ATATÜRK vc TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ Doç,, Dr. M ustafa YILM AZ Yrd. Doç. Dr. Temuçin Faik ERTAN Yrd. Doç. Dr. Yusuf SARINAY Yrd. Doç, Dr. A dil DAĞISTAN Dr. M. Derviş KILINÇKAYA Dr. Ayten SEZER Dr. Oğuz AYTEPE Okutman: Ayşe AKTAŞ EKİM, 1998 ANKARA Editör: M, Der viş KILINÇKAYA ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ © Siyasal Kitabevi Tüm Haklan Saklıdır. ISBN: 1. Baskı Ekim 1998 Dizgi Leyla ERDEK Kapak ve İç Baskı Cem Web Ofset Ltd. Şti, Tel: (312) 385 37 27 Siyasal Kitabevi Yeniacun sokak 3/D Cebeci-Ankar a Tel: 320 45 10-418 35 93 Faks: 362 53 93 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ I. BÖLÜM : O SM A N LI Y ENİLEŞM ESİ A -O SM A NLI TOPLUMSAL YA PISIN A GENEL BİR BAKIŞ 1 B-OSMANLİ DEVLETİNİN GERİ KALIŞI VE Y EN İLEŞM E Ç A B A L A R I . ....................................................................... 8 1-Osmanlı devletinde Islahat Hareketleri....................................... 10 2 - Tanzimat ve Islahat Fermanları D ö n e m i .........................................16 3-Şark Meselesi............................................................................... 21 C-OSM ANLI SİYASAL H A YA TIND A MEŞRUTİYET VE MU H ALEFET .............................................. 24 1-Yeni Osmanlı Muhalefeti ve I. Meşrutiyet ............................... 25 2-Fıansız İhtilâli ve E tkileri.................................................................. 29 3-Sanayi İnkılâbı ve Sömürgecilik............................................. 33 4-Müdaha!eler Devrinde Osmanlı D ev le ti...........................................36 5-İttihat ve Terakki muhalefeti ve II. M e ş ru tiy e t.......................... 37 Ç-DIŞ O L A Y L A R ......................... 41 !- Tıablıısgaıp Savaşı ........................... 41 2-Balkan S a v a ş la rı................................................................................... 42 D-II M E ŞR U T İY E T DÖNEMİ FİKİR H A REKETLERİ 43 1-Batıcılar ........... 44 2- Türkçüler 45 46 3-İslâmcıla ı ......................................... E-BİRİNCİ D Ü N Y A SAVAŞI 47 1-Savaşın Sebepleri. .................... 47 2-Osmanh Devletinin savaşa K atılm ası..................................................49 3-Osmanlı Topraklarının Paylaşılmasına Dair Gizli Anlaşmalar 51 i Ç erçeve Yazı i : Wilson İlk eleri............................................ ........ 55 ..... 57 4-M ondıos M ü t a r e k e s i ................................... II B Ö L Ü M : M İ L L İ M Ü C A D E L E A -H AZIRLIK D Ö N E M İ , .......................................... 63 1-İşgaller Karşısında Ülkenin Durumu ve Kurulan Cem iyetler 63 a)İngiliz. Fransız ve İtalyan İşgalleri . . 64 b) Ermen i Faaliyetleri ............................ 65 Çerçeve Yazı II : E rm e n i T ehciri .............. 66 c)Yunan İşgalleri . , 72 74 ç)Zar ar Is Cemiyetler.. ............... d)Miilİ Cemiyetler . . 76 e)Padişah ve Osmanlı Hükümetinin T u tu m u ...................................... 79 2)Mustafa Kemal Paşamın İstanbul’a Gelmesi ve Duruma Bakışı 81 Ç erçeve Yazı İH : S a m s u n ’a Çıktığı G ü n e K a d a r M u sta fa K em al P a şa m ın H a y a t ı ........ — 85 2-Mustafa Kemal Paşa’n ui Sam sun’a Çıkması ve Faaliyetleri 89 a)Amasya Tamimi,Kapsamı ve Sonuçlan, ..................................... 92 b)Eı zuıum K o n g re s i................................... 95 c)Bafıkesir ve Alaşehir Kongreleri................................. 97 ç)Sivas K o n g r e s i................... .98 d)Amasya Görüşmeleri ve Protokolü . . 102 ejSivas’ta Komutanlarla Yapılan T o p l a n t ı . . 102 f)Heyet-i Temsiliyenin Ankara’ya Gelişi , ............ ....... , 103 g) Son Osmanlı Mebusları Meclisi ve MisakT Milliye". ........ 10.3 h) İstanbul’un İşgali ve Mubusiar Meclisinin Dağıtılması 105 B-TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET M ECLİSİ’NÎN AÇILMASI . 106 1-TBMM’nin Açılışından Sonra Askeri ve Siyasi Gelişmeler .... 108 a)İç Ayaklanmalar................ ................................. . 108 b)Milli O rdu’nun IÇurulması. ... 110 c)Sevr Barış anlaşm ası................... ...... .111 2-Miili Cephelerin K urulm ası. 112 a)Gtiney ve Güneydoğu Cephesi... ■ .................. . . . . . 113 b)Doğu Cephesi 114 c)Batı C ep hesi.................................................... 116 C- 1921-1922 ASKERİ VE SİYASİ G ELİŞM ELER ........................ 117 1-Birinci İnönü Muharebesi ve Londra Konferansı ............ i 17 2 - İkinci İnönü M u h a r e b e s i ... ..... .119 3-Kütahya-Eskişehiı M uharebeleri........................ .. ., 120 4-Mustafa Kemal Paşa’nm Başkomutanlığa Getirilmesi ve Jekâiif-i Milliye Emirleri........................... ... 120 .5-Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonuçlan. . ................................ 121 6 - Biiyük Taarruz ve Başkumandan Meydan M u h a r e b e s i 123 III BÖLÜM : M UD A N YA M ÜTAR EK ESİN DEN LO ZA N BA R IŞ AN LA ŞM ASIN A AB- MUDANYA M ÜTAREKESİ ............... L-OZAN BARIŞ K O N F E R A N S I ............... i - Hazırlıklar.......................... 2-Gör üşmeler in Başlaması ve Konferansın Birinci D önem i ... 3-Lozan Konferansının Kesilmesi ve Türkiye’deki Önemli Olaylar ............................... ............................................... . 4-Konferansın Yeniden Başlaması ve Anlaşmanın İmzalanması 5-Lozan Barış Anlaşması 125 128 128 133 135 138 139 IV BÖ LÜM : A TA TÜ R K D Ö N EM İN D E TÜRKİYE A-İÇ POLİTİKA ...................................................... ................ . 143 1-Cumhuriyetin İlânını Hazırlayan Gelişmeler 143 2-Cumhuriyet’in İ lâ n ı........................ 144 3-Haiifeliğin Kaldırılması ... . ...; ................................ 146 4-Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nm Kurulması ve Muhalefetin Ortaya Çıkışı ......................................... 147 5-Şeyh Sait İsyanı ve Sonuçlan 148 6-izmir Suikasti G ir iş im i.............................. . .. . 150 7-Serbest Cumhuriyet Fırkası’mn K u ru lm ası. . 150 8 - Menemen Olayı ......................................... 153 B-ATATURK DÖNEMİ TÜRK DİŞ POLİTİKASI .................. 154 1-Atatürk ün Dış Politikadaki Temel İlkeleri 155 2-Dış İ liş k il e r .................... .............. ........................ . 160 a'iVhısu; Sorunu . 160 b)Hatay Sorunu ......................... . 162 163 c)Montrö Boğazlar Sözleşmesi ................. ç)Türk-Yunan “etab lu Anlaşmazlığı ...............................................165 d)Balkan A ntantı ... .166 e)Sâdâbat Paktı................................. 168 3-Atatürk Döneminde Türkiye’nin İkili İlişkileri 169 a)Turk-Sovyet İlişkileri . 169 b )Tüık-İngiliz İlişkileri 172 c)Tüık-İtalyan İlişkileri 173 ç)Türk-Fvansız İlişkileri : 174 V B Ö LÜ M : İN K IL P H A R E K E T L E R İ A -Ç A Ğ D A Ş H U K U K SİSTEMİNİN K U R U L M A S I 181 1-Hukukun Anlamı,Önemi ve Başlıca Hukuk Sistemleri 181 182 2-Osmaııiı H ukuk Sistem i................................................................... 3-Cumhuı iyet Dönemi H ukuk Devrimi ve Yeni Hukuk Sisteminin Kurulması ................................. 186 4 - l üık Anayasaları .............................. .... 190 a)Anayasanın Anlamı ve Tarihçesi 190 b) 1876 Osmanlı Kanun-ı Esasisi..................................... 191 c)19 2 1 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu............................................ 192 ç) 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu .................................. 193 d) 1961 anayasası 196 e) 1982 ana y asası................................................................................. B-EĞITİM ALAN IN DA K İ G E L İŞ M E L E R ................................. 197 1-Cumhuriyet Öncesi Eğitim S iste m i...................................................... 198 2-Atatürk Dönemi milli Eğitim Politikası............................................... 198 3-Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve U ygulam aları .......................... 200 4-îlk ve Ortaöğretimdeki Gelişmeler ................................. 202' 5-1933 Üniversite Reformu ve Yükseköğretimdeki Gelişmeler .... 204 206 6-AzınIık ve Yabancı O k u l l a r ı .................................................... C -K Ü LT Ü R A LAN IN D A YAPILAN İNKILÂP H A RE K ET L E Rİ 209 1-Cumhuriyet Öncesinde Türk Dili ........................................ 209 2-Alfabe Değişikliği...................................................... 3-Tarih İnkılâbı ve Türk Tarih Kuruntunun K uru lm ası.......................213 4-Dil İnkılâbı................................................................ D -EK O N OM İK VE TO PLUM SAL A L A N D A YAPILAN İNKILÂPLAR ... , ................................................................................217 1-Ekonomi Alanındaki Gelişmeler ................................... , ,217 ,2-Diğet Alanlarda Ortaya Çıkan Gelişmeler ........................... 227 a)Kılık ve Kıyafet Alanındaki Düzenlemeler,Tekke ve zaviyelerin K a p a tılm a s ı............................................ 228 b)MilIetleıarası Takvim ve Saatin K a b u lü .............................................230 cjÖlçii sisteminin Yenileşmesi ...................................... 231 ç)Soyadı Kanunun Kabulü ...................................................... 231 d)Hafta Tatilinin Değiştirilmesi......................................... 232 VI B Ö L Ü M : A T A T Ü R K S O N R A S I T Ü R K İY E A-İÇ POLİTİKA 1-İnönü Dönemi ....................................................... 233 233 2-Demokrat Parti D ö n e m i .. 2.3 7 3-1960-1995 Sonrası Türk İç Politikası ......................................... . 240 B-DIŞ P O L İT İK A .............................................................................................. 244 1-İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası .....................................249 2-îkinci Dünya Savaşından Sonra T ü rk i y e . 254 3-Soğuk savaş Döneminde Türk Dış Politikası...................................... 260 a)I< ıbrıs Sorunu .......................... 264 b)Türk-Sovyet İlişkileri ...2 6 7 c) I üık-ABD İlişkileri........................ ......................... 269 ç)İslâm Ülkeleri İle Olan İlişkiler........................................................... 271 d)Tiirk-Yunan İlişkileri .......................................................................273 4-Soğuk Savaş Döneminden Sonra Türk Dış Politikası ... 278 VII B Ö L Ü M : A T A T Ü R K İ L K E L E R İ A-CLM1 iliRİYl- 1ÇİLİK ............................................................................ 281 B-MİI LİYETÇİI İK . . . ..291 C-HALKÇIL1K 308 ...................... 312 Ç-LÂİKLIK Ç e rç ev e Yazı IV : L aiklik Ü s tü n e ......................... 319 D -D EV LETÇ İLİK . .............................................. 329 E-İNKILÂPÇ1LIK 336 K A Y N A K Ç A ..................................................................................................... 3 4 5 V SUNUŞ Osmanlı Devleti, başlangıçta bir Avrupa Devleti idi Büyük bölümü 1380’ierde -İstanbul’un fethinden yaklaşık 70 y ılö n c e fethedilen Balkanların demografik ve kültürel yapısı, XIX yüzyıl sonlarına kadar Anadolu’dan farksızdı 93 Harbi (1876-1877)’nden sonra başlayan yenilgiler, maruz kalınan katliamlar ve geriye göçler sonucunda, Balkanlarda Türk sosyal yapısının ve Türk kültürünün ne hâle getirildiğini günümüzde Osmanfı mîrâsı olan son Türk izlerinin de Bosna-Hersek’de başlayan ve Kosova’da devam eden saldırılarla nasıl silinmeye çalışıldığını hepimiz biliyoruz Eğer Milli Mücadele yapılmasaydı, Anadolu da balkanlaştırılmış olacaktı Mustafa Kemâl gibi bir lider ortaya çıkmasaydı, Milli Mücadele de gerçekleştirilemezdi Direnen millet istiklâlini kazandı Bunu tâkiben Türk İnkılâbı gerçekleştirildi Ve çağdaş medeniyet seviyesine çıkma yarışı başladı . Bu yarışta başarı kazanmak, uğradığımız felaketlerin, milli mücadelenin arka planını ve Türk İnkılâbı’nm gelişme ve kalkınma felsefesini iyi anlamak, bunları gençliğimize iyi öğretmek ve kendilerine tarih bilinci kazandırmak gerekiyordu İşte bu amaçla Ankara Hukuk Mektebi’nde İsmet Paşa’nın konferansı ile başlayan Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi, bütün üniversitelerimizde altmış üç yıldan bu yana kesintisiz bir biçimde okutuluyor Böyiece tarih bilinci içinde, Atatürk’ün istediği istikâmette gençliğin olay ve olguları akılcı düşünceyle yorumlamasına ve bütün problemleri İlmî yaklaşım ve metodla çözümlemesine çalışılıyor Üniversitelerimizde 1983 yılından itibâren, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi’nin muhtevasının araştırılması ve derslerin veriliş biçimi yeni bir yapıya kavuşturuldu Birisi Hacettepe’de olmak üzere altı üniversitede Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü kuruldu Bu enstitülere yüksek lisans ve doktora yaptırtmak üzere genç araştırma görevlileri alındı Bu gençler hem lisans düzeyinde İnkılap Tarihi derslerini okuttular hem de kendi alanlarında araştırmalar yaparak akademik kariyer kazanmaya çalıştılar İşte elinizdeki kitabın yazarları, söz konusu dönemde veya daha sonra H Ü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde göreve başlayan ve bugün bir kısmı doçentlik ve yardımcı doçentlik unvanları kazanmış olan genç öğretim üyeleri ve görevlileridir Dolayısıyla ilk denemeleri olmasına rağmen, yazarlarının hem araştırma hem de uygulama tecrübelerinin ürünü olduğu için özel bir önem taşıyan bu kitap, hiç şüphesiz sonraki baskılarında daha da mükemmelleşecektir Böyle bir gayret içinde olduklarına inandığım yazarları kutluyor, başarılarının devamını diliyorum Prof Dr Bahaeddin Yediyiİdiz H Ü Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürü viii ÖNSÖZ Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersleri 1935 yılından başlayarak İstanbul Üniversitesi ile Y üksek Okullarında ve A nkara Hukuk F a k ü lte s in d e “ Türk İnkılâp Tarihi” adı altında okutulm aya başlandığında,elde edilm ek istenen sonuç yüksek öğrenim gençliğine Türkiye Cumhuriyetinin hangi şartlarda kurulduğunu anlatabilm ek ve cum huriyete sahip çıkma şuurunu verebilmekti 1934 yılında İstanbul Üniversitesi bünyesinde İnkılâp Enstitüsü kuruldu. O dönemde çok yoğun bir ilgiyle karşılanan ve konferanslar şeklinde verilen Türk İnkılâbı Tarihi D erslerinijn kılâbm öncülüğünü üstlenmiş olan lider kadronun bizzat anlatması ve devletimizin kurucusu Gazi M ustafâ Kemal A tatürk’le, Başbakan İsmet İnönü’nün konuyla yakından ilgilenmiş olmaları bu derslere ne kadar önem verildiğini göstermektedir Bu konferanslar sırasında konular dört bölüme ayrılm ış-v e İnkılâbın A skerlik ve İç Siyasete dair olan bölümü o dönem de C H F ’nm U m um i Kâtib i (Genel Sekreteri) olan Recep (Peker), H ukuk bölüm ünü M a hm ud Esad (Bozkurt),Dış politika bölümünü Y u s u f H ikm et (Bayur) ve Ekonomi bölümünü de Y usuf Kemal (Tengirşenk) Beyler üstlenmişlerdi Ankara H ukuk M e ktebi’ndeki ilk ders İsm et P a ş a ’nın konferansı ile başlamıştı Başlangıçta üzerinde önem le durulan bu amaçlara zaman içinde tam anlamıyla ulaşıldığını söylemek zordur Türk İnkılâbının,hemen her alanda kendisine rakip olarak gördüğü geleneksel değerler,1940’fı yılların sonlarından başlayarak yeniden güçlenm eye ve geıek toplum ,gerek siyaset hayatında kendini gösterm eye başlamıştır. Bu, tabii kabul edilmesi gereken bir gelişmedir Meseleye gelenek ve modernlik arasındaki rekabetin daı çerçevesinden bakıldığında,hemen her alanda görülen kısır çalışmanın gerek bürokrat-seçkinleri,gerek eııtellektlieileı i ve gerekse halkı bıktırdığı ve bunalttığı söylenebilir Asıi mesele bu konunun kaynakları üzerinde bu kadar çok yazılıp çizilmiş olmasına rağmen,Türk inkılâbının halk katmanlarında ne kadar yerleştİği.naşı 1 algılandığı konusunda elimizde şaşılacak kadar az veri bulunduğunun hala fark edilmemiş olmasıdır Esasında, medeniyet değiştirmek gibi büyük bir tecrübeyi yaşayan bir toplum da , dönüşüm sürecinden kaynaklanan çalkantıların ortaya çıkması doğal değil midir ? Boş övgü veya yergilerden sıyrılarak kendi yakın geçmişim izi anlamak hakkını bizden kim esirgemektedir ? Esas olan,meselelerimizi fark etmek ve bütün çağdaş toplumlar gibi bu meseleleri ilmi yaklaşımlarla anlamak ve aynı metotla çözümler üretmek,üretebilmektir Büyük A tatürk’ün dediği gibi “ ..Hayatta en hakiki mürşit İlimdir 11 Meseleleri anlamada ve çözümlemede ilim rehber kabul edildiğinde ideolojinin kaçmaktan başka çaresi yoktur Elinizdeki bu eser,Hacettepe Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde uzun yıllardan beri bir arada bulunan öğretim elemanlarının yaptıkları ekip çalışmasının ilk ürünü olarak ortaya çıkmıştır Her yazarın kaleme aldığı böJümdeki görüşlerinin sorumluluğu kendine ait olmak kaydıyla,Türkiye’de pek çok alanda gözlenebilecek olan buhıaııın tarihi kaynaklarına ve gelişimine dikkat çekmek amacını taşımaktadır Tabiatıyla bir ders kitabının elverdiği ölçülerde...Bu eserin yazarlarının ortak kanaatleri bu ülkede yaşayan herkesin siyasal ve düşünsel tercihi ne olursa olsun sonuçta bu ülkenin insanlarının mutlu olmasını amaçladığıdır Eğer sözkonusu tercihler,sağlıklı bir tarihi perspektife kavuşturuİabiİirse,daha tutarlı bir tartışma zemininin oluşabileceği kanaatindedirler. Altı ana bölümden m eydana gelen şekilde ortaya çıkmıştır: bu kitaba katkılar aşağıdaki Milli Mücadelenin başlangıcına kadar 19 ve 20. Yüzyıllardaki durumu işleyen I. B ölüm ’de “O smanh Toplumsal Yapısına Genel Bir Bakış ' (4-9) Doç Dr Mustafa Yılmaz; “Osmanlı Devleti’nin Geri Kalışı ve Yenileşme Çabalan” ,’’Osmanh Siyasal Hayatında Meşrutiyet ve Muhalefet” (10-66) Dr. M Derviş Kılınçkaya tarafından ; x ^ Milli Mücadele Döneminden Lozan Barış Anlaşmasın* işleyen İi Bölüm'de: ‘Milli Mücadele (66-120) Dr Oğuz Aytepe;”Mudanya Mütarekesinden Lozan Barış Anlaşmasına” (120-137) Yard Doç Dr Temuçin Faik Ertan tarafından; Atatürk dönemi iç ve dış politikasının işlendiği III B ölüm 'de : ‘ Atatürk Dönemi : İç Siyaset “(137-148) Dr Ayten Sezer; “Atatürk Dönemi Dış Politikası 1923-1938” (148-171) Doç Dr Mustafa Yılm az tarafından: C u m h u ri\c t Dönemi İnkılâp Hareketlerinin işlendiği IV B ö l ü n r d e : "Çağdaş Hukuk Sistemim in Kurulması ve Lürk Anayasaları”(1 7 3 -1 8 2 ) Y ard D o ç Dr. T e m u ç in Faik Ertan;"Eğitim ve Kültür Alanındaki G elişm eler” ( 1 8 2 - 1 9 3 ) Dr A yten S e z e rÇ K ü ltü ı Alanında Yapılan İnkılâp Hareketleri’ (194-202) Ayşe A k ta ş ;’Ekonomik ve Toplumsal alanda İnkılâp” (203-220) Dr M. Derviş Kıhnçkaya tarafından ; Atatürk sonrası Türkiye’nin iç ve dış gelişmelerinin işlendiği V Bölüm de :’ İnönü Dönemi : İç Olaylar” (220-225) Yard Doç Dr T F Ertan;’'Atatürk’ten Sonra Türk Dış Politikası’" (226-260) Yard Doç Dr Yusuf Sarınay tarafından ; Atatürk İlkelerinin işlendiği VI Böİüııı’de Cumhuriyetçilik,Laiklik ve İnkılâpçılık İlkeleri Yard Doç Dr. Adil Dağıstan;Müliyetçilik İlkesi Yard. Doç, Dr Yusuf Sarınay ; Halkçılık ilkesi Dr M Derviş Kıhnçkaya ;Devletçilik ilkesi Yard Doç Dr Temuçin Faik Ertan tarafından kaleme alınmış,metne konulan çerçeve yazıların müellifleri ayrıca belirtilmiştir Eser . yazarların isteği üzerine Dr M Derviş Kıhnçkaya tarafından müelliflerin üslûp ve fikirleri muhafaza edilmek şartıyla redakte edilmiştir Dolayısıyla buradaki eksiklik ve hatalar bize aittir Burada müsveddelerin temize çekilmesi,düzenlenmesi ve yazılması sırasında oldukça yoğun bir mesai yaparak yorulan değerli çalışma arkadaşımız Leyla Erdek H anım efendi’ye bütün yazarlar adına teşekkür etmekten büyük bir zevk duyduğumu belirtmeliyim Daha iyiyi arayanların oldukları gibi kalmaları beklenemez Daha iyi çalışmalarla okuyucuya ulaşmak dileğiyle,eseri eleştirilerinize sunuyoruz Dr M. D erviş Küm ç k a y a A ğu stos-1998 ,B eytepe xi I.BÖLÜM : OSMANLI YENİLEŞMESİ A -O SM A N L I T O PL U M SA L Y A PISIN A G E N E L BİR BAKIŞ Osmanlı toplumsal yapışma geçmeden önce Türk adının ve tarihinin başlangıç noktasına kısaca değinecek olursak; Türk tarihinin başlangıcının Orta A sy a ’da M . Ö 2 0 9 olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz Türk kültürünün şekillenmesi ve Türk adıyla İlk devletin kurularak Türklük bilincinin ortaya çıkışına ilişkin ilk örnekleri ise Orhun yazıtlarında görmek mümkündür. Büyük O ğuz göçü ile beraber Türkler yarı göçebe Türk devletlerinin sosyal yapısını ve Selçuklu idare tarzında somutlaşan İslam siyasi geleneğini A n adolu ’ya getirmişlerdir A nadolu’d a Osmanlılık, çökm eye yüz tutm uş iki medeniyetin İlhanlı ve Bizans medeniyetlerinin kalıntıları üzerine onları tasfiye ederek merkeziyetçi bir tarzda tarihi süreç içerisinde kurulmuştur Şüphesiz tarım ve ticaret ağırlıklı yeni hayata geçişte İslam iyet’in de etkisi olmuştur. Çünkü İslamiyet g erçek manasını şehirieşmiş yapıda bulmaktadır 1 Osmaniı İmparatorluğunda i Bayezid iie başlayan ve fl.M ehmed ile birlikte bütün kurum lan ile yerleştirilmeye çalışılan bir merkezi İdare uygulaması vardı. Bu sistem en genel biçimleri ile XVIII Yüzyıl başlarına kadar varlığım sürdürebilmiştir. Ancak XVII. Yüzyılla birlikte bu sistem ileride değineceğim iz bölgesel unsurların ağırlık kazandığı bir gölünüm almıştır Osmaniı İmparatorluğu, Selçuklu-Bizans sınır bölgesinde Osman Gazi etrafında toplanmış hudut kuvvetlerinin 1300 tarihlerine doğru siy asi bir varlık olarak ortaya çıkması sonucu tarih sahnesine girmiştir Yukarıda söylediğim iz gibi devletin kuruluşundaki teorik temelde, eski Oıta-Doğu İmparatorluklarının, Orta-Asya Türk Hakanlıklarının ve İslamiyet’in fikri katkılarının karışımı vardır Osmaniı Devletinin Klasik idare esasları, Ulem a tarafından XIV Yüzyılın sonlarına doğru genel hatları ile oluşturulm uştur Osmaniı toplumu diğer toplamlardan farklı olarak, kendi içinde hassas dengelere sahip merkeziyetçi-misyoncu (görevci) bir karakter arz eder Osmaniı devlet yapısında hükümdar merkezi otoritesini kurabilmek için: 1. Doğrudan Hükümdarın emrine bağlı ve daima harekete hazır bir Yeniçeri ordusu ■kurulmasını 2. Devletin hizmetlerinin padişahın kullarına verilmesini 3. Kadıların çalışmıştır merkeze,, padişaha bağlılıklarını sağlamaya Bu sistemin temelinde ise Kul Sistemi-Kadılaı ve Tımaı Sistemi yatmaktadır. Klasik dönemde anılan merkeziyetçiliği Sina Akşin şematik olarak şöyle tasnif etmektedir : a)YÖ N ET EN LER P adişah ve B ürokrasi K atları 1 -İcıa i A skeriler (K ul Statüsünde) İT M aaşlılar l,2,Z aim îer ve Tımarlı Sipahiler 2-U lem a 2 b)Y Ö N E T İL E N L E R 1-K entiler 1 1 Lonca Esnafı 1.2 Tüccarlar ve Sarraflar 2-K öylüier 3- G öçebeler Klasik dönemde yukarıda yer alan yapıya iç ve dış etkiler nedeniyle bazı eklenmeler olmuştur Yönetenler katına; 1- A dem -i M erkezi Y önetenler, 2- A lafranga Y önetenler, 3- A laturka Y önetenler, 4- A zın lık B urjuvazisi, 5- Kul Z ıhnîyetli Y önetenler, 6M ektepli Y önetenler girerken Yönetilenler katma ise sadece İşçi eklenmiştir Bunlardan Adem-i Merkezi yönetenler ileride değinileceği gibi Osmanîı yönetiminin Tımar sisteminden vazgeçmesi ile birlikte bir güç olarak ortaya çıkan ayanların yönetime katılması ile gerçekleşmiştir Alafranga yönetenler ise O sm anh yönetiminin batıya açılması sonucu O s m a n lr d a batılılaşma İşini yabancı elçiliklerin de desteği ile yürüten zümredir Azınlık Burjuvazisi ise A vrupa için gerekli ham m adde ve yine A vrupa'nın ürünlerini pazarlamada kapitülasyonlar ile verilmiş olanların dışında imzalanan diğer antlaşmalarla (1838 Ticaret Antlaşması benzeri ülkenin ticari ve iktisadi açısından sömürülmesine yardımcı olan kuşak gayri Müslim Rum ve Eımenilerden oluşan bu zümre aracılığı ile) ticari, mali ve iktisadi olarak O sm a n lı’nm sömürülm esini sağlamıştır Bilindiği gibi O sm anlı’ya em peryalizmin giriş vasıtası olarak, yabancı okullar, yabancı kültür, ticari mallar, ticaret anlaşmaları, mali sermaye, borçlandırma ve teknoloji gibi unsurlar sayılabilir Mektepli yönetenler ise yenileşme ile başlayan süreçte batılı tarzda eğitim veren O sm anh okullarından özellikle T ıbbiye ve M ü lk iy e’den yetişen kuşaktır, Bilindiği gibi bu kuşak tekrar meşrutiyetin ilanını sağlamada ve topluma bir takım yenilikleri getirmede öncülük etmiştir En önemlisi mektepli bir subay olan Mustafa Kemal Paşa İmparatorluğun yıkıntıları üzerine genç ve her yönüyle Osm anlI’dan farklı bir yeni devlet olarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. 3 Şimdi bu yapıyı açıklamaya çalışalım: A skeri kat, padişahın beratı ile alenen yetki tanıdığı kişilerden oluşmaktaydı Ü m era: Ehl-i ö r f ü n İmparatorluktaki sosyal mevkileri devletten aldıkları güce dayanmaktaydı. Padişahın otoritesini temsil eden bu kat, görevlerine belirli sürelerle atanmış, doğrudan doğruya, padişaha bağlı kullardan oluşuyordu Askeri kat ile Ulemayı ayıran en temel özellik askeri katın kul statüsünde oluşu idi Osmanlı devletinde yönetici olmak bir anlamda kelleyi koltuğa almak demekti. A skeri diye anılan yönetici zümrenin padişahın siyasi otoritesini tehdit etmesini engellem ek için M üsadere usulü geliştirilmişti. Müsadere usulü, geniş yetkilerle donatılmış herhangi bir bürokratın (Sadrazam, Vezir, Paşa) düzenin işleyişine karşı tehlike oluşturmaya başladığı zaman o kişinin mal varlığına el konulması ve onun siyaseten katledilmesi demekti (Tarihte bunun uygulanışına örnek olarak Çandaroğlu ailesi verilebilir) BÖylece gayri meşru yollardan servet birikimi önleniyor ve toplum içerisinde ayrıcalıklı grupların oluşmasının önüne geçiliyordu A ma Askeri kat servet birikimini sağlamak için Vakıf vasıtasıyla bir çözüm yolu bulmuşlardır Kul statüsündeki askerilerin çoğu Hıristiyan ailelerden devşirilerek E n d e r u n 'd a Türkleştirilip, İslâmlaştırılarak sisteme dahil edilenlerden oluşmaktaydı Bunun yanında Müslümanlardan oluşan U lem a ise din, eğitim ve yaıgı işlerinden sorumlu idi Müftü, Kadı, Müderris vb kişilerden oluşan ilmiye m ensuplan görevleri gereği toplumu eğitm ek ve aydınlatmakla yükümlü idiler ve bu görevleri onları toplumsal piramidin o n üstüne yerleştiriyordu Ulemaların görevleri askerilerin görevlerine oranla ideolojik ve pasif görevlerdi Medrese eğitimi ağırlıklı Ulemalık Müslümaniaı için bir yükselme kapısı idi Osmanlı toplum unda Askeri kata veya M edresede alman düzenli bir eğitim sonrasında Ulema katma geçmek olmayacak şeylerden değildi. Askeri ve ilmiye katlarından oluşan idari kademe kast özelliği gösterm iyordu İdareciler görevlerini servet ve sınıflarından dolayı kazanmadıkları için aristokratlaşma da görülmezdi. Bu durum İmparatorlukta sınıflar arasında hareketlilik ile fakir köylülerin ve bir sıra neferinin yüksek yönetim kademelerine gelmesine imkan sağlıyordu Siyasi hiyerarşideki bu tutum, bir yandan yönetici zümrenin herkese açık 4 olmasın! diğer yandan idareciler atasında kan tazelenmesini sağlayarak yönetim in standartlarını korumuştur, Yönetim: Kurtuluş devrinden itibaren Osmaniı padişahları bir bölgeye iki yönetici göndermişlerdir Bunlardan biri yürütme kuvvetini temsil eden Bey ( B e y le rb e y i-S a n c a k b e y i-E y a le t-S a n c a k -L iv a ), diğeri ise Yargı Kuvvetini temsil eden K a d ı ’dır Bey, kadının hükm ü olmadan hiç kimseyi cezalandıramayacağı gibi, K adı’da Bey’in kuvvetine dayanmadan hükm ünü uygulayamazdı. Kadı hükümlerinde bağımsızdı ve doğrudan padişahtan emir alır, ona a r z ’da bulunabilirdi İmparatorluk içerisinde Beylerbeyinden Sancakbeyine ve en küçük idareciye kadar uzanan zincir Tımar sistemi içerisinde Askeri kat oluşturuyordu ve bu yöneticilerin tümü kul statüsünde yetişmiş, Padişaha bağlılıkları daha önceki görevlerinde denenmiş , devlete ve H üküm dara bağlılıklarından dolayı terfi ettirilerek bu görevlere getirilmiş kimselerdi XV yy ilk yarısında iki Beylerbeylik varken, XVI yy ’da Trakya har iç beş Eyalet (Anadolu, Karaman, Sivas, Diyarbakır ve Erzurum), XVII yy ’da ise bu sayı 3 2 ’ye yükselmiştir, X V III yy’da ise A n a d o lu ’da 10 eyalet, 18 sancak ve 616 kaza vardı Osmanlı tarihini göçebelerin yerleşik hayata geçmesi olarak yorumlayabiliriz. Yerleşik hayata geçiş ve tarım faaliyetlerinin yürütülmesi kendini TIM AR sistemi içinde bulmuştur T o p r a k İd a re si: Osmanlı egemenliği altında bulunan toprakların büyük bir bölümü doğrudan doğruya Osmanlı hüküm darının mutlak otoritesi altında idi Buralarda TIM AR sistemi denilen bir rejim uygulanıyordu Yani devletin gelirleri birtakım görevler karşılığı idarecilere ve Sipahilere tahsis edilmiştir Devlet Tımar Sistemi Sayesinde; göçebeleri y e rle şik h a ya ta geçiriyor, iktisadi fa a liy e tle ri k o n tro l altına alıyor ve toprakta feo d a lleşm eyi ön lü yor, m asrafa girm eksizin ordunun asker ih tiyacım karşılıyordu,, Tımar geniş anlam da belirli bir yere ait vergi gelirlerinden bir kısmının Hükümdar tarafından havale edilmek suretiyle bir şahsa tahsisi idi Bu bölgede Sipahinin hak ve ödevleri belirli esaslara bağlanmıştı 5 Ö n ıe s in Sipahinin ve Reayanın toprak üzerindeki hakları , ancak kanunun tanıdığı şartların yerine getirilmemesi halinde düşmekte ve bu durum a kanunlara göre kadı karar vermekteydi; Toprağı fiilen tasarruf eden, onu işleyen reaya faydalanma hakkına sahipti. Sipahi, Reayadan kânunun öngördüğü hususları yerine getirmesini isteyebilirdi S ip ah i’nin Reayaya ait toprak üzerinde doğrudan doğruya bir tasarruf hakkı yoktu. Tımar sisteminin iyi işlediği dönem lerde Sipahiler toprak üzerinde Batıda Ortaçağda yaşanan feodal Senyörün haklarını ele geçilememişlerdi A ma XVII yy'dan sonra toprak devlet kontrolünden çıkarak hukuken olmasa bile gerçekte Beylerin ve Ayanların Malikaneleri durum una gelecektir Toprak idaresi konusunda farklı uygulamalar vardı askeri idari ve mali sahalardaki değişik uygulamalara bağlı olarak bazı bölgeler belirli bir miktar vergi ödemekle yükümlü iken belirli bölgeler belirli biı oranda asker beslemek ile yükümlü kılınıyordu Klasik donem Osmanlı düzeninin ¡300-1600 yukarıda kısaca bahsettiğimiz karakteristikleri aynı zamanda Batı aleyhine genişlemenin nedenleri hakkında bize ipuçları vermektedir Batı karşısında indirgeyebiliriz zaferleıi tayin edici özellikleri üçe !, D evletin siyasette m erkeziyetçi olu şa i siyasi otoritenin f e o d a l heyİerce p a yla şıld ığ ı Batı F eodalitesine g ire b eraberin de avan tajlar sağlam akta idi, F eodal yö n etim altın da ezilen H ıristiyan halk O sm anlı idaresin i tercih ediyordu, 2 A sk eri olarak, g ö çeb e din am izm inin m e rk ezi ordu tarafın dan batıya karşı ustaca kullanılm ası, B atıda m illi b itliğ in ve m erk ezi ordu hır m olu şm adığı bir dön em de O sm anlı zaferlerin i kolaylaştırıyordu, 3, İs la m ’ı Osnuııılılar ken dilerin e has yo ru m la rı ile evren sel biı m esa j h alin e getirm işlerdi, Din ve m ü lkiyet fa rk lılık la rın ın ö n em i y o k tu İnsan varlığı esas kabu l edilmişti,, Bu tutum en gizisyon çağını yaşayan batıya g ö re bir ü stünlük oluşturuyor ve O sm anlı idaresinin tercih edilişin i beraberin de getiriyordu,. 6 Paraya dayalı bir iktisadi yapış! olamayan Osman i i İmparatorluğunun kendi dışında gelişen olaylar sonucu vergilerini aynı olarak almak yerine İltizam Usulü denilen sisteme yani para ekonomisine geçmiştir Oysa bir bölgenin gelirlerine M ültezim ’e havale etmek o bölgede Sipahinin ortadan kalkması yani Tım ar sistemini çökmesi demekti. İltizam Usulü: Devletin gelirlerinden (maden ocağı, tuzla, darphane, gümrük vb.) birisi üzerindeki hakkını artırma usulü ile belirli bir müddetle, bir kimseye ondan aldığı peşin veya taksit para karşılığı devretmesidir Hazine. Mültezimlerin yaptığı teklifler arasından en yüksek teklifi yapan M ü lt e z im ’e 3-69 yıl arasında değişen bir süre ile o M u k a ta a y ı vergilendirme hakkını devrederdi Bu süre içerisinde Mültezim, devletin sağladığı mali, idari ve adli kolaylıklardan faydalanarak kanunların çizdiği sınırlar içerisinde tam bir özel girişimci gibi hareket ederek artırmada saptanan miktarı hâzineye ödedikten sonra kalan kısmını kendi şahsi ve meşru karı olarak kazanırdı, Mültezim bir şahıs olabileceği gibi bir ortaklık da olabilirdi. XVI yüzyıldan İtibaren gittikçe yaygınlaşarak uygulanan bu sistemle aslında bireı özel girişimci olan Mültezimler mali ve mülki biı eı yönetici olarak yönetim kademesinde yer edinmişlerdir Böylece aslında geleneksel devlet sisteminde olmayan bu yeni züm re bir türedi grubu ortaya çıkarmıştır A j a n l a r diye anılacak olan bu grup bir anlamda mahalli feodallerdir. Ayanlar devletin otoritesine olabildiğince kısm aça çalışarak bölgelerinde bir çeşit otonomi kurmaya çalışmışlardır Fakat O smanh devlet yönetim geleneğinde yerleri olmadığı için hiç bir zaman meşruiyet kazanamamışlardır Bu durumun te k İstisnası II M a h m u t’un Ayanlarla imzalamış olduğu S encd-i İ ttif a k ’tır Devletin peşin paraya duyduğu ihtiyacın, aslında Askeri k a t ’ın elinde bulunan iltizamların çoğunluğunu Gayri Müslimierin oluşturduğu sermaye sahibi bir zümrenin de yönetime katılmasını beraberinde getirdiğini görüyoruz Y ukarda yönetenler katma eklendiğini söylediğim iz bu gruba azınlık burjuvazisi demiştik Asıl hedefi fazlaca kar elde etmek olan Mültezimlerin vergi kaynaklarının korunması ile fazla ilgilenmemesi sonucu gelir kaynaklarının yok olma tehlikesi ekonomiyi tahrip edici bir karakter 7 kazanınca bunu önlemek amacı ile gelecek yılların mali kaynaklarının yıpranmasını önlemek ve Reayanın güvenliğini sağlam ak için bazı gelil kaynakları Kayd-ı Hayat şartı ile yani sürekli olarak iltizama verilmeye başlamıştı ki buna Malikane sistemi denilmektedir.; Mültezim lerin bu usulde görev ve yetkilerini ikinci şahıslara bırakması örneği Malikane sisteminde de kendini gösterdi ve İstanbul’da oturan ve Malikanesini iltizamla idare eden bir grup oluştu B -O S M A N L I D EV L E T İN İN G ERİ KALIŞI VE Y E N İL E ŞM E ÇABALARI Osmanlı devletinin gerek A nadolu’da ve gerekse A v ru p a’da hâkimiyet kurmasını hızlandıran temel faktörlerin başında ; kuruluş ve yükseliş devirlerinde gösterilen yüksek idari perform ans gelmektedir Osmanlı devlet adamları bu devrede hâkimiyet kurdukları topraklardaki geleneksel yapıları "’H an edan 1a B a ğ lılık ’’ kaydıyla muhafaza etmişlerdir; G erek A nadolu’da ve gerekse R u m eli’deki asayişsizlik ve toplumsal karmaşaya son vererek asayiş ve huzuru sağlamayı başaran Osmanlı yönetiminin bu özelliği hızlı bir genişlemenin temel dayanağı olmuştur Osmanlı devletinin üzeıinde kuıulduğu alan, 16 Yüzyılda kıtalararası ticaretin geliştiği döneme kadar siyasal, toplumsal ve ekonom ik açılardan eski dünyanın merkezi kabul edilen “ Akdeniz H avzası”nın kritik alanlarından biridir Roma îm paratorluğu’nun dağılm asından sonra, AvrupalIların medeni seviyelerinde gözlenen düşüş, servet, güç ve daha da Önemlisi bilginin “doğ u”da birikmesini sağlamış ve 11 Yüzyıldan itibaren aşağı-yukarı 700 yıl devam edecek olan bîr “tarih d a ig a sf’nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. İşte Osmanlı Devleti bu dönemde Türk fatihlerin temsilcisi olarak önce A n adolu’da birliği sağlamış, daha sonra da yukarıda sözü edilen karmaşanın; etnik ve dini lekabetlerin en keskin biçimde yaşandığı Balkanlara hâkim olmuştur Buralarda, Osmanlı yönetiminin etnik ve dini yapıların iç işleyişine dokunmadan merkezî devletin otoritesini hâkim kılm ak ve 8 nüfûs İskam yoiuyla ekonomiyi canlandırmakta gösterdiği başarı, hayli cezbedici olmuştur Diğer taraftan, feodal rekabetlerin ve uzun hâkimiyet mücadelelerinin A vrupa’yı tamamen kendi içine dönük hale getirmiş olması da Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde yani 15 Yüzyılın ortalarına kadar çok şiddetli rekabetlerle karşılaşmasını önleyen bir etkendir. 1.5 yüzyıl Türk ve dünya tarihinin genel seyri bakımından oldukça önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir D o ğ u 'd a Osmanlı Devleti ile şiddetli bir rekabete girişecek olan İran’da merkezî bir devlet ortaya çıkmaya başlamış ve 16, Yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti sadece “küffâra karşı cihad eden” bir devlet olmaktan çıkarak, İran ile de boğuşmaya başlamıştır Osmanlr Devletinin, gücünün zirvesine uiaştığı bu dönem de Batıda da merkezî devletler oluşmuş,bununla hem zaman olarak ortaya çıkan coğrafî keşifler; ticareti, askeri ve siyasi organizasyonları '‘Akdeniz D ü n y a sf’mn boyutlarından “ kıtalararası” boyuta taşımıştır. Tabii,Osmanlı Devleti de geleneksel üstünlüğünün ne kadar büyük bir tehditle karşı karşıya kaldığını hemen ilk an d a anlayamamıştır Bütün 17 ve 18. Yüzyıl boyunca ortaya çıkan bir dizi buhrana çözüm arayan Osmanlı seçkinlerinin hep 16 Yüzyıldaki Osmanlı devlet organizasyonunu temel kıstas olarak kabul etmeleri bu bakımdan pek şaşırtıcı değildir, Çünkü canlandırılması istenen kurum ve gelenekler uzîın yüzyıllar boyunca denenmiş ve “kiiffâr karşısında ' büyük bir üstünlüğün elde edilmesini sağlamışlardı Asıl meselenin ortaya konulması, bir dizi utanç verici mağlubiyetten sonra m ümkün olabilmiştir Rusya karşısında uğranılan mağlubiyetle ilk defa Kırım gibi bir “ m em alik-i İslam iye nin elden çıkması Osmanlı idareci ve seçkinleri için çok ağır bir darbe olmuştur Daha önce Örtülü biçimde,çekinerek dile getirilmeye çalışılan “ye n ile şm e ”, artık Osmanlı devletinin en temel meselesi haline gelmiştir Özetlersek, Osmanlı devletinin çöküş sürecine girmesine ve “y e n ile şm e yahut ısla h a t' arayışlarına yol açan gelişmeler dar açıdan 9 bakıldığında iç dinamiklere kolayca bağlanabilmektedir Oysa, zaman hükmünü tek toplum ve tek devlet için yürütmez Zam anı ve gereklerini eıken anlayarak buna uygun yapılanmaları gerçekleştiremeyen toplumlar, kendilerini daim a geçmişin "m uhteşem ç a ğ la n ” ile övünmeye âdeta mahkûm etmişlerdir! 18 yüzyılın sonlarından başlayarak Türkiye Türklerinin gösterdikleri müthiş çaba,medeni bir millet olarak yaşam ak ve tarihin dışında kalmam ak çabasıdır ve hayranlık vericidir 1-O sm anlı D e v le tin d e Islahat H areketleri Herhangi bir toplumun, tarihin belirli bir döneminde kendisini zirveye taşımış olan temel kültürel, siyasal ve yönetim le ilgili alışkanlıklarını kurum lanın değiştirmelerinin zor olduğu açıktır. Bu tarz bir değişim için,bunalımı derinden hissettirecek olayların yaşanması gerekmektedir 1683’deki Viyana Bozgunu ve bunu takibeden mağlubiyetler zinciri Osmanlı Devleti ve toplumu açısından arayışın başlangıcı kabul edilebilir, Burada bir noktaya temas etmek gerekiyor Osmanlı toplumsal ve idari sistemi “a vam -h avass” ayrılıklarına dayalı olduğu için, bu sistemde yöneticilerle yönetilenler arasındaki ilişkiler “m ü tek abiliyet= karşılıklılık ” esasına değil ,tepeden tabana doğru ‘‘buyuruculuk" esasına dayalıdır Teb’adan beklenen itaat etmesidir. Dolayısıyla, toplum yukarıda söz konusu edilen arayışlarda “k a tıla n ” değil “seyred en ” durumundadır Yani yenileşme çabaları seçkinlerin (=havass) meselesi olarak ortaya çıkmış ve büyük ölçüde de öyle kalmıştır Osmanlı aydu ı-b ü ro k ra tla n bu dönemde gözlerini batıya çevirmişler ve bilhassa din değiştirerek Osmanlı hizmetine girmiş olan dönmeler vasıtasıyla dış dünyada ortaya çıkan gelişmelerden haberdar olmaya çalışmışlardır. Bir başlangıç M ü t e f e r r i k a ’yı örnek 10 noktası olarak bunlardan İbrahim verebiliriz Aslen, Macar olan bu zat, dini inançları dolayısıyla ülkesinden ayrılarak Osmanlı devletine sığınmış, burada İslâmiyeti kabul ederek devlet hizmetine girmişti O ’nuıı y azd iği Usû T ü l H i kem f i N izam ’ü l Ümem ” adlı eserde, Osmanlı ülkesinde ilk defa olarak batıdaki gelişmeler hakkında etraflı bilgi verilmektedir. Bu eserde, A v ru pa’da gelişen yeni savaş usulleri,ilmi ve teknik gelişmeler özetleniyor ve bu gelişmelerin faydalarından bahsediliyordu İbrahim Müteferrika burada önce üç siyasal sistemi anlatır : M onarşi, A ristokrasi ve D em okrasi Oldukça ihtiyatlı bir dil kullanarak A vrup a’daki yasa düzenlerini tanımladıktan sonra,bunların dayandıkları askeri kurulları ve yöntemleri inceler Rusya’nın,bu değişmeleri uygulayarak.nasıl güçlenmeye başladığından söz eder. Bu vesileyle ilk defa olarak A vrupa’daki yeni askerlik kuruluşlarım,bu kuruluşların gerektirdiği silah değişiklikler ini,taktik ve strateji yeniiikteıini anlatırken de N izam -ı C edit deyimini kullanır Bu deyim daha sonraki dönemde Osmanlı İslahatını tanımlamak için kullanılacaktır M ü te fe ııika’nm bu eseri pek çok bakımdan öncü bit eserdir Fakat O ’nun asıl ünü 1728’de matbaanın Türkiye’ye getiıilmesindeki rolünden kaynaklanmaktadır 17 Yüzyılın başlarından itibaren A vrupa’da ortaya çıkan 11bilgi patlam ası ııın temelinde kitap baskısındaki artışın ve kitap fiyatlarındaki ucuzlamanın tesirini ayrıca belirtmekte fayda vardır Fakat,matbaanın kurulmasındaki gecikme ve bir dizi teknik eksiklik bizde kitabın bu fonksiyonunu yani bilgiyi geniş kitlelere ulaştırma ve yaym a fonksiyonunu hayli geciktirmiştir Lâle Devri olarak anılan bu dönemde askerlik sahasında da önemli sayılabilecek bazı yenilikler yapılmıştır Fakat bu çabalar Y en içerilerin karşı çıkması yüzünden devamlılık kazanam am ış ve Patrona H alil A yaklanm ası ile bir süre durdurulm uştur Ayaklanmacılar,İstanbul’u kasıp kavururken matbaaya dokunmamışlardır Faaliyetlerini sürdürdüğü 1742’ye kadar bu ilk Osmanlı matbaasında toplamı 23 cilt tutan 17 eser basılabilmiştir. Matbaanın bu tarihte faaliyetine ata vermesi kısmen Osmanlı siyasal sisteminden,kısmen teknik yetersizliklerden,kısmen de kâğıt üretiminin azlığı ve okuyucu kitlesinin bulunmamasından kaynaklanmaktadır Bu dönem de matbaada yapılan yıllık baskı sayısı ortalama 850 nüsha civarında kalmıştır. 11 Bu dönemdeki önemli gelişmelerden biri de M ühendishane-i B erri-i H üm âyûn ve M ühendishane-i Bahri-i Hüm âyûn adıyla askeri kara ve deniz mühendislik okullarının kurulmasıdır Islahatların yerleştirilmesi için ikinci ve esaslı tecrübe Yüzyılın sonlarında, H LSelim devrinde yapılmıştır 18 120 000 kişilik Osmanlı ordusunun 30.000 kişilik Rus kuvvetleri karşısında uğradığı ağır mağlubiyet sonunda 1791 ’de imzalanan Yaş A ntlaşm ası, Osmanlı devletinin sonunu getirmiş gibiydi Artık İstanbul yolu açılmış, batıkların hedefledikleri “ T ürkleri A vru pa'dan a tm a k ” hayali neredeyse gerçekleşme noktasına gelmişti. İşte bu sırada F ransız İh tilâli’nin patlak vermesi Osmanlı D evleti’ni kurtardı. Padişah, bu mağlubiyeti ve sebeplerini görüşmek gayesiyle bir M eşveret M eclisi topladı Burada tartışılacak meseleler şunlardı : 1)Nizam-ı Cedit Ordusu kurulması, 2)Kapıkulu Ocakları ve Timar sistemi’nin ıslahı, 3)Yeni ordunun bulunması, kurulması için gerekli maddi kaynakların 4)Askeri sanayi ve eğitimle, askerlik ilmi üzerine yazılmış kitapların hazırlanması yahut yabancı dillerden çevrilmesi Bu Meşveret Meclisinin kararlarını değerlendiren III Selim öncelikle askerlik sahasında ıslahatlar yapm aya girişti Yeni askeri usullere göre yetiştirilecek olan orduyu eğitmek üzere görevlendirilecek olan yabancı subayların dışarıdan getir ilmesi,yeri i teknik subay sınıfının yetiştirilmesi, yeni kışlaların yaptırılması,gerekli ders kitaplarının Fransızcadan tercümesi bu dönemin başarıları olarak ilk akla gelenlerdir Arapça ve Farsça’nın dışında yabancı dil eğitimine ilk defa Fransızca eğitimi ile başlandı Avrupa başkentlerinde D aim i E lçilikler’in kurulmasına da ilk defa 1793’de teşebbüs edildi Nizam-ı C edit’in giderlerini karşılamak üzere İrâd-ı C edit adı altında yeni bir hazine kuruldu. Buraya gelir temin etmek için mali alanda yapılan çalışmalar ve timar sisteminde başlatılan değişikliklere karşı ayanların gösterdiği tepkiler yeniçeri ve ulemanın tepkileri ile bir leşince 29 Mayıs 1807’de Kabakçı M ustafa adıyla anılan bir serkeşin öncülüğünde 12 patlak veren ayaklanmayla fil Selim tahttan indirildi ve yerine IV. M ustafa getirildi Birkaç ay sonra, Nizam-ı Cedit taraftarlarınca ikna edilen R usçuk A yam A lem dar M ustafa P aşa, İstanbul’a yürüyerek padişahı tahttan indirdi ise de bu sırada III Seiim asiler tarafından öldürüldü ve Osmanlı hanedanından hayatta kalan son erkek olan II. M ahm ut tahta geçirildi Alem dar M ustafa Paşa sadrazamlığa getirildi ve ilk iş olarak ülkede gücün gerçek sahibi oldukları görülen ayanlarla padişah arasında bir anlaşma yapılması için harekete geçti 1808 Ekiminde imzalanan ve Sened-i İttifak adıyla anılan bu belgede padişah, güvenliğinin sağlanması karşılığında; ayanların ayrıcalıklarını tanıyacağını taahhüt ediyordu Böylece,Osmanlı tarihinde ilk defa olarak, teorik bakımdan iktidarı sınırsız olan padişah,yetkiler inin sınırlandırılmasını resmen kabul etmiş oluyordu Artık padişahın hâkimiyeti ayanların kefaleti altındaydı Sultan, iktidarını kurtarabilmek için, bu belgedeki şartlan kabul etmiş görünmekle beraber, bütün saltanatı boyunca bu ayan kesimini sindirmeye ve ortadan kaldırmaya çalışmıştır.. Mısır Valisi M ehm et Ali Paşa dışındaki ayanların nüfuzunu kırmakta da başarılı olmuştur Nizam-ı C edit’in yıkılışından Tanzimatın ilânına kadar geçen zaman içinde eski siyasi rejimin yerine yeni bir sistem geliştirme konusunda bir bocalatma dönemi yaşanmıştır Bu devirde üç temel eğilim ortaya çıkmıştır: 1)Geİeneksel sistemin sürdürülmesi, 2)Merkeziyetçi hükümdarlık teşkilatı ile taşra güçleri arasında sözleşmeye dayalı bir devlet yapısı oluşturmak, 3)Hüküm darın mutlak bürokratik monarşi kurmak Bu üç eğilim arasındaki sürecektir hâkimiyeti altında merkeziyetçi bit bocalama, cumhuriyet devrine kadar II M ahm ut devrindeki köklü ıslahat hareketlerinin başlatılması ancak Yeniçeri O cağı’nm kapatılmasıyla m ümkün olabildi 1826’da 13 Yeniçerilerin kışlaları topa tutularak dağıtıldı ve O ca k ’la özdeşleşmiş olan Bektaşi Tarikatı da takibat altına alındı Önde gelen Bektaşi babalarından üçü alenen asıldı ve bir çoğu sürgüne gönderilerek,tekkeleri kapatıldı Ocağın kapatılmasından sonra li Mahmut,uzun zamandan beri beklettiği Islahat Hareketlerini bir bir gerçekleştirmeye başladı a)A skeri Islahatlar 1826 sonlarında A sakir-i M ansure-i M uham m ediye adı altında kurulan yeni oıdu için bir yönetmelik çıkarıldı Vilayetlere gönderilen emirnamelerle,yeni orduda görevlendirilmek ü ze re,12 yıllık mecburi askerlik hizmetiyle yükümlü olacak askerlerin toplanması istendi Yurtdışından subaylar getirilerek ordunun eğitimiyle görevlendirildi 1827’de ordunun hekim ihtiyacım karşılamak amacıyla İstanbul’da A skeri Tıbbiye M ektebi açıldı. 1831 yılında M uzıka-i Hümayun, 1834’de M ekteb-i U lûnı-ı H arbiye kuruldu Bu okullarda Fransızcamn öğretilmesine de başlandı b)Diğer Islahatlar Osmanİı devletinin ihtiyaç duyduğu tercümanların yetiştir ilahesi için lîâ b ıa li’de bir Tercüm e O dası kuruldu Bu kalemlerde görev alanlar daha sonra Osmanlı hâriciyesinin esas kadrolarını teşkil edeceklerdir Diğer yandan padişah,merkeziyetçi yapıyı güçlendirmeye gayret sarfetti ki; bu durum, daha sonraları gelişen bürokrat sultasının bir başlangıcı olarak kabul edilebilir. Yeni okullardan yetişen bu bürokratlar,toplumun mütevazi kesimlerinden gelmekteydiler ve okumuş olmaları deviet hizmetinde yükselmelerine ve sınıf atlamalarına yeterliydi Merkeziyetçiliği güçlendiren daha ileıi iki tedbir 1831 ’de alındı Bunlardan birincisi, ilk O sm anlı N üfûs AV/yz/Hi’nın yapılması, İkincisi ise m ü lk yazım ı idi Nüfûs sayımı ile aynı zamanda daha verimli ve sağlıklı bir vergi tarh ve tahakkuk sistemi gerçekleştirmek için mülk yazımı da yapıldı Aynı yıl T imar Sistemi kaldırıldı ve vakıflarda yeni düzenlemelere gidildi İlk Osmanlı resmi gazetesi olarak 1 8 3 1 d e Takvim -i V ekayi çıkarılmaya başlandı Posta Sitemi kuruldu ve Karantina usulü kabul edildi, 14 Hükümet sisteminde de önemli değişiklikler yapılarak ‘K a b in e Sistem i ”ne geçildi Yeni idari meclisler oluşturuldu Padişah, kendi te b ’asıyla batılılar arasındaki gözle görülür farklılıkları ortadan kaldırmak amacıyla sarığı ya sa k la ya ra k fes g iy ilm e sin i mecburi kıldı Önceleri sadece askeri alanda başlatılan bu uygulama 1829’da sivilleri de kapsayacak şekilde genişletildi Sultanın portresi devlet dairelerinin duvarlarına asılmaya başlandı A y a n lık kurumu kaldırılarak, yerine köy ve mahallelerde m u h t a r l ı k kurumu oluşturuldu İlk defa 111. Selim zamanında oluşturulan M e ş v e r e t M eclisleri yerine üç ayrı ve sürekli kurum teşkil edildi : D âr-ı Ş û ra -y ı B âb-ı Âli (Hükümet Şurası), M eclis-i V âlâ-yı A h k â m - ı A dliye (Adliye İşleri Yüksek Meclisi) ve D â r -ı Ş û ra -y ı A sk e rî Bu kurulların ayrı ayrı belirlenm iş g ö revleri vardı; yönetim, ordu ve hukuk alanlarında yapılacak yenilikleri belirleme ve bunları kurallara bağlamakla yükümlendirihuişlerdi Bütün bu gelişmelerin oldukça yüksek bir maliyeti vardı ve Osmanlı devleti aynı zam anda dışarıdan d a M ehm et Ali Paşam ın baskısı altma girmiş bulunuyordu Mısır Vâlisinin, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki bir kuvvet 1838’de Halep ve Kütahya yakınlarında O smanh kuvvetlerini bozguna uğratarak İstanbul yolunu açmışken, büyük devletler duruma müdahale etmekte gecikmediler Tabii karşılığını alarak Osmanlı devleti İngiltere ile 1838’de, zaten pek iyi durumda olmayan ekonomisini çökertecek oian B a ftalim an ı G ü m r ü k A n l a ş m a s r m imzalamak zorunda kaldı. Bunu Fransa ile yapılan aynı nitelikte birtakım anlaşmalar takibedecektir Osmanlı ekonomisi bu yeni süreçte bütün rekabet imkânlarım kaybedecek ve devlet dış borç batağına sürüklenecektir Iİ M a hm ud’un bu yenileşme hareketlerinin T a n z im a t F e r m a m ’nm ilânına zemin hazırladı gelişmesi, 15 2-T an zim at ve Islahat Ferm anları D önem i ] 8 yüzyılın sonlarından başlayarak, Osmaniı devlet ve toplum yapısında gerçekleştirilmeye çalışılan yenileşme hareketleri içinde Tanzim at Ferman* tam bir dönüm noktası teşkil eder II M ahm ut döneminde yetişen ve batıyı az-çok tanım ak imkânı bulmuş olan Sadık R ıfat P aşa,M ustafâ R eşit Paşa gibi Osmaniı bürokrat elitine mensup zatlar,devletin varlığını sürdürebilmesi için yeni bir yapılanm a sürecine girmesi gerektiğini görmüş ve bu yolda gayret sarfetmişlerdir Ancak T anzimat Fermanı sadece bu iç dinamiklerden kaynaklanmış sayılamaz, Zira, devletin zayıflamasıyla birlikte, ülkedeki Hristiyan unsurlar üzerindeki etkilerini artırmak isteyen batılı devletlerin, bunlar lehinde ıslahat yapılması yönündeki baskıları da G ülhane H att-ı H ü m a y u n u ’nun hazırlanmasında etkili olmuştur Diğer yandan,M ısır Valisi M ehmet Ali P aşa’mn isyanını önleyemeyen Osmaniı hükümeti bu fermanı ilân ederek büyük devletlerin sempatilerini kazanm ak ve bunlar vasıtasıyla yapılacak baskıyla, ayaklanmayı durdurm ak istiyordu. Bütün bu sebepler Osmaniı Devletiniiı önünde Tanzimat denilen yeni bir sayfanın açılmasında etkili olmuştur. H M a h m u d ’un ölümünden hemen önce Reşit P aşa’nın, Osmaniı devletinin bütünlüğünün korunması karşılığında yeni bir sistem oluşturmaya çalışacakları yolunda İngiltere Dışişleri Bakanı Lord P a ln ıerston ’a verdiği garantinin bir sonucu olarak, Sultanın ani ölümünden sonra yeni padişah A b d ü lm ecid ’in onayıyla bizzat sadrazam tarafından kaleme alınmış olan ferman, 3 Kasım 1839’da sadrazam tarafından okundu ve yürürlüğe girdi Tanzimat Fermanı,Osmaniı devlet geleneğinin bir sonucu olarak,yöneticilerin ; te b ’a karşısında yerine getirmeye söz verdikleri, tek taraflı bir vaadler demetidir Fermanda zikredilen hususların gerçekleştirilmesini denetleyebilecek herhangi bir iç-siyasa! ya da toplumsal m ekanizm a yoktur Yani ; uygu lam al arın, yöneticiler in şahsi niteliklerine ve dış olayların zorlamasına bağlı bir seyir takibetmesini Önleyecek yapılar oluşmamıştır 16 Tanzimat Fermanı,bütün vatandaşlara eşit haklar,can ve mal güvenliği, mali, askeri ve adli sahalarda bir dizi ıslahatlar öngörüyordu Bu haklar, çıkarılacak yasalarla yazılı güvence altına alınacaktı Padişah, kendi mutlak iradesinin sınırlandırılmasını kabul ederek, hükümet yönetiminin m evadd-ı e s a siy e ’y z göre çıkarrlacak kanunlara göre yürütüleceğini bildiriyordu Yani, keyfî y ö n e t im d e n ,h u k u k u n ü s tü n lü ğ ü ilkesine d ay a lı yeni bir yönetimin gerçekleştirileceği vaad ediliyordu M e şv e re t Ş u r a s ı ’nin kararlanma göre bu esaslar şunlar olacaktı : 1)Devlet yönetim inin yeni kanunlara göre düzenlenmesi, 2)K.anunların “ş e r i a f ’a uygun olması, 3)Kanunların gayesi ; can,mal ve namus güvenliği gibi te m el hakların dokunulm azlığım sağlamaktı, 4) Bu kanunlar uygulanacaktı, din farkı 5)Hüküm dar,bu verecekti. kanunlara gözetilmeksizin aykırı bütün te b ’aya davranmayacağına söz Vaadletin hayata geçirilmesi için kurulan meclisler,halkın katılımıyla değil; ulema, bürokrasi ve ordu seçkinlerinin atan m asıyla oluşturulmuştur Ancak, T azimat Dönemi olarak adlandırılan 1839-1876 devresi, Osmanlı devleti ve toplumu açısından tam bir yeniden yapılanm a devresi olmuştur, Böyiece, III Selim zamanında "b a tı kurumlar inin alınm ası ’ şeklinde gelişen modernleşme hareketi siyasal ve kültürel alana da taşınıyor ve artık batı fikirleri de Türkiye’ye girmeye başlıyordu Bu dönem de ortaya çıkan değişmeleri birkaç başlık altında kısaca özetlemek gerekirse : a)D evlet İdaresi ve H üküm et A lanında Sultan Abdülmecid, padişahlığın geleneksel niteliklerine inanmış olmakla birlikte mühim yenilikler de getirmiştir Halkın içinde bulunduğu gerçek durumu öğrenmek için inceleme gezileri yapmış, her yıl Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı A dliye’nin açılışına katılarak, yapılan ve yapılacak olan işler hakkında bilgi vermiştir Bu dönem de,yapılacak işlerin, önce komisyonlarda hazırlanarak, özel meclislerde tartışılması ve 17 daha som a Meclis-i V âlâ’da karara bağlanarak ,padişah onayından sonra yürürlriğe girmesi gelenek haline getirilmiştir Sadrazam lık makamının niteliklerinde önemli bir değişiklik olmamış, ancak; Ş eyh ülislâm lık önemini kaybetmeye başlamıştır. 24 Eylül 1854’de M eclis-i  li-i Tanzim at (Tanzimat Yüksek Meclisi) kurularak, kanun ve yönetmeliklerin hazırlanması işi bu kuruma devıedilmiş, 9 Eylül 1861’de Meclis-i V âlâ ile birleşerek iki daı'ıe halinde çalışmalarını sürdürmüş, nihayet 1868’de mülki idare işlerine bakacak olan Şura-yı D evlet (bu günkü Danıştay) ve adalet işlerine bakacak D ivân-ı A hkâm -ı A dliye (bu günkü Yargıtay) teşkil edilm iştir Vergi toplamada İltizam usulü kaldırıldı M erkeze yakın eyaletlerden başlayarak, sancak yönetimi “m ü ltezim ler"den alındı, ,TnuhassıIlar’’a verildi Bunlar hem bölgenin yönetimini üstlenecekler ve hem de vergileri toplayarak merkeze göndereceklerdi Bu işlerin yapılm asında muhasşıllara yardımcı olmak üzere sancak merkezlerinde “ M uhassıihk M eclisi ‘ adi altında yeni bir kurul oluşturuldu Halktan temsilcilerin de katıldığı bu kurul, vergilerin tesbiti, toplanması ve benzeri hizmetlerin yerine getirilmesinde m uhassda yardımcı olacaktı A ncak sistemin işlemesi birçok sebepten ötürü m üm kün olamayınca 1842 M arkından başlayarak iltizam usulüne tekıar dönüldü Eyalet ve sancak yönetimi de yeniden düzenlendi. Tanzimatın uygulandığı bölgelerde birkaç köy birleştirilerek, ilk defa köyle sancak arasında “kaza” adı altında bir idari birim oluşturuldu Kazaları K aza M üdürü olarak adlandırılan ve seçimle atanan kimseler idare edeceklerdi Muhtarların ve Kaza Müdürlerinin seçimle atanmaları halkın “seçim ’ kavramını tanıması açısından önemli adımlardır Sancak yöneticisi doğrudan doğruya hükümet merkezinden atanacak olan K aym akam idi. Bunlar sancak merkezlerinde kurulan Sancak M eclisi "ne başkanlık eder ve V ali’ye karşı sorumluluk taşımakla beraber o ’nun tarafından görevden alınamazlardı. Sancak Meclisleri Kaymakam, Mal M üdürü,Tahrirat ve Mal Başkâtipleri ile Müslüman ve Gayrimüslim toplulukların temsilcilerinden meydana geliyordu Eyalet yöneticisi eskiden olduğu gibi yine Vaİi idi Valiler de yönetimi E yalet M eclisi ile birlikte idare eder ve merkezden atanırlardı 18 1864’de çıkarılan V ilâyet N izam nam esi ile ülke v ilâ y et, sancak, kaza ve köy yönetm birimlerine ayrılıyor, Eyâlet adı V ilâyet olarak değiştiriliyordu. Sancak yönetimi Kaymakam yerine M u tasarrıf denilen yöneticiye bırakılarak, Kaza müdürlüğü kaldırılıyor, yerine hükümet tarafından Kaymakam atanıyordu Fransız taşra yönetimi örnek alınarak yapılan bu düzenlemelerde Eyalet M eclisi yerine, V ilâyet İdare M eclisi kurulmuş ve üyelerinin seçim ine ilişkin hükümlere açıklık kazandırılmıştır b)E ğitim A lanında Tanzimatın idari alanda getirdiği değişikliklerin uygulanabilmesi her şeyden önce bu ilkelere uygun bir eğitim sürecinden geçm iş bir b ürokrasi’nin varlığına bağlıydı D olayısıyla Tanzimat döneminde batı tarzında eğitim veren kurumlar m oluşturulmasına öncelikle yüksek eğitimden başlanmıştır Bu amaçla 1859’da M ekteb-i M ülkiye ve 1869’da M ekteb-i Tibbiye-i M ülkiye kuruldu Bir başka m esele ise bu okullarda okutulacak olan kitapların teminidir Bu amaçla meselâ; Mühendishane’de ders veren hocalara tercümeler yaptırılmış ve burada kurulan matbaada basılan kitaplarla konuya çözüm getirilm eye çalışılmıştı, Tıp alanında Türkçe eğitim e geçiş ise ancak 1867’de mümkün olabilmiştir Bir başka noktayı da hatırlamak gerekir Tanzimatın tem el ilkesi din,ırk ve m ezhep farklılığı gözetm eksizin bütün teb ’anm eşit olduğu ilkesi idi D olayısıyla kurulacak olan okullar sadece müslüman Osmanlılann değil, M illet-i O sm an iye’nin tamamının istifadesi için kurulmuştur Dolayısıyla, dil m eselesi, müsiümanlar için bir engel olarak ortaya çıkacak ve m eselâ tıp alanında en azından ilk yıllarda eğitim görenler arasında gayrimüslimlerin sayısı daha fazla olacaktır Yüksek öğrenimin altyapısını hazırlamak amacıyla ortaöğrenime büyük bir ağırlık verilmiş bu amaçla yeni tarzda eğitim veren okullar kurulmuştur 1846’da A sk erî İdadiler, 1847’de M ülkiye R üştiyeleri ve diğerleri ile yeni usulde ortaöğretim kumrularının oluşturulması yoluna gidilmiştir Fransız L ise’leri örnek alınarak 1865’de D ârü şşafaka, 1867’de G alatasaray Sultanileri kuruldu 19 Ortaöğretimin gelişmesi üzerine artan öğretm en karşılamak amacıyla 1847’de DarüIm uaHimin, D arülm uallim in-i Sıbyan kuruldu ihtiyacım 1862’de Kadınlar için 1842’de Ebe M ektebi, 1858’de K ız R üştiyeleri, 1870’de Kız Sanayi M ektepleri ve aynı yıl D arü lm uallim at kurulmuştur Batı tarzında eğitim veren bu “ o k u r l a r ı n , ” m e k t e p ” lerin yerini almaya başlamasıyla medreseler de Önemini yitirmeye ve etkisizleşmeye başlamışlardır Bu yeni kurululardan yetişenler özellikle Fransız tiyatro ve edebiyat eserlerini adapte ederek yayınladılar Edebiyatta yeni yazım türieri (roman, piyes vb.) gelişti Yine aynı dönem de bazı fen kitapları ve dergiler yayınlanmaya, gazete ve kitap Osmanlı hayatında daha etkili olmaya başlamıştır. Bütün gayretlere rağmen Osmanlı devleti büyük güçler tarafından batılı bir devlet olarak kabul edilmedi. 1856’da Paris Barış Konferansına katılmak isteyen Türkiye’ye ön şart olarak “ülkedeki bütün azınlıklara eşit haklar tanın m ası” gerektiği ileri sürüldü Bunun üzerine batılı büyük güçlerin isteklerine uygun olarak hazırlanan “Islahat Ferm anı” ilân edildi. Paris Barış Antlaşmasına imza atan Osmanlı devleti bundan sonra ülkesinde yapılacak bütün ıslahatların batılı devletler tarafından denetlenmesini de kabul etmiş oluyordu Tanzimat Fermanı, nisbeten iç zorunluluklardan doğmuş olmasına karşılık Islahat Fermanı doğrudan doğruya batıkların müdahalesiyle hazırlanmış ve ilân edilmiştir 1856’dan sonra Osmanlı devletinin tarihi, bir “ müdahaleler; devri “ olarak adlandırılabilir Uygulamalardaki eksiklikler ve aksamalar içeride hoşnutsuzluğun artmasına sebep olduğu gibi, dışarıda da olumsuz gelişmelere gerekçe teşkil etmiştir Tanzimat Fermanı ile ülkede ortaya çıkan bu köklü değişim yeni bir siyasi düşünceyi de şekillendirmeye başladı : Osmanlı topraklarında yaşayan herkese tek vatand aşlık sıfatı altında, fakat devletin bütünlüğüne zarar vermeksizin, eşit hak ve vazifeler tanımak. . Bu fikir, azınlıkları devlete bağlamak ve bu toplulukların Y unan istiklal hareketinde olduğu gibi bağımsızlık için isyana kalkışmalarım önlemek 20 endişesine kolaylıkla.bağlanabilir. Fakat, bu mümkün olmamıştır Bunun çok çeşitli sebeplerinin başında Türkleri A vrupa’dan atm ak fikrinin hayata aktarılmasında büyük devletlerin Osmanlı azınlıklarını kullanmaya çalışmaları gelmektedir Bu noktada, artık Osmanlı topraklarının paylaşılması anlamını ifade eden Şark M eselesi’ne temas etmekte fayda vardır 3- Şark M eselesi 19 yüzyıldan itibaren bir siyasi terim olarak kullanılm aya başlanan “Şark M eselesi ” nin, tarihî başlangıcım oldukça eskilere götürmek mümkündür Z am ana ve mekâna bağlı olarak değişik görünümler altında ortaya çıkan bu politikanın temelinde HristiyanMüslüman veya A vrupa- T ürk münasebetleri yatmaktadır. Terimin Avrupalılar tarafından kullanıldığı göz Önüne alınırsa, bu meselenin esasen Avrupa'nın haçlı zihniyeti ile üzerine eğildiği ve kendi menfâatlerine uygun biçim de halletmeye çalıştığı bir mesele olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır A v ru p a’yı fazlasıyla meşgul eden bu meseleyi iki safhada ele almak mümkündür Birincisi 1071-1683 tarihleri arasındaki devredir Bu safhada Avrupalılar savunmada, T ürkler taarruz halindedirler Anılan tarihlerde Şark Meselesinin esaslarını aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür : 1)1 üt kleri A nad olu’ya sokmamak, 2 ) Tüıkleri A n ad o lu ’da durdurmak, 3)Türklerin R um eli’ye geçişini engellemek, 4)Türklerin Balkanlar ilerleyişine mani olmak, üzerinden Avrupa içlerine doğru Şark Meselesinin kabul edilen bu hedeflerine rağmen Tüıkier A n adolu’ya girmiş ve yerleşmiş, R u m eli’ye geçmiş, Balkanlar’ı tamam en zaptetmiş ve V iyana kapılarına kadar ilerlemişlerdir. Fakat 1683 tarihinde Fürklerin V iyana’da mağlubiyete uğramaları ile Şark Meselesinin birinci safhası bitmiş, ikinci safhası başlamıştır Bu devrede Türkieı savunmada, Avrupalılar ise taarruzdadırlar 1920’li yıllara kadar 21 devam eden bu devrede Şark M eselesinin gelişm esi şu seyri takip etmiştir: 1)Balkanlardaki Hristiyan milletleri Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak; bu am açla sözkonusu toplulukları isyana teşvik ederek, evvela iç işlerinde serbestlik demek olan m uh tariyet almalarını, sonra da istiklallerini elde etmelerini sağlamak. Sırasıyla, Y un an, Sırp ve Bulgar bağım sızlık hareketleri bu ilkenin başarıyla uygulandığı olaylardır. 2)bir inci maddede belirtilen hususlar gerçekleşm ezse, Hıisttiyaniar için ıslahat talep etmek ve onların lehinde Osmanlı hükümeti nezdinde müdahalelerde bulunmak 3)Türkleri Balkanlardan tamamen atmak 4)İstanburu Türklerden geri almak 5)Osmanlı devletinin A sya’daki topraklarında yaşayan Hristiyan azınlıklar lehine ıslahatlar yaptırmak, muhtariyet elde etmelerini sağlamak veya mümkün olursa istiklallerine kavuşturmak, E rm eni A y a k la n m a sın ın tem elinde bu vardır 6) Anadolu’yu paylaşarak, A sya’daki yurtlarına sürmek Türkleri buradan çıkarıp^ Orta AvrupalIların takip ettikleri bu politikaların temelinde ise Koloniyalist yayılma ve ekonom ik emperyalizm istekleri yatmaktadır. Bu politikaların geliştirilmesinin başlıca sebeplerini üç ana başlık etrafında toplamak m ü m k ü n d ü r : a)M ad d î Seb ep ler : 19 yüzyılda Avrupa dünyanın sanayi,sermaye ve üretim merkezi durumuna gelmiştir Bu bakımdan, gelişen sanayileri için hammaddeye; üretilen mallan satmak için pazarlara; sermayesini değerlendirmek için emeğin ucuz olduğu, sanayi ve teknolojinin gelişm ediği ülkelere ihtiyacı vardı Sanayileşen Avrupalı güçlerin uyguladıkları him ayeci ekonom i p olitikaları yüzünden bu ihtiyaçların Avrupa kıtasında karşılanması büyük çatışmalara sebep oluyordu O halde, Avrupa dışında yayılmak lazımdı Böylece em peryalizm ve 22 s ö m ü rg e c ilik Avrupa içi çatışmaları önleyecek bir em niyet sübabı durumuna geldi b ) S t r a t e j i k S ebepler Kolonileri, pazarlan, etki sahalarını korumak ve bunlar arasındaki irtibatı sağlamak için stratejik mevkileri ele geçirm ek veya tesir sahası içine almak lazımdı, c )P siko !ojik S eb epler : Emperyalizm, sadece ekonom ik çıkarlar sağlayarak servet birikimini sağlamak am acından ibaret değildir Aynı zam anda ülkelerin prestijini artırarak, büyük devlet ve bü yü k m illet olm a a rzu la rım d a tatmin etmektedir Öte taraftan, B atı M e d e n iy e ti5nin te m el değerleri,yükselen ekonom ik güçle orantılı olarak;,batılr olm ayan to plu m lu n u ben im sem esi gereken değerler olarak algılanmaya başlamıştır. “ A v ru p a lI b ey a z in s a n ” ın diğer ırklardan üstün olması gerektiği hissi ve Hristiyanlık şuuru emperyalist ye kolonici politikaların itici unsurları oîmuştur Bütün bu sebeplerle Avrupalı, kendi dışındaki dünya milletlerini u yandırm ak, m edenileştirm ek, H ristiya n lığ ı ya ym a k ,b a şk a devletlerin sınırları içinde yaşayan H ristiyan ları ku rta rm a k gibi bir dizi uygulamayı kendi gö revi olarak kabul ediyordu Bu A v r u p a lıl a ş tı r m a politikalarında hemen hem en hiçbir zorlukla karşılaşmayan batılıfar, çok kolay zaferler elde etmişlerdir Sadece Türkleı in hâkim oldukları Osmanlı devleti b u 'a m a n sız yayılm acılığın karşısında direnebilmişti Oysa Türkler, ne H ris tiy a n , ne d e A v r u p a lı idiler İşte Türkiye’ye yönelik politikaların acımasızlığının temelinde b u baş eğm em e ve direnme yatmaktadır. Bu genel tesbitler, batılı devletlerin kendi aralarındaki rekabetlerin tamam en ortadan kalktığı düşüncesini hatıranıza getiın^emelidir Her ülke kendi menfaatlerini ön planda tutan politikalar geliştirmiş ve bu sebeple kendi aralarında da şiddetli bir çatışma sürmüştür 23 C -O SM A N L I SİY A SA L H A Y A T IN D A M E ŞR U T İY E T VE M U H A LEFET Osmaniı ıslahatlarının ortaya çıkardığı yeni toplumsal güçler in, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren siyasal hayatta etkinlik kazanmak için hareketlendiğine şahit oluruz Tanzimat reformlarıyla filizlenmeye başlayan bu yeni seçkinler sınıfının eksenini dört meslek grubuna mensup olanlar teşkil etmektedir : Subaylar,B ürokratlar,H ukukçular ve G azeteciler 1850’Ierden sonra Türk yenileşmesinin öncülüğünü , bu mesleklere m ensup olan aydınlar üstlenmişlerdir. Büyük çoğunluğu alt-orta sınıflardan gelen bu yeni elit grubu menşeleri itibarıyla yönetici sınıfa karşıt duygularla yetişmişlerdi Bunlardan subaylar,çok küçük yaşlardan itibaren girdikleri askerî okullarda kendilerine benimsetilen değerler doğrultusunda "toplum u değiştirm e ve idare et/Me” misyonunu üstlenmekteydiler Gazetecilik,devletle toplum arasında etkileşimi sağlayacak olan mekanizmaların yokluğundan ötürü, oldukça erken f)ir zamanda, bu kopukluğu gideren ler yani; halkın h aklarım sa vu n a n la r rolünü üstlendiler Halkla kendileri arasındaki eğitim farklılığı son derece belirgin olduğu için bir yandan da halkı eğitm e ve u yarm a gibi iki kilit rolü de kendiliğinden benimsediler Bu tarihlerde bütün dünyada iletişimin en önemli unsurunun gazete olduğunu hatırlarsak, bu meslek mensuplaıinin etkinliğinin boyutlarım da kavramış oluruz Tanzimat reformlarının hukuk alanında getirdiği yeniliklerin bir sonucu olarak, ..Osmaniı hukukuna giren batı normları bu alanda ihtisas yapm ış olan dindışı bİı hukukçular grubunun gelişmesini sağladı. Medrese dışında yetişen bu grup, Türkiye’de laik veya seküler bir geleneğin oluşm asında da etkin bir rol oynadı Osmaniı aydınları batıyla karşılaştıkça ve batının ezici üstünlüğünün gerisinde bilim alanında ortaya çıkan gelişmelerin yattığını farkettikçe kendi fikir kategorileri arasında “terakkiya t-ı c e d id e ”, ’’ulûm ve fü n û n ”u Ön plana çıkarmaya başlamışlardır Bu sıralarda A vrup a’da moda olan ve kendisinden önceki düşünce akımlarını gerileterek ön plana çıkan biyolojik m ateryalizm Osmaniı aydınlarını da büyülemiştir 24 Derin bir felsefî tartışma geleneğinin olmadığı bir toplum da gelişen kabuller, belki de medrese geleneğinin bir sonucu olarak tartışılmaz hakikatlere yani dogm alara dönüştü A vrupa’da bilim kendisinden önceki bütün dogmaların yerini nasıl almışsa, bir çırpıda Osmanlı aydınının kafasında da eski fikir kategorilerinin yerini alm aya başladı “ Sadece güçlü olanların yaşam ayı sü rd üreb ild ikleri” şeklinde özetlenebilecek olan D arw in izm ’in medrese kökenli aydınları bile etkilediği söylenmiştir Batıda ortaya çıkan ilerlem e/terakk i fîkri de Osmanlı aydınları açısından siyasal bir ayrımın temel ölçütü haline gelecektir Türk siyasal hayatında sık sık karşılaştığımız ilerici-g erici tartışması, büyük ölçüde bu modernleşme sürecinin bir sonucu olarak karşım ıza çıkmaktadır Batıda geleneksel Türk imajının dışında olduklarını vurgulam ak açısından Jöntürk/G enç Türk olarak adlandırılan ve 1860’lardan itibaren Türk siyasal hayatında etkili olmaya başlayan bu aydınlat grubunun üstlendiği temel misyon “d e v le f i k u rta rm a k ”lu Bu kurtuluşun sihirli reçetesi ise “b ilim ”û'u Bu kısa zihniyet tahlilinden sonra Jöntürk hareketinin genel seyrine bakabiliriz. I-Y eni O sm anlılar M u h alefeti ve I, M eşrutiyet Osman!t ülkesinde Müslüman aydınların kurduğu ilk gizli muhalefet örgütünün Fedailer C em iyeti olduğu söylenmiştir. Ancak bu cemiyetin pek etkin olmadığı anlaşılmaktadır Bu manadaki ilk ve etkili muhalefet örgütü olarak G enç O sm anlılar C em iyeti’ni gösterebiliriz Cemiyeti kuran aydınların tamamı ya II M a hm ud’un batılılaşma hareketine başladığı s ırada,yahut Gülhane Hatt-ı H üm ayunu ’nun ilânından sonra doğmuşlardır, Bu aydınların bir kısmı yabancı dil öğrenmeye muvaffak olmuş ve bu sayede devrin fikir akımlarıyla tem as etmek ve AvrupalIların Osmanlılar hakkındaki maksatlarını öğrenmek imkânını bulmuşlardı Sultan Abdülaziz devrinde, T asvir-i Efkâr, M uhbir ve Tercüm an-ı A hval gazeteleri bu aydınlar grubu tarafından çıkarılıyordu 25 Genç Osmanhlar, devletin Avrupaya borçlanması ve borç alınan paraların israf edilm esini tenkit ediyorlardı, Yabancı devletlerin iç isyanları ve Hristiyan teb’anın durumunu bahane ederek iç işlerimize müdahale etmeleri ve çeşitli imtiyazlar elde etm eye çalışmalarına tepki gösteriyorlardı Bütün bu hata ve zaaflar,hükû metin icraatını denetleyecek bir mekanizmanın yokluğuna bağlanıyordu Bu mekanizmanın kurulmasını sağlamak üzere faaliyete geçm ek amacıyla 1865 Haziran’ında İstanbul’da “G enç O sm anhlar C em iyeti” kuruldu Kurucuları M ehm et, R eşat, N uri, A yetu llah , K em al ve R efik B eylerdi, Cemiyetin programı, m em lek ette m utlak iyet idaresi yerin e,m eşru tiyet idaresinin tesisini sağla m a k ’tan ibaretti 1867 yılında sayılarının yeterince arttığına inanan cem iyet mensuplan V eliefendi Çayırında bir toplantı yaparak 40 kişilik bir fedailer grubuyla Babıali’yi basıp Sadrazam  li Paşa’yı bertaraf etmeye karar verdiler Fakat durum Âli Paşa tarafından haber alınarak, tevkifata başlanınca cem iyet üyeleri yurt dışına kaçmaya başladılar 1867’den sonra,yurt dışında örgütlenerek faaliyetlerini sürdüren Genç Osmanhlar,Avrupa’da bulundukları sırada Mısır Hidİvi İsmail Fazıl Paşa’nm kardeşi Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğiyle ve kendilerine tahsis ettiği maaşla yaşamaya ve çalışm aya başladılar Artık cem iyetin gizlilik vasfı kalmamıştı Genç Osmanhlar C em iyeti’nin resmî bir reisi yoktu, ancak; Mustafa Fazıl Paşa bu görevi fiilen üstlenmiş görünüyordu Genç Osmanhlar fikirlerini yaymak am acıyla giriştikleri faaliyetlerin ilki gazete çıkarmak olmuştur Ali Suavı, 1867’de Londra’da M uhbir gazetesini çıkarmaya başladı. Ziya Paşa ile N am ık K em al de bir yıl spnra H ü rriyet’i çıkarmaya başladılar Bu gazetelerin koüeksiyonİannm incelenm esinden elde edilen bilgilerin ışığında Genç Osmanhlann siyasi programlan aşağıdaki şekilde Ö zetlenebilir: 1) Osmanlı milletinin mensuplarının hukuken eşit kabul edilm esi 2) Osmanlı milletinin teminat altına alınması. fertlerinin hukuk ve hürriyetlerinin 3) Halkın zulümden kurtarılması ve adalete kavuşturulması. 4) Osmanlı halkının vatan m uhabbeti ile birleştirilmesi 26 5) Bütün bu maksatların elde edilebilmesi m ut lak iyet idaresinin meşrutiyete çevrilmesi için Osmanlı 6) Bunun için şiddete baş vurulmaması, propaganda ve ikna usulünün benimsenmesi Osmanlı ülkesinde, anılan cemiyetin kuruluşuna kadar, iktidar karşısında herhangi bir örgütlü muhalefet olmamıştı. Z am an zaman, padişah veya sadrazam değiştirmek için bir araya gelen m uhalif kuvvetler, hükümet darbesi gerçekleştirildikten sonra dağılan geçici hiziplerdi Bu bakımdan Genç Osmanlılar hareketi,modern manadaki ilk muhalefettir Herhangi bir merkezleri olmamasına karşılık bir programlarının ve benimsedikleri bir metotlarının olması onları farklı kılmaktadır Böylece, Osmanlı siyasal hayatına iki yeni kavram girmiş olacaktır: siyasi program ve usûl. Gerçi jöntürkler programlarını uygulamaya muvaffak olamadılar ama, hürriyet ve m eşrutiyet fikirlerinin bürokraside ve subaylar arasında yayılm asında büyük başarı gösterdiler. Bundan başka, dinî ideallerin dışında değer tanımayan halka, dindışı bir kavram olarak vatanseverlik fikrini getirdiler. 1870’li yıllardan itibaren, hareketin Önde gelen isimlerinden N am ık K em a l’in yurda dönmesini, Ali P a şa ’nın ölümü üzerine diğerlerinin dönüşü takibetti ve hareket böylece dağıldı N am ık Kemal y u rda döndükten sonra gazeteciliğe devam etti 1872’de İbret gazetesinin idaresini ele aldı ve bu gazetede hürriyet ve vatan üzerine yazdığı makaleler, kendisinden sonraki kuşağı çok derinden etkiledi, V atan yah u t S ilistre adlı piyesi 1873’te G edikpaşa T iyatrosu’nda sahneye konduğunda yer yerinden oynadı Yazar, hala şüphe altında olduğu için K ıb rıs’a sürgüne gönderildi. Fakat, meşrutiyet fikri Osmanlı aydınları ve bürokrasisi arasında hayli taraftar bulmuş ve M idhat Paşa,Serasker H üseyin A vn i Paşa ve ask erî O kullar N a z ın Süleym an P aşa’mn gayretleriyle Sultan A bdülaziz tahttan indirilerek ve yerine V, M urad getirilmiştir (30 Mayıs 1876) Birkaç gün sonra, tahttan indirilmiş olan Sultan Abdülaziz ,kapatıldığı F e r’iyye Sarayında bilekleri kesilmiş halde ölü olarak bulundu. Bu duruma sinirlenen yaverlerinden Çerkeş H aşan,kabine toplantısını basarak, Serasker Hüseyin Avni P a şa ’yı ve diğer Nazırları öldürünce zaten sinirleri zayıf olan V Murad h a l’edildi ve Meşrutiyetin 27 Mânı konusunda aydın-bürokrat kesimle anlaşan II„ A b d iilh a m id tahta geçerek, hemen Midhat P aşa’yı sadrazamlığa getirdi 23 Aralık 1876’da ilk O sın a n lı K a n u n - ı Esasisi (Anayasa) ilân edildi. Böylece 1808’de n başlayarak devam eden gelişmeler A n a y a s a ’h bir rejim noktasına gelmiş oldu. Artık Türkiye,parlamenter yönetimle tanışıyordu Kanun-ı Esası, A y an ve M e b u s a n Meclisi adı altında iki meclisin kurulmasını, öngörüyordu Halkın siyasete, yani ülke yönetimine katılması süreci, A naya sa’nm teminatı altında sürdürülecekti. Siyasi rakiplerini bertaraf etmek am acıyla M idhat Paşa tarafından ısrarla Anayasaya konulan ve Padişah’a gerekli gördüğü hallerde herhangi bir kişiyi sürgün etme yetkisini veren 113 M addeye dayanılarak kendisi sadaretten azledildi ve T a i f e sürgüne gönderildi İlk Osmanlı Parlamentosu 19 Mart 1877’de toplandı Tayinle gelmiş 25 kişiden oluşan A y an Meclisi, seçim sistemi belirlenmediği için, seçmenlerin ilgisizliği arasında oluşturulm uş 120 kişilik bir M e b u s a n Meclisi vardı Bu meclis 28 Haziran 38 7 7 ’de sona erdi ve yeni seçim lerden sonra İkincisi 13 Aralık’ta toplandı, Nisan 1877’de başlayan ve .31 O cak 1878’de sona eren Osmanlı-Rus savaşındaki ağıı mağlubiyetin sorumlusu olarak görülen üç nazırın Meclis karşısında hesap vermesi istenince, Sultan, bunu bahane ederek 14 Şubat 1878’de meclisi dağıttı. Meclis 30 yıl boyunca bir daha toplanamayacaktır. Hükümetin ve padişahın denetlenmesini amaçlayan aydın muhalefeti ise bu dönemde yeniden yeraltına indi Meclis kapatıldı, fakat ; meşrutiyet ve hürriyet fikirleri artık ortadan kaldırılamayacak şekilde kafalara yerleştiği için, kısa bir müddet sonra Osmanlı aydınları fâaliyetlerini gizlilik içinde sürdürmeye devam ettiler Osmanlı modernleşmesi dünyada önemli değişikliklerin yaşandığı bir dönemde ve bu süreçlerden etkilenerek sürdürülmüştür Şimdi A vrupa’daki bu değişmelere göz atalım 28 2-F ransız İhtilâli ve Etkileri 18 yüzyılın başlarında A vrupa’da ortaya çıkan aydinlanma,her türlü düşünce sisteminde a k ıl’ı ön plana çıkarmıştır. A kıl,T abiat K anunu ve G elişm e kelimeleri bu dönemin anahtar kavramları haline g d ı n e \ e başlamıştır Ortaçağlarda hâkim durumda bulunan kilisenin statik evren anlayışı karşısında akıl her meselenin çözümünü sağlayacak bir anahtar olarak ortaya çıkınca,toplum hayatının birçok alanında reform cu görüşlerin de gelişmesine yol açmıştır Siyasal alanda akılcılığın (rasyonalizm) kabulü, bütün aydınları, dar kalıplı,sınırlandırılmış düşünce biçimlerinden çıkararak, serbest düşünme ve inceleme metoduna götürmüş ve buradan da hürriyet fikrine ulaşılmıştır Hürriyet fikrinin doğuşu ise tabiatıyla,mevcut mutlakiyetçi rejimlere karşı başkaldırıya yol açmıştır Aydınlanm a döneminin hürriyetçi akımı, sadece F ra n sa’da değil, A v ru p a’nın hemen hemen her tarafında önemli tesirler bırakmıştır Meselâ, Prusya Kralı büyük Frederick, Rusya İmparator içesi II Kater ina ve Avusturya İmparatoru II Joseph , aydınlanmanın tesiriyle, katı mutlakiyetçi rejimlerini yum uşatm aya ve daha insancıl bir yönetim kurmaya çalışmışlardır Ancak, bu dönemin en önem li gelişmesi Fransa’da ortaya çıkacaktır Fransa, aydınlanma çağının en önemli filozoflarını yetiştirmiştir Özellikle siyasal alanda M ontesquieu (Monteskiyö), K an un ların R uhu adlı eserinde toplumsal sıvasâl ve dinsel kurum lan, mutlakiyetçi rejimlerin itibarını sarsacak şekilde eleştiriye tabi tutarak hükümdarların yetkilerini Tanrı’dan aldıkları tezini çürütmeye çalışmıştır Bunun yerine meşruti monarşiyi yani A n a y a sa ’lı Krallık rejimini savunmuştur Jean -Jacq ues R ousseau (Jan lak Russo), T oplu m sal M u kavele adlı eserinde,insaniar için esas olanın eşitlik olduğunu,o günkü toplum un ise eşitsizlikler üzerine kurulduğunu işleyerek d em ok rasi’yi savunuyordu. D iderot (Didro), yayınladığı ansiklopedide esaret, hürriyet, vergi, vergi eşitsizliği, ad aletsizlik gibi kavramları halka açıklamış ve bunu yaparken de rejimin kusurlarını göstermeye çalışmıştır V oltaire (Volter), ise eserlerinde krallığa hücum ederek, vicdan ve fikir hürriyetini savunmuş, krallığın İlahî menşeli 29 olmadığım göstermeye çalışmıştır. Bu aydınların hepsi ihtilâli görmeden Ölmüşler ve eserlerinde de ihtilâl telkininde bulunmamışlardı,, Ancak, yazdıkları, mevcut düzenin doğru ve adil olmadığını, mevcut düzenden daha iyi bir toplumsal düzenin kurulabileceğini gpstermiş, okuyucuları olan küçük burjuvazi bu fikirlerden derinden etkilenmiştir. İhtilâl 1789’da patlak verdi ve kısa zamanda inanılmaz bir şiddet gösterisine dönüştü 14 T em muz’da ayaklanan halk P aris’in yönetimine el koydu. Derebeylik sisteminin kaldırıldığı ilân edildi. 28 A ğustos’ta İnsan ve V atandaş H a k la n B ildirisi yayınlandı Bu bildirinin ana hatları şunlardı : 1) İnsanlar,haklan bakımından hür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar 2) Bu haklar, h ürriyet, m ülkiyet, gü ven lik ve zulm e karşı koym ak haklarıdır 3) Her türlü egem en lik esas olarak m illetind ir... 4) Kanunlar umumi iradenin ifâdesidir 5) Kamu düzenine dokunmadıkça, hiç kimse siyasal ve hatta dinsel kanaatlerden ötürü kınanamaz 6) yayında bulunabilir Her vatandaş hür bir şekilde konuşabilir, yazabilir ve Fransız İhtilâlinin getirdiği en önemli yeniliklerden biri de millî i r a d e kavramı olmuştur Böylece meşruiyyetin yegâne kaynağının millet ol.duğu ilkesi uluslar arası hukuk alanına da girmiş oldu. Bir K urucu M eclis oluşturularak iki yıl içinde A nayasa yazıldı Yönetimde kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsendi. Bütün bu gelişmeler ve özellikle “vatandaşların eşitliği”ne dayalı, Anayasalı rejim, Avrupada, eşitsizlikler üzerinde kurulu monarşileri derin bir telaşa sürükledi Kiliselerin ayrıcalıklarının ortadan kaldırılması ve lâik prensiplerin benimsenmesi P apa’yı ve din adamlarını da F ransa’nın aleyhine çevirdi Alsace (Alsas) bölgesindeki prensliklerde Fransızca konuşan halk, 1790’da ayaklanarak Fransa’ya katıldıklarını ilân ettiler Milli 30 i r a d e böyle istediği İçin ihtilâl yönetimi de teklifi kabul etti 1 7 9 i ’de A vignon (Avinyon) halkı Papalığa karşı ayaklanarak F ransa’ya katıldı Bu gelişmeler A v ru p a’nın bütün dengelerini alt-üst ediyordu ve Fransa’ya karşı bir ittifak oluşm aya başlamıştı. 20 nisan 1 79 2 ’den itibaren Avusturya ile başlayan savaş, Prusya’nın da katılmasıyla genişlemeye başladı Böylece Fransa’nın İ8 1 5 ’e kadar bütün A vrupa ile giriştiği savaş başlamış bulunuyordu Bu savaşlarda öne çıkan bir general, N apoléon B onaparte Fransa’nın yönetimini ele geçirdi ve 1815’deki mağlubiyetine kadar geçen sürede A vusturya’yı, R u s y a ’yı. P rusya’yı, İngiltere’yi ve diğer küçük Avrupa devletlerini çiğneyip geçti N ap o ly o n ’un A v ru p a’da kurmuş olduğu hâkimiyet, ilginç bir şekilde Fransız ihtilâlinin ortaya koyduğu m illiyetçilik ilkesinin etkisiyle sarsılm aya başladı A v ru p a’da m illet ve m illiyetçilik, h ürriyet ve eşitlik fikirlerini haykırarak A vrupa halklarını boyunduruğu altına alan F ransa’ya karşı milliyetçi tepkiler ortaya çtkmaya başladı Bu dönem de gelişmeye başlayan rom antizm akımı da özellikle m illî kültür, m illî tarih çerçevesine oturtulmuş ve Almanya,Avusturya ve İtalya’d a millî benliklerin doğmasına zemin hazırlamıştır. N ap o ly o n ’un 1812’de Rusya’yı dize getirmek üzere giriştiği M oskova Seferi askeri bakımdan hedeflerine ulaşmakla beraber, stratejik bakımdan onun sonunu hazırladı Ağır kış şartları karşısında direnemeyen Fransız ordusu, Moskova dönüşünde çok kayıp vererek yorgun düştü 1813’te L eip zig’de birleşik A vrupa orduları karşısındaki ağır yenilgi bu yorgunluğun bir sonucudur N ap o ly o n ’un alt-üst ettiği A vrupa haritasını yeniden düzenlemek üzere 1815’te V iyana K ongresi toplandı. Ancak, ihtilâl ordusunun yaydığı yeni fikirler yaşamaya devam etti 1815''den sonra Monarkların halklarına karşı takip ettiği politikalar, hürriyetçi fikirlerin güçlenmesinde etkili oldu 1830’dan itibaren,yine F ransa’dan başlayarak Belçika, İngiltere, İspanya, Polonya, İtalya ve A lm a n y a ’da hürriyetçi ihtilâller patlak vermeye başladı Bu ayaklanmaların sonucunda A vrupa’da birbiri ardına A n aya sa’lı rejimler kurulmaya başlandı 19. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde A vrupa’daki bütün ülkelerde, Anayasalı _ rejimler kurulmuş ve bu konu artık A v ru p a’nın gündeminden çıkmıştı, 31 Hürriyetçi (Liberal) akımın yanı sıra, milliyetçi (nasyonalist) akım da 19 Yüzyılın ana çizgilerinden birini teşkil etmektedir Başka devletlerin hâkimiyetleri altında yaşayan, millî istiklallerini kazanmaları ve kendi bağımsız devletlerini kurmaları olarak tanımlanabilecek bu akım bir anlamda kişi hürriyeti kavramının milletlere de tatbikinden ibarettir 18 1 5 ’ten sonra milliyetçilik akımının A v ru p a’da ortaya çıkardığı en önemli mesele Alm an ve İtalyan millî devletlerinin kurulması olmuştur İtalya’da Piyemonte, A lm a n y a’da Prusya devletleri İtalyan ve Alman millî birliğinin kurulmasına öncülük ettiler Her iki devletin kuruluşu Avusturya ve Fransa arasındaki uzlaşmazlıkları derinleştirmiştir 1858 ’de Fransa’yı da \am na almayı Piyemonte, 18 5 9 ’da A vusturya’yı mağlup ederek,diğer devletçiklerini etrafında topladı 1861 Şubatında ilk Parlamentosu Torino’da toplandı ve İtalya Krallığı ilân edildi. başaran İtalyan İtalyan Alman birliği ise üç safhada gerçekleşmiştir 1864’te PrusyaD anim arka savaşı ile Prusya, D anim arka’nın elindeki bazı alman topraklarım geri alıp Germen Konfederasyonumla, katmıştır.. 1866 A vustuıya-Prusya savaşında A vusturya’nın mağlup edilmesi ve Germen K onfederasyonum un dışında bırakılması, bu devletin Almanya üzerindeki kontrolünü sona erdirmiştir, Üçüncü adım ise F ran sa’nın nüfuzu altında bulunan güneydeki Katolik Alman devletlerinin Alm an birliğine katılması oldu. 1 8 7 l ’de Fransa’nın mağlup edilmesi ile bu da gerçekleştirildi ve Alman İmparatorluğu kuruldu Bütün bu gelişmelerin mimarı ise Prusya Şansölyesi B ism arck’tır Diğer yandan Sosyalizm de bu devrede siyasal alanda zaman zaman ortaya çıkan bir akım olmuştur. Esasında Fransız ihtilâlinin ortaya attığı eşitlik fikrinin farklı bir yorumu olan sosyalizmi K a r l M a r x ve F r e d e r ic h E n g els’in ortaya çıkmalarıyla birlikte köklü bir değişim e uğramıştır S a in t S im on, S ism on di gibi ü topik sosyalistlerin, F euer b ac h gibi m ateryalistlerin fikirlerini H e g e l’in diya lek tik metoduyla yeniden ele alan Marx, kendi sosyalist sistemini işçi sınıfına dayandırdığı gibi,bu sistemi enternasyonal açıdan ele aldığı için bütün dünya işçilerinin örgütlenmesi konusuna çok önem vermiştir Bu çabaların sonucunda I„ Ve II,. E n te rn a s y o n a lle r olarak adlandırılan 32 Sosyalist E n te r n a s y o n a ll e r ortaya çıkmıştır. Ancak, bıı örgütlenmeler ne sosyalistleri ve ne de dünya işçi sınıfım birleştirmeyi başaramamış, üstelik ortaya çıkan fikir ayrılıkları sosyalist hareketin parçalanmasına yol açmıştır Sosyalizm,bu dönemde etkili bir akım haline gelememiş Bu ideolojinin milletlerarası ilişkilerde etkili olmaya başlaması L e n in öncülüğündeki Bolşevik Komünistlerin, Rusya’da iktidara gelmelerinden sonra m ümkün olabilmiştir ,3-Sanayi İnkılâbı ve S ö m ürge cilik 19 Yüzyılda gelişen ve etkisini günümüzde de sürdüren bir başka olgu ise sömürgecilik ve emperyalizmdir. Tam amen ekonom ik bir mesele olarak ortaya çıkmıştır 18 Yüzyılda A vrupa bütün dünyada üstünlük sağlamış bulunuyordu, fakat nüfûs iskânı yolu yla kurulan sömürge imparatorluklarına rağmen dünya, A vrupa’nın idare ettiği te k bir b iıiın haline gelmemişti. İşte 19 yüzyıl bu kesin hâkimiyetin kurulduğu dönem dir ve sanayi inkılâbının bir sonucu olarak gelişmiştir Buhar gücünün sanayide kullanılmaya başlanmasıyla kitlevî boyutlara ulaşan üretim, “ glo b a lle şm e” den il en,pazar farı ve üretimi dünya boyutuna taşıyan ekonom ik dönüşümün başlangıcını teşkil etmektedir Bu dönem de aile ekonomileri yerini temel ekonomik birim olarak fabrikalara bırakmaya başlamıştır Fabrikaların, geleneksel üretim usûllerinden ayıdan bazı tarafları vardır 1) İmalat süreci tek bir işletmede odaklaşmıştır 2) Fabrika ne kadar geniş bir alana yayılırsa ekonom ik ve makinalar da o kadar büyük olur. girişim o kadar 3) Fabrikalarda üretim maki nal arla yapılmaktadır, yani insan dışı güçler kullanılmaktadır 4) İşçiler yönlendirilir ve belli saatlerdeki çalışmaları karşılığında bir ücret alırlar Bunun denetimi ise gelişmiş bir yönetim bilgisini ve kadrosunu gerektirir. 5) üretim gelişmiş pazar lara yöneliktir 33 Bu teme! özellikleriyle fabrikanın esas enerji kaynağı İse kömürdür Sanayi inkılâbının ilk aşamasında buhar, kömür ve demirin bir araya getirilm esi önemli ekonomik ve siyasal ve toplumsal sonuçlarıyla birlikte, “ D em iryolu Ç ağı”nı da başlattı Demiryolları hem üretilen malların pazarlara intikalini hızlandırdı, hem hammaddelerin daha fazla miktarda ve kısa zamanda naklini temin ederek üretim ve pazarlama süreçlerini kısaltmış, sermaye artışını hızlandırmıştır Bu dönemde ortaya çıkan bilim sel gelişm eler,sağlık alanında ki buluşlar,teknolojinin askerlik alanında yarattığı başdöndürücü değişim, AvrupalIların dünyanın kontrolünü ele almalarına imkân verecek bir güç seviyesine ulaşmalarım sağlamıştır Avrupa1’a biriken sermaye fazlasına yatırım alanları ve imkânları bulmak, üretim fazlası mallara yeni pazarlar elde etmek, artan nüfusa yeni iskân alanları sağlamak, sanayinin ihtiyacı olan hammaddeleri temin etmek gibi sebepler söm ürgeciliğin yaygınlaşmasındaki temel faktörlerdir Daha önce temas edildiği gibi Avrupa’daki himayeci politikalar rekabetin Avrupa dışına taşınmasında etkili olmuştur Yatırımcı şirketlerin yöneticileri, daha rahat çalışabilm ek için sömürge alanlarının güvenliğini sağlamak hususunda kendi hükümetlerini baskı altında tutmaları, bu alanların doğrudan doğruya askeri kontrol altına alınması sonucunu getirdi D olayısıyla ekonomik bakımdan yayılm a, aynı zamanda siyasi yayılm ayı da hızlandırdı Endüstrileşme, nüfus artışı, artan refah ve şehirleşm eye yol açarken aynı zamanda entelektüel seviyeyi de yükseltmiştir. Dönemin genel karakterinden ötürü entelektüel çevrelerde Sosyal Darvvinizm gittikçe daha çok etkili olmaya başladı Bu teoriye göre .tabiatta en g ü çlü olan ların ,yan i; değişen çevre şartların a en iy i uyum sağlayanların ya şa m a ya h akları vardı ve ta b ii ayıklanm a yo lu y la bu sürüp gidiyordu Yani güçlü olan haklıydı 18 70’lerden itibaren, Avrupa’da ortaya çıkan devletler de bu güçlüler kervanına katılmaya kararlıydı Yani; Almanya ve İtalya da söm ürgecilik rekabetinde kendilerine yer bulmaya çalışınca sürtüşmeler hız kazanmaya başladı, Bismarck’ın, Alman Birliği’nİ ayakta tutabilmek için takip ettiği temkinli politika 1871-1891 devresinde A lm anya’yı Avrupa’nın en önde gelen gücü haline getirdi 34 Bismarck, Alman birliğini kurarken esas ; olarak iki büyük devletle çatışmaya girmişti: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa. A vusturya’nın yeniden kazanılması kolay olmuştu Alm anya, A vusturya’ya verdiği kesin garanti ile Orta A v ru p a ’da bir Pangermen Blokunun oluşmasını sağlamıştı. Ancak doğusundan ve batısından Rusya ve Fransa gibi iki büyük A vrupa devletinin tehdidine açık bulunuyordu Arada hemen hemen hiçbir tabii engelin bulunmaması bu endişeyi dah a da yakın biı tehlike haline getiriyordu Almanya karşısında gururu kırılan ve rejim değişikliğine kadar giden buhranlar yaşayan Fransa’nın bir intikam savaşma girişeceğinden kuşkusu olmayan Bismarck, b u devletin tek başına harekete geçmeye cesaret edemeyeceğini de biliyordu Dolayısıyla, Fransa kendine bir müttefik bulmalıydı A vusturya’nın bunu kabul etmesi m üm kün değildi, o halde bu müttefik ancak Rusya olabilirdi. İşte B ism arck ’m K âbusu denilen bu ihtimal Fransa ile Rusya’nın birleşmesiydi Bİsmarck’m bütün diplomasisi bu ihtimali önlemek üzerine kuruluydu. 1888’de I Frederick W ilhelm ’in ölümü üzerine yerine geçen II. Wilhelm ile Şansölyenin fikirleri birbirinden farklıydı Gittikçe gelişen ve sanayileşen A lm a n y a ’nın bir sömürge im paratorluğu haline gelmesi, biı dünya devleti olması aızusuyla tutuşan genç ve atak imparator İ 891 ’de Bismarck’ı istifaya zorladı Bundan sonra A lm a n y a’nın giderek güçlenmesi ile şiddetlenen rekabet, A vrup a’da bloklaşmayı ve bloklar arası çatışmayı beraberinde getirdi. Rusya’nın tepki göstereceğini bile bile, Bism arck’m itirazlarına rağmen 1889’da O sm anh devletini ziyaret ederek, Halifö’nin nüfuzunu bu rekabette kendi yararına kullanmak için teşebbüse girişti B u ge 1iş m e 1er, A vrupa ’da ku vvetler d enges inin korunm ası, den izler dek i ü stün lü ğün ün sü rdü rü lm esi ve söm ürgelerinin bir biriyle irtibatın ı ve g ü ven liğ in i sağlam ayı politikasının esası olarak benimsemiş olan İngiltere,bütün bu alanlarda A lm anya İle karşı karşıya gelince ürktü Artık zarların atılması zamanı gelmişti ve 20 Yüzyılın başlarında O rta A v ru p a’da zayıf bağlarla da olsa İtalya’yı d a yanm a alarak JÛ^l'ü İttifak ’ı oluşturan Pangeımen Bloku karşısında harekete geçen İngiltere, Fransa ve R usya’yı uzlaştırarak Üçlü İ t ilâ f ın ortaya çıkmasını sağladı Bu gelişmelerin yaşandığı devrede Osırianh devletinin durum una kısaca göz atmak gerekmektedir 35 4 - M ü d a h a le le r D e v rin d e O sınanlı Devleti Osman h devletinin 19. Yüzyıl' hovunca d ev am eden mücadelesi, dağılmakta"olan' devlete Fayatiyet kazandırmak caKaiarından ibarettir Yukarıdan beri sıralanan yenileşme hareketlerinin, devletin karşı karşıya bulunduğu büyük buhranlarla bir arada yürütüldüğü düşünülürse bu gayretlerin değeri daha iyi anlaşılabilir. 