tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü ekonometri anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
EKONOMETRİ ANABİLİM DALI
CARİ İŞLEMLER AÇIKLARI VE MAKRO EKONOMİK
FAKTÖRLER: TÜRKİYE ÜZERİNE AMPİRİK BİR ANALİZ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Ebru BAŞBOLAT
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Alparslan AKÇORAOĞLU
Ankara-2010
ÖNSÖZ
Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme açısından tartışılmakta
olan konuların başında cari işlemler dengesi gelmektedir. Türkiye’de de
yıllardır süregelen ve son yıllarda ülke ekonomisinin temel problemi olarak
ortaya çıkan bir cari işlemler açığı söz konusudur.
Bu çalışmada Türkiye’de ekonomisinde cari açık
inceleme konusu
yapılmıştır. İktisatta, her konuda olduğu gibi, cari açık konusunda da farklı
değerlendirmeler ve görüşler vardır. Burada Türkiye’nin yakın geçmişteki cari
açıkları, ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri, cari işlemler dengesine ilişkin
farklı yaklaşımlar, cari işlemler dengesi sorununa yönelik çözüm yolları farklı
bakış açılarından ve diğer ekonomik göstergelerin cari açıkla ilişkisini ortaya
koymayı amaçlamaktadır.
Türkiye’nin cari işlemler açığı yıllara bağlı olarak giderek artan
boyutlara ulaşmakta ve kaygı vermektedir. Yapılan incelemeler ve elde edilen
veriler dikkate alındığında temel önlemlerin geç kalınmadan alınması ve
makroekonomik yapısal programların acil olarak uygulanması gerekmektedir.
Çalışmalarım
sırasında
çalışmalarımı
yönlendiren,
bilgi
ve
deneyimlerinden yararlandığım, büyük desteğini gördüğüm danışman hocam
Doç. Dr. Alparslan AKÇORAOĞLU’na ve hayatımın her aşamasında sevgi ve
desteklerini benden esirgemeyen, bana inana ve güvenen sevgili aileme,
Sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ........................................................................................................... i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................ ii
KISALTMALAR ............................................................................................. v
TABLOLAR DİZİNİ....................................................................................... vi
ŞEKİL VE GRAFİKLER DİZİNİ ................................................................... vii
GİRİŞ ............................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
ÖDEMELER DENGESİ KAVRAMI VE TÜRKİYE UYGULAMASI
1.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU VE YAPISI ................................................... 4
1.1.1. Ödemeler Bilançosunun Ana Hesapları............................................ 6
1.1.1.1. Cari İşlemler Hesabı ................................................................. 7
1.1.1.2. Sermaye Hesabı ....................................................................... 9
1.1.1.3. Finans Hesapları....................................................................... 9
1.1.1.4. Rezerv varlıklar ........................................................................ 11
1.1.1.5. Net Hata ve Noksan................................................................ 12
1.2. CARİ İŞLEMLER HESABINA FARKLI YAKLAŞIMLAR ..................... 13
1.2.1. Esneklikler Yaklaşımı ..................................................................... 14
1.2.2. Toplam Harcama Yaklaşımı .......................................................... 19
1.2.3. Parasalcı Yaklaşım........................................................................ 21
1.2.4. Dönemlerarası Yaklaşım ............................................................... 24
1.3. CARİ İŞLEMLER DENGESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER .............. 30
1.3.1. Dış Ticaret Hadleri........................................................................ 31
1.3.2. Mali Politikalar ................................................................................ 35
3.2.1. Varsayılmış Davranışlara Dayalı Modeller .................................. 38
1.3.2.2. Optimize Edici Davranışlara Dayalı Modeller ........................... 41
1.3.3. Döviz Kuru..................................................................................... 43
1.3.3.1. İç Ticaret Hadleri ve Servet Etkileri ......................................... 49
iii
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE CARİ İŞLEMLER DENGESİ
2.1. 1990- 2008 Döneminde Cari İşlemler Dengesi .................................. 50
2.2. Türkiye Ekonomisinde Cari İşlemler Dengesi Sorununu Yaratan
Etkenler....................................................................................................... 60
2.3. Türkiye Ekonomisinde Cari İşlemler Dengesi Sorununa Yönelik
Çözüm Yolları ............................................................................................. 66
ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM
EKONOMETRİK MODEL VE UYGULAMASI
3.1. Cari Dengenin Belirleyicileri Üzerine Ampirik Çalışmalar .............. 72
3.2.1. Ampirik Çalışmaların Sonuçları ...................................................... 76
3.2.1.1. Bir Dönem Önceki Cari Açık .................................................... 76
3.2.1.2. Ülke Bazlı Verimlilik Değişiklikleri................................................... 77
3.2.1.3. Global Verimlilik Değişiklikleri .................................................. 79
3.2.1.4. Yurtiçi Üretim (GSYH) Artışı (Büyüme Oranı) .......................... 79
3.2.1.5. Tasarruf ................................................................................... 79
3.2.1.6. Yatırım ..................................................................................... 81
3.2.1.6. Reel Faiz Oranı........................................................................ 82
3.2.1.8. Bütçe Açığı .............................................................................. 83
3.2.1.9. Kamu Harcamalarındaki Değişiklikler ...................................... 83
3.2.1.10. Dışa Açıklık Oranı .................................................................. 84
3.2.1.11. Reel Döviz Kuru ..................................................................... 85
3.2.1.12. Dış Ticaret Hadleri ................................................................. 86
3.2.1.13. Döviz Kontrolleri..................................................................... 87
3.2.1.14. Enerji (Petrol) Fiyatları ........................................................... 87
3.2.1.15. Gelişmiş Ülkeler Büyüme Oranı ............................................. 88
3.2.1.16. Dünya Reel Faiz Oranı (Dış Borç GSMH Oranı).................... 89
iv
3.3. Türkiye için Cari Açığın Belirleyicilerinin Modellenmesi ................. 90
3.3.1. Türkiye’nin Cari Dengesi Üzerine Bazı Ampirik Çalışmalar ............ 90
3.3.2. Modelin Tanımlanması ve Kurulması ............................................. 93
3.3.2.1. Ekonometrik Modelin Sonuçları ve Yorumlanması .................. 98
SONUÇ ...................................................................................................... 114
KAYNAKÇA .............................................................................................. 121
ÖZET ......................................................................................................... 128
ABSTRACT ............................................................................................... 130
v
KISALTMALAR
CA
Cari İşlemler/GSYİH oranı
DK
Döviz Kuru
DT
Dış Ticaret Hadleri
GSMH
Gayri safi Milli Hasıla
GSYİH
Gayri safi Yurtiçi Hasıla
İMF
Uluslar arası Para Fonu
NDA
Net İç Varlık
NFA
Net Dış Varlık
NHN
Net Hata Noksan
PF
Petrol Fiyatı
SDR
Özel Çekme Hakkı
TCMB
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
TÜİK
Türkiye İstatistik Kurumu
TEFE
Toptan Eşya Fiyatları Endeksi
ÜFE
Üretici Fiyatları Endeksi
vi
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 3.1. Cari Açığın Belirleyicileri ......................................................... 55
Tablo 3.2 Birim Kök Testi Sonuçları ........................................................ 78
Tablo 3.3 Birim Kök Testi Sonuçları........................................................ 78
Tablo 3.4 VAR Modelinde Uygun Gecikme Uzunluğunun Seçimi ........... 81
Tablo 3.5 Johansen Eşbütünleşme Testi Sonuçları ................................. 81
Tablo 3.6 Hata Düzeltme Modeli Sonuçları ............................................. 82
Tablo 3.7 Granger Nedensellik Testi Sonuçları........................................ 84
Tablo 3.8 VAR Modeli İçin Gecikme Uzunluğu AIC ve SBC Sonuçları .... 86
Tablo 3.9 VAR Modeli Sonuçları .............................................................. 87
vii
ŞEKİL VE GRAFİKLER DİZİNİ
Grafik 3.1 I. Sıra Fark Alınmış Serilerin Grafikleri ....................................79
Şekil 3.1 Granger Nedensellik Akış Diyagramı .....................................85
Grafik 3.2 Etki-Tepki Sonuçları ...............................................................88
GİRİŞ
İktisadi teorinin gelişimi ile birlikte ödemeler dengesi konusu her
zaman iktisat bilimi içerisinde kendisine tartışılacak bir yer bulmuştur.
Özellikle 1980’li yılların ardından dünya ekonomisinde yaşanan gelişmelerle
birlikte ödemeler dengesi konusu daha çok tartışılmaya başlanmıştır. Gerek
ülkeler bazında uygulanan döviz kuru rejimlerinin farklılaşmaya başlaması,
sermaye hareketlerinin liberalleşip kambiyo kontrollerinin kaldırılması, gerek
gelişen teknolojik gelişmeler ve küreselleşme olgusuyla birlikte uluslar arası
sermaye hareketlerindeki akışkanlığın artması ve uluslar arası sermaye
hareketlerinde
vadelerin
kısalmasıyla
birlikte,
özellikle
1990’lı
yıllar
gelişmekte olan ülkelerde yaşanan krizleri ( 1994 Meksika ve Türkiye, 1997
Asya, 1998 Rusya, 2000/2001 Türkiye ve Arjantin, 2001 Brezilya krizleri )
ödemeler dengesi ve bu kavramları daha çok tartışmaya açmıştır.
1980’li yıllar öncesinde yaşanan krizlerden farklı olarak yeni gelişen
dönemde ülkeler daha önce yaşadıkları krizlerden daha farklı dinamiklerle
karşılaştılar. Örneğin, daha önceki dönemlerde gelişebilecek herhangi bir
krize karşı aldıkları önlemin artık yetersiz kaldığını, uluslar arası mal
ticaretinin finansmanından kopmuş sermaye girişlerinin ulusal ekonomideki
kırılganlığı arttırdığını ve daha da önemlisi dünyanın herhangi bir yerindeki
ülkede çıkan krizin kendilerini olumsuz etkilendiğini görmeye başladılar.
Uluslar arası para piyasalarında haftalık vadelerle dönen borç alacak
ilişkisine bağlı işlem hacminin artık trilyon dolarla ifade edilmeye başlaması
ve gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyinin
giderek açılması sonucunda akademik çevrelerin yanı sıra uluslar arası
finansal kuruluşlar ve ulusal politika yapıcıları da gelişmekte olan ülkelerde
cari işlemler dengesindeki açıklar hakkındaki tartışmalara kendi yaptıkları
araştırmalarla dahil olmuşlardır.
Türkiye ekonomisinde cari işlemler dengesi ile ekonomik büyüme
arasındaki ilişki incelendiğinde diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi
cari işlemler dengesi açıkları ile ekonomik büyüme arasındaki aynı yönlü ilişki
dikkati çekmektedir. Türkiye’de cari işlemler dengesi açık verdiği zaman
2
ekonomi büyümektedir. Bununla birlikte cari işlemler dengesi az da olsa fazla
verdiği zaman ya ekonominin büyüme hızı yavaşlamakta ya da ekonomi
küçülmektedir. Diğer bir ifadeyle ekonomik büyümenin gerçekleşebilmesi için
ihtiyaç duyulan dış kaynak sağlandığında, bu durum cari işlemler dengesi
açığı olarak kendini göstermektedir. 1980 sonrasındaki gelişmeler dikkate
alındığında 1992 yılına kadar Türkiye’de cari işlemler açığı küçük miktarlar
arasında salınmaktadır. Ancak 1992 yılından sonra hem cari işlemler
dengesinin büyüme hızı artmaya başlamıştır hem de salının daha yüksek
boyutlara ulaşmıştır. Bunlara bağlı olarak milli gelirdeki büyüme daralma
salınmaları da artmıştır.1994 ve 2000-2001 yıllarında cari işlemler dengesi
sorunları nedeniyle ekonomik daralmalar yaşanmıştır.
Türkiye’de cari işlemler açığı üzerine hazırlanan tez üç bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde ödemeler bilançosu başlığı altında, ödemeler
bilançosunun yapısı ve ödemeler bilançosu hesapları dikkate alınacaktır. Bu
bölümde öncelikle ödemeler bilançosunun ana hesapları olan cari işlemler ve
sermaye hesapları ile net hata noksan ve rezerv kalemleri açıklandıktan
sonra ödemeler bilançosunun yapısı ve alt kalemleri tanımlanacaktır. Burada
aynı zamanda cari işlemler dengesi ve cari işlemler dengesini etkileyen
faktörler ortaya konarak, cari işlemler dengesinin bu faktörler karşısındaki
davranışları tartışılmakta konuyla ilgili olarak Türkiye’deki uygulama ve veri
kaynakları incelenecektir. Cari işlemler dengesi dengesizliklerinin farklı
tanımlama ve ölçümleri açıklandıktan sonra tarihsel gelişim sırasına göre cari
işlemler dengesi üzerine geliştirilen yaklaşımlar ve temel özellikleri
incelenmektedir.
İkinci bölümde, Türkiye ekonomisinde cari işlemler dengesi başlığı
altında, 1990-2008 döneminde cari işlemler dengesi, Türkiye ekonomisinde
cari
işlemler
dengesi
sorununu
yaratan
etkenler
ve
çözüm
yoları
incelenmektedir.
Üçüncü ve son bölümde, ekonomik model ve uygulaması başlığı
altında, cari açığın belirleyicilerine ilişkin geniş literatür taraması ve bunların
teorik ve ampirik sonuçlarının tablolaştırılması ile başlanacaktır. Aynı
3
bölümde, ekonometrik model ve uygulama kısmı olarak Türkiye’nin cari açığı
üzerine yapısal ekonometrik model tahmini yer alacaktır.
Ayrıca modelin teorik yapısı ve bileşenlerinin çıkarımı ve özet kısımları
sunulacaktır. VAR modeli ve etki-tepki fonksiyonları yardımıyla Türkiye’de
cari açığın belirleyicilerinin dinamik analizi yine bu bölümde incelenecektir.
Yapısal
ekonomik
modelleri
ile
etki-tepki
çalışmanın özeti ve önerilere ayrılmıştır.
analizinin
karşılaştırılması,
4
BİRİNCİ BÖLÜM
ÖDEMELER DENGESİ KAVRAMI VE TÜRKİYE UYGULAMASI
1.1. ÖDEMELER BİLANÇOSU VE YAPISI
Ödemeler dengesi, geniş anlamıyla bir ekonomide yerleşik kişilerin
(Merkezi hükümet, parasal otorite, bankalar, gerçek ve tüzel kişiler), diğer
ekonomilerle de yerleşik kişiler (yurt dışında yerleşikler ) ile belli bir dönem
içinde yapmış oldukları ekonomik işlemlerin sistematik kayıtlarını elde etmek
üzere hazırlanan istatistiki bir rapordur.
Ekonomik işlemler, mal, hizmet ve gelirlerle ilgili işlemleri, finansal
varlık ve yükümlülüklerle ilgili işlemleri bir ekonomide yerleşik kişilerden diğer
bir ekonomide yerleşik kişilere karşılıksız olarak reel ya da finansal
kaynakların sağladığı transferi kapsar.
Ödemeler dengesi tanımında iki temel kavram bulunmaktadır. Bunlar
ekonomi ve yerleşiktir. Ekonomi, sözcüğü bir hükümet tarafından idare edilen
coğrafi bölgeyi ifade ederken, yerleşikler, deyimi ile bir ekonomide bir yıldan
fazla süre ile devamlı ve düzenli olarak ikamet eden o ekonomi içerisinde
faaliyette olan kurum ve kişileri ifade eder.
Ödemeler dengesi ya da bilançosu bir ülkenin mal, hizmet, sermaye
akımları gibi dış ekonomik ve mali işlemlerini gösteren rapordur. Bilanço, bir
ülkenin dış dünyadan sağladığı gelirler ile dışarıya yaptığı ödemeler
arasındaki dengeyi ortaya koyar. Bir ülkenin ödemeler bilançosundaki denge
ya da dengesizlik, o ülkenin uluslararası ödeme gücündeki iyileşme ya da
bozulmaları yansıtır, dolayısı ile de çoğu kez o ülkenin uluslararası alandaki
ekonomik ve mali itibarının bir göstergesi olarak yorumlanır (Seyidoğlu, 2000:
42).
Ödemeler bilançosunun açık ya da fazla vermesi, ülkenin milli gelir
seviyesi, istihdam düzeyi, kalkınma hızı, enflasyon oranı, döviz kurları, ücret
artışları gibi ekonomik değişkenleri üzerinde önemli etkiler doğurur. Dolayısı
5
ile ülkenin dış ekonomik ilişkilerinin sağlıklı bir yolda olup olmadığının
belirlenmesi, bir sorun varsa gerekli önlemlerin zamanında alınması ve
politika düzenlemelerin yapılması için ödemeler bilançosu istatistiklerinin
sürekli olarak izlenmesi gerekir (Seyidoğlu, 2001: 68).
Ödemeler bilançosu üç ana hesaptan meydana gelmektedir. Mal ve
hizmet
hareketlerinin
kaydedildiği
cari
işlemler
hesabı,
sermaye
hareketlerinin kaydedildiği sermaye hareketleri hesabı ve merkez bankasının
döviz piyasalarına yaptığı müdahaleler sonrası ülkenin uluslararası resmi
rezervlerinde ortaya çıkan hareketlerin izlendiği resmi rezervler hesabı.
Ödemeler dengesi raporunda :
I) Bir ekonomi ile dünyanın geri kalan kısmı arasında gerçekleşen
mal, hizmet ve gelir ile ilgili işlemler
II) Mülkiyet değişiklikleri, ülkenin elinde bulunan altın, özel çekme
hakları (SDR) ve dünyanın geri kalan kısmına karşı sahip olunan hak ve
yükümlülüklerdeki diğer değişiklikler
III) Karşılıksız transferler
IV) Muhasebe açısından yukarıda sözü edilen işlem ve değişiklikler ile
ilgili olarak yapılan kayıtlar arasında dengeyi sağlamak için gereken karşılık
kayıtlarını gösteren istatistiklere yer verilir.
Ödemler bilançosunda yer alan kayıtlar genellikle bir yıllıktır. Bir yıl gibi
belirli bir dönem içerisinde gerçekleşen işlemleri göstermesi bunun bir stok
değil akım kavram olmasını ifade eder. Yani ödemeler bilançosu varlık ya da
yükümlülüklerin tutarını değil, bunlarda meydana gelen değişmeleri gösterir.
Bu bakımdan aslında ödemeler bilançosu denen kavram işletmelerin
bilançolarına değil, kar-zarar hesaplarına benzer (Seyidoğlu, 2001: 71).
Ödemeler bilançosunun en temel özelliği işlemlerin karşılıklı olarak
kaydedilmesidir. Bu kayıtlardan birisinin alacak kaydı olduğu düşünülür ve
pozitif işaret verilirken, diğerinin borç kaydı olduğu düşünülür ve negatif işaret
verilir. Rapordaki tüm kayıtların bakiyesi sıfırdır.
Ödemeler bilançosunda uluslararası ekonomik işlemler yer alır. Bu
işlemlerin bir kısmı geleneksel olarak ekonomik işlemlerin içerisinde yer alan
mal ve hizmet ticareti biçiminde gerçekleşe bileceği gibi bir kısmında
6
günümüzde
önemi
giderek
artan
sermaye
hareketleri
biçiminde
gerçekleşmektedir.
Ödemeler bilançosuna kaydedilen işlemler otonom ve dengeleyici
işlemler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Cari işlemler ve sermaye hareketleri
hesaplarında işlemler bilançoya otonom olarak kaydedilir. Bunun yapılış
nedeni bilançoda dengenin sağlanması değildir, yani bunlar ödemeler
dengesinde açık ya da fazla doğuran asıl işlemlerdir (Seyidoğlu,2001: 72).
Buna karşılık resmi rezervler hesabı söz konusu otonom işlemler arasında
meydana gelen dengesizlikleri ortadan kaldıran bir denkleştirici mekanizma
göstermektedir. Bu denkleştiricinin çalışması otonom işlemlere bağlıdır ve
merkez bankasının döviz piyasasına müdahalesi biçiminde gerçekleşir. Bir
diğer denkleştirici ise istatistiki farklar ya da net hata noksan kalemi diye
nitelendirilen tek hesaptır.
1.1.1. Ödemeler Bilançosunun Ana Hesapları
Ödemeler dengesi başlıca iki bölümden oluşur: Cari denge ve
sermaye hesabı. Cari denge şu şekilde formüle edilebilir: Cari Denge = Mal
Dengesi + Hizmetler Dengesi + Yatırım Gelirleri Dengesi + Cari Transferler.
Bu toplamın sonucu artı ise cari denge fazlası, eksi ise cari denge açığı söz
konusudur (Eğilmez, 2006: 12).
Ödemeler dengesinin ikinci kalemi olan sermaye hesapları dengesi ise
yabancıların ülkeye yolladıkları doğrudan sermaye yatırımları (şirket almak
ya da yeni işletmeler kurmak için yolladıkları paralar) veya yolladıkları portföy
yatırımları (hisse senedi, tahvil vb. Almak amacıyla yolladıkları paralar) ve
benzeri döviz girişlerinden oluşur. Dikkat edilecek olursa cari dengenin alt
dengelerinden birisi olan yatırım gelirleri dengesinde ise bu sermayeden elde
edilen faiz, kar gibi gelirler yer alır.
Sermaye hesabı, cari dengenin finansmanını sağlayan bölümdür. Eğer
cari denge açık veriyorsa sermaye hesabı bunu dengelemek üzere fazla
verir, eğer cari denge fazla veriyorsa sermaye hesabı eksi sonuç verir. Bir
7
başka ifade ile eğer ekonomi cari işlemler açığı veriyorsa bunu kapatmasının
yolu dışardan sermaye girişi sağlamaktır.
1.1.1.1. Cari İşlemler Hesabı
Ödemeler bilançosu içerisinde en fazla öneme sahip olan ana hesap
cari işlemler hesabıdır. Bu hesapta ülkenin mal ve hizmet ihracı ile ithali yer
almaktadır. Bunun yanında yabancı sermaye yatırımlarından elde edilen
kazançlar, yurt dışı işçi gelirleri, lisans bedelleri, komisyonlar, kiralar gibi gelir
hareketleri ile karşılıksız transferlerde bu hesap gurubu içerisinde yer alır
(TCMB, 2005: 2).
Ülkede yerleşik olan kişilerin mal hizmet ve gelir akışı biçiminde olan
ekonomik işlemleri ile yapılan karşılıksız transferlerin gösterdiği hesaptır. Bu
hesapta gelir ve gider niteliğindeki döviz giriş-çıkışları izlenir. Söz konusu
ekonomik işlemler neticesinde gerçekleşen döviz girişleri, döviz çıkışlarından
büyükse cari işlemler hesabı fazla vermiş demektir ve buna genel olarak cari
işlemler fazlası denir. Eğer ekonomik işlemler neticesinde gerçekleşen döviz
çıkışlarının, girişlerden büyük olduğu durumda ise cari işlemler hesabı açık
vermiştir ki buna da cari işlemler açığı denir. Denge durumunda ise cari
denge denmektedir.
Cari denge dış dünya ile olan ilişkiler açısından son derece önemli bir
kavramdır; zira cari fazla veren ülkenin dış varlıkları, cari işlemler açığı veren
bir ülkenin ise dış yükümlülükleri artıyor demektir (Akat, 2004:1 2). Dış varlık
ya da yükümlülüklerde meydana gelen bu değişimler doğrudan yabancı
sermaye yatırımı, portföy yatırımı veya da dış borçlanma ile karşılanır.
Cari işlemler hesabı; Mal ve Hizmetler, Gelirler ve karşılıksız
transferler hesabı olmak üzere üç alt kaleme ayrılmıştır.
8
1.1.1.1.1. Mal ve Hizmetler
Mallar; genel mal ticareti, işlem gören mallar, onarım gören mallar,
taşıtlar için limanlarda sağlanan mallar ve parasal olmayan (ticari altın) altını
kapsar.
Hizmet ihraç ve ithaline ilişkin gelir ve giderlerin kaydedildiği ana
hesaptır. Kapsamını, Taşımacılık (navlun dahil), Turizm gelir ve giderleri,
Haberleşme hizmetleri, inşaat hizmetleri, Sigorta hizmetleri, Finansal
hizmetler, Bilgisayar ve Bilgi hizmetleri, Patent ve Lisans Komisyonları, Ticari
ve Ticaret Bağlantılı Diğer hizmetler, Finansal Kiralama hizmetleri, çeşitli
Teknik hizmetler, Kişisel, Kültürel ve Eğitsel hizmetler ile Resmi hizmetler
oluşturur.
1.1.1.2. Gelirler
Çalışanların ücretleri, doğrudan yatırım, portföy yatırımları ve diğer
yatırımlardan elde edilen gelir ve ödenen tutarları içermektedir. Bu kalem
doğrudan yatırımlar ile ilgili olarak hisse gelirleri, kar payları, sermayeye
katılan kazançlar ile şirketler arası diğer yatırımlardan doğan gelir ve giderleri
içermektedir. Portföy yatırımlarında da hisse senetlerinden elde edilen gelirler
(kar), tahvil ve benzeri borç enstrümanları ile ilgili gelir ve giderleri (faiz)
kapsamaktadır. Diğer yatırımlarda ise diğer borçlanma ile ilgili gelir ve
giderler (faiz) kaydedilmektedir.
1.1.1.3. Karşılıksız Transferler Hesabı
Ekonomiye mal, hizmet ya da para girişi gerçekleştiği halde, bu girişler
karşılığında kaynak transferi yapılmayan transferleri içermektedir.
9
Ülkeler arasında bağış, hibe biçiminde yapılan işlemlerden oluşan
işlemler bu gruba girmekte ve karşılığında hiç bir ödeme yapmak
gerekmediği için bu işlemlere karşılıksız transferler denmektedir (Seyidoğlu,
2001: 12). Ancak bu hesabın en önemli kalemini yurtdışında çalışan ülke
vatandaşlarının gönderdikleri dövizler ile bedelsiz ithalat oluşturmaktadır
(Akat, 2004: 42).
1.1.1.2. Sermaye Hesabı
Sermaye işlemleri genelde bir ülkede yerleşik kişi ve kurumların
yabancı bir ülkede yaptıkları fiziki yatırımlar ile sınır ötesine aktarılan mali
fonlardan oluşur ve ödemeler bilançosu açısından yurtdışından ülkeye
sermaye girişi, alacak kaydı, ülkeden sermaye çıkışı da borç kaydedilir
(Seyidoğlu, 2001: 62). Sermaye hesabının en önemli özelliği gelir ya da gider
niteliğinde olmayan varlık yükümlülük değişimine yol açan döviz hareketlerini
göstermesidir (Akat, 2004: 47).
Sermaye transferleri (borcun bağışlanması, göçmen transferleri gibi),
Üretilmeyen, finansal olmayan varlıklar (kara parçası gibi üretilmeyen
varlıkların alım/satımı ile patent yayımlama hakkı gibi maddi olmayan
varlıklar) olarak sınıflandırılmaktadır.
1.1.1.3. Finans Hesapları
Ödemeler dengesinin diğer önemli bir bölümü de sermaye (finansman)
hareketleridir. Özel ve kamu kuruluşları tarafından yapılan kısa ve uzun
vadeli uluslararası sermaye akımları bu hesapta incelenmektedir.
Uluslararası ekonomik işlemlerin bir bölümünü sermaye ithal ve ihracı
oluşturur. Sermaye hareketleri temel olarak, bir ülkenin dış mali varlıkları ve
10
yükümlülüklerindeki değişmeler ve bu değişmelerin karşılıklı kayıtlarını
içermektedir. Finans Hesapları sermaye şekline göre; i) Doğrudan yatırımlar,
ii) Portföy yatırımları iii) Diğer yatırımlar, olarak ayrılmaktadır.
i) Doğrudan yatırımlar
Doğrudan yatırım, yatırımcının yerleşiği olduğu ekonomi dışındaki bir
ekonomide yaptığı uzun vadeli yatırımı gösterir. Burada yatırımcının
kurulusun sermayesinde % 10’dan (dahil) fazla paya sahip olması veya
yönetiminde söz sahibi olması esastır.
Doğrudan yatırım kalemi, yabancı sermaye yatırımının yapıldığı ülke
ve yabancı sermayeyi getiren ülke ayrımında, Sermaye, Kârın Sermayeye
Katılımı, Diğer Sermaye olarak sınıflandırılmaktadır.
Sermaye: Doğrudan yatırımcının ana merkezinin bulunduğu ekonomi
dışındaki ekonomilerde yeni bir şirket kurulması, mevcut şirketlere iştirak
edilmesi için getirdiği sermayeyi,
Kârın Sermayeye Katılımı: Doğrudan yatırımlardan elde edilen kârların
dağıtılmaksızın sermayeye ilave edilmesini,
Diğer Sermaye: Ana şirket ile yatırım yapılan şirket arasındaki
borçlanmadan doğan yatırımları ifade etmektedir.
ii) Portföy yatırımları
Kısaca menkul değerlere yapılan yatırımlar olarak tanımlanan portföy
yatırımları, genellikle devlet ya da özel kuruluşların bono ve tahvilleri ile hisse
senedi ve diğer para piyasası araçlarını içermektedir.
Doğrudan yatırım ile portföy yatırımları arasında bazı önemli farklılıklar
vardır. En önemli fark, yabancı ülkede yapılan yatırımın yönetimi ve denetimi
konusudur. Doğrudan yatırım durumunda, şirket yönetimi ve denetiminde
etkili olunmaktadır. Oysa, portföy yatırımlarında yerleşik şirket üzerinde
yönetim hakkı veya denetim söz konusu değildir; bu yolla yerleşik şirket
uluslararası piyasalardan kaynak sağlamış olur. İkinci önemli fark, doğrudan
11
yatırımlarda yatırımcının yatırım sermayesinin yanı sıra üretim teknolojisi ve
isletmecilik bilgisini de beraberinde getirebilmesi, portföy yatırımlarında ise
yabancı yatırımcının sermayeden başka bir katkıda bulunmamasıdır.
Portföy yatırımları kalemi varlık ve yükümlülük ana baslıkları altında;
Hisse Senetleri, Borç Senetleri ayrımında ve sektörel dağılımı da içerecek
şekilde sınıflandırılmaktadır.
iii) Diğer Yatırımlar
Doğrudan yatırım, portföy yatırımları dışında kalan diğer tüm sermaye
hareketleri bu bölümde yer almaktadır. Portföy yatırımlarında olduğu gibi,
varlık ve yükümlülük ayrımında, türlerine ve sektörüne göre alt ayrımlar
bulunmaktadır. Ticari krediler (vadeli mal alım veya satımı seklindeki
krediler), Krediler (Nakit krediler), Döviz mevcutları ve mevduat hesapları,
Diğer varlık ve yükümlülükler.
1.1.1.4. Rezerv varlıklar
Merkez bankasının döviz piyasasına yapmış olduğu müdahalelerin
sonucunda ülkenin uluslararası rezervlerinde meydana gelen değişmenin net
sonucu resmi rezervler hesabında görülür. Bir önceki kısımda da değinildiği
gibi resmi rezervler hesabı esas olarak denkleştirici bir hesaptır ve dış açık
ya da dış fazla oluşması durumunda merkez bankasının döviz piyasasına
müdahalesini yansıtır.
Rezerv varlıklar; parasal altın, özel çekme hakkı (SDR), fon rezerv
pozisyonu,
döviz
rezervleri,
diğer
alacak
haklar
başlıklarında
sınıflandırılmaktadır. Parasal altın rezervleri ülkenin parasal yetkisinin elinde
tuttuğu parasal altın rezervleridir. Özel çekme hakları (SDR) IMF tarafından
yaratılan ve üye ülkelerin kotaları çerçevesinde üye ülke rezerv sağlamak
amacıyla tahsis edilen bir uluslararası rezerv şeklidir.
Döviz rezervleri
12
parasal otoritenin elinde tutuğu ödemelerde hemen kullanılabilecek yabancı
paralar, menkul kıymetler ile yurt dışında geçerli çek, poliçe, senet ve benzeri
ödeme araçlarından oluşmaktadır. Diğer alacak hakları rezerv varlıklar
içerisinde yukarda sınıflananlar dışında kalan diğer rezerv varlıklardır.
Örneğin, bankaların elinde tutuğu rezerv varlıkların parasal yetkilinin
kontrolüne girmesi durumunda bu başlıkta kaydedilir (TCMB,2005:2).
1.1.1.5. Net Hata ve Noksan
Ödemeler bilançosu istatistiklerini muhasebe kayıtları anlamında
denkleştirme amacıyla kullanılan ve tek kalemden ibaret olan bir kayıttır
(Seyidoğlu, 2001: 43).
Ödemeler dengesinin her işlemin iki ayrı işaretle (alacak ve borç
kaydı) kaydedildiği bir muhasebe sistemi olması nedeniyle, ödemeler dengesi
konusu her işlem, mahiyeti itibariyle ilgili kaleme kaydedilirken, karsı kaydının
da bir başka kalemde yer alması, başka bir deyişle, her işlemin eşit değerde
alacak ve borç kayıtlarıyla kaydedilmesi, böylece “Cari İşlemler Hesabı”nın
her zaman “Sermaye ve Finans Hesapları” kalemine mutlak değer olarak
eşit olması gerekmektedir.
Ancak, uygulamada; bu teorik sonuca ulaşmak her zaman mümkün
olmamaktadır. Verilerin değişik kaynaklardan elde edilmesi, değerleme,
ölçme ve kayıt zamanı farklılıkları yaratmakta; sonuç itibariyle oluşan farklar
Net Hata ve Noksan (NHN) kalemine “kalıntı” seklinde yansımaktadır.
Sonuç olarak denge; alacak veya borç kayıtlarının birbirine eşit
olmaması sonucunda ortaya çıkan farkın “Net Hata ve Noksan - NHN”
kalemine yansıması ile gerçekleşmektedir. Diğer bir ifadeyle, NHN kalemi
ayrıca hesaplanan bir kalem olmayıp (+) ve (-) kayıtların arasındaki farktan
oluşan bir kalıntıdır (TCMB, 2005:3).
13
1.2. CARİ İŞLEMLER HESABINA FARKLI YAKLAŞIMLAR
Çalışmanın bu bölümü, cari denge ile makro ekonomik değişkenler
arasında doğrudan veya dolaylı ne yönde bir ilişki vardır sorusunu
açıklamaya çalışılacaktır.
Bir ülkenin belirli zaman dilimi içindeki cari işlemler dengesi
yerleşiklerin yabancı ülkelerin gelir veya üretimleri üzerindeki haklarındaki
artış ile yabancıların yurt içi gelir veya üretim üzerinde benzer şekilde sahip
oldukları haklardaki artış arasındaki fark olarak tanımlanabilir (Obstfeld ve
Rogoff, 1995).
Cari işlemler dengesi ülkenin toplam tasarruf oranı ile yatırım oranı
arasındaki fark olarak ele alınabileceği gibi aynı zamanda (faktör gelirleri
dahil) ihracat ve ithalat arasındaki fark şeklinde tanımlanabilir. Bu iki
tanımlama farklı teorik yaklaşımlara yol açmakla birlikte, birbirlerini
tamamlayıcı nitelikte oldukları söylenebilir (Artis ve Bayoumi, 1989: 4).
Cari
dengeyi
modellemeye
yönelik
yaklaşımlar
temelde
ikiye
ayrılmaktadır. Bunlardan ilki, geleneksel olarak tanımlanan “esneklik”,
“toplam harcama” ve “parasalcı” yaklaşımlardır. İkincisi, cari dengenin
dönemler arası yaklaşımı olup özellikle son yıllarda teorik ve ampirik
çalışmalar da sıkça kullanılmaktadır. Bu yaklaşıma takip eden bölümde
ayrıca değinilecektir. Genel olarak belirtmek gerekirse, üç geleneksel
yaklaşım da şu varsayım üzerine kuruludur: Ekonomideki dış dengesizlik
yurtiçi politikaların bir sonucu olup, çözümü aynı şekilde uygun döviz kuru,
para ve maliye politikası kombinasyonu ile mümkündür. Yaklaşımların
çıkarımında ayrıntılı değinileceği üzere, her biri kendi içinde bazı teorik
zayıflıkları içermektedir.
14
1.2.1. Esneklikler Yaklaşımı
Uluslararası sermaye akımlarının günümüzdeki kadar yüksek hacimli
olmadığı dönemlerde cari işlemlere net dış ticaret akımlarının sonucu olarak
bakmak doğal görünmekteydi. Bu dönemdeki iktisatçılar net ticaret
akımlarının temel belirleyicisinin uluslararası göreli fiyat hareketleri olduğu
görüşü üzerine durmaktaydı. Cari işlemlere esneklikler yaklaşımı olarak
adlandırılan bu görüş, arz ve talebin durağan fiyat esnekliklerinin uluslararası
ticaret akımlarını belirlediğini ileri sürer bu arada geri planda uluslararası
harcama ve gelir düzeylerinin sabit kaldığı varsayılmaktadır.
İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasındaki dönemde ortaya çıkan
esneklikler yaklaşımı gelişmekte olan ülkelerde de politikalara yönelik
tartışmaların önünü açmıştır. 1970’lerin ortasına kadar süren politik
tartışmaları “esneklik karamsarlığı” olarak adlandırılan görüş etrafında
gelişmiştir. Bu kapsamdaki tartışmalar devalüasyonların ülkenin dış ticaret ve
cari işlemler hesabını ne ölçüde iyileştirebileceğini sorgulamaktaydı. Cooper
(1971a, 1971b) çalışmalarında devalüasyonların, söz konusu esnekliklerinin
gerçekten küçük olmasına karşın, örneklem kapsamındaki ülkelerde dış
ticaret ve cari işlemler dengelerini iyileştirmede başarılı olduğunu ileri
sürmüştür (Edwards, 2001:3).
Esneklikler
Yaklaşımı,
cari
işlemler
dengesinin
başlıca
alt
kalemlerinden dış ticaret dengesi üzerinde odaklanmakta olup, göreli
uluslararası fiyatların cari dengeyi belirleyen en temel açıklayıcı değişken
olduğunu varsaymaktadır. Yaklaşım, olası bir devalüasyonun dış ticaret
dengesi üzerindeki etkisini analiz eder.
Dışsal bir şokla karşılaşmış bir ekonominin, cari işlemler açığının
devalüasyon yoluyla azaltılıp azaltılamayacağı sorusuna cevap aramıştır.
Esneklikler yaklaşımında açıkça belirtilmese de sabit döviz kuru rejimi esas
alınmış ve sermaye hesabına ilişkin durumlar yeterince göz önünde
bulundurulmamıştır (Pitchford, 1995).
15
Cari
işlemler
dengesinin
ihracat
ve
ithalat
arasındaki
fark
özdeşliğinden yola çıkan yaklaşım esneklikler yaklaşımıdır. Bu yaklaşım ilk
olarak C.F.Bickerdike, L.Metzer ve J.Robinson tarafından birbirinden
bağımsız olarak geliştirilmiştir. İhracat ve ithalatın piyasalarda arz ve talep
koşulları hakkındaki varsayımlara dayanır. Esneklikler yönünden konuya
yaklaşmak
analizi
doğrudan
döviz
kuruna
bağlar.
Döviz
kurundaki
değişmeler, ceteris paribus, ihracat ve ithalat arz ve taleplerinin intibakını
sağlar (Artis ve Bayoumi, 1989: 102). Esneklikler yaklaşımında uluslararası
harcama düzeyleri ve gelirler sabit tutulurken, talep ve arzın statik fiyat
esneklikleri uluslararası sermaye akımlarını belirler (Obstfeld ve Rogoff,
1994: 146).
