T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ EKONOMETRİ ANABİLİM DALI CARİ İŞLEMLER AÇIKLARI VE MAKRO EKONOMİK FAKTÖRLER: TÜRKİYE ÜZERİNE AMPİRİK BİR ANALİZ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Ebru BAŞBOLAT Tez Danışmanı Doç. Dr. Alparslan AKÇORAOĞLU Ankara-2010 ÖNSÖZ Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme açısından tartışılmakta olan konuların başında cari işlemler dengesi gelmektedir. Türkiye’de de yıllardır süregelen ve son yıllarda ülke ekonomisinin temel problemi olarak ortaya çıkan bir cari işlemler açığı söz konusudur. Bu çalışmada Türkiye’de ekonomisinde cari açık inceleme konusu yapılmıştır. İktisatta, her konuda olduğu gibi, cari açık konusunda da farklı değerlendirmeler ve görüşler vardır. Burada Türkiye’nin yakın geçmişteki cari açıkları, ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri, cari işlemler dengesine ilişkin farklı yaklaşımlar, cari işlemler dengesi sorununa yönelik çözüm yolları farklı bakış açılarından ve diğer ekonomik göstergelerin cari açıkla ilişkisini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Türkiye’nin cari işlemler açığı yıllara bağlı olarak giderek artan boyutlara ulaşmakta ve kaygı vermektedir. Yapılan incelemeler ve elde edilen veriler dikkate alındığında temel önlemlerin geç kalınmadan alınması ve makroekonomik yapısal programların acil olarak uygulanması gerekmektedir. Çalışmalarım sırasında çalışmalarımı yönlendiren, bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım, büyük desteğini gördüğüm danışman hocam Doç. Dr. Alparslan AKÇORAOĞLU’na ve hayatımın her aşamasında sevgi ve desteklerini benden esirgemeyen, bana inana ve güvenen sevgili aileme, Sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. ii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ........................................................................................................... i İÇİNDEKİLER ................................................................................................ ii KISALTMALAR ............................................................................................. v TABLOLAR DİZİNİ....................................................................................... vi ŞEKİL VE GRAFİKLER DİZİNİ ................................................................... vii GİRİŞ ............................................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM ÖDEMELER DENGESİ KAVRAMI VE TÜRKİYE UYGULAMASI 1.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU VE YAPISI ................................................... 4 1.1.1. Ödemeler Bilançosunun Ana Hesapları............................................ 6 1.1.1.1. Cari İşlemler Hesabı ................................................................. 7 1.1.1.2. Sermaye Hesabı ....................................................................... 9 1.1.1.3. Finans Hesapları....................................................................... 9 1.1.1.4. Rezerv varlıklar ........................................................................ 11 1.1.1.5. Net Hata ve Noksan................................................................ 12 1.2. CARİ İŞLEMLER HESABINA FARKLI YAKLAŞIMLAR ..................... 13 1.2.1. Esneklikler Yaklaşımı ..................................................................... 14 1.2.2. Toplam Harcama Yaklaşımı .......................................................... 19 1.2.3. Parasalcı Yaklaşım........................................................................ 21 1.2.4. Dönemlerarası Yaklaşım ............................................................... 24 1.3. CARİ İŞLEMLER DENGESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER .............. 30 1.3.1. Dış Ticaret Hadleri........................................................................ 31 1.3.2. Mali Politikalar ................................................................................ 35 3.2.1. Varsayılmış Davranışlara Dayalı Modeller .................................. 38 1.3.2.2. Optimize Edici Davranışlara Dayalı Modeller ........................... 41 1.3.3. Döviz Kuru..................................................................................... 43 1.3.3.1. İç Ticaret Hadleri ve Servet Etkileri ......................................... 49 iii İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNDE CARİ İŞLEMLER DENGESİ 2.1. 1990- 2008 Döneminde Cari İşlemler Dengesi .................................. 50 2.2. Türkiye Ekonomisinde Cari İşlemler Dengesi Sorununu Yaratan Etkenler....................................................................................................... 60 2.3. Türkiye Ekonomisinde Cari İşlemler Dengesi Sorununa Yönelik Çözüm Yolları ............................................................................................. 66 ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM EKONOMETRİK MODEL VE UYGULAMASI 3.1. Cari Dengenin Belirleyicileri Üzerine Ampirik Çalışmalar .............. 72 3.2.1. Ampirik Çalışmaların Sonuçları ...................................................... 76 3.2.1.1. Bir Dönem Önceki Cari Açık .................................................... 76 3.2.1.2. Ülke Bazlı Verimlilik Değişiklikleri................................................... 77 3.2.1.3. Global Verimlilik Değişiklikleri .................................................. 79 3.2.1.4. Yurtiçi Üretim (GSYH) Artışı (Büyüme Oranı) .......................... 79 3.2.1.5. Tasarruf ................................................................................... 79 3.2.1.6. Yatırım ..................................................................................... 81 3.2.1.6. Reel Faiz Oranı........................................................................ 82 3.2.1.8. Bütçe Açığı .............................................................................. 83 3.2.1.9. Kamu Harcamalarındaki Değişiklikler ...................................... 83 3.2.1.10. Dışa Açıklık Oranı .................................................................. 84 3.2.1.11. Reel Döviz Kuru ..................................................................... 85 3.2.1.12. Dış Ticaret Hadleri ................................................................. 86 3.2.1.13. Döviz Kontrolleri..................................................................... 87 3.2.1.14. Enerji (Petrol) Fiyatları ........................................................... 87 3.2.1.15. Gelişmiş Ülkeler Büyüme Oranı ............................................. 88 3.2.1.16. Dünya Reel Faiz Oranı (Dış Borç GSMH Oranı).................... 89 iv 3.3. Türkiye için Cari Açığın Belirleyicilerinin Modellenmesi ................. 90 3.3.1. Türkiye’nin Cari Dengesi Üzerine Bazı Ampirik Çalışmalar ............ 90 3.3.2. Modelin Tanımlanması ve Kurulması ............................................. 93 3.3.2.1. Ekonometrik Modelin Sonuçları ve Yorumlanması .................. 98 SONUÇ ...................................................................................................... 114 KAYNAKÇA .............................................................................................. 121 ÖZET ......................................................................................................... 128 ABSTRACT ............................................................................................... 130 v KISALTMALAR CA Cari İşlemler/GSYİH oranı DK Döviz Kuru DT Dış Ticaret Hadleri GSMH Gayri safi Milli Hasıla GSYİH Gayri safi Yurtiçi Hasıla İMF Uluslar arası Para Fonu NDA Net İç Varlık NFA Net Dış Varlık NHN Net Hata Noksan PF Petrol Fiyatı SDR Özel Çekme Hakkı TCMB Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu TEFE Toptan Eşya Fiyatları Endeksi ÜFE Üretici Fiyatları Endeksi vi TABLOLAR DİZİNİ Tablo 3.1. Cari Açığın Belirleyicileri ......................................................... 55 Tablo 3.2 Birim Kök Testi Sonuçları ........................................................ 78 Tablo 3.3 Birim Kök Testi Sonuçları........................................................ 78 Tablo 3.4 VAR Modelinde Uygun Gecikme Uzunluğunun Seçimi ........... 81 Tablo 3.5 Johansen Eşbütünleşme Testi Sonuçları ................................. 81 Tablo 3.6 Hata Düzeltme Modeli Sonuçları ............................................. 82 Tablo 3.7 Granger Nedensellik Testi Sonuçları........................................ 84 Tablo 3.8 VAR Modeli İçin Gecikme Uzunluğu AIC ve SBC Sonuçları .... 86 Tablo 3.9 VAR Modeli Sonuçları .............................................................. 87 vii ŞEKİL VE GRAFİKLER DİZİNİ Grafik 3.1 I. Sıra Fark Alınmış Serilerin Grafikleri ....................................79 Şekil 3.1 Granger Nedensellik Akış Diyagramı .....................................85 Grafik 3.2 Etki-Tepki Sonuçları ...............................................................88 GİRİŞ İktisadi teorinin gelişimi ile birlikte ödemeler dengesi konusu her zaman iktisat bilimi içerisinde kendisine tartışılacak bir yer bulmuştur. Özellikle 1980’li yılların ardından dünya ekonomisinde yaşanan gelişmelerle birlikte ödemeler dengesi konusu daha çok tartışılmaya başlanmıştır. Gerek ülkeler bazında uygulanan döviz kuru rejimlerinin farklılaşmaya başlaması, sermaye hareketlerinin liberalleşip kambiyo kontrollerinin kaldırılması, gerek gelişen teknolojik gelişmeler ve küreselleşme olgusuyla birlikte uluslar arası sermaye hareketlerindeki akışkanlığın artması ve uluslar arası sermaye hareketlerinde vadelerin kısalmasıyla birlikte, özellikle 1990’lı yıllar gelişmekte olan ülkelerde yaşanan krizleri ( 1994 Meksika ve Türkiye, 1997 Asya, 1998 Rusya, 2000/2001 Türkiye ve Arjantin, 2001 Brezilya krizleri ) ödemeler dengesi ve bu kavramları daha çok tartışmaya açmıştır. 1980’li yıllar öncesinde yaşanan krizlerden farklı olarak yeni gelişen dönemde ülkeler daha önce yaşadıkları krizlerden daha farklı dinamiklerle karşılaştılar. Örneğin, daha önceki dönemlerde gelişebilecek herhangi bir krize karşı aldıkları önlemin artık yetersiz kaldığını, uluslar arası mal ticaretinin finansmanından kopmuş sermaye girişlerinin ulusal ekonomideki kırılganlığı arttırdığını ve daha da önemlisi dünyanın herhangi bir yerindeki ülkede çıkan krizin kendilerini olumsuz etkilendiğini görmeye başladılar. Uluslar arası para piyasalarında haftalık vadelerle dönen borç alacak ilişkisine bağlı işlem hacminin artık trilyon dolarla ifade edilmeye başlaması ve gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyinin giderek açılması sonucunda akademik çevrelerin yanı sıra uluslar arası finansal kuruluşlar ve ulusal politika yapıcıları da gelişmekte olan ülkelerde cari işlemler dengesindeki açıklar hakkındaki tartışmalara kendi yaptıkları araştırmalarla dahil olmuşlardır. Türkiye ekonomisinde cari işlemler dengesi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelendiğinde diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi cari işlemler dengesi açıkları ile ekonomik büyüme arasındaki aynı yönlü ilişki dikkati çekmektedir. Türkiye’de cari işlemler dengesi açık verdiği zaman 2 ekonomi büyümektedir. Bununla birlikte cari işlemler dengesi az da olsa fazla verdiği zaman ya ekonominin büyüme hızı yavaşlamakta ya da ekonomi küçülmektedir. Diğer bir ifadeyle ekonomik büyümenin gerçekleşebilmesi için ihtiyaç duyulan dış kaynak sağlandığında, bu durum cari işlemler dengesi açığı olarak kendini göstermektedir. 1980 sonrasındaki gelişmeler dikkate alındığında 1992 yılına kadar Türkiye’de cari işlemler açığı küçük miktarlar arasında salınmaktadır. Ancak 1992 yılından sonra hem cari işlemler dengesinin büyüme hızı artmaya başlamıştır hem de salının daha yüksek boyutlara ulaşmıştır. Bunlara bağlı olarak milli gelirdeki büyüme daralma salınmaları da artmıştır.1994 ve 2000-2001 yıllarında cari işlemler dengesi sorunları nedeniyle ekonomik daralmalar yaşanmıştır. Türkiye’de cari işlemler açığı üzerine hazırlanan tez üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde ödemeler bilançosu başlığı altında, ödemeler bilançosunun yapısı ve ödemeler bilançosu hesapları dikkate alınacaktır. Bu bölümde öncelikle ödemeler bilançosunun ana hesapları olan cari işlemler ve sermaye hesapları ile net hata noksan ve rezerv kalemleri açıklandıktan sonra ödemeler bilançosunun yapısı ve alt kalemleri tanımlanacaktır. Burada aynı zamanda cari işlemler dengesi ve cari işlemler dengesini etkileyen faktörler ortaya konarak, cari işlemler dengesinin bu faktörler karşısındaki davranışları tartışılmakta konuyla ilgili olarak Türkiye’deki uygulama ve veri kaynakları incelenecektir. Cari işlemler dengesi dengesizliklerinin farklı tanımlama ve ölçümleri açıklandıktan sonra tarihsel gelişim sırasına göre cari işlemler dengesi üzerine geliştirilen yaklaşımlar ve temel özellikleri incelenmektedir. İkinci bölümde, Türkiye ekonomisinde cari işlemler dengesi başlığı altında, 1990-2008 döneminde cari işlemler dengesi, Türkiye ekonomisinde cari işlemler dengesi sorununu yaratan etkenler ve çözüm yoları incelenmektedir. Üçüncü ve son bölümde, ekonomik model ve uygulaması başlığı altında, cari açığın belirleyicilerine ilişkin geniş literatür taraması ve bunların teorik ve ampirik sonuçlarının tablolaştırılması ile başlanacaktır. Aynı 3 bölümde, ekonometrik model ve uygulama kısmı olarak Türkiye’nin cari açığı üzerine yapısal ekonometrik model tahmini yer alacaktır. Ayrıca modelin teorik yapısı ve bileşenlerinin çıkarımı ve özet kısımları sunulacaktır. VAR modeli ve etki-tepki fonksiyonları yardımıyla Türkiye’de cari açığın belirleyicilerinin dinamik analizi yine bu bölümde incelenecektir. Yapısal ekonomik modelleri ile etki-tepki çalışmanın özeti ve önerilere ayrılmıştır. analizinin karşılaştırılması, 4 BİRİNCİ BÖLÜM ÖDEMELER DENGESİ KAVRAMI VE TÜRKİYE UYGULAMASI 1.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU VE YAPISI Ödemeler dengesi, geniş anlamıyla bir ekonomide yerleşik kişilerin (Merkezi hükümet, parasal otorite, bankalar, gerçek ve tüzel kişiler), diğer ekonomilerle de yerleşik kişiler (yurt dışında yerleşikler ) ile belli bir dönem içinde yapmış oldukları ekonomik işlemlerin sistematik kayıtlarını elde etmek üzere hazırlanan istatistiki bir rapordur. Ekonomik işlemler, mal, hizmet ve gelirlerle ilgili işlemleri, finansal varlık ve yükümlülüklerle ilgili işlemleri bir ekonomide yerleşik kişilerden diğer bir ekonomide yerleşik kişilere karşılıksız olarak reel ya da finansal kaynakların sağladığı transferi kapsar. Ödemeler dengesi tanımında iki temel kavram bulunmaktadır. Bunlar ekonomi ve yerleşiktir. Ekonomi, sözcüğü bir hükümet tarafından idare edilen coğrafi bölgeyi ifade ederken, yerleşikler, deyimi ile bir ekonomide bir yıldan fazla süre ile devamlı ve düzenli olarak ikamet eden o ekonomi içerisinde faaliyette olan kurum ve kişileri ifade eder. Ödemeler dengesi ya da bilançosu bir ülkenin mal, hizmet, sermaye akımları gibi dış ekonomik ve mali işlemlerini gösteren rapordur. Bilanço, bir ülkenin dış dünyadan sağladığı gelirler ile dışarıya yaptığı ödemeler arasındaki dengeyi ortaya koyar. Bir ülkenin ödemeler bilançosundaki denge ya da dengesizlik, o ülkenin uluslararası ödeme gücündeki iyileşme ya da bozulmaları yansıtır, dolayısı ile de çoğu kez o ülkenin uluslararası alandaki ekonomik ve mali itibarının bir göstergesi olarak yorumlanır (Seyidoğlu, 2000: 42). Ödemeler bilançosunun açık ya da fazla vermesi, ülkenin milli gelir seviyesi, istihdam düzeyi, kalkınma hızı, enflasyon oranı, döviz kurları, ücret artışları gibi ekonomik değişkenleri üzerinde önemli etkiler doğurur. Dolayısı 5 ile ülkenin dış ekonomik ilişkilerinin sağlıklı bir yolda olup olmadığının belirlenmesi, bir sorun varsa gerekli önlemlerin zamanında alınması ve politika düzenlemelerin yapılması için ödemeler bilançosu istatistiklerinin sürekli olarak izlenmesi gerekir (Seyidoğlu, 2001: 68). Ödemeler bilançosu üç ana hesaptan meydana gelmektedir. Mal ve hizmet hareketlerinin kaydedildiği cari işlemler hesabı, sermaye hareketlerinin kaydedildiği sermaye hareketleri hesabı ve merkez bankasının döviz piyasalarına yaptığı müdahaleler sonrası ülkenin uluslararası resmi rezervlerinde ortaya çıkan hareketlerin izlendiği resmi rezervler hesabı. Ödemeler dengesi raporunda : I) Bir ekonomi ile dünyanın geri kalan kısmı arasında gerçekleşen mal, hizmet ve gelir ile ilgili işlemler II) Mülkiyet değişiklikleri, ülkenin elinde bulunan altın, özel çekme hakları (SDR) ve dünyanın geri kalan kısmına karşı sahip olunan hak ve yükümlülüklerdeki diğer değişiklikler III) Karşılıksız transferler IV) Muhasebe açısından yukarıda sözü edilen işlem ve değişiklikler ile ilgili olarak yapılan kayıtlar arasında dengeyi sağlamak için gereken karşılık kayıtlarını gösteren istatistiklere yer verilir. Ödemler bilançosunda yer alan kayıtlar genellikle bir yıllıktır. Bir yıl gibi belirli bir dönem içerisinde gerçekleşen işlemleri göstermesi bunun bir stok değil akım kavram olmasını ifade eder. Yani ödemeler bilançosu varlık ya da yükümlülüklerin tutarını değil, bunlarda meydana gelen değişmeleri gösterir. Bu bakımdan aslında ödemeler bilançosu denen kavram işletmelerin bilançolarına değil, kar-zarar hesaplarına benzer (Seyidoğlu, 2001: 71). Ödemeler bilançosunun en temel özelliği işlemlerin karşılıklı olarak kaydedilmesidir. Bu kayıtlardan birisinin alacak kaydı olduğu düşünülür ve pozitif işaret verilirken, diğerinin borç kaydı olduğu düşünülür ve negatif işaret verilir. Rapordaki tüm kayıtların bakiyesi sıfırdır. Ödemeler bilançosunda uluslararası ekonomik işlemler yer alır. Bu işlemlerin bir kısmı geleneksel olarak ekonomik işlemlerin içerisinde yer alan mal ve hizmet ticareti biçiminde gerçekleşe bileceği gibi bir kısmında 6 günümüzde önemi giderek artan sermaye hareketleri biçiminde gerçekleşmektedir. Ödemeler bilançosuna kaydedilen işlemler otonom ve dengeleyici işlemler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Cari işlemler ve sermaye hareketleri hesaplarında işlemler bilançoya otonom olarak kaydedilir. Bunun yapılış nedeni bilançoda dengenin sağlanması değildir, yani bunlar ödemeler dengesinde açık ya da fazla doğuran asıl işlemlerdir (Seyidoğlu,2001: 72). Buna karşılık resmi rezervler hesabı söz konusu otonom işlemler arasında meydana gelen dengesizlikleri ortadan kaldıran bir denkleştirici mekanizma göstermektedir. Bu denkleştiricinin çalışması otonom işlemlere bağlıdır ve merkez bankasının döviz piyasasına müdahalesi biçiminde gerçekleşir. Bir diğer denkleştirici ise istatistiki farklar ya da net hata noksan kalemi diye nitelendirilen tek hesaptır. 1.1.1. Ödemeler Bilançosunun Ana Hesapları Ödemeler dengesi başlıca iki bölümden oluşur: Cari denge ve sermaye hesabı. Cari denge şu şekilde formüle edilebilir: Cari Denge = Mal Dengesi + Hizmetler Dengesi + Yatırım Gelirleri Dengesi + Cari Transferler. Bu toplamın sonucu artı ise cari denge fazlası, eksi ise cari denge açığı söz konusudur (Eğilmez, 2006: 12). Ödemeler dengesinin ikinci kalemi olan sermaye hesapları dengesi ise yabancıların ülkeye yolladıkları doğrudan sermaye yatırımları (şirket almak ya da yeni işletmeler kurmak için yolladıkları paralar) veya yolladıkları portföy yatırımları (hisse senedi, tahvil vb. Almak amacıyla yolladıkları paralar) ve benzeri döviz girişlerinden oluşur. Dikkat edilecek olursa cari dengenin alt dengelerinden birisi olan yatırım gelirleri dengesinde ise bu sermayeden elde edilen faiz, kar gibi gelirler yer alır. Sermaye hesabı, cari dengenin finansmanını sağlayan bölümdür. Eğer cari denge açık veriyorsa sermaye hesabı bunu dengelemek üzere fazla verir, eğer cari denge fazla veriyorsa sermaye hesabı eksi sonuç verir. Bir 7 başka ifade ile eğer ekonomi cari işlemler açığı veriyorsa bunu kapatmasının yolu dışardan sermaye girişi sağlamaktır. 1.1.1.1. Cari İşlemler Hesabı Ödemeler bilançosu içerisinde en fazla öneme sahip olan ana hesap cari işlemler hesabıdır. Bu hesapta ülkenin mal ve hizmet ihracı ile ithali yer almaktadır. Bunun yanında yabancı sermaye yatırımlarından elde edilen kazançlar, yurt dışı işçi gelirleri, lisans bedelleri, komisyonlar, kiralar gibi gelir hareketleri ile karşılıksız transferlerde bu hesap gurubu içerisinde yer alır (TCMB, 2005: 2). Ülkede yerleşik olan kişilerin mal hizmet ve gelir akışı biçiminde olan ekonomik işlemleri ile yapılan karşılıksız transferlerin gösterdiği hesaptır. Bu hesapta gelir ve gider niteliğindeki döviz giriş-çıkışları izlenir. Söz konusu ekonomik işlemler neticesinde gerçekleşen döviz girişleri, döviz çıkışlarından büyükse cari işlemler hesabı fazla vermiş demektir ve buna genel olarak cari işlemler fazlası denir. Eğer ekonomik işlemler neticesinde gerçekleşen döviz çıkışlarının, girişlerden büyük olduğu durumda ise cari işlemler hesabı açık vermiştir ki buna da cari işlemler açığı denir. Denge durumunda ise cari denge denmektedir. Cari denge dış dünya ile olan ilişkiler açısından son derece önemli bir kavramdır; zira cari fazla veren ülkenin dış varlıkları, cari işlemler açığı veren bir ülkenin ise dış yükümlülükleri artıyor demektir (Akat, 2004:1 2). Dış varlık ya da yükümlülüklerde meydana gelen bu değişimler doğrudan yabancı sermaye yatırımı, portföy yatırımı veya da dış borçlanma ile karşılanır. Cari işlemler hesabı; Mal ve Hizmetler, Gelirler ve karşılıksız transferler hesabı olmak üzere üç alt kaleme ayrılmıştır. 8 1.1.1.1.1. Mal ve Hizmetler Mallar; genel mal ticareti, işlem gören mallar, onarım gören mallar, taşıtlar için limanlarda sağlanan mallar ve parasal olmayan (ticari altın) altını kapsar. Hizmet ihraç ve ithaline ilişkin gelir ve giderlerin kaydedildiği ana hesaptır. Kapsamını, Taşımacılık (navlun dahil), Turizm gelir ve giderleri, Haberleşme hizmetleri, inşaat hizmetleri, Sigorta hizmetleri, Finansal hizmetler, Bilgisayar ve Bilgi hizmetleri, Patent ve Lisans Komisyonları, Ticari ve Ticaret Bağlantılı Diğer hizmetler, Finansal Kiralama hizmetleri, çeşitli Teknik hizmetler, Kişisel, Kültürel ve Eğitsel hizmetler ile Resmi hizmetler oluşturur. 1.1.1.2. Gelirler Çalışanların ücretleri, doğrudan yatırım, portföy yatırımları ve diğer yatırımlardan elde edilen gelir ve ödenen tutarları içermektedir. Bu kalem doğrudan yatırımlar ile ilgili olarak hisse gelirleri, kar payları, sermayeye katılan kazançlar ile şirketler arası diğer yatırımlardan doğan gelir ve giderleri içermektedir. Portföy yatırımlarında da hisse senetlerinden elde edilen gelirler (kar), tahvil ve benzeri borç enstrümanları ile ilgili gelir ve giderleri (faiz) kapsamaktadır. Diğer yatırımlarda ise diğer borçlanma ile ilgili gelir ve giderler (faiz) kaydedilmektedir. 1.1.1.3. Karşılıksız Transferler Hesabı Ekonomiye mal, hizmet ya da para girişi gerçekleştiği halde, bu girişler karşılığında kaynak transferi yapılmayan transferleri içermektedir. 9 Ülkeler arasında bağış, hibe biçiminde yapılan işlemlerden oluşan işlemler bu gruba girmekte ve karşılığında hiç bir ödeme yapmak gerekmediği için bu işlemlere karşılıksız transferler denmektedir (Seyidoğlu, 2001: 12). Ancak bu hesabın en önemli kalemini yurtdışında çalışan ülke vatandaşlarının gönderdikleri dövizler ile bedelsiz ithalat oluşturmaktadır (Akat, 2004: 42). 1.1.1.2. Sermaye Hesabı Sermaye işlemleri genelde bir ülkede yerleşik kişi ve kurumların yabancı bir ülkede yaptıkları fiziki yatırımlar ile sınır ötesine aktarılan mali fonlardan oluşur ve ödemeler bilançosu açısından yurtdışından ülkeye sermaye girişi, alacak kaydı, ülkeden sermaye çıkışı da borç kaydedilir (Seyidoğlu, 2001: 62). Sermaye hesabının en önemli özelliği gelir ya da gider niteliğinde olmayan varlık yükümlülük değişimine yol açan döviz hareketlerini göstermesidir (Akat, 2004: 47). Sermaye transferleri (borcun bağışlanması, göçmen transferleri gibi), Üretilmeyen, finansal olmayan varlıklar (kara parçası gibi üretilmeyen varlıkların alım/satımı ile patent yayımlama hakkı gibi maddi olmayan varlıklar) olarak sınıflandırılmaktadır. 1.1.1.3. Finans Hesapları Ödemeler dengesinin diğer önemli bir bölümü de sermaye (finansman) hareketleridir. Özel ve kamu kuruluşları tarafından yapılan kısa ve uzun vadeli uluslararası sermaye akımları bu hesapta incelenmektedir. Uluslararası ekonomik işlemlerin bir bölümünü sermaye ithal ve ihracı oluşturur. Sermaye hareketleri temel olarak, bir ülkenin dış mali varlıkları ve 10 yükümlülüklerindeki değişmeler ve bu değişmelerin karşılıklı kayıtlarını içermektedir. Finans Hesapları sermaye şekline göre; i) Doğrudan yatırımlar, ii) Portföy yatırımları iii) Diğer yatırımlar, olarak ayrılmaktadır. i) Doğrudan yatırımlar Doğrudan yatırım, yatırımcının yerleşiği olduğu ekonomi dışındaki bir ekonomide yaptığı uzun vadeli yatırımı gösterir. Burada yatırımcının kurulusun sermayesinde % 10’dan (dahil) fazla paya sahip olması veya yönetiminde söz sahibi olması esastır. Doğrudan yatırım kalemi, yabancı sermaye yatırımının yapıldığı ülke ve yabancı sermayeyi getiren ülke ayrımında, Sermaye, Kârın Sermayeye Katılımı, Diğer Sermaye olarak sınıflandırılmaktadır. Sermaye: Doğrudan yatırımcının ana merkezinin bulunduğu ekonomi dışındaki ekonomilerde yeni bir şirket kurulması, mevcut şirketlere iştirak edilmesi için getirdiği sermayeyi, Kârın Sermayeye Katılımı: Doğrudan yatırımlardan elde edilen kârların dağıtılmaksızın sermayeye ilave edilmesini, Diğer Sermaye: Ana şirket ile yatırım yapılan şirket arasındaki borçlanmadan doğan yatırımları ifade etmektedir. ii) Portföy yatırımları Kısaca menkul değerlere yapılan yatırımlar olarak tanımlanan portföy yatırımları, genellikle devlet ya da özel kuruluşların bono ve tahvilleri ile hisse senedi ve diğer para piyasası araçlarını içermektedir. Doğrudan yatırım ile portföy yatırımları arasında bazı önemli farklılıklar vardır. En önemli fark, yabancı ülkede yapılan yatırımın yönetimi ve denetimi konusudur. Doğrudan yatırım durumunda, şirket yönetimi ve denetiminde etkili olunmaktadır. Oysa, portföy yatırımlarında yerleşik şirket üzerinde yönetim hakkı veya denetim söz konusu değildir; bu yolla yerleşik şirket uluslararası piyasalardan kaynak sağlamış olur. İkinci önemli fark, doğrudan 11 yatırımlarda yatırımcının yatırım sermayesinin yanı sıra üretim teknolojisi ve isletmecilik bilgisini de beraberinde getirebilmesi, portföy yatırımlarında ise yabancı yatırımcının sermayeden başka bir katkıda bulunmamasıdır. Portföy yatırımları kalemi varlık ve yükümlülük ana baslıkları altında; Hisse Senetleri, Borç Senetleri ayrımında ve sektörel dağılımı da içerecek şekilde sınıflandırılmaktadır. iii) Diğer Yatırımlar Doğrudan yatırım, portföy yatırımları dışında kalan diğer tüm sermaye hareketleri bu bölümde yer almaktadır. Portföy yatırımlarında olduğu gibi, varlık ve yükümlülük ayrımında, türlerine ve sektörüne göre alt ayrımlar bulunmaktadır. Ticari krediler (vadeli mal alım veya satımı seklindeki krediler), Krediler (Nakit krediler), Döviz mevcutları ve mevduat hesapları, Diğer varlık ve yükümlülükler. 1.1.1.4. Rezerv varlıklar Merkez bankasının döviz piyasasına yapmış olduğu müdahalelerin sonucunda ülkenin uluslararası rezervlerinde meydana gelen değişmenin net sonucu resmi rezervler hesabında görülür. Bir önceki kısımda da değinildiği gibi resmi rezervler hesabı esas olarak denkleştirici bir hesaptır ve dış açık ya da dış fazla oluşması durumunda merkez bankasının döviz piyasasına müdahalesini yansıtır. Rezerv varlıklar; parasal altın, özel çekme hakkı (SDR), fon rezerv pozisyonu, döviz rezervleri, diğer alacak haklar başlıklarında sınıflandırılmaktadır. Parasal altın rezervleri ülkenin parasal yetkisinin elinde tuttuğu parasal altın rezervleridir. Özel çekme hakları (SDR) IMF tarafından yaratılan ve üye ülkelerin kotaları çerçevesinde üye ülke rezerv sağlamak amacıyla tahsis edilen bir uluslararası rezerv şeklidir. Döviz rezervleri 12 parasal otoritenin elinde tutuğu ödemelerde hemen kullanılabilecek yabancı paralar, menkul kıymetler ile yurt dışında geçerli çek, poliçe, senet ve benzeri ödeme araçlarından oluşmaktadır. Diğer alacak hakları rezerv varlıklar içerisinde yukarda sınıflananlar dışında kalan diğer rezerv varlıklardır. Örneğin, bankaların elinde tutuğu rezerv varlıkların parasal yetkilinin kontrolüne girmesi durumunda bu başlıkta kaydedilir (TCMB,2005:2). 1.1.1.5. Net Hata ve Noksan Ödemeler bilançosu istatistiklerini muhasebe kayıtları anlamında denkleştirme amacıyla kullanılan ve tek kalemden ibaret olan bir kayıttır (Seyidoğlu, 2001: 43). Ödemeler dengesinin her işlemin iki ayrı işaretle (alacak ve borç kaydı) kaydedildiği bir muhasebe sistemi olması nedeniyle, ödemeler dengesi konusu her işlem, mahiyeti itibariyle ilgili kaleme kaydedilirken, karsı kaydının da bir başka kalemde yer alması, başka bir deyişle, her işlemin eşit değerde alacak ve borç kayıtlarıyla kaydedilmesi, böylece “Cari İşlemler Hesabı”nın her zaman “Sermaye ve Finans Hesapları” kalemine mutlak değer olarak eşit olması gerekmektedir. Ancak, uygulamada; bu teorik sonuca ulaşmak her zaman mümkün olmamaktadır. Verilerin değişik kaynaklardan elde edilmesi, değerleme, ölçme ve kayıt zamanı farklılıkları yaratmakta; sonuç itibariyle oluşan farklar Net Hata ve Noksan (NHN) kalemine “kalıntı” seklinde yansımaktadır. Sonuç olarak denge; alacak veya borç kayıtlarının birbirine eşit olmaması sonucunda ortaya çıkan farkın “Net Hata ve Noksan - NHN” kalemine yansıması ile gerçekleşmektedir. Diğer bir ifadeyle, NHN kalemi ayrıca hesaplanan bir kalem olmayıp (+) ve (-) kayıtların arasındaki farktan oluşan bir kalıntıdır (TCMB, 2005:3). 13 1.2. CARİ İŞLEMLER HESABINA FARKLI YAKLAŞIMLAR Çalışmanın bu bölümü, cari denge ile makro ekonomik değişkenler arasında doğrudan veya dolaylı ne yönde bir ilişki vardır sorusunu açıklamaya çalışılacaktır. Bir ülkenin belirli zaman dilimi içindeki cari işlemler dengesi yerleşiklerin yabancı ülkelerin gelir veya üretimleri üzerindeki haklarındaki artış ile yabancıların yurt içi gelir veya üretim üzerinde benzer şekilde sahip oldukları haklardaki artış arasındaki fark olarak tanımlanabilir (Obstfeld ve Rogoff, 1995). Cari işlemler dengesi ülkenin toplam tasarruf oranı ile yatırım oranı arasındaki fark olarak ele alınabileceği gibi aynı zamanda (faktör gelirleri dahil) ihracat ve ithalat arasındaki fark şeklinde tanımlanabilir. Bu iki tanımlama farklı teorik yaklaşımlara yol açmakla birlikte, birbirlerini tamamlayıcı nitelikte oldukları söylenebilir (Artis ve Bayoumi, 1989: 4). Cari dengeyi modellemeye yönelik yaklaşımlar temelde ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki, geleneksel olarak tanımlanan “esneklik”, “toplam harcama” ve “parasalcı” yaklaşımlardır. İkincisi, cari dengenin dönemler arası yaklaşımı olup özellikle son yıllarda teorik ve ampirik çalışmalar da sıkça kullanılmaktadır. Bu yaklaşıma takip eden bölümde ayrıca değinilecektir. Genel olarak belirtmek gerekirse, üç geleneksel yaklaşım da şu varsayım üzerine kuruludur: Ekonomideki dış dengesizlik yurtiçi politikaların bir sonucu olup, çözümü aynı şekilde uygun döviz kuru, para ve maliye politikası kombinasyonu ile mümkündür. Yaklaşımların çıkarımında ayrıntılı değinileceği üzere, her biri kendi içinde bazı teorik zayıflıkları içermektedir. 14 1.2.1. Esneklikler Yaklaşımı Uluslararası sermaye akımlarının günümüzdeki kadar yüksek hacimli olmadığı dönemlerde cari işlemlere net dış ticaret akımlarının sonucu olarak bakmak doğal görünmekteydi. Bu dönemdeki iktisatçılar net ticaret akımlarının temel belirleyicisinin uluslararası göreli fiyat hareketleri olduğu görüşü üzerine durmaktaydı. Cari işlemlere esneklikler yaklaşımı olarak adlandırılan bu görüş, arz ve talebin durağan fiyat esnekliklerinin uluslararası ticaret akımlarını belirlediğini ileri sürer bu arada geri planda uluslararası harcama ve gelir düzeylerinin sabit kaldığı varsayılmaktadır. İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasındaki dönemde ortaya çıkan esneklikler yaklaşımı gelişmekte olan ülkelerde de politikalara yönelik tartışmaların önünü açmıştır. 