Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14 / Year: 11, Spring 2013, Issue: 14 Makaleler Firdevs Çetin İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi: Pirî “Reis” ile Evliya “Çelebi”nin Tarihi ve Fikri Serüveni The Comparison of two Ottoman Typologies: Historical and Intellectual Episode of Pirî “Reis” and Evliya “Çelebi” Feridun Bilgin Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa (Osmanlı Devleti’nin Akdeniz Hâkimiyeti) Human and Space: Gallipoli and Barbaros Hayreddin Pasha (Ottoman Dominance over the Mediterranean) Lokman Erdemir Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü The Diary of an Officer from Mustahdem-Intepe Artillery at the Dardanelles Ahmet Esenkaya Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart- 24 Nisan 1915 Günleri Gallipoli Front Line: 19 March 1915 and 24 April 1915 Mehmet Fatih Karagül Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Story of Ceramic Between Çanakkale and Lesbos Island Mesut Ağır & Kürşat Solak Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri The Mamluks’ Important Political Activities in the Eastern Mediterranean Sea Mustafa Fırat Gül Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme An Essay on the Financial History of Aksaray Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14 / Year: 11, Spring 2013, Issue: 14 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14 / Year: 11, Spring 2013, Issue: 14 ISSN: 2148-0877 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14 / Year: 11, Spring 2013, Issue: 14 ISSN: 2148-0877 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies 2013 Pirî Reis Yılı Anısına ÇANAKKALE Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Dergisi, yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. Gönderilen yazılar yayın kurulunda incelendikten sonra konunun uzmanı iki hakemin, gerekli görüldüğü takdirde üçüncü bir hakemin değerlendirmesi ve yayın kurulunun nihai onayıyla yayınlanır. Yayın kurulu, araştırma makaleleri, dışındaki yazıları (sempozyum, kongre haberleri, kitap tanıtımları vb.) bizzat inceleyip hakeme göndermeden doğrudan kabul veya ret kararı verebilir. Adres: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşkesi Fen Edebiyat Fakültesi 17100 Merkez/ÇANAKKALE Tel: (+90) (286) 2180018 - 1675 Faks: (+90) (286) 2180533 Erişim: www. canakkalearastirmalari.comu.edu.tr www. acasam.comu.edu.tr E-posta: canakkalearastirmalari@comu.edu.tr Yayın Türü: Ulusal Süreli Yayın Yayın Şekli: 6 aylık Türkçe ve İngilizce Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Dergisi’nde yayınlanan yazılarda savunulan fikirler yazarlarına aittir. Dergi sahibi, yayıncı ve editörler sorumlu değildir. Derginin tüm hakları saklıdır. Akademik ve haber amaçlı kısa alıntılar dışında önceden yazılı izin alınmaksızın hiçbir iletişim, kopyalama sistemi kullanılarak yeniden basılamaz. The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies are solely those of the authorsand do not imply endorsementby the editors, other authors or publishers. All Rights Reserved. No part of this publication may be reproduced, stored or introduced into a retrieval system, or transmitted in any form, or by any means, electronic, mechanical, photocopying, recording, or otherwise, without prior written permission of the editors. Tarayan İndeksler: ASOS Index, Arastirmax tarafından taranmaktadır. Kapak: Çanakkale Haritası, Pirî Reis, Kitâb-ı Bahriye, s. 44b. Tasarım-Baskı Hazırlık: Karınca Ajans Tel: 0312 431 54 83 Baskı: Eflal Ajans, Matbaacılık, Zübeyde Hanım Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 95-1A Altındağ - Ankara Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies ISSN: 2148-0877 Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14 / Year: 11, Spring 2013, Issue: 14 Sahibi/ The Owner Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına sahibi Prof. Dr. Sedat LAÇİNER: Rektör / Rector Editörler/ Editors Lokman ERDEMİR, Kürşat SOLAK Editör Yardımcıları/ Editorial Assistants Erhan ACAR, Mehmet YILDIZ Yayın Kurulu/ Editorial Board Doç. Dr. Muhammet ERAT (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Ömer ÇAKIR (Çankırı Karatekin Üniversitesi) Doç. Dr. Beyhan KANTAR (Mardin Artuklu Üniversitesi) Doç. Dr. M. Fatih YAVUZ (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Murat YILDIZ (Namık Kemal Üniversitesi) Danışma Kurulu/ Advisory Board Prof. Dr. Nurettin AKTAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Tuncer BAYKARA (Ege Üniversitesi, Emekli) Prof. Dr. Cezmi ERASLAN (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Raelene FRANCES (Monash University) Prof. Dr. Ramazan GÜLENDAM (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Vehbi GÜNAY (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Cüneyt KANAT (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Bayram Ali KAYA (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Yılmaz KURT (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. İzzet ÖZTOPRAK (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Cemil ÖZTÜRK (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Necdet ÖZTÜRK (Bahçeşehir Üniversitesi) Prof. Dr. Keir REEVERS (Monash University) Prof. Dr. İbrahim SEZGİN (Trakya Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. İbrahim ERDAL (Bozok Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Aşkın KOYUNCU (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Yusuf SAĞIR (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mustafa SELÇUK (İstanbul Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Kürşat SOLAK (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Cahide Sınmaz SÖNMEZ (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Yüksel NİZAMOĞLU (Turgut Özal Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet ŞEKER (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Mete TUNÇOKU (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Tülay UĞUZMAN (Başkent Üniversitesi) Prof. Dr. Ali Osman UYSAL (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Selma YEL (Gazi Üniveristesi) Doç. Dr. Rüstem ASLAN (Çanakkale Onsekiz Üniversitesi) Doç. Dr. Yusuf AYÖNÜ (İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi) Doç. Dr. Recep DÜNDAR (İnönü Üniversitesi) Doç. Dr. Samira KORTANTAMER (Ege Üniversitesi) Doç. Dr. Reyhan KÖRPE (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. İbrahim ÖZCOŞAR (Mardin Artuklu Üniversitesi) Doç. Dr. M. Fatih SANCAKTAR (İstanbul Üniversitesi) Doç. Dr. Haşim ŞAHİN (Sakarya Üniversitesi) Dr. Brad WEST (University of South Australia) Yrd. Doç. Dr. A. Mesut AĞIR (Batman Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Taner ASLAN (Aksaray Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mithat ATABAY (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Volkan ERTÜRK (Namık Kemal Üniversitesi) Yrd. Doç. Ahmet ESENKAYA (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. İsmet GÖRGÜLÜ (Başkent Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Özkan KESKİN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Feridun Hakan ÖZKAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Burhan SAYILIR (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ali SÖNMEZ (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Bu Sayının Hakemleri/ This Issue’s Referee Board Prof. Dr. Ali AKTARAN (Kayseri Erciyes Üniversitesi) Prof. Dr. Ahmet UZUN (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi) Prof. Dr. Şevket YAVUZ (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Halil YOLERİ (Dokuz Eylül Üniversitesi) Doç. Dr. Kaan CANDURAN (Kayseri Erciyes Üniversitesi) Doç. Dr. Ömer ÇAKIR (Çankırı Karatekin Üniversitesi) Doç. Dr. İbrahim ÖZCOŞAR (Mardin Artuklu Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Firdevs ÇETİN) (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Burhan SAYILIR (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mustafa SELÇUK (İstanbul Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Nazan Karakaş ÖZÜR (Çankırı Karatekin Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Fatma Akkuş YİĞİT (İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi) İÇİNDEKİLER Sunuş/Introduction................................................................................................... vii Firdevs Çetin İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi: Pirî “Reis” ile Evliya “Çelebi”nin Tarihi ve Fikri Serüveni............................................................................................. 1-16 The Comparison of two Ottoman Typologies: Historical and Intellectual Episode of Pirî “Reis” and Evliya “Çelebi” Feridun Bilgin Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa (Osmanlı Devleti’nin Akdeniz Hâkimiyeti).......................................................... 17-31 Human and Space: Gallipoli and Barbaros Hayreddin Pasha (Ottoman Dominance over the Mediterranean) Lokman Erdemir Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü................................................................................................. 33-47 The Diary of an Officer from Mustahdem-Intepe Artillery at the Dardanelles Ahmet Esenkaya Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri................................. 49-83 Gallipoli Front Line: 19 March 1915 and 24 April 1915 Mehmet Fatih Karagül Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü............................................. 85-105 Story of Ceramic Between Çanakkale and Lesbos Island Mesut Ağır & Kürşat Solak Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri................ 107-130 The Mamluks’ Important Political Activities in the Eastern Mediterranean Sea Mustafa Fırat Gül Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme.................................... 131-158 An Essay on the Financial History of Aksaray Kitap Çevirisi Yusuf Sağır Üryânîzâde Ali Vahid’in, Çanakkale Cephesi’nde Duyup Düşündüklerim Adlı Eseri...................................................................................................................... 159-178 Kitap Tanıtımı Korhan Altunyay İbrahim Naci, Allahaısmarladık: Çanakkale Savaşı’nda Bir Şehidin Günlüğü.................................................................................................. 179-182 Nazım İntepe Çanakkale’de Bir Sağlıkçı: Ayşe (İntepe) Hanım.................................................. 183-184 v Sunuş Çanakkale Araştırmaları Dergisi, Çanakkale ve çevresi başta olmak üzere umum tarih, kültür ve edebiyat konularının yayımlandığı ulusal hakemli bir dergidir. Dergimiz bu yolda 14. sayısını yayımlamış bulunmaktadır. Çanakkale Araştırmaları Dergisi uzun soluklu olabilmeyi başarmış bir dergidir. Dergimiz son sayıları ile birlikte ulusal tanınırlığını arttırmıştır. Gerek sosyal medyadaki meslekî paylaşım siteleri gerekse akademik dünyadaki muhataplar ile birebir temasa geçilerek dergi tanınırlığını arttırma yolundaki çalışmalar devam etmektedir. Bu meyanda dergimize ait sanal sitede İngilizce sayfa oluşturma çalışması nihayetlenmiştir. Uluslararası indeksler ile temasa geçilerek takip eden indeks sayısını arttırma faaliyetleri sürmektedir. Bunun yanı sıra TÜBİTAK ULAKBİM ile iletişim kurularak derginin kısa zaman sonra listeleneceği haberi alınmıştır. Dergimizin bu sayısında yedi makale yer almaktadır. Bu çalışmalardan üçü denizcilik tarihi ile ilgilidir. Dergimizin umum tarih konularına açık olması dolayısıyla, Aksaray şehrine ait bir çalışma sayfalarımızda yerini aldı. Çanakkale Muharebeleri’nin iki makale ile işlendiği bu sayımızda bir de sanat tarihi yazısı mevcut. Elimizdeki sayının meydana gelmesinde emeği geçen yazarlara, hakemlere ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi yönetimine teşekkür ederiz. Editörler vii Dünya Haritası Pirî Reis, Kitab-ı Bahriye, s. 41a. Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 1-16 İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi: Pirî “Reis” ile Evliya “Çelebi”nin Tarihi ve Fikri Serüveni Firdevs ÇETİN* Özet Pirî Reis ve Evliya Çelebi hakkındaki bibliyografyalar bize onlar hakkında pek çok araştırmanın varlığını gösterirler. Bunu bildiğimizden, burada özgün bir araştırma ortaya koymak için onları farklı bir açıdan değerlendirdik. Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin Osmanlı aydın ve devlet adamları olarak XVI. ve XVII. asırlarda yaşadıklarını biliyoruz. Farklı yüzyıllarda yaşamış olmalarına ve modern araştırmacıların onları farklı kategoriler içinde değerlendirmelerine rağmen, her ikisinin de araştırmaya konu olabilecek bazı benzerliklerinin olduğunu tespit ettik. Bunu göstermek için önce, onların elinden çıkan eserler olan Bahriye ve Seyahatname’deki, sonra da muasırlarının ortaya koydukları bilgileri kullandık. Çalışmada bu iki Osmanlı aydın profilinin iki hususta benzer olduğunu tespit ettik. Bunlardan ilki, isimlerinin anlamı ve yaşam serüvenlerinin son durağının Mısır olması gibi daha çok tesadüf î olanlardır. İkincisi ise, hayat hikâyelerindeki bazı benzerliklerdir; örneğin doğum yerleri olan Gelibolu ve İstanbul ile buraların adı geçen dönemdeki ehemmiyetleri. Ayrıca onların akraba, öğretmen ya da hâmi olarak yakınları ile olan ilişkileri de (Kemal Reis ve Melek Ahmed Paşa vb.) benzerdir. Son olarak onların yaşam tarzlarının birbirine benzer olmasıdır; nitekim en temel benzerlikleri seyahat etmektir. Anahtar Kelimeler: Evliya Çelebi, Pirî Reis, Seyahatname, Bahriye, Mısır, Osmanlı * Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, firdevscetin@ comu.edu.tr 1 Firdevs Çetin The Comparison of two Ottoman Typologies: Historical and Intellectual Episode of Pirî “Reis” and Evliya “Çelebi” Abstract We have considerable bibliographies about Pirî Reis and Evliya Çelebi, all of which prove that there are a lot of works about these two important historical figures. Hence, in this article as original research, we try to consider them from a different angle. Historically, Pirî Reis and Evliya Çelebi lived in the XVIth and XVIIth centuries being Ottoman intellectuals and statesmen. In spite of living in different centuries and being categorized as distinct and different groups by modern researchers, we ascertained that both have some similarities. With the aim of proving the claims of this work, we have two kinds of sources. The first is their own works: Bahriyye and Seyâhatnâme. The second is the works created by their contemporaries. The comparison between them revealed two different sorts of parallelism. The first one is, properly speaking, accidental; such as meaning of their names and their places of death, i.e., Egypt, as the last station of their adventure of life. The second one is alikeness in their lives; for example, special importance of their birth places -Gallipoli and İstanbul- in the above-mentioned centuries. In addition, their relationships with their acquaintances as relative, teacher or patron (Kemal Reis and Melek Ahmed Pahsa, etc.) is comparable, too. And lastly, their life styles are also similar; one of the main resemblances is travelling. Keywords: Evliya Çelebi, Piri Reis, Seyahatname, Bahriye, Egypt, Ottoman Giriş XVI. ve XVII. asırlarda yaşamış Osmanlı aydın ve devlet adamları arasında isimlerini bildiğimiz Pirî Reis ve Evliya Çelebi, yaşadıkları dönemlerden asırlar sonra tekrar Türkiye ve dünya gündemine taşındı. Bu noktada UNESCO’nun tarihsel olanı hatırlatmadaki duyarlılığı takdire şayandır. Her iki isim de çok sayıda araştırmaya konu olmuşlardır. Bu yüzden bundan sonra yapılacak araştırmaların mevcut literatüre bir katkı sağlayabilmesi için özgün olması ya da konuya farklı bakış açıları kazandırması gerekliliği açıktır. Bu çerçevede yaptığımız okumalar sırasında “Pirî Reis ya da Evliya Çelebi’nin ve onların eserlerinin Osmanlı sosyal ve kültürel tarihi içinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği” sorusu zihnimizi hep meşgul etti. Sahip olduğumuz tarihi ve kültürel zenginlikte Pirî Reis ve Evliya Çelebi hakkında yapılan araştırmalar nicelik olarak artış gösterse de aynı nispette konuya katkı sağladığını söylemek güçtür. Üstelik reklamcı edalı sözlerin ötesine geçemeyecek türden söylemlere sarılmak, zikredilen şahısları benzerleri olmayan şahsiyetler olarak değerlendirip sunmak bazı yanılgıları da beraberinde getirmektedir. 2 İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi:... Pirî Reis ve Evliya Çelebi hakkında okuma yaparken aslında iki ayrı asırda yaşamış olduklarından ve farklı alanlarda yazmış olduklarından olsa gerek, modern araştırmacılar onları ve eserlerini farklı kategoriler içinde değerlendirmektedirler. Ancak benzerliklerine nedense hiç dikkat edilmediğini fark ettiğimizden ilgimizi bu meseleye yönelttik. Amacımız bu benzerlikleri ortaya koymak ve bu güne kadar haklarında pek çok araştırmanın yapıldığı bu iki Osmanlı aydını ve eserlerini farklı bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışmaktır. Burada yapılan onlar hakkında mevcut araştırmalarda ortaya konulanların farklı bir açıdan bakılarak yeniden değerlendirilmesinden ibarettir.1 İlmî ve edebî bir kıyas ya da karşılaştırma yapmanın ilk kuralı elinizde en az iki unsurun, şahsın, nesnenin, vs. olması gerektiğidir. Olmazsa olmaz ikinci kural ise, bu iki unsurun aynı türden olmasıdır. Bu noktadan hareketle Pirî Reis ve Evliya Çelebi’yi Osmanlı toplumu içinden yetişmiş ve günümüze ulaşmış önemli eserler yazmış devlet adamları, aydın ve müellifleri olmaları hasebiyle aynı türden kabul ederek bu kıyaslamaya başladığımızı ifade etmeliyiz. Bunun yanında, onları aynı kategori içinde değerlendirebileceğimiz düşüncesini ilham eden en önemli husus, onlar hakkında yazarken mutlaka ifade edilmesi gereken “seyahat” mefhumudur. Başka bir deyişle Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin hayatlarına damgasını vurmuş en mühim faaliyetlerden biri seyahat etmektir. Her ne kadar biri denizde, diğeri karada seyahat etmiş olsa da ikisi de seyahat halinde ve bilincinde Osmanlı ülkesini tasvir etmişlerdir. Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin benzerliklerini ifadeye başlamadan önce bir araştırmacının yazdığı şu cümleyi alıntılamak istiyoruz: “Gezdiği gördüğü yerleri anlatırken o yörenin coğrafi özelliklerinin yanında beşeri, iktisadi ve tarihi özelliklerini de aktarmıştır.”2 Burada bahis mevzuu edilen acaba kimdir? Gezip görmek kelimeleriyle başladığı için aklımıza önce Evliya Çelebi gelmektedir. Çünkü Evliya, gezginliği ile öne çıkmıştır. Hâlbuki Pirî Reis de eseri Bahriye’yi seyahatlerine ve gözlemlerine dayandırır; tıpkı alıntıda ifade edildiği gibi. Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin birbirine benzer olduğu hususu, modern araştırmacıların onların ismi önüne koydukları sıfatlara bakıldığında da görülmektedir. Özen, Pirî Reis için “korsan, donanmada reis, Hint Kaptanı ama hepsinden fazla bir deniz bilginidir” tanımlaması yaparken, Şavk ise, Evliya Çelebi’yi “tarihçi, halkbilimci, müzisyen, ressam, haritacı, dilbilimci, zanaatkar ve mimar, savaşçı ve gurme” sıfatları ile 1 2 Gerald MacLean, Shakespeare ile Evliya Çelebi’yi birbirine benzeterek, aslında “karşılaştırma”nın ayrı dünyaların insanları için bile yapılabileceğini göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Bkz. Gerald MacLean, “Evliya Çelebi, Travel and Travel Writing”, Evliya Çelebi’nin Sözlü Kaynakları, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Ankara 2012, s. 104-105. Zafer Titiz, “Pirî Reis’in Türk ve Dünya Denizciliğine Katkıları ve Öğretileri”, Uluslararası Pirî Reis Sempozyumu Tebliğler Kitabı, 27-29 Eylül 2004, Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı, İstanbul, s. 4. 3 Firdevs Çetin tanıtır.3 Özen’in Pirî Reis için “haritacı ve savaşçı” sıfatlarını umûmen bilineni tekrar etmemek için kullanmamış olduğunu düşünüyoruz. Bu durumda mezkûr şahısların “tarihçi, coğrafyacı, kartograf, savaşçı, devlet adamı, dilbilimci” özelliklerinin ortak olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda Pirî Reis ve Evliya Çelebi’yi karşılaştırdığımız bu yazımızda ilk bölümde, kısa bir literatür değerlendirmesinden sonra, yetiştikleri zaman, mekan ve etkilendikleri kişiler yer alacaktır. Yaşadıkları asır içinde ve onların hayatlarında önemli bir yer tuttuğunu düşündüğümüz seyahat kavramı irdelenecektir. Yaşam tecrübelerinin bir ürünü olarak ortaya koydukları eserleri olan Bahriyye ve Seyahatnâme, Pirî Reis’in Dünya Haritası ve Evliya Çelebi’nin Nil Haritası başka bir araştırmaya konu olacak kadar kapsamlıdır. Mezkûr Şahıslar Hakkında Pirî Reis ve Evliya Çelebi hakkında okumak zahmetli; yazmak ise, risklidir. Okumak zahmetlidir; çünkü okunacak çok fazla şey vardır. Yazmak ise risklidir çünkü pek çok araştırmacı, mezkûr şahıslar hakkında yazıp çizdiğinden, mükerrer olmak ihtimaliniz her zaman mevcuttur. Onlar hakkında hem ülkemizde hem de dünyada öyle çok araştırma yapılmıştır ki; bunları kapsayan bir bibliyografya hazırlanması bir zorunluluk haline gelmiştir. Nitekim Evliya Çelebi konusunda yaşayan en önemli araştırmacılardan olan Robert Dankoff ve Semih Tezcan’ın beraber hazırladıkları An Evliya Çelebi Bibliography ve Pirî Reis hakkında da Nazan Karakaş Özür’ün hazırladığı “Bibliyografik Analiz Penceresinden Türkiye’de ve Dünya’da Pirî Reis” adlı çalışmalar bu ihtiyacı karşılamaya yönelik atılan önemli adımlardır.4 Her iki bibliyografyanın da ortaya koyduğu en temel gerçek, Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin aslında ne kadar çok araştırmanın konusu olduklarıdır. Örneğin Karakaş, çalışmasının sonuçlarını değerlendirdiği kısımda, kitap ve makale olarak toplam 644 eser tespit edildiğini, bunlardan 378’inin kitap ve 266’sının makale olduğunu ifade eder. Ayrıca kitapların içinde doğrudan Pirî Reis’i konu alanların sayısının 161, makaleler içinde ise 184 olduğunu belirtir.5 Dankoff ve Tezcan’ın imzasını taşıyan Evliya Çelebi bibliyografyasında ise Seyahatname hakkındaki çalışmalar arasında kitap ve makale ayırımı yapılmaz. 3 4 5 4 Mine Esiner Özen, “Pirî Reis ve Müntehab-ı Kitab-ı Bahriye”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, c. VII, S. 2 (2006), s. 122.; Ülkü Çelik Şavk, Sorularla Evliya Çelebi, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, s. 34-50. Robert Dankoff, Semih Tezcan, “An Evliya Çelebi Bibliography”, http://www.bilkent.edu.tr/~tebsite/ evliya.pdf. (Erişim: 29.10.2013), s. 1-75; Nazan Karakaş Özür, “Bibliyografik Analiz Penceresinden Türkiye’de ve Dünya’da Pirî Reis”, Uluslararası Pirî Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Sempozyumu Bildiriler, 26-29 Eylül, İstanbul 2013, (Yayım Aşamasında). Karakaş Özür, “Bibliyografik Analiz Penceresinden Türkiye’de ve Dünya’da Pirî Reis”, (Yayım aşamasında) İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi:... Bununla birlikte toplam rakam verilmezken farklı baskıları, tercümeleri, bölgesel çalışmalar, harita odaklı olanlar, Evliya’nın dili kullanımı gibi konularına göre farklı kategorilere ayrılarak sıralanmıştır.6 Mevcut bibliyografyalar, aslında Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin ortak bir yönünü de vurgular. Bu bibliyografyalar onların renkli şahsi niteliklerini ve eserlerinin zengin içeriğini de yansıtır. Bir başka ifadeyle bibliyografyalarda yer alan araştırmaların, kartografya, edebiyat, tarih, coğrafya, dil ve denizcilik gibi farklı bilim alanlarında kaleme alındıkları görülmektedir. Takip eden başlıklar altında, bir karşılaştırma çerçevesi içinde değerlendirilebilecek birkaç husus üzerinde durulacaktır. Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin hayatı hakkında modern araştırmalarda aktarılan bilgiler, iki temel kaynağa dayanmaktadır. Bunlardan ilki, yazarların kendi eserleridir ki; müellifler hakkında en kapsamlı bilgileri içerir.7 İkinci kaynak ise, çağdaş eserlerdir.8 Maksadımız kaynak kıyaslaması olmadığından aktaracağımız bilgilerde bu ayırıma dikkat edilmeyecektir. Nominal Olanın Tarihsel Olanı İnşası: İsimleri ve Meşguliyetleri Pirî adı Farsça pîr kökünden olup “bir meslekte deneyim kazanmış, herhangi bir zanaatın, tarikatın kurucusu, ulusu,” anlamlarına gelmektedir. Evliya kelimesi ise Arapça “velî, keramet sahibi, ermiş, eren” sözünün çoğuludur.9 Dikkat çeken ve aslında tesadüften ibaret olduğunun farkında olarak ifade etmek istediğimiz şey, her iki ismin de anlamlarının “tecrübe” ile olan bağlantısıdır. Pir ya da Evliya olabilmek için deneyim şarttır. Nitekim kendilerine bu isimler verilirken onları bekleyen “serüven” konusunda bilgi sahibi olmayanlar, herhalde onların tecrübelerini öğrendikten sonra yeni bir isim vermek isteseydiler, daha uygun başka bir isim bulamazlardı.10 Acaba aldıkları isimlerin onların yaşantıları üzerinde etkili olduğunu düşünmek daha mı akla yatkındır?11 6 7 Dankoff-Tezcan, “An Evliya Çalebi”, s. 5-14. İlgürel, Evliya için “Hayatı hakkında bilinenler seyahat hatıralarını topladığı on ciltlik muazzam eserine dayanır” ifadesi ile bunu ifade etmiştir. Mücteba İlgürel, “Evliya Çelebi”, TDVİA, c. 11, s. 529. 8 Örneğin Sinoplu Safai’nin (1411-1521) Fetihname-i İnebahtı ve Modon isimli eserinde Pirî Reis’den söz eden satırlar bu türdendir. Ahmet Türker, “Pirî Reis’in Hayatı”, Uluslararası Pirî Reis Sempozyumu Tebliğler Kitabı, s. 1-9. 9 TDK Büyük Türkçe Sözlük, (Erişim: 25.11.2013). 10 “… bu adın kendine doğumunda mı yoksa sonradan mı verildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür…” Ayşenur Sır, “Seyahatname’nin Işığı Altında Evliya Çelebi’nin Ailesi ve Şeceresi”, Doğumunun 400. yılında Uluslararası Evliya Çelebi Sempozyumu Bildirileri, (Haz. Yusuf Akçay), Gelişim Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2012, s. 326. 11 Bu gün isimlerin analizine verilen önem ile beraber İslamiyet’te yeni doğan çocuğa güzel bir isim vermenin ehemmiyeti düşünüldüğünde bu konunun uzmanlarınca düşünülmeye değer olduğu kanaatindeyiz. Üstelik Pir, Piri ve Pirî Reis isimlerinin Gelibolu’daki kullanımına tahrir defterlerinde 5 Firdevs Çetin Diğer taraftan ilkinin adı Farsça, ikincisininki ise, Arapça kökenlidir. Bu durum, Varis Abdurrahman’ın ifade ettiği gibi, bir taraftan İslamiyet’in Türkler üzerindeki etkisini yansıtırken, diğer taraftan onlara isim verenlerin devrin kültürüne uygun isimler tercih ettiklerini göstermektedir.12 Doğdukları Zaman, Mekân ve İlişkide Oldukları İnsanlar Pirî Reis’in doğum tarihi kesin olarak tespit edilemese de 1465-1470 yılları arasında Gelibolu’da dünyaya geldiği düşünülmektedir.13 Genel temayül, onun doğum tarihi olarak 1470 yılını kabul eder.14 Bu durumda onun 1470-1554 yılları arasında yaşadığını söyleyebiliriz. Onun çocukluk ve ilk gençlik yılları, XV. asrın son çeyreğinde, haritalarını ve Bahriye’yi tamamladığı olgunluk yılları ise, XVI. asrın ilk yarısında geçmiştir. Hayatının her iki döneminde de çok seyahat etmiştir. Bu yolculukların ve görülen yerlerin her birinin onun ve eserlerinin üzerindeki etkisi aşikârdır ve bu etki yine eserlerinden tespit edilebilir. Pirî Reis’in kimliğini kazanmasında en mühim mekânın Gelibolu olduğuna şüphe yoktur; zira burası, onun seyahatlerinde topladığı malzemeyi bir araya getirerek eserini “ürettiği” yerdir.15 Diğer taftan Gelibolu, onun için olduğu kadar XVI. asır Osmanlı denizcileri ve denizciliği için de önemlidir.16 Çünkü tersanesi ile Gelibolu, 12 13 14 15 16 6 rastlamaktayız. Bkz. 75 Numaralı Gelibolu Livası Mufassal Tahrir Defteri (925/1519) c. I, Dizin ve Transkripsiyon, (Yayına Hazırlayanlar: Abdullah Sivridağ ve Diğerleri), Başbakanlık Basımevi, Ankara 2009, s. 108, 172, 181, 183. Nitekim Abdurrahman makalesinde Türklerin eskiden beri çocuklarına isim verirken tarihi gerçekler ve devrin ihtiyaçlarına uygun isimler verdiklerini ifade etmiştir. Varis Abdurrahman, “Türklerin Ad Koyma Gelenekleri Üzerine Bir İnceleme,” http://turkoloji.cu.edu.tr (Erişim: 25.11.2013). Pirî Reis ve Evliya Çelebi’yi anlamanın ilk kuralı onların dünyasını tanımak olduğu düşünüldüğünde Osmanlı Devleti’nin XV. ve XVI. yüzyıldaki durumu ile ilgili olarak bkz. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), (çev. Ruşen Sezer), YKY, İstanbul 2006, s. 15-30, 127-146. A. Afetinan, Pirî Reis’in Hayatı ve Eserleri Amerika’nın En Eski Haritaları, TTK Yayınları, Ankara 1987, s. 9. Cevat Ülkekul, XVI. Yüzyılın Denizci Bir Bilim Adamı Yaşamı ve Yapıtlarıyla Pirî Reis, c. I, T.C. Deniz Basımevi, Ankara 2007, s. 25. “ …yukarıda sözü edilen yerlerin planları ile hakkındaki bilgileri Gelibolu’da bir araya getirmiştim. Böylece işte bu kitap hasıl oldu.”… Kitab- ı Bahriye, s. 45. Emecen’in Gelibolu hakkında yazdıklarını bazı kısaltmalarla aktarmayı şehrin ehemmiyetini yansıtması açısından uygun bulduk: “1376’da kati ola­rak Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Osmanlı orduları için bir geçit yeri ve deniz üssü olarak önem kazan­dı. Yıldırım Bayezid döneminde burası bir gümrük istasyo­nu haline getirilerek İstanbul’a gidip dö­nen sivil tüccar gemilerini limana yanaş­maya zorladı. İstanbul’un fethine kadar önemli bir askerî deniz üssü olma özelliğini koru­yan Gelibolu Fâtih Sultan Mehmed dö­neminde tahkim edil­di. An­cak Gelibolu. 1515’te İstanbul’da Haliç Tersanesi’nin devreye girmesiyle gide­rek deniz üssü olma özelliğini yitirmeye başladı. Yine de deniz seferleri için do­nanmanın önemli ana merkezlerinden biriydi. Gelibolu hakkında en ayrıntılı bilgiler, XV. ve XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerin­de bulunmaktadır. 1475 tarihli deftere göre şehir­de kalabalık bir gemi reisleri topluluğu vardı. Bunlar doksan üç bölükten ibaret­ti ve her bölük bir gemiye (kadırga) te­kabül etmekteydi. Feridun Emecen, “Gelibolu”, TDVİA, c. XIV, s. 1-2. İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi:... Osmanlı donanmasına gemi “üretilen” mühim bir yerdir. Bir başka ifade ile burası, Osmanlı Denizciliği’nin –en azından İstanbul Haliç Tersanesi’nin yapımına kadarhem kültürel hem de teknik açıdan kalbidir. Bununla birlikte Gelibolu, Çanakkale Boğazı’nı denetleyen konumu dolayısıyla Akdeniz-Karadeniz bağlantı noktasıdır. Akdeniz’den gelen askerler, tüccarlar, denizciler, yolcular, hacılar vs. her meşrepten insan payitahta ulaşmak için Gelibolu’dan geçmek zorunda idi. Bu husus, Geliboluluları seyahate karşı ilgili ve duyarlı hale getirmiş olmalıdır. Aynı zamanda seyahat edenlerin geldikleri ve gördükleri yerler hakkında anlattıkları, Gelibolululara Osmanlı karaları ve denizler hakkında aşinalık kazandırmış olmalıdır. Böyle bir kültürel ortamın Pirî Reis üzerinde denizcilik ve seyahate karşı bir ilgi uyandırmamış olduğunu düşünmek pek mümkün değildir. Pirî Reis’in tecrübesini borçlu olduğu insanlar arasında Kemal Reis kuşkusuz başı çekmektedir.17 On bir yaşından sonra 14 yıl boyunca kesintisiz olarak onunla birlikte Akdeniz’de türlü faaliyetlerde bulunmuştur ve bu tecrübelerini Bahriye’de anlatır.18 1486 yılında Osmanlı Devleti’nden yardım isteyen İspanya’nın Gırnata’daki Müslüman ahalisi Kemal Reis tarafından Afrika’ya gemilerle geçirilmiştir. Böylece Pirî, 1487’den 1493’e kadar Kemal Reis’le beraber bu denizlerde de bulunmuştur.19 Bu noktada Pirî Reis ile Kemal Reis arasındaki ilişkiye, bir amca/dayı-yeğen ya da usta-çırak ilişkisinin ötesinde hâmilik çerçevesinde de bakmak gerekir.20 Kemal Reis hicri 900 (Miladi 1495-1496) yılında sahip olduğu gemiler ve adamlarıyla Osmanlı donanmasına katılmış21 ve Pirî Reis’in devlet hizmeti de böylece başlamıştır.22 Afetinan’ın ifadesine göre Pirî Muhiddin’in Türk deniz tarihinde ilk defa ismine 14991502 yıllarındaki Osmanlı-Venedik savaşları sırasında rastlanır. Donanmada bir savaş gemisi kumandanı olan Pirî Reis bu savaştan sonra da Akdeniz’de devletin emri 17 Bahriye’nin 1521 tarihli ilk nüshasında Pirî Reis, Kemal Reis’in kız kardeşinin, 1525 yılında kaleme alınan ikinci nüshasında ise erkek kardeşinin oğlu olarak görülmektedir. A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970, s. 72. Kemal Reis konusunda bkz. İdris Bostan, “Kemal Reis”, TDVİA, c. 25, s. 226-227.; İsmet Parmaksızoğlu, “Kemal Reis” , MEBİA, c. 6, s. 566-569. 18 A. Afetinan, Life and Works of Pirî Reis The Oldest Map of America, TTK Yayınları, Ankara 2008, s. 9; Kitab- ı Bahriye, s. 53-55. 19Afetinan, Pirî Reis’in Hayatı, s. 11. 20 Christine Isom Verhaaren, “Patronage in the Ottoman Navy During the late 15th and 16th Centuries”, adlı makalesinde Kuzey Afrika’da korsanlıkla uğraşan denizcilerin “patronaj” ilişkiler sayesinde Osmanlı deniz kuvvetleri içinde resmi görev elde ettiklerini, bu tür ilişkilerin denizcilerin yükselmeleri konusunda belirgin etkisi olduğu tezini savunmaktadır. Hatta Verhaaren, Kemal Reis’in ölümünden sonra Pirî Reis’in haritalarını kullanarak yeni bir hami bulmaya çalıştığını ifade eder. Bkz. Christine Isom Verhaaren “Patronage in the Ottoman Navy During the late 15th and 16th Centuries”, Uluslararası Pirî Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Sempozyumu Bildiriler (Yayım Aşamasında) 26-29 Eylül 2013, İstanbul s. 1-2. (taslak metinde) 21 Pirî Reis, Kitab-ı Bahriye, (ed. Ertuğrul Zekai Öktem), Ministry of Culture and Tourism of the Republic of Turkey, Ankara 1988, s. 55. (Bundan sonra Kitab-ı Bahriye) 22 Mert Bayat, “Giriş” Kitab-ı Bahriye, (ed. Ertuğrul Zekai Öktem), s. 17. 7 Firdevs Çetin altında hizmet görmüştür. Lakin Kemal Reis’in ölümü, onu büyük koruyucusundan yoksun bırakmıştır.23 Afetinan’ın “bu ölüm ayrılığından sonra bir müddet denizlerden çekilerek Gelibolu’ya gitmiş…” ifadesinden, hâmisinden mahrum kalmanın bir sonucu olarak Pirî Reis’in denizleri terk etmek zorunda kaldığı ve bir süreliğine Gelibolu’da “seyahatsiz” kaldığı anlaşılabilir veya Verhaaren’in işaret ettiği gibi, hâmisi ve patronu olan Kemal Reis’in ölümü ile “sahipsiz” kaldığı düşünülebilir.24 Hâlbuki, Ezgü’nün Kâtip Çelebi’ye dayanarak ifade ettiğine göre Pirî Reis, Kemal Reis’in ölümünden sonra Barbaros Hayreddin’in hizmetine girmiştir.25 Sonuç olarak Pirî Reis’in bir denizci olarak yetişmesinde ve Osmanlı donanması hizmetine girmesinde akrabası olan Kemal Reis’in rolü ve ehemmiyeti aşikârdır. Açıkçası Kemal Reis onun hem akrabası,26 hem de ustasıdır;27 ancak bunlardan daha da önemlisi onun hâmisidir.28 Görüldüğü üzere, Pirî Reis’in içinde bulunduğu sosyal çevre onun denizcilik konusundaki tecrübelerinin bir diğer önemli kaynağıdır. Burası âdeta denizlerin payitahtı idi. Gelibolu, denizcilik ve seyahat kültürü konusunda nasıl Pirî Reis’e ilham kaynağı olmuşsa, ailesi ve akrabaları da tecrübesinin kaynağı olmuştur diyebiliriz. Seyahatnâme’den öğrendiğimize göre Evliya Çelebi, 10 Muharrem 1020’de (miladî 25 Mart 1611) İstanbul’da doğmuştur.29 Ölüm tarihi tam olarak tespit edileme23Afetinan, Pirî Reis’in Hayatı, s. 13. 24 Reislerini kaybeden denizcilerin tamamen sahipsiz, işsiz güçsüz ortada kaldığını düşünmek çok akla yatkın gelmiyor. Muhtemelen Pirî Reis’in yaptığı gibi farklı kişilerin emri altına girerek yapa geldikleri işlere devam etmişlerdir. Ama onların “seyahatlerini” isimleri meçhul olduğundan takip etme olanağından mahrumuz. 25 Fuad Ezgü, “Pirî Reis”, MEBİA, c. 9, s. 562. 26 Pirî Reis daha kitabının başlangıcında “merhum Kemal Reis’in kardeşinin oğlu olan bu zayıf ve güçsüz Hacı Muhammed’in oğlu Pirî Reis’de …” ifadeleriyle aralarındaki akrabalık ilişkisini izah etmiş olur. Kitab- ı Bahriye, s. 39. 27 Pirî Reis kitabının manzum kısmında: “Pirimüz hem Kemali yad idesiz, Anun ruhunu dahi şad idesiz, Ki zira ol idi deryada kamil, Denizün ilmi üzre olan amil,” yazarak bu noktaya işaret eder. Kitab- ı Bahriye, s. 53. 28 XV ve XVI. yüzyıl Osmanlı toplumu ve eğitim sistemi düşünüldüğünde Vergaagen’in “patronage” kelimesiyle ifade ettiği dilimize “hamilik” olarak çevirebileceğimiz bu ilişki türünün yaygın olarak uygulanıldığına dair Fahri Unan’ın şu cümleleri dikkate değerdir: “…Merkezde sığınılacak bir kapı ve himaye edecek nüfuzlu bir hami bulunmadan veya böyle birisinin tavsiye ve referansını elde etmeden başarılı olmak bir hayli zordur. …güçlü bir şahsın desteğini, himayesini ve kefaletini elde etmek, bir ilmiye mesleği müptedisi için son derece mühimdi. Böyle bir seyir içerisinde hızla ilerlerken, kendilerini himaye edenlerin ölümü veya vazifeden alınmaları üzerine, yıllarca aynı mevkilerde kalanlara veyahut mevkilerini kaybedenlere Osmanlı tarihinin her döneminde sık sık rastlamak mümkündür.” Fahri Unan, “Osmanlılarda Medrese Eğitimi”, Osmanlı, c. 5, s. 152. 29 “Bu hakîr‑i pür-taksîr Evliyâ‑yı bî-riyâ ibn Dervîş Mehemmed Zıllî rahm‑ı mâderden müştak olup rûyı arza kadem basdığımız bu Sultân Ahmed Hân’ın zamân‑ı saltanatında bin yigirmi Muhar­remü’lharâm’ın onuncu günü yevm‑i âşûrâda vücû­da gelüp yigirmi altı târîhinde nâmûs [u] ârı fark edüp Sultân Ahmed Hân’ın Edirne seferin ve Yeni câmi‘ binâsına mübâşeret olunduğun a‘lâ bilürdüm. Hamd‑i Hudâ kim böyle bir azîmü’ş-şân pâdişâh‑ı Cem-cenâb asrında vücûda gelmişiz.” Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c. I, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 304 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu – 8 İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi:... se de Seyahatname’ye dayanarak belirlenmeye çalışılmaktadır. N. Tezcan’ın ifadesine göre 1687’nin son günlerinde hayatta olduğu söylenebilir.30 Babası Derviş Mehmed Zılli’dir.31 Derviş Mehmed Zılli, saray-ı âmire’nin kuyumcu başıdır ve bunun yanında hattatlık, nakkaşlık gibi sanatlarla da uğraşmıştır. Evliya’nın ailesi Kütahya’dan İstanbul’a göçmüştür. Seyahatname’ye göre Evliya’nın Kütahyalı mı, yoksa İstanbullu mu olduğu tartışmaya açıktır. Bununla birlikte payitaht İstanbul kadar önemli bir merkez olmasa da Kütahya’nın da mühim bir beylik merkezi olduğu ve ailenin sosyal kökenini göstermesi açısından önemlidir.32 Fakat İstanbul, Evliya için birçok anlamda merkezdi. Burası onun doğduğu ve yaşamının 30 yılını geçirdiği yerdi. Payitaht, onun seyahatleri süresince sık sık uğradığı ve kaldığı şehirdi ki onun için mihenk taşı niteliğindeydi. İstanbul, hem onun vatanı hem de ailesinin yurdu idi. Aslına bakılırsa, payitahtlı Evliya’nın vatanı, daha geniş anlamda bütün imparatorluktu.33 Evliya Çelebi’nin hayat hikâyesine baktığımızda onu “yüreklendiren, iş verip himaye sağlayan -padişah da dâhil olmak üzere, babası gibi zanaatkâr ve saraylı kimseler, amcası Melek Ahmed Paşa gibi ordu kumandanı ve devlet adamları ile hem İstanbul hem de taşradaki diğer bürokrasi ve ulema sınıfı mensupları ile okur-yazar kimselerden oluşan- Osmanlı seçkinleriydi.”34 Örneğin daha seyahatlerinin başında, “Ağustos 1640’ta babasının himayesindeki Ketenci Ömer Paşa Trabzon’a vali olarak atanır ve Evliya onun maiyetine girer… 1646 Ağustos’unda taşra görevine başlamak üzere olan bir başka akrabasını, Erzurum’a vali olarak atanan Defterzâde Mehmet Paşa’yı bulur ve gümrük memuru, müezzin ve musahip sıfatlarıyla ona katılır.”35 Evliya Çelebi’nin en uzun süre hizmetinde kaldığı kişi başka bir akrabası olan Melek Ahmet Paşa’dır.36 1650’den sonraki 12 yıl boyunca neredeyse “sürekli olarak Melek Ahmet Paşa’nın hizmetindeydi.”37 Melek Ahmed Paşa’nın Evliya Çelebi’­nin seyahatlerinde önemli bir rolü olmuş, gerek sadâretinde, gerekse Özi, Bosna, Rumeli, Van, Diyarbekir vilâyetlerindeki beylerbeyliği esnasında yanından ayrıl­mamış, Anadolu Dizini, (Haz. Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı), Yapı Kredi Yayınları, (Digital Kopya) s. 96-97. (Bundan sonra Seyahatname). Semih Tezcan, Evliya’nın kendisinin bildirdiği 10 Muharrem’i doğum günü olarak kabul etme konusunda temkinlidir. Semih Tezcan, “Evliya Çelebi’nin Doğum Günü”, Evliya Çelebi Konuşmaları/Yazılar, (Haz. Sabri Koz), YKY, İstanbul 2011, s. 283. 30 Nuran Tezcan, “Evliya Çelebi Ne Zaman Doğdu, Ne Zaman Öldü”, Doğumunun 400. Yılında Evliya Çelebi, (ed. Nuran Tezcan-Semih Tezcan), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2011, s. 42. 31 Seyahatname, s. 96. 32Sır, “Seyahatname’nin Işığı Altında Evliya” s. 330, 336, 338. 33 Dankoff, “An Evliya Çelebi”, s. 67. 34 Dankoff, “An Evliya Çelebi”, s. 205. 35 Dankoff, “An Evliya Çelebi”, s. 8-9. 36 İlgürel’e göre Melek Ahmed Paşa’nın sadrazam olması Evliya Çelebi’nin hayatının en önemli dönüm noktalarından birini teşkil etti. İlgürel, “Evliya”, s. 530. 37 Dankoff, “An Evliya Çelebi”, s. 10. 9 Firdevs Çetin ve Rumeli’de birçok ye­ri onun sayesinde gezmiş, bu sebeple kendisine “Melek Ahmed Paşalı” den­miştir.38 Melek Ahmet Paşa’nın ölümünden sonra Evliya bir müddet hâmisiz kaldıktan sonra 1664 yılında Kara Mehmet Paşa’nın Viyana elçilik heyetine katılmıştır.39 Bu noktada dikkat çeken husus, Evliya’nın seyahatleri boyunca sürekli bir hâmisinin olmasıdır. Anlaşılan Evliya Çelebi, hâmi bulma konusunda Pirî Reis’den çok daha şanslıdır.40 Aile kültürü ve sosyal çevre ile hâmilik ilişkisinin hem Pirî Reis hem de Evliya Çelebi’nin yetişmelerinde etkili olduğu ve seyyah olarak tecrübelerine zemin hazırladığı ortadadır. Başka bir deyişle bu şahısların hayat hikâyelerini anlamlandırırken hâmilik ilişkilerini de dikkate almak gerekir. Diğer taraftan içinde yaşadıkları mekânların kültürel özellikleri, onların meslek seçimlerinde ve uğraşlarında başlıca ilham kaynağı gibi gözükmektedir. Seyahat Tecrübeleri Kitabın yaygın olarak kullanılmadığı zamanlarda çevre bölgelere ve kültürlere ait bilgilerin önemli bir kaynağı da seyahat anlatılarıdır.41 İş ve görev icabı yolculuk yanında bilgi ve görgüyü artırmak amacıyla çıkılan seyahatlerin neticesinde kaleme alınan eserler, bir edebi tür olarak “seyahatnameler” külliyatını oluşturur. İnsanın kendi dünyası dışında olanı merakıyla başlayan ve yeni bilgiler elde etmesiyle sonuçlanan bu seyahatler, F. Taeschner’in düşüncesine göre, pek çok şark müellifinin coğrafya eserlerinin konularından birini oluşturur.42 Seyahat kavramı ve düşüncesi, asırlar içinde anlam ve kullanılan vasıtalar itibarı ile değişmiş olsa da bazı meraklıların -Pirî Reis’i değilse de- Evliya Çelebi’nin izinde yürüdüklerini biliyoruz.43 Caroline Finkel, Kate Clow ve Donna Landry’nin uluslara38 İlgürel, “Evliya”, s. 531. 39 Dankoff, “An Evliya Çelebi”, s. 11. 40 İmparatorluğun kalbi durumunda olan İstanbul’da doğup büyümüş olmasının ve babası Derviş Mehmed Zılli’nin sarayın kuyumcubaşı olması hasebiyle yakından tanışma fırsatı bulduğu devlet adamlarının etkisi göz önünde bulundurulmalıdır. 41 Nitekim hem Ortaçağda hem de Yeniçağlarda bilgi ve görgüsünü artırmak isteyen doğulu ve batılıların farklı coğrafyalara seyahat ettiklerini biliyoruz. Bir edebi tür olarak gezi yazıları farklı maksat ve yönlere doğru olsa da bu konuyla ilgili bir literatür oluşturacak kadar çok sayıda seyahatin gerçekleştirildiğini ispat eder durumdadır. Seyahatname olarak adlandırılan bu türden yazıların bilimsel araştırmalarda arşiv kaynaklarının tamamlayıcısı olarak kullanımlarının örneği olması konusunda bkz. Firdevs Çetin, Batılı Seyyahlara Göre İstanbullu Gayrimüslimler, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2012.; Ayrıca bkz. Houari Toutai, Ortaçağda İslam ve Seyahat Bir Alim Uğraşının Tarihi ve Antropolojisi, (çev: Ali Berktay), YKY, İstanbul 2004. 42 F. Taeschner, 1923’den aktaran Osman Gümüşçü, Coğrafyaya Davet, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2012, s. 87. 43 Lowry Evliya’nın Seyahatname’sinden belirli bir bölümü seçip o konuda ne dediğiyle ilgilenmekten öte onun seyahat notlarını bir rehber gibi kullanarak onun gösterdiği yerlerde söylediği şeyleri bulup 10 İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi:... rası bir proje kapsamında yaptıkları Batı Anadolu üzerindeki yolculuk bunun en çarpıcı örneğidir.44 Aynı grubun içinde olan ve seyahat anlatıları ile ilgili çalışmalarıyla tanıdığımız Gerald MacLean, 40 gün 40 gece süren bu yolculuk tecrübelerini -tıpkı Evliya gibi- anlatır.45 Pirî Reis’in “en mühim eseri” olarak nitelenen Kitab-ı Bahriye46 ile Evliya Çelebi’ye ait Seyahatname’nin de işaret ettiklerine göre, Pirî Reis ve Evliya Çelebi hayatlarının önemli bir bölümünü seyahat ederek geçirmişlerdir. Bir farkla ki Pirî Reis denizci kimliği ile tüm seyahatlerini denizlerde gerçekleştirirken Evliya Çelebi ise, -sadece kısa süreli deniz yolculuklarına katlanabildiğinden- tüm seyahatleri karada gerçekleşmiştir.47 Bu seyahatlerin asırlar ötesine uzanan en önemli mahsulleri, kaleme aldıkları eserleri olmuştur. Eserlerinin ortak özelliği, her ikisi de müelliflerinin gezilerle kazandıkları tecrübe ve bilgilerini içeriyor olmasıdır. Demek ki seyahat onların hayatlarının ortak olgusudur. Seyahat mefhumu ile ilgili olarak gözden kaçırılmaması gereken asıl husus, bahsi geçen seyahatlerin XVI. ve XVII. asrın şartları içinde mevcut araçlarla gerçekleştirildiğidir. Pirî Reis söz konusu olduğunda, onun seyahat aracı kadırga, baştarda, kalita, kalyon gibi farklı gemiler;48 Evliya Çelebi söz konusu olduğunda ise at, deve, hatta katırdır.49 Saydığımız araçlarla seyahat, yolcu için zahmetli olduğu kadar, süresi uzadığından maddi külfeti sıradan bir insanın karşılayabileceğinden fazladır. Belki de bunun içindir ki her iki seyyahımız da kendilerine hâmilik yapacak birilerine ihtibulamayacağını tecrübe etmiştir. Evliya’nın 350 yıl önceki anlatımı ile gezilen yerlerin günümüzdeki hallerini yansıtır fotoğraflar esere özgünlük kazandırdığı kanaatindeyiz. H. Lowry, In the Footsteps of Evliya Çelebi The Seyahatname as Guide Book, Bahçeşehir University Press, İstanbul 2012, s. 9. 44 Bu geziyi yapanlar hazırladıkları kitaba öyle açıklayıcı bir isim vermişlerdir ki daha fazla açıklamaya gerek olmadığı kanaati hasıl oldu. Bkz. Caroline Finkel, Kate Clow ve Donna Landry, Osmanlı Seyyahı Evliya Çelebi’nin İzinde Evliya Çelebi Yolu Türkiye’nin İlk Uzun Mesafe Yürüyüş ve Atlı Gezi Yolu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa 2011. Ayrıca şu yazı da aynı konudadır. Caroline Finkel, “Travelling The Evliya Çelebi Way: How A Wild Idea Became A Turkish Cultural Route”, Doğumunun 400. Yılında Uluslararası Evliya Çelebi Sempozyumu Bildirileri, (Haz.Yusuf Akçay), Gelişim Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2012, s. 165-171. 45 MacLean, “Evliya Çelebi, Travel and Travel Writing”, s. 100-103. 46Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 68. 47 Seyahatlerinin başlangıcında Kırım’dan İstanbul’a dönmek üzere bindiği gemi Karadeniz’de batma tehlikesi geçirince denizde seyahatten soğumuş ve bir daha Karadeniz’e çıkmaya tövbe etmiştir. Dankoff, “An Evliya Çelebi Bibliography”, s. 8-9. İlgürel’e göre muhtemelen bu korku yüzünden İstanbul’a döndükten sonra dört yıl kadar seyahatlerine ara verdi. İlgürel, “Evliya”, s. 530. 48 Bir denizci olarak Pirî Reis’in gemiler konusundaki bilgilerini yine Bahriye’den öğrenmekteyiz. Bu konuda Ülkekul’un kitabında Bahriye’de adı geçen gemilere dair bir değerlendirme vardır. Bkz. Ülkekul, XVI. Yüzyılın Denizci Bir Bilim Adamı Yaşamı, s. 500-508. 49 Evliya’nın seyahat arkadaşı ve aracı olarak özellikle sahip olduğu bazı atlarla ilişkilerini anlatan şu satırlar okunmaya değerdir. Donna Landry, “Evliya Çelebi and Ottoman Enlightenment”, Evliya Çelebi’nin Sözlü Kaynakları, s. 95. Landry’nin çalışması seyyahın aydınlanma döneminde ilişkide olduğu hayvanlara gösterdiği sevgi, ilgi ve şefkati farklı bir açıdan değerlendirerek sunmuştur. Bkz. “Evliya Çelebi and Ottoman Enlightenment”, s. 91-98. 11 Firdevs Çetin yaç duymuşlardı. Hem seyahat edip gözlem yapmışlar hem de hâmilerinin emrinde devlet görevi icra etmişlerdir. Örneğin, Pirî Reis Navarin’in Kemal Reis tarafından istirdadı müjdesini (1501) İstanbul’a, Sultan II. Bayezid’e götürmüş ve kendisine padişah 3000 akçe, 1 kırmızı benek kaftan ihsan etmiş, ayrıca ulufesine 5 akçe zam yapılmıştır. Ayrıca, Barbaros Hayreddin’in hizmetinde iken de onun gemileri tarafından ele geçirilen Fransız ticaret gemilerini diğer hediyelerle birlikte İstanbul’a yine Pirî Reis getirmiş ve kendisine iki kadırga ile bir hil‘at ihsan edilmiştir.50 Bazı seyahatlerin mahiyeti hakkında Evliya Çelebi konusunda İlgürel’in aşağıdaki satırları oldukça ilgi çekicidir: “Hayatını seyahate vakfeden Evliya Çelebi, seyahatlerine yar­dımcı olması için zaman zaman mektup götürüp getirmek, köyleri tahrir etmek, vergi toplamak gibi görevleri kabul et­miştir. Bazen elçi kafilelerine katılarak daha emniyetli bir yolculuk yapma fır­satını değerlendirmiştir. Ailesinin zen­gin olması, uzun seyahatleri için gerekli kaynağı teminde kolaylık sağlamış ol­malıdır. Nitekim seyahatlerinde kölele­ri, uşakları veya dostları yanında bulu­nurdu. Yerine getirdiği hizmetler karşı­lığında aldığı atıyyeler, seferlerde payı­na düşen ganimetler ve satışlardan el­de ettiği kârlar da ona yeni gelirler sağ­lıyordu. Bazı seyahatlerinde ise katıldığı heyetler sayesinde aşırı masrafı olmu­yordu.”51 Bahse konu olan seyahatler, bir görev icabı olup Devlet-i Aliye’ye ya da onun bir paşasına hizmet etmek amaçlıdır. Onların seyahatlerinin bir diğer amacı, mesleki tecrübeleri kayıt altına almak ve dolayısıyla meslektaşlarına faydalı olmaktır. Bunu yaparken, örneğin, Pirî Reis Bahriye’nin daha ikinci sayfasında “sebeb-i telif-i kitab budur kim …” diye başladığı cümlenin sonunda, “denizcilik ve gemicilik sanatlarıyla ilgili olan böyle faydalı bir kitabın daha önce kaleme alınmadığını” ifade eder.52 Evliya Çelebi ise, Osmanlı devlet adamı olmanın yanında, özellikle barış zamanında öncelikle ve sadece bir seyyahtı. Bu, kendisi için onun en uygun gördüğü bir kimliktir.53 O da tıpkı Pirî Reis gibi, tecrübelerini, yani gördüklerini ve öğrendiklerini, kendisinden sonrakilere bir kılavuz olsun diye yazmıştır. Seyahatname’nin asıl mahiyeti aslında budur.54 Diğer bir ifade ile; bu iki mühim şahsiyetin ikinci ortak özelikleri, müellif olarak eserlerini oluşturma amaçlarıdır. Bu da kendilerinden sonrakilere rehberlik etmektir. Bugün dahi ilim insanlarınca değeri tartışılmaz bulunan yapıtlarının muhteviyatı incelendiğinde de birbirine benzer, paralel ya da birbirini tamamlayıcı bilgiler kaydettikleri görülebilir.55 50 Ezgü, “Pirî Reis”, s. 562. 51 İlgürel, “Evliya”, s. 531. 52 Pirî Reis, Kitabı Bahriye, (Tıpkıbasım), TTK Yayınları, Ankara 2002, s. 3. 53 Dankoff, “An Evliya Çelebi”, s. 166. 54İnalcık, Çağının Sıradışı Yazarı Evliya Çelebi Uluslararası Sempozyumu Açış Konuşması, s. 16. 55 Örneğin Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin eserlerinde Akdeniz’de temas ettikleri yerlerden Bozcaada, Aynaroz, Selanik, Foça ve İzmir ile ilgili notlarını kıyasladığımızda bu sonuca varmıştık. Firdevs Çetin, 12 İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi:... Seyahat Çektirisinin Demir Attığı Son Durakları Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin hayat hikâyelerinin nihayetinde, “acı bir tesadüf ” de olsa, aynı ülkenin ismi geçer. Mısır bu iki mühim şahsiyetin kaderlerinin kesiştiği bir nokta, son duraktır. Pirî Reis’in ölümü ya da öldürülmesi konusu, belki de sebebi tespit edilemediğinden, onu konu alan kimi kaynaklarda, tabiri caizse, tam anlamıyla geçiştirilmiştir. Örneğin, Afetinan onun ölümünü şu tek cümle ile anlatmıştır: “Pirî’nin Osmanlı İmparatorluğunun Mısır eyaletinde 1554 yılında hayatı son bulmuştur.”56 Sezgin ise “Yıllar süren başarıların ardından Mısır’da şanssız bir girişim sonrası ölüm cezasına çarptırılarak idam edilmiştir” yazmıştır.57 Üstelik ölüm tarihi olarak 1552 ve 1554 yılları ile ölüm yeri olarak bazen sadece Mısır bazen de bu ülkenin Kahire şehrinin ismi geçmektedir.58 Bu belirsizliklere rağmen kesin olan şey Mısır’ın onun son durağı olmasıdır. Benzer şekilde Evliya Çelebi’nin ölüm tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir.59 Akalın’ın tespitine göre tüm seyahatleri süresince 257 farklı şehir gezmiş olan Evliya60 eserini Mısır’da tamamladığını zikretmektedir. Bu ayrıntıyı Evliya’nın kendi dilinden dinleyelim: “… lâ nihâye hamd [ü] senâ olsun kim Cenâb-ı Bârî yârî kılup Mısır Kâhire-i nâdiretü’l-asrda bu evrâk-ı perîşânımız hırka-i dervîşân-ı nemedpûşân gibi elvân elvân olup itmâm buldu.”61 Her iki şahsın da ölüm tarihleri ve öldükleri yer konusundaki bu belirsizliklere rağmen Mısır ortak bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Mısır Pirî Reis için “bu dünyadan demir alınan yer”, Evliya Çelebi içinse, uzun seyahatlerinin son durağıdır.62 “Pirî Reis ve Evliya Çelebi’nin Notlarında Akdeniz” Uluslararası Pirî Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Sempozyumu Bildiriler, 26-29 Eylül 2013, İstanbul (Yayım Aşamasında). 56Afetinan, Pirî Reis’in Hayatı ve Eserleri, s. 16. 57 Fuat Sezgin, Amerika Kıtasının Müslüman Denizciler Tarafından Kolomp Öncesi Keşfi ve Pirî Reis, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 50. 58 Üstelik Afetinan ölüm tarihi olarak 1554’ü zikrederken Ezgü 1552 yılının daha muhtemel olduğu kanaatindedir. Ezgü, “Pirî Reis”, s. 563. Aynı şekilde Tekeli gibi kimi yazarlar Mısır’da Kahire şehrini zikrederlerken Sezgin gibi diğer yazarlar sadece Mısır ülkesinin ismini verirler. Sevim Tekeli, İlk Japon Haritasını Çizen Türk Kaşgarlı Mahmud ve Kristof Kolomp’un Haritasına Dayanarak En Eski Amerika Haritasını Çizen Türk Amirali Pirî Reis, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1997, s. 16. 59 Seyit Ali Kahraman, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin Yazılış Hikâyesi”, Çağının Sıradışı Yazarı Evliya Çelebi, (Haz. Nuran Tezcan), YKY Yayınları, İstanbul 2009, s. 215. 60 Şükrü Haluk Akalın, Seyyah-ı Alem Evliya Çelebi, TDK yayınları Ankara, 2011, s. 7. 61 Seyahatname, (digital kopya) c. 10, s. 526. Evliya’nın nerede öldüğü kesin olarak bilinmemekle birlikte Mısır’da öldüğü ve oraya gömüldüğü gibi bir görüş de vardır. Akalın, Seyyah-ı Âlem Evliya Çelebi, s. 92. 62 Sheridan’ın Evliya Çelebi’nin yarım yüzyıla yaklaşan bir süre boyunca gezip gördüğü ve eserinde anlattığı yerlerdeki başlıca durakları gösteren harita için bkz. Michael D. Sheridan, “Evliya Çelebi’nin Seyahatlerinin Haritası Seyyah-ı Alem’in Başlıca Durakları”, Doğumunun 400. Yılında Evliya Çelebi, (ed. Nuran Tezcan-Semih Tezcan), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2011, s. 131. 13 Firdevs Çetin Sonuç XVI. ve XVII. asırlarda yaşamış Osmanlı devlet adamı, seyyah ve müellifleri olarak birkaç konu üzerinden kıyasladığımız Pirî Reis ile Evliya Çelebi’nin yaşam hikâyeleri ile mesleki tecrübe ve eserleri arasında pek çok kayda değer ortak unsurlar ve motifler bulunmaktadır. Bununla birlikte isimlerinin mahiyeti ve seyahatlerinin son durağı meselelerinde gördüğümüz benzerlikler gibi bazı tesadüf î ortak noktalar da söz konusudur. Onların hayatlarının aslî mekânını oluşturan Gelibolu ve İstanbul’un tüm Osmanlı coğrafyası içinde kendine has belirgin “kimlik ve kültür” taşıyan merkezler olarak bu iki mühim sima üzerinde oldukça etkili olmaları ortak paydalar arasındadır. Bunun yanında Bahriye ve Seyahatname’den öğrendiğimize göre, aile bağları ile hâmilik ilişkileri de kayda değer ortak özelliklerdendir. Bu hususî ilişkiler ağı, onların yetişmelerinde ve ulaştıkları kariyerlerinde çok etkili olmuştur. Son olarak ikisi arasında en temel ortak özellik olduğunu düşündüğümüz ve meslekleri ile hayatlarına damga vurduğunu gördüğümüz temel olgu seyahat tecrübeleridir. Merak ve öğrenme isteğinin sonucu olarak çıktıkları seyahatler sırasında hem devlet hizmetinde bulunmuşlar, hem de bilgi ve tecrübelerini kayıt altına almışlardır. Seyahat tecrübelerinin en önemli meyvesi olan eserleri, zengin içerikleri ile daha pek çok araştırmaya konu olacak türdendir. Eserleri, hayat hikâyeleri ve mesleki tecrübe ile birikimleri karşılaştırıldığında son olarak şöyle bir çıkarımda bulunmak mümkündür: “Ortak coğrafyaları Osmanlı dünyası, ortak sevdaları iletmek, ortak uğraşları seyahat ve ortak amaçları kendilerinden sonra gelenlere rehberlik yapmak.” 14 İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi:... Kaynakça 75 Numaralı Gelibolu Livası Mufassal Tahrir Defteri (925/1519) c. I, Dizin ve Transkripsiyon, Yayına Hazırlayanlar: Abdullah Sivridağ ve Diğerleri, Başbakanlık Basımevi, Ankara 2009. Abdurrahman, Varis, “Türklerin Ad Koyma Gelenekleri Üzerine Bir İnceleme,” http://turkoloji.cu.edu.tr, (Erişim: 25.11.2013). Adıvar, A. Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970. Afetinan, A., Life and Works of Piri Reis The Oldest Map Of America, TTK Yayınları, Ankara 2008. Afetinan, A., Piri Reis’in Hayatı ve Eserleri Amerika’nın En Eski Haritaları, TTK Yayınları, Ankara, 1987. Akalın, Şükrü Haluk, Seyyah-ı Âlem Evliya Çelebi, TDK yayınları, Ankara 2011. Bayat, Mert, “Giriş” Kitab-ı Bahriye, (ed.) Ertuğrul Zekai Öktem, Ministry of Culture and Tourism of the Republic of Turkey, Ankara 1988. Çelik Şavk, Ülkü, Sorularla Evliya Çelebi, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2011. Çetin, Firdevs “Piri Reis ve Evliya Çelebi’nin Notlarında Akdeniz” Uluslararası Piri Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Sempozyumu Bildiriler, 26-29 Eylül 2013, İstanbul. (Yayım Aşamasında). Dankoff, Robert, Semih Tezcan, “An Evliya Çelebi Bibliography”, http://www.bilkent.edu. tr/~tebsite/evliya.pdf, (Erişim: 29.10.2013), s. 1-75. Emecen, Feridun, “Gelibolu”, TDVİA, c. XIV, s. 1-6. Esiner Özen, Mine, “Piri Reis ve Müntehab-ı Kitab-ı Bahriye”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları c. VII, S.2, (2006), s. 119-131. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c. I, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 304 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu – Dizini, Haz. Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları. Ezgü, Fuad “Piri Reis”, MEBİA, c. 9, s. 561-565. Finkel, Caroline, Kate Clow ve Donna Landry, Osmanlı Seyyahı Evliya Çelebi’nin İzinde Evliya Çelebi Yolu Türkiye’nin İlk Uzun Mesafe Yürüyüş ve Atlı Gezi Yolu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa 2011. Gümüşçü, Osman, Coğrafyaya Davet, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2012. İlgürel, Mücteba “Evliya Çelebi”, TDVİA, c. 11, s. 529-533. İnalcık, Halil, Çağının Sıradışı Yazarı Evliya Çelebi Uluslararası Sempozyumu Açış Konuşması, Hazırlayan: Nuran Tezcan, YKY, İstanbul 2009, s. 13-17. Kahraman, Seyit Ali, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin Yazılış Hikâyesi”, Çağının Sıra dışı Yazarı Evliya Çelebi, Hazırlayan: Nuran Tezcan, YKY, İstanbul 2009, s. 203-216. 15 Firdevs Çetin Karakaş Özür, Nazan, “Bibliyografik Analiz Penceresinden Türkiye’de ve Dünya’da Piri Reis”, Uluslararası Piri Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Sempozyumu Bildiriler, 26-29 Eylül 2013, İstanbul (Yayım Aşamasında). Landry, Donna, “Evliya Çelebi and Ottoman Enlightenment”, Evliya Çelebi’nin Sözlü Kaynakları, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Ankara 2012, s. 91-98. Lowry, Heath W., In the Footsteps of Evliya Çelebi The Seyahatname as Guide Book, Bahçeşehir University Press, İstanbul 2012. MacLean, Gerald, “Evliya Çelebi, Travel and Travel Writing”, Evliya Çelebi’nin Sözlü Kaynakları, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Ankara 2012, s. 99-105. Piri Reis, Kitabı Bahriye, (Tıpkıbasım), TTK Yayınları, Ankara 2002. Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, (ed.) Ertuğrul Zekai Öktem, Ministry of Culture and Tourism of the Republic of Turkey, Ankara 1988. Sezgin, Fuat, Amerika Kıtasının Müslüman Denizciler Tarafından Kolomp Öncesi Keşfi ve Piri Reis, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2013. Sır, Ayşenur, “Seyahatname’nin Işığı Altında Evliya Çelebi’nin Ailesi ve Şeceresi”, Doğumunun 400. yılında Uluslararası Evliya Çelebi Sempozyumu Bildirileri, Haz. Yusuf Akçay, Gelişim Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2012, s. 323-340. TDK Büyük Türkçe Sözlük Tekeli, Sevim, İlk Japon Haritasını Çizen Türk Kaşgarlı Mahmud ve Kristof Kolomp’un Haritasına Dayanarak En Eski Amerika Haritasını Çizen Türk Amirali Piri Reis, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1997. Tezcan, Nuran, “Evliya Çelebi Ne Zaman Doğdu, Ne Zaman Öldü”, Doğumunun 400. Yılında Evliya Çelebi, (ed.) Nuran Tezcan-Semih Tezcan, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2011, s. 37-42. Tezcan, Semih, “Evliya Çelebi’nin Doğum Günü”, Evliya Çelebi Konuşmaları/Yazılar, Haz. Sabri Koz, YKY, İstanbul 2011, s. 283- 291. Titiz, Zafer “Piri Reis’in Türk ve Dünya Denizciliğine Katkıları ve Öğretileri”, Uluslararası Piri Reis Sempozyumu Tebliğler Kitabı, 27-29 Eylül 2004, Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı, İstanbul, s. 4/ 5-8. Türker, Ahmet “Piri Reis’in Hayatı”, Uluslararası Piri Reis Sempozyumu Tebliğler Kitabı, 27-29 Eylül 2004, Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı, İstanbul, s. 1-20. Unan, Fahri, “Osmanlılarda Medrese Eğitimi”, Osmanlı, c. 5, s. 149-160. Ülkekul, Cevat, XVI. Yüzyılın Denizci Bir Bilim Adamı Yaşamı ve Yapıtlarıyla Piri Reis, c.3, T.C. Deniz Basımevi, Ankara 2007. Verhaaren, Christine Isom “Patronage in the Ottoman Navy During the late 15th and 16th Centuries”, Uluslararası Piri Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Sempozyumu Bildiriler (Yayım Aşamasında), 26-29 Eylül 2013, İstanbul. 