Esneklikler yaklaşımı, yurtiçi ve yurtdışı arz esnekliğinin sonsuz
olduğunu varsayar. Yani yurtiçi ithalat ne olursa olsun, malın ithalatçı
ülkedeki fiyatı değişmez. Bu özellik küçük ülke varsayımını ifade eder. Ayrıca
dış ticaret üzerinde gümrük tarifesi ve benzeri kısıtlamaların uygulanmadığı
ve ticaretin ilk olarak dengede olduğu varsayılır (Niheans, 1984: 36). Bunun
yanında devalüasyonun başarıya ulaşabilmesi için devalüasyon sonrasında
yurtiçi fiyatlar sabit kalmalıdır. Devalüasyonun temel amacı, ulusal fiyatlardaki
şişkinliği gidermek yani ulusal paranın aşırı değerlenmesini önlemek ve
ülkenin dış rekabet gücünü yükseltmektir. Eğer devalüasyon sonrasında da
fiyatlar artışını sürdürürse bu amaç gerçekleşmez (Seyidoğlu, 1988: 35).
Devalüasyonun ticaret dengesi üzerindeki etkisi, devalüasyon yapılan
ülkenin ve ticaret ortağı diğer ülkenin arz ve talep koşullarına bağlıdır.
Devalüasyondan iki türlü olumlu etki beklenir. Birincisi ihracat gelirlerini artırıp
döviz kazancı sağlaması, ikincisi ise ithalat gelirlerini azaltması ve döviz
tasarrufu sağlamasıdır. Devalüasyon ilk olarak ülkenin ihracatını yabancı
fiyatlar açısından devalüasyon oranında düşürür. Bu düşen fiyat düzeyinde
ülkenin ihracatına dış talep artar. İhracat acısından ne kadar döviz kazancı
sağlanacağı ihracatın dış talep esnekliği ve ihraç mallarının yurtiçi arz
esnekliğine bağlıdır (Alexander, 1952.78). Burada birbirine ters iki etki vardır.
Birincisi ihracat hacmindeki artışın döviz gelirleri üzerinde doğurduğu olumlu
etkidir. Diğeri ise döviz cinsinden birim fiyatlarının ucuzlaması nedeniyle
16
uğranılan döviz kaybıdır. Devalüasyonun ihracat gelirlerini artırması için
birinci etkinin ikincisinden baskın çıkması gerekir. Bu ise ihraç mallarının dış
talep esnekliğinin birden büyük olmasını gerektirir. İhracatın dış talep
esnekliği ne kadar büyükse o derce yüksek döviz kazancı elde edilecektir.
Ancak bu olanaktan yararlanabilmek için ihracatın dış talebinde artışa paralel
olarak bu malların üretimi artırılabilmelidir. Yani ihraç mallarının arz esnekliği
yüksek olmalıdır (Seyidoğlu, 1988: 42).
İthalat yönünden ise devalüasyon sonrasında önce ithal mallarının yurt
içi fiyatları artar ve böylece ülkenin ithalat talebi azalır. Bu reaksiyonların
ithalat üzerindeki boyutu, yurt içi talep esnekliği ve ithalatın dış arz
esnekliğine bağlıdır (Alexander, 1952.78). Devalüasyonun döviz tasarrufu
sağlayıcı etkisi bakımından, ithalatın yurtiçi talep esnekliği kritik öneme
sahiptir. Bu esneklik yükseldikçe sağlanan döviz tasarrufu artmakta, düştükçe
döviz tasarrufu azalmaktadır. İthalatın dış arz esnekliği ise yüksek olmalıdır.
İthalat talebi azaldığında, ihraç mallarının üretimi kısalabilmelidir. Aksi
taktirde karşı ülke fiyatlarını kırabilir ve devalüasyonun etkileri zayıflar
(Seyidoğlu, 1988: 44).
İhracatın dış talep esnekliğinin ( e x ) yüksek olması, ihracatın
devalüasyona karşı duyarlı olduğunu gösterir. İthalatın yurtiçi talep
esnekliğinin ( em ) yüksek olması da ithalatın devalüasyona duyarlı olması
demektir. Yurtiçi ihracatın ve ithalatın talep esneklik değerinin büyük olması
durumunda, devalüasyon ticaret dengesi üzerinde pozitif doğrudan etkiye
sahip olacaktır. Devalüasyonun ticaret dengesi üzerinde olumlu doğrudan
etkiye sahip olabilmesi için:
e x  em 1
Koşulunu sağlaması gerekmektedir. Bu Marshall-Lerner Koşulu olarak
anılmaktadır. İhracatın dış talep ve ithalatın iç talep esnekliklerinin toplamı
birden yüksek ise devalüasyonun ticaret dengesi üzerindeki doğrudan etkisi
düzeltici olacaktır (Batiz ve Batiz, 1989: 123).
Bu bağlamda, devalüasyon bir ülkenin dış ticaret dengesini düzeltici
etki yapar. Devalüasyonun dış ticaret dengesini iyileştirici bir sonuç
17
doğurması uluslararası iktisat literatüründeki Marshall-Lerner Koşulu’na
bağlıdır. Arz esnekliklerinin sonsuz olması varsayımı altında, bu koşul ithal
mallarının yurtiçi talep esnekliği ( em ) ile ihraç malları dış talep esnekliği ( e x )
toplamının 1’e eşit veya 1’den büyük olması şeklinde ifade edilir (Seyidoğlu,
1998).
Olası bir devalüasyonun, yurtdışı yerleşiklerin ihraç mallarına olan
talebini artırma, yurtiçi yerleşiklerin ise ithal mallara olan talebini caydırma
etkisi nedeniyle dış ticaret dengesini iyileştirmesi beklenir. Bu durumu
görebilmek için mekanizma basit matematiksel fonksiyonlar olarak şu
denklemlerle ifade edilebilir.
X t  X t Rt , Yf t 
(1.1)
M t  M t ( Rt )
(1.2)
Rt  et Pf t / Pd t 
(1.3)
TBt  X t Rt , Yf t   Rt M t ( Rt )
(1.4)
Eşitliklerde, M
ithalatı,
R reel döviz kurunu, TB yurtiçi mallar
cinsinden dış ticaret dengesini, Y f yurtdışı yerleşiklerin gelirini, Pf yabancı
ülke fiyat endeksini, Pd yurtiçi fiyat endeksini, e bir birim yabancı para başına
ulusal para miktarı olarak tanımlanan nominal döviz kurunu sembolize
etmektedir. (1.1) eşitliği ihracat talep, (1.2) eşitliği ithalat talep fonksiyonunu
göstermektedir. (1.3) ise reel döviz kuru eşitliğidir. Üç denklemin birlikte yer
aldığı (1.4) eşitliği ihracat ile ithalat farkı olan dış ticaret dengesidir. Son
denklikten, nominal döviz kuru, dış fiyatların iç fiyatlara oranı ve yurtdışı
yerleşiklerin
geliri
değişkenlerinin
cari
dengeyi
belirlediği
sonucuna
varılmaktadır. Ödemeler bilançosunun yalnızca mal ve hizmet ticaretini
kapsamadığı ve uluslararası sermaye akımlarının önemi nedeniyle (1.4)
eşitliği mevcut yabancı yükümlülüklere faiz ödemelerini de dahil edecek
şekilde yeniden yazılabilir.
18
TBt  X t  X t ( Rt , Yf t )  Rt .M t ( Rt )  rt* .Bt 1
(1.5 )
Bu denklemde, r* dünya reel faiz oranı, B ise toplam yabancı
yükümlülüklerdir. (1.5), esneklikler yaklaşımının cari dengeyi açıklayan temel
kavramlarından nominal döviz kurunun yurtiçi fiyat artışları ( Pd ) ile yurtdışı
fiyat artışları ( Pf ) oranına göre düzeltilmesinden elde edilen reel döviz
kurunu kapsamaktadır. Esneklikler yaklaşımının cari dengenin belirleyicilerini
açıklamadaki bazı yetersizlikleri şu şekilde sıralanabilir. Birincisi, yaklaşım
kısmi olup, ödemeler dengesinin tamamını değil sadece bir kısmını
kapsamaktadır. İkincisi, esneklikler yaklaşımı ana tema olarak her ne kadar
devalüasyonun cari denge üzerindeki etkisini analiz etse de reel döviz kuru
tanımında ticarete-konu olmayan malların rolüne ilişkin açık bir bilgi yer
almamaktadır. Son olarak, yaklaşımın temel önermelerinden biri nominal
devalüasyonun reel devalüasyona eşit olduğu varsayımıdır. Bu yurtiçi
fiyatlarda artışa neden olmayacak uygun bir mali ve para politikası bileşimini
gerektirmektedir. Örneğin, yapılan devalüasyona eğer mali genişleme ve ona
uyumlu bir para politikası eşlik ederse sonuçta yurtiçi fiyat düzeyi artacak ve
ilk devalüasyon dış ticaret dengesi üzerinde ya çok az etki yapacak veya hiç
etki göstermeyecektir. Kısaca, bu yaklaşımın önermelerinde devalüasyonun
sadece gelir etkisi açıklanırken fiyat etkisi göz önüne alınmamıştır (Adedeji
ve diğerleri, 2005, s.40). Yapısalcı gelenekten gelen iktisatçılar gelişmekte
olan ülkelerdeki dış ticaret ve cari işlemler dengesizliklerinin özünde yapısal
etkenlerden kaynaklandığını ve bu dengesizliklerin söz konusu ülkelerin
büyüme imkanlarını ciddi şekilde sınırladığını ileri sürmüştür (Edwards,
2001:6). Bu görüşe göre ülkeler söz konusu dengesizlikleri gidermek için
döviz kuru ayarlamalarına gitmek yerine ithal ikameci politikalar yoluyla
sanayileşmeyi desteklemelidirler. Latin Amerika’da Birleşmiş Milletler Latin
Amerika Ekonomi Komisyonu Genel Sekreteri Raul Prebisch tarafından
savunulan bu görüş Türkiye’de
de Devlet Planlama Teşkilatı tarafından
hazırlanan kalkınma planlarında somutlaştırılmıştır.
19
1.2.2. Toplam Harcama Yaklaşımı
Devalüasyon konusunda esneklik yaklaşımına dayanan geleneksel
açıklamalar
zamanla
yetersiz
eleştirilmeye
başlanmıştı.
bulunarak
Sydney
birçok
Alexander
iktisatçı
esneklikler
tarafından
yaklaşımının
devalüasyonun sadece göreli fiyatlar etkisini dikkate almasını ve gelir etkisini
ihmal etmesini eleştirmiştir. Esneklikler yaklaşımında döviz piyasasının tüm
ekonomi bağlamında bir bütün olarak algılanamaması, dış ticarete giren
malların arz ve talep esneklikleri dışında diğer tüm ekonomik değişkenlerin
sabit varsayılması toplam harcama (absorbtion) yaklaşımının gelişmesine
neden olmuştur (Pitchford, 1995).
Esneklikler yaklaşımı bir ülke milli parasının olası bir devalüasyon
politikası sonucu değerindeki göreli azalmanın ihracat ve ithalat üzerindeki
etkisini incelerken, toplam harcama yaklaşımı aynı politikanın gelir etkisini
içermektedir. Genel olarak, devalüasyonun harcama değiştirici ve harcama
kısıcı yönde iki farklı etkisi beklenmektedir. Her iki etkinin de dış ticaret
dengesi üzerinde düzeltici yönü gözlemlenmiştir (Adedeji ve diğerleri, 2005).
Eğer devalüasyon dış dengeyi etkiliyorsa, bu iki yoldan olabilir. (1) ülkenin
mal ve hizmet üretimini değiştirebilir; bu değişme mal ve hizmetlere yapılan
toplam harcamalarda bir değişmeye neden olur ve dış denge gelirdeki
değişme ile gelire bağlı toplam harcama değişmesi arasındaki fark tarafından
belirlenir. (2) devalüasyon belirli bir reel gelir düzeyinde reel toplam
harcamaların miktarını değiştirebilir (Alexander, 1952: 78-263).
Milli gelir hesaplarından görüleceği üzere, cari işlemler dengesi aynı
zamanda ulusal tasarruf ile yurtiçi yatırım arasındaki farka eşittir. Bu açıdan
bakıldığında tasarruf ile yatırım arasındaki farkın artmasına veya azalmasına
bağlı olarak cari işlemler düzelir ya da bozulur. Diğer bir ifade ile tasarruf,
gelir ile tüketim -kamu harcamaları dahil- arasındaki farka eşit olduğu için,
toplam harcamaların çıktıya göre azalıp artmasına bağlı olarak cari işlemler
düzelir ya da bozulur (Arts ve Bayoumi, 1989; 102). Bu alternatif bakış açısı,
makroekonomik faktörlerin eninde sonunda uluslararası borçlanma veya borç
verme kalıplarını belirlediğini vurgulamaktadır (Obstfeld ve Rogoff, 1994).
20
Esasen toplam harcama yaklaşımı Keynesyen’in milli gelir teorisinin
uluslararsı ekonomiye uygulanmasıdır. Devalüasyon, yurt içi gelir ve fiyatlar
düzeyini ve bu yolla da dış dengeyi etkiler. Bu yaklaşımın en önemli katkısı
dış dengeyi ekonominin genel işleyişi ile bağlantılı olarak açıklamasıdır
(Seyidoğlu, 1996: 34).
Cari dengeye toplam harcama yaklaşımı, dış dengesizliğin mal ve
hizmet harcamalarının kompozisyonunda oluşacak değişiklik suretiyle
giderileceği görüşünü savunur. Keynesyen gelir belirleme modelindeki denge
durumunda, bir ülkenin reel gelir, üretim düzeyi veya toplam üretimi (Y), özel
nihai tüketim (C), kamu kesimi harcamaları (G), yatırım (I), ihracat (X) ve
ithalat (M) bileşenlerinden oluşan toplam harcamaya denktir.
Y  C  I  G  (X  M )
(1.6)
Yukarıdaki eşitlikte (C+I+G) bileşeni tek bir terim olarak toplam yurtiçi
harcama (A) olarak tanımlanırsa (1. 6) şu şekli alır:
Y  A  (X  M )
(1.7)
(1.7) eşitliği yeniden aşağıdaki biçimde ifade edilebilir.
(X  M )  Y  A  Y  C  G  I
(1.8)
(1.8) eşitliğine göre, dış ticaret açığının iyileşebilmesi için ülkenin ya
üretim düzeyini (Y) artırması ya da yurtiçindeki toplam harcama düzeyini (A)
azaltması gerekir. Bu çıkarım, ülke ekonomisinin istihdam durumuna göre iki
şekilde yorumlanabilir. Bu noktada devalüasyon yapılan ülkede tam istihdam
veya eksik istihdam durumunun varlığı önem kazanır. Ülkede istihdam
edilmemiş kaynaklar varsa, devalüasyonun gelir üzerindeki etkisi lehte
olacaktır (Alexander, 1952: 263). Ekonominin eksik istihdamda faaliyet
gösterdiği durumda net ihracattaki artışa üretim artışı eşlik edebilir. Burada
21
önemli olan nokta, üretimdeki artışın yurtiçi harcamadan daha büyük oranda
artması gereğidir. İkinci durumda, yani ekonomi tam istihdam düzeyinde ise
üretim daha fazla artırılamaz ve net ihracatı artırabilmenin tek yolu yurtiçi
toplam harcamayı kısmak olur. Böyle bir durum ise elbette para ya da maliye
politikası yoluyla yurtiçi harcamanın baskı altına alınmasını gerektirir.
Bu amaca yönelik seçim ise döviz kuru politikasıdır. Talebin baskı
altına alınmasının mümkün olmadığı durumda, devalüasyonla kazanılan fiyat
avantajı, yurtiçi fiyatlar seviyesinin ülkeyi önceki rekabetçi konumuna geri
götürecek şekilde yükselmesiyle kaybolur. Dolayısıyla, devalüasyon gibi
harcama kaydırıcı politikaların amaçlanan etkilere sahip olabilmesi için
mutlaka daha sıkı maliye ya da para politikaları gibi harcama kısıcı
önlemlerle desteklenmesi gerektiği görüşü kabul görmüştür. Diğer bir
ifadeyle, ekonomi tam istihdam durumundayken yurtiçi harcama kısılarak
kaynaklar serbest bırakılmalıdır. Devalüasyondan kaynaklanan göreli fiyat
değişiklikleri, boşta kalan kaynakların ihracat sektörüne tahsis edilmesine ve
harcamanın ithal mallardan yerli mallara kaydırılmasına yol açacaktır (Tiryaki,
2002).
Toplam harcama yaklaşımına getirilen başlıca eleştiri, devalüasyonun
sadece gelir etkisi açıklanırken fiyat etkisinin nasıl olduğuna dair politika
önermesinde bulunmamasıdır. Ayrıca, yaklaşım cari tüketimin cari gelirle
bağlantısını
açıklamaya
yönelik
dönemlerarası
kavrama
da
yer
vermemektedir. Bu eksiklik esneklikler yaklaşımı için de aynı şekilde
geçerlidir.
1.2.3. Parasalcı Yaklaşım
Parasalcı yaklaşımın temel mantığı, ödemeler dengesinin özünde bir
parasal olay olup, para piyasalarındaki dengesizliğin aynı şekilde ödemeler
dengesindeki cari açık veya fazla şeklindeki dengesizlikle bağlantılı olduğu
önermesidir.
22
Jan Polak’ın geliştirdiği Polak Model ile Uluslar arası Para Fonu’nun
diğer çalışmaları sonucunda ödemeler dengesine parasalcı yaklaşım
geliştirilmiştir (Trap, 1994: 64). Parasalcı yaklaşım ödemeler dengesinin hem
cari işlemler dengesini hem de sermaye hareketlerini birlikte ele alıyordu.
Cari işlemler dengesindeki açıkların
para arzı ile para talebi arasındaki
dengesizliklerin sonucu olduğunu savunuyorlardı.
Modele göre örneğin, Merkez Bankası için harcamaları genişletmek
için piyasadaki nominal para arzını arttırsın. Reel talebin üzerindeki para ile
ya mal ve hizmet satın alınacak ya da tahvil hisse senedi gibi değerli
kağıtlara yatırım yapılacaktır. Mal ve hizmetlere yapılan harcamalar ithal
mallarına olan talebi artıracaktır. Dolayısıyla ithal mallarına olan talep artışı
ile birlikte yabancı menkul kıymetlere yapılan yatırımlar nedeniyle döviz
harcamaları artacaktır. Başlangıç durumunda ülkede dış denge sağlanmış
varsayılırsa nominal para arzındaki artıştan sonra dış denge bozulacaktır
(Seyidoğlu, 1996: 367). Parasalcı görüşe göre devalüasyonun dış denge
üzerindeki etkileri geçicidir. Dış denge ancak yurt içi parasal denge sürdükçe
sağlanabilir. Parasal denge bozulduğunda dış dengede ortadan kalkar.
Devalüasyon uzun dönemde reel ekonomik değişkenler üzerinde etkide
bulunmaz, yalnızca yurt içi fiyatlar düzeyini yükseltir.
Açık bir ekonomi varsayımı altında, yaklaşım en basit haliyle şu
eşitlikle gösterilebilir.
M t  NFAt  NDAt
(1.9 )
Burada M en geniş haliyle para stokunu, NFA net dış varlıkları, NDA
ise yurtiçi finansal sistemin net iç varlıklarını göstermektedir.
Yukarıdaki eşitlik değişkenlerin büyüme oranını gösterecek şekilde
uyarlanıp yeniden yazılırsa, şu şekli alır:
NFAt / NFAt  M t / M t  NDAt / NDAt
(1.10)
23
(1.10) eşitliği, net dış varlıklardaki değişmenin toplam para stoku (akım
değişimi) ile yurtiçi finansal varlıklar (para arzının yurtiçi bileşeni) değişiminin
farkını gösterir.
Ödemeler dengesi bilançosu en temel şekilde cari işlemler hesabı
(CA), sermaye ve finans hesabı (KA) ve resmi rezervlerden oluşmaktadır. Bu
tanım aşağıdaki eşitlikle gösterilebilir.
NFAt  CAt  KAt
(1.11)
Net dış varlık (net rezerv) değişmelerinin sıfır olması ancak cari
işlemler dengesindeki bir açığın (fazlanın) sermaye bilançosundaki bir
fazlalıkla (açıklıkla) karşılanması gerekir. Bu en genel tanımıyla ödemeler
bilançosunun denkliğinin sağlanabilmesi koşuludur. Burada Türkiye için daha
ayrıntılı bir tanım yapmak gerekirse, ödemeler dengesi altında yer alan “cari
işlemler hesabı”, net hata ve noksan kalemi dikkate alınmadığında, Merkez
Bankası’nın muhabir hareketlerini gösteren döviz rezervlerindeki değişimin
de dahil edildiği sermaye ve finans hareketleri dengesine mutlak değer olarak
eşittir. Uluslararası iktisat literatüründeki genel gösterimi takip açısından
konunun ayrıntılarına girmek yerine sade bir eşitlikle yazılması tercih
edilmiştir.
Parasalcı
yaklaşım,
politika
kararlarının
cari
işlemler
dengesi
üzerindeki stok ve akım değişkenlerinin uzun vadedeki etkileşiminden
kaynaklanan etkileri göz ardı ettiği için yalnızca kısa vadedeki etkiyi
açıklamaktadır. Örneğin, genişletici bir maliye politikası uygulanması ilk
aşamada ülkenin para biriminin reel olarak değer kazanmasına, dolayısıyla
cari işlemler açığına ve sermaye girişine neden olur. Uzun dönemde ise bu
durumun sürmesi ülkenin dış yükümlülüklerinin ve dolayısıyla net dış borç
servisinin de yükselmesine yol açar. Böyle bir durumda hem dış borç
servisini yerine getirebilmek hem de mevcut cari işlemler dengesini
koruyabilmek için dış ticaret dengesinin iyileşmesi gerekmektedir. Böylelikle
ilk aşamada reel olarak değer kazanan yerli para biriminin zamanla değer
24
kaybetmesi zorunlu hale gelmektedir (Tiryaki, 2002). Yaklaşımın parasal bir
genişlemenin hem iç hem de dış dengesizliği açıklamakta yararlı olduğu
gerçeği göz ardı edilemezse de cari dengenin temel belirleyicileri olan reel
döviz kuru, dış ticaret hadleri gibi değişkenlerin rolünü açıklamakta yetersiz
kalmaktadır.
Durağan bir yapıya sahip olan model, özellikle sabit döviz kuru rejimi
uygulayan açık bir ekonomiye uygulanabilir varsayımları içermektedir.
Kısaca, yaklaşım ödemeler dengesinin parasal bir değişmeye nasıl
uyarlandığını açıklarken, prensip olarak cari dengenin hangi mekanizmalar
üzerinden belirlendiği konusunu açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
Model 1990’lı yıllarda Uluslar arası Para Fonu uygulamalarında etkili
olmuş, Arjantin’de uygulanan para kurulu uygulaması ve 1999 yılında
Türkiye’de uygulanan döviz kuruna dayalı istikrar programı da ödemeler
dengesine parasalcı yaklaşımın bir şeklidir.
1.2.4. Dönemlerarası Yaklaşım
1970’li yılların ikinci yarısından itibaren özellikle petrol şoklarının
etkisiyle pek çok ülke ödemeler dengesindeki ciddi sıkıntılar yaşamaya
başladı. Bu durum karşısında politika yapıcılar cari işlemler dengesindeki
sıkıntıların kaynağını giderici çalışmalar yapmak zorunda kaldılar. Sonuçta
ödemeler dengesi kavramına artık sadece ticari akımlar olarak değil,
dönemler arası bakış açısı da yerleşmeye başladı. Öncelikle kavramsal
olarak cari işlemler açığı bir ülkedeki tasarruf yatırım açığına eşitti ve yatırım
kararlarının dönemler arası bir niteliği vardı. Bu yaklaşım toplam harcama ve
esneklikler görüşlerinin bir sentezini sağlaması yanında, göreli fiyatların
makroekonomik belirleyicilerini hesaplamakta, cari ve gelecekteki fiyatların
tasarruf ve yatırımlar üzerindeki etkilerini analiz etmektedir. Gelecekteki
verimlilik artışı, hükümet harcama talepleri, reel faiz oranları vs. hakkındaki
bekleyişlere dayalı ileriye dönük hesaplamalardan doğan özel tasarruf ve
25
yatırım kararlarını, hatta bazen hükümet kararlarını dikkate alarak toplam
harcama yaklaşımını genişletmektedir. Çünkü gerek özel sektörün tasarruf
yatırım kararı almasında, gerekse kamu sektörünün harcama yatırım
kararlarında, gelecek dönemlerinde beklenen verimlilik artışları, kamu
harcamalarına yönelik talep, reel faiz oranları gibi ileriye dönük hesaplamalar
etkin olmaya başlamıştır (Obstfeld ve Rogoff, 1994:142). Bu bakış açısı ile
cari işlemler dengesindeki açıkların yatırım artışlarından kaynaklanması
durumunda söz konusu açığın önemli olmadığı biçiminde yaklaşımlarda
oluştu (Sachs,1981).
Böyle bir yaklaşımı geliştirme gereği, dünya sermaye piyasalarında
yaşanan olaylar, özellikle petrol fiyat artışlarını izleyen önemli cari işlem
dengesizliklerinden doğmuştur.
Sanayileşmiş
ve
sanayileşmekte olan
ülkelerde cari işlem intibaklarının farklı kalıpları, dış şoklara optimal dinamik
cevapların dönemlerarası tanımlaması sorununu ortaya çıkarmıştır. Ne Klasik
parasal modeller ne de Keynesyen modeller bu soru üzerine güvenilir
açıklamalar getirememiştir. Ayrıca birinci petrol şokundan sonra gelişmekte
olan ülkelere verilen banka kredilerinin ani artışı, borçlu ülkelerin dış borç
düzeylerinin sürdürülemez hale gelmesi endişesini doğurmuştur. Gelişmekte
olan ülkelerin borç düzeylerini değerlendirme ihtiyacı, doğal olarak bir
dönemler arası optimal cari işlemler açığı görüşüne yol açmıştır (Obstfeld ve
Rogoff, 1994:142).
Dönemlerarası yaklaşım 1980’li yılların başlarında Buiter, Sachs,
Svensson ve Razin ve diğer bazı çalışmaların sonucunda yaygın hale
gelmiştir. J.Sachs, cari işlem hareketlerinin dinamik bir makroekonomik
model içinde analiz edilmesi gerektiğini savunmuştur. Buna göre cari işlem
fazla veya açıkları, net ulusal tasarruf ya da borçlanmayı gösterir ve bu
nedenle hane halkları, firmalar ve hükümetlerin dönemler arası seçimlerinin
bir sonucudur. Statik bir ithalat-ihracat dengesini tanımlayan tek dönemli bir
teori, tek dönemli bir tasarruf ya da yatırım teorisi kadar anlam ifade eder.
Cari
işlem
gelecekteki
dengesizlikleri
olaylar
dönemler
hakkındaki
arası
bekleyişler;
belirlenmesinde önemli bir faktör olmuştur.
seçimleri
fazla
yansıttığından,
veya
açıkların
26
Cari işlemlerin tek dönemli belirlenişini izleyen bir yaklaşımın eksikliği
cari işlemler dengesinin toplam harcama formundan anlaşılabilir. Tasarruf ve
yatırımın modern teorilerine göre, cari şoklara tüketim ve yatırımın tepkileri,
bu şokların gelecekte ekonomik değişkenleri nasıl etkileyeceği beklentisine
bağlıdır. Bunların cari işlem dengesi üzerindeki etkilerini tahmin etmek için,
geçici olup olmadığı ve beklenip beklenmediği cevaplandırılmalıdır. İthalat ve
ihracat talep fonksiyonlarına dayalı cari işlem hareketlerinin tahmininde
kullanılan geleneksel yaklaşım, bu karmaşıklıktan kaçıyormuş gibi görünse
bile gerçekte bunu başaramamıştır (Sachs, 1981:68).
Bu yaklaşımda ajanların ileriye dönük davranışları önemli anlamlar
içermektedir. Ceteris paribus, gelir yönündeki bir artış, aynı zamanda cari
işlem açıklarına yol açar ki sonuçta cari işlem fazlaları bunu izleyecektir.
Geçici şoklar sürekli şoklardan farklı etkilere sahip olacaktır. Gelirdeki geçici
bir azalma, tüketimi desteklemek için açıktaki bir artış veya fazladaki bir
azalma tarafından kapanırken; sürekli bir gelir azalması tüketimin tam olarak
yeniden intibakını gerçekleştirecektir (Artis ve Bayomi, 1989: 102)
Genel bir bakışla dönemler arası modellerin bazı ortak varsayımlarını
şöyle özetleyebiliriz. Küçük açık bir ekonominin basit mal bileşimini üretip
tükettiği ve serbestçe ticaret yaptığı göz önüne alınır. Aynı zamanda
uluslararası aktif değişiminin de serbest olduğu varsayılır. Ekonominin
serbestçe diğer ekonomilere borç verebileceği ya da bunlardan borç
alabileceği kabul edilir. Uluslararası tam sermaye hareketliliği altında,
tüketiciler hem yurt içi hem de yabancı sermaye piyasalarını kullanırlar.
Sachs gibi birçok çalışma, yaşam döngüsü tasarruf modelini kullanır. Buna
göre kişi ilk çalışma yıllarında borçlanır, daha sonra emeklilik dönemi için
tasarruf etmeye başlar ve emeklik yıllarında ters tutum sergiler. Yaşam
döngüsü hipotezi, ajanların ileriyi görme yetenek ve isteklerinin olduğunu
varsayar;
bu
nedenle
cari
kararlar
ileriye
dönük
kararlar
olarak
nitelendirilebilir.
Bunun yanında, tanımlanan modeller bireysel karar alıcılarının içinde
bulundukları ekonomik çevre hakkında mükemmel öngörüye ve tam bilgiye
sahip olduklarını göz önüne alır. Bu çerçevede tüketim, dönemler arası
27
optimize edici bir yapı içinde ele alınır. Temsili bir tüketici, dönemler arası
bütçe kısıtlaması altında, bekleyişlerine göre tüketimini ayarlar.
Obstfeld ve Rogoff (1997)’de cari işlemler dengesinin dönemler arası
yaklaşımına yönelik modelleri incelemiştir. Cari açığa ilişkin yaklaşımlarını
rasyonel birey ya da firmaların gelecek dönemler boyunca alacakları tüketim
kararlarına benzetmişlerdir. Bu modellere göre cari işlem açığı aşağıdaki
biçimde formüle edilebilir (Obstfeld ve Rogoff, 1997; Razin ve Svensson,
1983; Frenkel ve Razin, 1987; Edwards, 1989).
CADt  Bt 1  Bt  (Yt  Yt * )  ( I t  I t* )  (Gt  Gt* )
(1.12)
Yt cari dönem milli gelir, I t yatırım ve Gt kamu harcamalarını Yt * , I t*
ve Gt*
ise söz konusu değişkenlerin hayat boyu toplam değerlerinin
ortalamasını (uzun dönem beklenen değer) ve Bt ülkenin net dış varlıklarını
ifade etmektedir.
Denklem (1.12 ) bakıldığında; milli gelir ( Yt ) uzun dönem beklenen
milli gelir değeri aştığında ( Yt > Yt * ), cari işlemler dengesinde iyileşme
olmaktadır, çünkü ekonomide tüketim düzgünleştirmesi vardır, geçici gelir
artışları tüketime yönelmez, tasarruf edilir. Bunun sonucunda ise net dış
varlıklar Bt artar. Bununla birlikte yine tüketim düzgünleştirmesi gereği, gelir
uzun dönem düzeyinin altına düştüğünde cari denge bozulur, tüketim gelir
kadar azalmaz, gelir ile tüketim arasındaki fark dış borçlanma ile giderilir ve
net dış varlıklar Bt azalır.
Yatırımda uzun dönem beklenen değerini aşan bir hızlanma
olduğunda cari denge bozulur. Çünkü tüketim kısılmak istenmeyeceğinden
yatırımların finansmanı borçlanma yoluyla sağlanacaktır.
Kamu harcamalarında da benzer şekilde beklenenin üzerinde bir artış
olduğunda cari denge bozulacak ve açık ortaya çıkabilecektir.
28
Şimdiye kadar yapılan analizde faiz oranlarının sabit olduğu varsayımı
yapılmaktaydı, eğer faiz oranlarının değişken olduğu kabul edilirse denklem
aşağıdaki gibi ifade edilebilir (Obstfeld ve Rogoff, 1994 :11).


CADt  (rt  rt* ) Bt  (Yt  Yt* )  ( I t  I t* )  (Gt  Gt* )  1  1 /(  /  )  (rt* Bt  Yt*  I t*  Gt* )
r dünya faiz oranı, B net yabancı varlık pozisyonunu,α ileriki bir t
zamanında gerçekleşecek tüketim için geçerli yurt dışı piyasa iskonto oranını,
β tüketicilerin kişisel iskonto oranını ve σ ise dönemler arası ikame
esnekliğini ifade etmektedir. *
işareti söz konusu değişkenlerin, zaman
sonsuza giderken sabit faiz oranıyla şimdiki değerinin bulunması yoluyla
hesaplanan kalıcı değerlerini göstermektedir.
Yukarıdaki eşitlikten önemli çıkarımlar yapmak mümkündür. Bunlardan
ilki ülkenin dış borçluluk konumunu gösteren net dış varlık pozisyonuyla
ilgilidir. Eğer ülke dış aleme karşı net borçlu konumda ve dünya faiz oranları
kalıcı değerinden yüksekse, artan dış borç faiz ödemeleri cari işlemler
dengesini bozucu yönde etkide bulunacaktır. Eğer ülkedeki yerleşikler net
olarak yabancı varlık sahibi iseler, geçici olarak yüksek faiz oranları cari
işlemler hesabını iyileştirici etkide bulunacaktır.
Eşitlikten çıkarılabilecek ikinci sonuç, üretim düzeyi kalıcı değerinden
yüksek olduğu durumda, tüketimin dönemler arasında ikame edilmesi
dolayısıyla cari işlemeler dengesinin iyileşmesidir. Benzer şekilde, hükümet
harcamaları ya da yatırımlar kalıcı değerlerinin üzerine çıkarsa daha büyük
bir cari işlemler açığı verilir. Diğer bir deyişle, özel kesim, normalin üstünde
hükümet ya da yatırım harcamaları ile karşı karşıya kaldığında tüketimini
koruyabilmek için dış borç kullanacaktır. Örneğin, yeni yatırım projeleri
kısmen dış borçlanma yoluyla finanse edilebilir ki böyle bir durum daha büyük
bir cari işlemler açığına sebep olacaktır.
Bu noktada, tüketimin dönemler arası ikamesi hakkında önemli bir
uyarıda bulunmak yararlı olacaktır. Tüketimin dönemler arası ikamesi,
Modigliani-Miller
uyarlanmış
Yansızlık
haline
Teoreminin
dayanmaktadır.
uluslararası
Şöyle
ki:
makroekonomiye
Uluslararası
sermaye
29
piyasalarına tam olarak erişimi olan bir ülkede sabit sermaye yatırımlarının
yerli ya da yabancı sermaye ile yapılmış olması tamamen yansızdır, çünkü
her iki durumda da yatırımın getirisi uluslararası piyasalarda geçerli olan riske
göre ayarlanmış denge getiri oranı ile hesaplanmalıdır. Diğer bir deyişle,
yatırım projelerinin net şimdiki değerinin pozitif olması koşulu sağlandığında
finansmanın coğrafi kaynağı önemsizdir (Knight ve Scacciavillani, 1998).
Dünya faiz oranının kalıcı değeri olan r * düzeyinden sapması cari
işlemler dengesini ülkenin net dış borçluluk durumuna göre etkilemektedir.
Eğer ülke dış aleme karşı net olarak borçlu durumda ise ( Bt >0)
faiz
oranlarında kalıcı değere göre bir artış söz konusu olduğunda ülkenin cari
işlemler dengesi kötüleşecektir.
Son olarak, eşitliğin son terimi, söz konusu ülkenin tüketim için
sabırsızlığını
ölçen
β
parametresine
bağlı
olarak
tüketim
eğilimini
yansıtmaktadır. Ülkenin tüketim için dünyanın geri kalanına göre ortalama
olarak daha sabırsız olduğu durumda, β dünya faiz oranlarının gelecekte
alacağı değerden daha düşük olmaktadır. Bu durum (  /  ) 
ifadesinin
birden küçük olmasına yol açar. Böyle bir durumda, ülke şimdiki zamanda
daha çok tüketebilmek için ithalat yapar ve dolayısıyla cari işlemler açığı
artar, dış borçlar artmaya başlar, tüketim de zamanla azalma eğilimi gösterir.
Tüketim
için
ortalama
olarak
daha
sabırsız
olan
taraf
yabancılar
olduğundaysa (  /  )  ifadesi birden büyük olur. Böyle bir durumda sabırsız
yabancıların tüketimini karşılayabilmek için ülkenin cari işlemler dengesi fazla
verme eğiliminde olur ve tüketim zaman içinde yukarı doğru hareket gösterir.
(Obstfeld ve Rogoff, 1994:12). Tüketimin zaman içinde aşağı ya da yukarı
yönlü hareket etme eğilimi (tüketimin dönemler arasında ikamesi) ekonominin
kalıcı kaynaklarıyla ve sermayenin uluslararası hareketlilik derecesiyle
orantılıdır.
30
1.3. CARİ İŞLEMLER DENGESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Cari işlemler dengesinin en önemli özelliği, uluslararası ekonomik
ilişkiler ile milli gelir arasında doğrudan bağlantı kurmasıdır (Seyidoğlu, 2001:
46). Dış ticaret fazlası olduğu durumlarda, ekonomide toplam harcama
genişlemekte ve istihdam düzeyi artmaktadır. Buna karşın, dış ticaret açığı
olduğu durumlarda ise toplam talep azalmakta ve istihdam düzeyi
düşmektedir.
Bir ülkenin belirli bir zaman dilimi içerisindeki cari işlemler dengesi,
yerleşiklerin yabancı ülkelerin gelir ve üretimleri üzerindeki haklarındaki artış
ile yabancıların yurt içi gelir veya üretim üzerinde sahip oldukları haklarındaki
artış olarak tanımlanabilir (Obstfeld ve Rogoff, 1994:194). Dolayısı ile bir
ülkenin sadece dış ticaret bilançosuna bakmak suretiyle ülkenin uluslararası
ekonomik ilişkilerinin ne düzeyde olduğunu yorumlamak yanıltıcı olacaktır. Bir
kere dış ticaret açıkları yüksek olan bir ülkede görünmeyenler kaleminin fazla
vermesi cari açığın tutarını aşağı çekecektir. Ülkemizde de bu durum söz
konusudur. Bunun yanında karşılıksız transfer hesabının da fazla vermesi
yine dış ticaret açıklarının cari açığa daha az yansımasına neden olacaktır.
Ülkemizde yurt dışında çalışan vatandaşlarımızın gönderdikleri dövizler bu
konuda en güzel örnektir.
Cari işlemler dengesi içinde dış ticaret dengesi (ihracat-ithalat), turizm
gelir gider dengesi, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri, yurt dışından işçi
dövizleri ve faiz ödemeleri ile kar transferleri kalemleri bulunur. Dolayısıyla
cari işlemler dengesi esasen ekonominin reel kesiminin mal ticareti ve üretici
faktörlerinin döviz gelir ve giderlerinin dengesini vermektedir. Kamuoyunda
daha çok kullanılmakta olan dış ticaret açığı kavramından daha geniş bir
tanımlama içermekte olduğundan, bir ülkenin döviz açığının belirlenmesinde
de önemli bir gösterge olarak değerlendirilmektedir.
Dış ticaret hadleri, ülke ekonomisinde uygulanan mali politikalar, döviz
kurları ve servet etkileri cari işlemler dengesini etkileyen başlıca faktörlerdir.
31
1.3.1. Dış Ticaret Hadleri
Net dış ticaret hadleri kavramı, ihracat fiyatlarının ithalat fiyatlarına
oranını ifade eder. Dış ticaret hadleri birkaç değişik şekilde tanımlanmaktadır.
