdır.
Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Bir kısım erler vardır
ki, alışverişleri onları Allah’ı zikretmekten, namazlarını kılmaktan,
zekâtlarını vermekten mahrum etmez.” ( Nur, 24/ 37 )
Cenab-ı Allah
-“Eğer borçlu darlık içerisinde ise, eli genişleyinceye kadar
ona mühlet verin…” (Bakara:280) diye emreder.
Peygamber ( as ) da! “ Kim eli dar olan borçluya kolaylık
gösterirse, Allah da dünya ve ahirette ona kolaylık gösterir. Bir
kimse din kardeşine yardımda bulundukça, Allah da ona yardım
eder.” ( Müslim Zikir:38 ) buyurur.
Cenab-ı Allah yapılan iyiliklere 1’e 10’dan bire 700 misline
kadar sevap verir.
Peygamberimiz ( sav ) borçluya kolaylık gösterene şöyle dua
etmiştir:
-“Borçluya kolaylık gösterene Allah rahmet etsin.” ( Buhari
Buyü:16 )
Alıcı da dürüst olmalı, borcunu zamanında ödenmelidir. Eğer
yakınlarımız borçlu olarak ölürlerse onu borçtan, azaptan kurtarmaya çalışılmalıdır. Peygamberimiz borçlu olanın borcu ödenmeden cenaze namazını kaldırmazdı.
Esnaf kardeşim, dükkânındaki kamera başkalarını çektiği gibi
seni de çekiyor. Yarın senin şikâyetçin olacak. Bunu unutma. Şahidin olacak.
Bir de görebileceğin bir yere “ Allah görüyor, Allah biliyor,
Allah soracak” yazar, zaman zaman gözün ilişirse, günaha girmekten kurtulursun.
400
GELECEĞİMİZ ÇOCUKLARIMIZ
Çocuklarımız geleceğimizdir. Onlar dünyada bizim sigortamızdır. Ahirette ise ya cennetimiz ya da cehennemimiz olacaktır.
Onun için en güzel yatırım çocuklarımıza yapacağımız yatırım olacaktır.
Çocuk dünyaya getirdikten sonra analık babalık görevi gitmez. Esas görev o zaman başlar. Çocuk, anaya babaya Cenab-ı
Allah’ın emanetidir. Bu emanetin iyi muhafaza edilip edilmemesinden anaları babaları Allah sorguya çekecektir. Evlat kurtulmadan ana babaya kurtuluş yoktur.
Yetiştirilen evlat sadaka-i cariye olurken, yetiştirilmeyen evlat pişmanlık vesilesi olacaktır. Yüz karası olacaktır. Meslek hayatımda evlat dünyaya getirdiğine pişman olan çok ana baba gördüm.
Aslında biz ana babalar çocuklarını iyi yetiştirmediği için onların
hem dünyalarını hem de ahiretlerini mahvettiklerinin farkında değillerdir.
Analık babalık görevini sırtı pek karnı tok evlat yetiştirmek
zannederler esas görevlerini unutuyorlar.
Peygamber ( as ) şöyle diyor: “Hiçbir baba çocuğuna güzel
terbiyeden daha üstün bir hediye bağışlamış olamaz.” ( Tirmizi
Birr:33 )
Çoğu aile, para kazanayım derken evladını unutuyor. Bir de
vaktini, ömrünü, parasını köpeğe harcayan, köpeğin gezdirdiği
kimseler var. Eskiden bedava edenler: “paran köpek parası olsun”
derlerdi.
a)Hayırlı Evlat Nasıl Yetişir?
Hayırlı evlat, hayırlı eş seçimi ile başlar. Hayırsız, iffetsiz
inançsız insandan hayırlı evlat dünyaya gelmez. Aşılanmayan, ilave
atılmayan ve budanmayan ağacın meyveleri çürük olur, kurtlu olur.
Böyleleri kendine ve çevresine hayır soluk solumaz.
Hayırlı evlat için eş seçimi çok önemlidir. Nişan da, düğünde
aile günah ve haram üzeri kurulmamalıdır.
Peygamberimiz (sav) bizi şöyle uyarmıştır:
401
-“Kadın dört şeyi için nikâhlanılır. Malı, soyu, güzelliği ve
dindarlığı sen dindar olanını tercih etki mutlu olasın” ( Buhari,
nikâh:15 )
Çocuk terbiyesi, ana karnında devam eder. Peygamberin ( as
) şöyle tavsiye etmiştir:
-“Eşinizle beraber olmadan “Bismillah; Allah’ım, bizi ve nasip edeceğin evladımızı şeytandan uzaklaştır” derse, o evla da şeytan musallat olamaz” ( Ramuz el-Ehadis:356 / 3 )
Bir hadiste de: “Eşinizle beraber olurken örtünün. Örtünmezseniz melekler uzaklaşır, şeytan yaklaşır, çocuğa ortak olur ve çocuk hayâsız olur. ( İ. Canan, Sünnette Terbiye:59 )
Çocuk ana karnında iken helal gıda ile beslenmelidir. Ne demişler: “haram yiyenin harami evla da olur.”
İyi de kötü de ana karnında çocuğa yansır. Ana alkolden, alkol katkılı şeylerden, sigaradan, faizden, domuz mamüllerinden ve
uyuşturucudan mutlaka uzak durmalıdır.
Çocuk ana karnında her şeyi hisseder. Ve etkilenir. Ana ağlarken ağlar, gülerken güler, üzülünce üzülür, sevinince de sevinir.
Anne hangi tür müzik dinlerse, çocuk o yönde etkilenir.
Kur’an okuyan, dua eden, zikreden, besmeleyi ihmal etmeyen, cünüp ve abdestsiz gezmeyen ananın evladı ana karnında mayalanır.
Doğunca güzel huylu, güzel yüzlü olur.
Çocuk olduktan sonra önce güzel bir ad konmalıdır. Peygamber ( as ): “Kıyamet günü kendinizin ve babanızın ismi ile çağrılacaksınız. O halde çocuklarınıza güzel isim koyun.” ( Ebu Davut,
Edep:69)
Daha sonra çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet
getirilerek ismi ile çağırılmalıdır.
Hamilelikte doğumda ve doğumdan sonra bid’at ve hurafeler
işlenmemelidir. Mesela: çocuğun göbeğini cami duvarının dibine
gömmekle çocuk cami ehlinden olmaz.
Ana çocuğunu abdestsiz emzirmemeye besmelesiz yatırıp
kaldırmamaya, dikkat etmelidir. Hayır, duayı da eksik etmemelidir.
Maddi durum iyi ise akika kurbanı kesilmelidir. Değilse, sadaka verilmelidir. Çocuk, helal gıda ile beslenmelidir.
Çocuk her ayın, her yaşın gıdası farklı olduğu gibi, yaşına göre terbiye edilmelidir.
402
Anne, çocuğuna süt emzirmekten kaçınmamalıdır. Anne sütüyle beslenen çocuk daha sağlıklı ve daha zeki olur. Anne sütünün
yerini hiçbir şey tutamaz. Emzirmek annenin sağlığı açısından da
önemlidir. Emen çocuk annesine daha bağlı olur.
Eğer çocuk başkasından emecek olursa, kadın, sağlıklı, iyi
huylu olmalıdır. Haram yiyenden, süt emen çocuk kötülüğe meyyal
olur.
Halk arasında helal süt emmiş ve sütü bozuk ifadeleri bir şeyler ifade eder. Atalarımız: “Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ
olur” demiş. Çocuk eğitimle doğmaz, eğitimle yetişir.
Cenab-ı Allah: “Emanete hainlik etmeyin” diye emrediyor.
(Enfal:27)
-“Mallarınız evlatlarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın.”
(Münafıkın:9) diye emrediyor.
Peygamber ( as ) da:
-“Hepiniz çobansınız, güttüğünüz sürüden sorulacaksınız.” (
Buhari Cuma:11 )
Atalarımız: “Eğri cetvelin doğru çizgisi olmaz” demiştir.
İyi evlat yetiştirmek isteyen ana baba önce kendisi doğru dürüst yaşamalı, çocuğa iyi model ve iyi örnek olmalıdır.
Bir ana bir eğitimciye sormuş:
-Çocuğumu ne zaman terbiye edeyim?
-Çocuğun kaç yaşında?
-5 yaşında.
-5 yıl gecikmişsiniz demiş.
Daha küçük deyip de kendi halinde çocuk terk edilirse, sonra
zor terbiye edilir. Çocuk küçükken şekil alır. Hamuru pişmeden
şekillendirilir.
Çocuk iyi çevre de, iyi arkadaşların yanında iyi etkilenir ve
bozulmaz.
Çocuk sevgi ve şefkatle büyütülmelidir. Atalarımız: “ çocuğa
fazla yüz verme yüzsüz olur az da verme arsız olur” demişlerdir.
Merhametin de bir ölçüsü vardır.
Dayağın terbiyede yeri yoktur. Dayakla insan terbiye edilmez. Küçükken dayak yiyen, büyüyünce onu iade eder.
Kuşu nasıl gevşek tutarsan uçar gider, sıkarsan da ölür. Baskı, ceza, şiddet, dayak terbiye etmez problemi artırır.
403
Bilhassa kız çocuğunun hayâsız olmaması için terbiyesine
daha çok önem verilmelidir. Kızın, kız gibi yetiştirilmesi onun ilerde hanımefendi yapar.
Çocuklara her türlü tehlikeden haberdar edilmeli ve korunma
yolları öğretilmelidir. Çocuklara mutlaka din eğitimi küçük yaştan
itibaren verilmeli ve beraberce yaşama fırsatı verilmelidir.
Dindar bir aile çocukları, aldıkları din eğitimi sayesinde hayata güçlü bir şekilde başlar. Aldığı eğitim onu korur, onu kötülüklerden alıkor.
Evladına dinini öğretmeyen analar, babalar evladını mahveden merhametsiz kimselerdir. Onlar cehenneme odun yetiştirmişlerdir.
Dinsiz yetişen gençler acımasız, merhametsiz olurlar. Karınları tok, beyinleri aç olduğundan ruhsuz olurlar.
Peygamber ( as ):
-Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Çocuğun ana babası
onu Yahudi, Hıristiyan Mecusi yapar” buyurmuştur.
Çocuğun iyi insan iyi vatandaş olması için dini terbiyeye ihtiyaç vardır. O zaman faydalı insan olur.
Rasulullah (sav ) çocuklara küçük yaştan itibaren dinlerinin
öğretilmesini emretmiştir:
-“Çocuklarınız konuşmaya başladığında onlara “La İlahe İllallah” demeyi öğrettiğin” ( Ramuz el-Ehadis:33/ 3)
-“Yedi yaşında çocuklarınıza namaz kılmalarını emredin. On
yaşında kılmak istemezlerse dövün. Aynı zamanda yataklarını ayırın” ( R.Salihın:299 )
-“İslam’ı öğrenmek için Rasülullah’a bir heyet gelmişti. Yirmi gün kadar kaldılar, gidecekleri zaman onlara şöyle dedi: “Ailenize dönün, onlara dinlerini anlatın ve namazı öğretin.”” ( Buhari
Ezan:18 )
Cenab-ı Allah ne emrediyor:
-“Ey imam edenler! Kendinizi ve aile fertlerinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun” ( Tahrim:6 )
-“Ailene namazı emret kendinde sabırla devam et” ( Taha:132 ) diye emrediyor.
Peygamberimiz ( sav ) sabah kalktığı zaman eşini ve çocuklarını namaza kaldırırdı. Evli oldukları halde Hz. Ali, Hz. Fatıma’nın
404
kapısını çalar: “Namaza kalkın. Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi temizlemek istiyor” derdi. ( Tirmizi Tefsir:33 )
b) Çocuğun Ana Baba da Hakkı Vardır:
Allah birinci derece de çocuktan ana babayı sorumlu tutar.
Ana baba çocuğa güzel isim koyacak, helal rızıkla besleyecek ve
dinini öğretecektir.
Bir baba Hz. Ömer’e oğlundan şikâyet eder. Ömer ( ra ) çocuğu çağırır:
-Baban senden şikâyetçi der ve çocuğa nasihat eder. Çocuk:
-Ya Ömer! Çocuğun ana babasında hiç mi hakkı yok? Diye
sorar. Hz. Ömer ( ra ):
-Olmaz olur mu? Evvela evlenirken, eş iyi aileden seçilecek,
güzel bir isim verecek, dinini öğretecek…” der. Çocuk Hz. Ömer’e:
-Babam anamı iyi bir aileden seçmemiş, adımı “kara böcek”
koymuş beni terbiye etmedi, dinimi öğretmedi der.
Hz. Ömer (ra ) çocuğun babasına:
-Gelmiş bir de oğlundan şikâyet ediyorsun. Ona görevini
yapmamışsın. O sana kötülük etmeden sen ona kötülük etmişsin
der.
Peygamberimiz ( sav ):
-“Bir kimse dünyada evladını rezil ederse, Allah da onu kıyamet gününde rezil eder. Bu kıstastır” buyurur. ( Ramuz elEhadis:410 / 4 )
Peygamber ( as )’ın bir terbiye metodu var.
-“Söyleme yap!” diyor. Çocuğun nasıl olmasını istiyorsak,
ana baba olarak öyle örnek olunmalıdır. Çocuğa en iyi model ana
babadır.
Bir hadiste: “ kolaylaştırırız güçleştirmeyiniz. Müjdeleyiniz,
nefret ettirmeyiniz.” Buyrulmuştur.
İyi yetiştirilmemiş gençlerden herkes şikâyetçi.
-Etrafına zarar veriyor.
-Ana babasını dövüyor, öldürüyor.
-Merhametten, hayâdan mahrum, acımasız.
-Saygı sevgi nedir habersiz.
405
Nasreddin Hoca evlenmiş, sabah hanımı: “kime görünmeyin
kime görünmeyeyim? Demiş. Hoca: “bana görünme de kime görüyorsan görün” demiş.
Gençlerimiz iyi durumda değil bakalım bize rahmet mi okuyacak, lanetli mi?
Şair ne diyor:
Kitaplardan çok iskambil.
Sudan çok bira, şarap.
Anladınız mı şimdi.
Neden halimiz harap!
c) Genç Deyince Ne Anlamalıyız?
Gençlerimiz popla, topla, yoz müzikle, ilahlaştırılan sanatçı
ile eğlence, alkol ve uyuşturucu ile uyutulmaya çalışılıyor.
Düşmanın hedefi dinimiz, ailelerimiz ve gençlerimizdir. Denilebilir ki, bu konuda başarılı oldular. Genç milli ve dini kavramlardan uzak, mutluluğu çöplüklerde arıyor. Aileler, dejenere olmuş
idealist genç yetiştiremiyor.
“Kendi türküsünü bilmeyen, başkasının havasını söyler” derler. Kızlar anası, oğlanlar babası gibi değil. Genç, milli, ahlaki,
insani ve dini değerlere sahip değil. Kızlarımız kişiliğiyle değil,
dişiliğiyle kendini sergiliyor. Genç, moda taklit aşk yolunda. Evliliğin yolu sokaklar, kafeler ve dans salonları, günler flörtle geçiyor.
Görünce kendisiyle gurur duyacağımız gençlerin sayısı az.
Başta yetiştirdiği evlattan ana baba memnun değil. Eğitimci, eğittiğinden memnun değil. Genç, telefonun, televizyonun ve internetin,
bir de karşı cinsin esiri.
Bugün gençleri büyük tehlikeler bekliyor. Eğer bu tehlikelere
karşı uyarmaz ve korunmazsak, genç elimizden, avucumuzdan
uçup gidecek. Küçük çocuklara nasıl aşı yapıyor, hastalıklardan
koruyorsak, gençlere de insani, ahlaki ve dini aşıyı yapmalıyız.
Değilse, koruyamayız.
Gençler ilgi istiyor. Onlar kaplumbağalardan, kelaynak kuşlarından, kediden, köpekleten ve kuştan daha önemlidir. Anaya babaya ardından hayır dua edecek, hayırlı evlat lazım.
Genç yanlış yapıyor:
406
-Mutluluğu, mahvolacağı şeylerde arıyor.
-Yanlış arkadaşlar ediniyor.
-Hep cinselliği ön planda tutuyor.
-Aileye önem vermiyor.
-Ahlakı, dini yok sayıyor. Ahireti yok sayıyor.
-Bilgisini, enerjisini yanlış kullanıyor.
Peygamberimiz ( sav ): “Kıyamet günü Âdemoğlu şu beş şeyin hesabını vermedikçe Rabbinin huzurundan ayrılmayacaktır.
Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden,
malı nereden kazanıp nereye harcadığından, bildiğiyle ne denli
amel ettiğinden.” ( Tirmizi, Kıyamet, 1 )
Genç deyince benim aklıma şunlar geliyor:
-Geleceğimiz.
-Genç yaşta Hılfu’l-Fudul’a üye olan Peygamberim.
-Çocuk yaşta müslüman olan Hz. Ali ( ra ) Hz. Bilal.
-Babasına boyunu uzatan İsmail ( as ).
-Anasının sözünden çıkmayan Veysel Karani.
-Dininden dönmeyen Ashab-ı Kehf gençleri.
-Malazgirt’te Diyojen’i esir alan zayıf genç.
-21 yaşında İstanbul’u fetheden Fatih.
-Vücudu delik deşik, burçlara bayrağı diken Ulubatlı Hasan.
-Çanakkale de 276 kilo mermiyi kaldıran ve boksörü yakalayan cılız Musa ve 13 yaşında savaşa beni de yaz diyen dedemi.
-Ne olacaksın? Deyince “cennetlik” cevabını veren öğrencimi.
-Baskılara karşı örtüsünden vazgeçemeyen bacılarımı ve iffet
abidesi kızlarımızı.
-Şu anda da milletin değerlerini temsil eden İ.H.L’li gençlerimizi hatırlıyorum. Onlar aklıma geliyor.
d)Ana Baba Nasıl Kötü Evlat Yetiştirir?
Çiçeği sulamazsanız, ilgilenmezseniz kurur. Çocuklar ve
gençler daha çok ilgi ister. Çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. İnanca ve ibadetlere meyyal olarak büyür. Eğer çocuğa dini, doğru bir
şekilde öğretmezsek ve din duygusunu veremezsek, satanist olur,
Hıristiyan olur. Ateist olur, berduş olur.
Hz. Ömer zamanında duvarın ardından bir ses: “süte su kat”
407
-Hayır, anne, Ömer ne dedi? “Ömer nerden bilecek, görecek?” “Ömer görmüyorsa, Allah da mı görmüyor anne!
Hz. Ömer, Medine yolunda bir çoban çocuk görüyor. Ona:
“bu koyunlardan birini bana sat” diyor. Çocuk “koyunlar benim
değil, satamam” diyor. Ömer ( ra ): Daha iyi ya kayboldu, kurt yedi” dersin: çocuk “sahibime öyle derim de Allah’a ne derim? Diye
cevap veriyor.
Tekstil de çalışan 16 yaşındaki Mehmet bana soruyor:
-Hocam, şef namaz kılmamız için izin vermiyor. Ben ona hediyeler versem, namaz için izin istesem, rüşvet olur mu? Diyor.
İşte inancın, din eğitiminin gücü! İnsanı ne hale getiriyor bakın?
Peygamber ( sav ) şöyle buyurmuştur: “İnsan ölünce tüm
amellerinin sevabı kesilir ancak şu üç çeşit amelinin sevabı devam
eder: 1-Sadaka-i Cariye ( su, yol, köprü gibi faydası sürekli olan
işler ) 2-Kendisinden istifade edilen ilim 3-Kendisine dua eden
hayırlı evlat.” (Nesai, Vesaya, 8 )
Çocuğun kişiliğini ana baba oluşturur. Ana baba çocuğunu
köpekle beraber yetiştirir, çocuğunu önemsemezse, çocuk, kişiliği,
ahlakı, zayıf bir insan olur.
Çoğu ana babalar çocuğunu büyütüyor. Ama onu eğitmiyor.
Yetiştirmiyor.
Bir fidanı diker, onu aşılar, ilaçlar ve budarsak sularsak iyi
meyve elde ederiz. Önemsemezsek, emek vermezsek umduğumuzu
bulamayız. Bir baba hocaya oğlundan şikâyet etmiş. Hoca sormuş:
-Evladına hiç beddua ettin mi?
-Etmez olur muyum, sözümü dinlemedi, yaramazlık yaptı.
Bastım bedduayı demiş. Hoca:
-Oğlunun kötülüğünü sen istemişsin onu sen kötü eğitmişsin
demiş.
Ana babalar:
-Kötü örnek olursa,
-Terbiye etmezse,
-Yanlış davranışlarını alkışlar gülerse,
-Ana babayı kavgacı geçimsiz görürse,
-Her istediğini yapar, ona bazı davranış ve istekleri için sınır
koymazsa,
408
-Evladını ihmal ederse,
-Kaba kırıcı davranır, döver, söverse,
-İyiyi kötüyü öğrenmezse,
-Çocuğu sokağa, telefona, televizyona ve internete teslim
ederse,
-Yalan söyler, sözünde durmazsa,
-İçki içer, kumar oynarsa,
-Ahlak kurallarını öğretmez, dinden uzakta yetiştirirse,
-İffetli giyinmeyi, namuslu davranmayı öğretmezse ana baba kendi eliyle evladını kötü bir insan olarak yetiştirmiş olur.
Şu bir gerçektir ki, gençlerde manevi eksiklik suça yöneltiyor. Bugüne kadar dindar insandan korkulur, algısını benimsettiler.
Çocuk yazın saz, caz, dans, kursuna gönderildi camiye gönderilmedi. Kur’an Kursları İ.H.L’leri kötülendi. Gençler camiden dini
hayattan uzaktan tutuldu.
Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki
Dini bir kitap yazdı. O zaman kitaplar matbuat unum müdürlüğünün izni ile basılıyordu. Gönderdiği kitaptan bir haber alamayan
Akseki sebebini sordu. “Yeni neslin dindar olmasına taraftar değiliz” cevabını aldı.
Türkiye de Kur’an Kursları ve İmam Hatipler açılmaya başlayınca resmen Kıbrıs’ta da açılması istendi. Teklif Rauf Denktaş’a
götürüldü. Kesin olarak olmaz denildi. Çeşitli yollarla teklif yenilendi cevap olumsuz oldu.
Ne zaman ki Kıbrıslı gençler ateist, satanist ve Hıristiyan olmaya başladılar, ahlaksızlık arttı. Yeni nesil manevi duygularını
kaybetti, Rauf Denktaş’ın oğlu şu ifadeyi kullandı: “Babam kaktüs
yetiştirdi.”
Daha sonra eski Reisi Cumhur Başkanı Mehmet Ali Talat:
“Kur’an kursuna, İ.H.L’ne ve İlahiyat Fakültesine karşı çıktık, şimdi cenaze yıkayacak kimseyi bulamıyoruz” itirafında bulundu. (2006-2012 Akit)
Sonuç olarak;
Yeni nesli madden manen iyi yetiştirmeden problemler bitmez. Aileler hayırlı evlat yetiştirmeden iki cihanda mutlu olmaz.
409
Osman Gazinin Orhan Gaziye son ikazı şudur: “Ey Orhan!
Dini gayreti olmayanları, sefil hayat yaşayanları devlet hizmetinden
uzak tut.”
İnancı olmayandan devlet de millet de huzur görmez. Onun
için geleceğimizin iyi olmasını istiyorsak önce insanı yetiştirmek
zorundayız.
Adam Pazar günü almış gazetesini, koymuş kahvesini önüne
rahat bir gazete okuyacak o sırada oğlu gelmiş:
-“Baba söz vermiştin beni gezmeye götürecektin” deyince
adamın keyfi kaçmış, “öyle bir bahane bulayım ki, kurtulayım”
derken gazetede tam sayfa dünya haritası görmüş. Parça parça etmiş, çocuğa demiş ki:
-“Bu haritayı düzelt seni gezdireyim”
Çocuk kısa zaman sonra “düzelttim baba” diyerek haritayı
getirmiş. Adam inanmamış, incelemiş, doğru. Oğluna dönüp:
-Nasıl oldu bu? Demiş. Çocuk:
-Arkasında bir adam vardı, adamı düzelttim, harita da düzeldi” cevabını vermiş.
Evet, insanı düzeltirsek, dünya düzelir. Problem biter.
Cenab-ı Allah insanı yaratmış, onu başıboş bırakmamıştır.
Yol gösterici Peygamberler göndermiştir. Bir de uyup da mutlu
olacağı talimatlar içeren kitaplar göndermiştir. Peygamber (as) Allah’tan aldığı emirlerle gökteki yıldızlara eş Ashab-ı Kiram’ı yetiştirmiş ve Asr-ı Saadet devrini yaşatmıştır.
Rabbim, bize hayırlı nesiller yetiştirmek nasip etsin. Ölürse
yerin, kalırsa elin beğenip memnun kalacağı evlatlar versin.
410
OKULLAR AÇILIRKEN
Okullar açılırken öğretmen ve öğrencilerimize hayırlı ve başarılı olsun dileklerimi sunarım.
Geçen yıllarda bir öğretmene: “okullar açıldı hayırlı olsun”
dedim. Bana: “Neresi hayırlı hocam, 3000 öğrencinin 750 tanesi
boşanmış ailelerin çocukları…” demişti. Problem çok.
Gerçekten gençlerimizin manzarası hiç de iyi değil. Benim
evim bir lisenin çok yakınında idi. Yanında bir de park vardı. Çocukların durumlarından evi satmak zorunda kaldım. Emniyeti aradım olmadı. Okul idaresini aradım olmadı. Öğrencilerin giriş ve
çıkışlarında ben evime giriş çıkışı, ya önceye alıyordum ya da geciktiriyordum.
Elimde bir gazete haberi var: “Gençliğim Eyvah!” başlığını
atmış, altında da resmi lise öğrencilerinin alkole olan sigaraya düşkünlüğü ürkütüyor. Devlet okullarında okuyanların %94,9’u sigara,
%75’i alkol kullanıyor. (Dünya Sağlık Örgütü Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlığının ortak raporu böyle) (19-12-1995-Türkiye)
Fuhuş ve uyuşturucu batağına batmış gençlerin sayısı, ürkütücü:
Anasını, babasını, kardeşini, arkadaşını ve öğretmenini öldürüyor, merhamet yok, cinnet var.
Fransa’da uzun yıllar üniversitelerde çalışmış bir Profesör
Fransız gençliğinin halini filme almış. Türk gençlerine: “Çocuklar
işte batı gençliği bu!” diyecek. Emekli oluyor; bir üniversiteye arkadaşlarının yanına geliyor. Bahçede, okul içinde gençleri gördükten sonra filmlerden hiç bahsetmeyip arkadaşlarından ayrılıyor ve
çıkıştaki çöp kutusuna filmleri yavaşça bırakıp gidiyor. Bu bize bir
şeyler anlatıyor değil mi?
Kısaca, gençlik, yüz güldürmüyor. Ondan ana baba şikâyetçi,
esnaf şikâyetçi, öğretmen şikâyetçi…
Bir olay anlatıyorlar. Motosikletli genç, kenardan yürümekte
olan bir ninenin koluna çarpıp geçiyor, nine sendeliyor. Genç arkasına bakıp gülüyor. Nine bağırıyor; “düşünürdün evlat, düşürdün.”
Genç, dönüyor bakıyor yerde bir şey yok. Nine diyor ki: “Düşürdün
evlat düşürdün, ahlakını düşürdün.”
411
Kimse şunu unutmasın. Gençlerdeki iyi de bize ait, kötü de
bize ait. Ana baba, öğretmen, gençlerdeki hatayı görmemezlikten
geliyor veya kötü örnek oluyor.
İnsanımızın eğitimine “Milli Eğitim” diyoruz. Ama Milli
Eğitim yapılmıyor. Yıllarca eğitim sistemi değiştirdik. Amerika’nın, Avrupa’nın eğitim sistemlerini denedik Eğitim kökenli olmayanlar Milli Eğitim Bakanı oldu. “Şu okullar olmasa Milli Eğitim Bakanlığı ne rahat olur” diyenler, Millim Eğitim Bakanı oldu.
Eğitim ayrıdır. Öğretim ayrıdır. Bugün okullar öğretim yapıyor, eğitim yapmıyor. Manevi, ahlaki eğitim olmayınca, yarım
insan yetişiyor, sadece okuryazarlık öğreniyor. Yamyama, teröriste
okuma yazma öğretilse ne olur? Okuryazar yamyam, okuryazar
terörist olur.
Mevlana diyor ki: “Ahlaksıza verilen ilim, eşkıyaya verilen
silahtan daha tehlikeli olur.”
Manevi eğitim olmayınca tepegözler yetişir. MüslümanTürk gençliği yetişmez.
Bugüne kadar un vardı, şeker vardı, ama helva yapamadık.
Sebebi: Yabancı eğitim sistemleri ile bu milletin milli ve manevi
değerlerini tanımayanlarla Türkten Türk yetişmedi. Sebep bu…
-Adam iki evliymiş biri yaşlı biri gençmiş. Yaşlı ile olunca
başındaki siyah kılları yolarmış, genç ile olunca da beyaz kılları
yolarmış. Adam kel kalmış. Sonunda eski halini ikisini de istemiş
ama olmamış.
Adamın biri paraşüt alacakmış. –“Ya açılmazsa!”demiş. Satıcı: “Getir değiştiririz efendim” cevabını vermiş. Bir dahası yok ki
bunun. Telef olan yeni nesil nasıl geri gelecek?
Birçok insanımızı Amerikan, Fransız kolejlerinde kaybettik.
Mesela; Tevfik Fikret’in oğlu Papaz Haluk gibi…
Biz yeni uyandık. En güzel yatırımın insana olduğunun farkına vardık. Çünkü nezih insan, iyi ortamda iyi insanların ellerinde
yetişir. Bunu öğrendik…
Öğretmen Kimdir?
Öğretmen, elinde sihirli değnek olan, insan yetiştiren ustadır.
Öğretmen, toplumu şekillendiren mimardır. Öğretmen, Peygamber
mesleğini icra eden; önder, rehber ve örnek insandır.
Öğretmenlik, kutsal bir meslektir.
412
Hz. Ali (ra): “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” demiştir.
2. Murat oğlu Şehzade Mehmet öğretmeninden şikâyet
edince “seni de döver beni de” dediği öğretmendir.
İstanbul’un fethinde Fatih hocasının arkasında yürümüş sunulan çiçekleri, hocasına takdim edilmesini istemiştir.
Y. S. Selim Mısır seferinden dönerken hocasının atının ayağından sıçrayan çamur için: “Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim süsümüzdür. Ben ölünce bu elbiseyi üzerime örtün”
demiştir.
Hayatta birçok şey unutuluyor da; Öğretmen öyle veya böyle unutulmuyor. Bazıları nefretle anılıyor, bazıları rahmetle anılıyor.
Peygamber (as): Şu iki kimseye gıpta edilir diyor:
“1-Allah’ın kendisine verdiği malı, hak yolunda doğru yerlere harcayana gıpta edilir, imrenilir.
2-Allah’ın kendisine verdiği ilmi yerli yerince kullanan ve
başkalarına bildiğini öğreten kimseye gıpta edilir, imrenilir.” (Buhari, İlim:15)
Bir yazarın ifadesiyle:
-Orta bir öğretmen, söyler.
-İyi bir öğretmen, açıklar.
-Başarılı bir öğretmen, gösterir.
-Süper öğretmen ise, yönlendirir, şekillendirir.
-Ya işe yaramaz olan ne yapar?
Öğretmen örnek kişidir. Şöyle anlatırlar: Öğretmen, yanlışlarını görsünler diye yazılı kâğıtlarını öğrencilere dağıtır. Kâğıdını
eline alan öğrenci, kırmızı kalemle yazılmış yazıları bir türlü okuyamaz. Kâğıdı öğretmene götürüp: “Kırmızı yazıları okuyamadım”
der. Öğretmen, yazılı kâğıdını evirir, çevirir okuyamaz, gözlüğünü
takar, alnını kırıştırır, zor zar okur: “Yazılarını biraz daha okunaklı
yaz.”
Mehmet Akif Merhum öğretmeni şöyle tarif eder:
“Muallim orduları derken çekirge orduları
Çıkarsa ortaya, artık hesap edin zararı.
Muallimim diyen, olmak gerekir imanlı,
Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı.”
413
Öğretmen, mesleğini sevmeli insan yetiştirmeyi arzulamalı.
Güzel ahlaklı, iyi alışkanlıklar olmalı. En azından aldığı maaşı hak
etmeli…
Öğretmen, kaba ve kırıcı olmamalıdır. Kur’an da:
-“Güzel söz söyle”, “sen kaba ve kırıcı davransaydın etrafından çekip giderlerdi”, “kötülüğü güzel bir şekilde önle”, “yapmadığını söyleme!” buyrulur.
Hadislerde de: “Yumuşak davranmayan, hayırdan mahrum
olur.” , “söyleme yap!”, “kolaylaştır, güçleştirme, müjdele nefret
ettirme”, “ya hayır söyle ya da sus!” tavsiyeleri yapılmıştır.
Öğretmen Nasıl Olmalı
Öğretmen, maaş adamı değil, idealist olmalı, mesleğini ve
çocukları sevmelidir.
İki türlü öğretmen vardır. Şöyle ifade edeyim; hatırladığım
zaman “Allah razı olsun” dediğim rahmet okuduğum öğretmenlerim var. Hatırlamak istemediğim öğretmenler var.
Necip Fazıl: “Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir.
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.”
Mehmet Akif de: “Muallimim diyen olmak gerekir imanlı,
edepli,
Sonra likayatli, sonra, vicdanlı.” Diyor.
Biri bal satar biri sirke. Biri yapar, biri bozar…
Adam demirciye bir demir götürmüş: “Bundan benim sabana demir yap” demiş. Ertesi gün almaya gelmiş. Adam koca demirden istediği demiri çıkaramamış. Peki, bundan bana mudulun ucuna
demir yap da çamurları kazıyayım demiş gitmiş. Ertesi gün gelmiş.
Gene demirci istediği el kadar aleti yapamamış. Demirciye demiş
ki: Sen bunu mudulun ucuna demir yap ki, ben onunla seni halledeyim” demiş.
Şevket Rado’dan dinlemiştim: Bir adam ölüyor. Melekler:
sen iyi bir hayat yaşadın yerine götürelim. “Yerim neresi?” Tabii ki
cennet. Peki, yerime gitmeden cehennemi görebilir miyim? “Neden
olmasın” derler cehenneme varırlar. İnsanlar aç, sefil. Bakar kaşıkların sapı uzun üstelik bileklerine bağlı ağızlarına götüremiyorlar…
Manzara hoşuna gitmiyor. Cennete geliyorlar. Aynı sofra aynı gü414
zel yemekler aynı kaşıklar bir fark var herkes kaşığı ağzına götürmeye çalışmıyor. Karşısındakinin ağzına götürüyor. Bu yüzden
herkes tok herkes mutlu.