16 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 17-31 Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa (Osmanlı Devleti’nin Akdeniz Hâkimiyeti) Feridun BİLGİN* Özet Osmanlı Devleti’nin hem karada hem de denizde yürüttüğü faaliyetlerin, bir mekânın (Gelibolu) ele geçirilmesiyle ve bir insanın (Barbaros Hayreddin Paşa) devletin hizmetine alınmasıyla nasıl ivme kazandığı, karada ve denizde bölgesel ölçekte verilen mücadelenin nasıl da küresel bir mahiyete taşındığı makalemizde ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu ana düşünce kapsamında; jeostratejik bir konumda yer alan Gelibolu’nun Osmanlı donanmasının merkez üssü olarak yüzyıllar boyunca kullanılması “mekânın” devletin askerî, siyasî ve idarî politikasında ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde, kazanılan zaferlerin, genişletilen sınırların, bir coğrafyadaki (Kuzey Afrika ve Akdeniz) hâkimiyetin “nitelikli insan” unsuruna bağlı olduğu Barbaros’un Osmanlı hizmetine girmesiyle daha iyi anlaşılmıştır. Bir mekân olarak “Cezâyir-i Bahri Sef îd” eyaleti ve bu mekâna anlam katan bir “insan” olarak Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki hakimiyetini sağlayan iyi “mekân” ve seçilen doğru “insan” başarıyı kaçınılmaz hale getirmiştir. Çalışmamızdaki tüm veriler mekân ve insan merkeze alınarak kullanılacaktır. Anahtar Kelimeler: Barbaros Hayreddin Paşa, Gelibolu, Osmanlı Devleti, Akdeniz, Cezâyir-i Bahri Sef îd Eyaleti, Kaptan-ı Derya * Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, feridunb@gmail.com. 17 Feridun Bilgin Human and Space: Gallipoli and Barbaros Hayreddin Pasha (Ottoman Dominance over the Mediterranean) Abstract This article tries to show how marine and terrestrial practices of the Ottoman Empire gained speed and how the struggle on land and sea on a regional level acquired a global significance when a particular place – Gallipoli – was conquered and when one particular man – Barbaros Hayreddin Pasha – was employed by the state. Following this overall thesis the article draws attention to the use of Gallipoli as a central base by the Ottoman fleet over centuries due to its geo-strategic qualities. This shows how important the place was in the military, political and administrative policies of the state. Likewise, the employment of Barbaros by the Ottoman Empire is essential to show that victories, the expanded borders and the overlordship in a region (North Africa and the Mediterranean) all depend on a qualified man. The province of “Cezâyir-i Bahri Sef îd” as a well-chosen place and the “captain of the sea” Barbarossa Khar al-Din Pasha as a well-chosen person who made this place meaningful would become the two elements that secured the overlordship of the Ottoman state in the Mediterranean. Thanks to these choices, success became inevitable. All the historical data in this article will be used with specific reference to space and human. Keywords: Barbarossa Khar al-Din Pasha, Gallipoli, Ottoman State, Mediterranean, Djaza’ir-ı Bahr-ı Safıd, Captain of the Sea Giriş Türkler’in denizlerle tam olarak ne zaman ilgilenmeye başladığını belirtmek güç olsa da bu sürecin Malazgirt Zaferi’nden (1071) sonra Selçuklu Türkleri’nin Ege sahillerine ulaşıp, Çaka Bey’in İzmir merkezli bir beylik kurmasıyla başladığını söylemek mümkündür.1 Fethedilen sahillerde kalıcı olabilmek için Anadolu kıyılarına yakın olan Ege adalarının ele geçirilmesi gerektiğini düşünen Çaka Bey; Sakız, Sisam ve Rodos adalarını hâkimiyeti altına aldı fakat, ölümünden sonra (1096) söz konusu adalar tekrar elden çıktı.2 Çaka Bey’in bu ilk deniz faaliyetlerinden sonra Ege Denizi çevresinde hâkimiyet kuran Türk beyliklerinden Karesi, Saruhan, Menteşe ve Aydınoğulları beylikleri küçük donanmalar meydana getirerek denizcilik faaliyetlerini bir adım daha ileriye taşıdılar. Menteşe Beyliği Muğla ve kıyıları ile bu kıyıların karşısın1 2 18 Yasemin Demircan, “Ege Adalarında Osmanlı Hâkimiyeti”, Türkler, c. IX, s. 363; M. Fatih Özçelik, M. 1903 (H. 1321) Tarihli Sâlnâme’ye göre Cezâyir-i Bahr-i Sef îd Vilâyeti, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu 2007, s. 19. Demircan, “Ege Adaları”, s. 363. Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa... da yer alan adaları kendi hâkimiyetine alırken3, Aydınoğulları’ndan Umur Bey ise Sakız, Bozcaada, Semadirek ve Gelibolu’ya4 seferler düzenleyerek bütün Trakya sahillerine korku saldı.5 Tüm bu faaliyetlerin sonucunda Türkler, bu dönemde Akdeniz’de cirit atan Latinler gibi korsanlığa başladılar.6 İslâm dünyasını işgal etmek maksadıyla başlatılan IV. Haçlı seferinden (12001204) sonra dönemin Selçuklu Sultanı I. Keyhüsrev’in (ö.1211) önemli bir deniz limanı olan Antalya’yı ele geçirmesi (1207), Hıristiyanların Doğu Akdeniz’deki deniz yolları üzerindeki hâkimiyetine ciddi bir darbe vurdu. Sultan Keykubat, Türk korsan filolarının tamir ve bakımları için Alanya’da bir tersane kurdu.7 Denizcilikle ilgili tüm bu gelişmelere rağmen, Ege dolaylarında kurulan Türk beyliklerinin, Ege dolaylarında kurulan Türk beyliklerinden gerek teknik imkanlar gerekse yetişmiş insan gücü bakımından üstün olan Hıristiyanlara karşı kayda değer bir başarının elde edilmesinde yeterli olmadı. Ayrıca, kendi aralarındaki rekâbet, deniz gücü oluşturmaları önünde önemli bir engel oldu.8 Kuruluşunda önemli bir karasal güç olarak tarih sahnesine çıkan Osmanlı Devleti, Karesi Beyliği’ni ilhakından sonra, onlardan ele geçirdiği donanmayla denizcilik faaliyetlerine başladı.9 Orhan Bey döneminde (1326-1362) Rumeli’ye yönelik askerî faaliyetler oğlu Süleyman Paşa’nın Çimpe’yi ele geçirmesiyle (1352) ivme kazandı. Bu faaliyetler sonucunda Çanakkale Boğazı denetiminin Osmanlı hâkimiyetine geçmesi, Akdeniz ile Bizans’ın başkenti İstanbul arasındaki tek deniz ulaşım yolunun kontrol altına alınmasını sağladı. Bunun yanı sıra Rumeli’nin fethi için önemli ve stratejik bir yer ele geçirilmiş oldu.10 Osmanlı Deniz Gücünün Oluşumu ve Gelibolu’nun Fethi “Deryâ-i sef îdin kilidi” olarak tarif edilen11 Gelibolu’nun 1376’da nihai fethi Osmanlı Devleti’nin Rumeli politikasında bir dönüm noktası olmuştur. Bu fetihle bir3Özçelik, Cezâyir-i Bahr-i Sef îd Vilâyeti, s. 21. 4 Gelibolu isminin “Gemi şehri, güzel şehir” ya da “Galyalıların Şehri” manasındaki Kallipolis ve Gallipolis’den geldiği ifade edilir. Türkmen beylikleri ise Gelibolu ismiyle anmışlardır, bkz. Feridun Emecen, “Gelibolu”, TDVİA, c. XIV, İstanbul 1996, s. 1. 5 Halil İnalcık, Osmanlılar, İstanbul 2010, s. 202-203. 6 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara 1998, s. 389. 7 John H. Pryor, Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş, (çev. Füsun Tayanç, Tunç Tayanç), İstanbul 2004, s. 164. 8Pryor, Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş, s. 167. 9Özçelik, Cezâyir-i Bahr-i Sef îd Vilâyeti, s. 1. 10 Şerif Korkmaz, “Tanzimat Sonrası Çanakkale’nin İdarî ve Nüfus Yapısı”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı, 3, Mart 2005, s. 2. 11 Feridun Emecen, “Gelibolu”, TDVİA, c. XIV, s. 2. 19 Feridun Bilgin likte gerektiğinde Rumeli’ye süratle asker çıkarmak, Venediklilere karşı Marmara Denizi’ni ve Çanakkale Boğazı’nı korumak konusunda önemli bir kazanım elde edilmiştir. Marmara ve Karadeniz kontrol altına alınarak Bizans’ın Akdeniz’le bağlantısı kesilmiştir.12 Ayrıca, Gelibolu’nun alınması Balkan ülkelerinin sistemli bir şekilde fethini kolaylaştırmış, kısa bir süre sonra Dimetoka (1361) ve Edirne (1362) gibi önemli şehirler ele geçirilmiştir. Yıldırım Bayezid döneminde (1389-1402) önemli bir deniz üssü haline getirilen Gelibolu’da daha öncesinde küçük de olsa Edincik, Karamürsel ve İzmit’te yer alan tersanelerin yanında13 ilk önemli Osmanlı tersanesi inşâ edilmiştir.14 Kendisini “sultân-ı berr u bahr” olarak tanımlayan15 Fatih Sultan Mehmet döneminde (14511481) Osmanlı deniz politikası yeni bir ivme kazanmıştır. Güçlü bir donanma meydana getirmek maksadıyla Derya Beyi Baltaoğlu Süleyman’a emir veren Fatih, Gelibolu tersanesinde 350-400 parçalık bir donanma inşâ ettirmiştir.16 Bu dönemde Midilli, İmroz, Bozcaada ve Limni gibi önemli Ege adaları ele geçirilmiştir.17 Daha önceleri Ege sahillerine sık sık baskınlar düzenleyen Venediklilere karşı denizlerde önlem alınarak İstanbul fethedilmiştir.18 İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’daki Haliç’in Aynalı Kavak semtinde yeni bir tersane inşâ ettirse de Gelibolu tersanesi uzun yıllar Osmanlı donanmasının merkezi olmaya devam etmiştir.19 II. Bayezid döneminde (1482-1512) Osmanlı deniz gücü, bu dönemin Akdeniz’deki en güçlü donanmasına sahip Venediklilere üstünlük sağlayacak düzeye ulaşmıştır. Venedikliler’den Doğu Akdeniz’deki İnebahtı, Koron, Modon adaları alınarak (1499-1500) deniz gücüne ciddi bir darbe vurulmuştur.20 Bu zaferlerin kazanılmasında Kemal ve Burak Reis gibi dönemin seçkin leventleri önemli rol oynamıştır.21 12 İdris Bostan, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, İstanbul 2007, s. 33-34; Pryor, Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş, s. 173. 13 İsmail Hakkı Uzunçarşılı , Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara 1998, s. 390. 14 İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1945, c. I, s. 92-93; Demircan, “Ege Adaları”, s. 364; Ersin Gülsoy, “XVI-XVII. Yüzyıllarda Akdeniz’de Osmanlı Hâkimiyeti”, Türkler, c. IX, s. 589. 15 Klasik dönemden itibaren Osmanlı sultanları kendilerini “sultânü’l-berreyn ve hakanü’l-bahreyn/ kara (Avrupa ve Asya) ve denizlerin (Karadeniz ve Akdeniz) sultanı” şeklinde tanımlamışlardır, bkz. Kâtip Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr f î Esfâri’l-Bihâr ( haz. Seda Çakmakçıoğlu-Çetin Şan), İstanbul 2007, s. 29, dn. 29; İdris Bostan, Osmanlılar ve Deniz, İstanbul 2010, s. V. 16Bostan, Osmanlılar ve Deniz, s. 6-7; Gülsoy, “Akdeniz’de Osmanlı Hâkimiyeti”, s. 589. 17 Geniş bilgi için bkz. Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 31-34; Özçelik, Cezâyir-i Bahr-i Sef îd Vilâyeti, s. 1. 18Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s. 392. 19Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. I, s.92-93; İnalcık, “Gelibolu”, Eİ, c. II, s. 985; İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilâtı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Amire, Ankara 1992, s. 3. 20Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 35-40. 21Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s. 392. 20 Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa... Yavuz Sultan Selim (1512-1520), Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’e hâkim olma stratejisini bir adım daha ileri götürmüştür Asafnâme yazarı Çaldıran Savaşı (1514) dönüşünde vezir Pîri Mehmed Paşa ile yaptığı görüşmede Yavuz’un: “Eğer Akrepler (Hıristiyanlar) denizi gemilerle setr ediyorlarsa, eğer Venedik Doçu’nun, Papa’nın, Fransa ve İspanya krallarının bayrakları Rumeli sahillerinde temevvüç ediyorsa buna sebep ancak senin betâetin ve benim müsamahamdır. Lakin ben herhalde kuvvetli ve kesretli bir donanma sahibi olmak isterim.” dediğini, daha sonra da dönemin Şeyhülislâmı Kemal Paşazade’ye fikirlerini açıklarken, “Tersaneyi 300 adet yapmak isterim… niyetim fethi efrencedir” sözleriyle asıl amacını ortaya koyduğunu ve bu düşünceye karşılık olarak da Kemal Paşazâde’nin “Padişahım, size bir şehirde mukîm bir anın velinimeti bahirdir ve bahir feth olmayınca ve gemi gelmeyince İstanbul mamur olmaz.” şeklinde mükâbelede bulunduğunu aktarır.22 Söz konusu perspektif doğrultusunda Haliç Tersanesi Galata’dan Kağıthane’ye kadar 300 geminin aynı anda inşâ edilmesine olanak sağlayacak şekilde genişletilerek donanma-ı hümayûnun merkezi Gelibolu’dan Haliç’e transfer edilmiş ve Tersane-i Âmire kurulmuştur.23 Şüphesiz, Yavuz’un bu kararı almasında Akdeniz’i bir Osmanlı iç denizi haline getirme düşüncesi, Papa X. Leon’un Osmanlılara karşı Avusturya, Fransa, İngiltere ve İspanya’yı bir ittifak etrafında toplayarak Osmanlı sahillerine saldırı yapacaklarına dair haberleri duyması ve yapılacak saldırıya karşı önlem alması gibi önemli etkenler rol oynamıştır. Ayrıca, Suriye (1516) ve Mısır’ın (1517)24 bu yıllarda Osmanlı topraklarına dahil edilmiş olması deniz trafiğinin kontrol edilmesini hayatî derecede önemli hale getirmiştir.25 Kanunî Sultan Süleyman’a kadar olan dönemde Osmanlının deniz politikasının ana ekseni şöyle özetlenebilir; açık denizlerde düşmanlarla savaşmaktan ziyade deniz yolları üzerindeki üs ve adaları kontrol etmek. Nitekim bu politika doğrultusunda Fatih Sultan Mehmet döneminde jeo-stratejik açıdan önemli bir konumda bulunan Rodos Adası’na yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan26 sefer haricinde Osmanlı Devleti dikkatlerini İstanbul ve Çanakkale boğazları ile Marmara Denizi üzerinde yoğunlaştırmıştı.27 22 Lütf î Paşa, Asafnâme, (haz. Georg Jacob), Berlin 1910, s. 32; Bostan, Osmanlılar ve Deniz, s. 20. 23 Gülsoy, “Akdeniz’de Osmanlı Hâkimiyeti”, s. 589. 24 Suriye ve Mısır fethi için bkz. Yaşar Yücel-Ali Sevim, Klâsik Dönemin Üç Hükümdarı, Fatih, Yavuz ve Kanunî, Ankara 1991, s. 131-136. 25 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi – II, Ankara 2006, 9. Basım, s. 300; Gülsoy, “Akdeniz’de Osmanlı Hâkimiyeti”, s. 589. 26Özçelik, Cezâyir-i Bahr-i Sef îd Vilâyeti, s. 28. 27Pryor, Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş, s. 172-173. 21 Feridun Bilgin Barbaros’un Osmanlı Hizmetine Girmesi Rodos’un fethiyle (1522)28 Doğu Akdeniz, Trablusgarb’ın alınmasıyla (1551) Orta Akdeniz hâkimiyetini tesis eden Osmanlı Devleti, Batı Akdeniz’de giriştiği seferlerle de varlığını hissettirdi.29 Şüphesiz ki bu başarının elde edilmesinde ve Osmanlı Devleti’nin Akdeniz hâkimiyeti mücadelesinde en büyük pay Barbaros Hayreddin Paşa’nındır. Barbaros Hayreddin Paşa aslen, Yunanistan’ın Metelin (Midilli) -daha önceleri Lesbon diye bilinen– Adası’nda doğdu. Çömlekçi olan babası Yakup’un Oruç ve Hızır isimli çocukları30 sahip oldukları gemilerle Akdeniz’de ticârete başlamış ve daha sonra da Tunus’un güneydoğusunda yer alan Cerbe Adasına gelerek burada bir deniz üssü kurmuşlardı (1504). Denizde icra edecekleri gaza faaliyetleri için daha uygun bir yer arayan Barbaros kardeşler dönemin Tunus Hafsî Sultanı Mütevekkil Alâllah Ebu Abdullah Muhammed (1494-1525) ile anlaşıp denizlerde elde edecekleri ganimetin beşte birini sultana vermek şartıyla Halkülvâdî (La Goletta) kalesine yerleştirilmişlerdir (1504).31 Buradan kendi adlarına giriştikleri başarılı deniz seferleri ve bilhassa İspanyollara karşı kazandıkları zaferler hem Mağrib’te hem de Avrupa’da şan ve şöhretlerinin duyulmasına ve artmasına sebep olmuştur. Kısa süre içerisinde Şerşel, Cezâyir, Tenes ve Tlemsen gibi Kuzey Afrika’nın önemli şehirlerini fethederek Garb ocaklarının temellerini atmışlardır. Barbaros kardeşlerin Cezâyir’i ele geçirmesi (1516) ve sonrasında Osmanlı Devleti’ne tabi olacak olmaları hem Kuzey Afrika’daki yerel hanedanlar üzerinde hem de bu sırada bölgede bir çok yeri işgal etmiş32 olan İspanyolları tedirgin etmiştir. Oruç Reis’in Cezâyir’deki Tlemsen şehrini savunurken İspanyollar tarafından şehit edilmesinden (1518) sonra Barbaros Hayreddin Paşa, Cezâyir’i “sultan” ünvanıyla tek başına yönetmeye başlamıştır. Fakat bir süre sonra hem İspanyollara hem de onlarla işbirliği içerisindeki yerel hanedanlara (bilhassa Tunus ve Tlemsen hanedanları) karşı tek başına mücadele edemeyeceğini anlamış ve Hacı Hüseyin isimli bir adamını içerisinde esir ve hediyelerle dolu 4 gemi ile33 Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’e 28 Geniş bilgi için bkz. Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 41-42. 29 Gülsoy, “Akdeniz’de Osmanlı Hâkimiyeti”, s. 590. 30 Yakup’un Oruç ve Hızır dışında İlyas ve Hasan isimli iki erkek çocuğu daha vardı, bkz. D. Haedo, Topographia Ehistoria General de Arcel, Valladolid 1612. s. 47; Gonzalo de İllescas, Jornada de Carlos V a Tunez, Madrid 1804, s. 4. 31Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 44; Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II, s. 50. 32 Bu sırada İspanya Kuzey Afrika’da Melilla, Merselkebir, Oran, Cezayir de Penon ve Bicaye gibi Kuzey Afrika’daki önemli liman şehirlerini işgal etmişti, bkz. Paulino Toledo, “Osmanlı-İspanyol İmparatorluklarında Dünya İmparatorluğu Fikri, 16. Yüzyıl”, İspanya-Türkiye, 16. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Rekabet ve Dostluk, (der. Pablo Martín Asuero), İstanbul 2006, s. 24. 33 Seyyid Murâdî Reîs, Gazavât-ı Hayreddîn Paşa (Kaptân-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Hâtıraları) (sadeleştiren: Osman Erdem), İstanbul 2009, s. 75-76; Kumrular, Osmanlı-Habsburg Düelleosu, s. 167. 22 Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa... göndererek kendisinin ve ülkesinin Osmanlı Devleti’ne bağlılığını arz etmiştir (Ekim 1519). Bu talebi memnuniyetle karşılayan Yavuz Sultan Selim, Barbaros’a bir sultanlık berâtı34, mücevherlerle süslü bir kılıç, sancak ve bir hil’at gönderdi.35 Ayrıca, 2.000 yeniçeri, birkaç top ve 4 gemi yolladı ve Anadolu’dan istediği kadar asker toplamasına da izin verdi. Mısır’ın fethinden sonra (1517), Cezâyir’in de Osmanlı topraklarına dahil olmasıyla Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki hâkimiyeti tahkim edici bir seviyeye ulaştı.36 Bu tarihten sonra Cezâyir’de Osmanlı padişahı adına hutbe okutulup para bastırılmıştır. Böylece Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da yüzyıllar sürecek hâkimiyeti resmî anlamda başlamıştır.37 Kanunî Sultan Süleyman dönemi (1520-1566) Osmanlı deniz gücünün, Akdeniz’in her tarafında kendini hissettirecek bir seviyeye ulaştığı bir dönem olmuştur. Bu sırada, Avrupa’nın en büyük ve güçlü devleti olan İspanya’ya karşı karada yürütülen fetih faaliyetini denizlerde de sürdürmek ve Endülüs Müslümanları üzerindeki İspanyol baskısını ortadan kaldırmak hedeflenmiştir. Bu amaçla Kanunî, denizleri iyi bilen, uzun yıllar İspanya’ya karşı hem denizde hem de Kuzey Afrika’da savaşması nedeniyle onları yakından tanıyan Barbaros Hayreddîn Paşa’yı İstanbul’a davet etmiştir.38 Alman seferinden (1532-1533) yeni dönen Kanunî’nin, Barbaros’u İstanbul’a davet etmesinin başka gerekçeleri de vardı. Bu gerekçeler arasında; bu sırada İspanyolların hizmetine girmiş olan Andrea Doria’nın Adriyatik’e giden ticâret yollarının denetimlerini sağlamada stratejik bir öneme sahip olan İnebahtı (Lepanto), Koron ve Patras adalarını işgal etmesi de yer almıştır.39 Bilhassa, Koron’a yapılan saldırıyla İspanya ilk kez Osmanlılara karşı saldırıya geçmiştir. Nitekim bu hususu İspanya Kralı V. Carlos, Melfi Prensine gönderdiği mektupta; bu kez Türkleri kendi topraklarında 34 Yavuz’un Barbaros’a “beylerbeyilik” payesi verdiğine dair rivâyetler de (bkz. Enver Ziya Karal, “Barbaros Hayreddin Paşa”, İA, c. II, s. 312, İstanbul 1979; Miguela Angel de Buenes, “Kanunî, Barbaros Paşa ve V. Charles: Akdeniz Dünyası”, Osmanlı Ansiklopedisi, s. 393.) olmasına rağmen kendisine sultanlık menşûrunun verildiği genel kabul gören görüştür, bkz. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi – II, s. 368. 35 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 77; Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 51; Şemseddin Sami, Kamusu Alam, c. III, s. 2073, İstanbul 1308 (1891; A. Galotta, “Khayr al-Dîn Pasha, Barbarossa”, Eİ, c. IV, s. 1156; Yavuz Sultan Selim O’na “Hızır Reis, nasrüddîndir, hayrüddîndir” hitabında bulunmuş ve bundan sonra Hızır ismi Hayreddîn Paşa’nın olmuştur, bkz. Şerafettin Turan, “Barbaros Hayreddin Paşa”, TDVİA, c.V, s. 67. 36Çelebi, Tuhfetü’l’l-Kibâr, s. 47; Jurien de la Gravieré, Doria ve Barbaros, (çev. Ayşe Meral), İstanbul 2006, s. 89-90. 37 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 77; Kamel Fılalı, “Osmanlı Cezâyiri’nde Devlet Otoritesinin Güçlendirilmesinde Bağış ve Armağan”, Osmanlı Ansiklopedisi, s. 401. 38 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 168-169. 39 Fray Prudencio Sandoval, Historia de la Vida y Hechos del Emperador Carlos V, Tomo: IV, Moratin: Biblioteca Digital, s. 151; İllescas, Jornada de Carlos V a Tunez, s. 6; Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II, s. 160; Gravieré, Doria ve Barbaros, s. 187; Buenes, “Kanunî, Barbaros Paşa ve V. Charles”, s. 393. 23 Feridun Bilgin vurduğunu ifade ederek göstermiştir.40 Büyük meblağlar karşılığında Fransa saflarını bırakan Andrea Doria’nın İspanyollar tarafına geçmesiyle Akdeniz’de İspanya lehine bozulan dengeyi Osmanlı Devleti, Barbaros’u İstanbul’a davet ederek eşitlemeye çalışmıştır.41 Kanunî’nin Barbaros’a yaptığı bu teklif Osmanlı’nın Kuzey Afrika’ya hâkim olma yolunda bir hamle olarak yorumlanabilirse de42 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa müellifinin yazdıklarına bakılırsa; bu çağrının Osmanlı padişahının kendilerine bir ihsanı olarak değerlendirdiği anlaşılır. Nitekim Barbaros, gelen teklifi görüşmek üzere Cezâyir’in ileri gelen bilge şahsiyetlerinin katıldığı bir toplantı tertib ederek bunu açıkça ifade etmiştir.43 Barbaros’un İstanbul’a gidip Osmanlı Devleti’ne tabi olacağı haberi Avrupa’yı ve bilhassa bu sırada Osmanlı Devleti’nin en büyük rakibi olan İspanya kralı V. Carlos’u çok tedirgin etmiştir. Hıristiyanlara karşı verdiği mücadeleden dolayı Akdeniz’i avucunun içi gibi bilen, Papa’nın; “Sizler (Hıristiyanlar) Barbaros’a karşı cenk etmeyiniz çünkü o vardığı yeri almadan bırakmaz. Şunu iyice anlayınız ki bir yerin onun tarafından alınması kararlaştırılmışken, onunla savaşıp da ölenler cennete girmez”44 diye kendisinden bahsettiği, Avrupalı kadınların ağlayan çocuklarını “İşte Barbaros geliyor” korkusuyla susturdukları Barbaros’un, muhteşem Süleyman’ın maiyetine girecek olması Akdeniz, Kuzey Afrika ve Avrupa’daki tüm dengeleri değiştireceğinden endişe duyulmuştur. Çünkü bu dönemde Akdeniz (Mare Nostrum) dünyasında Barbaros, adeta Kanunî’den bile meşhurdur. O, Müslümanlar için kurtarıcı “Hızır” iken, Avrupalılar için ise korkunç bir şahsiyetti.45 İfade edilen sebeplerden dolayı İspanya Kralı V. Carlos, amirali Andrea Doria’ya talimat vererek Barbaros’un İstanbul’a gitmesine engel olmasını istedi. Doria bir hileye başvurarak Barbaros’a engel olmaya çalıştı; Koron’dan içerisinde 70 Müslüman esirin yer aldığı bir gemiyi Cezâyir’e göndererek kaptana; İspanyollar’ın büyük bir donanmayla Cezâyir üzerine gelmek için hazırlık yaptıklarına dair haberi Barbaros’a ulaştırmasını istedi. Bunun bir tuzak olduğunu farkeden Barbaros İstanbul’a gitmekten vazgeçer gibi yaparak, hendekler kazdırıp kale surlarını tamir ettirmeye başladı. Bu durum Doria’ya Barbaros’un İstanbul’a gitmekten vazgeçtiği şeklinde iletildi.46 Bunun yanı sıra V. Carlos, Barbaros’un Osmanlı hâkimiyetine girmesini engellemek 40Kumrular, Osmanlı-Habsburg Düellosu, s. 189. 41Kumrular, Osmanlı-Habsburg Düellosu, s. 168. 42Sandoval, Emperador Carlos V, s. 151 43 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 168-169. 44 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 211, 139. 45Kumrular, Osmanlı-Habsburg Düellosu, s. 167. 46 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 171. 24 Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa... için O’na Cezâyir ve Tunus krallıkları ile Güney İtalya’da asilzadelik teklif etti. Osmanlı-Fransız ittifakını geciktirmek maksadıyla Preveze öncesinde başlatılan bu gizli temaslar (bu girişimleri Barbaros Kanunî’ye ve Rüstem Paşa’ya bildirdi) Barbaros’un ölümünden bir yıl (1545) öncesine kadar devam edecek,47 fakat herhangi bir netice vermeyecektir. 1534’de Kanunî’nin davetini alan Barbaros Hayreddîn Paşa, yerine Hadım Hasan Paşa’yı bırakarak 7 kadırga, 11 fita ve galyota ile İstanbul’a doğru yola çıktı.48 Kale-i Sultaniye’de (Çanakkale) demirleyen Barbaros, İstanbul’a gelmek için Kanunî’ye arz gönderdi, gerekli izin çıkınca da Galata önlerine gelip demirledi ve geceyi Kaptan Ahmed Paşa’nın evinde geçirdi. Ertesi gün huzura kabul edildi.49 Barbaros Osmanlı padişahına yüzlerce seçme esiri, faklı milletlerden ele geçirilen onlarca asilzâdeyi, yüklü miktarda altın ve gümüşü takdim etti.50 Bu sırada Doğu Seferi için Halep’te bulunan Sadrazam İbrahim Paşa’nın Kanunî’ye mektup gönderip Barbaros’la görüşmek istemesi üzerine51 Barbaros, padişahın tahsis ettiği bir gemiyle 22 gün sürecek bir yolculuğa çıktı. Önce Mudanya’ya oradan da kara yoluyla Halep’e ulaştı. İbrahim Paşa tarafından törenle karşılanan Barbaros (bu sırada 67-68 yaşlarındadır)52 iki gün süren karşılama merasiminden sonra Sadrazam tarafından Cezâyir Beylerbeyiliği’ne atandı (1534).53 Cezâyir Beylerbeyi olarak İstanbul’a dönen Barbaros, Sadrazam İbrahim Paşa’nın teklifi ile54 Kanunî tarafından Osmanlı Donanması’nın kaptan-ı deryalığına tayin edilmiştir.55 Bazı rivâyetlerde Cezâyir Beylerbeyi olarak atandıktan iki buçuk sene sonra (1536-37) kaptan-ı deryalığa getirildiği ifade edilse de Barbaros’un Halep dönüşü Haliç Tersânesi’ne yerleşip yeni bir donanma inşâ etmeye başlaması, aynı yıl (1534) bu makama atandığını göstermektedir.56 Ayrıca, Barbaros’a Halep’te iki hilat hediye edildiği ve Barbaros’un “Mîrmîrân-ı Cezâyir şüd de deryâ-yı Sef îd” (Akdeniz’deki adaların beylerbeyi) sıfatıyla kaptan-ı deryalığa getirildiği de rivayet 47 Buenes, “Kanunî, Barbaros Paşa ve V. Charles”, s. 396; Carlos’un Barbaros’u ayartmak için yaptığı çabalar için bk. Kumrular, Osmanlı-Habsburg Düellosu, s. 226-237. 48Gravieré, Doria ve Barbaros, s. 191. 49 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 182; Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 60. 50 Barbaros’un Kanunî’ye arz ettiği hediyeler için bkz. Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II, s. 161. 51Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s.61; Bazı kaynaklarda Kanunî’nin isteği üzerine Barbaros’un Halep’e gittiği kaydedilir, bkz. Danişmend, Tarihi Kronolojisi, c. II, s. 161. 52Gravieré, Doria ve Barbaros, s. 195. 53 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 185; Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 61; İbrahim Peçevî, Tarih-i Peçevî, c. I, s. 176. 54Sandoval, Emperador Carlos V, s. 153. 55 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa, s. 185; Şemseddin Sami, Kamusu Alam, c. III, s. 2073. 56 Lütf î Paşa, Asafnâme, (haz: Georg Jacob), Berlin 1910, s. 344; Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II, s. 162. 25 Feridun Bilgin edilir.57 Bu duruma göre hem beylerbeyilik hem de kaptan-ı deryalık görevleri aynı anda kendisine tevcih edilmiştir. Önceleri derya beyi olarak isimlendirilen kaptan-ı deryalar (kapudan paşa)58 Osmanlı donanma ve tersanelerinin en üst yetkilisiydi. Gelibolu’ya atanan ilk önemli isim, Anadolu beylerbeyi olan ve Yıldırım Bayezid tarafından Gelibolu’ya atanan Saruca Paşa’dır.59 Barbaros Hayreddin Paşa donanma komutanlığına ve bir deniz beyliği olarak yapılandırılmış olan Bahrî Sefid Eyâleti’nin başına geçene kadar Gelibolu sancak beyleri donanma komutanı olarak görev yaparlardı.60 Barbaros’tan sonra ise61 donanma komutanları Cezâyir Beylerbeyi rütbesiyle “mîrimîrân-ı deryâ” veya “mîrimîrân-ı cezâyir ve kapudan” olarak paşa ünvanıyla adlandırılmışlardır.62 Önceleri iki tuğlu paşalar tarafından yönetilen bu eyâletin yöneticileri Barbaros’la birlikte 3 tuğlu paşalar olarak divânı humayunda yerlerini aldılar.63 Cezâyir-i Bahri Sef îd Eyâleti ve Osmanlı Denizciliğindeki Yeri Deniz ve adaların idaresi amacıyla kurulan Cezâyir-i Bahri Sef îd eyaletinin merkezi önceleri Rodos iken daha sonrasında ise Gelibolu olmuştur.64 Bu Eyâlet, İskenderun Körfezi’nden başlayarak Cezâyir-i Garp’a kadar neredeyse bütün Akdeniz sahillerini içerisine alan bir idarî yapıya sahipti.65 Kuruluş aşamasında ise Gelibolu, Eğriboz, İnebahtı, Midilli, Karlıili ve Rodos sancaklarından müteşekkildi.66 Osmanlı denizciliği ve tarihiyle ilgili yaptığı çalışmalarıyla tanınan İdris Bostan, bu eyâletin adını Ege adalarına verilen genel bir ad olan “Cezâyir” den aldığını, Osmanlı kaynaklarında Kuzey Afrika’daki eyâlet için “cezâyir-i garb” veya “mağribi zemin” tabirlerinin kullanıldığını dolayısıyla bu iki ismin ilk dönemlerde karıştırıldığı57Bostan, Osmanlı Denizciliği, s. 50. 58 Geniş bilgi için bkz. Salih Özbaran, “Kapudan Pasha” Eİ, c.IV, s. 571; İsmet Parmaksızoğlu, “Kaptan Paşa”, İA, c.VI, s. 206-210. 59Bostan, Osmanlı Denizciliği, s. 47; 60Bostan, Osmanlı Denizciliği, s. 48. 61 Galotta, “Khayr al-Dîn Pasha, Barbarossa”, Eİ, c. IV, s. 1155; Fatih Özçelik, “19 yy. ve 20 yy. Başlarında Ege Adalarının İdari Yapısı ve M. 1903 (H. 1321) Tarihli Salnamaye Göre Cezayir-i Bahr-i Sef îd Vilayetinin Genel İdari Birimleri”, Düzce Üniversitesi Yönetim ve Eğitim Bilimleri Dergisi, c. 2, S. 1, 2012, s. 5.; Yasemin Demircan, “1670 Tahririne Göre Para Adası”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, c. 29, S. 4, 2009, s. 727. 62 İdris Bostan, “Kapudan Paşa”, TDVİA, c. XXIV, s. 354. 63 Bechingham, C. F., “Djaza’ir-ı Bahr-ı Safıd”, Eİ2, c. II, s. 521. 64 Halil İnalcık, “Gelibolu”, Eİ, c. II, s. 986. 65 Ayhan Afşın Ünal, “XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Cezayir-i Bahr-i Sef îd (Akdeniz Ege Adaları ya da Kapudan Paşa Eyâleti)”, Türkler, c. IX, s. 616; Mahmut H. Şakizoğlu, “Cezâyir-i Bahr-i Sef îd”, TDVİA, c. VII, s. 500. 66Ünal, “XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Cezayir-i Bahr-i Sef îd”, s. 614. 26 Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa... nı, Barbaros’un Cezâyir-i Bahri Sef îd beylerbeyiliğine tayin edildiği zaman Cezâyir-i Garb’ın bir süre daha sancak statüsünde kalmaya devam ettiğini ve yönetimin ise Barbaros’a vekâleten Hadım Hasan Paşa’ya bırakıldığını ifade eder. Ayrıca, Hadım Hasan Paşa’nın 1545’de Cezâyir-i Garb sancak beyliğine aslen atandığını, 1548’de ise Cezâyir-i Garb beylerbeyiliğinin ona tevcih edildiğini ve Barbaros’a gönderilen 25 Ekim 1544 tarihli fermanda Cezâyir-i Bahri Sef îd eyâleti sancakları içerisinde Cezâyir-i Garb’ın zikredilmemesini ikisi arasında doğrudan bir irtibatın olmaması olarak yorumlar.67 Osmanlı arşiv belgelerinde, 1550-1551’de Cezâyir-i Garb sancağı beyinden “miri sabıkı livai Cezâyir” olarak bahsedilirken68 bu sancağın hangi tarihten itibaren eyâlet olarak idare edilmeye başlandığı net değildir. Fakat, 1568-1574 yılları arasında yedi idarî birime ayrılan Cezâyir-i Bahri Sef îd eyâleti sınırları içerisinde Gelibolu, Eğriboz, Karlıili, İnebahtı, Rodos, Midilli ve Sakız ile birlikte Cezâyir-i Mağrib sancağının da sayılması69 bu tarihlerde Cezâyir-i Garb’ın henüz müstakil bir eyâlet olmadığı şeklinde de yorumlanabileceğini gösterir. Cezâyir-i Garb sancağı II. Selim döneminde (1566-1574) Sakız adasıyla birlikte Cezâyir-i Bahri Sef îd eyâleti sınırlarına dahil edildi.70 Cezâyir-i Bahri Sef îd eyaletinin sınırları zaman zaman değişmiştir. XVII. asrın birinci yarısında Mora ve Adriyatik’teki sancaklar ile Cezâyir-i Garb sancağındaki yönetim değişikliğinden sonra eyâletin sınırları Ege adaları, Rumeli ve Anadolu sahillerindeki bazı sancaklarla sınırlı kalmıştır.71 Cezâyir-i Garb, 1642’den sonra fiilen bağımsız hale gelmiştir.72 1867’deki vilâyet nizamnamesinde Biga Sancağı’nın merkezi olan Kal’ayı Sultaniye (Çanakkale) vilâyetin yeni merkezi olarak belirlenmiştir.73 Osmanlı devletinin idarî yapılanmasına sadece denizcilikle ilgili bir eyâletin eklenmesi ve bu eyâletin başına ünlü denizci Barbaros’un getirilmesi, Akdeniz’de bilhassa Rodos’un ele geçirilmesiyle başlayan Osmanlı hâkimiyetini perçinleme adına atılan tarihî bir adım olmuştur. Kaptan-ı deryâ olarak Tersane-i Amire’de büyük bir donanma hazırlama talimatı alan Barbaros bir yıl içerisinde hazırladığı 100 parçalık donanma ile Tunus’taki iktidar mücadelesinde bölgeyi İspanyollar’a karşı korumak için sefere çıkmıştır. İtalya kıyılarını yağmaladıktan sonra Tunus’a ulaşan Barbaros, 67Bostan, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, s. 54-56. 68Bostan, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, s. 56. 69 Yasemin Demircan, “Ege Adaları”, s. 368. 70 Özçelik, “Ege Adalarının İdari Yapısı”, s. 5. 71 İsmet Parmaksızoğlu, “Kaptan Paşa”, İA, c.VI, s. 208; Ünal, “XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Cezayir-i Bahr-i Sef îd”, s. 616. 72 Bechingham, C. F., “Djaza’ir-ı Bahr-ı Safıd”, Eİ2, c. II, s. 521. 73 Sabri Can Sannav, “Tanzimat’ ın İlanından Sonra Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaleti’nin Yeniden Yapılandırılması Süreci ve Limni Adası’nın Statüsü”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 6, s. 1, S. 186; Şakizoğlu, “Cezâyir-i Bahr-i Sef îd”, TDVİA, c.VII, s. 501. 27 Feridun Bilgin Hafsî Sultanı’nın elinden Tunus’u almıştır.74 Tunus’un fethedilmesiyle Osmanlı Devleti Sicilya Boğazı’nın bir tarafını kontrol etme imkanını elde ettiğinden Doğu ve Batı Akdeniz’de rahatça gemi bulundurma olanağına kavuşmuştur. Fakat kısa bir süre sonra (1535) Tunus tekrar İspanyolların eline geçmiş, Barbaros ise Tunus’a karşılık Mahón’u alarak İspanyollardan intikam almıştır. Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Akdeniz’deki en mühim zaferi, Andrea Doria komutasındaki haçlı donanmasını Preveze Deniz Savaşı’nda hezimete uğratmasıdır (1538).75 Barbaros, bu zaferle birlikte daha önce Rodos’un fethiyle (1522) Doğu Akdeniz’de sağlanan Osmanlı hâkimiyetini Orta Akdeniz’e doğru genişletmiştir. Osmanlının Batı Akdeniz hâkimiyetini temin eden Cerbe zaferinden (1560)76 sonra İnebahtı yenilgisi (1571), Batı Akdeniz’deki Osmanlı genişlemesini durdurmuştur.77 Bu yenilgiden sonra XV. yüzyıldan beri Hıristiyan Avrupa’da var olan Osmanlı devletinin yenilmez olduğu efsanesi yıkılmış78, Hıristiyan korsanlar Osmanlı karasularında gezinerek Osmanlı ticaretinden beslenmeye başlamışlardır.79 Malta başarısızlığı (1565)80, Kanunî’nin son Macaristan Seferi (1566), Osmanlı Devleti’nin hem Akdeniz’de hem de Orta Avrupa’daki ilerlemesinin uç noktalara ulaştığını gösterir. Bu tarihten sonra Kıbrıs Zaferi (1570) hariç Akdeniz’de kayda değer bir Osmanlı başarısından söz edilmeyecektir.81 Sonuç Osmanlı denizciliği -genişleme siyasetinin bir sonucu olarak- Ege ve Akdeniz sahillerinin ele geçirilmesiyle ivme kazanmış, XIV. asırda jeo-stratejik bir mevkide yer alan Gelibolu’nun fethedilmesinden sonra da önemli bir deniz üssüne sahip olmuştur. Gelibolu, yüzyıllarca Osmanlı donanmasının karargâhı olmasının yanında, Anadolu ve Rumeli ile irtibatını sağlamış, Marmara, Karadeniz ve Akdeniz deniz yollarının kontrol altına alınmasıyla İstanbul’un fethini de kolaylaştırmıştır. Dolayısıyla Gelibolu, Osmanlının Akdeniz hâkimiyetinde kilit bir görev görmüştür. 74Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 62; B. J. V. Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, (çev. Mümün-Çevik ve Erol Kılıç), c.V, s.170, İstanbul 1993.; Karal, “Barbaros Hayreddin Paşa”, İA, c. II, s. 313. 75Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 71-73; Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), 14.Baskı, İstanbul 2009, s. 41. 76 Cerbe savaşı için bk. Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 94-99; Şerafettin Turan, “Rodos’un Zaptından Malta Muhasarasına”, Kanunî Armağanı, Ankara 2001, s. 47. 77Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 114-117; Bostan, Adriyatik’te Korsanlık, s. 22. 78Bostan, Osmanlılar ve Deniz, s. 27. 79 Molly Greene, Dirilen İslam: 1500-1700, Tarih Boyunca Akdeniz Uygarlıkları içinde (haz. David Abulafia (çev. Nurettin Elhüseyni), İstanbul 2005, s. 236. 80 Malta Savaşı için bk. Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 100-103. 81İnalcık, Klasik Çağ, s. 46; Turan, “Rodos’un Zaptından Malta Muhasarasına”, s. 47-48. 28 Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa... Osmanlı Devleti’nin denizcilik faaliyetleri bakımından kemal dönemi Barbaros Hayreddîn Paşa’nın82 XVI. asrın ortalarına doğru kaptan-ı deryalık makamına getirilerek donanma komutanı olmasıyla başlamış ve yetişmeleri olan Kılıç Ali Paşa’nın vefat tarihi olan 1587’ye kadar devam etmiştir.83 Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Osmanlı hizmetine girmesi iki önemli gelişmeye neden olmuştur; Bunlardan birincisi o güne kadar sahip olduğu kara orduları sebebiyle karasal bir güç görümü arz eden Osmanlı devleti, karalara hâkim olmanın ancak denizlere hâkim olmayla kalıcı hale gelebileceğini fark etmiştir. Bu amaçla, idarî bir değişikliğe giderek tarihinde ilk kez deniz ve adaları da içerisine alan Gelibolu merkezli Cezâyir-i Bahri Sef îd Eyâleti’ni teşkil etmiştir. Bu eyaletin teşkilinden sonra Osmanlı Devleti, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’daki topraklarını koruma konusunda önemli avantajlar elde etmiştir. İkinci önemli gelişme ise, Akdeniz’in büyük oranda Osmanlı hâkimiyetine girmesidir. Osmanlı, Doğu Akdeniz’den sonra84 Orta Akdeniz’de de hâkimiyetini sağlamlaştırmıştır. Bilhassa Tunus’taki hâkimiyet mücadelesi ve Trablusgarb’ın Turgut Reis tarafından ele geçirilmesi (1551)85 Orta Akdeniz’de Osmanlı etkisini artırmış, Batı Akdeniz’de de adından söz ettirmiştir. Osmanlıların Akdeniz’e hakim olmaya başlamasının ardından buradaki ticâretin bittiği ve “Batı kimlikli” bir denizin ortasına bir “Demir perdenin” konulduğu anlamına geldiği ve bu sebeple Akdeniz’in birliğinin bozulduğu iddia edilse de86 Akdeniz’deki ticâret doğu-batı, kuzey-güney yönünde aynı şekilde devam etmiştir. Osmanlı Devleti, Fransa ve Venedik ile yaptığı anlaşmalarla bu ticâreti hem devam ettirmiş hem de canlı tutmuştur. Fakat bütün bunlara rağmen ne Osmanlılar ne de herhangi bir batı devleti hiçbir zaman Akdeniz’i tamamen denetleyecek bir konuma ulaşamamıştır. Osmanlı Devleti’nin Akdeniz hakimiyetindeki temel stratejisi, Akdeniz’deki ticâreti kontrol altına almak amacıyla, deniz kıyısında yer alan muhkem limanları ve şehirleri ele geçirmek şeklinde olmuştur.87 Osmanlı devletinin yıllar süren deniz faaliyetlerinin sonucunda, sadece deryâ ve adaları ilgilendiren bir idarî yapılanmaya giderek merkezi Gelibolu olan Cezâyir-i Bahri Sefid eyâletini kurması ve eyâletin başına “denizin efendisi” ünvanıyla anılan Barbaros Hayreddin Paşa gibi tecrübeli birinin hem beylerbeyi hem de kaptan-ı derya olarak görevlendirilmesi deryâda düşmana karşı verilen mücadelede önemli avantajların elde edilmesini sağlamıştır. Seçilen mekân ve bu mekâna hükmeden nitelikli insan Osmanlı genişleme ve hakimiyet politikasının iki önemli unsuru olarak değerlendirilmelidir. 82 Barbaros’un 80 yaşında iken soğuk algınlığından vefat ettiği (5 Temmuz 1546) iddia edilir, bk. Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II, s. 249; Turan, “Barbaros Hayreddin Paşa”, TDVİA, c. V, s. 67. 83Uzunçarşılı, Merkez Bahriye Teşkilatı, s. 392. 84 Buradaki hâkimiyet 1654’den 1669’a kadar süren Girit’in fethiyle tamamlanmıştır, bkz. Ekkehard Eıckhoff, “Akdeniz’deki Osmanlı Deniz Cephesi (XVI-XVIII. yy), Osmanlı Ansiklopedisi (Ed. Güler Eren), Ankara 1999, s. 1. 85Çelebi, Tuhfetü’l’-Kibâr, s. 79. 86Greene, Dirilen İslam: 1500-1700, s. 220. 87Greene, Dirilen İslam: 1500-1700, s. 222-223 29 Feridun Bilgin Kaynakça Bechingham, C. F., “Djaza’ir-ı Bahr-ı Safıd”, Eİ, c. II, s. 521-522. Bostan, İdris, Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, İstanbul 2007. Bostan, İdris, Osmanlılar ve Deniz, İstanbul 2010. Bostan, İdris, Adriyatik’te Korsanlık, İstanbul 2009. Bostan, İdris, Osmanlı Bahriye Teşkilâtı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Amire, Ankara 1992. Bostan, İdris, “Kapudan Paşa”, TDVİA c.XXIV, s. 354-355. Buenes, Miguela Angel de., “Kanunî, Barbaros Paşa ve V. Charles: Akdeniz Dünyası”, Osmanlı Ansiklopedisi, (ed. Güler Eren), Ankara 1999, s. 391-397. Çelebi, Kâtip, Tuhfetü’l’-Kibâr f î Esfâri’l-Bihâr (yay. haz: Seda Çakmakçıoğlu-Çetin Şan), İstanbul 2007. Danişmend, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1945. Demircan, Yasemin, “Ege Adalarında Osmanlı Hâkimiyeti”, Türkler, c. IX, s. 363-372. Demircan, Yasemin, “1670 Tahririne Göre Para Adası”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, c. 29, S. 4, 2009, s. 722-753. Eıckhoff, Ekkehard, “Akdeniz’deki Osmanlı Deniz Cephesi (XVI-XVIII. yy), Osmanlı Ansiklopedisi (ed. Güler Eren), Ankara 1999, s. 382-391. Emecen, Feridun, “Gelibolu”, TDVİA,c. XIV, 1996, s. 1-6. Fılalı, Kamel, “Osmanlı Cezâyirinde Devlet Otoritesinin Güçlendirilmesinde Bağış ve Armağan”, Osmanlı Ansiklopedisi, (ed. Güler Eren), Ankara 1999, s. 401-410. Galotta, A., “Khayr al-Dîn Pasha, Barbarossa”, Eİ, c. IV, s. 1155-1158. Gülsoy, Ersin, “XVI-XVII. Yüzyıllarda Akdeniz’de Osmanlı Hâkimiyeti”, Türkler, c. IX, s. 589598. Gravieré, Jurien de la, Doria ve Barbaros, (çev. Ayşe Meral), Profil Yayınları, İstanbul 2006. Greene, Molly, “Dirilen İslam: 1500-1700”, Tarih Boyunca Akdeniz Uygarlıkları, (haz. David Abulafia (çev. Nurettin Elhüseyni), İstanbul 2005, s. 219-251. Haedo, D. Topographia Ehistoria General de Arcel, Valladolid 1612. Hammer, B. J. V., Büyük Osmanlı Tarihi, c. V, (çev: Mümün-Çevik ve Erol Kılıç), İstanbul 1993. İllescas, Gonzalo de., Jornada de Carlos V a Tunez, Madrıd 1804. İnalcık, Halil, Osmanlılar, İstanbul 2010. İnalcık, Halil, “Gelibolu”, Eİ, c.II, s. 983-987. İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), İstanbul 2009. Karal, Enver Ziya, “Barbaros Hayreddin Paşa”, İA, c. II, s. 311-315. Korkmaz, Şerif, “Tanzimat Sonrası Çanakkale’nin İdarî ve Nüfus Yapısı” Çanakkale Araştırmaları Yıllığı, S.3, s. 108-136. 30 Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa... Kumrular, Özlem, Yeni Belgeler Işığında Osmanlı-Habsburg Düelleosu, İstanbul 2011. Lütf î Paşa, Asafnâme, (haz: Georg Jacob), Berlin 1910. Özbaran, Salih, “Kapudan Pasha”, Eİ, c. IV, s. 571-572. Özçelik, Fatih, M. 1903 (H. 1321) Tarihli Sâlnâme’ye göre Cezâyir-i Bahr-i Sef îd Vilâyeti, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu 2007. Özçelik, Fatih, “19 yy. ve 20 yy. Başlarında Ege Adalarının İdari Yapısı ve M. 1903 (H. 1321) Tarihli Salnamaye Göre Cezayir-i Bahr-i Sef îd Vilayetinin Genel İdari Birimleri”, Düzce Üniversitesi Yönetim ve Eğitim Bilimleri Dergisi, c. 2, S.1, 2012, s. 1-17. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara 1998. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi – II, 9. Baskı, Ankara 2006. Ünal, Ayhan Afşın, “XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Cezayir-i Bahr-i Sef îd (Akdeniz Ege Adaları ya da Kapudan Paşa Eyâleti)”, Türkler, c. IX, s. 614-617. Parmaksızoğlu, İsmet, “Kaptan Paşa”, İA, c.VI, s. 206-210. Peçevî, İbrahim, Tarih-i Peçevî, İstanbul 1283. Pryor, John H., Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş, (çev. Füsun Tayanç, Tunç Tayanç), İstanbul 2004. Sandoval, Fray Prudencio, Historia de la vida y hechos del Emperador Carlos V, Tomo: IV, Moratin: Biblioteca Digital. http://bibliotecavirtual-pdf.blogspot.com.tr/2011/03/frayprudencio-de-sandoval-historia-de.html (02.02.2014) Sannav, Sabri Can, “Tanzimat’ ın İlanından Sonra Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaleti’nin Yeniden Yapılandırılması Süreci ve Limni Adası’nın Statüsü”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. VI, s. 174-188 Seyyid Murâdî Reîs, Gazavât-ı Hayreddîn Paşa (Kaptân-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Hâtıraları) (sadeleştiren: Osman Erdem), İstanbul 2009. Şemseddin Sami, Kamusu Alam, İstanbul 1308 (1891). Şakizoğlu, Mahmut H., “Cezâyir-i Bahr-i Sef îd”, DİA, c. VII, s. 500-501. Toledo, Paulino, “Osmanlı-İspanyol İmparatorluklarında Dünya İmparatorluğu Fikri, 16. Yüzyıl”, İspanya-Türkiye, 16. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Rekabet ve Dostluk, (der. Pablo Martín Asuero), İstanbul 2006. Turan, Şerafettin, “Barbaros Hayreddin Paşa”, DİA, c. V, s. 65-67. Turan, Şerafettin, “Rodos’un Zaptından Malta Muhasarasına”, Kanunî Armağanı, Ankara 2001, s. 47-118. Yücel-Sevim, Yaşar-Ali, Klâsik Dönemin Üç Hükümdarı, Fatih, Yavuz ve Kanunî, Ankara 1991. 31 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 33-47 Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü Lokman ERDEMİR* Özet Çanakkale Muharebeleri’nin en önemli kaynakları muhakkak ki dönemin arşiv belgeleri ile savaşa katılmış askerlerin hatıra ve günlükleridir. Her geçen gün yenilerinin neşredildiği bu günlük ve hatıralardan biri de henüz yayınlanmamış, çalışmamızın da konusunu teşkil eden Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’nda ismini henüz tespit edemediğimiz bir subaya aittir. Bu günlüğü ise diğerlerinden farklı kılan husus ise Çanakkale Muharebeleri’ne farklı bir taraftan, Anadolu tarafından bakmasıdır. Anahtar Kelimeler: I. Dünya Savaşı Çanakkale Cephesi, Çanakkale Savaşları, Çanakkale Boğazı The Diary of an Officer from Mustahdem-Intepe Artillery at the Dardanelles Abstract Archived documents and memoirs and dairies of soldiers who fought wars constitute the most important sources on the Gallipoli Battles. With each passing day, new documents of this kind are being discovered. One of these diaries and memoirs belongs to an officer who was allocated to Müstahdem-Intepe Artillery during the Gallipoli Battles and is still anonymous. It has not been published yet. This diary, which is the focal concern of the present study, adopts a new perspective to the Gallipoli Battles, an Anatolian perspective. Keywords: World War I, Gallipoli, Çanakkale War, the Dardanelles * Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, lokmanerdemir@hotmail.com 33 Lokman Erdemir Giriş Siyâsî ve içtimâî birçok sonucu olan Çanakkale Muharebeleri hakkında pek çok eser telif edilmiştir. Bu eserler genelde cephedeki askerî birliklerin harekât planları, muharebelerin seyri gibi savaşın teknik hususlarını anlatan birincil kaynak niteliği olan kitaplardır ve muharebelerin cereyan şeklini anlatmaktan öteye gidememiş, askerin sosyal ve psikolojik hallerine yer vermemişlerdir. Hâlbuki cephe hattında en önemli unsur insandır. Bu hususu en iyi ele alacak kaynaklar ise muharebeler sırasında ya da daha sonra yazılmış günlük ve hatıralardır.1 Bu hatıra ve günlükler, muharebelere katılmış binlerce askere kıyasla pek azdır. Günlük ve hatıralar, savaşın askerî ve siyasî sonuçlarını anlatan eserlere nazaran okuyucuya hadiselere de farklı bir nazarla bakma imkânı vermektedir. Bu günlüklerden birisi de çalışmamızın mevzusunu teşkil eden Çanakkale Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan ismi ve rütbesini tespit edemediğimiz bir subaya aittir. Günlük Başlığı: “Hatıra Defteridir 1331” O dönem yazılmış günlüklerde genelde künye bilgileri günlüğün ya başında ya da sonunda verilmektedir. İncelediğimiz bu günlükte ise künye bilgilerinin olduğu sayfanın bir kısmı yırtılmış, mevcut kısmında ise “Hatıra Defteridir 1331” ifadesi bulunmaktadır. Bu durum ise günlük sahibini bilme imkânını ortadan kaldırmıştır. Neden Meçhul Bir Subay Günlük içeriği incelendiğinde ne sahibi hakkında bir bilgi ne de ismine ulaşabileceğimiz bir birlik ve komutan ismini vermektedir. Verilen birkaç isimden ise subayımızın ancak birliğini öğrenme imkânımız olmaktadır. Bununla birlikte günlük sahibinin “Şaşırdık. Efradın pek hatırına gelmiyor.” gibi ifadeleri ve bazı subay arkadaşlarından sıkça bahsetmesi onun bir subay olduğunu göstermektedir. Ayrıca günlükte geçen Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa, alay komutanı Zekeriya Bey gibi isimlerle irtibatı ve muharebeler hakkında verdiği, bir erin ulaşamayacağı geniş malumat da bu kanaatimizi kuvvetlendirmektedir.2 1 2 34 Bu hatıra ve günlükler ile yazılan eserler hakkında daha geniş bilgi için Aşkın Koyuncu, Özkan Keskin, Cahide Sınmaz Sönmez, Çanakkale Savaşları Bibliyografyası, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2010, s. 7-101. Günlük ilk defa “Kuyucaklı Mehmet Çavuş’un Hatıra Defteri” başlığı ile İsmail Güneş tarafından Yalvaç Yeni Haber Gazetesi’nde, S. 298, 18 Mart 2006; S. 299, 21Mart 2006; S. 300, 25 Mart 2006 tarihlerinde bazı kısımları tefrika edilmiştir. Günlük tarafımıza İsmail Güneş Bey tarafından ulaştırılmış, tamamını inceleme imkânımız olmuştur. İsmail Bey günlüğü günümüze muhtemel onunla beraber muharebelere katılmış Isparta Yalvaç kasabasının Kuyucak köyünden er Mehmet Çavuş ve oğlu Ali Osman Aydıncı Bey ulaştırdığını belirtmektedir. Bu günlüğün varlığı da Çanakkale Savaşları Bibliyografyası adlı eserde ilk defa belirtilmiştir. Koyuncu vd. s. 62. Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü Günlük günümüze ise muhtemel kendi birliğinde bir er olan Mehmet Çavuş ve onun oğlu Ali Osman Aydıncı tarafından ulaştırılmıştır. Mehmet Çavuş’un okuma yazma bilmemesi de burada belirtilmesi gereken önemli bir husustur.3 Günlüğün Fiziki Yapısı Günlük ya da kendi ifadesi ile “Hatıra Defteri” muhasebât kayıtlarını tutmak için tanzim edilmiş 10,5-16 cm ebatlarında 36 yapraklık bir deftere aynı yazı karakteri ile ara verilmeden tutulmuştur. Günlükte bazı günlerin atlandığı da olmuştur. Metin kısmı bu defterin 23 yaprağını kapsamaktadır. 18 Aralık 1914’te başlayan ilk kayıt 20 Eylül 1915’te bitmiştir. Metnin başı ve sonunda başka bir başlık da bulunmamaktadır. Günlük Sahibinin Çanakkale Cephesi’ne İntikali Günlük sahibi, günlüğüne ilk kaydı bulunduğu Edirne’de tutmuştur. 25 Aralık 1914 Cuma günü Çanakkale’ye ulaşan subayımız 26 Aralık gününü vapurda geçirmiş, 27 Aralık’ta Erenköyü’ne intikal etmiştir. Burada bir süre ikamet ettikten sonra 31 Aralık’ta Bozköy’e, 1 Ocak 1915’te ise Ezine ilçesi Geyikli Beldesi’ne varmıştır. 3 Ocak’ta Kumtepe’nin 1 km güneyindeki Karatepe’ye intikal etmiş, birliği de aynı gün faaliyetine başlamıştır. Birlik, Karatepe’de de fazla durmayarak 28 Şubat’ta önce Halileli’ye, oradan da aynı gün İntepe’ye intikal edip mevzi almış, toplarını yerleştirmiştir. Günlüğünde alay komutanı olarak verdiği isim Yarbay Mehmet Zekeriya (Akgün) Bey’dir. Mehmet Zekeriya Bey ise 8. Ağır Obüs Topçu Alayı komutanıdır. Bu alayın İntepe’de 4. Ağır Topçu Taburu bulunmaktadır. Bu taburun komuta merkezi ise Geyikli’dedir.4 Tabur, İngilizlerin 19 Şubat 1915’teki bombardımanından hemen sonra Boğaz savunmasına katılmak üzere İntepe’ye intikal ettirilmiştir. Bu taburun birinci bataryası Erenköyü, ikinci ve üçüncü bataryaları ise İntepe civarındadır.5 3 4 5 İsmail Güneş Bey günlüğü bize ulaştıran merhum Mehmet Çavuş ile ilgili şu bilgileri vermektedir: Mehmet Çavuş Isparta ili Yalvaç ilçesinin Kuyucak kasabasında 1308 (1893) yılında dünyaya gelmiştir. Babasının ismi Mehmet annesinin ise Ayşe’dir. Mehmet Çavuş, oğlu Ali Osman Aydıncı’nın verdiği bilgilere göre 1955 yılında vefat etmiştir. Ali Osman Aydıncı ise 15 Mart 2013 tarihinde 89 yaşında vefat etmiştir. Kabri Kuyucak kasabası kabristanındadır. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekâtı (Haziran 1914 - 25 Nisan 1915), c. V, 1. Kitap, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara 2012, s. 91. Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan Birinci Dünya Harbi serisinde Çanakkale Cephesi’nin anlattığı eserin birinci kitabının eklerindeki Çizelge 10’da İntepe’deki birliğin 4. Ağır Topçu Taburu olduğu, üç bataryasının Bulgar muhasara toplarına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu birlik ise muhtemelen 18 Aralık 1914’te Erkân-ı Harbiye Riyâseti’nin emri ile Çanakkale’ye gönderilen 8. Tümen’den tertip edilen bir dağ topçu taburu ile takviye edilmiş 22. Piyade Alayı’nın daha sonra 4. Ordu emrine 35 Lokman Erdemir Günlükteki “Birinci batarya bize top verdi.”, “Sağımızda bulunan ikinci batarya bizim ateşimizi aldı.” ve “İkinci ve bizim bataryayı bombardıman etti.” gibi ifadelerden bu birliğin ikinci batarya olmadığı, “İkinci batarya ve üçüncü batarya birlikte ateş ettik.” ifadesinden ise üçüncü batarya olduğu anlaşılmaktadır. Taburun İntepe’ye intikalinin Boğaz’a ilk bombardımanlardan sonra olması önemlidir. Zira 19 ve 25 Şubat 1915 tarihlerindeki bombardımanlarda Boğaz giriş tabyalarına büyük zarar verilmiş, kullanılamaz hale gelmiştir. Harekât sonrası İngiltere ve müttefiki Fransa tahrip ettikleri Orhaniye ve Kumkale tabyalarındaki topları tamamen kullanılamaz hale getirmek için karaya asker de çıkarmışlardır. Kumkale ve Seddülbahir’e çıkarılan müfrezeler kuvvetli bir mukavemet ile karşılaşmış, hedeflenen neticeye ulaşılamamıştır.6 Birlik, muharebelerin sonuna kadar İntepe’de kalmıştır. Günlük sahibi 18 Mart 1915 günü Boğaz’ı geçmek için denizden yapılan nihâî harekâtın, 25 Nisan sabahı Seddülbahir sahillerine yapılan ihraç harekâtının ve diğer birçok hadisenin de müşahididir. Günlükten Bazı Önemli Olaylar Çanakkale Muharebeleri’nin anlaşılması açısından önemli belgelerden biri olan bu günlüğün verdiği bazı teferruat kabilinden bilgiler o gün yaşanılanların anlaşılmasında birçok hususun ikmalini yapmaktadır. Özellikle Anadolu cihetinden aktarılan bilgiler muharebelerinin anlatımını zenginleştirmektedir. 18 Mart Deniz Zaferi Günlükte yer alan ilk önemli tarih 18 Mart’tır. İngiltere ve Fransa’ya ait 16 büyük savaş gemisi ve etrafında onlarca irili ufaklı refakat gemilerinden oluşan donanmanın denizden Çanakkale Boğazı’na yaptığı bu harekâtın ilk ateşi sabah 11.30’da başlamıştır. Donanma komutanı Amiral J. De Robeck, saat 18.00’de geri çekilme emrini verdiğinde Fransız savaş gemisi Bouvet batmış, İngiliz Irresistible ve Ocean adlı iki savaş gemisi de ağır hasar almıştır. Bu gemilerin tamamen Boğaz sularına gömülüşü ise gece yarısını bulmuştur.7 6 7 36 verilmesinden sonra kalan topçu birliğinden teşkil edilmiştir. Çanakkale Cephesi I. Kitap, s. 86, 91. Bir başka kaynakta da bu birliğin Yüzbaşı Hasbi Efendi’nin komutasında [Hasbi Grubu] 4. Muhasara Topçu Taburu olduğu belirtilmektedir. İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu: 1912-1922 Balkan Birinci Dünya ve İstiklal Harbi, Ankara 1993, s. 62. Çanakkale Cephesi I. Kitap, s. 132-146; C. F. Aspinall Oglander, Büyük Harbin Tarihi: Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, Seferin Başlangıcından 1915 Mayısına Kadar; c. I, Haz. Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2005, s. 107-108. Bouvet saat 14.00’de iki dakika içinde batarken diğer iki gemi aldıkları büyük hasardan dolayı terkedilmiş, hava karardıktan sonra Karanlık Liman ve Morto Koyu’nda batmışlardır. Gemilerin büyük kısmı da ertesi gün savaşamayacak kadar hasar görmüştür. Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü Günlükte 18 Mart günü yaşananlar diğerlerine nazaran biraz daha geniş olarak ele alınacaktır: “On altı zırhlı Boğaz’a hücum ettiler. Ateş açtık.” ifadeleri ile başlayan bu çalışmanın da ekinde verdiğimiz 18 Mart ile ilgili notlarının bir kısmı şöyledir: On altı zırhlı Boğaz’a hücum ettiler. Ateş açtık. On mermi kadar attık. Yirmi beş kadar torpido ve birçok tahtelbahirler torpil arayıcılar, elli beş adet gemi olmak şartıyla bize hiç bakmayıp doğru Erenköyü’ne kadar gittiler. Bombardımana başladılar… Bizim toplarımız onların büyük zırhlılarına karşı hiç nev’inde olduğu için bir şey yapamadık. Saat [alaturka] yedide bir zırhlı yaralanıp tepesinin üstüne [dikilmiş] zor hal Boğaz’dan çıkaracaklar [18 Mart 1915]. 18 Mart günün anlatımı ise “Bir tane zırhlı battı. İki tanesinin cephanesi[nin] ateşlendiğini haber verdiler. Bizleri büyük zırhlı gene yan ateşine çevirdi. Aman ya Rabbi! Nasıl anlatayım, şiddetli surette etrafta toprak bırakmadı. Başımıza geçirdi.” ifadeleri ile bitmiştir. Burada önemli husus Bouvet hariç diğer iki İngiliz zırhlısının batış nedenidir. Yukarıda belirtildiği üzere gemiler cephaneliklerinin infilakı sonrası batmıştır. Bu patlamaya sebep olan hadise hakkında ise herhangi bir bilgi yoktur. Denizaltılar Günlükte sık sık denizaltıların faaliyetlerinden bahsedilmektedir. Bu denizaltılardan ilki İngilizlere ait E15 Denizaltısı’dır. 560 tonluk olan bu denizaltı 17 Nisan sabahı Kepez Feneri karşısında karaya oturmuştur. İngiltere’nin Çanakkale konsolosu eski yardımcısı Clarence Palmer’in de içinde olduğu bu denizaltıdan 4 subay toplam 20 mürettebat esir alınmıştır. Dardanos Bataryası’ndan gemiye atılan top mermileri ile denizaltının su yüzeyindeki kulesinin isabet alması üzerine gemi komutanı, sonraki atışların sebep olduğu patlama ile de 6 er ölmüştür.8 Denizaltı gece kurtarılmaya çalışılmış, imkânsız olduğu anlaşılınca Türk tarafının eline geçmemesi için kullanılmaz hale getirilerek batırılmıştır. E15’in karaya oturuşu ise şöyle anlatılmaktadır: Ala’s-sabah top sesleri işitildi. Medhalden atılıyor ama anlamadık. Yarım saat sonra telefonla haber verdiler. Bir düşman tahtelbahri Dardanos önüne kadar gidip hemen yaylım ateş edip tutmuşlar. Dokuz nefer bir zabit esir almışlardır. [17 Nisan 1915]. Ertesi gün ise denizaltının batırılışı hakkında kendisine ulaşan bilgileri nakledecektir: Ehemmiyeti yoktur. Yalnız ikinci topun sağ gerisine rampadan beş hatve [adım] gerisine düşürdü. Hamdolsun bir zayiat yoktur. Gece alafranga saat onda top sesleri 8 Binbaşı Nazmi Bey, Çanakkale Savaşları Günlüğü, Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı, Çanakkale 2014, s. 57; E. Thomazi, Çanakkale Deniz Savaşı, Haz. Hüseyin Işık, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara 1997, s. 53. 37 Lokman Erdemir geliyordu. Batırılan tahtelbahri almak için yahut büsbütün kaybetmek maksadıyla içeri girdiler ise de muvaffak olamadılar. [17 Nisan 1915]. Günlükte bahsi geçen diğer denizaltı ise Fransız Mariotte’tur. 26 Temmuz 1915 günü Çanakkale Boğazı’nı geçme girişimi sırasında ağ engeline takılarak batırılmıştır. Batırılmadan önce 32 kişilik mürettebatı teslim olmuştur.9 Günlükte ise teslim olan er sayısı 35 olarak verilmektedir: Çanakkale’de düşmanın bir tahtelbahrini otuz beş kişi mürettebatıyla tutmuşlardır. [27 Temmuz 1915]. Günlükte verilen bu bilgiler, günlük sahibinin muharebelerin seyrini takip ettiğini göstermektedir. Bununla birlikte savaş şartlarında nakledilen bu bilgilerin bazılarında yanlışlıklar olduğu da görülmektedir. Bu nedenle yukarıda verilen esir ya da ölü sayıları birbiri ile uyuşmamaktadır. 25 Nisan 1915 Sabahı Subayımızın günlüğündeki ikinci önemli tarih ise İngiltere ve müttefiki Fransa’nın karaya asker çıkardığı 25 Nisan 1915 sabahıdır. 25 Nisan sabahı, 18 Mart 1915’te başarılı olamadığı hedefine ulaşmak için Gelibolu Yarımadası’nda Seddülbahir ve Kabatepe sahillerine bir çıkarma planlanmıştır. Asıl harekât planı bu olmakla birlikte Anadolu tarafında Kumkale ve Beşige,10 Gelibolu Yarımadası’nda ise Bolayır sahillerine nümayiş harekâtı da yapılacaktır. Kumkale ihracına ise başarılı olunması halinde devam edilecekti. Harekâtın birinci gün hedefi Kocaçimentepe ve Alçıtepe’dir. İkinci gün hedefi ise Boğaz’ı müdafaa eden tabyaları kontrol etmek için Kilitbahir Platosu’nu ele geçirmektir.11 Çalışmamızın konusunu teşkil eden günlüğün sahibi Seddülbahir ve Kumkale sahillerine yapılan harekâtın yakından şahididir. Seddülbahir’e ihraç harekâtına ise İngiliz birlikleri Arıburnu’nun aksine yoğun bir bombardımandan sonrası başlamıştır.12 Günlükte sabah yapılan bu yoğun bombardımanın izlerini ise şöyle görmekteyiz: Şafakla düşman gemileri her ne kadar var ise Seddülbahir tarafına büyük ateş açtılar. Badehu bizlere de bir aynı, yağmur gibi mermi yağdırmaya, biz onlara onlar 9 Victor Rudenno, Gelibolu Denizden Saldırı, Çev. Dilek Cenkçiler, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayınları Ankara 2009, s. 194; Çanakkale Deniz Savaşları 1915, Çanakkale Boğaz Komutanlığı, İstanbul 2008, s 47-48. 10 Türk Silahlı Kuvvetleri tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekatı (25 Nisan 1915 Mayıs 1915) c. V, 2. Kitap, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara 1978, s. 48-49. 11 Lokman Erdemir, Çanakkale Savaşı: Siyasi Askeri ve Sosyal Yönleri, Gökkubbe Yayınları, İstanbul 2009, s. 96-99. 12Oglander, Büyük Harbin Tarihi: c. I, s. 274. 38 Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü bize. Böyle ateş daha kimseler görmüş değildir. Aman Ya Rabbi nasıl anlatsam! Topların ateşinden bir dumandır çöktü. Denizi, karası görünmez dereceye geldi [25 Nisan 1915]. 