HEDEFLER İÇİNDEKİLER TOPLUMSAL BİR KURUM OLARAK EĞİTİM • Eğitimin Genel Karakteri • Eğitim Nedir? • Eğitimin Amacı • Eğitimin Açık ve Gizli İşlevleri • Eğitimi Etkileyen Faktörler • Dünyadaki Eğitim Sistemlerinde Görülen Eğilimler • Eğitim-Öğretim Kuramları ve Eşitsizlik • Eğitim ve İletişim Teknolojileri • Türkiye'de Eğitim Sistemi • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Eğitim ve öğretimin ne anlama geldiğini öğrenecek, • Hangi faktörlerin eğitimi etkilediğini öğrenecek, • Eğitimin işlevlerini öğrenecek, • Eğitim ve iletişim teknolojileri ilişkisini öğrenecek, • Eğitimin geleceğine ilişkin belirli bir kanaat sahibi olacaksınız. SOSYOLOJİ ÜNİTE 8 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim GİRİŞ İnsanın eğitimi doğuşuyla başlar, insan konuşmadan, anlamadan önce eğitilir (J.J. Rousseau). Eğitim, sosyologlar için önemli bir konudur. Sosyolojinin kurucularından biri olan Durkheim’e göre eğitim, çocukların toplumsallaşmalarında önemli bir role sahiptir. Eğitim aracılığıyla çocuklar toplumdaki ortak değerlere ilişkin birleştirici bir anlayışa sahip olurlar. Bu ortak değerler, dinî-ahlakî inançları ve öz-disiplin anlayışını içerir. Böylece eğitim, çocukların toplumun işleyişine katkıda bulunacak kuralları içselleştirilmesini sağlar. Eğitim, insanın bütün hayatını organize eden bir süreçtir. İnsan, doğumundan ölümüne kadar eğitim etkinliğine tabidir. İnsan, özellikle yetişkinlik dönemine gelinceye kadar şu veya bu şekilde eğitim kurumunun üyesi durumundadır. Bu kurum içinde aldığı eğitim insanın gelecekteki bütün yaşantısını etkiler. Eğitimin ilk başladığı yer, ailedir. Çocuklar ve gençler ailelerindeki yaşlı insanlardan ve arkadaşlarından oyun sıralarında kendilerine gerekli olan bilgileri edinmektedirler. Ancak toplumun ekonomik yapısı ve buna bağlı olarak yaşantısı değiştiği için aile çocuğuna bazı bilgileri vermekte yetersiz kalmaktadır. Çünkü teknolojik ve ekonomik hayat hızla değişmekte ve aileler bu değişim ve gelişim karşısında yeni bilgileri bilemedikleri için çocuklara verilen eğitim de eksik ve yetersiz kalmaktadırlar. Oysa toplumun gelişim hızına ayak uydurabilmek için insanların bazı yeni bilgi ve becerileri öğrenmeleri gerekmektedir. Bunlar ise tek başına aile kurumu içinde öğrenilecek şeyler değildir. İnsanlara bu bilgileri öğretecek yeni kurumlara ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçtan dolayı eğitim kurumu ortaya çıkmış, resmileşmiş ve yaygınlaşarak toplumun büyük kısmının gittiği, eğitildiği yerler hâline gelmiştir. Eğitim bireylerin toplumsallaşması ve bir iş sahibi, meslek sahibi olabilmeleri için gerekli olan en önemli kurumdur. Eğitimin toplumun kültürel mirasının yeni kuşaklara aktarması, amacını gerçekleştirmesinde ilk ve orta öğretim kurumlarına büyük görevler düşmektedir. Bireylere akılcı bir düşünce alışkanlığı kazandırmak, onlara akılcı düşünüşün yollarını öğreterek bireylerin doğal ve toplumsal çevreyi bilimsel ilkeler doğrultusunda değerlendirmelerini olanaklı kılmak eğitimin en önemli işlevlerinden birisidir. Dolayısıyla eğitim, toplumsal değişme ve gelişmeyi sağlayan bir araç niteliği taşımaktadır. Eğitim aracılığıyla insanlar; kendilerini, toplumlarını, içerisinde yer aldıkları coğrafi çevrelerini tanır ve öğrenirler. Eğitim bir toplumun kalkınmışlığının da temel ölçütlerinden birisidir. Çünkü eğitilmiş nüfusa sahip olan ülkeler gelişmiş ülkeler olarak kabul edilmişlerdir. Gelişmiş ülkelerde eğitim yaygınlaşmış ve demokratik bir özellik kazanmıştır. Hatta modernleşme sürecini tamamlamış olan ülkelerde insanlar resmi eğitim kurumlarının dışında gönüllü birliktelikler oluşturarak çocuklarına eğitim vermektedirler. Bu durum çağdaş sosyologlar tarafından okulsuz bir toplumun ortaya çıkabileceği fikrinin geliştirilmesine neden olmuştur. Durkheim, sanayileşmiş toplumlarda eğitimin çok temel bir işlevinden söz eder. Bu işlev, uzmanlaşma gerektiren işlerin yürütülmesi için gereksinim duyulan becerilerin kazandırılmasıdır. Eskiden, geleneksel toplumlarda mesleki beceriler aile içinde kazandırılabiliyordu. Ancak, toplumlar daha karmaşık bir yapıya Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim büründükçe, malların üretiminde iş bölümü önem kazandıkça eğitim sistemi de uzmanlık gerektiren meslekler için gerekli görülen becerilere yönelmektedir. Toplumsal bilimlerde bir konuyu ele almak için tarihsel bir arka plan, kuramsal-kavramsal bir çerçeve esas alınır. Eğitim ve toplum konusunda tarihsel bir başlangıç noktası olarak, modern zamanların başlangıcı esas alınır. Eğitimin tarihi çok daha eskilere dayanıyorsa da eğitim ve toplumdan bahsedildiğinde temelde modern toplum ve modern eğitimden söz edilmektedir. Eğitimin modern bir hedef ve faaliyet hâline gelmesi, sanayinin yarattığı yeni emek gücü talebi ile mümkün olmuştur. Bu yeni süreçte, insanlar çok farklı mesleklerde çalışmaktadır ve gereken mesleki beceriler artık doğrudan ebeveyn tarafından çocuğa aktarılamamaktadır. Bilgi edinme süreci, artan şekilde, özel becerilerin pratikte aktarılmasından çok, matematik, fen, tarih, edebiyat gibi alanların soyut öğretimine dayanmaktadır. Modern bir toplumda insanlar okuma yazma, hesaplama gibi becerilerle ve fizikî, toplumsal ve ekonomik çevrelerine ilişkin genel bir bilgiyle donatılmak zorundadırlar. Bu modern eğitim sistemi birçok Batılı toplumda 19. yüzyılın başlarında şekillenmiştir. EĞİTİM SOSYOLOJİSİ Eğitim sosyolojisi, sosyolojinin bir dalıdır. Sosyolojik terminoloji ve metodolojiyi kullanarak eğitim süreçlerini sosyolojik açıdan inceler. Kurucuları Ward, Dewey, Durkheim, Weber ve Manheim gibi sosyal bilimcilerdir. Türkiye’de eğitim sosyolojisiyle ilgili ilk çalışmaları yapanlar Prens Sabahattin, Ziya Gökalp ve İsmail Baltacıoğlu’dur. Eğitim sosyolojisi, disiplinler arası (inter-disipliner) bir özellik taşır. Sosyoloji, psikoloji, pedagoji, antropoloji gibi bilimlerle ilişkilidir. Eğitimcileri, okulları, diğer eğitim kurumlarını toplumsal ve kültürel bir çerçeve içinde inceleyen eğitim sosyolojisi şu konuları araştırır: Eğitim kuramları ve politikalarının toplumsal kaynakları, hazırlayıcı faktörleri ve sonuçları. Eğitim sistem ve kurumlarının toplumsal yapı (nüfus, ekonomi, siyasî düzen, toplumsal tabakalaşma) ile ilişkileri. Bir toplumsal grup ve yapı olarak okul düzeyinde insan ilişkileri. Eğitim kurumlarının toplum yaşamına etkileri. Eğitim-öğretim etkinliklerinde ortaya çıkan toplumsal ilişkileri: Öğretmenöğrenci-yönetici ilişkileri, otorite ve disiplin düzeni, oyun arkadaşlık ve çalışma grupları. EĞİTİMİN GENEL KARAKTERİ Eğitim, toplumsal hayatın ortaya çıkışına kadar uzanan eski bir olgudur. Ancak 19. yüzyıldan itibaren bir bilim dalı hâline gelmiştir. Bir bilim dalı olarak eğitim, belli amaçlara göre insanların davranışlarının değiştirilmesi ve geliştirilmesinin yasa ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Erkeğin de kadının da terbiyesi birbirleriyle tartıştıkları zaman belli olur. ilkelerini bulmaya ve bu amaçla teknikler geliştirmeye çalışır. Eğitimin bunun dışında biri daha geniş, diğeri daha dar anlamda olan iki tanımı daha vardır. Geniş anlamda eğitim; bireylerin içinde doğup büyüdükleri, yaşamlarını sürdürdükleri toplumun değerlerini, gerektirdiği becerileri öğrenme ve öğrendiklerini gelecek kuşaklara aktardıkları süreci ifade eder. Bu anlamda eğitim toplumsallaşma ile eş anlamlıdır. Eğitim kelimesi, dar anlamda öğretim yerine kullanılmaktadır. Bu anlamda eğitim, 19. yüzyıldan itibaren sanayileşme ve kentleşmeyle beraber yaygınlaşmıştır. Sistemli şekilde, resmi öğretim kurumlarında, bu iş için özel olarak yetiştirilmiş kimselerce insanlara yeni davranış ve becerilerin kazandırılması sürecini ifade eder. Ekonomik düzenin ihtiyaç duyduğu insan gücünün yetiştirilmesini mümkün kılan eğitim kurumları kısa sürede gelişmiş ve yaygınlık kazanmıştır. Bu amaçla Batı’nın endüstrileşmiş toplumlarında eğitim zorunlu hâle getirilmiştir. Bireylerin sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürebilmeleri için, çeşitli bilgi ve değerleri öğrenmeleri gerekir. Bir bireyin doğaya uyum sağlayabilmesi en azından onu çok iyi biçimde tanımasına bağlıdır. Diğer bir deyişle doğanın öğretmenliğinin temel dayanaklarına ulaşmak, sunduğu olanak ve fırsatların neler olduğunu anlamak, doğanın varlığını yakından tanımakla sağlanabilir. F. Bacon'ın da dediği gibi, "Bilgi kuvvettir". Bu bağlamda birey, bilgi aracılığıyla her türdeki varlığın özüne ulaşır ve onu kendi amacı doğrultusunda yönlendirerek kullanmaya başlar. Demek oluyor ki insan, yapısı gereği, doğada ve toplum içinde sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için, bilgi öğrenen ve onu kendi amacı doğrultusunda kullanan bir varlık olarak yaşamını sürdürmek zorundadır. Birey için öğrenilmesi gerekli bilgi, çeşitli ögelerden oluşan bir bütündür ve yalnızca doğa bilgisiyle sınırlı değildir. Birey bir yandan dışında var olan doğanın bilgisine egemen olmaya çalışırken; diğer yandan, kendini ve içinde yaşadığı toplumu tanımak ve bu konularda bilgi sahibi olmak ister. Kendini ve içinde yaşadığı toplumsal atmosferi tanıyan ve bilen insan, aynı zamanda yaşamının devamını sağlayacak gerekli koşulların da bilincine ulaşmış demektir. Bir birey için bilgi öğrenmek; tıpkı yeme, içme ve uyku gibi temel ihtiyaçtır. Hatta bu ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı sorusunun temelinde öğrenmenin bulunduğunu, bireylerin bilgiye muhtaç olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bireyler, kendi ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını bilmezlerse, yaşamlarını tehlikeye atmış olurlar. Bundan dolayı insanı korumak ve onun varlığını sürdürmesine yardımcı olmak üzere toplumsal kurumlar oluşmuştur. Bu kurumlar bilinçli ya da bilinçsiz olarak bireyin çeşiti ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya çıkmış ve yapılaşmışlardır. İşte bunlardan birisi de öğrenme ihtiyacını karşılama işlevi doğrultusunda yapılaşma gösteren davranış kalıp ve şemalarının oluşturduğu eğitim kurumudur. Söz konusu bu davranış kalıp ve şemaları, başlangıçta yaygın bir biçimde devam eden eğitim uygulamalarıyla özdeş bir durumda bulunurdu. Ancak zaman içerisinde kendine özgü bir biçim kazanarak bu davranış şemalarını ve çeşitli bilgileri öğreten kurumsal bir tavır almaya başladı. Böylece insanın tüm ihtiyaçlarının karşılanmasına hizmet eden genel, yaygın ve günlük amaçlı davranışlar yanında özel, planlı ve düşünsel amaçlı uygulamalar çeşitli ad ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim düzeyde ortaya çıkarak öğrenme aracılığıyla değer kazandı ve eğitim aracılığıyla da bunlar kuşaktan kuşağa aktarıldı ve yapılaşmaları sağlandı. Bu anlamda eğitim, kendine özgü nitelikler taşıyan kurumsal bir davranışlar yumağını ifade etmek yanında, öteki kurumların ihtiyacı olan bilgi ve davranış biçimlerini de belleğinde taşıyan gerekli ve zorunlu bir eylem biçimine de dönüşmüş oldu. Eğitimin bu genel karakteri, doğal olarak ona diğer kurumlar karşısında üstün bir konum kazandırmış oldu. Gerçekten de birkaç insan neslini eğitimden mahrum bırakmak mümkün olsaydı, hiç kuşku yok ki, insanlık barbarlık dönemlerine geri dönmüş olurdu. Çünkü ne inanç ne kural ne bilgi ve ne de kurumsal davranışlar kalırdı. Dünyada yalnızca içgüdülerin ve fizyolojik ihtiyaçların gereğine uygun yaşayan ve bunlar için davranışta bulunan bireyler olacaktı. Konuyu bu şekliyle düşünmek bile insana büyük bir ürküntü vermektedir. Kalite ve düzey ne olursa olsun, eğitimsiz bir toplumu düşünmek mümkün değildir. Buradaki amaç insanlık için bir senaryo üretmek değildir. Bu ifadelerle öğrenme ihtiyacını ve onun kurumsal bir yönü olan eğitimin değer ve önemini vurgulanmak