17 8 9 ’dan itibaren O sm anlı devleti Rusya^ ile savaşı büyük kayıplar karşılığında da__nlsa sona erdirmeye çalışmış ve 1792’de buna muvaffak olm uştur. A vusturya ile ZIstovıT ^ u s y a ile Yaş _A ntlasm alan _ imzalanmış-,ve büyük toprak kayıplan karşılığında Tuna nehri Osmanlı devletinin batı, Dinyeper ise doğudaki Avrupa sınırları haline gelmiştir 1798’de N apolyon M ısır’a saldırdığında A vrupa’nın güçlü devletlerinin yardım etmemesi üzerine Rusya tarihinde ilk defa Rusya ile anlaşmak zorunda kalan Osmanlı devleti. Boğazları Ruslara açınca durum değişti. Boğazların kapalılığı ilkesi zedelenince, Rusya’nın Hindistan yolunu tehdit etmeye başlaması İngiltere’yi endişeye şevketti Bu devlet “ b o ğ a z la rın kap a li!ığ ı” m kendi çıkarları için hayati derecede önemli bulduğundan bu ilkeyi dış politikasının esaslarından biri haline getirdi B oğazlar M eselesi olarak bilinen ve bütün yüzyıl boyunca Osmanlı devletinin başını ağrıtan yeni bir problem daha böylece ortaya çıkmış oluyordu. 1806’da başlayan ve 1812’de N apo lyon’un Moskova Seferi üzerine sıkışan R u sya’nın teklifi üzerine yapılan Bükreş antlaşması geçici bir b anş dönemi getirdi Fransa İhtilâlinin O sm anlı te b ’ası üzerindeki ilk etkisi ise aydınlanm a çağının ortaya çıkardığı Yunan hayranlığının etkisiyle A v rupalı güçlerin desteklediği Yunan bağımsızlık hareketinin TıâŞarıya ulaşması oldu Artık Hristivan Osmanlı te b ’asınııı ayaklanarak b ağımsızlık elde etme süreci başlamış oldu Akabinde, Arabistan ve Suriye’deki ayaklanmaları bastırdığı sırada bölgedeki Osmanlı hâkimiyetinin zayıflığını gören ve kendi hanedanım kurmayı kafasına koyan M ısır Valisi M ehmet Ali Paşa’nın ayaklanması Osmanlı hanedanına zor günler yaşattı. 18.31’de Cezayir, Fransızlar taîFfmdan işgâT edildi 1832’den itibaren Suriye’yi ele geçiren ve. biri B e le n ’de diğeri K onya’da iki Osmanlı Ordusunu ağır şekilde mağlup eden Mısır Valisinin İstanbul üzerine yürümesi, Rusya’nın müdahalesi karşısında 36 tarafsız kalmayı kendi çıkarlarına uygun bulmayan Batılı büyük güçlerin müdahalesi ile durduruldu 1839’da yeniden harekete geçen Mısır valisinin atağı büyük devletlerin ortak müdahalesi ile önlendi ve M ısır’ın yeni statüsü L ondra’da yapılan bir konferansla belirlenerek, 1841’d e Sultan A bdülmecid tarafından yayınlanan bir fermanla yürürlüğe g irdi BITTârihten sonra Mehmet Ali Pasa’nın ailesine bırakılmış olan M ıs ır Valiliğine ayrıcalıklarından dolayı Hidiv denilmeye haşlandı A ynı yıİTardm I8j 8 rde yapılan"Baltaîırnanı gümrük anlaşm asıyla Osınanlı ülkesi bTTaçik Pazar haline getirildi. Kırım Savaşından sonra yapılan Paris Barış Konferansında^ Osmanlı devletinin kendi inisiyatifiyle başlattığı yenileşme hareketleri büyük güçlerin denetimi altına sokulmuş, Islahat Ferm anı ile bu durum İyice tescil edilmiştir 1856 sonrası, Osmanlı devletinin dağılm a sürecinde bir m ü dahaleler d ö n em i olarak tanımlanabilir Osmanlı İslahatlarının genel bir değerlendirmesini yapm ak gerekirse, denilebilir ki; gittikçe şiddetlenen batı saldırıları karşısında devleti yaşatm ak için kurumların, zihniyetin ve yapının değişmesi gerektiği yahut yetersizliği konusunda herkes hemfikir olm asına rağmen, hem geleneğin gücü, hem de örnek alınan batı hakkındakr eksik bilgi isabetli çözümlerin zam anında ortaya konulmasını engellemiştir. Her şeye rağmen iyi niyetle sürdürülen bu çabalar, modern Türkiye’yi ortaya çıkaracak olan bir yönetici elit sınıfın yetişmesinde, belirli bir tecrübe birikiminin oluşmasında son derece etkili olmuştur Cumhuriyeti kuran Türk aydınları, imparatorluğun son yüzyılındaki olayların ışığı altında, kurdukları milli devlete yön vererek, h ed e f çizmişlerdir 5-İttihad ve Terakki M uhalefeti ve II, M eşrutiyet Osmanlı devleti, Kanun-ı Esasiyi işte bu ortamda ilân etmişti Kısa bir süre sonra yukarıda anılan sebeplerle Anayasa askıya alındı ve Meşrutiyete son verildi fi Abdülhamid, meclisi tatil ederken ileri sürdüğü eğitimsizlik gere! çesihKçrrtadan kaldırmak için çok köklü bir reform politikasını hayata geçinrreyb çalıştı Fakat, tahttan indirilmesine gidecek 37 gelişmeleri sağlayacak olan muhalif güçler de bu okullardan yetişti Üstelik tesirleri günümüze kadar uzanan bir çizgide f u r k aydınlarını derinden etkileyen p ozitivist düşünce de bu okullardaki tercüme deis kitaplarından meydana gelen kütüphanelerden ve ders programlarından beslenerek gelişti iöntürk muhalefetinin insan kaynakları bu okullar olmuştur A vrup a’ya kaçarak, burada çıkardıklar t çeşitli gazeteler etrafında toplanıp, Sultana karşı muhalefet yapan bu aydınların “ A nayasa ve M eşrutiyet rom antizm i” devletin J 9 0 8 ’e kadar devam eden macerasının esas hattını oluşturmaktadır Bu aydınlar arasında ön plana çıkanlar şunlardır : Ahmet rıza Bey, Mizancı Murat Bey, Prens Sabahattin vd Jöntürklerin, A vrup a’nın çeşitli merkezlerinde çıkardıkları M eşveret, Ö sm anh, M izan, K anun-ı Esasi gibi gazetelerde ortaya koydukları esaslı bir programdan sözetm ek m üm kün değildir 1880’lerden itibaren özellikle Mekteb-i Tıbbiye-i Ş ahane’de yönetime kaışı örgütlü muhalefetin faydaları konusunda yoğun tartışmaların yapıldığı bilinmektedir 20 Temmuz İ 8 9 1 ’de İbrahim Temo, ishale Sükûtu, A bdullah C evdet, M ehm et R eşit, H ü seyinzade A li, Şerafeddin M ağm um i, Ali Şefik, Ali Rüşdü ve diğerlerinden oluşan 12 kişilik bir öğrenci topluluğu İttihad-ı Ostnani C em iyeti adı altında bir teşkilat kurdular İşte somadan İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak olan efsanevi örgütün temeli budür Cemiyet ilk birkaç yılda, faaliyetlerini daha çok nüfuzlu kimselerin kazanılmasına Ve üye sayısının artırılmasına hasretmiştir C e m iy e t’iiı kurulduğu andan itibaren durumdan haberdar olan resini makamlar işi ciddiye alarak 1894’den itibaren takibatlarını yoğunlaştırmaya başlayınca, A v ru p a’ya firarlar da artm aya başladı Cemiyet, bu sırada A vrupa’da bulunan A hm et R ıza B e y ’le de irtibata geçerek N izam nam e konusunda onun fikrini de aldı Ahmet Rıza Bey, Doktor Nazım B ey ’in teklifiyle C e m iy e t’in yurtdışindaki şubesine katılmayı kabul ederken yaptığı pazarlık sonucunda. AügU st C om te (Ogüst K ont)’un fikirlerinden ilham alarak teşkilâtın adı Ö sm anh İttihad ve Terakki C em iyeti olarak değiştirildi “ İ ttih a d ve T e r a k k i” yani ; “ Union a n d P r o g r e s s ” veya ; “ Birlik ve G elişm e” , Cemiyet için bu adın seçilmiş olması bile bu fikiılerin Osmanlı aydınları için ifade ettiği önemi vurgulamaktadır 1895’ten itibaren faaliyetlerini hızlandıran C em iyet’in P a r is ve K a h ir e şubeleri hemen örgütlendi ve birincisinin başına A hm et Rıza, İkincisinin başına İsm ail İ b r a h im Bey getirildi Aynı yıl İstanbul’daki merkez şubenin hem en hemen bütün elemanları ya yakalandı veya kaçmak zorunda bırakıldılar Böylece İT C ’nin Avrupa şubesi giderek önem kazanm aya başladı B e y ru t, K ıb rıs, İz m ir, M idilli, R odos, Selanik, Ş am , T aşlıca , T ra b lu s ş a m , T ıa b lu s g a r p ve T r a b z o n ’daki şubeleri ise varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Î TC, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında sürdürdüğü açık ye gizli faaliyetleri sırasında imparatorluk geleneğini tabii olarak sahiplenmiş ve Osmanlı bünyesindeki ayrılıkçı Ermeni ve A rap milliyetçileri ile ilişki kurarak onları cemiyet lehine kazanm aya çalışmıştır Ancak bu faaliyet daha sonraki dönemlerde iç çatışmaları şiddetlendirmekten başka fayda getirmemiştir. Cemiyet, 1896 ve, 18.97 yıllarında yurt içinde darbe teşebbüsünde bulunmuşsa da bu ta rz hareketlerde muvaffak olam am ış ve İstanbul’daki Cemiyet m ensuplan bu yüzden ağır baskı ve takibat altına alınmışlardır İTC. içinde ortaya çıkan gruplaşmaları - ki,bunlar fikrî ayrılıklar olmaktan ziyade şahsî çekişmelerden ibaret görünmektedir - ortadan kaldırmak üzeıe 1902 senesinde Jöııtürkler. Paris’te bir kongre düzenlediler Bu kongrede “  dem -i M e rk e z iy e t ve T eşebb üs-ü Ş a h sî” programını İleri sürerek haklı bir ün yapmış olan P re n s S a b a h a d d i n ’le Ahmet Rıza Bey arasındaki çekişme cemiyeti ikiye böldü D aha doğrusu, çeşitli hiziplerin bu iki isim etrafında toplanmasına yol açtr Prens Sabahaddin, Damat Mahmud Celaleddin Paşa’nm oğluydu ve O ’nun S aray ’la anlaşmazlığa düşmesinden sonra babasıyla beraber yurt dışına kaçmıştı Sabahaddin Bey, P aris’te bulunduğu şırada Sosyoloji dersleri almış ve Edward Desmouİins vasıtasıyla Le P la y Ekolü’nün etkisi altında kalmıştı O ’na göre,Anglo-Saxonlarin kurdukları devletlesin A vrupa’nın en gelişmiş ülkeleri haline gelmesinin temel sebebi. merkezin yetkilerinin ' taşraya devredilerek ( dem -i M erk e ziy e t), Özel teşebbüsün yaygınlaşmasına destek verilmiş 39 olmasıydı olabilirdi Osmaniı devletinin kurtuluşu ancak bu yolla mümkün Kongrede, padişahın Kanun-ı Esasi’yi yeniden yürürlüğe koyması için yabancı devletlerin müdahale etmesine taraftar olanlar ki,bunlar genellikle azınlıklardıM üdahaleciler olarak Prens S abahaddin’in etrafında,bunun aksine; ihtilâlin yerli güçler tarafından yapılmasını savunanlar da  dem -i M ü d ahaleciler olarak A hm et Rıza B e y ’in etrafında toplandılar Birinciler daha sonra Prens Sabahaddin B e y ’in başkanlığında T eşebbüs-ü Şahsi ve A dem -i M erk eziyet C em iyeti’ni, İkinciler de Ahmet Rıza B ey5in öncülüğünde O sm aniı Terakki ve ittihad C em iyeti’ni kurdular Cem iyet'in bu iç meselelerinin çözülebilmesi için harcanan çabalar bir sonuç vermemiştir Jöntürkierin, Kanun-ı E sasî’yi yeniden yürürlüğe koym a çabalarındaki en önemli gelişme SeSânikte, askerlerin çoğunluğunu oluşturdukları O sm aniı H ü rriyet C em iyeti ile P aris’teki C e m iy e t’in birleşmesidir Cemiyet, bünyesine M ustafâ K em al’in Ş a m ’da kurduğu V atan ve H ürriyet C em iyeti’ni de aldı 1908’de, İngiltere, Fransa ve Rusya hükümdarlarınm R e v aî’de buluşarak anlaşması üzerine faaliyetlerini hızlandıran Cemiyet, duvarlara astığı afişlerde Osmaniı devletinin bu buluşma sırasında paylaşıldığını ve bunun önüne geçmenin yegane yolunun Kanumı E sasî’yi ilân etmek olduğunu işlemeye başladı. Cemiyet fedaileri suikastlere giriştiler. Nazım Paşa yaralandı, Şemsi Paşa Manastır telgrafhanesinden çıkarken vurularak öldürüldü Fedailerden Enver Bey Tikveş bölgesinde, S elahaddin ve Tosun B ey ’ler A rnavutluk’ta, K olağası N iyazi ve Eyüp Sabri B e y ’ler Resne ve Ohri taraflarında çete kurarak dağa çıktılar Nihayet baskılara dayanamayan Padişah 23 Temmuz 1908’de meşrutiyeti ilân etti İT C ’nin gücünün esas dayanağı gizliliği idi Cemiyet açığaçıktıktaıı sonra “tek parti yönetinıP’ni kurduğu B âbıâli B a sk ın ı’na kadar bir türlü iktidarı ele alamamıştır.. 1909’da 31 M art A yaklanm ası’m desteklediği gerekçesiyle II., Abdülhamid tahttan indirilmiş ve yerine Sultan V Mehmed Reşad tahta geçirilmiştir. 40 İT C ’nin ihtilâli gerçekleştirmesinde en önemli rolü oynayan ask erî kanat, hep iktidarın gerçek sahibi olduğunu düşünerek hareket etmiştir İT C ’ııin kuruculara ve bu arada Avrupa kanadının öncülüğünü yapanlar, 1908’den sonra giderek unutulacaklardır Diğer taraftan M eşrutiyet’in ilâhını takip eden günlerde ülkedeki an asır-ı m uhtelife arasında görülen geçici yakınlaşma kısa bir müddet sonra yerini inanılması zor bir kargaşaya bırakacaktır Bir dizi siyasi çekişme,sonunda; İttihad ve Terakki Fırkası tarafından uygulanan gayrim eşru baskıların da tesiriyle, bütün siyasi partilerin 191 l ’de İT F ’na karşı H ürriyet ve İtilâf Fırkası adı altında birleşmelerine kadar gidecektir Bu cepheleşme ve siyasal sürtüşme ordu içine de sıçrayacak ve kendilerine Halaskar Zabitân adını veren bir grup subay, muhalefet yıllarında ÎT F ’mn uyguladığı yöntemleri kullanarak büyük bir gerginliğin doğmasına yol açacaklardır Bütün bu iç karmaşa sırasında imparatorluk dağılmaya devam edecektir. Ç-BIŞ OLAYLAR Meşrutiyetin ilânından sonra batılı büyük güçlerin, Osmanlı devletine dönük politikalarının değişeceğini ümit eden İtîihadçılarm,bu beklentilerinin ne kadar boş olduğu kısa zamanda anlaşıldı. İlk bunalım, B osııa-H ersek M eselesi’dir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 5 Ekim I 9 0 8 ’de Berlin Anlaşmasıyla yönetimine bırakılmış olan bu bölgeyi topraklarına kattığını duyurdu. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını ilân etti Osmanlı devleti bütün bu oldu-bittiieıi kabullenmek zorunda kaldı 1-T rablusgarb Savaşı B osn a-H eısek ’in işgaline en şiddetli tepkiyi gösteren devletlerin başında Rusya geliyordu. Boğazlarla ilgili olan devletlerin başında Rusya geliyordu Boğazlarla ilgili olan diğer devletler üzerinde baskı kurabilmek amacıyla Rusya, Balkanlarda şiddetli bir rekabet içinde olduğu A vusturya’dan başka bir devletin desteğini almak üzere harekete geçerek, İtalya’ya yaklaştı. İki ülke arasında imzalanan R acconigi 41 A ntlaşm ası ile Rusya ve İtalya, T rablusgarp ve Boğazlar üzerindeki menfaatlerini karşılıklı olarak tanımayı taahhüt ediyorlardı A nlaşmadan iki yıl sonra İtalya,Trablusgarb’a saldırdı Rusya ise Boğazlar konusunda O smanh devletine baskıda bulunmaya başladı. 1911 Eylülünde İtalya, Trablusgarb’ı işgal etmeye başladı. İngiltere^ bu devleti büsbütün küstürerek karşısına alm am ak için Mısır yolunu O smanh kuvvetlerine kapatınca, buraya asker şevketine imkânı da ortadan kalkmış oldu Genç Osmanh subayları (M ustafa K em al, Enver, Fethi, A ziz Ali el-M ısrî) kılık değiştirerek gönüllü olarak, Trabiusgarb’a geçip,burada bulunan Osmanh ve Arap kuvvetlerini teşkilatlandırarak çetin bir gerilla savaşma giriştiler İtalyanlar, beklemedikleri bu şiddetli direniş karşısında şaşıldılar Bu sııada başlayan Balkan Muharebesi İtalya’nın işini kolaylaştırdı. 3912 Ekiminde imzalanan Uşi antlaşm ası ile O sm anh devleti Tıablusgarb’ı İtalya’ya terkettiği gibi, Yunanlıların göz koydukları 12 A d a ’yı da İtalya’nın koruyuculuğuna bıraktı 2-Ba!kan Savaşları Bulgaristan,bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlarda aktif bir politika izlemeye başlamıştı Bu ülkenin Sırbistan’la bir çatışmaya girmemesi için gayret sarfeden Rusya, her iki devlet arasında arabuluculuk yaparak O sm anh devletine karşı anlaşm alarım sağladı Gene aynı devletin teşvikiyle 1912 ortalarında Yunanistan ve Karadağ da bu anlaşmaya katıldılar. Büyük devletlerden, yenildikleri takdirde sınırların değişmeyeceği garantisini de alan Balkanlı bağlaşıklar Ekim ayında O smanh devletine karşı savaş açtılar. O sm anh devleti Ordu içerisindeki siyasî çekişmelerden ötürü, em ir-komuta zincirinde ortaya çıkan aksamalar sebebiyle hemen hemen her cephede ağır bir mağlubiyete uğradı Taraflar aıasında savaşı bitiren anlaşm a 1913 Mayısında L ondra’da imzalanmıştır Bu anlaşm aya göre: A rnavutluk bağımsızlığını kazanıyor, Girit Adası Y unanistan’a bırakılıyor, O sm anh devleti nin.._T rakya sınırı, Ed ir ne’yi d ıs a r îd a"b ir akaEid^şekTMe-Af idy e Enez hattı oluyordu „. ........ Balkan Savaşında ummadıkları kadar kolay bir zafer kazanan bu devletler, elde ettikleri toprakların paylaşılmasında anlaşmazlığa düşünce bu defa birbİrIeriyle savaşa tutuştular Bunun üzerine harekete geçen O smanh Ot du su Edİjne^yl k ıM a n n a^ ıJj aşar d ı 42 J 3 a l kan Savaşı,Türkiye ’nin iç politikası üzerinde çok derin e tkiler b iiakrniştlrTO zamam Tkadar yay gmhk kazanam ayan Türkçülük güç 1en m eye^?e'"Ballcan lardan gelej 2jgöç ın enllğrm_ellri3 İ\de TürkTü O i i u r u yerfeşn^^^ C7H6 alkan sava şyndaki ye mig r-ü z ^ ri n ç ^ R â b i â Ii B a s k ın ı’ nl "d üzeni ey e re k yön e t iıne^'eTko.ydu D - II M EŞR U TİY ET D Ö N EM İ FİK İR H A R E K E T L E R İ II Meşrutiyet dönemi her bakımdan kendisinden sonraki dönemi çok derinden etkileyen bir dönemdir Bu dönemde ortaya çıkan tecrübeler ve kazanılan yeni siyasal ya da fikri gelenekler, yapılan münakaşalar, gerçekleştirilmeye çalışılan reform hareketleri, cumhuriyet döneminde yapılan inkılâplara ışık tutmuştur Bu akımların ve genel program ve hedeflerinin bilinmesi bu bakımdan faydalı olacaktır İmparatorlukların dokusu bir bakıma gen el ve özel v atanlardan örülüdür. Huzur ve barış bu iki doku arasındaki uyumla yakından ilgilidir. Oysa milliyetçilik çağında bu uyumun sürdürülmesi mümkün olmamıştır Tanzimat ve ıslahat dönemlerinde gelişen O sm an lıcılık fikri işte bu uyumu sağlama çabasının ideolojisidir Hiçbir etnik vc siyasî ayrım gözetmeksizin bütün Osmanlı tebaasının vatan d aşlık bağıyla birbirine bağlanması düşüncesi devletin bütünlüğünü korum a isteğinin resmî ideolojisi olarak geliştirilmiştir. Başlangıçta teorik olarak hayli cazip görünen bu fikir,hayatın gerçekleri karşısında anlamsız hale gelmekten kurtulamayacaktır. Lâkin her şeye rağmen.yıkılışına kadar Osmanlı devletinin resmî politikası olm aya devajn etm iştir Ancak Meşrutiyet devrinin hayli renkli ve hareketli ortamında resmi ideoloji dışında ülkenin kurtuluşu için ortaya atılan reçeteler ve gelişen fikir hareketleri içinde B atıcılık,İslâm cıhk ve T ürkçülük fikirleri ön plana çıkmaktadır Elbette dönem in fikrî ve siyasî akımları bu üç düşünceden ibaret değildir, fakat hem en hemen her akım bu üç temel fikir hareketinden az ya da çok etkilenmiştir Osmanlı ıslahatlarının Tanzimat döneminde hız kazanmasıyla birlikte, batı fikirlerinin de Osmanlı aydınlarını etkilediği üzerinde durmuştuk Esasında m odernleşm e konusunda dönemin fikir akım lan 43 atasında biı fikir beraberliği vardır Fakat bunun derecesi konusunda münakaşalar yürütülmektedir Şimdi bu grupların teklif ettikleri esaslara kısaca bir göz atalım : 1-B atıcıtar Batıcılar, batı medeniyetini bir bütün olarak görmekte ve medeni olabilmek için bütün bu değerlerin benimsenmesi gerektiğini savunmaktadırlar f ç tih a d ve İleri gibi gazete ve mecmualar etrafında toplanmışlardır Abduiiah Cevdet, Celal Huri, Kılıçzade Hakkı tanınmış temsilcileri olarak kabul edilebilir Bu hareketin Öncülerinden A bdullah C ev d et’in çıkardığı İçtihad M ecmuasında yayınlanan ve K ılıçzade H ak k ı’nın kaleme aldığı “ Pek U yanık Bir U yku” başlıklı iki yazıda batıcıların bütün hedeflen özetlenmiştir Bu makalede özetle şunlar sıralanmıştır : a) Fes kamilen defedilip yeni bir serpuş kabul olunacaktır b) Mevcut kumaş fabrikaları genişletilecek ve yenileri de açılacaktır Yerli mallarının kullanılması teşvik edilecektir c) Kadınlar diledikleri tarzda giyinecekler, yalnız israf etmeyeceklerdir Polisler ve softalarla,arabacı makuiesi kimseler kadınların giyim lerine asla müdahale etmeyeceklerdir Şeyhülislâm Efendiler de çarşaflara dair beyannameler yazm ayacak ve İmza etmeyeceklerdir Polisler, kadınların işine ancak münasebetsiz ve genel ahlâka daiı meselelerde müdahale edebilecekler ve bu vazifelerini de büyük bir nezâketle yerine getireceklerdir Kadınlar vatanın en büyük velinimeti sayılarak kendilerine erkekler tarafından hürmet ve riayet gösterilecektir. ç) Kadınlar ve genç kızlar, Müslüman Boşnak ve Çerkezlerde olduğu gibi, erkekten kaçmayacaklardır Her erkek, kendi gözüyle gördüğü, tetkik ettiği,beğendiği ve seçtiği kızla evlenecektir. Görücülük adetine nihayet verilecektir d) Kızlar için diğer mekteplerden başka bir de Tıbbiye Mektebi açılacaktır 44 e) Biter tembellik yuvası olan bütün tekkeler ve zaviyeler ılga olunacak, varidat ve tahsisatları kesilip, M aarif bütçesine ilâve edilecektir f) Bütün medreseler kapatılacaktır g) Sarık sarmak ve cübbe giymek sadece yüksek alimlere mahsus hale getirilecektir h) Evliyaya nezirler yasak edilecek, bu Donanma ve Müdafaayı Milliye Cemiyetleri kasalarına girecektir gibi teberrular ı) Arazi ve Evkaf kanunlarından başlanarak bütün kanunlar ıslah edilecektir i) edilecektir Ş er’i mahkemeler kaldırılacak ve Nizami mahkemeler ıslah j) Mecelle kaldırılacak veya en azından o derece değişecektir k) Mevcut Osmanlı Elifbası atılarak yerine Lâtin harfleri kabul edilecektir 1) Avrupa Medeni Kanunu kabul edilerek bugünkü evlenmeboşanma şartları tamamiyle değiştirilecektir Birden fâzla kadınla evlenmek ve bir sözle karı boşamak usulleri kalkacaktır. Esas metne bağlı kalınarak özetlenen bu düşüncelere eklenebilecek sistemli başka şeyler olduğu pek söylenemez 2-Türkçüler Esasında, Türkçüleri Tanzimatla birlikte gelişen fikir hayatımızda ortaya çıkan yeniiikçi-m uhafâzakâr çatışmasında telifçi, yani uzlaşmacı bir noktaya koymak gerekmektedir Çünkü; vatan, d il ve kültür kavramlarına dayanan milliyetçiliğin bizatihi kendisi , 19 yüzyıl sonlarında gelişen bir harekettir Türkçülerin programlarını da M illi Tetebbular, H a lk ’a D oğru ve Türk Yurdu mecmualarından ve hayli geniş yayınlardan derlemek mümkündür Bu program şu şekilde özetlenebilir: 45 a)B üyük Türk Birliği : Dilleri, ırkları,adetleri hatta çoğunun dinleri bir olan bütün Türklerin birleşmesi Osmanlr devleti bu camia içinde merkezî bir yer işgal edecektir b)T ürk Tarihi ve K ültürü : Türk tarihi Osmanlı devletinin kuruluşu ile başlam az O ndan evvel de büyük bir Türk mazisi ve medeniyeti vardrr Türk milletinin OsmanlIlardan evvel başlayan tarihini, ahlâk ve adetlerini, lisan ve edebiyatlarım, iktisadi durumlarım araştırmak şarttır c)T ürk Dili : Türk dili, Arap ve Acem dillerinin tesirinden kurtarılacaktır İstanbul Türkçesi ortak yazı ve konuşm a dili haline getirilmelidir İsimler konulurken Türkçe adların yaygınlaştırılmasına önem verilmelidir Ziya Gökaip bunu Türkleşm ek, İslam laşm ak, M u asırlaşm ak şeklinde formüle etmiştir ç)M iü î İktisat : Yoksulluktan ve yabancı baskısından kurtulmanın yolu,millî istihsali (üretimi) artırmanın çarelerini bulm ak ve Türk İktisadî hayatını yabancı maliyecilerin pençesinden kurtarmaktır d)M iilî E d e b iy a t : Halk dilinin ye folkloıünün araştırılması, millî vezin olan hece vezninin kullanılması ve halka inilmesi. 3-İslâm cılar İslamcılık hareketinin iki temel çizgisini olan ihyacılık ve selefîyecilik oluşturur Bunlardan İhyacılık d in ’in asr-ı saadette, Hz M uha m m e d’in hayatta olduğu dönemdeki haliyle yaşanması gerektiğini savunmaktadır Buna karşılık Selefiyecilik ise d in ’in kuralları değişmemekle beraber yeni içtihatların yapılabileceğini ve M üslüman hayatının yeni şartlara göre tanzim edilebileceğini görüşünü benimsemektedir. Bu iki ana gruba mensup olan aydınlar S ıra t-ı M ü s ta k im ve S e b ilü r r e ş a t gibi dergiler etrafında toplanmışlardır Bunların düşünce ve tekliflerini de aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz ; a)B üyük İslâm B irliği : Din,cemiyetin temel direğidir ve dinle millet birdir İslâm dinine mensup insanlar,Hilâfet etrafında dİ! farkı gözetmeksizin bir tek millet oluştururlar. 46 b)İslâm T e r a k k iy e M â n i Değildir : İslâm dini insanlığın ön plana çıkardığı bütün değerlere, demokrasi, hürriyet, eşitlik, kardeşlik vb sahiptir Müslümanların geçmişte kurduğu yüksek medeniyet bunun göstergesidir Dolayısıyla, gelişmeye mani olan din veya dini değerler değil, Fakat dinin değerlerine göre hareket etmeyen müslümanlardır c )Ç a ğ d a ş la ş m a : Batının ilim ve tekniğini,sanayiini alm aya m ecburuz Fakat, AvrupalIların bütün adetlerini, ahlâkını ve hayat tarzını kabul edemeyiz ç )K a d ın H a k l a n : Şeriat,yani dinin koyduğu kurallar, kadının kendisine mahrem olmayan erkeklerden kaçmasını em re d er Tesettür şarttır Fakat bu, kadına hiçbir meşru lıakkmı kaybettirmez Kadın da malım erkek gibi istediği şekilde kullanabilir d)T aaddüd-i Z evcat: Birkaç kadınla evlenmek tabiî zaruretlerdendir İslâm dan evvel çok evliliğe bir sınır konulmamıştı, İslâm dini çok evliliği dört ile sınırlandırmıştır İslamcılar, batıcıların ileri sürdüğü şeylerden ilim.teknik ve sanayiinin alınmasına taraftardırlar. sadece batı E-I D Ü N Y A SAV A ŞI Î-Savaşın Sebepleri i Dünya Savaşının sebepleri, Fransız ihtilâli ve çeyrek yüzyıl süren ihtilal savaşlarının müteakip yüzyıl içinde meydana getirdiği gelişmelere kolayca bağlanabilir Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı yeni fikirler, devletlere olduğu kadar, devletlerarası münasebetlere de yeni bir yön vermiştir Bu yeni çerçevenin ana unsurlarını şu noktalarda toplamak mümkündür: Liberalizm hareketleri, sadece devlet sınırlan içinde ortaya çıkan bir olay şeklinde kalmayıp, münasebetlerde yeni çatışma unsurlarının doğmasına yol açmıştır Milliyetçilik hareketleri ise, liberalizmden daha etkili olmuştur İtalyan ve A lman birliklerinin ortaya çıkması, A vrupa dengesine yepyeni bir biçim vermekle kalmamış, Balkanlaıdaki millî d uygula n kamçılayarak 1870’den itibaren bu bölgeyi A vıupa diplomasîsinin rekabet ettiği beJIibaşlı faaliyet alanlarından biri 47 haline getirmiştir 1908-1909 B osna-H ersek B uhranı ve 1912-1913 Balkan S avaşlarından sonra 1 9 1 4 ’de /„ D ünya Savaşın ın p a tla m a sın a y o l açan kıvılcım da hu bölgede ortaya çıkm ıştır Sanayileşmenin 19 Yüzyılda kazandığı hız ve bunun sonucu olarak gelişen ve genişleyen sömürgecilik, diplomatik münasebetlerin alanını A vrupa'n ın dar sınırlarından çıkararak yeni kıtalara, Afrika ve U zakdoğu'y a yaydığı gibi, bloklaşan Avrupalı güçlerin çatışma alanlarım da genişletmiştir 1870'lerden sonra A vrupa’daki kuvvetler dengesinin Almanya lehine değişmeye başlaması,İngiltere’nin olayların akışına müdahale etmesine sebep oldu Zira, A lm anya’nın denizlerde güçlenmeye çalışması ve İngiliz sömürgelerine giden yollara sokulması bu ülke tarafından çıkarlarına yapılan doğrudan bir tehdit olarak algılanmıştır. 19 0 4 ’den sonra Fransa’nın yanında yer almaya başlayan İngiltere, A lm anya’dan yüz bulamayan Rusya ile birleşerek 1907’de Üçlü İtilâf’ı oluşturmayı başardı, Öte yanda ise Almanya, AvusturyaMacaristaıı İmparatorluğu ile bir pangermen bloku oluşturdu ve İtalya’yı, za y ıf bağlarla da olsa yanına almayı başardı. Böylece Üçlü İ ttif a k da meydana gelmiş oluyordu 1904-1914 devresinde bloklar arasındaki çatışma sürdü İtilâf Devletleri,bu çatışmalar sırasında İ t a l y a ’nın İttifaka zayıf bağlarla girmiş olduğunu fark ettiler ve savaş başladığında çeşitli vaadlerie bu devleti yanlarına çekmeyi başardılar Avusturya-Macaristan veliahdı F r a n c o i s - F e r d i n a n d ’ın 28 Haziran 1914’de S a r a y b o s n a ’da öldürülmesi üzerine 28 T em m uz’ fiilen savaş başladı Bunu zincirleme olarak diğer devletlerin birbirlerine savaş ilân etmeleri izledi. Böylece cepheler kısa zamanda genişleyerek,savaş bütün A vrupa’ya yayıldı Savaşa bu ismin verilmesi,bütün dünyanın katılmış olmasından değil ‘d ü n y a n ın m e rk e z i” olarak görülen A vrupa’da cereyan etmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu savaş aynı zamanda Avrupa merkezli dünya siyasetinin de sonunun başlangıcı olmuştur O zamana kadar Avrupa ile ilişkilerini sınırlandırarak kıta içi gelişmelere yönelmiş olan Amerika Birleşik Devletleri,bu savaşla dışarıya açılacak ve Avrupa diplomasisini tanımaya başlayacaktır. 48 2-Osm anlı Devletinin Savaşa Katılması O sm anh Devleti,Balkan savaşlarından sonra bir yandan ordusunu ve donanmasını ıslaha girişirken diğer yandan da bloklaşan A v ru p a’da yalnız kalm am ak için müttefik aramaya başladı O smanh devleti,ilk ittifak teşebbüsünü geleneksel dostu saydığı İngiltere nezdinde yaptı Maliye Nazırı Cavit Bey, 1911 Ekiminde İngiltere Bahriye N a z ın Winston ChurchiiPe bir mektup yazarak iki ülke arasında bir ittifak yapılmasını teklif etti Churchill, İngiliz dışişleri B a k a n iığ fn a danışarak verdiği cevapta “ şimdilik yeni siyasi bağlar altına giremeyiz.,,.’"diyerek bu teklifi geri çevirdi Diğer bir teşebbüs ise Fransa nezdinde yapıldı.Bahriye Nazırı ve T ürk-Fransız Dostluk Cemiyeti Başkanı Cemal Paşa,Fransız dışişleri Bakanlığı ile temasa geçerek iki ülke arasında bir ittifak yapılmasını sağlam aya çalıştı Verilen cevapta, Rusya razı olmadıkça böyle bir ittifakın m ümkün olmadığı bildirildi Böylece Osman!ı devleti ister istemez A lm a n y a’nın kucağına itilmiş oluyordu Alm anya ile ittifak görüşmeleri 27 T em m uz’da İstanbul’da başladı ve 2 Ağustos 1914’de Türk-Alman İttifakı imzalandı Buna göre : 1)lki devlet Avusturya ile Sırbistan anlaşm azlıkta tam bir tarafsızlık göstereceklerdi. arasında çıkan bir 2 )R usya’nın aldığı askeri tedbirler sonucu,A vusturya ile Rusya savaşa tutuşur ve A lm anya da A vusturya’nın yardım ına gitm ek zorunda kalırsa O sm anh Devleti de savaşa katılacaktı 3)Osmanlı Devleti tehdit Devletini silahla savunacaktı. altında kalırsa,Almanya,O smanh 4)İttifak 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan biri feshetmezse beş yıl için yeniden yürürlüğe girecekti O sm anh devleti,savaşın başında tarafsızlığını ilân etmekle birlikte, A ğustos’un ilk haftalarından itibaren olaylar ve A lm anya’nın çabaları savaşa katılmasına yol açtı 49 Alman donanmasına ait iki gemi (Goben ve B resla u)’nin müttefik donanmasının önünden kaçarak Boğazlardan girip Türkiye’ye sığınması ve bu gemilerin kendilerine teslim edilmesini talep eden İtilâf devletlerine bunların satın alındığının açıklanması, Osmanlı devletinin tarafsızlığına önem veren müttefikleri bir süre sakinleştirdi Ancak, bir müddet sonra Y avuz ve Midilli adını alarak Türk donanm asına katılan bu gemiler Enver1 Paşa’nın emriyle, Amiral S ouchon ’un komutasında, diğer gemilerle birlikte K aradeniz’e açılarak 29-30 Ekim gecesi Odessa ve Sivastopol’ü bombalayınca önce Rusya, ardından diğer İtilâf devletleri Türkiye’ye savaş iiân ettiler. Böylece, İ9 1 8 ’e kadar devam edecek olan 1 Dünya S avaşı’na katılmış olduk. Türk halkının seferberlik dediği bu savaşta Osmanlı orduları yedi cephede savaştı: Kafkas ve Galiçya cephelerinde Ruslarla; M akedonya’da Yunan ve Fransızlarla; Çanakkale’de İngiltere, Fransa ve İtalya ile; Filistin, Suriye ve Irak cephelerinde İngiliz orduları ile Osmanlı devletinin savaşa katılması ve İttihatçıların İngiliz ve Fransız sömürgelerinde yaşayan Müslümanlar arasında yoğun bit İttihad-ı İslâm propagandasına girişmeleri, İtilâf Devletlerinin, Türk-iyeAyi bir an Önce savaş dışı bırakmak için harekete geçmelerini hızlandırın ıştır Bunun diğer bir önemli sebebi de müttefiklerinden yardım alamayan Rusya’nın, iç karışıklıklara sürüklenmesi ve komünist propagandalarının etkili olmaya başlamasıdır. Eğer, Boğazlar düşürülerek İstanbul ele geçirilmek suretiyle O smanlı devleti savaş dışı bırakılırsa İtilâf devletleri hem sömürgelerdeki huzursuzlukları büyümeden önleyecekler, hem de Rusya’ya yardım yetiştirerek Almanlar karşısında avantajlı duruma geçeceklerdi Bu amaçlarla Boğazlara karşı girişilen saldırıda, kâğıt üzerinde kolay bir başarı görünüyordu A ma kâğıt üzerinde olmayan şey, Çanakkale’de İtilâf kuvvetleri karşısında varolmak-yo'kolmak mücadelesine girdiğinin şuurunda olan TUık askerinin, kader anlarının adamı büyük bir askerî deha ta rafından yani M u s t a f a K e m a l tarafından idare edildiği idi. O n u n kom utası altında inanılmaz kahram anlıklar gösteren M ehm etçik, Îtilâfçıların savaşı kısa yoldan bitirm e umutlarını da Boğaz'ın sularına gömdü. Çanakkale Cephesindeki zafer M ustafa K em al Paşa'nın, İsta n b u l’u k u rtaran adam olarak ün k az a n m a sın a ve M illî m ü c ad e le 50 ? yıllarında liderliğe seçilmesinde; diğer taraftan da müttefiklerinden yardım alamayan Çarlık R u s y a sfn ın çökmesinde etkili oldu Y eni kurulan Bolşevik Rejimi de İttifak devletleri ile 3 Mart 1 91 8 ’de BrestLitowsk A ntlaşm ası’nı imzalayarak savaştan çekildi Rusya’nın savaştan çekilmesi üzerine, Sarıkamış felaketiyle, Kafkas cephesindeki faaliyetini oldukça yavaşlatan Türk kuvvetleri, bu tarafa yöneldiler Türk ileri harekâtı kısa zamanda İran, A zerbaycan ve Dağıstan istikametinde gelişti Turan Y olu’nun açıldığını gösteren kuvvetli belirtiler Enver P a şa ’mn bu cepheye hayli önem vermesine yol açacaktır Diğer taraftan K u t’ü lam m are’de İngiliz kuvvetleri kuşatıldı ve General T'own$end’le 18 000 kişilik ordusu esir edİJdi. Ancak T ü rk ordusu bu cephedeki başarısını sürdüremedi ve İngiiizler bu mağlubiyeti takibeden günlerde toparlanmayı başardılar Süveyş K a n a lı’na karşı girişilen Türk taarruzları ise bir netice vermedi. 1916 yılrnm sonunda İngiiizler Sina Yarım adasını ele geçirerek Suriye sınırlarına dayandılar 1917’den itibaren bu cephelerde çok büyük kuvvetler ve ateş üstünlüğü ile harekete geçen İngiiizler Türk ordusunu bozdular ve 1918’de cephe dağıldı yararak zorladı Aynı günlerde Fransız kuvvetlerinin Bulgaristan cephesini Trakya’ya doğru ilerlemeleri OsmanIı devletini mütarekeye 3-Osm anlı anlaşmalar Topraklarının Paylaşılmasına Dair gizli R u sya’nın ısrarı ile savaş sonrasında Osmanlı topraklarının paylaşılmasına dair İngiltere ile başlatılan görüşmelerde İngiltere,Boğazlar’r ve İstanbul’u bu devlete bırakmayı kabul etti, Bu durum İtilâf devletlerinin Osmanlı toprakları üzerindeki ihtiraslarını kamçıladı ve bir dizi paylaşma anlaşmasının imzalanmasına yol açtı. Bu devletler Osmanlı imparatorluğunun sonunun geldiğini düşünerek, dah a savaş sona ermeden birtakım düzenlemeler yapm ayı kararlaştırmışlardı. Kâğıt üzerinde de olsa, R u sya’nın B oğazlan ve İstanbul’u alması, kendi hissesini elde etmek bakımından F ransa’yı harekete geçirdi ve Rusya ile yapılan anlaşmadan sonra Fransa, İngiltere’nin kendileri ile de anlaşması 51 gerektiğini ileri süıdü Savaş şartlarında bu isteklere olumlu bir cevap vermekte mahzur görmeyen İngiltere’nin bu tavrıyla 1915 yıhnın ilkbahar ve yaz aylarında yapı ian görüşmelerde Rusya, Suriye ve Adana bölgesinin Fransa’ya verilmesini prensip olarak kabul etti 1915 yılı sonlarında iki yeni unsurun ortaya çıkması A nadolu’nun paylaşılması konusundaki görüşmeleri hızlandırdı Bunlardan birincisi Rusya’daki gelişmelerdir Çanakkale savaşlarının başlamasından sonra, müttefiklerin uğradığı başarısızlık bü ülkede rejime karşı hoşnutsuzlukları artırdı Rusya bu durumu ortadan kaldırmak için Doğu A n adolu’dan toprak istedi İkinci unsur F ransa'ya aittir 1915 yazından itibaren İngiltere, Araplarla anlaşarak O rtadoğ u’ya yerleşmek için faaliyete geçmiş ve görüşmelere başlamıştı İngiltere, bu gizli görüşmelerden F ransa’yı son anda haberdar edince, Fransa durumu kabul etmedi ve Suriye ile Adana üzerindeki ısrarlarım sürdürdü Rıısya, Bağımsız bir Arap devleti veya Arap Devletleri Konfederasyonu’nun kurulmasını ve Suriye, Adana ve M ezopotam ya’nın İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmasını kabul etti Buna karşdık Erzurum, Van, Bitlis vilâyetleri ile V a n ’ın güneyinde Fırat nehri ile Muş ve Siirt arasında kalan toprakları ve Trabzon’un batısında sonradan tesbit edilecek bir noktaya kadar Karadeniz kıyılarını alacaktı, Fransa; Aladağ, Kayseri, Akdağ, Yıidızdağ, Zara, Eğin ve Fiarput arasında bulunan Anadolu topraklarını alacaktı,, Kesin sınırlar sonradan tesbit edilecekti Osmanlı devletinin savaşa girmesinden soma, muharebelerin gün geçtikçe şiddetlenmesi ve “Cihat Fetvası”nın yoğun Müslüman nüfûsun yaşadığı İngiliz sömürgelerinde etkili olmaya başlaması ihtimali İngilizieri Haşimi ailesinden Şerif Hüseyin ile anlaşmaya itti Çünkü, Şeıif Hüseyin, Peygamberim izin aiiesindendi ve 0 ” un İngiltere” in yanında yer. alması, İslâm Halifesi” in nüfuzuna, ağır bir darbe indirmekle kalmayacak; 11 ak-Suıiye-Filiştin cephelerinde de İngiitere” i rahatlatacaktı Şerif Hüseyin, bütün Arap Yarımadası ile İrak ve Suriye'nin tamamını içine alacak bağımsız bir devlet kurulmasını ve başına da kendisinin getirilmesini istedi 1915 yılındaki uzun müzakerelerden som a İngiltere ile Şerif Hüseyin arasında 1916 Ocak 52 aynıda bir anlaşmaya varıldı İngiltere, Şerif H üseyin’in Lübnan hariç bütün isteklerini kabul etti (Şerif Hüseyin-Mc Mahon Anlaşması) Fransa, bu görüşmelerden ancak 1915 Kasımından itibaren haberdar olmuştur Bu gelişme üzerine Fransa, O rtadoğu’nun da paylaşılması için ısrar etmeye başladı Sonunda İngiltere ve Fransa arasında 9 ve 16 Mayıs 1916 tarihleri arasında karşılıklı olarak verilen mektuplarla bir anlaşma sağlandı Buna Göre: S u r iy e ’nin A k k â ’dan itibaren kuzeye doğru Beyrut dahil olmak üzere bütün kıyı bölgesi, A dana ve Mersin F ra n sa ’ya ait olacaktı Geri kalan topraklarda bir Arap Devleti yahut A rap Devletleri Konfederasyonu kurulacaktı Bu devletin kurulacağı alanın AkkâKerkük çizgisinin güneyinde kalan kısmı İngiliz, kuzey kısmı ise Fransız nüfuz alanı olarak ayrıldı Ayrıca, İskenderun serbest liman ve Filistin de milletlerarası bölge oluyordu Bu anlaşmaların müzakerelerini Fransa adına Geoeges Pîcot, İngiltere âdına Sir Mark Sykes yürüttüğü için bu anlaşm aya Sykes-Picot Anlaşması da denir 1917 yılında Bolşevik İhtilâli ile Çarlığın yıkılması ve BoİşevikSerin, Çarlık diplomasisinin bütün gizli vesikalarını açığa vurması Araplar için bir soğuk duş oldu ve İngiltere’nin bütün oyunlarını oıtaya koydu Öte yandan. İtalya’nın İtilâf Devletleri safında savaşa katılması ve A n ad o lu ’dan ısrarla pay istemesi sonucunda 21 Nisan 1 91 7 ’de S t Jean De M au rien ne’de görüşmeler yapıldı ve sonunda şu kararlara varıldı: İtalya, 19 î 6 ’da İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapı imiş olan tüm anlaşmaları kabul ediyordu B una karşılık Mersin hariç olmak üzere Antalya, Konya, Aydın ve İzmir bölgeleri İtalya’ya bırakılıyordu İngiltere ve Fransa İzmir’de birer serbest liman kurabileceklerdi Ancak bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi R u s y a ’nın da onayı şaıtma bağlanmıştı ki; Rusya’da geçici hükümet iktidardan düşünceye kadar bunu onaylayamamıştır Bu olay savaş sonrasında yapılan Paris barış görüşmelerinde İtalya ile müttefiklerinin atasını bozmuştuı 53 Görülüyor ki; Osmanlı devleti mütareke imzalamaya hazırlandığında, İtilâf Devletleri aralarında yaptıkları gizli anlaşm aları uygulayabilmek ve kendi işgal alanlarım elde edebilm ek için gerekli ortamı oluşturmak konusunda hemfikirdirler 54 Çerçeve Yazı I : W ilson Prensipleri M„ Derviş Kılınçkaya Savaşın sonlarına doğru ortaya çıkan bîr gelişme, mağlupiaıın ve özellikle Osmanlı aydınlarının adaletli bir barışın yapılabileceğine dair bazı umutlar beslemelerine yol açmıştır Bu gelişm e A BD Cumhurbaşkanı W ilson’un savaş sonrasına ilişkin olarak yaptığı açıklamalardır A vrup a’daki “ Gizli diplomasi” geleneğini yeterince tanımayan ve 1917 >e kadar ’’Tectid’ politikasını benimseyerek A m erika kıtası dışına açılmamış olan ABD, anılan yılın Nisan ayında İtilâf Devletleri safında savaşa katıldı Uzun süren savaş yıllarının her ülkede barış özlemlerini artırdığını gören A B D Cumhurbaşkanı W Wilson, 8 Ocak 1918 de Amerikan Kongresinde yaptığı bir konuşmada savaş sonrasında yapılacak Barış Anlaşmalarına ilişkin görüşlerini açıkladı D ah a sonraki dönemde Wilson Prensipleri adıyla anılacak olan ve 14 noktada toplanan bu görüşler şunlardır: 1)Baıış anlaşmalarının açık olarak yapılması ve gelecekte de açık diplomasi yürütülmesi; 2)Savaşta ve barışta manada serbest olması ; 3)Serbest kaldırılması ; ticareti karasuları engelleyen dışında bütün denizlerin hususların mutlak ortadan 55 4)Siiahianma faaliyetlerinin azaltılması için gerekli ve yeterli garantilerin uluslar arası sözleşmelerle sağlanması; 5)Sömürge isteklerinin, ilgili halkların çıkarlarıyla, yetkileri sonradan belirlenecek olan sömürgeci devletin istekleri aynı ölçüde göz önünde tutulmak suretiyle,mutlak bir tarafsızlıkla çözülmesi; 6)Rusya topraklarının tamamı boşaltılmalı ve R u sy aY a kendi gelkişmesini sağlamak için her türlü imkân verilmelidir 7)Belçika’ya tam ve bağımsız egemenliğinin verilmesi ; 8)İşgai edilen bıansız topraklarının boşaltılması ve P rusya'nın 1871 ’de Alsas-Loren Meselesinde yaptığı hatanın düzeltilmesi ve bu yolla barışın teminat altına alınması; 9)İtaîyan sınırlarının milliyet prensibine göre düzeltilmesi ; 10)Avusturya-M acaıistan gelişme imkânlarının verilmesi; imparatorluğu halklarına özeık 1 l)Romanya,Sırbistan ve Karadağ topraklan boşaltılacak ve Sırbistan'a denizden bir çıkış verilecek; 12)Osmaniı imparatorluğunun Tüık olan kısımlarının egemenliği sağlanacak, fakat Türk olm ayan milliyetlere özerk gelişme imkânları \ eı İlecek Çanakkale Boğazı devamlı olarak bütün mililetleıin gemilerine açık olacak ve bu, milletlerarası garanti altına konulacak; 13)Bağımsız bit Polonya kurulacak; 14)Büyük ve küçük bütün devletlere,siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına almak imkânını sağlamak amacıyla bit Milletler Teşkilâtı kurulacak Bu görüşleri tamam layan nokta da şunlardır: 27 Eylül 1918 açıklamasındaki 5 1)Adaletin dost ve düşman atasında eşit olarak sağlanması ; 2)Yalntz bit milletin veya milletler zümresinin özel çıkarları bütün milletlerin menfaatleriyle çakışmadığı takdirde nihai barışın hiçbir kısmına esas teşkil etmemesi; 56 3) Milletler Cemiyeti içinde herhangi yapılmaması; bir özel anlaşmanın 4)Milletler Cemiyeti tarafından ekonomik cezalandırma k a ra n alınmadıkça boykota], özel iktisadi anlaşmalar veya ittifaklar yapılmaması ; 5)Miiletler arasında her ne suretle yapılırsa yapılsın bütün anlaşma ve uzlaşmaların açıklanması Dikkat edilirse bu prensipler o zamana kadar A vrupa diplomasisinin temel prensiplerine ve büyük güçlerin bencil politikalarına çok ters düşmektedir Nitekim savaş şartlarında pek itiraz görmeyen bu görüşler savaş sonrasında bir dizi münakaşalara ve nihayet Paıİs Barış Konferansında Manda ve Himaye sisteminin ortaya atılmasına kadar giden gelişmelere yol açacakta Manda ve Himaye sistemine gerekçe olarak ileri sürülen husus şudur : Boyunduruk altından kuıtanlan milletler henüz kendi kendilerini idare edebilecek siyasi olgunluk ve yeteneğe sahip değildirler Dolayısıyla bu yeteneği kazam ncaya kadar tesbit edilecek bir büyük güç tarafından yönetilmelidirieı Bu yaklaşımın emperyalizmi yeni bir görüntü altında sürdürm ekten başka bîr anlam taşımadığı ve savaş sırasındaki gizli anlaşmaları uygularken ABD yi küstürmemek esasına dayalı olduğu da açıktır Ancak,yine de Wilson Prensipleri J Dünya Savaşının mağlup milletler için bir umut ışığı yakmıştır denilebilir Her ne kadar bu ışık emperyalist hırsların fırtınaları karşısında kolayca sönmüşse de 4-M O N D R O S M Ü T A R E K E Sİ Cephelerde işlerin kötüye gitmesi üzerine mütareke arayış m a başlayan Osman lı hükümeti, bu konuda hazırlık yaparken, İtilâf Devletleri de yapılacak barış anlaşmasının esaslarını tesbit etmek üzere bir araya geldiler Osmanlı devleti ile anlaşmak yetkisi îngilteıe’ye bırakıldı Ekim ayının sonlarına doğru Limni AdasPnın M oudros limanında Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki Türk Heyetiyle, İtilâf 57 Devletlerinin Ege donanm a Komutanı Amiral C althorpe arasındaki görüşmeler 30 ekim 1918’de Moudros M ü tare k e sin in imzalanmasıyla sona erdi (Anlaşma Türk K amuoyuna imzalandığı limanın adm a atfen fakat yanlış olarak M on d ros Mütarekesi adıyla yansıtılmıştır ) Bilindiği gibi mütareke anlaşması,savaş durum una son veren geçici bir anlaşmadır Kesin durum ise barış anlaşmasının imzalanması ve bu anlaşmanın hükümetler tarafından tasdiki ile belli olur ve yürürlüğe girer Halbuki, Mondros mütarekesinin imzalanmasından hemen sonra, İtilâf Devletleri, barış anlaşmasını beklemeye lüzûm görmemişler ve derhal Osınanh toprak'atım işgale başlamışlardır Özellikle Türkiye’nin güney bölgelerinde bu durum daha açık biçimde görülmüştür Mütareke hükümlerine göz atmak gerekirse : I,2,3 ve 6, Maddeler açılacak olan İstanbul ve Çanakkale B o ğ a z la n ile K aradeniz’deki mayınlı sahaların İtilâf devletlerine bildirilerek temizlenmesi, sahil koruma dışındaki Türk savaş gemilerinin belirli ¡imanlarda kalmasına dairdir 5,. Madde, sınırların korunmasını ve iç güvenliği sağlayacak miktardan fazla olan askerlerin terhis edilmesi, bunların silah ve teçhizatlarının tesliminin denetlenmesini öngörür 7 ..Madde, İtilâf devletlerinin güvenliklerinin tehlikeye düşmesi halinde, herhangi bir stratejik bölgeyi işgale haklarının olduğunu; 8,9,13 ve 14, Maddeler İtilâf devletlerinin demiryollarından, ticaret gemilerinden, limanlardaki tamir araçlarından faydalanmalarını, kömür ve yağ gibi maddeleri alabilmelerini, bahrî, askerî ve ticarî malzemenin tahrip edilmesinin Önlenmesini; 10 ve 12,. Maddeler, hükümet yazışmaları dışındaki telgraf ve telsiz habetleşmesinin denetlenmesini ve Toros tünellerinin İtilâf kuvvetlen'tarafından işgal edilmesini; II,1 5 ,1 6 ve 17 M addeler, İran ve K afkasya’da bulunan Türk kuvvetlerinin harpten önceki sınırlara çekilmesini; Hicaz, Yemen, Asir, Suriye, İrak,Trablus ve Bingazi’deki T'üık birliklerinin en yakın İtilâf kumandanlıklarına teslim olmalarını ve İtilâf devletlerinin 58 demiryollarından edebileceklerini ; faydalanarak Kafkasya ve B a k u ’yu işgal 19 ve 20, Maddeler asker ve sivil Alman ve Avusturya te b ’asmın en kısa zam anda Türkiye’den ayrılmasını ve O smanh devletinin bu ülkelerle işbirliğine sori vermesini; 4 ve 22. Maddeler İtilâf devletleri ve ermeni esirlerinin derhal serbest bırakılmasını, Türk esirlerin ise onların emrinde kalmasını; 24, M adde Doğu Anadolu vilâyetlerinde ( Erzurum . Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekir) bir karışıklık çıkması halinde buraları işgal etme hakkının doğacağını; 25., M adde ise 31 Ekim 1918’de gece yarısından itibaren her türlü harp halinin sona ereceğini öngörmektedir Görüldüğü gibi mütareke hükümleri oldukça ağırdır. Bilhassa 7. ve 24 Maddeler İtilâf devletlerinin A n adolu ’da istedikleri yerleri kolayca işgal etmelerine uygun zemini hazırlamak maksadını taşımaktadır Mütarekenin Türkçe metninde Vilâyât-ı Sitte (altı vilâyet) olarak geçen bölge İngilizce metinde The six A rm enian Vilayets (altı Ermeni vilâyeti) olarak tanımlanmaktadır ki, anılan bölgede bit Ermenistan kurma tasarısının ne kadar ciddi şekilde düşünüldüğünü gösterm esi bakımından önemli bir ipucudur Mütareke metninde kullanılan coğrafi terimlerin de İngiliz ve Türk taraflarınca farklı algılandığı anlaşılmaktadır Meselâ, Türk tarafı Suriye ve Irak terimlerini Osmanlı İdarî yapısı içindeki Suriye ve Irak vilâyetleri olarak anlamakta, buna karşılık İngilizler Musul vilâyetini Irak’a dahil saydıklarından 16 M addeye göre buradaki Türk birliklerinin teslim olmasını istemekteydiler. Halbuki Musul, Osmanlı İdarî yapısında Irak’tan ayrı bir vilâyetti. Diğer taraftan mütareke metninde Kilikya, M ezopotam ya, Irak gibi sınırları belli olm ayan tarihî terimler kullanılmış bu da karışıklığa yol açmıştır ki bunlar İngilizler tarafından bilerek kullanılmıştır Mütareke hükümleri Osmanlı devletinin elini-kolunu bağlamıştır Yapılacak işgallere karşı koyma ihtimali bulunan Türk birlikleri silahsızlandırılarak, denetim altına alınmış, özellikle sınır bölgelerindeki kuvvetlerin dağıtılması sağlanmaya çalışılmıştır Mondros mütarekesinin uygulanmasına karşı ilk tepkiler ise hükümetten değil cephede uygulamaların muhatabı olan askerî kanattan gelecektir a)Mütarekenin Uygulanmasına Tepkiler 30 ekim 1918 günü mütareke şartları Osmanlı Ayan ve Mebıısan Meclislerinin gizli oturumunda, Sadrazam A hm et İzzet Paşa tarafından açıklanmış ve anılan ağır hükümler üzüntü ve endişeyle karşılanmıştı Hükümetin mütarekeyi hangi düşüncelerle kabul ettiği ve bu derece ağır şartlar ihtiva eden mütarekeyi imzalamak mecburiyetinde kalmasının sebepleri her iki mecliste de uzun tartışmalara konu olmuştu Gerçi genel durum, Osmanlı devleti için harbin sonucu bakımından başarı ihtimalini imkânsız hale getirmişti. Ancak, dıııum kayıtsız-şartsız teslimi gerektirecek kadar da kötü değildi Osmanlı ordusu mütarekenin imzalanmasından önce, Suriye ve Filistin cephelerindeki çöküşü, H alep’in kuzeyinde alınan tedbirlerle durdurmuştu Irak cephesindeki durum mütareke görüşmelerine tesir edecek kadar kötü değildi. Osmanlı kuvvetlerinin Kafkaslardaki üstün ve rakipsiz durumu önemli bir avantajdı. Bütün bu konular Mecliste dile getirildi, fakat sonuçta mütareke kabul edildi ve cephelerdeki kumandanlara bildirildi Diğer taraftan İ T P n m önderleri Enveı,Talat ve Cemal Paşa lâr yurt dışına kaçmışlardı 14 E kim ’de sadrazamlığa getirilen A hm et İzzet Paşamın buna göz yumduğu söylentileri üzerine, padişahın ısrarları da eklenince kabine 8 Kasımda istifa etti ve Tevfik Paşa sadarete getirildi Mütareke, başlangıçta halkta bir ferahlığa yol açmıştı Basın, memleketin esas ihtiyacının barış ve asayiş olduğunu belirterek hadiseyi nisbeten ihtiyatlı karşılıyordu Ancak,bu olumlu hava kısa bir müddet so m a işgallerin başlamasıyla dağıldı Azınlıkların aşın davranışları, İtilâf kuvvetlerinin mütareke hükümlerini keyfî olarak uygulamaya başlamalar ı halkta endişelerin büyümesine, şehre çıkan düşman asker ve komutanlaıımn konak ve yalılara saldırmaları tepkilerin doğm asına yol açacaktır 60 Mütarekenin uygulanmasına ilk esaslı tepkiler cephelerdeki kumandanlardan gelecektir Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa,mütarekenin şartlarım öğrendikten sonra komutası altındaki 2 ve 7 Kolordulara gönderdiği bir emirle Suriye hududunun,Osm anlı devletinin Suriye vilâyetinin kuzey hududu olduğunu, Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerin esas hat olarak kabul edilmesi gerektiği, mütareke şartlarının yeterince açık olmadığını,dolayısıyla yapılabilecek işgal hareketlerine karşı uyanık olunmasını,Toros tünellerini işgal edecek İtilâf kuvvetlerinin yanma Türk kuvvetlerinin yerleştirilmeye çalışılmasını istedi 3 Kasım tarihinde Harbiye Nezaretine çektiği telgrafta da şunları sordu : “ Suriye hududunu,Sur iye vilâyetimizin kuzey hududu addetm ekle beraber bu hususta başka bir görüş varsa bildirilmesi lâzımdır, S uriye’de terkettiğimiz veya bizimle irtibatı olan hiçbir kuvvet yoktur, Kilikya havaiisinin Adana vilayetinin mühim bir kısmı olduğu bilinmekle beraber buranın hududu da m alûm değildir.,,” Ahmet İzzet Paşa verdiği cevapta durumu kendi açısından izah ederek hadiseyi basitleştirmeye çalıştıysa da, İtilâf devletlerinin isteği üzerine P ozantı’ya kadar bütün adana vilâyetinin boşaltılmasına başlandı Mustafâ Kemal Paşa 6 Kasım tarihinde yazdığı cevabî telgrafında son olaıak “ m ütareke şartlan hakkında İtilâf devletlerinin yanlış telakkilerini ortadan kaldıracak tedbirler alınmadıkça orduları terhis edecek ve İngiiizlerin her dediğine boyun eğecek olursak,ihtirasların önüne geçm eye imkân olmayacaktır,,., ” diyordu. Ahmet İzzet Paşa bu münakaşanın devamını önlemek için 7 K asım ’da Yıldırım Ordular Grubunun lağvedildiğini bildirerek Mustafâ Kemal P a şa ’vı İstanbul’a çağırdı Suriye cephesinde bunlar cereyan ederken,İrak cephesinde de durum şöyle gelişmekteydi; 6 Ordu kumandanı Ali İhsan (Sabis) Paşa mütarekenin imzalandığım haber ahr almaz İngiliz generali Marshail a bir mektup göndererek iki ordu arasındaki arazinin tarafsız bölge sayılmasını istedi Çünkü bu mektubun yazıldığı tarihte îngilizler M u su l’un 60 km güneyinde idiler, General Marshall gönderdiği cevapta çatışmaların durduğunu.fâkat mütarekenin 7 Maddesine göre Musul u işgal etmeye hakkı olduğunu , Türk garnizonunun derhal M usul’u boşaltması gerektiğini bildirdi Ali İhsan Paşa buna itiraz 61 ettiğinde, İngiliz kumandanı bir harita ekleyerek gönderdiği yazıda, bölgenin işgal edilmesi emrinin İngiltere Harbiye N ezaret i’nin emri olduğunu, eğer Musul boşaltılmazsa bunun çatışmaya sebep olacağım bildirdi Durumu İstanbul’a bildiren Ali İhsan Paşa, S adrazam ’dan bu isteğe karşı direnebilecek gücümüzün olmadığını, Amiral Calthorpe ile görüştüğünü ve sonucun beklenmesini istediğine dair bir cevap aldı. 8 K asım ’da Ali İhsan P a şa ’ya M u s u l’un boşaltılması için emir verildi Ali İhsan Paşa 1919’un Mart ayı başlarında, İstanbul’a iner inmez daha Haydarpaşa G arındayken tevkif edilerek M alta’ya sürgüne gönderildi Kafkas cephesinde aynı tavrı gösteren Yakup Şevki Paşa da ilerlemiş yaşına ve gözlerindeki rahatsızlığa bakılm aksızın aynı akibetten kurtulamayacaktır. 62 IL BÖLÜM : MİLLÎ MÜCADELE A -H A Z IR L IK DÖNEM İ 1-İşgaller Karşısında Cemiyetler: Ülkenin Durumu ve Kurulun Dünya savaşının sona ermesiyle imzalanan M on dro s Mütarekesi İtilâf devletlerinin Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan gibi Türkiye’ye de hiçbir hayat hakkı bırakmayacak kadar ağır yükümlülükler getirmeyi düşündüklerini gösteriyordu. 1 Dünya Savaşı sırasında yaptıkları gizli anlaşmalarla Osmanlı topraklarını paylaşan İtilaf Devletleri Mondros Mütarekesi ile emellerini gerçekleştirecek hukuki dayanağı oluşturmaya çaba harcamışlardır. Mütarekenin 7, Maddesine dayanarak ülkenin çeşitli yerlerini işgal ederek, önemli buldukları noktalara denetim subayları yerleştirmişlerdir Mütareke şartlarının yetine getirilmesi amacıyla yapılan fâaliyetler bütün Türkiye’de büyük bir kaynaşma m eydana getirmişti Ordu birliklerinin yerlerinden oynatılması ve terhisi, askeri malzeme ve silah nakliyatı, yerlerine dönen göçmenler, işgal kuvvetlerinin gidip gelişi, Türkiye’de bulunan Alman ve Avusturya asker ve.subaylarının şevki. İstanbul ve önemli merkezleri devamlı bir harekete sahne 63 yapmıştı- Hiçbir yerde diizeıı kalmamış.savaş sırasında zaten zayıflamış olan asayiş, iyiden iyiye bozulmuştu. Savaş yıllarında türeyen eşkıyalık her taıafta çoğalm aya başlamış, soygunlar, baskınlar, adam Öldürmeler alıp yürümüştü Bütün Karadeniz kıyısı ve T'ıgkya, Rum çetelerinin yuvası olmuştu İttihat ve Terakki yönetiminin yıkılmasıyla,orada burada sinmiş durumda bekleyen ve çeşitli fikirlere sahip olan siyaset adamları ve teşekkülleri faaliyetlerine yeniden başlamak üzere hızlı bir çaba göstermeye başlamışlardı İstanbul’da siyasal mücadele yeni boyutlar kazanırken. Rumluk veya Erm enilik hesabına feda edilecek bölgelerin Eürk unsuru başlarının derdine düşmüşlerdi Her bölge, her şehir kendini kurtaımak için uluslararası siyaset alanına atılmaya çalışıyordu yaptığı Yahudi bunları Doğuda İngiliz Dışişleri Bakam Avam Kamarasında 18 Kasım 1918’de konuşmada Osmanlı topraklarındaki Arap, Ermeni, Rum, azınlıkların Türk egemenliğinden kurtarılacağım söyleyerek . Türkiere karşı savaşmaya yöneltmiş ; bununla da yetinmeyerek Kürt sorununun alevlendirifeceğine dair işaretler de vermişti a)İngiliz, Fransız ve İtalyan İşgalleri Mondros Mütarekesi hükümleri uyarınca 6 Kasım 1918 de Çanakkale ye gelen bir İngiliz heyeti ile yapılan anlaşma ile Boğazlar İngilizlere teslim edildi İııgilizler Çanakkale, Musul, Batum. Antep, Konya,. Maıaş, Bilecik,, Samsun, Merzifon . Urfa ve K ars’ı işgal ettiler İtilaf Devletleri’nin bit filosu da .13 Kasım günü İstanbul Limanı na demirledi Amiral Caîthorpe’un İstanbul’a gelecek İtilâf donanmasında Yunan gemilerinin bulunmayacağına dair Rauf B ey’e verdiği yazılı teminata rağmen bu filoda Yunan gemileri de vardı Ti ansızlar ise Trakya’daki demiryollarının önemli noktalarıyla, Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon istasyonlarını işgal ettiler. İtalyaniar önce pasif kaldılarsa da Yunanistan lehine ortaya çıkan siyasal gelişmeleri görünce Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve M arm aris’i işgal ettiler Konya ve A kşehir'e de birlikler yolladılar. 64 b) Ermeni Faaliyetleri Mondros M ütarekesi’nin 24 M addesinde,D oğuda bulunan altı vilayetin Eımenilere bırakılabileceğine ilişkin im a5Ermeniieri harekete geçirdi 30 Kasım 1918’de İtilaf Devletlerine başvurarak bağımsız bir Ermenistan kurulmasını istediler. Ermeni Patriği de Londra ve P aris'e giderek destek aradı İşgalci Fransız kuvvetleri ile beraber Kozan,Osmaniye,Mersin ve A d a n a ’ya getirilen Ermeni alayları,işgallerle birlikte yerli Ermenilerin de katılmalarıyla Çukurova ve Doğu A n ado lu’da yayılm aya ve M üslümanlara zulüm yapm aya başladılar Öteden beri Çukurova ( mütareke metninde Kilikya olarak anılıyordu) üzerinde hak iddia eden Ermeniier aıtık bekledikleri fırsatı ele geçirdiklerine inanıyorlardı 65 Çerçeve Yazı I I I ; ERMENİ TEHCİRİ M. Derviş Kıhnçkaya Üzerinden uzun yrilar geçmiş olm asına ve dönemin Osmanlı belgelerinin büyük bir çoğunluğu yayınlanmış olmasına rağmen, kendi yazdıklarının dışında hiçbir şeye inanmamayı tercih eden Ermeni milliyetçilerinin batı, özellikle İtilâf kam uoyunda I D ünya Savaşı yıllarındaki yoğun propagandanın ortaya çıkardığı Türk aleyhtarı havayı ustaca kullanarak geliştirdikleri “ Ermeni Katliamı” iddialarına kısaca dokunm akta fayda vardır. Zira, bu hakikatlere ters iddialar hem hiç layık olmadığı halde Türk milletini rencide etmekte ve hem de önemli bir kısmı Türkiye’den veya Osmanlı dönem inde Türkiye sınırları içinde bulunan topraklardan göç ederek bu günkü Ermeni D iasp o ra sf sini 'oluşturan ancak Taşnakçılarm propagandalarının etkisindeki kuşakların Türkiye ve Türkler hakkındaki son derece olumsuz tavırlarına yol açmaktadır Daha da ilginci 196Ö’lı yılların sonlarından başlayarak geleneksel Ermeni tedhiş metodlaıryla yeniden gündeme getirilen bu iddiaların,yeni Türk kuşaklarının kafasını bulandırmış olmasıdır Ermeniier, Osmanlı “ millet sistemi” içinde 1876’ya kadar istisnasız bütün gözlemcilerin ifade ettikleri gibi imparatorluğun en sadık gayrimüslim tebaasını oluşturmaktaydılar Osmanlı devletinin zayıflamasıyla birlikte, Batılı Büyük G üçler’in takibettikleri Türkler i A vrupa ve A n adolu’daki topraklarından çıkararak Orta A sy a ’daki yurtlarına sürmek şeklinde özetlenebilecek politikalar doğrultusunda 66 kullanmak üzere E rm en d e n tahrik etmeleri,bir dizi üzücü olayın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Öncelikle,!. Dünya savaşında 2 milyon E rm eni’nin Türkler tarafından katledildiğine ilişkin iddialar gerçeği yansıtmamaktadır Türkiye’deki toplam Erm eni nüfusuna ilişkin bilgiler bu iddiayı açıkça geçersiz kılmaktadır Türkiye’deki Erm eni nüfusu : A -E r m e n i K a y n a k la r ın a G ö re Ermeni tarihçisi Basmaciyan 2 380 0 0 0 ’i Türkiye’de olmak üzere dünyadaki toplam Ermeni nüfûsunu 4 160 000 olarak gösterm ektedir Y Topciyan 1909’da doğudaki 9 vilayette yaşayan Ermeni nüfûsunu A V am b e ry ’ye dayanarak 1 131 125 olarak vermektedir Kevork Aslan 1914’de T ürkiye’deki toplam Ermeni nüfûsunu 1 800 000 olarak göstermektedir B -Y aba n cı K a y n a k la r a G ö re M a rc e l L e a r t (Ermeni Patrikhanesinin kayıtlarına göre) 191 3 ’de 2 560 000 V„ C u in e t 1 743 352 C- O sm a n lı K a y n a k la r ın a G ö re Gregoryen 1 161 169 Erm eni Katolik 67 838 Ermeni Protestan 65 844 E rm eni TOPLAM I 294.851 Görüldüğü gibi rakamların en abartılı olanında dahi Türkiye’deki toplam Ermeni nüfûsuna ilişkin rakamlarla,katliam iddiaları atasında tutarlı bir ilişki kurmak m üm kün değildir 67 I. Dünya savaşına kadar Taşnaksutyun ve Hınçak gibi çeşitli ihtilâlci cemiyetler kuıaıak kendi halklarını hiçbir yerde çoğunlukta olmadıkları Anadolu'da bir maceraya sürüklemeye ve Batılı güçlerin kontrolü ve koruması altında olacak bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni milliyetçilerinin çoğunlukta olduklarını iddia ettikleri Doğu Anadolu Vilâyetlerindeki nüfûs istatistikleri ise 1934 yılı başında şoyledir : V İL Y ET LER Nüfûsu Genel Nüfûs Ermeni Bitlis 119,134 437, .479 Diyarbakır 73,226 616,825 Erzurum 136,618 815,432 Manıii retülaziz 87,864 538,227 Sivas 154,674 1,169 443 Van 67,792 259 141 Ur fa 18,370 170 988 Kayseri 52 192 263,074 Maraş 38433 192555 Trabzon 40,237 1,122,947 TOPLAM 788,540 5 586,111 68 Yani neresinden ve kimin gözüyle bakılırsa bakıisın 1 Dünya savaşının başlarında,A nadolu’da Van merkez hariç olmak üzere — ki,burada da genel nüfus içinde azınlık durumundadırlar- Erm enilerin Türk ve müslüman nüfûsa yaklaştıkları dahi söylenemez Ermeni M eselesi’nin ortaya çıkışma gelince : 1877-78 savaşında Rusya karşısındaki ağır yenilginin sonunda Osmanîı Devleti Sırbistan’ın bağımsızlığını tanım ak ve Bulgaristan’a muhtariyet vermek ¿orunda kalmrştı Ermeni P atrik’i Narses 1878’de Ayastefanos Anlaşması için görüşmeler başladığında Grandük N ik o la ’dan Anlaşm aya Ermenileı için de bir hüküm konulması için karargâhına giderek tavassut talebinde bulundu Anlaşmanın 16 Maddesi,Doğu A nadolu’d a Ermenilerin yoğun olarak bulundukları yerlerde, onların hayat şartlarının iyileştirilmesi ve bu amaçla yapılacak ıslahatların tamamlanmasından sonra buraların boşaltılacağı kaydediliyordu Ermeni Kilisesinin beklediği ise bağımsız bir Ermenistan kurulması idi. Nitekim aynı taleple bu defa İngilizlere baş vuran Patrik Narses,kurulacak Ermenistan'ın “ Van ve S ivas P aşalıkları iîe D iyarbakır Vilâyetinin büyük kısm ın ı için e alacak eski K ilikya K r a llığ ın ın arazisi ” olacağını söylüyordu. Eğer bu taleplere kulak asılmazsa E rm en i halkının Türk idaresin e karşı toptan ayaklan acağım ” da eklemeyi unutmuyordu Ayastefanos Anlaşmasını değiştiren Berlin Kongresinde Eski Patrik Hrİmyan ile Başpiskopos Hoıen N arbey hazırladıkları ve sundukları taleplere destek bulamadılar. Ancak,bu meseleyi Osmanîı Devletinin İç işlerine müdahale sebebi olarak gören batıklar Berlin Anlaşmasının 16 Maddesini bu hususa ayırdılar Maddenin metni şudur z B âbı ali, E rm en ilerin otu rdukları vilâyetlerin m ah a lli şa rtla n dolayısıyla m uhtaç oldu kları ıslah at ve dü zen lem eleri gecikm eden yapm ayı ve K ü rtlerle Ç erkezlere karşı em n iyet ve h u zu rların ı korum ayı taah h ü t eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası g eldikçe devletlere tebliğ edeceğinden, adıgeçen devletler bu tedbirlerin uygulanm asına n eza ret edeceklerdir„” İşte Patrikhane’nin ve Ermeni din adamlarının öncülüğünde gündeme getirilen bu talepler bir sonuç vermeyince,Ermeni milleti tahrik ediieıek bir dizi isyan geliştirildi Osmanîı bürokrasisinin “ Ermeni Pat’’tısı’ olarak adlandırdığı bu olayların 1914’de I Dünya savaşının 69 başladığı tarihe kadar Müslümanlarla Erm eniler ortadan kaldırması ise tabii karşılanmalıdır arasındaki güveni Bu faaliyetler iki İhtilâlci Ermeni örgütü olan H m çak ve T aşnaksutvun’un öncülüğü ve baskılan arasında yürütülmüştür. Taşnaksutyun Cemiyetimin 1892’de tesbit edilmiş olan programı konuyu anlamak bakımından hayli aydınlatıcıdır Bu programa göre : I eteler teşk il etm ek ve on ları fa a liy ete h azırlam ak, 2)H er yola başvurarak E rm en i halkının ih tilalci fa a liy etin i artırm ak, m an eviyatın ı ve 3)H alkı silahlan dırm ak için her y o la başvurm ak, 4)İh tilâl K om iteleri teşkil edip, aralarında sıkı irtib a tı tem in etm ek, 5 )K avgayı teşvik etm ek ve h ü kü m et yetk ililerin i, m u hbirleri, hainler i s oygu n cu ları yıldırın ak, 6)İm a n ve silah nakliyatı için u laştırm ayı sağlam ak, l)H iik ü m e t m üesseseler ini yağm alam ak ve Cem i> et'' in ana gayeleri olarak hükme bağlanıyordu h arap etm ek Adıgeçen ihtilâlci Ermeni örgütlerinin baskıları ve Ermeni kilisesinin desteğiyle girişilen bir dizi ayaklanmayı organize edenlerle daha muhalefet yıllarında irtibata geçen ve onları kazanm aya çalışan İttihatçılar, 1908’den sonra harcadıkları çabalara rağmen Ermeni ihtilalcilerini ikna edemediler 1. Dünya Savaşının hem en öncesinde E rzurum ’da yapılan bir görüşmede anlaşmaya varılmış gibiydi Ancak savaşın daha başlarından itibaren Ermeniler R usya’da oluşturdukları gönüllü taburlarıyla Türk ordularıyla savaşmaya ve Türkiye içinde de çeteler kurarak çephe gerisini zayıf düşürmeye başladılaı 1915 Şubatında başlayan ve Van,M uş ve Bitlis vilayetlerinde M üslüm an ahalinin hunharca katledilmesi ile gelişen olaylardan sonra İttihat ve Terakki hükümeti harekete geçti ve 24 N isan 1915’te İstanbul’da ihtilalci faaliyetlere Öncülük ettikleri bilinen,2345 Ermeni tutuklandı İşte Ermenilerin her yıl katliam tarihi diyerek gösteri yaptıkları tarih,bu tutuklama gününün yıldönümüdür 2 7 Mayıs 1915’te 70 (eski takvim le İ4 Mayıs 1331) çıkarılan ve 1 Haziran’da Takvim-i V ekayi’de yayınlanarak yürürlüğe giren Tehcir Kanunu çıkarıldı. Bu kanun askeri makamlara “„ S a v a ş zam anın da, hüküm etin em irlerin e , m em leketin savunm asına ve asayişin koru nm asına yö n elik u yg u la m a ve tedbirlere karşı çıkar ak,silah la saldıran ve m u ka vem et ed en leri anında tedibe ve im haya y e tk ili kılmaktaydı Kanunun 2 Maddesi d e C asusluk ve ih a n etleri hissedilen köy ve kasaba ah alisin in tek tek veya toplu ca diğer bölgelere sevk ve iskân ettirilebileceğ i ” hükmünü getirmektedir 15 Eylül 1915’te Meclisin aldığı b ir kararla bu kanuna dayanılarak, savaş mıntıkalarında oturan bir kısım Ermen ilerin Ordunun harekâtını zorlaştırdığı,halka saldırdığı ve asilere yataklık yaptığı tesbit edildiğinden Van, Bitlis, Erzurum vilâyetleri ile Adana, M ersin,K ozan, Cebel-i Bereket (Osmaniye) kazaları, Maraş’m merkezi hariç M ataş M utasanıtl iği,Halep vilâyetinde, Beylan, İskenderun, Antakya kazalarında yerleşik Ermenîlerin yerleri değiştirilecektir. Bunlar Musul ve Zor Mutasarrıflıklarının,Van vilâyetiyle bitişik Kuzey kısımlarına, Hâlep vilâyetinin doğu ve güneydoğusuna,Suriye vilâyetinin doğusuna nakledileceklerdir Ayrıca gittikleri yerde Müslüman nüfûsun % 10’unu geçm em elerine,kurulacak köylerin her bîrinin 50 haneden fazla olmamasına dikkat edilecektir Göçmenlerin bütün ihtiyaçları yerleşme işi bitene kadar hükümet tarafından sağlanacak,m esken inşaatı ve ziraat için ihtiyaçlarının karşılanmasına d a dikkat edilecekti 1918’e kadar Örfi İdare Mahkemeleri tarafından andan sebeplerle yargılanan ve idam dahil çeşitli cezalara ç a rp tın lamların toplamı 1.397 kişidir Dahiliye Nezaretinin 7 Aralık 1916’d a hazırladığı bir raporda tehcire (yer değiştirmeye) tabi tutulanların toplamı 702 900 kişi olarak belirtilmektedir İşte Türk aleyhtarı propagandanın konusu da bu yer değiştirme sırasında Erm en iler in katliama tabi tutuldukları ve bu sayının da 2 milyonu bulduğudur.. Bu rakamlar zaman içinde giderek artmaktadır 1915’de 300 0 0 0 ’den başlayan rakam 198G'’lerde 2 milyonu bulmuştur Bir nüfûsun zaman içinde artışı tabii olm akla beraber, belirli bir zamanda ölmüş kişilerin sayılarının seneler geçtikçe artması herhalde sadece bu olaya özgü bîr olağanüstülüktür O ysa Milletler C em iyeti Göçmenler Komitesi i Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’den Rusya’y a göç eden Etınenilerin sayılar mı 400-420 000 olarak vermekte, İstanbul Ermeni Patriği mütarekeden sonra yerlerine dönenler de dahil olmak üzere Ermenilerin sayısını 625 000 olarak açıklamaktadır Bu durumda 71 savaş sırasında yaklaşmaktadır sonucudur ölen Ennenüerin sayılan da 300 000 rakamına Bu da sistemli bir katliamın değil, savaşın bir 1 Dünya savaşında Türk kuvvetlerinin cephelerdeki insan kaybı 1 milyona yaklaşmıştır. Ancak,içeride çeşitli salgın hastalıklardan, gıdasızlıktan ve askerlikle ilgisi olmadığı halde Ermeni ve Rum çetelerinin saldırılarından ölenlerin sayısı ise 2 milyonu aşmaktadır Bunlar kimsenin hatırına gelmemektedir A ma unutmamak gerekir ki 1 Dünya Savaşında Türkiye’nin savaştığı milletler arasında Ermeniler de vardı ve Türk hükümetinin cephelerin güvenliği ve asayiş bakımından bu kararları almaya hukuken hakkı ve yetkisi vardı Tehcir sırasında ihmalleri görülen veya kafilelere saldıranlar titizlikle takibata alınmış ve yakalananlar mahkemelerde yargılanarak idam da dahil olmak üzere çeşitli cezalara çarptırılmışlardır Meşru bir hükümetin yapabileceği de bundan ibarettir Bu hususta son olarak şunları söyleyebiliriz : Emperyalist hııslaı için her bir inin kendi dünyaları,kendi sevgi ve özlemleri olan insanların tek tek bir önemi yoktur. Esas tehlike emperyalizmin oyuncağı olarak kendi insanlarını acılara sürüklemekten çekinmeyen gafillerden gelmektedir Dinleri ayıı olmasına rağmen yüzyıllarca barış içinde yaşamış olan Türklerle Etmenileri karşı karşıya getirenler ihtilalci Ermeni çeteleri olmuştur. c)Yunan İşgalleri İtilaf Devletleri ve bilhassa İngilizleı tarafından desteklenen ve kışkırtılan Yunanistan,Bir inci Dünya Savaşı sonunda “Büyük Y un anistan ” ülküsünü gerçekleştirmek için Batı Anadolu ve Trakya’yı ele geçirmek istiyordu İngiltere de kendi sömürgelerine giden yolların güvenliği açısından , Batı A nadolu’nun İtalya gibi güçlü bir ülkenin eline geçmesini istemiyor ve Yunan emellerini destekliyordu Ancak, Y u nanistan ’ın istekleri Batı A nadolu’da gözü olan İtalya’nın menfaatleri ile çatışıyordu Paris Barış Konferansında Yunanistan, Türk topraklan üzerindeki isteklerini açıkladı. Bu bölgede tarihi haklan olduğunu ve 72 burada yaşayan nüfusun çoğunluğunu sürdü Rumların oluşturduğunu ileri İngiltere Başbakanı Lloyd George, Paris görüşmeleri sılasında İtalyanların A nadolu'd a yayılmalarına karşı çıkarak, Yunanlıların İzmir'deki Rumları korumak gerekçesiyle İzm ir'e asker çıkarmalarına izin verilmesini Önerdi Bu teklifi Fransa ve A B D kabul ettiler Y alnız kalan İtalya istemeyerek de olsa bu teklife razı oldu. Konferansta Y unanistan'ın tüm Ege bölgesinin işgali İçin görevlendirilmesine karar verildi Karar İtalya tarafından Osmanlı Hükümetine sızdırıldı ise de güçsüz durum da bulunan hüküm et karşı tedbirler almayı başaramadı, İzmir'in işgal edileceği haberinin duyulması üzerine bazı vatanseverler 14 Mayıs gecesi gösteriler düzenlediler İzmir Valisi Kambur İzzet ve Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa işgal haberlerini yalanladı Valinin, işgalin Yunanlılar tarafından değil , İngilizlerce yapılması teklifi İtilaf Devletlerince reddedildi 15 Mayıs 1919’da İngiliz, Amerikan ve Fransız gemilerinin koruması altında bir Yunan Ordusu İzmir’e çıktı ve şehri işgale başladı İşgal kısa bir süre sonra katliama ve yağm aya dönüştü. Yerli Rumlar da bu öldürme, tecavüz ve yağm aya katıldılar İtilaf Devletlerinin gözleri önünde iki gün devam eden katliam sonunda 5000’e yakın Fiirk öldürüldü İzmir’in işgali ile başlayan vahşet.Fürk kuvvetleri mütareke gereğince etkisiz hale getirildiği için güçlü bir askeri direnişle karşılaşmayan Yunanlılar,Ege BÖİgesi’nde yayılmaya devam ettiler Üç koldan ilerleyen Yunan kuvvetlerinin İlk kolu G ediz'den başlayarak Menemen, Manisa, Turgutlu, Salihli, ve Alaşehir’e, ikinci kol Menderes vadisinden başlayarak Torbalı,Bayındır, Ö dem iş’e üçüncü kol TorbalI’dan A ydın’a inecekti Hükümetin seyirci kaldığı işgallere yerli Rumlar rehberlik ettiler Flükümetin aksini bildirmesine rağmen Türk askerleri, çeteciler ve sivil lıalk Bergama, Ödemiş, Ayvalık ve A ydın’da Yunan Ordusuyla kanlı çarpışmalar yaptı Yunaiılaı bu sırada Batı ve Doğu Trakya’yı da işgale başladı 73 ç)Zararlı Cemiyetler 1789 Fransız bilinçlenen azınlıklar istiyorlardı Osmaniı serbestiler veren siyasal ihtilalinin yaydığı milliyetçilik duygularıyla uzun süredir bağımsızlıklarım elde etmek Devleti’nin onlara baskı yapm ayan büyük anlayışı, bü grupları iyice güçlendirmişti. Daha mütareke günlerinde örgütlenmeye başlayan Rum ve Ermeni azınlıklar , İzmir’in işgalinden cesaret alarak yoğun faaliyetlere giriştiler Rum azınlığın hedefi , Yunan işgalini kolaylaştırmak ve bunun mümkün olduğu kadar geniş alanlara yayılmasını sağlamaktı Yüzlerce yıl İstanbul ve A n ad o lu ’daki Yunan amaçlarının önderliğini yapan Fener Patrikhanesi bu etkinliğin merkezi oldu Patrikhanenin desteği ile kurulan ‘ Yunan Komitesi” ve ‘T r a k y a Komitesi” adlı iki örgüt, Trakya’da Türk direnişini kırmaya çalıştılar Yunan amaçlarının gerçekleşmesinde baş rolü oynayan, ancak savaş yıllarında susan “Etniki Eterya (Ulusal Dernek)” adlı örgüt, Pontus Devleti kurulması konusunda ciddi çalışmalara başladı. Teşkil edilen Rum eşkiya çeteleri özellikle Trabzon yöresinde Müslüman ahaliye karşı katliam ve tedhiş hareketlerine girişti. “Mavri Mira (Kara Baht)” Dem eği ise Rumları silahlandırarak, aynı faaliyetleri gerçekleştirmelerini sağlıyordu Yine bu amaçla çalışan derneklerden biri de “G öçm enler Derneği” idi Savaşın son yılı içinde ABD C um hurbaşkanı VViJson’un ortaya koyduğu 14 İlke’ye dayanarak “Bağımsız Erm enistan” kurmak İsteğiyle etkinliklerini artıran Ermeniler, A dana yöresi ve Doğu A n adolu’da ülkülerini gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. İzm ir’in işgalinden önce Adan a ’d a Fransız makamlarının desteği ile kurulan “Ermeni İntikam Alayı” büyük tedhiş hareketlerine girişmiştir Ermeni Patriği Zaven Efendi, Mavri Mira heyeti ile birlikte çalışmış ve Rumlarla işbirliği yapmıştı Patrik, Büyük E rm enistan’ın başkenti Garİn/Erzurum olacaktır diyordu. Ancak, A nad olu’daki tek derli-toplu güç olan 15 Kolordu E rzurum ’da bulunuyordu ve kolordu komutanı Kâzım Karabekir Paşa Doğudaki Ermeni baskısına şiddetle karşı koymakta kararlıydı Yahudiler de toprak isteği yerine ellerindeki ticaret,din ve kültür serbestliği gibi imtiyazlarını kaybetmemek için İstanbul’da “M ak ab i” ve “Alyans İsrail” adlı örgütler kurmuşlardı Ancak, Yahudiler 74 imparatorlukta rahat bir hayat yaşadıklarından diğer azınlıklar kadar yıkıcı faaliyetler içinde olmamışlardır Azınlıkların- kurdukları ve faaliyet gösterdikleri milli varlığa zararlı bu cemiyetlerin yanında lin k le rin kurdukları ve katıldıkları cemiyetler de vardır Sulh ve Selameti Osm aniye Fırkası : Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti ile Selameti Osm aniye Fırkasının birleşmesi ile kurulmuştur Meşrutiyet ve demokrasiye taraftar olduğunu ilan etmiştir. Dernek ,ülkemizin kurtuluşunun kuvvet yolu ile değil de anlaşma, barış yolu ile sağlanacağına inanmaktaydı Bu nedenle Milli Mücadelecilerin karşısında yer almıştır İngiliz M uhipleri Cemiyeti liııgiiizler tarafından kurulan derneğin amacı, Halifenin etrafında bütünleşerek,İngiltere’nin sempatisini kazanmak suretiyle bir İngiliz mandası sağlamaktı M illî Mücadelenin başlamasıyla birlikte bu cemiyet,Türk halkının uyanan milliyetçilik bilincini yok etmek ve ecnebi müdahalesini kolaylaştırmak üzere,m illî direnişe karşı bir dizi ayaklanmayı organize etmiştir Bu derneğe Padişah Vahideddin ve D am at Ferit de üye idiler Derneğin m ensuplan , İngilizleri “seçkin kavim “ olarak görüyor ve onlarla olan dostluğun kuvvetlendirilmesini istiyorlardı D em ek Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile tam bir işbirliği yapmıştır Kiirt Teâü Cemiyeti : 1919 Mayısında Seyyit Abdüikadir tarafından kurulan dernek, Kürtleri ayrı bir kavim sayıyor ve Ermenileı gibi Wilson ilkelerine dayanarak bağımsız bir Kürdistan kurmayı amaçlıyordu. Dernek önemli gördüğü yerlerde şubeler ve kulüpler açmış, Kürdistan ve Jin adlı gazeteleri yayımlamıştır Teâli-ı İslam C em iyeti Kuruluş aşamasında adı “Cemiyet-i M üd errisin ” (M edrese Öğretmenleri Derneği) olan, derneğin kurucu ve yöneticileri m edıese öğretmenleridir Dernek , îslamı yükseltmek. Osmanlı D evieti’ni içersine düştüğü buhrandan ,kuvvet yolu ile değil de iman, din, ahlak ve sosyal vasıtalarla kurtarmayı amaç edinmiş, İngiliz Muhipleri Cemiyeti ve Hürriyet ve İtilaf Fırkasının vilayetlerdeki 75 merkez ve şubeleriyle işbirliği yapmıştır A nadolu’da sadece ..Konya ve çevresinde şube açabilmiştiı Hürriyet ve İtilaf Fırkası : ilk kez 19iFde kurulan Fırka,, İttihatçıların siyaset sahnesinden çekilmesi üzerine 1919’da yeniden siyasete atılmıştır. Pek çok partiyi bünyesinde toplayan ve milliyetçiliği reddeden fırka ,İngiliz taraftan olarak bilinmektedir Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti : Doğu K aradeniz’in İti lafçı kesimi tarafından merkezi İstanbul’da ve şubeleri Doğu K aradeniz’de açılmıştı. İstanbul hükümetleri paralelinde çalışan dernek hiçbir varlık gösteremeden Hürriyet ve İtilaf Fırkasına katılmıştır Wilson Prensipleri Cemiyeti : İstanbul’daki bazı aydınlar, Türklerin bağımsız olarak bırakılmayacağı düşüncesi ile hiç değilse parçalanmadan ve bütün olarak büyük bir devletin, özellikle OsmanlIlara hiçbir zaman zararı dokunmamış olan A B D ’nin koruyuculuğu altina gimıevi uygun buluyordu. Amerikan mandası isteyen aydınlar, 4 Ocak 1919’da “ Wilson Prensipleri Cemiyeti” ni kurmuşlar ve W iison’a bir muhtıra yollamışlardı Mandacılar konuyu, Sivas K o n g re sin d e açıkça savunmuş ise de, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının tam bağımsızlık düşüncesi karşısında bir şey yapamamışlardı Ancak, dernek mensuplarından bir kısmı somadan Kurtuluş Savaşına katılmıştır d)Mi!ii Cemiyetler Bil inci Dünya Savaşı sonunda bazı yurtsever subaylar Osmanlı Öevleti’nin parçalanacağını ve yurdumuzun bile işgale uğrayabileceğini tahmin etmişler, bunu elden geldiğince önleyebilmek için bazr hazırlıklara girişmişler ve gizli komiteler oluşturmuşlardır Bunların ilki Teşkilât-ı Mahsusa tarafından savaş yıllarında İngiliz ve Fransız sömürgelerinde faaliyet göstermek üzere kurulan İttihad-ı İslâm İhtilâl Kom iteleridir İttihat ve Terakki fedailerinin oluşturduğu bu komiteler,savaştan sonra da faaliyetlerini durdurmamış,ancak yurt içinde etkinliklerini yavaş yavaş artırarak,işgale uğrayan yörelerle özellikle Rum çetelerinin etkin olduğu yerlerde silahlı mücadeleye girişmiştir 76 Halk yurdun her yerinde aydınların önderliğinde işgallere karşı örgütlenmeye başlamış, Türk bağımsızlığım devam ettirmek, Milli Mücadeleye fiilen katılmak ve desteklemek am acıyla bir çok dernek kurmuştur Bu derneklere verilen adlar genelde ‘koruma" ya da "savunma ) i yansıtmaktadır Müdafaa-İ Hukuk, Muhafaza-i Hukuk. Reddi ilhak gibi Milli dernekler , Sivas Kongresi sırasında 7 Eylül i919 d a alman bir kararla “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-î Hukuk Cemiyeti" adı ile birleştirilmiş ve bölgesel olmaktan çıkarılmışlardı Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyct-i Osm aniyesi : Bölgesel amaç güden derneklerden ilki 2 Kasım 1918’de Edirne'de kurulmuştu Amacı,, Trakya’nın Osman!ı Devleti ne bağlılığını ve toprak bütünlüğünü korumaktı Trakya'nın tarih, ırk, kültür ve ekonomi yönlerinden Türk olduğunu kanıtlamak için yayımlar yapan dernek, Trakya adlı bir gazete de çıkarıyordu Dernek 1919 T em muzundan başlayarak bir dizi kongreler düzenlemişti Bu çerçevede İtilaf Devletleri temsilcilikleriyle ilişki kuım uş ve Paris Barış Konferansına bit. heyet göndeıerek dileklerini içeren bir de rapor sunmuştu Yunan işgaline İmkansızlıkları yüzünden birkaç çete ile sarp yerlerde karşı koymuş daha fazla bir varlık gösterememiştir İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti :îzmir ilinin Yunanlılara verileceği haberinin duyulması üzerine kurulan dernek, ilk aşamada İzm iı’in yabancılara verilmesini önleyebilmek için Wilson İlkelerine dayanarak bölgenin Türklüğünü gösterm eye çalışmış ve Fransızca “ Türk İzmir “ adlı bir dergi yayımlamıştır Kongrelerinde Vali Nurettin Paşadan yardım gören bu dem eğin çalışmaları, İstanbul hükümeti tarafından 66İttihatçılık ve Bolşeviklik” ie suçlanarak engellenmiştir D em ek amacını açıklamak ve İzmir ilinin hakkını savunabilmek İçin İstanbul ve Paris’e temsilciler göndermeye çalışmış, İzmir’in işgali üzerine buradaki faaliyetine son vermişti Çalışmalarını Redd-i İlhak adı altında sürdüren dernek İstanbul’a taşınmış ancak eski etkinliğini gösterememiştir 77 Vilayat-ı Şarkiye Müdafâa-i Hukuk-r Milliye Cem iyeti : Doğu illerinin Ermenilere verilmek istenmesi üzerine Doğulu aydınlar tarafından 2 Aralık i9I8’de İstanbul’da kurulan dernek , bölgelerinin Türk olduğunu kanıtlayım yayınlar yapmak ve gerekirse A v ru p a’ya heyetler gönderme karan almış, Türkçe Hadisat ve Fransızca Le Pays (Vatan) adlı gazeteleri yayımlamıştır Derneğin ilk şubesi Erzurum ’da açıldı, A lbayrak gazetesi yeniden yayımlanarak derneğin fikirlerini yaym aya başladı. Dernek Mustafâ Kemal Paşa başkanlığındaki Erzurum Kongresini yaparak 7 Ağustos 1919’da , Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine katıldı Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ; Trabzonlu aydınlar tarafından Karadeniz kıyılarında bak iddia eden Pontuscu Rumlaı ve Ennenilere karşı mücadele etmek amacıyla kurulan dernek ; Trabzon ilinin Türklüğünü, coğrafya ve etnik durumunu belirten ayrıntılı raporlar hazırlamış, derneğin fikirlerini yaymak amacıyla İstikbal gazetesini yayımlamıştı. İzmir’in işgali karşısında daha geniş bir örgütlenmenin gerekliliği dikkate alınarak tüm doğu illeri temsilcilerinin katılacağı bir kongre toplanması için girişimde bulunulması kararlaştırılmış ve böylece Erzurum Kongresinin toplanmasına destek olunmuştur Dernek,Şarki Anadolu Müdafâa-i Hukuk Cem iy eti’ne katılarak çalışmalarım genişletmiştir Adana Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti (Kilikyalılar Cemiyeti); Adana ve yöresinin Plansızlara verileceğine ilişkin haberler üzerine İstanbul’da bir araya gelen o yöreden aydınlar 23 Aralık Î9i$’de kurmuşlardı Bu dernek de diğerleri gibi bölgenin Türk olduğunu , yöre halkının anavatandan ayrılmak istemediğini kanıtlayacak yayım lara öncelik vermiş ve Feryatname adlı bir makale yayımlamıştı Fransızların Kasım 1919’da Antep, Maraş ve A dan a’yı işgal etmeleri üzerine dernek merkezini A d ana’ya naklederek .buradaki ‘İntibah Cemiyeti” ile birlikte Toıoslar cephesinde silahlı teşkilat kurdu Ancak, dernek yöneticileri değişik bahanelerle tutuklanıp sürgüne gönderildiklerinden fâzla bir etkinlik gösterememiştir 78 Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cem iyeti : Türk kadınlarının Milli Mücadeleye büyük kararlılıkla katılışını simgeleyen dernek. Sivas Valisi Reşit Paşa’nın eşi M elek Reşit ve arkadaşları tarafından. Sivas’ta 9 Aralık !9I9’da kurulmuştur Kısa zam anda A n a d o lu ’nun çeşitli şehirlerinde şubeler açmıştır İtilaf Devletleri ve İstanbul hükümetine karşı protestolar yayınlamış , Milli Ordunun maddi ihtiyaçlarını karşılamak için kam panyalar açmış, Milli M ücadele için A n a d o lu ’ya geçenlere kutlama mesajları göndererek onları teşvik etmiştir Dernek Heyet-i Temsiliye ve Ankara Hükümeti ile yakın ilişkiler sürdürmüştür. Milli Kongre : Rumların, İstanbul’da teşkilatlanıp “ Megali İdea” (Büyük Yunanistan) uğrundaki çalışmalarına engel olmak için . göz Doktoru Esat (İşık) P a şa ’nın çağrılan ile 70 kadar dem ekten İkişer temsilcinin katılması ile ,29 Kasım 1918’de partiler üstü bir teşkilat olarak kuruldu Amacı, “Bütün kuva-yı milliyeyi birleştirmek , vatanın haklarını ve yararlarını koruyacak ve gerçekleştirecek y o lla n ve araçları sağlamaktı ” Kongrenin etkinlikleri içinde 23 M ayısta düzenlenen Sultanahmet mitingi önemli bir yer almıştı Kongre değişik nedenlerden dolayı umulan etkinliği sağlayamadı Esat Paşa S ino p’a sürülünce örgüt başsız kaldı. Son Mebuslar Meclisinin açılması ile Milli K ongre’nİn etkinlikleri de sona erdi. Parçalanma tehlikesi karşısında hep birlikte hareket etme düşüncesinden doğan ikinci girişim Milli Blok diye de adlandırılan V ahdeti Milliye (Ulusal birlik) idi Milli Blok’un amacı Milli Kongreninkinden pek farklı değildi e)Padişah ve Osmanlı Hükümetinin Tutumu Saltanat m akam ında bulunan Vi. M ehmet Vahidettİn daha şehzadeyken siyasetle yakından ilgilenmişti O nun İttihad-ı M u h am m ed i C em iyeti ve Derviş Vahdeti ile ilişkili olduğuna dair işaretler vardır. Ayrıca Hürriyet ve İtilaf hareketiyle de ilişkili olabileceğini tahmin etm ek zor değildir Kız kardeşi Mediha Sultan Hürriyet ve İtilaf Sn ilk başkam olan Damat Ferit Paşa ile evliydi ve dolayısıyla Padişahın bu fırka ile yakın ilişkileri olmuştu. Muhalefetle 79 olan bu yakın ilişkiler V ahidettin’in İttihat ve Terakki karşıtlığını gösteriyordu Sultan Vahidettin İttihat ve Terakki karşıtı olmasaydı da öyle görünmek zorundaydı Avrupa ve özellikle İtilaf kam uoyu İttihat ve Terakki Fırkası’nın,Avrupa sömürgelerindeki Müslümanlar arasında Halifemin nüfuzunu kullanarak yaptıkları bağımsızlık propagandalarım imparatorlukları için önemli bir tehdit oiaıak algılamış bu yüzden takındıkları düşm anca tavrı savaş sonrasında da sürdürmüşlerdi 19 i 5 ’den sonra yoğunlaşan bu propaganda savaşında iyi bir malzeme olarak kullanılan yeni bir ‘g ü n a h ’ olarak buna Ermeni tehciri de eklendi. Böylece İttihatçılık komünistlik gibi büyük bir bela olarak görülmeye başlandı. Vahidettin bu nedenle hem tahtta kalabilmek, hem de O smanh için hafif barış şartlan elde edebilmek için olduğunca İttihat ve Terakki karşıtı görünm ek zorundaydı Kuşkucu ve kuruntulu bir kişiliğe sahip olan Vahidettin akrabası olan devlet adamlarıyla çalışmayı yeğlemiştir Bunun içindir ki, ılımlı bir siyaset gütmek istediği zaman, dünürü Tevfik P a ş a ’yı , sert siyaset gütm ek istediği zaman eniştesi D amat Ferit’i öne sürmüştür Memnuniyetsizliğini gösterm ek için Mondros M ü ta re k e s in i imzalayan delegeleri kabul etmeyen Padişah, sonradan yayımladığı bir bildiride ‘İşgal kuvvetlerinin medeniyet ve refah getireceklerini belirterek onların Türk misafirperverliğine yakışır şekilde karşılanmalarını ve her hangi bir şekilde onlara karşı konmamasını “ istemişti H ükümet de bir savunma hareketine geçilmesini istemiyor, soı unları müzakerelerle halletmeyi umuyordu İzmir’in işgalinden iki gün sonra Dahiliye Vekili Mehmet Ali B e y ’in verdiği bir dem eçte hükümetin İzm ir’de m eydana geldiği rivayet edilen olaylardan haberi olmadığını, bu tür rivayetlere önem verilmemesi gerektiğini bildirmesi Hükümetin içinde bulunduğu acz ve gafleti acr bir şekilde gösterir Mustafa Kemal bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Vahidettin mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği d en ’i tedbirler a r a ş tır m a k t a ,, Damat Paşanın başkanlığındaki Kabine âciz , haysiyetsiz , korkak yalnız Padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını koruyacak herhangi bir vaziyete razı,,,” 80 Devletin başında bulunan Padişahın, kişisel çıkarları, Hilafet ve Saltanatla ilgili hukukunun dışında ülke sorunları için ne mücadeleye ve ne de değerlendirmeye gücü vardı Diğer taraftan Devletin siyasi gücünü temsil eden Hükümet de güçsüz ve yeteneksizdi Ülkenin işgali, İstanbul’daki siyasi gücü, Padişahı ve onun kurduğu hükümetleri harekete geçirmemiş,zaman ilerledikçe A n adolu’da gelişen Milli Harekete karşı olmuşlardır İşgalci kuvvetlerin isteklerine boyun eğmek, politikalarının esasını teşkil etmiştir 2-Mustafa Kemal Paşanın İstanbul’a Değerlendirmesi Gelmesi ve Durum Mondros Mütarekesi yapıldığı sırada Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları kumandanı olarak A d an a’da bulunuyordu. Mütareke hükümlerinin uygulanması halinde vatanın tamamen işgal edileceğini anlamıştı Bu nedenle , İskenderun’un işgal edilmek istenmesi üzerine Mütareke hükümleri arasında karaya asker çıkarmaya ilişkin madde bulunmadığını İstanbul’a bildirmişti Hükümet Mustafa K em al’den, yayılm aya devam eden işgal ordularına karşı konmamasını istedi 6 Kasım’da verdiği cevapta, bu emri uygulamayacağını, her ne sebep ve bahane ile olursa olsun İskenderun’a çıkacak düşman askerlerine ateş açılacağını bildirirken, verilen emirleri uygulayacak yeni bir komutan atanmasını istiyordu Hükümetle çıkan sorun fazla devam etmedi, Padişah buyruğu ile Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu Karargahı lağvedildi Mustafa Kemal Paşa Harbiye Nezareti emrine verildi İzzet Paşa istifa ettiğini ve İstanbul’a gelmesinin uygun olacağını Mustafa Kemal P aşa’ ya bildirdi. Yüz kadar büyük savaş gemisinden oluşan İtilaf Devletleri donanmasının İstanbul limanına geldiği 13 Kasım günü M ustafa Kemal Paşa İstanbul’a vardı. Kendisini çok sinirlendiren manzara karşısında söylediği söz “geldikleri gibi giderler” olmuştur Mustafa Kemal İstanbul’a geldiği zaman Ahm et İzzet Paşa hükümeti çekilmiş ve Tevfik Paşa kabinesi kurulmuştu Bu, Mustafa 81 Kemal P a şa 'd a büyük bir hayat kırıklığı yarattı Çünkü A hm et İzzet P a şa ’ya güveni vardı ve onunla işbirliği yaparak bir çıkış yolu bulabileceğini umuyordu Padişah ve mebus arkadaşlarıyla konuşmasına rağmen Tevfik Paşa kabinesini düşürmek giı'işimi başarılı olmadı Mustafa Kemal yine de girişimlerine son vermedi 29 Kasım da Padişahla yaptığı görüşm ede umduğunu bulamamıştı, ancak V ahidettin’de 0 !na bir ölçüde umut vermekten kaçınmamıştı Ortak olduğu M i n b e r gazetesi kamuoyunu aydınlatmak ve padişahı uyarmak için Tevfik Paşa aleyhine şiddetli bir kam panya başlatmıştı O sırada , annesinin evinden taşınarak yapacağı temaslar için daha uygun bulduğu B eyo ğlu’ndaki Pera Palas oteline yerleşti. İş başında bulunan bütün şahsiyetlerle temas imkanları aramaya, onlaıı yakından tanıyıp değerlerini tartmaya kendilerine güvenilip güvenilm eyeceğim öğrenmeye de koyuldu Bir müddet sonra Şişli’de kiraladığı bir eve yerleşti. Şimdi “ İstanbul Şehri Atatürk M üzesi” olan bu ev, İstanbul’dan ayrılıncaya kadar Mustafa K em al’in çalışmalarına ve Milli M ücadele için hazırlıklarına bir merkez oldu. Burada güvendiği arkadaşlarıyla toplanıyor.ilerisi için kararlar alıyor, tedbirler düşünüyor, aydınlatılması gerekli insanlara inanç ve kurtuluş ufukları açıyordu Mustafa kemal, 6 O rdu Komutanlığına atanmak istenir, ancak O rahatsız oluşu ve memuriyetin özelliği nedeniyle görevi kabul etmez Bu yüzden şahsi yaveri alınır, makam maaşı kesilir. Kendisine teklif edilen 2 Ordu Müfettişliği görevini de aynı gerekçeyle reddeder 1 9 i 4 ’te yazdığı “ Z a b i t ve K u m a n d a n İle H a s b ı h a l ” adlı eserini yayımlayarak savaştan yenik çıkan subay ve komutanların moralini yüksek tutm aya çalışır O demokratik ve yasal yollardan, ulusal birliği ve bağımsızlığı amaçlayan bir hükümette etkin bir görev alarak O sm anh devletinin yazgısını değiştirmeye çalışır Ancak, olaylar düşündüğü gibi gelişmez. Mebuslar Meclisinin 21 Aralık 1918’de kapatılmış olması artık yasal düzeyde mücadele vermek imkanının kalmadığını gösterm işti Böylece, Mustafa K em a l’in çok güvendiği arkadaşı Fethi (Okyar) B e y ’in yeni kuımuş olduğu O s m a n lı H ü r r iy e tp e r v e r A vam F ı r k a s ı ’nın Mecliste 82 güç kazanarak iktidara gelme İhtimali de ortadan kalkıyordu. Artık yasal ve demokratik düzeyde mücadele edilemeyeceğine göre, M ustafa Kemal ve kadrosu ihtilal yolunu denediler İhtilalci kadro sadrazamın kaçırılarak istifaya zorlanması, hatta gerekir İse Padişahın öldürülmesi gibi konuları tartıştı Bütün bunlar, sonuçları yönünden düşünüldüğünde de, bu tüı girişimlerin hiçbir fayda sağlamayacağı, çünkü ne başka bir hükümdar ne de yeni bir hükümetin düşman süngüleri altında kalmaktan kurtulmuş olamayacağı anlaşılmıştı İşte bu şartlar içinde, artık mücadele merkezinin İstanbul olamayacağı kesinlik kazanm aya başladı 83 Çerçeve Yazı III : M ustafa Kemal Paşa’nın Hayatı Tarih, tabiatın zıddına insanın eseridir Böyle olm akla birlikte, tarihin İnşasındaki esas rol.toplumlaıa mı yoksa kahramanlara mı aittir sorusu bilim adamları arasında tartışılmaya devam ediyorsa da bunun anlamlı olduğunu söylemek zordur Çünkü, kendi iradesiyle aklı ve bilgisiyle hareket eden ister kişi olsun ister toplum mutlaka tarihi etkiler Bilim ve fikir kahramanlarına sahip olan toplumlar şuur lan ır,siyaset kahramanlarına sahip olan toplumlar dünya milletleri arasında şahsiyet kazamı, askeri kahramanlara sahip olan toplumlar varlık ve şahsiyetlerini korumada başarılı olurlar Şurası da unutulmamalıdır ki. böyle kahramanlar da, bilgili ve şahsiyetli,tarihi to plum lann eseridir Öyleyse tarihi yapan ne tek başına fert ne de tek başına toplumdur, fakat irade ve bilgi sahibi şahsiyetli yöneticileriyle bütünleşebilip harekete geçen toplumlardır İşte çöken bir imparatorluktan modern Türkiye’nin doğuşu,bu tarihi olgunun en iyi örneklerinden bilidir Bu perspektif içinde 21 Yüzyılın eşiğinden geriye doğru baktığımızda A tatürk’ü anlamamız çok daha kolay olacaktır. Bu sebeple toplum uyia bütünleşen bir kahraman olan Mustafa Kemal A tatürk’ün yetiştiği ortam içinde hayatını sergilemekte fayda vardır yaşadığı, M akedonya,O smanlı ülkesindeki çeşitli milletlerin bir arada kendileıine özgü bir yaşam süıdütdükleri bir yerdi 85 MakedonyalIlar Müslüman, Hristiyan ve Musevi ; Türk, Yunan. Slav, Ulah ya da Arnavut, hepsi ülkeler inin toprak yapısının en soğuktan eıı sıcağa kadaı değişen ikliminin gerektirdiği disiplinli, sertleşmiş, sağlam ve dayanıklı insanlardı İşte Mustafa Kemal. 