25 Nisan günü muharebeler çok çetin geçmiştir. Yukarıdaki ifadeler de bunu açıkça göstermektedir. Özellikle çıkarmanın ilk günkü hedefinin Alçıtepe’ye13 ulaşmak olduğu düşünülürse –ki hiçbir zaman ulaşamayacaklar- yarımadayı savunan hedeflere ulaşılmasına mâni olan Türk birliklerinin verdiği mücadelenin büyüklüğü de açıkça görülmektedir. Subayımızın müşahidi olduğu Sedülbahir kıyılarını savunan birlik 26. Alay taburlarıdır.14 Birkaç bin kişinin akşama kadar on bini geçecek İngilizlere karşı mevzilerini hayatları pahasına savunmaları muharebelerin kaderini değiştirmiştir. Karşı kıyılardaki bu muharebelerinin aynısı Anadolu tarafında da olacaktır. İntepe Topçu Grubu da o gün karşı kıyıdaki savunmaya bütün güçleri ile destek olmuştur. Subayımız o günkü desteğini anlatırken atılan top mermisi sayısının üç yüzü bulduğunu belirtecektir: Ateşin ardı arası olmayıp dehşetli surette ateş olunurken batarya zabitimiz Ali Rıza Efendi emir verdi: Anam beni yetiştirdi, bu yerlere yolladı15 şarkısını söyleterek ateşe devam olunup bir vakit böyle ateş ettik. Üç yüz mermi kadar attık [25 Nisan 1915]. Günlük sahibinin değindiği diğer önemli bir konu ise River Clayde adlı kömür gemisidir. Bu gemi ile 25 Nisan sabahı içinde 1.500 kadar asker olduğu halde V Sahili olarak isimlendirilen Ertuğrul Koyu’na baştankara edilerek çıkarmaya destek olunması istenmiştir.16 Günlüğe göre geminin karaya oturmasının sebebi bataryalarından yapılan isabetli top atışlarıdır: Topların ateşinden bir dumandır çöktü. Denizi, karası görünmez dereceye geldi. Bir nakliye gemisi Seddülbahir İskelesi’ne asker çıkarmaya teşebbüs etti. Ateş ettik. Nakliyenin baş tarafını dağıttık. Batmamak için karaya oturdu [25 Nisan 1915]. 13 Burada bahsi edilen yer bu günkü Alçıtepe köyü değildir. Bu köyün eski adı Kirte’dir. Kirte’nin güneyinde yarımadanın en hâkim yüksek noktalarından biri olan tepe’nin adıdır. Bu Alçıtepe ismini daha sonra Kirte köyüne verecektir. 14 Çanakkale Cephesi II. Kitap, s. 219-220, Mahmut Sabri Bey, Seddülbahir Muharebesi: 26. Alay 3. Tabur Harekâtı, Çanakkale Hatıraları, c. III, haz. Metin Martı, İstanbul 2002, s. 65 15 Bahse edilen şarkı vatan marşıdır. Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı. Al sancağı teslim etti Allaha ısmarladı. Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana. Sütüm sana helâl olmaz, saldırmazsan düşmana. 16Oglander, Büyük Harbin Tarihi c. I, s. 169-170. Erdemir, Çanakkale Savaşı, s. 118. 39 Lokman Erdemir 1 -2 Mayıs Taarruzları Günlükte Seddülbahir bölgesinde birçok hadise geçmektedir. Onun şahit olduğu kanlı muharebelerden birisi de Mayıs ayı başında cereyan eden muharebelerdir: Ateş emri verildi. Ertuğrul tabyasına ateş ettik. Düşman gene ateşe devamla bizim ikinci topun sağ siperini dağıtıp üç nefer, bir nişancı onbaşı ve iki topun çavuşu dahi yaralanıp bataryayı dahi harap etti [1 Mayıs 1915] 1 Mayıs gecesi saat 22.00’de başlayan taarruz çıkarmadan sonra yapılan en kanlı muharebelerdendir. Bu taarruz esasında İngilizlerin 2 Mayıs’ta yapmayı planladıklarını bozmuş, 2 Mayıs’ta İngilizlerin yapacağı taarruzun etkisini azaltmıştır.17 Mütareke Günü Günlükte bahsi edilen önemli hadiselerden biri de 19 Mayıs gecesi Arıburnu’nda cereyan eden taarruz sonrası imzalanan mütarekedir. Avustralya ve Yeni Zelenda birliklerini (Anzac[k]) kesin bir şekilde Arıburnu’ndan atmak için başlatılan bu taarruz büyük bir zayiatla neticelenmiştir. 19 Mayıs 1915 gecesi saat 03.30’da başlayan taarruz öğlen resmen bittiğinde Türk tarafının toplam zayiatı 10.000 kişiye yaklaşmıştır.18 Taarruzu takip eden günlerde binlerce cenazenin defni sorun olmuş, her iki taraf arasında mütareke görüşmeleri başlamış, bu görüşmeler neticesinde önceden imzalanan mütareke 24 Mayıs’ta uygulanmıştır. Bahsi edilen ateşkes anlaşması 22 Mayıs’ta imza altına alınmıştır.19 Bu görüşmeler sırasında da fiili ateşkes olmuştur. Günlükte bu durum ise şu şekilde geçmektedir: Bataryanın önüne ardına düşürüp efradı sağ tarafta bulunan sandıklara sevk edip hamdolsun bir zayiat vermedik. Telefonla alaydan verilen emir üzerine mütareke vardır. Ateş olunmayacak emri verildi [22 Mayıs 1915]. 17Erdemir, Çanakkale Savaşı, s. 137-139. 18 Anzac, Australian and New Zeland Army Corps (Avustralya ve Yeni Zelanda Ordu Birlikleri) isminin kısaltılmış halidir. 19 Mayıs taarruzu öncesi durumu fark eden Anzaklar –dilimize bu şekilde geçmiştir- iyi bir savunma hattı kurmuşlardı. 42.000 kişilik Türk birlikleri yaklaşık 13.000 Anzak askerleri karşısında bir başarı elde edememiş, taarruzlar 10.00’dan itibaren 5. Ordu Genel Karargâhı tarafından durdurulmak zorunda kalındığında zayiât 3.369’u şehit, 5.967’si de yaralı olmak üzere toplam 9.487 kişi olmuştur. Çanakkale Cephesi II. Kitap, s. 211. 19 Fahrettin Altay, Fahrettin Altay Paşa’nın Çanakkale Hatıraları Çanakkale Hatıraları, II, haz. Metin Martı, Arma Yayınları İstanbul 2002, s. 29; İzzettin Çalışlar, On Yıllık Savaşın Günlüğü: Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşları, haz. İsmet Görgülü, İzzeddin Çalışlar, Yapı Kredi Yayınları, 1997 İstanbul s. 100. 40 Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü Majestic Zırhlısı Günlük sahibine, birliğinin Anadolu tarafında olması önemli bir hadiseyi de görme fırsatı vermiştir. İngilizlerin birliklerine destek amaçlı Ege Denizi ve Boğaz’da tutulan gemilerden Majestic savaş gemisi gözleri önünde batmıştır. 25 Mayıs 1915’te Triumph’ın batırılması üzerine Mondros Limanı’na çekilen Majestic Gelibolu Yarımadası’nı denizden desteksiz bırakmamak için tekrar Seddülbahir’e dönmüş, Tekke Koyu’ndan bir mil uzakta demir atmıştır. Alman U21 Denizaltısı, 27 Mayıs sabahı Helles Burnu önünde (Tekke Koyu’nda) Seddülbahir’deki birlikleri muhafaza eden Majestic’i etrafındaki kalabalığa rağmen bulduğu 20 metrelik açıktan attığı bir torpido ile 4,5 dakikada batırmıştır.20 Günlük sahibine geminin batışı telefonla bildirilmiştir. Bu kısımdan sonrasını günlükten aktaralım: Boğaz ağzında bulunan nakliye gemilerinin arasında Majestic zırhlısı duruyordu. Hemen telefonla haber verdiler ki zırhlı batıyor. Anlaşıldı, tahtelbahirler garkına sebep oldu. Bataryamız kumandanı gark olan zırhlıyı efrada göstermek için, ‘Çocuklar gelip görsünler.’ diyerek emir verdi. Gittim, gözlerimle gördüm. Omurgası yukarı gelmiş. Allah’a şükrettim. [27 Mayıs 1915]. Suvla Çıkarması Müttefikler Arıburnu ve Seddülbahir kesiminde yapılan muharebelerde bir ilerleme kaydedememiştir. Bunun üzerine İngiltere yeni kabine kurulduktan sonra Yarımada’da Kocaçimentepe hedefli yeni bir çıkarmayı Suvla’ya yapma kararını Temmuz sonunda almıştır. Harekât 6 Ağustos 1915’te başlamış, Türk birliklerinin Conkbayırı’ndan İngilizleri geri atması sureti ile durdurulmuştur. Bu çıkarma esnasında Arıburnu ve Seddülbahir’de Türk birliklerini meşgul etmek için yeni bir taarruz harekâtı da düzenlenmiştir. Bu çerçevede Anzaklar Kanlısırt’ın tamamını ele geçirmek için harekete geçmişlerdir. Kanlısırt Muharebeleri olarak isimlendirilen bu taarruzda binlerce vatan evladı şehit olmuştur.21 Günlükte, Seddülbahir’de başlayan bu hareketliliğin yeni bir ihraç harekâtı olduğu kaydı ise 10 Ağustos 1915 tarihlidir: “Her iki taraftan ateş olundu. Karşıya düşmanın Arıburnu’na asker çıkardığını söylediler.” Bu tarihten sonra birkaç gün daha tutulan günlüğe son kayıt 20 Eylül 1915’te düşülmüştür: 20 Otto Hersing, Çanakkale Denizaltı Savaşı, Çev. Bülent Erdemoğlu, İstanbul 2007, s. 48; Oglander Büyük Harbin Tarihi, c. II, s. 49. 21Erdemir, Çanakkale Savaşı, s. 188. 41 Lokman Erdemir [19 Eylül 1915] tarihine kadar istirahat edip yine İntepe civarında bulunan bataryamıza gelip teslim olduk. Sabahleyin sağ tarafımızda yani Çakaltepe’de bulunan onbeşlikler ateş açtılar. Düşman da keza on mermi kadar attı. Ehemmiyetsizdir. [20 Eylül 1915 Salı]. Savaşa Dair: İnsan, Cephane Askerî konular yanında günlükte muhtelif yerlerde muharebeler sırasında askerlerin sosyal ve psikolojik durumlarını, muharebeler sırasında çekilen sıkıntıları yansıtan ifadelere rastlamak mümkündür. Cephede en fazla karşılaşılan sıkıntıların başını mühimmat sıkıntısı çekmiştir: Üç topa on bir mermimiz kaldı. Cephane bekliyoruz. Düşman her tarafa ateş etmektedir. Mevziimizi tamamıyla öğrendi. Düşman kâmilen atmış olduğu mermiyi pek yakın düşürmekte, sağımıza düşürse sola, solumuza düşürse sağa kaçıyoruz. Savaşta düşman devletler adeta kin ve nefretlerini kusmuşlardır. Topçu subayı bu düşman tavrı şu şekilde ifade etmiştir: Ateşe başladık. On dokuz mermi attık ise de siz misiniz ateş eden! Üç zırhlı bizleri bombardıman etti. Nereye kaçar da kurtulursun! Allah’a sığınıp tevekkül olarak… Bataryamızın her tarafını berbat perişan etti. Atmış olduğu mermi[nin] en ufağı on beşlik.” Ve yine başka bir gün: -Beş on mermi attık. -Siz misiniz ateş eden? Akşama kadar bizlerden ateşi kesmedi. Hamdolsun burnumuz kanamadı. Sonuç Günlük hacmi itibari ile küçük olsa bile her şeyden önce Gelibolu Yarımadası’nda yaşananlara bir topçu subayının kaleminden diğerlerinden faklı olarak Anadolu tarafından bakma imkanı vermesi açısından önemlidir. Ayrıca günlükte verilen birçok bilgi ise Çanakkale Muharebeleri’nin teferruatını ikmal etmektedir. 18 Mart’ın Anadolu tabyalarından bir subay tarafından anlatılması, 25 Nisan kara çıkarmalarında River Clayde adlı kömür gemisi hakkında malumat da bu kabildendir. Son olarak askerin cephe hattındaki psiko-sosyal durumu da günlükte geniş bir şekilde ele alınmıştır. 42 Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü Kaynakça Altay Fahrettin, Fahrettin Altay Paşa’nın Çanakkale Hatıraları, Çanakkale Hatıraları, c. II, haz. Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2002. Binbaşı Nazmi Bey, Çanakkale Savaşları Günlüğü, Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı, Çanakkale 2014. Çalışlar, İzzettin, On Yıllık Savaşın Günlüğü: Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşları, haz. İsmet Görgülü, İzzeddin Çalışlar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997. Çanakkale Deniz Savaşları 1915, Çanakkale Boğaz Komutanlığı, İstanbul 2008. E. Thomazi, Çanakkale Deniz Savaşı, Haz. Hüseyin Işık, Ankara Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1997 Erdemir, Lokman, Çanakkale Savaşı: Siyasi Askeri ve Sosyal Yönleri, Gökkubbe Yayınları, İstanbul 2009. Görgülü İsmet, On Yıllık Harbin Kadrosu: 1912-1922: Balkan Birinci Dünya ve İstiklal Harbi, Ankara 1993. Gücüyener, Şükrü Fuad, Birinci Dünya Savaşında Tanıdığım Kahramanlar Çanakkale Hatıraları, c. III, haz. Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2003. Hamilton, Ian Gelibolu Hatıraları 1915, çev. Mehmet Ali Yalman, Nurer Uğurlu, Örgün Yayınevi, İstanbul 2005. Koyuncu, Aşkın, Keskin, Özkan, Sınmaz, Sönmez, Cahide, Çanakkale Savaşları Bibliyografyası, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2010. Mahmut Sabri Bey, Seddülbahir Muharebesi: 26. Alay 3. Tabur Harekâtı, Çanakkale Hatıraları, c. III, haz. Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2002. Oglander, C. F. Aspinall, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı: Seferin Başlangıcından 1915 Mayısına Kadar; c. I- II, haz. Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul 2005. Otto Hersing, Çanakkale Denizaltı Savaşı, çev. Bülent Erdemoğlu, İstanbul 2007. Rudenno, Victor, Gelibolu Denizden Saldırı, Çev. Dilek Cenkçiler, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayınları Ankara 2009. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekâtı (Haziran 1914- 25 Nisan 1915), c. V, 1. Kitap, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara 2012. Türk Silahlı Kuvvetleri tarihi: Osmanlı Devri: Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi: Çanakkale Cephesi Harekatı (25 Nisan 1915 Mayıs 1915), c. V, 2. Kitap, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara 1978. 43 Lokman Erdemir Ekler Ek 1: Günlükten bazı sayfalar 5 Kânunuevvel 1330 [18 Aralık 1914 Cuma] Aynalıbağ’a hareketimiz. 10 [Kânunuevvel 1330] [23 Aralık 1914 Çarşamba] Edirne’den Dersaadet’e [İstanbul] muvasalat. 11 [Kânunuevvel 1330] [24 Aralık 1914 Perşembe] Çanakkale’ye hareket, 12 [Kânunuevvel 1330] [25 Aralık Cuma] [Çanakkale’ye] muvasalat. 13 [Kânunuevvel 1330] [26 Aralık 1914 Cumartesi] Vapurda bir gün. 14 [Kânunuevvel 1330] [27 Aralık 1914 Pazar] Erenköy’üne [hareket]. 15 [Kânunuevvel 1330] [28 Aralık 1914 Pazartesi] [Erenkyü’nde]’de ikamet. 18 [Kânunuevvel 1330] [31 Aralık 1914 Perşembe] Bozköy’e hareket. 19 [Kânunuevvel 1330] [1 Ocak 1915 Cuma] Geyikli’ye hareket. … 3 ve 4 Mart [1331] [16-17 Mart 1915 Salı-Çarşamba] Ateş olundu ise de ehemmiyetsizdir. Yalnız torpilleri toplamak için birkaç tane taharri [arama] gemileri içeri girmekte iken birkaç tane mermi attık ise de tarassut olunmadı. İleride Çanakkale’den görmüşler. Batırıldığını piyadeler tarafından söylediler. 5 Mart 1331 [18 Mart 1915 Perşembe] On altı zırhlı Boğaz’a hücum ettiler. Ateş açtık. On mermi kadar attık. Yirmi beş kadar torpido ve birçok tahtelbahirler, torpil arayıcılar, elli beş adet gemi olmak şartıyla bize hiç bakmayıp doğru Erenköyü’ne kadar gittiler. Bombardımana başla44 Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü dılar. Ateş hedef taksimi ettiler. Baş gösteremedik. Yan ateşiyle bizleri berbat etti. Bizim toplarımız onların büyük zırhlılarına karşı hiç nev’inde olduğu için bir şey yapamadık. Saat [alaturka] yedide bir zırhlı yaralanıp tepesinin üstüne [dikilmiş] zor hal Boğaz’dan çıkaracaklar. Bizi ateş altına aldılar. Torpidoların avdetinde endahta başladık. On altı mermi attık. Bir kaç tanesine isabet ettirdik. Üç tanesi geri kaçtı. Badehu altı zırhlı torpidoları iskele tarafına almış bize ateş ederken içeri girdi. Ateş edeceğiz, fakat bir tane büyük amiral gemisi karşı istikametimizde durdu. Toplarını bize çevirdi. Ateşe hazır duruyor. Ateş edemedik. Telefonla haber verdiler. Bir tane zırhlı battı. İki tanesinin cephanesi[nin] ateşlendiğini haber verdiler. Bir torpido yanlarına gidip askerini alacakmış. Onun da batırıldığını söylediler. Badehu ateşe başladık. Bir torpidonun kıç tarafından ikinci topun atmış olduğu merminin isabetiyle yaralandığını gördüm. Bizleri büyük zırhlı gene yan ateşine çevirdi. Aman ya Rabbi! Nasıl anlatayım, şiddetli surette etrafta toprak bırakmadı. Başımıza geçirdi. Parçalar bir taraftan, mahfuz mahallerinden çıkamadık. Bizim yanımızda seri ateşlerin cephanesi ateşlendi. Düşmandan ziyade kendi cephanemizden korktuk. Akşam [alaturka] saat ikiye kadar boğaz içerisinden gemiler çıkmadılar. Sabaha kadar top başında nöbette idik. Gece çıkıp gittiler. Dört zırhlı bir torpido[nun] yandığı her tarafa ilan olundu. 8 Mart 1331 [21 Mart 1915 Pazar] Ufak torpidolara ateş ettik ise de ehemmiyeti yoktur. 15 Mart 1331 [28 Mart 1915 Pazar] Cevat Paşa bataryamızı ziyaret etti. Taharri gemileri içeri girmekte iken büyük gemiler Kumkale açığında durdular. … 12 Nisan 1331 [25 Nisan 1915 Pazar] Şafakla düşman gemileri her ne kadar var ise Seddülbahir tarafına büyük ateş açtılar. Badehu bizlere de bir aynı yağmur gibi mermi yağdırmaya, biz onlara, onlar bize. Böyle ateş daha kimseler görmüş değildir. Aman Ya Rabbi nasıl anlatsam! Topların ateşinden bir dumandır çöktü. Denizi, karası görünmez dereceye geldi. Bir nakliye gemisi Seddülbahir iskelesine asker çıkarmaya teşebbüs etti. Ateş ettik. Nakliyenin baş tarafını dağıttık. Batmamak için karaya oturdu. Kumkale tarafına dahi nakliye gemilerine çok ateş ettik. Tarassut mahallinden kumandanımız teşekkür ederek, “Çocuklar bir tanesini batırdık.” diyerek müjde etti. Tayyareler üzerimizde keşfediyorlar, bombalar atıyorlar. Hangisinden sakınacaksın. Öyle ateş olunduğu tarifi gayr-i kâbil, bataryamızın her tarafını kalbur gibi yapıp hallaç pamuğu gibi attı. Ateşin ardı arası olmayıp dehşetli surette ateş olunurken batarya zabitimiz Ali Rıza Efendi emir verdi: “Anam beni yetiştirdi, bu yerlere yolladı” 45 Lokman Erdemir şarkısını söyleterek ateşe devam olunup bir vakit böyle ateş ettik. Üç yüz mermi kadar attık. Cephanemiz kalmadı. Ne yapacağız, şaşırdık. Efradın pek hatırına gelmiyor. Düşman bir dakikada elli-altmış mermi atıyor. Ateş etmemiş gemi yoktur. Öğlene kadar şiddetli ateş devam etti. Artık kulaklarımız, birbirimizin söylediğini işitmez olduk. Badehu yedi tane torpido ikinci batarya istikametine kadar gittiler. Erenköy’üne atılan mermilerin isabetiyle bir tanesi[nin] yattığını arkadaşlardan yedi kişi görmüşler. İspat ediyorlar. Gemileri tâdât etmek [saymak] istedim ise de yirmi kadar zırhlı, yetmiş beş kadar torpido, on sekiz taharri gemisi, yetmiş tane nakliye. Bunlar hiç fasılasız olarak her gemiden yaylım ateş ediyorlar. Saat sekize kadar şiddetli muharebe devam etti. Sekizden sonra biraz hafifledi. Gene ardı arası yoktur. Hele piyade ateşini sorma! Onların sesi top [sesleri] arasında mısır patlaması gibi. Mitralyözler [makinalı tüfek] bir taraftan bugünkü muharebe gibi tarihlerde bile görülmemiş desem caizdir. Saat dokuzdan sonra ateşi Orhaniye tarafına çevirdi. Mermilerin isabetiyle küçük gemilerin üç adedi batırılmıştır. Çokları da hasarzede olmuştur. Dışarıya çıkardığı askeri geriye alamayıp ateşe devam ediyor. Akşam çekilmediler. Bizim piyade alaturka saat ikide hücum etti. Seddülbahir ve Kumkale’den sabaha kadar hiç fasılasız olarak ateş olundu. Düşman zırhlıları piyadelerine kuvvet vermekte. Düşman mitralyöz, cebel topu çıkarmış. Ziyade şiddetli muharebeye devam etti. Hamdolsun bir zayiat yoktur. 13 Nisan 1331 [26 Nisan 1915 Pazar] Bizim sağımızda bulunan obüsler ateş açtılar. İkinci batarya dahi keza, düşman onlara karşı ateş açtı. Bir şey yapamadı. Taharri gemileri içeri girmekte, biz de ateş açtık. Hayli ateş ettik. Büyük şiddetli muharebe karşı geçede oluyor. Akşam Kumkale’den alınan on tane esir iki beygir alınıp alaya gönderildiğinde yolda hesaplarını görmüşler. Badehu alınan iki yüz esir dahi gönderilmiştir. 46 Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü Ek 2: Günlüğün yırtılmış künye sayfası ve hemen ardındaki birinci sayfa. Hemen üst kısımda “Hatıra Defteri’dir 1331 [1915]” ifadesi rahatlıkla okunmaktadır. Ek 3: Günlüğü sahibinden alıp muhafaza eden Mehmet Çavuş. 47 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 49-83 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart- 24 Nisan 1915 Günleri Ahmet ESENKAYA* Özet Kara muharebelerine kadar 18 Mart 1915 zaferi sonrası gelişmeler iki farklı uygulamayı ortaya koymuştur. Bölgedeki deniz ve kara tüm gelişmelerden birinci derecede sorumlu olan birim, Müstahkem Mevki Komutanlığı (Boğaz Komutanlığı) idi. Türkler 19 Mart’tan itibaren her iki sahile top takviyeleri, bir mayın hattının dökülmesi, geçit şamandıraları yerleştirme işlemleri yaptı. Kara birlikleri daha sıkı gözetlemede bulunurken, savunma hazırlıkları ile talimlere ağırlık verilmeye başlandı. Diğer taraftan İtilaf uçakları ve Birleşik Filo, Boğaz girişini ve bölgeyi bombardımanlarla taciz etmeyi sürdürdüler. Çanakkale’nin yakın tarihe kadar İngiliz Viskonsolosluğu görevini yürüten Palmer’in de içinde olduğu E-15 denizaltısı 17 Nisan günü esirlerle birlikte Türklerin eline geçti. Başkomutanlığın kara muharebeleri için 5. Ordu kurulup başına Alman Mareşal Liman von Sanders getirildi (26 Mart 1915). Liman Paşa, amfibi kara çıkarmasını Bolayır ve Anadolu kıyılarından beklediği için, iki tümeni Bolayır’da, iki tümeni de Anadolu (Kumkale civarı)’da tutmayı uygun buldu. İtilaf güçleri Alçıtepe ve Kocaçimentepe zirveleri işgal edilince, birlikler Kilitbahir platosunda birleşecekler; bir taraftan sahil savunma topları tahrip edilirken, diğer taraftan mayın hatları temizlenecek; sonuçta da Boğaz girişinde bekleyen Birleşik Filo İstanbul yolunu tutacak; nihayetinde üzerinde güneş batmaz İngiltere şöhretine şöhret katacak ve Cihan Harbi de son bulacaktı. Anahtar kelimeler: Çanakkale Savaşı, 19 Mart-24 Nisan Günleri, I. Dünya Harbi * Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölümü, aesenkaya@comu.edu.tr 49 Ahmet Esenkaya Gallipoli Front Line: 19 March 1915 and 24 April 1915 Abstract The developments till the land battles after 18 March 1915 revealed two different practices. Strait command was primarily responsible for the developments in land and sea regions. As from 19 March, Turks reinforced the two seasides with artilleries, laid mines, and placed parade floats. Ground troops increased the frequency of observations and spotting. In addition, defence and training preparations were attached more importance. On the other hand, Allied Aircraft and United Fleet continued bombing the entrance of the Dardanelles and the surrounding region. On 17 April, an E-15 submarine was seized by Turks, who captivated the crew, including Palmer, the British vice-consul to Çanakkale. The supreme command established the 5th army for land battles and put German Marshal Liman von Sanders (26 March 1915) in charge thereof. Since Liman Pasha expected amphibian landing in Bolayır and Anatolia, he decided to station two divisions in Bolayır and two on the Anatolian (Kumkale) side. When entente powers occupied the summit of Alçıtepe and Kocaçimentepe, divisions were planned to gather on the Kilitbahir plateau. They would destroy defence cannons on the coastline and clean mine lines. As a conclusion, united fleet stationed in the entrance of the Dardanelles would sail to Istanbul and “the glorious Britain” the empire on which the sun never sets, would become more famous after all, and the world war would be ended. Keywords: Battle of Gallipoli, The Days of 19 March – 24 April 1915, World War I Giriş Sonuçları itibariyle Çanakkale Muharebeleri, savaşın iki yıla yakın uzamasından tutunda, Bolşevik ihtilaline, sömürgelerde prestij kaybına kadar beklenmedik pek çok gelişmelerin yaşanmasına sebep oldu. Belki de bunun özünde, dünyanın güneş batmayan sömürge imparatorluğu olan İngiltere politikasının meseleyi hafife alır tarzda “inat” ve “gurur” tabanında ‘Türk’e ders verme’ düşüncesi ağır bastı. İlgili çalışmada gündem iki taraflı ve iki aşamalı olarak incelenmeye çalışılacaktır. Birinci bölümde Boğaz’ı savunmak için Türklerin neler yaptıkları; 18 Mart zaferi sonrasında da Müstahkem Mevkii Komutanlığı’nın ardından yeni kulan 5. Ordu ile komutanlığına getirilen Mareşal Liman von Sanders’in savunma plan ve stratejisi aktarıldıktan sonra 24 Nisan günü Türk savunması kuşbakışı olarak taranmaya ça50 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri lışılacaktır. İkinci bölümde ise bölgeye çok amaçlı işgale gelen Müttefiklerin Boğaz önündeki filolarının Boğaz’ı, civarını taciz ve saldırıları, denizaltılarla da olsa Boğazı zorlama teşebbüsleri, karaya çıkarılacak birliklerin hazırlıkları, bu birliklerin gemilerle bölgeye getirilmeleri, nasıl bir planlamaya gidecekleri, nasıl bir strateji uygulayacakları gibi gündemler aktarılmaya gayret edilecektir. Müstahkem Mevkii Komutanlığı Savunma Hizmetleri 18 Mart 1915 Boğaz Savunması ve Kayıp Bilançosu 18 Mart 1915 Boğaz savaşındaki insan kaybımız şehit ve yaralı olarak toplam, 79’dur. Almanların kayıpları da, ölü ve yaralı olarak 18’dir. Böylece iki devletin toplam insan kaybı 97’den ibarettir.1 Zaferle sonuçlanan günün sonunda maddi kayıp bilançosu2: Anadolu Hamidiye Tabyası’nda, bir topun kundak ve döşemesi ağır hasar görmüştür. Çimenlik Tabyasında, top cephaneliğine isabet eden mermiler, yangına neden olmuş ve bir top da hasara uğramıştır. Rumeli Hamidiye’sinde, iki top ağır hasar görerek, savaş dışı kalmıştır. Namazgâh Tabyası’nda, bir top ağır hasara uğramış, diğer bir top ise şimdilik kullanılamayacak hale gelmiştir. Obüs bölgesinde, dört adet martin piyade tüfeği kullanılmaz hale gelmiştir. Baykuş (Mesudiye) Tabyası’nda, bombardıman toplarda hasara yol açmış ve bataryanın ateşini olumsuz yönde etkileyerek aksatmıştır. İngiliz ve Fransızların kaybı: Birleşik Filo’nun 18 Mart 1915’te Boğaz bombardımanına katılmış bulunan güçlü savaş gemilerinden üçü (Bouvet, Ocean, Irresistible) batarak Boğaz’ın derin sularına gömülmüş3, dördü (Inflexible, Gaulois, Soufrene ve Agamemnon) de, savaş dışı kalarak savaş edemez duruma düşmüştür.4 44 top, 800 kadar insan kaybı olmuştur. O günün şartlarında dünyanın en modern zırhlıları bol cephaneli ağır toplarıyla Boğaz tabya ve bataryalarına gün boyunca sürdürdükleri bombardımanlarla, Boğaz’ı cehenneme çevirmişlerdi. Ama sonuçta, savaş gücünün 1/3’ünü kaybeden yine bu güçlü armada olmuştu. 1 2 3 4 ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-1, F. 1-13, 1-14, 1-16. ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-3, F. 1-13, 1-14; ATASE Arşivi, No. 7/1736, Kls. 5640, Dos. H-9, F. 1-2; ATASE Arşivi, No. 7/2328, Kls. 5653, Dos.1, F. 1-32, 1-33; ATASE Arşivi, No. 7/1736, Kls. 5644, Dos. H-1, F. 1-6; ATASE Arşivi, No. 7/1725, Kls. 5634, Dos. H-1, F. 1-94. BOA, DH. EUM. 3. Şb, 4/37. M. Şevki Yazman, Türk Çanakkale, Ulus Basımevi Ankara 1938, s. 47-48. 51 Ahmet Esenkaya Müstahkem Mevkii Komutanlığı Savunma Hizmetleri Birleşik Filo ile Boğaz’ı zorlayarak bir ay içinde İstanbul’u almayı tasarlayan Anlaşma Devletlerinin, 18 Mart Boğaz savunması karşısında yenilgisinden sonra, kaçınılmaz bir düş kırıklığına uğradıkları bir gerçekti. Bununla beraber onların, iç ve dış kamuoyunda kırılan prestijlerini yeniden kurabilmek için, Osmanlı’nın siyaset merkezi ve birinci derece stratejik hedef oluşturan İstanbul’u her ne pahasına olursa olsun ele geçirebilmek arayışı için de oldukları da gözden uzak tutulamazdı. Bu itibarla Anlaşma Devletlerinin, başarıya ulaştırılamayan deniz harekâtının, karadan da denenebileceğini hesaba katan Türk komutanları, bir yandan yinelenebilecek bir saldırıya karşı Boğaz savunmasını pekiştirmeyi (yeni mayın hattı döşenmesi; hasar gören topların ateşe hazırlanması ve yeniden getirilen toplarla takviyesi gibi) sürdürürken, öte yandan da, yapılabilecek çıkarmalara karşı bölgedeki kara birliklerini güçlendirme kararı aldılar. Müstahkem Mevkii Komutanlığı, Birleşik Filo’nun 18 Mart’ta Boğaz’da uğradığı ağır yenilgi üzerine, İngiliz ve Fransızların, her ne pahasına olursa olsun Boğaz’ı aşmak için, bu kez karadan girişebilecekleri çıkarmalara karşı mevcut savunma düzeninin hem gözden geçirilmesi hem de pekiştirilmesiyle ilgili olarak 20 Mart’ta Başkomutanlığa tamamlayıcı değişiklikler yapılması yönünde öneride bulundu: 5 Eceabat’ta toplu halde bulunan 19. Tümen ile Ezine dolaylarındaki 11. Tümenin şimdiden bölgelerinde gözetleme ve savunma düzenine katılmaları; Eceabat-Kabatepe çizgisi güneyindeki bölgenin 9. Tümene; kuzeyindeki kesimin de 19. Tümene verilmesi; her iki tümen karargâhının Eceabat yöresinde bulunması; 9. Tümenden bir Alayın Çanakkale’de ihtiyatta bırakılması; Erenköy’den Kumkale ve Beşige’ye kadar olan Anadolu yakası kıyı kesiminin, 64. Alay ve Beyoğlu Seyyar Jandarma Alayıyla takviye edilerek 11. Tümen tarafından gözetlenip savunulması.6 Başkomutanlığın 22 Mart’ta bu öneri ile ilgili olarak verdiği cevapta: 9. Tümen’in bir değişikliğe gidilmeden olduğu yerde bırakılması; 19. Tümen’in eskiden olduğu gibi, Saros Körfezi ve Anadolu kıyılarından yapılabilecek çıkarma girişimlerine karşı kullanılmak üzere 3. Kolorduya bağlı olarak Eceabat’ta toplu halde bulunması ve sadece 9. Tümen karargâhının Eceabat’a alınması; 11. Tümen konuşlanmasındaki temel düşüncenin de düşmanın Anadolu yakasına 5 6 52 ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-19;Binbaşı Nihad, 21 Mart’ta Çanakkale bölgesinde savaş düzenini şöyle aktarır: “3. Kolordu, Çanakkale ve Yarımada’da; Karargahı Yeniköy’de olan 5 nci Tümen, Yeniköy-Bayramiç –Yerlisu bölgesinde; 7.Tümen, Saros’da; 9. Tümen Yarımada’da, 19. Tümen Maydos’ta, ihtiyatta; 11. Tümen Ezine’de…” Binbaşı Nihad, Seddülbahir Muharebatı, Erkan-ı Harbiye Mektebi Yayınları, İstanbul 1921, s. 6. Cevat Paşa’nın önerdiği bu yeni düzenleme ile birinci derece önem taşıyan Gelibolu yarımadasında var olan birliklerin birbirlerine karışmalarını önlemiş olduğu gibi, Anadolu ve Rumeli bölgelerinin takviyeleri de kolaylaşacaktı. Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri asker çıkarması amacının, sadece bu bölgedeki istihkâmların ele geçirilmesi olup, derinlikte bir ilerlemeyi hedeflemediği görüşü7 belirtiliyordu. Müstahkem Mevkii Komutanlığı, Başkomutanlık emrini göz önünde bulundurarak 23 Mart’ta birliklerine: Akdeniz Sefer Kuvvetler Komutanı General Ian Hamilton’un Bozcaada’ya geldiği; şu ana kadar 40.000 Fransız askerinin; ayrıca Avustralya ve Cezayirli askerlerden oluşan 50.000 kişilik bir kuvvetin de Mondros’ta toplandığının haber alındığı; Gelibolu yarımadası Saz Limanı’ndan başlayıp Edremit Körfezi’nde Akçay İskelesi ile sona eren Müstahkem Mevki bölgesinde alınacak gözetleme ve savunma düzenleri: Rumeli bölgesinde 25, 26, 27. Piyade Alaylı 9. Piyade Tümeni; Anadolu bölgesinde 33, 64, 127. Piyade Alayı 11. Piyade Tümeni bölgesinin savunma gücü olacaktır. 19. Piyade Tümeni, Eceabat’ta toplu olarak genel ihtiyatı oluşturacaktır. 126. Piyade Alayı Müstahkem Mevki emrinde Çanakkale dolaylarında kalacak. Çanakkale-Karantina arasındaki kıyı kesimini gözetleyecek. 9. Piyade Tümeni birliklerin Eceabat’a taşınması hızlı biçimde gerçekleştirilecektir. 8 Müstahkem Mevki Komutanlığı, 22 Mart’ta aldığı cevap çerçevesinde9 verdiği emirler gereği 24 Mart’ta Eceabat’a ulaşan 9. Tümen, buradaki 19. Tümen’den Eceabat bölgesi komutanlığını devralmıştır (25 Mart).10 Gelibolu yarımadasında, kıyı bölgesinde İngiliz çıkarmalarına engel olmak ve durdurmak görevini almış olan 9. Tümen, 31 Mart 1915’te yeni düzenlemeler yapmıştır.11 9. Tümen, Kilitbahir platosunun iki yanında, Kabatepe-Arıburnu bölgesi ve Seddülbahir bölgesi olmak üzere, birbirinden ayrı iki grup halinde düzenlenmişti. Buna göre, 27. Alay Yarbay Şefik komutasında, Koyun Limanı (hariç) ndan Büyük Arıburnu’na kadar olan kıyıda tertiplenmiştir. 25. Piyade Alayı, Büyük Arıburnu’ndan Sarıtepe burnuna kadar uzanan kıyıyı gözetleme ve savunma ile görevlendirilmiştir. 26. Piyade Alayı, Binbaşı Kadri komutasında Sarıtepe burnundan Tengerdere ağzına (dâhil) kadar tüm Seddülbahir koylarında kıyı gözetleme ve savunmayla görevlidir. 26.Alay karargâhı Kirte’dedir. Boğaz’a Mayın ve Sahil Topu Takviyesi 19 Mart günü sakin geçmiş ve Bulgar mayınlarını serseri mayın gibi atmak üzere deneme yapılmış ve başarı elde edilmiştir. 20 Mart günü demirinden kopan bir mayın 7 8 9 10 11 ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-21. ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-21, 1-22. ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-21. ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-22, 1-23. ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-19; Genelkurmay, Çanakkale 1 nci Kitap, Kroki: 14. 53 Ahmet Esenkaya Köseburnu’ndan alındı. 22 Mart’ta saat 05.00 ve 17.00’de iki kez mayın dökme işlemi Seddülbahir ve Kumkale’deki destroyerler ve Karanlık Liman’daki bir torpido yüzünden gerçekleştirilememiştir. 26 ve 27 Mart günü de bu işlem gerçekleşemedi. Sivrihisar torpidosu, 28 Mart 1915 günü saat 21.00’de mayın motoru ile birlikte Çanakkale Boğazı’nın batı kıyısı izlenerek Tengerdere ile Domuzdere arasında kıyının bir kilometre açığından başlayarak, Çanakkale Boğazı’nın ortasına doğru bir mayın hattı döktü. 29 Mart günü Rumeli sahiline beş varil ve 3 ufak sac şamandıra konuldu.12 31 Mart, Baykuş Bataryasının tam karşısında, Kabataş mevkiinde Berk-i Satvet gemisinden çıkarılan iki adet 5.7’lik top tabiye edilmeye başlandı.13 31 Mart 1915-1 Nisan 1915 gecesi Sivrihisar torpidosu ve mayın motoru önceki mayın hattını, buna paralel olarak Çanakkale Boğazı’nın ortası doğrultusunda 10 mayın dökerek uzatmış14 böylece hattaki sayı 19 mayına çıkmıştır. 5. Ordu bu mayın hattının savunulması için, iki sahra bataryasını Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı emrine vermiştir. “13 Nisan’da Kilitbahir’e doğru üç şamandıra daha atılmıştır. 14 Nisan’da D sarfına (tamamlanana) kadar Değirmenburnu’nda son bulmak üzere ‘tehi hers’ mayınlarından altı adet daha atıldı ve şamandıra da yerleştirildi. 18 Nisan’da Turgut Reis Gemisi’nden çıkarılan iki adet 8.8’lik top, Soğanlıdere’ye tabiye edilmeye başlandı. Batarya Kumandanı Mülazım-ı evvel Heybeli Adalı İhsan Efendi idi.15 23 Nisan’da ise Merten Paşa emri ile iki adet ‘loçalı gönder’ yerleştirilmiştir.”16 Dardanos Bataryası ve Hasan-Mevsuf Bataryası Boğaz girişine yakınlığı sebebiyle 18 Mart Zaferi günü belki de en çok isabet alan bataryalardan birisi Dardanos Bataryası’dır. Günün sonuna doğru 1. Batarya Komutan Üsteğmen Hasan Bey, 1. Batarya Subayı Teğmen Mevsuf Bey ve görevli askerlerden birçoğu da şehit olmuştur. Bunun üzerine ilk defa bir bataryanın ismi değiştirilmiştir. Müstahkem Mevki Komutanlığının, 7 Nisan 1915 tarihli Başkomutanlığa Mirliva Cevat imzalı tabya ismi değişikliği talebi: “25 Şubat’tan beri devam eden Boğaz muharebelerinde ve özellikle 18 Mart’ta düşmanın şiddetli ateşine maruz kaldığı halde sükûnet ve kahramanlıkla gö12 Binbaşı Nazmi Bey, (Günümüz Türkçesine Aktaran: Ahmet Esenkaya), Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü (1914-1922), Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı Yayınları, İzmir 2004, s. 48-59. 13 M. Şakir Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, Deniz Matbaası, İstanbul 1958, s. 22. 14 ATASE Arşivi, No. 1/1, Kls. 121, Dos. 572, F. 1-97, 1-98; ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-19; ATASE Arşivi, No. 6/1726, Kls. 5283, Dos. H-5, F. 1-2, 1-3, ATASE Arşivi, No. 7/ 6968, Kls. 5675, Dos. H-1, F. 1-33, 139; Herman Lorey (çev: Tacettin Talayman) Türk Sularında Deniz Hareketleri, İstanbul 1946, s. 89-90; Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 51, 53. 15Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, s. 24. 16 Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 56, 59. 54 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri revini yerine getirerek düşmana birçok zarar vermeyi başaran ve bu uğurda o gün muharebenin sonuna doğru bataryaları başında şehit olup kalplere gömülen Dardanos Batarya Komutanı Üsteğmen Kilitbahirli Hasan ve Takım Subayı Teğmen Trablusgarplı Mevsuf Efendiler’in bu uğurda gösterdikleri fedakârlığa karşılık olmak üzere Dardanos Bataryasının, Hasan-Mevsuf Bataryası unvanıyla adlandırarak onları ölümsüzleştirmek ve şanları vatan müdafaası uğrunda fedakârlıklar göstererek gelecek nesilleri gıpta ettirecek kahramanlık numunesi olan bir tarihi cemile (güzellik) olacağı düşünülmüş olup tensiplerinize arz olunmuştur. Mirliva Cevat”17 Cevabi yazıda “…adı geçen Dardanos Bataryası, Hasan-Mevsuf Bataryası unvanı ile değiştirilmiştir,” kararı alınarak iki genç komutan tarihteki onurlu yerlerini almışlardır. 5. Ordu ve Mareşal Liman von Sanders Kara muharebeleri kaçınılmaz olunca, 1. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders, 3., 15. Kolordularla, 5. Tümen ve Bağımsız Süvari Tugayı’ndan oluşturulan 5. Ordu Komutanlığına atanmış18 ve Gelibolu’daki Fransız Konsolosluk binası karargâh ve makam olarak tahsis edilmiştir.19 Göreve başlamak üzere 26 Mart’ta Gelibolu’ya gelen Mareşal20, aynı gün Bolayır’a hareket etmiştir.21 Gerek bu hareketi, gerekse gelişinin ilk haftasından itibaren bölgede aldığı ve almayı düşündüğü düzenlemeler, Onun, büyük ölçüdeki İngiliz çıkarmalarının, Saros Körfezi’yle Anadolu kıyılarından beklediğini kanıtlamıştır.22 Burada Yarbay İzzeddin’in günlüğünde geçen aktarımı da dikkate değerdir: “… Bu savaş düzeni 5. Ordu Karargâhının oluşturulmasından sonra alınmıştı. Daha önce sahil gözetlemesi için iki görüş vardı: Birincisi, düşmanı sahile çıkartmamak; ikincisi de düşmana sahile çıktıktan sonra taarruzla karşılık vermek. 3. Kolordu tarafından 17 Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Çanakkale Cephesi Harekâtı, V. c. I. Kitap, (Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 1 olarak kısaltılacaktır) Ankara 1993, belge no: 2130. (ATASE Arşivi, No. 1/1, Dos. 315, F. 2.) 18 ATASE Arşivi, No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-5. 19 ATASE Arşivi, No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-6; BOA, HR. SYS, 2109/11 20 Binbaşı Nihat, “5. Ordu hemen hemen savaş tarihinde bir örneği daha olmayan ve henüz hiç tecrübe edilmemiş bir görev üstlenmiş olduğu için, uygulanacak strateji ile ilgili değişik fikir ve kanaatlerin bulunmasından daha tabii bir şey olamaz. Sahil savunmasında kanaatimizce en iyi hareket şeklinin düşmanın karaya çıkmasına engel olmak olduğunu, ancak bunda başarılı olunamazsa şiddetli taarruzlarla düşmanı durdurmaya ve etrafını çevirmeye çalışarak, ilerlemesine imkân vermemek gerektiğini, yoksa karaya çıkan bir kuvvetin tekrar denize dökülmesinin çok zor bir iş olduğunu ancak bu savaş sonunda anladık.” Binbaşı Nihat, Seddülbahir Muharebatı, s. 12. 21 ATASE Arşivi, No. 5/2453, Kls. 3964, Dos. H-10, F. 1-16. 22 ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-1, F. 1-4 55 Ahmet Esenkaya birinci görüş daha uyun görülmüş, savaş düzeni bu ana esas üzerine kurulmuştu. 5. Ordu’nun kurulmasından sonra 5. Ordu, 3. Kolordu, 9. ve 19. Tümen komuta kadrosu sahili incelemiş (13 Nisan 1915) ve sonuçta sahilin gözetlenmesine karar verilmiştir.” 23 Liman Paşa, kıyının zayıf gözetleme birlikleriyle tutulup, kuvvetli ihtiyatlar (her an harekete hazır yedek kuvvetler) ayırarak düşmanı karaya çıktıktan sonra karşı taarruzlarla denize dökmeyi hedeflemiştir.24 5. Ordu’nun Saros Körfezi kuzeyinde Enez’de başlayan sorumluluk alanı, tüm Gelibolu Yarımadası’nı kapsıyor; Anadolu yakasında ise Akçay İskelesi’nden başlıyor, Biga Yarımadası’nı kapsıyor ve Karabiga’ya kadar uzanıyordu. Bu ordu, Anadolu yakasındaki 15. Kolordu (3. ve 11. Tümenler; Çanak­kale ve Balıkesir Jandarma Taburları), Rumeli yakasındaki 3. Kolordu25 (7., 9. ve 19. Tümenler), 5. Tümen ve bağımsız süvari tugayından oluştu. Toplam 80.935 askerlik bu kuvvete ulaşmıştır. Kavaksuyu-Beşige arasında 150 kilometrelik geniş bir kıyı şeridinde savunmakla görevlendirilen 5. ve 7. Tümenler Gelibolu berzahı/dar geçidi kesiminde; 9. ve 19. Tümenler Gelibolu Yarımadası’nın güneyinde; 3. ve 11. Tümenler Anadolu yakasında konuşlandırılmıştır.26 Böylece Liman von Sanders, Bolayır dışında Gelibolu Yarımadası’nda büyük çıkarma hareketleri beklemediğinden, Çanakkale savunmasını, sadece Saros ve Anadolu kıyılarına yapılacak çıkarma hesabına göre düzenlemiştir. Liman Paşa, hangi nokta veya noktalarda gerçekleşirse gerçekleş­sin, muhtemel bir Müttefik çıkarmasının kıyıda önlenemeyeceği kanaatindeydi. Bu savunma anlayışı aşağıdaki şekilde gerekçelendirilmiştir: Liman Paşa’ya göre, nihai zaferin kazanılması şu temel perspektife bağlıydı: Kıyıları, zayıf sahil gözetleme kıtalarıyla tutmak ve çıkarma(lar) hangi noktada gerçekleşirse, kuvvetli ihtiyat birlikleriyle düşmanı kar­şılayarak denize geri atmak. 23 Yarbay İzzeddin, Arıburnu Muharebatı, Erkan-ı Harbiye Mektebi Yayınları, İstanbul 1921, s. 5. 24 ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-2, F. 1-4, 1-6, 2-22; ATASE Arşivi, No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 4, 4-4; 5. Ordu komutanının bu görüş ve bu görüş etrafında oluşturduğu planlamayı değerlendirirken, Türk Genelkurmayı “…harekâtın gelişiminden de anlaşılacağı üzere (Sanders) büyük bir yanılgıya düşmüştür,” düşüncesindedir. Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Savaşı V. Cilt Çanakkale Cephesi Harekâtı 1 nci, 2 nci ve 3 ncü Kitapların Özetlenmiş Tarihi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1997, s. 52-53. (Genelkurmay, Çanakkale Cephesi Özetlenmiş Tarihi olarak kısaltılacaktır). 25 ATASE Arşivi, No.1/1, Kls. 62, Dos. 313, F. 1-16. 26 ATASE Arşivi, No. 5/2453, Kls. 3864, Dos. H-12, F.1-13, 1-17,1-18; ATASE Arşivi, No. 6/8903, Kls. 4836, Dos. H-10, F. 1-66; ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-4, F. 2-19; ATASE Arşivi, No. 6/8903, Kls. 4836, Dos. H-10, F. 1-68, 1-71; ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-4, F. 2-18, 2-29, 2-30, 2-31; Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, I. Dünya Harbinde Türk Harbi, c. V, 2. Kitap, Çanakkale Cephesi Harekâtı Ankara 1977 (Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2 nci Kitap olarak kısaltılacaktır), s. 13’te “Gelibolu’ya yorgun argın dönen Ordu Komutanı’nın 25 Nisan’da Müttefiklerin amfibi harekâtının başlayacağına dair hiçbir bilgisi ve sezgisi yoktu”, cümlesinin sonuna Liman Paşa’nın eserinin 59. sayfasını dipnot olarak referans gösterir. Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Sene, Askeri Basımevi, İstanbul 1337 (1921), s. 59. 56 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri Ordu’nun harekât alanına yerleşimi, “oynak savunma strate­jisi” olarak tanımlanan ve eldeki kuvvetleri kıyılara dağıtmak yeri­ne, bunları daha geride, konsantre vaziyette tutan bu anlayışa göre ye­niden şekillendirildi. Liman Paşa, özellikle iki muhtemel çıkarma noktasına önem ve­riyordu. Bunlardan ilki, Anadolu kıyısındaki Beşige Koyu’ydu. Bu böl­genin, Müttefik donanmasının yerleştiği Bozcaada’nın hemen kar­şısında bulunması, Boğaz’ı koruyan en kuvvetli kıyı toplarına (Ana­dolu Hamidiye) yakınlığı, hemen ilerisindeki Erenköy sırtlarının düş­ man topçusu için uygun bir yer teşkil edeceği düşüncesi ve ilerleme yollarının görece iyi olduğu tespiti, Liman Paşa’nın gerekçeleriydi. İkinci önemli nokta ise, Bolayır olarak değerlendirilmişti. Liman Paşa bu bölgeyi muhtemel bir Müttefik harekâtının anahtarı ola­rak görüyordu. Buraya çıkarma yapacak düşman kuvvetlerinin ve on­ları destekleyecek donanmanın, 5. Ordu’nun İstanbul’la hem deniz hem de kara bağlantısını keseceği düşünülüyordu. Karargâhı Gelibolu’da bulunan 5. Ordu’nun iki kolordusundan 3. Kolordu Boğaz’ın Avrupa yakasından, 15. Kolordu ise Asya yaka­sından sorumlu olacaktı. Buna göre kuvvetlerin dağılımı şu şekilde gerçekleştirildi: Bolayır ve kuzeyinde 7. Tümen (19., 20. ve 21. Alaylar ve top­çu alayı) ve 5. Tümen (ordu ihtiyati; 13., 14. ve 15. Alaylar ve topçu ala­yı) ve bağımsız süvari tugayı. Beşige ve kuzeyinde 11. Tümen (33., 126. ve 127. Alaylar ve topçu alayı) ve 3. Tümen (31., 32., 39. ve 64. Alaylar ve topçu alayı) ve Ça­nakkale Jandarma Alayı birlikleri. Gelibolu Yarımadası’nda 9. Tümen (25., 26. ve 27. Alaylar ve topçu alayı) ve Eceabat yöresinde 19. Tümen (ordu ihtiyatı; 57., 72., ve 77. Alaylar ve topçu alayı) ve Gelibolu ve Bursa Jandarma Taburları. Müstahkem Mevki Komutanlığı ise ayrı bir oluşum olarak Boğaz içindeki sorumluluk alanını muhafaza ediyordu. Stratejik Noktalarda Türk Birlikleri Seferberlik ilanı ile birlikte “Karargâh-ı Umumi ve Başkumandanlık Vekâleti” kuruldu. Başkumandan olan V. Mehmet Reşat, sefere çıkmadığı zaman, bu makama Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı olarak Tuğgeneral Enver Paşa atandı. Başkomutan Vekili Yaveri Yüzbaşı Kazım (Orbay)27; Genel Kurmay Birinci Başkanı Tuğgeneral Bronzart von Schlefendorff Paşa, Genel Kurmay Birinci Başkan Yardımcısı Albay Hafız Hakkı Paşa; Genel Kurmay Birinci Başkan Yardımcısı Albay Bahattin Bey28; Harekât Şubesi Müdürü Yarbay von Kress; Harekat Şubesi Müdür Yardımcısı Binbaşı İsmet (İnönü) ve Binbaşı Ali İhsan (Sabis); İstihbarat Şubesi Müdürü Binbaşı 27 İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, TTK Yayınları, Ankara 1993, s. 53. 28Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s. 53. 57 Ahmet Esenkaya Kazım29 (Karabekir) ve Binbaşı Seyfi (Düzgören); İstihbarat Şubesi Müdür Yardımcısı Ömer Lütfi; Demiryolu ve Muvasala Şube Müdürü Binbaşı Patrich; Demiryolu ve Muvasala Şube Müdür Yardımcısı Binbaşı Refik (Aktay); Menzil Umum Müfettişliği Yarbay Nihat; Sıhhiye Umum Müfettişi Albay Dr. Süleyman Numan (Paşa)’dır.30 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders Paşa; 5. Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Kazım (İnanç); 5. Ordu İdari Başkanı Binbaşı H. Hüsnü (Alptogan); 5. Ordu Harekât Şube Müdür Vekili Yüzbaşı Mümtaz Aktay; 5. Ordu Komutanlığı Kurmay Emir Subayı Teğmen Ekrem Rüştü (Akömer),31 Gelibolu Yarımada güney ve kuzey bölge sorumlusu 3. Kolordu Komutanı Tuğgeneral Esat Paşa (Bülkat); 3. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Fahrettin (Altay); 3. Kolordu Harekât Şube Müdürü Binbaşı Ohrili Kemal; 3. Kolordu Kurmayı Yüzbaşı Burhanettin; 3. Kolordu İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Ziya; 3. Kolordu Harekât Subayı Yüzbaşı Remzi (Yiğitgüden); 3. Kolordu Karargâh Kurmayı Yüzbaşı Nazmi (Kurar); 3. Kolordu Emir Subayı Üsteğmen Baki (Vandemir).32 Bolayır (Saros) Bölgesi 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders ile birlikte 5. Tümen Komutanı Albay Hasan Basri, 5. Tümen Kurmay Başkanı Binbaşı Mehmet Arif (Ayıcı), 13. Piyade Alay Komutanı Yarbay Ali Rıza, 14. Piyade Alay Komutanı Yarbay Ali Rıfat, 15. Piyade Alay Komutanı Binbaşı İbrahim Şükrü; 7. Tümen Komutanı Albay A. Remzi, 7. Tümen Tümen Kurmay Başkanı Binbaşı Şükrü Naili, 19. Piyade Alay Komutanı Yarbay Sabri, 20. Piyade Alay Komutanı Binbaşı Halit, 21. Piyade Alay Komutanı Yarbay Halil, 7. Topçu Alay Komutanı Yarbay Salih Ulvi.33 Anadolu Yakası Kumkale Bölgesi Anadolu yakası Kumkale bölgesinde 15. Kolordu34 Komutanı Alman General Weber Paşa35; 15. Kolordu Kurmay Başkanı Alman Yarbay Tuweney; 15. Kolordu Harekât Şube Müdürü Yüzbaşı Bursalı Nihat; 3. Tümen Komutanı Alman Albay Ni29 Binbaşı Kazım (Karabekir), Seddülbahir bölgesinde 14. Tümen Komutanı olarak hizmet verdi. 30Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s. 53. 31Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s. 64. 32Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s. 64. 33Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s. 96. 34 Kuruluş döneminde Mürettep Kolordu olarak zayıf kadrolu olarak kurulmuş; 8 Nisan günü verilen bir emirle yeni adını almıştır. ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-2, F. 2-25.ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-1, F. 1-4. 35 BOA, İ, 1333, Ca /36; ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-1, F. 1-4. 58 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri colai; 3. Tümen Kurmay Başkanı Yüzbaşı Suphi; 31. Piyade Alay Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı; 39. Piyade Alay Komutanı Yarbay H. Nurettin; 3. Topçu Alay Komutanı Alman Yarbay Binhold; 11. Tümen Komutanı Albay Rafet; 11. Tümen Kurmay Başkanı Binbaşı Ali Fehmi; 33. Piyade Alay Komutanı Yarbay Şevki; 126. Piyade Alay Komutanı Yarbay Mustafa Şevki; 127. Piyade Alay Komutanı Yarbay Hasan Lütfi; 11. Topçu Alay Komutanı Binbaşı Emin. 15. Kolordu’nun savunma düzeni, 5. Ordu Komutanlığının ana fikrine uygun olarak kıyılar zayıf birliklerle tutulup, büyük kısımları derinlikte savaşa hazır bulundurmak; bir çıkarmada düşmanın yerleşip güçlenmesine fırsat vermeden karşı hücumlarla denize dökmek esasına dayanmaktaydı. Olumsuz gelişmeler karşısındaysa, Menderes kesiminden itibaren savunmaya geçmeyi öngörüyordu. Bu amaçla Kolordu birlikleri, Kumkale’den Beşige’ye kadar uzanan sorumluluk bölgesinde, İntepeGeyikli ekseninde gruplandırılmıştı. Bu gruplanmada 3. ve 11. Tümenlerin görevleri, ana hatlarıyla şöyle belirlenmişti: 3. Tümen, Fransızların Kumkale ve Boğaz girişine yönelik çıkarmalarına karşı, onu gece düzenlenecek süngü hücumlarıyla Kumkale’den geri atacaktı. 11. Tümen de, bölgesinde baş gösterebilecek Fransız çıkarmalarını, vakit geçirmeden geriye atmakta yükümlüydü. Tümenler, üst düzey savaş hazırlığında bulunacaklar ve bu gibi hallerde 3. Tümen İntepe-Tevfikiye sırtlarını elde tutmak şartıyla, daha çok çıkarmanın beklendiği 11. Tümen’e yardım için güneye veya güney batıya ilerleyecekti.36 Sonuç olarak 15. Kolordu ile bazı teknik eksikliklerine karşın, Boğaz’ın güney kanadı kendi imkânları ölçüsünde bir amfibi harekâta karşı ağır koşullarda da olsa, kıyıdan itibaren başarılı bir savunma yapabilecek düzeyde hazırlıklı bir güç haline getirilmişti. Bu ilk rapor üzerine, kendi sorumluluk bölgesinde yerleşmiş bulunan Alman Albay Nicolia emrindeki 3. Tümen, alarma geçirildi. Bunu izleyen raporlardaki kıyı bombardımanları ve çıkarmanın başlamış olduğunu gösteren haberler37 üzerine, verilen bireysel emirlerle de tümen birliklerine gerekli savaş düzenleri aldırıldı. Buna göre, hemen ileriye alınan iki tabur, daha önce kıyı güvenliği için, Yeniköy’de yerleştirilen bir taburla birlikte ikisi Yeniköy ve biri Yenişehir’de olmak üzere üç tabur, Menderes batısında toplandı. Bunu, çıkarma başladıktan sonra, Yeniköy’e iki piyade ve bir topçu taburunun gönderilmesi izledi. Böylece Menderes ile kıyı arasında, beş piyade ve bir topçu taburu toplanmış oldu. Bu kuvvetlerin sevk ve idaresi de, bölgedeki 39. Alaya verildi.38 Karargâhı Kalvert Çiftliği’nde olan 15. Kolordu’nun 24 Nisan günü konuşlanması39: Albay Nicolai komutasındaki 3. Tümen, Kumkale-Beşige Bur36 ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-2, F. 2-8. 37 ATASE Arşivi, No. 6/8056, Kls. 4775, Dos. H-2, F. 1-1,2. 38Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2 nci Kitap, s. 54; Belen, 1915, c.II, s.159. 39 Yüzbaşı Celaleddin, Kumkale Muharebeleri, Erkan-ı Harbiye Mektebi Yayınları, İstanbul 1921, s. 10. 59 Ahmet Esenkaya nu hattın da; Yarbay İsmail Hakkı komutasındaki 31. Alayın 1. Taburu Truva harabelerinde, 2. Taburu İntepe, 2. Taburun 6. Bölüğü40 Kumkale ve Yenişehir’de, 3. Taburu Halileli civarında; 32. Alay Hamidiye (Sarıçalı)’de; Yarbay Hüseyin Nurettin Bey komutasındaki 39. Alay’ın 1. ve 2. Taburu Çıplak Köyü’nde, 3. Taburu Yeniköy civarında; iki taburlu 64. Alay Hamidiye’de; 3. Süvari Alayı Hamidiye’de 3. Topçu Alayı 1. Cebel Taburu Çıplak Köyü’nde; 3. Topçu Alayı 1. Sahra Taburu Hamidiye (Sarıçalı)’de; 5. istihkâm Bölüğü Çıplak Köyü’nde; Tümen Karargâhı, Telgraf Takımı, Sıhhiye Bölüğü, Seyyar Hastane Hamidiye’de. Karargâhı Pınarbaşı’nda olan Albay Rafet komutasındaki 11. Tümen, Menderes Çayı güney ve güneybatısında Pınarbaşı-Ovacık-Geyikli mıntıkasında, zayıf gözetleme birlikleriyle Beşige Burnu ile Eski İstanbul Burnu gözetleme hattındadır. Güney Seddülbahir Bölgesi 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami; 9. Tümen Kurmay Başkanı Binbaşı Hulusi (Conk); 25. Alay Komutanı Yarbay İrfan; 26. Alay Komutanı Yarbay Hafız Kadri; 26. Alay Komutanı 3. Tabur Komutanı Binbaşı Mahmut Sabri; Topçu Alay Komutanı Yarbay Mehmet Ali; 7. Tümen 20. Alay Komutanı Binbaşı Halit; Bursa Jandarma Tabur Komutanı Binbaşı Tahsin.41 Kuzeyde Anafartalar kesimi dışında, bütün Yarımada güneyinin gözetleme güvenlik ve savunma görevi, 9. Tümen’e verilmişti.42 Böylece Tümenin sorumluluk bölgesi, Arıburnu kuzeyinde Azmakdere’den başlıyor ve Morto koyunun doğusunda Eskihisarlık sırtlarına kadar 35 km uzunluğunda geniş bir bölgeyi kapsıyordu. Amfibi harekâta çok elverişli ve Boğaz topçusunu arkadan vuran Kilitbahir platosu gibi çok yönlü hedeflere sahip bulunan böylesine önemli bir bölgenin bir Tümenlik kuvvetle savunulması oldukça güçtü. Sanders’in ortaya koyduğu savunma sistemine (kıyıların zayıf gözetleme birlikleriyle örtülmesi, büyük kısımların derinlikte donanma ateşlerinden uzak yerlerde toplu ihtiyat grupları halinde bulundurulması) göre, bölgenin çıkarmaya elverişli birçok plajlara yapılabilecek baskın tarzındaki çıkarmalara karşı açık olması tek bir Tümenin yeterli sayılması çok mümkün görünmüyordu.43 9. Tümen, Kilitbahir platosunun iki yanında, Kabatepe-Arıburnu bölgesi ve Seddülbahir bölgesi olmak üzere, birbirinden ayrı iki grup halinde düzenlenmişti. 40 Kumkale sahillerini koruyan 2. Tabur’un 6. Bölüğü, diğer çıkar­ma sahillerinden farklı olarak iki adet ağır makineli tüfeğe sahipti. 41Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s. 64 42 ATASE Arşivi, A. 7/9592, Dos. H-1-3. 43Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2 nci Kitap, s. 219. 60 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri Buna göre 27. Alay44, platonun kuzeyinde, büyük kısmıyla Eceabat çevresinde toplu bulunurken, bir kısmıyla da, Azmakdere-Çamtepe arasında tertiplenmişti. Tümenin diğer iki Alayı, güneye alınmış olup, bunlardan 26. Alay, Çamtepe’den Kerevizdere’ye kadar uzanan Seddülbahir bölgesindeki kıyılar şeridinde yerleştirilmişti. 25. Alay ise, derinlikte vurucu ihtiyat olarak Sarafim Çiftliğinde, 9. Tümen karargâhı da, Eceabat İskelesi yöresinde bulunuyordu.45 Başlangıçta Seddülbahir bölgesi, 25. Alay sorumluluğunda olup, bu durum 22 Nisan’a kadar korunmuştu. Böylece bu Alay, bir aydan beri bölgenin savunmasını, Liman von Sanders’in yukarıda açıklanan savunma sistemine göre üstlenerek yerleşmiş ve araziyi her geçen gün daha iyi tanımış olarak hazırlıklarını sürdürüyordu. İngiliz ve Fransızların çıkarma etkinliklerini gittikçe artırdığı ve amfibi bir harekâta her gün biraz daha yaklaşıldığı hakkında istihbarat bilgileri alındığı bir sırada, 9. Tümen Komutanı, 22 Nisan’dan itibaren cephedeki 25. Alay’ın, 26. Alay’la değiştirilmesine karar verdi.46 Aslında bu sakıncalı bir durumdu. Çünkü değiştirmeyi haklı ve zorunlu kılan nedenler (ilerideki birliği dinlendirmek, savaşta ağır kayıp vermiş bir birliği geriye alarak ona yeniden çeki düzen vermek vb. gibi) henüz ortada yoktu. Çünkü savaş başlamamıştı. 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami’nin, Seddülbahir gibi en kritik bir çıkarma bölgesinde yerleşen, araziyi iyi tanıyan 25. Alayı haftalardan beri alıştığı mevzilerden geriye alıp yerine, yeni birliği sürerek ayağının tozuyla savaşa girmek zorunda bırakılması, geçerli bir hareket değildi. 9. Tümenin bu kararında etken olan faktörün, 26. Alay Komutanı Yarbay Hafız Kadri’ye yeteneği açısından daha çok güven duymasından kaynaklandığı anlaşılmıştır. Sonunda 26. Alay, 9. Tümen Komutanı’nın yukarıdaki değiştirme kararı doğrultusunda aldığı emir üzerine, Sarafim Çiftliği’nden 22 Nisan sabahı hareketle Seddülbahir bölgesine geldi. Böylece 25. Alay bölgesini teslim alan 26. Alay savunma düzenlerini alarak mevzilere yerleşti. 26. Alay’ın 22 Nisan sabahı verdiği hareket emri şöyledir: 1. Alayımız, kıyıdaki 25. Alayı bu akşam değiştirecektir. 2. 1. Tabur, Kumtepe bölgesindeki 25. Alay’ın 2. Taburunu, 2. ve 3. Taburlarımız, Seddülbahir bölgesindeki diğer iki Taburu değiştirecektir. 3. Kumtepe bölgesi, 150 milimetrelik dört top mevziinin solundan Sarıtepe (hariç) arasıdır. 4. ve 3. Tabur Tekkeburnu’ndan Seddülbahir yel değirmenlerine kadar olan bölgenin örtülmesine ve savunulmasına görevlidir. Ertuğrul ve Harapkale dayanak 44 27. Alay 12. Bölük Komutanı Vekili Teğmen Ahmet Mucib Kemalyeri, “Biz o sıralarda yarımadanın güney kısmını müdafaaya memur edilmiş olan 9. Tümen’e bağlı 27. Alay’da bulunuyorduk. Alayımızın vazifesi Kabatepe-Arıburnu kıyılarını gözetlemek ve muhabereye son derece hazır bir durumda beklemekten ibaretti.” Ahmet Mucib Kemalyeri, Çanakkale Ruhu Nasıl Doğdu ve Azerbaycan Savaşı 1917-1918, Baha Matbaası, İstanbul 1972, s. 18. 45 Ahmet Mucib Kemalyeri, Çanakkale Ruhu Nasıl Doğdu ve Azerbaycan Savaşı, s. 18. 46 ATASE Arşivi, No. 4/8903, Kls. 4836, Dos. H-11, F. 1-18. 61 Ahmet Esenkaya noktasıyla Aytepe’nin batı yüzündeki siperler sonuna kadar dirençle savunulacak, bu noktalar Tabur için bir mezar olacak veya şerefli bir başarıyla elde kalacaktır. Aynı zamanda bu Tabur Morto Limanı’nı batısındaki çeşmenin gerisinde birbiri üzerinde sıralanan siperlerde bir takımlık bir kuvvet bulunduracaktır. 5. 2. Tabur, 25. Alay’ın İhtiyat Taburunun bulunduğu yerlerde ihtiyata girecektir; bir takımı Sarıtepe, iki takımı Zığındere ve bir takımı Morto Limanı’nın doğusunda olmak üzere bir bölüklük bir kuvvet ayıracak ve takımlar belirlenen yerlere gönderilecektir. Sarıtepe ve Zığındere ağzı arasından iki mangalık bir kuvvet Triyandafil Çiftliği civarında tutulmak suretiyle bu aralığı kontrol edecek ve kıyıları gözetleyecektir. 6. …1. Tabur Kumtepe bölgesine gidecek, diğer iki Tabur Çamlık içinde mola verecektir. Taburlar akşam karanlığı basınca hareket edecektir. …. 9. İstihkâm bölüğü Kumtepe’de çalışan Takımı hariç olmak üzere tahkimat bitinceye kadar emrim altında bulunacaktır. Seddülbahir bölgesindeki eski Seddülbahir kalesi duvarlarıyla Harapkale Tepesi arkasında yapılmış olan tel örgü önüne ve tamamen kıyıda bir tel örgü daha yapılacaktır. Bu tel örgü yan ateşleriyle korunacaktır. Şimdilik Ertuğrul Tabyasını doğusundaki siperler bu amacı sağlamaktaysa da Seddülbahir Kalesi’nin duvarı önüne bir takımlık siper daha kazılacaktır.... Hacı İlyas Feneri Koyundaki çıkarmaya elverişli kısımlarda da, tamamen kıyıda olmak üzere tel örgü yapılacaktır. Tekke Koyundaki kıyı üzerinde yapılmakta olan tel örgü çabucak bitirilecektir. Kumtepe’de hemen kıyıdaki tel örgünün de iki gün içinde tamamlanması gereklidir. 10. Tel örgülerin düşman gözetlemesine karşı funda ve çalılarla örtülmesi ve düşmanın tel örgüler altından geçmemesi için alt kısımların tamamen yerle bir olması ve tellerin gevşek bırakılmamasına kıyıdaki Tabur komutanının dikkatini çekerim. 11. …Tel örgü engelleri muhakkak etkili ateşimiz altında bulunmalıdır. 12. …Düşman karşısından bulunulduğundan, tahkimata gönderilecek erler silahlarını yanlarına almalıdır. 13. ...Tabur 23 Nisan akşamına kadar almış olduğu düzeni bir krokiyle Tümene ve ayrıca bana bildirecektir. 3. Tabur 23 Nisan öğleye kadar kendi düzenini belirten bir krokiyi Alaya göndermiş olacaktır. 14. …Zığındere, Seddülbahir ve Morto limanındaki birlikler de birbiriyle bağlantı kuracaktır. Morto Limanındaki Takım, Domuzdere’deki Jandarma Taburuyla devriyeler çıkararak irtibatını sağlamış olacaktır. 62 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri 15. …Çadırlar maskelenecek ve düşman hava keşiflerine meydan verilmeyecektir.47 Seddülbahir bölgesinin savunmasında 3. Tabur’un savunma düzeni o günün şartlarına göre oldukça derli toplu ve kurallara uygundu. Ancak, altı kilometreyi aşkın kıyı şeridinin savunma sorumluluğunu yüklenen bir tabur için, cephe oldukça geniş tutulmuştu. Bununla beraber Tabur Komutanı, bulunduğu araziyi çok iyi değerlendirmiş ve tertiplerini, 10. Bölüğü ile Ertuğrul sırtlarında, 12. Bölük bir takımı ile Teke koyunda, diğer bir takımını Aytepe’ye küçük karakol vazifesi ile görevlendirdiği gibi, kalan diğer iki takımı istinat48 olarak Tekkeburnu’nun hemen kuzeydoğusunda gizlenmiş şekilde bulundurdu. İki bölüklük tabur ihtiyatıyla da, ileri hat bölüklerinin hemen yakın derinliklerinde yerleştirerek, savunmaya derinlik kazandırmıştır.49 3. Taburun kuruluşunda ağır piyade silahı yoktu. Esasen 25. Alay’ın ağır makineli tüfek bölüğü değiştirme sırasında geri alındığı için, 26. Alay’ın ağır makineli tüfek bölüğü de kurulmamıştı. Her nedense bölgenin ağır silah ihtiyacı en kritik dönemde ihmal edilmişti.50 Böylece Ertuğrul Koyu, kuvvetli tutulmak suretiyle, yarımadanın burun kesimi tıkanmıştı.51 3. Tabur Komutanı Binbaşı Mahmut Sabri, yoğunlaşan düşman faaliyetlerinden büyük olasılıkla çıkartmanın 25 Nisan Pazar günü olabileceği kanısına varmıştı. Bu yüzden her ihtimale karşı emri altındaki birliklere 24 Nisan akşamı son uyarı niteliğinde bir emir daha yayınladı.52 24 Nisan itibariyle 25. Alay Sarafim Çiftliği’nde ihtiyatta, 26. Alay Kirte ve Seddülbahir mıntıkasında53, bu Alayın 2. Taburu 3 Bölüğü ile Kirte köyünün bir kilometre güneyinde Kanlıdere’nin kaynak tarafında ihtiyatta, bir Bölüğü iki adet Nordenfield ile Zığındere yukarılarında, bu taburdan bir takım, Eskihisarlık kuzeyindeki sırttadır. 3. Tabur Seddülbahir’in 1200 metre kuzeyinde Kuyular civarında, 9. ve 11. Bölük ihtiyatta, 12. Bölük Teke Limanı mıntıkasında 10. Bölük birer takımıyla Seddülbahir’in doğusunda Harapkale ve Gözcübaba Tepelerinde, Gözcübaba civarında 27 milimetrelik bir ahrie bataryası bulunmaktaydı. Kerevizdere hattı batısındaki sırtta 10.5’lik obüs bataryası, Domuzdere doğusundaki sırtlarda yönü Boğaza dönük 15’lik obüs 47 ATASE Arşivi, No. 7/9746, Kls. 5337, Dos. H-5, F. 1-23. 48 Avcı zinciri gerisinde onlara destek olmak için tolu halde bulundurulan asker. 49 Binbaşı Mahmut, Seddülbahir’in İlk Şanlı Müdafaası, Yeni Anadolu Basımevi, Konya 1933, s. 3. 50Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2 nci Kitap, s. 226. 51Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2 nci Kitap, s. 225-227. 52 ATASE Arşivi, No. 7/9746, Kls. 5337, Dos. H-1, F. 1-1; Binbaşı Mahmut, s. 8-15. 53 Yarbay İzzeddin, Arıburnu Muharebatı, s. 3. 63 Ahmet Esenkaya taburu, bunun refakatinde Bursa Jandarma Taburu, bunlar Kale54 emrinde. 9. Topçu Alayından bir sahra bataryası, 83 rakımlı tepeye, Boğaz’a karşı mevzide. 