istenmektedir. İnsanoğlu başlangıçtan itibaren eğitime ihtiyaç duyan bir varlık olmuştur. Ancak bu ihtiyaç, birden bire kurumsal bir davranış biçimine erişememiş; yetişkinler duygu, düşünce ve inançlarını bir yandan kuramsal olarak; diğer yandan da pratik olarak (yaparak, yaşayarak ve bizzat göstererek) çocuklara ve gençlere öğretmeye başlamışlardır. Bu öğretme işlemi zaman içerisinde yoğunlaşarak ivme kazanmış, kültür ve uygarlığın gelişimine paralel olarak özel biçimler kazanmıştır. Böylece eğitilir bir varlık olan insanın özündeki yapısal niteliğe uygun bir toplumsal davranış modeli oluşmuştur. Özetlemek gerekirse, varlığa bilgi aracılığıyla nüfuz etmek ihtiyacı, öğrenme sürecini; öğrenme süreci de zaman içerisinde gelişerek eğitimle ilgili davranışları ve bu davranışlar da giderek eğitimin kurumsal bir yapı oluşturmasını sağlamıştır. Eğitimin bu kurumsal karakteri, bilgi ve uygarlık ögelerinin gelişmesine koşut olarak somut bir güç uygulamasına dönüşmüş ve böylece ders, okul, organizasyon gibi örgütlü-kurumsal eğitici yapılar ortaya çıkmıştır. EĞİTİM NEDİR? İnsanlık tarihi içerisinde eğitim kadar eski başka bir eylem biçimi düşünülemez. İnsanın doğal yapısının bir yansıması olan eğitimi keşfetmesi, diğer keşifleri için de önemli bir başlangıç oluşturmuştur. Eğitim yukarıda belirtildiği gibi insanla ilgili temel yaratmalardan biridir. Eğitim içerisinde doğal ögelerle zihinsel ve duygusal ürünler birlikte yer alırlar. Başka bir ifade ile, eğitim düşünce ve uygulamalarında, bireyin ve toplumun iç dünyasından gelen ve bir fışkırış hâlinde kendini gösteren duygusal yaşamıyla, istence dayalı yapıp etmelerinin doğayla kaynaşmış etkili bir sentezi yer alır. Yani eğitim, içinde cereyan ettiği toplumun sahip olduğu kamu bilincini oluşturan temel ögeler yanında, incelmiş hâldeki çeşitli zihinsel ürünlerle çağdaş uygarlığın gerek bilişsel ve gerekse genel kültür ögelerinin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Hakiki eğitim, hem bedenin hem de ruhun eğitilmesidir. karışıp kaynaşmasıyla oluşan düşünce, eylem ve eğilimleri içine alan toplumsal bir kurum ve aynı zamanda da örgütlü bir uygulama biçimi olarak karşımıza çıkar. Diğer açıdan eğitim, insanlığın, yapma, kurma ve icat etme alışkanlığıdır. İnsanoğlu aldığı eğitim sayesinde icat edilmişi yeniden keşfetmeye yönelmez. Onun aracılığıyla öğrendiği bilgi ve deneyimleri kullanır ve bunların yardımıyla transferler yaparak yeni bilgi ve değerler yaratır. Bu bilgi ve değerleri bireylere aktararak onların sürekliliğini sağlamaya çalışır. Böylece eğitim kurumu, öğretim programları ve bu programlara uygun olarak yetiştirilen bireyler aracılığıyla bilginin korunması için bir çeşit bellek görevi üstlenmiş olur. Eğitimdeki bu birikim, bireyin çok yönlü gelişmesi ve olgunlaşması için, dolayısıyla da toplumun kendiliğindenlik formuna erişmesi için çok değerli bir görev üstlenmiş olur. Gerçekten de eğitim düşüncesi ve çeşitli uygulamaları aracılığıyla, çağdaş uygarlık bilgi ve değerleri yanında, mevcut toplumun yapı elemanları olan bilgi ve değerler de bireyin dikkatine sistemli ya da yaygın bir biçimde sunulmaktadır. Özellikle içinde yaşanılan toplumun dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili değer, düşünce ve tasavvurlar, öğretim programlarına yansımak zorundadır. Bu durum, eğitim ve öğretimin gelenekçi yanını ifade eden, başka bir anlatışla eğitim ve öğretim çabasında toplumun kimlik ve kişiliğini oluşturan toplumsal bilinç ögelerinin yansıtılması olarak değerlendirilebilir. Ancak bu yansıtma çabası, eğitim ve öğretimin güçlü doğasını oluşturan tepkici ve gelişmeci karakterini bozar nitelikte olamaz. Bu bağlamda eğitim, özellikle de onun planlı ve programlı (örgütlü) yanını içeren öğretim, bu iki önemli tavır arasında dengeli bir durum yaratmak zorundadır. Çünkü amaç olarak alınan kişilikli bir bireyin yetiştirilmesi, dolayısıyla toplumsal gelişme ve olgunlaşmanın oluşturulması, bir bütün olarak eğitim aracılığıyla toplumsal kalkınma (terakki), çok gerekli gördüğümüz bu önemli ve etkili koşula bağlıdır. Bu koşul, bireyin öz güçleri ile çağın en geçerli bilgileri yanında, toplumun değerler dünyasını kaynaştıran yeni bir model oluşumunu gündeme getirir. Aslında öğretim eyleminin ortaya çıkışı, toplumsallaşma biçiminde cereyan eden eğitimin yetersizliğinden dolayıdır. Yaygın eğitimin doğallığına karşın, öğretim faaliyeti pedagojik yöntem ve amaçlara uygun olarak düzenlenmiş bir grup eylemdir. Bu grup eylemi temelde örnek birey ve toplumu yaratmayı amaçlayan pedagojik paradigma ve bakış açılarıyla ilgilidir. Pedagojik bakımdan ana bir stratejiyi de gündeme getiren öğretim eylemi, bu yapısıyla "kendiliğinden aktifleşen bir birey ve toplum" yaratma amacı doğrultusunda biçimlendiğinden ve "özleştiren bir eğitim modeli" içerdiğinden gündelik ihtiyaçları aşabilmektedir Eğitim kurumunun örgütlü biçimini ifade eden öğretim anlayış ve uygulamaları, öğrenciyi yönlendiren etki kaynağı olarak "bilişsel" ve duygusal ögelerin ayrıntılı bir biçimde yansıtılması yanında, sujeninvarlığını (öğrencinin değer, düşünce, algılama gücü ve çeşitli yeteneklerini) ve bu varlığı kuşatan toplumsal, kültürel, ekonomik ve fiziksel dünyayı da al-gılamak zorundadır. Kaliteli ve özü yakalamayı amaçlayan bir öğretim stili, "özetlenmiş bir evren" olan insanı ve onu saran atmosferi mükemmel bir biçimde kuşatmak durumundadır. Aslında eğitim ve onun örgün biçimi olan öğretim, bu dünyaların özüne inmek ve bu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim atmosferi teneffüs eden bir oluşum meydana getirmek zorundadır. Çünkü eğitimci, bu tür bir anlayışa sahip olmadan, insana yapılacak eğitici müdahâlelerin boşuna olduğunun bilincinde olan insandır. Aynı zamanda eğitimci, çok değerli olan bu dünyalarda, geçmişten geleceğe uzanan her türlü malzemenin bulunduğunun da farkındadır. Bu bağlamda eğitim, yalnızca yetiştirmeyi amaçlayan bilgi aktarımıyla ilgili bir eğitici çaba değildir. Bununla birlikte eğitim; bir araştırma, anlama ve yeniden biçimlendirme faaliyetidir de. Sanırım eğitimin sanatsal ve normatif karakteri yanında, bilimsel niteliği de burada aranmalıdır. Aslında bu temel özellik, kullanılan malzemeyi tanıma, anlama ihtiyaç ve arzusundan doğmuştur denilebilir. Eğitimin Bireysel Karakteri Eğitimle ilgili bu genel tanımlama ve değerlendirmeden sonra, eğitim iki ana boyutta ele alınabilir. Bu boyutlar, bireysel ve toplumsal amaçlar doğrultusunda oluşan eğitim anlayışlarını yansıtmaktadır. Her şeyden önce eğitim ve öğretim anlayış ve uygulamaları birey ve toplum için bir "iç olay" dır. Eğitimci, eğitim ve öğretim uygulamaları aracılığıyla bireyin ve toplumun iç dünyasını öğrenmeye, çözmeye ve yeniden kurmaya çalışır. Eğitimcinin, elinde birey ve bireyin yapıp-etmeleri üzerine kurulan toplum adında iki malzeme vardır. İşte bu malzemenin anlaşılmasını ve buna uygun düşecek bir yetiştirme sisteminin oluşturulmasını sağlayacak güç, eğitim ve öğretimde bulunmaktadır. Bu anlayış içerisinde, eğitim ve öğretimin bireysel karakterini ön plana çıkaran bazı düşünürlerin görüşleri şöyledir: J. J. Rousseau (1717-1778) ile başlatılan pedagojik düşünce oluşumundaki çocuğun doğasına dönüş hareketi, J. F. Herbart (1776-1841)'da çok güçlü bir felsefi, pedagojik ve psikolojik içeriğe sahip olmuştur. 20. yüzyılın ünlü kadın eğitimcisi E. Key (1848-1926) çocuğu bağımsız bir varlık olarak ele almaya çalışırken, aslında onun kendine özgü bir dünyasının bulunduğunu göstermek istiyordu" . İşte bu temel anlayıştan hareket eden bazı eğitimciler, eğitimin bireysel karakterini vurgulamak amacıyla çok değerli düşünceler geliştirmişlerdir. Çağdaş eğitimcilerden F.Y. Eggersdorfer (1879-1958)'e göre eğitim, insanın bütün iç güçlerinin açılıp gelişmesini sağlayan sürekli bir oluşumdur" . Bu tanıma göre yapılacak ilk iş, bireyin iç güçlerinin iyi bir şekilde bilinmesidir. Bireyin potansiyel hâldeki güçlerinin tanınmasından sonra, bunu ortaya çıkarıp geliştirecek ve olgunlaştıracak yollar düşünülmelidir. Aynı görüşü değişik bir biçimde ifade eden ünlü eğitimci G. Kerschensteiner (1854-1932) ise bu konuda şunları söyler: "Eğitim, insan bilincini oluşturan içerik ögelerinin bilinmesi ve bunların açılıp-saçılmasını ortaya koyan düşünce ve uygulamalardan oluşan bir bütün olmak zorundadır." Bu eğitimciler , eğitim aracılığıyla bireyin içten kavranmasını, iç dünyasının dışa vurumunu ve bu yönde biçimlenmesini savunurlar. Onlara göre bireyin bedensel ve ruhsal dünyasını oluşturan ögeler, aynı gelişme ve olgunlaşma yasalarına uygun olarak hareket ederler. Bundan dolayı çocuğun biyolojik ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Bireyin kendine uygun meslek seçmesi, iyi üretici ve tüketici yetiştirmek, nitelikli insan gücü yetiştirmek eğitimin ekonomik işlevidir. psikolojik yaşamı, onun doğuştan getirdiği ve özünde saklı bulunan bir gelişme plan ve programının dışına çıkamaz. Bu bağlamda eğitimcinin elinde sihirli reçeteler yoktur". E. Spranger (1882-1967)e göre eğitim, "Yaratılmışı, yeniden yaratma çabası değil, onun yaşamını sağlıklı bir biçimde sürdürmesine yardımcı olmak için gösterilen öğretici eylemlerin bir bütünü olarak kendini gösteren bir eylemler topluluğudur". Aslında bu eğitim anlayışlarının temelinde, bireyci kalıtım düşüncelerinin bulunduğu söylenebilir. Eğitimle ilgili görüşlerde, bu anlayışın köklerini S. A. Comanius (1592-1670)'a kadar götürmek mümkündür. Ona göre insan "Özetlenmiş bir evren, yani bir mikro kozmos" tur. Fakat ona dışardan yapılan çeşitli müdahâleler yüzünden "harmonisi" bozulmuş, yürüyüş mecrası değişmiş ve iç dengesi (ahengi) ortadan kalkmış bir varlık olarak karşımızda bulunmaktadır. İşte eğitimin amacı, çeşitli yanlış dış zorlamalar ve uygulamalar yüzünden bozulan bu harmoniyi gerçekçi bir biçimde sağlamak ve bu dengeyi yeniden kurmak olmalıdır. Bireysel anlamda eğitim, insanın iç dünyasının dışa açılımı; dolayısıyla organik doğasındaki "biricikliğin" işlenmesiyle oluşan toplumsal ve psikolojik bir "tek başınalık" olan "kişilik" hâline dönüşünü sağlamak için gösterilen çabalardan meydana gelmektedir. Bu anlayışa göre eğitim, bireyi kendi gelişme yönüne ve yasalarına uygun olarak mükemmelleştirme ve kişilikli hâle getirme işinden başka bir şey değildir. Başka bir ifadeyle eğitim, bireyin iç dünyasında oluşan ve yılların birikimi olan durgun denizin dışa açılan kapılarını aralayan, potansiyel durumdaki güçlerini kinetik enerjiye dönüştüren bir katalizör ya da bir araçtan başka bir şey değildir. Bu anlayıştan hareketle denilebilir ki, eğitim için gösterilen çabalar bir çeşit bahçıvanlık hizmeti gibidir. Çünkü eğitimci, yaratılmışı yeniden yaratmak amacı güdemez. Aksine o, bireyin gelişim kademelerine dikkat ederek gelişmenin özelliklerine uygun düşen bir gelişme anlayış ve uygulaması ortaya koyar. O, bu işleme ters düşen ve düşmesi ihtimali olan toplumsal, kültürel ve ekonomik etmenleri zararsız hâle getirmek için azami ölçüde çaba gösteren bir kişi olmak zorundadır. Söz konusu bu eğitim anlayışı, her ne kadar "mekanik doğa" çerçevesinde kendini gösteren bir bireysel karakteri ön plana çıkarmış gözükse de; temele, kalıtımı, bununla ilintisi olan sosyo-kültürel bir birikimi ve onun uzantıları olarak ortaya çıkan manevi ve düşünsel bir yapıyı koymaktadır. Bu anlayış naif bir bireysellikten ayrılır ve çok değerli bir toplumsal içerik kazanır. Bu çeşit bireysel eğitim taraftarlarına göre, insanın ruh dünyası içerisinde toplumsal kişiliğin örnekleri de yer alır. Burada yapılmak istenen işlem, bilginin kullanımı aracılığıyla insanın, "özetlenmiş bir evren" olmasını sağlayan yapı elemanlarının ortaya çıkmasını amaçlayan bir düzenleme gerçekleştirmektir. Aynı