1881 yılında M ak edon ya’nın kozm opolit bir liman şehri olan Selanik’te dünyaya geldi, Aynı tarihler Hr isi iv anların Müslüman iara, Yunanlılarla Slavların TCirklere ve birbirlerine karşı ayaklandıkları, R um eli’nin tümünü oluşturan unsurların birbirlerinden kopup dağıldıkları bir kargaşa ve kaos dönemidir Yine aynı yıllarda başta Rusya olmak üzere büyük devletler Osmaniı topraklarını Yunanistan,. Bulgaristan ve Sırbistan yararına bölmeye ve parçalamaya çalışıyorlardı Selanik Askeri rüştiyesini tamamladıktan sonra Manastır Askeri İdadisi ne başlayan Mustafa K em al.buiada ilk kez kendisini bir çatışma ortamının içinde buldu M akedonya’daki Türk otoritesinin zayıflamasından faydalanan Yunan ve Slav öğrenciler pervasızca davranışlar geliştiriyor ve öğretmenlerin taraf tutmalaraı yüzünden de ■okul içinde çatışmalar meydana geliyordu M sakedonya’nm fethini anlatan kahramanlık hikâyeleri, türküleri ve efsaneleriyle büyüyen M ustafâ Kemal, şimdi Yunanlılar in, Bulgar iann ve Sırpların bü toprakları ele geçirmek için yapmış .olduklart entrikalara ve çete fâaliyetleıine tanık oluyordu Bu arada Girit meselesi yüzünden halkm galeyana gelmesi ve gönüllülerin askere alınması Mustafa K em a l’i de harekete geçirmiş, ancak Öğrenci olduğu için kabul edilm emiş ve okula geri gönderilmişti Bu olay genç Mustafâ K em a l’in gönlünde vatanseverlik ateşinin tutuşmasına ve vatanını koruma isteğinin gelişmesine sebep olmuştu M anasta 'daki askeri eğitim Mustafa K e m a l’in karakterini geliştirmiş ve kişiliğini kazandırmıştı. Doğduğu şelıir olan S elanik ’in karışık ve kozmopolit yapısının kendisine kazandır d ıklan, geniş taıilı öğrenimi ve edindiği hayat tecrübeleri sayesinde geniş ufuklu bir şahsiyet olmuş, keskin gözlemleri ve güçlü iradesiyle, bundan sonraki dönem lerde kendi kişiliğinin derinliğine bakan ve kendisiyle tartışan biı düşünce adamının özelliklerini kazanmıştı 86 Mustafa K em a l’in şiir ve edebiyatla karşılaşması da Manastır Askeıi İdadisinde gerçekleşti. Arkadaşı Ömer N a c i’nin etkisiyle vatan şairi N am ık K em al’in şiirleri ve yazılarıyla tanıştı. Bu tanışma- Mustafa Kemal in ilerde uğruna mücadele edeceği fikirler açısından önemli birikimler edinmesini sağladı. Mustafa Kemal 1899 yılında İstanbulMa H arbiye’ye başladı. İstanbul 4 ve 5 Yüzyıllarda Büyük R o m a’nın en görkemli şehri idi 1453 yılından bu tarafa ise Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseldiği, kendisini ifade ettiği bir başkentti Tarihselliğiyle çeşitli kültürlerin kaynaştığı, câmi, kilise ve havraların iç içe girdiği bir imparatorluk merkeziydi Osnıanh devletinin toprak kayıplarının hızlandığı, iktisadi açıdan adeta yarı-sömürge haline geldiği ortam Mustafa K em a l’in de dahil olduğu bir grup haı biyel i genç arasında konuşulm akta, tartışılmakta ve bu zor duruma çözüm yollan aranmaktaydı Mustafa Kemal daha o yıllaıda hükümetin hatalarını, kötü siyasetini ve berbat idaresini çevresine korkmadan açık açık anlatan lider konumundaydı 1902 yılında H arbiye’yi bitirdikten sonra başarılı öğrencilerin alındığı Eıkân-ı Harbiye M e ktebi’ne kaydoldu Bu yıllarda hürriyetçi fikirlerle daha yakından tanışan Mustafa Kemal 21 yaşındaydı ve ülke I I Abdullıamid’in sıkı denetimi altındaydı Bu eğitimi sırasında özellikle tabive ve strateji konularında olağanüstü başarılı biı öğrenci olarak hocalarının dikkatini çekmiş olan Mustafa Kemal, 1905’te Kurmay Yüzbaşı olarak orduya katıldı Sultan’a karşı faaliyetlere karıştığından Yıldız Sarayında biı askeri m ahkeme tarafından yargılanan Mustafa Kemal, herhangi bir cezaya çarptırılmamakia beraber, sürgün niteliği taşıyan bir kararla Ş am ’daki uzak bir garnizona tayin edildi Buradaki görevi, Mustafa Kemal için ülkenin içinde bulunduğu durumu daha yakından görebilmesi açısından çok faydalı oldu Devlet yönetiminin içine düştüğü kötü durum.ordunun eğitim eksikliği ve halkın çektiği sıkıntılar baklandaki gözlemleri,, daha sonraki siyasi faaliyetleri açısından önemli bir temel oluşturdu 87 Mustafa Kemal merkezden uzakta bulunmasına rağ ı hürriyetçi fikirleri doğrultusunda yürüttüğü mücadeleden vazgeçm em işd O ’na göre ekonom ik durumun bozukluğu,büyük devletlerin baskısı ve çıkarı isyanların yayılması yönetimin daha nitelikli insanların elinde bulundurulmasını şart kılmaktaydı Bu mücadeleyi örgütlü bir hale getirmek üzere 1906 yılında Ş a m ’da Vatan ve Hürriyet C e m iy eti’ni kurdu C e m iy e t’in yaygınlaşması ve güçlenmesi için yoğun çaba sarfetmesine rağmen bunda başarı sağlayamayınca,bu kez siyasetin hayli canlı olduğu M akedonya’ya el atmak fikrine ulaşan Mustafa Kemal bu amaçla S eianik’e geldi Burada cemiyetin bir şubesini açtıktan sonra hakkında soruşturma açılması üzerine tekrar Ş am ’a döndü ] 9 0 7 ’de M akedony a’daki 3 Orduya tayin edilen Mustafa Kemal burada İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkiye geçti ve cemiyete üye oldu İTC bünyesinde yer aldıktan sonra,Cemiyet içinde sivrilmeye başladı ve cemiyetin iktidara yönelik daha ciddi bir programının olması gerektiği y önünde tenkitlerde bulundu 23 Temmuz 1908 ’de İT C ’nin gayretleriyle gelişen olaylar sonucunda II Meşrutiyet ilân edildi ve ülkede yeni bir dönem başladı Mustafa Kemal bu defa İttihatçı liderlerden Enver Bey ile anlaşmazlığa düştıi ve Trabiusgaıp’ta çıkan bir isyanı bastırmak göreviyle S eiânik’ten uzaklaştırıldı Daha som a Meşrutiyete karşı bir isyan niteliği taşıyan 31 Mart Vak ası’nın bastırılmasında görev aldı Bu olaydan sonra Selânik’e dönen Mustafâ Kemal. cemiyet yönetimine karşı sürdürdüğü muhalefeti daha da sertleştirdi Mustafa K em al’e göre. O ıdu mensuplarının siyaset yapm amaları yahut siyasetle uğraşmak isteyen askerlerin ordudan istifa etmeleri şarttı Bu fikirler etrafında küçük, fakat etkili bir grup oluşturdu Bunlar arasında daha sonra Cum huriyet döneminin önde gelen isimleri arasında yer alacak olan Ali Fethi (Okyar), İsmet (İnönü), R auf (Orbay), Kâzım Kaıabekir, Ali Fuat (Cebesoy). Rcfet (Beie) ve Tevfik Rüştü (Aras) Beyler bulunuyordu 1911 yılında İtalya’nın T ıablusgarb’a saldırması üzerine,bölgeye gönüllü olarak giden Mustafa Kemal. 1912 yılında Balkan Savaşı nın çıkması üzerine geri döndü Mustafa Kemal P a şa ’nıtı çok kısa bir sliıe G elibolu’daki kolordumun harekât dairesi başkanlığını 88 yaptığı savaş Osmanlı devletinin ağn mağlubiyetiyle sona erdi Savaş sırasında yapılan bir hükümet darbesi sonunda İTC yönetim e hâkim oldu ve özellikle Enver Paşa çok güçlendi Bu yeni dönemde Sofya Askeri Ataşeliği görevine atandı Ancak i Dünya Savaşının başlamasıyla aktif goıev almak üzere yurda döndü Mustafâ Kemal, Osmanlı Devletinin A lm a n y a’nın yanında savaşa katılmasına ve Osmanlı ordusunun Alman subaylarının denetimine girmesine karşı olduğu halde girişim lerde bulunarak fe k iıd a ğ da kuruluş halinde bulunan 19. Tümen komutanlığına atandı Bu cephedeki Çanakkale Savaşı, Mustafâ K em al’in gelecekteki hayatı bakımından en önemli döniim noktalarından birini oluşturdu Çtinkü ülke İçinde olduğu kadar,ülke dışında da,bu cephede gösterdiği üstün başarı yankı buldu Muş ve Bitlis taraflarında Ruslaıa karşı başarılar elde etti 30 Ekim 1918’de ,yani Mondros Mütarekesinin imzalandığı gün Yıldırım Orduları Grubu K om utanlığı’na tayin edildi Haksız işgallere karşı çıkan Mustafâ Kemal Paşa,kumanda ettiği Ordular G tubu’nun lağvedilmesinden sonra 13 Kasım 1918’de İstanbul’a döndü 16 Mayıs 1 919'a kadar burada arkadaşlarıyla görüşmelerini sürdürerek meşru zeminde ülkenin içinde bulunduğu kötü durumdan kuıtaı ılınası için çaba harcadı İstanbul’da bir şey yapılam ayacağım anlayınca A n adolu ’ya geçmek İçin uygun fırsatı beklemeye başladı Yakın arkadaşlarının yardımı ve akıllıca kurduğu iyi ilişkiler sonucunda 9 Oıdu M üfettişliğim e atanan Mustafâ Kemal Paşa,.oldukça geniş bit bölgedeki bütün askeri ve mülki makamlara emir verebilme yetkisiyle donatıldı ve 16 Mayıs 1919’da S am sun’a hareket etti 2-Mustafâ Kemal P a şa ’nın Samsuna Çıkması ve Faaliyetleri Çerçeve yazıda belirtildiği gibi, M aked onya’daki genç subaylık günlerinden başlayarak birlikte hareket eden ve Mustafa K em al’in liderliğini benimsemiş olan grup, İstanbul’da bir araya gelerek g ö ıüş bitliğine caıdı Bu çekirdek kadro -M u sta fa Kemal, R a uf (Oıbay), Ali Fethi (Okyar).. Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy).. sonradan katılan İsmet (İnönü) den oluşuyordu - gelecekle ilgili kesin kararlar almaya yöneldi (ilkenin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulması İstanbul’daki 89 hükümet kadrolarıyla m ümkün değildi ve çözüm A n a d o lu ’da olacaktı. ¡lk olarak Kâzım K atabekiı, E rzurum ’daki 15 Kolordu , daha sonra AliFuat Paşa A n k ara’daki 20 Kolorduya komutanlıklarına atandılar. Hareket başlamıştı Bir taktik adamı olan Mustafa Kemal zamanın ve koşulların olgunlaşmasını beklemiş, gerekli hazırlıkları yapmış ve arkadaşlarım A nad o lu 'y a geçirmişti N ihayet kendisi de “ Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk milletine felaketi haber v erm ek” amacıyla, A n adolu’ya geçme yollarım aramaya baş lam işti Geniş yetkilerle A n adolu’ya geçme fırsatı 21 Nisan 1919 günü Calthoıpe un hükümete verdiği nota ile çıktı Karadeniz bölgesinde, Samsun, Vezirköprü, Merzifon ve dolaylarında Rum Pontus çetelerinin İslam ahaliye saldırıları daha da artmış, fakat İtilaf Devletleri durumu tam tersinden alarak, bölgede meydana gelen olayların sebebi olarak Türkleıin, Hıristİyanlara karşı saldırılarını göstermişlerdi. Oysa Rum lar Pontus Cum huriyeti’ni kurmaya kararlıydılar, Bölgede ııüfüs ekseriyeti sağlayabilmek için R usya’dan ve başka bölgelerden göçm en getirmeye başlamışlar, bir yandan da yerli Rumları silahlandırarak Türk köylerine saldırm ışlardı İngilizler, bölgedeki etnik çatışmaların durdurulmasını, Erzurum, Erzincan. Bayburt ve Sivas bölgelerinde bir dizi şuralar kurulduğunu ve derhal bu duruma son verilmesini, aksi takdirde kendilerinin bölgeye müdahale edeceklerini bildirmişlerdi. Bunun üzerine hükümet,Samsun yöresinde durumu yerinde inceleyip gereken tedbirleri almak ihtiyacım duymuş ve bölgeye güvenilir birisinin gönderilmesi için harekete geçmiştir Damat Ferit Paşa kabinesi o bölgeye değerli fakat kendi isteklerine göre davranacak bir komutanın gönderilmesini düşünüyordu O günkü bazı politika adamları da her ne surette olursa olsun Mustafa K e m a l’in İstanbul’dan uzaklaştın iması uda kendi hesaplarına fayda umuyorlardı Padişah ve hükümet, dürüst, güvenilir ve iyi bîr asker olduğu bilinen ve İttihatçılarla aıası açık olan Mustafa Kemal P aşa’yı 30 Nisan 1919 da 9 Ordu Müfettişliğine tayin etmeyi uygun buldu Erkan-r H arbiye'deki arkadaşlarının gayretleriyle Mustafa Kemal P aşa’ya bütün ülkedeki askerî ve sivil makamlara emretme yetkisi veren belge hazırlanarak,padişah tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girdi 90 Mustafa Kemal bu görevi A n ado lu’ya geçmek için büyük bir fırsat saymış. Yunanlıların İzmir’e asker çıkartmasında bir gün sonra güvendiği 18 subay ile Bandırma vapuruyla S am sun ’a hareket etti. 19 Mayıs 1919’da S am sun’a çıktı Bu tarih milli mücadelenin fiilen başladığı tarihtir S am su n 'd a büyük bir ilgi ile karşılanan Mustafa K emah bölgedeki durumu inceleyerek 20 ve 22 Mayısta hükümete yolladığı raporlarda: İzm it’in haksız işgalinin ordu ve milleti içten yaraladığını, bu tecavüzü kabul edemeyeceklerini, İngiiizlerin bu bölgeye haksız olarak asker çıkarmış olduklarını belirtiyordu Bu raporlarda sadece müfettişlik alanı ile ilgili meselelere değinmekle kalmamış bütün ülkenin içinde bulunduğu durumu tahlil etmiştir. Halkın ve ordunun b it an Önce teşkilatlandırılması zorunlu hale gelmişti Mustafa Kemal Paşa S am su n ’un, İngiliz işgalinde ve kıyıda bulunmasının y am su a, civardaki Rum çetelerinin faaliyetlerini de gözönüne alarak,karargahı m daha emniyetli bir yere nakletm eyi uygun bulmuş ve 25 M ay ıs’ta H avza’ya hareket etmiştir Mustafa Kemal Paşa için artık tarihi görev başlamış bulunuyordu Bundan sotıra Osmanlı Devleti bir süre adeta İki elden idare edilecekti Çünkü Mustafa Kemal Paşa irer gittiği yeıde halkın arasına girerek İstanbul hükümeti gibi halkı sükunete değil,, tersine harekete geçirmeye çalışacaktı, yine O sadece komutan olm ayacak valiler ve milli teşekküllerle haberleşen, Türk milletini düştüğü kötü durumdan haberdar eden, memleketin dertlerini dert edinen bunlara çare arayan, cemiyetler toplayıp kararlar alan bir önder olacaktı Mustafâ Kemal Paşa. 28 M a yıs’da askeri ve mülki amirlerle, Müdafaayı H ukuk Cemiyetlerine gönderdiği bir yazıyla işgali protesto için yurdun her taıafında mitingler yapılmasını,, había felaketin büyüklüğünün anlatılmasını ve bunu köylere kadar yaymalarını İstedi Edirne’de bulunan C a fe r T a y y a r P a ş a ’ya yol Íad iği telgrafta bağımsızlığa kadar milletle birlikte fedakâıca çalışmaya yemin ettiğini,artık A n adolu’dan hiçbir yere gitmeyeceğini bildiriyordu Memleketin her köşesinde İzm ir’in işgaline tepki olarak mitingler yapıldı İstanbul’da altı miting, A n ad olu’nun çeşitli şehir ve kasabalarında 96 miting tertip edildi İstanbul mitinglerine ve Mustafa 91 K e m a l in H avza’daki etkinliklerine iik tepki işgal makamlarının onu geıi çağırmalar! olmuştur a) Amasya Tamimi, Kapsamı ve Sonuçları Mustafa Kemal Paşa, o güne kadar “ Ordu Müfettişi” sıfatı ile bütün kişisel ağırlığını koyarak hareket etmişti. Şimdi bu sıfatının tehlikeye düştüğünü görüyordu Bu nedenle giriştiği eylemi kişisel olmaktan çıkarıp halka mal etmekte acele etmek gerekiyordu. Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap veıeıek 12 Haziran’da A m asy a’ya vardı. Halk onu büyük bir coşku ve heyecanla karşıladı Ali Fuat Paşa, Refet Bey ve Rauf B e y ’in katkılarıyla 14 H aziran’da kurulan Müdafaa-i H ukuk Cem iyeti bünyesinde ,Mustafa Kemaİ Paşa tarafından önceden hazırlanmış metnin üzerindeki çalışmalar tam am lanarak İnkılâp tarihimize Amasya Tamimi olarak geçen ilk önemli belge kabul edildi Tamim. K onya’da bulunan 2 Ordu Müfettişi Cemal Paşa (Küçük, ya da Mersinli Cemal Paşa) ile Erzurum ’da 15.Kolordu Komutam Kâzım Karabekiı Paşanın da onaylamasından sonra 21/22 Haziran 1919’d a t ü m ilgilileıe duyuruldu Ayrıca İstanbul’da bulunan bazı Önemli kişilere bu bildiri ile birlikte yollanan mektuplarla bağımsız! iğim izin milletin bağrından çıkan güce dayanarak sağlanacağı, miting ve gösterilerin büyük am açlan gerçekleştirmeye yetmeyeceği, zat at i i propagandaların durdurulması gerektiği belirtiliyordu Bu tamimde Özetle şu noktalara temas ediliyordu : 1)Vatanın bütünlüğüpnilletin istiklali tehlikededir 2)îstanbul hükümeti üzerinde bulunan sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir Bu durum milletimizi aşağı göstermektedir -3)Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır 4) M i 1letin içinde bulunduğu durumu açıklamak ve hak arayan sesini dünyaya duyurmak için, her tiirlü tesir ve baskıdan uzak bir milli heyetin kurulması şarttır 5 )A nadolu’nun her bakımdan en emin yeıi olan S ivas’ta milli bir kongre' n in toplanması kararlaştın İm ıştır 92 6)Bunun İçin bütün vilâyetlerin her sancağından, milletin güvenini kazanmış üç delegenin hemen yola çıkarılması gerekmektedir 7)Her ihtimale karşı bunun bir milli sır olarak saklanması şarttır 8)Şark vilâyetleri ad ın a,10 T em m uz’da bir kongre toplanacaktır Bu kongrenin delegeleri de S ivas’daki genel kongreye katılacaklardır 9) Delegeler, Müdafaa-i Hukuk, Redd-i İlhak dernekleri ve belediyeler tarafından seçilecektir 10)Bu kararların uygulanmasına 9 Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa. Hüseyin R a u f Bey., Kâzım Karabekiı Paşa, 13 Kolordu Kumandan Vekili Albay Ahmet Cevdet Bey, Refet Bey. Samsun Mutasaırıfı Hamit Bey. 2 Ordu Müfettişi Cemal Paşa, 12 Kolordu K Albay Sefahattin Bey, Ali Fuat Paşa, 17 Kolordu K. Albay Bekir Sami(G ünsav) Bey., Edirne Kolordu K Albay Cafer Tayyar Bey ve diğer sivil ve askeri kişilerce çalışılacaktır Ayrıca Mareşal A hm et İzzet Paşa, Ferit Bey ve Ayan üyelerinden Ahmet Rıza Bey gibi kişilerin düşünce ve görüşleri alınacaktı 11)Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak derneklerinin telgraflarının çekilmemesi halinde,bu reddedilecek ve haberleşmenin yapılabilmesi için gösterilerde bulunulacaktır 12) Asker i ve milli örgütlerin hiçbir biçimde dağıtılm aması; bitliklerin komutanlıklarının hiçbir surette terk edilmemesi ve dağıtılm aması isteniyordu Bir yerin düşman işgaline uğraması, yalnız oradaki askeri birliği değil tüm orduyu ilgilendirecekti. Silah, cephane ve diğer araçlar kesinlikle teslim edilmeyecekti A m asya K a r a d a n ’nm bir bölümü bir gün sonraki tarihi taşıyan Amasya T am im i’nde yer almış, ülkenin dört bir yanına gönderilmiştir Ancak yayımlanan tamimde o günkü koşullar dikkate alınarak son üç maddeye yer verilmemişti A m asya Tamimi. Mustafa Kemal P aşa’nm daha önce kumandanlara vc mülki amirlere gönderdiği tebliğ ve tamimlerle halka açıkladığı hususların bir program ve kaıar halinde ifâdesidir Amasya T am im i’nde öngörülen fikirler, eskimiş, yıpranmış ve iktidarda bulunanların zorla devama çalıştıkları işgalcilerle işbirliği yaparak 93 korumaya çalıştıkları düzene karşı bir harekettir. Tamim milli egemenliğe davalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır Türk milletine bu çağrının gerekçesin; ve uygulanacak planı açıklamaktadır Artık yüzyıllardır Türk milletinin kaderine hükmetm iş olan Padişah iradesine karşı ayaklanma başlamıştır Nitekim Tamimle birlikte İstanbul'a yollanan mektuplarda, artık İstanbul’un A n adolu’ya egemen değil, bağımlı olmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Ordunun A m as y a'd a alınan kararların uygulanması ile görevlendirilmesi aıtık ordunun da ihtilâlin içinde yer aldığını göstermesi bakımından önemlidir A masya Tamimi hukuki ve siyasi önemi ile yeni Tüık Devletinin kuruluşunu hazırlayan bir temel belge olmak özelliğini taşımaktadır Mustafa Kemal Paşa Amasya Tamimi’nin hazırlayıp Edirne'ye kadar bütün askeri ve sivil yöneticilere bunu yayınca, yetkilerini aşmış oldu O ’nun yetki alan; 9 Ordu bölgesi idi İki ay içinde bu resmi yetkileri aşıp, ulusal bir eylemi hazırlamaya kalkışması, O ’na bu görevi verenleri çok zor duruma düşürdü Özellikle İngilizierin baskısı üzerine Dahiliye Nazırı Ali Kemal, Mustafa Kemal Paşanın görevinden uzaklaştırıldığını bildirdi Ancak bu emrin Anadolu "da dinlenmesi imkansızdı Çünkü Amasya 'Tamimindeki hususların uygulanması işiyle bizzat komutanlar uğraşıyorlardı Sonuçta Ali Kemal istifa etmek zorunda kaldı Bu sırada, doğu illerindeki milli direnişi toparlamak ve Sivas KongıesTnin ilk basamağını oluşturmak üzere Mustafa Kemal Paşa Erzurum’a hareket etti O Sivas’tan geçerken, Dahiliye Nezaretinin verdiği emri yerine getirip, kendisini görevinden alıkoymak isteyen Elazığ Valisi Ali Galip ile görüştü Onu sorguya çekerek hırpaladı ve bu girişimini Önledi Erzincan’dan geçerken Padişahtan İstanbul’a dönmesini isteyen bir telgraf aldı Ancak Mustafa Kemal Paşa görevinden ayrılmayacağını bildirdi 3 Temmuz 1919’d a coşkun gösteriler arasında beraberindekilerle E rzurum ’a vardı 7''8 Temmuz gecesi Mustafâ Kemal Paşaya görevinden kesin olarak alındığını bildiren bir emir geldi Bunun üzerine Mustafa Kemal 94 Paşa, Harbiye Nezaretine hem görevinden hem de askerlikten ayrıldığını bildirdi Erzurum Kongresi hazırlıklarının yapıldığı s.ıradasMustafâ Kemal Paşanın verdiği bu karar milli mücadelenin en bunalımlı anlarından bilisidir. O nun aniden mesleğinden ayrılması başlatılan hareketi tehlikeye düşürebilirdi Fakat böyle olmadı, askerlikten çekilmesi hiçbir şeyi değiştirmedi Başta Kâzım Karabekir Paşa olmak üzere hemen bütün komutanlar, arlık hiçbir resmi sıfatı kalmayan O'nuıı emri altına girdi Ancak bu olayın en anlamlı yanı Mustafa Kemal Paşanın liderlik özelliklerinin artık tartışma götürmez bir duruma gelmesidir b)Erzurum Kongresi (23 Tem m uz-7 Ağustos 1919) Milli birliğin kurulmasının ikinci adımı Erzurum Kongresi ile atılmıştı Kongrenin Erzurum ’da toplanması bir tesadüfün eseri değildir Mondros Mütarekesi’nden sonra müdafaa bilincinin en belirgin meydana çıktığı bölgelerden birİ Erzurum idi, Zira mütareke hükümlerine göre Erzurum topraklan n da içine almak üzere bir Ermenistan kurulmak isteniyordu Bu milli birlik ve beraberlik bilincini daha da etkiledi Merkezi İstanbul’da bulunan Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetinin Erzurum şubesi Önce Erzurum V ilayet Kongresini( 17-25 Haziran 1919) gerçekleştirmiş ve bir Heyet-i Faale oluştur muştu Erzurum K ongresi’nin 10 F em m u z’da başlaması öngörülm üştü Çünkü R um eli’de hürriyet Rumî takvime göre 10 Tem muz 1324/1908 de ilan edil m işti ve en büyük bayram olarak yerini aİmıştı Fakat delegelerin bir bölümünün henüz gelmemiş olmasından dolayı K ongre 23 T em m uz'a ertelenmişti Bu tarih de miladi takvime göre hürriyetin ilanı tarihidir Bu sim gesellik üzerinde ısrar edilmesi. Erzurum K on g ıcsi’nin demokratik-milliyetçi biı ideolojiye sahip olduğunu, bu bakımdan İttihat ve T e ra k k ry e benzediğini gösterm ektedir denilebilir Mustafa Kemal de, bu ideolojinin içinde olmakla birlikte o diğerlerinden farklı olarak cum huriyet ve lâiklik yandaşıdır. Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey"in kongreye katılabilmeleri için Cemiyetin U m um i Kâtibi Cevat (D uısunoğlu) B e y d e delegelerden Kâzım Bey merkez delegeliklerinden istifa etmişlerdir. 95 Kongre 23 Temmuz 1919 günü toplandı, Kongreye altı doğu ili; Erzurum. Vaıı,. Bitlis, Sivas ve Trabzon 'dan 62 delege katıldı Yalnız Elazığ, Diyarbakır ve Mardin delegeleri hükümetin emri ve valilerin baskısı ile gelemedi Mustafa Kemal Paşa 38 oyla Kongreye başkan seçildi Kongre 14 gün çalıştı ve 7 A ğustos'ta on maddelik bir beyanname yayımladı Kongre kararları şunlardır : 1) M i 11i sınırlar içindeki vatan bir bütündür,parçalanamaz 2)Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı hükümetinin çökmesi durumunda millet birlik olarak vatanını koı uyacak ve kurtaracaktır 3)Osmanlı hükümeti memleketin istiklalini koruyamadığı takdirde, milli gayeye ulaşmak için geçici bir hükümet kurulacak ve bu İcra Heyeti Milli Kongre tarafından seçilecektir Eğer kongre toplantıda değilse bunu Temsil Heyeti yapacaktır 4)Kuvayı mili iyeyi amil ve iıade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır 5)Hristiyan halka siyasi hâkimiyetimizi ve toplum dengesini bozacak imtiyazlar verilemez 6fManda ire.himaye kabul edilemez 7)Mi!li Meclisin derhal toplanması ve bu suretle hükümet icraatının denetim altına alınması şarttır Erzurum Kongresi beyannamesi çok az değişikliklerle Sivas Kongresi tarafından kabul edildikten bir süre sonra Mebuslar Meclisi’nde ^eü d is a k -i M Îİİijriarak onaylanmıştır Kongre kabul ettiği tüzük gereğince dokuz kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçerek dağılmış ve bu heyetin başkanlığına Mustafa Kemal Paşayı seçmiştir Viiayat-i Şarkiye Miidafâa-i Hukuku Milliye Cemiyeti yerine Şarki Anadolu Müdafâa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuş ve bu Cemiyetin de başkanlığına Mustafâ Kemal Paşa seçilmiştir Erzurum Kongresi ülkenin bütününü ilgilendiren bu tarihi kararıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış, kendisinden sonra gelecek tiim olayları etkilemiştir 96 Erzurum Kongresinde alınan kararlar İstanbul hükümeti, ve İtilaf Devletleri tarafından çok kötü karşılanmıştır. Onlara göre kongre bir ihtilal demekti milli egem eniik”ten söz etmek ve Mebuslar M e c lis in in toplanmasını istemek, İtilaf Devletlerinin emellerini söndüıecek ve aynı zamanda saltanat aleyhine sonuç verebilecek tehlikeli gelişmeler olarak değer lend iri ¡inişti. Sadrazam Damat Ferit.ihtilalin elebaşısı saydığı Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile onlara vardım eden diğer bazı aydınların yakalanarak İstanbul’a getirilmesi için asker ve sivil yöneticilere 30 T em m uz’da emir verdi A ncak bu çabalar tümüyle sonuçsuz kaldı Çünkü artık ihtilâl tam anlamı ile yoluna girmek üzereydi Aydınlar ve ordu, Mustafa Kemal Paşanın etıafında kenetlenmişlerdi Erzurum K ong ıesi’ni takiben Mustafâ Kemal Paşamın amacı, en kısa zamanda A n adolu’da millet temsilcilerinden oluşan bir meclis toplamak ve bu meclisin kuracağı hükümet ile Milli Mücadeleyi bir merkezden idare etmekti Bu nedenledir ki doğu illerinin mukadderatı için toplanan Erzurum K ongresi’ni bu amaca yöneltmek istedi Bu düşünce iledir ki Eızuıum K ongıesi’ni Sivas K ongresi’ne bağlayarak Milli M ücadele'ye ülke çapında yaygınlık kazandırdı c) Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine oıtaya çıkan gelişmeler sonucunda Hacim Muhittin (Çarıklı) Bey’in başkanlığında kurulan Balıkesir Redd-i İlhak Cemiyeti 28 H aziran-12 Temmuz tarihleri arasında vilayet kongresini yaparak bir Heyet-i Merkeziye teşekkül ettirmişti Bu heyetin teşebbüsüyle çevre il ve ilçelerden delegelerin de katıldığı biı mahalli kongre düzenlendi.26-31 T em m u z tarihleri arasında toplanan kongre aldığı kararları hükümete ve İtilaf devletleri temsilciliklerine birer telgrafla bildirdi Buna göre : f)K ongrenin maksadı vatanın fırka ile alakası yoktur kurtuluşudur ve hiçbir siyasi 2)Anadolu nüfûs çoğunluğu, tarihi ananeleri, milli temayülleri, mimari ve tarihi medeniyeti bakımından tamamiyle Türk ve M üs 1limandır 97 ,3)Wiison P r e n s ip le r i’ nİn 12 Maddesinin derhal tatbikine Anadolu Türkieri bunların yalandan ibaret olmadığını üniid etmektedirler başlanmak 4)Anadolu Türkieri yurdlarının ufuklarını Yunan bayrağından kurtar ıncaya kadar savaşm aya karar verm işlerdir- bunun önüne geçebilecek hiçbir tavsiye ve kararı kabul etmeyeceklerdir Balıkesir K o n g r e s i’nin kararlarım tekrarlamak ve teşkilatı genişletip güçlendirmek am acıyla 1 6 - 2 5 Ağustos tarihleri arasında yapılan A laşehir K o n g re si ‘ne de yine Hacim Muhittin Bey öncülük etmiş ve kongre aynı kararları almıştır Erzurum Kongresi Beyet-i Temsi üyesiyle irtibata geçilerek,, Sivas Kongresine temsilci gönderilmiştir. Diğer taraftan, Brest--Litowsk A nlaşmasıyla Osman h devletine bırakılan Elviye-i Seiase (Kars,A rtvin,A rdahan) bölgesinde de Şuralar oluşturuldu ve bu bölgede Ermenistan kurulm asına karşı milli direniş teşkilatlandırıldı ç) Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919) Heyet-i Temsiliye başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa. Sivas Kongresi nin hazırlıklarını yapm ak üzere 29 Ağustos Ta E rzurum 'dan ayrıldı ve 2 EylüEde Sivas’a geldi.Kongre toplanıncaya kadar ihtilâl başlangıcını pekiştirmek için çeşitli çalışmalar yaptı,. Bütün ülkeyi temsil eden böyle önemli bir kongrenin S ivas’ta toplanışı, şehrin stratejik dutumu ile ilgili idi A nadolu’nun ortasında yer alan bu şehrimiz - İtilaf D evietieri’ni temsiien bazı subaylar bulunmasına rağmen- işgal altında değildi Anadolu yollarının birleştiği kavşak durum unda idi Her ne kadar Fransıziar A dana üzerinden, İngilizler S am sun’dan işgal tehdidinde bulunuyorlarsa da Mustafa Kemal böyle bir İşgalin çok pahalıya mal olacağını hesaplıyordu. Müdafaa- i H ukuk Cemiyeti Sivas Şubesi, şehirde oldukça iyi teşkilatlanmıştı Ayııca Karargahı S ivas’ta bulunan 3, Kolordu Komutam Albay Seiahattin Bey de Milli Mücadeleyi destekleyen komutanlar arasında idi 98 Sivas Kongresi 4 Eylül 1919’da Sivas Lisesi’nde toplandı Kongreye bütün illerden delegeler gelmemişti A m asya Tamimi ile yurdun her yanına kongreye temsilci seçilmesi ve gönderilmesi bi İdi j i im işti Fakat İstanbul yanlısı mülki amirler bunu her yerde halka duyurmadılar İstanbul’daki sansür yüzünden gazeteler Erzurum Kongresi haberlerini ve kararlarım da kam uoyuna iyice duyuramıyordu. Bu nedenle kongre 38 delege ile toplandı Kongreye katılaniardan beşi H eyet-i T em süiye üyesiydi. İstanbul’dan gelen iki temsilci dışında Tıp Fakültesi Delegesi olarak Hikmet (Boran) adında bir öğrenci de gençliği temsil etmek üzere katılmış; özellikle manda konusunu M ustafa Kemal Paşanın düşündüğü gibi savunmuştu Bazı üyeler Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığı’na getirilmemesi için tertiplere girişmişlerse de, delegeler yapılan gizli oylamada yine onu başkan seçmişlerdi Kongrenin ilk üç günü söylevler, usul hakkında görüşmeler bu davranışın İttihat ve Terakki Partisi ile ilgili bulunmadığının gerekçesi ve yeminlerle geçmişti K ongrede tartışılan önemli konularda biri m anda ve koruyuculuk meselesiydi Birinci Dünya S avaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve sömürgeciliğin ad değiştirmiş şekli olan M an da Yönetimi Mustafa kemal Paşanın tam bağımsızlık düşüncesiyle çelişiyordu Delegelerden bir kısmı m andaya taraftar görünüyor bir kısmı da tam tersini düşünüyordu. Fakat Amerikan ve İngil izler den birini tercih edemiyorlardı Mustafa Kemal Paşa birkaç arkadaşı ile m anda ve her çeşit koruyuculuğu reddetmiş, kendisini bazı üyeler de desteklemişti Rauf B ey’in A m erik a’dan bir heyet çağrılması teklifi meseleyi hal yoluna koymuştu Sivas Kongresi Erzurum K ongresi’nde vatanın bütünlüğü ve milletin istiklalini temin için verilmiş kararlan kabulle kendisine mal etti ve genelleştirdi Kongre 11 E ylül’de şu kararlan aldı : Milli sınırlar i Bit bir inden ayrılamaz içindeki bölgeler bölünmez bir ! 2 Osmanlı topraklarının bütünlüğünün sağlanması güçlerin etkinliği ve milli egemenliğin üstün kılınmasr şarttır bütündür için milli 99 / ' 3 Her türlü işgal ve müdahaleye karş1 .dilet birlik olarak 'kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir Hıristiyan azınlıkların her türlü güvenliği sağlandığından bunlara ayrıcalık tanınam az, 4 Manda ve koruyuculuk kabul edilemez ( 5 Milletin kendi geleceğine karar verebilmesi ve hükümetin ''başıboş bırakılmamasj için Mebuslar Meclisinin derhal toplanması /gerekir 6 Ulusal direnmeyi gerçekleştirmek için kurulan dernekler ('birleştirilmiş ve adı ‘A n a d o h ı^ y e F tıım çli M iId a ia a ^ L H u k iL k C e m i y e t i ” i olmuştur 7 Ku t sa l a m a c ı ve umumi teşkilatı idare için Kongre tarafından bir (Heyet-i Tenis iliyjb seçilmiştir Erzurum K ongresi’nde doğu Vilayetlerini temsiien oluşturulan 9 kişilik Heyet-i Temsiliye Sivas K ongresi’nde yapılan seçimle 6 kişi daha eklenerek genişletilmiş, bu suretle Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar ülke mukadderâtında yegane söz sahibi biı kuıul oluşturulm uştu birleştirilmiş kurulmuştu Milli amaca erişmek yolunda ayrı ayrı çalışan dernekler ve Anadolu ve Rumeli Müdafâa-i Hukuk Cemiyeti Koııgıe, Ali Fuat Paşayı Batı Anadolu Umum Kuvay-ı Milliye K u m a n d a n lığ ın a tayin etmekle., yürütme yetkisine sahip olduğunu göstermişti. 13 Eylül’de S ivas’ta, ihtilâlin yayın organı olm ak üzere İrade-i Milliye adlı bir gazete yayımlandı Sivas Kongresi, üyelerinin bütün ülkeye şamil olması nedeniyle'" Milli Mücadele başlangıcında Türkiye’nin mukadderatını belirleyen,bütün milletin tek vücut halinde birlik olduğunu dünyaya ilan eden milli bir k o ngredir. Bunun içindir ki tesirleri Erzurum K on gresi’nden daha geniş olmuş, kendisinden sonra gelişecek olayları büyük ölçüde etkilemiştir, Zira Misak-ı M illi’de , Türkiye Büyük Millet M eclisi’nin açılışında, Milli M ücadele’nin bütün anlaşmalarında, Sivas 100 Kongresi’nin izleri görülür. Sivas Kongresi İstanbul Hükümetinin açık muhalefetine rağmen toplanmıştır Erzurum Kongresi gibi ihtilâlci bir karakter taşımaktadır Sivas K ongresi’nde elde edilen sonuçlar başarılıdır Her ne kadar çeşitli düşüncelere sahip temsilcilerin bağdaştırılması yolu tutulmuşsa da, sonuç Mustafâ Kemal Paşanın isteğine uygundur. Artık savaş ve ihtilâl tek örgüt tarafından ,bütün y uıd a yaygın biçimde yürütülecektir Kongrede milli egemenlik ilkesinin "‘Saltanat ve Halifeliği' kurtaracağı görüşü ortaya atılmıştı Bu çok önemli bir adımdır ve böylece O smanh saltanatının üstüne, milli egemenlik çıkarılmaktadır İstanbul Hükümeti, Sivas K ongresi’ni dağıtmak ve Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarını yakalatm ak için, Elazığ Valisi Ali Galip’i görevlendirmişti, Ali Galip S ivas’ı basıp kongreyi dağıtacaktı Ancak üzerlerine gönderilen askeri birlikler bunu önledi Bu olay D am at Ferit Paşa kabinesiyle, A n adolu’nun ilişkilerinin kesilmesi sonucunu doğurdu Mustafa Kemal Paşa durumu padişaha bildirm ek istedi Fakat çekilen telgıafları Damat Ferit Paşa padişaha göstermedi Bunun üzerine bütün telgrafhaneler İstanbul ile ilgilerini kestiler Bu hareket .Anadolu da gelişmiş bulunan milliyetçiler için de bir güç ifâdesi oldu Mustafa Kemai-İstanbul mücadelesinde (8 Haziran-30 Eylül 1919) İstanbul yenilmiş ve Ingilizlerden yüz bulamayan Damat Ferit Paşa istifâ etmiş, yerine 2 E k im ’de Ali Rıza Paşa kabinesi geçmişti Milliyetçi bir hüviyet taşıyan bu kabinenin, İstanbul’da işbaşına geçmesi Mustafa K emal Paşa ve ulusal dava için Damat Ferit’in düşürülmesinden sonra kazanılan ilk zaferdir Yeni hükümetle birlikte, basında da Sivas K on gresi’nin faaliyetleri ile ilgili haberlere ve övgülere rastlanmaya başlanmıştı Artık gazetelerin ilk sahifelerini Mustafa Kemal Paşa ve R a u f Bey’in portreleri süslemekteydi Mustafâ Kemal Paşa Sivas Kongresi’nin bitiminden bit hafta sonra Sivas’a gelen, General J G. Harbord’la yaptığı konuşmada, yeni Türk Devleti kurma arzusunu açıkça belirtmişti Sivas Kongresi’nden sonra Ali Fuat Paşa Eskişehir ve Bilecik bölg sinde, Albay Kazım (Özalp) Bey Balıkesir bölgesinde, Albay Bekir 101 Sami (Günsav) Bey Bursa bölgesinde halkı örgütleyerek milli direnişi başlattılar d )A ın a sy a G ö r ü ş m e le r i ve P ro to k o lü Anadolu, İstanbul üzerinde kurduğu bu egemenlikten yararlanmak istedi Mustafa Kemal Paşa, Hükümetten özellikle ulusal direnişin karşısında olan sivil ve askeri yöneticilerin işten alınmalar¡nı ve cezalandırılmalarını, onların yerine ihtilalcilerin güvenini taşıyanların getirilmesini, oıdu örgütünün ulusal am aca uygun olarak yeni baştan düzenlenmesini., Mebuslar M eciisi’nin toplanmasını istiyordu Daha başka pek çok öneriler de yapılıyordu Anadolu istek ve önerilerinin hemen kabulünü ileri sürüyordu Sonuçta İstanbul Hükümeti . M ustafa Kemal Paşa ile yüz y üze anlaşmasnTin ğerekTTolduğuna karar verdi ye Bahriye Hazırı Salih Paşayı A m a s y a ’ya gönderdi 16 Ekim 1919’da Hüseyin Rauf ve Bekir Sami Beylerle Sivas’tan hareket eden Mustafa Kemal Paşa iki gün sonra A m asya’ya vardı 20 E k im ’de başlayan müzakereler 22 E k h n ’de son buldu Görüşmelerin metni üçü açık ve imzalı ikisi imzasız gizli beş protokol ile tespit edildi ve şu hususlarda analaşma sağlandı: İtilaf Devletleri ile yapılacak barışta sınırların tam bir anlayışla çizilm esi. yiTTürTOenrPvabancı ^ ev T e rB ö yunduruğunda b ırakılm am ası M ü s l^ ıa ı> ~ e jffl3Yan unsurlara ayrıcalık t a n m m am as ı. Y eni açılacak m e d is için yapılacak seçimlerin s e r b e s th k jc inde yap 1 1m a sı~A n ad o 1u ve Rumei i M ü da fa a - i H uk uk C em îy e t i ’n in, İstanbul Hükümetince de k a b u l edilmesi M ebuslar Mecl is i tarafından k a l m L â d r J j l i j ^ ^ 1a Sivas Kongresi kararlarının hTBdlmerTarafıtıdan benimsenmesi. M e b u slar M|cnsîTTİ;[nzgffiy^^ m ı n uy gu n olmadığı A m asya’da yapılan bu anlaşma ile Mustafa Kemal Paşa hedefine y ak 1a ş m ış "oîüyondlTT^imdjsh^^ ayiğma~p3ereli m illi ihtilâli resmen tanıyordu. \ e) 1919 S iv as’ta K o m u t a n l a r l a Y ap ılan T o p la n tı (16-28 Kasım } Salih Paşa A m as y a’da Mebuslar M e c ü si’nin A n a d o lu ’da toplanmasına çalışacağına söz vermişti Ancak hüküm et ve padişah buna 102 ıazı olm adıklarından Meclisin nerede toplanacağı yeniden büyük bir soruna dönüşmüştü Heyet-i Temsil iye Meclisin toplanacağı yer ve seçimler hakkında beliren görüş ayrılıklarını tartışıp kesin k arara varmak jçin Milli Mücadeleyi destekleyen kolordu ve tümen komutanları ile ortak bir toplantı düzenlemeyi zorunlu görmüştü Toplantıya Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti adına M ustafa Kemal Paşa ile 3,12,13,15 ve 20 Kolordu komutanları davet edildiler Trakya’dan Cafer Tayyar Bey, B andırm a’dan Y u su f İzzet Paşa, Diyarbakır’dan Cevdet Bey aradaki uzaklık ve özel durumları nedeniyle toplantıya katılamadılar Toplantı sonunda ;sakmca ve tehlikelerine rağmen Meclisin İstanbul’da toplanması, İstanbul’da Milletvekillerinin güven ve serbestlik içinde yasama ve görevlerini yaptıklarını bildirecekleri ana kadar Heyet-i T em siiiye’nin görevine devam etmesi, Paris Barış Konfesansı’nm Türkiye hakkında olum suz bir karar vermesi ve bu kararın Meclis tarafından kabul edilmesi halinde milletin düşüncesinin öğrenilmesi ve ona göre hareket edilmesi kabul edildi f)Heyet-i Temsiliye’nin A n k a ra ’ya Gelişi Komutanlar toplantısında, Heyet-i Temsilive merkezinin. Eskişehir yakınındaki Seyitgazi kabul edilmiş olmasına rağmen, gerçekte tesbit edilen _yer Ankara idi Çünkü Ankara; 20. Kolordunun. Merkezi olması dışında demiryolu ile İstanbul ve Batı A nadolu’ya ulaşmaya da imkân ve rjyo rdu (da^m â^T İaha^ m siliye 18 Aralık’ta jsiyasitan Mıamket _,e.ttL Kayseri-Mucur, Hacıbektaş, Kırşehir yoluyla 27 Atalık ta A nkara’ya geldi ve büyük bir coşkuyla karşılandr Beraberindekilerle Ziraat Mektebine yerleşen Mustafa Kemal Paşa burayı merkez edindi Ankara artık, Milli Mücadele hareketinin kalbi ve meıkezi olmuştu g)Son Osmanlı Mebuslar Meclisi ve Misak-ı Milli Milli iradenin üstünlüğü karşısında Mebuslar Meclisinin açılması kabul edilmiş ve seçimler başlamıştı Milletvekillerinin maneviyatlarını güçlendirmek isteyen Mustafâ Kemal Paşa, onlara bir amaç etrafında toplanmalarını, Meclis’de Kuvay-ı Milliye ruhunu sürdürmek için bir Müdafâayı Hukuk grubu kurmalarını ve kendisini de bu M eclis’e başkan 103 seçmelerini istiyordu Kendisi Meclis’e katılmayacak olmasına rağmen, başkan seçilmeyi ve çoğunluğu Müdafaayı H ukuk’a dayanan Meclis’in istediği kararlan alacağım düşünüyordu Meclis 12 Ocak 1920’de Padişalı’m beyannamesinin okunmasıyla açıldı Fakat Mustafa Kemal Paş« M ^ l ^ başkanlığına seçilmediği gibi M üdafaa-i Hukuk Cemiyeti grubu da kurulmadı Grubudur kurdular. Bu grup. Mustafa Kemal Paşa tarafından Sivas’ta hazırlanmış bulunan Mİsak-ı Milli metni üzerinde görüşmek amacıyla bir toplantı yaptı ve 28 Ocaktaki gizli toplantıda bu metin pek az değişiklikle kabul edildi ve Meclis 17 Şubat 1920 de bu kararı açıkladı IVLisak-ı Milli Kararlar ı’na göre: 1 Mondros Miitarekesi’nin imzalandığı tarihte işgai altında bulunan ve nüfusunun çoğunu Arapların teşkil ettiği Osmanlı topraklarının mukadderatı, o topraklar üzerinde yaşayan halkın serbestçe beyan edecekleri oylarla tayin edilmelidir Ancak mütarekenin imzalandığı tarihle işgal edilmemiş olan ve Osmanh-İslam ekseriyetinin yaşadığı bölgeler hiçbirısebeple ayrığamaz bir bütündür 2 Daha önce kendi'istekleriyle Anavatana katılmış olan Elviye-i Selese için gerekirse yeniden halk oyuna başvurulabilir. 3 Batı Trakya’nın durumu, orada yaşayan ahalinin serbestçe beyan edecekleri oylarla tespit edilecektir 4 Hilafet ve Saltanatla hükümet merkezi olan İstanbul’un ve Marmara Denizimin güvenliği sağlanmak şartıyla, Boğazların serbest ticarete açılması için Osmanlı Devletiyle ilgili ülkelerin bildikte verecekleri karar geçerli olacaktır 5 Azınlıkların hukuku, komşu ülkelerdeki Müslüman ahalinin de aynı hukuktan faydalanmalar ı kaydıyla Türkiye’ce temin edilecektir 6 Türkiye’nin milli ve iktisadi gelişmesine mani olacak siyasi,mali, adli sınırlamalar kabul edilmeyecek, borçların ödenmesi şartlan da bu esaslara aykırı olmayacaktır Meclis,milli sınırlar içinde taıo bağımsız yeni bir Türk devletinin esaslarını kapsayan Misak-ı M il ii ’yi kabul etmekle büyük bir görevi yerine getirmiş oldu 104 iı)İstanbu)’un İşgali ve Mebuslar Meclisi’nin Dağıtılması İtiiaf Devletleri Misak-i Milli’yi hoş karşılamadılar. Dalı a ocak avı içinde Kuvayı Mü [iyeyi destekleyen Harbiye Nazın Cemal Paşa ile Genelkurmay başkanı Cevat Paşanın tutumunu protesto eden notayı hükümete verdiler Cemal ve Cevat Paşaları, Kuvay-ı Mili iye'ye subay yollamak, silah ve para sağlamak, terhis edilen erleri göndermekle suçladılar Baskı karşısında Cemal ve Cevat Paşalar istifa ettiler 26-27 O cak’ta Akbaş Cephaneliğinin basılarak buradaki Fransız askerlerinin esir alınması ve büyük miktarda silah ve cephanenin A nadolu’ya nakledilmesi, seferberlik hazırlıklarının yapılması gibi gelişmeler İtilaf Devletlerini baskılarını daha da arttırmaya itti Bu baskılar karşısında Ali Rıza Paşa istifa etti ve yeni hükümeti Salih Paşa kurdu İtilâf Devletleri bu fırsattan yararlanarak Türk iye;’ye istedikleri barış s a r t fa n nT"k a buT"ettumek_ j ç mT önce Türk O cağı’nı bastılar ve 16 ¡vfârfta da İstanbul’u işgal ettiler. Meclisi de kuşatarak "Rauf Bey veTÎCar a V âsif B ey’i tutukladılar. Bu sırada Erzurum’da bulunan Yarbay Ra\\Iinson ve 20 kadar İngiliz ıesmi görevlileri Kâzım Karabekir Paşa taıatından ıesmen tutuklandı A nkara’daki 200 İngiliz askeri ile Fransız kumandanı da oradan ayrılmak zorunda bırakıldılar İşgalin hemen akabinde Mustafâ Kemal Paşa; İtilaf Devletlerinin İstanbul’daki temsilcilerine, Birleşik Amerika Siyasi Temsilcisine, tarafsız devletler dışişleri bakanlarına, Fransa, İngiltere ve İtalya parlamentolar ma birer protesto gönderdi M ebuslar Meclisi ‘Mebusluk vazifesinin g üven içinde yapılması imkânı oluncaya kadar meclis görüşmelerinin yapılamaması” karan alarak toplantıları erteledi. Muştala KemâI~Pasanın emrine uyularak, İstanbul iie her türlü yazışma ve vergilerin İstanbu l ’a gö n d e n h n esi vasa.kl.andı Artan baskılar karşısında Salih Paşa zorunda kaldı. 5 Nisan 1920’de Damat Ferit sadaıete getirildi Kuvay-ı Miliiye’ye karşı her olan padişah, meclisten de hoşnutsuzdu ve Meciisi’ni dağıttı kabinesi de istifa etm ek Paşa yeniden IV. defa yola başvurmaya kararlı 11 N isan’da Mebuslar 105 B- TÜRKİYE B Ü Y Ü K M İLLET M ECLİSÜNİN A Ç IL M A S I İstanbul’un işgali, Mebuslar M eclisi’nin dağıtılması, aydınların ve milletvekillerinin tutuklanması Osmanlı Devleti-nin sonunun geldiğini gösteriyordu Mustafa Kemal Paşamın tahminleri doğru çıkmıştı Artık herkes onun etrafında toplanacaktı Bundan sonra? İstanbul’dan A n k a ra ’ya bir akın başladı O güne kadar İstanbul’da kalıp “ bir şeyler “ yapm ak isteyenlerin tek umutları Ankara ve M ustafa Kemal Paşa oldu Ulusal eg em enliğe’dayalı bir devlet kurmayı düşünen Mustafa Kemal Paşa bu fırsatı iyi değerlendirdi Kuracağı devletin temel organlarını oluşturacak yeni meclisin toplanmasını sağlayacak çalışmaları başlattı 17 Mart 1920’de Ordu komutanlarına bir genelge göndererek A n k ara’da bir milli M eclis’İn toplanmasının gerekli olduğunu bildirdi 19 M a rt’taki genelgesinde; yeni seçilecek olanlarla İstanbul’dan kurtulmayı başaran mebusların en kısa zam anda A n k ara’da toplanmalarını istedi Erzurum Kongresi kararlarında belirtilerek.Sivas’ta da onaylanan kararlarda açıklandığı gibi “ O sm an h hükümeti milletin istiklalini koruyamamış “ ve A n a d o lu ’da bir milli hükümetin kurulması için bütün şartlar oluşmuştu 23 Nisan 1920’de Ankara’da topianan Meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi adım aldı ve ertesi gün yaptığı toplantıda Mustafa Keroaf Paşayı başkanlığa seçti Böylece, milletin meşru haklarını savunacak olan kurucu meclis de oluşturulmuş bulunuyordu. T B M M ’nin kurulmasıyla A n ad o lu ’da yeni bir hüküm et ortaya çıkmış oluyordu. 2 Mayıs 1920’de Meclis üyeleri arasından ilk “İcra Vekilleri Heyeti” de teşekkül ettirildi ki; bu durum Erzurum K o ng ıesi’nde hazırlanmış olan planın uygulanması olarak kabul edilebilir Meclis;yasama, yürütm e ve yargı yetkilerini kendinde toplamış “ Kuvvetler Birliği” temeline göre kurulmuştu. Meclis , yasaları yapm ak ve bunları kendi arasından seçtiği hükümet üyelerine uygulatmakla iki yetkisini doğrudan doğruya kendisi kullanıyordu Bu üyeler Meclis adına iş gördüğü için kendilerine vekil deniyordu. Bunlar hükümeti meydana 106 getiriyordu Vekiller heyetinin başkanı Meclisin de başkanı idi Bunlara u İcra Heyeti' de deniyordu. Her vekil Meclis tarafından ve kendi üyeleri arasından ayri ayrı seçiliyordu M eclis1in tam mebus sayısının 390 olması gerekiyordu ancak açılışta 78 mebus bulunmuştu. Askerler,memurlar, din adamları, çiftçi , tüccar ve aşiret başkanları gibi toplumun idareci sınıfıyla sivil halkı bir ara>a getiren mecliste ilk amaç, ülkenin kurtarılmasıydı M e c lis le 's iy a s i partiler yoktu, ancak ; Halk Züm resi, Tesanüt Grubu, İstiklâl Grubu, Islahat Grubu gibi çeşitli gruplar vardı Komünistler de Yeşil Ordu adı altında gruplaşmak istemişlerdi Mustafa Kemal Paşa, Milli M ücadele’nin giderek sertleşmesi karşısında seri kararlar alabilmek ve kanunları m ümkün olduğunca \çabuk çıkarabilmek için, I Grup da denilen Müdafaa-i H u ku k G r u b u ’nu kurdu Bu gruba çeşitli sebeplerle m uhalif olanlara da II Grup denilmekteydi Bunlar zaman zaman sert eleştirilerde bulunmuşlardır TBMM, öncelikle A nadolu’daki asayişsizliği ortadan kaldırmak için harekete~-geçti^e--^9 ^ ^ a l ? d a ~ ^ H 7yanetT''V atanive Kanunu” ıru çtkSrdTHBuyasayı uygulamalTüzei:e n T ^ y I ü r r 9 2 0 de özel m ahkem eler olarak TBMM Üyeleri arasından oluşturulacak İstiklal M ah k em eleri JkjuryJjd-fch^ ™ 7 Haziran 1920’de çıkarılan bir yasa ile ; Osmanlı Devleti ile yapılan her çeşit sözleşmeler,antlaşmalar, ayrıcalıklar, yer altı kaynaklarının verilmesi gibi açık ya da gizli her türlü antlaşmalar 16 Mart 1920’den başlanarak yapılmamış sayılacaktı Böylece bütün yabancı devletler Ankara ile ilişki kurmak ve anlaşm ak zorunda bırakılmıştı 20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu çıkarılıncaya kadar Osmanlı Kanun-u Esasi’si Ölçüt olarak alınmış, bu tarihten sonra kanunlar yeni yasaya dayanılarak çıkarılmıştır İstanbul Hükümeti’nin kurduğu Harp Divanı(askerlerden oluşan yargı organı) başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere arkadaşlarını ölüm cezasına çarptırmıştı. Padişah bunlardan yalnız Mustafa K em a l’in ölüm 107 cezasını onaylayarak diğerlerini affetmişti yalnız bırakmak için yapılmıştı Bıı durum Mustafa K em al’i A n adolu’da kurtuluş için çarpışanlar bir taraftan düşman ile uğraşırken diğer yandan Padişah’ın idam fermanlarını boyunlarında 'taşıyorlardı Bu durum onların başarıları için büyük zorluklar çıkarıyordu İstanbul Hükümeti yalnız fetva ve fermanlar dağıtmakla kalmamış; paıalı askerler tutarak bunları A nadolu’da düşmanla çarpışan Kuvay-ı M i 1ü y e ’ nİn karşısına göndermişti. A n adolu’da bozulan devlet /otoritesini düzeltmek tizeıe gönderildiğini ileri sürdükleri bu kuvvetler aslında milleti vurmak am acıyla görevlendirilmiş ‘Halife O rdusu” idi 1-T B M M ’nin açılışından Son ra, Asker i ve Siyasi Gelişmeler a)İç ayaklanmalar T B M M ’nin yeni kurulduğu günlerde karşı karşıya kaldığı, gerçekte birbirine bağlı belli başlı iki büyük mesele vardır Yurt içinde asayiş ve otoriteyi temin etmek ve cepheleri oluşturmak için düzenli orduya geçiş D amat Feıit hükümetlerinin İngilizlerle işbirliği yaparak, uzun savaş yıllarının yoıg ünlüğünü taşıyan halka yaptıkları Milli Mücadele aleyhtarı yoğun propaganda A nkara’yı bir hayli sıkıntıya sokmuş ve TBMM hükümetine karşı ayaklanmalara yol açmıştır Bu ayaklanmaların başlıcalan şunlardır: i)Bozkıı Ayaklanmaları (27 Eviül-4 Ekim ve 20 Ekiın-4 Kasım 1919) 2 ,Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim-24 Aralık ¡919) 3 Anzavuı Ayaklanması (1 Ekim-30 Kasım 1919 ve 16 Ş u b a t-16 Nisan 1920) 4 Bolu-Düzce Ayaklanmaları Eylül 1920) 5 Yozgat Ayaklanmaları î 920) ~ (12 Nisan-31 Mayıs ve 8 Ağustos-23 (15 Mayıs-27 Ağustos ve 5 Eylül-30 Aralık 6 Zile Ayaklanması (21 Mayıs-12 Haziran 1920) 108 7 Milli Aşiıeti Ayaklanması ( 8-26 Haziran 1920) 8 Konya Ayaklanması (2 Ekim-22 Kasım 1920) 9 .Demirci M ehmet Efe (1-31 Aralık 1920) 10 Koçgİri Ayaklanması (6 M a rt-17 Haziran ,192JJ^ 1 ljİÇerkes Ethem Ayaklanması. ^ 27 Aralık 192-24 Ocak 1921) 12 Rum Pontus Ayaklanması (6 Aralık 1920- 6 Şubat 1923) Saf vatandaşları ayaklanma yoluna iten nedenlerin başında Î n ıg ijj z ie td ııZ ^ ^ f t tiZ I ^ 'lığ j ^ ^ 'raganda 1a r jzeîTr Dhîar, ''dıemrATdlşab’ı destekleyerek, hem de kendi başlarına çaba harcayarak milli mücadeleyi önleme isteğinin yantsıra Boğazları ellerinde tutabilmek için ileride Anadolu da kurulabilecek bir devletten gelmesi m üm kün tehditleri önlemeleri gerektiğini hesaplamışlardı Bu nedenle M arm ara'nın doğusunda iki tampon bölgeye ihtiyaç vardı Biga ve Gönen dolayları ile Düzce ve Hendek bölgelerinde yaşayan ve saltanata bağlılığı ile bilinen vatandaşlar insafsızca kışkırtıldı ve bu bölgelerin halkı Anadolu Hükümetine karşı ayaklandı D oğuda kurulması „ dü şünülen Ermeni ve K ürt^dsadet 'j erinin doğıaasını İmi a r a ş t ı r m a k iğin o ralardaki vatandaşlar kışkırtılmış, b unun da önc mış lardır Pı ta Anadolu halkı da d insel .du ygulan İstanbul H üküm etince kötüye kullanılarak ayaklanmaya sürükleırdnnlnTîşfİF Doğu K aradeniz’deki Rumların ise .ayaklanması doğaldı Çünkü Baty Anadolu. ..Y ırnm üıJari^rşga^diliycü'dm ^ n f a ı y ^ a şüphesiz Rum Pontus.devlrini,kurabj.toe.kauiıı^ u . işgalden cesaret almışlardı Mustafa Kemal Paşa düşman karşısında savunmanın zayıflatılması pahasına iç cephenin temizlenmesine üstün çaba harcayarak., karşı ihtilalcileri yok etmiş ve sonra asıl düşmanla savaş başlamıştır 109 b)[Vnili Ordunun Kurulması İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline Osmanlı Askeri güçleri açıkça karşı koyamamıştır Fakat Kuvayı Milliye adı verilen direnişçi güçler, ordudan terhis edilen (yahut öyle gösterilen) subayların öncülüğünde ortaya çıkarak işgalci güçlere karşı direnmeye başlamıştır. Asker ve sivil aydın yurtsever milliyetçi kişilerin öncülüğünde milliyetçi güçler giderek çoğaldı Belirli bir merkezden yönetilmeyen bu düzensiz güçler birbirinden farklı insan gruplarından oluşuyordu Büyük bir bölümü askeri eğitimden geçmemişti Ağır silahları da yoktu Kuvayı Milliye güçleriyle yakından ilgilenen M ustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi’nde Batı Anadolu Umum Kuvayı Milliye K om utan lığın a Ali Fuat Paşanın atanmasını sağladı. Güney Cephesi’ni düzene koymak amacıyla Kılıç Ali Bey bu bölgeye gönderildi Ur fa da, A ntep’te, A dana’da ve E ge’de kahramanca mücadele veren Kuvayı Milliye güçleriyle işgalci güçleri yurttan atmak, milli istiklali sağlamak mümkün gözükmüyordu. A n a d o lu ’da direniş harekatı güçlendikçe, bu direnişi ’ kırmak için P adişah ’ın askerliği kaldırdığını belirten propagandaların yapılması Kuvayı M illiye’ye duyulan ihtiyacı arttırıyordu 15 Kolordu’nun dışında düzenli askeri birlik kalmamıştı O günkü şartlarda Kuvayı M iliiye'den düzenli orduya geçmek güçtü Zira elde bulunan oıdu adeta iskelet durum unda idi Ordu kadroları boştu Silah altına alınanlar kaçıyordu Subay kadrosu da yeterli değildi Bu nedenle askerlerin kaçmalarını önlemek için Firariler kanunu çıkartıldı ,iç güvenliği sağlayacak Seyyar Jandarm a Müfrezeleri oluşturuldu Ankara’da subay yetiştirmek üzere okul açıldı ¡cıa Vekilleri Heyeti tarafından, ordunun ihtiyaçlarının hükümet tarafından karşılanması ve Kuvayı Milliye’nin Milli Müdafaa Vekaleti’ue bağlanmasına kaıar verildi Bununla beraber düzenli orduya karşı çıkarak çeteler ve milis kuvvetleriyle düşmana karşı daha başarılı olunacağını savunanlar da vardı Özellikle Kuvayı Seyyareciler (Çerkez Ethem ve kardeşleri) Gediz taarruzundaki başarısızlığı, cephe komutanı ve düzenli ordu birliklerine bağlıyorlardı Gelişen askeri olaylar ve 110 düşman ilerlemeleri, 22 Haziran 1920’deki Yunan taarruzunun tehlikeli biı şekilde gelişmesi, G ediz başarısızlığı gibi olaylar düzenli orduya olan ihtiyacı açıkça ortaya koymuştu Bu nedenle Kuvay-ı Milliye’nin yeni adlar altında teşkilatlandırılmasına hız verildi 8 Kasım 1920’de Batı Cephesi ikiye bölündü Güney bölümü Refet Bey'in, Batı bölümü ise İsmet B ey’in komutası altına verildi Mustafa Kemal Paşa, “ acil olarak düzenli ordu ve büy ük süvari gücü “ oluşturmak gerektiği emrini verdi Bundan sonra çete teşkilatlan hızla kaldırıldı c)Sevr B arış A n tla şm a sı İtilaf Devletleri temsilcileri 18-26 Nisan 1920 tarihleri arasında S an R e m o ’da toplanarak Türkiye'ye kabul ettirilecek anlaşm aya son şeklini verdiler Konferansta T ürkiye hakkında karar verilirken, müttefikler Türklerin görüşlerini almak lüzumunu bile hissetmediler Barış antlaşmasının taslağı 11 M a y ıs’ta O sm anh temsilcilerine verildi Temsilcilerin başkanı Tevfîk Paşa antlaşma tasarısını görünce dehşete düştü İstanbul’a dönerek bu barış anlaşması imza edilirse, Osmanlı D evleti’ııin ortadan kalkıp bir sömürge haline geleceğini söyledi. Türk temsilcilerinin bu çıkışı üzerine hem Mustafa K e m a l’in durumunu zayıflatmak hem de İstanbul’daki Tevfîk Paşa gibi vatanseverlerin direnişini kırmak için, İngiliz birlikleriyle desteklenen Y unan kuvvetleri 22 H aziran’da B u r s a - U ş a k çizgisine doğru ilerlemeye başladılar Karşılarında bulunan pek zayıf Türk birliklerini dağıtarak 8 T em m uz’da B u r s a ’yı işgal ettiler. Hemen hemen tüm Ege bölgesi ve Doğu Trakya Yunanlıların eline geçti. Bu durum Padişaha b a n ş antlaşmasının imzalanması için fırsat verdi 22 Temmuz 1920’de toplanan Saltanat Ş u ra s f nda Topçu Korgenerali Rıza Paşa dışındakiler hükümetin tavsiyesine uyup anlaşmanın imzalanmasını kabul ettiler Barış görüşmeleri için D am at Feıit Paris’e gitti Hadi P a ş a ile Rıza Tevfîk Bey 10 Ağustos 1920’de Türkiye’nin milli mevcudiyetine derin darbe vuran Sevr antlaşmasını imza ettiler On üç bölüm ve 433 maddeden antlaşmasının maddeleri özetle şöyledir: m eydana gelen Sevr 111 1 Osmanlı İmparatorluğunun üikesi İstanbul ve A n ad o lu ’nun ufak bir parçası ile sınırlandırılıyordu. 2 İstanbul ve Çanakkale boğazlan savaş sırasında bile bütün devletlerin gemilerine açık tutulacak, Boğazlar uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecekti 3 İzmir ve Ege bölgesinin önemli bir kısmı Y unanistan’a veriliyordu Yine, M idye-Büyükçekmece arasındaki çizgisinin batısında kalan bütün Doğu Trakya da bu devlete bırakılmıştı 4 Doğu A n ad olu’da iki yeni devlet kurulacaktı: Erm enistan ve Kürdislan 5 Irak, paylaşılıyordu Arabistan ve Suriye İngiliz ve Fransızlarca 6 Antalya ve Konya bölgeleri İtalyanların; Adana, Sivas ve Malatya ise Fransızların payına düşmüştü 7 Devletin askeri gücü sınırlandırılıyordu En fazla 50 700 kişi silah altında bulunacaktı Tank,ağır top, uçak orduda bulunmayacak, denizde 7 gambot ve 6 Torpidodan başka hiçbir gem imiz olmayacaktı. 8 İktisadi, mali ve adli kapitülasyonlar en geniş biçimi ile tanınıyordu Azınlıkların hakları Türkleıden daha fazla tutuluyordu İtilaf Devletleri’nin savaş sonrasında mağlup olan devletlerle yaptıkları anlaşmalar içinde en ağır olanı şüphesiz Sevr antlaşmasıdır. Bu antlaşma iie sadece Osman El İmparatorluğunun tasfiyesi değil, Türk milletinin yok edilmesi amaçlanıyordu T B M M ’nin Sevr barışına tepkisi çok sert oldu Bu barışı TBMM tanımıyordu Zaten İstanbul Hükümetinin hiçbir işleminin yeni Devlet gözünde hukuki önemi yoktu Bu antlaşmayı onaylayan bütün Osmanlı Devlet adamları 19 A ğustos’ta T B M M ’nce verilen bir kararla vatan haini sayıldılar ve vatandaşlık haklarından yoksun kıtındılar 2-Milli Cephelerin Kurulm ası M ondros M ü ta re k e s in d e n sonra ülkenin çeşitli yerleri İtilaf Devletleri nce işgal edildi Mütareke koşullarına aykırı olarak yapılan 112 bu eylemler Tüık milletinin tepkisine neden oldu ve Kuvayı Milliye adı verilen bir hareketi doğurdu Bu hareket ,yur dun ve bağımsızlığın tehlikeye girmesi karşısında halkın kendi içgüdüsünden kaynaklanan bir savunma harekatıdır 1919 M a yıshndan 1920 yılı sonlarına kadar sür miiştür Milii müfrezelerin kuruluşunda eşrafın rolü büyüktü Çünkü silahlı köylüler çok defa eşraftan birinin etrafında toplanmak üzere şehirlere gelmekte idiler Hemen her yerde teşekkül etmiş olan “ K u v ay r Milliye H e y e tle ri” ve L M ü d a fa a - i H u k u k H e y e tle ri” milli müfrezelerin he; türlü ikmal hizmetlerini ifa ediyordu Z am anla milli kuvvetler artmış milli taburlar ve alaylar kurulm uştu Bunların başında halkın ileri gelenlerinden birisi bulunurdu Her alay ve tabur komutanının subay olan bir yardımcısı vardı Kuvayı M il li) e ’nin lideri askeri birliklerle temas ederek silah ihtiyaçlarını karşılardı Halkın kendi içinden çıkardığı Kuvayı Milliye güçlerini, ülkenin içinde bulunduğu koşullar yaratmıştır Bu nedenle düzenli ordu ile aralarında oldukça farklılık vardır Kişisel davranışlar, şöhret, gösteriş, sivrilmek Kuvayı Miiliye’nin itici faktörleridir Merkezi otoriteye, emiı komuta zincirine bağlı olmayan kendi yasalarını ve kendi kurallarını kendi koyan Kuvayı Milliye güçleri düzenli ordu kuruluncaya kadar işgalci güçlere karşı büyük bit dirençle karşı koymuşlardır Kuvayı Miiiiye’ce oluşturulan cepheleri kısaca şöyle özetlemek mümkündür; a) G ü n e y ve G ü n e y d o ğ u C e p h esi İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin topraklarını nasıl paylaşılacağına ilişkin çeşitli antlaşmalar yapmışlardı Mondros M ütarekesinden sonra bu antlaşmalara işlerlik kazandırılmıştır İşgal harekatım İngilizier başlattı. Mütareke koşullarına aykırı olarak Musul, İskenderun ve Kilis işgal edildi Haberleşme araçlarına el konuldu Halkın elinden malı alınmaya,elindeki silahlar toplanmaya başlandı A ntep’i de işgal eden İngilizier aydın ve ileri gelen kent halkını Mısır’a sürdüler Mondros M ütarekesinin yedinci maddesine dayanarak Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler. 113 Plansızlar ise Adana, Mersin ve O sm a niy e’yi işgal ettiler Buralarda yaşayan Ermenilerle işbirliği yaptılar Hatta ja n d arm a gücünü Erm enilerden oluşturdular. İngiltere ile Fransa 15 Eylül 1919 ’da ikili bir anlaşm a yaparak O rtado ğu’yu nasıl paylaşacaklarını belirlediler frak ve Filistin İngiliz mandası, Suriye ve Lübnan d a Fransız mandası altına sokuldu Antep, Ur fa, Maraş da el değiştirerek Fransa’ya geçti Fransızlaı burada bulunan yerli E rm ende n silahlandırarak bölgeyi kontrol altında tutm aya ve diğer yandan bölgede bulunan aşiretleri elde ederek tutunm aya çaba harcadılar 1920 yılı boyunca bölgede sivil halkın örgütlenmesi sonucunda ortaya çıkan Kuvay-ı Mîllîye önce M a ra ş’ta. sonra U rfa ’da Fransızlaıı ve E rm ende n mağlup ederek buraları terk etmek zorunda bıraktı Esas şiddetli çarpışmalar Antep ve A dana çevresinde meydana geldi. Antepiiieı büyük bir fedakârlıkla bir yıl boyunca Fransız kuşatması altında direndiler Bunun sonucu olarak TBMM, 6 Şubat 1921 ’de Antep e Gazi unvanını verdi F ransa’nın yarısı kadar araziyi 60.000 kişilik bir kuvvetle ve bölgedeki E rm end e n silahlandırmak sureti ile ellerinde tutabileceklerini zanneden Fi ansızlar yanıldıklarını kısa zamanda gördüler Bunun sonucunda da TBMM ile anlaşmaktan başka çıkar yol kalmadığı için 1921 Haziranında görüşmeler başladılar Ankara İtilafnamesi olarak adlandırılan bir anlaşmayla güney topraklarımızı boşaltarak çekildiler b )D oğu C ep hesi İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgal altına alınması ve vatanımızın bir kısmının Ermenilere terk edildiğinin duyulm ası Doğu ve güneydoğu bölgesindeki ahalinin ayağa kalkmasına yol açmıştır Doğu Cephesinde esas olarak Ermenilerle savaşılmış,fakat .Boişevikleıin E rm enistan’da iktidara gelmelerinden ötürü,siyasi mücadele Ruslaıa kaışı yapılmıştır Bolşeviklerin iç savaşı kazanarak Kafkaslara yönelmeleri üzerine hareketsiz beklemeyi tehlikeli bulan ve esasen Ermenilerin üç vilayetteki Müslüman ahaliye karşı uyguladıkları katliam 114 karşısında daha Önce de tedbirler almaya çalışmış olan X V Kolordu kumandanı Kâzım Karabekir Paşa T B M M ’nin talimatıyla harekete geçti 9 Haziran i 920’de Doğu vilayetlerinde kısmi seferberlik ilân edildi, Ancak SSCB ile ilişkilerin gelişmesi Doğu harekâtını biraz geciktirdi Ermeniierin ,OItu bölgesine yaptıklarf saldırıları durdurmaları için T B M M ’nin verdiği notaya kulak asmadıkları görüldü Ermeniier T B M M ’ne verdikleri cevapta Brest-Litow sk A nlaşmasının İstanbul hükümetiyle y apıld rğ m gT B M M ’nin ise İstanbul hükümetini tanım adığım dolayısıyla E rm enistan’m bu anlaşmalarla bağlı olmadığını bildirerek saldırılarını devam ettirdiler Bu durumda Ankara 20 E y l ü l d e Ermenilerle savaşa karar verdi Zaten Kâzım Karabekir Paşa hazırlıklarım tamamlamıştı Erm eniierin 24 E y lü ld e bir baskınla f ü r k topraklarına saldırmaları üzerine Türk kuvvetleri 28 E y lü ld e harekete geçerek sının geçip Üç Sancak bölgesine dahil oldular Sarıkamış ve M erdenek’in alınmasından sonra , A nkara’nın talimatıyla harekât durduruldu Ermenistan hükümeti yayınladığı bir bildiride E rm enistan’ın tehlikede olduğunu duyururken-SovyetJere de müracaat ederek Türk hükümetine müdahalede bulunmalarını J ü r k taarruzunun durdurulm ası için Ankara nezdinde teşebbüse geçmelerini istedi Bolşevik Rus Dışişleri Komiseri Ç içe rin ’in bu yoldaki taleplerine verilen cevapta Ermeniierin Sevr Anlaşmasına dayanarak saldırıya geçtiklerini belirtti. Bu sırada Erm enistan’daki Taşnak idarecilerle Sovyetleıin ilişkileri bozuldu Dutumu değerlendiren Ankara Kâzım K arabekir’e tekrar harekete geçme emrini verdi 28 E kim ’de hücum a geçen Türk kuvvetleri 4 gün içinde K ars’ı aldı Burada, Eımenileı tarafından yapılmış vahşi katliamlara rağmen Türk ordusu silahlarını bıraktıkları takdirde Ermeniierin rahat ve sükunet içinde yaşayacaklarını duyurdu ! Kasım 19 20 ‘de Ermeni ter e barış teklif edildi. Ancak Ermenİler. Türkiye ile anlaşacak yerde Rusya ve ABD nezdinde teşebbüse geçerek,yardım talebinde bulundular. Bu sırada ileri harekâta girişen Türk kuvvetleri G ü ım ü ’ye doğru süratle ilerlemeye devam ettiler 6 Kas im’da Ermeniier Türk Ordusu Komutanlığına başvurarak mütareke istediler K arabekir’in geçici mütareke şartlarını 115 kabul eden Ermeniler Gümrü Kalesini ve kasabasını bırakarak çekildiler TBMM hükümetinin 8 K asım ’daki .mütareke şartlarını ağır bulan Ermenilerle çarpışmalar yeniden başladı Sivil halka karşı ağıı eziyetler yapan Ermeni ordusu Türk kuvvetleri karşısında bozguna uğıayarak dağıldı 17 K asım ’da Kâzım Paşa’ya Mütareke teklif eden Ermenilerin bu isteği kabul edildi. G ü m rü ’de yapılan görüşmeler sonucunda 2/3 Aralık 1920’de Gümrü Anlaşması İmzalandı Bu anlaşmayla Kar s, Kağızman,Sarıkamış, Kulp ve İğdır yeniden Türk topraklarına katıldı Diğer taraftan .1921 yılı başlarında Gürcülerle de Batum Meselesi yüzünden çarpışmalar olm uş,Türk kuvvetleri B a tu m ’u işgal etmişler,Ahıska ve Ahılkelek ele geçirilmişti. Fakat,kısa bir süre sonra Ermenistan Rusiar tarafından işgal edilerek Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne katıldığı için Gümrü anlaşması hüküm süz kalmıştı Nihayet, 16 Mart 1 9 2 1 d e imzalanan M o sk o v a A n la ş m a sı ile buralar G ürcistan’a bırakıldı ve 13 Kasım 1921 ’de imzalanan K a rs A n l a ş m a s ı y l a da Doğu sınırlarımız kesinleştirildi Görevini tam bir başarı ile sonuçlandıran butiklerimiz hemen Batı cephesine gönderilmiştir doğudaki ordu Trirk delegeleri M oskova’da iken orada bulunan Afgan Devleti yetkilileri İle 1 Mart i 921 ’de bir dostiuk-kardeşiik anlaşması imza edilmişti. A fganistan’la sınırımız bulunm am akla beıabeı bu anlaşma, onların kurtuluş savaşım ıza verdikleri değeıi göstermiş ve manevi gücümüzü artırmıştı c)Batı Cephesi A nadolu’da en geniş çaplı istila eylemi, Yunan ordusunca y ap ılı)o rd u ,” Büyük Yunanistan” ülküsünü gerçekleştirmeye çalışan bu ordu kesin olarak yenilm edikçe diğer cephelerdeki başarılar hiçbir anlam taşıyamazdı Bu nedenle, Düzenli Oıdu kurulduktan ve Doğu Cephesi güvenlik altına alındıktan sonra, Türk Hükümeti ile Genelkurmayının çalışmaları Batı Anadolu üzerinde yoğunlaşmıştı 9 Kasım 1920’de Yunanlılar İzmit’ten, Uşak- Sarayköy çizgisine kadar ilerlemiş bulunuyordu Yunan ordusu, devrinin en yeni silahlarıyla donatılmıştı Lojistik desteği, bakımı çok ileriydi Ayrıca, subay ve erleri 116 dinçtiler Bu oıdu sayı bakımından da Türk birliklerinden üstündü Buna karşılık Türk Ordusu yeni kurulmaya başlanmıştı Eldeki silahlar hem sayıca az. hem de çok çeşitli ve eskiydi Bakım ve donatım eksikti Ayaklanmalar, büyük kayıplara yo! açmıştı. Ancak, ordunun komutanları, yıllardan beri çeşitli savaşlarda bulunup en iyi biçimde yetişmişlerdi. Pek çok er de savaşlarda pişmişti Türk komuta kurulu üstün niteliklere sahipti Yunan ordusu komutanları arasında ise çeşitli iç siyasal didişmeler ve çekişmeler nedeniyle düşünce ayrılıkları vardı Komuta kurulu ise savaş denemesinden geçmemişti Nihayet Yunan ordusu Batı A nadolu’da bir işgal gücüydü Türk Oıdusu ise vatanını kurtarmak için ölüm-kalım mücadelesi yapıyordu C - 1921-1922 G ELİŞM ELER İ Y IL L A R I ASKERİ VE SİY A Sİ 1-B h iııci İ n ö n ü S av aşı ve L o n d r a K o n fe ra n sı (6-11 O c a k 1921) 1920 yılı sonlarında Yunan Kralı A ieksandır ölmüş, Başbakan Venizelos da seçimleri kaybederek, iktidardan düşüp, ülkesini te rk etmişti. Yeni Kral K o n s ta n tin ,'Türk-Yunan savaşım devam ettirmesi kaydıyla bazı İngiliz ileri gelenleri tarafından tahta çıkarılmıştı 1920 yılı yaz aylarında ilerleyen Yunanlılar belirli mevzilerde durmuşlar ve bir genel saldırı için hazırlanmaya başlamışlardı Düzenli orduya girmeyi kabullenmeyen ve kendi başına buyruk davranmayı sürdüren Ç e rk e z E th e m ve kardeşlerinin Türk Hükümetine karşı ayaklanmaları ve bunu Yunanlılara da bildirerek işbirliği önermeleri, Yunan oıdusu için çok uygun bir durum yarattı 6 Ocak’ta Bursa’dan Eskişehir yönünde, U şak’tan da Afyon yönünde Çerkez Ethem’ce desteklenen Yunan ordusu ileri harekata başladı 9 Ocak’ta İnönü’de Türk birlikleriyle çatıştı O rdum uz daha yeni kuruluyordu Birliklerimizin büyük bir bölümü Çerkez E them ’e karşı gönderilmişti. Yunanlıların kuvveti çok üstündü. Ancak, İnönü mevziindeki birliklerimiz büyük bir azimle direndiler 11 Ocak gününe kadar yapılan kanlı çarpışmalar sonucu, Yunanlılar geldikleri yere çekildiler. Güneyde 117 de E them ’m kuvvetleri dağıtıldı Ethem Yunanlılara sığındı Böylece bu ilk düzenli savaş, genç Türk Ordusunun zaferiyle sonuçlandı Birinci İnönü Savaşının zaferle bitmesi T B M M ’nde ve tüm ulusta derin heyecan gösterilerine yol açtı Bu başarı dışarıda da büyük yankılar uyandırdı Rusya son duraklamalarını bırakıp TBMM Hükümetine yanaştı. Batıiı 1ar Londra Konferansının toplanm asına karaı verdiler. Batılı Devletler L o n d r a K o n fe ra n sın a , O sm a n lı H ü k ü m e t i ile Y u n a n i s t a n ’ı çağırdılar Davette Osman İr heyeti arasında Ankara temsilcilerinin de bulunması isteniyordu Bu davranışları ile İtilaf Devletleri TBMM Hükümetini meşru saymadıklarını gösterm ek istiyorlardı İstanbul Hükümetinin çağrılması T B M M çevrelerinde kızgınlık yarattı Uzun yazışmalara rağmen, Batılı devletler karar larmdan dönmediler Hariciye Vekili Bekir Sami B e y ’in başkanlığındaki kurul L ondra’ya gönderildi İstanbul Hükümeti de Tevfik Paşayı gönderdi 23 Şubat günü toplanan konferansta İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşmasının esaslarına dokunmayan bazı değişikliklerle getirdikleri projeyi Tüıklerin ve Yunanlıların önceden kabul etmesini ileri sürdüler Türk heyeti, ilk olarak A n adolu’nun boşaltılmasını istedi ve Misak-ı Millimizi izah etti. Yunanlılar ise, ne A n adolu’nun boşaltılmasına razı oldular ne de değişiklikleri kabul ettiler Konferans bir sonuç vermeden dağılmış ve bunun üzerinden on gün geçmeden Yunan orduları bütün cephelerden taarruza geçmişlerdi Bu olumsuz sonuca rağmen Londra Konferansı TBMM için bir başarıdır Her şeyden önce Batılı bağlaşıklar Anadolu ihtilalini hukuki alanda da tanımışlardı Hele İstanbul temsilcilerinin söz hakkını A n k ara’ya bırakması, bundan sonraki diplomatik iliştiler bakımından son derece elverişli bir ortam yaratmıştır: İtalyan- Fransız çıkar birliği Yunan-İngiliz ortaklığının karşısına dikilmiştir Böylece I ürkler İtalyanlarla Fıansızlara yaklaşm aya başlamışlardır: Nitekim Konferans dağıldıktan som a Bekir Sami Bey, Londra’da İtalyanfar ve Fransızlarla birer sözleşme imza lam iştir Fransızlarla 11 Mart 192l ’de yapılan sözleşm eye göre: savaşa son verilecek ve tutsaklar karşılıklı olarak serbest bırakılacak güney sinirimiz kesin olarak tesbit edilecekti Fransızların bu fedakârlıklarına 118 karşılık güneyde onlara bazı iktisadi kolaylıklar sağlanacaktı 12 M art’ta İtalyanlaıia yapılan sözleşmede de aynı hükümler vardı. İngilizlerle de yalnız tutsakların bırakılması yolunda biı sözleşme yapılmıştı. Fakat, bu sözleşmede İngilizlere, savaş suçlusu saydıkları Türk tutsaklarını serbest bırakm am ak hakkını veren bir hüküm eklenmişti Bekir Sami B e yan yaptığı sözleşmeler Hükümet tarafından çok olumsuz karşılandı Sözleşmeler Devletimizin sıkı sıkıya sarıldığı ve geıçekleştirmek istediği tam bağımsızlık ilkesine aykırı idi Bu nedenle sözleşmeler kabul edilmedi 2-îkinci İnönü Savaşı (23-31 Mart 1921) Londra K o n fe ra n s ın d a Türklere önerilen barış taslağı kabul edilmeyince özellikle îngilizler T B M M ’ne baskı yapabilmek için Y unanlılan yeni bir saldırıya kışkırtmaya başladılar Yunanlılar da Birinci İnönü savaşındaki başarısızlıklarım örtmek ve Sevr Barışı ile kazandıkları imkânlardan yararlanmak için saldırıya hevesliydiler. Onlar ayrıca Türk O rdusuna gelişme zamanı bırakmanın da sakıncalı olduğu kanısındaydı lar Bu nedenlerle yine saldıııya geçtiler Savaş İnönü- Afyon arasındaki bölgede yapıldı Yunanlılar ilkinden daha üstün kuvvetlerle 23 M art sabahından itibaren Bııısa’dan İnönü İstikametine ilerlemeye başladılar İki saldırının da püskürtülmesi üzerine Yunan kuvvetleri çıkış mevzilerine çekilmeye başladılar Güneydeki çok üstün Yunan birlikleri, kuzeydeki esas kuvvetlerin yenildiğini anlayınca Afyon’u işgal ettikleri halde hızla geri çekildiler Böylece Afyon da kurtuldu İkinci İnönü Savaşının da zaferle bitmesi, um utlan daha d a artırdı Her iki savaşta da Batı Cephesi Komutanı bulunan İsm et (İnönü) B e y ’in rütbesi 31 M a rt’ta Tuğgeneralliğe yükseltildi Birinci ve İkinci İnönü zaferleri, Sovyet Rusya ile 16 M art 192î 'de Moskova dostluk antlaşmasının imzalanmasını sağladığı g ib i, Fransa’nın ve İtalya’nın da politik bakımdan İngiltere’den ayrı bir politika izlemesine sebep olmuştur Fransa anlaşm ak üzere, Frank!in Bouilloıı’u Türkiye’ye karşılıklı görüşmelerde bulunmak üzere göndermiştir İtalyaniar ise, daha anlayışlı davranarak işgal ettikleri bölgelerden çekilmişlerdir 119 İkinci İnönü zaferinden sonra beliren uygun durumdan yararlanm ak isteyen bazı komutanlar, güneydeki Yunan kuvvetlerini imha etmek için harekete geçtiler, Ancak, İnönü savaşlarından yorgun çok yorgun çıkan, m evcutlan azalmış birliklerimiz, destek almış, dinç ve güçlü Yunan kuvvetlerini, mevzilerinden söküp atamadılar, Böyiece bu iki ufak çaplı savaş bir olumlu sonuç almamadan bitti 3-Kütahya ve Eskişehir Savaşları (10-24 Temmuz 1921) İnönü Savaşlarında savunma taktiği uygulamak zorunda kalan ve Aslıhanİar- Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldın gücü olmadığını ortaya koyan Türk ordusunun durumundan yararlanmayı düşünen Yunan Genelkurmayı daha güçlü birliklerle, İnönü,Eskişehir. Afyon ve Kütahya atasındaki çizgide bulunan mevzilerimize yüklenerek buraları işgal etmek ve gerekirse A n k ara’ya kadaı ilerlemeyi planlıyordu Yunanlılar bu amaçla yeni birliklerle iyice güçlendiler ve 10 T'emmuz’dan itibaren büyük saldırıya geçtiler Şiddetli çarpışmalar oldu Ancak gerek insan gücü gerekse araç ve gereç j ö n ü n d e n Türk kuvvetlerinden çok üstün durumda bulunan Yunanlılar birçok je tle ri işgal ettiler. Afyon,Eskişehir, Kütahya, Bilecik,, art arda düşman eline geçti Mustafa Kemal Paşa kuvvetlerimizin S akarya’nın doğusuna kadar çekilmesini gerekli gördü. Böyiece zaman kazanılacaktı. O rdum uz geri yürüyüşe geçerek 25 T em m uz 1921 ’de tamamen Sakarya N e h r i’nin doğusuna çekildi. Bu harp yönetimi bakımından isabetli bir karardı Kütahya- Eskişehir Savaşlarında Türk ordusunun kayıpları büyüktü 4 0.00 0’ne yakın silahlı kuvvetimiz yok olmuştu Ayrıca ataç ve gereç kaybımız da büyüktü. 4-Mustafa Kemal P aşa’nın Başkom utanlığa Seçilm esi ve Tekâlif-i Milliye Emirleri « Yunanlıların ilerlemesi yurt içinde ve dışında büyük yankılar yaratmıştı T B M M ’nde, ordunun geri çekilmesi ve komutanlar eleştirilmişti Bu durum karşısında herkesin üstünde durduğu çare olağanüstü önlemlerin alınması idi Bundan sonra yapılacak savaşlar, Türk ulusu için ölüm- kalım mücadelesi olacağından, buna ülkenin tüm gücü ile hazırlanması artık bir zorunluluktu. 120 Mustafa Kema! Paşaya inananlar, bu ağır işin altından yalnız O ’nun kalkabileceğini biliyorlardı TBMM uzun tartışmalardan sonra 5 Ağustos 1921 ’de Mustafa Kemal Paşanın “ Türk Orduları B aşkom utanı” olmasını ve vereceği emirlerin kanun niteliğinde bulunmasını kararlaştırmıştı Türk Ordusu insan gücü bakımından Yunan ordusundan az olmakla beraber savaş yeteneği üstündü. Yunan ordusu İngiltere İmparatorluğunun bütün kaynaklarından faydalanıyordu Türklet bu bakımdan yalnız kendi olanaklarıyla yetinmek zorunda idi - ■ Mustafa Kemal Paşa, M eclis’ten aldığı yetkiye dayanarak orduya yardım için on emir yayımlamıştı Her il ve İlçede “ Tekalif-i M illiye L (Milli Yardım Kuruluşu) meydana getirilmiş, Türk Ot duşu’n un donatımı için tüm milleti yardım a çağırmıştı. Her Evden birer kat çamaşır, çorap ve çarık isteniyordu Tüccarın elindeki her çeşit malın % 4 0 ‘nm karşılığı sonra ödenmek üzere orduya vermeleri bildiriliyordu Arpa, buğday ve öteki tahıllara da ei konmuştu Türk Ordusu ancak böylelikle ve bu çeşit yardım larla biraz olsun donatıiabilmişti. 5-Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonuçları (23 A ğ u sto s-13 Eylül 1921) Bu yeni saldırıya çok önem veren Yunanlılar hızla hazırlanm aya başladılar. Yunan Kralı Konstantin A nadolu’ya geçti K ü tahya’da yapılan son bir toplantıdan sonra, Y unan kuvvetlerine S ak ary a’yı aşarak A n k ara’ya ilerlemeleri emri verildi Mustafa Kemal’in Başkumandanlık Savaş Yönetim yeri, savunma hattının çok yakınında, A lag ö z’de idi. Savaş Sakarya bölgesinde 110 Kilometrelik bir alanda 22 gün aralıksız siirdü Asıl çarpışmalar 23 Ağustos’ta başladı, şiddetli çarpışmalar sonunda (5 Eylül 1921) Yunan ordusu yıpranarak saldırıyı sürdürme yeteneğinden yoksun kaldı. Üzerlerine yapılan saldın sonucunda 1.3 Eylül’de Sakarya’nın doğusunda hiçbir düşman askeri kalmadı Ancak Türk O rdusu’da bu çok uzun savaşta yıprandığı için düşmanı daha fazla izleyerek yok etmeğe girişmedi Fakat düşman artık saldırı gücünü bir daha toparlayamayacak kadar yıpranmıştı Sakarya M eydan Savaşı Türk devletinin genç tarihine, dünyada eşine pek az rastlanan büyük bir zafer olarak geçmiştir. 121 TBMM, Sakarya Meydan Savaşî’nı kazanan B aşk om utan’a 19 Eylül 1921 ’de “G azi” unvanı ile müşirlik (mareşallik) rütbesini verdi Sakarya Zaferinden sonra siyasal alanda büyük bir etkinlik başladı. Bu kez Yunanlılar, Türk O rdusu’nun saldırıya geçeceğinden korkarak endişelenmişlerdir. Batılı bağlaşıklarından , özellikle İngilizleıden yardım istediler Ancak artık kimseden yardım alamadılar Bu sıraiaıda Rusya ile aramızdaki ilişkiler daha olumlu hale geldi 26 Eylül ! 921 'de Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan devletlerinin temsilcilerinin katıldığı bir konferans düzenlendi K ars’ta yapılan bu toplantıda TBMM Hükiimeti’ni Kâzını Karabekir Paşa başkanlığında bir heyet temsil etmiştir Konferans 13 Ekim 1921 ‘de bir antlaşmayla bitmiştir Kars Antlaşmasına göre: Taraflar birbirlerine zorla kabul ettirilmek istenen antlaşmaları benimsemeyecekler Azerbaycan, Güıcistan ve Ermenistan Türkiye’nin tanımadığı bir barış antlaşmasını tanımayacaktır Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan kapitülasyonların kaldırılmasını zorunlu görüyordu Boğazların ticarete açılması, İstanbul’un güvenliğinin sağlanması her iki tarafça benimsenmişti Taraflar arasında genel bir af çıkarılacak, İletişimi güçlendirmek İçin telgraf ve demiryolunun geliştirileceği de vurgulanmıştı M oskova antlaşmasının bit tekrarı gibi gözüken bu antlaşma taraflar atasında olan soıunları çözümlemiştir. Fransız Hükümeti Frank!in Bouillion’u (Fratıklen Buyon) A nk ara'ya gönderdi Sakarya Savaşı öncesinde A n k ara’ya gelen Bouülion ile görüşmeleri bizzat Mustafa Kemal Paşa yaptı Bouillion Mustafâ K em a l’in kararlı tutumu karşısında biraz daha imtiyazlı biı anlaşm a yapabilm ek için A nkara’dan ayrıldı Zira Y ı l a n l ı l a r büyük bir hazırlık içinde idi Ancak Sakarya Savaşı lehimize sonuçlanınca 20 Ekim 19 2 1’de TBMM ile Fransa Hükümeti arasında Ankara Îtilafnaınesr imzalandı kuvvetleri bu hattın kuzeyine, Fransız kuvveti de G üneyine çekilecektir Her iki taraf ta çekildiği bölgede af ilan edecektir İskenderun ve Antakya için özel bir yönetim sistemi oluşturulacak burada resmi dil Türkçe olacak, Türk halkının kültürünü geliştirmesi için her türlü önlem alınacaktır 122 Bu antlaşma İle G üney sınııtavındaki savaş sona ermiş, bu bölgedeki kuvvetler Bat! C ep hesi’ne kaydırılmıştır Fransa çekilirken birçok silah ve cephanesini de Türklere bırakmıştır 6-Büyük Taarruz ve Dumlupmar Meydan M uharebesi (2630 Ağustos 1922) Sakarya Zaferinden sonra TBMM içinde ve dışında herkes. Başkomutan Mustafa Kemal Paşanın çevresinde birleşmişti O ’na kaışı olanlar, kesin sonuçlu bir taarruza geçmek için sıkıştırıyorlardı. Mustafa Kemal Paşa ve yakın arkadaşları O rd u ’nun Sakarya Savaşı iie yitirdiği pek çok malzemesini tamam lam adan ve onu bir taarruz gücü durumuna getirmeden girişilecek bir hücumun başarısız kalabileceği ihtimalini düşünüyorlardı Bu nedenle dikkat ve hızla çalışmak, bir yandan da düşm anda hiçbir şüphe uyandırmamak gerekiyordu Böyiece Mustafa Kemal Paşa T B M M ’nde ne zaman ve nasıl taarruz edileceğini kesinlikle belirtmiyordu Doğu ve Güney Cephelerindeki birliklerin bir bölümü, gerekli araç ve donatımları ile, sessizce ve büyük bir düzen içinde Batıya kaydırıldı İstanbul’daki depolardan büyük bir gizlilikle pek çok silah ve cephane deniz yoluyla A nado lu’ya kaçırıldı İtilaf Devletleri 22 Mart 1922’de Türkiye ve Y un anistan’ın atalarında Mütareke yapmalarını bildirdiler Yunanlılar Afyon-Eskişehir dem iryolunun doğusunda savunmaya geçmişlerdi Batı C ephesi’nin hazırlığı umut verici bir biçimde ilerlediğinden Başkomutan Mustafa Kemal Paşa yakın bir zamanda taarruz edileceğini ordu ileri gelenlerine açmış ve taarruz kararını 1922 yılı Haziran ayında vermiştir Başkomutan , tem m uz sonunda A kşehir’deki Batı Cephesi Karargahına giderek komutanlarla tekrar görüşmüş ve A nkara’ya dönmüştür Taarruz hazırlıkları tamamlandıktan sonıa en son güne kadar Yunan O rdusuna bu konuda hiçbir şüphe verilmemesi, yapılacak harekatın tam bir baskın biçiminde olmasını sağlamıştır 26 Ağustos 1922 sabahı, hazırlanan taarruz plânı uygulanm aya konulmuş, İngilizlerin geçilemez dedikleri Yunan mevzileri tüm olarak 123 ele geçirilmişti 31 A ğustos’a kadar süren çok şiddetli çarpışmalar sonucunda. Yunan kuvvetleri Doğudan ve Güneyden 2 ve İ Ordularımızla,. Kuzeyden ve Batıdan süvari Kolordumuzla kuşatılarak Dumlupmar kuzeyindeki Aslıhanlar bölgesinde yok edildi Bu çarpışmaların tümüne Dum lupınat Meydan Savaşı denilir 30 Ağustos günü. Yunan Ordusunun asıl kuvvetlerinin tüm olarak yok edildiği ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşanın doğrudan doğruya yönettiği büyük savaşa ise il Başkomutan Savaşı" (Başkumandan M uharebesi) adı verilmiştir Başkomutan, savaşın ertesi günü Genelkurm ay Başkanı Fevzi (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) ve Ordu komutanları Yakup Şevki (Subaşı) ve N urettin(Sakalh) Paşalarla, Y unan kuvvetlerinin yok edildiği Çal köyü dolaylarındaki durumu inceledikten som a gerekli tedbirleri aldı ve düşmanın am an verilmeden izlenmesini, denize dökülmesini emretti: “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir ileri” Takip harekâtının büyük bir hızla yapılması, Batı bölgelerinde bulunan ve savaşa henüz katılmayan bazı düşman kuvvetlerine toparlanma imkanı vermemişti Batıya ilerleyen ordularım ız 9 EylüPde î z m i r e girdi Kuzeydeki birliklerimiz, önlerindeki Yunan birliklerini Mudanya ve Bandırma yöresine sürdüler 11 EylüPde Bursa kurtuldu Tutsak edilenler dışında kaçabilen düşman askerleri Bandırma ve Kapıdağı yaıım adasından gemilere binerek, perişan bir durumda yurdumuzu terk ettiler 18 Eylül 1922’de Batı A nadolu’da hiçbir Yunan askeri kalmamıştı 26 A ğustos’ta başlayan büyük Taarruz, 15-20 gün gibi kısa bir sürede 200.000 kişilik Yunan Ordusunun yok edilmesi ve Batı A n a d o lu ’nun tüm olarak temizlenmesi ile sonuçlanmıştı 124 III.BÖLÜMrMUDANYA MÜTAREKESİNDEN LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASFNA A -M U D A N Y A M Ü T A R E K E S İ ( 3 -U E K İ M 1922) Eylül 19 2 2 ’nin ortalarına gelindiğinde tüm Bati Anadolu Yunan işgalinden kurtarılmış ve sıra Yunan işgalinde bulunan D oğu T r a k y a ’nın ve İtilaf Devletlerinin kontrolünde bulunan İstanbul’ un kurtarılmasına gelmişti TBMM Orduları bu amaçla Ç a n a k k a l e ’ye doğıu ilerlemeye başlamışlardır. Türk ordusunun ilerlemesi karşısında İngiiizler, bir yandan Çanakkale Boğazındaki kuvvetlerini artırırken, diğer yandan da müttefikleri ve dominyonlarından herhangi bir çatışma durum unda yardım talep etmişlerdir Ancak dominyonlardan sadece Yeni Zelanda bu yardım çağrışma olumlu cevap verirken, A vrupa’daki müttefikleri olan Fıansa ve İtalya kesin olarak yardım göndermeyeceklerini açıklamışlardır Mütareke görüşmelerinin nerede ve ne zaman yapılacağının yoğun olarak tartışıldığı günlerde Türk birlikleri tarafsız bölgeye girmişler ve Çanakkale yakınlarındaki Erenköy’ü işgal etmişledir Türk 125 ve İngiliz kuvvetlerinin karşı karşıya geldikleri ve doğrudan bir çatışma ihtimalinin belirdiği bu günlerde İngiliz generali Harrington, L on dra’dan aldığı talimata rağmen askerlerine ateş emri vermemiş ve Türk birlikleri Çanakkale ye saldırmadıkça herhangi biı çatışmaya gir ilmemesini istemiştir Aynı günlerde İzmir’de Fransız Franklin Boullin ile bir görüşme yapan Mustafa Kemal Paşa da askeri harekatın durdurulmasını kabul etmiştir Böyiece “Ç anakkale Olayı” olarak bilinen gergin günler M udanya da ateşkes görüşmelerinin başlamasıyla şimdilik sona ermiştir M udanya'daki görüşmeler 3 Ekim 1922’de, saat 15 15’te başlamıştır. G örüşmelerde TBM M Hükümeti Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa tarafından temsil edilirken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da görüşmeler boyunca M u d a n y a’da kalmışlardır İngiltere General Harrington, Fransa General Charpy ve İtalya da General Monbelli tarafından temsil edilmişlerdir Görüşmelerle doğrudan ilgili durum da bulunan Yunanistan ise General Mazakaris ile Albay S ariyan is’i görevlendirmesine kaışın Yunan delegeler görüşmelere doğrudan doğruya katılmamış ve gelişmeleri M udanya açıklarındaki bir gemiden izlemekle yetinmişlerdir Zaman zaman gergin anların yaşandığı , hatta görüşmelerin kesilmesi ihtimalinin doğduğu ve bu nedenle Tüık Ordusunun yeniden harekat lıazı İlıklarını giıiştiği mütareke görüşmeleri 1 1 Ekimde uzlaşmayla sonuçlanmıştır 14 şunlardır: Maddelik Mudanya Mütarekesinin önemli hükümleri 1-Mütareke imzalandıktan üç gün soma, 14/15 Ekim gecesi yürürlüğe girecektir 2 - T ürk ve Yunan kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma sona erecek tir 3-Yunanlılar Doğu T rakya’yı mütarekenin imzalanmasından som a 15 gün içerisinde boşaltacaklardır. Yunanlıların boşalttıkları yeıleı. önce İtilaf Devletleri temsilcilerine, sonra bu temsilciler aracılığıyla 30 gün içerisinde TBMM yönetimine bırakılacaktır 126 4-Baıış antlaşması imzalanıncaya kadar T üık ordusu T rakya’ya geçemeyecektir. Buna karşılık iç güvenlikle ilgili olarak sayısı 8 0 0 0 ’i aşmayacak bir ja ndarm a kuvveti gönderilebilecekti 5-Barış antlaşmasının imzalanmasına kadar M eriç’in sağ sahili ve Karaağaç İtilaf Devletlerinin işgali altında kalacak ve Türk kuvvetleri Çanakkale Boğazi ve İzmit'te belirlenen çizgiyi geçemeyeceklerdi: 6 -B an ş antlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul ve B oğazlar’da Yunanistan dışındaki İtilaf Devletleri birlikleri varlıklarım devam ettireceklerdir İngiİteıe’nin Türk görüşünü kabul ettiği ve T rakya’nın savaş yapılmadan kurtarıldığı M udanya Mütarekesiyle Osmanlı Devleti de bir anlamda tümüyle devre dışı kalmış ve hukuki varlığını yitirmiştir Mütarekeyi Önce kabul etmek istemeyen ve imzalamayan Y unan Hükümeti ise destek bulamamış ve sonuçta 14 Ekimde imzalamak zorunda kalmıştır Bu arada T B M M Doğu I ra k y a ’mn teslim alınması ve orada Türk yönetiminin kurulm asıyla ilgili olarak Refet P aşa’yı görevlendirmiştir Refet Paşa 19 Ekim de TBMM temsilcisi olarak İstanbuPa girmiş ve halkın büyük coşkusuyla karşılanmıştır Mudanya Mütarekesi Türkiye ve Yunanistan kadar İngiltere için de önemli sonuçlar doğurmuştur Doğu Akdeniz politikası iflas eden İngiltere’de Başbakan Lloyd George istifa etmek zorunda kalmış ve Yunan destekçisi bu devlet adamının politik yaşamı sona ermiştir Mudanya Mütarekesiyle Türk-Yunan çatışmasının sona erdirilmesi ve Doğu Trakya’nın kurtarılması gerçekleşirken, İstanbul ve B o ğazlat’da Türk denetimi kurulamamıştır Gerek Boğazlarda kontrolün sağlanamaması ve gerekse Trakya’ya ordu geçirilememesi, barış konferansı öncesinde Türk tarafının pazarlık gücünü sınırlandırmıştı Gerçekten de Türk far afi Lozan Konferansı boyunca bu sıkıntıyı yaşamak zorunda kalmıştır 127 B -LO ZAN BARIŞ KONFERANSI: 1 )HazırltkIar Baıış görüşmelerinin başlaması öncekinde Ankara, aynı tarihleıde iç içe girmiş ve biıbitleıiyle doğrudan ilgili üç önemli sorunla karşı karşıya kalmıştır. Hemen hemen aynı günlerde gündeme gelen ve T B M M ’ni meşgul eden sorunlardan ilkini, görüşmelerin nerede yapılacağı ve ne zaman başlayacağı konusu oluşturmuştur. TBMM Hükümeti daha M udanya Mütarekesi görüşmeleri devam ederken İtilaf Devletlerine verdiği bir nota ile barış konferansının 20 Ekim 1922’de İzm ir'de toplanmasını teklif etmiştir Ancak Müttefikler bu teklife sıcak bakmamışlar ve konferansla ilgili olarak kendi aralarında görüşmeleri sıklaştıı atışlardır. Sonuçta barış konferansının 13 Kasım 1922’de L ozan'd a toplanması konusunda fikir birliğine varmışlar ve 27 Ekim 1922 tarihli bir nota ile de kararlanın hem TBMM H üküm eti’ne, hem de İstanbul H ükümeti’ne bildirmişlerdir İtilaf Devletlerinin verdikleri nota ile konferansın nerede ve ne zaman başlayacağı konusu açıklık kazanırken, aynı günlerde konferansa hem T B M M Hükümetini İn, hem de Osmanlı H ük üm eti’nin davet edilmesiyle yeni bir sorun çıkmıştır L ozan’da yapılacak olan barış görüşmelerine her iki hükümetin de davet edilmesi, Türk milletinin görüşmelerde hangi hükümet tarafından temsil edileceği sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur Başkomutan ve Meclis Başkam Mustafa Kemal Paşanın kısa bir süıe önce TBMM Hükümetinin tek temsilcisi olduğunu açıklamasına rağmen, İstanbul Hükümeti sadrazamı Tevfik Paşa, bu yaklaşımı görmezlikten gelmiş ve konferansta izlenecek ortak ilkeleri tespit etmek amacıyla bir telgraf çekmiştir T B M M ’ni geçici bir kurul olarak gören ve artık görevinin sona erdiğine inanan İstanbul’daki bazı çevrelerin. T B M M ’nin açılmasıyla birlikte A n adolu’da yeni biı Tüık devletinin kurulduğunu lıaia anlamamış olmaları ya da bilerek görmezlikten gelmeleri, bu çevrelerin gerçeklerden n e d e n li uzak politikalar izlediklerini göstermesi açsından son derece yararlı olmuştur İstanbul Hükümetinin konferansa katılmak istemesi ve elde edilen askeri ve siyasi zafere ortak olmak girişimlerinde bulunması, İstanbul Hükümetinin yanı sıra Saltanat kuruntunun da varlığını tartışılır 128 hale sokmuştur Kurtuluş savaşı yıllarında iç ve dış koşulların uygun olmaması nedeniyle saltanata karşı doğrudan doğruya olum suz bir tavır sergilemeyen ve batta zaman zaman bağlı olduğunu açıklayan, bununla birlikte saltanat kurumunu kaldırmak için uygun bir fırsat kollayan Mustafa Kemal Paşa, M eclis’te O smanh Hükümetine karşı doğan tepkiyi iyi değerlendirin iş ve sorunun tümden çözümü için saltanatın kaldırılmasını gündeme getirmiştir İstanbul Hükümetim in girişim lerine Saltanata ve Hilafete yakın mebusların bile tepki gösterdikleri bir dönemde Mustafa Kemal P a şa ’nm telkinleriyle Dr Rıza Nur Bey ve arkadaşları Saltanatın kaldırılmasına dair hazırladıkları teklifi Mecİis’e sunmuşlardır 1 Kasım 1922’de M eclis’te yapılan oylamayla Saltanat kaldırılmış ve böylelikle 600 yılı aşkm bir süre yönetim de bulunan Ösmanlı hanedanının egemenliği sona ermiştir1 Saltanatın kaldırılmasından kısa bir süre sonra Tevfİk Paşa da sadrazamlık görevinden istifa ettiğini açıklamış ve İstanbul Hükümetinin konferansa katılma ihtimali tümüyle ortadan kalkmıştır Bu gelişmeler karşısında İtilaf Devletlerinin “ bizim için sorun yok, farketm ez” şeklinde tavır sergilemeleri, artık onların da O sm anh Devleti’nin tükendiğini ve T B M M ’nîn sürekliliğini kabul etmelerini göstermesi bakımından önemlidir Barış konferansı öncesinde TBMM, İstanbul H ükümeti’niıt barış konferansına katılmaması için yoğun bir uğraş verirken, aynı günleıde bir başka sorunla, T B M M ’ni temsil edecek heyetin kimlerden oluşacağı ve bu heyetin başkanının kim olacağı sorunuyla karşı kaışıya kalmıştır Heyet başkanlığı için Vekiller Heyeti Reisi (Bakanlar Kurulu Başkanı) Rauf Bey başta olmak üzere Yusuf Kemal Bey, Fethi Bey ve hatta Kazım Karabekir Paşa gibi Milli Mücadele yıllarının önd e gelenlerinin isimleri gündem e gelmiştir Özellikle daha önce Mondros Mütarekesini imzalamış olan Rauf Bey açısından Lozan’a gitmek son derece önemli bir olay haline gelmiştir Rauf Bey baıış konferansına katılarak hem Mondrosla ilgili olarak geriye dönük eleştirilerden 1 1 K asım 1 9 2 2 "d e d o k u n u lm am ış m ensup bir V alıideltİn"in ve k işinin kabul h alifeliğe g e tirilm esi 17 K a s ı m edilen kanun T B M M ’nin ile kararlaştırılm ıştır 1 9 2 2 d e b îr h ilafet belirleyeceği Son k ııru m u n a O sm anlı şim dilik hanedanına padişah konum undaki İngiliz g e m isiy le yurttan ay rılm asın d an s o m a İS K a s ı m 1 9 2 2 ’d e T B M M , A b d ü i m e c i t H f e n d i ' y i h a l i f e l i ğ e g e t i r m i ş t i r 129 kuvUilabilecek, hem de daha önce mağlup taraf olarak muamele gördüğü Batıklarla hesaplaşma imkanını bulabilecekti Bütün bunlara karşın Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşamın kafasında çok faiklı bir isim vardı Bu kişi M udanya Mütarekesi görüşmelerinden başarıyla çıkan ve hemen her konuda Mustafa Kemal Paşamın güvenini kazanmış olan İsm et P aşa idi M ustafa Kemal Paşa"mn Heyet Başkanhğı için Rauf Bey yerine İsmet P aşa1yi tercih etmesinde çeşitli etkenler ıol oynamıştır Her şeyden evvel Rauf B e y ’in Vekiller Heyeti Reisi görevinde bulunması, onun L o za n 'a gitmesi için bit engel teşkil etmekteydi Çünkü Lozan Konferansı , H a r ic iy e Vekilleri (Dışişleri B akanlan) dü ze y in d e toplanacaktı ve İtilaf Devletleri bu düzeyde yetkililerini konferansa göndereceklerdi Bu nedenle de TBM M H üküm eti’nin Hariciye Vekili düzeyinde temsil edilmesi diplomatik açıdan daha uygundu ö t e yandan Mustafa Kemal Paşa yurt dışında gerçekleşen ve kendisinin sınırlı etki yapabileceği bir konferans için en çok güvendiği bir kişinin orada bulunmasını daha uygun görmekteydi M eclis’tek-i- m uhalif İkinci G r u p l a dirsek teması içinde bulunan Rauf B ey’in Mustafa Kental P aşa1ya bu yönde güven verdiğini söylemek mümkün değildi Buna karşılık İsmet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın direktiflerine uyma konusunda güven telkin etmekteydi ve bunu da M ud anya’da yapılan mütareke görüşmeleri sırasında kanıtlamıştı Ayrıca İsmet Paşa;Batı karşısında eziklik duymayan , Osmanlı diplomasi geleneğinden gelmeyen yeni tip bir devlet adamıydı ve Batılıiar karşısında hiçbir kompleks taşımıyordu. Bu niteliği İngilizlere yakınlığı ile bilinen Rauf B ey’e karşı bit- avantaj oluşturmaklaydı Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat ve Fevzi Paşalarla, Yusuf Kemal Bey. R a u f Bey ve İsmet Paşa’nm da görüşlerini aldıktan sonra İsmet P aşa’nm heyet başkanı olmasıyla İlgili kararını açıklamıştır. 