İthalat ve ihracatın hacim indekslerinin birbirine oranı, gayri safi değişim dış
ticaret hadleri biçiminde anılırken, net dış ticaret hadleri ile ihracat hacim
indeksinin çarpımı sonucu bulunan oran gelir ticaret hadlerini gösterir. Bunun
yanında ithalat ve ihracat kesimindeki verimlilik değişimlerini yansıtan faktör
ticaret hadleri de zaman zaman kullanılabilmektedir.
Net Dış Ticaret Haddi:
TT  PX / PM
(1.14)
Burada TT: Ticaret Hadleri, PX : ihracat fiyatları endeksi, PM : ithalat
fiyatları endeksini gösterir.
Denklem (14 ) ‘den açıkça görüleceği gibi, ithalat fiyatları sabitken
ihracat fiyatlarının düşmesi veya ihracat fiyatlarında bir değişme olmaksızın
ithalat fiyatlarının yükselmesi durumunda ya da ithalat fiyatlarının ihracat
fiyatlarından fazla artması halinde ticaret hadleri ülkenin aleyhine döner ya da
bir başka değişle bozulmuş olur.
Ticaret hadlerindeki değişmelerin harcama, tasarruf ve cari işlemler
dengesi üzerindeki etkilerin incelenmesi açık ekonomi literatüründe uzun bir
geçmişe sahiptir. Bu konudaki ilk çalışmalar Harberger- Laursen-Metzle
(HLM) etkisini temel almıştır. Bu görüşe göre ticaret hadlerindeki bir bozulma
reel geliri azaltır ve belirli bir nominal gelir düzeyinde tasarrufu düşürür. Eğer
yatırım, mali politikalar ve nominal gelir sabit ise, azalan tasarruf düzeyi
ülkenin cari işlem dengesizliğinde bir genişleme anlamına gelecektir. Bu
nedenle HLM etkisi, ticaret hadlerinde ortaya çıkan bozulmanın cari işlemler
dengesinde bir bozulmaya neden olacağını belirtmektedir (Ostry, 1988: 73).
Yetmişli yıllarda başlayan petrol fiyatlarındaki artışlardan sonra, ticaret
hadlerinin makroekonomik etkileri yeniden ele alınmaya başlamıştır. Birçok
gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ticaret hadlerinde büyük değişmelerle karşı
32
karşıya kalmıştır. Ara giderler ve nihai malların göreli fiyatlarında önemli
değişmeler ortaya çıkmıştır.
Harberger-
Laursen-Metzle
etkisi
birçok
karanlık
noktayı
aydınlatmasına rağmen, ticaret hadlerinin harcama, tasarruf ve cari işlemler
üzerinde etkilerinin tam bir analizini sağlamada başarılı olamamıştır. Bu
yaklaşım dönemlerarası fayda maksimizasyonu davranışına uygun tatmin
edici bir tasarruf teorisinden yoksundur (Svensson ve Razin, 1983: 97).
Sachs, Svensson ve Razin, ile Person ve Svensson gibi birçok çalışmada
cari işlemler dengesi dönemlerarası bir çerçevede ele alınmıştır. Bireylerin
ileriye dönük harcama ve tasarruf kanalları, yaşam boyu bütçe kısıtlamasına
bağlı dönemlerarası fayda maksimizasyonundan türetilmiştir (Ostry, 1988:
73). (Person ve Svensson, 1985: 43)
Ticarete konu olan iki tür mal vardır: yerli mallar ve yabancı mallar.
Ülke yerli malları üretip ihraç ederken, yabancı mal ithal eder. Her dönemde
ekonomi belli bir fiyat düzeyinde (yabancı mallar cinsinden yerli malları)
serbestçe ticaret yapılabilir. Benzer şekilde belirli faiz oranında uluslararası
kredi piyasalarından borçlanabilir ve borç verebilir. Ülkede sadece yerli mallar
üretilir. Bu varsayımlar altında yalnız geçici ve sürekli şoklar değil aynı
zamanda beklenen ve beklenmeyen şoklar farklı etkilere sahiptir.
Bu çalışmaların sonuçlarına göre, dış ticaret hadlerinde sürekli bir
bozulma ilk olarak sürekli denge durumu varsayımı altında cari işlemler
üzerinde geniş bir etkiye sahip olmayacaktır. İthal edilebilir malların göreli
fiyatlarında sürekli bir artış, hem reel gelir hem de reel harcamaları yaklaşık
olarak aynı miktarlarda azaltacağı için cari işlemler dengesi değişmeyecektir.
Buna karşın ticaret hadlerinde geçici bir bozulma cari işlemler üzerinde
belirsiz bir etkiye sahip olacaktır. Bir yandan tüketimi azaltma güdüsü,
ajanları reel gelirdeki geçici bir azalma karşısında harcamalarını devam
ettirmeye zorlar. Bu güç, eğer geçici bozulma cari dönemde oluşmuşsa, cari
işlem pozisyonunun bozulmasına yol açar. Fakat eğer ticaret hadleri şokunun
gelecekte olması bekleniyorsa, bugünkü cari işlemler üzerinde bir iyileşmeye
neden olur.
33
Diğer yandan, geçici bir cari (beklenen) ticaret hadleri bozulması
bugünkü tüketimin gelecekteki tüketim açısından maliyetini artırır (azaltır).
Geçici bir cari (beklenen) ticaret haddi bozulması ile birlikte ortaya çıkan
tüketime dayalı reel faiz oranında artış (azalış) tasarrufu teşvik eder (azaltır).
Bu nedenle cari şok durumunda cari işlemler dengesini iyileştirici ve gelecek
şok durumunda bozucu etki ortaya çıkmaktadır. Bu dönemler arası ikame
etkisidir.
Geçici ticaret hadleri şokundan kaynaklanan cari işlemler üzerindeki
net etki, bu iki etkiden (tüketimin azaltılması güdüsü ve dönemler arası ikame
etkisi) hangisinin daha güçlü olacağına bağlıdır (Ostry, 1988: 73). Bu
çalışmada küçük açık bir ekonomide dönemler arası optimize edici genel
denge modeline ticarete konu olmayan mallar dahil edilerek, ticaret haddi
şoklarının ticaret dengesi üzerindeki etkileri ele alınmıştır. Buna göre ticaret
dengesinin ticaret haddi dengesine cevabı iki kısma ayrılır: (i) Reel döviz kuru
sabit tutularak ticaret hadlerinin etkileri dikkate alınır. Bu doğrudan etkidir. (ii)
Bunun yanında ticaret hadleri değişmesine reel döviz kurunun cevabı ve reel
döviz kurunun ticaret dengesi üzerinde geri besleme etkisi aracılığıyla ortaya
çıkan dolaylı etki söz konusudur (Ostry, 1988: 73).
Ticaret hadlerinin denge reel döviz kurunu değiştirmesini sağlayan üç
yol vardır: (i) İthal mallarının göreli dünya fiyatlarındaki değişme ya da yurtiçi
fiyatları etkileyen politika uygulamalarından ortaya çıkan bir ticaret haddi
değişmesi, dönem içinde mallar arasında ikameye yol açar. Örneğin cari
dönemde bir ticaret haddi bozulması, eğer bu iki mal Hicksgil ikame malı ise
ticarete konu olmayan malların tüketiminin artmasına ya da net tamamlayıcı
mallar ise tüketimin azalmasına yol açar (fayda düzeyi ve refah sabitken). Bu
dönemsel ikame etkisidir. (ii) Eğer ithal mallarının göreli fiyat artışı cari
dönemle sınırlı ise, aynı zamanda tüketime dayalı reel faiz oranı artar. Bu
geçici bir ticaret haddi bozulması olduğundan, tüketime dayalı fiyat endeksini
artırır; oysa bir sonraki dönemde ithal malı fiyatları sabit kabul edildiğinden
gelecekteki fiyat endeksi sabittir. Bugünkü fiyat endeksinin bir sonraki dönem
fiyat endeksine oranı artar.
34
Böylece cari tüketimin gelecekteki tüketime göre maliyeti artırmış olur.
Bu, toplam harcamaların cari dönemden bir sonraki döneme ikame
edilmesine neden olur. Dönemler arası göreli fiyat değişmelerinden ortaya
çıkan gelecekteki tüketimin artışı ve bugünkü tüketimin azalışı, diğer faktörler
sabitken, dönemler arası ikame etkisidir. (iii) Dönemsel ve dönemler arası
etkilere ilave olarak, ithal malı fiyatının artması refahı azaltır. Refah etkisinin
boyutu ilk ticaret haddi oranında ithalatın hacmine bağlıdır (Ostry, 1988: 73).
Ostry’nin sonuçlarına göre, ticaret haddi üzerinde geçici şokların
etkileri iki faktöre bağlıdır: (i) dönemsel ve dönemler arası ikame
esnekliklerinin göreli büyüklüklerine, (ii) Dönemler arası ikame esnekliği ve
ithalatın ithal edilebilir mal tüketimine oranının göreli büyüklüğüne. İlk faktör
zaman içinde reel döviz kurunun zaman profili (bu reel faiz oranı ve böylece
reel harcama ve ticaret dengesinin temel belirleyicisidir) üzerinde ticaret
haddi değişiminin etkisini belirler. İkincisi ise reel döviz kuru sabitken ticaret
haddi değişmesinin ticaret dengesi üzerindeki etkisini tayin eder. Reel döviz
kuru, ticaret haddi şoklarının cari işlemler üzerine aktarımında önemli bir
değişkendir.
Sürekli şokların analizinde ise, ilk ticaret dengesi pozisyonu ile
dönemsel ikame esnekliği ve ithalatın ithal edilebilir mal tüketimine oranın
göreli
büyüklükleri,
ticaret
dengesi
davranışlarını
belirleyen
önemli
faktörlerdir. Sürekli bir ticaret hadi şokuna cari işlemlerin cevabı, eğer yerli
mallar ve ithal edilebilir mallar arsındaki ikame esnekliği ithalatın ithal
edilebilir mal tüketimine oranından büyükse veya ticaret ilk olarak dengede
ise, ticarete konu olmayan malların dahil edildiği ve edilmediği modellerde
aynı olacaktır. Eğer esneklik değeri küçük ise söz konusu iki modelde farklı
modeller ortaya çıkacaktır. Örneğin ticaret haddinde bir bozulma ilk açık
durumundan, kötüleşen ticaret dengesine yol açabilir ve ticaret hadlerinde bir
iyileşme ticaret fazlasında bir artışa neden olabilir. İlk durumda kötüleşen
ticaret dengesi reel değer kaybına, ikinci durumda ise genişleyen fazla reel
değer kazancına eşlik edecektir (Ostry, 1988: 73).
35
1.3.2. Mali Politikalar
Maliye politikası ile cari işlemler dengesi arasındaki ilişki, bütçe açıkları
ve cari işlemler arasındaki denklemsel bağlantıdan ileri gelmektedir. Bu
bağlantı aşağıdaki gibidir.
CAB  ( S P  I P )  (T  G )
(1.15)
Özel tasarruf ve özel yatırım birbirine eşit ise çari işlemler açığı bütçe
açığına eşlik edecektir. Net özel tasarruf (özel tasarruf eksi özel yatırım )
sabit tutulurken artan kamu harcaması, kamu geliriyle karşılanmadığı sürece,
büyük ölçüde ticaret açığını artırarak cari işlemler açığını genişletecektir. Cari
işlemler dengesi açığı net özel tasarruf sabit kaldığı sürece buna karşılık
gelen bütçe açığı azalmadan düşmeyecektir (Makin, 1988).
Eğer Ricardocu denklik kabul edilirse, bütçe açığı ile cari işlemler açığı
arasında bağlantı olmayacaktır. Buna göre, kamu harcamaların cari vergileri
yükselterek ya da çıkararak finanse edilmesi arasındaki tercih, hane halkının
tüketimini etkilemeyecektir. Ekonomide toplam tüketim, toplam kullanılabilir
gelir ve toplam servete bağlıdır. Eğer tüketiciler, kamu tahvillerinin gelecekte
vergi yükümlülüklerini artıracağını düşünüyorsa, bu tahviller toplam servetin
bir parçası değildir. R.J.Barro, teoriye miras motifi yönünde katkıda
bulunmuştur. Hane halkları varislerini düşünerek planlama ufkunu kendi
ömrünün ötesine uzatırsa, tasarruflarını kullanılabilir gelirindeki artış kadar
artıracaktır (Barro,1989: 37). Fakat Ricardocu denkliğe geçmeden önce
bütçe açığının standart modelini açıklamak yerinde olacaktır. Bu modelde
başlangıç noktası, vergilendirme yerine bütçe açığına katlanmanın toplam
tüketici talebini artıracağı yönündeki varsayımdır. Diğer bir ifadeyle,
arzulanan özel tasarruflar vergi indirimlerinden daha az artar; böylece
arzulanan ulusal tasarruf düşer. Küçük ve açık bir ekonomide bütçe
açıklarının uluslararası reel faiz oranı üzerindeki etkisi oldukça önemsizdir.
Bu yüzden geleneksel analizde, ev sahibi ülkenin vergi toplamak
yerine bütçe açığına katlanması yüksek faiz oranından çok artan dış
36
borçlanmaya yol açar. Ev sahibi ülkenin beklenen reel faiz oranı sadece
dünya piyasalarını etkileyebilecek kadar büyükse veya artan ulusal borç,
yabancı kreditörlerin bu ülkenin yükümlülükleri üzerinde beklenen yüksek
getiri talebine neden oluyorsa artar. Sonuçta, bir ülkenin bütçe açığının kısa
dönemde yurtiçi yatırımları dışlaması ve uzun dönemde, düşük ulusal servet
stoku (yabancıların yerleşikler üzerindeki yüksek alacak hakları) yüzünden
cari işlemler dengesi açığı ortaya çıkacaktır.
Geleneksel
analizdeki
Ricardocu
değişiklik,
vergi
indirimleriyle
oluşmuş bütçe açıklarının, gelecekteki bugünkü değerleri ilk vergi indirimine
eşit olan daha yüksek vergilere yol açacağı yolundaki varsayımdır. Bu sonuç,
her bir dönemde faiz ödemelerini de içeren toplam hükümet harcamalarının,
vergilendirme, bono ihracı ve diğer kaynaklardan elde edilen toplam hükmet
gelirlerine eşit olmasını gerektiren bütçe kısıtlamasından doğar.
Kamu kesimi, harcamalarının bugünkü değerini değiştirmediği sürece,
vergilerin bugünkü değeri değişmez. Kamu harcamaları, bugün ya da daha
sonra, fakat eninde sonunda, harcamaların toplam bugünkü değeri sabit
tutularak gelirlerin toplam bugünkü değeri ile karşılanmalıdır. Bu nedenle
hükümet harcamalarını ve vergi dışı gelirleri sabit tutuğumuzda, bugünün
vergilerindeki bir indirim gelecekteki vergilerin bugünkü değerinde bir artışla
karşılanmak zorundadır.
Hane halkının mal talebinin vergilerin beklenen bugünkü değerine
bağlı olduğunu varsayalım. Yani her hane halkı net servet pozisyonunu
belirlemek için gelirinin beklenen bugünkü değerinden vergilerin bugünkü
değerinin kendi payına düşen kısmını çıkarır. Bu durumda maliye politikası
toplam tüketici talebini, yalnızca vergilerin bugünkü değerini değiştirirse
etkileyecektir. Fakat vergilerin bugünkü değeri, harcamaların bugünkü değeri
sabit kaldığı sürece değişmeyecektir.
Bu yüzden cari vergiler yerine bütçe açığına katlanılmasının (veya
vergilerin zamanlamasının yeniden düzenlenmesinin) mallara olan toplam
talep üzerinde bir etkisi olmayacaktır. Açık bir değişle, bütçe açıkları ve
vergilendirme ekonomi üzerinde eşit etkiye sahip olacaktır. Bir başka
ifadeyle, kamu tasarrufunda bir azalma diğer anlamıyla cari bütçe açığı
37
planlanan özel tasarruflarda telafi edici bir artışa neden olur. Böylece
planlanan özel tasarruf değişmez.
Ricardocu denklik bireylerin sonsuz ufuk çizgisine bir başka değişle
sınırsız planlama ufkuna sahip olduklarını varsayar. Yani bireyler ya
gelecekte vergileri ödeyecek kadar uzun yaşayacaklarını umarlar ya da
gelecek kuşaklara servet transfer etmek isterler. Bu yüzden gelecekte bir
vergi artışına yol açacak olan kamu bonolarını net servet olarak görmezler.
Bu
bireylerin
tasarruflarını
servet
pozisyonlarına
göre
azaltmaları
beklenemez. Kamu bütçe açığının özel tasarruflardaki artışla telafi edilmesi
sonucu planlanan ulusal tasarruf değişmez. Açık bir ekonomide planlanan
özel tasarruf, dışarıdan borçlanmaya meydan vermemek için yeterince artar.
Bu nedenle, bütçe açıkları cari işlemler dengesi açıklarına neden
olmayacaktır (Baro, 1989: 37).
Ricardocu denkliğin bu görüşüne rağmen, kamunun harcamalarını
nasıl finanse ettiğine bağlı olarak bütçe açığı ile cari işlemler dengesi açığı
arasında pozitif ilişki ortaya çıkabilir. Örneğin, bireyler kamunun bütçesini
gelecekte harcamalarını kısarak denkleştireceğini bekliyorsa, bütçe açığı
gelecekte yüksek bir vergiyi göstermez. Bu durumda kamu harcamalarında
beklenen azalma, özel sektörün servet ve tüketimini artırarak cari işlemler
dengesi açığını yükseltir.
Diğer taraftan insanların sınırlı yaşamları olduğunu düşündüğümüzde
Ricardocu denklik eskisi kadar açıklayıcı olmayacaktır. Yaşamın sınırlılığı ile
şekillendirilmiş sınırlı ufuk düşüncesi, yaşam döngüsü modellerinin temelini
oluşturur. Bu modellerde bireyler sadece ölümlerinden önceki vergileri göz
önüne alırlar.
Gelecekteki vergi artışlarının bi kısmının yaşam süresi içinde bir
kısmının da öldükten sonra yürürlüğe gireceğini varsayalım. Birinci kısım
vergilerin bugünkü değeri cari yıldaki ilk vergi indiriminin altında kalacaktır.
Böylece yaşayan bireylerin net serveti artacak ve hane halkları tüketim
taleplerini artıracaktır. Geleneksel yaklaşımda olduğu gibi, arzulanan özel
tasarruflar, kamu tasarruflarındaki düşüşü tam olarak telafi etmeye yetecek
kadar artmayacaktır. (Baro, 1989:37)
38
Maliye politikası değişmeleri ile cari işlemler dengesi üzerinde yapılan
çalışmalar iki ayrı modele dayanır. Birincisi, ekonomiyi oluşturan ajanların
davranışlarını göz önüne almaksızın ekonominin bütünüyle nasıl çalıştığını
açıklayan
varsayılmış
davranışsal
ilişkilerden
türetilen
geleneksel
yaklaşımdır. Mundell-Fleming Modeli bu açıklamalara temel oluşturur.
İkincisi, bireysel optimize edici davranışlardan önemli ilişkiler türetir. Bu iki
yaklaşım, mali politikalar ve cari işlemler dengesi bağlantısında farklı
sonuçlar vermektedir (Kearney ve Monadjemi, 1990:197).
3.2.1. Varsayılmış Davranışlara Dayalı Modeller
Maliye politikasının açık bir ekonomide sabit ve esnek döviz kuru
altında işleyişinin klasik analizi Mundell tarafından yapılmıştır. Daha sonra
Dornbush bu modeli rasyonel beklentileri dahil ederek genişletmiştir.
Mundell-Fleming Modeli maliye politikası ile cari işlemler dengesi
arasındaki bağlantı konusunda kesin açıklamalar getirmektedir. Bu mali
genişleme, ulusal geliri artırır ve yabancı döviz piyasalarında yurtiçi parayı
güçlendirir. Bu iki etki ithal edilen mal talebinin artmasına katkıda bulunur.
Ayrıca döviz kurunun değerlenmesi ihracat talebinin düşmesine sebep olur.
Böylece ticaret dengesi bozulmuş olur (Cuddington ve Vinals, 1986:24).
Mali bir politika ile reel döviz kuru arasındaki etkileşim iki farklı şekilde
ortaya çıkabilir. İlk olarak genişletici maliye politikası, sabit kurda reel
faizlerde yukarı doğru baskı oluşturduğundan yerli paranın reel değerini
artırır. Yurtiçi ve yurtdışı faiz oranları arasındaki fark artar. Uzun dönemde
paranın değeri değişmezken kısa dönemde paranın reel değeri, faiz farkının
paranın gelecekteki değer kaybını karşıladığı noktaya kadar artacaktır.
Genişletici mali politika faiz oranı ve paranın değerini artırdığından, hem faize
duyarlı harcamalar hem de ihracat dışlanmış olur.
İkinci olarak, reel faiz farkı artmasa bile, bekleyişlerdeki intibak
nedeniyle bütçe açığını finanse etmek üzere sermeye girişi olabilir.
39
Bekleyişlerdeki bu değişme yerli paranın değerlenmesine ve ticaret
dengesinde çift açığa yol açar. Bu durumda sadece ihracat dışlanmış
olacaktır (Throop, 1989: 16).
Genişletici mali politikası, sabit döviz kurunda yurtiçi faiz oranlarını
artırır. Tam ve mükemmel sermaye hareketliği varsayımı altında küçük bir
ekonomiye sermaye giriş olur.
Merkez Bankası’nın parasal uyumlaştırması ve faize karşı sonsuz
esnek para talebi olmadığında toplam talep üzerindeki olumlu etki crowdingout vasıtasıyla hafiflemez. Sabit kurda mali genişlemenin ödemeler dengesi
üzerindeki etkisi sıfırdır. Ancak bileşimlerinde değişme ortaya çıkar. Artan
sermaye girişi, net yurtiçi özel tasarruf değişmediği sürece cari işlemler
dengesi açığında eşit artışa eşlik eder. Kısaca ulusal eksi(-) tasarruf artışı,
geniş bir cari işlemler dengesi açığını yansıtan dışarıdan sermaye girişi ile
karşılanacaktır.
Eğer sermaye tam hareketli değilse, sermaye girişinin bir kısmı döviz
piyasasında
döviz
kurunu
hapsetmeyi
amaçlayan
müdahaleden
kaynaklanabilir. Bu şekilde oluşan yüksek faiz oranı, net özel tasarrufu
kamunun eksi tasarruf artışına eşit miktarda artırmaz. Eğer net özel tasarruf
bu oranın altında ise ve özel sermaye girişi ulusal eksi tasarruf artışına
ulaşamıyorsa, yabancı para için talep fazlası ortaya çıkacaktır.
Döviz kuru tam esnek ise, harcama kaydırıcı ve harcama azaltıcı
etkiler yani kısmen reel balans etkisi ve kısmen de ücretlerde azalma ile
dengeyi yeniden kuruncaya dek yerli para değer kaybeder, bu denge
noktasında yükselen faiz oranı ve paranın değer kaybı, net özel tasarrufu
kamu eksi tasarruf artışına eşit miktarda artıracaktır.
Eğer döviz kuru sabit tutulmuş ise, resmi müdahalenin yerli paraya
desteği reel döviz kuru sterilize edilmediğinde- yurtiçi para arzını azaltır.
Sterilizasyon, döviz piyasasına müdahalenin parasal taban üzerindeki
etkilerinin merkez bankası tarafından nötralize (sterilize) edilmesini ifade
eder. Sabit döviz kuru rejimi altında Merkez Bankasının döviz piyasasındaki
faaliyetleri, ülkenin (uluslar arası rezerv değişmelerinden önceki)ödemeler
bilançosu açık veya fazlasına bağlıdır. Örneğin, bir açık durumda merkez
40
bankası açığın parasal taban üzerindeki etkilerini sterilize etmek isterse,
yurtiçi
kredileri
aynı
miktarda
artırmalıdır.
Bu
durumda
sterilazyon
uygulaması, uluslar arası rezervlerdeki azalmaya eşit miktarda açık
piyasadan tahvil alımı olacaktır. Burada intibakın tümü faize dayalıdır. Net
özel tasarrufu artırmak için faiz yeterince yükselmeli ve kamu eksi tasarruf
artışına eşit sermaye girişi olmalıdır. Dış faiz oranında bir azalma, sermaye
girişini artırır. Ülke içinde yüksek, dışarıda düşük olan fiyatlar ithalatı artırıp
ihracatı azaltır. Bu şekilde gerekli sermaye girişini artırarak intibak süresince
yardımcı olur. Ülke içinde yüksek olan fiyatlar net özel tasarrufu artırırken,
ülke dışında düşük olan fiyatlar net özel tasarrufu azaltır. Bu, tasarruf
üzerindeki reel balans etkisidir.
Buna karşın reel döviz kuru sterilize edilirse, yani para arzını
etkilemesine izin verilmezse, intibak mekanizmasının işlemesi önlenmiş olur.
Yabancı para için talep fazlası kronik hale gelir ve müdahale bir devalüasyon
gerçekleşinceye kadar devam eder. Bu durumda paranın değer kaybı ve
yüksek faiz oranları, net özel eksi tasarrufa gerekli azalmayı sağlar (Markin,
1988:64).
Mali genişleme mallar için talep fazlası yaratır, çıktı ve fiyatlarda artışa
yol açar (Dornbusch, 1987: 85). Nominal para stoku sabitken, faizlerde yukarı
doğru bir baskı oluşur. Böylece ortaya çıkan sermaye girişi döviz kurunun
değerlenmesine neden olur. Bu Mundell-Fleming Modeli’nin temel özelliğidir.
Geçici bir mali genişleme sonrası, ani bir reel değer kazancı olacaktır.
Daha sonra talep fazlası nedeniyle fiyatlar artışını sürdürür. Zaman içinde
döviz kurunun aşırı değerlenmesi, maliye politikası bitmiş olsa bile devam
edecektir. Böylece resesyon ortaya çıkar ve reel döviz kuru ilk düzeyine
döner.
Eğer geçici bir mali genişleme önceden bekleniyorsa, para değer
kazanır. Bu aşırı değerlenme deflasyonist baskı oluşturur. Fiyatlar düşer, reel
balanslar artar ve nominal faiz oranı düşer. Düşük faiz oranını yakalamak için
reel döviz kuru değerlenir. Bu süreç mali genişleme gerçekleşinceye kadar
devam ederken talep fazlası ve enflasyona yol açar. Reel balanslar ve faiz
oranları ilk düzeylerinin ötesine itilmiş olur. Bu noktada düzeltici değer kaybı
41
başlar ve mali genişleme dönemi boyunca, ilk denge yeniden kuruluncaya
kadar devam eder.
Şimdi analize dış denge yönünden daha yakından bakalım. Mali
genişleme paranın değer kazanmasına yol açarak birikmeli cari işlemler
dengesizliklerine sebep olacaktır. Birikmiş dış borç durumu, net dış varlık
gelirini azaltarak, cari işlemler dengesi üzerinde etkisini gösterir. Azalan net
dış varlıklar, açığı izleyen bir dönemde, reel döviz kurunun ilk düzeyine geri
dönmesi
suretiyle
cari
işlemler
bilançosunun
kolayca
dengeye
ulaşamayacağını ifade eder. Bu durumda artan borç servisinden ileri gelen
bir açık ortaya çıkacaktır. Bu yüzden cari işlemler dengesin yeniden kurmak
için paranın aşarı değer kaybetmesi gereklidir (Dornbusch, 1987: 85).
1.3.2.2. Optimize Edici Davranışlara Dayalı Modeller
Maliye politikası ile cari işlemler dengesi arasındaki bağlantıyı analiz
eden bazı modeller, mikro ekonomik optimize edici davranışlara dayanır.
Bunlardan bazıları Walrasgil piyasa dengesini sağlayıcı yapısı içinde ele
alınırken, bazıları piyasa dengesizliğinin varlığını kabul eder.
Sınırsız ufuk çizgisine sahip hane halklarından oluşan küçük bir
ekonomide cari işlemler dengesi ve maliye politikası ilişkisi analiz edilmiştir.
Genel olarak tüketim harcamaları mali genişlemeden daha büyük bir
miktarda azalır. Çünkü özel sektör ilk tüketim düzeyinde daha yüksek bir
ulusal gelir seviyesine ulaşmak için daha çok tasarruf eder. Artan tasarruf bir
cari işlemler dengesi fazlası yaratır ki bu, dışarıdan ilave faiz gelirleri aracılığı
ile ulusal geliri artırır (Obstfeld, 1981: 64).
Obstfeld’in
bu
analizi
örtüşen
kuşaklar
modelleri
yönünde
genişletilmiştir. Bu çalışmalardan çıkan ortak sonuç şudur: Vergilerle finanse
edilmiş geçici mali genişlemeler cari işlemler dengesi açığına eşlik ederken,
sürekli politikalar belirsiz etkilere sahiptir.
42
Cuddington ve Vinals dönemler arası fayda maksimize eden bireylerin
ticarete konu olan ve olmayan iki tür mal tükettiğini ve politika girişimlerinin
cari ve gelecekteki etkileri hakkında rasyonel beklentilere sahip olduğunu
varsaymıştır. Kamu harcamalarının borçlanma ya da vergilendirme yoluyla
finansmanı arasında doğuracağı sonuçlar açısından fark yoktur. Ricardocu
denklik var sayımına göre, kamu harcamaları ister cari vergilerle, isterse
bugün borçlanılıp gelecekte toplanacak vergilerle finanse edilsin, doğuracağı
sonuç aynı olacaktır. Bu duruma zaman zaman borcun etkisizliği de
denilmektedir. Ticarete konu olmayan mallar üzerinde vergilerle finanse
edilmiş bir kamu harcaması artışı, bu mallar üzerinde talep fazlasına yol açar.
Bu talep fazlası reel döviz kurunun değerlenmesi ile elimine edilir. Çünkü
paranın değerlenmesi bu malların göreli fiyat ve üretimini artırırken, ticarete
konu olan malların değerini düşürür. Böylece cari işlemler bilançosu açığı
ortaya çıkar (Cuddington, 1986:2).
Eğer mali genişlemenin gelecekte olması bekleniyorsa, ticarete konu
olmayan malların tüketimi gelecekte beklenen yüksek fiyat nedeniyle bugüne
kayar ve bu cari işlemler dengesi fazlasına sebep olur. Gelecekte beklenen
kamu harcaması, nasıl finanse edildiğine bağlı olmaksızın bugünkü cari
işlemler dengesini iyileştirir. Sürekli bir mali genişlemenin etkileri, yukarıda
geçici ve gelecek adı altında tanımlanan iki politikanın toplamından ibarettir
ve cari işlemler dengesi üzerindeki etki belirsizdir (Kearney ve Monadjemi,
1990: 197)
Kamu harcaması artışının para arzı ile finansmanı durumunda,
malların göreli fiyatlarının dönemler arası profili değişir. Döviz kurunun bugün
değer kaybederken gelecekte değer kazanması beklenir. Bu fiyat hareketleri
cari işlemler dengesinde iyileşmeye neden olur.
Bu sonuçlar yurtiçi servet açısından yorumlanabilir. Tüketimin sürekli
gelir hipotezine göre bireyler tüketimini zamana yaymak ister. Buna göre
kullanılabilir gelirin zaman profilini değiştiren şoklara cevap olarak tasarruf
değişme arz eder. Kamu harcamalarında vergilerle finanse edilen geçici bir
artış, ticarete konu olan malların cari üretimini azaltır, fakat gelecekteki
üretimini artırır.
43
Kamu harcamalarında gelecekte beklenen bir artış, ticarete konu olan
malların cari üretimini artırır ve gelecekteki üretimini azaltır. Dolayısıyla özel
kullanılabilir gelir profili bu durumda daha yataydır. Bu nedenle ekonomi için
bugün cari işlemler dengesinde bir iyileşmeye neden olarak daha çok tasarruf
etmek optimaldir.
Para arzı artışı ile finanse edilmiş bir kamu harcaması cari reel döviz
kurunun değer kaybetmesine yol açar. Bu yüzden ticarete konu olan malların
cari dönemde çıktısı artar ve gelecekteki çıktısı azalır. Servet, ticarete konu
olan malların çıktısına bağlı olduğuna göre, cari gelirin nispi olarak artması
bugünkü tasarrufu artırır. Böylece kısa dönemde cari işlemler dengesi iyileşir
(Cuddington ve Vinals, 1986: 21).
Dönemler arası Walrasgil denge modelleri ile kısa dönem dengesizlik
modellerinin sonuçları aynı anlamları içermektedir. Kısaca vergilerle finanse
edilen kamu harcamalarında bir artış daima cari işlemler dengesini
kötüleştirir. Diğer yandan sürekli bir artış belirsiz bir etkiye sahiptir. Ayrıca
borcun monetizasyonuna izin verdiğinde geçici bir artış cari işlemler
dengesini etkilemezken, sürekli bir artış daima cari işlemler dengesini
iyileştirir (Cuddington ve Vinals, 1986: 21).
1.3.3. Döviz Kuru
Cari işlemler dengesi açığı veren ülkelerin paralarının değer
kazanması karşısında duydukları kaygı, döviz kuru ve cari işlemler dengesi
arasında istikrarlı bir ilişkinin bulunduğu yolundaki bakış açısına dayanır.
Özellikle yerli paranın değer kaybetmesinin cari işlemler dengesini
düzelteceği beklenir. Esnek döviz kuru modelleri, cari işlemler ve sermaye
hesaplarını eşitlemek üzere döviz kurunun nasıl intibak sağlayacağını
gösterir. Yani döviz kuru bağımlı bir değişkendir. Oysa döviz kuru
değişmelerinin cari işlemler dengesizliklerini nasıl etkileyeceği tartışmasında,
hedeflenmiş ya da güdümlü döviz kuru ele alınır. Bu durumda döviz kuru
44
bağımsız, cari işlemler dengesi bağımlı değişkendir (Hörngren ve Jarnhall,
1990: 35).
Keynesyen modeller,1950 ve 1960’lı yıllarda döviz kuru hareketlerinin
cari işlemler dengesizliğini gidermedeki rolü üzerinde durmaktaydı. Buna
göre kısa vadeli sermaye hareketlerinin olmadığı varsayımı ve dalgalı döviz
kuru sistemi altında döviz kuru, cari işlemler dengesi açık veya fazlası sıfıra
eşit oluncaya kadar intibak sağlayacaktır.
Mundell ve Fleming, tam sermaye hareketliliği varsayımı altında döviz
kuru cari işlemler dengesi arasındaki bağlantıyı kopardı (Sachs, 1981:68). Bu
model yurt içi fiyatları sabit varsaydığından döviz kuru, ticaret hadleri veya
yurtiçi malların ithalata göre nispi fiyatlarını belirleyecektir. Sermaye ülkeler
arasında tam hareketli, yurtiçi ve yabancı tahviller tam ikame edilebilir
olduğunda faiz oranları ülkeler arasında eşitlenecektir. Bu varsayımlar altında
bir parasal genişleme sonucu faizler düşer. Bu sermaye çıkışına neden olur.
Döviz kuru değer kaybeder, talep yurtiçi mallara kayar. Böylece oluşan çıktı
artışı, gelir ve para talebini uluslararası faiz farklarının giderdiği noktaya
kadar artırır. Bu noktada çıktı düzeyi daha yüksek, reel döviz kuru daha
düşüktür.
Diğer taraftan maliye politikası uygulaması sonucu, yurtiçi mallara olan
talepteki artış, gelir ve para talebinin artmasına ve böylece faizlerin
yükselmesine yol açar. Faiz artışı sonucu ortaya çıkan sermaye girişi, döviz
kurunun değerlenmesine, rekabet gücünün azalmasına ve cari işlemler
dengesinin bozulmasına neden olur (Dorncbusch, 1987: 18).
Global Monetarizm ve tam istihdam denge modelleri döviz kuru cari
işlemler dengesi bağlantısını zayıflatmıştır. Bu modeller, döviz kuru nominal
bir değişken iken cari işlemler dengesinin reel bir değişken olduğunu ve bu
yüzden para aldanması olmayan bir dünyada aralarında bağlantı olmaması
gerektiğini vurgulamışlardır (Sachs, 1981: 68).
Mundell-Fleming Modeli, bazı kısıtlayıcı varsayımların kaldırılmasıyla
genişletilebilir. Bunlar fiyatların sabit oluşu, döviz kuru belirlenmesinde cari
işlemlerin etkili olmayışı ve döviz kuru bekleyişlerinin bulunmayışıdır.
45
Fiyatların esnek olduğu ve tam istihdam düzeyindeki küçük açık bir
ekonomide döviz kuru cari işlemler dengesi bağlantısına göre modelin
varsayımları şunlar olmuştur: Ülkenin mallarına olan dünya talebi ticaret
hadlerine bağlıdır. Yurtiçi yerleşikler, yurtiçi para ve faiz getirili yabancı
tahviller tutulabilirler. Dünya faiz oranı belirlidir. Böyle bir ekonomide kısa
dönem denge, para piyasasının ve mal piyasasının dengede olduğu döviz
kuru ve yurtiçi fiyat düzeyine karşılık gelecektir. Denge, belirli bir dış varlık
stokuna bağlıdır. Uzun dönem cari işlemler denkliğinin sağlandığı duruma
kadar, bu dış stoku sırasıyla denge tasarruf düzeyi, cari işlemler dengesizliği
ve aktif birikimini belirleyecektir (Dornbusch, 1987: 18).
Statik beklentilere uygun olarak beklenen değer kaybının sıfır
olduğunu varsayalım. Yurtiçi mallara yönelik iç talep, ticaret hadleri ve reel
servetin fonksiyonudur. Reel servet ise reel nakit balansları ve dış varlıkların
reel değerinin toplamından ibarettir. Ticaret hadlerindeki bir bozulmanın ya
da ithalatın göreli fiyatındaki bir artışın, talebi yurtiçi mallara kaydıracağı
varsayılır. Servetteki bir artış, yurtiçi toplam harcamayı artıracaktır. Bu artışın
bir kısmı yurtiçi mallar üzerinde olacaktır.
Mal piyasası dengeye geldiğinde cari işlemler dengesi, gelirin
harcamayı aşan kısmına eşittir. Kamu sektörü, vergiler ve yatırımları göz ardı
edersek, bu gelir fazlası tasarrufa eşittir. Tasarruf beşeri olmayan servetin
azalan, beşeri servetin ya da iş gücü gelirinin artan bir fonksiyonudur. Bu
durumda cari işlemler dengesi ülkenin dışarıdan net alacak haklarına eşit
olacaktır.
Denge reel balans stoku, dış varlıkların artan bir fonksiyonudur. Dış
varlık değerindeki bir artış reel gelir ve reel para talebini yükselterek, fiyat
düzeyindeki azalma yoluyla denge reel balans stokunu artırır. Reel servet dış
varlıklara bağlı olarak değişecektir. Dış varlıklardaki bir artış, doğrudan ve
reel balanslarda yaratacağı değişme yoluyla reel serveti artırır. Böylece
yurtiçi çıktıya talep artacak, dengeyi yeniden sağlamak için ithalatın göreli
fiyatı azalmak zorunda olacaktır.
Zamanın herhangi bir noktasında bir miktar dış varlık vardır. Bu
durumda aktif pozisyonuna bağlı olarak harcamaları, cari işlemler dengesini
46
belirleyen bir denge reel balans stoku ve servet düzeyi olacaktır. Ekonominin
uzun dönem dengesi reel servet ve ticaret hadleri ya da reel döviz kuru gibi
reel değişkenler için oluşur. Bu noktada yurtiçi çıktı için talep tam istihdamda,
cari işlemler dengesi dengededir ve gelir harcamaya eşittir (Dornbusch,
1980: 71). Dış varlık talep edildiğinde ticaret hadleri düzelir ve bir cari
işlemler dengesi fazlası döviz kurunun değerlenmesine eşlik eder.