1970’lerin ortasına kadar süren politik tartışmaları “esneklik karamsarlığı” olarak adlandırılan görüş etrafında gelişmiştir. Bu kapsamdaki tartışmalar devalüasyonların ülkenin dış ticaret ve cari işlemler hesabını ne ölçüde iyileştirebileceğini sorgulamaktaydı. Cooper (1971a, 1971b) çalışmalarında devalüasyonların, söz konusu esnekliklerinin gerçekten küçük olmasına karşın, örneklem kapsamındaki ülkelerde dış ticaret ve cari işlemler dengelerini iyileştirmede başarılı olduğunu ileri sürmüştür (Edwards, 2001:3). Esneklikler Yaklaşımı, cari işlemler dengesinin başlıca alt kalemlerinden dış ticaret dengesi üzerinde odaklanmakta olup, göreli uluslararası fiyatların cari dengeyi belirleyen en temel açıklayıcı değişken olduğunu varsaymaktadır. Yaklaşım, olası bir devalüasyonun dış ticaret dengesi üzerindeki etkisini analiz eder. Dışsal bir şokla karşılaşmış bir ekonominin, cari işlemler açığının devalüasyon yoluyla azaltılıp azaltılamayacağı sorusuna cevap aramıştır. Esneklikler yaklaşımında açıkça belirtilmese de sabit döviz kuru rejimi esas alınmış ve sermaye hesabına ilişkin durumlar yeterince göz önünde bulundurulmamıştır (Pitchford, 1995). 15 Cari işlemler dengesinin ihracat ve ithalat arasındaki fark özdeşliğinden yola çıkan yaklaşım esneklikler yaklaşımıdır. Bu yaklaşım ilk olarak C.F.Bickerdike, L.Metzer ve J.Robinson tarafından birbirinden bağımsız olarak geliştirilmiştir. İhracat ve ithalatın piyasalarda arz ve talep koşulları hakkındaki varsayımlara dayanır. Esneklikler yönünden konuya yaklaşmak analizi doğrudan döviz kuruna bağlar. Döviz kurundaki değişmeler, ceteris paribus, ihracat ve ithalat arz ve taleplerinin intibakını sağlar (Artis ve Bayoumi, 1989: 102). Esneklikler yaklaşımında uluslararası harcama düzeyleri ve gelirler sabit tutulurken, talep ve arzın statik fiyat esneklikleri uluslararası sermaye akımlarını belirler (Obstfeld ve Rogoff, 1994: 146). Esneklikler yaklaşımı, yurtiçi ve yurtdışı arz esnekliğinin sonsuz olduğunu varsayar. Yani yurtiçi ithalat ne olursa olsun, malın ithalatçı ülkedeki fiyatı değişmez. Bu özellik küçük ülke varsayımını ifade eder. Ayrıca dış ticaret üzerinde gümrük tarifesi ve benzeri kısıtlamaların uygulanmadığı ve ticaretin ilk olarak dengede olduğu varsayılır (Niheans, 1984: 36). Bunun yanında devalüasyonun başarıya ulaşabilmesi için devalüasyon sonrasında yurtiçi fiyatlar sabit kalmalıdır. Devalüasyonun temel amacı, ulusal fiyatlardaki şişkinliği gidermek yani ulusal paranın aşırı değerlenmesini önlemek ve ülkenin dış rekabet gücünü yükseltmektir. Eğer devalüasyon sonrasında da fiyatlar artışını sürdürürse bu amaç gerçekleşmez (Seyidoğlu, 1988: 35). Devalüasyonun ticaret dengesi üzerindeki etkisi, devalüasyon yapılan ülkenin ve ticaret ortağı diğer ülkenin arz ve talep koşullarına bağlıdır. Devalüasyondan iki türlü olumlu etki beklenir. Birincisi ihracat gelirlerini artırıp döviz kazancı sağlaması, ikincisi ise ithalat gelirlerini azaltması ve döviz tasarrufu sağlamasıdır. Devalüasyon ilk olarak ülkenin ihracatını yabancı fiyatlar açısından devalüasyon oranında düşürür. Bu düşen fiyat düzeyinde ülkenin ihracatına dış talep artar. İhracat acısından ne kadar döviz kazancı sağlanacağı ihracatın dış talep esnekliği ve ihraç mallarının yurtiçi arz esnekliğine bağlıdır (Alexander, 1952.78). Burada birbirine ters iki etki vardır. Birincisi ihracat hacmindeki artışın döviz gelirleri üzerinde doğurduğu olumlu etkidir. Diğeri ise döviz cinsinden birim fiyatlarının ucuzlaması nedeniyle 16 uğranılan döviz kaybıdır. Devalüasyonun ihracat gelirlerini artırması için birinci etkinin ikincisinden baskın çıkması gerekir. Bu ise ihraç mallarının dış talep esnekliğinin birden büyük olmasını gerektirir. İhracatın dış talep esnekliği ne kadar büyükse o derce yüksek döviz kazancı elde edilecektir. Ancak bu olanaktan yararlanabilmek için ihracatın dış talebinde artışa paralel olarak bu malların üretimi artırılabilmelidir. Yani ihraç mallarının arz esnekliği yüksek olmalıdır (Seyidoğlu, 1988: 42). İthalat yönünden ise devalüasyon sonrasında önce ithal mallarının yurt içi fiyatları artar ve böylece ülkenin ithalat talebi azalır. Bu reaksiyonların ithalat üzerindeki boyutu, yurt içi talep esnekliği ve ithalatın dış arz esnekliğine bağlıdır (Alexander, 1952.78). Devalüasyonun döviz tasarrufu sağlayıcı etkisi bakımından, ithalatın yurtiçi talep esnekliği kritik öneme sahiptir. Bu esneklik yükseldikçe sağlanan döviz tasarrufu artmakta, düştükçe döviz tasarrufu azalmaktadır. İthalatın dış arz esnekliği ise yüksek olmalıdır. İthalat talebi azaldığında, ihraç mallarının üretimi kısalabilmelidir. Aksi taktirde karşı ülke fiyatlarını kırabilir ve devalüasyonun etkileri zayıflar (Seyidoğlu, 1988: 44). İhracatın dış talep esnekliğinin ( e x ) yüksek olması, ihracatın devalüasyona karşı duyarlı olduğunu gösterir. İthalatın yurtiçi talep esnekliğinin ( em ) yüksek olması da ithalatın devalüasyona duyarlı olması demektir. Yurtiçi ihracatın ve ithalatın talep esneklik değerinin büyük olması durumunda, devalüasyon ticaret dengesi üzerinde pozitif doğrudan etkiye sahip olacaktır. Devalüasyonun ticaret dengesi üzerinde olumlu doğrudan etkiye sahip olabilmesi için: e x em 1 Koşulunu sağlaması gerekmektedir. Bu Marshall-Lerner Koşulu olarak anılmaktadır. İhracatın dış talep ve ithalatın iç talep esnekliklerinin toplamı birden yüksek ise devalüasyonun ticaret dengesi üzerindeki doğrudan etkisi düzeltici olacaktır (Batiz ve Batiz, 1989: 123). Bu bağlamda, devalüasyon bir ülkenin dış ticaret dengesini düzeltici etki yapar. Devalüasyonun dış ticaret dengesini iyileştirici bir sonuç 17 doğurması uluslararası iktisat literatüründeki Marshall-Lerner Koşulu’na bağlıdır. Arz esnekliklerinin sonsuz olması varsayımı altında, bu koşul ithal mallarının yurtiçi talep esnekliği ( em ) ile ihraç malları dış talep esnekliği ( e x ) toplamının 1’e eşit veya 1’den büyük olması şeklinde ifade edilir (Seyidoğlu, 1998). Olası bir devalüasyonun, yurtdışı yerleşiklerin ihraç mallarına olan talebini artırma, yurtiçi yerleşiklerin ise ithal mallara olan talebini caydırma etkisi nedeniyle dış ticaret dengesini iyileştirmesi beklenir. Bu durumu görebilmek için mekanizma basit matematiksel fonksiyonlar olarak şu denklemlerle ifade edilebilir. X t X t Rt , Yf t (1.1) M t M t ( Rt ) (1.2) Rt et Pf t / Pd t (1.3) TBt X t Rt , Yf t Rt M t ( Rt ) (1.4) Eşitliklerde, M ithalatı, R reel döviz kurunu, TB yurtiçi mallar cinsinden dış ticaret dengesini, Y f yurtdışı yerleşiklerin gelirini, Pf yabancı ülke fiyat endeksini, Pd yurtiçi fiyat endeksini, e bir birim yabancı para başına ulusal para miktarı olarak tanımlanan nominal döviz kurunu sembolize etmektedir. (1.1) eşitliği ihracat talep, (1.2) eşitliği ithalat talep fonksiyonunu göstermektedir. (1.3) ise reel döviz kuru eşitliğidir. Üç denklemin birlikte yer aldığı (1.4) eşitliği ihracat ile ithalat farkı olan dış ticaret dengesidir. Son denklikten, nominal döviz kuru, dış fiyatların iç fiyatlara oranı ve yurtdışı yerleşiklerin geliri değişkenlerinin cari dengeyi belirlediği sonucuna varılmaktadır. Ödemeler bilançosunun yalnızca mal ve hizmet ticaretini kapsamadığı ve uluslararası sermaye akımlarının önemi nedeniyle (1.4) eşitliği mevcut yabancı yükümlülüklere faiz ödemelerini de dahil edecek şekilde yeniden yazılabilir. 18 TBt X t X t ( Rt , Yf t ) Rt .M t ( Rt ) rt* .Bt 1 (1.5 ) Bu denklemde, r* dünya reel faiz oranı, B ise toplam yabancı yükümlülüklerdir. (1.5), esneklikler yaklaşımının cari dengeyi açıklayan temel kavramlarından nominal döviz kurunun yurtiçi fiyat artışları ( Pd ) ile yurtdışı fiyat artışları ( Pf ) oranına göre düzeltilmesinden elde edilen reel döviz kurunu kapsamaktadır. Esneklikler yaklaşımının cari dengenin belirleyicilerini açıklamadaki bazı yetersizlikleri şu şekilde sıralanabilir. Birincisi, yaklaşım kısmi olup, ödemeler dengesinin tamamını değil sadece bir kısmını kapsamaktadır. İkincisi, esneklikler yaklaşımı ana tema olarak her ne kadar devalüasyonun cari denge üzerindeki etkisini analiz etse de reel döviz kuru tanımında ticarete-konu olmayan malların rolüne ilişkin açık bir bilgi yer almamaktadır. Son olarak, yaklaşımın temel önermelerinden biri nominal devalüasyonun reel devalüasyona eşit olduğu varsayımıdır. Bu yurtiçi fiyatlarda artışa neden olmayacak uygun bir mali ve para politikası bileşimini gerektirmektedir. Örneğin, yapılan devalüasyona eğer mali genişleme ve ona uyumlu bir para politikası eşlik ederse sonuçta yurtiçi fiyat düzeyi artacak ve ilk devalüasyon dış ticaret dengesi üzerinde ya çok az etki yapacak veya hiç etki göstermeyecektir. Kısaca, bu yaklaşımın önermelerinde devalüasyonun sadece gelir etkisi açıklanırken fiyat etkisi göz önüne alınmamıştır (Adedeji ve diğerleri, 2005, s.40). Yapısalcı gelenekten gelen iktisatçılar gelişmekte olan ülkelerdeki dış ticaret ve cari işlemler dengesizliklerinin özünde yapısal etkenlerden kaynaklandığını ve bu dengesizliklerin söz konusu ülkelerin büyüme imkanlarını ciddi şekilde sınırladığını ileri sürmüştür (Edwards, 2001:6). Bu görüşe göre ülkeler söz konusu dengesizlikleri gidermek için döviz kuru ayarlamalarına gitmek yerine ithal ikameci politikalar yoluyla sanayileşmeyi desteklemelidirler. Latin Amerika’da Birleşmiş Milletler Latin Amerika Ekonomi Komisyonu Genel Sekreteri Raul Prebisch tarafından savunulan bu görüş Türkiye’de de Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan kalkınma planlarında somutlaştırılmıştır. 19 1.2.2. Toplam Harcama Yaklaşımı Devalüasyon konusunda esneklik yaklaşımına dayanan geleneksel açıklamalar zamanla yetersiz eleştirilmeye başlanmıştı. bulunarak Sydney birçok Alexander iktisatçı esneklikler tarafından yaklaşımının devalüasyonun sadece göreli fiyatlar etkisini dikkate almasını ve gelir etkisini ihmal etmesini eleştirmiştir. Esneklikler yaklaşımında döviz piyasasının tüm ekonomi bağlamında bir bütün olarak algılanamaması, dış ticarete giren malların arz ve talep esneklikleri dışında diğer tüm ekonomik değişkenlerin sabit varsayılması toplam harcama (absorbtion) yaklaşımının gelişmesine neden olmuştur (Pitchford, 1995). Esneklikler yaklaşımı bir ülke milli parasının olası bir devalüasyon politikası sonucu değerindeki göreli azalmanın ihracat ve ithalat üzerindeki etkisini incelerken, toplam harcama yaklaşımı aynı politikanın gelir etkisini içermektedir. Genel olarak, devalüasyonun harcama değiştirici ve harcama kısıcı yönde iki farklı etkisi beklenmektedir. Her iki etkinin de dış ticaret dengesi üzerinde düzeltici yönü gözlemlenmiştir (Adedeji ve diğerleri, 2005). Eğer devalüasyon dış dengeyi etkiliyorsa, bu iki yoldan olabilir. (1) ülkenin mal ve hizmet üretimini değiştirebilir; bu değişme mal ve hizmetlere yapılan toplam harcamalarda bir değişmeye neden olur ve dış denge gelirdeki değişme ile gelire bağlı toplam harcama değişmesi arasındaki fark tarafından belirlenir. (2) devalüasyon belirli bir reel gelir düzeyinde reel toplam harcamaların miktarını değiştirebilir (Alexander, 1952: 78-263). Milli gelir hesaplarından görüleceği üzere, cari işlemler dengesi aynı zamanda ulusal tasarruf ile yurtiçi yatırım arasındaki farka eşittir. Bu açıdan bakıldığında tasarruf ile yatırım arasındaki farkın artmasına veya azalmasına bağlı olarak cari işlemler düzelir ya da bozulur. Diğer bir ifade ile tasarruf, gelir ile tüketim -kamu harcamaları dahil- arasındaki farka eşit olduğu için, toplam harcamaların çıktıya göre azalıp artmasına bağlı olarak cari işlemler düzelir ya da bozulur (Arts ve Bayoumi, 1989; 102). Bu alternatif bakış açısı, makroekonomik faktörlerin eninde sonunda uluslararası borçlanma veya borç verme kalıplarını belirlediğini vurgulamaktadır (Obstfeld ve Rogoff, 1994). 20 Esasen toplam harcama yaklaşımı Keynesyen’in milli gelir teorisinin uluslararsı ekonomiye uygulanmasıdır. Devalüasyon, yurt içi gelir ve fiyatlar düzeyini ve bu yolla da dış dengeyi etkiler. Bu yaklaşımın en önemli katkısı dış dengeyi ekonominin genel işleyişi ile bağlantılı olarak açıklamasıdır (Seyidoğlu, 1996: 34). Cari dengeye toplam harcama yaklaşımı, dış dengesizliğin mal ve hizmet harcamalarının kompozisyonunda oluşacak değişiklik suretiyle giderileceği görüşünü savunur. Keynesyen gelir belirleme modelindeki denge durumunda, bir ülkenin reel gelir, üretim düzeyi veya toplam üretimi (Y), özel nihai tüketim (C), kamu kesimi harcamaları (G), yatırım (I), ihracat (X) ve ithalat (M) bileşenlerinden oluşan toplam harcamaya denktir. Y C I G (X M ) (1.6) Yukarıdaki eşitlikte (C+I+G) bileşeni tek bir terim olarak toplam yurtiçi harcama (A) olarak tanımlanırsa (1. 6) şu şekli alır: Y A (X M ) (1.7) (1.7) eşitliği yeniden aşağıdaki biçimde ifade edilebilir. (X M ) Y A Y C G I (1.8) (1.8) eşitliğine göre, dış ticaret açığının iyileşebilmesi için ülkenin ya üretim düzeyini (Y) artırması ya da yurtiçindeki toplam harcama düzeyini (A) azaltması gerekir. Bu çıkarım, ülke ekonomisinin istihdam durumuna göre iki şekilde yorumlanabilir. Bu noktada devalüasyon yapılan ülkede tam istihdam veya eksik istihdam durumunun varlığı önem kazanır. Ülkede istihdam edilmemiş kaynaklar varsa, devalüasyonun gelir üzerindeki etkisi lehte olacaktır (Alexander, 1952: 263). Ekonominin eksik istihdamda faaliyet gösterdiği durumda net ihracattaki artışa üretim artışı eşlik edebilir. Burada 21 önemli olan nokta, üretimdeki artışın yurtiçi harcamadan daha büyük oranda artması gereğidir. İkinci durumda, yani ekonomi tam istihdam düzeyinde ise üretim daha fazla artırılamaz ve net ihracatı artırabilmenin tek yolu yurtiçi toplam harcamayı kısmak olur. Böyle bir durum ise elbette para ya da maliye politikası yoluyla yurtiçi harcamanın baskı altına alınmasını gerektirir. Bu amaca yönelik seçim ise döviz kuru politikasıdır. Talebin baskı altına alınmasının mümkün olmadığı durumda, devalüasyonla kazanılan fiyat avantajı, yurtiçi fiyatlar seviyesinin ülkeyi önceki rekabetçi konumuna geri götürecek şekilde yükselmesiyle kaybolur. Dolayısıyla, devalüasyon gibi harcama kaydırıcı politikaların amaçlanan etkilere sahip olabilmesi için mutlaka daha sıkı maliye ya da para politikaları gibi harcama kısıcı önlemlerle desteklenmesi gerektiği görüşü kabul görmüştür. Diğer bir ifadeyle, ekonomi tam istihdam durumundayken yurtiçi harcama kısılarak kaynaklar serbest bırakılmalıdır. Devalüasyondan kaynaklanan göreli fiyat değişiklikleri, boşta kalan kaynakların ihracat sektörüne tahsis edilmesine ve harcamanın ithal mallardan yerli mallara kaydırılmasına yol açacaktır (Tiryaki, 2002). Toplam harcama yaklaşımına getirilen başlıca eleştiri, devalüasyonun sadece gelir etkisi açıklanırken fiyat etkisinin nasıl olduğuna dair politika önermesinde bulunmamasıdır. Ayrıca, yaklaşım cari tüketimin cari gelirle bağlantısını açıklamaya yönelik dönemlerarası kavrama da yer vermemektedir. Bu eksiklik esneklikler yaklaşımı için de aynı şekilde geçerlidir. 1.2.3. Parasalcı Yaklaşım Parasalcı yaklaşımın temel mantığı, ödemeler dengesinin özünde bir parasal olay olup, para piyasalarındaki dengesizliğin aynı şekilde ödemeler dengesindeki cari açık veya fazla şeklindeki dengesizlikle bağlantılı olduğu önermesidir. 22 Jan Polak’ın geliştirdiği Polak Model ile Uluslar arası Para Fonu’nun diğer çalışmaları sonucunda ödemeler dengesine parasalcı yaklaşım geliştirilmiştir (Trap, 1994: 64). Parasalcı yaklaşım ödemeler dengesinin hem cari işlemler dengesini hem de sermaye hareketlerini birlikte ele alıyordu. Cari işlemler dengesindeki açıkların para arzı ile para talebi arasındaki dengesizliklerin sonucu olduğunu savunuyorlardı. Modele göre örneğin, Merkez Bankası için harcamaları genişletmek için piyasadaki nominal para arzını arttırsın. Reel talebin üzerindeki para ile ya mal ve hizmet satın alınacak ya da tahvil hisse senedi gibi değerli kağıtlara yatırım yapılacaktır. Mal ve hizmetlere yapılan harcamalar ithal mallarına olan talebi artıracaktır. Dolayısıyla ithal mallarına olan talep artışı ile birlikte yabancı menkul kıymetlere yapılan yatırımlar nedeniyle döviz harcamaları artacaktır. Başlangıç durumunda ülkede dış denge sağlanmış varsayılırsa nominal para arzındaki artıştan sonra dış denge bozulacaktır (Seyidoğlu, 1996: 367). Parasalcı görüşe göre devalüasyonun dış denge üzerindeki etkileri geçicidir. Dış denge ancak yurt içi parasal denge sürdükçe sağlanabilir. Parasal denge bozulduğunda dış dengede ortadan kalkar. Devalüasyon uzun dönemde reel ekonomik değişkenler üzerinde etkide bulunmaz, yalnızca yurt içi fiyatlar düzeyini yükseltir. Açık bir ekonomi varsayımı altında, yaklaşım en basit haliyle şu eşitlikle gösterilebilir. M t NFAt NDAt (1.9 ) Burada M en geniş haliyle para stokunu, NFA net dış varlıkları, NDA ise yurtiçi finansal sistemin net iç varlıklarını göstermektedir. Yukarıdaki eşitlik değişkenlerin büyüme oranını gösterecek şekilde uyarlanıp yeniden yazılırsa, şu şekli alır: NFAt / NFAt M t / M t NDAt / NDAt (1.10) 23 (1.10) eşitliği, net dış varlıklardaki değişmenin toplam para stoku (akım değişimi) ile yurtiçi finansal varlıklar (para arzının yurtiçi bileşeni) değişiminin farkını gösterir. Ödemeler dengesi bilançosu en temel şekilde cari işlemler hesabı (CA), sermaye ve finans hesabı (KA) ve resmi rezervlerden oluşmaktadır. Bu tanım aşağıdaki eşitlikle gösterilebilir. NFAt CAt KAt (1.11) Net dış varlık (net rezerv) değişmelerinin sıfır olması ancak cari işlemler dengesindeki bir açığın (fazlanın) sermaye bilançosundaki bir fazlalıkla (açıklıkla) karşılanması gerekir. Bu en genel tanımıyla ödemeler bilançosunun denkliğinin sağlanabilmesi koşuludur. Burada Türkiye için daha ayrıntılı bir tanım yapmak gerekirse, ödemeler dengesi altında yer alan “cari işlemler hesabı”, net hata ve noksan kalemi dikkate alınmadığında, Merkez Bankası’nın muhabir hareketlerini gösteren döviz rezervlerindeki değişimin de dahil edildiği sermaye ve finans hareketleri dengesine mutlak değer olarak eşittir. Uluslararası iktisat literatüründeki genel gösterimi takip açısından konunun ayrıntılarına girmek yerine sade bir eşitlikle yazılması tercih edilmiştir. Parasalcı yaklaşım, politika kararlarının cari işlemler dengesi üzerindeki stok ve akım değişkenlerinin uzun vadedeki etkileşiminden kaynaklanan etkileri göz ardı ettiği için yalnızca kısa vadedeki etkiyi açıklamaktadır. Örneğin, genişletici bir maliye politikası uygulanması ilk aşamada ülkenin para biriminin reel olarak değer kazanmasına, dolayısıyla cari işlemler açığına ve sermaye girişine neden olur. Uzun dönemde ise bu durumun sürmesi ülkenin dış yükümlülüklerinin ve dolayısıyla net dış borç servisinin de yükselmesine yol açar. Böyle bir durumda hem dış borç servisini yerine getirebilmek hem de mevcut cari işlemler dengesini koruyabilmek için dış ticaret dengesinin iyileşmesi gerekmektedir. Böylelikle ilk aşamada reel olarak değer kazanan yerli para biriminin zamanla değer 24 kaybetmesi zorunlu hale gelmektedir (Tiryaki, 2002). Yaklaşımın parasal bir genişlemenin hem iç hem de dış dengesizliği açıklamakta yararlı olduğu gerçeği göz ardı edilemezse de cari dengenin temel belirleyicileri olan reel döviz kuru, dış ticaret hadleri gibi değişkenlerin rolünü açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Durağan bir yapıya sahip olan model, özellikle sabit döviz kuru rejimi uygulayan açık bir ekonomiye uygulanabilir varsayımları içermektedir. Kısaca, yaklaşım ödemeler dengesinin parasal bir değişmeye nasıl uyarlandığını açıklarken, prensip olarak cari dengenin hangi mekanizmalar üzerinden belirlendiği konusunu açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Model 1990’lı yıllarda Uluslar arası Para Fonu uygulamalarında etkili olmuş, Arjantin’de uygulanan para kurulu uygulaması ve 1999 yılında Türkiye’de uygulanan döviz kuruna dayalı istikrar programı da ödemeler dengesine parasalcı yaklaşımın bir şeklidir. 1.2.4. Dönemlerarası Yaklaşım 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren özellikle petrol şoklarının etkisiyle pek çok ülke ödemeler dengesindeki ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı. Bu durum karşısında politika yapıcılar cari işlemler dengesindeki sıkıntıların kaynağını giderici çalışmalar yapmak zorunda kaldılar. Sonuçta ödemeler dengesi kavramına artık sadece ticari akımlar olarak değil, dönemler arası bakış açısı da yerleşmeye başladı. Öncelikle kavramsal olarak cari işlemler açığı bir ülkedeki tasarruf yatırım açığına eşitti ve yatırım kararlarının dönemler arası bir niteliği vardı. Bu yaklaşım toplam harcama ve esneklikler görüşlerinin bir sentezini sağlaması yanında, göreli fiyatların makroekonomik belirleyicilerini hesaplamakta, cari ve gelecekteki fiyatların tasarruf ve yatırımlar üzerindeki etkilerini analiz etmektedir. Gelecekteki verimlilik artışı, hükümet harcama talepleri, reel faiz oranları vs. hakkındaki bekleyişlere dayalı ileriye dönük hesaplamalardan doğan özel tasarruf ve 25 yatırım kararlarını, hatta bazen hükümet kararlarını dikkate alarak toplam harcama yaklaşımını genişletmektedir. Çünkü gerek özel sektörün tasarruf yatırım kararı almasında, gerekse kamu sektörünün harcama yatırım kararlarında, gelecek dönemlerinde beklenen verimlilik artışları, kamu harcamalarına yönelik talep, reel faiz oranları gibi ileriye dönük hesaplamalar etkin olmaya başlamıştır (Obstfeld ve Rogoff, 1994:142). Bu bakış açısı ile cari işlemler dengesindeki açıkların yatırım artışlarından kaynaklanması durumunda söz konusu açığın önemli olmadığı biçiminde yaklaşımlarda oluştu (Sachs,1981). Böyle bir yaklaşımı geliştirme gereği, dünya sermaye piyasalarında yaşanan olaylar, özellikle petrol fiyat artışlarını izleyen önemli cari işlem dengesizliklerinden doğmuştur. Sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan ülkelerde cari işlem intibaklarının farklı kalıpları, dış şoklara optimal dinamik cevapların dönemlerarası tanımlaması sorununu ortaya çıkarmıştır. Ne Klasik parasal modeller ne de Keynesyen modeller bu soru üzerine güvenilir açıklamalar getirememiştir. Ayrıca birinci petrol şokundan sonra gelişmekte olan ülkelere verilen banka kredilerinin ani artışı, borçlu ülkelerin dış borç düzeylerinin sürdürülemez hale gelmesi endişesini doğurmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin borç düzeylerini değerlendirme ihtiyacı, doğal olarak bir dönemler arası optimal cari işlemler açığı görüşüne yol açmıştır (Obstfeld ve Rogoff, 1994:142). Dönemlerarası yaklaşım 1980’li yılların başlarında Buiter, Sachs, Svensson ve Razin ve diğer bazı çalışmaların sonucunda yaygın hale gelmiştir. J.Sachs, cari işlem hareketlerinin dinamik bir makroekonomik model içinde analiz edilmesi gerektiğini savunmuştur. Buna göre cari işlem fazla veya açıkları, net ulusal tasarruf ya da borçlanmayı gösterir ve bu nedenle hane halkları, firmalar ve hükümetlerin dönemler arası seçimlerinin bir sonucudur. Statik bir ithalat-ihracat dengesini tanımlayan tek dönemli bir teori, tek dönemli bir tasarruf ya da yatırım teorisi kadar anlam ifade eder. Cari işlem gelecekteki dengesizlikleri olaylar dönemler hakkındaki arası bekleyişler; belirlenmesinde önemli bir faktör olmuştur. seçimleri fazla yansıttığından, veya açıkların 26 Cari işlemlerin tek dönemli belirlenişini izleyen bir yaklaşımın eksikliği cari işlemler dengesinin toplam harcama formundan anlaşılabilir. Tasarruf ve yatırımın modern teorilerine göre, cari şoklara tüketim ve yatırımın tepkileri, bu şokların gelecekte ekonomik değişkenleri nasıl etkileyeceği beklentisine bağlıdır. Bunların cari işlem dengesi üzerindeki etkilerini tahmin etmek için, geçici olup olmadığı ve beklenip beklenmediği cevaplandırılmalıdır. İthalat ve ihracat talep fonksiyonlarına dayalı cari işlem hareketlerinin tahmininde kullanılan geleneksel yaklaşım, bu karmaşıklıktan kaçıyormuş gibi görünse bile gerçekte bunu başaramamıştır (Sachs, 1981:68). Bu yaklaşımda ajanların ileriye dönük davranışları önemli anlamlar içermektedir. Ceteris paribus, gelir yönündeki bir artış, aynı zamanda cari işlem açıklarına yol açar ki sonuçta cari işlem fazlaları bunu izleyecektir. Geçici şoklar sürekli şoklardan farklı etkilere sahip olacaktır. Gelirdeki geçici bir azalma, tüketimi desteklemek için açıktaki bir artış veya fazladaki bir azalma tarafından kapanırken; sürekli bir gelir azalması tüketimin tam olarak yeniden intibakını gerçekleştirecektir (Artis ve Bayomi, 1989: 102) Genel bir bakışla dönemler arası modellerin bazı ortak varsayımlarını şöyle özetleyebiliriz. Küçük açık bir ekonominin basit mal bileşimini üretip tükettiği ve serbestçe ticaret yaptığı göz önüne alınır. Aynı zamanda uluslararası aktif değişiminin de serbest olduğu varsayılır. Ekonominin serbestçe diğer ekonomilere borç verebileceği ya da bunlardan borç alabileceği kabul edilir. Uluslararası tam sermaye hareketliliği altında, tüketiciler hem yurt içi hem de yabancı sermaye piyasalarını kullanırlar. Sachs gibi birçok çalışma, yaşam döngüsü tasarruf modelini kullanır. Buna göre kişi ilk çalışma yıllarında borçlanır, daha sonra emeklilik dönemi için tasarruf etmeye başlar ve emeklik yıllarında ters tutum sergiler. Yaşam döngüsü hipotezi, ajanların ileriyi görme yetenek ve isteklerinin olduğunu varsayar; bu nedenle cari kararlar ileriye dönük kararlar olarak nitelendirilebilir. Bunun yanında, tanımlanan modeller bireysel karar alıcılarının içinde bulundukları ekonomik çevre hakkında mükemmel öngörüye ve tam bilgiye sahip olduklarını göz önüne alır. Bu çerçevede tüketim, dönemler arası 27 optimize edici bir yapı içinde ele alınır. Temsili bir tüketici, dönemler arası bütçe kısıtlaması altında, bekleyişlerine göre tüketimini ayarlar. Obstfeld ve Rogoff (1997)’de cari işlemler dengesinin dönemler arası yaklaşımına yönelik modelleri incelemiştir. Cari açığa ilişkin yaklaşımlarını rasyonel birey ya da firmaların gelecek dönemler boyunca alacakları tüketim kararlarına benzetmişlerdir. Bu modellere göre cari işlem açığı aşağıdaki biçimde formüle edilebilir (Obstfeld ve Rogoff, 1997; Razin ve Svensson, 1983; Frenkel ve Razin, 1987; Edwards, 1989). CADt Bt 1 Bt (Yt Yt * ) ( I t I t* ) (Gt Gt* ) (1.12) Yt cari dönem milli gelir, I t yatırım ve Gt kamu harcamalarını Yt * , I t* ve Gt* ise söz konusu değişkenlerin hayat boyu toplam değerlerinin ortalamasını (uzun dönem beklenen değer) ve Bt ülkenin net dış varlıklarını ifade etmektedir. Denklem (1.12 ) bakıldığında; milli gelir ( Yt ) uzun dönem beklenen milli gelir değeri aştığında ( Yt > Yt * ), cari işlemler dengesinde iyileşme olmaktadır, çünkü ekonomide tüketim düzgünleştirmesi vardır, geçici gelir artışları tüketime yönelmez, tasarruf edilir. Bunun sonucunda ise net dış varlıklar Bt artar. Bununla birlikte yine tüketim düzgünleştirmesi gereği, gelir uzun dönem düzeyinin altına düştüğünde cari denge bozulur, tüketim gelir kadar azalmaz, gelir ile tüketim arasındaki fark dış borçlanma ile giderilir ve net dış varlıklar Bt azalır. Yatırımda uzun dönem beklenen değerini aşan bir hızlanma olduğunda cari denge bozulur. Çünkü tüketim kısılmak istenmeyeceğinden yatırımların finansmanı borçlanma yoluyla sağlanacaktır. Kamu harcamalarında da benzer şekilde beklenenin üzerinde bir artış olduğunda cari denge bozulacak ve açık ortaya çıkabilecektir. 28 Şimdiye kadar yapılan analizde faiz oranlarının sabit olduğu varsayımı yapılmaktaydı, eğer faiz oranlarının değişken olduğu kabul edilirse denklem aşağıdaki gibi ifade edilebilir (Obstfeld ve Rogoff, 1994 :11). CADt (rt rt* ) Bt (Yt Yt* ) ( I t I t* ) (Gt Gt* ) 1 1 /( / ) (rt* Bt Yt* I t* Gt* ) r dünya faiz oranı, B net yabancı varlık pozisyonunu,α ileriki bir t zamanında gerçekleşecek tüketim için geçerli yurt dışı piyasa iskonto oranını, β tüketicilerin kişisel iskonto oranını ve σ ise dönemler arası ikame esnekliğini ifade etmektedir. * işareti söz konusu değişkenlerin, zaman sonsuza giderken sabit faiz oranıyla şimdiki değerinin bulunması yoluyla hesaplanan kalıcı değerlerini göstermektedir. Yukarıdaki eşitlikten önemli çıkarımlar yapmak mümkündür. Bunlardan ilki ülkenin dış borçluluk konumunu gösteren net dış varlık pozisyonuyla ilgilidir. Eğer ülke dış aleme karşı net borçlu konumda ve dünya faiz oranları kalıcı değerinden yüksekse, artan dış borç faiz ödemeleri cari işlemler dengesini bozucu yönde etkide bulunacaktır. Eğer ülkedeki yerleşikler net olarak yabancı varlık sahibi iseler, geçici olarak yüksek faiz oranları cari işlemler hesabını iyileştirici etkide bulunacaktır. Eşitlikten çıkarılabilecek ikinci sonuç, üretim düzeyi kalıcı değerinden yüksek olduğu durumda, tüketimin dönemler arasında ikame edilmesi dolayısıyla cari işlemeler dengesinin iyileşmesidir. Benzer şekilde, hükümet harcamaları ya da yatırımlar kalıcı değerlerinin üzerine çıkarsa daha büyük bir cari işlemler açığı verilir. Diğer bir deyişle, özel kesim, normalin üstünde hükümet ya da yatırım harcamaları ile karşı karşıya kaldığında tüketimini koruyabilmek için dış borç kullanacaktır. Örneğin, yeni yatırım projeleri kısmen dış borçlanma yoluyla finanse edilebilir ki böyle bir durum daha büyük bir cari işlemler açığına sebep olacaktır. Bu noktada, tüketimin dönemler arası ikamesi hakkında önemli bir uyarıda bulunmak yararlı olacaktır. Tüketimin dönemler arası ikamesi, Modigliani-Miller uyarlanmış Yansızlık haline Teoreminin dayanmaktadır. uluslararası Şöyle ki: makroekonomiye Uluslararası sermaye 29 piyasalarına tam olarak erişimi olan bir ülkede sabit sermaye yatırımlarının yerli ya da yabancı sermaye ile yapılmış olması tamamen yansızdır, çünkü her iki durumda da yatırımın getirisi uluslararası piyasalarda geçerli olan riske göre ayarlanmış denge getiri oranı ile hesaplanmalıdır. Diğer bir deyişle, yatırım projelerinin net şimdiki değerinin pozitif olması koşulu sağlandığında finansmanın coğrafi kaynağı önemsizdir (Knight ve Scacciavillani, 1998). Dünya faiz oranının kalıcı değeri olan r * düzeyinden sapması cari işlemler dengesini ülkenin net dış borçluluk durumuna göre etkilemektedir. Eğer ülke dış aleme karşı net olarak borçlu durumda ise ( Bt >0) faiz oranlarında kalıcı değere göre bir artış söz konusu olduğunda ülkenin cari işlemler dengesi kötüleşecektir. Son olarak, eşitliğin son terimi, söz konusu ülkenin tüketim için sabırsızlığını ölçen β parametresine bağlı olarak tüketim eğilimini yansıtmaktadır. Ülkenin tüketim için dünyanın geri kalanına göre ortalama olarak daha sabırsız olduğu durumda, β dünya faiz oranlarının gelecekte alacağı değerden daha düşük olmaktadır. Bu durum ( / ) ifadesinin birden küçük olmasına yol açar. Böyle bir durumda, ülke şimdiki zamanda daha çok tüketebilmek için ithalat yapar ve dolayısıyla cari işlemler açığı artar, dış borçlar artmaya başlar, tüketim de zamanla azalma eğilimi gösterir. Tüketim için ortalama olarak daha sabırsız olan taraf yabancılar olduğundaysa ( / ) ifadesi birden büyük olur. Böyle bir durumda sabırsız yabancıların tüketimini karşılayabilmek için ülkenin cari işlemler dengesi fazla verme eğiliminde olur ve tüketim zaman içinde yukarı doğru hareket gösterir. (Obstfeld ve Rogoff, 1994:12). Tüketimin zaman içinde aşağı ya da yukarı yönlü hareket etme eğilimi (tüketimin dönemler arasında ikamesi) ekonominin kalıcı kaynaklarıyla ve sermayenin uluslararası hareketlilik derecesiyle orantılıdır. 