Atalarımız: “Yolu iyi bilen yorulmaz” demişlerdir.
Ayna kör olursa iyi göstermez. Örnek kötü ise, model kötü
ise, eser kötü olur. Rehberi karga olanın burnu pislikten kurtulmaz
denmiştir.
Öğretmen bir fırıncı gibidir. Elinde hamur çiğ kalabilir, yanabilir, şekli bozuk olabilir.
Öğretmene çocuklar, emanettir. Onları kendi çocukları gibi
korumalıdır. Öğretmenin çocuklarına ilgisi, kendi çocuklarına yansır, emekliliğine yansır. (hayatta bunu aynen gördüm)
Öğretmen, öğrencileri her türlü kötülüklerden kötü alışkanlıklardan, kötü arkadaştan korumakla sorumludur.
Öğretmen, kötü alışkanlıkları olmamalı despot, acımasız
olmamalı çocuğun her şeyiyle ilgilenmelidir. Bazen kör, bazen sağır, bazen dilsiz olmalıdır. Ama ilgisiz olmamalıdır.
Çevre ve öğrenciler öğretmene güvenmeli, onu hoş olmayan
şekilde görmemelidir.
Çocuğun öğretmen üzerinde hakları vardır. Öğretmen, aldığı maaşın hakkını vermelidir. İyi niyet varsa eser güzel olur.
Tekstilci bir eski öğrencim bana: “Siz olmasaydınız, biz it
olurduk” dediğini unutmuyorum.
Kötü Örnekler:
Örnek kötü, model yanlış olunca, azman yetişir, istenmeyen
şeyler olur.
N. Hoca bahçeyi berbat eden buzağıyı görünce onu bırakıp
ineği dövmeye başlar. “Sen neden ineği dövüyorsun? Diyenlere:
“Buzağı bunları anasından öğrenmeseydi, nerden bilecekti.” Cevabını verir.
Ben mesleğini doğru dürüst yapmayanların sonunun hep kötü
olduğunu gördüm. Kendi çocukları onlara zulmetti. İkramiyesine,
emekli maaşına el koydu. Hayat boyu biriktirip aldığı evi sattı.
Açıkta kaldılar. Evlat dayağı yediler… Dürüst çalışanların hep
mutlu olduğunu gördüm.
Bir öğretmen, bir kız bir erkek, iki erkek bir kız olarak sıraya
oturtturdu… Hanımı başkasıyla çekti gitti. Kızı hayretmedi… Yapılanlar hayata yansır. Bu böyle biline…
415
Bir meslektaşım hep kötü örnek oldu. Bir gün emeklilik hayatında karşılaştık Cuma idi haydi cumaya gidelim? Dedim. Bir ah
çekti, ağladı. Ben de cumaya gidecek hamli kaldı dedi. Nasıl yaşarsan öyle ölür, nasıl ölürsen öyle haşrolunursun.
Çalışırken iffetle, ahlakla, ibadetle alay eden bir meslektaşımın emekli olunca felç olduğunu duydum. Gittim hali perişan. Hala
inanmıyor musun? Dedim. Bana:
-Ah bir inanabilsem, rahatlayacağıma inanıyorum dedi. O,
burada da öbür tarafta da çekecek işte…
Kutadgu Bilig de Yusuf Has Hacip:
-“Aslanların yanında köpek, aslanlaşır. Köpeklerin yanında
aslan, köpekleşir” der.
Yaramaz çocukların sınıfına sırasına yurtlardan gelen çocukları dağıtırdım. O iyi örnekler, çeker koyun gibi hep diğerlerine
iyi örnek teşkil eder ve iyi yönde etkilerdi.
Gençler ya cennetimiz ya da cehennemimiz olacaktır. Enfal
Suresin de (27) “Bile bile hainlik etmeyin, emaneti iyi koruyun”
ikazı vardır.
Bazı çevrelerde köpeğe gösterilen ilgi kadar çocuklara ilgi
gösterilmiyor.
Atalarımız ne diyor: “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur.”
İşi sadece okula bırakmak, “saldım çayıra Mevlam kayıra”
her şeyi okuldan beklemek doğru değildir. Aileler, bir tavuk, yavrularını korumak için kendini nasıl tehlikeye atıyor, onları koruyorsa,
ana baba da yavrularını en az tavuk kadar fedakârlık yapmalıdır.
Yolda çarpılmış köpeğe nasıl acıyorsak, yoldan çıkmış çocuğa da
acımalıyız. Etraf tuzaklarla dolu…
Çocuklarımızı Ve Gençlerimizi Nelerden Koruyalım:
-Sanal tuzak internetin zararlarından korumalıyız. İnternet
bağımlılığı hastalık haline gelmiştir.
İnternetle çocuk, yalana alışıyor, yanlış arkadaş ediniyor,
depresyona neden oluyor, başarısız oluyor ve okulu bırakıyor.
İnternet toplumun virüsü. Büyüklerin yuvasını yıkıyor, boşanmaları arttırıyor, intihara sürüklüyor.
İnternetin en büyük zararı gençleri yalnızlığa itiyor. Bilgisayar oyunları çocukları şiddete yöneltiyor, depresyona sebep oluyor.
416
-Gençliği, bazı televizyon kanalları ve dizileri canavarlaştırıyor. Yayınlar olumsuz, müstehcenlik hat safhada. Dilimizi, ruh
sağlığımızı bozuyor. Şiddeti, tacizi, tecavüzü arttırıyor. Bazı kanalların zararından korumalıyız.
-Çocuklarımızı, gençlerimizi sokağın zararlarından kötü arkadaştan, kötü alışkanlıklardan koruyup, kurtarmalıyız.
-Çocuklarımızı ve gençlerimizi müstehcenlikten, hayâsızlıktan, ahlaksızlıktan, inançsızlıktan, iffetsizlik bataklığından koruyup
kurtarmalıyız.
-Çocuklarımızı, gençlerimizi sigaradan, alkolden, uyuşturucudan, fuhuş rezaletinden koruyup kurtarmalıyız.
-Çocuklarımızı ve gençliğimizi ateistten, satanistten, misyoner tuzaklarından koruyup kurtarmalıyız.
Bir olay ile dikkatinizi çekmek istiyorum:
-Rus yöneticileri, Rus gençliğinin batı etkisiyle geçirdiği
ahlaki yozlaşmadan kurtarmak amacıyla bazı yasaklar getiriyor.
Hazırlanan tasarıda:
-Okullarda sevgililer günü, cadılar bayramı gibi ve Amerika’dan ithal edilen oyuncaklara yasaklama yer alıyor.
-Tasarıda dövme yaptıran gençlerin okullara alınmaması da
yer alıyor. (5 Haz. 2008-Yeni Şafak)
Ateist, Allahsızlık okulları açan Rusya, eğitim uzmanlarının
kararı ile gençlerini kaybetmemek, inançlı, saygılı gençler yetiştirmek için 2012-2013 öğretim yılı 4. sınıftan itibaren Din ve Ahlak
derslerini zorunlu hale getirmiştir.
İnsan Yetiştirmek:
İnsan kutsal bir varlık. Eğitimde kutsal bir iştir. İnsan ancak
eğitimle kutsallaşır ve faydalı hale gelir.
Manevi yönden eğitilmeyen insan, eksiktir, faydasız olur, boş
bir hayat yaşar. Kur’an da: Belhüm adel: “hayvandan da aşağı”
ifadesi böyleleri için kullanılmıştır.
Bugün insan yetiştirmek çok zor bir iş değildir. Bugün en
vahşi hayvanlar eğitilirken insan niye eğitilmesin? Yeter ki, doğru
metot izlensin. Ne yaptıysam olmadı demek, yanlıştır.
Bakın Cenab-ı Allah Kur’an da ne buyuruyor:
-Musa Peygambere: “Firavuna güzel söz söyle” (Taha:44)
-Lokman Aleyhisselamın “Oğulcuğum” ifadesini kullandığı.
417
-Peygamberimize de: “Sen onlara katı davransaydın etrafından çekip giderlerdi.”
-“Kötülüğü güzel bir şekilde önle” emri (Fussilet:34)
-“Yapmadığını söyleme” (Saf:2)
Peygamber (as) örnek alınırsa iş çok kolaylaşır:
Eğitim, yaşamakla olur. Lafla peynir gemisi yürümez.
Peygamberimiz bize: “Söyleme yap!” diyor.
-“Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz. Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.”
-Enes (ra): “10 yıl hizmet ettim. Yapmadığımı niye yapmadın, hatam olunca neden böyle yaptın, diye azarlamadı.” Diyor. (
Şöyle yapsaydın-yapmasaydın diye öğüt vermiştir.)
-Açtığı Suffa okulunda bedeviden, gökteki yıldızlara denk
Ashab-ı Kiramı yetiştirmiştir.
-Hz. Ali (ra) a: “Ya Ali, senin vasıtanla bir insanın hidayete
ulaşması, sürü sürü kırmızı devlerden daha hayırlıdır.” (Buhari,
Cihad:102)
-“Karşıdakinin anlayabileceği şekilde konuşun.”
-“Yumuşak davranmayan hayırdan mahrum olur. (Buhari
Birr:74)
Tavsiyelerinde bulunmuştur.
Çocuk, nasıl bir öğretmen isterse, beklentisine cevap verilmelidir.
Çocuk güçlü, bilgili, şahsiyetli, dürüst, adil güvenebileceği
öğretmen ister.
-Çocuğu şekillendiren öğretmendir. Ana baba, akşam çocukta yeni, olumlu şeyler görüyorsa, o öğretmen başarılıdır.
-Eğitimde şiddetin dayağın asla yeri yoktur.
-Çocuğa iyi alışkanlıklar kazandırılmalıdır. Zararlı alışkanlıklara karşı uyarılmalı, bilgi verilmelidir.
-Çocuktaki eksik ve yanlış şeyler giderilmelidir. Yoksa kalıcı olur. ( Mimar Sinan minareyi bitirir. Bir çocuk: “Bu minare
eğik” der. Mimar Sinan ip getirtir asılttırır. Çocuğa sorar: Çocuk,
tamam deyinceye kadar asılttırır. Neden? Diyenlere bu çocuk yaşadıkça bu minare eğik kalırdı der.)
Bir husus da öğretmen, notu silah olarak kullanmamalıdır.
418
Ne yazık ki, eğitmiyoruz. Öğretiyoruz. Öğretilen şeyler de
iyiye kullanılmıyor. Bunun için bugün millet daha çok okumuşlardan çekmiyor mu?
İşte ahlaki, insani eğitimsiz yetiştirilen kesim ortada. Ahlaki, insani eğitim olmayınca eksiklik oluyor, bu durumda, suça itiyor.
Her insan ahlaki ve insani eğitime muhtaçtır. Bu verilmeyince o kişi, hayvan seviyesinde kalır.
Gençlerin dindar olmasından korkulmasın. “Allah’ı olmayanın ahlakı olmaz” Dindar insandan bu millete zarar gelmez. Toplumun huzuru açısından kindar değil, dindar nesle ihtiyaç vardır.
Osman Gazi’nin Orhan Gazi’ye Son İkazı Şu Olmuştur:
-“Dini gayreti olmayanları, sefih hayat yaşayanları devlet işine yaklaştırma! Allah buyruğundan başka iş işleme! Devletin güçlenmesi için din işlerini öne al! Bu Osmanlının 6 asır ayakta durduğunun sırrını ifade ediyor.
Gençliğin etrafı tuzaklarla dolu. Genç bilgilendirilmiyor,
uyarılmıyor. Ailesini, sokağı, toplumu rahatsız eden nesil yetişiyor,
farkında mısınız?
Size soruyorum nasıl bir nesil istersiniz? Evladınız nasıl olsun istersiniz? Size rahmet okuyacak mı? Lanet okuyacak mı evlat
istersiniz?
İnancı olmayan insan, her zaman suç işlemeye meyyaldir.
Kötülük yapmaktan çekinmez. En yakınlarına bile zarar verir. Bunu
her gün gazetelerde, ekranlar da okuyor, görüyorsunuz.
Her şey eğitimin kalitesine bağlıdır. Unutmayalım inançsıza
ahlaksıza verilen ilim, verilen diploma, eşkıyaya verilen silahtan
daha tehlikelidir.
Şair ne demiş:
“Edep iledir kemal-i Âdem
Edep iledir nizam-ı âlem
Edep bir taç imiş nur-u Huda’dan
Giy o tacı emin ol her beladan.”
Sonuç olarak; “Her öğretim yılı başında nutuklar çekilir, bir
okul açmak, bir hapishane kapatmaktır” denir. Her yıl okullar açarız, yeni yeni binalar yaparız ama bir tek hapishane kapanmaz. Ne-
419
den? Eğitimci, eğitim sistemi, Müslüman-Türk’e göre insan yetiştirmiyor da ondan.
Burada analara babalara öğretmenlerimize eğitimci gözüyle
şunları söylemek istiyorum:
-Maneviyattan korkmayın.
-Baskı yapmayın.
-Korkutmayın, tehdit etmeyin.
-Emretmeyin, örnek olun.
-Öğüt verirken tatlı tatlı konuşun.
-Bilgi verin, açık konuşun, önemseyin.
-Küçümsemeyin, alaycı olmayın.
-Hataları görün, ama yüze vurmayın.
-Söyleyin, ama azarlamayın, dövmeyin.
-Hak etmediği şekilde yermeyin ve övmeyin.
-Genç sizi görsün görmesin, siz onu görün gözden kaybetmeyin Koruyun, kollayın. Bu iyi niyetle Allah da sizin çocuklarınızı koruyacaktır.
-Veliler eziyetle, kahırla büyüttüğünüz çocuklarınızı yolda,
okulda takipçi olun, onları kaybetmeyin.
Yeni öğretim yılına girerken öğretmenlerimize ve gençlerimize başarılar diliyorum. Yeni öğretim yılı insanımıza, milletimize
hayırlı uğurlu olsun.
Hoşça kalın. Allah’ın selamı, ihsanı, ikramı üzerinize olsun.
420
İMAM HATİP OKULLARIMIZ
Ben bir İmam Hatipliyim. İmam Hatipte okuyabilmek için
1960 yılında evden kaçtım. İzmir İmam Hatip Lisesi orta kısmına
kaydoldum. 1965 yılında diplomamı alıp Kayseri Yüksek İslam
Enstitüsüne kaydoldum. 1969 yılında Denizli Lisesine öğretmen
olarak atandım.
Benim gönlüm İ.H.L de idi. Milli Eğitim Müdürü Kamil
Baykara’ya gittim. İ.H.L’nde çalışmak istediğimi ifade ettim. Bana
kızdı: “olur, liseye kızıl bayrak çekelim!” dedi. Lise de bir tek Cuma namazı kılan öğretmen vardı.
İ.H.L’lilere nasıl yakın olabilirdim? Allah Rahmet eylesin
Kazım Genç hoca, sınıf sınıf öğrencileri kız enstitüsünün salonuna
getirir, konferans verirdim.
Hayatımda İ.H.L’nin çok faydasını gördüm. En önemlisi beni
çocukluk arkadaşlarımdan farklı kıldı…
Liseye bir İ.H.L’li gelmek istese ayrılmaması için elimden
geleni yapardım. Ayrıldıysa da elimden geleni yapardım.
Şimdi bir İ.H.L’li görsem heyecanlanıyorum: “Allah’ım, sen
bu genci koru, yar ve yardımcısı ol.” Diye dua diyorum.
Hayata yeniden başlasam, yine İ.H Okuluna kaydolurdum.
İ.H Okulları Niçin Açıldı?
3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiş, kanunun 4. maddesine dayalı olarak İ.H Okulları açılmıştır.
Çanakkale’de, milli mücadele de şehit olan din adamlarının
ve boş kalan görevleri yerine getirecek eleman eksikliğini karşılamak için açılmıştır.
Aslında İ.H Okulları, iyi niyetle açılmamıştır. İyi niyetli olmayan kimseler, iyi yetişmemiş öğrencilerle İslam’a zarar vermek
düşüncesi taşımışlardı.
Benim müdürüm 33’lü mason olduğu söyleniyordu. Cenazesi
mason kuruluşları tarafından bando ile kaldırılmıştı. Bir defa küçükken babasının camiye götürdüğünden bahsederdi.
Denizli’ye geldiğimde 1930’lar da açılan lisenin tasdikname
numarasını İ.H.L’nin tasdikname numarası geçmişti. Fakat gençler
planlı olarak harcanıyordu.
M. Kemal burada okuyan çocukları görmüş ve:
421
-“Memnuniyetle görüyorum ki, eğitim öğretim, cidden dini
hakikat içerisindedir. İnşallah memleketimizi, milletimizi ihya edecek çağdaş ve gerçek bilim adamları, faziletli öğretmenlerimiz sayesinde, siz olacaksınız. Kıymetli ve gerçek âlimlerimizin mevkileri yüksektir. Âlimlerimizin, bilim ve irfan erbabının yardım ve irşatlarıyla inşallah İbn-i Rüştler, İbn-i Sinalar, Farabiler milletimizin
içinden çıkarak bu asrın ihtiyaçlarıyla donanmış olarak dini hakikatleri ihya edeceklerdir… Ahmet Hamdi Efendi’yi tebrik ve teşekkür ederim. Gördüklerimden memleketin geleceği için memnunum” demiştir. ( 28-Haziran 2005-yeni şafak)
İlk hesaplar tutmadı art niyetlerin planları alt üst oldu.
Peki, Sonra Niçin Tehlikeli Görüldü ve Hedef Seçildi?
Milli şef İsmet İnönü, Atatürk, Latife hanım ve Kazım Karabekir’in bulunduğu bir ortamda: “Hocaları toptan kaldırmadıkça
hiçbir iş yapamayız” demiştir. Kazım Karabekir Paşa karşı çıkmış,
tartışmışlar, M. Kemal sessizce izlemiştir. Karabekir Paşa İnönü’ye:
-Peki ama Hıristiyan mı olmak istiyorsunuz? Dinsiz mi? Diye
sorar, tepki gösterir. Söze devam ederek der ki: “Dini, din adamını
kaldırmak, millete mezar olur. Din ile uğraşılması, daha çok terakkiye mani olur ve daha ziyade geri götüreceği kanaatindeyim.”
Çeşitli zamanlarda İ.H.L’ler için raporlar hazırlattırılmıştı.
Hiçbir rapor da olumsuzluk yoktur.
İstanbul Emekli İl Milli Eğitim Müdürü Naci Akay:
“İ.H.L’liler hakkında hiçbir olumsuz iddiayı kabul etmiyorum. 53
yıldan beri bu okullarda yetişenlerin ülke zararına olabilecek hiçbir
somut delil gösterilemez.” Demiştir.
Cumhurbaşkanı Sezer İ.H.L’lileri tehlikeli olarak nitelendirmişti. Raporlar hazırlattı…
Türkiye ekonomik sosyal etütler vakfının (TESEV)
İ.H.L’lilerle ilgili hazırladığı raporun özü şöyle idi:
-İmam Hatip Lisesi öğrencileri arasında suç işleme oranı,
diğer ortaöğretim kurumlarına oranla yok denecek kadar düşük.
-Ortaöğrenimde toplumsal bir sorun haline gelen uyuşturucu
ve alkol kullanımına, İmam Hatip Lisesi öğrencileri arasında hemen hemen hiç rastlanmıyor.
-İmam Hatip Lisesi öğrencileri, aldıkları eğitim sebebiyle,
toplumla barışık bir kitle oluşturuyor.
-Dini eğitimi, sağlıklı bir müfredat çerçevesinde aldıkları
için, İ.H.L öğrencileri, yanlış ve aşırı dini eğilimlere yönelmiyor.
422
-Diğer liselerde okunan derslerin yanı sıra dini müfredatı da
okumaları, ruhsal yapılarının daha sağlıklı ve dengeli olmasına
yardım ediyor.
-İ.H.L’lerde, öğretmen öğrenci ilişkileri, çatışmadan çok,
saygı, sevgi ve dayanışma anlayışı çerçevesinde gelişiyor.
-Araştırmalar, bu okullardaki öğrencilerin, aile bağlarının
güçlü olduğunu gösteriyor.
-Banka hortumlama ve diğer organize suçlarda İmam Hatip
kökenli yönetici ve iş adamlarının adı geçmiyor.
-Kamu görevinde de, hem toplumla ilişkilerde hem de ilişkilerin hakkaniyetle yürütülmesinde İmam Hatip kökenliler başarılı
bulunuyor.(31-05-2004- Yeni Şafak)
Bu rapor ürkütücü oldu:
Her fırsatta dine ve dindar insanlara karşı saygıdan bahseden CHP’li Hatay milletvekili: Mevlüt Dudu, meclis başkanlığına
verdiği soru önergesinde: “İ.H.L’ler durdurulsun.” Demiştir. ( 26
Eylül 2012-Akit )
Belirli bir kesim her zaman İ.H.L’lerin yenisinin açılmaması, kapatılması, sayının sınırlandırılması için çaba sarf etmişlerdir.
İ.H’liler kendi alanlarında kalsınlar başka okullara gitmesinler,
askeri okullara girmesinler, polis olmasınlar. Doktor, avukat,
hâkim, savcı, mühendis olmasınlar diye şeytani oyunlar oynandı.
İ.H’li kızlarımız üniversite de ne çileler çektiler Allah’ım!... İşe
alınmadılar…
İ.H’lilere hep önyargı ile yaklaşıldı. Önü kesilmeye çalışıldı. İşte bir ibret belgesi:
Milli Eğitim Bakanı Nahit Menteş’e gazeteci:
-Efendim İ.H.L’lerin şube açmasını neden yasakladınız? Sorusunu sorar. Cevap:
-Bazı çevrelerden baskın geliyor. ( 23-10-1993 )
İ.H.L’lilerden korkan dış güçlerde İ.H.L’yi unutmamıştır.
Tansu Çiller Başbakan ABD İ.H.L’lerde operasyon yapılmasını
istemiştir. 27 Mart seçimlerinden önce Çiller: “ben gidersem şeriatçılar gelir” tehdidini seçim meydanlarında tekrarlamıştır.
Kademe, kademe içerde dışarıdan İ.H’ler nasıl kapatılır bunun hesabını yapmışlardır. Koalisyon ortakları ilköğretimi 8 yıla
çıkararak, Kur’an Kurslarının ve İ.H Okullarının orta kısmının
önünü kesme, lise kısmının yavaş yavaş kapanmasının hesabını
yapmışlardır.
423
Bütün engellemelere rağmen, İ.H’liler ayaktadır. Ne kadar
mağdur edilirlerse edilsinler, her zaman ayakta duracaklardır. Çünkü arkada Hak ve halk vardır.
Bakın bu okulların sahibi halktır. Bu okullarda huzur vardır.
1982 yılında, İ.H.L ni teftişten sonra Liseye Bakanlık müfettişleri
geldi. Benim odamda şöyle bir konuşma geçti:
-Efendim hoş geldiniz. Hangi okuldan geliyorsunuz?
-İ.H.L’den.
-Efendim, İ.H.L nasıl bir okul? Nasıl buldunuz? Sakıncası
yoksa anlatır mısınız? Dedim.
Bu arada çay söylemiştim. Hem çay yudumladı, hem de şunları söyledi:
-Hocam ne yalan söyleyeyim İ.H.L’ler hakkında karamsar
düşüncelerim vardı. Oraya gittiğim için üzülmüştüm ama yanılmışım. Diğer okullarda görmediğim saygıyı, sevgiyi, ağırbaşlılığı
orada gördüm. “Çocuklar sanki başka dünyaların insanı”
Denizli Lisesine nakil gelen öğrencileri bazı özel sınıflara
dağıtırdım. Örnek olsun, dengeyi sağlasın diye.
Gerçekten bir kaşık yoğurdun bir tencere sütü nasıl, ne hale
getiriyorsa, bir iki öğrenci bir sınıf insana da öyle yapıyordu. Sınıfta örnek teşkil ediyordu.
Affedersiniz sürüde çeker koyun olur ya onlar da sınıfı iyi
yöne yönlendiriyordu.
Bir İ.H.L için şikâyet ediliyor. Müfettiş görevlendiriyor. İki
günün sonunda müfettiş yazdığı raporu açıklamaktan çekinmiyor.
Rapor şöyle:
-“Bu okulda huzur var. Müdür odasına dört genç girdi.
Özenle ceketlerini düğmeleyip beni ve müdürü saygı ile selamladılar. Bu öğrencilerin gözlerinden yansıyan ve insanın yüreğine sıcaklık veren bu davranışları, beni oldukça duygulandırdı.
Bir an yıllarca bu okulları bizlere yanlış tanıtanların sözlerini kulaklarımda duyar gibi oldum.
Okul müdürü benin şaşırdığımı fark etmiş olacak ki, bana:
-“Bizim bütün öğrencilerimiz böyledir” dedi. Burası okuldan çok aile ortamı gibidir. Biz derslerin yanında bunlara insanlık
eğitimi de veririz. “Bu bizim ilkemizdir” dedi. ( olay çatalca İ.H.L
de geçiyor)
424
Milletin Bu Gençlere İhtiyacı Var:
Geçen gün bana: “hocam kasamı teslim edebileceğim, güvenilir bir genç arıyorum, bir İ.H.L mezunu bulamaz mıyız?” Diyordu
bir esnaf.
Askere gidenler bilir, kantinleri İ.H de okuyanlara teslim
ederler. Onun cebe atmayacağını, hak yemeyeceğini bilirler.
Bir sünnet düğününde sohbet ettikten sonra, kimsin, necisin?
Başladı. Bir genç “polisim” dedi. Kaç para maaş alıyorsun? Dediler. Biri: “sen ona bakma canım onların yan gelirleri olur” deyince
genç sinirlendi: “Amca sen ne diyorsun? Ben İmam Hatibin birinci
devresini bitirdim” dedi. Ortalık bir müddet sessiz kaldı.
İ.H.L’ler Milletin teveccühünü, güvenini kazanmışlar ve gözbebeği olmuşlardır. Bu okullara millet yapmış, İ.H.Lİ gençlere millet sahip çıkmış ve bağrına basmıştır.
Her İ.H.Lİ gencin toplumda önemli bir yeri vardır. Bu millet
Allah’tan korkan, hainlik etmeyen, hak yemeyen, saygısız davranmayan nesil istiyor, bunu bilin.
Şu anda bütün Türkiye de İ.H.L yapılan kayıt başvuruların da
patlama yaşanıyor. Okul idareleri çareyi kura çekmekte buldu. Bir
örnek vermek istiyorum. Üsküdar Anadolu İ.H. için 300 kontenjan
için 7000 başvuru olmuştur. Kartal Anadolu İ.H.L SBS puanına
göre alıyor. Eyüp Anadolu İ.H.L, 180 kontenjan için 5000 civarında müracaatın yapıldığı basına aksetmiştir. ( 2 Ağustos 2012 yeni
şafak )
Kimdir Bu İ.H’liler? Nasıl İnsanlardır?
-Bir yanda tepegöz yetişirken İ.H’ler de basat yetişiyor, kısaca durum bu.
-Yalnız kendi hayatını yaşamıyor. Dünya görüşü hayat anlayışı farklı, insanlar bunlar.
-Bu gençlik, şeytana tapmaz. Nefsine esareti kabul etmez.
Alkol, kumar, uyuşturucu bilmez. İffetsizliği tanımaz.
-İ.H.L mezunları bu millete devlete ve vatana çok önemli
hizmetler vermiş, bu milletin yüz akı olmuştur.
-Yıllardan beri önüne konulan engelleri aşmış: doktor, avukat, mühendis, milletvekili, Başbakan, hatta Reisicumhur olunabileceğini ispatlamıştır.
İzmir de öğrenci iken aç kaldım. Akşamları ve tatil günlerinde iş bulabilir miyim diye işçi bulma kurumuna gittim. Benim İ.H
de okuduğumu öğrenince söylemediği söz, yapmadığı hakaret kalmamıştı.
425
Artık eski durum yok, mağduriyet, mahkûmiyet yok eşit şartlarda rekorlar kırılacak. İ.H’ler artık dünyaya açıldı. Dış ülkelerde
İmam Hatipler açıldı. İngiltere ülkelerinde aşırı uçların güç kazanması üzerine İmam Hatip modeli okullar için Türkiye’den yardım
istemiştir. Bunun için 900.000.000(milyon) sterlin ayırmıştır. (14
Kasım 2008 yeni şafak) Şu anda 541 dış ülkelerden öğrenci Türkiye de İ.H.L eğitim görüyor. ( 29 Ağustos 2012 yeni şafak ) Bu
İ.H.L dünyaya model olacaktır.
İ.H Okulları, aileler için, Milletimiz için geleceğin teminatıdır. İ.H’lilere yapılan son saldırılardan sonra Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez aynen şu ifadeyi kullanmıştır:
-“İmam Hatipler devletle milleti buluşturan, milleti millet yapan değerleri ayakta tutan önemli bir müessesedir.” ( 7 Haziran
2011 yeni şafak)
İ.H’lilerden bu millete zarar gelmez. Geçen gün İ.H Okuluna
yeni kaydolmuş gence sordum:
-Ne olmak istiyorsun? Neden başka okula gitmedin?
Cevap kısa ve açık:
-“Cennetlik olmak istiyorum amca!” cevabını verdi. Artık
denilecek bir şey kalmamıştı. Genç nesil ya cennetimiz ya da cehennemimiz olmayacak mı?
İllerde her yıl yapılan İ.H.L mezunları toplantılarında, pilav
günlerinde yönetimin her kademesinde en yetkilileri görüyoruz.
Daha çok göreceğiz İnşallah.
Bu insanlar, vatan sevgisini imandan sayan, halka hizmeti,
Hakk’a hizmet bilen. Vatan millet için ölmeyi en yüce mertebe
olan şehitlik sayan inançla vazife görüyorlar.
Size ibretlik iki olayı nakletmek istiyorum:
İlk olay şöyle başbağlar köyü katliamında, bir Pkk’lı köy
meydanına toplanan masum halka ateş etmekte tereddüt ediyor.
Katliamdan sonra o gence, kurulan mahkemede soruyorlar:
-Ateş emri verildiği halde neden ateş etmedin? Bir müddet
bekledin?
Genç diyor ki:
-Beni yıllar önce babam İ.H.Okuluna yazdırdı. 3 ay kaldım.
Sonra dağa kaçırıldım. Okulda bir öğretmen şöyle demişti: “İnsanlar birbirini sevmeli, birbiriyle iyi geçinmeli. Dinimizde bir insanı
öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir. Bir insana hayat vermek, bütün insanlara hayat vermek gibidir.” Demişti. O sözler aklıma geldiği diyor.
426
Bakın kısa sürede olsa kaldığı ortama hangi yönde etkilendiğine bakın.
İkinci olayda yavru vatanımız Kıbrıs’tan. Yıllarca Kıbrıs’ta
başbakanlık, reisi cumhurluk yapan Rauf Denktaş’a Kur’an Kursu
açalım, İmam Hatip okulları açalım. İlahiyat fakülteleri açalım tekliflerine hep olumsuz cevap vermiştir.
Yıllar sonra gençler satanist olmuş, ateist olmuş birçoğu da
haç takmıştır. Bu durumu milletvekili olan oğul Denktaş şöyle
özetlemiştir: “Babam kaktüs yetiştirdi.”
Devlet başkanlığı yapan Mehmet Ali Talat: “Bir yandan
gençlere yazık oldu. Diğer yandan dini hizmetler için adam bulamıyoruz” demiştir.
Şu bir gerçek ki, dış güçler ve millet düşmanları, güçlü Müslüman Türkiye istemiyor. Şimdiye kadar İ.H.L gençlerin önü bunun
için kesilmiş, gençler üvey evlat olarak bile kabul edilmemiş; eğitim hakları, çalışma hakları gibi en tabii hakları ellerinden alınmıştır.
Bundan sonra inanıyorum ki İ.H Okulları Türk, İslam kimlikli, örf ve adetlerine bağlı, vatanı, milleti için hayır soluk soluyan,
nesiller yetiştirecektir. Yeter ki, madden, manen bu okullara sahip
çıkılsın.
İ.H’L’lilere de Şunu Söylemek İstiyorum:
-Sizin sorumluluğunuz, diğer insanların sorumluluğundan
daha farklıdır.
-Siz bu topluma önder, rehber olacaksınız. Örnek olacaksınız.
-Üzerinizde tebliğ, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak
gibi görevler var. Bu toplumun geleceğini siz tayin edeceksiniz;
kaybolanlar sizinle geri gelecek, unutulmaya kurumaya, yok olmaya yüz tutanlar sizinle dirilecek, canlanacaktır.
Bütün bunlar sizin sahip olduğunuz misyonu, inandığınız dini
ve bu milletin ideallerine sahip çıkıp, temsil etmemize bağlıdır.
Allah yüzünüzü ak etsin. Yolunuz açık olsun. Milletimizin
inançlı gençlere ihtiyacı var. Gençler yetişmeli, iyi yetiştirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki İmam Hatipli olmak ağır bir sorumluluk yükler. Ayrıca bu okullarda görev yapmak ek sorumluluklar getirir.
Selam hidayete tabii olanlara!
427
428
YAZ KUR’AN KURSLARI
Okullar kapanıyor yaz Kur’an kursları açılıyor. Ana babalar
ne ederiz, nasıl ederiz, oğlumu, kızımı nasıl zabdederim derdinde.
Çocuk evde mi kalacak? Sabahtan akşama televizyon, bilgisayar ve telefonla mı meşgul olacak, sokakta onun bununla mı oynaşacak derdi sardı.
Bir eğitimci olarak söylüyorum; eğitim, kesintisiz olursa,
kazanılan bilgiler kalıcı olur. Yoksa okulda aldığı eğitim kesintiye
uğrar, bildiklerini unutur.
Bir de okullardaki ahlaki eğitim, çocuğun iyi insan olması
için yeterli olmuyor. Bu eksiklik cami gibi bir ortamda, din görevlisinin nezaretinde giderilirse, çocuk olumlu yönde gelişir. Çocuk iyi
şeyler öğrenir. İyi şeyler öğrenmeyenler, kötü şeyler öğrenir, kötü
alışkanlıklar edinir, kötü arkadaşlıklar kurar.
Bakın, insanı sapıtmak için yemin eden şeytan daha çok çocuklara musallat oluyor. Boş olanı, boş şeyler yapanı azdırıyor,
sapıtıyor.
Yazın ana baba çocuğunu takip edemiyor. Çalışan ana babalar çocuklarına hiç hükmedemiyor. Çalışmayan ana babayı çocuk,
istediği gibi bir yalanla kandırıyor.