zamanda bireyin manevi tarihi, toplumun sahip olduğu kültür mirasından ayrı olarak düşünülmediğinden, birey bu kültür atmosferi içerisinde yaşamını sürdürecek ve ondan önemli ölçüde etkilenmek zorunda kalacaktır. StuartMill (1806-1873) ve HerbertSpencer (1820-1903) gibi filozofların eğitime bakış açıları yukarıda belirtilen eğitim görüşlerinden bazı bakımlardan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Gerçek eğitimci teori ve pratiği birbirinden ayırmayandır. farklıdır. Bu filozoflara göre, bireyin eğitimi, toplumun eğitiminin, hatta insanlık eğitiminin özünü oluşturur. Bütün insanlara uygun olabilecek bir yetiştirme sistemi kurmak mümkündür. İnsanların bağlı olduğu tarihsel, toplumsal, kültürel ve ekonomik koşullar ne olursa olsun, onlar arasında mevcut bulunan ortak yönleri ele alıp işleyen bir eğitim anlayışı geliştirilebilir. Bu filozoflara göre, insanlar hangi cins, soy ve dinden olurlarla olsunlar, onların birbirlerine yaklaşmasını sağlayan ögeler, ayrılmalarına ve zıtlaşmalarına hizmet eden ögelerden daha güçlüdür. Ayrıca insanın organik doğası, psiko-sosyal doğasından önce gelir ve bu yapıya uygun düşen bir yetiştirme anlayışı geliştirilebilir. Ampirik felsefe ekolünün psikolojiye yansımasıyla ortaya çıkan deneyimcidavranışçı görüş, eğitim anlayış ve uygulamalarını da önemli ölçüde etkilemiştir. Bu eğitim anlayışına göre insan zihni, doğuşu itibarıyla "Boş bir levha gibidir" . İnsan organik doğasının dışında hiçbir şey getirmez ve her şeyi deneyim aracılığıyla kazanır. Burada belki kimi yeteneklerin doğuştanlığı söz konusu edilebilir; ancak bunlar da organik yapı içerisinde bir işlevde bulunan sinir sisteminin parçaları gibidir. Bu bağlamda eğitim, istendik bir davranış değişmesi olarak tanımlanabilir. Klasik öğrenme tanımıyla benzerlik içerisinde olan bu eğitim tanımı, davranışçıdeneyimci psikoloji ve bireyci eğitim düşünürleri tarafından çok fazla önemsenmiştir. Ampirik felsefeden yola çıkan deneyimci, davranışçı ve bireyci eğitim anlayışı birçok bakımdan tek yanlıdır. İnsanlar organik doğaları bakımından birbirlerine benzer ya da benzer yanları vardır. Ancak insanın organik doğası bakımından da kendine özgü oluşu söz konusudur. Burada bile insanın "biricikliğinden" söz etmek doğru olur. Öyle ise bu ekolün görüşleri çeşidi eleştirilere açık bir nitelik göstermektedir, ifadesi yanlış bir tanımlama değildir. Deneyimci-davranışçı psikoloji ekolünün bu görüşleri, yukarıda sözü edilen gibi ampirik felsefenin bir yansımasıdır. Birincilerin (bireyci kalıtımcıların) Alman romantiklerine bağlı olmalarına karşın; İkinciler, İngiliz pozitivistlerine yakın dururlar. Birincilerde tarih, dil ve kültür gibi ögeler , bizim kişiliğimizi ören toplumsal kalıtımımızın yansımalarıdır ve bunlar, bizim benliğimizde çekirdek hâlinde mevcut olan ana değerlerdir. O hâlde eğitimi, çekirdek hâlindeki bu değerleri anlamak, aynı türden bilgiler kullanmak suretiyle geliştirmek ve biçimlendirmekle yükümlü bir iş olarak tanımlamak doğru bir yaklaşım olur. Uzlaştırıcı Eğitim Tanımları Bireyci bir anlayışla ele almaya çalıştığımız bu iki temel eğitim görüşünü ve bunlarla insanın "sosyal karakterini" uzlaştırmaya uğraşan çok sayıda eğitim düşüncesi bulunmaktadır. Bu bağlamda fenomenoloji, Existansiyalizm, yaşam felsefesi ve yine bütüncü psikoloji ekollerinin eğitime bakışı birleştirici özellikler taşır. Söz konusu eğitim anlayışları üzerinde durulurken akla gelen ilk isim J. H. Pestalozzi (1746-1827)'dir. Ona göre eğitim, "Yalnızca bireyin gelişmesine yardım etme eylemi olarak düşünülmemelidir. Bununla birlikte bireyin kendi yaşamını Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim sürdürmek, bunu sevk ve idare etmek sanatı olarak görmek gerekir. Yaşamayı öğretmek, bütün eğitim sistemlerinin temel amacı ve görevi olmalıdır". Varoluşçu felsefenin öncülerinden K. Jaspers (1883-1969) eğitimi şöyle tanımlar: “Eğitim, bireyi bir aile babası, bir birliğin üyesi ve bir iş yerinin yöneticisi yapma işidir”. Görüldüğü gibi bu tanım, bazı bakımlardan Pestalozzi'nin "pratik yararı" öngören eğitim anlayışına yaklaşmaktadır. "İnsanın yaşamayı öğrenmesi", aynı zamanda toplumda bir iş başarması ve bir konum (statü) elde etmesi anlamına gelir. Birçok düşünür eğitim sürecini; bir düzeltme, değer yaratma, iyiye ve güzele doğru yönelen bir değiştirme, bu bağlamda mükemmelleştirme, yetişme ve terk etme, insan ruhunun ve zihninin sürekli olarak taze ve canlı kalmasını sağlama gibi kavramlarla açıklamak isterler. Aristo (İ. O.384-322), Thomas vonAquin (12261274), Leibniz (1646-1716) ve Kant (1724-1804)'in düşüncesindeki bitme, tamamlama, olgunlaşma ve J. F. Herbart (1776-1841)'ın eğitim felsefesinin özünü oluşturan "mükemmele erişme" sözlerinin içerdiği anlam, eğitimin kapsamı ve içeriğini anlatmak üzere seçilmiş kavramlardır. Bu düşünürlerin çoğunda görülen "iyiye, güzele ve doğru olana yönelme" sözü, çağdaş eğitim sosyologlarından AloisFischer (1880-1937)'in "İnsanı, şehevi ve geçici arzular dünyasından, kalıcı değerler dünyasına götürme çabasıdır" biçiminde tanımladığı eğitim anlayışını besleyen kaynaklar aslında bunlar olmalıdır. Eğitimin toplumsal karakterini inkâr etmemekle birlikte bireysel özellikleri savunan ve "telifçi" tavrıyla dikkati çeken Amerikalı ünlü eğitim filozofu J. Dewey (1859-1952) eğitim aracılığıyla yeni bir toplum modelinin oluşturulabileceğini savunur. "Experimental" okul anlayışının öncüsü olan J. Dewey, eğitimi şu şekilde tanımlar: "Eğitim hayata hazırlık değil, fakat hayatın kendisidir. Eğitim gelişmedir. Eğitim yaşantıların devamlı surette yeniden oluşumudur. Eğitim sosyal bir süreçtir”. J. Dewey'in bu eğitim tanımlarında sentezci bir anlayış sezilmektedir. Özellikle bireyin varlığı toplumsal bir zeminde ele alınmak zorundadır. "Cemaat okulu" kavramı da bireysel nitelikleri işleyerek geliştiren ve sonucunda istenen bir toplum modeline ulaşmayı hedefleyen eğitim anlayışını içerir. Burada toplumun istekleri ile bireyin özellikleri arasında sıkı bir bağın bulunduğunu belirtmek gerekir ki, bu durum J. Dewey'de denge durumunu ifade eder. J. Dewey'nin bu görüşleri, G. Kerschensteiner (1854-1932) ve H. Gaudig (1860-1937) gibi iş okulu taraftarlarının "İşe dayalı bir eğitim, bireyin ve toplumun gelişmesinin temelidir." şeklinde formüle ettikleri sentezci anlayışlarıyla örtüşmektedir. Özellikle G. Kerschensteiner, bireysel gelişmenin gereği olan eğitim ilkeleri (bireysellik, özgürlük, aktivite) ile, toplumsal varlığı ifade eden eğitim ve öğretim ilkelerini (sosyalite, totalite (bütünlük), otorite (disiplin) ve nasyonalite (ulusallık), iş prensibi içerisinde birlikte ele alır. Başka bir anlatış biçimiyle G. Kerschensteiner, bireysel gelişimi hedefleyen eğitim çabaları ile "yurttaşlık eğitimini" birlikte düşünür ve iyi bir birey ve iyi bir "yurttaş" yetiştirmek ister. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Eğitimin Toplumsal Karakteri Birey ve toplum karşılıklı olarak birbirlerini eğitirler. Toplumsal kurum olarak eğitimi ele alırken önce bireysel yönünü, daha sonra hem bireysel hem de toplumsal yönünü birlikte değerlendiren sentezci düşünürlerden söz ettik ve toplumsal karakteri irdelemeyi bunlardan sonraya bırakmayı uygun gördük. Tarafımızdan uygulanan böylesine bir inceleme yönteminin eleştirilere açık olacağı ortadadır. Ancak burada eğitimin toplumsal karakterini özellikle vurgulamak istediğimizden, böyle incelemenin daha yararlı olabileceğini düşünerek klasik inceleme sistematiğine fazla önem vermeyi düşünmedik. Genellikle pedagojik kuramlar, eğitimi, 18. yüzyılın ortalarına kadar öğrenci ile öğretmen arasında cereyan eden bir olay biçiminde değerlendirmiştir. Ancak daha sonraki dönemlerde, öğretim programlarında bireyin ekonomik, toplumsal ve hatta politik ihtiyaçları ile bireysel dokudan gelen özel sorunlarının ilişkisi yer almaya başlamıştır. 19. yüzyılda Batı toplumlarında meydana gelen hızlı toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel değişmeler, özellikle de sanayi devrimiyle kendini gösteren iş gücünün özelleşmesi, eğitim ve okul sistemlerini de etkisi altına almış; eğitimde zaman zaman birbirleriyle çatışan ekollerin doğmasına neden olmuştur. Bu bağlamda mesleki eğitim anlayışı yanında, eğitimin toplumsal karakteri ya da "toplumsallaştırıcı eğitim" görüşü çok önemli bir eğitim ve öğretim düşüncesi olarak programlara ve çeşitli eğitici uygulamalara yansımıştır. 19. yüzyılın ortalarında kendini gösteren eğitimin toplumsal karakterinin olduğu ya da eğitim aracılığıyla "toplumsal bir varlık yaratma" düşüncesi, iki yönlü bir gelişme göstermiştir: Bu düşüncelerden birincisi, Fransız Devrimin de etkisiyle eğitimi temel bir hak olarak gören eğitim anlayışıdır. Buna göre eğitim, temel bir hak olarak sınıf, zümre, tabaka, ırk, din ve cinsiyet farkı gözetilmeksizin toplum tabanına yayılmalı "imkân ve fırsat eşitliği" sağlanmalı ve bu konuda devlet, bütün olanaklarını kullanmalıdır. Söz konusu bu görüş, eğitimde imtiyaz sahibi olan aristokrat ve ruhban sınıfına karşı demokratik bir anlayışı gündeme getirir ve özellikle devleti, eğitimle ilgili çok önemli bir yükümlülük altına sokar. Eğitimin toplumsal karakterini ön plana alan ikinci ana eğilim ise, toplumun istediği, hatta idealize ettiği birey ve toplum tipinin yaratılmasıyla ilgilidir. Birçok yönüyle 20. yüzyıla da taşan bu anlayış, geleceğe dönük bir düşünceyi savunmakla birlikte, mevcut toplum ve onun ilişkiler düzeni içinde reformcu nitelikler gösterir. Eğitimle ilgili sorunlarla, toplumsal olay ve olguların ilişkisi, çok eskiden beri bilinen bir konudur. Platon (İ. Ö. 427-347)'dan sonra toplumsal süreçleri irdelemeye çalışanlar, eğitim sorunlarıyla da karşılaşmışlardır. Paul Bahrt (18581922)'in belirttiği gibi eğitim tarihinde "sosyal pedagoji" ye ağırlık veren çok sayıda düşünüre rastlanmaktadır. Toplumsal yön ve boyuta eğilen pedagoji anlayışında, özellikle 20. yüzyılın başında Paul Natorp (1854-1924)'in çalışmalarıyla büyük bir gelişme görülmüştür. Bu düşünür eğitimin toplumsal çevresini büyük bir ciddiyetle incelemiş ve bu konuda önemli sayılabilecek düşünce ve görüşler öne sürmüştür. Paul Natorp'a göre, insanın eğitimiyle ilgili bütün faaliyetler, toplumsal zemine dayanmak ve bu zeminin gereğine uygun olarak biçimlenmek zorundadır. Toplumdan soyutlanan insan (birey), "fizikçinin atomu" gibi soyut, hatta hayal Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Eğitim, toplumun kültürel mirasının birikim ve sürekliliğini sağlar. edilen bir varlıktır. Doğada elementler atomlardan meydana gelmiş olmalarına karşın, tek başına bir atomdan söz edilemez ve o yalnızca hesap yapmak için var sayılır. Tıpkı bunun gibi, birey de tek başına düşünülemez. O bazı demografik hesaplar yapıldığında gündeme getirilir. Gündeme getirdiğimiz bu birey toplumsal koşullardan sıyrılmış ve bağımsızlığını kazanmış bir varlık değildir. Zaten toplum olmadan onu tasavvur etmek bile mümkün değildir. Aslında insanın temel özelliklerinin başında "diyalog kurma" yeteneği gelir. İnsanın bir varlık olarak ortaya çıkması bu yeteneği sayesindedir. "Benlik" ve "kişilik" gibi bireysel yapılar, yani bireyin kendine özgü oluşunu ifade eden kavramlar bile toplumsallığın en yalın anlatımı olan "biz kavramına" muhtaçtır. Her ne kadar toplumsal doğa, mekanik doğadan sonra gelir denmişse de; bu söz, gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Gerçekte toplumsal doku, bireyselliğin oluşumunda yer alan bir öz sorunudur. Paul Natorp'a göre, eğitimi en güzel yansıtan niteliği toplumsal karakteridir. Eğitimin bireysel yanı ise, son derece saf ve basit bir özelliktir. Aslında bireyin eğitimi diye bir olaydan söz etmek doğru olmaz. Bu