ÖN SÖZ Son dönemde Anglo-Amerikan söyleyişine uygun bir biçimde ahlâk ve etik arasında yapılan ayrım konuşma ve yazı diline iyice yerleşmiş durumdadır. Ahlâk (morality) yaşanan; ahlâk felsefesi (ethics) düşünülendir. Meta-etik ise ahlâk felsefesi üzerine felsefe yapmaktır. Artık bu sınıflama üzerinde, çeşitli yanlış ve/veya farklı kullanımlarına rağmen, uzlaşma sağlanmış gibi görünmektedir. Ancak üzerinde uzlaşılamayan ve uzlaşmanın da pek mümkün görünmediği bir şey var ki; içinde etik veya ahlâk kelimelerini barındıran bütün cümleleri anlamsızlaştıran veya ‘göreceli’ kılan ‘en yüksek iyi’ ya da aynı şey demek olan ‘ahlâkî temellendirmenin’ ‘niçin’ ve ‘neye’ göre yapılacağı sorunudur. Dinî veya din dışı, -aklî, sezgisel ve duygusal- ahlâk temellendirmeleri yanında ahlâka yaklaşım biçimi veya araştırma yöntemi bakımından ‘betimleyici,’ ‘normatif’ ve ‘meta’ etik şeklindeki tasnifler bir genellemedir ve sorunu çözmeye yetmez. Sorun bu genellemelerin insan hayatını ilgilendiren vii boyutunda ortaya çıkar. Bilen (sapiens), alet yapan (faber), iktisadî (economicus), sosyal (socius), (…) bir varlık olarak insan, hayatta karşılaştığı her türlü ‘kötü/lük’ ve sorunların çözümünde, herkesin üzerinde uzlaştığı ‘değişmez bir ilkeye’ sadakat göstermek ve anlaşmazlıklarda kendisine başvurmak ister. Bu açıdan bakıldığında ahlâk, hukuk ve siyaset ‘pratik’ bir alan olarak normatiftir. Oysa etik ve meta-etik bu ilkeleri betimler veya analiz eder. Ancak ahlâk ile etik arasında başka bir ifade ile yaşanılan ile düşünülen arasında bir uygunluğun olması gerekir. Ahlâk işte bu uygunluk temeli üzerinde yükselir. Nitekim “ahlâkı Hak saklasın” duası günümüz insanının ‘etik düşünmek’ ama ‘ahlâklı olmamak’ anlayışına bir nazire ve sitem gibidir. İnsanın sosyal ve bireysel sorunlarına çözüm arayışı sadece günümüzün meselesi değildir. İlk insan’la başlayan ve kıyamete kadar sürmesi muhtemel olan sorun, insanın sorunudur ve yine insan tarafından çözümlenmeyi beklemektedir. Bu arayışa bir katkı olması bakımından Josiah Royce (1855– 1916) “Yeni Dünyanın” en verimli, en samimi, pazarlıksız ve dobra dobra filozoflarından biri belki de birincisidir. Her şeyden önce onun düşüncesinin yönü yukarıdaki anlamıyla ‘etik’ değil ahlâkî bir çabadır. Onun anlayışı sırf bu açıdan bile araştırmaya değerdir. Royce, idealizmin Amerika’da en büyük savunucularından biridir. Dönemin sosyal ve siyasal gelişmelerine paralel olarak onun felsefeyi, sadece spekülatif ve düşünsel bir uğraş olarak görmediğini, bu alanlardaki sorunlara bir çözüm yolu viii olarak da gördüğünü söyleyebiliriz. Nitekim Royce’un idealizminin pratik yönü veya uygulaması onun ahlâk ve din felsefesinde ortaya çıkar. Bu yönüyle o, tam bir din ve ahlâk filozofudur. Eserlerinde insana ve hayata dair, felsefi terminoloji içinde söylersek ahlâka dair ne varsa onu bulmak mümkündür. Royce’un ahlâk hakkındaki düşünceleri genel olarak üç dönem içinde değerlendirilse bile, ilk dönem ile son dönem düşüncelerinde bir değişme değil, gelişme ve derinleşme söz konusudur. Amerikalı bir filozof olarak Royce’a dair araştırmalar, Amerika’da felsefenin gelişimine paralel olarak 1960’lı ve 70’li yıllara gelene kadar ihmal edilmiştir. Amerikan felsefesinde analitik okulun 1920’lerden başlayan ve 1960’lı yıllara kadar süren hâkimiyeti özellikle McDermott, Jane Adam Smith’in klasik pragmatistlere dair çalışmaları ile azalmaya başlamıştır. Bu yıllarda Yale Üniversitesinden Jane A. Smith’in başlattığı Royce araştırmaları son dönemde birçok çalışmanın ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Bu tarihten sonra dünyanın pek çok yerinde Royce’a dair çalışmaların artarak devam ettiğini görüyoruz. Ancak Royce’un ülkemizde yeterince tanınmadığını, hakkında bir tez ve birkaç makale haricinde herhangi bir araştırmanın bulunmadığını söyleyebiliriz. Bazı düşünürlerin, Royce’un özgün yanlarını göz ardı ederek felsefesinin eklektik olduğunu, yeni bir şey söylemediğini, sadece kavramlarının yeni olduğunu ileri sürmeleri bir dereceye kadar makul görülse bile, araştırmalarımızın sonucunda onun ihmal edilemeyecek kadar özgün bir düşünür olduğunu söyleyebiliriz. ix Onun ahlâk felsefesi insan hayatını şu ya da bu şekilde etkileyen kötümserlik, şüphe ve kötülük sorunları ile başlar. Eser, insan hayatının düzenli olabilmesi için, bu sorunların nasıl ele alınması ve çözümlenmesi gerektiğine dair tartışmaların yer aldığı birinci bölümle başlar. İkinci bölüm, onun çok ihmal edilen insan ve ideal ahlâkî kişilik örnekleri etrafında ele aldığı insan felsefesini ortaya koymayı amaçlar. Üçüncü bölüm Royce’un ahlâk anlayışının temeli olan sadakat felsefesini fizik ve metafizik boyutlarıyla irdeleyip, sadakat ahlâkının diğer ahlâk felsefeleri içerisindeki yeri ve değerini inceler. Bu eseri ortaya çıkarma sürecinde birçok değerli insanın desteğini gördüğümü ve onlara teşekkür etmem gerektiğini biliyorum. Başta öğrencisi olma bahtiyarlığına ulaştığım Hocam Prof. Dr. Necati ÖNER ve Hocam Prof. Dr. Murtaza KORLAELÇİ’ye ve Doç. Dr. Celal TÜRER’e minnettarım. Royce hakkında pek çok şeyi kendisinden öğrendiğim Catherine H. SCHELL’a da teşekkür ederim. Çalışmanın müsveddelerini okuma, değerlendirme ve yorumlama aşamasında birçok arkadaşımın doğrudan veya dolaylı katkılarını gördüm. Başta Dr. Hasan AKKANAT ve Dr. İbrahim KAPLAN olmak üzere emeği geçen bütün arkadaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi bildiririm. Önder BİLGİN x