Şu bir gerçek ki, çocuklarımız ve gençlerimiz tehdit altındadır. Etrafında korkunç tuzaklar vardır. Başka taciz, tecavüz, çocuğu tuzağa düşüren avcı denilen kötü arkadaş, sigara, alkol, uyuşturucu alışkanlığı olmak üzere çocuğu mahveden tehlikeler yaygındır. Telefon ve internet tuzağını da unutmamak gerekir.
Atalarımız: “Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur” demiş, ilgisizliğin kötü sonucunu ifade etmiştir. Bugünkü gençlerin
en büyük hastalığı maneviyatsızlık hastalığıdır.
Ana babaların “aman hasta olmasın” diye üzerlerine titrediği evlatları için aman ahlaksız olmasın, aman maneviyatsız olmasın
dertleri olmuyor. Sırtı pek karnı tok ama beyni aç evlatlar yetiştiriliyor.
Bugüne kadar çok ağlayan genç gördüm.
“Ah vah, keşke” diyen analar babalar gördüm. Evladına
beddua eden ana babalar gördüm.
429
İnsan sadece biyolojik bir varlık değil, karnı doyunca beyini
de doyması gerekiyor. Değilse yırtıcı hayvanlardan vahşi oluyor.
Herkes ondan zarar görüyor. Ana baba da zarar görüyor.
Bugün problemli olan çocuk, genç ve yetişkin herkese bakılsın; mutlaka eksik kalmış olduğu görülecektir. İnanç zayıflığı
veya inançsızlık görülecektir.
Tatil Ne Demek?
Okullar kapanınca çocuk camiye gelsin camide “okulda öğrenmediklerini öğrenir” deniliyor. Bazı ana babalar: “Oğlum, kızım
çok yoruldu, dinlensin” diyor.
Tatil, karne mükâfatı olarak dış ülkelere bile gönderiyor,
yurt içi gezilere veya denize gönderiyor. Bazıları da dans, bale kursuna gönderiyor. Bazıları da evde bir yaz çocuğu hapsediyor.
Eski bir Türk atasözü var: “Oturak olmayasuz” Bir atasözümüzde: “Durgun suda mikrop ürer” diye. Boşluk, kötü huylara,
kötü alışkanlıkların kazanılmasına neden olur.
Bizde tatil anlayışı yanlış. Tatil deyince çalışmayı bırakmak, yatıp kalkmak, bir yere gitmek olarak anlaşılıyor.
Sıla-i Rahim, okuma, eksik giderme, noksanı tamamlama
terk ediliyor. Kazandıracak değil kaybettirecek yerlere gidiliyor.
Para kaybı, maneviyat kaybı, zaman kaybı, üretim kaybı oluyor.
Hâlbuki tatil kazanma, değerlendirme zamanı olmalıdır.
Tatil, başıboşluk değildir. Kulluk tatile çıkmamalıdır.
Adam arıyorsun: “Yok” cevabını alıyorsun. Nerede diyorsun “tatilde” deniliyor. Tatil, ortadan kaybolmak değildir.
Zaten haftanın iki günü tatil, senenin yarısı tatil kaytarmalar, raporlu günler hesap edilirse, tatil pek çok oluyor.
Boş zaman yoktur, boşa geçirilen zaman vardır.
Boş geçen vakit insanı tembelliğe iter.
Tatil iyi değerlendirilmediği, iyi yerlere gidilmediği için
dinç gidiliyor, yorgun dönülüyor. Tatil kaybettiriyor, kayıplara neden oluyor. Neden derseniz; ahlaken çökmüş, kokuşmuş, maneviyatın olmadığı, isyan yerlerine gidiliyor da ondan.
Gidilen yerler dinlendirecek, bilgi edinilecek, manevi kayıplara neden olmayacak yerler olmalıdır. O zaman “tebdil-i mekân da
hayır olur” işte.
430
Peygamber (as): “Seyahat edin sıhhat bulasınız” buyurmuştur. Bugün deniz temiz midir? Yüzme havuzları temiz midir? Hem
madden ve manen kirli yerlerdir.
Cenab-ı Allah: “Yeryüzünde gezin dolaşın inkârcıların sonunun ne olduğunu görün” diyor. ( Al-i İmran:37 ) Ders, ibret alınacak yerlerin görülmesi, insan üzerinde olumlu etkiler bırakacaktır.
Yanlış anladığımız yanlış değerlendirdiğimiz bir husus da
emeklilik yıllarıdır.
Emeklilik şiddetle arzulanıyor. “Ah bir emekli olsam” deniliyor. Emekli olunca her türlü çalışmaya son veriliyor. Hâlbuki
Cenab-ı Allah:
-“Bir işi bitirince hemen başka bir işe giriş, onunla meşgul
ol!” ( İnşirah:7) diye emrediyor.
Çalışırken yapılamayan görevler, emeklilikte çok güzel yapılır. Artık para kazanma derdi yoktur. Sevap kazanma, Allah rızası
kazanma ve cennet kazanma zamanı gelmiştir.
Emeklilikte bomboş yatılmaz. Kabuğuna çekilme zamanı
değildir. Emekli maaşının helal olabilmesi için hayırlı ve faydalı
işler yapılmalıdır. Çalışmalar devam etmelidir. Çünkü emeklilik,
son fırsattır. Bu fırsat çok iyi değerlendirilmelidir.
En kötü israf zaman israfıdır. Ömrün telef edilmesidir.
Kur’an da: “O gün size verilen nimetlerin hepsinden sorguya çekileceksiniz.” (Tekasür:8) diye haber veriliyor. Ömrün her
anının hesabı verilecek; nerede nasıl tükettiği sorulacak.
Son anda da Azrail ümüğümüzü sıkacak Kuran’ın haber
verdiğine göre: “Kendine yazık etmiş kimselerin canını alırken: “ne
işle meşguldün” diye sorulacak. (Nisa:97)
Büyüklerin her konuda görevi kötülüğe çığır açmamak, kötü
örnek olmamak, iyiliği güzelliği tebliğ ederken, kötü olan her şeye
tepki göstermektir.
Üzerimizde Çocukları Gençleri Yetiştirme Görevi Var:
Çocuklar en kıymetli varlığımız deniliyor. Fakat bazı şeylere verdiğimiz değeri ona vermiyor, görevimizi yapmıyoruz.
Bugün ihmal ettiğimiz şeylerin başında çocuklarımız geliyor dense, abartılmış olmaz. Dünyaya getirmek yedirip içirmek en
güzel oyuncaklar almak, markalı giyindirmekle görev bitmiyor.
431
Hayvan, dünyaya getirir emzirir, büyütür, salıverir. Bizde
de: “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” deniliyor. Takip yok, koruma
yok, yetiştirme yok.
Sonra da şikâyetler, beddualar, lanetler bitmiyor. Daha sonra da evladın şikâyetleri okunanlar lanetler atılan dayaklar iade
ediliyor.
Soruyorum, her ana babada kendine sorsun:
-“Kaç kişi evladım hayırlı evlat olur, bana saygılı davranır,
cenaze namazımı kılar, ardımdan okur, sadaka-i cariyem olur, bana
hayır dua eder” diyebilir?
Çocuklar, Allah’ın bize emanetidir. Cenab-ı Allah onu bize
İslam fıtratı üzere tertemiz yaratıp teslim etmiştir. “Bakalım nasıl
yetiştirecek” diye imtihana tabii tutmuştur.
Kur’an da bize:
-“Emanete hainlik etmeyin!”( Enfal:27)
-“Kendinizi ve aile fertlerini, yakacağı insanlar ve taşlar
olan cehennem ateşinden koruyun.” (Tahrim:6)
-“Sakın mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın” ( Münafıkun:9) diye emrediyor.
Peygamber (as) da: “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar,
ana baba onu ya Hıristiyan ya da Mecusi yapar” buyurmuştur. (Buhari Muh. Terc:4/529)
Bu nesli çok iyi yetiştirmemiz lazım. Yoksa başıboşluk onu
suç makinesi haline getirecektir.
Kendisi namaz kılıp evladına “uyusun” demek ne garip
merhamettir.
Rahmetli Adnan Menderes, Celal Hocaya şöyle diyor:
-Çocuklarıma terbiye ver dinlerini öğret.
Rahmetli Celal Hoca:
-Peki “diyor ve ekliyor”: Efendim bu milletin diğer çocukları ne olacak? Diye soruyor.
Bunun üzerine İstanbul İ.H. Lisesi açılıyor.
Çocuklarımız için her imkânı sağlıyoruz, büyütüyoruz ama
yetişmesi, adam olması için gayret etmiyoruz. Fırsatları değerlendirmiyoruz. Kendi dinini öğretmediğimiz için misyonerlerin tuzağına düşüyor, haç takıyor veya ateist, satanist oluyor.
Bunun vebali kimin?
Şöyle anlatılır:
432
Harman zamanı çocuk ağacın dibine yatırılmış, gök gürlüyor. Saman ve buğdaylar ıslanmasın diye toplanıyor derken bir
yağmur, bir yağmur. Buğday çuvalları arabaya yükleniyor eve getiriliyor bir de bakıyorlar ki, çocuk yok. Koşuyorlar, çocuğu sel almış götürmüş…
İşimiz çok… Çocukları unutuyoruz.
Geleceğimizi iyi hazırlamıyoruz.
Başka sigortaları yaptırıyoruz. Paralar yatırıyoruz, esas sigortamız olan çocukları unutuyoruz.
Soruyorum: Bugün kaç kişi evladından emin! Ben ölünce
evladım namazımı kılar vasiyetimi yerine getirir. Beni unutmaz.
Ardımdan okur, hayır yapar, ruhuma bağışlar, benim için dua
eder… Diyebilir?
Tatili Nasıl Değerlendirelim?
Yaz tatili çocuklarımız için Kur’an öğrenmesi, dinini öğrenmesi ve manevi yönden şekillenmesi için önemli bir fırsattır.
Ana baba içinde fırsattır. Gözü arkada kalmaz. Kendisin veremediği ahlak ve din terbiyesini çocuk camide öğrenir. Çocuk
ibadet şekillerini öğrenir.
Yaz tatili manevi aşı zamanıdır.
Yaz Kur’an kursları çocukların korunmasını, kötü alışkanlıklar edinmemesini, güzel bir ortamda güzel arkadaşlarla vakit
geçirmesini sağlar. Bu arada iyi yönde etkilenmeler olur.
İmam-ı Şafi Hazretleri şöyle der:
-“Sen nefsini hayırlı bir işle meşgul etmezsen, o seni şerli
bir işle meşgul eder.”
Peygamber (as):
-“İnsanların çoğunun aldandığı iki şey vardır; sıhhat, boş
vakit” (Buhari:12/2162)
-“Kendisine fayda vermeyen şeyi terk etmesi, insanın iyi
müslüman oluşundandır.” (Riyazüs-Salihın:67)
-“Allah’ın kulunu terk ettiğinin alameti o kulun o şeylerle
uğraşmasıdır.”
Çocuk Dinini Öğrenmezse Neler Olur?
-İmanını koruyup güçlendiremez ve ibadet ehli olmaz.
-Sevap kazanacağım derken bile günaha düşer.
-Bid’at ve hurafelerle yaşar.
433
-Onun için dini hasetler yok olur, ölçü, dünya ve menfaat
olur.
-Haramı helali birbirine karıştırır.
-İyi bir insan olamaz. Acıma, merhamet duygularını kaybeder.
-Onun için küfre açılan kapılar çoğalır.
-Sevgisi-saygısı olmaz ana babasına bile merhametsiz davranır.
-Utanma duygusu ölür. Hiçbir çekincesi olmaz.
-Boş vakit geçirir zaman öldürür.
-Çocuk dünya ehlinden olur, ahireti olmaz.
Çocuklar dinlerini öğrenmezse ne olur biliyor musunuz? Size
3 belge sunacağım.
-Yardım bahanesiyle ser güçler çocuklara kancayı takıyor.
Kendi ideolojilerini aşılıyor.
-“Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı:
5 bin Türk çocuğu Hıristiyanlaştırılıyor açıklamasını yaptı.”
(6-Şubat 2013 Akit)
-9 yaşındaki çocuğun 400 sanal arkadaşı var. Aileler dikkat!
Uyarısı yapıldı.(1-Ocak 2013 zaman)
Tatili, tatil anlayışımızı değiştirirsek, o zaman güzel ve faydalı işler yapabiliriz.
Mesela; evimizde kitaplık olmalı, çocuklarımız okuma alışkanlığı kazanmalı. Evde kitap okuma saati olmalı. Çocuklarımız
kitap okuyarak bilgilerini, kültürlerini geliştirmeli.
Bilgili insanın hem kendisine faydası olur, hem de başkalarına faydası olur.
Şair: “Bilgisize, görgüsüze olma kul,
Ara tara başına bir çare bul” demiş.
Cenab-ı Allah’ın ilk emri “oku!” olmuştur. Ne ile okuyacak
Rabbinin adı ile okuyacaktır. Ne yazık ki Kur’an “oku!” diyor biz
okumuyoruz.
Din Eğitiminin Önemi:
Bir yaz tatili Söke de bir imam pamuk ağasına diyor ki,
“camide kurs açtık, köyün çocukları geliyor, sen de gönderde bir
şeyler öğreteyim” ağa karşı çıkıyor:
-“Hoca sen işine bak benim oğlum mühendis olacak kafasını karıştırma” diyor. Aradan yıllar geçmiş çocuk mühendis olmuş
434
İzmir de yazıhane açmış. Bu arada baba kanser tedavisi görürken
ölmüş. Oğluna haber salmışlar. Oğlu cenazeye yetişmiş, namaz
kılınacak abdest alması gerekiyor. Abdest almayı beceremiyor,
köyün çocukları görüşüyor. Mühendis bey sıvadığı kollarını indiriyor ve:
-“Bu adam bana dini öğretmedi, namazını kılmıyorum” diyor, arabasına atlayıp İzmir’e dönüyor.
Adam ölüm döşeğinde çocuklarına soruyor:
-Mezarıma gelir misiniz? Gelirseniz ne okursunuz?
Büyük oğlan sükût ediyor, ortanca başını eğiyor. Küçük:
-Senin eve getirdiğin açık saçık dergiler var ya onları getirir
okuruz diyor.
-“Bak şu saygısızlığa” diye azarlıyor. Çocuk:
-O dergileri eve getirirken sen bize saygı duydun mu? Diyor.
Bir baba Hz. Ömer’e evladından şikâyet ediyor. “Beni dövdü” diyor. Hz. Ömer (ra) çocuğu dinliyor. Çocuk babasından
şikâyetçi oluyor. “Anamı iyi seçmemiş bana güzel isim koymamış,
beni helal gıda ile beslenmedi ve bana dinimi öğretmedi” diyor. Hz.
Ömer (ra) adamı çağırıyor ona:
-Oğlun böyle böyle diyor doğru mu? Diyor.
-“Evet” cevabını alınca:
-“İyi ki başını yarmamış” diyor.
Şair şöyle diyor:
-“Dinin yoksa neyin vardır?
Var tabutun kendin kaldır.
Din dayanak Hakk’tan kula,
Dinsiz adam heder ola.”
Bugün gençliğinin sancısı maneviyat noksanlığındandır.
Karnı aç değildir. Beyni açtır. Çalkalanıp duran bir tencere sütü bir
kaşık yoğurt ne hale getiriyorsa, maneviyat da gençliğin durulmasında aynı rolü oynayacaktır.
Okullardaki insani ahlaki ve dini eğitim yetersizdir. Sigara,
alkol, uyuşturucu kullanma yaşı 10-11 yaşlarına kadar düşmüştür.
Okullar dağılırken çocukların konuşmalarını ve davranışlarını görüyorsunuz.
435
Çocuklardan şikâyet etmeyen yok; ana baba şikâyetçi, öğretmenden bir şeyler bekliyor. Öğretmeni şikâyetçi. Sokakta herkes
şikâyetçi ne olacak bu çocukların hali? Sonu ne olur bunların?
Atalarımız: “Kork Allah’tan korkmayandan”, “Allah’ı olmayanın ahlakı olmaz” demişlerdir. İnsan üzerinde din kadar etkili
başka bir kuvvet yoktur.
Din eğitimi almayan insan hastalıklı oluyor. Çocuklarımızı
mutlaka din eğitimi vermeliyiz. Birçok şeyin kursunu aldırırken,
din eğitimini aldırılmazsak tepegöz yetiştirmiş oluruz.
Unutmayalım din eğitimi yaşı, küçük yaşlarda olur. Atalarımız: “Ağaç yaşken eğilir” demişlerdir. Peygamberimiz: “Çocuğa
yedi yaşında namazı öğretin” buyuruyor. (Ramuz el-Ehadis:317/1)
Buluğ çağına gelince çocuğun kafasını başka şeyler meşgul
ediyor.
Çocuğun ana baba üzerinde en büyük hakkı, dininin öğretilmesidir. Bu işin ihmali olmaz. Geciktirilmesi olmaz.
Peygamber (as) hutbe okurken biri dinini öğrenmek istediğini söyler. Peygamberimiz hutbeyi bırakır, ona bir şeyler söyler,
ondan sonra hutbeyi tamamlar.
Bir günde Ashabı ile otururken şöyle der:
-“Ahir zamanda ana babaları yüzünden yazık o çocukların
haline!”
-İnançsız ana babalardan mı? Denir. Allah Rasülü şu cevabı
verir:
-Mümin ana babaları onları kıydı.
-Nasıl oldu bu? Derler. Cevap:
-“Ana babaları onlara dinlerini öğretmedi” buyurur.
Bir zamanlar radyoda 3 acizler yurdunda terk edilmiş baba
ile program yaptım iki saat gözyaşları ile evlatlarını kötülediler,
beddua ettiler.
Onlara bir soru sordum:
-Bu çocukları kim yetiştirdi? Nasıl yetiştirdi. Dinlerini öğrettiniz mi? Sustular.
Kur’an Öğretmenin Öğrenmenin Sevabı:
Kur’an öğrenmek okumak ve ona uymak her müslümanın
başta gelen görevidir.
Hem “müslümanım” diyeceksin hem de kutsal kitabını bilmeyeceksin. Bu nasıl Müslümanlık?
436
Cenab-ı Allah:
-“Sana vahyolunanı oku!” (Kehf:27) diye emrediyor.
Peygamberimiz de: “En hayırlınız, Kur’an-ı öğrenen ve öğreteneninizdir.” (R. Salihın:995)
-“Kur’an okuyun. Kıyamet gününde Kur’an şefaatçidir.”
(Müslim Misafirin:252)
-“Ölü için Yasin okunursa azabı hafifler.” (Ramuz elEhadis:79/4)
-“Kur’an okuyunuz. Her okuduğunuz harf için on sevap verilir.” (R. Salihın:1003)
-“Evlerinizde Kur’an okuyunuz Kur’an okunmayan evde
hayır az, şer çok olur. O ev oturanları sıkar.” (Ramuz elEhadis:80/10)
-“Bir gurup bir evde Kur’an okursa, kalpleri huzur bulur,
rahatlar. Allah’ın rahmeti onların üzerine olur. Melekler onları kuşatır, Allah onları melekler yanında anar.” (R. Salihın:1027)
-“Kur’an okunan evde melekler hazır olur, şeytanlar çekilir.” (Ramuz el-Ehadis:1027)
-“Kalbinde Kur’andan bir şeyler olmayan kimse, harap bir
ev gibidir.” (Tirmizi Fezail-i Kur’an:5/3079)
-“Kim Kur’an-ı önüne alırsa, Kur’an onu cennete götürür.
Kim de arkasına alırsa, onu da cehenneme götürür.” (Ramuz elEhadis: 227/9) buyurur.
Kur’an Kursu Öğrencileri Nasıl Davranmalıdır?
-Her gün camiye isteyerek severek gitmelidir.
-Öğrenme arzusu taşımalıdır.
-Verilen günlük dersleri (sure, dua) aynı gün yapılmalıdır.
-Başka dini kitap okumalı, Hadis okumalı, Tercüme okumalıdır.
-Caminin kutsallığına göre giyinip davranmalıdır.
-Görevli ve arkadaşları ile saygılı, uyum içinde olmalıdır.
-Erkek öğrenciler namaza kalıp camide namazlarını kılmalıdır.
-Dini konularda bilmediğini sorup öğrenmelidir.
-Camide gürültü yapmamalıdır.
-Camiden çıkınca doğru evine gitmelidir.
-Gelip giderken elinde alfabe veya Kur’anla edepli gelip
gitmelidir.
437
-Kötü arkadaş edinmemelidir.
-Evde verilen dersini iyi çalışmalıdır ve öğrendiğini uygulamalıdır.
Camide Görevli Olan Nasıl Davranmalıdır?
-Eğitim uzmanlık işidir. Ama istenirse, karşı taraftaki çocuklara bir şeyler öğretilmesi zor bir iş değildir.
-Evvela yaptığı işin kutsallığına inanılmalı, ilahi rıza ve sevap kazanma arzusu ile hareket edilmelidir.
-İş zorlaştırılmamalı kolaylaştırılmalıdır.
-Çocuklar arasında disiplin sağlanmalıdır.
-Kalıcı bilgiler, hayati bilgiler verilmelidir.
-Allah, Peygamber, Kur’an, İbadetler sevdirilmelidir.
-Sabırlı olunmalıdır. Kaba, kırıcı, aşağılayıcı davranılmamalıdır.
-İş ciddi tutulmalı, sulandırılmamalıdır.
-Çocukları camiyi sevdirmeli ve namazı camide kılmaları
sağlanmalıdır.
-Peygamber (as) ın çocuklara davranışı göz önüne alınarak
davranılmalıdır. Camiden soğutacak davranışlardan kaçınılmalıdır.
-Her gün bir sosyal, dini davranış öğretilmelidir.
-Öğrencilerin sıkılmaması için dini hikâyeler anlatılmalıdır.
-Ailesine ve diğer insanlara karşı sevgi, saygı ve merhamet
duyguları kazandırılmalıdır.
-Başarılı çocuklar takdir edilip ödüllendirilmelidir.
-Ev ödevi verilmelidir.
-Abdest, namaz gibi ibadetler tatbiki olarak öğretilmelidir.
-Zaman zaman ikramlarda bulunulmalıdır.
-Ailelerin katılacağı programlar, geziler ve oyunlar düzenlenmelidir.
-Bilgi yarışmaları, kitap okuma yarışmaları, Hadis ezberleme yarışmaları gibi yarışmalar düzenlenmelidir. Çocuğun yaz tatili
faydalı ve kazançlı geçirmesi sağlanmalıdır.
Sonuç:
Okullarda ahlak, din eğitimi yetersiz. Gençlerin taşkınlıkları
da bundan.
Toplumda ahlak ve manevi çöküntünün olduğu, insani ve
dini değerlerin zayıfladığı inkâr edilemez.
438
Bu hızlı yozlaşmanın önüne geçmek de zor değil. Aileler,
eğitimciler ve din görevlileri vazifelerini yaparlarsa, ortalık güllük
gülistanlık olur.
Yaz tatili, yaz Kur’an kursları büyük bir şanstan sokaklardan, kötü arkadaşlardan ve etrafındaki tuzaklardan koruyacak bir
fırsattır cami eğitimi.
Din görevlilerinin de bu fırsatı çok iyi değerlendirmesi gerekir. Yoksa çocuk alfabe ile tekrar tekrar gelip gidecekse, bir şeyler kazandıramayacaksa, çocukların sayısı artacağı yerde azalacaksa, bundan büyük vebal doğar. Cenab-ı Allah mahalleyi, köyü muhtardan sormayacak o yerin din görevlisinden soracaktır.
Haydi, çocuklar camiye, haydi çocuklar yaz Kur’an kursuna
diyorum.
Analar babalar çocuklar boşta kalmasın. Dinini öğrensin,
saygıyı, sevgiyi, doğruluğu öğrensin. Anaya babaya evlatlık görevlerini öğrensin.
Problemli insan olmasın. Ruhsuz maneviyatsız büyümesin
ana babaya lanet okuyan değil, rahmet okuyan evlat olsun. Sadakai cariye olsun. Kalırsa elin, ölürse yerin beğendiği insan olsun.
Çocuk küçükken camiye giderse sonra cami ehlinden olur.
Değilse kendini yetiştirenlerin cenaze namazını kılamaz.
Son sözümü; nasıl evlat istiyorsanız ona göre evlat yetişir.
Unutmayın emek çekilmeden kendiliğinden hiçbir şey yetişmez.
İnsan nasıl yetişsin?
Allah hayırlı insanlar, hayırlı evlatlar yetiştirmek nasip etsin.
439
440
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ
Gün ayırma alışkanlığımız, eli öpülesi öğretmenler için de
geçerli hale gelmiştir. Öğretmenlerimiz hayat boyu unutulmayan ve
anılması gereken kimselerdir. Çünkü onlar bize bilmediğimizi öğreten kimselerdir. Hani bize bir harf öğretenin kölesi olunurdu?
İnsanın kendini tanıması ve vazifelerini yerine getirerek kutsallığını korunması için, eğitilmeye ihtiyacı vardır. Çünkü insan,
madden ve manen eğitime ve yol göstericiye muhtaç bir şekilde
yaratılmıştır. İnsanın hayatını düzene koyması, zararlı davranışlarının, istek ve arzularının yok edilmesi, göreceği eğitime ve yetiştirilme tarzına bağlıdır. Bazı toplumlarda insan eğitilmediği veya
yanlış eğitildiği için vahşilik ve bilgisizliğin doğurduğu zararlı davranışlardan kendini alamadığını görüyoruz.
a) Öğretmenlik, Kutsal Bir Meslektir:
Öğretmenlik kutsal meslektir… Öğretmen saygıdeğer bir kişidir… Öğretmene layık olduğu şekilde önem vermeliyiz, veriyoruz… Derken bir öğretmenler gününü daha ulaştık.
Milli Eğitim Temel Kanununun 43. maddesinde: “Öğretmenlik, devletin eğitim, öğretim ve bunlarla ilgili yönetim görevlerini
üzere alan özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini
Türk Milli Eğitiminin amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak
ifa etmekle yükümlüdürler” denilmektedir.
Yetkililer tarafından öğretmenlik kutsal meslek, öğretmen
saygıdeğer kişi ile anılmış, ama hep dertleri, sıkıntıları unutulmuştur. Kutsallık lafta kalmamalıdır. Bu kutsal saygıdeğer kişi, hiç
olmazsa bundan sonra özenle yetiştirilmeli, dertlerine, sıkıntılarına
bir an önce el atılmalıdır.
Bir toplumun geleceği öğretmenlerin elindedir. Öğretmen, insan yetiştiren ustadır. Her insan öğretmene muhtaçtır. Çünkü öğretmen insana yol gösterir, şekillendirir ve hayata hazırlar. İnsan
öğretmen sayesinde faydalı hale gelir. Sağlıklı aileler, sağlıklı toplumlar öğretmenin eseri olacaktır.
İnsan eğitimle doğmaz, eğitimle yetişir. İnsanın hayatını düzene koyması, ölçülü ve faydalı hale gelmesi, göreceği eğitime
bağlıdır.
Yanlış eğitilen insanlar, faydalı hale gelemezler.
441
Öğretmen, devlet memuru anlayışı ile görev yapmaz. Onun
görevi süreklidir. Onun mesleği fedakârlık mesleğidir.
Hz. Ali ( ra ): “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” derken
herkesin öğretmenine şükran borcu olduğunu ifade etmiştir.
İnancımıza ve geleneklerimize göre üç insanın eli öpülür;
ananın babanın, büyük anne büyük babanın ve uygunsa öğretmenin.
Peygamber ( as ) da: “İki kişiye gıpta edilir. Allah’ın verdiği
malı yerli yerince harcayana, bir de Allah’ın verdiği ilmi başkalarına öğretene” demiştir. Demek ki, öğretmenlik gıpta edilecek bir
meslektir.
Bir iş bir meslek güzel ve iyi niyetlerle yapılırsa, ancak o zaman güzel sonuçlar elde edilir. İyi insan, iyi ellerde ve iyi ortamlarda yetişir.
b) Öğretmene Saygı:
Türk toplumunda hakkı ödenemeyecek, eli öpülecek, hiçbir
zaman unutulmayan kişi olarak bilinir. Öğretmenin önüne geçilmez. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a hocasının ardından girmiştir.
II. Murat oğluna: “Oğlum öğretmen seni de döver, beni de döver”
demiştir.
Yavuz Sultan Selim hocam üzülmeyiniz âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için süstür” diyerek hocasının gönlünü almıştır. Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum”
sözü hiçbir zaman anlamını yitirmemiştir.
Müslüman Türk geleneğine göre öğretmene hürmet şarttır.
Peygamberimiz: “Peygamberin varisleri bilginlerdir” buyururken
Cenab-ı Allah da: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Buyurmuştur.
Hayatımızda birçok insanı unutur ama öğretmeni unutmayız;
hep iyi olanlarını, hep rahmetle anarız. Yaşayanların elini öperiz.
Çünkü onlar bize her şeyi öğretmişlerdir; insanlara hürmeti, milleti
ve vatanı sevmeyi öğretmişlerdir. Milli, insani görevlerimizi öğretmişlerdir.
Öğretmen, bizi kitapla, kalemle, defterle tanıştırmıştır. İyiyi,
kötüyü öğretmiştir. Hep faydalı olmalı, düzenli olmayı telkin etmiştir.
442
Bir toplumda suç ve suçlu oranının azalması, o toplumda uygulanan eğitime ve eğitimcinin durumuna bağlıdır. Hani “bir okul
açmak bir hapishane kapatmaktır” denir durur.
Bu gerçekten okul açmakla değil, o okulda yapılan eğitim ve
kazandırılan güzel alışkanlıklara, verilen terbiyeye bağlıdır. Yoksa
okul açmak hapishane kapatmıyor. Problemleri halletmiyor. Bir
araştırma yapsak, bugün hapishanede okul, kitap yüzü görmeyen
kaç kişi vardır?
Samanoğullarında yöneticiler suçluları kütüphaneye hapsederler, belirli bilgileri öğrenmesine karşılık suçlunun cezasını hafifletirler veya affederlerdi. Çünkü onlara göre, insanı suça iten bilgisizlik ve eğitimsizliktir.
Bir toplum için öğretmen her şeydir. Zira toplumu yöneten,
devleti idare eden, hülasa her işi yapan her insanı yetiştiren öğretmendir. Öğretmen, toplumlara yol gösteren, rehberlik yapan kişidir.
Bu bakımdan ona gereken önem verilmeyecek olursa, o da asli görevini tam olarak yerine getiremeyecektir.
c) Öğretmenin Görevi:
Toplumda yetişmemiş, fayda yerine zarar veren her insan eğitilmemiş veya yanlış yönlendirilmiştir. Bunda bence öğretmenin
payı büyüktür.
Bir atasözü var “Rehberi karga olanın, burnu pislikten kurtulmaz” denmiştir.
Peyami Safa: “idealist olan, koyun sürülerinden kahramanlar
yaratır. İdealsiz olan da kahramanları koyun sürüsü haline getirir”
der.
Kutadgu Bilig de Yusuf Has Hacip: “Köpeklere aslan rehber
olursa, köpekler aslanlaşır. Aslanlara köpek rehber olursa, aslanlar
köpekleşir.”
İnsanın yetişmesinde öğretmenin önemi büyüktür. Öğretmen,
bir emanetçidir. En kıymetli varlığımız olan çocukları ona emanet
ederiz. Burada emanet korunabilir de, ihanet de edilebilir. Fırıncı
dikkatli olmazsa, ekmekler yanar. İnsana da iyi örnek olunmaz, iyi
şeyler verilmezse, öğrenciler de okuryazar olur. O bilgiyi de kötüye
kullanır.
Mevlana’nın dediği gibi : “ Ahlaksıza verilen ilim, eşkiyaya
verilen silahtan daha etkilidir.”
443
Öğretmen, eğitimcidir, öğrencilerini eğitmek, iyi şekillendirmek vazgeçilmez görevidir. Bugün millet, okuyanlardan daha çok
zarar görüyorsa, öğretmen mükemmel insan yetiştirmiyor demektir.
Açılan bir okul, bir hapishane kapatmıyor demektir.
Vicdan rahatlığı içinde yaşamak, hayatın sonunda huzur içinde ölmek, çocuklarının hayırlı kimseler olmasını isteyen öğretmen
kendisine emanet edilen çocukları güzel yetiştirmenin yollarını
aramalıdır.
İngiliz kralı 8. Edvard, İstanbul’a geldiğinde M. Kemal kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Kral o kadar memnun olmuştu
ki, “kendimi vatanım da hissediyorum” demişti.
Bir garsonun ayağı bir yerlere takılıp elindeki tepsi dökülmüş, biraz da kralın üzerine sıçramıştı.
M. Kemal şaşkın şaşkın bakan herkese:
-“Bu millete çok şey öğrettim ama uşaklığı öğretemedim”
demiştir.
Öğretmenin görevi, yabancı milletlere, yabancı ideolojilere
uşak yetiştirmek değildir. Öğretmenin görevi dengeli, kendi şahsiyet ve kendi kimliğimizde insan yetiştirmektir.
Öğretmen, insan mimarıdır. Bina iyi yapılmayınca nasıl insanlar enkazı altında can verir, telef olursa, insan iyi işlenmediği,
sağlam karakterli yetiştirilmediği zaman da gönüller yıkılır, evleri
yıkılır, hayaller yıkılır.
d)Yeni Nesil İyi Yetişmezse Ne Olur?
Öğretmenini döven, öldüren, en azından saygı duymayan öğrenciye öğretmen ne vermiş, ne öğretmiştir?
Saygın, sevgi, ahlak ve inanç verilmeyen insan, insani değerlere sahip olamaz. İstese de başkalarına faydalı olamaz.
Kalbini ve beynini doyuramadığımız her insan, herkese problem olacaktır.
Öğretmen, sadece kuru bilgi veren, ansiklopedik bilgiler ezberleten kimse olarak düşünülemez. Kuru bilginin yanında insani
duygular, insani kavramlar ve insani davranışlar da öğretmelidir.
Çocukların ahlaklı inançlı olmasından korkulmamalıdır. Maneviyat, inanç olmadan hiçbir kötülük önlenemez.
Atalarımız: “Allah’ı olmayanın ahlakı olmaz” “Kork Allah’tan korkmayandan” demişlerdir.
444
Tarihte topluma hizmet eden, halka hizmeti Hakk’a hizmet
sayan her insan, manevi duygularla yetişmiştir.
İmam-ı Şafi Hazretleri şöyle demiştir: “Hocamı derste rahatsız ederim düşüncesiyle kitabın yaprakları yavaş yavaş çevirirdim.”
