MARMARA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

advertisement
BEŞİNCİ OTURUM
Vergi Hukuku, ismi ve cismiyle tanıklıklarımız
OTURUM BAŞKANI
Prof. Dr. Nurettin Bilici
(Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi)
VERGİ HUKUKUNDA TANIKLIKLARIMIZ:
“DÜN AZDIK - BUGÜN VARIZ - YARIN ARTACAĞIZ”
Prof. Dr. Billur Yaltı
Giriş
Bugün bu toplantıda sanırım bir ilkler silsilesi yaşandı. Birinci ilk:
Bildiğim kadarıyla ilk kez sadece vergi hukukçuları bir araya gelip kapalı bir
toplantı gerçekleştirdi. İkinci ilk: Mikrofon sadece vergi hukukunun genç
akademisyenlerine bırakıldı. Genç meslektaşlarımız yazdıkları veya
yazmakta oldukları doktora veya yüksek lisans tezlerinden süzdükleri
konuları dillendirdiler, kulağımızın pasını sildiler. Bugünkü tablo, vergi
hukukunun ikinci kuşağı olarak bizlerin asistanlık döneminin bir ilkini
anımsattı: Asistan olarak katıldığımız ilk Maliye Sempozyumu’nda
gözlemlerimiz, camianın kıyısında bir yerde, az sayıda hukukçu1 vergi
hukukçusu hoca ve asistanla yolculuğa başladığımızdı. O günün anımsanan
fotoğrafı ile bugün görülen fotoğraf arasındaki farklılıklar, konuşmamın
belirgin cümlesini ortaya koyuyor: “Dün azdık - Bugün varız - Yarın
artacağız”.
1. Dün: Köklerimiz/Temellerimiz: Vergi Hukukunun
Kurucuları
Tarihsel süreçte vergi hukukuna katkısı olan bir dizi eski ve önemli isim
elbette vardır; fakat vergi hukukunun kurucuları derken, bu alanın hukuk
fakültelerinde maliye dersinden bağımsızlaşması ve ayrışması sürecini işaret

1
Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Vergi Hukuku Öğretim Üyesi.
Bu kavramı hukuk fakültelerinde görev yapan veya diğer fakültelerde görev yapmakla
birlikte hukukçu olan vergi hukuku öğretim üyelerini nitelendiren bir sıfat olarak
kullanıyorum.
170
MÜHF – HAD, C. 17, S. 3-4
ederek değerlendirme yaptığımı vurgulamam gerekir. Sürece bakıldığında,
iki ayrışma yaşanmıştır: Birincisi, vergi hukuku dersinin maliye dersinden
ayrışması ki bu 60’lı yıllara tekabül eder, ikincisi vergi hukuku anabilim
dalının maliye anabilim dalından ayrışması ki bu da 80’li yıllarda
gerçekleşir2. Kurucular, söz konusu bağımsızlaşma sonrasında alanın
temellerini atan, vergi hukukunun yapıtaşlarını, temel teorilerini, kavramsal
düzlemini kurgulayan akademik figürlerdir: Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi'nde Prof. Mualla Öncel, Prof. Nami Çağan, Prof.Ahmet Kumrulu
ile daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Prof. Selim Kaneti
sonraki kuşakların geçeceği kapıları kuran isimlerdir. Marmara Üniversitesi
İİBF’nde Prof. Salih Şanver ile Prof. Adnan Tezel’in de hukukçu kimlikleri
ile bu alana katkısı yadsınamaz.
Vergi hukuku doktrininin kurucu babaları, metodolojik ve içerik olarak
alanın temel kavram ve kurumlarını yeniden üretmişlerdir: Alman ekolüne
dayanan, hukukun diğer alanları ile bağlantılı çekirdek konuların kavramsal
içeriğini yeniden şekillendiren, bu anlamda vergisel kavramların
hukuksallaştırılmasını esas alan bu isimlere, sonraki kuşaklar çok şey
borçludur. Vergi hukukunun sonraki bilimsel çalışmaları, görüş farklılıkları
ve ekol değişiklikleri içerse bile, bu isimlerin bilimsel içtihatlarına
uğranmaksızın yapılmamıştır ve yapılamaz.
Fakat vergi hukuku doktrininin dününe ilişkin bu yapısal
değerlendirme, söz konusu isimlerin dışındaki daha önceki (ve aynı zamanda
sonraki) akademisyenlerin fikir, düşünce ve çalışmalarını reddetmek
şeklinde algılanmamalıdır. Burada vurgulanan, vergi hukukunun maliyeden
bağımsızlaşmasının, hukukçu vergi hukukçularının bilimsel içtihatlarının
hukuki kavrayış ve yorum, hukuki analiz ve sentez temelinde inşa edilmesi
ve dolayısıyla daha öncekilerden farklılaşmasının başlangıç süreçleridir.
Bağımsızlaşma, farklı bir düzlemde ve olması gerektiği şekliyle, alanı var
etme anlamındadır. Yine de, vergi hukuku alanında kadim hukukçu olan hukukçu olmayan tartışması göz önüne alındığında, kurucu babaların
işlerinin ne kadar zor olmuş olabileceğini sanırım vurgulamak gerekir.
2
ÖNCEL, Mualla, “Hukuk Fakültesinde Maliye Öğretimi”, Hukuk
Sempozyumu, ed. Adnan Güriz, AÜHF Yay. No. 497, Ankara, 1993, s.76.
Öğretimi
Prof. Dr. Billur Yaltı - Vergi Hukukunda Tanıklıklarımız:
“Dün Azdık - Bugün Varız - Yarın Artacağız”
171
Söz konusu tartışmanın sebebi, vergi hukukunun ders olarak maliyenin
içinden türemesine ve ayrışmasına bağlanabilir. Yine de söz konusu ayrım
bağlamında, bir dışlama veya çatışma olmamasına karşın yürüyen bu
tartışma özünde anlaşılabilir değildir. Çünkü hukukçu olmak ve olmamak
eşyanın doğası gereği ve içerik olarak farklı anlam yüklenen kavramlardır.