Görüldüğü gibi döviz kuru, mal aktif piyasalarında genel denge içinde
belirlenmektedir. Kararlı denge düzeyinin altındaki dış varlık düzeyleri için
döviz kuru değer kazanır. Aktif birikimi cari işlemler dengesi fazlası
aracılığıyla yer aldığından intibak süreci içinde, değerlenen döviz kuruna eşlik
eden cari işlemler dengesi fazlası olacaktır (Dornbusch ve Fischer, 1980: 71).
Servetteki artış, reel harcama ve yurtiçi mallara olan talepte bir artış yaratır.
Böylece ortaya çıkan talep fazlası çıktıyı tam istihdamda dengede tutmak için
reel döviz kuru değerlenmesinin harcama kaydırıcı etkisiyle telafi edilmelidir.
Kararlı denge seviyesinin üzerindeki bir servet düzeyinde artan
harcama ve cari işlemler dengesi açığı vardır. Dış dengeyi yeniden sağlamak
için döviz kuru değe kaybetmelidir. Böylece talep yabancı mallardan yurtiçi
mallara kayacaktır (Dornbusch, 1980: 70).
Uzun
dönem
denge,
ihracatın
ya
da
yurt
içi
harcamaların
kompozisyonunun değişmesiyle diğer bir değişle tasarruflardaki değişmeyle
birlikte yurtiçi veya ithal malları üzerinde harcamaların artması sonucunda
bozulabilir.
İhracat artışı sonucu yurtiçi çıktıya olan fazla talep sonucu yurtiçi
malların fiyatının artması veya azaltılan dış varlıklar aracılığıyla servetin
azalması gerekir. Yeni uzun dönem dengede ticaret hadlerinde düzelme ve
dış varlıklarda artış olacaktır. İntibak süreci içinde ticaret hadlerinde ani
düzelme sonucu gelinen geçici dengede cari işlemler dengesi fazlası olacak
ve bu durum dış varlık birikimine yol açacaktır. Reel servet ilk denge
düzeyine ulaşıncaya kadar ticaret hadleri düzelir ve dış varlıklar birikir.
Tasarruftaki azalma sonucu ithalat artmış olsun. Bu durumda tasarruf
düzeyinin azalmasına bağlı olarak daha az ithalata ihtiyaç vardır. Yeni uzun
dönem denge noktasında aktiflerde azalma ve ticaret hadlerinde bozulma
47
söz konusudur. Bu noktaya öncelikli olarak ortaya çıkan cari işlemler dengesi
açığı sayesinde ulaşılır. Dış varlıklarda azalma ile birlikte yurtiçi mallara talep
artar. Piyasa dengesini sürdürmek için yurtiçi malların göreli fiyatlarının
azalması aracılığıyla ülkenin rekabet gücü artar (Dornbusch ve Fischer,
1980: 70).
Cari işlemler dengesizliği, şüphesiz sermaye transferi anlamına
gelmektedir. O halde zaman içinde bu transferler ülkelerin göreli servet
pozisyonlarını değiştirecektir. Döviz kurunun da intibakı gerekecektir. Servet
ve kullanılabilir gelirdeki değişmeler, ülkelerin göreli toplam harcama
düzeylerini ve böylece cari işlemler dengesini değiştirecektir. Bu intibak
mekanizması cari işlemlerin dengede ve diğer bağımlı değişkenlerin sabit
olduğu bir kararlı dengeyi sağlayacaktır.
Ekonomide mali genişleme meydana geldiğinde yurtiçi para reel olarak
değer kazanacak ve cari işlemler bilançosu açığına yol açacaktır. Bu açığın
finanse edilmesi sonucu, ülke dışına bir aktif transferi olacaktır. Böylece
yurtiçi servet kullanılabilir gelir azaldığı için düşer. Yurtiçi toplam harcama
daralır. Bu sayede zaman içinde cari işlemler dengesi açığı azalır ve yurtiçi
para değer kaybetmeye başlar. Söz konusu süreç cari işlemler yeniden
dengeye gelinceye kadar devam eder (Genberg ve Swoboda,1989: 30).
Modele döviz kuru bekleyişlerini katarsak para tutamının alternatif
maliyeti dış faiz oranı artı beklenen değer kaybı olacaktır. Beklenen değer
kaybındaki bir artış para talebini artırır. Böylece ulaşılan yeni denge
noktasında ticaret hadleri bozulmuş ve reel balanslar azalmıştır. Beklenen
değer kaybı döviz kurunun gerçekleşen değer kaybına neden olur.
Rasyonel bekleyişler altında dış varlıklardaki artışın cari işlemler
dengesi üzerinde iki tür etkisi olacaktır: (1) Belirli bekleyişlerle, artan aktifler
reel servet ve harcamayı artırıp, cari işlemler dengesini kötüleştirir.
Aktiflerdeki artışın cari işlemler dengesi üzerindeki bu etkisi negatiftir. (2) Söz
konusu artışın ikinci etkisi döviz kuru bekleyişleri üzerinde olacaktır.
Aktiflerdeki artış stoklarda azalma ve döviz kurunda değer kaybı etkisine yol
açarak reel balans ve harcamaları azaltır. Cari işlemler dengesi üzerindeki bu
48
etki ise pozitiftir. Burada istikrar koşulu, birinci etkinin baskın çıkmasını
gerektirir (Dornbusch ve Fischer, 1980: 71).
Döviz kuru bekleyişinin modele alınmasının yarattığı değişiklikleri,
ihracat artışını tekrar ele alarak daha iyi görebiliriz. İhracat artışı sonucu
beklenen değer kazancı, para talebini artırır; bu yüzden reel balans ve servet
stoku ile mallarımıza talep artar. Bu ise ticaret hadlerinde ilk olarak daha
geniş bir azalma gerektirir. Bekleyişlerin olmadığı duruma göre, şimdi daha
yüksek reel balans, daha fazla servet ve ticaret hadlerinde daha fazla bir
düşme olmaktadır. Ancak burada da geçiş patikası aynıdır: Cari işlemler
dengesi fazlası döviz kurunun değer kazanmasına eşlik eder. Aktifler uzun
dönem denge düzeyinin üstünde olduğu için (cari işlemler dengesi açığı) ve
bu yüzden azalmakta iken döviz kuru uzun dönem denge düzeyinin altında
değer kaybetmektedir (Dornbusch, 1980: 71).
Döviz kuru bekleyişleri görüldüğü gibi ekonomide beklenmeyen bir
değişikliğin olması durumunda geçiş patikasını değiştirmezken beklenen bir
değişme karşısında cari işlemler dengesi ve döviz kuru bağlantısı açısından
farklı bir sonuç verebilir. Para stokunda bir artış beklendiğini varsayalım. Bu
durumda paranın değer kaybı beklentisi ortaya çıkar. Döviz kuru değer
kaybeder. Para talebi ve reel balanslar düşerek servet ve harcamalar azalır.
Cari işlemler dengesi fazlası doğar. Döviz kuru değer kaybetmeyi sürdürür.
Süreç para arzı artıncaya kadar sürer. Para arzı artıktan sonra tersine işleyen
bir reel balans etkisi vardır. Artan reel balanslar, servet ve harcamalar,
dengeye varıncaya kadar cari işlemler dengesi açığı, dış varlıkların
azalmasına yol açar.
Cari işlemler dengesi fazlası ve döviz kuru değer kazanması
paraleldirler. Ancak bu ilişki beklenen değişiklikler için sınırlanmalıdır.
Beklenen değişiklik döviz kurunun değer kaybetmesine önce cari işlemler
açığına ve döviz kuru değerlenmesine yol açar (Dornbusch ve Fischer, 1980:
71).
49
1.3.3.1. İç Ticaret Hadleri ve Servet Etkileri
Ticaret hadlerindeki yani reel döviz kurundaki değişmeler üç farklı
servet transferi yapabilir. İlki, çıktı ve fiyat düzeyi artmakta olan bir ülkede
görülen reel gelir ya da çıktı/harcama deflatörü değişmesinden ileri
gelmektedir. Bu durumda yurtiçi paranın reel değerini kaybetmesi, yurtiçi reel
geliri azaltırken, yabancı reel geliri artırır. Yurtiçi toplam harcama azaldığı için
ülkenin cari işlemler hesabının ülke lehine dönmesi olası bir durumdur.
Döviz kurunun neden olduğu bir diğer transfer, uluslar arası borçlu ya
da alacaklı pozisyonlarından kaynaklanabilir. Ev sahibi ülke net borçlu olsun,
bu durumda yabancı malların göreli fiyatlarında ya da döviz kurunda bir artış,
ülkenin borcunun reel değerini artırır. Yabancıların serveti yükselir ve toplam
harcamalar artar. Yurtiçi yerleşikler ise harcamalarını azaltır. Ev sahibi
ülkenin cari işlemler bilançosu ülke lehine döner.
Ticaret hadlerinin üçüncü etkisi, üretim düzeylerinin yurtiçi ve yabancı
her iki malın göreli fiyatına bağlı olduğunu kabul edersek kendini gösterir.
Döviz kurunun artması yabancı çıktıyı artırıp, yurtiçi çıktıyı azaltır ve yurtiçi
cari işlemler bilançosunun ülke aleyhine dönmesi beklenir.
Faiz oranlarının cari işlemler dengesi üzerindeki etkilerini belirtecek
olursak, faizlerdeki değişmelerin cari işlemler dengesi üzerinde bir doğrudan
birde
dolaylı
etkisi
vardır.
Doğrudan
etki
uluslararası
borç
servis
ödemelerinden kaynaklanırken, dolaylı etki faiz gelirlerinin her iki ülkede
toplam harcamaları değişmesinden ortaya çıkar. Ev sahibi ülke net borçlu ise
yüksek faiz oranı bir yandan daha fazla faiz ödemesine yol açarken diğer
yandan kullanılabilir geliri ve toplam harcamayı azaltacaktır. Birinci etki cari
işlemler bilançosunu kötüleştirirken ikinci etki düzeltecektir (Genberg ve
Swoboda, 1989. 30).
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE CARİ İŞLEMLER DENGESİ
Türkiye’de 1990-2008 dönemlerinde cari işlemler dengesizliğine yol
açan birçok etken ortaya çıkmış olup ülkenin dış borçlarındaki artışların,
ödemeler
bilançosunun
cari
işlemler
açığının
yüksek
düzeylere
ulaşmasından kaynaklandığı genel kabul gören bir görüş halini almıştır.
Buna karşın sorunun yalnızca ödemeler dengesinden kaynaklandığı ve döviz
sorunu olduğunu kabul etmek yanlış olabilir. Çünkü ilgili dönem verilerinden
de açıkça gözlenebildiği gibi cari işlemler dengesizliği yaratan çok farklı
faktörler ortaya çıkabilmektedir.
1990’lı yıllarda Türkiye ekonomisi önemli potansiyeline rağmen çok
kötü bir performans sergilemiştir. Büyümede yüksek dalgalanmalar, yüksek
ve kronik enflasyon, kamu açıkları, mali disiplinsizlik, siyasi ve makro
ekonomik açıdan sürekli belirsizlik ortamı ve yüksek faiz oranları ortaya
çıkmıştır. 1990-2008 dönemindeki ekonomik krizler terör ve deprem net
istihdamın yaratılamamasına yol açmış ve buna bağlı olarak artan cari
işlemler açıkları görülmüştür.
2.1. 1990- 2008 Döneminde Cari İşlemler Dengesi
1990 yılında Türkiye ekonomisinin makro düzeyde performansı net
sermaye giriş ve çıkışlarının serbest bırakılması Türkiye ekonomisinde
1990’lı yıllarda uluslararası yatırımcılara portföy çeşitlendirilmesi fırsatı
sağlayan
yükselen
piyasalar
olgusunu
ortaya
çıkartmıştır
(Celasun,
2001:179). Ekonomide ulusal paraya talep azalmış ve nüansları zamanla
değişen esnek kur politikası izlenmiştir. Türkiye’nin mali, kurumsal ve altyapı
koşulları doğrudan yabancı yatırımlar için cazip bir ortam oluşturmadığından,
dış finansman sistemi genellikle borç nitelikli finansal araçlarla düzenlenen
sermaye akımlarına dayalı bir biçimde gelişmiştir (Güven, 2001: 79).
51
1990’lı on yılın makro ekonomik politikalarını standardize ederek
değerlendirmek yerine bu dönemi 1994 krizi öncesi ve sonrası olarak ele
almak daha anlamlı olacaktır.
1990- 1993 döneminde Türkiye ekonomisinin ortalama yıllık büyüme
hızı Körfez Savaşının ardından ortaya çıkan 1991’deki durgunluğa rağmen
%5.2 dolayında gerçekleşmiştir. Bu alt dönemde kamu faiz dışı açığı
genişlemesi, reel işgücü maliyetinde artış, reel kurda fazla değerlenme yani
yerli paranın yabancı paralar karşısında değerinin artması, diğer bir deyişle
dövizin ucuzlaması ve kısa vadede dış yükümlülüklerin hızla büyümesi söz
konusu olmuştur. Özellikle 1993’de cari dış açıkta patlama, finansal kriz için
yeterli koşulları yaratmıştır. Toplam dış borç stoku 1993’de 67 milyar dolara
yükselmiştir. Aynı dönemde kısa vadeli dış borç stoku 6 milyar dolardan 18,5
milyar dolar düzeyine gelmiş, ancak merkez bankası brüt döviz rezervi 199293’de 6 milyar dolar seviyelerinde kaldığı için mali yatırımcılara yeterli bir
güvence oluşturmamıştır (DPT, 1997: 16).
1994 krizinden sonra kamu faiz dışı dengede yeterli olmayan
iyileşmeler sağladığı için, Kamu borç stokundaki artışın kaynakları değişmiş
reel faiz oranı ile milli gelir büyüme hızı arasındaki fark özellikle 1997’den
sonra büyüyerek borç dinamiğini hızlandırmış ve ekonomide çözümü çok güç
bir sorun oluşturmuştur.
Kredi notunun düşürülmesi ve hazine ihalelerinin iptali gibi olaylarla
bozulan tetiklenen kriz sonucu, 1993’de 9 milyar dolara ulaşan net sermaye
girişi 1994’de 7,2 milyar dolar düzeyinde net sermaye çıkışına dönüşmüştür
(DPT, 1997: 17). Yüksek oranlı devalüasyonlarla birlikte milli gelir 1994’de
%6 dolaylarında daralırken, İMF destekli bir istikrar programı yürürlüğe
konuştur.
1996 ve 1999 yılları net sermaye girişi, makro ekonomi ve iç borç
birikimi 1990’lı on yılın ikinci yarısında gerçekleşen makroekonomik
gelişmeler, kamu finansmanı ve hızla büyüyen iç borçların ticari bankalar
başta olmak üzere mali sektör üzerinde yarattığı baskılar bir arada
değerlendirilirse,
2000’e
girerken
karşılaşılan
sorunların
büyüklüğü
gözlemlenebilir. 1990’ların ikinci yarsında da genel ekonomik performans,
52
ödemeler dengesi sermaye hesabındaki değişmelere, diğer bir deyişle net
sermaye girişinin artmasına veya azalmasına bağımlı bir seyir izlemiştir. Bu
dönemde dış kaynak kullanımı ve bunun yarattığı etkiler üzerinde
uluslararası mali konjöktürün payının oldukça yüksek düzeyde olduğu
gözlenmiştir.
1996 ve 1997 yıllarının olumlu dış mali koşulları Türkiye’ye de
yansımış, cari işlemler açığından daha büyük miktarlarda net sermaye girişi
sağlanmıştır. Mali sermaye girişlerini açıklayan başlıca iki değişken, dış
piyasalarda faizlerin düşmesi Türkiye’nin mali yatırımcılara sunduğu arbitraj
fırsatları olmuştur (Celasun, 2001:179). Bu yıllarda komşu ülkelerle Türkiye
arasında gerçekleşen bavul ticareti ve net hizmet ihracatındaki artışlar,
ithalatın çok yüksek düzeyde olmasına rağmen cari açığın sınırlı kalmasına
neden olmuştur. Merkez Bankası döviz rezervlerinin artışı ile gerçekleşen
parasal genişleme ve kredi stokundaki artışlar, yatırımların ve milli gelirin
büyümesine katkıda bulunurken enflasyon oranı da yükselmiştir. 1997
sonunda enflasyon %100 e varmış; izleyen yıllar ardı ardına dışsal nitelikli
olumsuzlukları beraberinde getirmiştir. Bir olumsuzluk kaynağı, Asya Rusya
krizinin Türkiye’ye yansıyarak 1998 başından itibaren mal ve hizmet ihracat
gelirlerini ve borsaya giren portföy yatırımlarını olumsuz yönde etkilemesi
olmuştur. Bu olumsuz etkiler sürerken hükümet enflasyonu indirme amaçlı bir
programı devreye sokmuş; İMF ile bir “yakın izleme” antlaşması imzalamıştır.
Türkiye’nin Doğu Asya krizinin ilk şoklarından fazla etkilenememesine
karşın 1998 Rusya krizinin yansıması olumsuz olmuştur.1998 yılında net
sermaye akımının negatife dönüşmesi, bavul ticaretinin gerilemesi, iç
borçlanma faizlerinin yükselmesi ve maliye politikasının sıkılaştırılması
sonucunda büyüme hızı düşmüştür.1998 de İMF de formel olarak izlemeyi
kabul ettiği bir program açıklanmış, ancak kapsamlı bir uygulama
gerçekleşmemiştir. Azalan sermaye akımlarına bağlı olarak cari işlemler
açığındaki artış hızı devam etmiştir.
1999 yılında ortaya çıkan deprem ile ortaya çıkardığı hasar ve maliyet
nedeniyle dış kaynak kullanımının tekrar artmasına ve kamu faiz dışı
dengede açık verilmesine yol açan faktörlerden biri olmuştur. 1996- 1998
53
döneminde borçlanma gereğinin finansman birleşimine bakıldığında, kamu
sektörünün net dış borç ödeyici konumda olduğu ve kamu dış borcunun milli
gelire oranla azalma eğilimine girdiği görülmektedir. Bu dönemde kamu
borçlanma gereğinin iç borçla finansmanı, piyasa faizli nakit iç borç stokunun
ve nominal faiz ödemelerinin hızı artışı ile sonuçlanmaktadır. 1999 yılında
kamunun toplam borçlanma gereğinin milli gelirin %16’sına yakın bir
seviyeye geldiği ve nakit iç borç stokunun döviz tevdiat hesaplarının da dahil
olduğu geniş tanımlı para arzına oranının %50’ye yükseldiği saptanmakta ve
bu durum mali sistem ile cari işlemler açığı üzerindeki baskıların artmasına
yol açmaktadır.
1996- 1999 döneminde enflasyon bekleyişlerinin ve kredibilitenin
yüksekliği veya azlığı, ekonomiyi farklı dengelere sürüklemiştir. Bu dengeler
farklı bekleyişlere, risk terimlerine ve reel faiz yüklerine yol açtığı için,
büyüme, istihdam gibi sosyal refah alanları açısından ekonominin genel
konumunu koruyucu ya da zarar verici sonuçlar yaratmıştır.
1996- 1999 döneminde özetlenen makro göstergelerden saptanabilen
iki ana eğilimi vurgulamakta yarar vardır. Birinci eğilim, net sermaye
girişlerinin cari işlemler dengesindeki açıklardan fazla olması olarak ortaya
çıkmıştır. Bu eğilim, 1990’ların ilk yarısında gözlenenden farklı olup, Merkez
Bankasının ani sermaye çıkışlarına ve olası bir döviz krizine karşı daha güçlü
bir konuma gelmesine ve İMF tanımlı kamu net dış borcunun görece
azalmasını sağlamıştır. Ancak döviz rezervlerinin getirisi görece düşük
olduğundan bu yaklaşımın da bir fırsat maliyeti olmuştur. Ayrıca, döviz
rezervlerinin hızla büyümesinden kaynaklanan likidite artışı Hazinenin iç
finansmanını zorlaştırmama kaygısı nedeni ile yeterli ölçüde sterilize
edilemediğinden, para arzının denetimi güçleşmiştir.
Para ve kur politikasında ikinci ana eğilim, reel efektif kurun ya da yerli
paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin özellikle toptan eşya fiyatları
endeksi bazında korunmasına çalışılması olmuştur. Ancak, tüketici fiyat
endeksi bazında reel kurun değerlenme trendi izlediği saptanabilmiştir
(TCMB, 2002: 4). Reel kurun TÜFE ve ÜFE’ye göre farklı seyri, dış ticarette
konu olan malların göreli fiyatının düşmesi veya hizmet sektörünün fiyatının
54
artması anlamına geldiğinden dış ticaret ve cari işlemler bilançosu dengesi
bu durumdan olumsuz etkilenmiştir.
1996- 1999 döneminde genel ekonomik politikalarının değişik boyutları
topluca değerlendirildiğinde aşağıda özetlenen karakteristikler ön plana
çıkmaktadır:
i) Sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği bir ortamda “yönlendirilen
esnek kur rejimi” ile reel kurda nispi bir istikrar sağlanmaya çalışılmış ve
faizlerin belirlenmesi geniş ölçüde piyasalara bırakılmıştır. Kamu kesimi faiz
dışı dengede yeterli ölçüde fazla yaratılmadığı için ve 1999 yılı hariç olmak
üzere kamu kesimi net dış borç ödeyici konuma geldiği için, iç borçlanma
gereği hızla büyümüş ve yüksek faizli nakit iç borç stokunda hızlı bir artış
gerçekleşmiştir. Kamu kesiminin doğrudan dış kaynak kullanımının negatife
dönüşmesi sonucu kamu açıkları düşürülemediği için özel tasarruf fazlasının
büyümesi veya dış tasarruflarının mali sistem aracılığı ile yerli paraya
dönüştürülüp kamu iç borçlanmasına yönlendirilmesi gerekmiştir. Özel
tasarruf fazlasındaki büyümenin, reel faiz oranında ve /veya enflasyon
oranında artışla sağlanabileceğine dair ekonometrik bulgular bu bağlamda
anlam kazanmıştır (Celasun ve Tansel, 1993:269). 1997’den sonra büyüme
hızında gözlenen gerilemelerinin de etkisi ile iç borç dinamiği özellikle 1999
yılında bozulmuş ve bütçenin reel faiz yükü çok yüksek düzeylere ulaşmıştır.
ii) Ekonomide dolara olan talebin arttığı ve enflasyon bekleyişlerinin
yüksek olduğu ortamda iç borçlanma gereğinin yükselmesi, borçlanma
vadelerinin uzatılmasını zorlaştırmış ve mali sektör üzerindeki baskıları
arttırmıştır. Bu koşullarda, para ve kur politikası mali piyasalarda gerekli bir
istikrarı sağlamaya ve iç borçlanmayı kolaylaştıran bir ortamı sürdürmeye
öncelik tanımıştır. Türkiye, kamu maliyesindeki dengesizliklere rağmen,
1998-99 da dış finansal krizlerin olumsuz etkilerinden korunabilmiştir. Ancak,
para arzının enflasyonist bekleyişlerin onaylayan bir tarzda genişlemesi,
bekleyişlerin katılaşması ile sonuçlanmıştır. Bu süreçte ekonomik birimler
fiyatlarını geçmiş enflasyona veya nominal dolar kuruna endeksleme
alışkanlığı kazanmışken enflasyon atalati (inertia) güçlenmiştir.
55
iii) Kamu bankalarında büyük artış gösteren görev zararı stokları bu
bankalarda likidite riskini arttırırken, nakit iç borçların finansmanını ve
çevrilmesini sağlayan özel bankaların bilançolarında kur ve faiz riskleri
birikmiştir.
1990 yıllar için yapılan değerlendirmeler, 2000 yılına girerken
Türkiye’nin ödemeler dengesinin cari işlemler hesabında bir sorunu
olmadığını, ancak kronik enflasyon sürecini kıramamış, kamu iç borç sorunu
ağırlaşmış ve bankacılık sektörü kırılganlaşmış bir ülke konumunda olduğunu
açıkça göstermiştir. İç borç dinamiğinin önemli bir bozulma eğilimine girmiş
olması ve bunu düzeltmek için sıkı bir mali politikası izlemenin yeterli
olmayacağı kaygısından hareketle, güçlü dış mali destek sağlayarak
kapsamlı bir istikrar programı uygulama düşüncesinin ekonomi yönetimince
benimsenmiş olması kuvvetle muhtemel olmuştur (Hatipoğlu, 2001: 17).
Merkez Bankasının para tabanı için düzenlenen yeni çerçevede, net iç
varlıkların (NİV) önceden ilan edilen bir bant içinde hareket etmesi
öngörülmüştür. Böylece para tabanının net dış varlıklardaki (NDV) değişimle
belirlenmesi ilkesi, para kurulu benzeri bir yaklaşımla kabul edilmiştir. Bu
bağlamda, faiz politikası özerkliğinden formel olarak vazgeçilmiş ve faizlerin
belirlenmesi, sermaye giriş çıkışlarına bağlı olarak piyasalara bırakılmıştır.
Açık ekonomilerde kur artışı beklentisini de içeren iç faiz, dış faiz
denkliğinin ima ettiği biçimde iç borçlanma faizleri döviz çapasına intibak
ederken yabancı para bazında reel faizlerin hala yüksek kalması ile birlikte
sermaye girişleri de çoğalmıştır. Ancak, enflasyonda iniş beklediği kadar hızlı
olmamıştır. Reel kur değerlenme eğilimine girmiştir. İthalatın hızla artmasıyla
dış açık kaygı verici boyutlarda büyümeye başlamıştır. Sıkı maliye
politikasına
rağmen
programın
yapısal
önlemlerinden
bekleyen
hız
sağlanamayınca, programın kredibilitesinde azalma ve iç borçlanma
faizlerinde yükselme başlamıştır. Bu gelişmeler, aktiflerinin önemli bir bölümü
Hazine kağıtlarından oluşan bankaların likidite talebine arttırınca Kasım 2000
sonunda likidite sıkışıklığı had safhaya ulaşmıştır (TCMB,2001: 2). Özel
bankaların bir bölümünde bilançoların kırılganlığı daha da belirlenmiştir.
56
2000 yılında net sermaye girişinde büyük artış, reel kurda
değerlenme, iç borç faizlerinde düşüş, yurtiçi kredi stokunda hızlı artış ile
birlikte milli gelirde yüksek bir büyüme hızının yakalandığı enflasyon oranının
indirildiği ve yatırım/milli gelir oranının yükseldiği açıkça görülmüştür.1999
yılına kıyasla, 2000 yılında kamu kesimi faiz-dışı dengesinde bir iyileşme
sağlanması ve kamunun dış borçlanma olanağının artması sonucunda iç
borç/milli gelir oranı stabilize edilmiş ve IMF tanımlı net kamu dış borç
stoku/milli gelir oranı bir ölçüde azılmıştır. İlk bakışta olumlu nitelikte görülen
kesiminin bilanço-içi net pozisyon açığı kur risklerinin büyümesi sonucu 18
milyar dolara ulaşmıştır. Bu gelişmeler 2000 yılında krize zemin hazırlayan
en olumlu göstergeler olmuştur.
2000 yılında cari işlemler açığının beklenmedik ölçülerde büyümesi,
Kasım 2000 krizi ile birlikte 2000 programın kredibilitesini büyük ölçüde
sarsmıştır. Uzun dönemli denge analizlerine göre, cari açık/milli gelir oranının
yüzde 4 dolaylarına ulaşması ile ekonominin tehlike bölgesine girdiği yolunda
değerlendirmeler anlam kazanmıştır (Uygur, 2001:357).
Cari açığın büyümesinin geleneksel bir açıklaması, döviz kuruna
dayalı programın uygulamasında nominal kur değişiminin enflasyonunun
altında kalması, diğer bir deyişle reel kurun değerlenmesi sonucunda dış
ticarete konu malların göreli fiyatının düşmesi ve dış ticaret açığının
büyümesi şeklinde olmuştur. Ayrıca, ithalatın yerli ürünlere göre ucuzlaması,
iç talebin karşılanmasında ithalatın payını daha da arttırmıştır. 2000 yılında
reel kurda değerlenme ile eş zamanlı bir biçimde TEFE enflasyonunun, dış
ticarete konu olmayan malları da kapsayan ÜFE enflasyonunun altında
olması, bu argümanlara destek verir nitelikte olmuştur. 2000 yılında petrol
ithal fiyatlarında artış ve doların euro karşısında değer kazanması da dış
ticaret
dengesini
olumsuz
etkilemiştir.
Ancak,
reel
kurda
gözlenen
değerlenme ve dış ticaret hadlerinde kısmı bozulma ile cari açığın bu
ölçülerde büyümesinin açıklanması yeterli olmamıştır.
Kasım 2000 öncesinde faizlerin ve enflasyonun düşme eğilimine
girmesi ile cari işlemler açığındaki büyüme örtüşmüştür. Ayrıca, 2000 yılında
yurtiçi kredi hacminin yüzde 17 oranında reel büyümesi ve toplam krediler
57
içinde tüketici kredilerinin payının yükselmesi, toplam harcamaların gelirden
daha hızlı büyümesine neden olan bir ek faktör olarak değerlendirilmiştir. Dış
finansmanın olanaklarının artması ve reel kurda değerlenme ile ithal yatırım
mallarının ucuzlaması, şirket sektörünün sabit sermaye yatırımlarını da
özendiren faktörler olmuştur.
Sonuç olarak, 1999’da ekonominin daralmasıyla ertelenen yurtiçi
harcamalarının 2000 yılında %9,8 reel artış hızı, finansal değişkenlerin iç
talebi canlandırıcı etkileri altında %7,4 düzeyindeki GSYİH büyüme hızından
daha yüksek olmuş ve cari işlemler açığı genişlemiştir.
Şubat 2001 krizinin ardından bankacılık sisteminin çöküşünü önlemek
için yapılan düzenlemeler devleti mali yükümlülüklerini fazlasıyla artırmıştır.
Ödemeler dengesinin sermaye hesabında büyük net çıkışlar gerçekleşmiştir.
Reel ekonomi arz ve talep yönlü olumsuzlukların etkisiyle önemli oranda
daralmış cari işlemler açığı hızla artmaya başlamıştır.Net hata-noksan kalemi
2000’de 2.8 milyar dolar ve 2001 yılında 2.3 milyar olmak üzere 2000- 2001
döneminde toplam 5.1 milyar dolar açık vermiştir (Boratav, 2001: 7). 2001
yılında (net hata noksan kalemi dahil) 16.2 milyar dolarlık sermaye çıkışı 3.3
milyar dolar düzeyinde cari işlemler fazlası ve 12.9 milyarlık rezerv kullanımı
ile dengelenmiştir. IMF ağırlıklı uluslararası dış destek döviz rezervlerinin
erimesiyle birlikte, iç borç sorununa dış borç bunalımının da eklenmesini
engellemiştir.
Resmi dış destek kanalından sağlanan kredilerin Hazinenin iç
finansmanında kullanılmasıyla genişleyen likidite Merkez Bankası’nın döviz
satışlarıyla geri çekilmiş ve para tabanındaki genişleme sınırlı kalmıştır. Dış
borç servisinin yeni sorunlara yol açmaması açısından, iç borcun birkaç yıl
daha dış borçla ikame edilmesi de riskli ve sakıncalı olmuştur. Bankaların
yeniden sermayelendirilmesi, iç borç stokunu arttıran başlıca etken olmuştur.
Ayrıca, reel faizin yükselmesi ve büyüme hızının negatife dönüşmesiyle borç
dinamiğinin bozulması da borç profilinin yükselmesine neden olmuştur
(Boratav,2001:7). 2001 yılında iç borcun çevrilebilme sorunu nakit borç
bağlamında kritik önem taşıyan bir durum haline gelmiştir.
58
Döviz kuru artışlarının sabitlenmesine dayalı programlarda yurt içi
harcamamaların ve cari açığın ilk aşamalarda büyümesi ve daha sonra
daralması kuramsal modellemelere de konu olmuştur. Calvo ve Vegh
tarafından dışa açık ekonomiler için geliştirilen kuramsal bir model bu
bağlamda anlam kazanmıştır. Bu modelde, zamanlar arası bütçe kısıtı
çerçevesinde optimal denge arayan tüketicilerin davranışı ve dış ticarete
konu olmayan sektörde üreticilerin ileriye yönelik bir biçimde fiyatlarını
belirmeleri esas alınmış ve harcamalar için gerekli olan nakit para kullanımı
tüketim ile bütünleşik olarak değerlendirilmiştir. Calvo Vegh modelinin ilginç
yönü, programı sürdürebilmesine ilişkin beklentilerin tüketim, enflasyon, reel
kur ve ticaret açığı gibi değişkenlerin seyrini etkileyecek biçimde analiz
çerçevesine dahil edilmiş olmasıdır. Programın bir süre sonra terk edileceği
varsayıldığında, tüketiciler ilk aşamada tüketim fiyatının paranın fırsat
maliyetiyle birlikte düşmesinden yaralanıp harcamaları artırmayı tercih etmiş,
ancak zamanlar arası bütçe kısıtı nedeniyle sonraki dönemde harcamaları
düşürmüştür. Dış ticaret açığı da bu gelişmelere koşut olarak ilk aşamada
genişleyip
sonra
daralmıştır.
Bu
analizin
ampirik
yönden
en
kritik
parametresi, zamanlar arası ikamet esnekliğidir. Bu esneklik yüksek ise
modelin sonuçları anlam taşımaktadır (Agenor ve Montıel, 1999:19).
Dayanıklı tüketim malları tüketiminin ağırlık kazandığı bir ortamda, bu
analizin geçerliğinin daha da arttığı ileri sürülebilmektedir (Calvo ve
Vegh,1996:161). 2000- 2001 Türkiye deneyiminde dayanıklı tüketim malı
talebindeki patlamanın ardından gözlenen çöküş bu teorik modele destek
sağlamıştır.
2000 yılın ilk çeyreğinden itibaren reel değeri artan TL ve hızla düşen
faizlerin etkisiyle yatırımlar ile gayri safi milli hasıla artışa geçilmiştir; istihdam
artmaya başlamıştır. Fakat ÜFE ya da TEFE de beklenen düşüş ortaya
çıkmamış, dolayısıyla TL’deki reel değerlenme beklenenin üstüne çıkmış,
cari işlemler bilançosu açığı da olağanüstü hızla büyümeye başlamıştır. Bu
durum merkez bankasının döviz rezervlerinin azalmasına yol açmıştır. 2000
yılı sonu itibariyle, cari işlemler bilançosu açığının 9,819 milyon dolara
çıkması, buna karşılık merkez bankası rezervlerinin yaz aylarındaki 3605
59
milyar dolarlık seviyesinden 30 milyar dolara gerilemesi, 2001 başından 5
milyar dolara yakın yeni bir sermeye çıkışının tetiklemiştir. Devlet kamu
açığının düşürmek için sosyal güvenlik harcamalarını kısma çabasına
girmiştir.
2002 yılında 1,522 milyon dolar düzeyinde olan cari işlemler açığının
2004’te 15.604 milyon dolara, 2005’te de 23.157 milyon dolara yükselmiştir.
Türkiye bu haliyle yıllardır yüksek cari işlemler açığı veren bir ülke konumuna
gelmiştir.
Türkiye ekonomisi, 2002 yılından günümüze kadar güçlü ekonomik
büyümeye eşlik eden yoğun yabancı kaynak kullanımı sürecine ve disiplinli
bir kamu maliyesi uygulamasına sahne olmuştur. Kur ve para politikası
açısından bakıldığından, enflasyon hedeflemesi uygulamasının temel para
politikası olarak seçilmesi ve kur politikası olarak da, enflasyon hedeflemesi
uygulamasını destekleyebilecek olan dalgalı kurun seçilmesi dönemin diğer
karakteristik özelliği olmuştur. Para ve kur politikası enflasyonla mücadelede
başarılı olmuş ve enflasyon oranının önemli düşüşler sağlamıştır. Bununla
beraber, genel olarak çok olumlu seyreden bu tablo, cari işlemler dengesinde
giderek büyüyen açıklar verilmesiyle gölgelenmiştir (İnan, 2006:12).
2005 yılında TL’nin başlıca yabancı para birimleri karşısında değer
kazanması, cari işlemler açığının büyümesine katkıda bulunmuştur. Toplam
dış (döviz cinsi) borçlanma ihtiyacı olarak ifade edilebilecek olan cari işlemler
dengesi, 2005 yılı üçüncü çeyreğinden itibaren açık vermeye başlamış ve bu
açık GSYİH artışının çok üzerinde bir hızla büyümüştür. 2004 yıl sonunda
15.604 milyon dolar düzeyinde olan cari işlemler açığı 2005 yıl sonunda
23.157 milyon dolar düzeyine yükselmiş ve GSYİH’nin %6,42’ine erişmiştir
(TCMB,2006:4).
60
2.2. Türkiye Ekonomisinde Cari İşlemler Dengesi Sorununu Yaratan
Etkenler
Makro ekonomik temeller açısından Türkiye deneyimlerinden kriz
öncesi dönemde sermaye hareketlerinin serbest olduğu, sabit veya sabite
yakın bir kur rejimi uygulandığı, kredi stokunun hızla büyüdüğü, reel kurun
değerlendiği, dış açığın büyüdüğü ve döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borca
ve yurtiçi likit göre yeterli saptanmaktadır.
Türkiye’nin 1990’lı ve 2001’li yıllarda yaşadığı krizlere bağlı olarak
ortaya çıkan cari açığın gerisinde en yakın ve doğrudan etken olarak
dönemin sermaye hareketleri serbestleşmesinden kaynaklanan “spekülatif
sermaye” girişi yatar; bu nedenle de “finansal kriz” olarak tanımlanırlar. Kriz
süreci sık sık, yakın çevrede ortaya çıkan savaş ya da siyasal karışıklıklar,
kuraklık,
deprem,
iç
politik-sosyal
istikrarsızlık
biçimindeki
dışsal
olumsuzlukların spekülatif sermaye çıkışını tetiklemesiyle ortaya çıkabildiği
gibi, bu faktörlerin etkilerinin ekonomiye yansımasıyla daha da şiddetlenebilir.
Diğer yandan finansal krizlerde, sermaye kaçışına koşut döviz rezervleri
azalışı ve para arzı daralmasıyla reel faiz hadlerinin fırlaması ve Türk
Lirasının reel değerinin hızla gerilemesi, hem TL borçlarının hem döviz
borçlularının borç yükünü TL üzerinden giderek artırır. Kısacası, borçluluk
düzeyi ve krizler arasındaki ilişki iki yönlüdür. Başta kısa vadeli olmak üzere
yüksek iç ve dış borçlar krizin yayılmasına ivme verirken, aynı zamanda
krizin etkileriyle giderek daha ağırlaşabilmektedirler.
1990’li yıllarda yaşanan cari işlemler açığında oluşan hızlı artışın
tetikleyicisi spekülatif sermaye çıkışıdır; her birinin gerisinde dış dünyadan
yansıyan etkenlerle birlikte, içeride döviz fiyatını artırma beklentisini
hazırlayan diğer etkenlerin de bulunduğu görülmektedir. Kontrollü cari
işlemler açığı, ülke ekonomisinin büyüme göstergelerinden birisi olmuştur.
Türkiye’de 1990’lardan bu yana yaşanan cari işlemler açığı sorununun ana
nedeni sanayideki yeni yatırımlara paralel ekonomideki gerçek büyüme değil,
dışarıdan gelen spekülatif sermayenin, yüksek faizli kamu borçlarından
faydalanarak ülkeden çıkması olmuştur. Cari açığı kapatmak için spekülatif
61
sermaye girişine ağrılık verilmesi, yabancı sermayedarları çekebilmek için
uygulanan kısa vadeli ve yüksek reel faizli borçlanma politikası, ülkeyi
yıllardır içinden çıkılamaz bir borç-faiz kısır döngüsüne sokmuştur.
