düşük ejeksiyon fraksiyonlu koroner arter hastalarında

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
İSTANBUL SİYAMİ ERSEK
GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
DÜŞÜK EJEKSİYON FRAKSİYONLU KORONER
ARTER HASTALARINDA KARDİYOPULMONER
BYPASS GREFT UYGULANIMIYLA BNP
DÜZEYLERİNİN MORBİDİTE VE MORTALİTE İLE
İLİŞKİSİ
UZMANLIK TEZİ
Dr. Olgar BAYSERKE
Başhekim: Prof. Dr. İbrahim YEKELER
Klinik Şefi: Doç Dr. Ergin EREN
İSTANBUL – 2009
TEŞEKKÜR
Dr Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesine olan
büyük katkıları ve bizlere sunduğu çalışma ortamı dolayısıyla başhekimimiz Prof. Dr. İbrahim Yekeler
ve onun şahsında geçmişte hastanemizde başhekimlik yapmış olan tüm baş hekimlerimiz ,
Uzmanlık eğitimim süresince bana öncülük eden ,birlikte çalışmaktan onur ve gurur
duyduğum bugüne gelmemde büyük emeği olan , bana meslek etiğinin ve kalp cerrahisinin inceliklerini
öğreten daima örnek alacağim Klinik Şefimiz ve Cerrahi başkoordinatörümüz saygıdeğer hocam Doç.
Dr. Ergin Eren’e ,
Bu çetin yolda önümüzü aydınlatan, hastanemizi ve eğitimimizi değerli kılan klinik şeflerimiz
Doç. Dr. Azmi Özler, Doç. Dr. Sabri Dağsalı, Doç. Dr. Murat Demirtaş, Doç. Dr. Fuat Bilgen, Doç
Dr. Dr. Serap Aykut Aka ve Op. Dr. Ilgaz Doğusoy’a,
Kliniğimizin şef muavinleri Op. Dr. Remzi Tosun, Op. Dr. Murat Akçar, Op. Dr. Fikri
Yapıcı, Op. Dr. Tamer Okay, Doç . Dr. Muharrem Çelik, Doç. Dr. İlyas Kayacıoğlu, Doç. Dr. Gökçen
Orhan ve Doç. Dr. Serdar Çimen’e,
Eğitim süremin her aşamasında ilgi ve desteklerini hissettiğim ,bilgi ve deneyimlerini büyük
bir hoşgörüyle bana aktaran gerek insan, gerekse cerrah olarak örnek aldığım ağabeylerim Doç Dr.
Bayer Çınar, Op. Dr. Hakkı Aydoğan , Op. Dr. Uğur Filizcan,Doç. Dr. Mehmet Kaplan ve Yrd. Doç.
Dr. Onur Selçuk Göksel’e
Bilgi ve deneyimini aktarmak konusunda çok özverili davranan, emeğinin karşılığını asla
ödeyemeyeceğim, tez çalışmamda büyük yardımları olan Op. Dr. Şebnem Çetemen Albeyoğlu’na,
Ve kliniğimizin değerli tüm diğer başasistan ve uzmanlarına,
Uzmanlık eğitim yolunu birlikte katettiğim , çok şeyler paylaştığım ve bundan son
derece keyif aldığım Op. Dr. Veysel Şahin; Op.Dr. Deniz Özsoy, Dr. Çağrı Düzyol, Dr. Cenk Aslan,
Dr. Ali Kemal Gür , Dr. Mustafa Şimşek, Dr. Mürvet Yılmaz ve Dr. Altan Var’a
Yola birlikte çıktığım sekiz arkadaşım başta olmak üzere beş yıl boyunca yolumun kesiştiği
tüm asistan arkadaşlarıma;,
Başta Uzm. Dr. Sevim Canik ve Prof. Dr. Zuhal Aykaç olmak üzere Anestezi ve
Reanimasyon Kliniği’nde görev yapan tüm şef muavini, başasistan, uzman ve asistanlara,
Kardiyoloji Kliniği şef, şef muavini, başasistan, uzman ve asistanlarına,
Hastanemizin ameliyathane ve diğer birimlerinde görevli beraber çalışma fırsatı bulduğum tüm
sağlık personeline,
Yaşamım boyunca sevgilerini ve desteklerini esirgemeyen; bu yoğun eğitim sürecim boyunca her
zaman yanımda olan ve benim için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan canım aileme
Tıp fakültesi günlerimizden beri hiç ayrılmadığımız ve desteklerini her zaman yanımda
hissettiğim ezeli ve ebedi dostlarım Dr. Fehmi Doruk Kuran ve Dr. Mustafa Minoğlu’na;,
Bana bir kardeş kadar yakın olan, Zafer Eren ve Op.Dr. Habip Çakır’ a
sevgi ve saygımla birlikte sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Dr.Olgar Bayserke
Aralık-2009
İÇİNDEKİLER
1. GİRİŞ VE AMAÇ
1
2. GENEL BİLGİLER
3
a) Konjestif Kalp Yetmezliği Tanım Ve Tarihçesi
3
b) Sol Ventrikül Disfonksiyonlu Hastalarda Koroner Arter
7
Hastalğı Cerrahisi
c) Beyin (B Tip) Natriüretik Peptid
11
d) Bnp Ve Koroner Arter Hastalığı Cerrahisi
14
3. MATERYAL VE METOD
17
4. BULGULAR
19
5. TARTIŞMA
29
6. SONUÇ
33
7. KAYNAKLAR
34
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Konjestif Kalp Yetmezliği günümüzde kardiyak kökenli mortalite ve
morbiditenin en önemli nedenlerindendir. Etiyolojide birinci sırada koroner arter
hastalığı gelir. Özellikle kronik myokardial iskemi ve myokardiyal infarktüs sol
ventrikül disfonksiyonuna, ejeksiyon fraksiyonunun düşmesine neden olabilir.
Yaşam kalitesinin korunması ve devam ettirilmesi açısından iskemik koroner arter
hastalığında erken tanı ve tedavi önemlidir.
Koroner arter hastalığının etyolojisinde ateroskleroz, arteritler, sistemik bağ
dokusu hastalıkları, konjenital anomaliler gibi pek çok etken söz konusudur. En sık
görüleni aterosklerozdur. Hatta nerdeyse ateroskleroz ile koroner arter hastalığı aynı
klinik antiteymiş gibi kullanılır. Bu nedenle aterosklerozun patolojisinin anlaşılması
ve risk faktörlerinin tanımlanması koroner arter hastalığının önlenmesi ve tedavisi
açısından önemlidir. Günümüze kadar yapılan araştırmalar ateroskleroza neden olan
birçok risk faktörünü tanımlamaya çalışmıştır. Bu risk faktörlerini değiştirilebilen ve
değiştirilemeyenler olarak iki grup altında toplayabiliriz. İleri yaş(>60 ), cinsiyet ve
genetik yatkınlık değiştirilemeyen risk faktörleri olarak sınıflandırılır. İleri yaş erkek
cinsiyet ve aile öyküsü olması aterosklerotik kalp hastalığı riskini artırmaktadır.
Sigara, hiperlipidemi, diabet, obezite ve hipertansiyon ise düzeltilebilir risk faktörleri
sınıfını oluşturur.
Şüphesiz ki koroner arter hastalığından korunmak, tanı ve tedavisinden çok
daha kolay ve ekonomik olarak çok daha ucuzdur. Sigaranın bırakılması, düzenli
beslenme ve egzersiz, hipertansiyon kontrolü, stresten uzak durulması gibi
uygulaması kolay yöntemlerle koroner arter hastalığı riskini azaltmak mümkündür.
Koroner arter hastalığı oluştuktan sonra da erken tanı ve tedavisi yaşam süresi,
kalitesi ve tedavi maliyeti açısından son derece önemlidir. Günümüzde halen koroner
arter hastalığının altın standart tanı yöntemi perkütan transluminal koroner
angiografidir. Ek valvuler patoloji ve ventrikül fonksiyonunun değerlendirilmesinde
ise ekokardiyografi önemlidir.
1
Koroner arter hastalığı ve buna bağlı olarak gelişen kalp yetmezliği medikal
veya cerrahi olarak tedavi edilebilir. Antiagregan, vazodilatör, antihiperlipidemik
ilaçlar tıbbi tedavide kullanılabilir. Stenotik koroner damar yapılarına balon
anjiyoplasti ve/veya stentleme gibi percutan girişimler uygulanabilir. Bütün bunlarla
tedavisi mümkün olmayan ve cerrahi girişim gerektiren hastalara kardiyopulmoner
bypass altında (KPB) veya kardiyopulmoner bypass olmadan (atan kalpte) koroner
arteryel revaskularizasyon uygulanabilir.
Düşük ejeksiyon fraksiyonu olan hastalarda myokardial kanlanmayı artırmak
için operasyon öncesi ya da sonrası intraaortik balon pompası kullanılabilir
Çok uzun bir geçmişi olmamasına rağmen kardiyopulmoner bypass halen
koroner arter hastalığı tedavisinde oldukça yaygın kabul gören bir tedavi yöntemidir.
Sonuçları açısından kardiyopulmoner bypass kullanılmadan yapılan greftleme
yöntemi ile karşılaştırıldğında mortalite ve morbidite açısından belirgin bir fark
henüz gözlenmemiştir.
Düşük ejeksiyon fraksiyonlu hastalarda kardiopulmoner bypass ile koroner
revaskularizasyon, mortalite ve morbidite, normal ejeksiyon fraksiyonlu hastalara
göre daha yüksek risk taşımaktadır. Bu hastalarda sol ventrikül fonksiyonunun
değerlendirilmesi ve prognostik öngörü sağlamak için sol ventrikül endokrin
fonksiyonunu yerine getiren Brain Natriuretik Peptid (BNP) düzeyİ yararlı olabilir.
BNP, natriuretik peptid ailesinin bir üyesi olup vücuttaki elektrolit dengesinde
önemli görevleri vardır. Ayrıca sol ventrikülden sentezleniyor olması da sol ventrikül
fonksiyonlarının değerlendirilmesi açısından önemlidir.
Biz de düşük ejeksiyon fraksiyonlu, kardiyopulmoner baypass uygulanan
hastalarda BNP düzeylerinin mortalite ve morbiditede prognostik açıdan önemli
olduğu düşüncesindeyiz.
2
2. GENEL BİLGİLER
a) Konjestif Kalp Yetmezliği Tanımı ve Tarihçesi
Kalp yetmezliği birçok nedenden dolayı ortaya çıkan önemli bir morbidite ve
mortalite nedenidir. 60 yaş ve üzeri hastalarda %10-15 oranında prevalansa sahip bir
klinik sendromdur. Yine 60 yaş üzeri hastaların %70’inin hastaneye yatış nedeni
konjestif kalp yetmezliğidir. Bir yıllık mortalite, semptomsuz KY hastalarında %5,
hafif KY (NYHAII)’nde %10, orta düzeyli KY (NYHA III)’nde %20-30 ve son
dönem KY (NYHA)’nde %30-80’dir. Hafif KY’nde 5 yıllık mortalite %50’dir. ABD
de her yıl 400000 insana kalp yetmezliği tanısı konmakta ve 200000 kişi bu
hastalıktan ölmektedir.