Şair:
“Edep iledir Kemal-i Âdem,
Edep iledir Nizam-ı âlem.
Edep bir taç imiş nur-u Hüdadan,
Giy o tacı emin ol her beladan.”
Denizlimizin bir bucağında öğretmenlik yapmış millet evlatlarını yozlaştırmaya, yabancılaştırmaya çalışmıştır. Hatta çocukların oruçlu olup olmadığını anlamak için ağzını açtırır, su dökermiş.
Emekli olmuş, felç olup yatağa düşmüştür. Bir meslektaşı kendisini
ziyarete gitmiş ve sormuş:
-Hala inanmıyor musun?
Kısa bir sesle cevap vermiş:
-“İnanmak istiyorum, inanamıyorum. Ah bir inanabilsem biraz rahatlayacağım iyi biliyorum ama ne çare” demiştir.
Burada kim ne kazanmıştır?
Bir atasözümüz vardır: “Yolu iyi bilen yorulmaz” denilmiştir.
Buna göre sağlıklı bir toplum, milletimizin geleceği açısından en
gerekli şeydir. Sağlıklı bir toplum oluşturmak için de genç nesli
beden ve ruhu ile dengeli bir şekilde yetiştirmek, iye eğitmek şarttır. Eğer insanımızı dengeli ve sosyal hayata uyumlu olarak yetiştirirsek ancak o zaman geleceğimizden emin olabiliriz.
İnsan, eğitimle doğmaz, eğitimle yetişir. Geleceğimizi eğitimimizin millileştirilmesinde, insanımızın iyi eğitilmesinde ve eğitimcilerin iyi niyetinde görüyoruz.
e)Öğretmen Nasıl Olmalıdır?
Her zaman her devirde iyinin yanında kötü, yapıcının yanında
yıkıcı ola gelmiştir. Üstad N.F. Kısakürek:
“Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift: Birinden nur akar, birinden kir.” Derken bu gerçeği ifade etmiştir.
Milli şairimiz M. Akif de:
“Muallimim diyen olmak gerekir imanlı,
Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı”
445
Öğretmen, diğer maaş memurlarına benzemez. O, toplumun
her kesimini yetiştiren memurdur. Mimardır.
Öğretmenin önce kendisi mükemmel olmalıdır. Bilgili, ruh ve
beden yapısı dengeli, şahsiyetli, sabırlı, mesleğini seven çocukları
seven iyi alışkanlıklar sahibi sorumluluklarının idrakinde olan bir
insan olmalıdır.
Tek kelimeyle öğretmen, örnek kişi olmalıdır. Öğretmen,
emanetçidir. Bunun için güvenilir olmalıdır.
Öğretmen, doktorun şifa verdiği gibi hidayete erdiren kişi
olmalıdır.
Öğretmen, insan yetiştirecek kabiliyette, ehil kimse olmalıdır.
Kötü usta, güzel eser ortaya koyamaz. Kendini yetiştirmeyen kişi
çocukların maskarası olur.
Mesleğe başladığım zaman bir yaşlı bana: “Öğretmenlik sabır
mesleğidir. Bazen kör, bazen sağır bazen de dilsiz olursan başarılı
olursun” demişti.
Öğretmen, yıkıcı değil, yapıcı olmalıdır. Milli manevi değerlerimizle barışık olmalıdır. Çocukların ailelerinden aldığı manevi
duygulara saygılı davranmalıdır.
Öğretmen, öğrencilerin sevdiği, takdir ettiği bir rehber olursa,
başarılı olacaktır.
Öğretmen, kolaylaştırıcı, teşvik edici, sevindirici olmalıdır.
Öğretmen, öğrenciyi küçümsememelidir. Hakaret etmemelidir. Onu küçük düşürecek davranışta bulunmamalıdır.
Öğretmenin asli görevi, öğrencileri hayata hazırlamaktır. Hayatın iyi güzel taraflarını öğretmeli ve zorlukları yenmeyi öğretmelidir. Yani iyi insan, iyi vatandaş yetiştirmelidir.
Sonuç olarak; öğretmen geleceğimizin teminatıdır. Yüz akı,
ailesine, milletine faydalı nesiller eğitimle yetişecektir.
İnsan yararına görev yapan öğretmenlerimize selam ve saygılar sunar, onlara sağlık sıhhat ve afiyetler dilerim.
Millet yararına görevini tamamlamış ve bu dünyadan göçmüş
olanlara da Allah merhametliyle muamele etsin. Ruhları şad olsun.
Allah bu millete ve ailelerimize hayırlı nesiller yetiştirmek
nasip etsin.
446
CİN VE ŞEYTAN
Bazılarında bu iki kelime korku veriyor. Hayatlarını alt üst
ediyor. Bu konuda akıl almaz sorular soruluyor.
Cin ve şeytanın her an istediği anda zarar verebileceği düşünülüyor. Rahmetli hocama arka arkaya cin-şeytan soruları sorulunca hocamız: “Çocuklar sizin aklınız da başka bir şey yok mu?”
Demiş ve ilave etmişti: “Ey şeytan, ey cinler! Gelin zarar verebiliyorsanız bana zarar verin” diyerek bizi rahatlatmıştı.
Şeytan çarptı, onun ruhuna şeytan girmiş, cinler böyle yapmış, bunun gibi sözler halk arasında sıkça kullanılır olmuştur. Bunun sebebi, bilgi noksanlığı ve inanç zayıflığıdır.
Korkunun kaynağı maneviyatsızlık maneviyat olmayınca, yerini korku alıyor. O derece ki kafalardaki cin şeytan figürü korkunç,
o kadar ki adlarını söylemiyorlar üç harfli diyorlar. Cin de şeytan
da büyük zarar verme gücü varmış gibi inanıyorlar.
İşin kötü yönü bazı gençler bu korku ile satanist oluyor; şeytanı tanrı ediniyor, zarar vermesin diye ona tapıp kulluk ediyor.
a)Cin-Şeytanın Yaratılışı
Cin-şeytan, melekler gibi gözle görülmeyen, varlıklar Kur’an
ve sünnet ile sabit olan varlıklardır.
Süleyman Peygamber cinleri istediği gibi zor işlerde çalıştırmıştır. Süleyman peygamberin ölümünü bile fark etmeyip çalışmaya devam etmişlerdir.
Cinler Peygamberimizi davet edip, Kur’an dinlemiş ve bazıları müslüman olmuşlardır.
Kur’an da 87 ayette şeytandan bahsedilmiştir. Bu ayetlerde
Cenab-ı Allah şeytanı tanıtmış ve bizi uyarmıştır.
Şeytan emrine uymadığı, secde etmediği için kovulmuş ve
lanetlenmiştir. Cenab-ı Allah şeytanı yaratırken bu şer hali ile yaratmamıştır. O, isyanı sebebiyle şerli hale gelmiştir. Başta şeytan,
meleklerin hocasıydı.
Şeytan istediğini elinden tutup, ittirip, kaktırıp sapıtamaz. İnsan şeytani işler yapar, şeytanı davet eder ve şeytana fırsat verirse,
şeytan bu fırsatı değerlendirir.
İnsanın görevi Cenab-ı Allah’ın uyarıları doğrultusunda şeytanın hile ve tuzaklarına düşmemek, şeytana tabi olmamaktadır.
447
Şeytanın telkinlerine, vesveselerine kulak asmamaktır. Yani Cenabı Allah’ın buyruklarına uyar, Peygamber ( as)’ın yolundan gider,
sünnetini terk etmezse, hiçbir korkuya yer kalmaz.
İşi istediği gibi olmayan “kör şeytan” “lanet olsun” der suçu
şeytanın üzerine atar. “İşe şeytan karışmazsa” der. “Şeytan kulağına kurşun” der elini bir yerlere vurur. Bunlar doğru şeyler değildir.
Cenab-ı Allah Kur’an da cinleri ve insanları ibadet etsinler
diye yarattığını bildirmiştir. Şeytanı kötülük yapsın, insanları yoldan çıkarsın diye yaratmamıştır.
Peygamberimizin ifade ettiği gibi her insanın bir şeytanı vardır. Ya o insana hükmeder, ya da insan ona hükmeder.
İnsan düzgün bir İslami hayat yaşarsa, Kur’an’a uyar, Peygamber ( as)’ı rehber edinirse, şeytanı ondan ümit keser, ona asla
zarar veremez.
b) Cinle-Şeytanla Uğraşmak:
Ne derler, arı kovanına çomak sokmazsan arılar seni ne yapsın? Fitne ateşini tutuşturmadıktan sonra fitne insana bulaşmaz.
Şeytani işler işlemedikten sonra şeytan insana yaklaşamaz.
Kur’an da şöyle buyrulur:
-“İnsanlardan bazıları cinlere sığınırlardı da onlar da taşkınlıklarını arttırırlardı.” (Cin Suresi:6)
Cin, şeytan işini fazla karıştırmamak gerekir. Fazla karıştırılırsa, zarar verebilirler. Zarar verdiği kimselerde olmuştur.
Bugün büyü yapan yaptıran herhangi bir şekilde zarar görür.
Yansıması olur, geri dönüşü olur.
Bir bacımız telefonda “kocam cin toplardı, onlara bir şeyler
sorardı, muska yazardı sonu iyi olmadı. Şimdi de oğluma musallat
oldular” demişti.
Cinle şeytanla uğraşan biri 1969’da Denizli’ye geldiğimde
bana: “Bu işleri sana öğreteyim” demişti. “Asla dedim” ondan
uzaklaştım. Son anlarının çok kötü olduğunu, belki imansız gittiğini duydum.
Bir zamanlar televizyonlarda cin programları yapan Selahattin Teksoy, program yapmayı bıraktı ve: “Cin konusuna el attım,
onlar da bana el attı, hayatım alt üst oldu” demişti.
Cin, şeytan ve satanizm konularında iki kitap yazdım. 4 program yaptım. Bana sıkıntı verdiler, karınca gibi damarların da dolaş448
tılar. 1-9-2001 gecesi ağzıma olmayacak şeyler doldurdular. Program yapmamdan rahatsız oldular.
Rabbime şükür bize EUZÜ BESMELE, Ayete’l kürsi, Nas,
Felak ve İstihaze duası gibi silahlar vermiş.
c)Şeytan İnsana Zarar Vermek İçin Yeminlidir:
Şeytan ilk emirde isyan etti: “Beni ateşten yarattın. Âdem’i
topraktan. Ben ondan üstünüm, secde etmem” dedi. Bunun üzerine
lanetlenip cennetten kovuldu. ( Hıcır:34-35 )
Kıyamete kadar hile ve tuzaklarla insanları aldatacağına dair
yemin etti. ( Hıcır:39 +A’raf:16)
İlk aldattığı da Havva anamız ve Âdem babamız oldu.
Cenab-ı Allah: “Şu ağaca yaklaşmayın” dedi. ( A’raf:19)
Şeytan bu yasak sizin ebedi cennette kalmamanız için kondu deyip
onları kandırdı. Cennetten çıkarılmalarına neden oldu.
Şeytan insana neleri telkin eder?
Kur’an da: “Şeytanların kime musallat olacağını haber vereyim mi? Onlar, günaha, iftiraya düşkün olanlara inerler.” ( Şuara:221-222 )
-“Şeytan her türlü kötülüğü süslü gösterir.” ( En’am:43 ) buyrulur.
-“Şeytan haram yiyenlerle günaha dalanlarla her an beraber
olur.”
-İbadet etmeyenlerden ayrılmaz.
-Rahmetten, hidayetten nasibini almayanları yoluna çeker.
-Dünyaya meyledenlere kolay yaklaşır.
-Dinini bilmeyene, yaşamayana, her an yakın durur.
-Besmelesiz hayat yaşayanlara, nikâhsız yaşayanları istediği
gibi kullanır. Çocuklarına ortak olur.
-İnançsızların dostudur. Onlara her türlü telkini yapar.
-Bilhassa çocuklara adetli ve nifaslı kadınlara musallat olur.
Kötü kadınları kullanır.
-İçkiye, kumara, zinaya düşkün olanları sapıtmakta zorlanmaz.
d)Şeytanın Aldatması Nasıl Olur?
Şeytan insanlara durumlarına göre yaklaşır ona göre telkinde
bulunur, ona göre tuzak kurar. İmanlı, itikadı düzgün ibadetinde
olana yaklaşıp onu sapıtamaz.
449
Sapıklıkları olanları sapıtır. “Beni şeytan sapıttı” diyene de
“sen zaten sapıklık içindeydin” der. İbadetinde olanlara abdest namaz konusunda vesvese verir.
Şeytanın, vesvesesine kulak vereni, abdest alırken banyo yaparken bol su harcatır. Namaz kılsa, namazım oldu mu, abdestim
oldu mu diye şüphe verir. İbadetten soğutup uzaklaştırır.
İmanı zayıf, bilgisi zayıf olana Allah’a iman konusunda şüphe verir, tartıştırır. Her şeyi yaratan Allah için: “onu kim yarattı”
der.
İyice bocalattığı, şüphelerle boğduğuna da ölümü, öldürülmeyi telkin eder. Eşini çocuklarını ana babasını öldürtür. Hiç tanımadığını öldürmesini sağlar. Hatta intihar ettirir.
Sivri akıllının biri şeytanı görmek istemiş. Şeytanı görünce
şeytan ona “40 yıl ömrün var” demiş. Adam “20 yıl nefsime göre
yaşarım, 20 yılda ibadet ederim” der. 19 yıl sonra adam ölüm döşeğine yatar. Şeytan ona bir daha görünür. Şeytana: “Hani 40 yıl ömrüm var demiştin?” Deyince: “Ben seni aldattım ve seni günahkâr
gönderiyorum” der.
Hayırlı bir işe kalkana: “bırak şunu senden başka yapacak
yok mu? Senin şu mazeretin var” der.
Ezan okununca: “Daha vakit var” “senin kalbin temiz” Allah’ın senin namazına mı ihtiyacı var” “senin işin çok çalışmak da
ibadettir” “emekli olunca, yaşlanınca yaparsın” der, onu kandırır.
-Günah işletecek olduğu kimseye:
Allah’ın affı bol. Allah affedici der, Allah’ın affına güvendirerek günah işletir. Sonra da “Allah seni affetmez” diyerek ümit
kestirir.
Peygamberimiz: “Sakın şeytan Allah’ın affına güvendirerek
günah işletmesin” uyarısında bulunmuştur.
Kur’an da da: “Allah’ın rahmetinden kâfirler ümit keser”
buyrulur.
-Şeytan, bazılarına azıcık amelini yeterli gösterir. Onunla gururlandırır. Yaptığı güzel işlerle övündürür.
-Öyle tuzaklar kurar ki, insanı gaflete sürükler Allah’ı unutturur. Boş, manasız işlerle uğraştırır. Nimete şükrü unutturur.
Şeytan Allah’a şöyle dedi: “And olsun onları sapıtmak için
doğru yollarının üzerine oturacağım. Onların çoğunu şükreder bulamayacaksın.” ( A’raf:16-17 )
-Bazılarına bid’at işletir, hurafeleri sevdirir.
450
-Bazılarına sen biliyorsun der onu gururlandırır, dini öğrenmesine mani olur.
-Sen güzelsin, güzelliğini niye saklıyorsun der, şımartır, soyar. Sümüklü böceğe benzetir. Utanma duygusunu, namus anlayışını yok eder.
Hâlbuki Allah: “Sakın şeytan sizi Âdemle Havvayı soyup
cennetten çıkardığı gibi sizi de soyup aldatmasın” diye uyarmıştır.
(A’raf:27)
-Cenab-ı Allah: “Ey iman edenler! Yeryüzündekilerin helal
ve temiz olanlarından yiyin. Şeytanın peşine düşmeyin. Zira o sizin
en büyük düşmanınızdır”. ( Bakara:168 ) diye uyardığı halde şeytan
haramı güzel gösterir. “Haram helal ver Allah’ım, kulun durmaz
yer Allah’ım” der. Haramı helal saydırır, şeytan: “Günahları süsleyip onları aldatacağım” demişti. ( Hıcır:40 )
-Şeytan: “Ben senin iyiliğini düşünüyorum” der. Kötülüğü
telkin eder.
-“Fakirleşirsin, bu mal senin” der. İnsanı sadakadan, zekâttan
alıkor. ( En’am:68 )
-İçki ile kumarla insanları birbirine düşürür. Namazdan alıkoyar. ( Maide:90)
-İnsana günahı unutturur, Tevbe ettirmez. Suizan telkin eder.
-Ailesi konusunda şüphe verir, ikisi arasına soğukluk sokar
hatta cinayet işletir.
-İyi ortam ve iyi kimselerden uzaklaştırır.
-Dünya malını fitne yapar, ahireti unutturur.
Şeytan Musa Peygambere:
-Ben affımı istiyorum, Rabbine şöyle der.
-İyi ama sen şeytanlığına devam ediyorsun dedi, gene Rabbine bildirdi. Rabbi ona: “yalan söylüyor. Ona de ki evvel yapmadığı
secdeyi yapsın. Musa (as) ona:
-“Secde et. Rabbim seni affedecek” der.
-“Ben suçsuzum, ben secde edemem” der.
e)Şeytan Nasıl Zarar Verir:
Cenab-ı Allah: “şeytan sizin düşmanınızdır” diye uyarmıştır.
Şeytanın insana hiç faydası olmaz. Onun tuzağına düşen telkinlerine kulak asan her insan zarar görür.
451
Şeytan herkese zarar veremez. Uyanık olan, fitne fesatla uğraşmayan, gevşeklik göstermeyen, kapı aralamayan ve ümit vermeyenlere yaklaşamaz.
İmanı sağlam, itikadı düzgün ve ameli kuvvetli kimselerden
ümidini keser.
Helal temiz yiyip içenleri harama, günaha bulaştıramaz.
Her an şeytani işler yapanlarla uğraşmaz. Şeytan biraz imanı
zayıf, ameli zayıf, ahlakı zayıf olanlarla çok uğraşır. Onları yoldan
çıkarmaya, küfür ehlinden olmaya çağırır.
Şeytan insanları boş ve manasız şeylerle uğraştırır. Köpek
besletir, cin şeytan, reenkarnasyon, darwinizm, ufo gibi şeylerle
meşgul eder. Namaz vakitleri gelir geçer oyun masasından kaldırmaz. Kafasına şüpheler sokar. İman, itikad konularında tartıştırır.
Yanlış şeyler fısıldar. Allah’ı, ahireti, inkâr ettirir. Cennet cehennem bu dünyadadır, hayatını yaşa der. İbadetleri eziyet olarak gösterir. Her gün biter mi? Der.
Yeni namaza başlayanlarla, yeni tesettüre girenlerle çok uğraşır. Onu döndürmek için kafasını karıştırır.
Kötülüğü yayabilmek için kötü kadınları kullanır. Kendi yapamadığını onlara yaptırır.
Şeytan tatil yapmaz. Şeytan izne ayrılmaz. Şeytan gençliğin
ve aile yuvalarının düşmanıdır.
Peygamber ( as )’ın şeytana sorduğu sorular ve aldığı cevaplar şöyledir:
-“Senin arkadaşların kimlerdir?
Şeytan:
-Faiz yiyenler.
-Dostların kimlerdir?
-Zina edenler.
-Yatak arkadaşların kimlerdir?
-Sarhoşlar.
-Misafirlerin kimlerdir?
-Hırsızlar.
-Elçilerin kimlerdir?
-Sihirbazlar.
-Gözünün nuru nedir?
-Boşanmak.
-Kimleri seversin?
-Cumayı terk edenleri.
452
-Seni eriten nedir?
-Tövbe.
-Belini kıran nedir?
-Namaz ve gece namazı.
-Hoşlanmadığın nedir?
-Gizli verilen sadaka” der.
Kıyamet gününde “beni şeytan aldattı” diyene “Aldanmasaydın. Sen Kur’anla, Peygamberlerle uyarılmadın mı?” Denileceği
bildirilmiştir.
Kur’an da: “Şeytan sizin düşmanınızdır” ( Fatır:6 )
-“Ey Âdemoğulları! Şeytana uymayın. Ona tapmayın. O sizi
Rabbinizden ayırır” demedim mi? ( Yasin:60-61 ) diye uyarmadın
mı? Denilecek.
f)Şeytanın En Büyük Silahı Vesvese:
Ortalığın bozuk, kafaların karışık olması şeytanın arayıp bulamadığı ortamdır. Eksiklikler, yanlışlıklar, bilgisizlikler şeytanın
işini kolaylaştırır.
Ahlaksızlıkların ve günahların yayılması şeytanı sevindirir.
Kur’an’da: “Kuşkulananlardan olma.” ( Bakara:147 )
-“Şüphelenenlerden olma.” ( Al-i İmran:60 )
-“Şeytan aldatmak için yaldızlı sözler fısıldar.” ( Enam:112 )
-“İnsanların kalbine vesvese sokar.” ( Nas) buyruluyor.
Daha çok iman, abdest, namaz, gusül konularında vesvese verir. Eşi konusunda, geçim, konusunda, ahiretle ilgili vesvese verir
şüpheler sokar. Çare:
-Şeytanın fısıldamalarına, verdiği vesveselere kulak asmamak, itibar etmemektir.
-Vesveseye meydan vermeyecek iş yapmaktır.
-İmanı, itikadı düzeltmek, güzel ibadet etmektir.
-Şüphenin yanlış düşüncelerin şeytanın fısıldamaları olduğunu bilmektir.
Allah Rasülü şöyle buyurur:
-“İçinizden hayra davet eden bir ses duyarsanız bilin ki, O
meleğin sesidir. Ona uyun. İçinizden şerre davet eden bir ses duyarsanız, oda şeytanın sesidir, ona uymayınız.”
453
f)Şeytandan Nasıl Korunuruz?
Rabbimiz bize: “Eğer şeytandan kötü bir düşünce seni etkileyecek olursa, hemen Allah’a sığın” ( Fussilet:36 ) diye emretmiştir.
Sövmekle, lanetlemekle şeytan azar ve sayısı artar. Korunma
yolları şöyle olur:
1-Yalnız hayat yaşamamak:
İyi insanlarla, iyi ortamlarda beraber olunursa, insan korunur. Kötü düşünceler aklına gelmez. Şeytan ona günah işletemez.
2-Abdestli bulunmak:
Abdest müminin silahlıdır. Allah Musa kuluna: “Abdestsiz
başına bir iş gelirse, suçu kendinden başkasında arama” diye vahyetmiştir.
Abdestli olanı melekler korur. Ayrıca abdestliyim düşüncesi,
günah işlemeye engeldir.
3-Besmeleli hayat yaşamak:
Besmelesiz işin hayrı yoktur. İnsanı Fatihasız mezara götürür.
Besmeleyle Allah’a sığınılır. Çekilince, şeytan oradan uzaklaşır.
Besmele çekilen, işe karışmaz. Sofraya oturmaz.
ismillah denilerek kurulan ilişkiden doğan çocuğa müdahale
edemez. Başta unutulunca “Bismillahi evvelihi ve ahirihi” denir.
4-Zikretmek:
Zikir, Allah’ı anmaktır. Allah’la olmaktır. Allah kendisini
ananı düşmanın eline bırakmaz. “Sen Allah’ı anarsan Allah da seni
anar.” Şeytan zikredenden uzak durur.
5-Namazı terk etmemek:
Kul Allah’a en çok rükûda secdede yakın olur. Şeytan namaz kılana “şimdi belimi kırdın” der uzaklaşır.
Allah (cc): “Namaz kötülüklerden uzaklaştırır” buyurur.
(Ankebut:45)
6-Dua etmek:
Dua müminin silahıdır. Kul dua ile Allah’ın sığınmasına girer, dua ile yardım görür. Dua ile Allah’ın korumasını sağlar. Duayı
terk eden Allah’ın korumasından çıkar. Ayete’l kürsi, Nas, Felak
sureleri ile şeytandan korunur.
454
7-Kur’an okumak Kur’anla amel etmek:
Kur’an okuyan Allah’la konuşur. Cenab-ı Allah: “Kur’an
okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” ( Nahl:98 )
buyurur. Kur’anla meşgul olanı şeytan meşgul edemez. Kur’an
okununca şeytan kaçar. Kur’anla amel edene şeytan yaklaşmaz.
8-Dini hayat yaşamak:
Dini hayat yaşamayan Allah’ı terk etmiş olur. Allah da onu
terk eder, kulluk defterinden siler. O zaman şeytan onu sahiplenir.
Bir bacı bana: “Cin-şeytan musallat oluyordu örtündüm.
Namaza başladım, kurtuldum. Aile düzenimiz bozuktu düzeldi.”
Dedi.
Kur’an da: “Kim Rabbini anmaktan gafil olursa, yanından
ayrılmayan şeytanı ona musallat ederiz” buyurur. ( Zuhruf:36 )
Dini hayatı olmayanın sıkıntılı hayatı olur. ( Taha:124 ) diye bildirilmiştir.
9-Sadaka vermek:
Sadaka insanı Allah’ın rızasını kazandırır. Çünkü Allah’ın
kullarına verilen Allah’a verilmiş olur.
Peygamber ( as) şöyle buyurmuştur:
-“Namaz şeytanın yüzünü karartır. Sadaka belini kırar. Kardeşini Allah için sevmek, kökünü kazır. Bu şekilde şeytan sizden
uzaklaşır.” ( Ramuz el-Ehadis:218 /8)
10-İnançsız olmamak:
Bazıları dine ilgi duymuyor itibar etmiyor, olmasa da olur diyor, şeytanın tuzağına düşüyor. Allah: “Şeytanı inanmayanların
dostları kaldık” ( A’raf:27)
-“İnananlara şeytanın hâkimiyeti yoktur.” ( Nahl:99 ) buyurur.
İnanmayan şeytanın tuzağına çabuk düşer, şeytanla mürit
olur. Şair:
“Dinin yoksa neyin vardır?
Var tabutun kendin kaldır.
Din dayanak Haktan kula,
Dinsiz adam heder ola” demiş.
455
11-Allah’a sığınmak:
Kul Felak, Nas, Ayete’l kürsi gibi sure ve ayetleri okursa, istiaze duasıyla Allah’a sığınırsa şeytan ona zarar veremez.
Hafaza melekleri insanı korur.
Allah ( cc) şöyle dua etmemizi istiyor:
-“Şeytanın kışkırtmasından sana sığınırım.” ( Müminun:97 )
-“Şeytanın yanımda bulunmasından sana sığınırım.” (Müminun:98 )
A’raf:200+Nahl:98+Fussilet:36 ayetlerinde Allah şeytandan
kendisine sığınmamızı istiyor.
Unutmayalım:
-Şeytanın nüfuzu yoktur. ( Sebe:21 )
-Hâkimiyeti yoktur. ( Hıcır:42 )
-Ağırlığı yoktur. ( İsra:65 )
Şeytan zorla zarar veremez. İnancımızı yok edemez. Şeytan,
günaha, iftiraya düşkün olana. ( Şuara:221-223 )
-“O kendi taraftarlarını ateş ehlinden olmaya çağırır”. (Fatır:6)
-“Allah’ın izin vermediğine, Allah’a dayanıp güvenene zarar
veremez”. (Mücadele:10)
Şeytan Allah ‘tan değil kendisinden korkanlara korku verir.
Şeytanın zarar vermesinden korunmak için:
İsraftan, çok yemekten, çok uyumaktan, haramdan, kötü ortamlardan, şeytanın hoşuna gidecek şeylerden, manasız şeylerden,
kötü huylardan, büyüden, cinlerle uğraşmaktan kaçınılmalıdır.
Bilhassa gençlerimizi satanizm ( şeytana tapmak ve şeytana
kulluk )tan korumalıyız. Euzubillahimineşşeytanirracim (Kovulmuş
lanetlenmiş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım).
456
MİSYONERLİK
Sizleri selamların en güzeli ile selamlıyorum. Konumuz misyonerlik.
Çocuklarımızın, gençlerimizin ve insanımızın çeşitli yollarla
kandırılarak, Hıristiyanlaştırılması için diyecek bir şeyi olanı, elinde bilgi belge olanları, uyarı görevini yapması için yayına davet
ediyorum.
İslam peygamberine göre tepki elle olur, dille olur. Bunlar
olmazsa kalple olur. İşin kalbe kalması, imanın zayıflığındandır.
Ya hiç ilgi olmazsa…
Ayrıca olumsuzluk karşısında susmanın vebali vardır. Peygamber (as): ‘ Hakikat karşısında susan, dilsiz şeytandır.’ buyuruyor.
Denizli’miz önemli bir turizm merkezi olduğundan misyonerlik için pilot bölge seçilmiştir.
Dedelerimiz, babalarımız: ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz’ der, inancımıza yönelik hiçbir faaliyete izin vermezler ve itibar etmezlerdi. Ya şimdi birçok şeye göz yumuyoruz; yolda, evde, iş yerinde uzatılan incili kapıyoruz. Broşürleri kaçırmıyoruz. İzinsiz yapılan bu faaliyetlere tepki göstermiyoruz.
XXX
Benim misyonerlikle ilgim lisede iken başladı. İzmir’de Alsancak Kilisesi vardı. Bazı Pazar günleri kiliseye giderdim. Arka
sıralardan onları seyrederdim. (yıl 1962-63-64) Bir ilginç tarafını
görmedim.
1964-1969 yılları arasında Kayseri’de yüksek tahsil yaparken, İngilizce öğretmenim barış gönüllüsü Misis Şimaski idi. Caferbey mahallesindeki Ermeni kilisesi papazı, bir doktor, bir de
Misis Şimaski, çocuk yuvalarına, hastaneye, hapishaneye ve köylere giderlerdi. Onlar jiple gider, biz motorsikletle giderdik yapboz
oyunu oynardık.
Caferbey mahallesindeki kiliseye gittik. Papaz sarhoştu. Tartışma başlayınca görevliler bizi tartaklayıp dışarıya attı.
Burası için şöyle anlatırlar: Papaz Kayseri’ye tayin olur. Fakat kiliseyi bir türlü bulamaz. Çocuğa:
-Kilise nerede?
Çocuk oyunu bırakır, gösterir. Çocuğa:
457
-‘Yarın gel de sana cennetin yollarını göstereyim’ der.
-‘Sen kilisenin yolunu bilmiyorsun cennetin yolunu nasıl göstereceksin?’ cevabını verir.
Yıl 1969 Denizli Lisesi’ne atandım. Öğretmenler odasına bir
girdim ki 3 tane barış gönüllüsü kokona oturmuş İncil, İsa, dünya
barışı, küresel kardeşlikten bahsediyor.
İncilleri çok okumuş biri olarak ertesi günü onların bahsetmediği konuları ben anlattım.
Kamil Baykura, Milli Eğitim müdürü idi. Ona gittim. Bana:
‘Sen dersini ver, onlar da dersini versin’ dedi. Dedim ki: ‘Onlar
yalan söylüyor. Misyonerlik yapıyor. Çocukları evlerine götürüyor…’Ertesi gün derslerine gelmediler.
Okulda çocuklardan bazıları haç takıyordu. Anlattım; çoğu
çıkardı, biri çıkarmadı. Babasını çağırdım. ‘Oğlun haç takıyor, ben
çıkartamadım.’ dedim. Hacı amca:
-‘Çıkar’ dedi. Çocuk:
-‘ Çıkarmayacağım!’ cevabını verdi. Hacı amca para kazanayım derken çocuğunu kaybetmişti. Dinini öğretmediği için çocuk
Hristiyan olmuştu. Çocuk gitti, babası epey oturdu.
-‘Kalkmak istiyorum hocam ama kalkamıyorum’ demişti.
Yaa ahirette…
O yıllarda mektuplar, broşürler çokca dağıtılıyordu. Birkaç
örnekle Hasan Sağlam’a bir dilekçe ile gönderdim. İşin boyutunu
anlattım. ‘Çocuklar rahatsız ve tedirgin ediliyor, tehdit ediliyor’
dedim. Bana cevap:
-‘Hristiyan misyonerlerinin faaliyetlerinden biri olarak görülen ve öğrenciler üzerinde olumsuz etkiler bırakacağı muhakkak
olan bu çeşit zararlı faaliyetlerle ilgili çalışmalar sürdürülmektedir.’oldu.
XXX
Emekli oldum. Misyonerler her yerde cirit atıyor. Onlar için
her şey serbest. Radyoya gelip gidiyorlar. Programlar yaptım. İki
kitap yazdım. Babadağ kaymakamı ve ilçe müftüsü konferansa
davet etti.
XXX
Vali Oğuz Kağan Köksal’a 20 adet broşür ve mektuplarla gittim.
-‘Sayın valim bunlardan haberiniz var mı?’ dedim. Birkaç örnek alıkoydu. O hafta içinde Pamukkale’de, Karahayıt’ta ve pansi458
yon bölgelerinde turist arabalarının bagajlarında ve turistlerin çantalarında çuvallar dolusu broşür toplattırdı.
XXX
Yıl 2002 Nisan ayı, misyonerler okullara kadar uzandı. Yeni
camiye İncil kondu. İngilizce öğretmeni öğrencisine İncil hediye
etti. Çınar’da kilise açmak için valiye dilekçe verildi.
Halil Elitok hocamla Valiye gittik.
-‘Denizli’de kaç hristiyan var, sayım yapılsın, ihtiyaçsa açılsın. Yok, burada Müslüman Türk gençleri hristiyan yapılacaksa,
biz buna razı değiliz.’dedik. o dilekçe sümenin içinden çıkmadı.
Sümen altı edildi.
XXX
1200 evler tarafında her hafta İzmir’den birileri geliyor, İslami toplantı havasında toplantı yapıyor. Bir bayan kendilerine dağıtılmış 40 sayfa getirdi. Rapor hazırladım. Halil Elitok hocama götürdüm. Emniyete intikal etti. O günlerde o bölgelerde bir polis
arabası turlayınca faaliyet başka yere kaydırıldı.( Dağıtılan belgeler
elimde)
XXX
Bundan iki ay kadar önce Gönüllü Kültür Teşekkülleri toplantısında misyonerlerin harıl harıl çalıştığını anlattım ve
-‘Yakında kilise açarlarsa, şaşırmayın.’dedim. Bir milletvekili sözü ağzımdan aldı:
-‘Böyle şeylerden bahsetmeyelim, zarar görürüz.’dedi.
-‘Zarar görmek istemeyen bu tür faaliyetleri önler, halkın zarar görmemesini sağlar’dedim. Belge istedi.
-‘Her şeyin belgesi olmaz’ dedim.
Buyrun, kilise açıldı sayın milletvekili!
-‘Böyle şeyler izinsiz olmaz, kim verdi bu izni?’
-‘Denizli’de, o bölgede kaç tane hristiyan var?’
-‘Buraya dışarıdan hristiyan mı gelecek?’