Diğer hukuk dallarındaki buna benzer tartışmalar (örneğin idare hukukunda
hukukçu-siyasal bilimci tartışması veya anayasa hukukunda hukukçu-siyasal
bilimci tartışması gibi), vergi hukukunda olduğu düzeyde değildir. Diğer
yandan, hukuk dalları arasındaki geçişken bölgelerde kayma-sızmadan
kaynaklanan (örneğin, anayasa hukukçuları-idare hukukçuları veya anayasa
hukukçuları- genel kamu hukukçuları veya roma hukukçuları-medeni
hukukçular gibi) tartışmalar ise farklı bir zemindir. O nedenle, acaba kendisini de ihmal etmeksizin ve alana katkısını da vurgulayarak- Prof.
Sadık Kırbaş'ın değindiği vergi mevzuatçısı - vergi hukukçusu kavramlarını
yeniden tartışmak gerekir mi sorusu sorulmalıdır. Devam etmekte olan bu
tartışmanın, ülkemizdeki “hukuk” ve “hukuk devleti” algısı ve
uygulamasının olduğu yerle ilgisinin olabileceği de vurgulanmalıdır.
2. Dünden Bugüne: Gövdemiz: Vergi Hukukunun
Yapıcı/Geliştiricileri
1980’li yılların ikinci yarısı hukuk fakültelerinde az sayıdaki vergi
hukuku asistanının göreve başladığı yıllardır: Burada, -benim de dâhil
olduğum- ikinci kuşak vergi hukukçularını kastediyorum. Bu süreç, vergi
hukukunda bir dizi temel kavram ve ilkenin derinleştirilmesi, boşlukların
doldurulması, bir dizi alt alanın kavramsal açıdan genişletilmesi ve
kurgulanması, bazı alanların yenilenmesi ve güncelleştirilmesini, bazen de
yeniden tasarlanmasını içeren bir var olma ve var etme süreci olmuştur.
Bu noktada, lisans yıllarımda yaptığım seminer çalışması için
danışmanım olan ceza hukukçusu Prof. Öztekin Tosun'un şu cümlesini
paylaşmak isterim: “Bilim bir duvarın inşa edilmesine benzer, her gelen bir
tuğla yerleştirir, bu inşaat hiç bitmez”. Doğruluğu kuşkusuz olan bu cümle,
bizim deneyimimizi de tanımlayan bir cümledir. İkinci kuşak vergi
hukukçularına çok iş düşmüştür; birçok meslektaşım öğrendiklerini
172
MÜHF – HAD, C. 17, S. 3-4
uygulamak, geliştirmek, yenilemek ve boşlukları doldurmak yoluyla vergi
hukuku bilim duvarının inşasına katılmıştır. Bu süreçte, vergi hukukunun el
değmemiş birçok konusunun ele alındığını ve kurgulandığını, her
meslektaşımın kendine has üslup geliştirdiğini, yargısal içtihada dayalı
çalışmaların yaygınlaştığını gözlemlemek mümkündür. Bu alanda artık saf
bir Alman ekolünden bahsetmek de mümkün değildir. Geldiğimiz noktada,
alan geliştirici/yapıcı bir dizi eserin varlığı tespit edilebilir. Fakat hala
doldurulması ve kurgulanması gereken çok sayıda konu mevcuttur, bu da
herhalde vergi hukuku alanının aslında bir vergi fakültesi/akademisi
kurabilecek kadar yaygın ve boyutlu olmasındandır.
Hiçbir meslekdaşım için kolay olmadığını düşündüğüm bu kurmazenginleştirme-arttırma sürecinde, kim kimden destek görmüştür, kim
kimle dayanışmıştır soruları herkesin kendisi tarafından cevaplanacak
sorulardır. Ama ben ortak yolculuğumuzda beraber çalışmayı bir şans olarak
değerlendirdiğim kürsü dostum Prof. Nihal Saban’ın ismini ifade etmeden ve
aramızdaki dayanışmanın önemine değinmeden geçemem.
3. Bugünden Yarına: Dallarımız: Vergi Hukukunun
Arttırıcıları
Bugüne geldiğimizde, görüyoruz ki hem sayısal olarak hem niteliksel
olarak dallanmış, budaklanmışız; varız. Bu toplantı vesilesiyle yine
görüyoruz ki, üçüncü ve dördüncü kuşak vergi hukukçuları vergi hukukunun
geleceği ile ilgili sorumlulukları üstlenmiş durumdadır.
Bu noktada, genç meslektaşlarımıza bir iki not düşmek doğru olur.
Vergi hukukunun inşası devam eden bir süreçtir; beklentimiz hepsinin kendi
özgün üsluplarını geliştirmeleri ve kendileri olmalarıdır. Bazen asistanlardan
duyduğumuz, “hocam onu da yazmışsınız, bize yazacak bir şey
bırakmamışsınız” cümlesinin ne kadar yanlış olduğu da ayrıca
vurgulanmalıdır. Vergi hukuku alanında hala keşfedilmeyi ve kurgulanmayı
bekleyen bir dizi kavram ve kurum mevcuttur. Ayrıca, bilim alanında hiçbir
konu tükenmez; her görüş aşılabilir, yenilenebilir; aksi halde bilim olmaz.
Bilim alanında hiçbir görüşün eleştirilemez, aksi iddia edilemez olduğu
söylenemez. Hatta bir dizi konunun sorgulanması, farklılaştırılması ve
Prof. Dr. Billur Yaltı - Vergi Hukukunda Tanıklıklarımız:
“Dün Azdık - Bugün Varız - Yarın Artacağız”
173
arttırılması zorunludur. Oysa sadece yinelemek azaltıcıdır. Hala genç ve boş
bir hukuk alanı olarak ifade edilen bu alanın ise yinelemelere/tekrarlara hiç
ihtiyacı yoktur. Bu alanda yerleştirilecek daha pek çok yeni “tuğla” vardır.
Bu alanın kurumlarının kurgulanmasında, yazılanlarla yargısal içtihatların
zenginleştirilmesinde, vergi hukukçularının ayrıcalığı ve farklılığı teknik
hukukçu kimliklerinden gelir. Elbette, disiplin içi ve/veya arası çeşitli
meslektaşlarla bir dizi paylaşım ve ortak çalışma mümkündür; hatta
yapılmalıdır, ancak bu, sırf disiplin içi ve hukukçu tabanlı toplantıların da
yapılabileceği, zaman zaman iç tartışma ortamlarının yaratılabileceği
ihtimalini dışlayamaz. O nedenle, bu türden vergi hukuku toplantılarının
gelenekselleşmesi ümit edilir.