9. Tümen İstihkâm Bölüğü 26. Alay 3. Tabur nezdinde Seddülbahir’de.55 Kuzey Arıburnu Bölgesi56 Arıburnu bölgesinde 19. İhtiyat Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk); 19. Tümen Kurmay Başkanı Binbaşı İzzettin (Çalışlar); 57. Alay Komutanı Binbaşı Hüseyin Avni (Arıburnu); 57. Alay 1. Tabur Komutanı Yüzbaşı A. Zeki (Soydemir); 57. Alay 2. Tabur Komutanı Yüzbaşı Ata; 57. Alay 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı Hayri; 72. Alay Komutanı Binbaşı Mehmet Münir; 77. Alay Komutanı Yarbay Saip; 9. Tümen 27. Alay Komutanı Yarbay Şefik (Aker); 27. Alay 1. Tabur Komutanı Yüzbaşı Malatyalı İbrahim, 27. Alay 2. Tabur Komutanı Binbaşı İsmet; 27. Alay 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı Halis (Ataksor); 39. Topçu Alay Komutanı Binbaşı Halil Kemal.57 19. Tümen, Bigalı Köyü civarında, 19. Tümenin 57. Alayı Bigalı deresinde, 77. Alay Maltepe’de, 57. Alay Maydos Yalova yolu doğusunda bulunmaktadır. Liman Paşa’nın, çıkarmalar yönünden Yarımada’nın bir bütün olarak güney bölgesini, Anadolu yakasına kıyasla ikinci derecede değerlendirmesi sebebiyle, Arıburnu kuzeyinde Azmakdere’den Seddülbahir’e kadar 35 km uzunluğundaki geniş ve önemli kıyıların savunması, sadece 9. Tümen’e bırakılmıştı.58 9. Tümen sorumluluk bölgesinin kuzey kesimi için Yarbay Şefik Aker komutasındaki 27. Piyade Alayı görevlendirilmiştir. Bu alay, üç tabur ve ağır makineli tüfek bölüğünden oluşmaktadır.59 1. Tabur Komutanı Binbaşı Malatyalı İbrahim; 1. Taburun Bölük Komutanları: Yüzbaşı İsmail Hakkı, Teğmen İzzet, Yüzbaşı Cemil, Yüzbaşı Sadık Efendiler; Takım Komutanları: Asteğmen Talat, Yarsubay Hayreddin, Asteğmen Ata Mazlum, Asteğmen Mehdi, Yarsubay Selahaddin, Asteğmen Süleyman, Asteğmen Subhi, Yarsubay İbrahim Ratıp, Hafız İsmail Hakkı Efendiler. 2. Tabur Komutanı Binbaşı İsmet; 2. Taburun Bölük Komutanları: Teğmen Mahmud, Yüzbaşı Refik, Yüzbaşı Asım, Yüzbaşı Faik Efendiler. Takım Komutanları: Asteğmen Mustafa, Yarsubay Mithat, Asteğmen İsmail Hakkı, Asteğmen İbrahim Hayreddin, Asteğmen Muharrem, Başçavuş Süleyman Efendiler.60 54 Müstahkem Mevki Komutanlığı. 55 Binbaşı Nihad, Seddülbahir Muharebatı, s. 24. 56 ATASE Arşivi, No. 6/8903, Kls. 4836, Dos. H-10, F. 1-71. 57Görgülü, On yıllık Harbin Kadrosu, s. 83. 58 Fahri Belen, Birinci Dünya Harbinde Türk Savaşı, 1915 Yılı Hareketleri, c. II, Ankara 1964, s. 155. 59 Şefik Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, Askeri Basımevi, İstanbul 1935, s. 34. 60Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 34. 64 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı Halis Ataksor; 3. Taburun Bölük Komutanları: Teğmen İdris, Teğmen Mustafa, Yüzbaşı Ziya ve Yüzbaşı Galip Efendiler. Takım Komutanları: Asteğmen Lütfi, Asteğmen Mithat, Asteğmen Cemal, Takımbaşı Hasan, Yarsubay Ziya, Teğmen Celal, Yarsubay Mucib, Yarsubay Halil, Zabit Namzedi Medeni, Zabit Namzedi Abdurrahman Efendiler.61 Makineli Tüfek Komutanı Önyüzbaşı Hamdi, Alay Yaveri Asteğmen Cevdet, Alay Başhekimi B. Rakım Beylerdir.62 Asker mevcudu aşağı yukarı 2000 kişidir.63 Görevi devralan 27. Alay, bir taburuyla Tümen sorumluluk bölgesinin kuzey kesiminde, alayın 2. Taburu Azmakdere-Çamtepe arasında 12 km’lik bir kıyı şeridine serpiştirilirken, büyük kısmı Eceabat batısında zeytinlikle örtülü alanda toplu tutulmuştu.64 2. Tabur Komutanı Binbaşı İsmet, bölgenin ortasındaki çıkarmaya çok elverişli Kabatepe kıyı kesiminin önemini dikkate alarak taktik açıdan burada kuvvetli olabilmek için, ihtiyat bölüğünü bu tepenin 1500 metre doğusuna almış olmakla savunma düzenini, iyi ve doğru bir değerlendirmeye dayandırmıştı.65 2. Tabur, 22 Nisan günü sahil kıyılarına yanaştırılmış ve aynı Alayın 3. Taburundan bölgeyi teslim almıştı. 2. Tabur, kıyı gözetleme ve güvenliği için üç piyade bölüğünü kıyılar üzerine düzenlemiş ve bir bölüğünü de ihtiyat/yedek olarak Kabatepe’nin 1500 metre doğusuna almıştı.66 İhtiyat Taburu bölgesinde üç batarya mevzilenmiş bulunuyordu. Emirlerine verilmiş 75 milimetrelik 7. dağ bataryası Kanlısırt üzerinde ve Kabatepe kıyılarını kuzeyden yan ateşine alacak şekilde konuşlandırılmıştı. Diğer iki mantelli ve iki nordanfild batarya, Kabatepe’nin hemen doğu eteklerindeydi. Bu bataryanın ateş istikameti özellikle Kabatepe kuzeyindeki plaj önleri ile Arıburnu kıyı suları idi. Bunlardan başka dört kısa namlulu adi ateşli 150 milimetrelik obüs bataryası da Palamutluk sırtları doğusunda konuşlandırılmış, özellikle Kabatepe–Çamtepe arasını hedefleyecek şekilde ateşe hazırlanmıştı. Buna rağmen 2. Tabur emrinde ağır makineli tüfek yoktu.67 27. Alay 2. Taburu çok fazla yayıldığı için sadece yalın kat bir güvenlik perdesi kurabilmiştir. Bölükler takım takım ve bazı yerlerde mangalara kadar dağıtılmış konumdadır. Alay Komutanı Yarbay Şefik Aker, 2. Taburun Arıburnu çevresindeki kuzey kanadı, 8. Bölüğün sorumluluğuna verilmişti. Bu Bölüğün yerleşim düzeni ana hatlarıyla şöyle idi68: 61Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 34. 62Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 35. 63Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 35. 64Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 35. 65Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2 nci Kitap, s. 91. 66Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 36. 67Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 36. 68Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 20-21. 65 Ahmet Esenkaya 1. Takım kuzeyde, Azmakdere ile Arıburnu arasında yer almıştı. Mangalardan birisi Azmakdere ağzına ve diğeri Büyük Arıburnu’na gözetleme postası olarak, takımın geri kalanı ile Balıkçı damları yakınlarında yerleşmişti. 1. Takımın konuşlandığı nokta, Conkbayırı ve Kocaçimen tepelerine yükselen kilit arazi kuşağına da en kısa yolun geçtiği alandı. Kanatlara birer mangalık gözetleme postaları yerleştirerek, Takımını merkezde ve Arıburnu kuzey kumsalında yan ateşiyle yayabilecek bir durumda yerleştirip düzenlemesi uygun bir karardı.69 2. Takım ise, Büyük ve Küçük Arıburnu’ndan Çakaldere’ye kadar uzayan dar bir kıyı şeridinde görevlendirilmişti. Bu Takım, bir mangasıyla Büyük Arıburnu’nun hemen güney parçasını ve diğer mangasıyla Küçük Arıburnu’nu gözetleme ve güvenliğe almış, geri kalan kısmiyle Haintepe’ye yerleşmişti.70 3. Takım, ihtiyat olarak geri alınmıştı. Merkeztepe’nin kuzeyinde ve Arıburnu’nun iki km doğusunda boyun noktasında idi. 8. Bölük Komutanı da bu Takımın yanında bulunuyordu.71 8. Bölüğün güneyinde Kabatepe kısmını örten 7. Bölükle sabit gözetleme postalarıyla bağlantı kurulmuştu. Kuzeyden güneye doğru 7. ve 6. Bölükler de, merkezi Kabatepe ve Çamtepe olmak üzere, geniş kıyı şeridine aynı benzerlikte yayılıp yerleşmişti. Kabatepe’den bir buçuk kilometre doğuda tutulan 5. Bölüğü Arıburnu’na bir saat uzakta idi. Tabur karargâhı da burada idi. Taburun kendi Alayı ve 9. Tümen santrali ile telefon irtibatı vardı.72 Yüzbaşı Faik Efendi komutasındaki 4. Bölük, kuzeyde Açmakdere ağzından Kanlısırt’ın batısındaki Çakaldere’ye kadar dört kilometre uzunlukta olan Arıburnu ve bir kısım Anafartalar sahilinden sorumlu idi. Bu bölüğün 1. Takımı, Yedek Asteğmen İbradalı İbrahim Hayreddin Efendi komutasında balıkçı damları yanındaki siperlere konulmuştur. 2. Takım, Asteğmen Muharrem Efendi komutasında Kuzey Arıburnu’na bitişik olan Haintepe’deki siperdedir. 3. Takım, Gelibolulu başçavuş Süleyman Efendi komutasında boyun noktasında ihtiyatta idi.73 27. Alay Komutanı, muhtelif çıkarma ihtimallerine göre, kıyılar üzerinde pek çok tatbikatlar yaptırmıştı. Son tatbikat 24 Nisan’a rastlamış ve o gece geç vakitte Ordugâh’a dönmüştü.74 26. Alay, bir tabur ve bir bölüğüyle, Kumtepe-Zığındere kıyı kesimini gözetlemekteyken, takviyeli 3. Taburu da, Tekkeburnu-Morto limanı arasındaki Seddülbahir 69Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 20-21. 70Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 20-21. 71Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 20-21. 72Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 20-21. 73Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 24. 74Aker, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, s. 24. 66 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri mevzilerinde yerleşmiş, 2. Taburu ise, Kanlıdere’de ihtiyata almıştı. Bir topçu taburuyla takviyeli 25. Alay, Kabatepe ve Seddülbahir bölgelerine beklenen çıkarmalara karşı kullanılmak üzere, Sarafim çiftliği yöresinde toplu bulunuyordu.75 Müttefiklerin Faaliyetleri Birleşik Filo ve Hava Saldırıları Birleşik Filo kuvvetleri, 18 Mart 1915 hezimetinden sonra ara ara da olsa merkez tabyaları, İntepe, Tenger, Kumkale, Seddülbahir’i bombardıman ettikleri gibi, mayın arama-tarama gemileriyle mayınları sökmeye, ışıldakları tahribe çalışmışlar, her defasında Türk topçusunun ateşe başlaması üzerine çekilmek zorunda kalmışlardır. Uçaklarıyla da hem keşif faaliyeti yapmaya devam etmişler, hem de aynı noktalara bomba atmışlardır.76 20 Mart Cumartesi günü saat 22.00’de 7-8 dakika kadar top sesi işitildi.77 24 ve 25 Mart günleri sakin geçtikten sonra, 26 Mart’ta bir muhrip İntepe’yi ve diğerleri Tekkeburnu’nu ve Teke Koyu’ndaki piyade siperlerini aralıklarla topa tuttu. Saat 23.00’te Boğaz’a giren dört mayın arama-tarama gemisi, Domuzdere ve Erenköy’den açılan ateşle uzaklaştırıldı.78 1 Nisan tarihinde, 30-31 Mart 1915 günlerinde müttefik donanmasının Saros Körfezi’ni bombaladığı bilgisi ulaşıyordu.79 “2 Nisan, Saros yönünden top sesleri işitiliyor. Öğleden sonra Boğaz girişinde gözüken düşman gemisi Halileli ve İntepe’deki obüslere ateş açmış; ateşe karşılık verilmiştir.” 80 3 Nisan’da İntepe ve Hisarlık bataryalarına ateş açan düşman zırhlıları, aralıklı olarak saat 17.00’e kadar her iki mevzie 100’ü aşkın mermi atmıştır.81 4 Nisan 1915’te, Müttefik donanmasına ait bir mayın arama-tarama gemisinin batırıldığı; Osmanlı bataryalarına ateş açan Müttefik savaş gemilerinden ikisinin büyük hasara uğratıldığı82 bilgisi ulaşmıştır. “Bugün Seddülbahir’den Halileli ve İntepe’deki 12’lik obüslere ve Eskihisarlık’taki 10/5’lere ateş açtı….Düşman iki zırhlı himayesinde yedi-sekiz adet gemisini Boğaz’dan içeri sokmak istemişse de, bataryalar tarafından defedilmiştir.”83 75Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2 nci Kitap, s. 94. 76 ATASE Arşivi, No. 5/2453, Kls. 3864, Dos. H-12, F.1-12. 77 Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 48. 78Genelkurmay, Türk Harbi Deniz Harekâtı, s. 191. 79 BOA, DH. EUM. KLU, 8/34. 80 Nazmi Bey, , Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 53. 81 BOA, DH. EUM. KLU, 8/34 82 BOA, DH. EUM.VRK, 14/85. 83 Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 53; Tunççapa, “18 Mart’tan bugüne kadar düşman gemileri hiçbir harekette bulunmayıp, yalnız gece nöbetçisi olmak üzere girişte iki torpido bulunduruyorlardı…4 Nisan gününde araştırma gemisinden birisi batırıldı.” Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, s. 22. 67 Ahmet Esenkaya 8 Nisan 1915’te, müttefik donanmasına ait mayın arama tarama gemilerinden birinin Kumkale açıklarında batırıldığı; Çanakkale’deki bataryalara Müttefik donanmasınca açılan ateşe karşılık verilmesi sonucunda bir torpido ve zırhlının isabet aldığı84 bildirilmiştir. Müttefik donanmasının Saros Körfezi, İntepe ve Yeniköy’ü 7 Nisan’da bombaladığı; Yeniköy bombardımanında bir şehit, köylülerden bir kadının telef, iki erkek ve bir kız çocuğunun yaralı olduğu; Osmanlı topçusunun karşılık vermesi sonucunda IV. Henry Zırhlısı’nın isabet aldığı; Limni’de bulunan Müttefik kara ordusunun saldırı hazırlıklarını tamamlamak üzere Mısır’a gönderildiği bilgisi ulaşmıştır.85 10 Nisan 1915 tarihinde, düşman endirekt suretiyle Tenger ve Kerevizdere’yi bombardıman etti.86 13 Nisan 1915’te, Müttefik kuvvetlerine ait birer zırhlı, torpido ve uçak gemisinin Saros Körfezine geldiği; yakın bir zamanda Müttefik birliklerinin kara ve denizden Çanakkale’ye saldıracakları gerekli askeri birimlere aktarılmıştır. 87 “16 Nisan, bu gün düşman uçağı limana kadar gelip gözetlemede bulunmuştur. Rumeli Mecidiye istihkâmı ile Namazgâh ortasına bir bomba atmış ve yoldan geçen bir yolcu şehit olmuştur. 18 Nisan, düşman uçakları iki defa hangar üzerine altı bomba atmış fakat etkisiz kalmıştır.”88 20 Nisan günü, askeri amaçla kullanılmayan Bolayır’daki Şehzade Süleyman Türbesi ile bombalanmıştır. Bu mekân askeri alan olmadığı için Genelkurmayca İngiltere, savaş yasaklarından birini çiğnemesi sebebiyle şiddetle protesto edilmiştir.89 20 Nisan’da İntepe kısa bir müddet bombalandı. 21 Nisan’da bir savaş gemisi, Alçıtepe dolaylarını ve Ertuğrul gerilerini dövdü. 22 Nisan saat 14.00’te, Kumkale’ye, 21.30’da da Kumkale ve Seddülbahir’e birkaç mermi atıldı. “Aynı gün düşman uçakları tarafından Maydos’a (Eceabat) atılan bombalar 50 kişiyi öldürmüştür.”90 Birleşik filoya bağlı uçaklar, hava saldırılarını artırdılar. 23 Nisan 1915 günü öğle üzeri üç İngiliz uçağının, Eceabat’a sekizden fazla bomba atması sebebiyle halktan 15 yaralı, 5 ölü; askerden 11 yaralı 5 şehit verildi. Asker kayıplardan çoğu 19. Tümenin 72. Piyade Alayındandı.91 Bu gelişmeden sonra alay Bigalı Köyü dolaylarındaki karargâha alındı.92 84 BOA, HR. SYS, 2109/13. 85 BOA, VRK, 14/87; Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, s. 23. 86Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, s. 23. 87 BOA, VRK, 14/ 92. 88 Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 57. 89 BOA, HR. SYS, 2098/10. 90 Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 57. 91 ATASE Arşivi, No. 6/8903, Kls. 4836, Dos. H-10, F. 1-68. 92Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 1 nci Kitap, s. 253. 68 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri 23 Nisan’da yapılan bir keşif uçuşundan, Bozcaada ve Mondros’ta çok sayıda savaş gemisi, kruvazör ve uçak ana gemisi ile 50’ye yakın taşıt gemisinin bulunduğu öğrenildi. 24 Nisan’da, girişte iki muharebe gemisi ile dört muhrip, Bozcaada önünde de dokuz savaş gemisi, iki kruvazör, altı muhrip, iki denizaltı, dört mayın arama-tarama gemisi ve 11 taşıt gemisi bulunmaktaydı.93 “Düşman öğleden sonra Saros yönünden oradaki sırtlara top ateşi açmış, Maydos önünde bulunan Barbaros Zırhlısından karşılık olarak 10 kadar mermi atılmıştır.94 Düşman bugün öğleye kadar İntepe ve Halileli sırtlarına mermi yağdırdı.95 Denizaltılarla Boğazı Zorlama Teşebbüsleri Boğaz önünde yaşanan önemli bir gelişme de, İngilizlerin E-15 denizaltısının Türklerin eline geçtikten sonra İngilizler tarafından batırılmasıdır.96 E-15 denizaltısı 17 Nisan günü saat 05.30 sularında Akyarlar’ın 2000 metre kadar kuzeyinde görülmüştür. Bunun üzerine Dardanos/Hasan Mevsuf Bataryasından yapılan bir atışla, denizaltının bu sırada su yüzeyindeki kulesinde büyük bir yarık açılmış, kaptan da ölmüştür. Komutayı kaptan yardımcısı ele aldığı sırada isabet eden ikinci bir mermi, amonyak deposunu patlatmış ve mürettebattan altı personel ölmüştür.97 25 görevli de yaralı olarak kurtarılmıştır. Kurtarılan personel arasında gönüllü yedek üsteğmen rütbesiyle Çanakkale’nin yakın tarihe kadar İngiliz Viskonsolosluğu görevini yürüten Palmer de vardır.98 Akıntı nedeniyle idare edilemeyen denizaltı, Dardanos Bataryalarının sahilinde karaya oturunca terkedildi. Gece (olunca) düşman gemileri kurtarmak için uğraştılar. 18 Nisan günü uçaklar ve denizaltılar etrafından ayrılmıyordu. Herhalde düşman bunun tahribini istediği için 13.45’te iki torpido ve bir zırhlı, tam 25 mermi attı ise de 93Genelkurmay, Türk Harbi Deniz Harekâtı, s. 193. 94 Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 59. 95Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, s. 24. 96 ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-14, F. 1-13, 14, 16, 17, 18; Corbet, a.g.e., c. II., s. 493,497; Bahriye Efrad-ı Cedide Mektebinde Topçuluk Deri Muallim Muavini iken Baykuş Bataryası’na tayin edilen M. Şakir Tunççapa, “Saat 05.30’da Küçük Kepez Koyunda bir denizaltı görüldüğünü bir nöbetçi haber verdi…Hemen ateş açtık ve telefonla her tarafa haber verdik. Denizaltı suyun yüzüne ancak kulesini çıkarabilmişti. Mesudiye Bataryasından Mülazım Cemil emrinde bir filika gönderildi.” Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, s. 22. 97 Şemsettin Bargut, Birinci ve İkinci Dünya Harplerinde Akdeniz, Deniz Matbaası, İstanbul 1946, s. 40. 98 Tanin, 18 Nisan 1915; Resmi Tebliğ’de “Bugün öğleden evvel, E-15 işaretli bir İngiliz denizaltısı Çanakkale boğazına Karanlık Liman şarkında batırılmıştır. Otuz bir kişilik mürettebâtta üç zabit ile yirmi bir nefer kurtarılarak esir edildi. Bunların arasında Çanakkale İngiliz Viskonsolosu da zuhur etmiştir”; BOA, HR. MA, 1125/2; Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 57. 69 Ahmet Esenkaya isabet ettiremediler. 23.45’te bir kaç torpido, bataryaların ateşlerine rağmen E-15’e iki torpil attı ve biri isabet etti. Torpidoların ikisi battı ise de E-15’i de batırmayı başardı. 00.37’de ateş kesildi.99 Öğleden sonra Maltepe ve Sana Römorkörleri, kurtarma işine başlamak üzere Çanakkale’den geldi. İngiliz gözcü uçakları denizaltının karaya oturduğunu rapor edince, Müttefik Komutanı E-15’in imha edilmesini emretti. Düşman uçakları denizaltıyı tahrip etmek üzere bombalar atmışlar ise de isabet ettirememişlerdir. Liman Reisi Hamit Bey’in kontrolünde denizaltının yüzdürülmesine çalışılmıştır… Ertesi gün düşmanın iki zırhlı ve pek çok destroyeri denizaltında çalışanlara ateş açarak Çanakkale’ye gelmeye zorlamıştır.100 B-6 gece yarısı, emri yerine getirmek üzere bir saldırıda bulundu, fakat karaya oturan denizaltıya yaptığı torpido saldırısı başarısız oldu. Aynı şekilde, destroyerlerin gece hedefi bulamamaları nedeniyle diğer girişimler de başarısız oldu. Majestic Sancak Gemisi’nden yapılan uzun menzilli top atışları, yalnızca kurtarma çalışmalarının ara verilmesine neden oldu. Gemi, tarafımızdan yüzdürülmeye çalışılırken, Kıdemli Yüzbaşı Robenson kumandasındaki torpido taşıyan Triumph ve Majestic İstimbotları tarafından hücuma uğradı ve torpidolandı.101 E-15’in kaybı İngiliz Donanması’nda büyük bir üzüntü ve tedirginliğe neden oldu. Amiral bir daha denizaltıların böyle tehlikeli işlere girmemeleri için emir verdi. 19 Nisan’da Boğaz’da denizaltı görüldüğü haberi bataryalara birçok mermi sarf ettirdi. Gerçekte ise bütün müttefik denizaltıları Mondros’ta bulunuyorlardı.103 102 İngilizler bu hiç beklenmedik büyük kayıp karşısında Türklerin eline geçmemesi için denizaltıyı batırmaya karar verdi. İki gün denizaltılar, torpidobotlar, muharebe gemileriyle batırma girişimi sonuçsuz kaldı. En sonunda 18/19 Nisan’da bir Türk ışıldağının dikkatsiz kullanılması kısa sürede E-15’in görünmesine sebep oldu. Gözetleme halindeki iki İngiliz motorbotundan görülen ve hemen torpido atılan denizaltı, işe yaramaz bir demir kütlesi haline geldi.104 99Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, s. 23. 100 Nazmi Bey, Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü, s. 57. 101Bargut, Birinci ve İkinci Dünya Harplerinde Akdeniz, s. 40. 102 James Robert Rhodes, Gelibolu Harekâtı, Belge Yayınları, İstanbul 1965, s.289. 103 Vehbi Ziya Dümer, “ Çanakkale Muharebatında İngiliz Denizaltı Gemilerinin Aldığı Vazifeler ve Bahriyemizin Bu Gemilerle Mücadelesi”, Deniz Mecmuası, c. 46, S. 334, İstanbul 1934, s.589. 104 Julian Corbet, (çev: Ali Rıza Seyfi), Harekât-ı Bahriye, c. II, Matbaa-i Bahriye, İstanbul 1926, s. 497. 70 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri Tanin gazetesi bu gelişmeyi “İngiliz Viskonsolosu Palmer yaralı olarak esir edilmiştir ” başlığı altında irdeler105: Batık denizaltıda esir edilenlerle yaralılara karşı gösterilen insani muamele Osmanlı mertliğinin ulvi bir örneğini teşkil etmektedir. Tanin gazetesinin 20 Nisan 1915 tarihli başyazısında gündem şöyle yorumlanır: “Bugünlerde Çanakkale yine dikkat etmektedir. Arada sırada bir düşman zırhlısı Boğazların herhangi bir tarafına gelerek birkaç gülle atıyor, sonra buna karşılık atılan birkaç mermi ile hasara uğrayarak geri çekiliyor. Kah mayın toplamak kah bir keşif yapmak amacıyla yapılan bu ufak tefek harekât gösteriyor ki İngilizler gerçekten bir iş yapmış olmak için rastgele bir takım harekâtta bulunuyorlar ve bunda ciddi olarak hiçbir amaç veya plan takip etmiyorlar. Son defa denizaltıyla yapılan hücum girişimi ise gerçekten gariptir: Safir’in uğradığı sonuç İngilizler için ibret olması gerekirken her şeyde olduğu gibi bundan da hiçbir ders almamış olan düşman, üstünden geçemediği Boğaz’ı gizlice altından geçerek yanık bağırlara su serpmek istemiş fakat bunda da diğerleri gibi başaramamıştır. E-15’in uğradığı sonuç, Safir’in batışından sonra yazdığımız bir makalede aktardığımız görüşü tamamen desteklemekte ve denizaltılarla Boğaz’ın kesin ihtimalinin akla gelmeyeceği hakkındaki ifadelerimiz tahakkuk etmektedir.” “Bu defa ki girişime İngilizlerin Çanakkale Konsolosunu da yanlarına almaları da gösterir ki düşman Safir’in sonucunu içindekilerin Boğaz’ı iyi tanıyamamakta olmalarına atıf etmiştir. Hâlbuki balık tutmak bahanesiyle Boğaz’ı karış karış öğrenmiş olması muhakkak bulunan casus konsolos rehberlik ettiği halde bile E-15 denizaltısı, Safir’den daha bahtlı olamamıştır. Tarafsız basın son zamanlarda İngiliz-Fransız ortak hareketinden bahis ettiği sırada düşmanların Çanakkale’yi zorlamak fikrini gözden çıkardıklarını, yalnız arada sırada ufak tefek bir takım hareketler yaparak kamuoyunu tatmin ile yetineceklerini söylüyorlardı. Hiçbir plana hiçbir tertibata istinat etmeyen bu son hareketler adı geçen basın tarafından yayınlanan havadisleri teyit eylemiştir. Son zamanlarda gerek büyük zırhlılarla yukarıdan gerek iyi denizaltılarla aşağıdan yapılan bu geçme girişimleri gösteriyor ki hep birden veya ayrı ayrı deniz üstü veya deniz altı, Boğaz’a karşı yapılan bütün hücumlar, düşman için büyük kayba uğramaktan ve Boğazları sonuçsuz Osmanlı donanması için iyi bir tersane haline getirmekten başka bir sonuç veremez; Yani Boğazlar hiçbir şekilde geçilemez: Ne üstünden, ne de altından!”106 105 Tanin, 19 Nisan 1915. 106 Başyazı, “Ne Üstünden, Ne de Altından”, Tanin, 20 Nisan 1915. 71 Ahmet Esenkaya Amfibi’nin Kara Saldırısı ile İlgili Hazırlıkları107 16 Şubat’tan itibaren donanmanın yanı sıra, kara kuvvetlerini de Çanakkale hesabına katmaya karar veren İngilizler, bu yöndeki ça­lışmaları ağırdan aldılar. Bu dönemde yapılan resmi yazışmalar, esas olarak amfibi bir harekât için hangi kuvvetlerin ve ne kadar sayısal bir gücün gerektiği üzerineydi. Hem Boğaz’ın sadece donanma kuv­vetiyle geçilebileceği varsayımı hem de savaşın Batı cephesindeki kri­tik gelişmeleri, İngiliz Savaş Konseyi’ni, Çanakkale’ye asker Sevki ko­nusunda somut planlar yapmaktan alıkoydu. Bununla birlikte Mart başında, iki tümenden oluşan Anzak Kolordusu’yla, bir Fransız tümeninin ve İngiliz Kraliyet Deniz Tümeninin Limni Adası’nda toplanmasına karar verildi. Bu kuvvetler bir amfibi harekât için değil, hem donanmanın Çanakkale Boğazı’ndaki savunmayı susturmasını takiben bölgedeki güvenliği sağlamak hem de donanmanın İstanbul’a girmesini takiben, şehir ve civarındaki muhtemel çarpışmalar için kullanılacaktı. 10 Mart günü Savaş Bakanı Lord Kitchener başkanlığında toplanan Savaş Konseyi, daha önce Çanakkale için kullanılmasından vazgeçilen İngiliz 29. Tümeni’nin bölgeye gönderilmesine karar verdi. Bir gün sonra ise General Ian Hamilton, Akdeniz Seferi Kuvvetler Komutanlığına, yani Akdeniz’deki tüm Müttefik ordularının başına getirildi. 18 Mart’ta bölgeye gelen ve donanmanın başarısızlıkla sonuçlanan saldırısını izleyen Hamilton; Müttefikler’in 22 Mart’ta Çanakkale’yi geçmek için kara kuvvetlerine olan ihtiyaçlarını kabul etme­lerinin ardından, muhtemel bir harekât için kuvvetlerin Nisan ortasında hazır olabileceğini bildirdi. Hamilton ve kurmayları, amfibi bir harekât için gereken planın ana hatlarını 22 Mart’ta belirledi. 23 Mart’ta onaylanan bu plana göre, 29. Tümen ve onu destekleyen Fransız tümeni Yarımada’nın güneyine. Anzak Kolordusu da eşzamanlı olarak Kabatepe kuzeyine çıkarma yapacaklardı. Yine aynı anda, Bolayır yakınlarına da, buradaki Türk kuv­vetlerini oyalamak amacıyla, bir sahte çıkarma gerçekleştirilecekti. General Hamilton ve İngiliz kurmaylarının planını gerekçelendiren noktalar: Esas hedefi teşkil eden Kilitbahir Platosunu ele geçirmek için, harekâtın ağırlık merkezi Gelibolu Yarımadası olmalıdır. Anadolu yakasına yapılacak bir çıkarma; arazinin geniş ve ilerlemek için zor olması, donanma desteğinden yoksun kalınma107 İlgili başlıklar, Cecil Faber Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı (çev. Tahir Tunay, c. I, Askeri Matbaa, İstanbul 1939 ile Julian Corbet, (çev: Ali Rıza Seyfi), Harekât-ı Bahriye, c. II, Matbaa-i Bahriye, İstanbul 1926 adlı eserlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır. İki kaynakla sınırlı olmanın temel nedenlerinden biri, muharip devletlerin Çanakkale gündemli resmi yayınlarının hala Türkçeye aktarılmamış olmasındandır. 72 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri sı, sağ kanadın burada konuşlanmış Türk kuvvetlerine açık bulunma­sı ve birliklerin Boğaz’ın en dar yerindeki esas savunma hatlarını bu yönden gelecek bir saldırıyla ele geçiremeyecek olmaları yüzünden uygun değildir. Bolayır civarına yapılacak bir çıkarma; buradaki Türk kuvvet­lerinin yoğunluğu, Trakya yönünden gelebilecek karşı taarruzlar, bölgenin Boğaz’daki esas savunma hattına uzak olması ve Gelibolu Ya­rımadası’ndaki Türk birliklerinin karadan ve denizden ikmal yolla­rı kesilse bile, Anadolu yakası üzerinden hâlâ irtibat sağlanabilecek olması yüzünden etkili değildir. Suvla Limanı ve sahillerine yapılacak bir çıkarma, bölgedeki Tuzla Gölü’nün ve daha içerdeki Kocaçimentepe’den güneye de­vam eden tepeler hattının yarattığı doğal engeller ve donanma des­teğinin sınırlı kalacak olması nedeniyle etkili olamayacaktır. Kabatepe ve güneyindeki sahillere yapılacak bir çıkarma, her ne kadar Kilitbahir Platosu’na olan mesafe yakınsa da, hem bölge­nin Türk birlikleri tarafından kuvvetli tahkim edilmiş olması hem de yine Türk topçusu tarafından direkt ateş altına alınabilecek olması yüzünden elverişsizdir. Planın, çıkarma için öngörülen iki bölgeye dair gerekçelendirmesi ise şöyleydi: Yarımada’nın güney ucundaki (Helles) sahiller geniş olmamak­la birlikte, yapılacak çıkarmalar, donanma tarafından hem Boğaz hem Ege tarafından desteklenebilir. Aynı şekilde bu destek, ileri harekât aşamasında da sürdürülebilir. Diğer noktalardaki coğrafi koşullara kıyasla daha az eğimli olarak yaklaşılabilen Alçıtepe, Kilitbahir platosunu ele geçirmek yönünde önemli bir taktik hedeftir. Bu­rada, her ne kadar önemli bir Türk savunması bulunsa da, Bolayır’daki kadar kuvvetli değildir. Kabatepe kuzeyindeki sahiller, her ne kadar hemen Kocaçimentepe’den güneye devam eden tepeler silsilesi gibi doğal bir engelle karşılaşsa da, aynı nedenden ötürü Türk savunması tarafından zayıf tu­tulmaktadır. Sahiller ayrıca, Türk topçu ateşine karşı da korunaklıdır. Daha sonra kısmi değişiklikler geçirecek olan bu plana, 25 Nisan’da uygulanmasına kadar, ana hatlarıyla sadık kalındı. İskenderiye’de toplanmaya başlayan Akdeniz Seferi Kuvveti, yaşanan bir dizi lojistik ve organizasyon aksaklığına rağmen, 5 Nisan’dan iti­baren parça parça Limni Adası’na gelmeye başladı. 29. Tümen, Anzak Kolordusu, Fransız tümeni ve İngiliz Deniz Tümeni’nden oluşan top­lam 75.056 kişilik kuvvetin, çok sayıda mühimmat ve cephane eşli­ğinde Limni’ye ulaşması, 20 Nisan’ı buldu. Mondros Limanında yapılan çalışmayla, Müttefiklerin hare­kât planı son halini aldı. Buna göre: Ana saldırı, yoğun bombardımanın ardından yarımadanın güney sahillerinde beş ayrı noktaya çıkarma yapacak olan 29. Tümen ta­rafından gerçekleştirilecekti. İlk gün 73 Ahmet Esenkaya hedefi Alçıtepe, nihai hedef Kilitbahir platosuydu. Asıl iki çıkarma sahilinden biri olan Ertuğrul Koyu’nda, ayrıca eski bir kömür gemisi karaya oturtulacak; böylece ilk hamlede karaya çıkacak asker sayısı 25.100 kişi daha artırılmış olacak­tı. Beş çıkarma noktasından biri olan ve Y Plajı adı verilen Pınariçi Koyu’na, gün ışımadan ve hazırlık ateşi yapılmaksızın, baskın şek­linde bir çıkarma yapılacaktı. Anzak kuvvetleri, gün ışığından hemen önce, Kabatepe kuze­yindeki sahillere baskın tarzında bir çıkarma yapacaktı. İlk gün hedefi, Kocaçimentepe’den güneye inen hâkim tepeler silsilesini ve Boğaz’a hâkim Maltepe’yi işgal etmek, Gelibolu yönünden gelebilecek Türk ihtiyat kuvvetlerinin ve denizden gelecek yardımın yolunu kes­mek; nihai hedefi ise Kilitbahir Platosunu işgal edecek İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmaktı. Fransızlar Anadolu yakasında, Kumkale sahillerine, bir alay kuvvetinde asker çıkaracak; bu kuvvet, hem bölgedeki Türk topçu­sunun karşı yakadaki İngiliz çıkarmasını rahatsız etmesini engelle­yecek, hem de önemli Türk kuvvetlerinin asıl harekât bölgesi olan Ge­libolu Yarımadası’na intikalini geciktirecekti. Avrupa yakasında Bolayır, Asya yakasında ise Beşige Koyu ci­varında gösteriş çıkarmaları gerçekleştirilecekti. 21 Nisan günü harekât emri verilen Müttefik kuvvetler, çıkarma için artık sadece elverişli bir hava durumu beklemeye başladı. Yeniden yapılandırılan Türk savunması ise, Müttefiklerin kara harekâtı hazırlıkları sırasında kazanılan yaklaşık bir ayı iyi değerlen­dirmeye çalışıyordu. Uçakların keşfine meydan vermemek için, asıl olarak gece yürütülen çalışmalar; birliklerin nakil işlemleri; yürüyüş. Tatbikat ve diğer eğitimler; cephe gerisindeki yolların iyileştirilme­si; potansiyel çıkarma sahillerindeki engellerin berkitilmesinden olu­şuyordu. Beş piyade tümeni, bir piyade tugayı ile yeni gemilerle ikmal edilen Birleşik Filo’nun tamamından oluşuyordu. Bu kuvvetlerden, Kabatepe ve Seddülbahir kıyılarına çıkarılması planlanan asıl kuvvetlerin, Kabatepe’nin kuzeyine çıkacak olan iki tümenli Anzak Kolordusunun ilk hedefi, Conkbayırı-Kocaçimen çizgisidir. Burası alındıktan sonra, Maltepe’ye ilerlenerek, Yarımada, kuzeye karşı tıkanacak ve Kilitbahir platosuna saldırı için hazırlanılacaktır. Birinci kademede Seddülbahir’e çıkarılacak 29. İngiliz Tümeni’nin ilk hedefi, Alçıtepe olup, akşama kadar burası ele geçirilecek, bunu sırayla 1. Fransız ve İngiliz Deniz Tümenleri izleyecektir. Harekât, Alçıtepe’den sonra, kuzeydeki Anzak Kolordusuyla birlikte Kilitbahir platosuna yöneltilip, Müstahkem Mevki savunması çökertilecektir. 74 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri Yine ilk kademede, 1. Fransız Tümeni’nden bir tugay savaş grubu da Kumkale’ye çıkarılacaktı. 48 saat süreli Kumkale operasyonunun amacı, buradaki Türk savunma kuvvetlerini tespit etmek/çaresizce bekletmek ve İntepe toplarını olabildiğince faaliyetten uzak tutmaktı. Beşige ve Bolayır bölgelerinde de, boş taşıt ve refakat gemileriyle çıkarma gösterileri yapılacaktı. İskenderiye’den bir hafta sonra bölgeye gelecek olan 29. Hint Piyade Tugayı, Başkomutanlık ihtiyatını oluşturacaktı. Birleşik Deniz Kuvveti’nin bir filosu, Boğaz’ın kontrolünde, diğerleri çıkarma gösteri bölgelerinde; en kuvvetlileri Seddülbahir, Kabatepe ve Kumkale’de olmak üzere harekâtın, su üstü ve ateş destek koordinasyonunu yürütecekti. Karaya Asker Çıkarma Stratejileri 18 Mart yenilgisini bir türlü içine sindiremeyen Amiral de Robeck, Londra’ya gönderdiği raporunda: “Birleşik Filo’nun yeniden saldırıya hazır olduğunu, ancak serseri mayın tehlikesi karşısında, yeni bir planlama gereği üzerinde durulduğunu” bildiriyordu.108 Savaş Komitesi, Amiralin uygun bulması halinde saldırının yinelenebileceğini kararlaştırdı (19 Mart).109 Bu arada Deniz Bakanlığı da, 18 Mart’ta kaybedilen savaş gemilerinin yerine yenilerinin gönderilmesini emretti.110 Ancak, Amiral de Robeck, gerek kendi komutanları, gerekse Akdeniz Sefer Kuvveti Başkomutanı Hamilton ile yaptığı görüşmeler sonunda, Boğaz’ın yalnız donanmayla geçilemeyeceği kanısına vardığını, Deniz Bakanlığı’na bildirdi. Yine General Hamilton da, Amiral ile aynı görüşü paylaştığını Harbiye Bakanlığı’na ilettiğinden (23 Mart 1915), Hükümet de, her iki komutanın ortak kararına uymak zorunda kaldı.111 Böylece geniş çapta bir çıkarma operasyonuna karar verildi. Müttefiklere göre kara kuvvetleri, mevcut haliyle çıkarma hareketlerine hazır değildi. Nisan ayı ortalarına kadar ancak birlikler belli bir nizam ve intizama sokulabilirdi. Bu nedenle birliklerin Mısır limanlarında toplanıp, yeniden düzenlenmeleri, çıkarma eğitimlerinin yapılması ve ayrıca gemilerin de yapılacak çıkarma planına göre yerleştirilmesi gerekiyordu.112 108Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, s. 113. 109Aspinall-Olgander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı s.114. 110 BOA, HR. SYS, 2109/11 111Corbet, Harekât-ı Bahriye, c. II, s. 369; Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I., s. 113. 112Corbet, Harekât-ı Bahriye, c. II, s. 270-271; Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c .I., s. 133. 75 Ahmet Esenkaya İşte bu yüzden 3. Avustralya Tugayı, deniz piyadeleri dışındaki birliklerin ilk bölümü, yeniden düzenlenmek üzere Mondros’tan Mısır’a hareket ettiler. Deniz piyade tümenini taşıyan 14 gemi, 27 Mart’ta Portsait’e ulaştı. 28 Mart 1915’te 29. İngiliz Tümeni, 1. ve 2. Anzak Tümenleriyle Fransız Sefer Kuvveti, İskenderiye’de toplandı. Sonunda Mısır limanlarında toplanmış olan Akdeniz Sefer Kuvveti asker sayısı 75.056’yı buldu. Eğitimlerini tamamlayan Akdeniz Sefer Kuvvetine mensup bu birliklerden, Anzak’ın birinci kademede karaya çıkarılacaklarının gemilere bindirilmesine başlanmış, 16 Nisan’a kadar Anzak birlikleri ve 29. İngiliz Tümeni, 45 taşıt gemisiyle; 22 Nisan’a kadar da, diğer birlikler de 77 taşıt gemisiyle İskenderiye’den hareket etmişlerdir. Daha önce Sefer Kuvveti Komutanı Hamilton, 10 Nisan’da Mondros’a gelmiştir. Aynı gün en büyük ve en modern zırhlıları olan Queen Elizabeth’de son gelişmeler ve planın son detayları ile ilgili uzun süren bir toplantı yapılmıştır. Böylece aynı zamanda bu tarih, çıkarma hazırlıklarının başlama tarihi olarak kabul edilmiştir.113 Bu arada 28 Mart 1915’ten itibaren Çanakkale bölgesinde İngiliz ve Fransızların havada etkinlikleri arttı. 29 Mart’ta tamamlanan Bozcaada’daki uçak hangarına uçaklar çıkarıldı. 9 Nisan 1915’te İngiliz ve Fransız uçak filosu 36’yı buldu. Ayrıca atış kontrolü için İngiltere’den bir balon takımı getirildi.114 Çıkartma ile ilgili yapılan görüşmelerin içinde kayda değer bir gündem, Gelibolu yarımadasında yeteri kadar tatlı su temin edememe korkusuydu. Bu durum Başkomutan Ian Hamilton’u büyük ölçüde endişelendiriyordu. 3 Nisan 1915’te İngiliz Harbiye Nezareti, su durumuyla bu konuda yapılan hazırlıkları ve alınan tedbirleri sordu. Hamilton ise Gelibolu Yarımadası’nın her yerinde su sağlanmasında güçlüklerle karşılaşılabileceğini bildirdi. Bunun için de susuz kalmamak adına tüm önlemler alındı. Ayrıca İngiliz Harbiye Nezareti, su kaplarıyla donanmış bir gemi kiraladı.115 Hamilton’un genel harekât planında Arıburnu bölgesi için, Avustralya ve Yeni Zelandalılardan oluşan iki Tümenli Anzak Kolordusu ile 2. Tali Filo görevlendirilmişti. Baskın niteliğinde olması için ilk çıkarma karanlıkta yapılacak; bütün Kolordu bir günde karaya atılıp, Türk savunması bir anda felce uğratılacak; Boğaz’ın egemen tepelerinin işgaliyle Eceabat doğrultusunda ilerlenerek, Seddülbahir bölgesine çıkan kuvvetlerin kuzey yanı korunacaktı. 113Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I., s. 145-147. 114Corbet, Harekât-ı Bahriye, s. 480. 115Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I., s. 137-138. 76 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri Buradaki Türk kuvvetlerinin kıyıyla bağlantısı kesilecek, Kilitbahir platosuna saldırı için Başkomutanlık emri beklenecekti.116 Planın başlıca özelliği, hedefe ulaşmada fazlasıyla çabukluk isteyen mesafe, zaman, arazi ve savunmanın güç ve iradesi vb. koşullara yer vermeyen, İngilizlerin küçümseyici, belki de daha çok aşırı iyimserliğe kaçan yanıydı ki, uygulamada uğranılacak hayal kırıklığıyla gerçekler, daha iyi anlaşılacaktı. Türklerin istihbarat bilgileri neticesinde 23 Nisan 1915 günü tüm birlikler şu emri aldı: “Karargâh-ı Umumiye İstihbarat Şubesinden alınan bilgiye göre, Mayıs ayı başlarında yeniden düşmanın bir taarruzu beklenip, kara ve denize hücum için istihbarata devam edilmekte ve Mondros’ta yüklü 100 nakliye gemisi bulunmaktadır. Bir haftaya kadar Kıbrıs, Malta ve İskenderiye’den de kıtaların gelişi beklenmekte ve düşman askerleri arasında adalarda toplanmış Yunanlılar da bulunmakta olup, gerek esirlerin ifadelerinden ve gerekse çeşitli kaynaklardan alınan bilgilerde düşman askerinin maneviyatı pek ziyade bozuktur.” 117 24 Nisan 1915 saat 14.00’de Mondros üssünden hareket eden Anzak Kolordusuyla yüklü konvoy ve 2. Filo, 25 Nisan saat 01.30’da gece karanlığında çıkarma yerinden dokuz kilometre mesafede buluşma noktasına ulaştılar. Seddülbahir’e Çıkarma Planları General Hamilton, Yarımada güneyinde, taktik açıdan kilit nokta oluşturan Alçıtepe’yi hedefleyen bir saldırıyla ilk aşamada ele geçirmek amacıyla çıkarma yeri olarak Seddülbahir ve yakın çevre kıyılarını seçmişti. Böylece o, Alçıtepe’den sonra, Kilitbahir platosuna da el atarak, Boğazdaki Türk topçusunu arkadan vurmayı tasarlıyordu. Bu itibarla bölgeye üç piyade Tümeni ve bir Hint Tugayı ayrılmıştı. Bunlardan 29. İngiliz Piyade Tümeni, karaya çıkacak ilk birlik olacak ve bunu bir gün arayla Fransız Tümeniyle 1. İngiliz Kraliyet Deniz Tümeni izleyecekti. Bir hamlede Alçıtepe ele geçirilecek ve bu tepe çevresinde, donanma için bir gözetleme şebekesi kurulup Boğaz topçusuyla mücadele edilecek, kara kuvvetleriyle de Kilitbahir platosuna el atılarak kesin sonuca ulaşılacaktı. Yine Alçıtepe’de sürdürülecek taarruzların, kuzeydeki Anzak Kolordusunca Maltepe üzerinden geliştirilecek taarruzla birleştirilmesi de, Hamilton’un genel harekât planında yer almış bulunuyordu. 116Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2 nci Kitap, s. 96; Belen, 1915, c. II, s. 157. 117Tunççapa, Çanakkale Harbi Hatıralarım, s. 24. 77 Ahmet Esenkaya Buna göre, yarımada güneyinde, ilk etapta çıkarılması planlanan 29. İngiliz Piyade Tümeni için “S (Morto Koyu’ndaki Hisarlıkburnu kıyıları), V (Ertuğrul koyu ve Seddülbahir iskeleleri), W (Kumsal genişliği 300 metre olan Tekke koyu), X (İkiz koyu yakınlarında yan yana iki nokta), Y (Zığındere ağzı ve kuzeyinde Sarıtepe yöresi)” kapalı adlarıyla anılan beş ayrı çıkarma yeri belirlenmişti.118 (S) İşaretli çıkarma yerine bir tabur çıkarılacak ve Eski Hisarlık sırtını ele geçirecek, Seddülbahir-Kirte ekseniyle Tenger sırtlarındaki Türk topçusunu baskı altında tutacaktı. Bu harekât iki savaş gemisi, bir kruvazörle desteklenecek, bu destek ayrıca daha iki savaş gemisiyle pekiştirilecekti.119 (V) Ertuğrul koyu ve Seddülbahir iskelesine ilk kademede bir Alaydan fazla kuvvet çıkarılacak, bunu diğer bir Alay izleyecekti.120 (W) Tekke koyuna bir piyade taburu ayrılmış olup, Ertuğrul koyundaki harekâtı kolaylaştıracaktı. İkinci kademede, bir Alaya yakın kuvvetle desteklenecek hareketle de, özellikle Aytepe’nin bir an önce düşürülmesi sağlanarak Ertuğrul koyuna sarkılacaktı. Her iki çıkarma yeri (V, W), 1. İngiliz Filosu’nca desteklenecekti.121 (X) İkiz koyu dolaylarına yapılacak çıkarma için iki tabura yakın bir kuvvet görevlendirildi. Bu kuvvet, Tekke koyunu geriden kuşatarak, asıl çıkarma yerlerindeki direnişleri kıracağı gibi, (Y)’deki çıkarmayla iş birliği yaparak, Kirte doğrultusundaki harekâtı geliştirecekti.122 (Y) Sarp yamaçlı daracık bir basamaktan ibaret bu yer, baskın tarzında bir çıkarma yeri olarak seçilmişti ve buraya iki taburlu bir Alay ayrılmıştı. Bu savaş gemisiyle üç kruvazör, bu hareketi destekleyecekti. Hamilton’a göre, çok önemli olan bu harekâtla karaya çıkan kuvvetler, Kirte doğrultusunda erkenden birleştirilebilir, Türk savunması çözülür; yukarıda açıklanan beş yerde yapılan çıkarmalar, derinlikte birleşerek Alçıtepe üzerine bir sel gibi akardı.123 118Belen, 1915, c. II, s. 162-163. 119Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, s. 263-264; Demaz, Çanakkale Seferi, (çev. Bahattin) Askeri Matbaa, İstanbul 1930, s. 57. 120Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, s. 256-263; Demaz, Çanakkale Seferi, s. 58. 121Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, s. 251-263; Demaz, Çanakkale Seferi, s. 56. 122Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, s. 249-251; Demaz, Çanakkale Seferi, s. 57. 123Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, s. 223-239; Demaz, Çanakkale Seferi, s. 55-56. 78 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri Kumkale’ye Çıkarma Planı İngiliz-Fransız Birleşik Sefer Kuvvetleri Komutanı General Ian Hamilton, Kumkale çıkarmasıyla, Beşige’de yapılacak gösteri çıkarmaları hakkında Fransız Komutanlığına 18 Nisan 1915’te verdiği emirde: “Gelibolu yarımadasına çıkarılacak birliklere yardım edilmesi ve Anadolu yakası giriş kesimindeki Türk kuvvetlerinin‘tespit edilmesi’ (hareketsiz bırakılması) amacıyla Kumkale dolaylarında bir çıkarma yapılması istenmiş; Menderes Çayı batısındaki Türk birliklerinin temizlenmesinden sonra harekât, fazla genişletilmeden Gelibolu yarımadasında sağlam bir dayanak noktası elde edilir edilmez, karaya çıkan birliklerin gemilere alınarak Boğaz’ın Avrupa yakasına taşınacağı” bildirilmiş ve bu görev için karaya bir Alaydan az kuvvet çıkarılmaması vurgulanmıştır. 124 Ayrıca Beşige’deki gösteri çıkarmasıyla ilgili harekât hakkında: “Aynı zamanda Beşige limanında bir gösteri hareketi yapılarak Kumkale çıkarmasına yardım edilmesi Fransız Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Guepratte’ten istenilmiştir.”125 Sonuç 19 Mart’ta, Çanakkale Boğazı’nın sadece donanmanın zorlamasıyla geçilemeyeceğinin kesin olarak anlaşılmasının ardından; Mütte­fikler amfibi bir harekât için, Türkler de buna karşı alınacak savun­ma tedbirleri için planlar geliştirdi. 26 Mart 1915 ve sonrası: Başkomutanlığın kara muharebeleri için 5. Ordu’yu kurup başına Alman Mareşal Liman von Sanders’i getirmesi ile birlikte, iki gündem çözüm bulmuş oluyordu: Kara birlikleri 5. Ordu’ya bağlandığı için, Müstahkem Mevki Komutanlığı sadece deniz ve boğaz savunması hizmetlerinde bulunarak; cephenin savunma stratejisi belli olacaktı. Liman Paşa, amfibi kara çıkarmasını Bolayır ve Anadolu kıyılarından beklediği için, iki tümeni Bolayır’da, iki tümeni de Anadolu (Kumkale civarı)’da tutmayı uygun buldu. Gelibolu yarımadasının güneyinin bir tümenin üçte ikisi ile kuzeyinin de üçte biri ile savunulmasını planladı. 19. Tümen de Ordu ihtiyatına alınarak, asker karaya çıktıktan sonra bu tümen derhal harekete geçip düşmanı denize dökecekti. (Birlikler de bu plana göre konuşlandırıldı.) Çünkü Liman Paşa’ya göre 150 kilometrelik sahil şeridini savunmak pek mümkün gözükmüyordu. Fakat 5. Ordu Komutanı’nın bu savun­ma anlayışında, kısa süre sonra fark edilen aksaklıklar baş göstermeye baş124Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, Layiha 6. 125Aspinall-Oglander, Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, Layiha 6. 79 Ahmet Esenkaya ladı. Öncelikle bu plan bir taraftan Türk birliklerinin kendi içlerindeki düzenlemeyi etki­lemiş; sahil şeritlerini tutan zayıf kuvvetlerle, ihtiyat kuvvetleri ara­sındaki mesafeler çok fazla açılmıştır. Diğer taraftan da Liman Paşa’nın kabul ettiği “oynak savunma” anlayışı, pratikte Türk kuvvetlerinin daha önce­ki kıyı savunma gücünü önemli ölçüde değiştirmemiş, buna karşılık arkadaki ihtiyat kuvvetleri daha geriye taşınmış; özellikle Geli­bolu Yarımadasında bu kuvvetler, çıkarma sahillerine süratle mü­dahale ederek düşmanı denize dökebilecek mesafede konumlandırılmamıştır. Müttefikler, işgal için yarımadanın en güneyindeki en büyük yükselti olan Alçıtepe’yi ana hedef, yarımadanın orta kesiminde Arıburnu yarları zirvesi olan Kocaçimentepe civarını ikinci işgal hedefi olarak planlamıştı. Müttefiklerin Boğaz’ı donanma geçişine açmak için yaptıkla­rı esas hedef tespiti son derece anlaşılır halde idi. Çıkar­ma koylarının buraya ulaşmak için en kısa, en kolay, en pratik yolları sun­ması; coğrafi açıdan en kısa zamanda kat edilebilir hatlarla hedefe bağ­ lanması ve aynı yollar üzerinde, mümkün olabilecek en az kuvvetli savunma bulunması açılarından tercih edilmişti. Bu iki zirve çok kısa sürede işgal edilince, birlikler Kilitbahir platosunda birleşecekler; bir taraftan sahil savunma topları tahrip edilirken, diğer taraftan mayın hatları temizlenecek; sonuçta da Boğaz girişinde bekleyen Birleşik Filo İstanbul yolunu tutacak; nihayetinde üzerinde güneş batmaz İngiltere şöhretine şöhret katacak ve Cihan Harbi de son bulacaktı. Sonuç olarak, 24 Nisan 1915 günü her iki taraf da neredeyse hazır durumdaydı. Özellikle Müttefikler adına savaşacak askerler, sömürge imparatoru olan efendilerinin yılın sonunda nasıl ters-yüz olacağı hücum emrini bekliyorlar. 80 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri Kaynakça Arşiv Kaynakları ATASE Arşivi, No. 1/1, Kls. 180, Dos. 774, F. 1-5, 1-6 ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-1, F. 1-2, 1-4. ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-2, F. 2-8, 2-25, 2-31. ATASE Arşivi, No. 4/8749, Kls. 3474, Dos. H-4, F. 2-18, 2-19, 2-29, 2-30. ATASE Arşivi, No. 5/2453, Kls. 3864, Dos. H-12, F. 1-12, 1-13, 1-17,1-18 ATASE Arşivi, No. 5/2453, Kls. 3964, Dos. H-10, F. 1-16. ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-14, F. 1-13, 14, 16, 17, 18 ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-1, F. 1-13, 1-14, 1-16. ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-3, F. 1-13, 1-14 ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-8, 1-9, 1-10, 1-11, 1-191-21 ATASE Arşivi, No. 6/1666, Kls. 4669, Dos. H-13, F. 1-22, 1-23. ATASE Arşivi, No. 6/8056, Kls. 4775, Dos. H-2, F. 1-1, 1-1,2. ATASE Arşivi, No. 6/8903, Kls. 4836, Dos. H-10, F. 1-66,1-68, 1-71. ATASE Arşivi, No. 4/8903, Kls. 4836, Dos. H-11, F. 1-18. ATASE Arşivi, No. 6/1726, Kls. 5283, Dos. H-14, F. 1-3, 1-8. ATASE Arşivi, No. 6/1725, Kls. 5637, Dos. H-1, F. 1-94, 1-95 ATASE Arşivi, No. 7/1736, Kls. 5640, Dos. H-9, F. 1-2 ATASE Arşivi, No. 7/1736, Kls. 5644, Dos. H-1, F. 1-6, 1-7 ATASE Arşivi, No. 7/2328, Kls. 5653, Dos.1, F. 1-32, 1-33 ATASE Arşivi, No. 7/9746, Kls. 5337, Dos. H-5, F. 1-23. ATASE Arşivi, A. 7/9592, Dos. H-1-3. ATASE Arşivi, Kls. 64, Dos. 322, F. 38. BOA, DH.EUM. 3. Şb, 4/37 BOA,DH. EUM. 3. Şb, 4/46. BOA, DH. EUM. 7. Şb, 2/31 BOA, DH. EUM.KLU, 2/38 BOA,DH. EUM. KLU, 8/34. BOA,DH. EUM.VRK,14/83. BOA, DH. EUM.VRK, 14/85. BOA, HR. MA, 1118/4 BOA, HR.MA, 1125/2. 81 Ahmet Esenkaya BOA, VRK, 14/87. BOA, VRK, 14/ 92. BOA, VRK, 25/ 8. BOA, HR. SYS, 2109/13. BOA, HR. SYS, 2323/1. BOA, HR. SYS, 2098/10. BOA, DH. EUM. VRK, 14/85. BOA, İ,. HB, 1333. Ca/36 BOA, İ. TAL, 1333. Ca/37. BOA, İ.Hus. 8770 lef 1. BOA, İ, 1333, Ca/36. BOA, BEO, 322947 Süreli Yayınları Tanin, 18 Nisan 1915. Tanin, 19 Nisan 1915. Başyazı, “Ne Üstünden, Ne de Altından”, Tanin, 20 Nisan 1915. Resmi Yayınlar Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Çanakkale Cephesi Harekâtı, V. cilt, I. Kitap, (Genelkurmay, 1. Kitap) Ankara 1993. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Çanakkale Cephesi Harekâtı, V. cilt, 2 nci Kitap ,Amfibi Harekât, Ankara 1978. Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi V. cilt Çanakkale Cephesi harekâtı 1 nci, 2 nci, ve 3 ncü Kitapların Özetlenmiş Tarihi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1997. Araştırma ve Tetik Eserler Aker, Mehmet Şefik, Çanakkale – Arıburnu Savaşları ve 27. Alay, Askeri Basımevi, İstanbul 1935. Aspinall-Oglander, Cecil Faber, (çev. Tahir Tunay), Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, Askeri Matbaa, İstanbul 1939. Belen, Fahri, Birinci Dünya Harbinde Türk Savaşı, 1915 Yılı Hareketleri, Ankara 1964. Binbaşı Mahmut, Seddülbahir’in İlk Şanlı Müdafaası, Yeni Anadolu Basımevi, Konya 1933. Binbaşı Nihad, Seddülbahir Muharebatı, Erkan-ı Harbiye Mektebi Yayınları, İstanbul 1921. 82 Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart - 24 Nisan 1915 Günleri Corbet, Julian, (çev. Ali Rıza Seyfi), Harekât-ı Bahriye, c.II, Matbaa-i Bahriye, İstanbul 1926. Demaz, (çev. Bahattin) Çanakkale Seferi, Askeri Matbaa, İstanbul 1930. Görgülü, İsmet, On Yıllık Harbin Kadrosu, TTK Yayınları, Ankara 1993. James, Robert Rhodes, Gelibolu Harekatı, Belge Yayınları, 1.B., İstanbul 1965. Kemalyeri, Ahmet Mucib, Çanakkale Ruhu Nasıl Doğdu ve Azerbaycan Savaşı 1917-1918, Baha Matbaası, İstanbul 1972. Lorey, Herman, (çev. Tacettin Talayman) Türk Sularında Deniz Hareketleri, Deniz Basımevi, İstanbul 1946. Nazmi Bey, (Günümüz Türkçesine Aktaran: Ahmet Esenkaya), Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü (1914-1922), Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı Yayınları, İzmir 2004. Selahattin Adil Paşa, Hayat Mücadeleleri, Çanakkale Hatıraları, İstanbul 1982. Vedel, Emil (Türkçeye Çeviren Dr. Ahmet Esenkaya), Çanakkale’de Bahriyelilerimiz, Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı Yayınları, Ankara 2006. Tunççapa, M. Şakir, Çanakkale Harbi Hatıralarım, Deniz Matbaası, İstanbul 1958. Von Sanders, Liman, Türkiye’de Beş Sene, Askeri Basımevi, İstanbul 1337 (1921). Yarbay İzzeddin, Arıburnu Muharebatı, Erkan-ı Harbiye Mektebi Yayınları, İstanbul 1921. Yazman, M. Şevki, Türk Çanakkale, Ulus Basımevi, Ankara 1938. Yüzbaşı Celaleddin, Kumkale Muharebeleri, Erkan-ı Harbiye Mektebi Yayınları, İstanbul 1921. Dümer, Vehbi Ziya, “Çanakkale Muharebatında İngiliz Denizaltı Gemilerinin Aldığı Vazifeler ve Bahriyemizin Bu Gemilerle Mücadelesi”, Deniz Mecmuası, c. 46, S. 334, İstanbul 1934, s. 585-615. 83 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 85-105 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Mehmet Fatih KARAGÜL* Özet Çanakkale seramikleri Anadolu’nun Türkleşmesi ve Ege adaları arasında yaşanan kültür sentezi sonucu oluşup gelişmiş bir halk sanatıdır. Kökeninde Selçuklu sanatının etkileri olduğu inkâr edilemez. Malzeme kullanımı, şekillendirme yöntemi, dekor özellikleri ve kimi benzer biçimlerle Bizans seramikleri ile bağlar da barındırır. Bu duruma sanat tarihçileri şüpheyle yaklaşsalar da, seramikçi gözüyle incelendiğinde, var olan benzerlikler göz ardı edilemez. Çanakkale seramiklerinin başlangıcını Akköy seramiklerine dek geriye götürmek gerekir. Akköy’ün beyaz astar dekoru ile Midilli’nin beyaz astar dekoru birbirine çok benzerdir. Bu durumda Çanakkale için Akköy ve Midilli arasında doğal bir bağ kurulmuş olur. Yaşanan savaşlar ve bu savaşların etkilediği insanların yaşadıkları göçler, kültür değişimleri oluşturmuştur. Bu durumdan Batı Anadolu kıyı yerleşimleri ve Yunan adaları da etkilenmiştir. Plastik malzemeler üretilip yaygınlaşana dek, zirai ve ticari faaliyetlerin seramik ürünlerle olan bağı önemlidir. Bu bağ iki kıyı arasında yaşanan sürekli hareketliliğin bir parçasıdır. Bu hareketlilik içinde yer alan seramikler ise, bizlere günümüzde devam eden benzerliklerin tanıkları olarak varlıklarını sürdürmektedir. Anahtar Kelimeler: Çanakkale, Midilli, Seramik, Çömlekçilik, Geleneksel * Yrd. Doç. Dr, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü, fkaragul@comu.edu.tr 85 Mehmet Fatih Karagül Story of Ceramic Between Çanakkale and Lesbos Island Abstract Traditional Çanakkale ceramics is a kind of folk art which originated from the turkification of Anatolia and the cultural synthesis between the Aegean islands. It is well-known that it had its genesis in the influential Seljukian art. It has similarities to the Byzantine ceramics as clear from the usage of the materials, shaping, the decorative features and the like. Although art historians adopt a sceptic approach to this situation, similarities are eminent for a ceramist. The beginning of Çanakkale ceramics can be traced back to Akköy ceramics. Lesbos’s and Akköy’s white slip decoration share similarities, which forms a natural bond between Lesvos and Akköy for Çanakkale. Wars and war-induced migrations caused cultural exchanges, which also affected coastal settlements in Western Anatolia and the Greek islands. Till the productions and widespread use of the plastic materials, the bond between agricultural and commercial activities and ceramic products is important. This bond is an integral part of the ongoing interaction between the two shores. The ceramics of this interaction have survived as witnesses of the similarities till now. Keywords: Çanakkale, Lesvos, Ceramic, Pottery, Traditional Giriş Bu çalışmada konuyu net bir şekilde anlayabilmek için, öncelikle geleneksel Çanakkale seramiklerinin oluşum, gelişim ve etkileşim süreçlerine değinmek gerekir. Bu nedenle Çanakkale çömlekçiliğine değinmeden önce Akköy çömlekçiliğini anlamak daha aydınlatıcı olacaktır. Akköy’de üretim yapan ustaların Selçuklu ve Bizans sanatından etkilenmeleri olasılığı ayrı bir inceleme konusu olsa da, var olan örneklerin benzerlikleri ilginçtir.1 Ardından, Girit ve Midilli adaları arasındaki göçlerin, Çanakkale’deki seramik üretim sürecine olan etkilerini anlamaya çalışıp, Midilli adasındaki güncel örneklere değinerek benzerlikleri saptamak yerinde olacaktır.2 Akköy Çömlekçiliği Çanakkale merkezde başlayan seramik üretimi 17. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Fakat bu üretimin başlangıcı Çanakkale geneli ele alındığında daha eskilere dayan1 Billur Tekkök-Biçken, “Pottery Production in the Troad Ancient and Modern Akköy”, Near Eastern Archaeology, 63:2, 2000, s. 94-96. 2J.M.Cook, The Troad An Archeolological and Topographical Study, Oxford University Pres, Oxford 1973, s. 376, 379, 384. 86 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü maktadır.3 Teknik özellikler bölgenin Helenistik ve Roma dönemi örnekleriyle paralellikler gösterir.4 Ezine ilçesine bağlı “Akköy’ün geçmişini 14. yüzyılın ilk yarısına kadar indirmek mümkündür. Akköy’ün, Karasi Beyliği sahasındaki Danişmendli Türkleri tarafından 14. yüzyıl başlarında kurulmuş yerleşmelerden birisi olması gerekir.”5 İsmail Hakkı Uzunçarşılı Karasi Beyliği’nin soyunun Danişment Gazi’den geldiğini belirtmektedir.6 Zerrin Günal Öden ise bölgenin 14. yüzyıl başlarında Karesioğulları’nın hâkimiyetine girdiğini kaydeder.7 Selçuklu geleneğinden etkilenmiş olan Danişmend Türklerince iskân edilen “Akköy, yüzeyde bugün bile dikkati çeken seramik ve üretim malzemeleriyle Beylikler ve Erken Osmanlı devrinin önemli seramikçilik merkezlerinden birisidir.”8 Cook 1973 tarihli çalışmasında Akköy testileri hakkında bilgiler vermiştir.9 Köye gerçekleştirdiğimiz 1995 yılı ve sonrasındaki araştırma gezilerinde çok sayıda sırlı ve sırsız seramik parçaları bulunmuştur. Bunların arasında fırın üçayakları da yer almaktadır. Bulunan örneklerde kırmızı çamurlu, astarlı ve sırlı örnekler ağırlıktadır. “Bunlar arasında Beylikler devrine uygun düşen üçayaklar ve özellikle “Milet işi” olarak bilinen seramik parçaları çok dikkat çekicidir.”10 Milet işi olarak adlandırılan seramik gurubuna ait örneklerin Akköy’de bulunması, Beylikler döneminde burada seramik atölyeleri olması gerektiğini ortaya koyar. Akçaalan olarak adlandırılan mevkide seramik üretimi gerçekleştirmiş olan ustalar “yeni kil yatakları ve ticarî kaygılarla 17. yüzyılın ikinci yarısında Çanakkale’ye göçmüşler ve bildiğimiz Çanakkale seramikçiliğini başlatmışlardır.”11 Bu konuya ilişkin iki tespit yapan Akarca “ önce Çanakkale’de yapılan çanak çömleğin Akçaalan çanak Çömlek türlerini, motifleri ve tekniğini sürdürmüş olmasıdır. İkinci olarak da, Akçaalan köy olarak ortadan kalk3 Filiz Yenişehirlioğlu, “İstanbul-Tekfur Sarayı-Osmanlı Dönemi Çini Fırınları ve Eyüp Çömlekçiler Mahallaesi Yüzey Araştırmaları”, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Araştırma Sonuçları Toplantıları 12, İstanbul 1993, s. 541,542; Billur Tekkök, “Remnants of Çanakkale Glazed Ware Production: A Long Tradition of Glazing in the Troad Region”, Near Eastern Archeology 74:4, 2011, s. 227, 228. 4 Billur Tekkök, Vol. I. (ed. T. Takaoğlu), “The Pottery Workshops at Eceabat in Northwest Anatolia: the Hellenistic and Roman Traditions Continue”, Ethnoarchaeological Investigations in Rural Anatolia, Ege Yayınları, İstanbul 2004, s. 100. 5 Ali Osman Uysal, “Ezine/Akköy’de Tarihî Anıtlar ve Seramikçilik”, Ezine Değerleri Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları No: 86, Çanakkale 2008, s. 3. 6 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kitâbeler I, İstanbul Devlet Matbaası, 1927-1929, s. 43-44. 7 Zerrin Günal Öden, “Karesioğulları”, TDVİA, c. 24, İstanbul 2001, s. 488-489; Zerrin Günal Öden, “Karasioğulları Beyliği” Türkler, c. 6, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002 s.782. 8Uysal, Ezine Değerleri Sempozyumu Bildiriler Kitabı, s.4; Cook, The Troad An Archeolological and Topographical Study, s. 56, 384. 9Cook, The Troad An Archeolological and Topographical Study, s. 128, 166, 265, 274, 275. 10 Uysal, “Ezine/Akköy’de Tarihî Anıtlar ve Seramikçilik”, s. 1. 11 Uysal, “Ezine/Akköy’de Tarihî Anıtlar ve Seramikçilik”, s. 2, 3. 87 Mehmet Fatih Karagül mağa yüz tutmuşken, hemen yanında yeni bir köyün -Akköy’ün- türemesidir.”12 bilgisini vermektedir. 5 Şubat 1516 tarihli Mufassal Tahrir defteri Biga Sancağına bağlı Ezine köylerinden Akköy’den bahseder. Köydeki iş kollarına değinirken seramikçiliğe dair herhangi bir kayıt yer almamaktadır.13 Ayrıca Ali Osman Öztürk, Akçaalan hakkında Aşkıdil Akarca’nın tespitlerinin rivayetlere dayandığını ve gerçeklikle bağlantılı olmadığını, kayıtlara dayanarak belirtmekte ve Akçaalan’ın Akköy sınırları içinde bir mevki-mahalle olabileceğini önermektedir.14 Buluntular itibarıyla Akköy “Beylikler ve erken Osmanlı devrinin önemli seramikçilik merkezlerinden birisidir.”15 Akköy’de kalarak çömlekçiliğe devam eden ustalar geçen yıllarla beraber sayısal olarak azalmaya devam etmiştir. 1995 yılında köyden çömlekçi kili temin etmek için gerçekleştirdiğimiz gezide üretime devam eden atölyelerin bir kısmının, 2000 yılına gelindiğinde kapanmış olduğu tespit edilmiştir. Geri kalan sayılı çömlekçinin ise üretimleri durma noktasına gelmişti. 2009 yılında yaptığımız diğer bir gezide çömlekçi olarak çalışmış ve 2005 yılında üretimi bırakmış olan Emine Türker ile görüşülerek, köy ve seramik üretiminin son durumu hakkında bilgi alınmıştır. Tespit edilen ilginç bir nokta ise, Midilli adasındakine benzer üretilen beyaz astar dekorun Akköy’deki örneklerle benzeşmesidir.16 Bu astar dekor için gerekli olan beyaz kili, Erenköy (İntepe) yolunda tabiattan doğal olarak temin etmişlerdir. Gerçekleştirdikleri bu dekor, Midilli’de günümüzde bir tek Aghios Stefanos’ta üretime devam eden Dimitri Kouvdis usta tarafından sürdürülmektedir.17 Cook ise aynı amaçla kullanılan kilin Karantina’dan (Güzelyalı) temin edildiğini belirtmektedir.18 Sevim Çizer, Kouvdis ailesinin Çanakkale Narlı Köyü’nden Midilli’ye göçtüğünü belirtmektedir.19 Maroussi’de çalışan, Midilli seramikleri benzeri üretimi yapan bir diğer Yunan adası olan Sifnos çömlekçileri de, akıtma astar bezemeli kâseler üretmişlerdir ve kullandıkları astar da batana olarak adlandırılmaktadır.20 Midilli’de ise bu astara badana denmektedir. 12 Aşkıdil Akarca, “Çanakkale’de Yeni Bir Çanak Çömlek Merkezi”, VIII. Türk Tarih Kongresi Bildiriler Kitabı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 11-15 Ekim 1976, (Ankara 1979), s. 501-506. 13 Recep Dündar, “59 Nolu Tahrir Defterine Göre Biga Sancağı’nda Yerleşim ve Nüfus”, The Journal of Academic Social Science Studies, Şubat 2013, V.6, I. s. 2. 14 Uysal, “Ezine/Akköy’de Tarihî Anıtlar ve Seramikçilik”, s. 3, 4. 15 Uysal, “Ezine/Akköy’de Tarihî Anıtlar ve Seramikçilik”, s. 4. 16 Sevim Çizer, “Çanakkale Örneğinde Batı Anadolu Seramikçiliğinin Ege Adalarındaki Uzantıları”, Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildirileri Kitabı, Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü, Antalya 2007, s. 23; Κατερίνα Κορρέ-Ζωγράφου, Τα κεραμεικά του αιγαίου, Αθήνα : Υπουργειο Αιγαιου, 2003, s. 130, 131, 196, 197. 17 Μιμίκα Γιαννοπούλου, Στέλλα Δεμέστιχα, Κέντρο Μελέτης Νεώτερης Κεραμεικής, 1998, s. 50-55. 18Cook, The Troad An Archeolological and Topographical Study, s. 275. 19 Çizer, “Çanakkale Örneğinde Batı Anadolu Seramikçiliğinin Ege Adalarındaki Uzantıları”, s. 21. 20 Ioannis Ioannou, The Maroussi Pottery Workshop of the 1930s Through 46 Photographs of Nelly’s, The Historic and Folk Art Museum of the Municipality of Maroussi, 1994, s. 108, 120. 88 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Resim 1: Akköy’de Yıkık hamam çevresinden toplanmış sırlı seramik parçaları Yukarıdaki örnek Milet işidir. (Fotoğraf: M. F. Karagül) Çanakkale Seramikleri Çanakkale seramikleri, 17. ve 20. yüzyıllar arasında Çanakkale’de üretilmiş olan seramiklerdir.21 17. yüzyılın ikinci yarısında Akköylü ustaların Çanakkale’ye göç etmesiyle, seramik üretimi merkezde başlar.22 Edmund Chishull, Richard Pococke, Peter Edmunt Laurent, Albert Smith, William Cochran, Vital Cuinet ve Hariot Georgina, J.M.Cook gibi gezginlerin 18. 