24 E kim ’de Yusuf Kemal Bey Hariciye Vekilliğinden istifa etmiş ve yerine İsmet Paşa getirilmiştir Vekiller Heyeti tarafından saptanan Türk delegasyonu- şu kişilerden oluşmuştur: Baş delege İsmet Paşa (İnönü), İkinci delege Dr, Rıza Nur Bey ve diğer delege eski iktisat vekili Haşan (Saka) Bey idi; Tüık heyeti sadece bu isimlerden ibaret değildi Bu isimlere ek olarak geniş bir danışmanlar grubu oluşturulmuştur Bu isimlerin bazıları şunlardır: Celal (Bayar), Zekai (Apaydın), Muhtar (Çilli), Veli (Saltık), Zülfü (Tigrel, Münir 130 (Ertegün), Tevfik (Bıyıkhoğlu), Şükrü (Kaya), Hikmet (Bayur), Fuat (A ğ ıa h ), Talıir (Taner) Ruşen Eşref (Ünaydhn), Y ahya Kemal (Beyath) Beyler, Lozan için hükümet tarafından kesin şekli verilen heyetin TBMM tarafından onaylanmasından sonra söz alan İsmet Paşa barış konferansında savunacakları temel İlkeleri şu konuşmasıyla açıklamıştır: ‘A rkadaştın yü ksek h eyetin izin gü ven in i kazanarak barış kon feransına heyetim iz g id iyo r., H eyetim izin A v ru p a ’da takip ed eceğ i davaların esas ya tla rı, şim diye kadar dünya tarafından bilinm ektedir, Bu, m illetim izin öteden beri m illi istekleri yolu n da takip ve tespit e ttiğ i yoldur ki, M isak-ı M illi ile açıklanmıştır,, Binaenaleyh M isa k -ı M illi ve yü k se k heyetinizin siyasetim ize esas olarak kab u l ettiğ i anlaşm alar bizim h areket lıattm uzın esasını te şk il eder, M isak-ı M illi ile yapılm ış an laşm alar çerçevesin de h aklarım ızı savunacağız, Ü m it ediyoruz ki, h ak ve h akikat dünyada o kadar ileri g itm iştir k i istek lerim izi k olaylıkla açıklam aya m u vaffak olacağız, İnşallah b a rış kon feran sı in saniyetin , hakkı kabu l h usu sun da çok insaflı ve çok ile ri olduğuna şa h it olur H eyetim iz için yü k se k M eclisin daim i ya rd ım la rı ila h i k a ra tın belirm esin e vesile o la c a k tır”, İsmet P a şa ’nın bu sözlerinden konferanstan umutlu ve Batılı devletlere bakışının iyimser olduğu anlaşılmaktadır Ancak kısa zamanda bu iyimser hava yerini gerginliğe ve umutsuzluğa bırakacaktır Heyetin kesinleşmesinden sonra Lozan’da ele alınması geıeken konular üzerinde çalışmalara hız verilmiş ve Türk tezinin özeti şeklindeki 14 maddelik talimatname hükümet tarafından heyete verilmiştir Bu talimatname şöyledir; 1-Doğu Sınırı: E rm en i yurdu bahis konusu olam az Olur ise gör ü ş m eler kesilec ektir, 2 - Irak Sınırı: S üleym an iye, K erkük ve M u su l sancaklar t istenecektir. K on feran sta bundan fa rk lı olarak o rta ya çıkacak gü çlü kler için Vekiller H eyetVm len ta lim a t alınacaktır, P etro l vesait e im tiyazları sorununda İn giliztere bazı ekon om ik çıkarlar sağlanm ası görü şü lebilir 131 3 -S u rîy e Sınırı: Bu sim im dü zeltilm esin e m ü m kün olabildiğin ce çalışılacak ve bu sınır şöyle o l a c a k t ı r R e ’s ü l’a y ıt’dan haşlayarak Hurim, M ü slim iye, M eskene ve sonra F ırat yo lu D eyrizor, çö l ve n ih ayet M u su l V ilayeti gü ney sınırına ulaşır, 4 -A d a la r : D urum a g öre h areket edilecek ve kıyılarım ıza p ek y a k u t m eskun olan ve olm ayan adalar derh a l ilhak edilecek, haşarı eld e edilem ediği takdirde A n k a ra ’dan sorulacaktır, 5-Trakya çalışılacaktır Batı Sınırı: 1914 sınırının elde edilm esin e 6 -B atı T ra k y a : M isak-ı M illi m addesi uygulanacaktır, 7-B oğazlarda ve G elibolu yarım adasın da y a b a n a askeri k u vvet kabu l edilem ez Eğeı bu konudaki görüşmeler kesilmeyi gerektir ir se kesilmeden önce A n k ara’ya bilgi verilecektir 8-K apitülasyon lar kabu l edilem ez gerekir ise yapılır G örüşm elerin k esilm esi 9 - A zınlıklar ; Esas, m übadeledir, ! O-Düyun-u U m um iye Borçlar m Türkiye den ayrılan m em leketlere dağılım ı Yunanlılara devri, yani tam irata karşılık tutulm ası olm adığı lakdirde 20 y ıl ertelenm esi gerekir D üyım -u U m um iye İdaresi ortadan kalkacaktır G üçlükler çıktığı takdirde A n ka ra ya sorulacaktır 11 -O rdu ve donanm ayı sınırlandıran konu olm ayacaktır 12-Yabancı kurum lar Türk, kanunlar m a tabi olacaklar dır 1 3-T ıirkiye’den ayrılan m em leketler için M isak-ı M illi nin özel m adde s i y ür üt lüktedir 14-C em aatler ve İslam Vakıflar H ukuku eski a ntlaşm alara g öre düzenlenecektir 132 2 -Görüşm elerin Başlaması ve Konferansın Birinci Dönemi Lozan Barış Konferansı 13 Kasım 1922’de başlaması gerekirken. İngiltere’deki siyasal sorunlar (seçimler) ve müttefikler arasındaki görüş ayrılıklarının giderİlememesi nedeniyle ancak, 20 Kasım 1922 ’de başlayabilmiştir. İtilaf devletlerinin temsilcileri, görüşmelerin oldukça kolay geçeceği düşüncesiyle Lozan’a gelmişlerse de, daha ilk günkü konuşmalar sonunda bu düşüncelerinde yanıldıklarını anlamışlardı ' Görüşm elerde İngiltere, Lord Curzon, Fransa Barere, İtalya ise Garroni başkanlığındaki heyetler tarafından temsil edilmişlerdir Bunun yanı sıra Yunanistan Venizelos, Boğazlarla ilgili görüşmelere katılmak için L ozan’a gelen Sovyet heyeti de Çiçerin başkanlığında temsil edilmişlerdi Ayrıca A BD de gözlemci sıfatıyla konferansa katılmıştır Konferansın ilk gününden itibaren tarafların taban tabana zıt am açlara ulaşmak için gelmiş olduklarının anlaşılması ve bunu her fırsatta dile getirmeleri görüşmelerin çok çetin geçeceğinin habercisi olmuştur Türk heyeti elde edilen askeri zafere bir de diplomatik kazancı eklemeyi am açlam akta ve bu nedenle Mudanya M ütarekesi’ni esas almaktaydı Ayrıca Misak-ı Milli gibi zaferlerle güçlendirilmiş bir belgeyi de kullanarak masaya galip taraf olarak oturduğunu yinelemekteydi Buna karşılık İtilaf Devletleri, Konferansı Milli M ücadelenin bir sonucu olarak değil, I Dünya S avaşı’nın devamı olarak görmekteydiler ve bu nedenle de galip ta ra f olduklarını iddia etmekteydiler Bu nedenle de M udanya’nın değil, M o n d ro s’un esas alınması gerektiğine inanmaktaydılar. 2 İsm et P a ş a İsviçre C u m h u rb a şk a n ı M ö sy ü H abb ve İngiliz te m s ilc i L o r d C u r z o n uı ı k o n u ş m a l a r ı n d a n s o n r a s ö z a l m ı ş v e d i p l o m a t i k k u ı a l i a r ı h i ç e s a y a r a k s e r t bir k o n u ş m a y a p m ı ş t ı r İ s m e t Paşa., T ü r k i y e ' n i n t a l e p l e r i n i d i l e g e t i r d i ğ i k o n u ş m a s ı n d a sad e c e k o n f e r a n s a k a tıla n la ra değil, tü m d ü n y a y a h ita p e tm iş v e b a ğ ı m s ı z l ı k il e t o p r a k b ü t ü n l ü ğ ü k o n u s u n d a k i T ü r k g ö r ü ş l e r i n i k a r a r l ı b ir ş e k i l d e d ile g e tirm iştir 133 Törenlerin tamamlanması, yöntem ve şekil sorunlarının çözümlenmesinden som a Lozan Konferansı Usi Şatosu’nda 22 Kasım İ 9 2 2 ’de çalışmaya başlamıştır Üç komisyon kurulmuştur Birinci komisyon arazi ile ilgili sorunlara, askerlikle ilgili işlere ve Boğazların statüsüne bakacaktı ve başkanlığına Loi d Curzon getirilmişti Mali ekonom ik sorunlarla ilgili ikinci komisyonun başkanlığına ise Fransız B aıeıe getirilmişti Üçüncü komisyon ise azınlıklar ve diğer hukuki sorunlarla ilgili işlere bakacaktı ve başkam İtalyan temsilci Garıoni idi Görüşmelerin başlamasıyla birlikte Türk heyeti, İn giltere ile M u sul ve B oğazlar; Fransa ile kapitü lasyonlar , im tiyazlar, O sm anlı b o rç la n ve azın lıkların du rum u ; İtalya ile ise kapitü lasyon lar ve kabotaj gibi konularda karşı karşıya kalmış ve büyük bir çatışma içine girmiştir A yrıca Y unanistan'la da tam irat bedeli, Trakya sınırı (Karaağaç sorunu) ve A h a li M ü badelesi (Etabli) sorunlarında önemli görüş ayrılıkları çıkmıştır Konferansın ilk gününden itibaren Türk tarafı en fazla İngiltere ile karşı karşıya gelmiştir Hemen her konuda İsmet Paşa’nın yoğun itirazı ile kaışılaşan ve böyle bir davranışı da hiç beklemediği anlaşılan İngiliz temsilci Lord Curzon, İsmet Paşa’yı “ Konferanstan bir neticeye varacağız A m a m em nun ayrılm ayacağız, H içbir dediğim izi m a k u l olduğuna, haklı oldu ğun a bakm aksızın kabu l etm iyorsun u z H epsin i red dediyorsu n u z En n ih a yet şu kanaatli vardık ki, n e reddedersen iz h epsin i cebim ize atıyoru z M em leketiniz h araptır İnuır etm eyecek m isin iz? Bunun için p araya ihtiyacınız olacaktır, Parayı nereden bu lacaksın ız? P ara bugün dünyada bir ben de var, bir de yan lın dakiler de,, U nutm ayın ne reddedersin iz h ep si cebim dedir N ereden p a ta bu lacaksınız Eransızhırdan m ı? “ şeklindeki sözlerle tehdit etmesi başta İngiltere olmak üzere, diğer devletlerin konferansa ve Türkiye’ye bakışiaıını göstermesi açısından önemlidir Lord C u rzon’un tutumu ve diğer gelişmeler karşısında konferansın anahtar ülkesi olarak İngiltere’yi gören Türkiye, bu ülkenin kısmen de olsa tatmin edilmesinin gerektiğine inanmaya başlamıştı! Bu nedenle Sovyet R usya’nın tüm tepki ve kışkırtmalarına karşın Boğazlar konusunda İngiliz tezine yaklaşılmış ve bu konuda İngiltere’ye belli oranda taviz verilmiştir Sovyetİer, kendi çıkarlarına uygun olarak 134 Boğazların tümüyle Türkiye’nin egemenliğine bırakılması gerektiğini savunurken., İngiliz'ler bu bölgenin yönetiminin uluslararası bir komisyona bırakılması ve Türkiye ile ilgiii bir takım sınırlamalar getirilmesinin şart olduğunu iddia etmişlerdir Türk tarafı ise konferansın genel başarısı ve diğer konularda İngiltere’nin desteğini alabilmek için, Türkiye'nin çıkarlarına daha uygun görünen Sovyet tezinden uzaklaşmış ve İngiliz görüşünü kabul etmiştir Boğazlar konusunda Sovyet Rusya’nın tüm muhalefetine rağmen ilerleme kaydedilmişse de, bu olumlu adım Türkiye’nin beklediğinin aksine, konferansın bütününe yansımamıştır Ö yle ki Ş u b a t ayı başlarına gelin diğim le M u su l (frak Sınırı), Karaağaç (D oğu Trakya Sınırı) m ali ve ekon om ik konuda, kapitülasyonlar ve Yunanistan *dan istenen ta m ira t bedeli kon u ların daki görü ş ayrılıklar t g iderilem em iştir G örüşmelerde hiçbir ilerleme kaydedilememesi üzerine konferans çıkmaza girmiş ve 4 Şubat 1923’de kesilmiştir Görüşmelerin başarısız olması sonucu Türk heyeti ve diğer heyetler Tozan i terk etmişler ve yeni bir dönem başlamıştır .3-Lozan Konferansının Kesilmesi ve Türkiye’deki Önemli Olaylar 4 Şubat 1923 - 23 Nisan 1923 tarihleri arası Lozan Baıış K onferansının kesilme dönemidir Bu dönemde bir yandan görüşmelerin yeniden başlaması için taraflar birbirlerine yeni projeler sunarken, diğer yandan da Türkiye’nin iç politikası Lozan Konferansı ile doğrudan ve dolaylı ilgili olan çeşitli siyasal ve ekonomik gelişmelere sahne olmuştur Konferansla dolaylı da olsa ilgili bulunan gelişmelerin ilki İ7 Şubat 19.23’te toplanan İzm it İ k tis a t K ongresidir TBMM hükümeti, daha cumhuriyet ilan edilmeden ve rejim sorunu çözüm lenm eden önce, yeni Türk devletinin ekonom ik politikasını belirlemek ve izlenecek ekonomik modeli tartışmak am acıyla bu konferansı toplamıştır Kongrede yabancı sermayeye karşı olunmadığı ve yabancı sermayenin Türkiye’nin kanunlarına uymak şartıyla yatırımlar yapabileceği vurgulanmıştır BÖylece kapitülasyonlardan ve diğer imtiyazlardan 135 vazgeçmeyen İtilaf Devletlerine sosyalist olunmayacağı yönünde mesajlar verilmiş ve bu konuda Batilı ülkelerin rahatsızlığı giderilmeye çalışılmıştır Bununla birlikte yine kongre sonunda kabul edilen M isak-ı İ k tisa d i ile ekonomik bağımsızlığın önemi dile getirilmiş ve Türkiye’nin tam bağımsızlık konusundaki kararlı tutumu, dolayısıyla da kapitülasyonlar ve diğer ayrıcalıkların kaldırılması konusundaki kararlılık Batılı devletjere bir kez daha ifade edilmiştir İzmir İktisat K ongresi’nin devam ettiği günlerde A n k ara’da T B M M ’nde de sıcak saatler yaşanm aya başlanmıştır L ozan’dan dönen Türk H eyeti1nin A n k ara’ya ulaşmasından so m aJ 27 Şubattan itibaren T B M M ’de Lozan Konferansı ile ilgili görüşmelere geçilmiştir. Görüşm elerde m uh alif JI Gruba mensup milletvekilleri (özellikle de Sırrı Bey, Ali Şükrü Bey, Y u su f Ziya Bey ve Durak Bey) heyet ve hükümete seıt eleştiriler yöneltmişlerdi Lo zan ’da verilen bazı tavizlerden memnun olmayan m uhalif mebuslar, başta Musul, Karaağaç ve mali konular olmak üzere İsmet Paşa ve Rauf Bey ’i sıkıştırmışlardır. Meclisteki tartışmalar sırasında Mustafa Kemal Paşa tam anlamıyla heyetten yana bir tavır takınmış ve heyetin meclise değil, hükümete karşı sorumlu olduğunu vurgulayarak, İsmet P a şa ! ya olan güvenini bir kez daha dile getirip tartışmalara son noktayı koymuştur M eclis’te L ozan’la ilgili tartışmaların tamam lanm asından hemen sonra barış gülüşmelerinin yeniden başlaması için yoğun bir çalışma dönemine girilmiştir Türk Hükümeti, İtilaf Devletlerine 8 Mart ta veıdiğİ bir nota ile barış koşullarını içeren projesini açıklamıştır Bu projeye göre Musul, Türkiye ile İngiltere arasında barıştan sonra 12 ay içerisinde görüşülecek, anlaşma olmadığı takdirde Milletler Cem iyeti’ne başvuruiacaktr Karaağaç Y unanistan’a teık edilecektir Yine aynı projede Boğazların statüsü ve azınlıklar konusunda anlaşmazlığın olmadığı açıklanmış; borçlar ve kapitülasyonlar başta olmak üzere ekonomik ve maii konularda Türkiye’nin tutum unun değişmediği ifade edilmiştir Buna göre ' T o z a n d a n İ s t a n b u l ’a g e l e n İ s m e t P a ş a . E s k i ş e h i r ’d e İ z m i r ’d e n d ö n e n M u s t a f a K em al P a şay la b u lu ş m u ş ve birlikte A n k a ra \ a d ö n m ü şle rd i İsm et P aşa ııııı h ü k ü m e t v e m e c l i s t e n ö n c e M u s t a f a K e m a l P a ş a ’\ a a ç ı k l a m a l a r d a b u l u n m a s ı bazı ç e u e l c r c e hoş ka rşıla n m am ıştır 136 kapitülasyonlar tümüyle kaldırılacak, borçlar ise taksim edilerek ödemeler altın para hesabına göre yapılacaktı İtilaf Devletleri ise bu notaya 28 M a ıl'la cevap vermişler ve görüşmelerin 23 N isa m d a yeniden başlayacağım duyurmuşlardır Türk notasının müttefikler tarafından kabul edilmesinden sonra Ankara da konferansla ilgili çalışmalara hız verilmiştir İlk iş olarak 1 Nisan 1923 te Birinci T B M M m de seçimlerin yenilenmesi karar alınmıştır Bu kararın alınmasında dolaylı da olsa Lozan K onferansımın etkisi olmuştur Çünkü konferansın devam ettiği günlerde ve kesilme dönem inde mecliste tartışmalarda muhalif İkinci Grubun olum suz tutumu ve engellemeleri seçimlerin yenilenmesi kararı alınmasında etkili ölmüştür. Çünkü mevcut meclisle imzalanacak olan barış antlaşmasının onaylanması tehlikeye girmiş ve yaklaşık üç yıldır varlığını sürdüren bu parlamento yıpranmış ve yorulmuştu Daha da önemlisi Mustafa Kemal Paşa'nııı kafasında tasarladığı köklü yenilikleri mevcut parlamento ile gerçekleştirmesi im kansız görünüyordu. Bütün bu gerekçelere dayalı olarak Mustafa Kemal Paşa taraftarlarının oluşturduğu Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında mevcut meclisin imzalanacak olan biı antlaşmayı onaylamayacağı dile getirilmiş ve muhalif olan İkinci Grubun etkisini kırmak için meclisin feshedilmesi yoluna gidilmesi kararlaştırılmışta Alınan karar doğrultusunda I TBMM, 16 N isan 1923 te son toplantısını yapmış ve dağılmıştır Barış görüşmelerinin başlamasından hemen önce A nkara'daki konferansla ilgili bir başka gelişme Amerikalı Chester grubuna verilen İmtiyazdır Aııkaıa Hükümeti madenler, petıol kaynaklan, d e m iry o lla rı ve limanlaı la ilgili olarak verdiği bu imtiyazla emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanmak istemiş ve barış görüşmeleri sırasında ABD nin desteğini kazanmayı amaçlamıştır Türkiye bu yolla, özellikle Musul konusunda İngiltere’ye kaışı A B D ’yi kendi tarafına çekmeye çalışmışın Ancak Musul konusunda başarılı olunamayanca. Chester Projesi de hayata geçememiştir 4 Şubattan itibaren 23 N isa n’ a kadar geçen sürede Lozan’ a gidecek olan Türk Heyetİ’ni gerek A nkara’daki m uhalif çevrelere karşı, gerekse L oza n’daki İtilaf Devletlerime karşı güçlendirecek tedbirler 137 alınmış ve bu genişletilmiştir sayede 4-Konferansın İmzalanması L oza n’da Yeniden İsmet P aşa’ nın Başlaması ve manevra alanı Antlaşmanın Konferansın ikinci dönemi tüm heyetlerin L oza n’a ulaşmasından sonra 23 Nisan 1923’de başlamıştır Bu dönem de Tiirk heyetinin başkanı yine İsmet Paşa olmakta birlikte, müttefiklerin heyetlerinde değişiklikler olmuştur. Sir Horace Rumbold İngiltere, General Pelle Fransa ve M ontagna ise İtalya heyetinin başkanı olarak L ozan'a gelmiştir ¡kinci dönem, çeşitli açılardan birinci döneme göre daha farklı bîr nitelik taşımaktaydı Her şeyden önce Türk heyeti yeni dönemde, ilk döneme göre daha rahat ve daha güçlü durumdaydı Heyet, meclisin feshedilmesiyle II Grubun baskısından kurtulmuş ve Mustafa Kemal Paşa nın tam desteğini alarak L ozan’a gelmişti Diğer taraftan birinci dönem görüşmelerinde istediklerini büyük ölçüde elde eden ¡ngüteıe’nin, ikinci dönemde fazla zorluk çıkarması ve konferansa önem veımesi beklenmiyordu Lord C u ızo n ’ un ikinci dönem görüşmelerine katılmaması İngiltere’nin konferansı fazla önemsemediğinin çarpıcı bir kanıtıydı Gerçekten de birinci dönemde ve kesilme dönemindeki girişimlerle İngiltere ile ilgili; arazi, sınırlar ve askeri sorunlar büyük ölçüde çözümlendiği için, İkinci dönem de daha çok mali ve ekonom ik sorunlarla ilgili oturumlara ağırlık verileceği keşindi Sonuçta da beklenildiği gibi olmuş ve Türk heyeti ekonomik ve mali sorunlarda Fransa ve İtalya ile karşı karşıya gelirken, Yunanistan ile de tamirat bedeli konusunda anlaşm azlığa düşmüştür Görüşmelerin ikinci dönemini, önceki dönem den ayıran bir başka nokta ise Türk heyeti ile TBMM Hükümeti arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi ve görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasıdır L ozan’daki Türk heyetinin başkam olan İsmet Paşa ile bu heyetin sorumlu olduğu hükümetin başkanı olan (Vekiller Heyeti Reisi )Rauf Bey arasındaki görüş ayrılıkları yüzünden ilişkiler iyice geıginleşmiş ve hatta kopma noktasına gelmiştir 138 İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında tartışmaya yol açan konııiaıın ilki., borçların ödenmesiyle ilgilidir. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, İsmet P aşa’va gönderdikleri talimatta, İstanbul’un boşaltılması ve borçların Frank olarak ödenmesi hakkında taviz verilmemesini istemişlerse de, İsmet Paşa bu talimatı hemen uygulamamış ve Ankara'mın ısrarı sonucunda kararını gecikmeli olarak değiştirmiştir Borçlaım ödenmesi sorununda bozulan ilişkiler Y unanistan’dan istenen savaş tazminatı konusundaki anlaşmazlık nedeniyle daha da gerginleşmiştir V enizeios’un tamirat bedeli karşılığında K araağaç’ın verilmesi teklifine A nkara’dan olumsuz yanıt gelmesine karşın, İsmet Paşa nın kendi iradesiyle Yunan teklifini kabul etmesi. İsmet Paşa - R auf Bey ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir İsmet P a şa ’ nın diğeı konularda başarı sağlaması için talimatların dışında hareket ederek. Karaağaç karşılığında tamirat bedelinden vazgeçtiğini bildirmesine rağmen. Rauf Bey bu açıklamadan tatmin olmamıştır İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında kuponlar ve imtiyazlar konusunda çıkan görüş ayrılığı, artık bu iki devlet adamının tümüyle farklı çizgilere çekilmesine yol açmıştır. Ancak her ne pahasına olursa olsun barıştan yana olan Mustafa Kemal P aşa’mn kritik günlerde İsmet P aşa'yı destekleyen tutumu yüzünden muhtemel bir siyasi kriz şimdilik ortadan kalkmıştı Hükümet ile heyet arasındaki anlaşmazlığın M ustafa Kemal Paşa' mn girişimleriyle aşılmasından sonra 24 T em m uz 1923 £de Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır 5-Lozan Barış antlaşması Lozan Barış Antlaşması 143 maddeden oluşmuş ve 4 bölüm halinde düzenlenmiştir a)Sınıriar: l)T rakya Sının: Karaağaç Türkiye’de kalacak ve Meriç Nehri sınır olacaktı İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları dışındaki Ege Adaları Y unanistan’a bırakılacaktı Buna karşılık Midilli, Sakız. Sisam ve 139 Nikarya adatan asker ve silahtan arındırılacaktı Bu arada Türkiye Kıbrıs ve Mısır'ın İngiliz yönetimine geçtiğini kabul edecekti 2 ) S u ı i \ e Sınırı: 20 Ekim 1921 'de Fransa, ile TBMM Hükümeti aıasında imzalanan Ankara İtilafhamesinde kabul edilen sınır aynen benimsenecekti .3)Irak Sınırı (Musul Sorunu): Konferansın bitiminden 9 Ay sonra yapılacak olan Türk-İngiliz ikili göıüşm elerinde çözümlenecek; anlaşma sağlanamazsa çözüm Milletler Cemiyetimin- kararma bırakılacak b)Ekonomik ve Mali Hükümler: 1)Kapitülasyonlaı bütün sonuçlarıyla kaldırılacaktır Ancak bazı Batılı uzmanlar Türk adi iyesin i düzenlemek için 5 vıi süreyle Tiirkive’de danışmanlık görevi yapacaklardı 2)Q smanh B o rç la n , Osmanlı Devletinden ayrılan ülkeler aıasm da paylaşılacak ve T ürkiye’nin payına düşen borçların ödenmesi belirli taksitlere bağlanacaktır i .. ^ c)AzınIıkIarın Statüsü: 1)Ttilkiye içinde yaşayan Müslüman olm ayan azınlıklar hukuken ve fiilen Türk uyruklu sayılacaklar ve kendileri için her türlü hayır kurumu ve okul açabileceklerdir 2)Türkiy-e’de yaşayan Rumlarla Y unanistan’da yaşayan Tiirkier karşılıklı olarak değiştirileceklerdi İstanbul’da yaşayan Rumlarla. Batı Tıakya da yaşayan Türkler bu değiş-tokuşun dışında tutulacakiaıdı ç)BoğazIaı ın Statüsü: İtilaf Devletlerinin işgali tümüyle kalkacak ve Boğazlar Türkiye’nin başkanlığındaki uluslararası biı komisyon tarafından yönetilecekti Bu komisyonda Türk temsilcinin yanı sıra Transa, 140 İngiltere, kalya, Japonya, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan’ın temsilcileri bulunacaktı Ayrıca Çanakkale mıntıkasında sahilden 20 kilometrelik bir bölge ile İstanbul Boğazının her iki taıafmın 15 kilometrelik mıntıkası asker ve silahtan arındırılacaktı: Sonuç olarak .Lozan Barışıyla Yeni Türk devletinin vaılığı ve bağımsızlığı tüm dünya tarafından kabul edilmiştir 24 Temmuz 1923’te imzalanan antlaşmayla 28 Temmuz 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı resmen sona ermiştir. Dış politika açısından “Şark M eselesi’ yeni bir boyut kazanırken, Türk iç politikası da L oza n ’ın etkisindeki yıllara girmiştir Görüşmeler sırasında İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında başlayan tartışmalar, cumhuriyetin ilk yıllarına damgasını vuran siyasal görüş ayrılıklarına kadar uzanmıştır Lozan Barışı konusundaki farklı yaklaşımlar Terakkiperver Cum huriyet Fırkasının kurulması ve Takrir-i Sükun Kanununa uzanan bir sürecin başlangıcını teşkil etmiştir Lozan Barış Antlaşması daha önceki yıllarda İmzalanan barış antlaşmaları dikkate alındığında Türk diplomasi tarihi açısından büyük bir başarıdır, Antlaşmayla “Mİsak-ı Milli" büyük ölçüde gerçekleştirilmiş ve tam bağımsızlık elde edilmiştir Bununla birlikte bazı konularda istenilen sonuç elde edilememiştir Musul un T ürkiye'nin sınırları dışında kalması. Boğazların tümüyle egemenlik altına alınamaması, Llatay sorununun çözümlenememesi L ozan’da istenilen sonucun elde edilemediği temel konulardır Sonraki yıllarda Musul Sorunu Türkiye'nin aleyhine, Boğazlar ve Hatay sorunları ise lehine çözüme kavuşturul muştur 1923’ten ! 9 9 8 ’e kadar geçen sürede varlığını koruyan Lozan Barışı, bu yönüyle I Dünya Savaşı sonunda imzalanan antlaşmalar arasında en gerçekçi belge olma özelliğini halen korumaktadır Antlaşma bu niteliğiyle 75 yıldır Türk dış politikasını yönlendiren temel hareket noktası özelliği taşımaktadır 141 IV. BÖLÜM : ATATÜRK DÖNEMİ A- İÇ POLİTİKA 1-Cumhur iyet’in İlanmı Hazırlayan Gelişmeler Milli mücadele ve kongreler döneminde ön plana çıkan en önemli lıusus “K u vay-ı M ilİ iy e y i â m il ve irade-i m il üyeyi h akim kılm ak esastır düşüncesiydi Aynı düşünceleri içeren Misak-ı M illi’nin Son Osmaniı Mebusan Meclisinde 28 Ocak 1920’de kabulünden sonra, 16 Mart 1920 ’de İstanbul’un işgali , A nadolu’nun İstanbul’dan kopmasına yol açmıştı. Bu gelişmeler üzerine 23 Nisan 1920’de A nkara’da yeni bir Meclis açıldı. Halkın seçtiği temsilcilerden oluşan ve T ürkiye’yi zafere ulaştıran bu Milli Meclis, kendisinin üstünde başka bir kuvveti tanımayan, olağanüstü yetkilere sahip bir Meclisti. Bu Meclisin 20 Ocak 1 9 2 1 d e kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye K anunu’nda şu esaslara yer verilmişti; ‘ H akim iyet k ayıtsız şartsız m illetindir, İdare u sulü h alkın k en d i k a d erin i fiilen ken disinin idare etm esi ilkesine dayan ır (M adde 1) Yasama ve y ü rü tm e ku dreti m illetin y e g â n e ve h a k ik i tem silcisi olan Büyük M illet M eclisV m le toplanır (Madde 2) 143 Türkiye D evleti, Büyük M illet M eclisi tarafından idare olunur ve h ü k ü m eti B üyük M illet M eclisi H ü küm eti adını taşır (Madde 3) Bu hükümler de göstermektedir ki. adi söylenmemekle beraber bu gelişinde] Cumhuriyete doğru gidişte önemli adımlardır Milli M ücadelemin başarıyla sonuçlanması üzerine L o za n 'd a toplanacak Konferansa L B . M .M - le m s il c is iJ le birlikte İstanbuljdan d a temsilcilerin çağırılması, Milli M ücadele’ye gereken desteği”vermeyen Saltânathr kaldırılmasına v esile oluşturdu (1 K asım 1922) Bu kararlTe padişahlık yetkilerini kaybeden Sultan V ahidedd in ’in sadece halifelik görevi kaldı Bu dutum karşısında 17 Kasım 1922’de İngilizierin yardım ıyla İstanbul’dan ayrılması üzerine,, Veliahd A b d ü lm ecid , İ halife seçti (18 Kasım 1922) 2- C u m h u r iy e tin İlanı Lozan A n tla şm a sın ın imzalanmasından sonra dikkatler iç politikaya çevrildi Siyasi alanda mücadelenin başladığı bu dönemdeki en önemli gelişme devletin rejiminin adının konmasıdır Daha çok Miidafaa-i Hukuk temsilcilerinin seçildiği yeni seçimler sonunda, II T B M M , 1923 yılı Ağustosunda çalışmalarına başladı Bundan yaklaşık bir ay sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ‘Halk Fırkası’ adıyla siyasi bir parti haline getirildi (9 Eylül 1923) 13 Ekim 1923’te A nkara’nın başkent olmasıyla gerek yurt içine, gerekse yurt dışına saltanat yönetimne dönülmeyeceği yolunda ciddi bir mesaj verilmiş oluyordu. Bu gelişmeden sonraki günlerde 27 Ekimde istifa eden Fethi (O k ya r)B e y ’in başında bulunduğu hükümetin yeıine yenisinin kurulamaması, Meclis Başkanının yetkilerinin ise işi çözmekte yetersiz kalması Devlet B aşkam ’na olan ihtiyacı ortaya çıkarıyordu Zira, A nayasa’ya göre vekiller M eclis’te teker teker oylanıp çoğunluğun sağlanmasıyla seçiliyordu Bu bunalım hiç bir vekilin çoğunluğu sağlayamam asından kaynaklanmıştı Hükümet bunalımının meclis hükümeti sistemi nedeniyle aşılamaması, kabine sistemine geçmek, dolayısıyla da Cumhuriyeti ilan etmek için uygun bîr siyasal ortam yaratmıştı Sonuçta 29 Ekim 144 1923 te.. 192i tarihli Anayasada yapılan değişikliklerle Cum huriyet ilan edildi Buna göre; u )H akim iyet kayıtsız şartsız m illetindir, İdare şekli, halkın k en d i k aderin i kendisinin tayin edeceği tem eline dayanır D evletin h ü k ü m et şe k li C um huriyettir, b)T ü rkiye D evleti'n in din i İslam dinidir, R esm i d ili Türkçedir. c) Türkiye D evleti T.B M M tarafından yönetilir, ç) Türkiye C u m hurbaşkanı, T B M M ü yeleri arasından seçilir, g e n e l kurulunca k en d i d) Türkiye C um hurbaşkanı devletin de başkam dir, G erektiğin de M e c lis'e ve B akanlar Kurulu 'ruı başkanlık eder e) Başbakan, arasından seçilir, C u m h urbaşkanı tarafından M eclis ü yeleri Bu değişikliklerle rejimin adı konmuş ve Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilerek Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilmiştir İsmet Paşa ise hükümeti kurmakla görevlendirilerek Cumhuriyetin ilk başbakanı sıfatım kazanmıştır Türkçe Sözlük’te “Ulusun egem enliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belli süreler için seçtiği m illetvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet biçim i olarak tanım lanan Cum huriyet Türk milletinin karakterine uygun en iyi hükümet şekli olarak tercih edilmiştir Yeni rejimin kurucusu M Kemal Atatürk. Cumhuriyetin resmen ilanından önce bu konudaki görüşlerini başlangıçta yakın arkadaşları arasında ifade eder V iy ana’da yayınlanan Neue Freie Press gazetesine verdiği bir demecinde de aynı konudaki niyetini açıklar Burada, Türkiye’nin adından başka her şeyiyle bir Cumhuriyet olduğunu, Anayasanın kapsadığı hükümlerden ilkinin egemenliğin millete ait olduğu, İkincisinin ise, halkın yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edildiği belirtilir Yine 1 Nisan 1923’te seçimin yenilenmesi hakkmdaki karar dolayısıyla T'B.M .M ’de söylediği bir nutkunda konu ile ilgili kanaatlerini şöyle açıklamıştır: “ Yeni T ürkiye D evleti'n in ru hu b ü n yam 145 h a k im iyet-i m illiyedir, M illetin bilakayd-ii şart h akim iyetidir T ürkiye D e v le ti’nde ve Türkiye D e v le ti’n i kuran Türkiye halkın da tâcidar yo k tu r ! , Bütün cihan bilm elidir ki, artık bu devletin ve bu m illetin başın da hiçbir k u vvet yo k tu r, h iç bir m akam yoktur. Yalnız bir k u vvet vardır , O da h akim iyet-i m illiyedir ” Tanİn gazetesi başyazarı H üseyin C a h it (Yalçın) ise C um huriyet’in ilanından sonra yazdığı bit yazısında: “A n a d o lu ’da Büyük M illet M eclisi vatanın kaderine fiilen hakim olm aya başladığı dakikadan beri T ü rk iye’de C um huriyet ku rulm uştu A tılan toplar bize y e n i bir şey öğretm iyor, y e n i bir değişiklik yapm ıyor. Yalnız ortaya çıkm ış bir h ali tespit e d iyo r” diyerek aynı konuya dikkatleri çeker Yeni devletin idare şekli olarak kabul edilen Cum huriyet daha sonıa kabul edilen Anayasaların kesin hükmü haline getirilir Bu ilkenin bir Anayasa değişikliği ile dahi değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği hükme bağlanır 3-HaIifeiiğin Kaldırılması Cumhuriyetin ilanı soması gerçekleştirilen inkılâplarla rejimin yerleşmesini Önleyecek her türlü engel ortadan kaldırıldı Bu konuda atılan en önemli adım 3 M art 1924’te kabul edilen kanunlarla oldu Bunlardan bilisi Halifeliği kaldıran kanundur. Bilindiği gibi halife Hz M u h a m m e d ’in ölümünden sonra O ’nun yerine geçen kişiye verilen isimdir Halife, hem dini hem de dünyevi görevleri olan kimsedir Dört halife döneminden sonra (632-661) halifeliğin sırasıyla Emevileı (656750) ve Abbasiler ( 7 5 1-1258)’e geçtiği bilinir. Tarihte birden fâzla kullanıldığı dönemlere de rastlanan halifeliğin, Yavuz Sultan S elim ’in M ısır’ı fethi (1517) ile O sm anhlara geçtiği kabul edilir. II A bdülham id (1876-1909) döneminde siyaset meselesi olarak kullanılan halifeliğin I.Dünya Savaşı ve Milli Mücadele döneminde pek etkisi görülmedi. Üniteı milli bir devlet olarak kurulan Türkiye C um huriyeti’ne karşı olan grupların desteklediği Halife, aynı zamanda bazı dış gruplar tarafından da ilgi topluyordu. Gerek Halifenin kendisini ön plana çıkartan davranışları gerekse Hindistan’daki îsmaiiiye tarikatının liderleri olan Ağa Han ile Emir A li’nin Başbakan İsmet Paşa’ya yolladıkları m ektupta 146 halifeye olan bağlılıklarının ifade edilmesi, Türkiye’nin iç işlerine m üdahale olarak görülerek tepki topladı Bütün bu gelişmeler halifeliğin kaldırılm asına zemin hazırladı A tatürk’ün N u tu k ’da “M illetim izin kurduğu y e n i devletin g eleceğ in e işlerine, h ürriyetine, unvanı ne olu rsa olsun h iç kim seye m ü dah ale ettirm eyiz! M illet kendisinin kurduğu d evleti ve on u n istik lalin i m u h afaza ediyor ve ilelebet m u hafaza e d e c e k tir!” şeklinde açıkladığı gibi. Yeni Türkiye’nin kendi hayat ve saadetinden başka düşünecek bir şeyinin olmadığı ve bağımsız kalmak istediği vurgulanır Bu düşüncelerden hareketle kendisine ortak kabul etmeyen Cum huriyet yönetimi, Halifeliği kaldıran, 3 M art’taki kanunla Halife ve ailesini yurt dışına çıkarır Halifeliğin tarihe karıştığı bu kanunla birlikte kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretim birleştirilerek milli ve laik eğitim esasları getirilirken; Şeriye ve Evkaf V ek aleti'ııi kaldıran kanun ile laikliğe engel teşkil edecek diğer kurumlar kaldırılın ıştır 4Terakkiperver Muhalefetin Ortaya Çıkması C um huriyet Fırkasının Kurulm ası Milli Mücadele hareketinin kazanılmasından sonra meydana gelen gelişmeler (L oz an’ın imzalanması, Cumhuriyetin ilanı ve 3 M art 1924’te kabul edilen laikleşmeye yönelik kanunlarla) Mecliste A tatü rk ’ün bazı arkadaşları arasında görüş ayrılıklarına, dolayısıyla tepkilere yol açtı. Bu ayrılıklar Cumhuriyet Halk F ırka sı’na karşı muhalefet hareketini doğurdu Milli Mücadelede M„Kemal Paşa’nın yakınında yer alan ve onu destekleyen Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), R a u f (Orbay) ve Adnan (Adıvar) gibi önemli komutan ve şahsiyetler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir parti kurdular Başkanlığını Kazım K arabekir’in yaptığı F ırka’nın genel sekreteri ise Ali Fuat P a şa ’ydı Bazı eski ittihatçıları da bünyesinde toplayan yeni paıti; programında; halk egemenliğine ve Cum huriyet yönetimine olan bağlılığını vurgular Toplumu çağdaşlaştıracak değişikliklerin birdenbire değil, zamanla kendiliğinden gerçekleşeceğini iddia ederler Cum huriyet Halk Fırkası’na nazaran daha liberal ve 147 ve dem okrat görüşleri benimsediklerini, dolayısıyla dini inanç ve fikirlere saygılı olduklarını ifade ederler Ayrıca Cum hurbaşkanı5nın tarafsız olması gerektiğini savunan Terakkiperver Cum huriyet Fırkası temsilcileri muhalefetsiz bir sistemin otoriteıliğb kayacağı endişesini taşıdıkları için böyle bir harekete giriştiklerini belirtirler Kısa sürede teşkilatlanmaya başlayan parti, rejime ve inkılâplara karşı olan grupların sızdığı bir konuma geldi İktidara karşı eleştirilerin artması üzerine İsmet Paşa (İn ö n ü )1nın yerine daha ılımlı kişiliğiyle bilinen Fethi (Okyar) Bey başbakanlığa getirildi Bu sırada doğuda meydana gelen Şeyh Sait isyanı gelişmelerin seyrini değiştirdi 5- Şeyh Sait İsyanı v e Sonuçları İç politikada iktidar muhalefet çekişmesinin sürdüğü sırada 1.3 Şubat 19-25 te doğuda Genç ilinin Piran köyünde başlayıp kısa sürede bölgeye yayılan bir isyan patlak verdi Şeyh Sait İsyanı olarak bilinen bu isy-'anm çıkış sebepleri üzerinde farklı görüşler vardır Bu görüşlerden bilisi resmi makamların görüşüdür Buna göre, sözkonusu isyan gerçekleştirilen inkılâplara tepki gösteren çevreletin başlattığı bir karşı ih tila l’ hareketidir Medreselerin kapatılmasına ve halifeliğin kaldırılmasına karşı çıkan çevrelerin, saltanat vc hilafeti geri getirmek am acıyla başlattıkları bir isyandır İsyanın çıkmasında etkili olan faktörler arasında, Terakkiperver Cum huriyet F ırk a s r n m da payından söz edilir Ziıa, bu parti, programında d in i inanç ve görü şlere saygılı okluğunu vuıgulayarak tefim karşıtı çevrelere cesaret vermiştir Dolayısıyla İsyanda muhalefetin parmağı vardır Ayrıca dönemin m uhalif basınının da hükümeti zayıflatacak yayınlarından dolayı bu isyanda etkisi söz konusudur Bu konudaki bir başka görüş ise, Şeyh Sait’in Kürt kimliğinden dolayı bu hareketin dini değil, aslında siyasi ayrılıkçı bir hareket olduğu iddiasıdır O sırada L o za n ’da halledilemeyen Musul meselesinden dolayı İngilizlerle sürdürülen görüşmeler esnasında M usul’u T ürkiye’den almak isteyen İngiiizlerin , isyancıları destekleyerek bölgede bir Küıt meselesi çıkarmak istemelerinin de payı vardır Böyiece, İngilizier Türk hükümetini zayıflatarak, Musul meselesini kendi lehlerine çözüm lem ek 148 istemektedirler. Çok zayıf bir ihtimal olarak görülmekle beraber, yeni devletin biitün yetkileri elinde toplamak isteyen bir politika izlemesinden dolayı, bölgedeki aşiret yapısının kaldırılması girişimleri yüzünden, Şeyh Sait’in nüfuzunu kaybetme tehlikesine karşı ayaklandığı iddiası da ileri sürülen goıüşler arasındadır ö z e tle bu isyanın çıkm asında tek sebepten bahsetm ek doğru değildir Dolayısıyla bütün faktörlerin etkilerinin olduğu söylenebilir Ancak, en yaygın kanaat, yeni rejime karşı duyulan memnuniyetsizlikten dolayı oluşan tepkidir İsyanın patlak vermesi üzerine dönemin başbakanı Fethi (Okyar) Bey, olayı olağan görerek örfî idare ile bastııılabileceği fikrini savunurken; İsmet Paşa ve bazı radikal arkadaşları bu hareketi İnkılâplara tepki olarak değerlendirerek, çok sert tedbirlerle bastın İmasını isterler M K em al’in ikinci görüşü benimsemesi üzerine fe th i Bey görevden ayrılır Yeni hükümeti kurma görevi İsm et Paşa’ya verilir İsmet P aşa’nın hükümeti kurmasından sonra ilk işi T a k r ir -i S ü k u n K a n u n u ’nu çıkarmak olur 4 Mart 1925 tarihinde iki yıllığına çıkartılan K an u n ’a göre, ülkedeki isyanları bastırmak için İstiklal Mahkemelerinin kurulması kararlaştırılır Bu amaçla biri Ankara’da diğeri ise isyan bölgesinde olmak üzere iki istiklal mahkemesi kuruldu Yaklaşık iki ay süren askeri harekât sonucunda isyan bastırıldı Başta Şeyh Sait olmak üzere isyancılar idamla yargılanarak cezalandırıldılar. Yargılama esnasında Şeyh Sait’in verdiği ifadelere bakılırsa, isyanın siyasî boyutu yoktur Yani, isyancıların gayesi Kürt Devleti kurmak değildir Medreselerin kapatı imasına ve halifeliğin kaldırılmasına yönelik dinî bir tepkiden ibarettir. İsyanın çıkm asında etkileri görülen çevrelere karşı sert önlemler almdı İsyan sonrasında, programındaki “fırkam ız itikad-ı ¿1in iyeye ve f ık ı iyeye h ü rm etka rdır” maddesinden dolayı T erakkiperver C u m h u r i y e t F ırk a sı ,isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925’te kapatıldı Ayrıca basma sansür getirilerek, İstanbul’da yayınlanan T evhid-i E fk a r , İstiklal, A y d ınlık , Son T elgraf, T anin ve S e b ilü r r e ş a d gibi bazı muhalif gazete ve dergiler kapatıldı ve gazeteciler tutuklandı Yine, çeşitli çevrelerce istismar edilen tekke, zaviye ve türbeler kapatılarak, şeyhlik, dervişlik gibi Unvanlar 149 yasaklandı Daha da önemlisi Takıir-i Sükun K anu num un getirdiği ortamdan yararlanarak Türk aile yapısında değişiklikler meydana getiren Türk Medeni Kanunu bu dönem de kabul edildi (17 Şubat 1926) Kısaca özetlemek gerekirse. Cumhuriyetin ilk yıllarında patlak veren bu isvaıı dönemin hükümetini oldukça meşgul etmiştir Henüz, yeni devlet eskinin yaralarını satıp m odem bir toplum oluşturmak için çaba sarfederken böyle bir isyanın çıkması bazı sıkıntıların doğm asına yol açmıştır H er şeyden önce rejim serileşm iş ve dem okrasin in yerleşm esi gecikm iştir Bu arada Musul kaybedilmiş ve 19.30’daki Ser best T ırka deneyimine kadar tek parti dönemi devam etmiştir 6- İzmir Suikasti Girişimi: Şej-h Sait ayaklanmasını takip eden dönemde inkılâplar karşısındaki unsurların sindirilmesi için sertlik politikasına devam olundu Bu sırada yapılan İnkılâpları halka anlatmak maksadıyla 1926 baharında yurt gezilerine çıkmayı planlayan A tatürk’ün, programında Balıkesir üzerinden 17 H aziran’da İzm ir’e varması gerekiyordu. Aynı günlerde muhalefetle iktidar arasındaki sürtüşme ve k ııg m h k da devam ediyordu İzmiı suikasti böyle bir ortamda meydana geldi Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Vusuf ve Çopur Hilmi adında kişiler M K em al’e suikast düzenlemeyi amaçlıyorlardı Bunlara Giritli Şevki yardım ederek suikastteıı sonra Yunan adalarına kaçıracaktı Ancak ziyaretin biıgün gecikmesinden şüphelenen Giritli Şevki meseleyi yetkililere haber verir. Suçlular yakalanarak cezalandırılır Terakkiperver Cum huriyet Fırkası mensupları ile bazı ittihatçıların olay ile ilgileri olduğu İddiasıyla haklarında yapılan soruşturmalar sonucu Kazım Karabekiı vb. kişiler suçsuz bulunarak serbest bırakılır Bazı ittihatçılar ise tutuklanır İttihat ve Terakki1nin Türk siyasi hayatından silinmesini sağlayan bir dizi idam gerçekleştirilir 7- Serbest C um huriyet Fırkast’nın Kurulmasr 1930’lu yıllarda A m erika’da başlayarak dünyaya yayılan (işsizlik ve enflasyonun arttığı) genel ekonom ik buhran T ürkiye’yi de 150 etkilemiştir. Halkta Cum huriyet Halk Fırkasına ve yürüttüğü politikaya karşı bir memnuniyetsizlik gözle görülür hale gelmişti Bu durum üzerine M Kemal C H F 'n a karşı muhalefet görevini yürütecek olan bir başka fu k a ,,nın kurulmasını istemiştir Böyle bir fırkanın kurulm asında güdülen amaçlar arasında,Mustafa Kemal P a şa ’nın Batı tarzında dem okratik rejimi benimsemiş olm ası ve kendisinden sonra ortaya çıkabilecek anti-demokratik gelişmelere meydan verm em ek isteği de etkili olmuştur. Ayrıca halkta birikmiş hoşnutsuzlukların giderilmesini sağlamak ve hükümeti hem kusurlarını ve eksikliklerini düzeltmeye, hem de ekonom ik duruma yeni çareler aramaya sevk edecek bir sistemin yaratılmasına şevketine düşüncesi de vardı B izzat M„ K em al'in teklifi ve isteği ü zerine o sırada P aris B ü yü kelçiliğin de g ö re vli bulunan F ethi Bey p a rtiy i ku rm akla g ö revlen d irild i ve 12 A ğu stos 1930 gü n ü p a rti resm en kuruldu, Mustafa Kemal Paşa, Fethi B e y ’e hitaben yazdığı bir mektupta, gençliğinden beri, dürüst fertlerin ve siyasi partilerin, Meclis içinde veya millet önünde, memleket hayrına olarak, fikirlerini serbestçe açıklayıp tartıştıkları bir sisteme taraftar olduğunu bu sebeple laik prensiplere dayanan yeni bir siyasi partinin M ecîis’te yer alıp memleket meselelerini serbestçe tartışmasını Cumhuriyetin temellerinden biri olarak gördüğünü belirtiyordu (Cumhuriyet 12 Ağustos 1930) Fethi Okyar hatıralarını anlattığı Üç D e v ir d e B ir A d a m ” adlı kitabında dönem in TBMM Başkam K azım Ö z a l p ’in Y alo va’da M K em al’in yanında şunları söylediğini belirtmektedir: Bir m u h a lefet lazımdır,, Bir çok arkadaşlar M ecliste söz söyleyem edi ¡derinden şik a y et ediyorlar,, G eçen lerde Viyana 'da bu lu n du ğu m zam an, N eu e fre ie Press G azetesi benden m ü la k a t istem iş ve T ürkiye'de kaç siyasi p a r ti vardır?" su alin i sorm uştu “-B izde y a ln ız bir fırk a vardır" cevabını verdim, G azeteci h a yre t etti: H ü kü m et işleri sadece bir fırk a ile ııasü kon tro l edilebilir,, O h a ld e sizde p a rla m en to m u rakabesi de yok dernektir ” d ed i K en d isin i tatm in için bizdeki sistem i izah edip, “-H ayır, bizde m u rakabe vardır, f a k a t bizim ken dim ize m ahsus tarzım ız vardır, Biz h ükü m eti fırkada ve en cü m en lerde kon tro l ederiz B öylelikle de ülkem izde, çok fırk a la rın varlığından kopup gelen sakıncaların tesirlerin i önledik, " dedim . 151 G azeteci ertesi gü n ü söylediklerim i aynen ya zm a k ta b eraber -k en d i ta b iriyle- “-Şu bu dalaya b a k ın : A vru pa'n ın ortasın da bize P arlam ento dersi verm eye g e lm iş " m ealin de bir de fık r a ilave etm işti, H akikaten bizim m eclisin vaziyetin i izah etm ek gü çtü r., F akat bu m u h a lefeti Fırka d a h ilin de ya p m a k la başlam ak daha uygun olm az m ı? Bir m ü d d et bu su retle devam ettikten son ra ileride fırk a la r da teşek k ü l edebilir,, ” SCF programı liberalizme kaçan bazı prensiplerden ibaretti. Partinin esas politikası Cum huriyet Halk Fırkasına karşı koym ak ve ekonomi alanındaki başarısızlığını eleştirmekti Y ayım ladığı programında Cumhuriyetçi, Milliyetçi ve Laik esaslara bağlı olduğunu, Ana> asadaki hak ve özgürlüklerin herkes için geçerli olduğunu, vergi adaletsizliğinin giderileceğini, dış politikada ise bütün devletlerle dostluk ve işbirliğinden yana olduklarını belirtmekteydiler Teşkilâtını genişletmeye çalışan partinin etrafında çok sayıda muhalif gruplar toplanmıştı Bunlar çeşitli toplantı ve gösterilerde kendini gösteı iyotlardı. F eth i Bey 'in İzm ir'e g ittiğ i sırada bin lerce kişilik bir gru p tarafın dan karşılan m ası ve bundan y a k la şık bir ay so m a (E kim 'de) ü lke çapında yapılan B elediye seçim lerinde S C F g ib i y e n i ku rulan bir p a rti için büyük sayılacak bir başarıyı g ö sterm esi iktidar ka n adın da rah atsızlık u yan dırıyordu Bütün bu olanlar yeni partinin iktidaıa karşı eleştirilerini arttırmasına yol açıyordu. S C F ’nin kurulmasıyla birlikte, cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen inkılaplar ve ekonom ik politikaların bazı çevreler tarafından tümüyle benimsenmediği ortaya çıkmıştı Bunun doğal bir sonucu olarak da CHF ile SCF arasındaki ilişkiler gerginleşmiş ve Mustafa Kemal Paşa başlangıçta sergilemiş olduğu tarafsızlık politikasından vazgeçme eğilimine girmişti Bu gelişmeler Fethi O k yar’ı bu koşullarda bir muhalefet partisinin yaşayamacağı inancına yöneltmiş ve Mustafa Kemal Paşa ile karşı karşıya kalmam ak İçin partisini feshetme durum unda kalmıştır( 17 Kasım 1930). Üç ay gibi kısa bir süre varlığını sürdüren SCF denemesinin başarısızlığa uğraması sonucu Türkiye’de 1945 yılına kadar başka bir siyasi parti kurulmadı Ancak tek partinin olduğu bu dönemde Faşist idarenin bulunduğu İtalya ve A lm a n y a’da olduğu gibi diktatörlüğe gidilmediği, bu yöndeki girişimlerin ise Atatürk tarafından engellendiği görülmüştür 152 8- M e n e m e n O layı Serbest Fırka deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra. 23 Aralık 1930 tarihinde, M a n isa’nın bir köyünden geldikleri sanılan altı kişinin M e n em e n ’e gelerek şeriat istemeleri ile olay patlak ver ir Olayın duyulması üzerine bölgeye gelerek kendilerine engel olm ak isteyen Asteğmen Kubilay ile Haşan ve Şevki adındaki iki bekçi isyancılar tarafından öldürülürler Sıkıyönetimin ilan edildiği bölgeye daha sonra askeri birliklerin gelmesiyle isyancılardan üçü vurulur diğerleı İ de yakalanırlar İçlerinden Derviş M ehmet isimli kişinin mehdilik iddiasıyla başlayan olay, şiddet kullanılarak bastırılmış ve olayın boyutlarını tespit etmek maksadıyla olayla uzaktan yakından ilgisi görülenler hakkında kovuşturmaya geçilmiştir Aralarında bölgedeki N akşibendi tarikatının önemli isimlerinden olan Esat Efendinin de bulunduğu bazı kişiler gözaltına alınır Bu olay', altı kişinin başlattığı bir olay olmayıp arkasında başka güçlerin varlığından şüphe edilm esinden dolayı çok yönlü araştırılmıştır. İsyanın bastırılmasından sonra Suçlular M e n e m e n D ivan-ı H a r b i örfisin ce ölüme mahkum edilirler. 34 kişinin idam edildiği olayda 41 kişi de çeşitli sürelerde hapse m ahkum edilirler (4 Şubat 1931) İsyanın bastırılmasından sonra bölgedeki sıkıyönetim kaldırılır (26 Şubat 1931) Olayın duyulm ası üzerine Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa orduy-'a gönderdiği başsağlığı mektubunda: B üyiik ordunun g en ç subayı ve C u m h uriyetin ülkücü öğretm enler topluluğunun d eğ e rli ü yesi K u bilay Un tem iz kanı ile C u m h uriyet yaşam a ye te n e ğ in i tazelem iş ve gü çlen m iş olacaktır” sözleri ile olaydan duyduğu üzüntüyü ortay'a koyar Fahrettin Altay anılarında , olayın duyulması üzerine Ç an kaya’d a yapılan bir toplantıda M Kemal Paşa’nın olayın siyasal kaynaklarının araştırılmasını, isyancılara karşı sert davramimasıııı ve gerekli işlemin yapılm asını istemiştir 153 B-A T A T Ü R K DÖN EM İ TÜRK DIŞ P O LİTİK A SI 1923- 1938 Milli Mücadele döneminin dış politikadaki temel hedefi olan yeni ve milü Türk Devletini milletlerarası alanda tanıtma uğraşı bir anlamda Türkiye Cum huriyeti’nin kuruluş diplomasisini oluşturmuştur Önceki bölümlerde değinilen bu dönem sonrasını Cum huriyetin dış politikası olarak değerlendirmek mümkündür Dönemin dış politikasının temel iİKesi bağımsızlıktan hiç bir şekilde fedakârlıkta bulunmamak üzerine kurulmuştur. Türkiye’nin modern anlamda bir milli devlet olarak uluslararası platformda hukuki statü kazanması Lozan Konferansı ile gerçekleşmiştir. Atatürk dönem inde dış politikada Lozan sonrası yeni devletin uluslararası platformda onaylanması doğrultusunda uluslararası toplantılara katdma, devlet başkanları seviyesinde ziyaret gibi süreçler ile iki savaş arası dönemde hakim olan bağlantısızlık politikası yürütülmüştür Diğer yandan Türkiye’ye yönelik tehditlere karşın uluslararası güç dengesi sisteminin kuralları çerçevesinde ittifaklara girişilmiştir Yine 1923-30 yılları arasında daha çok L oza n’da halledilemeven sorunların çözümü için harcanan çabalar ağırlıklı olarak Türk Dış Politikasını meşgul etmiştir Bunlar,İngiltere ile Musul Sorunu, Fransa ile Kapitülasyonlar ve diğer sorunlar, Yunanistan ile Ahali Mübadelesidir Birinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası politikada savaşı kazananlar ve kaybedenler arasında bir kutuplaşma yaşanmıştır Galip devletler savaş sonrası oluşturulan uluslararası düzenin devamım isterken ; mağluplar kendilerine dikte ettirilen ağır şartlar taşıyan anlaşmalara tepki göstererek statükoyu değiştirmek üzere revizyonist bir tutum benimsemişlerdir İki savaş arası dönem de rev iz y o n ist ve an tire viz yo nist olarak belirlenen bu kutuplaşmada Türkiye,savaştan yenik çıkanlar arasında bulunmasına rağmen revizyonist bir politika izlememiştir Türkiye’nin böyle bir tutum benim sem esinde şüphesiz verdiği milli kurtuluş mücadelesinin zaferle sonuçlanması ve Lozan'da 154 yapılan anlaşma ile Sevres Antlaşmasını geçersiz kılacak bir sonuca ulaşmasının etkisi vardır Bunun yanı sıra yeni kur ulan Türkiye Cum hur iyeti’nin ekonomik, sosyal ve diğer alanlarda gerçekleştirdiği köklü değişiklikler ve Atatürk iin uygulamaya koyduğu inkılaplar ile Türkiye hep çağdaş batı medeniyeti seviyesine ulaşmayı ideal olarak benimsemiştir Bu tavrın doğal sonucu olarak batı ile bütünleşmenin gerçekleşmesi hedeflenmiştir. Böylece O sm anh İmparatorluğu yerine bir milli devlet kuran yeni yönetim 28 Ocak İ920 tarihli Misak-ı M ili i ’de belirtildiği gibi artık bir İmparatorluk değildir Onun yerine Milli bir devlet kurulmuştur Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına bağlı olarak ülkelerle yürütülen ilişkilerle L ozan’da halledilemeyen problemlerin çözümüne geçm eden dönemin aşağıdaki başlıklar altında toplanabilecek olan dış politika ilkelerine kısaca değinmekte sanırız yarar vardır 1-A tatü r k ’ün Dış Politikadaki Temel İlkeleri a)G erçe k çÜ ik A tatü rk ’ün dış politikası gerçekçidir Boş hayaller peşinde koşmaz Maceracılıktan uzak durmayı hedefler Bunun yanında milli çıkaılan gerçekleştirmede kararlı olmayı amaçlat A ta tü rk ’ün kendi deyişiyle “ Biiyük h a ya li işfer yapm adan ya p m ış g ib i g ö rü n m ek yü zü n d en dü nyanın dü şm an lığın ı, kötü n iyetin i, kinini bu m illetin ve m em leketin ü zerin e çektik,,, B iz böyle ya p m a d ığ ım ız ve ya p a m a d ığ ım ız kavram lar ö ze tin d e k o şarak dü şm anlarım ızın sayısını ve ü zerim ize olan baskıların ı arttırm aktan ise, tabii durum a m eşru du rum a dönelim , H addim izi bilelim ” diye Özetlediği bir anlayıştır.. Sonuçta Türk milletinin gücünü ve imkanlarını bilmek kadar karşısındaki devletlerin ne yapacaklarını veya ne yapamayacaklarını gerçek ve doğru şekilde değerlendirmiş olan bit uygulama görülür Şüphesiz bu gerçekçilik beraberinde şartlar ne olursa olsun sonuna kadar dilenmeyi öngören cesur ve onurlu bir gerçekçiliktir Burada teslimiyetçilik ve yılgınlık yoktur Nitekim Atatürk 8 Tem muz 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Me c 1is in de y a p 11 ğ ı k'on u ş m ada “ m em leketim izin ellide bir i d eğ il, her tarafı tah rip edilse her tarafı ateşler için de b ıra k ılsa biz bu 155 toprakların ü zerinde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunm a He m eşg u l o l a c a ğ ı z diyerek bu konudaki kararlılığını göstermiştir. b)Bağırnsızlık Bağımsızlık ilkesi diğer ülkelerle olaıı ilişkilerde genç Cumhuriyetin bağımsızlığının korunmasına özen gösterilmesini hedeflemiştir'. Osmanlı Döneminin iktisadi, siyasi, mali kısacası lıer yönden dışa bağımlı yönetimlerini görmüş olan yeni Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal Paşa için kurulan devletin gerçek bağımsızlığı en önde gelen amaçtı. Bu bağımsızlık siyasi, iktisadi, mali, askeri ve kültürel açıdan bağımsızlıktı ve bunlardan ödün verilemezdi N itekim Atatürk bağımsızlıktan ne anladığını şöyle ifade ediyordu: “ Tam bağım sızlık den ildiği zam an , elbette siyasi, m ali, iktisadi, adli, askeri, k ü ltü rel ve ben zeri her husu sta tam bağım sızlık ve tam serbestlik demektir, Bu saydıklarım ın h erh an gi b irin de bağım sızlıktan m ah ru m iyet, m illet ve m em leketin g erçek m an asın da bütün bağım sızlığından m a h ru m iyet demektir, ” Bu ilkeden hareketle gerek Milli Mücadele süresince batılı devletlerle yapılan görüşmelerde gerekse Lozan Barış görüşmeleri sonrasında bağımsızlık ilkesine gölge düşürülebilecek her konuda kararlı davranılmıştır Ülkenin şartlan gereği daha sonra yapılan anlaşm alarda ise yeni Türkiye Devleti genç cumhuriyet kendisine yapılan dayatm alara mahkum olmadığım ama onun yerine Özgür iradesi ile ve kendi rızası ile kabullendiği ittifaklara -.e yükümlülüklere girmiştir Kabul edilebileceği gibi bu tür bir işbirliği ülkenin bağımsızlığına engel değildir c)Baı ışçıiık Atatürk dönemi dış politikasının bir başka özelliği ise onun barışı esas almasıdır Bunun yine en güzel örneği Milli M ücadele yıllaıında verilmiştir Savaş ortamı içerisinde bile görüşmeler yoluyla barışı temin İçin çabalar sürdürülmüştür Bir asker olarak savaşın ne demek olduğunu en iyi bilen kişi olarak Mustafa Kemal Paşa “ Ben harpçi olamam, Ç ünkü h arbin acıklı h allerin i herkesten iyi b ilirim . ” dem iştir, Yine M u stafa K em a l Paşa “H arp za ru ri ve h a ya ti olm alı... Ö ldü receğiz diyen lere karşı, ölm eyeceğiz diye h arbe g ireb iliriz Lâkin m illet hayat! tehlikeye uğram adıkça harp bir cinayettir ' demiştir. Atatın k ’ün barışçılığı yine onun söylediği “ Yurtta Sulh C ihan da S u lh ” sözü ile Türk Dış Politikasının bir ilkesi haline gelmiştir, Bölgesinde 156 barışı korumada üzerine düşeni gerçekleştiren genç cumhuriyet diğer yandan teslimiyetçi ve pasifist bir politikada izlememiştir Yani barış içinde vaşamak için gerekli hazırlıkları yapmak, gerekirse barış için savaşa hazır olmak doğrultusunda hareket edilmiştir Sonuçta Atatürk dönemi dış politikası barışçılık gereği saldırgan olmayan ve diğer ülke ve toplumlarla uyum içinde dünya barışının korunması doğrultusunda politikaların uygulandığı bir dönem olmuştur ç)Güven!ik Politikası ve İttifaklar Sistemi Başarılı bir asker ve iyi bir devlet adamı olan M ustafa Kemal Paşa genç cumhuriyetin kuruluşu sonrası onun iktisadi, sosyal ve kültürel yapılanması işinin önemini sürekli vurgulamıştır Diğer yandan genç cumhuriyetin kendini koruyabilmesi yani savunması için gerekli güvenlik önlemlerini almasının gereğine inanan Atatürk. Türk milletinin kendi gücüne dayalı askeri ve ekonomik açıdan yeniden yapılanması için çalışmalarda bulunmuştur. Bu anlamda askeri harcamalar ve ordunun m odernleşmesi ülkenin ekonom ik yapılanması ile eş zamanlı olarak yürütülmüştür Ülkenin kendini savunacak güce ve iradeye sahip olması gerektiğini Atatürk şöyle vurgulamıştır: “Bugün vardığım ız barışın ebedi barış olacağına in anm ak safdillik olur, Bu o kadar önem li b ir gere, e ki ir ki, ondan bir an bile g aflet, m illetin h ayatın ı teh lik eye sokar, Ş ü p h esiz h u ku ku m u za, ş e r e f ve h aysiyetim ize saygı g ö ste rild ik çe m u k a b il saygıda asla kusur etm eyeceğiz Fakat, ne ç a re ki, z a y ıf olan ların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç saygı gö sterilm ediğin i çok acı tecrü belerle öğrendik. Onun için her tü rlü ih tim allerin g erektireceği h azırlıkları yapm akta asla gecik m eyeceğ iz” A tatürk’ün bu sözünde de görüleceği gibi barışın korunm asında gösterilen kararlılığın güvenlik ile ilgili hazırlıkların yapılması ile tam am lanacağına olan inanç vurgulanmaktadır, Barışın korunması için Türkiye’nin gücünün yetmeyeceği alanlarda ülkenin güvenliğini sağlamak için uluslararası politika gereği denge politikaları yine bölgesel barış için ittifaklar yaparak ülkenin güvenliğini sağlamak ilke olarak benimsenmiştir. Y ukarıda değindiğimiz gibi savaş sonrası mevcut statükodan memnun olan ve onun devamını isteyen ülkelerden yana biı tavır benimseyen Türkiye, Atatürk döneminde bu doğrultuda hareket 157 etmiş ve ülkenin güvenliği için ileride değineceğim iz gerekli gördüğü ittifakları sapm aktan kaçınmamıştır d )B a tıc ıh k Batılı güçlere karşı savaşı İmasına rağmen yeni kutulan cumhuriyet lıer fırsatta batı ile yakınlaşmayı sağlayacak bir yo! izlemiştir Şüphesiz bunda A tatürk’ün Türkiye’yi çağdaşlaştırma yolunda takip ettiği ve uygulamaya koyduğu politikaların da rolü olmuştur Yeni Türkiye kendisine hedef olaıak en gelişmiş ülkeler düzeyine çıkma ve onun ötesine gitmeyi belirleyince,bu doğrultuda batı ülkeleriyle ilişkileri geliştirme bir paralellik arzetmiştiı. Bu politikaların kaçınılmaz sonucu olarak batı ülkeleri ile iyi ilişki ve çağdaş medeniyetin bir parçası olma yolunda bir Türkiye görülmüştür e)A kılcıhk Akılcılık ilkesi doğrultusunda yeni devlet uluslararası hukuka bağlı kalmıştır A tatürk’ün T ü rk iy e’sinin dış poiitika anlayışı ideolojik doğmalara, önyargılı saplantılara değil, aklı ve bilimi esas alan bir çizgi üzeı ine oturtulmuştur Bu bağlamda uluslararası ilişkilerde, tarihi dostluk ve tarihi düşmanlık yerine değişen şartlar ve karşılıklı yarar ilişkileri esas alınmıştır Nitekim Atatürk siyasi, sosyal ve ekonomik düzeni çok farklı olan ülkelerle dostluk kurabilmiş ve barış içinde bir arada yaşayabilmenin örneklerini vermiştir Yine Atatürk akılcı yaklaşımı ile iki savaş arası dünyada değişen şartlar ve değişen dünya konjonktürünü iyi takip ederek bu doğrultuda yeni politikalar üretmiş ve milli amaçları gerçekleştirmiştir Yukarıda sayılan ilkelere şüphesiz uluslararası adil bir düzen kurma, söm ürgeciliğe karşı oluş ve hukuka bağlılık gibi ilkeler de eklenebilir Bunların dışında bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak anlamında T ü rk iye’nin güvenliğinden duyduğu endişe onun dış politikasına etki etmiştir. 1923-30 yılları arası batı ile olan problemleri nedeniyle (Bu dönemin problemleri olarak L ozan’da halledilemeyen Irak Sının yani Musul Sorunu, Osmanlı Borçları ve Yunanistan ile yapılacak Ahali değişimi, patrikhane ve patriklik, yabancı şirketlerin millileştirilmesi, yabancı okullarda okutulacak Türkçe derslerine ilişkin problemler sayılabilir ) batılı ülkelere çekince ile yaklaşan 158 Türkiye,özellikle ¡925 yılında Sovyetlerle imzaladığı saldırmazlık paktı ile Sovyetleıe yaklaşmıştır 1930 soması ise İtalya’dan duyduğu endişeden ve İtalya'nın yayılmacı politikalarına karşı batı ile iyi ilişkiler içine girmiştir Türk dış politikasına yön veren etkenlerden bir diğeri ise Türkiye"nin coğrafi konumuna bağlı olarak yani Türkiye’nin Sovyetlerle komşu oluşu boğazların Türkiye’nin kontrolünde oluşu ve Türkiye Tıin ekonom ik ve stratejik açıdan önemli bir Ortadoğu ülkesi oluşu gibi nedenlerle dış politika belirlenmesinde bu konuma bağlı politikalar üretilmiştir Türkiye’nin dış politikasının belirleyicisi olan bir başka etmen ise yönetim felsefesidir denilebilir Mustafa Kemal Paşamın Önderliğinde başlatılan ulusal kurtuluş savaşı batılı devletlere karşı verilmiş olmasına karşın batılı devlet anlayışım ve batılı m odele karşı bir hareket olmamıştır Tam tersine Türk bağımsızlık hareketi batının fikirleıi ile batıya karşı mücadeleye girişen ilerici, liberal ve milliyetçi öğeleri içeıeıı bir anlayışı benimsemiştir. İşte bu anlayış doğrultusunda ülkeleri çeşitli ama uygarlığı bir göıen Mustafa Kemal Paşa,bu bağlamda 1930’lıı yıllardan başlayarak batılı devletler ile iyi ilişkiler kurmuştur Hatta iyi ilişkilerden öte A vrupa topluluğu içinde yer almak am açlanm ış denilebilir Son olarak Türk dış politikasına etki eden bir diğer unsur olarak, Türkiye’nin incelediğimiz dönem de yaşadığı ekonom ik zorluklar ver i lebi 1i ı Türkiye’yi batıya yönelten nedenler sadece yukarıda değindiğimiz İtalya’nın yayılmacı emelleri ve yeni Türkiye’nin öndeı inin yeni yönetim felsefesi değildir Özellikle 1929 yılında dünyada yaşanan ekonom ik bunalım ve bunun Türkiye’ye yansıması d a bu yönelişe etki etmiştir. Türkiye 1923-30 yılları arasında özel girişim ile kalkınmayı esas alan politikaları uygulamaya koymuş ama 1930 sonrası devletçiliğe yönelmiştir Ama bu yöneliş Türkiye’yi Sovyet modeline değil tam tersine o günlerde batıda yaygınlaşan devlet müdahaleciliğine ve dolayısıyla batılı sermayeye ve yardıma yöneltmiştir İlkelerini ve dış politikasına belirleyici olarak etki eden etmenlerini açıkladığım ız Atatürk dönemi Türkiye’sinin,Lozan 159 Antlaşması sonrasında halletmeye çalıştığı doğrultudaki gelişmeleri gözden geçirebiliriz problemleri ve bu 2-Dış İlişkiler a)Musul Sorunu Musul sahip olduğu zengin petrol kaynakları nedeniyle batılı devletlerin ilgisini çekmeye 19.yüzyıl sonlarından itibaren başlamıştır Özellikle İngiltere,Birinci D ünya Savaşı sırasında itilaf devletlerinin diğer üyelerini M u s u l’un kendisine ve İmesi konusunda ikna etmiştir O smanh nın paylaşılmasını esas alan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında itilaf devletleri arasında yapılan gizli antlaşmalar.doğrultusunda İngiltere bölgeye ilgisini sürdürerek Musul ve çevresinde çeşitli bölücü çabalara girişmiştir. Sonuçta İngiltere Osmanlı İmparatorluğu açısından savaşa son veren 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesinin imzalandığı tarihte., T ürk birliklerinin kontrolünde olan bölgeyi Mondros Mütaıekesinin ruhunu aykırı biçimde 11 Kasım 1 9 i 8 ’de işgal etmiştir Bundan som a ise bölgeyi elinde tutabilmek için her türlü çabayı göstermiştir Nitekim Osmanlı Devleti ile imzaladığı Sevr es A ntlaşmasında İngiltere konuyu lehine halletmiştir A m a A n ad o lu ’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlatılan Kurtuluş hareketi yayınladığı M isak-i M illi’de M u su l’u vatanın bir parçası saymış ve A nadolu’da kurulan hüküm et ise her platformda Sevres Antlaşmasını tanımadığım açıklamıştır Kazanılan zafer sonrası başlatılan Lozan barış görüşmelerinde İngiltere’nin M usul’u bırakm am ak konusundaki ısrarı sürmüş ve antlaşmanın tehlikeye girmemesi için Musul Sorununun daha sonra taraflar arasında görüşmeler ile halledilmesi uygun görülm üştü Lozan antlaşmasının üçüncü maddesinde “ Türkiye ite Irak arasındaki sınır sorununun dokuz ay içinde Türkiye ile Ingiltere arasında barışçı yollardan çözüleceği” hükmü yer alıyordu Bu hüküm gereği Tüık-lngiliz görüşmeleri 1924 yılı Mayıs ayında başlamıştır Bu konferansta Türkiye nüfus açısındans siyasi, tarihi, coğrafi, askeri ve stratejik nedenlere dayalı haklı gerekçelerini öne sürerken İngiltere M usul'un kendi mandaterliği altındaki Irak’a bırakılması konusunda 160 ısraımı şüıdürmüş ve bunun yanında Türkiye'den H ak k a ri’ye kadar uzanan toprak talebinde bulunmuştur Bu durum da konferans 5 Haziran 1924 yılında bir sonuca varmadan dağıldı Lozan A n tla şm a sın ın ilgili hükmü, bu görüşmelerin başarısızlığı durumunda sorunun milletler cemiyetine götürülmesini öngörüyordu Başlangıçta iiyesİ olmadığı üstelik ta m am en İngiliz kontrolünde olan bir organizasyondan Türkiye lehine bir karar çıkmayacağına olan inancından dolayı tereddüt geçiren Türkiye sonunda sorunun Milletler Cem iyetim de görüşülmesine razı oldu Musul sorunu Milletler Cemiyeti konseyi tarafından 30 Eylül 1924’de görüşülmeye başlandı Bu görüşmeler sürerken Türk-İngiliz ilişkileri iyice gerginleşti ve Milletler Cemiyeti Türkiye iie İngiltere arasındaki sınır çekişmesine 29 Ekim 1924 Türk iye-Irak geçici sınırını tespit ederek çözüm buldu. Daha sonra sorunu çözmek İlgili devletler ile görüşmeler yapm ak üzere bir uluslararası komisyon oluşturuldu Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından kurulan komisyon K o n sey ’e 'M u su l’un İngiltere mandası altındaki frak’ın bir parçası sayılması gerektiğini ve Türkiye ile Irak arasındaki sınırın da Brüksel’de belirlenmiş bulunan çizgiden geçeceğini" bildiren bir karar aldı, Türkiye K o m isyon ’un kararım tanımadığını ve konseyin bu biçim de kesin bir karar alma yetkisinin bulunmadığını belirterek, bağlayıcı bir karar İçin ilgili tarafların olumlu oylarının alınması gerektiğini bildirdi Ama konsey 16 Aralık 1925 tarihinde üçlü komisyonun raporunu benimsedi Bu sırada Türkiye’de iç siyasi hayatta bir takım olumsuzluklar yanında ülkenin doğusunda Şubat 1925’de çıkan Şeyh Sait İsyanının bastırma uğraşı veriliyordu Triıkiye her şeye rağmen bu kararı hem en tanımadı Ancak, Musul Sorunu ile Türkiye ilk kez daha Milli Mücadele dönem inde olduğu gibi uluslararası platformda yalnız kaldığını ve batılı devletlerin savaş yolu ile elde edemediklerini baskı yolu ile elde etmeye çalıştıklarını gördü ve bu yalnızlıktan kurtulmak için 17 A ralık 1925’te Sovyet'ler ile bir tarafsızlık ve saldırmazlık anlaşması imzaladı. Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer almasına rağmen M usul’u geri almak için güce başvurmaktan başka çare kalmamıştı Oysa ülke 161 içeı isinde Yaşanan yeni yapılanma ve yukarıda değindiğimiz Şeyh Sait İsyanı gibi iç nedenler ile Misak-ı M illi’den taviz sayılabilecek geri adımı atmak zorunda kalan Türkiye, 5 Haziran 1926’da yaptığı anlaşma ile (Türkiye. İngiltere ve Irak Hükümeti) Musul İngiltere’nin mandası altındaki İrak a bırakıldı Buna karşılık Türkiye ye Musul petrollerinden 25 yıl süre ile % 10 pay alınacaktı Ancak daha sonra yapılan bit düzenleme ile Türkiye bu paydan 500 000 İngiliz Lirası karşılığında vazgeçmişti! b)Hatay Sorunu Sancak bölgesinde Türkler nüfusun çoğunluğunu teşkil ettikleri için bu bölge Misak-ı Milli hudutları içinde idi Ancak 20 Ekim İ 921 ’de Fransa İle yapılan Ankara İtilâfhamesi ile Hatay ve İskenderun Türklerine muhtariyet ve kültürel bakımdan ayrıcalık kazandırılmıştı Suriye'nin Fransız m a d at’sı altına girmesinden sonra da Sancağın bu statüsü süıdıi Suriye üzerinden Fransız m a n d a f sının kaldırılması için Fransa ile Suriye arasında 9 Eylül 19.36’da bir antlaşma yapıldı Bu anlaşm ada Sancağın kaderi de Suriye hükümetine bırakılıyordu ve Suriye S a n c a k ’fa ilgili tüm sorumlulukları da Fransa’da alıyordu Şüphesiz bu yeni durum hem Sancak ta yaşayan Türkler i hem de Türkiye Cumhuriyetini rahatsız etmişti Halbuki S ancak’ta Türkler çoğunluktaydı ve Türkiye’nin Sancağı Suriye’ye terk etm em ek hususundaki kararlılığı bizzat Atatürk tarafından dile getirilmişti Türk hükümeti 9 Ekim 1936’da F ransa’ya verdiği bir nota ile durumu protesto etti Türkiye Fransa’dan Suriye ve Lüb nan’a tanınan bağımsızlığın ayrı bir bölge olan İskenderun Sdncağı’na da tanınmasını istedi Fransız hükümetinin 10 K asım ’da verdiği cevabi notada Türk görüşünün kabul edilemeyeceği bildiriliyoıdu Türkiye’nin bu meselenin halledilmesi konusundaki ısrarı üzerine. Sancak meselesinin Milletler C e m iyeti’ne götürülmesi, kararlaştırıldı Konu 14-16 Aralık 1936 tarihleri arasında görüşüldü ve İsveç Temsilcisi Sandler raportör olarak tayin edildi Sandiet hazırladığı raporda Sancak Meselesinin çözümü için bir Komisyon kurulmasını teklif etti ve bu teklif kabul edildi İngiltere’nin aracılık etmesi üzerine 26 Ocak 1937’de iki hüküm et arasında bir prensip anlaşmasına varıldı İngiltere’nin arabuluculuk nedenlerinin 162 , başında ise A kdeniz dengesi açısından önemli iki ülkenin atasının açılmasını istemeyişi, Türkiye ile ilişkilerin düzelmesi ve Türkiye’nin sorunu barış yolu ile halletmesini onaylaması gelmektedir Bu prensip anlaşmasıyla İskenderun ve Antakya içişlerinde bağımsız, fakat Suriye ile güm rü k birliği halinde olan bir statüye kavuşturuluyor ve bir Anayasa ile İdare edilen “ ayrı bir varlık” teşkil ediyordu Sancak’m dışişleri bazı şartlar altında Suriye Hükümeti tarafından idare edilecekti. Türkçe resmi dil olacaktı 29 Mayıs 193'7’de S ancak’m milli bütünlüğünü tem inat altına alan ve Türkiye-Suriye sınırını tespit eden bir anlaşm a yapıldı Ancak S an cak ’m bu yeni statüsü uygulanırken bazı sorunlar çıktı S an c a k ’ta seçimlerin yapılm ası sırasında bazı haksızlıkların ortaya çıkması üzerine Türkiye duruma müdahale ederek, seçim sisteminin düzeltilmesini istedi O cak 1938’de seçim sistemi değiştirildi Bu sııalaıda A vrupa’da savaş tehlikesi gittikçe daha belirgin bir hale geliyoıdu Transa, O rtadoğu’da güçlü bir devlet olan Türkiye’ye yanaşm ak zorunda kalmıştı. 3 Temmuz 1938’de Sancak’ta sükunet ve asayişi sağlamak üzere 6.000 kişilik bir kuvvet kurulması ve bunun 10 0 0 ’inin S an ca k ’tan ,geri kalanın Türkiye ve Fransa tarafından sağlanması kararlaştırıldı Anlaşmadan iki gün sonra Türk kuvvetleri H ata y ’a girdi A ğu sto s’ta yapılan seçimler sonucunda 40 M ebusluktan 2 2 ’sini Türkleı kazandı Bütün mebuslar M eclis’te Türkçe yem in ederek göreve başladılar Meclis Sancağa Türkçe adıyla Hatay Devleti adını verdi Eylül 1938’de kurulan Hatay Devleti bir yıl kadar bağımsız kaldıktan sonra 29 Haziran 1939’da son toplantısını yapan H atay Meclisi, oybirliğiyle A n av a tan ’a katılma karan aldı c)M ontreaux Boğazlar Sözleşmesi Lozan Konferansında tespit edilen Boğazlar Statüsünün yabancı gemilerin geçişi ile ilgili hükümleri Misak-r Milli esaslarına uygun olm akla birlikte, B oğazların silahtan arındın iması. y ani silahsızlandırılması TüiToye’nin güvenliği a çısından sakıncalar doğuruyordu. Bu bölgeıiîn“ğrıTehlîğj"A4illetler Cemiyeti ’nin güvencesi altındaydı. A ncak zamanla Cemiyetin güvencesinin pek e tk lU^ohnadığı g öTOlîn u ş l u ~ l t a 1ya CTTabe Şi sTân^rl ş a Ben Bölgesini s T l ^ ’afidTnrıış, Avusturya ise zorunlu askerliği yeniden_ başlatmıştı 163 Cemiyet ise bu gelişmeler karşısında bir şey yapamamıştı Bu durum da T ü r k i y e ^ B o ğ a la r ın d urumunun, değişen dünya şartlar ı ışığında yeniden görüşülmesini istedi ki, bu davranış 1923N 939,,-arasındaki devrede., kuvvete başvurmaksızın hakkını milletlerarası* hukuk kurallarına dayanarak aramada tek örnek olmuştur Nitekim Batı kam uoyunda Türkiye’nin gerek bolaesinde komşuları ile barışı sağlamak üzere kurduğu ittifakla r ve nüveni ık anlaşmaları yapması, g e r e k s e d i usİa r a r a s ı platformda yapıcı ve ak tif rol üstlenerek dünya barışına katkı yapar tavı r i1e 'Al manya ve İta lya örneğini takip etin e mes i. problem lenıTT vf üpaTi devletler ile görüşmeler yoluyla ve onları şartların değiştiğine ikna ederek sonuç alma tavrı takdir ediliyordu. Türkiye bu isteğini ilk defa 1933’te L on dra’daki silahsızlanma konferansında dile getirdi 1934 yılında Balkanlarda YugoslavyaBulgarİstan yakınlaşması ve aynı yıl İtalya’nın Asya ve A frika’daki emellerini Faşist lider M ussolini’nin dile getirmesi üzerine Türkiye bu isteğini çeşitli vesilelerle dile getirmeye devam etti. Ancak bu İstek 1936’ya kadar büyük devletlerce olumlu karşılanmadı A tatürk’ün 1936’da, Dışişleri Bakanı Tevfîk Rüştü A ra s’a, Boğazlar Meselesini çözüm lem ek için durumu uygun gördüğünü söylemesi üzerine, Türkiye harekete geçerek 3 3 N isan 1936 tarihinde Lozan A nlaşmasına taraf olan devletlere birer nota göndererek sözleşmenin değiştirilmesini istedi Sovyetler Birliği başından beri Türk tezini desteklemişti, İngiltere’de ntkaYÎ|[^IÎygun ,_c eyapL_.verince, I- ra ıı s â da i ıy ma k zo i;ıi n da" kal cif.... Boğazlar rejimini değiştirecek olan konferans, 22 Haziran 1936’da İsviçre’nin Montrö şehrinde toplandı Türk tasarısına göre Türkiye, Boğazlar bölgesini silahlandırmak ve buralarda askeri kuvvet bulundurmak istiyordu. Bundan başka, Boğazlar K om isyonu’nun da kaldırılması isteniyordu Bu esaslar dahiiinde Türkiye, ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçiş serbestliğini bazı şartlar altında kabul ediyordu. Savaş zamanında Türkiye tarafsız olduğu takdirde bu kayıtlar altında savaş gemileri Boğazlardan geçebilecekti Türkiye savaşta olduğu takdirde savaş gemilerinin geçişi T ü rk iy e ’nin müsaadesine tabi tutulacaktı 164 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı Sözleşme 20 yıl süreli idi Ancak, taraflardan hiçbiri sözleşmenin feshedilmesi için talepte bulunmadığından hala yürürlüktedir Bu sözleşme, iki dünya savaşı arasında Türkiye’nin başta Atatürk olm ak üzere Türk yöneticilerinin Önemli bir başarısıdır T ürk yöneticileri bu başarıyı sorunu zam anında gündeme getirme, kararlılıkla savunma ve sabırla takıp etme sayesinde elde etmişlerdir ç) Türk-Yunan “étab li” Anlaşmazlığı Lozan Konferansında, Türkiye’de kalan Rumlarla, Y unan istan’da kalan M üslümanların değişimi meselesi ele alrnmış ve bu konuda 30 Ocak 1923’de bir sözleşme ve protokoi hazırlanmıştı. Buna göre, T ürk iy e’de kalan Rumlarla, Y unanistan’d a kalan M üslü m an Türkleıin değişimi yapılacak, ancak; 30 Ekim İ 9 î 8 ’den önce İstanbul Belediye sınırları içinde yerleşmiş (établi) bulunan Rumlarla, Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacak, yani bunlar yerlerinde kalacaklardı. Bu sözleşm eyi uygulamak üzere de Türk ve Yunan temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulacaktı. Ancak komisyonun fâaliyete geçmesinden sonra “ Yerleşm iş” (établi) deyiminin kapsamı konusunda Türk ve Yunan temsilcileri arasında anlaşmazlık çıktı Türkiye’ye göre deyimin manası Türk kanunlarına göıe tayin edilecekti Yunanistan ise buna karşı çıkarak İstanbul’da olabildiğince fazla Rum bırakabilmek için 30 Ekim I 9 1 8 ’den Önce herhangi bir şekilde İstanbul’da bulunan her R u m ’un yerleşmiş sayılacağım ileri sürdü Milletlerarası Adalet D ivanı’nm yaptığı yorum da anlaşmayı sağlayamayınca Türk-Yunan ilişkileri gerginleşti. Yunanistan Batı Trakya Türklerinin mallarına el koyarak buralara, Türkiye’den gelen Rumları yerleştirmeye başladı Buna karşılık Türkiye’de İstanbul Rumlarının mallarına el koydu Gerginliğin tırmanması üzerine işin görüşmeler yoluyla çözümlenmesi,iki ta ra f için de uygun olduğundan 1 Aralık 1926’d a b ir anlaşma imzalandı Fakat bu anlaşmanın uygulanması da kolay olmadı Birçok gerginlikler ortaya çıktı, Savaş havası esmeye başladı Fakat, Venizelos bir savaşın Y unanistan’a getireceği sıkıntıları düşü lerek tutum unu yumuşattı ve A n k ara’nın da buna karşılık vermesi üzerine 10 Haziran 1930’da Ahali anlaşmazlığını çözümleyen yeni bir 165 anlaşma imzalandı Bu anlaşma iie doğum yerleri ve tarihleri ne olursa olsun İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi “ établi” deyiminin kapsamı içine alındı Bu suretle L ozan’dan beri devam etmekte olan anlaşmazlık da sona ermiş oldu Yunanistan ile Türkiye arasında yine “ établi” sorunu ile bağlantılı olarak ortaya çıkan bir başka problem Patriklik konusudur. L oza n’da Türk temsilcilerinin Patrikliği, Türkiye dışına çıkarılması yolundaki ısrarlı istekleri Batılı ülkelerce kabul görmem iş ve Lozan A ntlaşmasında bu konuda bir hüküm yer almamıştır Yalnız Patrik’in siyasetle uğraşmaması konusunda sözlü bir antlaşmaya varı İm işti 1924 yılında boşalan Patriklik için yapılan seçimi kazanan kişinin mübadele kapsamında yet alması üzerine Türkiye itiraz etmiş ve 1925 yılında yapılan seçim ile mübadele kapsamına girmeyen bir Patrik seçilmiştir Lozan antlaşmasının uygulanışındaki bu problem dışında Y unanistan’ın özellikle “ Anadolu macerasındaki uğradığı yenilgiyi hazmedememesi ve Türkiye’ye yönelik olarak İtalya-Yunanistan işbirliği ve Y unanistan’ın Türkiye’ye karşı iyi niyetli olmadığını gösterir tavırları ile artan gerginlik, 1930’lu yıllarda özellikle Bulgaristan’ın bölgesinde izlemeye başladığı Revizyonist tutum sonrası Türkiye ile Yunanistan Başbakanlarının karşılıklı ziyaretleri ile başlayan sıcak ilişkilere zemin hazırladı ki bu 1954 yılma kadar devam edecektir a, Türk-Yunan anlaşmazlığının çözüm lenm esinden sonra meydana gelen yakınlaşma bir işbirliği havası doğurdu 1929’dan itibaren ortaya atılan Balkan Birliği fikri çeşitli organizasyonlarla uygulam aya konulmuştu. Ancak bunun siyasi alana intikal etmesi pek kolay olmadı Arnavutluk ve Bulgaristan’ın mevcut statüko’yu değiştirmekten yana (revizyonist) olmaları, buna karşılık; Türkiye, Yugoslavya ve Y unanistan’ın statüko taraftarı bulunmaları anlaşmayı geciktirmiştir I Dünya Savaşından hemen sonra ekonom ik buhranlarla karşılaşan ve geniş topraklar kaybederek Balkan ülkeleri içinde savaştan en zararlı çıkan Bulgaristan’ın M akedonya meselesini çözüm lem ek amacıyla Romanya ve Yugoslavya ile yaptığı temaslar bir netice 166 vermemişti Bulgaristan’da 1923 darbesiyle Başbakan S tam bulski’nin iktidardan uzaklaşmasından sonra yeni yöneticiler.onun uzlaşma politikasını terk ettiler 1927’den sonra Bulgaristan’ın revizyonist bir politika takip etmeye başlaması,Balkanlarda işbirliğini zorlaştıran sebeplerden biridir İşbirliğinin gecikmesindeki diğer önemli sebep de Türkiye ile Yunanistan arasındaki kötü ilişkilerdi Ancak 1930’da Ahali mübadelesi ile ilgili anlaşmadan sonra ilişkiler düzelmeye başlayınca Balkan Devletleri arasında yakınlaşma m ümkün olabilmiştir. Türkiye, bundan sonra Balkan Antantına varan görüşmelerde son derece aktif bir tutum takındı Türk-Yunan ilişkilerinin iyileşmesinden sonra, 1930-1933 yıllan arasında Bulgaristan’ın da katıldığı Balkan Konferanslarında yeni fikirlerin ortaya atılması ve karşılıklı anlayışın yaratılması konularında bazı gelişmeler sağlanmışsa da. İtalya’nın baskıları sonunda Arnavutluk ve Bulgaıistan delegeleri konferanstan çekilmişlerdir. Bulgaristan’ın Balkan Birliğine katılmasını engelleyen iki mesele vaıdı: Azınlıkların haklarının korunması (M ak e d o n y a’da önemli bir Bulgar azınlık vaıdı), diğeri ise Ege Denizime çıkabilmek için Bulgaristan’a bir m ahreç (çıkış) verilmesi Ancak 19.3.3’te Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan ve tarafların Trakya sınırım garanti eden Samimi Anlaşma Misakı” bu imkanı ortadan kaldırmıştı Türkiye’nin davetine rağmen paktı kendilerine karşı bit oluşum gibi değerlendiren Bulgaı!aı, Balkanlarda statükonun korunmasını amaçlayan bir işbirliğine yanaşmayacaklardır Öte yandan Türk-Yunan Anlaşması R om an y a’yı harekete geçirecek ve Başbakan Titulescu’nun A nkara'yı ziyareti sırasında 17 Ekim 1933’de Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Anlaşması imzalanacaktır Romanya, Bulgaristan’ın revizyonist isteklerinden endişe duyduğu ve kendi deniz ticareti de Boğazlardaki serbest geçişe bağlı bulunduğu için brı anlaşmayı menfaatlerine uygun bulmuştur Türkiye’nin yaptığı bu ikili anlaşmalar, Bulgaristan’da tepkiyle karşılandı ve Bulgar basını Türkiye aleyhinde bir kam panya başlattı Bulgaristan’ın Balkanlarda statükonun korunmasına bu kadar sinirlenmesi Y ugoslavya’yı endişeye şevketti Türk Dışişleri Bakanının 167 Belgi a d 71 ziyareti sır asında 27 Saldırmazlık Anlaşması imzalandı Kasım 1933 ’de bir Dostluk ve 1933 yılında bu gelişmelerin ortaya çıkması tesadüf eseri olmamıştır Zira, aynı yıl A lm a n y a’da Nazi Partisi’nin iktidara gelmesi, A vrup a’da revizyonist gelişmelere zemin hazırlamıştı Balkanlardaki Alman ve İtalyan baskısı giderek artıyordu Arnavutluk İtalya’nın kontrolü altına girmişti Bu durumda Balkanlarda T ürkiye’nin önderliğini yaptığı statükocu devletler aralarında yaptıkları ikili anlaşmaları birleştirerek dörtlü bir Pakt imzaladılar (9 Şubat 1934). Bu anlaşma ile devletler (Türkiye-Yunanistan, Y ugoslavya ve Romanya) sınırlarını karşılıklı olarak garanti ediyorlar, birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle birlikte bir siyasi harekette bulunmamayı ve herhangi bir siyasi anlaşma yapm am ayı taahhüt ediyorlardı Antant ile birlikte imzalanan bir gizli anlaşmayla da taraflardan biri bir Balkanlı olmayan devletin saldırısına uğrarsa ve Balkanlı bir devlet de saldırgana yardım ederse diğer taraflar bu Balkanlı devlete karşı birlikte savaşa gireceklerdi Fakat bu protokole Türkiye, eğer bir Rus-Romen çatışması çıkarsa Türkiye’nin R om anya’ya yardım etmeyeceğini Sovyet R usya’ya bildirmiş, Yunanistan ise protokolün kendisini İtalya ile bir çatışmaya götürmeyeceği konusunda rezerv koymuştur Fakat çeşitli sebeplerle zayıf doğan bu anlaşma etkili bir işbirliğinin doğmasını sağlayamamıştır Türkiye’nin dış politikasında bölgede barış ve güvenliğe ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından dikkat çekici bir anlaşmadır e ) S â d â b a t P ak tı i İ y İtaly a ’nın bir yandan Habeşistan’ı işgali ile Doğu A k d e n iz ’de İtalyan tefrdfdini ortaya çıkarırken, A sy a ’da bazı hedeflere yöneldiğini Belirtmesi,de T ürkiye’yi İngiltere’ye bağlanmaya götürmüş. Ortadoğu devletleriyle İşbirliği yapm ak ve bazı savunma tedbirleri almak zorunda bırakmıştır 168 Daha İtalyan-Habeş anlaşmazlığının başında, İtalya’nın bölgedeki yayılmacı emellerine karşı tedbirler almak ihtiyacını duyan Ortadoğu devletlerinden İran’ın teşebbüsü üzerine C e nevre’de 2 Ekim 1935’de.JTtjrkiye, İran ve İrak arasında üçlü bir anlaşma parafe edilmişti Türkiye tarafından hararetle desteklenen bu anlaşmayı uygulama alanına sokabilmek hemen m ümkün olmadı. Ancak. İran ile İrak arasındaki.sınır anlaşmazlığı ve Türkiye ile İran arasındaki hudut meseleleri halledildikten sonra bu m ümkün olabildi Zorlam a tedbirleri konusunda İtalya’nın aldığı sert tutum ve H abeşistan’ın istilasının gerçekleşmesi bu devletleri birbirine yaklaştıran önemli bir unsur olmuştur. 1937 yılında İran ile Türkiye arasında çeşitli konularda İşbirliğini amaçlayan anlaşmaların imzalanmasından sonra O rtadoğu’da Türkiye’nin faaliyetleri arttı 7 Nisan 1937’de Mısır ile bir Dostluk Anlaşması imzalandı Nihayet İran ile Irak arasında sınır anlaşmazlıkları Türkiye'nin gayretiyle ortadan kalktı Bu arada Afganistan da anlaşmaya katılacağını bildirince,8 T em m uz 1937’de Tahran’da Sadabad Sarayında Türkiye-İ ran-Irak ve Afganistan arasında Sadabad Paktı adını alan anlaşma imzalandı 5 yıl süreyle imzalanan bu anlaşmayla taraflar; Milletler Cemiyeti ve Briand-Kellog Paktına bağlı kalmayı, birbirlerinin içişlerine kaıışmamayı. ortak sınırlara saygı göstermeyi, birbirlerine karşı herhangi bir saldırıya girişmemeyi taahhüt ediyorlardı Böyiece Türkiye Batıda ve Doğuda bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için Önemli oİanTuT'iki bolğede15|ffi|3^1ü'ikasını kuvvedlEncGİThTştir 3- Atat ürk İlişkileri D önem i’nde T ürkiye’nin Diğer Ülkelerle Oİan İkili a)Türk-Sovyet İlişkileri Osmanlı Devle* nin zayıflamaya başlaması ve Çar I'Petro’nun Rusya da yaptığı reformların başarıya ulaşmasıyla bu devletin sıcak denizlere inme politikasını uygulamaya koyması hemen hemen aynı zamanlara rastlamaktadır Nitekim, R usya’nın K aradeniz’de donanm a bulundurmaya başladığı 18 yüzyılın sonlarından itibaren Türkiye’nin bir 169 Rusya meselesi vardır ve Türk diplomasisi bu faktörü daima gözönünde bulundurmak zorunluluğunu hissetmiştir. Tarihi, birbiriyle mücadele etmekle geçen bu iki devletin ve toplumun jeopolitik konumlara karşı karşıya gelmderini adeta kaçınılmış kılmıştır Karşılıklı oluşan bu durum, zayıflayan Osmanlı Devletinin takip ettiği “ Denge Politikasını” , Türk diplomasisinin temel unsuru haline getirmiştir Osmanlı Devleti, çoğunlukla, varlığına yönelen Rus tehdidine kaışı Batılı büyük devletlerle büyük tavizler vererek bir denge oluşturmaya gayret etmiş, fakat; durum gerektirdiğinde Batılı Devletlere karşı Rusya’ya yönelme kozunu da elden bırakmamıştır. Genel batlarıyla ‘"düşmanca” denilebilecek bu politik çizgide, “ Milli Mücadele “ dönemi ilk bakışta sıcak ilişkilerin kurulduğu ayrı bir devre olarak görünmekle beraber, tarihi şartlar incelendiğinde; 19191930 devresi olaylarının bu iki devletin birbirine yaklaşmasını zaruri hale getirdiği kolayca anlaşılmaktadır Daha A n k a ra ’da Milli Hükümetin kurulmasından önce Sovyet'ler Türkiye ile de ilgilenmişler ve gerçekleştirmek istedikleri “ Dünya Proleter İhtilalinde” Türkiye’nin yer alabileceğini düşünmüşlerdi Bu ihtilalin gerçekleşmesi için iki ayrı politika tespit edilmişti Endüstrileşmiş toplum larda ihtilali sanayi işçileri (proleterler), Komünist Partilerinin önderliğinde yapacaklar; Ortadoğu ve A s y a ’da ise bu olgu gelişmediğinden ihtilalin öncülüğünü “ Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı veren Milliyetçi Burjuvazi” aynı işi yapacak, çekirdek halindeki Komünist Partileri de bu milli kurtuluş mücadelesini bir proleter ihtilali haline çevirecekti. Sovyet Rusya 1919 Martından itibaren Türkiye’ye bu açıdan bakmış ve bu konudaki ümitlerini Türk milli mücadelesi boyunca da devam ettirmiştir Hatta Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin yayın organı “ İzvestiya” gazetesinde Türk milli mücadelesinin “ A sy a ’daki ilk Sovyet ihtilali' olduğunu ilan etmişlerdi A n adolu’da, Büyük Mustafa K e m a l’in Önderliğinde başlayan mücadeleyi yürüten lider kadro ise tamamen farklı düşünüyordu Sovyetlerden yardım alabilmek gayesiyle, kontrol altında tutulmak şartıyla komünist propagandalara bir şiire göz yumulm uş, durum 170 tehlikeli bit hal alınca da ‘Resmi Türkiye Komünist Partisi” kapatılmış ve takibata geçilmiştir Milli Mücadele sırasında Türk-Sovyet münasebetlerinin ilgi çekici bir yönü de, Sovyetlerin Mustafa Kemal’in Batıl dar la uyuşma ve uzlaşması ihtimalinden duydukları endişedir Çünkü, Türkiye Batıklarla uzlaştığı takdirde Sovyetlere daha fazla dayanma mecburiyetinden kurtulacak ve belgelerinde bu durum açıkça görülmektedir Ayrıca mesela Bekir Sami B e y ’in (Türk Dışişleri Bakanı) Paris ve Londra’ya yaptığı ziyaretler, buralarda verdiği demeçler ve nihayet İtalya, İngiltere ve Fransa ile yaptığı anlaşmalar Sovyetieri sinirlendirmiş ve hatta A nkara'yı bu yüzden protesto etmişlerdir Fransızlarla 1921’de Ankara İtilafhamesi imzalandığında aynı durum ortaya çıkmıştır Türkiye’de Komünist faaliyetlere karşı sert tepkinin başlaması üzerine.. Stalin ve Orjonikidze yardımın kesilmesini istemişlerse de Lenin ve Troçki yardım ın sürdürülmesini kararlaştırmışlardır Boğazlar Meselesi dolayısıyla Sovyetleı Lozan Konferansına özellikle ilgi göstermişlerdir Lâkin konferansa ancak Boğazlar Meselesi tartışılırken davet edilmişlerdir. Türkiye, Batılılar karşısında yalnız kalmam ak için Sovyetlerin Konferansa katılmasını özellikle istemiştir L oza n ’dan sonra A vrup a’daki savaş buhranlarının başladığı devreye gelinceye kadar,TUık-Sovyet münasebetleri üç unsurun tesiri altında gelişmiştir Ticari münasebetler, komünizm meselesi ve T ürkiye’nin Batı ile münasebetlerini düzeltmesi ve geliştirmesi Sovyetler Bitliği, ticari ve ekonomik münasebetler yoluyla Tüıki>e’yi nüfuzu altında tutm aya çalışmıştır Buna karşılık Türkiye, dış ticaretini Sovyetlerin tekeli aitına sokmaktan kaçınarak, Batı ile ticari münasebetlerini geliştirmeye Özen göstermiştir K omünizm meselesine gelince; Lozan’dan sonra Türkiye milli varlığına kavuşunca, kom ünizm e karşı daha hassas davranmış ve bu işi daha sıkı tutmuştur Komünizm meselesi ile Sovyet-T ürk münasebetlerini birbirinden ayrı tutm aya dikkat eden Türk hükümetinin bu tutumu Sovyetieri hoşnut bırakmamıştır.. Sovyetler ise ikili ilişkileri, Türkiye’deki komünizm propagandası ile birlikte değerlendirmişlerdir Nitekim bu husus 1929’da P ra v da’da bu husus açıkça dile getirildiği 171 için, I ürk hükümetinin organı durumunda bulunan Milliyet Gazetesi 6 Temmuz î 9 2 9 ’da buna dünyanın hiçbir davası, Türkiye nasyonalizminin daha az mukaddes sayılmasına sebep olam az rj biçiminde ilginç biı cevap vermiştir Ticaret alanında olduğu gibi siyasi alanda da Türkiye’nin Batılı devletlerle uzlaşma yoluna girmesi ve dış politikasını yavaş yavaş Sovyet tekelinden kurtarmaya başlaması,bu devlet tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmıştır Türkiye’nin dış münasebetlerinden duydukları endişelere rağmen, Sov>etİeı Birliği milletlerarası durumu kendileri için henüz güvenli görmediklerinden Türkiye’ye Önem vermeye devam etmişlerdir Musul anlaşmazlığı sırasında, Türk-İngiliz münasebetlerinin gerginliği, buna karşılık Lokarno anlaşmalarıyla A lm a n y a’nın batılıiarm yanında yer alması ihtimali ,17 Aralık 1925’te Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Dostluk ve Saldırmazlık anlaşmasının imzalanması sonucunu v erm iş l ii'^ jJç yıi iç iTTlmz a 1a nnTrf^Tan^Bu^TTaş m ay a g ö rlTTTrrafl ard a n TTmTne, bir veya birkaç devlet tarafından yöneltilen bir askeri hareket halinde diğeri tarafsız kalacak ve taraflardan hiçbiri birbirlerine saldırmayacakları gibi, birbiri aleyhine yönelen ittifak veya siyasi anlaşmalara katılmayacaklardı Türkiye için olduğu kadar, Türkiye’nin Batıklara katılmasından duyduğu endişe bakımından Sovyet Rusya için de tatmin edici bir anlaşma olan bu anlaşma, 1929’da yeni bir hüküm eklenerek yenilenmiştir. Bu anlaşma hükmüne göre de taraflar karadan ve denizden komşu bulundukları devletlerle birbirlerine danışmaksızın herhangi bîr siyasi anlaşma yapm am a esasını kabul etmişler ve söz konusu anlaşma 1945 M art’ında Sovyetler Birliği tarafından feshedilinceye kadar yürürlükte kalmıştır b )T ü ık -İn giliz İlişkileri Musul meselesinin halledilmesinden sonra Türkiye dış ilişkilerinde Sovyetler Birliğine karşı bir denge oluşturarak Batkılarla ilişkilerini yoğunlaştır maya çaba harcamıştır Fakat bu sadece Türkiye’den kaynaklanmamış, İtalya ve A lm a n y a’nın A v ru p a ’da giderek artan bir bunalımı başlatmaları üzerine O rtadoğu’da Batkılar için güvenilebilecek yegâne devletin Türkiye olduğunu göz Önüne alan büyük devletler de bu ilişkilerin kurulmasını kolaylaştırmışlardı! 172 Türkiye’nin savaşı kanun dışı ilan eden Briand-Keflog Paktım a katılması (1929 O cak), 1932’de Milletler Cem iyeti’ne üye olması g ibi önem i i gelişmeler Türkiye ile İngiltere arasındaki buzların erim esinde tgsnTTloImuşturr--' 1936 'da İtalya’nın Balkanlar ve O rtadoğu’da tehditlerini artırm asrüzerine, önce F ra n sa’yla anlaşan İngiltere, bir İtalyan saldırısı karşısında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve T ürkiye’ye garanti verdi İspanya bunu reddetti, ancak diğer devletlerle birlikte Türkiye bu garantiyi kabul ettiler Ayrıca bu üç devlet de İngiltere’ye garanti verdi Bu kaı şılıklı garantiler sistemine A kdeniz Paktı adı verilmiştir Akdeniz Paktı ile Türkiye İtalyan tehlikesine k a rşı İngiltere’ye bağlanm ış oluyordu ki._ bu y eni. Türkiye’n in Ingıjtere ile olan m ünasebetlerinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir Türkiye ile İngiltere arasındaki bu yakınlaşma 1939"13a BÜ TtOTâka varacaktır Fakat İngiltere, kendî garantisini mahfuz (saklı) tutarak Yugoslavya, Yunanistan ve T ürkiye'}i kendisine verm iş oldukları garantilerden affetti Bunun anlamı şuydu; İngiltere bir saldırıya uğrarsa bu devletlerin yardım mecburiyeti olmayacak, fakat İngiltere bu devletlere yardım edecekti Buna karşılık bu devletler de, kendi garantilerini mahfuz tutarak İngiltere’yi verdiği garantilerden affettiklerini bildirdiler Karşılıklı tek taraflı garanti durumu krsa sürdü İtalya Türkiye ile ilişkilerini de düzeltmek için teşebbüse geçince Türkiye bu tek taraflı garanti durumuna son verdi. Fakat artık Türkİngiliz münasebetleri İyileşme yoluna girmiş bulunuyordu 19.39’da Türk-İngiliz-Fransız ittifakına kadar vardı c)T ü rk -İtalyan İlişkileri L oza n’dan sonra ve^T 'ürkiye Cumhuriyeti’niıı kuruluşuyla birlikte, milli mücadele şırasındaki dostça tutumları da gözönüne alınarak İtalyanlarla iyi münasebetler tesis edilme yoluna gidildi Ekonomik alanda gelişen iyi münasebetler siyasi alanda aynı görüntüyü vermedi M uşsoiini’nin İtalya’da ilk andan itibaren “R om a İmparatorluğu” nu canlandırmak için sömürgecilik ve yayılmacılık politikasına yönelmesi, Doğu A kd eniz’i kontrol altına alm aya çalışması TuîliTye’yi en d iş e le n d ir d 'r j^ ' ^ 173 1926-27 yıllan bu ilişkilerde dönüm noktası oluşturmaktadır Musul meselesinin halledilmesinden sonra Türkiye’nin Fransa ve İtalya ile de ilişkilerinde bir dostluk ve tarafsızlık anlaşması imzalanmıştır Buna göre taraflar birbirine yönelmiş herhangi bir ittifaka katılmayacaklar, taraflardan birine bir veya birkaç devletin saldırması halinde tarafsız kalacaklardı Ancak 1930’dan itibaren İtalya’nın tekrar yayılmacı bir politika takip etmeye başlam ası,T ürkiye’yi endişelendirdi ve Türk-İngiliz yakınlaşmasında İtalya’nın bu tavrı etkili oldu İtalya’nın H abeşistan’a saldırması (1935) ikili ilişkilerde güvensizliğin yeniden doğmasına sebep oldu. Bu saldırı üzerine Milletler Cemiyeti İtalya’ya karşı zorlama tedbirleri aldı ve barışın korunmasından yana Türkiye’de bu tedbirlere katıldı İtalya bunun üzerine bu tedbirleri almayan devletlerle gerekirse siyasi münasebetlerini keseceğini ilan etti (11 Kasım 1935) İtalyan tehditlerine karşılık İngiltere’nin garanti vermesi ve 'Akdeniz P a k tf ’nm ortaya çıkması siyasi havanın yeniden yumuşamasını sağladı Öte yandan statükoyu değiştirmemeyi karşılıklı olarak garanti etmeleri Türkiye’yi büyük ölçüde rahatlattı Takat,, 10-11 Eylül 1937’de İspanyol iç savaşı dolayısıyla artan denizaltı korsanlığına karşı çıkan İtalya’nın isteğine rağmen Türkiye İngiltere ile birlikte hareket etti ve bu yönünü batıya dönerek batı ile uzlaşma doğrultusunda politikalar geliştirmeye başladı ç)T ü rk -F ıa n sız İlişkileri Fransa ile, L oza n’dan arta kalan esas mesele O sm anh borçları meselesi idi Takat, ilişkilerin bozulmasını etkileyen sebepier biraz daha farklıdır 20 Ekim 1921’de Fransa ile Türkiye arasında Türkiye-Suıiye sinirinin tespitini de ilgilendiıen A nkaıa İtilafnâmesi imzalanmıştı Sınır tespit komisyonunun bir ay sonra kurulması gerekirken bu ancak 1925 Eylülünde m ümkün olabildi ve sınırın çizilmesinde de anlaşmazlıklar ortaya çıktı Biı kısım topraklar üzerinde taraflar karşılıklı iddialar 174 orta>a attılar Bunun üzerine Türk ve Fransız Hükümetleri doğrudan doğruya diplomatik münasebetlere girişerek, 18 Şubat 1926 anlaşması ile bu meseleyi sona erdirdiler Anlaşm a bu tarihte parafe edilmekle beraber Fransa, Musul anlaşmazlığının çözümlenmesine kadar imzadan kaçındı 30 Mayıs 1926’da yani Musul Anlaşmasının imzalanmasından 6 gün önce ‘Dostluk ve İyi K om şuluk” sözleşmesi imzalandı Buna göre taraflar aralarındaki anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözümleyecekler ve birine yöneltilen silahlı saldırıda diğeri tarafsız kalacaktı. Diğer bir mesele de Türkiye’deki Fransız misyoner okulları meselesi oldu. Türk hükümeti bir yönetmelik hazırlayarak, yabancı okullarda Taıih ve Coğrafya gibi derslerin Türkçe olarak ve Türk Öğretmenleri tarafından okutulması esasını kabul etti Bu okullar buna yanaşm ak istemediler Bunun üzerine Fıansa ve Papalık işe müdahale etmek İstediler Türk hükümeti ise, sadece bu okulları kendisine muhatap olarak aldığını belirtti Fransa daha ileri gidemedi fakat bu olay TürkFransız ilişkilerini zayıflattı Borçlar Meselesi ise daha şiddetli çekişmeye sebep olmuştur Bilindiği gibi Fransa, Osmanlı devletinden en çok alacaklı olan devletti Lozan da bu mesele ele alınmış, devlet tahvilleri ile ilgili olan borçların ödenm esinde borç tahvillerinin sahipleri ile Türkiye’nin görüşmesi kar arlaştıı ılmıştı. Çoğunluğunu Fransızların teşkil ettikleri bu alacaklılarla yapılan müzakereler ancak 13 Haziran 1928’de sonuçlandı Ö denecek borcun miktarı ve ödeme şekli bir formüle bağlandı Ancak. 