Son Söz
Kimse alınmasın, gücenmesin, darılmasın, “biz inşaat halindeyiz,
çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz”.
VERGİ HUKUKU EĞİTİMİ VE VERGİ
HUKUK ALGISI ÜZERİNE
Prof. Dr. Mustafa Akkaya
Organizasyon mantığı, katılımcıları, konuşmacıları ve konuşma
konuları itibarıyla ilkleri bünyesinde barındıran bu tür toplantıların devamını
diliyor, emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Vergi hukuku camiasında olmak, camianın bir parçası olmak
ayrıcalıklıdır ve her zaman özeldir; büyük sayılara ulaşamamış olmanın
getirdiği bir avantaj olsa gerek; bu camiada herkes hem kişisel hem de
akademik açıdan birbirini tanır. Nitekim, Sevgili Hocam, Sayın Oturum
Başkanım Prof. Bilici, platformda oturduğum yere de işaretle, “Hocam, her
zamanki gibi uçta mısınız?” dedi; Sayın Karakoç, hiç ismimi zikretmeden,
ama salonda bulunduğum konumu hatasız tanımlamak suretiyle, hedefte bir
sapmaya da mahal vermeksizin akademik toplantı taahhütlerindeki
gecikmelere yönelik haklı eleştirilerini dile getirdi. Bu tür betimleme ve
eleştirilerin, eleştirilende bir savunma duygusu uyandırmaması da bu
camiadaki dayanışma ruhunun, samimi ve yapıcı atmosferin tezahürü olsa
gerek.
Tanıklıklarımız, gördüklerimizdir; algıladıklarımızdır; damaklarımızda
kalan tatlardır: dolayısıyla her zaman sübjektiftirler. Konuşmamın başında,
bu günkü paylaşımımın da bu çerçevede değerlendirilmesi gereğine işaret
etmek istiyorum.
Kısa konuşmam, “Lisans Programlarında Vergi Hukuku Eğitimi”,
“Vergi Hukuku Algısı” ekseninde olacak.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Mali Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
MÜHF – HAD, C. 17, S. 3-4
176
İlk tanıklığım vergi hukuku dersinin veriliş biçimine ilişkindir. Vergi
hukuku dersinin veriliş biçimiyle ilgili olarak üç ayrı yaklaşımdan söz etmek
mümkündür.
(1) Muhasebe ağırlıklı yaklaşım –vergi muhasebesi-,
(2) Vergi tekniği, vergi mevzuatı ağırlıklı yaklaşım,
(3) Hukuki yaklaşım
Vurgulayarak belirtmek isterim ki, lisans ve lisansüstü programlarda
vergi hukuku dersinin veriliş biçimine ilişkin bu saptama bir fotoğraftır ve
bir değer yargısı da içermemektedir. Anılan bu üç yaklaşımın da varlığını
anlamlı, haklı kılan nedenler değişik ortamlarda ifade edilmiştir; kuşkusuz
bu nedenlerin bilimsel isabeti, ihtiyaçlara uygunluğu tartışılabilir. Ancak
kişisel kanaatim, bu yaklaşımlardan birinin tercihindeki belirleyici faktörün
dersi üstlenenlerin akademik/mesleki kimlikleri olduğudur. Gerçekten de,
adında “hukuk” olmasına rağmen, vergi hukuku dersinin muhasebe tekniği
ve bu tekniğe ilişkin kurallar ışığında verilmesi; vergi tekniği ön planda,
hukuk alt yapısı ihmal edilerek vergi mevzuatının verilmesi biçiminde
özetlenebilecek ilk iki yaklaşım, hukuk kökenli akademisyenler tarafından
benimsenmemiştir. Aslında hukuk kökenli akademisyenlerin önemini
yadsımamakla birlikte, “vergi hukuku” başlığı altında ilk iki yaklaşımı
benimsemelerini de beklemek gerçekçi bir yaklaşımda değildir.
Biraz önce, Sevgili Hocam Prof. Dr. Billur Yaltı, her zamanki etkileyici
tarzları ile “vergi hukukunun kurucuları” olarak zikrettikleri isimlerin
akademik kimliklerinin sadece vergi hukuku derslerine değil, vergi hukuku
alanındaki eserlerine yansımalarına; özellikle Kaneti’nin özel hukuk-vergi
hukuku; Öncel/Çağan/Kumrulu’nun iktisat-hukuk, vergi tekniği-hukuk, özel
hukuk-vergi hukuku; Şanver’in işletme-vergi hukuku ilişkileri
noktalarındaki özel katkılarına minnetle işaret etmek isterim.
İkinci tanıklığım, “vergi hukuku algısı” üzerinedir. Türkiye’de vergi
ödevlilerinin, vergi idaresinin ve vergi yargısının vergi hukuku algısı aynı
değildir. Özellikle vergi idaresinin, vergi hukuku algısı kaygı vericidir;
“Yasallık İlkesi” ikincil (tali) düzenlemeler ile aşılmaya çalışılmaktadır;
idari çözüm yollarına ikna yöntemleri sıkça kullanılmaktadır; vergi
Prof. Dr. Mustafa Akkaya - Vergi Hukuku Eğitimi ve
Vergi Hukuk Algısı Üzerine
177
tahsilatının artırılması için af yasalarıyla vergileme ilkeleri ihlal
edilmektedir. Vergi ödevlileri, vergi hukukunu, vergi ödememek için bir
araç; Türkiye’deki hukuk algısına paralel biçimde mantık oyunu, kurnazlık
olarak algılamaya meyyaldir. Türkiye’de vergi hukuku algısının olması
gerektiği biçimiyle yerleşmesi noktasında ümit verici olan vergi yargısının
yaklaşımıdır;
Nelere tanıklık etmek isterim?