30 1.3. CARİ İŞLEMLER DENGESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Cari işlemler dengesinin en önemli özelliği, uluslararası ekonomik ilişkiler ile milli gelir arasında doğrudan bağlantı kurmasıdır (Seyidoğlu, 2001: 46). Dış ticaret fazlası olduğu durumlarda, ekonomide toplam harcama genişlemekte ve istihdam düzeyi artmaktadır. Buna karşın, dış ticaret açığı olduğu durumlarda ise toplam talep azalmakta ve istihdam düzeyi düşmektedir. Bir ülkenin belirli bir zaman dilimi içerisindeki cari işlemler dengesi, yerleşiklerin yabancı ülkelerin gelir ve üretimleri üzerindeki haklarındaki artış ile yabancıların yurt içi gelir veya üretim üzerinde sahip oldukları haklarındaki artış olarak tanımlanabilir (Obstfeld ve Rogoff, 1994:194). Dolayısı ile bir ülkenin sadece dış ticaret bilançosuna bakmak suretiyle ülkenin uluslararası ekonomik ilişkilerinin ne düzeyde olduğunu yorumlamak yanıltıcı olacaktır. Bir kere dış ticaret açıkları yüksek olan bir ülkede görünmeyenler kaleminin fazla vermesi cari açığın tutarını aşağı çekecektir. Ülkemizde de bu durum söz konusudur. Bunun yanında karşılıksız transfer hesabının da fazla vermesi yine dış ticaret açıklarının cari açığa daha az yansımasına neden olacaktır. Ülkemizde yurt dışında çalışan vatandaşlarımızın gönderdikleri dövizler bu konuda en güzel örnektir. Cari işlemler dengesi içinde dış ticaret dengesi (ihracat-ithalat), turizm gelir gider dengesi, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri, yurt dışından işçi dövizleri ve faiz ödemeleri ile kar transferleri kalemleri bulunur. Dolayısıyla cari işlemler dengesi esasen ekonominin reel kesiminin mal ticareti ve üretici faktörlerinin döviz gelir ve giderlerinin dengesini vermektedir. Kamuoyunda daha çok kullanılmakta olan dış ticaret açığı kavramından daha geniş bir tanımlama içermekte olduğundan, bir ülkenin döviz açığının belirlenmesinde de önemli bir gösterge olarak değerlendirilmektedir. Dış ticaret hadleri, ülke ekonomisinde uygulanan mali politikalar, döviz kurları ve servet etkileri cari işlemler dengesini etkileyen başlıca faktörlerdir. 31 1.3.1. Dış Ticaret Hadleri Net dış ticaret hadleri kavramı, ihracat fiyatlarının ithalat fiyatlarına oranını ifade eder. Dış ticaret hadleri birkaç değişik şekilde tanımlanmaktadır. İthalat ve ihracatın hacim indekslerinin birbirine oranı, gayri safi değişim dış ticaret hadleri biçiminde anılırken, net dış ticaret hadleri ile ihracat hacim indeksinin çarpımı sonucu bulunan oran gelir ticaret hadlerini gösterir. Bunun yanında ithalat ve ihracat kesimindeki verimlilik değişimlerini yansıtan faktör ticaret hadleri de zaman zaman kullanılabilmektedir. Net Dış Ticaret Haddi: TT PX / PM (1.14) Burada TT: Ticaret Hadleri, PX : ihracat fiyatları endeksi, PM : ithalat fiyatları endeksini gösterir. Denklem (14 ) ‘den açıkça görüleceği gibi, ithalat fiyatları sabitken ihracat fiyatlarının düşmesi veya ihracat fiyatlarında bir değişme olmaksızın ithalat fiyatlarının yükselmesi durumunda ya da ithalat fiyatlarının ihracat fiyatlarından fazla artması halinde ticaret hadleri ülkenin aleyhine döner ya da bir başka değişle bozulmuş olur. Ticaret hadlerindeki değişmelerin harcama, tasarruf ve cari işlemler dengesi üzerindeki etkilerin incelenmesi açık ekonomi literatüründe uzun bir geçmişe sahiptir. Bu konudaki ilk çalışmalar Harberger- Laursen-Metzle (HLM) etkisini temel almıştır. Bu görüşe göre ticaret hadlerindeki bir bozulma reel geliri azaltır ve belirli bir nominal gelir düzeyinde tasarrufu düşürür. Eğer yatırım, mali politikalar ve nominal gelir sabit ise, azalan tasarruf düzeyi ülkenin cari işlem dengesizliğinde bir genişleme anlamına gelecektir. Bu nedenle HLM etkisi, ticaret hadlerinde ortaya çıkan bozulmanın cari işlemler dengesinde bir bozulmaya neden olacağını belirtmektedir (Ostry, 1988: 73). Yetmişli yıllarda başlayan petrol fiyatlarındaki artışlardan sonra, ticaret hadlerinin makroekonomik etkileri yeniden ele alınmaya başlamıştır. Birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ticaret hadlerinde büyük değişmelerle karşı 32 karşıya kalmıştır. Ara giderler ve nihai malların göreli fiyatlarında önemli değişmeler ortaya çıkmıştır. Harberger- Laursen-Metzle etkisi birçok karanlık noktayı aydınlatmasına rağmen, ticaret hadlerinin harcama, tasarruf ve cari işlemler üzerinde etkilerinin tam bir analizini sağlamada başarılı olamamıştır. Bu yaklaşım dönemlerarası fayda maksimizasyonu davranışına uygun tatmin edici bir tasarruf teorisinden yoksundur (Svensson ve Razin, 1983: 97). Sachs, Svensson ve Razin, ile Person ve Svensson gibi birçok çalışmada cari işlemler dengesi dönemlerarası bir çerçevede ele alınmıştır. Bireylerin ileriye dönük harcama ve tasarruf kanalları, yaşam boyu bütçe kısıtlamasına bağlı dönemlerarası fayda maksimizasyonundan türetilmiştir (Ostry, 1988: 73). (Person ve Svensson, 1985: 43) Ticarete konu olan iki tür mal vardır: yerli mallar ve yabancı mallar. Ülke yerli malları üretip ihraç ederken, yabancı mal ithal eder. Her dönemde ekonomi belli bir fiyat düzeyinde (yabancı mallar cinsinden yerli malları) serbestçe ticaret yapılabilir. Benzer şekilde belirli faiz oranında uluslararası kredi piyasalarından borçlanabilir ve borç verebilir. Ülkede sadece yerli mallar üretilir. Bu varsayımlar altında yalnız geçici ve sürekli şoklar değil aynı zamanda beklenen ve beklenmeyen şoklar farklı etkilere sahiptir. Bu çalışmaların sonuçlarına göre, dış ticaret hadlerinde sürekli bir bozulma ilk olarak sürekli denge durumu varsayımı altında cari işlemler üzerinde geniş bir etkiye sahip olmayacaktır. İthal edilebilir malların göreli fiyatlarında sürekli bir artış, hem reel gelir hem de reel harcamaları yaklaşık olarak aynı miktarlarda azaltacağı için cari işlemler dengesi değişmeyecektir. Buna karşın ticaret hadlerinde geçici bir bozulma cari işlemler üzerinde belirsiz bir etkiye sahip olacaktır. Bir yandan tüketimi azaltma güdüsü, ajanları reel gelirdeki geçici bir azalma karşısında harcamalarını devam ettirmeye zorlar. Bu güç, eğer geçici bozulma cari dönemde oluşmuşsa, cari işlem pozisyonunun bozulmasına yol açar. Fakat eğer ticaret hadleri şokunun gelecekte olması bekleniyorsa, bugünkü cari işlemler üzerinde bir iyileşmeye neden olur. 33 Diğer yandan, geçici bir cari (beklenen) ticaret hadleri bozulması bugünkü tüketimin gelecekteki tüketim açısından maliyetini artırır (azaltır). Geçici bir cari (beklenen) ticaret haddi bozulması ile birlikte ortaya çıkan tüketime dayalı reel faiz oranında artış (azalış) tasarrufu teşvik eder (azaltır). Bu nedenle cari şok durumunda cari işlemler dengesini iyileştirici ve gelecek şok durumunda bozucu etki ortaya çıkmaktadır. Bu dönemler arası ikame etkisidir. Geçici ticaret hadleri şokundan kaynaklanan cari işlemler üzerindeki net etki, bu iki etkiden (tüketimin azaltılması güdüsü ve dönemler arası ikame etkisi) hangisinin daha güçlü olacağına bağlıdır (Ostry, 1988: 73). Bu çalışmada küçük açık bir ekonomide dönemler arası optimize edici genel denge modeline ticarete konu olmayan mallar dahil edilerek, ticaret haddi şoklarının ticaret dengesi üzerindeki etkileri ele alınmıştır. Buna göre ticaret dengesinin ticaret haddi dengesine cevabı iki kısma ayrılır: (i) Reel döviz kuru sabit tutularak ticaret hadlerinin etkileri dikkate alınır. Bu doğrudan etkidir. (ii) Bunun yanında ticaret hadleri değişmesine reel döviz kurunun cevabı ve reel döviz kurunun ticaret dengesi üzerinde geri besleme etkisi aracılığıyla ortaya çıkan dolaylı etki söz konusudur (Ostry, 1988: 73). Ticaret hadlerinin denge reel döviz kurunu değiştirmesini sağlayan üç yol vardır: (i) İthal mallarının göreli dünya fiyatlarındaki değişme ya da yurtiçi fiyatları etkileyen politika uygulamalarından ortaya çıkan bir ticaret haddi değişmesi, dönem içinde mallar arasında ikameye yol açar. Örneğin cari dönemde bir ticaret haddi bozulması, eğer bu iki mal Hicksgil ikame malı ise ticarete konu olmayan malların tüketiminin artmasına ya da net tamamlayıcı mallar ise tüketimin azalmasına yol açar (fayda düzeyi ve refah sabitken). Bu dönemsel ikame etkisidir. (ii) Eğer ithal mallarının göreli fiyat artışı cari dönemle sınırlı ise, aynı zamanda tüketime dayalı reel faiz oranı artar. Bu geçici bir ticaret haddi bozulması olduğundan, tüketime dayalı fiyat endeksini artırır; oysa bir sonraki dönemde ithal malı fiyatları sabit kabul edildiğinden gelecekteki fiyat endeksi sabittir. Bugünkü fiyat endeksinin bir sonraki dönem fiyat endeksine oranı artar. 34 Böylece cari tüketimin gelecekteki tüketime göre maliyeti artırmış olur. Bu, toplam harcamaların cari dönemden bir sonraki döneme ikame edilmesine neden olur. Dönemler arası göreli fiyat değişmelerinden ortaya çıkan gelecekteki tüketimin artışı ve bugünkü tüketimin azalışı, diğer faktörler sabitken, dönemler arası ikame etkisidir. (iii) Dönemsel ve dönemler arası etkilere ilave olarak, ithal malı fiyatının artması refahı azaltır. Refah etkisinin boyutu ilk ticaret haddi oranında ithalatın hacmine bağlıdır (Ostry, 1988: 73). Ostry’nin sonuçlarına göre, ticaret haddi üzerinde geçici şokların etkileri iki faktöre bağlıdır: (i) dönemsel ve dönemler arası ikame esnekliklerinin göreli büyüklüklerine, (ii) Dönemler arası ikame esnekliği ve ithalatın ithal edilebilir mal tüketimine oranının göreli büyüklüğüne. İlk faktör zaman içinde reel döviz kurunun zaman profili (bu reel faiz oranı ve böylece reel harcama ve ticaret dengesinin temel belirleyicisidir) üzerinde ticaret haddi değişiminin etkisini belirler. İkincisi ise reel döviz kuru sabitken ticaret haddi değişmesinin ticaret dengesi üzerindeki etkisini tayin eder. Reel döviz kuru, ticaret haddi şoklarının cari işlemler üzerine aktarımında önemli bir değişkendir. Sürekli şokların analizinde ise, ilk ticaret dengesi pozisyonu ile dönemsel ikame esnekliği ve ithalatın ithal edilebilir mal tüketimine oranın göreli büyüklükleri, ticaret dengesi davranışlarını belirleyen önemli faktörlerdir. Sürekli bir ticaret hadi şokuna cari işlemlerin cevabı, eğer yerli mallar ve ithal edilebilir mallar arsındaki ikame esnekliği ithalatın ithal edilebilir mal tüketimine oranından büyükse veya ticaret ilk olarak dengede ise, ticarete konu olmayan malların dahil edildiği ve edilmediği modellerde aynı olacaktır. Eğer esneklik değeri küçük ise söz konusu iki modelde farklı modeller ortaya çıkacaktır. Örneğin ticaret haddinde bir bozulma ilk açık durumundan, kötüleşen ticaret dengesine yol açabilir ve ticaret hadlerinde bir iyileşme ticaret fazlasında bir artışa neden olabilir. İlk durumda kötüleşen ticaret dengesi reel değer kaybına, ikinci durumda ise genişleyen fazla reel değer kazancına eşlik edecektir (Ostry, 1988: 73). 35 1.3.2. Mali Politikalar Maliye politikası ile cari işlemler dengesi arasındaki ilişki, bütçe açıkları ve cari işlemler arasındaki denklemsel bağlantıdan ileri gelmektedir. Bu bağlantı aşağıdaki gibidir. CAB ( S P I P ) (T G ) (1.15) Özel tasarruf ve özel yatırım birbirine eşit ise çari işlemler açığı bütçe açığına eşlik edecektir. Net özel tasarruf (özel tasarruf eksi özel yatırım ) sabit tutulurken artan kamu harcaması, kamu geliriyle karşılanmadığı sürece, büyük ölçüde ticaret açığını artırarak cari işlemler açığını genişletecektir. Cari işlemler dengesi açığı net özel tasarruf sabit kaldığı sürece buna karşılık gelen bütçe açığı azalmadan düşmeyecektir (Makin, 1988). Eğer Ricardocu denklik kabul edilirse, bütçe açığı ile cari işlemler açığı arasında bağlantı olmayacaktır. Buna göre, kamu harcamaların cari vergileri yükselterek ya da çıkararak finanse edilmesi arasındaki tercih, hane halkının tüketimini etkilemeyecektir. Ekonomide toplam tüketim, toplam kullanılabilir gelir ve toplam servete bağlıdır. Eğer tüketiciler, kamu tahvillerinin gelecekte vergi yükümlülüklerini artıracağını düşünüyorsa, bu tahviller toplam servetin bir parçası değildir. R.J.Barro, teoriye miras motifi yönünde katkıda bulunmuştur. Hane halkları varislerini düşünerek planlama ufkunu kendi ömrünün ötesine uzatırsa, tasarruflarını kullanılabilir gelirindeki artış kadar artıracaktır (Barro,1989: 37). Fakat Ricardocu denkliğe geçmeden önce bütçe açığının standart modelini açıklamak yerinde olacaktır. Bu modelde başlangıç noktası, vergilendirme yerine bütçe açığına katlanmanın toplam tüketici talebini artıracağı yönündeki varsayımdır. Diğer bir ifadeyle, arzulanan özel tasarruflar vergi indirimlerinden daha az artar; böylece arzulanan ulusal tasarruf düşer. Küçük ve açık bir ekonomide bütçe açıklarının uluslararası reel faiz oranı üzerindeki etkisi oldukça önemsizdir. Bu yüzden geleneksel analizde, ev sahibi ülkenin vergi toplamak yerine bütçe açığına katlanması yüksek faiz oranından çok artan dış 36 borçlanmaya yol açar. Ev sahibi ülkenin beklenen reel faiz oranı sadece dünya piyasalarını etkileyebilecek kadar büyükse veya artan ulusal borç, yabancı kreditörlerin bu ülkenin yükümlülükleri üzerinde beklenen yüksek getiri talebine neden oluyorsa artar. Sonuçta, bir ülkenin bütçe açığının kısa dönemde yurtiçi yatırımları dışlaması ve uzun dönemde, düşük ulusal servet stoku (yabancıların yerleşikler üzerindeki yüksek alacak hakları) yüzünden cari işlemler dengesi açığı ortaya çıkacaktır. Geleneksel analizdeki Ricardocu değişiklik, vergi indirimleriyle oluşmuş bütçe açıklarının, gelecekteki bugünkü değerleri ilk vergi indirimine eşit olan daha yüksek vergilere yol açacağı yolundaki varsayımdır. Bu sonuç, her bir dönemde faiz ödemelerini de içeren toplam hükümet harcamalarının, vergilendirme, bono ihracı ve diğer kaynaklardan elde edilen toplam hükmet gelirlerine eşit olmasını gerektiren bütçe kısıtlamasından doğar. Kamu kesimi, harcamalarının bugünkü değerini değiştirmediği sürece, vergilerin bugünkü değeri değişmez. Kamu harcamaları, bugün ya da daha sonra, fakat eninde sonunda, harcamaların toplam bugünkü değeri sabit tutularak gelirlerin toplam bugünkü değeri ile karşılanmalıdır. Bu nedenle hükümet harcamalarını ve vergi dışı gelirleri sabit tutuğumuzda, bugünün vergilerindeki bir indirim gelecekteki vergilerin bugünkü değerinde bir artışla karşılanmak zorundadır. Hane halkının mal talebinin vergilerin beklenen bugünkü değerine bağlı olduğunu varsayalım. Yani her hane halkı net servet pozisyonunu belirlemek için gelirinin beklenen bugünkü değerinden vergilerin bugünkü değerinin kendi payına düşen kısmını çıkarır. Bu durumda maliye politikası toplam tüketici talebini, yalnızca vergilerin bugünkü değerini değiştirirse etkileyecektir. Fakat vergilerin bugünkü değeri, harcamaların bugünkü değeri sabit kaldığı sürece değişmeyecektir. Bu yüzden cari vergiler yerine bütçe açığına katlanılmasının (veya vergilerin zamanlamasının yeniden düzenlenmesinin) mallara olan toplam talep üzerinde bir etkisi olmayacaktır. Açık bir değişle, bütçe açıkları ve vergilendirme ekonomi üzerinde eşit etkiye sahip olacaktır. Bir başka ifadeyle, kamu tasarrufunda bir azalma diğer anlamıyla cari bütçe açığı 37 planlanan özel tasarruflarda telafi edici bir artışa neden olur. Böylece planlanan özel tasarruf değişmez. Ricardocu denklik bireylerin sonsuz ufuk çizgisine bir başka değişle sınırsız planlama ufkuna sahip olduklarını varsayar. Yani bireyler ya gelecekte vergileri ödeyecek kadar uzun yaşayacaklarını umarlar ya da gelecek kuşaklara servet transfer etmek isterler. Bu yüzden gelecekte bir vergi artışına yol açacak olan kamu bonolarını net servet olarak görmezler. Bu bireylerin tasarruflarını servet pozisyonlarına göre azaltmaları beklenemez. Kamu bütçe açığının özel tasarruflardaki artışla telafi edilmesi sonucu planlanan ulusal tasarruf değişmez. Açık bir ekonomide planlanan özel tasarruf, dışarıdan borçlanmaya meydan vermemek için yeterince artar. Bu nedenle, bütçe açıkları cari işlemler dengesi açıklarına neden olmayacaktır (Baro, 1989: 37). Ricardocu denkliğin bu görüşüne rağmen, kamunun harcamalarını nasıl finanse ettiğine bağlı olarak bütçe açığı ile cari işlemler dengesi açığı arasında pozitif ilişki ortaya çıkabilir. Örneğin, bireyler kamunun bütçesini gelecekte harcamalarını kısarak denkleştireceğini bekliyorsa, bütçe açığı gelecekte yüksek bir vergiyi göstermez. Bu durumda kamu harcamalarında beklenen azalma, özel sektörün servet ve tüketimini artırarak cari işlemler dengesi açığını yükseltir. Diğer taraftan insanların sınırlı yaşamları olduğunu düşündüğümüzde Ricardocu denklik eskisi kadar açıklayıcı olmayacaktır. Yaşamın sınırlılığı ile şekillendirilmiş sınırlı ufuk düşüncesi, yaşam döngüsü modellerinin temelini oluşturur. Bu modellerde bireyler sadece ölümlerinden önceki vergileri göz önüne alırlar. Gelecekteki vergi artışlarının bi kısmının yaşam süresi içinde bir kısmının da öldükten sonra yürürlüğe gireceğini varsayalım. Birinci kısım vergilerin bugünkü değeri cari yıldaki ilk vergi indiriminin altında kalacaktır. Böylece yaşayan bireylerin net serveti artacak ve hane halkları tüketim taleplerini artıracaktır. Geleneksel yaklaşımda olduğu gibi, arzulanan özel tasarruflar, kamu tasarruflarındaki düşüşü tam olarak telafi etmeye yetecek kadar artmayacaktır. (Baro, 1989:37) 38 Maliye politikası değişmeleri ile cari işlemler dengesi üzerinde yapılan çalışmalar iki ayrı modele dayanır. Birincisi, ekonomiyi oluşturan ajanların davranışlarını göz önüne almaksızın ekonominin bütünüyle nasıl çalıştığını açıklayan varsayılmış davranışsal ilişkilerden türetilen geleneksel yaklaşımdır. Mundell-Fleming Modeli bu açıklamalara temel oluşturur. İkincisi, bireysel optimize edici davranışlardan önemli ilişkiler türetir. Bu iki yaklaşım, mali politikalar ve cari işlemler dengesi bağlantısında farklı sonuçlar vermektedir (Kearney ve Monadjemi, 1990:197). 3.2.1. Varsayılmış Davranışlara Dayalı Modeller Maliye politikasının açık bir ekonomide sabit ve esnek döviz kuru altında işleyişinin klasik analizi Mundell tarafından yapılmıştır. Daha sonra Dornbush bu modeli rasyonel beklentileri dahil ederek genişletmiştir. Mundell-Fleming Modeli maliye politikası ile cari işlemler dengesi arasındaki bağlantı konusunda kesin açıklamalar getirmektedir. Bu mali genişleme, ulusal geliri artırır ve yabancı döviz piyasalarında yurtiçi parayı güçlendirir. Bu iki etki ithal edilen mal talebinin artmasına katkıda bulunur. Ayrıca döviz kurunun değerlenmesi ihracat talebinin düşmesine sebep olur. Böylece ticaret dengesi bozulmuş olur (Cuddington ve Vinals, 1986:24). Mali bir politika ile reel döviz kuru arasındaki etkileşim iki farklı şekilde ortaya çıkabilir. İlk olarak genişletici maliye politikası, sabit kurda reel faizlerde yukarı doğru baskı oluşturduğundan yerli paranın reel değerini artırır. Yurtiçi ve yurtdışı faiz oranları arasındaki fark artar. Uzun dönemde paranın değeri değişmezken kısa dönemde paranın reel değeri, faiz farkının paranın gelecekteki değer kaybını karşıladığı noktaya kadar artacaktır. Genişletici mali politika faiz oranı ve paranın değerini artırdığından, hem faize duyarlı harcamalar hem de ihracat dışlanmış olur. İkinci olarak, reel faiz farkı artmasa bile, bekleyişlerdeki intibak nedeniyle bütçe açığını finanse etmek üzere sermeye girişi olabilir. 39 Bekleyişlerdeki bu değişme yerli paranın değerlenmesine ve ticaret dengesinde çift açığa yol açar. Bu durumda sadece ihracat dışlanmış olacaktır (Throop, 1989: 16). Genişletici mali politikası, sabit döviz kurunda yurtiçi faiz oranlarını artırır. Tam ve mükemmel sermaye hareketliği varsayımı altında küçük bir ekonomiye sermaye giriş olur. Merkez Bankası’nın parasal uyumlaştırması ve faize karşı sonsuz esnek para talebi olmadığında toplam talep üzerindeki olumlu etki crowdingout vasıtasıyla hafiflemez. Sabit kurda mali genişlemenin ödemeler dengesi üzerindeki etkisi sıfırdır. Ancak bileşimlerinde değişme ortaya çıkar. Artan sermaye girişi, net yurtiçi özel tasarruf değişmediği sürece cari işlemler dengesi açığında eşit artışa eşlik eder. Kısaca ulusal eksi(-) tasarruf artışı, geniş bir cari işlemler dengesi açığını yansıtan dışarıdan sermaye girişi ile karşılanacaktır. Eğer sermaye tam hareketli değilse, sermaye girişinin bir kısmı döviz piyasasında döviz kurunu hapsetmeyi amaçlayan müdahaleden kaynaklanabilir. Bu şekilde oluşan yüksek faiz oranı, net özel tasarrufu kamunun eksi tasarruf artışına eşit miktarda artırmaz. Eğer net özel tasarruf bu oranın altında ise ve özel sermaye girişi ulusal eksi tasarruf artışına ulaşamıyorsa, yabancı para için talep fazlası ortaya çıkacaktır. Döviz kuru tam esnek ise, harcama kaydırıcı ve harcama azaltıcı etkiler yani kısmen reel balans etkisi ve kısmen de ücretlerde azalma ile dengeyi yeniden kuruncaya dek yerli para değer kaybeder, bu denge noktasında yükselen faiz oranı ve paranın değer kaybı, net özel tasarrufu kamu eksi tasarruf artışına eşit miktarda artıracaktır. Eğer döviz kuru sabit tutulmuş ise, resmi müdahalenin yerli paraya desteği reel döviz kuru sterilize edilmediğinde- yurtiçi para arzını azaltır. Sterilizasyon, döviz piyasasına müdahalenin parasal taban üzerindeki etkilerinin merkez bankası tarafından nötralize (sterilize) edilmesini ifade eder. Sabit döviz kuru rejimi altında Merkez Bankasının döviz piyasasındaki faaliyetleri, ülkenin (uluslar arası rezerv değişmelerinden önceki)ödemeler bilançosu açık veya fazlasına bağlıdır. Örneğin, bir açık durumda merkez 40 bankası açığın parasal taban üzerindeki etkilerini sterilize etmek isterse, yurtiçi kredileri aynı miktarda artırmalıdır. Bu durumda sterilazyon uygulaması, uluslar arası rezervlerdeki azalmaya eşit miktarda açık piyasadan tahvil alımı olacaktır. Burada intibakın tümü faize dayalıdır. Net özel tasarrufu artırmak için faiz yeterince yükselmeli ve kamu eksi tasarruf artışına eşit sermaye girişi olmalıdır. Dış faiz oranında bir azalma, sermaye girişini artırır. Ülke içinde yüksek, dışarıda düşük olan fiyatlar ithalatı artırıp ihracatı azaltır. Bu şekilde gerekli sermaye girişini artırarak intibak süresince yardımcı olur. Ülke içinde yüksek olan fiyatlar net özel tasarrufu artırırken, ülke dışında düşük olan fiyatlar net özel tasarrufu azaltır. Bu, tasarruf üzerindeki reel balans etkisidir. Buna karşın reel döviz kuru sterilize edilirse, yani para arzını etkilemesine izin verilmezse, intibak mekanizmasının işlemesi önlenmiş olur. Yabancı para için talep fazlası kronik hale gelir ve müdahale bir devalüasyon gerçekleşinceye kadar devam eder. Bu durumda paranın değer kaybı ve yüksek faiz oranları, net özel eksi tasarrufa gerekli azalmayı sağlar (Markin, 1988:64). Mali genişleme mallar için talep fazlası yaratır, çıktı ve fiyatlarda artışa yol açar (Dornbusch, 1987: 85). Nominal para stoku sabitken, faizlerde yukarı doğru bir baskı oluşur. Böylece ortaya çıkan sermaye girişi döviz kurunun değerlenmesine neden olur. Bu Mundell-Fleming Modeli’nin temel özelliğidir. Geçici bir mali genişleme sonrası, ani bir reel değer kazancı olacaktır. Daha sonra talep fazlası nedeniyle fiyatlar artışını sürdürür. Zaman içinde döviz kurunun aşırı değerlenmesi, maliye politikası bitmiş olsa bile devam edecektir. Böylece resesyon ortaya çıkar ve reel döviz kuru ilk düzeyine döner. Eğer geçici bir mali genişleme önceden bekleniyorsa, para değer kazanır. Bu aşırı değerlenme deflasyonist baskı oluşturur. Fiyatlar düşer, reel balanslar artar ve nominal faiz oranı düşer. Düşük faiz oranını yakalamak için reel döviz kuru değerlenir. Bu süreç mali genişleme gerçekleşinceye kadar devam ederken talep fazlası ve enflasyona yol açar. Reel balanslar ve faiz oranları ilk düzeylerinin ötesine itilmiş olur. Bu noktada düzeltici değer kaybı 41 başlar ve mali genişleme dönemi boyunca, ilk denge yeniden kuruluncaya kadar devam eder. Şimdi analize dış denge yönünden daha yakından bakalım. Mali genişleme paranın değer kazanmasına yol açarak birikmeli cari işlemler dengesizliklerine sebep olacaktır. Birikmiş dış borç durumu, net dış varlık gelirini azaltarak, cari işlemler dengesi üzerinde etkisini gösterir. Azalan net dış varlıklar, açığı izleyen bir dönemde, reel döviz kurunun ilk düzeyine geri dönmesi suretiyle cari işlemler bilançosunun kolayca dengeye ulaşamayacağını ifade eder. Bu durumda artan borç servisinden ileri gelen bir açık ortaya çıkacaktır. Bu yüzden cari işlemler dengesin yeniden kurmak için paranın aşarı değer kaybetmesi gereklidir (Dornbusch, 1987: 85). 1.3.2.2. Optimize Edici Davranışlara Dayalı Modeller Maliye politikası ile cari işlemler dengesi arasındaki bağlantıyı analiz eden bazı modeller, mikro ekonomik optimize edici davranışlara dayanır. Bunlardan bazıları Walrasgil piyasa dengesini sağlayıcı yapısı içinde ele alınırken, bazıları piyasa dengesizliğinin varlığını kabul eder. Sınırsız ufuk çizgisine sahip hane halklarından oluşan küçük bir ekonomide cari işlemler dengesi ve maliye politikası ilişkisi analiz edilmiştir. Genel olarak tüketim harcamaları mali genişlemeden daha büyük bir miktarda azalır. Çünkü özel sektör ilk tüketim düzeyinde daha yüksek bir ulusal gelir seviyesine ulaşmak için daha çok tasarruf eder. Artan tasarruf bir cari işlemler dengesi fazlası yaratır ki bu, dışarıdan ilave faiz gelirleri aracılığı ile ulusal geliri artırır (Obstfeld, 1981: 64). Obstfeld’in bu analizi örtüşen kuşaklar modelleri yönünde genişletilmiştir. Bu çalışmalardan çıkan ortak sonuç şudur: Vergilerle finanse edilmiş geçici mali genişlemeler cari işlemler dengesi açığına eşlik ederken, sürekli politikalar belirsiz etkilere sahiptir. 42 Cuddington ve Vinals dönemler arası fayda maksimize eden bireylerin ticarete konu olan ve olmayan iki tür mal tükettiğini ve politika girişimlerinin cari ve gelecekteki etkileri hakkında rasyonel beklentilere sahip olduğunu varsaymıştır. Kamu harcamalarının borçlanma ya da vergilendirme yoluyla finansmanı arasında doğuracağı sonuçlar açısından fark yoktur. Ricardocu denklik var sayımına göre, kamu harcamaları ister cari vergilerle, isterse bugün borçlanılıp gelecekte toplanacak vergilerle finanse edilsin, doğuracağı sonuç aynı olacaktır. Bu duruma zaman zaman borcun etkisizliği de denilmektedir. Ticarete konu olmayan mallar üzerinde vergilerle finanse edilmiş bir kamu harcaması artışı, bu mallar üzerinde talep fazlasına yol açar. Bu talep fazlası reel döviz kurunun değerlenmesi ile elimine edilir. Çünkü paranın değerlenmesi bu malların göreli fiyat ve üretimini artırırken, ticarete konu olan malların değerini düşürür. Böylece cari işlemler bilançosu açığı ortaya çıkar (Cuddington, 1986:2). Eğer mali genişlemenin gelecekte olması bekleniyorsa, ticarete konu olmayan malların tüketimi gelecekte beklenen yüksek fiyat nedeniyle bugüne kayar ve bu cari işlemler dengesi fazlasına sebep olur. Gelecekte beklenen kamu harcaması, nasıl finanse edildiğine bağlı olmaksızın bugünkü cari işlemler dengesini iyileştirir. Sürekli bir mali genişlemenin etkileri, yukarıda geçici ve gelecek adı altında tanımlanan iki politikanın toplamından ibarettir ve cari işlemler dengesi üzerindeki etki belirsizdir (Kearney ve Monadjemi, 1990: 197) Kamu harcaması artışının para arzı ile finansmanı durumunda, malların göreli fiyatlarının dönemler arası profili değişir. Döviz kurunun bugün değer kaybederken gelecekte değer kazanması beklenir. Bu fiyat hareketleri cari işlemler dengesinde iyileşmeye neden olur. Bu sonuçlar yurtiçi servet açısından yorumlanabilir. Tüketimin sürekli gelir hipotezine göre bireyler tüketimini zamana yaymak ister. Buna göre kullanılabilir gelirin zaman profilini değiştiren şoklara cevap olarak tasarruf değişme arz eder. Kamu harcamalarında vergilerle finanse edilen geçici bir artış, ticarete konu olan malların cari üretimini azaltır, fakat gelecekteki üretimini artırır. 43 Kamu harcamalarında gelecekte beklenen bir artış, ticarete konu olan malların cari üretimini artırır ve gelecekteki üretimini azaltır. Dolayısıyla özel kullanılabilir gelir profili bu durumda daha yataydır. Bu nedenle ekonomi için bugün cari işlemler dengesinde bir iyileşmeye neden olarak daha çok tasarruf etmek optimaldir. Para arzı artışı ile finanse edilmiş bir kamu harcaması cari reel döviz kurunun değer kaybetmesine yol açar. Bu yüzden ticarete konu olan malların cari dönemde çıktısı artar ve gelecekteki çıktısı azalır. Servet, ticarete konu olan malların çıktısına bağlı olduğuna göre, cari gelirin nispi olarak artması bugünkü tasarrufu artırır. Böylece kısa dönemde cari işlemler dengesi iyileşir (Cuddington ve Vinals, 1986: 21). Dönemler arası Walrasgil denge modelleri ile kısa dönem dengesizlik modellerinin sonuçları aynı anlamları içermektedir. Kısaca vergilerle finanse edilen kamu harcamalarında bir artış daima cari işlemler dengesini kötüleştirir. Diğer yandan sürekli bir artış belirsiz bir etkiye sahiptir. Ayrıca borcun monetizasyonuna izin verdiğinde geçici bir artış cari işlemler dengesini etkilemezken, sürekli bir artış daima cari işlemler dengesini iyileştirir (Cuddington ve Vinals, 1986: 21). 1.3.3. Döviz Kuru Cari işlemler dengesi açığı veren ülkelerin paralarının değer kazanması karşısında duydukları kaygı, döviz kuru ve cari işlemler dengesi arasında istikrarlı bir ilişkinin bulunduğu yolundaki bakış açısına dayanır. Özellikle yerli paranın değer kaybetmesinin cari işlemler dengesini düzelteceği beklenir. Esnek döviz kuru modelleri, cari işlemler ve sermaye hesaplarını eşitlemek üzere döviz kurunun nasıl intibak sağlayacağını gösterir. Yani döviz kuru bağımlı bir değişkendir. Oysa döviz kuru değişmelerinin cari işlemler dengesizliklerini nasıl etkileyeceği tartışmasında, hedeflenmiş ya da güdümlü döviz kuru ele alınır. Bu durumda döviz kuru 44 bağımsız, cari işlemler dengesi bağımlı değişkendir (Hörngren ve Jarnhall, 1990: 35). Keynesyen modeller,1950 ve 1960’lı yıllarda döviz kuru hareketlerinin cari işlemler dengesizliğini gidermedeki rolü üzerinde durmaktaydı. Buna göre kısa vadeli sermaye hareketlerinin olmadığı varsayımı ve dalgalı döviz kuru sistemi altında döviz kuru, cari işlemler dengesi açık veya fazlası sıfıra eşit oluncaya kadar intibak sağlayacaktır. Mundell ve Fleming, tam sermaye hareketliliği varsayımı altında döviz kuru cari işlemler dengesi arasındaki bağlantıyı kopardı (Sachs, 1981:68). Bu model yurt içi fiyatları sabit varsaydığından döviz kuru, ticaret hadleri veya yurtiçi malların ithalata göre nispi fiyatlarını belirleyecektir. Sermaye ülkeler arasında tam hareketli, yurtiçi ve yabancı tahviller tam ikame edilebilir olduğunda faiz oranları ülkeler arasında eşitlenecektir. Bu varsayımlar altında bir parasal genişleme sonucu faizler düşer. Bu sermaye çıkışına neden olur. Döviz kuru değer kaybeder, talep yurtiçi mallara kayar. Böylece oluşan çıktı artışı, gelir ve para talebini uluslararası faiz farklarının giderdiği noktaya kadar artırır. Bu noktada çıktı düzeyi daha yüksek, reel döviz kuru daha düşüktür. Diğer taraftan maliye politikası uygulaması sonucu, yurtiçi mallara olan talepteki artış, gelir ve para talebinin artmasına ve böylece faizlerin yükselmesine yol açar. Faiz artışı sonucu ortaya çıkan sermaye girişi, döviz kurunun değerlenmesine, rekabet gücünün azalmasına ve cari işlemler dengesinin bozulmasına neden olur (Dorncbusch, 1987: 18). Global Monetarizm ve tam istihdam denge modelleri döviz kuru cari işlemler dengesi bağlantısını zayıflatmıştır. Bu modeller, döviz kuru nominal bir değişken iken cari işlemler dengesinin reel bir değişken olduğunu ve bu yüzden para aldanması olmayan bir dünyada aralarında bağlantı olmaması gerektiğini vurgulamışlardır (Sachs, 1981: 68). Mundell-Fleming Modeli, bazı kısıtlayıcı varsayımların kaldırılmasıyla genişletilebilir. Bunlar fiyatların sabit oluşu, döviz kuru belirlenmesinde cari işlemlerin etkili olmayışı ve döviz kuru bekleyişlerinin bulunmayışıdır. 