Türkiye’de 1990’lı yılarda enflasyonun hızla tırmanması sonucu para
basma yerine iç borçlanmaya ağırlık verilmesi konusu gündeme gelmiştir. İç
borçlanma ancak yüksek faizlerle yürütülebildiğinden üretmeden kazanan bir
kesim oluşmuş ve üretim ikinci plana itilmiş.1994 yılında hazırlanan ekonomik
istikrar programı bu çemberi kırmak için hazırlanmış, fakat döviz kurunun
patlamasıyla birlikte başarılı olunamadığı gibi yeni bir kriz yaşanmıştır. 1990’lı
yılların ikinci yarısı bu krizin etkilerini ortadan kaldırma ve ekonomiyi istikrara
kavuşturma çabaları ile geçmiştir. Devletin borçlarını giderlerini borçla
ödemeye devam etmesi, yüksek faiz enflasyon, gelir dağılımında adaletsizlik,
gerilim ve sosyal huzursuzluk sonuçlarına yol açacağından yüksek borç yükü
aynı zamanda ekonomi ile bütünleşmiş kriz anlamına gelmiştir. 2001 krizinin,
kamu kesimi borçlanma gereğini gayri safi milli hasılanın %4.7’sinden
%7.7’sine yükseltmesi bu durumun bir göstergesi olmuştur (İyibozkurt,
2001:38).
Türkiye’de iç borçlar 1990 yılından itibaren sürekli artış göstermiştir.
Bunun önemli bir nedeni uygulanan sürece sıkı para politikaları, yani Merkez
bankası kaynaklarından asgari ölçüde yaralanılmış olmasıdır. Bu dönemde
kısa vadeli ve yüksek faizli borçlanma sonucu, borçlar borç ile karşılanmaya
başlamıştır. Kısa vadeli borçlar; devletin uzun süreli borçlanamadığını
göstermektedir. Bu da devlete güvenin azaldığının göstergesidir. Kısa vadeli
borçlanmanın
neden
olduğu
en
önemli
olumsuzluk
faiz
oranlarının
yükselmesine yol açmasıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde kişi
başına düşen gelir düşük olduğundan hedeflenen ekonomik büyüme hızının
finanse edebilecek tasarruflar oluşturulamaz ve gerekli finansman için dış
borçlanma ya gidilir.
1990- 1994 dönemi döviz piyasası, para ve sermaye piyasası arasında
oluşan fon ve fiyat hareketleri ile geçmiştir. Yapılan devalüasyonlar sonucu
ivme kazanan enflasyon ile birlikte, kısa vadeli sermaye girişleri artmış ve
kamu kesimi genel dengesi bozulmuştur. Bu dönemde kamu finansmanı
62
genel dengesinde ortaya çıkan bozulma büyüme hızında da kendini
göstermiştir.
1991 krizi ve dış açığı tetikleyen 2.5 milyar dolara yakın tutarda
sermaye kaçışının görünür nedeni Körfez Savaşı olmuştur. Bunu kötüleştiren
içsel olay, 1990 yılında Merkez Bankası’nın spekülatif sermaye girişini
sağlayabilmek için uyguladığı politikanın cari işlemler bilançosunda yarattığı
2.5 milyar dolarlık açık olmuştur. Döviz fiyatının artacağı beklentisi zaten
ortaya çıkmışken buna eklenen Körfez Savaşı, spekülatif sermaye çıkışını
tetiklemiştir (TCMB, 2005:5).
Türkiye, 1995 yılından itibaren uyguladığı istikrar programları
kapsamında izlediği düşük kur politikasıyla girdi fiyatlarını denetleyerek
enflasyonun yavaşlatılmasını hedeflemiştir. Ancak, döviz kurunun baskı
altında tutulmasıyla, ithal malları göreli olarak ucuzladığından, dış girdilere ve
ithal mallarına olan talep artmış ve dış açık büyümüştür. Böylece, ülkenin
üretim kapasitesinin bir kısmı atıl kalırken, arzın önemli bir bölümünün
kolaylaşan ithalat yoluyla karşılanması reel kesimi olumsuz etkilemiştir.
İhracattaki artışın yavaş, ithalattaki artışın çok hızlı olması sonucunda dış
ticaret açığı büyümüş ve ihracatın ithalatı karşılama oranı giderek
küçülmüştür.
1995- 1997 döneminde ekonominin serbestleştirilmesiyle büyüyen dış
açıkların gittikçe artan dış borçlarla ve kısa vadeli sermaye hareketleriyle
finanse edilmesi, dış borç yükünü arttırmıştır, ödemeler dengesi sorununu
ağırlaştırmıştır. Türkiye kısa vadeli dış kaynak kullanmak yoluyla iç talebi
canlandırarak büyüme hızını yüksek tutma politikası izlemiştir. Döviz kuru
ayarlamasını düşük, reel faizleri yüksek tutarak kısa süreli dış kaynağı ülkeye
çekmek uzun süreli bir politika olmadığı gibi, bazı olumsuzları da bu
dönemde beraberinde getirmiştir. 1995- 1997 döneminde büyüme hızı
rakamlarının dalgalanma göstermesi, üretim alanında yaşanan istikrarsızlığın
bir göstergesi olmuştur. 1994 yılında talep ve üretim miktarının hızla
daralmasının ardından 1995, 1996 ve 1997 yıllarında artan büyümenin
arkasında, o yıllarda gerçekleşen hızlı talep artışı ve ithalat genişlemesi yer
almıştır. 1995 yılında yaşanan büyüme özellikle, faiz ve rant kazançlarından
63
kaynaklanmış
olup
ekonomiye
istihdam
ve
verimlilik
getirmemiştir
(Ataç,1999:17).
1995, 1996 ve 1997 yıllarında yaşanan yüksek büyüme hızlarının 1998
yılında yerine ani düşüşe bırakması, ülkede uygulanan daraltıcı ekonomi
politikaları ile Asya Krizi ile uç veren ve Rusya Krizi ile yaygınlaşan küresel
krizin getirdiği dünya ticaret hacmindeki azalmanın bir sonucu olmuş ve 1999
yılında bu durumun ortaya çıkardığı yüksek reel faizler nedeniyle azalan
yatırımlar, yurtdışına kaçan sermaye, ihracatın azalması, dış ticaret açığı,
borçlanma
artışı,
enflasyon
içinde
durgunluk
devalüasyon,
faizlerin
düşürülmesi, kısa vadeli dış kaynağın azalması ve Türk Lirasından kaçış gibi
faktörlerle negatif büyüme hızı devam etmiştir.
Sermaye hareketlerinin serbestleştiği bir ortamda Türkiye 1994 ve 2001
yıllarında finansal krizlerle ve buna bağlı olarak ortaya çıkan cari işlemler
açığıyla karşı karşıya kalmıştır. Her iki krizinde ortak özelliği, kriz öncesi yılda
büyük miktarda kısa vadeli sermaye girişinin olması ve kriz yılında da büyük
ölçekli sermaye çıkışının ekonominin küçülmesiyle sonuçlanmış olmasıdır.
Başlıca işlevsel özellikleri arbitraj fırsatlarını değerlendirmek olan iç ve dış
mali yatırımcılar, Türkiye’de devalüasyon bekleyişleri yükselince tedirgin
olmuş ve krizi tetikleyen olayların ardından mali sermayelerini aniden
dışarıya transfer etmişlerdir. Bu krizlerin önlenebilmesi adına alınan istikrar
tedbirleri de yapısal değişimlere dayalı olmadığından özellikle reel kesimde
başarılı olamamış ve ülke ekonomisi hızla küçülme dönemine doğru girmiştir.
Türkiye’de iç ve dış borç stoktu 1995- 1999 yılları itibariyle de artmaya devam
etmiş, atılan adımlar başarılı olamamış ve önemli düzenlemeler yapılmadığı
için istikrar paketi büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu dönemden
sonra
ağırlık
verilmesine
karar
verilen
özelleştirme
uygulamalarında
başarısızlık, kamu bürokrasisi, yerel yönetimler ve sosyal güvenlik kurumları
ile ilgili düzenleme çabalarının yetersiz kalması kamu harcamalarındaki artışı
frenleyememiş ve borçlanma ihtiyacı hızlanarak artmıştır. 1995- 1999
döneminde Türkiye hiçbir zaman net dış borçlanamamıştır. 1996 yılına kadar
nakit açığında azalmalar yaşanmasına rağmen, 1996 yılından itibaren nakit
açığı önemli bir biçimde artmaya başlamış ve açığın finansmanı da iç
64
borçlanma yolu ile gerçekleştirilmiştir. İç ve dış borçlanmaları karşılamak için
yeni borçlanmalara gitme zorunluluğu 1999 ve sonrasında da kendini
göstermiştir. Dış borçların gayri safi milli hasıla içinde aldığı pay 1999 yılı
içinde %50’ye, kamu kesimi borçlanma gereği ise gayri safi milli hasılanın
%14.3’üne ulaşmıştır.
İç
borçlanmadaki
artışlar
da
yükseliş
seyrini
sürdürerek, kamu finansman açıklarının kapatılmasında en önemli kaynak
haline gelmeye başlamıştır (Eker ve Meriç, 2000:32).
Türkiye 1990’lı yıllardan bu yana, yaşamış olduğu ekonomik krizlerle
birlikte uzun vadeli kalkınma perspektifini kaybetmiş, küreselleşen dünya
düzenine tam anlamıyla ayak uyduramamış, yüksek faizle iç borç
sarmalından kurtulamamış ve dış borçlarını arttırarak İMF destekli istikrar
programları uygulamak durumunda kalmıştır. Borç faizlerinin enflasyonundan
arındırılmış reel faizlerin üzerinde olması; Türkiye ekonomisinin borç
batağına batmasının temel nedeni olmuştur (Ertuna, 2003:2).
2000 yılında Euro’nun dolara karşı değer kaybı ve ithal petrol
fiyatlarının artış Türkiye’nin dış ticaret dengesinin olumsuz etkilemiştir. 2001
krizi sonrasında serbest dalgalanmaya bırakılan kur, yüksek dış kaynaklarla
beslenmenin etkisiyle baskı altına girmiş ve mevcut durum itibarıyla TL’nin
değerlenmesi neden olmuştur. Cari açığının artmasıyla etkili olan dış ticaret
dengesinde TL’nin aşırı değerli olmasının çok büyük etkisi olduğu sonucu
ortaya çıkmaktadır.
2001 krizi Türkiye’nin liberal ekonomi politikaları izlemeye çalıştığı bir
durumda uyguladığı istikrar politikalarının yaratığı bir kriz olarak ortaya
çıkmıştır. Kriziz olduğu dönemde kur çapası uygulaması bulunuyordu.
Enflasyon yeterince düşmemişti TL aşırı değerliydi. TL’nin aşırı değer
kazanmasıyla hem dış ticaret artışları tetiklemiş, hem de spekülatif sermaye
girişleri ülkede dolar bazında ekonominin taşıyamayacağı boyutlara erişen
kazançlar elde etmişti.
“Cari işlemler açığı” sorunu Türkiye ekonomisinin 2001 krizi
sonrasında adını çoklukla duyuran bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır.
2001 yılı mayıs ayından itibaren başlayan sıyası belirsizlik ve olası Irak
operasyonuna bağlı olarak mali piyasalarda yaşanan olumsuz gelişmelerden
65
asgari düzeyde etkilenmek amacıyla TL cinsinden kısa vadeli ve döviz
cinsinden uzun vadeli iç borçlanmaya gidilmiştir. Uygulanan borç yönetimi
stratejileri borçlanma maliyetlerini düşürmüş ve iç borç vadelileri uzatılmıştır.
Dış açık yada cari işlemler açığı 2002 yılında Türkiye ekonomisinin en önemli
kırılganlık noktası haline gelmiştir.
2002- 2005 döneminde dış ticaret açığının ve dolayısıyla cari işlemler
açığının büyümesinde etkili olacak çeşitli faktörler vardır. TL’nin reel olarak
değerlenmesi, hızlı ekonomik büyüme Türkiye’de finans sisteminin uzun
vadeli kredi vermeye başlaması, 2001 krizinden sonra ertelenmiş talebi
realize edilmesi faktörlerin başlıcalarıdır.
Türkiye ekonomisinde 2002- 2005 döneminde milli gelire oranla
giderek büyüyen cari işlemler açıkları gerçekleşmiştir. Bu cari işlemler
açıkları,
esas
olarak
özel
kesim
net
tasarrufundaki
gerilemeden
kaynaklanmıştır. Özel kesim net tasarrufundaki gerilemenin iki nedeni vardır.
Bu nedenler, özel kesim tasarruf eğilimindeki azalma (toplam harcanabilir
özel
gelirden
tasarrufların
aldığı
payın
gerilemesi)
ve
özel
sektör
yatırımındaki dikkate değer artıştır (İnan, 2006: 12).
Yüksek reel faiz aracılığı ile uyarılan spekülatif sermaye akımlarının
Türkiye para piyasasında bir döviz bolluğu yaşatması kaçınılmazdır. Böylece
Türk Lirası yabancı paralar karsında aşırı değerli konuma sürüklenmektedir.
Yüksek reel faizlere dayalı spekülatif sermaye girişleri sonucunda yaşanan
döviz bolluğu, bir yandan ithalat hacmini uyarıp dış ticaret ve cari işlemler
açıklarına yol açarken bir yandan da TL cinsinden dış borç yükümlülüklerini
geriletmektedir.
Türkiye kriz sonrası dönemlerde elde edilen bulgular cari işlemler
açığı sorununu ortaya çıkaran temel faktörün borcu borçla kapatma
politikasının atalet kazanması olduğunu açıkça göstermektedir. Türkiye’de
devletin yukarıdaki aşamalarda ortaya çıkan krizlerin giderilmesi amacıyla
uygulamış olduğu daraltıcı politikalar, devletin ekonomik faaliyetleri ve finans
sektörü gibi yapısal sorunları düzeltmeden uyguladığı alt yapısı olmayan
politikalar olduğu için genellikle başarısız olmuştur. Türkiye’de krize ve cari
açığın hızla artmasına yönelik alınan sınırlı ve geçici tedbirler ekonomide
66
kalıcı bir düzenleme sağlayamamış ve kriz derinleşmiştir. Yüksek faizle
borçlanılarak özel ve kamu kesiminde yatırım yapma imkanı sınırlandığı için
cari işlemler açığı daha da daralmaya başlamıştır (Kepenek ve Yentürk,
2000: 61).
Ülkemizde yaşanan ekonomik krizler genellikle finansman açığı
sorunu kökenli olmuştur. Bu doğrultuda ortaya çıkan finansman ihtiyacının
giderilmesinde de yukarıda sayılan nedenlerden dolayı ağırlıklı olarak
borçlanma politikasına yer verilmiştir. Nitekim ekonomik ve mali istikrarın bir
ön şartı olan kamu bütçe disiplini günümüzde gelinen noktada esas itibarıyla
iç borçlanma sorununun çözümüne bağlı olmuştur.
Özetle, Türkiye’de dışa açılıma bağlı olarak hangi dönemde olursa
olsun borçlar devam etmiş, ancak borçların kaynakları (iç borç-dış borç) ve
vade yapıları (kısa vadeli-uzun vadeli) farklılık göstermiştir. Cari açığı
körükleyen bir unsur olan dış borçlardan iç borçlara, uzun vadeden kısa
vadeye doğru yöneliş ülke ekonomisine uzun yıllar boyunca hakim olmuştur.
2.3. Türkiye Ekonomisinde Cari İşlemler Dengesi Sorununa Yönelik
Çözüm Yolları
Cari işlemler dengesi eğer açık veriyorsa bu açığın karşılanması
beklenir. Dolayısıyla, eğer cari işlemler açık veriyor ise, sermaye hareketleri
dengesinde bir fazla olmalıdır. Sermaye hareketleri finansal sermaye
akımlarına dayalı döviz giriş ve çıkışlarını ifade eder ve doğrudan yabancı
sermaye yatırımları, portföy akımları, kısa uzun vadeli dış krediler rakamları
kapsar. Söz konusu akımlar içerisinde doğrudan yabancı sermaye yatırımları
dışındaki finansal sermaye girişleri doğrudan gereği borç arttırıcı özelliktedir.
Bu yüzden, cari işlemlerdeki açığın mutlak anlamda büyük ya da küçük
olmasından ziyade, nasıl finanse edildiği önemlidir.
Cari açığın, doğrudan yatırımlar türünden ya da uzun vadeye
yayılmış döviz girişleri ile finanse edilmesinin görece olarak daha az sorumlu
olduğu söylenebilir. Öte yandan cari açığın kısa vadeli ve dış borçları arttırıcı
67
biçimde spekülatif sermaye akımları ile finanse edilmesi tehlike arz
etmektedir. Türkiye’de cari işlemler açığının yakın dönem seyri, kısa vadeli
spekülatif sermaye ile finanse edildiğini göstermektedir. Net hata noksan
kalemi kayıt dışı döviz giriş çıkışlarının net dengesini göstermesi açısından
bu savın en belirgin kanıtlayıcısıdır. Türkiye’de bu kalem son üç senedir
olağan dışı bir boyutta denge değerlendirilmektedir. Bu anlamda Türkiye’de
cari açığın temel tetikleyicisi olarak görülen spekülatif sermaye girişini
önlemeye yönelik tedbirler cari açığın kapatılmasına ilişkin çalışmalarda ana
amaç olarak yer almalıdır.
Türkiye’de
cari
açığın
önlenmesine
yönelik
oluşturulan
makroekonomik önlemler, temelde enflasyonun indirilmesine ve bu bağlamda
kamu harcamalarının kısılarak bütçe açıklarının düşürülmesine, iç borçların
çevrilebilir duruma sokulmasına yönelik olmuştur. Burada iki parasal önlem
devreye sokulmuştur; Birinci önlem, döviz kurunun enflasyonu indirmek için
“çapa” olarak kullanılması olmuştur; öyle ki, döviz fiyatı artışı beklenen
enflasyonun altında tutulacağı için TL reel olarak değer kazanacaktır. Döviz
çapasını ithalatı arttırırken mal arzını bollaştıracak, TL üzerinden ithal malları
fiyatlarını düşürecek; ayrıca Faiz hadlerini düşürürken üretimi ve yatırımları
artırarak ekonomiyi canlandıracak, dövize hücumu sınırlayacak, böylece
enflasyonu ve cari işlemler dengesizliğini düşürmeye katkı yapacaktır. Kamu
harcamalarını sınırlayıcı politikalar, faiz düşüşleri ve döviz fiyatlarını
sınırlayıcı politikalara eklenerek kamunu bütçe açıklarını sınırlayacaktır.
İkinci politika, Merkez Bankasının para arzını genişletmeyi sadece
döviz rezervlerindeki artışa bağlanması, iç varlıklardaki artışlara bağlı
genişlemeyi devreden çıkarması olmuştur. Yani devletin “senyoraj hakkı”
sınırlanmış, TL yaratılması döviz rezerv artışına bağlanmıştır.
Cari açığı önlemenin en etkin yolu daha öncede belirtildiği gibi
spekülatif sermaye girişine davetiye çıkarma politikalarına son vermek ve
buna rağmen yine ortaya çıkabilecek hareketleri de vergi önlemleriyle
denetim altına almaktır. Tabii, buna karşı en etkili yöntem döviz kontrolü
uygulamaktır. Ancak döviz kontrolü sisteminin uygulanması Türkiye’den yıkıcı
boyutta sermaye kaçışına neden olabilmektedir. Spekülatif sermaye
68
hareketlerine son vermek için bütçe açıklarını gayri safi milli hasılanın %23’ün üstüne çıkarmamak gerekmektedir. Geçici çıkışları da iç ve dış
borçlanma yerine para arzını genişleterek karşılamak, bu arada döviz
fiyatlarındaki artışın bunun altında kalmaması politikasını izlemek daha
sağlıklı bir yol olarak görünmektedir. Ancak Türkiye’nin bugün ağır iç ve dış
borç yükü, bu yöntemi çok sınırlamakta; bütçe dengesi sağlamaya öncelik
verilmesini gerektirmektedir. Makro ekonomik dengeyi sürdürmek cari
işlemler açıkları önlemenin en etkin yoludur. Buna rağmen ortaya çıkabilecek
sermaye hareketlerin de, döviz kontrolü uygulanamıyorsa, vergileme en etkili
yöntemdir.
Türkiye öncelikli olarak yüksek reel faiz ve yapay düşük döviz kuru ya
da aşırı değerli Türk Lirası cenderesinden çıkartılmalıdır. Spekülatif sermaye
hareketleri munzam karşılıklar, finansal vergilendirme ve Merkez Bankası’nın
aktif politikaları ile denetim altına alınmalı ve caydırılmalıdır; Merkez bankası
bağımsız olmalıdır. “Bağımsız” merkez bankalarının birden fazla ve zaman
içinde öncelikleri değiştirilebilen esnekliğe sahip hedefleri olabilmelidir. “Fiyat
istikrarı” bu hedeflerden sadece bir tanesi olmalıdır. Türkiye ulusal
tasarruflarının finansal spekülasyon oyunlarında harcamasının önüne gerçek
tedbirleri bir an önce uygulamaya koymalı ve büyümesinin finansmanını
sürdürülebilir ve sağlıklı kaynaklara dayanacak bir stratejik planlamayla
gerçekleştirilmelidir. İthalata ve tüketime dayalı bir büyüme yerine üretime ve
yaratıma dayalı sürekli bir büyüme hedeflenmelidir.
Türkiye’de cari açığı azatlamak için faizlerde ve borç döndürme
rasyosunda düşüş, ihracat, üretim ve istihdamda artış hedeflenmeli kayıt dışı
ekonominin kayıt altına alınması temel amaç olmalıdır. Vergi gelirlerinin
artırılması, harcamaların kontrol altına alınması, Merkez Bankası’nın para
arzını kontrolü çerçevesinde hazırlanan istikrar programına siyasi olarak tam
destek verilmesi, kaynak tashihi sürecinde şeffaflık sağlanması ile hesap
verilebilirliğin sağlanması hedeflenmelidir.
Borçlanmanın ve cari açığın azaltılmasına yardımcı olacak enstrüman
olarak spekülatif sermayenin değil, yatırım yapacak yabancı sermayenin
Türkiye’ye çekilmesi için gerekli adımların bir an önce atılmasının Türkiye’nin
69
geleceği açısından son derce önemli olduğuna dikkat edilmelidir (Aygün,
2005:16).
Cari açığın sürdürülebilirliğinin sağlanması ve sağlam kaynaklarla
finanse edilmesi temel amaç olmalıdır. Bu çerçevede sürdürülebilir ihracat
artışını sağlayacak ihracat yapısın oluşturmak amacı ile kaliteli ve katma
değeri yüksek ürünleri öne çıkaracak yeterli ve etkin destek mekanizmaları
geliştirilmelidir.
Orta vadede yurt içi üretimin ithalat bağlılığının azaltılması amacıyla
sanayide kullanılan ithal ara girdilerinin rekabet koşulları altında yurt içinde
üretilmesini sağlayacak politikalar geliştirilmeli bu bağlamda sanayide
araştırma geliştirme faaliyetlerinin yaygınlaştırılması sağlanarak özellikle
yüksek teknolojinin ara girdilerin yurt içinde üretilmesinin desteklenmesine
yönelik çalışmalar başlatılmalıdır.
Üretimi ve ihracatı düşüren yüksek faiz, düşük döviz politikası sona
erdirilmelidir. İç talebe bağlı yüksek oranlı büyüme ve değerlendirilmiş TL’den
kaynaklanan cari işlemler açığı kendi kaynaklarımızla büyümeye yönelik
politikalar uygulanması sureti ile kapatılmalıdır. Türkiye’de cari işlemler açığı,
katılaşmış bir yapısal nitelik göstermektedir. Cari açığı azaltmak için
büyümenin
yavaşlatılması,
TL’nin
diğer
paralar
karşısında
değer
kazanmasının önlenmesi, enerji tasarrufu uygulanması ve sanayide mikro
yapısal önlemlerin hızla alınması gerekmektedir. Büyümenin yavaşlaması ile
birlikte döviz kurunun değer kazanma süreci, enerji tasarrufu önlemleri
alınmadan ve enerji tasarrufu gibi sanayinin mikro yapısal değişim analizi
yapılmadan cari işlemler konusunda başarımız kısıtlı kalacaktır.
Türkiye’deki cari açığın birinci nedeni, iç tasarrufların yatırımları
karşılayamaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de tasarruf hacim
düşüktür. Bu durum doğrudan doğruya cari işlemler açığını olumsuz şekilde
etkilemektedir. Milli gelir cinsinden %19-22’lerde seyreden tasarruf hacminin
en az %30-35’lere çıkartılması gerekmektedir. Yüksek büyüme için gerekli
tasarruf yapılamazsa cari işlemler açığı artacaktır. Çözüm ekonomiyi
soğutmaktan
ve
iç
tasarrufları
artırmaktan
geçmektedir.
Kamudan,
firmalardan ve kişilerden oluşan iç tasarrufların ülkenin kendi yatırımları ile
70
karşılanamaması durumunda dış kaynaklara gereksinim duyulmaktadır. Bu
da cari işlem açığının kaynağını teşkil etmektedir. Bu nedenle iç tasarrufların
büyüklüğünü ya da yatırımlar ile ilişkisini iyi irdelenmesi gerekmektedir.
Çünkü oluşan cari işlemler açığı ekonomide işler iyi gittiği taktir de, dış
kaynaklarla finanse edilmektedir.
Türkiye ekonomisinde uluslar arası likiditenin fazla olduğu 2001- 2005
yılları arasında bu konuda bir sıkıntı çekilmemiştir. Ancak, ülkeye gelen
likidite, tam dalgalı döviz kuru rejiminde kura baskı yapmıştır. Yüksek oranda
büyümek isteyen ve bunun için gerekli iç tasarrufları yatırımlarına yetmeyen
Türkiye’de bir yandan iç tasarrufların azlığı, öte yandan ise çeşitli adlarla
gelen dış tasarrufların döviz kuruna etkisi, cari işlemler açığını artırmıştır.
Dolayısıyla ya tasarruflar artırılmalı, ya da büyümeden feragat ederek
yatırımlar
kısılmalıdır.
Tasarruf
artışı
için
faizlerin
yükseltilmesi
gerekmektedir. TL’nin değerlenmesine mani olunmalıdır. Bu iki önlem
zamanında alınarak cari işlemler açığının büyümesinin önüne geçilmelidir.
Cari açığın artışında ikinci neden, TL’nin değer kazanmasıdır.
Makroekonomik istikrar yolunda alınan mesafeler faizler genel düzeyini
düşürmekte, faizlerdeki bu düşüş bir yandan tüketim ve yatırım talebini
dolayısıyla kredi talebini artırırken, diğer taraftan yurtiçi tasarrufların
azalmasına
neden
olmaktadır.
Artan
harcamalar,
özellikle
yatırım
harcamaları, makine ve teçhizat talebini artırmakta, Türkiye ekonomisinin
yapısal özelliklerinden dolayı bu talep ithalat yapılarak karşılanabilmektedir.
Bu süreç cari açığın bir göstergesi olan yurtiçi tasarruflar ile yurtiçi yatırımlar
arasındaki makasın açılmasına yol açmakta ve dış kaynak ihtiyacı
doğurmaktadır.
Bu
kaynağın
sağlanabildiği,
dış
borçlanmanın
gerçekleştirilebildiği ortamlarda, makro ekonomik istikrara ve yabancı
sermaye girişine de bağlı olarak, Türk parası değer kazanmakta ve süreç
kendisini tekrarlayarak cari açıkta artışa yol açmaktadır. Değer kazanan
ulusal para, ithalatın ihracattan daha fazla artması ve ticaret açığının
büyümesi sonucunu doğurmaktadır. Türkiye’de de aynen böyle olmuştur.
Çözüm döviz kuru uygulamasını değiştirmekten geçmektedir. Döviz kuru
rejimi yine dalgalı olacak, ancak spekülatif hareketler nedeniyle TL’nin değer
71
kazanmasının önüne geçilecektir. Bu görev hükümete ve Merkez Bankası’na
düşmektedir.
Cari işlemler açığında artışa yol açan üçüncü neden ise sektörel
bazda “mikro yapısallara” önem verilmemesidir. Türk ekonomisi mal ve
hizmet ithalatının, ihracatından yüksek olduğu yapısal bir dengesizliğe
sahiptir. Giderek ithalat bağımlısı haline dönüşen bu yapıyı değiştirmeden,
sorunu orta ve uzun vadede çözmek güçtür. Mikro önlemler ise sanayi,
turizm ve döviz getiren diğer hizmet sektörlerinde yeni stratejilerin
geliştirilmesidir. Öte yandan, ithal enerjiye bağımlılığımız dış ticaret dengesini
olumsuz etkilemektedir. Enerji tasarrufu artıracak ya da ithal bağımlılığını
azaltacak mikro önlemlerle bu dayanılmaz ağırlık hafifletebilecektir. Mikro
alanların tek tek tanımlanması ve bunlara uygun önlemlerin üretilmesi
kuşkusuz çok zaman alıcı çalışmalar gerektirmektedir. Bu konuda bıkmadan
usanmadan sorunları belirleyip, çözümlerin üretilmesi şarttır.
Cari açığın artışında dördüncü bir neden de, bu açığın finanse
edilebilme niteliğinde yatmaktadır. Cari işlemler açığı, dış kaynaklarca
finanse edilmediği taktirde artmayacaktır. Tam tersine azalma eğilimine
girecek ve ortadan kalkacaktır. Türkiye bu süreci 1994 ve 2001 yılında
yaşamıştır. Ancak bizim gibi dış kaynaklara bağımlılığı yüksek bir ekonomide
bu oluşumun vereceği olumsuz etkilerin derecesi hayali yüksek olacaktır
(Erçel, 2006: 12). Ekonomide denge, istikrar ve sürdürülebilirlik kavramları
birbiri ile karıştırılmadan, iç dengeler sağlıklı bir biçimde kurulmalı, iç talepteki
artış azaltılmalıdır.
ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM
EKONOMETRİK MODEL VE UYGULAMASI
3.1. Cari Dengenin Belirleyicileri Üzerine Ampirik Çalışmalar
Cari açığın belirleyicileri üzerine yapılmış ampirik çalışmaların bir tablo
ile
özetlenmesine
geçmeden
önce
çalışmalarda
yer
verilmiş
temel
değişkenlerin literatürde cari denge – bu çalışma kapsamında cari açık- ile
ilgili beklenen işaretlerinin altını çizmek gerekir.
Bunlardan ilki, kısaca büyüme olarak tanımlanan yurtiçi üretim
artışıdır. Büyüme göstergesi olarak GSYH ve GSMH’den genelde ikincisi
daha sık kullanılmaktadır. Büyüme söz konusu olunca ona ilişkin iki bileşenin
birbirinden ayırt edilmesi önem taşımaktadır. Birincisi, işgücü büyüme oranı ki
bazen bu terim genel anlamda nüfus artış oranı yerine gösterge olarak da
kullanılmaktadır. İkincisi, verimlilik artış oranı. Genelde işgücü büyüme
oranındaki değişikliklerin geçici, verimlilik artış oranındakilerin ise hem geçici
hem de sürekli olduğu kabul edilmektedir. Bu geçici-sürekli ayrımı herhangi
bir değişkenin cari denge ile ilişkisinin beklenen işaretini tanımlarken farklılık
göstermektedir.
Şöyle ki; işgücü büyüme oranında artış tasarruf-yatırım kanalıyla cari
dengeyi kötüleştirmektedir. Mekanizmayı detaylandırırsak; bir, mevcut
sermaye işgücü oranını sürdürebilmek yatırım artışıyla mümkündür. İki, artan
genç
nüfus
toplumun
bütünü
düşünüldüğünde,
bağımlılık
oranı
ile
beraberinde tüketim talebini yükseltecektir. Bu yeni tüketim talebi için daha
fazla tasarruf yapılması ile eşanlamlıdır. Sonuçta, yatırım ve tüketim artışı
yani her iki kanal da cari dengeyi negatif etkileyecektir.
Ülke bazlı verimlilik artışı, değişikliğin geçici veya sürekli olmasına
göre farklı yorumlanmaktadır. Verimlilikteki sürekli artış, gelir etkisi üzerinden
bir ülkenin yabancı varlık GSMH oranını artırabilir veya azaltabilir. Şöyle ki,
cari denge eşitliğinde tasarruf bileşeni göz önüne alındığında, eğer nüfusun
73
genç kısmının geleceğe dönük beklentilerini karşılamak amaçlı tasarruf artışı
olgun/yaşlı kısmın gelir etkisi sonucu tüketim artışının/tasarruf azalışının
üzerinde olursa toplam tasarruf artışından söz edilebilir. Bu noktada ülkenin
açık bir ekonomi olduğu varsayımıyla, artan tasarrufun yabancı varlık
portföyüne yöneldiği kabul edilmektedir. Yabancı varlık GSMH oranı artışı bu
nedenledir. Sürekli verimlilik artışı, sermayenin gelecekteki getirisinin yüksek
olacağı beklentisiyle yeni yatırımları da tetiklemektedir (Glick ve Rogoff,
1995).
Tasarruf ve yatırımın cari denge ile teorik olarak beklenen işaretlerinin
ne yönde olduğunu değerlendirmeden önce tasarruf, yatırım ve büyüme
arasındaki kompleks ilişkiye bakmak hiç kuşkusuz isabetli olacaktır. Söz
konusu üç değişken arasındaki etkileşimin ve nedenselliğin boyutu birkaç
yönde olabilmektedir. Literatürde konu üzerinde, örnek ülke seçimi, model
tanımlanması, veri ve ekonometrik yöntem farklılıkları nedeniyle genel bir
sonuç içermeyen onlarca teorik ve ampirik çalışmaya rastlamak sürpriz
olmayacaktır. Bu türden bir literatür taraması içeren Schmidt-Hebbel ve
diğerleri (1996, s.108) ortak çalışması, özetle dört temel çıkarımı içerir. Bir,
tasarruf ve büyüme birbirini destekler ve nedensellik her iki yöndedir. İki,
tasarruf ve yatırım arasında düşük sermaye hareketliliği, yüksek cari
dengesizliği engellemeye yönelik iç politikalar, her iki değişkeni harekete
geçiren demografik ve teknolojik faktörlerin de etkisiyle yüksek bir korelasyon
vardır. Üç, fiziki yatırım büyüme için gerekli ama tek başına yeterli değildir.
Dört, fiziki yatırımın etkinliği, beşeri sermaye ve teknolojik bilgi büyümeyi
destekleyici önemli unsurlardır.
Yine literatürde iki popüler kavramı; yatırım ve tasarrufu içeren ama
meşhur Feldstein-Horioka Paradoksu’ndan bahsetmeyen bir çalışmaya
rastlayabilme ihtimali neredeyse çok düşüktür. Bu kavram, kapalı bir
ekonomide, tasarruf ve yatırımın birlikte hareket ettiği ve her iki değişken
arasındaki korelasyonun bire eşit olduğunu açıklayan Feldstein-Horioka (FH)
yaklaşımıdır (Ventura, 2001). Coakley, Kulasi ve Smith (1996)’in Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) üyesi 23 ülkeyi kapsayan çalışmaları,
sermaye hareketliliği derecesinden bağımsız olarak FH yaklaşımının temel
74
önermesinin açık ekonomilerde de geçerli olduğunu sonucuna varmıştır.
Diğer bir ifade ile tasarruf-yatırım arasında “paradoks” olarak tanımlanacak
bir ilişki yoktur.
Özmen ve Parmaksız (2000) ise İngiltere için 1948-98 arası uzun
dönemli
tasarruf
yatırım
ilişkisinin
1979
yılında
döviz
kontrollerinin
kaldırılması yapısal değişikliği ile kaybolduğunu öne sürmektedir. Bunu
destekleyici ampirik sonuç, 1948- 79 arası dönem için “tasarruf tutma
katsayısının” 0.86, 1980-98 arası için ise 0.31 olarak bulunmasıdır. Döviz
kuru rejimindeki köklü ve yapısal değişiklik söz konusu olunca, yaklaşımın
paradoks olmaktan çıktığı da ayrıca vurgulanmıştır. Kısaca, her iki
değişkenin nedensellik yönü tartışması bir tarafa bırakılırsa, toplam tasarruf
artışının cari dengeyi iyileştirmesi beklenirken, yatırım artışının cari denge
üzerinde negatif etki olasılığı yüksek varsayılmaktadır.
İkiz açıklar, bütçe açığı-dış ticaret açığı ve/veya cari açık olarak da
sıkça vurgulanan kamu/bütçe dengesi ile cari denge ilişkisi literatürde bazı
teorik ve ampirik çalışmaların doğrudan veya dolaylı konusu olmuştur
(Bussiére, Fratzscher ve Müller, 2004; Chinn ve Prasad, 2000; Enders ve
Lee, 1990; Freund, 2000; Ghosh ve Ostry, 1995; Karunaratne, 1988). İkiz
açıklar hipotezi bağlamında, geleneksel Keynesyen görüşe göre bütçe
açıkları aynı zamanda cari açıklara yol açar. Buna karşın Ricardian denkliği
hipotezi ise iki değişken arasında herhangi bir ilişkinin olmadığını savunur.
Kamu harcamalarının kamu gelirleri üzerinde fazla artışı diğer bir
tanımla bütçe fazlasında azalış veya bütçe açığında artış şeklindeki bütçe
dengesinde bozulmanın cari dengeyi negatif etkilemesi beklenmektedir.
Artan harcamaların yeni borçlanma ile finansmanı faiz oranları üzerinde artış
yönünde baskı oluşturmakta faize duyarlı özel yatırımların maliyetini
artırmaktadır. Bu literatürde kamu harcamalarının özel yatırımları dışlayıcı
etkisi olarak da tanımlanmaktadır. Artan yurtiçi faizlerin yurtdışı faiz oranına
göre nisbi getiri farkı sermaye hareketleri serbestisi altında, diğer ekonomik
ve politik şartların de uygun olması varsayımıyla, yurtiçine sermaye girişini
artırır. Artan sermaye girişi ülke parasının değerlenmesine yol açar. Sabit
döviz kuru rejimi altında durumun ayrı bir tartışma ve değerlendirme konusu
75
olduğunu ayrıca not etmeliyiz. Bu durum ihracatın göreli fiyatlar üzerinden
rekabet gücünü azaltır, dolayısıyla dış ticaret dengesini, geniş tanımıyla cari
dengeyi negatif etkiler.
Döviz kuru-cari denge ilişkisi en hassas ve sıcak tartışmalardan biridir.
Esneklikler
yaklaşımında
değinildiği
üzere
döviz
kuru
artışı
yani
devalüasyonun dış ticaret dengesini iyileştirici bir sonuç doğurması MarshallLerner Koşulu’na bağlıdır. Arz esnekliklerinin sonsuz olması varsayımı
altında, bu koşul ithal mallarının yurtiçi talep esnekliği ile ihraç malları dış
talep esnekliği toplamının 1’e eşit veya 1’den büyük olması şeklinde ifade
edilir. Bu koşul altında döviz kuru cari denge ile pozitif ilişkilidir.
Dönemlerarası ikame göz önüne alındığında ilişkinin yönü konusu belirsizdir
(Bagnai ve Manzocchi, 1999).
Literatürde dış ticaret haddi ile cari denge ilişkisi söz konusu olunca
“Harberger-Laursen-Metzler (HLM)” etkisine sıkça vurgu yapılmaktadır.
HLM’e göre, ticaret hadlerindeki bir iyileşme ülkenin reel gelirini artırmaktadır.
Marjinal tüketim eğiliminin birden küçük olduğu varsayımı altında özel
tasarruflar artmaktadır. Eğer ekonomik birimler ticaret haddi iyileşmesinin
sürekli olacağını beklerse, satın alma gücünün artması oranında sürekli
gelirini yukarı doğru revize eder. Tasarrufta bir artış olmaz. Ancak ticaret
haddindeki iyileşmenin geçici olacağı bekleniyorsa, cari gelir artışı, sürekli
gelir artışından daha büyük olacak ve tasarruflarda artacaktır. HLM’e göre,
ticaret haddindeki iyileşmelerin geçici iyileşmeler olacağı beklentisi tasarruf
artışı sağlayacak ve cari dengeyi iyileştirici etkide bulunacaktır (Ghosh ve
Ostry, 1995; Ostry,1997).