Hukukçuların vergi hukuku alanında daha aktif olmasını;
Mali hukuku ilgilendiren alanlarda faaliyet gösteren meslek mensupları
ile hukukçuların birbirlerini tamamlar uzmanlık alanlarına sahip olduklarının
bilinci ile işbirliği içinde çalışabilmelerini;
Peçeleme, vergisel saikli muvazaa türündeki işlemlerle vergiden
kaçınma ve vergi tasarrufunun farklı değerlendirileceği bir vergi hukuku
algısının tüm kesimlerde hakim olmasını;
Ekonomik yaklaşımın vergi idaresine verilmiş, her kapıyı açan bir
maymuncuk olduğu yönündeki algının artık sona ermesini,
Vergi idaresinin daha çok hukuk diyebilmesini,
diliyor ve herkesi saygıyla selamlıyorum.
REKABETİ BOZUCU VERGİ İNCELEMELERİ
Av. Dr. Fatoş Kılıç
Değerli Hocalarım, değerli katılımcılar sözlerime başlamadan önce
sizleri saygıyla selamlıyorum. Şu anda çok heyecanlıyım zira akademik
çalışmalarımızda büyük desteğini bizlere vermekte her zaman çok bonkör
davranmış olan Değerli Doktora tez danışmanı Hocam Prof. Dr. Nihal
Saban’ın ve yine tez jürimde bulunan ve değerli katkılarını esirgemeyen
Değerli Hocam Prof. Dr. Billur Yaltı’nın huzurlarında bu konuşmayı
yapmak beni çok heyecenlandırdı ve yine doktora jürisinde gibi hissettim
kendimi. Ayrıca bizleri Vergi Hukukunun Duayenleri ile birlikte olmak
fırsatı yarattığı için Değerli Hocam Prof. Dr. Nihal Saban’a tekrar teşekkür
etmek istiyorum.
Ben konuşmamda son yıllarda vergi incelemeleri uygulamalarında
gözlemlediğimiz bazı durumları değerlendirmek istiyorum.
Vergi Usul Kanunumuzda belirtildiği üzere vergi incelemesinin amacı,
ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve
sağlamaktır. Ülkemizde vergi incelemesi vergi idaresince en etkili denetim
yollarından biri olarak uygulanmaktadır. Vergilendirme işleminin bir tarafı
olan mükellefe ile diğer tarafı olan vergi idaresi ilişkisi vergi incelemesi
noktasında hassas bir konumdadır. Zira vergi incelemesi sadece vergi tekniği
açısından değil sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla iktisadi hayata yansıyan
boyutlara sahiptir.
Son dönemlerdeki yapılan vergi incelemelerinde devletin hükümranlık
gücünü hukuk devleti ilkelerini ihlal edecek ölçüde orantısız kullandığını
gözlemlemekteyiz. Hatta vergilemede artık tarh usulünden vazgeçilip salma

İstanbul Barosu.
180
MÜHF – HAD, C. 17, S. 3-4
usulde vergilendirmenin yapıldığı vergi incelemesi örneklerini de malesef
yaşamaktayız.
Bir idari işlem niteliğinde olan vergi incelemesinde vergi idaresinin
hukuka uygun davrandığı saikinden yola çıkılır. Diğer taraftan bu işlemdeki
hassas dengenin bozulmaması amacıyla, vergi incelemelerinin hangi usul ve
esaslara tabii olarak yürütüleceği çeşitli hukuki düzenlemelerde belirli
kurallara bağlanmıştır. 1 Ocak'ta yürürlüğe giren dört yönetmelikle, vergi
inceleme ve denetimlerine yeni standartlar getirilmiştir. Öte yandan idarenin
özel olarak ise vergi idaresinin sahip olduğu kamu gücü çerçevesinde sahip
olduğu geniş yetkilerin, idare lehine yönelik olarak kullanıldığı
bilinmektedir. Konuya ilişkin eksik hukuki düzenlemelerin yarattığı
boşlukların mükellef aleyhine kullanılması ve keyfi uygulamalarla mevcut
kuralların uygulanmaması çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkmakta idi.
Durum bu olunca yargı önüne konu olan vergi tarhiyatları çoğu zaman vergi
inceleme süreçlerindeki hukuka aykırılıktan dolayı iptal edilmektedir.
Vergi sistemimizde kural olarak beyan esasına geçerlidir. Her
mükellefin gelirlerini doğru bir şekilde beyan etmemesi noktasında vergi
incelemeleri ülkemizde vergi gelirlerinin elde edilmesi bakımından önemli
bir araçtır. Vergi incelemelerinin vergi gelirlerini artırıcı ve vergi kayıplarını
azaltıcı bir fonksiyonu olduğu ileri sürülebilir. Bu şekilde vergi güvenliği de
sağlanabilmektedir. Ancak vergi idaresi ve mükellef arasındaki ilişkinin
olumlu ve karşılıklı güven esasına dayandırılması önemlidir. İyi niyetli
mükelleflerin vergi incelemesi ile mağdur olmaması sağlanmalıdır. Danıştay
kararlarına göre inceleme elemanı, devletin aleyhine de olsa, mükelleflerin
lehlerine olan hususları da gözönünde bulundurmak ve ödenmesi gereken
vergilerin doğruluğunu araştırmak ve tesbit etmek durumundadır.
Vergi incelemeleri, devletin mükellef üzerindeki kontrol ve inceleme
yetkisiyle bağlantılı bir baskı aracı haline dönüşebilmektedir. Vergi idaresi
zaman zaman yaptığı açıklamalarla yapacağı denetimler hakkında
amaçladığı hususlara yer vermektedir. Örneğin, denetimlerde mümkün olan
geniş mükellef kitlesine ulaşılmaya çalışılması, denetimlerde sektörel bazda
dikey denetim metodunun uygulanması, denetimlerde genel olarak kayıt
dışılığa rastlanan sektörlerin detaylı vergi incelemesine tabii tutulması, vs.