45 Fiyatların esnek olduğu ve tam istihdam düzeyindeki küçük açık bir ekonomide döviz kuru cari işlemler dengesi bağlantısına göre modelin varsayımları şunlar olmuştur: Ülkenin mallarına olan dünya talebi ticaret hadlerine bağlıdır. Yurtiçi yerleşikler, yurtiçi para ve faiz getirili yabancı tahviller tutulabilirler. Dünya faiz oranı belirlidir. Böyle bir ekonomide kısa dönem denge, para piyasasının ve mal piyasasının dengede olduğu döviz kuru ve yurtiçi fiyat düzeyine karşılık gelecektir. Denge, belirli bir dış varlık stokuna bağlıdır. Uzun dönem cari işlemler denkliğinin sağlandığı duruma kadar, bu dış stoku sırasıyla denge tasarruf düzeyi, cari işlemler dengesizliği ve aktif birikimini belirleyecektir (Dornbusch, 1987: 18). Statik beklentilere uygun olarak beklenen değer kaybının sıfır olduğunu varsayalım. Yurtiçi mallara yönelik iç talep, ticaret hadleri ve reel servetin fonksiyonudur. Reel servet ise reel nakit balansları ve dış varlıkların reel değerinin toplamından ibarettir. Ticaret hadlerindeki bir bozulmanın ya da ithalatın göreli fiyatındaki bir artışın, talebi yurtiçi mallara kaydıracağı varsayılır. Servetteki bir artış, yurtiçi toplam harcamayı artıracaktır. Bu artışın bir kısmı yurtiçi mallar üzerinde olacaktır. Mal piyasası dengeye geldiğinde cari işlemler dengesi, gelirin harcamayı aşan kısmına eşittir. Kamu sektörü, vergiler ve yatırımları göz ardı edersek, bu gelir fazlası tasarrufa eşittir. Tasarruf beşeri olmayan servetin azalan, beşeri servetin ya da iş gücü gelirinin artan bir fonksiyonudur. Bu durumda cari işlemler dengesi ülkenin dışarıdan net alacak haklarına eşit olacaktır. Denge reel balans stoku, dış varlıkların artan bir fonksiyonudur. Dış varlık değerindeki bir artış reel gelir ve reel para talebini yükselterek, fiyat düzeyindeki azalma yoluyla denge reel balans stokunu artırır. Reel servet dış varlıklara bağlı olarak değişecektir. Dış varlıklardaki bir artış, doğrudan ve reel balanslarda yaratacağı değişme yoluyla reel serveti artırır. Böylece yurtiçi çıktıya talep artacak, dengeyi yeniden sağlamak için ithalatın göreli fiyatı azalmak zorunda olacaktır. Zamanın herhangi bir noktasında bir miktar dış varlık vardır. Bu durumda aktif pozisyonuna bağlı olarak harcamaları, cari işlemler dengesini 46 belirleyen bir denge reel balans stoku ve servet düzeyi olacaktır. Ekonominin uzun dönem dengesi reel servet ve ticaret hadleri ya da reel döviz kuru gibi reel değişkenler için oluşur. Bu noktada yurtiçi çıktı için talep tam istihdamda, cari işlemler dengesi dengededir ve gelir harcamaya eşittir (Dornbusch, 1980: 71). Dış varlık talep edildiğinde ticaret hadleri düzelir ve bir cari işlemler dengesi fazlası döviz kurunun değerlenmesine eşlik eder. Görüldüğü gibi döviz kuru, mal aktif piyasalarında genel denge içinde belirlenmektedir. Kararlı denge düzeyinin altındaki dış varlık düzeyleri için döviz kuru değer kazanır. Aktif birikimi cari işlemler dengesi fazlası aracılığıyla yer aldığından intibak süreci içinde, değerlenen döviz kuruna eşlik eden cari işlemler dengesi fazlası olacaktır (Dornbusch ve Fischer, 1980: 71). Servetteki artış, reel harcama ve yurtiçi mallara olan talepte bir artış yaratır. Böylece ortaya çıkan talep fazlası çıktıyı tam istihdamda dengede tutmak için reel döviz kuru değerlenmesinin harcama kaydırıcı etkisiyle telafi edilmelidir. Kararlı denge seviyesinin üzerindeki bir servet düzeyinde artan harcama ve cari işlemler dengesi açığı vardır. Dış dengeyi yeniden sağlamak için döviz kuru değe kaybetmelidir. Böylece talep yabancı mallardan yurtiçi mallara kayacaktır (Dornbusch, 1980: 70). Uzun dönem denge, ihracatın ya da yurt içi harcamaların kompozisyonunun değişmesiyle diğer bir değişle tasarruflardaki değişmeyle birlikte yurtiçi veya ithal malları üzerinde harcamaların artması sonucunda bozulabilir. İhracat artışı sonucu yurtiçi çıktıya olan fazla talep sonucu yurtiçi malların fiyatının artması veya azaltılan dış varlıklar aracılığıyla servetin azalması gerekir. Yeni uzun dönem dengede ticaret hadlerinde düzelme ve dış varlıklarda artış olacaktır. İntibak süreci içinde ticaret hadlerinde ani düzelme sonucu gelinen geçici dengede cari işlemler dengesi fazlası olacak ve bu durum dış varlık birikimine yol açacaktır. Reel servet ilk denge düzeyine ulaşıncaya kadar ticaret hadleri düzelir ve dış varlıklar birikir. Tasarruftaki azalma sonucu ithalat artmış olsun. Bu durumda tasarruf düzeyinin azalmasına bağlı olarak daha az ithalata ihtiyaç vardır. Yeni uzun dönem denge noktasında aktiflerde azalma ve ticaret hadlerinde bozulma 47 söz konusudur. Bu noktaya öncelikli olarak ortaya çıkan cari işlemler dengesi açığı sayesinde ulaşılır. Dış varlıklarda azalma ile birlikte yurtiçi mallara talep artar. Piyasa dengesini sürdürmek için yurtiçi malların göreli fiyatlarının azalması aracılığıyla ülkenin rekabet gücü artar (Dornbusch ve Fischer, 1980: 70). Cari işlemler dengesizliği, şüphesiz sermaye transferi anlamına gelmektedir. O halde zaman içinde bu transferler ülkelerin göreli servet pozisyonlarını değiştirecektir. Döviz kurunun da intibakı gerekecektir. Servet ve kullanılabilir gelirdeki değişmeler, ülkelerin göreli toplam harcama düzeylerini ve böylece cari işlemler dengesini değiştirecektir. Bu intibak mekanizması cari işlemlerin dengede ve diğer bağımlı değişkenlerin sabit olduğu bir kararlı dengeyi sağlayacaktır. Ekonomide mali genişleme meydana geldiğinde yurtiçi para reel olarak değer kazanacak ve cari işlemler bilançosu açığına yol açacaktır. Bu açığın finanse edilmesi sonucu, ülke dışına bir aktif transferi olacaktır. Böylece yurtiçi servet kullanılabilir gelir azaldığı için düşer. Yurtiçi toplam harcama daralır. Bu sayede zaman içinde cari işlemler dengesi açığı azalır ve yurtiçi para değer kaybetmeye başlar. Söz konusu süreç cari işlemler yeniden dengeye gelinceye kadar devam eder (Genberg ve Swoboda,1989: 30). Modele döviz kuru bekleyişlerini katarsak para tutamının alternatif maliyeti dış faiz oranı artı beklenen değer kaybı olacaktır. Beklenen değer kaybındaki bir artış para talebini artırır. Böylece ulaşılan yeni denge noktasında ticaret hadleri bozulmuş ve reel balanslar azalmıştır. Beklenen değer kaybı döviz kurunun gerçekleşen değer kaybına neden olur. Rasyonel bekleyişler altında dış varlıklardaki artışın cari işlemler dengesi üzerinde iki tür etkisi olacaktır: (1) Belirli bekleyişlerle, artan aktifler reel servet ve harcamayı artırıp, cari işlemler dengesini kötüleştirir. Aktiflerdeki artışın cari işlemler dengesi üzerindeki bu etkisi negatiftir. (2) Söz konusu artışın ikinci etkisi döviz kuru bekleyişleri üzerinde olacaktır. Aktiflerdeki artış stoklarda azalma ve döviz kurunda değer kaybı etkisine yol açarak reel balans ve harcamaları azaltır. Cari işlemler dengesi üzerindeki bu 48 etki ise pozitiftir. Burada istikrar koşulu, birinci etkinin baskın çıkmasını gerektirir (Dornbusch ve Fischer, 1980: 71). Döviz kuru bekleyişinin modele alınmasının yarattığı değişiklikleri, ihracat artışını tekrar ele alarak daha iyi görebiliriz. İhracat artışı sonucu beklenen değer kazancı, para talebini artırır; bu yüzden reel balans ve servet stoku ile mallarımıza talep artar. Bu ise ticaret hadlerinde ilk olarak daha geniş bir azalma gerektirir. Bekleyişlerin olmadığı duruma göre, şimdi daha yüksek reel balans, daha fazla servet ve ticaret hadlerinde daha fazla bir düşme olmaktadır. Ancak burada da geçiş patikası aynıdır: Cari işlemler dengesi fazlası döviz kurunun değer kazanmasına eşlik eder. Aktifler uzun dönem denge düzeyinin üstünde olduğu için (cari işlemler dengesi açığı) ve bu yüzden azalmakta iken döviz kuru uzun dönem denge düzeyinin altında değer kaybetmektedir (Dornbusch, 1980: 71). Döviz kuru bekleyişleri görüldüğü gibi ekonomide beklenmeyen bir değişikliğin olması durumunda geçiş patikasını değiştirmezken beklenen bir değişme karşısında cari işlemler dengesi ve döviz kuru bağlantısı açısından farklı bir sonuç verebilir. Para stokunda bir artış beklendiğini varsayalım. Bu durumda paranın değer kaybı beklentisi ortaya çıkar. Döviz kuru değer kaybeder. Para talebi ve reel balanslar düşerek servet ve harcamalar azalır. Cari işlemler dengesi fazlası doğar. Döviz kuru değer kaybetmeyi sürdürür. Süreç para arzı artıncaya kadar sürer. Para arzı artıktan sonra tersine işleyen bir reel balans etkisi vardır. Artan reel balanslar, servet ve harcamalar, dengeye varıncaya kadar cari işlemler dengesi açığı, dış varlıkların azalmasına yol açar. Cari işlemler dengesi fazlası ve döviz kuru değer kazanması paraleldirler. Ancak bu ilişki beklenen değişiklikler için sınırlanmalıdır. Beklenen değişiklik döviz kurunun değer kaybetmesine önce cari işlemler açığına ve döviz kuru değerlenmesine yol açar (Dornbusch ve Fischer, 1980: 71). 49 1.3.3.1. İç Ticaret Hadleri ve Servet Etkileri Ticaret hadlerindeki yani reel döviz kurundaki değişmeler üç farklı servet transferi yapabilir. İlki, çıktı ve fiyat düzeyi artmakta olan bir ülkede görülen reel gelir ya da çıktı/harcama deflatörü değişmesinden ileri gelmektedir. Bu durumda yurtiçi paranın reel değerini kaybetmesi, yurtiçi reel geliri azaltırken, yabancı reel geliri artırır. Yurtiçi toplam harcama azaldığı için ülkenin cari işlemler hesabının ülke lehine dönmesi olası bir durumdur. Döviz kurunun neden olduğu bir diğer transfer, uluslar arası borçlu ya da alacaklı pozisyonlarından kaynaklanabilir. Ev sahibi ülke net borçlu olsun, bu durumda yabancı malların göreli fiyatlarında ya da döviz kurunda bir artış, ülkenin borcunun reel değerini artırır. Yabancıların serveti yükselir ve toplam harcamalar artar. Yurtiçi yerleşikler ise harcamalarını azaltır. Ev sahibi ülkenin cari işlemler bilançosu ülke lehine döner. Ticaret hadlerinin üçüncü etkisi, üretim düzeylerinin yurtiçi ve yabancı her iki malın göreli fiyatına bağlı olduğunu kabul edersek kendini gösterir. Döviz kurunun artması yabancı çıktıyı artırıp, yurtiçi çıktıyı azaltır ve yurtiçi cari işlemler bilançosunun ülke aleyhine dönmesi beklenir. Faiz oranlarının cari işlemler dengesi üzerindeki etkilerini belirtecek olursak, faizlerdeki değişmelerin cari işlemler dengesi üzerinde bir doğrudan birde dolaylı etkisi vardır. Doğrudan etki uluslararası borç servis ödemelerinden kaynaklanırken, dolaylı etki faiz gelirlerinin her iki ülkede toplam harcamaları değişmesinden ortaya çıkar. Ev sahibi ülke net borçlu ise yüksek faiz oranı bir yandan daha fazla faiz ödemesine yol açarken diğer yandan kullanılabilir geliri ve toplam harcamayı azaltacaktır. Birinci etki cari işlemler bilançosunu kötüleştirirken ikinci etki düzeltecektir (Genberg ve Swoboda, 1989. 30). İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNDE CARİ İŞLEMLER DENGESİ Türkiye’de 1990-2008 dönemlerinde cari işlemler dengesizliğine yol açan birçok etken ortaya çıkmış olup ülkenin dış borçlarındaki artışların, ödemeler bilançosunun cari işlemler açığının yüksek düzeylere ulaşmasından kaynaklandığı genel kabul gören bir görüş halini almıştır. Buna karşın sorunun yalnızca ödemeler dengesinden kaynaklandığı ve döviz sorunu olduğunu kabul etmek yanlış olabilir. Çünkü ilgili dönem verilerinden de açıkça gözlenebildiği gibi cari işlemler dengesizliği yaratan çok farklı faktörler ortaya çıkabilmektedir. 1990’lı yıllarda Türkiye ekonomisi önemli potansiyeline rağmen çok kötü bir performans sergilemiştir. Büyümede yüksek dalgalanmalar, yüksek ve kronik enflasyon, kamu açıkları, mali disiplinsizlik, siyasi ve makro ekonomik açıdan sürekli belirsizlik ortamı ve yüksek faiz oranları ortaya çıkmıştır. 1990-2008 dönemindeki ekonomik krizler terör ve deprem net istihdamın yaratılamamasına yol açmış ve buna bağlı olarak artan cari işlemler açıkları görülmüştür. 2.1. 1990- 2008 Döneminde Cari İşlemler Dengesi 1990 yılında Türkiye ekonomisinin makro düzeyde performansı net sermaye giriş ve çıkışlarının serbest bırakılması Türkiye ekonomisinde 1990’lı yıllarda uluslararası yatırımcılara portföy çeşitlendirilmesi fırsatı sağlayan yükselen piyasalar olgusunu ortaya çıkartmıştır (Celasun, 2001:179). Ekonomide ulusal paraya talep azalmış ve nüansları zamanla değişen esnek kur politikası izlenmiştir. Türkiye’nin mali, kurumsal ve altyapı koşulları doğrudan yabancı yatırımlar için cazip bir ortam oluşturmadığından, dış finansman sistemi genellikle borç nitelikli finansal araçlarla düzenlenen sermaye akımlarına dayalı bir biçimde gelişmiştir (Güven, 2001: 79). 51 1990’lı on yılın makro ekonomik politikalarını standardize ederek değerlendirmek yerine bu dönemi 1994 krizi öncesi ve sonrası olarak ele almak daha anlamlı olacaktır. 1990- 1993 döneminde Türkiye ekonomisinin ortalama yıllık büyüme hızı Körfez Savaşının ardından ortaya çıkan 1991’deki durgunluğa rağmen %5.2 dolayında gerçekleşmiştir. Bu alt dönemde kamu faiz dışı açığı genişlemesi, reel işgücü maliyetinde artış, reel kurda fazla değerlenme yani yerli paranın yabancı paralar karşısında değerinin artması, diğer bir deyişle dövizin ucuzlaması ve kısa vadede dış yükümlülüklerin hızla büyümesi söz konusu olmuştur. Özellikle 1993’de cari dış açıkta patlama, finansal kriz için yeterli koşulları yaratmıştır. Toplam dış borç stoku 1993’de 67 milyar dolara yükselmiştir. Aynı dönemde kısa vadeli dış borç stoku 6 milyar dolardan 18,5 milyar dolar düzeyine gelmiş, ancak merkez bankası brüt döviz rezervi 199293’de 6 milyar dolar seviyelerinde kaldığı için mali yatırımcılara yeterli bir güvence oluşturmamıştır (DPT, 1997: 16). 1994 krizinden sonra kamu faiz dışı dengede yeterli olmayan iyileşmeler sağladığı için, Kamu borç stokundaki artışın kaynakları değişmiş reel faiz oranı ile milli gelir büyüme hızı arasındaki fark özellikle 1997’den sonra büyüyerek borç dinamiğini hızlandırmış ve ekonomide çözümü çok güç bir sorun oluşturmuştur. Kredi notunun düşürülmesi ve hazine ihalelerinin iptali gibi olaylarla bozulan tetiklenen kriz sonucu, 1993’de 9 milyar dolara ulaşan net sermaye girişi 1994’de 7,2 milyar dolar düzeyinde net sermaye çıkışına dönüşmüştür (DPT, 1997: 17). Yüksek oranlı devalüasyonlarla birlikte milli gelir 1994’de %6 dolaylarında daralırken, İMF destekli bir istikrar programı yürürlüğe konuştur. 1996 ve 1999 yılları net sermaye girişi, makro ekonomi ve iç borç birikimi 1990’lı on yılın ikinci yarısında gerçekleşen makroekonomik gelişmeler, kamu finansmanı ve hızla büyüyen iç borçların ticari bankalar başta olmak üzere mali sektör üzerinde yarattığı baskılar bir arada değerlendirilirse, 2000’e girerken karşılaşılan sorunların büyüklüğü gözlemlenebilir. 1990’ların ikinci yarsında da genel ekonomik performans, 52 ödemeler dengesi sermaye hesabındaki değişmelere, diğer bir deyişle net sermaye girişinin artmasına veya azalmasına bağımlı bir seyir izlemiştir. Bu dönemde dış kaynak kullanımı ve bunun yarattığı etkiler üzerinde uluslararası mali konjöktürün payının oldukça yüksek düzeyde olduğu gözlenmiştir. 1996 ve 1997 yıllarının olumlu dış mali koşulları Türkiye’ye de yansımış, cari işlemler açığından daha büyük miktarlarda net sermaye girişi sağlanmıştır. Mali sermaye girişlerini açıklayan başlıca iki değişken, dış piyasalarda faizlerin düşmesi Türkiye’nin mali yatırımcılara sunduğu arbitraj fırsatları olmuştur (Celasun, 2001:179). Bu yıllarda komşu ülkelerle Türkiye arasında gerçekleşen bavul ticareti ve net hizmet ihracatındaki artışlar, ithalatın çok yüksek düzeyde olmasına rağmen cari açığın sınırlı kalmasına neden olmuştur. Merkez Bankası döviz rezervlerinin artışı ile gerçekleşen parasal genişleme ve kredi stokundaki artışlar, yatırımların ve milli gelirin büyümesine katkıda bulunurken enflasyon oranı da yükselmiştir. 1997 sonunda enflasyon %100 e varmış; izleyen yıllar ardı ardına dışsal nitelikli olumsuzlukları beraberinde getirmiştir. Bir olumsuzluk kaynağı, Asya Rusya krizinin Türkiye’ye yansıyarak 1998 başından itibaren mal ve hizmet ihracat gelirlerini ve borsaya giren portföy yatırımlarını olumsuz yönde etkilemesi olmuştur. Bu olumsuz etkiler sürerken hükümet enflasyonu indirme amaçlı bir programı devreye sokmuş; İMF ile bir “yakın izleme” antlaşması imzalamıştır. Türkiye’nin Doğu Asya krizinin ilk şoklarından fazla etkilenememesine karşın 1998 Rusya krizinin yansıması olumsuz olmuştur.1998 yılında net sermaye akımının negatife dönüşmesi, bavul ticaretinin gerilemesi, iç borçlanma faizlerinin yükselmesi ve maliye politikasının sıkılaştırılması sonucunda büyüme hızı düşmüştür.1998 de İMF de formel olarak izlemeyi kabul ettiği bir program açıklanmış, ancak kapsamlı bir uygulama gerçekleşmemiştir. Azalan sermaye akımlarına bağlı olarak cari işlemler açığındaki artış hızı devam etmiştir. 1999 yılında ortaya çıkan deprem ile ortaya çıkardığı hasar ve maliyet nedeniyle dış kaynak kullanımının tekrar artmasına ve kamu faiz dışı dengede açık verilmesine yol açan faktörlerden biri olmuştur. 1996- 1998 53 döneminde borçlanma gereğinin finansman birleşimine bakıldığında, kamu sektörünün net dış borç ödeyici konumda olduğu ve kamu dış borcunun milli gelire oranla azalma eğilimine girdiği görülmektedir. Bu dönemde kamu borçlanma gereğinin iç borçla finansmanı, piyasa faizli nakit iç borç stokunun ve nominal faiz ödemelerinin hızı artışı ile sonuçlanmaktadır. 1999 yılında kamunun toplam borçlanma gereğinin milli gelirin %16’sına yakın bir seviyeye geldiği ve nakit iç borç stokunun döviz tevdiat hesaplarının da dahil olduğu geniş tanımlı para arzına oranının %50’ye yükseldiği saptanmakta ve bu durum mali sistem ile cari işlemler açığı üzerindeki baskıların artmasına yol açmaktadır. 1996- 1999 döneminde enflasyon bekleyişlerinin ve kredibilitenin yüksekliği veya azlığı, ekonomiyi farklı dengelere sürüklemiştir. Bu dengeler farklı bekleyişlere, risk terimlerine ve reel faiz yüklerine yol açtığı için, büyüme, istihdam gibi sosyal refah alanları açısından ekonominin genel konumunu koruyucu ya da zarar verici sonuçlar yaratmıştır. 1996- 1999 döneminde özetlenen makro göstergelerden saptanabilen iki ana eğilimi vurgulamakta yarar vardır. Birinci eğilim, net sermaye girişlerinin cari işlemler dengesindeki açıklardan fazla olması olarak ortaya çıkmıştır. Bu eğilim, 1990’ların ilk yarısında gözlenenden farklı olup, Merkez Bankasının ani sermaye çıkışlarına ve olası bir döviz krizine karşı daha güçlü bir konuma gelmesine ve İMF tanımlı kamu net dış borcunun görece azalmasını sağlamıştır. Ancak döviz rezervlerinin getirisi görece düşük olduğundan bu yaklaşımın da bir fırsat maliyeti olmuştur. Ayrıca, döviz rezervlerinin hızla büyümesinden kaynaklanan likidite artışı Hazinenin iç finansmanını zorlaştırmama kaygısı nedeni ile yeterli ölçüde sterilize edilemediğinden, para arzının denetimi güçleşmiştir. Para ve kur politikasında ikinci ana eğilim, reel efektif kurun ya da yerli paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin özellikle toptan eşya fiyatları endeksi bazında korunmasına çalışılması olmuştur. Ancak, tüketici fiyat endeksi bazında reel kurun değerlenme trendi izlediği saptanabilmiştir (TCMB, 2002: 4). Reel kurun TÜFE ve ÜFE’ye göre farklı seyri, dış ticarette konu olan malların göreli fiyatının düşmesi veya hizmet sektörünün fiyatının 54 artması anlamına geldiğinden dış ticaret ve cari işlemler bilançosu dengesi bu durumdan olumsuz etkilenmiştir. 1996- 1999 döneminde genel ekonomik politikalarının değişik boyutları topluca değerlendirildiğinde aşağıda özetlenen karakteristikler ön plana çıkmaktadır: i) Sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği bir ortamda “yönlendirilen esnek kur rejimi” ile reel kurda nispi bir istikrar sağlanmaya çalışılmış ve faizlerin belirlenmesi geniş ölçüde piyasalara bırakılmıştır. Kamu kesimi faiz dışı dengede yeterli ölçüde fazla yaratılmadığı için ve 1999 yılı hariç olmak üzere kamu kesimi net dış borç ödeyici konuma geldiği için, iç borçlanma gereği hızla büyümüş ve yüksek faizli nakit iç borç stokunda hızlı bir artış gerçekleşmiştir. Kamu kesiminin doğrudan dış kaynak kullanımının negatife dönüşmesi sonucu kamu açıkları düşürülemediği için özel tasarruf fazlasının büyümesi veya dış tasarruflarının mali sistem aracılığı ile yerli paraya dönüştürülüp kamu iç borçlanmasına yönlendirilmesi gerekmiştir. Özel tasarruf fazlasındaki büyümenin, reel faiz oranında ve /veya enflasyon oranında artışla sağlanabileceğine dair ekonometrik bulgular bu bağlamda anlam kazanmıştır (Celasun ve Tansel, 1993:269). 1997’den sonra büyüme hızında gözlenen gerilemelerinin de etkisi ile iç borç dinamiği özellikle 1999 yılında bozulmuş ve bütçenin reel faiz yükü çok yüksek düzeylere ulaşmıştır. ii) Ekonomide dolara olan talebin arttığı ve enflasyon bekleyişlerinin yüksek olduğu ortamda iç borçlanma gereğinin yükselmesi, borçlanma vadelerinin uzatılmasını zorlaştırmış ve mali sektör üzerindeki baskıları arttırmıştır. Bu koşullarda, para ve kur politikası mali piyasalarda gerekli bir istikrarı sağlamaya ve iç borçlanmayı kolaylaştıran bir ortamı sürdürmeye öncelik tanımıştır. Türkiye, kamu maliyesindeki dengesizliklere rağmen, 1998-99 da dış finansal krizlerin olumsuz etkilerinden korunabilmiştir. Ancak, para arzının enflasyonist bekleyişlerin onaylayan bir tarzda genişlemesi, bekleyişlerin katılaşması ile sonuçlanmıştır. Bu süreçte ekonomik birimler fiyatlarını geçmiş enflasyona veya nominal dolar kuruna endeksleme alışkanlığı kazanmışken enflasyon atalati (inertia) güçlenmiştir. 55 iii) Kamu bankalarında büyük artış gösteren görev zararı stokları bu bankalarda likidite riskini arttırırken, nakit iç borçların finansmanını ve çevrilmesini sağlayan özel bankaların bilançolarında kur ve faiz riskleri birikmiştir. 1990 yıllar için yapılan değerlendirmeler, 2000 yılına girerken Türkiye’nin ödemeler dengesinin cari işlemler hesabında bir sorunu olmadığını, ancak kronik enflasyon sürecini kıramamış, kamu iç borç sorunu ağırlaşmış ve bankacılık sektörü kırılganlaşmış bir ülke konumunda olduğunu açıkça göstermiştir. İç borç dinamiğinin önemli bir bozulma eğilimine girmiş olması ve bunu düzeltmek için sıkı bir mali politikası izlemenin yeterli olmayacağı kaygısından hareketle, güçlü dış mali destek sağlayarak kapsamlı bir istikrar programı uygulama düşüncesinin ekonomi yönetimince benimsenmiş olması kuvvetle muhtemel olmuştur (Hatipoğlu, 2001: 17). Merkez Bankasının para tabanı için düzenlenen yeni çerçevede, net iç varlıkların (NİV) önceden ilan edilen bir bant içinde hareket etmesi öngörülmüştür. Böylece para tabanının net dış varlıklardaki (NDV) değişimle belirlenmesi ilkesi, para kurulu benzeri bir yaklaşımla kabul edilmiştir. Bu bağlamda, faiz politikası özerkliğinden formel olarak vazgeçilmiş ve faizlerin belirlenmesi, sermaye giriş çıkışlarına bağlı olarak piyasalara bırakılmıştır. Açık ekonomilerde kur artışı beklentisini de içeren iç faiz, dış faiz denkliğinin ima ettiği biçimde iç borçlanma faizleri döviz çapasına intibak ederken yabancı para bazında reel faizlerin hala yüksek kalması ile birlikte sermaye girişleri de çoğalmıştır. Ancak, enflasyonda iniş beklediği kadar hızlı olmamıştır. Reel kur değerlenme eğilimine girmiştir. İthalatın hızla artmasıyla dış açık kaygı verici boyutlarda büyümeye başlamıştır. Sıkı maliye politikasına rağmen programın yapısal önlemlerinden bekleyen hız sağlanamayınca, programın kredibilitesinde azalma ve iç borçlanma faizlerinde yükselme başlamıştır. Bu gelişmeler, aktiflerinin önemli bir bölümü Hazine kağıtlarından oluşan bankaların likidite talebine arttırınca Kasım 2000 sonunda likidite sıkışıklığı had safhaya ulaşmıştır (TCMB,2001: 2). Özel bankaların bir bölümünde bilançoların kırılganlığı daha da belirlenmiştir. 56 2000 yılında net sermaye girişinde büyük artış, reel kurda değerlenme, iç borç faizlerinde düşüş, yurtiçi kredi stokunda hızlı artış ile birlikte milli gelirde yüksek bir büyüme hızının yakalandığı enflasyon oranının indirildiği ve yatırım/milli gelir oranının yükseldiği açıkça görülmüştür.1999 yılına kıyasla, 2000 yılında kamu kesimi faiz-dışı dengesinde bir iyileşme sağlanması ve kamunun dış borçlanma olanağının artması sonucunda iç borç/milli gelir oranı stabilize edilmiş ve IMF tanımlı net kamu dış borç stoku/milli gelir oranı bir ölçüde azılmıştır. İlk bakışta olumlu nitelikte görülen kesiminin bilanço-içi net pozisyon açığı kur risklerinin büyümesi sonucu 18 milyar dolara ulaşmıştır. Bu gelişmeler 2000 yılında krize zemin hazırlayan en olumlu göstergeler olmuştur. 2000 yılında cari işlemler açığının beklenmedik ölçülerde büyümesi, Kasım 2000 krizi ile birlikte 2000 programın kredibilitesini büyük ölçüde sarsmıştır. Uzun dönemli denge analizlerine göre, cari açık/milli gelir oranının yüzde 4 dolaylarına ulaşması ile ekonominin tehlike bölgesine girdiği yolunda değerlendirmeler anlam kazanmıştır (Uygur, 2001:357). Cari açığın büyümesinin geleneksel bir açıklaması, döviz kuruna dayalı programın uygulamasında nominal kur değişiminin enflasyonunun altında kalması, diğer bir deyişle reel kurun değerlenmesi sonucunda dış ticarete konu malların göreli fiyatının düşmesi ve dış ticaret açığının büyümesi şeklinde olmuştur. Ayrıca, ithalatın yerli ürünlere göre ucuzlaması, iç talebin karşılanmasında ithalatın payını daha da arttırmıştır. 2000 yılında reel kurda değerlenme ile eş zamanlı bir biçimde TEFE enflasyonunun, dış ticarete konu olmayan malları da kapsayan ÜFE enflasyonunun altında olması, bu argümanlara destek verir nitelikte olmuştur. 2000 yılında petrol ithal fiyatlarında artış ve doların euro karşısında değer kazanması da dış ticaret dengesini olumsuz etkilemiştir. Ancak, reel kurda gözlenen değerlenme ve dış ticaret hadlerinde kısmı bozulma ile cari açığın bu ölçülerde büyümesinin açıklanması yeterli olmamıştır. Kasım 2000 öncesinde faizlerin ve enflasyonun düşme eğilimine girmesi ile cari işlemler açığındaki büyüme örtüşmüştür. Ayrıca, 2000 yılında yurtiçi kredi hacminin yüzde 17 oranında reel büyümesi ve toplam krediler 57 içinde tüketici kredilerinin payının yükselmesi, toplam harcamaların gelirden daha hızlı büyümesine neden olan bir ek faktör olarak değerlendirilmiştir. Dış finansmanın olanaklarının artması ve reel kurda değerlenme ile ithal yatırım mallarının ucuzlaması, şirket sektörünün sabit sermaye yatırımlarını da özendiren faktörler olmuştur. Sonuç olarak, 1999’da ekonominin daralmasıyla ertelenen yurtiçi harcamalarının 2000 yılında %9,8 reel artış hızı, finansal değişkenlerin iç talebi canlandırıcı etkileri altında %7,4 düzeyindeki GSYİH büyüme hızından daha yüksek olmuş ve cari işlemler açığı genişlemiştir. Şubat 2001 krizinin ardından bankacılık sisteminin çöküşünü önlemek için yapılan düzenlemeler devleti mali yükümlülüklerini fazlasıyla artırmıştır. Ödemeler dengesinin sermaye hesabında büyük net çıkışlar gerçekleşmiştir. Reel ekonomi arz ve talep yönlü olumsuzlukların etkisiyle önemli oranda daralmış cari işlemler açığı hızla artmaya başlamıştır.Net hata-noksan kalemi 2000’de 2.8 milyar dolar ve 2001 yılında 2.3 milyar olmak üzere 2000- 2001 döneminde toplam 5.1 milyar dolar açık vermiştir (Boratav, 2001: 7). 2001 yılında (net hata noksan kalemi dahil) 16.2 milyar dolarlık sermaye çıkışı 3.3 milyar dolar düzeyinde cari işlemler fazlası ve 12.9 milyarlık rezerv kullanımı ile dengelenmiştir. IMF ağırlıklı uluslararası dış destek döviz rezervlerinin erimesiyle birlikte, iç borç sorununa dış borç bunalımının da eklenmesini engellemiştir. Resmi dış destek kanalından sağlanan kredilerin Hazinenin iç finansmanında kullanılmasıyla genişleyen likidite Merkez Bankası’nın döviz satışlarıyla geri çekilmiş ve para tabanındaki genişleme sınırlı kalmıştır. Dış borç servisinin yeni sorunlara yol açmaması açısından, iç borcun birkaç yıl daha dış borçla ikame edilmesi de riskli ve sakıncalı olmuştur. Bankaların yeniden sermayelendirilmesi, iç borç stokunu arttıran başlıca etken olmuştur. Ayrıca, reel faizin yükselmesi ve büyüme hızının negatife dönüşmesiyle borç dinamiğinin bozulması da borç profilinin yükselmesine neden olmuştur (Boratav,2001:7). 2001 yılında iç borcun çevrilebilme sorunu nakit borç bağlamında kritik önem taşıyan bir durum haline gelmiştir. 58 Döviz kuru artışlarının sabitlenmesine dayalı programlarda yurt içi harcamamaların ve cari açığın ilk aşamalarda büyümesi ve daha sonra daralması kuramsal modellemelere de konu olmuştur. Calvo ve Vegh tarafından dışa açık ekonomiler için geliştirilen kuramsal bir model bu bağlamda anlam kazanmıştır. Bu modelde, zamanlar arası bütçe kısıtı çerçevesinde optimal denge arayan tüketicilerin davranışı ve dış ticarete konu olmayan sektörde üreticilerin ileriye yönelik bir biçimde fiyatlarını belirmeleri esas alınmış ve harcamalar için gerekli olan nakit para kullanımı tüketim ile bütünleşik olarak değerlendirilmiştir. Calvo Vegh modelinin ilginç yönü, programı sürdürebilmesine ilişkin beklentilerin tüketim, enflasyon, reel kur ve ticaret açığı gibi değişkenlerin seyrini etkileyecek biçimde analiz çerçevesine dahil edilmiş olmasıdır. Programın bir süre sonra terk edileceği varsayıldığında, tüketiciler ilk aşamada tüketim fiyatının paranın fırsat maliyetiyle birlikte düşmesinden yaralanıp harcamaları artırmayı tercih etmiş, ancak zamanlar arası bütçe kısıtı nedeniyle sonraki dönemde harcamaları düşürmüştür. Dış ticaret açığı da bu gelişmelere koşut olarak ilk aşamada genişleyip sonra daralmıştır. Bu analizin ampirik yönden en kritik parametresi, zamanlar arası ikamet esnekliğidir. Bu esneklik yüksek ise modelin sonuçları anlam taşımaktadır (Agenor ve Montıel, 1999:19). Dayanıklı tüketim malları tüketiminin ağırlık kazandığı bir ortamda, bu analizin geçerliğinin daha da arttığı ileri sürülebilmektedir (Calvo ve Vegh,1996:161). 2000- 2001 Türkiye deneyiminde dayanıklı tüketim malı talebindeki patlamanın ardından gözlenen çöküş bu teorik modele destek sağlamıştır. 2000 yılın ilk çeyreğinden itibaren reel değeri artan TL ve hızla düşen faizlerin etkisiyle yatırımlar ile gayri safi milli hasıla artışa geçilmiştir; istihdam artmaya başlamıştır. Fakat ÜFE ya da TEFE de beklenen düşüş ortaya çıkmamış, dolayısıyla TL’deki reel değerlenme beklenenin üstüne çıkmış, cari işlemler bilançosu açığı da olağanüstü hızla büyümeye başlamıştır. Bu durum merkez bankasının döviz rezervlerinin azalmasına yol açmıştır. 2000 yılı sonu itibariyle, cari işlemler bilançosu açığının 9,819 milyon dolara çıkması, buna karşılık merkez bankası rezervlerinin yaz aylarındaki 3605 59 milyar dolarlık seviyesinden 30 milyar dolara gerilemesi, 2001 başından 5 milyar dolara yakın yeni bir sermeye çıkışının tetiklemiştir. Devlet kamu açığının düşürmek için sosyal güvenlik harcamalarını kısma çabasına girmiştir. 2002 yılında 1,522 milyon dolar düzeyinde olan cari işlemler açığının 2004’te 15.604 milyon dolara, 2005’te de 23.157 milyon dolara yükselmiştir. Türkiye bu haliyle yıllardır yüksek cari işlemler açığı veren bir ülke konumuna gelmiştir. Türkiye ekonomisi, 2002 yılından günümüze kadar güçlü ekonomik büyümeye eşlik eden yoğun yabancı kaynak kullanımı sürecine ve disiplinli bir kamu maliyesi uygulamasına sahne olmuştur. Kur ve para politikası açısından bakıldığından, enflasyon hedeflemesi uygulamasının temel para politikası olarak seçilmesi ve kur politikası olarak da, enflasyon hedeflemesi uygulamasını destekleyebilecek olan dalgalı kurun seçilmesi dönemin diğer karakteristik özelliği olmuştur. Para ve kur politikası enflasyonla mücadelede başarılı olmuş ve enflasyon oranının önemli düşüşler sağlamıştır. Bununla beraber, genel olarak çok olumlu seyreden bu tablo, cari işlemler dengesinde giderek büyüyen açıklar verilmesiyle gölgelenmiştir (İnan, 2006:12). 2005 yılında TL’nin başlıca yabancı para birimleri karşısında değer kazanması, cari işlemler açığının büyümesine katkıda bulunmuştur. Toplam dış (döviz cinsi) borçlanma ihtiyacı olarak ifade edilebilecek olan cari işlemler dengesi, 2005 yılı üçüncü çeyreğinden itibaren açık vermeye başlamış ve bu açık GSYİH artışının çok üzerinde bir hızla büyümüştür. 2004 yıl sonunda 15.604 milyon dolar düzeyinde olan cari işlemler açığı 2005 yıl sonunda 23.157 milyon dolar düzeyine yükselmiş ve GSYİH’nin %6,42’ine erişmiştir (TCMB,2006:4). 