-‘Yoksa hile ile vaad ile kandırılan gençlerimiz mi burada
ayin yapacak?’
XXX
Telkin edilen; mutluluk ve kurtuluş dini olarak sunulan Hristiyanlığın kimliğini size sunuyorum:
-Hıristiyanlık, 3 tanrılı, yüzlerce İncil arasından seçilen 4 kitaplı bir din.
459
-Tanrısı: Teslis= 1+1+1=1= Baba, oğul, kutsal ruhtur.
Bakın Cenab-ı Allah Kur’anda ne diyor:
1-‘Ey ehlikitap! Dininizde aşırı gitmeyin. Allah hakkında
gerçek olandan başka söz söylemeyin. Meryemoğlu İsa, ancak Allah’ın Rasulüdür. Tanrı üçtür demeyin. Hayrınıza bundan vazgeçin.
Allah bir tektir. O Allah çocuğu olmaktan münezzehtir.’ (Nisa:171)
2- ‘Andolsun. Allah Meryemoğlu Mesihtir diyenler kâfir olmuşlardır. Hâlbuki İsa:
-Rabbiniz olan Allah’a kulluk ediniz. Kim ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar. Onun yeri ateştir.’ demiştir. (Maide:72)
3-‘Andolsun. Allah üçün üçüncüsüdür diyenler de kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Allahtan başka tanrı yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse, onlara acı bir azap isabet edecektir.’ (Maide:73)
Çok tanrılı bir dindir,
-Peygamberleri: İsa(as) dır. Hâşâ hem Allah’ın oğlu hem de
peygamberdir.
-Kitapları: İncillerdir.(Matta, Markos,Luka ve Yuhanna)
-Din adamları: Papazdır.
Tanrı adına iş görür.
Günahları bağışlar.(Vaftiz eder)
Günah itirafında bulunanın günahını bağışlar.
-İbadet yeri: Kilisedir.
-Sembolü: Haçtır.
-Hedefleri: Anadoluyu ele geçirmek, bütün dünyayı Hristiyanlaştırmaktır. Afrikaya nasıl girdiler, yamyamlardan korkmadılarsa, içimize de öyle giriyorlar. İstanbul’a ‘Kostantiniye’ diyorlar.
Ayasofya’yı turizm broşürlerinde minaresiz gösteriyorlar. Atinadaki heykelin bir eli İstanbul’u, diğer eli Efes’i gösteriyor.
Efes onların kutsal yeri değildir. Meryem ana Filistin’de gömülmüştür. Akli dengesi bozuk bir Alman kızının rüyası üzerine
kutsal yer ilan edilmiştir. Turizm açısından bizimkiler itiraz etmemiştir.
-‘İncili bütün dünyaya yayın’ (Madda:16/5).Emirdir. Yunan
askerleri İzmir’e ayak bastığında, Yunan komutanı şu konuşmayı
yapmıştır.
460
‘Ey Elen çocukları, bugün ecdat topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini gerçekleştirdiniz. Ne kadar
Türk kanı döker ve içerseniz o kadar sevaba gireceksiniz. Bana da
bir bardak Türk kanı verin. Onlara olan kinimi tazelemiş olayım.
Haydi atalarınızın toprakları sizi bekliyor…’ (Dr. Selahattin Tansel, Mondrostan Mudanya’ya 1/196).
Papa 2. Paul, İstanbul hava alanında toprağı öpmüş ve ‘Anadolu Hristiyanlığın merkezidir. Şu anda burada bulunduğum için
bahtiyarım.’demiştir.
22.10.2007 Papa bütün kiliselere genelge göndermiş, bütün
insanlığın Hristiyanlıştırılması çağrısında bulunmuştur.
Kitab-ı Mukaddes’in üzerinde Anadolu’nun en önemli şehirlerinin adı vardır.
Emniyet Genel Müdürlüğü, 8 milyon İncil dağıtıldığını, korsan kiliseler açıldığını, misyoner faaliyetlerinin milli bütünlüğümüzü tehdit edecek noktaya geldiğini açıklamıştır. (1.6.2004/ Tercüman)
XXX
Cenab-ı Allah bakın hangi dine razı: Kur’anda buyuruyor ki
Cenab-ı Allah
-İslam’dan başka din arayanın dini kabul olmaz. (Ali İmran:85)
-Allah katında din İSLAMDIR. (Ali İmran:19)
-Sizin için din olarak İslam’ı seçtim. (Maide:3)
XXX
İslam’dan başka tercih yapanın halini de şöyle haber veriyor.
-‘O gün ellerini ısırıp keşke ben de Muhammed (as) ile beraber olsaydım. Vay! Başıma gelene. Keşke falancayı dost edinmeseydim. Yemin olsun o beni Kur’andan saptırdı…’ (Furkan 27-29)
XXX
Bazı günleri fırsat bilerek değişik insanlarla okullara kadar
giriliyor, kitap dağıtılıyor, Noel baba dağıtılıyor.
Yılbaşından önce bir bacı telefon etti:
-‘Hocam benim kızıma okulda noel baba dağıtılmış ne yapayım?’
-‘Okula git. Noel babanın gayri meşru babalığını kabul etmiyorum, bunu size iade ediyorum’ de. Bacım öyle yapıyor. Ne öğretmenin ne de müdürün haberi var.
Ankara’da bir öğretmen,
461
-‘Herkes bir büyüğünün kıyafetini giysin gelsin’diyor. Bakanlıkta çalışan bir yetkilinin çocuğu Noel baba kıyafetini giyip
geliyor.
1999 yılında misyonerlik faaliyetleri için Denizli’mize gelen
Amerikalı iki misyoner radyoya da uğramış, kendilerine Kur’an
meali hediye etmiştim. Çok geçmedi Kur’an’a hayran kalan bu
misyonerler, müftülükte Müslüman oldular.
Ah! İslam’ı temsil edebilsek, Kur’an-ı ve İslam’ı anlatabilsek, kimse İslam’ı bırakmaz. Müslüman olmayan da küfrü bırakır,
Müslüman olur.
Size bir misyonerin hidayetini anlatayım.
Fransız misyoner Müslüman oluyor. ‘Musa Ben’ adını alıyor.
Hızlı, müthiş misyoner…
Tebliğ hareketine hergün yollada devam ediyor. İnciller, kitaplar hediye ediyor.
Nasıl Müslüman oluyor?
Birgün bir Müslüman onu dinliyor ve:
-‘Sen bana dinini anlattın. Peki, sen İslam’ı biliyor musun?
Camiye gittin mi? Kur’an-ı inceledin mi?’ diye soruyor.
-‘Hayır’ diyor. Müslüman soruyor:
-‘Öyle ise doğruyu tebliğ ettiğine nasıl inanıyorsun?’
Afrika’ya gidiyor. Orada çalışırken Kur’an-ın eksikliklerini
tesbit etmeye karar veriyor. Halka İncil ile Kur’an’ı mukayeseli
olarak anlatacak.
Camiye gidiyor:
‘Müslümanlara baktım, Kur’an-ı okumaya başladım.
Ehad=eşsiz, benzersiz, tek varlık Allah. Kendi kendine yeten varlık
anlamında 3 tanrı(teslis) inancı ile karşılaştırdım. İsa kim diye düşündüm. Peygamber mi? Tanrı mı? Tanrının oğlu mu? dedim. Kafam karıştı. Sonra Kur’an şirkten bahsediyordu.
Kur’anları karşılaştırdım hiç birbirinden farklı bulamadım.
Papazın yanına gittim. Sorular soracaktım. Ama kalbim ‘Allah Allah’ diye atıyordu.
Bir elime İncil’i bir elime Kur’an-ı aldım. ‘Rabbim kitabın
hangisi ise bana göster’dedim. Kalbim Kur’an’a aktı.
Camiye gittim, şehadet getirip Müslüman oldum. Müslümanlar ağlayarak beni kucakladılar.
’Allah birini sevince onun kalbini İslam’a açar’dediler. Eve
döndüm, guslettim, küfür kirinden temizlendim. Eşim:
462
-‘Şeytan senin içine girmiş’ dedi, terk etti. Papaz beni çağırdı,
tepki gösterdi. Afaroz etti.
-‘Burası İsa’nın evi şeytanı istemiyorum’dedi diyor ve kendini İslam’a adıyor.
Koreli misyoner bayan, Kore’den gelmiş 1994’te Denizli’de
misyonerlik yapıyordu. Radyoya gelip gidiyordu. Ona Kur’an meali ve bazı kitaplar hediye ettim. İslam’ı anlattım. İncilden bazı yerleri okudum. Müftülükte Müslüman oldu. ‘Mine’ adını aldı.
Eğer İslam’ı güzelce anlatabilirsek, ne gencimiz hristiyan
olur ne de misyoner hristiyan kalır.
Misyonere: ‘Senin dinin bozulduğu için Allah İslam’ı gönderdi. Müslüman ol, Kurtul!’ deyin. ‘Ya Rabbi bunu da Müslümanlıkla şereflendir’ diye dua edin.
Çocuğunu Kur’an kursuna göndermeyenler, İ.H.Liselerini gereksiz görenler, çocuğuna dinini öğretmeyenler, sizi uyarıyorum.
İnsan avcıları pusuda bekliyor. Çocuğunuz cehenneminiz olur yoksa.
‘Benim çocuğum hristiyan olmaz’demeyin. Vaadler çok sıkı
çalışılıyor. Dini bilmeyene veya az bilene yalanlar sıralanıyor. Ücretsiz İncil dağıtılıyor. Aş, iş, eş vaat ediyorlar.
XXX
Bizim böyle bir derdimiz, gayretimiz yok.
Bir olay anlatayım:
Bir misyoner Ankara’da bir kapıyı çalıyor, İncil uzatıyor. Ev
sahibi kızıyor.
-‘Sen ne yapıyorsun?’
-‘Dinimi anlatıyorum.’
-‘Ben kimim biliyor musun? Ben Diyanet İşleri’ndenim.’
-‘Olsun efendim fark etmez.’
-‘Sen nerede oturuyorsun?’
-‘Ne yapacaksınız?’
-‘Ben de kapını çalıp dinimi anlatacağım.’
-‘Ben sizden adres alıp da mı geldim?’diyor.
XXX
Sonuç olarak; inanıyorum ki bir insanımızın hristiyanların tuzağına düşmemesine veya tuzağa düşmüş birinin kurtulmasına vesile olana Allah lütuflarda, ihsanlarda ve ikramlarda bulunacaktır.
İstemez misiniz?
Neden böyle diyorum? Peygamber(sav) Hz. Ali’ ye:
463
-‘Ya Ali senin yüzünden bir insanın hidayete kavuşması dünya ve dünyadakilere bedeldir.’buyurmuştur.
Soruyorum asırlarca haçlı ordularına karşı hilal-haç kavgası
yapan bir milletin torunları misyoner orduları için ne düşünüyor ve
ne yapıyorsunuz? Bunlar Anadolu’yu işgal eden haçlı orduları…
Başka sözüm yok.
Hepinize hayırlı günler, hayırlı işler ve bol bol kazançlar dilerim.
Cenab-ı Allah Anadolumuzu misyoner istilasından korusun.
464
MİSYONERLİK-2
Misyonerlik: Dünyayı Hıristiyanlaştırma faaliyetidir.
Misyoner: Hıristiyanlığı yeryüzüne yaymak için özel eğitim
görmüş kimsedir.
Misyoner, Hıristiyanlık için kendini adayan kimsedir. Misyoner, haçlı ordularının görevini üstlenmiştir.
Misyoner, her türlü çileye katlanacak şekilde yetiştirilen,
her fırsatı değerlendiren, engelleri aşmak için her şeyi mubah sayan, insan avcısıdır.
Propaganda yaparken, masum, iyiliksever görünüşler. Sicilleri temiz insanlar değildir. Yalan söylerler, vaatlerde bulunurlar
vaftiz olanların cennete gideceğini, mezar da cesetlerinin çürümeyeceğini söylerler.
Bir papaz Fatih’e böyle bir iddiada bulunulunca: “Göstereceğim mezarı açalım” demiş. Mezar biraz açılınca içeriden gelen
kokular yüzünden bayılmamak için ilk uzaklaşan papaz olmuştur.
Papalık 16. yüzyılda haçlı ordularından ümit kesilince misyoner okulları açmıştır. Okulları bitirenlere “gidin incili bütün dünyaya yayın” ( Matta:16/15) denmiştir.
Dünyada misyonerlerin gitmediği yer yoktur. Anadolu’dan
Müslüman-Türkü söküp atmak için 8 defa haçlı saldırısı düzenlenmiştir. Hedefe ulaşılamayınca misyoner orduları harekete geçmiştir. Taktik değiştirilmiştir.
12 Eylül öncesi Amerikalı misyoner; “Sivas olaylarını biz
başlattık” itirafında bulunmuştur. (25-10-1990-zaman)
Misyonerler dinlerini yayarken bölücülüğe, kafa karışıklığına, mezhep ayrılığına önem verirler.
Doğuda taktik şudur:
-“Aslında siz Hıristiyan’dınız. Sizi zorla Müslüman yaptılar
aslınıza dönün” PKK’nın İslam’ı red edip ibadetlerle alay etmesi,
domuz eti yemesi, dinlerinin Zerdüştlük olduğunu iddia etmesi,
Hıristiyan ayinlerine katılması bundandır.
Misyoner Nasıl Çalışır?
Son Nokta Gazetesinin haberine göre 30 kadar misyoner evi
olduğunu, ücretsiz İncil dağıttıklarını, misyonerlerin, gençlere asılsız vaatlerde bulunarak kandırdıklarını, özellikle genç kızlar kullandıklarını öğreniyoruz. (3-Haziran-2004)
465
-Misyonerler, çevre şartlarına göre hareket ederler. Dini bilgisi olmayan, milli duyguları zayıf, problemli kimseleri seçerler.
Tevfik Fikret’in oğlu Haluk misyoner tuzağına düşürülmüş ve
Amerika da papazlığa kadar yükselmiş, her Türk aleyhtarı faaliyetlerde önde görülmüştür.
-Fakir insanlara yaklaşırlar.
-Mektup, broşür, kitap ve ücretsiz İncil en etkili propaganda
malzemeleridir. Umumi yerlere unutulmuş havası içinde bunları
bırakırlar. Veya adreslere gönderirler. “Beğendiysen”, “dilersen”…
Derler ilgi kurarlar.
-Şans vadeden, tereddütler uyandıran ve tehdit eden mektuplar gönderirler.
-Yeni dünya, dünya barışı, dünya kardeşliği vaat ederler.
-İnsanlara durumlarına göre kolayca yaklaşırlar. Her kılığa
girerler.
-Ahlakı, inancı zayıflatacak şeyler söylerler ve yaparlar.
-“İsa’nın kurtarıcılığını kabul ediyorum” dedirtirler. Hıristiyanlık usullerine göre dua ettirirler.
-Sosyal felaketleri fırsat bilirler.
-İslamla ilgili şeyleri, din adamlarını, İslam büyüklerini küçültmeye çalışırlar.
-Efeste hacı olmaya, vaftiz havuzunda temizlenmeye davet
ederler.
-Münakaşa edip tartışmazlar.
-İslam da ibadetlerin zor olduğunu, Hıristiyanlıkta sadece kiliseye gitmekle tamam olacağını söylerler.
-Talimatta misyonerlere: “İçki, kumar, zina ve domuz etini
yayınız” emri verilmiştir.
-“Hadislerin gereksiz olduğunu yayın”
-“Örtü dinin emri değildir deyin”
-“Irkçılık ve mezhep yarasını kaşıyınız”
-“Bırakın çocuklar ateist, satanist olacağına Hıristiyan olsun
deyiniz”
-“Ben Müslümandım zevk almadım, dinin emirleri çok ağır
geldi. Allah’tan yardım görmedim. Hıristiyan oldum kurtuldum
deyin” derler.
466
Hedefleri Nedir?
Türklerin İslamla şereflenmesi ve Anadolu’nun Türklerin
eliyle Türkleşmesinden sonra, aziz milletimiz Hıristiyan âleminin
amansız düşmanı oldu.
1987’de New York’ta; Müslüman Türk milletinin gücünü
zayıflatmak ve yok etmek veya Hıristiyanlaştırmak için 3 hedef
belirlenmiştir:
1-İslam dini,
2-Aile yapısı,
3-Genç nesil.
Nato’nun hedefi kızıl, ( kırmızı ) iken İslam yeşili olarak
değiştirilmiştir.
01.06.2004 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğünün açıklamasına göre; 8 milyon İncil dağıtılmış, korsan kilise sayısı hızla artmış
ve yapılan misyoner faaliyetleri, milli bütünlüğümüzü tehdit edecek
noktaya gelmiştir.
Sakarya da depremden sonra 3 bin depremzede Hıristiyan
yapılmıştır. Öğrencilere ücretsiz sınav hazırlığı kursu verilmiş.
Türkiye için hedefin 10 yıl da 5 milyon kişi Hıristiyanlaştırarak
yeni bir azınlık grup oluşturmak olarak planlandığı bildirilmiştir.
Olur mu? Afrika da, bazı Türk illerinde başardılar…
Tehlike ciddi. 29.01.2004 Denizli Müftüsü Mahmut Gündüz, basın toplantısı yapmış, misyonerlerin Türkleri Hıristiyanlaştırma planlarını açıklamış ve Diyanet İşleri Başkanlığının bütün
Müftülüklere gönderdiği misyoner genelgesini açıklamıştı.
1492 yılında ilk buharlı gemi yapılıp, denize açıldığı zaman,
papa tarafından geminin denize açılmasına izin verilmemiştir. Israrlara dayanamayan papa, ancak gidilen yerlerde yaşayan insanların
Hıristiyanlaştırılması şartı ile geminin denize açılmasına razı olmuştur.
Hedef, Peygamberler, Evliyalar ve Şehitler yatağı olan
Anadolu’dur. Anadolu’nun Hıristiyanlaştırılmasıdır.
Misyoner, “kardeşlik, dünya barışı” der ırkçılık bölücülük
yapar. İnanç mezhep farklılıklarını büyütür.
Peygamber ( as)’ın sünneti hakkında şüpheler sokar. Hadisler bozulmuştur. Sünnete gerek yoktur. Kur’an Müslümanlığı, Türk
Müslümanlığından bahseder.
467
Dinin temeli olan Akaid ve Fıkhı yok edip, dinde boşluk
oluşturup, İslam’ı emir ve yasakları olmayan din haline getirmek en
önemli hedeftir. (Fıkıh neymiş…)
Bir hedef de, dinini öğrenememiş gençlerdir. Onların kandırılması çok daha kolaydır…
Türkiye de dinini öğrenmek yaşamak yasakken misyonere
bütün kapılar açıktır. Ona din özgürlüğü, ifade özgürlüğü vardır.
Hani adam bir köye gitmiş kendisine köpekler saldırmış
hangi taşa el uzattıysa yerinden oynatamamış ve:
-Ne biçim yer, taşları bağlamışlar, köpekleri salıvermişler” demiş.
Gençlere, hediyeli misyonerlik tuzakları hazırlanmaktadır.
-Ücretsiz Efes gezileri ve vaftiz havuzuna sokmaları; vaftiz
oldunuz, temizlendiniz ve Hıristiyan oldunuz ifadeleri…
-Din değiştirenlere evlilik, iş, para, burs, dış ülkeler de eğitim vaat ederler.
-Okullarda ilkokul çocuklarına “İncilden öyküler” “dünyanın en önemli öyküsü” gibi Hıristiyanlığı cazip gösteren, özendiren
kitaplar dağıtılmaktadır.
Kendi dini öğretilmediği için misyonerlerin vaatlerine kanan bir yüksek rütbeli askerin oğlu (Mert Çınar) kucağında İncil,
misyonerlerin kanalı NR2 açık, intihar etmiştir… ( 24-07-2003Vakit)
Neden Gençler Hıristiyan Oluyorlar:
-Kendi inancını bilmiyor, inanç boşluğu var.
-Onu koruyan ibadet yok, doyum olmuyor.
-Propaganda sürekli, cazip ve özendirici oluyor.
-Kilisede ayin, eğlence oluyor. Müzik ona hitap ediyor.
-İkramlar, bağlayıcı oluyor.
-Vaatler, kız arkadaşlığı, dış ülkede tatil, burs, balığı tuzağa
düşüren yem oluyor.
-Aile ilgisi yok… (Saldım çayıra-Mevlam kayıra)
-Hıristiyanlıkta sorgu sual yok, kabir azabı yok (orası ebedi
istirahatgah) cehennem yok. Cennete sadece Hıristiyanlar girecek.
-İslam’da ki ibadetler zor. Ayrıca Tanrı’nın ibadete ihtiyacı
yok derler. Hıristiyanlıkta ibadet yok.
Misyonerler atasözü gibi yıkıcı, bölücü ve uyuşturucu sözler
uydurmuşlardır. Bunlardan bazılarını hatırlayalım:
468
-Ele geleni ye, dile geleni söyle.
-Yalansız iş mi var?
-Yandım diyene yan, öldüm diyene öl de.
-Hak değirmen damındadır.
-Onunla cehenneme bile giderim.
-Kırk gün günahkâr, bir gün tövbekâr ol.
-Fala inanma, falsız kalma.
-Ahrete gidip gelen mi var?
-Görmedim, duymadım, bilmiyorum.
-Benim kalbim temiz.
-Bana ne, neme lazım.
-El öpmekle dudak aşınmaz.
-Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
-Körün yanında sen de kör ol.
-Üzümü ye, bağını sorma.
-Zengine dokun geç, fakirden sakın geç.
-İyilik yaptığının şerrinden korun.
-Gemisi kurtaran kaptan.
-Akara kokara bakma, cebine girene bak.
-Gelene ağam, gidene paşam de.
-Baş eğmekle baş ağrımaz.
-Erliğin onda dokuzu kaçmaktır.
-Bal tutan parmağını yalar.
-Devletin malı deniz, yemeyen keriz.
-Hastaya bakmaktansa, hasta olmak iyidir.
-Her koyun kendi bacağından asılır.
-Haram helal ver Allah’ım, kulun durmaz yer Allah’ım.
-Zaman bunu gerektiriyor, şartlar zorluyor.
-Acıma, acınacak hale gelirsin.
-Güzele bakmak sevaptır.
-Merhametten maraz doğar.
-Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.
-Adamakla mal tükenmez, ödemekle tükenir.
-Dünyaya bir kere gelinir, hızlı yaşa genç öl.
-Yağmur yağarken testini doldur.
-Bedava sirke, baldan tatlıdır.
-Köprüden geçinceye kadar ayıya, dayı de.
-Çağ sana uymazsa, sen çağa uy.
-Sağır ol, kör ol, dilsiz ol, rahat ol.
469
-Kırk gün günahkâr, bir gün tövbekâr ol.
-Para, her kapıyı açar.
-Verince kırkı, gider korku.
-Bit yiğitte, bulunur.
-Nerede aş oraya yanaş, nerede aç oradan kaç.
Atalarımız bu sözleri söylememiştir. Atasözlerimizin arasında olumsuz, yıkıcı, uyuşturucu söz yoktur.
Ahlak bozucu, inancımıza aykırı bu sözler bize sıkılan birer
kurşundur.
İnsanın ahlakını, mayasını bozan, inancımıza asla uymayan
bu sözlerden sonra bir de yaptıkları telkinlere bakalım:
-Misyonerler kötü örnek, kötü model olarak etkilemeye çalışırlar. Giyimleri yaşayışları ve telkinleri ile Müslüman gençleri
kendilerine benzetmek için her çareye başvururlar. Genç, onlar gibi
giyinmeye, haç takmaya başlar. Köpeği sevmeyen, köpek sever
olur. “Bir bebek, bir köpek” der. Böylece inanç ve gelenekler bozulur. Gençlik kimlik bunalımında…
-Noel ağacını, Noel babayı sevdirirler, evlere dükkânlara
kadar sokarlar. Okullarda dağıttırırlar.
-Camilere sıra koyamayınca sandalye, tabure ile doldururlar.
-Müslümanları hacı olursunuz diye Efes’e götürür, vaftiz
havuzuna sokarlar. Oradaki acı suyu, zemzem diye içirirler.
-Hz. İsa’nın, insanlık adına çarmıha gerildiğine inandırırlar.
-Din adamlarına İslam büyüklerine karşı saygı ve bağlılığı
azaltmak için ne lazımsa, yaparlar.
-Müslümanları ibadetlerden soğutmaya, ibareleri azaltmaya
çalışırlar. Kalbin temiz. Senin namaz kılmana gerek yok. Allah’ın
senin ibadetine ihtiyacımı var? Derler. 5 vakit günde ömür boyu
namaz çekilir mi? Bak Hıristiyanlık ne kolay derler.
-İslam’ın reforma, rönesansa ihtiyacı olduğunu,
-İslam’ın kılıç zoru ile yayıldığını,
-Müslümanları İslam’ın geri bıraktığını telkin ederler.
-Tanrı, Allah baba kelimelerine alıştırmaya çalışırlar.
-Sünnetten, Peygamber ( as ) dan ayırmak için hadisler uydurma, sünnete ne gerek var, Kur’an yeter derler.
-Gençler için satanist, ateist olacağına Hıristiyan olsun derler.
470
-Ha İsa, ha Musa, ha Muhammed! Aralarında ne fark var?
Muhammet yeni bir şey getirmemiştir. İsa hak Peygamber değil
mi? Ona da uysak olmaz mı? Telkininde bulunurlar.
Misyonerler, emellerine ulaşabilmek için hain planlar kurarlar. Şüphe ve tereddüt uyandırırlar. Münakaşalı ortam hazırlarlar.
Mesela;
-Deccal kim? Çıktı mı, ne zaman çıkacak?
-Hızır yaşıyor mu? ( Bunu tartışan İstanbul da iki cami cemaati taşlaşmıştır.)
-Mezarlıktaki ağaçların meyvesi yenir mi? ( Bunun için
Kayseri-Konya Âlimleri ciltlerle kitap yazmıştır.)
-Şüpheli şeyler hangi elle yenir?
-Cennetteki meyvelerin tadı nasıl, kaç yaşında olunacak?
-Türkiye İslam ülkesi mi? Değil mi?
-Müslüman, fırında, değirmende çalışır mı? (Unlu elbiselerle nasıl tuvalete girecek?) Deyip, fırınlar gayrimüslimlerin eline
geçmiştir.
-Altın, Müslüman’a haram. Altın işinde Müslüman çalışır
mı? ( daha yeniye kadar büyükşehirler de Müslüman sarraf pek
nadir görülürdü.)
-Derdi veren Allah. İlaçla derman aramak Allah’a isyan olmaz mı? ( ilaç sanayisi gayrimüslimler ele geçirmiştir)
-İslami idare olmadığı için seçimlerde oy kullanmak günahtır. Seçtiğinin vebalini taşırsın. (böylece masonlar önemli koltuklara gelmişlerdir)
-Kıyamet ne zaman kopacak? Ahir zaman deyip, Müslüman
halk sosyal hayattan, dünyevi işlerden koparılmışlardır. (Gir bir
tarikata gerisi yalan… Çoluk çocuk… Allah Kerim)
-Harama besmele çekilir mi?
-“Allahla kul arasına kimse giremez” deyip sünneti ve Peygamber (as)’ı devreden çıkarma yoluna gitmektedirler.
Kur’an yetmiyor mu? Kur’an Müslümanlığı gerek, deyip
Kur’an-ı anlaşılmaz hale getirmek istemektedirler. (Sünnetsiz
Kur’an anlaşılır mı?)
-Başı açık, kısa kollu namaz olur mu? (cemaat arası tartışma
ortamı hazırlamışlardır.
-Türk müsün, Müslüman mısın? Önce Türk müsün Müslüman mısın? Diyerek ırkçılık yarasını kaşımışlardır. Gençler hem
Türküz, hem Müslümanız dememişler, kavga etmişlerdir.
471
Bu ve bunun gibi düşman oyunları uzayıp gitmektedir.
Misyonerlerin hazırladığı planların, tuzakların belgeleri
çoktur. Mesela; patrikhanenin çalışma programı: madde:5 “Türkleri
dini bakımından sarsmak, hocaları uydurma inanışlara saptırmak”
diye geçer.
Kusursuz tatbik edilen bir plan da Hempher’in “İslam’ı nasıl yıkabiliriz?” Kitabıdır. Bu kitapta şöyle denilmektedir.
1-Müslümanların arasında, ırkçılık, milliyetçilik taassubunu
körükleyecek ve onların dikkatlerini, İslamiyetten önceki kahramanlıklarına çekeceksiniz. Mısır da firavunluğu, İran da Mecusiliği, Irak da Babililiği, Anadolu da eski medeniyetleri ihya edeceksiniz.
2-Zina, içki, kumar ve çeşitli oyunları hızlı bir şekilde yayacağız. Çıkardığımız meşgalelerle, Müslümanları din kitabı okumaya, dinlerini öğrenmeye vakit bulamayacak hale getireceğiz.
3-Cihadın geçici bir farz olduğunu, vaktinin son bulduğunu
telkin edeceğiz. İslam dinine ve İslam ahlakına bağlı olan kimseleri
kötüleyeceğiz. Din terbiyesinin kaynağı olan aile yuvalarını yok
edeceğiz. Bunun için, müstehcen resimleri neşrederek, gençleri
fuhşa, livataya, cinsi sapıklığa sürükleyeceğiz. İslam ahlakını bozunca, İslamiyeti yok etmek kolay olur.
4-Müslümanlara; Peygamberin, İslamdan kastının herhangi
bir din olduğunu ve bu dinin Yahudilik ve Hıristiyanlık da olabileceğini, sadece İslam dininin olmadığı inancını aşılayacağız.
5-Müslümanları, ibadetlerinden uzaklaştırmaya çalışacak ve
dinin emirlerini tartışmaya açarak akıllarında şüphe hâsıl edeceğiz.
6-Müslümanların inançlarına bid’atler sokup, İslam’ı gericilik ve terör dini olmakla itham edeceksiniz. İslam memleketlerinin
geri kaldığını, sarsıntılara uğradığını söyleyecek ve böylece onların
İslam’a olan bağlılıklarını zayıflatmış olacaksınız.
7-Çocukları babalarından uzaklaştırıp, büyüklerinin dini
terbiyelerinden mahrum kalmalarını sağlayacaksınız. Onları, biz
yetiştireceğiz. Çocuklar babalarının terbiyelerinden koltukları an,
dinden ve âlimlerden kopmaya mahkûm olacaklardır.
8-Kadınların soyunmasını sağlayıp sonra da, gençleri ona
karşı tahrik edip, her ikisinin arasında beraberlik hâsıl olması için
çalışacaksınız! Müslümanlığı yok etmek için, bu iş, çok tesirlidir.
472
9-Seyyidlerin, Peygamberlerin soyundan geldikleri hususunda insanlar tereddüde düşürecek. Seyyidlerin diğer insanlarla
karışmaları, kaybolmaları temin edilecek.
10-Bütün Müslümanlara hürriyetin önemini bahane ederek,
“herkes dilediğini yapabilir. Emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i anil münker farz değildir” diyeceksiniz! Böylece İslamiyetin emir ve yasaklarını ortadan kaldıracaksınız.
11-İslam’ın yalnız Arapların dini olduğu fikri yayılacak.
Mahalli inançlar desteklenerek, İslam’ın yayılması ve Müslüman
olmayanlara öğretilmesi faaliyetleri önlenecek.
12-Fıkıh kitapları saf dışı edilerek, dinin doğrudan Kur’an
dan öğrenilmesi için yönlendirme yapılacak. Sonra, Müslümanları
Kur’an hakkında şüpheye düşürecek ve içinde noksanlık ve fazlalık
bulunan tahrif edilmiş her dilde Kur’an tercümeleri hazırlayıp diyeceksiniz ki: “Kur’an bozulmuş. Birbirini tutmuyor” aynı şekilde,
hadisler hakkında da şüphe uyandıracak. Ayrıca, Arap memleketleri dışında, ezan, namaz gibi ibadetlerin Arapça yapılmasını önleyeceksiniz. (Mehmet Oruç, 22-03-2002-Türkiye)
-Şeyh Ahmet Vasiyeti, her devirde canlı tutulmakta ve devamlı okunması sağlanmaktadır. Bunun okunmaya devam etmesinin altında misyoner gücünün olması ve insanımızın dinini tam
bilmemesi yatmaktadır.
Burada ki ifadeler İslam’a uygun değildir. Peygamber (sav)
vefatından sonra mesaj vermemiştir. Tebliğ de bulunmamıştır.
Maddi ve manevi yıkım planlanmıştır. Zaman kaybı düşünülmüştür.
-Bal tefsiri, dinen mantıken uygun değil. İfadeler İslam’ın
ruhu ile bağdaşmıyor. Ama Müslümanlar onunla meşgul ediliyor.
-Müslüman-Türk halkına Hıristiyanlıkla ilgili dualar, şans
vaat içeren mektuplar gönderilmekte. İlgisiz kalınırda tehditler
içermektedir. Ölüm tehdidi, hastalık, iflas gibi korkular verilmektedir.
Bilhassa belirli zamanlarda okullara gönderilen bu tür mektuplarla ilgili araştırma yapma fırsatım oldu. Özü Hıristiyanlık propagandasına dayanan bu mektuplarda:
1-İnanç ve kültür boşluğundan yararlanarak sinsice Hıristiyanlık propagandası yapılmaktadır.
2-Zaman olarak da, öğrencilerin tam ders çalışacakları zamanlar, sınavlara girecekleri dönemler özellikle seçilerek 20 adet
473
çoğaltılmak suretiyle zamanını çalma ve posta masrafları ile maddi
zarara sokmak gibi amaç güdülmektedir.
3-En önemli olan yönü de, gençlerin kafalarını karıştırarak,
gençlerde korku, tereddüt yaratarak, yanlış inanç ve düşüncelere
yöneltmektedir.
Bu durumu defalarca yetkililere yazdım. 1982 yılında Milli
Eğitim Bakanından gelen cevapta: “Hıristiyanlık faaliyetlerinden
biri olarak görülen ve öğrenciler üzerinde olumsuz etkiler bırakabileceği muhakkak olan bu çeşit mektup ve diğer zararlı yayınlarla
ilgili çalışmalar sürdürülmektedir” yuvarlak ifadelerle cevap verildi.
Misyoner faaliyetlerinin yeri, gönderilen kitap ve broşürlerin
basım, dağıtım adresleri ve misyonerlerin maksadı tam olarak bilindiği halde, tedbir alınmaması misyonerlere daha çok çalışma
imkânı vermektedir.
-Ayrıca Hıristiyanlığı İslam’ın seviyesine çıkarmak iki din
arasında fark yokmuş düşüncesini vermek için “dinler arası diyalog” propagandası yapılmaktadır. Dinler arası diyalog olmaz. Din
adamları arası diyalog olur.