Cari dengeyi açıklayan değişkenlerden biri de dış borç ve/veya servisi
GSMH oranıdır. Dünya faiz oranlarında beklenmedik artışın, net borçlu ülke
açısından yeni borçlanma için kısıt oluşturması nedeniyle cari açığı azaltıcı
etki yapması beklenmektedir (Obstfeld ve Rogoff, 2000).
Bir ülkenin dışa açıklık oranı ile cari denge arasında pozitif veya
negatif ilişki vardır gibi net bir çıkarım yapılabilmesi, her ülkenin ekonomik
yapısının farklı olması, yani ülke bazlı faktörler nedeniyle kolay değildir.
Örneğin, dışa daha açık bir ülke dış borç servisini ihracat gelirleri veya
76
sermaye girişi ile göreli olarak daha rahat ödeyebilir (Chinn ve Prasad, 2000,
s.11). Buna ek olarak, olası bir döviz krizi ve devalüasyon sonrası ülke
parasının değer kaybı ile kazanılan fiyat avantajı dış ticaret haddinde nisbi
düzelmeye neden olabilir (Milesi-Ferreti ve Razin, 1998, s.25). Ayrıca ithalat
ve yurtiçi üretimdeki şokların etkisi dışa kapalı bir ekonomiye göre daha
düşük olabilir. Bu varsayımlar dışa açıklık oranının yüksek olmasının
avantajları sayılabilir. Diğer yandan, eğer dışa açık bir ülkenin ihracat hacmi
ve değeri göreli olarak düşükse, o ülkenin dış şoklara daha açık olması ve
sonuçlarından da olumsuz etkilenmesi anlamına gelir ki, bu durum dışa açık
olmanın dezavantajı sayılabilir (Ostry, 1997, s. 18).
3.2.1. Ampirik Çalışmaların Sonuçları
Tablo 2.1’in ampirik çıkarımlarını özetlemek gerekirse, ilk dikkat çeken
nokta çalışmaların büyük çoğunluğunun, cari açık ve ilgili değişkenler
arasındaki beklenen işaretleri destekler sonuçlar bulmasıdır. Daha önceki
bölümlerde bu ilişkilerin teorik olarak beklenen işaretlerinden bahsedilmişti.
Tekrar olmaması adına, takip eden kısımda sadece tabloda göze çarpan
önemli ayrıntıların ve teori ile uygulamada ortaya çıkan farklılıkların altının
çizilmesine öncelik verilmiştir.
3.2.1.1. Bir Dönem Önceki Cari Açık
Calderon ve diğerleri (2002, s. 13), bir dönem önceki cari açığın
toplam harcanabilir milli gelire (GNDI) oranı olarak tanımladıkları katsayıyı
yaklaşık 0.36 bulmuşlardır. Diğer değişkenler kontrol edildiğinde bulunan bu
sonuç, birim kök hipotezinin geçerliliğini yani cari açık serisinin durağan
olduğu ile cari açığın katılığını göstermektedir (Razin, 1995, s.181).
77
3.2.1.2. Ülke Bazlı Verimlilik Değişiklikleri
Hervey ve Merkel (2000)’in Tablo 2.1’de r sembolüyle gösterilen
bulguları,
ABD'nin
1990’lı
yılların
sonunda
gerek
dolar
büyüklüğü
gerekseGSMH oranı itibariyle artan cari açığının nedenlerini açıklamakta
kullanılan tezlerden “teknolojik değişim” tezini desteklemektedir. Açığın uzun
vadede sorun oluşturmayacağı yorumuyla, ABD ekonomisinin geçirdiği
teknolojik dönüşümün yani pozitif teknoloji şokunun ekonominin verimliliği ve
uzun
dönemli
potansiyel
üretim
düzeyini
artıracağı
beklentisi
vurgulanmaktadır.
Tablo 3.1. Cari Açığın Belirleyicileri (*)
Değişken
süreklilik
Bir Dönem Önceki Cari Açık
Gelir(GSYİH/GSMH)
Yurtiçi Üretim Açığı
Beklenen İşaret
Ampirik Sonuçlar
+
+ [3], [14], [15], [18], [20], [29],
[31]
+
+ [3], [11]
Ülke Bazlı Verimlilik
Değişiklikleri
Global Verimlilik
Değişiklikleri
Yurtiçi Üretim Artışı
(Büyüme Oranı)
Tasarruf / Yatırım
Tasarruf
Geçici:+
Sürekli:Geçici: +
Sürekli: 0
+
+ [3], [23], [25]ee
- [3], [12]r, zayıf[23]dd, [25]
+[3]
-[3], [25]
+[4] [10], [11],[13],[15],[27] ],
[29], [31],[35], [36]
-
- [6]g, [7] j, [8], [10]o, [12]s,
[29], [30]d
Yatırım
Net Borçlu
Kısa vade: +
Uzun vade: +
Net Alacaklı
Kısa vade: +
Uzun vade: Dönemlerarası: Kısa vade: 0
Belirsiz
Reel Faiz Oranı
Finansal Derinlik
Maliye Politikası
+ [6]h, [8]k, [12], [18]bb, [31] jj
+ [6]i, [8], [12], [18]
+ [6], [8], [31]
- [6], [8]
- [3], [10]m
0 [13], [15]
Belirsiz[20], + [27], + [32]
Bütçe Açığı
+
+ [4], [10], [11], [14], [15], [22],
[27], [28], [31], [32]
Kamu Harcamalarındaki
Değişiklikler
Dış Göstergeler
Dışa Açıklık Oranı
Geçici: +
Sürekli: 0
+ [13]v, [15], [22]cc, [25]ff
0 [13]
Belirsiz
+ [20]nn, Belirsiz [26]gg, + [27]
78
Reel Döviz Kuru
Marshall-Lerner:+
Dönemlerarası: Belirsiz
Ticaret Haddi
Harberger-LaursenMetzler:+
+
+ [10]l, [11], [13], [14], [28],
[29], [33]f, [36]
+ Zayıf[2]b, [4], [15], Belirsiz
[35]
- [3]c, [4], [10]n, [15], [16]aa,
[28], [29], [33], [35]
+ Zayıf [27]hh, - [29]kk
+ [13]y
Döviz Kontrolleri
Enerji Fiyatları
Dış Ülke Göstergeleri
Gelişmiş Ülkeler Büyüme
-[11]p, [13]u, [15]z, Zayıf [28]ii,
Oranı
[29], [35]ll
Dünya Reel Faiz Oranı(Dış
Net Borçlu: - [4]e, [12]t, [28], [29], [35]mm
Borç GSYH Oranı)
Net Alacaklı: +
(*) Tablo, ampirik sonuçlar kısmı hariç, Calderon, Chong, ve Loayza (2002)'den uyarlanarak
hazırlanmıştır. Ayrıca tabloda harflerle gösterilen özel ayrıntılar sonuçların değerlendirilmesi
kısmında ilgili çalışma için referans gösterilmek suretiyle ilişkilendirilmiştir.
[1]Sachs (1981), [2]Obstfeld ve Rogoff (1995), [3]Razin (1995), [4]Bagnai ve Manzocchi (1999),
[5]Milesi-Ferreti ve Razin (1998), [6]Ventura (2002), [7]Taylor (2002), [8]Kraay ve Ventura (2002),
[9]Obstfeld ve Rogoff (2000), [10]Freund (2000), [11]Hooper ve Tryon (1984), [12]Hervey ve
Merkel (2000), [13]Kandil ve Greene (2002), [14]Howard (1989), [15]Karunaratne (1988), [16]Hoque
(1995), [17]Corden (1986), [18]Nason ve Rogers (1999), [19]Coakley, Kulasi ve Smith (1996),
[20]Özmen (2004), [21]Schmidt-Hebbel, Serven ve Solimano (1996), [22]Enders ve Lee (1990),
[23]Lee ve Chinn(1998), [24]Ghosh ve Ostry (1995), [25]Glick ve Rogoff (1995), [26]Ostry (1997),
[27]Chinn ve Prasad (2000), [28]Khan ve Knight (1983), [29]Calderon, Chong, ve Loayza (2002),
[30]Ventura (2001), [31]Bussiére, Fratzscher ve Müller (2004), [32]Zanghieri (2004), [33]Sarcinelli
(1982), [34]Adedeji, Handa ve Darku (2005), [35]Yücel (2003), [36]Eken (1990)
Lee ve Chinn (1998)’in Tablo 2.1’de dd sembolüyle gösterilen
bulgularına göre ise, teknolojik yenilik olarak da yorumlanan sürekli verimlilik
şoku, reel döviz kurunun sürekli değerlenmesine neden olurken, cari denge
üzerinde etkisi istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Bu nedenle, geçici
şoklar diğer bir tanımla parasal şoklar cari dengede değişmeleri daha iyi
açıklarken, sürekli şoklar diğer bir deyişle verimlilik şokları döviz kurunda
değişiklikleri daha iyi açıklamaktadır.
Ülke bazlı geçici verimlilik şoku, şimdiki geliri sürekli/potansiyel gelir
seviyesinden daha fazla artırmaktadır. Tablo 2.1’de ee sembolüyle
gösterildiği gibi ampirik olarak da ülke bazlı şokların yatırım üzerindeki etkisi
cari denge üzerindeki etkisinden 2-3 kat daha fazla bulunmuştur (Glick ve
Rogoff, 1995).
79
3.2.1.3. Global Verimlilik Değişiklikleri
Razin (1995)’e göre, geçici ve sürekli global verimlilik değişiklikleri cari
açık ilişkisi ülke bazlıya göre daha zayıftır. Global şoklar, ülkelerin dış
dengelerini ülke bazlı farklılıklar ve gelişmişlik düzeyi gibi faktörler nedeniyle
aynı oranda etkilemez. Diğer bir deyişle, her ülke teorik olarak tıpatıp aynı
değildir. Uzun dönemde etkisi de beklendiği gibi çok zayıf olup anlamlı bir
etkisi bulunmamış ve bu sonuç Tablo 2.1’de a sembolüyle gösterilmiştir.
3.2.1.4. Yurtiçi Üretim (GSYH) Artışı (Büyüme Oranı)
Yurtiçi üretimde yani büyüme oranında % 1’lik artış, cari açıkta
yaklaşık % 0.21 artışa neden olmaktadır (Calderon ve diğerleri, 2002, s. 13).
Ayrıca üretimdeki bir artışa tasarruf oranı artışı da eşlik etmekte fakat yatırım
oranındaki artış nisbi olarak daha baskın çıkmaktadır. Cari açığı artıran da bu
etkendir. Çalışmaların birçoğu büyüme ve cari açık arasında önemli ve
anlamlı bir sonuç bulurken, bazı çalışmalarda örneğin Chinn ve Prasad
(2000)’da beklenen yönde ama zayıf ilişki bulunmuştur. Tasarruf-yatırımbüyüme üçlüsü arasında karmaşık bağlantılar (Schmidt-Hebbel ve diğerleri,
1996), farklı ekonometrik model ve istatistiki yöntem kullanılarak yapılan
çalışmalarda değişik sonuçların bulunmasına bir açıklama olabilir.
3.2.1.5. Tasarruf
Ventura (2001, s.8) tasarruf ve yatırımın birlikte hareket ettiği ve her iki
değişken arasındaki korelasyonun bire eşit olduğunu açıklayan FeldsteinHorioka yaklaşımını destekler bir sonuç bulmuştur. Bu bulguya göre Tablo
3.1’de d sembolüyle gösterildiği gibi hem ülkeler arası hem de ülke içinde
80
göre,1990'lı yılların başında ABD ekonomisinde teknoloji şirket hisselerinin
gelecekteki değerlerinin yüksek olacağı beklentisiyle borsada yaşanan ve "e
sermaye" etkisi olarak literatüre geçen hisse senetleri değerindeki göreli
artışlar, şirket ve varlıklı kesim gerçek kişilerinin ABD senetleri ağırlıklı
portföy değerlerini de önemli oranda artırmıştır. Mikroekonomi de şirket ve
varlıklı gerçek kişilerin marjinal tüketim eğilimlerinin ortalama tüketicilere göre
daha az olduğu bilinmektedir. Bu nedenle yüksek portföy değerlenmesi ile
artan servet toplam tasarrufları artırmıştır. Bu tespit, ABD cari açığında 90'lı
yıllarda gözlenen nisbi azalışı "cari dengeye portföy yaklaşımı" çerçevesinde
açıklamakta kulanılmaktadır.
Ventura (2002) tarafından, Türkiye de dahil 21 sanayileşmiş ülkenin
1966- 97 dönemi tasarruf-yatırım-cari denge GSMH oranları dönemlerarası
yaklaşım çerçevesinde incelenmiştir. Yaklaşıma "yatırım riski" ve "portföy
uyarlama maliyeti" gibi iki önemli teorik katkı yapılmıştır. Tasarruf artışının,
kısa dönemde "portföy yeniden uyarlaması", uzun dönemde ise "portföy
büyümesi" mekanizması ile cari dengeyi bire-bir pozitif etkilediği tespit
edilmiş ve sonuç Tablo 3.1’de g sembolüyle gösterilmiştir.
Taylor (2002) ise, 15 gelişmiş ülkenin 1850-1992 dönemi için yıllık
tasarruf ve yatırım oranlarını dinamik bir model çerçevesinde incelemiştir.
Tablo 3.1’de j sembolüyle gösterilen sonuç, hem Feldstein-Horioka
paradoksu olarak bilinen tasarruf-yatırım parametrelerinin kısa ve uzun
dönemli ilişkisini hem de sermaye hareketlerinin de dikkate alındığı uzun
dönemli bütçe kısıtı çerçevesinde cari dengenin davranışına dair güncel
çalışmaları destekler içeriktedir.
Freund
(2000),
25
gelişmiş
ülkenin
çoğunda
cari
dengenin
bozulmasını toplam yatırım artışından ziyade toplam milli tasarruflarda
azalışla ilişkili bulmuştur. Tablo 3.1’de o sembolüyle gösterilen bu sonuç,
aslında cari açığın talep kaynaklı olduğu görüşünü desteklemektedir. Diğer
yandan cari açığın azalması yani cari dengede iyileşme süreci toplam
tasarruflarda ciddi bir değişiklik olmadan öncelikle yatırımlarda azalış sonucu
gerçekleşmiştir.
81
ABD'nin artan cari açığının nedenlerini açıklamakta sıkça kullanılan
tezlerden birisi de "tüketim patlaması" tezidir . Veriler, kişisel tasarruf oranının
yaklaşık sıfıra düştüğünü, 2000 yılında GSMH oranı cinsinden %-0.2,
göstermektedir. Buna eşlik eden tüketim patlaması, Tablo 3.1’de s
sembolüyle gösterildiği gibi ithalat artışıyla ticaret dengesinin daha da
bozulmasına yol açmıştır (Hervey ve Merkel, 2000).
3.2.1.6. Yatırım
Ventura (2002)’ya göre bir ülkenin ticaret hadlerinde değişme, üretim
ve verimliliğinde dalgalanma, politika reformu, doğal afetler ve benzeri
nedenler ülke gelirini değiştirir. Örneğin, ani gelir iyileşmesi sonucu artan
tasarrufun büyük kısmı, tüketimin dönemler arası farklarının giderilmesi
amacıyla, kısa vadede yabancı varlık portföyüne yönelecektir. Buna göre,
yatırım cari denge arasında Tablo 3.1’de h sembolüyle gösterilen kısa
dönemli korelasyon, ülkenin borçlu veya alacaklı olduğu fark etmeksizin
negatif olacaktır. Ülke zamanla bu yabancı varlık portföyünü ise yerli
sermayeye
dönüştürecektir.
Sonuçta
tasarruf
oranı
önceki
ortalama
seviyesine yaklaşırken cari denge belli oranda kötüleşecek veya ortalama
seviyesinden çok az pozitif olacaktır. Uzun vadede ise tasarruf artışı
başlangıç seviyesi portföy oranında-yerli ve yabancı portföy oranı- tamamen
portföy yatırımına dönüşecekttir. Bu sonuç, cari dengenin uzun dönemde
temelde bir "portföy büyümesi" olduğu varsayımını desteklemektedir.
Tablo 3.1’de i sembolüyle gösterildiği gibi net borçlu ülkelerin toplam tasarruf
artışı toplam yatırımları bire-bir'den fazla artırıp cari dengeyi bozarken, net
alacaklı ülke için yatırım artış etkisi bire-bir'den az olup tasarruf artışı cari
dengeyi iyileştirmektedir.
Kraay ve Ventura (2002) çalışması ise, kısa vadede portföy yeniden
uyarlama etkisi teorik ve ampirik olarak önemli olduğu için, Tablo 3.1’de k
sembolüyle gösterilen yatırım cari denge arasındaki negatif yönlü ilişki hem
borçlu hem de alacaklı ülke için geçerlidir çıkarımını içerir.
82
Nason ve Rogers (1999) tarafından dönemlerarası yaklaşımın temel
varsayımlarından olan küçük ve açık ekonomi protipine uyan Kanada'nın,
1975 sonrası için kısa ve uzun dönemli cari denge yatırım ilişkisi analiz
edilmiş ve Tablo 3.1’de bb sembolüyle de gösterilen dört sonuç bulunmuştur.
Birincisi, yatırım patlaması cari açıkla bağlantılıdır. İkincisi, özellikle uzun
dönemde yatırım ülke bazlı şoklardan bağımsız olup global bazlı şoklara
duyarlıdır. Üçüncüsü, cari dengenin yatırıma veya dünya şoklarına tepkisinin
yönü ve boyutu tanımlanmaya değerdir. Son olarak, cari denge ülke bazlı
şoklara devamlı tepki göstermekte ve bu istatistiki olarak anlamlıdır. İlk iki
sonuç modelin temel varsayımlarını destekler iken üçüncü sonuç daha az
bilgi içermekte sonuncusu ise modelle zıtlık oluşturmaktadır.
Bussiére ve diğerleri (2004), 1995-2002 yılları arası dönem için 10'u
AB'ne giriş sürecinde-çalışmanın yapıldığı 2004 itibariyle- olmak üzere
toplam 33 OECD ülkesini içeren çalışmalarında, yatırım oranının orta-vadede
cari dengeyi etkilediğini vurgulamıştır. Bu genel çıkarımı not ederken,
çalışmadaki ekonometrik modelin cari dengenin hem kısa vadeli hem de
uzun vadeli dinamiklerinin ampirik sonuçlarını gösterdiğini belirtmek gerekir.
Ayrıca sonuçlar, Tablo 3.1’de jj sembolüyle gösterildiği gibi cari fazla
(alacaklı) ve cari açık (borçlu) veren ülkelerin bütünü için yorumlanmıştır.
3.2.1.6. Reel Faiz Oranı
Reel faiz oranındaki artış veya azalış genelde reel büyüme ile
bağlantılı olup, cari dengenin dönemselliği görüşünü destekler niteliktedir.
Freund (2000)’un Tablo 3.1’de m sembolüyle gösterilen ampirik sonuçlarına
göre, cari açıkta artış veya kötüleşme gözlemlenen 3 yıl içerisinde faiz
oranları yaklaşık % 2 artmış, takip eden 3 yıllık iyileşme döneminde ise
yaklaşık % 3 azalmıştır.
83
3.2.1.8. Bütçe Açığı
Tabloda ampirik sonuçlarına yer verilen on farklı çalışma da, kamu
harcamalarının kamu gelirleri üzerinde artışı, diğer bir ifade ile bütçe
fazlasında azalış veya bütçe açığında artış şeklinde olabilecek bütçe
dengesindeki bozulmanın özellikle uzun-dönemde cari dengeyi negatif
etkilediği
kısaca
ikiz
açık
olgusunun
varlığı
yönündeki
görüşleri
desteklemektedir. Yine literatürde gerek geleneksel Keynesyen görüş
gerekse Ricardian denkliği olarak tanımlanan iki hipotezin Türkiye için test
edildiği bazı ampirik çalışmalara rastlamak mümkündür. Örneğin, Akbostancı
ve Tunç (2002) çalışmasının ampirik bulgularına göre, bütçe açığı ve dış
ticaret açığı olarak seçilen ikiz açık arasında uzun dönemli bir ilişki vardır.
Kısa dönemde ise bütçe açıklarında bir bozulma dış ticaret dengesini
kötüleştirir. Çalışma ikiz açık olgusunun varlığına vurgu yaparken, Türkiye
için Ricardian denkliği hipotezinin geçerli olmadığı sonucunu elde etmiştir.
3.2.1.9. Kamu Harcamalarındaki Değişiklikler
Enders ve Lee (1990)’nin ABD bütçe açığını incelediği Tablo 3.1’de cc
sembolüyle gösterilen çalışmasına göre, kamu harcamalarındaki geçici artış,
finansmanı ister vergi oranlarının artırılması ile isterse borçlanma yoluyla
sağlansın, cari açığa neden olmaktadır.
Glick ve Rogoff (1995)’a göre ise vergi ile finanse edilen kamu
harcamalarındaki geçici artış sonucu vergi-sonrası gelir ve buna bağlı olarak
da tüketim, geçici kamu harcama artışından göreli olarak daha az düşeceği
için söz konusu harcama artışı cari dengeyi negatif yönde etkiler sonucu
Tablo 3.1’de ff sembolüyle gösterilmiştir.
Kamu harcamalarında artış beraberinde yurtiçi faizleri de yükseltir.
Artan faiz oranı, ABD ekonomisinin dünya faiz oranını etkileme gücü göz
84
önüne alındığında ülke içine daha fazla sermaye ve fon girişi demektir. Artan
sermaye girişi etkisiyle dolar değer kazanır ihracatı azaltıcı ithalatı artırıcı
etkide bulunur.Uzun dönemde ise Tablo 3.1’de v sembolüyle gösterilen kamu
harcamaları ile cari denge arasında anlamlı ve negatif bir korelasyon
bulunamamıştır (Kandil ve Greene, 2002).
3.2.1.10. Dışa Açıklık Oranı
Chinn ve Prasad (2000), dışa açıklık oranı ile cari denge arasında
negatif ilişki bulmuştur. Ostry (1997) ise, Tablo 3.1’de gg sembolüyle
gösterilen aynı ilişki için Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) üyesi 5
ülke verisiyle Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland dönemler
arası yaklaşımı test etmiştir. Bu ülkelerin cari dengesi üzerinde başlıca şu
faktörlerin; dış borç yapısı ve seviyesi, yatırım patlaması, mali konsolidasyon
ve verimlilik değişiklikleri daha belirleyici olması nedeniyle, dışa açıklık oranı
ile cari denge arasında pozitif veya negatif ilişki vardır gibi net bir çıkarımının
yapılamayacağı vurgulamaktadır. Genel bir ifade ile, dışa daha açık bir ülke
dış borç servisini ihracat gelirleri veya sermaye girişi ile göreli olarak rahat
ödeyebilir. Ayrıca ithalat ve yurtiçi üretimdeki şokların etkisi daha düşük
olabilir. Bu varsayımlar dışa açıklık oranının yüksek olmasının avantajları
sayılabilir. Diğer yandan, eğer dışa açık bir ülkenin ihracat hacmi ve değeri
göreli olarak düşükse, bu durum dış şoklardan daha olumsuz etkilenmesi
anlamına gelebilir. Bu da dezavantaj oluşturur.
Özmen (2004)’in cari açığın belirleyicilerini, makroekonomik yönetim
ve kurumsal değişkenler çerçevesinde 79 ülke verisi kullanarak incelediği
çalışmasında, uluslararası ticarete açık olmanın cari açık üzerinde Tablo
3.1’de nn sembolüyle gösterilen biri olumlu diğeri olumsuz iki etkisine vurgu
yapılmaktadır. Dış şoklar karşısında döviz kuru uyarlamasını ekonomiye
daha az maliyetle gerçekleştirebilme esnekliği dışa açık olmanın olumlu yönü
kabul edilirken, ülkenin dış şoklar ve krizlere daha açık hale gelmesi olumsuz
85
yanı olarak belirtilmektedir. Ampirik olarak cari açık ile literatürde ithalat
ihracat toplamının GSYİH'a oranı olarak seçilen dışa açıklık düzeyi arasında
negatif ilişki bulunması, ikinci diğer bir deyişle olumsuz etkinin baskın çıkması
ile açıklanmaktadır.
3.2.1.11. Reel Döviz Kuru
Freund (2000), 1987 bazlı yıllık kişi başına düşen geliri 10,000 dolar
üzeri olan 25 gelişmiş ülkeyi incelemiş ve Tablo 3.1’de l sembolüyle
gösterilen reel döviz kuru değer kaybının ticaret dengesi üzerinde MarshallLerner Koşulu altında J-etkisi gösterdiğini bulmuştur. Yani değer kaybı
başlangıçta yani kısa dönemde ticaret dengesini kötüleştirmiş, sonrasında
cari dengenin iyileşmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca döviz kurunda
nominal değer kaybı reelden daha yüksek gözlemlenmiştir. Bu durum çoğu
ülke için milli paradaki değer kaybının enflasyonu artırıcı etkisiyle de
bağlantılıdır.
Sarcinelli (1982) çalışması ise, İtalya'nın 1970-81 dönemi ödemeler
dengesi gelişmelerini incelemektedir. Tablo 2.1’de f sembolüyle gösterilen
Lira’ya yapılan devalüasyon, başlangıçta ithal malları nisbi fiyatlarını
artırırken ithalat hacminde nisbi düşüş gözlenmiştir- aynı zamanda yurtiçi
mallarına olan talebi körüklemiştir. Sonuçta, devalüasyon enflasyon yan
etkisini de göstermiştir. Enflasyon, ihraç malları fiyat rekabetindeki göreli
avantajı yani ihracat hacminde beklenen artışı 1 yıl içinde ciddi oranda
azaltmış, takip eden 2-3 yıl içinde ise tamamen ortadan kaldırmıştır
Obstfeld ve Rogoff (1995) çalışmasının Tablo 3.1’de b sembolüyle
gösterilen ampirik sonucu, reel döviz kuru ile ticaret dengesi arasında pozitif
ama zayıf, dış ticaret haddi şokları arasında ise zayıf korelasyon olduğunu
göstermiştir. Genel anlamda çalışmanın bulgusu, reel döviz kuru ile cari açık
ilişkisi için dönemlerarası yaklaşımın önermesini teyit eder niteliktedir. Yani
ilişkinin yönü net değil, belirsizdir (Yücel, 2003).
86
3.2.1.12. Dış Ticaret Hadleri
Razin (1995) çalışmasında, Tablo 3.1’de c sembolüyle gösterilen,
ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki pozitif ilişki bulunmuştur. Cari
dengenin ticaret dengesini de içermesi ayrıca ticaret dengesinin cari dengeyi
etkileyen en önemli kalemlerden biri olduğu göz önünde tutularak çalışmanın
bu sonucu cari açık için yorumlanmıştır. Yani dış ticaret haddinde kötüleşme
cari dengeyi negatif etkiler. Ülke cari açık veriyorsa açığın artmasına yol
açar.
Freund (2000)’a göre, mevcut bir cari açık durumunda, döviz kurunun
değer
kaybetmesiyle
cari
dengenin
düzelme
süreci
iki
dönemli
değerlendirilirse; iyileşme birinci dönemdeki, ki çalışmada ilk 2 yıl, ithalat
GSMH oranında azalış ile, takip eden 2 yıl içinde ise reel ihracat büyümesi
sonucu gerçekleşmiştir. Tablo 3.1’de n sembolüyle gösterilen bu sonuç,
ticaret haddinde iyileşme başlangıçta ithalat azalışı sonrasında ihracat artışı
etkisiyle olmuştur şeklinde de yorumlanabilir.
Hoque (1995) çalışması ile, Avustralya'nın 1965-92 dönemindeki cari
açık ve dış ticaret haddi ilişkisi incelenmiştir. Sabit ve serbest döviz kuru
rejimleri altında Tablo 3.1’de aa sembolüyle gösterilen iki farklı sonuç
bulmuştur. Sabit rejim, 1965:1-1974:3 arası dönem için test edilmiş ve ticaret
haddi ile cari açık ilişkisi negatif bulunmuştur. Dalgalı ve yönlendirilmiş döviz
kuru dönemi olan 1974:4-1992:4 verileriyle yapılan test sonucuna göre ise
her iki değişken arasında anlamlı bir ilişki çıkmamıştır. Sonuç, dalgalı veya
serbest döviz kuru rejiminde yurtdışı faktörlerin; sermaye hareketleri, göreli
faiz oranları ve spekülatif hareketlerin yurtiçi faktörlerden daha belirleyici
olduğu yönündeki görüşü desteklemektedir.
87
3.2.1.13. Döviz Kontrolleri
Chinn ve Prasad (2000)’ın 18 gelişmiş ve 71 gelişmekte olan ülke için
1971-95 yılları verisiyle yapılan çalışmasına göre Tablo 3.1’de hh sembolüyle
gösterilen sermaye kontrolleri ile cari denge arasında zayıf bir ilişki
bulunmuştur. Bu sonuç, iki farklı unsurun etkisiyle açıklanmaktadır. Birincisi,
sermaye kontrolü uygulayan ülkelerin uluslararası sermaye piyasalarına
erişimi göreli olarak kısıtlıdır ve bu durumda daha az cari açık verirler.
İkincisi, sermaye hareketlerine kısıt getirme politikası, kronik cari açıkların
sonucu alınmış olabilir. Bu iki alternatifin nedensellik ve zamanlama
boyutlarının tespiti önemli olup, daha ayrıntılı bir analizi gerektirmektedir.
Fakat iki unsurun birbirine zıt etkisi, söz konusu değişkenler arasında zayıf
ilişki çıkmasına neden olmuştur şeklinde yorumlanmıştır.
Calderon ve diğerleri (2002)’nin 44 gelişmekte olan ülke için 1966-95
yıllarını içerir çalışmasına göre, döviz kontrolünün cari açık üzerinde
doğrudan ve anlamlı bir ilişkisi bulunamamıştır. Fakat bu tarz döviz
kontrollerinin, tanımı çalışmada ayrıntılı verilen Tablo 3.1’de kk sembolüyle
gösterilen "kara para piyasası katsayını" sıfırdan % 20'ye çıkardığı, bunun
sonucunda ise cari açığı % 0.6 düşürdüğü ampirik olarak bulunmuştur.
3.2.1.14. Enerji (Petrol) Fiyatları
Kandil ve Greene (2002)’e göre, ABD'nin net enerji ithal eden bir ülke
olması ve enerji ithalatı talep esnekliği katsayısının düşük olması yüzünden
ülke cari dengesi, enerji özellikle petrol fiyatlarında ani ve şok artışlardan
negatif etkilenmektedir. İşin ilginç yönü, Tablo 3.1’de y sembolüyle gösterilen
enerji fiyatlarında nisbi fiyat azalışı da cari dengeyi beklenenin tersine negatif
etkilemektedir. Düşen enerji fiyatları toplam ithalat miktarını ve hacmini
artırmakta, bu miktar artışı fiyat azalışından kaynaklı olumlu etkinin ve
avantajın üzerine çıkmaktadır.
88
3.2.1.15. Gelişmiş Ülkeler Büyüme Oranı
Yücel (2003), Türkiye'nin başlıca ihracat pazarı olan 14 ülkenin
büyüme oranını temsilen seçtiği bu ülkelerin ithalat artışı ile cari denge
arasındaki Tablo 3.1’de ll sembolüyle gösterilen ilişkiyi, 1976- 2001 arası
yıllık, ülkelerden 11'i için ise 1988:1-2002:4 arası çeyrek dönem verileriyle
test etmiştir. Çalışmanın ampirik bulgularına göre, Türkiye’nin ihraç pazarı
olan ülkeler büyümesi ile cari denge arasındaki ilişki pozitif ve anlamlıdır.
Karunaratne (1988), Avustralya'nın 1977- 86 dönemine ilişkin cari açık
GSYH
oranlarında
yüksek
artışın
nedenlerinden
birini
Avustralya
ekonomisinin büyüme oranının ticari ortaklığı olan OECD ülkeleri büyüme
oranından yaklaşık 1.3 kat yüksek olmasını göstermektedir. Çalışmaya göre,
Tablo 3.1’de z sembolüyle gösterilen söz konusu ülkelerin düşük büyüme
oranları Avusturya ihracatına olan toplam talebi azaltmış, cari açığın
incelenen yıllarda yüksek oranlarda kalmasına katkıda bulunmuştur.
Adedeji ve diğerleri (2005) çalışmasına göre, ampirik olarak gelişmiş
ülkeler büyüme oranının Nijerya cari dengesi üzerinde anlamlı bir ilişkisi
bulunamamıştır. Sonucun, Nijerya ekonomisinde incelenen 1960-97 arası
dönem ortalaması % 7 olan imalat sektörünün GSYH’daki payının düşük
olması, ihraç malları içinde göreli ağırlığının azlığı, özellikle 1970'li yıllardan
itibaren petrol fiyatlarında dalgalanmalar sonrası uygulanan döviz kontrolleri
ve ithalat kotaları etkisinden kaynaklandığı yorumu yapılmıştır. Kandil ve
Greene (2002) çalışmasına göre, gelişmekte olan ülkelerin büyümesi ABD
ithalatını ihracatına göre daha fazla artırmaktadır. Gelişmiş ülkelerin
büyümesi ise tam tersi etki yapmaktadır. Bu durum ABD ekonomisinin ithalat
ve ihracat esneklikleri ile ilgilidir. Diğer bir ifade ile, Tablo 3.1’de u sembolüyle
gösterilen ABD cari dengesi birinci durumda negatif, ikinci durumda pozitif
etkilenmektedir.
Hooper ve Tryon (1984)’ın Tablo 3.1’de p sembolüyle gösterilen
bulgularına göre, dönemsel gelişmelerin etkisi bir yana bırakılıp, 1980'lerin ilk
yarısı için normal büyüme simülasyonları yapıldığında Almanya ve
Japonya'nın toplam üretimi ABD üretiminden fazla artmaktadır. Bu bağlamda,
89
ABD ihracatının ithalatından daha fazla artarak cari açığını azalttığı da aynı
çerçevede modellenmiştir. Söz konusu dönemde ABD cari açık, Japonya ve
Almanya ise cari fazla vermektedir. Aynı simülasyon Japonya ve Almanya
için ayrı ayrı yapılmış, diğer iki ülkenin toplam üretimi Japonya veya Almanya
üretiminden fazla artmaktadır. Simülasyon sonuçlarına göre, Japonya’nın cari
fazlası hafif artarken, tersine Almanya cari fazlası başlangıçta azalıp
devamında açığa dönüşmüştür.
Khan ve Knight (1983)’ın, "petrol-dışı" gelişmekte olan 32 ülkenin
1973- 81 arası yılları inceleyen çalışmasına göre, bu dönemde gelişmiş
ülkelerin büyüme oranlarında yaklaşık % 2 oranında net düşüşe rağmen
petrol-dışı gelişmekte olan ülkelerin toplam ihracatı ortalama % 0.8 oranında
azalmıştır.
Bu
açıklanmaktadır.
durum
Bir,
ülkelerin
imalat
ihracat
sektörünün
yapısının
payı
iki
ihracat
özelliği
içinde
ile
yüksek
olduğundan-petrol şokuna rağmen gelişmiş ülkelerin ithalatı içindeki payını
korumuştur veya çok az düşmüştür. İki, bu ülkelerin ihracatı, petrol
fiyatlarında hızlı yükseliş sonucu geliri artan petrol ihraç eden ülkelere
yönelmiştir. Özetle çalışma, Tablo 3.1’de ii sembolüyle gösterildiği gibi özel
bir dönemdeki belirli bir ülke profiline uygun çıkarımları içermektedir.
3.2.1.16. Dünya Reel Faiz Oranı (Dış Borç GSMH Oranı)
Yücel (2003)’in çalışmasında, Türkiye için dış borç stoku GSMH oranı
ile cari açık arasında yıllık veri (1976- 2001) kullanıldığında negatif ve anlamlı
ilişki bulunmuşken, 1988:1-2002:4 arası çeyrek dönem verisi kullanıldığında
yine negatif ama bu kez anlamlı olmayan bir ilişki bulunmuştur. Tablo 3.1’de
mm sembolüyle de gösterilen bu sonuç, kısa ve orta vadede ülkenin mevcut
borçları için yapacağı faiz ödemelerindeki artışın cari dengeyi olumsuz
etkilediği
şeklinde
yorumlanmıştır.
Aynı
bulgu
ile
bağlantılı
olarak,
uluslararası faiz oranlarında olası bir artışın, borçlu ülke için açığın
90
finansmanı açısından kısıt oluşturacağı varsayımıyla cari açığı azaltıcı yönde
etkilemesi beklenmektedir.
Bagnai ve Manzocchi (1999)’da, Dış Borç/GSMH ile Dış Borç
Servisi/GSMH oranları test edilmiş ve Tablo 3.1’de e sembolüyle gösterilen
ilgili değişkenle cari açık arasında önemli ve negatif bir ilişki bulunmuştur.
Hervey ve Merkel (2000)’e göre, cari açığı yüksek ve borçlu ABD
ekonomisinin açığı nasıl finanse ettiğine dair yaygın görüşlerden biri de
ABD'nin uluslararası sermaye için "güvenli cennet" olduğu tezidir. Dünya faiz
oranlarını belirleme kriterine göre ABD'nin büyük ülke kategorisinde
sayılması, Tablo 3.1’de t sembolüyle gösterildiği gibi ülkenin olası bir
sermaye çıkışının dünya faiz oranlarını artırıcı etkisinden küçük ülkelere göre
daha az etkileneceği varsayılmaktadır. Büyük ülke için toplam fon arzı
eğrisinin pozitif, küçük ülke için sıfır, yatırım eğrisinin ise negatif eğimli olduğu
bir grafiksel analiz, azalan fon arzı sonrası dünya faiz oranının nasıl
artacağını basit şekilde gösterir (Erkılıç, 2006: 28).
3.3. Türkiye için Cari Açığın Belirleyicilerinin Modellenmesi
Türkiye için cari dengenin belirleyicileri geleneksel yaklaşımlar
çerçevesinde bazı çalışmalarda ampirik olarak incelenmiştir. Takip eden
kısımda bu çalışmalara kısaca değinilecektir.
3.3.1. Türkiye’nin Cari Dengesi Üzerine Bazı Ampirik Çalışmalar
Konuya ilişkin uluslararası literatürde birçok teorik ve ampirik çalışma
olmasına rağmen, Türkiye üzerine yapılan çalışma sayısının azlığı dikkat
çekmektedir. Bu nedenle, bu bölüm bazı ampirik çalışmaların özetlenmesine
ayrılmıştır.
91
Bu çalışma içinde kullanılan terminoloji ile “Cari Dengenin Dönemler
arası Modeli”, diğer çalışmalarda bahsedildiği şekliyle “Dönemler arası
Tüketim
Dalgalanmalarının
Giderilmesi
Modeli”
çerçevesinde
Türkiye
ekonomisinin ödemeler dengesi gelişmeleri üzerine ilk çalışmalardan biri
Selçuk (1997) tarafından yapılmıştır. Elde edilen bulgulara göre Türkiye,
1987- 1995 dönemi içerisinde tüketimdeki dalgalanmaları giderememiştir. Bu
sonuca, ülkenin uluslararası finansal piyasalarda kredi kısıtı altında olması
veya sermaye hareketlerindeki akışkanlığın mükemmelden uzak olması rol
oynamıştır şeklinde yorumlanmıştır.
Benzer bir dönemi, 1987-1996, inceleyen Akçay ve Özler (1998)
çalışmasında, asıl cari dengenin modelden bulunan optimal cari dengeden
farkının yüksek olması kriz dönemlerinde cari açıkta gözlemlenen “aşırılık”
göstergesi olarak yorumlanmıştır. Bu çıkarım kapsamında cari açığın
sürdürülebilirliği
incelenmiş,
göstergeler
ve
baz
değerlerin
acil
bir
sürdürülemezlik tehdidi oluşturmadığı sonucuna varılmıştır.