60 2.2. Türkiye Ekonomisinde Cari İşlemler Dengesi Sorununu Yaratan Etkenler Makro ekonomik temeller açısından Türkiye deneyimlerinden kriz öncesi dönemde sermaye hareketlerinin serbest olduğu, sabit veya sabite yakın bir kur rejimi uygulandığı, kredi stokunun hızla büyüdüğü, reel kurun değerlendiği, dış açığın büyüdüğü ve döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borca ve yurtiçi likit göre yeterli saptanmaktadır. Türkiye’nin 1990’lı ve 2001’li yıllarda yaşadığı krizlere bağlı olarak ortaya çıkan cari açığın gerisinde en yakın ve doğrudan etken olarak dönemin sermaye hareketleri serbestleşmesinden kaynaklanan “spekülatif sermaye” girişi yatar; bu nedenle de “finansal kriz” olarak tanımlanırlar. Kriz süreci sık sık, yakın çevrede ortaya çıkan savaş ya da siyasal karışıklıklar, kuraklık, deprem, iç politik-sosyal istikrarsızlık biçimindeki dışsal olumsuzlukların spekülatif sermaye çıkışını tetiklemesiyle ortaya çıkabildiği gibi, bu faktörlerin etkilerinin ekonomiye yansımasıyla daha da şiddetlenebilir. Diğer yandan finansal krizlerde, sermaye kaçışına koşut döviz rezervleri azalışı ve para arzı daralmasıyla reel faiz hadlerinin fırlaması ve Türk Lirasının reel değerinin hızla gerilemesi, hem TL borçlarının hem döviz borçlularının borç yükünü TL üzerinden giderek artırır. Kısacası, borçluluk düzeyi ve krizler arasındaki ilişki iki yönlüdür. Başta kısa vadeli olmak üzere yüksek iç ve dış borçlar krizin yayılmasına ivme verirken, aynı zamanda krizin etkileriyle giderek daha ağırlaşabilmektedirler. 1990’li yıllarda yaşanan cari işlemler açığında oluşan hızlı artışın tetikleyicisi spekülatif sermaye çıkışıdır; her birinin gerisinde dış dünyadan yansıyan etkenlerle birlikte, içeride döviz fiyatını artırma beklentisini hazırlayan diğer etkenlerin de bulunduğu görülmektedir. Kontrollü cari işlemler açığı, ülke ekonomisinin büyüme göstergelerinden birisi olmuştur. Türkiye’de 1990’lardan bu yana yaşanan cari işlemler açığı sorununun ana nedeni sanayideki yeni yatırımlara paralel ekonomideki gerçek büyüme değil, dışarıdan gelen spekülatif sermayenin, yüksek faizli kamu borçlarından faydalanarak ülkeden çıkması olmuştur. Cari açığı kapatmak için spekülatif 61 sermaye girişine ağrılık verilmesi, yabancı sermayedarları çekebilmek için uygulanan kısa vadeli ve yüksek reel faizli borçlanma politikası, ülkeyi yıllardır içinden çıkılamaz bir borç-faiz kısır döngüsüne sokmuştur. Türkiye’de 1990’lı yılarda enflasyonun hızla tırmanması sonucu para basma yerine iç borçlanmaya ağırlık verilmesi konusu gündeme gelmiştir. İç borçlanma ancak yüksek faizlerle yürütülebildiğinden üretmeden kazanan bir kesim oluşmuş ve üretim ikinci plana itilmiş.1994 yılında hazırlanan ekonomik istikrar programı bu çemberi kırmak için hazırlanmış, fakat döviz kurunun patlamasıyla birlikte başarılı olunamadığı gibi yeni bir kriz yaşanmıştır. 1990’lı yılların ikinci yarısı bu krizin etkilerini ortadan kaldırma ve ekonomiyi istikrara kavuşturma çabaları ile geçmiştir. Devletin borçlarını giderlerini borçla ödemeye devam etmesi, yüksek faiz enflasyon, gelir dağılımında adaletsizlik, gerilim ve sosyal huzursuzluk sonuçlarına yol açacağından yüksek borç yükü aynı zamanda ekonomi ile bütünleşmiş kriz anlamına gelmiştir. 2001 krizinin, kamu kesimi borçlanma gereğini gayri safi milli hasılanın %4.7’sinden %7.7’sine yükseltmesi bu durumun bir göstergesi olmuştur (İyibozkurt, 2001:38). Türkiye’de iç borçlar 1990 yılından itibaren sürekli artış göstermiştir. Bunun önemli bir nedeni uygulanan sürece sıkı para politikaları, yani Merkez bankası kaynaklarından asgari ölçüde yaralanılmış olmasıdır. Bu dönemde kısa vadeli ve yüksek faizli borçlanma sonucu, borçlar borç ile karşılanmaya başlamıştır. Kısa vadeli borçlar; devletin uzun süreli borçlanamadığını göstermektedir. Bu da devlete güvenin azaldığının göstergesidir. Kısa vadeli borçlanmanın neden olduğu en önemli olumsuzluk faiz oranlarının yükselmesine yol açmasıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde kişi başına düşen gelir düşük olduğundan hedeflenen ekonomik büyüme hızının finanse edebilecek tasarruflar oluşturulamaz ve gerekli finansman için dış borçlanma ya gidilir. 1990- 1994 dönemi döviz piyasası, para ve sermaye piyasası arasında oluşan fon ve fiyat hareketleri ile geçmiştir. Yapılan devalüasyonlar sonucu ivme kazanan enflasyon ile birlikte, kısa vadeli sermaye girişleri artmış ve kamu kesimi genel dengesi bozulmuştur. Bu dönemde kamu finansmanı 62 genel dengesinde ortaya çıkan bozulma büyüme hızında da kendini göstermiştir. 1991 krizi ve dış açığı tetikleyen 2.5 milyar dolara yakın tutarda sermaye kaçışının görünür nedeni Körfez Savaşı olmuştur. Bunu kötüleştiren içsel olay, 1990 yılında Merkez Bankası’nın spekülatif sermaye girişini sağlayabilmek için uyguladığı politikanın cari işlemler bilançosunda yarattığı 2.5 milyar dolarlık açık olmuştur. Döviz fiyatının artacağı beklentisi zaten ortaya çıkmışken buna eklenen Körfez Savaşı, spekülatif sermaye çıkışını tetiklemiştir (TCMB, 2005:5). Türkiye, 1995 yılından itibaren uyguladığı istikrar programları kapsamında izlediği düşük kur politikasıyla girdi fiyatlarını denetleyerek enflasyonun yavaşlatılmasını hedeflemiştir. Ancak, döviz kurunun baskı altında tutulmasıyla, ithal malları göreli olarak ucuzladığından, dış girdilere ve ithal mallarına olan talep artmış ve dış açık büyümüştür. Böylece, ülkenin üretim kapasitesinin bir kısmı atıl kalırken, arzın önemli bir bölümünün kolaylaşan ithalat yoluyla karşılanması reel kesimi olumsuz etkilemiştir. İhracattaki artışın yavaş, ithalattaki artışın çok hızlı olması sonucunda dış ticaret açığı büyümüş ve ihracatın ithalatı karşılama oranı giderek küçülmüştür. 1995- 1997 döneminde ekonominin serbestleştirilmesiyle büyüyen dış açıkların gittikçe artan dış borçlarla ve kısa vadeli sermaye hareketleriyle finanse edilmesi, dış borç yükünü arttırmıştır, ödemeler dengesi sorununu ağırlaştırmıştır. Türkiye kısa vadeli dış kaynak kullanmak yoluyla iç talebi canlandırarak büyüme hızını yüksek tutma politikası izlemiştir. Döviz kuru ayarlamasını düşük, reel faizleri yüksek tutarak kısa süreli dış kaynağı ülkeye çekmek uzun süreli bir politika olmadığı gibi, bazı olumsuzları da bu dönemde beraberinde getirmiştir. 1995- 1997 döneminde büyüme hızı rakamlarının dalgalanma göstermesi, üretim alanında yaşanan istikrarsızlığın bir göstergesi olmuştur. 1994 yılında talep ve üretim miktarının hızla daralmasının ardından 1995, 1996 ve 1997 yıllarında artan büyümenin arkasında, o yıllarda gerçekleşen hızlı talep artışı ve ithalat genişlemesi yer almıştır. 1995 yılında yaşanan büyüme özellikle, faiz ve rant kazançlarından 63 kaynaklanmış olup ekonomiye istihdam ve verimlilik getirmemiştir (Ataç,1999:17). 1995, 1996 ve 1997 yıllarında yaşanan yüksek büyüme hızlarının 1998 yılında yerine ani düşüşe bırakması, ülkede uygulanan daraltıcı ekonomi politikaları ile Asya Krizi ile uç veren ve Rusya Krizi ile yaygınlaşan küresel krizin getirdiği dünya ticaret hacmindeki azalmanın bir sonucu olmuş ve 1999 yılında bu durumun ortaya çıkardığı yüksek reel faizler nedeniyle azalan yatırımlar, yurtdışına kaçan sermaye, ihracatın azalması, dış ticaret açığı, borçlanma artışı, enflasyon içinde durgunluk devalüasyon, faizlerin düşürülmesi, kısa vadeli dış kaynağın azalması ve Türk Lirasından kaçış gibi faktörlerle negatif büyüme hızı devam etmiştir. Sermaye hareketlerinin serbestleştiği bir ortamda Türkiye 1994 ve 2001 yıllarında finansal krizlerle ve buna bağlı olarak ortaya çıkan cari işlemler açığıyla karşı karşıya kalmıştır. Her iki krizinde ortak özelliği, kriz öncesi yılda büyük miktarda kısa vadeli sermaye girişinin olması ve kriz yılında da büyük ölçekli sermaye çıkışının ekonominin küçülmesiyle sonuçlanmış olmasıdır. Başlıca işlevsel özellikleri arbitraj fırsatlarını değerlendirmek olan iç ve dış mali yatırımcılar, Türkiye’de devalüasyon bekleyişleri yükselince tedirgin olmuş ve krizi tetikleyen olayların ardından mali sermayelerini aniden dışarıya transfer etmişlerdir. Bu krizlerin önlenebilmesi adına alınan istikrar tedbirleri de yapısal değişimlere dayalı olmadığından özellikle reel kesimde başarılı olamamış ve ülke ekonomisi hızla küçülme dönemine doğru girmiştir. Türkiye’de iç ve dış borç stoktu 1995- 1999 yılları itibariyle de artmaya devam etmiş, atılan adımlar başarılı olamamış ve önemli düzenlemeler yapılmadığı için istikrar paketi büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu dönemden sonra ağırlık verilmesine karar verilen özelleştirme uygulamalarında başarısızlık, kamu bürokrasisi, yerel yönetimler ve sosyal güvenlik kurumları ile ilgili düzenleme çabalarının yetersiz kalması kamu harcamalarındaki artışı frenleyememiş ve borçlanma ihtiyacı hızlanarak artmıştır. 1995- 1999 döneminde Türkiye hiçbir zaman net dış borçlanamamıştır. 1996 yılına kadar nakit açığında azalmalar yaşanmasına rağmen, 1996 yılından itibaren nakit açığı önemli bir biçimde artmaya başlamış ve açığın finansmanı da iç 64 borçlanma yolu ile gerçekleştirilmiştir. İç ve dış borçlanmaları karşılamak için yeni borçlanmalara gitme zorunluluğu 1999 ve sonrasında da kendini göstermiştir. Dış borçların gayri safi milli hasıla içinde aldığı pay 1999 yılı içinde %50’ye, kamu kesimi borçlanma gereği ise gayri safi milli hasılanın %14.3’üne ulaşmıştır. İç borçlanmadaki artışlar da yükseliş seyrini sürdürerek, kamu finansman açıklarının kapatılmasında en önemli kaynak haline gelmeye başlamıştır (Eker ve Meriç, 2000:32). Türkiye 1990’lı yıllardan bu yana, yaşamış olduğu ekonomik krizlerle birlikte uzun vadeli kalkınma perspektifini kaybetmiş, küreselleşen dünya düzenine tam anlamıyla ayak uyduramamış, yüksek faizle iç borç sarmalından kurtulamamış ve dış borçlarını arttırarak İMF destekli istikrar programları uygulamak durumunda kalmıştır. Borç faizlerinin enflasyonundan arındırılmış reel faizlerin üzerinde olması; Türkiye ekonomisinin borç batağına batmasının temel nedeni olmuştur (Ertuna, 2003:2). 2000 yılında Euro’nun dolara karşı değer kaybı ve ithal petrol fiyatlarının artış Türkiye’nin dış ticaret dengesinin olumsuz etkilemiştir. 2001 krizi sonrasında serbest dalgalanmaya bırakılan kur, yüksek dış kaynaklarla beslenmenin etkisiyle baskı altına girmiş ve mevcut durum itibarıyla TL’nin değerlenmesi neden olmuştur. Cari açığının artmasıyla etkili olan dış ticaret dengesinde TL’nin aşırı değerli olmasının çok büyük etkisi olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. 2001 krizi Türkiye’nin liberal ekonomi politikaları izlemeye çalıştığı bir durumda uyguladığı istikrar politikalarının yaratığı bir kriz olarak ortaya çıkmıştır. Kriziz olduğu dönemde kur çapası uygulaması bulunuyordu. Enflasyon yeterince düşmemişti TL aşırı değerliydi. TL’nin aşırı değer kazanmasıyla hem dış ticaret artışları tetiklemiş, hem de spekülatif sermaye girişleri ülkede dolar bazında ekonominin taşıyamayacağı boyutlara erişen kazançlar elde etmişti. “Cari işlemler açığı” sorunu Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrasında adını çoklukla duyuran bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır. 2001 yılı mayıs ayından itibaren başlayan sıyası belirsizlik ve olası Irak operasyonuna bağlı olarak mali piyasalarda yaşanan olumsuz gelişmelerden 65 asgari düzeyde etkilenmek amacıyla TL cinsinden kısa vadeli ve döviz cinsinden uzun vadeli iç borçlanmaya gidilmiştir. Uygulanan borç yönetimi stratejileri borçlanma maliyetlerini düşürmüş ve iç borç vadelileri uzatılmıştır. Dış açık yada cari işlemler açığı 2002 yılında Türkiye ekonomisinin en önemli kırılganlık noktası haline gelmiştir. 2002- 2005 döneminde dış ticaret açığının ve dolayısıyla cari işlemler açığının büyümesinde etkili olacak çeşitli faktörler vardır. TL’nin reel olarak değerlenmesi, hızlı ekonomik büyüme Türkiye’de finans sisteminin uzun vadeli kredi vermeye başlaması, 2001 krizinden sonra ertelenmiş talebi realize edilmesi faktörlerin başlıcalarıdır. Türkiye ekonomisinde 2002- 2005 döneminde milli gelire oranla giderek büyüyen cari işlemler açıkları gerçekleşmiştir. Bu cari işlemler açıkları, esas olarak özel kesim net tasarrufundaki gerilemeden kaynaklanmıştır. Özel kesim net tasarrufundaki gerilemenin iki nedeni vardır. Bu nedenler, özel kesim tasarruf eğilimindeki azalma (toplam harcanabilir özel gelirden tasarrufların aldığı payın gerilemesi) ve özel sektör yatırımındaki dikkate değer artıştır (İnan, 2006: 12). Yüksek reel faiz aracılığı ile uyarılan spekülatif sermaye akımlarının Türkiye para piyasasında bir döviz bolluğu yaşatması kaçınılmazdır. Böylece Türk Lirası yabancı paralar karsında aşırı değerli konuma sürüklenmektedir. Yüksek reel faizlere dayalı spekülatif sermaye girişleri sonucunda yaşanan döviz bolluğu, bir yandan ithalat hacmini uyarıp dış ticaret ve cari işlemler açıklarına yol açarken bir yandan da TL cinsinden dış borç yükümlülüklerini geriletmektedir. Türkiye kriz sonrası dönemlerde elde edilen bulgular cari işlemler açığı sorununu ortaya çıkaran temel faktörün borcu borçla kapatma politikasının atalet kazanması olduğunu açıkça göstermektedir. Türkiye’de devletin yukarıdaki aşamalarda ortaya çıkan krizlerin giderilmesi amacıyla uygulamış olduğu daraltıcı politikalar, devletin ekonomik faaliyetleri ve finans sektörü gibi yapısal sorunları düzeltmeden uyguladığı alt yapısı olmayan politikalar olduğu için genellikle başarısız olmuştur. Türkiye’de krize ve cari açığın hızla artmasına yönelik alınan sınırlı ve geçici tedbirler ekonomide 66 kalıcı bir düzenleme sağlayamamış ve kriz derinleşmiştir. Yüksek faizle borçlanılarak özel ve kamu kesiminde yatırım yapma imkanı sınırlandığı için cari işlemler açığı daha da daralmaya başlamıştır (Kepenek ve Yentürk, 2000: 61). Ülkemizde yaşanan ekonomik krizler genellikle finansman açığı sorunu kökenli olmuştur. Bu doğrultuda ortaya çıkan finansman ihtiyacının giderilmesinde de yukarıda sayılan nedenlerden dolayı ağırlıklı olarak borçlanma politikasına yer verilmiştir. Nitekim ekonomik ve mali istikrarın bir ön şartı olan kamu bütçe disiplini günümüzde gelinen noktada esas itibarıyla iç borçlanma sorununun çözümüne bağlı olmuştur. Özetle, Türkiye’de dışa açılıma bağlı olarak hangi dönemde olursa olsun borçlar devam etmiş, ancak borçların kaynakları (iç borç-dış borç) ve vade yapıları (kısa vadeli-uzun vadeli) farklılık göstermiştir. Cari açığı körükleyen bir unsur olan dış borçlardan iç borçlara, uzun vadeden kısa vadeye doğru yöneliş ülke ekonomisine uzun yıllar boyunca hakim olmuştur. 2.3. Türkiye Ekonomisinde Cari İşlemler Dengesi Sorununa Yönelik Çözüm Yolları Cari işlemler dengesi eğer açık veriyorsa bu açığın karşılanması beklenir. Dolayısıyla, eğer cari işlemler açık veriyor ise, sermaye hareketleri dengesinde bir fazla olmalıdır. Sermaye hareketleri finansal sermaye akımlarına dayalı döviz giriş ve çıkışlarını ifade eder ve doğrudan yabancı sermaye yatırımları, portföy akımları, kısa uzun vadeli dış krediler rakamları kapsar. Söz konusu akımlar içerisinde doğrudan yabancı sermaye yatırımları dışındaki finansal sermaye girişleri doğrudan gereği borç arttırıcı özelliktedir. Bu yüzden, cari işlemlerdeki açığın mutlak anlamda büyük ya da küçük olmasından ziyade, nasıl finanse edildiği önemlidir. Cari açığın, doğrudan yatırımlar türünden ya da uzun vadeye yayılmış döviz girişleri ile finanse edilmesinin görece olarak daha az sorumlu olduğu söylenebilir. Öte yandan cari açığın kısa vadeli ve dış borçları arttırıcı 67 biçimde spekülatif sermaye akımları ile finanse edilmesi tehlike arz etmektedir. Türkiye’de cari işlemler açığının yakın dönem seyri, kısa vadeli spekülatif sermaye ile finanse edildiğini göstermektedir. Net hata noksan kalemi kayıt dışı döviz giriş çıkışlarının net dengesini göstermesi açısından bu savın en belirgin kanıtlayıcısıdır. Türkiye’de bu kalem son üç senedir olağan dışı bir boyutta denge değerlendirilmektedir. Bu anlamda Türkiye’de cari açığın temel tetikleyicisi olarak görülen spekülatif sermaye girişini önlemeye yönelik tedbirler cari açığın kapatılmasına ilişkin çalışmalarda ana amaç olarak yer almalıdır. Türkiye’de cari açığın önlenmesine yönelik oluşturulan makroekonomik önlemler, temelde enflasyonun indirilmesine ve bu bağlamda kamu harcamalarının kısılarak bütçe açıklarının düşürülmesine, iç borçların çevrilebilir duruma sokulmasına yönelik olmuştur. Burada iki parasal önlem devreye sokulmuştur; Birinci önlem, döviz kurunun enflasyonu indirmek için “çapa” olarak kullanılması olmuştur; öyle ki, döviz fiyatı artışı beklenen enflasyonun altında tutulacağı için TL reel olarak değer kazanacaktır. Döviz çapasını ithalatı arttırırken mal arzını bollaştıracak, TL üzerinden ithal malları fiyatlarını düşürecek; ayrıca Faiz hadlerini düşürürken üretimi ve yatırımları artırarak ekonomiyi canlandıracak, dövize hücumu sınırlayacak, böylece enflasyonu ve cari işlemler dengesizliğini düşürmeye katkı yapacaktır. Kamu harcamalarını sınırlayıcı politikalar, faiz düşüşleri ve döviz fiyatlarını sınırlayıcı politikalara eklenerek kamunu bütçe açıklarını sınırlayacaktır. İkinci politika, Merkez Bankasının para arzını genişletmeyi sadece döviz rezervlerindeki artışa bağlanması, iç varlıklardaki artışlara bağlı genişlemeyi devreden çıkarması olmuştur. Yani devletin “senyoraj hakkı” sınırlanmış, TL yaratılması döviz rezerv artışına bağlanmıştır. Cari açığı önlemenin en etkin yolu daha öncede belirtildiği gibi spekülatif sermaye girişine davetiye çıkarma politikalarına son vermek ve buna rağmen yine ortaya çıkabilecek hareketleri de vergi önlemleriyle denetim altına almaktır. Tabii, buna karşı en etkili yöntem döviz kontrolü uygulamaktır. Ancak döviz kontrolü sisteminin uygulanması Türkiye’den yıkıcı boyutta sermaye kaçışına neden olabilmektedir. Spekülatif sermaye 68 hareketlerine son vermek için bütçe açıklarını gayri safi milli hasılanın %23’ün üstüne çıkarmamak gerekmektedir. Geçici çıkışları da iç ve dış borçlanma yerine para arzını genişleterek karşılamak, bu arada döviz fiyatlarındaki artışın bunun altında kalmaması politikasını izlemek daha sağlıklı bir yol olarak görünmektedir. Ancak Türkiye’nin bugün ağır iç ve dış borç yükü, bu yöntemi çok sınırlamakta; bütçe dengesi sağlamaya öncelik verilmesini gerektirmektedir. Makro ekonomik dengeyi sürdürmek cari işlemler açıkları önlemenin en etkin yoludur. Buna rağmen ortaya çıkabilecek sermaye hareketlerin de, döviz kontrolü uygulanamıyorsa, vergileme en etkili yöntemdir. Türkiye öncelikli olarak yüksek reel faiz ve yapay düşük döviz kuru ya da aşırı değerli Türk Lirası cenderesinden çıkartılmalıdır. Spekülatif sermaye hareketleri munzam karşılıklar, finansal vergilendirme ve Merkez Bankası’nın aktif politikaları ile denetim altına alınmalı ve caydırılmalıdır; Merkez bankası bağımsız olmalıdır. “Bağımsız” merkez bankalarının birden fazla ve zaman içinde öncelikleri değiştirilebilen esnekliğe sahip hedefleri olabilmelidir. “Fiyat istikrarı” bu hedeflerden sadece bir tanesi olmalıdır. Türkiye ulusal tasarruflarının finansal spekülasyon oyunlarında harcamasının önüne gerçek tedbirleri bir an önce uygulamaya koymalı ve büyümesinin finansmanını sürdürülebilir ve sağlıklı kaynaklara dayanacak bir stratejik planlamayla gerçekleştirilmelidir. İthalata ve tüketime dayalı bir büyüme yerine üretime ve yaratıma dayalı sürekli bir büyüme hedeflenmelidir. Türkiye’de cari açığı azatlamak için faizlerde ve borç döndürme rasyosunda düşüş, ihracat, üretim ve istihdamda artış hedeflenmeli kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması temel amaç olmalıdır. Vergi gelirlerinin artırılması, harcamaların kontrol altına alınması, Merkez Bankası’nın para arzını kontrolü çerçevesinde hazırlanan istikrar programına siyasi olarak tam destek verilmesi, kaynak tashihi sürecinde şeffaflık sağlanması ile hesap verilebilirliğin sağlanması hedeflenmelidir. Borçlanmanın ve cari açığın azaltılmasına yardımcı olacak enstrüman olarak spekülatif sermayenin değil, yatırım yapacak yabancı sermayenin Türkiye’ye çekilmesi için gerekli adımların bir an önce atılmasının Türkiye’nin 69 geleceği açısından son derce önemli olduğuna dikkat edilmelidir (Aygün, 2005:16). Cari açığın sürdürülebilirliğinin sağlanması ve sağlam kaynaklarla finanse edilmesi temel amaç olmalıdır. Bu çerçevede sürdürülebilir ihracat artışını sağlayacak ihracat yapısın oluşturmak amacı ile kaliteli ve katma değeri yüksek ürünleri öne çıkaracak yeterli ve etkin destek mekanizmaları geliştirilmelidir. Orta vadede yurt içi üretimin ithalat bağlılığının azaltılması amacıyla sanayide kullanılan ithal ara girdilerinin rekabet koşulları altında yurt içinde üretilmesini sağlayacak politikalar geliştirilmeli bu bağlamda sanayide araştırma geliştirme faaliyetlerinin yaygınlaştırılması sağlanarak özellikle yüksek teknolojinin ara girdilerin yurt içinde üretilmesinin desteklenmesine yönelik çalışmalar başlatılmalıdır. Üretimi ve ihracatı düşüren yüksek faiz, düşük döviz politikası sona erdirilmelidir. İç talebe bağlı yüksek oranlı büyüme ve değerlendirilmiş TL’den kaynaklanan cari işlemler açığı kendi kaynaklarımızla büyümeye yönelik politikalar uygulanması sureti ile kapatılmalıdır. Türkiye’de cari işlemler açığı, katılaşmış bir yapısal nitelik göstermektedir. Cari açığı azaltmak için büyümenin yavaşlatılması, TL’nin diğer paralar karşısında değer kazanmasının önlenmesi, enerji tasarrufu uygulanması ve sanayide mikro yapısal önlemlerin hızla alınması gerekmektedir. Büyümenin yavaşlaması ile birlikte döviz kurunun değer kazanma süreci, enerji tasarrufu önlemleri alınmadan ve enerji tasarrufu gibi sanayinin mikro yapısal değişim analizi yapılmadan cari işlemler konusunda başarımız kısıtlı kalacaktır. Türkiye’deki cari açığın birinci nedeni, iç tasarrufların yatırımları karşılayamaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de tasarruf hacim düşüktür. Bu durum doğrudan doğruya cari işlemler açığını olumsuz şekilde etkilemektedir. Milli gelir cinsinden %19-22’lerde seyreden tasarruf hacminin en az %30-35’lere çıkartılması gerekmektedir. Yüksek büyüme için gerekli tasarruf yapılamazsa cari işlemler açığı artacaktır. Çözüm ekonomiyi soğutmaktan ve iç tasarrufları artırmaktan geçmektedir. Kamudan, firmalardan ve kişilerden oluşan iç tasarrufların ülkenin kendi yatırımları ile 70 karşılanamaması durumunda dış kaynaklara gereksinim duyulmaktadır. Bu da cari işlem açığının kaynağını teşkil etmektedir. Bu nedenle iç tasarrufların büyüklüğünü ya da yatırımlar ile ilişkisini iyi irdelenmesi gerekmektedir. Çünkü oluşan cari işlemler açığı ekonomide işler iyi gittiği taktir de, dış kaynaklarla finanse edilmektedir. Türkiye ekonomisinde uluslar arası likiditenin fazla olduğu 2001- 2005 yılları arasında bu konuda bir sıkıntı çekilmemiştir. Ancak, ülkeye gelen likidite, tam dalgalı döviz kuru rejiminde kura baskı yapmıştır. Yüksek oranda büyümek isteyen ve bunun için gerekli iç tasarrufları yatırımlarına yetmeyen Türkiye’de bir yandan iç tasarrufların azlığı, öte yandan ise çeşitli adlarla gelen dış tasarrufların döviz kuruna etkisi, cari işlemler açığını artırmıştır. Dolayısıyla ya tasarruflar artırılmalı, ya da büyümeden feragat ederek yatırımlar kısılmalıdır. Tasarruf artışı için faizlerin yükseltilmesi gerekmektedir. TL’nin değerlenmesine mani olunmalıdır. Bu iki önlem zamanında alınarak cari işlemler açığının büyümesinin önüne geçilmelidir. Cari açığın artışında ikinci neden, TL’nin değer kazanmasıdır. Makroekonomik istikrar yolunda alınan mesafeler faizler genel düzeyini düşürmekte, faizlerdeki bu düşüş bir yandan tüketim ve yatırım talebini dolayısıyla kredi talebini artırırken, diğer taraftan yurtiçi tasarrufların azalmasına neden olmaktadır. Artan harcamalar, özellikle yatırım harcamaları, makine ve teçhizat talebini artırmakta, Türkiye ekonomisinin yapısal özelliklerinden dolayı bu talep ithalat yapılarak karşılanabilmektedir. Bu süreç cari açığın bir göstergesi olan yurtiçi tasarruflar ile yurtiçi yatırımlar arasındaki makasın açılmasına yol açmakta ve dış kaynak ihtiyacı doğurmaktadır. Bu kaynağın sağlanabildiği, dış borçlanmanın gerçekleştirilebildiği ortamlarda, makro ekonomik istikrara ve yabancı sermaye girişine de bağlı olarak, Türk parası değer kazanmakta ve süreç kendisini tekrarlayarak cari açıkta artışa yol açmaktadır. Değer kazanan ulusal para, ithalatın ihracattan daha fazla artması ve ticaret açığının büyümesi sonucunu doğurmaktadır. Türkiye’de de aynen böyle olmuştur. Çözüm döviz kuru uygulamasını değiştirmekten geçmektedir. Döviz kuru rejimi yine dalgalı olacak, ancak spekülatif hareketler nedeniyle TL’nin değer 71 kazanmasının önüne geçilecektir. Bu görev hükümete ve Merkez Bankası’na düşmektedir. Cari işlemler açığında artışa yol açan üçüncü neden ise sektörel bazda “mikro yapısallara” önem verilmemesidir. Türk ekonomisi mal ve hizmet ithalatının, ihracatından yüksek olduğu yapısal bir dengesizliğe sahiptir. Giderek ithalat bağımlısı haline dönüşen bu yapıyı değiştirmeden, sorunu orta ve uzun vadede çözmek güçtür. Mikro önlemler ise sanayi, turizm ve döviz getiren diğer hizmet sektörlerinde yeni stratejilerin geliştirilmesidir. Öte yandan, ithal enerjiye bağımlılığımız dış ticaret dengesini olumsuz etkilemektedir. Enerji tasarrufu artıracak ya da ithal bağımlılığını azaltacak mikro önlemlerle bu dayanılmaz ağırlık hafifletebilecektir. Mikro alanların tek tek tanımlanması ve bunlara uygun önlemlerin üretilmesi kuşkusuz çok zaman alıcı çalışmalar gerektirmektedir. Bu konuda bıkmadan usanmadan sorunları belirleyip, çözümlerin üretilmesi şarttır. Cari açığın artışında dördüncü bir neden de, bu açığın finanse edilebilme niteliğinde yatmaktadır. Cari işlemler açığı, dış kaynaklarca finanse edilmediği taktirde artmayacaktır. Tam tersine azalma eğilimine girecek ve ortadan kalkacaktır. Türkiye bu süreci 1994 ve 2001 yılında yaşamıştır. Ancak bizim gibi dış kaynaklara bağımlılığı yüksek bir ekonomide bu oluşumun vereceği olumsuz etkilerin derecesi hayali yüksek olacaktır (Erçel, 2006: 12). Ekonomide denge, istikrar ve sürdürülebilirlik kavramları birbiri ile karıştırılmadan, iç dengeler sağlıklı bir biçimde kurulmalı, iç talepteki artış azaltılmalıdır. ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM EKONOMETRİK MODEL VE UYGULAMASI 3.1. Cari Dengenin Belirleyicileri Üzerine Ampirik Çalışmalar Cari açığın belirleyicileri üzerine yapılmış ampirik çalışmaların bir tablo ile özetlenmesine geçmeden önce çalışmalarda yer verilmiş temel değişkenlerin literatürde cari denge – bu çalışma kapsamında cari açık- ile ilgili beklenen işaretlerinin altını çizmek gerekir. Bunlardan ilki, kısaca büyüme olarak tanımlanan yurtiçi üretim artışıdır. Büyüme göstergesi olarak GSYH ve GSMH’den genelde ikincisi daha sık kullanılmaktadır. Büyüme söz konusu olunca ona ilişkin iki bileşenin birbirinden ayırt edilmesi önem taşımaktadır. Birincisi, işgücü büyüme oranı ki bazen bu terim genel anlamda nüfus artış oranı yerine gösterge olarak da kullanılmaktadır. İkincisi, verimlilik artış oranı. Genelde işgücü büyüme oranındaki değişikliklerin geçici, verimlilik artış oranındakilerin ise hem geçici hem de sürekli olduğu kabul edilmektedir. Bu geçici-sürekli ayrımı herhangi bir değişkenin cari denge ile ilişkisinin beklenen işaretini tanımlarken farklılık göstermektedir. Şöyle ki; işgücü büyüme oranında artış tasarruf-yatırım kanalıyla cari dengeyi kötüleştirmektedir. Mekanizmayı detaylandırırsak; bir, mevcut sermaye işgücü oranını sürdürebilmek yatırım artışıyla mümkündür. İki, artan genç nüfus toplumun bütünü düşünüldüğünde, bağımlılık oranı ile beraberinde tüketim talebini yükseltecektir. Bu yeni tüketim talebi için daha fazla tasarruf yapılması ile eşanlamlıdır. Sonuçta, yatırım ve tüketim artışı yani her iki kanal da cari dengeyi negatif etkileyecektir. Ülke bazlı verimlilik artışı, değişikliğin geçici veya sürekli olmasına göre farklı yorumlanmaktadır. Verimlilikteki sürekli artış, gelir etkisi üzerinden bir ülkenin yabancı varlık GSMH oranını artırabilir veya azaltabilir. Şöyle ki, cari denge eşitliğinde tasarruf bileşeni göz önüne alındığında, eğer nüfusun 73 genç kısmının geleceğe dönük beklentilerini karşılamak amaçlı tasarruf artışı olgun/yaşlı kısmın gelir etkisi sonucu tüketim artışının/tasarruf azalışının üzerinde olursa toplam tasarruf artışından söz edilebilir. Bu noktada ülkenin açık bir ekonomi olduğu varsayımıyla, artan tasarrufun yabancı varlık portföyüne yöneldiği kabul edilmektedir. Yabancı varlık GSMH oranı artışı bu nedenledir. Sürekli verimlilik artışı, sermayenin gelecekteki getirisinin yüksek olacağı beklentisiyle yeni yatırımları da tetiklemektedir (Glick ve Rogoff, 1995). Tasarruf ve yatırımın cari denge ile teorik olarak beklenen işaretlerinin ne yönde olduğunu değerlendirmeden önce tasarruf, yatırım ve büyüme arasındaki kompleks ilişkiye bakmak hiç kuşkusuz isabetli olacaktır. Söz konusu üç değişken arasındaki etkileşimin ve nedenselliğin boyutu birkaç yönde olabilmektedir. Literatürde konu üzerinde, örnek ülke seçimi, model tanımlanması, veri ve ekonometrik yöntem farklılıkları nedeniyle genel bir sonuç içermeyen onlarca teorik ve ampirik çalışmaya rastlamak sürpriz olmayacaktır. Bu türden bir literatür taraması içeren Schmidt-Hebbel ve diğerleri (1996, s.108) ortak çalışması, özetle dört temel çıkarımı içerir. Bir, tasarruf ve büyüme birbirini destekler ve nedensellik her iki yöndedir. İki, tasarruf ve yatırım arasında düşük sermaye hareketliliği, yüksek cari dengesizliği engellemeye yönelik iç politikalar, her iki değişkeni harekete geçiren demografik ve teknolojik faktörlerin de etkisiyle yüksek bir korelasyon vardır. Üç, fiziki yatırım büyüme için gerekli ama tek başına yeterli değildir. Dört, fiziki yatırımın etkinliği, beşeri sermaye ve teknolojik bilgi büyümeyi destekleyici önemli unsurlardır. Yine literatürde iki popüler kavramı; yatırım ve tasarrufu içeren ama meşhur Feldstein-Horioka Paradoksu’ndan bahsetmeyen bir çalışmaya rastlayabilme ihtimali neredeyse çok düşüktür. Bu kavram, kapalı bir ekonomide, tasarruf ve yatırımın birlikte hareket ettiği ve her iki değişken arasındaki korelasyonun bire eşit olduğunu açıklayan Feldstein-Horioka (FH) yaklaşımıdır (Ventura, 2001). Coakley, Kulasi ve Smith (1996)’in Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) üyesi 23 ülkeyi kapsayan çalışmaları, sermaye hareketliliği derecesinden bağımsız olarak FH yaklaşımının temel 74 önermesinin açık ekonomilerde de geçerli olduğunu sonucuna varmıştır. Diğer bir ifade ile tasarruf-yatırım arasında “paradoks” olarak tanımlanacak bir ilişki yoktur. Özmen ve Parmaksız (2000) ise İngiltere için 1948-98 arası uzun dönemli tasarruf yatırım ilişkisinin 1979 yılında döviz kontrollerinin kaldırılması yapısal değişikliği ile kaybolduğunu öne sürmektedir. Bunu destekleyici ampirik sonuç, 1948- 79 arası dönem için “tasarruf tutma katsayısının” 0.86, 1980-98 arası için ise 0.31 olarak bulunmasıdır. Döviz kuru rejimindeki köklü ve yapısal değişiklik söz konusu olunca, yaklaşımın paradoks olmaktan çıktığı da ayrıca vurgulanmıştır. Kısaca, her iki değişkenin nedensellik yönü tartışması bir tarafa bırakılırsa, toplam tasarruf artışının cari dengeyi iyileştirmesi beklenirken, yatırım artışının cari denge üzerinde negatif etki olasılığı yüksek varsayılmaktadır. İkiz açıklar, bütçe açığı-dış ticaret açığı ve/veya cari açık olarak da sıkça vurgulanan kamu/bütçe dengesi ile cari denge ilişkisi literatürde bazı teorik ve ampirik çalışmaların doğrudan veya dolaylı konusu olmuştur (Bussiére, Fratzscher ve Müller, 2004; Chinn ve Prasad, 2000; Enders ve Lee, 1990; Freund, 2000; Ghosh ve Ostry, 1995; Karunaratne, 1988). İkiz açıklar hipotezi bağlamında, geleneksel Keynesyen görüşe göre bütçe açıkları aynı zamanda cari açıklara yol açar. Buna karşın Ricardian denkliği hipotezi ise iki değişken arasında herhangi bir ilişkinin olmadığını savunur. Kamu harcamalarının kamu gelirleri üzerinde fazla artışı diğer bir tanımla bütçe fazlasında azalış veya bütçe açığında artış şeklindeki bütçe dengesinde bozulmanın cari dengeyi negatif etkilemesi beklenmektedir. Artan harcamaların yeni borçlanma ile finansmanı faiz oranları üzerinde artış yönünde baskı oluşturmakta faize duyarlı özel yatırımların maliyetini artırmaktadır. Bu literatürde kamu harcamalarının özel yatırımları dışlayıcı etkisi olarak da tanımlanmaktadır. Artan yurtiçi faizlerin yurtdışı faiz oranına göre nisbi getiri farkı sermaye hareketleri serbestisi altında, diğer ekonomik ve politik şartların de uygun olması varsayımıyla, yurtiçine sermaye girişini artırır. Artan sermaye girişi ülke parasının değerlenmesine yol açar. Sabit döviz kuru rejimi altında durumun ayrı bir tartışma ve değerlendirme konusu 75 olduğunu ayrıca not etmeliyiz. Bu durum ihracatın göreli fiyatlar üzerinden rekabet gücünü azaltır, dolayısıyla dış ticaret dengesini, geniş tanımıyla cari dengeyi negatif etkiler. Döviz kuru-cari denge ilişkisi en hassas ve sıcak tartışmalardan biridir. Esneklikler yaklaşımında değinildiği üzere döviz kuru artışı yani devalüasyonun dış ticaret dengesini iyileştirici bir sonuç doğurması MarshallLerner Koşulu’na bağlıdır. Arz esnekliklerinin sonsuz olması varsayımı altında, bu koşul ithal mallarının yurtiçi talep esnekliği ile ihraç malları dış talep esnekliği toplamının 1’e eşit veya 1’den büyük olması şeklinde ifade edilir. Bu koşul altında döviz kuru cari denge ile pozitif ilişkilidir. Dönemlerarası ikame göz önüne alındığında ilişkinin yönü konusu belirsizdir (Bagnai ve Manzocchi, 1999). Literatürde dış ticaret haddi ile cari denge ilişkisi söz konusu olunca “Harberger-Laursen-Metzler (HLM)” etkisine sıkça vurgu yapılmaktadır. HLM’e göre, ticaret hadlerindeki bir iyileşme ülkenin reel gelirini artırmaktadır. Marjinal tüketim eğiliminin birden küçük olduğu varsayımı altında özel tasarruflar artmaktadır. Eğer ekonomik birimler ticaret haddi iyileşmesinin sürekli olacağını beklerse, satın alma gücünün artması oranında sürekli gelirini yukarı doğru revize eder. Tasarrufta bir artış olmaz. Ancak ticaret haddindeki iyileşmenin geçici olacağı bekleniyorsa, cari gelir artışı, sürekli gelir artışından daha büyük olacak ve tasarruflarda artacaktır. HLM’e göre, ticaret haddindeki iyileşmelerin geçici iyileşmeler olacağı beklentisi tasarruf artışı sağlayacak ve cari dengeyi iyileştirici etkide bulunacaktır (Ghosh ve Ostry, 1995; Ostry,1997). Cari dengeyi açıklayan değişkenlerden biri de dış borç ve/veya servisi GSMH oranıdır. Dünya faiz oranlarında beklenmedik artışın, net borçlu ülke açısından yeni borçlanma için kısıt oluşturması nedeniyle cari açığı azaltıcı etki yapması beklenmektedir (Obstfeld ve Rogoff, 2000). Bir ülkenin dışa açıklık oranı ile cari denge arasında pozitif veya negatif ilişki vardır gibi net bir çıkarım yapılabilmesi, her ülkenin ekonomik yapısının farklı olması, yani ülke bazlı faktörler nedeniyle kolay değildir. Örneğin, dışa daha açık bir ülke dış borç servisini ihracat gelirleri veya 76 sermaye girişi ile göreli olarak daha rahat ödeyebilir (Chinn ve Prasad, 2000, s.11). Buna ek olarak, olası bir döviz krizi ve devalüasyon sonrası ülke parasının değer kaybı ile kazanılan fiyat avantajı dış ticaret haddinde nisbi düzelmeye neden olabilir (Milesi-Ferreti ve Razin, 1998, s.25). Ayrıca ithalat ve yurtiçi üretimdeki şokların etkisi dışa kapalı bir ekonomiye göre daha düşük olabilir. Bu varsayımlar dışa açıklık oranının yüksek olmasının avantajları sayılabilir. Diğer yandan, eğer dışa açık bir ülkenin ihracat hacmi ve değeri göreli olarak düşükse, o ülkenin dış şoklara daha açık olması ve sonuçlarından da olumsuz etkilenmesi anlamına gelir ki, bu durum dışa açık olmanın dezavantajı sayılabilir (Ostry, 1997, s. 18). 