1929 dünya ekonom ik buhranı Türkiye’yi de güç d urum a soktu ve ödeme güçlükleri ortaya çıktı Türkiye Hoover m oratoryum una dayanarak borç ödemeyi geciktirmek istedi. Alacaklıların itirazı üzerine yapılan görüşmeler sonunda, 22 Nisan 1933 de P aris’te yeni bir anlaşma imzalandı ve borçlar meselesi de böylece hal yoluna girdi Düyun-u U m u m iv e ’nin tarihe karışmasından sonra (1928) Fransa ile bir başka mesele daha patlak verdi Bu da Adana-Mersiıı demiryolunun satın alınması meselesi idi Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı döneminden kalan kapitülasyonların tamamını kaldırmaya kararhydı Türkiye’deki Fransız işletmelerinin millileştirilmesine başlangıçta karşı çıkan Fransız hüküm etijşietm elerinin millileştirilmesine başlangıçta karşı çıkan Fransız hükümeti Türkiye’nin ısrarı karşısında direnemedi ve 175 1929’da yapılan bir anlaşma ile durumu kabullenmek zorunda kaldı Bu anlaşmaların ortaya çıkmasında, Fransa’nın düzelen Türk-İngiliz münasebetlerini gözönüne aldığını söyleyebiliriz. "Nitekim Hatay meselesinde de böyle olmuştur Yukarıda Atatürk dönemi Türk dış politikasının temel ilkelerini ve uygulamalarını aktardığımız dönemin Batı kam uoyunda nasıl değerlendirildiğine bakacak olursak şunları söylemek mümkündür Lozan öncesi Türkiye’nin barış istemediği ve savaştan yana olduğunu düşünen Batı kamuoyu özellikle İngiliz basım bu tavrım Lozan görüşmeleri sırasında da sürdürmüştür Ama bu anlayış ve tavır Lozan barış antlaşması sonrasında değişmiş ve artık Türkiye daha makul bir ülke ve onun lideri Mustafa Kemal Paşa da ülkesini geri kalmışlıktan modern bir çağa taşıyan akıllı bir yönetici olarak değerlendirilmiştir Aynı tür değerlendirmeler Musul Sorunu’nun halledilmesi ile tekıar dile getirilmiş ve Türkiye’nin saldırgan bir tavır taşım ayan komşuları ile barış içerisinde yaşamaya dayalı ama bağımsızlığından ödün vermeyen ve kendini bağlayıcı bir ittifaka girmektense,daima serbest hareket etmeye ve değişen durumlar m yaratacağı avantajlı pozisyonlara göre tavır alm aya yönelik politikayı benimsediği şeklinde olmuştur Başlangıçta Türk-Rus ilişkileri konusunda endişe duyan ve Türkiye’nin Bolşeviklerin etkisi altında dış politikalarını belirlediklerini dile getiren Batı kam uoyu,yaşanan süreç içerisinde bunun doğru olmadığını anlamıştır M ustafa Kemal Paşa hem Batı ülkeleri ile iyi ilişkiler içerisine girerek ,hem de Sovyet Rusya ile dost kalarak bunu başarmıştır Özellikle Türkiye’nin Milletler C em iy eti’ne girmesinden sonra yeni Türkiye’nin dış politikadaki imajı, komşuları ile iyi geçinen, bağımsızlığını korum ada kararlı, ortak savunma paktları oluşturma ve bölgesinde güvenliğin korunmasından yana, kısacası dünya barışını korum aya yönelik bir tavır olarak takdir edilmiştir Bu bağlam da Türkiye’nin Lozan sonrası sorunları görüşmeler yolu ile halletmesinin önemi özellikle vurgulanmıştır. Çünkü Almanya ve İtalya’nın saldırgan tavırlar sergilediği,bir dönem de Türkiye’nin değişen dünya şartlarını 176 iler i sürerek görüşmeler yolu ile boğazların statüsünü istediği yönde değiştirmesi herkes tarafından takdir edilmiştir. Sonuçta A tatürk’ün Türkiye’si,izlediği dış politika ile kendisini bulunduğu bölgede barışı amaçlayan ve bölgesinde güvenliğin temini için vazgeçilm ez bir ülke konumuna getirmiştir İçinde yaşanılan dönemin İkinci Dünya Savaşının belirtilerinin ortaya çıkm aya başladığı bir dönem olduğu hatırlanırsa,A tatürk’ün önderliğinde iki savaş arası T ürkiye’nin yürüttüğü bu akılcı, kararlı ve barışı esas alan politikaların öneminin,Batı tarafından vurgulanm ası kaçınılmazdır denilebilir 177 V. BÖLÜM : İNKILÂP HAREKETLERİ Yukarıdan beri aktarılanlar,Türkiye’nin modernleşme sürecinin siyasal boyutları hakkında az-çok bir fikir vermek amacını taşımaktadır Bu bölümde Cumhuriyet Türkiye'sinin yeni çehresini çizmek amacıyla girişilen çabalar aktarılacaktır Bir toplumun modernleşmesi.evvelâ o toplumun bunu bir zorunluluk olarak hissetmesiyle yakından ilgilidir Toplum,karşı karşıya kaldığı meseleleri geleneksel kut um,değer ve davranış kalıplarıyla çözümlemeyi başaramıyorsa ya değişecek yahut yok olup gidecektir Türkler,hayranlık verici bir yaşama kudretine sahip bir topluluk oldukları için birinci yolu seçmişlerdir Modernleşme sürecine sonradan giren Avrupa dışı dünyanın modernleşme problemleri ilginç bir çalışma alanı oluşturmaktadır Bu toplumların hemen hepsi farklı yöntemler geliştirmiş.farklı tercihler ortaya koymuşlardır Türkler,Asya’nın bir kısmında ve Afrika’nın hemen tamamındaki sömürge topluluklarından ve/veya devletlerinden farklı olarak güçlü bir siyasal ve askeri organizasyona sahip oldukları için batılı değerleri kabul etmekte zor [anmışlardır. Bu sebeple Türk milletini ve çağdaş Türk devletini “yeni doğmuş” biı yapı olarak kabul etmek yerine “yeniden inşa 179 edilmiş biı yapı olarak görmek daha doğru,daha isabetli bir davranıştır Bunu Türkiye'nin hemen hemen her kurumunda gözlemek mümkündür Meselâ Türk Ordusu kuruluş tarihi olarak Bagatur Kağan m ( Mete Han) O rdu'yu teşkilâtlandırdığı M Ö. 209 tarihini başlangıç olarak kabul eder örnekleı i çoğaltmak m üm künJâkat gereksizdir Burada vurgulamak istediğimiz esas nokta, modernleşen Türkiye'nin,tarihî köklerinden kopmadığını vurgulamakta ne kadar hassas olduğudur Modern dünyanın gerçekleri karşısında ayakta kalmasının mümkün olmadığı açıkça görülen bit imparatorluktan,çağın dinamikle! ine uygun bir milli devlete geçişi başarmak elbette kolay olmamıştır ve bu yeniden inşa sürecinin mimarı olan Bü\İık Mustafâ Kemal Atatürk’e ebediyete intikalinin üzerinden 60 yıl geçtiği halde Türk milletinin gösterdiği büyük muhabbet son derece anlamhdu Modernleşmenin gerekli olduğunu gören,dış dünyayı da tanıyarak bunun gereklerini topluma anlatmaya çalışan bir aydınlar grubunun ortaya çıkışı bizde 18 Yüzyıl sonlarında başlayan Osman lı yenileşmesi iie mümkün olmuştur Bu aydınlar grubunun Tanzimat reformlarıyla birlikte palazlanmaları ve mutlak hükümdarın yani padişahın otoritesiyle çatışmaya gitmeleri ve İktidarı ele geçirmeleri ise hayli uzun bir zaman almıştır 1860"laıın ortalarından başlayarak 1923’e kadar devam eden bu mücadelede.Büyük Atatürk’ün öncülüğündeki modernleştirici aydınlar grubunun iktidar tekelini ele geçirmeleriyle yeni bir dönemece gelinmiştir 1923'Ten başlayarak günümüze kadar devam eden süreçte Türkiye tam bir ekonomik ve toplumsal dönüşüm yaşamış,bu dönüşümün bütün sancılarına göğüs germiştir Köylülükten.şehirliliğe ; tarım topîumundan bilgi toplumuna ; içe kapalılıktan dışa açılmaya yönelen bir toplumun bütün bu süreçleri sancısız atlatacağım düşünmek mümkün değildir Türkiye,günümüzde bütünleşme sürecini yaşamaktadır ve bu süreci de başarıyla geçeceğinden şüphe etmeyi gerektirecek hiçbir işaret yoktur. Taıih. günübirlik ya şan m az. m Litem adîdir yani devamlılık gösterir Bu bölüm bıı devamlılığı tahlil ederek gözler önüne sermeye çalışmaktadır. 180 A -Ç A G D A Ş H U K U K SİST E M İN İN KU R U LM A SI r l-H u k u k u n anlam ı ve Başlıca H ukuk Sistem leri Hııkuk, konuşm a dilinde çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır İyi dostluk ilişkileri, hak sözcüğünün çoğul hali, bir takım davaların konusu olan uyuşmazlıkların niteliği ve bu davalara bakan yargı yerlerini belirtmek için kullanıldığına sıkça rastlamaktayız Fakat en geniş anlamıyla hukuk, toplumsal ilişkileri düzenleyen maddi yaptırımlı ve zorlayıcı niteliği bulunan kurallar bütünüdür Niteliği ne olursa olsun bir hukuk düzeninin varlığı devlet için zorunludur Devletler, toplumsal düzeni zorlayıcı nitelikteki taşıyan hukuk kuralları sayesinde sağlarlar Bir toplumda çeşitli nedenlerle çıkar çatışmaların meydana gelmesi çok sık görülen bir olaydır Bu çatışmaların bazı esaslar dahilinde üst bir güç tarafından giderilmesi ve bundan doğacak anarşi halinin önlenmesi ; toplumun devamı ve esenliği için toplumu oluşturan bireylerin faaliyetlerini uyumlu bir hale getirebilecek bir hukuk düzenin kurulması zorunludur Bu düzen bir yandan bireysel çıkarların korunması, diğer yandan da çatışan çıkarların uzlaştırılması yoluyla sağlanır Hukuk kurallarının değişik işlevleri vardır Toplumda dirlik düzenliği sağlamak, hukuki güvenliği sağlamak, adaleti gerçekleştirmek ve toplumun gelişimine kendisini uyduracak tedbirler almak bu işlevlerin en önemlileridir Yüzyıllar boyunca çeşitli ülkelerde uygulanmış ve hala uygulanmakta olan farklı hukuk sistemleri ortaya çıkmıştır H ukuk sistemlerini en genel biçimde Roma Hukuku, Com m on Law (İngiliz Hukuku), İslam Hukuku ve Sosyalist Hukuk şeklinde sıralayabiliriz Bütün bu sistemler ortaya çıkışlarından bir süre sonra tek bir ulusa ve devlete mal olmaktan çıkarak benimseme ya da benimsetm e yoluyla çeşitli dünya ulusları arasında uygulama alanları bulmuşlardır Yabancı biı hukuk sisteminin benimsenmesindeki en belirgin özellik, benimsenmenin isteyerek, bilinçli ve toplumsa! gelişmelerin bir gereği olarak yapılmasıdır Bu nedenle benimseme, yabancı biı hukuk sisteminin ben im seti 1meşinden ve yabancı hukuka ait olguların 181 aktarılmasından farklıdır Yabancı bir hukuk sisteminin benimsetilmesi ya da zorla benimsetme, bir ülkenin baskı altında tuttuğu bir başkaya ülkeye kendi hukuk düzenini zoıla benimsetmesidir. Sömürgeci ülkelerin kendi hukuk sistemlerini sömürgelerine zorla kabul ettirmeleri buna örnektir Bir hukuk olgusunun aktarılmasına ise A m erik a 'ya göç eden İngilizlerin Com m on L a w ’u yeni kıtaya götürmeleri örnek olarak gösterilebilir Türkiye'de ise Tanzimat Dönemiyle başlayan Batı Hukukuna yönelişin kısmen benimseme, kısmen de zorla benimsetm e olduğu söylenebilir Buna karşılık Cumhuriyet döneminde Batı hukuk kurallarının alınması zorlama değil, bilinçli ve toptan benimseme niteliği taşımaktadır 2-O sm anlı Hukuk Sistem i Türk hukuk tarihini İslamiyet öncesi dönem, İslamiyet etkisindeki dönem, Tanzimat dönemi ve Cum huriyet dönemi olmak üzere dört ana bölüme ayırabiliriz İslam iyet’ten önce Orta A sya’da kısmen göçebe, kısmen de yerleşik olarak yaşayan Tiirkler hukuk ve devlet fikrine oldukça erken bir çağda ulaşmışlardır Büyük at ve koyun sürülerinin beslenmesi ve güvenlikle) inin sağlanması , geniş otlakların kullanılması,bu sürülerin sevk ve İdaresi Bozkır!ı Türk’ün hukuk fikrine erken dönem de ulaşmasında etkili olmuştur. Hukuk kurallarının gelişmesi yerleşik hayata geçişle paralel bir gelişim çizgisi izlemiştir Bu kuralların yazılı metinler haline dönüşmesi Uygurlar döneminde hızlanmıştır,dolayısıyla U ygur’larda diğer Türk topluluklarına nazaran daha gelişmiş bir hukuk sisteminin olduğu söylenebilir. İslam hukukuna fıkıh denir Bu hukuk sisteminin Kitap veya K u r’an-ı Kerim, Sünnet, İcma ve Kıyas olmak üzere dört temel kaynağı vardır Bu hukuk sistemine “ş e f i lıu k u k ’ denilmiştir Ancak K u r ’an ve Sünnetten çıkarılan anlamlar 7 ve 9 Yüzyıllara dayandığı için İslam hukuku donmuş ve nakli bir hukuk sistemi niteliğine bürünmüştür 182 lin k le r in İslam iyet’in kabul etmelerinden sonra hukuk sistemleri de İslami bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Çünkü İslamiyet sadece bir din değil, aynı zamanda bir devlet ve hukuk düzenidir Osmanlı Devletimin kuruluşundan Tanzimat’a kadar geçen sürede yürürlükte bulunan hukuki hükümler çoğunlukla dini kurallardan oluşan özel hukuk kurallarından olup, kişiye ve aileye ilişkin kurallardan oluşm aktadır Buna karşılık bazı mal ilişkilerindeki örf ve adetten gelm e kurallar da hukuki hükümler olarak değerlendirilmektedir Cezai hükümlerde ise temel esas şeriatın emirleri olmakla birlikte, bazı konular ve cezalar şer’i uygulamalardan kısmen ayrılarak devrine göre ya hafifletilmiş ya da şiddetlendirilmişim. Yönetimle ilgili hükümler devletin teşkilatına, arazisine, vergilerine ve reayaya ilişkin kurallardır Bu alanda dini kuralların etkisi diğer alanlara göre daha azdır Özel hukuk alanında tümüyle dini bir nitelik taşıyan Osmanlı hukuk sisteminde kamu hukukunda aynı durum söz konusu değildir Devlet yönetiminde hemen her gün ortaya çıkan değişik ihtiyaçlar, İslam hukukunun donmuş kalıpları dışma yapılmasını zorunlu kılmıştır çıkılarak yeni düzenlemelerin Bu zorunluluk sonucu ulema, şeriatın Özüne dokunmamak şartıyla egemenlik hakkına sahip olan “ sultanlara” bu konuda istedikleri gibi davranma yetkisini vermiştir Osmanlı padişahlarının bu yetkiye dayanarak ortaya koydukları hukuka “örf-i h u k u k ’ adı verilmiştir. Padişahların çıkardıkları en önemli “ örfî hukuk” belgeleri (kanunnameler) Fatih Sultan M ehmet ve Kanuni Sultan Süleyman dönem ine aittir Bu tür kanunnameler çıkarılırken genellikle memleketin düzenlemenin örfi göz şeriata önünde aykırı tutulmuşsa da, olmadığını çoğu k ez kanıtlama yapılan yoluna gidilmiştir. 1'7.Yüzyıldan itibaren Osmanlı DevSeti’ndeki gerileme tüm alanlarda olduğu gibi hukuk sisteminde de kendisini hissettirmiştir Yeteneksiz padişahların iş başında bulunduğu dönem lerde yeni örf-i düzenlemeler yapılmamış ve sonuçta şer’i hukuk kurallarının alanı genişlemiştir Böylelikle 19 Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin teokıatik niteliği daha da ön plana çıkmıştır 183 Osmanlı hukuk sisteminin bu durumu Tanzimat dönem ine değin devam etmiştir Çağdaş anlamdaki kanunlaştırma h areketleri1 ilk kez Tanzimat Fermanının yayınlanmasından sonra ’ başlamıştır Bu dönemdeki kanunlaştırma hareketleri sonunda bazı alanlarda tam am en yerli nitelikte ve yürürlükteki dinsel hukuk düzenini çağdaşlaştırm ak yoluyla kanunlaştırmaya gidilirken, bazı alanlarda ise tam am en yabancı kanunların benimsenmesi yoluna başvurulmuştur. İlk düzenlemeler ceza hukuku alanında görülmüştür Ceza kanunnamesi 1850, 1854 ve 1858 yıllarında üç kez tadil edilerek geliştirilmiştir. 1958 yılındaki tadilat tamamen Transız Ceza kanunundan alınmıştır Böylelikle cins ve mezhep faikı gözetilmeksizin tanınmış olan can ve mal güvenliği ile ırz ve namus dokunulmazlığı cezai yaptırımlarla güvence altına alınmıştır 1850 yılında Ticaret mahkemelerinin kurulmasından sonra ilk Ticaret Kanunnamesi yayınlanmıştır Bu kanunla ekonom ik hayatın gelişmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır Bir başka kanun ise 1857 yılında yayınlanan Arazi Kanunnamesidir Bu kanunla T anzim at’ın temel İlkelerine uygun olarak toprak mülkiyeti kurumu oluşturulmuştur. Arazi Kanunnamesi Tanzimat döneminin en orijinal ve en yerli kanunudur. Bir diğer önemli düzenleme medeni hukuk alanında gerçekleştirilmiştir Ahmet Cevdet Paşa tarafından hazırlanan ve 1876 yılında yürürlüğe giren “ Mecelle-i Ahkam-ı A dliyye” ya da kısaca ‘‘M ecelle’ İslam dünyasının ilk medeni kanunudur Tamamen İslami nitelik taşıyan M ecelie’nin çağdaşı olan diğer medeni kanunlara göre önemli eksiklikleri vardı. İlk olması hesabıyla ileri bir adım olmakla birlikte, vakıf, aile ve miras hukukları bulunmamakta ve eşya hukukuyla ilgili bölüm son derece yetersizdi 1856 İslahat Fermanının yayınlanmasından sonra hukuk alanındaki yeniliklerin ve Batı hukukuna yönelişin hız kazandığını söyleyebiliriz. Bu dönemde ticaret, ceza ve sulh m ahkemeleri için Fransız ve İtalyan örneklerinden yararlanılarak yeni usul kanunları hazırlanmıştır. Yine çok önemîi bir adım olarak şeriat, cemaat, ticaret ve konsolosluk mahkemelerine ek olarak görevi sınırlı da olsa N izamiye Mahkemeleri kurulmuştur Laik nitelikli N izam iye M ahkem elerinin 1 K a n u n l a ş ı n ııra: D a ğ ı n ı k b ir d u r u m d a v a r o l a n y a z ı l ı v e y a y a z ı s ı z b ü t ü n h u k u k kuralların ı birleştirm ek : ted v in etm ek ; kodifîk asy o ıı d e m e k tir 184 kurulmasına karşın adli alandaki çokluk ve karışıklık giderilememiş, aksine biraz daha artmıştır T anzimat dönem inden itibaren gerçekleştirilen adli ve kanunlaştırma alanındaki >eniiiklerin tam anlamıyla am acına ulaştığım söylemek m ümkün değildir Her şeyden evvel yeni geliştirilen mevzuatın kendi içinde birlik ve tutaridık sağlanamamıştır Öte yandan devlette zaten bozuk olan hukuk birliği iyice parçalanmış ve yabancı devletlerin bİı ölçüde yargı hakkına sahip olmalarıyla egemenlik anlayışına büyük bir darbe vurulmuştur Tanzimatçıların reformları gerçekleştirirken hem ulemayı kollamak için şeriatı g öz önünde bulundurmaları, hem de Batının sempatisini ve yardım ım kazanm ak istemeleri hukuk reformunun istenilen düzeye ulaşmasını ve toplumsal sorunları çözmesini engellemiştir. Ayrıca hukuk birliğini sağlamak için yola çıkan Tanzimatçılar, hukuk daha da parçalanmasına engel olamamışlardır Yeni kanunların çıkarılmasına karşı eski kuralların varlığını koruması yüzünden hemen her alanda olduğu gibi hukuk alanında da kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış ikili sistem ortaya çıkmıştır Bu nedenle imparatorluk sınırları içinde yaşayan çeşitli unsurların tek çatı altında toplanması ve Osmanlıcılık ideolojisinin hayata geçirilmesi çabaları sonuçsuz katmıştır Tüm olumsuzluklara karşın bazı olumlu adımların da atıldığı bir gerçektir Heı şeyden evvel yeni kanunlar ve bu kanunlardan kaynaklanan anlayış ile hukuksal eşitsizlikler giderilmiş ve kam u hizmeti düşüncesi belirmiştir. Kanunlaştırma kavramı ilk kez çağdaş niteliğiyle tanınmış ve yerleşmiştir Yargılama yöntemleri geliştirilmiş ve yeni mahkemeler kurulmuştur. Ayrıca Osmaniı vatandaşlarının hukuksal durumu ilk kez çıkarılan vatandaşlık kanunu ile belli bir düzene sokulmuştur Tanzimat Fermanıyla birlikte ortaya çıkan tüm olumlu ve olumsuz gelişmeler sonunda cumhuriyet dönemine kadar devam edecek olan bir Batılılaşma süreci başlamıştır Bu niteliğiyle Tanzimat dönemi hukuk reformları Atatürk dönemi hukuk devriminin ilk ve önemli bir deneyimini teşkil etmiştir 185 3 - C u m h u r iy e t D önem i H u k u k d e v rim i K urulm ası ve Yeni H u k u k D ü ze n in in Cumhuriyetin d e v r a l d ı ğ ı hukuk sisteminin özelliklerini kısaca Özetleyecek olursak, bir hukuk birliğinden ve ihtiyâçları karşılayabilecek kanunların bulunduğundan söz etmek m ümkün değildir Dinin etkisindeki Osman!ı hukuk sistemi çağın gerisinde ve sorunları çözmekten uzaktı. Bir imparatorluk hukuku olduğu için ulusal devletle, monarşiyle özdeşleştiği için de genç cumhuriyetle bağdaşmıyordu Ayrıca yargılama yöntemleri çok ilkeldi ve çağın oldukça gerisinde idi, Bütün bu gerekçeler sonunda Türkiye’nin yeni bir hukuk sistemi kurması ve bunun için d : Batı hukukuna yönelmesi kaçınılmaz bir adım olmuştur. Batı hukukuna yönelme ve bu sistemle ilgili kanunları almanın zorunluluğunu Mustafa Kemal Paşa, daha Milli Mücadele yıllarında dile getirmiştir Mustafâ Kemal Paşa, 1 Mart 1922’de Meclisin açılış konuşmasında, adi iyeye verilen öneme değinmiş ve adliyenin bütünüyle uygar sosyal hayatın düzeyine çıkarılması gerektiğini, bunun için mevcut kanun ve usullerin düzeltileceğini ifade etmiştir Yine aynı konuşm ada M e ce lle’nin yetersizliği üzerinde durmuş, hakimlerin durumlarının düzeltileceğini ve yeni hukukçular yetiştirilmesi için bir hukuk mektebinin kurulacağını açıklamıştır Gerçekten laik ve çağdaş esaslara dayalı bir cumhuriyet için çağm gereklerine uygun ve toplum sal gelişmeye zemin hazırlayan bir hukuk sisteminin kurulması bir zorunluluktur Yeni hukuk sisteminin kurulmasıyla ilgili ilk ciddi adım 1925 yılında A nkara’da Hukuk M ektebi’niıı açılmasıdır Mustafa Kemal Paşa okulun açılışında yaptığı konuşm ada yeni kanunlara duyulan ihtiyaca bir kez daha değinmiş ve bu kurumun yeni hukuk nesli yetiştirmek için açıldığını ifâde etmiştir Ama asıl devrim sayılabilecek adımların atıldığı yıl 1926’dır Bu yıl içerisinde Batıdan alman kanunlarla Türk hukuk sistemi yepyeni bir çevreye girmiştir Alınan kanunlar şunlardır: a ) T ü r k M e d e n i K a n u n u : Cumhuriyetin ilanından sonra Batıdan alman kanunlar arasında Medeni Kanun kuşkusuz en fazla dikkate alınması gereken kanundur Çünkü Medeni Kanun insanla ve 186 toplumla doğrudan ilişkili ve istisnasız bütün bireylerin yaşam mı doğrudan etkileyen hukuk alanıdır Medeni Kanun kişinin doğumundan, hatta doğum öncesi ana rahmine düşmesinden başlayarak ölümünden sonraya kadar, özel hukuk açısından önemli olan tüm yaşam ilişkilerini düzenleyen, toplum ve insan yaşamında çok önemli bir kanundur Osmanlı D evleti’nin ilk medeni kanunu bilindiği gibi 1876’da yürürlüğe giren Mecelle idi M e ce ü e'n in yetersizliği Osmanlı Devletimin son yıliannda anlaşılmış ve İttihatçı hükümet 1917 yılında Aile Hukuku Kararnamesini yayınlamıştır Bu kararname ile erkeğin mutlak boşanma iıakkma ve yine erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine sınırlamalar getirilmiştir Aile Hukuku Kararnamesinin sadece Türk-M üslüman unsurlar için değil, dini veya mezhebi ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşları için bağlayıcı nitelik taşıması, gerek İttihatçı karşıtlarının ve gerekse azınlıkların tepkisine yol açmıştır Kararname bu tepkiler sonucu İstanbul'un İtilaf Devletlerinin kontrolünde bulunduğu bir dönemde,, bu devletlerinin baskısıyla 1919 yılında kaldırılmış ve Mecelle yeniden uygulamaya konmuştur Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllarda hemen heı alanda olduğu gibi hukuk alanında da yeniliklere girişilmiş ve yapılacak yeniliklerle ilgili komisyonlar kurulmuştur Özgün bir medeni kanun hazırlamak için kuruluna komisyonun başarılı olmaması üzerine, gerek hukuk d e \ r imini bir an evvel geıçekleştiımek, gerek Lozan Barışının yükümlülüklerinden kurtulm ak' ve gerekse hazır bir kanunun alınmasının kolaylığından yararlanmak amacıyla İsviçre Medeni Kanununun alınmasına karar verilmiştir Kısa bir süre sonra İsviçre Medeni Kanunundan iktibas edilen kanun, 17 Şubat 1926’da T B M M ’de görüşülmüş ve 743 sayılı Türk Medeni Kanunu olarak kabul edilmiştir Bundan iki ay kadar sonra 22 Nisan 1926’da ise bu kez Medeni Kanunun devamı niteliğindeki Borçlar Kanunu da çıkarılmıştır 2 to zan B arış A n tla şm a s ın a g ö re Iü rk iy e. 5 yıl i ç i n d e h u k u k k u r a l l a r ı n ı y a rg ıla m a u su llerin i A v r u p a 'n ın stan d a rtların a ulaştıracak tı hükmün hukuk sö y len em ez d ev rim i Çünkü ve M ustafa B atı k an u n ların K em al Paşa, alınm asında daha Lozan B u n u n la birlikte belirleyici B arışı ve bu old u ğ u im zalan m ad an B a t ı d a n ç a ğ d a ş k a n u n la r ı n a lın m a s ı g e r e k ti ğ in e işaret e tm iştir 187 Medeni Kanunun İsviçre’den alınmasının çeşitli nedenleri vardır Bunların en önemlisi İsviçre Medeni Kanununun Batıda en son kabul edilen ve en son yürürlüğe giıen medeni kanun olmasıdır. Yine kanunun laik ve çağdaş olması, akla ve bilime dayanması, açık ve anlaşılır bir dille yazılmış olması, pratik ve esnek olması ve yargıca takdir hakkı tanıması tercih edilmesindeki diğer etkenlerdir Ayrıca dönemin Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Mahmut Esat (Bozkurt) B e y an İsviçre'de hukuk öğrenimi görmüş olmasının etkisinin olduğu bir gerçektir Medeni Kanunun kabul edilmesiyle Tüık aile yapısında önemli değişiklikler meydana gelmiştir Yeni ve ileri bir aile düzeni yaratılmıştır Çok kadınla evlilik yerine tek kadınla evlilik ve evlilikte erkek ile kadın arasında eşitliğin getirilmesine çalışılmıştır Kanun ile ailenin kurulması (Evlenme) ve bozulması (boşanma) devlet kontrolüne alınmış ve miras konusunda kız ve erkek çocuklar arasında eşitlik sağlanmıştır Bu arada evlenme akdi dini bir hüviyetten laik bir yapıya kavuşturulmuştur Sadece Türk ve Müslümanlaı için değil, tüm vatandaşlar için bağlayıcı nitelik taşı>an Türk Medeni Kanunu ile Patrikhanenin dünyevi yetkileri de kısıtlanmıştır. b)T ürk C eza Kanunu: 1 Mart 1926’da T B M M ’nde kabul edilen ve 1 temmuz 1926’da yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, İtalya’dan alınmıştır c) Türk Ticaret Kanunu: 29 Mayıs 1926’da kabul edilen bu kanun Alman I icaret Kanunundan etkilenerek hazırlanmıştır ç)H ııkuk M uhakem eleri Usulü Kanunu: Bu kanun İsviçre'nin Neuchatel Kantonundan alınmış ve 18 Haziran 1926’da T'BMM’nde kabul edilmiştir d)C eza M uhakem eleri U sulü K anunu:4 N isan 1929’da kabul edilen bu kanun A lm any a’dan Tür alınmıştır e)İcra ve İflas K anunu: Nisan 1929’da çıkarılan bu kanun Adliye Vekili Mahmut Esat Bey başkanlığındaki bir komisyon tarafından hazırlanmıştır 188 f)D eniz T icareti Kanunu: Alman kanunları örnek alınarak hazırlanan Deniz Ticareti Kanunu. 33 Mayıs 1929"da kabul edilmiştir. Sonuç olarak diyebiliriz ki ; Cumhuriyetin ilk yıllarında Batı kanunların alınması T anzimat döneminin aksine bir zorla benimseme ya da benimsetme değil, bilinçli ve programlı bir benimsemedir Yine Osmanlı dönemi reform larından farklı olarak eski hukuk sistemi tümüyle kaldırılmış ve yerine yepyeni bir hukuk düzeni kurulmuştur. Bu yönüyle yeni kanunların toplumun ihtiyaçlarının karşılanması açısından daha ileri bir adım olduğunu söyleyebiliriz Ağırlıklı olarak 1926 yılında gerçekleştirilen hukuk devi imiyle Türk Hukuk sistemi laik, çağdaş ve ihtiyaçları karşılayacak bir yapıya kavuşturulmuştur Türkiye bu sayede kesin olarak ¡slami Hukuk çevresinden çıkmış, Batının dayandığı Roma Hukuku çevresine girmiştir Yeni hukuk düzeninin kurulmasıyla hukuk birliği sağlanmış ve imparatorluktan ulusal devlete geçiş süreci hızlanmıştır Özellikle Medeni Kanunun kabul edilmesiyle yeni bir insan tipi ve toplum modeli için çok Önemli bir adım atılmıştır. Bu insan tipi ve toplum modeli cumhuriyetin dayandığı temel unsurlar olmuşlardır Yine medeni kanun yüzyıllarca geri planda kalmış ve yok sayılmış Türk kadınının sosyal ve ekonomik haklar elde ederek, çağdaş dünyada saygın bir yer elde etmesi için önemli bir basamak olmuştur Türk kadını medeni kanunun sağladığı oltamdan yararlanarak 1930 yılında belediye seçimlerine. 1934 yılında ise milletvekili seçimlerine katılma hakkını elde etmiştir Böylece siyasal açısındârTAvı upü ülkelerinin çoğunun kadınlarına göre daha ilen Haklara kavuşmuştur. Bütün bunlarla birlikte kadın-erkek eşitliğinin mutlak olarak sağlandığını, tüm toplumsal sorunların çözümlendiğini ve eski alışkanlıkların tümüyle terk edildiğini söylemek m üm kün değildir Çünkü günüm üzde bile eski uygulamalar hala devam etmektedir Kız kaçırma, birden fazla kadınla evlilik, başlık parası, dini nikah gibi uygulamalara pek sık olmasa da rastlanmaktadır Bunun nedeni kanunun yetersizliği değil, Türkiye’nin sosyo-küitüreİ ve ekonom ik koşullarıdır Devletin çeşitli nedenlerle tam olarak ulaşamadığı yörelerde, ortaya çıkan boşluk geleneklerle doldurulmaya çalışılmakta ve eski alışkanlıklardan vazgeçilmemektedir, Medeni Kanun başta olmak üzere 189 tüm ilgilidir kanunların uygulama alanı bulması, ancak devletin topluma ulaşması ve kendisini hissettirmesiyle mümkün olabilir Bundan dolayı kanunların başarısı ve tüm bölgelerde aynı derecede uygulanabilmesi devletin olanakları ve niteliğiyle çok yakından ilgilidir. 4--Türk anayasaları a)A nayasa, nın A nlam ı ve Tarihçesi Anayasa en genel biçimde; devletin temel yapısını, yönetim biçimini, devletin temel organlarını, bunların biıbirleriyle ilişkilerini, kişilerin devlete karşı, devletin kişilere katşı olan hak ve görevlerini düzenleyen en üst yasadır Daha açık bir ifadeyle anayasa; devleti kuran ve devletin tüm işlevlerini >erine getirirken bağlı olduğu üst hukuk kuralıdır Dünyada anayasal süreç veya iktidarın sınırlandırılması, İngiltere’de 1215 yılındaki Magna Carta ile başlamasına karşın çağdaş anlamda ilk yazılı anayasa Amerikan Bağımsrzlık Savaşı sonrasında oluşturulan A B D anayasasıdır Bununla birlikte 19 ve 20. Yüzyıllara damgasını vuran ve başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı etkileyen anayasal süreç Fransız Devrimi ile ortaya çıkmıştır O smanh D evleti’nde ise 1808 yılındaki Sened-i İttifak iktidarın sınırlandırılması anlamında düşünülerek anayasa) sürecin başlangıcı olarak ele alınmasına karşın, bu belgenin demokratik ve anayasal bir geleneğin oluşmasına doğrudan bir katkı sağlamadığı da gerçektir Çünkü Sened-i İttifak ile padişahın yetkileri kısıtlanmakla birlikte birer feödal deıebey kimliğinde olan ayanların da varlıkları yasallaştırılmıştır Kısacası bu kısıtlama demokrat,k bir nitelikten çok, merkezi otoritenin sarsılmasının kağıt üzerine yansıması olarak görülebilir Kaldı ki, padişah il Mahmut ilk fırsatta ayanların gücünü yok etmiş ve imzaladığı belgeyi geçersiz kılmıştır Fakat Tanzimat Fermam Türkiye’deki anayasal gelişmeler açısından Önemli bir basamaktır Tanzimat Fermanı bîr anayasa olmamakla birlikte, anayasal bir yönetim için mücadele eden aydınların yetişmesine sağladığı katkı ile anayasal bir dönem için önemli biı adım olmuştur 190 Tanzimat Osmaıılı dünyasına giren Batı’nın liberal ve demokratik akımların etkisinde kalan Genç Osmanlılar adı verilen hareket. T ürk toplumuııun ilk anayasası olan 1876 Kanuıı-ı Esasisi’nin yürürlüğe girmesinde büyük rol oynamıştır. b) 18 76 O sm anlı K anun-t Esasisi Mithat Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından hazırlanan ve 23 Aralık 1876’ta padişah II A bdüibamit tarafından ilan Kanun-ı Esasi ile Osmanlı Devleti Tide i Meşrutiyet dönemi başlamıştır. Türk demokrasi tarihinde ilk olması açısından ileri adım olmakla birlikte 1876 Anayasası. B a tfd ak i çağdaşlarına göre ger eke hazırlanış şekli ve gerekse içeriği açısından önemli eksiklikler taşımaktadır Her şeyden evvel Batı anayasaları toplumsal bir hareketin bir sonucu olarak ortaya çıkarken, Osmanlı anayasası bir avuç aydının mücadelesi sonunda, padişahın iradesine bağlı olarak yürürlüğe girmiştir Bu nedenle de aydınların gücünün kırılmasına paralel olarak anayasal hakların askıya alınması da gerçekleşmiştir Fakat asıl olarak anayasa, an lam m m aksine hükümdarın yetkilerini sınırlandırma ve iktidarın paylaşılması konularında son derece yetersizdir Öyle ki. 1876 Anayasasına göre bir parlamento oluşturulm asına karşın (Meclis-i Umumi= Heyet-i Ayan- Heyet-i Mebusan) yasamada son söz meclise değil, padişaha aittir Ayrıca yürütme yetkisini elinde bulunduran hükümet, yine meclise değil, padişaha karşı sorumludur Padişaha meclisi istediği zam an dağıtm a yetkisinin verilmesi de bir başka sakıncalı hükümdür, Bu arada biı hukuk devleti için son derece kaygı verici bir m adde olan 113. maddenin varlığı da diğer bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır Bu maddeye göıe padişah, istediği kişi veya kişileri herhangi bit yargı kararı olmaksızın yurt dışm a sütgiin edebilecekti 1876 Kanun-ı Esasisi’nin çağdaş anayasalara göre geri olmasında rol oynayan hükümler bunlarla sınırlı değildir Anayasada temel hak ve özgürlükler çok sınırlı tutulduğu gibi, siyasal parti kurma ve siyasal faaliyetlerde bulunmak la ilgili herhangi biı düzenleme yapılmamıştır O smanlıcılık anlayışının izlerinin çok açık görüldüğü anayasada Meclis-i Umumi adıyla toplanması kararlaştırılan parlamentonun, Heyetİ Ayan ve Heyet-i Mebusan isimlerini taşıyan iki bölümden 191 oluşturulması öngörülmüştür Meclis-İ Ayan üyelerinin padişah tarafından kayd-ı hayat şartıyla’ atanması kabuk edilirken, Meclis-i M ebu san’ın seçimlerle belirlenen üyelerden oluşması hükmü yer almıştır Devletin dini İslam ve resmi dil Türkçe’ olarak belirtilmesine karşın, dini ve mezhebi ne olursa olsun Osmanlı vatandaşı olan herkesin eşit tutulacağı ifade edilmiştir. Anayasanın ilan edilmesinden kısa bir sonra 8 Mart 1877”de Osmanlı parlamentosu toplanmış ve çalışmalarına başlamıştır Ancak 1977-1878 Osmanlı-Rus Savaşındaki bozgun parlamento ile II Abdülhamit arasındaki İlişkileri gerginleştirmiş ve bunun sonunda padişah anayasada kendisine tanınan yetkiyi kullanarak 1878’in Şubat ayında meclisi feshetmiştir Aynı tarihte anayasa da rafa kaldırılmış ve böylelikle 1 Meşrutiyet dönemi sona ermiştir Yaklaşık 30 yıl süren mutiakiyet rejimi 23 Temmuz 1908’de II Meşrutiyetin ilan edilmesiyle sona ermiş ve 1876 Anayasası yeniden uygulamaya konularak, anayasalı tnonaışik rejime bir kez daha geçilmiştir Meşruti rejime karşı bir ayaklanma niteliği taşıyan 31 Mart Olayım takip eden günlerde, S Ağustos 1909’da Kanun-ı Esasinin bazı maddelerinde değişiklik yapan teklif parlamentoda kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Bu değişikliklerle padişahın yetkileri sınır land irilmiş, yasamada son meclise ait olmuş ve bir anlamda parlamento hükümdara karşı güçlendirilmiştir Ayrıca yürütme meclise karşı sorumlu hale getirilirken, yurttaşlara siyasal parti kurma, siyasal faaliyetlerde bulunma ve toplantı yapma özgürlükleri sağlanmıştır. c) 1921 Teşkilat-ı E sasiye Kanunu 23 Nisan 1923 tarihinde A nkara’da T B M M ’nin açılmasıyla A n adolu’da yeni bir Türk Devleti kurulmuştu Osmanlı Devleti’nden farklı olarak milli egemenlik ilkesine dayanan bu devletin teşkilatlanması ve İşleyişi de doğal olarak farklı bîr zemine oturtulması düşünülm üştü Önceleri 5 Eylül 1920’de kabul edilen Nisab-ı Müzakere Kanunu ile çalışmalarını sürdüren ve kararlar alan TBMM, 20 Ocak 1 9 2 1 d e kabul edilen Teşkiiat-ı Esasiye Kanunu iie anayasal bir çizgiye çekilmiştir T B M M ’nin kurucu meclis sıfatıyla hazırladığı ve olağanüstü bir dönemin ürünü olan, aynı zam anda da Yeni Türk 192 Devletinin İlk anayasası niteliği taşıyan bu üst hukuk kuralının ilk m addesinde egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğu ifade edilmiştir Böylece Türk tarihinde ilk kez milli egemenlik ilkesi som ut olarak ortaya konulmuş ve padişahın ¡iadesi yerine millet iradesi geçmiştir 23 maddeden meydana gelen bu anayasada olağanüstü koşullardan dolayı güçler birliği ilkesi benimsenmiş ve yasama ile yürütm enin VBM M ’nin içinden çıkacağı ortaya konulmuştur Anayasanın 3 Maddesi ise aynen şöyledir: “ Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti Büyük Mi!iet Meclisi Hükümeti ünvamnı taşır'"’ Bu hükümden de anlaşılacağı gibi Osmanlı hükümeti yok sayılmakta ve ulusun tek temsilcisinin T B M M olduğu vurgulanmaktadır Biitün bunlara karşın saltanat makamına karşı herhangi bir som ut olumsuz bükme yer verilmemiştir Ayrıca aynı dönem de Osmanlı Kanun-ı Esasisi5nin de yürürlükte bulunması, çift anayasalı bir dönemin ortaya çıkmasına yol açmıştır Osmanlı Anayasasının,, 1921 Teşkiiat-ı Esasiye Kanunu ile çelişmeyen hükümlerinin varlığı inkar edilmemiştir Ayrıntılı bit şekilde hazırlanmayan bu anayasada hak ve Özgürlükler gibi temel konulaı ın düzenlenmemiş olması da, Osmanlı anayasasının yürürlükte bulunmasına bağlaııabiiiı Çünkü Osmanlı anayasasında düzenlenen bu konulara yer verilmesine gerek görülmemiştir ç)İ9 2 4 Teşkilat-ı E sasiye Kanunu 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın kaldın İmasıyla Osmanlı Kanun-ı Esasisi de resmen yürürlükten kalkmış ve sadece 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu varlığını sürdürül duruma gelmiştir A ncak Saltanatın kaldırılmasından somaki dönem de A nkara’nın başkent olması. Cumhur iver'in ilan edilmesi ve Halifeliğin kaldırılması gibi gelişmeler karşısında 1921 Anayasası da tartışılır hale gelmiştir. Yeni bir Anayasa için hazırlıkların tamam lanm asından sonra 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 11 T B M M tarafından kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. 20 Nisan 1924 tarihinden İtibaren uygulamaya konulan yeni A nayasada da Cumhuriyet rejiminin vazgeçilmezliği üzerinde özellikle durulmuş ve “ güçler bitliği” ilkesi 1921 ’deki kadar katı olm amakla birlikte yine korunmuştur 1921 Anayasasında olduğu gibi egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğu ve ulus adına egemenliği kullanacak 193 olan tek gücün T.B M M olduğu bir kez daha vurgulanmıştır. 1921 Anayasasına göre daha kapsamlı ve ayrıntılı olan 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanununda, Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan özgürlük anlayışı benimsenirken bu özgürlüklerin kısıtlamasının da ancak kanunla yapılabileceği hükmüne yer verilmiştir. Ancak sınırlamanın ne ölçüde yapılacağının açıklanmaması, iktidarın bu alanda geniş yetkiler elde etmesine ve sonraki yıllarda sorunların doğmasına neden olmuştur 1921 A nayasasında yer almayan bir başka hüküm ise anayasanın nasıl değiştirileceğine dâir kesin açıklamanın yapılmasıdır Buna göre 1/3 üyenin değişiklik teklifi sonunda oylamaya geçilebileceği, 2/3 üyenin ise kabul oyu vermesi ile anayasanın ilgili maddesinin değiştirilebileceği hükme bağlanmıştır. 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, o yılın koşulları gereği laiklik ilkesine aykırı maddelere de yer verilmiştir Bunlar devletin resmi dininin İslam olarak belirtilmesi; T.B M M ’nİn görevleri arasında “ Din işlerini düzenler” hükmünün de bulunması; Cumhurbaşkanı ve Milletvekillerinin yemin metinlerinin dini ifadeler taşımasıdır 1928 yılında A nayasada yapılan değişiklikle laikliğe aykırı olan bu hükümler kaldırılmış ve Türk Anayasasının laikleşmesi sağlanmıştır. Yine 1937 yılında Atatürk İlkeleri (ve tabi laiklik de) anayasaya girmiş ve bu ilkeler devletin niteliğini oluşturmuşlardır. 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 1928, 1934, 1937 ve 1952 yıllarında yapılan değişikliklerle 1960 yılına değin varlığını sürdürm üştür Türkiye Cumhuriyetinin en sivil anayasası niteliğindeki bu anayasa .36 yıl yürürlükte kalarak bugüne kadar ki en uzun Ömürlü anayasa olma özelliğini taşımaktadır. d)196I A n ay a sası 1921 Anayasası 1960 yılına kadar-varlığını sürdürmesine karşın 1950 den sonraki siyasal gelişmeler karşısında ortaya çıkan sorunları çözmekte yetersiz kalmıştır Her ne kadar Fransız ihtilalinin saçtığı evrensel hak ve özgürlüklere yer verilmişse de insan haklan konusunda II Dünya Savaşından sonra gelişen yeni ilkeleri kapsamaması anayasadaki önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır II Dünya Savaşından somaki yıllarda yayınlanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan 194 temel hakların güvenceye alınması hukuksal bir zorunluluk haline gelmiştir Ayrıca özgürlüklerin sınırlandır ılınası konusunda iktidara geniş yetkiler tanınması, anayasaya aykırı kanunların iptal edilmesi konusunda bağımsız bir üst yargı organının bulunmaması, bir başka deyişle yasama organının işlemlerinin yargısal denetime tabi tutulması konusunda çağdaş düzenlemelerin yapılm amış olması 1924 Anayasasının yetersizliğini tartışılmaz bir şekilde ortaya çıkarmıştır 27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri müdahale ile 1924 anayasası da geçersiz sayılmış ve yeni bir anayasa için hazırlıklara başlanmıştır. Bu amaçla Temsilciler Meclisi ve Milli Birlik komitesinden oluşan iki kanatlı bir “ Kurucu Meclis’1 oluşturulmuştur Temsilciler Meclisi tarafından hazırlanan anayasaya MBK tarafından son şekli verilmiş ve 9 Temmuz 1961 ’de halkoyuna sunularak kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir Halkoylaması sonucu kabul edilen ilk Türk Anayasası olan 1961 A nayasasında Cum huriyet ve Egemenliğin ulusa ait olduğu bir kez daim vurgulanmıştır Anayasayla ilk kez ılımlı güçler ayrılığı ilkesi benimsenerek parlamenter bir sisteme doğru gidilmiştir Y asama organı olan T B M M , 1924 Anayasasından farklı olarak iki kanatlı hale getirilmiştir. Bunlar Millet Meclisi ve Cum huriyet Senatosu dur Tüm üyeleri seçimle belirlenen Millet M eclisim in yetkileri daha geniş tutulmuştur Y ürütmenin T B M M içinden çıkacağı belirtilmekle beraber, Başbakan dışındaki bakanların gerekirse T B M M dışından da görevlendirilmesi uygun görülmüştür Ayrıca C um hurbaşkanına Millet Meclisim i feshetme yetkisi de verilmiştir Yargı her açıdan bağımsız hale getirilmiş ve yargıç güvencesi sağlanmıştır Daha da önemlisi T B M M . ’nin çıkardığı yasaların anayasaya uygun olup olmadığının yargısal denetimi için Anayasa Mahkemesi kurulmuştur Hak ve özgürlüklerin sınıflandırılmasına bir ölçü getirilmiş ayrıca 1924 Anayasasına göre ek olarak ekonomik, sosyal ve siyasal haklar tanınmıştır. İlk kez tam olarak sendikalaşma olanağı tanınmış, grev ve toplu sözleşme hakkı getirilmiştir Başta üniversiteler ve TRT olmak üzere çeşitli kurumların özerkleştirilmesi yoluna gidilmiştir. Türkiye Cumhur iyeti’nin en özgürlükçü anayasası olarak nitelenen 1963 Anayasası, 1965 yılından so m a ortaya çıkan siyasal ve 195 ekonomik sorunlar hale gelmiştir ya da getirilmiştir Bunun nedeni kimilerine göre tanınan hak ve özgürlüklerin o dönemde çok geniş tutulması; kimilerine göre ise bu hak ve Özgürlüklerden dolayı gelişen muhalefetin sindirilmek istenmesidir Fakat ne olursa olsun Türkiye !970"den sonra yeniden ciddi bir anayasal bunalıma girmiş ve ilk önemli değişiklik 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası sonrasında gerçekleştirilmiştir. Askeri müdahalenin etkisiyle bazı kısıtlamaların yapıldığı bu değişikliğe rağmen Türkiye’de ekonom ik ve siyasal bunalımlar aşılamamıştır Sonuçta 12 Eylül 1980’de yine bir askeri darbe ile parlamenter rejime ara veı ilmiş, yeni bir dönem başlamıştır e)1982 A nayasası 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koyması ile parlamento feshedilmiş, siyasal partiler kapatılmış ve İ961 A nayasası’da yürürlükten kaldın İm ıştn Yeni bir anayasa için bir kez daha Kurucu Meclis oluşturulmuştur Danışma Meclisi ve Milli Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanan anayasa 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunularak kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir Ulusai egemenliğe dayalı Türk Devleti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak niteleyen bu anayasada, "‘Atatürk Milliyetçiliği’ nin devletin temel nitelikleri arasında gösterilmesi önemli yeniliklerden birisidir Yasama organı yeniden düzenlenerek 1961 Anayasası ile kurulan Cum huriyet Senatosu kaldırılmış ve yeniden tek meclise dönülmüştür Yürütme konusunda ise 1961 Anayasasındaki sistem aynen korunmuştur Bir farklılık olarak Cum hurbaşkanı’nın Meclisi feshetme yetkisi biıaz daha genişletilmiştir Buna göre 45 gün içerisinde hüküm et oluştur ulamaz veya kurulan hükümet güvenoyu alamazsa Cumhurbaşkanı Meclisi dağıtıp, seçimlere gitme kararı verebilecekti Yargı konusunda bağımsızlık ve yargıç güvencesi sağlanmışsa da , Adalet Bakanlığı yargıçların Özlük haklarını düzenleyen kurulun başına getirilmesi yargı bağımsızlığını zedeleyeceği yolunda kuşkular uyandırmıştır Temel hak ve özgürlükler ise oldukça geniş ve kapsamlı olarak düzenlenmekle birlikte, kısıtlayıcı bir anlayış benimsenmiştir. Özgürlüklerin kısıtlanması için gösterilen gerekçelerin çok geniş tutulması, konu ile ilgili getirilen yasal güvencelerin yetersiz kalmasına 196 y o la ç m işin . Bu arada din derslerinin ilk ve ortaöğretimde okutulacak zorunlu dersler arasında gösterilmesi, anayasanın en çok tartışılan maddesini (24 Madde) oluşturmuştur Bu hükmün değişik din ve mezhepleri bünyesinde barındıran Türkiye’nin koşullarına uygun olmadığı ve laiklikle bağdaşmadığı sıkça ifade edilmiştir Bu maddenin hala geçerliliğini sürdürüyor olması tartışmaları da devam ettirmektedir Denilebilir ki;1876’dan 1990’lara kadar geçen yaklaşık 120 yıllık süre zarfında Türk topkım unun 5 farklı anayasayla karşılaşması ve zaman zaman bu anayasal dönemlerin kesintiye uğramış olması, Türkiye’de anayasal gelişmelerle ilgili ciddi sorunların bulunduğunu göstermektedir Dikkat edilirse 3924 Anayasası dışındaki diğer 4 anayasanın (1876, 1921, 1961 ve 1982 anayasaları) olağanüstü dönemlerin bir ürünü olarak, yine olağanüstü kurullar tarafından hazırlandığı görülmektedir. Olağanüstü dönemlerin “halet-i ıuhiye‘'’sinde hazırlanan ve ciddi bir toplumsal uzlaşma sağlanamadan yürürlüğe giren bu anayasalar, kısa zamanda ortaya çıkan sorunlar karşısında yetersiz kalmışlar ve çözüm üretememişlerdir O halde Türkiye’nin anayasal sorunlarının çözümlenmesi ve demokrasi konusunda istikrar sağlanması için geniş kesimlerin uzlaşmasıyla sivil bir anayasanın hazırlanması zorunludur. Ancak bu sayede devlet-biıey, devlet-toplum ve toplum-birey ilişkileri daha sağlıklı bir çerçeveye oturtulabilir B-EĞ İTİM A L A N IN D A K İ G E L İŞM E L E R Eğitim, pek çok tanımı yapılabilen bir kavramdır Hedefi ve konusu insan olan eğitim, kısaca insan yetiştirme sanatı olarak ifade edilebilir. Bu ise ancak sistemli bir eğitim sayesinde gerçekleşir Zira, kişilerin toplum içinde sürekli değişen hayata hazırlanması ve bir ülkenin kalkınması için gerekli olan yetişmiş insan gücünün sağlanm asında önemi büyük olan eğitimin ayrıca kültür ve medeniyetin gelişmesinde ve nesilden nesile aktarılmasında da rolü tartışılmaz Bu yüzdendir ki, eğitim sistemlerinin değişen ve gelişen zam ana ayak uydurması ve sürekli kendini yenilemesi gerekir Bu yapılmadığı 197 takdirde toplumun geıi kalması kaç m ılın az hale gelir Nitekim, O s m a n t n u n geri kalmasının sebeplerinden birisi eğitim ve Öğretim kurumiarmm kendini yenileyememesidir 1,C u m h u r i y e t Ö ncesi Eğitim Sistemi Selçuklularda ve diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de genelde dine dayanan bir eğitim sistemi vardı Bu dönemdeki eğitim kurum lan çoğunluğu vakıf kuruluşu olan halk çocuklarına mahsus parasız sıbyan okulları ve medreseler ile devletin üst kademelerine yüksek idareci yetiştiren Enderun Mektebi (Saray Okulu) idi Bu kurumlar başlangıçta ihtiyacı karşılayan ve devrin bilimsel gelişmelerini takip eden kurumlar iken, zamanla bu özelliklerini kaybettiler 17 Yüzyılın sonlarından itibaren batı karşısında ilk toprak kayıplarına uğrayan Osmanlı Devletinde bazı yenilik hareTeetleıine girişildi İlk yenilikler başlangıçta yenilginin de etkisiyle orduda başlamış ve bu alanda batılı anlamda askeri okullar açılmıştı. Gerilemenin devam etmesi üzerine batının üstünlüğünün kabul edilmeye başlandığı 19 yüzyıldan itibaren eski eğitim kurum iarm m yaııı sıra diğer alanlarda da çeşitli seviyelerde modern mektepler açıldı. Bunlar R üştiye, İ d a d i ve S u lta n i adında otta dereceli okullarla, Tıbbiye (1827), H a r b iy e (1834). M ü lk iy e (1859) ve D a r ü lf ü n u n (186.3) gibi yüksek okullardı Bu durum ülkede mektep-medrese ikiliğini m eydana getirdi Ülkede ayrıca, azınlık (Rum, Ermeni, Yahudi) ve yabancı devletler tarafından açılan misyoner okulları da faaliyetlerini sürdüren okullar arasındaydı Farklı din, dil ve kültüre dayalı programlarla farklı zihniyette nesillerin yetişmesine yol açan bu kozm opolit eğitim sistemi, Cum huriyet dönem ine kadar devam etmiştir 2 A t a t ü r k D ö n em i Milli Eğitim P olitikası Milli Mücadele hareketinin başarıyla sonuçlanmasından sonra Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmayı isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için ülkede köklü inkılâp hareketlerine girişti Bu hareketleri engelleyecek her şeyin ortadan kaldırıldığı bu dönemde, hedef alman ana düşünce milli, çağdaş ve laik bit toplum meydana getirmekti. Bütün bunlar ise ancak milli bir eğitim 198 sayesinde gerçekieşebiiitdi. Zira, devietin çağdaşlaşmasında ve milli bir devlet hâline gelmesinde eğitimin büyük rol oynayacağına inanılıyordu Bundan dolayı, 1920’Ierden ölümüne kadar gerek T B M.M ’nde gerekse çeşitli öğretm en topluluklarına hitaben yaptığı konuşmalarında Atatürk, en fazla eğitimin milliliği üzerinde durmuştur Milli M ücadelenin kazanılm asında etkili otan milli birlik ve milli şuur anlayışı yeni devletin eğitim politikasının da esasını oluşturdu Zira, Osm anlI’dan farklı olarak ün iter milli bir devlet olarak kurulan Cumhuriyetin eğitim politikası da milli olmalıydı Bu konu ile ilgili olarak, daha milli mücadelenin devam ettiği yıllarda İ 921 ’de A n k ara’da milli bir eğitim programının oluşturulması am acıyla M a arif Kongresi toplandı Atatürk kongrenin açılışında yaptığı konuşmasında, önceki eğitim sistemini eleştirerek, ülkenin geri kalmasında oynadığı role dikkatleri çektikten sonra, yeni devletin eğitim politikasının O sm anlI’daki gibi gayr-i milli olmayıp, doğu ve batı tesirlerinden uzak milli bir politika olacağını vurgulamıştır Cum huriyet ile beraber milli eğitimin amacı, milli egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, milli biıiik ve bütünlüğe önem veren nesillerin yetiştirilmesi olarak belirlenmiştir Bunu 1922’de Mecliste yaptığı bir konuşmasında Atatürk şöyle ifâde etmiştir: “ ....yetişecek çocuklarım ıza ve g en çlerim ize g örecekleri tahsilin hududu n e olu rsa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin istik la lin e k en d i ben liğine, an anât-ı m illiyesin e düşm an olalı bütün anasırla m ü cadele etm ek lüzum u öğretilm elidir, ” Bu dönemde milli eğitimin, ayın zamanda çağdaş ve laik özellikler taşıması için çalışıldı Zira gerçekleştirilen inkılâpların özünde garplılaşmak bir başka ifadeyle ‘m edenileşm ek’ yani ‘asrileşm ek’ anlayışı vardır Bunu sağlamak bir hayat meselesidir ve yapılm ası şarttır O dönemde batı medeniyeti en ileri çağdaş tek medeniyettir ve temelinde akılcılık ve gerçekçiliğe dayalı bilimsel düşünce anlayışı vardır Türk toplum unun çağdaşlaşabilmesi için bu düşüncenin temel alınması dolayısıyla eğitimin dinin tesirinden kurtarılarak laik esaslara göre yeniden düzenlenmesi gerekiyordu ki. bu doğrultuda laikleşme hareketlerine ağırlrk verildi Böylece, milli ve laik bir eğitim politikası ile ümmet toplumundan millet toplumuna geçiş sağlanmaya çalışıldı Bunların yanı sıra dönemin milli eğitim politikasının bir özelliği de halkçı., halka doğru olmasıdır. Daha çok ilk ve orta öğretimde belirgin 199 olarak ortaya çıkan bu özellik, eğitimde fırsat eşitliğinin yaratılması, okulların bütün ülke çocuklarına açık ve parasız hale getirilmesi anlayışı ile kendini göstermiştir Cumhuriyetin ilk M aarif Vekili olan' İsmail Safa (ö z le r) dönem inde eğitim politikasının tespiti için oluşturulan ‘M isak-ı M a a r ifte eğitim ve öğretimin hedeflerini belirleyen şu ilkelere yer verilmiştir: İlköğretimi fiilen umumi Jıale getirmek, herkese okuma yazma öğretmek, vatandaşları milliyetçi, halkçı ve cumhuriyetçi yetiştirmektir Aynı M i sak ta eğitimin genel hedefi ise, Türk m illetin i m ed en iyet safında en ile tiy e götü rm ek ve y e n i n esilleri Türk olm ak haysiyetinin istilzam ettiğ i g a yeye en kısa zam an da varm ayı m üm kün kıla ca k aşk, irade ve ku d retle y e tiş tirm e k ” olarak belirlenmiştir Özetle temelinde kültür ve medeniyet değişimi yatan Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı esaslar Türk milli eğitim politikasının da özünü oluşturmuştur Bu esaslar dönemin tek partisi olan Cum huriyet Halk Fırkası’nın 1931 tarihli programında da yer aldığı şekliyle yeni nesillere verilecek eğitimin hedefi, “ ku vvetli C um huriyetçi, M illiyetçi, H alkçı, L aik ve İn kılapçı vatandaşlar ye tiştirm e k ' olarak belirlenmiş ve bu doğrultuda çalışmalarda bulunulmuştur ,3 Tevhid-i Tedrisat K anunu ve U ygulam aları Cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleştirilen inkılâplar arasında eğitimdeki gelişmeler önemli bir yere sahiptir O s m a n îfd a n devralman eğitim sistemi Cumhuriyetin ilkeleri ile bağdaşmamaktaydı Dolayısıyla hem eğitim ve öğretimdeki düzensizliği ortadan kaldırmak, hem de gerçekleştirilen inkılâpların yerleşmesi ve geliştirilmesi için gerekli olan yetişmiş insan gücünü oluşturmak maksadıyla yeni bir milli eğitim politikası benimsendi Bu alandaki en Önemli adım 3 Mart 1924 de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat K anunu (Öğretimin Birleştirilmesi) ile atıldı Konu daha milli mücadele döneminde iken ele alınmış, ancak gerçekleşmesi cumhuriyet döneminde olmuştur Kurulan yeni devletin ilme ve fenne dayalı çağdaş, laik ve milli özellikler taşıyan bir eğitim sistemi ile kalkınabileceğine inanan Atatürk, bu kalkınmada Öğretim birliğinin önemi üzerinde durmuştu Bu konuda 1923 yılı başında İzmir’de yaptığı bir konuşmasında medreseleri eleştirerek, A rapça öğrenmenin güçlüğünden bahseden Atatürk “ M illetim izin 200 d a rü liıfan ları bir olm alıdır. Bütün m em leket evladı kadın ve erk ek aynı surette oradan çıkm alıdır ' diyerek konuya dikkatleri çekmiştir Yine,, 1924 te T B M M ’ de yaptığı bir M illetin aray-ı um um iyesin de te sp it olunan tevlıid-i um desinin bilft ifate-i an tatbiki ed iy o ru z” sözleri ile öğretim birliğinin bir gerektiğini vurgulamıştır. konuşmasında Atatürk, terbiye ve tedrisatın lüzum unu m ü şah ede an önce sağlanması Nihayet, 3 Mart 1924’te Saruhan Mebusu V asıf Bey ve arkadaşları tarafından T B M M 1 ne verilen “Tevhid-i Tedrisat Kanunum a dair Kanun Teki ifi” yapılan görüşmeler sonucunda kabul edildi Buna göre ülkedeki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı Medreseler kapatıldı Kanuna dayanarak İstanbul Darülfünununa bağlı ‘İlahiyat Fakültesi1 ile ülkenin değişik bölgelerinde İmaın-Hatip okulları açıldı Köklü değişiklikleri getiren bu kanun ile eğitim merkezileştirilerek devletin kontrol ve denetimine geçti Farklı programlarla eğitim yaparak ikiliğe yol açan mektep-medrese ayrılığının önüne geçilmeye çalışıldı Yine, Osmanlı dönemindeki zar arlı faaliyetleri ile dikkatleri çeken azınlık ve yabancı okulları, denetim altına alındı Aym gün kabul edilen Halifelik ile Şer1iye ve E vkaf Vekaletini kaldıran kanunlarla öğretim birliğini engelleyecek ve laikleşmeyi önleyecek faktörler ortadan kaldırıldı Daha da önemlisi eğitim program lan milli ve laik esaslar çerçevesinde yeniden düzenlendi Bu konuda yapılan değişikliklerle i 9 2 7 ’den itibaren seçmeli durum a getirilen din dersleri 193O1da şehir ilkokullarından, 1931-32’de ortaokul, 1939'"da ise köy ilkokul programlarından çıkarıldı Yine 1929’da Arapça ve Farsça dersleri okullardan kaldırılarak yerine Latince ve Yunanca dersleri konmuşsa da bu da uzun sürmedi Kanunla açılan İmam-Hatip okulları gereken ilginin gösterilmemesi ve hükümetin laiklik politikası gibi sebeplerden dolayı 1931-32’de, İlahiyat Fakültesi Üniversite reformundan som a aynı gerekçelerle kapandı Aynı şekilde ders kitapları dönemin politikasına uygun olarak yeniden hazırlandı Yeni çıkarılan ders kitaplarında eskiye ait bilgiler azaltıldı ve milli eğitim politikası çerçevesinde Cum huriyet ideolojisini yerleştirecek milli şuur uyandırıcı konulara ağırlık verildi. 201 Eğitim ve öğretimde sağlanan bu birlik ve laiklikten sonra 1930’lardan itibaren kültürün ve dilin millileşmesi yolunda çalışmalara önem verildi 1928’de Latin Harflerinin kabulünden sonra hem yeni harfleri öğretm ek hem de okur yazar oranım arttırmak gayesiyle ‘M illet M ek tep leri1 açıldı Ayrıca açılan ‘H alk O kum a O d a la rı7 ile okum a alışkanlığı kazandırılmaya çalışıldı Î 9 3 2 5de kurulan “ Halk Evleri” ile eğitim kültür ve sanat faaliyetlerine ağırlık verildi Bu konuda yayın, toplantı ve kurslar tertip edildi 1926’dan itibaren ortaöğretimde karma eğitime geçilerek kız ve erkeklerin aynı okuldan aynı programla bir arada ökumaiarı sağlandı Kısacası, gerçekleştirilmesi konusudur bu kanun ile inkılâpların eğitim yoluyla ve bütün toplum a yaygınlaştırılması çabası söz 4 İlk ve O rtaöğretim deki G elişm eler Cumhuriyetten önce sıbyan okulları ile iptidaî mekteplerinde yapılan ilköğretim istenilen amacı gerçekieştiremiyordu Zira, 1920’lerde okuma yazma bilenlerin oranının % 10 civarında olduğu tahmin edilmektedir Bu yüzdendir ki, Cum huriyet Türkiye’sinde yöneticilerin en çok üzerinde durduğu konu ilköğretim alanı olmuşturToplumun çağdaşlaşmasının kadın erkek tüm nüfusun eğitilmesi ile sağlanabileceğine inanan Atatürk, Büyük Zaferden hemen sonra 1922’de yaptığı bir konuşmasında: “ M a a rif p rogram larım ızın , m a a rif siyasetim izin tem el taşı cehlin izalesidir. Bu izoie edilm edikçe yerim izdeyiz. Yerinde duran şey g eriye gidiyor dem ektir ’ sözleri ile ifade ettiği gibi öncelikle bilgisizliğin ortadan kaldırılması gerekmektedir Bunun için ilköğretim yaygınlaştırılarak parasız ve zorunlu hale getirilmiştir İlkokuldaki eğitimin gayesi çocukları milli hayata hazırlamak olarak belirlenmiştir Cumhuriyetten önce rüşdiye, idadi ve sultani gibi değişik adlardaki okullarda yapılan ortaöğretim, bu dönem de üçer yıllık ortaokul ve lise olarak iki devreye ayrıldı Ortaokulların liseye liselerin de yüksek okullara öğrenci hazırlayan kurumlar olarak ele alındığı bu dönem de ortaöğretim, mesleki bilgilerin de verilmesi gereken yerler olarak görüldü Bu doğrultuda hazırlanan yeni programlarda Cum huriyet 202 ideolojisinin yanı sıra bazı mesleki bilgilere de yer verildi Türkçe ve edebiyat gibi derslere ağırlık verilerek, liselere ilk kez “ S osyoloji” dersi konuldu Bu dönem de önem verilen bir diğer alan mesleki ve teknik eğitimdir. Bu konuda yabancı uzmanlar davet edilerek onların bilgi ve tecrübelerinden yararlanıldı Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eğitim alanında gösterilen gayretler sonucunda % 10 civarında olan okur-yazaı oranı 1935’de % 19’a. 1940'da ise % 2 2 ’ye çıkarılabilmiştir Bu dönemde erkeklere nazaran kadınların okur yazar oranı oldukça düşüktü 19 3 5 ’de erkeklerdeki % 2 3 ’lük oran kadınlarda % 8 civarındadır Bu rakam 1950’lere gelindiğinde erkeklerde % 5 5 ’e çıkarken kadınlarda % 2 5 ’e ulaşmıştır ki, bu rakam kırsal kesimdeki kadında daha düşüktür 1923-1938 A rası İlk ve O rtaöğretim deki Sayısal G elişm eler Okul Sayısı Yıllar İlkokul Ortaokul Lise 1923-24 4.894 72 23 1937-38 6.700 140 68 Öğlenci Sayısı 1923-24 341.541 5.905 i . 24 i 1937-38 764.691 74.107 21.000 203 Öğretmenlerin Sayısı 1923-24 10.238 796 513 1937-38 15.775 2.840 1.164 Mesleki ve Teknik Eğitim Yıllar Okul Sayısı Öğrenci Sayısı Öğretmen Sayısı 1923-24 64 6.547 583 1937-38 78 11.134 967 5 - 19.3.3 G elişm eler Ü niversite Reform u ve Y ük sek öğretim d ek i Batılı anlamda modern bir toplum meydana getirecek kadroları yetiştirmek ve Özellikle bilimsel zihniyeti yerleştirmek için yüksek öğretimde düzenlemelere gidildi Bu amaçla Tanzimat döneminde açıldığını gördüğümüz Darülfünunda ıefoım yapıldı Dönemin hükümetinin kanaati. Darülfünunun özellikle son dönem de kendinden bekleneni yerine getiremediği ve gerçekleştirilen inkılâpların gelişimine ayak uyduramadığı şeklindeydi Atatürk ise, T B M M ’ de yaptığı konuşmasında “Ü niversite tesisin e verdiğim iz eh em m iyeti beyan etm ek isterim, Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şü ph e yoktur., B ütün işlerim izde olduğu g ib i m aarifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yü rü m ek kati kararım ızdır, ' diyerek konuya dikkatleri çekmiştir Bu amaçla İsviçre’nin Cenevre Universitesi’nden Prof A lb eıt M alche görevlendirildi hükümetine sunar Malche Darülfünunla ilgili raporunu dönemin Raporda, özetle D aıülfünun’un bilimsel yetersizliği ifâde edilerek, bu durumun ortadan kaldırılması için araştırmaya ve yabancı dil derslerine ağırlık verilmesi önerilir 204 Söz konusu rapordan hareketle D arülfünun kaldırılarak yerine Milli Eğitim Bakanlığına bağlı İstanbul Ü niversitesi kuruldu (19.33) Batı örneğinde bir bilim yuvası olarak düşünülen üniversite. E debiyat, Fen, teşkilatlandırıldı Ttp ve Tevhid-j H ukuk F akülteleri olarak yeniden Tedrisat Kanunu gereği açılan “İlahiyat F akültesi’ İslam Tetkikleri Enstitüsü olarak düzenlendi Ayrıca T ürk İnkılabı Enstitüsü, Kim ya Enstitüsü ve M orfoloji Enstitüsü gibi araştırma kurum lan açıldı Yeni Türkiye Devleti’nin akla ve bilime verdiği değer ölçüsünde kalkınabileceğine inanan Atatürk, bilim adamlarına büyük önem vermiştir Buna en açık örnek Darülfünun reformunun yapıldığı bu dönemde inkılâp hareketlerine istenilen karşılığı vermediklerinden dolayı tasfiye edilen eski kadronun yerine Nazi A lm an ya’sından gelen bazı bilim adamlarına yeni üniversitede görev verilmesidir Aralarında Yahudi ve Nazi karşıtı şahsiyetlerinde bulunduğu bilim adamlarının yeni üniversitenin istenilen düzeye gelmesinde önemli katkıları olmuş ve kendi alanlarında değerli araştırmalar yayınlamışlardır Cumhuriyetin onuncu yılında gerçekleştirilen bu düzenlemelerin yanı sıra A nkara’da 1925 de açılan Hukuk M ektebi 1934’de H ukuk Fakültesi haline getirildi Daha önce açılan A nkara Y üksek Z iraat M ektebi 1933’te Y üksek Z iraat Enstitüsü olaıak düzenlendi 1930’laıdan sonra takip edilen milli kültür politikası gereğince Türk dilinin ve tarihinin bilimsel metotlarla araştırılması için A n k ara’da Dil ve Tarih-C oğrafya Fakültesi kuruldu (1936) Aynı yıl eski M ülkiye M ektebi,Siyasal Bilgiler O kulu olarak A nkara’da yeniden düzenlendi Ankara Ü n iversitesini (1946) meydana getiren bu okullarla T ürkiye'de yüksek öğrenim in geliştirilmesi sağlandı O günlerde başlayan bu çabalarla, günüm üz T ürkiye’sinde sayılan 60"a yaklaşan lesmi ve özel üniversite ve çok sayıda araştırma enstitüleri ile belli bir düzeye gelinmesi sağlandı. 205 1923-38 Arası Y üksek Öğretimdeki Gelişmeler Yıllar Fakülte ve Yüksekokul Öğrenci Öğretim Elemanı 1923-24 9 2.914 307 1937-38 19 9.384 837 6 -A zınlık ve Y abancı O kulları Cumhuriyetin O sm anlI’dan devraldığı okullar arasında azmiık ve yabancı okuifan önemli bir yere sahiptir Bu kurumlar değişik etnik köken ve dini inanca sahip unsurların bir arada yaşadığı Osmanlı topraklarında açılan ve serbestçe faaliyetlerini sürdüren biı konumdaydılar. Zira, Osmanlı topraklarında yaşayan çeşitli dini ve etnik topluluklara kendi dil, din ve kültürlerinde eğitim yapm alarına fırsat tanıyan biı sistem vardı Dolayısıyla her tebaa kendi eğitim kuruntunu kendi değerleri doğrultusunda açabiliyordu Böyle biı ortamda azınlıklara tanınan bu serbestiyet ve haklardan yabancı devletler de yararlandılar Ayrıca yabancılara verilen kapitülasyonlar ve bu ülkelerin misyonerlik gayeleri 19. Yüzyıla gelindiğinde O sm anh topraklarında açılan yabancı okulların sayılarını gittikçe arttırmalarına yol açtı Başlangıçta Hıristiyan çocukları ile yabancıların eğitimi için misyonerler tarafından açılan Katolik ve Protestan okulları, zamanla ait oldukları ülkelerin özellikle O sm anlı’nm gerilemesine paralel olarak bölgedeki em peryalist emellerini gerçekleştirmede araç olarak kullanıldılar Böylece hem kendi dil, din ve kültürlerinde nesiller yetiştiriyor hem de ülkedeki azınlıkları kışkırtarak O sm anlı’yı içten parçalamakta bu eğitim ve öğretim kurum lanın kullanıyorlardı Bu duruma örnek olarak başta Robert Kolej (1863) olmak üzere Amerikan misyonerlerinin ülkenin değişik bölgelerinde açtıkları okullar verilebilir Bu kolejlerde verilen eğitimle özellikle Bulgar ve Ermeni gençleri yetiştirilerek, onların O sm anlı’dan kopartılması için kışkırtılmışiardır Yine gerek O sm a n lı’nm son dönemlerindeki ayrılıkçı isyanlarda gerekse Milli M ücadele 206 döneminde, bu kolejlerin ülkedeki azınlıkları destekledikleri belgeleriyle ortaya konmuştur Bütün bu gelişmelerin farkında olan M Kemal Atatürk ve dönemin ileri gelenleri azınlık ve yabancı okullarının zararlı faaliyetlerine engel olm ak maksadıyla onları denetim altına almak için çalıştılar Bu okulların Türkiye’deki varlıkları 24 Temmuz 1 92 3 ’te imzalanan Lozan Antlaşması ile sağlandı Dini propaganda yapm amaları ve devletin kanunlarına uymaları şartlarıyla Rum, Ermeni ve Yahudilere ait azınlık okulları antlaşmanın 40 ve 41.maddeleri gereğince, yabancı okulları ise L ozan’a ekli mektuplarla Türkiye’deki faaliyetlerini sürdürebileceklerdi 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince kabul edilen millî ve laik eğitim anlayışı söz konusu azınlık ve yabancı okulları üzerinde de uygulandı Pek çoğu dini amaçlarla misyonerler tarafından açılan yabancı okulların dini propaganda yapmalarına engel olmak için çalışmalarda bulunuldu Binaları, kitap ve programları ile yönetici ve öğretm enleri devletin denetimi altına alındı Bu m aksatla uymaları istenen kuralları içeren genelgeler yayınlandı. Buna göre; -Y aban cı okullarda m abetler dışındaki m ekanlarda bulunan dini sem boller kaldırılacaktır, -M üslüm an ların ve H ıristiyanların başka m ezhebinden olan öğrencilerin bu oku llardaki d in i a yin lere k atılm aları yasaktır,, -M illi kü ltü rü koru m ak için Türkçe, Türk tarih ve coğrafyası ile y u r t bilgisi derslerinin Türkçe olarak Türk öğretm enler tarafından oku tu lm ası zoru nlulu ğu getirildi, -Bu oku llarda ya b a n cı m ü dür ya n ın d a M E B atanan bir Türk M üdür Yardım cısı bu lun duracaklardı tarafın dan ~Türk çocukların ın -küçük yaşlardan itibaren ya b a n cı kü ltü rlerin tesirlerin den koru yabilm ek için- 1931 'de çıkarılan bir kan un la yaban cı ilkoku llara gitm eleri yasaklan dı Bu doğrultuda yapılan sıkı denetim ve kontrollerde kurallara uymayan okullar kapatıldı Söz konusu uygulamalara karşı çıkan ülkeler uyarılarak, konunun bir iç mesele olduğu ve laik Türkiye 207 Cumhuriyeti nde dini okulların bu yöndeki eğitim faaliyetlerine izin verilmeyeceği ifade edildi Her şeye rağmen Türkiye’de kalmayı ve misyonunu devam ettirmeyi İsteyen bazı okullar aldıkları kararlarla taktiklerini değiştirerek 'isimsiz Hıristiyanlık’ adı altında çalışmalarını sürdürm eye devam ettiler Yine de Cum huriyet döneminde getirilen uygulamalarla ilk yıllara nazaran bu okulların sayısında büyük bir düşüş meydana gelmiş ve açıktan zararlı faaliyetlerde bulunmalarının önüne geçilmiştir. Büyük bir kararlılıkla yürütülen milli ve laik eğitim politikası sonucunda sayıları binlerle ve yüzlerle ifade edilebilen bu okullar, sadece İstanbul, İzmir ve Mersin gibi kıyı şehirlerinde olmak üzere onlar seviyesine düşür ülebi İm iştiı. 1923-38 arası ülkedeki yabancı okulların sayısı aşağıdaki gibidir._______________________________________________________________ Yabancı İlkokullar Yıllar Okul Sayısı Öğretmen Sayısı E K 1924-25 87 575 ' 1937-38 22 44 Öğrenci Sayısı E K 249 3.838 3.459 89 809 964 1.230 670 1.649 1.630 Yabancı Ortaokullar 1924-25 _ _ 1937-38 10 128 104 Yabancı Liseler 1923-24 _ _ _ 1937-38 13 t no 13D 59 208 _ 672 498 Özetle,Türkiye D evleti’ııin eğitim politikası her şeyden önce milli idi Akla ve bilime dayah laik ve çağdaş özellikler taşım aktaydı öncelikli mesele cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Bu am açla parasız eğitim esas alındı ve ilköğretim bütün üike çocuklarına zorunlu kılındı Tevhid-i Tedrisat’ia eğitim merkezileştirilerek bu alandaki çalışmalar M H B ’nııı sorumluluğuna verildi. Böylece ilk kez milli eğitim politikası bir devlet politikası haline getirildi Yeni devletin kısa sürede gelişip kalkınmasını sağlayacak kadrolar yetişmesi için mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilerek öğretimin her kademesinde pratik hayatta işe yaıaı bilgilerin verilmesi esas alındı Ayarca, bu dönemde öğretm enlerden istenen genç neslin “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür1' nesiller olarak yetiştirilmesidir Kısacası, bu dönem de bir taraftan çok düşük olan okur-yazar oranı arttırılmaya çalışılırken diğer taraftan Türk toplum unu muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak, cumhuriyet ilkelerine bağlı, diline, tarihine ve kültürüne saygılı, bilimsel zihniyeti benimsemiş milli şuura sahip gençlerin yetiştirilmesi için gayret sarf edilmiştir C -K ÜLTİJR A LA N IN D A Y A PIL A N İN K IL A P H A R EK ETLER İ 1-C u m hu riyet Ö ncesinde Türk Dili Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin te m el prensip olarak uygulamaya koyduğu “M illiyetçilik ” ilkesi; C um huriyetin ilanından sonra yapılan tüm inkılaplarda kendisini göstermiş, özellikle Dil ve Tarih anlayışının bu paralelde değiştirilmesi ise Yeni Türkiye imajı için gerekli görülmüştür Dil ve tarih şuuru, bir milletin oluşm asında başlıca rolü oynayan, milleti millet yapan unsurların başında gelir Atatürk, “M illet, dil, kültür ve m efkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşk il ettiği bir siyasi ve içtim ai h eyettir” diyerek tanımladığı millet kavramının en önemli özelliğinin dil birliği olması gereğini uygulama alanına koymuş, yapılan bir dizi inkılapla bunu sağlamaya çalışmıştır 209 Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu zaman henüz yazı dili hayli ağır ve halk tarafından anlaşılmaz durumdaydı Bu durumda milli dilin kullanılmasının gerekliliğini duyan Mustafa Kemal 22 11 1924 tarihinde S am sun’da öğretm enlerle yaptığı konuşmasında: ‘ Efendiler milli terbiyenin ne dem ek olduğunu bilmekte artık bir yana teşevvüş kalmamalıdır Bir de milii terbiye esas olduktan sonra onun lisanını usulünü vasıtalarını da milli yapm ak zarureti gayri kabili m ü n a k a ş a d ır ’ diyerek konunun önemini belirtmiş, 1928 yılına gelindiğinde ise milli dilin yaratılması yolundaki çalışmalara hız kazandırarak gelişmeleri bu yöne çekmiştir 1928 yılına kadar Osmanları aydınları tarafından dilin ve alfabenin sadeleştirilmesi konusunda epey çalışmalar olm asına karşın herhangi biı sonuç alınacak ve radikal bir inkılap yapılamamıştır Osmanlı devletinin, konuşulm ayan sadece yazıda kullanılan Arapça-Farsça-Türkçe karışımı olan ve Osman!ıca adı verilen dili, halk tarafından anlaşılmaz durumdadır Kelimelerle zeka oyunları yapılır bir hale gelen O sm anlıca’nm edebi dile tamamen hakim olması T ürk yazı dilinin doğal gelişmesini engellemiş sadece konuşma dili olarak kalmıştır Osmanlı devletinin çökmeye başlamasıyla, bozulan düzeni yeniden kurmak ve düşünce hayatında batıya dönerek yeni uygarlığın gidişine ayak uydurm ak am acıyla bir takım ıslahat hareketlerine başlanılmıştır Tanzimat’ın getirdiği yeni düzenlemeler içerisinde, batı kültürünü tanıyan Osmanlı Aydınları tarafından (bilhassa edebiyat çevrelerinde) O sm anlıca’ya karşı tepkiler de doğmuştur Tanzimat dönemi, som asında Servet-i Fünun ve Meşrutiyet dönemlerinde, edebiyatçıların çoğu ağırlaşan O snıanlıca’ya karşı yeni bir dil ve üslup arayışlarına girmişlerdir Şinasi Muallim Naci, Ahmet Cevdet Paşa gibi şahsiyefleı yazı dilinin sadeleşmesi gerektiğini söyleyen öncülerdir Ancak Tanzimat’tan C um huriyet’e gelene dek dil ve alfabenin ıslah edilmesi gerektiği söylenilmiş, fakat pek yol alınamamıştır 20 y y ’a gelindiğinde çağın milliyetler çağı olması dolayısıyla toplum lunuzda bir milliyet şuuru uyanm aya başlamış bunun neticesinde de dilde Türkçeleşme akımı hızlanmıştır * S e rv e t-i F ü n u n d ö n e m i e d e b i ta s n ife g ö re 1 8 9 6 -1 9 0 ] y ılla n arasıdır. 210 Diideki sadeleşme akımına etki!i olan bir başka hareket de, Osmanlı Devleti dışındaki gelişmelerdir Türkoloji alanındaki çalışmaların önem kazanması ve diğer T'üık kültür merkezlerindeki gelişmeler: Bunlardan bütün Türk dünyasında anlaşılabilecek ortak bir yazı dilinin kullanılması ve dilde birlik sağlanabilmesi gayesi ile, İsmail G aspıralı'm n 1883 yılında K ırım ’da çıkardığı Tercüman adlı gazete, dilde Türkçe kullanma akımını hızlandırmıştır Devam eden dönem lerde II M eşrutiyet’in ilan edilmesi ile mitli şuurun yayılm ak istenmesi Türkçe kullanma taraftarlarını çoğaltmıştır “ Türk D erneği” “G enç K alemler” “Yeni Lisan” gibi adlar altında toplanan yayınlarda İstanbul ağzının esas alındığı bir dilin kullanılması gerektiği söylenmiştir, Tanzimat dönem inde “Dilde Sadeleşm e” olarak başlayan hareket 20 yy. başında Türkçeleşme olarak kendini göstermiştir Bütün bu sadeleşme ve Türkçeleşme çabalarına rağmen Cum huriyet devrine gelindiğinde Türk Dilinin sadeleşmesinde henüz istenilen seviyeye ulaşılamamıştı Kullanılan yazı dili yine halkın kolayca anlayabileceği bir biçim de değildir Türk dilinin tarihi ve sosyal gelişmesi içinde normal görünen bu duruma Atatürk Di! İnkılabı ile son vermiş yazı dili ile konuşma d İli arasındaki far km mümkün mertebe kapatılmasın ı sağlamıştır Atatürk Milli Dilin yaratılması için gerekli olan kolay ve pratik bir alfabenin kabulü ile dil inkılabının Ön hazırlığını yapmış, dil konusundaki çalışmaları hızlandırmıştır 2-AIfabe D eğişikliği Tanzimat dönem inde O sm anlıca’ya karşı doğan tepki, kullanılan alfabe sistemine de tepkiyi beraberinde getirmiştir. Tüıklerin Arap alfabesini kullanması Anadolu T ürkçe’sinde 13 Yüzyıla, Doğu Türkçe’sinde 11 Yüzyıla kadar gider Arap Alfabesi ve İslam iyet’in de tesiriyle Arapça-Farsça kelimelerin Türk dilini istilâ ettiği durum a tepki gösteren aydınlar alfabe sisteminin de ıslah edilmesi gerektiği düşüncesini T anz im a t’tan Cum huriyet’e kadar sürekli tartışagelmişlerdir Büyük zaferden sonra Türk toplumunun Cumhuriyeti kabul etmesiyle birlikte yeni devletin kültürel sorunları da tek tek ele alınmaya başlanmıştır Alfabe konusu, Cum huriyet döneminde ilk defa İzmir 211 İktisat Kongresinde reddedilmiştir. gündem e gelmiş, maarifi ilgilendirdiği için Daha sonra 1924 yrlmda Şükrü Saraçoğlu tarafından T B M M ’de gündeme getirilmiş, ancak sonuçsuz kalmıştır Bu sırada kültür alanındaki gelişmeler de peş peşe devam etmektedir 3 M art 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretimde birliğin sağlanabilmesi için “ dil birliği” nin kurulması, bunun için de Latin harflerinin kabulü gerekliliği düşünülm eye başlanmıştır Uygulanan kültür programı doğrultusunda 26 Aralık 1925 tarihinde uluslararası takvim ve saatin kullanılması kabul edilmiş, Hicri Takvim yerine Miladi Takvim alınmıştır Daha sonra 1926 yılında çıkarılan bir kanunla ticaret alanında Türkçe kullanılması öngörülmüştür Ticaret alanında aksamaların önüne geçmek gerekçesiyle Cum a günleri olan tatil Pazar gününe alınmıştır 19.27 yılında çıkarılan bir kanunla da sokak adları Türkçeleştirilmiştir. Arkasından 20 Mayıs 1928 tarihinde Arap rakamları bırakılarak Latin rakamları kabul edilmiştir Latin esasına dayalı yeni alfabenin kabulüne doğru giden bütün bu gelişmeler gerçekte, önceden düşünülm üş olup, A tatü rk ’ün Türk toplumıınu çağdaşlaştırm aya yönelik çalışmalarıdır Nitekim 1919 yılında Erzurum Kongresinin yapıldığı sıralarda M. Müfit K ansu’ya Latin harflerinin kabul edileceğinden söz etmiştir. Aynı şekilde 1922 yılında Latin harflerinin kabulü imkanından söz ettiği Halide Edip tarafından da ifade edilmektedir Bütün bu gelişmeler, Harf İnkılabına doğru gidişi hazırlamakta, dini toplum olan Türk toplumunu “ Millet” toplum una doğru çekmektedir Laikliğe doğru gidişin basamakları sayılan gelişmelerden (Halifeliğin kaldırılması, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, Türk Medeni Kanununun kabulü gibi) sonra da dinin toplum üzerindeki olumsuz tesiri kaldırılmaya çalışılırken Kuran Dilinin A rapça olması dolayısıyla Arap alfabesinin kutsal olduğu ve değiştirilemeyeceği yargısı da böylelikle ortadan kalkıyordu Latin harflerinin kabulüne karşı engel olabilecek din unsuru laiklik ve Milliyetçilik prensipleri doğrultusunda yapılan çalışmalarla kaldırılmaya çalışılırken 1926 yılında toplanan 212 Bakü Konferansında Türkiye dışındaki Türklerin Latin harflerini kabul etmesi, dilde birlik düşüncesinin uygulanması İçin uygun zemini hazırlamıştır 23 Mayıs 1928 tarihinde, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde resmen bir dil encümeni kurulur ve görevi Latin harflerini incelemek olan heyetin görüşü Latin harflerine geçişin ancak 5-6 yıl içerisinde olabileceği şeklindedir Mustafa K em al’in heyete verdiği direktifle (Bu üç ayda ya olur ya hiç olmaz şeklindeki) çalışmalar hızlanmış. Türkçe’nin özellikleri ve ihtiyaçları göz önünde tutularak hazırlanan rapor sonrasında 9 A ğusto s’tan 1 K asım ’a kadar geçen zam an içerisinde yeni harflerle döneminin basınında denemeler yapılmıştır 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen kanun ile kanunun kabulünden itibaren yeni Türk harflerinin kullanılması öngörülüyor, Haziran 1929’dan sonra da A ra p harflerinin kullanılması yasaklanıyordu O cak 1929’da açılan 16-45 yaş arası yurttaşların katılabileceği millet Mektepleri sayesinde I milyona yakın kişi bir yıl içerisinde okuma yazm a öğrenmiştir Yeni alfabenin Öğrenme kolaylığı ve o k um a yazm a bilmeyenlerin oranı % 91 8 olması sebebiyle hızla başarıya doğru gidilmiştir Ciddi bir tepkiyle karşılaşılmamış olması da b u başarının hızını arttırmıştır Alfabe tartışmalarının köklü bir çözüme ulaşması, yeni Türkiye C um huriyeti’nin takip ettiği siyasal amaçlı kültür politikasının yönünü tayin etmiş, Millileştirme çalışmalarının pek ç o k konusuna da çözüm getirmiştir “Ç ağdaşlaşm ak” ve “M e den ileşm e k” hareketlerinin bir parçası gibi görünen Latin esaslı alfabenin kabulü aslında dilde Millileştirmeyi başlatmış, laikleşmeyi de kolaylaştırmıştır Doğu kültüründen kopup batıya yönelme çabalarının bir neticesi olmuş bununla beraber Türk benliğinin işlenmesine de kapılan açmıştır 3-T arih İnkılabı ve Türk Tarih K urum u’nun K urulm ası Osmanlı devleti döneminde değişik tarih görüşleri vardı Genelde İslam tarihine dayanılıyordu. Tanzimat’ın ilanından sonra medrese dışındaki okullarda İslam tarihi yanında Osmanlı Tarihi d e okutulm aya başlanmıştı Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar ise millet 213 fikri gelişerek Türk Tarihi görüşü meydana getirilmiştir. Bu değişik durum Cumhuriyete kadar devam etmiştir Osmaniî Devleti yerine kurulan yeni Türkiye D evleti’nde ümmet ideolojisi yerine milliyetçilik fikri benimsenmiştir Dolayısıyla din tarihi ve hanedan tarihi yerine milli tarih ön plana çıkmıştır 0 zamana kadar batılı tarihçiler Ttirkier hakkında bazı haksız iddialarda bulunuyorlardı (Bunlaı Türkleriıı sarı u k a mensup olduğu, batıklardan geri oldukları, sadece asker oldukları, medeniyette geri oldukları, hatta medeniyetleri yok ettikleri, Turkleıin yaşadıkları topraklarda hak iddia edilmesi gibi iddialardı Atatürk bütün bunların doğru olmadığını kanıtlamak istiyordu Türk vatanının bizim olduğu, parlak medeniye örnekleri meydana getirdiği bazı batılı tarihçiler tarafından da kabul ediliyordu Tarih çalışmalarına bu duygularla başlanmış hazırlığı dahilinde yürütülmüştü. Bu plana göre; ve bir plan ve nasıl 1-T ürkiye’nin en eski halkını teşkil edenler kim lerdi9 2-T ürkiye’de ilk medeniyet kimler kurulmuştur; bu medeniyetin Özelliği nedir? tarafından 3 - Tüıklerin dünya tarih ve medeniyetinde hizmetleri ve yeri ne değerdedir9 4-Tiuklerin A nado lu'da bir aşiretten bir devlet çıkarmaları m ümkün olmadığına göıe bu olaym gerçek izahı nasıldır? 5-İslarn tarihinin gerçek niteliği Tüıklerin İsiam tarihindeki rolleri nedir9 Bütün bunların başatıyla gerçekleştirilebilmesi için teşkilatlı bir çalışmaya ihtiyaç vardı Türkiye'de tarihle uğraşabilenler Türk Tarihi ile ilgili kaynaklan incelemekle görevlendirilmişler, inceleme sonuçları M K em al’e sunulmuş ve tartışılmıştır Ve 1930 yılında bastırılan “ Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı Türk milletinin dünya tarihindeki yerini ve rolünü belirleyen kitap hazırlanmıştır. Bundan bir yıl sonra 15 Nisan 1931 tarihinde sonradan (19.35’de Türk Tarih Kurumu adını alacak olan 4Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti” kurulmuştu! Bundan sonra Tüıklerin 214 eski çağlardan beri yarattıkları medeniyetlerin araştırılmasına hız verilmiştir Temel görüş Türklerin Orta A sy a’dan kuraklık nedeniyle göç ettikleri ve gittikleri yerlere medeniyet götürdükleridir. Tarih ilmine de büyük önem veren Atatürk, bu konuda bazı metot kitaplar mm tercümeleri yaptırılmış, bir konuşmasında da: ''"Tat İh yazm ak fa tih yapm ak kadat mühim dir Yazan, yapana sadık kalm azsa değişm eyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir m ahiyet ahr Demişti Türk tarihini araştırmak,bilimsel metotlarla ortaya koymak ve tarih bilincini geliştirmek am acıyla kurulan 'Türk Taıih Kurumu, Osmanlı toplumsal yapısından çağdaş, milli bir toplum o lm a yolunda, ümmet foplumundan millet toplumuna geçişi kolaylaştırmak için Milli Tarih anlayışını benimsemiş ve bu yolda çalışmalar yapmıştır Osmanlı döneminin tarih anlayışını terk ederek Türklerin O rta A sya'dan geldiğini, Türklüğün Osmanlı ile sınırlı kalmadığını ispatlamak yoluna girmiştir 4-D il İnkılabı 1 Kasını 1928 tarihinde kabul edilen yeni Türk harfleri; Dil konusunda gramer, imla gibi konulara çözüm getirememiş sadece “ Milli dilin yaratılması için gerekli zemini hazırlamıştır Alfabe encümenin im la-gramer gibi konularda yetkili olamayışı ve Türk Tarih Kur um um un kurulmasıyla da Türk Dilini tetkik etmek ve sonuçlarını yayınlam ak amacıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur T ürkçe’nin bir bilim ve kültür dili haline getirilmesini amaçlayan Tüık Dili Tetkik Cemiyeti daha sonıa Türk Dil Kurumu adını alıı ve dünyada da yeni gelişmekte olan Türkoloji çalışmalarını da takip ederek bilimsel metotlarla Türk dili üzerine çalışır Değişik alanlarda yapılan çalışmalar sonucunda TDK, Osmanlı döneminde hor görülen sadece halkın konuştuğu T ürkçe’yi, yazı diline çekerek T ilikçe m in gelişmesini sağlamış milli bir dil yaratılmasına katkıda bulunmuştur Halk ağzından yapılan derleme taram a çalışmaları sonucu binlerce Türkçe kelime kullanılır hale gelmiştir Mustafa Kemal çoğu zaman kurumun çalışmalarını yakından takip ederek yönlendirmiştir 215 Milli Eğitim B akanlığı’na tavsiye edilen bilimsel terimlere binlerce Türkçe karşılıklar önerilmiş, ders kitaplarında bunlar kullanılmıştır. Örneğin, üçgen, artı, eklembacaklılar gibi bazı terimler Mustafa K e m a l’in kendisine aittir Dilin Arapça ve Farsça olması dola) ısıyla hantallaşan bilim dallarında (Astronomi, Fizik, Zooloji, Kimya vb.) 1932-45 yılları arasında toplam 5327 terimin 4 2 9 9 ’una Türkçe karşılık bulunmuştur Örneğin: Adim et ûl Ercûl->Ayaksızlar Zatül ilkah izah ire-»Çiçekl i bitkiler Cü mcü m e—>kafatası Kereyve-i ham ra->A lyuvar C e fn -» g ö z kapağı Teklif edilen bu terimlerin ders kitaplarında yer almasıyla başarı oranı yükselmiş, aynı zam anda öğretimde birlik sağlanmıştır Türk diline milli bir gelişme yaratabilmek için zararlı pürüzleri yok etmek ve yazr dili ile konuşma dili arasındaki açığı kapatmak yolundaki çalışmaları da dil inkılabının en büyük başarısıdır U zun süren savaş yıllarından çıkmış bir toplumun ekonomi, siyaset ve kültür alanlarında başarı sağlaması dünyada eşine az rastlanır bir durumdur M Kemal askeri ve siyasi başarılarının ardından geliştirdiği kültür politikasında milli ve ç a ğ d a ş bir toplum yaratmayı esas almıştır. A tatürk’ün bizzat yönlendirdiği Türk Tarih Tezi gibi Güneş-Dil Teorisi de; Türklerin tarihte en eski uygarlığı kuran millet ve T ürkçe’nin de dünya dillerinin en eski ve yüksek kültür dili olduğuna inanmasından kaynaklanmaktadır. A ncak dünyadaki Türkoloji çalışmalarının yeni olması ve Türkiye’de de henüz yetişmiş dilci olmaması sebebiyle bazı yanlışlar yapılmıştır. Bunlar Güneş-Dil Teorisinin ortaya atılmasından önceki aşırı Türkçeleşme ve daha sonrada bütün dünya dillerinin Türkçe’den yayıldığı şeklindeki inanmaları ve doğrultudaki gelişmelerdir Mustafa Kemal, “ Hatay Meselesi dil işini geri bıraktırdı” diyerek 1938 yılında yazdığı mektupta bu konudan memnuniyetsizliğini 216 belirtmiştir Bizzat kendisinin geliştirdiği Güneş-Dil Teorisi ile aslında Türk dilinin eskiliğini ortaya koyarak yüzyıllardır dilini hor görmüş bir ulusa milli bir güven kaynağı olm ak ünlü yabancı dilcilerin dikkatini Türk Dili üzerine çekerek bundan Türk ulusunu yararlandırm ak ve ona eski ve köklü tarihi ile olduğu kadar dili ile de övünmeyi aşılamak istemiştir Türk Dil Kurumu kuruluşundan itibaren değişik dönemler geçirmiş dünyadaki düşünce akımlarına paralel görünen bir çizgi tutturmuştur 1940’lardan sonra “dilde Türkçecilik” “Öz Türkçecilik” şekline dönüşen politikası 1950’Ierden sonra siyasi platformdaki çekişmelerden kendisini sıyıramamış, dolayısıyla bilimsel çalışmalarını tartışma sahnesine çekmiştir D- EKONOMİK VE TOPLUMSAL ALANDA YAPILAN İNKILÂP HAREKETLERİ 1-E kono m i A la n ı n d a k i G elişm eler Cum huriyet yönetim i kurulduğu andan itibaren hemen hemen her alanda oldukça önemli bir dizi değişim yaşamıştır Samet A ğ aoğiu ’nun isabetli olarak tanımladığı ve birçok araştırmacının da benimsediği “ K u v a y ı Milliye R uhu” deyimi, dönemin her alanda kendini ispatlama,Türk’ün kabiliyet ve gücünü ortaya koym a isteğini gayet güzel ifade etmektedir Burada bir noktaya dikkat çekmekte fayda vardır Cumhuriyet,eğitim ve kültür alanında bir dizi inkılâpları gerçekleştirirken tabiatıyla “yeni değerleri” yaşayacakları toplum sallaşm a-kültürleşme sürecinde daha kolay benimseyecek olan yeni kuşağa yönelmiştir Diğer taraftan,kadın haklarına önem verilmesi,kadınların Cum huriyet rejiminin eğitim süreçlerine ve toplum hayatına daha aktif katılımlarını sağlayacak bir dizi hukuki düzenlemenin öncelikle yapılm asına yönelik gayretler , II. Meşrutiyet dönem inden beri gerçekleştirilmeye çalışılan m odernleşm e isteklerine bağlanabileceği 217 gibi,.daha pratik bir amaç olarak “yeni d e ğ e r l e r i n bu hedef kitle tarafından kabulünün daha kolay olacağı varsayımına da bağlanabilir Bu tarz bir yaklaşımı daha iyi anlayabilmek için aşağıdaki tabloya göz atmak yeterlidir : TABLO i : N üfûsun C insiyete G öre D ağılım ı Yıllar Nüfûs Erkek Nüfus Kadın 1927 48,1 51,9 1935 49,1 50,9 Kadın nüfûsun aktif hale getirilmesi oldukça önemliydi Dolayısıyla,Cumhuriyet hükümetleri daha ilk yıllardan itibaren bu hususa dikkatle eğilmişlerdir II Tablo,kadm nüfûsun eğitimindeki hızlı artışı göstermesi bakımından oldukça ilginçtir Eğitimlerini tamamlamış olanların derhal devlet hizmetine girebildikler i gözönüne alındığında bu alandaki yatırımlara verilen önemin rejimin geleceği açısından da ne kadar kritik olduğu kolayca anlaşılabilir Eğitim politikalarının,kültür İnkılâbıyla birlikte değerlendirilmesi daha açsk bir fikir edinmemize yardımcı olacaktır Bu yıllardaki okullaşma oranının yüksekliği büyük biı ileri görüşlülükle bu konuya eğilİndiğini göstermektedir, 1923-1932 yıllan arasındaki bütün ekonom ik zorluklara rağmen büyüklü küçüklü 2650 yeni okul binası yaptırılmıştır Bu eğitim seferberliği yeni Türkiye’deki hızlı toplumsal farklılaşmalardan kaynaklanan meseleleri de beraberinde getirmiştir Eğitim alanların sayısı süratle artmakla beraber,toplam nüfusla karşılaştırıldığında,Cumhuriyetin getirdiği yeni değerlerle yetişmiş insanların sayısındaki artışın yetersiz olduğunu söyleyebiliriz Yeni Türkiye biı taraftan yeni toplumu şekillendirecek idareci kadroları şekillendir irken,diğer taraftan da ekonom ik gelişmeleri hızlandırmaya çalışmıştır 218 Bütün çabalara rağmen ; Tanzimat’tan beri memlekette bir milliiktisadi yapı ortaya çıkarılamamıştı Üstelik,çeşitli vesilelerle yabancı devletlere tanınmış olan ekonomik ayrıcalıklar (kapitülâsyonlar) devleti ekonomik tıkanıklıklarla karşı karşıya bırakmıştı Ülkedeki işletmelerin büyük çoğunluğu yabancı sermaye ile kurulmuş olup,Düyun-u Um um iye Kurumu vasıtasıyla da devlet gelirlerine el konulmuştu T A B L O H : T ü r k i y e ’deki Y a b a n c ı Y a tırım la r S e k tö rle r Demirvollaı ı Toplam Y atırım A lm a n F ra n sız İngiliz 46.868 17.248 23.247 4.588 Limanlar 3.191 576 2.206 409 Belediye Hizm. 3.816 304 1.701 363 Bankacılık 8.900 1.750 3.400 2.950 450 100 Sigoıta 550 Ticaret 4.289 300 3.031 757 Sanayi 3.959 300 1.220 1.665 M adencilik 2.732 175 2.007 450 Birim ; 1 000 İngiliz Sterlini TABLO I ’in incelenmesinden anlaşılan Türkiye’deki çeşitli sektörlerde en büyük yatırmıın Plansızlar tarafından yapıldığıdır İşletmelerin sektörlere göre dağılımı da aşağıdaki şekildedir : 219 TABLO III îjp*rSANAYİ BALI ...^^ -4 -u Kuruluş Sayısı 1ÇahŞanlarm 239 8.481 32 1.136 D eri 21 1.270 Ağaç 29 377 134 6.736 61 1.267 18 i«3i 7 500 İ G ıd a ■ . . . - i T oprak D okuma K ır ta s i y e 1 y c • K im y a M a d e n i Eşya /, ;;G E N E L : t O F L  t ^ y ^ 541 Toplamı . __ ..................... 19.925 Yukarıda sıralanma olan sektörlerde makine kullanımı son derece smulıdıı, Makine gücü kullanan kuruluşların toplam sayısı 374 ve bunların kullandıkları toplam beygir gücü de 20 9 7 7 ’dir 1915 yılında bu sektörlerin toplam üretim değerleri 7 570 470 TL ’dir Bu yıllarda sanayi için hayati derecede önemli olan birçok maddenin üretimi sıfırdır (Demİr,Çelik vb madenler gibi). Yetişmiş çarpıcıdır: 220 insan gücü ile ilgili istatistikler ise daha da I | TABLO 3 ■: ■■■ L'İ-i.--.:\ı ;'! *Ï-Jm m'. i*■' İlkokul 3 000 ? Lise İlk okul f . ■■ - ‘■■■üLA ? 14 ? 1920 1.200 1920 20.566 10 596 962 000 1940 O rtaokul 3867 238 95 000 1940 Lise 1544 82 25 000 1940 967 20 13.000 1940 Y üksekokul Birtakım temel verileri sıralarsak ; a)Nüfûsun % 8 5 ’i kırsal alanda yaşamaktadır b)Miili gelirde tarımın payı % 6 7 ’dir c)Ekilebilir arazi % 32,ekilen arazi % 5,aile başrna ekilen arazi 25 dönüm ç)M akine kullanmayan işletmelerin oranı % 95 68 Ortaya çıkan tabloyu aşağıdaki şekilde tanımlayabiliriz : 1)Osmanlı devletinin bütün gayretlerine rağmen temel sanayi kurulamamıştı. Y üksek fırınlar ,metalürji sanayii, demir-çelik fabrikaları vb işletmeler yoktur Madeni eşya sanayiinde hurda demir kullanılmaktadır. Makinelerin tamamı ithal edilmektedir 2) O smanlı devleti mam ul mal alan,hammadde ve yiyecek maddeleri ihraç eden bir devlettir, Ü lkede tarım ve sanayi sektörleri arasında bütünlük kuru lam am ışlarım sektörü ile bu m a lla n ithal eden yabancı ülkeler arasında bir bütünleşme eğilimi ortaya çıkmıştır. 221 ,3)Sanayi,önemli ölçüde yabancılar tarafından kurulmuştur ve üretim,tüketimi karşılamaktan uzaktır Sanayinin ham madde ve ata mallan dışarıdan alınmaktadır 4)Uikede maden işleyen hiçbir kuruluş yoktur Sanayide kullanılan tarım ürünlerinin önemli bir bölümü işlenmeden yurt dışına satılmaktadır 5) Sanayi kuruluşlarının üretim kapasitesi düşük ve maliyetleri yüksek,kalitesi düşüktür. Sanayide motor kullanımı seviyesi düşüktür İşte böyle bir sanayi yapısının üzerine “iktisadi b ağım sızlık ” ilkesine uygun bir yapılanma sağlanacaktı Yani,yeni Türk devleti kurulduğunda karşı karşıya kaldığı iki temel problem milletleşme ve sanayileşmedir Cumhuriyetimizin kurucusu biiyük Atatürk,milli istiklalden yani “istiklal-i tam ”dan siyasi ve iktisadi bağımsızlığı anlıyordu İktisadi bağımsızlığı sağlayabilmek için de her şeyden önce bir iktisadi program tespit etmek gerekiyordu Bu am açla,daha Cumhuriyet ilân edilmeden önce 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir de 1 İktisat Kongresi toplandı Kapitülasyonlar ve Misak-ı M ilii’nin Lozan Konferansında batıklara kabul ettir ilemeyen Türk görüşleri üzerinde heyetimizin ısrarı, görüşmelerin kesilmesine sebebivet vermişti Bu kritik devrede.söz konusu meselelerde bir taviz verilmeyeceğinin batıklara anlatılması lazımdı 1135 delege ile toplanan kongrenin temel amacı elbette ki sadece bu değildi Aynı zamanda Türkiye’nin ekonomideki yakın ve uzak hedeflerinin de tespit edilmesi gerekiyordu Kongrede devlet adamlarının,özellikle A tatürk’ün yaptığı konuşmalar dikkate değer konuşmalardır. Kongrenin tartıştığı konular A tatürk’ün daha önce 1 Mart 1922’de T B M M ’nde yaptığı bit konuşm ada dile getirilmiş meselelerdi. Bu konuşmada şu hususlara temas edilmişti l)A vrupa rekabeti güzünden mahvolm uş ve ihmal edilmiş olan sanayii ve ziraatı ihya ve çağdaş vasıtalarla teçhiz etmek, 2}Unnımi çıkarları doğrudan doğruya ilgilendiren kurumlar ve ekonomik teşebbüsleri gücümüz nispetinde devletleştirmek, 222 ,3)Madenlerimizde,diğer işlerinde kullanılmak isteyen türlü kolaylığı göstermek, ekonom ik konularda ve bayındırlık sermayenin sahiplerine hükümetçe her İzmir İktisat Kongresini açış konuşmasında da sin düren bir tutarlılık görüyoruz : aynı çizgiyi , Ö zel ekonom ik teşebbüsler de serbest pazarla çarpışm aya hazıı olabilecek bir seviyeye varm am ıştı, T anzim at’ın açtığı çığır serbest ticaret devri A vrupa rekabetine karşı kendisini koruyam ayan ekonom ik yaşantım ızı yine ekonom ik yön den,kap itülasyon zinciriyle bağladı,.,” Bu ifadeler Mustafa K em al'in bir açık pazar haline getirilen ülkemizin ekonomik durumu hakkmdaki bilinçliiiğini gösteren delillerdir O ’na göre devlet gerçekten bağımsız değilse “ kendi uyruğundaki lıalka koyduğu vergiyi,yaban cılara uygulayam az,kendi güm rük rejim leri ve her türlü vergi işlem lerini düzenlem e hakkına salıip olam az,kend i kanunlarına göre yargılam a hakkını yabancılara u ygulayam az D evletin ve m illetin yaşan tısına yapılan m üdahaleler,bundan daha da fazladır M illetin ek on om ik ihtiyaçlarından olan m esela dem iryolu inşaatı,fabrika inşaatı gibi konularda d ev let serbest değildir, Böyle bir şeye b aşladığınız zaman her ne olursa olsun yab ancılar işe karışırlardı, Y aşantısını sağlam a yeteneğind en yoksun olan bir devlet bağım sız olabilir mi ? ” Bu ifadeler açıkça gösteıinektedir kİ , Mustafa K em al’e göre tam bağımsız devlet ekonom ik bakımdan da bağımsız olan devlettir Birçok yazar. 