Babaoğlu (2005) ise 1987-2004 arası Türkiye’de cari açığın
sürdürülebilirliğini, dönemlerarası model çerçevesinde “aşırılık kriteri”nin
ekonometrik uygulamasını yaparak incelemiştir. Milli gelir serilerinden elde
edilen cari açıkların optimale yakın seyir izlemesine rağmen, bu durumun
Wald
testinde
dönemlerde
istatistiki
özellikle
olarak
kriz
reddedilmesi,
öncesinde
cari
sürdürülebilir
açıkların
geçmiş
olduğu
savını
çürütmektedir. Ayrıca çalışma, Türkiye’de cari açık finansmanın daha çok
portföy yatırımları ve kısa vadeli borçlarla yapılmasının riski ile, giriş yapan
sermayenin yurtiçi tüketimden çok yatırımlara yönlendirilmesinin cari açığın
sürdürülebilirliği açısından önemine dikkat çekmektedir.
Aynı kapsamda diğer bir çalışma ise Öğüş ve Sohrabji (2006)’a aittir.
Asıl cari açık dalgalanmasının modelden bulunan optimal cari açık
dalgalanmasından daha yüksek olduğu bulunmuş ve bunun incelenen
dönemdeki spekülatif sermaye hareketlerinden kaynaklandığı yorumu
yapılmıştır. Ayrıca çalışmanın diğer bir çıkarımına göre, cari açık gelecek
dönem nakit akımlarının Granger anlamında nedeni yani açıklayıcısıdır.
92
Eken (1990), 1980- 1988 dönemi için cari dengenin temel bileşenlerini
içeren beş yapısal eşitliği; sanayi ürünleri ihracatı, ara ve yatırım malları
ithalatı, petrol ürünleri ithalatı ve işçi dövizlerini tahmin etmiştir. Buna göre,
dış ticaret yani ithalat ve ihracat, yurtiçi fiyatların yurtdışı fiyatlara nisbi oranı,
yurtiçi üretim ve gelir, işçi dövizleri ise Türkiye ve Almanya arasındaki 1 yıllık
mevduatın getiri farkı tarafından belirlenmektedir. Ayrıca, Türk Lirası’nda
meydana gelen bir değer kaybının dış ticaret üzerinde iyileşmeye yol açtığı,
ithalatın gelir esnekliğinin yüksekliği ve ekonominin ithalata bağımlılığı, buna
bağlı olarak da yüksek büyüme hızlarında ödemeler dengesi problemlerinin
ortaya çıkabileceği çalışmanın önemli sonuçlarıdır.
Yücel (2003), Türkiye’de cari dengenin belirleyicilerini 1980 sonrası
için test etmiştir. Buna göre, GSMH büyümesi çalışmada kullanılan diğer
değişkenler; döviz kuru, Türkiye’nin ihracat pazarı olan ülkelerin büyümesi,
dış ticaret hadleri, Merkez Bankası rezervleri ve dış borç GSMH oranına göre
cari dengedeki değişiklikleri açıklamakta istatistiki olarak en anlamlı
değişkendir.
1987-
1994
ve
1995-2002
dönemleri
arasında,
çoğu
değişkenlerin özellikle büyüme oranının cari dengeye etkileri açısından fark
bulunmuştur. Bu fark, ‘‘Türkiye cari açığını uluslararası piyasalardan finanse
etmede sırasıyla 1994 Krizi, 1997 Asya- 1998 Rusya Krizleri ve 1999
Depremi etkisiyle nisbi bir kısıtla karşılaştığı için kaynaklanmıştır’’ şeklinde
yorumlanmıştır.
Boratav, Türel ve Yeldan (1996) cari açığı, 1981- 1992 döneminin
tamamı ve alt dönemleri için, dışsal şoklar ve yurtiçi politika bileşenlerine
ayırarak incelemişlerdir. Çalışmaya göre, 1980’li yılların sonuna kadar dışsal
faktörlerin Türkiye lehine seyretmesine paralel olarak cari açık kontrol altında
iken, 1980’li yılların sonu ile 90’lar başında ithalatın serbestleşmesi politikası,
ihracat artışı ve dış ekonomik şartların olumlu olmasına rağmen, cari açığı
daha fazla artırmıştır. Yurtiçi faiz şokları ve borç yükünde değişme, kamu
kesimi borçlanma gereğini aşırı artırmış, dış gelişmelerin ve politika
tercihlerinin olumlu etkisi çok maliyetli ve sürdürülemez borçlanma gerçeğini
azaltmakta yetersiz kalmıştır. Ek bir saptama olarak, 1989 yılında sermaye
hareketlerinin serbestleşmesi politikasının cari denge modelindeki yeri ve cari
93
açık üzerinde etkileri, çalışmanın kapsadığı dönem göz önüne alındığında
tam olarak incelenememiştir.
Sermaye girişlerinin Türkiye’nin toplam harcama kalemleri üzerinde
etkisini inceleyen Ulengin ve Yentürk (2001), yabancı tasarrufların yurtiçi
yatırımlar için ek kaynak oluşturmak yerine tüketim artışını tetiklediğini ve iki
değişken arasında pozitif bir ilişki olduğunu bulmuştur. Ek olarak, yabancı
tasarruflarla uzun vadede ticarete-konu sektör yatırımlarının ve Türkiye’nin
uluslararası rekabet gücünün artmasını beklemenin gerçekçi ve yeterli
olamayacağının altı çizilmektedir.
3.3.2. Modelin Tanımlanması ve Kurulması
Bir zaman serisi modeli tipik olarak bir değişkenin, yt, zaman patikasını
eş zamanlı (ve/veya gecikmeli) açıklayıcı faktörler, xt, bozucu terim, εt, ve
kendi gecikmeli değerleri ile açıklar (Grene,2003;254). Zaman serilerine
dayanan modelleme biçimleri iktisat teorilerinin çıkarsamalarının test
edilmesi, politika analizleri ve öngörü yapılması amacıyla kullanılmaktadır.
Zaman serileri kullanılarak bir denklem tahmin edilebileceği gibi bir denklem
seti de tahmin edilebilir. Son yıllarda birden fazla değişken arasındaki ilişkinin
analizinde eşanlı denklem sistemi yerine VAR (Vector Autoregression)
modeli olarak adlandırılan yöntemin kullanımı artmıştır. VAR modeli n
denklemli, n değişkenli ve her bir değişkenin hem kendi gecikmeli hem de
diğer n-1 değişkenin şimdiki ve gecikmeli değerleriyle açıklandığı doğrusal bir
modeldir. VAR modeline dayanan modelleme bicimi zaman serilerinin zengin
ve dinamik yapısını analiz etmek ve yorumlamak icin kullanılan sistematik bir
yol sunar (Stock ve Watson,2001;101).
VAR modeli eşanlı ya da yapısal denklem modellerine göre bazı
üstünlüklere sahiptir. Eşanlı ya da yapısal denklem modellerinde bazı
değişkenler içsel, bazıları ise dışsal olarak ele alınır. Bu tür modellerin tahmin
edilebilmesi için modeldeki denklemlerin belirlenmiş olması gerekmektedir.
94
Bu genellikle, önceden belirlenmiş değişkenlerin bazılarının yalnız bazı
denklemlerde bulunduğunu varsaymakla yapılır. Sims’e göre bu kararlar
genellikle öznel olur. Buradan yola çıkan Sims’e göre, bir değişken takımı
arasında eşanlılık bulunmakta ise, bunların hepsi eşit bicimde ele alınmalıdır;
içsel ve dışsal değişkenler arasında ayrım yapılmamalıdır. Sims bu
düşünceleriyle VAR modelini geliştirmiştir (Gujarati,1999;746-747).
VAR modeli ekonomik aktivitenin analiz edilmesi ve ekonomik aktivite
ile ilgili öngörüde bulunmak amacıyla kullanılabilir. Bununla beraber VAR
modeli değişkenler arasında Granger anlamında bir nedenseliğin test
edilmesi ve etki-tepki fonksiyonları yardımıyla politika etkilerinin analizine de
olanak sağlar. Bu nedenle bu tez çalışmasında VAR modeline dayalı bir
metodoloji kullanılmıştır.
xt’yi içsel değişkenleri kapsayan bir vektör olarak tanımlayalım ve
aşağıdaki gibi bir veri üretim sürecine uyduğunu varsayalım,
xt  A1 xt 1  ........  Ak xt  k   t
(1)
burada x (nx1) ve Ai (nxn) sırasıyla içsel değişkenler vektörü ve katsayılar
matrisini temsil etmektedirler. εise (nx1) boyutlu hata terimleri vektörüdür.
Denklem (1)’deki VAR modeli Vektör Hata Düzeltme Modeli (VECM) olarak
da ifade edilebilir.
xt  i xt 1  ............  i xt*i  xt  k   t
(2)
burada Γi = - (I-A1……-Ai), (i=1……..k-1), ve π = - (I-A1-….-Ak). Sistemi bu
şekilde ifade etmek Γi ile kısa dönemli ve π
içermektedir. π =αβı, α
ile de uzun dönemli bilgileri
uzun döneme uyarlama hızını ifade etmektedir ve β
ise uzun dönem parametrelerini içermektedir. (2)’ nolu denklemdeki βıxt-k
ifadesi çok değişkenli sistemdeki (n-1) eş-bütünleşme ilişkisini ifade
etmektedir. Bu xt’nin uzun donem durağan durum dengesine yakınsamasını
sağlar. xt durağan olmayan I(1) değişkenleri vektörüdür, ∆xt-i ise I(0) dır, bu
95
sebeple hata teriminin beyaz gürültülü olması için πxt-k’nın da I(0) olması
gerekir. πxt-k’nın I(0) olması üç ayrı durum ortaya çıkarır. İlk duruma göre
x’teki tum seriler durağandır. Böyle bir durumda sürpriz regresyon problemi
ile karşılaşmayız ve (1) nolu denklemi düzey verilerle tahmin ederiz. İkinci
durum seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisinin bulunmamasıdır. xt’deki
serilerin doğrusal bileşimi I(0) değildir. Bu durumda uygun model (1) nolu
denklemi farkları alınmış serilerle tahmin etmektir. Üçüncü durumda ise (n-1)
eş-bütünleşme ilişkisi vardır ve πxt-k~ I(0) dır. Bu durumda β
‘de(n-r)
durağan olmayan vektörle r≤ (n-1) eş-bütünleşme vektörü vardır. Sadece
eş-bütünleşme vektörü (2) no.lu denklemdeki β’nin içerisinde yer alır. Bu
durumda (2) no.lu denklem tahmin edilir (Harris,1995;77-79).
Zaman serilerinin dinamik yapısını analiz etmek icin tahmin ettiğimiz
VAR modeli ve/veya VECM Modelinden etki-tepki fonksiyonlarını elde
edebiliriz. Politika değişiminin doğru yapısal etkilerini ölçmek için iki
alternatifimiz vardır. İlk olarak yapısal bir ekonomik model oluşturup bunu
tahmin edebiliriz. Böyle bir yapısal modelden elde edilecek sonuçlar modelin
seçimine ve tanımlama varsayımlarına bağlı olacaktır. Bir diğer alternatif ise
politikayı ölçen direk bir değişkeni diğerlerinden ayırmayı denemektir.
Bulduğumuz değişkendeki yenilikleri politika şokları olarak yorumlayabiliriz.
Daha da ötesi, belki bilgi toplamadaki gecikmeden dolayı, bu ölçülebilen
politika
şokunun
eşanlı
ekonomik
bozukluklardan
bağımsız
olduğu
varsayılabilir (Bernanke ve Blinder,1992;902).
Esneklikler yaklaşımındaki (1.5) eşitliği, parasal yaklaşımın (1.10) ve
(1.11) eşitlikleri çerçevesinde, cari açık ile cari açığın belirleyicileri olan
değişkenler arasındaki ilişki aşağıdaki şekilde yazılabilir. Bu denklik, geçmiş
modellerin tanımlamaları dışında ek değişkenleri de içermektedir. Bu
bağlamda, Türkiye için cari açığın belirleyicilerinin tahmininde kullanılacak
ekonometrik model (2.1)’de verilmiştir. Bu modelleme, literatürde ekonomi
teorisine dayalı yapısal ekonometrik (YE) model olarak da tanımlanmaktadır.
Modeldeki değişkenlere ait seriler, 1990:1-2008:4 arasında ise üçer aylık
olarak yer almaktadır.
96
CA=f(GSYİH,DK,DT,PF)
(3.1)
Modelde, CA cari açık GSYH oranını, DT dış ticaret hadlerini, DK reel
efektif döviz kurunu, GSYİH ise yurtiçi büyüme oranını göstermektedir. Bu
şekildeki bir YE modeli, gelişmekte olan açık ekonomiler için yapılmış benzer
çalışmalarda da kullanılmıştır (Adedeji ve diğerleri, 2005; Khan ve Knight,
1983).
Geçmiş yaklaşımlar çerçevesinde, dış ticaret haddinde iyileşmenin ve
ülkenin dış ticaretinde yüksek paya sahip ülkelerin büyüme oranı artışının
cari denge üzerinde olumlu etki yapması beklenir. Öte yandan, ülkenin milli
parasının değerlenmesi ve bütçe dengesinde bozulma cari dengeyi olumsuz
etkileyecektir.
Modeldeki değişkenlerin cari denge üzerindeki etkilerini daha da
ayrıntılandırmak mümkündür. Örneğin, ihracat fiyat endeksinin (Px) ithalat
fiyat endeksine (Pm) oranı dış ticaret hadleri (Px / Pm) tanımlarından birisidir.
Bu bağlamda, ithalat fiyatları sabitken, ihracat fiyatlarının düşmesi veya
ihracat fiyatlarında bir değişme olmaksızın ithalat fiyatlarının yükselmesi gibi
durumlarda net dış ticaret hadleri ülkenin lehine döner. Üçüncü bir olasılık da
her iki fiyat endeksi yükselirken, ithalat fiyatlarının ihracat fiyatlarından daha
büyük oranda artmasıdır (Seyidoğlu, 1998, s.797).
İhraç malları fiyatlarında artışın diğer bir etkisi ülke içinde ticarete-konu
olmayan mallardan ticarete-konu mallara yönelik kaynak transferi ile ihraç
malları arzının artmasıdır. Diğer yandan reel efektif döviz kuru artışı yani ülke
parasının değer kazanması, ihraç malları fiyatlarını artırmak suretiyle
uluslararası nisbi fiyat rekabet gücünü azaltıcı etkide bulunur. İthal malları
göreli olarak ucuzlar, ihraç malları pahalılaşır ve cari denge olumsuz etkilenir.
Her iki etkinin göreceli büyüklüğü toplam net etkinin hangi yönde olacağını
belirler. Bu anlamda en önemli kavram, ülkenin ihracat ve ithalat talep
esneklikleridir.
Bir ülke dış ticaretini yoğun yaptığı ülkelerin büyüme oranı artışından
iki kanal yoluyla etkilenir. Her iki etki de cari dengeye olumlu katkıda bulunur.
Birincisi, yurtdışından ülkenin ihraç mallarına olan talep artar. İkincisi, Söz
97
konusu ekonomilerdeki büyüme ve gelir artışı o ülkenin kendi ihraç mallarına
olan talebi de artırır ve ihraç malları fiyatlarında artışa neden olur. Büyümenin
olduğu ekonominin ihracatı baz alınan ülke için ithalat olup, diğer bir
anlatımla ülkenin dış ticaret hadlerinin iyileşmesine neden olur. Kısaca, her
iki mekanizma da ülkenin cari dengesini iyileştirir.
Dış ticaret hadlerinde bahsedildiği üzere, genel olarak reel döviz kuru
artışının yani milli paranın değerlenmesinin gelir ve harcama değiştirici etkisi
üzerinden ihracatı azaltıcı ithalatı artırıcı etkide bulunması beklenir.
Uzun yıllardan beri kronik cari açık problemi olan Türkiye için döviz
kurlarının ticaret dengesi üzerine kısa ve uzun dönemli etkilerinin
belirlenmesi önemlidir. Çünkü, birinci olarak, eğer döviz kurları ile ticaret
dengesi arasında istikrarlı uzun dönemli ilişki yoksa devalüasyon ile
Türkiye’nin rekabet gücü artırılıp cari açık sorunu çözülemez. İkinci olarak,
eğer iki değişken arasında ilişki varsa, devalüasyon politikasının başarılı
olması için ticaret dengesindeki olumlu gelişmelerden kaynaklanan faydaların
devalüasyondan dolayı katlanılan maliyetlerden daha büyük olması gerekir
(özellikle kısa dönemde J eğrisi etkisi nedeniyle ticaret dengesi olumsuz
etkilenebilmektedir).
Üçüncü
olarak,
bu
etkilerin
ortaya
konulması
uluslararası ekonomik faaliyetler ve fiyatlardaki yayılım hızı hakkında bilgi
verecek ve hükümetlerin harcama politikalarını ve merkez bankalarının döviz
kurları politikalarının belirlenmesine yardımcı olacaktır.
Son yıllarda Türkiye ekonomisinde gözlenen iktisadi büyüme eğilimine,
cari açık artış eğilimi eşlik etmiştir. Üretimin ithal ara mallara bağımlılığı bu
sonucun ortaya çıkmasının temel nedenidir. Ödemeler dengesine ilişkin
veriler, Türkiye’de cari açığın temel belirleyicisi olan dış ticaret açığının
ağırlıklı
olarak
ara
ve
sermaye
malı
ithalatından
kaynaklandığını
göstermektedir. Toplam ithalat içerisinde önemli bir yere sahip olan petrol
giderleri, dış ticaret hadlerini etkiler. Petrol fiyatlarının düşük düzeylerde
seyretmesi, dış ticaret hadlerinin ihracat lehine değişiklik göstermesine yol
açabilir. Düşük petrol fiyatları, ithalat giderlerinin kısılması anlamına
gelmekte, ayrıca, dış ticarette talep hacmini artıracak fiyatlama politikalarına
zemin hazırlamaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, dış ticaret hacminin
98
dışsal bir faktör olan girdi maliyetlerindeki değişikliklere göre şekillenmesi son
derece tehlikelidir. Dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari açık artışını
hızlandıracak gelişmeler, önemli bir risk faktörüdür.
3.3.2.1. Ekonometrik Modelin Sonuçları ve Yorumlanması
Zaman serileri ile yapılan çalışmanın en önemli noktası durağan olmayan
serileri durağan hale getirmektir. Aksi halde ilişki sahte çıkabilir. Durağanlık
zaman serisi analizleri için bu kadar önemli olmasına rağmen, iktisadi zaman
serileri genellikle durağan değildir ve trend, konjonktürel dalgalanmalar,
mevsimsel dalgalanmalar ile arızi hareketler gibi zaman serilerini etkileyen
birtakım faktörler içerirler. Bunlardan uygulamada daha çok üzerinde durulan
faktörler trend ve mevsimsel dalgalanmalardır. Örneğin iktisadi bir zaman
serisi trend unsurundan dolayı durağan değilse, bu durumda, durağan
olmama durumunun deterministik trendden mi, yoksa stokastik trendden mi
kaynaklandığının belirlenmesi gerekmektedir. Serilerde deterministik bir trend
varsa, seriyi trendden arındırmak için, trend ayrı bir değişken olarak modele
dahil edilmelidir. Trend stokastik ise, durağanlığı sağlamak için, Kalman
filtreleme, fark alma veya serinin logaritmasını alma gibi yöntemler
kullanılmaktadır (Işık, 2005:345).
Bu çalışmada kullanılan verilerin zaman serisi olmalarından ve zaman
serisi analizleri için geliştirilmiş olan olasılık teorilerinin sadece durağan
zaman serileri için geçerli olması nedeniyle öncelikle kapsama alınan
serilerin durağan olup olmadıkları araştırılacaktır (Işık, 2005:346). Birçok
makro ekonomik zaman serisinin trend durağandan ziyade fark durağan
yapıya sahip olduğu belirlenmiştir (Nelson ve Plosser, 1982). Bu nedenle,
değişkenlerin birim kök içerip içermedikleri, ADF (Genişletilmiş Dickey-Fuller)
testi kullanılarak araştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar Tablo 3.1’de verilmiştir.
99
Dickey ve Fuller (1979) birim kök varlığını test etmek amacıyla üç ayrı
regresyon denklemi düşünmüşlerdir.
y t  y t 1   t
(Model 1)
y t   0  y t 1   t
(Model 2)
y t   0  y t 1   2 t   t
(Model 3)
Regresyonlar arasındaki farklılık, ikinci regresyonda bir sabit ve
üçüncü regresyonda da hem sabit hem de doğrusal trend yer almasından
kaynaklanmaktadır. Aralarındaki farklılığa rağmen her üç denklemde de ilgi
odağı λ=0 olup olmamasıdır. Eğer λ=0 ise serinin birim kok içerdiği sonucuna
ulaşılacaktır. Bununla beraber tüm seriler birinci dereceden ardışık
bağlanımlı formda iyi bir şekilde betimlenmiş olmayabilir. Dickey-Fuller testini
daha yüksek dereceden ardışık bağlantılı olarak yazabiliriz;
y t  y t 1    i y t i 1   t
i 2
y t   0  y t 1    i y t i 1   t
i 2
y t   0  y t 1   2t    i y t i 1   t
i2
y ’nin gecikmeli değerlerini içeren bu test Genişletilmiş (Augmented)
Dickey- Fuller (ADF) Testi olarak adlandırılmaktadır. Bu test de λ =0 olup
olmadığını test edilmektedir. ADF testi ile DF test istatistiği aynıdır
(Enders,2004). ADF testinde boş hipotez, “seri birim kök içermektedir” olarak
oluşturulmaktadır.
100
Tablo 3.2 Birim Kök Testi Sonuçları
Değişkenler
Gecikme Uzunluğu
CA
2
GSYİH
2
DK
0
PF
1
DT
0
%1 anlamlılık düzeyindeki tablo değeri -3.51
ADF
-2.567
-1.346
-3.451
-2.535
-2.443
Tablo 3.2’de görüldüğü gibi modelde kullanılan CA, GSYİH, DK, PF ve
DT değişkenleri birim kök içermektedir. Bir çok makro ekonomik zaman
serisinin zaten trend durağandan ziyade fark durağan yapıya sahip olduğu
belirlenmiştir. Bu nedenle, birim kök içeren değişkenler için birinci sıra fark
alınarak ADF testi yukarıda açıklandığı gibi tekrarlanmış ve sonuçlar Tablo
3.3’te verilmiştir.
Tablo 3.3 Birim Kök Testi Sonuçları
Değişkenler
Gecikme Uzunluğu
ADF
ΔCA
1
-8.968
ΔGSYİH
1
-15.849
ΔDK
0
-13.047
ΔPF
1
-14.519
ΔDT
0
-8.192
%1 anlamlılık düzeyindeki tablo değeri -3.51 α=0.01 anlamlılık düzeyinde birim kök
içermemektedir.
Tablo 3.3’te 1. sıra farkları alınan değişkenlerin hepsinin durağan
olduğu görülmektedir. Birinci sıra farkla ifade edilen değişkenlerin tamamım
α=0.01 anlamlılık düzeyinde birim kök içermemektedir. Yani seriler birinci sıra
fark durağandır. Birinci sıra fark durağan hale getirilmiş serilerin grafikleri
Grafik 3.1’de verilmiştir.
101
Grafik 3.1 I. Sıra Fark Alınmış Serilerin Grafikleri
30
8000
20
6000
10
4000
0
2000
-10
0
-20
-2000
-30
-4000
-40
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
-6000
90
92
94
96
98
PF1
00
02
04
06
08
CA1
2.0
12
1.5
8
1.0
4
0.5
0
0.0
-4
-0.5
-8
-1.0
-12
-16
-1.5
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
DT1
GSYIH1
30
20
10
0
-10
-20
-30
-40
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
DK1
Durağan olmayan serileri durağanlaştırmak için yapılan fark alma
işlemi
sonucunda
uzun
dönem
bilgiler
kaybolmaktadır.
Çalışma
kapsamındaki değişkenler durağan olmadığından uzun dönem ilişkinin
varlığını araştırmak için eş-bütünleşme analizi yapılmıştır.
Seriler arasındaki muhtemel eş-bütünleşme ilişkilerinin araştırılması
amacıyla Johansen eş-bütünleşme yöntemi kullanılmıştır. Johansen eşbütünleşme test prosedürü Dickey-Fuller testinin çok değişkenli durumu
102
genelleştirilmesinden
oluşmaktadır.
Tek
değişkenli
durumda
serinin
durağanlığını (1) nolu denklemdeki  1  1 ya da (2) nolu denklemdeki
(1   1 )  0 koşullarını test ederek belirleriz.
y t   1 y t 1   t
(1)
y t  (1   1 ) y t 1   t
(2)
ya da
eğer  1  1 veya (1   1 )  0
ise y t serisinin birim kök içerdiği sonucuna
ulaşırız.
Dickey-Fuller birim kök testini n değişkenli duruma genellersek;
xt  A1 xt 1   t
buradan da
xt  A1 xt 1  xt 1   t
xt  ( A1  I ) xt 1   t
xt  xt 1   t
(3)
burada xt ve  t (n x 1) vektörledir. A1 (n x n) katsayılar matrisi ve I da (n
x n) birim matristir.  ’ de ( A1  I ) ’i temsil etmektedir. ( A1  I ) ’in rankı eşbütünleşme vektörü sayısına eşittir. Dickey-Fuller testinde olduğu gibi (3)
no.lı denklemde xt ’nin gecikmeli değerlerini içerecek şekilde genişletilebilir.
xt  xt 1   i xt i   t
(4)
i 1
burada   ( I   Ai ) ve i    Ai dır. Burada denklem (3)’te olduğu gibi
i 1
j i 1
ilgi yine  matrisinin rankıdır.  matrisinin rankı bağımsız eş-bütünleşme
vektörü sayısına eşittir (Enders, 2004: 348-352).
’nin sıfırdan anlamlı olarak farklı karakteristik köklerinin sayısını test
etme için iki ayrı test istatistiği geliştirilmiştir. Bunlar λiz ve λözdeğer
istatistikleridir. Λözdeğer istatistiği r sayıda bağımsız eş-bütünleşme vektörünün
103
varlığını r+1 sayıda eş-bütünleşme rektörü varlığına karşı sınamamızı sağlar.
λiz ise r sayıda eş-bütünleşme vektörü varlığını genel alternatif hipoteze karşı
sınamamızı sağlar (Enders,2004).
Johansen yönteminde, uzun dönem ilişkiyi incelemek için ilk önce
durağan
olmayan
uzunluğunun
değişkenlerle
belirlenmesi
VAR
modeli
gerekmektedir.
kullanılarak
Gecikme
gecikme
uzunluğunun
belirlenmesinde maksimum gecikme uzunluğu 20 olarak alınmış ve Shcwarz
Bayesian Kriteri (SBC) kullanılarak gecikme uzunluğu belirlenmiştir. Tablo
3.4’te kurulan VAR modeline göre elde edilen SBC değerleri verilmiştir.
Tablo 3.4 VAR Modelinde Uygun Gecikme Uzunluğunun Seçimi
Gecikme
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
SBC
18.567*
18.844
18.662
18.666
18.639
18.639
18.754
18.832
18.779
18.856
Uygun gecikme uzunluğu SBC kriteri dikkate alınarak 1 olarak
seçilmiştir. Bu gecikme uzunluğuyla yapılan eş-bütünleşme analizi sonuçları
Tablo 3.5’te verilmiştir.
Tablo 3.5’te Johansen Eş-bütünleşme Testi Sonuçları
Yokluk Hipotezi
Özdeğer
Trace Testi Sonuçları
Kritik Değer
trace
Ortak Bütünleşik Vektör
Yoktur
En Fazla 1 Ortak
Bütünleşik Vektör Vardır.
En Fazla 2 Ortak
Bütünleşik Vektör Vardır.
En Fazla 3 Ortak
Bütünleşik Vektör Vardır.
0.50325
95.20722
69.81889
0.28868
48.32941
47.85613
0.21483
25.50687
29.79707
0.11225
9.30185
15.49471
104
Johansen testi sonuçlarına göre uzun dönem de 1 tane eş-bütünleşme
vektörü
bulunmuştur.
Eş-bütünleşme
denklemi
aşağıda
verilmiştir.
Denklemde parantez içinde yer alan değerler standart hatalardır.
CA= 34.95DK + 51.53 GSYİH +23.74 PT + 56.02 DT
(125.63)
(653.89)
(279.30) (245.27)
Uzun dönem denge modelinde bütün değişkenler pozitif etkiye
sahiptir. Katsayılar incelendiğinde tüm katsayıların istatistiksel olarak anlamlı
olduğu görülmektedir.
Durağan olmayan serilerin fark alınmasıyla kaybolan uzun dönem
ilişkilerin modele yansıtılması amacıyla hata düzeltme modeli kurulmuştur.
Tablo 3.6 Hata Düzeltme Modeli Sonuçları
Bağımlı Değişken
u t 1
CAt 1
DK t 1
GSYİ t 1
PFt 1
DTt 1
CAt
DK t
GSYİ t
PFt
DTt
-0.030269
5.75E-05
-1.59E-05
-0.000376
-5.28E-05
(-2.19474)
(0.45404)
(-2.08699)
(-5.85142)
(-1.44598)
-0.327446
-0.000529
2.05E-05
0.000335
-0.000249
(-2.53268)
(-0.81939)
(0.52801)
(1.02322)
(-1.33551)
-66.84557
-0.146310
0.003994
-0.049839
0.093303
(-2.49618)
(-1.09379)
(0.49672)
(-0.73435)
(2.41897)
-607.7681
-0.608929
-0.049925
-0.822772
0.973303
(-1.30261)
(-0.26127)
(-0.35637)
(-0.69583)
(1.44758)
-6.443435
0.191054
-0.023345
-0.571305
-0.164345
(-0.09583)
(0.56884)
(-1.15630)
(-3.35272)
(-1.69612)
-55.88973
-0.453859
-0.016781
-0.186264
-0.124176
(0.71575)
(-1.16361)
(0.71573)
(-0.94126)
(-1.10354)
Tablo 3.5 incelendiğinde uzun dönemde dengede oluşan sapmaların
yaklaşık %3’ünün 1 dönem sonra kapatıldığı görülmektedir. Aynı zamanda
105
hata düzeltme kat sayısının %1 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak
anlamlı olduğu görülmektedir. Bu durumda, kısa dönemde oluşacak olan
dengeden
uzaklaşmaların
çok
kısa
sürede
dengeye
geleceğini
göstermektedir.
Daha sonra değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin hangi yönde
olduğu,
Granger Nedensellik testi yardımıyla test edilmiştir. Granger
nedensellik testleri değişkenler eş-bütünleşmiş olduğu için hata düzeltme
modeli yardımıyla yapılmıştır.
Granger nedensellik testi, değişkenler arasında nedensellik olup
olmadığı, eğer nedensellik var ise bu nedenselliğin yönünün ne olduğunun
belirlenmesi için kullanılan bir nedensellik sınamasıdır. Granger nedensellik
testinde serilerin durağan olması gerekmekte ancak seriler için aynı seviyede
durağan olma koşulu aranmamaktadır. X ve Y gibi iki değişken arasında
nedensellik ilişkisini araştıran Granger nedensellik testine ait regresyon
denklemleri aşağıdaki gibidir:
m
n
i 1
i 1
p
q
j 1
j 1
 t   0    i X t i    i Yt i   t
(1)
Yt  0     j Yt  j    j X t  j  vt
(2)
Yukarıdaki denklemlerde  i ,  i ,  j ve  j katsayıları, m, n, p ve q
optimal gecikme uzunluklarını,  ve v hata terimini, X ve Y nedensellik
ilişkileri
araştırılan
zaman
serilerini
ve
∆
fark
alma
operatörünü
göstermektedir.
n
(1) nolu eşitlik için testin sıfır hipotezi H 0    i  0 iken, (2) nolu
i 1
q
eşitlik için H 0    j  0 biçiminde olacaktır. Eğer tahmin edilen F değeri,
j 1
tablo kritik F değerinden büyük olursa (1) nolu eşitlikte Y, X’e Granger
anlamında neden olurken; (2) nolu eşitlikte X, Y’ye Granger anlamında neden
olur. Grenger nedensellik testi sonuçları Tablo 3.7’de verilmiştir.
106
Tablo 3.7 Granger Nedensellik Testi Sonuçları
H 0 hipotezi
F istatistiği
P değeri
Sonuç
Döviz Kuru Cari Açığın Granger nedeni değildir.
21.111
0.0000
Red
GSYİH Cari Açığın Granger nedeni değildir.
7.7988
0.0068
Red
Petrol Fiyatları Cari Açığın Granger nedeni
10.554
0.0018
Red
0.9362
0.3368
Red
GSYİH Döviz Kurunun Granger nedeni değildir.
3.4163
0.0686
Red
Petrol Fiyatları Döviz Kurunun
4.9016
0.0300
Red
1.8491
0.1781
Red
12.9687
0.0005
Red
0.76752
0.3839
Red
0.59989
0.4411
Red
Cari Acık Döviz Kurunun Granger nedeni değildir.
2.47074
0.1247
Red
Cari Açık GSYİH’nın Granger nedeni değildir.
0.4707
0.4950
Reddedilmez
Cari Acık petrol Fiyatlarını Granger nedeni
0.2870
0.5939
Reddedilmez
0.7841
0.3791
Red
Döviz Kuru GSYİH’nın Granger nedeni değildir.
9.9955
0.0023
Red
Döviz Kuru Petrol Fiyatlarının Granger nedeni
2.1400
0.1478
Red
0.6072
0.4383
Red
GSYİH Petrol Fiyatının Granger nedeni değildir.
2.9138
0.0921
Red
GSYİH Dış Ticaret Haddinin Granger nedeni
0.0212
0.8844
Reddedilmez
0.2152
0.6441
Reddedilmez
değildir.
Dış Ticaret Haddi Cari Açığın Granger nedeni
değildir.
Granger nedeni değildir.
Dış Ticaret Haddi Döviz Kurunun
Granger nedeni değildir.
Petrol Fiyatları GSYİH’nın Granger nedeni
değildir.
Dış Ticaret Haddi GSYİH’nın Granger nedeni
değildir.
Dış Ticaret Haddi Petrol Fiyatlarının Granger
nedeni değildir.
değildir.
Cari Açık Dış Ticaret Haddinin Granger nedeni
değildir.
değildir.
Döviz Kuru Dış Ticaret Haddinin Granger nedeni
değildir.
değildir.
Petrol Fiyatı Dış ticaret Haddinin Granger nedeni
değildir.
107
Şekil 3.1’deki akış diyagramı incelendiğinde tüm değişkenlerden cari
açığa doğru bir nedensel ilişki olduğu görülmektedir. Yani cari açığın
belirleyicisi olarak GSYİH, döviz kuru, dış ticaret haddi ve petrol fiyatları
üzerine kurulan modelimiz geçerlidir. Diğer taraftan döviz kuru ile diş ticaret
haddi, petrol fiyatı ile dış ticaret haddi ve döviz kuru ile GSYİH arasında çift
yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır.
Şekil 3.1 Granger Nedensellik Akış Diyagramı
Döviz Kuru
Petrol Fiyatı
Cari Açık
GSYİH
Dış Ticaret Haddi
Granger nedensellik testi, değişkenler arasındaki karşılıklı ilişkilerin
yönünü belirlemede kullanılan faydalı bir araçtır. Buna karşın, sistemdeki
herhangi bir değişken üzerinde etkili olan değişken sayısı 1’den fazla ise, bu
değişkenlerden hangisi ilgili değişken üzerinde daha etkilidir. Sorusunun
cevaplandırılması politika seçimi açısından önem kazanacaktır. Granger
108
nedensellik, değişkenler arasındaki ilişkinin zayıflığı veya kuvvetliliği
hakkında herhangi bir bilgiyi sağlayamaz. Ayrıca Granger nedensellik testi
kısa dönem öngörü başarısıyla ilgili bir yaklaşımdır ve değişkenlerin uzun
dönem eğilimlerine ilişkin herhangi bir bilgiyi de sağlamaz. Bu iki unsurdan
dolayı, değişkenler arasındaki karşılıklı ilişkiler öngörü hatasının varyans
ayrıştırması ve etki-tepki fonksiyonu aracılığı ile de incelenmelidir.
Bu nedenle nedensellik testlerinin adından değişkenler arasındaki kısa
dönemli politikaları belirlemek için Vektör Otoregresif Modellere (VAR)
geçilmiştir. VAR analizinde ilk aşama durağan değişkenler yardımı ile
gecikme uzunluğunun belirlenmesidir. Var modelinde gecikme uzunluğunun
belirlenmesine ilişkin sonuçlar Tablo 3.8’de verilmiştir.
Tablo 3.8 VAR Modeli İçin Gecikme Uzunluğu AIC ve SBC Sonuçları
Gecikme uzunluğu
AIC
SCI
1
37.5237
38.6186
2
36.3724
38.3982*
3
36.1863*
39.1604
4
36.3492
40.2892
5
36.2169
41.1417
* uygun gecikme uzunluğu
Tablo 3.8‘de VAR modelinden gecikme uzunluğu AIC için 3 olarak
elde edilmiş. VAR modelinden hareketle etki tepki ve varyans ayrıştırmasına
geçmeden önce değişkenlerin dışsaldan içsele doğru sıralanması gerekir.
Çünkü etki tepki ve varyans ayrıştırması yöntemleri değişkenlerin içselden
dışsala doğru sıralanmasına göre farklı sonuçlar vermektedir. Granger testi
sonuçlarına göre en az etkilenen ve en çok etkileyen değişkenden başlamak
üzere yapılabilir. Ayrıca araştırmacı ekonomi teorisinden hareketle önsel
olarakta bu sıralamayı yapabilir. Grnanger testi sonuçlarına göre, sistemdeki
değişkenlerin etkileme ve etkilenme sayıları genelde eşittir. Bu sonuçlar
109
dikkate alınarak değişkenlerin sıralanması, petrol fiyatı, dış ticaret haddi,
GSYİH, döviz kuru ve cari açık şeklinde yapılmıştır.
Değişkenlerin sıralaması belirlendikten sonra elde edilen VAR modeli
sonuçları Tablo 3.9’da verilmiştir.
Tablo 3.9 VAR Modeli Sonuçları
Bağımlı Değişken
PFt
DTt
0.033288
-0.199718
PFt 1
GSYIH t
0.032416
DK t
0.033459
CAt
-238.9486
PFt  2
0.073025
0.015332
0.028013
1.074379
-38.85623
PFt 3
0.212237
0.124067
-0.036367
0.322346
-119.6166
DTt 1
-0.035971
-0.072616
0.015788
0.500716
-1.822439
DTt  2
0.001300
0.108703
-0.004204
0.691840
-49.50653
DTt 3
0.068347
-0.115090
0.009187
-0.355849
-76.90261
GSYIH t 1
0.653552
-0.376166
-0.161567
-1.714507
1045.929
GSYIH t 2
0.969621
-1.253943
-0.836908
-3.220240
613.9316
GSYIH t 3
0.490075
-1.185100
-0.288768
2.916097
1217.764
DK t 1
-0.013416
0.113558
0.005265
-0.120674
-55.40838
DK t  2
0.000225
0.051758
0.004857
-0.172640
-38.55081
DK t 3
-0.022414
0.02931
-0.006891
-0.101644
-29.27603
CAt 1
-0.000538
-0.000100
9.34E-05
-0.000365
-0.671860
CAt  2
-0.000459
0.000508
4.47E-05
0.000162
-0.708294
CAt 3
Sabit
Terim
R2
-0.000529
-6.34E-06
-3.16E-05
0.000923
-0.738413
0.358417
-0.343386
0.089716
1.210115
-79.20585
0.249527
0.396706
0.804561
0.220947
0.770734
Çalışmada kullanılan değişkenlerin dinamik nedensellik ilişkilerini
belirleyebilmek, modelden elde edilen bulgular ile Granger nedensellik
testinden elde edilen sonuçların tutarlılığını görebilmek için etki-tepki
fonksiyonları
ile
analiz
yapılmıştır.