3.2.1. Ampirik Çalışmaların Sonuçları Tablo 2.1’in ampirik çıkarımlarını özetlemek gerekirse, ilk dikkat çeken nokta çalışmaların büyük çoğunluğunun, cari açık ve ilgili değişkenler arasındaki beklenen işaretleri destekler sonuçlar bulmasıdır. Daha önceki bölümlerde bu ilişkilerin teorik olarak beklenen işaretlerinden bahsedilmişti. Tekrar olmaması adına, takip eden kısımda sadece tabloda göze çarpan önemli ayrıntıların ve teori ile uygulamada ortaya çıkan farklılıkların altının çizilmesine öncelik verilmiştir. 3.2.1.1. Bir Dönem Önceki Cari Açık Calderon ve diğerleri (2002, s. 13), bir dönem önceki cari açığın toplam harcanabilir milli gelire (GNDI) oranı olarak tanımladıkları katsayıyı yaklaşık 0.36 bulmuşlardır. Diğer değişkenler kontrol edildiğinde bulunan bu sonuç, birim kök hipotezinin geçerliliğini yani cari açık serisinin durağan olduğu ile cari açığın katılığını göstermektedir (Razin, 1995, s.181). 77 3.2.1.2. Ülke Bazlı Verimlilik Değişiklikleri Hervey ve Merkel (2000)’in Tablo 2.1’de r sembolüyle gösterilen bulguları, ABD'nin 1990’lı yılların sonunda gerek dolar büyüklüğü gerekseGSMH oranı itibariyle artan cari açığının nedenlerini açıklamakta kullanılan tezlerden “teknolojik değişim” tezini desteklemektedir. Açığın uzun vadede sorun oluşturmayacağı yorumuyla, ABD ekonomisinin geçirdiği teknolojik dönüşümün yani pozitif teknoloji şokunun ekonominin verimliliği ve uzun dönemli potansiyel üretim düzeyini artıracağı beklentisi vurgulanmaktadır. Tablo 3.1. Cari Açığın Belirleyicileri (*) Değişken süreklilik Bir Dönem Önceki Cari Açık Gelir(GSYİH/GSMH) Yurtiçi Üretim Açığı Beklenen İşaret Ampirik Sonuçlar + + [3], [14], [15], [18], [20], [29], [31] + + [3], [11] Ülke Bazlı Verimlilik Değişiklikleri Global Verimlilik Değişiklikleri Yurtiçi Üretim Artışı (Büyüme Oranı) Tasarruf / Yatırım Tasarruf Geçici:+ Sürekli:Geçici: + Sürekli: 0 + + [3], [23], [25]ee - [3], [12]r, zayıf[23]dd, [25] +[3] -[3], [25] +[4] [10], [11],[13],[15],[27] ], [29], [31],[35], [36] - - [6]g, [7] j, [8], [10]o, [12]s, [29], [30]d Yatırım Net Borçlu Kısa vade: + Uzun vade: + Net Alacaklı Kısa vade: + Uzun vade: Dönemlerarası: Kısa vade: 0 Belirsiz Reel Faiz Oranı Finansal Derinlik Maliye Politikası + [6]h, [8]k, [12], [18]bb, [31] jj + [6]i, [8], [12], [18] + [6], [8], [31] - [6], [8] - [3], [10]m 0 [13], [15] Belirsiz[20], + [27], + [32] Bütçe Açığı + + [4], [10], [11], [14], [15], [22], [27], [28], [31], [32] Kamu Harcamalarındaki Değişiklikler Dış Göstergeler Dışa Açıklık Oranı Geçici: + Sürekli: 0 + [13]v, [15], [22]cc, [25]ff 0 [13] Belirsiz + [20]nn, Belirsiz [26]gg, + [27] 78 Reel Döviz Kuru Marshall-Lerner:+ Dönemlerarası: Belirsiz Ticaret Haddi Harberger-LaursenMetzler:+ + + [10]l, [11], [13], [14], [28], [29], [33]f, [36] + Zayıf[2]b, [4], [15], Belirsiz [35] - [3]c, [4], [10]n, [15], [16]aa, [28], [29], [33], [35] + Zayıf [27]hh, - [29]kk + [13]y Döviz Kontrolleri Enerji Fiyatları Dış Ülke Göstergeleri Gelişmiş Ülkeler Büyüme -[11]p, [13]u, [15]z, Zayıf [28]ii, Oranı [29], [35]ll Dünya Reel Faiz Oranı(Dış Net Borçlu: - [4]e, [12]t, [28], [29], [35]mm Borç GSYH Oranı) Net Alacaklı: + (*) Tablo, ampirik sonuçlar kısmı hariç, Calderon, Chong, ve Loayza (2002)'den uyarlanarak hazırlanmıştır. Ayrıca tabloda harflerle gösterilen özel ayrıntılar sonuçların değerlendirilmesi kısmında ilgili çalışma için referans gösterilmek suretiyle ilişkilendirilmiştir. [1]Sachs (1981), [2]Obstfeld ve Rogoff (1995), [3]Razin (1995), [4]Bagnai ve Manzocchi (1999), [5]Milesi-Ferreti ve Razin (1998), [6]Ventura (2002), [7]Taylor (2002), [8]Kraay ve Ventura (2002), [9]Obstfeld ve Rogoff (2000), [10]Freund (2000), [11]Hooper ve Tryon (1984), [12]Hervey ve Merkel (2000), [13]Kandil ve Greene (2002), [14]Howard (1989), [15]Karunaratne (1988), [16]Hoque (1995), [17]Corden (1986), [18]Nason ve Rogers (1999), [19]Coakley, Kulasi ve Smith (1996), [20]Özmen (2004), [21]Schmidt-Hebbel, Serven ve Solimano (1996), [22]Enders ve Lee (1990), [23]Lee ve Chinn(1998), [24]Ghosh ve Ostry (1995), [25]Glick ve Rogoff (1995), [26]Ostry (1997), [27]Chinn ve Prasad (2000), [28]Khan ve Knight (1983), [29]Calderon, Chong, ve Loayza (2002), [30]Ventura (2001), [31]Bussiére, Fratzscher ve Müller (2004), [32]Zanghieri (2004), [33]Sarcinelli (1982), [34]Adedeji, Handa ve Darku (2005), [35]Yücel (2003), [36]Eken (1990) Lee ve Chinn (1998)’in Tablo 2.1’de dd sembolüyle gösterilen bulgularına göre ise, teknolojik yenilik olarak da yorumlanan sürekli verimlilik şoku, reel döviz kurunun sürekli değerlenmesine neden olurken, cari denge üzerinde etkisi istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Bu nedenle, geçici şoklar diğer bir tanımla parasal şoklar cari dengede değişmeleri daha iyi açıklarken, sürekli şoklar diğer bir deyişle verimlilik şokları döviz kurunda değişiklikleri daha iyi açıklamaktadır. Ülke bazlı geçici verimlilik şoku, şimdiki geliri sürekli/potansiyel gelir seviyesinden daha fazla artırmaktadır. Tablo 2.1’de ee sembolüyle gösterildiği gibi ampirik olarak da ülke bazlı şokların yatırım üzerindeki etkisi cari denge üzerindeki etkisinden 2-3 kat daha fazla bulunmuştur (Glick ve Rogoff, 1995). 79 3.2.1.3. Global Verimlilik Değişiklikleri Razin (1995)’e göre, geçici ve sürekli global verimlilik değişiklikleri cari açık ilişkisi ülke bazlıya göre daha zayıftır. Global şoklar, ülkelerin dış dengelerini ülke bazlı farklılıklar ve gelişmişlik düzeyi gibi faktörler nedeniyle aynı oranda etkilemez. Diğer bir deyişle, her ülke teorik olarak tıpatıp aynı değildir. Uzun dönemde etkisi de beklendiği gibi çok zayıf olup anlamlı bir etkisi bulunmamış ve bu sonuç Tablo 2.1’de a sembolüyle gösterilmiştir. 3.2.1.4. Yurtiçi Üretim (GSYH) Artışı (Büyüme Oranı) Yurtiçi üretimde yani büyüme oranında % 1’lik artış, cari açıkta yaklaşık % 0.21 artışa neden olmaktadır (Calderon ve diğerleri, 2002, s. 13). Ayrıca üretimdeki bir artışa tasarruf oranı artışı da eşlik etmekte fakat yatırım oranındaki artış nisbi olarak daha baskın çıkmaktadır. Cari açığı artıran da bu etkendir. Çalışmaların birçoğu büyüme ve cari açık arasında önemli ve anlamlı bir sonuç bulurken, bazı çalışmalarda örneğin Chinn ve Prasad (2000)’da beklenen yönde ama zayıf ilişki bulunmuştur. Tasarruf-yatırımbüyüme üçlüsü arasında karmaşık bağlantılar (Schmidt-Hebbel ve diğerleri, 1996), farklı ekonometrik model ve istatistiki yöntem kullanılarak yapılan çalışmalarda değişik sonuçların bulunmasına bir açıklama olabilir. 3.2.1.5. Tasarruf Ventura (2001, s.8) tasarruf ve yatırımın birlikte hareket ettiği ve her iki değişken arasındaki korelasyonun bire eşit olduğunu açıklayan FeldsteinHorioka yaklaşımını destekler bir sonuç bulmuştur. Bu bulguya göre Tablo 3.1’de d sembolüyle gösterildiği gibi hem ülkeler arası hem de ülke içinde 80 göre,1990'lı yılların başında ABD ekonomisinde teknoloji şirket hisselerinin gelecekteki değerlerinin yüksek olacağı beklentisiyle borsada yaşanan ve "e sermaye" etkisi olarak literatüre geçen hisse senetleri değerindeki göreli artışlar, şirket ve varlıklı kesim gerçek kişilerinin ABD senetleri ağırlıklı portföy değerlerini de önemli oranda artırmıştır. Mikroekonomi de şirket ve varlıklı gerçek kişilerin marjinal tüketim eğilimlerinin ortalama tüketicilere göre daha az olduğu bilinmektedir. Bu nedenle yüksek portföy değerlenmesi ile artan servet toplam tasarrufları artırmıştır. Bu tespit, ABD cari açığında 90'lı yıllarda gözlenen nisbi azalışı "cari dengeye portföy yaklaşımı" çerçevesinde açıklamakta kulanılmaktadır. Ventura (2002) tarafından, Türkiye de dahil 21 sanayileşmiş ülkenin 1966- 97 dönemi tasarruf-yatırım-cari denge GSMH oranları dönemlerarası yaklaşım çerçevesinde incelenmiştir. Yaklaşıma "yatırım riski" ve "portföy uyarlama maliyeti" gibi iki önemli teorik katkı yapılmıştır. Tasarruf artışının, kısa dönemde "portföy yeniden uyarlaması", uzun dönemde ise "portföy büyümesi" mekanizması ile cari dengeyi bire-bir pozitif etkilediği tespit edilmiş ve sonuç Tablo 3.1’de g sembolüyle gösterilmiştir. Taylor (2002) ise, 15 gelişmiş ülkenin 1850-1992 dönemi için yıllık tasarruf ve yatırım oranlarını dinamik bir model çerçevesinde incelemiştir. Tablo 3.1’de j sembolüyle gösterilen sonuç, hem Feldstein-Horioka paradoksu olarak bilinen tasarruf-yatırım parametrelerinin kısa ve uzun dönemli ilişkisini hem de sermaye hareketlerinin de dikkate alındığı uzun dönemli bütçe kısıtı çerçevesinde cari dengenin davranışına dair güncel çalışmaları destekler içeriktedir. Freund (2000), 25 gelişmiş ülkenin çoğunda cari dengenin bozulmasını toplam yatırım artışından ziyade toplam milli tasarruflarda azalışla ilişkili bulmuştur. Tablo 3.1’de o sembolüyle gösterilen bu sonuç, aslında cari açığın talep kaynaklı olduğu görüşünü desteklemektedir. Diğer yandan cari açığın azalması yani cari dengede iyileşme süreci toplam tasarruflarda ciddi bir değişiklik olmadan öncelikle yatırımlarda azalış sonucu gerçekleşmiştir. 81 ABD'nin artan cari açığının nedenlerini açıklamakta sıkça kullanılan tezlerden birisi de "tüketim patlaması" tezidir . Veriler, kişisel tasarruf oranının yaklaşık sıfıra düştüğünü, 2000 yılında GSMH oranı cinsinden %-0.2, göstermektedir. Buna eşlik eden tüketim patlaması, Tablo 3.1’de s sembolüyle gösterildiği gibi ithalat artışıyla ticaret dengesinin daha da bozulmasına yol açmıştır (Hervey ve Merkel, 2000). 3.2.1.6. Yatırım Ventura (2002)’ya göre bir ülkenin ticaret hadlerinde değişme, üretim ve verimliliğinde dalgalanma, politika reformu, doğal afetler ve benzeri nedenler ülke gelirini değiştirir. Örneğin, ani gelir iyileşmesi sonucu artan tasarrufun büyük kısmı, tüketimin dönemler arası farklarının giderilmesi amacıyla, kısa vadede yabancı varlık portföyüne yönelecektir. Buna göre, yatırım cari denge arasında Tablo 3.1’de h sembolüyle gösterilen kısa dönemli korelasyon, ülkenin borçlu veya alacaklı olduğu fark etmeksizin negatif olacaktır. Ülke zamanla bu yabancı varlık portföyünü ise yerli sermayeye dönüştürecektir. Sonuçta tasarruf oranı önceki ortalama seviyesine yaklaşırken cari denge belli oranda kötüleşecek veya ortalama seviyesinden çok az pozitif olacaktır. Uzun vadede ise tasarruf artışı başlangıç seviyesi portföy oranında-yerli ve yabancı portföy oranı- tamamen portföy yatırımına dönüşecekttir. Bu sonuç, cari dengenin uzun dönemde temelde bir "portföy büyümesi" olduğu varsayımını desteklemektedir. Tablo 3.1’de i sembolüyle gösterildiği gibi net borçlu ülkelerin toplam tasarruf artışı toplam yatırımları bire-bir'den fazla artırıp cari dengeyi bozarken, net alacaklı ülke için yatırım artış etkisi bire-bir'den az olup tasarruf artışı cari dengeyi iyileştirmektedir. Kraay ve Ventura (2002) çalışması ise, kısa vadede portföy yeniden uyarlama etkisi teorik ve ampirik olarak önemli olduğu için, Tablo 3.1’de k sembolüyle gösterilen yatırım cari denge arasındaki negatif yönlü ilişki hem borçlu hem de alacaklı ülke için geçerlidir çıkarımını içerir. 82 Nason ve Rogers (1999) tarafından dönemlerarası yaklaşımın temel varsayımlarından olan küçük ve açık ekonomi protipine uyan Kanada'nın, 1975 sonrası için kısa ve uzun dönemli cari denge yatırım ilişkisi analiz edilmiş ve Tablo 3.1’de bb sembolüyle de gösterilen dört sonuç bulunmuştur. Birincisi, yatırım patlaması cari açıkla bağlantılıdır. İkincisi, özellikle uzun dönemde yatırım ülke bazlı şoklardan bağımsız olup global bazlı şoklara duyarlıdır. Üçüncüsü, cari dengenin yatırıma veya dünya şoklarına tepkisinin yönü ve boyutu tanımlanmaya değerdir. Son olarak, cari denge ülke bazlı şoklara devamlı tepki göstermekte ve bu istatistiki olarak anlamlıdır. İlk iki sonuç modelin temel varsayımlarını destekler iken üçüncü sonuç daha az bilgi içermekte sonuncusu ise modelle zıtlık oluşturmaktadır. Bussiére ve diğerleri (2004), 1995-2002 yılları arası dönem için 10'u AB'ne giriş sürecinde-çalışmanın yapıldığı 2004 itibariyle- olmak üzere toplam 33 OECD ülkesini içeren çalışmalarında, yatırım oranının orta-vadede cari dengeyi etkilediğini vurgulamıştır. Bu genel çıkarımı not ederken, çalışmadaki ekonometrik modelin cari dengenin hem kısa vadeli hem de uzun vadeli dinamiklerinin ampirik sonuçlarını gösterdiğini belirtmek gerekir. Ayrıca sonuçlar, Tablo 3.1’de jj sembolüyle gösterildiği gibi cari fazla (alacaklı) ve cari açık (borçlu) veren ülkelerin bütünü için yorumlanmıştır. 3.2.1.6. Reel Faiz Oranı Reel faiz oranındaki artış veya azalış genelde reel büyüme ile bağlantılı olup, cari dengenin dönemselliği görüşünü destekler niteliktedir. Freund (2000)’un Tablo 3.1’de m sembolüyle gösterilen ampirik sonuçlarına göre, cari açıkta artış veya kötüleşme gözlemlenen 3 yıl içerisinde faiz oranları yaklaşık % 2 artmış, takip eden 3 yıllık iyileşme döneminde ise yaklaşık % 3 azalmıştır. 83 3.2.1.8. Bütçe Açığı Tabloda ampirik sonuçlarına yer verilen on farklı çalışma da, kamu harcamalarının kamu gelirleri üzerinde artışı, diğer bir ifade ile bütçe fazlasında azalış veya bütçe açığında artış şeklinde olabilecek bütçe dengesindeki bozulmanın özellikle uzun-dönemde cari dengeyi negatif etkilediği kısaca ikiz açık olgusunun varlığı yönündeki görüşleri desteklemektedir. Yine literatürde gerek geleneksel Keynesyen görüş gerekse Ricardian denkliği olarak tanımlanan iki hipotezin Türkiye için test edildiği bazı ampirik çalışmalara rastlamak mümkündür. Örneğin, Akbostancı ve Tunç (2002) çalışmasının ampirik bulgularına göre, bütçe açığı ve dış ticaret açığı olarak seçilen ikiz açık arasında uzun dönemli bir ilişki vardır. Kısa dönemde ise bütçe açıklarında bir bozulma dış ticaret dengesini kötüleştirir. Çalışma ikiz açık olgusunun varlığına vurgu yaparken, Türkiye için Ricardian denkliği hipotezinin geçerli olmadığı sonucunu elde etmiştir. 3.2.1.9. Kamu Harcamalarındaki Değişiklikler Enders ve Lee (1990)’nin ABD bütçe açığını incelediği Tablo 3.1’de cc sembolüyle gösterilen çalışmasına göre, kamu harcamalarındaki geçici artış, finansmanı ister vergi oranlarının artırılması ile isterse borçlanma yoluyla sağlansın, cari açığa neden olmaktadır. Glick ve Rogoff (1995)’a göre ise vergi ile finanse edilen kamu harcamalarındaki geçici artış sonucu vergi-sonrası gelir ve buna bağlı olarak da tüketim, geçici kamu harcama artışından göreli olarak daha az düşeceği için söz konusu harcama artışı cari dengeyi negatif yönde etkiler sonucu Tablo 3.1’de ff sembolüyle gösterilmiştir. Kamu harcamalarında artış beraberinde yurtiçi faizleri de yükseltir. Artan faiz oranı, ABD ekonomisinin dünya faiz oranını etkileme gücü göz 84 önüne alındığında ülke içine daha fazla sermaye ve fon girişi demektir. Artan sermaye girişi etkisiyle dolar değer kazanır ihracatı azaltıcı ithalatı artırıcı etkide bulunur.Uzun dönemde ise Tablo 3.1’de v sembolüyle gösterilen kamu harcamaları ile cari denge arasında anlamlı ve negatif bir korelasyon bulunamamıştır (Kandil ve Greene, 2002). 3.2.1.10. Dışa Açıklık Oranı Chinn ve Prasad (2000), dışa açıklık oranı ile cari denge arasında negatif ilişki bulmuştur. Ostry (1997) ise, Tablo 3.1’de gg sembolüyle gösterilen aynı ilişki için Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) üyesi 5 ülke verisiyle Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland dönemler arası yaklaşımı test etmiştir. Bu ülkelerin cari dengesi üzerinde başlıca şu faktörlerin; dış borç yapısı ve seviyesi, yatırım patlaması, mali konsolidasyon ve verimlilik değişiklikleri daha belirleyici olması nedeniyle, dışa açıklık oranı ile cari denge arasında pozitif veya negatif ilişki vardır gibi net bir çıkarımının yapılamayacağı vurgulamaktadır. Genel bir ifade ile, dışa daha açık bir ülke dış borç servisini ihracat gelirleri veya sermaye girişi ile göreli olarak rahat ödeyebilir. Ayrıca ithalat ve yurtiçi üretimdeki şokların etkisi daha düşük olabilir. Bu varsayımlar dışa açıklık oranının yüksek olmasının avantajları sayılabilir. Diğer yandan, eğer dışa açık bir ülkenin ihracat hacmi ve değeri göreli olarak düşükse, bu durum dış şoklardan daha olumsuz etkilenmesi anlamına gelebilir. Bu da dezavantaj oluşturur. Özmen (2004)’in cari açığın belirleyicilerini, makroekonomik yönetim ve kurumsal değişkenler çerçevesinde 79 ülke verisi kullanarak incelediği çalışmasında, uluslararası ticarete açık olmanın cari açık üzerinde Tablo 3.1’de nn sembolüyle gösterilen biri olumlu diğeri olumsuz iki etkisine vurgu yapılmaktadır. Dış şoklar karşısında döviz kuru uyarlamasını ekonomiye daha az maliyetle gerçekleştirebilme esnekliği dışa açık olmanın olumlu yönü kabul edilirken, ülkenin dış şoklar ve krizlere daha açık hale gelmesi olumsuz 85 yanı olarak belirtilmektedir. Ampirik olarak cari açık ile literatürde ithalat ihracat toplamının GSYİH'a oranı olarak seçilen dışa açıklık düzeyi arasında negatif ilişki bulunması, ikinci diğer bir deyişle olumsuz etkinin baskın çıkması ile açıklanmaktadır. 3.2.1.11. Reel Döviz Kuru Freund (2000), 1987 bazlı yıllık kişi başına düşen geliri 10,000 dolar üzeri olan 25 gelişmiş ülkeyi incelemiş ve Tablo 3.1’de l sembolüyle gösterilen reel döviz kuru değer kaybının ticaret dengesi üzerinde MarshallLerner Koşulu altında J-etkisi gösterdiğini bulmuştur. Yani değer kaybı başlangıçta yani kısa dönemde ticaret dengesini kötüleştirmiş, sonrasında cari dengenin iyileşmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca döviz kurunda nominal değer kaybı reelden daha yüksek gözlemlenmiştir. Bu durum çoğu ülke için milli paradaki değer kaybının enflasyonu artırıcı etkisiyle de bağlantılıdır. Sarcinelli (1982) çalışması ise, İtalya'nın 1970-81 dönemi ödemeler dengesi gelişmelerini incelemektedir. Tablo 2.1’de f sembolüyle gösterilen Lira’ya yapılan devalüasyon, başlangıçta ithal malları nisbi fiyatlarını artırırken ithalat hacminde nisbi düşüş gözlenmiştir- aynı zamanda yurtiçi mallarına olan talebi körüklemiştir. Sonuçta, devalüasyon enflasyon yan etkisini de göstermiştir. Enflasyon, ihraç malları fiyat rekabetindeki göreli avantajı yani ihracat hacminde beklenen artışı 1 yıl içinde ciddi oranda azaltmış, takip eden 2-3 yıl içinde ise tamamen ortadan kaldırmıştır Obstfeld ve Rogoff (1995) çalışmasının Tablo 3.1’de b sembolüyle gösterilen ampirik sonucu, reel döviz kuru ile ticaret dengesi arasında pozitif ama zayıf, dış ticaret haddi şokları arasında ise zayıf korelasyon olduğunu göstermiştir. Genel anlamda çalışmanın bulgusu, reel döviz kuru ile cari açık ilişkisi için dönemlerarası yaklaşımın önermesini teyit eder niteliktedir. Yani ilişkinin yönü net değil, belirsizdir (Yücel, 2003). 86 3.2.1.12. Dış Ticaret Hadleri Razin (1995) çalışmasında, Tablo 3.1’de c sembolüyle gösterilen, ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki pozitif ilişki bulunmuştur. Cari dengenin ticaret dengesini de içermesi ayrıca ticaret dengesinin cari dengeyi etkileyen en önemli kalemlerden biri olduğu göz önünde tutularak çalışmanın bu sonucu cari açık için yorumlanmıştır. Yani dış ticaret haddinde kötüleşme cari dengeyi negatif etkiler. Ülke cari açık veriyorsa açığın artmasına yol açar. Freund (2000)’a göre, mevcut bir cari açık durumunda, döviz kurunun değer kaybetmesiyle cari dengenin düzelme süreci iki dönemli değerlendirilirse; iyileşme birinci dönemdeki, ki çalışmada ilk 2 yıl, ithalat GSMH oranında azalış ile, takip eden 2 yıl içinde ise reel ihracat büyümesi sonucu gerçekleşmiştir. Tablo 3.1’de n sembolüyle gösterilen bu sonuç, ticaret haddinde iyileşme başlangıçta ithalat azalışı sonrasında ihracat artışı etkisiyle olmuştur şeklinde de yorumlanabilir. Hoque (1995) çalışması ile, Avustralya'nın 1965-92 dönemindeki cari açık ve dış ticaret haddi ilişkisi incelenmiştir. Sabit ve serbest döviz kuru rejimleri altında Tablo 3.1’de aa sembolüyle gösterilen iki farklı sonuç bulmuştur. Sabit rejim, 1965:1-1974:3 arası dönem için test edilmiş ve ticaret haddi ile cari açık ilişkisi negatif bulunmuştur. Dalgalı ve yönlendirilmiş döviz kuru dönemi olan 1974:4-1992:4 verileriyle yapılan test sonucuna göre ise her iki değişken arasında anlamlı bir ilişki çıkmamıştır. Sonuç, dalgalı veya serbest döviz kuru rejiminde yurtdışı faktörlerin; sermaye hareketleri, göreli faiz oranları ve spekülatif hareketlerin yurtiçi faktörlerden daha belirleyici olduğu yönündeki görüşü desteklemektedir. 87 3.2.1.13. Döviz Kontrolleri Chinn ve Prasad (2000)’ın 18 gelişmiş ve 71 gelişmekte olan ülke için 1971-95 yılları verisiyle yapılan çalışmasına göre Tablo 3.1’de hh sembolüyle gösterilen sermaye kontrolleri ile cari denge arasında zayıf bir ilişki bulunmuştur. Bu sonuç, iki farklı unsurun etkisiyle açıklanmaktadır. Birincisi, sermaye kontrolü uygulayan ülkelerin uluslararası sermaye piyasalarına erişimi göreli olarak kısıtlıdır ve bu durumda daha az cari açık verirler. İkincisi, sermaye hareketlerine kısıt getirme politikası, kronik cari açıkların sonucu alınmış olabilir. Bu iki alternatifin nedensellik ve zamanlama boyutlarının tespiti önemli olup, daha ayrıntılı bir analizi gerektirmektedir. Fakat iki unsurun birbirine zıt etkisi, söz konusu değişkenler arasında zayıf ilişki çıkmasına neden olmuştur şeklinde yorumlanmıştır. Calderon ve diğerleri (2002)’nin 44 gelişmekte olan ülke için 1966-95 yıllarını içerir çalışmasına göre, döviz kontrolünün cari açık üzerinde doğrudan ve anlamlı bir ilişkisi bulunamamıştır. Fakat bu tarz döviz kontrollerinin, tanımı çalışmada ayrıntılı verilen Tablo 3.1’de kk sembolüyle gösterilen "kara para piyasası katsayını" sıfırdan % 20'ye çıkardığı, bunun sonucunda ise cari açığı % 0.6 düşürdüğü ampirik olarak bulunmuştur. 3.2.1.14. Enerji (Petrol) Fiyatları Kandil ve Greene (2002)’e göre, ABD'nin net enerji ithal eden bir ülke olması ve enerji ithalatı talep esnekliği katsayısının düşük olması yüzünden ülke cari dengesi, enerji özellikle petrol fiyatlarında ani ve şok artışlardan negatif etkilenmektedir. İşin ilginç yönü, Tablo 3.1’de y sembolüyle gösterilen enerji fiyatlarında nisbi fiyat azalışı da cari dengeyi beklenenin tersine negatif etkilemektedir. Düşen enerji fiyatları toplam ithalat miktarını ve hacmini artırmakta, bu miktar artışı fiyat azalışından kaynaklı olumlu etkinin ve avantajın üzerine çıkmaktadır. 88 3.2.1.15. Gelişmiş Ülkeler Büyüme Oranı Yücel (2003), Türkiye'nin başlıca ihracat pazarı olan 14 ülkenin büyüme oranını temsilen seçtiği bu ülkelerin ithalat artışı ile cari denge arasındaki Tablo 3.1’de ll sembolüyle gösterilen ilişkiyi, 1976- 2001 arası yıllık, ülkelerden 11'i için ise 1988:1-2002:4 arası çeyrek dönem verileriyle test etmiştir. Çalışmanın ampirik bulgularına göre, Türkiye’nin ihraç pazarı olan ülkeler büyümesi ile cari denge arasındaki ilişki pozitif ve anlamlıdır. Karunaratne (1988), Avustralya'nın 1977- 86 dönemine ilişkin cari açık GSYH oranlarında yüksek artışın nedenlerinden birini Avustralya ekonomisinin büyüme oranının ticari ortaklığı olan OECD ülkeleri büyüme oranından yaklaşık 1.3 kat yüksek olmasını göstermektedir. Çalışmaya göre, Tablo 3.1’de z sembolüyle gösterilen söz konusu ülkelerin düşük büyüme oranları Avusturya ihracatına olan toplam talebi azaltmış, cari açığın incelenen yıllarda yüksek oranlarda kalmasına katkıda bulunmuştur. Adedeji ve diğerleri (2005) çalışmasına göre, ampirik olarak gelişmiş ülkeler büyüme oranının Nijerya cari dengesi üzerinde anlamlı bir ilişkisi bulunamamıştır. Sonucun, Nijerya ekonomisinde incelenen 1960-97 arası dönem ortalaması % 7 olan imalat sektörünün GSYH’daki payının düşük olması, ihraç malları içinde göreli ağırlığının azlığı, özellikle 1970'li yıllardan itibaren petrol fiyatlarında dalgalanmalar sonrası uygulanan döviz kontrolleri ve ithalat kotaları etkisinden kaynaklandığı yorumu yapılmıştır. Kandil ve Greene (2002) çalışmasına göre, gelişmekte olan ülkelerin büyümesi ABD ithalatını ihracatına göre daha fazla artırmaktadır. Gelişmiş ülkelerin büyümesi ise tam tersi etki yapmaktadır. Bu durum ABD ekonomisinin ithalat ve ihracat esneklikleri ile ilgilidir. Diğer bir ifade ile, Tablo 3.1’de u sembolüyle gösterilen ABD cari dengesi birinci durumda negatif, ikinci durumda pozitif etkilenmektedir. Hooper ve Tryon (1984)’ın Tablo 3.1’de p sembolüyle gösterilen bulgularına göre, dönemsel gelişmelerin etkisi bir yana bırakılıp, 1980'lerin ilk yarısı için normal büyüme simülasyonları yapıldığında Almanya ve Japonya'nın toplam üretimi ABD üretiminden fazla artmaktadır. Bu bağlamda, 89 ABD ihracatının ithalatından daha fazla artarak cari açığını azalttığı da aynı çerçevede modellenmiştir. Söz konusu dönemde ABD cari açık, Japonya ve Almanya ise cari fazla vermektedir. Aynı simülasyon Japonya ve Almanya için ayrı ayrı yapılmış, diğer iki ülkenin toplam üretimi Japonya veya Almanya üretiminden fazla artmaktadır. Simülasyon sonuçlarına göre, Japonya’nın cari fazlası hafif artarken, tersine Almanya cari fazlası başlangıçta azalıp devamında açığa dönüşmüştür. Khan ve Knight (1983)’ın, "petrol-dışı" gelişmekte olan 32 ülkenin 1973- 81 arası yılları inceleyen çalışmasına göre, bu dönemde gelişmiş ülkelerin büyüme oranlarında yaklaşık % 2 oranında net düşüşe rağmen petrol-dışı gelişmekte olan ülkelerin toplam ihracatı ortalama % 0.8 oranında azalmıştır. Bu açıklanmaktadır. durum Bir, ülkelerin imalat ihracat sektörünün yapısının payı iki ihracat özelliği içinde ile yüksek olduğundan-petrol şokuna rağmen gelişmiş ülkelerin ithalatı içindeki payını korumuştur veya çok az düşmüştür. İki, bu ülkelerin ihracatı, petrol fiyatlarında hızlı yükseliş sonucu geliri artan petrol ihraç eden ülkelere yönelmiştir. Özetle çalışma, Tablo 3.1’de ii sembolüyle gösterildiği gibi özel bir dönemdeki belirli bir ülke profiline uygun çıkarımları içermektedir. 3.2.1.16. Dünya Reel Faiz Oranı (Dış Borç GSMH Oranı) Yücel (2003)’in çalışmasında, Türkiye için dış borç stoku GSMH oranı ile cari açık arasında yıllık veri (1976- 2001) kullanıldığında negatif ve anlamlı ilişki bulunmuşken, 1988:1-2002:4 arası çeyrek dönem verisi kullanıldığında yine negatif ama bu kez anlamlı olmayan bir ilişki bulunmuştur. Tablo 3.1’de mm sembolüyle de gösterilen bu sonuç, kısa ve orta vadede ülkenin mevcut borçları için yapacağı faiz ödemelerindeki artışın cari dengeyi olumsuz etkilediği şeklinde yorumlanmıştır. Aynı bulgu ile bağlantılı olarak, uluslararası faiz oranlarında olası bir artışın, borçlu ülke için açığın 90 finansmanı açısından kısıt oluşturacağı varsayımıyla cari açığı azaltıcı yönde etkilemesi beklenmektedir. Bagnai ve Manzocchi (1999)’da, Dış Borç/GSMH ile Dış Borç Servisi/GSMH oranları test edilmiş ve Tablo 3.1’de e sembolüyle gösterilen ilgili değişkenle cari açık arasında önemli ve negatif bir ilişki bulunmuştur. Hervey ve Merkel (2000)’e göre, cari açığı yüksek ve borçlu ABD ekonomisinin açığı nasıl finanse ettiğine dair yaygın görüşlerden biri de ABD'nin uluslararası sermaye için "güvenli cennet" olduğu tezidir. Dünya faiz oranlarını belirleme kriterine göre ABD'nin büyük ülke kategorisinde sayılması, Tablo 3.1’de t sembolüyle gösterildiği gibi ülkenin olası bir sermaye çıkışının dünya faiz oranlarını artırıcı etkisinden küçük ülkelere göre daha az etkileneceği varsayılmaktadır. Büyük ülke için toplam fon arzı eğrisinin pozitif, küçük ülke için sıfır, yatırım eğrisinin ise negatif eğimli olduğu bir grafiksel analiz, azalan fon arzı sonrası dünya faiz oranının nasıl artacağını basit şekilde gösterir (Erkılıç, 2006: 28). 3.3. Türkiye için Cari Açığın Belirleyicilerinin Modellenmesi Türkiye için cari dengenin belirleyicileri geleneksel yaklaşımlar çerçevesinde bazı çalışmalarda ampirik olarak incelenmiştir. Takip eden kısımda bu çalışmalara kısaca değinilecektir. 3.3.1. Türkiye’nin Cari Dengesi Üzerine Bazı Ampirik Çalışmalar Konuya ilişkin uluslararası literatürde birçok teorik ve ampirik çalışma olmasına rağmen, Türkiye üzerine yapılan çalışma sayısının azlığı dikkat çekmektedir. Bu nedenle, bu bölüm bazı ampirik çalışmaların özetlenmesine ayrılmıştır. 