Batıla, bid’at ve hurafelere düşmemek için misyonerlerin
plan ve tuzaklarına karşı halkımızın uyanık olması gerekir. Genç
nesle sahip çıkılması şarttır.
Geçen hafta programdan sonra bir genç soruyor:
-Bana İncil verdiler okuyabilir miyim?
-Sen Kur’an Meali okudun mu?
-Hayır, (Hayatta ne Kur’an var ne sünnet var)
-Peki, nasıl mukayese edecek, nasıl karar vereceksin?
Kur’an bildiriyor: “İslam’dan başka din arayanın dini kabul
olmayacaktır. Allah katında din İslam’dır.” (Al-i İmran:85)
Allah bizi uyarıyor:
“Ey Müslümanlar, Hıristiyanları sırdaş edinmeyin. Çünkü
onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları, ağızlarından çıkan sözlerden
bellidir. Kalplerinde gizledikleri düşmanlık daha büyüktür.” (Al-i
İmran:118)
Allah İslam’dan ayırmasın Allahın selamı üzerinize olsun.
474
DOMUZ MU YİYORUZ?
İki hayvana merhametle bakmıyorum. Biri hayvan azmanlarının ‘Atamız’ dediği maymun. Diğeri de Allah’ın kesin olarak
yasakladığı domuz.
Son yıllarda ne yediğimizin ne içtiğimizin farkında değiliz.
Yediğimizin, içtiğimizin mahiyetini bilmediğimiz gibi araştırmıyoruz da.
Yediklerimiz ne kadar helal biliyor musunuz? At eti mi? eşek
eti mi? domuz eti mi? yoksa sığır, koyun, keçi etimi yiyorsunuz
biliyor musunuz?
Ülkemizde domuz çiftlikleri var, sığır eti damgasıyla domuz,
at ve eşek ithal ediliyor. Domuz vuran avcılardan öldürülen domuzlar satın alınıyor.
Aldığımız etin, kıymanın, sucuğun, pastırmanın, salamın, sosisin helal olup olmadığından emin olamıyoruz.
Helal lokma yemek eskiden kolaydı. Kasabımız, lokantacımız, marketçimiz çok titizdi. Haram yedirmekten çekinir, Allah’tan
korkardı. Yedirende de yiyende de eski hassasiyet kalmadı.
Bir kısmımız helal, haram fark etmiyor yiyor. Bir kısmımız
helal yedirmek ve yemek için gayret göstermiyor. Bir kısmımız da
öyle hassas ki, emin olmadığı, güvenmediği yerden alış veriş etmiyor, haram yememek için elinden gelen gayreti gösteriyor. Yani
inandığı gibi yaşıyor, yaşadığı gibi inanmıyor.
Bu konuda ‘bilmiyordum’ demek mazeret olmaz. Araştırmak
gerekir. Araştırmamak insanı harama götürür. Hz. Ömer (ra): ‘Harama düşeriz diye helallerin onda dokuzunu terk ederdik.’ Demiştir.
Son zamanlarda yenilene, içilene dikkat etmediğimizden olacak ki, insanımızın mayası bozuldu. Huyu, karakteri değişti. Vahşet
ortaya çıktı.
Allah Rasulü (sav): ‘İnsan yediğinden ibarettir’ buyurarak bir
gerçeği ifade etmiştir…
XXX
Domuz zararlı olduğu için haram kılınmıştır.
Cenab-ı Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:
-‘Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz ve
helal olanlarını yiyin. Şüphesiz ki size ölü hayvan eti, kan, domuz
475
eti ve Allah’tan başkası için kesilen hayvanın eti haram kılınmıştır’
(Bakara:172-173)
-‘Leş, kan ve domuz eti, Allah’tan başkası için kesilenler size
haram kılınmıştır’ (Maide:3-4)
-‘Domuz şüphesiz murdardır’ (Enam:145)
Peygamber (as) şöyle buyuruyor:
-‘Şarabın, ölü hayvanın, domuzun, putların alım satımı haramdır. Bunlar Âdem (as)’a da konulan yasaklardı.’ (Buhari Tecrid-i Sarih 1021 nolu hadis)
TEVRAT’ta da domuz yasaktır.
-‘Domuz, geviş getirmez. O size murdardır.’ (Levililer:11/7)
Yahudilere göre domuz necistir. Yahudi domuz yemez. Topraklarında domuz çiftliğine izin vermez. Ancak domuzların altına
serilen toprağın başka ülkeden getirilmesi şartı ile izin verir.
Yahudilerde bir söz vardır. ‘Gökten hastalık on parça indi,
dokuzunu domuz aldı’ diye.
Yahudi Sibuta adlı balığın eti, domuz etine benzediği için
onu da yemezler.
Geçmişte Yahudilere sinsice domuz yedirmek isteyen Romalılara Yahudiler karşı çıkmış, Romalıları hep lanetle anmışlardır.
İncil’de kötü ruhların domuzlara girdiğinden söz edilmiş ve
domuz kötülenmiştir. (Markos: 5/13)
İsa peygamber domuzu yememiş, yenmesini de yasaklamıştır.
Hristiyanlar buna rağmen domuzu vazgeçilmez besin kaynağı
olarak görür. Hristiyan ülkelerde alkolsüz ve domuzsuz gıda maddesi bulmak hemen hemen mümkün değildir. Avrupa’dan gelen
gıdalara dikkat edilmelidir.
Domuz, semavi dinlerde haram kılınmıştır. İslam’a göre de;
kitap, sünnet, icma ve kıyas’a göre haramdır. Haramlığını kabul
etmeyen dinden çıkar.
Milletimiz Müslüman olmadan da domuz eti yememiştir.
Günümüze kadar yememe mücadelesi vermiştir. Ne yazık ki son
zamanlarda İslam düşmanlğından kaynaklanan domuz yedirme
oyunları oynanmaktadır. Misyonerlere: ‘Domuza alıştırın’ talimatı
verilmiştir. Dağlara domuz bırakılmıştır.
476
Domuz zararlıdır.
Domuzdan insanlara birçok hastalıkların geçtiği tesbit edilmiştir.
Bugünkü pişirme usülleri bile domuz etinde var olan tirişinleri öldüremediği açıklanmıştır.
Domuz zararlı olmasaydı, başta dinimiz onu haram kılmazdı.
Kuzey Afrika harekâtında domuz eti yiyen Alman askerlerinde görülen hastalıklar yerli halkta görülmemiştir. Sebebi araştırıldığında domuz etinden geçtiği tesbit edilmiştir. Böylece domuz eti
yemek listesinden çıkarılmıştır.
-Domuz eti yiyenler üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır.
Mesela; keçi eti yiyenlerde inatçılık, deve eti yiyenlerde kindarlık,
domuz eti yiyenlerde ise domuz karakteri oluştuğu tesbit edilmiştir.
Domuz kıskanmayan, yavrularını terk eden ve eşcinsel olan tek
hayvandır.
-Domuz eti yedirilen hayvanlar üzerinde bile olumsuz etkiler
gözlenmiştir.
-Domuz etinde büyüme hormonu yüksektir.
-Domuzda fazlasıyla mevcut olan kolesterin ve yağın damar
sertliği ve yüksek tansiyona sebep olduğu bildirilmiştir.
-Ağır kas ağrıları, ani ölümler, felç, bunama, domuz vebası,
saç dökülmesi, kanlı ishal, kısırlık, cinnet ve körlük gibi hastalıklara sebep olduğu anlaşılmıştır. (Tıbb-ı Nebevi Ans:1/223)
-Domuz yiyenlerde cinsi duygular azalır. (İşte aile hayatının
bittiği nüfus artışının azaldığı Batı)
-Domuz eti, insanın mayasını bozar, pisliğe aldırmama, maneviyata duyarsızlık gibi haller görülür.
-Domuz eti vitaminleri öldürür, domuzdan tirişin geçer, cilt
hastalıklarına yol açar.
-Domuz eti, akciğer ve kan kanserine sebep olur.
-Domuzun insana faydası yoktur. Yiyebilmek ve yedirebilmek için sinsice yalanlar uyduruluyor. İslamdaki yasağın anlamsız
olduğu söyleniyor. Bu yalanlardan biri de domuzun gıdalı bir hayvan olduğudur. Hâlbuki domuz eti E vitaminini azaltır. A vitaminini öldürür. Domuz eti vitamin düşmanıdır.
477
Yapılan araştırmalara göre etlerin protein değeri şöyledir.
Sığır
=18.11
Dana
=18.86
Koyun, Keçi =18.27
Tavşan
=22.05
Tavuk
=18.46
Ördek
=21.53
Kaz
=15.25
Domuz
=14.43
En düşük domuzdur. Ayrıca 150 kg’lık domuzun 75 kg’ı
yağdır.
XXX
İşte domuz eti zararlı olduğu için Allah haram kılmıştır.
Domuz inancımıza göre necis’ü-l-Ayn’dır. (Yani her tarafı,
herşeyi haramdır). Yenilmesi, kullanılması ve faydalanılması haramdır.
Dikkat edin haram yiyenin ibadeti ve duası kabul olmaz.
Domuz kendi pisliği dâhil her türlü pisliği yer, leş yer. Domuz onun için pis kokar.
Domuz eti pişirilince yenebileceğini söyleyenler oluyor. Peygamber(as): ‘Ateş haram olanı helal etmez’ buyuruyor.
(B.H.Külliyatı: 3/113) Ne yapılırsa yapılsın haramlık gitmez.
2010 yılında Denizlimizde doktorlara hitap eden bir doktorumuz ‘…biz hala domuz eti yemek günahtırda kaldık. Onu tartışmıyoruz. Niçin günahtır?’ demişti.
Domuzun zararını en çok bilmesi gereken bir insanın böyle
demesi ideolojiktir.
XXX
Türkiye’de 80’in üzerinde domuz çiftliği olduğu bilinmektedir. Buralarda yılda 1 milyondan fazla domuz kesildiği tahmin
edilmektedir.
Domuz leş hükmündedir. Üretimi, alımı, satımı, bu işlerde
çalışılması ve bu yolla para kazanılması helal değildir.
Yemek haram olduğu gibi yedirmek, yenmesine sebep olmak
da haramdır.
İnancımızda insana zarar vermemek esastır. Domuz ve domuz katkılı bir şeyin ticareti meşru değildir.
Bu konuda İslam’ın hükmü şudur:
478
Peygamberimiz (sav): ‘Domuzun ticareti haramdır’ buyurur.
(Buhari Büyu:124)
-‘Allah bir topluma bir şeyin yenmesini haram kıldığı zaman
onlara o şeyin satışını ve bedelini de haram kılmıştır.’ (H.Döndüren
Ticaret İlmihali:66)
-‘Şarabın, domuzun, ölü hayvanın, putun alış verişi yasaktır.’
(Buhari Tecrid-i Sarih:1021)
Müslüman için helalden yiyip içmek esastır. Titiz olacaktır,
araştıracaktır. Helal rızık talebinde bulunacaktır. Haramdan Allah’a
sığınacaktır. Şüpheli şeylerden kaçınılacaktır. Güvenilir kişilerden,
güvenilir yerlerden alışveriş yapacaktır.
XXX
Domuz eti olup olmadığını nasıl anlarız?
İlk anda pek fark edilmez. Ama dikkat edilirse;
-Domuz eti yağlıdır. Danaya göre beyazdır.
-Yendiğinde domuz eti damağa yapışır.
-Sucuk, salam, sosisler danaya göre daha yumuşaktır. Daha
açık renkte olur.
Domuz eti ahlaki duyguları zayıflatır, insanı gevşekliğe iter.
Diyelim ki, domuz eti olup olmadığını bilemedik, anlayamadık. O zaman ne olacak?
O zaman bilgi noksanlığı, delil eksikliği lehte kullanılır. Şüphe haramlığı kesinleştirmez.
Allah, bilerek isteyerek yapılan işlerden sorumlu tutacaktır.
Bilmeden yapılan hataları affeder inşallah. Bildiklerimizden kaçınırsak, bilmediklerimizden Allah korur.
Dikkat edeceğimiz bir husus da; besmele çekerek yemeye ve
içmeye önem vermektir. Çünkü besmele bilemediğimiz şeyleri helalleştirir. Besmele çektikten sonra da: ‘ Ya Rabbi helal rızık ver.
Soframa haram lokmanın girmesinden sana sığınırım’ diye dua
edersek, Rabbimiz’in yardımını görürüz inşallah.
XXX
Domuz eti neden yenmesin? ‘Kuzu helal de domuz neden haram’ deniyor.
Eti haram olan sadece domuz değildir. Domuzdan başka eti
yenmeyen hayvanlar şunlardır. Hanefi mezhebine göre eti yenmeyen hayvanlar;
479
kaplan-arslan-ayı-kurt-fil-pars-kedi-maymun-köpek-sırtlantilki at -eşek-deniz arslanı-su aygırı-domuz-kartal -akbaba karga
şahin-yılan-akrep-fare-keler-kirpi-midye –istiridye-istakoz
alyangoz -böcekler
Ölçü nedir?
-Vahşilik, yırtıcılık
-Leş ve necis yemesi
-Pis görünüm, faydasız oluşu ve zarar vermesidir.
Bunlardan,
-Lanetli olanı,
-Kutsal kitaplarda yenmesi yasak olanı,
-En pis kokanı,
-En kötü görüneni,
-En kötü besleneni,
-Eti en çok zararlı olanı,
-Eti en çok yağlı olanı,
-Eti en çok vitaminsiz olanı, Domuzdur.
XXX
Domuz eti, domuz yağı birçok yerde kullanılıyor.
Bugüne kadar domuzdan organ nakli denendi, uyum sağlamadı. İnsülin denendi, pahalıya mal oldu. Hücre nakli denendi,
fayda sağlamadı. Şu anda bazı ilaçlarda domuz jelâtin kapsüllü
ilaçlar var.
Domuz eti, kasapta, markette satılıyor, lokantada yedirilebiliyor. Turistik otellerde bol.
-Derisinden çanta, ayakkabı, kayış imalatında kullanılıyor.
-Katkı maddesi olarak yağı kullanılıyor.
-Bir de büyü yapanlar yağını kullanıyor.
-İlaçlarda kapsül olarak kullanılıyor.
-Margarinlerde kullanılıyor.
-Deterjan, şampuan, sabun gibi temizlik maddelerinde kullanılıyor.
-Ruj, tırnak boyası gibi kozmetiklerde kullanılıyor. Kremlere
katılıyor.
Türkiye Odalar Birliği Başkanı şöyle demişti:
480
-‘Bazı firmalar kullanmıyoruz dese de bu ülkeye üç bin ton
domuz yağı giriyor. Peki, bu üç bin ton yağı kim kullanıyor?
(12.02.1999- Zaman)
-Bir margarinin bakanlığa sunulan tescil belgesinde: ‘Domuz
yağı sığır, koyun ve keçi don yağları’ yazılıdır. (7.4.1996- Zaman)
-Meşhur bir firma genel müdürü, basına ürünlerini tanıtırken
domuz etinden yapılan ürünlerin daha lezzetli olduğunu söylemiştir. Domuz eti ile domuz yağının salam ve sosislerin lezzetini artırdığını ifade etmiştir. (16.06.1991-Türkiye)
-Türkiye’de domuz çiftliklerinde kesilen domuzlar ihraç mı
ediliyor? Hayır. Nerede kullanılıyor?...
Bir şey alırken, kullanırken, yerken içerken, çok hassas olmak zorundayız. Yemekten kaçındığımız gibi yedirmekten de kaçınmalıyız. Güvenmeden, emin olmadan almamalıyız, yememeliyiz
ve yedirmemeliyiz.
XXX
Domuzdan istifade edilebilir mi?
Atalarımız ne güzel söylemişler: ‘Moskoftan dost, domuzdan
post olmaz’. Bir de: ‘Kerahatten keramet olmaz’ diye.
Domuz dinimizce necistir. Peygamber (as): ‘Haramdan şifa
olmaz’ buyurur. Ayrıca dinimize göre; ‘haramdan gıda olmaz’.
Peygamber (as): ‘Allah’ın haram kıldığında fayda arayana Allah, o
kimseye aradığını vermesin’ diye dua etmiştir.
Bir gazete haberine göre;
-‘Domuz etinin akciğer ve kan kanserine sebep olduğu ve tedavi şansının % 37 olduğu Amerikan dergisi tarafından açıklanmıştır’ (15.12.1996- Zaman)
Domuzun yalnız yenmesi haram kılınmamış, kullanılması ve
faydalanılması da haram kılınmıştır. Pislik yiyen diğer hayvanlardan tavuk cinsi 3 gün, keçi, koyun 10 gün, sığır 30 günde temizlenir. Domuz ise temizlenmez. Derisi bile kurutulup yıkansa gene de
temizlenmez. Mesela domuz derisinden ceket, kayışla namaz kılınmaz.
Domuz yağı katkılı temizlik maddeleri, parfümler, ruj, boya,
sabun kullanılması caiz değildir.
Domuzdan elde edilen insülin, peynir mayası da kullanılması
caiz değildir. Katkı haramlaştırır.
481
Kısacası domuz kılından diş fırçasının kullanımı caiz değildir. Domuz her şeyi ile haramdır.
XXX
Dikkat edelim, domuz yemeyelim.
Birkaç gazete haberine göz atalım:
1-‘Her taraf domuz çiftliği. Hiçbirinin ruhsatı yok. Denetim
yok, hepsi pislik içinde’ (12.2.2004-Vakit)
2-‘Vatandaş salam, sosis, sucuk, et alırken marketlerde hiçbir
uyarı yapılmıyor’ (20.02.1991-Türkiye)
3-‘Çatalca’da bir lokantada 152kg domuz eti ele geçirildi’
(20.10.2011-Akit)
4-‘3 bin ton domuz yağı tüketmişiz’ (31.01.1999-Zaman)
5-‘Domuz tüketiminde ülkemiz dünya 10.su. Çiftliklerde üretilen domuz mamülleri, salam, sosis olarak piyasaya sürülüyor.
(2.6.1999- Zaman)
6-‘On bin domuzu kim yedi? Arnavut Köy’de yapılan denetimlerde iki kaçak domuz çiftliği tespit edildi. İçinde 10 bin domuz
bulunduğu saptanan çiftliklerin kapatılmasına karar verildi. Ortadan kaybolan domuzlar için hiçbir belgeye rastlanamadı’(23.12.2007-Yenişafak)
7-Bir gazete haberi de şöyle: ‘Domuz avına çıkan köylüler
vurdukları domuzu dağda kızartıp yediler.’ Başka bir haber de Almanya’da çalışan işçimiz bir avcının vurduğu domuzu satın almış,
bu bana yıllık iznimin sonuna kadar yeter’ demiştir.
8-‘Yalova depreminde İtalya’dan depremzedelere pasapanna
markalı içinde domuz eti bulunan yiyecekler gönderilmiştir.’(9.10.1999-Akit)
9-’20 ton domuz eti ele geçirildi. Ele geçirilen kaçak etlerin
otel ve lokantalara satıldığı anlaşıldı.’ (13.5.1994-Türkiye)
10-‘Vatandaşın salam, sosis alırken ikaz edilmediği ortaya
çıktı (Tansaş’ta). Domuz eti skandalı. Skandal olay, bir vatandaşın
Bostanlı mağazasından aldığı salam ve sosislerde domuz eti bulunduğunu fark etmesi ile ortaya çıktı’ (20.2.1991-Türkiye)
11-Aksiyon dergisinin tesbitine göre İstanbul’daki en büyük
domuz çiftliğinin sahibi Haralambi Çerkezo, aynı zamanda büyük
bir salam, sosis ve sucuk fabrikasının da sahibi…
Domuz, dünyanın en pis beslenen hayvanıdır. Gazetede okumuştum. Fransa’da lağım kanalı patlamış, çevrede ne kadar domuz
482
varsa o sokağa salmışlar ve domuzlarla sokağı temizlemişler. İşte
domuz bu!
-Her Müslüman biraz duyarlı olmalıdır.
-Biraz da tepkili olmalıdır.
-Ne yediğine dikkat etmelidir.
-Çevresini de uyarmalıdır.
-Bacılar tırnağına, dudağına, gözüne, yüzüne sürdüğü ruj, oje
ve kreme dikkat etmeli, içeriğini araştırmalıdır.
-Kimden, nereden, ne satın aldığımıza, bize sunulana dikkat
etmeliyiz.
Eğer hassas davranırsak, korunamadığımızdan Allah bizi koruyacaktır.
Bazen şarküterilerde göstermelik küçük yazılar olabiliyor.
Ona bile dikkat edilmiyor.
Et, kıyma alırken sormuyoruz bile…
Bir dinleyicimizin ineği ölüyor. Bir kasap para teklif ediyor.
Dinleyicimiz: ‘Ben Allah’tan korkarım, Müslümanlara leş yedirmem!’ diyor, satmıyor.
Aksiyon Dergisi (10-16 Tem. 1999 sayı)’nin araştırmasına
göre dışarıdan gelen kalitesiz kaçak etlerin içinde bulunan bakterilerin, çeşitli besin zehirlenmelerine sebep olduğu gibi vücut direnci
düşük insanlarda (kadın, çocuk ve yaşlılarda) ölüme yol açıyor.
Böyle etler erkeklerde kısırlığa, kadınlarda çocuk düşürmelerine
sebep oluyor…’
XXX
Müslüman domuz eti yemez.
Yememek için bugün Helal Gıda Sertifikası alan firmalar var.
Ürünlerde: ‘Mamullerimizde domuz katkısı yoktur’ yazısı vardır.
İslam dinindeki domuz yasağı, sıradan bir yasak değildir.
Domuz eti yiyen domuzlaşır. Ahlakı bozulur, mayası bozulur, düşüncesi, inancı bozulur.
Son zamanlarda bir iddia dolaşıyor: ‘Allah’ın yarattığı her
şey yenir, yenmeyecekse neden yaratmış’ deniliyor. Kafalar karıştırılıyor.
Allah iyiyi de, kötüyü de, hayrı da, şerri de yaratmıştır. Yarattıklarından faydalı olanının yenmesini, zararlı olanın da yenmemesini emretmiştir.
Müslümanlara domuz yedirebilmek için sinsice değişik çarelere başvurulduğu unutulmamalıdır.
483
Buna hiçbir müslümanın alet olmaması gerekir.
-Bildiği halde gizleyen büyük vebal altındadır.
-Böyle bir yerde çalışanın kazancı helal değildir.
-Gizlice domuz mamulü satan, yediren domuz yemiş gibi günaha girer. Yiyenlerin de günahına girer.
-İthal yiyeceklerden uzak durulmalıdır.
-Tanınmış, güvenilir markalar tercih edilmelidir.
-Alış veriş yaptığımız yerler iyi seçilmelidir.
-Satış yapan Müslümanlar: ‘Müessesemizde domuz ve domuz katkılı mamuller satılmaz’ levhası asmalıdır. Ayrıca helal yedirmek için, güven vermek için Helal Sertifikası alıp, müşterinin
gözünün önüne asmalıdır.
Her Müslüman, şuurlu yaşamalı ve uyanık olmalıdır. Bu en
etkili çaredir. Duamız: ‘Allah’ım rızkımızı helalinden ver. Haramdan, şüpheli şeylerden koru!’
484
KOMŞULUK VE İNSAN İLİŞKİLİLERİ
İnsanlarla ilişkilerde adap-edep, uyulması gereken kurallar
vardır. Bunlardan önde gelenleri terbiye, olgunluk, iyi geçim, iyi
muamele ve güzel ahlaktır. Toplu yaşamada aileden sonra en yakın
sosyal çevre komşulardır. İyi ve kötü günde sevinç ve üzüntülerimizi komşularla paylaşırız. İhtiyacımız olduğu zaman komşunun
kapısını çalarız.Günün başında ilk onlarla karşılaşırız.Her hangi bir
durumda kapımızı ilk komşu çalar.
Kuran’da “yakın komşuya, uzak komşsuya iyilik edin” diye
emredilmiştir. (Nisa -36)Buna göre komşuya yardım edilecektir.
Hiçbir şekilde eziyet sıkıntı verilmeyecektir. Peygamber (as)
:”Allah’a ve ahret gününe inanan, komşusuna eziyet etmesin” buyurmuştur. (Buhari, Edep:21)
İslam’a göre komşu her yöne 40 ev olarak kabul edilir. Komşu sadece üst, alt yan taraf değildir. İnancımızda komşu hak sahibidir. Peygamber (as) şöyle demiştir.
-“Cebrail komşuyu bana o kadar çok tavsiye etikti, komşuyu
komşuya mirascı yapacak zannettim” buyurmuştur.(Buhari,
Edep:28)
Neyazık ki, bugün komşuluk ilişkileri dinimizin emrettiği
şekilde ve istenildiği düzeyde değildir. Komşu komşuyu tanımıyor.
Adını bilmiyor, yaptığı işi bilmiyor derdini bilmiyor.
Komşu hasta oluyor ihtiyacı oluyor, hatta ölüyor, komşuların
haberi olmuyor.
Komşu komşuya yabancı. Ya küs, ya da kavgalı. Tanışma,
karışmakta istemiyor.
Komşu hakkı:
Komşu hakkı önemli bir haktır. Komşu gözetilecektir, korunacaktır, ihtiyacı karşılanacaktır.Malına , canına , ırzına, namusuna
dokunulmayacaktır.
Peygamberimiz : “Allah’a yakın olanlar, komşuya iyilik
edenlerdir.” Demiştir.(Tirmizi, Birr 28)
-“ Pişirdiğin çorbadan komşuna da ver”.
-“İzinsiz komşunun duvarına çivi çakma”, buyuruyor.
Atalarımız : “Ev alma komşu al”.
-“Komşu komşunun külüne muhtaçtır”.denirdi. Şimdi komşu
komşunun gönlüne muhtaç, selamına, tebessümüne muhtaç sonra
485
azıcık ilgisine muhtaç. Yolda, merdivende, asansörde komşular
birbirine bön bön bakıyor. Çocuklar büyüklerini tanımıyor, yol
vermiyor, selam vermiyor, varsa yükünü taşımıyor.
Şöylebir olay anlatırlar:
Bir apartmanda bir cenaze var, bir saat sonra camiye götürülecek. Alt kattaki komşusunun da oğlu evleniyor, çalgılı düğün
yapan komşuya cenaze sahibi”Komşu düğün ediyorsunuz,hayırlı
olsun ama bir saat müsaade etseniz olurmu?” diyor.
Komşu buna kızar ve
-Sen ne diyorsun komşu! Benim bir tek evladım var, mürüvvetini görmeyeyim mi? der, ardına döner.
Cenaze davul zurna seslerinin ve oynayanların arasından
camiye götürülür.
Komşu ile iyi geçinmek, komşuya yardımcı olmak dinimizin emridir. Ayrıca insanlık gereğidir.Komşusuna yardımcı olmayan iyi bir insan, Müslüman olamaz.
Bir hadiste : “Komşusu açken tok yatan olgun Müslüman değildir” buyurmuştur.
Komşuyu unutanlardan olmamalıyız. Ana babası ölen ve ya
boşanan çocuklar varsa kendi evladımız gibi sahip çıkmalıyız. Korumalıyız, okutmalıyız. Peygamber (as) öksüz ve yetimin sorumluluğunu üstüne alanlar için iki parmağını birleştirmiş cennette onlarla şöyleyiz “demiştir.
Ana babamız, bizim elimize bir şeyler verip sokağa salmazlardı. Komşu çocuklarını gözü kalır diye bunu yaparlardı.
Önceki dönemlerde komşu esnaf, komşusunu gözetirdi. Fatih
Sultan Mehmed, tebdil-i kıyafetle çarşıya çıkmış, bir esnafa yağ,
bal, peynir almak istediğini söylemiştir.
Esnaf ikisini verip :”Diğerini komşudan al o daha alışveriş
yapmadı ‘demiştir.
Fatih : “Bu milletin ahlakını bozanlara Allah lanet etsin”diyerek yan dükkana geçmiştir.
Bir gün Muaz Bin Cebel soruyor:
-Ya Rasulallah! Komşunun hakkı nedir?
Allah Rasulü cevap veriyor:
-Senden borç istese vermendir.
-Yardım dilerse, ihtiyacını karşılamandır.
-Hastalanınca ziyaret etmendir.
486
-Ölürse cenazesini kaldırmandır.
-Bir sevinci olunca katılman, üzüntüsü olunca teselli etmendir.
-Pişirdiğin şeyle komşuna eziyet vermendir.’ona da ‘tattırmandır.
-Binanı, duvarını yükselterek komşunun rüzgarını kesmemendir.
-Aldığın meyveden komşuna da vermen ve ya göstermemendir.
İnancımıza, kültürümüze göre ikramlar en yakın komşudan
başlar.Bir hadiste:
-“Allah’a ve ahrete inanan komşusuna ikramda bulunsun”buyurmuştur. (Buhari, Edep: 31)
Komşular, ailemiz ve akrabalarımızın ardından toplumsal hayattaki en yakınlarımızdır. Komşuyla ilişkiler kişinin sosyal çevresiyle kuracağı ilişkilerin çekirdeğini oluşturduğundan dinimizde
komşuluk ilişkilerinin canlı tutulması üzerinde hassasiyetle durulmuş komşuların birbirleri üzerindeki halkları aytıntılı bir şekilde
ele alınmış ve komşuya karşı sorumlulukları yerine getirmenin
önemi ısrarla vurgulanmıştır. Allah’a ve ahret gününe inanan bir
kimsenin komşusuna eziyet edemeyeceği bildiren (Buhari, Rikak,23) Sevgili Peygamberimiz ‘Komşuna iyilik yap ki mümin
olasın.’ (Tirmizi, Zühd, 2) diyerek bu sözlerini pekiştirmiştir. Komşuluk ilişkilerinin “güven” temeline dayanması gerektiğine dikkatleri çekerek komşusunun şerrinden emin olmadığı kişinin cennete
giremeyeceğini belirtmiştir (Müslim, İman, 73). Ayrıcakomşulara
ikramda ve infakta bulunmayı, acı ve tatlı günlerinde destekçileri
olmayı öğütleyerek müminleri onlarla samimi ilişkiler geliştirmeye
teşvik etmiştir (Beyhaki, Şuabü’l-iman VII, 83)
Hastalık , yangın, deprem, ölüm düğün veya işsizlik hallerinde komşulara büyük görevler düşmektedir.Eskiden sevap kazanmak isteyenler zorunlu eşyaları başkalarının kullanması için alır,
isteyenlere verirdi.Benim bildiğim mesela ; Kazan, balta, diş kerpeteni, saç kesme aleti gibi.. Birisinden bir şey istense yok denmezdi
“ihtiyaç giderenin Allah’ da ihtiyacını giderir “ diye düşünülürdü.
Küçüklüğüm de bir büyüğümüzün şu hadisi duydum hiç unutmam:
-Her sabah iki melek iner verene ver , vermeyenin malını telef et Allah’ım diye dua ederler..
Bir gün Peygamberimiz (sav) Ebu Zer’e:
487
-Ey Ebu Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy, bir
kısmı ile komşunu gözet demiştir. (Müslim Birr 2625)
Bir gün Hz Aişe (ra) Peygamberimiz (as) ma soruyor :
-Yarasülallah, istendiği zaman yok denmemesi gerekenler nelerdir?
Allah Rasülü:
-Su, ateş, tuz ve benzeri şeylerdir. Diyor.
Hz aişe validemiz tekrar soruyor:
-Ateşle tuz vermemek neden helal olmaz?
Peygamber (as)
-Kim komşusuna yemek pişirmek için ateş tuz verirse o pişen
yemeği sadaka olarak vermiş sevabı alır” cevabını veriyor.
İyi Komşu Olmanın Mükafatı:
Komşuluk iyi, kötü günlerde, sıkıntılı sevinçli anlarda, neşede kederde komşunun yanında olmaktır.
Peygamberimiz:”kişinin saadetinden biri de iyibir komşuya
sahip olmaktır.” Demiştir.(buhari Edep:64)
-“Komşuna iyilik yap ki, mümin olasın“ (Tirmizi Zühd 2)
buyurarak komşu ile samimi ilişkilerin geliştirilmesini teşvik etmiştir.
Peygamberimiz komşuluk ilişkileri ilgili belli başlı hususlara
şöyle dikkat çekmiştir
-Borç istediğinde vermek
-Darda kaldığında yardıma koşmak
-Maddi sıkıntıya düştüğünde kollamak
-Sevinç ve kederine ortak olmak
-Pişirdiğinin kokusu duyulursa bir miktar ikram etmek
-İzin almadan yolunu penceresini kapatmamak
-Hastalanınca ziyaret etmek
-Ölünce defnetmek
-Komşunun ayıbını örtmek
Kötü Komşu Olmanın Cezası:
Lokman (as) diyor ki:
-“Taş taşıdım demir taşıdım kötü komşudan daha ağır bir şey
görmedim.”
Peygamber (as) şöyle tavsiye etmiştir:
488
-“Kötü komşunun kötülüğünden Allah’a sığının” (Nesai, istiaze:44).Kötü komşuya lanet okunmaz, bela istenmez. Allah’a havale edilir.
Bir gün Peygamberimiz (sav): üç defa
-“Vallahi iman etmiş olmaz” diyor.
-Kim Ya Rasulallah? Denilince;
-“Komşusunun şerrinden emin olmayan kişi” buyuruyor.
Komşudan malı, canı, ırz ve namusu konusunda emin olmayıp endişe duyulanın iman etmiş olmayacağını ifade ediyor Allah
Rasulü.
Peygamberimiz müslümanı nasıl tarif etmiştir : “Müslüman o
kimsedir ki elinden dilinden başkalarının zarar görmediği kimsedir” (Buhari, İman:8)
Bugün komşunun şerrinden ev satanlar ev değiştirenler oluyor. Ufak meselelerden kavgalar oluyor cinayetler işleniyor.
-Düğün eden, mevlid okutan etrafa zarar vermemelidir. Halı,
kilim silkilmemeli terlik ile gezilmemelidir.
-Müzik dinleyen kendisi dinlemelidir.
-Geç vakitlerde gürültü yapılmamalıdır. Komşu rahatsız olabilir, uyuyor olabilir.
-Hayvan konu komşu razı değilse beslenmemelidir.
Komşu anlayışlı olmalıdır. Bir yere misafir gidenler anlayışlı
olamalıdır. Zamanında gelip gitmeli gürültü etmemelidir.
Kur’anda misafirlik ile ilgili Cenab-ı Allah şöyle uyarıyor:
-“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere geldiğinizi fark ettirip; izin alıp selam vermeden girmeyin…” ( Nur:27)
İnancımızda misafir kabul etmek ikramda bulunmak farz-ı kifayedir
Sünnete göre misafir ahlakı şöyledir:
-Zaman iyi ayarlanmalı.