19. ve 20. yüzyıllarda gerçekleştirdikleri Çanakkale gezilerine ilişkin çalışmalarıyla Çanakkale seramikleri ile ilgili bilgi ve görüşlerini günümüze aktarmışlardır.23 Bu seramiklerde yapan ustanın imzası bulunmadığından, 21 Katherina Kore-Zagraphou, “The Spreading of the Çanakkale Ceramics Through The Aegean Islands”, Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildirileri Kitabı, Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü, Antalya 2007, s. 7-9. 22 Akarca, “Çanakkale’de Yeni Bir Çanak Çömlek Merkezi”, s. 126-127. 23 Edmund Chishull, Türkiye Gezisi ve İngiltere’ye Dönüş, (çev. Bahattin Orhon), Bağlam Yayınları, İstanbul 1993, s. 56; Richard Pococke, A Description of the East and some Other Countries, c. II, Kısım II, Londra 1745, s. 102-4; Peter Edmunt Laurent, Classical Tour Through Various Parts of Greece, Turkey and Italy, Londra 1821, s. 102; Albert Smith, A Month at Constantinople, Londra 1850, s.40; William Cochran, Pen and Pencil in Asia Minor or Notes from the Levant, Londra 1887, s. 273; Vital Cuinet, La Turquie d’Asia Mineure, Paris, III, 1894, s. 745, Harriot Georgina, Hamilton – Temple – Blackwood Dafferin and Ava, marchioness of, My Rushian and Turkish Journals/ by the Marchioness of Dafferin and Ava, Londra 1916, s. 125,; Cook, The Troad An Archeolological and Topographical Study, s. 52, 53. 89 Mehmet Fatih Karagül seramikleri üreten ustalardan ve atölyelerden bahsetmemişlerdir. Ayrıca JosephFrançois Michaud 1833 tarihli kitabında ve James Blacker da 1919 tarihli kitabında tam olarak tanımlayamadığı at biçimli bir Çanakkale seramiğinden bahseder.24 Bu seramikler tanımlanırken üretim yoğunluğu ve çeşitliliği nedeniyle Çanakkale merkezde üretilen sırlı seramikler ele alınmalıdır.25 Akköy, Yuvalar, Eceabat gibi diğer küçük merkezlerde gerçekleştirilen üretimin Çanakkale geleneğinde önemli bir yeri olsa da, hep gözlerden uzak kalmışlardır.26 Kendine has özellikleriyle bir halk sanatı olarak sanat tarihi alanında da önemli bir yere sahip olan bu seramikler, özellikle günlük kullanım amacıyla, genellikle çömlekçi çarkında şekillendirilmişlerdir. Biçimsel ve estetik olarak kendine has üslup özellikleri taşıyan Çanakkale seramiklerinin oluşum ve gelişim sürecinde farklı etkiler gözlenebilmektedir. Dekor özellikleriyle geleneksel Türk seramiğinde özel bir yere sahiptir. Çanakkale seramiklerini diğer seramiklerden ayıran en önemli özellikler figüratif örneklerin varlığı, ilginç aplikasyonlar, sır üzerine uygulanabilen soğuk boya dekorlarıdır. Tercih edilen sırlar genellikle şeffaf olup, yeşil, sarı, kahverengi tonlarında renklendirilmişlerdir. Mor ve siyah renk de görülür. Kullanılan sır altı teknikleri ve rölyeflerle birleşen sır üstü soğuk boya dekorları, diğer geleneksel seramiklerimizle kıyaslandığında, çok özel bir noktada yer alır. Bu denli hayal gücü gerektiren ve karmaşık görünen bu seramiklerdeki sıra dışılık, pek çok seramikçiyi de etkilemektedir. Bu etkilerin izlerini günümüzde yurt dışında dahi bulabilmekteyiz. Yoğun olarak üretildiği dönemlerde Çanakkale için önemli bir ihraç ürünü olan bu seramikler, üretildiği ilk dönemlerden itibaren kalitesini yitirmeye devam etmiştir.27 1954 yılında hükümet tarafından üreticilerin kurşunlu sır kullanmaları yasaklanmış, 1960’lara doğru plastik kullanım eşyalarının günlük kullanımda daha çok yer edinmesiyle birlikte, seramik üretimi azalmaya devam etmiştir.28 20. yüzyıla kadar sürdürülebilmiş olan üretim, son dönemlere doğru giderek zevksizleşmiş, 1961 de üretim son bulmuştur.29 Çanakkale seramikleri üretimi yapan atölye ve ustalar ile ilgili kayıtlar Osmanlı arşivlerindeki Şer’iyye sicillerinde, Sadaret mektubi kalemi umum vilayet yazış24 Joseph-François Michaud,Jean-Joseph-François Poujoulat, Correspondance d’Orient 1830-1831, c. 2. Paris 1833, s. 19-20; James Blacker, The ABC of Collecting old English Pottery, Toronto: Copp, Clark, 1919, s. 43. 25 Mehmet Fatih Karagül, “Çanakkale Eceabat Kilinin Düşük Dereceli Borakslı Sırlarda Kullanımı”, Zeitschrift für die Welt der Türken, Vol. 5, No. 3, 2013, s. 140. 26 Billur Tekkök, “The Pottery Workshops at Eceabat in Northwest Anatolia: the Hellenistic and Roman Traditions Continue”, s. 97-106. 27 M.Fatih Karagül, “Çanakkale Seramiği”, Çanakkale Değerleri Envanteri, (ed. A. Akdemir, O. Demircan, S. Yılmaz, T. Takaoğlu, C. Akbulak), Ç.O.M.Ü. Yayınları, No: 94, Ankara 2009, s. 102. 28 Tekkök, “The Pottery Workshops at Eceabat in Northwest Anatolia: the Hellenistic and Roman Traditions Continue”, s. 98, 99. 29 Esin Küçükbiçmen, Çanakkale Seramiklerinde Hayvan Figürleri ve Günümüz Yorumları (Yayımlanmamış Y.Lisans Tezi), A.Ü., Eskişehir 2007, s. 24. 90 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü malarında ve Temettuat defterlerinde yer almaktadır.30 Ayrıca Ali Osman Öztürk Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri’nde Akköy’ün 17. yüzyıldan önceki varlığı hakkındaki kaydı tespit etmiştir.31 Ayrıca T.C. Başbakanlık Devlet Arşivlerinde de Çanakkale’deki çömlekçilik faaliyetleri ile ilgili kayıtlar araştırılmıştır.32 Vefat etmiş olan çömlekçi Mehmet Ali Gümüş (Akköy) ile 1995 yılında, görüşülmüştür. Hayatta olup çalışmaya devam eden ya da emekli olmuş çömlekçilerden 2004 yılında Naciye Çetin (Yuvalar Köyü), 2005 yılında Aytekin Uçar (Halileli Köyü), 2006 yılında Zeki Uzer (Eceabat), 2009 yılında Emine Türker (Akköy), 2009 yılında Eşref Eriç (Çan), Sarı Sakal Ahmet lakaplı Ahmet Uçar’ın torunu Çağlar Boğurgan ile 2011 yılında, ayrıca İsmail Bütün ve Kutlu Bozkurt ile halen devam eden görüşmelerden konuyla ilgili bilgiler alınmıştır. Ailesinde önceki kuşaklarda çömlekçilik yapmış kişilerin hayatta olan akrabalarından, yerinde yapılan mesleki yüzey ve alan araştırmalardan elde edilen verilerle, çömlekçiler hakkında başlangıç oluşturup, fikir verebilecek bir liste hazırlanmasına çalışılmıştır. 30 Ayşe Güler, “Osmanlı Dönemi Çanakkale’de Seramik Atölyelerinin Konumlandıkları Mahalleler, Üretim Potansiyeli ve Ürün Türleri”, Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildirileri Kitabı, Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü, Antalya 2007, s. 75-81; Billur Tekkök, “Remnants of Çanakkale Glazed Ware Production: A Long Tradition of Glazing in the Troad Region” , s. 226. 31 166 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri (937/1530), Dizin ve Tıpkı Basım, T.C Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1995, s. 237. 32 BOA, Dahiliye Defterleri, DH.SAİDd, 29/Z /1270, 57/271, Mustafa Hulusi Efendi; 1270 Kale-i Sultaniye doğumlu, Çanakçı Yusuf Ağa’nın oğlu; BOA, Dahiliye Defterleri, DH.SAİDd, 29/Z /1292, 67/303, Ahmed Remzi Efendi; 1292 Kale-i Sultaniye doğumlu, Kale-i Sultaniye ahalisinden Çanakçı Emin Usta’nın oğlu; Dahiliye Defterleri, BOA, DH.SAİDd, Tarih: 29/Z /1291, 113/185, İbrahim Efendi; 1291 Kale-i Sultaniye doğumlu, Çanakcı Esnafı Kethudası Mustafa Efendi’nin oğlu; BOA, Cevdet Askeriye Evrakı, C..AS,28/S /1227, 299/12401, Akdeniz boğazında Sultaniye, Seddülbahir ve Kilidülbahir kaleleri muhafızlarından münhal bir cebeciliğin Çanakçı Yakub Usta’ya tevcihi; BOA, Sadaret Mektubi Kalemi Evrakı, A.}MKT, 04/Ra/1265, 171/49, Çanakkaleli Çanakçı Edhem Usta’nın 20 bin kuruşluk bahçesini zapdettirmek isteyen Müftü Hafız Said Efendi hakkında Biga Mutasarrıfı’na şukka; BOA, Sadaret Mektubi Kalemi Evrakı, A.}MKT, Tarih: 03/Ra/1265, 171/28, Vefat eden Çanakçı Hasan Usta’dan alacaklı olan Çanakçılar Kethüdası Hacı İsmail Efendi’nin yerine vekil tayin ettiği Hacı Mehmed Said Efendi’ye merhumun varisleri tarafından borcun taksitle ödeneceğine dair Çanakkale Kadısı Halil Sırrı’nın ilamı; BOA, Sadaret Mektubi Kalemi Evrakı, A.}MKT,04/Ş /1278, 538/33, Kale-i Sultaniye’den Çanakcı Mehmed Ağa’nın vefatından dolayı emvâl-i metrukesinin varisleri arasında taksim olunması; Dahiliye defterleri, BOA, DH.SAİDd, 29/Z /1286, 57/239, Ali Sırrı Efendi; 1286 Kale-i Sultaniye doğumlu, Çanakçı Giridlizade İsmail Ağa’nın oğlu; BOA, Dahiliye Mektubi Kalemi, DH.MKT., 07/L /1312, 358/21, Çanak çömlek vs. yapmak üzere açılacak toprak ocaklardan ruhsatiye, imalattan ise resm-i nisbi alınması nizamname gereği olduğundan Kala-i Sultaniye’den Mihail Kapdan’ın gemisine yüklenilen çanak çömlekten de resm-i nisbi alınması gerektiği; BOA, Sadaret Umum Vilayet Evrakı, A.}MKT.UM.., 28/Za/1277, 476/44, Kala-i Sultaniye’deki Çanakçı ustalarına nümune verilerek imal ettirilen desti ve tabakların sandığa konularak gönderildiği; BOA, Sadaret Umum Vilayet Evrakı, A.}MKT.UM.., 28/Ra/1274, 297/68, Zeliha Hatun’un Divriği Hasan’dan müntakil mirasına diğer varisler tarafından yapılan müdahalenin men’i. Mazlum’un Kala-i Sultaniye’deki Çanakcı dükkanına yapılan müdahalenin men’i; BOA, Sadaret Deavi Evrakı, A.}MKT.DV.., 19/ Ra/1275, 130/66, Çanakçı Mazlum ile Sabık Biga Mutasarrıfı Ömer Paşa arasında olan davanın Anadolu Kazaskerliği’ne havale edildiği; BOA, Şûra-yı Devlet Belgeleri, ŞD., 21/M /1309, 2567/14, Kala-i Sultaniye’de Çanakçılar Caddesi’nde kain olub tamirine ruhsat istenilen Katolik Kilisesiyle Mekteb ve papas odaları hakkında bazı ifade; BOA, Dahiliye Defterleri, DH.SAİDd..., 29/Z /1275, 103/197, İsmail Hakkı Efendi; 1275 Kale-i Sultaniye doğumlu, Destici Edhem Ağa’nın oğlu. 91 Mehmet Fatih Karagül Böyle bir listenin bir başına işe yaramayacağı gerçeğinden hareketle, elde olan bilgilerle listedeki isimleri inceleyerek bir takım yorum ve sonuçlara varılabilme imkânı doğmuştur. Genişleterek sürdürülen ve ayrı bir araştırma konusu olan listede yer alan isimlerin bazıları dikkat çekicidir ve ustaların bir kısmının Giritlizade ailesine mensup oldukları, dolayısı ile bu ustaların kökeninin Girit’e dayandığı anlaşılmaktadır.33 Bu durumda, o ustaların bir şekilde Girit’e ait yerel seramik geleneğini Çanakkale’ye taşımış olduklarını önerebiliriz. Bunun öncesinde ise Girit’in fethi ile Anadolu’dan Girit’e yerleştirilen Türklerle daha önce gerçekleşen kültür göçünü ve bu süreçte seramik üretme geleneğini de taşımış olmaları ihtimali kuvvetlidir. “Günümüz Yunan çömlekçiliğinin kökleri Anadolu’dadır ve halen Anadolu çömlekçiliğinin izlerini taşımaktadır.”34 Ayrıca listede bazı yabancı uyruklu ustaların isimleri de yer almaktadır. Çanakçı Alksandr35, Çanakçı Rali36, Çanakçı Aleksi Zımmi37, Dimitri oğlu Çanakçı İstiro38 muhtemelen Rum kökenli ustalardır. Çanakçı Benayeud39 ise (Benayoun olabilir) Yahudi asıllı olabilir. 33 Güler, “Osmanlı Dönemi Çanakkale’de Seramik Atölyelerinin Konumlandıkları Mahalleler, Üretim Potansiyeli ve Ürün Türleri”, s. 79, Sadaret Mektubî Kalemi Umum Vilayet Yazışmaları BOA, A.MKT. UM. 476/44, 1277(Hicri); BOA, Dahiliye Defteri DH.SAİDd, 29/Z , 1286 (Hicrî), 57/239. 34 Çizer, “Çanakkale Örneğinde Batı Anadolu Seramikçiliğinin Ege Adalarındaki Uzantıları”, s. 21. 35 Mustafa Işık, Hicri 1255-1256 Tarihli Çanakkale Şer’iyye Sicilinin Sosyo Ekonomik Yapısının Değerlendirilmesi ve Transkripsiyonu (Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale 2001, s.208 36Işık, Hicri 1255-1256 Tarihli Çanakkale Şer’iyye Sicilinin Sosyo Ekonomik Yapısının Değerlendirilmesi ve Transkripsiyonu (Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi), s. 208. 37 Ahmet Güngör, Hicri 1266-1269 Tarihli Çanakkale Sicilleri Işığında Çanakkale’nin Sosyo-Ekonomik Yapısı (Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale 1998, s. 93. 38 İmran Şahin, “Şer’iyye Sicillerinin Önemi ve Çanakkale Şer’iyye Sicilleri”, Çanakkale Araştırmaları Yıllığı, 2005, s. 137, 138. 39Güngör, Hicri 1266-1269 Tarihli Çanakkale Sicilleri Işığında Çanakkale’nin Sosyo-Ekonomik Yapısı (Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi), s. 293. 92 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Resim 2: Simit gövdeli kaplar. Soldan sağa Avanos (Mehmet Körükçü), Çanakkale (Mehmet Coşar) ve Midilli (Dimitris Hatzigiannis) örnekleri. Doğudan batıya doğru gidildikçe dekor yönünde farklılaşma ve renk kullanımının arttığı görülür. Bu biçime Çanakkale’de sirkelik de denmektedir. (Fotoğraf: M. F. Karagül) Çömlekçilik mesleğinin babadan oğla sürdürüldüğü örnekler oldukça fazladır. Çanakçı Giritlizade İsmail Ağa oğlu Ali Sırrı Efendi de, muhtemelen baba mesleği olan çanakçılığı sürdürmüştür. T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivinde yer alan Dahiliye defterlerine kayıtlı Ali Sırrı Efendi’ye ait 1286 kaydı, hicri takvim olup, miladi 1869-1870 yıllarına tekabül etmektedir. 40 Bu tarih ise mübadele öncesine denk gelmektedir. Girit isyanının 1866-1869 yıllarına tarihlendiğini, bu dönemde Anadolu’ya 60 bin civarında Türkün göç ettiğini hatırlarsak, Giritlizade ailesinin de yaklaşık olarak Girit isyanı öncesi veya hemen akabinde Çanakkale’ye göçmüş olduklarını düşünebiliriz. Bir kuşak geriye gidildiğinde, Çanakçı Giritlizade İsmail Ağa’nın ise yaklaşık 1845-1850’li yıllarda çömlekçilik yaptığını tahmin edebiliriz. Bu durumda, adalar ile Anadolu arasındaki kültürel göçlerin daha önce başlamış olduğu önerilebilir. 1645-1908 tarihleri arasında Osmanlı egemenliğinde bulunan Girit adasına gerçekleşen Türk göçleriyle bir kültür kaynaşması olmuştur. Bunun öncesindeki 450 yıllık Venedik yönetiminin oluşturduğu kültürel zenginlik de kültür kaynaşmasında önemlidir. Adanın Türkleşmeye başlamasıyla, 40 BOA, Dahiliye Defteri, DH.SAİDd, 29/Z /1286 (Hicrî), 57/239. 93 Mehmet Fatih Karagül Anadolu’dan adaya yerleşenler olduğu gibi, Venedik kültürü ile yoğrulmuş bir kesim de adadan Anadolu’ya yerleşmiştir. Midilli Adası ve Buradaki Seramikçiliğin Durumu Midilli Adası’nın ilk yöneticisi Macareus, mitolojide bir titan olan Güneş Tanrısı Helios ile karısı bir “nereid” olan Rhode’nin oğludur.41 Tarihte, her dönem önemli bir ticaret yolu üzerinde bulunan adalılar, Trakya ve Troas’ta sömürgeler kurmuşlardır.42 Midilli yönetim olarak Persler’e boyun eğmiş fakat sonra ayaklanarak Attika Delos Birliği’ne katılmıştır.43 M.Ö. 428’de Atina egemenliğine karşı da ayaklanmışlardır.44 Bu durumda Atinalılar Midilli’yi kolonileştirmekle yetinmişler ardından Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Midilli, imparatorluğun ikiye bölünmesiyle Bizans egemenliğine geçmiştir.45 Ada Latinler’in İstanbul’u işgalinden sonra bir süre Venedikliler’de kalmıştır.46 Daha sonra, İmparator Yuannes tarafından 1355’te Cenevizli Françesko Gattilusio’ya verilmiştir.47 Bu egemenlik bir yüzyıldan fazla sürmüştür ve Midilli, Sultan II. Murat döneminde yıllık 4.000 düka vergiye bağlanmıştır.48 Adada başlayan kardeş kavgaları sonucunda, İtalya ile Aragonya’dan gelen korsanların adayı bir üs haline getirmesinden rahatsız olan II. Mehmet, 1462’de adayı Osmanlı topraklarına katmıştır.49 Ada yöneticileri ve elit tabaka İstanbul’a gönderilmiş, 2500 kişi köle olarak Anadolu’ya getirilmiş, 15.000 civarındaki çiftçi ve zanaatkâr adada bırakılmıştır.50 Osmanlı iskân politikasınca, Karaman Türkmenlerinden 2000 kişi adaya yerleştirilmiştir.51 Balkan Savaşı sırasında 1913’te Yunanlıların işgal ettiği ada, 30 Mayıs 1913’te Londra antlaşmasıyla Yunanistan’a bırakılmış ve Türkler Midili Adası’nı 41 George Sale, George Psalmanazar, Archibald Bower, George Shelvocke, John Campbell, John Swinton, An Universal History, from the Earliest Account of Time, Printed for T. Osborne, Londra 1747, c. 8, kitap 2, s. 293; Homeros, İlyada, xxiv., s. 544. 42Sale, An Universal History, from the Earliest Account of Time, s. 293. 43Sale, An Universal History, from the Earliest Account of Time, s. 291, 295, 296. 44Sale, An Universal History, from the Earliest Account of Time, s. 293, 294. 45Sale, An Universal History, from the Earliest Account of Time, s. 291,296. 46 Frank W. Thackeray, John E. Findling, Events That Forrmed the Modern World, ABC-Clio, UC, A.B.D 2012, s. 24. 47 Abdülhamit Kırmızı, “Dukas Tarihi”, Son Dönem Bizans Tarihleri ve Osmanlı Anlatımları, Türkiye Araştırmaları Merkezi, 2009, s. 10; Donald M. Nicol, Byzantium and Venice: A Study in Diplomatic and Cultural Relations, Cambridge Üniversitesi Yayını, 1999, s. 338. 48 Zeki Arıkan, “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 1963, c. 25, s. 40, 8 49 Abdülhamit Kırmızı, “Dukas Tarihi”, s. 10; Arıkan, “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, s. 8. 50 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Genel Osmanlı Tarihi, İstanbul 1946, c. 4, s. 179. 51 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul 1976, c. 3, s. 235. 94 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü tam 461 yıl yönetmişlerdir.52 Adadaki Türk nüfus ile Anadolu’daki Rum nüfus arasında 1922 yılında mübadelede gerçekleşmiş, bu süreçte adadan 7.511 kişi gelmiştir.53 Adanın çömlekçilikle çok doğal bağlantıları bulunmaktadır. Osmanlı döneminde adada yoğun olarak üretilip Anadolu’ya sevk edilen zeytinyağı için kullanılan testiler, varlıklarını 1900’lerin ilk çeyreğine kadar korumuşlardır. “Hammer, Midilli’nin doğal zenginliklerini anlatırken ünlü şaraplarından bahseder. 1790’lı yıllarda Midilli’yi gezen Olivier ise, burada üretilen 40.000 kental (4 ton) zeytinyağının İstanbul’a gittiğini”54 belirtir. 1802 de “150.000 kantar olarak hesaplanan İstanbul’un zeytinyağı ihtiyacının 67.950 kantarı (383 ton) Midilli’den temin edilmiştir”55 ve bu ihtiyacın karşılanmasında ada, ilk sırada yer almıştır. 1877 yılından itibaren Midilli’de 29 ay sürgün hayatı yaşayan ünlü yazar Namık Kemal’e göre de adanın en birinci ürünü zeytin tarımıdır. Ada, çömlekçiliği ile o denli gelişmiştirki, döneminde Anadolu’ya gemi Resim 3: Bodrum sualtı yoluyla çömlekler satılmıştır. Batı Anadolu kıyıları arkeoloji müzesindeki ile düzenli bir seramik ticareti gerçekleşmiştir. AyrıMidilli anforası. ca yine Batı Anadolu üretimi büyük yağ küplerinden (Fotoğraf: M. F. Karagül) Midilli’de çokça görmek mümkündür. Yağ ve şarap taşımacılığında kullanılan küçük boyutlu çömleklerin geçmişi, Antik Yunandaki Midilli anforalarına dek uzatılabilir. Bu anforaların bir örneğini Bodrum Sualtı Müzesi Anfora Koleksiyonu arasında görebilmek mümkündür. 2007 yılında Midilli Adasında düzenlenen 12. Panlesvian Seramik Sergisi’ne katılmamız nedeniyle ada genelindeki seramikçileri ve seramik geleneğini tanıma fırsatı elde edilmiştir. Bu sayede imkânlar çerçevesinde yerel atölyeler ziyaret edilerek ilk ağızdan bilgiler alınmıştır. Bu atölyelerden birisi de Dimitris Hatzigiannis atölyesidir. Dimitris, Midilli Adasının yaşamakta olan en önemli çömlekçi ustası Yiannis 52 Hüseyin Adıgüzel, “Midilli Türkleri”, http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060477, (06.01.2014). 53 Cengiz Parlak, “Çanakkale Merkeze Gelen Selanik Mübadilleri”, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale Araştırmaları Yıllığı, Bahar 2007, s. 74-77; Nemci Uyanık, “Mübadele Sürecinde Bazı Ada Halklarının Yaşamış Olduğu Sorunlar Üzerine Tespitler”, Prof.Dr. Nejat Göyünç Armağanı,Seçuk Üniversitesi, 2013, s. 439; Ahmet Cemil Conk, Çanakkale İlinin İktisadi Tetkiki, Ankara 1952, s. 11-13.; Adıgüzel, “Midilli Türkleri”, http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060477, (06.01.2014). 54 Arıkan, “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, s. 10-11. 55 Arıkan. “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, s. 21. 95 Mehmet Fatih Karagül Hatzigiannis’in oğludur. Aslen büyük dedesi Simeon 17. yüzyılda Çanakkale’de çömlekçilik yapan bir Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya gelmiştir. Simeon 40 yaşında ölünce mesleği oğlu Anastasis sürdürmüştür. Ne var ki Anastasis I.Balkan savaşından önce 1911 de Çanakkale’den Midilli Adasındaki Agiasos’a göç ederek 1926 da kendi atölyesini açmıştır. Atölyesinde yerel üslupla Anadolu geleneğini harmanlayarak kendi stilini oluşturmuştur. Daha sonra mesleği en küçük oğlu Yiannis devralarak üretim çeşitliliğinde, yeteneği ile devrim yapmıştır. Yiannis çömlekçilikte, plastik şekillendirmede, dekorda, sırda yetenekli ve başarılı oluşuyla çok özgün formlar üretmiştir. Resim 4: Çerçeve içinde Hatzigiannis atölyesinde üretilen at başlı ve ördekbaşlı testiler görülmekte. (Fotoğraf: M. F. Karagül) Yiannis Usta’nın oğlu Dimitris’de dede mesleğini sürdürerek 1994 yılından beri babası ile birlikte Agiasos’daki atölyelerinde seramik üretimine devam etmektedir.56 Atölyede üretim yöntemi olarak çömlekçi tornasında şekillendirilen formların yüzeylerinde sır altı tekniği kullanılmaktadır. Duvar tabaklarında işlenen konularda yerel ve dini tasvirler yer almaktadır. Hacimli formlarda plastik figür denemeleri ustalıkla şekillendirmektedir. Atölyede üretilen antropomorfik ve zoomorfik seramikler, ilginç 56 Çizer, “Çanakkale Örneğinde Batı Anadolu Seramikçiliğinin Ege Adalarındaki Uzantıları”, s.22. 96 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü tasarım ve biçimleriyle dikkat çekmektedir. Baba oğul biçimsel yönden Çanakkale testilerine benzeyen örnekleri de üretmeye devam etmektedirler. Fakat geleneksel Çanakkale örneklerindeki barok kabaralar dekor unsuru olarak gözükmezken, bunlar yerini dekor anlayışı olarak, sır altı tekniğinde polikrom örneklere bırakmıştır.57 Çanakkale seramiklerinde sıklıkla görülen benzer biçimler at başlı, kuş başlı, ördekbaşlı testi ve sirkelik (simit gövdeli) gibi seramik formları severek üretmektedirler. Ayrıca Midillideki sirkelik biçiminin de, farklı ustalar ve seramik üreticilerince tercih edilen bir form olduğu tespit edilmiştir. Bu benzer dört formun yanı sıra at biçimli çeşitlemeler de, seramiklerin belirli yerlerinde kullanılmakta ve böylelikle günümüz Çanakkale örnekleri ile ilginç benzerlikler kurmaktadırlar. Resim 5: Dimitris Hatzigiannis’e ait at biçimli testi yorumu. Ateş Arabacıları. (Fotoğraf: Dimitris Hatzigiannis) Resim 6: Stilianos Stamatis’e ait ördek başlı testi. (Fotoğraf: M. F. Karagül) 2008 yılındaki 13.Panlesvian seramik sergisinde yeniden katılarak farklı çömlekçi ve seramikçilerle de tanışma imkânı elde edilmiştir. Özellikle Dimitros Stamatis’e ait seramikler arasında, Çanakkale seramiklerindeki ördekbaşlı testiler ile çok benzeşen örnekler bulunmaktadır (detaylarda farklılıklar olması normal bir durum). Çanakkale seramiklerinden biçimsel olarak neredeyse farkı bulunmayan örnekler, aplikasyonları ile de benzerlik gösterirler. Yalnız Dimitros Stamatis’e ait seramiklerin genelinde olup da Çanakkale seramiklerinde bulunmayan önemli bir özellik mevcuttur. 57 Κουτρής, Σοφοκλής, Κεραμικές μορφές της Λέσβου / Σοφοκλή Κουτρή. - Αθήνα : Ίνδικτος, 1999, s. 210-213,216, 218-221,223 97 Mehmet Fatih Karagül Bu özellik, sır altında renkli fırça dekorlarının kullanılmasıdır.58 Adada karşılaşılan ve geleneksel Çanakkale seramiği benzeri seramikler üreten seramikçilerin tümünde bu ortak özellik yer almaktadır. Resim 7 ve 8 nolu örneklerdeki testilerin yüzeyinde bulunan rozet kabartmaları ya da diğer unsurlar, kısmen ortak özellikler içermektedir. Fakat sır altı dekorda kullanılan zeytin ve zeytin dalı motifi, Çanakkale örneklerinde karışılmayan bir temadır. 2012 yazında Yunanistan’ın Midilli Adasında, Cerameus adlı AB projesi kapsamında, I. Uluslararası Doğu Akdeniz Geleneksel Çömlekçilik ve Seramik Festivali etkinlikleri gerçekleştirilmiştir. Bu çerçevede 17. Panlesvian Seramik Sergisi düzenlenmiştir. Özellikle çok sayıda seramik atölyesini barındıran Mantamados, çömlekçiliği ve 1700 yılında inşa edilen Taxiarches kilisesi ile adada ün yapmış bir yerleşimdir. Mantamados’daki tarihi zeytinyağı fabrikasının restore edilmesiyle oluşturulan sergi salonunda gerçekleşen bu sergiye, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Türkiye’den toplam 53 seramikçi katılmıştır. Yıldız Aker, M.Berrin Kayman Karagül, M.Fatih Karagül, Hadiye Kılıç, Atilla Cengiz Kılıç Türkiye’yi temsilen sergiye davet edilerek katılmışlardır. Dimitris Hatzigiannis, çok değişik bir şekilde yorumladığı Çanakkale Seramikleri kökenli örnekleri ile ilgi çekmiştir. Ne yazık ki bu örnekler giderek kiçleşme yolunda emin adımlarla ilerlemekteler. Adada Çanakkale seramiklerinin genel özelliklerini bozmadan korumaya çalışan seramikçiler de bulunmaktadır. Mantamados’ta üretim yapan Dimitris Stamatis, Stilianos Stamatis bu konuda oldukça başarılı üretimler gerçekleştirmektedirler. Resim 7: Dimitris Stamatis’e ait at başlı testi. (Fotoğraf: M. F. Karagül) Resim 8: Dimitris Stamatis’e ait ördek başlı testi. (Fotoğraf: M. F. Karagül) 58Σοφοκλής, Κεραμικές μορφές της Λέσβου / Σοφοκλή Κουτρή. - Αθήνα : Ίνδικτος, s. 98-100, 104. 98 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Midillili çömlekçi ustaların Çanakkale seramiklerinin bire bir replikalarını üretme derdinde olmadıkları şekillendirdikleri seramiklerden anlaşılabilmektedir. Belirli noktalarda Çanakkale seramiklerinin biçimlerinden yararlanırlarken, belirli noktalarda da dekor unsurlarından yararlanmayı tercih etmekte oldukları gözlenmiştir. Bu durumu üretilen her ürün için genellemek doğru olmayacaktır. Adanın kendine has yaşam tarzı, günlük alışkanlıklar ve kişisel zevklerle harmanlanan veriler, seramik üretiminde çömlekçilerin kendilerine has bir üslup oluşturmalarını sağlamıştır. Adada çalışan diğer bir seramikçi olan Georgia Zachariadou, Çanakkale seramiklerinin yorumlarını günümüzde üretmektedir. Adada meşhur olmuş pek çok seramikçi Yannis Hatzigiannis atölyesinde çıraklık yaparak mesleğe ilk adımlarını atmıştır. Georgia Zachariadou da 4 yıl Yannis Hatzigiannis atölyesinde çalışarak meslekte yetişen ve hâlâ geleneksel Çanakkale sirkeliklerini üreten seramikçilerden birisidir. 1990 yılında Mytilini Ermou caddesinde bir atölye açan Georgia, Hatzigiannis ustanın yanında çalışmaya başlamadan önce İtalya’nın Bologna kentinde 1 yıl seramik eğitimi alan ailesindeki ilk seramikçidir. Sonrasında, o da oğlu Anastasis’i de seramikçi olarak yetiştirmiştir ve halen oğlu ile birlikte çalışmalarını sürdürmektedirler. Günümüzde günlük kullanıma yönelik şekillendirdikleri seramik üretimleri dikkat çekicidir. Bunun yanı sıra hediyelik objeler ve taşınması kolay küçük parçalar ve aksesuarlar da üretmektedirler. Günümüzde tamamen geleneksel yöntemlerle çömlekçiliği sürdüren ve ailesi Çanakkale Narlı’dan göçen bir tek Dimitri Kouvdis usta kalmıştır. Ev atölyesine gerçekleştirdiğimiz ziyaret ve röportaj sonrasında kendisi bu mesleği babası Panayotis’ten öğrendiğini belirtmiştir. Dimitri Kouvdis, dedesi ve babaannesi de çömlekçilik yaptıklarını belirtmiştir. Kendisi Mantamados Agios Stefanos’taki ev atölyesinde eşi ile birlikte, 13 yaşında başladığı çömlekçilik mesleğini 45 yıldır sürdürmektedir. Ürettiği çömleğin her safhasını; çömlekçi kilini hazırlamadan, çömleğini şekillendirmeye, kurutmadan, fırınlamaya dek her aşamayı bizzat kendisi gerçekleştiren adadaki tek ustadır. Midilli’deki diğer meslektaşları artık hem geleneksel Midilli seramiği üretmemekte hem de malzemeleri hazır alarak kullanmayı tercih etmekteler. Bu nedenle diğer çömlekçilerle aralarında çok önemli farklar bulunmaktadır. Kendisinin ürünleri her ne kadar günlük kullanıma yönelik çömlek grubu seramikler olsalar da, geleneksel yöntemlerle üretime devam etmesi nedeniyle ada genelinde çok saygın seramikler olarak bilinmektedir. Kullandığı çamurun yapısal özelliğiyle ürettiği seramikler doğrudan ateşin üzerinde kullanabilmeye elverişlidir. 99 Mehmet Fatih Karagül Resim 9: Akköy testileri (Fotoğraf: Çizer, Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildirileri Kitabı, s. 28) Resim 10: Akköy testisi (Fotoğraf: Tekkök-Biçken, “Pottery Production in the Troad Ancient and Modern Akköy”, s. 99) Resim 11: Midilli testisi (Fotoğraf: Σοφοκλής, Κεραμικές μορφές της Λέσβου / Σοφοκλή Κουτρή. Αθήνα : Ίνδικτος, s. 66) Resim 12:Midilli Testisi (Fotoğraf: Κορρέ-Ζωγράφου, , Τα κεραμεικά του αιγαίου, Αθήνα: Υπουργειο Αιγαιου, s. 196) 100 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Kouvdis usta çömlekçi tornasında, aynı Batı Anadolulu ustalar gibi çömleği sol tarafında şekillendirip çalışırken, eşi de karşısında yerde oturarak beyaz astarlı fırça dekorlarını gerçekleştirmektedir. Bu astar dekor (badana) Çanakkale “Akköy’de sürdürülmüş olan bir seramik grubu ile benzeşmektedir”59. Kouvdis usta ile birlikte çamur temin edilen ocağa gidilerek, ilkel yöntemlerle kilin nasıl işlediği, donanımların nasıl kullanıldığı yerinde incelenmiş, atölyesinin hemen bitişiğindeki kapalı alandaki pişirilmeye hazır testilerini ve hatta çamur çukurunda karıştırdığı çömlekçi çamurunu nasıl hazırladığını da kendisi bizzat açıklamıştır. Kouvdis ustanın atölyesinde kuru hammaddelerin işlenerek, çömlek şekillendirecek çamur haline gelene dek gerçekleştirilen işlemler, Akköy çömlekçilerinin yöntemlerine çok benzemektedir. Çamur çukurunda hazırlanan ve dinlendirilmek üzere yere serilen çamurun altına Agios Stefanos’ta toz kil serpilirken, Akköy’de Mehmet Ali Usta odun kömürü külü kullanmayı tercih etmekteydi. Kouvdis usta’nın küçücük atölyesinin duvarlarında yer alan satışa hazır seramikler tek tek çizilerek isimleriyle kaydedilmiş, kullandıkları çömlekçi çamuru ve beyaz badana kilinden sonraki test ve araştırmalarda kullanmak üzere numuneler alınmıştır. Atölyenin hemen karşısında inşa edilmiş geleneksel fırın ise odun ateşiyle yakılmaktadır. Hiç sır kullanmadan üretim yapan Kouvdis usta, geleneksel yöntemlerle çalışan son çömlekçi olduğundan, gelecekte bu atölyeyi devralıp çalışmaları sürdürecek kimse kalmamıştır. Tüm bu gelenek ve bilgiler Akköy ve Çanakkale’de olduğu gibi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu duruma Midilli çömlekçilerinin yaşadığı önemli sıkıntılar neden olmaktadır. Bunların başında da hammadde, malzeme ve demirbaş temininde yaşanan zorluklar gelmektedir.60 Son olarak Kouvdis ustanın ürettiği formlardaki Türkçeye benzer isimlere yer vermek uygun olacaktır. Kubara: kumbara, deceres: tencere, tapsi plakevo: pilaki tepsisi, güvec: güveç, salatyara: salata kabı. Ayrıca “mangalel: mangal, yaourt kesede: yoğurt kasesi, tsanakia: çanak, flitzani ya tsai: çay fincanı, flitzanakia: kahve fincanı, kovades: kova”61 olarak adlandırılmaktadır. 59 Çizer, “Çanakkale Örneğinde Batı Anadolu Seramikçiliğinin Ege Adalarındaki Uzantıları”, s. 23. 60 Georgia Zachariadou, “İki Kategori Altında Lesbos Adasının Modern Seramik Sanatı Sorunları”, 2. Uluslararsı Avanos Seramik Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara 2001, s. 82-84. 61 Çizer, “Çanakkale Örneğinde Batı Anadolu Seramikçiliğinin Ege Adalarındaki Uzantıları”, s. 24. 101 Mehmet Fatih Karagül Resim 13: M. Fatih Karagül, Dimitri Kouvdis’in atölyesinde ürettiği geleneksel seramiklerle beraber. (Fotoğraf: M. Berrin Kayman) Sonuç Bölgesel ya da uluslararası anlamda yaşanmış ekonomik sıkıntılar, siyasal amaç ve krizler, yeni yerleşim oluşturma çalışmaları ve savaşlar, tarihimizde bir takım göçlere neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde yaşadığı halk isyan ve ayaklanmaları da bu göçleri tetiklemiştir. Göçlerin sürüklediği toplu insan hareketleri içinde yer alan her kesimden insan, bilgi, deneyim ve geleneklerini de bu süreçte beraberlerinde taşımışlardır. Köylü, zanaat erbabı, entelektüel kesim ve daha niceleri farklı kültürel kaynaşmaları gerçekleştirmişlerdir. Batı Anadolu kıyıları da bu göç hareketlerinden oldukça belirgin bir şekilde etkilenmiştir. Çanakkale’den Midilli’ye ve Midilli’den de Çanakkale’ye göçen insanlar arasında yer alan ve araştırma konumuzu oluşturan seramik üreticileri, yeni yerleştikleri bölgelere, seramik üretme geleneklerini de taşımışlar ve bu farklı bölgelerin özellikleriyle harmanlayarak yeni bir sentez oluşturmuşlardır. Gerçekleşen bu sentez sonucunda, günümüzde azalarak da olsa devam eden geleneksel çömlekçilik ürünlerini, hem Çanakkale’de hem de Midilli adası üretimi seramiklerde bulabilmekteyiz. Bu seramiklerde karşılaşılan benzerlikler biçimsel ve teknik yönden olduğu gibi, terminolojik olarak da devam etmektedir. Adadan satın alınan pişmiş örnek ve temin edilen pişmemiş kil numunelerinin inceleme ve analiz çalışmalarıyla, Çanakkale’de üretilen çağdaş seramiklerin şekillendirilmesinde kullanılan çamurun da ateşe dayanıklı hale getirilmesi adına çalışmalar gerçekleştirilebilecektir. 102 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Kaynakça 166 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri (937/1530), Dizin ve Tıpkı Basım, T.C Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1995. Adıgüzel, Hüseyin, “Midilli Türkleri”, http://www.ufukötesi.com/yazigoster.asp?yazi_no= 20060477, (06.01.2014) Akarca, Aşkıdil, “Çanakkale’de Yeni Bir Çanak Çömlek Merkezi.” VIII. Türk Tarih Kongresi (Ankara, 11-15 Ekim 1976), Kongreye Sunulan Bildiriler I, Ankara 1979. Arıkan, Zeki, “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 25, sayı 40, 2006. Blacker, James, The ABC of Collecting old English Pottery, Toronto: Copp,Clark, 1919. BOA.A.MKT.UM. 476/44 Sadaret Mektubî Kalemi Umum Vilayet Yazışmaları Cevdet Askeriye Evrakı, C.AS,28/S /1227, 299/12401. Chishull, Edmund, Türkiye Gezisi ve İngiltere’ye Dönüş, (Çev. Bahattin Orhon), Bağlam Yayınları, İstanbul 1993. Cochran, William, Pen and Pencil in Asia Minor or Notes from the Levant, Londra 1887. Conk, Ahmet Cemil, Çanakkale İlinin İktisadi Tetkiki, Ankara 1952. Cook, J.M., The Troad An Archeolological and Topographical Study, Oxford University Pres, Oxford 1973. Cuinet, Vital, La Turquie d’Asia Mineure, III, Paris 1894. Çizer, Sevim, Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildiriler Kitabı, “Çanakkale Örneğinde Batı Anadolu Seramikçiliğinin Ege Adalarındaki Uzantıları” Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü, Antalya 2007. BOA, Dahiliye Defterleri, DH.SAİDd, 29/Z /1270, 57/271. BOA, Dahiliye Defterleri, DH.SAİDd..., 29/Z /1275, 103/197. BOA, Dahiliye Defteri, DH.SAİDd, 29/Z /1286 (Hicrî), 57/239. BOA, Dahiliye Defterleri, DH.SAİDd, Tarih: 29/Z /1291, 113/185. BOA, Dahiliye Defterleri, DH.SAİDd, 29/Z /1292, 67/303. BOA, Dahiliye Mektubi Kalemi, DH.MKT., 07/L /1312, 358/21. Dündar, Recep, “59 Nolu Tahrir Defterine Göre Biga Sancağı’nda Yerleşim ve Nüfus”, The Journal of Academic Social Science Studies, V. 6, Şubat 2013. Georgina, Harriot Hamilton, – Temple – Blackwood Dafferin and Ava, marchioness of, My Rushian and Turkish Journals/ by the Marchioness of Dafferin and Ava, Londra 1916. Güler, Ayşe, “Osmanlı Dönemi Çanakkale’de Seramik Atölyelerinin Konumlandıkları Mahalleler, Üretim Potansiyeli ve Ürün Türleri” Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildirileri Kitabı, Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü, Antalya 2007. 103 Mehmet Fatih Karagül Güngör, Ahmet, Hicri 1266-1269 Tarihli Çanakkale Sicilleri Işığında Çanakkale’nin SosyoEkonomik Yapısı, (Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale 1998. Homeros, İlyada, XXIV Ioannou, Ioannis, The Maroussi Pottery Workshop of the 1930s Through 46 Photographs of Nelly’s, The Historic and Folk Art Museum of the Municipality of Maroussi, 1994. Γιαννοπούλου, Μιμίκα, Στέλλα Δεμέστιχα, Κέντρο Μελέτης Νεώτερης Κεραμεικής, 1998. Işık, Mustafa, Hicri 1255-1256 Tarihli Çanakkale Şer’iyye Sicilinin Sosyo Ekonomik Yapısının Değerlendirilmesi ve Transkripsiyonu (Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale 2001. Joseph-François Michaud,Jean-Joseph-François Poujoulat, Correspondance d’Orient 18301831, c. 2, Paris 1833. Karagül, M.Fatih, Çanakkale Değerleri Envanteri Kitabı İçinde (102), “Çanakkale Seramiği”, (ed. A.Akdemir, O.Demircan, S.Yılmaz, T.Takaoğlu, C.Akbulak), Ç.O.M.Ü. Yayınları, No: 94, Ankara 2009. Karagül, Mehmet Fatih, “Çanakkale Eceabat Kilinin Düşük Dereceli Borakslı Sırlarda Kullanımı”, Zeitschrift für die Welt der Türken, Vol. 5, No. 3, 2013. Kırmızı, Abdülhamit, “Dukas Tarihi”, Son Dönem Bizans Tarihleri ve Osmanlı Anlatımları, Türkiye Araştırmaları Merkezi, 2009. Κορρέ, Κατερίνα -Ζωγράφου, Τα κεραμεικά του αιγαίου, Αθήνα : Υπουργειο Αιγαιου, 2003. Kore, Katherina -Zagraphou, “The Spreading of the Çanakkale Ceramics Through The Aegean Islands”, Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildirileri Kitabı, Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü, Antalya 2007. Σοφοκλής, Κουτρής, Κεραμικές μορφές της Λέσβου / Σοφοκλή Κουτρή. - Αθήνα : Ίνδικτος, 1999. Küçükbiçmen, Esin, Çanakkale Seramiklerinde Hayvan Figürleri ve Günümüz Yorumları (Yayımlanmamış Y.Lisans Tezi), Anadolu Üniversitesi, Eskişehir 2007. Laurent, Peter Edmunt, Classical Tour Through Various Parts of Greece, Turkey and Italy, Londra 1821. Nicol, Donald M., Byzantium and Venice: A Study in Diplomatic and Cultural Relations, Cambridge Üniversitesi Yayını, 1999. Öden, Zerrin Günal, “Karesioğulları”, TDVİA, c. 24, İstanbul, 2001. Öden, Zerrin Günal, “Karasioğulları Beyliği”, Türkler, c. 6, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.782. Öney, Gönül, Türk Devri Çanakkale Seramikleri, Çanakkale Seramik Fabrikaları A.Ş. Yayını, Ankara 1971. Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul, c. 3, 1976. 104 Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Parlak, Cengiz, “Çanakkale Merkeze Gelen Selanik Mübadilleri” Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale Araştırmaları Yıllığı,, Bahar 2007. Pococke, Richard, A Description of the East and some Other Countries, Cilt II, Kısım II, Londra 1745. BOA, Sadaret Deavi Evrakı, A.}MKT.DV.., 19/Ra/1275, 130/66. BOA, Sadaret Mektubi Kalemi Evrakı,A.}MKT, Tarih: 03/Ra/1265, 171/28. BOA, Sadaret Mektubi Kalemi Evrakı,A.}MKT, 04/Ra/1265, 171/49. BOA, Sadaret Mektubi Kalemi Evrakı,A.}MKT,04/Ş /1278, 538/33. BOA, Sadaret Umum Vilayet Evrakı, A.}MKT.UM.., 28/Ra/1274, 297/68. BOA, Sadaret Umum Vilayet Evrakı, A.}MKT.UM.., 28/Za/1277, 476/44. Sale, George, George Psalmanazar, Archibald Bower, George Shelvocke, John Campbell, Swinton, John, An Universal History, from the Earliest Account of Time, Printed for T. Osborne, Cilt 8, Kitap 2, Londra 1747. Smith, Albert, A Month at Constantinople, Londra 1850. Şahin, İmran, “Şer’iyye Sicillerinin Önemi ve Çanakkale Şer’iyye Sicilleri”, Çanakkale Araştırmaları Yıllığı, 2005. BOA, Şûra-yı Devlet Belgeleri, ŞD., 21/M /1309, 2567/14. Tekkök, Billur -Biçken, “Pottery Production in the Troad Ancient and Modern Akköy”, Near Eastern Archaeology, 63:2, 2000. Tekkök, Billur, “The Pottery Workshops at Eceabat in Northwest Anatolia: the Hellenistic and Roman Traditions Continue”, Ethnoarchaeological Investigations in Rural Anatolia, Vol. I. T. Takaoğlu (Ed.), Ege Yayınları, Istanbul 2004. Tekkök, Billur, “Remnants of Çanakkale Glazed Ware Production: A Long Tradition of Glazing in the Troad Region”, Near Eastern Archeology, 74:4, 2011. Thackeray, Frank W., John E. Findling, Events That Forrmed the Modern World, ABC-Clio, UC, A.B.D, 2012. Uyanık, Nemci, “Mübadele Sürecinde Bazı Ada Halklarının Yaşamış Olduğu Sorunlar Üzerine Tespitler”, Prof.Dr. Nejat Göyünç Armağanı, Seçuk Üniversitesi, 2013. Uysal, Ali Osman, “Ezine/Akköy’de Tarihî Anıtlar ve Seramikçilik”, Ezine Değerleri Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları No:86, Çanakkale 2008. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Kitâbeler I, İstanbul Devlet Matbaası, 1927-1929. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Genel Osmanlı Tarihi, İstanbul, c. 4, 1946. Yenişehirlioğlu, Filiz, “İstanbul-Tekfur Sarayı-Osmanlı Dönemi Çini Fırınları ve Eyüp Çömlekçiler Mahallaesi Yüzey Araştırmaları”, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Araştırma Sonuçları Toplantıları 12, İstanbul 1993. Zachariadou, Georgia, “İki Kategori Altında Lesbos Adasının Modern Seramik Sanatı Sorunları”, 2. Uluslararsı Avanos Seramik Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara 2001. 105 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 107-130 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri Mesut AĞIR* & Kürşat SOLAK** Özet Kızıl Deniz ve Akdeniz’e komşu olan Memlûk Devleti aynı zamanda Uzak Doğu ile Avrupa arasında uzanan ticaret güzergâhı üzerinde kilit konumda bulunmaktaydı. Sahip oldukları bu konum, Memlûkler için bir yandan avantajken öte yandan değişik siyasi güçlerin hedefi olabilmesi sonucunu da doğuruyordu. Bu yüzden Memlûkler, karada ve denizde sağlam durmak durumundaydılar. 1250 ila 1517 arasında Mısır ve Suriye başta olmak üzere varlık gösteren Memlûkler için Doğu Akdeniz, Anadolu’daki güçler ve Avrupalılarla kurulan siyasi ve ticari münasebetlerin mühim bir havzasıdır. Memlûklerin Doğu Akdeniz politikasının, ülke topraklarını genişletmekten çok, bu toprakların müdaafası amacına münhasır olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum 15. asırda değişiklik gösterir. Bu yüzyılda Alâiye’nin satın alınması, Kıbrıs ve Rodos Seferleri, Memlûkler için önceki asırların tersine Doğu Akdeniz’de muharip olunan yıllardır. Bununla beraber söz konusu muharip tavır, aynı asrın sonlarından devletin yıkılışına kadar yine etkisini yitirir. Makalemizde bu çerçevede, Memlûklerin Doğu Akdeniz politikası; Haçlılar, Anadolu Beylikleri, Kıbrıs ve Avrupalılar ile münasebetleri ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Memlûkler, Doğu Akdeniz, Haçlılar, Alâiye, Anadolu Beylikleri Yrd. Doç. Dr., Batman Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, mesutagir@gmail.com Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, kursat. solak@hotmail.com * ** 107 Mesut Ağır & Kürşat Solak The Mamluks’ Important Political Activities in the Eastern Mediterranean Sea Abstract The Mamluks, neighbour to the Red Sea and the Mediterranean Sea, was located on the trade route extending between the Far East and Europe. On the one hand, its position was an advantage but a disadvantage on the other, which would possibly turn it into an appealing target for various political powers. For this reason, the Mamluks must save their strength both on land and in seas. For the Mamluks who had a substantial dominance particularly over Egypt and Syria from 1250 till, The East Mediterranean Sea was an important basin for the sustainability of the powers in Anatolia and the political and economic relations with Europe .The East Mediterranean policy of the Mamluks aimed to defend their own territory rather than to conquer new ones. This policy changed in the 15th century. The purchase of Alaiye and the campaigns to Cyprus and Rhodos marked the onset of the warring years for the Mamluks. Nevertheless, the belligerent attitude lost its impact from the end of this century to the collapse of the state. The present paper discusses the policy of the Mamluks, the Crusades, Anatolian Principalities (Beylics), Cyprus and the relations with the Europe. Keywords: The Mamluks, Eastern Mediterranean, Crusades, Alaiye, Anatolian Principalities Giriş Mısır, Suriye ve Arabistan Yarımadası’ndaki toprakları ile denizlere komşu olan Memlûk Devleti esasen bu özelliği ile ciddî manada denizci bir devlet olmaya namzetti. Günümüz dünyası gibi Ortaçağ Devletleri de denizlere komşu olmanın ve bunun devlete getireceği kazanımların farkındaydılar. Nitekim 1251 yılında Moğol Devleti’ne hükümdar olan Mengü Han tahta oturur oturmaz küçük kardeşi Kubilay’ı Çin’e doğru gönderirken çok güvendiği diğer kardeşi Hülâgu’ya, Ön Asya’ya boyun eğdirmek üzere batıya doğru yürümesi emrini vermiştir (1252–1253).1 Moğollar daha önce Asya’nın batısına gelerek 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu hâkimiyetleri altına almışlar ancak kesin bir başarı elde edememişlerdi. Onların amacı Suriye sahillerinden denize ulaşmaktı. Moğollar, Alamut merkezli faaliyet gösteren Haşhaşîler ile Bağdat’taki Abbâsî Halifesini denize ulaşmak yolunda engel olarak görüyorlardı. Nitekim Hülâgu, kendisi için hazırlanan Moğol ordusuyla harekete geçti. Bu ordunun önünden ise Ketboğa komutasındaki öncü birlikler 1253 Ağustosunda 1 108 Alaeddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşa, c. III, (çev. Mürsel Öztürk), Ankara 1988, s. 56. Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri yola çıkmıştı. Esasen onlar için henüz Yakın Doğu Seferi tamamlanmış değildi. Suriye hatta Mısır alınmalı, denize ulaşılmalıydı. Nitekim en başta Mengü Han, Hülâgu’yu böyle bir düşünceyle görevlendirmişti.2 Bu durumda Moğolların uzak Asya’dan hareketlenip Memlûk toprakları üzerinden denizlere kavuşmak isteği düşünüldüğünde, Memlûklerin Doğu Akdeniz’deki siyasi faaliyetleri irdelemeye değer bir konu olmaktadır. Memlûklerin merkezi olan Mısır, sadece Doğu Akdeniz ticareti yönünden değil, kıtalararası ulaşım ve ticaret yönünden de en önemli ülkelerden ve kilit noktalardan biriydi. Zira bu ülke Avrupa’dan Hindistan’a ve Çin’e giden en kısa deniz yolu üzerinde bulunuyordu. Bu nedenle Uzak Doğu ürünlerinin Mısır üzerinden Avrupa’ya sevki Suriye yoluna göre daha ucuza mal oluyordu.3 Bu hâliyle Mısır, doğu ve batı dünyasının pazarı konumundaydı.4 Bu münasebetle Memlûkler yoğun ticari faaliyetlerin içindeydi. Söz konusu ticari faaliyetlerde ağırlık noktası denizlerdi. Denizler aynı zamanda siyaseten nüfuz kurabilmek için de önemliydi. Gerçekten Memlûkler gerek ticari düşüncelerle gerekse siyasi hedeflerle denizcilik faaliyetlerinde bulundular. Biz makalemizde Memlûklerin Doğu Akdeniz’deki önemli siyasi faaliyetleri üzerinde duracağız. Doğu Akdeniz’de ise Memlûkler, Haçlılar, Anadolu sahil beylikleri ile Venedik, Ceneviz, Katalan ve Rodos Hospitalierleri gibi Batı güçlerinden başka zaman içinde Osmanlılar varlık gösterecektir. I. Memlûklerin Haçlılarla Münasebetleri I. Haçlı Seferi’nin (1095–1099) ardından İslam toprakları içinde Haçlı Devletleri kurulmuştur. Bu Haçlı Devletleri aracılığıyla başlayan dönemde, İslam Dünyası ile Hıristiyan âlemi arasındaki ilişkiler giderek yakınlaştı. Arada var olan düşmanlık zaman içinde yerini ticari ihtiyaçlar ile siyasi ilişkilere bıraktı. Bu yüzden her iki kesim arasında on yıla varan ateşkesler yapıldı ve bunlar uzatıldı.5 12. ve 13. yüzyıllarda Doğu dünyasındaki hükümdarlar, Haçlı Devletleriyle, Kilikya Ermeni Krallığıyla, Bizans İmparatorluğu’yla ve Batı Avrupa Devletleriyle gerek diplomatik gerekse ticari ilişkiler içindeydi. Batı Avrupa Devletlerinden Venedik, Ceneviz ve Aragon Cumhuriyetleri daha yakın ilişkide olunan devletlerdi. Bununla beraber bu durumun Memlûklerin Haçlıları Suriye’den çıkarmasından sonra (1292–1293) yaşandığını belirtelim. Sonrasında ise Memlûk Devleti zamanla Doğu 2 3 4 5 Bertold Spuler, İran Moğolları, (çev. Cemal Köprülü), Ankara 1987, s. 65- 70. Şerafettin Turan, Türkiye-İtalya İlişkileri I, Ankara 2000, s. 70. Wilhelm Von Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, (çev. Enver Ziya Karal), Ankara 2000, s. 422. Peter M. Holt, Haçlılar Çağı 11. Yüzyıldan 1517’ye Yakındoğu, (çev. Özden Arıkan), İstanbul 1999, s. 156,168. 109 Mesut Ağır & Kürşat Solak Akdeniz’de İtalyan Cumhuriyetleriyle ticari ve diplomatik ilişkiler içine girdi. Söz konusu ilişkilerin sonucu olarak 14. yüzyılda, özellikle Doğu Akdeniz çevresindeki ilişkilerde Haçlı Seferi ve cihat düşünceleri önemini kaybetti. Memlûklerin kuzey yönünde meşgul oldukları siyasi güçlerden ilki Haçlı Devletleri olmuştur. Suriye sahillerinde yer alan Haçlılara zamanla son verilmiştir. Bununla beraber Memlûk donanması, Eyyubî Devleti döneminde olduğu gibi 13. yüzyıl boyunca Suriye ve Filistin’deki Haçlı Devletlerine karşı denizlerde ciddi bir tehdit oluşturamamıştır. Gerçekten Eyyûbîler döneminde, 1247’de Askalon’a (Tel Aviv’in güneyinde bir sahil şehri) ve Memlûk Sultanı Baybars döneminde 1270’te Kıbrıs’a olmak üzere, Mısır’dan deniz seferi düzenlenmiştir. Ancak başarısız olmuştur.6 Sultan Baybars’ın bu başarısızlıktan sonra Kıbrıs Kralına yazdığı mektupta, “Size göre sizin atlarınız donanmanız, bize göre de bizim donanmamız süvarilerimizdir.” demesi denizciliğe bakışını yansıtır. Nitekim Memlûkler döneminde Haçlı Devletleri, karadan düzenlenen seferlerle küçültülebilmiş, deniz üzerinden Haçlı liman kentlerine karşı etkili olunamamıştır. Kuşkusuz onları başarıya götüren, karada sağladıkları üstünlükleri oldu. Öyle ki çoğu zaman Müslümanlar karada kale duvarlarını aşarlarken, o kaleleri savunanlar denizden kurtarıldılar. Nitekim Akka, Trablus, Lazkiye karadan fethedildiği gibi Ayas da bu şekilde fethedilmiştir.7 Hatta Memlûk Devleti, Akka’daki Haçlı kalıntılarını attıktan sonra bir daha kaybetme korkusu ile Akka limanını tahrip etmiş, moloz dökmüş ve kullanılamaz hale getirmiştir. Daha da ötesi Dimyat, Haçlı saldırılarına karşı korunmak için 1250 yılında yerinden kaldırılmış başka bir yere taşınmıştır. Sultan Baybars Nil üzerinden bir Haçlı saldırısına uğramamak düşüncesiyle nehrin ağzının Dimyat kolunu daraltmış, ayrıca Frank gemilerini görmek için Reşîd limanına bir minare yaptırmıştır. Nitekim seyahati sırasında Akka’ya da uğrayan İbn Battuta, “Akka limanı ancak küçük gemilerin girmesine müsaittir.” ifadesini kullanır.8 Yine Eyyûbîler döneminde Selahaddin Eyyûbî, Hıttin Savaşından (1187) sonra ele geçirdiği Askalon’u (bugün Tel Aşkelon) yeni bir Haçlı akınına karşı tahrip etti ve daha da önemlisi onun bu hareketi kendisinden sonra da uygulandı. Gerçekten 1191 yılı ile 1322 yılı arasında Mısır sultanları, Suriye ve Filistin kıyılarında Haçlılardan aldıkları kaleleri yerle bir ettiler. Limanların çoğunu harabeye çevirip liman girişlerini enkazla doldurdular. Bunlardan Askalon ve Kayseriya tamamen yok olurken Yafa ve Akka 6 7 8 110 David Ayalon, “Memlûkler ve Deniz Kuvvetleri”, (çev. Salih Özbaran), İÜEFTD, S.XXV, 1971, s. 44; Çetin “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, Adalya, S. 14, 2011, 329. Takiyüddin Ahmed b. Ali el-Makrîzî, Kitâb es-Sulûk li-Ma‘rifet Duvel el-Mulûk, c. I/2, 4 cilt, yay. Muhammed Mustafa Ziyade - Said Abdulfettah Âşûr, Kahire, 1938–1956, 1971–1972, s. 616-618. Muhammed b. Ahmed b. İyas, Bedâî ez-Zuhûr f î Vakâî ed-Duhûr, c. I, 3 cilt, yay. Muhammed Mustafa Ziyade, Kahire, 1960-1963, s. 92; İbn Dokmak, El-Cevher es-Semîn f î Seyr el-Hulefâ ve’l-Mulûk ve’s-Selâtîn, yay. Sâid Abdulfettah Âşûr, basımyeri ve yılı yok, s. 284; Muhammed et-Tancî b. Battuta, Tuhfetu’n-Nuzzâr fi Garaibi’l-Emsâr, c. I, sad. ve haz. Mümin Çevik, İstanbul 1983, s. 45. Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri küçük birer şehir haline geldi.9 Bu örneklerin yanı sıra Memlûklerin Haçlılara karşı verdikleri mücadelelerde deniz seferlerinin geri planda kalması, Memlûk deniz politikası ile ilgili önemli ipuçları olmaktadır. Doğu Akdeniz sahillerinde Memlûklerin Haçlılarla yaşadığı bir diğer önemli hadise, Kıbrıs Kralı II. Henry’nin (1285–1324) 1292 yılında İskenderiye’ye karşı düzenlediği Haçlı saldırısıdır. Bu saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Yine II. Henry’nin 1308 yılında 60 parçalık bir donanma hazırlamak üzere Avrupalılar ile anlaştığı ve Dimyat’a saldıracağı haberi üzerine bazı tedbirler alındı. Bu gibi hadiseler dışında ilişkiler, aşağıda anlatılacağı üzere I. Pierre (ö.1369) Kıbrıs Krallığı tahtına geçene (1359) kadar dalgalı bir seyir takip etti.10 II. Memlûklerin Batı Anadolu Denizci Beylikleri ile Münasebetleri Memlûklerin çağdaşı oldukları Batı Anadolu Beylikleri ile münasebetleri, onların denizler üzerindeki tavrıyla ilgili olarak önem taşımaktadır. Anadolu Türkleri 1266 yılında başlattıkları Batı Anadolu fetihlerinde, 1300 yılına gelindiğinde bir iki yer dışında hâkimiyet kurmuşlardı.11 Bu cümleden olarak Menteşe Beyliği Türkiye Selçuklu Devleti’nin yıkılış döneminde Batı Anadolu’da ortaya çıkan beyliklerden biridir.12 Milet ve Balat’ta üslenmiş olan13 Menteşe Beyliği 1300 yılından önce fetihler yaparak Rodos’a ve onun civarındaki adalara kadar hücumlarda bulundu. Bu dönemde Mente­şeoğulları donanması Adalar Denizi’nde en güçlü Türk kuvvetiydi.14 Üstün güçleri sayesinde 1300 yılında Rodos Adasını fetheden Menteşeoğulları bu adayı 10 yıl süreyle ellerinde tuttular.15 Donanmaları sayesinde Aydınoğullarına ve daha sonraki dönemlerde 1364 yılında Memlûk Sultanlı­ğına yardım ettiler.16 Memlûk Devleti’nin bu tarihten yaklaşık 140 yıl sonra Rodos Adasını almaya çalışması,17 Menteşe Beyliğinin denizlerdeki ileri görüşlülüğünü ortaya koyar. Öte yandan bu durum, 9Turan, Türkiye-İtalya İlişkileri I, s. 96-97. 10 Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 329-330. 11 Mikhael Doukas, Tarih Anadolu ve Rumeli 1326-1462, (çev. Bilge Umar), İstanbul 2008, s. 4-5; Mükrimin Halil Yinanç, Düsturnâmei Enverî’ye Medhal, İstanbul 1929, s. 20. 12Holt, Haçlılar Çağı, s. 178; Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s. 597; Paul Wittek, Menteşe Beyliği, (çev. Orhan Şaik Gökyay), Ankara 1944, s. 65-67, 160-171; Oluş Arık, “Menteşeoğulları”, Tarihte Türk Devletleri, c. II, Ankara 1987, s. 504. 13Kalkaşandî, Subh el-A’şâ, c. V, s. 348. 14Wittek, Menteşe Beyliği, s. 111. 15 Cüneyt Kanat, “Memlûk Sultanı ez-Zâhir Çakmak’ın Rodos Seferleri 1440-1443-1444”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999, s. 393. 16Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s. 599; Makrîzî’den naklen İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ankara 1988, s. 145. 17 Kanat, “Memlûk Sultanı ez-Zâhir Çakmak’ın Rodos Seferleri 1440-1443-1444”, s. 392-406. 111 Mesut Ağır & Kürşat Solak Memlûklerin 14. yüzyıldaki Doğu Akdeniz pozisyonu ile ilgili olarak önemli bir gösterge olmaktadır. Rodos’un fethi ile gücünü ispatladıktan sonra 1306’da Katalan donanmasının en önemli üssü sayılan Sakız Adasına hücum eden Menteşeoğulları donanması büyük bir zafer ve ganimetle geri döndü.18 Memlûk Sultanı Halil tarafın­dan Akka’dan çıkarılan (1291) Saint Jean Şövalyeleri önce Kıbrıs’a konmuşlar ve ardından yerleşmek amacı ile Rodos’a taarruz düzenlemişlerdi.19 Zira Akka’nın düşmesi, batılıların gözlerini başta Kıbrıs olmak üzere Adalar Denizine ve Anadolu sahillerine dikmelerine sebep olmuştu.20 Nitekim Papa’nın ve Fransa Kralının desteği ile Saint Jean Şövalyeleri 15 Ağustos 1310 tarihinde Rodos’un merkezini ve dört sene içinde tamamını ele geçirdiler. Sakız Adası da aynı akıbete uğrayarak Menteşe Beyliği’nin elinden çıktı. Menteşeoğlu Orhan Bey Rodos’u geri alabilmek için büyük gayret sarf etti; hatta Cenevizlilerin desteğini sağladı. Ancak 1312’de Papa V. Clemens’in müdahalesiyle girişimleri başarısız oldu. Bu girişimler 1320’de yinelendi; ancak yine başarılı olamadı.21 Memlûklerin Haçlıları Akka’dan çıkarması ile başlayan süreç Menteşeoğulları Beyliğinin aleyhine oldu. Bununla beraber Memlûklerin söz konusu beyliğin Haçlılara karşı verdiği mücadele sırasında onlara herhangi bir yardımda bulunduğuna dair elimizde bilgi yoktur. Menteşe Beyliği gibi diğer bir Batı Anadolu Beyliği olan Aydınoğulları Beyliği 14. yüzyılda etkin denizcilik faaliyetlerinde bulundu. Bu cümleden olarak 1308 yılında Birgi ve çevresinde kurulan Aydınoğulları Beyliğinin 1330’da İzmir’de ve Ayasuluk’ta (Selçuk) üslenmiş22 olan donanması, özellikle Umur Bey döneminde (1334–1348) Ege’nin korkulu rüyası oldu. Kıbrıs Kralı IV. Hugh’la bir deniz savaşı yaptı.23 Sözü edilen Menteşeoğulları ve Aydınoğullarının dışında Antalya’da Tekeoğulları, Alâiye’de Karamanoğulları mevcuttu. Kuzeyde Saruhanoğullarının Foça kıyılarında, Karesioğullarının Edremit’te limanları vardı. Anadolu’nun güney ve batı sahillerinde dizilmiş olan bu üsler, Karadeniz’den ve Girit’ten Akdeniz’e seyreden Bizans ve Batı gemilerini kolaylıkla vurabiliyorlardı. Güney ve Batı Anadolu kıyılarında yer alan bu üsler Türkmen Beyliklerine Doğu Akdeniz’de stratejik ve lojistik üstünlük 18Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s. 556. 19 Baybars el-Mansûrî ed-Devâdâr, Zübdet el-Fikre f î Tarih el-Hicre, yay. D.S. Rıchards, Berlin 1998, s. 278. 20Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s. 397-398, 407; Şihabeddin Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, İÜEFTD, S. XXV, 1971, s. 26. 21 Elizabeth A. Zachariadou, “Atina Katalanları ve Ege Bölgesinde Türk Yayılmasının Başlaması”, (çev. Serdar Çavuşdere), AÜDTCFTD, c. 28, S.45, s. 236. 22 Ahmed b. Ali el-Kalkaşandî, Subh el-A’şâ f î Sınâat el-İnşâ, c. V, 14 cilt, yay. Muhammed Abdurrasul İbrahim, Kahire, 1913-1920, s. 348, 367; Cahit Telci, Ayasuluğ, İstanbul 2010, s. 25-28. 23Yinanç, Düsturnâmei Enverî’ye Medhal, s. 23-24, 33, 39, 41; Ebru Altan, “Kıbrıs Haçlı Krallığı 11911489”, Türkler, c. 6, Ankara 2002, s. 699; Cüneyt Kanat, “Bahrî Memlûklar Zamanında Hüküm Süren Çerkez Asıllı Bir Sultan: Baybars el-Çaşnıgîr 1309-1310”, TİD, S. XIII, 1998, s. 108. 112 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri kazandırdı. Öyleki Venedik, 1339 yılından itibaren gemilerini silahlandırmaya başladı. Cenevizliler de aynı tedbiri alırken konvoy halinde hareket etmeye çalışıyorlardı. Aynı zamanda her iki devlet, ticaret gemilerinin yanında silahlı gemiler bulundururken ellerindeki adalara tophaneler kurdular. Ticari seferler sık sık ertelendi. Deniz sigortası kullanımı arttı ve primler zirve yaptı. Bununla beraber söz konusu gelişmeler sadece Türklerle ilgili değil Hıristiyan korsanlarla da ilgiliydi. Venedik ve Cenevizliler açısından bütün bu yaşananlardan kurtuluş, Aydın ve Menteşe Beylikleri ile ticaret anlaşmaları yapmak, Ayasuluk ile Balat’ta konsolosluklar açmakla mümkündü. Nitekim bu düşüncelerini gerçekleştirdiler.24 Bunun yanı sıra Aydınoğulları ile Katalanlar ittifak yaptılar.25 Bunun sonucu olarak Türklerle Batılılar arasındaki ilişkiler o kadar sıkı oldu ki, 14. yüzyılın başında doğu ülkelerine gelen ve bir Haçlı propagandisti olan Marino Sanudo Torsello isimli İtalyan, 1318’den önce kaleme aldığı Secreta Fidelium Crucis adlı eserinde Türk Beylerini, gelecekte Mısır’a karşı düzenlenecek olan bir Haçlı Seferinde Hıristiyanların muhtemel müttefikleri olarak zikretti.26 Görüldüğü gibi taraflar arasındaki ilişkiler o denlidir ki Latinler, hilafetin merkezi Memlûk Devleti’ne karşı yapılacak bir seferde Batı Anadolu’daki sahil beylerini kendilerine dost ve müttefik olarak görebilmektedirler. Bu gerçeğin diğer bir söylenişi ise, bu dönemde henüz Memlûk Mısırı’nın denizler üzerinden Batı Anadolu Beyleri ile gerçekleştirdiği bir ilişkinin olmayışıdır. Haçlı donanmasının Aydınoğulları donanmasını İzmir’de yakması karşısında Aydınoğlu Umur Bey, Aşağı İzmir’i27 ele geçirmek için hazırlıklar yapmıştır. Bir taraftan Saruhan ve Karesi Beylerinden yardım isterken, diğer taraftan Sivas ve Kayseri Hükümdarı Eretna’ya bir elçi göndererek kale kuşatma amaçlı mancınık ve bunların kullanımını bilir ustalar getirtti.28 Ancak Umur Bey’in bu kuşatması başarılı olamadı. İzmir’in Haçlıların eline düşmesi İslam dünyasında büyük yankı yaptı. 1348 yılında Suriye’den dönüş yolunda bu olayı duyan seyyah İbn Battuta Aydın Beyliğini ziyaret etmiş ve seyahatnamesinde İzmir Hisarının düşüşünü (1344), Umur Beyin mücadelesini anlatmıştır.29 Bu olayda dikkat çeken yön ise, İslam dünyasını sarsacak seviyede 24 Halil İnalcık, “The Emergence of The Ottomans”, The Cambridge History of Islam, c. I/A, Cambridge 2008, s. 271. 25Yinanç, Düsturnâmei Enverî’ye Medhal, s. 41. 26 Elizabeth A. Zachariadou, “Atina Katalanları ve Ege Bölgesinde Türk Yayılmasının Başlaması”,(çev. Serdar Çavuşdere), Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Dergisi, c. XXVIII, S.45, 2009, s. 237-238; http://www.medievalists.net/2010/03/04/marino-sanudo-torsellobyzantium-and-the-turks-the-background-to-the-anti-turkish-league-of-1332-1334/ 27 Buradan kasıt, “Liman Kalesi”dir. Bkz, Necmi Ülker, İzmir Şehri Tarihi, İzmir 1994, s. 7. 28Yinanç, Düsturnâmei Enverî’ye Medhal, s. 54; M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Eretna-Oğulları”, Tarihte Türk Devletleri, c. II, Ankara 1987, s. 500. 29 Edirneli Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi, yay. Atsız, İstanbul 1972, s. 38; İbn Battuta, Tuhfetu’n-Nuzzâr, c. I, s. 210; Halil İnalcık, “Batı Anadolu’da Yükselen Denizci Gazi Beylikleri, Bizans ve Haçlılar”, Uluslar Arası Batı Anadolu Beylikleri Sempozyumu Bildirileri, Balıkesir 2005, s. 27; Hayati Tezel, Anadolu Türkleri’nin Deniz Tarihi, c. I, İstanbul 1973, s. 34. 113 Mesut Ağır & Kürşat Solak etkili olan böyle bir olayda, Haçlı donanmasına karşı zor günler yaşayan Umur Beyin, dönemin en güçlü İslam ülkesi ve hilafet merkezi olan Memlûk Devleti’nden yardım talep etmemesidir. Umur Bey komşusu bulunduğu beylikleri ve Eretna Beyi yardıma çağırmıştı. Güçlü bir donanmaya sahip olan Menteşe Beyliğinin Aydınoğullarına yardım ettiği bilinmektedir.30 Aydın Beyliğinin başka yerlerden yardım istediği halde bu olayda Memlûk Devleti’ne doğrudan başvurduğuna dair elimizde herhangi bir kayıt olmaması, 14. yüzyılın ilk yarısı için Memlûk Devleti’nin denizcilik faaliyetleri konusunda bizlere fikir verir. 1. 