yalnızca düşünce planında mümkündür. Gerçek olan toplumun eğitimidir. Çünkü birey, her şeyini topluma borçludur. Bu konuyla ilgili olarak öne sürülen düşünceler son derece aşırı görüşleri alışılmamış düşünceleri, özellikle "sosyolojist" anlayışları yansıtmakla birlikte, bizim için çok değerli malzemeler sunmaktadır. Özellikle eğitimin toplumsal karakteri vurgulanmakla, bazı pedagogların bireysel eğitim görüşlerinin dengelediği ortadadır. Eğitimi toplumsal ve kültürel değerleri koruyan ve bu değerler aracılığıyla bireyi mükemmelleştiren bir olay biçiminde tanımlayan düşünür ve uygulayıcılardan biri de H. Lietz'dir. H. Lietz, "Kır Eğitimi Hareketi" nin öncülerinden birisidir. Daha önce de belirtildiği gibi yeni bir eğitim ve okul modeli oluşturmuş; bu eğitim ve okul anlayışı ile, Alman toplumunu reforma tabi tutmak istemiştir. H. Lietz ve takipçilerine göre sanayileşme hareketi toplumu var eden ve onu yaşatan temel değerlerin çözülmesine ve bunun sonucunda da bireyin kendine, toplumun ise tarihine yabancılaşmasına neden olmuştur. "Asfalt kültürü" olarak adlandırdıkları hızlı sanayileşmenin yarattığı kültürel yozlaşma, toplum yapısını oluşturan çeşitli toplumsal sistem ve kültürel kurumların bozulmasını gündeme getirmiştir. H. Lietz, bu durumun önlenebilmesi için, "Yeni Hümanizma" döneminde ortaya çıkan insan, birey ve toplum anlayışlarının temel eğilimlerine ve "sosyal idealist" bakış açısının özelliklerine uygun bir eğitim ve okul düşüncesi geliştirmeye çalışmıştır. Bu eğitim anlayışı, işe dayalı olarak geliştirilen bir eğitim görüşüdür ve bu görüşün yansımasıyla ortaya çıkan okul sistemleri de Kır Eğitimi Yurtlarıdır. Söz konusu bu eğitim ve öğretim kurumu, doğanın kucağında, fakat bozulmamış öz bir kültürel doku içerisinde kurulmuştur. Burada Alman kültürünün tüm incelikleri öğretim programlarına yansıtılarak yeni bir Alman ideali yaratılmak istenmiştir. H. Lietz'in önderlik ettiği "elitçi" okul anlayışı, idealize edilen bir Alman ulusal toplumu yaratmayı amaçlar. Bu amaca ulaşmak için de, gerek okul sisteminde gerekse öğretim programlarında, toplumun zihinsel ve kültür Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim dokusuna, bu bağlamda ulusal dil, tarih, vatan ve milliyet duygusu gibi toplumu oluşturan kültürün ana ögelerine yönelerek bunları tam olarak öğrenciye verme gereği duyulmuştur. Almanya'da "toplumsal idealizm" düşüncesi içerisinde yer alan çok sayıdaki bilim adamı ve düşünür; asgari müşterek olarak gördükleri ulusal bilinci oluşturan değerlerin korunması ve genç kuşaklara aktarılmasını temele alan bir eğitim ve okul anlayışını uygulamaya koymakla, Alman toplumunun yarınını emniyet altına alma yanında, bugününü de kurtarmak istemişlerdir. İş eğitimi, estetik eğitimi, kır eğitimi, yurttaşlık eğitimi, karakter eğitimi ve seçkinler eğitimi biçiminde gelişen pedagojik düşünce ve uygulamalar; temele sosyo-kültürel dokuyu koymakla, eğitimi toplumsal boyutuyla tanıma eğilimini ön plana çıkarmış oldular. Eğitimi toplumsal çevre ve boyutuyla ele almaya ve tanımlamaya çalışanlardan biri de TheodorGeiger (1891-1952)'dir. Bu Alman sosyologu, eğitim olmadan bir toplumun var olamayacağını ve varlığını sürdüremeyeceğini söyler. Ona göre, toplum varlığını sürdürebilmek için eğitime muhtaçtır. Ancak eğitimin bireyin ihtiyaçlarını gidermeye yönelik toplu bir eylem biçimi olarak gelişebilmesi için de toplumsal atmosfere muhtaçtır. Çünkü eğitimin işleyeceği malzemenin tümünü toplumsal zemin ve atmosfer oluşturur. Eğitimin toplumsal boyutunu inceleyen, diğer bir bakış açısıyla eğitim sosyolojisinin önemli bir disiplin olarak gelişmesine katkıda bulunan iki büyük düşünür-sosyolog E. Durkheim (1858-1917) ve M. Weber (1864-1920)'dir. E. Durkheim'e göre, "Hiç yoktan var etmek tabiat âleminde imkânsız olduğu gibi, sosyal nizam ve âlemde de imkânsızdır. İstikbal birden bire çıkıp gelmez. İstikbal geçmişin bize verdiği ilksel maddeler ve malzemeler ile bina edilir. En faydalı icatlar, keşifler ve yenilikler bile güngörmüş dünyamızın fikirleridir. O fikirleri tadil etmek, yeni muhteva anlamlarıyla hem ahenk kılmak kâfidir.... Bizim zihniyetimiz, düşünce mantığımız geçmişten geleceğe birdenbire ve top yekûn değişmez. Bugün sahip olduğumuz çoğu değerler, bazı bakımlardan geçmişe ters görünseler de, gerçekte onlar, öncekilerin bir devamından başka bir şey değildir". Durkheim, bugünkü yaşamın gereği olan alışkanlıklara, çeşitli eğilimlere ve bunların organize edilen biçimlerine geçmişten gelen kazanımların yansıdığını vurgulayarak şöyle der: "Bu alışkanlıklar, bu temayüller bizi idare eden gerçek kuvvetlerdir. İşte bu hakiki kuvvetler, şuur altında gizli ve saklıdırlar. Onları şahsi hayatımızın tarihinde değil, ailemizin tarihinde bulabilir, keşfedebiliriz”. Bu düşünceden hareket eden Durkheim eğitim ve okul kavramlarını da şöyle ele alır: Eğitim ve okul sisteminin özünü kavramak istiyorsak, onun şu anda ki "kisvesini (kıyafetini) çıkarıp tarihine ulaşmamız gerekir. Onun günümüzdeki ögelerini var eden, toplumun tarihsel kaynağıdır. Yalnızca tarih, eğitimin nedenlerini, neticelerini ve bunların arasındaki zincirin hâlkalarını aydınlatabilir". Durkheim'e göre, eğitimin toplumlara, hatta her toplumun kendi içerisinde yer alan çeşitli çevrelere göre farklılıklar göstermesinin nedenini tarihi yaşayışın zorunlu oluşunda aramak gerekir. Her toplum kendi yapısı içerisinde ayrımı ön plana alan, bütünleşmeyi önleyen eğitim anlayışı ve uygulamaları yanında, toplumun vicdanını nakleden ve onun genel niteliğini ortaya koyan bir eğitim Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Eğitim, içinde yaşanılan toplumsal çevrenin eseridir. anlayışına da sahiptir. Gerçekte hiçbir toplum yoktur ki -hangi amaç ve ideale bağlı olursa olsun- bütün çocuklarına telkin edilmesi gereken duygu ve düşüncelerin taşıyıcısı olan bir eğitime sahip bulunmasın. Gerçekte bütün eğitim kuruluşları, bağrından çıktıkları toplumsal yapının bir benzeri ve onun küçük bir örneğidir. Eğitimin tarihsel, kültürel ve özellikle de toplumsal yönünü bu şekilde ortaya koyan Durkheim, birey olarak insanın var oluş paradoksunu da bu anlayış içerisinde değerlendirir. Ona göre, insanların iki temel varlığından söz edilebilir. Bu varlıklar, bireysel ve toplumsal olarak iki çeşittir. İnsanın bireysel varlığı, yalnızca onun kendi yaşamının ögeleriyle ilgili ruhsal durumlarının ürünüdür. Diğeri, yani toplumsal varlık ise, eğitimin aracılığıyla yaratılan ikinci bir doğadır ki bu doğa, yaptığımız mesleği, mensubu olduğumuz ulusu, ortak ya da üye olduğumuz grup ve organizasyonu gündeme getiren alışkanlıklar, duygular ve fikirlerden oluşur. "Bu alışkanlıklar, duygular ve düşünceler, dini inançlar, ahlaki, milli ve mesleki ananeler, görenekler ve her türden topluluk inançları bizim sosyal varlığımızın unsurlarıdır". Durkheim, bir kişinin topluma katılmasını "ikinci bir doğuş" olarak görür. Ona göre eğitim aracılığıyla yaratılan "sosyal varlığın" izlerini doğuştan, yani kalıtsal niteliklerle bağlantılı görmek yanlıştır. İnsanın "sosyal varlığı" eğitimin eseridir. Bizler "sosyal varlığımızı" eğitime borçluyuz. Eğitimin ne olduğu konusunda ise Durkheim şu görüşleri öne sürer: "Eğitimin olabilmesi için bir olgun, bir de genç nesil bulunmalıdır. Aynı zamanda birincilerin ikinciler üzerine etki eden hareketleri de olmalıdır. Şimdi burada bu etkinin, bu faaliyetin mahiyetini, ne olduğunu tarif etmek gerekiyor. Eğitim sisteminin ikizli görünüm, manzara göstermediği toplum hemen hemen yoktur denilebilir. Toplum da terbiye sistemi bir veya bir kaçtır. Bir toplum içinde çeşitli çevreler, muhitler olduğuna göre, çeşitli türde terbiyeler vardır, denilebilir". Toplumu meydana getiren bu çeşitli kısım, tabaka, sınıf, grup ve diğer ögeler, varlıklarını sürdürebilmek için, kendilerini var eden temel özellikleri amaç edinen bir eğitim anlayışına ihtiyaç duyarlar. Asilzadelerin (soyluların), Brahmanların, Şövalyelerin, diğer toplumsal sınıf ve köylülerin kendilerine özgü bir eğitime sahip olmaları gibi. Aynı zamanda eğitim, toplumsal tabaka anlayışına göre biçimlenme yanında, bireyin yaş durumuna ve zamana uygun olarak da farklılaşma gösterir. Ayrıca eğitim, çağın gereğine uygun olarak uzmanlaşmak zorundadır. Söylenen bu nitelikler eğitimin ayırıcı (farklılaştırıcı) yönünü yansıtırlar; ancak "Hiçbir millet yoktur ki hangi toplumsal sınıfa mensup olursa olsun, bütün çocuklarına telkin edeceği belirli duygular, fikirler, değerler ve hareket tarzlarını içine alan bir eğitime sahip olmasın". Eğitim aracılığıyla bireyler, dolayısıyla kesimler arasında etkili bir dayanışma meydana getirilir. Eğitim, toplu yaşayışın ana benzerliklerini çocuğun ruhuna "nakşeder". Eğer bu işlem olmazsa toplum, yaşamını sağlıklı bir biçimde sürdüremez. Toplum, üyeleri arasında beraberlik mevcut oldukça yaşayabilir. Eğitim, toplum yaşamında etkili olan ana ögeleri çocuğun gönül ve zihin dünyasına yerleştirerek toplumsal birlik ve beraberliği sağlamaya çalışır ve böylece toplumsal birliğin süresini uzatır. Yine eğitim, belirli Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim değişiklikler yaparak, özellikle de uzmanlık bilgisini kullanarak toplumun sağlıklı yaşamasına katkıda bulunur. "Bütün bu söylenenlerden sonra eğitim, çocukların kalbinde toplumun esaslı, temel hayat şartlarını hazırlayan bir araçtan ibarettir diyebiliriz... Eğitim, olgun nesiller tarafından henüz yetişmemiş nesillere yapılan etkidir. Eğitimin konusu çocukta genel olarak siyasi toplumun, özel olarak gireceği özel çevrenin kendisinden istediği, beklediği fikri, ahlaki, bedeni hâlleri anlamak, geliştirmektir. Eğitim bir yöntem altında genç neslin toplumsallaşması olayıdır". Eğitimin amacı, bireysel varlığımızın yanında, toplumsal varlığımızı, yani "milli varlığımızı" kurmaktır. Aslında birey, toplumu isterken, aynı zamanda kendini istiyor demektir. Eğitim aracılığıyla birey üzerine yapılan etki, onu tazyik altına alarak bireysel doğasından (tabiatından) ayırma sonucunu doğurmaz. Aksine bireysel varlıktan toplum içerisinde yaşama imkân ve şansına sahip insani bir varlık yaratmayı amaçlar. Eğitimin temel amaçlarından birisi de budur. Eğitim ve okul kavramlarının toplumsal boyutunu çağdaş sosyoloji yöntemleriyle inceleyen ikinci önemli düşünür (birincisi E. Durkheim'dir) Max Weber'dir. Eğitim nasıl bir olaydır? sorusunaWeber, "Bireyin daha sonraki toplum yaşamında yerini (statüsünü) belirleyen beceri ve deneyim kazandığı bir faaliyet çeşididir" diye cevap verir. M. Weber, "karizma" ve "ideal tip" gibi kavramları, sosyolojik bakışla ele alırken, eğitimle, özellikle de "soyluların" ve "elitlerin" formal eğitimiyle ilgilenmiştir. Bu temel ilgi doğrultusunda eğitimi, ekonomi, siyaset ve din gibi toplumsal kurumlarla olan bağlantısı yanında; toplum içerisinde yer alan toplumsal sınıfları karşılıklı etkileşimi dahilinde inceler ve böylece eğitimin biçimlendirdiği ve eğitimi yönlendiren çeşitli güç ve ögeler arasındaki bağımlılığı ortaya koymaya çalışır. Eğitimin tarihsel yönüyle de ilgilenen M. Weber, eğitimin tarihsel süreç içerisinde gösterdiği farklılıkları şu şekilde belirtir: Yedinci yüzyıldan modern çağa kadar eğitim, küçük bir grubun tekelinde bulunuyordu. Bu dönemde pratik bilgiler, mevki ve iş için önemli değildi. Ortaçağın "elit eğitiminde" örneğin, şövalye eğitiminde erdem, namus ve kahramanlık gibi üst değerler ön planda yer alıyordu ve bu değerler günlük iş ve hareket tarzlarından üstün tutulurdu. M. Weber, "feodal", "teokratik" ve "patrimonyal" egemenlik sistemlerindeki eğitim uygulamalarının amacını, alanında "uzmanlaşmış insan" dan ziyade, "kültürlü adam" yetiştirmek şeklinde özetler. Ona göre, bu tip yönetim