-Çok oturulmamalı
-Davetsiz misafirlikten kaçınılmalı
-Kapı yavaş 3 defa çalınmalı, tam kapının ağzında durulmamalı
-İkram alınmalı
-Temizliğe dikkat edilmeli
-Güler yüzlü olunmalı
-Misafir evin mahremiyetine saygılı olmalı
Peygamber (as)
489
-“Allah’a ve ahrete iman eden misafirine ikram etsin ve hakkını gözetsin.” (Buhari, Edep:85) Bundan sonraki hadiste de :” Misafirlik üç gündür. Üç günden fazlası külfettir”.Buyuruluyor.
İnancımızda misafir, tanrı misafiridir. Biz misafiri severiz,
misafir berekettir. Ben çocukken babam bana “git kahveye misafir
gelmiş mi bak “ diye gönderirdi.
Köyümüzde 3 tane misafir evi vardı. Işık yanar yanmaz görenler yemek götürür, hayvanına saman verirdi.Sabah tabaklarını
alırlardı.(Son zamanlarda gelen misafirler erkenden tabakları , halı
kilim ne varsa toplayıp gittiler)
Peygamberimiz (as) üç dua reddolunmaz buyurur.
1-Ana babanın duası
2-Mazlumun duası
3-Misafirin duası. (Tirmizi Deavat:47)
Birazda unutulan ziyaret adabından bahsedelim:
Ziyaretler çok önemlidir. Kardeşliği, birliği beraberliği,
sevgiyi, saygıyı sağladığı muhakkaktır.Bunun için ;Peygamber (as)
“Allah için bir hastayı ve ya bir müslümanı ziyaret edenin cennette
yeri hazırlanır” müjdesini vermiştir.(Tirmizi Bir :64)
Ziyaret eden de edilende sevinir. Hayatta yalnız olmadıklarını anlarlar.
Yaşlı, hasta, yalnız olanın ziyaretin debüyük sevap vardır.
Akraba ziyaretinde akrabalar birbirine kenetlenir.
Bir hadiste ;” Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gözetsin.” (Buhari Edep:12) buyurulur.
Kur’anda : “Akrabalık bağlarını koparmaktan sakının “diye
emrediliyor.(Nisa :1)
Bir adam Peygamber (as) a gelerek şöyle diyor:
-Ben akrabalarıma ziyaret ediyorum. Ama onlar bana gelmiyor.Onlara iyilik ediyorum onlar bana kötülük ediyor.Ben onlara
iyi davranıyorum onlar bana kaba davranıyorlar” diyince Peygamber (as) adama:
-“Sen böyle davrandıkça Allah’ın yardımı seninledir”.buyurur. (Müslim Bir :22)
Demek ki karşı taraf nasıl davranırsa davransın iyi davranılacaktır.
490
Peygamber (as) sadece akrabalarını değil herkese ziyaret
ederdi, gönüllerini alır bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sorardı.
Peygamberimiz bir gün şöyle bir olay anlatır
Bir adam kendisini Allah için seven bir Müslüman kardeşini
ziyaret için yollara düşer Cenab-ı Allah kendisine bir melek gönderdi. Melek ona:
-Nereye?
-Falan kardeşimi ziyarete
-Bir yakınlığın mı var?
-Hayır.
-Bir menfaat temin için mi gidiyorsun?
-Hayır.
-Öyleyse niçin gidiyorsun?
-Ben onu Allah için seviyorum.
-Bundan dolayı Allah’ta seni seviyor (İbn-i Hanbel 2/292)
diyor.
Günümüzde birçok şey anlamını yitirdiği gibi ziyaretin de
anlamı kalmamıştır. Bayramlar da tatiller de seyahate gidiliyor
memlekete gidilmiyor.Akraba unutuluyor.
Paygamberimiz “ Akrabaya iyilik ve ikram bereket kaynağıdır” demiştir. (Buhari Edep :12) Bizim üzerimiz de hakları olan
insanlar asla unutulmamalıdır.
Peygamberimiz “Akrabalık bağlarını sürdürenle Allah da ilgisini sürdürür. Kim de o bağı koparırsa , Allah da o kimseyle ilişkisini koparır .”buyuruyor.(Tirmizi, Sıla :16)
Ziyaretler de uygun zamana dikkat edilmelidir.
-Hediyeleşmeye önem verilmelidir.
-Habersiz gidilmemelidir.
-Ev sahiplerinin gönlü alınmalı, moral verilmelidir. Moral
bozucu davranışlardan ve konuşmalardan kaçınılmalıdır.
-Haddinden fazla oturulmamalıdır. Ev sahibinin işi uykusu
düşünülmelidir.
-Kaba kırıcı davranılmamalıdır.
-Sonra da ev sahibinin ikramı, ev hali ona buna anlatılmamalıdır.
Hasta ziyareti:
Hastaya ziyaret etmek, Allah’tan şifa dilemek, ona moral
vermek, ihtiyacının olup olmadığını sormak varsa ihtiyacı yardımcı
olmak, hastayı üzecek, moralini bozacak konuşmalardan kaçınmak,
491
hastanın özel hallerini araştırmamak Peygamberimizin sünnetlerindendir.
Bir kutsi hadiste:
“Allah Teala kıyamet günü ‘Ey Ademoğlu! Ben hasta oldum
da sen beni ziyarete gelmedin!’ diyerek kuluna sitem eder. Buna
şaşıran insan, ‘Ya Rabbi ! Sen alemlerin Rabbisin. Ben seni nasıl
ziyaret edebilirim ki’ der. Hak Teala , ‘Bilmiyor muydun?Falan
kulum hasta oldu ama sen onu ziyarete gelmedin.Ziyaret etseydin
beni onun yanında bulacağını bilmiyor muydun?’buyurur”(Müslim
Birr:43)
Hasta ziyareti yapanlara melekler hayır dua eder. Hastanın
hayır duası, red olunmayan dualardandır. Peygamberimiz şöyle
buyurur:
“Kim bir hastanın hal ve hatırını sormaya gider veya Allah
için sevdiği birini ziyaret ederse, ona bir melek şöyle seslenir: Sana
ne mutlu! Güzel bir yolculuk yaptın.Kendine cennette barınak hazırladın!” (Tirmizi Birr: 64)
Hz Ömer halife iken Basra Valisi Ebu Musa el-Eşariye
mektup yazmış ve şöyle demiştir:
-“Hastaları ziyaret et,
-Cenazelere katıl,
-Halka kapını açık tut,
-İhtiyaç sahipleri ile ilgilen. Sen sadece onlardan birisin. Cenabı Allah onların yükünü sana yüklemiştir.
Hasta ziyaretlerinde hastanın şifa bulması için dua edilmelidir.
Hz Aişe (ra) Peygamberimizin hastaya şöyle dua ettiğini
söyler:
-“Ey insanların Rabbi! Zararı gider şifa ver. Şifa veren sensin
öyle bir şifa verki hiçbir hastalık bırakmasın.” (Buhari, Tıp:5743)
Bir hadislerinde:
-“Hasta ziyaretinde bulunan kimse dönünceye kadar cennet
yolundadır.” (Müslim, Birr:39)
Ziyaretten maksat:
-Hastaya moral vermek
-Dua edip duasını almak
-Helalleşme
-Kardeşlik anlayışı pekişir
-Sağlığın kıymetini öğretir
492
-İnsanını haline şükretmesini sağlar
Atalarımız :”Dağ adamı hasta eder sağ adamı” demişlerdir.
Ziyaret adabını bilmeyen hastalıklardan, ölümlerden bahseder.Çok
oturur çok soru sorar, çayını içer, kahvesini içer, meyvesini yer,
hastaya sıkıntı ve üzüntü verir.
Şöyle anlatırlar: Adam ağır hasta arkadaşı ziyaretine geliyor: oturuyor da oturuyor: Bir ara soruyor:
-Bir vasiyetin varmı?
-Bir daha hasta ziyaretine gidersen çok oturma! Diyor.
Bir de kabir ziyaretini unutmayalım:
Ziyaret edilen kabrin sahibi gelenden haberdar olur. Selamı
alır ve ruhuna okunan fatihadan dolayı sevinir.
Ölü için olduğu kadar kabir ziyareti diriler için de önemlidir
ölümü hatırlatır ve hazırlık yapılmasına sebep olur. En güzel nasihat, kabristan ziyaretidir.
-Kabir ziyaretine giden ibret gözü ile bakmalıdır
-Kabirde yatanın kemiklerini sızlatmamalıdır.
-Bid’at işlememelidir
-Bildiği kadar okuyup ruhuna bağışlamalıdır
-Herhangi bir taşkınlık yapmamalı ağlayıp sızlamamalıdır
-Mezar taşlarındaki mesajları iyi okumalıdır
-Yardım ancak Allah’tandır. Ölülerin dirilere verebileceği bir
şey olmadığı bilinmelidir.
Genellikle kabir ziyaretleri türbelere yapılıyor. Ev isteniyor,
çocuk isteniyor, sağlık isteniyor, imtihan için başarı bekleniyor.
İnancımıza göre yardım ancak Allah’tandır. Kabirler dua yeri
namaz yeri değildir.Ziyaret edelim derken günaha girmekten kaçınılmalıdır.
Rabbim bize İslam şuuru versin. İslam kardeşliği nasip etsin.Komşuluk haklarına riayet edenlerden etsin.
Allah rasulü:
-“Komşuna iyilik yap ki Müslüman olasın” buyurmuştur.
(Tirmizi, Zühd:2)
493
494
YILBAŞININ ANLAMI
Hıristiyan inancına göre yılbaşı, İsa Peygamberin doğum günüdür. Hıristiyanlar Peygamberlerinin doğum gününü kutlayarak
O’na olan sevgilerini açıklayıp, bağlılıklarını arttırmış olurlar.
Asırlardan beri devam eden yılbaşı kutlamaları Hıristiyan
toplumların her yıl tekrarladıkları dini bir gelenektir. Yani yılbaşı
kutlamaları, Hıristiyan kültürünün temel taşıdır. Bu bakımdan yılbaşı, başka din sahiplerinin ve başka kültüre mensup olanların ilgisini çekmemesi gerekir.
a)Bizimle İlgisi Nedir?
Bizim açımızdan bu gecenin İsa Peygamberin doğum günü
olmaktan başka ayrıca miladi takvim başlangıcı olmaktan öte başka
bir özelliği yoktur.
Biz de ilk yılbaşı kutlaması, 1829 yılında İstanbul’da olmuştur. İngiliz sefiri Sir Stratford Caning, Haliç’te bir İngiliz gemisinde eğlence tertip etmiş ve bazı yetkilileri bu eğlenceye davet etmiştir. Gemiye gelen davetliler geç vakitlere kadar yemiş, içmiş ve
eğlenmişlerdir. Daha sonraki yıllarda bu eğlenceler planlı olarak
gemiden karaya taşmış, sonraki yıllarda da yavaş yavaş İstanbul’un
dışına taşmıştır.
Şu anda bilerek veya bilmeyerek köylerde yaşayan insanımıza kadar yılbaşı için, yılbaşı gecesinde çok şey yapılıyor. Yılbaşı
kutlamalarına katılmayanlar ise tepki göstermez hale gelmiştir.
Dikkat edecek olursak aslında Türkiye’de yılbaşını bir azınlık
kutluyor. Noel babaya hediye aldıranlar, çamlar devirenler, çirkin
işler yapmak için yılbaşını fırsat bilenler azınlıktadır. Bir Hıristiyan
gibi yılbaşını bunlar kutluyor. Bir de televizyon kutluyor. Televizyonun sayın yöneticileri kutluyor.
Yılbaşında yapılan hareketlere halkımızın çoğu bir anlam veremiyor. Müslüman mahallesinde salyangoz satanların çoğunu tanıyamıyor. Televizyondaki haberler, yayınlar, aylar önce başlatılan
hazırlıklar ister istemez ilgi uyandırıyor. Hangi dansöz çıkacak, kaç
tane çıkacak? Haberi günlerce kamuoyunu meşgul ediyor. Çocuklara şunu aldım, sen ne alacaksın? Sorunları uyuyanları uyandırıyor.
Ayrıca mağaza ve dükkânların vitrinlerinde yapılan teşhir olayı işi
iyice alevlendiriyor.
495
İşin üzücü tarafı kendi inancımızı, kendi kültürümüzü gerçek
anlamda sunamadığımız kimseler yılbaşının ne anlama geldiğini ve
bizimle ne gibi bir ilgisinin olduğunu da bilmiyorlar. Onlar da bu
yozlaşma akımına uyup bir şeyler yapmak için adeta yarışıyorlar.
Yılbaşının ancak bizimle şu bakımdan bir ilişkisi olabilir:
Önce yaşanılan bir yılın değerlendirilmesi yapılabilir. Sonrada karzarar tespit edilir. Gelecek bir yıl için neler yapılabileceği kararlaştırılabilir. Yani yılbaşı, aklı başında biri için değerlendirme ve karar
günüdür.
İslam Peygamberi Mekke’den Medine,’ye göç ettiği zaman
orada Yahudileri oruçlu görünce sebebini sormuştur. Musa Peygambere şükran borcu olarak tuttuklarını öğrenince “Musa Peygambere ben sizden daha yakınım” deyip orucunu bozmuştur.
Biz Musa Peygamberi de, İsa Peygamberi de severiz. İman
esaslarımız içinde Allah’ın Peygamberi olarak gönülden inanırız.
b) Noel Babamız mı?
Noel baba, Hıristiyan âlemini ilgilendiren, Hıristiyan inanç ve
kültürü ile ilgili bir efsanedir. Yalnız Hıristiyanlık inancının bir
motifidir.
Noel babayı çocuklarımıza, gençlerimize gençleri seven, çocuklara hediyeler sunan bir kişi olarak takdim çok büyük bir hatadır.
Büyükler içinde Noel baba, dostluğu simgeleyen örnek bir kişi olarak sunuluyor. Kurtarıcı bir kahraman olarak gösteriliyor.
Yılbaşı yaklaştı mı Noel babanın filmleri, dizileri ekrana geliyor.
Televizyonda Noel baba kılığına sokulmuş kimseler sık sık ekranda
görülüyor. Türk çocuklarına hediyeler verdiriliyor. İnsanlık, gelecek hakkında konuşturuluyor.
İnsanımızın çoğu ve çocuklarımız kendi büyüklerini, kendi
Peygamberlerini bilmiyor. Ama küçük yaşta Hıristiyanların Noel
babasını biliyor. Sebebi de, öğünç ve gurur kaynağımız olan Dedekorkutumuz, Yunus Emre’miz, Mevlana’mız, Nasreddin Hoca’mız
tanıtılmıyor. Cömertliği, sevgiyi, dostluğu, barışı simgeleyen büyüklerimizin tanıtılmamasıdır.
Kendi büyüklerimiz yerine Noel baba gibi bir efsane kahramanını sık sık ekrana, vitrine getirip Türk insanını ve Türk çocuklarını kabule zorlamak Türk basınının ve Türk televizyonunun asli
görevi olmaması gerek.
496
Başka konularda olduğu gibi yılbaşı içinde yakışıksız şeyler
yapıyoruz. Yaptığımız şeyler, müslüman mahallesinde salyangoz
satmak oluyor. Kısaca bakın neler yapılıyor: bakıyorsunuz yılbaşı
tebrikleri, Noel babalar, Noel ağacı ve kesilen çamlar vitrinler süslüyor. Vitrinlerde Noel babalar oturuyor. Yılbaşı gecesi içki, kumar, dans, fuhuş… Başta yetkililer olmak üzere bunları kolaylaştırıp adeta teşvik ediyoruz. Sanki yapılması zorunlu işler gibi gösteriyoruz. Suç işlemeyi mubahlaştırıyoruz, meşrulaştırıyoruz. İşlenen
suçları, trafik hatalarını görmemezlikten geliyoruz. Devlet memurunu sarhoşa hizmet ettiriyoruz. “Yılda bir defa değil mi” diyerek
düzenin, ahlak kurallarının alt üst olmasını ve diğer 364 günde de
suç işlemeyi kolaylaştırmış oluyoruz.
c) Çözülüşe Sebep:
Yılbaşı kutlamalarımız ve yaptığımız uygunsuzluklar gösteriyor ki, kültürümüz, inancımız ve insanımız korumasızdır. Korumasız olduğu için yabancı kültürlerin hâkimiyeti altına girmiştir.
Hıristiyanların kendi geleneklerini yaşatmaları, yılbaşını kutlamaları normaldir, haklarıdır. Fakat Hıristiyanların geleneklerini
müslümanım diyenlerin yaşatmaya kalkması, onların temsilcisi
olması normal değildir. Bu durum Müslümanların kendi benliklerinden koptuğunu gösterir. Bu kopuş geçmişte olduğu gibi taklit
eden için yok oluşa giden bir yoldur. Bundan herkesin endişe duyması lazımdır. Bilhassa millet adına iş görenlerin herkesten daha
çok endişe duymasın lazımdır. Eğer bir yönetici halk ile aynı düşünceyi paylaşamıyor ve kötü gidişten endişe duymuyorsa çözülüşün baş sebebi budur.
Geçmişte yöneticilerimiz Haçlı ordularına, Haçlı zihniyetine
karşı koymuş ve müsaade etmemiştir. Bugünkü yöneticilerin de
misyoner faaliyetlerine karşı çıkmaları görevleridir. Müslüman
Türk insanını yabancı saldırılardan koruyacaklardır.
Bugün yabancılaşmanın boyutu korkunçtur. Yılbaşı gecesi,
her şeye isyan gecesi olarak resmen ilan edilmiştir. Her şey adeta
serbesttir. Düzeni, disiplini bozmaya yetkililer teşvik etmektedir.
Böylece bünyemizde her yıl tamiri zor yaralar açılmaktadır.
Yabancılaşmayı önleyici tedbirler alınması beklenirken televizyon, basın yabancılaşma konusunda öncülük etmektedir. Milletimizin milli ve manevi değerlerini küçültücü, milletimizi aşağılayıcı yayınlar yapılmaktadır.
497
Televizyondan, basından daha önemlisi de eğitim sistemimizin milli olmamasıdır. İnsanımızın kendisine yabancı yetişmesinin
birinci nedeni de budur.
Öte yandan Türk aile yapısının bozulmuş ve her gün daha da
bozulmakta olduğunu unutmamak gerekir. Bugün aile yuvası eğitim yuvası olmaktan çıkmıştır. Bugün ev çokları için bir barınaktır.
Bu yüzden yeni nesle sahip çıkılamamaktadır. Buna karşılık gençlik tahriklerle hızla ailelerinden koparılmaktadır. Böylece yeni nesil
kimliksiz hale gelmiştir.
Gençlere kendi kültürümüzün aktarılmaması, aksine yabancıya özentinin teşvik edilmesi yozlaşmayı hızlandırmaktadır.
Kısacası toplum olarak sorumluluk duymak, iyiliği emredip
kötülükten sakındırmak özelliğimiz kaybolmuştur.
İnanıyorum diyeni sorumluluklarını yerine getirmeye, iyiliği
emredip kötülüğe karşı çıkmaya davet ediyorum.
d)Kazancımız Ne?
Her şeyden önce yılbaşı gecesini Müslüman Türk Milleti olarak Hıristiyan ülkeler gibi kutlamak zorunda değiliz. Bugüne kadar
Hıristiyan bir ülke gibi yılbaşı kutlamamız için ne lazımsa yapılmıştır. Çünkü bu gece öncesi ve sonrası misyoner faaliyetlerinin
büyük ölçüde arttığı görülmektedir.
Her şeyden önce Müslümanların yılbaşı kutlamalarına katılmaları, bir Hıristiyan gibi davranmaları doğru değildir. Her birimiz,
ben kimim? Ne yapmalıyım, ne yapmamalıyım? Bana yakışan nedir? Diye sormalıyız. Ona göre davranmalıyız. Yılbaşı gecesinde
yapılan eğlence biçimlerinin kendimize yakışıp yakışmadığına
bakmalıyız.
Yılbaşı, Hıristiyanların bayramıdır. Bu bayramda ancak Hıristiyan olanlar sevinç gösterisinde bulunur. Ancak onlar eğlenir ve
bizim bayramlarımıza da katılmazlar, bizim Peygamberimizin doğum gününü kutlamazlar.
Kendi dini bayramlarına, kendi Peygamberlerinin doğum yıldönümü kutlamalarına yılbaşı eğlencelerine katıldığı kadar katılmayan bir kimse bir Hıristiyan gibi davranmakla Hıristiyanlığın
üstünlüğünü bizzat kabul etmiş olur. Hıristiyanlığı kendi inancından üstün tutmuş olur.
Düşünürsek yılbaşı gecesi hesap kitap gecesidir. Öyle olmalıdır. Bir yılı geride bıraktık. Yepyeni bir yılı başladık. Muhasebe
498
yapmamız, yeni yılı hazırlık yapmamız gerektiği bir gecede kendinden geçercesine günah işlemenin kendimizi inkâr etmenin ne
gereği var?...
Yılbaşı gecesi eğer İsa Peygamber dirilse, yapılan çılgınlıkları görse ne der acaba? Bu gece yapılanlar İsa Peygamberin karşı
çıktığı, yok etmeye geldiği şeyler değil midir? O bu tür ahlaksızlıkları, içkiyi, fuhşu, kumarı yok etmek için gönderilmedi mi?
Gelin bu gece şöyle bir düşünelim. Geçirdiğimiz bir yılı düşünelim. Önümüze bakalım, arkamıza bakalım. Yanlışlıkları tekrarlamamak, eksiklikleri tamamlamak için hesap yapalım. Çünkü bu
gecenin bizim için ancak bu bakımdan farkı vardır.
Tarihi bir gerçek olarak iki asırdan beri Hıristiyan Batı’yı taklit ediyoruz. Ne kazandık? Kendimizi inkâr ettik, isyan ettik ne
oldu? Bundan sonra ne kazanacağız?
Bugün yapılan yılbaşı rezaletlerini sakin bir gece eğlencesi
olarak görmeyelim. Çünkü yapılanlar yalnız o gecede kalmıyor.
Milli ve manevi yapımızda kapanmayacak yaralar açılıyor. Yapılan
eğlence şekilleri bize göre değil. Bu kadarla da kalmıyoruz. En
kötüsü, yeni nesle kötü bir model, çirkin bir örnek oluyoruz. Çocuk
evde kendi dini ve milli günlerini böyle görmüyor. Bizi Hıristiyan’dan daha Hıristiyan görüyor. Sonuç ne olacak? Böyle olunca
sonunda hangi değerleri benimseyecek?
Bir de meselenin şu yönüne dikkat çekmek istiyorum; bile bile Hıristiyanların bayramını kutlamak, yazılanları, söylenilenleri
aldırış etmemek, bilin ki inancımıza zarar verir.
e)İnancımız Ne Diyor?
Yılbaşı kutlamalarının inancımızla, kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Başka milletleri, başka toplumları taklitle hiçbir yere varılamaz. Taklit yolu yok oluşa gider.
Tarihte Milletimiz, Çin’lilere özenmiş, Çin adetlerini benimsemiş sonunda Çinli’lere esir düşmüştür. Titremiş, kendine dönmüş aynı Çin’e Çin
Seddini yaptırtmıştır. Makedonyalılar Yunanlılara özenmiş, bu
özenti içinde yok olmuşlardır. İki asırdan beri Batı taklitçiliğimiz
sonunda ne batılı olabildik, nede kendimiz kalabildik.
Allah inananların yok oluşunu önlemek için Kur’an da taklidi
yasaklamıştır. Rad Suresi:11, Maide Suresi:51, Bakara Suresi:120,
Al-i İmran Suresi:200-118.ayetlerinde bunu açıkça görmekteyiz.
Bu ayetlerden anladığımıza göre; bir millet kendini değiştirmeden
499
Allah’ın o milleti değiştirmeyeceği bildirilmiş, Yahudi ve Hıristiyanların dost edinilmemesi, onların ancak birbirlerinin dostu olduğu, onlara uyulduğu takdirde şaşırtacakları ve sıkıntıya düşürecekleri, dillerindeki düşmanlıktan içlerinde sakladıkları düşmanlığın
daha büyük olduğu haber verilmiştir.
Peygamber Efendimiz de: “Kim başka toplumlara benzerse
onlardandır” buyurarak başkalarının adetlerini benimsemek ve başkalarına benzemekle kimliğin yitirileceğine işaret etmiştir.
Ayrıca yılbaşı münasebetiyle kendiliğinden ortaya çıkan şu
hususa dikkat çekmek isterim: İslam’daki bayram anlayışı ile Hıristiyanlıktaki anlayış çok farklıdır. İslam’da ibadet vardır, saygı, sevgi vardır, huzur, huşu vardır. Hıristiyanlıkta ise çılgınlık, şehvet,
içki, dans vardır. Yani bir Peygamberin karşı çıktığı davranışlar
vardır.
Şu bir gerçektir ki, kendi kültürünü inancını alamayan elbette
başkalarının inanç ve kültürünün etkisi altına girecektir.
Dr.Leopold Kahn: “Yahudiler hiçbir zaman yabancıların adet
ve ahlaki kaidelerini benimseyecek, asla onların temsilcisi olmayacaklardır. Yahudi bütün şartlar altında yine Yahudi kalacaktır” derken bir gerçeği ifade etmiştir. O da sürgün hayatı yaşayan, vatanları, devletleri olmayan Yahudilerin bu güne kadar varlıklarını sürdürmeleridir. Bunu inanç ve kültürlerine bağlı kalarak gerçekleştirmişlerdir.
Bizimde kültürümüze, inancımıza bağlı olduğumuz dönemler, bozulmadan kaldığımız ve güçlü olduğumuz dönemler olmuştur. Bunun için gelecekte var oluşumuzu, bağımsız yaşamamızı bizi
biz yapan değerlerimize bağlı olmakta görüyoruz.
f)Kendi Kültürümüz:
Her çiçek kendi dalında yaşar ve kendi dalında güzeldir. Başka bir milletin adet ve geleneklerini başka toplumlara taşır, orada
yaşatmaya kalkarsanız olmaz. Bir milleti de kendi kültür ve inancından koparıp başka milletlerin inanç ve kültürleri ile yaşatamazsınız. Bu durum da varlığını devam ettiren bir milletin olduğunu
tarihler yazmıyor.
Tarihte özüne, köküne bağlı olan milletler güçlü olmuşlar ve
başkaları üzerinde hâkimiyet kurmuşlardır. İşte Japonya, bir avuç
İsrail, işte 70 yılda Rusya’nın zulmü altında inancını, kültürünü
terk etmeyip yaşattıkları için benliklerini, varlıklarını kaybetmeyen,
500
bugün güçlü bir Türklük ve Müslümanlık şuuru ile ortaya çıkan
soydaşlarımız…
Ne yazık ki şu anda ülkemizde kiliselerde doğum günü kutlayan, Hıristiyanlarla beraber Noel ayinine katılan, vaftiz olan vatandaşlarımız vardır. Propagandalar sonucu kiliselere giden eğlenen
gençlerimiz vardır. Hacı olmak için Efes’e koşan orada tedavi arayanlar vardır. İnsanın aklına hemen bunların sorumlusu, suçlusu
kim sorusu geliyor. Kendi dinimize, kültürümüze saldıranlar mı?
Yavrularını ihmal edip köpekleri ile meşgul olanlar mı? Yoksa
kendi inancını, kültürünü öğretmeyen dıştan gelen kültürel saldırıları önlemeyen devlet adamları mı? Kim?
Kim ne derse desin, bugünkü görünümümüz geleceğimiz açısından hiç de iyi değil. Aslın da bizim dinimiz son din. Bizim dinimiz atom çağının dini. Bizim kültürümüz kadar insani bir başka
kültür yok.
Kesin olarak şunu ifade edeyim ki, zevk milli olmalıdır. Hıristiyan batıyı taklit ederek Osmanlı İmparatorluğunu kurtaramadık. Bu gidişle son bağımsız Türk devletini de kurtaramayız.
Soruyorum, batı bize ilgi duyuyor mu? Peygamberimizin doğum gününü kutluyor mu? Bizim de onların adetlerine, geleneklerine ilgi duymamamız lazımdır. Noel baba, yılbaşı gecesi derken
Hıristiyanlığı sevdirmek ve Hıristiyan kültürünü yaymak devletin
görevi değildir.
g)Yabancı Kültür Hâkimiyeti:
Bugün Hıristiyan kültürü, İslam ülkelerini abluka altına almıştır. Her gün her vesileyle Hıristiyan inancının, Hıristiyan kültürünün propagandası yapılmaktadır.
Hıristiyanlık, bunalan insanımıza kurtarıcı olarak sunuluyor.
Sunulan başka bir şey olmadığından zehir de olsa içenler çoğalıyor.
“Sağ yanağınıza tokat atana sol yanağınızı çevirin” diyen
papaza bir tokat attıktan sonra karşılık olarak aynı tokatı yiyen ihtiyar bir Afrikalının söylediği unutulmaz bir söz vardır. “Bunlar buraya geldikleri zaman bunların İncilleri vardı, bizim ise toprağımız.
Şimdi bizim İncillerimiz var, onların toprakları.”
Şimdi bizim de böyle değil mi? Daha önce bizim Dedekorkutumuz, Nasreddin Hocamız, Yunusumuz, Mevlanamız vardı, şimdi
Noel babamız var.
501
Açık olarak söylüyorum. Yılbaşı olayı iğrenç bir yabancılaştırma olayıdır. Bizim de kendi kültür değerlerimize inkâr edercesine sırt çevirmemiz, kimliğimizi bulamayışımızdandır. Bu da utanç
verici bir olaydır.
Buhari ve Müslim’de nakledilen Peygamberimizin uyarısını
burada zikretmek istiyorum:
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Sizden evvelkilerin adetlerine karış karış, arşın arşın tabi
olacaksınız. Hatta onlar kelerin deliğine girseler siz de gireceksiniz.”
Sahabe sorar:
-Ey Allah’ın elçisi, o dedikleriniz Yahudi ve Hıristiyanlar
mı?
Allah’ın Elçisi cevap verir:
-Ya kimler?
Allah korusun yoksa bu günlere mi geldik? İnsan korkuyor.
Şu anda gelmediysek bu gidişle gelinecek. Çünkü milletimizi
özünden kökünden koparmak ve yabancılaştırmak için her türlü
propaganda kolay ve açık yapılıyor. Yeni yetişen gençlerimiz kendine hayat veren özüne düşman yetişiyor, daha doğrusu yetiştiriliyor. Yabancılaştırma olayının en çarpıcı örneği olan yılbaşını devlet bayram ilan etmiş.
h)Herkese Görev Düşüyor:
Bugüne kadar batının sefil hayatı bize sevimli gösterilmiş,
övüle övüle gözümüzü kamaştırmıştır. Hâlbuki bugün batı, ölümcül
hastadır. Batının hayat anlayışı, eğlence şekilleri geçmişte Bizans
ve Roma’nın bile hayrına olmamıştır. Bize ne faydası olacak?
Her konuda olduğu gibi bu konuda da memleketini, milletini
seven herkese görevler düşüyor. Herkes Sevgili Peygamberimizin:
“Ya iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirsiniz ya da helak olursunuz.” Uyarısını hatırlamalı, herkes kendi çapında görevini yapmalı
ve helak olmaktan kurtulmalıdır.
Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı milli kültürümüzü
korumalı, tanıtmalı ve Türk’ten Türk yetişmesini sağlamalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, yapılan Hıristiyanlık propagandalarına karşı insanımızı uyarmalı asrın gerçek dini, gerçek inancı İslam’ı sunmalıdır. Devlet yetkilileri, yılbaşı bahanesiyle kötü emel502
ler peşinde koşan ve çirkin işler planlayanları müsaade etmemelidir.
Her evde ana-babalar çocuklarının Müslüman-Türk gibi yetişmelerini sağlamalı ve öğütlemelidir.
Sonuç olarak; yılbaşı gecesi televizyonumuzda bir avuç insanın yaptığı çılgınlıklar insanımızı şaşırtıyor. Hele gençlerin azar
azar kazandığı dini, insani değerleri bir gecede altüst ediyor. Ne
inanç kalıyor, ne kültür kalıyor. Artık yeniden bazı değerlerin aşılanması çok zor oluyor.
Hıristiyanlar İsa Peygamber adına yakışıksız davranışları yaparken bizim de aynı şeyleri yapmamız gerekmez. Zaten içki içerek, kumar oynayarak, zina ederek bir Peygamberin doğum günü
kutlanamaz. Bu hal Allah’ın Peygamberine yapılabilecek en büyük
hakarettir ve en büyük isyandır.
Biz Müslümanlar olarak İsa Peygambere de inanırız, saygı
duyarız. O Peygamberin hatırasına yakışan ne ise öyle hareket etmeliyiz. Bir Müslümana da yakışan budur.
Allah’ım, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak etme.
Müslüman kardeşlerimize de akıl ver şuur ver.
503
504
MÜSLÜMAN MÜSLÜMANIN KARDEŞİDİR
Yüce dinimiz sevgi, saygı ve kardeşlik dinidir. Müslümanların birbirlerini sevmelerini, saygılı davranmalarını, her konuda birbirlerine yardımcı olmalarını ister. Müslümanı müslümanın kardeşi
olarak ilan etmiştir. Dinimize göre müslüman müslümanın kardeşidir; Müslüman müslümanı sevecektir. Onun ızdırap ve sevincine
ortak olacaktır. Hülasa onunla kardeş olarak yaşayacaktır.
Dinimizin emrine göre müslümanlar, aralarındaki İslam kardeşliğini yıkacak fitneden, nifakı körükleyici yalandan, iftiradan,
gıybetten, hasetten ve buna benzer her türlü davranıştan kaçınacaktır. Dinimiz bu türlü davranışları müslümana haram kılmıştır.
Kur’an da ve Allah’ın Elçisinin dilinden iman ve ideal birliği
içinde olan Müslümanların kardeş oldukları bildirilmiştir. Ebu Hureyre (ra) dan nakledildiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
-“Ey Müslümanlar! Birbirinize hasret etmeyiniz, alışverişte
birbirinizi aldatmayınız, birbirinize dargın durmayınız ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz, müslüman müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hor bakmaz.”
a)Müslüman Müslümana Zulmetmez:
Allah’a inanan, Allah’ın kullarına, özellikle Allah’a inananlara zulmetmez. Onlara karşı kaba ve saldırgan olmaz. Dinimiz Allah’ın kullarına zulmetmeyi, Müslümanlara eziyet vermeyi haram
kıldığı gibi, Allah’ın kullarına eziyet verecek şeyleri yolda bir taş
parçası bile olsa yok etmeyi emretmiştir.