14. Yüzyılda Memlûklerin Denizcilik Politikası 14. yüzyıla dair anlatılagelen bu süreçte, birkaç mektuplaşma dışında Memlûkler ile Batı Anadolu Beylikleri arasında bir ittifak bilinmemektedir.31 Bunun neden böyle olduğuna ve bu durumun sonuçlarına değinmek yerinde olacaktır; Memlûk Devleti, Akka’daki Haçlı kalıntılarını attıktan sonra bir daha kaybetme endişesi ile Akka limanını tahrip etmiş, moloz dökmüş ve kullanılamaz hale getirmişti. Unutmamak gerekir ki bunları yapan, Moğollar karşısında Memlûklerin ikinci kurucusu sayılan Sultan Baybars’tı. Anlaşılan ticaret gemilerinin Nil’e girememeleri onu pek ilgilendirmemişti.32 Aynı tavrı yukarıda söz edildiği üzere 1308 yılında Sultan Baybars el-Caşnigir de sergilemişti. Bu durum Memlûk Devleti’nin sahillerdeki çekingen tavrını gösterir. Peki, Memlûklerin denizlerdeki siyaseti neydi? Ortaçağ İslâm dünyasında Orta Doğu topraklarının Haçlılara karşı savunulması gibi bir misyona sahip olan Memlûk Devleti’nin denizcilik politikası üç ana amaç taşıyordu; bunlardan ilki, 1291 yılında Suriye - Filistin sahillerinden kovulan Haçlıların bir daha dönüşlerini engellemek ve bu amaçla, yukarıdaki satırlarda söylendiği gibi onlardan geriye kalan limanları yok etmekti. İngilizce terminolojide “scorched earth policy” olarak geçen yani, “düşmanın yararlanmasını önlemek için bütün ürün, kaynak ve tesisleri yok etme politikası”, Memlûklerin takip ettiği en temel siyaset olmuş, bu amaca yönelik olarak yıkılan limanlar üzerine, anakarayla sahili birbirine bağlayan yollar inşa edilmiş ve bu hatlar garnizonlarla güçlendirilmişti. Memlûklerin denizcilik siyasetine ilişkin ikinci unsur ise devletin donanma ve denizcilik faaliyetlerinde ne kadar aktif bir siyaset izlediğini göstererek düşmanlara gözdağı vermek amacıyla sahillerdeki stratejik noktalara filolar yerleştirmekti.33 Bu filolar kullanılmadığından dolayı çürümüş bu sebeple 30 Zeki Velidi Togan, “Mogollar Devrinde Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti 1”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, c. I, İstanbul 1931, s. 33. 31Kalkaşandî, Subh el-A’şâ, c. VIII, s. 17. 32Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s. 476. 33 Abdurrahman İbn Haldun, Kitâbu’l-İber ve Divanu’l Mubtedâ ve’l Haber, c. V, Beyrut 1992, s. 463; Said Abdulfettah Âşûr, ez-Zâhir Baybars, Kahire 1963, s. 76. 114 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri Memlûk Devleti, tarihi boyunca beş altı kere donanma oluşturmak zorunda kalmıştı.34 Memlûk Devleti’nin üçüncü önemli deniz politikasıysa, Venedik ve Aragon gibi denizcilikte gelişmiş olan İtalyan şehir devletleriyle ticari anlaşmalar imzalayarak, kurulabilecek Haçlı Seferlerine karşı Avrupa’nın iç meselelerine müdahil olmaktı. İfade edilen amaçlardan hareketle Memlûklerin deniz siyasetine ilişkin varılacak genel sonuç, yıllar boyunca Haçlı kontrolünde bulunan İslâm topraklarının bir daha Haçlı istilasına maruz kalmasını önlemekti.35 Memlûklerin Doğu Akdeniz’de Anadolu Beylikleri ile kurduğu ticari münasebetler bazı siyasi ilişkilere sebebiyet vermiştir. Nitekim söz konusu ticarette aracı olanlar, İtalyan Cumhuriyetleri gibi batılı devletlerdi. Memlûklerin mevzubahis aracılığa başvurmasının önemli sebebi, hemen yukarıda belirtildiği üzere muhtemel Haçlı Seferlerine karşı Avrupa’nın bütünlüğünü bozmaktı.36 Kurulan ticari ilişikiler, siyasi ve askerî boyutlara da taşındı. Nitekim daha önce birbirleriyle çekişme halinde olan Sultan Kalavun ile Cenevizliler arasında 1290 yılında imzalanan antlaşmanın maddeleri hem siyasi hem ticariydi.37 Memlûk Devleti’nin 14. yüzyılda denizlerde iddialı pozisyona gelmeyi düşünmesi durumunda ise karşısında Papalık, İtalyanlar, Katalanlar, Kıbrıs Krallığı ve sonraları Rodos Şövalyeleri gibi hem büyüklük hem de deneyim açısından kendilerinden çok öte ve her an ittifaka amade güçlerle mücadele edebilmesi gerekmekteydi. Memlûkler bu durumu göze alamadılar. Zira çoğu zaman savaşa hazır bir Memlûk donanması olmadı. Sahillerde bekletilen filolar ise göstermelikti. Ancak şiddetli bir saldırı durumunda filo inşa ederek denize indirirlerdi. Nitekim Memlûkler Kıbrıslıların İskenderiye baskınından (1365) sonra büyük bir donanma inşa etme işine giriştiler. Bununla beraber bu donanmayı kullanmadıklarından ve yapım kalitesi düşük olduğundan gemiler zamanla çürüdü.38 Bunun sonucu olarak Avrupalılar, İslam ülkelerinin bölgesel deniz ulaşımında bile büyük ölçüde nüfuz sahibi oldular. Bunların yanı sıra Memlûkler teknik olarak da Avrupalıların gerisinde idiler.39 Öte yandan Memlûk Devleti’ne karşı Papalık önderliğinde başlayan ticari ambargolar, Mısır’ın denizden ablukaya alınması gerektiğini söyleyen bütün Ortaçağ Hıristiyan propagandaları, çekinik ve etkisiz de olsa bir Memlûk deniz gücü ve ticareti 34 Ayalon, “Memlûkler ve Deniz Kuvvetleri”, s. 44. 35 Abdullah Mesut Ağır, Memlûk Sultanı el-Melik ez-Zâhir Seyfeddin Çakmak Dönemi (1438-1453), Basılmamış Doktora Tezi, İzmir 2010, s. 100-101; Albrecht Fuess, “Rotting, Ships and Razed Harbors: The Naval Policy of the Mamluks”, Mamluk Studies Review Back, c. 5, 2001, s. 46. 36 Fuess, “Rotting, Ships and Razed Harbors: The Naval Policy of the Mamluks”, s. 46. 37Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s. 465-466, 474-475. 38 Ayalon, “Memlûkler ve Deniz Kuvvetleri”, s. 44. 39 John H. Pryor, Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş, çev. Füsun Tayanç-Tunç Tayanç, İstanbul 2004, s. 26, 92, 135-138, 144-146, 149, 159-161, 166. 115 Mesut Ağır & Kürşat Solak olduğunun göstergesidir. Bu deniz gücü, 15. yüzyıla kadar Avrupa denizciliğinin gösterdiği büyük yükseliş karşısında sönük kalmıştır. Öyleki Memlûk Sultanı Çakmak, bir Mısır elçisini Kıbrıs’a götürmesi, dönüşte de oradan ve Anadolu’dan tahıl getirmesi için İskenderiye limanında bulunan bir Dubrovnik gemisine el koydu (1450).40 Bu durum, Memlûk bayraklı bir geminin Kıbrıs ya da başka bir yöne giderken başına gelebilecek tehlikelerle ilgili idi. Bu sebeple elçiyi bir Latin gemisiyle göndermek çok daha güvenli ve uygundu. Nitekim bu tedbiri doğrular nitelikte, bu olaydan on dört yıl sonra Mısır elçisi Kıbrıs’a bir Memlûk gemisi ile gönderildiğinde korsanların eline düştü. Doğu Akdeniz’de, kuruluşlarından kısa süre sonra Batı Anadolu sahil beyliklerinin batılı güçlere kafa tutabilmeleri ile kıyaslandığında, Memlûk Devleti’nin denizlerdeki durumunu söz konusu denizcilik politikası ile açıklayabiliriz. Bu politikayı, devraldığı denizci olmayan Eyyubî mirası (süvari zihniyeti), iç karışıklıklar, Avrupa’nın denizlerdeki teknik üstünlüğü, yaşadıkları coğrafya itibarıyla kereste ve madenin az olması gibi diğer sebepler beslemekteydi. Memlûk Devleti’nin 14. yüzyılda izlediği söz konusu politikanın sonucu, Anadolu sahil beyliklerinin sahip olduğu coğraf î şartların sunduğu imkânlar ve onların muharip güçleri, hem Anadolu Türklüğü hem de İslam dünyası adına kullanılamadı. Denizci beyliklerin kendi aralarında ve Memlûk Devleti ile ilerleyen satırlarda söz edilecek olan Kız Kalesi kuşatması sırasındaki beraberlikleri dışında, denizlerde ittifak kuramamaları Akdeniz’e hâkim olamamalarına sebep oldu. Oysaki Osmanlı Devleti ile tek devlet çatısı altında gerçekleşecek olan bu birlik Akdeniz’i Türk gölü haline getirecektir. 2. Haçlıların İskenderiye Baskını (1365) Memlûk Devleti’nde Sultan Şaban dönemine denk gelen bir olay Korykos (Kız Kalesi-Mersin) Kuşatması’dır (1367). Kuşatma Büyük Emir Yelboğa en-Nâsırî’nin teşviki üzerine gerçekleşmiştir. Onun teşviki ile Anadolu Beylikleri bir araya gelmiş, Karamanoğulları başı çekmiştir. Kız Kalesi o dönem için Kilikya Ermeni Krallığının elindeydi. Özellikle Karamanoğulları için bu durum tehdit oluşturmaktaydı. Karamanoğulları her geçen yıl toprakları küçülen Kilikya Ermeni Krallığının elindeki bu kaleyi ele geçirmek istiyordu. Türkmenlerin Kız Kalesini alma düşüncesi Ermenilerle beraber Kıbrıs Krallığını da rahatsız etti. Zira Kıbrıs Adasının güvenliği, Anadolu, Mısır ve Suriye ilişkileri ile yakından ilgiliydi. Ermeniler, Kralları IV. Konstantin (1344–1363) zamanında 40 Ayalon, “Memlûkler ve Deniz Kuvvetleri”, s. 41. 116 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri Türkmenlere karşı yardım için başvurdukları Avrupa Krallıklarından olumlu netice alamayınca Kıbrıs Krallığına müracaat ettiler. Bu sırada Kıbrıs tahtında oturan ve cesareti sebebiyle “Son Haçlı Şövalyesi” olarak adlandırılan oğlu I. Pierre de Lusignan (1359–1369) Yakın Doğu’daki kutsal toprakları ele geçirmek amacıyla özellikle Memlûk Devleti’ni baş düşman olarak görmekteydi. Kudüs’ü Müslümanlardan almak amacı ile ‘Kılıç Şövalyeleri’ adıyla bir tarikat kurdu. Böylece kendisine taraftar kazanmaya çalıştı. Pierre öncelikle Güney Anadolu­sahillerindeki Türkmenler üzerine sefer düzenlemeye karar verdi. Zira Memlûk Emirleri ile Karamanlılar başta olmak üzere Memlûkler ile işbirliği yapan bölgedeki diğer Türkmenler, Ermeni Krallığı’nın elindeki Tarsus, Ayas, Adana ile sahil şehirlerini ele geçirmişlerdi. Sa­dece krallığın merkezi olan Sis ile çok kuvvetli burçları olan Geben ve Kız Kalesi henüz Türkmenlerin ve Memlûk emirlerinin eline geçmemişti.41 Nihayet Türkmen Beylerinin en güçlüsü olan Karamanlılar, Kız Kalesi’ne karşı taarruza geçerek kaleyi şiddetle kuşattılar. Buna rağmen netice alamadılar. Bu kuşatma üzerine Ermeniler elçi göndererek Pierre’den yardım istediler (1359). Esasen Anadolu sahilinde bir limana ve Kıbrıs’ı Konya, Sivas ve Erzurum’a bağlayacak bir şehre ihtiyacı olan Pierre, daha önce söylendiği gibi Kıbrıs Adası’nın güvenliğini de düşünerek Ermenilerin bu teklifini kabul etti.42 Ocak 1361’de, Robert de Lusignan’ı Kız Kalesi’ne yardıma gönderdi. Ayrıca Kıbrıs Kralı, Kız Kalesi’ni satın aldığını ilan etti.43 Kıbrıs’tan gelen bu yardım sonucu sahil beyleri arasında yakınlaşma başladı. Güçlü bir bey olan Karamanlı Alâeddin Ali Bey (1354–1361),44 Pierre’in müdahalesine karşı koyarak sahil beyliklerini bir araya getirmeyi başardı. Manavgat ve Antalya Beyleri ile ittifak kuran Ali Bey, Alâiye Beyi’nin de yardımını sağlayarak Kıbrıs’ı kuşatmaya kalkıştıysa da bir netice alamadı.45 Bu sırada I. Pierre yardım istemek üzere Avrupa’ya gitti. Antalya hâkimi Mübarizüddin Mehmed Bey I. Pierre’in Avrupa’ya gitmesinden faydalanarak Kıbrıs sahillerine bir taarruz düzenledi. Başta Alâiye Beyi olmak üzere diğer sahil beylerinin de katkıları ile toplanan 12 kalyonluk deniz kuvvetinin başında Kıbrıs’ın kuzeybatısındaki Pentaglia (Gemi Konağı)’ya çıkarma yapan Mehmed Bey, Reis Karpas ve Girne havalisine girerek birçok şehri yağmaladı, çok sayıda esir ve ganimet alarak geri döndü. Kıbrıs Kralının Vekili Francis Spinola bu Türk 41 George Hill, A History of Cyprus, c. II, Cambridge 1948, s. 304, 308, 320; “Burası (Geben) İçel iline bağlı Limonlu köyü civarında bir yer olmalıdır.” Bkz., Şihabeddin Tekindağ, “Karamanlıların Gorigos Seferi (1367)”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, c. VI, S.9, 1954, s. 162-163; Sait Kofoğlu, Hamidoğulları Beyliği, Ankara 2006, s. 234-235; Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 329. 42Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s. 613. 43 Altan, “Kıbrıs Haçlı Krallığı 1191-1489”, s. 699. 44 Aynî’den naklen, İbrahim Hakkı Konyalı, Karaman Tarihi, İstanbul 1967, s. 19. 45 Tekindağ, “Karamanlılar’ın Gorigos Seferi (1367)”, s. 164. 117 Mesut Ağır & Kürşat Solak filosunu takip edince, gerçekleşen deniz savaşında Spinola boğularak öldü. Bununla beraber Mehmed Bey Kıbrıs donanmasının üstünlüğü nedeniyle Suriye’nin Trablus (Tripoli) limanına sığındı.46 Şehrin Memlûk Nâibi, Türk filosunu teslim etmeye yanaşmayınca, Kıbrıs donan­ması Anadolu sahillerine yöneldi ve 8 kadırgadan oluşan bir filo ile Anamur Kalesini ele geçirdi. Çok sayıda Türk’ü esir alan Kıbrıslılar diğer sahil şehirlerine karşı giriştikleri saldırılarda ise başarılı olamadılar. Mübarizüddin Mehmed Beyin Kıbrıs hareketi esnasında Memlûkler bir donanma hazırlayıp destek verme düşüncesinde olmuşlarsa da bir netice çıkmamıştır.47 Memlûk Devleti ve Anadolu Beylikleri bu mücadele içindeyken 1365 yılının Ekim ayında Kıbrıs’ta konuşlanan Haçlılar ile Avrupa’dan asker ve savaş malzemesi yardımı ile Kıbrıs’a dönmüş olan Kıbrıs Kralı I.Pierre 70 adet tam teçhizatlı savaş gemisi hazırladı. Gizlilik içinde yürütülen baskın çalışmalarından Memlûkler haberdar oldular. İskenderiye surları yükseltildi. İskenderiye idarecisi Emir Zeyneddin Halid, durumu Atabekü’l-Âsakir Yelboğa en-Nâsırî’ye bildirdi. Ancak Yelboğa, Kıbrıslıları küçük görerek baskına ihtimal vermedi. Onun bu ihmali Memlûklere pahalıya patladı. Nitekim Rodos’tan hareket eden Haçlı ordusu İskenderiye’ye ulaştı. Onlara karşı önce İskenderiye idarecisi direnmeye çalıştıysa da etkili olamadı. Arkasından Atabekü’lÂsakir Yelboğa en-Nâsırî pek çok emiri Kahire’den yola çıkardı. Bununla beraber bu kuvvetler İskenderiye’ye ulaştıklarında Frankların dönmüş olduğunu ve arkalarında bıraktıkları zararı gördüler.48 Kıbrıslılar burada dört bin kişiyi öldürdükleri gibi şehri yağma ve tahrip etmişler, hatta Venedik ve Cenevizlilerin hanlarını dahi yağmalamışlardı. Gerçekten bu baskın, Mısır’a düzenlenen üçüncü ve son Haçlı Seferi olup aynı zamanda en büyük ve en tahripkâr olanıdır.49 Buna tepki olarak Memlûk Sultanı el-Eşref Şaban (1363-1376) ise, Hıristiyan tüccarların mallarına el koydurduğu gibi, Suriye ve Mısır topraklarında Avrupalı tüccarlarla ticareti yasakladı. Bunun üzerine İtalyan Cumhuriyetleri, başta Venedik olmak üzere Sultan Şaban ile görüşerek bu yasağın kalkmasını sağlarken, Kıbrıs Kralı Pierre’e karşı tavır koydular. Buna rağmen Pierre, yarıda kesilen Mısır Seferi sonrasında İtalyan tüccarların ve Kıbrıs soylularının muhalefetine aldırış etmeden Mayıs 1366’da Suriye sahilindeki Trablus şehrine ve Alâiye’ye saldırı emri verdi. 130 parçalık donanaması ile bizzat Suriye sahillerine saldıran Pierre, Memlûklerin sıkı savunması sonucu ağır kayıplar vererek geri çekilirken, John de Moustry idaresindeki 22 kadırgalık filo da Alâiye önünde başarısızlığa uğradı. Kıbrıslılar, Karaman­oğlu Alâeddin Ali Bey’in takviyesini alan Alâiye Bey’ini 46 Seton Lloyd - D. Rıce Storm, Alanya, (çev. Nermin Sinemoğlu), Ankara 1964, s. 7; Osman Turan, “Orta Çağlarda Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, Belleten, S.110, 1964, s. 223-226. 47 Tekindağ, “Karamanlılar’ın Gorigos Seferi (1367)”, s. 167-168. 48 İbn Dokmak, El-Cevher, s. 411-412; İbn İyas, Bedâî, c. I, s. 184. 49 Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 330-331. 118 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri yenemeyince, limanı tahrip ederek sahil boyunca Manavgat’a gittiler ve burada sahil beyleri tarafından toplanan Türk gemilerini yaktılar.50 Pierre idaresindeki Haçlı kuvvetlerinin önce İskenderiye’ye daha sonra ise Suriye sahilleri ve Alâiye’ye saldırması üzerine Sultan Şaban ve Emir Yelboğa en-Nâsırî büyük bir donanma hazırlığına başladılar. Zira o sıralarda devletin bir donanması yoktu. Sekiz aylık çalışmanın sonunda 100 parçalık bir donanma hazırlandı. Sultanın nezaret ettiği tatbikatlar icra edildi. Sözkonusu çalışmalar Haçlıları rahatsız etmiştir. Nitekim Memlûkler Kıbrıs’a bir sefer düzenlediler ancak bir netice alınamadı. Memlûkler, bu Haçlı baskınından sonra İskenderiye’nin idaresini nâibliğe yükselttiler. Kıbrıslılar ise kesilen ticari ilişkileri yeniden başlatmak ve Kudüs’te ibadete kapatılan Kıyamet (Kamame) Kilisesinin yeniden ibadete açılması için aynı yıl elçiler gönderdiler. Ancak Sultan Şaban gelen teklifleri reddetti. 51 Haçlıların Memlûkler karşısında I. Pierre ile başlayan psikolojik üstünlüğü, sonrasında da devam etmiştir. 1366 yılında düzenlenen Trablus ve Alâiye saldırıları, 1368’de yine İskenderiye baskını, 1380 yılında Suriye sahillerine yapılan tahrip, 1401 ve 1403’te görülen Trablus kuşatmaları ile Ayas, Beyrut ve Sayda saldırıları bu minval üzeredir. 1369 yılında I. Pierre’in rakipleri tarafından ortadan kaldırılması üzerine Memlûkler ile Kıbrıslılar arasında bir barış antlaşması imzalansa da korsan saldırıları kesintisiz devam etmiştir.52 3. Memlûklerle Türk Beyliklerinin İş Birliği: Korykos Kuşatması (1367) İskenderiye baskınından sonra Memlûk Sultanı Şaban Haçlılar karşısında bir dizi çalışmalar yapmıştı. Öte yandan Emir Yelboğa cihat fikrini Müslümanlar arasında yaymaya çalıştı.53 Bu amaçla Memlûkler, başlattık­ları seferberliğe Anadolu Beylerini teşvik etmek üzere, başta Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey olmak üzere, Alâiye Bey’i Hüsameddin Mahmud Bey’e, Eğirdir’de hüküm süren Hamidoğlu Hüsameddin İlyas Bey’e, Antalya’nın düşmesi üzerine Korkuteli’ne çekilen Mübarizüddin Mehmed Bey’e, Aydınoğlu İsa Bey’e, Menteşeoğlu Emir Musa Bey’e, Finike’de hüküm süren Menteşeoğlu Emir Zervan Bey’e, Saruhanoğlu Muzaferrüddin İshak Bey’e ittifak çağ50 Aziz S. Atiya, The Crusade in the Later Middle Ages, New York, 1965, s. 345-369; Wittek, Menteşe Beyliği, 72; Hill, A History of Cyprus, c. II, 330-339; İbrahim Hakkı Konyalı, Alanya (Alaiyye) Tarihi, İstanbul 1946, s. 89; Tekindağ, “Karamanlıların Gorigos Seferi (1367)”, s. 168; Mükrimin Halil Yinanç, “Alaiye”, İslam Ansiklopedisi, c. I, Eskişehir 1997, s. 288; Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 331-332, 334-335. 51 Ayalon, “Memlûkler ve Deniz Kuvvetleri”, s. 49; Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 333-334. 52 Ali Aktan, “Memlûk-Haçlı Münasebetleri”, Belleten, S.237, 1999, s. 422; Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 334-335. 53 Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, s. 18. 119 Mesut Ağır & Kürşat Solak rısında bulunan mektuplar gönderdiler (Haziran-Temmuz 1366).54 Beyler, gelen ittifak teklifine olumlu cevap verdiler. Beylere yazılan mektuplarda; Hıristiyanlara karşı el birliği ile hareket etmek gerektiği söylenmekte,55 bunun için Kıbrıs ve Rodoslular ile bütün ticari ilişkilerin kesilmesi, onların tüccarları vasıtasıyla hiçbir erzak satışına izin vermemeleri, mümkün olduğu kadar çok sayıda kalyon ve güçlü gemiler tedarik ederek karşı hücuma hazırlanmaları istenilmektedir. Buna karşılık sultanın bütün masrafları üzerine alacağı hatta onlara kazanç sağlamak için kendi limanlarının ticaretinden yararlanmalarına imkân tanınacağı bildirilmekteydi.56 Memlûklerin, Hıristiyanlara karşı harekete geçilmesi teşviki ile başlayan ittifak görüşmelerinden kısa süre sonra, 1367 senesi Şubat ayında Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey kendisine katılan Anadolu Beyleri ile birlikte Kıbrıslıların himayesindeki Kız Kalesi üzerine yürümeyi düşündü. Alâeddin Ali Bey ile birlikte hareket etmeyi kabul eden Aydınoğlu, Hamidoğlu, Menteşeoğlu ve Eşrefoğlu Beyleri askerleri ile Karaman Türkmenlerinin Moğol Beylerinden Eminüddevle, Melik Nâsır birlikte Konya’ya geldiler. Germiyanoğlunun gönderdiği kuvvetler ile beraber Konya’da on bin kişilik bir ordu toplandı.57 Memlûk Devleti, Anadolu Türkmen Beyliklerine gönderdiği mektuplarda onları cihada teşvik etmiş ancak belli bir hedef göstermemiştir. Karamanoğullarının öncülüğünde yapılan Kız Kalesi kuşatması, halifeden gelen cihad çağrısına verilen cevap, yani Memlûk Devleti’ne Kıbrıslılar karşısında yardım etme hamlesidir. Memlûk Devleti ile Anadolu Beylikleri arasında kurulan bu ittifak iki tarafın denizler üzerinde kurabildiği tek ittifaktır. Bu ittifakı ortaya çıkaran sebep ise Kıbrıs Kralı I. Pierre’in Doğu Akdeniz’deki anlatılagelen tutumlarıdır. Kız Kalesi Kuşatması Hüsameddin İlyas Bey ve diğer beylerin idares­indeki kuvvetlerin Kız Kalesine saldırmasıyla başladı. Savaşın en şiddetli anında Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey kuvvet­leriyle birlikte mücadeleye katıldı.58 Alaeddin Ali Bey, Kız Kalesi etrafına mancınıklar yerleştirerek otuz gün boyunca atılan kaya parçaları ile iç kaledeki evlere hasar verdi. Bunun üzerine oranın savunması için kalede bulunan Robert de Lusignan, tehlikeyi bir mektup ile Kıbrıs Kralı I. Pierre’e bildirdi.59 Kıbrıs Kralı Pierre mektubu alınca hemen harekete geçmek istedi. Ancak Karamanlıları bu 54Kalkaşandî, Subh el-A’şâ, c. V, 347; c. VI, s. 16, 18. 55 Elızabeth A. Zacharıadou, Trade and Crusade Venetian Crete and The Emırates of Menteshe and Aydın (1300-1415), Venedik 1983, s. 69-70. 56 Hill, A History of Cyprus, c. II, 339-343; Wittek, Menteşe Beyliği, s. 72-­73. 57Şikârî, Karamannâme, yay. Mehmet Sözen - Necdet Sakaoğlu, İstanbul, 2005, 177-178; Hill, A History of Cyprus, c. II, 348; Tekindağ “Karamanlıların Gorigos Seferi”, s. 168. 58Şikârî, Karamannâme, s. 179. 59Şikârî, Karamannâme, 179-180; Hill, A History of Cyprus, c. II, s. 348; Tekindağ “Karamanlıların Gorigos Seferi (1367)”, s. 169, Dipnot s. 39, 40, 41, 42. 120 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri sefere teşvik eden Memlûk­lerin, kendilerinin Kıbrıs’tan uzaklaşmasıyla savunmasız kalacak olan adaya arkadan saldıracakları endişesiyle sefere çıkmadı. Böylece Türkler arasında kurulan ittifak faydasını gösterdi. Pierre gelen yardım çağrısına cevap olarak kardeşi Jean de Lusignan’in emrinde 6 kadırga hazırlattı.60 Kız Kalesi’ni kuşatan Karamanlılara karşı açılan bu sefere katılanlar 26 Şubat 1367’de Famagusta Limanı’ndan ayrılarak 28 Şubat’ta Kız Kalesi önüne geldiler. Kıbrıslılara karşı ilk anda başarılı olan Türkmen Beyleri, bu hareketi teşvik eden Memlûk Emiri Yelboğa en-Nâsırî’nin öldürüldüğü (1367), Kahire’de isyan çıktığı haberi ve kuşatmanın uzaması üzerine dağıldılar.61 Kazanmak üzere oldukları savaştan zafer çıkaramayan Alâeddin Ali Bey ve diğer beyler geri çekilmeye karar verdiler.62 Alâeddin Ali Bey I. Pierre’e barış teklif etti.63 Pierre, gelen barış teklifini Memlûk üzerine yapacağı seferlerde serbest kalabilme düşüncesi ile kabul etti.64 Neticede Karamanlılar, Selçuklu vârisi sıfatıyla Türkmen Beyliklerini kendi bayrakları altında gazaya çağırdıkları Kız Kalesi Kuşatması’nda Franklara karşı başarılı olamadılar.65 Memlûk Sultanlığı’nın bu kuşatmadaki konumu, daha önce ifade edildiği gibi, destek olmaktan çok teşvik etmek yönündedir. Nitekim Memlûk donanmasının sefere çıkması, Kıbrıs’ı vurması, kuşatmaya katılması gibi olası hamleler söz konusu değildir. Memlûk Devleti’nin sadece iki yıl önce Kıbrıslılardan İskenderiye Baskını’nı yediği düşünülürse bu tip olası hamlelerin tahakkuk etmesinin zorluğu görülür. Üstelik müellif Makrîzî’nin kaydına göre, İskenderiye Baskını’ndan hemen sonra Mısır’a gelen bir Osmanlı elçisi, Kıbrıs kralına karşı sultana yardım etmek üzere deniz gücü hazırlandığını söylemiş, sultan buna teşekkür etmiş, kendileri Mısır’dan hareket etmeden yola çıkmamaları belirtilmiştir. Fakat buna rağmen Mısır’da Kıbrıs’a doğru bir hareket görülmemiştir.66 Bununla beraber bu kuşatmayı Memlûklerin teşvik ettiğinin Kıbrıslılar tarafından bilinmesi ve Kız Kalesi Kuşatması sırasında I. Pierre’in yardıma gidememesi ittifakın olumlu bir sonucudur. Bunun yanı sıra Memlûk Emiri Yelboğa en-Nâsırî’nin ölümü üzerine kuşatmanın kaldırılması bu harekâtın arkasındaki Memlûk teşvikinin etkisini ortaya koyar. 60 Tekindağ, “Karamanlılar’ın Gorigos Seferi (1367)”, s. 169. 61 Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, s. 19, Dipnot s. 77; Fatih Yahya Ayaz, “Türk Memlükler Döneminin Büyük Emîrlerinden Yelboğa El-Ömerî (Ö. 768/1366) ve İdaredeki Nüfuzu”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c. 16, S.1, 2007, s. 96. 62Şikârî, Karamannâme, s. 180-181. 63 Mustafa Çetin Varlık, “Anadolu Beylikleri”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. X, İstanbul 1992, s. 28; Tekindağ., “Karamanlıların Gorigos Seferi (1367)”, s. 164-168. 64 Tekindağ, “Karamanlılar’ın Gorigos Seferi (1367)”, s. 173-174. 65 Turan, “Orta Çağlarda Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, s. 222; Faruk Sümer, “Karaman-Oğulları (Karamanlılar)”, Encyclopaedia of Islam 2, IV, 619-625, (çev. M.Akif Erdoğru) Türk Dünyası Enstitüsü Dergisi, S. 100, İstanbul 1996, s. 75. 66Makrîzî, Sulûk, c. III/1, s. 121. 121 Mesut Ağır & Kürşat Solak III. 15. Yüzyılda Memlûkler ve Doğu Akdeniz 1. Kıbrıs’ın Fethi ve Alâiye Egemenliği 15. yüzyıla gelindiğinde Memlûklerin Timur tazyikinden sonra Sultan Şeyh döneminde, kuzey sınırında bir toparlanma sürecine girdiği görülür. Bunun yanı sıra devlet Sultan Barsbay ve Sultan Çakmak dönemlerinde Doğu Akdeniz’de de etkin bir politika izlemeye başlamıştır. Bu yüzyılda gerçekleşen ilk önemli faaliyet, Kıbrıs Adası’nın fethi olmuştur. Memlûk Devleti Sultanı Barsbay Kıbrıs Adasına 1424, 1425 ve 1426 yıllarında olmak üzere üç sefer yapmış ve adayı fethetmiştir. Kıbrıs’ın fethinin sebepleri, Kıbrıslıların denizlerde bozgunculuk yaparak Anadolu’dan Dimyat ve İskenderiye’ye gelen gemilerin yolunu kesmeleri ve sultanın bu yöndeki uyarılarını dikkate almamaları, Kıbrıs’ın bir Haçlı merkezi olması ve bu yönüyle başta Mısır olmak üzere Doğu Akdeniz’i tehdit etmesi ve Anadolu sahillerindeki bazı beyliklerin Kıbrıslılara karşı Memlûklerden yardım istemesidir. Barsbay aynı zamanda bir fetih heyecanı uyandırarak ülke içi birliği sağlamayı da düşünüyordu.67 1426 Temmuz’unda donanmasını Kıbrıs üzerine sevk eden Barsbay, Frank, Katillon, Rodoslu ve para karşılığında tutulan Türkmenlerden oluşan Kıbrıs ordusunu ve Kıbrıs Kralı Janus’u (1398–1432) mağlup etti.68 Kral esir edildi. Memlûk askerleri Limasol Limanına girdiler, 4 Temmuz 1426. Pek çok Frank’ı ve Karamanlı Türkmeni öldürdüler, esir aldılar, adayı tahrip ettiler.69 Kıbrıs Memlûk Devleti’ne bağlandı. Nitekim Aralık 1437’de Kıbrıs’tan cizye geldi.70 Memlûkler yıkılışlarına kadar Kıbrıs’tan vergi aldılar. Ancak bu durum Kıbrıs Krallığı’nın Anadolu sahillerine saldırmasına engel olmadı.71 Kıbrıs kuşatmaları sırasında Kral Janus, başvurmasına rağmen Avrupa’dan destek bulamamıştır. Avrupalıların Osmanlılar ile mücadele içinde olmasının yanı sıra Venedik’in tarafsızlığını ilan etmesi bu durumun sebebidir. Gerçekten Venedik 14. asrın ikinci yarısından itbaren Memlûklerin ticari ortağı ve müttefiki haline gelecektir.72 67 Bedreddin Mahmud el-Aynî, Ikd’ul-Cumân f î Tarih Ehli’z-Zaman, yay. Abderrâzık et-Tantâvî elKarmût, Kahire 1985, s. 262; Kazım Yaşar Kopraman, “Mısır Memlûkleri (1250–1517)”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. VI, İstanbul 1992, s. 517-519; Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 327-328; 335. 68Aynî, Ikd’ul-Cumân, s. 281. 69Makrîzî, Sulûk, c. IV /II, 721; İbn Hacer el-Askalanî, İnbâi’l-Gumr Bi-Ebnâi’l-Umr, c. VIII, yay. Abdulvehhab el-Buharî, Beyrut, 1986, 97-108; Cemaâleddin Ebu’l-Mehâsin Yusuf bin Tagriberdi, EnNucûm ez-Zâhire f î Mulûk Mısr ve’l-Kâhire, c. XIV, 16 cilt, yay. Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kahire 1929-1956, s. 293-294; Turan, “Orta Çağlarda Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, s. 225. 70 Ali b. Davud b. El-Hatîb el-Cevherî es-Sayraf î, Nuzhet en-Nüfûs ve’l-Ebdân f î Tevârîh el-Zaman, c. II, 4 cilt, yay. Hasan Habeşî, Kahire 1970-1973, 1994, s. 129. 71 Eşref Buharalı, “Kıbrıs’ta İlk Türkler veya Kıbrıs’ın Memlûk Hâkimiyetine Girişi”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.95, İstanbul 1995, s. 82-120; Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, 26; Altan, “Kıbrıs Haçlı Krallığı 1191-1489”, s. 699. 72 Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, s. 26; Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 328. 122 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri Kıbrıs’ın fethi ile Memlûkler Doğu Akdeniz’de güvenliği sağlarken bu bölgede büyük bir nüfuz kazandılar. Bu fethin bir başka getirisi de Memlûkerin Alâiye’deki hâkimiyetini sürdürmesi ve daha sonra da oraya sahip olması oldu. Doğu Akdeniz sahillerinde önemli bir liman şehri olan Alâiye, Memlûkler, Karamanlılar, Kıbrıs Krallığı olmak üzere üç siyasi teşekkül ile Osmanlı Devleti’nin de etki alanındaydı. Memlûk Sultanları Güney Anadolu sahillerindeki bu yerleşim yerine sahip olmaya çok önem verdiler. Bu durumu Doğu Akdeniz’de ve denizlerde güçlü kalabilme düşüncesinin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekir. Alâiye 1293 yılında Karaman Beyliği’ne bağlanmıştı. Bununla beraber Karaman asıllı Alâiye Beyleri Memlûk hâkimiyetinde idiler. Alâiye Beyleri adına gümüş sikkeler vardır.73 Bu meyanda bilinen ilk para Şemseddin Mehmed Bey’in oğlu Savcı Bey’e aittir. Memlûk Sultanları adına basılan ilk para, Sultan en-Nâsır Muhammed adına basılmıştı. Daha sonra Savcı Bey tarafından Sultan Barsbay adına para basıldı. 1423 yılında ölen Savcı Bey’den sonra oğlu Emir-i Âzam Karaman, Alâiye Bey’i oldu. Bu da babası gibi Memlûk himayesinde olarak Sultan Barsbay adına gümüş para bastırdı. Böylece Alâiye’deki Memlûk hâkimiyeti devam etti. Sultan Barsbay çok geçmeden Alâiye’yi satın alacaktır. Zira Osmanlılar Alâiye’den önce Antalya’ya sahip olmuşlardı. Bu suretle Osmanlı tehlikesi şehirde hissedilir olmuştu. Bunun yanı sıra Sultan Barsbay’ın Kıbrıs Adasını fethetmesi, Alâiye Beyi Karaman’ı daha da Memlûk Devleti’ne yaklaştırdı. Nitekim Karaman Bey Alâiye’yi iki kale ile beraber sembolik bir rakama, beş bin dinar karşılığında Memlûklere sattı (Aralık 1427). Bu rakam sembolikti; zira yine Sultan Barsbay döneminde isyancı emir Canıbeg’in ele geçirilmesi için Barsbay beş bin dinar ödeme yaptı. Ayrıca Karamanoğlu İbrahim Bey, Kayseri için Sultan Barsbay’a yıllık on bin dinar vergi vaat etti. Muhtemelen bu satış, onun tercihi olmaktan çok Sultan Barsbay’ın telkiniydi. Alâiye’yi teslim almak için Onlar Emiri Akboğa en-Nâsırî et-Türkmânî, yine Onlar Emirlerinden Kuzbay ve Sultan Barsbay’ın memlûklerinden bir topluluk kaleye gittiler.74 Oraya bir nâib atandı. Denizden asker gönderildi.75 Böylece Alâiye, Memlûk hâkimiyetinde olarak Karamanoğullarının elinde kalmaya devam etti. Bununla beraber Karaman Bey, Alâiye’yi Mısır’a sattığı için, eski hâmileri Karamanlılar tarafından devamlı olarak baskı altında tutuldu.76 Barsbay on altı yıllık sultanlığı süresince Suriye’nin kuzeyinde Anadolu’da yer alan sınır beyliklerine müdahale etti ve bu bölgede zaman zaman sarsılsa da kendi 73 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, Ankara, 1988, s. 92. 74Aynî, Ikd’ul-Cumân, s. 330. 75Makrîzî, Sulûk, c. IV /II, 752; Kazım Yaşar Kopraman, “Ikdu’l-Cumân’da Karaman-oğulları’na Dâir Kayıtlar”, Prof. Dr. Kâzım Yaşar Kopraman Makaleler, (haz. E. Semih Yalçın), Ankara 2005, s. 78. 76 Erdoğan Merçil, “Alâiye Beyliği”, DİA, c. 2, İstanbul s. 1989, 332-333; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 92; Konyalı, Alanya, s. 92. 123 Mesut Ağır & Kürşat Solak çıkarlarını güvence altına almasını bildi.77 Böylece Sultan Şeyh’in Timur’dan sonra Anadolu’da tesis ettiği otoriteyi devam ettirdi.78 Ne var ki Sultan Barsbay’ın Anadolu için harcadığı bu mesainin kendisini bazı başarılardan mahrum ettiğini söyleyebiliriz. O, sultanlığa geçişinden sadece iki yıl sonra Kıbrıs Adası’na sefer düzenlemiş ve fethetmişti. Bu durum, onun tahta oturmasıyla beraber fetih planları yaptığının göstergesidir. Alâiye’nin de ele geçirilmesini esasen bu fethin devamı olarak değerlendirmek gerekir. Şayet onun döneminde Anadolu’da sükûnet olsaydı, Sultan Barsbay muhtemelen Doğu Akdeniz’de daha etkin olacak, belki de kendisine halef olan Sultan Çakmak’ın Rodos üzerine gerçekleştirdiği seferleri kendi döneminde gerçekleştirecekti. Görüldüğü üzere Memlûk sultanlarının; merkezî iç isyanlar ve Suriye olaylarının yanı sıra Moğol, Ermeni, Anadolu Beylikleri, Timur ve zamanla Osmanlı gibi dış güçlerle olan meşguliyetleri onların denizlerde daha aktif bir politika izlemelerine engel olmuştur. Daha önce zikredildiği gibi, Kıbrıs’ın fethinin bir semeresi olarak Alâiye, Memlûk Devleti tarafından sembolik bir rakama satın alınmıştı. Alâiye Beyi olarak gördüğümüz Savcı Bey, Sultan Barsbay adına gümüş sikke kestirdi. Onun oğlu Karaman Bey de gümüş sikke bastırdı. Sikkenin üstündeki es-Sultânî ibâresi döneminin Memlûk Sultanı Çakmak’a bağlı olduğunu göstermektedir.79 1426 yılından itibaren Memlûklere bağlı olan Kıbrıs Adası’na gerçekleştirilen son Memlûk müdahalesi 1460 yılında vuku buldu. Adaya 300 memlûk gönderildi. Bu müdahalenin sebebi, adada yaşanan taht kavgası idi. 1488 yılından sonra Kıbrıs’ı ele geçiren Venedikliler, eskiden beri ödenen haracı Memlûk Sultanı Kayıtbay’a (1468–1496) ödemeye devam ettiler.80 2. Rodos Seferleri ve Doğu Akdeniz Egemenliği’nin Devam Etmesi Memlûklerin Kıbrıs’ın fethinden sonra Doğu Akdeniz’de etkinlik gösterdiği hadiselerden biri de Rodos Seferleridir. Sultan Çakmak bu seferleri ile meşhurdur. Onun düzenlediği ilk Rodos Seferi’nde (7 Ağustos 1440), Emir Tagribermiş ez-Zerdkâş önderliğinde harekete geçen Memlûk donanması Rodos’a ulaşmadan önce devlete bağlı olan iki yere uğradı ve lojistik destek aldı. Bunlardan biri Kıbrıs diğeri Alâiye idi. Memlûk donanması Alâiye Beyliği’nden yardım olarak iki kadırga tedarik etti.81 77 Hasan-ı Rumlu, Ahsenü’t-Tevârîh, (çev. Mürsel Öztürk), Ankara 2006, s. 233; Holt, Haçlılar Çağı, s. 186,191. 78 Enver Zeklâme, El-Memâlîk f î Mısr, Kahire, Basım yılı yok, s. 75. 79Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 92. 80 Çetin, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, s. 328-330. 81Makrîzî, Sulûk, c. IV/II, s. 1210; Aynî, Ikd’ul-Cumân, s. 558-559; Kanat, “Memlûk Sultanı ez-Zâhir Çakmak’ın Rodos Seferleri 1440-1443-1444”, s. 400. 124 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri Ancak bu seferden herhangi bir netice alınamadı.82 Aynı yılın 9 Nisan’ında Osmanlı Padişahı II. Murad’ın elçisi Kahire’ye gelmiş ve beş bin dinar tutarında hediye getirmişti. Makrîzî ve Aynî bu elçinin geliş sebebini belirtmemektedir.83 Bununla beraber seferden hemen önce gelen Osmanlı elçisinin Sultan Çakmak’ı Rodos Seferi’ne teşvik ettiği düşünülebilir. Zira Osmanlı Devleti de Rodoslulardan muzdaripti. Bu meyanda Sultan Çakmak bir ay sonra, Osmanlı elçilik heyetine cevap mahiyetinde Emir Şehabeddin Ahmed’i gönderdi (Mayıs 1440).84 Alâiye Beyliği’nde Lütfi Bey, kardeşi Karaman Bey’i öldürerek başa geçti. Bu cinayetin işlenmesinde, vaktiyle Memlûklerle işbirliği içinde olup bu sıralarda Memlûk himayesinden çıkmak isteyen Karamanoğlu İbrahim Bey’in teşviki vardı. Ne var ki Lütfi Bey kısa süre sonra Karamanoğulları etkisinden çıkarak Memlûk himayesine girdi. Sultan Çakmak’ın emriyle Kıbrıs üzerine bir saldırı yapmak için hazırlandı. Ancak Memlûk donanmasının Rodos’ta başarılı olamaması üzerine bundan vazgeçti (1444). Alâiye Bey’i Lütfi’nin Karamanoğulları etkisinden çıkmak istemesinin bir göstergesi, aşağıdaki satırlarda sözü edilecek olan Kıbrıs Kralı ile yaptığı anlaşmadır. Böylece Karamanlılara karşı Kıbrıs Kralı’ndan yardım bile gördü. Bununla da yetinmeyen Lütfi Bey Osmanlı Devleti’ne yanaştı.85 Alâiye Bey’i Lütfi Bey’le Kıbrıs Krallığı arasındaki söz konusu anlaşma 1450 yılında imzalandı. Bu anlaşmada Sultan Çakmak’ın teşviki olmalıdır. Zira anlaşmayı imzalayan her iki taraf da o sıralarda Memlûk Devleti’ne bağlıydı. Dört maddeden oluşan anlaşmanın garantörü Rodos Şövalyeleri ‘tarikatı üstad-ı aza­m’ı idi. Bu anlaşmanın bir maddesine göre, Kıbrıs Krallığı Alâiye Bey’ine yardım edecekti.86 Kuşkusuz bu madde Kız Kale’sini almış olan ve sahildeki etki alanını genişletmek isteyen Karamanoğlu İbrahim Bey’e karşıydı. Kıbrıs’la Alâiye arasında gerçekleşen anlaşmada, garantörün Rodos Şövalyeleri olması, bu anlaşmanın Sultan Çakmak’ın teşviki ve müdahalesi ile gerçekleştiğini ortaya koyar. Zira bu tarihlerde söz konusu üç teşekkül üzerinde Sultan Çakmak’ın nüfuzu vardı. Bunun yanı sıra Alâiye Bey’i, Karamanoğulları’nın tazyiki ve muhtemel Osmanlı tehdidi altındaydı. Bu sebeple Lütfi Bey’in, sadece Kıbrıslılar ve Rodoslulara güvenerek Memlûk Devleti’nden habersiz bir şekilde bu anlaşmayı yapması mümkün değildir. Böylece Sultan Çakmak, Memlûk Devleti’nin, üzerlerinde nüfuz sahibi olduğu Kıbrıs, Rodos ve Alâiye’yi bir 82Aynî, Ikd’ul-Cumân, s. 559; Kopraman, “Ikdu’l-Cumân’da Karaman-oğulları’na Dâir Kayıtlar”, s. 79; Yinanç, “Alâiye”, s. 288; Ağır, Memlûk Sultanı el-Melik ez-Zâhir Seyfeddin Çakmak Dönemi (14381453), s. 109. 83Makrîzî, Sulûk, c. IV/II, s. 1189; Aynî, Ikd’ul-Cumân, s. 552. 84Sayraf î, Nuzhet, c. IV, s. 179. Sayraf î elçinin gidiş sebebini vermez. 85Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 93. 86Lloyd-Storm, Alanya, s. 7. 125 Mesut Ağır & Kürşat Solak araya getirerek Sultan Barsbay’ın Kıbrıs’ı fethi ile başlayan ve kendisinin Rodos Seferleri ile devam eden Doğu Akdeniz etkinliğini bu kez diplomasi yoluyla devam ettirdi. Anlaşma sayesinde Alâiye ticaret hacmini geliştirdi. Mısır ve Avrupa ticaretinin yanında Kıbrıs ile de ticaret yaparak zengin bir liman şehri haline geldi.87 Ancak bu süreç kısa süreliğine kesintiye uğradı. Alâiye Bey’i Lütfi, kendi halkına Kıbrıs Kralı’nın kötü davrandığını ileri sürdü. Kıbrıs’a karşı saldırıya hazırlandı (1453). Bunun üzerine Kıbrıs Kralı, Rodos’tan ve bağlı bulunduğu Memlûk Devleti’nden yardım istedi. Rodos’un yardımı üzerine Alâiye Bey’i saldırıdan vazgeçti.88 Onun fikir değiştirmesinde yine Sultan Çakmak’ın telkinde bulunması hesaptan uzak değildir. Karamanoğlu İbrahim Bey, Akdeniz’de Memlûkler ve onların himayesini tanımış olan Kıbrıs, Alâiye ve Rodos olmak üzere oluşan dörtlü birlikteliğin karşısında, Osmanlı yayılmasını da hesaba katarak Şubat 1453’te Venediklilere bir ahidnâme verdi. Ahidnâmede yer alan hükümler tek taraflı olup sadece Venedikliler için geçerliydi. Böyle bir antlaşmayı kabul eden İbrahim Bey, ticari beklentilerinin yanında siyasi hedeflerine uygun olarak hareket etmişti.89 Siyaseten amacı, yalnız kalmamaktı. Esasen Karamanoğlu İbrahim Bey’in bu tavrı, Memlûklerin Doğu Akdeniz’de tesis etmiş oldukları nüfuzlarının bir sonucu idi. Sultan Çakmak devri ve sonrasında Memlûk Devleti’ne olan bağlılığını devam ettiren Alâiye Beyi Lütfi Bey, Anadolu’da üzerine doğru olan tazyikle baş edemiyordu. Zira bir taraftan Karamanoğulları onu tehdit ediyor diğer taraftan da Osmanlı Devleti’nin Karamanoğulları ve Dulkadiroğulları örneklerinde görüldüğü gibi, Anadolu’daki etkinliği her yakada hissediliyordu. Bunların yanı sıra Memlûklerde, Sultan Barsbay’la başlayan ve Sultan Çakmak’la devam ettirilen Doğu Akdeniz politikası, Sultan Aynal ve Hoşkadem dönemlerinde sürdürülemedi. Zira Sultan Aynal’ın sekiz yıllık saltanatında ülke içinde memlûkler yedi kere isyan etmişlerdi. Sultan Hoşkadem de Dımaşk Nâibi Cânımbeg isyanı ve Dulkadirlilerle uğraşmak zorunda kaldı. Oysaki Sultan Barsbay ve Sultan Çakmak bir cihad fikri uyandırarak memlûklerin kendi aralarında rekabetle tükettikleri himmetlerini dış olaylara aktarmışlardı. Neticede Sultan Aynal ve Sultan Hoşkadem Alâiye ile ilgilenemedi. Lütfi Bey ise destek bulmak amacıyla kızını Osmanlı vezirlerinden Rum Mehmed Paşa’ya verdi.90 Lütfi Bey’den sonra onun yerine yeğeni Kılıç Arslan Alâiye Beyi oldu. Kılıç Arslan Memlûk bağlılığını devam ettirse de çevre güçlerin arasında gidip gelen bir siyaset 87 Osman Turan, “Orta Çağlarda Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, s. 224-225. 88 Yinanç, “Alâiye”, s. 288-289. 89 İsmail Çiftçioğlu, “Siyasi Gelişmeler Ekseninde Karamanlı- Kıbrıs ve Venedik Ticari İlişkileri”, S. 32, Akademik Araştırmalar Dergisi, 2007, s. 153. 90Lloyd-Storm, Alanya, 8; Kopraman, “Memlûkler”, s. 518-523. 126 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri takip etti. Osmanlılar Alâiye üzerine Rum Mehmed Paşa’yı gönderdi. Bunun üzerine Kılıç Arslan, Mısır’dan yardım istediyse de bir sonuç alamadı. Osmanlı Devleti namına Alâiye’yi fethetmek için gelen Rum Mehmed Paşa, önceki Alâiye Beyi Lütfi Bey’in damadı olduğu için Kılıç Arslan’la bir antlaşma yaptı (1471).91 Arkasından harekete geçen Gedik Ahmed Paşa karşısında Kılıç Arslan Alâiye’yi teslim etti.92 Buna göre Kılıç Arslan, dirlik olarak kendisine verilen Gümülcine’de yöneticilik görevine getirildi. Kılıç Arslan Gümülcine’deyken Memlûkler ve Kıbrıslılarla gizlice münasebet kurdu. Onun niyeti buradan kaçarak beyliğini yeniden kurmaktı. Nihayet kaçarak Memlûk Devleti’ne sığındı.93 Buradan bir netice alamayan Kılıç Arslan, Uzun Hasan’ın yanına gitmek için Mısır’dan ayrılmış ise de vefât etti.94 Memlûkler Kılıç Arslan’ı destekleyerek Alâiye üzerinde hâkimiyetlerini devam ettirmeyi hesap ettiler, ancak bunu başaramadılar. Alâiye’nin Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi, Doğu Akdeniz’de Memlûk nüfuzunu gerileten ve Osmanlı etkinliğini arttıran önemli bir olaydır. Zira Memlûklerin, değişik çevre güçlerin etkisi altında olan Alâiye’ye ilgi duyması, ticari kaygılardan çok Doğu Akdeniz egemenliği yolundaki hedefleri ile ilgilidir. Sonuç Netice olarak Memlûklerin Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri 15. yüzyıldan öncesi ve sonrası olarak önemli farklılık gösterir. Bu yüzyıla kadar Memlûkleri daha çekinik bir pozisyonda görüyoruz. 15. yüzyılda ise Kıbrıs’ın fethiyle başlayan, Rodos Seferleri ile devam eden bir etkinlik söz konusudur. Bununla beraber bu etkinlik devletin yıkılışına kadar sürmemiştir. Zira 1488 yılında Çukurova dolayısıyla vuku bulan Osmanlı – Memlûk Savaşında Osmanlı Padişahı II. Bayezid karadan yürüyen ordusunu denizden takviye ederken95 Memlûklerin böyle bir hamlesinden kaynaklar bahsetmez. 91 Âşık Paşazâde, Tevârîh-i Âl-i Osman, haz. Kemal Yavuz - M. A. Yekta Saraç, İstanbul 2007, s. 220; Mehmed Neşrî, Kitâb-ı Cihan-Nümâ, c. II, yay. Faik R. Unat - Mehmed A. Köymen, Ankara 1995, s. 793. 92 Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth, yay. Ahmet Tezbaşar, Basım yeri yılı yok, s. 132; Neşrî, Cihan-Nümâ, s. 793,795; Hasan-ı Rumlu, Ahsenü’t-Tevârîh, s. 488; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.32-33; Süleyman Fikri Erten, Antalya Vilayet Tarihi, İstanbul 1940, s. 95. 93 Hasan-ı Rumlu, Ahsenü’t-Tevârîh, s. 488; Hoca Sadeddin Efendi, Tâcu’t-Tevârih, c. III, haz. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1992, s. 106-107; Konyalı, Alanya, s. 124. 94 Âşık Paşazâde, Tevârîh-i Âl-i Osman, s. 220-221; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 94. 95 İbn İyas, Bedâî, c. II, s. 549; Selahattin Tansel, Sultan II. Bâyezit’in Siyasi Hayatı, İstanbul 1966, s. 107-108. 127 Mesut Ağır & Kürşat Solak Kaynakça Ağır, A. M., Memlûk Sultanı el-Melik ez-Zâhir Seyfeddin Çakmak Dönemi (1438- 1453), Basılmamış Doktora Tezi, İzmir 2010. Aktan, Ali, “Memlûk-Haçlı Münasebetleri”, Belleten, 1999, c. 63, S.237, s. 411-452. Altan, E., “Kıbrıs Haçlı Krallığı 1191-1489”. Türkler, 2002, c. 6, s. 695-700. Arık, O., “Menteşeoğulları”, Tarihte Türk Devletleri. c. 2, Ankara 1987, s. 503-506. Âşık Paşazâde, Tevârîh-i Âl-i Osman, (haz. Kemal Yavuz-M. A. Yekta Saraç), İstanbul 2007. Âşûr, S. A., ez-Zâhir Baybars, Kahire 1963. Atiya, A.S., The Crusade in the Later Middle Ages, New York 1965. Ayalon, D., “Memluklar ve Deniz Kuvvetleri”, (çev. Salih Özbaran), İÜEFD, c. XXV, 1971, s. 39-50. Ayaz, F.Y., “Türk Memlukler Döneminin Büyük Emîrlerinden Yelboğa el-Ömerî (ö. 768/1366) ve İdaredeki Nüfuzu”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 16/1, 2007, s. 81-100. el-‘Aynî, B.M., Ikd’ul-Cumân f î Tarih Ehle’z-Zaman, (yay. Abderrâzik et-Tantâvî el-Karmût), Kahire 1985. Baybars el-Mansûrî ed-Devâdâr, Zubdet el-Fikre f î Tarih el-Hicre, (yay. D.S. Richards), Berlin 1998. Buharalı, E., “Kıbrıs’ta İlk Türkler veya Kıbrıs’ın Memlûk Hakimiyetine Girişi”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 95, İstanbul 1995, s. 82-120. Çetin, Altan, “Memlûklerin Kıbrıs ile İlişkileri”, Adalya, S. 14, 2011, s. 327-344. Çiftçioğlu, İ., “Siyasi Gelişmeler Ekseninde Karamanlı- Kıbrıs ve Venedik Ticari İlişkileri”, Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 32, 2007, s. 142–155. Cuveynî, Ata Melik., Tarih-i Cihan Güşâ. (çev. Mürsel Öztürk), Ankara 1988. Doukas, M., Tarih Anadolu ve Rumeli 1326-1462, (çev. Bilge Umar), İstanbul 2008. Erten, S.F., Antalya Vilayet Tarihi. İstanbul 1940. Fuess, A., “Rotting, Ships and Razed Harbors: The Naval Policy of the Mamluks”, Mamluk Studies Review Back, c. 5, 2001, s. 45-71. Hasan-ı Rumlu, Ahsenu’t-Tevârîh, (çev. Mürsel Öztürk), Ankara 2006. Heyd, Wilhelm V., Yakın Doğu Ticaret Tarihi, (çev. Enver Ziya Karal), Ankara 2000. Hill, G., A History of Cyprus. c. II, Cambridge 1948. Hoca Sadeddin Efendi, Tâcu’t-Tevârih. c. III, (haz. İsmet Parmaksızoğlu), Ankara 1992. Holt, Peter M., Haçlılar Çağı II. Yüzyıldan 1517’ye Yakındoğu, (çev. Özden Arıkan), İstanbul 1999. İbn Batuta, Tuhfetu’n-Nuzzâr fi Garaibi’l-Emsâr, c. I, sadeleştiren ve (haz. Mümin Çevik), İstanbul 1983. 128 Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri İbn Dokmak, el-Cevher es-Semîn f î Siyer el-Hulefâ ve’l-Mulûk ve’s-Selâtîn, basım yılı-yeri yok. İbn Hacer, Inbâi’l-Gumr bi-Ebnâi’l-Umr, c. 8, (yay. Abdulvehhab el-Buharî), Beyrut 1986. İbn Haldun, Kitâbu’l-Iber ve Divanu’l Mubtedâ ve’l Haber, c. V, Beyrut 1992. İbn Tagriberdi, en-Nucûm ez-Zâhire f î Mulûk Misr ve’l-Kâhire, c. XIV, 16 cilt, (yay. Dâru’lKütübi’l-Mısrıyye), Kahire 1929-1956. İnalcık, H., “The Emergence of The Ottomans”, The Cambridge History of Islam, c. I, 2008, s. 263-291. İnalcık, H., “Batı Anadolu’da Yükselen Denizci Gazi Beylikleri, Bizans ve Haçlılar”, Uluslar Arası Batı Anadolu Beylikleri Sempozyumu Bildirileri, Balıkesir 2005, s. 20-41. İbn İyas, Bedâî ez-Zuhûr f î Vakâî ed-Duhûr, c. I, 3 cilt, (yay. Muhammed Mustafa Ziyade), Kahire 1960-1963. el-Kalkaşandî, Ahmed b. Ali, Subh el-A’şâ f î Sınâat el-İnşâ, c. V, 14 cilt, (yay. Muhammed Abdurrasul İbrahim), Kahire 1913-1920. Kanat, C., “Memlûk Sultanı ez-Zâhir Çakmak’ın Rodos Seferleri 1440-1443-1444”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999, s. 392-406. Kanat, C., “Bahrî Memlûklar Zamanında Hüküm Süren Çerkez Asıllı Bir Sultan: Baybars elCaşnigîr 1309-1310”, TİD, 1998, S. XIII, s. 97-120. Kırzıoğlu, M. F., “Eretna-Ogullari”, Tarihte Türk Devletleri, c. II, Ankara 1987, s. 495-502. Kofoğlu, S., Hamidoğulları Beyliği, Ankara 2006. Konyalı, İ.H., Karaman Tarihi, İstanbul 1967. Kopraman, K.Y., “Mısır Memlûkleri (1250–1517)”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. I, İstanbul 1992, s. 433-543. Lloyd S.- Storm, D.R., Alanya, (çev. Nermin Sinemoglu), Ankara 1964. el-Makrîzî, Takiyuddin A., Kitâb es-Sulûk li-Ma’rifet Duvel el-Mulûk, c. I/2, 4 cilt, yay. Muhammed Mustafa Ziyade - Said Abdulfettah Asûr, Kahire 1938–1956, 1971–1972. Merçil, E., “Alâiye Beyliği”, DİA, c. 2, İstanbul 1989, s. 332-333. Neşrî, M., Kitâb-i Cihan-Nümâ, c. II, (yay. Faik R. Unat - Mehmed A. Köymen), Ankara, 1995. Oruç Beg, Oruç Beg Tarihi, (yay. Nihal Atsız), İstanbul 1972. Pryor, John H., Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş, (çev. Füsun Tayanç-Tunç Tayanç), İstanbul 2004. Sayrâf î, Nuzhet en-Nufûs ve’l-Ebdân f î Tevârîh ez-Zaman, c. II, 4 cilt, (yay. Hasan Habesî), Kahire 1970-1973, 1994. Spuler, B., İran Moğolları, (çev. Cemal Köprülü), Ankara 1987. Sümer, F., “Karaman-Oğulları (Karamanlılar)”, (çev. M. Akif Erdoğru), Türk Dünyası Enstitüsü Dergisi, S. 100, İstanbul 1996, s. 67-81. Şikârî, Karamannâme, (yay. Mehmet Sözen - Necdet Sakaoglu), İstanbul 2005. Tansel, S., Sultan II. Bâyezit’in Siyasi Hayatı, İstanbul 1996. 129 Mesut Ağır & Kürşat Solak Tekindağ, Ş., “Karamanlıların Gorigos Seferi (1367)”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, c. VI/9, 1954, s. 161-174. Tekindağ, Ş., “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, İÜEFTD, 1971, S. XXV, s. 1-38. Telci, C., Ayasulug. İstanbul 2010. Tezel, H., Anadolu Türkleri’nin Deniz Tarihi. c. I, İstanbul 1973. Togan, Z.V., “Moğollar Devrinde Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuasi, c. I, İstanbul, 1931 s. 1-42. Turan, O., “Orta Çağlarda Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, Belleten, c. 18, S. 110, Ankara 1964, s. 223-226. Turan, Ş., Türkiye – İtalya İlişkileri I, Ankara 2000. Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth, (haz. Ahmet Tezbaşar), 1974, basım yeri yok. Ulker, N., İzmir Şehri Tarihi, İzmir 1994. Uzunçarşılı, İ.H., Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ankara 1988. Uzunçarşılı, İ.H., Anadolu Beylikleri, Ankara 1988. Varlık, M.C., “Anadolu Beylikleri”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. X, İstanbul 1992, s. 23-129. Yinanç, M. H., Düsturnâme-i Enverî’ye Medhal, İstanbul 1929. Yinanç, M. H., “Alaiye”, İslam Ansiklopedisi, c. I, Eskişehir 1997, s. 288. Wittek, P., Menteşe Beyliği. (çev. Orhan Şaik Gökyay), Ankara 1944. Zachariadou, Elizabeth A., “The Catalans of Athens and the Beginning of Turkish Expansion in the Aegean Sea”, (çev. Serdar Çavuşdere), AÜDTCFTD, 2009, s. 235-254. Zachariadou, Elizabeth A., Trade and Crusade Venetian Crete and The Emirates of Menteshe and Aydin (1300-1415), Venice 1983. Zeklâme, E., el-Memâlîk f î Mısr, Kahire basım yılı yok. 130 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 131-158 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Mustafa Fırat GÜL* Özet Anadolu’nun ortasında, yolların kesiştiği bir yerde bulunan Aksaray, tarih boyunca önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Konum itibariyle ticarî açıdan da medeniyetlerin ilgisini çeken bu coğrafyada iktisadî faaliyetler hâlâ devam etmektedir. On bin yıl öncesinde Aşıklı Höyük’teki alış-verişler, Anadolu’nun ilk kalesi Güvercinkayası ve Aksaray’ın en eski ticaret merkezi Acemhöyük’teki bulgular şehrin iktisadî tarihinin de çok eskilere dayandığını gözler önüne sermektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gelişmeler de yine başka şehirlere göre oldukça yoğundur. Tarih boyunca Aksaray’ın neresinde kimler hangi ticarî faaliyetlerle uğraşmışlar, bu hareketliliğin şehre ne gibi katkıları olmuş gibi soruların cevaplarına odaklanan bu çalışma Aksaray iktisadî tarihi alanında araştırma yapmak isteyenlere bir kıvılcım olabilme amacındadır. Anahtar Kelimeler: Aksaray, Ticaret, Acemhöyük, Selçuklular, Kervansaray (Han) An Essay on the Financial History of Aksaray Abstract Aksaray, which is in the middle of Anatolia and is located where the paths intersect, has been an important settlement of people throughout the history. The financial activities are still continuing in this region. It attracts the interests of civilizations in terms of financial situation as well thanks to its location. Trade in Aşıklı Höyük about ten thousand of years ago, Güvercinkayası (the first castle of Anatolia), and the evidence found in Acemhöyük, which is the earliest * Şehir Tarihi Uzmanı 131 Mustafa Fırat Gül trade centre of Aksaray, reveal that the financial history of the city dates back to ancient times. The financial developments of Aksaray in the first years of the Republic are fairly frequent and rapid in comparison to other cities. This study which focuses on the answers of such questions as ‘’who conducted business in Aksaray and where?’’, “What kind of contributes was made to city by means of these financial activities?’’ aims to inspire those who want to carry out research on the financial history of Aksaray. Keywords: Aksaray, Trade, Acemhoyuk, Seljuks, Caravanserai (In) Giriş Son yıllarda şehir tarihçiliği oldukça rağbet görmektedir. Tarih ilmini, sadece devletlerin siyasî ve askerî vakalarından ibaret sayan anlayışa karşı gelişen bu akım sevindiricidir. Elbette bu gelişme bazı tarihçilerin sayesinde iyice hızlanmıştır. Şehir tarihçiliğinde akla ilk gelenlerden birisi olan merhum İbrahim Hakkı Konyalı Aksaray şehrine de mesai harcamıştır. Onun çalışmaları bugün birçok şehrin (araştırmacıların) başvuru kaynakları arasındadır. Konyalı’nın damga vurduğu, yeni tarihçilerin farklı boyutlar kazandırdığı bu alan gün geçtikçe ilerlemektedir. Bazen İstanbul-Aksaray ile karıştırılan çoğu zaman da hâlâ şehir olduğu bilinmeyen ve ilçe zannedilen Aksaray1 tarih yönünden oldukça zengindir. Kadim bir şehrin birçok vasfını görebileceğimiz Aksaray iktisadî tarih cihetiyle de önemlidir ve bu endüstriyel miras bugün de görülebilmektedir. Anadolu’nun en eski yerleşimlerinden, Kapadokya’nın ilk köyü de olan Aşıklı Höyük’teki kazılar bölgenin çok uzun zamandır rağbet gördüğünü kanıtlamaktadır. Aşıklı Höyük ve Mamasun Barajı kenarındaki Güvercinkayası kazılarında çıkan bulgular binlerce yıl öncesinde takas usulü ile ticaretin dolayısıyla beşeri ilişkilerin canlılığına işaret etmektedir. Aksaray’ın en eski ticaret merkezi olan Acemhöyük ise sadece şehir için değil dünya tarihi için de oldukça mühim bir yerdir. Anadolu Selçukluları döneminin önemli şehirlerinden olan Aksaray’da birbirinden güzel mimari şaheserler ziyarete açıktır. Bunun yanında iktisadî geçmişin müşahhas temsilcileri olan kervansaraylar da şehrin ticarî tarihini gözler önüne sermektedir. Belgelere, çağdaş kaynaklara biraz daha dikkatle bakıldığında Aksaray’ın Orta Çağ’a halılarıyla damga vurduğu görülebilir. Dünyanın en büyük kervansarayı olan Aksaray Sultan Hanı içerisindeki halı tamirciliği tarih ve kültür taşıyıcısı olmasının yanında turistlerin yoğun ilgi gösterdiği mekânların başında gelmektedir.2 1 2 132 Makalemizin isminde de İstanbul-Aksaray ile karışıklık olmasın diye “şehir” vurgulanmıştır. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’den temin ettiğimiz verilere göre Sultanhanı’na yapılan ziyaretler yıllara göre şöyledir: 2007 yılı: 137.922, yabancı turist: 115.110, toplamda ise: 253.032; 2008 yılı: 134.566, Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Anadolu’nun tahıl ambarı sıfatını paylaşan şehirlerin başında gelen Aksaray, verimliği ile ticarî hareketliliği cem etmiştir. 1920’de liva olan ve cumhuriyetin ilk yıllarında önem verilen şehirde “Aksaray Azm-i Milli Türk Anonim Şirketi” gibi bir kuruluş faaliyete geçmiş, kara değirmende un öğüten, gaz lambasıyla aydınlanan sakinleri bir anda teknoloji ile tanıştırmıştır. Dönemin en iyi teknikleriyle inşa edilen un fabrikasının yanında şehrin gecesini bile gündüze çeviren elektriğe kavuşmuştur. İktisadî yönden de oldukça zengin bir tarihe sahip olan Aksaray’ın bu yönünü anlatmaya çalıştığımız makalemizde elimizden geldiğince orijinal belge ve kaynaklara müracaat etmeye çalıştık. Cumhuriyet döneminde ise hem fotoğraf hem de belge yönünden şanslıydık. Çünkü 1926-1933 yılında yayımlanan Aksaray Vilayet Gazetesi kanaatimizce büyük bir nimettir.3 I. Selçuklulara Kadar Aksaray’da Ticaret Aksaray (özellikle şehir merkezi) en önemli imar faaliyetlerini Anadolu Selçukluları döneminde görmüştür. Şehrin geçmişini Selçuklular öncesi ve sonrası diye bölümler halinde izah etmeye çalışmak kanaatimizce uygun olacaktır. Şehrin iktisadî tarihini on bin yıl evvelinden başlatmamıza imkân tanıyan Aşıklı Höyük4, Kapadokya’nın en eski köyüdür. Aşıklı’da 10 bin yıl önce yaşayanların bir iş bölümü çerçevesinde örgütlendikleri söylenebilir. Bu işler zanaatlar, avcılık, kasaplık, bitki ve meyve toplayıcılığı, tarım gibi besin temini ile ilgili faaliyetlerin yanı sıra, kerpiç dökme, kireç yakma, dericilik, ağaç ve hasır işçiliği, obsidiyenden araçgereç üretimi, bakır işleme, volkanik taşlardan oyma ve sürtme yöntemiyle yapılan araç gereç üretimi gibi faaliyetleri kapsamaktaydı. Kazı başkanı Prof. Dr. Mihriban Özbaşaran’ın açıklamalarına göre Aşıklı Höyüklüler, hayvansal protein ağırlıklı beslenme ekonomisine sahiptirler. Çevredeki çayırlık alanlar, seyrek meşe ve çitlembik koruları, bol ve çeşitli av hayvanlarının bulunduğu zengin bir ekolojik ortamdır.5 Takas usulü ile ticaretin yapıldığı o dönemlerde Aşıklı Höyük sakinlerinin ürettikleri 3 4 5 123.955, 258.521; 2009 yılı: 4.600, 186.000, 190.600; 2010 yılı: 10.000, 218.000, 228.000; 2011 yılı: 11.000, 220.000, 231.000; 2012 yılı: 25.000, 210.000, 235.000; 2013 yılı: 22.000, 218.000, 240.000 (ilk veriler yerli, ikinciler yabancı ve sonraki de toplam turist sayısını göstermektedir) Gazetedeki orijinal reklam örnekleri, ticarî ilanlar için bkz: Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr. 1, Nr. 4, Nr:10, Nr: 11, Nr: 22, Nr: 29, Nr: 30, Nr: 34, Nr: 36, Nr: 44, Nr: 53, Nr: 59, Nr: 63, Nr: 67, Nr: 69, Nr: 78, Nr: 84, Nr: 92, Nr: 94, Nr: 106, Nr: 134, Nr: 161, Nr: 237. Aşıklı Höyük ilk kez 1963 yılında Hititolog Edmund Gordon tarafından saptanmıştır. Fakat höyükteki kazı çalışmaları 1989’da ancak başlayabilmiştir. Ufuk Esin başkanlığında başlayan kazılar aralıksız devam etmektedir. 2006 yılından beridir Mihriban Özbaşaran’ın başkanlık ettiği kazılar uluslararası bir kimlik kazanmıştır. www.asiklihoyuk.org Necla Kurt-Ece Birçek, Kapadokya’nın En Eski Köyü: Aşıklı Höyük”, Kırk Bir Kere Aksaray, S.1. s. 7-11. 133 Mustafa Fırat Gül önemlidir. Kazıdan çıkanlar Aksaray Müzesi’nde teşhir edilmektedir. Aşıklı Höyük’te yaşamış olanların volkanik cam adıyla bilinen obsidiyenden ürettikleri aletler o dönemin en çok ihtiyaç duyulanları arasındadır diye tahmin ediyoruz. Yine ortaya çıkarılan buluntular deri ve post işçiliği, sepet yapımı, kemik ve boynuz işçiliği, sürtme taştan öğütme taşları, havan yapımı, taş kap ve cilalı yassı balta yapımı gibi uğraşların yapıldığını göstermektedir.6 Aşıklı Höyük’ten sonra şehrin en eski yerleşim yeri olan Güvercinkayası günümüzden 7 bin yıl evveline ait bilgiler verdiği için makalemiz açısından da ziyadesiyle önemlidir. Kazı ekibinin ulaştığı sonuçlar çerçevesinde bizlere güvenilir bilgi veren Güvercinkayası kazı başkanı Prof. Dr. Sevil Gülçur, Güvercinkayası’nın Orta Kalkolitik Dönem’in en kapsamlı araştırıldığı ana merkezi olduğunu belirtmektedir. Güvercinkayası’nın dış bağlantılarının olması Anadolu’nun en eski iç kalesi olduğu hususunu ortaya çıkarmaktadır. Yerleşme bir yandan boyalı çanak çömlekleriyle Karaman ve çevresiyle ilişki içindeyken, diğer yandan da Geç Kalkolitik Çağın başlarında, Doğu Anadolu Kuzey Mezopotamya ilişkilerine ışık tutmaktadır. Buna göre yerleşme mimarisi, çanak çömlekleri, damga mühürleri, boncukları, bakır objeleri v.b. gibi diğer buluntularıyla Obeyd Kültürü etkilerinin ulaştığı en batı noktadır.7 Güvercinkayası ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Güney Mezopotamya’nın sulu tarıma bağımlı yerleşiklerinin aksine, Anadolu yerleşikleri kuru tarıma bağlı geçim ekonomileriyle her türden yaşamsal hammadde gereksinimlerini kolaylıkla kendi bölgelerinden karşılayabilmiştir. Güvercinkayası’nın önemli bir özelliği, boynuz endüstrisinin çok gelişmiş olmasıdır. Yerleşmenin her alanında, değişik hayvanlara ait depolanmış boynuzlar ele geçmektedir. Özellikle yarı işlenmiş geyik boynuzlarının yoğunluğu dikkat çekicidir.8 Eski çağlarda Aksaray’ın ilk ve en önemli ticaret merkezi Acemhöyük’tür. Kazı alanında ziyaret ettiğimiz kazı başkanı Prof. Dr. Aliye Öztan’ın ifadelerine göre günümüzden 4500 yıl önce Anadolu, küçük yerel krallıklar, beylikler halinde yönetiliyordu. Acemhöyük de bu yerel krallıklardan birisinin merkeziydi ve o dönemdeki adı Buruşhanda (?) idi. Acemhöyük’te yaşayan insanların en büyük faaliyetleri metal işleyiciliği ve dokumacılıktı. Özellikle metal işi ile ilgilenen tüccarlar, Mezopotamya’dan gelen kervanlardan kalay alıp onlara altın ve gümüş satıyorlardı. Bugün modern yerleşimin altında kalmış “karum” alanında oturan yerli tüccarlar yanında Asur ve Suriyeli olanlar da 6Kurt-Birçek, Aşıklı Höyük, s. 8,9,10. 7 Pınar Çaylı-Işıl Demirtaş, “Anadolu’nun İlk Kalesi Güvercinkayası”, Kırk Bir Kere Aksaray, S.2, Nisan 2012, s. 6-12. 8Çaylı-Demirtaş, Güvercinkayası, s. 9. 134 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme yaşıyordu. Asurlular ekonomik faaliyetlerini yürütebilmek için Anadolu’da sayısı kırkı aşkın Karum (büyük pazar yeri) ve wabartumlar (küçük pazar yeri) kurmuşlardı. Acemhöyük de bu karumlardan birisi idi. Eşek kervanları ile yapılan bu büyük ticaret ağı, ithal malların fiyatlarının belirlenmesi, tüccarların kredilerinin faiz oranları, ödenecek vergiler ve miktarları, ticari anlaşmazlıklara çözüm bulma, kira karşılığı malların depolarda saklanması gibi gelişmiş kurallara dayalı idi. Acemhöyük ticaret yolu üzerindeki konumu, metal yataklarına yakınlığı ve gelişmiş metal işçiliği ile dönemin önemli merkezlerinin başında gelmekteydi. Öyle ki, altından beş kat değerli olarak nitelendirilen, Hititleri dünyanın süper gücü yapacak döneminin en kıymetli metali olan demirin kullanıldığı bazı eşyalar Acemhöyük’te açığa çıkarılmıştır. Gümüş süs eşyaları ve külçelerden oluşan iki toplu buluntu ile Sarıkaya Sarayı’nda bulunan bakır külçeler çağdaşı yerleşimlerde henüz benzeri ele geçmemiş niteliktedir.9 MÖ. II. binyılın ilk çeyreğinde Anadolu ile Asur arasındaki ilişkinin ana unsuru ticarettir. Bu ekonomik münasebetin başlangıcı hakkında kesin bilgiler olmasa da Koloni Devri’nden çok daha öncelere dayandığı bilinmektedir. Bu dönemde ticaret özel şahıslar ve firmalar tarafından yönetilen ve Asurla direkt olarak Kaniš kolonisine kalay ile tekstil ürünleri ithali şeklinde oluşan ticaret faaliyetiydi. Bunun karşılığında elde edilen kâr gümüş ve altın olarak Asur’a geri dönerdi. Eski Asur ticaret sisteminin iki ana unsurdan oluştuğu kabul edilmektedir. Bunlardan birincisi, “Aile şirketi” olarak adlandırılan ve neredeyse tüm aile bireylerinin yürüttüğü ticaret, diğeri ise, Asur’da oturan büyük sermaye sahiplerinin bir araya gelip oluşturdukları ortaklık “naruqqum” sistemidir.10 Kapadokya bölgesinin turizm yönünden figüranlığından artık hak ettiği yere gelmekte olan Aksaray, mezkûr dönemde iktisadi yönden de başrollerdedir. Özellikle Aksaray’da yetiştirilen değerli atlar ticari açıdan oldukça önemlidir. Antik dönem haritalarına, kitaplarına biraz daha dikkat edildiğinde Kapadokya’nın girişinde Aksaray vardır. At yetiştirmeye en uygun bölgelerden birisi de yine Aksaray’dır. Vergilerin bile atla ödendiği bu topraklarda elbette at her yönden çok önemlidir. Kapadokya atlarının ünü antik çağa kadar uzanır. Üçüncü yüzyılda Romalı didaktik şair Oppian’a göre, antik dünyanın en iyi ırkları arasında Kapadokya atları listenin başındadır.11 9 Gülden Özkalalı Ekmen, “Aksaray’ın En Eski Ticaret Merkezi Acemhöyük”, Kırk Bir Kere Aksaray, S.3. Ağustos 2012, s. 6-10. 