modellerinde toplumsal statünün temelini, "kültürlülük" durumu oluşturur. İngiltere'deki esnaf yönetimi, Çin'deki "patrimonyal bürokrasi" ve Helenik dönemdeki "demagoglar" yönetimi bu tür eğilimlerdir. Çağdaş eğitimin ise, rasyonel bir idari mekanizması olmuştur. Bugünün eğitimine hâkim olan bürokratik model, toplumu çeşitli müesseseleriyle ayakta tutan uzmanları yetiştirmektedir. Toplum çeşitli yönetici sınıflar aracılığıyla uzmanların ortaya koyduğu görüşleri uygular. Dolayısıyla her ne kadar bir “siyasi efendi” varsa da, gerçekte bunlar uzmanların karşısında acemidirler. Bu, bütün siyasi rejimler için aşağı yukarı geçerlidir. Çağın eğilimi, eğitim olayını yeni bir sınıf yaratma anlayışı içerisinde ele almaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Özgürlükçü bir eğitimin amacı iyi vatandaş değil, iyi insan yetiştirmektir. Eğitimin amacı konusunda tarihte iki kutup olagelmiştir. Birincisi karizmayı, yani insanüstü nitelikleri ya da doğaüstü güçleri uyandırmayı; ikincisi ise belli alanlarda uzmanlık eğitimi vermeyi amaçlamaktadır. Birinci tip, egemenliğin karizmatik yapısına; ikinci ise egemenliğin rasyonel ve bürokratik yapısına tekabül eder. Bu iki tip karşı karşıya gelmezler; aralarında bağlar ve geçişler yoktur. Savaşçı kahraman ya da büyücünün de özel eğitime ihtiyacı vardır; uzman yetkili de yalnızca bilgi için eğitilmez. Ancak bu iki tip birbirinin tam zıddı eğitim kutuplarıdır ve en aşırı karşıtlıklarla doludurlar. İkisinin arasında öğrenciye, ister dünyevi, ister dini nitelikte olsun, bir yaşam biçimi öğretmeye yönelik diğer bütün tipler yer alır. Her iki hâlde de yaşam biçimi bir statü grubunun yaşam biçimidir. Öğretim pedagojisinin amacı da, nitelikleri bir toplumdaki en kudretli tabakanın yetişme idealine uygun insan tipi yetiştirmetir. Bu da kişiyi hayatta belli bir iç ve dış davranışa hazırlamak demektir. Kural olarak bu, her toplum için söz konusudur, yalnız amaç değişir. Eğer en kuvvetli statü grubu -Japonya'da olduğu gibi- ayrı bir savaşçılar tabakası ise, öğretimin amacı, öğrenciden kalem efendilerinden Japon Samurayları kadar nefret eden gösterişli bir şövalye ve saray adamı yaratmak olacaktır. M. Weber tarafından "meşru otoritenin saf tipi" olarak belirtilen "rasyonel bürokrasi anlayışı" içerisinde sistem ve bu sistemin parçalan olan "hiyerarşi", "amir ve memurlar", "eylemlerin sınır ve insicamı", "emir verme", "sorumluluk" ve "uzmanlık" gibi kavramlar, eğitim için de geçerlidir. Weber'e göre okul da bürokratik bir yapıdır ve öyle olmak zorundadır. Eğitim olayını ister bireysel güçlerin işlenerek güçlendirilmesi isterse bireyi bir meslek mensubu yapmak için gösterilen çaba, kurumsal bir davranış biçimi ve sistemi olarak tanımlayalım, en az bunlar kadar onun toplumsal boyutu ve karakteri de önemlidir. Çünkü eğitimin en belirgin yanlarından biri toplumsal karakteridir. Her ülkede uygulanan eğitim, o ülkenin toplumsal zemininde gelişir ve bu atmosferde yaşam bulur. Bir toplum uygarlık bakımından hangi düzeyde bulunursa bulunsun, kendi varlığını sürdürmek için genç kuşaklarını eğitmek ve bu yolla onlara istendik davranışlar kazandırmak zorundadır. Yani toplum sürekli olarak ve bu süreklilik içerisinde mutlu ve sağlıklı yaşamak için genç insanlar arasında toplumsal dayanışmayı güçlendiren bir eğitime muhtaçtır. Aynı zamanda toplum, bireyleri yetiştirerek kendini de yenilemiş olur. Bu bakımdan kimi eğitimciler okulu toplum hayatının tohumu, nüvesi ve çekirdeği olarak tanımlamışlardır. Ancak kabul etmek gerekir ki eğitimi ve okulu yönlendiren düşünce, toplumsal istencin eseridir. Bu nedenle geçmişte ve şimdi olduğu gibi en ince ayrıntılarına kadar eğitim ideali ve düşüncesi toplumsal istenç dışında düşünülememiştir. Durkheim'ın ünlü ifadesiyle bireye olması istenilen tasviri çizen, bu tasvirde, resimde örgütlenen bütün özelliklerini yansıtan toplumdur. Aynı zamanda eğitimsiz bir toplum düşünülemez. Eğitim öyle bir yatırımdır ki, bir toplumda birkaç nesli eğitimden mahrum bırakınız, o toplum belki de ilkellik çağlarına geri döner. Bu bakımdan eğitim ile toplumsal oluş arasındaki ilişki, en az bireysel güçlerin geliştirilmesi için gösterilen çabalar kadar önemlidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim EĞİTİMİN AMACI Eğitim bir yaşama sanatıdır. İnsanı hayatın içinde gelecek durumlara alıştıra alıştıra hazırlama sanatıdır. Toplumsal bir kurum ya da örgütlü ve toplu bir eylem biçimi olarak nitelediğimiz eğitimin amaçları ile işlevleri arasında çok sıkı bir benzerlik ve hatta özdeşliğin bulunduğu söylenebilir. Yukarıdaki başlık altında eğitimin amaçları dolaylı bir biçimde de işlevlerine değinmiş olacağız. Konumuz daha çok eğitimin toplumsal boyutu, başka bir deyişle üzerinde durmak istediğimiz ana konu, eğitimin kurumsal niteliği olduğundan, burada eğitimin temel amaçlarının neler olduğunu ele alarak irdelemeye çalışılırken, toplumsal işlevlerin ön planda bulundurulması ve buna göre bir amaç irdelemesinin yapılması doğaldır. Örgün eğitimin (öğretimin) ortaya çıkışı çok eski devirlere kadar geri götürülmesine ve toplumun eğitim üzerinde etkili bir güç olduğunun farkına varılmasına rağmen, eğitimciler ya da eğitimden sorumlu olan güçler, çok uzun zaman bireysel amaçlar peşinde koşmayı eğitici davranışın temeline koymayı uygun bulmuşlardır. Eğitim bireysel güçleri geliştirmeyi amaçlayan bir nitelikle varlığını sürdürüyordu. Genellikle eğitimciler, toplumların istediği bir insan tipinden çok; bireysel güçleri olgunlaştıran eğitim uygulamalarını çok değerli görmüşlerdi. Toplumların varlıklarının sürdürülmesi çabasında kendini gösteren bu eğitici boşluk, eski dönemlerde aile ve diğer eğitici işleve sahip güçler tarafından ve yaygın bir eğitim aracılığıyla kapatılmaya çalışılıyordu. Toplumlar, asırlarca örgün eğitim uygulamaları dışında ve kendi eğitim anlayışlarına göre çocuklarına topluluk değerlerini (cemaat inançlarını) vermeye uğraşmışlardı. "Buna karşılık eski devirlerde öğretmenlerin ve 'mürebbilerin' çocukta yaratmak istedikleri ideal, bir kelime ile ifade edilebilirdi. Ortaçağda fakülte hocası gençleri her şeyden önce ‘cedelci: dialektion yapmak istiyordu. Rönesans devrinde Cezvitler, kolej öğretmenleri ve müdürleri 'insaniyetçi: hümanist amacını güdüyorlardı. Bugün de bazı okullara bu tür görevlerin verildiği görülüyor. Görevimizin yalnızca çocukların insan olmalarını sağlamaktan ibaret olduğunu söylemekle tüm sorunların çözülebileceğini sanmayalım. Çünkü böyle bir çözüm son derece soyuttur. Hatta insan anlayışı zaman içerisinde ve toplumdan topluma da değişiklik gösterir. Hemen her toplumun kendine özgü bir insan anlayışı (telakkisi) olmuştur". Zaten insanlık henüz bütün çağlar, insanlar ve toplumlar için sürekli geçerliliği olabilecek bir eğitim stili de geliştirmiş değildir. Öyle ise soyut anlamda bir insan anlayışı amacı gütmekten çok, yani bütün toplumlar için geçerli olabilecek bir insan imajı ve tipi yaratmayı amaçlamaktan öte, günümüzün bilimsel ve teknolojik gelişmeleri ışığında başkalarıyla düşmanlık duygusunu gündeme getirmeyen, ancak o toplumun isteklerine uygun düşen bir insan modelini oluşturmak eğitimin vazgeçemediği bir amaç olmak durumundadır. Bu bağlamda her toplum kendi varlığını sürdürecek elemanı (insanı) yetiştirmek zorundadır. Unutmamak gerekir ki, evrenselciliğe ulaşmanın en güvenilir yollarından biri, her şeyden önce ulusal olmasını bilmekten geçer. Doğal olarak eğitim, bir yandan evrensel insani değerleri genç kuşaklara ve çocuklara aşılarken, diğer yandan da toplumsal bilinci oluşturan ulusal değer ve idealleri de onlara kazandırmak zorundadır. Eğer bir toplum yaşamak ve bu yaşamı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Eğitimi teoriler değil, hayatın kendisi yönetmelidir. sürekli kılmak istiyorsa, genç kuşağın zihin ve gönül dünyasına ulusal hasletlerini nakşetmek durumundadır. Fakat toplumun özgür ve bağımsız yaşamasının diğer önemli bir koşulu da çağa egemen olan düşünce ve bilgilerin genç kuşağa eksiksiz bir biçimde aşılanmasıdır. Eğitimin birinci yönünün muhafazakâr bir tavır sergilemesine karşın, ikinci yönü atılımcı ve gelişimci bir nitelik taşır. Eğitim plancıları ve program geliştirme uzmanları, eğitimin amaçlarını gerçekleştirecek bilgi içeriğini, müfredat programının içeriğini saptamaya çalışırken, bu çok önemli iki tavrı dikkate almak durumundadırlar. Çünkü uygarlaşan ya da uygarlık değiştirmek isteyen toplumlar, öz kültürlerinin yarattığı ulusal tiplerden uzaklaşabilirler. Hatta dışarından gelen ögelerle toplumsal bilinci oluşturan ögeler arasında içten içe bir mücadelenin varlığı da söz konusu olabilir. Bu savaşım, uzlaşma ile sonuçlandığı gibi aşırı tavırların doğmasına da yol açabilir. Dengeli, uzlaşmacı ve bütünleştirici bir toplumsal tutumun doğması için, eğitimin amaçları ve bu amaçları gerçekleştirmeye yönelen müfredat programının, kullanılan yöntem ve tekniklerle uyumlu ve tutarlı bir bütünlük göstermesi gerekir. Toplumsal değişmede öğretim uygulaması ve eğitim düşüncesi etkili, yani yol gösterici olmadığı takdirde, bu bağlamda bazı olumsuz toplumsal ve kültürel, hatta siyasal değişme modelleri egemen konuma geçebilir. Örneğin değişmenin iki zıt biçimi olan "herodian" ve "zilotoist" tavırlar başat bir görünüm kazanabilirler. Onun için eğitimin amaçları saptanırken çağın gerçekleri ile toplumun ve bireyin ihtiyaçlarının dengelenmesini temel koşullardan biri olarak görmek gerekir. Bu bağlamda eğitim ve öğretimin dört çeşit amacından söz edilebilir: 1- İnsanlık bilincinin uyandırılması: Evrensel bir insan imajının yerleştirilmesi, hümanist eğitim. 2- Bireysel gelişimin sağlanması: Bir bütün olarak bireyin gelişimine yarayacak bilgi ve yöntem seçimi. 3- Bireyin güçlerinin saptanarak kendi doğrultusunda açılıp gelişimini öngören bir eğitim anlayış ve uygulaması. 4- Toplumsal karakterin olgunlaştırılmasını sağlamak ve iyi bir yurttaş yetiştirmek. Toplumsal değer ve bilgileri, ulusal bilinç içerisinde ve onunla uzlaştırılarak çocuğa ve gence kazandırmak onda ulusal kimlik ve kişiliğin oluşmasına hizmet etmek. Yetişmekte olan insanı üretici ve iyi bir tüketici yapmak. Bireyi ehil bir meslek mensubu hâline getirmek. Her düzeydeki öğretim kurumu, çeşitli türden bilgilerin belirgin esas ve ölçülere göre düzenlenmesiyle ortaya çıkmış bilgi kümelerini ifade eder. Aynı zamanda öğretim programını (müfredat programını) da içeren söz konusu öğretim uygulamasında, mesleklerle ilgili eğilimler taşıyan ögeler de yer alır. Örneğin ilköğretim okulunda bile meslekleri ilgilendiren bilgi türlerinin yalın biçimlerine zihinsel gelişimi sağlama amacıyla değerli birer eğitici motif ve ögeler olarak yer verilir. Bu bilgiler, takip eden öğretim aşamalarında derinleştirilerek belli bir meslek bilgisinde yoğunlaşma sağlanır. Fakat ilk ve ortaöğretimde verilen meslek bilgisi, yalnızca çocukları belli bir meslek için temel alan yeteneklerin ortaya çıkmasına ve işlenerek olgunlaşmasına yardım eder. Sağlıklı bir eğitim ve öğretim faaliyeti, çeşitli yetenek ve güçlerin ördüğü bir yapı olarak tanımlanan zihin dünyası Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim ile meslek bilgisinin gereği olan çalışmalar arasında uyum sağlayan ve bu iki temel özelliği, toplumsal, kültürel ve ekonomik koşullarla dengeleyen bir anlayışa dayanmak zorundadır. Buradan hareketle denilebilir ki, meslek eğitiminin kaynağını, eğitim faaliyetinin ilk aşamasına kadar geri götürmek mümkündür. Çünkü ileride meslek eğitiminin türünü belirleyen ilk bilgi ve değerler burada verilerek bunlara uyan zihinsel yetiler işlenerek geliştirilir. Bundan dolayı meslek eğitimini yalnızca meslek liseleriyle ve üniversite öğretimiyle sınırlandırmanın yanlış