Kalp yetmezliği birçok nedenden dolayı çeşitli fizyopatolojik mekanizmalar
sonucu oluşan ve klinik bulgu ve belirtileri ile değişik prezentasyonlar gösterebilen
klinik bir sendromdur. Asemptomatik olabileceği gibi aşırı sıvı tutulumuna bağlı
plevral effüzyon ve anazarka tarzı ödem gibi semptomlara kadar ilerleyebilecek
şekilde ortaya çıkabilir.
Kalp yetmezliğine neden olan etkenlerin başında koroner arter hastalığı ve
hipertansiyon
gelmektedir.
Bunun
dışında
kalp
kapakçık
hastalıkları,
kardiyomyopatiler, akciğer hastalıkları, anemi, tirotoksikoz, böbrek yetmezliği,
sistemik tutulum gösteren bağ dokusu hastalıkları (ARA, SLE…), enfeksiyöz
nedenler
(Chagas,
Bruselloz,
Tbc,
Coxackie),
metaboilk
hastalıklar
kalp
yetmezliğine neden olabilirler.
Her ne sebeple olursa olsun kalp yetmezliğinin temel patogenezi, kalp kasının
vücudun ihtiyaç duyduğu kanı yeterli pompalayamamasıdır. Venöz dönüş yeterli
olmasına rağmen kalp kası myokard bu kanı periferik dolaşıma pompalayacak yeterli
kontraksiyonu sağlayamamaktadır. Bazen de myokard dokusu normal olsa bile aşırı
volum artışı ya da artmış periferik direnç nedeni ile yeterli kan pompalanamayabilir.
Gelişen periferik iskemi nedeniyle tüm vücutta birtakım metabolik ve endokrin
3
değişiklikler ortaya çıkar. Bu değişikliklerden bahsetmeden önce konjestif kalp
yetmezliği fizyopatolojisine kısaca göz atmanın yararlı olabilir.
KKY fizyopatolojisinde önemli parametreler:
-
Kardiyak debi
-
Ön yük (preload)
-
Ard yük (afterload)
-
Kontraktilitedir.
Kardiyak Debi
Birim zamanda metrekare başına litre cinsinden perifere pompalanan kan
miktarıdır. Atım volümü ve kalp atım sayısının çarpımı sonucu oluşur. Normal
değeri 2,8-4,2 l/dk/m2 dir. Kalp atım sayısı sempatik ve parasempatik sistem tonusu
ile kontrol edilir. Atım volumu ise kalbin kasılma gücü, ön ve ard yük ile
bağlantılıdır.
Ön Yük (Preload)
Sol ventrikül diyastol sonu volüm ya da basıncına eşittir. Ön yükün 20
mmhg’ye kadar artışı kalp debisini olumlu etkiler. Ama bu değerden daha fazla olan
artışlar myokard kontraktilitesini olumsuz etkiler ve akciğer konjesyonu ortaya çıkar
(Starling yasası).
Ard Yük (afterload)
Ventrikül önündeki direnç olarak tanımlanır. Bu dirençten kastedilen periferik
arteriolar rezistanstır. Ani yükselmesi durumlarında kalp atım sayısı ve ön yük
arttırılarak kalp debisi korunmaya çalışılır.
Kontraktilite
Myokard hücrelerinin kasılma gücüdür.
Ejeksiyon Fraksiyonu (EF)
Sistolik volümün, diyasyol sonu volüme oranı ile bulunur. Sol ventrikülün
pompa fonksiyonunu gösteren bir parametredir. Normalde %67+/-8 dir. EF sıklıkla
ekokardiyogrfaik olarak ölçülür ve kardiyovaskuler cerrahide operasyon öncesi,
operasyon dönemi ve sonrası strateji belirleme açısından önemli bir yer teşkil eder.
4
Konjestif Kalp Yetmezliği Fizyopatolojisi
Kalp hastalığı sonucu kardiyak debi azalınca doku ve organ perfüzyonunu
sağlamak amacıyla birçok kompensatuvar mekanizma devreye girmektedir. İlk
olarak adrenerjik aktivite artarak pozitif kronotrop ve inotrop etki ile kalp atım sayısı
ve
kasılma
gücü
arttırılır.
Ayrıca
artmış
sempatik
aktivite
periferik
vazokonstrüsiyona neden olarak kan basıncı regulasyonunu sağlar.
Diğer yandan azalmış kan basıncı baroreseptörlerce algılanarak reninangiotensin –aldosteron sistemini aktive eder. Kuvvetli bir vazokonstriktor olan
angiotensin II ard yükün artmasına ve kan basınıcının sabit kalmasına yardımcı olur.
Aldosteron renal sodyum ve su tutulumunu arttırarak önyükü arttırır, bu durum
ödeme de yol açabilir.
Kompenzasyon mekanizmalarından bir diğeri de kalbin kendi yapısında
ortaya çıkar. Kalp artmış volumu perifere pompalayabilmek ve yine artmış ard yükü
yenebilmek için kalp yapısındaki myozitlerin sayı ve büyüklüklerini arttırır ki bu da
ventrikül hipertrofisi olarak karşımıza çıkar. Frank-starling prensibine göre
20mmhg’dan daha fazla bir artış akciğer ödemine yol açar.
KKY’li Hastaya Yaklaşım
KKY nin erken kontrol altına alınması mortalite ve morbidite açısından çok
önemlidir. Hastalığın tanısı iyi bir anamnez ve fizik bakı ile başlar. Hasta
yakınmaları açısından dikkatlice sorgulanmalıdır. Yorgunluk gibi nonspesifik bir
yakınma hastalığın erken semptomu olabilir. Eforla veya geç dönemde eforsuz
dispne hastalığın en önemli semptomudur. Sol ventrikül disfonksiyonu sonucu ortaya
çıkan pulmoner kapiller konjesyon dispneye neden olur. Ortopne yine alveolar ödem
sonucu ortaya çıkar. Bu hastalar gece nefes darlığı ile uykudan uyanabilir ki bu
durum paroksismal nokturnal dispne olarak adlandırılır.
Fizik bakıda istirahat taşikardisi saptanabilir. S3 ve s4 vurusu ortaya çıkabilir.
İleri evrelede artmış venöz konjesyona sekonder boyun venlerinde dolgunluk,
hepatojuguler reflü, pretibial ödem, karında şişlikle belirebilen assit, pulsus alternans,
akciğer ralleriyle karşılaşılabilir.
5
İyi bir anamnez ve fizik bakıdan sonra yardımcı laboratuar testlerle tanıya ve
etyolojiyi hakkında fikir edinmeye yaklaşılır. Rutin bir hemogram ve biyokimyasal
testler
mutlaka
değerlendirilmelidir.
Anemi,
hipertiroidi,
hipotiroidi,
renal
yetersizlik, DM, bağ dokusu hastalıkları KKY’ni presipite edebilir ve bu testlerle tanı
konabilir.
Elektrokardiyogram (EKG) kalp ritmi, myokard iskemisi, myokardial
hipertrofi açısından bize yol gösterici olabilir. Yirmi dört saatlik holter ekg aritmi ile
KKY’ nin, ilişkisini ortaya koyabilir.
Yapılan bir efor testi myokard iskemisini ortaya çıkarabilir ve kişinin efor
kapasitesini değerlendirmemize yardımcı olur.
Akciğer grafisi kardiyomegali, plevral ve perikardiyal effüzyon açısından
değerli bir laboratuar yöntemidir.
Ekokardiyografi kalp adalesinin gücü, kardiyak duvar ve kapak anatomisi ve
fizyolojisi hakkında bize bilgi verir. KKY ne neden olan birçok kapak hastalığı ve
myopatilerin tanısı ekokardiyografi ile konabilir.
Angiografi, koroner arter hastalığı için altın standart tanı yöntemidir. KKY
etyolojisini aydınlatması açısından önemlidir.
Tüm bu aşamalardan sonra KKY tanısı konan bir hastanın sağaltımı iki
açıdan değerlendirilir. Birincisi semptomlara, ikincisi etyolojiye yöneliktir. Nefes
darlığı ve akciğer konjesyonu gelişen sıvı fazlası olan hastalar diüertik ile bol idrar
çıkışı sağlanarak konjesyon geriletilir. Taşikardi beta bloker veya kalsiyum kanal
blokeri gibi antiaritmik ilaçlarla kontrol altına alınır. Bu ilaçlar aynı zamanda
myokardın metabolizmasını yavaşlatarak myokardın oksijen ihtiyacını azaltırlar.
Böylelikle myokard korunmuş olur. Yine iskemi nedeniyle göğüs ağrısı olan
hastalarda nitratlar kullanılabilir. Hipertansif hastalarda Anjiotensin dönüştürücü
enzim inhibitörleri ve anjiotensin reseptor blokerleri kullanılır. Düşük EF li ve atrial
fibrilasyonu olan hastalarda digoksin yararlı olur. Dopamin dobutamin ve adrenalin
6
gibi ilaçlar da yoğun bakım hastalarında pozitif inotropik ve kronotropik etkileri ile
kardiyak destek amacıyla kullanılır.
Semptomlara yönelik sağaltımdan sonra mutlaka etyolojiye yönelik tedavi
değerlendirilmeli. Anemik hastalarda anemi nedeni giderilmeli, bağ dokusu
hastalıkları kontrol altına alınmalı, renal yetmezlikli hastalar diyaliz veya transplant
açısından değerlendirilmelidir. Koroner arter hastaları perkutan balon angioplasty ve
stentleme ile tedavi edilebilir. Bu girişimlere uygun olmayan hastalar cerrahi açıdan
değerlendirilir. Kapak hastalıkları cerrahi veya cerrahi dışı uygulamalarla
giderilebilir. Kardiyomyopatide ise medikal tedavi, kapak onarımı veya replasmanı
ya da transplant planlanır.
b) Sol Ventrikül Disfonksiyonlu Hastalarda Koroner Arter Hastalığı
Cerrahisi
Koroner arter bypass cerrahisi sol ventrikül disfonksiyonu ve ejeksiyon
fraksiyonu düşük olan hastalarda operatif mortalite, postoperatif morbidite ve
komplikasyonlar açısından normal ventrikül fonksiyonu olan hastalara göre daha
yüksek risk taşır. İskemik etyolojiye bağlı sol ventrikül disfonksiyonu olan hastalarda
medikal tedavi ile izlenenlerde 5 yıllık sağkalım %40 iken koroner bypass uygulanan
hastalarda bu oran %60 olarak bildirilmektedir. Bu nedenle koroner arter hastalığı
olan her hastaya hatta düşük ventrikül fonksiyonlu olanlara mutlaka koroner baypas
yapılmalı mı sorusunu akla gelmektedir (1). Kit yaptığı araştırmada pompasız
koroner bypass uygulanan düşük ejeksiyon fraksiyonlu hastaların medikal tedavi
altındaki hastalara oranla daha uzun süre yaşadığını bulmuştur (2). Ancak bu konuda
diğer araştırmacılarla tam bir düşünce birliği sağlanamamıştır. Bu duruma itirazı olan
kardiyolog ve cerrahlar da bulunmaktadır. Günümüzde koroner arter bypass cerrahisi
mortalite açısından %1 risk ile uygulanmaktadır. Shennib ve arkadaşlarının 2002
yılında 77 düşük ejeksiyon fraksiyonlu (EF<0.30)hasta üzerinde yaptıkları
çalışmada, konvansiyonel koroner bypass uygulanan hastalarda mortalite %10.9,
pompasız koroner bypass uygulanan hastalarda ise %3.2 olarak görülmektedir (3).