1923-1929 dönem in i, İzm ir İktisat kaıaıİanna dayanarak Liberal ekonomi dönemi, 1930’dan ise devletçi ekonomik dönem olarak tanımlamışlardır. O ysa Kemal A tatürk’ün kongreyi açış konuşmasında iktisadi ferdi ön plana çıkardığım söylemek çok zoıduı Kongresi sonrasını Mustafa faaliyette Aynı kongrede İktisat Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’in yaptığı konuşma ekonom ik politikanın sınırlarını daha kesin ve açık biçimde çizmektedir : Ne Biz ekonomi tarihi içindeki ekollerden hiçbirine benzemeyiz bn akınız geçsinler,bırakınız yapsınlar ekolü,ne de 223 sosyalist,komünist,etatist veya him aye ekofünden değiliz, Bizim de Yeni Türkiye’nin yani ekonom ik anlayışına göte,yeni bir ekonom i ekolümüz vardır Buna ben Yeni Türkiye Ekonomi Ekolü diyorum Yukarıda belirttiğim ekonomi ekollerinden hiçbirine bağlı olmamakla beraber,m emleketimizin ihtiyacına göre bunlardan faydalanmaktan geri kalmayacağız. Yeni Türkiye,karma bir ekonomi izlemelidir. Ekonomik teşebbüsleri kısmen devlet ve kısmen kişiler üzerlerine almalıdır Çünkü memleketimizin ekonom ik durumu bunu gerektiriyor, O dönem de böyle bir görüşün A tatürk’ün düşünce sistemine karşı olması zaten beklenemezdi Atatürk diyor ki “ Bizim yolum uzu çizen içinde yaşad ığım ız yu rt,b ağrın d an çıktığım ız Türk m illeti ve bir de m illetler tarihinin bin bir facia kaydeden sahifelerinden çıkardığım ız n eticelerd ir ” Atatürk , Devletçilik ilkesinin memleketin içinde bulunduğu ekonom ik şartlardan kaynaklandığım “M edeni Bilgiler” de şöyle açıklamaktadır : “ C um hu riyetim iz henüz çok gençtir,, M aziden ken disine kalan bütün hayati işler,zam anın m ecburiyetlerini tatm in edecek d erecede değildir, Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi iktisadi işlerde de,fertlerin teşebbüslerinin neticelerini bek lem ek doğru olam az M ühim ve büyük işleri,ancak m illetin toplam servetin e ve devletin teşk ilat ve kuvvetine dayanarak m illi egem enliğin uygulanm asını ve yü rü tü lm esin i d üzen lem ek le görevli olan hüküm etin m üm kün olduğu kadar üzerine alıp başarm ası tercih olu nm alıd ır D iğer bazı d evletlerin ikinci d erecede görebileceği ve fertlerin teşebb üslerine bırakılm asında beis olm ayan işlerden çoğu,bizim için hayati derecede önem lidir ve b irin ci d erecede m ühim devlet işleri arasında sayılm alıdır Türkiye C um huriyetini id are ed en lerin ,d em ok rasi esasından ayrılm am akla b erab er,d evletçilik p rensibine uygun yürüm eleri,bugün içinde bulunduğum uz h allere,şartiara ve m ecburiyetlere uygun o lu r ” Devletçilik ilkesinin Özel sektörün faaliyetlerini sınırlamak anlamına gelmediğini yine kendisi şu şekilde ifade etmektedir : 224 M em lekette her çeşit üretim in artm ası için,ferdi teşebbüsün d evletçe elzem olduğunu önem le kaydettikten sonra,be>an etm eliyiz ki ; d evlet ve fert b irb irine k arşı d eğil,b irb irinin tam am layıcısıd ır Bizim takibini uygun görd ü ğüm üz d evletçilik p rensibi sosyalizm p rensibine dayanan k ollektivızm ,kom ünizm gibi bir sistem d eğild ir ferd i çalışm a ve faaliyeti esas tutm akla beraber,m üm kün olduğu kadar az zam an içinde m illeti refaha ve m em leketi bayındırlığa eriştirm ek için m illetin genel ve yü ksek m enfaatlerinin gerek tird iği işlerde Özellikle iktisadi sa h a d a - devleti fiilen alakadar k ılm a k t ır ,” Nitekim,İzmir İktisat Kongresinden sonra Türkiye’nin ekonomik gelişmesi şu dört esas prensibe göre yönlendirilmiştir : 1)Uıeticileıin korunması 2)İhracatı özendirme 3)Milii Sanayiyi ve işçiyi koruma 4)Demİryolu siyaseti Üreticiler in durumlarını iyileştirmek için ilk adımı olarak 17 Şubat 1925’te çıkarılan bir kanunla Aşar Vergisi kaldırıldı Zirai üretimin artmasını sağlamak maksadıyla köylüye para,tohum ve alet yardımları yapıldı 1930’da Tohum lukların G üm rük Resm inden M u a f O lduğuna Dair K anun çıkarıldı. Çeşitli yerlerde fidanlıklar kurularak m eyve ağaçlarının ıslahına çalışıldı 1924 yılında çıkarılan bit kanunla R ize ve Borçka havalisinde Fındık ve Çay ziraatinin geliştirilmesi için bir dizi teşvik tedbirleri alındı 17 Haziran 1927’de Ziraat Tedrisatının Islahına Dair Kanun kabul edilerek Yüksek Ziraat ve Y üksek Baytar M ektepleri ve Enstitüleri kuruldu Bu okullarda ders vermek üzere ihtisas amacıyla 74 ziraatçı hoca yurt dışına gönderildi Özetle fenni ziraatın yapılması için her alanda okullaşmaya gidildi, 1929 yılında çıkarılan Zirai Kredi K ooperatifleri K anunuyla bir yıl içinde ülke çapında 572 Kredi K ooperatifinin kurulması sağlandı Aynı yıl,8 Haziran 1929’da Topraksız Ç iftçiye Toprak V erilm esi H akkında Kanun çıkarıldı Bu suretle ülkenin en önemli gelir kaynağı ve geçim vasıtası olan ziraat sahasında verimin artırılmasına gayret edildi 225 İzmir İktisat Kongresinde alman kararlar doğrultusunda Milli sanayinin gelişmesini sağlamak üzeıe 28 Mayıs 1926’da Teşvik-i S anayi K a n u n u çıkarıldı G ü m r ü k Tarife K a n u n u yerli sanayinin korunması amacıyla yeniden tanzim edildi Sanayicilere kredi sağlamak amacıyla 1925d e S anayi ve M a a d in Bankası açıldı Alman bu tedbirlerin etkili olduğu 1923de ,386 olan sanayi kuruluşlarının sayısının 1933de 1087’ye yükselmiş olmasından anlaşılmaktadır Bununla paralel olarak Türkiye’de sanayi işçisi sayısında da önemli bir artış ortaya çıkmıştır. İ921 ’de 76 216 olan sanayi işçilerinin sayısı 1927’de 256 855’e çıkmıştır 1927’de toplam 17 milyon lira olan sanayi imalatı T933de 137 milyon liraya yükselmiştir 19.33de çıkarılan bir kanunla Sanayi ve Maadin B a n k asın ın yerine S iin ıe ıb a n k kurulmuştur Bu dönemde sanayileşmenin genel stratejisi şu riç esas üzerine inşa edilecektir : 1)Yabancı şirketler elindeki imtiyazları millileştirmek Bütün mali zorluklara rağmen arasında ecnebi şirketler devletleştirilmiştir. satm alarak 1928-1938 yılları 2)Sanayiieşmeye gidilirken ulaşım meselesini halletmek 19251933 yılları arasında 2048 kilometre demiryolu yapılmış, 1933-1938 yılları arasında buna 963 kilometre daha eklenmiştir 3) Memleketin tabii kaynaklarını tespit ederek nerelerde,hangi sanayi tesislerinin kurulabileceğini planlayarak devletin yapacağı ve işleteceği km akışların yanı sıra özel teşebbüsün de bu alanlara yönelmesi için imkân hazırlamak Yukarıda sıralanan tedbirlerin alm m asm a karşın ülkede fertlerin elindeki sermayenin yeter sizi iği,temel ihtiyaçların sağlanması için gerekli büyük yatırımların yine de devlet eliyle yapılmasını gerektirmiştir Siinıeıbank vasıtasıyla tekstil sektörüne yapılan yatırımlar kısa zamanda semeresini vererek bez ve kumaş üretimi süratle ülke ihtiyacını karşılayacak seviyeye getirilmiştir. Diğer taraftan ülkedeki maden kaynaklarının tespiti am acıyla Maden Tetkik ve A ram a Enstitüsü., işletilerek mamul hale getirilmesi amacıyla da Etibank kuıularak faaliyete geçirildi. 226 Ticaretin de dünya şartlarına uyabilecek biçimde organizasyonuna bu dönem de başlanmıştır 1925 yılında Ticaret ve S anayi O daları K anunu çıkarılarak bütün vilâyet merkezlerinde faaliyete geçmeleri sağlandı Bu ekonom ik faaliyetlerin büyük bir heyecanla yürütülmesi eski ile mukayese edilem eyecek Ölçüde bir canlanma getirmiştir Nitekim, 1950’li yıllarda yürütülen “ İthal İkamesi” politikaları ile T ü rk ekonom isinin sermaye yapısında önemli değişi inlet ortaya çıkmaya başlamış ve i 9 8 0 ’ i i yıllarda “ Liberal EkonomT’ye geçişin temelleri bu dönem lerde oluşmuştur. Bir başka nokta da Atatürk dönemi maliye siyasetinde temel olarak kabul edilen “ Denk Bütçe” uygulamasıdır Bu tercih ekonom ik büyüm ede “ enflasyonist” politikaları tercih ederek,büyümenin faturasını halka yükleyen yaklaşımların benimsenmediğini,yükün dengeli olarak dağıtılm asının daha uygun bulunduğunu göstermesi bakımından dikka çekicidir 2-D iğer A lanlarda O rtaya Çıkan G elişm eler Ekonomi alanındaki gelişmelere ana çizgileriyle değinilirken görüldüğü gibi T ürkiye’de devlet hemen her alanda mukayese kabul etmeyecek bir gücü temsil etmektedir Bu,büyük ölçüde T ü rk Devlet geleneğinde çok derin biçim de kökleşmiş olan “devletin k a p sa y ıcıiığ ı” esprisine kolayca bağlanabilir Bu anlamda toplumsal alanda da aynı kapsayıcı lığın açık biçim de gözlenebileceğini söyleyebiliriz Nitekim.sivil bir alan olan toplum alanında hem Osmanlı dönem inde.hem Cum huriyet dönem inde kılık ve kıyafetten,kadın haklarma;Ölçü ve tartr aletlerinden ibadet yerlerine kadar hemen her alanda devlet “d ü zen leyici” olmaktan ziyade “m üd ahaleci” olmuştur Malkm bu müdahaleler karşısında olumlu yahut olumsuz tepkilerini ortaya koym aya başlaması ise 1990’lı yıllarda kendini gösterecektir ki ; bu, B ü y ü k A t a t ü r k ’ün hedeflediği “ fik ri h ü r ,v ic d a n ı h ü r ,i r f a n ı h ü r ” kuşakların ülkemizde artık tam anlamıyla geliştiğini gösterm ektedir Anayasa ve kanunlar çerçevesinde düşündüklerini ifade 227 .münakaşa ve birbirine tahammül edebilme yeteneğini kazanmış olan insanların çoğunluğu oluşturmaya başlamış olmaları, temelleri Atatürk döneminde atılmış olan “yen i insan,yeni v a ta n d a ş” yetiştirme hedefinin büyük ölçüde gerçekleştiğini göstermektedir Yeni düzenlem elerle ortaya çıkabilecek boşlukları önlem ek üzere Halkevlerinin kurulması,yeni değerlerin bu kurumlar vasıtasıyla topluma aktarılarak benim setilm esi amaçlanmıştır. Bu yeni düzenlemeleri sıralayacak olursak : a)K ılık ve K ıyafet Z aviyelerin K apatılm ası A lanındaki D ü zen lem eler,T ek k e ve 1925 yılı,birkaç açıdan Önemli bir dönün noktası olarak kabul edilebilir Dinsel davranışlarda ,Halk inançları olarak adlandırabileceğim iz,dinin aslıyla ilgisi olmaktan ziyade dini mahiyet kazandırılmış sembollerden oluşan farklı bir alanın varlığı bilinmektedir. Cumhuriyet İnkılâplarının mahiyetini kavramakta zorluk çeken,”yeni hayat”ın toplumun önüne açtığı ufukları görmezden gelen bazı istismarcılar halkın bu “sem b oller d ün yasın ı” harekete geçirerek rejime muhalefetlerini din kisvesi altında sürdürmeye çalışmaktaydılar. Bir anlamda,bu semboller dünyasının yıkılarak,halkın istismarına yol açan hurafelerin ortadan kaldırılması modern değerlerin daha kolay yerleşm esine imkân verecekti. İşte Kılık ve Kıyafetle İlgili düzenlem eler, herhangi bir dini mahiyeti olmayan bu semboller dünyasının etkisizleştirilm esine yönelik adımlardır. Bir yandan d a,batıyla aramızdaki gözle görülür farklılıklar m ortadan kaldırılması amacıyla gerçekleştirilm iş oldukları açıktır. Atatürk’ün Kastamonu seyahatinden çıkarılan bir dizi Karafname ile : sonra 2 Eylül 1925’te 1) Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına; 2)İlm iye Sınıfının kıyafetlerine; ■3)Devlet- Memurlar mm kıyafetlerine ilişkin yeni; esaslar getirildi Bu kararnamelerin sadeleştirilmiş suretleri aşağıdaki gibidir : 228 Tekke ve Z aviyelere Dair K ararnam e 1)Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vak ıf suretiyle yapılmış ve gerek Şeyhin mülkü olarak tapulu bütün tekkeler ve zaviyeler istisnasız olarak kapatılmıştır Ancak vaktiyle mescit olarak yapılm ış olanlar sadece bu hizmet için açık kalabilecektir. 2) Türkiye Cumhuriyetinde hiçbir tarikat ve bunlara mensup hiçbir Şeyh ve Derviş ve mürit yoktur Bu sınıflara ait özel kisveler ve unvanlar da kaldırılmış ve yasaklanmıştır 3)Kapatıian tekke ve zaviyelerden elverişli olanlar okul yapılacak,elverişli olmayanlar da satılarak parasıyla okul yapılacaktır 4)sultan!aıa ait m escit ve türbeler kapatılmıştır Bunun gibi bir çıkar uğruna veya bir tekke veya bir tarikata dayanarak kullanılan türbeler de kapatılmıştır 5)TürbedarJık kaldırılmıştır Türbedaılar camilerde imamlık ve m üezzinlik gibi vazifelerde çalıştırılacaklardır İlm iye sınıfı ve İlm iye K isvesi H akkında K ararn am e 1)Türkiye Cumhuriyetinde İlmiye aşağıdaki makam ve vazife sahipleridir : sınıtına -inensup olanlar a)D iyanet İşleri Başkanı b )D iyan et İşleri B aşkanlığı D anışm anlar K urulu c)İI ve İlçe m erkezlerin de bulunnn M iiftii 1er d )D iyan et İşleri B aşk an lığı tarafınd a n f ayin «lijen iirıa m la r e)D iyan et İşleri B a ş k a n lığ i t a rafı n d an ta y in eıftf en h afi pl e r ve vaizler f)D iyan et im am ları İşleri Başkanlığı t a r a f ^ ^ ^ ^ a y i f t s ^ t e n y ^ y 2) Î1m iye s mı f i nın kisvesinde 'Uİftmet^beyaz -sarîk’^ve ^SîyaM atadün: ibarettir 229 3)1 İnıiye sınıfım teşkil eden zatlar görevieıi dışında ilmi kisvelerini giymeye mecbur değildirler 4)İlmi kisve giyenler resmi dairede usulen başı açık bulunurlar Aynı gün çıkarılan bir kararname ile K ıy afe tleri H a k k ı n d a şu esaslar getirildi : Öevlet M e m u r l a r ı n ı n 1)Btitün ordu ye donanm a mensuplarıyla ilmiye sınıfından olanlardan ve hâkimler gibi kıyafetleri devlet tarafından hususi olarak tayin edilmiş bulunanlardan başka bütün devlet memullarının kıyafetleri dünya yüzündeki medeni milletlerin müşterek ve umumi kıyafetlerinin aynısıdır Y ani,gündüz ve gecenin muhtelif durumlarına ve resmi törenlere göre giyilmek üzere muhtelif elbiseler ve şapkalardır 2)Binalar içinde başı açık bulunmak kaidedir. Selamlaşma işaretiyle oluı baş ,3)Halk,Ordu , D onanma ve İlmiye için hususi olarak tayin edilmiş olan elbiseyi giyemezler Bu gelişmenin hemen ardından,25 K asım ’da Şapka Giyilmesine Dair Kanun,30 K asım ’da da Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ve Türbedarlıkların Kaldırılmasına Dair Kanun çıkarıldı b ) M ille tle ra r a s ı T ak vim ve S a a tin K a b u lü Eski dönemde Rumi ve Hicri olm ak üzere iki takvim kullanılıyordu. Bunlardan birincisi Mali hesapların daha rahat yapılabilmesi amacıyla sonradan kabul edilmişti Aynı anda birkaç takvim kullanmaktan kaynaklanan karışıklıklar,devletin kes in hesaplarının yapılmasını da zorlaştırıyordu Bu zorlukların önüne geçebilmek için 26 aralık 1925’te çıkarılan kanunla Milletlerarası Takvim ve saat kabul edildi Bu konuda çıkarılan 697 Sayılı K anun Metni şudur : Madde 1-Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gün gece y ansından başlar ve saatler O’dan 2 4 ’e kadar sayılır Madde 2-1341 yılı A ra lık ay ının ( K â n u n u e v v e l) 31, G ü n ü n ü ta k ip eden g ü n 1926 yılı O c a k A yının 1„ G ü n ü d ü r 230 Madde 3-Hicri takvim öteden beri olduğu gibi hususi hallerde kullan ıhı Hicvi, Kameri ayların başlangıcını rasathane resmen tespit eder c )ö lç ü Sistem inin Y enileşm esi Arşın, Endaze, Dönüm, Okka, Kantar,Çeki, Batman, Kile esaslarına dayalı eski ölçülerin kullanılması çoğu zaman karışıklıklara yol açıyordu Bu ölçülerin bir kısmı memleketin değişik yerlerinde değişik ölçüleri ifade etmekteydi Taksimatlar ondalık esas üzerinden yapılmadığı için ticarette karışıklığa,hesapların zorlaşmasına yol açmaktaydı 1 Nisan 1931’de çıkarılan bir yasa ile ölçülerde metre ve kilo sistemine geçildi ç)Soyadı K an un u ’nun K abulü İnkılâp kanunları arasında en önemlilerinden birisi de toplum hayatımızdaki bir dizi hukuki karışıklığa son veren Soyadı K anunıdnun kabulüdür Bu kanun çıkıncaya kadar insanlar nüfusa küçük adlarıyla kaydolunurlar,aynı ismi taşıyanların birbirinden ayırt edilmesi için ya lakaplar kullanılırdı veya kimin oğlu veya kızı olduğu belirtilirdi İşte 1934 de çıkarılan 2525 sayılı kanunla bu karışıklığa da son verildi Kanun metni özetle şudur : Madde m e c b u ıd u ı. 1-Her Türk ö z adından başka Madde kullanılır. 2-SöyIeyişte,yazılışta,imzada öz soyadını ad da taşımağa önde,soyadı sonra Madde 3-Rütbe ve memuriyet,yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi adaba uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz. Madde 4-Soyadı seçme vazifesi ve hakkı evlilik birliğinin reisi olan kocaya aittir TBM M çıkardığı bir kanunla akrabaları dahil kendisinden başka kimsenin kullanmaması kaydıyla Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa K em al’e A T A T Ü R K soyadını verdi. 231 'F a tfü n h i &eğtştfFftmesi Bilindiği gibi 1924’de çıkarılan bir kanunla nüfusu 10 OOO’in üstünde olan bütün şehir ve kasabalardaki müesseseler için haftada bir gün tatil mecburiyeti konulmuştu. Bu tatil günü de Müslümanlar için geleneksel olarak Cuma günü idi 1935 yılında çıkarılan bir kanunla haftanın resmi tatil günü Cumartesi saat 13 OO’den başlamak üzere Cumadan Pazar’a çevrildi. Tatilin süresi en az 35 saat olacaktı Dikkat edilirse5gelişm iş dünya ile arasındaki m esafeyi kapatmaya yönelen Türkiye, Cumhuriyetin bu ilk yıllarında çok geniş kapsamlı bir değişim yaşam ış ve Büyük Atatürk’ün hedeflediği “ .Muasır m edeniyet seviyesinin üstüne çıkmak amacına yönelmiştir. 232 VI. BÖLÜM : ATATÜRK SONRASI TÜRKİYE A-İÇ PO LİTİKA 1 -İnönü Dönemi (1938-1950) A tatürk’ün ölümünden soma, 11 Kasım 1938’de İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığına getirilmesiyle Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır İsmet İnönü, Atatürk kadar karizmatik özellikler taşımasa da Kurtuluş Savaşı yıllarındaki askeri başarılan ve CHP içindeki etkinliğiyle 1.950 yılma değin ülkeyi tek başına yönetmeyi başarmış ve bu döneme damgasını vurmuştur 1924 Anayasası’nın cumhurbaşkanlarına verdiği yetkilerin sınırlı olmasına karşılık, İsmet Paşa C H P ve meclis içindeki gücünü korumuş “milli ş e f ’ ve “değişmez genel başkan” sıfatlarıyla ülke kaderini doğrudan etkileyen kişi olmuştur İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı yılları ile ilgili olarak ağırlıklı temel konular II Dünya Savaşı ve çok partili siyasi hayata geçiş çabalarıdır İnönü dönemi dış politikası ve doğal olarak da II Dünya Savaşı yıllan sonraki bölümde ele alınacağı için bu bölümde iç politikadaki önemli gelişmeler üzerinde durulacaktır, İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildiği 11 Kasım 1938 tarihinden O cak 19 3 9 ’a kadar Atatürk’ün son başbakanı olan Celal Bayar ile çalışmış ve 233 gerek dış politika ilkeleri, gerekse ekonomik politikaları farklı olan bu iki devlet adamı 2 ay kadar bir süre devletin zirvesinde bulunan ilk iki ismi oluşturmuşlardır Ancak kendisine yakın isimler üzerinde baskıların artırılması sonucu Celal Bayar başbakanlıktan çekilmiş ve yerine 25 Ocak 1939’da Refik S a y d a m atanmıştır İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanlığının ilk yıllan aynı zamanda savaş yılları olduğu için tüm ekonomik ve siyasi girişimler, Türkiye’yi bu savaşın olumsuz etkilerinden uzak tutmak adına gerçekleştirilmiştir Ne zaman sonuçlanacağı bilinmeyen savaş nedeniyle çok sayıda gencin askere alınması ve temel ürünlerle ilgili olarak devlet stoklarının geniş tutulması nedenivle iç piyasada büyük darlık yaşanmış ve ürünlerin fiyatları olağanüstü artmıştır. Aynı dönemde hükümet stokçu, karaborsacı ve fırsatçılarla yoğun bir şekilde mücadele etmişse de, bu mücadelede toplumun geniş katmanlarını tatmin edebilecek bir başarı elde edilememiştir Refik Saydam ’m ölümü üzerine 9 Temmuz 1942’de başbakan olan Ş ü k rü S araç o ğ lu döneminin ekonomik alanda belki de en fazla akılda kalan ve tartışmaları bugüne kadar sarkan girişimi Kasım 1942’de çıkarılan V a r lık Vergisi K a n u n u olmuştur Servetlerin bir defaya mahsus vergilendir ildiği ve vergisini ödemeyenlerin bedensel çalışmaya tabi tutulduğu bu uygulama büyük tartışmalara yol açmış ve sonuçta 1944 yılı başlarında kaldırılmıştır Tarım kesimiyle ilgili olarak ise Haziran 1943’te aşar vergisinin bir benzeri olan T o p r a k M a h su lle ri Vergisi K a n u n u çıkarılmıştır Gerek 1946 yılınca kaldırılan bu vergi ve gerekse Varlık Vergisi toplumun İnönü dönemi hükümetlerinden soğumalarından öte önemli sonuçlar doğurmamıştır Ekonomik alandaki tüm olumsuzluklara karşın devletin kontrolündeki döviz rezervlerinde olağanüstü bir artış gerçekleşmiştir Türkiye silah sanayiinde kullanılan kromu savaşan ülkelere satarak önemli ölçüde döviz elde etmeyi başarmıştır Savaş yıllarında bir yandan ekonomik sıkıntılar aşılmaya ve savaşa girmemeye çalışılırken, diğer yandan da Atatürk döneminde başlatılan ve büyük mesafeler kat edilen eğitim ve kültür alanındaki çabalar devam ettirilmiştir İnönü döneminin en önemli eğitim kurumu kuşkusuz K öy E nstitüleridir 1940 yılında kırsal kesime öğretmen yetiştirmek amacıyla açılan Köy Enstitüleri, Türkiye’nin dünya eğitim tarihine kazandırdığı en 234 özgün modellerden biri olarak döneme damgasını vurmuştur, Köy Enstitüleri 1954 yılında D e m o k r a t P a r ti tarafından kapatılmasına karşın, bu okullardan mezun olanlar C H P ’nin kafasındaki insan tipinin temsilcileri olarak uzun yıllar eğitim ve politikadaki etkinliklerini devam ettirmişlerdir İnönü dönemindeki kırsal kesimle ilgili çabalar Köy Enstitüleri ile sınırlı kalmamıştır. Atatürk döneminde de gündeme gelen Toprak ve tarım reformu çalışmalarına yeniden hız verilmiştir Ancak geniş em lak sahiplerinin yoğun tepkisi ve konuyla ilgili alt yapı eksiklikleri nedeniyle topraksız köylü bırakmama çabalan bu dönemde de başarıya ulaşamamıştır İnönü döneminin eğitim ve kültür alanındaki diğer gelişmelerini, klasik miizik eğitimine önem verilmesi, tiyatronun yaygınlaştırılması, yeni kitaplık ve kütüphanelerin açılması, doğu ve batı klasiklerinin Türkçe’ye kazandırılması şeklinde sıralayabiliriz Yaklaşık 12 yıllık bir dönemi kapsayan İnönü döneminin iç politikadaki en kayda değer olay kuşkusuz çok partili siyasi hayata geçiş için atılan adımlardır Aslında demokrasiyle ilgili ilk adımlan. Mayıs 1939’da toplanan C H P ’nin 5. Kurultayında hükümeti denetlemekle ilgili olarak 21 kişilik bir M ü sta k il G r u b u n kur-uimasına kadar götürmek mümkündür Ancak bu girişim C H P ’nin doğrudan denetiminde olduğu için demokrasi konusunda umulan faydayı getirememiştir. Fakat asıl ciddi ve kalıcı girişim 1945 yılında iç ve dış dinamiklerin etkisiyle gerçekleşmiştir İsmet İnönü’yü, daha doğrusu mevcut iktidarı bu karan almaya iten iç dinamiklerin başında II. Dünya Savaşı yıllarında izlenen ekonomik politikalardan dolayı ortaya çıkan toplumsal tepki gelmektedir Savaş yıllarında uygulanan ve ağırlıklı olaıak da kırsal kesimlerde yaşayanlarla, esnaf-tıiccaı gibi grupları olumsuz etkileyen ekonomik politikalar , toplumun bu kesimlerindeki huzursuzluğu arttırmış ve iktidarın yeni siyasi çözümlere yönelmesine neden olmuştur Bir başka iç etken 1923’ten beri iktidarda bulunan C H P ’nin ciddi bir yıpranma sürecine girmesi ve bu nedenle kendini yenileme, bir başka ifadeyle çeki düzen verme İhtiyacını hissetmiş olmasıdır, Atatürk’ün izinde bir devlet adamı olarak bilinen İsmet İnönü’nün bu konuda Kemalist ilkelerle örtüşen bir tutum 235 sergilemesi de demokrasiye geçişt hızlandırmıştır. Gözden kaçırılmaması gereken bir başka etken ise Terakkiperver ve Serbest Fırka denemelerinin bıraktığı heyecanın bala sürüyor olmasıdır Türkiye’nin demokrasiye yönelmesinde etkili olan dış dinamiklerin başında 11. Dünya Savaşını A B D , İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin oluşturduğu demokratik bloğun kazanması gelmektedir. Gerçekten de II Dünya Savaşı ile birlikte Batıda yeni bir dünya kurulmuş ve yeni dengeler oluşturulmuştur Türkiye’nin bu yeni oluşum içinde yerini alabilmesi için Batının hemen her alandaki norm standartlarım benimsemesi zorunlu hale gelmiştir Bu etkenin Türkiye’deki tek parti iktidarını halkın muhalefetinden daha fazla etkilemiş olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Fakat Türkiye’nin batıya yönelmesini hızlandıran asıl önemli gelişme 1945 yılındaki Sovyet tehdididir Stalin yönetimindeki Sovyet Rusya’nın 1925 yılındaki antlaşmayı uzatmayacağını açıklaması ve bununla yetinmeyerek Kars, Ardahan ve Artvin’i isteyen ve Boğazların ortaklaşa savunulmasını öneren bir nota vermesi Türkiye’de büyük bir tepkiye neden olmuştur Bu tehdit yüzünü zaten batıya dönmüş olan Türkiye’nin başta A B D olmak üzere Batı dünyasıyla ilişkilerini geliştirmesini hızlandıran temel etken olmuştur. Aynı döneme denk gelen ve birbirleriyle içi içe geçmiş tüm bu iç ve dış gelişmelere bağlı olarak Türkiye’de, CHP dışında başka siyasal partilerin de kurulması gerektiği yolundaki ilk ciddi açıklama Birleşmiş Milletler Örgütünün kuruluşu için San Fransisco’da bulunan Türk heyetinden gelmiştir San Fransisco’daki Türk temsilciler artık Türkiye’de demokrasinin kurulacağını açıklamışlardır İsmet Paşa’nın 19 Mayıs 1945’te savaşın sona ermesiyle ilgili olarak yaptığı konuşmada demokrasiye geçileceğini açıklamasıyla çok partili siyasi hayat için en ciddi start verilmişti. Bu ılımlı havanın etkisiyle ilk olarak 18 Temmuz 1945’te Milli Kalkınma Partisi kurulmuştur. İnönü’nün 1 Kasım 1945’teki Meclis, açış konuşmasında demokrasi konusundaki kararlılığım bir kez daha belirtmesi üzerine bu yöndeki çalışmalara daha da hız verilmiştir. 7 Ocak 1946 tarihinde C H P ’den ayrılmış olan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprüfü’ııün önderliğinde Demokrat Parti’nin kurulması demokrasiye geçiş çabalarını geri dönülmez bir seviyeye getirmiştir. 236 r Savaş yıllarında İhmal edilen kırsal kesimde yaşayanlarla, yine savaştan olumsuz etkilenen büyük ve küçük sermaye çevreleri için bir umut ışığı olan DP, aynı zamanda demokrasiye susamış aydınlar için de ideal bir siyasi platform gibi görünmekteydi D P’nin kurulmasından kısa bir süre sonra 21 Temmuz 1946 tarihinde ilk tek dereceli ve çok partili seçimler yapılmıştır. Çoğunluk sistemine dayanan ve açık oy - gizli tasnif esasına göre yapılan bu seçimlerde DP ancak, 66 milletvekili çıkarabilmiştir Bu sonuçtan da anlaşıldığı gibi D P ’nin halktan gördüğü yoğun ilgi şimdilik sandığa ve dolayısıyla da parlamentoya yansımamıştır 1946 seçimlerinden sonra kan değişikliğine gitmek isteyen İnönü, başbakanlığa Şükrü Saraçoğlu’nun yerine Recep Peker’i getirmişse de, D P ’nin büyümesine engel olamamıştır Bir süre sonra bu kez Peker’in istifası sonucu 9 Eylül 1947’de Haşan Saka yeni hükümeti kurmuştur İktidar içinde kaynamaların devam ettiği bir dönemde DP içinde de tartışmalar çıkmış ve Fevzi Ç akm ak önderliğindeki bir grup ılımlı parti üyesi istifa ederek, 20 Temmuz 1948’de Millet Partisini kurmuşlardır. CHP cephesinde ise Peker gibi sertlik yanlısı olmayan Haşan Saka d a istifa etmek zorunda kalmış ve yerine bu kez Şemsettin Günaltay başbakan olmuştur Günaltay, İsmet İnönü’nün son başbakanı olacaktır Seçim yasasında yapılan değişikliklerden sonra 14 Mayıs 1950’de yine çoğunluk sistemine göre olmakla birlikte gizli oy - açık tasnif esasına göre yapılan genel seçimlerde, bu kez DP üstünlük sağlamış ve 23 yıllık C H P iktidarı sona ermiştir Bu seçimlerde oyların % 5 5 ’ni alan DP 408 milletvekili (%85), % 4I oy alan CHP ise 69 milletvekili (% 15) çıkarmıştır Seçimler sonucu 1923 yılında devleti kurmuş olan CHP, kansız ve kavgasız bir şekilde iktidarı Demokrat Parti’ye devretmiştir Böylece Türk demokrasi tarihinde yeni bir dönem başlamıştır 2-Demokrat Parti Dönemi (14 Mayıs 1950 - 27 Mayıs 1960) 14 Mayıs 1850 tarihinde yapılan genel seçimlerde DP oyların % 5 5 ’ini, CHP ise % 4 1 ’ini almışlardır Ancak seçim sistemi yüzünden bu sonuçların parlamentoya yansıması oldukça farklı olmuştur Öyle ki DP, 408 sandalye ile milletvekilliklerinin %85 ‘ini, CHP ise 69 sandalye ise milletvekilliklerinin % î 5 ’ini elde etmişlerdi. Bu sonuçlar sonrasında İsmet İnönü cumhurbaşkanlığından ayrılmış ve yeıine Celal Bayar, 237 Türkiye Cumhuriyetinin 3, cumhurbaşkanı olarak göreve gelmiştir. Adnan Menderes başbakan olarak atanırken, D P’nin kurucularından Fuat Köprülü Dışişleri Bakam, Refik Koıaltan ise Meclis başkam olmuşlardır. Büyük umutlar ve beklentilerle iktidara gelen D P ’nin ilk yıllarında dıştan, özellikle de A B D ’deıı gelen yardımlar sayesinde görülmemiş bir bolluk yaşanmıştır. 1952 yılında N ato’ya girilmesiyle , II D ünya Savaşı sonrasında yaşanan yalnızlık tümüyle sona ermiş ve Türkiye, A B D ’nin yardımlarını daha yoğun bir biçimde almaya başlamıştır. Dış politikadaki bu gelişmenin doğal olarak iç politikaya da yansıdığı bu dönemde, D P ’nin gücü ve toplumdan aldığı destek artmıştır Ancak DP yöneticilerinin iktidara yeterince hazırlıklı olmamaları ve C H P ’nin muhalefet deneyimsizliği iki siyasal parti arasındaki ilişkileri gün geçtikçe gerginleştirmiş ve ülke kısa zamanda kısır siyasal çekişmelere doğru sürüklenmeye başlamıştır 1951 yılının Ağustos ayında Halkevleri ve Halkodafarının devletleştirilmesi ve kamu hizmeti yapan bu örgütlerin mal varlıklarının hâzineye aktarılması; 1953 yılında C H P ’nin tüm mal varlığının “ haksız iktisap1' olduğu İddia edilerek Hâzineye geçirilmesi; yine 1953 yılında Millet Partisi’nin kapatılması; Şubat 1954’te Köy Enstitülerinin ilk öğretmen okullarına dönüştürülmesi ve nihayet basın üzerinde baskıların arttırılması iktidar- muhalefet ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir D P ’nin ‘devr-i sabık” yaratma politikası C H P ’nin iyice hırçınlaşmasına yol açmıştır Bu koşullarda yapılan 1954 seçimlerini de DP kazanmıştır C H P ’nin ■meclisteki milletvekili sayısının 3 1 ’e düştüğü bu seçimlerde DP oylarını artırmış ve oy oranını % 5 7 ’ye yükseltmiştir CHP ise oyların ancak % 3 6 ’smı alabilmiştir D P’nin gücünü artırması, izlenen iç ve dış politikanın toplum tarafından onaylanması anlamı taşımaktaydı Bu nedenle DP, muhalefet üzerindeki baskılarım 1954 yılından sonra daha da artırmıştır Gazetecilere hapis ve para cezalarının verilmesiyle CHP Genel Sekreteri Kasım G ülek ’in bir gün gözaltında tutulması ve daha sonraki günlerde 6 ay hapse mahkum olması iktidar-muhalefet ilişkilerini büyük bir çıkmaza doğru sürüklemiştir 1954-1957 yılları arasındaki DP iktidarının belki de en önemli olayı 6/7 Eylül olaylarıdır 6 Eylül 195 5 ’te Atatürk ün Selanik’teki evine bomba atıldığı yönünde çıkan haberler 238 üzerine galeyana gelen bir grup, İstanbul'daki Rumların ev ve işyerlerini tahrip etmiş, mezarlık ve kiliseleri yağmafamıştır Ordu birliklerinin müdahalesiyle bastırılan olaylar sonucunda sıkıyönetim ilan edilmişse de, Türkiye’nin dış politikada aldığı yara kapatıiamamıştı. DP - CHP gerginliğinin had safhaya ulaşması ve iktidarın güç kaybetmeye başlaması nedeniyle seçimler bir yıl önceye alınmış ve 1957 yılında yapılmıştır 1957 seçimlerini de DP kazanmışsa da, oylarında büyük bir düşüş gözlenmiştir Öyle ki, bu seçimler sonucunda DP % 48 oy oram ile 424 milletvekili çıkarırken, CHP oy oranını % 4 1 ’e yükseltmiş ve 178 milletvekilini Meclis’e sokmuştur. Aynı seçimlerde Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi d e 4 ’er milletvekili çıkarmışlardır Bu yeni dönemde DP iktidarı ortaya çıkan ekonomik bunalımlar karşısında çaresiz kalmış ve IMF İle Dünya Bankasının dayatmalarına direnememiştiı Yaşanan döviz darboğazı dengeleri alt üst etmiştir Komşu ülke Irak’ta 14 Temmuz 1958’de darbe yapılması ve ordunun yönetime el koyması Adnan Menderes hükümetinin kuşkuya kapılmasına yol açmış ve bu nedenle iktidarın, potansiyel bir tehlike olarak gördüğü CHP ve basın üzerindeki baskıları artmıştır Bu kuşku D P’nin 12 Ekim 1958’de Vatan Cephesi’ni kurmasıyla yeni bir boyut kazanmış, ülkedeki siyasal kamplaşma ve dolayısıyla da gerginlik dönülmez bir duruma gelmiştir. DP iktidarının sonunu hazırlayan gelişmelerin en önemlisi kuşkusuz 18 Nisan 1960’ta Tahkikat Komisyonunun kurulmasıydı Başta C H P olmak üzere Meclis içi ve dışı tüm muhalefeti hemen her türlü siyasi faaliyetten men etmeyi hedefleyen Tahkikat Komisyonu, sorunları çözemediği gibi üniversite öğrencilerinin sokağa dökülmesine de neden olmuştur 28 Nisanda İstanbul Üniversitesinde bir öğrencinin öldüğü ve çok sayıda öğrencinin yaralandığı olaylar sonunda sıkıyönetim ilan edilmişse de, olaylar A nkara’ya sıçramıştır. 21 Mayısta Ankara’da Haıp Okulu öğrencilerinin yapmış olduğu yürüyüşle de verilen mesaj m iktidar tarafından anlaşılamamasmdan kısa bir süre sonra 27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilen bir askeri darbe sonucu DP iktidarına son verilmiş, Celal Bayar ve Adnan Menderes görevlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır 239 3-1960 - 1980 Y ıllan Arasında Türk İç Politikası 27 Mayıs Askeri Müdahalesi sonucu DP iktidarına son veren genç subaylar Milli Birlik Komitesi adında bir grup kurarak ülke yönetimine el koydular İhtilalcilerin^Darbe’nin başına bir Orgeneral getirme isteği üzerine ,Milli Birlik Komitesİ’nin başkanlığına, o dönemde emekli olmak üzere izne ayrılmış olan Kara Kuvvetleri Komutam Cemal Gürsel getirilmiştir. Ancak M B K bütünlüğünü koruyamamış ve 13 Kasım 1960’ta Alparslan Türkeş’in öncülüğündeki 14’ler Grubu tasfiye edilerek yurtdışına sürgüne gönderilmişlerdir. Daha Önce, M B K ’nin direktifleri doğrultusunda hükümet üyeleri ve D P’li çok sayıda milletvekili tutuklanmış ve Yassıada’da mahkeme süreci başlatılmıştır 14 idam cezasının verildiği yargılamalar sonucunda bu idamlardan üçü MBK tarafından onaylanmıştır, DP döneminin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakam Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakam Haşan Polatkan idam edilmişlerdir Bay ar’a verilen idam cezası ise yaşından dolayı hapis cezasına çevrilmiştir İdamlar sonraki yıllarda,tamiri güç yaralar açarken, Türk siyasal hayatında da yeni bir dönemin başlangıcını teşkil etmiştir M B K ve Temsilciler Meclisinden oluşan Kurucu Meclis 6 Ocak 1961’de çalışmalarına başlamış ve ilk iş olarak hazırladığı yeni anayasayı 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunmuştur. %60 civarında kabul oyu ile yürürlüğe giren anayasanın hemen ardından nisbi temsil sistemiyle seçimler yapılmış ve İsmet İnönü başkanlığındaki koalisyon hükümetleri dönemi başlamıştır 1961 Anayasası ile sosyal devlet anlayışı ortaya çıkmış; grev, lokavt ve toplu sözleşme haklan getirilmiş; çoğulcu devlet anlayışına geçilmiştir. Ayrıca DP döneminin deneyimi sonucu yasama organını yargı yoluyla denetlemek amacıyla A nayasa Mahkemesi kurulmuştur Bir diğer yenilik ise T B M M ’nin Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olarak iki kanada ayrılmış olmasıdır, Bu arada ihtilalciler ömür boyu olmak kaydıyla “ Tabii Senatör” olmuşlardır Türkiye’nin en liberal ve özgürlükçü anayasası olarak nitelenen 1961 Anayasasının yarattığı ortamda sivil toplum örgütlenmeleri de hız 240 kazanmıştır Bu dönemde Türk solu giderek güçlenmiş ve -1961'yılında Türkiye İşçi Partisi kurulmuştur. Bu arada kapatılan D P ’nin devamı olarak yine 1961 yılında Yeni Türkiye Partisi ve Adalet Partisi adıyla iki siyasal parti kurulmuştu 1961 seçimlerine giren bu partiler oyların bölünmesi nedeniyle başarılı olamamışlardı Adalet Partisi, Süleyman Demirel’in genel başkan olmasından sonra güçlenmiş ve yeni liderin etkisiyle 1965 ve 1969 seçimlerinde Tek başına iktidara gelmeyi başarmıştır O dönemde radikal-sayılabilecek bk sol söylemle 1965 seçimlerine katılan Türkiye İşçi Partisi’nin, oyların % 3 ’nü alarak 15 milletvekilini parlamentoya sokması Meclis’te zaman zaman gergin tartışmaların ortaya çıkmasına ve sol hareketlerin özellikle genç kuşak arasında ilgi toplamasına zemin hazırlamıştır Fakat, “ Ortanın Solu” sloganıyla,ılımlı bir sol görüşü dile getiren CHP, gerek 1965, gerekse 1969 seçimlerinde oy kaybına uğramıştır 1969 yılında %4'7 oy alarak tek başına iktidara gelen AP iktidarı ekonomik bunalımların etkisiyle kısa zamanda yıpranmaya başlamış ve halktan gördüğü desteği yitirme durumuna gelmiştir. 1970 yılında yapılan devalüasyonla.! Oolar*9sJ J JY ien4d« X k7ye yükselmiştir DP ile başlayan ve “ İthal İkamesi” -o günlerdeki popüler deyimle “Montaj Sanayii” politikası ve enflasyonist uygulamalar , doğal olarak ökönörnik dengeleri alt üst etmiş ve toplumsal dengeler süratle değişmeye başlamıştır. Ekonomik, bü yüm e ve sivil toplum Örgütlerinin hareketlendirdiği yeni siyasa! ortamdaki gelişmeler A P ’nin bölünmesine ve 18 A ralık 1970’de Demokratik Parti adıyla"’ y en i irir'"siyasal parti kurulmasına kadar uzanmıştır ........... ..... .......... ParlamentodakCbu gebşrneieid’m yâm ^’Sirâ1"iîü§dkdkfâ"‘1|^ff ve Öğrenci hareketleri de .yoğunJaşaujuJU keuüddL Jbi& dk^^ başlamıştır. Özellikle 1968 yılında Fransa’da başlayan öğrenci hareketlerinin Türkiye’yi de etkilemesiyle ortaya çıkan öğrenci yıllarının bloklaratası propaganda..— mücadelesine sahne olan T ürkiye’yi, kritik. Jb ir .ip ^ ^ ^ l^ J^ ıla rd a k i köklü değişimin ortaya çıkardığı köyden kentegÖÇîÇarptkşeh*rleşmeygelir dağı 11 m mda-d©ftges4«li k® ■gibi--bk-dizi ygan, hale getirmiştir Ekonomik krizlerin aşılamaması, işçi ve öğrenci 241 hareketler inin durdurulamaması DemireI hükümetinin yıpranmasına ve gözden düşmesine yol açmıştır Bu kez 12 Mart 1.97 E d e emir komuta zinciri çerçevesinde bir “ Muhtıra” veren silahlı kuvvetler ,yakın tarihimize “ 12 Mart Muhtırası” olarak geçen _ bir müdahale daha gerçekleştirmişlerdir Askeri müdahaleyle Demirel istifa etmiş ve Nihat Eritirin başbakanlığında partilerüstü bir hükümet kurulmuştur Askeri müdahaleye karşın önüne geçilemeyen şiddet eylemleri, sıkıyönetimin ilan edilmesine ve iktidarın daha da sertleşmesine yol açmıştır T B M M ’nin etkinliğinin kendi tarihindeki en alt düzeye indiği dönemlerden birisi olan 12 Mart Döneminin önemli siyasal gelişmelerinden birisi de , 5 Mayıs 3972’de yapılan C H P ’nin V Olağanüstü Kurultayı sonunda partinin .33 yıldır Genel Başkanlığım yürüten İsmet İnönü bu görevinden ayrılmak zorunda kalmış ve yerine Bülent Ecevit genel başkanlığa seçilmiştir CHP. 14 Ekim 1973’te yapılan seçim lerde yeni lideri İle beklenenden çok oy alarak T B M M ’nde en fazla sandalyeye sahip olmuştur !973 seçimleri 12 Mart dönemini sona erdirirken, 1980 yılm a kadar devam edecek olan bir başka dönemin başlangıcını teşkil etmekteydi Bu arada Cemal Gürse Eden sonra cum hurbaşkanlığına seçilmiş olan Cevdet S unay ’ın da görev süresi dolmuş ve yerine Fahri Korutürk 6. Cum hurbaşkanı olarak göreve başlamıştır 1973 seçimleriyle başlayan istikrarsızlıklar, 1977 seçimleriyle de giderilememiş ve Türkiye birbiıiyle uyumsuz ve farklı temellere dayanan partilerin oluşturdukları koalisyonlarla yönetilmiştir. 1973-1980 devresinde Cum huriyet Halk Partisi-Millİ Selamet Partisi Koalisyonuyla başlayarak ,Adalet PartisiMilli Selamet Partİsi-Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi'tiden oluşan I Ve II Milliyetçi Cephe Hükümetleri ve C H P ’nin A P ’den transfer ettiği 1 E lerle oluşturduğu II. Ecevit hükümetleri dönem inde ülkede ekonom ik ve toplumsal istikrar giderek sarsılmıştır Özellikle 1976 yılından sonra şiddet eylemlerine dönüşen ve toplumsal cinnet haline gelen öğrenci hareketleri, adeta ilân edilmemiş bir iç savaş niteliğine bürünmüştür. Parlamentodaki siyasal partilerin kısır çekişmeler içerisine girerek, ülke sorunlarım halledebilecek çözümlerden uzaklaşmaları demokratik rejimi de ciddi bir bunalıma sokmuştur. A nayasa’nm getirdiği grev ve lokavt hakkının istismarı ile kriz boyutuna tırmanan darboğazın aşılamaması sonucu 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime bir kez daha el koymuştur Sivil toplum örgütlerinin 242 ^ sorunlara çözüm bulma yeteneklerini ve araçlarım kullanamamaları sonucu gerçekleşen 12 Eylül askeri darbesi sonucu TBMM feshedilmiş ve siyasal partilerin tümü kapatılmıştır Fahri Korutürk’ten boşalan cumhurbaşkanlığına yaklaşık 6 ay kadar bir süre geçmesine karşın kimseyi seçemeyen T B M M ’nin feshedilmesi ve toplumun en acil sorunlarına bile çözüm bulmakta aciz kalan siyasal partilerin kapatılmasının toplumun bütün kesimleri tarafından onaylanmış olması demokrasinin içine düştüğü durumu göstermesi açısından önemlidir Askeri darbeden hemen sonra ülke yönetimini, darbenin önderi Kenan E vren’in başkanlığında oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi üstlenmiştir. Kısa bir süre sonra Eski Deniz Kuvvetleri Komutam Bülent Ulusu yeni bir hükümet kurmakla görevlendirilmiş ve bakanlar kurulunu oluşturmuştur 12 Eylül darbesiyle yürürlükten kaldırılan 1961 Anayasası yerine yeni bir anayasa hazırlanması için Danışma Meclisi toplanmış ve bu mecliste oluşturulan bir komisyonun hazırlamış olduğu anayasa, mecliste kabul edildikten sonra Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanarak , halkoyuna sunulmuştuı 6 Kasrm 1982’de yapılan halkoylaması sonucu %93 kabul oyu alan yeni anayasa yürürlüğe girmiştir Aynı gün Kanan Evren de cumhurbaşkanlığı görevine resmen başlamıştır 1982 Anayasası doğrultusunda yeni kurulan siyasal partilerin katılmasıyla 1983 yılında yapılan seçimlerde Turgut Özal’m genel başkanı olduğu Anavatan Partisi, seçime katılan Milliyetçi Demokrasi Partisi ve Halkçı Parti’ye göre daha fazla oy alarak tek başına iktidara gelmiştir. Özai ile birlikte Türkiye’nin dış politika ve ekonomik politika tercihleri ciddi biçimde değişmeye başlamış ve buna paralel olarak Türkiye’nin toplumsa! değerlerinde de ciddi bir değişim süreci ortaya çıkmıştır Mecliste etkili bir muhalefetle karşılaşmayan Anavatan Partisi iktidarı, dışa açılma konusunda önemli hamleler yapmış ve toplumdan aldığı destekle 1987 seçimlerinden başarıyla çıkmıştır Ancak bundan sonraki dönemde 1980’-de siyasi faaliyetleri yasaklanan liderlerin (Demiıei, Ecevit, Eıbakan ve T ü rk e ş ) yeniden parlamentoya girmeleriyle Anavatan Partisi’nin Meclis üstünlüğü sarsılmaya başlamıştır. Buna karşın 1989 yılında Turgut ö za i, Kenan Evren’in görev süresinin dolmasından sonra 243 /apıian seçimiet sonucunda 8 Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşküne çıkmıştır 199] seçimlerinde hiçbir partinin tek başına iktidara gelememesi üzerine Süleyman Demirel başkanlığındaki Doğru Yol Partisiyle Erdal İnönü başkanlığındaki Sosyaldemokrat Halkçı Parti arasında koalisyon hükümeti kurulmuş ve Türkiye'de yeniden koalisyonlar dönemi başlamıştır. Bu arada 1993 yılında Ö zal’ın ani ölümünden sonra ise cumhurbaşkanlığına Süleyman Demirel seçilmiştir 1960-1990 devresi Türkiye’nin küreselleşen dünya ile bütünleşmeye başladığı bir devredir Hızla büyüyen Türkiye ekonomisi, doğal olarak toplumsal katmanların hareketlenmesine ve siyasal alanda yeni taleplerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur Değişen toplum larm tamamının yaşadığı şiddet süreçleri ülkemizde, Türk ordusunun rejim konusundaki titiz ve dikkatli tavrı sayesinde nisbeten h afif atlatılmıştır B- DIŞ POLİTİKA 1938-1995 Milli Mücadelenin askeri safhasını başarıyla sonuçlandıran Türkiye, Lozan Barış Antlaşması ile uluslararası alanda resmen tanınmıştır 1923-1930 yılları arasında L ozan’da çözülemeyen sorunlarını halleden Türkiye, ] 9.32 yılında Milletler Cem iyeti’ne giıe ıe k aktif bir şekilde uluslararası işbirliğine katılmaya başlamıştır Ancak Türkiye’nin L ozan’dan arta kalan sorunlarını hallettiği 1930 yılından itibaren dünya bir buhranlar devresine giriyor ve özellikle A v ru p a’da patlak veren buhranla! Türkiye’yi de etkisi altına alıyordu Bu sebeple iki savaş arası dönem, dünyada bir barış devresi olmaktan ziyade, yeni bir dünya savaşının tohumlarının atıldığı bir dönem olmuştur Dünyada 1925-1929 arasındaki nispi yum uşam a döneminin dışında özellikle 1929-30 dünya ekonom ik bunalımından sonra uluslararası gerginlik hızla artmış, I Dünya Savaşının getirdiği statükoyu korumak isteyen anti-revizyonist devletler ile bu yapıyı değiştirmek isteyen revizyonist devletler arasında gittikçe keskinleşen bir kutuplaşma doğmuştur 244 Avrupa ve dünyanın kısa sürede bunalımlar dönem ine girdiği yıllarda, Türkiye Lozan Antlaşmasının Misak-ı M illi’nin gerçekleştirilmesinde eksiklikler bırakmasına rağmen, revizyonist A vrupa devletleri gibi, bu buhranları kendi çıkarları için kullanma yoluna gitmemiştir Aksine kolektif barış ve güvenliğin hararetli bir savunucusu olarak anti-revizyonist bir politika takip etmiştir. Bu dönem de Türkiye, bütün devletlerle olan ilişkilerini d evam ettirmekle beraber, kendi güvenliğini ön planda tutarak öncelikle bölgesel ittifaklara yönelmiş, (Balkan ve Sadabat Paktı) ancak A v ru p a’daki hızlı askeri ve siyasi gelişmeler, özellikle İtalyan tehlikesi endişe verici boyutlara varınca bölgesel ittifakların yanı sıra Batı ülkeleri ile işbirliğine yönelmiştir. Bu sebeple 1930’lu yıllardan itibaren İtalyan tehlikesi T ürkiye’nin dış politikasına ana istikametini veren faktörlerden biri olmuştur Gerçi A tatürk’ün gerçekleştirdiği radikal inkılaplar sonucu kurulan Laik devlet düzeni ile siyasi, sosyal, ekonom ik ve kültürel alanlarda meydana gelen değişiklikler hiç şüphesiz Türkiye’yi yapı itibariyle batıya yaklaştırmıştır Iç politikada başlayan bu radikal değişikliklere paralel olarak Türk dış politikası 1930’lu yıllardan itibaren Batıya yönelmiştir İtalyan tehlikesi bu yönelişin bir işbirliğine ve ileride bir ittifaka dönüşmesinde önemli rol oynamıştır Bölgede ortaya çıkan İtalyan tehlikesi karşısında Batı ülkeleri ile işbirliğine girişen Türkiye Milli Mücadele yıllarından itibaren, dış politikasının temel unsuru olan Sovyetler Birliği ile ilişkilerini bozm ak istememiştir. Aksine jeopolitik yeri ve son derece stratejik mevki gereği Batı ülkeleri ile Sovyetler Birliği arasında hassas bir denge kurmaya büyük gayret sarfetmiştir. A vrupa ve dünyanın kısa sürede bunalımlar dönem ine girdiği yıllarda, A tatürk’ün izlediği gerçekçi, barışçı ve çok yönlü dış politika sayesinde Türkiye bölgede bir istikrar unsuru olmuş, A v ru p a ’da oluşan her iki blok tarafından da daima dostluğu aranan, heı siyasi merkezde saygı uyandıran, itibarı artm ış bir devlet haline gelmiştir Ülkenin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve güvenliğini her şeyin üstünde tutan A tatü rk ’ün yönlendirdiği bu politika sayesinde Türkiye uluslararası bunalımların arttığı bu dönemde uluslararası hukuk kuralları 245 çerçevesinde iyi bir zaman ¡ama ve banşçs yollarla Boğazlar ve Hatay meselesini kendi lehine bir çözüme kavuşturmuştur a Türk-İngiliz-Fransız İttifakı Atatürk, 30 Kasım 1938 tarihinde hayata gözlerini yumarken A vrupa önemli çalkantılar içerisinde ve ¡kinci Dünya Savaşının eşiğinde bulunuyordu. Çünkü hızla silahlanan Almanya, Versay Antlaşmasını yırtmış. Milletler 'Cem iyeti’nden çekilmiş, A v ru p a’da Almanların yaşadığı yerleri A lm a n y a ’ya bağlamış, öte yandan “ Büyük R o m a” ideali ile genişlemek çabasında olan İtalya ile Japonya’nın da dahil olacağı bir ittifak yapılmıştı Böylece A vrupa’da barış cephesi olarak bilinen İngiltere ve Fransa karşısında üstünlüğünü ortaya koymuş, İngiltere’nin takip ettiği yatıştırma politikası giderek sonuçsuz kalmıştır. A lm a n y a ’nın izlediği bu politika Batıda ve Sovyetler Birliğinde büyük endişeler yaratm asına rağmen, -barış yanlısı olm akla birlikteuzun bir süre T ürkiye’yi korkutmaınıştır. Hatta. A tatürk’ün Almanya hakkında bir savaşa sebep olabileceği uyanlarına rağmen, H itler’in “ bir millet biı devlet” politikası ile Avusturya ve Südetleri ele geçirmesi ve kendisini V e rsa y ’m zincirlerinden kurtarması Türkiye tarafından anlayışla karşılanmıştır. Ancak A lm a n y a’nın 15 Mart 1939’da Çekoslovakya yı işgal etmesi ve böylece “hayat sahası” politikasına başlaması Türkiye' de ciddi endişeler doğurmuştur Diğer taraftan Doğu A kdeniz ve Balkanlarda öteden beri genişleme emelleri güden İtalya’nın 7 Nisan 1939’da A rn avutluk ’u İşgal ederek Balkanlarda bir köprü başı elde etmesi T ürkiye’nin güvenlik endişelerini doruk noktasına çıkarmıştır Nitekim bu olay üzerine Türk devlet adamları da artık tarafsızlık İmkanı kalmadığına inanarak Türk dış politikasını Batı ittifakına yöneltm eye karar vermişlerdir Sonuçta İtalya, A rnav utluk’a çıkar çıkmaz İngiltere’nin teklifi ile Türk-İngiliz-Fransız ittifakına kadar varacak olan görüşmeler Türkiye ile İngiltere arasında başlamıştır. İtalya’nın A rnavutluk’u işgalinden doğan buhran içinde İngiltere yatıştırma politikasını terk ederek Fransa ile bildikte Yunanistan ve R om an y a’ya garanti verdiler İngiltere 13 N isa n ’da aynı garantinin Türkiye’ye de verilebileceğini bildirdi Türkiye 15 N isa n’da verdiği cevabında teklifi uygun karşılamakla beraber, bu garantinin iki taraflı olmasını, Mihver devletlerince Akdeniz ve Balkanlarda saldırıya 246 geçilmedikçe Türkiye’nin tarafsızlığının korunması, bir saldırı halinde Boğazların savunulması için İngiltere’nin yardım etmesini ve Sovyetler Birliği’nin işbirliğinin sağlanması müzakereler sonunda 12 Mayıs 1939’da Türkiye’yi “Barış Cephesi” tıe bağlayan T ürk-lngiîiz ortak deklarasyonu yayınlanmıştır İlan edilen deklarasyonda iki nokta dikkati çekiyordu: Birincisi, iki devletin aralarında, kendi güvenlikleri için, uzun süreli bir ittifak antlaşması im zalamak kararını almaları idi ki; bu karar özellikle Türk dış politikasının kesin ve devamlı istikametini ortaya koyması bakımından önem taşıyordu Böylece Türkiye Batı dünyası ile kader birliği yapm aya kaıar vermişti İkinci nokta ise, ilan edilen deklarasyon ve ileride imzalanacak olan antlaşmanın hiçbir devlete karşı olm ayacağı idi Bu durum, Atatürk dönem inden itibaren takip edilen çok yönlü ve barışçı Türk dış politikasının tabii bir sonucu idi Türk-İngiliz görüşmelerine Fransa da katılmış, ancak Türkiye Hatay Soıunn halledilmediği için deklarasyonun üçlü olmasını kabul etmemişti Daha sonra 23 Haziran 1939’da iki devlet arasında yapılan bir anlaşma ile F ransa’nın H ata y ’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etmesi üzerine, aynı gün Tüık-İngiliz deklarasyonunun benzeri olan TürkFıansız ortak deklarasyonu da ilan edilmiştir Sovyetler Birliği deklarasyonu görünürde iyi karşılamıştır D ah a Türk-İngiliz görüşmeleri sırasında A n k ara’ya gelen Dışişleri komiser yardımcısı Potemkine, Sovyetler Birliğimin bu görüşmeleri olumlu karşıladığım bildirmiştir Alm anya ise, Türkiye’yi Alman dış politikasına m ümkün olduğu kadar yakın tutmak, ya da çıkacak savaşta T ürkiye’nin tarafsızlığını sağlam ak amacıyla İngiltere ile başlayan müzakerelerin bir ittifaka varmasına engel olmaya çalışmış, bu am açla en iyi diplomatlarından olan Von P ap en ’i A n k ara’ya Büyükelçi olarak atamıştır Fakat Türk-İngiliz ortak deklarasyonuna engel olamamıştır Türkiye, İtalya tehlikesi karşısında Batı dünyası ile görüşmelere girişirken Milli Mücadele yıllarından itibaren dış politikasının tem el unsurlarından biri olan Sovyetler Birlıği’ni bertaraf etmek istememiştir Aksine dış politikasında hem İngiltere’ye hem de Sovyetler Birliği’ne dengeli bir ağırlık vermeye özel bir dikkat göstermiştir Türkiye Mihver 247 devietierİne karşı başlatılan barış çabalarına Sovyetİerin de katılacağına ve bu görüşmelerin karşılıklı imzalanacak bir pakt ile tam am lanacağına inanıyordu Türkiye’nin bu inancım, gerek Türk-İngifiz görüşmelerini Sovyetİerin tasvip etmesi, gerekse mihver devletlerine karşı barış çemberi meydana getirmek amacıyla Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa arasında M oskova’da başlayan müzakereler güçlendirmişti Böylece Türkiye Batı dünyasına yaklaşırken Sovyetİerin de bu politikayı olumlu karşıladığım görmüş ve dış politikasını bu istikamette geliştirmiştir Fakat dünya kamuoyu M o sko va’da cereyan eden İngilizFransız-Sovyet görüşmelerinin sonunda bir barış cephesinin kurulduğu haberini sabırsızlık içinde beklerken, 23 Ağustos 1939’da Sovyetİerin Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzaladıkları haberi bütün dünyada bir bomba tesiri yapmıştır Bu olay milli çıkarların ideolojilerin üstünde yer almasından başka bir şey değildir. Hiç beklenmedik bu gelişme, ümitlerini M oskova görüşmelerine bağlamış olanları hayal kırıklığına uğrattığı gibi, Türk dış politikasının da bütün hesaplarını altüst etmişti. Çünkü bu pakt T ürkiye’nin kuzeyindeki emniyeti ortadan kaldırdığı gibi, Türkiye’yi yaklaşan savaş karşısında müzakerelere giriştiği İngiltere ve Fransa ile yalnız bırakıyordu Bu durumda Türkiye, Sovyetler Birliği ile Batı dünyası arasında zor bir tercih karşısında kalmasına rağmen, öncelikle bu iki dostluğu bağdaştırmak için çalışarak Sovyetler ile Batı arasında bir köprü olmayı deneyecektir Zaten bu sırada İngiliz ve Fransızlarla yürütülen ittifak görüşmeleri sonuçlanmış, Türkiye bu durumdan Sovyetleri haberdar etmiş, fakat Sovyetlerle görüşmeden üçlü ittifakı imzalamak istemişti Çünkü Sovyet politikasında meydana gelen bu değişikliğe rağmen Ankara Sovyetlerle bir ittifak yapılabileceği yolundaki ümidini muhafaza ediyordu. Ancak Sovyetler Birîiği’nin daveti üzerine bir ittifak yapmak üzere M osko va’ya giden Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’na Sovyet idarecileri antlaşmanın yapılabilm esi için, Boğazların ortaklaşa savunulması, M ontreux Sözleşmesinin değiştirilmesi gibi kabul edilmesi güç bazı şartlar ileri sürmüşlerdir, Türkiye’nin derhal reddettiği bu istekleri 1920’den beri devam eden Türk-Sovyet ilişkilerinin kötüleşmesinde bir dönüm noktası olmuştur. 248 Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında bir uzlaşma sağlanamaması üzerine, 19 Ekim 1939’da dah a önce kararlaştırılan esaslar dahilinde Türk-İngi!iz-Fransız ittifakı imzalanmıştır. Bu ittifaka göre; bir Avrupa devletinin saldırısı ile başlayan İngiltere ve Fransa’nın katılacakları bir savaş A kden iz’e yayılırsa Türkiye, İngiltere ve F ransa’ya yardım edecekti Türkiye bir Avrupa devletinin saldırısına uğrarsa, İngiltere ve Fransa kendisine yardım edecekti Bunların dışında Türkiye, İttifaka ek 2 numaralı protokolle anlaşm adan doğan taahhütlerin kendisini Sovyetler Birliği ile bir savaşa sürükleyemeyeceği konusunda bir çekince koydurmuştur İttifaktan hemen sonra Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında iktisadi ve mali anlaşmalar da imzalandı B u anlaşmalarla iki devlet Türkiye’ye savaş malzemesi ihtiyacını karşılamak üzere kredi vereceklerdi Böyiece Batı ülkeleri ile ilk ittifak anlaşmasını yapan Türkiye, İkinci Dünya Savaşının başlarında onlarla kader birliği yapm aya başlıyordu Diğer taraftan Sovyetler Birliği ile anlaşamam ış olmasına rağmen, yine de bu devletle bir savaşa sürüklenmekten kaçınmaya son derece dikkat ediyordu 1 İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası Türkiye İkinci D ünya Savaşında coğrafi mevkiinin önem i dolayısıyla müttefik ve mihver devletlerinin kendi yanlarında savaşa sokabilmek amacıyla yoğun baskılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Savaşan tarafların bu baskıları karşısında Türkiye’nin politikası ise, ülkenin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını hiç bir taviz vermeden muhafaza etm ek amacıyla savaşın dışında kalmak ve büyük devletler arasında b ir denge unsuru olm a politikasını yürüterek saldırılardan korunmaktı Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu politikanın yürütülm esini üzerine alırken, dönemin Önemli bir bölüm ünde Dışişleri Bakanlığı yapan N um an M enem encioğlu’da İnönü’nün en yakın yardımcısı oluyordu a, Sovyet-AIman İttifakı D önem inde Türkiye Türkiye, İngiltere ve Fransa ile 19 Ekim 1939 tarihinde üçlü ittifakı imzaladığı sırada, A lm a n y a’nın 1 Eylül 1939’da P olonya’y a saldırmasıyla başlayan II D ünya Savaşı devam etmekteydi Bu arada 249 yenilen Polonya, Alm anya ile Sovyetler Birliği arasında paylaşılmış, Sovyetler Birliği Baitik devletlerinde üsler elde etmişti Savaşın başlarında Türkiye müttefiklere sempati duymakla beraber, “ harp harici” bir politika takip etmekteydi. Ancak 1940 M ayısında A lm a n y a’nın Fran sa'ya saldırması ve İtalya’nın da A lm a n y a’nın yanında yer almasıyla savaş A kdeniz bölgesine yayılmıştır Bu durum da İngiltere ve Fransa üçlü ittifak gereği Türkiye’nin savaşa girmesini istemişlerdir Buna karşılık Türkiye üçlü ittifakın 2 numaralı protokolünü ileri sürerek İngiltere ve F ransa’nın isteklerini yerine getirmemiştir Gerçekten savaşın ilk devresinde Sovyetler Birliği’nden duyulan endişe Türkiye’nin savaşa girmemesinde son derece etkili olmuştur Bu arada Fransa A lm anya tarafından saf dışı edilmiş, İngiltere’de bu istekte fazla ısrarlı olmamıştır 28 Ekim 1940 tarihinde İtalya’nın Y unanistan’a saidumasr. Ocak 1941 ’den başlayarak A lm a n y a’nın Balkanlara inmesi Türkiye ile beraber İngiltere ve Sovyetler Birliğini de telaşlandırmıştır Bu durum Almanya ile Sovyetler Birliği arasında gittikçe şiddetlenen bir nüfuz çatışmasına yol açmıştır Bu nüfuz çatışması şiddetlendikçe Türk-Sovyet ilişkileri düzelm eye başlayacaktır Bu arada A lm a n y a’nın Balkanlara inmesi, İngiltere’nin Türkiye’nin savaşa girmesini istemesine yol açmıştır İngiltere’ye göre Balkanlara yerleşen A lm anya Ortadoğu ve S üvey ş’e inebilirdi Bu sebeple İngiliz Başbakanı Churchill, Cumhurbaşkanı İnönü’ye yazdığı 31 Ocak 1941 tarihli mektupta, Türkiye’den hava üslerini istemiş, İngiltere’nin gerekli yardımı yapam ayacağına İnanan Türkiye, bu isteği reddetmiştir, 26 Şubat 1941’de İngiltere T ürkiye’nin A lm a n y a’ya savaş açmasını tekrar istemiş, ancak Türkiye, Almanya ile birlikte Sovyetler in de Türkiye’ye saldırabileceğini, zaten teçhizat bakımından da yetersiz olduklarını ileri sürmüştür Bu arada 1941 yılı baharında Almanya, Balkanlar ve Ege adalarını işgal etmiştir Balkanların Alm anya tarafından işgali, Türkiye’de endişe uyandırırken Almanlarla Sovyetler in ilişkilerinin bozulmasına yol açmıştır. b. A lm an-Sovyet Savaşı ve Türkiye 23 Ağustos 1939 paktıyla başlayan A lm an-Sovyet işbirliği uzun ömürlü olmamış ve iki devlet atasında 1940 yılı ortalarında başlayan 250 soğukluk, giderek bir nüfuz çatışmasına yol açmıştır Sovyet-A hnan işbirliği sona ermeden azami kârı elde etmek isteyen Sovyetİer Birliği, Türkiye’yi kendi nüfuzu altına almak amacıyla son bir deneme yapm aktan çekinmemiştir 12-13 Kasım İ9 4 0 ’da Berlin’de iki devlet arasında son bir antlaşma zemini bulm ak ve Sovyetleı- B irliği’ni mihver devletlerine katmak am acıyla yapılan görüşmelerde, diğer isteklerle birlikte Türkiye’nin Sovyet nüfuzu altına bırakılmasını ve kendisine Türk Boğazlarını kontrol etme yetkisinin verilmesini istemiştir Berlin görüşmelerinde iki ülke anlaşamamış, Hitler Sovyet isteklerini kabule yanaşmamıştır Sonuçta Sovyetlerin işbirliğini sağlayamayacağını anlayan Hitler, Sovyetlere karşı 1940 Aralığında savaş açmaya karar vermiştir Sovyetİer Birliği de A lm anya ile olan ittifakının uzun ömürlü olmayacağını anlamış ve çıkacak bir savaşta Türkiye’nin durumunu önemli gördüğü için. Alm an-Sovyet ilişkileri bozuldukça Türkiye’ye karşı izlediği politikayı değiştirmek gereğini hissetmiştir Nitekim 1 Mart 1941 ’de Bulgaristan’ın mihvere katılması, A lm an ya’nın Balkanlara yerleşmesi ve H itler’in Boğazlar üzerindeki Sovyet isteklerinden T ürkiye’yi haberdar etmesi üzerine harekete geçen Sovyetİer Birliği, Türkiye’ye karşı dostça yaklaşmaya başlamıştır Sonuçta Türkiye ile Sovyetİer Birliği 24 M aıt 1941 ’de bir saldırmazlık bildirisi yayınlayarak 1925 tarihli paktın yürürlükte olduğunu ilan etmişlerdir Sovyetİer Birliği’nin T ürkiye’ye karşı takındığı bu dostça tavır, Stalingrad galibiyetine kadar sürecektir Böyiece Türkiye üzerindeki Sovyet tehdidi büyük ölçüde kalkmıştı Buna karşılık Türkiye, 1941 baharında Alman baskısı ile karşı karşıya kalmıştır . Nisan 1941 ’de A lm anya askerlerini Türkiye üzerinden Irak "a geçirmek istemiş, buna karşılık Türkiye’ye saldırmazlık garantisi ve Ege adalarından toprak vaadinde bulunmuştur. Bu istekleri Türkiye’nin reddetmesi üzerine, Sovyetİer Birliğine karşı girişeceği saldırıdan önce Balkan cephesini tümüyle güvenlik altına alm ak isteyen Hitler, Türkiye'ye bir saldırmazlık paktı önermiş ve Türkiye ile A lm anya atasında 18 Haziran 1941’de Türk-Alınan saldırmazlık paktı imzalanmıştır Daha sonra 9 Ekim 1941’de Türkiye’nin Alm anya ile 90 000 ton krom satışım öngören bir anlaşma yapması müttefikleri kızdırmıştır 251 22 Haziran 1941 ’de A lm anya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırması Türkiye’yi rahatlatmakla beraber, Türk diplomasisi için yeni bir endişe ortaya çıkmıştır. Türk devlet adamları İngiltere’nin Birinci Dünya S avaşı’nda olduğu gibi, R usya’ya Türk B oğazlan ve toprakları üzerinde taviz verebileceğinden korkmaya başladılar Bunun üzerine Sovyetler Birliği ve İngiltere birlikte Türkiye’ye ortak bir nota vererek, Montreux Sözleşmesine ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstereceklerini bildirmişlerdir. Ancak Türkiye’nin Sovyetler B irliği’nin T ürkiye’ye karşı önceki tavrı, Türk hükümetinin Sovyetlere olan güvenini sarsmıştı N itekim Sovyetler Birliği zafere yaklaştıkça T ürkiye’nin bu endişelerinde ne kadar haklı olduğu ortaya çıkacaktır c Müttefiklerin Türkiye’yi Savaşa Sokma Çabaları Japonya’nın 7 Aralık 1941’de PeaıT Har bor Amerikan üssüne saldırması üzerine 1 î A ralık’ta A BD savaşa girmiştir, A B D ’nin savaşa girmesi ile ¡kinci D ünya Savaşının İngiliz-Sovyet-ABD işbirliği devresi başlamıştır Savaşın bu devresinde Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda, başta İngiltere olmak üzere müttefik baskıları giderek artmıştır Bunun en önemli sebebi A lm anya’nın Stalingrad ve Kuzey A frika’da yenilmesiydi Müttefikler A lm anya’yı kesin yenilgiye uğratm ak için stratejik planlar hazırlamaya başladılar ki, jeopolitik durumu geıeği bu planların Türkiye’yi de içine alması tabii idi Müttefikler, özellikle A lm a n y a’ya karşı A vrupa ve Balkanlarda girişecekleri saldırıda Türkiye’nin de savaşa girmesini gerekli görüyorlardı Müttefiklerin bu kararını 30 Ocak 1943’te A d an a’ya gelen Churcill Cum hurbaşkanı İnönü’ye iletmiştir. A dana görüşmesinde Churchill, Türkiye’den savaşa girme konusunda kesin taahhüt istememiş, daha çok T ürkiye’nin Sovyetlerden duyduğu endişeleri gidermeye çalışmıştır. A dana toplantısından sonra da İngiltere’nin T ürkiye’yi savaşa sokma çabalan sürmüştür. Bir yandan Türk ve İngiliz uzmanlarca Türkiye’ye yapılacak askeri yardım konusu görüşülürken, biı yandan da İngiliz sorumluları, yakın gelecekte Türkiye’den savaşa girmesini beklediklerini belirtmekten geri kalmamışlardır Nihayet A lm a n y a’nın S talingtad’da durdurulm ası ve geri çekilmeye başlaması üzerine savaşın seyri ile birlikte, Sovyetlerin tavrı 252 da değişmeye başlamıştır. 19 Ekim 1943’te yapılan M oskova toplantısında Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, savaşa katılması için T ürkiye’ye baskı yapılmasını istemiştir, Bununla beraber M oskova toplantısında Türk hava alanlarının müttefikler tarafından kullanılmasına ve 1943 yılı sonuna kadar Türkiye’nin savaşa sokulm asına karar verilmiştir. Bu kararlar doğrultusunda İngiliz Dışişleri Bakanı A Eden, K ahire’de Türk Dışişleri Bakanı Menemencioğlu ile görüşerek müttefik önerilerini bildirmiştir. Ancak Türkiye, müttefiklere hava alanı vermenin savaşa katılmak d em ek olacağını belirterek bu istekleri geri çevirmiştir 25 Kasım-1 Aralık 1943 tarihleri arasında yapılan müttefik liderleri arasında yapılan Tahran Konferansında Türkiye’nin durumu genel müttefik stratejisi açısından tekrar ele alınmıştır. Konferans sonunda Türkiye’nin hava alanlarının müttefikler tarafından kullanılması ve 15 Şubat 1944 tarihine kadar savaşa sokulması konusunda görüş birliğine varılmıştır T ahran’da alman karar gereği Churchili ve Roosevelt tarafından İnönü K ahire’ye davet edilmiş ve müttefik kararlan kendisine iletilmiştir. Buna karşılık İnönü, ilk defa prensip olarak savaşa girmeyi kabul etmiş ve bunu ortak bir askeri plan yapılması, askeri yardım ın önceden tamam lanm ası ile Sovyetler Birliği’nden duyulan rahatsızlık nedeniyle bölgenin siyasal geleceği hakkında karara varılmasını istemiştir Konferanstan sonra O cak 1944 başlarında A nk ara’da Türk-İngiliz askeri görüşmeleri başlamasına rağm en herhangi bir sonuç almam adan kesilmiştir, Askeri görüşmelerin sonuçsuz kalması Türkiye üzerinde müttefik baskısının artm asına yol açmıştır İngiltere ve A B D Türkiye’nin A lm a n y a’ya yaptığı krom sevkıyatını durdurmasını istemişler, bunun üzerine Türkiye A lm a nya’ya krom ihracını durdurmuştur Ayrıca 5 Haziran 1944’de Boğazlardan geçen A lman gemileri Türkiye ile müttefiklerin arasının daha da açılmasına yol açmış, bu olay üzerine Dışişleri Bakanı M enemencioğlu istifa etmiştir. 6 Haziran Î 9 4 4 ’te, N orm andiya çıkarmasının yapılmasıyla A lm a n y a ’nın yenilgiye doğru yaklaşm ası üzerine, müttefikler Türkiye’nin Alm anya ile ekonom ik ve diplomatik ilişkilerini kesmesini istemişler, Türkiye 2 Ağustos 1944 tarihinde A lm anya ile ilişkilerini kesmiştir 253 d, Yalta Konferansı ve Türkiye’nin Savaşa Girişi 4-11 Şubat 1945 talihinde, savaş sonrası batış düzeninin esaslarını belirlemek amacıyla yapılan Yalta k o n feran sın d a Stalin’in Boğazlat ve Montreux Sözleşmesini ortaya atması sebebiyle Türkiye gündeme gelmiştir. Stalin Montreux sözleşmesinin modasının geçtiğini, savaşta Türkiye’nin B oğ azlan kapatarak Sovyetleıin boğazını sıkmasının haksızlık olduğunu ileri sürerek, Y alta’dan sonra Dışişleri Bakanlarının bu meseleyi görüşm ek üzere toplanmasını istemiştir K onferansta meselenin Londra’da yapılacak Dışişleri Bakanları toplantısında görüşülmesi ve Türkiye’nin de haberdar edilmesi kararlaştırılmıştır Boylece Sovyetler Birliği boğazlar hakkındaki niyetleri konusunda zemin yoklaması yapmış oluyordu Yalta K onferansında alınan kararlardan biri de 25 Nisan 1945 tarihinde San Francisco’da toplanacak olan Birleşmiş Milletler Konferansına kurucu üye olarak katılacak devletlerin, 1 Mart 1945 tarihinden önce mihver devletlerine savaş açmalarının şart koşulmasıdır Bunun üzerine Türkiye 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek Yalta Konferansı kararlarına uyan bir devlet olarak Birleşmiş Milletlerin kurucu üyeleri arasında yer alınıştır Bu arada 7 Mayıs 1945’te A lm anya’nın 10 Ağustos 1945’te de Ja p o n y a’nın teslim olmasıyla II Dünya Savaşı sona ermiştir 2,D ü n y a S a v a ş ın d a n S o n ra T ü rk iy e II Dünya Savaşının sona ermesiyle uluslararası sistem esaslı bir yapısal değişime uğradı Savaşın sonunda ortaya çıkan iki süper gücün liderliğinde Doğu-Batı blokunun oluşması ve iki blok arası ilişkilerin soğuk savaş şeklinde cereyan etmesi yeni uluslararası sistemin belirleyici özelliği olmuştur Uluslararası sistemdeki bu köklü değişiklik ülkelerin dış politikalarına yansırken, Türkiye’nin dış ilişkilerinin yeniden düzenlenmesinde etkili olmuştur Nitekim, II Dünya Savaşından sonra Türkiye’nin dış politikasına egemen olan ve ona istikamet veren esas unsur savaş sonrası Avrupa dengesinde meydana gelen boşluklardan yararlanan Sovyetler BiıTıği’nin Türkiye üzerindeki istekleridir 254 a,.Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den İstekler i Savaş içinde Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı politikası cephe durumlarına göre değişiklikler gösterdikten sonra, savaş sonunda gerçek niteliğini kazanmıştır Nitekim daha savaş sona erm eden 19 M art 1945’te M oskova Büyükelçisi Selim Sarper’i kabul eden Molotov, Sovyet hükümetinin günün şartlarına ve II Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan yeni duruma uygun olmadığı için esaslı değişiklikleri gerektirdiğine inandığı 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasını feshettiğini bildirmiştir Bunun üzerine Türkiye Sovyetler Birliği’ne verdiği cevabi notada, iki ülke arasındaki dostluk ve iyi ilişkilerin devamı İçin yeni bir anlaşm a yapılabileceğini bildirmiştir Ancak çok geçmeden Türkiye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünden bazı tavizler vermeden Sovyetler Birliği ile antlaşma yapılm asının imkansız olacağı ortaya çıkmıştır Nitekim 7 Haziran 1945’t e Molotov. Büyükelçi S arper’e iki ülke arasında yeni bir antlaşma yapılabilm esi için; Boğazlanıl Türkiye ile birlikte savunulması, bunu sağlam ak için de Sovyetleıe Boğazlarda deniz ve kara üsleri verilmesi, Montreux Sözleşmesinin değiştirilmesi, Kars ve A rdahan’ın Sovyetler Birliği’ne iade edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür Kabul edilmesi mümkün olmayan bu isteklerin Türk hükümeti tarafından reddedilmesi üzerine, Sovyetler Birliği, 1945 yılı Haziran ortalarından itibaren Türkiye üzerinde siyasi baskı yapm aya başlamıştır A BD ve İngiltere’nin, Sovyetler Birliği ile savaş sonu işbirliğini gerçekleştirmek am acıyla yaptıkları Potsdam Konferansında görüşülen en önemli meselelerden biri Türk boğazlarının durumu olmuştur Konferansta, Sovyetleı Birliği Boğazlar meselesinin sadece Türkiye ile kendisini ilgilendiren iki taraflı bir mesele olduğunu belirterek, Boğazlarda askeri üsler istemiştir Sovyetler Birliği Potsdam Konferansından bir yıl sonra 8 Ağustos 1946’da Boğazlarla ilgili görüşlerini içeren bir notayı Türkiye’ye vermiştir Bu notada; Sovyetler Birliği, İkinci D ünya Savaşı içinde meydana gelen olayların, Montreux Sözleşmesinin Karadeniz devletlerinin güvenliğini sağlamakta yetersiz kaldığım ileri sürerek, Boğazlardan geçiş rejimini düzenleme yetkisinin Türkiye ile K aıadeniz devletlerine ait.olm asını, ve boğazların Türkiye ile Sovyetler Birliği 255 tarafından ortaklaşa savunulmasını istemiştir Sovyet notası üzerine ABD ve İngiltere ile durumu görüşen Türkiye, bu istekleri reddetmiştir. Bundan sonra, Sovyetler Birliği 24 Eylül’de ikinci bir nota vererek aynı istekleri tekrarlamıştır Sovyetler Birliği isteklerini kabul ettirmek için Türkiye üzerinde siyasi baskı yapm aya devam etmiştir Bu baskılar karşısında Türkiye İngiltere ve A B D ’nin desteğini sağlam ak amacıyla faaliyetlerini artırmıştır b A B D ’nin Türkiye’yi Desteklemesi Türkiye, Sovyet tehlikesine karşı bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyabilmek amacıyla, 1939 yılından itibaren ittifak içinde bulunduğu İngiltere’nin ve savaş sonunda dünyanın en güçlü devleti olarak orta>a çıkan A B D ’nin desteğini aramıştır Fakat gerek Türkiye’nin savaşta tarafsız kalmış olması, gerekse Türkiye’de büyük bir endişe uyandıran Sovyet davranışlarının aynı tepkiyle karşılanmaması sebebiyle başlangıçta istediği desteği elde edememiştir A ncak 19451946 yıllarında cereyan eden olaylar İngiltere ve A B D ’nin politikasının yavaş yavaş değişmeye başlamasına yol açmıştır Öncelikle A B D ’nin diplomatik desteğini elde eden Türkiye’nin A B D ’nin askeri ve ekonom ik desteğini aradığı sıralarda Y unanistan’da ortaya çıkan iç savaş yüzünden bu ülkede komünizm tehlikesi ortaya çıkmıştı İkinci Dünya Savaşından itibaren Türkiye ve Y un anistan’a askerî yardım a devam eden İngiltere 21 Şubat 1947’de A B D ’ye verdiği bir muhtıra ile, artık bu ülkelere yardım a devam edemeyeceğini, fakat batı dünyasının savunması bakımından bu iki devletin bağımsızlığının önemli olduğunu, bu sebeple A B D ’nin askeri ve ekonom ik yardım ının şart olduğunu bildirmiştir İngiltere’nin bu muhtırası artık onun dünya ve özelikle O rtadoğu’daki yerini A B D ’ye terk etmek zorunda kaldığını ortaya koymaktadır. Bu sebeple İngiliz muhtırasını alan ABD yönetimi Doğu Avrupa ülkelerinde kurulan komünist rejimleri, Türkiye ve Y unanistan’ın durumunu göz önüne alarak Sovyet yayılm acılığım durdurmak üzere harekete geçmeye karar vermiştir Sonuçta ABD Başkanı Truman Kongrede 12 M art 1947’de daha sonra Truman Doktrini adını alacak olan mesajını okumuş ve Kongreden 256 hükümete Türkiye *ve Y unanistan’a askeri yardım yapılması yetkisi verilmesini istemiştir Buna dayanarak hazırlanan “ Yunanistan ve Türkiye’ye Yardım K anunu” 22 Mayıs 1947’de yürürlüğe girmiştir D aha sonra 12 Temmuz 1947’de Türk-Amerikan ikili antlaşmasının imzalanmasından sonra A B D Türkiye’ye askeri yardım yapm aya başlamıştır Truman Doktrini ve ikili antlaşma Sovyet baskısı karşısında devamlı A B D ’nin desteğini arayan Türkiye’de büyük bir m em nunluk yaratmıştır Ancak daha sonraki yıllarda ikili antlaşma ile getirilen bir takım sınırlamalar Türkiye açısından b ir ta k ım sıkıntılar doğuracaktır Truman Doktrini, savaş sonrası A B D ve dünya politikasında bir dönüm noktası teşkil etmiştir Böylece İkinci Dünya Savaşının geçiş devresini sona erdirmiş, dünyanın iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-A BD mücadelesinin, başka bir deyişle soğuk savaşın başladığını ilan etmiştir. Askeri yardım amaçlı Truman D oktrini’nden sonra Türkiye ile A B D arasında 4 Temmuz 1948’de ekonomik işbirliği antlaşması imzalanmıştır Anlaşmadan sonra Marshal! Planı çerçevesinde 19491951 yıllan arasında Türkiye’ye ABD ekonomik yardım yapmıştır 1951 yılından sonra bu yardım “ Ortak Savunma ProgramT’na dahil edilmiştir. Türkiye bu yardım ların yürürlüğe gitm esiyle artık batı yanlısı bir politika takip etmeye başlamıştır c N A T O ’nun Kuruluşu İT Dünya Savaşında A vrupa’nın yıkılmış olması ve Sovyetlere karşı bir denge unsuru olan A B D ’nin A vrupa’dan çekilmesi kuvvetler dengesinin tamamen Sovyetler Birliği lehine bozulmasına sebep olmuş ve Sov>etier A v ru p a’nın en güçlü devleti olarak ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği Almanya ve Japonya’nın yenilmesi ile doğusunda ve batısında meydana gelen boşlukta yayılma politikası takip etmeye başlamıştır Sovyetler Birlİği’nin yayılmacı politikalarına karşı, A B D ’nin Truman Doktrini ve Marshali Planı’m uygulam aya başlaması üzerine faaliyetlerini artıran Sovyetler Birliği, 5 Ekim 1 94 7 ’de diğer peyk ülkeierie birlikte K om införm ’u kurmuştur Böylece D oğu B lo k u ’nun resmen ortaya çtktnasıyla dünya açıkça iki bloğa ayrrlmıştır Buna karşılık A vrupa ülkelerinin güvenliğini sağlayacak herhangi bir ittifak ve teşkilat mevcut değildi. A vrupa’da birleşme 257 yönünde ilk adım İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Dunkerk Antlaşması olmuştur. Prag darbesi Avıupalıları telaşlandırmış, Dunkerk Antlaşmasını genişleterek 17 Mart 1948’de Brüksel Paktı’nı imzalamalarına yol açmıştır Ancak Batı Avrupa ülkelerinin savunma amaçlı kurdukları bu pakt A B D ’nin ittifaka dahil olmaması sebebiyle Sovyetiere karşı bir denge unsuru olmaktan uzaktı Bundan dolayı Batı Avrupa ülkeleri, A B D ’yi ittifaka dahil etmek amacıyla faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardır. Sonuçta 11 Haziran 1948’de ABD K ongresi’nde kabul edilen Vanderberg Kararı ile ABD 1823’ten itibaren uygulamakta olduğu Monreo D oktrini’ni terk ederek dış politikasında esaslı bir değişiklik yapmıştır. A B D ’nin dış politikasında meydana gelen bir değişiklikten sonra Brüksel Paktı sonucu kurulan Batı Avrupa Birliği’ne ABD ve K anada’nın da dahil olmasıyla 12 ülke arasında kısa adı N A T O (North Atlantic Treaty Orgaııization) olan Kuzey Atlantik İttifakı 4 Nisan i 9 4 9 'da kurulmuştur d, Türkiye’nin N A T O ’ya girişi Türkiye’nin N A T O ’ya girme fikri İkinci Dünya Savaşından som a başlayan Batı Bloku’na bağlanma çabalarının bir sonucudur Genel olarak savaştan sonra Türkiye’nin Batıklara yaklaşm a politikası bir yandan ülkenin ekonomik kalkınması ve silahlı kuvvetlerinin modernizasyonu için gerekli kaynakların dış yardım yoluyla Batıdan kolay sağlanabileceğine inanılırken, diğer yandan Atatürk tarafından başlatılan çağdaşlaşma hareketleri sonucu Türkiye’nin batılı b i r ülkedevlet olma yolunda yaptığı tercihin doğal sonucu olarak görmek gerekir Zaten Ttilkiye Batı yanlısı politikaya uygun olarak iç politikada büyük bir değişiklik yaparak çok partili sisteme geçmiş, ekonomik alanda liberal politikalar uygulamaya başlamıştır Yukarıda belirtildiği gibi daha yakın ve somut bir sebep ise Sovyet tehditleri olmuştur Gerçi Tüıkiye Truman Doktrini ve Maıshall Planı çerçevesinde A B D ’nin desteğini sağlamıştı; ancak bu desteğin karşılıklı bir ittifaka dayanmaması sebebiyle güvenlik endişeleri tamamen giderilmiş değildi Bu sebeple Türkiye, N A T O ’nun daha kuruluş safhasında bu ittifaka dahil olmak amacıyla girişimde bulunmuş, fakat sonuç alamamıştı! Ancak 8 Ağustos 1949’da Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğine alınması, Türk devlet adamlarını N A T O ’ya girme konusunda 258 hem cesaretlendirmiş, hem de müracaatlarına haklı bir sebep hazırlamıştır Ancak T ürkiye'nin N A T O ’ya girme çabaları özellikle Avtupalı üyelerin siyasi, ekonom ik ve kültürel itirazları ile karşılaşmıştır Bu ülkelerden farklı olarak İngiltere. Orta Doğu’daki çıkarlarını koruyabilmek amacıyla, Türkiye ve Y unanistan’ın Avrupa Savunma Cephesi yerine oluşturulacak Ortadoğu Savunma Planı içine alınmasını istiyordu Bu arada Türkiye’de çok partili sisteme geçilmesinden sonra kurulan D em okrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelmiştir D em okrat Parti İktidarı genelde C H P ’nin dış politikasını benimsemiş ve devam ettirmiştir. Ancak DP yönetiminin özellikle ekonomik politikalar açısından batıya daha yakın bir özellik taşıması, Türkiye’nin batıya bağlanma çizgisine, daha belirli ve zorunlu bir istikamet vermiştiı Bu sebeple Türkiye’yi N A T O ’ya sokmayı zorunlu gören DP, bu sırada patlak veren Kore Savaşım büyük bir fırsat olarak düşünmüş ve 4500 kişilik bit Türk Birliğini T B M M ,’nin onayını almadan Kore’ye göndermiştir Kore S avaşı’ndan sonra Türkiye’nin N A T O ’ya alınması konusunda A B D ’nin tavrı değişmeye başlamıştır Çiînkü K ore Savaşı, İkinci D ünya Savaşından sonra artık çıkması beklenmeyen bölgesel savaşların hiç de ihtimal dışı olmadığım göstermiş ve N A T O ülkelerini, özellikle de A B D 'ni Sovyetler Karşısında daha etkili te dbîrler almaya yöneltmiştir Sonuçta Sovyetler Birliği’ne karşı set çekme ve çıkabilecek muhtemel bir savaşta askeri üslere ihtiyaç duyulması sebebiyle A B D T ürkiye’nin N A T O ’ya alınmasını gerekli görmüştür Dolayısıyla Türkiye'nin N A T O ’ya alınmasında, Kore’deki askeri başarısı, uluslararası sorunlarda Batıklarla birlikte hareket etmesi ve modern olm amakla beraber güçlü bir kara ordusuna sahip olmasının yanı sııa, Batı savunması için gerekli olan jeopolitik yerinin Önemi, birinci derecede etkili olmuştur diyebilir iz Bu gelişmelerden sonra N A TO Bakanlar Konseyi 15-20 Eylül 1951 talihinde Türkiye ve Y unanistan’m N A T O ’ya üye olarak alınmasına oybirliği ile karar vermiştir. T B M M ’ de 18 Ş ubat 1952’de Kuzey Atlantik Antlaşmasını tasdik etm iş böyiece Türkiye N A T O ’y a resmen üye olmuştur 259 Böylece Türk dış politikasında, Sovyet tehdidine karşı batı savunma sistemi içinde güvenliğini sağlama politikası. N A T O ’ya girmesiyle am acına ulaşmış, A B D ’nin Türkiye’ye yaptığı ekonom ik ve askeri yardım lara düzenli bir işlerlik kazandırılmıştır. Türk devlet adamları uzun yıllar Atlantik ittifakını sadece bir savunma ittifakı olmaktan öte, bir dünya görüşü ve milli bir dış politika unsuru olarak değerlendirmişlerdir Bu anlayrşın sonucu uluslararası problemlerde Batı ülkeleı İyle özellikle de ABD ile birlikte hareket etmeye başlamışlardır 3 Soğuk Savaş D önem inde Türk Dış Politikası D aha önce değinildiği gibi soğuk savaş ortam ında iki blok arasında bir smır devlet konum unda olan Türkiye’nin stratejik önemi artmış ve Batı ittifakının parçası olması yönünde oluşan uygun uluslararası konjonktür içinde Türkiye N A T O ’ya girmiştir Türkiye N A T O ’ya girdikten sonra bütün uluslararası olayları bu ittifakın özellikle de A B D ’nin perspektifinden değerlendiren tek yönlü, tek boyutlu bir dış politika izlemeye başlamıştır Dolayısıyla Atatürk dönem inde izlenen çok yönlü dış politika terk edilmiştir Bu dönem de Türkiye’yi yönetenler Atlantik Antlaşmasını Türkiye için milli bir politika, bir dünya görüşü olarak değerlendirdikleri için, Staliırin ölümünden sonra Sovyet dış politikasında görülen ve tarafsız devletler tarafından olumlu karşılanan yum uşam a politikasını bir taktik değişmesi olarak yorumlamışlar ve bağlantısızlığı bir dış politika olarak kabul etmemişler ve Batı bağlılığım Türkiye’nin milli çıkarlarını en iyi sağlayacak yol olarak seçmişlerdir Bu genel politika çerçevesinde Truman D oktrini’nden itibaren gerek Türkiye’nin gerekse A B D ’nin Sovyet tehdidini algılamalarında benzerlik sebebiyle iki ülke ilişkileri yoğun bir dostluk, ortak stratejik amaç ve işbirliği ile gelişmiştir. Türkiye N A T O ’ya girdikten sonra A BD ile bir çok ikili antlaşma imzalamıştır Bunların bir bölümü T B M M ’nin onayından geçirilmeyen gizli antlaşmalardır Bu antlaşmalar içinde 1954 yılında imzalanan “ Askeri Kolaylıklar Antlaşması" ile T ürkiye’de bir meri kan stratejik hava üssü (İncirlik) kurulmasına, A B D uçaklarının belli başlı Türk hava alanlarından, Amerikan gemilerinin de belli başlı 260 Türk Limanlarından yararlanmalarına izin verilmiş, çeşitli tesisler kurulması için de A B D ’ye Türkiye’de arazi tahsis edilmiştir 1958 yılında imzalanan ikili antlaşma ile Türkiye’de bir füze üssü kurulmuş, ancak bu füze üssü 1962 Küba bunalımı sonucu Washington ile M oskova arasında yapılan pazarlığa bağlı olarak kaldırılmıştır. Bu dönem de 5 Mart 1959’da imzalanan bir diğer antlaşmayla da Türk-A BD ilişkileri Eisenhower Doktrini temelinde en üst düzeye çıkarılmıştır Bu doktrin özetle; A B D ’nin dolaylı ya da dolaysız bir şekilde kom ünizm in saldırısına h ed e f olacak Ortadoğu ülkelerine, gerekirse silahlı kuvvetlerini de kullanarak yardım etmesini öngörmekteydi Eisenhower Doktrini çerçevesinde A B D ’nin Lübnan iç savaşma askeri m üdahalede bulunması T ürkiye’de m uhaf’e letçe eleştirilmiştir Diğer taraftan Türkiye’nin genelde Batı, özelde A B D ’ye daha çok bağlanmasının önemli sebeplerinden birisi de ekonom ik kalkınması için özellikle A m erik a’dan gelecek yardım lara bel bağlamasıdır. DP yönetimi ekonomik kalkınma için Batı ile ilişkileri tek çıkar yol olarak görmüştür Bu çerçevede 1960 yılm a kadar Türkiye’ye yapılan dış yardımların büyük çoğunluğunu ya doğrudan doğruya, ya da Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve diğer uluslararası kuruluşlar kanalıyla A B D yapmıştır Türkiye’nin Batı ittifakı içindeki tek yönlü politikasının olumsuz sonuçlan 1950’lerde uluslararası ilişkilerinde kendisini göstermiştir Bu bağlamda Türkiye, O rtadoğu’daki gelişmeler ile dünyadaki bağımsızlık ve bağlantısızlar hareketine Batı ile ilişkilerinin perspektifinden bakmaya başlamış, Sovyetler Birliği ve müttefikleriyle ilişkiler en alt seviyede tutulmuştur Bilindiği gibi Türkiye Truman Doktrini çerçevesinde A B D askeri yardımını almasına paralel olarak Filistin konusunda batı yanlısı biı politika takip etmeye başlamış ve İsrail devletini tanımıştır B u durum Türk-Arap ilişkilerinde olumsuz bir tesir yaratmıştır. Türkiye N A T O ’ya girdikten sonra ABD ve İngiltere’nin isteği üzerine O rtado ğu’da bîr savunma teşkilatı kurmak amacıyla harekete geçmiştir Tür! i^e’nin yoğun çabalan sonucu 24 Şubat 195.5’te kurulan Bağdat Paktı’na İrak, İran, Pakistan ve İngiltere katılmıştır 21 \ğ u s t o s 1959’d a bu pakt (kısa adı CEN TO olan) Merkezi Antlaşma Teşkilatı olarak değiştirilmiştir. Sovyetler Birliğini çevreleme ve O rtadoğu’daki batı 261 menfaatle! ini korumak amacıyla kurulan bu paktm Türkiye açısından en öneıuli sonuçlarından biri Arap dünyası ile ilişkilerini kötüleştirmesi ve tamamen koparmasıdır Diğer taraftan O rtadoğu’daki bu gelişmelerin Sovyet ler Biri iği’ni de bölgenin aktif bir unsuru haline getirmesi, Türkiye'yi Batıya daha fazla kaydırmıştır Diğer taraftan Türkiye A B D ’nin teşviki ile Balkanlarda da bazı diplomatik çalışmalara girişmiştir A B D ’de bu sırada Sovyetleı Birliği ile ilişkileri çok gergin olan Y ugoslavya’nın durumu üzerinde önemle duruyor ve bu ülkenin güvenliğini sağlayacak bir formül arıyordu Bunun için en çıkar yol olarak da Türkiye. Yunanistan ve Yugoslavya arasında bir Balkan Paktı kurulmasını görmüştür. Sonuçta Türkiye’nin çabalan ile 1954 yılında kurulan ve N A T O ’nun sağ kanadının ve Özellikle Balkanlar cephesinin kuvvetlendirilmesini amaçlayan Balkan Paktı, Y ugoslavya’nın Önce Sovyetler Birliği ile ilişkilerini yumuşatm ası, daha sonrada bağlantısızlar hareketine yönelmesi üzerine 1960 yılında sona ermiştir ¡kinci Dünya Savaşından som a dünyada meydana gelen önemli gelişmelerden birisi de kolonizasyon hareketleri sonucu Asya ve A frika'da yeni bağımsız devletlerin kurulmasıdır. Türkiye, NAT'O’ya girdiği sırada, ittifakın Avrupaiı üyeleıinin bir kısmını en fazla uğraştıran sömürgelerinin bağımsızlık istekleriydi Bu ülkeler özellikle Birleşmiş Milletler Antlaşmasının kendilerine verdiği imkanlardan faydalanarak, bağımsızlık kazanmak çabası içindeydiler Türkiye N A T O dayanışm asına o kadar çok önem vermiştir ki Birleşmiş Milletlerde bu konularda yapılan oylamalarda Batılı müttefiklerinden farklı yönde oy kullanmaktan dikkatle kaçınmıştır Bunun en çarpıcı örneği C ezayir’in bağımsızlığı konusunun Birleşmiş Milletlerde görüşülmesi sırasında C ezayir'in bağımsızlığını ve self-determinasyon hakkını destekleyici bir tutum almaktan kaçınması ve çekimser kalması teşkil eder Aynı şekilde Türkiye, yeni bağımsızlığına kavuşan Asya ve Afrika devletlerinin başlattıkları bağlantısızlar veya üçüncü dünya harekeline de cephe almıştır Nitekim 1955 yılında B and ung’da yapılan bağlantısızlar hareketinin toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu burada özellikle komünizm tehlikesi üzerinde durmuş, tarafsızlığı kınamış ve NAT'O’yu genellikle de Batı blokunu 262 savunmuştuı Böylece Türkiye konferansta her türlü bloklaşmanın aleyhine olan, tarafsızlığı kendilerine dış politika ilkesi olarak kabul eden devletlerin karşısına çıkmış bulunuyordu Konferansta Bağlantısızlar Türkiye’yi Batının sözcüsü olarak görmüşler ve bundan büyük rahatsızlık duymuşlardır Türkiye’de 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonrada yeni yönetimin dış politikası eskiye göre önemli bir değişiklik gösterm emiştir Zaten ihtilal yönetimi yayınladığı bildiride, Türkiye’nin bütün ittifaklarına ve taahhütlerine sadık olduğunu N A T O ’ya ve C E N T O ’ya bağlı olduğunu ilan ederek dış politikada herhangi bir değişikliğin olm ayacağını açıklamıştır 1960’İı yılların ortalarına gelindiğinde uluslararası sistemde, üçüncü dünya ülkelerinin ortaya çıkmasıyla iki kutupluluktan ç o k merkezli bir sisteme ve soğuk savaştan yum uşam aya geçilmeye başlanmıştır Bu uluslararası konjonktür içinde Kıbrıs Sorunu 1960’larm ortasından itibaren Türk dış politikası üzerinde belirleyici temel bir faktör olarak ortaya çıkmıştır Türkiye, 1960’li yılların ortalarında K ıbrıs’ta bunalım ın artması üzerine soruna çözüm bulm ak amacıyla, gerek Birleşmiş Milletlerde, gerek Batı dünyası içinde beklediği ilgi ve desteği bulamamış bü durum T ü ık iy e’nin uluslararası ilişkilerdeki yalnızlığım gözler Önüne sermiştir. Türk dış politikasını yönetenler değişen dünya şartlarında Batı ittifakına sıkı sıkıya bağlı kalmanın Türkiye’yi dünyada nasıl yalnız bıraktığını açık bir şekilde fark ettiler, T ürkiye’nin kendisini bu denli haklı hissettiği bir davada özellikle ABD tarafından terk edilmesi gerek kam uoyunda gerek yöneticiler katında gerçek bir şok etkisi yarattı T ürk dış politikasının bu başarısızlığı Türkiye’nin temel dış politika ilkelerinin, uluslararası ilişkilerinin yapısının sorgulanmasına ve değişiklik isteklerinin güçlenmesine yol açmıştır Bu arada 1964 Johnson Mektubu özellikle sol çevrelerin Türk kamuoyunda yürüttüğü anti Amerikan akımının doruk noktasına çıkmasına yol açmıştır. O zamana kadar tartışılmayan dış politika bir tabu olmaktan çıkmış, T ürk kam uoyunda tartışılmaya başlanmıştır Türkiye’nin uluslararası planda Kıbrıs sorunu sebebiyle karşılaştığı yalnızlığa karşı tepkisi çok yönlü dış politika başlığı altında, 263 am a temelde iki yönde olmuştur. Yumuşamanın imkanları çerçevesinde Batı Blokundaki yükümlülüklerinden vazgeçmeden bir yandan başta Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Bloku ile diğer yandan genelde tüm 3. Dünya ile özel olarak bunun içindeki İslam dünyası ile ilişkilerinin geliştirilmesi hedeflenmiştir a Kıbrıs Sorunu Tarihin hiçbir devrinde Yunan idaresinde olmayan K ıbrıs’ta sorunun en basit tanımıyla Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının adayı Y u nanistan ’a bağlam a çabaları ve Kıbrıs Türklerinin buna karşı çıkmaları ile başladığını söylemek mümkündür R um ca “E N O S İS ” sözcüğü ile tanımlanan bu çabaların kökeni 19 Yüzyılın başlarında ortaya çıkan Yunan milliyetçiliği ve bunun bir tezahürü olan yayılmacı “Megali Îdea” politikasına dayanır 1571-1878 yılları arasında Türk yönetim inde kalan Kıbrıs bu tarihte geçici kaydıyla İngiltere’ye devredilmiştir A ncak İngiltere 1914 yılında adayı fiilen ilhak ettiğini açıklamış, bu fiili durum Lozan Antlaşması ile hukukileşmiştir. 