VAR
bileşenlerinden
etki-tepki
110
fonksiyonunu elde etmek için her değişkenin en küçük AIC değeri bulunmuş
ve fonksiyonların tahmini bulunan en uygun gecikmeli değer ile yapılmıştır.
Grafik 3.2 Etki-Tepki Sonuçları
CA’nın DT’ye Tepkisi
DT’nın CA’ya Tepkisi
Dış ticaret hadlerindeki (DT) bir standart hatalık şok karşısında cari
açık (CA) hemen tepki vermekte, fakat bu tepki istatistiki olarak anlamlı
değildir. Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında dış ticaret hadleri
başlangıçta yaklaşık 2-3 çeyrek dönem arası zayıf tepki vermektedir. İzleyen
dönemlerde kaybolan bu tepki, istatistiki olarak anlamlı çıkmamıştır.
CA’nın DK’na Tepkisi
DK’nın CA’ya Tepkisi
Reel efektif döviz kurundaki (DK) bir standart hatalık şok karşısında
cari açık anında istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki vermektedir. Bu tepki
yaklaşık 3 çeyrek dönem sürmekte, istatistiki olarak da anlamlıdır. Sonraki 3
çeyrek dönemde yine pozitif ama bu kez istatistiki olarak anlamlı değildir.
Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında reel efektif döviz kuru önce 2-
111
3 çeyrek dönem arası pozitif, izleyen 4 çeyrek dönemde negatif tepki
vermektedir. Fakat bu tepki her iki durumda da istatistiki olarak anlamlı
değildir.
CA’nın GSYİH’ya Tepkisi
GSYİH’nın CA’ya Tepkisi
Yurtiçi büyüme oranındaki (GSYİH) bir standart hatalık şok karşısında
cari açık(CA) anında tepki göstermektedir. Bu tepki yaklaşık 3 çeyrek dönem
sürmekte, işaret olarak pozitif istatistiki olarak ise anlamlıdır.
Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında ise yurtiçi büyüme
(GSYH) oranı yaklaşık 2 çeyrek dönem istatistiki olarak anlamlı ve pozitif
tepki vermektedir. 3’üncü çeyrek döneme kadar da bu pozitif tepki sürmekte
fakat anlamlı değildir. 3’üncü çeyrek dönemden sonra negatife dönen tepki
ilginç bir şekilde 3-5 arası çeyrek dönemde negatif ama bu kez anlamlı
olmaktadır. Yine ilginç bir bulgu olarak, cari açıktaki bu şoka büyüme oranı 56 çeyrek dönemler arası istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki vermektedir.
6-7 arası çeyrek dönemde büyüme oranı, cari açıktaki şok karşısında ilk
tepkiye benzer bir seyir izlemekte, 7-8 arasında ise yaklaşık 1 çeyrek dönem
bir kez daha istatistiki olarak anlamlı ve negatif tepki vermektedir. Kısaca,
etki-tepki grafiği iki değişken arasında önceki bölümlerde incelenen
nedensellik yönünün analiz edilmesi gereğini hatırlatmaktadır.
112
PF’nın CA’ya Tepkisi
CA’nın PF’ye Tepkisi
3
2
2
1
1
0
0
-1
-1
-2
-2
-3
-4
-3
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Petrol fiyatlarındaki (PF) bir standart hatalık şok karşısında cari açık 26 dönem arasında anlamlı negatif tepki vermektedir. İzleyen dönemlerde bu
tepki belirsizdir. Cari açıktaki bir standart hatalık şok karşısında petrol fiyatları
istatistiki olarak anlamsız tepki vermektedir.
Model tahminlerinin önemli sonuçlarından biri, cari açık ile reel efektif
döviz kuru arasında anlamlı ve pozitif ilişki bulunmuş olmasıdır. Etki-tepki
analizi de reel efektif döviz kurundaki bir şok karşısında cari açığın istatistiki
olarak anlamlı ve pozitif tepki verdiğini göstermiştir. Daha açık şekilde ifade
etmek gerekirse, döviz kurunda olası bir devalüasyon şokuna, cari açık
mevcut düzeyinde azalma olacak şekilde tepki verecektir.
Sonuçların işaret olarak yorumlanmasına açıklık getirmek gerekirse,
terminolojide kurun nominal ve reel seviyesindeki gelişmelere göre TL’nin
reel değer kaybı veya reel efektif döviz kuru endeksinin düşmesi ifadeleri
devalüasyon şokunu tanımlamak için kullanılabilmektedir. Çalışmada döviz
kuru göstergesi reel efektif döviz kurudur. O nedenle reel efektif döviz kuru
endeksinin düşmesi cari açığın azalmasına neden olduğu ve her iki değişken
aynı yönde hareket ettiği için aralarında pozitif ilişki vardır çıkarımı
yapılmıştır. Beklenen ilişkinin yönü Tablo 2.1’de görülebileceği üzere literatür
ile aynı yöndedir. Kısaca, kurdaki devalüasyon şoku karşısında cari denge
olumlu etkilenecektir. Bu tepki, yaklaşık 3 çeyrek dönem (9 ay) sürmekte ve
istatistiki olarak anlamlıdır. Sonraki 3 çeyrek dönemde yine pozitif ama bu
kez istatistiki olarak anlamlı değildir. Cari açıktaki bir standart hatalık şok
113
karşısında reel efektif döviz kuru önce 2-3 çeyrek dönem arası (6-9 ay arası)
pozitif, izleyen çeyrek dönemde (1 yıl) negatif tepki vermektedir. Fakat bu
tepki her iki durumda da istatistiki olarak anlamlı değildir. Nedensellik
testindeki reel efektif döviz kuru cari açığın Granger anlamında nedeni
değildir boş hipotezi reddedilmiştir. Diğer bir deyişle, reel döviz kuru
Türkiye’de cari açığın Granger anlamında açıklayıcıdır. Granger nedensellik
etki-tepki analizinin sonucu ile örtüşmektedir.
Tüm tahmin sonuçlarında, GSYH büyümesi ile cari açık ilişkisi anlamlı
ve pozitif çıkmıştır. Etki-tepki analizine göre de ilk dikkat çeken nokta, cari
açıktaki şok karşısında büyümenin verdiği tepkinin iktisat literatüründe ‘‘iş
çevrimleri’’ olarak tanımlanan bazı zirve ve dip noktalarını içeren dalgalanma
şeklinde olmasıdır.
Yurtiçi büyüme (GSYH) oranındaki bir standart hatalık şok karşısında
cari açık anında tepki vermektedir. Bu tepki yaklaşık 3 çeyrek dönem (9 ay)
sürmekte, işaret olarak pozitif istatistiki olarak ise anlamlıdır. Cari açıktaki bir
standart hatalık şok karşısında ise yurtiçi büyüme (GSYH) oranı yaklaşık 2
çeyrek dönem (6 ay) istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki vermektedir.
3’üncü çeyrek döneme kadar da bu pozitif tepki sürmekte fakat anlamlı
değildir. 3’üncü çeyrek dönemden sonra negatife dönen tepki ilginç bir
şekilde 3-5 arası çeyrek dönemde (10-15 ay arası) negatif ama bu kez
anlamlı olmaktadır. Yine ilginç bir bulgu olarak, cari açıktaki bu şoka büyüme
oranı 5-6 çeyrek dönemler arası istatistiki olarak anlamlı ve pozitif tepki
vermektedir. 6-7 arası çeyrek dönemde büyüme oranı, cari açıktaki şok
karşısında ilk tepkiye benzer bir seyir izlemekte, 7-8 arasında ise yaklaşık 1
çeyrek dönem (3 ay) bir kez daha istatistiki olarak anlamlı ve negatif tepki
vermektedir. Nedensellik testine göre ise cari açık Granger anlamında
büyümenin açıklayıcısıdır.
114
SONUÇ
İç ve dış ekonomik göstergelerin ve/veya şokların cari dengeye
etkilerinin yönü ve boyutunun modellenmesi ve ekonometrik incelenmesi,
politika karar alıcılarının mekanizmanın nedensellik boyutlarını net tespit
edebilmelerine yardımcı olur. Ayrıca, cari dengeyi doğrudan ve/veya dolaylı
etkileyecek para ve maliye politikalarının, sürdürülebilir hedeflere ulaşmak
için doğru zamanda ve kombinasyon içinde uygulanabilmesi adına önemli
ipuçları verir.
Bu çalışmada, 1990- 2008 yılları arasında Türkiye’nin cari işlemler
dengesi açıkları ve bu açığa yol açan etkenler incelenmiştir. Cari işlemler
açığında artışa yol açan faktörler araştırılırken, bu faktörlerin cari işlemler
açığı üzerindeki etkileri ve bu etkilerin yönü sorgulanmış ve cari açığın
finansmanına yönelik çözüm yolları ileri sürülmüştür.
Türkiye ekonomisinde yaşanan istikrarsız büyümenin ve sonuç olarak
yüksek cari işlemler açıklarının nedenlerine yönelik olarak yapılan bu
çalışmada, cari açık/GSYİH, dış ticaret haddi, GSYİH büyüme oranı, reel
döviz kuru ve ham petrol fiyatları değişkenleri ele alınmıştır.
Bu noktada çalışmanın, ekonomik birimlerin 2009 yılı cari açık
beklentilerinin ne yönde olacağını öngörebilme, karar alıcıların ise cari açık
sorununun çözümüne yönelik politika önermelerinin kısa ve orta-uzun vadede
ne ölçüde gerçekleştirilebilir olduğuna dair bazı ipuçları içerdiği söylenebilir.
Cari açığı sürdürebilir kılma, uzun vadede ise açığa köklü bir çözüm
bulabilmek için bazı yapısal tedbirlerin alınması gereği açıktır. Ancak ampirik
bulgulara göre, bu yönde olumlu adımlar atılıp, gerekli kararlar alınsa bile cari
açık GSYH/GSMH oranlarını hedeflenen düzeye getirmek için kısa vadede
istenilen sonuçların alınması çok gerçekçi gözükmemektedir. Cari açıktaki bu
katılık ve diğer ekonomik-siyasi faktörler dikkate alınarak politika önermesi
yapılması, ekonomik birimler tarafından kararlara duyulacak güveni ve
bekleyişleri olumlu etkileyebilecektir.
115
Döviz kuru politikası ile dış ticaret hadleri etkileşimi, Türkiye ekonomisi
için iki değişken arasındaki kısa ve uzun dönemli nedenselliğin yönüne dair
farklı bulgular, ihracatın ithalata yüksek oranda bağımlılığı, ticarete-konu mal
üreten sektörlerin yapısı ve/veya ücret baskılaması, düşük kar marjı ile
ihracatı sürdürülebilir kılma çabası, teknolojik verimlilik artışının dünya
rekabet ölçeğinde olmaması ve/veya sağlanamaması olarak özetlenebilecek
yapısal sorunların ihracat ve ithalat düzeyini buna bağlı olarak da Türkiye’de
dış ticaret hadlerini belirleyen diğer faktörlerin etkin olması ile açıklanabilir.
Bu noktada, Türkiye ekonomisinde yüksek cari açık oranlarının
gözlendiği süreçlerde döviz kurunun gelecekteki yönüne ilişkin bekleyişler
özellikle negatife dönmekte veya döviz kurunda yükselme, TL’nin değer kaybı
senaryoları gündeme gelmektedir. Bu yöndeki beklentinin gerçekleşmesinin
cari açığı azaltacağı öne sürülmektedir. Çalışmanın cari açık döviz kuru
arasındaki nedensellik bulguları bu açıdan anlamlıdır. Burada uygulanan
döviz kuru rejiminin kritik önemini ayrıca belirtmek gerekir. Bu ayrıntı tartışma
dışında tutularak, döviz kurunda her iki yönlü olası değişmelerin artı ve
eksileri cari açık açısından irdelenirse şu çıkarımlar yapılabilir.
Bahsedilen senaryoya göre TL’nin değer kaybına yönelik döviz kuru
politikasının ithalatı nisbi olarak pahalı ihracatı ucuz hale getirmesi beklenir.
Dış ticaret dengesini iyileştiren de beklenen bu etkidir. Her ne kadar 2001
krizi sonrası dönemde döviz kurunda aşağı ve yukarı yönde oluşan
hareketler sonucu, kurdan enflasyona geçişgenliğinin önemli ölçüde düştüğü
ampirik olarak bulunsa da TL’nin değer kaybı senaryosu çok önemli bir yan
etkiye sahiptir. O da ithalatı büyük oranda ara ve sermaye mallarından
oluşan Türkiye ekonomisinde enflasyon yani yurtiçi fiyatlar düzeyinde artışa
yol açma riskidir (Kara ve Öğünç, 2005).
Tersi bir senaryo ile, reel efektif döviz kuru artışı yani TL’nin
değerlenmesi ise cari dengeyi kötüleştirmektedir. Diğer bir deyişle, cari açığı
artırmaktadır. Bu mekanizma, Türkiye için birkaç açıdan yorumlanabilir.
Birincisi değerli bir milli para veya ona yönelik döviz kuru politikası, TL
bazında
ihracatı
nisbi
olarak
pahalılaştırılıp,
ithalatı
aynı
baz
da
116
ucuzlatacağından uzun vadede yurtiçi üretimin uluslararası rekabet gücünü
azaltması beklenir.
Türkiye’de döviz kuru politikası uygulamasından sorumlu kurum olan
TCMB’nin dış ticaret dengesini doğrudan etkileyebilecek daha doğru bir ifade
ile ihracatı ve ihracatçı kesimi gözetici ve teşvik edici döviz kuru politikası
tercih etmesi talebi zaman zaman ekonomi gündeminde dile getirilmekte ve
değişik platformlarda konu tartışılmaktadır.
Öncelikle bu tür önermelerin mevcut dalgalı döviz kuru rejiminde fiilen
mümkün olmadığının altı çizilmelidir. Ampirik sonuçlarının yorumlanması
kısmında da değinildiği üzere, bu beklenti doğrultusunda bir döviz kuru
politikası yani TL’nin göreli olarak değer kaybı özünde ithal malları üzerinden
gecikmeli de olsa yurtiçi fiyatlara yansıyabilecek bir enflasyon riskini
içermektedir. Somut bir örnek vermek gerekirse, Mayıs 2006’da yaşanan ve
döviz kurunda dalgalanmaya neden olan gelişmelerin gecikmeli etkileri
Ağustos 2006 ayı enflasyon rakamlarında görülmüş, diğer aylara ait
enflasyon raporlarında da bu etkiye zaman zaman vurgu yapılmıştır.
TL’nin göreli olarak değerli tutulma politikası, enflasyonu düşürme ve
toplam borç yükünü azaltma açısından olumlu bir karar gibi gözükürken uzun
vadede yurtiçi üretimin uluslararası rekabet gücünü azaltma riski taşıdığı da
bir gerçektir. Bu durum, ihracat artışının verimlik ve rekabet gücünde
düzelme ile değil büyük ölçüde kur avantajı ile sürdürülmesi anlamına
geleceği için Türkiye ekonomisini mevcut durumun ötesinde artan oranda
ithalata bağımlı hale getirebilecektir.
Bu noktada model tahmin sonuçlarında yer almayan bir değişkenden
bahsetmek gerekmektedir. Gerek döviz kuru rejiminin seçilmesi gerekse ona
uygun politikaların uygulanması sürecinde ‘‘yönetim inisiyatifi, becerisi veya
sanatı’’ olarak tanımlanabilecek nitel değişkenin yadsınamaz önemidir.
Türkiye ekonomisinin kendine özgü gerçekleri ve ticarete-konu sektörlerin
yapısı göz önünde bulundurularak, TL’nin kontrollü değer kaybettirilmesi
yönünde bir kur rejimi ve politikasının; zamanlama, büyüklük ve süreç olarak
bileşenleri çok iyi yönetildiği zaman ihracat üzerinden cari açık sorununa
özellikle kısa-orta vadede bir çözüm olabileceği görüşü yaygındır. Bu
117
önermeye uluslararası ticarette yaşanan yoğun rekabette özellikle Uzak
Doğu ülkelerinin uygulamaları örnek gösterilmektedir. Karar alıcılar açısından
bu yöndeki önermeler de dikkate değer olmakla beraber; TCMB’nin 2001 yılı
sonrası ilan ettiği dalgalı döviz kuru rejiminin temel mantığı gereği fiilen bu
mümkün gözükmemektedir.
Genel anlamda, TL’nin değer kaybına veya değerlenmesine yol
açacak döviz kuru politikası, bir ekonomide “kazanan” ve “kaybeden”
ekonomik birimleri gündeme getirecektir. Karar alıcıların ekonominin
öncelikleri doğrultusunda orta-uzun vadede bütün ekonomik birimleri ve
sektörleri gözetecek politika tercihleri, döviz kuruna dair uygulanacak
politikaların da yönünü belirleyecektir. Bu iki zıt senaryo, TCMB’nin hem dış
ticaret
politikası
ile
uyumlu
hem
de
Türkiye
ekonomisinin
diğer
makroekonomik dinamikleri ve temel amacı olan fiyat istikrarını gözeten bir
kur politikası uygulamasının isabetli olacağı yönündeki görüşü destekler
niteliktedir.
Türkiye ekonomisinin yapısal unsurları olan ithalatın ağırlıklı olarak ara
ve sermaye malı şeklinde olması, ihracata dönük sektörlerin yüksek oranda
ithal ara malı kullanması gibi unsurlar büyümenin cari açığı artırıcı etkisini
açıklamakta sıkça vurgulanan nedenler arasındadır. Cari açık ve büyüme
verileri incelendiğinde, büyümenin büyük oranda ithalata bağımlı olmasının
da etkisiyle, göreli olarak yüksek büyüme oranları Türkiye ekonomisinde
artan oranda cari açık veren dönemlerde gerçekleşmiştir. Ek olarak,
büyümenin yavaşladığı veya ekonomik durgunluk dönemleri ise özellikle kriz
sonrası cari fazla veren dönemlere denk gelmektedir. Bu ekonomik gözlem,
tahmin sonuçlarını da destekler niteliktedir.
Büyüme söz konusu olunca, çalışmanın doğrudan konusu olmasa bile
cari açık enflasyon ilişkisinden kısaca bahsetmek gerekmektedir. Fiyat
istikrarı hedefine ulaşmak ve kalıcılığını sağlama politikaları belirli bir noktada
literatürde “büyüme-enflasyon ikilemi’’ olarak tanımlanan tercih sorununu
gündeme getirmektedir. Bu ikilem, yüksek cari açıklar vererek büyümenin,
aynı zamanda enflasyonu düşürmenin Türkiye gibi büyüme-ithalat ilişkisinin
yüksek
olduğu
gelişmekte
olan
ekonomilerde
bazı
sorunları
içinde
118
taşımaktadır. O sorun da ya hedeflenen büyümeden hızından ya da
enflasyon rakamından taviz verilmek zorunda kalınmasıdır. Bu eşik noktası,
her ülke ekonomisi için farklı bir oran veya düzey olabilmektedir. Söz konusu
ikilemin Türkiye’de uzun yıllar süren yüksek enflasyon sürecinden sonra tek
haneli enflasyon hedefine yakınsandığında ortaya çıkma ihtimali son
zamanlarda ekonomi gündeminde sıkça tartışılmaktadır. Dolayısıyla ilk tercih,
yani daha düşük büyüme oranına yönelik bir politika kararı cari açığa olumlu
yansıyabilecekken, ikincisi TCMB’nin temel politika hedefi olan fiyat istikrarını
sağlama çabasından taviz vermesi ve enflasyondan hedefinden sapma riskini
taşımaktadır.
Özet olarak, çalışmanın büyüme oranı ile cari açık arasında pozitif ve
anlamlı ilişki olduğu şeklindeki ampirik sonucu, Türkiye’de cari açığın başlıca
nedeninin yüksek büyüme olduğu yönündeki genel görüşü desteklemektedir.
Türkiye’de cari açık sorununa, kurun yükselmesinin ve faiz oranlarının
düşürülmesinin çözüm olabileceği önermeleri de sıkça gündeme gelmektedir.
Çalışma her ne kadar reel döviz kuru ile cari açık arasında ampirik olarak
anlamlı ve güçlü bir ilişki olduğunu göstermişse de çözüm noktasında birkaç
önemli ayrıntı gözden kaçırılmamalıdır. O da, birinci bölümün reel döviz kuru
kısmında ayrıntılı şekilde belirtildiği üzere, cari açığa ilişkin tartışmalarda
Türkiye’de uygulanan mevcut döviz kuru rejimi, temel mantığı ve uygulama
yönteminin dikkate alınması gereğidir. Şubat 2001 krizi sonrası uygulamaya
geçirilen, döviz kurunun piyasalarda arz ve talep koşulları tarafından
belirlendiği yeni kur rejimi altında, TCMB kesin ve rakamsal bir kur hedefi ilan
etmemiş, takip edilen para politikası, enflasyon hedeflemesi ve fiyat istikrarı
çerçevesinde döviz kurunda her iki yönde oluşması beklenen aşırı oynaklık
durumunda döviz piyasasına doğrudan müdahale edeceğini kamuoyuna ilan
etmiştir. Dolayısıyla, ekonomik birimlerce bu nokta gözden kaçırılarak, döviz
kurunun yükseltilmesini beklemek kur rejimi açısından gerçekçi olmadığı gibi,
fiilen de mümkün değildir.
Çalışmanın döviz kuru ve cari açık ilişkisinin literatür taraması
kısmında gerekse sonuç ve öneriler bölümünde vurgulandığı üzere, yurtiçi
faiz oranlarının düşürülmesinin Türkiye ekonomisinde büyüme ve enflasyon
119
üzerindeki etkisi daha net iken cari denge üzerindeki etkisi açık değildir.
Tartışma temelde ‘‘esneklikler’’ konusu ile ilgilidir. Bu noktada, milli gelir
artışının dış ticaret dengesi üzerindeki gelir ve ikame etkisi önemli olup, cari
açık üzerinde nasıl bir etki yapacağının da yönünü belirleyecektir. Ek olarak,
Türkiye için ithal malları yurtiçi talep esnekliği ile ihraç malları dış talep
esnekliği katsayılarına dair literatürdeki çalışmalarda farklı ampirik sonuçlar
bulunmuştur. Henüz ortak kabul gören net bir etkiden veya sonuçtan söz
edilememektedir. Türkiye’ye sermaye girişlerini belirleyen faktörleri inceleyen
bazı çalışmaların bulguları ile yukarıdaki iki unsur dikkate alındığında, yurtiçi
faiz oranlarının cari açık üzerinde etkisi olmadığı çıkarımı yapılamazsa da;
yurtiçi faiz oranlarının düşürülmesinin cari açığa net bir çözüm olacağı
önermesi tartışmaya açıktır (Erkılıç, 2006).
Literatürde sıklıkla dış ticaret dengesinin ve petrol fiyatlarının cari
denge üzerinde birincil derecede etkili olduğu vurgulanmaktadır. Bu
çalışmada elde edilen sonuçlar, literatürdeki bu görüş ile tutarlıdır. Son
yıllarda Türkiye ekonomisinde gözlenen iktisadi büyüme eğilimine, cari açık
artış eğilimi eşlik etmiştir. Üretimin ithal ara mallara bağımlılığı bu sonucun
ortaya çıkmasının temel nedenidir. Ödemeler dengesine ilişkin veriler,
Türkiye’de cari açığın temel belirleyicisi olan dış ticaret açığının ağırlıklı
olarak ara ve sermaye malı ithalatından kaynaklandığını göstermektedir.
Toplam ithalat içerisinde önemli bir yere sahip olan petrol giderleri, dış ticaret
hadlerini etkiler. Petrol fiyatlarının düşük düzeylerde seyretmesi, dış ticaret
hadlerinin ihracat lehine değişiklik göstermesine yol açabilir. Düşük petrol
fiyatları, ithalat giderlerinin kısılması anlamına gelmekte, ayrıca, dış ticarette
talep hacmini artıracak fiyatlama politikalarına zemin hazırlamaktadır. Hemen
belirtmek gerekir ki, dış ticaret hacminin dışsal bir faktör olan girdi
maliyetlerindeki değişikliklere göre şekillenmesi son derece tehlikelidir. Dış
ticaret açığı ve dolayısıyla cari açık artışını hızlandıracak gelişmeler, önemli
bir risk faktörüdür. Dolayısıyla, politika yapıcıların bu konuya kayıtsız
kalmaması gerekmektedir. Ancak, cari açık/GSYİH oranının düşürülmesi kısa
dönemli politikalar ile gerçekleştirilemez. Orta ve uzun vadeli tedbirler ile
başarıya ulaşılabilir. Bu anlamda rekabet gücümüzü arttırıcı politikaların yanı
120
sıra, ara malları açısından dışa bağımlılığın azaltılmasına yönelik politikaların
uygulanması gerekmektedir. Cari açık artışının sadece Türkiye’ye özgün bir
gelişme olmaması konunun önemini azaltmamaktadır. Bazı iktisatçılara göre,
cari açık finanse edildiği sürece problem değildir. Ancak cari açığın kısa
vadeli sermaye girişleri ile finanse edilmesi son derece risklidir. Çünkü kısa
vadeli sermaye hareketleri risk ve belirsizliklere karşı duyarlı olup son derece
oynak bir niteliğe sahiptir. Kısa vadeli sermaye hareketlerinin bu özelliği, içsel
ve dışsal riskler karşısında ekonominin kırılganlık düzeyini artırmaktadır. Bu
nedenle, uzun vadeli yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi büyük
önem taşımaktadır. Türkiye’de son yıllarda doğrudan yatırımlarda göreli bir
artış eğilimi gözlenmektedir. Bu eğilimin artarak sürmesi için, yasal ve idari
koşulların iyileştirilmesi süreci kesintiye uğratılmamalıdır.
Bu türden kısa vadeli politikalar yerine, çalışmanın Türkiye’de cari
açığın katılığı ve sürekliliği yönündeki güçlü ampirik bulguları göz önüne
alındığında, yurtiçi üretimin verimlilik artışının sağlanması, rekabet gücü
yüksek sektörlere odaklanılması benzeri mikro ekonomik; ekonomik istikrar,
sürdürülebilir büyüme hedefi, enerji bağımlılığının olabildiğince azaltılması
gibi makroekonomik ve yapısal tedbirlere öncelik vererek cari açığa önlem
almak gerekmektedir.
121
KAYNAKÇA
AGENOR, Pierre, MONTIEL, P.; Development Makroeconomics, Princeton,
N. J. :Princeton University Pres, 1999.
AKAT, Asaf Savaş; “Ödemeler Dengesi Yazıları”, İstanbul Bilgi Üniversitesi,
Ağustos, 2004
ALEXANDER, Sidney; “Effects of a Devaluation on a Trade Balance”,
İnternational Monetary Fund Staff Papers, 1952, s.263-78.
ARTİS, M. , BAYOUMI, T. ; “Saving, Invesment, Financail Integration and
Balance of Payments”, İnternational Monetary Fund Working Paper,
1989, s.102.
BARRO, Robert J,; “The Ricardian Approach to Budget Deficits”, Journal of
Economic Perspectives, 1989, s.3, 2:37-54.
BORATAV, Korkut: ”2000-2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, İktisat İşletme
ve Finans,186, Eylül, 2001, s.7-47.
BATIZ, F.L.R., BATIZ, L.R.; International Finance and Open Economy
Macroeconomics, New York: MacMillan Pres, 1989.
CALVO, Guillermo A., VEGH, C.A.; “Inflation Stabilizastion and BOP Crises
İn Devoloping Countries”, Handbook of macroeconomics, Volume 1c,
Amsterdam: Elsevier, 1996, s. 1531-1614.
CELASUN, Merih; “Ekonomide Uzun Dönemli Büyüme, Enflasyon Süreci ve
IMF Destekli Program: Söyleşi”, İktisat, İşletme ve Finans, 2001,
s.179.
122
CELASUN, Merih, TANSEL, A.; “Distributional Effects and saving Investment
Behavior in a Liberalizing Economy: The Case of Turkey”,
METU
Studies in Development, 20 (3), 1993, s.269-298.
CUDDINGTON, Jonh T.; “Budget Deficits and Current Account”, Journal of
International Economics, 1986, s.21:1-24.
DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI; Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler,
1997, Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2000, Temel Ekonomik
ve Sosyal Göstergeler, 2001, Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler,
2002, Temel Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2005.
DORNBUSCH, Rudiger; “Exchange Rate Economics: Where Do We
Stand?”, Brookings Papers on Economic Activity, 1987, s.1:143-85.
DORNBUSCH, Rudiger; “Exchange Rate Economics”, The Economic
Journal, 97, March, 1987, s.1-18.
DORNBUSCH, R., FISHER, S.; “Exchange Rate and Current Account”,
American Economic Review, 70,1980, s.5:960-71.
EDWARDS, Sebatian; “Structural Adjusment Policies in Highly Indebted
Countries”, 1989, NBER Working Paper No:2502.
EDWARDS, Sebatian; “Does the Current Account Matter?”, 2001, NBER
Working Paper No:8275.
EĞİLMEZ, M., KUMCU, E.; “Krizleri Nasıl Çıkardık?”, İstanbul, Creative
Yayıncılık, 2001.
EĞİLMEZ, Mafi; “2006’dan 2007’ye Türkiye Ekonomisi”, Radikal,
31.12.2006.
123
EKER, A., MERİÇ, M.; Devlet Borçları, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi
Yayınları, 2000.
ERÇEL, Gazi; “Büyüme ve Yapısallaşan Cari Açık”, Vatan Gazatesi,
18.12.2006
ERKILIÇ, Serdar; “Türkiye2de Cari Açığın Belirleyicileri” , Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası İstatistik Genel Müdürlüğü Ankara, Kasım 2006.
ERTEKİN, Murat; ”Sektörler İtibariyle Üretim Dış Ticaret İlişkisi ve Rekabet
Koşulları”, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Mart 2005.
FISCHER, Stanley; “Financial Crises and Reform of the International
Financial System”, 2002, NBER Working Paper No:9297.
FRENKEL, J. A., RAZIN, A.; “Fiscal Policies and The World Economy: An
Intertemporal Approach”, 1987, MIT Pres, Vol2, Chicago: University of
Chicago Pres.
GENBERG, H., SWOBODA, A. K; “Policy and Current Account
Detemination Under Floating Exchange Rates”, International Moetary
Fund Staff Papers, 1989, s.36-30.
GLİCK, R., ROGOFF K.; “Global Versus Country-Spesific Productivity
Shocks and The Current Account”, Journal of monetary economics,
35, 159-192.
GÜVEN, Samih; “Sermaye Hareketlerinin Nedenleri, Etkileri ve Türkiye
Örneği”, İktisat, İşletme ve Finans, 185, Ağustos, 2001, s.79-93.
HATİBOĞLU, Zeyyat; Conventional and Unconventional Economic Analyses,
124
Revised Edition, İstanbul: Lebib Yalkın Yayınları, 2001.
HÖNGREN, Jarnhall; “Monetary Policy, Exchange Rateand Current Account
in a World whit Integrated Financial Markets”, International Capital
Flows, Exchange Rate Determination and Present Current Account
Imbalances, bank for Settlements, Basle, 1990, s.220-35.
İNAN, “Emre Alp; Türkiye’de 2002-2005 Döneminde Tasarruf Dengeleri ve
Ani Kesinti İhtimali”, Bankacılar Dergisi, Sayı 59, 2006
İYİBOZKURT, Erol; “Türkiye’nin Ekonomik Krizi ve Çözüm”, Yeni Türkiye
Dergisi, Yıl 7, Sayı:41, 2001.
KEARNEY, C., MONADJEMI, M., “Fiscal Policy and Current Account
Performance: International Evidence on the Twin Deficit”, Journal of
Macroeconomics, 12, 1990, s.2:197-219.
KEPENEK, Y., YENTÜRK, N.; Türkiye Ekonomisi, Bursa: Remzi Kitapevi,
2000.
KUMCU, Ercan; “Dış Ticaret Verileri Ne Diyor?”, Hürriyet,23.06.2004.
KUMCU, Ercan; “Ekonomik Büyümenin Riskleri”, 2004a, “Kamu Maliyesi
Politikaları devreye Girmeli, 2004b.
KUMCU, Ercan; “Net Hata Noksan Yapısal Bir Olgu mu?”, Hürriyet,
24.08.2004.
KUMCU, Ercan; “sıcak paradan değil Sıcak Paraya Mahkum Olmaktan
Korkalım”, Hürriyet, 22.11.2004.
125
KUMCU, Ercan; “Yüksek Cari Açıkla Sürdürülebilir Büyüme”, Hürriyet,
13.01.2005.
KUMCU, Ercan; “Cari Açıkta Hiç kimsenin B Planı Yok”, Hürriyet,
11.03.2005.
KUMCU, Ercan; “Sürdürülebilir Cari Açık ve Büyüme”, Hürriyet, 02.01.2006.
MAKIN, John H.; “The Impact of Fiscal Policy on the Balance of Payments:
Recent Experience in the United States”, Universita Bocconi
Conference on Fiscal Policy, Economic Adjustment and Financial
Markets, 1988.
NIEHANS, Jürg; International Monetary Economics, Baltimore: The John .
OBSTFELD, Maurice; “The Intertemporal Approach To The Current
Account”, NBER Working Paper Series, 1981, Working Paper
No:3542.
OBSTFELD, M., ROGOFF, K.; “The Intertemporal Approach To The Current
Account”, NBER Working Paper Series, 1994, Working Paper
No:4893.
OBSTFELD, M., ROGOFF, K.; Foundational of International
Macroeconomics, Boston, MIT Pres, 1997.
OSTRY, J.D.; “Balance of Trade, Terms of Trade, and Real Exchange Rate”,
International Monetary Fund, 1988, Staff Papers, s.35:541-73.
PERSSON, T., SVENSSON, L. E. O.; “Current Account Dynamics and the
126
Terms of Trade: Harberger-Laursen-Metzler Two Generations Later”,
Journal of Political Economy, 1985, s.93,11:43-65.
PITCHFORD, John; The Current Account and Foreign Debt, Florence, KY,
USA: Routledge.
RAZIN, A., SVENSSON, L. E. O.; “The Current Account and the Optimal
Goverment Dept”, Journal of International Money and Finance, 1983,
s.2,2.
SACHS, D., Jeffrey; “The Current Account and Macroeconomic Adjustment”,
Brookings Papers on Economic Activity, 1981, p:201-68.
SEYİDOĞLU, Halil; Uluslararası Finans, İstanbul, Güzem Yayınevi,
4. Baskı, 2003.
SEYİDOĞLU, Halil; Uluslararası İktisat, İstanbul, Güzem Yayınevi,
15. Baskı, 2003.
SVENSSON, L. E. O., RAZIN, A.; “The Terms of Trade and The Current
Account: The Harberger-Laursen-Metzler Effect”, Journal of Political
economy,1983, s.91:97-125.
THROOP, Adrian W.; “Fiscal Policy, The Dolar and International Trade: A
Synthesis of Two Views”, Federal Reserve Bank of San Fransisco,
Summer, 1989.
TİRYAKİ, Tolga; “Cari İşlemler Hesabına Çeşitli Yaklaşımlar, Sürdürülebilirlik
ve Türkiye Örneği”, 2002, TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü Tebliği
No:8.
127
T.C. MERKEZ BANKASI; Yıllık Rapor, Ankara, 2001, Yıllık Rapor, Ankara
2002, Ödemeler Dengesi Raporu, Ankara, 2005, Ödemeler Dengesi
Raporu, Ankara, 2006.
VENTURA, J. ; ”Towards a Theory of Current Accountts”, NBER Working
Papers, 9163, 2002.
128
ÖZET
BAŞBOLAT, Ebru. Cari İşlemler Açıkları ve Makro Ekonomik Faktörler:
Türkiye Üzerine Ampirik Bir Analiz, Yüksek Lisans, Ankara, 2010.
Türkiye Ekonomisi’nde özellikle son yıllarda sıkça gündeme gelen ve
en çok tartışılan konuların başında cari açık sorunu gelmektedir. Bunun
başlıca
nedeni,
cari
dengenin
ekonominin
en
önemli
ve
hassas
bileşenlerinden biri olduğu yönündeki genel kabuldür. Diğer bir ifade ile,
ödemeler dengesi ülke ekonomisinin aynası durumundadır. Cari dengeyi
belirleyen dinamiklerin analizi, özünde bir ülkenin cari açık ve dış borç
sürdürülebilirliği ile sermaye hareketleri özellikle sıcak para olarak da sıkça
vurgulanan kısa vadeli sermaye hareketlerine ilişkin tartışmalarla doğrudan
ilgilidir. Ayrıca cari açığın, bir kısım sihirli eşik değerleriyle ifade edilen
sürdürülebilirliğine dair farklı görüşler bir yana bırakılırsa, özellikle gelişmekte
olan ülke ekonomilerinde son yıllarda yaşanan döviz ve/veya finansal
kaynaklı krizlerin en önemli tetikleyicileri arasında kabul edilmesi, konunun
güncelliği ile önemini artırmaktadır. Buna ek olarak, iç ve dış ekonomik
göstergelerin ve/veya şokların cari dengeye etkilerinin yönü ve boyutunun
modellenmesi, ekonometrik olarak incelenmesi, politika karar alıcılarının
mekanizmanın nedensellik boyutlarını net tespit edebilmelerine yardımcı olur.
Ayrıca, cari dengeyi doğrudan ve/veya dolaylı etkileyecek para ve maliye
politikalarının, sürdürülebilir hedeflere ulaşmak için doğru zamanda ve
kombinasyon içinde uygulanabilmesi adına önemli ipuçları verir.
Bu
çalışmanın başlıca amacı, Türkiye’de cari açığın belirleyicilerini hem
geleneksel yaklaşımlar hem de dönemlerarası yaklaşım çerçevesinde
incelemektir. Geleneksel yaklaşımlar, ekonomi teorisine dayalı yapısal
modeller, dönemlerarası yaklaşım ise verilere uygun modelleme yöntemi olan
Vektör Otoregresyon Modeli ile değişkenler arasındaki dinamik ilişkileri
inceleyen etkitepki fonksiyonları yardımıyla incelenecektir.
129
Anahtar Kelimeler: Cari Denge, Cari Açığın Belirleyicileri, Dönemlerarası
Yaklaşım, Türkiye Ekonomisi,
130
ABSTRACT
BAŞBOLAT, Ebru. The Current Account Deficits an Macro-Economic
Factors: An Empirical Analysis of Turkey, Master Thesis, Ankara, 2010.
Current account deficit has been one of the most discussed and
upfront issues for theTurkish Economy. The primary reason for that is the
generally accepted belief on its crucial importance for the whole economy. In
other words, balance of payments is a kind of mirror of the national economy.
The analysis of current account dynamics is directly related to the academic
discussions about the current account sustainability and capital movements
especially the short term capital inflows called hot money. Keeping aside the
views regarding the critical threshold level or ratio for the sustainability, it is
accepted as one of the most significant and triggering factors for financial
and/or currency crisis in developing countries in recent years, which keeps
the issue on the ajanda and makes it potentially important. The modelling
and econometric analysis of the magnitude and direction of the relation
between the internal-external macroeconomic variables and the current
account deficit help the decision-makers to understand the causality and to
better forecast the potential level of the current account deficit in the future.
Besides, it gives some clues to implement the monetary and fiscal policies on
time and take the necessary measures in order to achive a sustainable level.
The main purpose of this study is to empirically investigate the determinants
and dynamics of Turkey’s current account deficit in the light of both traditional
and intertemporal approaches. The former approach is examined by the help
of Structural Equation Model, while the latter one is studied by Vector
Autoregressive Model and impulse-response function/analysis as a helpful
tool to see the dynamic relations between the variables. The empirical
findings of the study are as follows.
131
Key Words: Current Account, Determinants of Current Account Deficits,
Intertemporal Approach, Turkish Economy,
Download