Yine Milano ve arkadaşları EF <0,25 olan 385 hastalık çalışmalarında mortailte
oranlarını % 11 olarak bildirmişlerdir (4). Hamad ve arkadaşları 8 yıllık takiplerinde
7
%89,3 sağkalım bildirmektedirler. Yine bu çalışmada myokard hibernizasyonunun
gerilediği ve yeniden iyileşmenin sağlandığı görülmüştür (5).
Düşük sol vehtrikül fonksiyonu olan hastalarda cerrahi mortailte açısından
diğer faktörlerde oldukça önem taşır. Bunlar arasında ileri yaş, kadın cinsiyet, diabet,
renal yetmezlik, kronik obstruktif akciğer hastalığı en önemli etkenlerdir. Ancak bu
parametreler genel olarak koroner arter cerrahisinin risk faktörleridir. Öneğin renal
yetmeliği olan normal ejeksiyon fraksiyonlu koroner arter hastalarında mortalite
oranı %3 olarak bildirilmektedir. Bu nedenle koroner bypass uygulanacak hastalar
seçilirken, hastanın bu operasyondan ne kadar yarar göreceği, eşlik eden risk
faktörleri, yaş ve ek hastalık varlığı mutlaka çok iyi değerlendirilmelidir.
Hills ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada 75 yaş ve üzeri hastalarda 75 ve
altı olan hastalara göre 5 yıllık mortalite açısından anlamlı istatistiksel fark
bulunmuştur (6).
Diabet ve kontrolsüz hipergliseminin postop mortalite ve morbiditeye
olumsuz etkilediği bilinmektedir
Kreatinin değeri 1,5 mg/ dl nin altında ve üstünde olanlar karşılaştırılmış ve
kreatinin yüksekliğinin düşük ventrikül fonksiyonlu hastalarda mortaliteye olumsuz
etkilediği tesbit edilmiştir (1).
Kronik obstruktif akciğer hastalığı gerek hemodinamik olumsuz etkileri,
gerek myokardi YAl oksijen yetersizliği ve gerekse de uzamış respiratuar ihtiyacı
nedeniyle yine mortaliteyi arttıran bir etkendir (1).
Sol ventrkül disfonksiyonu olup koroner arter bypass uygulanan hastalarda
postop birtakım komplikasyonlar daha sık görülmektedir. Bu hastalarda postop erken
reinfarktlar görülebilmektedir. Yeni gelişen aritmiler ortaya çıkabilir. Bunların
başında atriyal fibrilasyon en sık görülenidir. Uzun dönemde mortaliteye olumsuz
etkisi bilinmektedir. Akut böbrek yetmezliği normal ejeksiyon fraksiyonlu hastalara
göre daha yüksek oranda meydana gelebilmektedir. Serebral stroke oranlarında çok
belirgin farklılıklar görülmemekle birlikte yine göz ardı edilmemesi gerekli bir
8
komplikasyondur. Düşük EF’li hastaların daha uzun süre yoğun bakım ihtiyacı
olduğu ve hastanede kalım sürelerinin arttığı gözlenmiştir.
Tüm bu çalışmalar ve deneyimler sonucu düşük sol ventrikül fonksiyonu olan
koroner arter hastalarında koroner bypass uygulamalarının hayat kurtarıcı olabileceği
kanısı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle iki alternatif yöntem öne sürülmüştür. Bunlar
konvansiyonel kardiyopulmoner bypass pompası ile birlikte veya atan kalpte diğer
bir deyişle pompasız (offpump cabg= opcab) koroner bypass greft uygulamalarıdır.
Her iki yöntemin birbirine farklı üstünlükleri vardır. Ama yine de uygulanacak
yöntem bireyselleştirilmelidir.
Geçmiş yıllarda konvansiyonel koroner bypass cerrahisi sol ventrikül
disfonksiyonlu hastalarda oldukça yüksek riskli olarak uygulanırdı. Ancak
günümüzde ileri teknik gelişmeler myokard koruma yöntemlerinin gelişmesi,
perioperatif medikasyon uygulamalarının ilerlemesi daha başarılı sonuçların ortaya
çıkmasını sağlamıştır. Akut ve kronik iskemik miyokard ve zayıf sol ventrikül
disfonksiyonu olan hastalarda koroner arterial cerrahi revaskulaizasyonun sağ kalımı
iyileştirdiği, anjinayı kontrol altına aldığı ve aritmi ile ani ölüm oranını azalttğı
gösterilmiştir (7).
Günümüzde yaygın olarak uygulanmaya başlayan OPCAB tekniği koroner
arter cerrahisinde yaygın kullanım alanı bulmuştur. Özellikle kardiyopulmoner
pompayı tolere edemeyeceği öngörülen hastalarda iyi bir alternatif koroner
revaskularizasyon yöntemidir. 90’lı yıllarda seçilmiş hastalarda uygulanan bu
yöntem son yıllarda komorbid faktörleri bulunan hastalarda konvansiyonel
kardiyoplejik arrest ile yapılan revaskularizasyon tekniğine olan avantajlarıyla tercih
edilir hale gelmiştir (8). Pratikte anastomoz uygulama sırasında daha dikkatli
olunması gerekse de diğer aşamalarında pompalı yöntemlerden daha kolay
uygulanabilirlik söz konusudur. Operasyon süresi daha kısadır bu da hemodinamik
açıdan hastanın yararınadır. Her ne kadar cerrahın tecrübesi ile paralellik gösterse de
acil durumlarda tercih edilebilir.
Konvansiyonel kardiyopulmoner bypass kros klemp sonrası kardiyoplejik
solusyonlarla kardiyak arrest sağlanarak uygulanan revaskularizasyon tekniğidir.
9
Kardiyoplejik solusyon ve birlikte uygulanan lokal ve sistemik hipotermi myokard
metabolizmasını azaltmakta ve koruma sağlamaktadır. Greftleme işlemi boş ve
durağan bir ventrikül üzerinde oldukça kolay uygulanabilir. Ayrıca bu sayede tam
revaskularizasyon sağlanabilir. Anostomoz kalitesi açısından daha verimli olduğu
kanısı yaygındır. Greftleme işlemi bittikten sonra kros klemp alınır myokard yeniden
kanlandırılır. Bu durum myokardiyal stunning ve reperfüzyon hasarına, düşük debi
ve ventriküler malign aritmilere neden olabilir. Ayrıca boşalmış ve yeniden
kanlanmış bir ventrikülün bu değişen geometrik şekli kollateral kanlanmayı olumsuz
etkileyebilir ve myokardial iskemiye neden olabilir. Konvansiyonel kardiyopulmoner
bypassın birtakım dezavantajları da tanımlanmıştır. Bunlar multi organ yetmezliğine
neden olabilecek sistemik inflamatuar yanıt, myokardiyal iskemi, nörolojik hasar,
renal ve pulmoner yetmezlik ve daha fazla kan ve kan ürünü ihtiyacıdır.
Atan kalpte yapılan koroner bypass hasta serilerinde ilk planda greft sayısının
azlığı dikkat çekmektedir (9). Bunun nedeni kardiyak stabilizasyonun yeterli
derecede sağlanamamasından kaynaklanmaktadır. Parolari ve arkadaşları OPCAB
uygulanan hastalarda greft kalitesinin daha kötü ve erken oklüzyonların daha çok
olduğunu yayınlamışlardır(10). Wijeysundera ve arkadaşlarının yaptığı bir meta
analiz çalışmasında OPCAB uygulanan hastaların konvansiyonel bypass uygulanan
hastalara oranla ilk 1 yıl içerisinde daha çok RE-revaskularizasyon ihtiyacının ortaya
çıktığını bildirmiştir (11). Van de heijden ve arkadaşlarının yaptığı bir meta analiz
çalışmasında her iki teknik için mortalite açısından istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunamamışken (12), Wijeysundera postoperatif erken myokard infarktüsü,
stroke, atriyal fibrilasyon gibi komplikasyonların OPCAB teknikte daha az oranda
ortaya çıktığını belirtmiştir (11). Yine yapılan birçok çalışmada da yoğun bakım ve
hastanede kalış süresinin pompasız koroner bypass uygulanan hastalarda daha kısa
olduğu gösterilmiştir.
Tüm bu sonuçlar ışığında yüksek riskli hastalarda (örneğin diabetik, ileri
yaşlı, koahlı, renal yetmezlikli) OPCAB teknik koroner revaskularizasyon açısından
tercih edilebilen bir yöntemdir. Postop mortalite ve morbidite açısından daha
avantajlı olduğu düşünülebilir. Yine de komplet revaskularizasyon açısından henüz
konvansiyonel koroner bypass tekniğine üstünlüğü gösterilememiştir. Ayrıca her iki
teknik arasında mortalite açısından anlamlı istatistiksel fark olduğu kanıtlanmamıştır.
10
Bu açıdan prospektif randomize çalışmalar ile retrospektif çalışma sonuçları
değerlendirilmeli ve uzun dönem sonuçları ortaya çıkarılmalıdır.
c) Beyin (B-tip) Natriüretik Peptid (BNP)
Birçok biyokimyasal marker kalp hastalıklarında tanı ve izlem açısından
oldukça önemlidir. Troponin ve kreatinin kinaz – MB myokard iskemisinde tanı
koydurucu özelliğe sahiptir. Son yıllarda ventrikül kaynaklı bir prohormon olan B tip
natriüretik peptid de kalp hastalıkları ile ilişkisi bakımından önem kazanmıştır.