Allah’ın Rasülü müslümanı şöyle tarif etmiştir: “Müslüman o
kimsedir ki, diğer Müslümanların elinden, dilinden emin olduğun
kimsedir.” İslamın ölçüsü faydalı olmaktır. Allah’ın Elçisi bir başka hadislerinde de: “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı
olandır.” Buyurmuşlardır.
Ebu Bekir (ra)dan rivayet edilen bir kutsi hadiste Rabbimiz
şöyle buyurmuştur: “Rahmetime mazhar olmak isteyen kimse ya505
rattıklarıma şefkat ve merhametle muamele etsin. Her kim benim
sevgili kullarıma düşmanlık ederse muhakkak ben ona harp açarım.”
Yüce Peygamberimiz, hayatı boyunca daima ferdin ıslahı ve
onun topluma faydalı bir kimse olması için çalışmış, bu hususta
büyük gayret sarf etmiştir. Müslümanların birbirlerine karşı iyi
ilişkiler içerisinde olmalarını emrederek şöyle buyurmuştur:
-“Müslüman Müslümanın din kardeşidir. Müslüman kardeşine zulmetmez. Onu düşman eline vermez, onu yardımsız bırakmaz.
Her kim müslüman kardeşinin yardımında bulunur ve onun ihtiyacını giderirse, Allah da ona yardım eder. Her kim bir Müslümanın
sıkıntısını giderirse, Allah da ona karşılık kıyamet gününde onun
sıkıntılarından birini giderir. Her kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da ahiret gününde onun ayıbını örter. Her kim bir müslümanı affederse, kıyamet gününde Allah da onu affeder.”
“Müslüman Müslümanın din kardeşidir; ona zulmetmez, onu
kendi haline bırakmaz, ona hor bakmaz. Rasülü Ekrem (sav) ( 3
defa göğsüne işaret ederek ) işte takva buradadır. Bir kimsenin insanların en kötüsü olması için müslüman kardeşini hor görmesi
kâfidir. Müslümanın müslümana kanı, malı, ırzı haramdır.” Buyurmuşlardır.
Şair İsmail Hakkı bir şiirinde:
“Harabat ehline hor bakma,
Defineye malik viraneler vardır.” Der.
Müslümanın vazifesi, sadece kendi ırzını, canını ve malını
korumak değil, aynı zamanda müslüman kardeşinin de canını, malını ırz ve namusunu başkalarının saldırısından ve zulmünden korumaktır. İmkânı ölçüsünde onu himaye etmektir. Onun gıyabında
onu müdafaa etmektir.
Bir gün Peygamberimizin huzurunda bir adam başka bir
adamı çekiştiriyordu. Orada bulunanlardan biri de ona cevap verdi.
Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Her kim bir müslüman kardeşinin ırzını müdafaa ederse,
kendini ateşten koruyan bir yer kazanmış olur. Müslüman kardeşi-
506
nin şerefini müdafaa eden her müslümanı, kıyamet gününde ateşten
korumayı, Allah kendine bir vecibe kabul eder.”
b)Müslüman Müslümanı Terk Etmez:
Yüce Rabbimiz: “Allah’tan korkunuz ve aranızı ıslah ediniz.”
( Enfal Suresi:1)
“Müminler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını bulup barıştırın.” (Hucürat Suresi:10) buyurarak Müslümanların
birbirine dargın durmamaları gerektiğini belirtmiştir.
Peygamber Efendimiz de: “Birbirinize buğzetmeyiniz. Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.”
-“Birbirinize düşmanlık etmeyiniz. Birbirinizi kıskanmayınız.
Birbirinize arka çevirip ilgiyi kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz. Bir müslümanın müslüman kardeşini üç günden fazla
dargın durup terk etmesi, ona selam vermemesi helal olmaz.”
-“Bir kimse müslüman kardeşine bir sene küs durursa onun
kanını dökmüş gibi günaha girmiş olur.” Buyurarak müslümanın
müslümana buğzetmemesini, onunla ilgiyi kesmemesini, ona küs
durmamasını, Allah’ın selamını vermekten kaçırmamasını emretmiştir.
İslamın bu ölçülerine göre müslümanım diyen bir kimse,
Müslümanlarla ilgiyi kesemez. Onu yalanlayıp utandıramaz. Ona
hainlik edemez. Maddi ve manevi desteğini esirgemez. Aralarını
ıslah etmeyenler ve birbirlerinden Allah’ın selamını kesenler üzerine Allah’ın rahmeti inmez.
Allah’ın rahmetine nail olacak kimseleri, Allah’ın Rasülü
şöyle ifade etmiştir:
-“Müslümanlardan her biri inandıkları İslam davasından ayrılmazlar, helal ve iyi olan işleri işlerler, aralarında borç ve yoksul
olanlara bakarlar, hiçbir mümin, bir mümine karşı başkasıyla antlaşmaz. Zulüm ve tecavüzde bulunan fesat çıkaran kim olursa olsun
bütün Müslümanlar ona karşı cephe alırlar. Bir mümin diğer mümini öldürmez ve bir mümine karşı kâfire yardım etmez. Müminler
ancak birbirlerinin yardımcılarıdır. Sapıklık üzerine kim olursa
507
olsun ona arka çıkmak helal değildir. Kim bir sapığa yardım ederse
Allah’ın laneti ve gazabı kıyamete kadar onun üzerine olsun.”
Cenab-ı Allah da: “Ey inananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri
dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi
istersiniz.” ( Nisa Suresi:144 )
-“Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler;
kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur.” ( Al-i İmran
Suresi:28 )
Müslüman aynı safta namazı kılan müslüman kardeşini nasıl
terk eder? Onu başkasına nasıl muhtaç eder?
İşte Asrısaadetten bir örnek: Hz. Ebu Bekir’in halifeliği zamanında kuraklık ve kıtlık olmuştu. Yiyecek maddelerinde sıkıntı
çekiliyordu. Hz. Osman o sırada Şam’dan büyük bir kervanla bol
miktarda buğday ve diğer yiyecek maddeleri getirtmişti. Tüccarlar
Hz. Osman’dan yüksek fiyatla buğdayı almak istediler. Hz. Osman,
her geleni ve her fiyat arttıranı reddetmiş, bunu da Ebu Bekir duymuştu:
-Niçin buğdayını tüccara satmıyorsun fiyatımı beğenmedin?
Deyince Hz. Osman:
-“Ben buğdayıma daha fazla ücret verene vereceğim. Bire
ondan yedi yüz misline kadar sevap verene vereceğim” demiş, bütün buğdayı yoksullara dağıtmıştır. Müslümanları karaborsacıların
eline bırakıp onları sıkıntıya sokmamıştır.
Hz. Ebu Bekir ( ra ) müslüman olduğunda 40.000 dirhemi ( 4
milyar ) vardı. Bu büyük servetini Allah yolunda, Allah’ın rızasını
kazanmak için harcamıştır. Müslümanlara destek olmuştur. Müslüman olduğu için işkence görenleri ve müslüman köleleri satın
alarak hürriyetlerine kavuşturmuştur. Nihayet Medine’ye göç ederken yanında ancak 5000 dirhemi kalmıştır. Bunu da müslümanlar
için harcamıştır.
c)Müslümanlar Birbirini Sevmekte Ve Acımakta Vücut
Gibidir:
Bir bina, taşı, tuğlası, çivisi, harcı, çatısı, kiremidi… İle sapasağlam ayakta durur ve mutlu bir aileyi barındırır. Bunlardan herhangi biri ortaya çıkıp marifet bendedir, ben olmazsam bu bina
ayakta duramaz derse, vazife yapmazsa, görevler aksar. Bina yağ508
mura, fırtınaya, güneşe karşı uzun süre dayanamaz. Sürtüşme sonucu görevler aksarsa bina yığılır kalır.
Bir gün Peygamberimiz Müslümanlara “Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe olgun müslüman olamazsınız” demiş, olgun müslüman olabilmek için Müslümanları sevmenin şart olduğunu bildirmiştir. Başka
bir hadislerinde de: “Hiçbiriniz kendi nefsi için sevdiğini mümin
kardeşi içinde sevmedikçe olgun mümin olamaz” demiştir.
Müslümanların ne şekilde olmaları gerektiğini işaretle Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
-“Müslüman müslümanın aynasıdır. Müslüman müslümanın
kardeşidir. Onun geçimini temine, yitiğini bulup kendisine iadeye
çalışır ve onun arkasından onun menfaatine hizmet eder.”
-“Müslüman müslümana karşı parçaları birbirine kenetlenmiş
bir bina gibidir.”
İslam büyüklerinden Serri Sekati: “Vaktiyle bir kere (Elhamdülillah) dediğim için 30 yıldır tövbe ediyorum. Bağdat’ta bir yangın çıkmıştı. Çarşıya koşarken biri bana “senin dükkânın yanmadı,
kurtuldu” dedi. Ben başkalarının uğradığı felaketi unutup,
dükkânımın kurtulduğuna sevinmiştim” der.
İnsanın kıldığı namaz, tuttuğu oruç, yaptığı hayır hepsi kendisi içindir. Allah için olan amel ise, Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmaktır. Hz. Ömer ( ra ) şöyle demiştir:
-“Allaha yemin ederim ki, devamlı oruç tutsan, bütün geceleri namazla geçirsen, malının tamamını fakirlere dağıtsan, ömrünün
son anında Allah’ın dostlarına sevgi duymuyor, düşmanlarına nefret duymuyorsan yaptığınız amellerin sana faydası yoktur.”
d)Müslüman Müslümanın Gizli Hallerini Araştırmaz:
Dinimiz başkalarına ait gizli hallerin araştırılmasını, başkaları
hakkında kötü zanda bulunulmasını, iftira etmeyi, dedikodu yapıp
alaya almayı haram kılmıştır.
Bu konuda dinimizin emirlerinden bazıları şöyledir:
-“Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kalp, göz, kulak
bunların hepsi o şeyden sorumludur.” ( İsra Suresi:36 )
509
-“Ey inananlar! Bir topluluk diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır.” ( Hucürat Suresi: 11 )
-“İnsanları arkadan çekiştiren, gözle kaşla alay eden her kişinin vay haline…” ( Hümeze Suresi: 1)
“Ashabım zandan çekininiz! Çünkü zanla itham sözlerin yalanı çok olanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız, özel ve mahrem hayatı da araştırmayınız. Bir de almayacağınız bir malı alıcıyı zarara sokmak için arttırmayınız, birbirinize hasette etmeyiniz! Düşmanlık da etmeyiniz. Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz. Ey Allah’ın kulları birbirinize kardeş olunuz.” (Tecrid-i Sarih Ter. C.12,s.143)
İsa Peygamber bir gün havarileri ile otururken onlara:
-Bir kardeşiniz uyurken rüzgâr elbisesini açsa, gizli yerleri
görünse ne yaparsınız? Havarileri:
-“Açılan yerlerini derhal örteriz.” Derler. İsa Peygamber:
-Hayır, siz öyle yapmıyorsunuz, açılan yerlerini daha da açıyorsunuz, onu rezil ediyorsunuz.
-Nasıl olur?
-“Evet, sizler kardeşinizin sırlarını ortaya sayıp döküyorsunuz, kardeşinizin gizli hallerinden bahsedilirken siz onu dinliyorsunuz ve başkalarına aktarıyorsunuz” demiştir.
e)Müslümansasız Müslüman Kardeşiniz İçin Ya Hayır
Söyleyiniz Ya Da Susunuz:
Müslüman, Allah bir, Resul Hak deyip imandan ve imanın
gereği davranışları yerine getirme gayretinden sonra, kendisini küfre götürecek, amellerini boşa çıkaracak söz ve davranışların akıbetinden kendini korumalıdır.
Müslüman olduğunu söyleyen kimse, Allah’ın kullarına sövmekten, lanetlemekten ve dilini müslümanlar aleyhine kullanmaktan kaçınmalıdır. Yani; müslüman kardeşi için ya hayır söylemeli
ya da susmalıdır.
İnandım demekle iş bitmiyor. Peygamberimiz: “Dilinizi müslümanlar aleyhinde konuşmaktan men ediniz ve Müslümanlardan
510
biri vefat edince iyiliklerini söyleyiniz.” Buyurarak Müslümanın
diline sahip olmasını ve iyiye kullanmasını emretmiştir.
Müslümanın şerefiyle oynamayı, müslümanlar hakkında kötü
söz söylemeyi, müslümana dil uzatmayı Allah ve Rasülü lanetlemiştir. Bir kutsi hadiste: “Ey insanoğlu, yarattıklarıma lanetlemeyiniz; yoksa lanet size döner” buyrulurken Peygamberimiz de:
“Müslümana sövmek fasıklıktır ve onunla öldürüşmek küfürdür.” Demiştir.
İslamın ölçülerine göre müslüman, kendisinden, elinden, dilinden emin olunan kimsedir. Kendisi için istemediği kötü bir hali
müslüman kardeşi için de istemeyen, kendisi için isteyip arzu ettiği
iyi hali müslüman kardeşi içinde isteyen kimsedir. Peygamberimizin bildirdiğine göre, bazı günahların kefareti vardır. Fakat Allah’a
şirk koşmanın, cihaddan kaçmanın yalan yere yemin etmenin, bir
müslümanı haksız yere kasten öldürmenin, bir Müslümanı kötüleyip iftira etmenin kefareti yoktur.
Mikdadu’bnu’l-Esved (ra) Müslim de anlatıldığına göre Peygamberimize şöyle sormuştur:
-Ya Rasulallah! Şöyle bir mesele hakkında ne buyurursunuz?
Ben kâfirlerden bir kişiyle karşılaşsam, benim ile vuruşsa da benim
iki elimden birini kılıcıyla vurup koparsa, sonra benden kaçıp bir
ağaca sığınsa ve “Ben Allah için müslüman oldum. La ilahe illallah” Dese ben onu bu tevhit kelimesini söyledikten sonra öldürebilir miyim?
Rasulallah ( sav ): “Hayır onu öldürme” buyurdu. Ben:
-Ya Rasulallah o, benim elimi kesti, sonra da bu sözü söyledi,
onu öldürebilir miyim? Dedim. Rasulallah ( sav ):
-Sakın öldürme. Eğer öldürürsen o senin onu öldürmezden
evvelki durumundadır. ( yani müslüman olmuştur, kanı haramdır )
Sen de onun söylediği tevhit kelimesini söylemesinden evvelki
vaziyetindesin” buyurdu.
Halid bin Velid, İslam ordusunun komutanı iken “La ilahe illallah” demek üzere olan bir kişiyi, samimi olmadığı gerekçesiyle
savaş sırasında öldürmüştü. Durum Peygamberimize arz edilince,
Efendimiz Halid bin Velid’i “ La ilahe illallah diyeni sen nasıl öl511
dürürsün” diyerek komutanlık görevinden azletmiştir. Ayrıca bu
olaydan dolayı Peygamberimizin çok müteessir olduğu nakledilmiştir.
İman açısından en tehlikeli durumlardan biri de, bir müslümanın bazı Müslümanlara tarikat, siyaset, görüş ve düşünce ayrılığı
gibi nedenlerden dolayı küfürle itham etmesidir. Bu bir müslümanın imanı açısından son derece tehlikeli bir durumdur. Namaz kılan, oruç tutan, İslamın emirlerini yerine getirmeye çalışan veya
sadece “La ilahe illallah” diyen bir kimseye lanetlemek, kâfir gibi
sözler sarf etmek doğru değildir.
İslam da küfürle itham ve aforoz etme yetkisi kimseye verilmemiştir. Ancak Hıristiyanlık da aforoz vardır. Papazlar dilediğini
cennetlik, dilediğini de cehennemlik ilan etmeye yetkilidir. Müslümanın vazifesi irşattır, tebliğdir. Allah’ın gönderdiği, Elçisinin
getirdiği esasları yaşamak ve yaymaktır. Kimin cennetlik, kimin de
cehennemlik olduğunu Allah bilir.
Enes bin Malik ( ra ) ın naklettiği bir kutsi hadiste: “İzzetime,
celal ve rahmetime yemin ederim ki, “La ilahe illallah” diyen hiçbir
kimseyi cehennemde bırakmayacağım” buyrulmuştur.
Bir kimsenin imandan çıkıp kâfir olmasına sebep olabilecek
hususları dinimiz açıkça belirtmiştir. Bir müslümanın dinden çıkıp
kâfir olabilmesi için Allah’ı inkâr etmesi veya Allah’a herhangi bir
şekilde ortak koşması, iman esaslarından, İslamın şartlarından birini açıkça reddetmesi lazımdır. Bir müslüman, büyük günahlardan
sayılan bir günahı işlese de yaptığı işi mubah saymadıkça yani günah olduğunu inkâr etmedikçe ona kâfir diyemeyiz. Dersek hata
etmiş oluruz.
Hiç unutmamamız gereken bir hadisi nakledelim: Buhari ve
Müslim de İbn-i Ömer ( ra ) dan rivayet edilen bir hadiste İslam
Dinin Peygamberi şöyle buyurmuştur:
-“Bir adam müslüman kardeşine: “Ya kâfir” derse, bu söz
ikisinden birine ait olur. Eğer kendisine kâfir denilen kimse gerçekten kâfir ise, bu söz yerini bulmuş olur. Aksi halde bu söz, onu söyleyene döner.”
f)Müslüman Müslümanla Çekişmez:
512
Allah’ı bir, kitabı bir, Peygamberi bir Müslümanlar arasına,
imanları zayıfladığı ölçüde menfaat, kin ve düşmanlık girmiş, birbirlerine karşı bağları zayıflamış ve Allah’ın emirlerinden kopmuşlardır. Allah’ın düşmanları unutulmuş, başka hiçbir mesele kalmamış gibi müslüman müslümanla uğraşmaya başlamıştır.
Müslümanın müslümanla uğraşması, müslümanla dalaşması
helal olmaz. Rabbimiz Kur’an da: “Toptan Allah’ın ipine sarılınız
ve ayrılmayınız” ( Al-i İmran Suresi:103 ) buyurarak Müslümanların bölünüp parçalanmamaları, fırka fırka olmamaları için ikazda
bulunmuştur.
Peygamberimiz de çekişmenin, didişmenin sonunda Müslümanların huzurlarının kaçmaması ve düşman eline düşmemeleri
için şöyle buyurmuştur.
-“Haklı da olsa çekişmeyi terk eden kimseye cennette bir
köşk verilmesine kefilim, şaka da olsa yalan söylemeyene ve ahlakı
güzel olana cennette bir makam verilmesinde kefilim.”
-“Din kardeşinle çekişme, hoşuna gitmeyecek şakada bulunma, söz verip yerine getirmemezlik etme” Peygamberimizin bu
emrine göre haklı da olsa haksız da olsa müslüman müslümanla
çekişmeyecek, yalan söylemeyecek, söz verdiği zaman sözünü yerine getirecektir.
Allah’ın emrine göre müslümanlar birbirleriyle aralarını açmayacaktır. Araları açılan Müslümanların araları bulunup düzeltilecektir. Müslümanların birbirlerine düşmelerine sebep olacak davranışlardan kaçınılacaktır. Buhari’nin naklettiğine göre Peygamberimiz: “Kim yanında ok bulunduğu halde mescidimizden veya Pazar yerinde bir yere uğrarsa, Müslümanlardan birine zarar vermemek için eliyle silahını tutsun” buyurarak bir insanın başkalarına
korku ve zarar vermesini men etmiştir.
Dinimizde müslümana eziyet vermek, müslümanla çekişmek
veya onu öldürmek, kesin olarak yasaklanmıştır. Rabbimiz: “Kim
bir müslümanı kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azap hazırlamıştır. ( Nisa Suresi:93 ) Buyurarak bir müslümanın canını kasteden kimsenin acıklı bir azaba uğrayacağını haber vermiştir.
513
Allah’ın Rasulü de: “Müslümana sövmek fısk, onunla kıtal
etmek küfürdür”
-“Her kim Müslümanlara silah çekip savaşırsa, artık o bizden
değildir.” Buyurarak o kimsenin Muhammed Ümmetinden olmayacağını bildirmiştir. Cerir ( ra ) şöyle demiştir: “Peygamber ( sav )
veda haccında bana: “Kalk halkı sustur da beni dinlesinler” diye
emretti. Ve sonra şöyle buyurdu: “Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere benzemeyiniz.”
Veda haccından sonra Uhud Harbinde şehit düşenlerin cenaze
namazı kılınmamıştı. Peygamberimiz dönüşte şehitleri ziyaret etti.
Duadan sonra şunları söyledi:
-“Sizin bir daha putperestliğe dönmenizden endişe etmiyorum. Kaygılandığım şey: sizin dünya endişesi ile servete dalarak
birbirinizin kanını dökmenizdir. İşte o zaman siz de, sizden evvelki
milletler gibi mahvolursunuz.”
Bir gün Peygamber Efendimiz: “İki müslüman kılıçları ile
karşılaşırlarsa, öldürende ölen de cehennemdedir” buyurmuş, orada
bulunanlar:
-Ey Allah’ın Elçisi, öldürenin durumu belli, ölene ne oluyor?
-Katil onu öldürmese, maktul onu öldürecekti” cevabını
vermiştir.
Bugüne kadar müslümanlar bir birlik oluşturamadıklarından,
parti, mezhep, tarikat ayrılıklarından faydalanılarak birbirine düşürmüşlerdir. Unutulmamalıdır ki, Müslümanların parçalanarak
birbirleriyle çekişmeleri halinde hiçbiri galip olmaz ve hiçbir meseleleri hallolmaz. Kendilerine emreden hâkim olan efendiler edinmiş
olurlar.
Bir iş İslam’ın esaslarına uymuyor ve Allah’ın rızasına ters
düşüyorsa, o işin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Biri mi? İşte:
“Ancak sadaka vermeyi, Yahudilik yapmayı ve insanların arasını
düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının
çoğunda hayır yoktur. Bunları Allah’ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz.” ( Nisa Suresi:114 )
Tarikat ayrılıkları, mezhep farklılıkları, görüş ve izah tarzındaki farklılıklar müslümanlar arasında çekişme ve sürtüşmelere
514
neden olmamalıdır. Bayram namazı kılan bir kimseyi bağrımıza
basacağımız bir dönemde yaşıyoruz. Tarih boyunca mücadele,
imanla küfür arasında olmuştur. Günümüzde de durum aynıdır. “La
ilahe illallah” deyip, bayram namazı kılan kimseye dil uzatmak
lanetlemek doğru olmaz. Peygamberimiz: “Camide gördüğünüz
kimsenin iyiliğine şahadet ediniz” buyurmamış mıdır?
Müslüman için gaye Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır.
Vazifesi de toparlayıcı, birleştirici olmalıdır. Müslümanları karalamak, bazılarına “kardeşim” derken bazılarına “kâfir” demek, iftira
ve çamur atmak, müslümanın yapacağı bir iş olamaz. Eğer kişinin
ameli noksansa bu kendinedir. Ve o kişi terke değil tebliğe muhtaçtır.
Tarikatlar, Kur’an ve Sünnetin ihtiyacı karşılamadığı için
doğmamıştır. Tarikatların doğuşu bunalım devrelerine rastlar. Dini
baskılar, dini eğitim ve öğretimin aksaması bunalımlara sebep olmuştur. Aynı zamanda tarikatların doğmasına, yayılmasına zemin
hazırlamıştır. Diğer bir neden de istilalar ve insanların iyi yönetilmemesi kişileri bazı insanların etrafında toplanmaya zorlamıştır.
Aslında tarikatların bazıları kitap ve sünnette bağlı olarak doğmuş,
insanlar arasında sevgi saygı gibi bağların kuvvetlenmesi konusunda büyük rol oynamıştır. Gel bugün gör ki durum böyle değildir.
Her dinde mezhep ve tarikatlar vardır. Bizdeki dört mezhebin
dördü de haktır. Hiçbiri İslam’ın temel prensiplerine aykırı değildir.
Aralarında izah tarzından başka ayrılık yoktur.
Kitap ve Sünnete ters düşmeyen, İslam’ın temel prensiplerine
uygun hiçbir tarikat küçümsenemez. Sapık düşünce ve görüş telkin
etmeyen tarikatlar, bunalım dönemlerinde ortaya çıkıp Müslüman
Türk’ün hayatında mühim boşluklar doldurmuş ve önemli hizmetler görmüştür. Bunların her birinin dinin bir yönüne daha çok önem
verdiği düşünülmelidir. Bunun için ayrı ayrı tarikatlara bağlı ve
gayeleri ilahi rıza olan Müslümanların birbirleriyle çekişmesi son
derece anlamsızdır. Müslümanım deyip de çekişen kimselerin İslam’ın ve Müslümanlığın ne demek olduğunu bilmeyen kimseler
olduğu bir gerçektir.
515
Müslümanın düşmanı, Allah bir, Rasül Hak diyen, namaz kılan, oruç tutan kimse değildir. Allah’ın Rasulünün örnek hayatına
bakacak olursak, Ehl-i Kitapla bile küfre karşı ittifak etmiştir. Birbirine düşman kabileler arasında uzlaştırıcı bir tutum izlemiştir.
Kimseye hırçın davranmamış, İslam’ın emrettiği müsamaha ile bir
yol takip ederek, İslam’a giriş ve dönüş kapılarını kapatmamıştır.
Her vesileyle tebliğ görevini yerine getirerek Müslümanlara örnek
olmuştur.
g)Örnek İslam Kardeşliği:
İslam Dininin sevgili Peygamberi bir yandan insanları Allah’ın varlığına, birliğine çağırırken diğer yandan da bu iman etrafında toplanan, ırkları, dilleri, renkleri ayrı olan Müslümanları “Din
Kardeşliği” adı ile birleştirip, kaynaştırmış, cahiliye toplumundan
beraber ağlayan, beraber gülen, ellerindeki lokmayı paylaşan Ashap topluluğunu oluşturmuştur.
İslam Peygamberinin meydana getirdiği kardeşlik, öz kardeşliği geride bırakan; Habeşli Köle ile Kureyşli Asilzadeyi kucaklaştıran bir kardeşlik olmuştur. Cahiliye devrinin yerleştirip kökleştirdiği kini, düşmanlığı, kan davalarına unutan müslümanlar, Allah’ın
rızası uğruna kardeş olmuşlar ve İslam tarihinin altın sayfalarını
dolduran fedakârlık örnekleri vermişlerdir.
Yermük savaşından sonraydı. Savaş meydanı şehitler ve yaralılarla doluydu. Huzeyfe, amcaoğlunu bulmak, şayet ölmemişse
biraz su vermek istiyordu. Dolaşmaya başladı. Sonrasını şöyle anlatır:
“Onu bulduğum zaman, henüz ölmemişti. Suyu gösterdim,
gözleriyle işaret etti. Suyu ona uzattığım anda arkadan bir inilti…
Suyu kabul etmedi ona götürmemi istedi. Koştum inleyen Hişam’dı. Ve son anlarını yaşıyordu. Suyu ona verirken arkadan su
diye inleyen başka bir ses. Hişam suyu almadı ona götürmemi istedi. İniltinin geldiği yere koştum. Ne yazık ki, ben varmadan ölmüştü. Geri döndüm Hişam’a ileteyim dedim, oda ruhunu teslim etmişti. Amcamın oğluna koştum, ama ne yazık ki, onu da ölmüş buldum. Elimdeki su ile kalakaldım.”
516
Ashaptan Ebu Zer ( ra ) Bilal-i Habeşi’yi siyah bir kadının
oğlu diyerek kınamıştı. İslam kardeşliği adına çok üzülen Bilal’in
durumunu Peygamberimiz öğrenince İslam kardeşliğinin ruhuna
uymayan bu davranıştan dolayı Ebu Zer’e:
-Sen öyle bir adamsın ki, sende henüz cahiliye devri kalıntısı
var. Bilal’i annesiyle mi ayıplıyorsun?
Bunun üzerine Ebu Zer, H.z Bilal’e gelip bir yanağını yere
koyarak ağlamış, özür dileyip, “ayağını yüzüme koymazsan başımı
yerden kaldırmayacağım” demiştir.
Mekkeli müşriklerin zulmünden bıkarak mallarını, mülklerini
bırakıp Medine’ye göç eden Muhacirlerle, Medine de oturan kendilerine “Ensar” denilen müslümanlar, tarihte eşine rastlanmayan bir
kardeşlik kurmuşlardır.
Mekke’den hiçbir şeysiz göç eden müslümanlar, Medineli
Müslümanları yardımcı olarak karşılarında buldular. İmanlarının
gereği Ensar, kendilerine sığınan kardeşlerini, sıkıntılarıyla baş
başa bırakmadı. Allah için göç eden kardeşlerini Allah için kucak
açtılar. Her Ensar bir Muhaciri kardeş edindi. Bu kardeşlik, soy ve
kan kardeşliğinden daha kuvvetli idi. Muhacirleri evlerine aldılar.
İşlerine, mallarına ortak ettiler. Öyle kardeş oldular ki, mirasa bile
girdiler.
Allah’ın Elçisi, Bahreyn’deki mahsulü paylaştırmak için Ensar’ı çağırmıştı da onlar: “Bir o kadar da muhacir kardeşlerimize
vermedikçe bize verdiğini almayız” dediler. Muhacirlere de kendilerine verilen kadar verilmedikçe almadılar.
Medine’deki Yahudiler ve münafıklar, bu kardeşlikten doğan
birliği ve gücü asla tahammül edemiyorlardı. Müslümanların arasına fitne sokmak için çok çalıştılar. Fakat muvaffak olamadılar.
Münafıklardan Abdullah İbn-i Übey, Ensarla Muhacirin arasını açmak istemişti. Peygamberimiz çok üzüldü orada bulunan Hz.
Ömer münafığın kafasını uçurmak için izin istedi. Peygamberimiz
müsaade etmedi. Münafığın oğlu samimi müslümandı. Babasının
bu hareketinden çok müteessir olmuştu.
Peygamberimize:
-“Ey Allah’ın Elçisi, eğer babam öldürülecekse, müsaade
edin onu kendi elimle öldüreyim. Onu başkası öldürürse, bu yüzden
din kardeşime kin duyabilirim. Müslümana kin duyacağıma bir
münafığı öldüreyim” dedi. Peygamberimiz ona izin vermedi.
517
Ey fırka fırka ayrılmış, kurtuluşu yalnız kendi fırkasında gören, ancak kendi fırkasındakilere “kardeşim” diyen müslüman, fırkalara ayrılmak İslam’ın ölçülerine uymuyor. İslamiyet Vahdet
dinidir.
h)Allah’ın Düşmanları Güçlü Bir İslam Birliği İstemez:
Tarih boyunca Allah’ın dinine ve Müslümanlara düşman
olan İslam’ın karşısındaki ideolojilere mensup olan kimseler, Müslümanların gücünü kırıp, onları köleleştirmek için yer ve zamanın
şartlarına göre imha planları hazırlamışlardır. Düşman, bugün de
aynı düşmandır. Düşmanlık günümüzde de acımasız bir şekilde
devam etmektedir.
Allah’a ve Rasülüne kusursuz itaat eden ilk müslümanlar arasına fitne ateşini sokmayan beynel-milel Yahudilik, “şehir şehre,
kardeş kardeşe karşı dövüşecektir” idealini gerçekleştirmek için
fırsat kollamaktadır. Muaviye ( ra ) ile Hz. Ali ( ra ) yi karşı karşıya
getiren, cihan imparatorluğu parçalayan, İslam ülkelerini birbirine
düşüren fitne, uyumamıştır. Hiçbir dönemde İslam kardeşliğini
müsaade etmemiştir. İslam âlemini uydurma sebeplerle parçalamıştır. 1. Dünya savaşı sırasında İngilizler, müslüman olmuş, hidayete
ermiş görünümüyle Arapların arasına girerek, onları bize karşı kışkırtmışlar, bizden koparmışlar hatta Müslüman Türklere karşı silah
çekmişlerdir.
Müslümanların güç oluşturmasından korkan düşman, değişik
ve sinsice faaliyetini sürdürmektedir. İdeolojilerin, dinlerin hâkimiyet savaşı verdiği günümüzde insanımızın, başta bölücülük ihanetiyle karşı karşıya bulunduğu unutulmamalıdır.
Cenab-ı Allah Kur’an da: “İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık,
fitne ve büyük bozgun çıkar” ( Enfal Suresi:73 ) buyurarak Müslümanların uyanık olmaları gerektiğini belirtmiştir. Tarih boyunca
birçok milletle kurduğumuz çok yönlü ilişki ve tek taraflı samimiyet fazla işe yaramamıştır.
ı) Ne Zaman Uyanacağız?
Tarihten ders alarak uyanmalıyız. Uyanmazsak ne olur? Bunun cevabı Kur’an da şöyle verilmiştir: “Öyle bir fitneden sakınınız
ki, içinizden yalnız zulmedenlere isabet etmez ve biliniz ki, Allah’ın cezası şiddetlidir.” ( Enfal Suresi:25 )
518
Camilere giremediğimiz, evlerimizde oturamadığımız, sokaklarda yürüyemediğimiz, inancımızı yapamadığımız, yaşayamadığımız zaman mı uyanacağız? Ne zaman birleşeceğiz? Küfür ordusu
son saldırısına geçince mi bir araya geleceğiz? Unutmayalım ki o
zaman çok geç kalmış olacağız. Daha evvel uyanmazsak bela
umumi olacak, kurtuluş yolu da kalmayacaktır. Onun için uyaralım,
uyandıralım.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Bir topluluk gemiye bindiler, gemiyi paylaştılar. Herkes
payına düşen yere yerleşti. Bunlardan birisi, bulunduğu yeri balta
ile delmeye başladı. Diğerleri ne yapıyorsun? Dediler. Ne karışıyorsunuz, benim yerim değil mi? İstediğimi yaparım, cevabını verdi. Eğer şimdi onu gemiyi delmekten men ederlerse, kendileri de, o
adam da kurtulur. Eğer kendi haline bırakırlarsa hem o, hem de
kendileri helak olurlar.”
Müslümanım diyenlere Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve Rasülüne itaat ediniz. Birbirinizle uğraşmayınız,
yoksa korkaklaşır ve kuvvetten düşersiniz ( devletiniz elden gider
)” ( Enfal Suresi:46 )
Gerçek Müminler de: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi
helak eder misin Allah’ım!” derler.
Son zamandaki afat ve felaketlerin sebebi zaaflarımızdır. Ayrılık gayrılık ise samimi müslüman olmayışımızdandır. İttifak edilecek yerde ihtilafın sebebi ise gurup taassubundandır.
Rabbim, birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi bozmak
isteyenlere karşı bize uyanıklık ver. İslam ve müslüman düşmanlarına fırsat verme.
519
520
521
522
523
1
2
524
3
525
526
4
527
5
528
Download