91 Bu çalışma içinde kullanılan terminoloji ile “Cari Dengenin Dönemler arası Modeli”, diğer çalışmalarda bahsedildiği şekliyle “Dönemler arası Tüketim Dalgalanmalarının Giderilmesi Modeli” çerçevesinde Türkiye ekonomisinin ödemeler dengesi gelişmeleri üzerine ilk çalışmalardan biri Selçuk (1997) tarafından yapılmıştır. Elde edilen bulgulara göre Türkiye, 1987- 1995 dönemi içerisinde tüketimdeki dalgalanmaları giderememiştir. Bu sonuca, ülkenin uluslararası finansal piyasalarda kredi kısıtı altında olması veya sermaye hareketlerindeki akışkanlığın mükemmelden uzak olması rol oynamıştır şeklinde yorumlanmıştır. Benzer bir dönemi, 1987-1996, inceleyen Akçay ve Özler (1998) çalışmasında, asıl cari dengenin modelden bulunan optimal cari dengeden farkının yüksek olması kriz dönemlerinde cari açıkta gözlemlenen “aşırılık” göstergesi olarak yorumlanmıştır. Bu çıkarım kapsamında cari açığın sürdürülebilirliği incelenmiş, göstergeler ve baz değerlerin acil bir sürdürülemezlik tehdidi oluşturmadığı sonucuna varılmıştır. Babaoğlu (2005) ise 1987-2004 arası Türkiye’de cari açığın sürdürülebilirliğini, dönemlerarası model çerçevesinde “aşırılık kriteri”nin ekonometrik uygulamasını yaparak incelemiştir. Milli gelir serilerinden elde edilen cari açıkların optimale yakın seyir izlemesine rağmen, bu durumun Wald testinde dönemlerde istatistiki özellikle olarak kriz reddedilmesi, öncesinde cari sürdürülebilir açıkların geçmiş olduğu savını çürütmektedir. Ayrıca çalışma, Türkiye’de cari açık finansmanın daha çok portföy yatırımları ve kısa vadeli borçlarla yapılmasının riski ile, giriş yapan sermayenin yurtiçi tüketimden çok yatırımlara yönlendirilmesinin cari açığın sürdürülebilirliği açısından önemine dikkat çekmektedir. Aynı kapsamda diğer bir çalışma ise Öğüş ve Sohrabji (2006)’a aittir. Asıl cari açık dalgalanmasının modelden bulunan optimal cari açık dalgalanmasından daha yüksek olduğu bulunmuş ve bunun incelenen dönemdeki spekülatif sermaye hareketlerinden kaynaklandığı yorumu yapılmıştır. Ayrıca çalışmanın diğer bir çıkarımına göre, cari açık gelecek dönem nakit akımlarının Granger anlamında nedeni yani açıklayıcısıdır. 92 Eken (1990), 1980- 1988 dönemi için cari dengenin temel bileşenlerini içeren beş yapısal eşitliği; sanayi ürünleri ihracatı, ara ve yatırım malları ithalatı, petrol ürünleri ithalatı ve işçi dövizlerini tahmin etmiştir. Buna göre, dış ticaret yani ithalat ve ihracat, yurtiçi fiyatların yurtdışı fiyatlara nisbi oranı, yurtiçi üretim ve gelir, işçi dövizleri ise Türkiye ve Almanya arasındaki 1 yıllık mevduatın getiri farkı tarafından belirlenmektedir. Ayrıca, Türk Lirası’nda meydana gelen bir değer kaybının dış ticaret üzerinde iyileşmeye yol açtığı, ithalatın gelir esnekliğinin yüksekliği ve ekonominin ithalata bağımlılığı, buna bağlı olarak da yüksek büyüme hızlarında ödemeler dengesi problemlerinin ortaya çıkabileceği çalışmanın önemli sonuçlarıdır. Yücel (2003), Türkiye’de cari dengenin belirleyicilerini 1980 sonrası için test etmiştir. Buna göre, GSMH büyümesi çalışmada kullanılan diğer değişkenler; döviz kuru, Türkiye’nin ihracat pazarı olan ülkelerin büyümesi, dış ticaret hadleri, Merkez Bankası rezervleri ve dış borç GSMH oranına göre cari dengedeki değişiklikleri açıklamakta istatistiki olarak en anlamlı değişkendir. 1987- 1994 ve 1995-2002 dönemleri arasında, çoğu değişkenlerin özellikle büyüme oranının cari dengeye etkileri açısından fark bulunmuştur. Bu fark, ‘‘Türkiye cari açığını uluslararası piyasalardan finanse etmede sırasıyla 1994 Krizi, 1997 Asya- 1998 Rusya Krizleri ve 1999 Depremi etkisiyle nisbi bir kısıtla karşılaştığı için kaynaklanmıştır’’ şeklinde yorumlanmıştır. Boratav, Türel ve Yeldan (1996) cari açığı, 1981- 1992 döneminin tamamı ve alt dönemleri için, dışsal şoklar ve yurtiçi politika bileşenlerine ayırarak incelemişlerdir. Çalışmaya göre, 1980’li yılların sonuna kadar dışsal faktörlerin Türkiye lehine seyretmesine paralel olarak cari açık kontrol altında iken, 1980’li yılların sonu ile 90’lar başında ithalatın serbestleşmesi politikası, ihracat artışı ve dış ekonomik şartların olumlu olmasına rağmen, cari açığı daha fazla artırmıştır. Yurtiçi faiz şokları ve borç yükünde değişme, kamu kesimi borçlanma gereğini aşırı artırmış, dış gelişmelerin ve politika tercihlerinin olumlu etkisi çok maliyetli ve sürdürülemez borçlanma gerçeğini azaltmakta yetersiz kalmıştır. Ek bir saptama olarak, 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleşmesi politikasının cari denge modelindeki yeri ve cari 93 açık üzerinde etkileri, çalışmanın kapsadığı dönem göz önüne alındığında tam olarak incelenememiştir. Sermaye girişlerinin Türkiye’nin toplam harcama kalemleri üzerinde etkisini inceleyen Ulengin ve Yentürk (2001), yabancı tasarrufların yurtiçi yatırımlar için ek kaynak oluşturmak yerine tüketim artışını tetiklediğini ve iki değişken arasında pozitif bir ilişki olduğunu bulmuştur. Ek olarak, yabancı tasarruflarla uzun vadede ticarete-konu sektör yatırımlarının ve Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünün artmasını beklemenin gerçekçi ve yeterli olamayacağının altı çizilmektedir. 3.3.2. Modelin Tanımlanması ve Kurulması Bir zaman serisi modeli tipik olarak bir değişkenin, yt, zaman patikasını eş zamanlı (ve/veya gecikmeli) açıklayıcı faktörler, xt, bozucu terim, εt, ve kendi gecikmeli değerleri ile açıklar (Grene,2003;254). Zaman serilerine dayanan modelleme biçimleri iktisat teorilerinin çıkarsamalarının test edilmesi, politika analizleri ve öngörü yapılması amacıyla kullanılmaktadır. Zaman serileri kullanılarak bir denklem tahmin edilebileceği gibi bir denklem seti de tahmin edilebilir. Son yıllarda birden fazla değişken arasındaki ilişkinin analizinde eşanlı denklem sistemi yerine VAR (Vector Autoregression) modeli olarak adlandırılan yöntemin kullanımı artmıştır. VAR modeli n denklemli, n değişkenli ve her bir değişkenin hem kendi gecikmeli hem de diğer n-1 değişkenin şimdiki ve gecikmeli değerleriyle açıklandığı doğrusal bir modeldir. VAR modeline dayanan modelleme bicimi zaman serilerinin zengin ve dinamik yapısını analiz etmek ve yorumlamak icin kullanılan sistematik bir yol sunar (Stock ve Watson,2001;101). VAR modeli eşanlı ya da yapısal denklem modellerine göre bazı üstünlüklere sahiptir. Eşanlı ya da yapısal denklem modellerinde bazı değişkenler içsel, bazıları ise dışsal olarak ele alınır. Bu tür modellerin tahmin edilebilmesi için modeldeki denklemlerin belirlenmiş olması gerekmektedir. 94 Bu genellikle, önceden belirlenmiş değişkenlerin bazılarının yalnız bazı denklemlerde bulunduğunu varsaymakla yapılır. Sims’e göre bu kararlar genellikle öznel olur. Buradan yola çıkan Sims’e göre, bir değişken takımı arasında eşanlılık bulunmakta ise, bunların hepsi eşit bicimde ele alınmalıdır; içsel ve dışsal değişkenler arasında ayrım yapılmamalıdır. Sims bu düşünceleriyle VAR modelini geliştirmiştir (Gujarati,1999;746-747). VAR modeli ekonomik aktivitenin analiz edilmesi ve ekonomik aktivite ile ilgili öngörüde bulunmak amacıyla kullanılabilir. Bununla beraber VAR modeli değişkenler arasında Granger anlamında bir nedenseliğin test edilmesi ve etki-tepki fonksiyonları yardımıyla politika etkilerinin analizine de olanak sağlar. Bu nedenle bu tez çalışmasında VAR modeline dayalı bir metodoloji kullanılmıştır. xt’yi içsel değişkenleri kapsayan bir vektör olarak tanımlayalım ve aşağıdaki gibi bir veri üretim sürecine uyduğunu varsayalım, xt A1 xt 1 ........ Ak xt k t (1) burada x (nx1) ve Ai (nxn) sırasıyla içsel değişkenler vektörü ve katsayılar matrisini temsil etmektedirler. εise (nx1) boyutlu hata terimleri vektörüdür. Denklem (1)’deki VAR modeli Vektör Hata Düzeltme Modeli (VECM) olarak da ifade edilebilir. xt i xt 1 ............ i xt*i xt k t (2) burada Γi = - (I-A1……-Ai), (i=1……..k-1), ve π = - (I-A1-….-Ak). Sistemi bu şekilde ifade etmek Γi ile kısa dönemli ve π içermektedir. π =αβı, α ile de uzun dönemli bilgileri uzun döneme uyarlama hızını ifade etmektedir ve β ise uzun dönem parametrelerini içermektedir. (2)’ nolu denklemdeki βıxt-k ifadesi çok değişkenli sistemdeki (n-1) eş-bütünleşme ilişkisini ifade etmektedir. Bu xt’nin uzun donem durağan durum dengesine yakınsamasını sağlar. xt durağan olmayan I(1) değişkenleri vektörüdür, ∆xt-i ise I(0) dır, bu 95 sebeple hata teriminin beyaz gürültülü olması için πxt-k’nın da I(0) olması gerekir. πxt-k’nın I(0) olması üç ayrı durum ortaya çıkarır. İlk duruma göre x’teki tum seriler durağandır. Böyle bir durumda sürpriz regresyon problemi ile karşılaşmayız ve (1) nolu denklemi düzey verilerle tahmin ederiz. İkinci durum seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisinin bulunmamasıdır. xt’deki serilerin doğrusal bileşimi I(0) değildir. Bu durumda uygun model (1) nolu denklemi farkları alınmış serilerle tahmin etmektir. Üçüncü durumda ise (n-1) eş-bütünleşme ilişkisi vardır ve πxt-k~ I(0) dır. Bu durumda β ‘de(n-r) durağan olmayan vektörle r≤ (n-1) eş-bütünleşme vektörü vardır. Sadece eş-bütünleşme vektörü (2) no.lu denklemdeki β’nin içerisinde yer alır. Bu durumda (2) no.lu denklem tahmin edilir (Harris,1995;77-79). Zaman serilerinin dinamik yapısını analiz etmek icin tahmin ettiğimiz VAR modeli ve/veya VECM Modelinden etki-tepki fonksiyonlarını elde edebiliriz. Politika değişiminin doğru yapısal etkilerini ölçmek için iki alternatifimiz vardır. İlk olarak yapısal bir ekonomik model oluşturup bunu tahmin edebiliriz. Böyle bir yapısal modelden elde edilecek sonuçlar modelin seçimine ve tanımlama varsayımlarına bağlı olacaktır. Bir diğer alternatif ise politikayı ölçen direk bir değişkeni diğerlerinden ayırmayı denemektir. Bulduğumuz değişkendeki yenilikleri politika şokları olarak yorumlayabiliriz. Daha da ötesi, belki bilgi toplamadaki gecikmeden dolayı, bu ölçülebilen politika şokunun eşanlı ekonomik bozukluklardan bağımsız olduğu varsayılabilir (Bernanke ve Blinder,1992;902). Esneklikler yaklaşımındaki (1.5) eşitliği, parasal yaklaşımın (1.10) ve (1.11) eşitlikleri çerçevesinde, cari açık ile cari açığın belirleyicileri olan değişkenler arasındaki ilişki aşağıdaki şekilde yazılabilir. Bu denklik, geçmiş modellerin tanımlamaları dışında ek değişkenleri de içermektedir. Bu bağlamda, Türkiye için cari açığın belirleyicilerinin tahmininde kullanılacak ekonometrik model (2.1)’de verilmiştir. Bu modelleme, literatürde ekonomi teorisine dayalı yapısal ekonometrik (YE) model olarak da tanımlanmaktadır. Modeldeki değişkenlere ait seriler, 1990:1-2008:4 arasında ise üçer aylık olarak yer almaktadır. 96 CA=f(GSYİH,DK,DT,PF) (3.1) Modelde, CA cari açık GSYH oranını, DT dış ticaret hadlerini, DK reel efektif döviz kurunu, GSYİH ise yurtiçi büyüme oranını göstermektedir. Bu şekildeki bir YE modeli, gelişmekte olan açık ekonomiler için yapılmış benzer çalışmalarda da kullanılmıştır (Adedeji ve diğerleri, 2005; Khan ve Knight, 1983). Geçmiş yaklaşımlar çerçevesinde, dış ticaret haddinde iyileşmenin ve ülkenin dış ticaretinde yüksek paya sahip ülkelerin büyüme oranı artışının cari denge üzerinde olumlu etki yapması beklenir. Öte yandan, ülkenin milli parasının değerlenmesi ve bütçe dengesinde bozulma cari dengeyi olumsuz etkileyecektir. Modeldeki değişkenlerin cari denge üzerindeki etkilerini daha da ayrıntılandırmak mümkündür. Örneğin, ihracat fiyat endeksinin (Px) ithalat fiyat endeksine (Pm) oranı dış ticaret hadleri (Px / Pm) tanımlarından birisidir. Bu bağlamda, ithalat fiyatları sabitken, ihracat fiyatlarının düşmesi veya ihracat fiyatlarında bir değişme olmaksızın ithalat fiyatlarının yükselmesi gibi durumlarda net dış ticaret hadleri ülkenin lehine döner. Üçüncü bir olasılık da her iki fiyat endeksi yükselirken, ithalat fiyatlarının ihracat fiyatlarından daha büyük oranda artmasıdır (Seyidoğlu, 1998, s.797). İhraç malları fiyatlarında artışın diğer bir etkisi ülke içinde ticarete-konu olmayan mallardan ticarete-konu mallara yönelik kaynak transferi ile ihraç malları arzının artmasıdır. Diğer yandan reel efektif döviz kuru artışı yani ülke parasının değer kazanması, ihraç malları fiyatlarını artırmak suretiyle uluslararası nisbi fiyat rekabet gücünü azaltıcı etkide bulunur. İthal malları göreli olarak ucuzlar, ihraç malları pahalılaşır ve cari denge olumsuz etkilenir. Her iki etkinin göreceli büyüklüğü toplam net etkinin hangi yönde olacağını belirler. Bu anlamda en önemli kavram, ülkenin ihracat ve ithalat talep esneklikleridir. Bir ülke dış ticaretini yoğun yaptığı ülkelerin büyüme oranı artışından iki kanal yoluyla etkilenir. Her iki etki de cari dengeye olumlu katkıda bulunur. Birincisi, yurtdışından ülkenin ihraç mallarına olan talep artar. İkincisi, Söz 97 konusu ekonomilerdeki büyüme ve gelir artışı o ülkenin kendi ihraç mallarına olan talebi de artırır ve ihraç malları fiyatlarında artışa neden olur. Büyümenin olduğu ekonominin ihracatı baz alınan ülke için ithalat olup, diğer bir anlatımla ülkenin dış ticaret hadlerinin iyileşmesine neden olur. Kısaca, her iki mekanizma da ülkenin cari dengesini iyileştirir. Dış ticaret hadlerinde bahsedildiği üzere, genel olarak reel döviz kuru artışının yani milli paranın değerlenmesinin gelir ve harcama değiştirici etkisi üzerinden ihracatı azaltıcı ithalatı artırıcı etkide bulunması beklenir. Uzun yıllardan beri kronik cari açık problemi olan Türkiye için döviz kurlarının ticaret dengesi üzerine kısa ve uzun dönemli etkilerinin belirlenmesi önemlidir. Çünkü, birinci olarak, eğer döviz kurları ile ticaret dengesi arasında istikrarlı uzun dönemli ilişki yoksa devalüasyon ile Türkiye’nin rekabet gücü artırılıp cari açık sorunu çözülemez. İkinci olarak, eğer iki değişken arasında ilişki varsa, devalüasyon politikasının başarılı olması için ticaret dengesindeki olumlu gelişmelerden kaynaklanan faydaların devalüasyondan dolayı katlanılan maliyetlerden daha büyük olması gerekir (özellikle kısa dönemde J eğrisi etkisi nedeniyle ticaret dengesi olumsuz etkilenebilmektedir). Üçüncü olarak, bu etkilerin ortaya konulması uluslararası ekonomik faaliyetler ve fiyatlardaki yayılım hızı hakkında bilgi verecek ve hükümetlerin harcama politikalarını ve merkez bankalarının döviz kurları politikalarının belirlenmesine yardımcı olacaktır. Son yıllarda Türkiye ekonomisinde gözlenen iktisadi büyüme eğilimine, cari açık artış eğilimi eşlik etmiştir. Üretimin ithal ara mallara bağımlılığı bu sonucun ortaya çıkmasının temel nedenidir. Ödemeler dengesine ilişkin veriler, Türkiye’de cari açığın temel belirleyicisi olan dış ticaret açığının ağırlıklı olarak ara ve sermaye malı ithalatından kaynaklandığını göstermektedir. Toplam ithalat içerisinde önemli bir yere sahip olan petrol giderleri, dış ticaret hadlerini etkiler. Petrol fiyatlarının düşük düzeylerde seyretmesi, dış ticaret hadlerinin ihracat lehine değişiklik göstermesine yol açabilir. Düşük petrol fiyatları, ithalat giderlerinin kısılması anlamına gelmekte, ayrıca, dış ticarette talep hacmini artıracak fiyatlama politikalarına zemin hazırlamaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, dış ticaret hacminin 98 dışsal bir faktör olan girdi maliyetlerindeki değişikliklere göre şekillenmesi son derece tehlikelidir. Dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari açık artışını hızlandıracak gelişmeler, önemli bir risk faktörüdür. 3.3.2.1. Ekonometrik Modelin Sonuçları ve Yorumlanması Zaman serileri ile yapılan çalışmanın en önemli noktası durağan olmayan serileri durağan hale getirmektir. Aksi halde ilişki sahte çıkabilir. Durağanlık zaman serisi analizleri için bu kadar önemli olmasına rağmen, iktisadi zaman serileri genellikle durağan değildir ve trend, konjonktürel dalgalanmalar, mevsimsel dalgalanmalar ile arızi hareketler gibi zaman serilerini etkileyen birtakım faktörler içerirler. Bunlardan uygulamada daha çok üzerinde durulan faktörler trend ve mevsimsel dalgalanmalardır. Örneğin iktisadi bir zaman serisi trend unsurundan dolayı durağan değilse, bu durumda, durağan olmama durumunun deterministik trendden mi, yoksa stokastik trendden mi kaynaklandığının belirlenmesi gerekmektedir. Serilerde deterministik bir trend varsa, seriyi trendden arındırmak için, trend ayrı bir değişken olarak modele dahil edilmelidir. Trend stokastik ise, durağanlığı sağlamak için, Kalman filtreleme, fark alma veya serinin logaritmasını alma gibi yöntemler kullanılmaktadır (Işık, 2005:345). Bu çalışmada kullanılan verilerin zaman serisi olmalarından ve zaman serisi analizleri için geliştirilmiş olan olasılık teorilerinin sadece durağan zaman serileri için geçerli olması nedeniyle öncelikle kapsama alınan serilerin durağan olup olmadıkları araştırılacaktır (Işık, 2005:346). Birçok makro ekonomik zaman serisinin trend durağandan ziyade fark durağan yapıya sahip olduğu belirlenmiştir (Nelson ve Plosser, 1982). Bu nedenle, değişkenlerin birim kök içerip içermedikleri, ADF (Genişletilmiş Dickey-Fuller) testi kullanılarak araştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar Tablo 3.1’de verilmiştir. 99 Dickey ve Fuller (1979) birim kök varlığını test etmek amacıyla üç ayrı regresyon denklemi düşünmüşlerdir. y t y t 1 t (Model 1) y t 0 y t 1 t (Model 2) y t 0 y t 1 2 t t (Model 3) Regresyonlar arasındaki farklılık, ikinci regresyonda bir sabit ve üçüncü regresyonda da hem sabit hem de doğrusal trend yer almasından kaynaklanmaktadır. Aralarındaki farklılığa rağmen her üç denklemde de ilgi odağı λ=0 olup olmamasıdır. Eğer λ=0 ise serinin birim kok içerdiği sonucuna ulaşılacaktır. Bununla beraber tüm seriler birinci dereceden ardışık bağlanımlı formda iyi bir şekilde betimlenmiş olmayabilir. Dickey-Fuller testini daha yüksek dereceden ardışık bağlantılı olarak yazabiliriz; y t y t 1 i y t i 1 t i 2 y t 0 y t 1 i y t i 1 t i 2 y t 0 y t 1 2t i y t i 1 t i2 y ’nin gecikmeli değerlerini içeren bu test Genişletilmiş (Augmented) Dickey- Fuller (ADF) Testi olarak adlandırılmaktadır. Bu test de λ =0 olup olmadığını test edilmektedir. ADF testi ile DF test istatistiği aynıdır (Enders,2004). ADF testinde boş hipotez, “seri birim kök içermektedir” olarak oluşturulmaktadır. 100 Tablo 3.2 Birim Kök Testi Sonuçları Değişkenler Gecikme Uzunluğu CA 2 GSYİH 2 DK 0 PF 1 DT 0 %1 anlamlılık düzeyindeki tablo değeri -3.51 ADF -2.567 -1.346 -3.451 -2.535 -2.443 Tablo 3.2’de görüldüğü gibi modelde kullanılan CA, GSYİH, DK, PF ve DT değişkenleri birim kök içermektedir. Bir çok makro ekonomik zaman serisinin zaten trend durağandan ziyade fark durağan yapıya sahip olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle, birim kök içeren değişkenler için birinci sıra fark alınarak ADF testi yukarıda açıklandığı gibi tekrarlanmış ve sonuçlar Tablo 3.3’te verilmiştir. Tablo 3.3 Birim Kök Testi Sonuçları Değişkenler Gecikme Uzunluğu ADF ΔCA 1 -8.968 ΔGSYİH 1 -15.849 ΔDK 0 -13.047 ΔPF 1 -14.519 ΔDT 0 -8.192 %1 anlamlılık düzeyindeki tablo değeri -3.51 α=0.01 anlamlılık düzeyinde birim kök içermemektedir. Tablo 3.3’te 1. sıra farkları alınan değişkenlerin hepsinin durağan olduğu görülmektedir. Birinci sıra farkla ifade edilen değişkenlerin tamamım α=0.01 anlamlılık düzeyinde birim kök içermemektedir. Yani seriler birinci sıra fark durağandır. Birinci sıra fark durağan hale getirilmiş serilerin grafikleri Grafik 3.1’de verilmiştir. 101 Grafik 3.1 I. Sıra Fark Alınmış Serilerin Grafikleri 30 8000 20 6000 10 4000 0 2000 -10 0 -20 -2000 -30 -4000 -40 90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 -6000 90 92 94 96 98 PF1 00 02 04 06 08 CA1 2.0 12 1.5 8 1.0 4 0.5 0 0.0 -4 -0.5 -8 -1.0 -12 -16 -1.5 90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 DT1 GSYIH1 30 20 10 0 -10 -20 -30 -40 90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 DK1 Durağan olmayan serileri durağanlaştırmak için yapılan fark alma işlemi sonucunda uzun dönem bilgiler kaybolmaktadır. Çalışma kapsamındaki değişkenler durağan olmadığından uzun dönem ilişkinin varlığını araştırmak için eş-bütünleşme analizi yapılmıştır. Seriler arasındaki muhtemel eş-bütünleşme ilişkilerinin araştırılması amacıyla Johansen eş-bütünleşme yöntemi kullanılmıştır. Johansen eşbütünleşme test prosedürü Dickey-Fuller testinin çok değişkenli durumu 102 genelleştirilmesinden oluşmaktadır. Tek değişkenli durumda serinin durağanlığını (1) nolu denklemdeki 1 1 ya da (2) nolu denklemdeki (1 1 ) 0 koşullarını test ederek belirleriz. y t 1 y t 1 t (1) y t (1 1 ) y t 1 t (2) ya da eğer 1 1 veya (1 1 ) 0 ise y t serisinin birim kök içerdiği sonucuna ulaşırız. Dickey-Fuller birim kök testini n değişkenli duruma genellersek; xt A1 xt 1 t buradan da xt A1 xt 1 xt 1 t xt ( A1 I ) xt 1 t xt xt 1 t (3) burada xt ve t (n x 1) vektörledir. A1 (n x n) katsayılar matrisi ve I da (n x n) birim matristir. ’ de ( A1 I ) ’i temsil etmektedir. ( A1 I ) ’in rankı eşbütünleşme vektörü sayısına eşittir. Dickey-Fuller testinde olduğu gibi (3) no.lı denklemde xt ’nin gecikmeli değerlerini içerecek şekilde genişletilebilir. xt xt 1 i xt i t (4) i 1 burada ( I Ai ) ve i Ai dır. Burada denklem (3)’te olduğu gibi i 1 j i 1 ilgi yine matrisinin rankıdır. matrisinin rankı bağımsız eş-bütünleşme vektörü sayısına eşittir (Enders, 2004: 348-352). ’nin sıfırdan anlamlı olarak farklı karakteristik köklerinin sayısını test etme için iki ayrı test istatistiği geliştirilmiştir. Bunlar λiz ve λözdeğer istatistikleridir. Λözdeğer istatistiği r sayıda bağımsız eş-bütünleşme vektörünün 103 varlığını r+1 sayıda eş-bütünleşme rektörü varlığına karşı sınamamızı sağlar. λiz ise r sayıda eş-bütünleşme vektörü varlığını genel alternatif hipoteze karşı sınamamızı sağlar (Enders,2004). Johansen yönteminde, uzun dönem ilişkiyi incelemek için ilk önce durağan olmayan uzunluğunun değişkenlerle belirlenmesi VAR modeli gerekmektedir. kullanılarak Gecikme gecikme uzunluğunun belirlenmesinde maksimum gecikme uzunluğu 20 olarak alınmış ve Shcwarz Bayesian Kriteri (SBC) kullanılarak gecikme uzunluğu belirlenmiştir. Tablo 3.4’te kurulan VAR modeline göre elde edilen SBC değerleri verilmiştir. Tablo 3.4 VAR Modelinde Uygun Gecikme Uzunluğunun Seçimi Gecikme 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 SBC 18.567* 18.844 18.662 18.666 18.639 18.639 18.754 18.832 18.779 18.856 Uygun gecikme uzunluğu SBC kriteri dikkate alınarak 1 olarak seçilmiştir. Bu gecikme uzunluğuyla yapılan eş-bütünleşme analizi sonuçları Tablo 3.5’te verilmiştir. Tablo 3.5’te Johansen Eş-bütünleşme Testi Sonuçları Yokluk Hipotezi Özdeğer Trace Testi Sonuçları Kritik Değer trace Ortak Bütünleşik Vektör Yoktur En Fazla 1 Ortak Bütünleşik Vektör Vardır. En Fazla 2 Ortak Bütünleşik Vektör Vardır. En Fazla 3 Ortak Bütünleşik Vektör Vardır. 0.50325 95.20722 69.81889 0.28868 48.32941 47.85613 0.21483 25.50687 29.79707 0.11225 9.30185 15.49471 104 Johansen testi sonuçlarına göre uzun dönem de 1 tane eş-bütünleşme vektörü bulunmuştur. Eş-bütünleşme denklemi aşağıda verilmiştir. Denklemde parantez içinde yer alan değerler standart hatalardır. CA= 34.95DK + 51.53 GSYİH +23.74 PT + 56.02 DT (125.63) (653.89) (279.30) (245.27) Uzun dönem denge modelinde bütün değişkenler pozitif etkiye sahiptir. Katsayılar incelendiğinde tüm katsayıların istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmektedir. Durağan olmayan serilerin fark alınmasıyla kaybolan uzun dönem ilişkilerin modele yansıtılması amacıyla hata düzeltme modeli kurulmuştur. Tablo 3.6 Hata Düzeltme Modeli Sonuçları Bağımlı Değişken u t 1 CAt 1 DK t 1 GSYİ t 1 PFt 1 DTt 1 CAt DK t GSYİ t PFt DTt -0.030269 5.75E-05 -1.59E-05 -0.000376 -5.28E-05 (-2.19474) (0.45404) (-2.08699) (-5.85142) (-1.44598) -0.327446 -0.000529 2.05E-05 0.000335 -0.000249 (-2.53268) (-0.81939) (0.52801) (1.02322) (-1.33551) -66.84557 -0.146310 0.003994 -0.049839 0.093303 (-2.49618) (-1.09379) (0.49672) (-0.73435) (2.41897) -607.7681 -0.608929 -0.049925 -0.822772 0.973303 (-1.30261) (-0.26127) (-0.35637) (-0.69583) (1.44758) -6.443435 0.191054 -0.023345 -0.571305 -0.164345 (-0.09583) (0.56884) (-1.15630) (-3.35272) (-1.69612) -55.88973 -0.453859 -0.016781 -0.186264 -0.124176 (0.71575) (-1.16361) (0.71573) (-0.94126) (-1.10354) Tablo 3.5 incelendiğinde uzun dönemde dengede oluşan sapmaların yaklaşık %3’ünün 1 dönem sonra kapatıldığı görülmektedir. Aynı zamanda 105 hata düzeltme kat sayısının %1 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmektedir. Bu durumda, kısa dönemde oluşacak olan dengeden uzaklaşmaların çok kısa sürede dengeye geleceğini göstermektedir. Daha sonra değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin hangi yönde olduğu, Granger Nedensellik testi yardımıyla test edilmiştir. Granger nedensellik testleri değişkenler eş-bütünleşmiş olduğu için hata düzeltme modeli yardımıyla yapılmıştır. Granger nedensellik testi, değişkenler arasında nedensellik olup olmadığı, eğer nedensellik var ise bu nedenselliğin yönünün ne olduğunun belirlenmesi için kullanılan bir nedensellik sınamasıdır. Granger nedensellik testinde serilerin durağan olması gerekmekte ancak seriler için aynı seviyede durağan olma koşulu aranmamaktadır. X ve Y gibi iki değişken arasında nedensellik ilişkisini araştıran Granger nedensellik testine ait regresyon denklemleri aşağıdaki gibidir: m n i 1 i 1 p q j 1 j 1 t 0 i X t i i Yt i t (1) Yt 0 j Yt j j X t j vt (2) Yukarıdaki denklemlerde i , i , j ve j katsayıları, m, n, p ve q optimal gecikme uzunluklarını, ve v hata terimini, X ve Y nedensellik ilişkileri araştırılan zaman serilerini ve ∆ fark alma operatörünü göstermektedir. n (1) nolu eşitlik için testin sıfır hipotezi H 0 i 0 iken, (2) nolu i 1 q eşitlik için H 0 j 0 biçiminde olacaktır. Eğer tahmin edilen F değeri, j 1 tablo kritik F değerinden büyük olursa (1) nolu eşitlikte Y, X’e Granger anlamında neden olurken; (2) nolu eşitlikte X, Y’ye Granger anlamında neden olur. Grenger nedensellik testi sonuçları Tablo 3.7’de verilmiştir. 106 Tablo 3.7 Granger Nedensellik Testi Sonuçları H 0 hipotezi F istatistiği P değeri Sonuç Döviz Kuru Cari Açığın Granger nedeni değildir. 21.111 0.0000 Red GSYİH Cari Açığın Granger nedeni değildir. 7.7988 0.0068 Red Petrol Fiyatları Cari Açığın Granger nedeni 10.554 0.0018 Red 0.9362 0.3368 Red GSYİH Döviz Kurunun Granger nedeni değildir. 3.4163 0.0686 Red Petrol Fiyatları Döviz Kurunun 4.9016 0.0300 Red 1.8491 0.1781 Red 12.9687 0.0005 Red 0.76752 0.3839 Red 0.59989 0.4411 Red Cari Acık Döviz Kurunun Granger nedeni değildir. 2.47074 0.1247 Red Cari Açık GSYİH’nın Granger nedeni değildir. 0.4707 0.4950 Reddedilmez Cari Acık petrol Fiyatlarını Granger nedeni 0.2870 0.5939 Reddedilmez 0.7841 0.3791 Red Döviz Kuru GSYİH’nın Granger nedeni değildir. 9.9955 0.0023 Red Döviz Kuru Petrol Fiyatlarının Granger nedeni 2.1400 0.1478 Red 0.6072 0.4383 Red GSYİH Petrol Fiyatının Granger nedeni değildir. 2.9138 0.0921 Red GSYİH Dış Ticaret Haddinin Granger nedeni 0.0212 0.8844 Reddedilmez 0.2152 0.6441 Reddedilmez değildir. Dış Ticaret Haddi Cari Açığın Granger nedeni değildir. Granger nedeni değildir. Dış Ticaret Haddi Döviz Kurunun Granger nedeni değildir. Petrol Fiyatları GSYİH’nın Granger nedeni değildir. Dış Ticaret Haddi GSYİH’nın Granger nedeni değildir. Dış Ticaret Haddi Petrol Fiyatlarının Granger nedeni değildir. değildir. Cari Açık Dış Ticaret Haddinin Granger nedeni değildir. değildir. Döviz Kuru Dış Ticaret Haddinin Granger nedeni değildir. değildir. Petrol Fiyatı Dış ticaret Haddinin Granger nedeni değildir. 107 Şekil 3.1’deki akış diyagramı incelendiğinde tüm değişkenlerden cari açığa doğru bir nedensel ilişki olduğu görülmektedir. Yani cari açığın belirleyicisi olarak GSYİH, döviz kuru, dış ticaret haddi ve petrol fiyatları üzerine kurulan modelimiz geçerlidir. Diğer taraftan döviz kuru ile diş ticaret haddi, petrol fiyatı ile dış ticaret haddi ve döviz kuru ile GSYİH arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Şekil 3.1 Granger Nedensellik Akış Diyagramı Döviz Kuru Petrol Fiyatı Cari Açık GSYİH Dış Ticaret Haddi Granger nedensellik testi, değişkenler arasındaki karşılıklı ilişkilerin yönünü belirlemede kullanılan faydalı bir araçtır. Buna karşın, sistemdeki herhangi bir değişken üzerinde etkili olan değişken sayısı 1’den fazla ise, bu değişkenlerden hangisi ilgili değişken üzerinde daha etkilidir. Sorusunun cevaplandırılması politika seçimi açısından önem kazanacaktır. Granger 108 nedensellik, değişkenler arasındaki ilişkinin zayıflığı veya kuvvetliliği hakkında herhangi bir bilgiyi sağlayamaz. Ayrıca Granger nedensellik testi kısa dönem öngörü başarısıyla ilgili bir yaklaşımdır ve değişkenlerin uzun dönem eğilimlerine ilişkin herhangi bir bilgiyi de sağlamaz. Bu iki unsurdan dolayı, değişkenler arasındaki karşılıklı ilişkiler öngörü hatasının varyans ayrıştırması ve etki-tepki fonksiyonu aracılığı ile de incelenmelidir. Bu nedenle nedensellik testlerinin adından değişkenler arasındaki kısa dönemli politikaları belirlemek için Vektör Otoregresif Modellere (VAR) geçilmiştir. VAR analizinde ilk aşama durağan değişkenler yardımı ile gecikme uzunluğunun belirlenmesidir. Var modelinde gecikme uzunluğunun belirlenmesine ilişkin sonuçlar Tablo 3.8’de verilmiştir. Tablo 3.8 VAR Modeli İçin Gecikme Uzunluğu AIC ve SBC Sonuçları Gecikme uzunluğu AIC SCI 1 37.5237 38.6186 2 36.3724 38.3982* 3 36.1863* 39.1604 4 36.3492 40.2892 5 36.2169 41.1417 * uygun gecikme uzunluğu Tablo 3.8‘de VAR modelinden gecikme uzunluğu AIC için 3 olarak elde edilmiş. VAR modelinden hareketle etki tepki ve varyans ayrıştırmasına geçmeden önce değişkenlerin dışsaldan içsele doğru sıralanması gerekir. Çünkü etki tepki ve varyans ayrıştırması yöntemleri değişkenlerin içselden dışsala doğru sıralanmasına göre farklı sonuçlar vermektedir. Granger testi sonuçlarına göre en az etkilenen ve en çok etkileyen değişkenden başlamak üzere yapılabilir. Ayrıca araştırmacı ekonomi teorisinden hareketle önsel olarakta bu sıralamayı yapabilir. Grnanger testi sonuçlarına göre, sistemdeki değişkenlerin etkileme ve etkilenme sayıları genelde eşittir. Bu sonuçlar 109 dikkate alınarak değişkenlerin sıralanması, petrol fiyatı, dış ticaret haddi, GSYİH, döviz kuru ve cari açık şeklinde yapılmıştır. Değişkenlerin sıralaması belirlendikten sonra elde edilen VAR modeli sonuçları Tablo 3.9’da verilmiştir. Tablo 3.9 VAR Modeli Sonuçları Bağımlı Değişken PFt DTt 0.033288 -0.199718 PFt 1 GSYIH t 0.032416 DK t 0.033459 CAt -238.9486 PFt 2 0.073025 0.015332 0.028013 1.074379 -38.85623 PFt 3 0.212237 0.124067 -0.036367 0.322346 -119.6166 DTt 1 -0.035971 -0.072616 0.015788 0.500716 -1.822439 DTt 2 0.001300 0.108703 -0.004204 0.691840 -49.50653 DTt 3 0.068347 -0.115090 0.009187 -0.355849 -76.90261 GSYIH t 1 0.653552 -0.376166 -0.161567 -1.714507 1045.929 GSYIH t 2 0.969621 -1.253943 -0.836908 -3.220240 613.9316 GSYIH t 3 0.490075 -1.185100 -0.288768 2.916097 1217.764 DK t 1 -0.013416 0.113558 0.005265 -0.120674 -55.40838 DK t 2 0.000225 0.051758 0.004857 -0.172640 -38.55081 DK t 3 -0.022414 0.02931 -0.006891 -0.101644 -29.27603 CAt 1 -0.000538 -0.000100 9.34E-05 -0.000365 -0.671860 CAt 2 -0.000459 0.000508 4.47E-05 0.000162 -0.708294 CAt 3 Sabit Terim R2 -0.000529 -6.34E-06 -3.16E-05 0.000923 -0.738413 0.358417 -0.343386 0.089716 1.210115 -79.20585 0.249527 0.396706 0.804561 0.220947 0.770734 Çalışmada kullanılan değişkenlerin dinamik nedensellik ilişkilerini belirleyebilmek, modelden elde edilen bulgular ile Granger nedensellik testinden elde edilen sonuçların tutarlılığını görebilmek için etki-tepki fonksiyonları ile analiz yapılmıştır. VAR bileşenlerinden etki-tepki 110 fonksiyonunu elde etmek için her değişkenin en küçük AIC değeri bulunmuş ve fonksiyonların tahmini bulunan en uygun gecikmeli değer ile yapılmıştır. Grafik 3.2 Etki-Tepki Sonuçları CA’nın DT’ye Tepkisi DT’nın CA’ya Tepkisi Dış ticaret hadlerindeki (DT) bir standart hatalık şok karşısında cari açık (CA) hemen tepki vermekte, fakat bu tepki istatistiki olarak anlamlı değildir. Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında dış ticaret hadleri başlangıçta yaklaşık 2-3 çeyrek dönem arası zayıf tepki vermektedir. İzleyen dönemlerde kaybolan bu tepki, istatistiki olarak anlamlı çıkmamıştır. CA’nın DK’na Tepkisi DK’nın CA’ya Tepkisi Reel efektif döviz kurundaki (DK) bir standart hatalık şok karşısında cari açık anında istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki vermektedir. Bu tepki yaklaşık 3 çeyrek dönem sürmekte, istatistiki olarak da anlamlıdır. Sonraki 3 çeyrek dönemde yine pozitif ama bu kez istatistiki olarak anlamlı değildir. Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında reel efektif döviz kuru önce 2- 111 3 çeyrek dönem arası pozitif, izleyen 4 çeyrek dönemde negatif tepki vermektedir. Fakat bu tepki her iki durumda da istatistiki olarak anlamlı değildir. CA’nın GSYİH’ya Tepkisi GSYİH’nın CA’ya Tepkisi Yurtiçi büyüme oranındaki (GSYİH) bir standart hatalık şok karşısında cari açık(CA) anında tepki göstermektedir. Bu tepki yaklaşık 3 çeyrek dönem sürmekte, işaret olarak pozitif istatistiki olarak ise anlamlıdır. Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında ise yurtiçi büyüme (GSYH) oranı yaklaşık 2 çeyrek dönem istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki vermektedir. 3’üncü çeyrek döneme kadar da bu pozitif tepki sürmekte fakat anlamlı değildir. 3’üncü çeyrek dönemden sonra negatife dönen tepki ilginç bir şekilde 3-5 arası çeyrek dönemde negatif ama bu kez anlamlı olmaktadır. Yine ilginç bir bulgu olarak, cari açıktaki bu şoka büyüme oranı 56 çeyrek dönemler arası istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki vermektedir. 6-7 arası çeyrek dönemde büyüme oranı, cari açıktaki şok karşısında ilk tepkiye benzer bir seyir izlemekte, 7-8 arasında ise yaklaşık 1 çeyrek dönem bir kez daha istatistiki olarak anlamlı ve negatif tepki vermektedir. Kısaca, etki-tepki grafiği iki değişken arasında önceki bölümlerde incelenen nedensellik yönünün analiz edilmesi gereğini hatırlatmaktadır. 112 PF’nın CA’ya Tepkisi CA’nın PF’ye Tepkisi 3 2 2 1 1 0 0 -1 -1 -2 -2 -3 -4 -3 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Petrol fiyatlarındaki (PF) bir standart hatalık şok karşısında cari açık 26 dönem arasında anlamlı negatif tepki vermektedir. İzleyen dönemlerde bu tepki belirsizdir. Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında petrol fiyatları istatistiki olarak anlamsız tepki vermektedir. Model tahminlerinin önemli sonuçlarından biri, cari açık ile reel efektif döviz kuru arasında anlamlı ve pozitif ilişki bulunmuş olmasıdır. Etki-tepki analizi de reel efektif döviz kurundaki bir şok karşısında cari açığın istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki verdiğini göstermiştir. Daha açık şekilde ifade etmek gerekirse, döviz kurunda olası bir devalüasyon şokuna, cari açık mevcut düzeyinde azalma olacak şekilde tepki verecektir. Sonuçların işaret olarak yorumlanmasına açıklık getirmek gerekirse, terminolojide kurun nominal ve reel seviyesindeki gelişmelere göre TL’nin reel değer kaybı veya reel efektif döviz kuru endeksinin düşmesi ifadeleri devalüasyon şokunu tanımlamak için kullanılabilmektedir. Çalışmada döviz kuru göstergesi reel efektif döviz kurudur. O nedenle reel efektif döviz kuru endeksinin düşmesi cari açığın azalmasına neden olduğu ve her iki değişken aynı yönde hareket ettiği için aralarında pozitif ilişki vardır çıkarımı yapılmıştır. Beklenen ilişkinin yönü Tablo 2.1’de görülebileceği üzere literatür ile aynı yöndedir. Kısaca, kurdaki devalüasyon şoku karşısında cari denge olumlu etkilenecektir. Bu tepki, yaklaşık 3 çeyrek dönem (9 ay) sürmekte ve istatistiki olarak anlamlıdır. Sonraki 3 çeyrek dönemde yine pozitif ama bu kez istatistiki olarak anlamlı değildir. Cari açıktaki bir standart hatalık şok 113 karşısında reel efektif döviz kuru önce 2-3 çeyrek dönem arası (6-9 ay arası) pozitif, izleyen çeyrek dönemde (1 yıl) negatif tepki vermektedir. Fakat bu tepki her iki durumda da istatistiki olarak anlamlı değildir. Nedensellik testindeki reel efektif döviz kuru cari açığın Granger anlamında nedeni değildir boş hipotezi reddedilmiştir. Diğer bir deyişle, reel döviz kuru Türkiye’de cari açığın Granger anlamında açıklayıcıdır. Granger nedensellik etki-tepki analizinin sonucu ile örtüşmektedir. Tüm tahmin sonuçlarında, GSYH büyümesi ile cari açık ilişkisi anlamlı ve pozitif çıkmıştır. Etki-tepki analizine göre de ilk dikkat çeken nokta, cari açıktaki şok karşısında büyümenin verdiği tepkinin iktisat literatüründe ‘‘iş çevrimleri’’ olarak tanımlanan bazı zirve ve dip noktalarını içeren dalgalanma şeklinde olmasıdır. Yurtiçi büyüme (GSYH) oranındaki bir standart hatalık şok karşısında cari açık anında tepki vermektedir. Bu tepki yaklaşık 3 çeyrek dönem (9 ay) sürmekte, işaret olarak pozitif istatistiki olarak ise anlamlıdır. Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında ise yurtiçi büyüme (GSYH) oranı yaklaşık 2 çeyrek dönem (6 ay) istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki vermektedir. 3’üncü çeyrek döneme kadar da bu pozitif tepki sürmekte fakat anlamlı değildir. 3’üncü çeyrek dönemden sonra negatife dönen tepki ilginç bir şekilde 3-5 arası çeyrek dönemde (10-15 ay arası) negatif ama bu kez anlamlı olmaktadır. Yine ilginç bir bulgu olarak, cari açıktaki bu şoka büyüme oranı 5-6 çeyrek dönemler arası istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki vermektedir. 6-7 arası çeyrek dönemde büyüme oranı, cari açıktaki şok karşısında ilk tepkiye benzer bir seyir izlemekte, 7-8 arasında ise yaklaşık 1 çeyrek dönem (3 ay) bir kez daha istatistiki olarak anlamlı ve negatif tepki vermektedir. Nedensellik testine göre ise cari açık Granger anlamında büyümenin açıklayıcısıdır. 114 SONUÇ İç ve dış ekonomik göstergelerin ve/veya şokların cari dengeye etkilerinin yönü ve boyutunun modellenmesi ve ekonometrik incelenmesi, politika karar alıcılarının mekanizmanın nedensellik boyutlarını net tespit edebilmelerine yardımcı olur. Ayrıca, cari dengeyi doğrudan ve/veya dolaylı etkileyecek para ve maliye politikalarının, sürdürülebilir hedeflere ulaşmak için doğru zamanda ve kombinasyon içinde uygulanabilmesi adına önemli ipuçları verir. Bu çalışmada, 1990- 2008 yılları arasında Türkiye’nin cari işlemler dengesi açıkları ve bu açığa yol açan etkenler incelenmiştir. Cari işlemler açığında artışa yol açan faktörler araştırılırken, bu faktörlerin cari işlemler açığı üzerindeki etkileri ve bu etkilerin yönü sorgulanmış ve cari açığın finansmanına yönelik çözüm yolları ileri sürülmüştür. Türkiye ekonomisinde yaşanan istikrarsız büyümenin ve sonuç olarak yüksek cari işlemler açıklarının nedenlerine yönelik olarak yapılan bu çalışmada, cari açık/GSYİH, dış ticaret haddi, GSYİH büyüme oranı, reel döviz kuru ve ham petrol fiyatları değişkenleri ele alınmıştır. Bu noktada çalışmanın, ekonomik birimlerin 2009 yılı cari açık beklentilerinin ne yönde olacağını öngörebilme, karar alıcıların ise cari açık sorununun çözümüne yönelik politika önermelerinin kısa ve orta-uzun vadede ne ölçüde gerçekleştirilebilir olduğuna dair bazı ipuçları içerdiği söylenebilir. Cari açığı sürdürebilir kılma, uzun vadede ise açığa köklü bir çözüm bulabilmek için bazı yapısal tedbirlerin alınması gereği açıktır. Ancak ampirik bulgulara göre, bu yönde olumlu adımlar atılıp, gerekli kararlar alınsa bile cari açık GSYH/GSMH oranlarını hedeflenen düzeye getirmek için kısa vadede istenilen sonuçların alınması çok gerçekçi gözükmemektedir. Cari açıktaki bu katılık ve diğer ekonomik-siyasi faktörler dikkate alınarak politika önermesi yapılması, ekonomik birimler tarafından kararlara duyulacak güveni ve bekleyişleri olumlu etkileyebilecektir. 115 Döviz kuru politikası ile dış ticaret hadleri etkileşimi, Türkiye ekonomisi için iki değişken arasındaki kısa ve uzun dönemli nedenselliğin yönüne dair farklı bulgular, ihracatın ithalata yüksek oranda bağımlılığı, ticarete-konu mal üreten sektörlerin yapısı ve/veya ücret baskılaması, düşük kar marjı ile ihracatı sürdürülebilir kılma çabası, teknolojik verimlilik artışının dünya rekabet ölçeğinde olmaması ve/veya sağlanamaması olarak özetlenebilecek yapısal sorunların ihracat ve ithalat düzeyini buna bağlı olarak da Türkiye’de dış ticaret hadlerini belirleyen diğer faktörlerin etkin olması ile açıklanabilir. Bu noktada, Türkiye ekonomisinde yüksek cari açık oranlarının gözlendiği süreçlerde döviz kurunun gelecekteki yönüne ilişkin bekleyişler özellikle negatife dönmekte veya döviz kurunda yükselme, TL’nin değer kaybı senaryoları gündeme gelmektedir. Bu yöndeki beklentinin gerçekleşmesinin cari açığı azaltacağı öne sürülmektedir. Çalışmanın cari açık döviz kuru arasındaki nedensellik bulguları bu açıdan anlamlıdır. Burada uygulanan döviz kuru rejiminin kritik önemini ayrıca belirtmek gerekir. Bu ayrıntı tartışma dışında tutularak, döviz kurunda her iki yönlü olası değişmelerin artı ve eksileri cari açık açısından irdelenirse şu çıkarımlar yapılabilir. Bahsedilen senaryoya göre TL’nin değer kaybına yönelik döviz kuru politikasının ithalatı nisbi olarak pahalı ihracatı ucuz hale getirmesi beklenir. Dış ticaret dengesini iyileştiren de beklenen bu etkidir. Her ne kadar 2001 krizi sonrası dönemde döviz kurunda aşağı ve yukarı yönde oluşan hareketler sonucu, kurdan enflasyona geçişgenliğinin önemli ölçüde düştüğü ampirik olarak bulunsa da TL’nin değer kaybı senaryosu çok önemli bir yan etkiye sahiptir. O da ithalatı büyük oranda ara ve sermaye mallarından oluşan Türkiye ekonomisinde enflasyon yani yurtiçi fiyatlar düzeyinde artışa yol açma riskidir (Kara ve Öğünç, 2005). Tersi bir senaryo ile, reel efektif döviz kuru artışı yani TL’nin değerlenmesi ise cari dengeyi kötüleştirmektedir. Diğer bir deyişle, cari açığı artırmaktadır. Bu mekanizma, Türkiye için birkaç açıdan yorumlanabilir. Birincisi değerli bir milli para veya ona yönelik döviz kuru politikası, TL bazında ihracatı nisbi olarak pahalılaştırılıp, ithalatı aynı baz da 116 ucuzlatacağından uzun vadede yurtiçi üretimin uluslararası rekabet gücünü azaltması beklenir. Türkiye’de döviz kuru politikası uygulamasından sorumlu kurum olan TCMB’nin dış ticaret dengesini doğrudan etkileyebilecek daha doğru bir ifade ile ihracatı ve ihracatçı kesimi gözetici ve teşvik edici döviz kuru politikası tercih etmesi talebi zaman zaman ekonomi gündeminde dile getirilmekte ve değişik platformlarda konu tartışılmaktadır. Öncelikle bu tür önermelerin mevcut dalgalı döviz kuru rejiminde fiilen mümkün olmadığının altı çizilmelidir. Ampirik sonuçlarının yorumlanması kısmında da değinildiği üzere, bu beklenti doğrultusunda bir döviz kuru politikası yani TL’nin göreli olarak değer kaybı özünde ithal malları üzerinden gecikmeli de olsa yurtiçi fiyatlara yansıyabilecek bir enflasyon riskini içermektedir. Somut bir örnek vermek gerekirse, Mayıs 2006’da yaşanan ve döviz kurunda dalgalanmaya neden olan gelişmelerin gecikmeli etkileri Ağustos 2006 ayı enflasyon rakamlarında görülmüş, diğer aylara ait enflasyon raporlarında da bu etkiye zaman zaman vurgu yapılmıştır. TL’nin göreli olarak değerli tutulma politikası, enflasyonu düşürme ve toplam borç yükünü azaltma açısından olumlu bir karar gibi gözükürken uzun vadede yurtiçi üretimin uluslararası rekabet gücünü azaltma riski taşıdığı da bir gerçektir. Bu durum, ihracat artışının verimlik ve rekabet gücünde düzelme ile değil büyük ölçüde kur avantajı ile sürdürülmesi anlamına geleceği için Türkiye ekonomisini mevcut durumun ötesinde artan oranda ithalata bağımlı hale getirebilecektir. Bu noktada model tahmin sonuçlarında yer almayan bir değişkenden bahsetmek gerekmektedir. Gerek döviz kuru rejiminin seçilmesi gerekse ona uygun politikaların uygulanması sürecinde ‘‘yönetim inisiyatifi, becerisi veya sanatı’’ olarak tanımlanabilecek nitel değişkenin yadsınamaz önemidir. Türkiye ekonomisinin kendine özgü gerçekleri ve ticarete-konu sektörlerin yapısı göz önünde bulundurularak, TL’nin kontrollü değer kaybettirilmesi yönünde bir kur rejimi ve politikasının; zamanlama, büyüklük ve süreç olarak bileşenleri çok iyi yönetildiği zaman ihracat üzerinden cari açık sorununa özellikle kısa-orta vadede bir çözüm olabileceği görüşü yaygındır. Bu 117 önermeye uluslararası ticarette yaşanan yoğun rekabette özellikle Uzak Doğu ülkelerinin uygulamaları örnek gösterilmektedir. Karar alıcılar açısından bu yöndeki önermeler de dikkate değer olmakla beraber; TCMB’nin 2001 yılı sonrası ilan ettiği dalgalı döviz kuru rejiminin temel mantığı gereği fiilen bu mümkün gözükmemektedir. Genel anlamda, TL’nin değer kaybına veya değerlenmesine yol açacak döviz kuru politikası, bir ekonomide “kazanan” ve “kaybeden” ekonomik birimleri gündeme getirecektir. Karar alıcıların ekonominin öncelikleri doğrultusunda orta-uzun vadede bütün ekonomik birimleri ve sektörleri gözetecek politika tercihleri, döviz kuruna dair uygulanacak politikaların da yönünü belirleyecektir. Bu iki zıt senaryo, TCMB’nin hem dış ticaret politikası ile uyumlu hem de Türkiye ekonomisinin diğer makroekonomik dinamikleri ve temel amacı olan fiyat istikrarını gözeten bir kur politikası uygulamasının isabetli olacağı yönündeki görüşü destekler niteliktedir. Türkiye ekonomisinin yapısal unsurları olan ithalatın ağırlıklı olarak ara ve sermaye malı şeklinde olması, ihracata dönük sektörlerin yüksek oranda ithal ara malı kullanması gibi unsurlar büyümenin cari açığı artırıcı etkisini açıklamakta sıkça vurgulanan nedenler arasındadır. Cari açık ve büyüme verileri incelendiğinde, büyümenin büyük oranda ithalata bağımlı olmasının da etkisiyle, göreli olarak yüksek büyüme oranları Türkiye ekonomisinde artan oranda cari açık veren dönemlerde gerçekleşmiştir. Ek olarak, büyümenin yavaşladığı veya ekonomik durgunluk dönemleri ise özellikle kriz sonrası cari fazla veren dönemlere denk gelmektedir. Bu ekonomik gözlem, tahmin sonuçlarını da destekler niteliktedir. Büyüme söz konusu olunca, çalışmanın doğrudan konusu olmasa bile cari açık enflasyon ilişkisinden kısaca bahsetmek gerekmektedir. Fiyat istikrarı hedefine ulaşmak ve kalıcılığını sağlama politikaları belirli bir noktada literatürde “büyüme-enflasyon ikilemi’’ olarak tanımlanan tercih sorununu gündeme getirmektedir. Bu ikilem, yüksek cari açıklar vererek büyümenin, aynı zamanda enflasyonu düşürmenin Türkiye gibi büyüme-ithalat ilişkisinin yüksek olduğu gelişmekte olan ekonomilerde bazı sorunları içinde 118 taşımaktadır. O sorun da ya hedeflenen büyümeden hızından ya da enflasyon rakamından taviz verilmek zorunda kalınmasıdır. Bu eşik noktası, her ülke ekonomisi için farklı bir oran veya düzey olabilmektedir. Söz konusu ikilemin Türkiye’de uzun yıllar süren yüksek enflasyon sürecinden sonra tek haneli enflasyon hedefine yakınsandığında ortaya çıkma ihtimali son zamanlarda ekonomi gündeminde sıkça tartışılmaktadır. Dolayısıyla ilk tercih, yani daha düşük büyüme oranına yönelik bir politika kararı cari açığa olumlu yansıyabilecekken, ikincisi TCMB’nin temel politika hedefi olan fiyat istikrarını sağlama çabasından taviz vermesi ve enflasyondan hedefinden sapma riskini taşımaktadır. Özet olarak, çalışmanın büyüme oranı ile cari açık arasında pozitif ve anlamlı ilişki olduğu şeklindeki ampirik sonucu, Türkiye’de cari açığın başlıca nedeninin yüksek büyüme olduğu yönündeki genel görüşü desteklemektedir. Türkiye’de cari açık sorununa, kurun yükselmesinin ve faiz oranlarının düşürülmesinin çözüm olabileceği önermeleri de sıkça gündeme gelmektedir. Çalışma her ne kadar reel döviz kuru ile cari açık arasında ampirik olarak anlamlı ve güçlü bir ilişki olduğunu göstermişse de çözüm noktasında birkaç önemli ayrıntı gözden kaçırılmamalıdır. O da, birinci bölümün reel döviz kuru kısmında ayrıntılı şekilde belirtildiği üzere, cari açığa ilişkin tartışmalarda Türkiye’de uygulanan mevcut döviz kuru rejimi, temel mantığı ve uygulama yönteminin dikkate alınması gereğidir. Şubat 2001 krizi sonrası uygulamaya geçirilen, döviz kurunun piyasalarda arz ve talep koşulları tarafından belirlendiği yeni kur rejimi altında, TCMB kesin ve rakamsal bir kur hedefi ilan etmemiş, takip edilen para politikası, enflasyon hedeflemesi ve fiyat istikrarı çerçevesinde döviz kurunda her iki yönde oluşması beklenen aşırı oynaklık durumunda döviz piyasasına doğrudan müdahale edeceğini kamuoyuna ilan etmiştir. Dolayısıyla, ekonomik birimlerce bu nokta gözden kaçırılarak, döviz kurunun yükseltilmesini beklemek kur rejimi açısından gerçekçi olmadığı gibi, fiilen de mümkün değildir. Çalışmanın döviz kuru ve cari açık ilişkisinin literatür taraması kısmında gerekse sonuç ve öneriler bölümünde vurgulandığı üzere, yurtiçi faiz oranlarının düşürülmesinin Türkiye ekonomisinde büyüme ve enflasyon 119 üzerindeki etkisi daha net iken cari denge üzerindeki etkisi açık değildir. Tartışma temelde ‘‘esneklikler’’ konusu ile ilgilidir. Bu noktada, milli gelir artışının dış ticaret dengesi üzerindeki gelir ve ikame etkisi önemli olup, cari açık üzerinde nasıl bir etki yapacağının da yönünü belirleyecektir. Ek olarak, Türkiye için ithal malları yurtiçi talep esnekliği ile ihraç malları dış talep esnekliği katsayılarına dair literatürdeki çalışmalarda farklı ampirik sonuçlar bulunmuştur. Henüz ortak kabul gören net bir etkiden veya sonuçtan söz edilememektedir. Türkiye’ye sermaye girişlerini belirleyen faktörleri inceleyen bazı çalışmaların bulguları ile yukarıdaki iki unsur dikkate alındığında, yurtiçi faiz oranlarının cari açık üzerinde etkisi olmadığı çıkarımı yapılamazsa da; yurtiçi faiz oranlarının düşürülmesinin cari açığa net bir çözüm olacağı önermesi tartışmaya açıktır (Erkılıç, 2006). Literatürde sıklıkla dış ticaret dengesinin ve petrol fiyatlarının cari denge üzerinde birincil derecede etkili olduğu vurgulanmaktadır. Bu çalışmada elde edilen sonuçlar, literatürdeki bu görüş ile tutarlıdır. Son yıllarda Türkiye ekonomisinde gözlenen iktisadi büyüme eğilimine, cari açık artış eğilimi eşlik etmiştir. Üretimin ithal ara mallara bağımlılığı bu sonucun ortaya çıkmasının temel nedenidir. Ödemeler dengesine ilişkin veriler, Türkiye’de cari açığın temel belirleyicisi olan dış ticaret açığının ağırlıklı olarak ara ve sermaye malı ithalatından kaynaklandığını göstermektedir. Toplam ithalat içerisinde önemli bir yere sahip olan petrol giderleri, dış ticaret hadlerini etkiler. Petrol fiyatlarının düşük düzeylerde seyretmesi, dış ticaret hadlerinin ihracat lehine değişiklik göstermesine yol açabilir. Düşük petrol fiyatları, ithalat giderlerinin kısılması anlamına gelmekte, ayrıca, dış ticarette talep hacmini artıracak fiyatlama politikalarına zemin hazırlamaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, dış ticaret hacminin dışsal bir faktör olan girdi maliyetlerindeki değişikliklere göre şekillenmesi son derece tehlikelidir. Dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari açık artışını hızlandıracak gelişmeler, önemli bir risk faktörüdür. Dolayısıyla, politika yapıcıların bu konuya kayıtsız kalmaması gerekmektedir. Ancak, cari açık/GSYİH oranının düşürülmesi kısa dönemli politikalar ile gerçekleştirilemez. Orta ve uzun vadeli tedbirler ile başarıya ulaşılabilir. Bu anlamda rekabet gücümüzü arttırıcı politikaların yanı 120 sıra, ara malları açısından dışa bağımlılığın azaltılmasına yönelik politikaların uygulanması gerekmektedir. Cari açık artışının sadece Türkiye’ye özgün bir gelişme olmaması konunun önemini azaltmamaktadır. Bazı iktisatçılara göre, cari açık finanse edildiği sürece problem değildir. Ancak cari açığın kısa vadeli sermaye girişleri ile finanse edilmesi son derece risklidir. Çünkü kısa vadeli sermaye hareketleri risk ve belirsizliklere karşı duyarlı olup son derece oynak bir niteliğe sahiptir. Kısa vadeli sermaye hareketlerinin bu özelliği, içsel ve dışsal riskler karşısında ekonominin kırılganlık düzeyini artırmaktadır. Bu nedenle, uzun vadeli yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi büyük önem taşımaktadır. Türkiye’de son yıllarda doğrudan yatırımlarda göreli bir artış eğilimi gözlenmektedir. Bu eğilimin artarak sürmesi için, yasal ve idari koşulların iyileştirilmesi süreci kesintiye uğratılmamalıdır. Bu türden kısa vadeli politikalar yerine, çalışmanın Türkiye’de cari açığın katılığı ve sürekliliği yönündeki güçlü ampirik bulguları göz önüne alındığında, yurtiçi üretimin verimlilik artışının sağlanması, rekabet gücü yüksek sektörlere odaklanılması benzeri mikro ekonomik; ekonomik istikrar, sürdürülebilir büyüme hedefi, enerji bağımlılığının olabildiğince azaltılması gibi makroekonomik ve yapısal tedbirlere öncelik vererek cari açığa önlem almak gerekmektedir. 121 KAYNAKÇA AGENOR, Pierre, MONTIEL, P.; Development Makroeconomics, Princeton, N. J. :Princeton University Pres, 1999. AKAT, Asaf Savaş; “Ödemeler Dengesi Yazıları”, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Ağustos, 2004 ALEXANDER, Sidney; “Effects of a Devaluation on a Trade Balance”, İnternational Monetary Fund Staff Papers, 1952, s.263-78. ARTİS, M. , BAYOUMI, T. ; “Saving, Invesment, Financail Integration and Balance of Payments”, İnternational Monetary Fund Working Paper, 1989, s.102. BARRO, Robert J,; “The Ricardian Approach to Budget Deficits”, Journal of Economic Perspectives, 1989, s.3, 2:37-54. BORATAV, Korkut: ”2000-2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, İktisat İşletme ve Finans,186, Eylül, 2001, s.7-47. BATIZ, F.L.R., BATIZ, L.R.; International Finance and Open Economy Macroeconomics, New York: MacMillan Pres, 1989. CALVO, Guillermo A., VEGH, C.A.; “Inflation Stabilizastion and BOP Crises İn Devoloping Countries”, Handbook of macroeconomics, Volume 1c, Amsterdam: Elsevier, 1996, s. 1531-1614. CELASUN, Merih; “Ekonomide Uzun Dönemli Büyüme, Enflasyon Süreci ve IMF Destekli Program: Söyleşi”, İktisat, İşletme ve Finans, 2001, s.179. 122 CELASUN, Merih, TANSEL, A.; “Distributional Effects and saving Investment Behavior in a Liberalizing Economy: The Case of Turkey”, METU Studies in Development, 20 (3), 1993, s.269-298. CUDDINGTON, Jonh T.; “Budget Deficits and Current Account”, Journal of International Economics, 1986, s.21:1-24. DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI; Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 1997, Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2000, Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2001, Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2002, Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2005. DORNBUSCH, Rudiger; “Exchange Rate Economics: Where Do We Stand?”, Brookings Papers on Economic Activity, 1987, s.1:143-85. DORNBUSCH, Rudiger; “Exchange Rate Economics”, The Economic Journal, 97, March, 1987, s.1-18. DORNBUSCH, R., FISHER, S.; “Exchange Rate and Current Account”, American Economic Review, 70,1980, s.5:960-71. EDWARDS, Sebatian; “Structural Adjusment Policies in Highly Indebted Countries”, 1989, NBER Working Paper No:2502. EDWARDS, Sebatian; “Does the Current Account Matter?”, 2001, NBER Working Paper No:8275. EĞİLMEZ, M., KUMCU, E.; “Krizleri Nasıl Çıkardık?”, İstanbul, Creative Yayıncılık, 2001. EĞİLMEZ, Mafi; “2006’dan 2007’ye Türkiye Ekonomisi”, Radikal, 31.12.2006. 123 EKER, A., MERİÇ, M.; Devlet Borçları, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, 2000. ERÇEL, Gazi; “Büyüme ve Yapısallaşan Cari Açık”, Vatan Gazatesi, 18.12.2006 ERKILIÇ, Serdar; “Türkiye2de Cari Açığın Belirleyicileri” , Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İstatistik Genel Müdürlüğü Ankara, Kasım 2006. ERTEKİN, Murat; ”Sektörler İtibariyle Üretim Dış Ticaret İlişkisi ve Rekabet Koşulları”, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Mart 2005. FISCHER, Stanley; “Financial Crises and Reform of the International Financial System”, 2002, NBER Working Paper No:9297. FRENKEL, J. A., RAZIN, A.; “Fiscal Policies and The World Economy: An Intertemporal Approach”, 1987, MIT Pres, Vol2, Chicago: University of Chicago Pres. GENBERG, H., SWOBODA, A. K; “Policy and Current Account Detemination Under Floating Exchange Rates”, International Moetary Fund Staff Papers, 1989, s.36-30. GLİCK, R., ROGOFF K.; “Global Versus Country-Spesific Productivity Shocks and The Current Account”, Journal of monetary economics, 35, 159-192. GÜVEN, Samih; “Sermaye Hareketlerinin Nedenleri, Etkileri ve Türkiye Örneği”, İktisat, İşletme ve Finans, 185, Ağustos, 2001, s.79-93. HATİBOĞLU, Zeyyat; Conventional and Unconventional Economic Analyses, 124 Revised Edition, İstanbul: Lebib Yalkın Yayınları, 2001. HÖNGREN, Jarnhall; “Monetary Policy, Exchange Rateand Current Account in a World whit Integrated Financial Markets”, International Capital Flows, Exchange Rate Determination and Present Current Account Imbalances, bank for Settlements, Basle, 1990, s.220-35. İNAN, “Emre Alp; Türkiye’de 2002-2005 Döneminde Tasarruf Dengeleri ve Ani Kesinti İhtimali”, Bankacılar Dergisi, Sayı 59, 2006 İYİBOZKURT, Erol; “Türkiye’nin Ekonomik Krizi ve Çözüm”, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl 7, Sayı:41, 2001. KEARNEY, C., MONADJEMI, M., “Fiscal Policy and Current Account Performance: International Evidence on the Twin Deficit”, Journal of Macroeconomics, 12, 1990, s.2:197-219. KEPENEK, Y., YENTÜRK, N.; Türkiye Ekonomisi, Bursa: Remzi Kitapevi, 2000. KUMCU, Ercan; “Dış Ticaret Verileri Ne Diyor?”, Hürriyet,23.06.2004. KUMCU, Ercan; “Ekonomik Büyümenin Riskleri”, 2004a, “Kamu Maliyesi Politikaları devreye Girmeli, 2004b. KUMCU, Ercan; “Net Hata Noksan Yapısal Bir Olgu mu?”, Hürriyet, 24.08.2004. KUMCU, Ercan; “sıcak paradan değil Sıcak Paraya Mahkum Olmaktan Korkalım”, Hürriyet, 22.11.2004. 125 KUMCU, Ercan; “Yüksek Cari Açıkla Sürdürülebilir Büyüme”, Hürriyet, 13.01.2005. KUMCU, Ercan; “Cari Açıkta Hiç kimsenin B Planı Yok”, Hürriyet, 11.03.2005. KUMCU, Ercan; “Sürdürülebilir Cari Açık ve Büyüme”, Hürriyet, 02.01.2006. MAKIN, John H.; “The Impact of Fiscal Policy on the Balance of Payments: Recent Experience in the United States”, Universita Bocconi Conference on Fiscal Policy, Economic Adjustment and Financial Markets, 1988. NIEHANS, Jürg; International Monetary Economics, Baltimore: The John . OBSTFELD, Maurice; “The Intertemporal Approach To The Current Account”, NBER Working Paper Series, 1981, Working Paper No:3542. OBSTFELD, M., ROGOFF, K.; “The Intertemporal Approach To The Current Account”, NBER Working Paper Series, 1994, Working Paper No:4893. OBSTFELD, M., ROGOFF, K.; Foundational of International Macroeconomics, Boston, MIT Pres, 1997. OSTRY, J.D.; “Balance of Trade, Terms of Trade, and Real Exchange Rate”, International Monetary Fund, 1988, Staff Papers, s.35:541-73. PERSSON, T., SVENSSON, L. E. O.; “Current Account Dynamics and the 126 Terms of Trade: Harberger-Laursen-Metzler Two Generations Later”, Journal of Political Economy, 1985, s.93,11:43-65. PITCHFORD, John; The Current Account and Foreign Debt, Florence, KY, USA: Routledge. RAZIN, A., SVENSSON, L. E. O.; “The Current Account and the Optimal Goverment Dept”, Journal of International Money and Finance, 1983, s.2,2. SACHS, D., Jeffrey; “The Current Account and Macroeconomic Adjustment”, Brookings Papers on Economic Activity, 1981, p:201-68. SEYİDOĞLU, Halil; Uluslararası Finans, İstanbul, Güzem Yayınevi, 4. Baskı, 2003. SEYİDOĞLU, Halil; Uluslararası İktisat, İstanbul, Güzem Yayınevi, 15. Baskı, 2003. SVENSSON, L. E. O., RAZIN, A.; “The Terms of Trade and The Current Account: The Harberger-Laursen-Metzler Effect”, Journal of Political economy,1983, s.91:97-125. THROOP, Adrian W.; “Fiscal Policy, The Dolar and International Trade: A Synthesis of Two Views”, Federal Reserve Bank of San Fransisco, Summer, 1989. TİRYAKİ, Tolga; “Cari İşlemler Hesabına Çeşitli Yaklaşımlar, Sürdürülebilirlik ve Türkiye Örneği”, 2002, TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü Tebliği No:8. 127 T.C. MERKEZ BANKASI; Yıllık Rapor, Ankara, 2001, Yıllık Rapor, Ankara 2002, Ödemeler Dengesi Raporu, Ankara, 2005, Ödemeler Dengesi Raporu, Ankara, 2006. VENTURA, J. ; ”Towards a Theory of Current Accountts”, NBER Working Papers, 9163, 2002. 128 ÖZET BAŞBOLAT, Ebru. Cari İşlemler Açıkları ve Makro Ekonomik Faktörler: Türkiye Üzerine Ampirik Bir Analiz, Yüksek Lisans, Ankara, 2010. Türkiye Ekonomisi’nde özellikle son yıllarda sıkça gündeme gelen ve en çok tartışılan konuların başında cari açık sorunu gelmektedir. Bunun başlıca nedeni, cari dengenin ekonominin en önemli ve hassas bileşenlerinden biri olduğu yönündeki genel kabuldür. Diğer bir ifade ile, ödemeler dengesi ülke ekonomisinin aynası durumundadır. Cari dengeyi belirleyen dinamiklerin analizi, özünde bir ülkenin cari açık ve dış borç sürdürülebilirliği ile sermaye hareketleri özellikle sıcak para olarak da sıkça vurgulanan kısa vadeli sermaye hareketlerine ilişkin tartışmalarla doğrudan ilgilidir. Ayrıca cari açığın, bir kısım sihirli eşik değerleriyle ifade edilen sürdürülebilirliğine dair farklı görüşler bir yana bırakılırsa, özellikle gelişmekte olan ülke ekonomilerinde son yıllarda yaşanan döviz ve/veya finansal kaynaklı krizlerin en önemli tetikleyicileri arasında kabul edilmesi, konunun güncelliği ile önemini artırmaktadır. Buna ek olarak, iç ve dış ekonomik göstergelerin ve/veya şokların cari dengeye etkilerinin yönü ve boyutunun modellenmesi, ekonometrik olarak incelenmesi, politika karar alıcılarının mekanizmanın nedensellik boyutlarını net tespit edebilmelerine yardımcı olur. Ayrıca, cari dengeyi doğrudan ve/veya dolaylı etkileyecek para ve maliye politikalarının, sürdürülebilir hedeflere ulaşmak için doğru zamanda ve kombinasyon içinde uygulanabilmesi adına önemli ipuçları verir. Bu çalışmanın başlıca amacı, Türkiye’de cari açığın belirleyicilerini hem geleneksel yaklaşımlar hem de dönemlerarası yaklaşım çerçevesinde incelemektir. Geleneksel yaklaşımlar, ekonomi teorisine dayalı yapısal modeller, dönemlerarası yaklaşım ise verilere uygun modelleme yöntemi olan Vektör Otoregresyon Modeli ile değişkenler arasındaki dinamik ilişkileri inceleyen etkitepki fonksiyonları yardımıyla incelenecektir. 129 Anahtar Kelimeler: Cari Denge, Cari Açığın Belirleyicileri, Dönemlerarası Yaklaşım, Türkiye Ekonomisi, 130 ABSTRACT BAŞBOLAT, Ebru. The Current Account Deficits an Macro-Economic Factors: An Empirical Analysis of Turkey, Master Thesis, Ankara, 2010. Current account deficit has been one of the most discussed and upfront issues for theTurkish Economy. The primary reason for that is the generally accepted belief on its crucial importance for the whole economy. In other words, balance of payments is a kind of mirror of the national economy. The analysis of current account dynamics is directly related to the academic discussions about the current account sustainability and capital movements especially the short term capital inflows called hot money. Keeping aside the views regarding the critical threshold level or ratio for the sustainability, it is accepted as one of the most significant and triggering factors for financial and/or currency crisis in developing countries in recent years, which keeps the issue on the ajanda and makes it potentially important. The modelling and econometric analysis of the magnitude and direction of the relation between the internal-external macroeconomic variables and the current account deficit help the decision-makers to understand the causality and to better forecast the potential level of the current account deficit in the future. Besides, it gives some clues to implement the monetary and fiscal policies on time and take the necessary measures in order to achive a sustainable level. The main purpose of this study is to empirically investigate the determinants and dynamics of Turkey’s current account deficit in the light of both traditional and intertemporal approaches. The former approach is examined by the help of Structural Equation Model, while the latter one is studied by Vector Autoregressive Model and impulse-response function/analysis as a helpful tool to see the dynamic relations between the variables. The empirical findings of the study are as follows. 131 Key Words: Current Account, Determinants of Current Account Deficits, Intertemporal Approach, Turkish Economy,