İlk kez 1988 yılında domuz beyninden izole edildiği için beyin natriüretik
peptid olarak da adlandırılır (13). Yakın tarihlerde kardiyak kökenli bir hormon
olduğu bulunmuştur. Atriyal natriüertik ve C tip natriüretik peptid gibi aynı aynı
peptid ailesine üyedirler. Tüm bu ailenin ortak bir kimyasal yapısı vardır. Onyedi
aminoasitlik bir halka ve disülfid köprüsü ile bağlı iki sistein molekülünden
oluşurlar. BNP’nin sentezlenip sekrete edildiği major kaynak ventriküler
myokardiumdur (14). Oysa atriyal natriüertik peptid (ANP) atriyal granüllerde depo
ediliir ve akut stimulasyon halinde dolaşıma salınır. BNP ise sekresyon kontrolü
altında hızlı gen ekspresyon ile yeniden sentezlenir ve salınır. BNP 108 aminoasitlik
bir prohormon olarak sentezlendikten sonra kana verilir. Dolaşımda biyolojik olarak
aktif olan 32 aminoasitlik ve inaktif olan 76 aminoasitlik N terminal proBNP
fragmanlarına ayrılır. Her iki fragmanda kanda ölçülebilir.
BNP sentez ve sekresyonu için ana stimulus ventrikül duvar stresidir. Ayrıca
myocardiyal iskemi diğer nörohormonal faktörler ve sitokinler de önemlidir (13).
Akut myokardiyal infarktusten sonra ilk yirmidört saat içerisinde plasma BNP düzeyi
hızlı bir şekilde yükselir ve stabil kalmaya eğilimlidir (15).
BNP nin biyolojik aktif kısmı natriuretik peptid reseptor tip a (NPR-A) ya
bağlanır ve intraselüler cGMP üretilir. Sonuçta BNP nin türlü etkileri ortaya çıkar.
Bunlar natriürezis, diürezis, periferik vazodilatasyon, renin-anjiyotensin-aldosteron
sistem ve sempatik sinir sistemi inhibisyonudur.
11
BNP plasmadan natriüretik peptid tip C reseptörüne (NPR-C) bağlanarak
nötral endopeptidazlar aracılığıyla proteolizise uğratılarak böbrekler yolu ile
uzaklaştırılır. BNP nin plasmada yarılanma ömrü 20 dakikadır.
Şema 1: BNP sentezi salınımı ve reseptör etkileşimi (13).
12
SAS: Sympathic Activation Of Santral
RAAS: Renin-Angiotensin-Aldosteron-System
Şema 2: BNP nin sistemik etkileri (13).
BNP düzeyi kanda EISA testi ile ölçülebilir. Normal plasma değeri 20-120
pg/ml dir. Yaş ve cinsiyete göre farklılıklar gösterebilir. İleri yaş ve kadın cinsiyette
daha yüksek oranda olduğu gözlenmiştir (16). Renal yetmezlikli hastalarda BNP
düzeyi kreatinin klirensi ile negatif korelasyon gösterir (17). Klirens arttıkça BNP
plazma seviyesi azalır. Ayrıca hipertrofik kardiyomyopati, koah, aşırı tuzlu
beslenme, afterload ve preloadın arttığı durumlarda, hipertansiyon, aort darlığı ve
egzersiz ile serum BNP seviyesinin arttığı gözlemlenmiştir (18).
BNP natriüretik ve diüretik etkili olduğundan vücut suyunun azalmasını
sağlayarak kalbe dönen preloadu yani diyastolik doluş basıncını azaltır.
Vazodilatasyon etkisiyle de periferik ve pulmoner arter rezistansını azaltarak
afterloadu azaltır. Böylelikle myokard düşük diyastolik basınçla azalmış perfierk
rezistansa karşı pompa fonksiyonunu yerine getirir. Bu durum myokardın oksijen
ihtiyacını azaltır ve myokard korunmuş olur. Ayrıca koroner damarları egzersiz
13
sırasında genişleterek myokard iskemisini önlemede rol alırlar (19). Dışarıdan BNP
verilmiş deney hayvanlarında idrarla sodyum potasyum ve klor atılımının arttığı,
kreatinin seviyesinin değişmediği görülmüştür (20). Renin aktivitesini değiştirmeden
aldosteron üzerinde inhibitör etki yaptığı tesbit edilmiştir. Santral basıncı düşürmesi
nedeniyle ortaya çıkan sempatik sinir sistemi aktivasyonundan dolayı plasma
norepinefrin düzeylerinde artış meydana gelmiştir.
BNP plasma düzeylerinin konjestif kalp yetmezliğinin prognozunun tayini ve
takibi açısından değeri oldukça önemli bir şekilde kabul görmektedir. New York
Heart Association fonksiyonel sınıflamasına göre BNP düzeyleri karşılaştırıldığında
iki parametre arasında paralellik görülmüştür (13).
Şema 3: New York heart association (NYHA) fonksiyonel sınıflamasına göre
plasma BNP düzeyleri (13).
.
d) BNP ve Koroner Arter Hastalığı Cerrahisi
İskemik koroner arter hastalığı sol ventrikül disfonksiyonu ve konjestf kalp
yetmezliğinin yaygın bir nedenidir (21, 22). Myokard infarktüsü ve tekrarlayan
sessiz veya belirgin myokardiyal injury sonucu ventriküler remodeling gelişir.
Remodeling sonucu ventrikül duvarı fibrozise uğrar ve genişler. Daha sonra
14
anevrizma formasyonu ortaya çıkar (23). Eş zamanlı olarak nörohormonal sistem
aktive olur (24). Sempatik sinir sistemi aktive olur nörepinefrin düzeyi ve plasma
renin aktivitesi artar ve bu survey açısından kötü prognozu gösterir.(25,26)
Konjestif kalp yetmezliğinde angiotensin düzeyleri yüksektir. Plasma BNP
düzeyleri yüksektir ve bununla uzun dönem surviv önceden kestirilebilir. Bu
nörohormonal mekanizmaların β bloker, kalsiyum kanal blokerleri, anjiotensin enzim
inhibitörleri, renin anjiotensin reseptor blokerleri ile inhibisyonu konjestif kalp
yetmezliği prognozu açısından oldukça olumlu katkılar sağlar.
Sol ventriküler remodelling sonucu ventrikül geometrisinin düzeltilmesine
yönelik
cerrahi
girişimler,
canlı
olmayan
dokunun
çıkarılması,
ventrikül
fonksiyonlarının yeniden kazanılmasına ve nöroendokrin mekanizmaların olumsuz
etkilerinin azalmasına katkıda bulunur (27).
Yeterli
kanlanamayan
bir
myokard
dokusunun
hareketsiz
olmasına
hibernasyon denir. Reversibl bir olaydır. İskeminin koroner revaskularizasyon ile
giderilmesi ile bu bölge yeniden hareketlenir ve ventrikül fonksiyonuna katılır.
Böylelikle sol ventrikül disfonksiyonu gerilemiş olur. Bu açıdan koroner arteryel
bypass greftlemenin konjestif kalp yetmezliğinin tedavisinde ve sağkalımın artışında
önemli bir cerrahi işlem olduğu düşünülür (28).
Plasma BNP düzeyleri koroner bypass opersyonlarından sonra yükselir.
Moritomo ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada bypass sonrası ilk 6 saatte BNP nin
plasma seviyeleri değişmeden kalmış, 12. Saatten itibaren yükselmeye başladığı
saptanmıştır. 24. Saatte pik yaptığı gözlenmiştir (29). Başlangıç plasma düzeyleri
yüksek olan hastalarda postop dönemde plasma BNP düzeylerinin daha yüksek
olduğu tesbit edilmiştir. Ayrıca BNP düzey yüksekliği kros klemp süresi ile pozitif
korelasyon göstermiştir (30). Sarıbülbül ve arkadaşları preoperatif yüksek BNP’li
hastaların kross klemp süresinin daha uzun olduğu bu durumun yaygın koroner arter
hastalığından kaynaklandığını belirtmişlerdir (31).
Hutfless ve arkadaşları BNP düzeylerinin postoperative intraartik balon
pompası ihtiyacıyla paralel olduğunu görmüşlerdir. Yoğun bakım ve hastanede kalış
15
süreleri bu hastalarda daha uzun bulunmuştur. Yine postoperatif aritmi ve plevral
effüzyon, stroke açısındanBNP plazma düzeyi artmış hastalar daha yüksek risk
altındadır (32, 33, 34,) .
Fox ve arkadaşları postoperative dönemde BNP düzeyinin ventriküler
iyileşmenin takibi açısından uygun bir parametre olduğunu bildirmişlerdir (35).
Laukkanen ve arkadaşları 10 yıl boyunca takip ettikleri koroner bypasslı hastalarında
plazma BNP seviyesi yüksek olanlarda mortalite oranlarını daha yüksek bulmuşlardır
(36).
Tüm bu sonuçlar ışığında iskemik düşük ejeksiyon fraksiyonlu koroner
bypass uygulanan hastalarda BNP düzeyi ölçümleri ve bu ölçümlerin takibi
uygulanan
myokardın
uygulanan
operasyondan
gördüğü
fayda
düzeyinin
belirlenmesi, Konjestif kalp yetmezliğinin erken tanısı, takibi, tedavisi ve olası
komplikasyonlarının önlenmesi açısından yeni bir biyokimyasal parametre olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ekokardiyografi, angiografi sintigrafi gibi uygulanması zor
ve her yerde mümkün olmayan bu tanısal yöntemlerin dışında BNP ölçümleri hayat
kurtarıcı olabilir.
16
6. MATERYAL METOD
Bu çalışmanın amacı koroner bypass uygulanan düşük sol ventrikül
fonksiyonlu hastalarda, sol ventrikül disfonksiyonunu gösteren BNP hormonunun
perioperatif değerlerini ölçerek, koroner cerrahi revaskularizasyonun myokard
üzerine etkilerini, bunun klinik kullanımı ve yararını saptamaktır.
a) Hasta Seçimi Ve Endikasyonlar
Çalışmaya
10-10-2005/
31-09-2006
tarihleri
arasında
pür
koroner
revaskularizasyon uygulanan, EF<%40 olan 3’ü bayan 27 si erkek toplam 30 hasta
alındı. Acil koroner cerrahi gerektiren, reoperasyon olan, veya ek kardiyak patolojisi
olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Hastalara koroner bypass endikasyonu, kalp
damar cerrahisi ve kardiyoloji kliniğimizden oluşan konsey tarafından konmuştur.
b) Örnekleme Ve Laboratuvar
BNP düzeyinin eforla arttığı bilinmektedir. Bu nedenle kan örnekleri hastanın
antecubital veninden EDTA (ethylene daimin tetra acetic acid)’lı tüpe 15 dakika
istirahat sonrası alınmıştır. Kan örnekleri, Operasyon öncesindeki gün, postoperatif
birinci hafta ve postoperatif 1.yılda alınmıştır. Kan örnekleri alınır alınmaz 3500
devir/dakikada 5 dakika santrfifüje edilmiş ve plasması ayırılmıştır. Bu örnekler
Triage marka EIA testine tabi tutularak BNP düzeyleri ölçülmüştür. BNP için bu
testin normal değerleri 20-120 pg/ml olarak verilmiştir. Diğer biyokimyasal ve
hematolojik ölçümler hastanemiz biyokimya ve mikrobiyoloji laboratuvarlarınca
konvansiyonel yöntemlerle yapılmıştır.
c) Ekokardiyografi
Hastalara birinci yılın sonunda rutin kontrollere çağırılmış ve kan tetkikleri
yanında ekokardiyografi yapılmıştır. EKO da ventrikül duvar kalınlığı, ventrikül
çapları, segmenter duvar hareketleri ve ejeksiyon fraksiyonları değerlendirilmiştir.