1947 Paris Antlaşması ile İtalya’nın Osmanlı devletinden işgal etmiş olduğu On İki adanın Y unanistan’a verilmesi cesaretlendirici bir unsur olmuş, Ruuı-Yunan İkilisi K ıbrıs’ı da ilhak için faaliyetlerini artırmıştır Rum-Yunan İkilisinin adada İngiliz yönetimine daha sonra da Türklere yönelttikleri terörist eylemleri Türk basını ve kamuoyu yakından takip etmesine rağmen Türk hükümeti 1955 yılına kadar konu ile ilgilenmemiş, hatta İ Nisan 1 9 54'te Dışişleri Bakanı verdiği bir demeçte, İngiltere’ye ait olan Kıbrıs’ın statüsünde bir değişikliğe razı olmadıklarını bu sebeple Türkiye’nin Kıbrıs meselesi diye bir şeyinin m evcut olmadığını açıklamıştır. A ncak K ıbrıs’ın kısa zam anda Türk kam uoyuna mâl olarak Türkiye için milli bir dava haline gelmesi, diğer taraftan K ıbrıs’tan çekilmek niyetinde olan İngiltere’nin Y u nanistan ’ı dengelemek için 29 Ağustos 19 5 5 ’te Londra Konferansına Türkiye’yi de davet etmesi üzerine Türkiye Kıbrıs sorununa dahil olmuştur Kıbrıs bu tarihten itibaren Türkiye’nin dış politikasının ana konularından biri haline gelmiştir Başlangıçta K ıbrıs’ta statünün devamını isteyen Türkiye 1957 yılından itibaren adanın taksim edilmesini savunmaya başlamış, ancak 1959 yılında bağım sız bir cumhuriyetin kurulm asına razı olmuştur 264 1958 yıhnd a K ıbrıs’ta Rum tedhişçiliğinin şiddetlenmesi dolayısıyla Türk-Yunan ve Yunan-İngiliz ilişkileri gerginleşmiştir Bu sebeple ABD ve N A T O ’nun arabuluculuk ve baskiiarı ile üç devlet müzakerelere girişmişler ve 1959 Zürich ve Londra Antlaşmaları ile Bağım sız Kıbrıs Cum huriyeti’nin kurulmasına karar vermişlerdir. Bu antlaşma Kıbrıs’ta ENOSİS ve taksimi yasaklıyor, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye kurulacak anayasal düzeni korumak için garantörlük ve buna dayanarak tek başına adaya müdahale hakkı veriyordu. Bu esaslar çerçevesi içinde hazırlanan Kıbrıs Anayasası 16 Ağustos 1969’ta yürürlüğe girerek Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuştur Ancak Kıbrıs Rumları, Tüıkleri yönetiminden atmak, E N O S İS ’i gerçekleştirmek için mevcut anayasayı değiştirme yoluna gitmişlerdir Bu amaçlarını silah zoruyla gerçekleştirmek isteyen Rum yönetiminin saldırılan 1963 yılında bir soykırıma dönüşmüş, Türkieı fiilen yönetim den dışlanmışlardır. Dolayısıyla 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti aslında Makarios tarafından 21 Aralık 1963 yılında fiilen yıkılmıştır Bundan sonra Makarios yönetimi bir taraftan Türkieı i katlederken, diğer taraftan uyguladığı baskı ve ekonom ik ambargo ile Türkieı için Kıbrıs’ı yaşanmaz hale getirmiştir. Kıbrıs Rum Y ö netim i’nin Türklere yönelttikleri saldırıların 1964’ten itibaren tekrar artması üzerine Türkiye garantörlük hakkını kullanarak Kıbrıs’a müdahale etmek istemiş, ancak A B D Başkanı lohn so n ’un 5 Haziran 1964 tarihli ünlü mektubu ile Türkiye müdahaleden vazgeçmek zorunda kalmıştır. Daha önce Tiiık dış politikası üzerindeki etkilerinden bahsettiğimiz bu mektupta; 1947 tarihli yardım antlaşması gereğince Türkiye’ye ABD tarafından verilmiş silahların sınırlar dışında kullanılamayacağı, A B D ’nin Türkiye’nin K ıbrıs’a müdahalesini meşru saymayacağı ve böyle bir hareket sonucu Sovyetler Birliği Türkiye’ye saldıracak olursa, N A T O ’nun Türkiye’y e yardım etmeyeceği belirtilmekteydi Türkiye’de bir şok etkisi yaratan bu mektuptan sonra, 18 Aralık 1965’te K ıbrıs’la ilgili olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yapılan bir oylamada Türkiye’nin garanti anlaşmasından doğan müdahale hakkını kullanmasına izin vermeyen bir karar kabul edilmiştir Bu olay Türkiye’nin sadece Batr Bloğu içinde değil, dünya üzerinde de yalnız kaldığını göstermiştir 265 1’iirk dış politikasında derin izler bırakan bu iki olaydan sonra Türkiye, bir taraftan Kıbrıs Türklerinin soykırımını önlemek ve hayatlarını devam ettirebilmek için yardım da bulunurken, diğer taraftan görüşmeler yoluyla soruna siyasal bir çözüm bulmaya çalışmıştır Bu çerçevede 1968 yılından itibaren Türk toplumu lideri R auf Denktaş ile Rum Toplumu lideri Makaıios arasında toplumlararası görüşmeler de başlamış, ancak herhangi bir sonuç alınamamıştır Y unanistan’ın 15 Temmuz 1974 tarihinde K ıbrıs’ta darbe yaparak E N O S İS ’i gerçekleştirmeye çalışması üzerine, Türkiye garantörlük hakkını kullanarak 20-22 Temmuz ve 14-16 Ağustos 1974 tarihlerinde K ıbrıs’a askeri harekatta bulunmuştur. Bu askeri harekat sonucu Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenlikleri sağlanmış, A d a ’da gerek Türk ler, gerek Rum lar tarafından özlemi duyulan kalıcı barış ortamı da sağlanmıştır. Bu barış ortam ında Rum larca 1 î yıl devletsiz bırakılan Kıbrıs Tütkleri, 13 Şubat 19 7 5 ’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurmuşlardır Daha sonra self-determinasyon haklarını kullanan Kıbrıs Türkleri 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cum huriyeti’ni kurmuşlardır K KTC bağımsız bir devlet olarak kurulm asına rağmen KKTC yetkilileri Federal Kıbrıs Cum huriyeti’nden yana olduğunu açıklayarak toplumlararası görüşmelere iyi niyetle katılmaya devam etmiştir K KTC, K ıbrıs’ta varılacak olan nihai bir antlaşmada; 1-Türkiye’nin etkili ve fiili garantisinin devam etmesini, 2-İki bölgeli, iki toplumlu, bağımsız ve bağlantısız federal cumhuriyetin kurulmasını, 3-Merkezi hükümetin yetkilerinin sınırlı olmasını, 4-TürkIenn egemenlik ve siyasal eşitlik haklarının tanınmasını ısrarla talep etmiştir, Buna karşılık Rum kesimi, Türkierin egemenlik ve siyasal eşitlik haklarını tanımamıştır. İşgalci olarak niteledikleri Türk askerinin adadan çekilmesini ve Türkiye’nin garantörlüğü yerine uluslararası bir garanti sisteminin oluşturulm asını talep etmiştir Gerçekte Kıbrıs Rum Yönetimi esas hedefin ENOSİS olduğu üç temel strateji takip 266 etmektedir Bu çerçevede hukuki olmayan Kıbrıs Cumhuriyeti pozisyonunu koruyarak, görüşmeler yoluyla Kıbrıs Türklerini bu devlete federasyon adı altında azınlık statüsü vererek içine almak, yani içinde Türk azınlığı bulunan Rum Cumhuriyeti tesis etmek İkincisi eğer görüşmelerle barış sağlanamaz ise; silah zoruyla K K T C ’yi işgal ederek adanın tamamına hakim olmak Bu am açla hızla silahlanan Rumlar son zamanlarda Rusya Federasyonundan Türkiye için de tehlikeli olabilecek S 300 füzeleri alma girişim inde bulunmaktadırlar. Üçüncü yol olarak Rum yönetimi meşru Kıbrıs hükümeti gibi davranarak meseleyi milletlerarası platformlara taşımakta bu kuruluşlar vasıtasıyla Türkiye ve KKTC tize; inde baskılar yaptırarak amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Nitekim Rum -Y unan İkilisi yıllarca yürüttüğü propaganda ile K KTC üzerinde jo ğ u n bir siyasi, ekonom ik ve kültürel baskı uygulattığı gibi, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde engeller çıkartmıştır Diğer taraftan Kıbrıs Rum Yönetimi Garanti Antlaşm asına aykırı olarak Ada nın tamamını temsil etmediği halde, A B ’ne Kıbrıs Cumhuriyeti olarak müracaat etmiştir 1995 yılından itibaren işleyen bu sürecin gerçekleşmesi halinde Kıbrıs’ın dolaylı olarak Y unanistan’a ilhak yoiıı açılmış olacaktır. Kıbrıs sorununun başından itibaren gerek BM ve A B D geıek Rum-V unan İkilisinin izlediği politikalar karşısında Türkiye ve KKTC nin yeni bir Kıbrıs politikası belirlemesi zorunlu hale gelmiştir Geıçi KKTC Meclisi 1994'te aldığı kararla federasyonu tek çözüm yolu olarak gören tüm eski kararları iptal etmiş, Türkiye’de KKTC ile entegrasyona yönelik antlaşmalar yapmıştır. Ancak, kam uoyuna net bir politika ilan edilmemiştir Bu sebeple Kıbrıs konusunda takip edilecek politikada hem K K T C ’nin hem de Türkiye’nin geleceği ve güvenliği dikkate alınarak, Enosis yolunu ta m am en kapatacak ve Kıbrıs Türklerini R u m ’un siyasi ve ekonom ik esaretine mahkum etmeyecek bir çözüm tarzı olarak ya K K T C ’nin tanınmasına, ya da Türkiye ile entegrasyonuna yöuelinmeiidir b-Türk-Sovyet İlişkileri Türkiye ile Sovyetleı Birliği arasındaki gerginlik 1953 yılında S ta ü n ’in ölümüne kadar devam etmiştir Stalin’in Ölümünden sonra Sovyetler Birliği 30 Mayıs 1953 tarihinde Türkiye’den toprak talebinde 267 bulunmakları vazgeçtiğini açıklayarak Türkiye ile yeniden dostluk ilişkileri kurmak için çeşitli teşebbüslere girişmiştir A ncak Sovyetler B iıliği’nin bu davranışlarını yeni bir taktik olarak değerlendiren Türkiye bu teşebbüslere olumlu cevap vermemiştir İki ülke ilişkileri bundan sonra da blok politikası çerçevesinde şekillenmiş, 1964 Kıbrıs buhranına kadaı Türk-Sovyet ilişkileri soğukluğunu korumuştur 5 Haziran 1964 tarihli .Johnson mektubu nasıl Türk-ABD ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuş ise, yine bu mektup Türk Sovyet ilişkilerini yeni bir gelişme dönemine sokmuştur. Kıbrıs sorunu Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde yalnızlığını gözler önüne sermekle kalmamış kendi güvenliği açısından da bir gerçeği ortaya çıkarmıştır 1947-1964 e kadar geçen 17 yrl içinde Türkiye A B D ’ve sadakatle bağlanmış ve N A T O ’dan fazla A m erika’yı güvenliğinin temel dayanağı yapmıştır Johnson mektubu bu dayanakta ilk defa ciddi bir şüphe yaratımı ve bir itimat buhranının ilk tohumlarını atmıştır. Bu ise T ürkiye’ye kuzey komşusu bir süper devletle devamlı gerginlik içinde olmanın gereksizliğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda Türkiye 1960’lann ortalarından itibaren başta Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Bloku ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye başlamış ve Sovyetierin daveti üzerine 1964 yılı sonlarında Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin 1965 yılında da Başbakan Suat Hayri Ürgüplü Sovyetler Biriiği’ni ziyaret etmişlerdir Buna karşılık Sovyet Dışişleri Bakanı G rom iko ’da Türkiye'yi ziyaret etmiştir İki ülke arasında başlayan siyasi ilişkiler ticari alanda gelişmelerle devam etmiştir Nitekim Sovyetler Birliğinin Türkiye’de birtakım sınai tesisler1 kurmaları konusunda 1965 yılında anlaşmaya varılmıştır İskenderun Demir-Çelik.. Seydişehir Alüminyum tesisleri bu anlaşmaya dayanarak inşa edilmiştir 1970’ii yıllarda Türk-Sovyet ilişkileri yeniden bir durgunluk ve hatta soğukluk dönemine girmiştir Bunda Türkiye’de başlayan anarşi ve terörü sosyalist ülkelerin basın yayın organlarının kışkırtması ve Kıbrıs harekatına Sovyetierin karşı çıkması rol oynamış, Türkiye’de Sovyetler hakkında şüphecilik yeniden canlanmaya başlamıştır. Türkiye'de 12 Eylül 1980 askeri harekatı olduğunda Türk-Sovyet ilişkileri soğukluk içinde bulunuyordu Yeni yönetimin çok yönlü dış politikaya devam 268 etmesi çerçevesinde Sovyetler Birliği ile de ilişkiler tekrar normalleştirildi. 1982’de iki ülke arasında imzalanan yeni bir ticaret anlaşması ile iki devlet arasında ticaret hacmi artırıldı. Soğuk savaşın 1989’da sona erme sürecine girmesi ve Doğu hlokunun dağılması uluslararası sistemde köklü değişikliklere yo! açmış, artık Sovyetler Biriiği’ııin dağılması ile ortaya çıkan Rusya Federasyonu ile Türkiye’nin İlişkilerinde yeni bir devir başlamıştır. c Türk A B D İlişkileri 1963 yılı sonundan başlayarak 1964 yılı içinde devam eden Kıbrıs olayları ve Johnson mektubu Türk-ABD ilişkilerinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir Bundan sonra Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde beliren mesafe kolayca ortadan kalkmamış, aksine Türkiye bu devlete karşı çekingen politikasını sürdürm eye çalışmıştır Bu bağlam da Türkiye 1964 yılında A B D ’nin önerdiği “ Çok Taraflı K u v v e f ’e katılmayacağını açıklamış N A T O ’nun Türk ordusunda yaprriak istediği çoğaltmayı reddetmiş,, nükleer enerji ile çalışan bir Amerikan ticaret gemisinin Türkiye’yi ziyaretine izin vermemiş ve bu ülkeyle imzalanmış ikili antlaşmaların gözden geçirilmesini istemiştir Özellikle 1960’la n n ortalarından itibaren oluşan sert tepkiler ve sol muhalefet hükümeti A BD ile yapılm ış ikili antlaşmaları gözden geçirmeye zorlanmıştır Türk hükümeti tarafından 21 Ocak 1967’de yapılan bir açıklamada; Türkiye ile ABD arasında 54 ikili antlaşma olduğu, 3 ’ünün 1950’den önce, 314nin 1950 ile 1960 arası, 2 0 ’sinin de 1960-1965 yılları arasında imzalandığı belirtilmiştir Türkiye, A B D ’ye verdiği bir muhtıra ile bu antlaşmaların ıslahını istemiştir Sonuçta 3 Temmuz 1969’da ABD ile 'Ortak Savunma ile İlgili İşbirliği Antlaşması” imzalanarak, daha önce yapılan antlaşmaların sakıncalarının ortadan kaldırıldığı açıklanmıştır Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekatına büyük tepki gösteren ABD, 5 Şubat 1975 tarihinde Türkiye’ye silah ambargosu uygulama kararı almıştır 26 Temmuz 1978 yılına kadar süren bu ambargo Türkiye’de milli silah sanayinin kurulması yolundaki çalışmaları hızlandırmıştır 1979 yılının uluslararası alandaki gelişmeleri A B D ’yi Tıirkive’nin de içinde bulunduğu bölge konusunda son derece duyarlı hale getirmiştir. Sovyetler in A fganistan’ı işgali ve İran’da Humeyni yönetim inin işbaşına gelmesi üzerine ABD N A T O ’nun sorumluluk 269 alanını genişleterek Orta Doğu yu da kapsayan bir ittifak haline getirmeye çalışmıştır Eylül 1980’de İran-İrak savaşının başlaması T ürkiye'nin ABD açısından önemini daha da arttı m u ş t u . Böyle bir ortamda ABD Türkiye’de kurulan askeri rejimi anlayışla karşıladığını belirttiği gibi, ilişkilerini de sıklaştırmıştır, Bu dönemde Türkiye ile A BD arasında Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalanmış, ardından ABD telkinleriyle Y unanistan’ın N A T O ’nun askeri kanadına geri dönmesi konusunda Türkiye vetosunu kaldırmıştır. 1983 yılında T ü rk iye’de yeniden demokrasiye geçilmesiyle işbaşına gelen Özal hükümetleri ABD ile ilişkileri geliştirmeye devam etmiştir Bu dönem de dış politikada '‘ekonom ik pragm atizm i” ön planda tutan Başbakan ÖzaiTn A m erika’ya dayanma politikası çarpıcı hale gelmiştir Fakat Türkiye nin bu tavrı Amerika tarafından “ sömürülm e eğilimleri” de gösterm emiş değildir Bu sebeple 1983-1990 dönemi Türk-A BD ilişkileri görünüşte bir yakınlaşma içinde olmuş ise de esas itibariyle iki taraf aıasm da bir takım anlaşmazlık konulan etrafında cereyan etmiştir Bunlar içinde önemlileri şunlardır: a Türkiye’ye askeri yardım konusu; bu çerçevede 7/10 orani ile A B D ’nin Türkiye ile Y unanistan’ı dengelemesi çabaları b Amerikan yaklaşımları, Kongresinin “ Ermeni Soykırımı” konusundaki c Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması A B D 'n in Türkiye ve K K TC üzerindeki baskılarıdır konusunda Bununla beraber, Körfez krizi Türk-ABD ilişkilerini yeni bir yapıya sokmuştur Ancak Türkiye bu kriz sırasında açıkça A B D ’yi desteklemesine rağmen Körfez krizini Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinde beklenen olumlu sonuçlan yaratmamıştır Bunun en önemli sebebi soğuk savaşın sona ermesi ile birlikte T ürkiye’nin A B D ’nin gözünde stratejik öneminin azalmaya başlamasıdır Tİiık-ABD ilişkilerinde, soğuk savaş döneminde bazı inişçıkışlaıa rağmen Türkiye’nin stratejik Önemi ve Sovyet tehdidini algılamalarındaki benzerlik sebebiyle Türkiye hep o vazgeçilemez hissini ve güvenini korumuştur, Sovyetler çökünceye kadar hatalar düzeltilmiş, insan hakları ve demokrasi eksiklikleri daha anlayışla 270 karşılanmıştır Ancak Sovyeiler Birliği çöktükten sonra Türk-ABD ilişkilerinde hakim olan "ortak çıkar” kavramının içeriği kısmen boşalmış ve Türkiye A B D ’nin gözünde kollanacak müttefik olmaktan çıkmıştır Bundan sonra Kıbrıs ile İnsan H aklan gibi sorunlar A B D tarafından ön sıraya çıkarılmaya başlanmıştır d İslam Ülkeleriyle İlişkiler Türkiye, 1960’lann ortalarında Kıbrıs sorunu yüzünden içine düştüğü yalnızlık sebebiyle, dış ilişkilerini coğrafi bakımdan genişletmek gerektiğinin gittikçe artan bir şekilde farkına varm ıştır Bundan sonra Sovyetler Birliği’nin yanı sıra İslam ülkeleriyle de ilişkİleıini geliştirmeye başlamıştır Soğuk savaş dönem inde Türkiye ile İslam ülkeler i ilişkilerinde her zaman Doğu-Batı çatışmasının gölgesi hissedilmiştir. Türkiye ile İslam ülkelerinin ilişkileri, Türkiye’nin 1967 Arap-İsrail Savaşında Aıap dünyasının yanında yer alarak A rap tezlerine destek vermesi ile olumlu bir yola girmiştir Fakat Türkiye, Batı bloku karşısında Sovyetler Birliği’nin desteğini almış olan komşu A rap ülkeleri ile siyasi ve ekonom ik ilişkileri geliştirmede zorlanmıştır Ancak 1973 petrol krizinden sonra, İslam dünyası Türkiye’nin dış ekonom ik ve politik ilişkilerinde ciddi bir şekilde devreye girmiştir Bu strateji değişikliğinde daha önce de kısmen değinildiği gibi. Batılı dostlarından Kıbrıs konusunda destek görememesi, ekonom ik sorunların batılı ülkelerle çözülememesi, petrol krizinin ödemeler dengesini olumsuz etkilemesi, Avrupa Topluluğu ile olumlu gelişmelerin ortaya çıkmaması. Kıbrıs Barış harekatını Batının anlamak istememesi ve silah ambargosunun Batıya güveni sarsması gibi faktörler önemli rol oynamışlardır Sonuçta bu gelişmeler İslam ülkeleri ile ekonomik ve siyasi işbirliği isteklerini kuvvetlendirmiştir Bu çerçevede, 1969 yılında temelleri atılan İslam Konferansı Örgütii’nün çalışmalarına başlangıçta çekimser bir tavırla katılmış olan Türkiye, 1970’li yılların ortalarından itibaren örgütün bütün toplantılarına giderek üst düzeyde katılmaya başlamıştır 1980’li yı Harın ortalarından itibaren Türkiye İslam Konferansı Teşkilatım da dış politika problemleri için İslam ülkelerinden destek elde edebileceği bir zemin bulmuştur Ayrıca bu teşkilat vasıtasıyla Türkiye gittikçe artan sayıda Orta Doğu, Asya ve Afrika ülkesiyle dış ticaretini geliştirmesinde ve ortak teknik ve kültürel vardım 271 programlatını uygulamasında faydalar sağlamıştır Ayrıca Türkiye, İran ve Pakistan arasında 1977 tarihinde temelleri atılan ve 1985 tarihinde bir protokol ile canlandırılan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (E K İT-E C O ) da kurulmuştur Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri de bu teşkilata 1992 yılında üye olmuştur 1990’lara kadar Türkiye'nin Orta Doğu ve İslam ülkelerine yönelik politikası; a Mahalli çatışmalara katılmamak ancak taraflar isterse aracılık yapm ak olmuştur b Türkiye’nin dış politikası Arap güvenliğine karşı dikkatli olmuştur c. Türkiye, Orta Doğu devletlerinin iç işlerine ve dinamiklerine göre ikili ilişkiler kurmanın kendi yararına olduğunu görmüştür. Bu çerçevede başlangıcından itibaren İraıı-Irak savaşında tarafsız kalmış, 1986 yılında A B D ’nin Türkiye’yi dolaylı olarak bu savaşa sokma girişimleri karşısında dahi N A T O ’nun öngördüğü resmi stratejik taahhütler dışında başka bir taahhüde girmemiştir Ancak 1990 ’ 1ar da uluslararası imaj oldukça değişmiştir Dünyada tek süper güç olarak ortaya çıkan ABD, İrak ve S uriye’nin silahlanmasını Türkiye’ye karşı bîr saldırı hazırlığı olarak göstermekte ve Suriye ile Irak’la su yüzünden çatışma çıkabileceği gibi uyarılarda bulunmaktaydı Sonuçta Türkiye bu silahlanmayı bölgede çıkarlarını etkileyecek büyüklükte görmeye başlamıştır. Böyle bir ortam da Irak’ın K uveyt’e saldırması ile başlayan Körfez Krizi sırasında kendisine de ekonom ik am bargo uygulanabileceğinin bilincinde olan Türkiye, eski bir am bargonun etkilerini hatırlayarak herkesten önce petrol boru hattını kapatarak Irak’a ilk müeyyideyi uygulayan üike olmuştur Türkiye’nin yeniden Batının yanında yer alması ile birlikte Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkileri bozulma sürecine girmiştir Irak’a uygulanan ambargo ve petrol boru hattının kapatılması Türkiye’ye büyük zamanlar vermiştir Türkiye’nin Körfez savaşıyla ilgili diğer bir sorunu da G üneydoğusunda ortaya çıkan bölücü PKK terör hareketinin güç kazanması ve çeşitli oyunlarla Kuzey 272 Irak’ta De Facto bir Kürt devletinin kurulma sürecine girilmesidir Çekiç Güç şemsiyesi altında Kuzey Irak’ta meydana gelen gelişmeler Türkiye’yi zor durumda bırakmıştır Savaş sonunda PKK sorunu uluslar arası kam uoyunun gündemine girmiş ve Türkiye üzerinde batılı ülkelerin baskıları artmıştır 1990’lı yıllarda İran’la zaman zaman gerginleşen rejim probleminin yanı sıra Türkiye’nin en önemli sorunu Suriye ile olmaktadır Bu ülke ile su ve sınır probleminin yanı sıra, özellikle P K K ’ya verdiği destek ve Türkiye’ye karşı Y unanistan’la işbirliğine girmesi iki ülke ilişkilerini sürekli gergin tutmaktadır 1993 yılında İsrail ile Filistin arasındaki 1947 yılında başlayan anlaşmazlık son bulmuş, Araplarla İsrail arasında ilişkiler tesis edilmeye başlanmıştır. Bu çerçevede Türkiye’de dalıa önce Filistin konusunda İsrail ile dondurduğu ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır e Türkiye-Avrupa Birİiği İlişkileri Bilindiği gibi A B ’nin temeli 1957 Roma Antlaşması ile atılmış 1958 yılında Avrupa E konom ik Topluluğu olarak yürürlüğe girmiştir. AET ülkeleri aralarında birinci aşamada ekonom ik entegrasyonun, ikinci aşam ada siyasi entegrasyonunun sağlanmasın! hedeflemişlerdir Topluluk ü>e ülkeler arasındaki entegrasyon süreçlerine bağlı olarak önce Avrupa Topluluğu daha sonra da 1 Kasım 1993 tarihinden itibaren Avrupa Birliği adını alarak birleşik bir Avrupa idealini gerçekleştirmeye çalışmaktadır Daha önce belirtilen sebeplerle Batı ittifakına giren Türkiye, bu ittifakın diğer kurulularının olduğu gibi Avrupa Topluluğunun da üyesi olmaya yönelmiştir. Türkiye, A vrupa Topluluğu üyeliğini Batı ittifakının üyesi olm anın doğal bir uzantısı olarak görmüştür A vrupa Topluluğu üyeliğinin Batının parçası olma anlamına geleceği ve bu durumun Cum huriyet döneminde ve hatta Tanzimat’tan beri önem verilen Batı medeniyetinin parçası olma gayretiyle de uyum içinde olduğu düşünülmekteydi ^ Bu anlayış içinde Türkiye’nin Avrupa Topluluğu ile ilişkileri 1959 yılında yapılan ilk üyelik başvurusu ile resmiyet kazanmış ve 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan A nkara Antlaşması ile iktisadi ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi ve belirli bir dönem sonunda tam üyelik için 273 altyapının hazırlanması kararlaştırılmışta 1959’dan Katm a P rotok oi’ün onaylandığı 1970 yıllan atasında Türkiye-Avrupa Topluluğu İlişkilerinde sorunların en az olduğu dönemdir Soğuk savaş ortam ında Türkiye ile Batı ittifakı arasındaki uyuntun bu dönem de A vrupa Topluluğu ile de oluştuğunu görüyoruz Bu ortamda Avrupa Topluluğu güvenlik endişelerini Ön planda tutmuş ve Türkiye’nin stratejik önemine ağırlık vererek ilişkileri geliştirmeye yönelmiştir A ncak 1 9 7 0 'lerin başlarından itibaren Türkiye’deki ekonom ik ve siyasi gelişmeler ile Avrupa Topluluğu dinamikleri atasında uyumsuzluk baş gösterm eye başlamıştır Bu dönemdeki sorunlarda ağırlığı iktisadi konular ve Özellikle gümrük birliği soıunu teşkil etmiştir Türkiye’de 12 Eylül 1980 de askeri yönetim in işbaşına gelmesiyle Türkiye-A vrupa Topluluğu ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. 1980’den başlayan ve halen sürmekte olan bu dönemde Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkiler İndeki sorunların iktisadi sorunlara ilave olarak siyasi konulara. Özellikle demokrasi ve insan hakları boyutuna kaydığını görmekteyiz Topluluk üyeler inin Türkiye’deki demokrasi konusuna ait endişe ve eleştirilerin arttığı bir dönemde Yunanistan 1981 yılında A vrupa Topluluğuna tam üye olmuştur Bundan somaki gelişmelerde Yunanistan Türkiye ile Avrupa Topluluğu ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen temel faktörlerden biri haline gelmiştir Avrupa Birliği ile ilişkilerin nasıl normalleştirileceği üzerinde tartışmalar sürerken Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde A vrupa Topluluğuna tam üyelik başvurusunda bulunmuştur Türkiye’nin bu müracaatı 2,5 yıl aradan sonra Topluluğun Türkiye’yi üye kabul etmeye ve Türkiye' nin de topluluğa tam üye olmaya lıazıı olmadrğr gerekçesiyle reddedilmiştir Bu tarihten sonra Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinin yönü belirsiz kalmış, 1990’dan sonra Doğu A vrupa devletleri dahi T ürkiye’den önce üye olmaya aday olarak görülmeye başlanmıştır Bu sebeple 1993-1994’te Türkiye tam üyelikten kısmen um udunu keserek G üm rük Birliği için Avrupa Topluluğu ile m üzakerelere başlamıştır Bu görüşmeler sonucu Avrupa Birliği Ortaklık K onseyimin G üm rük Biıligimin kuruluşunu tamam lam asına ilişkin kaıarı 6 M art 1995 talihinde imzalanmış ve i O cak 1996 tarihinden itibaren G ümrük Birliği yürürlüğe girmiştir 274 Tiiıkİye'de çok geniş biçimde tartışma konusu yapılan Gümıük Birliği., kaıar veıme mekanizmaları içinde olunmadığı halde Avrupa Birliği tarafından verilen kararlara uyma yükümlülüğü getirdiği ve bir takım tavizler verildiği gerekçesiyle eleştirilmiştir Nitekim dah a somaki dönemde Kıbrıs Rıım Yönetiminin T ürkiye’nin Gümrük Birliği ne alınması karşılığı tam üyelik sürecine dahil edildiği ileri sürülmüştür G üm ıük Birliği Türkiye açısından isteneni vermediği gibi, Y unanistan’ın Avrupa Birliği tarafından verilecek mali yardımları, bloke etmesi sonucunda Türk ekonomisine ek bir külfet getirmiş bulunmaktadır Bu gelişmelerden sonıa Avrupa Birliği genişleme sürecine girmiştir Genişleme sürecinde de Türkiye’nin tam üyelik talebinin soğuk karşılandığı ve Türkiye’nin devamlı dışlandığı görülmektedir Nitekim 1997 ilkbaharında başım Almanya Başbakanı H ehnut Kohl’ün çektiği A vrupa'daki Hıristiyan demokrat liderler yaptıkları toplantı sonucunda Türkiye’nin yakın ve görülebilir bir gelecekte tam üye olamayacağı konusunda hemfikir olduklarım açıklamışlar Aralık 1997 de L üksem b uıg’da aday 12 üyenin çağrılması ile yapılan AB zirvesinde Türkiye Tıin tam üyeliği reddedilmiştir fü ıkiye bu tavra karşılık Avrupa Birliği ile siyasal diyalog sürecinin sona erdirdiğini açıklamıştır Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik müracaatına ekonomik nedenlerden ziyade siyasal nedenlerle (demokrasi, insan haklan, özellikle “ Kürt sorunu” vb.) karşı çıkıldığı ve Y unanistan’ın engellemelerinin devamlı öne sürüldüğü göıÖlmektedir Ancak giderek A vrup a’da gelişen ve güçlenen bakış açısı; Türkiye’nin değişik bir kültür çevresine ait olduğu ve bu nedenle Avrupa entegrasyonunda yer almaması gerektiği şeklindeki görüştür f, Tiirk-Yunan İlişkileri Türkiye ile Yunanistan, 1952’den bu yana aynı ittifakta yer almalarına karşın komşulukları yyurn içinde olmayan iki devlettir 19301955 dönemi hariç iki ülke ilişkileri sürekli gerginliğini korumuştur Bu sebeple Yunanistan gerek ikili, gerekse uluslararası ilişkilerde Türkiye’yi en çok uğraştıran ülkelerin başında gelmektedir 275 Ancak Tiiık-Yunan ilişkileri tarihsel boyutu göz ardı ederek açıklanması mümkün olmayan başlıca konudur Çünkü Yunanistan milli kimliğini vc bağımsızlığını kürklere karşı mücadele vererek kazanmıştır Yunanistan bu mücadele sırasında oıtaya attığı milli ideali, Megali İdea çerçevesinde bağımsızlığını kazandıktan sonra yürüttüğü irıedentist, yayılmacı politikayla,, Avrupa devletlerinin de desteğini arkasına alarak, Türkieıe karşı büyümeyi, genişlemeyi dış politikasının ekseni yapmıştır 1830’dan 1922’ye kadar Y unanistan’ın dış politikasının tamamı Doğu sorunu içinde Avrupalı devletlerin desteğiyle Osmanlr devletinden pay kapmaktan ibaret olmuştur Türk Milli Mücadelesinin ardından L oza n’da bir denge oluşturulmuştur Ancak, önce 1947 Paris Antlaşması ile yeni bir toprak kazanıp On iki A d a ’yı elde eden, som a da 1950’ların ilk yatısından başlayarak K ıbrıs’ı gözüne kestiren Yunanistan Lozan dengesini zorlamaya başlamıştır 19'70’lerde E g e’de çeşitlenen ve K ıbrıs’ta nitelik değiştiren sorunların özünde Y unanistan’ın bu politikasını uygularken, kendisinin ve Türkiye’nin Batı bağlantısını bu politika doğrultusunda kullanmayı da ihmal etmemiştir Türkiye, Y unanistan’ın İzlediği politikaya tepkisini ortaya koyarken her zaman Batı bağlantısı çerçevesinde hareket etmek zorunda kalmıştır Bunun bir istisnası 1974 Kıbrıs Baıış Harekatı olmuştur 1974’ten sonra Türk-Yunan ilişkilerinde daha önce değinilen Kıbrıs konusu her zaman en başta gelen sorun olmuştur A ncak bu tarihten sonra iki devlet arasındaki sorunlar Ege ve Batı Trakya Türklerinin sorunlarının da önem kazanmasıyla yaygınlaşıp genişlemiş ve ikiii ilişkileri olduğu kadar, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini de kökten etkilemeye başlamıştır Y unanistan’la Türkiye arasındaki sorunların büyük bir bölümü E ge'de yatmaktadır Yunanistan Ege deki egemenlik haklarını genişletmek için sürekli adımlar atmaktadır Lozan ve uluslararası sözleşmeleri hiçe sayarak Ege adalarını hızla silahlandırması, kıta sahanlığı 6 mil olarak belirlenmesine rağmen, bunu 12 mile çıkarma çabası içine girmiştir Bu konuda Y unanistan’ın temel amacı E ge'yi bir Yunan denizi haline getirmektir. Ancak Türkiye Y u nanistan ’ın karasularını 6 milin ötesine genişletme kararını vermesini bit casus belli 276 (savaş sebebi) sayacağını açıklayarak kararlı bit tavır takınması ile Yunanistan komşularını genişletememiştir. Ayrıca hava sahası, TİR hattı gibi Ege sorunlarının yanı sıra Türkiye ile Yunanistan arasında Batı Trakya Türklerinin durumu da önemli bir sorun teşkil etmektedir Başta Lozan olmak üzere Batı Trakya Türklerinin haklan ikili ve milletlerarası antlaşmalarla garanti altına alınmasına rağmen; Yunanistan Batı Trakya Türklerinin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlamış, milli kimliklerini inkar ederek asimde etme yönündeki baskılar 1980’li yıllarda artmıştır Türkiye'nin, Yunanistan ile iyi ilişkiler kurarak sorunlara barışçı yollardan çözüm bulm ak amacıyla sarf ettiği çabalara (1980 yılında Y unanistan’m N A T O ’nun askeri kanadına tekrar dönmesi için T ürkiye’nin veto hakkını kullanmaması. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatına Y unanistan’ ın kurucu üye olarak katılmasını sağlaması, tek taraflı olarak Yunan vatandaşlarına vizenin kaldırılması v b ) rağmen ülkemiz aleyhinde yoğun faaliyette bulunmaya devam etmektedir Yunanistan özellikle 1981 yılında Avrupa Topluluğuna tam üye olmasında sonra elde ettiği bütün avantajları Türkiye’ye karşı kullanmaya başlamıştır İki ülke ilişkileri 1987 Martında bir savaşın eşiğine kadar gelmiştir Ancak bu bunalım iki ülke Başbakanlarının karşılıklı mesaj lan ile aşılmıştır. Daha sonra Ocak 1988 ’de D avos’ta ardından da Mart 1988’de Brüksel’de Papandreu ve Özal bir araya gelmişlerdir Böylece “ Davos süreci” diye anılan ve iki ülke arasında yakınlaşma yaratacağı umulan bir diyalog dönemi başlamıştır A ncak Yunanistan m diğer sorunları görüşmeyi Kıbrıs konusunun çözüm üne bağlaması ve uzlaşmaz tutumu yüzünden herhangi bir sonuç alınamamıştır Y unanistan’ın 1974 yılından itibaren Türkiye’nin zararına olan her şey. Y unanistan’ın yararınadır anlayışı ile Türkiye aleyhine yürüttüğü faaliyetler şunlardır: a Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini ve tam üyelik müracaatını veto hakkını kullanarak sürekli engellemektedir. b Türkiye aleyhine faaliyet gösteren Eım eni A SA L A ve dah a sonra PKK terör örgütüne maddi ve manevi her türlü desteği vermektedir 277 c Pontus soykırımı iddialarını giderek canlandırmaktadır Brı konuda Türkiye aleyhinde uluslararası kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır d Türkiye’ye bazı k o nula rd a 'düşm anlık besleyen Suriye ve Ermenistan ile işbirliği yaparak ülkemizi bölgede kıskaç altına almaya çalışmaktadır e Başta ABD olmak üzere dünyadaki Rum lobisi vasıtasıyla bir çok konuda Türkiye aleyhine propaganda yaparak ülkemizin imajını kötülemeye çalışmaktadır Yunanistan yürüttüğü bu faaliyetler ile Türkiye’nin uluslararası camiadan tecrit edilmesi, içerisinde bütünlüğü parçalamayı ve bu yolla Türkiye'nin zayıflatılmasmı hedeflemektedir 4, Soğuk Savaş Döneminden Sonra Türk Dış Politikası 1989 yılından itibaren S SĞ B ’deki değişime bağlı olarak Doğu A vrup a’da ortaya çıkan gelişmeler ve 1991 'de Sovyetler Birliği’nin dağılması Uluslararası sistemde köklü değişikliklere yo! açmıştır 1985 yılında Mihail S. G oıbaçov S B K P ’nin Genel Sekreterliği’ne getirildi Onun ortaya attığı ve uygulamaya çalıştığı Perestroyka (Yeniden yapılanma) ve Glasnost (Açıklık) kavramlarının getirdiği demokratikleşme hareketlerkönce Doğu Avrupa ülkelerinde.bilahare Sovyet'le] Birli ği’nde ve Balkanlarda etkisini hissettirmiştir Bu ülkelerdeki Sosyalist rejimle! süratle çöktü ve demokrasi yolunda önemli adımlar atılmaya başlandı Bu süreçte eski Sovyetler Birliği ve Yugoslavya topraklan üzerinde birçok bağımsız devlet ortaya çıkmıştır Sovyetler birliğinin yıkılması İle soğuk savaş yıllarının “ iki kutuplu dünya ' politikası devresi sona ererken,. Körfez Bunalımı A B D ’nin hâkim olacağı “ Yeni Dünya Düzen i” n in kurulmakta olduğunu ortaya çıkardı Küreselleşme veya Globalleşme olarak da adlandırılan bu yeni dönemin demokrasi.,insan haklan ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayandığı ilân edilmesine rağmen ; çok geçmeden yeni uluslar arası yapının da en az eskisi kadar “güce dayalı olduğu” ortaya çıkmıştır: A B D ’nin temsil ettiği tek süper güce dayanan “ Yeni dünya D ü z e n f ’ni 278 oluşturma çabalarına rağmen.dünyada yeni güç merkezlerinin ortaya çıkmasına yol açan yeni bir süreç de gelişmeye başladı Bu süreçte bölgeselleşme eğilimleri belirginleşmektedir Özellikle Japonya'mın liderlik etliği Asya-Pasifik Bölgesi,Avrupa Bitliği ve birlik içinde olmakla beraber iki A lm a n y a’nın (Federal Almanya ve Demokratik Alman Cumhuriyeti) birleşmesinden so m a ortaya çıkan güçlü Alman devletinin tavrı ; askeri gücünün yanı sıra hızla büyüyen ekonomisi ile Çİn ve zengin kuzey " karşısında "fakir güney” yarımküre ülkelerinin takip edecekleri politikalar bu bölgesel güç merkezlerini belirlemekte etkili olacaktır Yeni dünya düzeni söylemlerine rağmen üzerinde önemle durulması gereken bir diğer sorun iletişim sistemlerindeki teknolojik devrim nedeniyle farklı sosyo-kültürel grupların bütünleşme ve uzlaşma değil, çatışma potansiyelini artıran tarzda yoğun bir etkileşim sürecine girmeleridir ‘ Mikro milliyetçilik'’ veya ‘ atom iz asy o ıf olarak adi and in lan bu gelişme dünya istikrarım tehdit eden boyutlara varmıştır Yukarıda tanıtılmaya çalışılan genel çizgiler 2000 Iİ yılların eşiğinde dünya politikasının çok boyutlu biçimde yeniden yapılandığım ortaya koymaktadır' Soğuk savaşın sona ermesi yıllardan beri stratejik önceliği Sovyet tehdidini Batı bloku içinde karşılamaya veren Türkiye açısından yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu dönemin teme! özelliği Türkiye’nin çok yönlii ve kimi zaman belirsiz olan birtakım tehditler ve yeni imkânlar ile karşılaşmış olmasıdır. Soğuk savaşın sona ermesine paralel olarak dünyada yaşanan işbirliği ve uzlaşma eğilimine rağmen Türkiye'min bulunduğu coğrafya yeni bir çatışma alanı haline dönüşmüş.m esela uzun bir süredir istikrarsızlıkla adeta özdeşleşmiş olan Ortadoğu bölgesine,Balkanlar ve Kafkasya bölgeleri de eklenmiştir Soğuk savaşın sona ermesinin Türkiye’ye sağladığı en büyük imkân ve yendik eski Sovyetler Birliğimde yaşayan Türk topluluklarının keşfedilmiş olmasıdır 1990’lı yıllara kadar,Kıbrıs politikası dışında T ürk dış politikası soğuk savaşın küresel politikaları çerçevesinde şekillendiğinden Türkiye ile Türk topluluklarının ilişkileri en alt düzeye inmişti Bu sebeple bu topluluklar hakkında çıkan ilk haberlerin Türkiye'deki pek çok kimsede şaşkınlık yarattığın! söylemek bir abartı olmayacaktır Eski Sovyetler Birliğimdeki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını k a z a n m a la rı'' Türkiye'nin bölgede 279 siyasal.ekonomik,kültürel ve stratejik açılardan önemli bir ülke olmass sonucunu doğurmuş ve doğu-batı cepheleşmesinin sona ermesi ile stratejik önemi azalan Türkiye’nin,yeni faktörlerin etkisiyle tekrar önemli biı konuma gelmesi m ümkün olmuştur Yeniden doğmakta olan Rusya'nın Türkiye için yarattığı olumsuzluklara rağmen Balkanlardan Orta A sy a'y a kadar uzayan geniş bir bölgede Türkiye için daha etkili bir bölgesel rol oynama imkânı doğmuştur. Nitekim Kafkaslaı ve Orta A sy a ’da bağımsızlıklarını ilân eden Türk Cumhuriyetlerini hemen tanıyan Türkiye,bu ülkelerle diplomatik ilişkileri başlatan ilk ülkelerden biri olmuştur Arkasından bu devletlerle siyasi,kültürel ve ekonomik İlişkiler kınan Türkiye.aynı zamanda bu devletlerin uluslar arası alanda kendilerine biı yer edinmelerine de yardımcı olmuştur Tiirk Cumhuriyetleıinin A G İK (Avıupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) gibi uluslararası örgütlere üye olarak katılmasına yardımcı olan Türkiye.ayrıca kendi girişimleri İle kurulan Karadeniz Ekonom ik İşbirliği Teşkilâtının ve yeniden canlandırılan İktisadi İşbirliği Ö rg ü tü ’nıin bu devletleri de kapsayacak şekilde genişletilmesini sağlamıştır Diğer taraftan Türkiye. Balkanlardaki gelişmelere de jeopolitik konumu tarihî ve kültürel yakınlığı sebebiyle gücü ve diplomatik birikimi sebebiyle konjonktürün elverdiği ölçüde başarılı girişimlerde bulunmuştur Özellikle Y ugoslavya’nın dağılması ile ortaya çıkan cumhuriyetleri tanımış,Bosna-Hersek çatışmasında aktif bir dış politika izles ekilmiştir Sonuçta Balkan laı da Bosna-Hersek, Makedonya. Arnavutluk, Bulgaıistan ve Romanya gibi ülkelerle ilişkilerini geliştiren Türkiye, Balkan dengeleri içinde ağırlığını hissettirmeye başlamıştır Gerçi T ür kıy e.bütün bu gelişmelere hazırlıksız yakalanmış olmasından dolayı bazı alanlar da bu yeni devletlerin beklentilerine tam anlam ışla cevap verememiş olmakla beraber, soğuk savaş yıllarındaki tek boyutlu Türk dış politikası bugün uluslararası politik gelişmelere tesir edici, çok yönlü biı hale gelmiştir Sonuç olarak Türkiye, bölgesel güvenliğin sağlanması ve işbirliğinden doğacak yararlan, bağlı olduğu ittifak çıkarlarının önünde değerlendi)meye,yani soğuk savaşın global çıkarları serine.kendi çıkarlarım ön planda tutmaya ve vurgulam aya başlamıştır 280 VII. BÖLÜM : ATATÜRK İLKELERİ A- CUMHURİYETÇİLİK C um huriyet Kelimesi ve Anlamı Cum huriyet kelimesi dilimize Arapça ''Cumhur' kelimesinden gelmiştir Cumhuı ise, halk, ahali, bıiyuk kalabalık anlamına gelmektedir Cum huriyet kelimesinin Fransızca karşılığı "La R e p ı ı b ^ u e ” İngilizce karşılığı “the R e p u b lic ’dİr. Aslı Latince olan ‘'Res PublicaC kelimesinden türemiştir "Res Publicav\, kamuya ait şey, kamu mali anlamına gelir Cum huriyet gerek Latince, gerekse Arapça kökeninde, aynı kavramı ifade etmek için kullanılmıştır ■Res Publica" deyimi zamanla siyasal ve tarihi gelişme sonrası, demokratik bîr rejimde ve halk hizmetinin görüldüğü bir devlet yönetimini İfade etmiştir Yukarıda etimolojik anlamım vermeye çalıştığımız Cumhuriyet hem bir devlet şekli hem de hükümet şekli olarak kabul edilmektedir Devieı şekli olarak; egem enliğin bir kişi veya zümreye değil, toplumun 281 tümüne ait olduğunu ifade eder Devlet şekillerinin belirlenmesinde en Önemli kriter egemenliğin kaynağı olduğuna göıe. Cumhuriyetin bu anlamda bir devlet şekli olduğunu söyleyebil itiz Ancak Cumhuriyeti aynı zamanda bit hükümet şekli olarak da kabul etmek mümkündür Bu anlamda Cumhuriyet, başta devlet başkanı olm ak üzere, devletin başlıca temel organlarının seçim ilkesine göre kurulm uş olduğunu ifade eder Aslında, devlet ve hükümet şekli olaıak Cum huriyet kavramlarının birbirlenyle çok yakından ilgili olduğu açıktıı Egemenliğin siyasi toplum un tümünde olduğu biı sistemde, devletin temel organlarının millet iradesinin ifa^Csi olan seçimlerle oluşması tabidir Aynı şekilde., devletin teme! organlarının seçimden çıktığı bir sistem milli egemenlikten veya halk egemenliğinden başka bir ilkeye dayanam az Türkiye Cumhuriyetini ilan eden 129 Ekim 1923 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanununda Cumhuriyet biı hükümet şekli olarak kabul edilirken; 1924 tarihli Anayasa ise Cumhuriyeti biı devlet şekli olarak kabul etmiştir Cum huriyet daha sonraki Anayasalarda da bir devlet şekli olarak ifade edilmiştir C u m h u r iy e tin T arih i Gelişimi Miç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu, 20 Yüzyıl talihinin en dikkate değer olaylarından biridir Birinci Dünya Savaşı sonrası galiplerin dikte ettirmiş oldukları düzene karşı başlatılan millî mücadele tüm dünyanın dikkatini çekmiş hatta etkilemiştir .'Türkiye Cum huıiyeti bu süreçteki bir dizi olağanüstü uğraşlar sonucunda ancak kurulabilmişti Atatürk, bu geçiş dönemini şöyle değerlendirmektedir; Saltan at d evlin den C u m h u riyet devrine geçebilm ek için , bilin diği g ib i geçiş dönem i y a şa d ık Bu dönem de, iki dü şün ce ve içtih at b it biriyle sürekii m ü cadele etti, O düşüncelerden biri, saltanat devrinin sü ıd ü ıü İm esiyd i Bu görü şün taraftarları a çık tı D iğer görüş, saltanat id a resin e son vererek C u m h uriyet idaresin i ku rm aktı Bu bizim göriişüm ûzdü., Biz görü şüm üzü açıkça söylem eyi sakıncalı buluyorduk, A n cak görü şüm üzü n u ygu lam aya koym a olan ağın ı saklı bu lu n du ru p , uygun zam an da tatbik edebilm ek için, saltanat taraftarlarının g ö rü şlerin i u ygu lam a alanından u zaklaştırm ak zorunda idik„ 282 “ Yeni ya sa la r yapıldıkça, özellikle anayasa ya p ılırk en saltan at taraftarları padişah ve halifenin hak \ e yetkilerin in b elirlen m esin de ısrar ettiler, Biz bunun zam anı gelm ediğin i y a da g erek olm adığını söyle) erek o y öne değinm em ekte ya ra r görü yordu k “D evlet yön etim in i C um huriyetten söz etm eksizin , u lu sa l egem enlik esasları için de, her an C um huriyete doğru yü rü yen şek ild e toplam ağa çalışıyorduk “Büyük M illet M eclisinden daha büyük m akam olm adığım telk in de ısrar ederek saltanat ve h ilâfet m akam ları olm aksızın, d evleti idare etm enin m üm kün olduğunu kanıtlam ak gerekli idi, “D evlet reisliğinden saz etm eksizin, onun g ö revlerin i fiilen M eclis R eisine gördürüyorduk, “iy g u la m a d a M eclisin Reisi, ikinci reis d i H üküm et verdi. Fakat, T ürkiye Büyük M illet M eclisi H üküm eti u n va n ım taşıyordu. K abine sistem ine geçm ekten kaçm ıyorduk, çünkü hem en saltanatçılar, p a d işah ın yetkilerin in ku llan ılm ası gereğin i ortaya a tacaklardı “İşte geçiş dönem inin, hu m ü cadele safhalarında, bizim k a b u l ettirm ek zorunda bu lunduğum uz, ara şekli, Büyük M illet M eclisi H ü küm eti sistem ini haklı olarak eksik bulan, m eşru tiyet şeklin in açıkça belirtilm esin i sağlam aya çalışan m u h asım lan m ız, bize itiraz ediyorlar, diyorlardı ki, bu yapm ak istediğim iz h ü k ü m et şekli neye, h angi idareye b en ze r? A m aç ve h edefim izi söyletm ek için bize y ö n eltilen bu tür sorulara, biz de, zam anın gereğ in e göre cevaplar vererek saltanatçıları uzaklaştırm ak zorunda idik ”, Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte İ921 anayasasında gerekli ve zorunlu değişiklikleri yapan ve T eşkilâtı E sasiye K a n u n u n u n Bazı M c v a d d ın ın T avzihe» Tadiline D air “ yasa kabul edilecektir Bu yasa, 1921 Anayasası ile 1924 Anayasası Cumhuriyetin İlanım belgeley en bir geçiş yasasıdır arasında Yasanın birinci maddesinde egemenliğin yine kayıtsız şaıtsız milletin olduğu belirtilerek, “ Yönetimin h alka k a d erin i doğrudan doğru ya ve bilfiil idare etm esi esasına dayalı olduğu açıklanacak ve 283 Türk iv e Devletimin edilecektir yönetim şeklinin Cum huriyet olduğu ilan 1924 Anayasasında, Türkiye devletinin bir Cumhuriyet olduğunu egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu, Türk milletinin ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından temsil olunacağını ve millet adına egemenlik hakkını yalnız Türkiye Büyük Millet M eclisim in kullanacağı ilkeleri kabul edilir. Böyiece millet egemenliği ilkesi ve Cum huriyet rejimi rayına oturmuş olur Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesinin taşıdığı anlam ise çok büyüktür, Çünkü, binlerce yıl muhtelif devletler kuran Tiiık milleti, tarihinde kazanmış olduğu askeri başarılardan sonra halk iıet zaman ihmal edilmiştir Tıiıkive Cumhuriyetinin kuruluşu İle birlikte, devletin bütün temel unsurlarında köklü değişimler olmuştur. Devletin ülke ve insan topluluğu unsurlarında önemli değişiklikler olmuş; Egemenlik anlayışının niteliği ve meşruluk ilkeleri temelden değişiyordu A tatürk'te Türkiye Cumhuriyetinin O smanlı Devletinin bir devamı olm adığım şu sözlerle ifade ediyordu: “ T ürkiye B üyük M illet M eclisi H ü küm eti, p ek a la b ilirsin iz ki eski B abıâli h ükü m eti değildir, esk i O sm anlı D evleti değildir O nlar artık tarihe karışm ıştır D üşm an larım ız O sm anlı D evletin i yıkarak asli unsur olan Türk m illetin i de im ha etm ek istiyorlardı H albu ki Türk M illeti yeni bir insan ve kesin bir m illi azim le y e n i bir devlet ku rm u ştu r” G en e b a ş k a b ir k o n u ş m a s ın d a “O sm anlı d evleti m aa tteessü f (yazık ki) Ölmüştür, B abıâli h ü kü m eti m a a ttee ssü f ölm üştür; affedersiniz h ata ettim m a a ttee ssü f dem eyecektim , m aaliftihar (övünelim ki) ölmüştür,, Ç ünkü onlar ölm eseydi m illeti öldü receklerdi” demektedir Atatürk, bağımsızlık savaşını Türk milliyetçiliğinden ve milli egemenlik ilkesinden güç alarak yönetmiş; daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye Cum huriyetim i aynı ilkeye dayalı olarak kurmuştur Milli egemenlik ilkesi Türk devlet yapışma ilk defa Atatürk'le biriikte girmiştir Bu ilkeyi., millî mücadelenin ve kurduğu devletin temellerinden biri yapmış olması, A tatürk’ün başarısını sağlayan temel 284 etkenlerden bîridir Bu, aynı zamanda onun sağlam tarih bilgisinin, üstün sezgi gücünün ve demokrasi idealine bağlılığının bir delilidir Yalnız aksiyon adamı değil, aynı zamanda bir fikir adamı olan Atatürk, demokratik düşünce akımlarından ve son yüzyılların dünyaya getirdiği değişmelerden haberdardır Artık çağın Uniili devletler'"’ çağı olduğunu ve demokrasi akımının büyük gücünü anlamıştı Uzun süren savaşlardan bıkmış milleti yeniden seferber edebilmenin ancak,, milî i duygulan sağlam ve hür yaşamaya azimli bir milletle olabileceğini sezmişti En güçlü görünen imparatorlukların dağıldığını ve en köklü monarşilerin çökerek yerlerini yeni rejimlere bıraktıklarım görmüştü Milli egemenlik ilkesini daha açık bir şekilde ifade edebilmek için, egemenlik kavramım biraz açmamız gerekecektir Dilimizde hakimiyet sözcüğü ile eşanlamlı olarak kullanılan egemenlik (soııvetaineie, sovereignty), hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün bir gücü ifade eder Kendisinden daha üstün bir başka gücün varlığım kabul etm em ek egemenliğin özünde vardır Egemen bir güç., kendi yetki alanında, her hangi bir üst otoriteye bağlı ve bağımlı olmay an güç demektir Egemenlik kavramı Fransız hukukçusu lean Bod in gibi yazarlar taıafmdan. 1789 Fransız inkılâbından önce, kralın devlet gücüne tek başına sahip oluşunu meşru bir temele oturtmak, monarşinin hukuki izahım yapabilmek için ortaya atılmıştı. O tarihlerde egemenlik dini ve ilahi bir kaynağa bağlanıyordu: Kral, A llah’ın isteği ile egemen idi Devletin bütiin gücü kralda toplanmıştı XIV E ouıs’nin “ D evlet B e n im 1" sözüyle anlatılmak istenen buydu Fransız inkılâbı egemenlik kavıamım kralcı hukukçulardan devraldı Kral yerine millete mal etti Kralın başındaki taca millet el koydu ve kendisi giydi Krala ait olduğu ileri sürülen egemenliğe millet sahip çıktı Egemenlik kavramı, devletin egemenliği ve devlet egemenlik olmak üzere iki değişik tarzda kullanılmaktadır içinde Devlet egemenliği: devletin dışa karşı egemenliği demektir ve bir uiusfaıarası hukuk konusudur Bir devletin egemen olması,, o devletin 285 kendi dışında bir güce tabi olmaması anlamına gelir Manda ve himaye altında bir yönetim. bir sömürge egemen değildir Devlet içinde egemenlik ise, söz konusu olan devletin gücünü nereden aldığı ve bu gücü nasıl kullanacağıdır Devlet içinde egemenliğin bir şahsa, bir hanedana mı; bir zümreye mi; yoksa millete mi ait olacağı sorunu uluslararası hukukta değil, iç kamu hukukuyla anayasa hukukuyla ilgili bir sorundur Devlet içindeki egemenlik., kendi üstünde bir güç ve sınırlama tanımaz Ancak bir demokraside, bu egemenliği fiilen kullanacak olan çeşitli organlara belli alanlarda, belli ölçüler içinde yetkiler tanımı, başka bir ifadeyle egemenliği kullanacak olanların y etki alanları ve yetkileri sınırlıdır. Atatürk milli mücadelenin başlarında millet egemenliğini giriştiği mücadelenin dayanağı yaparken, egemenliğin hem uluslararası hukuku, hem anayasa hukukunu ilgilendiren yönlerini bir atada kullanmıştır Mîllet egemenliği ilkesini Atatürk, yerine ve zamanına göre, hem Tüık devletini parçalamak isteyen dış düşmanlara karşı hem de emperyalist devletlerin oyuncağı haline gelen ve millî mücadele liderlerini ölüme mahkum ettiren padişaha ve hükümetine kaı şr kullanmıştır Atatürk. E gem en olan millettir. Bu egem enlik kim seye devi edilem ez K im seyle bölüşülem ez M illet ken di kaderin i ken di eline alm ıştır ve egem enliğinin bir zerresinden va zg eçem ez” derken, bir yandan dışa karşı m ücadelede tam bağımsızlığı amaçlıyor; Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin meşruluğunun ve Türk milletini temsil etme hakkının sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğunu vurgularken; bir yandan da Saltanatın Kaldırılması, Cumhuriyetin ¡lanı, Hilâfetin Kaldırılması gibi içe dönük hedefler için de gerekli fikri temeli oluştuı uyordu Atatürk, millet egemenliği ilkesini. Miiii Mücadelenin ve yeni Tiirk devletinin temel ilkesi haline getirirken, hiç şüphe yok ki, am aç Türkiye'de gerçek anlamda demokratik rejimi yerleştirmekti Şartların demokrasinin doğması vc sağlıklı biı şekilde işlemesi için yeterince elverişli değildi Ülkenin demokrasi yolunda tecrübesi yok 286 gibiydi Yok gibiydi diyoruz, çünkü, Cumhuriyet öncesi hükümdaı ların mutlak otoritelerini yer yer sınırlandırma yoluna gitmişlerse de bunlar mutiakiyet idaresinden lıukuk devletine geçiş yolunda yeterli bir zemin oluşturamamışlardı Nitekim. XIX yüzyılın başlarında hükümdarın mutlak yetkilerini bir ölçüde sınırlamak, yönetimin denetlenebilmesini sağlamak amacıyla Sultan II Mahmut ile ayan arasında “ Sened-i İttifak” adı verilen bir anlaşma yapılm ışsa da çok kısa ömürlü olmuştur İmparatorluğu parçalanmaktan kurtarmak ve dış müdahaleleri Önlemek amacıyla, keyfi idareye son veıip kanun önünde eşitliği sağlamak için Tanzimat döneminde girişilen çabalar da istenilen sonuçları verememişti Yabancı devletlerin azınlıklar lehindeki baskı ve müdahaleleri, hukuk devletinin gerçekleşmesinden çok, Osman i ı devletinin bölünmesine yol kaçmıyordu Padişahın yetkilerini sınırlandırmayan 1876 ‘Kanun-u E s a s r ’si ile I Meşrutiyet dönemi başladı Ancak, tarihimizin bu ilk Anayasası millet egemenliği fikrine yabancıydı 1876 M eşrutiyet’iııde. bütün üyeleri padişah tarafından tayin edilen ikinci Meclis (Meclis~i Ayan) vardı Padişah birinci meclisi (Meclis-i Mebusan-ı) dilediği anda dağılmak imkanına sahipti Meclise karşı hiç bir sorumluluğu bulunmayan yürütme organı sadece padişahın denetimi altındaydı Kaldı ki. bu deneme de çok kısa sürmüştü 1877’de başlayan meclis Türk-Rus savaşı üzerine, 14 Şubat 18 7 8 ’de padişah tarafından süresiz olarak kapatılmıştır 1908 de ‘Kanuıı-i Esasi” yeniden yürürlüğe kondu Metninde, demokratik yönde, kısa ömürlü değişiklikler yapıldı. A ncak İkinci Meşrutiyette de millet egemenliği esası kabul edilmiş değildi 31 M art ayaklanması üzerine padişah tahttan indirildi, yerine yeni bir padişah geldi Bu arada İttihat ve Terakki Partisinin devlet yönetiminde tek sö z sahibi oluşu, yeni bir baskı dönemini başlattı Göıidüyoı ki. milli egemenlik Türk devlet yapısına ilk defa A tatürk’le birlikte girmiş ve yerleşmiştir. 287 Gerçekten de Atatürk, büyük bir sabırla, millet egemenliği ilkesini zihinlere yerleştirmeye çalışmıştır Bu konudaki çok sayıdaki sözlerinden bir kaçını verelim: “E gem enliğinden vazgeçm eye rıza gösteren bir m illetin akıbeti elbette fela k e tle r, elbette musibettir,, ” “M illetler ken di egem enliklerini m utlaka ellerin de tutm ak m ecbu riyetin dedirler Ş im diye kadar m illetim izin başına g elen bütün fela k etler ken di talih ve kaderin e başka birisinin eline terk etm esinden k ayn aklan m ıştır Bu kadar acı tecrü beler geçiren m illetin ,, bundan sonra egem en liğin i bir kişiye verm esi kesin likle m üm kün olm ayacaktır, E gem enlik kayıtsız şartsız m illetindir ve m illetin olacaktır, ” A tatürk'e göre, millî egemenlik ilkesi, bütün kişisel yönetim biçimlerinin reddini gerektirir: “ T ürkiye devletin de ve Türkiye d evletin i kuran Türkiye h alkın da tfıcidar yoktu r, diktatör yo k tu r B ütün cihan bilm elidir ki, ortak bu devletin ve bu m illetin başında hiçbir k u vvet yo k tu r, hiçbir m akam yo k tu r Yalnız bir ku vvet vardır., O da m illi egem enliktir, Yalnız bir m akam vardır, O da m illetin k a lb i vicdanı ve varlığıdır ” Bu sözlerden de anlaşılmaktadır ki, Atatürk döneminin dikta rejimlerini reddetmiştir Nitekim Türk gençliğine okutulacak “Medeni Bilgiler" başlıklı ders kitabı için kendi ei yazısı ile yazdığı sayfalarda demokrasiye aykırı çeşitli akımlan eleştirerek, demokratik rejimin üstünlük ve özelliklerini anlatmıştır Bu sayfalarda, A tatürk’ün komünizmi, ihtilâlci siyasi sendikalizmi, faşizmi ve korporatist dikta yönetimini bilinçli bir şekilde reddettiği görülür Atatürk döneminde, demokrasi bütün gerekleriyle gerçekleştirilememiş olsa da, bu rejimin işler hale gelmesi için gerekli olan kurumlar ve düşünce temeli oluşturulmuş, Türk toplumu demokrasiye hazırlanmıştır Bu kurumlaıın başında, demokratik yapının temel unsuru olan TBMM gelir Saltanatın ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ile mutlak monarşiye ve teokratik devlet sistemine dönüş yollan kapanmıştır Milletin temsilcisi olan meclise karşı sorumlu olan,, milletvekillerine hesap veren bir hükümet fikri yerleşmiştir 288 Yüzyıllarca ırsî hükümdarlığa alışmış bir ülkede, yönetilenlerin yetkilerini milletin ve millet temsilcilerinin oylarından alması ve belli aralıklarla seçimlerin yenilenmesi usulü siyasi gelenek haline getirilmişti) Millet adına yargı hakkını kullanan bağımsız mahkemeler kurulmuştur Bağımsız bir yargı organı haline getirilen Danıştay'a, Bakanlar Kurulu kararlan da dahil, idarenin karar ve eylemlerini denetlemek, hukuka aykırı kararlan iptal edebilmek, haksız karar ve eylemleri nedeniyle idareyi tazminata mahkum edebilm ek yetkisi tanınmıştır. Birçok Avrupa ülkesinde kadınların siyasi haklardan yoksun oldukları bir dönemde, Türk kadınlarına Seçme ve Seçilme Hakkı tanınm ıştır 1930’iu yılların başında Türk kadını bu hakları elde ederken İsviçre ve Fransa gibi ülkeler bile kadınlarına bu siyasi haklan henüz tanımamışlardı Çok partili hayata geçmek denenmişse de ne yazık ki bunda başarılı olunamamıştı 1925’de Terakkiperver Cumhuriyet Fır k as rım ı bilinen şartlardan dolayı kapatılmasından beş yıl sonra 1930 da Atatürk bir defa daha çok partili rejim denemesi yapmıştır Arkadaşı Fethi O kyar’a kurdurduğu Serbest Cum huriyet Fırkası tecrübesi de. Cumhuriyet ve laikliğe karşı olanların taşkınlıkları ve demokrasi İçin gerekli olan anlayış ve düşünce ortamının henüz kurulm amış olması yüzünden kısa sürmüştür Görüldüğü gibi, yeni Türk devleti kuruluşundan itibaren demokratik rejimin yerleşmesi yolunda büyük gayretler sa rf edilmiştir Hemen belirtm ek gerekir ki, rejimlerin en iyisi olan demokrasi rejimlerin en kolayı değildir Bu sebeple özgürlüğe, insan haklarına, hür seçime, hukukun üstünlüğüne, yurttaşların kanun önünde eşitliğine dayalı, bugün anladığımız tarzda bir demokrasinin bütün gerekleri ile uygulanışı, yalnız Tiiık tarihinde değil, dünya tarihinde de oldukça yenidir Demokrasi kendiliğinden ve rastlantı sonucu doğuveren bir yönetim tarzı değildir İnsanların, akıllarım, iradelerini kullanarak, bazı eğilim ve içgüdülerini yenerek gerçekleştirebildikleri bir rejimdir “H ürriyete layık olm ak için h ü rriyeti daim a ye n id en feth etm ek gerek ir” sözünün de ifade ettiği gibi demokrasiyi kurmakta yeterli değildir Onu yaşatabilmek için devamlı dikkat ve uyanıklık göstermek şarttır 289 Şüplıe yok ki, demokrasi, çağrınızın en çekici en sihirli sözcüklerinden bilidir O kadar ki, bir çok açıdan birbirlerine taban tabana zıt rejimler bile, kendilerine 'demokratik’' sıfatım vermektedirler. Ne var ki devletlerin kendilerine taktıkları sıfatlar; ya da anayasalarına yazdıkları parlak cümleler, bir ülkede demokrasinin var olmasına yetmemektedir Gerçek demokrasi her şeyden önce hür seçime dayanır, Bir milletin kendi kendini yönettiğinden söz edebilmek için, milletin siyasi tercihinin serbest ve dürüst seçimlerle ortaya konabilmesi gerekir Tek parti tek liste ile yapılan bir seçime seçim denilemez Çünkü seçmene siyasi tercih hakkı verilmemiştir İktidar partisi karşısında serbestçe teşkilatlanabildi görüşler ini açıklayabilen, seçimlere katılabilen bir veya birkaç muhalefet partisinin bulunması demokrasinin başta gelen unsurlarındandır. Gerçek demokrasi insanları korkudan uzak şekilde yaşamasını sağlayabilen tek rejimdir Totaliter rejimlerde ise hürri) et değil korku bakimdir Demokrasinin özünde akılcılık vardır. Otokratik rejimlerde, yöneticilerin iktidara gelişleri ve iktidarda kalışları akılcı temellere dayanmaz Yönetilen büyük kitlenin herhangi bir şekilde katkısı, oyu, ıızası olmaksızın, bir insanın veya bir avuç İnsanın toplumun bütün öteki mensuplarım yönelme hakkına sahip sayılabilmeleri için, çoğu zaman bu yöneticilerin güçlerini A lla h ’tan aldıklarını ileri sürmeleri gerekmiştir Çağımızın bir olgusu olan totaliter rejimlerde ise, iktidardakilerin güçlerini A lla h’tan aldıkları yolundaki İnancın yerini, bir ırkın üstünlüğü veya bir sınıfın iktidara el koyma hakkı gibi dogmalar almıştır Faşizmde, Kom ünizm de, teoktarik diktatörlüklerde başta bulunanlar bütün gerçeği sadece kendilerinin bildiğine ve temsil ettiğine, o halde doğmaya aykırı herhangi bir görüş ileri sürmenin suç olduğuna inanmışlardır, Totaliter rejimler ha lk için iyi olanı sadece biz biliriz H alkın kendi kendini yö netm esi önemli değildir yönetim in halk yararına olm ası Önemlidir görüşüne dayanırlar Demokraside ise yönetimin halk için ve halk yararına olması elbette gereklidir ve önemlidir; fakat yeterli değildir Halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesi söz konusudur 290 Totaliter rejimde iktidar partisi mutlak ve tartışılmaz gerçeği tekelinde tutar Sözde halkı temsil ettiği ileri sürülen organlar bulunsa bile, bu organlardaki üyelere düşen görev sadece baştakilerin tespit ettiği çizgisini öğrenmek, doğru olduğu kendilerine parti yönetimi tarafından tebliğ edilecek olan düşünceleri tartışmasız alkışlamaktır Buna karşılık, demokratik sistem, gerçeğin kimsenin tekelinde olmadığı bilincinden hareket eder Demokratik rejimde, gerçeğin aranmasına, gerçeğe yaklaşılmasına imkan veren hür ve adil tartışma usulleri hayati önem taşır Çağdaş anlamda demokrasi, ırk, renk, mezhep, cinsiyet gibi sebeplerle bit kısım yurttaşların siyasi haklardan yoksun bırakılm alarım kabul etmez Kanun önünde eşitliğe Önem verir Demokratik anlayışla yalnız devlet değil, bireylerde önemlidir Elbette devlet olmadan bağımsız ve hür yaşanmaz, güvenlik sağlanamaz, elbette devlet korunacaktır Devletin hayati önem de görevleri olduğu unutulm ayacaktır Fakat devlet kişilerin korkusuz, hür, mutlu yaşatı İmaları am acından saptm im am ahdır B- M İLLİY E TÇ İLİK Milliyetçilik Atatürk İlkelerinin ve Türk inkılabının temel bir ilkesi olduğu kadav, Türk milletinin kaderini tayin eden, biı yüce ülkü, milleti huzur ve refaha yönelten güçlü bir bağdır. Milliyetçilik, genel olarak herkesin m ensup olduğu milleti sevmesi ve onu yüceltm eye çalışmasıdır Çağımtzın en geçerli sosyal politika prensibi olan Milliyetçilik, millet gerçeğinden hareket eden bir fikiı akımıdır Bu sebeple öncelikle millet kavramı üzerinde durmam ız gerekir 291 Millet ve Milliyetçilik Kavramları: Çağımızda Fransızca “N ation ,, kelimesinin karşılığı olarak aynı kökten, aynı soydan gelm e anlamında kullanılan millet; her şeyden önce ortak bağlan olan insanlar topluluğudur İnsan, sosyal bir varlık olarak tarihin bilinen en eski çağlarından itibaren toplu halde yaşamakla beraber, bu topluluğun millet karakterini alması Y akınçağın bir ürünüdür Yani toplumlar, sosyal gelişim basamakları içinde, aşiret teşkilatından milli teşkilatlanma seviyesine ulaşarak millet haline gelmişlerdir Yüzyıllar süıen bir tarihi akış ve sosyal kültürel bir pota İçinde meydana gelen bu ürüne “M illet” adını veriyoruz Milleti tanımlamak ve onu diğer insan topluluklarından ayırdetmek için ortaya atılmış olan görüşleri iki grupta toplayabiliriz. Bu görüşlerden birincisi objektif millet anlayışıdır Bu görüşe göre; Millet, aynı ırktan gelen, aynı dili konuşan ve aynı dine inanan insanların meydana getirdiği bir topluluktur. Bu görüşü benimseyen düşünürlerin bazıları dil birliğini, bazıları yurt birliğini, bazıları soy birliğini, bazıları din birliğini, bazıları tarih ortaklığını ve ülkü kardeşliğini fertleri birbirine bağlayan ana faktörler olarak göstermişlerdir Saydığım ız bu objektif faktörler, tarihi bakımdan bir çok milletin meydana gelmesinde çok Önemli rol oynamışlardır Fakat millet olgusunu sadece bu faktörlere indirgemek, her milleti sadece objektif benzerliklerle açıklamak yetersiz kalmaktadır. Bu bakımdan milletin oluşm asında sübjektif veya kültürel unsurlar ağır basmaktadır Gerçekten bir milletin oluşabilmesi için onun her şeyden önce bir his olarak kalplerde yaşaması gerekir Bu gerçek birçok düşünürü milletin kriterini sübjektif veya manevi unsurlarda aramaya yöneltmiştir,, Sübjektif millet anlayışını ilk defa en güçlü bir şekilde ortaya koyanlardan biri Fransız düşünürü Ernest R en a n ’dır. Renan 3882 yılında verdiği “Bir M illet N edir?” adlı konferansında milletin, fertleri arasındaki “birlikte yaşam a duygusuna bir ortak kültüre, bir ruh birliğine” dayandığını belirtmiştir Gerçekten millet olmak için en başta arzu edilen husus, toplumun fertleri arasında sevgi ve saygı hislerini canlı tutan en gerekli anlarda karşılık beklemeksizin dayanışmayı sağlayan duygu ortaklığının mevcudiyeti olmalıdır Bu ortak duygu ancak, ortak bir kültür hayatı yaşayan 292 topluıularda ortaya çıkabilir O halde milli kültür millet olm anın sosyal dokusunu m eydana getirmektedir Bir toplulukta fertler aynı kültür, aynı terbiye ve aynı duygularla birleşiyorsa orada millet gerçeği vardır denilebilir Kültürde birlik, sosyal yapının güçlenmesini sağlar Çünkü fertler arasındaki ortak duygu ortak şuuru yaratır. Bu bakrmdan milli şuur veya milli duygu küitür hayatının dışa bir yansımasıdır A ncak ortak kültür değerleri fertler arasında birleştirici rol oynayabilirler Bu da sosyal yapının güçlenmesini sağlar O halde milli kültürün en Önemli görevi millet olma sürecini pekiştirmiş olmasıdır Şüphe yok ki, Millet bir gönül birliği, bir ruh anlaşması ve bunun hukuki ifadesi olan birlikte y aşam a arzu ve iradesidir. Bu birlik ve anlaşmanın doğması için elverişli bir zemin lazımdır Bu zemin yukarıda saydığımız ortak ülke, ortak dil, ortak soy, ortak din ve ortak tarih gibi objektif faktörlerdir. Ancak sübjektif veya kültürel faktörler bu zem in üzerinde yükselebilir D em ek ki bîr milletin varolabilmesi için objektif ve sübjektif faktörlerin birbirini tamamlamaları ve takviye etmeleri gerekmektedir Ayrıca bir insan grubunun bir gönül birliği halini alarak bir millet meydana getirmesinde siyasi kuvvet ve teşkilatın da önemli bir rolü vardır. Bütün bu izahların ışığı altında bir tarif y apm ak gerekirse Millet; ne yalnrz ırk ve yurt birliğinin, ne yalnız dil, tarih ve ülkü birliğinin, ne de siyasi hukuki ve iktisadi birliğin ürünü olmayıp, yukarıda sayılan objektif ve sübjektif unsurların bir araya gelmesiyle meydana gelen tarihi ve sosyal bir gerçektir diyebiliriz Bizde bu anlam da milleti ilk tarif eden Ziya Gökalp olmuştur G ö k a lp ’e göre, milleti meydana getiren temel faktör ırk, kavim, ya da coğrafya değildir Millet; “D ilce, D ince, A h lakça ve G üzellik D uygusu bakım ından m ü şterek olan, y a n i aynı terb iyeyi alm ış fertlerd en m eydan a gelen bir toplu lu ktu r ” İleride geniş şekilde üzerinde duracağım ız gibi Atatürk de millet ta nım ında yukarıdaki bütün unsurları esas almaktadır. Milliyetçilik Bir sosyal politika prensibi veya fikir akımı olarak, m illet gerçeğinden hareket eder ve milli menfaati temin gayesi ile bir ülkü e t r a f n d a toplanmayı ifade eder Milliyetçilik ideal ve kader birliğinin 293 yönlerini belirten bir prensiptir ve toplumu yüceltme amacını güder Çağımızda milliyetçilik insanı bir gruba ve bir toplum a bağlayan en kuvvetli bağdır Bu anlam da milliyetçilik, kişiyi topluluğa bağlayan bağ olarak milliyet duygusu şeklinde de ifade edilmektedir Her milletin milliyetçilik anlayışı değişik ve farklıdır Çünkü Milliyetçilik, hayatiyet ve gelişmesini her ülkenin özelliğine, her milletin kendine has karakterin e göre geliştirecek bir nitelik taşımaktadır,. Bu sebeple dünyada ne kadar milliyetçilik akımı varsa o kadar da milliyetçilik anlayışı vardır. Dolayısıyla heı milliyetçilik akımının da kendine has özellikleri vardır Bu bakımdan bütün milliyetçilik akımlarım içine alan açık ve belirli bir tarif y apm ak güçtür Bununla beraber milliyetçilik; “ Kendilerini aynı milletin üyesi sayan kişilerin duydukları, bir arada, aynı sınırlar içerisinde, bağımsız bir hayat sürmek ve teşkil ettikleri toplumu yüceltmek isteğidir “ Sadri Maksudi Arsal, bundan biraz farklı olarak milletin tarihi oluşum una değer vererek milliyetçiliği şöyle tarif etmektedir: Milliyetçilik, yani milliyet duygusu bir millete mensup fertlerin, milli tarihlerine, milletlerin mazideki hem parlak başarılarına, hem de felaket ve ızdıraplarına karşı derin bir ruhi bağlılık ve hürmet hissi şeklinde tecelli eder Fakat milliyetçilik ancak maziye mazideki şeylere bağlılıktan ibaret değildir, Milliyet hissinin tecelli ettiği diğer bir saha vardır O da istikbale yönelmiş emel, gaye ve düşünceler sahasıdır ” demektedir Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Gelişmesi Türk M illiyetçiliği; İslam ü m m etçiliğinden çok m illetli O sm an lıcılığa, oradan siyasi İslam cılığa ve n ih ayet Türk M illiyetçiliği ve vatan perverliği şeklinde bir gelişme göstermiştir Bu hareket Osmanlı Devletinin çeşitli din ve milliyetlerden meydana gelen kozm opolit yapısı içinde bir tepki ve kendini bulma akımı olarak doğmuş ve daha ziyade Türkçülük olarak adlandırılmıştır Fransız İhtilali ile beraber modern milliyetçilik cereyanının yayılması, çok milletli Osman! ı devletini de etkilemekte gecikmemiştir Millet gerçeğinden hareket eden bu ideolojik vasıflı milliyetçilik anlayışı, milli menfaati temin gayesi ile bir ülkü etrafında toplanmayı ve milleti yüceltmeyi amaçlat Temelde ise, milli egemenlik ve ona bağlı olarak gelişen milli bağımsızlık fikrine dayanır Bu siyasi milliyetçilik 294 cereyanı Osmanlı devletinde önce Gayri Müslimierde, daha sonra da Türkİerin dışındaki Müslüman unsurlar arasında yayılmıştır Türklerdeki milliyetçilik, Gayri Müslimlerin bağımsızlık kazanarak devletten birer birer ayrı İmaları ve İmparatorluktaki Türk olmayan Müslüman unsurların milliyetçi gayelerine karşı bir tepki olarak doğmaya başlamıştır Balkan Savaşları Osmanlıcılık anlayışının dayandığı temelleri yıkmış, “ İttihad-r Anasır” politikasını fiilen iflas ettirmiştir Sonuçta Türk Milliyetçiliğinin hızla yükselm esine yol açmıştır Türk Milliyetçiliğinin uyanışındaki bu gecikmenin milletimize ne kadar pahalıya mal olduğunu Atatürk şu sözlerle açıklamaktadır: “ Biz Milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz, Bunun zararlarını fazla faaliyetle telafiye çalışmalıyız, Çünkü tarih, hadiseler vc m üşahedeler, insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hakim olduğunu göstermiştir Özellikle bizim milletimiz, milliyetini ihmal edişinin çok acı cezalarını çekmiştir, Osmanlı İm paratorluğundaki çok çeşitli toplumlar hep milli inançlara sarılarak, Milliyetçilik idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar, Biz ne olduğum uzu, onlardan ayrı \ e onlara yabancı bir millet olduğumuzu, sopa ile içlerinden kovulunca anladık Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğum uzm uş ” Milli M ü cadeie’nin başlanırda Türk Milliyetçiliğini ve milli egemenlik ilkesini kendisine rehber olarak alan Mustafa Kemal Paşa, Türk toplumunu dağılm a tehlikesinden kurtararak Müdafaa-i H ukuk Hareketi içindeki dağınık mahalli güçlerin temsilcileri cemiyet ve kongreleri Sivas Kongresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ııin bünyesinde Misak-ı M illi’ci bir sentez içinde kaynaştırıruştır Bugünkü sınırlarımız içinde yaşayan milletimiz bu kaynaşma temeline dayanmaktadır Böylece Milli Mücadele hareketi toplum umuzun üm m et halinden millet haline geçiş sürecinde önemli bir rol oynamıştır Bu sebeple Türkiye’de çağdaş manada bir millet oluşturma ve ona muhteva kazandırma Türk Milli Mücadele hareketi ile birlikte M ustafa Kemal Paşa tarafından gerçekleştirilmeye başlanmıştır Çünkü M ustafa Kemal Paşa bölgeciliğin yerine Türk Milliyetçiliğini geçirmiş, Türk toplumunu 295 ortak hedefler çerçevesinde birleştirmiştir Bu hedeflerin en Önemlisi bizzat Obrun da belirttiği gibi; Hakim iyet-i Mrlliyeye müstenit, b iiakaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmektir,” A tatü rk ’ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı Osmanlr dönem inde İmparatorluk yapısı içinde Türk toplum una gereken önemin verilmediğini gören ve milliyet fikrinin toplum um uzd a uyanışının ve devlet politikasında tatbikinin gecikmesinin milletimize büyük zararlara mal olduğunu söyleyen Atatürk; “ dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak ilk önce biz kendi benliğim ize bu hürmeti hissen, fikren ve fiilen bütün ef’al ve harekatımızla gösterelim; hilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır ” demektedir Bu sözleri ile milletlerin yaşayabilmesi için milli şuurun uyandırılması ve milliyet fikrinin tatbikinin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan Atatürk; Türk Milliyetçiliğini Türkiye C um huriyeti’nin kuruluşu ile birlikte şuurlu bir devlet politikası olarak yürütmeye başlamıştır Bu politikanın sonucu büyük felaketler yaşayan milletimize yeniden güven duygusu kazandırmıştır. Milli M ü cad ele’nin askeri safhasının kazanılması ile birlikte giriştiği radikal inkılaplarla Türk toplumunu “m uasır milletler” seviyesine çıkarmayı amaçlayan Atatürk; bunun bir gereği olarak Tüık milliyetçiliğinin temeli olan Türk toplumuna modern bir millet vasfı kazandırmaya çalışmıştır Çünkü, “M edeni olm ak ancak kuvvetli bir millet olm akla m ü m kü nd ür” A tatürk’ün Milliyetçilik anlayışım iyi anlayabilmek öncelikle O ’nun millet anlayışını açıkça ortaya koym am ız gerekir için, A tatü rk ’ün Millet Anlayışı A tatürk’ün millet anlayışı, bugün de ilmiliği kabul edilmiş olan sübjektif veya kültürel millet görüşüne uygundur Milletin çağdaş düşüncelere uygun ilmi bir tanımını yapm a gereğine işaret eden Atatürk, m ümkün olduğu kadar her millete uyabilecek olan şu geniş tanımı yapmaktadır: 296 a-Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan; b-Beraber yaşam ak m uvafakatta samim i olan, hususunda müşterek arzu ve c-Ve sahip olunan mirasın m uhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cem iyete millet namı verilir, Bu tarif tetkik olunursa, bir milleti teşkil eden insanların rabıtalarındaki kıymet, kuvvet ve vicdan hürriyetiyle insani hisse gösterilen riayet, kendiliğinden anlaşılır Gerçekten maziden müşterek zafer ve yeis mirası; istikbalde gerçekleştirilecek aynı program ümitleri beslemiş olmak; bunlar elbette bugünün medeni zihniyetinde, diğer her türlü şartların üstünde mana ve şümül alır,” Atatürk her millete uyabilecek, bu genel tanımın yanı sıra, Türk MİlletPnin oluşum unda etkili olan tabii faktörleri şöyle sıralamaktadır: a - Siyasi varlıkta birlik, b - Dil birliği, C- Yurt birliği, d - Irk ve menşe birliği, e - Tarihi Karabet (Yakınlık-Akrabalık), f- Ahlaki karabet (Yakınlık-Akrabalık), Temelde Atatürk, millet hayatında ve tanımında milli kültürü esas almaktadır Nitekim yaptığı tanım lardan birinde milleti; “Dil, kültür ve m efkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasi ve içtimai heyet” olarak tarif eden Atatürk Ayrıca, ‘T ü r k iy e C u m h u r iy e t in i kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir” demektedir Gene A tatürk’e göre; Milletin en kısa tanımı “aynı kültürden olan insanlardan oluşan toplumdur ” Gerçekten de bil milletin oluşabilmesi istikbalini ve milli benliğini m uhafaza edip devamlılığını sağlayabilmesi için milli kültüre sahip olması şarttır Nitekim millet hayatında milli kültürün yer ve öneminin idraki içinde olan Atatürk; “Milli kültürün her çığırda açılarak yükselm esin i 297 Türk C u m h u riyeti’nin temel direği olarak temin e d e c e ğ i z ” diyerek m i 1i i kültüre verdiği Önemin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Gerçekten Atatürk kültüre verdiği önemi sadece sözde bırakmayıp öncelikle Türk kültürünün araştırılması ve zenginleştirilmesi için dil ve tarih kurum iannın yanı sıra fakülteler ve üniversiteler kurulmasına büyük Önem vermiştir Diğer taraftan çağdaş medeniyete yönelirken Türk gururunu ve İzzet-i nefsini tatmin ederek oluşm akta olan kültürün milli bir tabana oturmasını sağlamak amacıyla Türk tarihi ile ilgili araştırma ve incelemelere öncülük etmiştir Ayrıca kültürü geniş tabana yayarak milli birliği sağlamlaştırmak am acıyla aydm -halk bütünleşmesine yönelik çalışmalar yapmıştır. Atatürk sistemli olarak yürüttüğü bu kültür politikası ile Türkiye’de çağdaş manada millet olma sürecini başlatmıştır Bu millet görüşünün ışığı altında Atatürk, milliyet prensibini şöyle tanım lamaktadır “Bir milletin diğer milletlere oranla tabii veya sonradan kazanılmış özel karakter sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir varlık teşkil etmesi, çoğu zaman onlardan ayrı olarak onlara paralel gelişm eye çalışmasına milliyet prensibi denir,, Bu p re n sib e göre, her fert ve her millet kendi hakkında iyi niyet, topraklarına bizzat kayıtsız sahip olmayı istemek hakkına ve hürriyetine sahiptir” Türk milliyetçiliği ise, “ ilerleme ve gelişm e yolunda ve milletlerarası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla uyum içinde yürüm ekle beraber, Türk topium unun özel karakterlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktadır ” A tatü rk ’ün Milliyetçilik Anlayışı ve Özellikleri Atatürk gerçekleştirdiği köklü inkılaplarla Türk toplumunu çağdaş milletler seviyesine yükseltirken, bu anlayışa uygun olarak milliyetçiliğe de yeni bir anlam ve çağdaş bir muhteva kazandırarak onu Türkiye Cuınhuriyeti’nin temel ilkelerinden birisi haline getirmiştir Böylece milliyetçilik anlayışım ız sadece bir tepki milliyetçiliği olmaktan çıkmış, gerçekçi, ileriye dönük, çağdaş ve birleştirici bir hüviyet kazanmıştır Bu açıklamaların ışığı altında A tatürk’ün milliyetçilik 298 anlayışının özelliklerini ve uygulamalarını şu başlıklar altında toplamak mümkündür Milli Birlik ve Bütünlüğe Büyük önem verir Milli birlik ve beraberlik duygusu millet fertlerini birbirine bağlar Zaten milli birlik ve beraberlik dünyada milliyetçilik cereyanının yayılm asından sonra kurulan milli devletlerde önem kazanm aya başlamıştır Atatürk de Milli M ücadele’nin başlangıcından itibaren milli güç. milli birlik ve bütünlük konusuna son derece önem vermiş, bu mücadeleyi Türk milletinin maddi ve manevi gücünü birleştirmesiyle başarmıştır. Milli Mücadele, milli sınırların kurtarılması olduğu kadar, millet birliğinin sağlanmasına da yönelik olmuştur. “Milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksekte göz diktiğim iz idealdir” diyen Atatürk, Türk milletinin birliğini kuvvetlendirecek manevi harcı kültür milliyetçiliğinde bulmuştur A tatü rk ’ün başta dil ve tarih çalışmaları olmak üzere milli kültüre büyük önem veımeşinin en önemli sebeplerinden birisi budur, milli birliğin sağlanması ve güçlendirilmesinde milli eğitime büyük görevler düştüğünü vurgulayan Atatürk; ‘ Yetişecek çocuklarım ıza ve gençlerimize, görecekleri eğitimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce T ü rk iye’nin bağımsızlığına kendi benliğine, milli geleneklerine düşm an olan bütün unsurlarla mücadele etm ek gereği öğretilmelidir, Dünyada milletlerarası durum a göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olm ayan kişilere ve bu nitelikte kişilerden oluşmayan toplumlara hayat ve bağımsızlık y o k tu r” demektedir. V a n ’dan, D iyarbakır’dan Trakya’ya, K arad eniz’den A k d en iz’e kadar yurdumuzun her köşesindeki memleket evlatlarım “hep aynı cevherin dam arları” olarak vasıflandıran Atatürk, ırk , m ezhep ve sın ıf a yrılıklarım körü kleyen lere karşı çıkm ış, m illi b irlik ve bütünlüğü sarsm aya çatışanların “düşmana alet olm uş beyinsizlerin dışında kim seyi etkisi altına alam ayacaklarım söylemiştir” Milletimizi kendi içinden bölm eye yönelik, bütün didinmelerin boğulmaya m ahkum olduğunu belirten A tatürk’e göte; “ Türk milleti kendinin ve 299 memleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışm ak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçm alam alarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir”, bilindiği gibi Atatürk kendisini Türk hisseden herkesi Türk kabul etmiş, “ Türkiye C um hu riy eti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir,” demiştir O ’nun millet anlayışı da ortak mazi, ortak tarih, ortak vatan ve ahlaka dayanmaktadır Bütün bu gerçeklere rağmen Türkiye üzerinde oynanm ak istenen oyunları gören Atatürk şöyle demektedir: “Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri ve Boşııaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve m illetd aşlan m ız vardır, Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırm alar birkaç düşman aleti, mürteci, beyinsizden mada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl etmemiştir Çünkü bu millet efradı da umûm Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar ” Bu sebeple A tatürk’ün toplayıcı ve birleştirici Milliyetçilik anlamışı, Türk milletini ırk, mezhep ve sınıf kavgaları ile bölmeye kalkışacak olanlara karşı en sağlam savunma aracıdır Sınıf Kavgasına Karşıdır A tatürk’ün milliyetçilik anlayışının önemli bir özelliği de sınıf mücadelesini reddetmesi ve sosyal dayanışmayı esas almasıdır Atatürk; Türk toplumunu teşkil eden köylü, çiftçi, işçi, esnaf, sanatkar, sanayici, tüccar, serbest meslek sahibi ve memur gibi heı çeşit meslek ve zümrelerin, aynı milli toplum un birer unsuru olarak, sosyal adalete u>gun esaslar içinde, ahenkli bir tarzda işbirliği yapmalarını; bunlar arasında çıkabilecek anlaşmazlıkların millet yararını her şeyin üstünde tutarak uzlaştırılmasın! ve bağdaştırılmasını öngören temel bir görüşe sahiptir A tatürk’ün gerek milliyetçilik anlayışı, gerekse halkçılık anlayışı sosyal adalete, sosyal güvenliğe toplumun ekonom ik bakımdan zayıf kesimlerinin koııınmasına ve güçlendirilmesine, adaletli gelir dağılımına büyük önem vermekle beraber, sınıf mücadelesini reddeder 300 Atatürk M i i ii M ü c ad e le’nin ilk günlerinden itibaren kendi halkçılık anlayışının sınıf çatışması esasına dayanan komünizmle hiçbir ilgisinin bulunmadığını sürekli olarak vurgulamıştır Gerçekçidir ve Vatan Kavramına Dayanır A tatürk’ün Milliyetçilik anlayışının temel özelliklerinden birisi de gerçekçiliktir Türk milletinin varlığının ve hayati menfaatlerinin P a n ­ islamizm, Pan-Turanizm veya federal imparatorluk gibi uzak hayallere feda edilmemesi gerektiğini daha Milli M ücadele’nin başında vurgulayan Atatürk: “Büyük hayaller peşinde koşan, yap am ayacağım ız şeyleri yapar gibi görünen sahtekar insanlardan değiliz,, Efendiler!, Büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini bu memleketin ve milletin üzerine topladık, biz Pan-İsiamizm yapmadık, Belki yapıyoruz yapacağız dedik, Düşmanlar da y aptırm am ak için bir an ön ce öldürelim dediler,, Pan-Turanizm yapmadık. Yaparız yapıyoruz dedik, yapacağız dedik yine öldürelim dediler! Biz böyle yapm adığım ız ve yapam adığım ız kavramlar üzerinde koşarak düşmanlarım ızın sayısını ve üzerimizdeki baskıları artırmaktan ise, tabi sınıra, meşru sınıra dönelim, Efendiler!,,, Biz hayat ve bağımsızlık isteyen milletiz, Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı esirgemeden harcarız ” demektedir Takip edilecek geıçekçi ve akılcı yolun sınırları belli bir vatan üzerinde, milli bir devlet kurmak olduğunu belirten A tatürk’ün bu gerçekçi tavu elbette milli sınırlarımız dışında kalan Türklerle ilgilenmediği anlamına gelmez Bu konuda Atatürk şöyle demektedir. “Türk milleti istiklal savaşından beri, hatta bu savaşa atılırken bile, mazlum milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davaları ile ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir,, Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette uygun görülmez, Fakat Milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve m üdafaa edilmemelidir Hareketlerin imkan sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır 301 Türkiye dışında ilgilen melidirler.” kalmış Tüı k l e ı , ilkin kültür meseleleriyle Nitekim bir Türklük davasını böyle bîr müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz Baykal ötesinde Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz Bu konuşmasından da açıkça anlaşılacağı gibi, Atatürk dış Tüı kleı davasını Öncelikle bir kültür meselesi olarak ele alarak ilgilenmektedir Anavatanı tehlikeye atmadan dış Tür kleı in her türlü sorunu İle ilgilenen Atatürk, bu konuda Türkiye’nin hazırlıklı olmasını da tavsiye etmektedir Atatürk'ün Milliyetçilik anlayışı vatan kavramı yakından bağlantılıdır İle de çok I Dünya S avaşkanı yenilgiyle sonuçlanması ve A n ad o lu ’nun dahi tehlikeye düştüğü bir sırada son derece gerçekçi davranan Mustafa Kemal Paşa Türk milletinin hayati menfaatlerinin Pan-îsiamizm veya Pan-Tıirkizm gibi uzak hayallere feda edilmemesi gerektiğini vurgulayarak milli sınırlar ötesinde müphem ve daha geniş bir varlık içiıi değil, Tüıkiye halkı için savaştığım açıkça ortaya koymuştur: ‘ Efendiler, vatandaşlarım ızdan hemşehrilerimizden her biri kendi dimağında bir mefkure-i Aliye besleyebilir, hürdür, muhtardır,, Buna kimse karışamaz, Fakat Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin sabit, müspet maddi bir siyaseti vardır, O da efendiler muayyen hududu millisi dahilinde hayatını ve istikbalini temin etm eğe matuftur diyen Atatürk, Ziya G ökalp’den beri sosyolojik temelleri oluşturulan kültür milliyetçiliğinin büyümesi, yeni Türk nesillerinin Türklük Türk milletine dayanan özdeşlik, bağlılık fikrine, yeni bir fikir, “ Türklerin ülkesi, Türkiye İdealini” getirmiş oluyordu. Yeni devletin ilk günlerinde ortaya çıkan bu yeni fikir T ürkiye’deki Türk m i iletine dayanan toprağa bağlı bir Miiiet-Devlet fikri idi Sonuçta, Milli Mücadele ile çizilen Misak-ı Milli sınırlan Türk milletinin anavatanı olarak benimsenmiştir 1921 ve 1924 anayasalarında Türkİ\e ülkenin adı olarak kullanıldı Böylece Türk Milliyetçiliği m i Hi 302 vatan kavramı ile bütünleşince açıklık ve güç kazanmıştır Bundan sonra Türk devleti bütün gücünü bu vatan etrafında birleşmiş, çağdaş medeniyeti benimsemiş milli bir devletin yücelmesine sa rf etmiştir. Atatürk. Tüık milletinin oturduğu, yaşadığı toprak parçasını; derin ve şanlı geçmişin, büyük kudretli atalarının mukaddes miraslarının saklandığı sınırları tarihte çizilmiş yer olarak belirtmektedir A tatürk'e göıe, Vatan diye adlandırılan bu toprak parçası hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir kütledir,” Saldırgan Değil Barışçıdır Milliyetçilik konusunda son derece hassas olan A tatürk'ün milliyetçilik anlayışı asla bencil bir milliyetçilik değildir O ’nun milliyetçilik anlayışında her şeyin üstünde Türk milleti ve bu milletin menfaatler i gelmesine rağmen, insanlık ailesi içinde başka milletlere de yaşama ve hürriyet hakkı tanırdı Atatürk bu konuda; ‘ Vakıa bize milliyetperver derler, Fakat biz öyle m illiyetperveram z ki, bizimle teşriki mesai eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz,, Onların bütün milliyetlerinin icabatını tanırız, Bizim milliyetperverliğimiz herhalde hodbinane ve inağı urane bir m illiyetperverlik değildir,,” demektir. “ ,,,, Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir c i n a y e t t ir ’' diyen, A tatürk’ün milliyetçilik anlayışı barışçıdır Türkiye’nin milli menfaatlerinin bir gereği olarak L o z a n ’dan sonra samimi ve dürüstçe barış idealini savunmuştur Yurtta Sulh Cihanda Sulh ilkesi barışa verdiği değerin ifadesidir Hemen belirtelim ki, düşman güçlere boyun eğm eye hazır, teslimiyetçi, dünya gerçeklerinden habersiz, hayalci pasifistlerin tavrı ile Atatürk’ün barışçılığı arasında derin bir uçurum vardır N e yazık ki çağımızda hala milletlerarası ilişkilerde kuvvetli olan haklıyı ezebilmektedir Bu gerçeği görmezlikten gelmek m üm kün değildir. Bu sebeple her şeye rağmen barış veya milli menfaatlerden fedakarlık pahasına da olsa barış anlamına gelebilecek pasifist biı politika değildir Atatürk, barışın korunmasının milli güce ve askeri hazırlıklara bağlı olduğunu çok iyi görmüş ve bunun gereklerini yerine getirmiştir 303 Irkçılığa karşıdır Atatürk'ün çağdaş milliyetçilik anlayışı ile ırkçılığı bağdaştırmak mümkün değildir. 1937’de anayasaya milliyetçilik ilkesi eklenirken Recep Peker, “Bizim milliyetçiliğimizin kan ve ırk m illîyetçiliği” nden farklı olduğunu belirtmiştir Y ukarıda da belirtildiği gibi Atatürk millet hayatında kültürü esas almaktadır Çağdaş milliyetçiliğin de gereği budur Bu konuda Erol Güngör; “ hakikatte milliyetçilik bir kültür hareketi olması dolayısıyla ırkçılığı, halka dayanan bir siyasi hareket olarak da otoriter idare sistemini reddeder.” derken, Sadri Maksudi Arsal; çağdaş milliyetçiliğin kan tahlili ve kafatası ile uğraşmadığını, sosyolojik ve psikolojik esaslara dayandığını belirtmektedir Aynı ortak geçmişe, ahlaka, hukuka sahip bulunan, aynı ortak kültürü ve idealleri benimseyen, kaderlerini kendi samimi istekleriyle Türk milletine bağlamış olan bütün vatandaşları Türk kabul eden Atatürk, Türk vatandaşlarını din ve etnik köken esasına göre ayırt etmez Yani Türk toplumu içinde büyüyüp, aynı eğitimi gören ve Türklüğü benimsemiş olan her vatandaş bugünkü milliyet aniayrşımıza göre T ü rk ’tür: Bu anlayış anayasalarımızda da Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk kabul edilir şeklinde ifadesini bulmuştur Dolayısıyla Alman nasyonal sosyalizminde önemli yer tutan çağdaş bilimin reddettiği sa f ırk, üstün ırk ııazarİyeleriyle ilgisi yoktur Milliyetçiliği Reddeden Akımlara Karşıdır Tüık Milliyetçiliği temeline dayanan Atatürkçülüğün, millet kavramını ve milliyetçilik prensibini reddeden düşünce akımlarıyla bağdaşmayacağı açıktır. Bu anlamda millet ve milliyet mefhumlarının birer burjuva uydurması olduğunu, komünizmde bunun yerini proletaryanın milletlerarası dayanışmasının alacağını ileri süren M arksizm-Leninizm elbette Atatürkçülükle bağdaşmaz. Gerçekte milliyet duygusu millet gerçeği, milleti inkar eden ideolojilerden daha güçlüdür Çünkü günüm üzde Çin, Rus, Bulgar vb. milliyetçilikleri uzun yıllar süren Marksist rejimlere rağmen derinden derine sürüp gitmiştir Ayrıca II Dünya Savaşı sırasındaki gelişmeler de göstermiştir ki, bu savaşta sınıf menfaatlerinden çok, milletlerin varlığı, bağımsızlığı, düşünce ve inanç hürriyeti, demokratik hayat tarzı gibi konular çok ağır 304 basmıştır Bu sebeple milletlerin tarihini sadece sınıf kavgasına veya ekonom ik ilişkilere bağlamak m ümkün değildir Atatürk, Hitler ve Mussolini’n i n . temsil ettikleri demokrasi düşmanı, millet egemenliği ile bağdaşmayan totaliter devlet anlayışlarını da reddetmiştir Atatürk aynı zamanda Laikliği temel ilkelerinden biri haline getirdiği için teokratik devlet anlayışının da karşısındadır. Laiklik İlkesi ile Bağlantılıdır A tatürk’ün milliyetçilik anlayışının bir diğer özelliği de laik bir anlayışa sahip oluşudur Din ve devlet işlerinin ayrılmasını esas alan laikliğin, Türk toplumunun temel ilkelerinden biri haline gelmesiyle dinin bit leştiricilik rolünü Türk milliyetçiliği almıştır Böylece toplum umuzun ümmet yapısından çağdaş manada millete geçiş süreci başlamıştır Bu gerçeği Atatürk 5 Kasım 1935'te yaptığı konuşmada şöyle vurgulamaktadır: “ Milletin varlığının devamı için, fertleri arasında düşündüğü ortak bağ yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dini ve mezhebi bağlılık yerine Türk milliyeti bağı ile fertlerini toplam ıştır.” A tatü rk ’ün devletin temel ilkelerinden birisi haline getirdiği laiklik ilkesi sayesinde toplum um uzda meydana gelebilecek her türlü mezhep çatışması önlenmiş, Türk toplum u milli hedefler çerçevesinde birleşmiştir Laiklik sayesinde devlet yönetim inin din kurallarına bağlı olmaksızın, din ve devlet işlerinin, hukukun, eğitimin çağdaş bilime, çağın ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş ve yürütülmesi sağlanmıştır A yrıca ilerleme ve gelişme yolundaki engeller laiklik ilkesi sayesinde kaldırılmış, Türk milliyetçiliği yepyeni bir anlam ve boyut kazanmıştır Millet Egemenliği İlkesiyle Bağlantılı ve Demokrasiye Yöneliktir Milli M ü cad ele’nin temelinde, Türk milliyetçiliği ile birlikte, egemenliğin bir şahsa, değil millete ait olduğu ilkesi de yer almıştır Atatürkçü düşünce sisteminde, bu iki ilke birbirinden ayrılamaz Böylece milli egemenlik ilkesiyle bütünleşen Türk milliyetçiliği çağdaş bir özellik kazanmıştır Çağdaş milliyetçiliğin en önemli özelliklerinden birisi de zaten dem okratik bir nitelik taşımasıdır Milli M ü cad ele’yi 305 güçlü ve meşru bir temele, yani milli egemenlik temeline oturtan A tatürk'ün esas amacı, milli egemenlik ilkesinin tabii bir sonucu olarak T ürkiye'de demokrasiyi yerleştirmektir A tatürk’e göre; “ Io p lu m d a en yüksek hürriyetin en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunm ası ancak ve ancak tam ve k at’i manasıyla milli egemenliğin kurulm uş olmasına bağlıdır,” Bu sebeple Atatürk, bütün milli mücadele boyunca “hakim iyet-i milliye” esasını işleyip, onu yeni devletin temel dayanağı yapm akla devletin, yönetim şekli olan cumhuriyet rejiminin de temelini atmış bulunuyordu. Gerçekten milli egemenlik esasının tam bir şekilde gerçekleşmesi cumhuriyetle m ümkündür Atatürk milli egemenlik ilkesini, Milli M ü cadele’nin ve yeni Tüık Devletİ’nin temel ilkesi haline getirirken hiç şüphe yok ki amacı Türkiye’de gerçek anlam da demokratik rejimi yerleştirmekti Fakat şartlar demokrasinin doğması ve sağlıklı bir şekilde işlemesi için elverişli değildi Çağdaşlaşm a yolunda hızla yapılması gereken köklü inkılaplar vardı Ülkenin demokrasi yolunda tecrübesi çok azdı Bu sebeple Atatürk dönem indeki demokrasi denemeleri başarılı olamamıştır Ancak uygulanan tek parti yönetiminin sürekli olmadığı vurgulanmıştır Amacın gerçek bîr demokrasiye ulaşmak olduğu devamlı tekrarlanmıştır. A tatürk’ün gerçekleştirdiği Türk inkılabının teorik olarak amacı iktidarı bütün millete devretme hareketi olmuştur Ülke şartlan ve genel eğitim seviyesi elverdiği anda tek partiden çok 'partili rejime geçilmesi amaçlanmıştır Siyasi iktidarın meşru kaynağının millet olduğu ısrarla vurgulanmış “ egemenlik kayıtsız şartsi 2 milletindir ” İlkesinin kalplere ve kafalara yerleşmesi yolunda çaba gösterilmiştir A tatürk’ün 1 Nisan 1923’te mecliste söylediği N u tu k ’ta; “ Türkiye devletinde ve Türk devletini kuran Türkiye halkında tacidar yoktur, diktatör yoktur Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiç bir m akam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır., O da hakim iyet-i milliyedir,;” sözleri bunun içindir Türk Milletinin Çağdaşlaşm asını A maçlayan Milliyetçiliktir İleriye Dönük Bir A tatürk’ün Milliyetçilik anlayışı Türk milletinin çağdaşlaşmasını amaçlayan ileriye dönük bir milliyetçiliktir A tatürk’ten 306 önceki devlet adamlarının çoğu medeniyet ile kültürü ayırarak Batı medeniyetinin sadece maddi taraflarım almanın yeterli olacağım düşünmüşlerdir Aynı medeniyet kültür ayrımı ve buna bağlı olarak çağdaşlaşm a konusunda, batıdan sadece teknoloji alınması fikri Türk milliyetçiliğini sistemleştiren Ziya G ök alp ’de daha belirginleşir D olayısıyla çeşitli sebeplerin de etkisi ile, bu şekilde çağdaş medeniyetin budanarak alınmaya çalışılması Türk çağdaşlaşma hareketinin başarısızlığa uğramasına sebep olmuştur, Halbuki kültür ve medeniyet birbirlerinden ayrı hadiseler değil, milli kültürler bir medeniyetin çeşitli manzaralarından ibarettir Milliyetçilik ise, milli kültürü bizzat bir medeniyet kaynağı haline getirerek toplumu modern bir millet haline getirme hareketidir Meseleye bu açıdan bakıldığında Osman lı dönem indeki Türk milliyetçiliğinde olduğu gibi, milliyetçiliğin sadece bit tepki veya bir kültür hareketi değil, aynı zamanda bir medeniyet davası olduğu ortaya çıkar Nitekim A tatürk’ün Türk milliyetçiliğine kazandırdığı çağdaş muhteva sonucu Türkiye’de çağdaşlaşma ile milliyetçilik birbirine karşı değil, birbirine paralel olarak gelişmiştir. Böylece Türk milliyetçiliği “ Batıya rağmen Batılılaşmak” düsturu ile bir tepki milliyetçiliği olmaktan çıkmış,. Tüık milletinin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmasını amaçlayan ileriye dönük bit milliyetçilik halini almıştır Zaten milliyet duygusu sadece milletin kültürüne geçmişine bağlılıktan ibaret değildir Aynı zam anda istikbale yönelmiş milli gaye ve düşüncelerdir Milliyet duygusunun bir gelişme ve ilerleme sebebi olması işte istikbale yönelik bu dilek ve arzular sayesindedir. Bu sebeple ‘Milletimizin hedefi, yani milli mefkuresi bütün cihanda tam manasıyla medeni bir içtimai h ey ’et olmaktır,.” diyen A tatürk’ün milliyetçilik anlayışı bat) medeniyetinden faydalanma ve çağdaşlaşma ile birbirine paraleldir Türk milleti ve devletinin dünyada milli varlığını ve istiklalini koruyabilmesi için çağdaşlaşmayı bir hayat davası olarak gören Atatürk; aynı zamanda milli şahsiyeti yok edebilecek taklitçiliğe de karşıdır. Çünkü çağdaşlaşm ada esas, model aktarma veya batıyı taklit değil, önemli olan, çağdaşlaşm a sürecinde bilim ve teknolojiye ait yaratıcı bir zihniyetin toplum değerleriyle bütünleşecek şekilde bağdaştırılmasıdır. 