Av. Dr. Fatoş Kılıç - Rekabeti Bozucu Vergi İncelemeleri
181
Bu genel amaçlar dışında vergi idaresinin her mükellefe yönelik çeşitli
amaçlarla vergi incelemesine başlayabilmektedir. Özellikle iktisadi
büyüklüğü ve vergi potansiyeli bakımından büyük ölçekli şirketler dönemsel
olarak vergi incelemelerine tabii tutulmaktadır. Diğer taraftan gelişen
yapılara göre, vergi idaresinin sadece sektörel inceleme yaptığı durumlar da
söz konusudur. Örneğin vergi idaresi, belirli ölçekteki şirketleri bir dönem
sadece yurtdışı ortaklardan alınan krediler bağlamında örtülü sermaye
açısından incelemiştir. Ya da kurumların AR-GE harcamaları bir dönem için
inceleme konusu olmuştur. Bazı dönemlerde ilaç sektörü üzerinden
yürütülen inceleme, başka bir dönem telekomünikasyon sektörü üzerinden
yürütülmüştür. Aynı sektörde rakabet eden firmalar arasında birisi ağır vergi
incelemerine tabi tutularak vergi maliyetleri artrılmak suretiyle diğer rakip
vergi incelemesine tabi tutulmayarak vergi incelemelerinin rekabeti bozucu
etkilerine de çeşitli sektörlerde şahit olmaktayız.
Vergi incelemesi sonucunda vergi ve ceza tarhiyatlarından ayrı ve
ekonomik sonuçlar da olmaktadır. Mükellefler yönünden vergi
incelemelerinin yol açtığı en önemli sıkıntılardan biri mükellefin ticari
faaliyetinin olumsuz yönde etkilenmesidir. Vergi incelemesi ve sonrasındaki
sürelerin uzunluğu bu duruma yol açan diğer bir sıkıntıdır. Vergi incelemesi
sırasında mükelleflerin haklarının yeterli bir şekilde uygulanamaması
dışında, işin iktisadi ve sosyal boyutu farklı boyuttaki haksızlıkları da
gündeme getirmektedir. İnceleme haberi ticari hayatta hemen duyulmaktadır.
Örneğin henüz vergi incelemesi bitmemiş olan bir mükellefin durumu resmi
dairelerce, özel kuruluşlarca bile olumsuz olarak değerlendirilebilmektedir.
Köklü ve uzun bir geçmişe sahip olan firmaların geçirdiği vergi incelemeleri
iktisadi hayatta olumsuz bir itibar oluşmasına dahi neden olabilmektedir.
Sadece vergi incelemesine konu olması nedeniyle bankalardan kredi
alamayan ya da daha pahalıya sağlayan firmalar olduğu gibi; bankalar
incelemede olan mükellefe kredi açmak bir yana eski kredileri de tahsil
etmeye çalışmaktadır.
Vergi ve rekabet birbirlerini etkileyen ve ilişkili kavramlardır. Vergi
incelemeleri rekabeti bozucu nitelikte mükellefler açısından haksız
durumlara neden olmaktadır. Haklı ya da haksız olduğu kesinleşmediği
halde, vergi kaçırma ya da vergi kaçakçılığı suçlamalarıyla karşı karşıya
182
MÜHF – HAD, C. 17, S. 3-4
kalan firmaların maddi ve manevi kayıplara uğraması muhtemeldir.
Özellikle ihracat yapan firmalarla çalışan mükellefler ihracatçıların KDV
iadelerini almakta yaşadığı sıkıntı nedeniyle müşteri kaybetmektedirler.
Borsaya kayıtlı firmalarda, vergi incelemesi, hisse senetlerinin değerini
etkilemekte ve güven kaybına neden olmaktadır. Kamuoyunda da tepkiye
neden olan sahte fatura yönünden vergi incelemeleri ve kod uygulamaları
birçok firmayı çok büyük zararlara maruz bırakmıştır. Bu işlemlerin
yargıdan mükellef lehine dönmesine karşın, yargı sürecine kadar giden süreç
için mükellefin maddi ve manevi kaybını karşılamak çoğu zaman
imkansızdır. Bu inceleme nedeniyle firmaların müşteri kaybetmesi dışında
aynı sektörde faaliyet gösteren rakipler tarafından kötü niyetle kullanılması
da mümkündür. Küreselleşme sonucu artan mal ve hizmet hareketlerinin
ortaya çıkardığı rekabet ve fırsatlar vergi sistemlerini etkileyen önemli bir
unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşen bir sistemde artık uluslar
arası rekabetin yaşandığı günümüz koşullarında, vergi incelemeleri rekabeti
bozucu etki yaratmaktadır. Vergi idaresinin vergilendirme yetkisi piyasa
koşullarını bozarak haksız rekabet yaratacak şekilde kullanılabilmektedir.
Vergi incelemesi sonucunda ortaya çıkartılan vergi yükü incelenen sektörün
piyasada tercih edilmemesine dahi neden olabilmektedir. Sektördeki
oyuncular arasındaki rekabet dışında, farklı sektörler arasındaki rekabet
vergi incelemeleri ile bir taraf lehine değişebilmektedir.
Vergi incelemesi uluslararası ölçekteki firmaların kredi notunun
düşmesine dahi neden olabilmektedir. Bu husus özellikle yurtdışı odaklı
çalışan firmalarda yurtdışındaki piyasalardaki oyuncularla rekabetini
olumsuz etkilemektedir. Oysa etkin ve hukuka uygun bir vergi denetimi
vergi kayıp ve kaçağı en aza ineceği gibi, ekonomik olarak vergi kaçıran ile
yasalara uygun davrananlar arasındaki rekabet eşitsizliğini de ortadan
kaldıracaktır. Vergi incelemesinin hiç yapılmaması elbette mümkün değildir,
vergi uyuşmazlıklarının olması doğaldır. Vergi tekniği bakımından farklı
tespitlerin yargı önünde çözümlendirilmesi de kaçınılmazdır. Ancak
uygulamada yasalarda açık olarak belirtilen konularda dahi mükellefler vergi
incelemesiyle eleştirilmektedir. Vergi kayıp ve kaçaklarının önlenmesi vergi
birliğinin sağlanması bakımından önemli bir amaç olarak karşımıza
çıkmakta ise de, mükelleflerin maruz kaldığı hukuka aykırılıklar dışında
Av. Dr. Fatoş Kılıç - Rekabeti Bozucu Vergi İncelemeleri
183
iktisadi yaşamını sıkıntıya sokması bu amacı da olumsuz olarak
etkileyecektir.