17
d) Cerrahi Teknik
Hastaların tamamına konvansiyonel koroner bypass greftleme tekniği
uygulanmıştır. Medyan sternotomi sonrası perikard açılarak askıya alındı. Assendan
aorttan arteryel, sağ atriyumdan two stage tek venoz kanulasyon uygulandı. 32
derece sistemik hipotermi,
kros kelmpi takiben antegrad kan kardiyoplejisi ile
kardiyak arrest sağlandı. Distal anostomozlar yapıldı. Kross klemp alınarak
proksimal anostomozlar lateral klemp altında yapıldı. Isı ve arteryel sistolik ve
diastolik basınçlar normale dönünce pompadan çıkıldı. Perfüzyon sonlandırıldı.
İstatistik ve Analiz
WINDOWS XP altında SPSS 13 COMPARE MEANS başlığı altında
ONEWAY ANOVA analizi ve PAİRED SAMPLES testi kullanılmıştır. İkili
değişkenlere karşılık gelen gözlemler gruplandırılarak, tek-yönlü Anova tabloları
oluşturulmuştur. Hesaplanan F istatistikleri test edilmiştir. Ordinal değişken
durumunda farklılığın kaynağını test etmek için Bonferoni ve Tukey istatistikleri
kullanılmıştır ve farklılığın tek bir ordinal gruptan mı yoksa tüm grupların
katkısıylamı oluştuğu belirlenmeye çalışılmıştır. p<0,05 olduğunda istatistiksel
açıdan anlamlı olarak kabul edilmiştir.
Grup ortalamalarının karşılaştırılmasında t testi kullanılmıştır. Örneklem
sayısı 30’un altı olduğundan daha güvenilir kabuller için z dağılımı varsayımı
yapılmamıştır.
Sürekli değişkenlerin testi sırasında basit regresyon modelinin açıklayıcılı
olan R^2 istatistiği kullanılarak, katsayıların anlamlılığı yorumlanmıştır.
18
7. BULGULAR
Hastaların yaş ortalaması 57.73 (+/- 9,2). 9 hasta 62 yaşından büyüktü
Hastaların hiçbirinde daha önceden geçirilmiş kardiyak operasyon öyküsü yoktu. 2
hastaya daha önce balon angioplasty ve ptca uygulanmıştı. 2 hastada sol ana koroner
arter hastalığı mevcuttu. Kanada Sınıflamasına göre 14 hastada klas 4, 15 hastada
klas 3, 1 hastada klas 2 angina vardı. New York Heart Association Sınıflamasına
göre ise 10 hastada klas 4, 9 hastada klas 3, 8 hastada klas 2, 3 hastada klas 1 efor
kapasitesi mevcuttu. 24 hasta ameliyat öncesi beta bloker, 9 hasta diüretik, 9 hasta
antilipidemik ajan kullanıyordu. 14 hastada hipertansiyon, 15 hastada diabet, 11
hastada hiperkolesterolemi, 5 hastada hafif kreatinin yüksekliği (1,5 mg/dl),5 hastada
kronik obstruktif akciğer hastalığı, 1 hastada aortailyak hastalık,19 hastada günde 20
adetten fazla sigara kullanımı öyküsü mevcuttu.19 hasta son 90 gün içerisinde
myokard infarktüsü geçirmişti.11 hastanın ejeksiyon fraksiyonu <%30, 19 hastanın
ef’si ise %30-40 arasındaydı ve 19 hastada 3 veya daha fazla koroner arter hastalığı
mevcuttu.
Hastaların tamamına konvansiyonel koroner bypass uygulandı. Kross klemp
zamanı 63,57+/-24 dk, toplam perfüzyon süresi 99,2+/-30,5 dk olarak saptandı,
uygulanan toplam anastomoz sayısı 77’ydi. Hastalardan 1 tanesi extube olamadı,
hastaların entube kalma süresi 11,3+/-3,2 saatti. 4 hastada yeni gelişen atriyal
fibrilasyon gözlendi. 1 hastada postop 1. saatte kardiyak arrest gelişti. 2 hastada
ameliyat sonrası düşük debi bulguları (hipotansiyon, taşikardi, oligoüri) gözlendi. 2
hasta ameliyatın hemen sonrası ex oldu. 13 hastanın pozitif inotrop ihtiyacı olmuştur.
1 hastaya intraaortik balon uygulanmıştır.
Postop dönemde 5 hasta 48 saatten fazla ventilatore bağımlı kalmıştır. 7 hasta
5 günden fazla yoğun bakım ünitesinde gözetim altında tutulmştur. Hastaların
hastane kalış süresi 8,2+/-1,1 gündü. Postoperatif 30 gün içerisinde 1 hasta sternum
detaşmanı ve mediastinit, 1 hasta stroke ve 2 hasta postoperatif myokard infarktusu
ve multiorgan yetmezliği nedeniyle toplam 4 hasta ex olmuştur.
19
Tablo 1: Hastaların Preoperatif Demografik Verileri
PARAMETRE
ORTALAMA
STANDART SAPMA
YAŞ
57,73
+/- 9,2
NYHA * EFOR KAPASİTESİ
2,8
+/-1,0
DİABET
0,5
+/-0,5
KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ
0,17
+/-0,37
MYOKARD İNFARKTUSU
0,63
+/-0,49
PREOPERATİF BNP DÜZEYİ(pg/ml)
901,8
+/-332,99
SOL VENTRİKÜL ENDDİASTOLİK
4,91
+/-1,60
VÜCUT YÜZEY ALANI (BSA)
1,89
+/-0,26
PREOPERATİF EJEKSİYON
32,59
+/-10,61
ÇAP
FRAKSİYONU
(%)
* NYHA: New York Heart Assosciation Classification
20
Histogram
8
Frekans
6
4
2
Mean = 901,8
Std. Dev. = 332,999
N = 30
0
200
400
600
800
1000
1200
1400
1600
ameliyat öncesi BNP düzeyi
Grafik 1: Preoperatif BNP verilerinin histogramı ve normal eğrisi
Çalışmaya alınan hastaların preoperatif BNP düzeyleri istatistiksel olarak
normal bir dağılım eğrisi göstermektedir. Preoperatif BNP düzeyleri 800 ila 1000
pg/ml düzeyleri etrafında homojenize olmaktadır. Bu durum verilerin turtalı analizi
açısından istenen bir durumdur.
Hastaların vücut yüzey alanlarına göre operasyon öncesi BNP düzey
yükseklikleri karşılaştırılmış ve r kare testi uygulanmıştır. R2 değeri -0,16 olarak
hesaplanmıştır. Bu değer vücut yüzey alanı ile BNP değerleri arasında doğrusal bir
ilişki olmadığını göstermektedir. Her ne kadar vücut yüzey alanı (BSA) arttıkça
BNP düzeyinin de artması beklensede, çalışmadaki hastalar arasında myokard
infarktusu geçirenlerin olması ve antiiskemik tedavinin erken başlanması gibi
etkenler bizim çalışmamızın sonucunu etkilemiştir. İlgili histogram aşağıda
sunulmuştur.
21
1600
ameliyat öncesi BNP düzeyi
1400
1200
1000
800
600
400
200
1,40
1,60
1,80
2,00
2,20
2,40
2,60
vücut yüzey alani
Grafik.2: Vücut yüzey alanı (metrekare) ile preoperatif BNP (pg/ml) düzeyleri
dağılımı
Bulgularımız arasında operasyon öncesi BNP düzeyleriyle cinsiyet, sigara
içimi, diabetes mellitus arasında bir bağlantı saptanmamıştır. Ancak hipertansif
hastalarda operasyon öncesi BNP düzeyleri, diğer hastalara göre istatistiksel olarak
anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. (p=0,017). Yine KOAH’lı hastalarda
preoperatif BNP düzeyleri diğer hastalara göre anlamlı olarak yüksek ilişkili olarak
saptandı.(p=0,03)
Hastalarımızı efor kapasiteleri açısından incelediğimizde çoğunluk New York
Heart Association sınıflamasına göre sınıf 3 etrafında kümelenmiştir. Efor
kapasitelerine göre operasyon öncesi BNP düzeyleri arasında korelasyon
görülmemiştir.(p=0,46). Ancak postoperatif 1.yıldaki BNP düzeyleri ile efor
kapasiteleri arasında anlamlı bir bağlantı saptanmış efor kapasitesi arttıkça hastaların
BNP düzeyleri azalmıştır.
22
Mean of ameliyatsonrası1.yılBNPdüzeyi
180
160
140
120
100
80
60
40
1,00
2,00
3,00
da new york siniflamasina göre efor kapasitesi
Grafik.3: Postoperatif 1. yıl plazma BNP düzeyi ile NYHA efor kapasitesi
arasındaki ilişki
Preoperatif
tüm
hastalarımızın
BNP
düzeyleri
yüksektir.
Yapılan
ekokardiyografik ölçümlerde sol ventrikül diastolik çapları 4,9 +/-1,6 cm olup aşırı
bir dilatasyon yoktur. Sol ventrikül diastolik çaplarla BNP düzey yüksekliği
karşılaştırıldığında bu iki parametre arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır
(p<0,211). Bunun nedeni hastalarımızın çoğunun akut iskemik olay sonrası gelişen
ventriküler dilatasyon aşamasına gelmeden tesbit edilmiş olmasıdır. Akut myokard
iskemisi de, ventriküler dilatasyon veya hipertrofi gelişmeden BNP düzeylerini
artırabilir.
23
Perioperatif verilere ait istatistikler tablo 2 de sunulmuştur.
Tablo 2: Perioperatif Veriler
PARAMETRE
ORTALAMA
STANDART
SAPMA
Uygulanan anostomoz sayısı
2,86
+/- 0,73
Kros klemp süresi (dakika)
63,5
+/- 24,9
Total bypass süresi (dakika)
99,2
+/- 30,5
Postoperatif CKMB düzeyi
27,4
+/- 9,64
Postoperatif troponin I düzeyi
0,63
+/- 0,07
710,24
+/- 293,9
0,43
+/- 0,54
Postoperatif 7. Gün BNP düzeyi (pg/ml)
Postoperatif inotrop ihtiyacı
Postoperatif dönemde ortalama entubasyon süresi ortalama 11,39 (+/-3,2)
saat, yoğun bakımda kalış süresi ortalama 2,3 (+/-0,6) gün, hastanede kalış süresi
8,32 (+/- 2,24) gün olarak saptanmıştır. Hastaların taburculuğundan 1 yıl sonra
yapılan ekokardiyografileri sonucu hesaplanan ejeksiyon fraksiyon ortalama değeri
% 44,2 (+/- 7,39) dir. Yine 1. yılda hastaların NYHA sınıflandırmasına göre ortalama
değeri klas 1,89 (+/-0,53) olarak hesaplanmıştır. Hastaların 1. yıl kontrol BNP
düzeyleri ortalaması 97,12 (+/-70,31) pg/ml dir. Postoperatif verilere ait tablo 3
aşağıda sunulmuştur.