olacağını, bir bütün olarak eğitim ve öğretim kurumunun böyle bir amaç gütmesi gerektiğini vurgulamak gerekir. EĞİTİMİN İŞLEVLERİ İnsan varlığı üzerine kurulan bütün toplumsal sistemler, tarihsel yaşayış içerisinde ya kendiliğinden evrim biçiminde ya da çeşitli dış müdahâle ve yönlendirmeler aracılığıyla değişim süreci yaşamıştır. Aslında ortaya çıkan tüm toplumsal ilişki biçimleri, insanın ilgi, ihtiyaç ve gelecekle ilgili tasarımlarının sonucudur. İnsanın ihtiyaçları ve ürettiği değerler, özellikle de temel ihtiyaçları estetik zevklere uygun olarak değişime uğradıkça, insan üzerine kurulan toplumsal ilişki biçimleri de zaman içerisinde insanla birlikte değişmek zorundadırlar. Aynı zamanda insanoğlunun yaşadığı tarihsel zaman bir değişim sürecinden başka bir şey değildir. Genellikle bu değişim süreci ilkellikten modernliğe doğru bir gelişim çizgisi sergilerken ya da aynı anda çeşitli hatlar biçiminde kendini gösterirken, çok çeşitli kurumsal biçimleri de birlikte getirir ve onları yoğurarak formlaştırır. Toplumsal bir kurum olan eğitimi de bu değişim süreci içerisinde düşünmek ve bu ana yönüyle birlikte ele almak gerekir. Fakat eğitimin diğer kurumlardan en önemli farkı, bu kurumun bir yandan tarihsel değişim ilkelerine uygun olarak değişim süreci yaşaması, öte yandan da diğer kurumların değişiminde son derece etkili olan işlevler yüklenmesidir. Çünkü eğitimin işlevleri diğer kurumlara oranla daha etkilidir. Bu bağlamda insanlık, eğitim aracılığıyla bir yandan öğrenme ihtiyacını karşılamayı sağlarken; diğer yandan da ona yüklediği görevler aracılığıyla doğaya nüfuz eder ve hatta ona egemen olarak varlığını sürdürür. Eğitim kurumu, insanların yarattığı kurumsal davranışların oluşturduğu en eski toplumsal yapılardan biridir. O, doğal yaşayışın bir parçası gibi görünmesine rağmen, aslında istence dayalı çabaların bir sonucudur. Hatta günümüzde eğitim; toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi etmenlerin kesiştiği bir nevi bileşke görünümündedir. Bu bileşkenin felsefesi, ilkeleri, amacı, içeriği, yöntemi, teknolojik boyutu ve sistematik uygulamaları mevcuttur. Fakat eğitim kurumunun bu ögeleri, toplumdaki diğer öge ve araçların değişimine paralel olarak değişmek ya da onları değiştirmek zorundadırlar. Eğitim kurumu bir yandan toplumdaki hatta dünyadaki büyük fikri, siyasi, ahlaki, kültürel ve ekonomik değişmelerden etkilenirken; diğer yandan da planlı ve programlı değişme eğilimleriyle ve sağladığı bilgi birikimi aracılığıyla değişmeye zemin hazırlar. Bu bağlamda bir toplumdaki bilimsel, teknolojik, ideolojik, ahlaki ve ekonomik değişme karşısında birkaç çeşit tepki Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim verdiği ve işlev yüklendiği görülür. Eğitimin bu bağlamdaki kurumsal ve genel işlevlerini dört ana madde altında karakterize etmek mümkündür: 1- Önemli bir kontrol mekanizması geliştirerek muhafazakâr bir tutum sergilemek, 2- Çeşitli toplumsal, kültürel ve ekonomik değişmelere uygun olarak yapı elemanlarını revizyona tabi tutmak ve bunlara uyum sağlamak, 3- Planlı ve programlı bir değişim sürecinin odağı olmak ve ona istendik bir içerik ve form kazandırmak, 4- Değişme istek ve girişimleri ile toplumun süreklilik gösteren ögeleri arasında denge kurmak, gelişme ve olgunlaşmayı sağlıklı bir biçimde temin etmek. Bu genel ilkelere bağlı olarak eğitimin açık ve gizli işlevleri maddeler hâlinde şu şekilde sıralanabilir: Çağdaş toplumlarda eğitimin açık ve gizli işlevler olmak üzere iki tür işlevi vardır: Bu işlevlerin bazıları açık işlevler, bazıları da gizli işlevlerdir. Eğitimin Açık İşlevleri Eş seçimi, tanıdık sağlama ve çocuk bakıcılığı eğitimin gizli işlevleri içerisinde yer alır. Toplumun kültürel mirasının yeni kuşaklara aktarmak. Eğitimin bu işlevinin gerçekleştirilmesinde ilk ve ortaöğretim kurumlarına büyük görevler düşer. Bu eğitime devam edenler yaşları itibariyle eğitilmeye en açık kesimdir. Toplumsallaştırma sürecinde toplumun norm ve değerlerini yeni kuşaklara öğretmek. Bireylere bilimsel ve mesleki bilgi aktarmak, gerekli becerileri kazandırarak onları meslek sahibi yapmak. Yönetici seçkinlerin yetiştirilmesini sağlamak. Ayrıca siyasî sistemi destekleyici bir siyasî kültür üretmek ve bunu toplumun üyelerine benimsetmek. Demokratik sistemler, demokratik değerleri; otoriter sistemler ise tek yönlü siyasî itaat ve sadakat değerlerini benimsetmeye çalışırlar. Bireylere rasyonel düşünme alışkanlığı kazandırarak yenilik ve değişime açık, hoşgörülü bir nesil yetiştirmek. Bu şekilde yetişmiş bir nesille toplumsal değişim de sağlanacaktır. Eğitim, fırsat eşitliği ilkesiyle toplumsal hareketliliği artırarak, toplumsal sınıf farklılıklarını azaltmak. Üniversite ve uzmanlık kurumları bilim, teknoloji ve sanatın gelişmesine katkıda bulunmak. Türk eğitim sistemi, eğitimin açık işlevlerini yerine getirmede istenen seviyede değildir. Bunun en önemli nedeni, Türkiye’nin demografik yapısıdır. Türkiye’nin nüfusu çok genç ve artış oranı yüksektir; buna karşılık eğitim yatırımları nicelik ve nitelik açısından yetersiz kalmaktadır. Ancak ülkemizde son yıllarda uygulan ekonomik politikalar eğitimin de olumlu bir şekilde gelişmesine etki etmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Eğitimin Gizli İşlevleri Eğitim kurumlarının gizli birtakım işlevleri de vardır. Bu işlevler şunlardır: Bireylere yeni toplumsal ilişkiler kurma ve farklı insanlar tanıma imkânı sunarak, onları dar görüşlülükten kurtarmak. Aile ve yakın çevrenin yanlış şartlandırmalarını aşmalarına yardım etmek. Özellikle yüksek öğretim kurumlarının eş seçme konusundaki işlev sahibi olmak. Cinsiyet ayrımcılığını engellemek ve eşitlik fikrinin içselleştirilmesini sağlamak. Geçici olarak da olsa işsizliği azaltmak. Rekabeti özendirmek ve rekabet ahlakını yerleştirmek. EĞİTİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Doğal Faktörler Kültürleme, kültürün devamını sağlama, toplumsal sorunları çözme eğitimin toplumsal işlevleri arasında yer alır. Doğal faktörlerin en önemlisi coğrafî koşullardır. Coğrafya şartları kültürleri etkilediği gibi, eğitim kurumlarını da etkiler. Uygarlıkların ve bilimin doğuşunda ve gelişmesinde coğrafyanın etkisi bilinmektedir. En eski uygarlıklar olan Çin, Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları büyük nehirlerin kıyısına kurulmuştur. Ancak bilim ve teknolojinin ilerlemesi, toplumlar üzerindeki coğrafî koşulların etkisini azaltmıştır. Artık doğal faktörler doğrudan sınırlandırıcı olmaktan çıkmıştır. Eğitim süreci de, doğal koşullardan belli oranlarda etkilenmektedir. Ulaşım ve iletişim imkânlarının sınırlı olduğu durumlarda eğitim merkezileştirilmiş veya gezici öğretmenlik gibi çözüm yollarına başvurulmuştur. Türkiye’de uygulanan yatılı bölge okulları da bu tür çözüm yollarından bir tanesidir. Sosyo-Kültürel Faktörler Sosyo-kültürel faktörler çok çeşitlidir. Bunlardan bazıları; demografik faktörler, dil, din, ırk, toplumsal sınıf, cinsiyet ve teknolojidir. Demografik faktörler, nüfusun yapısı, nüfus artış hızı, nüfusun yaşa ve cinsiyete göre dağılımı, doğum ve ölüm oranları, ortalama insan ömrü gibi göstergelerle ilgilidir. Dil faktörü bir ülkede dil birliği olup olmadığı, farklı dillerin konuşulup konuşulmadığıyla ilgilidir. Dil farklılıkları eğitimi sınırlandırıcı etki yapabilmektedir. Benzer şekilde etnik farklılıklar etnik ayrımcılığa neden oluyorsa eğitimi olumsuz şekilde etkiler. Modern eğitimde din, dil, ırk ve cinsiyet gibi değişkenlerin gözetilmemesi esastır. Teknoloji faktörü ise, enformasyon toplumlarında en belirleyici eğitim faktörüdür. İletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, özellikle internetin yaygınlaşması, eğitim süreçlerini önemli şekilde etkilemiş ve “sanal eğitim” gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim DÜNYADAKİ EĞİTİM SİSTEMLERİNDE GÖRÜLEN EĞİLİMLER Eğitimin Yaygınlaştırılması ve Demokratikleştirilmesi Endüstriye dayalı ekonomilerde yetenekli insan gücünü yetiştirmek amacıyla eğitimin bütün nüfusu içine alacak şekilde yaygınlaştırılması birincil hedeftir. Bu amaçla ilköğretimler, 6-15 yaş grubunu kapsayacak şekilde zorunlu hâle getirilmiştir. Ortaöğretimin evrenselleştirilmesi bu amaca yönelik ikinci adımdır. Yükseköğretimin geniş kitleleri kapsayacak şekilde düzenlenmesi ise bu hedefin son adımını oluşturur. Ancak eğitimin yaygınlaştırılması bütün sorunların çözülmesi demek değildir. Eğitimin yaygınlaştığı, eğitilmiş iş gücü oranı yüksek bir toplumda bile eğer bu insanların becerilerine uygun istihdam alanları sağlanamazsa verilen eğitimin bir anlamı kalmaz. Bu nedenle eğitilmiş iş gücüne yeterli iş imkânları sağlamak da eğitim kadar önemli bir meseledir. Eğitimin geniş kitlelere yaygınlaştırılması, toplumsal demokrasi olgusuyla yakından ilgilidir. Eğitimin toplumun tüm üyelerine yaygınlaştırılması, bu insanlara yeteneklerini geliştirmede ve toplumsal konumlarını değiştirmede bir fırsat tanımaktır. Eğitim yoluyla insanlar hem kendilerini hem de toplumsal statülerini değiştirebilecektir. Eğitimin Bürokratikleşmesi Eğitim kurumları birçok formalite içerisinde işler. Bu nedenle eğitim kurumlarında bürokratikleşme çok yaygındır. Eğitimin yaygınlaşmasıyla okullar kalabalıklaşmış, çok sayıda öğrenciyle ancak bürokratik kurallarla baş edilebileceği düşüncesi benimsenmiştir. Bu bürokratikleşmenin gereği olarak okul içindeki kişilerin statüleri açık olarak tanımlanmış ve bu insanların okul içindeki rollerini en iyi şekilde nasıl yerine getirecekleri gösterilmiş, bu kişilerin gerek okul gerekse de çevreyle ilişkileri çeşitli kurallara göre düzenlenmiştir. Eğitimin Merkezileşmesi Eğitimin aşırı bürokratikleşmesiyle beraber ortaya çıkan bir diğer eğilim de merkezileşmedir. Eğitimin merkezileşmesi, eğitimin merkezi otoriteler tarafından kontrol edilmesi ve denetlenmesi anlamına gelir. Merkezileşmenin nedenlerinden biri politik gerekliliklerdir. Hükümetler eğitimi denetleyebilmek için ülkedeki eğitimin tek bir merkezden idare edilmesini istemektedirler. Eğitimi politik, toplumsal ve ekonomik amaçlar için kullanan hükümetler, bu amaçlara okullarda ne derece ulaşıldığını görmek için eğitim kurumlarının denetimini yaparlar. Böylece ülke için belirlenen eğitim politikaları bu merkezi otorite tarafından okullarda uygulanır ve denetlenir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Okul Sistemi Özgürlükçü bir eğitim anlayışını benimsemiş olan eğitici, eğitilen insanı istenilen şekle sokulabilecek bir balmumu olarak görmemektedir. Modern dünyada ve modernleşme aşamasındaki tüm toplumlarda eğitim açısından okul merkez kurumdur. Modern okul sistemleri büyük ölçüde modernleşmenin sonucudurlar. Sanayileşme sonrası okul reformlarında endüstrileşme ve demokratikleşme şeklinde başlıca iki eğilim görülür. Endüstrileşme eğilimi, hızlı bir şekilde gelişen endüstriyel oluşuma ve yeni meslekler dünyasına cevap verme zorunluluğuyla ilgilidir. Örneğin mesleklerin toplumsal prestij ve statü hiyerarşisi, ihtiyaç duyulan uzmanlık alanlarına göre biçimlenir. Demokratikleşme eğilimi, her çocuğa mensup olduğu toplumsal, ekonomik, coğrafî ve dinî kökenlerinden bağımsız olarak öğretimde fırsat eşitliği sağlamaktır. Modern eğitimin bir diğer adı da kamu eğitimidir. Gouldner’a göre bu eğitimin üç özelliği vardır: 1- Bu eğitim evden uzakta dolayısıyla anne-babanın sıkı gözetiminden uzakta gerçekleştirilir. 2- Öğretmenler, öğrencilerine söylemlerinin değerinin toplumsal sınıflarına bağlı olmadığı bilincini aşılar. 