10 Remzi Kuzuoğlu, Koloni Çağı Asurlu Tüccarlarından Aššur-re’î, (Basılmamış Doktora Tezi), 2010, s. 4. 11 Filiz Tütüncü, The Land of Beautiful Horses: Stables in Middle Byzantine Settlements of Cappadocia, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Bilkent Üniversitesi, Ankara 2008, s.43. 135 Mustafa Fırat Gül II. İpek Yolu, Anadolu Selçukluları ve Kervansaraylar Anadolu Selçukluları döneminde ülkemiz büyük bir imar hareketiyle karşılaştığı gibi ticarî yönden de muazzam gelişmelere sahne olmuştur. Bu dönemde İpek Yolu elbette önemlidir ve yolun önemli bir kısmı Anadolu’dadır. Tarihin en uzun ve büyük karayoludur. Çin’in ipekli kumaşlarının Avrupa’ya ulaştırıldığı yoldur.12 Anadolu’da, ipek yolu ticaretinin önemli bir noktası olan Tebriz ile İstanbul’u birleştiren başlıca iki ticaret yolu vardı. Birincisi, kuzeyden Erzurum, Erzincan, Sivas, Tokat, Ankara, Bolu ve Bursa üzerinden işlemektedir. İkincisi ise daha güneyden olup Van, Bitlis, Diyarbakır, Birecik, Halep, Adana, Konya, Aksaray, Akşehir, Kütahya ve Bursa yolunu takip etmektedir. Anadolu’nun birçok şehrini yükselten bu ticaret yolu Ümit Burnu’nun keşfinden sonra yavaş yavaş önemini kaybetmiştir. İran’dan Orta Avrupa pazarlarına kadar uzanan kârlı ve bereketli transit ticareti esas mihverini kaybettikçe daha uzak ve masraflı yollara çevrilmiştir.13 Bütün dünya ülkelerinde ekonomiye hareketlilik getirip, yenilikler yapan başlıca unsur ticarettir. İpek yolu vasıtasıyla eski yılardan beri ticaretle tanışmış olan Türkler İslâm dünyasında ticarî hayata yeni bir hareketlilik ve sistem kazandırdı.14 Selçuklular döneminde ekonomik faaliyet tarım, sanayi ve ticarete dayanmaktadır. Anadolu şehirlerindeki esnaf teşkilâtının Osmanlılardan önce vücuda getirildiği bilinmektedir.15 Ticaretin önemini daha devlet kurmadan anlayan Selçuklular devletin ilerleyen zamanlarında ticarî hayata tanıdıkları bir takım imtiyazlarla tüccarları desteklediler. Ülke genelinde tüccarlar büyük bir itibara sahipti; dokunulmazlardı. Önemli bir yenilik olarak tüccarların mallarının sigorta ve temin kapsamında görülmesiydi. Bu takdirde bir saldırıya uğrayan veya ticaret sırasında beklenmedik zararları olan esnafın zararlarının tazmini yoluna gidilmekteydi.16 Bu dönemde Aksaray özellikle dokuma sanayinde oldukça ilerlemiş şehirlerden biri durumundadır.17 Aksaray’da özellikle dokumacılık ve deri sanayinin ziyadesiyle geliştiği anlaşılmaktadır. Koyunyününden imal olunan halıları Şam, Mısır, Irak, Hind, Çin ve diğer Türk beldelerine ihraç edilmekte idi. Aksaray perdeleri bu dönemde oldukça rağbet görmektedir. Ayrıca şehirde üretilen denizci örtülerinin de çok meşhur olduğu ve ihraç edildiği görülmektedir. Şehir ekonomisi bu sayede oldukça canlıdır.18 12 Orhan Cezmi Tuncer, Anadolu Kervan Yolları, Ankara 2007, s. 23. 13 Temel Öztürk, “Osmanlılarda Narh Sistemi”, Türkler, c. X, Ankara 2002. s. 861. 14 Refik Turan, Güray Kırpık, “Selçuklu Dönemi Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (ed. Hakkı Acun), Ankara 2007, s. 41. 15 Nevzat Topal, Anadolu Selçukluları Döneminde Aksaray Şehri, Aksaray 2009, s. 165. 16 Turan, “Selçuklu Dönemi Ekonomik Hayat”, s. 41-42. 17 Bu konuda önemli kaynaklardan birisi de Konya Vilayet Salnameleridir. Bkz. KVS, 1307/1889, s. 126; KVS, 1322/1904, s. 228 18Topal, Aksaray, s. 166. 136 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Mısır Memlûk tarihçisi Ahmed b. Ali el-Kalkaşandî’nin Subh el-A’şâ f î Sınâat el-İnşâ isimli eserinin V. cildinde, sayfa 351’de geçen Aksaray ile ilgili bilgiler arasında ‘Üstün Aksaray halıları’ ifadesi de göstermektedir ki, Ortaçağ’da dokumacılık merkezlerinden birisi de Aksaray’dır. Sadece halılar değil, aynı zamanda Aksaray’ın denizci örtüleri de çok meşhurdu.19 Anadolu Selçukluları döneminde Aksaray’da elbette sadece dokumacılık yoktu. Farklı esnaf grupları da faaliyet göstermekteydi. Bu konuda özellikle mezar taşları ipucu vermektedir. Kayıtlara göre Aksaray’daki esnaflar şunlardı: Debbağ20, Na’lband21, Mive-furûş22,Kufl23, Demirci24, Sarraf25, Lihâf-dûz26, Câme-bâf27, Halıcı28, Attar29, Kasap.30 Kervansarayların Ticarî Açıdan Önemi Eskiden, bugün olduğu gibi oteller yoktu, süratli taşıt araçları da mevcut değildi; bu yüzden tüccarlar kervan halinde, yüzlerce kişilik kafileler şeklinde seyahat ederlerdi. Anadolu, Akdeniz ile İran arasında bulunduğu için önemli yolların çoğu 19 Ahmed b. Ali el-Kalkaşandî, Subh el-A’şâ f î Sınâat el-İnşâ, c. V, (yay. Muhammed Abdurrasul İbrahim), Kahire 1913–1920. Kürşat Solak’ın Memluk Devleti’nin Anadolu Beylikleriyle Münasebetleri isimli doktora tezinden naklen. s. 364. 20 Aksaray’da bulunan bir mezar kitabesinde Hacı Ali Debbağ’ın 1349-1350 yılında öldüğü kayıtlıdır. Konyalı, Aksaray, s. 1581. 21 Bir mezar kitabesinde Nalbant Murad oğlu Hıdır’ın H.754 (M. 1353) yılında öldüğü belirtilmektedir. Konyalı, Aksaray, s. 1539. 22 Mive-furûş: Manav. Aksaray’da yetişen meyvelerden birinin üzüm olduğu ve bu meslek grubunun faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Topal, Aksaray, s. 169. 23 Kilitçi, anahtarcı anlamında bir meslek grubudur. Aksaray’da bulunan bir mezar kitabesinde Kilitçi Hacı’nın kızı Ayşe Hatun’un 1363 yılında öldüğü belirtilmektedir. Topal, Aksaray, s. 170. 24 Sine Çayırı Mezarlığı’nda bulunan musalla kitabesinde musallanın 709/1309 yılında Demirci Mehmed tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Konyalı, Aksaray, s. 1572. 25 Aksaray’da yaşayan Hasbeğ bin Ahmed el Sarraf (ö. 1363) ve Tebernik bin Mahmud el Sarraf (öl. 1367) adlı iki kişinin bulunması Selçuklular devrinde de şehirde bu mesleğin icra edildiğini göstermektedir. Topal, Aksaray, s. 170. 26 Yorgancı demektir. Cimri olayının vuku bulduğu yılda (1277), ikta sahiplerinden ve birkaç yıldır Aksaray’ı yöneten Kızıl Hamid’in başyardımcısı Şengit Aksarâyî’nin, lihâf-düz olduğu belirtilmektedir. Topal, Aksaray, s. 170. 27 Dokumacı demektir. Bez, kumaş, çadır bezi ve perde dokumakta idiler. Mevlana’nın halifelerinden Şeyh Selâhaddin’in kızı evlendirilmek istendiğinde, kızın hiçbir çeyizi yoktu. Mevlana’nın emriyle şehir ileri gelenleri kıza çeyizlik hediyeler verdiler. Gelen hediyeler arasında Aksaray perdelerinin bulunduğu bilinmektedir. Topal, Aksaray, s. 170. 28 Bu konuda en dikkat çekici ifadeler meşhur seyyah İbni Battuta’ya aittir. Burada koyun yünüyle dokunan halı ve kilimler Aksarâyî diye tanınır ve benzerlerine hiçbir yerde rastlanmaz. Üretilen mallar Suriye, Irak, Hindistan, Çin ve diğer Türk ülkelerine ihraç edilir” şeklinde halı üretiminden bahsetmektedir. Battuta, Seyahatname, s.414. 29 Sine Mezarlığı’ndaki bir mezar taşında Hüsameddin oğlu Attar Mehmed’in H.750/1349-1350 yılı Recep ayında öldüğü belirtilmektedir. Topal, Aksaray, s. 170. 30Topal, Aksaray, s. 170. 137 Mustafa Fırat Gül Anadolu’dan geçiyordu. Konya’dan doğu-batı; kuzey-güney istikametinde yollar inşa edildi. Bu yollar üzerinde deve yürüyüşüyle bir günlük mesafeler dâhilinde hanlar yapıldı. Hanların büyüklerine kervansaray denmektedir.31 Selçuklu kervansarayları Anadolu’da sosyal ve siyasi açıdan büyük roller üstlendikleri gibi asıl büyük şöhretini iktisadi alanda vermiş olduğu hizmetlerle kazanmıştır. Selçuklu Sultanları ticaret yolları üzerinde çok sayıda kervansaraylar yaptırmışlardır. Ticarî önem taşıyan yerlerin fethedilmelerinin yanı sıra ticaret yollarının da kontrol altında bulundurulması ve güvenliğin sağlanması politikasını takip eden Selçuklular, Yakın Doğu ile Orta Asya, Hindistan limanları ve Doğu Avrupa arasında mevcut ilişkileri daha da artırmış ve mali açıdan önemli bir temel oluşturmuştur. Selçuklu Devleti izlemiş olduğu bu politika sayesinde siyasi ve iktisadi alanda önemli bir denge oluşturmuştur.32 Genellikle hanların, kervan ve tüccarların, eşya, hayvan, araba vesairesini muhafazaya yarar, ahır, depo ve yatacak yerleri vardı. Bu binalar sağlam duvarlarla çevrilmişti, soyulması güçtü. Büyük kervansaraylarda eşya ve hayvanların muhafaza edildiği yerler başka, insanların yatacakları odalar başka bölümde idi. Han ve kervansarayların ortasında şadırvan veya çeşme ile mescit de bulunurdu. Büyük kervansarayların muhafızları vardı. Buralara (kervansaraya) izin vermeden girmek ve çıkmak yasaktı.33 Kervansarayların ticarî amaçlarla inşa edilmeye başlandığını biliyoruz, fakat verilen hizmetlere bakıldığında zamanla başlangıçtaki ticarî amacın üzerine çıkan bir gelişmenin olduğu görülür. Öyle ki, kervansaraylar Anadolu’yu yalnız yabancı tüccarlar için cazibe merkezi haline getirmekle kalmamış, aynı zamanda Türk kültür ve sosyal hayatının tanıtımını sağlayan merkezler olarak da önem kazanmıştır.34 Aksaray sınırlarında bulunan Aksaray Sultan Hanı, Ağzıkara Han, Öresun Han, Alay Han en önemli kervansaraylardandır. Aksaray Sultan Hanı; Anadolu Selçuklu şehir dışı hanlarının (kervansaraylarının) en anıtsal örneği olan Sultan Han, Konya-Aksaray yolunda, Konya’ya 94 km. ve Aksaray’a 40 km. uzaklıkta, ana yolun 4 km. güneyindeki Sultan Hanı Kasabası’nda yer almaktadır. Karma tipteki “han”, avlu taç kapısındaki tek satırlık sülüs yazılı kitabesine göre Recep 626/Mayıs 1229’ da Sultan I. Alaeddin Keykubad’ın emriyle yapılmıştır.35 31 Turan, “Selçuklular Dönemi Ekonomik Hayat”, s. 43. 32 Sezgin Güçlüay, “Anadolu Selçuklu Devleti’nin Ticaret Politikası”, Türkler, c. VII, (ed.Hasan Celâl Güzel v.d.), Ankara 2002. s. 365. 33 Turan, “Selçuklular Dönemi Ekonomik Hayat”, s. 43. 34 Hülya Yiğit, “Sosyal Hizmetler Açısından Selçuklu Kervansarayları”, Türkler, c. VII, (ed. Hasan Celâl Güzel vd.), Ankara 2002, s. 305. 35 Aynur Durukan, “Aksaray Sultan Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (ed: Hakkı Acun), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara 2007, s. 148-149. Sultan Hanı kitabesinde şunlar yazılıdır:“Ulu Sultan, Yüce Şehinşah, ümmetlerin dizginlerini elinde tutan, Arap ve Acem Sultanları- 138 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Ak Han; Aksaray-Konya güzergâhında, Sultan Hanı’ndan bir önceki menzil noktasında olup Aksaray’a 20 km. mesafededir. Tamamen harap haldeki yapının36 kim tarafından ve ne zaman yaptırıldığını gösteren herhangi bir kitabesi bulunmamaktadır. Konyalı, hanın II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-46) tarafından yaptırılmış olabileceğini yazmaktadır. 37 Ağzıkara Han38; Aksaray-Nevşehir kara yolunun eski güzergâhı üzerinde, Aksaray’a 15 km. uzaklıkta, adıyla anılan köyün içerisinde, yol kenarındadır. Birisi ana giriş, diğeri kapalı mekânın taçkapısı üzerinde bulunan iki kitabesi vardır. Bu kitabeler göre Hoca Mes’ud Bin Abdullah tarafından yaptırılmıştır. Kapalı kısmının inşasına I. Alaeddin Keykubat zamanında, H.628 (M.1231) başlanmış, avlulu kısmı ise H.637(1239-1240) senesinde, I. Alaeddin Keykubad’ın oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in saltanatının ilk yılarında tamamlanmıştır.39 Öresun Han; Aksaray-Nevşehir yolu üzerinde Alayhan’a 12 km. Ağzıkara Han’a 6 km. mesafede yapılmıştır.40 Küçük ölçüde 560 m. Avlusuz inşa edilmiştir.41 Öresun Han’ın yakın dönemde bulunan kitabesindeki “Yüce Sultan Mes’ud oğlu Sultan Kılıç Arslan’ın günlerinde oğlu Melik Sultan Şah H.584/M.1188 yılında yapılmasını emretmiştir” ifadesinden kimin döneminde yapıldığı netlik kazanmıştır.42 Alayhan; Aksaray-Nevşehir karayolu üzerinde adıyla anılan köyün 2-3 km doğusundaki Han Yaylası mevkiindedir. Aksaray’a 40, Nevşehir’e 35, Ağzıkara Han’a 18, Öresun Han’a 12 km uzaklıktadır. Tarihi kaynaklarda Pervane Kervansarayı günümüzde de Alayhan adıyla bilinmektedir. Sanat Tarihçilerine göre Alayhan, II. Kılıçaslan devrinde (1155-1192) veya XIII. yy.ın ilk çeyreği içinde inşa edilmiştir.43 Tarihi nın efendisi, Allah’ın beldelerinin sultanı, Allah’ın kullarını koruyan, din ve dünyanın yücesi, fetihler babası, mü’minlerin emirinin (Halife’nin) burhanı” Durukan, “Aksaray Sultan Hanı”, s. 149. 36 Hanın sağlam bir halde duran duvarları yıktırılarak Amarat köyü mektep inşaatında kullanılmıştır. Hami Perek, Aksarayımızın İktisadî Durumu, Hasandağı Dergisi, S.7-8, 1951, s. 18-19. 37Konyalı, Aksaray, s. 1081-1082. 38 Eskiden kitap kopya edenlere (ağzıkara) derlerdi. Hattatlar yazdıkları yanlış kelimeleri parmaklarını ağızlarına götürerek yalamak süratiyle yanlışlarını düzelttikleri için ağızları daima kara olurdu. Büyük Türk Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa hattatların ayaklanması sonucunda şehit edilmiştir. Tarih onun ölümünü hazırlayanları ağzıkaralar, karaağızlılar şeklinde nitelendirmektedir. Bu köyün yeni olan adını bir istinsahçıdan (kopyacı) aldığını zannediyoruz. Aksaray Turizm Envanteri, 1994, s. 61. 39 Bekir Deniz, “Ağzıkara Han” Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (ed: Hakkı Acun), Ankara 2007, s. 321. 40 Tahsin Özgüç, Mahmut Akok, “Alayhan, Öresunhan, Hızırilyas Köşkü – İki Selçuklu Kervansarayı ve Köşkü-”, Belleten (ayrı basım), c. XXI, S.81, Ocak 1957, s. 141. 41 Aksaray Turizm Envanteri, s. 60. 42 Ali Baş, “Öresun Hanı’nda Temizlik ve Restorasyon Çalışmaları”, XIII. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Denizli 2010, s.73. 43 1955 yılında T. Özgüç ve M. Akok tarafından incelenen Alayhan’ın o dönemki harap hali iki araştırmacıyı da karamsarlığa düşürmüştür. Ortak yazdıkları makalede “yakın bir istikbalde tamamen orta- 139 Mustafa Fırat Gül kaynaklarda yapının I. Alaeddin Keykubat’tan önce yapıldığına işaret edilmektedir. Nitekim Aksaray’la ilgili mahalli kaynaklarda da Danişmend Oğullarından Yağıbasan Bey’in oğlu Zahüriddin Pervane tarafından yaptırılıp ismine de Pervane Kervansarayı denilmiş olabileceği belirtilmektedir.44 Hanın portelindeki -dünyada başka bir yerde bulunmayan- çift gövdeli tek başlı arslan figürü çok önemlidir.45 Kılıç Arslan Hanı; İsmi olup da cismi olmayan eserlerden birisi şehrin tam merkezinde yer alan Kılıç Arslan Hanı (Kılıç Arslan Kervansarayı ile karıştırılmasını istemeyen araştırmacılar da “han” demektedir.) idi. Halk arasında Pembe (Pamuk) Han diye meşhur olan bu yapı uzun yıllar Aksaraylıya hizmet etmiştir. Konyalıya göre bu han (kendisi kitabında kervansaray demeyi tercih etmiştir.) Anadolu’daki ilk kervansaray örneklerindendir.46 1987 yılında yıktırılan han, şehir içi hanlar örneğindendi. Geçmişte Kapalı Han, Pembe Han olarak bilinirdi. Halk arasında Belediye Hali olarak da adlandırılıyordu.47 Konyalı’nın inceleme yaptığı zaman handa odalardan oluşturulmuş 36 dükkân vardır. Dışında da uzun cephelerde 10’ar, kısa cephelerde de 8’er dükkân vardır. Yine Konyalı’nın ifadesine göre yapının yanında itibarlı konuklar için dinlenme yeri (tabhane) vardı.48 III. Aksaray’da Ticarî Değeri Olan Uğraşlar ve Kuruluşlar Aksaray şehrinde ticarî yoğunluk -bugün de olduğu gibi- elbette çarşı merkezindeydi. Meslek grupları uğraşlarını çarşıya (başka bir ifadeyle kalabalığa) yakın yerlerde yapıyorlardı. Nerede hareket orada bereket diyen atalarımızın haklılığını tüccarlar da teyid etmekteydiler. XVI. asırda49 isimleri bilinen çarşılar şunlardır: Börekçi Çarşısı, Haddadan Çarşısı, Pembe Çarşısı, İplik Pazarı, Eskiciler Pazarı, Kazancılar Çarşısı, Büyük Çarşı, Bezzazis Çarşısı, Muytabhane, Haffafiye, Bulgurhane, Aksaray Pazarı, Ulu Pazar, Koyun Pazarı, Alu Pazarı, Taş Pazarı, Kalem Pazarı, Tir Pazarı, Kılıççılar Çarşısı, Bora Pazarı, Çömlekçiler ve Debbağlar çarşısıdır.50 dan kalkacak” diye üzüldükleri kervansaray -şükürler olsun ki- günümüze yetişmiş ve yakın zamanda turizme kazandırılacaktır. Özgüç-Akok, “Alayhan, Öresunhan, Hızırilyas Köşkü – İki Selçuklu Kervansarayı ve Köşkü-”, s. 140. 44 Bekir Deniz, “Alay Han” Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (ed: Hakkı Acun), Ankara 2007, s. 57. 45 Çift gövdeli tek başlı arslan hakkında tavsiye edilebilecek en iyi yazılardan birisi için bkz: Zekai Erdal, “857 Yıllık Vefa Borcu”, Kırk Bir Kere Aksaray, S.2, 2012. s. 42. 46Konyalı, Aksaray, s. 1089. 47 Nihal Çetintürk, “Aksaray Kılıç Arslan Han”, Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Dergisi, S. 8, 1993, s. 12. 48Konyalı, Aksaray, s. 1089. 49 Hicri 924 (1518) tarihli tahrir defterine göre Aksaray merkezde 1099 ev ile 7 bin kadar nüfus bulunmaktaydı. BOA, TT.d, 455, s. 571-580 50 Doğan Yörük, XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı (1500-1584), Konya 2005, s. 196-197. 140 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Aksaray’da ticareti en çok yapılan nesne tahıllardır desek kanaatimce mübalağa etmiş olmayız. Zira yaşam için en çok ihtiyaç duyulan gıdaların başında gelen ekmektir. Anadolu’nun buğday depolarından birisi olan Aksaray’a iklimi, verimli ve geniş arazisi sebebiyle farklı dönemlerde gereken ilgi gösterilmiştir.51 Çok eski zamanlardan beridir insanlığın önemli ihtiyaçlarından olan tuz madeni de yine şehirde üretilmektedir.52 20. Yüzyılın başlarında keşfedilen simli kurşun da ticarî değeri olan bir maddedir.53 Şehirdeki mesleklerden kayıtlarına ulaşabildiklerimizi tanıtmaya çalışacağız. Halıcılık; Anadolu’nun birçok yöresi gibi Aksaray ve çevresi de köklü bir halı dokuma geleneğine sahiptir. Aksaray Selçuklular devrinden beri ünlü bir halı merkezidir. Bu gelenek Osmanlılar devrinde de sürmüştür. 1271-72 yıllarında Anadolu’dan geçen Marco Polo seyahatnamesinde “dünyanın en güzel halılarının Türkomonya’da” yani Anadolu’da üretildiğini söyler. Ebul Fida ise “Aksaray’da Türkmen halılarının yapılıp, dünyanın her ülkesine ihraç edildiğini” söylemektedir.54 1331 yılında Aksaray’a gelen İbn Battuta burada koyun yünüyle dokunan halı ve kilimler Aksarâyî diye tanınır ve benzerlerine hiçbir yerde rastlanmaz. Üretilen mallar Suriye, Irak, Hindistan, Çin ve diğer Türk ülkelerine ihraç edilir” şeklinde halı üretiminden bahsetmektedir.55 Taşpınar haricinde halıcılığın devam ettiği merkezler: Armutlu, Amarat, Çardak, Emirgazi, Eskil, Eşmekaya, İncesu, Gine, Gözlükuyu, Karataş, Kırgıl, Kutlu, Sinasa, Ulukışla, Yeşilova ve Sultanhanı’dır.56 Kalkaşandî gibi Memlûkler döneminin önemli tarihçilerinden biri de esSayraf î’dir. 15. yüzyılda yaşamış olan es-Sayraf î’nin, İnbâ el-Hasr bi-Ebnâ el-Asr isimli eserinde yazdığına göre Ak Koyunlu Sultanı Uzun Hasan Memlûk Sultanına canlı cansız pek çok hediye göndermiştir. Bu hediyeler arasında ‘Seccadâd el-Aksarâyî’ yani Aksaray seccadeleri bulunmakta ve giden hediyelerin en muteberlerinden biri 51 II. Abdulhamid’in Padişahlığı döneminde ziraatta yaşanan teknolojik gelişmelerden Aksaray da nasibini almıştır. 20 Mayıs 1902 tarihli belgeden öğreniyoruz ki, Konya, Karaman, Ereğli ve Aksaray kazalarında kullanılmak üzere Amerika’dan 4 adet harman makinesi satın alınmasının uygun olduğu Padişah II. Abdülhamid tarafından emirle belirtilmiştir. BOA, İ.TNF, 11 / 1320, S. 03 – 4 52 12 Mayıs 1852 tarihli (Abdülmecid dönemi) belgeden öğreniyoruz ki, tuz için önemli adreslerden birisi de Aksaray’dır. BOA, İ.MVL, 236 / 8322 – 2 53 30 Ocak 1915 tarihli belgeden öğrenmekteyiz ki, Aksaray kazasının Sarıkaraman köyünde keşfedilen simli kurşun madeninin 99 yıllığına Şerbetçizade Bekir Sami Efendi ile İmamzade İbrahim Efendi’ye ihale edilmiş ve konu hakkında Bakanlar Kurulu kararı ile Padişah emri bulunmaktadır. BOA, 238 / 19. 54 Bekir Deniz, “Aksaray Halıcılığı”, Türk Folkloru Belleten, 1988, s. 20-21. 55 İbn Battûta, İbn Battûta Seyahatnâmesi, (çev. A. Sait Aykut), I-II, İstanbul 2000, s. 414. 56Deniz, Aksaray Halıcılığı, s. 24; Aksaray tarihi hakkında ilk kitaplardan olan Aksaray Tarihçesinde, 1920 sonlarında Taşpınar halılarının 80 ile 120 lira arasında satıldığı kaydediliyor. Mektupçu Hilmi, Aksaray Tarihçesi, Aksaray 1931, s. 20. 141 Mustafa Fırat Gül olarak kabul edilmekteydi. Memlûklerin, dönemin hilafet devleti olmasının yanı sıra önde gelen siyasî güçlerinden biri olduğunu da düşündüğümüzde söz konusu hediyeleşme ve hediyeler ayrı bir önem kazanmaktadır.57 Halı Tamirciliği (Halı tamirinde bir dünya markası: Sultanhanı58); dokuma ve tamir atölyesinin bulunduğu Aksaray’ın Sultanhanı Beldesi’nde, halı hastanesi ismi verilen tamir atölyelerinde, Türkiye ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen eski tarihi halılar orijinaline uygun olarak dokunarak yeniden kullanıma sunuluyor. Halı tamiri ustalarından öğrendiğimize göre; Almanya, İngiltere, Hollanda ve Amerika başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanından ve Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden halıcılar aracılığıyla Sultanhanı Beldesi’ne getirtilen eski halılar, halı hastanelerinde adeta ameliyata alınıyor. Usta ellerde özenle tamir edilen tarihi halılar, uzun bir uğraşın ardından yeniden kullanıma kazandırılırken, Sultan Hanı’nı gezmeye gelen yerli ve yabancı turistler, kasabadaki hediyelik eşya satan işyerlerinden yakınlarına hediyelik halı alabiliyorlar. Dünyanın en iyi halı tamir atölyelerinden birisi olan Sultanhanı Beldesi’nde neredeyse her aileden en az bir kişi halı işiyle uğraşıyor. Gençler halı tamir atölyelerinde küçük yaşta çalışmaya başlayarak, bu mesleğin inceliklerini öğreniyor. Halı tamir atölyeleri sayesinde Sultanhanı ekonomisine önemli bir katkı sağlıyor. Halı hastanelerinde doktorlar (halı ustaları) eski, yırtılmış halılara orijinaline uygun ipleri, orijinal renklerinde özenle dokuyarak halılara adeta ameliyat yapıyor. Bir nevi organ nakli yapılıyor ve bu nakil yapılırken dokuların uyuşmasına özen gösteriliyor. Değirmencilik; İç Anadolu’da önemli bir ticaret ve hububat merkezi olan Aksaray’ın buğday deposu, öncekilerin ifadesiyle zahire ambarı olduğu bilinmektedir. Üretilen bu kaliteli buğdayların kırıldığı, un haline getirildiği önemli merkezlerden birisi de yine Aksaray’dır. Nehir yönünden şanslı olan Aksaray’da un fabrikası açılmadan önce Mektupçu Hilmi’ye göre 111, Atina Küçük Asya Araştırma Enstitüsü araştırmacılarından Eleni Karaca’ya göre ise 116 değirmen bulunmaktaydı. Azmi Milli T.A.Ş.’nin un fabrikası faaliyete geçince bazı değirmenciler müşterilerini bu son sistemle çalışan fabrikaya kaptırmamak için farklı propaganda yolu denemişlerdir. 57 Aksaray’ın söz konusu şöhreti Ortaçağa ait eserlerde bu şekilde görüldüğü gibi akademik araştırma eserlerde de bu hususu teyit edici bilgiler bulunmaktadır. Nitekim ülkemizdeki Selçuklu araştırmacılarından olan Şerafettin Turan, Selçuklu ve Beylikler Türkiyesinde, Orta Doğu ve Avrupa’ya ihracat olduğunu belirttikten sonra bu ihracatta halı ve kilim denince ise akla Aksaray’ın geldiğini yazar. Çoğu göçebeler tarafından yapılan Aksaray, Erzurum ve Uşak halıları yalnız Avrupa’ya değil, İslam ülkelerine de sevk ediliyordu. Aksaray’ın halıdan başka denizci örtüleri de çok meşhur olup aynı ülkelere ihraç ediliyordu demektedir. Kürşat Solak, Memluk Devletinin Anadolu Beylikleriyle Münasebetleri, s. 364. 58 Halı tamirciliği mesleği Aksaray’a aittir denilse mübalağa edilmiş olmaz. Sultanhanı halı şirketlerinde çalışan ustalar Dolmabahçe Sarayı’nın da halılarını tamir ettiler. Özellikle Alman, Fransız ve Japonlar halılara büyük bir ilgi duyuyorlar. Bu da Sultanhanı’nın hali tamirindeki ününün dünya genelinde bilinmesini sağlıyor. Kasaba ile özdeşleşen halı tamirciliği Sultanhanı belediyesinin girişimiyle festivallere taşındı. Her yıl halı esnaflarının da katıldığı halı festivali tarihi Sultanhanı içinde gerçekleştiriliyor. Temennimiz bu festivalin uluslararası boyutta gerçekleşmesi. 142 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Mesela değirmenciler tarafından müşterileri etkilemek için sık kullanılan “Sakın ola Azmi Milli’deki ateş değirmeninde un yaptırmayın, özünü alır buğdayın! Kara değirmenin unu bir başka ve hele ustasına düşerse bir de!...” propagandası en bilinenleridir.59 Aksaray şehrindeki meşhur değirmenler şunlardı: Ağaçlı (Köyü) Değirmeni, Coğlaki Değirmeni, Hatip Değirmeni, Hürrem Paşa Değirmeni, Kalınlar Değirmeni, Karamanoğlu İbrahim Bey Değirmeni, Küçük Kapı Değirmeni, Minarecik Değirmeni, Pir Paşa/Kirişhane Değirmeni.60 Şehir genelinde sıkça görülen endüstriyel bir birim de bezirhanelerdir. Yer altı şehir/köylerinde kayalara oyulan “takacık”larda bu bezir çıraları insanlığın en çok muhtaç olduğu ışığı sağlıyordu. Bezir yağı ızgın ve zeyreğin bezirhanelerde işlenmesiyle elde edilirdi. Aksaray merkezde 1926’ya kadar bilfiil kullanılmıştır. 1926 yılında faaliyete geçen Aksaray Azmi Milli T.A.Ş. sayesinde Aksaray merkezi elektrikle tanışmıştır.61 Sülük Ticareti; 19. yüzyılda sülük ticareti Aksaray’ın önemli gelir kaynaklarından birisiydi. Bu konuda uzmanlaşmış Rum ve Ermeniler tarafından çevredeki bataklıklardan toplanan sülükler iç pazar dışında özellikle İtalya’ya ihraç edilirdi.62 Osmanlı Arşivlerinde de konuyla alakalı kayıtlar bulmak mümkündür.63 Güherçile Ticareti; İstanbul baruthanesine Anadolu’dan güherçile temin eden ocakların başında ise Ankara, Aksaray, Konya, Akşehir ve Kayseri yer almıştır. Şehir çevresinde yer alan toprakların hâkî güherçile ve çevre köyler arazisinin güherçile ve alçı taşı madenleri bakımından zenginliği dolayısıyla Kayseri’de faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarından bir diğerini de Güherçile işletmeleri oluşturmuştur.64 Arşiv belgelerinden anladığımıza göre Aksaray ve Eskil’den İstanbul baruthanesine hatırı sayılır miktarda güherçile gönderilmiştir.65 59 Mustafa Fırat Gül, Aksaray Azmi Milli T.A.Ş., (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Niğde 2012, s. 67. 60Konyalı, Aksaray, s. 1603-1605. 61 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr. 1 19 Ekim 1926. 62 Sula Bozis, Kapadokya Lezzeti (Kapadokyalı Rumların Yemek Kültürü), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2004, s. 14. 63 BOA, İ.DH, 62 / 3084, BOA, MKT.UM., 293/14, BOA, C.ML. 20814/511. Belgelerin temininde yardımlarını gördüğüm arşiv uzmanı Sayın Orhan Özdil’e teşekkür ederim. 64 M. Metin Hülagü, “Osmanlı Devleti’nde Güherçile Üretimi ve Kayseri Güherçile Fabrikası”, Kayseri Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı : 11, Kayseri 2001, s. 74. 65 Eskil’den, 30.000 kıyye güherçile (yaklaşık 3.600 kg), Aksaray’dan ise 10.000 kıyye güherçile (yaklaşık 1.300 kg) BOA, C.AS, 517 / 21604 –1. Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla güherçile işletmeleri babadan oğla geçmektedir. Bu da güherçilenin önemli bir geçim kaynağı olduğunu göstermektedir. 143 Mustafa Fırat Gül Tablo: Çeşitli senelerde Aksaray’dan talep edilen güherçile66 Sene (Miladi) 1780 1785 1795 1800 1801 1802 1803 1807 1808 1809 1811 1818 1822 1824 1825 1826 1832 Şehir Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Aksaray Güherçile miktarı 10.000 vukıyye 10.000 vukıyye 10.800 vukıyye 18.300 vukıyye 18.000 vukıyye 27.000 vukıyye 12.420 vukıyye 18.000 vukıyye 23.400 vukıyye 18.000 vukıyye 18.000 vukıyye 7.835 vukıyye 12.000 vukıyye 12.000 vukıyye 12.000 vukıyye 12.000 vukıyye 12.000 vukıyye67 Çömlekçilik ; İnsanlığın çömleği nasıl keşfettiğini tam olarak bilinmemekle birlikte, genellikle kabul gören varsayım, toprağın ateşte kızarıp sertlik kazandığını tesadüfen bulduğu yönündedir. Çömlekçiliğin gelişmesi, göçebe kavimlerin yerleşik hayata geçmesiyle olmuştur. Anadolu’da ilk yapılan çömlekler Neolitik döneme yani yaklaşık MÖ. 7000’li yıllara tarihlenmektedir. İlk yapılan çömlekler sargı-dolama usulü ile elde şekillendiriliyor ve pişirim ise genellikle açık ateşte yapılıyordu. MÖ. 3000 yılında da çömlekçi çarkı bulunmasıyla çark üzerinde şekillendirmeler de başlamış oldu. Çömlekçiliğin Aksaray’da bir ticari uğraş olduğunu gösteren en önemli belge eski fotoğraflardır.68 Ulu Cami ile belediye arasındaki kadim alanı gösteren birçok fotoğrafta dükkânların dışına dizilen çömlekler görülmektedir. Aksaray’da üretilmeyen çömlek Avanos’tan gelmekteydi. Plastiğin kullanımda yaygınlaşmasıyla çömlek tercihi azalmıştır. 67 Semercilik; Semercilik mesleği ile ilgili eski fotoğraflar bizlere, Aksaray’da bu uğraşın rağbet gördüğünü haber vermektedir.69 Fotoğraflar haricinde –maalesef- ba66 Yunus İnce, Karaman Eyaletinde Güherçile Üretimi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2005, s. 37-41. 67 Ukiyye de denilir. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, s. 1118; İnalcık’a göre ukiyye (vukıyye) okka kökünden gelir ve 1.2822945 gram karşılığıdır. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), İstanbul 2003, s. 253. 68 Mustafa Fırat Gül, Eski(me)yen Aksaray Fotoğrafları, Aksaray, 2010. 69 Yedi yıla yakın bir süredir eski fotoğraf topladım ve hala da toplamaya devam ediyorum. Yurt içi ve yurt dışında bulunan kütüphaneler, özel koleksiyonlara müracaatımız neticesinde 3.000 civarında 144 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme sılmayan bir kitap70 da semercilik ve daha birçok meslek hakkında değerli bilgiler vermektedir. Bu eser tarih öğretmeni merhum Arif Yavuz’un 2006 yılında hazırladığı fakat okuyucu ile buluşamayan çalışmasıdır. Yavuz, çalışmasını hazırlarken mesleğin son ustası Bünyamin Duran (1970’lere kadar semercilik mesleğini icra etmiştir) ile sohbet etmiştir. Bu sohbetin önemli kısmını naklediyorum. “Bugünkü futbol sahasının yakınında ve Kanlı Pelit’in karşısında yer alan beylik ahırındaki yarış atlarının eyeri çok kaliteli olmalıydı. Kaşlı kemerler ustanın markası sayılırdı. Ulu Cami önündeki meydanda yapılan güreş müsabakalarına çevre köylerden atı ve eşeği ile gelen insanlar, hayvanlarını dinlendirmek için eyer ve semerlerini yan yana dizerlerdi ve herkes kendi hayvanının eyer ve semerini kaşından tanırdı”71 Faytonculuk; Kaybolup giden mesleklerden birisi de “faytonculuk”tur. Cumhuriyetin ilk yıllarında çekilen fotoğrafları dikkatlice incelediğimizde faytonların makam aracı olarak kullanıldığını görmekteyiz. Yine bu faytonların sadece bürokratlara değil, aynı zamanda esnaflara, köylülere, kadınlara kısacası tüm vatandaşlara hizmet ettiğini bu mesleğin son temsilcisi Osman Öcal’dan öğrenmekteyiz.72 Kavak Ticareti; Şehri farklı zamanlarda gezen seyyahların ittifak ettikleri noktalardan birisi Aksaray’ın kavaklarla çevrili oluşudur. Özellikle Aksaray’ın uzaklardan bakıldığında ağaçlardan görünmediğidir. Yakın zamanlara kadar ağaçlardan görünmeyecek kadar yeşil Aksaray elbette çok özleniyor. Bir dönem yeşil olan şehrin maalesef bu özelliği bugünlere ulaşamamıştır. Kavakların çokluğunun sebebi tahmin edileceği gibi, ticarete elverişli olması ve kavağın çabuk yetişmesidir.73 fotoğraf içeren bir arşive sahibim. Arşivlerinde bulunan fotoğrafları çalışmalarımda kullanmam için hediye eden tarih sevdalılarına elbette müteşekkirim. Bu fotoğraflarda ticari, içtimai, siyasi, coğrafi vs. ayrıntılar gizli. Bu güzel belgelerin ilk cildini 2010 yılında Aksaray Ticaret ve Sanayi Odası’nın katkılarıyla okurlarla buluşturma saadetine erişmiştim. İlk baskıda 1.000 adet basılan bu çalışma beklenenin üzerinde rağbet görünce mezkûr kurum 3.500 adet daha bastırıp, dağıtma inceliğini göstermiştir. Bu makaleyi hazırladığım sıralarda dikey fotoğraflardan oluşan albüm-kitap çalışmam da sona yaklaşmıştı. 70 Arif Yavuz, Aksaray Tarihi ve Etnografyası, Basılmamış kitap, Aksaray 2006. Bu kitap merhumun epeyce emek verdiği bir çalışmasıdır. Bir yerlerde unutulup gitmesini elbette istemeyiz. Gönül bu eserin basılmasını arzular. Ben, kitaptan birkaç alıntı yaparak hem müellifi hem de eserini yad etmek istedim. 71Yavuz, Aksaray, s. 346; Ulaşım ve taşıma işlemlerinin hayvanlar aracılığıyla yapıldığı dönemlerde önemli bir sektör olan semercilik, palan, eyer işçiliği; bir ustanın yanında bir kalfa iki çırakla yapılırdı. Semerciliğin Piri, Seyyid-i Yasir’dir. Semerci, palancı ve yastıkçılık sanatları bir arada icra edilir. Kullanılan malzemelerin ilki palan otudur. Afyon, Eber Gölü kıyısında yetişen bu ot, desteler halinde Aksaray’a getirilirdi. Üç yıl saklanabilen bu otun yanısıra pamuk ipliği kolan, biz, baskı tığı, kaplama bezi (kenevirden üretilen bir çeşit kumaş) semerkaşı, palan makası, nalpara demiri, kaskı demiri, gibi malzemeler kullanılırdı. Mesleğe girişin ilk şartı sağlıklı, 14-15 yaşında erkek olmaktı. Daha küçük yaştaki çocukların meslekte çalışmasına izin verilmezdi. Bunun nedeni “nalpara demiri” dediğimiz eyer, semer ve palanın “kaşını kırmak” için işçi-kalfanın gücü ve kuvvetinin yerinde olması gerekliydi. El sanatının kaliteli olması için kaliteli malzeme kullanmak, kaskı ipinin pamuktan olması, eyer, semer ve palan otunun sıkı ve sert dokunması, çok hafif olması gerekmekteydi. Yavuz, Aksaray, s. 346. 72 Osman Öcal ile 17.09.2011 tarihinde yapılan görüşme. 73 Esat Güven, “Kavak Ziraatı Hakkında”, Hasandağı Dergisi, S.4, 1951, s. 7,10. 145 Mustafa Fırat Gül Sanayi Mahallesi Kavakçılar Pazarı’nda hala kavak ticaretinin devam ettiği şehrimizde bir dönemlerin en meşhur kavakçıları arasında Dalkılıçlar, Metin Şimşek, Yunus Atıcı, Hasan Kasman, Kadir Topaç, Şevket Yıldız, Ramazan Yıldız, Sami Uysal, Ali Dede Aydın başta olmak üzere ismini hatırlayamadığımız pek çok Aksaraylı kavak tüccarı vardır. Aksaray’da durumu iyi olan aileler, erkek çocukları doğduğunda bir dönüm kavak diker, askerden geldiğinde bu kavaklar satılarak güzel bir düğün yapılacak paranın da kaynağı sağlanmış olurdu.74 Arşivimizde bulunan fotoğraflarda75, kavak şehrin her yerinde idi. Çoğu evler kavaklar arasına saklanmış vaziyetteydi. Hatta çoğu zaman Aksaray yerine Kavaksaray denilirdi. Deri Ticareti (Debbağlar); Bilindiği gibi Türkler, çoğunlukla hayvancılıkla uğraştıklarından deri işlemeciliği yani debbağlıkla meşguliyetleri, tarihleri kadar eskidir. Aksaraylıların en yaygın ve en köklü mesleklerinden biri de halk arasında “Tabaklık” da denilen bu meslektir. Piri, Anadolu’ daki ahilik teşkilatını kuran Ahi Evran’ dır. İ. Hakkı Konyalı eserinde, Uluırmak kıyısında debbağlığın yaygın olduğunu ve bu meslek mensuplarının adına izafeten “Debbağlar Camii”nin yapıldığını yazmıştır.76 Selçuklu döneminin Ahilik teşkilatı içerisinde debbağların sanatlarını, bugünkü Büyük Bölcek Mahallesi’nin şehir girişindeki betonarme köprüye yakın yerlerde yaptıkları anlaşılmaktadır.77 Büyük erkek keçi derisinden yapılan “sahtiyan” debbağcılıkta en kaliteli ve pahalı deridir. Manda derisinden “gön”, sığır derisinden “kösele”, “çarık”, “yemeni” yapılırdı. Ayakkabılardan çizme, kundura ve iskarpin gibi çeşitlerin tabanı köseleden, taban astarı eşek köselesi, yüzü keçi sahtiyanı ve iç astarı koyun derisinden yapılırdı.78 Arif Yavuz’un eserinde yer verdiği sohbetlerden birisi de Debbağlığın şehirdeki son temsilcilerinden Hacı Hatip Dalgıç’a aittir. Sağlık Köyü sekenelerinden debbağ Hacı Hatip Dalgıç şu bilgileri aktarmaktadır. Hanlar ve Hancılık; Hanlar, doğal olarak da hancılık Orta Asya’dan beridir biz Türkler tarafından bilinir. Özellikle Selçuklular tarafından sistemli bir şekilde gelişen hancılık yakın79 zamanlara kadar gelebilen bir kültürdür. Yine belge niteliğin74 Mehmet Çopursan ile 13.10.2011 tarihinde yapılan sohbet. 75 Elimizde bulunan fotoğraflardan bir kısmı 1964 yılında Aksaray’daki sel felaketi esnasında çekilmiştir. Bu fotoğraflarda ticareti yapılan kavakların cadde kenarlarında, ara sokaklarda istif edildiği ve yaşanan sel felaketinden etkilendikleri görülmektedir. Ayrıca 1960 ve 1964 yıllarında yaşanan iki ayrı sel felaketini de çok iyi hatırlayan Fazilet Berksoy’a göre epeyce kayıp olmuştur. Fazilet Berksoy, “Aksaray’da Sel”, Kırk Bir Kere Aksaray, S.1. s. 55-56. 76Konyalı, Aksaray, s. 1612. 77 Semih Kulak arşivinde bulunan 150 yıllık bir deri heybe örneği de göstermektedir ki, Aksaraylı debbağlar oldukça yeteneklidir. 78Yavuz, Aksaray, s. 345. 79 Hicri 1280 yılında şehir merkezinde çıkan yangında hanların da zarar gördüğünü yine arşiv belgeleri haber vermektedir. Taner Koltuk, Osmanlı Belgelerinde Aksaray Vilayeti,Aksaray Valiliği Yay., Aksaray 2010, s. 126. 146 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme de olan eski fotoğraflarda şehir merkezinde ziyadesiyle han olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Donuk fotoğrafların anlatımını kuvvetlendiren bir hafıza da merhum Mahir Südemen’dir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki şehrin hafızalarından olan Südemen’in“Aksaray’da Hancılık” başlıklı yazısından önemli kısmı buraya nakletmenin isabetli olacağı kanaatindeyiz. “Belediye arkasında Gökalp apartmanı yerinde Muktesim’in hanı... Somuncuoğlu pasajının olduğu yer Mezarlı Han Lise karşısında Argün apartmanının yeri Kel Şükrü’nün hanı. Ziraat Bankası karşısında çukuru kazılmış büyük arsa ve bir de şehir lokantası ve çevresi Çorakçıların hanları; Polat apartmanı arkasında Çerkez Sefer’in hanı. Ihlara Oteli’nin olduğu yerde Ağah’ın hanı ve Alibaba türbesine giderken de sağda Deli Mehmet’in hanı meşhur olanlarıydı. Bunların dışında at, eşek kapatılan ahırlar ve avlular da pek çoktu. Kız sanat karşısında Arap Hacı Kurşunlu Cami arkasında Ali Ağa, Dere Mahallesi’nde Ömer Hoca, adliye arkasında İbiş Hoca, Etibank’ın sağında Rasim’in hanı, Kızılay arkasında, Nevşehir’li Ali Onbaşı’nın hanı çarşıya en yakın olanları ve en fazla para kazanılan yerlerdi ve bu hanlar bilhassa salı ve çarşamba günleri dolar taşardı. Öyle ya 120 pare köyü olan Aksaray’da pazara dökülen binlerce vatandaştan bir yakını olanlar evlerde misafir edilir ve tanıdığı olmayanlarda hanlara sığınırdı. Sair günlerde şehre yakın olan tol ve köylerden ve bir de devlet dairelerinde işi bitmeyenler girip çıkardı hanlara”.80 Koyun Ticareti; Bugün de şehirde hayvancılık yapılıyorsa da kırk elli yıl evveline kadar Aksaray’da her köylü ailenin birkaç ineği, mandası olurdu. Koyun sayısı ailenin durumuna göre değişmekteydi. 10–20 koyunlu aileler olduğu gibi 200–300 koyun sürüsü olan aileler de vardı. Köylü aileler yetiştirdikleri hayvanlardan yoğurt, süt, peynir, et, yün gibi ihtiyaçlarını karşılarlar, hem de bu hayvanların bir kısmını satarak geçimlerini temin ederlerdi. Hayvan satışları şehir merkezinde hayvan pazarında yapılabildiği gibi tüccarların köylere kadar gelip hayvan aldıkları da olurdu. İstanbulluların et ihtiyacını karşıladıkları şehirlerden birisinin de Aksaray olduğunu Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nden öğreniyoruz.81 Aksaray’ın koyunlarının lezzeti Ekecik ve Hasan Dağı’nın eteklerinde beslenmesiyle açıklanabilir. Hayvan Panayırı; Aksaray’da hayvancılığın gelişmiş olduğu belgelerden takip edilebilmektedir.82 II. Abdülhamid döneminde kurulduğunu belgelerden öğrendiği80 Mahir Südemen, “Aksarayda Hancılık”, Yeni Aksaray Gazetesi, 14.8.2006. 81Koltuk, Aksaray, s. 36. 82 Karaman Valisi Hamid Paşa tarafından savaş bahanesiyle Aksaray ve çevresinden haksız yere alınan senet ve hayvanların iade edilmesi gerektiği hakkında Padişah II. Mahmud’un 20 Aralık 1810 tarihli emri şehirde hayvancılığın uzun zamandır önemli olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. BOA, HAT, 1002 / 42057 147 Mustafa Fırat Gül miz hayvan panayırı ticari açıdan elbette önemlidir.83 Önceleri panayır süresi haziran ayının ilk yirmi günü iken, uzak yerlerden gelen tüccarlar da düşünülerek 1928’den itibaren bir aya çıkartılmıştır. Hem ticaret yapılmakta, hem de halk eğlendiği için bu panayırlara ilgi çok yoğun olmakta idi. Koyun, keçi, sığır, at, kısrak ve her tür hayvanın satışı yapılmakta idi. Bu panayır sayesinde Aksaray ekonomisine büyük bir canlılık getirilmekte ve önemli miktarda satış yapılmakta idi. Ayrıca, yerli tüccarlarla, dışarıdan gelen tüccarlar tanışmakta ve alış-veriş yapmakta idiler. Bu hayvan panayırı Aksaray Belediyesi için de önemli bir gelir kaynağı oluşturmaktaydı. Çünkü satılan her hayvandan % 2,5 Kuruş oranında belediye vergi almakta idi. Örneğin satışların en az gerçekleştiği 1931’de Belediye’nin panayırdan elde ettiği gelir toplamda 1.414 lira olmuştur.84 Ticarî Açıdan At Yarışları; Aksaray’da cumhuriyetin ilk yıllarında at yarışları düzenlenmekteydi. Başka şehirlerden gelen atların da katılımlarıyla düzenlenen yarışları izlemek için binlerce kişi koşu alanını doldurur, yarışlar bayram havası içinde çok coşkulu geçerdi. Yarışlar şehrin dışındaki Karasu köprüsü civarında yapılmaktaydı. Yarış alanına halkı götürmek için buğday pazarında otomobiller hazır bulunur ve ücret karşılığında halkı yarış alanına taşırlardı.85 Koşular günlerce gazete aracılığıyla duyurulmaktaydı.86 Yarışlardan elde edilen gelirlerin yüzde yirmisi Hilal-i Ahmer Cemiyeti ve Himaye-i Etfal Cemiyeti’ne aktarılmaktaydı.87 Aksaray Halk İktisat Bankası (Nam-ı diğer Metelik Bankası); 6 Mart 1926 tarihinde Aksaray milletvekili M. Vehbi Çorakçı ile Aksaray müftüsü İbrahim Hilmi Kadıoğlu’nun önderliğinde halktan tüccar ve arazi sahiplerinin de katılımıyla 100.000 TL88 sermayeli Aksaray Halk İktisat Bankası “Metelik Bankası” kurulmuştur.89Aksaray Halk İktisat Bankası 1926’da % 10, 1927’de % 15.50, 1928’de yüzde 20 temettü 83Koltuk, Aksaray, s. 48. 84 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 29, 04 Mayıs 1927; Nr: 84, 16 Mayıs 1928; Nr:134, 03 Temmuz 1929; Nr: 237, 01 Temmuz 1931. 85 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 4, 10 Kasım 1926. 86 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 30, 11 Mayıs 1927. 87 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 30, 11 Kasım 1927; Nr: 34, 8 Haziran 1927; Nr: 53, 30 Eylül 1927; Yarışlar arasında halkı eğlendirmek maksadıyla çuval, merkep yarışı yapılırdı. Bando marşlar çalardı. Yarışlar sırasında olabilecek sakatlanmalar ve kazalar için bir de sağlık çadırı kurulurdu. Ayrıca düzenin sağlanması için polis ve jandarma birlikleri de görevlerinin başlarındaydılar. Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 36, 22 Haziran 1927. 88 1926 yılında 100.000 lira sermaye ile kurulan bu bankanın Türkiye’nin herhangi bir yerinde şubesi yoktur. Bankanın mevduatı 1930’da 11.000 TL, 1932’de 12.000 TL ve 1934’de ise 15.000 TL’dir. Naci Yılmaz, 1930-1946 Dönemi Türk Bankacılık Tarihi, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2007, s. 295; Bankanın Kredisi; 1930’da 65.000 TL, 1932’de 59.000 TL ve 1934’de ise 55.000 TL’dir. Yılmaz, 1930-1946 Dönemi Türk Bankacılık Tarihi s. 297. ; Bilânço Kârı ise (bin TL); 1930’da 7, 1932’de 0,4, 1934’de 3’dür. Yılmaz, 1930-1946 Dönemi Türk Bankacılık Tarihi s. 301. 89 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr:161, 15 Ocak 1930. 148 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme tevzi etmiştir. Kurulduğu yıllarda kar eden banka, Aksaraylı tüccar ve küçük sermayeli esnaf için çok önemlidir.90 1937’de ödenen sermaye miktarı artırılarak 200.000 TL’ye çıkartılmıştır. Ancak sermayesi Bankalar Kanunun 8. maddesinde öngörülen miktardan aşağı olduğu gerekçesiyle İktisat Vekâleti’nce mevduat kabul edemeyeceği bankaya bildirilmiştir. 1947’de bankanın yeterli sermayesi kalmadığı bildirilmiş, 14 Mart 1953 tarihinde yapılan son genel kurul toplantısıyla ana sözleşmede değişikliğe gidilmiştir. Ancak yapılan bu yenileşmenin Türk Ticaret Kanununca yeterli görülmemesi sebebiyle bankanın feshi için dava açılmış ve banka münfesih sayılmıştır.91 Çiftçi Kardeşler Kooperatifi; Aksaray’da 1925 yılında başlatılan imece uygulaması 1928 yılında yeniden yapılandırılarak daha kapsamlı bir kooperatife dönüştürülmüştür. “Aksaray Çiftçi Kardeşler Kooperatifi Şirketi” adı verilen bu yeni kooperatifin mukavelenamesi 23 Eylül 1928 tarihinde İcra Vekilleri Heyetince onaylanarak yürürlüğe girmiştir.92 Kooperatifin esas gayesi; ziraat usullerini geliştirmek, tohumlukların ve hayvanların ıslahını sağlamak, nakliye araçlarının modernleştirilmesini sağlamak, sergiler düzenleyerek üretilen ürünlerin pazarlanmasını kolaylaştırmak, yağcılığın, peynirciliğin gelişmesi için fenni usullerin halka öğretilmesini sağlama, halkın sağlık ve ziraat alanındaki bilgisini artırmaktır.93 Çiftçiler arasında dayanışma ve yardımlaşmayı sağlayan, ayrıca eğitim ve kültür faaliyetlerine verdiği destekle ilin kalkınmasında mühim rol oynayan kooperatif, Aksaray’ın ilçeye dönüştürülmesinden sonra önemini kaybetmiştir. 1934 yılında kooperatifin çalışamaz duruma gelmesi üzerine kooperatif yönetimi aldığı kararla kendini feshetmiştir.94 Aksaray Azm-i Milli Türk Anonim Şirketi; Cumhuriyet ilan edildikten sonra faaliyete geçen (1926 yılında) ilk elektrikli un fabrikası olma özelliği taşıyan Azm-i Milli T.A.Ş’nin, Aksaray’ın iktisadî tarihinde önemli bir yeri vardır. Aksaray’ın sanayileşme politikası cumhuriyetin ilanından sonra ilk tesislerden olan Azmi Milli T.A.Ş.’nin kurulmasıyla başlar.95 Şirketin nizamnamesi 1924 yılında onaylanmıştır.96 Şirketin sermayesi kuruluş yılı itibariyle 250.000 liradır.97 1924’den kapandığı 2002 senesine kadar sermayede azalma ve artmalar olmuştur.98 Faaliyete başladığı 90 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr:161, 15 Ocak 1930. 91Yavuz, Aksaray, s. 222. 92 BCA, 030-0-018-001-001-30-56-20; BCA, 030-0-018-001-002-25-2-11. 93 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 114; Osman Tekeli, Aksaray Vilayeti Tarihi 1926-1933, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Niğde 2008, s. 104. 94Tekeli, Aksaray Vilayeti Tarihi 1926-1933, s. 107. 95Komisyon, 1994 Yılı Aksaray İlinin Yıllık Sanayi, Ekonomik ve Ticari Durumu Hakkında Rapor, Aksaray 1995, s. 29. 96 Azmi Milli T.A.Ş., Nizamname-i Dâhilîsidir, Çituris Biraderler Matbaası, Dersaadet (İstanbul) 1924, s. 3.; BCA, 030-0-018-001-001-10-37-15. 97 Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 20; Nr: 46; Nr:161 ; Nr: 241; Nr: 325. 98 1929, 1930. 1931, 1935, 1936 Senesi İdare Meclisi ve Murakıp Raporları ile Bilânço ve Kar ve Zarar Hesapları. 149 Mustafa Fırat Gül 1926 yılından 1935 yılına kadar şirket kesintisiz olarak zarar etmiştir. Doğal olarak hissedarlar hiçbir temettü (kar) alamamışlardır. 96.000 liranın üzerinde olan bu zararın ortakların moralini bozduğu, şirketin itibarını sarstığı aşikârdır.99 1929’da dünyada yaşanan ekonomik krizin etkisinin göz ardı edilemeyeceği bu durumdan zor da olsa kurtulmayı başaran şirket çok kaliteli un üreterek şehrin ve şirketin ismini her yere duyurmuştur.100 Un fabrikasının açılışına davetli olan Mustafa Kemal Atatürk katılamamış, telgraf göndermiştir.101 Şirketin Aksaray’a kazandırdığı sadece un fabrikası değildi. Aynı zamanda şehrin aydınlanmasını da sağlayan elektrik üretim tesisini de 1926 yılında faaliyete geçirmişti. Aksaray’ın komşu illerinin 1930’ların sonunda elektriğe kavuştuğu düşünüldüğünde şirketin 1926 yılında ürettiği elektriğin ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır.102 Sonuç Konumu itibariyle yolların kesişme noktasında bulunan Aksaray göz önünde bir yerleşim yeri olmuştur. Suyu, iklimi, geniş ve düz arazisi, ticarete elverişli yapısıyla birçok medeniyetin sahip olmak istediği şehrin ticarî tarihinin de çok eski olduğu arkeolojik kazılar, yeni bulunan kaynaklar, devam eden araştırmalarla iyice gün yüzüne çıkmıştır. Aksaray’ın en eski ticaret merkezi Acemhöyük ve diğer kazı alanlarındaki kazılar devam etmektedir. Devam eden arkeolojik kazılarda -neredeyse- her yıl yeni bir şeyler bulunmakta, bu yeni belge ve bilgiler bilim dünyasını heyecanlandırmaktadır. Elbette bu güzel gelişmelerden en çok da Aksaray ve Türkiye memnun olmaktadır. Hitit, Kapadokya Krallığı, Roma ve Bizans dönemlerinde de önemli bir yerleşim yeri olan Aksaray ve civarındaki kalıntıların birçoğu bugüne kadar gelmekle beraber ticarî yaşam hakkında araştırmacılara ipucu vermektedir. Özellikle, Roma ve Bizans 99Gül, Azmi Milli, s. 24. 100Gül, Azmi Milli, s. 84. Üretilen unlar başta askeri birlikler (Hatay 41. Alay, Mersin 23. Alay, İslâhiye 2. Piyade Alayı, Niğde ve Bor Askerlik Şubesi) olmak üzere Kızılay gibi ülkenin köklü kurumlarına ve çeşitli vilayetlere gönderilmiştir. Un gönderilen vilayetlerden bazıları şunlardır: Ankara, Konya, Adana, Mersin, Kırşehir, Niğde, Kayseri, Erzincan, Diyarbakır, Zonguldak, Malatya, İzmir, Hatay, Yozgat, Samsun, Amasya, İstanbul, Antalya’dır. Gül, Azmi Milli, s.60. 101 Açılışa katılamayan Mustafa Kemal Atatürk, İsmet (İnönü) Paşa ve Ticaret Vekili Mustafa Rahmi (Köken) Bey birer telgraf yollamışlardır. Mustafa Kemal Paşa, telgrafında Aksaray’da meydana getirilen bu fabrika ve kurucuları hakkında şöyle diyordu: “Aksaray Azm-i Milli Şirketi Müdürü Vehbi Bey’e un fabrikasının resmi küşadı münasebetiyle hakkımda izhar buyrulan samimi hissiyata teşekkürler ederim. Müteşebbislerini takdir ve muvaffakiyetler temenni eylerim, efendim”. Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 10, 22 Aralık 1926. 102Gül, Azmi Milli, s. 86.; Elektrikle tanışan Aksaray’da –maalesef- elektrik kazası da kaçınılmaz olmuştur. İlk kazadan sonra dönemin valisi Ziya Bey uyarıda bulunmayı ihmal etmemiştir. Aksaray Vilayet Gazetesi, Nr: 23, 23 Mart 1927. 150 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme döneminde at yetiştiriciliğinin önemli merkezlerinden olan Aksaray (Gelveri103 ve civarındaki özellikle Selime, Akhisar, Yaprakhisar, Ihlara ve Belisırma) iki bin yıl evvelindeki iktisadi yaşamın açık hava müzesi gibidir. Vergi olarak para yerine at istenilen bu bölgede aynı zamanda dönemin en önemli uğraşlarından beziryağı üretim tesisleri de halen ziyaretçilere açıktır. Anadolu Selçukluları döneminin önemli şehirlerinden Aksaray’ın ticarî tarih yönünden zenginliğinin en müşahhas numuneleri olan tarihî kervansaraylar bugün de önemini korumaktadır. Fakat bu önem -maalesef- tam olarak idrak edilememiştir. Dünyanın en büyük kervansarayı olan Aksaray Sultan Hanı haricindeki diğer hanlar uzun yıllar bakımsızlıktan ve tahripten ziyadesiyle etkilenmiş ve yeni yeni ilgi alanına girmiştir. Alayhan’ın taç kapısındaki çift gövdeli tek başlı aslan dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan özel bir figürdür. Ağzıkara Han terk edilmiş bir vaziyetten daha yeni kurtarılmıştır. Öresun Hanı da yakın zamanda restore edilerek (her ne kadar restoresinin uygunluğu yeterli olmasa da, sekiz yüz yıl öncesinden kalan eserin kurtarılması sevindiricidir) kullanıma girmiştir. Selçuklular döneminin güzide şehirlerinden Aksaray’ın Osmanlılar döneminden kalan herhangi bir endüstriyel mirası yoktur. Osmanlılar zamanından kalan ve ticarî tarihle ilişkilendirilebilecek herhangi bir yapının olmayışı, başka bir tabirle şehrin önemini uzun bir süre kaybetmesinin sebebi Fatih Sultan Mehmed’in Aksaray’dan İstanbul’a uyguladığı zorunlu göç uygulamasıdır. Şehrin âlimleri, sanatkârlarıyla birlikte zanaatkârları da 1470 sonrasında İstanbul’a (bugünkü Aksaray, Laleli gibi yerler bu iskân neticesinde isimlendirilmiştir)104 gidince şehir bir anda gerilemiş, ücra bir yer haline gelmiştir. Şehrin ticarî bakımdan hareketli günlerinin cumhuriyetin ilk yıllarında yeniden yaşandığı anlaşılmaktadır. Birçok şehrin mum ve gaz lambasının ışığına ihtiyaç duy103 Gelveri (Güzelyurt) sadece turistik özellikleriyle değil, aynı zamanda kadim tarihiyle de hakikaten önemli bir yerdir. XIX. yy. da Hıristiyanlar, Selçuklu Dönemi’nde daha önce bir takım ayrıcalıklara sahip olmaları ve Osmanlı zamanında kapitülasyonlardan yararlanmaları, ayrıca askere gitmemeleri sebebiyle ekonomik üstünlüğü ellerinde bulunduruyorlardı. Güzelyurt’taki Rumların büyük çoğunluğu arazinin verimsiz olması sebebiyle büyük şehirlerde iş yapmışlar ve çok zengin olmuşlardır. Bu gelirlerin memlekete aktarılması neticesinde, önemli bir dini merkez olan Güzelyurt bölge ticaretini elinde tutar hale gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında alınan özel bir izinle kendi adına para dahi bastırmış. Üzerine Gregorios Theologos ’un resmi bulunan bu sikkeler, bir kuruş ve 10 para şeklinde, yine kilisenin içinde bulunan bir küçük darphane odasında basılmaktadır. Ticaretin önemli bir bölümünü elinde bulunduran Rumlar, Osmanlı Devletinden aldıkları özel bir izin sayesinde kendi paralarını bastırmış, bu paralar bölge ticaretinde hem Rum ahalisi hem de Türkler tarafından kullanılmıştır. Rumların bir kısmı demircilik ve bezir yağı üretimi, bir kısmı İstanbul’da kuyumculuk ve çok az bir kısmı da Güzelyurt’ta tarım işleriyle uğraşırdı. H.Murat Demirbaş, Aksaray İli Güzelyurt (Gelveri) İlçesi’nin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Niğde 2012, s. 9-11. 104 İshak Paşa Aksaray’a geldi. Padişah, “Aksaray’dan ev sür, İstanbul’a getir” diye emretti. İshak Paşa padişahın emrini yerine getirdi. Şimdiki Aksaraylı Mahallesi, İshak Paşa’nın sürüp getirdiği halktır. Derviş Ahmed Aşıki, Aşık Paşazâde Tarihi, (haz. Cemil Çiftçi), Mostar Yayınları, İstanbul 2008, s.254. 151 Mustafa Fırat Gül duğu yıllarda Aksaray Azm-i Milli T.A.Ş.’nin elektrik üretmesi elbette önemlidir. Yine mezkûr şirketin 1926 yılında faaliyete geçen un fabrikası sadece Aksaray için değil tüm ülke için önemlidir. Kızılay başta olmak üzere askerî birliklerin de un ihtiyacını karşılayan şirket iktisadî hareketin lokomotifi durumundadır. Aksaray Halk İktisat Bankası’nın şehirdeki tüccar ve çiftçilere sağladığı kolaylıklar da yine aynı yıllara rastlamaktadır. 152 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Kaynakça Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) TT.d, 455, s. 571-580, C.AS, 517 / 21604 – 1, HAT, 1002 / 42057, İ.DH, 62 / 3084, İ.MVL, 236 / 8322 – 2, Y.PRK.UM, 53 / 123 – 1 ve 2, İ.TNF, 11 / 1320.S.03 – 4, MV. 238 / 19 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) 030-0-001-000-000-82-516-3, 030-0-001-000-000-120-759-1, 030-0-018-001-002-101-8-11, 030-0-018-001-001-1-14-2 030-0-018-001-002-4-36-9, Aksaray Vilayet Gazetesi (1926-1933) Nr. 1 (19 Ekim 1926), Nr. 4 (10 Kasım 1926), Nr:10 (22 Aralık 1926), Nr:11 (29 Aralık 1926), Nr:22 (16 Mart 1927), Nr:29 (04 Mayıs 1927), Nr:30 (11 Mayıs 1927), Nr:34 ( 8 Haziran 1927), Nr:36 (22 Haziran 1927), Nr:44 (16 Ağustos 1927), Nr:53 (19 Ekim 1927), Nr:59 (23 Kasım 1928), Nr:63 (21 Aralık 1927), Nr:67 (17 Ocak 1928), Nr:69 (01 Şubat 1928), Nr:78 (4 Nisan 1928), Nr:84 (16 Mayıs 1928), Nr:92 (11 Temmuz 1928), Nr:94 (25 Temmuz 1928), Nr:106 (17 Ekim 1928), Nr:134 (3 Temmuz 1929), Nr:161 (15 Ocak 1930), Nr:237 (1 Temmuz 1931) Konya Vilayet Salnâmeleri (KVS) H. 1286- M.1869-1870, H. 1290- M.1873-1874, H. 1291- M.1874-1875, H. 1292- M.1875-1876, H. 1294- M.1877-1878, H. 1295- M.1878, H. 1298- M.1880-1881, H. 1299- M. 1881-1882, H. 1300- M. 1882-1883, H. 1301- M. 1883-1884, H. 1303- M. 1885-1886, H. 1312- M. 1894-1895, H. 1322- M. 1904-1905. Kitaplar / Tezler / Makaleler Azmi Milli T.A.Ş., Nizamname-i Dâhilîsidir, Çituris Biraderler Matbaası, Dersaadet (İstanbul) 1924. Baş, Ali, “Öresun Hanı’nda Temizlik ve Restorasyon Çalışmaları”, XIII. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Pamukkale Üniversitesi Yayınları, Denizli 2010. Bozis, Sula, Kapadokya Lezzeti (Kapadokyalı Rumların Yemek Kültürü), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2004. Çantay, Gönül, “Kervansaraylar”, Türkler, c.VI, (ed. Hasan Celâl Güzel v.d.), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 76-86. Çaylı, Pınar-Işıl Demirtaş, “Anadolu’nun İlk Kalesi Güvercinkayası”, Kırk Bir Kere Aksaray, S. 2 Nisan 2012, s.6-12. 153 Mustafa Fırat Gül Çetintürk, Nihal, “Aksaray Kılıç Arslan Han”, Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Dergisi, (1993), 8, 2. Demirbaş, Hacı Murat, Aksaray İli Güzelyurt (Gelveri) İlçesi’nin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısı, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Y.L.Tezi, Niğde 2012. Deniz, Bekir, “Ağzıkara Han”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (ed: Hakkı Acun), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara 2007. Deniz, Bekir, “Alayhan”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (ed. Hakkı Acun), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara 2007. Deniz, Bekir, “Aksaray Yöresi Halıları”, Türk Folkloru Belleten, 1988. Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 2004. Durukan, Aynur, “Aksaray Sultan Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (ed: Hakkı Acun), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara 2007. Ekmen, Gülden Özkalalı, “Aksaray’ın En Eski Ticaret Merkezi Acemhöyük”, Kırk Bir Kere Aksaray, S.3. Ağustos 2012, s.6-10. Gül, Mustafa Fırat, Aksaray Azmi Milli T.A.Ş., Niğde Üniv. Sos.Bil. Ens. Bas. Y. Lisans Tezi, Niğde 2012. Gül, Mustafa Fırat, Eskimeyen Aksaray Fotoğrafları, Aksaray 2010. Güven, Esat, Kavak Ziraatı Hakkında, Hasandağı Dergisi, S.4, 1951, s.7,10. Hülagü, M. Metin, “Osmanlı Devleti’nde Güherçile Üretimi ve Kayseri Güherçile Fabrikası”, Kayseri Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı : 11, Kayseri 2001. İbnbattûta, İbn Battûta Seyahatnâmesi, çev. A. Sait Aykut, I-II, İstanbul 2000. İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), İstanbul 2003. İnce, Yunus, Karaman Eyaletinde Güherçile Üretimi, Bas. Y. Lisans Tezi, Konya 2005. Koltuk, M.Taner, Osmanlı Belgelerinde Aksaray Vilayeti, Aksaray Valiliği Kültür Yayınları, Aksaray 2010. Komisyon, 1994 Yılı Aksaray İlinin Yıllık Sanayi, Ekonomik ve Ticari Durumu Hakkında Rapor, Aksaray Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü Yayınları, Aksaray 1995. Komisyon, Aksaray İli Yatırım Teşvik Rehberi, Aksaray Valiliği Yayınları, Aksaray, (Basım yılı yok) Konyalı, İ. Hakkı, Abideleri ve Kitabeleriyle Aksaray Tarihi, İstanbul 1974. Kurt, Nejla-Ece Birçek, “Aşıklı Höyük”, Kırk Bir Kere Aksaray, S.1, Ocak 2012. Kuzuoğlu, Remzi, Koloni Çağı Asurlu Tüccarlarından Aššur-re’î, Basılmamış Doktora Tezi, 2010. Mektupçu Hilmi, Aksaray Tarihçesi, Aksaray 1931. Muallim Sapancalı Hüsnü, Hasan Dağı’nda İlmî Cevelan, Aksaray 1928. Özgüç, Tahsin, Mahmut Akok, “Alayhan, Öresunhan, Hızırilyas Köşkü – İki Selçuklu Kervansarayı ve Köşkü-”, Belleten (ayrı basım), c. XXI, S.81., 1957. 154 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Perek, Faruk Zeki, Büyük Devrim Çağında Aksaray, 1998. Perek, Hami, “Aksarayımızın İktisadi Durumu”, Hasandağı Dergisi, S. 7-8, 1951, s.18-19. Sarre, Friedrich, Küçük Asya Seyahati (1895 Yazı), (Çev. Dârâ Çolakoğlu), İstanbul 1998. Solak, Kürşat, Memluk Devletinin Anadolu Beylikleriyle Münasebetleri, Ege Üniv. Sosyal Bil. Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İzmir 2011. Tekeli, Osman, Aksaray Vilayeti Tarihi 1926-1933, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Niğde 2008. Topal, Nevzat, Anadolu Selçukları Devrinde Aksaray Şehri, Aksaray Valiliği Kültür Yayınları, Aksaray 2009. Tuncer, Orhan Cezmi, Anadolu Kervan Yolları, Vakıflar Genel Müd. Yay., Ankara 2007. Turan, Refik-Güray Kırpık, “Selçuklu Dönemi Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, (ed. Hakkı Acun), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 2007. Tütüncü, Filiz, The Land of BeautifulHorses: Stables in Middle Byzantine Settlements of Cappadocia, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, Ankara 2008. Yavuz, Arif, Aksaray Tarihi ve Etnografyası, Basılmamış kitap, Aksaray 2006. Yılmaz, Naci, 1930-1946 Dönemi Türk Bankacılık Tarihi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2007. Yörük, Doğan, XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı (1500-1584), Konya 2005. Görüşülen Kişiler Mahir Südemen (1929-2011) Emekli Öğretmen ve Gazeteci Mehmet Çopursan, Aksaray Muhasebeciler Odası Sekreteri 155 Mustafa Fırat Gül EKLER Ek-1: Gıyaseddin Mehmed (Eratnalılar Dönemi) adına Aksaray’da kestirilen gümüş bir sikke, (Paranın Tarihi, s.126) Ek-2: Gazan Mahmud (İlhanlılar dönemi) Aksaray’da kestirilen dirhem, (Paranın tarihi, s.112) 156 Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme Ek-3: Aksaray’ın en eski ticaret merkezi Acemhöyük (fotoğraf: Mustafa Fırat Gül) Ek-4: Azm-i Milli T.A.