24
Tablo 3: Postoperatif Veriler
PARAMETRE
ORTALAMA
STANDART SAPMA
11,39
+/-3,2
YOĞUN BAKIMDA KALIŞ SÜRESİ(gün)
2,3
+/-0,6
HASTANEDE KALIŞ SÜRESİ (gün)
8,32
+/- 2,24
1,89
+/-0,53
44,2
+/- 7,39
97,12
+/-70,31
POSTOPERATİF ENTUBASYON SÜRESİ
(saat)
POSTOPERATİF 1. YIL EFOR
KAPASİTESİ (NYHA CLASS)
POSTOPERATİF 1. YIL EJEKSİYON
FRAKSİYONU (%)
POSTOPERATİF 1. YIL BNP DÜZEYİ
Ayrıca preoperatif, postoperatif 7. gün ve postoperatif 1. yıl plazma BNP
düzeylerinin dağılımını gösteren histogram alttadır. Bu histogram, preoperatif
dönemde yüksek olan plazma BNP düzeylerinin kardiyopulmoner bypass
operasyonu sonrası 7. Günden itibaren düzelmeye başladığını göstermektedir. Bu
sonuç literatürdeki bilgiyle uyumludur.
Histogram of PREOP BNPdüzeyi; POSTOP 7.gün BNP; POSTOP 1.yýl BNP
Normal
30
Variable
PREOP BNPdüzeyi
POSTOP 7.gün BNPdüzeyi
POSTOP 1.yýl BNP düzeyi
25
Mean
901,8
710,2
97,12
Frekans
20
StDev
333,0
293,9
70,31
N
30
29
25
15
10
5
0
0
400
800
pg/ml
1200
1600
Şema 3: Preoperatif, postoperatif 7. gün ve postoperatif 1. yıl plazma BNP
düzeylerinin dağılımı
25
Mean of ameliyatsonrası1.yılBNPdüzeyi
160
140
120
100
80
,00
1,00
ejeksiyon
Grafik 4: Preoperatif ve postoperatif 1. yıl ejeksiyon fraksiyonu farkları ile BNP
düzeyleri arasındaki ilişki (p=0,015)
Grafik 4’te ejeksiyon fraksiyonu ile plazma BNP düzeyleri arasında ters orantılı bir
bağlantı olduğu görülmektedir ve p< 0,05 olduğu için istatistiksel olarak anlamlıdır.
Postoperatif 7. Gün ve 1.yıldaki BNP düzeyleri ile;
•
Postoperatif CKMB düzeyi (p=0.038)
•
Potoperatif troponin düzeyi (p=0,015)
•
Postoperatif sol ventrikül enddiastolik çap (p=0,028)
arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Buna göre postoperatif kan CKMB ve
troponin düzeyi yüksek olan hastalarda postop 7. Gün ve postop 1. yıldaki kan
BNP düzeyi yüksek olarak saptanmıştır.
26
Mean of toplambypasssüresi
110
105
100
95
90
0
1
ameliyat sonrasi kulakçik kaynakli ritm bozuklugu
Grafik 5: Toplam bypass süresi ve operasyon sonrası atrial fibrilasyon görülme
sıklığı (p=0,156 )
Postoperatif 4 hastada atrial fibrilasyon ortaya çıkmıştır. Bu veri toplam
bypass süresi ile atrial fibrilasyon oluşma sıklığı arasındaki ilişkiyi açıklamada
yeterli değildir. Ancak p=0,156 olması örnek sayısının artmasıyla bu hipotezin doğru
olabileceği kanısını güçlendirmektedir.
Ölen hastalarımızda toplam bypass süresinin diğer hastalara göre daha uzun
olduğu gözlendi (p<0,03).
27
Postoperatif 1 yıllık mortalite oranımız %13,79’dur.
ameliyat
sonrasi 1 yil
içerisinde
ölüm
13,79%
ölüm
86,21%
Postoperatif 1 yıllık mortalite nedenlerimiz arasında stroke, düşük debi
sendromu, mediastinit bulunmaktadır ve bunlar istatistiksel açıdan bir anlam
taşımamaktadır.
28
8. TARTIŞMA
Koroner arter hastalığına bağlı mortalite giderek azalmasına rağmen konjestif
kalp yetmezliği insidansı artmaktadır (37, 38, 39). Toplumda yaşlı birey sayısının
artması ve myokard infarktusunun tedavisinde gelişen tıbbi, cerrahi olmayan
yöntemlerin (balon anjiyoplasti, stent) uygulanmasındaki gelişmeler konjestif kalp
yetmezliği prevalansını da arttırmıştır.
Birçok çalışmada koroner arter hastalığıyla sol ventrikül disfonksiyonu
gelişmesi ve koroner revaskularizasyonun sol ventrikül myokardiyumunun iyileşmesi
üzerine olumlu etkilerine dair iyi sonuçlar elde edilmiştir (40, 41, 42, 43).
Biz de çalışmamızda sol ventrikül disfonksiyonlu koroner arter hastalığı olan
ve koroner arter bypass uygulanan hastalarda plasma BNP düzeylerinin, mortalite ve
morbiditeyle yüksek uyum gösterdiğini bulduk.
İleri koroner arter hastalığı ve sol ventrikül disfonksiyonu olan hastalarda
konvansiyonel koroner revaskularizasyon düşük operatif risk ve uzun dönem
sonuçları açısından güvenle uygulanabilir (44). Ancak normal sol ventrikül
fonksiyonlu hastalara göre risk daha fazladırBizim çalışmamızda 1 yıllık takiplerde
mortalite oranımız %13,79 olup yüksektir. Buna ölen hastaların ileri yaşta olması,
yaygın koroner arter hastalığı ve serebrovaskuler hastalık, mediastinit gibi morbid
etkenler neden olmaktadır.
Revaskularizasyon prosedurunün yararının değerlendirilmesi iskemik kalp
hastalığına bağlı düşük ejeksiyon fraksiyonlu hastalarda çok önemlidir. McDonagh
ve arkadaşları sol ventrikül fonksiyonlarını değerlendirmek için farklı çalışmalarda
değişik yöntemler kullanmışlardır. Bunlar ekokardiyografi, myokardiyal sintigrafi ve
angiografidir. Buradaki amaçları sol ventrikül fonksiyonunu değerlendirmede
sensitiviteyi ve spesifiteyi arttırmaktı. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonundaki
değişiklikler tek başına revaskularizasyon işleminin yararını yansıtmayabilir ve
klinik değerlendirme sol ventrikül disfonksiyonunu araştırmada yeterli olmayabilir
(45). Ejeksiyon fraksiyonu diğer tüm diagnostik indeksler gibi optimum bir aralığa
29
sahiptir (46) ve konjestif kalp yetmezliği olan hastalarda sol ventrikül
değerlendirilmesinde yine de önemli bir kriterdir. Yaptığımız çalışmada preoperatif
(ortalama EF; %32,59+/-10,61) ve postoperatif (EF; %44,2+/- 7,39 ) ejeksiyon
fraksiyonu arasındaki iyileşme ile preoperatif
postop eratif
(BNP; 901,8+/-332,99 pg/ml) ve
(BNP; 97,12+/-70,31 pg/ml) BNP düzeyleri arasındaki gerilemeyi
istatistiksel açıdan anlamlı bulduk.
NYHA sınıflaması kalp yetmezliğinin
değerlendirilmesinde subjektif kriterleri olan bir yöntemdir. Hastaların semptomları
betimleme aşamasında yapacakları hata yapılan cerrahi işlemin yararlılığı veya
uygulanacak sağaltım yönteminin seçiminde yanıltıcı olabilir (47,48). Efor kapasitesi
düşük hastalarda plasma BNP düzeyleri çok daha yüksek beklenir. 30 hastalık
gözlemimizde plasma BNP düzeylerinin preoperatif yüksekliğiyle hastaların NYHA
sınıflamasına göre efor kapasiteleri arasında bir bağlantı bulunamamıştır. Çünkü
myokard iskemisi sonucu, plasma BNP düzeyinin artma süresiyle, efor kapasitesinin
düşmesi için arada geçen zaman zarfında hastalar semptomatolojik olarak
olduklarından daha iyi bir sınıfta yer alabilir. Bu durumda klinisyenlere sol ventrikül
fonksiyonları açısından hasta takibinde yardımcı olabilecek ucuz kolay uygulanabilir
objektif yeni bir yöntem gerekmektedir.
BNP sol ventrikülün endokrin fonksiyonunu gösteren bir hormondur. Son
yıllarda özellikle kalp yetmezliği olan hastaların klinik izleminde kullanılan
biyokimyasal bir parametredir. Sol ventrikül disfonksiyonu ile paralel olarak plasma
düzeyi yükselir. Myokardiyal iyileşmeyle de plasma düzeyi azalır (49). KKY nin
izleminde ekokardiyografi ve myokardiyal sintigrafiye objektivite, uygulanabilirlik
ve maliyet açısından üstündür.
BNP myokardın iskemik hasarının hassas bir indikatörü olabilir. Çünkü akut
myokard infarktüsü ve perioperatif myokardiyal iskemi nedeniyle BNP nin plasma
düzeyinin arttığı gösterilmiştir (50).
Koroner bypass operasyonu uygulanan hastalarda BNP düzeyi postoperatif 3.
Günde pik seviyesine ulaşır (51). Bu düzey yaklaşık 7.günden itibaren preoperatif
düzeye gerilerBizim çalışmamızda da preoperatif 901 pg/ml civarında olan plazma
BNP düzeyleri, postoperatif 7. günde 710 pg/ml düzeylerine gelmiştir ve literatürle
uyumludur. Kross klemp süresi ile BNP düzeyi yüksekliği arasında farklı görüşler
30
mevcuttur. Hutfless ve arkadaşları yaptıkları çalışmada plasma BNP düzeyinin
yüksekliğiyle kros klemp süresinin uzunluğu arasında anlamlı bir ilişki
bulmamışlardır (32). Bunu operasyon sırasında yeterli myokardiyal korumanın
yapılmasına bağlamışlardır. Oysa Chello ve arkadaşlarının yaptıkları araştırmada
kros klemp süresi uzun olan hastalarda BNP düzeyleri istatistiksel açıdan anlamlı
olacak şekilde yüksek bulunmuştur (30). Bu çelişki olguların koroner arter
hastalığının ciddiyeti, hastaların yaş ve cinsiyet dağılımlarının farklı olması, cerrahın
deneyimi gibi kriterlere bağlı olarak ortaya çıkmış olabilir. Biz de kros klemp
süresiyle operasyon sonrası plasma BNP düzeylerinin ilintisiz olduğunu gözlemledik.