Rekabeti bozucu etki, kaynağı Anayasamızda bulunan başta eşitlik
ilkesi olmak üzere vergilendirme ilkelerini ihlal edici niteliktedir. Birçok
Anayasa Mahkemesi kararlarında da ifade edildiği üzere hazine gelir elde
etmek için hukuk devleti ilkelerinden vazgeçemez. İdare, sektörün işleyişi ve
rekabetin çarpıtılmasının önlenmesi için vergi incelemelerinde gerekli
tedbirleri almakla yükümlüdür. Ticari hayatta, haksız rekabete yol
açabilecek olan vergi incelemelerinin giderilmesi kanaatimizce zorunludur.
Bu çerçevede daha adil bir yapı için AB vergi denetim uygulamaları da ele
alınmalıdır.
VERGİ HUKUKU ALANINDA, İDARİ İHTİLAFLARIN
ÇÖZÜMÜNDE UYGULAMADA YAŞANAN SORUNLAR
Av. Dilek Taşören
Giriş
Kişi veya kurumların, Gümrük Mevzuatı çerçevesinde yürütmekte
olduğu işlemlerde, idari işlemlerle ilgili olarak veya gümrük vergileri ile
ilgili olarak İdarece, kanunun hatalı yorum ve uygulanmasından veya kişi
veya kurumların hatalı işlemlerinden dolayı zaman zaman ihtilaflar
yaşanmaktadır. Yaşanan ihtilaflarda, Devletin egemen gücü karşısında,
işlemin diğer tarafı olan gerçek ve tüzel kişilerin korunması, 1982
Anayasasında yer verilen hükümlerle düzenleme altına alınmıştır. 1982
Anayasasında “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40.madde
ve “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddeleri tanzim edilen hükümlerle
düzenleme altına alınarak hakların korunması, hak arama suretiyle hak
ihlallerinin önlenmesi amaçlanmıştır.
1982 Anayasası’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde,
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya
bakmaktan kaçınamaz.” hükmüne yer verilerek, herkesin hak arama
özgürlüğüne sahip olduğu temel ilkeler arasında kabul edilmiştir.
1982 Anayasası’nın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı
40. maddesinde, “ Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını

İstanbul Barosu, Vergi Hukuku Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi.
186
MÜHF – HAD, C. 17, S. 3-4
isteme hakkına sahiptir. Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı
zarar da kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin, sorumlu olan ilgili
görevliye rücu hakkı saklıdır.” hükmüne yer verilerek, hak ihlalleri ile
karşılaşılmasının ve hak mağduriyetlerinin önüne geçilmesi ve yaşanan
ihtilafların çözümü bakımından, herkesin ilgili İdari makama başvurmasının
sağlanması ve bu yönde Devletin yasal düzenleme ve uygulamalarla ilgili
kişilere yol göstermesi ve bilgilendirmesinin zorunlu olduğu kabul
edilmiştir.
1982 Anayasasının 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin “Hukuk
Devleti” olduğu açıkça vurgulanmıştır. Hukuk Devleti ilkesi devlet
düzeninde hukukun üstünlüğünü ve hukuka bağlılığı gerektirir. Hukuka
uygunluk ise yargısal denetimle sağlanacaktır. İdarenin yargı yolu ile
denetimi ve bu denetimin sınırları Anayasamızın 125. maddesinde
düzenlenmiştir. Bu hükme göre, “İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı
yargı yolu açıktır”. Bu çerçevede ilgili kişiler, İdarenin işlem ve
eylemlerinden doğan hak kayıpları ve mağduriyetlerinin önlenmesi
bakımından, idareye başvuru yoluyla sonuç alamadıkları durumlarda veya
çözülemeyen ihtilaflarda, yargıya başvurmak suretiyle idari işlem veya
eyleme karşı dava açarak haklarını arama yoluna gidebileceklerdir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 28.09.1977 tarihinde kabul
edilen “İdarenin İşlemlerine Karşı Bireyin Korunması Hakkındaki Karar’ın
“Dinlenilme Hakkı” başlıklı 1. maddesinde “ bireyin hakları, özgürlükleri ve
çıkarlarını zedeleyici türdeki, bütün idari işlemler hakkında ilgili kişi,
idarenin dikkate almak durumunda olduğu, olay ve delil gösterme ve son
aşamada, kanıtlayıcı belgeler önerme hakkına sahiptir” denilmektedir.
4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunun “Bilgi Edinme Hakkı”
başlıklı 4. Maddesi ve “Bilgi Verme Yükümlülüğü” başlıklı 5. maddelerinde
de İdarenin, başvuruda bulunan kişilere bilgi verme yükümlülüğü ve başvuru
şekli ve yoluna ilişkin düzenleyici hükümlere yer verilerek, İdarenin
kanunlarla düzenlenen bu hükümlere riayetle ilgili kişilere bilgi verme
zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.
Av. Dilek Taşören - Vergi Hukuku Alanında, İdari İhtilafların
Çözümünde Uygulamada Yaşanan Sorunlar
187
Tanıklıklarımız, gözlemlerimiz
Belirttiğimiz hükümlerden hareketle, idare ile ihtilaf yaşayan ve yasal
haklarını kullanmak suretiyle ihtilaflarını çözümlemek isteyen bireyler,
bireysel olarak veya vekilliklerini üstlenen avukatları marifetiyle gerek İdari
Mercilerde gerekse yargı önünde hak arama yolları idari itiraz, düzeltme,
şikâyet ve dava yollarına başvurmaktadırlar. Bu çerçevede kanunun lâfzî ve
ruhuyla bir bütün olarak yorumlanması temel ilkesinden uzaklaşılması
sebebiyle gerek İdari Mercilerde gerekse yargı mercilerinde uygulama ve
yorum farklılıkları sebebiyle olması gereken ve beklenen çözümlere
ulaşılamamakta ve dolayısıyla sorun içinde çözüm yerine yeni sorunlarla
karşı karşıya kalınmaktadır. Bir başka durum, kanunun hazırlanmasında
tercih edilen kelimeler, anlam bozukluğuna ve çelişkili yorumlara yol
açmaktadır; yargıya intikal eden ihtilaflarda Danıştay Kararları ile kanun
maddesi metninin yorum ve uygulanmasındaki sorunlar kısmen
giderilebilmekte ise de, birbiriyle çelişen yargı kararlarının mevcudiyeti
nedeniyle, eski yasa maddesi yürürlükte olduğu sürece, İdare ve ilgili kişiler
arasında yorum ve uygulama farklarından dolayı idari başvuru aşamaları ve
sürelerine ilişkin olarak devam eden sorunların ve dolayısıyla hak
kayıplarının yaşanmasının önüne geçilememektedir. Bu noktada sorunlara ek
yeni sorunların doğmaması bakımından, gerek İdarenin işlem ve
eylemlerinde gerekse yargılamaya intikal eden konularda kanunun lafzı ve
ruhuyla bütünlüğünden hareket edilerek yorumlanmasıyla uygulamada
birliğin sağlanmasına gereken çaba ve önem gösterilmesi gerekmektedir.