Ş. tarafından 1926 yılında inşa edilen elektrik santralinin tamire muhtaç olduğunu gösteren, mühendis Stephanos tarafından hazırlanmış plân 157 Mustafa Fırat Gül Ek-5: Konya, Karaman, Ereğli ve Aksaray kazalarında kullanılmak üzere Amerika’dan 4 adet harman makinesi satın alınmasının uygun olduğu hakkında Padişah II. Abdülhamid’in emri. (20 Mayıs 1902) BOA, İ.TNF, 11 / 1320.S.03 – 4 158 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 159-178 Kitap Çevirisi Üryânîzâde Ali Vahid’in “Çanakkale Cephesi’nde Duyup Düşündüklerim” Adlı Eseri Yusuf SAĞIR* Çanakkale’ye ilk ateş, İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan bir filonun 3 Kasım 1914’te Seddülbahir ve Kumkale tabyalarını bombalaması ile düşmüştür. Bu Osmanlı’ya savaş ilanının bir göstergesiydi. Osmanlı Devleti, bu süreçte gerekli tedbirleri almaya başlamış; toplarla güçlendirilen savunma hatlarını oluşturmuş; boğaza mayınlar yerleştirmişti.1 Ocak 1915’e gelindiğinde birleşik kuvvetlerin hedefi karaya asker çıkarmadan Çanakkale Boğazı’nı geçmekti. Bu çerçevede İtilaf devletleri, Boğaz’ın giriş tabyalarına karşı taarruzunu 19 Şubat 1915’de başlatmaya karar verdi ve saldırıya başladı. Ancak bunlar, hedeflenenin aksine iç savunma hatlarına ulaşabilmek için 18 Mart 1915 tarihine kadar Nusret Mayın Gemisi’nin döşediği mayınları temizlemekle uğraşabildi. Çünkü donanmanın ve denizaltıların Çanakkale Boğazı’nı geçmesi buna bağlıydı. Nihayet 18 Mart 1915 sabahı İngiliz ve Fransız filoları Boğaz’a birlikte giriş yaptılar. Osmanlı topçuları bu filoların açtığı yoğun bombardımana karşılık vermiş; o gün akşama doğru itilaf devletlerinin üç adet zırhlısı batmış, birçoğu da hasar görerek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Boğazı deniz yoluyla geçemeyen İngiliz ve Fransız kuvvetleri, bu kez kara harekâtıyla Osmanlı tabyalarını arkadan vurmaya karar vermiştir.2 Osmanlı Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa da yeni savunma hatlarını bu minval üzere kurmuştur. İtilaf kuvvetleri hem Kumkale hem de Seddülbahir bölgesinde karaya 25 Nisan 1915’te çıkarma yapmışlardır. Kumkale’de Osmanlı büyük kayıp vermiş; ancak Fransız kuvvetleri 27 Nisan gecesi buradan geri çekilmek * Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, yusufsagir@ comu.edu.tr 1 Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2012, s. 5-6. 2 Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, s. 6-11. 159 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır zorunda kalmıştır. Seddülbahir alanındaki çatışmalar ise Temmuz 1915’e kadar çok kanlı bir biçimde devam etmiştir. İngilizlerin Anzak birlikleriyle çıkarma yapmış oldukları Arıburnu’ndaki muharebelerde Anzaklar, istedikleri başarıyı elde edememelerine karşın Osmanlı birliklerinin yaralı ve şehid asker zayiatı on bine ulaşmıştır.3 Anafartalar’da ise İtilaf devletlerinin yapmış olduğu taarruz neticesiz kalmıştır. Kasım 1915’te cepheye gelen İngiliz Harbiye Nâzırı Lord Kitchener, Boğaz’ı terk etmekten başka çare kalmadığını görmüştür. Böylece İtilaf devletleri, birliklerini 19-20 Aralık gecesi Anafartalar ve Arıburnu Cephesi’nden 8-9 Ocak 1916’da da Seddülbahir Cephesi’nden çekmek zorunda kalmıştır.4 Bu savaşın tarihî seyrini ortaya koyan hem Osmanlı hem de İtilaf devletleri arşivlerinde birçok belge bulunmaktadır. Bunlardan başka hatırât türü eserler de savaşın birincil kaynakları mâhiyetindedir. İşte çalışmamızın amacı bu tür hatırâttan biri olan Üryânizâde Ali Vahid Efendi’nin kaleminden çıkan “Çanakkale Cephesi’nde Duyup Düşündüklerim” adlı eseri Latin alfabesine çevirmektir. Eserin müellifi Ali Vahid Efendi, Çanakkale Cephesi’ni görmek üzere Suriye, Filistin ve Lübnan’dan İstanbul’a gelerek 17 Ekim 1915 tarihinde Çanakkale’ye geçen seçkin heyetin mihmandarlığını yapmıştır. Heyet bu ziyaret sırasında Anafartalar’da Mustafa Kemal ve komutanlar tarafından karşılanmış; Mustafa Kemal bizzat, kendilerine Anafartalar çıkarması hakkında ayrıntılı bilgi sunmuştur. Heyet, cepheyi gezdikten sonra 22 Ekim 1915’te Çanakkale şehrini ziyaret etmiş ardından İstanbul’a dönmüştür.5 Heyetin rehberi Ali Vahid Efendi, bunlarla dolaşırken kendi müşâhedelerini sözü edilen eserinde kayıt altına almıştır. Eser, 1334/1916 yılında otuz altı sayfa halinde Necm-i İstiklal Matbaası’nda basılmıştır. Bu hatırât türü eserin latinize edilmiş hali tespit edebildiğimiz kadarıyla ilk defa M. Naci Onur tarafından yapılmıştır.6 Ancak bu çalışmada birçok eksiklik vardır: Yazar, eseri Latin alfabesine aktarırken bazen satır bazen de kelime atlamıştır. Mesela sayfa 10’daki “…şu â âtıyla bu ulvî manzarayı yaldızlar, bir taraftan da top sesleri…” sayfa 25’teki “…Kaleminizi, fırçanızı alıp geliniz! Size büyük bir vazîfe çıktı…” ve sayfa 27’deki “…Amma o vakit korkarsın! dedi. O sırada arabacı ile aramızda geçen…” ibareleri atlanmıştır. Kelime atlamalara birkaç örnek olarak şunlar verilebilir: Sayfa 5’te 3 4 5 6 160 Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, s. 11-18. C.F. Aspinall-Oglander, Gelibolu Askeri Harekâtı, (haz. Metin Martı), c. II, Arma Yayınları, İstanbul, 2005, s. 467-469; Zekeriya Kurşun, “Çanakkale Muharebeleri”, DİA, c. 8, İstanbul 1999, s. 207; Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, s. 459-462. Bu heyet, Çanakkale Cephesi’nde gördüklerini 1916’da yayınlanan “el-Bi’setü’l-İlmiyye ilâ Dâri’l Hilâfeti’l-İslâmiyye” adlı eserde okuyucuyla paylaşmıştır. Bkz. Lokman Erdemir, Çanakale Savaşı: Siyasi, Askeri ve Sosyal Yönleri, Gökkubbe Yayınları, İstanbul 2009, s. 310-314. Bkz. M. Naci Onur, “Çanakkale Savaşları ve Ali Vahid’in Eseri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, sayı: 123, Aralık 1999, s. 149-164. Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi “nüvâziden”; sayfa 11’de “yaktı”; sayfa 12’de “hücûma” ve “onlara”; sayfa 26’da “el-hâsıl ortalıkta”. Buna ilâveten müellifin birçok kelimeyi yanlış okuduğunu ifâde edebiliriz. Bunlardan bazılarını söylemekle iktifâ edeceğiz. Örneğin; “toplar” tabiri “toprak”; “kömürdenmesi” kelimesi “gümbürdemesi”; “tahf îf ” tabiri “tahf îz” ; “tecessüs” kelimesi “tecessüm”; “nazrat” tabiri “hazret”; “meşy” kelimesi “meys”; “kararmıştı” ibaresi “kabarmıştı”; “hizasına” kelimesi “binasına”; “tevakkuf ” tabiri “tevkif ”; “uhdelerimize” kelimesi “ahitlerimize” “hızlı” tabiri “hayyiz” şeklinde yanlış okunmuştur. Bu okumalar metinde ciddi anlam bozulmalarına neden olmaktadır. Ayrıca yazar, bizim de okunmasında tereddüt ettiğimiz sayfa 30’daki bir ibareyi okuyamamış; bu durumu makalesinde tasrih etmemiştir.7 İşte yukarıda sıralamış olduğumuz bu gerekçelerle eserin yeniden Latin harflerine çevrilmesi hususunda bir zorunluluk oluşmuştur. Metnin birçok yerinde üç noktanın kullanıldığı görülmektedir. Bu çerçevede noktalama işaretlerinde eserin orijinal haline bağlı kalınmıştır. Ayrıca müellif, isim tasrîh etmediği yerlere de üç nokta koymuştur. Biz de bu durumu aynen muhafaza ettik. Latinize edilen metinde Türkçe’de yer almayan Arapça “ayın ” harfi ters virgülle ( ), “hemze ” harfi ise düz virgülle (’) gösterilmiştir. Buna ilaveten eserde sayfa otuzda yer alan bir kelimenin okunmasında tereddüt edilmiş; bunun tarafımızca tahmin edilen okunuşu ve Osmanlıca imlâsı ilgili yerde kaydedilmiştir. Eserin orijinal sayfa numaraları ise “[s…]” biçiminde metin içerisinde gösterilmiştir Umarız bu çalışma Çanakkale Savaşlarının aydınlatılmasına gayret eden araştırıcılara bir nebze de olsa katkı sunar. 7 Onur, “Çanakkale Savaşları ve Ali Vahid’in Eseri”, s. 161. 161 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır Kaynakça Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi, Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2012. Erdemir, Lokman, Çanakale Savaşı: Siyasi, Askeri ve Sosyal Yönleri, Gökkubbe Yayınları, İstanbul 2009. Oglander, C.F. Aspinall, Gelibolu Askeri Harekâtı, (haz. Metin Martı), c. II, Arma Yayınları, İstanbul 2005. Onur, M. Naci, “Çanakkale Savaşları ve Ali Vahid’in Eseri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 123, Aralık 1999, s. 149-164. Üryânizâde Ali Vahid, Çanakkale Cephesi’nde Duyup Düşündüklerim, Dâru’l Hilâfeti’l-‘Aliyye, Necm-i İstikbâl Matba‘ası, İstanbul 1332-1334. 162 Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi Çanakkale Cephesi’nde DUYUP DÜŞÜNDÜKLERİM Muharriri Kassâm-ı Umûmî Müşâviri ÜRYÂNÎZÂDE ALİ VAHİD Hâsılâtı Tamâmen Müdâfa a-i Milliye Cem iyetine Âiddir Dârü’l-Hilâfeti’l- Aliyye, Necm-i İstikbâl Matba ası 1332-1334 163 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır [s. 3] 12 Kânûn-ı Evvel 13318 Şu sırada Çanakkale cephesini ziyâret edip de susmak, gördüklerinden bahsetmemek insanın elinden gelmez. Bunun için ben de biraz söylemek, duygularımı bir dereceye kadar tercüme ve ta bîr etmek istiyorum. Muvaffak olabilirsem bana ne mutlu… “Akbâş” iskelesine çıktığımızda şöyle etrafa bir bakındık. Ne gördük ise hepsi bizim için mühim ve şâyân-ı temâşâ idi. Lâkin her şeyden evvel küçük bir şehîdlik nazar-ı dikkatimizi celb ve da vet eyledi. Hemen doğruca oraya şehîdlerin yanlarına gittik. Başları ucunda durarak kemâl-i hürmet ve huşû ile hep bir ağızdan münasib sûreler okumaya başladık. Artık orası bir tekke hâlini almıştı. Tîz ü pesden çıkmakla berâber insicâmı muhâfaza eden ve müessir temevvücâtıyla insânı yükseklerde gezdiren bu vakûr ve rûhânî tilâvet esnâsında etrâftaki tepeler arkasından [s. 4] gök gürültüsünü andırır top sesleri birbirini ta kîb ederek gelir, rüzgârda insanın kulağına bir şeyler söylerdi. Düşünmemek, müteessir olmamak kâbil mi? Dünyânın bugünkü velvelesine karşı sâkin ve sâkit yatan şu mübârek vücûdları düşünerek uzaklara baktım. Onların köylerini, kasabalarını, evlerini, mahallelerini, analarını, babalarını, çoluklarını çocuklarını hep görür gibi oldum. Gittikçe teessürüm arttı. Yavaş yavaş hissiyâta kapılmaya başladım. Lâkin o esnâda üst üste gelip yerleri titreten top gürültüleri muhâfaza-i vatan uğrunda acı, tatlı her hâlde büyük fedekârlıklar îcab ettiğini ihtâr edince kendime gelerek, önüme baktım. Gördüm ki ikindi güneşi kabirlerin üstünü altın suyu ile yaldızlamış. Biz hâlâ okuyor idik. Rüzgâr da coşkun coşkun oracıkta dönüp dolaşarak mezârların tozunu alıyor; o da hâline göre şehîdlerin üstüne titriyordu. Oradan mahzûn mahzûn ayrıldık… Her tarafta yükler taşınır, taşlar kırılır, şoseler yapılırdı. Hiç boş duran yok. Herkes bir işte. Her taraf cânlı, her yer nûrlu. Giderken: “Burası ağır mecrûhlar hastahânesidir” dediler, bir yer gösterdiler. Oranın önünden [s. 5] sükûnetle geçerek kalbimizle du âlar ettik. Artık akşam garîbliği ortalığa çökmüştü. Gurûb-ı şemsle berâber menzil-i maksûda vâsıl olduk. Mihmândârlığında bulunduğum hey’et-i ilmiye hakkında gerek burada gerek sâir mevâki de ordu tarafından gösterilen hüsn-i kabûl ve âsâr-ı mihmân-nüvâziden ve arada te âtî olunan nutuklardan bahsetmeyeceğim. Çünkü bu bence kâbil-i zabt ve ta rîf değildir.9 Onu bir hey’et-i tahrîriye şerh ve îzâha çalışarak mufassal bir seyâhatnâme tanzîm edecektir. Benim sözlerim mümkün mertebe kendi ihtisâsâtıma 8 9 164 25 Aralık 1915. Hele, hey’et-i ilmiye reîs-i muhteremi hatîb-i şehîr Şeyh Esad eş-Şükayr Efendi’nin her ziyâret olunan mevki de irticâlen îrâd eyledikleri hitâbelerini zabtedemediğime cidden müteessifim. Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi münhasır kalacaktır. Ancak ordu esbâb-ı istirâhatımızı öyle mükemmel bir sûrette te’mîn etmiş idi ki bunu sükûtla geçiştirmek revâ değildir. Doğrusu biz orada öyle mükellef sofralar, o kadar nef îs ve mütenevvi yemekler beklemiyorduk. Öyle temiz yatak çarşafları, henüz etiketi üzerinde gül gibi battaniyeler bulacağımızı hâtıra getirmemiştik. Biz mücâhidînin karavanalarına iştirâk edip îcâbında biraz kuru ot üzerine müfterihâne uzanıvermek fikrinde idik. Halbuki ince yemekler, mükemmel yataklarla ağırlandık. [s. 6] Doğrusu ordu şu muhterem misafirlerini o kadar harâretle kucakladı, o kadar hürmet ve iştiyâkla gözlerinin içine baktı ki bunu hakkıyla tavsîf etmek alime’llâh pek müşkildir. Karârgâha müsâferetimizin ilk akşamı Kurbân bayramı gecesine müsâdif idi. Bulunduğumuz mevki den şöyle biraz uzaklaşarak gecenin letâfetinden istifâde etmek, daha doğrusu şu muhîti gece haliyle serbestçe görerek kendimi azıcık düşündürmek istiyorum. Aldım başımı tenhâlara çekildim: Sert serin bir rüzgâr koyu kurşûnî bulutları zayıf ve donuk mehtâbın önünden sür atle geçiriyor, etrâftaki tepeler arkasından yuvarlana yuvarlana gelen top gürültülerini alıp uzaklara götürüyordu. Etrâfa yabancı yabancı bakınarak, düşündüm: Ben neredeyim? Burası neresi, bu gece ne gecesidir, bu toplar nedir, kimlere atılıyor?... Bu su’âlleri kendime tekrar tekrar sorarak dünyâyı tutan şu velveleye karşı gayr-ı mütehassis kalmamak ve bu hâdisâtın azamet ve ehemmiyetini bütün mevcûdiyetime ihsâs etmek istiyordum. O sırada pek derine mi dalmışım yahut pek yükseklere mi çıkmışım bilemem? Bir hâl oldu, yakınlar uzaklaşmaya; uzaklar yakınlaşmaya başladı. Tâ Kafkasya hudûdunda bulunan pek azîz [s. 7] bir kardeşimi görür gibi oldum. Baktım: Kendine bir hatîb tavrı vererek söz söylemeye hâzırlanmıştı. Hayret ettim. Bana mekteb adımla “Ali Vahid!” dedi. “O deminden beri kendi kendine sorduğun su’âllerin cevâbını dur ben sana vereyim!.. Hani sen bir vakitler beşeriyetin ser-encâmını mutâla a ettikçe tarîhe pek sönük sahîfeler bırakacak bir asırda yaşadığımıza zâhib olarak teessüfler eder dururdun! İnsaniyetin geçirdiği o dâhiyeler devrinde, o bâdireler arasında bulunarak cânlı bir târîh görmek arzusunda bulunurdun! Onları sen unuttunsa ben unutmadım! İşte şimdi o istediklerin hep oldu! Bak bu işittiklerin top gürültüsü değil hâileler homu[r]danması, ummacılar kömürdenmesidir! Sen bu sesleri vaktiyle kitap yapraklarından gözlerinle duymak isterdin; şimdi kulaklarınla işit!...Yarın da menâtık-ı harbiyeyi gezer, gözünle görebileceğini görürsün! Bununla da iktifâ etmezsen cihâd-ı ekber hâzır… Hemen durmayıp iştirâk et!.. İşte sana cânlı, şânlı bir târîh! Daha ne istersin?” Hatîb tavrındaki ciddiyeti biraz tahf îf ve tebdîl eyledi de gülerek: “Sıkılma! Böyle hengâmelere şâhid olmak hevesini beslediğinden dolayı nedâmet [s. 8] etme! ‘Memât ba z hayât ba z: Hayât küll-i mühâl-farz’ düstûrunu düşün de mütesellî ol! Bu böyle 165 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır gelmiş böyle gidecektir” deyip uzaklaşmaya başladı, manzara da değişti; ben uyuşmuş kalmıştım. Etrâfıma bakındım: Bulutlar üst üste yığılarak mehtâbı örtüp saklamışlar. Artık çifte ezânlar ortalığı çınlatıyordu. Gidip cemâ ata yetişmek bayram gecesini mehmâemken ihyâ etmek lâzım dedim, oradan ayrıldım. Seher vaktinde bayram sabahını karşılayan yanık bir “es-salâtü” sadâsıyla kendimize geldik. O mübârek ses ıssız görünen tepelerde hüzün-âver akis ve te’sîrler yapıyordu. Bu lâhûtî terâne bir müddet devâm etti. Sonra ezânlar okundu. Hâlâ top sesleri kesilmemişti. Namazgâha tekbîrlerle gidildi. Gidildi, bir gidişdir oldu amma yürüyerek mi, uçarak mı? Kimse bunun farkında değil. Çünkü o sabah hâliyle bu gidiş pek ulvî idi. Namazgâhın letâfetine hayrân olmamak kâbil mi? Sâl-dîde bir çam kanatlarını cemâ atin üstüne açmış titriyor, böylelikle secdegâha içi dışı yeşil bir kubbe teşkîl ediyordu. Muntazam sûrette yerlere gömülmüş çam dalları da bu [s. 9] mübârek ma bede duvarlık vazîfesini görüyordu. Minber al bayrağa bürünmüş, yerlere çadırlar serilmiş… Kuşlar öter, bulutlar gider, top sesleri gelir… Bir taraftan da çam tellerinin arasından çıkan hışıltı, o latîf zemzeme, o tatlı âhenk insana kendini bile unuttururdu. Biz namazın ilk rek atında idik, karşımıza tesâdüf eden ufak bir tepecikten bir süvârî zâbiti namaza yetişmek için zümrüd-misâl bir sath-ı mâile mürtesim düşerek sür atle iniyor, bize doğru geliyordu. Namazda bu gibi tecessüs ve ta kibler gerçi huzûra mani dir. Lâkin ben dayanamadım, bu levhaya hayrân oldum. Hiç şüphe etmem ki melekler de benimle hem-hâl idiler. Eminim ki onlar bile göklerden bu manzaranın seyrine dalmışlardı. Geldi, o zât rek at-ı ûlâya yetişti. Huzûr-ı Rabbü’l- âlemîn’de hep beraberce secdeye vardık. Bayram namazını kıldıran Trablusşam ulemâsından Abdülkerim Uveyza Efendi tekbîrler arasında minbere çıktı. Başında hâkî bir destâr, sırtında deve tüyünden bir meşlah vardı. Gâyet belîğ bir hutbe îrâd etti. Orada ne demek lâzımsa onu dedi. Nasıl söylemek îcâb ederse öyle söyledi, vazîfesini bi-hakkın îfâ etti. [s. 10] Doğrusu zemîn ve zemân i tibâriyle âlem-i İslâmda îrâd olunan büyük ve mühim hutbelerden biri de bu hutbedir. Du âdan sonra harâretli bir mu âyededir başladı. Şöyle bir baktım: Anadolu evlâdından bir mücâhid koşuyor, Filistinli bir âlim Mehmedinin ellerine sarılıyor; o da onu der-âğûş ediyor. Ötede ikâl ve meşlahlı Dimeşkî bir zât-ı şerîf; necîb bir Türk zâbitiyle musâfaha ediyor. Beride bir tabur imâmı Beyrut müftüsünün ellerini öpüyor. Her tarafta herkes birbiriyle bayramlaşıyor, bütün yüzler gülüyor, herkesin sîmâsı nazrat-ı ne îmden nişân veriyordu. Güneş zerrîn şu â âtıyla bu ulvî manzarayı 166 Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi yaldızlar, bir taraftan da top sesleri ortalığı inletir dururdu. Bu cânlı levha asla tasvîre sığmaz. Şu çetrefil kalem onun taslağını bile çizemez. Namazdan avdet esnâsında düşman tayyârelerine ateş için yerleştirilen bir topun endâht ta lîminde bulunduk. Öğleden sonra Arıburnu cephesine azîmet olundu. Her tarafta muntazam şoseler ikmâl edilmekte ve lüzûm görülen mahallerde kuyular kazılmakta idi. Pek latîf ve dil-nişîn bir mevki de bu cephenin topçu kumandanı… Beyle diğer ümerâ ve zâbitâna [s. 11] mülâkî olduk. Sigara ve çaylar içilerek biraz istirâhat edildi. Kumandan Bey bize civârda cereyân eden vekâyi -i azîme hakkında tafsîlât verdiler. Vaz iyyetleri hiç gözümün önünden gitmez. Ayağa kalkıp gür bir ses, açık bir lisânla hikâye ettikleri vekâyi in mevki lerini de elleriyle gösterirlerdi. Biz onların muvaffakiyetlerini tebrîk ve Hudâ-pesendâne mesâ îlerinden dolayı kendilerine teşekkür edecek olduk; Hazret hiç oralara yanaşmayıp: “Efendiler siz ne söylüyorsunuz? Biz mu cizeler gördük hârikalar seyrettik. Bu böyle iken biz nasıl olur da kendi sa y ve tedbîrimize bir kıymet verebiliriz? ‘Alime’llâh’ öyle işler oldu, öyle şeyler görüldü ki ne akla sığar, ne de fenne… Bunlar vikâyetü’llâhtan başka bir şey değildir.” diyordu. Diğer bir zat da şöyle hikâye eyledi: “Bir gün düşman gemileri bir sahayı sâ atlerce ardı arası kesilmeksizin dehşetli bir ateş altına aldı, yüz binlerce mermi atarak yaktı, yıktı; kastı, kavurdu. Orasını öyle bir hâle getirdi ki saklanacak yer, koklanacak hava bırakmadı. Bunun üzerine düşman başladı oraya askerini çıkarmaya. Hesâbca artık karşı koyacak kimse kalmamıştı. Lâkin tam sırası gelince bir ‘Allah, Allah’dır koptu. Bizim [s. 12] asker hücûma kalkmıştı. Şaşılacak şey… Sanki sûr-ı İsrafil’e karşı ölüler dirilip kalkmışlardı. Onları saklayan ‘Allah’ saklamış, o kadar ateş, o kadar kıyâmet onlara te’sîr etmemiş. Üzerlerine melekler kanatlarını germiş… İşte düşman bu hâl, bu hârika karşısında neye uğradığını anlayamadı. Akıl ve fen de mahcûb kaldı.” Biz bu inâyet-i Sübhâniyeye teşekkürler ederek oradan ayrılıp asıl harp sahasını, tarafeyn siperlerini görmek üzere gizli yollara daldık. Aman yâ Rabbî bu nedir; ne himmettir? Ne iştir; ne gayrettir? Bunlar nasıl, ne vakit yapıldı, edildi? Bu yollar bu tertîbler ne emeklerle bu hâle geldi? Buna şaşmamak elden gelmez. Bunlar öyle yalan yanlış, gıcırı bükme şeyler değil. Belki her yeri fennin iktizâsına göre kurulmuş, ince ince işlenmiş. Bunlar lafla olmaz. İnsan bir kere bunları, bu emekleri; bu başarılan şeyleri görmeli de sonra küçüğünden büyüğüne kadar ordunun vatanı muhâfaza uğrunda ne gayretler gösterdiğini, nasıl hayatını hiçe saydığını anlamalı! Lafı uzatmayalım. Bir hayli yürüdükten sonra tarassud noktasına geldik ki artık buradan bakılacak, o hep işitilip de görülemeyen [s. 13] harb sâhalarından biri: Arıburnu mıntıkası tamâmen görülecek idi. Nevbet bana geldiğinde meydân-ı haşri görmeye hazırlanır gibi oldum. Bütün mevcûdiyetimi gözlerime vererek şöyle bir baktım… Aman yâ 167 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır Rabbî! Ne hûnhâr bir sâha… Karşıda soğuk bir deniz; beride renksiz bir kara… Denizde birkaç harp gemisi ileri geri gider, gelir. Bir de hastane gemisi sâhilde pinekler durur… Denizde görülebilen hayât eseri bundan ibâret. Karaya gelince bir tek insan bile görmek mümkün değil. Düşman siperleriyle bizim siperlere dikkat ettim; her iki taraftan yer yer bomba te âtî olunuyordu. Bombalar düştüğü yerin tozunu, toprağını havaya kaldırıyor; ortalığa acı sesler savuruyordu. Hey’et-i mecmû a i tibâriyle hâkimiyet-i mevki iyenin bizde olduğu pek açık bir sûrette görünüyordu. Tarafeyn siperleri ba z yerlerde birbirinden uzaklaşmış ba z yerlerde de birbirine pek yakınlaşmıştı. Mümkün olduğu kadar çok bakıp çok düşündüm. Ve birçok şeyler de duyduğum oldu. Diyelim ki bu gördüklerimi bir dereceye kadar tesbît kâbil olabilsin. Ya bu mühevvil müşâhedât esnâsında duyup düşündüklerim ne olacak. Onları ne yapmalı; [s. 14] nasıl söylemeli, ne lisânla ta bîr etmeli? Elde eyleyecek bir şey yok. Sâde kelime kahtlığıyla ta bîr noksanlığı var. Geç vakit ârâmgâhımıza avdet ederken askerler hep bir ağızdan “asker du âsı” manzûmesini terennüm ediyorlardı. Çamlar arasından, karanlıklar içerisinden bu münâcât terânesinin gelişi ne kadar hoş idi. O gece âşinalardan bir zâbitin çadırında çay ziyâfetinde bulundum. Hiç şenlik görmemişin biri bir ma mûreye geldiğinde her gözüne ilişen şeye nasıl bakarsa ben de tıpkı onun gibi buralarda her gördüğüm şeyi zihnime kaldırmak isterdim. Bu nişîmengâhı süsleyen kitâb, mecmû a, karyola, masa, sandalye, ocak, lamba bunlar hep benim gözüme başka türlü görünüyordu. Ben bunlara, buradaki hayâta baktıkça eski derdlerim tâzelenmeye başladı. Çünkü vaktiyle asker olmaya pek heveskâr idim. Hemen hemen o silk-i celîle girmek üzere iken dünyânın ne kadar engeli varsa hep gelip beni buldu. Ben bir müddet fikrimde sebât ettim. Lâkin neticede mağlûb oldum, asker olamadım. Bu hâlâ içime derddir. Şimdi bu kadar hasretkeş olduğum askerlik âlemi içinde kendimi böylece sıfatsız salâhiyetsiz gördükçe kendi kendime acıyordum: Çünkü ben [s. 15] bu başı bozukluğumla oralara, o âleme lâyık değildim. Zira bir insan başı bozuk mudur, bitti. Her şey ona nâ-mahrem. Silah mı? Elini süremezsin! Cebhâne mi? Yanına yanaşamazsın! Çadır mı, kışla mı? Yasaktır giremezsin! Hayvan mı? Savul yanından!.. Doğrusu bana bunlar pek ağır gelir. Ben bütün mevcûdiyetimle tâm bir asker olayım da şeklim beni niçin böyle bî-gâne kılsın? Beni aralarına kabul edip çadırlarında yer gösteren lütufkâr ümerâ ve zâbitân sanki bana karşı ikide bir de: “Hey başı bozuklar! Sizin burada yeriniz olamaz! Siz buraların mahremi değilsiniz! Burada başarılan işler size açmaz! Elinize bir kılıç alsanız mutlaka bir yerinizi kesersiniz! Size silâh verilse bir yerine parmağınızı sıkıştırırsınız; yâhûd elinizden bir kaza çıkar! Koşup edemezsiniz, bir ata binemezsiniz!.. 168 Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi Ama biz harb ve darbederiz. Siz çocuklar gibi uzaktan bile bakmaya korkarsınız! Bizim gibi olmak isteseniz; dünyâda olamazsınız. Biz işte böyle biziz… Siz nesiniz zavallı âdemcikler? Ha sahîh siz misâfirsiniz. Öyle ise gelsin bir kahve, buyurunuz bir sigara… Giderken de bari bir elinizi sıkalım!..” diyorlar. Neden ben böyle lisân-ı hâl ile ezileyim? Neden ben [s. 16] o mukaddes vazîfeleri görmeye lâyık olmayayım? Bu benim için zül değil, ölümdür. Ben bu sebebden oralarda hem meserretler tadıyor, hem acılar duyuyordum. Uyku zamanı mevki ime döndüğüm vakit hâlâ top sesleri kesilmemişti. Koyu bulutlar gökyüzünü tamamen örtmüş, kaplamış. Rüzgârlı bir gece… Sabaha karşı musika herkesi Silistre marşıyla uyandırdı. O günü ağır mecrûhlar hastahânesini ziyâret eyledik. Hastahâne son derecelerde mükemmel ve muntazam bir hâlde olup çamlar arasındaki mevki ide gâyet latîf ve bî-nazîr idi. Mecrûhları ziyârete başladık. Hepsi ağırca idi. Şöyle iki tarafa bir baktım: Hep hızlı soluklardan omuzlar kalkıp iniyor. Görünüyor ki hepsi az çok muzdarib. Böyle iken yine hiç hâlinden şikâyet eden yok. Hepsi ızdırâbını ketme çalışıyor. Lâkin yüzlerinden belli ki kımıldayacak, duracak hâlleri yok. Hepsi bî-tâb. Ben artık bunların yüzüne bakamıyorum. Böyle fedâkâr gâzîlerin huzûruna varmaya kendimde bir liyâkat göremiyorum. “Vallâhi” onlardan utanıyor, sıkılıyordum. Öyle ya onların o büyüklüklerine karşı ben ne yüzle, hangi bir fedâkârlığımla vatana istihkâk iddi âsında bulunabilecektim. [s. 17] Zâbitâna mahsûs koğuşta ayağına ameliyât icrâ edilmiş Beyrutlu genç bir zâbit bulunuyordu. Beyrut Müftüsü Mustafa Neca Efendi istifsâr-ı hâtır için yanına yaklaşarak elinden tuttu, aralarında şu muhâvere cereyân etti. - Nasılsın oğlum? Ben senin hemşehrînim, Beyrut müftüsüyüm. Bak biz tâ oralardan sizi tebrîke geldik… - Ben …mahallesinden …in oğluyum. Ayağım böyle oldu… - Merâk etme evlâdım! Ne olduysa “Allah” yolunda oldu. Bunun mükâfâtı büyüktür. Evinde köyünde durup gezerken de ayağı öyle olanlar çoktur. Sen gönlünü geniş tut; endîşe etme! İftihâr et! Biz de sizinle iftihâr ediyoruz… - Öyle ise eğil de sakalından öpeyim!.. Biz hep gizli gizli ağlıyor idik. Müftü Efendi o muhterem gâzîyi der-âğûş etmek üzere eğildiği esnâda her ikisinin dudakları yek-diğerini büyük bir muhabbetle takbîl etti. Bu müşâhede beni bitirdi. Artık başka koğuşu ziyâret için kendimde kudret ve cesâret bulamadım. Fenâ hâlde zehirlenmiştim. Karârgâha avdetimizde bir ganîmet mitralyöz taburunun ateş ta lîminde bulunduk. Liman Paşa da [s. 18] ma iyyeti erkânıyla hâzır bulunuyor idi. Hep birden hedeflere ateş açıldığında vâdîler inlemeye, hedefler altüst olmaya başladı. Ateş kesil169 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır dikte hedefler mu âyene olundu. Her biri kalbur gibi olmuştu. Hey’et-i ilmiye re’îs-i muhteremi hatîb-i şehîr Şeyh Esad eş-Şukayr Efendi tarafından edilen du â hep yüreklerden kopup gelen âmînlerle berâber göklere erişti. O sırada tabur da hareket etti; artık ateş hattına gidiyordu. Önde genç tabur kumandanı atına binmiş bilâ-fütûr gidiyor, tabur da onu ta kîb ederek bütün levâzımıyla süzülüp çekiliyordu. Arkalarından du âlar ettik… Akşam garîbliği ortalığa tamâmen çökmüş, her taraf koyu bir renk almaya başlamıştı. Ben bu taburun meşy ü hareketini seyrederken uzaklarda; dumanlar arkasında hasretzede bir vâlide görür gibi oldum. O mübârek hatun loş bir odanın sık kafesleri arkasından bakıyor, gözleri bir câmi minâresinin etrâfını alan koyu servîlerin içine doğru dalıp dalıp gidiyordu. O yalnız evlâdını, işte şu bizim önümüzde taburunu çekip götüren oğlu …ni düşünüyordu. Ben işte o vâlidenin hem düşünüşünü hem de düşündüğünü görüyordum. Sağımda kalan manzara ne kadar hüzün-âver ise solumda gittikçe [s. 19] uzaklaşan manzara da o nisbette şân-âver idi. Daha ziyâde düşünecek olsam o meydânda tek başıma kalacaktım. Güneş çoktan gurûb etmiş, artık sular kararmıştı. O gece de sabaha kadar top sesleri kesilmedi. Ertesi günü Anafartalar gurubuna gitmek üzere ale’s-sabah hareket olundu. O grupta da bu hey’et bir gün yaşadı ki dünyada ta rîf kabûl etmez. İstikbâl, hüsn-i kabûl, mihmân-nüvâzlık olsa da “Allah” için bu kadar olur. Geniş bir sâhada Haleb fırkasına mülâkî olduk. Beyrut Müftüsü Mustafa Neca Efendi; tercemesi Sebîlü’rReşâd’da münteşir hitâbeyi askere karşı burada îrâd etti. Bu gurubun kahramanı Mustafa Kemal Bey’e, bu büyük kumandana bütün İslâmlar ve müttefiklerimiz medyûn-ı şükrândır. Anafartalar’ın en nâzik bir zamanında Mustafa Kemal Bey’in aldığı tertîbât ve tertîb ettiği bir hücûm sâyesinde Boğaz büyük bir tehlikeden kurtulmuştur. Hey’et-i İlmiye bu zât-ı şerîfe esâsen ani’l-gıyâb gönül vermişti. Memdûhları öyle bütün kemâlâtıyla karşılarında tecellî edince hepsi bülbül oldu, şakıdı. Her biri hissiyâtını bir başka şekilde meydâna [s. 20] koydu. Mustafa Kemal Bey de bi’lmukâbele beyân-ı ihtisâsât ederek hey’eti büsbütün kendine meftûn etti. Kuşluk vaktinde bütün Anafartalar cebhesini görmek üzere îcâb eden mevki e gittik. Bir mühim müşâhede de orada vukû a geldi. Evvelki günkü müşâhedenin bir eşi. Yalnız bu sâha biraz daha geniş… Nasılsa bugün ortalık bir sükûn içinde bulunuyor. Ses yok, sadâ yok. Sanki tenhâ bir mahşer seyrediyordum. Mavi bir deniz... Açık bir hava… Düşman zırhlıları ağır ağır dolaşmakta, hastahâne gemileri de uyuklamakta idi. Lütufkâr bir zâbit bana birer birer gösteriyordu: İşte Kemikli Burnu. İşte İsmailoğlu Tepesi. Şurası Küçük Kemikli. Tuzla Gölü de burası. İşte Mestan Tepe. Şu; Küçük Anafarta Köyü. Büyük Anafarta da bu tarafta kalır. 170 Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi Nice mühim vekâyi a cilvegâh olan bu mevâki in hepsini birden böyle ihâta sûretiyle görmek insanı âdetâ tedhîş ediyor, pek başka düşündürüyor. O sırada bir düşman tayyâresinin pek yüksekten üzerimizde dolaşmakta olduğu görüldü. Hava gâyet râkid ve sâf olduğundan tayyâre pek güzel seçiliyordu. Birdenbire tayyârenin tâ yanı başında iki dâne beyaz bir şey peydâ oldu. Ben önce bunları da birer tayyâre zannettim. Meğer bunlar bizim taraftan atılan [s. 21] mermilerin patlaması imiş. Bunun üzerine tayyâre uzaklaşarak gözden gâib oldu. Gurub karârgâhına döndüğümüzde bir takım Halebli askerler, kılınç kalkan oynuyorlardı. Oyunun nihâyetinde bunlardan biri hey’et-i ilmiyeye hitâben: “Ey Efendiler! Buradan döndüğünüzde evlâd u iyâlimize söyleyin ki biz düşmanın vücûdunu şu mübârek topraktan kaldırmayınca dönmeyeceğiz. Bunu böylece onlara bildirmenizi bütün silâh arkadâşlarım nâmına sizden recâ ederim” dedi. Gâyet mükellef bir öğle ta âmından sonra hey’et altıya taksîm edilip her kısım şâyân-ı temâşâ bir mevki e müteveccihen hareket eyledi. Bizim hissemize “İsmailoğlu Tepesi” düşmüştü. İbtidâ güzel güzel gidiyorduk. Havanın letâfeti, ortalığın sükûneti harb sâhasında bulunduğunu insana unutturuyordu. Anafarta’yı solda bırakıp Azmak Deresi’ne karşı inmeye başladık. Karşımızda düşman gemileri birbirini çiğneyecek gibi karma karışık dolaşıp duruyordu. İniş bitmek üzere iken sâhilden bir top gürlemesini müte âkib sağ tarafımızda bir gülle patlayarak düştüğü yeri alt-üst etti. “O ne” demeye kalmadı, bir dâne de solda patladı. Ben sevinmeye başladım. Çünkü [s. 22] bunun bu kadarını da görmeden döneceğime teessüfler ediyordum. Bir, bir daha, bir daha… Artık gülleler dehşetli vıjırtılarla havayı yararak üzerimizden geçiyor, biraz evvel bulunduğumuz yerlerde patlayıp duruyordu. Belki bir iki sâniye sonra burada da patlayabilirdi. Yerlerde yatan gülle parçalarına bakılacak olursa bu olmayacak bir şey de değildi. Biz seyreldik, hızlandık. Ma amâf îh korku denilen şey hâtırımıza bile gelmiyordu. Hep bir şeyler görmek, hep boş dönmemek istiyorduk. İsmailoğlu Tepesi’ne karîb bir mevki de hayvanları bırakıp gizli yollara daldık. Yine emekler, gayretler kendini göstermeye başladı. Doğrusu bunlar görülmedikçe inanılacak şeyler değildir. Bu hususta ne kadar söylense yine azdır. Burada da pek muhterem sîmâlar tarafından hüsn-ü kabûl gördük. Çaylar içildi, yâdgârlar te âtî olundu. Tarassud mevki ine gittiğimiz vakit elâ gözlü bir yağmur altında şiddetle top te âtî ediliyordu. Bu sahne sabahki gibi öyle tenhâ bir mahşer değil âdetâ kızılca kıyâmetten nişân veriyordu. Toplar patladığı vakit ortalık sarsılıyor, yağmurun kesâfetinden gürültüler pek yakından geri dönüyordu. Muhterem bir zâbit lutfetti bana: “Gel şuradan etrâfı güzelce seyret! [s. 23] Bu temâşâ her vakit ele geçmez” dedi. Ben de bu teklîfi câna minnet bilerek hemen yürüdüm. Bir iki yere girip çıktık; baktım kendimi boş bir siper içinde, hem de siperin kademesi üzerinde buldum. Kum 171 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır torbaları, her şey mükemmel. O zat başladı etrâfı göstermeye… İşte Azmak… İşte Koca Çimen Dağı… Ben dedim: “Beyefendi! Çok güzel amma pek açıkta değil miyiz, bir tehlike yok mudur?” Güldü, “Hayır” dedi. Ben de bu hayıra hiç inanmadığım hâlde mahzâ yiğitliğe toz kondurmamak için: “Peka lâ” diyerek bana gösterilen yerleri tedkîk eder gibi görünmeye başladım. Lâkin acabâ etrâf kimin gözüne görünüyordu? Ben “Ha şimdi gelecek” diye etrâftan kurşun bekliyordum. Bütün vücûdumun damarları çekiliyordu. Çünkü siperden dışarı baş çıkarılamayacağına îmân etmiştim. Meğer orası bir ihtiyât siperi imiş. Artık akşam olmaya başlamıştı. Hareket arzusunda bulunduksa da: “Şimdi yollar kapandı. Baksanıza kıyâmet kopuyor. Böyle iken nasıl gidebilirsiniz?” diyerek bizi salıvermediler. Biraz sonra birden bire ateş kesildi, top fırtınası durdu. Biz de vedâ ederek oradan ayrıldık. Hayvanları bıraktığımız mevki e giderken [s. 24] yerde bir gülle parçası gördüm. Elime alıp bakarken, orada bulunan bir zâbit dedi: “O hâin parça bir askerin şehâdetine sebeb olmuştur.” Ben mütessir olarak, vurulmuşa döndüm. O kör ve bî-haber gaddârı hemen fırlatıp attım. İnce ince yağmur yağıyor, ortalık da gittikçe kararıyordu. Hayvanlara binerek sür atle yol almaya başladık. Büyük Anafarta hizâsına geldiğimiz esnâda takrîben iki buçuk metre arzında derince bir seyil yarması içinden giderken hayvan bir şeyden ürkerek birdenbire durdu, geri geri çekilmeye başladı. Sağ tarafta yerden bir metre yüksekte beyaz bir kâğıd sallanıyor, sanki birisi el sallıyordu. Dikkat edince anladım. Hayvan ürkmemiş, irkilmemiş; sanki orada gördüğü bir şeye ihtirâmından geri geri çekilmiş… Hayvanı bu sûretle tevekkufa mecbûr eden, bir şehid kabri idi. Anlaşılan o zât-ı şerîf yerlerde pek mebzûl görülen gülle parçalarından biriyle o yarma içinde şehîd düşmüş, hemen orada defn olunuvermişti. Yarmanın toprak duvarı biraz yontulup oyulduktan sonra oracıkta bir lahid vücûda getirilmiş, başı ucuna dikilen bir değneğe de merhûmun künyesini hâvî bir kâğıd geçirilmiş idi. Yağmur yağar, rüzgâr da [s. 25] akşam karanlığı içinde o kâğıdı sallar dururdu. Kendi kendime dedim: “Âh! şâ irler, ressâmlar nerdesiniz! Kaleminizi, fırçanızı alıp geliniz! Size büyük bir vazîfe çıktı. Şu mübârek meşhedi görün! Bütün dünyâya da gösterin! Bu sizin boynunuzun borcudur.” Arkadaşlar hayli yol almışlardı. Mahzûn mahzûn oradan ayrıldım. Hava gittikçe bozuldu, ortalığa zif îrî bir karanlık bastı. Ârâmgâhımıza gece geç vakit dönebildik. Fırtına şiddetle hükmünü icrâ ediyor. Nasılsa bu gece top sesleri işitilmiyordu. Ertesi günü Boğaz’daki mevâki -i müstahkemeyi ziyâret için ale’s-sabah hareket ettik. Mevki -i müstahkem kumandan vekîli tarafından gâyet mükellef bir ziyâfet keşîde olundu. Ba de’z-zuhr “Hasan Mevsuf ” nâmı verilen tepeye giderek oradaki bataryayı ziyâret ettik. Zâbitândan biri eliyle toplardan birini okşayarak bize dönüp: “Efendiler! Düşman beş Mart’ta yalnız bu bataryaya tam üç bin mermi attı. Lâkin saklayan ‘Allah’ sakladı. Düşmanın yaptığı zarar işte bundan ibârettir, bakınız” diyerek ehem172 Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi miyetsiz bir çizinti gösterdi. Ben kendimden geçerek hemen dudaklarımı o hilâfet kapısının mübârek kilidi üstüne koyup teberrük ettim. [s. 26] Tepenin vech-i tesmiyesi hakkında îzâhât verdiler. Kal a-i Sultâniyeli Hasan Bey o bataryanın kumandanı, Trabulusgarb’lı Mevsûf Bey de takım zâbiti imiş. Beş Martta Boğaz’a vukû bulan şiddetli ta arruzda kemâl-i mehâret ve şecâ atle bu bataryayı idâre eden bu iki zât ikindi vakti birbirini müte âkib burada yaralanarak şehîd düşmüşler. Biz o iki mübârek zâtla diğer şühedânın rûhlarına Fâtiha okurken Boğaz’ın koyu mavi dalgaları koşup geliyor, düşmanın mağrûk… tahte’l-bahrinin meydânda kalan aksâmına çarparak köpükler saçıyordu. Sonra… Tâbyası’nı da ziyâret ederek ağır endâht ta lîminde bulunduk. Birden bire verilen bir kumanda üzerine tâbya içerisinde bir fa âliyettir başladı. Asker hemen karınca gibi topların etrâfına üşüştü. Herkes vazîfe başına geçti. Kumandalar verilir. Mesâfeler ta yîn edilir; nişânlar alınır, ateşler edilir; gülleler naklolunur. El-hâsıl ortalıkta bir kıyâmettir kopuyor amma: Hepsi bir intizâm tahtında… Bütün tâbya bir sâ at gibi işliyordu. Fa âliyet var. Lâkin kargaşalık yok. Herkes yaptığını, yapacağını biliyor. Bu hakîkaten görülmeye sezâ bir manzara idi. Doğrusu iftihârımızdan koltuklarımız kabardı. [s. 27] Ümerâ ve erkâna arz-ı şükrân ederek ayrıldık. Anca nısfü’l-leylde ârâmgâhımıza dönebildik. Ertesi günü istirâhat edilip akşam üzeri dersa âdete avdet olunacaktı. Artık o günü benim için âdetâ bir mâtem günü idi. Çünkü ben oradan, o âlemden ayrılmak istemiyordum. Lâkin kâbil mi? Benim gibi miskînlerin orada yeri olur mu? İster istemez hazırlanıyorduk. Eski ve yeni âşinâlarımı dolaşarak her birine arz-ı vedâ eyledim. Guruba bir sâ at kala hep harekete âmâde olduğumuz esnâda Liman Paşa ma iyyeti erkânıyla gelerek hey’ete mülâkî oldu. Pek harâretli nutuklar te âtî olundu. Hey’et ordudan gördüğü hüsn-ü kabûle karşı arz-ı şükrân ile vedâ eyledi. Arabalara râkiben oradan ayrıldık. Ben pek meğmûm idim. Gelip karışacağım âlemi düşündükçe büsbütün gözüm dünyâyı görmüyordu. Hava da gönlüm gibi karardıkça karardı. Artık etrâf görünmez oldu. O esnâda arkadâşlardan biri arabamızın pek geri kalmakta olduğunu söyleyecek oldu. Arabacı, dönüp: “İster misin be efendi? Bir bağırayım bu hayvanlara da… Yıldırım gibi uçurtayım şu arabayı? Amma o vakit korkarsın!” [s. 28] dedi. O sırada arabacı ile aramızda geçen muhâvereyi olduğu gibi âtîye naklediyorum: Ben, - Arkadaş bu hayvanlar neden senin sözünü bu kadar dinlerler bakayım? - Elbette dinleyecekler. Onlar benim mâlım değil mi? Ben onların hûyunu bilirim. Onlar da benim tabî atımı bilirler. - Bunlar neden senin malın oluyor, sen asker değil misin? - Ben de asker oldum. Mâlım mülküm de asker oldu. Hayvanlarımı tekâlîf-i harbiyeye aldılar. Dedim: “Nasıl olsa bu arabayı haylayacak bir adam lâzım. Eyisi mi! 173 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır Koyun beni mâlımın üzerine; hem mâlımı muhâfaza ederim, hem de millete hidmet eylerim” kabul ettiler. İşte böylece mâlımın başında hidmet edip duruyorum. - ‘Vallâhi’ a lâ… Sen nerelisin? Adın nedir? - Kirmastılıyım. Adım: Hacı Mehmed - Yaşa be Hacı Mehmed! Sen ne vakitten beri buradasın? Buralarda neler gördün söyler misin? - Âh Efendi neler görmedim ki. Lâkin doğrusunu istersen: Bu sefer millet eyi tuttu işi… Asker de of demedi. Bakarsın: Ayak [s. 29] dağılmış, darman duman olmuş: “Hayla arkadaş arabayı! Korkma biz dayanırız” derdi. Çok def a biz yorulur, uyurduk; arabayı o hâlleriyle yaralılar haylarlardı. Ne biz de, ne de hayvanlarda dinlenmek var… Hayvancıklarıma torbayı bile yolda takardım. Hem yerler hem giderlerdi. Geceyi gündüze kattık. Dayanmak da olursa bu kadar olur… Efendi! Sen ne dersen de! Asker Balkan muhârebesinin öfkesini bu düşmanlardan aldı. Yâhû vuruluyor da: “Of ” demiyor bu asker… Usulcacık yanındakinin kulağına: “Ben vuruldum arkadaş” der; verir silâhını, fişengini yanındakine… Kendi sessiz sadâsız çekilir, ölür de gık demez be!.. O sırada arkadaşlardan biri: “Aman kardaşım sen çok lafa daldın! Biraz önüne dikkat et ki karanlıkta arabayı devirmeyelim” dedi. Hacı Mehmed gülerek: “Merâk etme Efendi sen! Ben hem önümü görürüm, hem Efendiye laf yetiştiririm. Gözünü sevdiğim millet bak ne yollar yapmış!.. Böyle yolda arabada devrilir mi imiş? Dîvânyolu mübârek… Ben: - Eyy Hacı Mehmed! Söyle bakayım daha neler gördün? - Âh be Efendi! Hangi birini söyleyeyim? [s. 30] Bu düşmanın bize yapmadığı kalmadı amma, iki para etmedi. Bazı gün oldu, on sekiz dâne tayyâreyi birden milletin başı üstünde gezdirdi, gösteriş yaptı. Her gün en aşağı beş altı tayyâre üstümüzde dolaşır, dururdu. Bir gün çorba içiyorduk: “Gırr… Gırr…” diye bir ses gelmeye başladı. Baktık tayyâre tepemize gelmiş. Yanımdaki arkadaşıma: “Osman kendini gözet! Eyi bak geliyor” dedim fırladım. Gürültüyle bizim çavuşu çiğnedik. “Bomba, faşşş…” diyerek geldi; lap dedi, biraz öteye düştü. Biz haydi yine çorbanın başına. Ne olduysa çavuşun ayağına oldu. Gülüşmeden öldük, bayıldık. Bir gecede çadırda yatıyorduk. Yine geldi: “Vıjj…Vıjj…” diye tepemizde gezmeye başladı. Çadırda bir arkadaşım vardı. Seslendim: “Kalk! Yine seninki geldi” dedim. O da “Yat be!” dedi. “Gece gündüz kaçacak mıyız bu herifin derdinden? Ne kalkarım, ne görürüm. Allah’tan gelene: (…10) 10 Parantez içine aldığımız kısmın imlâsı metinde şu şekildedir: dagerulus” biçiminde okunabilir. 174 Bu da “Sadagerolos/Sa- Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi - Ey söyle Ağa söyle! Ben senin sözlerini hep kargacık burgacık defterime işâret ettim. Senin haberin yok. Seni bana “Allah” gönderdi. Söyle bakayım! Daha neler gördün? Sen muhârebeyi yakından gördün mü, ateş içine girdin mi? - Sen ne söylüyorsun be Efendi! Neler oldu, [s. 31] neler… Ben çok şeyler gördüm amma, te böyle sorunca birdenbire hatırlayamıyorum yoksa… - Vâh vâh… Sen kaç gündür nerede idin a mübârek? Sen benim elime vaktiyle geçe idin senin sözlerinle ben koca bir kitâb doldururdum. Söyle Hacı Mehmed! Vakit kalmadı. - Demin ateş içine girdin mi demiştin. Şimdi hatırıma geldi. Bir gün “Kirte” tarafında rap arabalarına cebhâne veriyorduk. Bir şarapnel geldi orada bizimle beraber çalışan bir delikanlıyı parçaladı. O zavallı cân alıp cân verirken bize: ‘Aman kardaşlar! Ben gidiyorum… Siz elinizi çabuk tutun! Cebhâneyi yetiştirin! Kardaşlarımız siperlerde ateş içinde’ diyerek ruhunu teslîm etti. Biz de yaratanım ‘Allah’ dedik yapıştık cebhâneye: Ha babam ha… Güllenin bini bir paraya… Bir oraya, bir buraya: Lap lap; güp güp… Düşer, durur… Bini bir paraya… İnsanı “Allah” kolluyor. Yoksa sağ kalmak ne mümkün… Ortalık ateş içinde. Milletin de gözüne ne gülle görünüyor, ne bir şey. Ateş gibi çalıştı. İki dakîka içinde onca cebhâneyi uçurdu, siperlere yetiştirdi. Düşmanın yerden gökten yağdırdığına asker metelik vermedi. Hazreti Allah böyle yürek verdi bu askere… Biz o ateş içinde çalışırken [s. 32] askerin biri de kalkmış şıkır şıkır oynuyor: ‘Zorla değil yâ, öldürmüyor bu herîfin güllesi be… Korkmayın!’ diyor, göbek atıp duruyor… Hacı Mehmed sözünü kesip önünden geçmekte olduğumuz bir yeri göstererek – “Bak Efendi bak! İşte buraya bir gece nur indi. Te buraya… Hâ sahîh, bir gecede; gökyüzüne bir yazı yazıldı. İşte şu tarafa… Siz onu görmediniz mi be? Biz onu hep gördük” dedi. Havanın karanlığıyla arabanın sarsıntısına rağmen ben Hacı Mehmed’in sözlerini defterime işâret edebildim. Lâkin şuna teessüf ederim ki kendisinden bu kadar müstef îd olduğum Hacı Mehmed’in sîmâsını görmek bana nasîb olmadı. Çünkü akşam üzeri arabaya bindiğimizde yüzüne dikkat etmemiştim. Kendisiyle konuşmaya başladığımızda da ortalık karanlık olmuştu. Vedâ ederken de ortalık aynı hâlde idi, bu yüzden onun sîmâsını görüp seçmek müyesser olamadı. Sanki o sesler, o sözler, bana Hâtif ’ten gelmişti… O gece mülâkî olduğum bir doktor da şöyle hikâye ediyordu: “Şu askerin bu harbte gösterdiği metâneti, fedâkârlığı ta rîf kâbil değildir… Bakarsın bir asker gelir. Kol parçalanmış: ‘Doktor şu kolumu kes!’ der, fütûr bile etmez. Kolunu değil, sanki saçını kestirecekmiş [s. 33] gibi lâkayd davranır; bir taraftan da: ‘Âh cânına yandığım… İntikâm alamadım’ diyerek göğsünü yumruklar, durur… Hele o hastahânelerdeki mecrûhlar sabredemezler de, henüz yaraları eyileşmeden gizlice taburlarına kaçıp tekrâr harbe girerler… Bir def a da tuhaf bir şey oldu. Bu da as175 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır kerimizin ulüvv-cenâbını gösterir. Ma lûm yâ ba z yerlerde bizim siperlerle düşman siperleri arasında mesâfe pek azdır. Hemen on beş yigirmi hatve kadar bir şey. Bir gün böyle yakın bir Fransız siperinden bizim sipere ba z murdâr şeyler atılır. Bizim askerler de bunların yaptıklarına karşılık bir mendilin içine biraz fındık, ceviz koyup o düşman siperlerine atarlar. Çıkının içindekini gören Fransızlar yaptıklarından utanmış olmalılar ki hemen o mendilin içine pisküvit bağlayarak tekrâr bizim sipere atarlar. Bir daha da o siperden bize ateş edilmez. Daha bunun gibi neler…” Biz İstanbul’a döndük. Lâkin o birkaç gün içinde görüp işittiklerim beni pek başka düşündürmeye başladı. Ben artık kendimi hiç beğenmiyordum. Miskînlere, tenbellere garaz oldum. Süsüne, eğlencesine düşkün olup da harbe lâkayd kalanlara düşman kesildim. Nereye gitsem, ne ile meşğûl olsam hep aklım, fikrim orduda… Hep onları [s. 34] düşünürüm. İsterim ki herkesin de düşüncesi bu olsun. Böyle olmazsa sâde benim düşüncemden ne çıkar? Bunun için herkesi de böyle düşündürmek istiyorum. Aczime bakmayarak yüksek perdeden dîndâşlarıma sesleniyorum, diyorum ki: “Müslümanlar… Hele siz İstanbullular! Düşünün, dâima şu askerleri düşünün! Bakın, görün! Onlar ne gayretler gösteriyorlar, nasıl hayâtlarını hiçe sayıyorlar. Arslanlar gibi vatanı müdâfa a ettikleri hâlde asla övünmeyip hep ağır başlı davranıyorlar; sessiz sadâsızca vazîfelerini görüyorlar. Siz bu mahviyete bakıp da sakın onlara karşı gayr-ı mütehassis kalmayın, düşünün! Mâlsa mâl… Cânsa cân… Ne lâzımsa onu seve seve ordunun emrine âmâde kılın! Böyle yapın ki: Ordu olsun. Ordu olmazsa düşman gelir. Düşman gelirse mâlın kıymeti değişir, o vakit cân da insanın başına bir belâ kesilir. İnsan o günleri görmedense bin kerre ölmeyi müraccah bulur. Ayaklar altında kalmış bir insanı yaşatan cânın ne kıymeti olur? Bunları düşünelim de mâlımızı, cânımızı hüsn-ü isti mâl edelim! Sırası gelince hiç birini fedâdan çekinmeyelim. Bir taraftan da hep uhdelerimize mevdû vezâifi bi-hakkın îfâya çalışalım! Her husûsta intizâm-perver olalım. Tarz-ı ma îşetimizi tanzîm, yiyecek ve içeceğimizi [s. 35] hâl-i hâzıra göre tertîb ve tensîk edelim: Pek büyük işlere atılmış olan hükûmete engel olmayalım; cihâd-ı ekberin lüzûmu kadar yaşamasına bir çaparız çıkmayalım. Boğazlarda, hudûdlarda kıyâmetler koparken burada yan gelip keyfine bakmak, muhârebe kaygısından ziyâde kahve şeker derdine düşmek revâ değildir. Amma alışmış kursak, bulamacını istermiş. Varsın seksen bin kerre istesin… Biz kursağımızdan ziyâde o hastahânelerde göğüsleri körük gibi şişip inen mecrûhları düşünelim! O meydân-ı harbde cân verirken arkadaşlarına: ‘Sakın korkmayın! Ateş içinde kalan kardaşlarımıza cebhâne yetiştirin’ diyen şehîdleri hâtırdan çıkarmayalım! Onlar tiryâkîlerin kahvesi, boğaz düşkünlerinin tatlısı, zevkine mecbûr olanların da eğlentisi için mi kendilerini o hâle koydular? Hayır: Onlar ‘Allah’ dediler dîn için, vatan için silâha sarıldılar. Üç yüz elli milyonu mütecâviz müslümânın selâmeti uğrunda ölüm, ateş demediler atıldılar. 176 Yusuf Sağır / Kitap Çevirisi Onların bu fedâkârlığına karşı: ‘Ben müstesnâyım, yâhût ben bedel verip harbden yakayı kurtardım yâ… Şimdi dünya yıkılsa umûrumda değil. Benden atlasın da nerede patlarsa patlasın…’ diyenler -eğer varsa- Cehennem’e yakışır. Göğsünde bütün îmânı olan kâbil değil böyle diyemez. [s. 36] O cânım askerler, o ümmet-i Muhammed’in sevgili evlâdı bu kış kıyâmette11 siperler içinde soğuktan titreşerek sabahları ederken: İnsan nasıl olur da sıcak döşeğinde râhat yatabilir? Nasıl olur da o döşekler insana diken olup batmaz? Müslümânlar; Müslümanlar! Siz, siz olun da insâf edin, cânı câna ölçün. Askerleri hiç hâtırdan çıkarmayın… Hep onları düşüne düşüne sinirlerinizi bozun… Süslerinizi unutun… Eğlencelerinizden vazgeçin… Bî-lüzûm i tiyâdları bir tarafa atın… Böyle yapın ki: Sizden şehîdler hoşnût, gâzîler de râzî olsun… Yoksa kadir, kıymet bilmezlik cezâsız kalmaz…” 11 Târîh-i tahrîr: 12 Kânûn-ı Evvel 1331 [25 Aralık 1915] 177 Kitap Çevirisi / Yusuf Sağır Üryânizâde Ali Vahid Efendi’nin “Çanakkale Cephesi’nde Duyup Düşündüklerim” Adlı Eserinin Kapak Sayfası 178 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 179-182 Kitap Tanıtımı İbrahim Naci, Allahaısmarladık: Çanakkale Savaşı’nda Bir Şehidin Günlüğü, Yayına Hazırlayanlar: Lokman Erdemir, Seyit Ahmet Sılay, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013, 160 sf., ISBN: 9786055200138. Korhan ALTUNYAY* Her savaşın, resmî ve yazılı tarihinin yanında yayımlanmadığı müddetçe kimse tarafından bilinemeyecek olan özel tarih[leri] de vardır. Türk millî eğitim sisteminde tarih derslerinde sebep-sonuç ilişkisi içerisinde defalarca anlatılan pek çok savaşın ve tarihî olayın beşerî boyutu hep ihmal edilmiş, kitaplara hapsedilen kuru bilgilerle tarihimiz nakledilmeye çalışılmıştır. Bu durum da doğal olarak savaşı yapanların bir savaş makinesi gibi algılanmasına, özel dünyalarında olup bitenlerin ayrıntı kabilinden görülmesine yol açmıştır. Dr. Lokman Erdemir ve Seyit Ahmet Sılay’ın yayıma hazırladığı Allahaısmarladık-Çanakkale Savaşı’ndan Bir Şehidin Günlüğü isimli eser, hepimizi derinden etkileyen ve millî şuurumuzu inşa eden Çanakkale Savaşları’nın sadece mermilerin ve bombaların atıldığı bir savaş olmadığını göstermektedir. 9-10 Mayıs 2013 tarihleri arasında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi tarafından düzenlenen Uluslararası Gelibolu Sempozyum’unda tanıtılan ve davetlilere dağıtılan günlük/eser, Seyit Ahmet Sılay “Takdim”; Dr. Lokman Erdemir’in “Önsöz” yazısıyla neşredilmiştir. Bu metinlerin dışında günlüğün yazarı Teğmen İbrahim Naci’nin metni, dizin ve Teğmen İbrahim Naci’ye ait özel ve resmi evrakların sunulduğu ekler kısmıyla kitap 159 sayfadan oluşmaktadır. “Gelibolu Yarımadası’nın en kanlı muharebelerinden birisi olan Kervizdere Muharebesi[inde]” şehit olan Teğmen İbrahim Naci’nin sadece bir asker olarak değil; insan, evlat ve askerlerini düşünen bir ağabey olarak görülebileceği Allahaısmarladık isimli kitap, Türk savaş tarihinde, özelde destansı muharebelerin yapıldığı Çanakkale Savaşları’nda önemli bir yere sahip olacaktır. Çünkü bu kitapta sadece bir savaşın milleti etkileyen boyutlarını ve devlete getirdiği sıkıntıları görmüyoruz. Bunun bir adım ötesine geçerek fert olarak bir askerin iç dünyasında savaş ve mücadele kavramının, aile ve “canan” hasretinin, savaşın kaçınılmaz akıbeti olan ölümü düşünmenin, iaşe meselelerinin ve günlük sahibinin çevresi hakkında intibalarının neler olduğunu müşahede ediyoruz. Elbette bütün bunlar Çanakkale Savaşları’nın bütünlüğü içinde 179 Kitap Tanıtımı / Korhan Altunyay birer kişisel ayrıntı olarak yer almaktadır, fakat eğer bir savaşta rol alan askerin insan olduğunu düşünecek olursak bu bireysel sorunların savaşın millî ve manevî yanları kadar önemli olduğu anlaşılacaktır. İstanbul’un Beşiktaş semtinde, Yeni Mahalle-Bostanüstü’nde 62 numaralı hanede ikamet eden Musa Efendi’nin oğlu olan Teğmen İbrahim Naci, Dr. Lokman Erdemir’in belirttiğine göre aslen Ohrilidir. Günlüğünü “Harb-i Umumî Hatırâtı” şeklinde isimlendiren İbrahim Naci, “daha sonra bu ismin üstünü çizerek hemen altına ‘Gelibolu Muharebâtı Hatırâtı’ yazmıştır.”1 Yalnız kitabı yayıma hazırlayanlar günlük metninin son kelimesini kitabın adı yapmışlardır: “Muharebeye girdik. Milyonlarla top tüfek patlıyor… Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allahaısmarladık.”2 Şehit Teğmen İbrahim Naci’nin isimlendirmesi her ne kadar orijinal ve kendi duyarlılığını yansıtıyor olsa da bir edebî metin olan günlüğün şehidin yazdığı son kelimeyle isimlendirilmesi türün ruhuna daha uygun düşmüştür. Zira günlükler bireylerin dolayımsız bir biçimde görülebildiği, içsel süreçlerinin somut çizgilerle takip edilebildiği ve yazarının duyarlılıklarını yansıttığı için Allahaısmarladık başlığı hem vakayla hem de eser-insan ilişkisiyle mütenasip olarak seçilmiştir. Çetin muharebelerin yaşandığı bir yerde bu metni kaleme alabilen İbrahim Naci, bir bakıma bize içeriden ve doğrudan bilgiler vermekte, bu sayede olayların beşerî yanlarını görmemize olanak sağlamaktadır. Günlüğün 24 Mayıs 1915/Pazartesi tarihli ilk metninde İbrahim Naci, İstanbul’dan Çanakkale’ye geliş serüvenini anlatmaya başlamıştır. Epeyce malumata yer verdiği bu bölümlerde İbrahim Naci yaşanan tüm olayları gerçekçi bir bakış açısıyla ve sade bir dille aktarmıştır. Bu ve ilerleyen sayfalarda askerlerimizin iaşe durumlarını görmek mümkündür. Çok fazla sıkıntı çekmediklerini anlatan İbrahim Naci, bazen günde üç öğün yemek yiyebildiklerini, yemeklerden sonra kahve içebildiğini, askerlere birtakım çerezler verilebildiğini anlatmaktadır. Hatta öyle ki yemek listesini bile vermiştir. Kuru fasulye, pilav, parpara, etli nohut, hoşaf ve konserve cephede yiyebildikleri yemeklerdir ve bu yemeklerin bolluğundan ve çeşitlerinden memnundur. İbrahim Naci cepheyi, içinden geçtiği kasaba ve köyleri, komutanıyla yaptığı sohbetleri de nakletmektedir. Özellikle Çanakkale’den “sevimli, müthiş” gibi sıfatlarla bahsederek memnuniyetini dile getirmektedir. Düşmanın Çanakkale’yi yerle bir ettiğini, bu yüzden ancak birkaç dükkânın açık tutulduğunu, hayvan ve arabaların atıl tutulduğunu anlatmaktadır. Ayrıca dağ ve tepeleri de somut bir biçimde tasvir ederek dönemin coğraf î şartları hakkında da bilgiler vermektedir. 1 2 180 İbrahim Naci, Allahaısmarladık: Çanakkale Savaşı’nda Bir Şehidin Günlüğü, Yayına Hazırlayanlar: Lokman Erdemir, Seyit Ahmet Sılay, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013, s. 22. İbrahim Naci, Allahaısmarladık, s. 134. Korhan Altunyay / Kitap Tanıtımı Bütün bunlar eserin daha sıradan ve bilgi yüklü bölümleridir, oysa günlük türüne uygun bir temayla yazılmış bölümler de vardır. “İki cananından” bahsettiği kısımlar gerçekten yürek yaralayıcıdır. E. N. ve M. hakkında yazdığı satırlar, iç dünyasında neler olup bittiğini ortaya koymaktadır. Kim oldukları hakkında malumat vermediği için bu kişilerin sevgili mi, arkadaş mı, kardeş mi olduğu tahmin edilememektedir. Boğulduğunu, ıstırap çektiğini söylerken vazifesini de yapamamaktan korkmaktadır: “Bir andan bile durgun, sönük nazarlarıma ancak “O” bir canlılık verebiliyor. Titreyen, kuvvetten kesilen bacaklarım, O’nu düşündüğüm zamanlarda bir demir oluyor. Fakat bu pek az devam ediyor. Neticede vücudumu, kendimi öyle hasta görüyordum ki korkuyorum. Vazifemi ifa edememekten ürküyorum.”3 Bunun dışında birkaç mezar görüp ölümü düşünmüş, bu düşünce onu rahatsız etmiştir: “Ve şimdi doğrusu kalben pek sarsılmış bir haldeyim. Kendisi kim bilir nasıl bir naz u niyaz içinde büyümüş, ne yüce bir anne-baba şefkati ve merhameti ile yetiştirilmiş bu vücutlar şimdi nerede yatıyorlar. Hayat, hayat… Bir günde ne büyük değişimler gösteriyor. Biraz evvel mutluluğun zirvesine yükselmiş kimselerin biraz sonra talihsiz felaketlerin en alçak derecelerinde yüzdüğü görülür. Birkaç saat evvel şen ve mutlu olan bir vücut, birkaç saat sonra hazin ve feci bir ölüm içinde artık kâinata, talihe, bütün sevdiklerine hissiz kalıyor.”4 Devam eden satırlar, bir romancı titizliğiyle yazılmış olup ölüm düşüncesini iliklerine kadar hisseden bir kahramanın intibalarını içermektedir. Aynı zamanda günlükte iki ayrı yazı daha vardır. Bunlardan ilki İbrahim Naci’nin şahadetini haber veren bölük yüzbaşısı Bedri Efendi’nin notudur. Bedri Efendi:5 Zavallı Naci! Evladım gibi sevdiğim yavrum. Defterine emanet ettiğin gizli duygularını bir peder, bir ağabey yakınlığıyla okudum. Bundan dolayı bana darılmaz ve hatalı bulmazsın değil mi? Senin o cevval zekân, mini mini, fakat hareketli ve zinde vücudun, susmak bilmeyen, her konuşanı susturmak gayretiyle mitralyöz gibi daima işleyen konuşkanlığın, bölük askerlerine öğrettiğin vatan şarkıların… Hâsılı sevimli varlığının taburumuz içinde unutulacağını mı sanıyorsun? Günlükten öğrendiğimiz diğer bir husus ise yukarıdaki notu yazan Bedri Efendi’de şehit olacaktır. Onun şehadeti ise taburun kâtibi M Atıf ve imamı Mustafa Memduh’un imzasının olduğu başka bir notla öğrenilecektir:6 3 4 5 6 İbrahim Naci, Allahaısmarladık, s. 96. İbrahim Naci, Allahaısmarladık, s. 117. İbrahim Naci, Allahaısmarladık, s. 135. İbrahim Naci, Allahaısmarladık, s. 137. 181 Kitap Tanıtımı / Korhan Altunyay Bölüğün yüzbaşısı Bedri Efendi yukarıdaki hamişi buraya kadar yazarak, 1 Temmuz 1915 tarihinde istirahat mahallinden sağ cenaha taburla azimet ettiği sırada, 2 Temmuz 1915’te onun da şahadeti maalesef vuku bulmuştur. 7 Temmuz 1915. Sonuç olarak Allahaısmarladık-Çanakkale Savaşı’ndan Bir Şehidin Günlüğü isimli eseri Osmanlı Türkçesinden Türkiye Türkçesine sadeleştirerek aktaran Dr. Lokman Erdemir ve Seyit Ahmet Sılay’a okurları Çanakkale Savaşı’nın beşerî tarafıyla tanıştırdıkları için teşekkür etmek lazımdır. 182 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14, ss. 183-184 Çanakkale’de Bir Sağlıkçı: Ayşe (İntepe) Hanım* Nazım İNTEPE** Selanik doğumlu Ayşe Hanım’ı yani babaannemi bu yazının konusu yapan husus küçüklüğümde kendisinden işittiğim Çanakkale Cephesi ile ilgili hatıralarıdır. Babaannem İzmir’de yaşamış, ben 12-13 yaşlarında iken 1977 yılının Temmuz ayında vefat etmiştir. Kendisinin, oğlu Cevdet Sefa İntepe (d. 1928) ve bana anlattığına göre; 17 yaşında iken İzmir’in Konak semtindeki Gureba-yı Müslimin (Konak Kadın Doğum Hastanesi) Hastanesi’nde hasta bakıcısı, pansumancı olarak çalıştığı gibi gerektiğinde de mutfak ve temizlik işlerinde çalışmış. Yaralılardan Muş’lu Raşit Oğlu Ali ile tanışıp evlenerek onunla beraber Çanakkale’de devam eden savaşa gider. Çanakkale Muharebelerinde eşinin görevli olduğu İntepe bölgesinde bir veya bir buçuk yıl cephede kalır. Babaannem hatıralarında kendisine asker elbisesi, çizmeleri ve gerektiğinde kullanılmak üzere tüfek verildiğini söylemekteydi. Ayrıca askerlerin yazın sıcakta, susuz, toz duman içinde çok zahmetler çektiğini ve bombardıman sonrası parçalanarak şehit olan ve yaralanan askerlere şahit olduğunu anlatmaktaydı. Kendisinin daha çok mutfakta yemek yapma hizmetlerinde bulunduğunu, evlenmeden önce hastanede yaptığı iş olan hastabakıcılık işini ve cephe gerisinde gerekli işleri görmek için ata bindiğini anlatırdı. Bu anlattıklarından zihnimde kalan en önemlisi ise, “bir gün fotoğraf çekmek için merkez karargâhtan insanların geldiğini ve kendisinin de asker elbisesi içinde elinde tüfeğiyle bir fotoğrafını çektiğini” belirttiği ifadelerdi. Babaannemin Çanakkale Muharebeleri’nde kendisinin fotoğrafının çekildiğini söylemesini o gün yadırgamış hatta hiç inanmamıştım. O günkü düşünceme göre o zaman fotoğraf makinesinin olduğuna bile inanamaz doğrusu hayal kurduğunu zannederdim. Ancak 2008 yılında Feyzullah Akben editörlüğünde yayınlanan, “Sağlık Ordusu” adlı resimli kitabın 163. sayfasında, altında “Sağlıkçı kadın tüfeğiyle” notunun olduğu (Ek 1) bir fotoğrafı gö* Bu yazının, yayın kurulumuz tarafından hakem sürecine tabi tutulmadan yayınlanmasına karar verilmiştir. ** Yrd. Doç. Dr., İzmir Şifa Üniversitesi Tıp Tarihi ve Etiği Anabilim Dalı; nazim.intepe@sifa.edu.tr 183 Nazım İntepe rünce babaannemi tanıdım. Fotoğrafı hiçbir yorum yapmadan babam Cevdet Sefa’ya gösterdiğimde onun da ilk sözü “bu annemin resmi” oldu. Resimde muhtemelen 18 yaşında olsa da o günkü savaş şartlarında toz toprak içinde güneşin de etkisiyle yüzü daha büyük göstermektedir. Ancak daha sonra babaannemin diğer resimleriyle (Ek 2) karşılaştırınca aynı tipik duruşu ve yüz şekliyle resimdeki kadının babaannem olduğu kanaati bende kuvvetlendi. Babaannemin, Çanakkale Zaferi’nden ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra eşi Muş’lu Raşit Oğlu Ali’den iki kız, bir erkek çocuğu olmuş, iki kız küçük yaşta vefat etmiştir. Oğlu Sefa İntepe ise halen hayattadır (Ek 3). EKLER Ek 1: Ayşe (İntepe) Hanım Ek 2: Ayşe Hanım’ın Nüfus Cüzdanı Ek 3: Oğlu Cevdet Sefa İntepe ve Ayşe İntepe 184 Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14 / Year: 11, Spring 2013, Issue: 14 Makaleler Firdevs Çetin İki Osmanlı Tipolojisinin Mukayesesi: Pirî “Reis” ile Evliya “Çelebi”nin Tarihi ve Fikri Serüveni The Comparison of two Ottoman Typologies: Historical and Intellectual Episode of Pirî “Reis” and Evliya “Çelebi” Feridun Bilgin Mekân ve İnsan: Gelibolu ve Barbaros Hayreddin Paşa (Osmanlı Devleti’nin Akdeniz Hâkimiyeti) Human and Space: Gallipoli and Barbaros Hayreddin Pasha (Ottoman Dominance over the Mediterranean) Lokman Erdemir Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii İntepe Topçu Grubu’ndan Bir Subayın Günlüğü The Diary of an Officer from Mustahdem-Intepe Artillery at the Dardanelles Ahmet Esenkaya Çanakkale Cephesi’nde 19 Mart- 24 Nisan 1915 Günleri Gallipoli Front Line: 19 March 1915 and 24 April 1915 Mehmet Fatih Karagül Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü Story of Ceramic Between Çanakkale and Lesbos Island Mesut Ağır & Kürşat Solak Memlûk Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki Önemli Siyasî Faaliyetleri The Mamluks’ Important Political Activities in the Eastern Mediterranean Sea Mustafa Fırat Gül Aksaray Şehrinin İktisadî Tarihi Hakkında Bir Deneme An Essay on the Financial History of Aksaray Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14 / Year: 11, Spring 2013, Issue: 14 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 11, Bahar 2013, Sayı: 14 / Year: 11, Spring 2013, Issue: 14 ISSN: 2148-0877 Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı The Turkish Yearbook of Çanakkale Studies