Koroner arter bypass cerrahisi sonrası atriyal fibrilasyon görülme olasılığı
%30 dolayındadır (52). Bu ritm sorunu mortalite ve morbidite açısından oldukça
önem taşımaktadır. Postoperatif dönemde BNP düzeyi yüksekliği görülen hastalarda
atriyal fibrilasyon görülme sıklığı artmıştır (53, 54, 55) .
Atriyal fibrilasyon konjestif kalp yetmezliği gelişimi ve tromboembolik
stroke için risk faktörüdür (56). Koroner bypass cerrahisi sonrası ortaya çıkan atriyal
fibrilasyon medikal veya kardiyoversiyon ile tedavi edilmelidir. BNP postoperatif
atriyal fibrilasyon riskini öngörme açısından güvenilir bir imgedir. Bizim
çalışmamızda postoperatif atrial fibrilasyon görülme sıklığı ile BNP düzeyi
arasındaki bağlantıyı değerlendirmek için yeterli örnek saptanmamıştır.
BNP ile plevral effüzyon arasındaki ilişki sıklığı tam olarak bilinmemektedir.
Ancak myokard hasarı sonucu artmış BNP düzeyi plevral effüzyona neden olabilir.
Plevral effüzyon yine atriyal fibrilasyon oluşumunda rol oynayabilir (57). Biz
olgularımızda operasyon sonrası ilk 30 gün ve takip eden 1.yıllarında torasentez
gerektirecek düzeyde plevral effüzyona rastlanmadı.
Düşük ejeksiyon fraksiyonlu hastalarda yoğun bakım ihtiyacı ve hastanede
kalış süresi diğer hastalara göre daha fazla olması beklenir. Bizim grubumuzda
preoperatif BNP düzeyi ile yoğun bakım ihtiyacı ve hastanede kalış süresi arasında
anlamlı bir ilişki saptanmadı. Bunu koroner cerrahideki ve myokardiyal koruma
31
tekniklerindeki gelişme ve postoperatif yoğun bakım hizmetlerinin iyi olması gibi
sebeplere bağlayabiliriz.
Hasta sayısının ve takip süresinin kısıtlı, hastaların poliklinik kontrollerine
yetersiz uyum göstermesi, stres ekokardiyografi ve sintigrafi gibi myokardiyal
iskemiyi değerlendirmede güvenilir yöntemlerin uygulanabilirliğinin hem zaman
açısından hem de maliyet açısından olan zorluğu çalışmamızın dezavantajıdır.
32
9. SONUÇ
1. Konjestif kalp yetmezliği günümüzde önemli bir mortalite ve morbidite
nedenidir. Koroner arter hastalığı ise kojestif kalp yetmezliğinin önemli bir etyolojik
etkenidir. Koroner arter hastalığına bağlı konjestif kalp yetmezliği insidansı tıbbi ve
cerrahi alandaki ilerlemelere bağlı olarak artış göstermektedir.
2. Koroner arter hastalığına bağlı olarak sol ventrikül disfonksiyonu gelişen
hastalar, normal sol ventrikül fonksiyonlu koroner arter hastalarına göre koroner
revaskularizasyon operasyonu açısından daha yüksek mortalite ve morbidite oranına
sahiptir.
3. BNP, sol ventrikülden salgılanan natriüretik ve vazodilatör etkili bir peptid
hormondur. Plazma düzeyinin ölçülebiliyor olması sol ventrikül fonksiyonlarının
takibi açısından oldukça yüksek oranda önem taşımaktadır. Konjestif kalp yetmezliği
ve sol ventrikül disfonksiyonlu hastalarda plazma BNP düzeyi yükselir.
4. Ekokardiyografi ve perfüzyon sintigrafisi konjestif kalp yetmezliği ve sol
ventrikül disfonksiyonu olan hastalarda myokardiyumun yapısal ve fonksiyonel
durumunun takibinde kullanılabilen yöntemlerdir. Ancak özel laboratuvar koşulları
gerektirmesi, hasta uyumsuzluğu ve maliyet yüksekliği nedeniyle pratikte
uygulanımı zordur.
5. Koroner arter revaskularizasyonu uygulanan hastalarda operasyon öncesi
ve sonrası plazma BNP düzeylerinin ölçülmesi ve takibi myokardiyal iyileşme ve
yapılan operasyonun faydası açısından bilgi verebilir.
Özetle; koroner revaskularizasyon cerrahisine aday düşük sol ventrikül
fonsiyonlu
hastalarda,
anlaşılması,
postopertif
operasyon
sonrası
atriyal
fibrilasyon,
myokardiyal
plevral
iyileşme
effüzyon,
düzeyinin
stroke
gibi
komplikasyonların öngörülmesi ve ekokardiyografi veya sintigrafi gibi sol ventrikül
fonksiyonu takibini sağlayan yöntemlerin olmadığı durumlarda plasma BNP
düzeylerinin operasyon öncesi ve operasyon sonrası ölçülmesi rutin kullanımda yer
alabilir ve koroner arter hastalığının kardiyopulmoner bypass ile tedavisinde
mortalite ve morbidite açısından ışık tutucu olabiliri. Bu konuda geniş hasta serileri
içeren postoperatif sonuçları incelenmiş ve detaylarıyla açıklanmış çalışmalara
ihtiyaç vardır.
33
9. KAYNAKLAR
1. Joseph J. DeRose, Jr, MDa,*, Ioannis K. Toumpoulis, MDa, Sandhya K.
Balaram, MD, PhDa, John P. Ioannidis, MDb,c, Scott Belsley, MDa, Robert C.
Ashton, Jr, MDa, Daniel G. Swistel, MDa, Constantine E. Anagnostopoulos,
MDa,d , Preoperative prediction of long-term survival after coronary artery
bypass grafting in patients with low left ventricular ejection fraction, J Thorac
Cardiovasc Surg 2005;129:314-321
2. Kit V. Arom, MD, PhDa, Thomas F. Flavin, MDa, Robert W. Emery, MDa,
Vibhu R. Kshettry, MDa, Rebecca J. Petersen, RN, Patricia A. Janey, RNa Is
low ejection fraction safe for off-pump coronary bypass operation? Cardiac
Surgical Associates, Minneapolis, Minnesota, USA
3. Hani Shennib, MDa*, Munemoto Endo, MDa, Osama Benhamed, MDa, Jean
F. Morin, MD. Surgical revascularization in patients with poor left ventricular
function: on-or off pump? Annals Thoracic Surgery., Oct 2002 ; 74: S1344S1347
4. CA Milano, WD White, LR Smith, RH Jones, JE Lowe, PK Smith and P Van
Trigt Coronary artery bypass in patients with severely depressed ventricular
function. The Annals of Thoracic Surgery, Vol 56, 487-493, Copyright ©
1993 by The Society of Thoracic Surgeons
5. Mohamed A. Soliman Hamad, MDa,*, M. Erwin S.H. Tan, MD, PhDa, Albert
H.M. van Straten, MDa, André A.J. van Zundert, MD, PhDb, Jacques P.A.M.
Schönberger, MD, PhDa Long-Term Results of Coronary Artery Bypass
Grafting in Patients With Left Ventricular Dysfunction, Ann Thorac Surg
2008; 85: 488-493. doi:10.1016/j.athoracsur.2007.09.010
6. Graham S. Hillis, MBChB, PhD; Kenton J. Zehr, MD; Amy W. Williams,
MD; Hartzell V. Schaff, MD; Thomas A. Orzulak, MD; Richard C. Daly,
MD; Charles J. Mullany, MD; Richard J. Rodeheffer, MD; Jae K. Oh, MD,
Outcome of Patients With Low Ejection Fraction Undergoing Coronary
Artery Bypass Grafting, Circulation. 2006;114:I-414 – I-419.)
7. Alderman EL, Fisher LD, Litwan P, et al. Results of coranary artery
surgeryin
patients
with
poor
left ventricular
1983;68:785-95.
34
function.
Circulation
8. Alkpinar B, Gudden M, Sanisoğlu I, et al . Does off pump coranary artery
bypass surgery reduce mortality in high-risk patients? Heart Surg
Forum.2001;4:231-7
9. Trapp WG, Bisarya R. Placement of coronary artery bypass graft without
pump oxygenator. Ann Thorac Surg. 1975;19:1-9
10. Parolari M.,Alamanni D. Polvani . Meta analysis of randomized trials
comparing off pump with on pump coronary artery bypass graft patency. Ann
Thorac Surg 2005;80:2121-2125
11. Duminde N Wijeysundera MD, W Scott Beattie MD, George Djaiani MD,
Vivek Rajo MD, Michael Borger MD, Keyvan Karkouti MD, Robert
Cusimano MD. Off-pump coronary artery surgery for reducing mortality and
moridity: Meta-analysis of randomized and observational studies. J Am Coll
Cardiol 2005;46:872-882
12. Geert J.M.G van der Heijden, Hendrik M. Nathoe, Erik W. L. Jansen,
Diederick E. Grobbee. Meta analysis on the effect of off pump coronary
bypass surgery. Eur J Cardiothoracic Surg 2004;26:81-84
13. Michael Webber, Christian Hamm. Role of b type natriuretic peptide BNP
and NT-proBNP in clinical routine. Herat 2006;92:843-849
14. A:Georges, F Forestier, N Valli, A. Plogin, G. Janvier, l.Bordenave. Changes
in type B natriuretic peptide (BNP) concentrations during cardiac valve
replacement. Eur J Cardiothoracic Surg 2004;25:941-945
15. James A de Lemos, David A Marrow, Jane H. Bentley, Torbjorn Omland,
Marc S. Sabatine, Carolyn H. McCabe, Christian Hall, Eugene Braunwald.
The Prognostic Value of B type natriuretic peptide in patients with acute
coronary syndromes.The New England Journal Of Medicine 345:1014-1021
16. Mandorini P., Senderos L.Pplasma brain natriuretic peptide concentration :
impact of age and gender.J Am Coll Cardiol 2002; 40:976-982
17. Andreas Luchner, Christian Hengstenberg, Hannelore Lowel, Gunter A. J.
Riegger, Heribert Schunkert,Stephan Holmer. Effect of compensated renal
dysfunction on approved heart failure markers .Hypertension 2005;46:118
18. Hasewega K, Fujiwara H, Doyama K, Miyamae M, et al. Ventriculer
expression
of
brain
natriuretic
cardiomyopathy.Circulation. 1993;88:372-80.