3- Bütün kamu okulları, öğrencileri gündelik hayatta kullandıkları dilden uzaklaştırıp eleştirel söylem kültürüne yönelterek bir dil değişimi gerçekleştirirler. EĞİTİM-ÖĞRETİM KURAMLARI VE EŞİTSİZLİK Bu kuramlar eğitimdeki toplumsal eşitsizlikleri açıklamaya yönelik sosyolojik kuramlardır. Bunların hepsi eğitimle gerçekleşen toplumsal yeniden üretimle ilgilidir ama bu konuya yaklaşım şekilleri birbirlerinden farklıdır. Ivanİllich: Gizli Müfredat Eğitimle ilgili en çok tartışmaya neden olan düşünürlerden birisi Ivanİllich’tir. İllich, daha önceleri kendi kendilerine yetebilen insanların geleneksel becerilerini kaybetmelerine ve sağlık için doktora, eğitim-öğretim için öğretmene, eğlenmek için televizyona bel bağlamalarına neden olan bir süreç olarak gördüğü modern ekonomik düzene getirdiği eleştirilerle tanınır. İllich, zorunlu eğitim fikrinin sorgulanması gerektiği kanaatindedir. İllich’e göre okullar, şu dört görevi yerine getirmek için kurulmuştur: Çocukları muhafaza altında tutma, mesleki rol dağılımını sağlama, hâkim değerleri öğretme ve toplum tarafından övülen bilgi ve becerileri kazandırma. İllich’ın okulları muhafaza mekânı olarak görmesinin nedeni şudur: Okullar zorunludur ve bu şekilde çocuklar çocukluklarının erken dönemlerinden iş hayatına geçinceye kadar sokaklardan uzak tutulurlar. İllich, okullarda öğrencilere derslerin resmi içeriğiyle hiç ilgisi olmayan birçok şeyin öğretildiği iddiasındadır. Okullar, disiplin yapıları ve düzene sokma anlayışlarıyla var olan toplumsal düzenin sorgulanmaksızın kabulünü aşılamaya Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Her beceri ve yetenek eğitimle geliştirilebilir. Yaratıcılık beceriniz ise ancak kullanılarak gelişir. çalışırlar. Bu konular bilinçli olarak değil de okulun örgütleniş tarzı ve prosedürleriyle örtük olarak öğretilir. Gizli müfredatla çocuklara yaşamlarındaki rollerinin yerini bilmek ve orada kalmak olduğu öğretilir. Ivanİllich, toplumun okulsuzlaştırılması gerektiğini savunur. Bugünkü eğitim sitemi, herhangi yararlı bir beceri ya da işle uzaktan ya da yakından ilgisi olmayan, bir diploma kazanan kişiyi yeğleyen bir ayrım sistemidir. Okul kurumunun kalkması, insanları okulda başarısızlık nedeniyle uğrayacakları dışlanmadan kurtaracağı için ruhsal bakımdan da yararlı olacaktır. İllich, okul sistemini son derece pahâlı, antidemokratik, insan doğasına aykırı, zihinleri köleleştirici işlevleri olan, eski ve köhne bir sistem olarak görür. Zorunlu eğitim-öğretim, görece yeni bir icat olduğu için kaçınılmaz olarak görülmek zorunda değildir. Okullar şu anki hâlleriyle, eşitliği sağlamadıkları veya yaratıcı yetenekleri geliştirmedikleri için neden terk edilmesin? Okulsuz toplumu savunan İllich, bir bütün olarak eğitim kurumlarının her şekline karşı değildir. O, öğrenmek isteyen herkesin, yalnızca çocukluk ya da yetişkinlik dönemlerinde değil, yaşamın herhangi bir döneminde var olan kaynaklara ulaşım hakkına sahip olması gerektiğini savunur. Böylesi bir sistem, bilginin birkaç uzmanın tekelinde değil, geniş çapta yaygın ve paylaşılabilir olmasını gerektirir. Öğrenmek isteyen kişiler belli müfredatları takibe zorlanmamalı, çalışmak istedikleri konularda seçim hakkına sahip olmalıdırlar. İllich’in 1970’lerde ileri sürdüğü bu görüşler, yeni iletişim teknolojilerinin ortaya çıkışıyla beraber yeniden ilgi görmeye başlamıştır. Bernstein: Dil Kodları Bernstein, dil becerileri üzerine yaptığı bir çalışmayla eğitimdeki eşitsizliği ele almıştır. 1970’lerde Bernstein, farklı altyapılardan gelen çocukların yaşamlarının henüz daha ilk yıllarında daha sonraki okul hayatlarını etkileyecek farklı kodlar ve konuşma biçimleri edindiklerini ileri sürmüştür. Daha yoksul ve daha zengin çocukları karşılaştıran Bernstein, dili kullanma açısından bunlar arasında görülen sistematik farklılıklarla ilgilenmiştir. Bernstein, işçi sınıfından gelen çocukların dili basit kod içerecek şekilde kullandıklarını ileri sürer. İşçi sınıfından birçok insan, değerlerin ve normların sorgulanmaksızın öylece kabul edildiği bir kültürde yaşar. Anne-babalar çocuklarının davranışlarını düzelterek toplumsallaşmalarını sağlamak için ödüllendirir ya da azarlarlar ama çocuklarına o davranışı niçin benimsemeleri gerektiği konusunda gerekçeler göstererek konuşmazlar. Basit kod içindeki dilde soyut kavramlarla tartışmaya, kavramlar arasında bağ kurmaya pek fazla yer verilmez. Buna karşılık orta sınıftan çocukların dil gelişimi karmaşık kod edinimini içerir. Bu çocuklar, kolaylıkla genelleme yapabilmekte ve soyut kavramları dile getirebilmektedirler. Orta sınıftan anne-babalar çocuklarını denetlerken çoğu kez çocuğun davranışına gösterdikleri tepkinin neden veya ilkesini açıklama yoluna giderler. Bernstein, karmaşık kodlarla konuşma becerisi kazanmış çocukların resmi akademik eğitimin gereklerini karşılamada basit kodlarla sınırlanmış çocuklara göre Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim daha avantajlı olduklarını iddia eder. İşçi sınıfından gelen çocukların kullandığı dil, okullarda var olan akademik kültürle çatışmaktadır. Karmaşık kodlar edinmiş çocuklar okul ortamına daha kolay uyum sağlar. Pierre Bourdieu: Eğitim ve Kültürel Yeniden Üretim Kültürel yeniden üretim, okulların öteki toplumsal kurumlarla beraber toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri kuşaktan kuşağa aktararak sürdürmeye yardım etme rolleriyle ilgilidir. Kavram, okulların gizli müfredatla değerlerin, tutumların ve alışkanlıkların kazandırılmasına dikkat çeker. İşçi sınıfından gelen çocuklar, okula başladıklarında üst sınıftan gelenlere göre daha fazla kültürel çatışma yaşar. Aslında alt sınıftan gelen bu çocuklar yabancı bir kültürel ortama düşmüşlük hissi yaşarlar. Bu çocuklar, hem yüksek akademik başarı yakalama konusunda daha az güdülenmişlerdir hem de edinmiş oldukları konuşma ve davranış tarzları öğretmenlerinkiyle uyuşmaz. Paul Willis: Kültürel Yeniden Üretimin İncelenmesi Paul Willis’in bir okulda gerçekleştirdiği çalışmada kültürel yeniden üretime dair ayrıntılı bir tartışma yer alır. Willis, bu çalışmasında kültürel üretimin nasıl oluştuğu, diğer bir deyişle, işçi sınıfından gelen çocukların nasıl olup da işçi sınıfına özgü işler edindikleri sorusuna yanıt arar. Okulu bitiren hiçbir çocuk “Ben aptalın tekiyim, bu yüzden bütün gün bir fabrikada kutu dizmem son derece adil ve doğrudur.” diye düşünür. Willis, daha az ayrıcalığa sahip alt tabakadan gelen çocukların yaşamları boyunca kendilerini başarısız görmeden bu tür işlerde çalışabilmelerinin nedenlerini araştırır. Willis, bu nedenleri araştırmak için bir okuldaki belli bir grup erkek çocuk üzerine yoğunlaşmış ve onları gözlemlemiştir. Bu süreçte Willis, bu çocukların okuldaki otorite sistemi hakkında son derece isabetli bir anlayışa sahip olduklarını ve her şeyin farkında olduklarını ama bunu sistemle uyuşmak için değil, onunla çatışmak için kullandıklarını görmüştür. Bu çocuklar, öğretmenlerle çoğu kez küçük tartışmalar şeklinde sürekli bir çatışmaya girmekte ve öğretmenlerinin otoritelerini zayıflatmaya çalışmaktaydı. Willis’in gözlemlediği bu öğrenciler, iş hayatının büyük oranda okul hayatına benzeyeceğinin farkındaydılar ama buna rağmen iş hayatına atılmayı sabırsızlık içinde beklemekteydiler. İş hayatından hoşnut olmayı beklememelerine karşılık, para kazanma düşüncesi onları sabırsızlandırmaktaydı. Yaptıkları basit işlerden dolayı aşağılık duygusuna kapılmaksızın, okula karşı sergiledikleri gibi işe karşı da reddedici bir üstünlük tavrı sergilemekteydiler. Ancak çok daha sonraları, oldukça yıpratıcı ve karşılığını alamadıkları işlerde çalışmaya mahkûm olduklarını anlamaktadırlar. Evlenip bir aile kurduktan sonra geçmişlerine bakarlar ve umutsuzca ellerindeki fırsatların kaçmış olduğunu görürler. Bu düşüncelerini kendi çocuklarına aktarmaya çalışsalar bile, büyük ihtimalle bu konuda ancak kendi annebabaları kadar başarılı olacaklar ve kültürel üretim yeniden bu şekilde devam edecektir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim EĞİTİM VE IQ Her problem, yaratıcı olmak için mükemmel bir fırsattır. Psikologlar, zekâ adı verilen tek bir insan yetisinin olup olmadığını ve eğer varsa onun da doğuştan belirlenip belirlenmediğini uzun yıllardır tartışmaktadırlar. Zekânın tanımını yapmak oldukça zordur. Zekâ kavramı belirli bir tanım içinde ifade edilmeye karşı dirençli olduğundan bazı psikologlar zekânın IQ testi ile ölçülen şey olarak kabul edilebileceğini ileri sürerler. Ancak bu bir kısır döngü olduğu için başarısız bir tanımlama girişimidir. IQ testlerinin çoğu kavramsal ve sayısal problemlerin karışımından oluşur. Test, alınacak ortalama puan 100 olacak şekilde oluşturulur. Bundan daha aşağı puan alanlar “ortalama zekânın altında”, daha fazla puan alanlarsa “ortalama zekânın üstünde” kabul edilir. Zekâyı tanımlamada ve onu ölçmede yaşanan zorluklara rağmen bu test okul, işyerleri ve araştırmalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu testten elde edilen sonuçlar akademik başarı ile büyük ölçüde karşılıklı ilişki içindedir. Bu durumsa oldukça normaldir. Çünkü test asıl olarak okuldaki başarıyı tahmin etmek için oluşturulmuştur. Bu nedenle IQ testlerinden elde edilen sonuçlar, eğitimle ilgisi bulunan toplumsal, ekonomik ve etnik farklılıklarla yakından ilgilidir. Yapılan çalışmalara göre nüfusun genel toplamı dikkate alındığında, IQ seviyesi son yarım yüzyıl içinde çarpıcı biçimde yükselmiştir. Günümüz çocukları elli yıl önceki IQ testleri uygulandığında ortalama 15 puan fazla almışlardır. Ancak bu durum, bu çocukların anne-babalarından kalıtımsal olarak daha zeki oldukları anlamına gelmemektedir. Bu değişimin nedeni, büyük olasılıkla, artan refah düzeyi ve toplumsal avantajlarla ilgilidir. Öte yandan bazı araştırmacılar, ırklar arasında bir zekâ farkı olduğunu, bazı ırkların diğerlerinden daha zeki olduğunu iddia etmektedirler ki, bu iddia herhangi bir şekilde kanıtlanamamıştır. EĞİTİM VE YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ İçinizdeki çılgın fikirli kişiye yeterli söz hakkı verin. Bu kişi sizi terk etmişse, onunla barışma yollarını arayın. Bazı araştırmacılar, eğitimin multimedya teknolojilerinin ve bilgisayarın artan kullanımı ile beraber değişmeye başlayacağı düşüncesindedirler. Bu kişiler, yeni teknolojilerin var olan müfredatlara kolayca eklemlenemeyeceğini bu nedenle de müfredatların dönüşüme uğrayacağını ileri sürerler. Onlara göre, günümüz gençleri zaten bilgi ve medya toplumu içinde doğup büyümektedirler ve bu teknolojilerle öğretmenleri de dahil pek çok yetişkinden daha içli dışlıdırlar. Bu verilerden yola çıkan bazı gözlemciler sınıf devriminden, duvarsız sınıflardan ve masa üstü sanal gerçeğe ulaşmaktan söz ederler. Bilgisayarın eğitime olan etkilerinden çok az sayıda insanın kuşkusu vardır. Bilgisayar, öğrencilere bağımsız çalışma, konuları internet üzerinden araştırma ve ilgili oldukları alanlarda ilerlemelerine yardımcı olacak eğitim yazılımlarından faydalanma olanakları sunar. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, yalnızca kişisel bilgisayarlardan yararlanarak öğrenen çocuklardan oluşan duvarsız sınıflar hâla çok uzaktır. Okulda ve evde kullanılabilecek yeterli sayıda bilgisayar olsa bile Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim öğretmenlerin çoğu, bilgisayarı geleneksel derslerin yerini alacak bir araç olarak değil, ancak bu derslere takviye olarak kullanılabilecek bir araç olarak görmektedir. Öğrenciler, bilgisayarı bu çerçevede müfredatta belirtilen konuları öğrenmek, bir araştırma projesi geliştirmek ve güncel konuları araştırmak için kullanmaktadır. Yeni teknolojiler ve bilgi ekonomisinin yükselişi, eğitim ve iş konularındaki geleneksel düşünceleri dönüşüme uğratmaktadır. Teknolojinin hızlı işleyişi, iş alanında, bir zamanlar var olandan daha hızlı bir alt üst oluşa yol açmaktadır. Mesleki eğitim ve gerekli nitelikleri kazanma, günümüzde, yaşamın erken dönemlerinde bir kez edinilen bir şey olmaktan öte, yaşam boyu devam eden bir süreç hâline gelmektedir. Meslek hayatlarının ortalarında bulunan kişiler, internet tabanlı öğrenim ve sürekli eğitim programları sayesinde var olan becerilerini güncelleştirmeyi seçmekteler. Birçok işveren, çalışanlarına, bağlılıklarını artırmanın ve şirketin beceri gücünü yükseltmenin bir yolu olarak, meslek içi eğitimlere katılma izni vermektedir. İçinde yaşadığımız toplum dönüşüme uğramaya devam ederken, bu toplumun temelini oluşturan geleneksel inanç ve kurumlar da değişime uğramaktadır. Eğitim kavramı- ki bilginin resmi bir kurum aracılığıyla düzenli olarak iletilmesini içerirfarklı ortamlarda gerçekleşen, daha kapsamlı bir “öğrenme” anlayışına yol vermektedir. “Eğitim” in yerini “öğrenme” ye bırakması, yersiz bir değişiklik değildir. Öğrenenler, yalnızca tek bir kurumsal ortamdan değil, birçok kaynaktan bilgi elde edebilen, meraklı ve aktif toplumsal faillerdir. Öğrenmeye ağırlık vermek, bilgi ve becerilerin rastlanılan her tür şeyden –arkadaşlardan, komşulardan, seminerlerden, müzelerden, kahvehanelerdeki sohbetlerden, internetten, diğer kitle iletişim araçlarından ve daha birçok şeyden- elde edilebilir olduğunu kabul ve itiraf etmektir. EĞİTİM VE ENFORMASYON TOPLUMU İletişimi sağlamak ve enformasyon kaynaklarına ulaşmak için düşük maliyetli teknolojilerin yaygın olarak kullanıldığı topluma enformasyon toplumu denir. 2000’li yılların teknolojisi bireylere çok ucuz bir maliyetle çok büyük miktarda düşünsel kaynağa ulaşma imkânı tanımaktadır. Yeni ekonomik düzende eğitime daha fazla yatırım yapan ülkeler rekabette avantaj sağlayacaktır. Enformasyon toplumu hâline gelmenin temel koşulu eğitim yatırımlarıdır. Artık toplumlar enformasyon zengini ve enformasyon fakiri olarak sınıflandırılmaktadır. TÜRK TOPLUMUNDA EĞİTİM Daha önce değinildiği gibi, eğitim insanlık tarihi kadar eskidir; ancak eğitimin toplumsal bir kurum olarak ortaya çıkışı oldukça yeni bir gelişmedir. Eğitim özellikle endüstrileşme süreciyle önem kazanmaya başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ortalarına kadar eğitim dinî kurumların etkisi altındaydı. Bu dönemde sıbyan mektepleri ve medreseler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim Eğer işin içinden bir türlü çıkamıyorsanız, yeni bir yaklaşma yolu deneyin. Meseleyi başka bir açıdan görmeye çalışın. şeklinde temelde iki tür okul vardı. Sıbyan mektepleri ilköğretim kurumlarıydı ve çocuklar bu okullara dört yaşından itibaren kabul edilirlerdi. Burada karma eğitim yapılır; okuma, yazma, Kuran-ı Kerim ve matematik gibi dersler verilirdi. Medreseler ise yükseköğretim kurumlarının işlevini yerine getiren okullardı. Bu okullarda ülkenin ihtiyaç duyduğu doktor, hâkim gibi görevliler yetiştirilirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda bu iki okulun yanı sıra Enderun mektepleri adında bir okul daha vardı. Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan bu okullarda yönetici ve devlet adamları yetiştirilirdi. 19. yüzyılda Avrupa’da başlayan ekonomik ve politik değişim Osmanlı İmparatorluğu’nu da etkilemiştir. Bilimsel ve endüstriyel gelişmeler Osmanlıya da yansımış ve bu yansıma Osmanlı İmparatorluğu’nda bazı reformlara ve yapısal değişikliklere neden olmuştur. Maarif-i Umumiye Nezaretinin kuruluşu eğitimle ilgili gerçekleştirilen değişikliklerden birisidir. Bu dönemden Cumhuriyet dönemine kadar okullar üç ayrı şekilde yapılandırılmıştır. 1- Mahâlle mektepleri ve medreseler 2- Tanzimat okulları (idadi ve sultaniler) 3-Yabancı dilde eğitim yapan kolejler ve azınlık okulları Bu eğitim kurumları üç farklı dünya görüşüne bağlı insan tipinin yetişmesine neden olmaktaydı. Bu yüzden bu eğitim sistemi vatandaşları birleştirici bir rol oynamaktan uzaktı. Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı’dan pek parlak olmayan bir eğitim mirası devralmıştır. Eğitim kurumları sayıca yetersizdi ve hâlkın yaklaşık % 90’ı okumayazma bilmemekteydi. Cumhuriyetin kurucuları ihtiyaç duyulan insan gücünü yetiştirmek için birtakım önlemler almıştır. Bu konuda yapılan ilk önemli değişiklik Tevhid-i Tedrisat Kanunu yani öğretimin birleştirilmesi yasasıdır. Böylece Osmanlı dönemindeki üç okul tipi birleştirilmiştir. Eğitim alanında yapılan ikinci büyük değişiklik, Latin alfabesinin kabulüdür. Bu gelişmenin ardından yoğun bir eğitim seferberliğine girişilmiş, tüm yurtta millet mektepleri açılarak 15-45 yaş arasındaki tüm yurttaşlara bu okullara gitme zorunluluğu getirilmiştir. Böylece 1928-1942 yılları arasında yaklaşık 1.2 milyon kişiye okuma yazma öğretilmiştir. Yapılan bu değişikliklerle ilgili değinilmesi gereken bir diğer husus da, 1926’da teşkilat yasası ile eğitim programlarının hazırlanması görevinin, resmi ve özel okul açma izninin Milli Eğitim Bakanlığı’na verilmesidir. Milli eğitim sistemi örgün ve yaygın eğitim olmak üzere iki kısımdan oluşur. Örgün eğitim, belli yaş grubundaki benzer düzeydeki bireylere amaca göre hazırlanmış programlarla, okul çatısı altında düzenli olarak yürütülen eğitimdir. Örgün eğitim, okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsar. Yaygın eğitimse, örgün eğitim yanında veya dışında gerçekleştirilen eğitimdir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28 Bireysel Etkinlik Tartışma Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim • Bireyin ve toplumun gelişimi açısından eğitimin önemi sizce nedir? Tartışınız. • Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. • Eğitimin bireyi meslek sahibi yapmaktan başka ne gibi işlevleri olabileceğini düşünelim. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29 Özet Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim •Eğitim, günümüz insanının tüm hayatını etkileyen bir süreçtir. Endüstride yaşanan gelişmeler becerikli insan gücüne duyulan ihtiyacı artırmaktadır. Bu nedenle gelişmiş toplumlarda insanlar, hayatlarının en verimli yıllarını resmi eğitim kurumlarında geçirmektedir. Bunun sonucunda daha fazla insan okuma, yazma, hesaplama gibi becerilerin yanı sıra soyut bilgiler elde eder olmuştur. •Yirminci yüzyılda eğitimin yaygınlaşmasının, eğitimli ve disiplinli işgücüne duyulan açık gereksinimle yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bilgi ekonomisine geçilmesiyle beraber eğitimin önemi daha da artmıştır. Kalifiye olmayan, kol gücüyle çalışan işçiler için iş olanakları gitgide azalırken; emek piyasasında yeni teknolojilere uyum sağlayabilen, yeni beceriler elde edebilen ve yaratıcı düşünebilen insanlara gereksinim duyulmaktadır. •Eğitim-öğretimle ilgili çeşitli sosyolojik kuramlar ortaya konmuştur, bu kuramlar eğitimöğretime ilişkin yorumları etkilemektedir. Bu kuramlardan birini ortaya koyan Bernstein’e göre karmaşık kodlu konuşma biçimine sahip çocukların basit konuşma kodu edinmiş çocuklara oranla eğitimin isterlerini karşılama olasılıkları daha yüksektir. •Resmi okul müfredat programları kültürel yeniden üretimin bir parçasıdır. Ancak gizli müfredat kültürel yeniden üretimde daha önemli bir role sahiptir. •Okulların ve okul içindeki öğretimin örgütlenme biçimi, cinsiyete dayalı eşitsizlikleri sürdürme eğilimindedir. •Zekânın tanımlanması son derece güçtür ve bu nedenle bu konuda birbiriyle çatışan çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları toplumsal grupların IQ’sunu genlerin belirlediğini iddia ederken, bazıları da bunda toplumsal koşulların etkili olduğunu savunmaktadır. Ancak eldeki kanıtlar, toplumsal ve kültürel etkenlere ağırlık verenleri destekler niteliktedir. •Yeni teknolojiler ve bilgi ekonomisi eğitim anlayışının değişmesine neden olmaktadır. Artık yaşam boyu eğitimin gerekliliği pek çok insan tarafından kabul edilmektedir. Bireylerin yaşam boyu eğitim faaliyetlerine katılma ve sınıfların dışında eğitim alma imkânları gitgide artmaktadır. •E-Üniversitelerin kurulması ve internet yoluyla öğrenimin yaygınlaşmasıyla bilgi teknolojileri eğitim sürecinin bir parçası hâline gelmektedir. Bilgisayar eğitimi almamış ve bu teknolojilerden yararlanma imkânı olmamış kimselerin bir tür bilgi yoksulluğu ile karşılaşmasından endişe edilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim DEĞERLENDİRME SORULARI 1. Osmanlı devletinin eğitim medreselerle yapılırdı ve Osmanlının sosyal yapısına uygun bir tarzdaydı. Ancak Cumhuriyetle birlikte bu kurumun yapısı değiştirilmiş ve laik sisteme uygun hâle getirilmiştir. Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. Parçadan ulaşılabilecek sonuç aşağıdakilerden hangisidir? a) Sosyal kurumlar birbirleriyle bağlantılı olarak sosyal yapıyı oluşturur. b) Sosyal kurumların niteliği ve işlevi toplumdan topluma aktarılır. c) Sosyal kurumlar farklı hızda değişirler. d) Sosyal kurumlar bireyin sosyalleşmesini sağlar. e) Her sosyal yapı, kendine özgü kuramları oluşturur. 2. Çağdaş eğitimde herkes mevcut olanaklardan yararlanır. Bu nedenle demokratik toplumlar olarak fırsat eşitliği ilkelerine göre eğitim sistemi oluşturmak gerekir. Buna göre, aşağıdakilerden hangisi eğitimde eşitlik anlayışına uymaz? a) Bireylere eğitimin en yukarı basamaklarına kadar gidebilme hakkını sağlama b) Bireyin özelliklerine uygun eğitim olanakları sağlama c) Herkese eşit miktarda öğrenim imkanı sağlama d) Bireylere ekonomik düzeylerine göre eğitim sağlama e) Her çocuğa asgari öğrenim görme hakkı tanıma 3. Aşağıdakilerden hangisi eğitimin hedeflerinden biri değildir? a) Kültüre, sanata katılımlı birey yetiştirme b) Vatansever ve farklılıklara saygılı olma c) Doğaya karşı sorumluluk duyma d) Özgür bir insan olmasını sağlama e) Sosyal adalete ve demokrasiye duyarlı olma 4. Eğitim sosyolojisi içerisinde yer alan bir görüşe göre sosya1 kuramlar belli bir toplum gereksinmesini karşılayabilmek için var olur. İşte eğitim de çağdaş toplumların gereksinmelerini akılcı çözümlerle karşılamak için vardır. Bu yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir? a) Etkileşimcilik b) Yorumlayıcılık Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim c) İşlevselcilik d) Çatışmacı yaklaşım e) Bilgi sosyolojisi 5. Eğitim, toplumun değer verdiği ve içselleştirdiği davranış şekillerinin birey tarafından edinilmesidir. Bu bağlamda birey olumlu davranış kazanmış olmaktadır. Aşağıdakilerden hangisi olumlu davranışla anlatılmak istenendir? a) İyi davranış b) Özgür davranış c) Toplum beklentisine uygun davranış d) Tahmin edilebilir davranış e) Özgün davranış Cevaplar: 1.E , 2.D , 3.D , 4.C , 5.C Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 32 Toplumsal Bir Kurum Olarak Eğitim YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Giddens, A.(2008). Sosyoloji. (Çev. Cemal Güzel). İstanbul: Kırmızı . Özkalp, E. (2003). Sosyolojiye Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniv. Tolan, B. (2005). Sosyoloji. Ankara: Gazi . Akyüz, H. (2008). Kurumlar Sosyolojisi. Ankara: Siyasal. Akyüz, H. (2001). Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı. Tezcan, M. (1984). Sosyal ve Kültürel Değişme. Ankara: Ankara Üniv. Illıch, I. (1985). Okulsuz Toplum. (Çev. T. Bedirhan Üstün) Ankara: Birey ve Toplum. Berger, L. P. , Berger, B., & Kellner, H. (1985). Modernleşme ve Bilinç. (Çev. Cevdet Cerit). İstanbul: Pınar. Kongar, E.( 1985). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. İstanbul: Remzi. Hughes, H.S. (1985). Toplum ve Bilinç. (Çev. Güzin Özkan). İstanbul: Metis. Bilhan, S. (1986). Eğitim Sosyolojisi. Ankara: Ankara Üni. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi. Başaran, İ. E. (1982). Örgütsel Davranışın Yönetimi. Ankara: Ankara Üni. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi . Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 33