307 Bu sebeple Atatürk Türk topiumunun benlik şuuruna varması ve bu şuurdan alacağı güven hissiyle çağdaş m edeniyet aleminin haysiyetli bir üyesi haline gelmesini istemektedir N itekim . A tatürk’ün gerçekleştirdiği köklü inkılapları topluca değerlendirdiğimiz zaman bunların çağdaş medeniyet seviyesinde bir millet olm a ve aynı zam anda milli kültüre kavuşm a am acına yönelik olduğunu görürüz. C- H A L K Ç IL IK Büyük A tatürk’ün Halkçılık ilkesini daha iyi anlayabilm ek için bu düşüncenin Türkiye’deki tarihi seyrini kısaca gözden geçirmek faydalı olacaktır, T ank zafer Tunaya’nın dediği gibi II. Meşrutiyet dönemi,Y eni Türkiye’nin siyasi laboratuarıdır. Bu dönem de imparatorluğun tebaasını oluşturan çeşitli unsurların bağımsızlık kazanmaları “üm m et toplum ” yapısından millet’e geçiş sürecinin hızlanmasına vesile teşkil etmiştir Birçok fikir hareketinin göze çarpmaya başladığı bu dönem de halkçılık fikri de tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye’de Pantürkizm fikirlerinin yayılm asında tesirlerini gördüğüm üz Türk aydınlarından bir kısmının Rusya’dan gelmiş olması.bunların R u sy a’daki fikir akımlarından bazılarının Türk aydınlan arasında tartışılmasında öncülük etmeleri tabiidir Çarlık rejimine karşı olmak açısından Rus Narodnikleri ile aynı noktada bulunan bu aydınlar söz konusu Narodnizm akımından etkilenmişler,fakat bu akımın genişindeki Sosyalist fikirlerden ziyade lıalka karşı olumlu bir tavır takınm ak esprisini benim sem işlerdir Halkla yöneticiler arasındaki uçurumun kapatılmasının zaruri olduğu düşüncesi de bunda etkili olmuştur R usya’daki halkçılık 'fikirler i, Balkan Sosyal D em okrat Hareketi mensupları ve Ermeni İhtilalci cemiyetleri vasıtasıyla imparatorluk içine ulaşma imkânları buldû. Türkiye’deki halkçılık fikrinin gelişmesinde büyük ölçüde etkili olan diğer bir fikir akımı da Fransa’da gelişen Solidarizm akımıdır XIX Yüzyılın sonlarıyla,XX Yüzyılın başları çağdaş sanayi 308 toplum unun ortaya çıkışıyla ilgili meseleleri gün ışığına çıkarmıştır. İçlerinde Emil Durkheim gibi düşünürlerin bulunduğu solidarizm akımının temsilcileri ; sosyal çalkantıların sistemi tahrip edici özelliklerini yok etmeyi,sosyalist ve liberal görüşlerin aşırılıklarından kurtulmuş yeni bir düşünce ile sağlamak istemişlerdi Bu amaca uygun olarak liberalizmin her şeyi kontrolsüz bırakan yönünü,sosyalizmin sınıf çatışması tezini reddetm işler,ekonomide devlet kontrolünü lüzumlu görmüşlerdir. Birbirine rakip sınıflar kavramından ziyade,bir uyum noktası olarak İşbölümünden kuvvet alan meslek zümrelerini esas almışlardı. D urkheİm’a göre, sanayileşme geleneksel toplumun mahalli bölünmeye dayanan temelini kaldırmakta,neticede siyasi sistem artık korporasyon tarzı bir teşkilatlanmaya yani mesleki organizasyonlar tarzında bir teşkilatlanmaya doğru evrim geçirmektedir. Ziya G ökalp,bu düşünceleri, Türk lonca geleneği ile birlikte düşünerek zenginleştirdi Çatışm a yerine uyum,sosyal sınıflar yerine meslek zümreleri ve dayanışmacılık düşüncesini geliştirdi Özetler sek,II. Meşrutiyet dönem inde gelişen halkçrlık fikri önemli ölçüde Türkçülük hareketinin etkisi altında ortaya çıkmıştır. Halkın eğitilmesi, yöneticilerle halk arasında iyi bir diyalog kurulması,aydınlarla halk arasında bir yakınlık tesisi ve devlet kontrolünde güçlü bir orta sınıf yaratmak gibi amaçlara yöneldi Halk Osmanlı imparatorluğu gibi gelenekçi yönetimlerde “ uyruklar’' vardır Bir halkın varlığından söz etmekse zordur “ H alk” kelimesi meşruiyetin kaynağını kolektif bir unsurdan aldığını varsayan teorilerde kullanılmaya başlanır Osmanlı devletinde “halk” kavramı bugünkü anlamından farklı biçimde kullanılmıştır Osmanlı imparatorluğu avam -havass yani düşük tabaka-seçkinler ayrımı üzerine kurulmuştur, Seçkinler devleti yönetirler, Yapılması gerekenleri tespit eder ve bunları halka yansıtırlar. Basit halk bu konuda ancak izleyicidir Yani,yönetime katılma olayı yoktur Bundan başka,im paratorluğun yönetim sistemi “din gruplar ı” na göre 309 düzenlenmiştir Bunlara cemaat (millet) deniliyordu Mesela, Rum O rtodoks cemaati bu yönetim birimlerinden biridir, XIX Yüzyılda bu cemaatlere kanuni bir kimlik kazandırıldı ve resmi yazışm alarda millet olarak anıldı. Her ne kadar Osmanİı imparatorluğunun yapısı bir “ halk” tan söz edilmesini mümkün kılmıyor idiyse de meşrutiyetle birlikte gelişen kavram dağarcığı içinde halk kelimesini de görüyoruz Bunun kökeni yukarıda sözü edilen batıdaki “peuple" kelimesi idi Batıdaki demokratik milliyetçi akıırt bu konuda herhangi bir zorlukla karşılaşmamıştı Mesela bir Fransız milleti vardı ve bu millet meşruiyet kaynağı olarak halk kavramı ile çakışıyordu . Demokratik milliyetçi akımın yalnız birinci parçasını yani meşruiyetle ilgili yönünü alabilen Osmanlı aydınları,bu temel farka rağmen “ halk” kavramını hayli erken kullanmaya başladılar Bu noktada Osmanlı toplum yapısının,batıdakinden farklı oluşundan kaynaklanan temel problemle karşılaşıyoruz Meşruiyetin kaynağpOsmanlı sisteminde halk değil hükümdardı. Oy s a,demokratik milliyetçi akım ,meşruiyetin kaynağını millet kavramıyla çakışan bir halkta görüyordu. A tatü rk ’ün Halkçılığı Yukarıda aktarılanlardan anlaşılmaktadır kghalkçılık fikri temel esprisi itibarıyla meşruiyetin kaynağım halkta gören ve demokratik milliyetçi akımın kullandığı anlamda dil,vatan ve kültür beraberliğine dayanan bir millet meydana getirmeyi amaçlayan bir fikirdir Osmanlı toplum yapısının esasını oluşturan avam-havas ayrılıklarına son vermek ve aydınlarla halk arasındaki ayrılıktan ortadan kaldırmak ,halkın yönetime katılmasını sağlamak,halkm biı birine rakip zümrelerden oluşmadığını,yani sınıf çatışmaları yerine “tesanüd (dayanışma)" fikrini yerleştirmek gibi mühim yapı farklılaşmaları halkçılık fikrinin ana eksenini oluşturmaktadır Mustafa Kemal A tatü rk ’teki halkçılık fikrinin ilk belittileriıii henüz 1920’lef in başında bizzat hazırladığı “ H alk ç ılık P r o g r a m f ’nda görüyoruz Sonradan 1924 A nayasası’na esas teşkil edecek olan bu program bir bakıma dayanışm a felsefesi için köklü tedbirleri ihtiva etmektedir 310 1917 Rus İhtilalinden sonra geliştirilen popülizm hareketinden faiklı olan bu halkçılık ilkesi aynı zamanda Ziya G ökalp’in önerdiği halkçılıktan da farklı görüşleri yansıtmaktadır Popülizm hareketinde temel hedef,halkı komünist felsefe doğrultusunda eğitmek, halkı Çarlık rejimi kalıntılarıyla mücadeleye çağırmak gibi siyasi bir am aç güdülm ekteydi G ökalp’in halkçılığında ise kültür ve medeniyet ikiliğini aydın ve halk kadrosu arasında karşılıklı sindirme amacı vardır Mustafa K em a l’in Halkçılık ilkesi ise her iki görüşten de ayrılmaktadır O ’na göre halkçılık sadece siyasi ve hukuki bir kavram değildir Aynı zamanda sosyo-ekonom ik bir düşünce sistemidir Nitekim 1 Aralık î 9 2 1’de T B M M ’nde yaptığı bir konuşmada Efendiler,halkçılık nizanı-ı içtimaisini,gayretine,hukukuna dayam ak isteyen bir meslek-i i ç t i m a i d i r , ” diyerek kavramı bir sosyal fikir ( meslek-i içtimai) olarak tanımlıyordu Bu yaklaşımda halkçılık halk için halkı ezen bir model değil tersine kuvvetin,kudıetin.egemenliğin ve yönetimin doğrudan halka verilmesidir 30 Haziran 1924’te aynen şunları söylüyor “..„Asırlardan beri Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünm üşlerdir,fakat yalnız biı şey düşünmemişlerdir : Türkiye’y i Bu düşü ncesizlik yüzünden Türk vatanının,T ürk milletinin duçar olduğu zararlar ancak bir tarzda telafi edilebilir,, O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey d üşünm em ek Görülüyor ki halkçılığın temel hareket noktası yüzlerce yıldan beri ihmale uğramış,unutulmuş Türk milletini yeniden biçimlendirmek ve medeniyetin,teknolojinin bütün imkânlarından faydalandırmaktır. Türkiye’ye ve Türk milletine hizmet etmek O ’nu kalkınmanın ekseni kabul etmek,Atatürkçülüğün sosyal politikasının da çağa ne kadar uygun olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir Atatürk fin fikir sistematiği içinde önemli olan diğer bir husus da Türkiye cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan m ürekkep değil fakat ferdi ve sosyal îıayat için işbölümü itibarıyla muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir topluluk telakki etmek,.. ” i İr Burada ifâde edilmek istenen sın itsizliktir Mustafa Kemal. T ürk toplumunu ayrı ayrı sınıflara bölmeye karşıdır Ancak 311 iş bölümü sonucu halkın çeşitli İş sahalarına ayrılmış olması yeterlidit İş bölümü sonucu meydana gelen tabakalaşma şöyledir : 1) Çiftçiler, 2) Küçük sanat sahibi ve esn af 3)İşçi 4) Serbest Meslek sahibi 5)Sanayici 6)Tüccar 7)Memur , O ’na göre “ Bunların her birinin çalışması umumi camianın h ayat ve saadeti için zaruridir, Fırkamızın bu prensipleri istih daf ettiği (Karşısına koyduğu) gaye sınıf mücadeleleri yerine içtimai nizam ve dayanışma temin etmek ve birbirini çürütm eyecek surette m enfaatlerde ahenk temin etmektir Menfaatler tabiatıyla marifet ve çalışma derecesine göre olur ” A tatürk’ün halkçılık fikrinin özü meşruiyetin yegane kaynağının milletle çakışan manasıyla halk olduğu ve “Hakim iyetin ,kayıtsız,şartsız millete a i t . , ” olduğudur Ç- LAİKLİK Laikliğin Önem i ve Anlamı A tatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilmiş olan r ü r k inkıîâbınrn temel taşı lâikliktir Bu ilke Türk inkılâbının çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasında en önemli ataç ve zeminini oluşturmaktadır Padişahlıktan Cumhuriyete geçişin bile lâiklik ilkesi ile doğrudan İlgisi vardır Çünkü Cumhuriyet, siyasi İktidarın, dini ve ilahi kaynak yerine, millet iradesine dayandığı gerçeğinden hareket edilerek kurulmuştur Halife-Padişah, A llah’ın yer yüzündeki gölgesi olarak gösteriliyordu, Halife-Padişah, gücünü ilahi iradeden aldığı iddiasında idi Türk inkılâbı ise, A masya Tam imi’nden, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararlarından ve 23 "Nisan 1920’de T B M M ’tıin toplanmasından başlayarak, daha ilk günlerinden itibaren gerek millî mücadelenin gerekse siyasi iktidarın hukuki dayanağını milli iradede görmüştü 312 Türk inkılâbı, devlet yapısını, hukuk sistemini, eğitimi, kültür hayatını, donmuş, statik kalıplardan kurtarıp, akim ve çağdaş bilimin ışığında çağın gereklerine uygun bir hale getirmek zorunluluğundan doğmuştur İnkılâp hareketlerinin ortak kaynağını, ortak nedenini, lâik devlet ve toplum anlayışında bulmak mümkündür Devletin niteliklerini belirleyen lâiklik ilkesi, Türkiye C um huriyeti’nİn dünü olduğu kadar bugünü ve geleceği yönünden de oldukça önem taşımaktadrr Y ukarida önemini ifâde etmeye çalıştığımız lâiklik kelimesi dilimize Fransızca’dan gelmişse de aslında Yunancadır Laikos sıfatından gelir Laikos sıfatı, Y unanca’da çok görülen bir ekin eklemesi ile “ Laos” ismi üzerine kurulmuştur Laos: Halk, kalabalık, kitle, lâikos da: Halka, kalabalığa, kitleye ait demektir Bu kelime G eç L atince’de “ Laicus” , eski Fransızca’da “ Lai” ve İngilizce’de ise “ k a y ” şeklini almıştır Eski çağlarda bu söz, rahipler sınıfına m ensup olmayan anlamında kullanılıyordu Hıristiyan âleminde de, kilise adamlarına “ d e r i c i ” , bunlar dışında kalan inanmışlar topluluğuna “ laici” deniyordu Zam anla kelime, bir felsefi yaklaşımı veya devlet ile din arasındaki ilişkileri anlatm ak için kullanılmaya başlandı Laiklik değişik ülkelerde, çeşitli dönemlerde birbirinden çok farklı anlamlarda kullanılmıştır Bunun temel sebebi, lâiklik sadece felsefi, ideolojik bir kavramdan ibaret değildir; hayata geçirilen, uygulanan bir ilkedir Böyle olunca, uygulanan ülkenin dini, siyasi, sosyal şartlan lâiklik anlayışını etkilemektedir Öte yandan, lâiklik konusunda duygusal bir şekilde, siyasi önyargılarla bakılması da farklı yorumlara yol açmaktadır. Laikliği felsefi açıdan, siyasi açıdan, hukuki açıdan değişik şekillerde yorum lam ak mümkündür Felsefe a ç ısın d an lâiklik, “ insana, insan aklına, insanlığın sürekli gelişimine inanmak”tır B una göre devlet yönetiminde, din dışında ve akla dayanan temel kuralların egemen olması gerekir Bu yönü ile lâiklik akılcılık ve gerçekçiliği ifâde etmektedir Siyasi A nlam ı ile L aiklik, siyasi iktidarı sınırlaman bit unsurdur Din ile devlet işlerinin birbirine karıştığı teokratik devlet yapısında otoritenin sınırlandırılması mümkün değildir Buna karşılık 313 lâik devlette örgütlenmiş din. devlet otoritesinin sınırlandırılmasında yardımcı olur Hukuk Açısından Laiklik, Hukuk açısından lâikliğin üzerine biı uzlaşma yoktur Ama en çok geçerli tanım şöyledir: lâiklik, ‘din işleri ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır Buna göre, din işleri ile devlet işleri kendi içlerinde birbirinden ayrı ve bağımsızdırlar; birbirini etkilemezler Bazı görüşlere göre ise özgür devlet içinde özgür din yer almalıdır Devlet, dinler karşısında tarafsız olacağı gibi dinin kamu düzenini bozacak davranışlarını da önleycoilmelidir Laiklik kişiyi kendisini saran ve gerçekte Allah ile kendi araşma giren batıl inançlar ve mü esse sel erden kurtararak,, onu vicdan özgürlüğüne kavuşturan haıeketieıdir. Kişinin istediği dini inanca sahip olması, İbadetini engelsiz yapabilmek hakkına sahip olmasıdır Laiklik sıfat olarak bireylere değil devletlerin rejimlerine uygulanan bir sıfattır Devletin lâik olması ise; her şeyden önce o devletin resmî biı dininin olmamasıdır Dev 1et. vatandaşlarının dini inanç ve ibadetlerine müdahale etmez, devlet yönetimi de din kurallarına bağlı olmadığı gibi dini kuruluşla! m da etkisinde değildir Laik devlet, belli bir dinin kurallarını vatandaşlarına benimsetmek ve uygulatm ak için çalışmaz Nitekim Anayasaya göre, "kimse, ibadete, d İni ay m ve törenlere katılmaya,, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz (3982 Anayasası madde 24) denilmektedir. Görüldüğü gibi, lâik bir devlette bireyler üzerinde hiçbir baskı söz konusu değildir Herkes istediği dini seçme hakkına sahip olduğu gibi dinsiz de olabilir Aslında lâikliği, dinsizlik olarak ortaya atan görüşlerin tam tersine, gerçek din hürriyeti lâik bir devlette mümkün olabilir Çiinkü, ancak böyle bir devlette kişiler hiçbir dış zorlama olmaksızın dinlerini seçebilirler ve bu inançlarının gereğini yerine getirebilirler Laik devlet, ne dine bağlı (teokratik) bir devlettir, ne de Marksisl-I.enİnist devletler gibi dini zararlı biı afyon sayan ve vatandaşlarına dinsizliği telkin eden, dine karşı tavır alan bir devlettir Laik devlet, insanların inanç ve ibadetlerine karışmayan; bu inançları 314 yönlendirmeye kalkışmayan, bunu bir devlettir. vicdan sorunu olarak gören Türkiye’de, lâik devletin din görevlileri ibadethaneler ve din eğitimi için bütçesinden ödeme yapmış olmasından dolayı eleştir i lebi imekted ir Unutulmamalıdır ki, lâiklik evrensel değerleri yanında uygulandığı ülkenin, tarihi, siyasi ve sosyal şartlan ve o ülkede yaygın olan dini özelliklerinden de etkileneceği bir gerçektir Nitekim Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare İçinde yer almakladır Çünkü din hizmetlerinin görülmesi yanında, lâik devletin korunması bakımından da zorunlu görülmüştür Bunun içindir ki, 1982 Anayasasının 136 maddesi şöyledir: “G e m i idare içinde yer alan D iyanet İşleri B aşkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda bütiin siyasi göniş ve düşünceler in dışında kalarak ve m illetçe dayanışm a ve bütünleşm eyi am aç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir ” demektedir Diğer taraftan, lâik devlette din eğitimi olamaz denilebilir Ancak devletin din öğretimi alanına hiç karışmaması, bu alanı cemaatlere terk etmesinin sonuçlarını tahmin etmek için yakınçağ tarihimize bakmak yeter Tidir; ÎLDin elden gidiyor” propagandası ile halkın şuuraltına işlenerek, halk bilinçsizce neye hizm et ettiğinin farkına bile varmadan, isyana dönüşecektir Patrona irticai böyle olmuş, İli Selim 'e karşı irtica böyle olmuş 31 Mart irticai böyle olmuş ve Cum huriyet döneminde Şeyh Sait irticai ile Kubilay olayı aynı şekilde ortaya çıkmıştır Dolayısıyla lâikliğin dinsizlik olmadığım anlayarak bunu halka anlatacak; dünya işlerinde ve toplum yönetim inde uygulanacak hukuk kurallar mm dini fetvalarla sınır lanamayacağım bilen; vicdan ve düşünce hürriyetine saygılı mezhep çatışmalarını ortadan kaldırmaya muktedir, seviyeli din görevlileri yetiştirme işi dün olduğu gibi bu gün de önemini korumaktadır Laiklik ile sekülerHk terimlerinin karıştırılmaması gerektiğini de belirtmeliyiz Daha çok Anglo-Sakson kökenli, Almanya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde karşılaştığımız seküler: Latince ırk, çağ, dünya anlamına gelmektedir “ Seculum” den türetilen bu terim daha çok dini alanın dışında, dini kaygılardan uzaklaşma anlamım ifade etmektedir Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi 315 seküler devlet, kendini din kurallarının dışında sayan ve dine ilgisiz olan devlettir Bu devletlerin geçmişinde “ din-devlet” mücadelesi yaşanmış; ancak bu mücadeleyi aşmıştır Örneğin Amerika Birleşik D evletleri’nde ya da bir başka seküler ülkede devlet başkanı Incil’in üstüne el basarak yemin eder Aynı şekilde mahkemelerde de Incil’in üzerine yemin edilir.. Bundan kimse rahatsızlık duymadığı gibi, Hıristiyan düzenin geri geleceği endişesine kapılmaz. Görüldüğü gibi, seküler devletin millet egemenliği yerine din egemenliğinin getirileceği gibi ne bir endişesi vardır, ne de böyle bir tehdit altındadır Buna karşı lâik devlet mevcut düzenini koruyabilm ek için dini denetlemek zorundadır. Laiklikle sıkça karıştırılan başka bir kavram da ateizm (dinsizlik)’dir. Laiklikle ilgisi olmayan bu kavram, A rnavutlu k’taki kısa bir dönem hariç tutulursa, dünyada uygulama alanı bulamamıştır Laikliği değişik şekillerde tanımların başlıcaları şunlardır tanımlamak mümkündür Bu Din Hürriyeti Vicdan (inanç) ve ibadet hürriyeti olarak da ifâde edebileceğimiz din hürriyetini Atatürk şöyle ifâde etmektedir “ Vicdan hürriyeti m utlak ve taarruz edilem ez, ferd in tabii haklarının en m ühim ler inden tanınm alıdır Her fert, istediğini düşünm ek, istediğine inanm ak, kendine m ahsus siyasi bir fikre m alik olmak, m ensup olduğu bir dinin icaplarını yapm ak veya ya p m a m a k ha k ve hü rriyetine m aliktir K im senin fik rin e ve vicdanına hakim olunam az Tekke ve Zaviyelerin kapatılmış, tarikatların lağvolunmuş bulunmasını ibadet hürriyetine aykırı görülem ez A tatü rk ’ün ifade ettiği gibi bunlar “ irtica m ernbaları ve cehalet dam galarıdır Türk m illeti böyle m üesseselere ve onların m ensuplarına taham m ül edem ezdi ve etm edi Anlaşılacağı gibi, herkes dinini seçmekte hürdür İbadet hürriyeti ve dini merasim lere gelince asayiş ve genel adaba aykırı o lm am ak ve siyasi gösteri şeklinde yapılm am ak kaydtyla bir yasaklama söz konusu değildir 316 Resm i Bir Devlet Dininin Bulunmaması Daha önce lâik devlet tanımında belirtildiği gibi devlet belli bir dine üstünlük tanıyamaz, Resmi bir dini de yoktur. Dolayısıyla vatandaşlarına belli bir dinin kurallarını benimsetmek ve uygulatmak hakkına sahip değildir. Nitekim Anayasaya göre “kimse, ibadete, dini ayin ve (Örenlere katılm aya, dini inanç ve kanaatlerini açıklam aya zorlanam az, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanam az ve suçlanam az Görüldüğü gibi, lâiklik dinsizlik değil; tam tersi, gerçek bir din hürriyetinin güvencesidir. Laik devlette din hürriyeti, belli biı dine inanma ve onun ibadet gereklerini yerine getirme hürriyetini ifâde ettiği gibi, kişinin isterse hiçbir dine inanmama ve hiçbir ibadetini yerine getirmeme hürriyetini de kapsar Devletin Din Ayrımı G özetm em esi Anayasanın eşitlik bakkmdaki 10’uncu maddesi “ din, m ezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir’' ifadesiyle devlet içindeki çeşitli dinlerin mensuplan arasında kanun önünde ayrım yapılmaması ve eşit işlem yapılması güvence altına alınmıştır D evlet K u r u m la n ile Din Kurumlarının Ayrılmış Olm ası Laik bir devlette din kurum lan devlet fonksiyonları göremeyeceği gibi, devlet kurum lan da din fonksiyonları ifâ edem ez Yeni lâik devlet, gerek dine bağlı devlet, gerekse devlete bağlı sistemlerini reddeden din ve devlet işlerini biı birinden ayıran bir yönetim sistemidir Devlet Yönetiminin Din Kurallarına Bağlı Olm aması Laik devlette yönetim, din kurallarına bağlı olmaması toplum sorunlarına akılcı ve bilimci bir bakışla yürütülür Atatürk pek çok konuşmasında, devlet yönetimine sadece akim, bilimin ve çağın gereklerinin rehberlik ezmesi gerektiğini vurgulamıştır: “B ugünün ihtiyaçlarına uygun kan un ya p m a k ve onu tatbik eylem ek refah ve ilerlem e vasıtalarının en m ühim lerindendir,, ” “D ünyada her 317 şey için, m eden iyet için h a yat için, m u vaffakiyet için en h a k ik i m ü rşit ilim dir, fe n d ir, ilim ve fen n in h aricinde m ü rşid aram ak g a flettir, cehalettir, dalâlettir ” Nihayet Onuncu Yıl N u tk u ’nda ifade ettiği gibi, “ Türk m illetinin yü rü tm e k te olduğu terakki ve m eden iyet yolunda, elin d e ve kafasın da tu ttu ğu m eşale, m ü spet ilim dir Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı gibi, lâiklik din ve devlet İşlerinin ayrılması ve bir devlet yönetim prensibi olduğu kadar da aynı zamanda bir hayat tarzıdır Dünya ve toplum sorunlarına akıl ve bilimin rehberliğinde bakabilmektir. Laik bir toplum düzeninde din ile ilgili olmak üzere devletin iki görevi vardır 1-Devlet dinin siyasal yaşamı etkileyici ve kendi kurallarına çevirici davranışlarını engelleyerek denetim yapar 2Kişilerin din özgürlüğünü korum ak için, dini inançlara yapılacak saldırıları da engeller Şu halde devlet, din alanında görülecek kötüye kullanmaları önlemekle görevlidir 318 (Çerçeve Y a z ı : Laiklik Üstüne) M, Derviş Kılınçkaya Atatürk ilkeleri arasında üzerinde en çok tartışılanı ve konuşulanı şüphesiz laikliktir Bu ilke üzerinde neden bu kadar çok tartışma yapılıyor 9 Bu soruyu cevaplandırmak için biraz gerilere gitmek lazımdır Biliyoruz ki, ülkemizde Tanzimat döneminden bu yana cereyan eden fikir tartışmalarının taraflarını muhafazakârlar ve yenilikçiler oluşturmaktadır II, Meşrutiyet döneminde muhafazakârlar arasında kısmen bütünlük varken,yenilikçiler iki gruba ayrılmışlardır : Batıcılar ve Türkçüler . Bu iki grup arasındaki teme! farklılıkları burada tek tek saymaya gerek olmamakla birlikte en Önemli ayrılığın din karşısındaki tavır farklılığı olduğunu vurgulamakta fayda vardır Cum huriyet ifân edildiği sırada Türkiye’de ayakta kalabilmiş fikir ve ideolojiler ya Türkçü,yahut derece farklılığıyla batıcı idiler İşte cumhuriyeti kuranları etkileyen bu iki fikir hareketi arasında, din karşısındaki farklı tutum nedeniyle ortaya çıkan mücadele zamanla artarak günümüze kadar gelmiştir Bilhassa 1950’den itibaren Türkiye’de gittikçe zenginleşen fikir hayalında, İslamcıların da kısmen ağırlık kazanmaya başlamalarıyla laiklik tartışmaları üç farklı boyut kazandı 319 Laiklik üzerinde birleşen Batıcılarla Türkçüler arasındaki tartışmanın temelinde, II Meşrutiyet döneminde aydınlarımızın din karşısındaki farklı tavır alışların derin tesiri olduğu söylenebilir. Bu tartışmaların analizi elinizdeki çalışmanın sınırlarını çok aşacaktır Fakat, A tatürk’ün laiklik anlayışına geçmeden Önce kavramın gelişim çizgisine göz atmakta da fayda vardır Türkçe’de eskiden bu kelimelerin karşılığı olarak “asrileşm e” kelimesi kullanılıyordu Fakat bu kelime zamanla, muhafazakârların da gayretleriyle dilimizde; züppelik, köksüzlük, sathilik ve dinsizlik anlamına gelmeye başladı. Kelimenin bu anlamını ortadan kaldırmak endişesiyle Ziya Gökalp “ muasırlaşmak” ifadesini kullandı Laicisme ve Secularism birbirinden farklı manalar taşımaktadır, ancak bunlar çok ince farklılıklardır. Yani, Laicism e’deki kilise y a d a kilise adamı, kurul ve kuralları yetkilileri ile onların dünyevi karşıtlarının (yani Iaikus ve K lerikus’un) karşı karşıya gelmesi, çok sayıda ölçülerle birbirinden iyice ayıtdedilmesi” durumu yerine secularism ’de “gelenekçi,katılaşmış kurul ve kurallara karşı zamanın gereklerine uyan kurul ve kuralların geliştirilmesi” durumu söz konusudur Bilindiği gibi Laiklik meselesi A v ru p a’da da yeni zamanların ortaya çıkardığı bir meseledir Batı dünyasında din, bir müessese olarak kilise ile bir tutulduğu için, çağdaşlaşmanın kifise-devlet ilişkisindeki farklılaşma olduğu kanaati; devlet ve kilise olarak iki ayrı ve güçlü kurum ve yetkili organlara sahip olmayan Hıristiyanlık dışı toplum iarda da yerleşti Batı düşüncesini iktibas eden ve batılılaşma sürecine sonradan dahil olan bu toplumiarda kavramı karşılayacak kurumlaşmanın bulunmaması esaslı bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır Hıristiyanlıkta, devlete ait olan alanla, kiliseye ait olan alan kesin sayılabilecek sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. İslam toplum lannda ise bu durum daha farklıdır. Burada dini olanla dünyevi olanı kesin sınırlarla birbirinden ayırmak oldukça zordur. Dolayısıyla, laisizm, İslam to p lum lan nda dini olanla, dünyevi olanın birbirinden a y rılm a sı. şeklinde ele alındığında tartışma kendiliğinden davet edilmiş olmaktadır Halbuki mesele bir çağdaşlaşma yani 320 sekülerizasyon meseiesi olarak anlaşılabilir hale gelmektedir ele alındığında durum nispeten Max Weber, dünyevileşmeyi “ kaynağını dinden alıp din tarafından yaratılarak insanlara benimsettirilmiş olan ahlaki anlayış ve inanç gibi ruhi durumların dini özleri kaybolduktan sonra veya hiç olmazsa zayıfladıktan sonra da motif olarak tesir ve rollerini devam ettirmesi...” olarak tanımlıyor Kavram ın bir başka tanımı da Palmer tarafından yapılmıştır O na göre sektilerizm “ geniş anlamda din ve onun diğer kültürel sistemlerle olan ilgisini belirleyen sembolik farklılaşma derecesidir ” A ynı yazara göre, dini sistemin modernleşmesi anlamında ABD ilk, Türkiye ikinci ve Japonya üçüncü örneği teşkil ederler “ .Türkiye’de yönetici elit ile halk kültürü arasında -İslâmî kültürün siyasi yönünün sınırlandırılması neticesindebir farklılaşm a olduğu inkâr edilemez, Halkta ümm et kültürü,yöneticilerde ise laik kültür hakim olmuştur Bu sebeple halk katında ümmet ideolojisi varlığını sürdürm eye devam etmiştir, Ancak buna karşılık Cum huriyet, bir diğer yönden ümm et yapısının devamını sağlamıştır Vatanseverlik, birlik olma ,başkalarına karşı koyma gibi sık kullanılan kavramlar ümm et duygusunu devam ettirici bireı unsur olmuşlardır,,.,” Cum huriyet seçkinleri arasında ümmet kavramı, batılı araştırmacıların çok sık ileri sürdükleri gibi, siyasi bir muhteva kazanm am akla beraber modernleşmeye ve dinin sosyal etkinlik kazanm asına da engel olmamıştır. Çünkü, dini sistemin birçok mit ve normları halkın geleneklerinde varlığını sürdürürken, yönetici elit de bu sembolleri değişik motif ve kalıplarla temsil edebilmişlerdir Türkiye’de modernleşm e süreci içinde -Osmaniı devleti döneminde din devlet kontrolünde olduğu için- bir din-devlet çatışması söz konusu olm am ıştır Bizzat Atatürk, İslam dinini gelişmeye karşı olm ayan bir din olarak tanımladığına göre laiklik kavramını “ çağdaşlaşm a” ile birlikte düşünmek daha doğru biı yaklaşım olacaktır. Şimdi bu teorik çerçeveden çıkarak yukarıda çizdiğimiz sınırlar içinde laiklik kavramını ele alabiliriz 321 Tariiı IV ’de bu kavram “din telakkisi vicdani olduğundan ... ..din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmak...” şeklinde tanımlanmaktadır Bu tanımda laikliğin “ dine karşı olmak veya dîni reddetm ek” şeklinde anlaşılmasına yol açabilecek en ufak bir atıfta bulunulduğu söylenem ez Aşağıdaki satırlar ise laiklik ilkesinin üzerinde durduğum uz yönünü daha açık şekilde ifade etmektedir “ Efendiler, yaptığımız ve yapm akta old uğum uz inkılâpların gayesi,Türkiye Cum huriyeti halkını tamamen asri ve bütün mana ve görünüşüyle medeni bir içtimai heyet haline getirmektir,, İnkılâplarımızın esas ilkesi buttur. Bu hakikati kabul edem eyenlerin zihniyetlerini tarumar etm ek zaruridir Şimdiye kadar milletin dimağını paslandıran,uyuşturan bu zihniyetin sahipleri olm u ştu r Herhalde zihinlerde mevcut hurafeler kamilen ortadan kaldırılacaktır Onlar çıkarılmadıkça dim ağlara hakikat nurlarını yerleştirmek im kânsızdır.. “ Türk milleti daha dindar olmalıdır Yani bütün sadeliği İle dindar olmalıdır d em ek istiyorum Dinim ize,bizzat hakikate nasıl inanıyorsam,Öyle inanıyorum, İslam akla ve mantığa aykırı,ilerlemeye engel hiçbir şeyi ihtiva etm iyor Fakat bu cahiller,bu acizler sırası geldikçe aydınlanacaklardır,, Onları kurtaracağız,, ” “ Efendiler,camilerin m ukaddes minberleri,halkın ruhani,ahlaki gıdalarına en âli ,en feyyaz m enbalardır Fakat buna nazaran hatiplerin sahip olm aları lazım gelen ilmi vasıflar,hususi liyakat ve dünya ahvaline vakıf bulu nm aları son derece önem lidir ” Dikkat edilirse Türk inkılâbı gelişmeye başladığı andan itibaren çağdaşlaşmayı,çağdaş bir toplum inşa etmeyi h e d e f almış ve millet olmaya,, bunun tabii sonucu olarak da milli devlet kurmaya yönelmiştir İşte bu esaslı dönüşüm anında ortaya çıkan direnişlerin büyük kısmı semboller alanındaki farklılaşmaların harekete geçirilmesiyse ortaya çıkan direnişlerdir. Halkın,dini bakımdan daha önemli bir dönüşüm olan Halifeliğin kaldırılması karşısındaki tavrı ile fesin çıkarılarak şapkanın giyilmesi karşısındaki tepkilerini mukayese ettiğimizde semboller etrafında kümelenmiş halk 322 inançlarının Önemi daha açık olarak anlaşılabilir Cumhuriyet, teme! hedeflerini ger çekleştirirken dine karşı değil bu semboller etrafındaki halk inançlarına karşı mücadele etmiştir, Bu sembolleri harekete geçirerek Cumhuriyet karşıtı eylemleri kışkırtanlarla samimi dindarları birbirinden ayırm ak belirli bir hassasiyeti gerektirmektedir. Türkiye’de laiklik uygulamalarının en çok gözlenebileceği alan hukuk alanı olmuştur. Bu son derece tabiidir Çünkü laik devlet dinsiz devlet değildir; toplum hayatını düzenleyen kanunları çıkarırken dini kurallara ve kurullara dayanmayan devlettir Özetlersek, laikleşme süreci ve bu sürecin nitelikleri Türkiye’de çağdaşlaşm a problemleri ile iç-içe gelişmiştir. Bu süreç, bir dindevlet çatışması şeklinde değil zihniyet değişikliği şeklinde ortaya çıkmıştır ve dünyevileşıneyi ifade etm ektedir: Türkiye’de Laikliğin Tarihi Gelişimi Laiklik bir batı kurumudur. Dolayısıyla Batıdaki gelişimini kısaca değerlendirmek konumuza ışık tutacaktır Bilindiği gibi laiklik batıda da pek kolay olmamıştır Uzun asırlar süren şiddetli hatta kaniı mücadeleler sonucu ortaya çıkmıştır Hıristiyanlığın kurucusu İsa. ‘Benim hüküm darlığım hu dünyada değildir" ve “Sezai m ha kkım Sezai a \ etin iz" yani “D ünya işlerine krallara, im paratorlara dünyevi liderlere b ıra k ın ız1 dediği halde, Kilise, zamanla güçlendikçe devletin temel yetkilerini ve egemenlik alanlarını devletin elinden almak istemiştir Kilise ile imparator atasında uzun asırlar sıiren bu mücadele sonucunda kilise yanılmış ve 16.asırdan itibaren A v ru p a’da milli egemenlik ilkesine dayanan devletler kurulm aya başlamıştır. Bu uğurda, batıda din adına vicdanlara hükmedilmiş ve insanlar ağır zulümleı görmüştür Ortaçağda insanların biı din veya mezhebe inandıkları yahut inanmadıklarından dolayı işkenceye tabi tutan Engizisyon m ahkemelerine verilmişlerdir Yine 16 asırda Fransa gibi bir devlette 323 sırf Protestan oldukları için .3000 kişinin kılıçtan geçirildiği bilinen bir gerçektir Osmanlı İm paratorluğu’nda egemenlikleri altına alman ülkelerin halklarına din, dil, Örf ve adetlerine karışılmamıştır Yine yabancı kökten ve dinden gelen bu insanlara geniş bir din ve vicdan hürriyeti tanınmıştır. Öte yandan O smanlı Türklerinin Ispanya’da Engizisyon zulmüne uğrayan Yahudi 1erin 15 ve 16.asırlarda gem iler göndererek Türkiye’ye getirdikleri, bunlara Türkiye’de yer ve iş verdikleri herkes tarafından bilinen bir gerçektir. N e var ki, Hıristiyan ve Yahudilere bu kadar hoşgörülü olan Osmanlı İm paratorluğu’nda, M üslüm anlara aynı din ve vicdan özgürlüğü tanınmamıştır A ncak Atatürk inkılabı ile birlikte Türkiye’de din. ve vicdan hürriyetine yeni biı yaklaşım g elm iştir, Böylece İslâm dininin h uk u k a ait bölümü ve egemenlik kavramıyla ilgili görüşler kökten değişmiştir. Bu yapılanlarla dinin özüne, inanç ve ibadete karışılm ak istenmemiştir Ayrıca dine değil, cehalete ve din adına ileri sürülen safsatalara, dinle hiç bir ilgisi olm ayan hurafelere ve dini siyasal am açlara alet ederek egemenlik sürdürmek isteyenlere karşı yapılmıştır Din v e devlet, din ve bilim maksatlı olarak karşı karşıya getirilmek istenmektedir Bilindiği gibi İslam dini, orijinal şekli ile akla, ilme ve terakkiye açık bir dindir 12 Yüzyılda fikir ve düşüncenin zirvesine ulaşmışken, bir takım dar yorumcular yüzünden giderek bu özelliğini kaybetmiştir Söz konusu dönem lerde, İslâm âlemi yalnız ekonom ide, askerlikte değil, ilim ve teknolojide de çok ileriydi İslâm âlemi, Ortaçağda, Farabi, Fahrettin Razi, El Biruni, İbn-ür Rüşt, İbn-i Sina gibi bilginler yetiştirmiştir. Bilindiği gibi, Türk asıllı İslâm bilgini İbn-i S in a’nın tıp alanındaki eseri yakın çağa kadar batıda yüzyıllarca temel kitap olarak kullanılmıştır Doğu, yalnız “ A lla h’ın birliği” esasına dayanan bü yük dinlerin merkezi değildi Matem atiğin de ilk bulunduğu yerdi. Rakam burada bulunmuş, cebir burada gelişmişti Gene, saati keşfeden İslâm âlemiydi Alkol, barut gibi keşifler doğuda yapılm ış, çiçek aşısı ilk defa Osmanlı Türkleıi tarafından uygulanmıştır. Batı, ruh hastalarını insanın içine şeytan girmesiyle izah edip hastalan yakarken, Türklerde ç a ğ m a göre ileıi sayılabilecek şifahaneler kurulmuştur Batı O rtaçağın koyu 324 karanlığında yaşarken, İslâm bilginlerinin tuttukları ışık, Hıristiyan: Batıyı aydınlatmıştı. Fakat, İslâm âlemi, yavaş yavaş içine k ap an d ığı taassubun, donmuş düşünce kalıplarının, skolastiğin, medrese eğitiminin esiri olmuştur İlmin öğretildiği tek yer olan medreseler, başında İslâmi ilimler olan fıkıh, hadis, tefsir ve kelâm yanında felsefe, tıp, matematik, mantık, astronomi gibi derslere de yer verirken zamanla m üspet ilimden uzaklaşmıştır Artık deneye dayalı ilimler, çağdaş araştırma usulleri, medreseden atılmıştı,. Skolastik eğitime saplanan İslâm medresesi, çağdaş bir toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzaktı, Batının bilim yolunda hızla ilerlemeye başladığı bir dönemde kör taassubun nasıl bir duraklam aya yol açtığım gösteren en ibret verici örneklerden biri, Osmanlı D evleti’nin Müslüman uyruklarının m atbaa gibi son derece yararlı bir buluştan tam 277 yıl yoksun kalmalarıdır. N e yazık ki, en faydalı bir yenilik bile ancak dini bir fetva ile girebilmektedir Ya söz konusu yenilik “ş e ria f’a uymadığı için, ya ilgili makam aşırı derecede dar kafalı ve mutaassıp olduğu için, ya da bazı etkili kişi ve zümrelerin çıkarları sarsılacağı için istenilen fetva verilmeyince, toplum, önemli bir ihtiyacı karşılayacak yenilikten mahrum olabilmektedir A v ru p a’da 1450 yılında İcat edilen matbaa, O sm a n lı’ya ancak 17 27’de girebilmiştir. Bugün bile bu gecikmenin zararını çekmekteyiz Osmanlı ülkesinde Musevileıin (1493), Erm enilerin (1567), Rumların (1627), hatta Hıristiyan Arapların (1702) bu icattan faydalanarak, kendi dillerinde dilediklerini basmaları serbest iken teokratik düzen, Osmanlı D evleti’nin Müslüman yurttaşlarım bu büyük icadın nimetlerinden yüzyıllarca mahrum etmişti. Nitekim Atatürk: 5 Kasım 1925’de Ankara Hukuk M e ktebi’n in açılış konuşm asında, büyük bir çelişkiye dikkat çekiyordu: Bütün cih an a karşı, İstan bu l'u (1 4 5 3 ’de) ebedi o la ra k Türk M illetin e m a l etm iş olan k u vvet ve kudret, hem en hem en a yn ı yılla rd a ic a t edilm iş olan m atbaayı Ç sm a n h ’y a kabu l ettirm eyi başaram am ıştır,, K öh n e h uku kun ve m ü n tesiplerin in m atbaanın m em lek etim ize g irn esine m ü saade etm eleri için üç y ü z sene m ü şahede ve tered d ü t etm eleri ve leh ve aleyh te p e k çok ku vvet ve ku dret sarf etm eleri za ru ri o lm u ştu r ” 325 Açık olarak görülmektedir ki, m atb aayı kullanabilm ek için bir dini otoriteden “ fetva” almak mecburiyetini ortadan kaldırırsanız İslâm dini bundan zarar görmez Sadece, medeniyet yolunda ilerlemeyi köstekleyen bir usul kaldırılmış, teokratik dey 1et yerini lâik devlete bırakmış olur İşte A tatürk’ün yaptığı da budur Tanzimat’tan sonra yeni açılan ortaokullarda, (Rüştiye mekteplerinde) harita ile coğrafya dersi okutulması üzerine, Damat Sait Paşa. Padişaha başvurarak. “Coğrafya derslerinde harita gösterm enin kâfir âdeti olduğunu ve şeriatın buna cevaz verm ed iğ in i” bildirmiştir Oysa, büyük Türk denizcisi Piri Reis’in, dünyaca ünlü haritasını, bu olaydan yüzyıllar önce, I 5 1 3 ’de çizdiğini düşününüz! Sonra da 19 yüzyılda, coğrafya derslerinde harita göstermenin şeriata aykırı olup olmadığının tartışılmasındaki garabete bakınız! . A tatürk’ün akla ve iime dayalı yaklaşımının Türkiye’de neler kazandırdığını göstermek için sayısız örnekler vermek mümkündür II Mahmut devrinde başlık olarak “fes” kabul edilince, bir kısım ulema buna karşı çıktılar “ Fes” in din ve imana uygun olmadığı ileri sürüldü. Aradan yüzyıl geçince aynı başlığın “din ve iman işareti” olduğu ileri sürülerek bu defa da “fes” in kaldırılmasına karşı çıkıldı Bu basit Örnek bile fert ve toplum hayatını fetvalarla idare etmeye kalkışmanın anlamsızlığını gösterir Nitekim ,yukarıda belirttiğimiz gibi lâik devletin millet egemenliğine dayandığı gerçeğine uygun olarak A n a d o lu ’da kurulan yeni Türk devleti, adım adım ‘lâik” bir devlet olm aya yöneldi Buna göre önce egemenliğin temeli laikleştirildi Başka bir deyişle daha Milli Mücadelenin ilk günlerinde, Amasya tamimi ‘M illetin bağım sızlığın ı yin e m illetin azim ve k a ta n kurtaracaktır diyerek ini İlet iradesini mücadelenin dayanağı ve hareket noktası olarak kabul ediyoıdu Eızurum ve Sivas kongreleri, “ M illi iradeci hakim k ılm a k ’ kararını alarak, padişahın tartışılmaz kudretinin yerine m idi hakim iyet i esas alıyordu Bir zaruretin sonucu olarak ortaya çıkan lâiklik; adım adım siyasi ve hukuki alanda kurumlaşmıştır 1924 yılında Hilafetin kaldırılmasıyla başlayıp. 1937 yılında Anayasa ilkesine dönüşmüştür. 326 Laikliğin kurumlaşması, lıeı ne kadar Cum huriyet dönemine rastlıyorsa da, aslında devralm an Osmanlı siyasal yönetimi geleneğinin, lâikliği kolaylaştırdığını söyleyebiliriz Nitekim Tanzimat’la birlikte hukuk., eğitim ve yargı düzeninin lâikleşme yoluna girdiği görülmektedir Halifenin olmasına rağmen dini hukuktan ayrılan Ceza Kanunnameleri, Ticaret kanunları, Arazi kanunnameleri çıkarmak zorunluluğu duyulmuştur. Ş e r’i mahkemeler yanında, nizamiye mahkemeleri kurulmuştu A tatü rk ’ün çağdaş uygarlık olarak batıyı model aldığı bir gerçektir Fakat daha açık bir gerçekte batıyı körü körüne taklit etmediğidir Bizzat A tatürk’ün de ifade ettiği gibi, bir taklitçilik hareketi olmayıp; T ürkiye’ye has ve Türkiye’nin şartlarından çıkan değerlerdir Nitekim. Atatürkçü Laik anlayışı da Fransa’daki lâikliğin tamamen Türkiye’de bit uygulanışt değildir. Türkiye’ye özgü bir lâikliktir Ayrıca yazımızın başında anlatıldığı gibi, oluşum şartları da oldukça farklıdır Batıda lâiklik milli bir devletin kuruluşundan sonra ortaya çıkmıştır Türkiye'de İse milli bit devlet olmanın ön şartı olarak ortaya çıkmıştır Batıda vicdan özgürlüğü ortaya çıkarken bizde ise Halife aynı zamanda sultandır Papaz ise aynı zamanda kıai değildir Bizde aynı zamanda idarenin de lâikleşmesi söz konusudur İslâm dünyası içinde, akıl, bilim ve aydınlanma yoiuna tam olarak girebilmiş; çağın gereklerine uyarak hukuk düzenini, eğitimi, devleti lâikleştirmek cesaretini gösterebilmiş tek ülke Türkiye’dir. Teokratik bîr dikta rejiminin eline geçirdiği ülkeyi, nasıl karanlığa sürüklediği ortadadır. Türkiye’de uygulanan lâiklik anlayışı, teokratik bir devlet yapısına dönüşe müsaade etmeyecek kadar yerleşmiştir Ancak, lâik devlete geçmekle, İslâm dininin Özünden de kopmuş değildir Ne var ki, İslâm dünyasını birbirine düşman kılmakta fayda görenler, özellikle bu Müslüman ülkelerin A tatürk’ten örnek alarak uyanmalarını istememektedirler Bunun için de lâik Türkiye Cum huriyeti’nin artık Müslümanlıktan uzaklaştığı propagandasını İslâm ülkeleri üzerinde işlemektedirler Laik Cumhuriyetin kurucusu Atatürk, dinin yanlış yorumcular elinde miskinliğe ve tembelliğe sürüklendiğinden hareketle şunları söylemektedir: “ Bizim dinim iz çalışm ayanın insanlıkla alakası o lm a d ığ ım b ildiriyor Bazı kim seler a sri (çağdaş) olm ayı k â fir olmak 327 san ıyorlar A sri küfür onların bu zannıdır, Bu ya n lış tefsiri ya p a n la rın m ak sadı İslam ların kâfirlere esir olm asını istem ek d eğ il de n e d ir ? ” Bir başka konuşmasında da; D in im iz son d in dir D inlerin en m ükem m elidir. Çünkü dinim iz akla, m antığa, h akikate tam am en u ygu ndu r Eğer akla, m an tığa ve h akikate uygun düşm em iş olsaydı, bu nu nla diğer tabiat kan un ları arasında tezat olm ası g erek ird i Çünkü bütün ya ra tılış kan u n ların ı ya p a n C enab-ı H a k tır, ” A tatürk’ün İslâm dini ile ilgili konuşmalarının hiç birinde İslam dinini horlayan bir sözü yoktur Buradan çıkartılacak sonuç, onun mücadelesinin batıl inançlarla ve hurafelerle olmasıdır Bunu iyi bilen Türk Milletinin büyük çoğunluğu hem İslâmi inançlarının özüne hem de A tatın k ’tin çağdaş medeniyete ulaşmak için gerçekleştirdiği lâik devlet ve akılcılık hamlesine sıkı sıkıya bağlıdır Şüphesiz, bugün Türkiye’de devlet yapısının, eğitimin, ailenin, kadın haklarının, ekonom ik faaliyetlerin, bütün hukuk düzeninin dogmatik dini kalıplar içinde hapsedilmesini isteyenler de vardır Teokratik devlet yapısına geri dönme hevesinde olan insanlarda vardır Laikliği dinsizlik gibi gösteren bu teokratik devlet yanlıları, Hıristiyanların din ve dünya işlerini ayırabileceklerini; fakat, İslâm âleminde bunun m ümkün olmadığını iddia ediyorlar Bu kimseler, İslâm iyet’in “zam anın değişm esiyle hükümlerin değişebileceği” yolundaki kurallarını reddediyorlar Burada, İslâm dininin özündeki Allah inancı ve ahlaki değerler ile teokratik devlet yapısı bir tutulmamalıdır Laiklik aynı zamanda, Türkiye için milli beraberlik ve bütünlüğün de vazgeçilm ez şartıdır. A n adolu’da, geçen yüzyıllarda kardeş kavgalarının temelinde, taassubun yol açtığı mezhep çatışmaları vardır Anadolu Türklüğünün zayıflamasına sebep veren bu çatışmaya karşı en etkili çare lâik devlet ve toplum düzenidir Türk siyasetçileri, m ezhep ayrılıklarını, oy kaygısı ile, sağ-sol kavgasının malzemesi olarak kullanmaktan kaçınmalıdırlar Sonuç olarak denilebilir ki, Atatürk, esaretten ve donmuşluktan kurtulm a yolunu açarak İslâm iyet’e de en büyük hizmeti yapmıştır. Zaten İslâm dininin özündeki Allah inancı ve iyi ahlak prensipleri ile 328 akıl ve bilim arasında bağdaşmaz bir durum yoktur Bir sosyal barışı da sağlama yolu olan lâikliğin, bu gayenin tam tersine bir çatışma ortamına sahne olması son derece yanlıştır Unutulmamalıdır ki, lâiklik ilkesinden, eğitim birliğinden uzaklaşmak, ilerlemeyi sona erdirir. Çağdaşlaşma milli birlik ve bütünlük, demokrasi ancak lâiklik ilkesinin doğru anlaşılması ve uygulanması ile sağlanabilir D- D E V L E T Ç İL İK Devlet ve Devletçiliğin Tanımı Ve Tarihsel Gelişimi Devlet, en genel biçimde “ halk, ülke, içinde toprağı bulunan, ülkü birliği çevresinde toplanan insanların, bağımsız olarak bir yönetim altında örgütlenmeleridir” şeklinde tanımlanabilir Diğer bir deyişle devlet, egemenlik ve ülkü birliği öğelerinin bir araya gelmesi ile kurulan varlık; belirli sınırlar üzerinde yaşayan insanların oluşturduğu bir siyasal Örgütlenme tipi olarak da değerlendirilmektedir. Bununla birlikte devleti, bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde bir baskı aracı olarak gören Marksist devlet anlayışları ve yine devleti, toplumda çıkar çatışmalarının doğurduğu bir güç olarak gören M arksist eğilimli yaklaşımlar vardır. Yukarıdaki genel tanım ve bu sınıfsal bakış açılarının ortak yönü, devletin belli bir hedef için bir araya gelen insan topluluklarının oluşturduğu bir örgütlenme tipi olmasıdır. Niteliği ne olursa olsun ve tanımı hangi anlayışla yapılırsa yapılsın bir devlet için üç temel öğe, ülke (sınırları belirli bir toprak parçası), üzerinde yaşayan insanlar (ulus - halk) ve egemenliktir (siyasal iktidar) Devletler tarihi boyunca içinde bulunduklarr çevre ve barındırdıkları insanların niteliklerine göre çeşitli gelişmeler göstermişlerdir İlk devleti kuran Sümerlerden, ilkçağın en güçlü siyasal gücünü oluşturan Romalılar da dahil olmak üzere, devlet, Ortaçağ sonlarına kadar inişli çıkışlı bir grafik izlemiştir. Batıda devletin kökeni eski Yunan kent- devletine kadar uzanmakla birlikte, Rom a im paratorluğunun kurulm asıyla evrensel devlet anlayışı yönün de 329 değişim başlamıştır. Romalı düşünür Cicero’nun devleti, ‘ yasalarla bir arada bulunan insan topluluğu” şeklinde tanımlaması devlet anlayışına yeni bir boyut getirmiştir Ortaçağ ve Rönesans döneminde dinsel bir otoriteye dayanarak varlığını sürdürebilen devlet, Machiavelli ile birlikte laikleşmeye doğru önemli bir atmıştır Machiavelli, devletin her türlü ahlaki kaygıdan uzak ve kendi kurallarını koyan bir hükümdar tarafından yönetilmesi gerektiğini ileri sürerek, devletin sürekliliğinin, güveliğinin ve genişliğinin ancak bu şekilde sağlanabileceği ifade etmiştir Devlet örgütlenmesinde bireyin belirişini ve bireyin devlet karşısında kendisini ifade etme olanağına kavuşması ,17 Yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Aydınlanma Çağı düşünürlerinin çabalarıyla m ümkün olabilmiştir Aydınlanma dönemi düşünürlerinden Locke, devletin otoritesinin sınırsız olmayacağını savunmuş ve devletin yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi temel hakların korunması gerektiğini ifade etmiştir Yine aynı dönemin düşünürlerinden Fransız Montesquieu (Monteksiyö) ise güçler ayrılığı kavramını ortaya atarak, hükümdarın yürütme gücünü, halk tarafından seçilmiş olan parlamentonun yasama gücünü elinde bulundurmasını ve yargının da bağımsız kalması gerektiğini vurgulamıştır. Bu yaklaşımıyla anayasal monarşiyi gündeme öneren Montesquieu, hükümdarların tanrısal iradeye dayanan yetkilerine karşı çıkmıştır Bir başka Fransız düşünür Rousseau da (Russo) hükümdarın gücünün Tanrıdan, değil toplumun iradesinden kaynaklandığını ileri sürmüştür, Onun için asıl olan ulus ve ulusun iradesiydi. Rousseau ulusal egemenlik düşüncesini ön plana çıkarmasıyla, bir anlamda çağdaş cumhuriyet rejiminin temellerini atmıştır Bu yaklaşımlar A vrupa’da 19 Yüzyıla damgasını vuran liberal devlet anlayışının doğmasına yol açmıştır Bu düşüncelerin de etkisiyle gerçekleşen Fransız devrimi ve bu devrimi izleyen A v ru p a’daki diğer devlimler (1830 ve 1848 Devi imleri) sonunda A vrupa’da Önce liberal devlet anlayışı ve ardından da bu tepki olarak sosyalist devlet anlayışı ortaya çıkmıştır Burjuva egemenliği ve işçi sınıfı diktatörlüğüne dayanan bu devlet tipleri, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında da 20 Yüzyılda varlıklarını devam ettirmişlerdir Yine II Dünya Savaşı sonunda liberal devlet anlayışında da değişiklik meydana gelmiştir Buna göre devlet, yalnızca toplumu yönetmekle ve uluslararası ilişkilerde 330 temsil etmekle kalmayıp, aynı zam anda insaniann refah düzeyini artırıcı bit rot de üstlenmeliydi Devletçilik kavram ına gelince; devletçilik geniş anlamda devletin ekonomiye, toplum yaşamına ve kültürel çevreye yapm ış bütün müdahalelerdir, Dar anlam da devletçilik ise devletin piyasa mal ve hizmetlerini doğrudan üretmesi anlamı taşımaktadır. Batıda 19 Yüzyıldan itibaren gündeme gelen devletçilik pek ç o k düşünür tarafından ele alınmış ve tartışılmıştır Bu tartışmalar sonunda devletin ekonom ik alana yapmış olduğu müdahalelerin devletçilik olarak değerlendirilmesi görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu açıklamaların ışığında Osmanfı Devletinin hem geniş anlamda, hem de dar anlamda devletçi olduğu söylenebilir Çünkü tüm topraklar devletin malıydı ve devlet üretimi, ilk aşamasından son aşam asına kadar memuru olan sipahisi eliyle denetlemekteydi Ticaret ve el sanatlarındaki faaliyetler tümüyle devletin kontrolü altındaydı ve tekeller, iç gümrükler ve sıkı narhlar yoluyla devlet doğrudan ekonom ik faaliyetlerin içindeydi. Ancak 19. Yüzyılda Osmanlı Devletinin hemen her alandaki çöküşü ile birlikte devletin de ekonomide rolü azalmış ve üretim ile tüketim tümüyle Batının denetimine geçmiştir. Doğa! olarak Osmanlı Devieti’nin de başta ekonom ik faaliyetler olmak üzere, toplumu ilgilendiren diğer alanlardaki kontrolleri de büyük ölçüde sınırlandırılmıştır A t a t ü r k ’ ün Devletçilik İlkesi Ve 1930’larda Türkiye’nin Ekonomik D urumu Türkiye’de 1923’ten itibaren izlenen liberal ağırlıklı ekonomik politika bazı olumlu adımların atılmasına karşın, kalkınmayı yeterince gerçekleştirememiştir Devlet desteği ile özel teşebbüsçülüğün yapıldığı bu dönemde özel kesimin ekonomiyi kalkındırma yükünü taşıyamayacağı anlaşılmıştır. 1923-19.30 yılları arasında hükümetin politikası, kendi yatırımlarının, başta demiryolu olmak üzere sosyal sabit sermaye ve nakliyat alanlarına sınırlayarak öze! girişimleri canlandırm ak olmuştur Cumhuriyetin ilk yıllarında hükümetin ekonom ideki genel hedefi, Türkiye’de insan yaşamının maddi koşullarım sürekli olarak iyileştirmek ve iyileştirmelerden nüfusun daha geniş bölümlerinin yararlanmasını sağlamaktı Diğer hedefler ise 331 sanayileşmeyi hızlandırmak, tarımsal üretimin artmasını sağlamak, ulaşımı geliştirmek ve bankacılık sistemini modernleştirmekti. Ancak tüm bu hedeflere ulaşmak 1929 yılında dünyada ekonom ik krizin başlamasıyla olanaksız hale gelmiş ve Türk ekonomisi de bu krizin etkisi altına girmiştir 1929 krizi Türkiye’nin önemli ürünlerinden olan buğday fiyatlarının hızla düşmesine yol açmış ve ekonom ik bunalımın tarım sektörüne sıçramasına neden olmuştur Ayrıca krizin etkisiyle ticaret dengelerinde bozulma, ithalat hacm inde ani daralm a ve hükümetin bütçe gelirlerinde büyük düşüş görülmüştür 1930’lara gelindiğinde gelecek yılların Türkiye’sinin ekonom ik politikasını belirleyen iki Önemli gelişme ortaya çıkmıştır. Birincisi ekonomi üzerinde olumsuz etki yapan 1929 Dünya ekonom ik krizi, diğeri ise olumlu sonuçlar doğuran 1929 yılında L o z a n ’daki sınırlamaların kalkmasıdır Tüm bu gelişmeler sonucu Türkiye’de devletçilik uygulamasına geçiş hız kazanmıştır Özel teşebbüse dayalı sistemden devletçiliğe geçişte şu etkenler rol oynamıştır: 1-1929 Dünya E konom ik krizinin yol açtığı ağır bunalım tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devletin ekonom iye müdahalesini gündeme getirmiştir. Krizin büyüklüğü hükümeti karşı önlemler almaya zorlamış ve krizinden etkilenmeyen Sovyet modeline doğru eğilimi artırmıştır 2- İ929 yılına kadar Lozan Barışının getirdiği sınırlamalar ve bu yüzden gümrük duvarlarının hala düşük kalması yüzünden yerli sanayinin korunması m ümkün olamamıştır 1929 yılında sınırlamaların kalkmasından sonra devlet yerli sanayiin korunması ve geliştirilmesi işini devlet bizzat kendisi üstlenme yolunu seçmiştir. 3- Sermaye birikim inin yetersiz olması ve burjuva sınıfının yok denecek kadar cılız ve güçsüz olması devletin ekonom iye müdahalesini kaçınılmaz kılmıştır 4- Vasıflı işçi ve teknik eleman yetersizliğinin yanı sıra müteşebbis tipinin hiç olmaması da bir başka etkendir, Teknoloji ile müteşebbis birbirinden ayrılmaz bir bütün oldukları için teknolojinin de geliştirilmesi işini devlet üzerine almak z orunda kalmıştır 332 5- Serbest Cum huriyet Fırkası denemesi halkın içinde bulunduğu zor koşulların iktidar tarafından anlaşılması açısından da önemlidir Bu olaydan sonra hükümet özel sektöre dayalı ekonom ik politikayı bir kez daha gözden geçirmiş ve halkın refah düzeyini yükseltmek için ekonom iye müdahale etme kararı vermiştir 6- Bağımsızlığını yeni kazanan bir ulus ve bu ulusun kurm uş olduğu genç bir cumhuriyet için, bağımsızlık ve egemenlik haklarından taviz vermeden kalkınmayı gerçekleştirmek ve dünyada saygın bir konum a ulaşmak temel amaç olmuştur Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti de, içi ve dış koşulların etkisiyle bağımsız kalarak ekonom ik ve toplumsal kalkınmayı devlet eliyle gerçekleştirmeye yönelmiştir Kısacası iç ve dış ekonom ik ve siyasal gelişmelerin etkisi, cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan haya! kırıklığı, Sovyet deneyinin yarattığı heyecan ve bağımsızlıktan taviz vermeden kalkınmanın zorunluluğu Genç Türkiye Cumhuriyeti devletçilik uygulamasına yöneltmiştir Sonuçta Mayıs 1931 ’de toplanan C H P ’nin Ü çüncü B üyük Kurultayında devletçilik ilkesi parti programına alınmış ve tek parti döneminin özelliklerinden dolayı da bir devlet politikası haline gelmiştir A ta tü rk ’ün Devletçilik Anlayışı: Yeni Türk devletinin 1930’dan sonra izleyeceği ekonomik politikanın teorisi ve doğal olarak ön çalışmalarıyla nihai kararlar Mustafa Kemal A tatü rk ’e aittir Ayrıca ekonom ik politikanın belirlenmesinde ve uygulanm asında “M ustafa Kemal P aşa - Başbakan İsmet Paşa - İktisat Vekili” şeklinde hiyerarşik bir yapı bulunduğunu iddia etmek hiç de yanlış olmayacaktır Konuya A tatü rk ’ün ılımlı bir devletçilik uygulamasından yan a olduğunu vurgulayarak başlam akta yarar vardır Atatürk, ılımlı (mutedil) devletçiliği savunduğunu, devletçiliğin henüz bir devlet politikası olmadığı 1929 yılında yapm ış olduğu konuşm ada aynen şu ifadelerle açıklamıştır: “ Türkiye Cum huriyetini idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılm amakla beraber ılımlı devletçilik prensibine u ygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğum uz durum lara, şartlara ve 333 zorunluluklara uygun olur Bizim takibini uygun gö rd ü ğüm üz ılımlı devletçilik prensibi; bütün üretim ve dağıtım vasıtalarını kişilerden alarak, milleti büsbütün başka esaslara göre düzenlem ek amacını güden sosyalizm prensibine dayalı kollektivizm yahut komünizm gibi özel ve kişisel ekonom ik teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir.” Atatürk'ün bu sözlerinden 1930’dan sonra Türkiye’de devletçilik ile İlgili iki temel yaklaşım olduğu söylenebilir Bunlardan birincisi devletçiliği ideolojik gerekçelerle açıklamayan ve onu toplumsal kalkınmada bir araç olarak gören pragmatik devletçilik anlayışıdır İkinci görüş ise devletçiliği sosyalizm ve kapitalizme karşı alternatif bir sistem olarak sunan ideolojik devletçilik anlayışıdır Daha açık bir ifadeyle kalkınmada üçüncü yo! arayışıdır A tatürk’ün devletçilik anlayışı pragmatiktir ve Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullardan ortaya çıkmıştır Atatürk bu konudaki düşüncesini şu sözlerle ifade etmiştir:”' Devletin bu husustaki faaliyet hududunu çizmek ve bu hususta dayanacağı kaideleri tespit etmek, diğer taraftan vatandaşın ferdi teşebbüs ve faaliyet hürriyetlerini tehdit etmemiş olm ak, devleti idareye salahiyattar kılınanların düşünüp tayin etmesi lazım gelen meselelerdir Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi umumi şartlan göz önünde bulundurulmalıdır,, Bir de ferdin şahsi faaliyet, ekonomik ilerlemenin esas kaynağı olarak kalmalıdır, Fertlerin gelişmesine mani olm am ak, onların her görüş noktasından olduğu gibi, bilhassa ekonom ik sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri Önünde, devlet kendi faaliyetleriyle bir engel vücuda getirmemek, demokrasi prensibinin en mühim esasıdır”. Atatürk bu sözleriyle devletçiliği benimsemekle birlikte demokrasinin temel ilkesi olan kişi haklarının da varlığını kabul etmekte ve bireyin kendisini geliştirme imkanlarının ortadan kaldırmasını kabul etmemektedir Atatürk tarafından önerilen pragmatik ve ılımlı devletçilik diyebileceğimiz yaklaşım, doğrudan doğruya emperyalizmin müdahalesine karşı kurulmuş bir savunma sistemi idi Atatürk ulusal bağımsızlığın sağlam esaslara oturtulması için ekonom ik açtdan tamamıyla bağımsız olmak gerektiğini görmüş ve bunun için de ulusal 334 sanayii yabancı rekabetinden korumak için devlet eliyle kalkınmayı önermiştir A tatürk’e göre devlet, özel teşebbüsün ilgilenmediği, başarılı olamadığı ve gücünün yetmediği alanlarla, toplum çıkarlarının ön planda olduğu alanlara müdahale edecektir Bunun için devletin doğrudan kendisi yatırım yapacak, işletmeler kuracak ve para politikasını belirleyecekti Bu yönüyle ılımlı bir çizgide olan Kem alist devletçilik özel teşebbüse ve özel mülkiyete karşı değildi Atatürk’ün devletçilik anlayışı Marksist anlamdaki devletin ekonom ik faaliyetlerin tümünü organize etmesi anlamı taşım ıyordu M arksizm 'de tüm üretim araçları devletin elinde toplanacak, her alanda devlet tekelleri olacak ve özel mülkiyet ile özel teşebbüs bulunmayacaktı Oysa Kemalist devletçilik geri kalmış bir toplum da hızla kalkınmayı hedefleyen ve ülkeyi çağdaş sanayileşmiş ülkeler düzeyine çıkarmadı amaçlayan bir yaklaşımdı A tatürk’ün devletçilik anlayışı o yıllarda Batıda sıkça görülen devlet kapitalizminden de farklıydı Devlet kapitalizminde, devlet özel teşebbüs yararına ve onun çıkarları doğıukuşunda ekonomiye müdahale eder ve burjuva sınıfı lehine düzenlemeler yapardı Oysa A tatürk’ün devletçiliği, diğer ilkelerden özellikle de halkçılıktan bağımsız düşünülemezdi Bu yönüyle halkçılıktaki '‘toplumsal düzeni emeğe ve hukuka dayatmak için yapılan uğraş’ şeklindeki hedef devletçilik ilkesiyle son derece uyumlu idi “ Ayrıcalıksız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz' söylemi halkçılık ilkesinin bit hedefi iken, bu hedefe ulaşmanın yolu da devletçilikten geçmekteydi Ayrıcalıksız ve sınıfsız bir toplum yaratm ak için her şeyden evvel adil bir ekonomik düzen kurmak ve toplumun refah düzeyini yükseltm ek gerekli idi Bu konudaki en ciddi çalışmalar da 1930 yılından uygulamaya konan devletçi ekonomik model sayesinde g eçekleşm iştir A tatürk’ün temel iIkeJeıİnden olan devletçiliğin 1931 yılında CHP nin progıamın girmesiyle birlikte Türkiye'nin ekonom ik politikasının yönü de değişmiştir 1931 yılından sonra pek çok kesim de önemli yatırımlar gerçekleştirilmiş ve 1933 yılında planlı ekonomiye geçilmesinin de etkisiyle hızlı bir sanayileşme dönemine girilmiştir Atatürk dönemindeki devletçi uygulamalar sayesinde Türkiye, dünyanın 335 en hızh kalkınan ülkelerinden biri haline g elm iştir. Sanayileşmenin yanı sıra tarım alanında önemli teknolojik hamleler yapılmış, para kredi işleri belli bir düzene sokulm uş, ulaştırmadan madenciliğe, sağlıktan bayındırlık hizmetlerine kadar uzanan çevrede devlet etkinliğini hissettirmiştir Devletçilik ilkesi sonraki yıllarda üzerinde en fazla tartışılan ilkelerden biri olmuştur Özellikle 1950 yılından sonra dünyada ağırlığını hissettirm eye başlayan liberal görüşlerin de etkisiyle devletçilik ilkesinin aksine uygulamalara girişilmiştir Bununla birlikte Atatürk dönem inde temelleri atılan, teorik ve pratik alt yapısı oluşturan devletçi model uzun yıllar Türkiye’nin kalkınmasında önemli rol oynamıştır. İ 9 8 0 ’lerden sonra yine dünyadaki gelişmelere paralel olarak devlet müdahaleciliği de gözden düşmüştür A ncak Türkiye’nin bölgeleri arasındaki kalkınma ve sanayileşme farklarının bulunması, devletçiliğin ve devletin zaman zaman ekonomiye müdahalelerde bulunmasının vazgeçilm ez bir ekonom ik politika tercihi olduğu bir gerçektir İN K IL  P Ç IL IK İnkılâbın Tanımı İnkılâp, kelime anlamı ile değişme, bir halden başka bir hale dönmeyi ifade eder Arapça kökenli bir kelime olan İnkılâp, kalb, münkalıb kelimeleri ile aynı kökten gelmektedir Dilim izde İnkılâp ve devrim kelimeleri eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. İnkılâp ve devrim kelimeleri Fransızca karşılığı Révolution, İngilizce karşılığı Revolution kelimelerinin karşılığı olarak T ürkçe’ye çevrilmiştir Révolution kelimesinin aslı olan “ revoluere” başlangıçta tam am en somut bir m anada kullanılmaktadır (Sırtüstü düşmek, devrilmek, yuvarlanmak) Bu kelimeye ilk defa Dante A leghieri’nin 1.306-1308 yılları arasında yazmış olduğu “Convivio” (Şölen) başlıklı eserinde rastlıyoruz Bu eserde “revoluzione” ifadesi yıldızların seyir ve hareketleri anlamına gelmektedir 336 17-nci yüzyılda Hobbes ve Chiarendon gibi yazarlar, bu terimi önceden görülmeyen, insan iradesi dışında bir olay, bir değişme anlamında kullanıyorlar. Bu anlamda inkılâp tamamen objektif bir m a n a taşımaktadır Fransız inkılâbı ile ilk defa fikrî ve sübjektif bir anlam kazanıyor Ancak, bu sübjektif anlamı kazandıktan sonradır ki inkılâpta insan iradesinin tesiri ön plana çıkmış oluyor. Artık inkılâp, insanın seyirci kalacağı bir değişiklik olmaktan çıkıyor, doğrudan doğruya istenilerek ve uğraşılarak başarılabilen siyasi ve sosyal değişiklikler anlamında kullanılıyor Kavram kargaşasını önlemek ve kavramlara açıklık getirmek için, inkılâp kavramı ile ilgili benzer kavramları karşılaştırmak gerekecektir İnkılap, evrim veya tekamül (évolution) ve ıslahattan (reforme) farklıdır Evrim genel anlam da tedrici bir gelişmeyi, değişikliği ifade eder Yani yavaş yavaş açılm a ve şekil alma anlamım ifade eder Örneğin insan soyunun gelişmesi, tabiat olayları evrim deyimi ile ifade edilir Islahat veya yeni deyimle reform, temelde var olan şeylerin zam an şartlarına göre ayarlanmasıdır Toplum ihtiyaçlarına göre hukuk düzenine uygun olarak yapılır. İnkılâp ve devrim kelimeleri çok defa ihtilâl kelimesi ile karıştırılmaktadır, Fransız inkılâbına Fransız ihtilâli de denilmektedir Oysa inkılâp ve ihtilâl aynı şeyi ifâde etmemektedir ihtilal inkılâbın bir evresini, mevcut otoriteye karşı gelmeyi, zora başvurmayı yani şiddete dayalı kısmım ifade etmektedir İnkılabın bir evresini teşkil eden ihtilal, isyan, baş kaldırma ve ayaklanmadan farklıdır Fransızca bu kelimelerin karşılığı, révolte, rébellion, insurrection ve soulévem ent’dir Bu kelimeler arasında anlam bakımından az da olsa farklar vardır, Révolte Türkçe karşılığı isyandır İsyan, kanunlara ve emirlere karşı gelmeyi, meşru otoriteyi cebir yoluyla değiştirmeyi amaçlar İsyan, teşkilatlı bir grubun mevcut politik ve sosyal düzeni ani olarak değiştirmek am acıyla başvurduğu şiddet hareketidir İsyanda devlet kuvvetlerine karşı gelme söz konusudur İsyan hareketi çok sürmez, devamlı değildir İnkılâp ve onun bir evresi olan 337 ihtilâl, bir fikrin şahlanışıdır Fikri tarih tecrübesinden hız almaktadır. İsyan ise şahsi tecrübeden fikre giden harekettir Belki bir ihtilalin başlangıcı olabilir, plana ve akla dayanmaz. İnkılâp hareketlen genel olarak üç aşamada gerçekleşir. 1-Fİkri aşama, aydınların, yazarların, filozofların fikirlerinin toplum bilincinde kavranması aşamasıdır 2-Fikri aşam a sonrası gelen aksiyon safhasıdır, Yani değişiklik fikirlerinin halka mal olması sonrası mevcut sistemin geniş bir halk hareketi ile yıkılmasıdır Başka bir ifade ile ihtilâl saikasıdır 3-Yıkılan ve bozulan düzenin verebilecek yeni bir sistemin gerçekleşmesidir Burada önemli olan yargılarının toplum vicdanında yer inkılâbın yaşaması m üm kün değildir yerine halka beklentilerine cevap kurulmasıdır Yani inkılâbın inkılâbın getirmiş olduğu değer etmesi gerekir Aksi takdirde A t a t ü r k Ve İn k ılâ p çılık A tatürk’ün benim en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlık savaşı ve onu ta m am layan Tüık inkılâbının temel ilkeleri üzerine kuruldu. Bu, 1919-1938 yılları arasındaki bir tarihin oluşumudur Osmanlı İmparatorluğunun enkazı içinden yeni bir Türk devletinin kuruluşunu Atatürk,, “ Yeni T ü rk iye’nin eski T iitk iye He hiçbir ilgisi yoktur, O sm anlı D evleti tarih e karışm ıştır, Ş im d i Yeni Türkiye d o ğ m u ştu r,” sözleriyle açık bir şekilde tanımlamaktadır İşte bu büyük olay T ürk inkılâbı idi Tüık inkılâbı zor şartlar altında başlamış ve başarıya ulaşmasında Uç büyük engeli aşmak zorunda kalmıştır Birincisi; Türkiye’yi işgal eden güç em peryalist güçlerden ülkeyi kurtarmak gerekiyordu İkincisi; fonksiyonunu yitirmiş olan kurum lan yıkm ak ve bunların yeıine çağdaş dünya ihtiyaçlarını karşılayacak yeni kurumlar getirmek İşte Tüık inkılâbı bu güçlüklerin aşılması sonucunda kurulmuştu 338 1ürk inkılâbı, siyasi toplumun temelini ümmet esasından millet esasına çevirmiş, aynı zamanda da siyasi iktidar olarak, kişisel egemenliğe son vererek millet egemenliğini ilan etmiş, hem dine bağlı (teokratik) devlet yapısının üzerine laik devlet yapısını geçirmiş, hem modernleşm e ile gelenekçilik arasında bocalamakta olan bir toplumu bu ikilikten kurtararak Türkiye’nin yüzünü geri dönülmez bir şekilde batı medeniyetine döndürmüştür Bütün bunlar, yirmi yıldan kısa bir süre içinde olmuştur Çok köklü bu değişmeleri kısa zamanda gerçekleştiren Türk inkılâbı, daima milli egemenliği temsil eden bit meclisin kararlarına dayanılarak yürütmeye çalışmıştır Hukuki şekillere uyma ve hukukun üstünlüğüne önem verme, Türk İnkılâbım, sokağın, şiddetin, kanlı ayaklanmaların hakim olduğu ihtilallerden ayıran bir özelliktir A tatürk’ün önderliğinde Türkiye’de çağdaşlaşma atılanlarının gerçekleştirildiği dönemde, A v ru p a’nın bir çok ülkesinde tarihin en koyu totaliter diktatörlükleri hüküm sürüyordu Atatürk, totaliter ideolojilerin temelden yanlış olduğunu görmüştür Fransız ve Rus İnkılâplarının ne kadar kanlı olduğu,, nasıl bir terör getirdikleri bilinen bir gerçektir Fransa’da, işgalci Alınanlarla işbirliği yaptıkları Vichy hükümeti yanlısı oldukları' iddiasıyla, İkinci Dünya Savaşından so m a çoğu zaman sorgusuz ve duruşmasız, sokak köşelerinde öldürülenlerin sayısı resmi itiraflara göre on bini,, bazı Fransızların iddialarına göre yüz bini aşmıştır XX yüzyılın totaliter dikta rejimlerinin kurban sayıları milyonlara, hatta on milyonlara varmıştır Stalin' in ölümünden sonra Sovyet Rusya Komünist Paıtisi’nin XX Kongresinde, halefi Kruşçof tarafından okunan ve Stalin’in zulümlerini belgeleyen rapor, Hitler’in toplama k am ptan ile ilgili bilgilet, bu gibi totaliter rejimlerin her gün yüzlerce, bazen binlerce insanın kanına girerek ayakta durabilmiş olduklarını gösteriyor E ndon ezy a’da Sukarno yönetiminin yıkılmasının, K am boç ya’da Pol Pot diktatörlüğünün ve onu izleyen dönemlerin,, İran’da Şah’m devrilmesine yol açan ihtilalin ne kadar kanlı olduğu biliniyor Bütün bunlar göz önünde tutulunca, Türkiye’de monarşiden Cumhuriyete, teokratik devletten laik devlete geçişi de içine alan b üyük bir İnkılâbın,, çok köklü ve geniş değişikliklerin, ne kadar kansız şekilde 339 gerçekleştirildiği anlaşjlır İstiklal mahkemelerinin savaş ve inkılâp yılları boyunca ölüme mahkum ettiği kişilerin veya sürgüne gönderilenlerin sayısı birkaç yüzü, yani totaliter rejimlerin bazen bir tek günde sorgusuz, duruşm asız yok ettiği kişilerin sayısını aşmaz Atatürk yukarıda saymaya çalıştığımız bu köklü değişimleri 5 Kasım 1925 tarihli bir konuşmasında şöyle ifade etmişti: “ Türk in kılâbı nedir ? Bu inkılâp, kelim esin in ilk anda işaret ettiğ i ih tilâ l m an asın dan başka, ondan dah a gen iş bir değişikliği ifade etm ek ted ir Bu gü n kü devletim izin şekli, asırlardan b e ri gelen esk i şek illeri ortadan kaldıran, en g elişm iş tarz olm uştur, ” “ M illet, u lu slararası g en el m ü cadele saltasında h a ya t sebebi ve k u vvet sebebi olacak ilim ve vasıtanın an cak çağdaş m ed en iyette b u lun abileceğini, bir değişm ez g erçek olarak p ren sip saym ıştır , N etice olarak m ille t saydığım ız değişiklik ve in kılâpların ancak, dü n yevi ih tiyaçlardan m ü lh em ve ih tiyacın d eğişm e ve g elişm eyle m ü tem adiyen d eğişm e ve g elişm e si esas olan dü n yevi zih n iyeti h ayatı boyu n ca devam edecek bir idare saymıştır, B ü yü k m illetim izin h ayatın ın seyrin de vücuda g etird iğ i bu değişiklikler h erh an gi bir ih tilâlden çok fazla, çok y ü k se k olan en m uazzam in kılâplardandır ” A t a t ü r k bir b a ş k a k o n u ş m a s ın d a ise ", in kılâp varolan m ü esseseleri zorla değiştirm ektir,, Türk m illetin i son asırlarda g e ıi bırakm ış olan m ü essese leti yıkarak, ye rle rin e m illetin en yü k se k m ed en i gerek lerin e g ö re ilerlem esin i sağlayacak y e n i m ü essese leti koym uş olm aktır” der A tatürk’ün, yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı gibi, Ona göre inkılâp her hal ve şart içinde bir ilericilik, yenileşmek ve bir çağdaşlaşmaktır. Çağın gerisinde kalmış müesseseleri ortadan kaldırmaktır Bunları yaparken de ilhamı milletten almış ve çağdaş temellere dayandırmıştır Nitekim başka bir konuşm asında da “Ben şim diye kadar m illet ve m em leket h ayrın a ne g ib i h am leler, in kılâplar ya p m ış isem hep, h alkım a tem as ederek, onların ah laka ve m u habbetlerin den g ö ste rd ik le ri sam im iyetten kuvvet, ilh am a larak y a p tım ” demektedir. Görüldüğü gibi Atatürk, yaptığı inkılapların ilhamını daima milletten almıştır Ayrıca ona göre hakiki inkılâpçılar 340 halkının vicdanlarındaki gerçek eğilimlere nüfuz etmesini bilenlerdir. Taklitçiliğin de karşısında olan Atatürk, hiçbir millet b aşka bir milleti taklit edemez ve etmemelidir, aksi takdirde; bunun şonucu o millet için hüsran olur demektedir Bir millet için iyi olan bir İcraat bir başka millet için felaket olabilir. Çünkü sosyal bünyeler arasında daim a fark vardır, işte onun içindir ki, Atatürk Türk milletine yol gösterirken, dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden ve ilerlemelerinden yararlanalım,, lâkin unutm ayalım ki asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız demektedir A tatürk’ün İnkılâpçılıktaki teme! hedeflerinden biri de insanların düşünce yapılarını değiştirmek olmuştur Zira eskiyi y ıkarak yerine milletin en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlamak yeni kurum lan yaşatacak yeni bir insan da gerekiyordu Bunun içindir ki Atatürk, en hakiki mürşidin ilim olduğunu düşüncelerde yerleştirmeye çalışmıştır Gerçekten de A tatürk’ün Türk milletini yönetmek istediği Batı uygarlığının temel niteliği, aydınlanma tutumuydu Bu da akim hayata kılavuzluk etmesi, değer ve normların akılla bulunması, başka bir ifâdeyle dogmatik ilkelerin yerini ilim zihniyetinin almasıydı Özetle hedeflemişti! Atatürk Türk inkılâbını gerçekleştirirken şunları Yeni ve çağdaş bit Türk devletinin kurulması; Din ve mezhep ideolojisinin yerine milliyet ideolojisinin yerleştirilmesi; Batı uygarlığım meydana getiren ilim ve yönteme bağlanılması; Yeni Türkiye devletinin kanun ve örgütlerinin dünya ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi; İlmin hayat için tek mürşit kabul edilmesi Atatürk inkılâplarındaki başarısında milletle bütünleşmesi yanında 1 0 i oynayan başka bir faktörde onun inkılâpları gerçekleştirirken kullanmış olduğu kendine özgü metotlarıdır Her şeyden Önce Atatürk, inkılâpları gerçekleştirirken doktrinci olmayan, faydacı bir yol izlemiştir Devletçilik anlayışı buna en açık Örnektir Bilindiği gibi Devletçilik politikası dünyadaki mevcut sistemlerden birinin kopyası değil, T ü rk iye’nin şartlarından çıkmış Türkiye’ye Özgü bir uygulamadır 341 Atatürk inkılâplarının diğer bir özelliği de zor ile değil ikna yoluyla gerçekleştirmiş olmasıdır Mesela şapka inkılâbı esnasında Atatürk başında şapka ile K astam onu’ya geziye çıkmış, halka fes yerine şapka giyilmesinin lüzum ve faydalarım anlatmıştı Şapka kanunu ancak bu geziden üç ay sonra, halkın çoğunluğu ikna edildikten sonra çıkarılmıştır A tatürk’ün inkılâplarının üçüncü bir özelliği de denemeyanılma yoluyla doğruyu bulma yöntemini uygulamış olmasıdır. 'Nitekim dil inkılâbında 1933 yıllarında Önceki uygulamalarından farklı olarak daha ılımlı bir yol izlemiştir Türk inkılabının Tarihi Gelişimi Osmanlı Devleti duraklama devrinden sonra 18 nci yüzyıldan itibaren hızla gerilemeye başlamıştır Bu andan itibaren Batılı devletlerin bir açık pazarı haline düşmüştür 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ile Batıkların hasta adam olarak nitelendirdikleri Osmanlı Devletine son darbeyi indirmişlerdir Mustafa Kemal Paşa bu akıbeti çok önceden görmüş, Türk Milletini bu yıkıntı içinden selamete çıkarmak, ona özgür ve şerefli bir hayat sağlanması gereğine inanmıştı. İnkılap düşüncesi onda 1919 un çaresizliği içinde doğm uş değildi 1907’de daha genç bir subayken, vatanın gelecekteki sınırlarını çizmişti 1919’da son Osmanlı Meclisine milli anlaşma (Misak-ı Milli) halinde kabul ettirdiği bu sınır, 1922’de kılıcı ile çizdiği vatan sınırı ile hem en hemen aynıdır 1922 zaferiyle başlayan inkılâp hareketleri 1938’e kadar şartlar oluştukça safha safha gerçekleştirilmiştir. Gerçek bir inkılâpçı olan Atatürk zamanı gelinceye kadar düşüncelerini kendi deyimiyle “Bir Milli Sır” olarak vicdanında saklamasını bilmiş, zamanı geldikçe de uygulamakta tereddüt etmemiştir Ona göre önünde iki alternatif vardır: T ürkiye’yi derece derece mi ilerletmek; ani olarak mı? Önünde iki yol var: Fransız İnkılabında olduğu gibi rejimler değişecek, ihtilâllere karşı kontr ihtilâller yapılacak ve aradan asırlar geçecektir A tatürk’e göre milletin 342 artîk ne akıtacak kanı ne de zamanı vardır Çağım ızda pek az inkılâp hareketi bu kadar köklü değişimi bu kadar kısa bir zam anda gerçekleştirebilmiştir Türk inkılâbı, tarihte her inkılâp hareketinde olduğu gibi, fikri bir hazırlık evresi sonrası meydana gelmiştir Türk inkılâbı da Tanzimat ve Meşrutiyet devirleri düşünürlerinin geliştirdikleri fikirlerin zemini üzerine kurulm uş olmasına rağmen çok bakımdan öncekilerden ayrılır A tatürk’ten önceki İslahat hareketleri daha ziyade askeri zaruretlerin ve dış faktörlerin etkisi altında yapılmış, daha çok doğu ile batıyı uzlaştırmaya yöneliktir Uzlaştırıcılar, batılılaşmanın bizi kendimiz olmaktan çıkartacağı korkusundan hareket ediyorlardı. Oysa kendimiz olarak kalm am ız ancak uygarlık denen ve aslında coğrafi bir bölgenin değil, bütün insanlığın ortak malı olan akılcı ve hürriyetçi hayat görüşüne yönelm em ize bağlıydı Burada bilinmeyen gerçek şu idi; Batı uygarlığını temel alan hayat felsefesi batıda doğmuş ve sadece batının olmuş değildi Akılcı ve hürriyetçi düşünce; Sümer, Mısır, Girit. Y unan ve R o m a ’dan atlayarak Rönesans ve reform gibi iki hümanist aşamadan geçip Batı A v ru p a’ya yollanmıştı O uygarlığın unsurları arasında Türklerinde içinde bulunduğu İslâm Medeniyeti de vardı Bu anlamda Batılılaşma, bir yabancılaşm a değil, tersine bir kendine dönm e idi Atatürk, bu gerçekleri görerek Türk milletini bütün m üesseseleıiyle çağa uygun bütün mana ve biçimiyle çağdaş bir toplum haline getirmeyi inkılâplarının temel hedefi sa ym ıştır. A tatü rk ’ü kendinden önceki ıslahatçılardan ayıran ikinci özelliği Onun gerçekçiliğidir Bilindiği gibi kendinden öncekiler kurtuluşu şu ü ç tez üzerine kuruyorlardı: 1-Padişahı yeryüzünde A lla h ’ın gölgesi olarak gören bir devlet fikri Bu görüşle bütün Müslümanlar bir araya getirilerek geniş haıitalı bir İslâm devleti kurm ak istiyorlar Oysa bütün İslâm toplulukları em peryalist devletlerin esareti altında bulunuyorlardı N itekim I Dünya Savaşında Tüıkler, emperyalist devletlerin yanında yer alan Müslüman askerlerle de savaşmak zorunda kalmıştır 2-Pan-Tütkizm adı verilen dünyanın çeşitli yerlerinde bilhassa R usya’da Türkçe konuşan ve ırkça müşterek olan insanlara “ Büyük 343 Türkiye’7 ideali aşılayarak bir Turan ülkesi kurulması fikri idi Bu Osmanlı D evleti’nin dünya çapında göğüsleyemeyeceği tepkilere maruz kalacağı anlamına gelmekteydi 3-Pıens S abahattin’in inkılâp propagandasını yaptığı Adem-i Merkeziyet adı verilen bir nevi federatif devlet fikridir Bu da ancak imparatorluğun çöküşünü hızlandıracaktı Çünkü federe olunacak kitlelerin Osmanlı devletine; özellikle Fransız İnkılabı ile birlikte isyan halinde oldukları bilinmektedir. İslahat hareketleri padişahların veya bir küçük aydın grubun eseri olduğu halde Türk inkılâbı Türk halkının A tatürk’ün etrafında toplanmasıyla başarılmıştır Türk milleti yalnız dış düşmanlara karşı değil aynı zamanda halife ordusuyla da savaşmak zorunda kalmıştır Sonuç olarak denilebilir ki, Türk inkılâbı bir zaruretin sonucu idi Emperyalist devletlerin saldırıları karşısında, varlığını m uhafaza edebilmek için öncelikle askeri alanda başlatılan ıslahat hareketleri devleti kurtarmaya yeterli olamamıştır Tanzimat’tan bu yana Türk aydınlarının üzerinde sürekli çalıştıkları, ülke nasıl kurtulur? Sorusuna verilmiş radikal bir cevaptır. Atatürk önce milli bağımsızlığı sağlamıştır, sonra da yeni bir devlet, yeni bir toplum oluşturarak Türk milletini her anlamıyla çağdaş medeniyet seviyesine çıkarmayı hedef almıştır 344 BİBLİYOGRAFYA Abel Oliver, Arkoun Mohammed Mardin, Şerif; Avrupa’da Etik* Din ve Laiklik İstanbul 1994 Afetinan A ; Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi Ankara 1977 ............; Vatandaş İçin Medenî Bilgiler ve Mustafa Kemal’in ElYazıları Ankara 1969 ....................;D e vle tçilik İlk e s i ve Türkiye C u m hu riyeti’h in B irin c i Sanayi Plânı 1933 TTK Yay Ankara 1972 ....................,M edeni B ilg ile r ve M K em al A ta tü rk ’ün E l Yazıları, TTK Yay Ankara 1969 ------- ;Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Ankara 1977 -— ....... — ;Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1968 Ağaoğlu, Ahmet. Devlet ve F e rt İstanbul 1933 ;Serbest Fırka Hatıraları, İstanbul 1969 Akçura Yusuf; Yeni Türk Devletinin Öncüleri, 1928 Yılı Yazıları, Haz ; Nejat Sefercioğlu Ankara 1981 Akgün Seçil; Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik Ankara Akşin.Aptüiahat; Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi C l İstanbul 1964 C ll İstanbul 1966 Akşin, Sina; "Osmanlı Türk Toplumunda Sınıf Yapısı Üzerine Bir Deneme , Toplum ve Bilim Sayı 2 1977 s 31-46 Akşin, Aptulahat; Türkiye’nin 1945’ten Sonraki Dış Politika Gelişmeleri Orta Doğu Meseleleri, İstanbul, 1959 AKYOL Taha; M edine’den Lozan’a, Milliyet Y ay, İstanbul, 1996 Akyüz Kenan; Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, (1860-1923) 4 Bsk ? Akyüz, Yahya; Türk Eğitim Tarihi, Ankara 1982 Alasya H Fikret; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Tarihî Ankara 1997 Aralov S I; Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, (Çev Haşan A li Ediz), İstanb 7 1967 Arar İsmail; Hükümet Programları (1920-1965), Burçak Yayınevi, İstanbul, 1968 345 Arat R Rahmeti; Dil Tabii B ir Varlıktır1 Türk Kültürü, s 158, Aralık 1975 s 6974 Armaoğlu Fahir; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980) Yayınları Ankara 1983 _____________ ; Atatürk ün Dış Poütika Prensipleri Devletçilik Anlayışı Ankara 1982 s 57-65 Türkiye iş Bankası Atatürk’ün Milliyetçilik ve Arsal S Maksudi; Türk Dili için (Türk Ocakları Neşriyatından) Milli Mücadele Seri s1 1930 Arsal Sadri Maksudi; Teokratik Devlet ve Laik Devlet İlim ve Sanat Heyeti Tanzimat i, İstanbul 1940 .Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları 4 B İstanbul, 1979 Ataay Aytekin D evrim ler A çısından M edeni Kanun İstanbul 1960 Ataöv Türkkaya; Amerika, NATO ve Türkiye 2 Baskı Ankara, 1969 Atatürk Araştırma Merkezi; Laiklik Paneli Ankara 1987 Atatürk M Kemal; Nutuk 13 B C l-Iİ İstanbul 1973 ;Nutuk 3 Cilt ....................;Nutuk C I II II İstanbu! 1973 -— ;Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, II, III .................-;N u tu k 1,11,ili, İstanbul 1973 [Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, İU, Ankara 1981 —-........ ;Nutuk C l II İN İstanbul 1973 .................—;Nutuk II Cilt 9 Baskı İstanbul 1969 A ta tü rk ’ün S öylev D em eçleri II Cilt 2 Baskı Ankara 1959 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri U Kocatürk C V Ankara 1972 (Tamim veTelgrafları) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Haz: Nimet Arsan Fîaz: S Borak 3Bl C l-lll Ankara 1981 Atay Falih Rıfkı; Çankaya İstanbul 1969 Ateş Toktamış; Laiklik Dünyada ve Türkiye’de Ankara 1994 Aybar Ergun; Atatürk Çağdaşlaşma ve Laik Demokrasi İzmir 1994 [İstiklal Mahkemeleri 2 Cilt Ankara 1982 Aydemir Şevket Süreyya İnkılap ve K adro 3 Baskı İstanbul 1986 346 Barutçu Faik Ahmet; Siyasi Antlar (-1939-1954) Milliyet Yayınları İstanbul. 1977 Başar Ahmet Hamdi İk tis a d i D e vle tçilik 2 Cilt İstanbul 1931-1933 ....................A ta tü r k ’le Üç A y ve 1930’dan Sonra Türkiye 2 Baskı AİTİA Yay Ankara 1981 Başer Ahmet Hamdi; Atatürk ie Uç Ay ve 1930 dan Sonra Türkiye Ankara 1981 Başgii Aii Fuat; Din ve Lâiklik İstanbul 1962 Başgöz İlhan-VVİlson E Fioward; Türkiye Cumhuriyeti’nde Eğitim ve Atatürk Ankara 1968 Bayar Celal; Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz İstanbul 1978 Baydar Mustafa; Atatürk ve Devrimierimiz İstanbul 1973 Baykal Bekir Sıtkı; Ankara 1976 Cumhuriyetimizin Tarihsel Anlamı 50,Yıl Konferansları Bayur. Yusuf Hikmet Türkiye Devleti nin Dış Siyasası Ankara 1973 Berke s Niyazı T ü rkiye ’de Çağdaşlaşm a 2 Baskı İstanbul 1973 .............. —- ;Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara 1978 Bilsel Cemil Lozan, II Cilt İstanbul 1933 Borak Sadi; Atatürkçülük ve Din İstanbul 1962 Boratav Korkut T ü rkiye ’de D e v le tç ilik 2 Baskı Ankara 1982 Bozkurt Güinihal Batı H ukukun T ürkiye’de B enim senm esi Türk Tarih Kurumu Yay Ankara 1996 Burçak Rıfkı Salim; Moskova Görüşmeleri (26 Eylül 1939-16 Ekim 1939) ve Dış Politikamız Üzerindeki Tesirleri Gazi Üniversitesi Yayınları Ankara 1983 Canpolat, Mustafa; Türkiye de Yazı Devrimi Girişimleri Ankara 1979 s 22-32 Yazı Devrimi, TDK Cebesoy Alı Fuat Siyasi Hatıralar / Cilt, İstanbul 1957 ________________Moskova Hatıraları, İstanbul 1955 Churchill Winston S; The Second World War Company Boston, 1950-1951 Vol lil, IV, Hougton Miffhn Cin Halil İslam ve Osm anlı H ukukunda Evlenm e 2 Baskı Konya, 1988 Çaycı Abdurrahman; Atatürk ve Türkiyenin Çağdaşlaşması Problemi Döneminin Sosyo-Ekonomik Sorunları Erciyes Üni Yay Ankara 1981 Atatürk 347 ....................; Atatürk ün Medeniyet Anlayışı ve Batı M edeniyeti, SO.Yıl Armağanı, Erzurum 1974 S 13-26 Çeçen Antl; Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara 1981 Çöker Fahri; Türk Tarih Kurumu, Kurutuş Amacı ve Çatışmaları, Ankara 1983 Daver Bülent; Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik Ankara 1955 Derin F Çetin ; Osmanlı Devletinin Siyasi Tarihi Türk Dünyası El Kitabı s 9901002 Dümen İbrahim Necmi; Güneş-Dil Teorisinin Ana Hatları Hakkında İstanbul 1936 TDK Dönmezler Sulhi; Atatürk ve inkılâpçılık” Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara 1995 s 89-105 Duverger, Maurice; Les Regimes Politiques Paris 1948 Eidem,Vedat ;Osmanlı Tetkik,Ankara-1994(2) İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Eliçin Emin Türk K e m a list D evrim İd e o lo jis i İstanbul 1970 Ergin Osman Nuri; Türk Maarif Tarihi 5 Cilt, İstanbul 1977 Erkin 1968 Feridun Cemal; Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara Eroğlu, Hamza; 'Atatürke Göre Millet ve Milliyetçilik” Atatürk Yolu İstanbul 1981 ---------------- ; Kurtuluş Savaşı ve Ulusal Egemenlik Kavramı' Sempozyumu Ankara, 24-25 Nisan 1985 I,Milli Egemenlik ------ ;Atatürkçülük, Ankara 1981 -....... ;20 Yüzyıl Siyasi Tarihî Ankara 1984 Eroz Mehmet ;Marxizm -Leninizm ve Tenkidi,İstanbul-1975 Feyzioğlu, Turhan; Atatürk Yolu”, Atatürk Yolu Ankara 1981 S 1-61 ---------------- ; Türk inkılâbının Temel Taşı Lâiklik’' Atatürk Yolu, Ankara 1987 ---------------- ; Türk Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği", A, A M D , C.l, Sayı: 3 ................... ;Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara, 1986 ----------------;Mi!let Egemenliği, Ankara 1988 348 Fındıkoğlu Ziyaettin Fahri: Medeni Hukukumuz Etrafında Bazı Sosyolojik Meseleler A nkara Ü n ive rsite si Siyasal B ilg ile r F akültesi D ergisi, XIII Cilt, No 1 M ad 1958 Georgeon François; Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, Yusuf Akçura Çev: Alev Er, Ankara 1986 Georges Gaulis Berthe; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği, Çev: Cenap Yazansoy İstanbul 1981. Giritli İsmet; Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul 1980 ................... ; Atatürk Cumhuriyetinin Lâiklik İlkesi" Atatürkçü Düşünce, Ankara 1992 ...................., Kemalizm İdeolojisi Atatürk Yolu İstanbul 1981 Giritli İsmet; Atatürk Cumhuriyeti İstanbul 1988 Goloğlu Mahmut; Türkiye Cumhuriyeti 1923 ............... — ;Cumhuriyet’e Doğru — ............... ;Devrimler ve Tepkileri [D evrim ler ve T epkile ri Ankara, 1972 ....................¡Halifelik Ne İdi? ----- ----- ¡Nasıl Alındı ? Niçin Kaidırıidı? Ankara 1973 Gönlübol, Mehmet - Cem Sar; Olaylarla Türk Dışı Politikası 1919-1973, Ankara, 1974 Gönlübol, Mehmet ve Diğerleri; Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973) Baskı Cilt I il , S B F Yayınları Ankara, 1982 5 Gülalp Haldun G elişm e S tra te jile ri ve G elişm e İdeolojileri, 2 Baskı, Yurt Yay Ankara 1987 Gürel, Şükrü S; Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri Ankara, 1993 Gürün Kamuran; Dış İlişkiler ve Türk Politikası, (1939’dan Günümüze Kadar) S B F Yayınları Ankara, 1983 Kamuran Gürün; Türk Sovyet İlişkileri 1920-1953, Ankara 1991 Erol Güngör,Türk Küitürü ve Milliyetçilik,İstanbul-1976 ___________¡Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik,İstanbul-1982 Halil İnalcık; “Osmanlı İmparatorluğunda Kültür ve T eşkilat Türk Dünyası El Kitabı s 657-708 349 Hamitoğulları Beşir Çağdaş İk tis a d i Sistemler, A Ü SBF Yay Ankara 1975 Harris George; Trouble Alliance: Turkish-American Problem in Historical Perspective. (1945-1971), Washington and Stanford 1972 Hatipoğlu M Murat; Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan 1923-1954, Ankara 1997 Hatipoğlu Vecihe; Atatürk ve Türk Dili TDK, Ankara 1963 Heyd Uriel; Language Reform İn Modern Turkey, The Israel Oriental Society Jerusalem 1954 ---------------- ;Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Çev : Kadir Günay Ankara 1979 İğdemir Uluğ; Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu Ankara 1973 İnalcık Halil; Atatürk ve Türkiye nin M odernleşm esi, Belleten 108 s 623-632 İnan Karnran; Dış Politika, İstanbul 1993 İnönü ismet Hatıralar ii Cilt Ankara, 1987 İsmail Sabahattin; 100 Soruda Kıbrıs Sorunu Lefkoşe 1992 ■Jaeschke; / ve li Dünya Savaşlarında Türkiye nin Dış P o lit ik a s ı Çev CXLI s 164 Ekim 1973 s 733-743 Belleten, Jaeschke Gotthard; Yeni Türkiye’de İslamlık Çev: Hayrullah Örs Ankara 1972 Kafesoğlu İbrahim-Saray Temeller İstanbul 1983 Mehmet; Atatürk İlkeleri ve Dayandığı Tarihi Karacan Ali Naci; Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İstanbul 1943 Karal Enver Ziya; Atatürk’ten Düşünceler Ankara 1969 ....................;Atatürk’ten Düşünceler, Ankara 1956 -.Atatürk’ten Düşünceler İstanbul 1986 Karaosmanoğlu Yakup Kadri; Politikada 45 Yıl Ankara 1968 Karpat Kemal; Türk Demokrasi Tarihi İstanbul 1967 Kazamias, Andreas M; Education and the Quest For Modernity in Turkey, London 1966 Kedourie Elie; Avrupa’da Milliyetçilik Çev : M Halûk Timurtaş Ankara 1971 Kili Suna; Atatürk Devrimi, Ankara 1981. Kocabaşoğiu Uygur; Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19 Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul 1989 350 Kocatürk LJtkan; Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1984 Kodaman Bayram; Avrupa Emperyalizminin Osmanlı İmparatorluğuna Vasıtaları (1838-1914) Milli Kültür Haziran 1980 s 23-33 Giriş :_________ ; "Atatürk ve Tarih ; Atatürk ve Kültür H U Özel Sayı Ankara 1982 Kongar 1994 Emre; Devrim Tarihi ve Toplum Bilim Açısından Atatürk İstanbul Korkmaz Zeynep; Cumhuriyet Döneminde Türk Dili A U D T C F Yay 251 Ankara 1974 Kuran Ercümend; Atatürkçülük Üzerine Denemeler Ankara 1981 Kurat.Yuluğ Tekin ; Eili Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası 1923-1973 Belleten C XXXIX s 154 Nisan 1975 s 265-308 Kushner David; Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu(1876-19Û8) İstanbul 1979 Küçük Yalçın Pfanfı Kalkınm a ve Türkiye 4 Basım İstanbul 1985 Lewis Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ç e v : Metin Kıratlı 1984 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar ve Belgeler 3 Cilt (Haz Ankara 1967-1972 2 B Ankara Seha L Meray) Maarif Vekaleti (Yay): Atatürk’ün Maarife Ait Direktifleri İstanbul 1939 Mardin Şerif; Yenileşme dinamiğinin Temeileri ve Atatürk Çağdaş Düşüncenin İşığında Atatürk,İstanbuI-1983 ss 21-48 ___________;Din ve İdeoloji Îstanbul-1983 __________ Jöntürkierin siyasi Fikirleri,İstanbul-1985 Milfi Eğitim Bakanlığı (Yay) Cumhuriyet Döneminde Eğitim İstanbul1983 Milli Eğitim Bakanlığı (Yay) Cumhuriyetin 50.Yılında Milli Eğitimimiz İstanbul 1973 Okyar Fethi; Uç Devirde Bir Adam İstanbul 1980 Okyar; Osman 12 'Devletçiliğin Doğuşu Forum Sayı 211, 15 Ocak 1963 ss 10- Olaylarla Türk Dış Politikası C l Ankara 1982 Oral Sander; Siyasi Tarih,Ankara-1985 Oran Baskın; Atatürk Milliyetçiliği Ankara 1988 Ökçün Gündüz Türkiye İk tis a t Kongresi, A Ü SBF Y ay, Ankara 1971 351 Özbudun, Ergun; ss 231-243 Atatürk ve Demokrasi Atatürkçü Düşünce Ankara 1992 Özek Çetin; Türkiye’de Lâiklik, İstanbul 1962 Özerdim Sami; Yazı Devriminin Öyküsü, TDK 2 Bsk Ankara 1978 Özsün ay, Ergun Yabancı Hukukun Benimsenmesi Yoluyla B ir Çağdaşlaşma Modeli Kemalist Hukuk Devrimi Üzerine Gözlemler ve Değerlendirmeler” , A ta tü rk ve A d a le t D evrim i, A da le t Bakanlığı Yay,, Ankara 1981 Roderic H Davıson; Mondroston Lozan a Kadar Türk S iya se ti, Çev Mine Eroi A Ü D T C Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, C XIV Ankara 1983 s 81-112 SSCB Dışişleri Bakanlığı; Stalin, Roosevelt ve Churchill’in Gizli Yazışmalarında Türkiye (1941-1944), Çev: Levent Kongar Hawas Yayınları İstanbul 1981 Safa Peyami; Türk İnkılabına Bakışlar, Ankara, 1981 Sakaoğlu Necdet; Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi İstanbul 1992 Sander Orai; Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923-1968) II S B F ,D ,, Cilt XXVII. No 1 (Mart 1972), ss 1-24 —................;Balkan Ankara 1969 Gelişmeleri ve Türkiye (1945-1965), SBF Yayınlan ..............-— ;Türk-Amerikan İlişkileri (1947-1964) S B F Yayınları Ankara 1979 Sarınay Yusuf; Atatürk’ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı, İstanbul 1996 .................. -;Türk Ocakları (1912-1931), İstanbul 1994 Türkiye’nin Batı ittifakına Yönelişi ve NATO’ya Girişi Ankara 1988 Savcı Bahri; Atatürk Lâikliğinin Gerçek Amacı ve Anlamı Atatürk’e Saygı TDK yayını 1969 Sezer Ayten; Atatürk Döneminde Yabancı Okullar (1923-38), Ankara 1994 (Doktora Tezi) Shaw Stanford J Shaw Ezel Kural; Osmaniı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev: Mehmet Harmancı C II İstanbul 1983 Soysa/ İsmail Tarihçeleri ve Açıklamaları Antlaşmaları I C ilt, Ankara 1983 ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal İsmail Soysal; Balkan Paktı Ankara 1985 Sungu İhsan; Tevhid-i Tedrisat 352 Belleten, C II Ankara 1938 Şimşir Bilal Lozan Telgrafları II cilt Ankara 1990-1994 Tansel Selahattin Mondros tan Mudanya ya Kadar İV. Cilt, Ankara 1974 Tarih IV: Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul 1931 TDK; Dil Devriminin 30 Yılı Ankara 1962 Tekeli Ilhan-Selım İlkin Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu ODTÜ Yay Ankara 1982 .............................. ,1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, ODTÜ Yay Ankara 1977 — Teze! Yahya Sezai, Cumhuriyet Döneminde Türkiye Ekonomisi Ankara 1988 Yurt Yay Tikveş Özcan Atatürk Devrimi ve Türk Hukuku, İzmir 1975 Timur Taner Türk Devrimi ve Sonrası (1919-1946,1 Ankara 1971 - ............ ,Türk Devrimi Tarihi Anlamı ve Felsefesi Ankara 1968 Tozlu Necmettin; Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar Ankara 1991 Tunaya. Tarık Zafer; Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük 2 B İstanbul 1981 -...... T ürkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri İstanbul 1960 Tunçay Mete; Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (192331), Ankara 1981 Turan Şerafettin; ‘ Atatürk Milliyetçiliği Atatürk Konferansları III, 1969, Ankara 1970 ¡Atatürk’ün Kitaplar Ankara 1982 Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar Düşünürler Turhan Terzioğlu; Atatürk ün Dış Politikasının Özellik İlke ve Amaçları Türkiyesinde Dış Politika Sempozyumu Boğaziçi Üniversitesi s 1-13 Atatürk Turhan Mümtaz; Garplılaşmanın Neresindeyiz, Bütün Eserleri I İstanbul 1980 Orhan Türkdoğan Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileritİstanbul-1976 .......................... ...... ;Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği,Ankara -1985 ...................... .......... ;Günümüzde ve Türkiye’de Weber’ci Görüşler, İstanbul1985 Türk Dış Politikasının Analizi (Der; Faruk Sönmezoğlu) İstanbul 1994 353 Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü (Yay): Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Ankara 1945-1952 CI II Türk İstiklal Harbi II Cilt VI Kısım IV Kitap Gen Kur Bşk Harp Tarihi Dairesi Resmi Yay Ankara 1969 Türkiye ve Avrupa (Yay Haz: Atila Eralp) Ankara 1997 Türkiye nin Dış Politikasrnda 50 Yıl Lozan (1922-1923J Ankara 1973 ÜÇOK Coşkun - Ahmet Mumcu; Türk Hukuk Tarihi Ders Kitabı Ankara 1976 ,'Hukuk Çevriminin Nedenleri", Atatürk Yıllık Konferansları 1975- 1976 Ankara 1983 Vlli, Ulküîaşır Şakir; Atatürk ve Harf Devrimi, TDK 2 Bsk Ankara 1981 Ülken Yüksel Atatürk ve İktisat Türkiye İş Bankası Yay Ankara 1981 Ülken Hilmi Ziya; Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi 2 B İstanbul 1979 Ulman A Haluk - Sander Orai; Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler 19231968 li A Ü S B F Dergisi C XXVI! No:1 Mart 1972 s 1-25 A Haluk Uiman; ‘ Türk Dış Politikasına Yön Veren S B F Dergisi C XXIII No:3 Eylül 1968, s 241-273 Etkenler 1923-1968 I Unaydın R Eşref; Hatıralar(Türk Dili Tetkik Cemiyeti nin Kuruluşundan İlk Kurultaya Kadar) TDK 2 Bsk Ankara Ankara 1943 Vahapoğlu Hidayet; OsmanlI’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları (Yönetimleri Açısından), Ankara 1990 Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet; Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat İstanbul 1940 Tanzimat i, Weisband Edward; 2„ Dünya Savaşı’nda İnönü'nün Dış Politikası, Çev: M Ali Kayabal Milliyet Yayınları 1974 VVıdmann Horsi; Atatürk Üniversite Reformu Bozkurt İstanbul 1981 Çev: Aykut Kazancıgil-Serpil Yaşar Yücel; 'Osmanti İmparatorluğunda Desantralizasyona (Adem-i Merkeziyet) D air Genel Gözlemler3 Belleten C XXXVIII 1974 Yeni Türkiye (Türk Dış Politikası Özel Sayısı) Yıl: 1 Sayı: 3 (Mart-Nisan 1995) Yılmaz Ejder Hukuk Sözlüğü Ankara 1982 Yükseköğretim Kurulu; Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Atatürkçülük Ankara 1986 Ziya Gökalp; Türkçülüğün Esasları İstanbul 1976 354