35
peptide
in
hypertrophic
19. Song M, Kobayashie Y, Michi H. Clinical implication of atrial and brain
natriuretic peptide in coranary artery bypass grafting. Asian Cardiovasc
Thorac Ann. 2004;12:41-6.
20. Yoshmura M, Yasue H, Morita E, Skaino N, et al. Hemodynamic renal and
hormonal response to brain natriuretic peptide infusion in patients
withcongestive heart failure. Circulation 1991;84:1581-8.
21. Soren Schenk, MDa, Patrick M. McCarthy, MDa,b,c,d,*, Randall C. Starling,
MD, MPHc,d,e, Katherine J. Hoercher, RNb,c,d, Melanie D. Hail, BSNc, Yoshio
Ootaki, MD, PhDa, Gary S. Francis, MDc,d,e, Kazuyoshi Doi, MDa, James B.
Young, MDc,d,e, Kiyotaka Fukamachi, MD. Neurohormonal response to left
ventricular reconstruction surgery in ischemic cardiomyopathy . J Thorac
Cardiovasc Surg 2004;128:38-43
22. Gheorghiade M, Bonow RO. Chronic heart failure in the United States: a
manifestation of coronary artery disease. Circulation. 1998;97:282–289
23. Zardini P, Marino P, Golia G, Anselmi M, Castelli M. Ventricular
remodeling and infarct expansion. Am J Cardiol. 1993;72:98G–106G
24. Francis GS, Benedict C, Johnstone DE, Kirlin PC, Nicklas J, Liang CS, et al.
Comparison of neuroendocrine activation in patients with left ventricular
dysfunction with and without congestive heart failure. A substudy of the
Studies
of
Left
Ventricular
Dysfunction
(SOLVD).
Circulation.
1990;82:1724–1729
25. Omland T, Aakvaag A, Bonarjee VV, Caidahl K, Lie RT, Nilsen DW, et al.
Plasma brain natriuretric peptide as an indicator of left ventricular systolic
function and long-term survival after acute myocardial infarction.
Comparison with plasma atrial natriuretric peptide and N-terminal proatrial
natriuretric peptide. Circulation. 1996;93:1963–1969
26. Morrow DA, de Lemos JA, Sabatine MS, Murphy SA, Demopoulos LA,
DiBattiste PM, et al. Evaluation of B-type natriuretic peptide for risk
assessment in unstable angina/non-ST-elevation myocardial infarction. Btype natriuretic peptide and prognosis in TACTICS-TIMI J Am Coll Cardiol.
2003;41:1264–1272
36
27. Athanasuleas CL, Stanley AW Jr, Buckberg GD, Dor V, DiDonato M,
Blackstone EH. Surgical anterior ventricular endocardial restoration
(SAVER) in the dilated remodeled ventricle after anterior myocardial
infarction. RESTORE group. Reconstructive Endoventricular Surgery,
returning Torsion Original Radius Elliptical Shape to the LV. J Am Coll
Cardiol. 2001;37:1199–1209
28. Shivalker B, Maes A, Borgers M, Ausma C, et al. Only hibernating
myocardium
invariably
shows
early
recovery
after
coranary
revascularization. Circulation. 1996;94:308-15.
29. Morimoto K., Mori T., Ishiguro S., Matsuda N., Hara Y., Kuroda H.
Perioperative changes in plasma brain natriuretic peptide concentrations in
patients undergoing cardiac surgery. Surg Today 1998;28:23-29
30. Chello M., Mastroroberto P., Perticone F., Cirillo F., Bevacqua E., Olivito S.,
Covino E. Plasma levels of atrial and brain natriuretic peptides as indicators
of recovery of left ventricular systolic function after coronary artery bypass.
Eur J Cardiothorac Surg 2001;20:140-146
31. Sarbulbul O, Alat I, Coskun S, Apaydin A, et al. The role of brain natriuretic
peptide. Tex Heart Inst J. 2003;30:298-304.
32. R. Hutfless, R. Kazanegra, M. Madani, M. A. Bhalla, A. Tulua-Tata, A.
Chen, P. Clopton, C. James, A. Chiu, and A. S. Maisel.Utility of B-type
natriuretic peptide in predicting postoperative complications and outcomes in
patients
undergoing
heart
surgery
J. Am. Coll. Cardiol., May 19, 2004; 43(10): 1873 - 1879.
33. M. Tavakol, K. Z. Hassan, R. K. Abdula, W. Briggs, C. E. Oribabor, A. J.
Tortolani, T. J. Sacchi, L. Y. Lee, and J. F. Heitner. Utility of brain natriuretic
peptide as a predictor of atrial fibrillation after cardiac operations. Ann.
Thorac. Surg., September 1, 2009; 88(3): 802 – 807
34. S Kurl, M Ala-Kopsala, H Ruskoaho, T Makikallio, K Nyyssonen, O
Vuolteenaho, J Sivenius, J T Salonen, and J A Laukkanen. Plasma N-terminal
fragments of natriuretic peptides predict the risk of stroke and atrial
fibrillation in men. Heart, July 1, 2009; 95(13): 1067 - 1071
37
35. A. A. Fox, S. K. Shernan, C. D. Collard, K.-Y. Liu, S. F. Aranki, S. M.
DeSantis, P. Jarolim, and S. C. Body. Preoperative B-type natriuretic peptide
is as independent predictor of ventricular dysfunction and mortality after
primary coronary artery bypass grafting. J. Thorac. Cardiovasc. Surg.,
August 1, 2008; 136(2): 452 – 461
36. J. A. Laukkanen, S. Kurl, M. Ala-Kopsala, O. Vuolteenaho, H. Ruskoaho, K.
Nyyssonen, and J. T. Salonen. Plasma N-terminal fragments of natriuretic
propeptides predict the risk of cardiovascular events and mortality in middleaged menEur. Heart J., May 2, 2006; 27(10): 1230 - 1237.
37. Abraham W.T., Bristow M.R. Specialized centers for heart failure
management. Circulation 1997;96:2755-2757
38. American Heart Association. 1988 Heart Facts. Dallas, Tex: American Heart
Association; 1988.
39. O'Connell JB, Bristow MR. Economic impact of heart failure in the United
States: time for a different approach. J Heart Lung Transplant. 1994;13:107112.
40. T4) Kaul T.K., Agnihotri A.K., Fields B.L., Riggins L.S., Wyatt D.A., Jones
C.R. Coronary artery bypass grafting in patients with an ejection fraction of
twenty percent or less. J Thorac Cardiovasc Surg 1996;111:1001-1012
41. Elefteriades J.A., Morales D.L.S., Gradel C., Tollis G., Jr., Levi E., Zaret
B.L. Results of coronary artery bypass grafting by a single surgeon in patients
with left ventricular ejection fraction <30%. Am J Cardiol 1997;79:15731578
42. Meluzin J., Cerny J., Frelich M., Stetka F., Spinarovo L., Popalova J., Stipal
R. Prognostic value of the amount of dysfunctional but viable myocardium in
revascularized patients with coronary artery disease and left ventricular
dysfunction. J Am Coll Cardiol 1998;32:912-920
43. Afridi I., Grayburn P.A., Panza J.A., Oh J.K., Zaghbi W.A., Marwick T.H.
Myocardial viability during dobutamine echocardiography predicts survival
in patients with coronary artery disease and severe left ventricular systolic
dysfunction. J Am Coll Cardiol 1998;32:921-926
44. Hata M, Seevanayagaam S, Mnason N,Rosalison A, Matalanis G, Raman J,
Buxton BF,Risk analysis of mortality for coronary bypass surgery with radial
artery . Ann Thorac Cardiovasc Surg October 2001; 73:213-217
38
45. McDonagh T.A., Robb S.D., Murdoch D.R., Morton J.J., Ford I., Morrison
C.E., Tunstall-Pedoe H., McMurray J.J., Dargie H.J. Biochemical detection
of left-ventricular systolic dysfunction. Lancet 1998;351:9-13.
46. Cohn J.N., Johnson G. Heart failure with normal ejection fraction: the VHeFT study. Circulation 1990;81(Suppl III):48-53.
47. Goldman L., Hashimoto B., Cook E.F., Loscalzo A. Comparative
reproducibility and validity of systems for assessing cardiovascular functional
class: advantages of a new specific activity scale. Circulation 1981;64:12271234
48. Chan R.K.M., Raman J., Lee K.J., Rosalion A., Hicks R.J., Pornvilawan S.,
Sia B.S., Horowitz J.D., Tonkin A.M., Buxton B.F. Prediction of outcome
after revascularization in patients with poor ventricular function. Ann Thorac
Surg 1996;61:1428-1434
49. Hayashi M, Tsutamoto T, Wada A, Maeda K, Mabuchi N, Tsutsui T et al.
Intravenous atrial natriuretic peptide prevents left ventricular remodeling in
patients with first anterior acute myocardial infarction. J Am Coll Cardiol
2001;37:1820–6
50. Mair P, Mair J, Bleier J, Hormann C, Balogh D, Puschendorf B. Augmented
release of brain natriuretic peptide during reperfusion of the human heart after
cardioplegic cardiac arrest. Clin Chim Acta 1997;261:57–68
51. Matsushita Y, Okamura Y, Iida H, Mochizuki Y, Mori H, Yamada Y et al.
Usefulness of OPCAB from the viewpoint of fluctuations in the level of
blood natriuretic peptides. Kyobu Geka 2001;54:321–5.
52. Inoue S, Y, Sano K, Katoh H, Shimada T. Atrium as a source of brain
natriuretic polypeptide in patients with atrial fibrillation. J Card Fail
2000;6:92–6.
53. Stamou SC, Dangas G, Hill PC, Pfister AJ, Dullum MK, Boyce SW et al.
Atrial fibrillation after beating heart surgery. Am J Cardiol 2000;86:64–7
54. Mabuchi N, Tsutamoto T, Maeda K, Kinoshita M. Plasma cardiac natriuretic
peptides as biochemical markers of recurrence of atrial fibrillation in patients
with mild congestive heart failure. Jpn Circ J 2000;64:765–71.
55. Jourdain P, Bellorini M, Funck F, Fulla Y, Guillard N, Loiret J et al. Shortterm effects of sinus rhythm restoration in patients with lone atrial
fibrillation: a hormonal study. Eur J Heart Fail 2002;4:263–7.
39
56. Shimizu H, Murakami Y, Inoue S, Ohta Y, Nakamura K, Katoh H et al. High
plasma brain natriuretic polypeptide level as a marker of risk for
thrmoboembolism in patients with nonvalvular atrial fibrillation. Stroke
2002;33:1005–10
57. Light RW, Rogers JT, Moyers JP, Lee YC, Rodriguez RM, Alford WC Jr et
al. Prevalence and clinical course of pleural effusions at 30 days after
coronary artery and cardiac surgery. Am J Respir Crit Care Med
2002;166:1567–71
40
Download