İdarenin vergi tarh, tahakkuk ve tahsil uygulamalarında, gerçeği tam
olarak yansıtmayan, yetersiz ve eksik inceleme raporlarının esas alınması ve
yeterli denetimin gerçekleştirilmemesi hatalı işlem sonucunu doğurmakta,
yargıya intikaliyle gereksiz iş yüküne sebep olmaktadır. Bu konuda İdarede
iç denetim çalışmalarının olması gereken düzeye ulaştırılması zorunludur.
İdarece tebliğ edilen işlemlerde tebliğ zamanları ve tebliğ yapılacak
taraflarda hata yapılması sebebiyle hak arama yoluna başvuruda bulunan
mükelleflerin hak kayıplarına neden olunmaktadır.
Özellikle burada
tasfiyesi sona ermiş şirketlerde eski şirket ortakları yerine şirket adına
188
MÜHF – HAD, C. 17, S. 3-4
tebliğlerin yapılması hak kayıpların ve yargıda da farklı yorumlarla farklı
kararların verilmesi sonuçlarını beraberinde getirmektedir.
Vergi Kanunlarında dönem dönem gerçekleştirilen ve af olarak
nitelendirilen düzenlemeler vergi mükellefleri yönünden çelişikli durumlara
sebebiyet vermekte, davası devam etmekte olan ihtilaflı oylalar bakımından
çelişkili uygulamaların yaşanmasına ve zaman zaman hak kayıplarının
yaşanmasına neden olmaktadır.
İdarenin işlem ve eylemlerinde keyfiliği ve yasayı, amacına uygun
olarak değil, egemen gücünü baskın olarak hissettirerek siyasi ve ekonomi
politikaları çerçevesinde uygulamayı esas edinmesi İdarenin uygulamalarına
güveniz zedelemekte, çelişkili yorum ve uygulamalara ve dolayısıyla
keyfiliği meşrulaştırarak kanunun amacına uygun şekilde yorumlanmasını ve
uygulanmasını engellemektedir.
Yargı Mercilerinde, İdarenin hatalı uygulama ve yorumları,
beraberinde, aynı ve benzer ihtilaflarda farklı mahkemelerde farklı kararlar
oluşması sonucunu doğurmakta Danıştay Dairelerinin de aynı ve benzer
konulu ihtilaflarda birbiriyle çelişen kararları yorum ve uygulama
farklılıklarını olumsuz bir biçimde destekleyici unsur olmaktadır. Bu
sorunun çözümünde, vergi ve idare hukukçularına büyük görevler
düşmektedir.
Yargı Mercilerinde ihtilafların hallinde bir başka sorun, dava hükmüne,
emsal olarak alınan farklı Danıştay kararlarının, lafzında benzer görünse de
görülen davalardaki olaylardan aslında son derece farklılık arzetmesi
durumlarının somut olayın özelliğinin değerlendirilemediği ve ayırt
edilemediği durumlarda karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, somut olayların
ihtisas ve özel mevzuat uzmanlığı gerektiren noktalarda uzman raporlarıyla
çözümlenmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Davanın sonucunu etkileyecek
nitelikteki teknik konuların dava incelemesine gerçeğe uygun ve doğru bir
şekilde yansıtılabilmesi için bilirkişi kurumunun daha etkin ve amacına
uygun kullanılması zorunludur.
Uygulamada en çok hak düşümüne neden olan konuların başında idari
davalarda görev sorunu geldiği dikkate alınarak gerek adli yargı ile idari
Av. Dilek Taşören - Vergi Hukuku Alanında, İdari İhtilafların
Çözümünde Uygulamada Yaşanan Sorunlar
189
yargı arasında ve gerekse de idari yargı içinde idare mahkemeleri ile vergi
mahkemeleri arasında görev uyuşmazlıklarının asgari indirilmesi yönünde
uygulama ve yasal düzenlemeler yapılması ihtiyacı devam etmektedir.
İdari işlemlere karşı hak arama yollarında İdareye başvuru sürelerindeki
genel ve özel kanunlar ve işlemler bazındaki farklılıklar bireyler bakımından
hak kayıplarına yol açan bir başka etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
konuda yine ilgili usul kanunlarında ve özel kanunlarda yapılacak paralel
düzenlemelerle hak arama başvuru sürelerinde birlik sağlanarak
Anayasadaki temel haklarla getirilen ve benimsenen amacın hayata
geçirilebileceği düşüncesindeyiz.
İdarenin uygulamasında sorun olarak karşımıza çıkan bir diğer husus,
idari işleme karşı mükelleflerce yapılan başvuruların incelenmesi ve
sonuçlandırılması süreleridir. İdarenin, mükelleflerce yapılan başvuruları
inceleme süresi, yasayla 30 gün ve 60 gün olarak belirlenmiştir. Bu sürenin
inceleme ve karar verme bakımından İdare tarafından yeterli görülmemesi
halinde, İdarece, başvuru sahiplerine yapılacak tebliğ ile sürenin uzatıldığı
bildiriminde bulunulması zorunludur. Yasayla belirlenen süre içinde
sonuçlandırılamayan ve ilgili kişiye süre uzatım bildiriminde de
bulunulmayan hallerde, İdarenin yapılan başvuruyu yanıtsız bırakması
konusu gündeme gelecek ve zımni ret kararı vermiş olduğu düşünülecektir.
Bu durum nedeniyle İdarece yasal inceleme süresinin aşılması durumlarında,
ilgili kişilerin hak kayıpları ve mağduriyetlerinin önlenebilmesi bakımından,
yasada öngörülen şekilde yazılı bildirimin yapılmasına İdarelerce özen
gösterilmesi gerekmektedir. İdareye başvuruda bulunan ilgililerin,
sözkonusu işlem sonucunu ilgili İdareden takip ederek bir karar oluşturulup
oluşturulmadığını ve İdarenin yasal cevap süresini müteakip vereceği kararın
tebliğini takip etmeleri, itiraz sonucu ilgili kişilerin aleyhine neticelenen
kararlara karşı kararın tebliğ tarihinden itibaren dava açma süresinin
başlaması ve dava açma hakkından yararlanarak açılan davaların konunun
esası bakımından incelenebilmesi, dava açma sürelerine riayet edilmesiyle
mümkün olduğundan, son derece önem arz etmektedir. Burada hakların
kullanımının kolaylaştırılması ve usul eksikliklileri ve usul hataları sebebiyle
yaşanacak hak kayıplarının önüne geçilmesi bakımından, kanun ve
MÜHF – HAD, C. 17, S. 3-4
190
uygulamada ve verilen kararlarda birliğin sağlanarak ve kanunun
basitleştirilerek düzenlenmesi yerinde olacaktır.
Farklı vergilendirmeler ve vergi oranlarındaki değişikliklerle çifte
vergilendirme, mükellefler bakımından uygulamada haksız ve yasaya aykırı
durumların yaşanmasına yol açmaktadır. Kaldı ki bu durum artı
maliyetlerden kaçınmak isterken kanuna aykırı suretiyle vergi suçu
işlenmesine neden olmaktadır. Bunun yanında haksız olarak bir kısım kötü
niyetli kişilerin yasaya aykırı işlem ve eylemlerle haksız menfaat temin
etmeleri durumuna da olanak sağlamaktadır. Örneğin; uygulamada, mevcut
sistemde, İhracatta KDV oranlarının düşürülerek küçük bir oranda
sabitlenmesi ve vergi iadelerinin kaldırılması halinde, evrakta sahtecilik ve
vergi kaçakçılığı (ithalat-ihracat kaçakçılığı ) suçlarının da önüne geçilmesi
ve sona erdirilmesi mümkün olacak, haksız mağduriyetler ve vergi kayıpları
önlenebilecektir.
Son Söz
İdare tarafından Anayasal yükümlülükler ve yürütme işlevi yerine
getirilirken hak arama hürriyetini engelleyici, kısıtlayıcı, bilgi edinme
hakkını ortadan kaldıracak veya yanlış bilgi verme veya hiç bilgi vermeme
suretiyle ilgili kişileri yanlışa sevk edecek ve bu suretle hak kayıpları ve
telafisi güç ve imkânsız zararlara sebep olacak her türlü işlem ve eylemden
kaçınmak yasal zorunluluktur. Bu zorunluluk 1982 Anayasasında tazminat
yaptırımına bağlanmıştır. İdarece ilgili kişilere yapılan işlem ve karar
bildirimlerinde, kanunun açıklayıcı hükümlerine ve konuya ilişkin kanuni
düzenlemelerdeki usul ve esaslarla doğru gerekçelere yer verilmesi
gerekmektedir. İdari işlemlere karşı izlenecek yasal yolların ve idari işlem ve
karar gerekçelerinin yanlış gösterilmesi, ilgili kişileri hataya sevk edecek
şekilde yazım ve yorum hataları yapılmasının, ilgili kişilerin hak kaybına
sebebiyet vermesi yanında, yapmış olduğu hatalı işlemden dolayı İdareyi de
zor durumda bırakacağı unutulmamalıdır. Bu çerçevede, hukuk devleti
ilkesinin gereği, İdarenin hak ihlaline sebep olan hatalı ve haksız İdari
işlemlerinden dolayı kişilerin hak ihlallerinin önlenmesi, İdareye olan
güvenin sağlanması, korunması ve sarsılmaması bakımından, İdarenin, karar
Av. Dilek Taşören - Vergi Hukuku Alanında, İdari İhtilafların
Çözümünde Uygulamada Yaşanan Sorunlar
191
mercileri ve İdari birimler üzerindeki hiyerarşik denetimi ve kontrolünün
yasalara uygun bir şekilde geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesi zorunludur.
Kanunun uygulanmasına ilişkin olarak çıkarılan yasal düzenleyici
işlemlerle Avrupa Birliği normlarına uyum amaçlı ve ülkemiz ekonomik ve
sosyal şartlarına uyum sağlanabilmesi bakımından sıklıkla yasal değişiklikler
gerçekleştirilmektedir. Yapılan değişikliklerle yeni düzenlemeler ve
uygulamalar konusunda, ilgili kişilerin, uygulamayı gerçekleştiren İdarece
doğru bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesi, yasal değişiklik ve düzenlemeler
nedeniyle yaşanabilecek hak kaybı ve mağduriyetlerin önlenmesine katkı
sağlayacaktır.
Kanunların hatalı yorumlanması ve hatalı uygulanmasıyla
gerçekleştirilen idari işlemlerle hak arama hürriyetinin ihlali suretiyle itiraz
başvurusu veya dava hakkının engellendiği veya süre kayıplarına sebebiyet
vermek suretiyle Vergi Kanunları ile İdari Yargılama Usul Kanunu
hükümlerine riayetsizlik nedeniyle esas incelemesine geçilmeksizin usul
bakımından davaların reddedildiği durumlara uygulamada sıklıkla
rastlanmaktadır. Bu durumda ilgili kişiler yönünden telafisi güç ve imkânsız
zararlar ve hak kayıpları ortaya çıkmakta, tazminat yaptırımıyla dahi telafi
edilemez durumlar yaşanmaktadır.
Yeni yasal düzenlemeler ve mevcut yasaların etkili olması ve yasadan
beklenen amaca hizmet etmesi bakımından, İdarelerce, Anayasamızdaki
“hukuk devleti”, “kanunilik”, “kanun önünde eşitlik” ilkelerinin idari
işlemlerin gerçekleştirilmesinde esas alınmak suretiyle İdari birimler
arasında yorum ve uygulama farklılıklarının giderilmesi ve uygulama
birliğinin sağlanmasına yönelik iç düzenlemeler yapılması ile Anayasamızda
kabul edilen hak arama hürriyetinin ve temel hak ve hürriyetlerin korunması
ve olması gereken şekilde kullanılması sağlanabilecektir.
Download